<<

Eser Adı Türk Basınında Cemil Meriç

Yayın Yönetmeni Mustafa CANBEY

Yayın Editörü Adem YILMAZ

Tasarım ve Uygulama İletimedya

Baskı Matsis Matbaa Hizmetleri

ISBN 978-975-19-6714-5

Bu eserin tüm hakları saklıdır. Herhangi bir bölümü Basın İlan Kurumu’nun yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde çoğaltılamaz.

BASIN İLAN KURUMU YAYINLARI

İSTANBUL, 2017

TAKDİM

Dünden bugüne köklü geleneğe sahip süreli yayın- su bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, cılığımız devamlı bir gelişme kaydetmiştir. Süreli ya- yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından yınların, Türk düşünce tarihinin son yüzyılında yeni ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir hayat ve cemiyet anlayışının yerleşmesine önemli bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak katkıları olmuştur. Gazetenin daha ilk dönemlerin- köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köp- den itibaren cemiyetimizde oynadığı değiştirici rol, rü.” diyen çağın vicdanı olmaya talip önemli bir dü- onu sosyal ve kültürel hayatımızın şu an bile değiş- şünce adamıdır. Ömrünü düşünceye adayan, farklı mez bir unsuru haline getirmiştir. siyasî ve dinî yelpazedeki düşünce adamlarını ilim haysiyeti içinde selamlayan, her düşünceye saygılı, Türk düşünce tarihinde, süreli yayınların yeni bir aydın namusuna sahip, olaylara ve kişilere objektif hayat anlayışının oluşmasında çok büyük katkısı olma çabasıyla bakan bir mütefekkirdir. vardır. Süreli yayınlar ilk önceleri bir yönüyle devle- sonrası Türk düşünce ve kültür hayatına adını altın tin sözcüsü olmuştur. Zamanla kurumsallaşan basın harflerle yazdıran Cemil Meriç, Osmanlının yıkılışı- kendini her türlü baskıdan mümkün mertebe uzak na ve Cumhuriyet’in kuruluşuna şahitlik etmiş, zor tutarak doğruların sesi olmayı hedeflemiştir. Bu ge- zamanların tanığı olmuş, yaşadığı dilimi itiba- lişmelerle süreli yayınlar yavaş yavaş toplum hayatı- riyle ister istemez eski/yeni doğu/ batı gibi kelimele- nı kucaklamaya, kendilerine göre fikir ve ideolojile- rin anlamlandırılma çabalarının olduğu bir dönemde rini, sanat görüşlerini yansıtmaya başlamıştır. Süreli bu ikilemleri yaşamış ve bu kavramlara farklı baka- yayınların (gazetenin) cemiyetimizde oynadığı de- bilmiş bir entelektüeldir. ğiştirici bu rolü, Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle izah etmiştir: “Hiç bir yerde gazete bizdeki benzer bir rol Böyle önemli bir görev îfâ eden gazete ve gazetecili- oynamamıştır. Başka yerlerde o,düşüncenin daha geniş ğimiz maalesef yeterince tanınmamaktadır. Bu bilin- surette topluma yayılması için seçtiği hareket sahala- mezliği bir nebze olsun bilinir kılmak için girdiğimiz rından biridir. Arkası bütün cemiyet müesseseleri ve çabanın neticesinde ortaya çıkan bu metnin faydalı devam halinde olan, hayatla daima münasebetdar bir olmasını temenni ediyoruz. Basın İlan Kurumu ola- düşünce dünyası vardır. Bizde ise bütün işaretler ora- rak matbuatımıza dair eserler neşretmeyi bir vazife dan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı bildik. Bundan hareketle birçok eser neşrettik. o yayar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı ocağı o tutuşturur.” Hayatının çeşitli dönemlerinde farklı siyasi kanaat- leri takip eden Cemil Meriç’i anmak, anlamak ve bu Matbuatı, fikirlerini yayma aracı olarak görenler- değerleri tanımak adına takdirlerinize sunduğumuz den biri de Cemil Meriç’tir. Hüseyin Cemil Meriç, kitabımız için emeği geçenlere teşekkür ediyorum. 12 Aralık 1916 tarihinde Reyhanlı’da doğmuş 13 Haziran 1987’de ’da vefat etmiş Türk ede- biyatı ve Türk düşüncesi tarihinde önemli yeri olan bir münevverdir. O, Jurnal’indeki ifadesiyle “Bir Yakup KARACA çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğru- Basın İlan Kurumu Genel Müdürü

ÖNSÖZ

Cemil Meriç, 12 Haziran 1916 tarihinde Reyhanlı’da Cemil Meriç, Türkçü - Milliyetçi düşüncelerle yoğru- doğmuş büyük bir mütefekkirdir. Ömrünü Türk ir- lan ilk gençlik yıllarından sonra Marksizm’e sarılmış; fanına adayan Cemil Meriç’i anlamak çağımızın en fakat kendi kültür ve ruh köklerine duyduğu alâka önemli ihtiyacı haline gelmiştir. Türk fikir hayatının ve hayranlık onu bu toprağın gerçek bir münevveri yerlerde süründüğü bu ortamda onun kuşatıcı ve yapmıştı. Elinizdeki kitap, Cemil Meriç’in gerek telif derinlikli görüşleri bizim için bir çıkış yolu mahiyeti ve tercüme eserlerini gerekse yazı, makale ve röpor- kazanmıştır. Yüzeysel gündemlerin hayatımızı işgal tajlarını tanıtmayı ve bu sayede onun yazı macerası- ettiği bir devirde, Cemil Meriç’in kitaplarda aradığı na şahitlik etmeyi arzu ediyor. deva, emin olunuz bizim de derdimizin devası ola- caktır. Kitaplarla yoğrulan bir ömrün hikayesini tek bir ki- taba sığdırmak... Bizim yaptığımız onun hatırasını Türkiye, 200 yıldır süregelen modernleşme inkıra- biraz olsun canlı tutmak sadece... Hepsi bu. Ne Ce- zında tam anlamıyla bir dönüm noktasına gelmiştir. mil Meriç’in kıtalar dolaşan hülyalarını, ne de uğrun- Ya istiklâlimizi muhafaza edecek bir yükselişin ya- da bir ömür tükettiği hakikatleri anlatmak iddiasın- hut bütün şahsiyetimizi feda edeceğimiz bir çöküşün dayız. Maksadımız sanki biraz küskün, biraz kırgın, arefesindeyiz. Cemil Meriç, bu puslu havalarda bize belki biraz yorgun giden bir yolcunun hikayesine kılavuzluk edecek eşşiz bir rehber hükmündedir. ortak olmak arzusu. Onun kitaplarında vuzuha kavuşan problemler, bi- zim halihazırda cevap aradığımız problemler aslın- Bir hayra vesile olması niyazıyla... da. Aydın despotizmi, Doğu / Batı sorunsalı, kültür ve medeniyet inkırazı; özetle Bu Ülke’nin süregelen Adem YILMAZ macerası Cemil Meriç’in kaleminden sarih çizgilerle ifade edilmiştir. Cemil Meriç’i anlamaya, nesillerimi- zi Meriç’in coşkun nehirlere benzeyen üslubuyla bu- luşturmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Mağaradakiler, Umrandan Uygarlığa, Işık Doğu- dan Gelir, Kırk Ambar ve hiç şüphesiz tercüme me- tinler... O bir türbedar gibi medeniyetimizin bıraktığı ışığın sönmemesi için hayatı boyunca bekçilik yaptı. Kendi karanlığından güç alan vazife-şinas bir dü- şünce adamının “ölmüş ruhlarımızı” dirilten feryadı, nesillerimizi aydınlatacak bir feryattır. Nesillerimizi, yani istikbalimizi.

İÇİNDEKİLER

TAKDİM 5

ÖNSÖZ 7

CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ 11

KENDİ KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ 21

YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ 27

CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ 65

CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ 85

CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI 101

CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI 133 10 CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

Hayallerimin kaçta kaçını gerçekleştirebildim, bilemem ki.

11

CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

1877 Babası Mahmut Niyazi Bey’in yaklaşık do- 1934-35 On birinci sınıfı, birinci bölüm bakalor- ğum tarihi. yayı alarak bitirir; ama liseden mezun ola- maz, çünkü aynı yıl, lise on iki sınıf olur ve 1912 Balkan Harbi sırasında ailesi Dimetoka’dan ikinci bakalorya konur. Yani bir yıl önce on Hatay’a göç eder. birinci sınıfı bitirenler üniversiteye girebilir- 1916 12 Aralık günü Hatay’ın Reyhanlı kazasında ken, onun on ikinci sınıfı da bitirmesi ge- Hüseyin Cemil dünyaya gelir. İki de ablası rekir. vardır: Zehra ve Nadide. Bir-yedi yaş çocuk- 1935-36 On ikinci sınıf felsefe sınıfıdır, bu sınıf- luğu Antakya’da geçer. Babası aynı şehirde tayken milliyetçi tutumu, yayımlanan bir Ziraat Bankası müdürü, sonra da mahkeme yazısı ve bu yazıda bazı hocalarına, onları reisidir. yeteri kadar milliyetçi bulmadığı için sert 1920 Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarla 1936 çıkması (“Türk Genci”, Yıldız, 5.7.1935), arası, Suriye Fransa’nın mandası altındadır. parlak bir talebe olmasına rağmen ve mezu- Misak-i Millî dışında bırakılan Hatay’da da niyetine pek az bir zaman kala, ikinci bölüm muhtar bir idare kurmuştur Fransa: Bağım- bakaloryayı alamadan okulu terk zorunda sız İskenderun Sancağı. kalmasıyla sonuçlanır. Okulu bitirdiğinde tahsiline Mülkiye’de devam edebilecekken 1923 Babasının memuriyetten ayrılması üzeri- bu imkân da böylece ortadan kalkar. ne Reyhanlı’ya dönerler. Aynı yıl Reyhanlı Rüştiyesi’nde okula başlar. Bu ilkokulda, 1936-37 İstanbul’a gelir. Üniversiteye giremez. Bir üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleri süre Pertevniyal Lisesi on ikinci sınıfına de- de okutulmaktadır. vam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Reşat Ekrem Koçu, edebiyatta Keyi- 1928 İlkokulu bitirir, elindeki diplomanın adı: se İdalı, Fransızca’da Nurullah Ataç’tır. “certificat d’études primaires”dir. Kumkapı ve Kadırga talebe yurtlarında kalır. Aynı yıl Antakya’ya gider ve Antakya Sulta- nîsi’nde ortaokula başlar. Eğitim Fransız Nazım Hikmet ve Kerem Sadi ile tanışır. kültürü ağırlıklıdır. Onlar için kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir Türkçeye: Gaston Jèze’in mali- 1933 Çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen cebir- ye ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin’in den ikmale kalır, gözleri zayıftır ve sınıfta- “Pratik ve Teori” adlı kitabı. Vaat edilen ter- ki tahtayı iyi görememektedir, altı numara cüme paralarını alamaz. miyobu olduğu anlaşılır. 1937 İstanbul’da geçinebilmesi zordur, Mayıs Aynı yıl, yerel Yenigün gazetesinde ilk ya- ayında vapurla İskenderun’a dönmek mec- zısı yayımlanır: “Geç Kalmış Bir Musahabe” buriyetinde kalır. (23.09.1933). Aynı yıl İskenderun’un Haymeseki adlı kö- yünde dokuz ay kadar ilkokul öğretmenliği yapar, hemen hiç öğrencisi yoktur.

Mahmut Ali Meriç, “Cemil Meriç Kronolojisi”, Bu Ülke, İletişim Yayınları, s.61-70 13 Aynı yıl İskenderun Tercüme Bürosu’na sı- 1942-43 “Ayın Bibliyografyası” adlı dergide tercü- navla reis muavini olur, Türkçe basını Fran- me tenkitleri yayımlanır. sızcaya çeviren bir ekibin başındadır. Beş altı ay kadar bu işte kalır. 1943 Elazığ Askeri Hastanesi’nce düzenlenen bir kurul raporuna göre, her iki gözündeki 1938 Hatay bağımsız bir cumhuriyet olmakta- yüksek ve ‘müterakki’ miyop askerlik yap- dır. Türkiye’nin sancaktaki idare amirleri- masına engeldir, askerlikten muaf tutulur. nin Türk olması için Fransızlar nezdinde- ki girişimi sonucu, Fransızlar tarafından Aynı yıl, ilk kitabı yayımlanır, Balzac’dan Aktepe’ye nahiye müdürü tayin edilir. Sade- bir çeviridir bu: “Altın Gözlü Kız” (Üniversi- ce yirmi iki gün süren bir memuriyet. İşine te Kitabevi), 189 sayfalık kitabın 74 sayfası Hatay Valiliği’nden gelen bir telefonla son Balzac’la ilgili bir incelemenin yer aldığı ön- verilir. sözdür. Reyhanlı’ya dönüp Batı Ayrancı köyünde 1944-47 arası, dönemin çeşitli dergilerinde (“Yurt ilkokul öğretmenliğine başlar. Türk Hava ve Dünya”, “Yücel”, “Gün”, “Amaç”) özellik- Kurumu’nda sekreterlik, belediyede katip- le Fransız edebiyatı ve düşüncesi üzerine lik gibi geçici görevlerde de bulunur. incelemeler, daha çok tercüme tenkitleri yazar. 1939 Nisan ayında tevkif edilir, üç yüz kadar ki- tabına ve dergi koleksiyonlarına el konur. 1945 Şubat, Elazığ’daki stajyer öğretmenlik göre- Antakya’ya götürülür, Hatay hükümetini vinden, iki sene dört ay sonra ayrılır. Eşinin devirmek suçundan idam talebiyle yargıla- Elazığ’a tayini çıkmadığı gibi, eşi burada iki nır, iki ay sonra beraat eder. de çocuk kaybetmiştir, ancak İstanbul’da doğum yapabileceğinin anlaşılması üzerine Aynı yıl 29 Haziran’da Hatay, Türkiye’ye katılır. İstanbul’dadır ve yedi aylık hamiledir. Tıp 1940 Tekrar İstanbul’dadır. Bir arkadaşından İstan- Fakültesi’nden gözlerinin yorgun olması bul’da Yabancı Diller Okulu’na burslu talebe nedeniyle aldığı rapora rağmen Bakanlıkça alındığını, oraya girebileceğini öğrenmiştir. izinli de sayılmayınca istifa eder. Okula müracaat eder, giriş sınavını kazanıp Aynı yıl, 1 Nisan’da bir oğlu dünyaya gelir, iki yıl okur, iki yıl da Fransa’ya staja gönde- ismini Mahmut Ali koyar. rilecektir. Aynı yıl, Balzac’dan iki çevirisi çıkar: “Otu- Tarlabaşı’nda bir pansiyonda kalmaktadır. zundaki Kadın” (A.Bolat Yayınevi, 168 say- Elit, Nisvaz gibi zamanın sanatçı ve aydınla- fa) ve “Onüçlerin Romanı (Ferragus)” (Yük- rının bir araya geldiği kahvelere devam eder sel Yayınevi), 157 sayfanın 28 sayfası önsöz. bir süre. 1946 16 Aralık, bir kızı gelir dünyaya: Ümit. 1941 İstanbul’daki ilk yazısı “İnsan” dergisinde yayımlanır: “Honoré de Balzac” Aynı yıl bir çevirisi daha basılır, hep Balzac’tan: “Kibar Fahişelerin İhtişam ve Se- İkinci Dünya Savaşı yüzünden Yabancı Dil- 1942 faleti” (İnkılap Yayınevi), 471 sayfa, 17 say- ler Okulu öğrencileri Avrupa’ya gönderile- falık bir önsöz. mez, mecburi hizmeti vardır, kurada şansı- na Elazığ çıkar. Aynı yıl, Aralık ayının son günlerinde sınavla Aynı yıl Elazığ’a gitmeden az önce tarih ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde coğrafya öğretmeni olan Fevziye Menteşoğ- Fransızca okutmanı olur. lu ile tanışır ve 19 Mart günü evlenir, eşi İs- 1947 Bir yıl kadar “Yirminci Asır” dergisinde yazar. tanbulludur. 1947-53 yılları arasında makale yazmaya Aynı yıl, Haziran ayında babası ölür. ara vermiş gibidir. 1953’te aynı dergide bir kaç makalesi daha yayımlanacaktır. Aynı yıl, 29 Ekim’de Elazığ Lisesi’nde Fran- sızca öğretmenliğine başlar.

14 CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

1948 Victor Hugo’nun “Hernani” adlı piyesinin 7 Temmuz günü uçakla Yeşilköy Havaala- manzum olarak tercümesi Milli Eğitim Ba- nı’na iner. kanlığı tarafından kendisine verilir. Aynı yıl, Hatay’da oturan annesi Zeynep Ha- 1949-50-51 tarihlerini taşıyan ve çeşitli okuma nım vefat eder. notlarından oluşan bir defter doldurur. Aynı Aynı yıl jurnal tutmaya ve “Quinze-Vingts zamanda yoğun bir dosyalama ve fişleme ça- Geceleri” isimli bir roman yazmaya başlar, lışması içindedir. İlgisini çeken her konuda her ikisine de devam etmez. malzeme biriktirmektedir. 1956 V. Hugo’nun “Sefiller” adlı eserini, sonra da 1951 Muafiyet imtihanına girecek Hukuk Fakül- H. Taine’in “Sanatın Felsefesi” adlı kitabini tesi öğrencileri için, F. H. Saymen ve Mösyö Türkçeye çevirmek talebi Maarif Vekaleti’nce Louat ile, 43 sayfalık bir Fransızca “Yardım- geri çevrilir. Üç ay kadar sonra, Vekalet’ten cı Metinler” kitapçığı hazırlar (Yabancı Dil- gelen bir yazıyla, J. J. Rousseau’nun “Emil” ler Okulu, Fakülteler Matbaası). adlı eserini çevirmesi uygun görülür, çeviri- Aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü- ye başlar. Yaptığı çalışma yarım kalmış titiz mü’ne doktora öğrencisi olarak kaydolur. bir çeviri örneğidir. 1952-53 İstanbul Işık Lisesi’ne Fransızca öğret- Aynı yılın aralık ayında “Hernani” çevirisi, meni olur Maarif Vekaleti’nin “Klasikler” dizisi arasın- da yayımlanır. 1952-54 arası aldığı okuma notlarıyla iki defter daha doldurur. 1957 O yılın tiyatro sezonu için İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “Hernani”nin temsili uygun 1953-54 Yabancı dil okutmanlığına paralel olarak görülmüş ve sahne çalışmaları tamamlan- lise öğretmenliğini sürdürür. mış gibiyken “mühim bir sebepten dolayı daha sonra sahneye konacaktır” gerekçesiyle İlkbahar aylarında gözlerini kaybeder. 1954 eser, son anda programdan kaldırılır ve bir Aynı yıl, yaz ayları boyunca İstanbul Cer- daha da temsili söz konusu olmaz. rahpaşa Hastanesi’nde yatar, birkaç başarı- 1959 Fransızca öğrenecekler için bir Fransız dili sız göz ameliyatı geçirir. Bir gözünde retina grameri hazırlar. Yaklaşık 100 daktilo sayfa- tabakası çatlamıştır, diğerine katarakt sonu- sı tutan bu çalışması basılmaz. cu perde inmiştir. Ameliyatlara yurt dışında devam edilmesinin uygun olacağı sonucuna Aynı yıl, Hugo’nun “Sefiller” adlı eserini varılır. Türkçeye çevirmesi Bakanlıkça uygun gö- rülür. Ne var ki Hint düşüncesi ve edebiya- 21 Ocak, denizyollarının Tarsus vapuruyla, 1955 tıyla ilgili geniş kapsamlı bir çalışma bütün tek başına İstanbul’dan Marsilya’ya, oradan zamanını almaktadır, Çeviriye başlar; ama da Paris’e gider. Fakülte tarafından “tetki- devam etmekten vazgeçer. katta bulunmak üzere” Avrupa’ya seyahate gönderiliyor kabul edilerek, yola çıkabil- 1961 Eşi ağır bir rahatsızlık geçirse de hemen ta- mişse de amaç Paris’te ünlü “Quinze-Vingts” mamen iyileşir. (Kenzven) Hastanesi’nde ameliyat olabil- mektir. Ocak sonuyla temmuz ayı arasında 1963 “Hint Edebiyatı”nın yazılması biter, eser bas- birçok ameliyat geçirir; fakat gözdeki yük- kıya hazırdır. sek tansiyon ve kanama yüzünden son ame- Aynı yıl, yılbaşından itibaren düzenli ola- liyatlar yapılamaz, yurda dönmek mecburi- rak jurnal tutmaya başlar, “Jurnal”ine 64 ve yetinde kalır. Bir daha ameliyat olmayacak 65 yıllarında da devam eder. Bu dönemde ve artık hayatının sonuna kadar göremeye- “Mektuplar”la zenginleşen Jurnal, aralıklar- cektir. la da olsa 1983 yılı ortaların kadar sürecek- tir.

15 Aynı yıl, Antakya’da İngilizce öğretmeni 1974 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Lamia Çataloğlu ile tanışır. Bu tanışma ha- Fransızca okutmanlığından emekli olur. yatının sonuna kadar sürecek bir dostluğa Görmemesine ve oldukça zor çalışma ko- dönüşür. şullarına rağmen hocalık görevini sonuna Aynı yıl, Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölü- kadar sürdürmüştür. mün’de, hem sosyoloji öğrencilerine hem Aynı yılın nisan ayında bir erkek torunu de çeşitli fakültelerden derslerini izlemeye dünyaya gelir; 58 yaşında dede olmuştur. gelen öğrencilere sosyoloji ve kültür tarihi dersleri verir. Bu dersler çok düzenli olmasa Aynı yıl, “Bu Ülke” yayımlanır (Ötüken Ya- da emekliliğine kadar sürecektir. yınevi, 170 s.). 1964 Bir yıl kadar bastırılamayan “Hint Edebiya- “Umrandan Uygarlığa” adlı eseri de bu yıl tı”, sonunda yayımlanır (Dönem Yayınları, basılır (Ötüken Yayınevi, 371 s.) ve Türkiye 266 s.). Milli Kültür Vakfı’ndan “fikir dalında” ödül alır. 1965 53 yılından sonra ilk kez “Dönem” ve “Çağ- rı” dergilerinde makaleleri çıkar. Aynı yıldan itibaren “Türk Edebiyatı”, “Kub- bealtı Akademi” ve “Orta Doğu” gazetesinde 1966 Victor Hugo’dan, Mahmut Sait Kılıççı ile be- yazıları çıkmaya başlar. raber manzum olarak çevirdiği “Marion de Lorme” basılır (M.E.B. Yayınları, 192 s.). 1975 “Bu Ülke” ikinci baskıyı yapar. (Ötüken Ya- yınevi, 200 s.). Aynı yıl, Hugo’dan yapmış olduğu “Herna- ni” çevirisi ikinci kez basılır (M.E.B. Yayınları, Aynı yılın Haziran ayında bir erkek torun 184 s.). sahibi daha olur. 1967 Makale yazmayı “Yeni İnsan” ve “Hisar” der- 1976 “Bu Ülke” ilavelerle üçüncü defa basılır (Ötü- gilerinde sürdürür. “Hisar”daki yazıları ara- ken Yayınevi, 244 s.). lıklarla da olsa on yılı aşkın bir süre devam Aynı yıl, “Hint Edebiyatı” adlı eseri, “Hint ve edecektir. Batı” başlıklı bir bölümün de eklenmesiyle “Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist” bu “Bir Dünyanın Eşiğinde” adıyla ikinci kez yıl basılır. (Çan Yayınları, 143 s.). basılır (Ötüken Yayınevi, 344 s.). Aynı yıl, A. Meillet ile M. Lejeune’ün 1977 “Pınar”, “Köprü”, “Gerçek” dergilerinde ma- Encyclopédie Française’deki bir yazısını kaleleri çıkar; en çok da “Pınar”da yazar. “Dillerin Yapısı ve Gelişmesi” başlığı altında, “Ümrandan Uygarlığa”nın ikinci baskısı ya- talebesi Berke Vardar ile Türkçeye çevirir- pılır (Ötüken Yayınevi, 366 s.). ler. (Dönem Yayınları, 86 s.). “Mağaradakiler” adlı eseri yayımlanır (Ötü- 1969 “Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Jo- 1978 ken Yayınevi, 352 s.). seph Proudhon” adlı bir çalışması Fakülteler Matbaası’nda basılır. (Türkiye Harsi ve İçti- Aynı yıl mart ayında televizyonun birinci mai Araştırmalar Derneği, sayı 101, 23 s.). kanalında roman üzerine bir söyleşisi ya- yımlanır. 1970 1968’de İ.Ü.E.F. Sosyoloji dergisinde çıkan “İdeoloji” ile ilgili bir başka çalışması (sayı 1978-84 yılları arasında, çoğu Kubbealtı Cemiyeti’nde 21-22), bir kitapçık halinde yayımlanır (Fa- olmak üzere yılda üç dört kere konferans verir. külteler Matbaası, 23 s.). 1979 “Bir Dünyanın Eşiğinde” üçüncü baskısını ya- 1973 Balzac’tan çevirmiş olduğu “Kibar Fahişele- par (Ötüken Yayınevi, 352 s.). rin İhtişam ve Sefaleti” adlı eser, ikinci defa, “İhtişam ve Sefalet (Vautrin)” adıyla gözden “Bu Ülke” yeni ilavelerle dördüncü kez bası- geçirilip basılır (Ötüken Yayınevi, 543 s.). lır (Ötüken Yayınevi, 275 s.).

16 CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

Aynı yıl “Hareket” dergisinde de yazmaya 1984 “Işık Doğudan Gelir” adlı kitabı yayımlanır başlar. (Pınar Yayınları, 233 s.). 1980 “Kırk Ambar”ı çıkarır Cemil Meriç (Ötüken Aynı yılın ağustos ayında bir beyin kanama- Yayınevi, 487 s.). sı geçirir; sol hemipleji sonucu sol tarafına Aynı yıl eser, Türkiye Milli Kültür Vakfı felç iner. Cerrahpaşa Hastanesi’nde üç ay Ödülü’ne layık görülür. süren bir tedaviden sonra taburcu olur. Aynı yıl “Mağaradakiler” ikinci baskısını ya- 1985 “Bu Ülke”, Entelektüel Bir Otobiyografi ve par (Ötüken Yayınevi, 326 s.). Cemil Meriç Kronolojisini de içeren 63 say- falık bir giriş bölümüyle, beşinci kez basılır Uriel Heyd’den “Ziya Gökalp, Türk Milliyet- (İletişim Yayınları, 285 s.). çiliğinin Temelleri” isimli kitabı çevirir (Se- bil Yayınevi, 134 s.). “Kültürden İrfana” adlı eseri İnsan Yayınla- rı arasında çıkar (405 s.). Aynı yayıneviyle “Milli Eğitim ve Kültür” dergisinde ve “Yeni bütün eserlerinin basılması konusunda im- Devir” gazetesinde makaleleri yayımlan- zalanan sözleşmeye rağmen diğer eserleri maktadır. basılmaz. 1981 “Bir Facianın Hikayesi” Ankara’da bir yayınevi 1986 İletişim Yayınları’nın bu kez de “Tanzimat’tan tarafından basılır (Ümran Yayınları, 167 s.). Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi”nde ma- kaleleri yer alır. Thornton Wilder’in “Köprüden Düşenler” adlı kitabını Lamia Çataloğlu ile birlikte İn- 1987 13 Haziran günü, kendisini yatağa mahkum gilizceden Türkçeye çevirirler (Tur Yayınla- eden uzunca bir hastalıktan sonra, 71 ya- rı, 112 s.). şında hayata gözlerini yumar. Karacaahmet Mezarlığı’na eşinin yanına defnedilir. (Ada Aynı yıl, Ankara Yazarlar Birliği Derneği ta- 8, No 890). rafından “yılın yazarı” seçilir. Aynı yıl, ölümünden bir ay kadar önce, tele- 1982 Sanatçılar Derneği’nden, inceleme vizyonun birinci kanalında, TRT tarafından dalında bir ödül alır. hazırlatılan: “Sanatımızdan Portreler: Cemil Aynı yıl, 15 Ocak Nişantaşı Akademi Kitab- Meriç” adlı bir belgesel yayımlanır. Ölümü evi’nde bir imza günü düzenlenir. İlk kez üzerine aynı belgesel bir kere daha ekrana okuyucusuyla buluşur. gelecektir. Aynı yıl, 30 Ocak’ta “Cemil Meriç’le Türk Aynı yıl, Dönemli Yayıncılık’la Cemil Kültüründeki Değişmeler Hakkında Bir Söy- Meriç’in varisleri arasında, bütün eserle- leşi” başlığını taşıyan bir televizyon progra- rinin basılması konusunda bir sözleşme mına katılır. imzalanır. İki eserinin yayına hazırlanıp baskıya verilmesi aşamasında, yayınevinin 1983 Maxime Rodinson’un “Batıyı Büyüleyen İs- kapanması üzerine bu girişim sonuçsuz ka- lam” adlı eserini dilimize kazandırır (Pınar lır. Yayınları, 233 s.). 1989 Cemil Meriç için, 13 Haziran günü Cağa- Aynı yıl İletişim Yayınları’nın çıkardığı “Cum- loğlu Basın Müzesi’nde düzenlenen ikinci huriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’ne ma- ölüm yıldönümü anma toplantısında yapı- kaleler yazar. lan çeşitli konuşmalar, Hürriyet Gösteri’nin eylül ayı sayısıyla birlikte çıkan Cemil Meriç 7 Mart günü 41 yıllık bir beraberlikten son- ekinde yayımlanır. ra eşini kaybeder. Aynı yıl TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitaplarını imzalar.

17 1991 Dördüncü ölüm yıldönümü dolayısıyla, varisleri olan çocukları arasında bir neşir Hatay Kültür Müdürlüğü ve İLESAM tara- sözleşmesi düzenlenir. Bu sözleşmeye göre, fından Antakya’da, “Türk Fikir Hayatında Cemil Meriç’in basılmış bütün telif eserleri, Cemil Meriç’in Yeri” konulu bir panel dü- basılmamış “Jurnal” ve “Mektuplar”ı, çevi- zenlenir. Paneldeki konuşmalar, Mehmet ri eserleri ve yine basılmamış ders notları, Tekin tarafından “Cemil Meriç: Şair, Filozof, konferansları, diğer yazıları yayınevince ya- Yazar” adını taşıyan bir kitapçıkta toplanır yımlanacaktır. (Antakya, 94 s.). Cemil Meriç’in beşinci ölüm yıldönümünde 1992 Ocak ayında, Cemil Meriç’in bütün eserle- İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Öğrenci rinin bir külliyat halinde basılması konu- Kültür Merkezi Edebiyat Kulübü tarafından sunda, İletişim Yayınları ile Cemil Meriç’in bir anma günü düzenlenir.

18 CEMİL MERİÇ KRONOLOJİSİ

19 20 KENDİ KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

KENDİ KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.

21

KENDİ KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

YAPRAKLAR - BİR

24.1.1963

Yirmi dört yıl önce mahkemede Marksist olduğumu rek kabul edilen nahiye müdürlüğü. Sonra değişen haykırmıştım. Ümitsizlikten doğan bir isyandı bu, dünya. Telefonla işine son veriliş. Köy öğretmenliği. bir nevi meydan okuyuş, yalnızlık içinde bir şey ol- Ve bir nisan sabahı evinin aranışı. Nezaret, hapisha- mak ihtiyacı. Yılları zilletler içinde geçen, kâh Türk, ne. Marksistim dediği zaman tek işçinin elini sıkmış kâh şehirli olduğu için horlanan göçmen çocuğu değildi. Sadece namuslu olmak, korktuğu için sustu bir yere tutunmak, bir camiaya bağlanmak istiyor- dedirtmemek istiyordu. Zaten yaşanmaz bir dünyada du. Sınıfı yoktu. Dünyada başka milletler olduğunu idi artık. Cinsî buhran, ruhi buhran. En küçük bir dahi bilmiyordu. Ama kucağında yaşadığı topluma pırıltı yoktu hayatında. Bir sığınaktı Marksizm, bir yabancıydı. O, şehirden gelmişti. Konuşması da, gi- kaçıştı, bir yaşama gerekçesiydi. Belki de inanıyor- yinmesi de farklıydı. Yalnız yaşadı, bir cüzzamlı gibi. du Marksizme. Eziliyordu ve ezilenlerin yanındaydı. Oynamadı, çocuk olmadı, içine ve kitaplara kapan- Ama kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan dı. Sonra lise yılları, yine yalnız, yine yabancı. Açlık; tanımıştı sosyalizmi. Ne kadar anlamıştı? Anlayabi- midenin, etin ve ruhun açlığı. Hayalindeki dünyalar lir miydi? Sınıf kavgası yoktu Hatay’da. Çünkü sınıf birer birer yıkıldı. Önce, öbür dünya. Bu haksızlıklar şuuru yoktu. Marksizm, gerçekten meçhul’e, yani gayyası şuurlu bir Tanrı’nın eseri olamazdı. İmandan rüyaya kaçıştı. Lisanları seviyordu. Ama sığındı- şüpheye, şüpheden inkâra, inkârdan maddeciliğe ğı her kale insanlardan biraz daha uzaklaştırıyordu geçiş: Büchner, Ebül‘ulâ, Hayyam. Ama şuurundaki onu. Beraat etti. Ne var kî bütün dostları, bütün ta- bu devrim onu çevresinden bir kat daha koparıyor- nıdıkları selâmı sabahı kestiler: Yirmi yıl peşini bı- du. Küstah, tedirgin ve yalnız. Sonra yeni bir arayış, rakmadı polis. Yirmi yıl bir Jan Valjan hayatı. Her yeni bir bütünleşme ümidi: Türkçülük. Yutar gibi hangi bir Batı ülkesinde büyük bir fikir adamı, bir okuduğu kitaplar: Yusuf Akçura, Türk Yurdu Kolek- teorisyen olabilirdi. Ezdiler.. Acaba ezilen daha kaç siyonları, Türk Yıllığı, Rıza Nur’un Tarih’i. Mektep kişi? Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeğe koşan idaresi ile anlaşmazlık. Mubassırdan yediği tokat. zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki Bu defa şehirli olduğu için değil, Türk olduğu için, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz sömürgeciliğe karşı olduğu için hırpalanış. Tarık köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı Mümtaz’ın gazetesinde “Fırsat Yoksulu” takma adıy- nasıl çıkar? Önce coğrafi kaderle savaş. Cetlerinin la şiirler. Beyrut’ta çıkan Yıldız ve Türk düşmanlarına toprağından kopuş. Dimetoka’dan Reyhaniye’ye. savaş ilânı. Binbir ümitle koşulan İstanbul. Gerçeğin Dilleri, gelenekleri, zevkleri ayrı bir topluluk. Sonra soğuk çehresi. Ve kâbusa dönen şovenizm rüyası. içtimaî kader. İşlemediği bir günahın çilesini çekme- Nâzım’la tanışma, Kerim Sadi. Sefalet. Ve kahhari ğe mahkûm ediliş. Nihayet felaketlerin en büyüğü: bir hezimete benzeyen dönüş. İskenderun sancağı. karanlıklara çivileniş. Zavallı dostum! Büyüklere Ve alışılmamış bir hürriyet havası. Putları kırılan yalnız acılarınla mı benzeyeceksin? Düşünce dikenli göçmen çocuğu yeni bir put bulmuştur: Sosyalizm. bir taç. İsa’dan Gandi’ye kadar Tanrı’ya nispeti olan Tercüme kaleminde reis muavinliği. Ve istemeye- her ulu, Tanrı’ların hışmına uğradı. Tanrı’ya nispeti olmadan Tanrıların hışmına uğramak, hazin.

23 İKİ

19.8.1973

60’lara kadar tecessüslerimin yöneldiği kutup: Avru- sin” dedi. “Sen bizden değilsin”! Evet, ben onlardân pa. Coğrafyamda Asya yok. Yalnız dilimle Türk’üm. değilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarında İstanbul’da çıkan ilk yazım Heine. Şairi çok mu sevi- uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yordum? Yoo.. Tanımıyordum ki. Fransız solu, Hit- yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. ler Almanyası’nın adını anmadığı Yahudi yazarı gök- Tanzimattan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki lere çıkarıyordu. Heine ne kadar alâkadar ederdi bizi? kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Silezyalı dokumacılardan bize neydi? Sonra Balzac.. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer Türk irfanı 30’lara kadar İnsanlığın Komedyası’ndan oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuş- habersiz yaşamış. Hangi insanlığın? Kültürümüze lardı. Ama bu ütopya sonuna kadar yaşanmadıkça, kazandırmak istediğim Balzac bir yabancıydı. Ön gerçeği görebilir miydik? Kalabalık, kayaya yapışan yargılarıyla, inançlarıyla, kahramanlarıyla yabancı. bir midye şuursuzluğu ile geleneklerine sarılmış, Sonra Hugo: Asırların Efsanesi, Hernani, Marion De- cebin ve uyuşuk. Arada bir uyanır gibi olmak, gaf- lorme. Yarım kalınış bir Kral Eğleniyor. Ve başlanıp let. Avrupa’yı tanıyan, ülkesinden kopuyor. Bu lanet bırakılan bir Sefiller çevirisi. Ayın Bibliyografyası’nda çemberinden nasıl kurtulacağız? Gerçeği görmek bir yıl kadar yazdım. Konu: Tercüme tenkitleri. Ora- hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün. Yığın Av- dan “Yücel”e geçiş. Tanrıkut’un Gün dergisi: Edebi- rupalılaşırken aydınlar Türkleşmeli. Ve çalışmağa yat Tarihinde Dejenereler, Lucretius. Verhaeren’den başladım. Spinoza kırk dört yaşında ölmüş. Nietzs- manzum bir tercüme: Emek. Amaç, Yirminci Asır, che kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu kırk dört vs. Fransızcadan Türkçeye bir lügat hazırlamak iste- yaşından sonra buldum. miştim. A harfinin başlarında kaldı. Emile’in dörtte birini kazandırdım Türkçeye. Dilini öğrenerek için- de eridiğim Fransız kültürünü Türkiye’ye taşımak istiyordum. Babıali boyuna tercüme istiyordu. Ama çevrilmesi teklif edilen kitaplar hiçbir sanat, hiçbir düşünce değeri taşımıyordu. Hem de kendimizden çok daha sığ, çok daha tatsız bir başkası. Arz-ı mevu- dun altın meyveleri alıcısız kalıyordu. Hint, benim için Asya’nın keşfi oldu. Avrupa’dan görünen Asya, Avrupalının gözü ile Asya. Ama nihayet Asya. Bu yeni dünyada da kılavuzlarım Avrupalıydı demek is- tiyorum. İlk hocam: Romain Rolland. Ama büyü bo- zulmuştu. Anlamıştım ki tarihte başka Avrupa’lar da var. Çağdaş düşünceyi kaynağında yakalamak için on dokuzuncu asır Avrupasına döndüm. Bu yolculu- ğun ilk meyveleri: Saint-Simon’la Proudhon. Hint’e kadar dünyam birkaç düzine ben den ibaretti. Birkaç düzine yankı. Coğrafyamda tek kıta vardı, kafamda tek yarımküre. İrfanıma katılan yeni bir dünya idi Hint. Ama sonunda Hint de bir kaçış, bir arayıştı Konya yolculuklarımda ilk defa olarak başkası ile temas ettim. Başkası, yani, kendi insanım. Kaderin karşıma çıkardığı genç üniversiteli “sen bizden değil-

24 KENDİ KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

SON YAPRAK

Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla.. Ben kendimi yaşıyorum onlarda.. kendi öfkelerimi, ken- kalemle doğmuşum. İnsanlar kıyıcıydılar; kitaplara di ümitlerimi, kendi ümitsizliklerimi. İşlediğim türe kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman insanı getirdim, yaralı bir çağın insanını. Bir çağın bir dünyayı. Şiirle başladım edebiyata, cıvıldıyan bir vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir kuş kadar rahattım yazarken, kulaklarımda bir ses ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, ya- uğulduyordu, etrafımdakilerin duymadığı bir ses. lanlan yok etmek, Türk insanını Türk insanından Ve defterler kendiliğinden doluyordu. Sonra ilmin, ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem ilhamı dizginleyen sert disiplini.. histen ve hissiden bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bâğlayacak utanış. Nazımdan nesre, öznelden nesnele atlayış. köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köp- 940’lardaki yazılarımın ayırıcı vasfı, ukalâlık. Batı ir- rü. Sanat düşüncenin, düşünce mukaddeslerin em- fanını ülke ülke, devir devir keşfe çıkan genç bir te- rinde olmalı. Hakikat, mukaddeslerin mukaddesi.. cessüs. İlk kitabım 1942’de doğdu. Yetmiş beş sayfa- Hakikat ve sevgi. Hafızasını kaybeden bu zavallı lık bir araştırma: Balzac. Ve yüz sayfalık bir tercüme: nesilleri biz mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, Altın Gözlü Kız. Sonra Ferragus, Duchesse de Lange- hepimizin yani aydınların. Üslupta ilk ceddim: Sinan ais (kitapçıda kayboldu). Otuzundaki Kadın. Balıkçı Paşa. Sonra Nazif, Cenap ve Haşim. Amacım: Yazarı Kız (kitapçıda kayboldu). Kibar Fahişelerin İhtişam okuyucudan ayıran bütün engelleri yıkmak, sesimi ve Sefaleti. Fransız ve İngiliz edebiyatını Balzac’la bütün hiziplere duyurmak. Şuurun, tarihin, ilmin se- beraber dolaştım. Balzac’ı tanımasam romancı ol- sini. Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insa- mak isterdim. Yıllarca İnsanlığın Komedyası’yla uğ- nının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın. raştıktan sonra roman yazmağa kalkışmak küstahlık Sanatla düşünceyi kaynaştıran İsrafil’in suru kadar olurdu. Düşünce hayatıma yön veren öteki ustalar: heybetli bir dil. Rousseau ile İbn Haldun. Rousseau’dan Nitzsche’ye, Nietzsche’den Hegel’e ve şakirtlerine geçiş. İbn Hal- Türk İslâm medeniyeti ahlâka, feragate dayanan bir dun, İslâm dünyasındaki kılavuzum. Tiyatronun ya- medeniyet. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, bancısıydım. Üzerinde rahatça kalem oynatacağım felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum tek saha kalıyordu: Deneme. Denemenin belli bir medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istedi- muhtevası yok. Her edebi nevi kucaklayacak kadar ğim şaheser: insanın kendisi. Tarihine vecitle eğildi- geniş, rahat ve seyyal. Kalıplaşmamış olduğu için çe- ğim bu büyük, bu gerçek, bu mert insanı Osmanlı kici. iki handikapı var: Mazimize uzanmıyor, çağrı- yaratmış ve yaşatmış. Kendini tanımak irfanın ilk şımları sevimsiz. ‘Hint Edebiyatı, Saint-Simon, Bu Ülke merhalesi. Düşünenin görevi insanından kopan, ta- veya Umrandan Uygarlığa aynı kaynaktan fışkırdılar. rihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada ça- Hint Edebiyatı’nın “bilimsel” ve alışılmış edebiyat ta- lışmak: Kızmadan, usanmadan irşat. Gerçek sanat rihi ile ilgisi adından ibaret. Kitapta yaşayan, düşü- ayırmaz, birleştirir. Arkasında kilometre taşları ve nen, konuşan: Yazarın kendisi. Saint-Simon’da konu yaprak yaprak dökülen rüyalar. Yeni bir kitabi bitir- bir fikir adamının karanlık ve muhteşem macerası. mek üzereyim: Mağaradakiler: Eflatun’un mağarası Bir fikir adamının, daha doğrusu bir fikrin. Ama ko- bu. İçinde bizler varız. Beşir Fuat’lar, Ali Suavi’ler, nuşan ve düşünen yine yazarın kendisi. İlim: İskelet. Hilmi Ziya’lar... Türk aydınının yüz yıllık dramı. Monografi, tenkit, edebiyat tarihi.. İmzamı taşıyan Sonra da genel olarak Batı aydını ve Rus intelijansi- her yazıda ben yaşıyorum. Bütün bu neviler ken- yası... dimi anlatmak için bir vesile. Bir Balzac’ın, bir İbn Hayallerimin kaçta kaçını gerçekleştirebildim, bile- Haldun’un, bir Makyavel’in arkasına gizleniyorum, mem ki.

25 26 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydınlığı kadar olacaktır.

27

YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

BİR AVRASYA DÜŞÜNÜRÜ: CEMİL MERİÇ Onbirinci Baskı İçin Önsöz Yerine Prof. Dr. Ümit MERİÇ

70 yıllık ömrünün 1938’den 1987’e kadar uzanan 50 Cemil Meriç, tam bir yirminci yüzyıl insanıdır. yılını İstanbul semaları altında geçiren ve “muhteşem Hobsbawm’ın felâket çağı, altın çağ ve toprak kay- bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayan” bir ke- ması çağı diye ayırdığı XX. yüzyılın her üç çağını lime, bir sevgi köprüsü olan Cemil Meriç,“düşüncenin da yaşamıştır. Birinci dünya harbi sürer, Rus ihtila- gökkuşağını bütün renkleriyle seven” ve sevdirmesini li doğum sancıları çekerken ve Osmanlı Devleti’nin bilen, usta bir büyücüdür.“Ebediyet,sümüklü böceğin Suriye sancağı, Fransız askerleri tarafından işgal edi- duvardaki ayak izleridir” demiştir ama doğumunun lirken Hatay’da dünyaya gelir. İlk gençlik yıllarını yüzüncü yılında eserlerine gösterilen saygı, onun is- geçirdiği Antakya ve İskenderun’da Fransız sömür- minin gönüllere altın yaldızlı harflerle kazındığının geciliğinin ihtişamını ve sefaletini tanır. Osmanlı resmidir. Cemil Meriç, milyonlara ulaşan okuyu- İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişin cular cemaati ile Türkiye’de bir düşünce aristokra- boz bulanık dünyasında, bir kuruluş öncesinin ka- sisi yaratmış olan bir kelime imparatorudur. Cemil osunda yaşar. Sorular çoktur, ortak doğru yoktur. Meriç’in fatihi olduğu bu düşünce serdengeçtilerinin İstanbul’a gelen, hoca olan, eş ve baba olan Cemil bugün Türkiye’nin, “Bu Ülke”nin, fikir ve aksiyon Meriç, kitaplarla yaşar, kitapları için yaşar. Onun zirvelerinde buluşmuş olan halis bir ruh ve fikir eliti coğrafyasında tek kıta, sadece Avrasya vardır. Ona oluşturduğuna olan inancım tamdır. ne sadece Avrupalı, ne sadece Asyalı demek müm- kündür. O bir Avrasyalıdır. Ecdadı Himalayalar’dan Cemil Meriç, Asya ile Avrupa’nın, insan beyninin bu Olemp’e gelmişti. O, İskender misâli, Olemp’den iki yarım küresinin, nikâhını kendi düşünce dünya- yola çıkar, Himalayalar’a varır ve son nefesinde ‘Mu- sında kıymış olan bir XX. yüzyıl insanıdır. Kendine hammed sevgilim’ diyerek teslim-i ruh eder. Meriç biçtiği görev “bir devrin şuuru” olmaktır,“bütün haki- nehri gibi Batı’dan doğar, Doğu’ya akar ve kıbleye katleri yoklamak,bütün yalanların maskesini sıyırmak, dönerek ummana kavuşur. kalabalığa doğru yolu göstermektir”.Gerçek entellek- tüel, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı mü- Otuz beş yılını görerek, otuz beş yılını âmâ olarak dafa edecek, sınıflar üstü hakikatleri araştıracaktır. geçirdiği, “körlüğün cefasında ilmin sefasını sürdüğü” Her düşünceye saygılı ve tarafsız olacaktır. İşte bu ömründen, ömrünün ikinci yarısından, okutup söy- yüzden Cemil Meriç, “Kürtlüğümü onunla aştım” di- leyerek yazdırdığı 12 telif, 8 tercüme, cem’an 20 eser yen Galatasaray Üniversitesi’nin öğrencisiyle, “ben ve 12 bin ciltlik bir kütüphane kalmıştır. hafız-ı Cemil olmak istiyorum” diyen onbeş yaşında- ki imam hatipli kızın ortak paydasıdır. Bu yüzbinler- Cemil Meriç’in XXI. yüzyılın eşiğinde Türkiye ve ce payın ortak paydasını tanımak, sadece bugünün dünya açısından ehemmiyetini birkaç başlık etrafın- Türkiye’sini tanımak değil, yarının Türkiye’sini de da buketleyelim. tanımak olacaktır.

Cemil Meriç ve Bu Ülkenin Çocukları, Yayına Hazırlayanlar: Ergün Meriç - Ayşe Çavdar, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, Birinci Oturum, Kültürden İrfana, Batı’dan Doğu’ya Türk Düşüncesinde Soylu Bir Başkaldırı, Evrensel Bir Diriliş. Yöneten ve açılış konuşmasını yapan: Ümit Meriç, s. 9-17.

29 Bazen şimşeklerin ardından boşanan bir sağanağa, di ülkesinin irfanı ile birlikte, sığdırmış ve onların bazen mermer bir selsebilden dökülüveren billur rengârenk ebemkuşağını beyin ve gönül prizmasın- bir suya benzeyen üslûbu ile Cemil Meriç 1000 yıl- dan geçirerek tek bir güneş huzmesine geri döndür- lık Türkiye Türkçesinin zirvelerinden biridir. Resmi mesini bilmiştir. kurumlarca “bunadılar” diye aforoz edilen kelimele- rimizin, “çamura düşen cevherlerimizin” kıymetinin Hayatının çeşitli çağlarında Türkçü, Marksist, Bal- sakıt olmadığını, onları yerden alıp temizleyerek, zac dostu, Hugo aşığı, Hindistan hayranı, Saint yepyeni bir malzeme imiş gibi kullanarak, bize geri Simon’cu, Said-i Nursi okuru ya da “Son Osmanlı” kazandıran bir kelime çevrecisidir o. Son zamanlar- olmuştur. Çünkü onda “Biz” ve “Öteki”ler ayrımı da İngilizceyi öğrenmek telâşına kapılan Türkiye’de manikeen bir dost ve düşman ayrımı değildir. O “eski bir Fransızca öğretmeni” olan Cemil Meriç, ülke- “düşman”ın, “öteki’nin içindeki “dost”u, “biz”i çok iyi mizin tarihi coğrafyasına yaptığı bir “barış harekâtı” görmesini ve seçmesini bildiği gibi, “biz”in içindeki ile, sadece sözlü değil, yazılı eserler de veren Türkiye “öteki”leri (Brütüs’leri) görmesini ve teşhir etmesini Türkçesinin tarihî ihtişamını, bir fikir ve bir gönül de çok iyi bilir. Bu yüzden “Batı’nın yeniçerileri” de- dili olma ehliyetini çağımıza taşıyarak ispatlamıştır. diği Jön Türkleri hiciv oklarıyla delik-deşik ederken, XIII. yüzyılda - Cemil Meriç’in tabiri ile söylersek- en kalabalık ve en yoksul sınıfın haklarını bir avuç İngiltere’de kurt sürüleri dolaşırken, Dedem Korkut, mutlu azınlığa karşı savunan Saint Simon’la kol kola Doğu Anadolu’da “boy boylayıp, soy soylamış”tı. Yu- girmekten büyük bahtiyarlık duyar. Yani o yalnız nus Emre ise kelimelerin değil, fikirlerin de imparatoru olmuş ve okurlarını da bu imparatorlukta yaşamaya davet et- Sufilere sohbet gerek miştir. Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leylâ gerek Cemil Meriç, “globalleşme masalı” ile uyutulan ülke- Bana seni gerek, seni lere ve ülkesine, Avrupa’nın artı ve eksilerinin mu- hasebesini çıkaran bir aydın sıfatıyla “durun, her şeyi diyordu. XVI. yüzyılda yaşayan Shakespeare’i ya da Batı’nın ortak paydasına oturtmayın” diye haykıran Montaigne’i bugün bir İngiliz’in ya da bir Fransız’ın bir yol göstericidir. Bir irfan insanı olduğu için, baş- hemen bütün kelimeleriyle okuyup ezberlediğini ka kültürlere saygılıdır ama başka kültürlerden de düşünürsek, kelimelerine sömürgeleri kadar, hattâ kendi irfanına saygı bekler. Her kültür kendi içinde onlardan daha çok değer veren Avrupa devletlerinin, bir bütündür ve diğer kültürlerle arasında bir bahçe neden XXI. yüzyıl dünya orkestrasında şef konumu duvarı vardır. Gerçi duvarının üzerinden komşusu- için birbirleriyle yarıştıklarını daha kolay fehmede- na kül verip, onun bahçesinden bir demet gül alabi- biliriz. lir. Ama Batı öyle yapmamıştır. Bazen topla tüfekle, bazen kalem-kitapla, bazen TV ekranıyla, bazen in- Cemil Meriç’in gönlü bir avuç toprak parçasına sahip ternet kapanı ile başkalarını esir almış, onları önce çıkan Mehmetçik misâli, “Bu Ülke”nin kelimelerin- eritmiş, sonra “ben merkezim, sen taşra”sın denkle- den tek bir tanesinin dahi terkedilmesine, unutul- mine oturtmuştur. Hindistan ya da Osmanlı coğraf- masına, yok sayılmasına razı gelmez. Geniş kanatları yası farklı kültürlerin yanyanalığına, bir aradalığına olan, insanın ayağını yerden kesip, semâlara yüksel- “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” ten rüzgârlı, hatta fırtınalı üslubu ile Cemil Meriç, yaşamasına özen gösteren irfan diyarlarıdır. Meriç, XX. yüzyıl Türkçesine kazandırdığı derinlik ve bin banyan ağacı ormanlarına, yani hem birbirine bağlı, yıllık kelimelerimize kazandırdığı tazelikle, Türkiye hem de başkalarından farklı ve bağımsız “dünyala- Türkçesinin mağrur bir imparatorudur. rın çokluğu”na hakkını vermek istemiştir. Ayrımlar, bağımsızlıkları içinde varlıklarını sürdürmeli, hete- Cemil Meriç, asrımızda dünya kültürünü kendi ül- rojenlikler homojenleştirilmeksizin, piyanolarını ya kesine taşıyan ve Türk irfanını dünya kültürü ile da kanunlarını seslendirip sunmalıdır (Merkezsiz- barıştıran insandır. O “düşüncenin gökkuşağını bütün leştirilmiş kültür çeşitliliği). Bu yüzden Cemil Meriç, renkleriyle” seven ve sevdiren bir hocadır. Ömrünün ölümünden üç yıl önce çıkan eserine “Işık Doğu’dan başı ile sonu arasına bütün dünya kültürünü, ken- Gelir” başlığını vermiş ve Batı’nın baktığı ama gör- mediği kör-noktaya ışık tutarak, Batı’nın ışıltısı ile

30 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ gözleri kamaşan okurların önüne, aynı derecede tini oluşturmaktadırlar. Bu açıdan bugün Cemil aydınlık bir başka tarihin ve coğrafyanın haritasını Meriç’in okurlarını tanımak, en az Cemil Meriç’i koyuvermiştir. okumak kadar önem taşımaktadır. Cemil Meriç farklı ufuklarda koşan ülke entelektüelinin ortak Cemil Meriç anlaşılması için sözlüklere ve ansiklo- paydasıdır. pedilere başvurulması gereken çetrefil bir kalemdir. O halde okumayı ve düşünmeyi sevmediği esefle dile c) Cemil Meriç kendi içine kapanarak sönen ve getirilen bir toplumda, milyonlara varan bir okur ce- solan bir Türkiye’nin değil, kendi dışına açılarak maatine nasıl ulaşabilmiştir? Neden eserlerinin sol- parlayan ve canlanan bir beşeriyetin de ortak sev- gun kapaklı korsan baskıları Eminönü üst geçidinde dalarından biri olmaya adaydır.Tunuslu bir tarih ya da Adana’daki bir yer tezgâhında âşıklarına selam profesörü, Abdulcelil Temimi’nin önerisiyle onun vermektedir? Ya da henüz yeni baskısı çıkmamış ki- eserlerinden hazırlanan bir “Cemil Meriç’ten Seç- taplarının fotokopileri Ankara Polis Akademisi öğ- meler” kitabı Arap dilinin muhteşem elbisesini gi- rencilerinin sıralarının altında nasıl dolaşmaktadır? yecektir. Azeri Türkçesinin kardeş sesi ile Cemil Yani nasıl olmaktadır da kör bir yazar, gözleri gören Meriç’in “Medeniyetin Ölümü” adlı parçası Bakü “Bu Ülke”ye XXI. yüzyılın eşiğinde yol gösteren bir sahillerinde esen rüzgâra, daha şimdiden bir nefes deniz feneri olabilmektedir? olup karışmış bulunuyor. Kazakistan’dan gelen bir teklif de Cemil Meriç’in sadece muhteşem bir a) Meriç tekilci ve sömürgeci olmayan umran’dan maziyi, daha muhteşem bir istikbâle bağlayan bir Batı-merkezci uygarlığa koşan ve fakat sonra, kelime köprüsü değil, Türkistan ile Türkiye’yi, tek-boyutlu kültürden, çok katmanlı irfana geri Asya ile küçük Asya’yı birbirine bağlayacak sevgi dönen susuz ve yorgun kuşakları, kendi kaynak- köprülerinden biri olmağa aday olduğunu muştu- larımızdan süzülüp gelen pırıl pırıl bir su ile se- luyor ya da müjdeliyor. rinletmiş, onları kendi kendileri ile tanıştırarak, önce kendilerini, sonra birbirlerini sevmelerini Çıkarlar üzerine kurulu bir Avrupa Birliği’ni elinin sağlamıştır. Cemil Meriç, bize bizi sevdirmiştir. tersi ile, geçen asrın barut kokan karanlıklarına ite- rek, çıkarsız sevgiler ve ortak değerler üzerine ku- b) Doğu’ya giden bir vapurda, Batı’ya koşmanın rulu bir Avrasya ya da dünya birliğini XXI. yüzyılın abesliğini Cemil Meriç pusulası ile gören bugü- gündemine oturtan Cemil Meriç’e, görmeyen gözle- nün genç düşünce serdengeçtileri, bence bundan riyle dünyamızı aydınlattığı ve sadece Türk irfanına en çok 20 yıl sonra, Türkiye’nin fikir ve aksiyon değil, XXI. yüzyıl dünyasının başka kültürlerine de zirvelerinde buluşacak olan bir ruh ve fikir eli- kazandırdığı haysiyet ve hayatiyet için de teşekkür ediyorum.

31 BİR BULUŞMA NOKTASI OLARAK CEMİL MERİÇ

Beşir AYVAZOĞLU

Fransız mandası altında yaşayan Hatay’da bütün görüldüğü bir kültür ortamında yıllarını “düşünce- Türk gençleri gibi Cemil Meriç de Türkçüydü; fakat nin, hürriyetin vatanı” olarak gördüğü Hind’e veren bir gün Büchner’in Madde ve Kuvvet’ini okudu ve bü- ve oradan ‘tesamuh’u, ‘düşüncenin gökkuşağını bü- tün hayatı değişti. Artık o bir ateistti. Lise yıllarında tün renkleriyle sevmeyi’, ‘peşin hükümlerin mahpe- okuduğu Marksist klasiklerin tesiriyle de maddecili- sinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilme- ğe yöneldi; hatta İstanbul’a okumak için geldiğinde yi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi’ öğrenen ve Kerim Sadi gibi ünlü sosyalistlerle Cemil Meriç’in farkına vardığı bir gerçek daha vardı: tanıştı. O güne kadar tek işçinin bile elini sıkmadığı “Ex Oriente lux”, yani “Işık Doğu’dan gelir!” halde Marksistlik iddiasında bulunan genç düşünür, bunun gerçeklerden bir çeşit rüyaya kaçış olduğu- Cemil Meriç, heyecanlarla dolu Hind macerasını, nu çabuk fark etmişti etmesine; ama bu arada Hatay 1964 yılında yayımlanan Hind Edebiyatı’yla taçlan- hükümetini yıkmaya teşebbüs iddiasıyla tutuklanıp dırdı. Dört yılda yazdığı ve “harf harf hayatını işledi- idamla yargılanmış, sonunda beraat etmesine rağ- ği” bu eser, aynı zamanda onun yayımlanan ilk telif men bütün tanıdıkları kendisiyle selamı sabahı kes- eseriydi. İyi ama, Ganj kıyılarında ne zamana kadar tikleri için aşağı yukarı yirmi yıl bir Jan Valjan ha- oyalanacaktı? yatı yaşamak zorunda kalmıştı. Bu hayatı onun için çekilir kılan kitaplardı. Engin tecessüsü ve Antakya Bir gün Konya’ya giderken yol arkadaşlığı yaptığı Sultanisi’nde öğrendiği kuvvetli Fransızcası sayesin- üniversiteli bir genç, “sen bizden değilsin!” deyiverdi. de Avrupa kültürüne açıldı. Bu öyle bir açılıştı ki, Kendisini dinleyelim: kendi ifadesiyle, coğrafyasında Asya yoktu ve sadece diliyle Türk’tü. “Evet, ben onlardan değildim. Ama onlar kimdi? Uçu- rumun kenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile Hind dünyasını Avrupalı bir yazarın, Romain çekmiş, boşuna yorulmuştum. Bu hüküm hakikatin Rolland’ın kılavuzluğunda keşfeden Cemil Meriç, ta kendisi idi. Tanzimat’tan bu yana Türk aydınının ondan “ilk hocam” diye söz ediyordu; ama dikkatini alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak Ganj kıyılarına asıl çeken Schopenhauer ve Schel- ve aldatmak. Bu lânet çemberinden nasıl kurtulaca- ling olmuştu. Keşfettiği elbette Avrupalının gözüyle ğız? Gerçeği görmek, hatayı sonuna kadar yaşamakla Asya’ydı, ama Asya... Büyü bozulmuş ve tek Avrupa mümkün. Yığın Avrupalılaşırken aydınlar Türkleşmeli. olmadığını da o zaman anlamıştı. “Olemp’i ararken Ve çalışmağa başladım. Spinoza kırk dört yaşında öl- Hind çıkmıştı karşısına.” Bunun da bir kaçış, bir ara- müş, Nietzsche kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu yış olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi; ama ‘Veda- kırk dört yaşından sonra buldum.” lar Çağı’nı incelemeden on dokuzuncu asrı doğru anlamanın mümkün olmadığını artık biliyordu. Böy- le meselelerle oyalanmanın bir çeşit kaçıklık olarak

32 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Genç düşünürün bulduğu yol Bu Ülke’ye, yani kendi doğrusu bizim bildiğimiz ilk kitabıyla; Saint Simon ülkesine çıkıyordu. Gözlerini kaybettiğinde yaşadığı ve Hind Edebiyatı adlı kitaplarından henüz haberi- trajedinin bir benzerini de bu yol ayrımında yaşadı: miz yoktu) düşünce hayatımızın ortasına kuruver- Aralarında kendini daha rahat hissettiği aydınlarla di. Genç yaşta gözlerini kaybettiğini öğrenince, ona artık aynı dili konuşmuyor; fakat yeni dilini az çok duyduğumuz saygı ve hayranlık bir kat daha art- anlayanlarla birlikte olmaktan da pek hazzetmiyor- mıştı. Cemil Meriç artık bir efsaneydi, düşüncenin du. Kendini ne “‘sağ”da hissediyordu, ne “sol”da. Homeros’u, El-Maarri’siydi. Odasının duvarlarını le- Çaresiz, “Fildişi Kule”sine çekilerek düşünmeye ve baleb dolduran kalın İngilizce, Fransızca, Osmanlıca yazmaya başladı. Esasen dış dünyaya kapanıp iç kitapları tilmizlerine okutarak ânında engin hafızası- dünyaya açılan gözleri onu bu kuleye kapanmaya na kaydediyor ve pişirip orijinal düşünceler halinde zorluyordu. İç dünyasında Doğu’nun ışığı vardı ve biz hayranlarına sunuyordu. Her cümlesi ruhumuzu onun Doğu’su artık Hind’le sınırlı değildi; engin te- okşayan, kendimize güvenimizin artmasını sağlayan cessüsü bütün Doğu’yu kuşatmak istiyordu. Düşün- birer vecizeydi. ce dünyasının yıldızları arasında artık sadece Home- ros, Eflatun, Marks, Nietzsche, Balzac, Victor Hugo Batılılaşma meselesinin en fazla tartışıldığı yıllardı. gibi Batılı şair, yazar ve filozoflar değil, Biruni, İbn Soldan romanlarıyla ve Hangi Batı’sıy- Rüşd, İbn Haldun, Gazali, , Baki, Ahmed Cev- la Attila İlhan ilgimizi çekiyordu. Hem Batılılaşma det Paşa gibi Doğulular da parlıyordu. meselesine, hem de Osmanlı tarihine ve kültürüne farklı bakış açıları getiren, kültürel iktidar odakla- İlk baskısı 1974 yılında yapılan Bu Ülke, hem üslûbu, rına mensup aydınlar tarafından yazıldıkları için de hem muhtevasıyla benim de mensup olduğum nesil -itiraf etmeli- ilave bir itibara sahip olan bu kitaplar, üzerinde son derece etkili olmuş öncü kitaplardan Bu Ülke yayımlandıktan sonra -pabuçları dama atıl- biriydi. 1970’lerin kaosunda yolumuzu aydınlatan ve mamışsa da- ikinci üçüncü sıraya düşmüştü. Çün- hayal kırıklıklarıyla dolu dünyamıza ümitler aşılayan kü Cemil Meriç eveleyip gevelemiyor, söyleyeceğini Cemil Meriç, yepyeni ve çok cesur bir sesti. Batıcılar- doğrudan söylüyordu: la ve Marksist aydınların entelektüel terörü yüzün- den pısırıklaşarak kendi kabuğuna çekilen “yerli dü- “Tanzimat sonrası aydınlara en yakışan sıfat müstağ- şünce”, ondan aldığı cesaretle kendini daha güçlü bir rip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir biçimde ortaya koymaya başlamıştır. Kim ne derse gölge-düşünce”; “İrfanından kopan entelijansiyanın desin, bugün “muhafazakâr” dediğimiz, homojen ol- kaderi suya nakışlar çizmek”; “Avrupalı Osmanlı ül- mayan toplum kesimlerini temsil eden aydınlar, Bu kesine papaz ihraç eder. Hıristiyanlığa davet mi? Ne Ülke’ye can simidine sarılır gibi sarılmışlardır. münasebet! Tek emeli Osmanlı’yı dinsizleştirmek, yani ‘etnik bir toz’ haline getirmek. Bir kelimeyle: Dinsizlik, Niçin mi? Çünkü Cemil Meriç, “Murdar bir halden Batı’nın yükselen sınıfları için ne kadar hayırlıysa, bi- muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her zim için o kadar meş’umdur;onlar için ilerleyiş bizim namuslu insan gericidir,” diyor ve sonra ekliyordu: için çözülüş ifade eder.” “Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves ke- limelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce Cemil Meriç, zengin düşünce dünyası, üslûbunun hürriyeti ve düşünce namusu.” Çünkü Cemil Meriç, büyüleyiciliği ve elbette Bu Ülke’ye, eve dönüşü sa- “Argo kanundan kaçanların dili. Uydurma dil tarihten yesinde çok sayıda şakirt edinmişti. Bazı düşünce kaçanların...” diyordu. Çünkü Cemil Meriç, “İzm’ler adamları vardır; aktüaliteye ve yaşadıkları zaman di- idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe- limindeki hâkim kanaatlere fazla bağlı kaldıkları için lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı!” diyordu. çabucak eskirler; yazdıkları azami üç beş yıl içinde okunmaz hâle gelir. Bu yüzden şakirt edinemezler. Bu yalınkılıç cümleler, muhafazakârların bütün te- Bazıları da vardır ki, aktüalite onlara değil, onlar ak- mel tezlerini kısa yoldan ve öylesine çarpıcı ve ken- tualiteye hâkim olur ve yukarıdan konuşurlar; pers- dinden emin bir üslûpla dile getiriyordu ki, o zamana pektifleri çok geniştir. Cemil Meriç gibi... Onların kadar belki de sadece Hisar dergisi okuyucularının eserlerini okuduğunuz zaman düşünce coğrafyaları- tanıdığı bu şaşırtıcı adam, tahtını ilk kitabıyla (daha nın büyüklüğü karşısında gözleriniz kamaşır; açtık-

33 ları pencerelerden bilgi ve düşünce dünyasının engin üstada sunmak değil, onu aşarak üstad olmak olma- ufuklarına açılır, sonra dönüp hayranlık içinde diz lıdır. Düşüncenin en büyük düşmanı, hayran olunan çöker, şakirt olursunuz. düşünce adamlarının eserlerini değişmez hakikatleri ihtiva eden mukaddes kitaplar gibi görüp sözlerini Cemil Meriç cinsinden mütefekkirleri geleceğe taşı- âyet gibi ezberlemek, üzerine yeni bir şey ilave et- yan sadece kendi devirlerini aşan fikirleri değil, aynı memektir. zamanda şakirtleridir. Fikirler ne kadar önemli ve ne kadar yüksek olursa olsun, sonraki devirlerin harr- Cemil Meriç’in Hilmi Ziya Ülken hakkındaki yazı- rangürrasında fark edilmez hale gelebilir; işte o za- sını hatırlıyorum; “Yaşayan düşünce Hilmi Ziya’dan man şakirtler devreye girer ve bu fikirlere dikkatleri habersiz gelişti, diyordu. Bir Ziya Gökalp’ın, bir Peya- yeniden çekerler. Üstadları üstad yapan, bana sorar- mi Safa’nın, hatta bir Mümtaz Turhan’ın şakirtlerinden sanız, biraz da şakirtleridir. Hacı Bayram-ı Veli’nin söz etmiyor muyuz? Hilmi Ziya’nın şakirtleri nerede?” dediği gibi, “Şakirtleri taş yonarlar / yonup üstada su- narlar.” Bu demektir ki, Cemil Meriç şakirtleri olmasını ve düşüncelerinin onlar vasıtasıyla yayılmasını istiyor- Gerçek düşünce adamları sadece sağlıklarından de- du. Ancak tabu olmak, tartışılmamak, itirazsız kabul ğil, öldükten sonra da şakirtler edinmeye, dolayısıyla edilmek gibi bir arzusu yoktu, olamazdı da. Şakirtle- düşünmeye devam ederler. Her yeni şakirt onlarda rinin kendisini aşarak düşünceyi yeni ufuklara taşı- açılmamış yeni kapılar bulur, yeni dünyalar keşfe- maları herhalde onu sonsuz derecede mutlu ederdi. der. Ancak şakirtlerin asıl hedefi ilânihâye taş yonup

34 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

ÜÇ CEMİL MERİÇ: TECESSÜS, HAKİKAT ve FİKİR ADAMI

Prof. Dr. Yusuf KAPLAN

Sekülerleşen, sekülerleştikçe kendi kuyusunu kazan ları için çağdaşları / zamandaşları tarafından anlaşı- Türkiye’nin düşünce dünyasına, zihnine, zihin yapı- lamazlar. Yalnızlık kaderleridir. Yalnızlık Allah’ın sına şuur katan; Türkçe’yi şiirin, şiir dilinin kanat- bir lûtfudur çığır açan hakikat adamlarına aslında. larında yeni ufuklara taşıyan Türk entelijansiyasının Yalnızlık, ümmîleşme yani çağın ağlarından, bağla- âhir zaman şövalyesidir Cemil Meriç. Fikir, sanat ve rından, bağlamlarından, kavramlarından ve dünya- kültür hayatımızı donduran ve boğan, asırlık kaskatı sından arınma çabasını hızlandırır; hakikat adamla- tabuları yıkan, Bu Ülke’nin entellektüel hayatını çar- rını başka çağlara, başka çağrılara ulaştırır; “çağrı”sı mıha geren zihnî prangaları kıran, yel değirmenleri- çağını kuracak diri ve diriltici bir yolculuğa çıkarır... ne karşı savaşan yalnız ama yılmaz bir savaşçı. Mah- şerin dört nala koşan, yalnız ve yılmaz atlısı. Gürültü, hakikatin üstünü örter, giderek hakikati boğar ve düşünceyi öldürür. Düşünce, kalbe düşün- Düşünce sessizlikte, yalnız adamların kanatlarında ce meyve verir çünkü. Düşünce sessizlikte yeşerir, yükselir... sessizlikte çiçeklenir. O yüzden fikir adamları, yal- nızlığı yani kalbin yurdu sessizliği, ümmîleşme yol- Düşünce dünyamızın mimarlarından Cemil Meriç, culuğunu yolları bilirler... yaşadığı zaman diliminde anlaşılamadı; taşlandı. O yüzden yalnızlığa sığındı: Yalnızlığın ümmîleştirici, İki asırdır, kaygan zeminlerde patinaj yapıyoruz... yani hem arındırıcı ve kurtarıcı hem de diri kılıcı ve diriltici kucağına... Türkiye, iki asırdır görünüşte “yeni” bir dünyanın eşiğine sürükleniyor; ama sürükleniyor sadece. Sü- Şimdi anlaşıldı mı Cemil Meriç peki? Siz, bu soru rükleniyor diyorum; çünkü “yeni”nin ne olduğunu üzerinde düşünedurun; bendeniz, başka bir yerden, kavrayabilecek durumda değiliz. sarsıcı bir tespitle devam edeyim Cemil Meriç’i anla- ma çabamıza. Neden peki?

Tarih, yalnız adamların kanatlarında yükselir. Yal- Bu soru, önemli. Bu sorunun izini sürebilmeliyiz. nız adamlar, zor zamanlarda ateşten gömlek giyer- Bu sorunun izini sürenlerden biri Bergson. “Yeni’yi, ler ve tarihin akışını değiştirirler. Bu tespiti, Cemil ancak ‘eski’nin yerini aldığı ölçüde kavrayabiliriz” der Meriç üzerinden biraz açalım... Çığır açan adamlar, parlak düşünürlerden Bergson. yaşadıkları çağda, zaman diliminde anlaşılamazlar. Bu dünyada yaşamalarına rağmen bu dünyayı ya- Peki, bu cümleyi kavrayabilecek durumda mıyız aca- şamadıkları, içinde yaşadıkları çağı aşan, çağrıları ba? Hayır. Hayır; çünkü “yeni” yenilir-yutulur; eski başka çağlara ve çağrılara ulaşan, insanlığa taze bir de öyle kolayca unutulur bir şey olmamasına rağ- soluk üfleyecek ölçüde çağ açacak bir yerde durduk- men, “yeni”yi yuttuk; yani Avrupa’yı, Batı’yı.

35 Eski’yi yani kendimizi ise kolayca unuttuk! rından biri. Üç Cemil Meriç var; düşünce semamızı açan, zenginleştiren. Geldiğimiz noktada, entelektüel melekeleri tarumâr olmuş, hayat damarları kurumuş, Batı kültürünün Birinci Cemil Meriç, yılmak ve yorulmak nedir de- posası çıkmış ürünlerini körkütük, tepe tepe tüket- meden bütün kıtalarda, bütün dünyalarda, dünya- mekten ve esen rüzgârların önünde sürüklenmekten nın bütün düşünce, sanat ve ahlâk ufuklarında yo- başka bir şey yapamayan zavallı bir entelijansiyası rucu ama doyurucu, kanatlandırıcı ve bir o kadar da var bu ülkenin. Celladına âşık bir garpzede. Tasmalı umutlandırıcı, ufuk ve zihin açıcı bir keşif yolculu- çekirge. O yüzden kaygan zeminlerde patinaj yapı- ğuna çıkan benzersiz bir tecessüs adamı. yoruz iki asırdır. Batı’yı da, kendimizi yani İslâm’ı da hakkıyla tanıyabilecek “zihin”den, “zemin”den ve İkinci Cemil Meriç, sığlığın geçer akçe olduğu bir “zaman”dan mahrum olduğumuz için. ülkede, sığlığa prim vermeyen bir hazine avcısı. Keş- fedilmemiş kıtalarda onca fırtınaya, dondurucu kara, Çağ körleşmesi: Bütün insanlığın Batı’ya mahkûmi- kışa rağmen yolculuk yapan, tecessüsü sınır tanıma- yeti, kendi’nden mahrûmiyeti. Dahası, bütün insan- yan, hakikatin izini sürmek için onca çileye, ıstıraba lık olarak da insanlığı dekadansın, hatta dekadans- katlanmaktan kaçınmayan eşsiz bir hakikat adamı. la dansın eşiğine sürükleyen, yersiz-yurtsuzluğa mahkûm eden ürpertici ama ayartıcı, ayartıcı olduğu Üçüncü Cemil Meriç, siyasaya ve piyasaya teslim ol- için de ürperticiliğini, yıkıcılığını farkedemediğimiz mayan, hiç bir kınayıcının kınamasına aldırmadan bir çağ körleşmesi yaşıyoruz. hakikatin yalnızca eskimez, pörsümez, keşfedilmeyi bekleyen hakikatin önündeki çakıl taşlarını temizle- Çağ körleşmesi ne peki? Bütün insanlığın Batı’ya yerek dalga-kıran, bizi yepyeni bir hakikat yolculu- mahkûmiyeti, bütün insanlığın kendinden, kendi ğuna çıkaracak yapı taşlarını döşeyerek dalga-kuran, dünyasından mahrûmiyeti. O yüzden ne kendimizi bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, tanıyabilecek durumdayız; ne de Batı’yı. önalan, ön açan, çağrı’sı çağını kuracak bir öncü ku- şağı hazırlamak için gecesini gündüz, gündüzünü Üç Cemil Meriç: Tecessüs adamı, hakikat adamı ve gece yapan, her hâl ve şartta hakikatin izini süren fikir adamı engin bir fikir adamı.

İşte Cemil Meriç hem çağı hem de kendimizi tanıma Cemil Meriç’i anlayan ve açan öncü kuşakların yeti- konusunda zihin ve ufuk açıcı bir düşünme çabası şeceği ümidiyle saygıyla, şükranla anıyorum düşün- ortaya koyan düşünce semamızın nadide yıldızla- ce dünyamızın bu yalnız ve yılmaz şövalyesini.

36 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

DOĞU ve BATI ARASINDA BİR MUZDARİP : CEMİL MERİÇ

Necip TOSUN

Türk aydınlarının / edebiyatçılarının Batı’yı algılayı- sürüklediğini düşünen bu anlayıştaki yazarlar, Türk şında, onu yorumlayışında üç farklı tavır görüyoruz. halkını yaşatan ne varsa, (dil, gelenek, inanç, üretim Batı’yı, onun verilerini tümüyle kabullenenler, Do- ilişkileri) ona sahip çıkmanın doğru yol olduğunu ğu-Batı arasında kalanlar ve Batılılaşmayı reddeden- savunmuşlardır. Özellikle din olgusunu, uygarlığı- ler. Ama bu genelleme, içinde, kimi karmaşayı da mızın temel bir gerçeği olarak kabullenmiş, din ger- barındırır. Çünkü bu kategorideki yazarlar birbirle- çeğini görmezlikten gelmenin Türk halkına ihanet rinin sınırlarına rahatlıkla geçebiliyorlar. Batı’yı sa- etmek, ondan kopmak anlamına geldiğini temellen- vunmakla birlikte ona sert eleştiriler getirenler oldu- dirmişlerdir. ğu gibi, Batı’ya karşı çıkmakla birlikte pek çok Batılı projeyi destekleyenler de çıkabiliyor. Bu da araların- Bu karşıt fikirler yanında her iki görüşe de mesafeli da net çizgi çekmemizi zorlaştırıyor. Ne var ki bu bile bir de “eşiktekiler” diyebileceğimiz bir başka anlayış üzerinde yaşadığımız topraklarda süregelen iki yüz Türk düşünce ve sanat dünyasında hep var olagel- yıllık Batılılaşma maceramızın nasıl içinden çıkılmaz miştir. Bu düşünür ve sanatçılar ise ne Batılı ne Do- bir hâle geldiğini işaretliyor. Ama ülkenin pek çok ğulu olabilmiş, parçalanmış bir ikiliği sergilemişler- meselesinin Batı-Doğu karşıtlığı içerisinde tartışıl- dir. Dikkatle incelenirse Türk edebiyatındaki bu üç dığını söyleyebiliriz. Bu anlamda Batı algısı, sadece temel anlayışın, geniş bir alanda tezahürlerini gör- Türk düşünce ve siyasi yaşamını değil genelde Türk mek mümkündür. edebiyat ortamını da belirlemiştir diyebiliriz. Tanzimat edebiyatı olarak nitelenen dönem Batılılaşma ülkemizde çağdaşlaşmanın, modernleş- Osmanlı’da Doğu-Batı düşüncelerinin yoğun bir şe- menin bir gereği olarak görülmüş, ülkenin içinde kilde tartışıldığı zaman dilimine denk düşer. Büyük bulunduğu zor durumdan kurtuluş çaresi olarak ve görkemli bir geçmişe sahip Osmanlı idaresinin bir algılanmıştır. Batıcılar, Batılı ulusların deney(im)le- yandan bulunduğu olumsuz ortamdan kurtulma is- rinden yararlanarak, bu ulusların birikimlerine sahip teği, bir yandan da “yeni / değişim” karşısında tedbirli çıkılmasını savunmuşlardır. Bu düşüncedeki insan- ve ihtiyatlı olmak zorunda olması sancılı bir sürecin lara göre çağdaş uygarlık ve gelecek Batı ve Batılı de- yaşanmasına yol açmıştır. Batılılaşma ve modernleş- ğerlerdir. Aslında ortada parlak bir örnek olduğuna menin nerede başlayıp nerede duracağı, ne getirip ne göre bu seçim biraz da kaçınılmazdır. Topyekûn bir götüreceği bu tartışmaların merkezinde yer alır. Bu değişim anlamında kaçınılmazdır. tartışmada, gözleri tümüyle Batı’ya dönük aydınlar- la, olaya medeniyet perspektifinden bakan ve yıllar- Batılılaşmaya karşı olan yaklaşıma göre ise Türk dü- ca Frenk olarak nitelendirdikleri medeniyeti taklit şüncesi, sanatı, yabancı ulusların deney(im)lerine etmek tereddüdünü yaşayan bir başka anlayış karşı değil, kendi ülkemizin, halkımızın tarihsel özellik- karşıya gelir. Bir kısım aydın tümüyle Batılılaşmayı lerine, birikimlerine dayanmalı, onun duyuş ve he- arzu ederken, özellikle devlet kurumu bu değişime yecanlarına tercüman olmalıdır. Batılılaşma çabala- daha ihtiyatla yaklaşmaktadır. Temel ayrışma mede- rının her alanda olduğu gibi, sanatımızı bir açmaza niyete bakışta yatar. Bu nedenle Batılılaşma hareket-

37 lerinde öncülerle, ihtiyat sahiplerinin aralarındaki hamurunu yapar. Romancı, alışılmış ve bütün zevklere temel ayrım, medeniyet farklılığına verdikleri önem- seslenen bir silâhla mücehhezdir. Yüzyıldan beri herkes den kaynaklanır. Bağımsız düşünür ve aydınların hikâye okur. Şair, ezelden beri âşinası olduğumuz bir sonuna kadar Batılı olmaları, radikal değişiklik iste- dost. Düşünce adamı, mâzinin tanımadığı bir mahlûk.” meleri ne kadar normalse, büyük bir imparatorluğu (Jurnal II, s. 209) yaşatmak isteyenlerin de olaya ihtiyatla yaklaşmaları bir o kadar normal ve işin doğası gereğidir. Cemil Meriç arayan, kafasını her yere vuran ama ruhunun ateşini söndüremeyen bir aydındır. Tanzimat dönemi aydınlarının / edebiyatçılarının 26.01.1963’te günlüğüne şöyle yazacaktır: “Yirmi ortak noktası, Batıcı olmakla birlikte Osmanlı’ya dört yıl önce mahkemede Marksist olduğumu haykır- olumlu bakmaları, Batı’ya tam bir teslimiyet içeri- dım. Bu, ümitsizlikten doğan bir isyandı. Bir nevi mey- sinde olmamalarıdır. Temel düşünceleri Osmanlı’yı dan okuyuş. O yalnızlık içinde bir meydan okuyuş.” Ve kurtarmak, onun parçalanmasını önleyerek vatanın devam eder: “Neden işçi partisine girmiyorsun? Gir- birliğini sağlamaktır. “Millet” kavramına daha genel mem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, bakarlar. Tüm bu tartışmalar, onların eserlerinde de aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Poli- yer bulur. Tartışılan Batılılaşma olgusu, alafranga- tikanın kurtarıcılığına inanmıyorum. İşçi sınıfına karşı lık, Doğu-Batı karşıtlığı, kadın-erkek ilişkilerindeki beslediğim sevgi de platoniktir, tanımıyorum onları…” açmazlar bu dönem edebiyatının ana temaları ol- (Jurnal I, s. 79) Ona göre yazarın tek bir düşmanı var- muştur. Kültürsüz Avrupaileşmek bir tür yozlaşma dır: Bağnazlık. Tüm yazılarında bunu dile getirir ve olarak anlatılarda işlenir. Ancak Tanzimat yazarları bununla hesaplaşır. Ben ezeli bir mağlubum derken, edebî anlamda Batılılaşmayı sonuna kadar savunur- çağın şartlarına yönelik eleştirisini dile getirir aslın- lar. da.

Türk düşünce dünyasında Batı’yı Cemil Meriç kadar Cemil Meriç yaşadığı düşünsel serüveni şöyle özet- derinlemesine inceleyen ve yorumlayan yazar azdır. ler: “Fikrî hayatımda geçtiğim merhaleler. Bunları vu- Cemil Meriç sanattan tarihe, sosyolojiden dine ka- zuhla tayin kabil mi? Önce çevreye intibak. Cami, dua. dar çok geniş bir alanda coşkulu görüşler dile getir- Sonra çevreye isyan, şovenizm. Fakat ne o dindarlık miş, son yıllarda ülkemizde yetişmiş en donanımlı taklidi ruhî hüviyetimi ifşa edebilir, ne saldırıcı milli- düşünce adamlarından biridir. O, medeniyetimizin, yetperverlik. Sonra sosyalizm. Bütün bu tahavvüllerin birikimimizin, kültürümüzün günümüz dilinde iza- merkezinde yalnızlık kâbusu. Önce çevreye bağlan- hına girişmiş, temel kavramları yeniden yorumla- mak, olmayınca daha geniş bir çevreye, bir belkiye, bir mıştır. Kendini “hayatını Türk irfanına adamış mün- müpheme. Nihayet gizlide tehlikelide, cihanşümulde zevi ve mütecessis bir fikir işçisi” olarak tanımlayan karar kılış.” (Jurnal II, s. 201) Cemil Meriç, Fransız romancılardan Hint felsefesine, İran kültüründen Arap edebiyatına kadar geniş bir Meriç, inandığı her ideolojinin, tutunmaya çalıştığı coğrafyadan kültür devşirmiş, zihnini, bilincini bü- her gerçeğin eksik, tamamlanmamış olduğunu gör- tün pencerelere açık tutmuştur. Kendisine; insanını, müş, hiçbir kapıdan içeri girememiş, Âraf’ta öylece tarihini, kültürünü unutan ülke halkını ve aydınını kendi yalnızlığını yaşamıştır. Umrandan Uygarlığa uyarma görevi veren Meriç, tüm eserlerinde, inandı- giden yolun isyankâr bir yolcusu olmuştur. Ken- ğı kültür ve medeniyet davasını insanlara aktararak dini okuyanların edebi zevkini, düşünsel ufkunu “muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbâle ve dünyaya bakışını değiştirmeye çalışmış, kültür bağlayan bir köprü” olmak istemiştir. Bütün bunları mağarasında yaşayanlara bir ışık, aydınlık getirmek da tarihi ve sosyolojik bir görüş olarak disipline et- istemiştir. Çok sesliliği savunmuş, dogmalara savaş miş bir fikir işçisidir. açmış, tarihsel ve varoluşsal sorunları derinlemesi- ne incelemiştir. Ganj kıyılarında, Paris sokakların- Cemil Meriç şiir yazmış, roman denemiş, romanlar da aynı duyguyla dolaşmıştır. Fikrî, ideolojik, siyasi çevirmiş ama sonunda düşünce adamlığında karar kamplaşmanın en yoğun olduğu dönemde kuşatıcı kılmıştır: “Kalabalığın benimsediği edebî bir nevi temsil bir düşünce ufku sergilemeyi başarmış, diyalogdan etmiyorum. Ne romancıyım, ne şair, ne tarihçi. Sadece korkmamış, her düşünceyi sonuna kadar kurcalama dürüstüm, çok okudum, çok düşündüm. Beşerî ihtiras- yolunu seçmiştir. Çünkü ona göre gerçek, ancak te- lardan uzağım. Bütün bu vasıflar bir düşünce adamının

38 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ zatlarıyla kavranabilir ve düşünce şüpheyle başlar. savaş kazanılmalıdır ve edebî eleştiri de savaşın bir Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hata- parçasıdır. Bakış tümüyle siyasileşmiş bir davanın ya mahkûm etmek demektir. Bu nedenle, kavganın emrindedir. Eleştiri yazısı tümüyle bir ideolojik tem- içinde, politikanın dışında yer almıştır. sil işlevi gördüğünden şu temel karakteristikleri ser- giler: Eleştirilerde, doğrular, yanlışlar, iyiler, kötüler Meriç, yazdığı her kitapla Türk düşünce dünyasına matematiksel ifadelerle izah edilir. Eleştirmen, her zenginlik, derinlik, ufuk kazandırmıştır. Ancak Mu- şeyi bilen, gören, bizim adımıza her yanlışı, eksik- rat Belge’nin deyişiyle “Bir ideolog olamayacak kadar liği tespit eden kişidir. Bir görüşün doğruluğunu ya bireysel, bir teorisyen olamayacak kadar coşkuludur.” da yanlışlığını ispat için esere bakılmaktadır. Yazar, Yerleştirilmek istenen her kalıba, çerçeveye, fotoğra- okuru eğitmeye, yönlendirmeye ve uyarmaya çalışır. fa itiraz etmiş, arayış içerisinde bir düşünce gezgini Onun için de okuru, ya alkışa ya da öfkeye çağırır. olarak anılmayı istemiştir. İşte bu bireysel hakikate Estetik çaba, sanatın gerekleri, hep göz ardı edilir. düşkünlüğü onu yalnızlığa sürüklemiş, kontrolsüz, Zihin verilen mesaja ayarlı olduğu için, sanatsal, bi- sivri bir dille eleştiriler kaleme almasına neden ol- çimsel kaygılar geri plandadır. Kısacası bu yazarlar, muştur. Bütün partilere uzak kütüphanelere yakın okurların, politik tavırlarını etkilemeye yönelik bir durmuştur. O, hiçbir zaman politikanın kurtarıcı- amaç güderek politik arenada bir rol üstlenmişlerdir. lığına inanmamış, ışık arayan, aydınlanmak ve ay- Kendileri de bir felsefenin / inancın / anlayışın tem- dınlatmak isteyen bir düşünür portresi çizmiştir. Bu silcisidirler. onun siyasi tutumdan çok fıtratıdır: “Ben Lenin’den çok Gandi’ye yakınım.” Bu nedenle bir siyasi hareke- Cemil Meriç, bir devlet tasavvuru olan ideolog ya- te değil, sadece tarihe ve topluma angaje olduğunu zar tipinin temsilcilerindendir. Bu anlamda “dava belirtmiştir. Ona göre, sağ sol yoktur, dürüst olan ve adamları”nın dili de “davanın dili”dir. Savaşkan, dürüst olmayan insanlar vardır. Meriç, siyasi kaosun acımasız ve keskin. Metaforik, ağdalı ve aforizma- yaşandığı en sancılı günlerde bile çıkış yolunu tefek- larla yüklü bir dil. Öte yandan dava adamları, ide- kür, kitap ve okumak olarak göstermiştir. Çünkü bir allerini, ütopyalarını gerçekleştirmeleri istedikleri kılıcın kazandığı zaferi, bir başka kılıç yok edebilir. için “düşünce” ağırlıklı bir sanat anlayışını savunur. Oysa kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tari- Dönemin edebi eleştirilerine bakıldığında, daha çok he yani ebediyete. Bu düşünce serüveni içerisinde “kalem kavgaları” vardır. “Bu tiyatronun dinleyicile- İbn Haldun, Hugo, Gide, Goethe, Rabelais, Balzac, ri sağır. Sesini duyurmak isteyen nârâ atacak” diyen Marks, Abdullah Cevdet yol göstericisi olurken dü- Meriç, eleştirilerini de aynı anlayışla yazar. Yankılar şünsel değişimini bir gelişim olarak nitelemiştir. uyandıracak bir haykırış peşindedir. Çünkü dil sa- vaşın, kavganın dilidir. Coşkulu ve savaşçı tavrı onu Cemil Meriç dönemin düşünür ve sanatçılarını da yargılarında ölçüsüz ve aşırılıklara vardırmıştır. yaşadığı serüvenin penceresinden görmüş, onun doğrularından yola çıkarak değerlendirmiştir. Hiç Cemil Meriç bir yazarı değerlendirirken, “Ahmet kuşkusuz Cemil Meriç’in yaşadığı dönem soğuk Mithat’ın papuçları Tahsin Yücel’den değerli”, “Yahya savaş dönemidir. Soğuk savaş döneminde eleşti- Kemal’in Yunancılığı, çevrede mâkes bulabilseydi Yu- ri demek, bir yazarı ya “paçavraya çevirmek”, “rezil nancı olurdu Yahya Kemal”, “Ataç, mızmız ve mıymın- etmek” ya da “göklere yükseltmek”tir. Çünkü ortada tı bir fikir serserisi”, “Nasuhi Baydar ölmüş, Yaşıyor apaçık bir savaş vardır ve bu savaşın kuralları yazın- muydu?”, “Celal Sılay, Bizans’tır, Bizans’ın maskara sal eleştiri dünyasında da geçerlidir. Bir eseri yazınsal tarafı”, “Melih Cevdet ve benzerleri, Ataç gübreliğinde ölçütlerle analiz etmek, yazarın kendi edebi anlayı- yetişen son mantarlar”, “Salâh Birsel, Fikret’in yanında şı çerçevesinde değerlendirip hakkını teslim etmek sık sık gördüğüm piyonlardandı. Yumuşak, hazımkâr, temel bir ilke değildir. Çünkü savaşta sadece kılıç renksiz kuşkusuz bir şiir taslağı”, “Orhan Veli’den hiç şakırtıları duyulur. Burada ya yenmek ya yenilmek hoşlanmadım. Hepsinin ayırıcı vasfı bayağılıktı. Min- vardır; siz ve biz. Nâzım sadece vatan hainidir, ötesi nacık bir şair”, “Necatigil’i hiçbir zaman ciddiye al- yoktur, ya da Necip Fazıl gericidir, sabık şairdir. O mam”, “Oktay hep kendisi gibi kaldı, belki de bütün kadar. Bu nedenle soğuk savaşın dili sert, acımasız o cavalacozlar içinde en donuk, en cansız, en korkak ve giderek ölçüsüzdür. Çünkü edebî bir sorun bile muhallebi çocuğu” gibi kendi deyimiyle hoyrat, sivri tartışılsa, tüm yargılar savaşın kuralları bağlamında, ve acımasız bir dil kullanır. onun düzleminde gerçekleşir. Çünkü her durumda

39 Meriç kendini tanımlarken en yüce değerleri de nı söyler. Ona göre, dil her şeydir: “Solun bütün nü- (“dâhi”) ağır sıfatları da (“deli”) yakıştırmaktan çe- anslarıyla kaynaşmama mani olan büyük bir engel var: kinmemiştir. Kendine yakıştırdığı bu sıfatları aynı Kullandığım dil. Ondan vazgeçebilir miyim? Ondan şiddetle diğer yazar ve sanatçılar için de kullanmış- vazgeçmek bütünden vazgeçmek değil mi?” (Jurnal II, tır. Özellikle kendisini deha olarak niteleyen birinin, s. 200) çevresinin ilgisizliği, aldırmazlığı karşısında, kont- rolsüz, ölçüsüz bir dille yargılarda bulunması anlaşı- “Sevdiğim şairler vardı, pınarbaşları tutulmuştu. On- labilir bir tutumdur. lardan daha büyük olamayacağımı hissettim: Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Necip Fazıl” diyen Meriç, bir “Dilini kaybeden, görülmemiş bir afaziye uğrayan, ke- mektubunda şiir ile ilgili görüşlerini açıklarken “mü- keleyen, garip sesler çıkaran bir nesil…” diyen Cemil kemmel bir nazmın gerçekten şiir olabilmesi için geniş Meriç’in en büyük mücadelesi, “kamusa uzanan el, bir irfan, zengin bir kelime hazinesi vazgeçilmez şartlar- namusa uzanmıştır” yargısından hareketle dil alanın- dır. Samimiyet, yani söylenenlerin gönülden fışkırması da olmuştur. Meriç, Türk Dil Kurumu’nun ürettiği da icap eder,” dedikten sonra Türk şiirini yorumlar: “tilcik”lere savaş açar. Günlüklerinde sürekli, “dili “Yahya Kemal büyük bir nâzım ve zaman zaman kuv- mahvettik, cümleyi mahvettik” diye yazıklanan Meriç, vetli bir şairdir. Abdülhak Hamit içli bir şair ve zaman özellikle Türk Dil Kurumu eliyle Türkçenin iğdiş zaman kuvvetli bir nâzımdır. Haşim, hemen her zaman edildiğini düşünür. Ona göre “uydurmacılık bir alay güçlü bir şair, arada bir kusursuz bir nâzımdır. (…) mektep kaçağının inhisarındadır.” Artık insanlar Refik Nâzım Hikmet’e geçelim. (…) Bir defa, dilini çok iyi bi- Halit’i, Reşat Nuri’yi, Halide Edip’i, ’ı liyor. Aruza aşinadır. Kullandığı serbest nazım aruzun anlamayacaklardır. Dil, politikaya alet edilmiş, ne- bütün imkânlarından faydalanır, orkestralaşan bir ve- siller arası bir kopukluk bilerek yaratılmıştır. İşte zindir bu. Şair, çağının bütün düşünce hayatına olduk- Meriç, dile verdiği önem nedeniyle, çağdaşı yazarları ça açıktır, yani döneminin en çok okumuş insanların- öncelikle dil tutumlarıyla değerlendirmiş, pek çok dan biridir. (…) Şiirimizin Nâzım’la sona erişi şüphe yazarla en ağır polemikleri dil bağlamında yapmıştır. yok ki çok aşırı bir iddia. (…) Mevlâna’dan, Hafız’dan, Bunların başında Nurullah Ataç gelir. Meriç, Ataç’ın Baki, Yahya Kemal’den sonra kelimeleri aynı telakat ve dil yaklaşımıyla kültürümüze büyük kötülük ettiği- aynı musiki içinde ebedileştirmeğe kalkmak mümkün ni düşünür. Daha pek çok yazarı, sadece Nurullah müdür bir, lüzumlu mudur iki? Dilimizin bugünkü du- Ataç’ın dil tutumunu benimsedikleri için ağır şekilde rumunda üstatlarımızın yükseldiği irtifaa çıkmak ka- eleştirecektir. bil değildir inancındayım. (…) Üzülerek itiraf edeyim ki, son çeyrek asrın şiir hayatını pek cılız buluyorum.” Meriç, Refik Halit’i biraz da dili için sever: “Galiba (Jurnal II, s. 338-340) Refik Halit’i de o dergide yayımlanan bir mülakattan tanımıştım. Geçti yıllar.. Halep’te yayımlanan ‘Doğru Hayatı kalem kavgalarıyla geçmiş Cemil Meriç’in Yol’ ile ‘Vahdet’ gazetelerinde üstatla zaman zaman ömrünün sonlarına doğru edebiyat ortak zeminin- hembezm oldum. Günün birinde, ‘Sakın Aldanma, İnan- de yazarların birleşmesinden, siyasi tercihlerin ede- ma, Kanma’ karşıma çıktı. Yasak bir içkiyi yudumlar biyattaki körleşmeye neden olmasından bahsetmesi gibi okudum sonuna kadar. Ana dilimin bu kadar güzel manidardır. Sağ ve sol olarak kamplaşmış, birbirle- olabileceğini düşünmemiştim.” (Jurnal II, s. 301) Attila rinden habersiz hatta kinle dolmuş yazarların bu tu- İlhan’ı beğenmesine karşın dil tutumuna itiraz ede- tumunu eleştirirken edebiyatın birleştirici gücünden cek ve ona yazdığı mektupta şöyle diyecektir: “Dil söz eder. Günlüğünün 4 Ocak 1981 tarihine vasiyet konusundaki aşırı tutumunuza rağmen yazılarınızı be- olabilecek bir metin yazar: “Bir zamanlar Türkiye’de ğenerek okuyorum.” (Jurnal II, s. 190) bir edebiyat cumhuriyeti vardı. Medeniyet demek, mer- tebeler dizisi demek. İnsanlar birbirini severlerdi. Nazif Edebiyattaki düzeysizlikten söz ederken, tüm prob- için Abdülhak Hamid, Türk şiirinin, Türk düşüncesinin, lemin dilden kaynaklandığını düşünür. Çünkü yaşa- bir kelime ile soyumuzun yetiştirdiği en büyük insandı. nan, edebiyatla kitle arasındaki kopuştur. Dille be- 1927’lerde Nazifperestler de az değildi. Cenap’tan Ta- raber edebiyat da ölmüştür. Çiğnenmiş, buruşmuş, rık Mümtaz’a, Fazıl Ahmet’ten Ahmet Haşim’e kadar biçimini kaybetmiş dil, ne duyguları ne de düşünce- bir sürü yazar Batarya ile Ateş, müellifine hayrandı- leri yansıtabilir. Kendisine yakın hissettiği sola uzak lar. Çünkü edebiyat diye bir değere inanıyorlardı. Üstat duruşunun özellikle dil anlayışından kaynaklandığı- üstattı, çırak da çırak. Ne siyasi kanaatler ayırıyordu

40 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ insanları, ne ahlakî zaaflar. Dini inançlar konusunda “devam”dan yana bir tavır koymuştur. Herkesin gö- da bu kadar inhisarcı, bu denli yobaz değildik. Evet, ya- zünü Batı’ya çevirdiği bir zamanda o Doğu’yu, onun zarın sorumluluğu diye bir mefhum yoktu, dün başka birikimlerini de savunmuş, Doğu’nun yaşayan dina- türlü konuşurdunuz, bugün başka türlü. Ama herkesi miklerini bulmaya, aydınlatmaya çalışmıştır. birleştiren sevgiler, değer hükümleri, her ayrılığı hoş gösterir, güzel yazılmış bir cümle birçok kusurları ba- Halkın kültürel birikimi ve öz değerlerini savunup ğışlatırdı.” (Jurnal II, s. 265-266) yıllardır yok sayılan, atlanılan manevî değerleri, mo- ral unsurlarını gündeme getirmiş, Türk toplumunun Cemil Meriç “yeni” olan her şeyin baş tacı edildiği, bünyesine uymayan ithal beğeni ve ilkelerin, özden eskinin kötülendiği bir zaman diliminde bu furyaya kopuşun, kısaca Batılılaşmanın insanları, toplumu katılmamış, “yeni”yi benimsemekle birlikte, maziy- kişiliksizleştirip kimliksizleştireceğini vurgulayarak le, eskiyle bağlantısını sürdürmüş, kopuştan değil çıkış yolu için yerli düşünceyi önermiştir.

41 GELENEKLE MODERNLİK ARASINDA CEMİL MERİÇ

Sadık YALSIZUÇANLAR

Yakın düşünce tarihimizin en dikkate değer isim- tur, hepsi de ferdî hareketlerden doğar. Böyle bir zin- lerinden biridir Cemil Meriç. Cemil Meriç denin- cirlenişi (plot) Batı romanına en çok yaklaşan Çin’in ce bende ilk çağrışan, “geçmişle geleceği bağlayan ve Japonya’nın hikâyelerinde bile bulamıyoruz. Eski köprü”dür. Gelenekle gelecek arasında kurulmaya hikâyelerde anlatılanlar geniş ölçüde tarih ve efsaneye çalışılan bir köprü. Cemil Meriç, bunu bizatihi ken- dayandığından düzyazıdan çok nazım tercih edilmiş- disi pek çok defa dile getirmiştir. O, “mazi”yi bütün tir. Kaldı ki roman gerçeği ifade etmek iddiasındadır. ihtişamıyla bilen fakat küresel ve kitlesel karakter- Bu da konuşulan dili, yani düzyazıyı tercih etmesini deki modernleşme karşısında onu çaresiz kılan bo- gerektirir. İnsanlar önceleri yığınlara seslenirlerdi. Yı- yutları çok iyi kavradığından da sürekli sancıyan bir ğın önünde inşad ve teganni ise hatırda tutulmak için ruhtur. nazma dayanmak zorundaydı. Nesir daha sonra orta- ya çıktı. Sözlü edebiyatın biçimlendirmediği tek büyük Cemil Meriç, sıkı bir okur, esaslı bir eleştirmen, edebiyat türü romandır.” “tefekkür”e ulaşmaya çalışan bir düşünce adamı, bir ansiklopedist, bir putkırıcı, bir irfan âşığıdır. Çok- Bir başka kitabında ise, Meriç, bizde günah çıkarma, yönlü okumaları, onu, ömrünün sonlarında bilgeliğe başkasının mahremini tecessüs etme ahlakının ol- doğru iter. İter ama biraz geç kalmıştır. Bunun hüz- madığından bahisle, burjuva toplumunu anlatmak nünü de son yazılarında ve konuşmalarında çarpıcı üzere doğan romanın bizim edebî geleneğimizde biçimde yansıtmıştır. kendine yer edinememiş olmadığına dikkat çeker.

Toplumsal sorunları bireysel psikolojilerle açıklama Meriç’in eleştirel belirlemeleri bununla sınırlı de- yanlışına düşmemiştir. O, bir sorunun pek çok bo- ğildir. Ona göre, genel bir ayrım yapılacak olursa, yutu olduğunun farkındadır. Ama, bizde bir edebiyat ‘Doğu’lu toplumların iklimini şiir ve şiirsel hikayeler sosyolojisinden söz edilecekse eğer, bunu, özellikle yansıtır. Batılı toplumlara ise daha çok roman ayna roman üzerinden kavramış kişilerin başında Meriç olur. Bu türden soyut ve genel tesbitlerin yanı sıra, gelmektedir. Cemil Meriç, kimi romanlar ve romancılara ilişkin eleştirel yazılar da kaleme almıştır. Şöyle der: “Doğu’da yalnız hikâye vardır. Romanın ayı- rıcı vasfı: “plot”, yani olayların zincirlenişi. Hikâyenin Cemil Meriç, gerek Mağaradakiler’de, gerekse –ba- ve masalın inşası romanın inşasınınkine kıyasla daha zısı tekrar mahiyetindedir- Kırk Ambar’da, bizim kolay, daha az ciddidir. Forster şöyle der: Hikâye za- roman literatürümüze son derece zengin ve özgün man dilimleri içinde sıralanan olayların anlatılışından eleştirel metinler bırakmıştır. Bu mirasın –ehli dışın- ibaret; roman ise, olayları bir illiyet münasebetine göre da- pek az kişi farkında. Cemil Meriç, eğer bir roman düzenler. Roman kadar uzun bir türde bu sebep-neti- eleştirisinden söz edilecekse, bunun ilk anılması ge- ce bağlılığını sonuna kadar götürmek kolay değildir: reken aktörüdür. Özellikle ’in Demirci- Çokluk içinde birlik. Romanın gelişmesi için anlatışta ler Çarşısı Cinayeti’ne ilişkin eleştirisi, Türk dilinde mantıkî bir teselsül lâzım. Olaylarda rastgelelik yok- roman eleştirisi alanında yazılmış en güzel yazıdır, diyebiliriz.

42 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Mağaradakiler’de yer alan bu muhteşem yazı, bize, ni indirerek onlara izafe edilen abartılı ve ezbere da- Türkiye’de ve dünyada, edebiyat esnafının abartılı, yalı konumları sarsmıştır. Bu gerçeğin zamanla daha dikkatsiz ve özensiz biçimde şişirdiği bir yazarın dili- çok ortaya çıkacağını düşünüyorum. Cemil Meriç ni, kurgusunu, karakter üretme biçimini ve örnekle- yazmış ve bu yazıları zamanın bağrına emanet etmiş- rini, en gerçekçi bir biçimde, adeta yüzümüze bir to- tir. Dikkat, özen ve entelektüel vicdan bir gün onları kat gibi çarparak açımladığı bir yazıdır. Keza, Aclan keşfedecektir. Sayılgan’ın Deprem’ine ilişkin yazısı da bir başyapıt gibi Mağaradakiler’de meraklı okuru beklemektedir. Demirciler Çarşısı Cinayeti yazısı pek çok bakımdan Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ına ilişkin yazısı, değerlidir. Birincisi, bir eleştirmenin, bir metni nasıl aynı yaklaşımın bir başka örneğini oluşturur. aşırı bir dikkatle okuduğunu, harcıalem bir tutum içerisine girmediğini gösterir. İkincisi, yine ezber Cemil Meriç, Kırk Ambar’da, romanın hikayesi için- kimi kavramlar ve kavramsal modeller içinden de- den, aslında teknolojik burjuva uygarlığının sınıfsal ğil, özgür bir algı içinden bakılmıştır. Üçüncüsü her olarak omurgasını oluşturan zümrelerin zihniyetini iddia bizatihi metnin içinden verilerle delillendiril- takip eder. Bu, bize giderek bir modernleşme tasvi- miş, gerekçelendirilmiş ve okuru da fena halde ikna ri ve eleştirisi imkanı bağışlar. Romanın hikayesi, etmektedir. Nihayet Cemil Meriç’in, hiçbir izmin, aslında modernliğin öyküsüdür. Bu macerayı, ede- ideolojinin veya önyargının gölgeleyemediği apaçık, biyat üzerinden izlemek, Batı’da fazlasıyla rastladığı- berrak ve sağlıklı bir nesnellik açısından soruna bak- mız, bizde ise oldukça çorak bir alanın yepyeni bir mış olması…Bütün bu özellikleriyle Cemil Meriç’in yol olarak açılmasıdır. Cemil Meriç, bu anlamda bir bu eleştirel yazıları, bizim eleştiri birikimimizin en öncüdür. Edebiyat sosyolojisine Meriç’in verdiği bu nadide parçalarını oluşturmaktadır. emeği saygıyla anmak gerekir. Ona göre, eleştirinin amacı, ‘kiliselerin bilgisizliğine Sanatta mutlak bir nesnelliğin ham hayal oldu- son vermek’, önyargıları temizlemektir. Bu niteliğiy- ğunu en iyi bilenlerin başında Meriç gelmektedir. le, gerçek eleştiri, okuru bilinçsiz tutkulardan korur, Ona göre, eleştirici, izlenimlerini aktarır sadece. zamanı ve mekanı yaşar. Düşüncede tutarlılık, araç- Mağaradakiler’de şöyle der: “Eleştirici, şaheserler ara- larda ise ölçülü olma… sında dolaşırken, kendi ruh macerasını anlatır. Tenki- din değerini, tenkitçinin ustalığına bağlayan bu anla- Demirciler Çarşısı Cinayeti yazısının sonunda Cemil yış, tenkitle denemeyi kaynaştırmaktadır. Evet, yüzde Meriç, ezberci okura ve medya esnaflığına kanan yüz objektif bir tenkitten söz edilemez. O zaman sanat tembel zihinlere oldukça aykırı gelebilecek kimi değil, ilim olurdu eleştiri. Tenkitçinin iki vasfı olmalı : yargılarda bulunur. Ve şöyle der : “Okuyucuyu, bu Psikolojik yetenek. Yani, kendi içinden çıkmak, yabancı hayaletler berzahında daha çok dolaştırmayacağız.De- bir düşünceyi kavramak gücü. İkincisi : kişiliğini koru- mirciler Çarşısı Cinayeti, gerçek bir cinayet… Şuura, mak. Yani hem başkası, hem kendisi olabilmek…” idrake, zevke ve Türk diline karşı işlenmiş. Ne bu kara- lama tomarının, ne Yusufcuk Yusuf’un romanla en uzak Cemil Meriç’in özellikle roman eleştirilerini okudu- bir münasebeti var. Hele bilimsel dünya görüşü, insanı ğumuzda, bu iki niteliğin de kemaliyle onda varol- kahkahadan çatlatacak bir yakıştırma. Yaşar Kemal, duğunu görürüz. Meriç, bizi hem metnin bağlamına, haddini bildiği zaman ümmi-i ariftir. Bir köy odasında içine çeker hem de, onu bağlamının dışına da taşı- tatlı tatlı Hz. Ali cenkleri anlatabilir, kasaba kahvesin- yarak daha nesnel ölçütlerin dolayımından çözüm- de saz çalmak da gelir elinden. Coşkun bir muhayyile, ler. Bunun en ilginç örneği, şüphesiz, Yaşar Kemal’in ayıklanmamış bir dil, tam bir halk ozanı. Bu zeki Ana- Demirciler Çarşısı Cinayeti’ne ilişkin yazısıdır. Yine dolu çocuğunu, azgın bir grafoman yapan, mesuliyetsiz kendi ifadesiyle, bu yazı, “geniş bir objektivite dozuna tenkitçilerle, reklam esnafı. Biz Yaşar Kemal’in bu çı- sübjektivite ekleyen” bir eleştiridir. karcı veya ideolojik övgülerle kendinden geçmemesini temenni ederdik. Mütevazi kabiliyetleri olan bu arka- Cemil Meriç, kimilerine ağır gelen bu yazılarında, daş, Nobel peşinde koşacağına daha çok okusa, daha eleştirmenin iki temel işlevini hakkıyla korumuştur: az yazsa, hem kendisi hem de edebiyatımız için hayırlı Edebî zevki korumak ve geleneğin bekçisi olmak… olurdu. Merimée, Korsika’nın ezeli derdi olan kangüt- Esasen, bu eleştiriler, öteden beri roman eleştirmeni me geleneğini yüz sayfa içinde romanlaştırmış. Bu ka- olarak ünlenmiş kimi isimlerin de bir anda maskesi- dar cılız bir konu, altıyüz sayfada anlatılmaz. Destan- lar çağı çoktan kapandı.

43 Hayatını kalemiyle kazanan bir yazar bu yalancı alkış bulunur. Yukarıda vurgulandığı üzere, romanın ana tufanı karşısında elbette ki kendini kaybedecek. Kitap karakterlerinden birisinin adı bile ilerleyen bölümde bir ticaret metaı oldukça, yaratıcı ister istemez esnaf- değişmektedir. Bu özensizlik hadi yazarın dikkatin- laşacaktır. Ödüller, kabiliyetin teşvikçisi değil, öldürü- den kaçmıştır. Peki editörün de mi radarına yaka- cüsü. Okuyucudan özür dileriz: ‘Edebiyatın, sanatın, lanmamıştır? Bu vahim durum, ona övgüler dizen- düşüncenin grafomanlara karşı korunması, ülke sınır- lerce de mi farkedilmemiştir? Bu ve benzeri sorular larının barbarlara karşı korunması kadar kutsal’ diyor Meriç’in yazısı boyunca zihnimize üşüşüp durur. bir psikolog, grafomanlara ve beyin sömürücülerine…” Meriç, sondaki yargısını haklı kılacak o kadar çok tutarsızlık önümüze yığar ki! Bu belirlemeler, günümüz edebî kamusu açısından da geçerli gibi görünüyor. Bir farkla ki, “medya es- Stendhal romanı şöyle tanımlamıştı : “Kalabalık bir nafı” faslı oldukça çeşitlendi ve edebiyat neredeyse caddede dolaştırılan boy aynası…” genel kitlesel ileti(şi)m ortamlarının bizatihi malze- mesi haline geldi. Cemil Meriç’in vicdanî çığlığını Bu ve benzer roman eleştirileriyle Meriç de bize kimler, ne kadar duyabildi? Bu satırların yazıldığı gerçekçi bir ayna tutmuş gibidir. Bu aynanın biçim- zaman, edebi kamu denilen zümre siyasal-ideolojik bozan bir ayna olmadığı, yansıttığı nesneyi gerçek yönsemeleri / tercihleri itibariyle tek yanlı, tek yönlü boyutlarıyla, renkleriyle, çizgileriyle aynen aksettir- idi. Farklı kesimler arasında aşılamaz duvarlar vardı. diğini söylememiz gerekiyor. Böylesi aynalar çoğal- Bu duvarlar ve sınırlar zamanla kısmen aşındı; hatta saydı, bu eleştiriler edebi kamu tarafından dikkate ortadan kalktı. Fakat ilke herkes için tekrar işledi. alınsaydı, o dönemde toplumsal kesimler arasında Edebî değeri az olan “ürün”ler ve onları “üreten”ler, aşılamaz duvarlar bulunmasaydı, gerçekler önyar- medya esnafınca baştacı edildi. Ortalık daha da ka- gılara kurban edilmeseydi, neler olurdu Allah bilir. rıştı. Ama, bugünkü gibi pervasız, dikkatsiz, özensiz, be- ğenisiz, niteliksiz ‘ürün’ler bu denli çoğalmazdı… Sorunun Yaşar Kemal veya onun bir kitabı olmadı- ğı, en azından bununla sınırlı kalmadığı açık. Yaşar Cemil Meriç, geçmişle gelecek arasında köprü olma- Kemal’in, Höyükteki Nar Ağacı’ndan, Binboğalar ve yı düşlemişti. Bunu büyük oranda yaptı. Bugün du- diğer efsanelerden, ’den itibaren yazdığı pek varların çoğu aşıldı; fakat özensizlik ve niteliksizlik çok güzel / nitelikli anlatı var. Böylesi titiz bir ince- yaygınlaştı. Roman eleştirisi denince de sadece bir leme ile, onlarda da çeşitli dil ve anlatım yanlışları/ iki isim ortalıkta arz-ı endam etti. Adeta bu isimler bozuklukları belirlenebilir. Roman kahramanının çevresinde bir tekel oluştu. Bunun, özellikle roman isminin romanın ilerleyen bölümlerinde değişme- birikimimize olumsuz bir katkısı oldu. Bu yüzden si türünden vahim hatalar bile bulunabilir. Zaten Cemil Meriç, bugün yeniden okunmalı. Meriç’in, bir Meriç’in işaret ettiği asıl sorun da bu değildi. O, eleş- hazine gibi bize bıraktığı miras yeniden incelenmeli, tiri iradesinin, yazara sıkı bir ayna olamayışıyla da bilinmeli, tanınmalı… Bu, hem edebiyatımız hem de ilgilenmişti bu yazılarıyla. Ayrıca, yazının girişindeki onu çevreleyen / besleyen hayatımız için son derece çeşitli belirlemeleriyle, sözümona eleştirel / kuramsal değerli bir çaba olacaktır. alanın ne denli sığ ve ezberci olduğunu da belirtiyor- du. Yaşar Kemal’den çağdaş bir Homeros üretmeye kalkanlardan tutunuz, kan davasını binlerce sayfada rasyoneline, sosyolojik gerçekliğine ve sosyo-psiko- lojik değişkenlerine yeterince dokunmadan yansıtan metnine sadece övgülerle yaklaşan, onda olmayan şeyi ona izafe etme cüretinden vazgeçmeyenlere de gerekli cevabı veriyordu Meriç.

Yazının girişinde, genel belirmelerin ardından, ro- manı bölüm bölüm özetler. Bölüm özetleri bitince de, diline, kurgusuna ve konu edindiği soruna iliş- kin yaklaşımına dönük eleştirel çözümlemelerde

44 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

CEMİL MERİÇ’İ ANLAMAK

Mustafa ARMAĞAN

1920’li yıllara savaş ve işgal acılarıyla giren Türkiye’de tekke ve zaviyelerin kapatılması, halifeliğin ilgası, herşeye rağmen büyük bir edebî ve fikrî canlılığın kültür alanında kökü eskiye bağlı herhangi bir mu- varlığından söz edilebilmektedir. II. Meşrutiyet yıl- halefetin ilelebet suskunluğa mahkûm edilmesi ve larındaki serbestlik havasının yardımıyla imparator- yeni yazıyla yayın yapacak okuyucu bulamayınca, lukta oluşan büyük “laboratuvar”, fikir akımlarının iktidara el avuç açmak zorunda kalmaları amacıyla kutuplaşmasına yol açmış; cepheler, saflar belirgin- yapılan harf devrimi gibi “eski düzen”in en temel ku- leşmeye başlamış ve entelektüel düzeyine bugün rumsal mekanizmalarını çökerten girişimler, aynı za- bile ulaşmakta zorluk çektiğimiz yoğun ve ateşli manda Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde tartışmalara sahne olmuştur. Yusuf Akçura’nın daha ayrışma ve farklılaşma yolunda ciddi hamleler yapan 1904’te Mısır’da çıkan Türk adlı gazetede tefrika etti- ve gelecek adına ümit verecek bir olgunluğa doğru ği Üç Tarz-ı Siyaset’inde Osmanlıcılık, Türkçülük ve mesafe kateden düşünce dünyamızın 1930’lara giri- İslamcılık şeklinde karşımıza çıkan ve Ziya Gökalp’in lirken çoraklaşmasına ve 1940’lara varıldığında ise 1918 tarihli Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adeta taşlaşmasına yol açacaktır. adlı kitabında terkip edilmek ihtiyacı duyulan bu üç fikir akımının tohumlarının1 II. Abdülhamid döne- Yalçın Küçük’ün dile getirdiği bir tespit, 1930’lu yıl- minde atılmış olmakla birlikte asıl çiçek ve meyvele- ların “çorak ülke”sini gayet başarılı bir şekilde yansıt- rini vermeleri için II. Meşrutiyet dönemini beklemek maktadır. Küçük’e göre Cumhuriyet’in 10. yıldönü- gerekecektir.2 münde Gazi Mustafa Kemal ünlü Nutuk’unu kıraat ettiği sırada Türkiye’de söylediklerinin aksini iddia 1923’te henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce Bi- edebilecek olan bütün kesimler susturulmuş du- rinci Meclis’in feshedilerek tamamen Mustafa Kemal rumdadır. O günlerin havasını en başarılı bir şekilde Paşa’nın kontrolünde yeni bir meclisin teşekkülü, yansıtanların başında ise Adnan Adıvar gelmektedir. Takrir-i Sükûn Kanunu (1925) ile basın ve muha- 1950’lerde Amerikalıların düzenlediği bir seminerde lefetin susturulması3, Tevhid-i Tedrisata geçilmesi, konuşan Adnan Adıvar şu kurşun gibi cümlelerle muhalefetini ancak yıllar sonra ve yabancı bir dilde 1 Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp’e atfedilen bu ünlü formülasyonun aslında Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali tarafından daha önce 1905’te dile getirildi- dışa vurabilmektedir: ğini yazar. Bkz. Şeytanla Konuşmalar, İstanbul 1942, s. 34-35. Aynı yerde Ülken, biraz sonra değineceğimiz “suskunluk dönemi”ne, Ziya Gökalp’in O dönemde, Batı düşünüşünün, daha doğrusu daha hayattayken (öl. 1924) ayak uydurduğunu söyler (“Sözün gümüş, sükûtun altın sayıldığı bir yerde ondan daha iyi kim susabilirdi?”). Ülken’in Batı pozitivizminin egemenliği öylesine yoğundu bu kitabına Cemil Meriç bazı yazılarında ve konuşmalarında temas etmiş ki, buna düşünce demek bile zordur. Daha iyisi, ve hakkında bir de yazı kaleme almıştır. (“1943’te Hilmi Ziya’nın Şeytanla “resmî dinsizlik dogması” demelidir. Prof. H. A. Konuşmalar’ı hakkında bir yazı yazmıştım. Ben (kitabı – M. A.) sevmiştim. Yahya Kemal ise “Fransa’da romantizm cereyanının bir taklitçisidir” demiş- R. Gibb’in imgeli deyişiyle, Türkiye pozitivist bir ti. Ayın Bibliyografyası mecmuasında neşredildi.” Bkz. Halil Açıkgöz, Cemil anıt-kabir olmuştur.4 Meriç ile Sohbetler, İstanbul 1993, Seyran Yayınları, s. 168.) 2 Bu konuda kısa ama özlü bir değini için bkz. İsmail Kara, İslâmcıların bir kilometre taşı niteliğinde olduğu bugün yapılan araştırmalarla daha iyi Siyasî Görüşleri, İstanbul 1994, İz Yayıncılık, s. 22. Ayrıca yine İ. Kara’nın anlaşılmaktadır. yayına hazırladığı Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’in Tenkidi adlı ese- 4 Abdülhak Adnan Adıvar, “Interaction of Islamic and Western thought in rine yazdığı giriş: İstanbul 1989, Dergâh Yayınları, s. 50 vd. ”, (der.) T. C. Young, Near Eastern Culture and Society, Princeton 3 Şeyh Said isyanının Türkiye’deki basın ve fikir özgürlüğünün yasaklanma- 1951, s. 127-129’dan nakleden Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek sı kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin rejim karakterinin değişiminde önemli Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), 3. baskı, İstanbul 1999, Tarih

45 Evet, o dönemde Türkiye gerçekten de pozitivist bir yüzeyde, ne kadar takma kaldığını görmek, o za- anıt-kabir haline gelmiştir. Arif Oruç’un Yarın bro- manın ıstırabını çekenlerin acısını büsbütün derin- şürleri gibi birkaç muhalif ses ancak 1933’e kadar di- leştirmiştir. O zamanın aydınları, bugünkü [metin renebilecek ve yurt dışına kaçmak zorunda kalacak5, 1965’te yayımlanmıştır-M. A.] aydınların gösterdi- Bediüzzaman Said Nursi Barla’ya çekilecek, Maliyeci ği canlılığı gösterebilmiş olsaydı Türk toplumsal ve Cavit Bey asılacak, Üniversite reformuyla yeni reji- siyasî düşünüşü gelişebilecek, siyasî hayata şuur ve me kendisini o kadar da borçlu hissetmeyen pek çok fikir katılabilecekti.7 değerli hoca, kûşe-i uzlete çekilecek (hatta içlerinde bu utanç yüzünden intihar edenler bile görülecek- 1920’lerde girilen tünelin sonundaki ışık, 1950’lere ti6), son ayakta kalan muhalefet tohumları da Serbest doğru belirginleşecektir. Fakat 1930’ların Türk dü- Fırka “oyunu”yla boğulacaktır. şünce hayatı üzerinde kurduğu hegemonya, ne yazık ki, etkilerini bugün bile devam ettirmektedir. Kararan bir fikir ortamı, kısırlaşan bir fikir dünyası- nı beraberinde getirmektedir. Abdülhamid devrinde Işıyan gece başlayan, II. Meşrutiyet’le beraber güçlenen ayrışma ve farklılaşma eğilimleri yeniden birleştirilmeye, Tanpınar bir estet ya da bir düşünür değildir. Bil- tek bir çerçeve içine alınmaya ve homojenleştiril- gi birikimi, dünya görüşü, kişiliği buna elverişli ol- meye çalışılmaktadır. Fikriyatını Tek Parti’ye kira- maktan çok uzak. Ahmet Hamdi Tanpınar… ışıma- lamayanlar yahut iktidardan yana oynamayanların ya başlamış bir gecede yanmakla sönmek arasında kalemlerini bıraktıkları ve sustukları yıllardır. Bu tereddüt eden bir lamba gibidir. Tanpınar tatlı bir yıllar, 1940’larda da hükmünü icra edecek ve Ni- tereddüttür.8 yazi Berkes’e, 1945-1950 döneminin fikir ortamına ilişkin şu benzerine çok az rastlanacak ağır ithamları Yalçın Küçük’ün Tanpınar hakkındaki tespiti benim söyletecektir: için bu çerçevede bir anlam kazanıyor. Yani karanlık bir gecede şafak sökerken bir adam, tereddüt içinde Bu genel çılgınlık içinde düşünce sustu. Türk siyasî lambasının kullanılmaya kullanılmaya kömürleşmiş düşünüşünü her devirde güdükleştiren ‘hayalât’ ide- fitilinin ucunu dikkatle kesiyor, içine gaz yağı doldu- olojilerinin çeşitleri, sayısız simaları çıktı. Türk ruyor ve kibriti çakıyor. düşünüş tarihinde bu devir kadar utanç verici, bu devir kadar fikir ve değerlerin aşağılaştırıldığı, bu Ahmet Hamdi Tanpınar, zahirden bakıldığında Cum- devir kadar saldırganlığın terbiyesizleştiği bir devir huriyet ideolojisinin yanıbaşında yaşamış fakat onun- yoktur… Bu devrin aynı derecede utandırıcı yanı, la bütünleşmekte ayak direyen bir söylemin inşacısı aydınların çoğunun bu rezalet karşısında susması, gibi görünmektedir. Oysa, Karl Mannheim’ın terime vardığı sonuçlara karşı umursamazlığı olmuştur. verdiği anlamda yumuşak (soft) ideoloji çerçevesin- Çoğu Atatürk zamanının yetiştirdiği bu aydınların de Cumhuriyet ideolojisinin yahut Cumhuriyet’le duygusuzluğunda, eğitim sisteminin… Kemalizme eşzamanlı şekillenen ideolojinin mimarlarından biri- ayak uyduramayan sakatlıklarının rolü olmuştur. dir. Örneğin Beş Şehir, “muayyen” bir şehir görüşü- Atatürkçülüğün, aydın kütlesi arasında ne kadar nü geliştirmiş olması hasebiyle Cumhuriyet’in “köye dönüş” politikalarına karşı çıkmakla birlikte Abdü-

Vakfı Yurt Yayınları, s. 218. Aynı yıllara ilişkin Cemil Meriç’in ifadesi ise laziz devrinden itibaren şekillenen “Osmanlı şehirle- şöyledir: “Dergiler, II. Meşrutiyet’te bir hitâbet kürsüsüydü, hitâbet kürsüsü rinin modernleştirilmesi” projesinin doğurması bek- veya bayrak. Altın çağları yeni harflerin kabulü ile sona erdi. Eski okuyucu- lenen aksülamellerden birisini, nostalji dozu yüksek larını kaybettiler, yeni okuyucu nesilleri yetişinceye kadar devletten yardım 9 beklemek zorunda kaldılar. Cumhuriyet intelijansiyasının en âcil vazifesi olanını temsil etmektedir. mâziyi tasfiye ve hâli takviye idi. Takrir-i Sükûn kanunundan 1940’lara ka- dar, dergilerimiz hiçbir ‘aşırı düşünce’ye yer vermezler.” Bu Ülke, 2. baskı, İstanbul 1975, Ötüken Neşriyat, s. 29-30. 7 Niyazi Berkes, İkiyüz Yıldır Neden Bocalıyoruz?, İstanbul 1965, s. 172’den 5 Arif Oruç ve çıkardığı Yarın broşürleri hakkında bkz. Hazırlayan: Mete nakleden Kurtuluş Kayalı, “Hilmi Ziya Ülken, Dil-Tarih hocaları ve 1948 Tunçay, Arif Oruç’un Yarını (1933), İstanbul 1993, İletişim Yayınları. Yine tasfiyesi”, Tarih ve Toplum, sayı: 63, Mart 1989, s. 56. de 1930’da Arif Oruç, Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığından ayrılıp başbakan- 8 Yalçın Küçük, Bilim ve Edebiyat, İstanbul 1985, Tekin Yayınları, s. 445. lığa geçmesini, Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanı olmasını teklif edebiliyor- 9 Bu konuda benim “Bursa’yı yıkmak” ve “Haussmannn’dan Ahmet Vefik du! Bkz. Mete Tunçay, age, s.257, dipnot 16. Paşa’ya” adlı makalelerimde geniş bilgi mevcuttur. Bkz. Bursa Şehrengizi, 6 Bkz. Aykut Kazancıgil, Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, İstanbul 1999, İstanbul 1998, İz Yayıncılık. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, s. 326. Bu zat, ünlü kimya hocası müderris Cevdet Mazhar beydir (1875-1934).

46 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Tanpınar “bir tereddüdün adamı”dır. Kararlı, ısrarcı, atlere varmak mümkündür. Ancak Tanpınar paran- ahlâkî bir fikr-i takip, bir doktrin adamlığı beklenme- tezini bu kadar geniş tutmamızın sebebi, doğrudan melidir ondan. O bir tavır adamı değildir. Olamazdı doğruya ahlâkî zaaflarını sergilemek değil, onun yeni da belki; mizacen ve devrin icabı olarak. Kemalist yeni ışıyan bir kültür ortamındaki kararsızlığını ve rejimin mazinin şiddetle tasfiyesine karşı itirazlarını Cemil Meriç’in şahsiyetiyle arzettiği tezadı ortaya ve devrin genel gidişatı aleyhindeki kanaatlerini doğ- koymak amacına matuftu. rudan doğruya bir tavır halinde billurlaştırmamış, onları estetik bir form içerisine (mesela Huzur’da, Tanpınar: En Aydınlık Kafa mesela Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde) yedirerek vermeyi tercih etmiştir. Cemil Meriç’e göre Tanpınar’ın “düşünen bir tarafı” olduğu inkâr olunamaz. O, “tefekkür kazanında yeni Tabii ‘bu bir tercih meselesidir’ denilip geçilebilir. bir terkip yapmaya çalışan ve satıhtaki köpükleri boyu- Ancak kendisini bu kadar siyasettten uzak bir nok- na üfleyen”, İsmail Habip Sevük’ten daha sabırlı, daha taya konumlandıran birisinin siyasî kanaatlerini en geniş nefesli, daha az parlak, fakat çok daha metin olmayacak bir zamanda, tam da bir askerî darbenin bir üslupçudur. Tanpınar Meriç’e göre “Batılılaşmış ardından, sırtını güçlüye dayayarak ‘sâkıtlar’ın üzeri- Doğu”nun timsalidir. Realiteyi bütünüyle kucakla- ne boca etmesinin, gerçekten de ahlâkî açıdan ciddi mak ve şekillendirmek isteyen namuslu bir gayretin bir zaaf içerdiği açıktır.10 sahibidir Tanpınar. “Söyledikleri ile sarhoş olmayan” bir yazardır. Tanpınar, en azından düşünmeye çalı- Kaçmak üzere iken ve suçüstü… Ağzı köpüklü Ad- şan bir kafadır Cemil Meriç’in gözünde. Diğerlerin- nan Menderes, kin çıkını ve Anayasa hırsızı Celâl den farkı, sabırla düşünme yolunda gayret sarfetme- Bayar, hepsi öldürmiye, yakıp yıkmıya ve servet sidir. Kendi kendini tamamlamaya, tashih etmeye ve sâmanlariyle kaçmıya her an hazır yaşıyorlar- çalışıyor, tefekkür kazanından çıkardığı terkipleri mış… Bize bu kurtuluşu hazırlıyan, istikbalimizi o beğenmeyip onlara kıyarak yeniden kazana atmasını kadar asaletle ve necabetle kefaletine alan orduya biliyor, o madenî cümlelerini yeniden eritmeyi göze nasıl teşekkür etmeli?11 alabiliyor. Böylece realitenin bütününü kucaklama- yı hedefliyor. En önemlisi de, yaptıklarından sarhoş Cemil Meriç’in Tanpınar hakkındaki kanaatleri de olmuyor. Kendisini hiçbir zaman yeterli görmüyor. bu zaafları üzerinde odaklanır zaten: Her defasında kendisini yeniden inşa etmeye koyu- labiliyor.13 Tanpınar da samimî, dürüst, mütecessis bir müsteş- riktir. Maddî sıkıntı çekmedi. Babası kadıydı. Halk Bütün eksik ve gediklerine rağmen Tanpınar, Cemil Partisi’ne yalvardı, mebus seçilmek için. Ahmed Meriç’in gözünde mazisi “cerrahi bir ameliyatla içti- Kudsî’ye çok yalvardı, ihsan için. Zaafları olan bir mai uzviyetten koparılıp atılınca” boşlukta kalan Türk insandır Tanpınar. Batı’yı bilir. Doğu bilgisi ise de- düşüncesinde14 önemli bir merhaledir. En azından, koratiftir, plastiktir… Tanpınar arayan adamdır. maziyle irtibat bakımından çok önem verdiği dil ağa- Ve küçük tatminlerin adamıdır… Hamdi Bey küçük cı kesilmemiş bir aydındır. Ona göre Namık Kemal hesaplar için avuç açan ve ayak öpen bir şahsiyet- Batı’nın çırağıdır. Oysa Tanpınar önce kalfadır, sonra tir.12 da ustadır. Ziya Gökalp ise ezelî çıraktır.15 Bir başka sohbetinde ise şunları söyler: Cemil Meriç’in ne yalan söyleyeyim bugün bana bi- raz insafsızca gelen bu yargılarının özel bir sohbette Ahmed Hamdi’nin (Tanpınar’ın) şimdi, niçin yalnız dile getirildiğini de göz önünde tutmakla birlikte, kaldığını anlıyorum. Ne Necib (Fazıl), ne Nazım Tanpınar’ın Mektupları okunduğunda benzer kana- (Hikmet) bu adamla mukayese edilebilir. Diğerleri onun yanında kapıcı dahi olamaz…Bu (Tanpınar) 10 Tanpınar’ın 27 Mayıs’tan sonra Demokrat Partililer aleyhine yazdığı iki 16 yazıdan birisi olan “Suçüstü”, askerî darbeden iki hafta sonra yayınlanmış- istisnai olarak kayayı çatlatan incir çekirdeği. tır (Cumhuriyet, 14 Haziran 1960). Bu yazı Kitap-lık dergisinin Mart-Nisan 2000 tarihli 40. sayısında yeniden yayınlanmıştır (s. 85-89).

11 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Suçüstü”, Kitap-lık, sayı: 40, Mart-Nisan 2000, s. 13 Jurnal I, s. 127-128. 89. 14 Jurnal I, s. 71. 12 Halil Açıkgöz, Cemil Meriç ile Sohbetler, İstanbul 1993, Seyran Yayınları, s. 44-45. Cemil Meriç’in Tanpınar hakkındaki farklı bir değerlendirmesi için 15 Açıkgöz, age, s. 178. bkz. Jurnal I, 5. Baskı, İstanbul 1993, İletişim Yayınları, s. 127-128. 16 Açıkgöz, age, s. 164 (vurgu bana ait - M. A.).

47 Cemil Meriç’in gözünde Tanpınar Türk aydınları Ya Hep Ya Hiç içinde “en aydınlık kafa”dır.17 Ancak, Cemil Meriç hep bir yerlere “kaçmak”la suçlamıştır Edebiyatımıza derin bir irfân, uyanık bir tecessüs, Türk aydınını. “Kaçmak” Türk aydınının kaderidir olgun bir zevkle eğilen bir “müsteşrik”tir. Dürüst- bir bakıma. Fakat kendisi de bu kaderden kurtula- tür, samîmîdir, san’atkârdır. Ama îmanını kaybeden bilmiş değildir. Tek farkla: O kendi deyişiyle kütüp- insanın büyük yabancılığı içindedir.18 hanesine kaçmıştır!

Yabancı, yabancılık, yabancılaşma. Bunlar Cemil Peki nedendir bu kaçış? Neyden ve neden kaçmak- Meriç’in modern Türk aydını için sık sık kullandığı tadır Cemil Meriç? Neden kendisini hep bir yabancı terimler. Kendisi bu yabancılıktan, yabancılaşmadan gibi hissetmektedir bu topraklarda? Toprakla kurdu- kurtulabilmiş midir acaba? İmanını kaybeden Türk ğu tek rabıta noktası kelimelerdir de ondan mı? Ke- entelijansiyası içerisine kendisi de dahil değil midir? limeler Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı gibi hissetmesi kendisini, bir tesadüf müdür yoksa? Paris’i görme- Bu konuda kendisini “Türk aydını” genel katego- den Batılı, Hind’i görmeden Doğulu oluşu bu yüzden risinin dışına koyarak cevap vermez Cemil Meriç. midir? (Ne yazık ki gün gelip de Paris’e gittiğinde, Kendisi de “bile yapılmıştır” ne de olsa onlarla. Son gençliğinde görmek özlemiyle yanıp tutuştuğu bu yıllarında H. Arslan’ın sorusuna “Tanrıya hem ina- şehre gözlerini götüremeyecektir! Trajedinin böylesi nıyorum, hem inanmıyorum” diye cevap verebiliyor- gerçekten de çok az görülmüştür.) du.19 Çünkü kafasında her iki soruya da cevap vere- cek zemin hazırlığı mevcuttu. O Paris’in rüyalarını Sözün burasında Cemil Meriç’in bir hemşerisinden, süslediği bir Doğulu, Hind’i “keşfe çıkacak” kadar Yalçın Küçük’ten ufak bir alıntı yapmak istiyorum. da Batılıydı. Evrensel bir dünya edebiyatı şeması çı- Bağımsız Hatay Devleti’nin kurulduğu yıl doğan ve karmaya azmeden bir Batılı, İbn Haldun’a sarılacak Hatay’ın “ana vatan” Türkiye’ye iltihakı ve Türkiye kadar kendi semasındaki yıldızlara tutkun bir Doğu- tarafından ilhakında 1 yaşında olan Küçük, yetiştiği luydu. yıllarda bile müthiş bir laboratuvar olan Hatay etnik mozaiğinin kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlat- O, 1930’ların, 1940’ların “çoraklaşmış ülke”sinden maktadır: zengin yemişlerle dolu bir irfan sofrası çıkarmayı de- neyen engin bir tecessüsün sahibiydi. Bugün de özlemini duyduğum benim çocukluğum- daki en sevdiğim arkadaşımın adı Züheyir’di, bir Peki acaba bu engin tecessüsün, bu evrensel bakışın, Arap çocuğu. Bir Geoge, Aldo, Michael, tabii Gün- bu sıradışılığın, bu “Türk aydını” genel kategorisi- gör de var. Böyle bir toplumun çocuğuyum... Böyle ne pek sığmayışın altında yatan nedenler üzerinde bir söz uygunsa çok karışık bir kentte büyüdüm ben. yeterince düşünüldü mü? Yeterince bu arka plan O bir avantaja dönüştü, dezavantaja da dönüşebilir- araştırması yapılabildi mi Cemil Meriç’in? Ne yazık di. Bütün halkları seviyorum.20 ki, kızı Ümit Meriç’in Babam Cemil Meriç kitabı dı- şında onun yetiştiği çevre ve şartlar üzerinde duran Ermeni’si, Süryani’si, Nusayri’si, Çerkes’i, Türkmen’i, bir çalışmayı hatırlamakta zorlanıyorum. Bu noktaya Arap’ı, Kürt’ü, Ortodoks Rum’u, Alevi’si, Sünni’si, kadar Cemil Meriç’in içine geldiği 1940’ların kültür Fellah’ı Hatay’ın etnik ve dinî mozaiğini oluşturmak- ortamının bir fotoğrafını çekmeye ve kendisine en tadırlar o yıllarda. (Bugün bile Hatay, bu kadar farklı yakın bulduğu aydınlardan Tanpınar’la karşılaştır- etnik çeşitliliğine karşın, Osmanlı döneminden gelen masını yaparak Cemil Meriç’i anlamanın entelektüel bir “birlikte yaşama” örneğini sergilemektedir başa- ön şartlarından bazılarını yakalamaya çalıştım. Yazı- rıyla.) Bu farklılıklar cennetinde yetişenlerin dün- mın bundan sonraki kısmında ise özellikle doğduğu yalarının daha çocukluktan itibaren öteki sorununa ve yetiştiği ortam olan Reyhaniye ve genelde Hatay’ın nasıl sıradışı bir bakış geliştireceği tahmin edilebilir ayrıcalıklı ve deyim yerindeyse benzersiz konumu sanıyorum. üzerinde duracağım.

17 Açıkgöz, age, s. 162. 20 Hazırlayan: İlker Maga, Yalçın Küçük’e Armağan, İstanbul 1999, YGS Ya- 18 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İstanbul 1974, Ötüken Neşriyat, s. 74. yınları, s. 20. 19 Hüsamettin Arslan, “Cemil Meriç ile mülâkat”, Türk Edebiyatı, sayı: 166, Ağustos 1987.

48 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Cemil Meriç de Jurnal’inde Hatay Sancağı’ndaki “hür- vamına gelmeyi beklemektedir. Bir de Mahmut Ali riyet havası”ndan dem vurmaktadır.21 Reyhaniye’de- hocası vardır. (Sonradan oğluna bu çok sevdiği ho- ki köy evinde “Mısır’ın Sesi” radyosu dinlenmekte- casının ismini verecektir.) Liseden itibaren Antakya dir.22 Dimetokalı bir alenin çocuğu olarak Hatay’ın Sultanisi’nin ismi Lycee Antioche olarak değiştirilir. Reyhaniye’sine sürülmüş, toprağından koparılmış Dersler Türkçe, Arapça ve tarih dışında tamamen olmak onun için hiç bitmeyen bir sızının kaynağı Fransızca olarak okutulmaktadır (daha sonra tarih olmuştur. dersi de Fransızca olacaktır.)

Hafızasında iz bırakan en eski yıllarda sadece itildi- Bir diğer “feyz aldığı” hoca, Sorbonne doktoralı, eski ğini, istenmediğini, dövüldüğünü hatırlıyor. Neden? Cebel-i Bereket mutasarrıfı Mesut Fani’dir. 15 yıl Neden onu hor görüyorlardı? Dünyada milletler Paris’te kalmış olan Mesut Fani, X. sınıfta edebiyat olduğunu dahi bilmiyordu henüz. Ama mahalle- hocası olur Hüseyin Cemil’in. sindekiler başka bir dil konuşuyorlardı. Çerkezler vardı, Kürtler vardı, Türkmenler vardı, Türk yoktu. Hayatına karışan bir başka ilginç kişi ise bir zaman- Ne var ki bunu bir ırk meselesi saymamak lâzım. O lar Damat Ferid’in başyaverliğini yapmış olan Tarik şehirden gelmişti, konuşması da, giyinmesi de fark- Mümtaz (Göztepe) olur. O da 150’liklerden, yani lıydı başkalarından, yabancıydı.23 Cumhuriyet yönetiminin sınır dışı ettiği kişilerden- dir.25 Reyhaniyeli mahalle arkadaşlarından bol bol dayak yiyen Cemil Meriç’in okulda hangi dersleri kimden Fransız mandası altında yaşanan bu günler, öyle zan- ve nasıl okuduğunu da kendisinden öğreniyoruz: nedildiği gibi “Türk irfanını boğmak isteyen” bir ida- renin altında inim inim inlemekte midir? Bu soruya İlyas efendi din dersleri, Kur’an ve hüsn-ü hat hoca- Meriç’in cevabı “acaba?”dır. Hatay’da “hâlâ benzerine mız. Musahabat-ı Ahlakiye diye bir kitabımız var. rastlanmayan” bir Maarif Mecmuası yayımlanırmış (İlyas efendi bir müddet medrese görmüş. Her ders o yıllarda. Öyle ki Rıza Tevfik bile bu dergide yazı Musahabat-ı Ahlakiye’nin okuyucusu benim.) Sait yazarmış. Mesela Yeni Mecmua çıkarmış ki, epeyce efendi bir ara Türkçe hocamız. Bulgurluzade Rıza, dolgun bir dergi imiş. Gündelik gazeteler bile o böl- Menemenlizade Tahir, elinde dolaşan kitaplar. Satı genin yüzünü ağartacak kıratta imiş. Nitekim Cemil beyin Fenn-i Terbiye Dersleri’ni de ilkin onda gö- Meriç yaklaşık 40 yıl sonra, 1978’de Halil Açıkgöz’e rüyorum. Nihayet Ömer Hilmi. Lafazan, kendini Hatay’daki “manda idaresi” hakkında şunları söyle- beğenmiş bir deklase. Dârülmuallimîn-i Aliyye’nin yecekti: edebiyat şubesinden mezun olduğunu söylüyor. İki- de bir yazdığı kitaplarla övünen bir Çerkes.24 Manda (idaresi) bizi daha çok şuurlandıracaktı. Kay- naklarımıza sahip çıkacaktık.26 Yanlış anlaşılmasın, bu dersleri lisede değil, orta mektepte okuyor Hüseyin Cemil. Lise tahsili için Hatay’ın Benzersiz Macerası Antakya’ya gitmek zorunda. O sırada Antakya Sul- Hatay’ın ana vatan Türkiye’ye katılması, yani vilayet- tanisi, Fransız eğitim sistemine göre tedrisat yap- lerimizden 67.si olması, ancak Atatürk’ün ölümün- maktadır. Burada Antuvan Efendi adlı tercümeleri den 1 yıl sonra, 1939’da gerçekleşecektir. Bundan basılmış bir Ermeni, yine Dârülmuallimîn-i Aliyye önce 1 yıl kadar süren bir bağımsız Hatay Devleti mezunu Lami Bey ve “şair, muhibb-i cemal, kalen- tecrübesi vardır. Ondan önce de Suriye bölgesinde der bir Osmanlı” olan Ali İlmi Fani onun ilk hoca- bir manda idaresi kurmuş olan Fransızların egemen- ları olurlar. Ali İlmi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul Darülfünunu’nda metin şerhi hocalığı yap- 25 Jurnal II, s. 249-255. Cemil Meriç’in sınıf arkadaşı Kemal Sülker de hatı- mış bir 150’liktir. Bu kaliteli hocaların doldurduğu ralarında, 1940’larda Hatay’da yaşayan Şam Hukuk mektebi’ni bitirmiş bir avukattan (Attarzade Sunî Bey) söz etmektedir. Bkz. Kemal Sülker, Savaş bardak, Mülkiye mezunu Memduh Selim adlı di- Yıllarında Bir Sürgün, İstanbul 1986, Çağdaş Yayınları, s. 105. siplinli bir hocanın da sıkı tezgâhından geçmiş, kı- 26 Açıkgöz, age, s. 322.

21 Jurnal I, s. 71. 22 Jurnal I, s. 36. 23 Jurnal I, s. 78. 24 Jurnal II, s. 249.

49 liği. Fakat Suriye bölgesinin genelinden epeyce farklı şahadetini kabul etmezsiniz, sonra benden de vesika bir karakter arzettiği için İskenderun-Antakya bölge- istersiniz... Böyle bir vaziyette benden tarihî vesika si (Fransızların deyişiyle Sanjak), farklı bir idarede istenmesinin kıymeti yok” dedi. Ben dedim ki: Hayır toplanmış, burası özel bir yönetim sistemine kavuş- Atatürk “Bunu yapacaklar” [dedi]. Kalktı, kütüp- turulmuştur Fransızlar tarafından. hanesinden... Buldu. Bir [kitap]. Zannederim 145. sahifede hatırımda kaldığına göre, “Bunlar Hasan Türkiye, 1936’dan itibaren dünyadaki şartların gev- Sabbahîn, ne Araptır, ne Kürttür. Aşağıda kalan- şemesiyle birlikte Hatay meselesine yoğunlaşmaya lar Arap, yukarıdakiler Kürtleşmiş. Aslen Türktür” başlamıştır. Fransızlar ise direnmektedir. İki taraf dedi. Onun üzerine Atatürk’e arzedildi. Sonra Ata- arasında bölge halkı üzerinde bir propaganda savaşı türk bu Eti-Türk meselesini ortaya koydular.27 başlar. Fransızlar, Türk olmayan nüfusun fazlalığı- nı gerekçe gösterir Hatay’ın ellerinde kalması için, Görüldüğü gibi mesele, tamamen ideolojik düzey- Türk tarafı ise nüfusun ¾’ünün Türk olduğunu id- de cereyan etmektedir. “Bilimsel kanıt bulunacak, dia eder. Fransızlar Nusayrîlere, yani Arap Alevilere bul!” tarzında işleyen mekanizma, bu yolda o za- Sünni Türklerin kendilerinden farklı olduğunu tel- mana kadar hayatın ve özellikle de siyasetin dışında kin ederler. Türkiye ise Alevîlerin aslında Araplaşmış tutulmaya çalışılan din adamlarını, şeyhleri propa- Türkler olduğu iddiasındadır. ganda yapmaları için Türkiye’den Hatay’a Milli Em- niyet araçlarıyla taşıma noktasına kadar varmıştır.28 Şu bir gerçek ki, Hatay –aslında Atatürk’ün verdiği Hatta Alevilerin en meşhur şeyhlerinden biri ölür bir isimdir- o yıllarda Türkiye’nin geçirdiği etnik ve ve zamanın valisi onu Alevi mezarlığına değil de, kültürel homojenizasyon ameliyesinden geçmemiş- Sünni mezarlığına gömdürmek için mücadele verir tir, bu yüzden Cumhuriyet yöneticilerinin kafasını ve sonunda muvaffak olur. Bu da yetmez, Antakya ciddi biçimde karıştırmakta, ciddi sıkıntılar doğur- Hastanesi’nin karşısındaki Alevi mezarlığı bir gecede maktadır. yüzlerce, binlerce amele getirtilerek kaldırılır! Böy- lece Alevilerin Türkleştirilmesi ve Sünnileştirilmesi Durum şudur: Türkmenler, Sünnidir. Ancak Alevîler operasyonu tamamlanır. Türkiye’deki Alevîlere hiç benzememekte, zira kendi- lerini Arap olarak görmektedirler. Alevî olmaları ha- Hatay’da bağımsız bir Türk devletinin 1938’de ku- sebiyle TC standartlarına uygun gibiler, ancak Arapça rulmasından önce ne harf devrimi yürürlüktedir, ne konuştukları ve kendilerini Arap olarak kabul ettik- şapka inkılabı. Fakat mücadele sırasında Türk yöne- leri için onların Türk olduklarını iddia etmek o kadar ticiler, ısrarla şapka giyerler. Bunu bir kimlik mese- kolay değildir. Hıristiyan Araplar da vardır, Müslü- lesi haline getirirler adeta. Türk olmanın alamet-i fa- man Çerkesler de. Fransızlar bu etnik mozaiğin fark- rikası şapka giymektir noktasına götürürler işi. Buna lılığından yararlanarak ayakta durmaktadırlar. Daha mukabil o zamana kadar şapka giyen Hıristiyanlar, ç o k d a A l e v i l e r i v e O r t o d o k s l a r ı t u t m a k t a d ı r l a r . Türklere inat, farklılıklarını sergilemek amacıyla fes giymeye başlarlar ve Türklerin şapkalarının yırtılma Bu sıkıntı, devletin en tepesine de sirayet etmiş- hadiselerine rastlanır zaman zaman. tir. Hatay Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Tayfur Şimdiye kadar Hatay’ın bu nevi şahsına münhasır Sökmen’in Arı İnan’a anlattıklarına bakılırsa, Sünni özelliği üzerinde sosyolojik veya sosyal tarih nokta-i Türklerle Alevi Araplar arasında birbirinin camileri- nazarından durulmamış olması büyük bir kayıptır. ne gitmeyecek kadar mesafe açılmıştır. Fransızların Bu yıllar, bulunmaz bir sosyal bilim laboratuvarıdır 1936’da Alevilere “Siz ne Arapsınız, ne Türksünüz, aslında. Düşünün, Türk ordusu Hatay’a girdiğinde ne Müslümansınız, siz ehl-i salib bakayasısınız (Hı- hangi manzarayla karşılaşmıştı? Şükrü Sökmensüer’e ristiyan kalıntıları)” der. Sökmen bu olayı Atatürk’e kulak verelim: aktarınca onun cevabı, “Bir tarih bulun” olur. Tarih- çi Necip Asım’ı İstanbul Moda’daki evinde bulurlar. Bundan sonrasını ilginç ayrıntılar içerdiği için Tay- 27 Arı İnan, Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul 1997, Çağdaş Yayınları, s. 175. fur Sökmen’in kendi ağzından dinleyelim: 28 Bkz. Zamanın Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer’in Arı İnan’a anlattıkları, age, s. 91-92. Mesela: “Bunların arasında bir de meşhur Nakşi- Dedim böyle bir mesele var. Atatürk vesika em- bendi şeyhi ki, Atatürk çok severdi, Servet Hocayı da ben Osmaniye’den, dağlar üzerinden geçirerek Hatay’a indirdim. Bu halk oylamasından evvel.” retmişler dedim... Adam bana... “Kız alıp kız ver- Afet İnan soruyor: “Niye onu gönderdiniz?” Sökmensüer’in cevabı: “Propa- mezsiniz. Camiye komazsınız, hatta muhakeme ganda için. Çünkü doksan bine yakın Alevi vardı. Onların arasında da bu Servet Hoca propaganda yapabilecek bir adamdı.”

50 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Hatay’a gittiğim zaman bütün hanımlar peçeli idi. Son dönem düşünürlerimiz içerisinde harf devrimi- Erkekler fes yerine takke giymişlerdi ve köylüler nin maşerî hafızada yapacağı tahribatı en sık vurgu- Arap kıyafetinde uzun entariler -yere sürüklenerek layan, bu konu üzerinde en fazla duran ve gelecekte o entariler- o Arapların tuhaf bir entarileri vardı.29 doğrucağı anarşiye dikkatimizi en sık çeken yazarı- mız oydu. Belki de, diyorum, bu farkedişlerini, o şi- Halkın giyimlerinden rahatsız olunması tabiidir, kayet ettiği “yabancılık”ına borçludur Cemil Meriç. çünkü Türkiye tam epeyce hale yola sokulmuşken Bir toplumun içindeki sürgün, o toplumun hafıza- böyle bir manzara ile karşılaşmak, tuhaf gelmektedir sının sürgüne gönderilişini hüzünle seyretmekte ve bir Cumhuriyet Valisine. İsrafil’in surunu eline alarak olanca kuvvetiyle hay- Şapka inkılabı 14, harf inkılabı ise 11 yıl sonra tat- kırmaktadır: bik edilecektir Hatay’da. Yani 1938-1939 yıllarına kadar Hatay halkı, eğitimini tıpkı Cemil Meriç’in lise Bana öyle geliyor ki, kapakları açılmış bir baraj hayatında olduğu gibi eski yazı ile görmekte, resmi gibi, kelimeler boşalacak içimden. Günlerce, aylar- yazışmalarını yine o harflerle yapmaktadır. Fransız- ca. Ama bu kelimelerin hangi düşünce çarklarını ca bilen epeyce Hataylı bulunmaktadır. Medreseli döndüreceği belli değil. Onları çok defa kendim de Arapça hocaları hâlâ ders vermektedir. Tarikatlar, tanımıyorum... Kelimeleri sana veriyorum okuyu- özellikle de Aleviler hâlâ faaldir, tekkeler açıktır. Bü- cu... Onlar yanıp sönen birer oyuncak. Boş içleri. yük ölçüde hâlâ Osmanlı kanunları geçerlidir. Bütün Boş mu? Alev var göğüslerinin içinde, barut var, memurları Suriyeli olup Şam’dan, Halep’ten gelmiş gözyaşı var.31 Araplardır. Hatay’da üretilen meyve ve sebzelerin pa- zarı hâlâ Suriye’dir. Çünkü Türkiye’ye doğru dürüst Kelimeler, yani dil. Dil, yani mazi, yani tarih. Son bir karayolu dahi yoktur.30 sözü “sözün sultanı”na bırakmak en iyisi:

İşte Cemil Meriç bu şartların cari olduğu bir toprakta Mâzi yok, tarihimizi tanımıyoruz. Din ölüm ya- doğmuş ve büyümüş, bu etnik ve dinî mozaik, bu tağında. İnsanları bir araya getiren hiçbir ideoloji Türk Standartları’nın tezgâhından geçmemiş eğitim doğmadı. Nihayet dil de elden gitti. Türk milleti. sistemi, bu manda yönetimi, Fransızcanın, Arapça- Hangi millet? Milliyetçiyiz.. Hangi milliyetçilik? nın ve eski yazının mecburi olduğu, en sıkı Fransız Batı’nın en bedbaht, en sarsak, en hasta fikir adamı, kitabet derslerinin okutulduğu ve Türkiye’dekine kı- basubadelmevt hülyalarıyla avutabilir kendini. Ka- yasla ideolojik propagandadan daha azade, daha az dirşinas bir el, gübre altında kalan inciyi asırlarca kafaları kireçlenmiş ve daha az mitlerle meşgul bir sonra insanlığın tefekkür gerdanlığına iliştirebilir. topraktan yetişebilmiştir. Dilin medeni memleketler argosundan çok daha bü- yük bir hızla değiştiği bir ülkede, yarım okka esrar Lisesinin birinci sınıfında Victor Hugo, ikinci sınıfın- içen bu kadar çılgınca bir hayale kaptırmaz kendi- da Chateaubriand, üçüncü sınıfında Lanson, Molie- ni... Hangi “posterite”?.. Bu millet on senede bir de- re, Corneille ve Racine okutulan; bakalorya imtiha- ğişen hafızasız nesillerin amalgamı...32 nında Şam’dan gelen hocanın Hüseyin Cemil’i cevap veremeyince ağlatan “Napolyon’un Mısır’a getirdiği bilginlerin isimleri nedir?” sorusunun sorulduğu; edebiyat derslerinde Fevz-i Hindî’nin en içinden çı- kılmaz şiirlerinin tahlil edildiği bir eğitim sistemiydi Cemil Meriç’i yetiştiren. “Deracine” olmuş, kökle- rinden sökülmüş ve hafızası kazınmış akranları il- kokulu bitirdiklerinde harf devrimi yapılınca zır ca- hil kalırken o, Antakya Sultanisi’nin dershanesinde Promete efsanesini bir kere dinledikten hemen sonra unutmayıp yazmanın talimini görüyor, verilen Fran- sızca iki kelimeden yirmi cümle kurmanın tekniğini kapıyordu.

29 Arı İnan, age, s. 108. 31 Jurnal I, s. 64-65. 30 Arı İnan, age, s. 225. 32 Jurnal I, s. 109-110.

51 CEMİL MERİÇ’İN BENİ İLGİLENDİREN YANI

Doğan HIZLAN

Cemil Meriç’in beni ilgilendiren yanı, bazı temel yön- çekten romanın hangi yaşama biçiminden geldiği, temlerle ilgilenmesidir. Temel yöntemler derken, ge- hangi toplumdan geldiği konusunda tartışmalar çok çerken çok önemli olan, bazı kelimelerle düşünme- azdır. Bir ya da iki yazarı şimdi hatırlayabiliyorum. miz, kavramlarla düşünmeyişimiz ve yüzeyde olan Ama romanın Osmanlı İmparatorluğu’nda olup ol- kelimelerden kavramlara inmeyişimizdir. Kavram maması kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan- kargaşası da yarattığımız içindir ki, aslında anlaş- ların kültür düzeyinin romanı anlamaya yeterli olup mamızı bir yana bırakalım, tartışmamızın da olanağı olmadığını anlamaya önem veriyor. E tabii, bir top- yoktur. Bu bakımdan Cemil Meriç’in kavram konu- lum bir türü daha önce anlayacak ki o anladığı türde sundaki düşünceleri ve buna verdiği ağırlık beni çok yeniden yaratıya geçebilsin, başka şeyler yaratabil- ilgilendiriyor. sin. Cemil Meriç azgelişmişlik kavramının doğrudan doğruya bize yapıştırılmış bir yafta olduğunu söylü- Yükselişlerden çok çöküşlerin anatomisi beni daima yor. Gerçeklik payı, haklılık payı tabii büyük oranda çekmiştir. Bu bakımdan da Cemil Meriç’in bir impa- var. Bize biçilen bir söz bu, aynı alaturka gibi. Ama ratorluğun çöküşünün anatomisini yaptığı yazıları, doğrudan doğruya bu aktarımların içinde hiç kuşku- değerlendirmeleri çok önemlidir benim için. Daima, suz ki yeniden yaratma çok önemli. imparatorluğun çöküşü, bir cumhuriyet objektifi açısından değerlendirilip bakılmıştır. Bu, aslında, Cemil Meriç bir uygarlık kavramının da peşinde. bir imparatorluğu, kendi koşulları, kendi yaşama Yani bir uygarlık kavramı derken uygarlığı oluşturan biçimi, kendi oluşma ve ayakta kalma biçiminden öğeler, unsurlar nelerdir? Bunun Doğu’da ve Batı’da yoksun kılan bir yöntemdir. Cemil Meriç yalnızca aranmasına çıkıyor, aslında müthiş bir kâşif. Bun- bir padişah meselesinde odaklanan ve eksenlenen ları keşfetmek için her iki ülkeyi de, Asya’yı da ve bir çöküşü değil, bununla birlikte, ekonomiden dış Avrupa’yı da dolaşıyor. düşünce hareketlerine, akımlarına kadar; içerdeki gelişmelerden yani saray mensuplarından tutun Jön Paris’ten buraya geliyor. Oradan Doğu’ya gelme- Türklere, bütün dışarda özgürlük için çalışanlara ka- seydi, Doğu’yu yalnızca Doğu yöntemleriyle değer- dar imparatorluğu çevreleyen kişiler topluluğunun lendirebilir ve çok cılız, tutarlılık dediğimiz ama ve buradaki ekonomik nedenlerin de kaynağına iner. burada tutarlılığı kullanamayacağız bir tek düzeliğe düşebilirdi. Batı’nın yöntemleriyle ve Batı bilgileriyle Cemil Meriç’in zaman zaman insanı etkileyen deği- Doğu’ya yöneldiğinde, insan hem nesnel hem de öz- şik üslubuyla –ki bu üslup bir ölçüde onun kişisel nel bazı değerlere, yargılara varabiliyor. üslubu olduğu kadar bir ölçüde de o kuşağın çok renkli okurken insana gerçekten büyük tadlar veren Kavramlar konusundaki tartışmaları ve araştırmaları üslubudur- anlattıkları bu açıdan çok önemlidir. çok ilgi çekici ve bir çeşitlemedir Cemil Meriç’ in yap- tığı. Yani “aydın” için düşünüyorsunuz: Tanzimat’ta Sözgelimi, romanın anlaşılmadığı, bizde, roman geç- aydın, Cumhuriyet’te aydın, Batı karşısında aydın, mişinin olmadığı konusunda çok tartışma yapılmış- Doğu’nun aydını... tır, birçok kişi bu konuda yazılar yazmıştır. Ama ger-

52 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Aydın konusunda bir düşünceye varmak istiyorsa- konudaki yeni eleştiri zincirini de bilen bir genç ku- nız, bence, Cemil Meriç’in aydın tanımı, aydına karşı şak, sanırım, İsmail Habip Sevük’ün Türk Teceddüt durduğu ya da aydını onayladığı, benimsediği yer- Edebiyatı’ndan bir tat almayabilir. Çünkü biz onda lerden yola çıkmayacaksınız belki de. Ama Cemil bir edebiyat tarihçisinin nesnel yöntemlerinden çok, Meriç’in – ki Türkiye’de bu çeşit yazanlar, düşünen- şairane bazı tasvirlerle bir yazarı, bir şairi tanırız. Ama ler pek azdır – verdiği malzemeyle yeniden bir yo- birçok kişiyi biz ondan tanıdık diyor Cemil Meriç. ğurma yapabilirsiniz. Cemil Meriç bazı değerlendirmelerinde şu yöntemi Bence Cemil Meriç’in asıl özelliği insanı düşünmeye tavsiye ediyor: “Bazı konuları, bazı akımları, kişileri, alıştırmasıdır; çünkü dikkatli okumazsanız ve siz de biz kendi döneminde tanımalıyız. Bu ona verdiğimiz yeniden sentez yeteneği yoksa – ki bence her okurda önemin bir yanı, ama daha doğrusu bugüne kalan yanı sentez yeteneği olmalıdır – bu malzemeleri değerlen- nedir? Çünkü biz sadece bugüne kalan yanıyla değer- diremezsiniz, aydınlarla, intelijensia ile ilgili yazıla- lendiriyoruz. O zamanda yüzyıllar boyu gelen bir zin- rını okuyup da, sanırım, belli bir aydın kavramına cirin halkalarını hiçbir zaman söz konusu etmiyoruz, ulaşmakta, bir tip aydın oluşturmada zorluk çekebi- hatırlamıyoruz ve anmıyoruz da” lirsiniz. Ama aydın kavramı üzerinde bu çeşitleme- lerden, Türkiye’deki Tanzimat’tan bu yana aydının Gerçekte düşünmek gerekir ki İsmail Habip Sevük’ün davranışını, katılışını reddedişini yüceliğini, korkak- kitapları bir kuşağa birçok yeni yazarı sevdirmiştir. lığını, her şeyini o malzeme yığını içinden çıkarıp Biz o zaman bu kitabı unutmuyoruz, Cemil Meriç bulmanız mümkündür. bize unutturmuyor; ama o kitaptan sonrasını da tar- tışıyoruz. Cemil Meriç’in her konuda verdiği bilgiler insanda mukayese imkânı yaratır. Siz eğer sadece onları ka- Eğer eleştirel bir gözle bakmadığımız bir Cemil Me- bule yanaşır, edilgen, pasif bir biçimde okursanız, riç olursa, biz, İsmail Habip Sevük’ün kitabına hay- Cemil Meriç’in bilgi dolu cennetinde yaşar, onun bir ran olacağız, tutku duyacağız, aşık olacağız; ama tasdikçisi olur çıkarsınız. Bence Cemil Meriç böyle ondan sonra gelenleri yok sayacağız ve sadece onun bir okur istemiyor; çünkü böyle bir okur isteyen bir kısıtlı dünyasında kalacağız. Ama onun da dünyasını insan bu kadar malzemeyi, zengince, cömertçe; hatta bilmeden yeni edebiyat tarihlerini de değerlendire- zaman zaman hovardaca sunmaz size. meyeceğiz. Cemil Meriç’in sunduğu bir Avrupa kavramı vardır; Benim için Cemil Meriç her zaman kişilerin peşine hatta iki Avrupa kavramı. Gerçekten de öyledir. Bi- takılmamayı gösteriyor. Aslında kendisi, “bazen her zim gibi topyekün, total yargılara alışmış bir ülkede, Mayıs’ta Balzac okurum, Balzac tutkum alevlenir, ba- Cemil Meriç daima iki Avrupa var diyor. Gerçekten har gibi yeşerir” diyor. Doğrudur. Her yazarın sevdi- iki Avrupa var. Biz ise bir Avrupa biliyoruz, Avrupa’yı ği, tutkun olduğu, usta saydığı kişiler vardır, Cemil kastediyoruz? Eleştirmelerde de böyledir. Bir bakar- Meriç’in de var. Kavramlar da vardır, belli bir dünya- sınız Divan edebiyatı böyledir diye yargıda bulunup yı kurmaktır, normaldir. Ama bu dünyayı oluşturan kestirmeden gidiyoruz. Divan edebiyatındaki şairler her parçanın da tartışılması gerekir. Sözgelimi Cemil öyle midir? Fuzuli, Baki, Necati bir mi? Yani Divan Meriç’in söylediği kişiler, sözler kabul değil, tepki edebiyatı şemsiyesi altına sokup global bir değerlen- uyandırır. dirme mi yapacaksınız? Aslında bir düşünürün iki işlevi vardır, iki de ama- İşte Cemil Meriç’in iki Avrupa var demesi iki gerçeği cı ve önemi: Tepki gösterilmesini sağlamak, bir de düşündürüyor. Gerçekten de Avrupa bir tiyatro mas- taraflar bulmak; kendi düşüncesini kabul ettirmek. kı gibi, hele bizim gibi ülkeler bunu çok iyi biliyor, Kendi düşüncesini kabul ettirmede gerçekten usta; zaman zaman gülenini zaman zaman da ağlayanını ama ben Cemil Meriç’te aynı ustalığın tartışma baş- takıyor. latmakta da olduğunu görüyorum. Tabii aslında Cemil Meriç’i yeniden okurken deme- yeyim, ama bazı bazı bakarken unutulmuşlukların da acısını çekiyoruz. Yöntemler değişmiş olabilir, bugün belki değişik edebiyat yöntemleri bilen, çağ- daş edebiyat yöntemlerini okumuş; hatta Batı’nın bu

53 İKİ ÖLÜM Milliyet, 16 Haziran 1987

Ahmet OKTAY

Çok istedim; ama Cahit Zarifoğlu’yla da Cemil yonları aşmış, Türk aydınının en büyük sorununun Meriç’le de tanışamadım. Türkiye’de entelektüel ya- bireşim (sentez) yokluğu olduğunu sezmiş ilk ya- şam ayrı dünya görüşlerine sahip yazarların bir diya- zarlardan biriydi. Yapıtının bir Hilmi Ziya Ülken’in- log kurmasına henüz izin vermiyor. Sağ’ın ve Sol’un ki gibi dizgesel olmayı amaçlamadığı söylenebilir. tarih içinde oluşmuş söylenleri var. Bu yüzden ya- Gelgelelim, yazılarının hepsi birbiriyle ilintilidir ve zarların, aydınların varoluş nedenlerine ilişkin kimi doğu/batı bireşimi çabasıyla örgütlenmişlerdir. O sorunlar üzerinde bile birlikte düşünmek mümkün kapsamlı Hint Edebiyatı ile Saint-Simon’u birbirine olamıyor. Karşıt olmayı düşman olmak sanıyoruz ne bağlayan budur. Meriç Yahya Kemal’le ilgili bir ko- yazık ki. nuşmasında “iftiraya uğrayan bir tarihi diriltmekten söz ediyor.” Yapılması gereken gerçekten böyle bir Cemil Meriç’le çok yakındı evlerimiz. Ama ne zaman iftiranın olup olmadığını araştırmak, bu araştırma kapısını çalmak kararıyla yola çıktımsa orada fanatik sırasında tarihin gözden kaçmış olgularını ve sorun- bir sağcı konukla karşılaşırım korkusuyla geri dön- larını yeniden gündeme getirmektir. düm. Çünkü ömrünü yalnızca okuma yazmaya ada- mış ve yalnızca kültür adamı olmayı seçmiş Cemil Hiç kuşkusuz birtakım çevrelerde hâla taraftarı bu- Meriç’e sağcılar sahip çıkmıştı. Konuklarında onun lunan tarihsel yanılgı yaklaşımının doğru olduğunu toleransını ve ufuk genişliğini bulamayabilirdim. öne sürüyor değilim. Marksist solun kuramsal yakla- şımları ve çözüm yolları ile İslamcılığın öngörüleri Cahit Zarifoğlu daha ilk şiirleriyle ilgimi çekmişti. ve amaçları arasında bana göre giderilmesi imkansız Yenilikçi şiirin içinde yer almıştı ve mistik bir havası farklar vardır. Ne var ki sol da artık tarihi başka türlü vardı. Giderek dini eğilimleri ağır basmaya başladı okumayı öğrenmeli, geçmişin değerlendirilmesinin ve muhafazakar bir bakış açısına yerleştiği görüldü. ve canlı tutulmasının önemini kavramayı bilmelidir. Yine de çağdaş kalmayı, günümüz insanının sorun- Kültür bir bütündür ve insan kuşaklarıyla birlikte larını sezmeyi başararıyordu. Yaşanan bunalımdan gelişip zenginleşmekte, çeşitlenmektedir. Farklı dü- çıkış için önerdiği yol benim açımdan hiç kuşkusuz şünen aydınların negatif bir birliktelik içinde olma- tutarlı ve gerçekten özgürleştirici değildi ama şii- larında yarar vardır. En azından birbirleriyle konuş- rini ve yazısını bu bunalımın içinde üretiyor, daha maları, birbirlerinin yazdıklarını okumaları gerekir. da önemlisi duyarlı ve hoşgörülü olmayı biliyordu. İslamcı kesim içinde Sezai Karakoç’tan sonra anıla- Cahit Zarifoğlu’nun ve Cemil Meriç’in ölümlerinin bilecek Rasim Özdenören, Nuri Pakdil gibi birkaç ardından bunları düşündüm ve bu türden ölümler- addan biriydi. le kültür yaşamımızın eni konu erozyona uğradığını bir kez daha anladım. Hiç kuşkusuz Cemil Meriç, bu saydığım adların ho- cası konumundadır. Ömrünün 33 yılını kör olarak geçiren, ama birçok kişiden daha duru gözlerle kül- tür sorunlarımızı görebilen Meriç, basit vulgarizas-

54 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

HERNANİ TERCÜMESİ

Sabri Esat SİYAVUŞGİL

Hernani tercümeni sayfa sayfa okudukça, bil- der de beklersen, bundan üç asır sonra bir müsteşrik sen sana ne kadar acıdım, kendimi ne kadar çıkar, benim Ruy Blas ile senin Hernani tercümeni suçlu hissettim. Manzum tercüme, hem de bir kütüphanede keşfeder, ilim ve edebiyat âlemine Victor Hugo’dan. Fransız romantizminin ilk meydan tanıtır, o zaman Garplılar: - Vay, Victor Hugo üç asır muharebesi ve ilk zaferi, cihan edebiyatına şeref ve- evvel Türkiye’de manzum olarak tercüme edilmiş de ren bir âbide! Kimbilir, ne kadar da göz nûru dök- haberimiz yokmuş, derler. tün, kaç gece uykusuz kaldın, bir mısraın inadı, bir kafiyenin serkeşliği kimbilir sana ne kadar ıztıraba İşte maddî ve manevî mükâfatlarının bilançosu! Sen mâloldu. tut da dedikodu muharriri olacağına, manzum ter- cümeler yap. Mayk Hammer’e dudak bük de Victor Bu sancıları ben de tattım da bilirim. Güzel tercüme- Hugo’yu seç. Olacak şey mi bu, a Cemil Meriç! Bu ni okurken, o eski günleri yeniden yaşar gibi oldum emeği pehlivanlığa verseydin, Kırkpınar’da başa gü- ve üzüldüm. Kendimi suçlu buldum. Eğer büyük bir reşir, altın saat kazanırdın. Futbola himmet etseydin, tevazuyla bana ithafında söylediğin gibi, bu yolda şu mevsimde en az yirmibin liraya transfer olurdun. sana örnek olmuşsam, bilmeyerek sana kötülük et- Şarkı söylemeyi öğrenseydin, Pırlanta gazinosunda mişim, göz nûruna kıymışım, seni bir hülyanın, bir gecesine bin lira kıvırırdın. Resmini gazetelerin ilk vehmin kurbanı etmişim. sayfasına basarlardı, gittiğin yerde itibar görürdün, kimse arkandan “Edebiyatçı!” diyerek seninle zevk- Belki şimdiden ayılmışsındır, ama ben yine sana ha- lenemezdi. kikatin bilançosunu çıkarıvereyim. Maarif Vekâleti, bu ömür törpüsü himmetinin maddî karşılığını Bu cevherini neden başka yerde göstermedin de ille mısralardaki kelimeleri birer birer sayarak düz yazı iğne ile kuyu kazmayı ve üstelik bizden iltifat bekle- hesabına ödeyecektir. Eline verecekleri birkaç yüz meyi denedin, a çocuk! Etrafına hiç bakmadın mı? liradan kağıt ve daktilo masraflarını çıkardıktan son- Mösyö Seguin’in Keçisi hikâyesini de bilmez değilsin, ra, avucunda kalana bakma, utanırsın. Sakın, ikinci hani. Keyfinin istediğini yapmak sevdasıyla kurda baskı ümidine de düşme. O Hernani’nin kardeşi Ruy yem olan o keçinin misali de seni ürkütmedikten Blas üçbin mevcudunu on yılda tüketemedi. sonra, sana felâh yoktur, zavallı Meriç’im! Sanki sana yok da bana var mı? O da ayrı hikâye! Manevî mükâfata gelince, ona da fazla bel bağlama. Bir Maarif madalyası yok ki verilsin. Gazetelerimizde ne yer, ne de heves kaldı ki bu yaman emeğin takdir edilsin. Başı bir tekkeye bağlı olmayan edebiyat mec- muamız çıkmıyor ki anandan öğrendiğin Türkçe ile vezin ve kafiye kullanmak cüretini hoş görerek sana iltifatta bulunsun. Ama bir teselli noktası var. Sabre-

55 KARANLIKTAYIM VE TEDİRGİNİM Cumhuriyet, 10 Şubat 1997

Attila İLHAN

Cemil Meriç’i ömrümde hiç görmedim, hiç ladım mı acaba? Diyaloğa daima açık, dostluğa ebe- konuşmadık; ilk gençlik yıllarımda, sadece diyyen susuzum. Bir kelimeyle ‘ ıslah kabul etmez bir Balzac’tan çevirdiği “Altın Gözlü Kız” roma- santimantal’ veya ‘içi dışı bir adam’ olarak vasıflandır- nının başına yazdığı Balzac ‘monografisi’ ona hayran dığın Attila İlhan’ın bir nüsha-i saniyesi de benim; top- olmama yetmişti; “ilerici” bir aydın diye biliyorduk, lumcuyum elbette, fakat itiraf ederim ki kelime benim o yüzden midir nedir, sanırım son Paris dönüşüm- için eski şiiriyetini kaybetti. Daha doğrusu, hudutları den sonra, onun artık “İslamcı” kesimin bir yazarı ol- meçhul, muhtevası kaypak bir mefhum olarak görüyo- duğunu işittiğimde, içimde çıt diye bir şey kırılmış; rum toplumculuğu; belki gençliğimin dünyası ile tema- ülkemizin şartları altında, ne çok aydının ne türden sımı kaybettiğim için. Karanlıktayım ve tedirginim...” değişikliğe uğramak zorunda kaldığını düşünmüş- (İstanbul’dan Ankara’ya 19 Temmuz 1974 tarihli tüm. mektubu). “Hangi Batı”yı yayınlamışım, o zamana kadar ilerici Herkesin besbelli kendisine göre yorumlayacağı bu kesimden kimsenin söylemediği şeyler söylüyorum. satırların benim üzerimdeki etkisi, kalın bir hüzün- Batı kültürü ve politikası hakkında ciddi bir eleştiri dü. Aydınlarımıza nasıl bir hayat ortamı, ne türlü bir kapısı açıyorum. imkansızlıklar labirenti hazırlıyor, onları içine salı- veriyorduk ki Cemil Meriç - ve onun gibi daha nice- Sağdan soldan türlü çeşit tepki yağıyor. Bu eleştiriler leri- yüreğiyle ‘toplumcuyum elbette’ diyor, sonra da arasında hiç beklemediğim bir destek yazısı, imzası boynunu büküp ekliyordu: “Karanlıktayım, tedirgi- ‘Cemil Meriç’... Bunun üzerine, aramızda bir mek- nim!” tuplaşma başladı. Ben, pekçoğumuzu tedirgin eden açıksözlülüğümle ona “doğrusu şimdi bulunduğu yeri yadırgadığımı” açıklıyorum; peki herkesin “İslamcı- nın önde gideni” saydığı Cemil Meriç, acaba ne ce- vap veriyor? Bir bakar mısınız: Cemil Meriç adı... “... ‘bizim kuşağın toplumcuları arasında Cemil Meriç adının özel bir yeri vardır ki ben ya ıslah kabul etmez bir santimantal ya da içi dışı bir adam olduğumdan yıllar geçse de seni hep o yerde muhafaza ettim’ diyor- sun: teşekkür ederim, yalnız bu iltifatına ne kadar layık olduğumu bilemiyorum. Yıllar içimdeki büyük sevgiyi - büyük coşkunluğu diyecektim- küllendiremedi. Ama biraz daha reybî, biraz daha karamsar oldum. İhtiyar-

56 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

BALZAC TERCÜMESİ

Mansur TEKİN

Yeni bir Balzac tercümesi karşısında- katlanacağız” demek ister gibi bir tavrı vardır. İnsan- yız. Vak’anın sadeliği, şahısların azlığı ve lık için bu ihtiraslardan, bu bayağılıklardan kurtul- hâdiselerin yalnız bir mihver etrafında dön- mayı temin edecek bir devri, Balzac ne düşünmüş, mesi itibariyle bu esere ‘roman’ değil, “büyük bir ne de telkine çalışmıştır. Bu itibarla Balzac’ı okuyan hikâye” denebilir. Bibliyoğrafya mecmuasında tercü- ve dünya meseleleri hakkında muayyen bir görüşü me tenkidlerini okuduğumuz Cemil Meriç, kendisi olmayan bir adamın dimağında, içinde çırpındığımız de bir tercüme vermek suretiyle tenkidin kolay, biz- bayağılıkların insan fıtratı için âdeta tabiî bir nizam zat başarmanın güç olduğu iddiasına cevap vermiş olduğu akidesi perçinleşir. Balzac’ın başka türlü dü- oluyor. şündüğü isbat edilemez. Çünkü tedkik edilirse, ken- di hayatındaki başlıca saikin de zenginlik hırsı oldu- 184 sahifelik eserin 76 sahifesi Balzac hakkındaki ğu meydana çıkıyor. malûmata tahsis edilmiştir. Şimdiye kadar Balzac’a dair en fazla tafsilât bu eserde verilmiştir. Mütercim Cemil Meriç’in hususî ve süslüce bir üslûbu var. bu malûmatı muhtelif mehazlardan toplamışsa da Bunu bilhassa tercüme tenkidlerinde gördük. Ba- heyet-i umumiyesi, iyi bir terkip vücuda gelmesi için zen eskimiş kelimelere iltifat ediyor. Meselâ bugün kâfi zaman bulunamadığı intibaını veriyor. Daha zi- artık terkettiğimiz muavveç kelimesini kullanıyor. yade başvurduğu eserlerin planına uyarak verilen bu Bu zaafa mukabil Fransızca ekspresyonlara Türkçe malûmatın eklenti yerleri kendini belli etmektedir. ekspresyonlar bulmakta muvaffakiyeti var. Bunlar da Cemil Meriç’in dimağında ve kaleminde bütün bu üslûba bir canlılık veriyor ve tercüme havasını orta- bilgiler birbirine kaynaşmış bir yekpârelik kazansay- dan kaldırıyor. dı çok zevkli olurdu. Altın Gözlü Kız ve Balzac hakkında, böyle bir mec- Umumiyetle sosyal meselelerle alâkadar olan müte- muanın dar hududları içinde fazla bir şey söylemeye fekkirler Balzac’ı tetebbûya şâyan bulurlar. Filvâki imkân yoktur. Bir İngiliz zenginin sefahet âleminde Balzac’ta devrinin bütün hâkim ihtiraslarını bulmak yaşarken muhtelif memleketlerde edindiği iki çocu- mümkündür: Şöhret ve para hırsı yüzünden insanla- ğun, birbirinin kardeşi olduğunun farkında olmayan rın katlandıkları mihnetler, hayatta kadınların oyna- bir erkekle bir kızın, bir genç kıza karşı duydukla- dıkları rol, hasislikler, tamâlar, aile hayatı içinde bu rı alâka dolayısıyla hikâyenin sonunda birbirleriyle haricî âmillerin tesirleri uzun uzadıya tahlil ediliyor. karşılaşmaları, mevzûun esasını teşkil ediyor. 19’uncu asrın başından ortasına kadar Fransız içtimaî hayatını tanımak için, Balzac, sosyologlara zengin Realist bir roman olmaktan ziyade bir masal çeş- materyal vermektedir. Mütercimin de Balzac’a olan nisi taşıyan bu hikâye içinde bile muharrir yer yer büyük sevgisi bundan doğmuş olsa gerektir. Fakat muhite, cemiyete ait doküman mahiyetinde tafsilât işte Balzac’ın kıymeti, fikrimizce bu kadardır; yani vermek fırsatını bulmuştur. Mütercimin Balzac hak- zengin bir malzeme deposu olmasındadır. Zira Bal- kındaki etüd kısmında tesbit ettiğine göre, bu kitap zac, bu hâkim ihtirasların yaptığı tahribatı tasvir et- şimdiye kadar çıkan Balzac tercümelerinin 7’ncisidir. mekle beraber bunlardan bir netice çıkarmaz. Âdeta Muharrire duyduğu hususî sempati ile belki Cemil insanlığın ezelî ve ebedî mukadderatını bu yolda gö- Meriç bu seriye yeni rakamlar da ilâve edecektir. rür. “Ne yapalım, böyle yaratılmışız, çaresiz bunlara Ve bunu beklemek de hakkımızdır.

57 ODUN NELER YAPAR? İnci (Tercüman eki), 6 Ekim 1970

Mehmet NAZIM (Tarık BUĞRA)

— “Sobaya iki odun atıver!” dersiniz. Odun ahenk hastalığından kurtulmuş, değerli duyguların, ısıtır. yeraltı ürünlerini andıran düşüncelerin buluş aracı olmuştur. Hiç kereste fabrikası veya bir doğramacı atölyesi gördünüz mü? Oralarda da kalınlığı, eni, boyu çeşit Bugün o sayılan isimlerin nesirleri çocuksudur, il- çeşit odun’lar görmüşsünüzdür. Cinsleri de çeşitlidir keldir ve elbette en önemlisi, Türkçe değildir. ve her cinsin alıcısı bir değildir. Çünkü onları kulla- Yoo... o isimlerin edebiyat tarihimizdeki rollerini ve nanların arasında marangoz da vardır; inşaatçı veya değerlerini hiçe sayacak değilim. Tam aksine, onları ince mobilyacı da... Mesele o kadarla da bitmez: aynı şapkamı çıkararak anarım. Ama bu rollere ve önem- meşe veya cevizden birisi nefis bir kitaplık veya masa lere saplanıp kalmak ve buna dayanarak, “Ya Allah!” çıkarır da, uyduruk usta veya kalfanın elinde aynı nidasıyla ‘bugün’e selli seyf eylemek bana göre değil. malzeme ziyan olur gider. Bu iş, ilk büyük fizikçilere, kimyacılara, geometri- Konumuz ne idi? Fakat köşemizin üstünde ‘Ede- cilere ve filozoflara sığınıp sonrakileri hiçe sayma- biyat’ yazılı; odunu bırakalım da dil’e bakalım... ya pek benzer... Ve olsa olsa, eskileri de, yenileri de Türkçe’ye yani...Türkçe de öyle işte. Mahmutpaşa ezberden ve okul cümleleriyle bildiğimizi gösterir. pazarlığına da yarar, seçim nutukları atmaya da. Ve Yani bilmediğimizi... aynı Türkçe’yle Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehiri Taş olduğu yerde ağırdır. Sayın Meriç o saydığı isim- yazdı. ’den Yahya Kemal’e kadar bir hay- leri de, onlardan sonra yazmış ve yazmakta olan şair, li dev şair hayat buldu. Bir de Türkçe’yi eciş bücüş hikâyeci, romancı ve denemecilerimizi de şöyle bir edenler var, işin asıl şaşılacak tarafı, üzerinde ahkâm okumalı ve karşılaştırmalıdır. Söylediği gibi cümlele- kesenler ve kuşa döndürmeye çabalayanlar var. ri söylemek için şarttır bu... Şimdi biz, bu durumda ne yapacağız? Aceminin ace- Yüzyıla yakın bir zaman içinden seçilmiş, edebiyat misi, zevksizi, beceriksizin beceriksizi mobilyacıya tarihlerinin ve kolaycı estetlerin desteğini kazanmış değil de, o cânım cevize veya ardıça mı yüklenece- isimlere saplanmak yanılmayı, hem de tehlikeyi ve ğiz? Birtakım insanlar işte bu akılalmaz şeyi yapıyor zararlı bir yanılmayı önle[ne]mez hâle getirir, zira ve “bugünkü Türkçe”yi kötülüyor, bunu yaparken de aynı süre içinde ciğeri beş para etmeyen yığınla in- keyifleniyorlar. Bunlardan birisi -Cemil Meriç- Hi- san gazeteleri, dergi ve kitap sayfalarını boşu boşuna sar dergisinin son sayısında, “bugünkü cıvık, yüzsüz, kirletip ziyan edip durmuşlardır. Eski zamanlar için bed nesir” diyordu. Sayın Meriç’e göre, nerde Namık bunları yok saymak, ama ‘bugün’e gelince de, sadece Kemal’ler, Süleyman Nazif’ler ve Cenab Şahabed- o çeşit yazarlara saplanıp, iyi ve anlayışlı eleştirmeci- din’lerle Yakup Kadri’ler, Refik Halid’ler ve Mithat ler, değerlendiriciler bekleyen Türkçe işçilerini gör- Cemal’ler, nerde bugünküler? memek bana göre değildir... Halbuki Bugün, evet, cıvık, yüzsüz, bed bir nesir, yani Halbuki durum tam mânâsiyle aksidir. Türkçe ge- Türkçe’yi öyle kullananlar vardır. Ama tıpkı bütün lişmiş, güzelleşmiş, tumturaklardan, kelime pitores- dönemlerde olduğu gibi. Bana ne onlardan? Ben ki düşkünlüklerinden, boş gümbürtülerden, kolay Türkçe’yle bugüne kadar yarısı yapılamayanları ya- panlara bakarım...

58 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

RODİSON ve BATI’NIN DOĞUBİLİMİ Cumhuriyet, 19 Temmuz 1984

İlber ORTAYLI

Maxime Rodinson’un La Fascination L’Islam Rodinson, Batı oryantalizminin, yani Batı’nın Doğu (1980) adlı ünlü kitabı Cemil Meriç tarafın- hakkındaki tetkiklerinin irdelenmesine Ortaçağlar- dan Türkçeye kazandırıldı (Pınar Yayınları, dan başlıyor. Bu zamanlarda edinilen bilgilerin nite- 1984). Rodinson’un bu eseri, yayınlandığı günlerde liği ve bilgi edinme yolları bizim tanıdığımız cinsten pek gözde olan ve yer yer polemikçi kitaplara has değildir; ama 13-15. yüzyıl Avrupasının Müslüman abartmalardan kurtulamayan, Edward Said’in Orien- Şark hakkında hiç de küçümsenmeyecek bilgi- talism adlı eserine bir cevap gibi görünüyordu; ama ye sahip olduğuna kuşku yoktur. (Dante’nin İlahi değildi. Sadece heyecan ve paranoyaya karşı, soğuk- Komedi’de İbn Sina ve İbn Rüşd’ü bir türlü cehenne- kanlı ve saygılı bir bilim adamının değerlendirme- me koyamadığını hatırlayalım) siydi. Farklı Bir Göz Said’in kitabı iki yıl önce Türkçeye çevrildi. Rodin- son’un 1976’da tanınmış bir derleme (The Legacy of Rodinson’un Doğu dünyası hakkında verdiği bilgi- Islam / İslam’ın Mirası) için kaleme aldığı “The Wes- ler her zaman abartmasız ve dengelidir. Onda siya- tern Image and Western Studies of Islam” (Batı Gözün- sal önyargılara ve yaranma gayretlerine rastlanmaz. de İslam ve Batılı İslamiyet İncelemeleri) adlı maka- Tarihte İslam dünyası ile Hristiyan dünyasının iç içe lenin gözden geçirilmiş hali olan Batı’yı Büyüleyen olduğu dönemler de vardır. Rodinson, bilinen, az İslam adlı kitabı ise çevrilmek için, işi çeviri olmayan bilinen ve pek az bilinen kaynakları farklı bir gözle bir kalemi bekledi. değerlendirmeyi biliyor. Cemil Meriç Çevirisi Kitap ilerledikçe egzotizm mi, bilim merakı mı; Hris- tiyanlık propagandası için zemin yaratma mı; emper- Rodinson’un bu eseriyle Cemil Meriç’in çevirisiyle yalizm mi gibi sorular etrafında Avrupa oryantaliz- tanışmanın Türk okuru için şanslı bir yanı var. Me- minin tarihi ve bugünü ele alınıyor. Bu problemi çok riç, Rodinson’u iyi tanıyan bir yazarımız. Meriç’in yönlü ele almak, yani sağlıklı ve geniş bir görüşle, Kırk Ambar adlı eserinde Rodinson üzerine üç uzun Avrupa oryantalizminin eksiği gediği kadar büyük makalesi var. Meriç, Rodinson’un çetrefil üslubunu yanlarını da belirtmek ancak Rodinson gibi bir düşü- oldukça rahat okunan bir dille aktarmayı başarmış. nürün becerebileceği bir iştir. Kitabın girişinde, Rodinson üzerine Legacy of Islam Rodinson, dogmanın her çeşidine ve kalemi bağla- adlı derlemede yer alan değerlendirmenin çevirisi yacak her tür mensupluğa başkaldıran, yüzyılımızın yanı sıra, bir de Meriç’in kendi değerlendirmesi bu- ilginç bir aydını. Derin bilgili bir filolog, sosyolog ve lunuyor. Sonuna da özgün metinde olmayan iki ma- filozof. Birçok oryantalistin tersine kendi dünyasını kale eklenmiş: Rodinson’un “Richard Simon ve Dog- da çok iyi bilen ve yaşayan bir Batılı aydın, sorunla- macılıktan Sıyrılış” adlı yazısı ile Bernard Lewis’in rın üzerine cesaretle yürüyen adil bir yargıç tavrıyla “İslam’da Siyaset ve Savaş” adlı makalesi. hüküm veren bir bilgin... Hepsi bir yana, sürükleyici bir dille Batı’daki doğu- bilim araştırmalarının tarihini ve gelişimini tanımak için yararlanacağımız bir kitap...

59 BİR TENKİD ÜZERİNE

Orhan Veli VARLIK

Sinirli dostum Cemil Meriç, Yirminci Asır’ın 1 Bütün bunlar başlangıç. Şimdi asıl meseleye, dostu- Aralık 1947 günü çıkan sayısında, Varlık der- mu kızdıran meseleye geliyorum. Meğer bu antoloji- gisinin yayımladığı Fransız Şiir Antolojisi’ne de Hugo’yu küçük gösterecek hükümler sıralamışım. çatıyor. Daha doğrusu o kitabı bahane edip bana ça- Dostumun yazısını okuyunca birdenbire şaşırdım. tıyor. Bu türlü yazıları okumaktan - içlerinde dişe Acaba dedim, ben başka şeyler yazdım da kitaba baş- dokunur bir şey olmadığı için midir, nedir- pek hoş- ka şeyler mi koydular? Çünkü Hugo’yu küçük düşü- lanmıyorum. Bunu da keyifli keyifli okudum. recek hiçbir şey söylediğimi hatırlamıyorum. Aldım bir antoloji, açtım Hugo bahsini, okudum. Okuyun- Sayın yazar, ilkin, böyle bir kitabın üzerine imza ca büsbütün şaşırdım. Hugo’yu yermek şöyle dur- atmış olmama kızıyor. Çünkü bu kitap bir antoloji sun, büsbütün tersine, hep Hugo’nun büyüklüğünü değilmiş, ancak müstakbel bir antolojinin meydana anlatan satırlar yazmışım. Yalnız sonuna gelince, ta- getirilmesine yarayacak parçalardan müteşekkil bir rafsız kalmış olmak için, Hugo’yu beğenmeyen ya- şeymiş. Ayrıca buradaki şiirlerin yüzde doksan beşi zarlar da vardır deyip bir Fransız tenkidçisinin bir “Tercüme” dergisinin şiir özel sayısında çıkmışmış. cümlesini almışım. Ne o sözü söyleyen benim, ne de Bir kere Cemil Meriç, hakkında tenkid yazdığı bu o yazarla aynı fikirde olduğumu ima edecek bir söz kitabı başından sonuna kadar okumamış demek. sarf etmişim. Bundan dolayı bana çıkışmak, o sözü Çünkü önsözümü okusaydı, orada bu kitabın bir sanki ben söylemişim gibi atıp tutmak reva-yı hak antoloji sayılamayacağını, ileride yapılacak olanlara mı? Üstelik dostum burada pek hırçınlaşıyor. Benim bir başlangıç mahiyetinde çıkarıldığını söylediğimi için diyor ki “Hugo’yu bir kalem serserisinin adese- görürdü. Bizim de Cemil Meriç’e ilkin şunu hatırlat- sinden göstermeye utanmıyor.” mamız gerekiyor: Bir kitabı tenkid edebilmek için ilk Bir kere ben bunda utanacak bir şey görmüyorum. şart o kitabı başından sonuna kadar okumaktır. An- Öyle ya, bir kitaba bir başka yazarın fikrini almakta lamak, anlamamak daha sonra gelir. hicap hislerini ayaklandıracak ne var. Demek Cemil İkinci nokta: Cemil Meriç, hesap da bilmiyor gali- Meriç utanmış. Eh, ne yapalım? Utanır, utanır. Son- ba. Çünkü bu kitaptaki şiirlerin yüzde doksan beşi- ra, o hükmü veren adamın, bir kalem serserisi olması nin “Tercüme” dergisinin şiir özel sayısında çıkmış meselesine gelince, evvela o adamın ismini vereyim. olduğunu söylüyor. Bu kitapta 41 şiir vardır. Bu 41 O adam Thierry Maulnier’dir. Diyelim li Thierry Ma- şiirden 24 tanesi o özel sayıda çıkmış, geri kalan 17 ulnier bir kalem serserisi. İyi ama ben antolojide on- tanesi çıkmamıştır.Üstelik bu 17 şiirin 8 tanesi de dan nasıl bir kalem serseri diye bahsedebilirdim? Ce- hiçbir yerde çıkmamıştır. Şimdi şöyle basit bir me- mil Meriç’in Hugo’yu sevdiği birtakım zatlar da onun sele var; 41’in 24’e nispeti 100’ün 95’e nispetine mi hayranı olabilirler. O hayranlar Thierry Maulnier’ye eşittir? İşin içinden kendisi çıkamayacaksa bir ilko- bir kalem serserisi dediğim için kim bilir bana neler kul öğrencisine soruversin, doğrusunu ona gösterir- etmezlerdi. ler.

60 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

Sinirli dostum, bu kadar utanılabilecek bir işe girişe- da karşılığını öğreteyim. Böyle bir şey olursa, dostum bildiğim için benim, büyük Hugo’nun eserlerinden şöyle desin : “O kalem serserisi Makber’i görmemiş mi, Les Chatiments’la L’Année Terrible’in isimlerini duyup Safahat’ı okumamış mı?” İşte o zaman Thierry Ma- duymadığımı soruyor. Dedim ya o sözü söyleyen ben ulnier apışıp kalır. Biz de böylece davayı kazanmış değilim, Thierry Maulnier. Ona sorsun. Böyle bir şey oluruz. söyleyebildiğine göre, duymamış demek... Bir hayır sahibi çıksa da kendisine haber verse... Sinirli dostumun yazısı bu minval üzere devam edi- yor. Her cümlesi üzerinde durmaya kalkarsam yazım Sinirli dost, Hugo’nun büyüklüğünü ispat için sırala- uzun sürecek. Onun için kısa keseceğim. Yalnız ufak dığı sözleri kâfi bulmamış; karşıma bir sürü de tanık bir nokta üzerinde daha iki lakırdı etmekten kendimi çıkarıyor. Bu tanıklar Namık Kemal, Süleyman Nazif, alamıyorum. Dostum, yazısının bir yerinde benim Hâmit, bir de Mehmet Âkif. Hepsi de Hugo’nun hay- pek beğenmediğim bir tercümemi överken “Geçmiş ranıymış. Güzel! Bu kadar büyük hayranları olduk- ve gelecek bütün günahlarını affettirecek güzellikte” tan sonra Hugo’nun sırtı yere gelmez. Yalnız, küçük diyor. Allah ömrüne bereket versin. Demek bütün bir nokta var : Bu isimleri Cemil Meriç, Hugo’nun günahlarımı affediyor. Öyle ya, ya affetmeseydi? Ne büyüklüğüne ben de inanayım diye mi sıralamış? olurdu o zaman benim hâlim? Ömrüm, affetsin diye, Yani şöyle mi demek istiyor: “Hugo’yu bu büyük şah- Cemil Meriç’in peşinden koşmakla mı geçecekti? siyetler mi iyi anlar, yoksa, o kalem serserisi mi?” Doğrusu, pek hazin bir hayat olurdu. Kim bilir belki ahrette bile bağışlamazdı. Neyse, merhameti sayesin- Bakın burada haklı. Tabii, Hugo’yu Thierry Maulnier de dertten de kurtuldum. adındaki o kalem serserisi mi anlayacak yoksa; “der- dimi ummana döktüm, âsumâne inledim” şâiri Süley- Gelecek günahlarımı da affediyormuş. İleride ne tür- man Nazif mi? İyi ama, bunu da, Thierry Maulnier’e lü günahlar işleyeceğimi şimdiden kestiremem. Ama söylemek lazım. Ona söylemeli ki Hugo’nun ne bü- ne olursa olsun, kendisine güvenebilirim. Zaten gü- yük şâir olduğunu görsün. Burada da aklıma başka venmeseydim, böyle bir yazı yazabilir miydim? Affe- bir şey geliyor. Ya Thierry Maulnier “Ben bu adam- deceğini biliyorum da onun için yazdım. ları tanımıyorum” deyiverirse. Sinirli dostuma onun

Gergedan, Temmuz 1987 Murat BELGE

Bireyselliğin pek fazla gelişmediği, aydınla- yararlanırdı. Çünkü değere değer vermek gibi, istese rın bile bireylerin bulunmayı seçtiği kamp- de değiştiremeyeceği, kökleşmiş bir alışkanlığı vardı. ların özelliklerini yüklenmeyi tercih ettiği, Aldığı klasik eğitim, ona hayat boyunca süren bilgi- Türkiye’de tornadan çıkmayı reddeden bir kişiydi sini derinleştirme tutkusuyla birlikte, bu nesnelliği Cemil Meriç. Politik kutupların birinden öbürü- ve kişiliği de kazandırmış olmalıdır. Dolayısıyla hep ne geçenler, anlaşılır nedenlerle terk ettikleri kam- beklenmeyeni yaptı. Cemil Meriç bir ideolog olama- pa karşı oldukça katıdırlar. Belirli sıcak yaşantıları, yacak kadar bireysel, bir teorisyen olamayacak kadar karşılaştıkları somut olaylar ve durumlar olduğu ve coşkuludur. Bu özellikleriyle Yunan mitolojisinin sancılı bir kararla bu seçimi yaptıkları için katıdır Teifesias’ını akla getirir: “Görmeyen görücü”, Fiziksel tutumları. Ama Cemil Meriç hele ömrünün olgun olarak görmeme ile kâhince görmenin paradoksu. yıllarında hiç böyle değildi. Yazısının, kitabının sol (Ama) kehanet sesi, gördüğü çöküşün acısını taşır. bir yayınevinde çıkmasına itiraz etmez, hatta bundan Çünkü kehanet, geleceği haber verir gibi görünmesi- hoşlanırdı. Solu düşünce hayatında izler, gereğinde ne rağmen, asli değerlerin, geçmişte belirlenmiş yaz- gısını dile getirir.

61 Tercüman, 3 Haziran 1981 Ahmet KABAKLI

Düşüncelerine üslup güzelliği giydirmeyi iyi dikkatle dinlemeli ki çok yönlü bilgi ve izahlara va- bilen Cemil Meriç, hayatı, kültürü ve mese- rılabilsin.Biz gazete yazarları olaydan, gündelikten, leleri kütüphane pencerelerinden gören bir tabiattan ve hadiseden çıkarak kültüre, yoruma, dü- yazardır. Onun için kitaplarını, yazılarını birkaç kere şünceye gitmeye çalışırız. Cemil Meriç Hoca ise vaka okumalı, okurken yalnız Cemil Bey’in değil, çağlar ve gerçeklere ancak kültür, yorum ve düşünce ile boyunca Yunan, Hint, Arap, Doğu ve Batı düşünür- yaklaşabilir. Bir müşkilimizi hal için insan, düşün- lerinin, bakış tarzlarını da beraber öğrenmeli. Ce- ce, felsefe, edebiyat, iktisat ve ilimler tarihinin bitip mil Meriç, bilgiyi düşünce içinde yoğurarak, yahut tükenmez yapraklarını, kamusları, ansiklopedileri, düşünce ile bilgiyi “halhamur” ederek veren bir mi- arşivleri önünüze açmaya üşenmez. İnanılmaz bir zaçtır. Yazdığı konulara getirdiği yüzlerce şahidi de hafızası, imrenilecek gayreti ve “iddiası” vardır.

Yeni Devir, 21 Mayıs 1978 İsmet ÖZEL

Cemil Meriç’in öncü vasfı bu topraklarda mücadelesini bu topraklarda vermeye niyetli veya yaşayan insanın keşfi yolunda çok önemli kararlı herkes için (zıt düşünceler ve hedefler taşı- ipuçlarına cesaret ve olgunlukla eğilmiş ol- salar bile) onun öncü vasfını tanımakve kabul etmek masındadır. Bu yüzden bu topraklarda yaşayan ve gerekir.

Bâbıâli, Büyük Doğu Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1976, s. 350 Necip Fazıl KISAKÜREK

Cemil Meriç, iç gözleri daha iyi görsün diye dış gözlerini Allah’ın görmez hale getirdiği hakiki İslam münevveridir.

62 YAZARLARIN KALEMİNDEN CEMİL MERİÇ

KASİDE-İ CEMİL

Kerim SÂDİ

Gerçi Lektör ise de, kendisi gerçek Rektör Epiküros mu dedin, Mîrimin ahbabıdır o, Bence bir sehv-i mürettib yatıyor hadisede. Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Okuyup cahil ü nâdâna heman küfr-i şerif, Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Ne güzel de çalıyor, dinletiyor her telden, Polemikte yakalar hasmını, derhal belden, Hind ü Çin’i aşarak nâmı cihanı tutmuş, Deprem olsa yine Balzak’ı bırakmaz elden, Kırk katırlık kütübü lâhzada tekmil yutmuş Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Şu Aristo, bu Felâtun, o Hegel, Foyerbah Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Heredot’tan tutarak Mişle’ye dek gelmiştir, Darvin’i meşk ederek, tanrıları da yenmiştir. Karl Marks’ın çömezi, Volter’i de cepte taşır, Ukalâyı, fukahayı yerlere hep sermiştir, Russo’nun arkadaşı, Didero’nun yoldaşıdır, Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Kant’ı, Komt’u ona sor, çalma sakın başka kapı, Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri. Ger be-hâhî ki şüdi vâkıf-ı esrâr-ı ulûm, Be-kütüphâne-i dergâh-ı Cemîlâ’ya bi yay, Veda’yı ezber okur, Lükres’in nâkili o, Ne hazâin, ne defâin, nice âsâr-ı Cemil, İbn-i Haldûn’u sever, Makyavel’in şârihi o, Elhak, allâmedir Hazret, okutur Ordineri

Fikret KIZILTUĞ

Bir kökü Doğu’da, biri Batı’da Bütün ilimlerin beşiğindedir. Kader öyle çizmiş, o, tam ortada! Kul Ozan, mısraına sığar mı Meriç? Şimdi ‘Bir dünyanın eşiğinde’ dir, Kemal-i cemildir, ya heptir, ya hiçtir!..

63 64 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

Denize atılan bir şişe her kitap, Asırlar kumsalda oynayan bir çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar.

65

CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

FRANSIZCA YARDIMCI METİNLER

Cemil Meriç’in telif eserlerinden olan ve yardımcı ders kitabı mahiyetinde hazırlanmış “Fransızca Yardımcı Metinler” risalesidir. Cemil Meriç’in Saymen ve Mösyö Louat ile birlikte hazırladığı bu çalışma, 43 sayfadan oluşmaktadır. Eser, 1951 yılında Yabancı Diller Okulu’nun yayını olarak Fakülteler Matbaasında basılmıştır.

HİNT EDEBİYATI / Ülkeler de kitaplara benzer

“Yazar, Hind’i tanıyıncaya kadar düşüncenin Yunanla Hind Edebiyatı’nın İlk baskısı 1964’de Dönem başladığını sanıyordu, düşüncenin ve şiirin. On yıldan Yayınları’ndan çıktı. Daha sonra 1976’da muhteva- beri bir keşfin sarhoşluğu içindedir. Yaratmak istediği sına “Umrandan Uygarlığa” kitabında “Hind ve Batı” eserin –bildiği dillerde- örneği yok. O, Hind edebiya- bölümü eklenerek Ötüken Yayınevi tarafından “Bir tının yalnız tanıtıcısı değil, tattırıcısı da olmak ister- Dünyanın Eşiğinde” adı altında yeniden basıldı. Kitap di. Bu kitap uçsuz bucaksız bir ormanda dolaştırılan iki bölüm ve bir de Hind edebiyatından seçmelerden çıra. Meçhul bir dünyadan haberler getiren bir yolcu oluşuyor. Eserin sonuna, bahsi geçen yerler, kişiler olmak… Bu şeref yetiyor yazara.” ve kullanılan yerel ifadelerin bulunduğu bir sözlük ile beraber temel tarihler de dâhil Dünyanın en büyük yedinci edilmiş. Hind edebiyatını olduk- coğrafyası ve en büyük ikinci ça derin ve özümseyerek anlatan nüfusuna sahip olan Hindistan, bu eser; Hind’i, adeta Hind edebi- insan ve fikir merkezli yaşayan yatıyla keşfedip, bu keşifte bulu- Cemil Meriç’in vazgeçilmez ikin- nan hazinenin kapısını aralayacak ci vatanıydı. Kendi ifadesiyle bir anahtardır. “Himalaya’nın ezeli karlarından Seylan’ın boğucu sıcağına doğru Cemil Meriç’in Hind’e olan düş- uzanan rüyalar diyarı”ydı o uzak künlüğü sadece bu kitapla sınırlı Asya ülkesi. kalmıyor. Yazar Jurnal kitabın- da da yine batıyı bilen Türk’ün Cemil Meriç’in ilk telifi ve ‘en neden doğudan habersiz oldu- sevdiğim eserim’ diye tanıttığı ki- ğuna dem vurarak şöyle diyor: taptır “Hind Edebiyatı”. İnsanın, “Tanımıyoruz Hind’i. O ülkeye ruhunu kaptırdığı coğrafyaya en büyük hükümdarını armağan bağlanıvermesi, Cemil Meriç’in eden Türk, Hind’i tanımıyor… Hind üzerine yoğunlaşmasının en el-Biruni’ye rağmen tanımıyoruz büyük sebebiydi. Mimarisinden Hind’i… Tanımıyoruz Hind’i. Ta- dağlarına, renkli şallarından mev- savvufun ana kaynağı olan Hind’i simlerine kadar her şey sarmaş dolaştı orada. Tıp- tanımıyoruz… Tanımıyoruz Hind’i. Kanuni devrinde kı hem orkestra şefi hem besteci olan Cemil Meriç yazılan ve Osmanlıca’dan Avrupa dillerine en fazla gibi… Ve elbette Hind edebiyatı da bütün ihtişamı ve çevrilen Hümayunname’ye rağmen tanımıyoruz. Binbir esrarıyla keşfedilmeyi ve bilinmeyi bekliyordu. Me- Gece’ye, Binbir Gün’e, Tutiname’ye, Ramayana’ya, Ke- riç, “Çağdaş Avrupa, en aydınlık taraflarıyla Hint’in lile ve Dimne’ye rağmen tanımıyoruz…” bir devamıdır” diyerek bu yönde bir düşüncenin de bayraktarlığını yaptı bizlere. Bu kitap uçsuz bucaksız bir ormanda dolaştıran bir çıra. Meçhul bir dünyadan haberler getiren ilk yolcu ile konuşmak…

67 Mahatma Gandhi Hind Edebiyatı, Dönem Yayınları

Hind, zulmün süngüsünü kanının dediler. Mahatma, Gandhi’nin ger- alevinde eriten mesih millet. Gand- çek adı. Hind’in bütün insanları o hi ona benliğindeki azameti keşfet- büyük ruhun birer parçası. Gerçek tiren yol gösterici. İlyada, Şehna- aşk Hindlinin kapısını çalar çalmaz me, Mahabbarata... Mahatma’nın o kapı ardına kadar açıldı.’ yarattığı dâsitan yanında ne kadar zavallı. Bu son şövalyenin silahı, feragat : Ha- yat ölümden doğar diyor, tohum İsimlerin gökten indiğini söylerler. çatlayacak ki başak fışkırsın. Hür- Mahatma, bir milletin gökler kadar riyet bir bağış değil, bir mükâfat; yüce gönlünden fışkırdı. Mahatma, fedâkârlığın mükâfâtı. Zafer, acıya yani Büyük Ruh, aşk yolu ile, ma- katlananındır, zora başvuranın de- rifet yolu ile Tanrıya erişen. Tagor ğil... Şiddet uçuruma açılan bir yol, güzel söylüyor: ‘Nihayet Gandhi sabır hakikate. göründü... Binlerce bedbahtın ku- lübesi önünde durdu. Onlar gibi Gandhi, Tagor... Saint Paul ile Efla- giyinmişti, onların dilini konuşu- tun. Bir yanda imanla şefkatin yeni yordu. Söylediklerini kitaplardan bir insanlık yaratmak isteyen de- öğrenmemişti. Hakikat dile geli- hası, ötede sakin serazat ve bütün yordu dudaklarında. Gandhi’ye bunun için mahatma varlıkları kucaklayacak kadar geniş bir gönül.”

68 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

SAİNT-SİMON (İLK SOSYOLOG-İLK SOSYALİST) Çöldeki vaiz

Saint - Simon (İlk Sosyolog - İlk 19. Asrın İlmî Çalışmalarına Gi- Sosyalist), Cemil Meriç’in ikinci riş, İnsan İlmi Üzerine Düşünce- telif kitabıdır. 1967 yılında Çan ler, Avrupa Toplumunun Yeniden Yayınları tarafından basılan eser- Teşkilatlanması isimli eserleri, de, Saint - Simon’un hayatını, dü- Saint-Simon’un “endüstri toplu- şüncesini ve öğrencileri etrafında mu” olarak ifade ettiği ütopyasını Cemil Meriç’in sorgulamalarını, anlatıyordu. Endüstri dergisi ve tahlil ve tenkitlerini takip etme l’Organisateur dergisi endüstriyel imkanı buluyoruz. rejimin nasıl kurulacağının ay- Saint - Simon, 1760 yılında Paris’te rıntılarını ihtiva eder: Mühendis, doğmuş, 1825’te yine Paris’te öl- edebiyatçı ve sanatçılardan oluşan müştür. Asilzâde bir ailenin ço- “yeni buluşlar meclisi”, fizikçiler, cuğu olarak dünyaya gelen Saint- fizyolojistler ve matematikçiler- Simon, askerlik mesleğine girer den oluşan “inceleme meclisi” ve ve 19 yaşında yüzbaşı rütbesiyle sanayicilerden oluşan “uygulama Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na meclisi”. katılır. 4 yıl Amerika’da esir ka- lan Saint-Simon serbest kaldıktan Saint-Simon, bir yandan fukara- sonra Meksika’ya geçer ve Meksika kral nâibine At- lıkla boğuşurken diğer yandan fikirlerinin karşılık lantik ile Büyük Okyanus’u birleştirecek Nikaragua bulmaması yüzünden ümitsizliğe düşer. Nihayetin- kanal projesini sunar. Önerisi karşılık bulmayınca de intihara teşebbüs eder. Öldürmeyen kurşun sağ 1783 yılında ordudan ayrılarak Fransa’ya dönen Si- gözünü parçalar. 1823’ten 1824’e kadar Auguste mon, bu defa Madrit Kanalı projesini hayata geçir- Comte’un sekreterliğinde Üreticilerin El Kitabı’nı ta- mek ister. Madrit’i denize bağlayan bu projenin ana mamlar. Nisan 1825’te son kitabı Yeni Hristiyanlık’ı amacı ise İngilizler’i Hindistan’dan çıkarmaktır. yayımlar. Mayıs 1825’te ölür. Cemil Meriç’in ifade- siyle “Saint - Simon gerçekten de ‘saint’di. Bütün veli- 1789 Fransız İhtilali esnasında İhtilal Meclisi (Ku- ler gibi tanınmadan yaşadı, küçümsendi ve ölünce ışık rucu Meclis), kilisenin mallarına el koymuş; Saint oldu.” -Simon ise bu vesileyle aldığı toprakları sembolik fiyatlarla köylülere satmaya başlamıştı. Bu yüzden Fransız sosyolojisinin kurucusu, sosyalizmin ilk ön- 1793 yılında tutuklanarak hapse atılır. Fransız Dev- cüsü, Pozitivizm’in ilk kaynağı Saint Simon. “Ben rim liderlerinden Robes Pierre’in idam edilmesiyle o mektebe bağlı olmakla şeref duymaktayım” diyen terör sona erer ve Saint-Simon da serbest bırakılır. öğrencisi Comte, Saint-Simon’un dağınık, derbeder 1798 yılında iş hayatından çekilen Saint - Simon ve pek ziyade ütopik fikirlerini sistemli hale getirip Paris’te satın aldığı bir çiftlik evinde zamanını ilmî artık ona ihtiyacı kalmadığında minnetin yükün- çalışmalara ayırır. Ecole Polytechnique’de üç yıl fizik den olsa gerek “Saint-Simon’a en küçük borcum yok” dersi görür. 1802 / 1803 tarihinde “Bir Cenevrelinin diye haykıracaktı. Endüstriyal toplumla Hristiyan Çağdaşlarına Mektupları” isimli ilk eserini yayımlar. ahlâkından yeni bir dindarlık oluşturma peşinde ko- Eserde kilise tahakkümünü yıkan Fransız İhtilali’nin şan Simon ise öğrencisi Comte için “şâkirdimiz siste- getirdiği serbestlik ortamında hayalindeki düzenin ilkelerini kurmak, kilisenin yerine pozitif bilimleri min yalnız ilmî taraflarını kaleme aldı, hissî taraflarıy- yerleştirmek arzusundaydı. Toplumu; fizikçi, mate- la meşgul olmadı” diyecektir. matikçi, kimyacı, müzisyen, ressam ve edebiyatçı- ların oluşturduğu 22 kişilik bir Meclis yönetecekti. Herkes çalışacak, faydalı işler yapacak ve keyfî politi- kaların yerini ilmî tecrübeler alacaktı.

69 Eşek Arıları, Bal Arıları Saint - Simon (İlk Sosyolog - İlk Sosyalist), Çan Yayınları, İstanbul 1967, s.40.

Saint-Simon için emek, sosyal bir ödev. İş bir boyun- tiyazdı eskiden, bir asillik belgesiydi. Ölesiye çalışan duruk, bir ceza, bir angarya olmaktan çıkmalı, bir bir kalabalık ve bu ıstırap içinde çalışan insanlara kü- zevk olmalıdır, toplumun yükselmesi için bir mani- çümseyerek bakan bir avuç aylak. vela olmalıdır. Tek sınıf kalmalıdır toplumda: Çalı- şanlar sınıfı. Yıllarca sonra Marx da proleterya biricik Saint-Simon için aylak yani eşek arısı, çalışmadan sınıf olmalıdır, diyecekti. yiyendir: Rahip, asker, toprağa alın terini katmayan mülk sahibi. Saint-Simon için bal arısı topluma ya- Saint-Simon’a göre insanı insan yapan yaratıcılığı. rarlı bir iş görendir: Tüccarlar, fabrikatörler, çiftçi- Devlet bir şirkettir, bir çalışanlar şirketi. Toplum bir ler, bankacılar, bilginler, sanatçılar, memurlar, işçi- atölyedir. Prodüktör (üretici) kelimesini bayraklaş- ler. Emek, Saint-Simon’dan beri küçültücü olmaktan tıran Saint-Simon. Saint-Simon’dan sonra toplum çıkmıştır. ikiye ayrıldı: Çalışanlar, aylaklar. Tembellik bir im-

SOSYALİZM VE SOSYOLOJİ TARİHİNDE PİERRE JOSEPH PROUDHON (1809-1865)

1969 yılında Fakülteler Matbaası’nda basılarak Tür- Proudhon, hem filozof, hem sosyolog, hem kiye Harsi Araştırmalar Derneği Yayınları arasından de sosyo - politik bir doktrin kurucusudur. çıkan eser, 23 sayfalık bir konferans metninin kitap- Hareket halindeki âlemin sonsuz çeşitliliğin- laşmış hâlidir. Cemil Meriç, sözkonusu bu risaleye den ilham alır. İçtimaî âlem, manevî âlem, hukuk “20. asır, Proudhon’un asrı” diye başlıyor. Birinci bö- âlemi ve nihayet gerçek âlem. Bütün bu âlemlerin lüm Proudhon’un hayatı ve eserlerine ayrılmış. İkin- temelinde birbirlerine ircâ edilemeyen bir unsurlar ci bölümün başlığı “İçtimâî Felsefesi”, üçüncü bölüm çokluğu vardır. “sosyolojisi”, dördüncü bölüm “sosyal ve politik dokt- rini”, beşinci bölüm ise “tesirleri” başlığını taşıyor. Yirminci asır, Proudhon’un asrı. Proudhon, hem de- mokrasinin, hem sosyalizmin hem anarşizmin bay- rağı. Fetihten fethe koşan bir düşünce Proudhon. Klişeleri yıkan bir düşünce. Gerçeği bütün tezatları ile kucaklayan bir düşünce. Kalıplaşmadığı, katılaş- madığı için canlı. Proudhon’un zürriyeti de Hegel’in- ki gibi iki kampa ayrılır: Sol ve sağ. Klişe dışı sosya- listler için Proudhon, aldatmayan bir mürşit, büyük bir mücahit ve gerçek bir ihtilâlcidir. “Sefaletin Fel- sefesi” yazarı ile “Felsefenin Sefaleti” yazarı uzlaştı- rılmadıkça, insanlık buhrandan kurtulamayacaktır. Proudhon, içtimaî medd ü cezirlerden korkanların da son ümidi. Pierre Joseph Proudhon

70 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

İDEOLOJİ

İdeoloji, 1968 yılında İstanbul Üniversitesi Ede- biyat Fakültesi Yayınları arasında çıkan Sosyoloji Dergisi’nde yayımlanmış bir makaledir. 23 sayfa- lık bu metin, 1970 yılında müstakil bir risale olarak Fakülteler Matbaası’nda basılmıştır. Çalışmanın alt başlıkları “Bir Kelimenin Serüveni”, “Bir Sosyolojinin Tarih Öncesi”, “Marksizm ve İdeoloji” ve “Manheim ve İdeoloji” ismini taşıyor.

İçtimâî realite yalnız insanlar arasındaki ob- jektif münasebetlerden ibaret değildir. İnsan- ların bu münasebetleri düşünüş tarzları da içtimâî realitenin bir parçasıdır. İçtimâî bir yapıdan doğan ideoloji, aynı yapı üzerinde etki yapar. Hâkim ideoloji belli bir içtimâî yapının ayakta durması- na yardım etmez olmuş veya henüz yardım etmeye başlamamışsa bu içtimâî yapı son derece çürüktür. Ancak zor kullanarak ayakta durabilir. Hâkim ide- oloji kendi başına bir güçtür. İnsanları içtimâî yapı- nın mutlak bir zaruret olduğuna, ona karşı gelmenin imkânsızlığına inandırabilir. Hatta mevcut düzenin her türlü tehlikeden korunması gereken ideal bir dü- zen olduğunu da telkin edebilir. Demokrasileri uzun ömürlü yapan bu aldatmaca (mistification)dır. Kitle hâkim ideolojiden şüphe etmeye başlar, ihtilalci bir ideolojiye yönelirse hâkim sınıf demokrasiden vaz- geçip diktatörlüğe başvurur. “Lakırdı zoruyla yapa- madığını, lakırdısız zorla başarmaya kalkar.” Belli bir içtimâî realite ve bu realitenin gerektirdiği sınıf hâkimiyeti, ancak bu realite kendi yaşama şartları- nı mütemadiyen yaratabiliyorsa devam edebilir. Bu şartlar içinde o içtimâî realiteye uygun olan ideoloji de vardır.

Cemil Meriç, İdeoloji, Fakülteler Maatbaası, İstanbul 1970, s.136

71 BU ÜLKE “Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana, Neşideler Neşidesi ve Kur’an. Senin kitabın hangisi?”

Bu Ülke’nin ilk baskısı 1974 yılında gerçekleşir. Asaletini Kaybeden İrfan Ötüken Yayınevi’nden çıkan bu nüsha 170 sayfadır. 1975’te yapılan ikinci baskısında sayfa sayısı 200’dür. İrfanı hisarla kuşatmış Doğu, mâbede bezirgân 1976 yılında Bu Ülke’nin üçüncü baskısı yapılır. Say- sokmamış. Yıllarca davar gütmüş, odun taşımış çö- fa sayısı 244’e çıkmıştır. 1979 tarihli beşinci baskıda mez… Meşaleyi çetin imtihanlardan sonra tutuştur- ise ilavelerle 275 sayfaya ulaşmıştır. Bu Ülke 1985 yı- muşlar eline. “Emanetleri ehline tevdi ediniz.” demiş lında “Entelektüel Bir Otobiyografi” ve “Cemil Meriç din. Mürit: ceset. Can: mürşidin nefesi. Hint’te hoca- Kronolojisi”ni içeren 63 sayfalık ilaveyle beşinci defa ların soyadı taşınırmış. Karabetlerin en mukaddesi, basılmıştır. Bu Ülke, halihazırda 49 baskı yapmıştır. şakirtle üstad arasındaki bağ. Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazar- larından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümse- yerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; iste- yen, arayan, susayan. (Bu Ülke, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1974, s. 29.)

İnananlar Kardeştir Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. ister siyah derili, ister sarı… inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koştu- ran bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüya- yı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz. (Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1974, s. 81.)

72 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

UMRANDAN UYGARLIĞA

Umrandan Uygarlığa 1974 yılında yayımlanır. Kitap Hükümdar ve Hobbes’in Leviathan değerlendirmeleri altı başlıkta medeniyet, Batılılaşma ve kültür kav- gelir. “Tunuslu mağrur bir tevekkül, Floransalı buruk ramlarını inceler. Birinci bölüm “Çağdaş Uygarlık bir istihzâ, İngiliz tedirgin bir şuur. İbn Haldun, Mac- Düzeyi” başlığını taşıyor. Eski Yunan düşüncesi ve hiavelli, Hobbes... Üç insan değil üç remiz.” Max We- Osmanlı karşıtlığı, çağdaş uygarlık düzeyi ve Batı dü- ber ve İngiliz Medeniyeti Tarihi müellifi Buckle Cemil şüncesinin temelini oluşturan rasyonalite fikri, Attila Meriç’in bu bölümde değerlendirdiği diğer iki isim. İlhan’ın “Hangi Batı” sorusu üzerinden çağdaşlaşma/ Avrupalılaşma tenkidi, “Ali Paşa’nın Vasiyetnamesi”, Umrandan Uygarlığa’nın dördüncü bölümü “İdeolo- “Batı Çıkmazı”, bir masal kahramanı olarak tavsif et- ji.” Cemil Meriç bu bölümde ideolojinin tarifi, ilim tiği Cemalettin Efgâni bölümün ana değerlendirme- ve ideoloji arasındaki zıtlıklar, ideolojiler çağının lerini oluşturmuş. sonu, bilgi sosyolojisi, sınıflar ve ideoloji ve Batı bur- juvazisi gibi konuları tartışmaya açar. İkinci bölüm “Medeniyetlerin Ölümü” başlığını taşı- yor. “Umrandan Uygarlığa”, “Kültür ve Ötesi”, “Bü- Beşinci bölümün başlığı “Traduttore Traditore” ismi- yücü Çırağı”, “Medeniyetlerin Ölümü”, “Nazizm: II. ni taşıyor. Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi, Cevdet Cihan Savaşının Günahkâr Tekesi” ve “Mene Tekel Paşa, Proudhon, Cemal Süreya’nın Toplumbilim Ta- Feres” bu bölümün alt başlıklarını oluşturmuş. Ce- rihi çevirisine dâir Cemil Meriç’in değerlendirmeleri mil Meriç, İbn Haldun’dan ödünç aldığı “umran” bu bölümde yer alıyor. Bölümün sonunda “Bu Kitap kavramı etrafında civilisation, kültür ve medeniyet Şu Tecellîden Doğdu” başlığı altında Cemil Meriç’in kavramlarını tetkik ediyor. Uygarlık kelimesini “ma- Victor Hugo’dan çevirdiği Asırların Efsanesi isimli şi- zisiz, musikisiz bir hilkat garibesi” olarak tarif eden ire yer verilmiş. Cemil Meriç için Avrupa Kitabın son bölümünü oluştu- 17. yüzyıldan beri inkıraz Bütün Kur’anları yaksak, bütün câmileri yıksak, ran “Edebiyat ve Sosyoloji”de Ta- hâlindedir ve “kapana kı- ine, Lanson, Goldman isimleri sılmış bir fare”den farksız- Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın. etrafında Cemil Meriç’in edebi- dır. yat sosyolojisine dair tespitleri Kitabın üçüncü bölümünü Avrupa maddeciliğine rağmen Hristiyan’dır; sağ- yer alıyor. oluşturan “Araftakiler”in cısıyla solcusuyla Hristiyan. Hristiyan için tek ilk yazısı İbn-i Haldun’a düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozgu- ayrılmış. Cemil Meriç’in na uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, “kendi semasındaki tek yıl- müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını dız” dediği Mukaddime’nin keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet... Aşa- yazarı İbn-i Haldun “az ğıdan alır, hulûs çakar, yaltaklanır ve nihayet alt gelişmişliğimizi” Batı’daki eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak odala- burjuvazi gibi sosyal bir rında kazanılan bir zafer. zümrenin yokluğuna bağ- Zavallı Türk aydını... Batılı dostları alınmasınlar lar. Cemil Meriç, bu tespit diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur için “geçen asrın sonlarına hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdîs kadar hiçbir Avrupalı ta- eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır. rihçi, böyle bir idrak irtifa- ına erişmemişti.” diyordu. (Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınevi, 3. bas- Ardından Machiavelli’nin kı, İstanbul 1979, s. 9)

73 MAĞARADAKİLER

İlk baskısı 1978 yılında yapılan Mağaradakiler, iki Mağaradakiler, dünya düşünce tarihinin bir özeti. ana bölümden oluşuyor: Mağaradakiler ve Mağara- Her satırı müdakkik bir şuurun ürünü. Okudukça nın Dışındakiler. Kitabın giriş kısmı Platon’un mağa- “tecessüsü felce uğramış” aydınımızın dramına şahit ra metaforuyla başlar. Mağarada kendi gölgesinden oluyoruz. başka bir gerçekliğe aşinâ olmayanların gerçekle yüzleştiğinde sergileyeceği tutum alay ve istihzâ ola- caktır. Mağaradan kurtulan ve gerçeği mağaradaki- lere anlatmaya çalışan aydın’dır. Mağaradakiler’in ilk baskısı 1978 yılında 352 sayfa Kitabın birinci bölümü “Suçlu Kim”, “Neden Bir olarak yayımlanır. 1980 tarihli ikinci baskısında 326 Dünya Görüşümüz Yok?”, “Kültür ve Emperyalizm”, sayfa olarak çıkar. Kitap hâli hazırda 28 baskı yap- “Sol’a Göre Kültür Emperyalizmi”, “Şiirden Düşünce- mıştır. ye”, Hasbî Tefekkür”, “Berkes’e Göre Çağdaşlaşma”, “Demirciler Çarşısı Cinayeti”, “Deprem”, “Bitmeyen Bir Rüya: Taşer’in Büyük Türkiyesi”, “Dosto ve Biz”, “Önce Hiciv”, “Türkoloji”, “Kaypak Bir Mefhum: Or- İnsanlık aynı sefil putlara tapan bir tadoğu”, “Hayaliyyun’dan Hakikiyyun’a”, “İhtilal mi şaşkınlar kafilesi. Hakikatte mağaranın İhtilal-i Şuur mu?”, “Sarıklı İhtilaci”, “Eski Bir Put içi de, dışı da bir. 150 yıldır bir gölgeler Terakki”, “Hürriyet Peşinde”, “En Emin Yol”, “Avru- aleminde yaşıyoruz. Kitap, kendi insa- pa’daki Hayalet” ve “Anarşi Değil Anomi” başlıklarını nından kopan aydının trajedisi. Amacı taşıyor. Bu bölümün ilk yazısı olan “Suçlu Kim” bö- yeraltı mağarasına bir parça aydınlık lümünde dil ırkçılığını, harf inkılâbını ve Osmanlı getirmek. Türkçesi karşıtlığını kıyasıya eleştirir Cemil Meriç. Bu yazı 1980 tarihli ikinci baskıda çıkarılmıştır. Benzer akîbet “Türkoloji” başlıklı yazı için de geçer- li olacaktır. Bu bölümde ıslahat, ihtilal, inkılap ve revolution’ı analiz eden Cemil Meriç, İngiltere için 1688, İsveç için 1722 ve Fransa için 1789 ihtilalini her ülkenin kendi açısından en büyük ihtilali olarak değerlendirir. Ardından anarşizm, liberalizm ve hür- riyet kavramlarını irdeler. Kitabın ikinci bölümü aydınlara; yani mağaranın dışındakilere ayrılmıştır. Kökleri sofistlere dayanan, rahiplerle devam eden ve nihayetinde çağdaş felsefe- nin ilk temsilcileriyle vücut bulan aydın kavramının tarihsel köklerini arar Cemil Meriç. 19. yüzyıla gelin- diğinde proleterya ve burjuva arasında sıkışan ente- lektüelin 20. yüzyıldaki macerasını Avrupa ve Rusya entelijansiyası üzerinden anlatır.

74 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

Mağaradakiler’den... (Mağaradakiler, Ötüken Neşriyat, 1. baskı, İstanbul 1978, ss.24

Entelektüel Şöyle bir taslak çizmek kabil: Her ülkenin, her çağın, her sınıfın, her ideolojinin 1- Entelektüel, zamanının irfanına sahip olacaktır. entelektüel anlayışı başka. Dünyaca kabul edilmiş Ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilecek, dünya- bir entelektüel kıstası yok dense yanlış olmaz. Sağın daki belli-başlı düşünce akımlarına yabancı olmaya- temsilcileri için entelektüel, ya karışıklık çıkarmak- caktır. tan hoşlanan, huysuz, hırçın, ukalâ bir “deklase” (çevresinden düşmüş sosyal); vekâletnamesi olma- 2- Peşin hükümlere iltifat etmeyecek, olayları kendi yan bir avukat; şarkı söyleyeceğine bildiriler imza- kafasıyla inceleyip değerlendirecektir. layan bir ağustos böceği yahut da heyecansız, suya Başlıca vasıfları dürüst, uyanık ve cesur olmaktır. sabuna dokunmayan bir bilgi uzmanıdır. Sol, aydı- Yani bir bilgi hamalı değildir entelektüel. Hakikat na bazan dost, bazan düşman. Daha doğrusu ente- uğrunda her savaşı göze alan bağımsız bir mücahit- lektüel, kendilerinden olmak şartıyla alkışlanmağa tir. Biz de Schumpeter gibi düşünüyoruz. Entelek- lâyıktır. Sağ entelektüel, çoban köpeğidir. Esasen tüel, tariflere hapsedilemez. Mefhumu dalgalanışları entelektüelin sağı olmaz. Entelektüel, yükselen bir içinde kavramak, tarihe başvurmakla kabil. sınıfın şuurudur, yani bir devrimcidir. Ayırıcı vasfı: Tenkit.

75 KIRK AMBAR “Ne arasan bulunur, derde devâdan gayrı”

Kırk Ambar’ın ilk baskısı 1980 yılında Ötüken Hepimiz Mithat Efendi’nin çocuklarıyız. İlmî Neşriyat’tan tek cilt halinde çıkar. Rumûz-ül Edep tecessüsümüz yüz yıldır onun çizdiği sınır- ve Lehçetü’l-Hakayık isimli iki bölümden oluşan ları aşamadı. Rıza Tevfik veya Hilmi Ziya, felsefey- eserin bu ilk baskısı 487 sayfadır. Birinci bölümün le uğraşan birer Ahmet Mithat. Hüseyin Rahmi ile ilk satırları dünya edebiyatına ayrılmış. Edebiyatın Kemal Tahir hikayeci Ahmet Mithat’ın devamcıları. tarifinden, dünya edebiyatının varlığına, klasik ede- Ahmet Rasim’den Ali Kemal’e, ’dan Bur- biyat metinlerinden roman tarihine kadar edebiyat han Felek’e kadar her gazeteci bir yanıyla Ahmet tarihinin belli başlı isim ve eserleri üzerinde Cemil Mithat. “Kırk Ambar” yazarı da “Hâce-i Evvel”in sa- Meriç’in titizlikle kaleme aldığı yazılar; Yunan’dan yısız şakirtlerinden biri. Onun da tutkusu öğrenmek Roma’ya, Avrupa’dan Rusya’ya ve Türk romanına ve öğretmek, düşünmek ve düşündürmek. Yıllardır kadar derinlikli tahlil ve tespitleri ihtiva ediyor. dolaştığı irfan bahçelerinden birkaç kucak çiçek, bir- kaç avuç meyve devşirdi. Yarının bilgi ve düşünce Cemil Meriç, Lehçetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Dili) fatihlerine dostça sunuyor. başlığını taşıyan ikinci bölümde ise 200 yıldır gündemimizi işgal eden Kırk Ambar bir mefhumlar kamu- kavramlar üzerinde duruyor. Avru- su. Derbeder ve dağınık bir ansik- palılaşma, Ortadoğu, sömürgecilik, lopedi. Başka bir deyişle kurmak kapitülasyonlar, Marksizm, ideolo- istediği büyük abidenin birkaç sü- jiler, kadın ruhu, hürriyet, Ali Şeri- tunuyla, birkaç odası. atı, Proudhon ve etkileri, İslam ve Avrupa gibi başlıklar bu bölümün İlk bölüm: Rûmûz’ul-Edeb. Edebi- anahtar kavramlarını oluşturuyor. yatın pek az işlenmiş meselelerine ışık tutmak için kaleme alındı. (1) Kırk Ambar, edebiyat tarihini ger- Edebiyat nedir? Bir dünya edebi- çek bir edebî eserden okumak is- yatı var mıdır? (2) Klasik deyince teyenler için yazılmış. Okuyucuya ne anlamak lazım? Dünya klasik- sınırsız bir harita çizen metinler, ten ne anlıyor? (3) Hümanizm ma- yazarının ifadesiyle “bir mefhumlar salı (4) Edebiyat tarihinin tarihi (5) kamusu. Derbeder ve dağınık bir an- Romanın romanı. siklopedi. Başka bir deyişle kurmak istediği büyük abidenin birkaç sütu- İkinci bölüm : Lehçetü’l-Hakayık nuyla, birkaç odası.” (Hakikatlerin Dili) Liberalizmden kapitülasyonlara, sömürgecilikten Kırk Ambar, Cemil Meriç’in tüm edebiyat, sosyoloji kadın ruhuna, kader muammasından Ali Şeriati’ye, ve insanlık tarihi üzerine kaleme aldığı îlmi bir baş Marksizm’den İslamiyet’e, üçüncü dünyadaki ideo- yapıt niteliğinde. loji kavgalarına kadar çağımızın belli başlı problem- leri.

1980 yılında Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan Kırk Ambar, aynı yıl Türkiye Millî Kültür Vakfı ödü- (Cemil Meriç, Kırk Ambar, Ötüken Neşriyat, 1. bas- lünü almıştır. kı, İstanbul 1980, arka kapak yazısı)

76 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

BİR FACİANIN HİKAYESİ

Umran Yayınları tarafından 1981 yılında Ankara’da Anarşizm, bir dünya görüşüdür. Tutarlı bir felsefesi, yayımlanan Bir Facianın Hikayesi 167 sayfadan olu- gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları şuyor. Eserin ilk bölümü “Anarşi-Terör-Anomi” baş- vardır. Anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaleti- lığını taşıyor. İkinci bölümün başlığı ise “19. Asrın ne ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman Yüz Karası”. gerçekleşmemiş ve gerçekleşemiyecek olması. Anar- Bir Facianın Hikayesi Cemil Meriç’in kullandığı kav- şizm Avrupa’nın rezil ve yalancı medeniyetini yoke- ramların zenginliğine şahitlik edebileceğimiz me- dip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır. tinlerden biri. Her kavramın arkasında saklı kalmış Nihilizm? Nihilizm, Anarşizm’in Çarlar Rusya’sın- devâsa birikim, sayfalar ilerledikçe satır satır çözülen da aldığı isim. Batı, bizim yaşadığımız faciaya şa- bir iplik yumağı gibi. Kör ve sağır düşünce dünya- hit olmamış ama başlayacak diye tir tir titrediği bu mız Bir Facianın Hikâyesine kayıtsız kalmış. Cemil felâketin adını koymuştur: Anomi. Anomi: şuursuz- Meriç, bir çağı, “zıvanadan çıkmış” bir çağı teşhir luk. Anomi, bütün değerlerin tepetaklak olması, çü- masasına yatırıyor: 19. Asır, tanrısını kaybetmiş ve rüyüş, çöküş... her türlü şiddeti masum ve makul gören bir çağ. Bu (Cemil Meriç, Bir Facianın Hikâyesi, Umran Yayınla- çağın tek gayesi kalmıştır: Kazanmak. Her ne surette rı, 1. baskı, Ankara 1981, ss.1-2) olursa olsun kazanmak. Her türlü prensipten mah- rum bu zihnin tek değer ölçüsü paradır. “Hırsızlarla dolu bir panayırdayız.” diyor Cemil Meriç. Bir Facianın Hikayesi, bu panayırdaki “yaygara”yı susturmak derdinde.

Zavallı şair... Bülbül hamûş, havz tehî, gülistan harab diye inliyordu. Ne bülbül kaldı, ne havz.

Toplum zıvanadan çıkmış. Cinayet cinayeti kovalı- yor. Akıl susmuş ve mefhumlar cehennemi bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanla- rı. İdeolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmuş; nam- lular konuşuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz aca- ba? Dünyayı Şeytan mı yönetiyor? Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördüğümü çözecek İskender nerede? Tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısında- yız. Sosyal bir kuduz veya kanser. Bu sinsi, bu kan- cık, bu sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. Anarşi saman alevi gibi yanıp söner. Her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. Anarşizm desek düpe düz münasebetsizlik.

77 IŞIK DOĞUDAN GELİR Ex Oriente Lux

Işık Doğudan Gelir’in ilk baskısı 1984 yılında Pınar Cemil Meriç, madde üzerinde hâkimiyet kuran Yayınları tarafından yapılır. 233 sayfadan oluşan Avrupa’nın, kendi hâkimiyeti ve çıkarları uğruna eser ismini içindeki “Ex Oriente Lux” isimli yazıdan zorba ve sefahat sütunları üzerinde bir medeniyet alır. Kitaptaki yazılar dokuz başlıkta değerlendiril- inşâ ettiğini vurguluyor. Bu yeni medeniyet, insanın miştir. “Medeniyetlerin Defter-i Amali: Ansiklopedi- ruh dengesini bozmuş; kabaran iştihası ile dünyanın ler”, “İslam’da Kozmolojik Doktrinler”, “Muhteşem dengesini altüst etmişti. Avrupa’nın hakiki İsevileri- Bir Abide: Doğu Kütüphanesi”, “Bible Yahut Kitab-ı nin, mütefekkirlerinin; inançlı, kalbi insanlık ateşi Mukaddes”, “Ex Oriente Lux”, “Akıl mı Cinnet mi”, ile tutuşmuş gerçek aydınlarının da bu duruma is- “Batı’da ve Doğu’da Hermetik Düşünce”, “İslam’da yan ettiğini bildirir bize. “Işık Doğudan Gelir”, bugün Tercüme”,” İbn Haldun ve…” haklılığını korumaya devam eden isyanımızın amen- tüsü niteliğinde. Ansiklopedilerle ilgili detaylı bilgilerin verildiği ilk bölümde Bacon’dan Diderot’ya, Harezmi’den Larousse’a, Fransız Ansiklopedisi’den, İslam Ansiklo- pedisi’ne ve İhvan Risaleleri’ne kadar Doğu ve Batı medeniyetinin metinlerini inceleyen Cemil Meriç, ikinci başlıkta Seyyid Hüseyin Nasr’ın İslam’ın Koz- molojik Doktrinleri adlı eserini değerlendirir. Üçüncü başlık Doğu Kütüphanesi’ne ayrılmıştır. Cemil Meriç, Batı’nın Doğu’ya olan ilgisini Galland’ın Binbir Gece Tercümesi ve Herbelot’un Doğu Kütüpha- nesi adlı kitaplarının varlığına bağlar. Bible Yahut Kitab-ı Mukaddes’te ise Tevrat, İncil ve Kur’an’ın yol göstericiliğini yazının temel konusu yapar. Cemil Meriç, Ex Oriente Lux’te Doğuya ait olmanın haklı gurununu adeta yaşar gibi yazmıştır. Işık Doğu’dan gelir sözü için “bir söz ki şafaklara ve düşüncelere gebe” ifadesini kullanır. Akıl ve Cin- net başlığında ise Avrupa aklının tahrip edici etkisi karşısında insanlığın kurtuluşu akl-ı selim’de görür. Batı’da ve Doğu’da Hermetik Düşünce başlığında Cabir bin Hayyan, ilm-i simya, kehânetler, büyüler özetle Doğu’nun fantastik deneyimlerine kayıtsız kalma- mıştır. İslam’da Tercüme bölümünde önce Arapça ve Yunanca arasındaki çevirileri görürüz. Işık Doğudan Gelir’in son yazısı ise İbn Haldun üzerinedir. Cemil Meriç, Doğu ve Batı medeniyetinin amel def- terlerini mukayese ederek medeniyetimizin kaynak- larını oluşturan eserleri; İslam’ın akılcı filozoflarını ve İhvan-ı Safa risalelerini tanıtıyor.

78 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

Onsekizinci Asır Ansiklopedisi Yahut... (Işık Doğudan Gelir, 1. baskı, İstanbul 1984, ss.13-14)

Evet... dünya ansiklopedilerinin “İdeal Typus”u bu “Unutmamamız gereken bir hakikat da şu: düşünen ve âbide eser. Zamanımıza kadar birçok rakipleri zuhur temaşa eden varlığı yani insanı yeryüzünden kovarsak, etmiş! Daha büyükleri, daha yenileri, daha iddialıla- o ulvi ve dokunaklı tabiat kasvetli ve dilsiz bir sahne rı. Ama hiçbiri unutturamamış onu. Geçen yüzyılın olup çıkar. Kâinat susar, her tarafı sessizlik ve gece en ansiklopedik kafası Pierre Larousse, bu hakikati kaplar. Geniş bir inzivagâha döner âlem. Şahidi kal- şöyle dile getirmiş: “Nasıl bir zamanlar şehir denince mayan olaylar, karanlık ve sağır, geçip giderler. İnsan akla Roma gelirse ve 1789 İhtiâlinin adı sadece İhtilâl olmasa varlıkların ne değeri kalırdı... İnsan, kâinatta ise Diderot’nun eseri de Ansiklopedi’dir... Cemiyeti dini olduğu gibi, eserimizde de baş yeri işgal edecek. Mev- tesamuh ve siyasî hürriyet istikametinde geliştirmek is- cudatın ortak merkezi o değil mi? Kalkış noktamız da, teyen bütün müceddidler, bütün hürendiş zekâlar, yeni varış noktamız da o olmalı. Kendi hayatımla benzerle- prensipleri düsturlaştırmak, mazideki inançları yok et- rimin mutluluğunu düşünmeyeceksem, tabiattan bana mek için el ele vermiş... bir asra, bir millete şeref vere- ne?” cek çapta bir eser... Matbaanın icadından beri girişilen en muazzam teşebbüs... Diderot, XVIII. asırda, düşün- Diderot için, ilim demek insan demektir. Tabiatın cenin Herkül’ü, Ansiklopedinin etrafında çöreklenen sadece insanla ilgisi bakımından mânâsı ve değeri yılanlarla tam otuz yıl boğuşmuş... Selâm o ölümsüz vardır. Ansiklopedide hâkim olan zihniyet: ilmî zih- esere: İlk defa olarak seyrettiğimiz Partenon’un, Sen- niyet, tecrübî zihniyet. Diderot için ilimlerin en mü- Piyer kilisesinin veya Notr-Dam’ın önünde nasıl huşuy- himi fizyoloji idi Ömrünü, başından sonuna kadar, la eğilirsek, Ansiklopedi’nin önünde de aynı saygıyla fizyoloji ile ahlâka adayacaktır. Fizyoloji ile ahlâka eğilelim.” yani insan bilgisinin iki kutbuna, o zamanın diliyle: bedeni, ruhu ve gönlüyle insana. Şimdi de o muhteşem binanın nasıl inşâ edildiğini anlatmağa çalışalım, önce baş mimar konuşsun. Di- Hülasa edersek, ansiklopedi, bir topluluğun eseri. derot, 1750’de çalışan sınıflara şöyle diyordu, “Size Amaç, bilgilerin bilançosunu yapmak ve hazineyi ge- bir âbide bırakıyorum. İlmini yazıyorum hırfetlerin.” lecek nesillere aktararak maddî ve ruhî hayatın daha Üstad, endüstrinin harikulade istikbalini sezmiş gi- zengin, daha mutlu olmasını sağlamak. Abidenin baş bidir. O güne kadar kölece bir emek sayılmıştı ça- mimarı Diderot, ikinci mimar d’Alembert. Fakat on- lışma. Oysa medeniyet, refahını işçilere borçluydu. larla beraber çalışan yüzlerce kalfa var. Ansiklopedi, Tefekkürün âletleri onların eseriydi. Bu sayısız nesil- Rönesans’la başlayan uzun bir fikir mayalanışının lerin destanı olacaktı ansiklopedi, kurban edilen ve meyvesidir. hiçbir zaman tarihe geçmeyen nesillerin. Ansiklopedi maddesinde de amacını şöyle anlatır Diderot “Ansiklopedinin amacı, dünya üzerine yayıl- mış bilgileri bir araya getirmek; bu bilgilerin umumî sistemini kendileriyle beraber yaşadığımız insanlara anlatmak ve bizden sonra gelecek nesillere aktarmak- tır. İstedik ki geçen asırların çalışmaları gelecek asır- Diderot lar için boşa gitmesin; torunlarımız kafaca gelişsin de daha faziletli, daha mutlu olsunlar. Biz de soyumuzun şükranım hak etmeden göçmeyelim... Bir ansiklopedi yazmağa, ancak filozof bir asır girişebilirdi. İdraklerin yozlaştığı çağlarda böyle bir yiğitliğe rastlanmaz...”

79 KÜLTÜRDEN İRFANA

Kültürden İrfana 1985 yılında İnsan Yayınları arasın- Araftayız. İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri ber- da çıkar. Kitap, 405 sayfalık bu ilk baskıdan sonra hava ettik... Düşünce yok artık. Kinler de sevgiler de toplam 5 baskı yapmıştır. birtakım işaretlerin emrinde. Aslında bugün içinde bulunduğumuz boşluk maziyi iyi tanımayışımızdan Cemil Meriç’in ilk gençlik çağında başlayan ideolo- doğmaktadır. Bu itibarla bizden öncekilerin neler jileri tanıma, anlama arayışı; dinibütünlükten mil- düşündüklerini, neler tavsiye ettiklerini bilmek, yaz- liyetçiliğe, oradan insani sosyalizme ve sonunda da dıklarını yeni harflere çevirmek, okumak, okutmak, bütün ara durakların birbirine ulandığı bir ara yola tartışmak zorundayız. Neden bu şekilde düşünüyor- yönelmiştir. Hikmeti, “Müslümanların kaybedilmiş lardı, nerelerde hata yapmışlardı? Çare? Zindanımızı malı” olarak arayan ve zaman içinde de buluşun yıkmak, mimarı ve işçisi cehaletimiz olan zindanı. değil bizatihi arayışın önemli olduğunu fark eden Önce kendimizi tanımalıyız. Nasıl bir tarihin çocuk- Cemil Meriç, Kültürden İrfana kitabında; düşünce larıyız? Ne soran var ne bilen. Birleşmek ve düşün- tarihimiz boyunca birbirini anlamak, birbirini ta- mek zorundayız. Bu zincirleri ne zaman kıracağız? mamlamak için yaratılmış aydınların, bütün güçleri- Kendi kendimize vurduğumuz zincirleri...” ni birbirini yıkmaya harcamalarını Arap medeniyeti, Hristiyanlık ve Yahudilik, kavmiyetçilik, Osmanlı (Cemil Meriç, Kültürden İrfana, 1. baskı, İnsan Ya- İmparatorluğu ve nihayetinde Jön Türkler özelinden yınları, İstanbul 1985, arka kapak yazısı) anlatır. Cemil Meriç fikriyatının küçük bir cüzü mahiyetin- de olan bu kitap, onun fikriyatında temel sorulardan biri olan kültür ve irfan ayrımına yönelir. Batı, kül- türün vatanıysa Doğu, irfanın vatanıdır. Kültürden İrfana, Meriç’in irfan ve medeniyet tasavvurundan, daha da önemlisi kendilik yolumuzdaki hikmet ara- yışından payeler taşıyor.

“Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen keli- melerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Ta- rımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mânâ. Kelime değil, bukalemun. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla baş- lar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kur- tulmaktır, önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek buutlu. İrfan, insanı insan ya- pan vasıfların bütünü. Batı, kültürün vatanıdır. Doğu, irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne Doğu’yu. En az tanıdığımız ise kendi- miz... Bilgiyle zırhlanmamış kalabalıklar için aşırıya kaçmayan bir yabancı düşmanlığı emniyetli bir hi- İrfan, düşüncenin bütün kutupla- sardır ama ömür boyu hisarda oturulmaz. rını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla başlar.

80 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

JURNAL “Gömülmesi unutulmuş bir cenaze kadar sıkıcısınız bazen...”

Cemil Meriç’in 1955 yılında yazmaya başladığı Jur- Hayale ve Hakikate Dair (6.6.1963) nallerin sonuncusu Ağustos 1983 tarihini taşır. Ara- lıklarla 29 yıl süren bu çaba, 1992 yılında, İletişim Hakikat o kadar çirkin mi? Neden süprüntü kutu- Yayınları tarafından kitaplaştırılır. larından tedarik ettiğiniz paçavralarla sarıp sarmalı- yorsunuz? Yalan daima asîl değil ki? Donmuş ruhu- Jurnal, Cemil Meriç’in kendini ve içinde yaşadığı nuz. Ne ümidin sıcaklığı, ne sevginin alevi, Sibirya’da coğrafyanın insanını tanımak ve bu tanıyışın netice- vahalar yaratabilir. Derinlere inmeyen bir tecessüs; sinde yönünü tayin etmek amacıyla yazdığı yazılar- kumları avuçları ile iten, toprağın bağrındaki coşkun dan oluşuyor. Yazar, okura ve aslında okurun özelin- sulara inmeyen çölde artezyen fışkırtamayan, fışkırt- de kendisine şöyle sesleniyor Jurnal’inde: “Cemiyet mak istemeyen ürkek, mecalsiz, hasta bir tecessüs. belkemiğimi kırdı. Uçmak istediğim zaman ancak sü- Kurumuş bir deve dikenine benziyor ruhunuz, rüz- rünebiliyordum. Evet belki bir Spinoza olamazdım. garların sürüklediği bir deve dikeni... Yapraklarınız Ama Batı yalnız Spinoza mıdır? İnsanlara kalbimin dağılmış, çiçekleriniz dökülmüş, meyveniz yok. Bir bahçesinden çiçekler devşirdim. Ve kucağımda çiçekler ağaç iskeleti ruhunuz. Bulmaktan korkarak arıyorsu- kapılarım çaldım. Kapılar açılmadı... Coğrafi kader, nuz. Neyi? Akmayan bir çeşmeye benziyor ruhunuz. biyolojik kader, sosyal kader. Bunlardan bir tanesi ben- Hoyrat eller musluğunu bile sökmüşler. Kitabesi? den çok daha kabadayısını felce uğratmaya kâfi iken Kitabesi silinmiş. Kanatları yok ruhunuzun. Galiba üçü birden çullandılar üstüme...” kanatsız doğmuş. Yeis kadar şifasız, kutuplar gibi... hayır kutuplara benzer tarafınız yok. Sadece hastası- Bütün bir hayat tecrübesinin satırlarıdır bunlar. Yü- nız. Birçok insanlar gibi, insanlık gibi hastasınız. Ha- rümeden önce durmanın, söylemeden önce düşün- yat atılış demek, ileriye, yeniye, maceraya. Çamura menin, zikretmeden önce fikretmenin, atılmadan saplanmış bir araba. Metrûk, camları kırık ve rengi önce kendini tartmanın, varmadan önce niyet etme- solmuş. Zindanımızın kapıları açık, ama siz hasır nin satırları… bir iskemle kadar o zindanın eşyasından olmuşsu- Cemil Meriç, her biri birer yaşamak reçetesi hük- nuz. Ve sırtınızda taşıyorsunuz zindanınızı. Yalnız münde olan yazılarını ömrü pahasına deneyimleye- sesiniz, yalnız kelime. Uzaklardan gelen ve kime rek yazan bir yazarımızdır. ait olduğu bilinmeyen bir ses. Ve bozuk bir plaktan dökülen kelimeler. Hep aynı. Ve gömülmesi unu- tulmuş bir cenaze kadar sıkıcısınız bazan. Susuzlu- ğu arttıran ve ağızda buruk.. hayır sadece acı sadece kekremsi bir tad bırakan deniz suyu gibi bir şey. (Cemil Meriç, Jurnal, Cilt 1, İletişim Yayınları, 1. baskı, İstanbul 1992, ss.181-182

81 SOSYOLOJİ NOTLARI ve KONFERANSLAR

Sosyoloji Notları ve Konferanslar, Cemil Meriç’in Düşünce bir Bedduadır (7 Aralık 1967) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde 1965’ten 1969’a kadar anlattığı dersleri, Batı’da peşin hükümleri yıkan, yeni bir değerler lev- verdiği birkaç konferansın metnini ve bazı sohbetle- hasını yaratan intelijansiyanın doğuşu 18. yüzyıl- rinden alınan notları içeriyor. dadır: Ansiklopedistler. Ansiklopedi bütün büyük eserler gibi bir aksiyon kitabı. Diderot önce herhangi Cemil Meriç Sosyoloji Bölümü’nde hiçbir zaman bir tâbinin talebi üzerine İngilizce iki ciltlik bir lügati resmen hoca olmamıştır. O dönemin Bölüm Başka- çevirme teklifi alır. nı Prof. Nurettin Şazi Kösemihal bir dost meclisinde Cemil Meriç’i dinledikten sonra, onu kendi bölü- Ansiklopedi bir nevî koç başıdır (Şatoları yıkmak münde Fransızca ders vermeye davet eder. Böyle- için kullanılan âlet). Hayatından memnun olan in- ce 1962 yılından itibaren Cemil Meriç’in aralıklarla san veya sınıf, düşünmez. Her düşünce bir kopuştur. verdiği dersler belli bir yekun oluşturur. Kızı Ümit Düşünce bir bedduadır, rahatsız eder, yaralar. Meriç Hanım bu dersleri 1965 yılından itibaren takip ettiği için kitapta yer alan notların ilki 9 Aralık 1965 Düşünce fert plânında bir felâkettir. Eski Yunan tarihini taşıyor. mitolojisinde Tanrılar kendilerine benzeyenleri kıskanırlar. Ansiklopedi Diderot’ya zilletten başka Kitap, iki ana bölüme ayrılmıştır. İlk bölüm “Sosyo- hiçbir şey getirmedi. Fransız burjuvazisi 18. yüz- loji Notları”, ikinci bölüm “Konferanslar” başlığını yılda bütün insanlık namına harekete geçiyordu. taşır. İlk bölüm, ders yıllarını esas alacak şekilde dört Onun için Çariçe Katerina ve Rus prensi Stanislavs- alt bölümden oluşmaktadır. Kitabın sonunda, Cemil ki, Diderot’yu, Voltaire’i ülkelerine davet etmekten Meriç’in sohbetlerinden oluşan bir Ek bölüm bulun- çekinmezler. Berdiaeff, Rus rejimi aleyhindedir. maktadır. Hâtıralarında ihtilâlin zaferinden hemen sonra ede- biyat doktoru olan polis müdürüyle on iki saat tar- tışırlar. Berdiaeff’e, polis müdürü “Senin her yazın milyonlarca insanın boşuna kanını döktüğünü ispatlar” diyor. Tolstoy gayet rahat dolaşırken, Tolstoy’un ese- rini okuyanlar tevkif edilir. Voltaire Avrupa’nın zekâ imparatorudur.

Proletarya eski Roma’dan gelen bir terim. Proleter=çocuk yapan. İstihsal vasıtalarından mah- rum olan ve yaşamak için emeğini satan sınıftır proletarya, yeni tarifine göre. 19. yüzyılda dü- şünce Sorbonne’un dışında gelişir. Resmî felsefe- si Spiritüalizm’dir Sorbonne’un. Burjuvazi Paris Komünası’ndan sonra, aristokrasinin putlarına sarı- lır, Spiritualist olur.

(Cemil Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, İle- tişim Yayınları, İstanbul 1993, s.141)

82 CEMİL MERİÇ’İN TELİF ESERLERİ

83 84 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

Mütercim; ‘mutlak’ı arayan bir çılgın, ‘felsefe taşı’nı bulmaya çalışan bir simyagerdir.

85

CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

PRATİK ve TEORİ

Cemil Meriç’in Stalin’den çevirdiği bir eserdir. Cemil Meriç bu eseri, Nazım Hikmet ve Kerim Sadi için çevir- miştir. Eserde kendi ismini kullanmayan Cemil Meriç, bu çalışmasının karşılığını da alamamıştır.

ALTIN GÖZLÜ KIZ

Altın Gözlü Kız, Avrupa edebiyatındaki ilk örnek- edebildiğini göstermesi bakımından çok enteresan- lerini Lazarilles de Tormes’de gördüğümüz pikaresk dır. Kısa keselim, bu bahiste büyük Avusturyalı şâir roman türündeki bir eserdir. 1835 yılında yayım- Hugo von Hoffmansthal’le beraberiz. lanan bu eser, dönemin Paris yaşamından kesitler sunuyor. Cemil Meriç’in Balzac’tan çevirdiği Altın Cemil Meriç Gözlü Kız, Üniversite Kitabevi tarafından 1943 yılın- da yayımlanır. 112 sayfalık bu tercümenin başında Cemil Meriç’in Balzac hakkındaki 72 sayfalık incele- Muhteşem ve unutulmaz hikâye… Esrarın kucağın- mesi de yer almaktadır. dan şehvetin doğduğunu ve Paris’in uykusuz gecele- rinde ihtiyar Şark’ın ağır göz kapaklarını açtığını gö- Kitapta, Balzac ile ilgili incelemeden sonra “Altın rüyoruz. Macera ile şe’niyet her an kucaklaşmakta. Gözlü Kız Hakkında” başlığıyla iki sayfalık bir tanıt- Ölümün ve cinnetin engin ufuklarında ruh bir çiçek ma yazısına yer verilmiş; ardından Avusturyalı şâir gibi açılıyor, günlerimiz bu meş’alenin altında eski Hugo’nun eser hakkındaki kısa mütalaasının tercü- devirlerin azametli rüyalarını hatırlatan bir hal alıyor. me metnine geçilmiştir. Baş taraflar Dante’nin kaleminden çıkabilirdi, son kı- sımlar bin bir gece masallarından alınmışa benziyor. Ve bütün hikâyeyi ancak Balzac yazabilirdi… Altın Gözlü Kız Hakkında Hugo Von Hoffmannsthal

Balzac’ın Paris’i ne Hugo’nun tannan ve patetik mıs- ralarında ebedileşen ışık şehri, ne Zola’nın bedbîn bir realizmin tunçtan kalemiyle çizdiği murdar, çamur- lu ve pancurlarından sefalet sızan ıstırap beldesidir. Balzac’ın Paris’i tabiat içinde bir tabiat, bir mikro- kozmos, haşmetle sefaletin, faziletle reziletin kucak kucağa yaşadığı fantastik ve muazzam bir diyardır. “Altın Gözlü Kız”, dehânın ebediyete armağan ettiği bu tılsımlı âbidenin mütevazı fakat karakteristik bir cephesidir; maceranın romantik bir eda arzetmesi, aşk, esrar, ölüm korkusu dolu sahneler, şark şiirinin bütün ihtişamiyle ışıldayan bir dekor, eserin neza- heti ve sanatın kutsal ışığı içinde güzelleşen memnu ve çirkin bir sevgi, muharririn tezatlarla nasıl oy- nayabildiğini, hayatı bütün cepheleriyle nasıl tasvir

87 Altın Gözlü Kız’dan (Altın Gözlü Kız, 1. baskı, Üniversite Kitabevi Yayınları, İstanbul 1943, ss. 77-78)

Karşısında en fazla dehşet duyulan insanları görünce, önce payitahta manzararalardan biri de şüphesiz karşı tiksinti duyar, fakat çok geç- ki Paris ahalisinin umûmî görünü- meden geniş bir zevk ve safa ima- şüdür: Soluk, sarı ve morarmış çeh- lathanesi olan Paris’ten ayrılmaz releriyle seyri tüyler ürperten insan olur. Orda kalıp bozulmaya seve sürüleri zaten Paris kucağında her seve katlanır. Paris’te çehrelerin lâhza binbir menfaatin kasırgalaş- hemen hemen cehennemî bir renk tığı geniş bir meydan değil midir? alması fizyoloji bakımından kolay- Bu kasırganın altında başak yığın- ca izah edilebilir. Unutmamalı ki ları gibi çırpınan insanları burda Paris’e laf olsun diye cehennem de- ölüm başka diyarlardan daha sıkı nilmemiştir. Cehennem kelimesini tırpanlar. Fakat onlar bir anda aynı ciddiye almamız lazım. Orada her hız, aynı gürlükle fışkırıverirler. şey tüter, yanar, pırıldar, kaynar, Çarpık, yamrı yumru çehrelerin alevlenir, buhar olur, söner, tek- bütün çizgilerinden beyinlerini şi- rar tutuşur, kıvılcımlar saçar, ateş şiren fikirleri, zehirleri ve istekleri püskürür ve kül olur. Hayat hiçbir okuyabilirsiniz. Bunlar çehre değil zaman hiçbir diyarda burdakinden bir alay maskedir: Zaaf, kuvvet, se- daha alevli, burdakinden daha ya- falet, neşe ve riya maskeleri hepsi de bitkin, hepsi de kıcı olmamıştır. Mütemâdi bir kaynaşma halinde bu nefes nefese bir hırsın silinmez izleriyle damgalıdır. içtimâî âlemde her başlanan iş bitince, kendi kendi- Ne istiyorlar? Altın veya zevk. ne: “Haydi yenisine!” der gibidir; tıpkı tabiat gibi, o da böceklerle, ömrü bir günlük çiçeklerle, kıvır zı- Paris halkını biraz yakından tetkik edersek, neden vırla, gelip geçici şeylerle uğraşır ve ezelî karak- bir ölü siması taşıdığını anlayabiliriz. Bu terinden alev ve ateş fışkırtır. Öyle sanıyoruz sima için yalnız iki çağ vardır: Gençlik ki bu zeki ve yerinde durmayan halkın ve ihtiyarlık; renksiz, soluk bir genç- her tabakasına ayrı bir çehre veren se- lik, genç görünmek isteyen düz- bepleri incelemeden önce, muhtelif günlü bir ihtiyarlık. Düşünmek derece farklarıyla bütün Parislilerin zorunda olmayan yabancılar simasını renksizleştiren, solduran mezardan çıkmışa benzeyen bu ve morartan umûmî sebebe işaret et- mek daha doğru olacak. Honore de Balzac

88 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

OTUZUNDAKİ KADIN

Otuzundaki Kadın, Fransız roman- Tanrı kudretinin bir tezahürü, daha cı Honore de Balzac’ın orijinal adı doğrusu bu fâni saltanatın gelip ge- “ La Femme de Trente Ans” adlı ese- çici bir timsaliydi. Güneş, gökteki rinin çevirisidir. “Otuzundaki Ka- bulutları onun için dağıtmıştı. Bu dın” Cemil Meriç’in Fransızcadan kadar aşkla, heyecanla, sadakatle, tercüme ettiği ilk romanlardan biri- emellerle kuşatılan adam, peşisı- dir. 1945 yılında Arif Bolat Kitabevi ra gelen “mümtaz bölük”ün birkaç tarafından basılmıştır. Toplam 168 adım önünde duruyordu. Solunda sayfadan oluşan eser, kadın kahra- mâbeyin mareşali, sağında servis man Julie üzerinden sosyolojik ve mareşali vardı. Yarattığı bu derin psikolojik tahlille içermesi yönüyle heyecanların kucağında yüzünün önemlidir. tek çizgisi oynamamıştı.

(Cemil Meriç, Otuzundaki Kadın, 1. baskı, Arif Bolat Kitabevi, İstan- Napolyon’un ata binmiş bu hareke- bul 1945, s.13.) ti, durgun kütlelere canlılık, musikî âletlerine ses, alemlere ve bayrakla- ra hamle, bütün çehrelere heyecan vermişti. Sanki bu asırlar gören sarayın, yüksek galerilerinin duvarları da “yaşasın imparator” diye haykırıyordu. İnsanoğ- lunun yaratacağı sahnelerden değildi bu. Bir büyü, Gustave Cailbotte / Paris Sokakları Yağmurlu Bir Gün

89 ONÜÇLERİN ROMANI - FERRAGUS

Balzac’ın, Paris Yaşamından Sahneler’i hakkında halkın henüz fikir sa- anlattığı üçlemesinden ilki olan hibi olmadığı genç sokaklar, en “Onüçlerin Romanı” Cemil Meriç kart dullardan daha geçkin so- tercümesiyle 1945’te, Yüksel Ya- kaklar, itibarı yerinde sokaklar, yınevi tarafından yayımlanmıştır. daima temiz sokaklar, daima kirli 157 sayfalık eserin tercümesiyle sokaklar, işçi, hamarat, bezirgan ilgili olarak Cemil Meriç, önsöz- sokaklar... de şu bilgiyi vermiştir; “Okuyucu Altın Gözlü Kız’ı bütün kusurlarına Bir kelimeyle: Paris sokakları rağmen teveccühle karşılamış, mü- beşerî vasıflara mâliktir ve fizyo- nekkit cesaretimizi desteklemişti. nomileriyle, bize tesirinden bir Ferragus tercümesine teşebbüsü- türlü kurtulamayacağımız bazı müz bu müsamahanın mahsulü- fikirler telkin ederler. Sokak var dür.” ki bayağıdır, orada uzun boylu kalmak istemezsiniz, öylesi de Olağanüstü gözlem yeteneğinden var ki içinizden hemen yerleşip dolayı gerçekçilik akımının kuru- oturmak arzusu geçer. Bazıları cusu olarak kabul edilen Balzac, Montmarte sokağı gibi başlarken 19. yüzyılın ortalarındaki Paris’i güzeldir, fakat balık kuyruğu şek- büyük bir ustalıkla betimleyerek anlatır. Ferragus’ün linde biter. Mesela Paix sokağı da geniştir, büyüktür, başında olduğu bir suç çetesi etrafında oluşan ama Royale sokağının hassas bir ruhta uyandırdığı hikâyede, Paris’in soylusu-düşkünü, fakiri-zengini, zarif bir asaletle halenenen duygulardan hiçbirini il- sefahat ve sefaleti bütün canlılığıyla okuyucunun ham etmez. gözleri önüne serilir. (Onüçlerin Romanı -Ferragus-, Çeviren Cemil Me- riç,1. baskı, Yüksel Yayınevi, İstanbul 1945. s. 37) Paris’te öyle sokaklar var ki şerefsizlikle damgala- nan bir insan kadar haysiyetleri kırıktır. Sonra kibar sokaklar, sadece namuslu sokaklar, ahlâki durumu

90 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

İHTİŞAM VE SEFALET

Kitabın ilk baskısı 1945 yılında yok farzedilse dahi mevcuttur, ya- “Kibar Fahişelerin İhtişam ve Se- şar. Kendi tabiî kanunları ile... faleti” adıyla yayımlanmıştır. İn- kılap Kitabevi’nden çıkan bu ilk Balzac, cemiyeti, “Kanun Dışılar” baskı 471 sayfadır. Kitabın ikinci mihver konuyu teşkil etmek üze- baskısı 1973 yılında Ötüken Ya- re, türlü zümreleriyle maktaın- yınevi tarafından “İhtişam ve Sefa- dan - iç kesitinden- seyrettiriyor let” adıyla çıkmıştır. okuyucuya.. Müthiş bir irade, iblise taş çıkartan bir kurnazlık 1800’lü yılların Paris’ini anlatan ve zekâ, tabiî kanunlardan başka Balzac o güne kadar üzerinde yasa tanımayan, örs olmaktansa pek durulmayan kanun dışı ha- çekiç olmayı tercih eden, bir isyan yatların hikayesine dikkatimizi çığlığı, bir direniş olan adam: Vot- çekiyor. Cemil Meriç, tercümeyi ren. İyi kalpli, hayâlperest, zayıf yayıncının hassasiyetlerini dikka- iradeli şair tipi: Lüsyen. Balzac’ın te alarak ve gereksiz sayılabilecek hiç sevmediği adamlar: Gazeteci- ifadelerden imtina ederek gerçek- ler. Kimisi kocalarını hacir altına leştirmiştir. Cemil Meriç’in eşsiz aldıracak kadar mermer yürekli, benzetmelerle bezeli ve akıcı üs- kimisi de son derece hercâî sos- lubu ile dilimize kazandırdığı bu yete dilberleri. Cemiyetin kanını eser, bugün hâlâ evrensel haki- sülük gibi emen Yahudi dönmesi katlerin sözcüsü niteliğinde. banker tipi: Nüsenjan. Sonsuzlu- ğu, fazileti ve akıl almaz fedakârlığı ile aşkı temsil eden yosma tipi : Torpil. Balzac bu romanında esas olarak o güne kadar hiçbir Kısaca Balzac’ın, cemiyeti sefil ve muhteşem yanları yazarın gereğince eğilmediği, meşgul olmadığı bir ile anlattığı bu romanını Cemil Meriç’in akıcı üslubu âleme çeviriyor bakışlarımızı. Kanunda yeri olma- ile takdim ediyoruz. yan, fakat gerçekte var olanların dünyası... Kanun- lar ve nizamlar tabiî olmak gerek. Aksi halde tabiî (Balzac, İhtişam ve Sefalet, Çeviren Cemil Meriç, 2. kanunlar kendi hükümlerini icra ederler. “Kanun baskı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1973, arka kapak Dışılar”ın yüzbinleri aştığı bir cemiyette bu zümre yazısı)

91 HERNANİ

Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Victor Saray nâzırın, nedimelerin, kapı kulların, Hugo ve Türkiye’de fikriyat dediğimizde aklımıza ilk Binbir itina ile talim gören zağarın gelen isimlerden üstad Cemil Meriç. Bu iki önemli ismi tek bir eserde buluşturan Hernani, lirik bir ti- Benim gibi gönülden takılamaz peşine... yatro şahikası. Victor Hugo’nun şiir tadındaki tiyatro Akıl almaz Kastilya beylerinin işine: eseri “Hernani”, üstad Cemil Meriç’in gözlerini kay- bettikten sonraki ilk eseri olma özelliğini taşıyor. Senden istedikleri ya kupkuru bir unvan, Ya parlak bir oyuncak, yahut da altın nişan... 1948 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ter- cümesi kendisine verilen eser ile ilgili Meriç titiz bir Ne iltifat ne ihsan benim gözümde tüten... çalışma yapar ve eseri aslına en uygun şekilde çevir- Kanına susamışım, canına teşneyim ben!... mek için yoğun bir mesai harcar. Cemil Meriç, göz- lerini kaybettikten sonra hayata tutunmasına vesilen Bağrını delik deşik etmedikçe hançerim, olan bu kitabı, iki yıl gibi kısa bir süre de dilimize Hayatın sönmedikçe bu yolda seferberim... kazandırmıştır. Nereye gidersen git, beraberiz... Su uyur. Kim uyumaz demişler... Yol arkadaşım odur... Öyle, maiyetinden, ey kral! _ Elde bıçak, Bakışlarım izine takılı, sokak sokak, Peşinden geliyorum... Yolcu yolunda gerek... Gündüzleri arkana bakma sakın hükümdar, Adım adım peşinde değil miyim yıllardır? Sonra neşen zehrolur: Orada Hernani var! Dünyada intikamdan daha kutsal ne vardır? Alev saçan bir çift göz göreceksin her gece, Ecdadımın mezardan kopup gelen sesine Ey kral, bakışların arkaya çevrilince! Kulak verip ardından koşuyordum... Desene (Victor Hugo, Hernani, Çeviren Cemil Meriç, Milli Eği- Rakipmişiz üstelik! Ne âlâ! Zaman zaman tim Basımevi, 2. baskı, İstanbul 1966, ss.34-35) Kinle aşk arasında çırpınıp bocalayan

Gönlümü Dona Sol’un sevgisi dolduruyor, Hınca yer kalmıyordu... Hep hayaller kuruyor,

Maziyi hafızamdan siliyordum... Madem ki Sen kendi isteğinle yoluma çıktın, peki,

Bir daha vazifemi unutmam, müsterih ol! İntikam şimdi aşkım için de tek çıkar yol!

Evet, maiyetinden biriyim ben de doğru! Uğursuz sarayının en sefil dalkavuğu,

Her sabah huzurunda yer öpmeye can atan, Hizmetinde insanlık gururunu unutan

92 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

MARİON DE LORME

Cemil Meriç’in Mahmut Sait Kılıççı ile birlikte Victor Hugo’dan çevirisini yaptığı Marion De Lorme’nin, ilk baskısı 1966 yılında MEB Yayınları’ndan çıktı. Cemil Meriç ve Sait Kılıççı tercümesi; yayımlandığı ilk gün- den beri Victor Hugo’nun romantik yüzünün betim- lemeleri ile tanışmamıza vesile olmuştur. 1831 yılında yayımlanan ve ilk ismi “Richelieu Dev- rinde Bir Düello” olan eser, Victor Hugo’nun dram türündeki piyesi olma özelliğini taşıyor. Kibar bir hayat kadını olan Marion’un, onun kim olduğundan habersiz Didier’le yaşadığı aşkı ve sonrasında yaşa- nan beklenmedik olayları anlatan eser; içinde siyasi göndermeler de barındırdığı için Fransa’da bir dö- nem oynanması yasaklanmıştır. Piyes, hayatın talih- siz ve romantik kahramanlarına odaklanıyor. Victor Hugo (1802-1885)

Sevmek mi? Dikkat edin! Bu kutsî kelimeler, öyle laf olsun diye Ağza alınmamalı... Hürmet gerek sevgiye!

Biliyormusunuz ki aşk demek, hayat demek, Nağme demek, renk demek, bütün kâinat demek!

Söndü zannedersiniz, birden şahlanıverir. Kutsal alevlerinde bütün günahlar erir

O ilahi yangının ... Ne kir kalır, ne de pas. Bir avuç küle döner gönlümüzde ihtiras!

Yeis de söndüremez o ateşi, hasret de... Gerçekten seven için, mihnet de saadet de

Birdir. Öyle bir aşk ki, sonsuz, ümitsiz, derin. Bana sevdiğinizi söylemiştiniz demin... Aşkınız bu tarife uyuyor mu? (Marion De Lorme, Çeviren : Cemil Meriç-M. Sait Kılıççı, MEB Devlet Kitapları Müdürlüğü, 1. baskı, İstanbul 1966, ss. 15-16)

93 DİLLERİN YAPISI VE GELİŞMESİ

“Dillerin Yapısı ve Gelişmesi” adını taşıyan eser, Ce- mil Meriç ve talebesi Berke Vardar ile birlikte çev- rilmiş, Dönem Yayınları tarafından 1967 yılında yayımlanan eser 87 sayfadan ibaret. İki bölümden oluşan eserde, Michel Lejeune ve Antoine Meillet’in dil hakkındaki görüşleri tercüme edilmiştir. İlk bö- lümde, Meillet’in “Dil olaylarının genel yapısı” başlığı altında, dilin tarihi, kullanılan sesler, kelime hazi- nesi, cümle ve kelime, cümle çeşitleri ve dil tipleri üzerine açıklamalara yer verilmiş. İkinci bölüm ise Michel Lejeune’e ait görüşlere ayrılmış “Diller nasıl gelişir” adını taşıyan bu bölümde kelime hazinesin- deki değişimler, ses değişimleri, gramer değişimleri ve dillerin bölünmesi ele alınmıştır. Antoine Meillet (1866-1936) Mânâları tıpı tıpına aynı olan iki kelimenin uzun za- man hiçbir değişikliğe uğramadan birlikte yaşadığı pek az görülür. Bazan kelimelerden biri ortadan kal- kar. Latinceden “medecine” kelimesini çıkaran XIII. yüzyıl Fransızcası, bu kelimeden de “medecine”i meydana getirmiştir. Dilde tek başına kalan “mire” “medecine”le rekabet edemedi, silinip gitti. İngilizce- de “düşman” manasına gelen iki kelime vardır: Eski Cermenceden gelen “foe” ve Fransızcadan alınmış olan “enemy”. Bugün yalnız ikincisi kullanılıyor bunların. “Foe” yalnızca şiir dilinde kaldı. Bazan her iki kelime de yaşar ama, manaları farklılaşır. Mesela Fransızca “loyal” sıfatı Latince “legalis”in devamıdır. Fransızca XVI. yüzyılda aynı “legalis” kelimesini “le- gal” biçiminde Fransızcalaştırır. Bir ara her iki ke- lime de aynı manada kullanılır. Ama bu kararsızlık uzun sürmez, “loyal” dürüst manasına kullanılmaya başlar, “legal” kanuni. (A. Melliot, Dillerin Yapısı ve Gelişmesi, Çeviren C. Meriç - B. Vardar, Dönem Yayınevi, İstanbul 1917, s.52.

94 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

ZİYA GÖKALP’İN HAYATI VE ESERLERİ

1980 yılında yayımlanan eser, Uriel Heyd’in Ziya Gökalp hakkındaki monografisinin tercümesi ma- hiyetindedir. Cemil Meriç imzalı bu tercüme Sebil Yayınevi tarafından basılmıştır. Heyd’e göre Ziya Gökalp orijinal bir mütefekkir değildir. Avrupa tarihi ve kültürü ile derin bir aşi- nalığı yoktur, fikirleri değişkendir. İleri sürdüğü olayları, sık sık fikirlerini destekleyecek şekilde düzenler. Ama bu kusurları Ziya Gökalp’in memle- ketine yaptığı hizmeti küçültmez. Gökalp, Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi kurucularından birisidir. Türkiye modernleşmesinin önemli isimlerinden Ziya Gökalp’i anlamak, erken Cumhuriyet dönemini ve demokrasi serencamımızı anlamaktır aslında. Ziya Gökalp (1876-1924) Gökalp’in dostları onu tipik bir ilim adamı olarak tarif ederler. Ciddi, çok konuşmaz, Laklâkiyattan, şakadan hoşlanmaz. Pek canlı değildir, kendi düşün- celeriyle sarhoştur adeta. Çevresiyle meşgul olmaz. Ama hele karşısına candan ilgilendiği bir konu geç- sin, birden sıyrılıverir hayallerinden, fikirlerini açık seçik ve kuvvetle savunmaya başlar. Mizaç itibariyle mütevazı ve utangaçtır. Çolpa hareketleri ve muaşe- ret bilgisizliğiyle küçük bir kasabadan geldiğini or- taya koyar. Bütün çabalarına rağmen Doğu Anadolu şivesinden kurtulamamıştır. İstanbullu arkadaşları yanında küçüklük duygusuna kapılır, o belağatlı, canlı, neşeli arkadaşları... Ziya’nın entelektüel ye- tenekleri ve mefkûreciliği karşısında büyük saygı duyan bu arkadaşları onun bilgece tavırlarını alaya almaktan da geri kalmamışlardır. (Uriel Heyd, Ziya Gökalp’in Hayatı ve Eserleri, Çe- viren Cemil Meriç, 1. baskı, Sebil Yayınevi, İstanbul 1980, ss.31-32)

95 KÖPRÜDEN DÜŞENLER

Cemil Meriç’in Lamia Çataloğlu ile birlikte çevirdiği Köprüden Düşenler adlı eser, 1981 yılında Tur Ya- yınları arasından çıkmıştır. Eser, 1897-1975 yılları arasında yaşamış Thornton Wilder imzasını taşıyor. Kaza, kader, irade ve iman meseleleri etrafında şekil- lenen roman, 1714 yılının temmuz ayında Peru’da çıkan fırtınada çöken bir köprünün yol açtığı faciayı Tanrı’nın varlığıyla ilişkilendiren karakter üzerin- den gelişir. Papaz Juniper kazada ölen insanlardan hareketle Tanrı’nın varlığını ilmî olarak ispatlama gayretine girişir. Kazada ölen 5 kişinin hayatından hareketle kaderin esrarını aydınlatma düşüncesine kapılan karakterimiz, tek bir sorunun cevabını bul- ma peşindedir: Kâinat herhangi bir plana göre yara- tılmışsa insanın hayatı levh-i mahfuzdaki örneklere uyuyorsa, birdenbire yok olan bu 5 kişinin hayatı kaderin esrarını aydınlatamaz mı? Thornton Wilder (1897-1975)

Başka kim olsa gizli bir sevince kapılır ve şöyle derdi kendi kendine: “On dakika sonra ben de...” Ama rahip Juniper öyle düşünmedi, “neden kaza bu beş kişinin başına geldi? Kader miydi bu acaba? Hayat-ı beşer ka- dere mi tâbiydi...?” Belki de birdenbire yokluğa karı- şıveren bu insanların hayat hikayesi çözebilecekti bu büyük sırrı. Ya tesadüfen yaşayıp, tesadüfen ölüyo- ruz; ya hayatımız da ölümümüz de bir plana göre ön- ceden tasarlanmıştır. Ve rahip Juniper havada uçan bu beş kişinin hayat sırlarını çözmeye, ölümlerinin sebebini ortaya çıkarmaya karar verdi. (Thornton Wilder, Köprüden Düşenler, Çeviren C. Meriç-L.Çataloğlu, Tur Yayınları, İstanbul 1981, s. 9.)

96 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

BATIYI BÜYÜLEYEN İSLAM

İslam hakkındaki özgün araştırmalarıyla tanınan Fransız tarihçi ve sosyolog Maxime Rodinson’un “Batıyı Büyüleyen İslam” isimli eseri, 1981’de yayım- landı. Kitap, aynı adla iki yıl sonra Cemil Meriç tara- fından dilimize çevrildi ve Pınar Yayınları tarafından basıldı. Kitap, genel anlamda, tarihsel süreç içerisinde, Av- rupalıların İslam ve Ortadoğu hakkındaki bakış açı- larına yer vermektedir. Biyografik ayrıntılar ve Batı- nın İslam-doğu ile ilgili görüşlerinin tarihini merak edenler için ana temayüllerin ortaya konulduğu ki- tap iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, “Batı’nın İslam Doğu ile İlgili Görüşleri” büyük ölçüde kitabın yazılmasına sebep olan konuları içermektedir. İkinci bölümde ise “Avrupa’da Arap ve İslam Araştırmaları” adı altında, değişik zamanlarda yayımlanmış bildiri- Maxime Rodinson (1915-12004) ler yer almaktadır.

Maxime Rodinson, 1915’te Paris’te doğdu. Sosyolog ve oryantalist, Yakın Doğu etnolojisi ve Eski Sâmi Dilleri hocası. Başlıca eserleri; Muhammed (1961), İslamiyet ve Kapitalizm (1966), İsrail ve Arap Direnişi (1969), Marksizm ve Müslüman Dünya (1972). “Eli- nizdeki kitap (1981) ise” Fransızca olarak yayımlan- mıştır. Rodinson, çağdaş bir bilim adamı. Hem Marksizm’i tanıyor hem İslamiyet’i, üstelik bağımsız. Yani bir kilise hesabına konuşmuyor. Elinizdeki eseri, genel hatları itibarı ile bir dünyanın öteki dünya ile ilgili görüşlerinin geçirdiği evrimin tarihçesidir bir nevi. Şöyle diyor Rodinson : “Bir dünyanın öteki dünya ile ilgili görüşlerini onun içinde bulunduğu durumla izah ediyorum. Zaten bir tek görüş yok. Çevreye, sosyal sı- nıfa, bir dünyanın öteki dünya ile ilişkilerinde yer alan insanların içinde bulunduğu duruma göre değişen bir çok görüşler var.” (Maxime Rodinson, Batıyı Büyüleyen İslam, Çeviren Cemil Meriç, 1. baskı, Pınar Yayınları, İstanbul 1983, arka kapak yazısı)

97 HEİNRİCH HEİNE - LES TISSERANDS SILESIENS DIE SCHLESISCHEN WEBER (1844) Çeviren: Cemil Meriç

Dokumacılar

Karanlık gözlerinde yaş yok. Tezgâh başındalar Önlerinde kumaş yok... Gıcırdıyor dişleri: - Sana kefen dokuyoruz... Sana tezgâhımızda üçüzlü beddua dokuyoruz Dokuyor, dokuyoruz... Lânet olsun önünde diz çöküp yalvarılan puta, Kışın soğuklarında ve zalim pençesinde açlığın Boşuna bekledik, boşuna umduk, O bizi aldattı, bizi oyaladı... Dokuyor, dokuyoruz... - Lânet sana ey kıral, Sefaletimiz karşısında taş kesilen Ve son santime kadar soyup bizi Köpekler gibi kurşuna dizdiren Zenginlerin kıralı! Lânet sana! Dokuyor, dokuyoruz... - Lânet sana yalancı... Toprağında yalnız alçaklık ve Soysuzluk yükselmede, Ve çiçeklerin çabucak solup, Her güzel şey kemrilip dişleriyle kurtların Bozulup çürümede. Dokuyor, dokuyoruz... Tezgâh çatırdıyor, mekik uçuyor, Onlar dokuyor, gece gündüz... - Senin kefenindir dokuduğumuz... Sana tezgâhımızda Üçüzlü beddua ile dokuyoruz... Dokuyor, dokuyoruz

98 CEMİL MERİÇ’İN TERCÜME ESERLERİ

99 100 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Dergi, hür tefekkürün kalesidir.

101

CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

YENİGÜN GAZETESİ

Geç Kalmış Bir Musahabe Beş altı yıl evvel bütün fırsat yoksulu baht ve muhit şikâyetçileri “ Yenimecmua” nın imdada yetişen şirin ve şen sayfalarında heveslerini dindirecek, duygula- rını sindirecek bir köşe bulmuşlar, yaslanmış ve pas- lanmış kabiliyetler, sıkılmış ve sıkışmış zekâlar hu- suftan kurtulmuşlardı. O zamanlar, hislerimi kâğıt üzerine dökecek bir çağda, yazdıklarımı okutacak bir yaşta değildim... Tarzı kadim hazinesinin rakip- siz ve taksirsiz varisi “meşhuru cihan Nabii Zaman” üstadın ağdalı şiirlerini manasını kavramadan takdir ederdim. Bugünkü “yazabilmek” kudretine ilk ör- nek o yazılar oldu. O sahifelerde Cemil Süleyman’ın melali ruhundan dökülen olgun ve yorgun yazıları okudum, gözlerimi dört açarak “Asaf” beyin “Serveti fünun” daki benzerlerine taş çıkaran zarif şiirlerini, A. Sırrı’nın çocuklara sayı öğretmeye mahsus mahut makineyi andıran, yalçın mısralarını acemilikle kud- reti, samimiyetle sanatı birleştiren memleket gençle- rinin candan yazılarını takip ettim. O günler geçti... Hülya ve emellerimizi zevk, neşe ve saadetlerimizi, doymaz ve kanmaz kucağına çekerek sırıtan mazi, o günleri de dalgalanan derinliği içinde ademe sürük- lerdi. Muhit ve bahtın sert, müsaadesiz cephesi önün- de, imanlı gençlerimiz “Yeni Mecmua”yi “Yenigün”e çevirmeye muztar kaldılar. Umumi cihan hadisele- rini muhtasar, müfit süzgecinden geçirip gözlerimiz Cemil Meriç 40’a yakın dergi ve gazetede 800 civa- önüne seren, bu kıymetli hak ve halk gazetesini de rında yazı neşretmiş üretken bir yazardır.1 İlk yazı- dinledik, okuduk ve okuyoruz... Susamış muhitin sını Antakya Sultânisi’nde öğrenci iken 1933 yılın- emeli kalbine elem tohumları saçan ufak bir suçtan da yayımlar. Henüz 17 yaşındayken yayımladığı bu sonra - zincirden kurtulmuş bir aslan gibi - Yenigün yazı “Geç Kalmış Bir Musahabe” başlığını taşımakta- yeniden haykırmağa başladı... Fakat ufak bünyesinde dır. Cemil Meriç’in F.Y. Yılmaz adıyla yayımladığı birçok hakikatlar toplayan aşık buldukça bunar kav- bu yazı, Hatay’ın bağımsızlığı için yayın yapan Yeni- lince yeni ve özlü bir harekete daha lüzum vardı... gün gazetesinde çıkmıştır. İlk sayısı 16 Eylül 1930 Öyle bir teşebbüs ki; his ve dimağ mahsullarına kâğıt tarihinde çıkan gazete, aslında 1928 tarihli Yeni sepetlerini metfen olmaktan kurtarsın. Hassas Derd Mecmua’nın devamı niteliğinde bir yayın organıdır. Ortağı bunu da sezdi ve bir aydır yeni harflerimizle Yenigün gazetesi, ilk başlarda haftalık olarak yayım- güzel ilâvemizi okuyoruz. Her sanat âşıkı ve edebiyat lanmış; 14 Ekim 1930 tarihinden itibaren haftada iki meraklısı okuyucunun bu ilk ve özlü hareketi geniş defa, 1931 yılından itibaren ise günlük olarak yayın bir cevlangâh hazırlamağa çalışması bir vazife, hem hayatına devam etmiştir. de mukaddes bir vazife değil midir ? İşte bu histir ki bu âciz sanat âşıkına bu satırları yazdırdı. Ve kimbilir Cemil Meriç’in ikinci yazısı 5 Temmuz 1935 tarihi- daha neler de yazdıracak!... F. Y. YILMAZ ni taşımaktadır. Hatay’ın Suriye’ye ilhakını savunan Yenigün Gazetesi, Sayı 673, 23 Eylül 1933. el-Liva gazetesinin Işkın ve Yıldız gazetesi aleyhine

1 Dücane Cündioğlu, “Bu da Benim Hikâyem!”, Yeni Şafak, 12 Ağustos Cemil Meriç, Hazırlayan Murat Yılmaz, Hatay Valiliği Yayınları, Hatay 2014, s. 71. 2006. 103 yaptığı yayınlara ve Türkiye yanlısı Tarık Mümtaz’ı karalamaya yönelik propagandasına mukabil Cemil Meriç’in kaleme aldığı “Türk Genci” başlıklı yazı, Cemil Yılmaz Şaman ismiyle yayımlanmıştır. He- nüz 12. sınıf öğrencisi olan Cemil Meriç’in milliyetçi söylemlerle kaleme aldığı bu yazı ve yazıda yeterince milliyetçi bulmadığı bazı hocalarını eleştirmesi onun okuldan uzaklaştırılmasına sebep olmuştur. Bu sa- yede Cemil Meriç son sınıfı Pertevniyal Lisesi’nde okuyacak; Reşat Ekrem Koçu, Nurullah Ataç ve İh- san Kongar’ın öğrencisi olacaktır. Yine bu dönemde Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanışacaktır ki muh- temelen sonradan Marksizmle temasının ilk vesilesi bu isimler olacaktı.

Cemil Meriç’in yazı hayatının ilk dönemlerinde hem tercüme hem de telif şiirlerine daha sık rastlıyoruz. İki aylık hapis döneminde yazdığı Nezarethane Ge- Türk Genci celeri isimli şiir de Meriç’in ilk dönem şiir çalışmala- el-Liva sütunlarında uluyan meş’um gece kuşları, rının örneklerinden biri. Şikâyet üzerine evi aranır, yurdun gözbebeği olan sana “sivrisinek” diyecek kitap ve dergi koleksiyonuna el konur; kendisiyle kadar kahpelikte doludizgin gitti. Senden birine “şı- birlikte Kemal Tahir ve Kemal Sülker nezarete alınır. marık” diye ad takacak kadar sütübozukluk yaptı. Hatay Devleti’ni yıkmaya teşebbüs suçundan yargı- “Unutma ve affetme!” lanır. İki aydan fazla bir süre yattıktan sonra beraat eder. el-Liva paçavrasının yüzü peçeli müseccel hainleri, Anlaşıldı... “Suç samur kürk olmuş, kimse beğenip sırtına almamış” dedikleri gibi, iğrenç adlarınız, ha- Cemil Meriç - Nezarethane Geceleri bis hezeyanlarınızı kirletecek kadar kara olmalı ki, bir türlü adlarınızı açıklayamıyorsunuz. Bir kere Gölgeler birer birer eriyor sokaklarda daha söyleyelim ki buna katmerli alçaklık, tuzlu bi- Çınlıyor bir bekçinin düdükleri uzaklarda berli korkaklık denir ki, ikisi de tam size göre biçil- miş kaftandır. Yaşaran gözlerimle dışarı bakıyorum. Yurdun genci, Bir cigara sönmeden birini yakıyorum Ocağın yanı başında bir mabed kadar tanrısal olan Dışarda karanlıklar korkuyla emekliyor yüksek kültür kaynaklarımızın kalbinde çöreklenen engereklerin kırk başını birden ezmek, ulusal sava- Dört duvar, dört Azrail başımızda bekliyor şın baş ödevidir.

Hastayım yanan alnım pencereye dayalı Yüzünüze tükürdük, yılışıp sırtardınız, Önümde ailemin dolaşıyor hayali, Kırbacımız altında uluyup şımardınız, Irzını, namusunu satan kahpeler gibi Yatmak mı? O ne mümkün, sabah gelse diyorum En kutsi duygulara küfür yuvarladınız. Titriyor inliyorum, inliyor titriyorum Siz ki anavatandan bile kovulmuşsunuz, (Kemal Sülker, Bir Suçlamanın Öyküsü) Alçaklıkla kaynayıp şerle yoğrulmuşsunuz, İnsanlığın, tarihin lanetlerle andığı Ufkumuzda uluyan bir alay baykuşsunuz... (Reyhaniye - Cemil Yılmaz Şaman)

104 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Cemil Meriç - Afrin Cemil Meriç - Düşen Bir Kadına Dair Kışın rüzgarları tehdid ederdin Ürkek değildi bakışları, Sevahil darbe-i mevcinle inlerdi Dişi bir ceylan gibi. Kaçardı irtiaşla savletinden Belli ki göz bebekleri gözbebeklerinde tutuşan kadın Ve gahi kahrını teşdid ederdin Yaşamıştı hayatı

Sürüklerdin reh-i azminde evler Acıklı bir roman gibi. Yıksan bin hanumanı bugün Amik Dediler ki o; Halkına yeni bir mezar eşsen Hasta bir anaya Ve göklere yücelip yıldızlarla öpüşsen Sıcak bir çorba bulmak için Sattı kadınlığını Tokatlasan o mağrur, haşin güneş sultanı Bir avuç paraya. Yine bir gün tabiat o şahlanan başına Sonra Yenilmez kudretinden kırılmaz bir gem takar Yıllarca tutuşup için için Yine bir gün ufkunda gam şimşekleri çakar Sokak sokak, şehir şehir Bir uyuşukluk çöker dalgalanan başına Çıkardı mezada etini Kumları fistolayan, sahili oyalayan Yaşayabilmek için Uslu, sessiz, çekingen küçük bir su olursun Geçti yıllar Böyle şahlanma Afrin, çarçabuk yorulursun Geniş kalçalarında kanlı diş izleri

Ve siyah gözlerinde mor halkalar bırakarak Yaz, tembellik aşılar damarlarına, aman! Onu kirli bir paçavra gibi (Reyhanlı, 1935) Sokaklara fırlatan hovarda, Şimdi kırkıncı kurbanının şerefine Kristal bardaklardan Viski soda içmededir. O; Biten bir şarkı gibi damla damla eriyip Her gün biraz daha çökmektedir. Ve artık zehirli etini Sarhoş müşterilerine patronasının İpekli bir kumaş gibi satamıyor diye Yarın gözlerini kimse bağlamayacak, Dün dizinde diz çöküp hıçkıranlar Tabutunun ardından ağlamayacak (Yeni Edebiyat, Yıl 1, Sayı 23, Birinci Teşrin 1941)

105 İNSAN DERGİSİ

Cemil Meriç’in İstanbul’daki ilk yazısı “İnsan” dergi- Rönesansı’nın başladığını savunan dergiye göre Tan- sinde yayımlanır. Hilmi Ziya Ülken, Nurullah Ataç, zimat ile birlikte gelen eski-yeni tartışması güçlü bir Sabahattin Eyuboğlu, Muzaffer Şerif, Ahmet Ağaoğ- çelişki yaratmıştır. lu, Mustafa Şekip Tunç, Pertev Naili Boratav, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Kemal Yetkin gibi düşünür- Dergide Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat lerin fikirlerini yansıttıkları İnsan dergisi 1938–1943 gibi isimlerin şiirlerine, klasik şiirin örneklerine ve yılları arasında yayınlanmıştır. Derginin temel soru- sonradan solcu veya Marksist olarak temayüz etmiş nu Türk modernleşmesinin altında yatan Doğu-Ba- şâirlerin şiirlerine de rastlanmaktadır. Cemil Meriç’in tı çelişkisidir. Atatürk devrimleri aracılığı ile Türk İnsan dergisinde 1941 tarihli yazısı “Honoré de Bal- zac” ismini taşımaktadır.

AYIN BİBLİYOGRAFİSİ

Cemil Meriç’in 1942-1943 yıllarında “Ayın Bibli- derginin sahibi ve genel yayın yönetmeni sonrada yografisi” adlı kitap tanıtım dergisinde yazılarını gö- Türkiye İşçi Partisi İzmir Milletvekili olarak görece- rürüz. Ayın Bibliyografyası dergisi, toplam 24 sayı ğimiz Cemal Hakkı Selek’tir. Cemil Meriç’in bu der- çıkmıştır. Üniversite Kitabevi tarafından yayımlanan gideki yazılarının önemli bir kısmını tercüme tenkit- leri oluşturmaktadır.

YÜCEL DERGİSİ

Cemil Meriç, 1944 - 1947 yılları arasında Yücel der- Günyol’un dergiye dahil olmasıyla dergide hümanizm gisinde yazmaya başlar. “Yücel” dergisi, 1935 - 1956 fikri etkin olmuştur. Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Sıtkı yılları arasında Muhtar Fehmi Anata ve Kemalettin Bir- Tarancı, Celal Sılay, Necati Cumalı, Sabahattin Kudret sen yönetiminde çıkarılmış aylık edebiyat dergisidir. Aksal, , , Cevdet Kudret, Daha çok yüksek öğrenim gençliğine hitap eden dergi, , Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Ağaoğ- yayınlarını Kemalist bir çizgide sürdürmüştür. 1950 lu, Bedri Rahmi Eyüboğlu dergide yazıları bulunan yılına kadar düzenli olarak yayımlanan dergi, 1955- önemli isimler arasındadır. Derginin kapanması üze- 1956 arasında 10 sayı daha çıkarıldıktan sonra yayın rine Vedat Günyol tarafından Yeni Ufuklar adlı dergi hayatına son vermiştir. 1940 yılından itibaren Vedat çıkartılmıştır.

GÜN DERGİSİ

Gün dergisi, “haftalık kültür ve aktüalite dergisi” adıyla mil Meriç, “Edebiyat Tarihinde Dejenereler, Lucretius” ilk sayısı 3 Kasım 1945’te İstanbul’da yayımlanmıştır. isimli yazısıyla ve Nisan 1946’’da Belçikalı şâir Émile Hasan Tanrıkut’un yönetiminde çıkan dergide Ce- Verhaeren’’dan çevirdiği “Emek” şiiri ile dikkat çeker.

106 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Émile Verhaeren - Emek Hayalî madenler arayanlar.. Geniş gövdeleri, sert hareketleri, Ve sizleri, Alınlarında faydalı zaferlerin rüyasile, Dişleriniz arasında lamba, Nefes nefese işçi kafileleri, Titreyen kömürün, görülmeyen emekleriniz karşısında, Hafızamda hailevi ve gerçek Teslim olduğu dar maden damarına kadar Kahramanlık tabloları çizerek, Süreklenen yer altı işçileri.. Dikilip karşısına asırların, Severim seni de, Koşuyor ileri.. Dev ocakların, alev kusan örslerin Yiğit dölleri kumral ülkelerin, etrafında, Cilalı, ağır arabaların, kişneyen atların Beli şimdi dimdik, şimdi iki kat, sürücüleri, Demiri ve tuncu döven, Severim sizleri.. Mürekkepten ve altından çehresiyle Ve sizi, kızıl oduncuları burcu burcu Sisi ve gölgeyi delen ırgat! kokan ormanların Korkunç, aç ve tantanalı şehirlerde, Ve seni, çamurlu, çarpık yollarıyla Sıra sıra, asırlardan asırlara, yalnız tarlaları seven, Ve git gide daha heybetle uzanan, Ve canlansın, ışıklansın diye, cömert Ölmez eserleri kurmak için yaratılan elleriyle, Adsız maden emekçileri.. Tohumu güneşe serpen Duyuyorum sizi içimde Beyaz köylerin aşınmış çehreli ihtiyar çiftçisi.. Ve çarpıyor yürekleriniz, Ve sizi, Bütün hıncı, bütün acılarıyla, yüreğimde.. Gece yıldızlar uyanır, yelkenler atlas Sahralarda, denizlerde, kalbinde dağların, rüzgariyle şişer, Bu ne zorlu, ne çetin, ne inatçı emek!.. Cilalı halatlar gıcırdar, serenler inlerken, Milyonlarca işçi eli. Dudaklarında bir türkü, denize açılan Erkek gayretleriyle bahriyeliler.. Zincirleri her diyarda perçinleyerek, Ve sizleri, Arzı baştan başa kucaklayıp Kutupların sınırlarına kadar, kudurmuş Birleştiriyor kilometreleri.. dalgaları gemleyen, Bu ateşli, bu usta, bu yorulmaz eller, Güneşin altında boyuna gidip gelen -Herşeye rağmen- baş eğen gemileri kainâta, Yaldızlı rıhtımlarda boyuna boşaltıp İnsan gücünün ve kaynaşmasının yükleyen damgasını vurmak için, Zorlu taşıt işçileri.. Ve dağları, sahraları, denizleri, Ve sizleri, Bambaşka bir emel, taptaze bir iradeyle Kardan kumsallarda, buzdan ovalarda, Yeni baştan kurmak için, Kıvranıp mengenesinde soğuğun Kenetlendi birbirine aşıp kilometreleri. Bembeyaz diyarlarda,

107 YENİ UFUKLAR DERGİSİ

Cemil Meriç’in yazılarına yer veren dergilerden biri üstüne yoğunlaşmıştır. Yeni Ufuklar dergisi kendin- de ilk sayısı Şubat 1952’de çıkan Yeni Ufuklar dergi- den önceki Yücel dergisinin geleneğini devam ettiren sidir. Kasım 1976 yılına kadar 275 sayı çıkan ve Or- bir dergidir. Yücel’in benimsediği hümanizma sonra- han Burian ve Vedat Günyol tarafından yayınlanan ki süreçte Yeni Ufuklar’ın yararlandığı temel kaynak- bu uzun soluklu dergi; sanat, edebiyat ve düşünce lardan biri olmuştur.

YURT VE DÜNYA DERGİSİ

Bu dönemde Cemil Meriç’in yazılarını gördüğümüz sayısı ile birlikte kapanmıştır. Kurucularının çoğun- başka bir yayın organı da “Yurt ve Dünya” dergisidir. luğunun ABD’de sosyoloji eğitimi gördüğü, ABD’nin 1941 yılının Ocak ayında Behice Boran tarafından uygulamalı araştırma modelinin etkisi altında kal- çıkarılmaya başlanan dergi. 21. sayıda Pertev Naili dıkları ve bu yönde yayın yaptıkları görülür. Dergi- Boratav’ın uhdesinde devam etmiş, 1944 yılında 42. de Ziya Gökalp ve Le Play ekolü doğrultusunda köy toplumunu inceleyen yazılara yer vermiştir.

YİRMİNCİ ASIR DERGİSİ

Cemil Meriç, 1947 yılına gelindiğinde yaklaşık bir kırttığı makine orduları, anasının ciğerlerini kemiren yıl kadar “Yirminci Asır” dergisinde yazmaya başla- efsane mahlûklarını harırlatıyor.” Teknolojinin insa- yacaktır. 1953 yılında yine aynı dergide birkaç ma- na hayalleri farklı kurdurduğunu şu cümlelerle ör- kale daha neşretmiştir. Fikir, sanat, hareket gazetesi neklendirmiştir: “Leonard de Vinci istiyordu ki, gökle- olarak Cihat Özhan- İskender Fikret [Akdora] sa- re yükselen insan, dağların şahikasından kucak kucak hipliğinde 15 günlük periyotlarla yayınlanmak üzere kar taşıyıp sıcaktan bunalan şehirlerin kaldırımlarına 20 Ocak 1947`de İstanbul’da çıkmaya başlayan der- serpsin…” gide Fikret Adil, İskender Fikret [Akdora], Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Necati Cumalı, Cahit Saffet, Nezih Cansel, Naim Tirali, Cihat Özhan, Fahir On- ger, Samim Kocagöz, Oktay Akbal, Adalet Cimcoz gibi yazı ve şiirleriyle yer almıştır. Cemil Meriç’in Yirminci Asır’daki yazılarından biri “İnsan ve Teknik” başlığını taşımaktadır. Yazıda tek- nik gelişmelerin insan üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri ele alınmıştır. Cemil Meriç, icatların bazen uğursuz bir şekilde insanı içine aldığını şu cümleler- le ifade etmiştir: “Halbuki soyumuzu toprakta sürü- nen bir hayvan olmaktan kurtaran uçak, yeryüzünün bütün canavarlarından daha uğursuz bir ifrit kesildi. İnsan zekâsının baş döndürücü bir hızla yokluktan fış-

108 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

ÇAĞRI DERGİSİ

Ankara’da Asım Bezirci tarafından çıkarılan edebiyat da yayın hayatına başlar. , Mehmet Çı- dergisinde makaleler yayımlayan Cemil Meriç, aynı narlı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mehmet Kaplan, Ümit dönemde Çağrı dergisinde de yazmaya başlar. Feyzi Yaşar Oğuzcan, Yavuz Bülent Bâkiler, Coşkun Erte- Halıcı tarafından çıkarılan ve isim babalığını Fazıl pınar, Cinuçen Tanrıkorur, Cemil Meriç, Sevinç Ço- Hüsnü Dağlarca’nın yaptığı Çağrı dergisi 1957 yılın- kum, Talat Sait Halman, İlhan Geçer gibi isimler yazı ve şiirleriyle dergide yer almıştır.

HİSAR DERGİSİ

1 Mart 1950’de Ankara’da yayımlanmaya başlayan Hisar’ın ilk dönemi Ocak 1957’de sona ermiştir. Bu yayın döneminde 75 sayı çıkmıştır. Şubat 1957-Ara- lık 1963 tarihleri arasında neşredilmemiştir. Hisar Ocak 1964 ile Aralık 1980 arasında 202 sayı yayım- lamıştır. Hisar, tüm yayın hayatı boyunca 277 sayı çıkmıştır. Hisar dergisi geçmişten gelen sanat, varlık ve değer- lerimizin tazelenebileceğini göstermek ve “...kendin- den önceki millî edebiyat döneminden bu güne uzanan sağlam, güvenilir bir köprü” olmak amacıyla yayın yapmıştır. Gelenekten faydalanmayı ve geçmişin hakikatlerini sanat üzerinden geleceğe taşımayı he- defleyen bir yayın politikası takip etmiştir. Dergide Mehmet Çınarlı, Adile Ayda, Orhan Şaik Gökyay, İnci Enginün, İlhan Geçer, Mehmet Kaplan, Munis Faik Ozansoy, Muhsin İlyas Subaşı, Necmettin Tu- rinay, Munis Faik Ozansoy, Halil Soyuer, Gültekin Sâmanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Fikret Sezgin, Yavuz Bülent Bakiler, Şevket Bulut, Hasan İzzet Aro- lat, Osman Fehmi Özçelik, Nevzat Yalçın, Nüzhet Erman, Turgut Özakman, Halide Nusret Zorlutu- na, Bekir Sıtkı Erdoğan, Bahattin Karakoç, Sebahat Emir, Sevinç Çokum, M. Necati Özsu, Ayla Oral, Selahattin Batu, M. Fahri Oğuz, Arif Nihat Asya, Ta- rık Buğra, Mehmet Kaplan, İbrahim Zeki Burdurlu, Ergun Sav, Erol Güngör, Cemil Meriç, Faik Baysal, Yahya Akengin, Metin And, Durali Yılmaz, Mehmet 1967 yılından itibaren “Yeni İnsan” ve “Hisar” der- Önder, Hilmi Ziya Ülken, Talat Sait Halman, Rüştü gilerinde makaleler yayımlayan Cemil Meriç’in özel- Şardağ, Sedat Umran gibi kalemler çeşitli eserlerini likle Hisar’daki yazıları aralıklarla da olsa 10 yıldan yayımlamıştır. fazla sürmüştür. “Eski şiirimizden, millî kültür ve Dil konusundaki hassasiyetini birçok eserinde dile edebiyatımızdan kopmadan yeni ve güzel bir şiir ser- getiren Cemil Meriç, “Hind ve Batı” başlıklı yazı di- gilemek, o yıllarda şiirimizi çıkmaza sokanlara ve yoz- zisinde bazı edebiyatların kaynağı olarak gördüğü laştıranlara karşı çıkmak ve tavır almak!” düsturu ile

109 Hint edebiyatının keşfine çıkmıştır. Yazı dizisinde ettik. Düşmanlarımız zorluydular. Ayakta durmak, Hint coğrafyası ve Hint medeniyeti Batı ile karşılaş- bölünmemek, parçalanmamak lazımdı. Üstelik kalkı- tırılmıştır. Cemil Meriç’e göre Batı’ya ait olduğu be- nacaktık da. Hatalarımız olmuştur ama imparatorluk lirtilen birçok şey Hint kökenlidir. aşağı yukarı hasar görmemiş durumda. Fuad ben ikti- dara geldiğimiz zaman imparatorluk uçurumun kena- Dergide “Fildişi Kuleden” başlığı altındaki yazıların rındaydı.’ ” temel tezi kendini toplumdan soyutlayan insanın, kendi içinde oluşturduğu dünyaya ait çözümleme- Harf değişimi sonrası eski harflerden Latin harflerine lerdir. Bu çözümlemeler kültür, sanat ve sosyal saha- aktarım yapılırken sorunlar yaşandığı konuya ilgi du- daki tezahürleri itibariyle yapılmıştır. Cemil Meriç’e yanların malumudur. Cemil Meriç de “Namık Kemal göre Türk aydını fildişi kulesindedir ve “Batılı dostla- ve Tercümesi,” başlıklı yazısında üslup bakımından rı gücenmesinler diye, hazinelerini gübreyle gizlemeye “usta” olarak gördüğü Namık Kemal’in bir eserini çalışan çocuktur.” Ona göre “Avrupalı, Yunan’da ken- Latin harflerine aktarırken yapılan yanlışlıklardan dini tanrılaştırmış ve bana tapacaksın demiştir Asya- hareketle onun günümüz Türkçesine tercüme edil- lıya. Yunan mucizesinin ne adi, ne maskara bir yalan mesine karşıdır. Ve ona göre “Namık Kemal tercüme olduğunu bizden başka bilmeyen yoktur.” edilemez!” 1971 yılında Hürriyet yayınlarından çı- kan Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi’ni karıştırırken “Edebiyat ve Sosyoloji” yazılarında bu iki kavramın düşündüklerini şöyle aktarmıştır: “Namık Kemal bu lügat karşılıkları, çağrışımları ve kendi aralarındaki milletin sesidir, bu milletin yani tarihin. Namık Kemal ilişki sorgulanmıştır. Cemil Meriç sorgulamaya şu yaşayan ve yaşayacak olan, dün. Daha doğrusu tered- cümlelerle başlamıştır: “Her asrın moda kelimeleri dütleri, bocalayışları, arayışları ile bugünün ta kendisi. var; tanımları yapılmaz bunların, hüviyetleri meçhul- Tarihçi Namık Kemal soğukkanlı bir kütüphane adamı dür ama itibardadırlar. (…) Yüzyılımzın gözde keli- değil, çoşkun bir mücahit. Kükreyen bir vicdan, isyan mesi sosyoloji. Comte’un uydurduğu bu yarısı Latince, eden bir gurur. Bazen vecit, bazen öfke, bazen taarruz, yarısı Yunanca ucube ‘içtimai fizyoloji’ tabirini tahttan bazen müdafaa. Namık Kemal’de tarih miskin bir ta- indirir. Ve bir sosyoloji furyasıdır başlar: Bilgi sosyolo- bahhur değil, cihangirâne bir şuurdur. Kemal yazmaz, jisi, spor sosyolojisi, dans sosyolojisi…” aydınlatır. Işık, çevrilebilir mi? Işık ve sayha. Namık Tanzimat’ın üç önemli yöneticisi Reşid, Fuad ve Âlî Kemal ışık ve sayhadır. Sokağın dilini konuşmaz Na- (1815-1871) Paşalardır. Cemil Meriç de “Ali Paşa’nın mık Kemal. Sokağa kendi dilini öğretir. Çoşkun, ka- Vasiyetnamesi” başlıklı iki yazısında Âlî Paşa vasiyet- natlı, girift ve şairane dilini. Bununla beraber Osmanlı namesine dair yeni bilgiler vermiştir. Fransızca olan tarihi, bu üslûb üstadının yazı hayatında bir sadeleş- vasiyetnamenin bazı bölümlerini Türkçeye çeviren me merhalesidir. Tanpınar doğru söylüyor ; ‘muharrir Meriç, vasiyetnamenin “mevsûkiyetinden şüphe etmek hemen hemen konuşma diline yakın ve sanatsız yazar’ için hiçbir ciddi sebep” olmadığını yazmıştır. Cemil Onu bugünün cıvık, miskin, eğri büğrü nesri ile konuş- Meriç vasiyetnamenin bazı bölümlerini şu cümlelerle turmak, ihanetlerin en büyüğü değil mi?” aktarmıştır: “İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bâzı “Dosto ve Biz” başlıklı yazısında Dostoyevski’yi keşfi, devletlerin saldırı gücüne karşı ötekinin müdâfaa gücü- ve onun eserleri ile Balzac’a ait değerlendirmelerini nü kullanacaktık. Bu arada tebaamızın bir kısmı uyu- takip edebiliyoruz: “Suç ve Ceza, baştan sonuna kadar şukluktan kurtuluyordu. Âdetlerde değişiklikler oluyor, okuduğum, büyük bir kısmını çevirdiğim, daha doğrusu yeni ihtiyaçlar çıkıyordu sahneye. Ama ithâl edilen bir çevirdiğimi sandığım ilk yabancı kitap. Bu bir keşifti. medeniyetti bu, ağır ve kaçınılmaz bir ‘olgunlaşmanın’ Kristof kolomb’un önüne Amerika’yı çıkaran kader, be- meyvesi değildi. Böyle olduğu için, Avrupa’nın fazilet- nim karşıma da Dosto’yu çıkarmıştı, Dosto’yu yani son- lerinden çok rezaletlerini aldık.” Ali Paşa’nın döneme suzu. Bu girdaplar ve zirveler dünyasında, tek başıma bakışı için anlattıkları ise oldukça ilginçtir: “Ali Paşa’yı dolaşacak yaşta değildim. Kıyıdan seyrettim ummanı. düşünüyorum; Genç Osmanlıların vur abalıya’sı Ali Aylarca Raskolnikov’u yaşadım. Sonya’yı sayıkladım Paşa’yı. Abdülaziz Han’ın Vezir-i Azamı, Richelieu’den aylarca… Bir ölüyü öldürmüştü Raskolnikov, bir abesi çok daha talihsiz, ama çok daha dürüst, çok daha in- yok etmişti… Anlayamazdım Dosto’yu. İnsanın kendi san. O büyük devlet adamı, bir asır önce (7 Eylül 1871) kendisi ile kavgasını anlayamıyordum. Dünyada iyiler bütün, siyasi hayatını kırk sayfada özetlemiş, Padişah-ı ve kötüler vardı. Raskolnikov, gençti ve acı çekiyordu. Cihan’a, ölümünden sonra izlenmesi gereken yolu gös- Niçin yaşadığı belli olmayan bir tecritti tefeci kadın. El- termişti. Vasiyetname, karşılaştığımız güçlükleri anlat- bette izale edilecekti, hayatın kanunuydu bu. Dosto’nun mayacağım, diye başlıyor. ‘Onbeş uzun yıl mücadele

110 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI dünyası, uçakla üzerinden geçilecek herhangi bir hari- Ali Paşa’nın Vasiyetnamesi, Kasım, 1971 ta parçası değil. Dosto, insanlığın ezelî davalarını mih- raklaştıran bir romancı. Balzac’ın kahramanı onunki- Şairane Bir Çeviri yahut Toplumbilimin Serüvenleri, ler yanında tek buutlu; birer ‘komedi’ kahramanı hepsi Aralık, 1971 de, terbiyeli ve uslu birer kahraman. Fransız romancı- Batı Çıkmazı, Ocak, 1972 sının delileri bile akıllı. Mükemmelin romancısı Balzac, mütekâmilin romancısı. Kucağında yaşadığı toplum da Demokrasi, Şubat, 1972 sıhhatli, kendisi gibi. Sıhhatli, yani bir tarafı noksan. Biz, Balzac’tan fazla Dosto’ya yakınız. Acılarımızla, Medeniyetlerin Ölümü, Mart, 1972 zilletlerimizle, hayal kırıklıklarımızla. Dosto’yu an- Garip Bir Milliyetçilik, Nisan, 1972 layabilir miyiz? Evet. Hem de Batı’nın bütün roman- cılarından çok. 1968’den beri kurbanı veya seyircisi Yüz On Bir Yıl Önce Bir Mayıs Sabahı, Mayıs, 1972 olduğumuz trajediyi, bütün çıplaklığı, bütün eziciliği ile Ecinniler’de yaşıyoruz. Sosyalizm, anarşizm, batı- Tarihten Sosyolojiye, Haziran, 1972 cılık… Dosto, bütün dertlerimizin üstünde düşünmüş, Susam ve Zambaklar, Temmuz, 1972 tabiî bir Rus milliyetçisi olarak.” Mene, Tekel, Feres, Ekim, 1972 Neden Buckle?, Kasım, 1972 Cemil Meriç’in Hisar Dergisindeki Yazıları Zavallı Machiavelli, Aralık, 1972 Hind ve Batı, Ekim - Kasım - Haziran - Ağustos, 1967 Fildişi Kule’den, Ocak, 1973 Hind ve Batı, Ocak - Şubat - Aralık, 1968 Namık Kemal ve Tercümesi, Şubat, 1973 Fildişi Kule’den, Mart - Nisan - Mayıs - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim - Kasım - Aralık, 1968 Batıl’dan Abes’e, Mayıs, 1973 Fildişi Kule’den, Ocak - Şubat - Nisan - Temmuz - Kitap, Haziran, 1973 Eylül, 1970 Unutulan Bir Hümanist, Temmuz, 1973 Umrandan Uygarlığa, Mayıs, 1970 En Yüce Kanun, Ağustos, 1973 Kendimize Saygı, Haziran, 1970 Yeni Bir İdeoloji, Ekim, 1973 Çınarlı’ya Mektup, Ekim, 1970 Politikacıların En Ehliyetsizi: Aydın, Aralık, 1973 Edebiyat ve Sosyoloji, Kasım, 1970 Dosto ve Biz, Eylül, 1974 Edebiyat ve Sosyoloji, Aralık, 1970 Ahmet Mithat-, Ocak, 1975 Edebiyat ve Sosyoloji, Ocak, 1971 Türkoloji, Şubat, 1975 Edebiyat ve Sosyoloji, Şubat, 1971 Cemil Meriç’in Çınarlı’ya Mektubu, Mart, 1975 Edebiyat ve Sosyoloji, Mart, 1971 Sakson Kökleri, Nisan, 1975 Edebiyat ve Sosyoloji, Mayıs, 1971 Selçuk Füruzan: 47’liler, Haziran, 1975 Şair Salih Zeki, Haziran, 1971 Dünya Görüşleri, Temmuz, 1975 Elinde Cennet Açan Zend Avesta, Temmuz, 1971 Göğceli, Yaşar Kemal: Demirciler Çarşısı Cinayeti, Fahişeleri Okurken, Ağustos, 1971 Ağustos, 1975 Kültür ve Ötesi, Eylül, 1971 Aydınlık Olmayan Bir Mefhum: Aydın, Ekim, 1975 Ali Paşa’nın Vasiyetnamesi, Ekim, 1971 Şezlongtakiler, Aralık, 1975

111 Mandaren’i Öldürmek, Ocak, 1976 şünce ve duygu dünyamızı ifade için, “milletlerarası terim”ler aramak niye? “Milletlerarası terim”lere bu Sade ve Stirner, Nisan, 1976 kadar meraklıysak, milletlerarası bir dili -mesela es- Zaman, Zamanı Terakki, Haziran, 1976 peranto- benimseyelim, dâvâ kökünden halledilsin. Kapitülasyonlar ne zamana kadar yaşayacak şuur al- Şair Dante, Eylül, 1976 tımızda? Kültür emperyalizmi, ne zamana kadar en samimi “milliyetçiler”imiz tarafından müdafaa edile- Edebiyat Tarihi ve Sosyoloji, Ekim, 1976 cek? “Terim” ne demek? Türkçe’nin beynine hançer Edebiyat Tarihi ve Sosyoloji, Kasım, 1976 gibi saplanan bu çirkin, bu habis, bu hain kelime de bizi tedirgin etti. Ahenksiz, sevimsiz, zıpçıktı bir mi- Aristak’la Zoil, Şubat, 1977 safir. Dilin müdafaasını yaparken Türkçeye hürmet etmek ilk vazife değil mi? Sayın Ergin’i hangi kaygı, Aristak’la Zoil, Mart, 1977 hangi ihtiyaç bu yabancı “tilciği” kabule zorlamış? Bir Avuç Duman, Şubat, 1978 2 – Kaldı ki, necip ve zinde ırkımızın adıyla, Yunan-ı 15 Ağustos 1771, Ağustos, 1978 kadimin mürde ve mütefessih lojisini çiftleştiren bu türkoloji ucubesi, lisaniyat bakımından da bir facia. Dünya Edebiyatı, Eylül, 1978 August Comte, lâtince Sosyo’yu, aynı Yunanca ke- limeyle birleştirmeye kalktı diye az mı tenkide uğ- Eski Bir Rüya: Dünya Edebiyatı, Ekim, 1978 radı? Türkoloji, ne Türkçe, ne Yunanca, ne İngiliz- Tanımadığımız Avrupa, Kasım, 1978 ce, ne Fransızca... Sayın Ergin’in “milletlerarası bir terim” olarak sunduğu bu uğursuz kelime, Avrupa Roman ve Deneme, Aralık, 1978 irfanının en büyük temsilcisi olan iki milletin, yani Edep’ten Edebiyat’a, Nisan, 1980 İngiltere ve Fransa’nın kamuslarına da girmemiş. Ne Webster lügatinde var, ne Britannica ansiklo- pedisinde, ne Amerika’nın meşhur İçtimaî İlimler Muhîtü’l-maârifinde.. Fransızca’nın ise hiçbir söz- Cemil Meriç - Türkoloji lüğünde yer almamış. Tekrar ediyoruz: hiçbir söz- lüğünde.. Yani, ansiklopedilerinde, kamuslarında, Hisar, Şubat 1975, Sayı 134 lügatlerinde. Hristiyan Batının kelime kütüklerine kaydedilmek şerefinden bile mahrum bu haramzade “Sayın Cemil Meriç şu ‘Türkoloji’ tabirine takılıyor. tabirin neden uydurulduğunu Ziya Gökalp’in tarifi Fransa’da, Almanya’da Türkoloji olabileceğini amma büyük bir belâgatla ifşa ediyor. Tarifi ve izahı oku- Türkiye’de bunun garip kaçacağını söylüyor ne dersi- yalım: “Avrupa’da zuhur eden ikinci harekete de Tür- niz?” kiyat (Türkoloji) adı verilir. Rusya’da, Almanya’da, “ - Biz bunu milletlerarası bir terim olarak kullanıyo- Macaristan’da, Danimarka’da, Fransa’da, İngiltere’de ruz. Türkoloji, Türk filolojisi demektir. Fransa’da Ro- birçok ilim adamları eski Türklere, Hunlara ve Moğol- manoloji, Almanya’da Germanistik, İngiltere’de Ang- lara dair tarihî ve antikiyatî (arkeolojik) araştırmalar listik vardır. Eğer Türkoloji yerine Şarkıyyat dersek, yapmaya başladılar. Türklerin pek eski bir millet oldu- kendimizi başka gözlerin altında teşrih masasına ya- ğunu, gayet geniş bir sahada yayılmış bulunduğunu ve tırmış oluruz.” muhtelif zamanlarda cihangirane devletler ve yüksek medeniyetler vücuda getirdiğini meydana koydular. Soran: Ergun Göze; cevap veren: Muharrem Ergin Vakıa, bu sonki tedkiklerin mevzuu, Türkiye Türkleri (Tercüman gaz. 22 Aralık 1974 Pazar) değil, kadîm Şark Türkleriydi.” 1 - “Milletlerarası” ne demek? Acaba bütün milletler, Demek ki, Türkolojinin memleketimizdeki en selâhi- böyle bir tabirin varlığından haberdar mıdırlar? Yok- yetli temsilcisine göre yaşayan, gelişen Türk dili ve sa kelime, Hristiyan Avrupa’nın bir mutlu azınlığı ta- medeniyeti Türkolojinin dışındadır. Avrupa’nın he- rafından mı kullanılmaktadır sadece? “Milletlerarası defleri izaha ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açık: Sel- bir terim”, ancak milletlerarası mefhumları ve mü- çuk ve Osmanlı Türklerini Türklüğün dışına itmek... esseseleri ifadeye yarar: ideoloji, demokrasi, sosya- Bu mümkün olamazsa, ikinci sınıf vatandaş saymak lizm gibi. Dilimizi, edebiyatımızı, bir kelimeyle dü- onları. Bir kelimeyle Türk-İslâm medeniyetini unut-

112 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI turmak. Türkoloji’nin, yegâne hikmet-i vücudu, bu Hülâsa: filoloji kelimesinin Batı dillerindeki kullanı- düşmanca emellerdir. Filvaki, Osmanlı tarihe karış- lışı, birbirinden oldukça farklı mânâları kucaklamak- tıktan sonra bu emeller gerçekleşmiş ve Türk-İslâm tadır: 1-) Bilgi veya edebiyat sevgisi, bilhassa Latin medeniyeti de bir sığıntı gibi türkolojinin hudutları Yunan edebiyatları; 2-) Konuşma sevgisi, Yunanca içine alınmak bahtiyarlığına erişmiştir. Ama daima Philogia’nın tercümesi; 3-) Dil bilim; 4-) Medenî ka- bir sığıntı gibi. vimlerin bilhassa dilde, edebiyatta ve dinde tecelli eden kültürlerinin tedkiki. 3 – Bu itibarla, türkoloji sayın Ergin’in ifade buyur- dukları gibi Türk filolojisi demek değildir aslında. Acaba sayın Ergin, türkoloji Türk filolojisidir der- Kadim Şark Türkleri filolojisi demektir. Hemen itiraf ken, bu mânâlardan hangisini kastediyor? Yunanca edelim ki biz bu filoloji kelimesini de kaypak ve ka- kelimelere karşı bu ne büyük düşkünlük! Türkolo- ranlık buluyoruz. Eskiden edebiyat sevgisi, tebahur ji, Türk filolojisidir demek, medrese tabiriyle, “suyu (érudition), latin ve Yunan edebiyatına merak... de- suyla tefsir” değil midir? mekti filoloji. Renan’la mânası genişledi kelimenin: filoloji insan zekâsının eserlerini inceleyen bilgi idi Köprülü, 1924’de Türkolojiyi Türkiyatla karşılamış- artık (bk. İlmin Geleceği, bölüm: VIII). tı. Daha dürüst. Daha bizim, daha efendice bir keli- me. Ne kapitülasyon kokuyor, ne kültür emperyaliz- Yirminci asrın başlarında filoloji, kültür ve medeni- mi. Edebiyat, arziyat, lisaniyat vs. gibi. Bu kelimenin yet mânasınadır. Salomon Reinach’a göre, insanın Türkolojiye çevrilmesi, sanıyoruz ki, 1933 üniversite en büyük, en beşerî, en vazgeçilmez ihtiyacı bil- inkılâbıyla yaşıt. Yani, Türkoloji Türkçemize Alman gidir. Bilgi’nin üç hedefi olabilir. Tanrı’yı tanımak Yahudilerinin armağanı, romanoloji gibi. Zira, sayın (ilâhiyatın mevzuu), tabiatı tanımak (fiziğin mev- Ergin’in üstadane tavırlarla, mevcudiyetinden bah- zuu), insanı tanımak (psikolojinin mevzuu). Filoloji settiği romanoloji diye bir bilgi dalı yoktur Fransa’da. psikolojinin emrindedir. Tarifi: “insan zekâsının, za- Bu kelimeyi, yurdumuza gelen yabancılar -Spitzer ve man ve mekânda, bütün tecellilerini kucaklayan ilim”. avanesi- uydurmuştur. Nitekim, İngiltere’de anglis- Psikolojiden şu mânâda farklıdır: psikolojinin zaman tik diye bir mefhum da yoktur. ve mekânla alâkası yoktur, insan ruhunu şuur aracı- lığı ile tanımağa çalışır. Yani zihnin eserlerini değil, Politika alanındaki cesurane hamlelerini hayranlıkla kendisini inceler. Filoloji, bir kavmin veya kavim- takip ettiğimiz sayın Ergin’in, ilimde biraz daha ihti- lerin mimarisini, felsefesini, edebiyatını, folklorunu yatlı olmasını kemalı tevazuyla tavsiye ederiz. kucaklayan bir bütündür. (bk. Manuel de Philologie Classique, 1904). Britannica ansiklopedisi filoloji için aşağı yukarı şöyle yazıyor (1970 baskısı): “Nadiren kullanılan bir kelime, eskiden dil ve edebiyat araştırmaları demekti. Bugün dille edebiyat çalışmaları kesin olarak ayrılmış- tır birbirinden. Filoloji dil çalışmaları mânâsına gelir. Ama ancak ondokuzuncu asırdan kalma birkaç ilmî gazetenin isminde yaşamaktadır artık.” Linguistics bendinde de şöyle diyor Britannica: “Bu kelime modası geçmiş (old-fashioned) bir tabir olan filolojiden daha sınırlıdır. Filoloji, edebiyat, metin tenkidi, güzel sanatlar, arkeoloji, din gibi konuları da kucaklar. Bugün -bilhassa Avrupa’da- lengüistik (dilbi- lim) mânâsına kullanılır zaman zaman. Fakat, yerini -tedricen- Fransızca “La Linguistique” tabirine bırak- maktadır.” Büyük Larousse’un tarifi de fazla aydınlık değil: “Bir dilin, o dili bize tanıtan yazılı belgelerden incelenmesi; metinlerin ve aktarılmaların incelenmesi.” Cemil Meriç, Muharrem Ergin’den ödülünü alırken...

113 TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ

İlk sayılarından itibaren Cemil Meriç’e yer veren der- gi ona saygı nişanesi olarak özel sayı da çıkarmıştır. Dergide kendisiyle yapılan mülakat ve anket de ya- yımlanmıştır.

Cemil Meriç’in dergideki ilk yazısı 15 Mart 1972 ta- rihini taşır. Derginin 3. sayısında çıkan yazı “Argo Kapitol’ün Kazları, Yenilik,” adını taşır. Cemil Meriç bu yazısında üç ayrı konuya değinmiştir.

“Araftaki Adam”, yazısında da İbni Haldun ve Mu- kaddime’sine yapılan değerlendirmeleri eleştirmiş- tir.

“Kitap Deniz Kızlarının Şarkısı” isimli yazısı aforizma niteliği taşıyan dört yazıdan biridir. Bu kısa yazılar- da kitap ve onun çağrışımları üzerinde durmuştur. Cemil Meriç kitabı “Kitap Deniz Kızlarının Şarkısı” olarak görür ve kitabın “uzağa, meçhule, esrara davet. Aynalar gibi sonsuz ve aynalar gibi sığ” şeklinde tarif etmiştir. Bu yazısında ruhun yazının icadından beri ölümsüz olduğundan bahsederek kitabı “Al ve Oku” diyerek okuyucuya yol göstermiştir.

“Tefekkür” başlıklı yazısında ise şiir heyecanı veren bir söyleyiş bulunmaktadır. Bu yazıda yabancı ide- olojilerin eleştirisi yapılmıştır. Ona göre, “İzm’ler insan idrakine giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşelerinden geliyor. Hepsi de Avrupa’nın. Hepsi de Cemil Meriç’in en çok yazı yayımladığı mecralardan Avrupalı”dır... Yobazlık Şark’ın nefis müdafaası. Yo- biri de Türk Edebiyatı dergisidir. Türk Edebiyatı der- baz, davası olan, mukaddesi olan... Yobaz samimiyet, gisi, 1972 yılının Ocak ayında ilk sayısını yayımla- yarıda kalan tekamül, taşlaşan başlangıç. Kendini bir mıştır. Ahmet Kabaklı Hoca’nın yönetiminde aylık nassa hapseden idrak.” düzenli olarak çıkan dergi, 1975’ten itibaren iki yıl yayınına ara vermiştir. 39. sayı Ocak 1977’de yayım- Cemil Meriç’in “Tefekkür” başlığı altında sorguladığı lanmıştır. Türk Edebiyatı dergisinin ilk dönemlerin- Batı’dır. Attila İlhan’ın kitabının tanıtımı sayılabile- de Ahmet Kabaklı, Mehmet Kaplan, Erol Güngör, cek bu yazı “Umrandan Uygarlığa” kitabına alınmış- Cemil Meriç, Faruk Kadri Timurtaş, Sevinç Çokum, tır. Bu yazıda Attila İlhan’ı düşünceleri ile överek şu Altan Deliorman, Yıldırım Niyazi Gençosmanoğlu, cümleleri kaleme almıştır: “Düşüncelere gelince... Bu Muharrem Ergin, Tahir Kutsi Makal, Gültekin Sa- haşarı üslûp, düşünce yumağı ile oynayan sevimli bir mancı gibi isimlerin yazıları yayımlanmıştır. kedi yavrusu: koşuyor, zıplıyor, saklanıyor, tekrar fır- lıyor bir köşeden. Kâh açılıyor, kâh düğümleniyor yu- Dergi yayın politikası olarak milli kültür, milli tarih kavramlarına hassasiyet göstermiştir. Edebiyatımızın mak. Arada bir koptuğu da oluyor. İlhan, çok defâ şair, uzun soluklu dergilerindendir. Şubat 2017’de 520. bâzen gazeteci, bâzen de bir derginin Paris muhâbiri. sayısı çıkmıştır. Muallim Nâci’nin tezhîbinden geçmemiş bir Cenab.

114 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Türkçe yazan bir Ali Nâmık. Daha usta, daha tecrübe- Kapağında Cemil Meriç’in resmi olan Ağustos 1987 li bir Ali Kemâl, ‘Paris Müsâhabeleri’nin Ali Kemâl’i.” tarihli 166. sayı ise Cemil Meriç özel sayısıdır. Ka- Üslubu ve tavrı itibariyle övdüğü Attila İlhan’ı Batı- pakta Cemil Meriç’in “Muhteşem bir maziyi daha lılaşma konusunda ise eleştirmiştir: “Çağdaş yöntem muhteşem bir istikbale bağlayan köprü olmak ister- ne demek kuzum? Başka bir medeniyetin hazırladığı, dim.” cümlesi bulunmaktadır. Bu sayıda Ahmet Ka- başka bir medeniyetin hakimiyet kurmasına yarayan baklı, Emin Işık, Necmettin Turinay, Alev Alatlı, karanlık güçlerin bütünü değil mi? Bu yöntemler, ül- Belkıs İbrahimhakkıoğlu, A. Yağmur Tunalı, Halil keden ülkeye aktarılabilir mi? Çok titiz, çok sabırlı bir Açıkgöz, Ayla Ağabegüm, Alim Gür, Cevat Özkaya, ayıklamadan geçirilmeleri, ehlîleştirilmeleri gerekmez İzzet Tanju, Ali Erkan Kavaklı, Mehmet Akif Ak gibi mi? ‘Ulusal uygarlık’ ağacına nasıl aşılayacağız bu isimlerin yazı, mülâkat ve değerlendirmeleri bulun- yöntemleri? İkiyüz yıldan beri aşılamaya çalışmıyor maktadır. muyuz? Çağdaşlaşmak, belli tedâîleri olan bir kelime, cıvık, sinsi kaypak.” Cemil Meriç’in Türk Edebiyatı Dergisindeki Yazıları Türk Edebiyatı dergisinde Mehmet Menteşoğlu’nun yaptığı mülakatta Cemil Meriç’e Avrupalılaşma, Ba- Argo Kapitol’ün Kazları, Yenilik, Sayı 3, 15 Mart tılılaşma, Türk İslam sentezi ve Tanzimat aydını ko- 1972. nusunda sorular sorulmuştur. Cemil Meriç bu müla- Araftaki Adam, Sayı 4, 15 Nisan 1972. katında “Batılılaşmak, Avrupalılaşmak, çağdaşlaşmak gibi maskaralıklarla alakamızı kesmeliyiz. Önce keli- Kitap Deniz Kızlarının Şarkısı, Sayı 5, 31 Mayıs 1972. melerden başlamalıyız işe. Biz ne geri kalmış, ne geri Masal – Yalan - Kelimeler, Sayı 6, 30 Haziran 1972. bırakılmış toplumuz. Dünya milletlerini ileri geri diye iki zümreye bölmek hamakatlerin en büyüğüdür. Bu Tefekkür..., Sayı 7, 31 Temmuz 1972. kere bunu kabul edince Avrupa’nın mutlak vesayetine Tefekkür..., Sayı 9, 30 Eylül 1972. talip olmak mecburidir.” diyerek kendi elimizle boy- Tefekkür..., Sayı 10, 31 Ekim 1972. numuza pranga asmamak gereğinden bahsetmiştir. Gerici, Sayı 11, 15 Ocak 1972. Derginin 100. şeref sayısında “Dilimizin En Büyük Lügat - Nüvisi REDHOUSE” başlıklı yazı kaleme Kelimeler, Sayı 13, Ocak 1973. alan Cemil Meriç, Sir James William Redhouse ve Acı Şeyler Halûk, Fakat…, Sayı 15, Mart 1973. sözlüğünden bahsetmiştir. Farklı alanlarda eğitim Bu Ülke, Sayı 16, Nisan 1973. alan Redhouse İstanbul’da Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyun (Deniz Mühendishanesi)’da teknik ressam Toprak ve Arş, Sayı 17, Mayıs 1973. olarak çalışmıştır. İstanbul’da kaldığı sürede Türkçe, Tefekkür... (Testideki Ay, Şiir ve Hakikat, Kelime- Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. Türk dili- ler), Sayı 18, Haziran 1973. ni en iyi bilen bu yabancı, Devlet-i Aliyye’nin çeşitli bakanlıklarında tercüman olarak çalışmıştır. Cemil Tefekkür: Yeni Bir İthal Metaı: Bunalım, Sayı 19, Meriç bu büyük adam ve sözlüğünün bazı devlet Temmuz 1973. erkânı tarafından tanınmamasına hayıflandığını yaz- Tefekkür: Zerdüşt, Sayı 20, Ağustos 1973. mıştır. Tefekkür: Hangi Batı, Sayı 21, Eylül 1973. Kapağında Cemil Meriç’in fotoğrafı olan “Kitapları Tefekkür: Müstağrib, Sayı 22, Ekim 1973. Dolduran Senin Kafan Senin Gönlün” yazılı sayı Nisan 1984’te yayımlanmıştır. Dergide Ahmet Kabaklı -Us- Putlarımız, Sayı 23, Kasım 1973. tayı Anmak, Alev Alatlı- Kitapları Dolduran Senin Tefekkür: Redd-i Miras, Sayı 24, Aralık 1973. Kafan Senin Gönlün, Yavuz Bülent Bakiler-Harabati Baba Tekkesinde Cemil Meriç Üzerine Bir Sohbet, İsmail Habib, Sayı 25, Ocak 1974. Mustafa Miyasoğlu-Cemil Meriç Olayı, Alim Gür- Umran’dan Uygarlık’a, Sayı 27, Mart 1974. Cemil Meriç Hakkında Bir Bibliyografya Çalışması başlıklarını taşıyan yazı ve mülakatlar yer almıştır. Kültür ve Ötesi, Sayı 29, Mayıs 1974. Bizde Hiciv Yok, Sayı 30, Haziran 1974.

115 Yunan Mucizesi, Sayı 32, Ağustos 1974. Cemil Meriç’in Anketimize Cevapları, Hazırlayan Turgut Güler, Sayı 33, Eylül 1974. Eser ve Yaratıcısı, Sayı 36, Aralık 1974. Suavi Dosyası, Sayı 37-38, Ocak-Şubat 1975. Dev ve Cüce, Sayı 52, Şubat 1978. Bitmeyen Bir Rüya “Taşer’in Büyük Türkiyesi”, Sayı 53, Mart 1978. Cemil Meriç’in Sohbetinden, Sayı 70, Ağustos 1979. Dilimizin En Büyük Lügat-Nüvisi REDHOUSE, Sayı 100, Şubat 1982. Çocuk Edebiyatı-I, Sayı 111, Ocak 1983. Çocuk Edebiyatı –II, Sayı 112, Şubat 1983. Cemil Meriç ile Mülakat, Konuşan :Hüsamettin Ars- lan, Sayı 166, Ağustos 1987. Cemil Meriç Özel Sayısı - Kitapları Dolduran Senin Kafan Senin Gönlün, Sayı 126, Nisan 1984. Cemil Meriç’in Ardından, Sayı 166, Ağustos 1987.

KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASI

Cemil Meriç, 1974 yılından itibaren Kubbealtı Aka- ayda bir yayımlanmıştır. Kubbealtı Cemiyeti adına demi dergisinde yazmaya başlar. 1971 yılında yayın İlhan Ayverdi maiyetinde çıkan derginin yazı işleri hayatına başlayan Kubbealtı Akademi Mecmuası, üç müdürlüğünü Nihat Sami Banarlı yapmıştır.

ORTADOĞU GAZETESİ

Bu dönemde Cemil Meriç’in Ortadoğu gazetesinde de Bu yazılardan biri de “Kemal Tahir” yazısıdır. Ce- yazmaya başladığını görürüz. Ortadoğu gazetesi, 3 mil Meriç’e göre Kemal Tahir, Zola gibi çalışkan bir Mayıs 1972 tarihinden itibaren günlük olarak yayım- yazardır. Kemal Tahir’in romana sosyolojiyi ve eko- lanan siyasi bir gazetedir. Gazete milliyetçi geleneğe nomi-politiği sokmuş, neslinin en kuvvetli roman- yakın bir yayın politikası takip etmiştir. Gazete de cısıdır. “Konuşmak bir arayıştı onun için, bir vuzuha milliyetçi kesimin birçok yazarı yazılar yayımlamıştır. varmak cehtiydi. Hayatın belli merhalelerinde, belli ha- talara düşmenin mukadder olduğunu çok iyi biliyordu. Cemil Meriç gazetede “Fildişi Kule’den” başlığı altın- Uyanık bir şuurdu Kemal, her an zenginleşen bir şuur. da kültür, sanat ve milli değerlere ait yazılar kaleme Ve okşayan bir ses… dost, ılık, ışıltılı.”dır. almıştır.

116 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

İntelijansiya kelimesinin olumsuzluğunu anlattığı Cemil Meriç, “Hasbî Tefekkür” yazısında Erol “İntelijansiya, Müstağribler Kervanı” başlıklı yazısın- Güngör’ün “Hilmi Ziya Ülken İçin”den hareketle da Genç Osmanlılar’ın bu kelime karşısında aldan- onu yad ederken bir prensibi hatırlatır: “İslamiyet, malarının mukadder olduğunu söyleyen Cemil Me- ‘ölülerinizi hayırla yâd edin’ der. Asil bir ihtar. Ölüle- riç bu kelime için” Bu nesebi gayr-i sahih kelimenin rinizi yani sizden olanları, aynı mukaddeslere inanan, manası Batı irfanı içinde karanlıktır.” der. aynı kavgalara katılan, aynı emel veya hınçları bölüşen insanları. Voltaire’e sorarsanız, ‘yaşayanlara nazikane “İslam Denen Meçhul” isimli yazısında İslam, Osman- davranmalıyız; ölülere tek borcumuz kalmıştır: haki- lı İslam’ı, Osmanlı hayat nizamı ve birlikte yaşama kat.’ ” kültürü hakkında kanaatlerini ifade eder. Meriç’e göre “Tanımıyoruz kendimizi, tanımak da istemiyo- Aynı yazıda Hilmi Ziya Ülken ve fikirlerine de yer ruz. Bir zamanlar müslümanla hristiyan kardeşçe, veren Cemil Meriç yazının sonunda şu tespitte bu- yaşarmış bu ülkede. Yan yana, kucak kucağa, dostça. lunmuştur: “Evet, düşünce adamı bir zümrenin emir Bütün kavimleri korumuşuz. Bütün inançlara kanat kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir par- germişiz. Mecusi bile barınmış bayrağımızın gölgesin- tiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir, kucağın- de. Birleşmiş Milletler Cumhuriyetini gerçekleştiren ilk da yaşadığı topluma angajedir. Yani vatandaş olarak ve son devlet Osmanlı”dır. vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli teh- likeleri göze alması lâzımdır. Bir devirin şuuru olmak “Son Kale” isimli yazısında dili milletler için son kale zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yok- olarak gördüğünü ifade etmiştir. Son kale olarak de- lamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa ğerlendirdiği “dil” konusunda, Batıcıların bizi Batı’ya doğruyu göstermek. Bazen yangın kulesindeki nöbetçi bağlama çabasında olduklarını yazmıştır. Meriç’e olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. So- göre dile sahip çıkmak millete sahip çıkmaktır. kakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini koluna bağlamak, düşünceye ihanettir.” “Türkiye’de Çağdaşlaşma” adlı yazısında ise Niyazi Berkes’in aynı adlı eserini ve yazarının zihniyetini eleştirmiştir. Cemil Meriç’e göre bu eser Türkçe bil- meyen bir misyoner tarafından kaleme alınmış gibi- Ortadoğu Gazetesindeki Yazıları dir. Fildişi Kuleden : Kemal Tahir, 21 Nisan 1974. “Politika ve İlim” başlıklı yazısında Max Weber’in ül- Fildişi Kuleden : İntelijansya, Müstağribler Kervanı, kemizde tanınmamasını takipçilerinin olmamasına 3 Mayıs 1974. bağlamıştır. Fildişi Kuleden : İslam Denen Meçhul, 17 Mayıs “Müstağribler Kervanı’ndan Haberler” yazısında bazı 1974. yazarlarımızın Batı hayranlığı ve Zola’ya bakışlarına Fildişi Kuleden : Son Kale, 19 Mayıs 1974. değinmiştir. Fildişi Kuleden : Türkiye’de Çağdaşlaşma, 26 Mayıs 1974. Fildişi Kuleden : Politika ve İlim, 3 Haziran 1974. Fildişi Kuleden : Müstağribler Kervanı’ndan Haber- ler, 9 Haziran 1974. Fildişi Kuleden : Batının Yeniçerileri: Genç Osmanlı- lar, 16 Haziran 1974. Fildişi Kuleden : Edebiyat Tarihi ve Sosyoloji, 22 Ha- ziran 1974. Fildişi Kuleden : Edebiyat Tarihi ve Sosyoloji II, 23 Haziran 1974.

Kemal TAHİR - Cemil MERİÇ Fildişi Kuleden : Hasbî Tefekkür, 23 Haziran 1974.

117 VESİKA DERGİSİ

İsmail Müftüoğlu tarafından çıkarılan Vesika, ayın ilk ve on beşinci günlerinde olmak üzere, 1 Aralık 1975 ile 1 Mart 1977 tarihleri arasında 32 sayı olarak yayımlanmıştır. Sabit olarak “Olaylar”, “Gazeteler- den”, “Dergiler-Kitaplar”, “Bizden Size” bölümlerine yer verilmiştir. Ayrıca “Az Öz”, “Vesika”, “Nizamdan Selamete”, “Günün İçinden”, “İslam Alemi”, “Makale”, “Dış Olaylar” gibi başlıklara da zaman zaman yer ve- rilmiştir. Şule Yüksel Şenler, Yılmaz Yalçıner, Mus- tafa Yazgan dergide ismi sıkça görülen yazarlardır.

MİLLÎ KÜLTÜR DERGİSİ

Cemil Meriç, 1977’den itibaren “Köprü”, “Millî Kül- tür”, “Gerçek” ve “Pınar” dergilerinde de yazılar ya- yımlamaya başlar. 1977’nin Ocak ayında Milli Kül- tür adıyla yayımlanmaya başlayan dergi, Temmuz 1978’de Ulusal Kültür adını alır. Bu adla 6 sayı çıktık- tan sonra da Aralık 1979’da tekrar Milli Kültür adıyla yayın hayatına devam eder. Ancak, bu tarihe kadar 103 sayı çıkan derginin adı Ocak 1993’ten sonra tek- rar değişerek “Kültür Dergisi” adıyla yayımlanır ve toplamda 109 sayıya ulaşır.

118 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

GERÇEK DERGİSİ

“İlim, Kültür ve San’atta Gerçek” üst başlığıyla çıkan Cemil Meriç’in Gerçek Dergisindeki Yazıları Gerçek dergisi, üç aylık araştırma dergisi mahiyetin- dedir. Gerçek’in ilk sayısı Ocak 1973’te yayımlanmış- Sosyalizm ve Din, Cilt 4, Sayı 1, 1978. tır. Daha sonrasında aylık periyotlarla yayımlanan dergi, 1973-1980 yılları arasında yayın faaliyetlerini Avrupalılaşmak mı Avrupalılaştırmak mı?, Cilt 4, sürdürmüştür. Sonrasında kesintilerle beraber Mayıs Sayı 2, 1978. 1986’ya kadar yayınlanmaya devam etmiştir. Top- lamda 36 sayı çıkan dergide milletin ideolojik yapı- Can Cekişen Ahtapot, Cilt 4, Sayı 3, 1978. sının ilmîleşmesi ve hareketlenmesi olan “ilmî sağ” İdeolojiler ve Çağdaş Elit, Cilt 4, Sayı 4, 1978. tezi temel alınmıştır. Gayelerini, “Gerçeğin Bilgisi’nin, milletimizin ve insanlığın problemlerini doğru olarak İdeolojiler ve Çağdaş Elit (2), Cilt 4, Sayı 5, 1978. çözmekte başvurulacak tek yol olduğunu ve ancak bu yolla, millî kültürümüz üzerinde süfli tesirleri büyüye- Liberalizm Yahut Hür Bir Kümeste Tilki, Cilt 4, Sayı rek devam eden gayri millî bakış açısını, moda hâline 6, 1978. gelen zararlı ve zavallı hayalleri yıkabileceğimizi, bi- linen bir gerçeği tekrar etmek sayılsa bile, söylemeden Kitabı Mukaddes’te Politika (1), Cilt 4, Sayı 7, 1979. geçemeyeceğiz.” şeklinde ifade etmişlerdir. Marksist Düşünceler ve Müslüman Dünya, Cilt 4, Mehmet Çetin, Cemil Meriç, Aykut Edibali, Ayhan Sayı 9, 1979. Songar, Zekeriya Kitapçı, Mehmet Akif Ak dergide yazıları yayımlanmış önemli isimler arasındadır. Romanın Romanı, Cilt 4, Sayı 10, 1979.

MİLLÎ EĞİTİM VE KÜLTÜR DERGİSİ

Cemil Meriç, 1980 yılında, Ankara’da Ülkü Ocakları’nın ilk genel başkanı ve Türk milliyetçili- ğinin öncü isimlerinden Muharrem Şemsek tarafın- dan üç aylık olarak çıkarılmış olan Millî Eğitim ve Kültür dergisinde de yazılar yayımlamıştır.

119 PINAR DERGİSİ

Cemil Meriç’in yazılarını yayımladığı Pınar dergisi, 1994’te aynı kadronun inisiyatifiyle bugün hala çık- 1972’ye kadar Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Talebe makta olan Umran adlı yeni bir dergi yayımlanmaya Derneği tarafından çıkarılmış, sonrasında Mücade- başlanmıştır. le Hareketi’nin yayın organlarından biri olmuştur. 1960’tan Ekim 1980’e kadar aylık olarak, kesintilerle Cemil Meriç’in Pınar Dergisindeki Yazıları beraber, 115 sayı yayımlanan dergi, 1967’de resmî bir kuruluş hâline gelen Yeniden Millî Mücadele Aydın Denen Meçhul (1), Cilt 2, Sayı 62, 1977. Hareketi’nin yayın organlarından biri olmuştur. Aydın Denen Meçhulçağlar Boyunca Aydın (2), Cilt 2, 1972’deki değişimin ardından dergi yayın politika- Sayı 63, 1977. sını “millî idealizm” ve “millî realizm” kavramları Aydın Denen Meçhul (3) Esrarlı Bir Kelime İntelligensia, etrafında sürdürmüştür. Millî realizm, toplumun Cilt 2, Sayı 64, 1977. yaşadığı gerçeklerin tahrif edilmeksizin objektif bir Aydın Denen Meçhul (4) Esrarlı Bir Kelime İntelijansiya, tasvirini ifade etmektedir. Millî idealizm ise buna bir Cilt 2, Sayı 65, 1977. anlam yükleme, gizli de olsa bir mesaj sunma tarafı- Aydın Denen Meçhul (5) Esrarlı Bir Kelime İntelijansiya, dır. Zaten Mücadele Hareketi, sanatı “ideolojinin es- Cilt 2, Sayı 66, 1977. tetik hüviyet kazanması” olarak tanımlamıştır. Millî lafzı Yeniden Millî Mücadele dergisinde olduğu gibi Şiirden Düşünceye, Cilt 2, Sayı 67, 1977. öncelikle İslamiliğe yapılan bir atıftır. Pınar dergisi, ‘Hayaliyyundan Hakikiyyuna, Cilt 2, Sayı 68, 1977. siyasi sahadan ziyade edebî bir dergi olarak faaliyet Edebiyatımızda Zola, Cilt 2, Sayı 69, 1977. göstermiş, sosyal konuları işlemiştir. Neden Bir Dünya Görüşümüz Yok, Cilt 2, Sayı 70, 1970. Ahmet Taşgetiren, Mehmet Akif Ak, Ahmet Efe, Mehmet Taşdiken, Mehmet Ali Taşçı, Veli Şirin, Sarıklı İhtilalci, Cilt 2, Sayı 71, 1977. Recep Kırış, Cevat Özkaya, Necati Aykan, Haşim Kültür ve Emperyalizm, Cilt 2, Sayı 72, 1977. Vatandaş, Hasan Karal, Gazi Altun, Sefa Kaplan, Mustafa Aydın, Hasan Erden isimleri Pınar dergisi Sol’a Göre Kültür Emperyalizmi, Cilt 2, Sayı 73, 1978. içerisinde takip edebildiğimiz isimlerdir. Anarşi Değil Anomi, Cilt 2, Sayı 74, 1978. Deprem, Cilt 2, Sayı 75, 1978 Marksizm ve Müslüman Dünya, Cilt 2, Sayı 76, 1978. Avrupa’daki Hayalet, Cilt 2, Sayı 77, 1978. Hürriyetin İlk Şartı: Şuur, Cilt 2, Sayı 81, 1978. Karalama Defterimden: İnsan Nereye?, Cilt 2, Sayı 82, 1978. Felsefe’nin Paslı Kilidi: Hürriyet, Cilt 2, Sayı 83-84, 1978. Kadın Ruhu Gino Lambroso’dan, Cilt 2, Sayı 85, 1979. Karalama Defterimden, Cilt 2, Sayı 86, 1979. Batı Penceresinden, Cilt 2, Sayı 89-90, 1979. Göller Bölgesinde Bir Ada, Cilt 3, Sayı 1, 1980. Avrupa İslam’ı Tanımaz, Cilt 3, Sayı 2, 1980. İktisadi Kalkınma ve İdeoloji, Cilt 3, Sayı 2, 1980. Proudhon ya da Aforoz Edilen Düşünce, Cilt 3, Sayı 3, 1980.

120 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

HAREKET DERGİSİ

Cemil Meriç yazılarının önemli bir kısmını da Ha- tuhan, Remzi Oğuz Arık gibi isimlerin de yayımlan- reket dergisinde yayımlamıştır. Hareket dergisi, mış yazıları mevcuttur. Ayrıca, röportajlara ve Batı / 1939’da Nurettin Topçu (d. 1909, ö.1975) tarafın- Doğu dillerinden çeviri yazılara yer verilmiştir. Ste- dan kurulmuş, Mart 1982 tarihine kadar muhtelif fan Zweig, Oscar Wilde, Paul Valery, René Wellek, yayın dönemleri içerisinde aralıklarla 187 sayı olarak Leo Tolstoy, Rabindranath Tagore, Jacques Prévert, yayımlanmıştır. Ocak 1966’dan itibaren “Fikir ve Sa- Edgar Allen Poe, Blaise Pascal, Charles Péguy, Frede- natta Hareket” adıyla çıkarılmıştır. rick Mayer, André Maurois, Irving Kristol, Karl Jas- Derginin adı, Nurettin Topçu’nun Fransa’daki ikame- pers, Emmanuel Kant, Victor Hugo, Charles Baude- tinde diyalog kurduğu hocası Maurice Blondel’den laire, Raymond Aron, Julien Benda, Anton Chekhov, alınma Hareket (Aksiyon) Felsefesi’nden gelmek- Miguel de Unamuno, Will Durant, Mahatma Gandi, tedir. Derginin fikri coğrafyası Nurettin Topçu’nun André Gide tercümelerine yer verilen yabancı yazar- şahsiyeti ve ilmi çalışmaları ile şekillenmiştir. lardan bazılarıdır. Topçu’ya göre var olmak; düşünmek ve hareket et- Ezel Erverdi idaresindeki Hareket mecmuası, 1966 mektir; insanın her hareketinde ilahî iradenin vasıf- yılından itibaren “Hareket Yayınları” ismi ile kitap ları bulunmaktadır. Nurettin Topçu ve Hareket der- yayıncılığı da yapmış, yetmiş civarı eseri neşretmiş- gisi, Ziya Gökalp’ın milliyetçiliğinden farklı olarak tir. Erverdi, kitap yayıncılığına 1977 senesinden iti- Anadolu sınırları içerisinde bir millî tarihin barındı- baren “Dergah Yayınları” kurucusu ve sahibi olarak ğını ve Türklüğün İslam dini içerisinde ve sayesinde devam etmiştir. Basın hürriyetinin sınırlı olduğu bir inkişaf ettiğini benimseyen bir milliyetçilik anlayışı- devirde Hareket dergisi ilk sayılarından itibaren din, na sahiptir. milliyetçilik, sosyal düzen ve inkılap gibi kavramlara Dergide, Mehmet Kaplan, Hilmi Ziya Ülken, Ahmet resmi görüşün dışında yeni anlamlar yüklemesi ba- Kabaklı, Ali Fuad Başgil, İsmail Kara, Beşir Ayvazoğ- kımından önem taşır. lu, Mükrimin Halil Yınanç, Süleyman Uludağ, Ay- han Songar, Halit Refiğ, Orhan Okay, Mustafa Kara, Cemil Meriç’in Hareket Dergisindeki Yazıları Cemil Meriç, Emin Işık, Hüseyin Hatemi, Hüsrev Hatemi, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Hüseyin Ba- Büyücü Çırağı, Cilt 5, Sayı 82, 1972. Cemaleddin Efgâni Dosyası, Cilt 5, Sayı 83 1972. Romanda Hesaplaşma, Cilt 5, Sayı 84, 1972. Terbiyenin Kitab-ı Mukaddesi, Cilt 5, Sayı 87, 1973 . Nazizm : İkinci Cihan Harbinin Günahkâr Tekesi, Cilt 5, Sayı 88, 1973. Politika Adamı - İlim Adamı, Cilt 5, Sayı 89, 1973. Çağdaş Uygarlık Düzeyi, Cilt 5, Sayı 90, 1973. İdeoloji : Giriş, Cilt 5, Sayı 92, 1973. İdeoloji : Bir Sosyolojinin Tarih Öncesi, Cilt 5, Sayı 93, 1973. Yunan Mucizesi, Cilt 5, Sayı 95, 1973. Kendi Semasında Tek Yıldız I, Cilt 5, Sayı 100, 1974. Kendi Semasındaki Tek Yıldız II, Cilt 5, Sayı 101, 1974.

121 MİLLÎ GENÇLİK DERGİSİ

Cemil Meriç’in yazılarını Millî Türk Talebe Birliği’nin yıllarda İslami çizgi dâhilinde yayınlar yapmıştır. yayın organı olan Millî Gençlik dergisinde de görü- Derginin hitap ettiği kesim öncelikle İslami hassasiyet- yoruz. (Argo, Cilt 2, Sayı 4, 1975.) Millî Türk Ta- lere sahip üniversite gençliği olmuştur. lebe Birliği, İslamcı yayın organlarını takip etmenin yanı sıra kurum olarak kendisi de yayın faaliyetle- Bu değişmeyle birlikte gelen “Kaynağımız Kur’an’dır” rinde bulunmuştur. Kısa süreli bültenler ve broşür- sloganı suretiyle dergi, İslamcı ve ümmetçi tutumu- lere ek olarak 1970’li ve 1980’li yıllarda Millî Türk nu deklare etmiştir. Demokrasi, laiklik, kapitalizm Talebe Birliği’nin başlıca iki yayın organı bulunmak- ve emperyalizme karşı net tutum gösterilmiştir. tadır: Çatı ve Millî Gençlik dergileri. Millî Gençlik Türkiye’de devletin İslamiliği dergi nazarında bir dergisi, 1963 ile 1979 yılları arasında uzun bir dö- tartışma konusu olmuştur. Ayasofya’nın tekrar ca- nemde kesintilere uğrayarak yayımlanmıştır. Rasim miye çevrilmesi konusu dergide sıkça yer almıştır. Cinisli’nin 1965’te MTTB başkanlığına seçilmesinin Erken Cumhuriyet döneminin uygulamalarına bir ardından MTTB hızlı bir dönüşüme girmiştir. İsmail tepki dâhilinde Mehmet Akif Ersoy, Fevzi Çakmak Kahraman’ın başkanlığıyla birlikte MTTB’den milli- ve Yahya Kemal Beyatlı gibi isimler dergi tarafından yetçi ve sağ kesimlerin ayrılmasıyla, 1963’ten beri ya- sıkça işlenmiştir. yın hayatını sürdürmekte olan Millî Gençlik, 1970’li

SEBİL GAZETESİ

Cemil Meriç’in en çok yazı yayımladığı yerlerden biri de Sebil gazetesidir. Dönemin “Büyük Doğu”su ola- rak adlandırılan Sebil, 1976’da Kadir Mısıroğlu’nun başyazarlığında ve imtiyaz sahipliğinde haftalık ola- rak çıkmaya başlamıştır. “Her Şey Hak İçin” sloganıy- la yayımlanan gazete, 1980’e kadar haftalık, sonra- sında ise aylık olarak yayın hayatına devam etmiştir. Yayın dünyasındaki dini, tarihi ve kültürel neşriyat boşluğunu doldurmak düşüncesiyle çıkmaya başla- yan dergi /gazete toplam 270 sayı basılmış olup ilk 250’si Türkiye’de, son 20’si (17 nüsha) Almanya’da yayımlanmıştır. Hitap kitlesi muhafazakâr gelenek olan Sebil, radikal sol geleneğe karşı sert bir tutuma sahiptir. Dergide Kadir Mısıroğlu, Cemil Meriç, Ab- durrahman Şeref Laç, Sadık Albayrak, Mustafa Mi- yasoğlu, Mine Alpay, Şeyh Hüseyin Efendi, İbrahim Hakkı Konyalı, M. Ertuğrul Düzdağ, Nahid Din- çer, Kemal Öztürk, Akif Nuri, İsmail Lütfi Çakan, Ahmet Muhtar Büyükçınar, Yaşar Kandemir, Aynur Mısıroğlu, Mustafa Yazgan, İsmail Hami Danişmend ve Mehmed Çiftçigüzeli gibi isimler yazmıştır.

122 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Cemil Meriç’in Sebil’de yayımlanan Sarıklı İhtilalci Avrupalılaşmak-Avrupalılaştırılmaktır. Meriç’e göre yazı dizisi “Mağaradakiler” kitabına girmiş yazılar- Batı, “çağdaşlaşma” kavramını Doğu’ya bir model dır. Bu yazı dizisinde Ali Suavi’nin dönemindeki ye- olarak ve varılması gereken bir hedef olarak sunmak- rini, etkilediği ve etkilendiği şahısları gerek çağında- tadır. Bundan dolayı Avrupa kendini ilmin, irfanın ki kişilerden gerekse ölümünden sonra ortaya çıkan merkezi saymıştır. Oysa bir Avrupa medeniyeti ve verilerle değerlendiren Cemil Meriç, Ali Suavi’yi şu bir de Osmanlı medeniyeti vardır. Bu yüzden Avrupa cümlelerle tanıtmıştır: “Suavi de adamdı, uzviyetiyle Avrupa’dır, Asya Asya’dır. ve ruhu ile aç. Balzac’dan çok Dostoyevski’ye lâyık bir kahraman. Çevresini tezadlarıyla rahatsız ediyordu, “Kaypak Bir Mefhum Ortadoğu” yazılarında Ortado- tezadları ve zaaflarıyla. Ele avuca sığmıyan bir zekâ, ğu’daki İngiliz politikasının kaypaklığı ifade edilir: kanma bilmeyen bir tecessüs ve kendini beğeniş. Evet, “Orta Doğu kaypak bir mefhumdur. Çünkü ne zaman Suavi de bütün psikopatlar gibi kendi kendine hayran- doğduğu, niçin doğduğu hudutlarının ne olduğu konu- dı. Suavi bir arayış ve çırpınıştır. Yazar olarak başlıca sunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır.” kusuru: üslubsuzluk. Bence edebiyatımızda en yakın ruh arkadaşı, Beşir Fuad. Biri maktul, öteki müntehir. Cemil Meriç’in “anomi” kavramını sorguladığı “Bir Tanpınar’ın teşhisi yerinde: başveren inkılâbçı bir me- Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi” başlıklı galoman, bir ‘persecut maniaque’tır. İyi ama entelektü- yazı dizisinde anomiyi, “şuursuzluk. Anomi, bütün elin de başka târifi var mı?” değerlerin tepetaklak olması, çürüyüş, çöküş...” olarak tanımlamaktadır. Cemil Meriç’in “Türk Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz” yazı dizisinde Jöntürklere ait değer- “İktisadî Kalkınma ve İdeolojiler” yazı dizisinde lendirmeler yer alır. Meriç’e göre Osmanlı, son yılla- Radinson’un aynı adlı kitabının tanıtımı, özeti ve rında hem düşünce hayatında, hem siyasi hayatında kitapta geçen kavramlara ait bilgilendirmeler bulun- farklı bir döneme girmiştir. Bu dönemi şekillendiren- maktadır. Yazı dizisinde sanayi toplumuna geçişin, ler büyük oranda Cemil Meriç’in “Avrupa’nın Yeniçe- ülkelerin özellikle Afrika’da geri kalmış olarak değer- rileri” dediği kendine yabancılaşmış, sahip olduğu lendirilen ülkelerin nasıl ve hangi yollarla kalkınaca- değerlerden uzaklaşmış Jöntürkler’dir. Bu dizi onun ğına ait öneriler aktarılmıştır. hayatına şiar edindiği kültür emperyalizmine karşı duruşunun ifadesidir. Cemil Meriç, “Marksist Düşünceler ve Müslüman Dünya-2” başlıklı yazıda İslamiyet ve Kapitalizm, Cemil Meriç, “Entellektüel-Avrupalı Bir Hayvan” baş- Marksizm, Ebu Zer, Garaudy etrafında İslam’ın diğer lıklı yazısında aydın, münevver, mütefekkir, entelek- dünyevi sistemlerden daha kuşatıcı olduğunu anlat- tüel adlarıyla anılabilecek kişilerin yol göstericiliğini, mıştır. hayata bakışlarını sorgulamıştır.

“Sosyalizm ve Osmanlı İntelijansiyası -1: Cevdet Cemil Meriç’in Sebil’deki Yazıları Paşa’ya Göre Sosyalizm” adlı yazısında Cevdet Paşa’dan bahseder. Cemil Meriç’in tespitiyle Cevdet Sarıklı İhtilalci 1, Rüyada Taaşşuk, Cilt 1, Sayı 1, Paşa’ya göre, Avrupa’nın mimarı olduğu ihtilâller 1976. insanlık menfaatine olmamıştır. İhtilallerin mimarı Avrupa bütün fikirlerini Sosyalizm, Komünizm Ni- Sarıklı İhtilalci 2, Paris Yaranı Ne Diyor?, Cilt 1, Sayı hilizm gibi abeslerin de kaynağını Asya’dan almıştır. 2, 1976.

“Berkes’e Göre Çağdaşlaşma - 1 / 2” yazılarında Niya- Sarıklı İhtilalci 3, Dokuz Umde, Cilt 1, Sayı 3, 1976. zi Berkes’in “Türkiye’de Çağdaşlaşma” adlı kitabında Sarıklı İhtilalci 4, Tutumsuz Çocuğun Yuvaya Dönü- ortaya koyduğu yorum ve analizler hem dil hem de şü, Cilt 1, Sayı 4, 1976. düşünce itibariye eleştirilmiştir. Sarıklı İhtilalcı 5, Çırağan Baskını, Cilt 1, Sayı 5, Cemil Meriç, “Çağdaşlaşma Avrupalılaşma Modern- 1976. leşme” başlıklı yazılarında modernleşme ve Avrupa- lılaşma kavramlarının analizini yapmıştır. Doğu-Batı Sarıklı İhtilalci 6, Bir Yarı Deli, Cilt 1, Sayı 6, 1976. ilişkisinde eleştirdiği kavram ve konulardan biri de

123 Entellektüel - Avrupalı Bir Hayvan 1, Cilt 1, Sayı 7, Kendimizi Tanımak 1, Cilt 2, Sayı 31, 1976. 1976. Kendimizi Tanımak 2, Cilt 2, Sayı 32, 1976. Entellektüel - Avrupalı Bir Hayvan 2, Cilt 1, Sayı 8, 1976. İslam Denen Meçhul 1, Cilt 2, Sayı 33, 1976. Neden Bir Dünya Görüşümüz Yok? 1, Cilt 1, Sayı 9, İslam Denen Meçhul 2, Cilt 2, Sayı 34, 1976. 1976. İslam Denen Meçhul 3, Cilt 2, Sayı 35, 1976. Neden Bir Dünya Görüşümüz Yok? 2, Cilt 1, Sayı Kaypak Bir Mefhum Ortadoğu 1, Cilt 2, Sayı 36, 10, 1976. 1976. Türkperestlik ve Türkiyat 1, Cilt 1, Sayı 11, 1976. Kaypak Bir Mefhum Ortadoğu 2, Cilt 2, Sayı 37, Türkperestlik ve Türkiyat 2, Cilt 1, Sayı 12, 1976. 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Öldürmeyeceksin, Cilt 2, Sayı 38, 1976. 1, Cilt 1, Sayı 13, 1976. Hürriyet Aşıkları 1, Cilt 2, Sayı 39, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Hürriyet Aşıkları 2, Cilt 2, Sayı 40, 1976. 2, Cilt 1, Sayı 14, 1976. Polemik, Cilt 2, Sayı 42, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz 3, Cilt 1, Sayı 15, 1976. Düşmeyen Kal’e 1, Cilt 2, Sayı 44, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Düşmeyen Kal’e 2, Cilt 2, Sayı 45, 1976. 4, Cilt 1, Sayı 16, 1976. Berkes’e Göre Çağdaşlaşma 1, Cilt 2, Sayı 46, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz 5, Cilt 1, Sayı 17, 1976. Berkes’e Göre Çağdaşlaşma 2, Cilt 2, Sayı 47, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Sosyalizm ve Osmanlı İntelijansiyası 1 : Cevdet Paşa- 6, Cilt 1, Sayı 18, 1976. ya Göre Sosyalizm, Cilt 2, Sayı 48, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Sosyalizm ve Osmanlı İntelijansiyası 2 : Yeni Osman- 7, Cilt 1, Sayı 19, 1976. lılara Gelince, Cilt 2, Sayı 49, 1976. Kültür Emperyalizmi Yahut Paris’teki Jöntürklerimiz Şiir ve Alkol, Cilt 2, Sayı 50, 1976. 8, Cilt 1, Sayı 20, 1976. Terakki 1: Kabusa Dönen Rüya, Cilt 2, Sayı 51, 1976. Unutulan Bir Kitap 1, Cilt 1,Sayı 21, 1976. Terakki 2: Batı’nın Putları Karşısında İntelijansiya- Unutulan Bir Kitap 2, Cilt 1, Sayı 22, 1976. mız, Cilt 2, Sayı 52, 1976. Unutulan Bir Kitap 3, Cilt 1, Sayı 23, 1976. İslamiyet ve Sosyalizm, Cilt 2, Sayı 54, 1977.. Unutulan Bir Kitap 4, Cilt 1, Sayı 24, 1976. Çağdaşlaşma Avrupalılaşma Modernleşme, Cilt 2, Sayı 55, 1977.. Unutulan Bir Kitap 5, Cilt 1, Sayı 25, 1976. Bir Romanın Düşündürdükleri, Cilt 2, Sayı 56, 1977. Unutulan Bir Kitap 6, Cilt 1, Sayı 26, 1976. Bir Roman Daha, Cilt 2, Sayı 57, 1977. Unutulan Bir Kitap 7, Cilt 2, Sayı 27, 1976. Çağdaşlaşma Avrupalılaşma Modernleşme 1, Cilt 2, Unutulan Bir Kitap 8, Cilt 2, Sayı 28, 1976. Sayı 58, 1977. Unutulan Bir Kitap 9, Cilt 2, Sayı 29, 1976. Çağdaşlaşma Avrupalılaşma Modernleşme 2, Cilt 2, Sayı 59, 1977. Aydınların Dini: İzimler, Cilt 2, Sayı 30, 1976.

124 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

Çağdaşlaşma Avrupalılaşma Modernleşme 3, Cilt 2, Bir Romanın Düşündürdükleri, Cilt 4, Sayı 182, Sayı 60, 1977. 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil, Anomi 1, Cilt Can Çekişen Ahtapot 1, Cilt 4, Sayı 183, 1979. 2, Sayı 61, 1977. Can Çekişen Ahtapot 2, Cilt 4, Sayı 184, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil, Anomi 2, Cilt 2, Sayı 62, 1977. Can Çekişen Ahtapot 3, Cilt 4, Sayı 185, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi 3, Cilt Göller Bölgesinde Bir Ada 1, Cilt 4, Sayı 186, 1979. 2, Sayı 63, 1977. Göller Bölgesinde Bir Ada 2, Cilt 4, Sayı 187, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi 4, Cilt Göller Bölgesinde Bir Ada 3, Cilt 4, Sayı 188, 1979. 2, Sayı 64, 1977. Göller Bölgesinde Bir Ada 4, Cilt 4, Sayı 189, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi 5, Cilt 2, Sayı 65, 1977. Göller Bölgesinde Bir Ada 5, Cilt 4, Sayı 190, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi 6, Cilt Göller Bölgesinde Bir Ada 6, Cilt 4, Sayı 191, 1979. 2, Sayı 66, 1977. İslamiyet ve Hümanizm 1, Cilt 4, Sayı 192, 1979. Bir Neslin İntiharı Yahut Anarşi Değil Anomi 7, Cilt 2, Sayı 67, 1977. İslamiyet ve Hümanizm 2, Cilt 4, Sayı 193, 1979. Yeni İsmi: Ticaret Anlaşması: Kapitülasyonlar, Cilt 4, İslamiyet ve Hümanizm 3, Cilt 4, Sayı 194, 1979. Sayı 167, 1979. Avrupa İslam’ı Tanımaz 1, Cilt 4, Sayı 196-197, 1979. Kapitülasyonlar, Cilt 4, Sayı 168, 1979. Avrupa İslam’ı Tanımaz 2, Cilt 4, Sayı 198, 1979. Şehir Tedhişçiliği, Cilt 4, Sayı 169, 1979. Bir Mefhumun İhtişam ve Sefaleti Yahut Edeb’den Geçen Asrın Putu: Liberalizm 1, Cilt 4, Sayı 17, 1979. Edebiyat’a 1, Cilt 4, Sayı 202, 1979. Sf. 7 Geçen Asrın Putu: Liberalizm 2, Cilt 4, Sayı 171, Bir Mefhumun İhtişam ve Sefaleti Yahut Edeb’den 1979. Edebiyat’a 2, Cilt 4, Sayı 203, 1979. Sf. 7 Geçen Asrın Putu: Liberalizm 3, Cilt 4, Sayı 172, Marksist Düşünceler ve Müslüman Dünya 1, Cilt 5, 1979. Sayı 226-227, 1980. İktisadî Kalkınma ve İdeolojiler 1, Cilt 4, Sayı 174, Marksist Düşünceler ve Müslüman Dünya 2, Cilt 5, 1979. Sayı 228, 1980. İktisadî Kalkınma ve İdeolojiler 2, Cilt 4, Sayı 175, Kitab, Cilt 5, Sayı 229, 1980. 1979. Yogi ile Komiser, Cilt 5, Sayı 230, 1980. İktisadî Kalkınma ve İdeolojiler 3, Cilt 4, Sayı 176, Ne Yogi Ne Komiser, Cilt 5, Sayı 231-232, 1980. 1979. Anarşi Kafamızda 1, Cilt 5, Sayı 233-234, 1980. İktisadî Kalkınma ve İdeolojiler 4, Cilt 4, Sayı 177, 1979. Anarşi Kafamızda 2, Cilt 5, Sayı 235-236, 1980. Hürriyetin Hudutları 1, Cilt 4, Sayı 178, 1979. Anarşi Kafamızda 3, Cilt 5, Sayı 237-238, 1980. Hürriyetin Hudutları 2, Cilt 4, Sayı 179, 1979. Yunan Mucizesi 1, Cilt 5, Sayı 239-240, 1980. Hürriyetin Hudutları 3, Cilt 4, Sayı 180, 1979. Yunan Mucizesi 2, Cilt 5, Sayı 241-242, 1980. Sosyalizm ve İslamiyet, Cilt 4, Sayı 181, 1979.

125 BÜYÜK DOĞU DERGİSİ

Cemil Meriç’in Büyük Doğu’da üç verilmiştir. Dergideki yazılar po- yazısı yayımlanmıştır. Necip Fazıl litikadan sanata, ekonomiden fel- Kısakürek’in 17 Eylül 1943’te ya- sefeye, dinden tarihe kadar çeşitli yımlamaya başladığı Büyük Doğu konu başlıklarından meydana gel- mecmuası, 5 Haziran 1978’e kadar mektedir; fakat uzun yayın döne- aralıklarla yayın hayatına devam mi boyunca Kısakürek’in değişen etmiştir. 35 yıllık süre içerisinde politik çizgisine ve dönem şartla- toplam 16 devre ve 512 sayı olarak rına göre mecmuanın ağırlıklı ko- yayımlanmıştır. Necip Fazıl’ın şah- nuları dini, siyasi, edebi vb. olmak siyetiyle güçlü bir edebi üsluba sa- üzere farklılık göstermiştir. Dergi, hip olan dergi, Tek Parti iktidarı ve daha çok başyazar Necip Fazıl ile Demokrat Parti iktidarı dönemle- anılmasına rağmen 35 yıllık yayın rinde muhafazakâr ve milli muha- hayatı boyunca birçok değerli ve lefetin sesi olmuştur. Necip Fazıl, etkili isme sayfalarını açmıştır. Sait Büyük Doğu dergisinin çıkış sebe- Faik, Özdemir Asaf, Oktay Akbal, bini, ülkedeki düşünce ve ideoloji Salih Murat Uzdilek, Bedri Rahmi bakımından eksikliğin giderilme- Eyüboğlu, Peyami Safa, Nurettin sine katkı sağlamak olarak görür. Topçu, Nihal Atsız, Cemil Meriç, Büyük Doğu, aynı zamanda Necip Fazıl’ın kurduğu Şevket Eygi, Sezai Karakoç, Sabahattin Zaim gibi “Büyük Doğu Hareketi” düşünce sisteminin de adıdır. daha nice isim gerek kendi isimleriyle gerek müstear Ana hatlarıyla dergideki “İdeolocya Örgüsü” köşesin- adlarla birçok yazı kaleme almıştır. de açıkladığı bu düşünce sistemiyle Necip Fazıl, öz- gül bir tarih muhasebesi, devlet anlayışı, estetik ba- Cemil Meriç, Büyük Doğu’da “Ali Suavi Üzerine” kış ve fikrî duruş ortaya koymaya çalışır. (Cilt 16, Sayı 2, 15 Mayıs 1978), “Çırağan Sarayı Baskını” (Cilt 16, Sayı 3, 22 Mayıs 1978), “İhtilal ve 1960’lı yıllardan itibaren derginin muhalefet ekseni Süavi” ( Cilt 16, Sayı 4, 29 Mayıs 1978) isimli yazıla- o dönem dış tehdit olarak görülen Komünizm’e karşı rını neşretmiştir. şekillenmiş ve anti-komünist propagandalara ağırlık

ŞÛRA GAZETESİ

Cemil Meriç’in yazılarını yayımladığı gazetelerden biri de Şûrâ gazetesidir. 5 Ocak 1978’de yayın ha- yatına başlayan Şura gazetesi, haftalık faaliyetlerini sürdürmüş ve 30 Ekim 1978’te kırk birinci sayısı ile sona ermiştir. Sebil gazetesinden gelen isimler tara- fından neşredilen Şûra, kısa süren yayın hayatında gündemdeki tartışmalar içerisinde etkili bir şekilde yer almıştır. Düşünce dergisi kaynaklı İslamcı gele- nekten yola çıkılmıştır. Gazetede Cemil Meriç’İn Umrandan Uygarlığa Diyorlar ki (Cilt 1, Sayı 1, 1978) isimli yazısına rastlıyoruz.

126 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

YENİ DEVİR GAZETESİ

olup olmadığına ait bir soruya şu cevabı vermiştir: “Aydının diploma ile herhangi bir münasebeti yoktur. Batı fikir işçileri ile fikir adamlarını birbirinden kesin olarak ayırır. Fikir adamının ahlakî hem de kültürel vasıfları var. Bunların ikisi birleşecek ki entelektüel do- ğabilsin.” Maxime Rodinson’un (1915-2004) Batı’yı Büyü- leyen İslam adlı kitabı Cemil Meriç tarafından çev- rilip 1983’te yayımlanmıştır. Bu eserin çevirisini kitap olarak yayımlamadan önce bazı bölümleri ve kendi kanaatlerini içeren notları Yeni Devir’de neş- retmiştir. Bu yazılarından biri de “Batıyı Büyüleyen İslam”dır. Kitap büyük ölçüde Batılıların İslam’a ve Müslüman Ortadoğu halklarına bakış açılarının se- rencamını vermiştir. “Çağların Anıtları” başlıklı yazı dizisi Fransız men- Cemil Meriç’in yazılarına yer veren yayınlardan biri şeli Albin Michel isimli yayınevinin - her asrı bir İn- de Yeni Devir gazetesidir. 1977 yılının nisan ayında sanda somutlaştırarak anlattığı eserler dizisinden biri yayın hayatına başlayan Yeni Devir gazetesi, 2010 yı- olan - Francesko Gabrieli’nin Hz. Peygamberi anla- lına kadar İstanbul’da farklı aralıklarla yayınlanmıştır. tan kitabının tanıtımı ve bazı bölümlerinin çevirisi Yeni Devir gazetesi 1984 yılına kadar muhafazakâr mahiyetindedir. geleneğin önemli gazetelerinden olup Türkiye’nin “Muhteşem Bir Abide: Doğu Kütüphanesi”nde başlıklı fikir hayatına hatırı sayılır katkılar sunmuştur. Ra- yazılarında Herbelot’nun Doğu Kütüphanesi adlı ese- sim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Sezai ri tanıtılmıştır. Cemil Meriç’in “Muhteşem Bir Abide” Karakoç, Nuri Pakdil, Atasoy Müftüoğlu, Akif İnan, olarak nitelediği bu eser, Hugo’dan Nerval’e kadar Erdem Bayazıt, Nabi Avcı, Cihan Aktaş İsmet Özel, Doğu’yla ilgilenen bütün Avrupalı şair ve yazarların Ersin Nazif Gürdoğan, Ebubekir Eroğlu, İsmail Kıl- başvuru kaynağıdır. lıoğlu, Sadık Albayrak, Fehmi Koru, Ahmet Mercan, Alim Kahraman, Şakir Kurtulmuş, Arif Altunbaş, Ra- “Bir Facianın Hikâyesi” 1981 yılında Ankara’da Um- mazan Dikmen, Yaşar Kaplan, A.Vahap Akbaş, Avni ran yayıncılık tarafından basılmış bir eserdir. Eser Doğan, Mehmet Ocaktan, Mustafa Aydoğan, Kamil parça parça Yeni Devir’de yayımlanmıştır. Yarı telif Aydoğan, Hüseyin K. Ece, Adnan Tekşen, Mustafa olarak değerlendirilebilecek olan bu eseri kendi bil- Özçelik, Şakir Kurtulmuş, İhsan Işık, Mehmet Kah- gileri ile de destekleyen Cemil Meriç “ Belgenin rahat raman, Ferman Karaçam, Kemal Kahraman, Mev- okunmasını sağlamak için başlıklar koyduk. Zaman za- lüt Ceylan, Turan Koç, Necat Çavuş, Cafer Barlas, man notlar eklediğimiz de oldu. Ama teşhis ve tespitlere Hasan Aycın, Sıtkı Caney, Osman Sarı, Ufuk Uyan, dokunmadık. Bütün bir ömrün gözlem ve inançlarını Mustafa Miyasoğlu, Sedat Umran, Arif Soylu gibi bir- özetleyen bu eşsiz belgeyi yarının tarihçilerine sunuyo- çok yazar, şair, çizer Yeni Devir gazetesinde yazı ve rum.” notları ile eseri tefrika etmiştir. Cemil Meriç, ürünlerini yayımlamıştır. Cemil Meriç bu gazetede Bu Ülke’de “Bir Facianın Hikâyesi”ni zifiri karanlıkta 1981–1983 yılları arasında yazmıştır. çakılan bir kibrit, kuledeki nöbetçi feryadı olarak de- ğerlendirmiştir. Eser imparatorluğun en uzun yüzyı- Yeni Devir gazetesinde birçok yazısı yayınlanan Ce- lını ve aydınlarımızın buhranını anlatmaktadır. mil Meriç bu gazeteye mülakatlar da vermiştir. Bun- lardan biri Hüseyin Yorulmaz tarafından 2-10 Nisan Cemil Meriç, Dağarcık’tan köşesinde “Cevdet Paşa, 1982 tarihleri arasında yapılmıştır. Cemil Meriç ken- Namık Kemal” başlıklı yazısında bu iki isme ait ka- disine sorulan aydının herhangi bir unvana ihtiyacı naatlerini paylaşmıştır. Cemil Meriç, Cevdet Paşa

127 ve Namık Kemal’i Türk düşüncesinin diri ve yaşa- tanıttığı Ömer Faruk hakkında bilgi verdikten sonra yan iki temsilcisi olarak görür. Cevdet Paşa “ ağır- onun İslamiyet’e bakışını ve çalışmalarını anlatmıştır. başlı, dürüst bir medreseli, Batıya âşık fakat doğudan kopamıyor. Geleneğin adamı. Çoşmaktan, ölçüyü ka- Servet-i Fünun Edebiyatı olarak da bilinen Edebiyat-ı çırmaktan utanıyor gibi. Şiirlerinde kendisi yok. Ha- Cedide, II. Abdülhamid döneminde, Servet-i Fü- yatında iki facia var. Biri yabancı dil öğrenememiş nun adlı derginin çevresinde toplanan sanatçıların olması”dır. Namık Kemal’i ise “doğu irfanı ile göbek Batı etkisinde geliştirdikleri bir edebiyat hareketidir. bağlarını koparmak isteyen bir batı hayranıdır. Med- Bu edebi akım / harekete dahil olanların eserlerin- resenin tezhibinden geçmemiş. Cesur, atak kendini be- den oluşan bir seçkiyi cezaevinde okuyan Dr. Hik- ğenmiş bir münevver. Şiirlerinde olduğu kadar nesirler- met Kıvılcımlı, (1902-1971), “Edebiyat-ı Cedide’nin de de kendisi.”dir. Cemil Meriç’e göre “ Cevdet daima Otopsisi” kitabı ile o döneme ve yazarlarına bazı frenli, Kemal daima sarhoş.” eleştiriler getirmiştir. Cemil Meriç de “Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi” adlı yazısında bu eseri değerlen- Bazı yazılarında da bu karşılaştırmayı yapan Cemil dirmiştir. Ona göre bu eser “bir edebiyat eleştirisiy- Meriç’e göre edebiyatımızda Ahmet Cevdet Paşa’yla le, bir çağın hastalıklarının teşhiri”dir. Cemil Meriç, bir dönem kapanmış, Namık Kemal ile yeni bir dö- Dr. Kıvılcımlı’nın çoşkun tavrı için “çığlıkta ahenk nem açılmıştır. Ona göre Cevdet Paşa bir hoca, Na- aranmaz” demiştir. “Kıvılcımlı’nın edebiyat-ı cedideyi mık Kemal ise bir kelam virtüözüdür: “Tarihçi Kemal, feth-i meyyit masasına yatırdığı küçük fakat dopdolu kavga eder gibi yazar. Daima karşısında bir düşman karalamayı kırk yıl önce okumuştum. Kıçıkırık bir ede- vardır. Paşa’daki sabır ve inzibat Kemal’in meçhulü- biyat amatörüydüm o zaman. (…) Kıvılcımlı’yı anla- dür. Paşa; ’’Tezakir’’ ve ‘’Maruzat’’da günün olaylarına yamazdım. Şarkıdan çok çığlığa benzeyen bu ses, demir eğilen geniş tecessüslü bir gazetecidir ama en tehlikeli parmaklıklar arkasından geliyordu. (…) Kıvılcımlı, konularda bile dürüst ve objektif kalmasını bilir. Müba- porselen mağazasına giren fil gibi, vitrinden hayran lağaya kaçmaz. Gazeteci, tarihçi olduğunu bir an bile hayran seyrettiğim o muhteşem heykelleri deviriyor, unutmaz. Kemal, tenkit yazılarında eski oyuncaklarını çiğniyor, parçalıyordu.” kırmaktan zevk duyar.” Cemil Meriç “Doğu ve Batı Düşüncesi” yazısında Cemil Meriç “Oryantalizmi Okurken” başlıklı yazı- Doğu ve Batı’yı coğrafi bir mekân olmaktan ziyade larında bu kavramın ne kadar kaypak ve emperyal farklı bakış açılarıyla şekillenen etnik, dini ve sosyal düşüncelerin hizmet aracı olduğunu vurgulamıştır. yapılar olarak görmektedir. Cemil Meriç bu yazısın- Bu konu ile ilgili olarak da Edward Said’in Oryan- da özellikle Batı’nın Doğu anlayışını sorgulamıştır. talizm kitabına bakılması gerektiğini ifade etmiştir. Batılılara göre kendileri disiplinli, çalışkan ve dü- Ona göre oryantalizm, sömürgeciliğin keşif koludur. rüst; Doğulu ise kaderci ve tembeldir. Karakter ve ruh ayrılıkları, duyuş ve düşünüş tarzları farklı olan Cemil Meriç “Hammerle İlgili Bazı Sualler” yazısında Doğu ve Batı’nın birbirine bakışının sağlıklı olmadı- Avusturyalı şarkiyatçı ve tarihçi Hammer Purgstall ğını vurgulayan Cemil Meriç, Doğu’nun Batı’yı an- (1774-1856) hakkında bilgi verip gerek ilmi kim- lama çabasına karşılık Batı’nın kavramlar arasındaki liğine gerekse eserlerini dilimize çevirenlere eleşti- ince farkları görmezden geldiğini yazmıştır. “Avru- rilerde bulunmuştur. Kültürden İrfana adlı eserinde palılar, Doğu düşüncesini ‘aşağı-yukarı’ bir düşünce de Meriç’e ait şu tespitler yer almaktadır: “İlim, iman olarak damgalarlar. Doğulu kafası alaca karanlıktan konusunda yeterli bir rehber değildir. Öyle olsaydı bir hoşlanır onlara göre. düşünce, kesin düşünce Hammer yalnız mezarını Müslüman mezarları gibi Avrupalının imtiyazıdır. Yapmış olduğumuz alıntılar yaptırmakla kalmaz mezar taşına yazdırdığı ‘Yusuf onları doğrulamıyor mu? Diyelim ki politika adamı de- Hammer’ adına layık olmağa çalışır ve İslamiyet’le mü- magojinin sisli ikliminden hoşlanabilir, ama ya kamus- şerref olurdu.” lardaki bulanıklık ne?” “Ömer Faruk’tan Oryantalizme” yazısında Cemil Me- riç “bir Amerika üniversitesinde hoca. Konusu: İslami- yet. Çeşitli mabetlerde dolaştıktan sonra hidayete ermiş. Koyu ve inanmış bir Müslüman. Vahdet düşüncesine bir parça da Spinoza’dan gelmiş. Fakat asıl mürşidi: Malcom X. Deli mi, dahi mi bilmiyorum” cümleleri ile

128 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

İSLAMİ HAREKET DERGİSİ

Sayfalarını Cemil Meriç’e açan yayınlardan biri de İslamî Hareket dergisidir. Cemil Meriç İslami Ha- reket dergisinde Asya Avrupa’ya Neler Borçlu?, Cilt 1,Sayı 1,1978; Coşkun Bir Gönüldü Sedat, Cilt 3, Sayı 29, 1980 ve Daha Akıllanmayacak mıyız?, Cilt 3, Sayı 30, 1980 başlıklı yazılarını yayımlamıştır. Adı itibariyle İslam’ı pratiğe dökecek bir hedef doğ- rultusunda Sedat Yenigün yönetiminde yayımlan- maya başlanan İslamî Hareket dergisi, talebeler ve esnaftan kişilerin desteğiyle yayın faaliyetlerine baş- lamıştır. İlk sayısı Şubat 1978’de yayımlanan dergi, aylık olarak yayın hayatına devam etmiştir. Otu- zuncu ve son sayısı Eylül 1980’de yayımlanmıştır. 5 Temmuz 1980’de merhum Sedat Yenigün’ün faili meçhul bir cinayetle hayatını kaybetmesi ile sıkıntılı

bir sürece giren dergi, 12 Eylül ile birlikte kapatıl- Sedat YENİGÜN - Cemil MERİÇ mıştır.

MAVERA DERGİSİ

Cemil Meriç’in yazılarıyla destek verdiği dergilerden biri olan Mavera dergisi, 1976 yılında, Rasim Özde- nören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Nazif Gürdoğan, Bahri Zengin ve Hasan Seyithanoğ- lu tarafından çıkarılmaya başlanmıştır.. Daha son- rasında Cahit Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam şiir kitabından hareketle bu isimler “Yedi Güzel Adam” olarak adlandırılmıştır. Zarifoğlu’nun bu kitaptaki şi- irleri Mavera için yazılmış şiirlerdir. 1976’dan 1990’a kadar aylık edebiyat dergisi olarak yayımlanan Ma- vera, toplamda 164 sayı çıkmıştır.

129 DOĞUŞ EDEBİYAT DERGİSİ

12 Eylül sonrası özellikle ülkücü isimlerin şiir ve yazılarına yer veren Doğuş Edebiyat dergisi de Ce- mil Meriç’in yazı yazma imkânı bulduğu yayınlar- dan biridir. Ocak 1980’den itibaren Alper Aksoy yönetiminde yayınlanmaya başlayan dergi, 1985 yılında kapanmak zorunda kalmıştır. Dergide Ce- mil Meriç’in yanı sıra Erol Güngör, Adnan Adıvar, Yağmur Tunalı, Şükrü Karaca, Sadık Kemal Tural, Mustafa Ruhi Şirin, Ömer Lütfi Mete, Erkan Mumcu, Fatma Karabıyık Barbarasoğlu gibi çok sayıda ismin imzasını görüyoruz.

TÜRKİYE KÜLTÜR SANAT YILLIĞI

Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yayımlanan Tür- kiye Kültür Sanat Yıllığı 1986 tarihli üçüncü yıllığın- da 100’den fazla ismin katkısıyla çıkmıştır. Oldukça hacimli olan bu yayında Ekonomi, Toplum ve Siyasi Hayat - İslam Dünyası - Kültür Hayatımız - Dilimiz - Deneme, Tenkit, İnceleme-Şiir - Hikaye - Roman - Seyirlik Sanatlar - Çocuk Edebiyatı - Türk Musi- kisi - Plastik Sanatlar ve Mimari - Folklor - Televiz- yon - Sinema - Basın - Dergiler - Yayın Hayatımız - Nesillerin Mirası - Muhasebe - Olaylar, Kuruluşlar, Ödüller, Kayıplar, Yıldönümleri başlıkları altında de- ğerlendirme, inceleme, yazı, yorum ve röportajlara yer verilmiştir. Yıllıkta Hüsamettin Arslan’ın Cemil Meriç’le yaptığı nitelikli bir röportajın metni de mev- cuttur. Bu konuşmanın metnini kitabımızın “Müla- kat ve Konferanslar” bölümünde okuyabilirsiniz.

Cemil Meriç’in bunların dışında “Yapraklar” ve “Yeni Sanat” dergilerinde de yazılar kaleme almıştır.

130 CEMİL MERİÇ’İN GAZETE VE DERGİ YAZILARI

131 132 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız. Bizden âlâ akraba mı olur.

133

CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

CEMİL MERİÇ’İN NOBEL KONUŞMASI, TRT 1, 1983

İnsanlık büyük bir aile; biz de bu ailede kendimize lere uçuran rüzgar; Avrupa’nın gururunu okşayan, düşen şerefli mevkii almak zorundayız. Yalnız bu ai- Avrupa’ya kendi benliğini çok daha güzel, çok daha lede de Kabil’ler ve Habil’ler var. Asırlardan beri iki kusursuz, çok daha az çirkin gösteren bir rüzgardır. medeniyeti temsil etmişiz, iki ayrı dünyayı temsil et- Curchill. Edebiyat dünyasında herhangi bir isimdir. mişiz... İnsanlık ölçüsünde yaratıcı değildir. Ama kapitalizm sadece Curchill kendi zaferlerini kazandı, belli bir Avrupa’nın bizi anlaması, Avrupa’nın bizi gerçek düzeni müdafaa etti, diye...mükafata layık görmüş- değerlerimizle takdir etmesi düşünülebilir mi? Şim- tür. Misalleri sonuna kadar sıralayabiliriz. dilik Nobel’in bize, armağanı birbirimizi tahrip için kullandığımız dinamit lokumlarından ibaret. Acaba Hülasa edelim: Edebiyatçının, “fikir adamı”nın istikbalde mağrur Avrupa, bizi de kendi ailesinin öz herhangi bir “kurulu düzen”den, herhangi bir evladı telakki edecek mi? “müessese”den, herhangi bir “otorite”den isteyeceği tek şey vardır: Hürriyet içinde kendini ifade etme- Mükafatlar konusunda bendeniz son derece şüphe- sine ses çıkarılmaması... Hakikatte mükafat bir “ka- liyim. Hakikatte armağanlar cılız kabiliyetleri, ölü- nat” değildir, fikir adamı için... bir zincirdir. Biz bu me mahkum kabiliyetleri, yaşatmaya mecbur birer zincirden tamamen müstağniyiz. yardımcıdırlar. Yani birer koltuk değnekleridirler. Şimdiye kadar hiçbir “deha” armağanlar sayesinde insanlığa kendini kabul ettirmemiştir. “Deha” her şeyden evvel uzun bir sabırdır, mücadeledir, kav- gadır, fetihtir... Kaldı ki Nobel’in edebiyat mükafatı, kendi aile fertlerine ihsandan ibarettir. Gerçi arada bir uzak iklimlere kadar ihsanlarını rayegan etmek cömertliğini gösterir. Fakat kendi anlayacağı, kendi dünyasını güzelleştiren, kendi manevi ikliminde ye- tişen insanlar nail olabilir bu mükafatlara... Bir kelimeyle şairlerimiz Nobel’den mükafat ala- mazlar. Çünkü, şiir tercüme edilmez, millidir ve anlaşılmaz. Edebiyatın diğer kolları ise, henüz ülke- mizde yeni yeni varlıklarını sürdürmektedirler... Bu itibarla o sahalarda Avrupa’nın emellerini okşayan, Avrupa’ya kendini güzel gösteren ve günahlarını unutmasına yarayan büyük eserlerimiz yok. Eğer şiir tercüme edilebilseydi Nobel’i bir Fikret’in ala- bileceğini, bir Nâzım’ın alabileceğini düşünürdüm. Eğer roman milli ve edebi bir mahsul olmasaydı, pekala Kemal Tahir aklıma gelirdi...Fakat bugün; evvela gerçek olarak Avrupa huzuruna çıkaracak edebiyat nevilerimiz yok. Nobel belli bir kültürdür. Sonra Nobel, mükafatlarını kader gibi rastgele dağıt- maktadır. Mesela bir Senkiyeviç. Senkiyeviç’in “Quo Vadis”i sadece Avrupa’ya kendisine çok süslü, çok muhteşem bir tasvirini sunduğu için mükafata la- yık görülmüştür...”Quo Vadis”i saraylardan kulübe- Alfred Bernhard Nobel

135 TÜRK EDEBİYAT VAKFI ÇARŞAMBA SOHBETİ

Cemil Meriç: Efendim, muhterem Ahmet Kabaklı daki münasebetlerin hududunu çizen, idare sanatını Beyefendi’ye teşekkür ederim. Ferman buyurdular, aydınlatan bir eser istiyordu. Yani bir nevi Kelile ve koştum geldim. Dimne, bir nevi siyasetname arıyordu. Fénelon’un hikmet ve siyasetle dolu olan eseri veliahta siyaset Ahmet Kabaklı: Estağfurullah. ögretmek için kaleme alınmıştı ve hikâye sadece bir süsten, bir cazibeden ibaretti. Yoksa Télémaque’in Cemil Meriç : Bu kadar nadide, bu kadar güzide bir romanla hiçbir alâkası yoktu. Yusuf Kâmil Paşa bu toplulukla karşılanacağımı ummamıştım. Konuşma- eseri müzeyyen üslûpla Türkçeye kazandırdı. Nite- nın mahiyeti hakkında da bir fikrim yoktu. Bu itibar- kim senelerce eser, dili ve muhtevası bakımından la en küçük bir hazırlığa imkân bulmadan, sadece büyük rağbet gördü. Mekteplerde okutuldu ve nesil- gönlümden emir alarak huzurunuzda bulunuyorum. ler için bir üslûp hocası mahiyetini taşıdı. Bana bu kadar güzide bir mecliste sadece dinleyicilik düşerdi. Konuşmam bir cesaret olacak. Ahmet Bey’in Efendim, Osmanlılar elbette ki dünyanın en büyük iltifatlarına da bilhassa teşekkür ederim. Filhakika, idarecileri, en büyük medeniyetini yaratan insanlar. yıllarca önce şerefyab olmuş, kabiliyetini ilk keşfe- Bu itibarla bakışlarını bütün dünyaya çevirmişlerdi. denlerden biri sıfatıyla iftihar duymuştum. Bugün Bütün dünya irfanına çevirmişlerdi. Fatih’in teces- de bu teşhisim bütün sıcaklığıyla devam etmektedir. süsü de fetihleri gibi cihanşümuldü. Sezar’ın Galya Kabul buyurursunuz ki bu kadar güzide bir mecliste seferlerini tercüme ettirmiş, Plutark’ın birçok yazıla- hiçbir hazırlık yapmadan konuşmak çetin bir imti- rın tercüme ettirip okumuştu. Daha sonraki Osman- handır. Bu imtihanı sadece kıymetli dostumun arzu- lı padişahları da dünya tefekkürüne bigâne kalma- suna uymak için yerine getirmeye çalışacağım. mışlardı. Üçüncü Murat zamanında Machiavelli’nin meşhur Hükümdar’ı defalarca Türkçeye kazandırıl- Efendim, edebiyat bir bütün. Edebiyat insan düşün- mıştı. Bu itibarla kültürü bütün olarak ele alan Os- cesini, insan duygularını en mükemmel şekilde ifade manlı cemiyeti siyasî kültüre de ehemmiyet vermişti. etme sanatı. Her şeyi kucaklayan bir sanat. Frenkle- Birçok siyasetnameler elden ele dolaşıyordu, meçhul rin tabiriyle “sanatların sanatı.” Bu itibarla, Edebiyat değildi. Vakfı’nda yapılacak bir konuşmanın edebiyata taal- luk etmesi bence münasip olur. Edebiyat kâsanesi, edebiyat sarayı önce iki hücrelik: Bir, nazım hücresi, bir nesir hücresi. Asırlardan beri nazım hücresi ağ- zına kadar dolu. Büyük şâirler yetiştirmişiz. Nesir, nazmın yanında bir parça daha fakir. Çünkü Türk milleti heyecan duyan, gönlü olan, mütemadi bir coşuş halinde, serbestî halinde yaşayan bir akıncılar topluluğu, “fâtihler, gaziler” topluluğudur.

Tanzimat’tan sonra Batı’yla temas ettik; dünyamı- zı genişletmek istedik. Tehlikeli bir maceraydı bu. Birçok kazançların yanında birçok felâketler de mu- kadderdi. Fakat Batı karşısındaki susuzluğumuzu, “Batı’nın manevi fetihlerinden faydalanma arzumuzu” isabetle başlattık. Fransa’dan yapılan ilk tercüme Yu- suf Kâmil Paşa’nın Telemaque tercümesi... Bu bir te- sadüf eseri değil. Kâmil Paşa insanla cemiyet arasın-

Türk Edebiyatı Vakfı’nın “Çarşamba Sohbetleri” ismiyle her hafta geleneksel olarak düzenlenen sohbete Ahmet Kabaklı’nın davetlisi olarak katılan Cemil Meriç’in yaptığı konuşma.

136 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Tanzimat devrinde Batı fethedilecek bir ülkedir. Şark’ı de Garb’ı da tanımayan acayip bir mahluktur. Haddizatında Osmanlı Batılılaşması diye bir şey yok. Bu boşluğu doldurmak için elbette ki izm’lere ihtiyaç Küffarın topraklarını nasıl fethetmişsek, fikriyatını vardı. Marksizm bütün sahte cazibesi ve sahte ilimci- da fethetmek arzusunu duyuyorduk. Bu sebeple in- liğiyle kafaları istilâ etti. sanla cemiyet, insanla devlet, iktidar problemlerini konu alan kitaplar Osmanlı tecessüsünü tahrik edi- Evvelâ insan düşüncesi bir bütündür. Asya ile Av- yordu. Osmanlı kayıtsız değildi. Batıyı bütünüyle rupa insan beyninin iki yarım küresidir. Asya’yı ta- tanımak bilhassa tefekkür sahasındaki fetihlerinden nımadan Avrupa’yı tanımaya, Avrupa’yı tanımadan haberdar olmak arzusundaydı. Bu, Batıya teslim ol- Asya’yı tanımaya imkân yoktur. Biz Asya ile yani mak değildir. Bir Cevdet Paşa, bir Tunuslu Hayred- kendimizle meşgul değiliz. Tarihimizi unuttuk, dili- din, o çağın belli başlı mütefekkirleri tefekkürü bir mizi unuttuk, irfanla alâkamız kalmadı. Fakat buna bütün olarak ele alırlar. Namık Kemal ve Ziya Paşa mukabil Batı’yı da tanımadık. Bu şekilde tefekkür da öyle. Ziya Paşa, bir insan yaratmak sanatıyla uğra- olmaz. Gerçi ecdadımız, Fatih’ten itibaren daha doğ- şır, Emile’i Türkçeye kazandırmaya gayret eder. Na- rusu Selçuklulardan itibaren düsünceyi bir bütün mık Kemal, Montesquieu’nun Kanunların Ruhu adlı olarak almışlar, insanla devlet arasındakı münase- eserine eğilir, Rousseau’nun İçtimaî Mukavele’sine betleri dikkatlerine tevcih etmişlerdir. Fakat bu son eğilir. Bir kelime ile edebiyat o çağ için sadece bir eğ- zamanlarda, bilhassa Servet-i Fünun devrinden itiba- lence değildir. Osmanlı’nın Batı’dan alacağı herhangi ren unutulmuştur. Biz Avrupa’nın pisliklerini, mü- bir edebiyat nevi yoktu. Çünkü şiirde biz büyük bir levvesatını, adiliklerini alan, adeta hastalıklarını ithal merhale idik, şahika idik. Batı şiirinin bize verece- eden bir kumpanya haline girdik. ği bir şey yoktu. Roman ise bir eğlence unsuruydu. Geniş halk kitlelerine hitap eden, okumaya alıştıran, Elbette ki irfan, kendini tanımakla başlar. Fakat ken- maceranın cazibesinden istifade eden ikinci dere- dini tanımak formülü son derece kucaklayıcı bir for- cede bir nevi idi. Batı’da da öyleydi. Balzac’a kadar müldür. Kendini tanımak için çevreyi, dünyayı da ta- Batı’da roman ciddiye alınmaz, hiçbir ciddi mütefek- nımak mecburiyetindedir insan. Biz kimiz, nasıl bir kirin alâkasını çekmezdi. Tanzimat devrinde Namık tarihten geldik, hangi kavgaların neticesinde bu hale Kemal de roman yazmış, fakat onun romancılığı ge- geldik. Kendini tanımak düşmanını da tanımaktır. niş tabakaları irfan bakımından zenginleştirmek ga- Düşman veya dost; Batı, Rönesans’tan beri tefekkür- yesini güden, hikâyenin imkânlarından faydalanarak de büyük merhaleler almış, büyük fetihlerde bulun- kendini okutturmak isteyen bir teşebbüstü. Nitekim muş, büyük keşifler yapmış bir insan topluluğudur. iki roman yazmıştır: İntibah, Cezmi... Düşman olarak da tanımak mecburiyetindeyiz, dost olarak da... Çünkü dünyada yalnız yaşamıyoruz. Bu Osmanlı fazla ciddi ve vakurdu. Batı’da kendi su- itibarla sadece kulağımıza üflenen formüllere bağlı suzluğunu giderecek eserler arıyordu. Tabiatiyle bu, robotlar haline gelişimiz siyasî kültürümüzün ek- Tanzimat’ın başarısızlığıyla birlikte son buldu. On- sikliğinden kaynaklanmaktadır. İtiraf ederim ki üni- dan sonra Batı’nın bu çeşit eserleri karşısında daha versitelerimizde de ciddi bir siyaset kürsüsü yoktur. az tecessüs gösterdik. Daha çok romana, hikâyeye Hiçbir kitap hazırlanmamıştır. yani vakit geçirmeye daldık. Ben öyle sanıyorum ki büyük fikir buhranımızın kaynaklarından biri de bu Machiavelli’den zamanımıza kadar Avrupa’yı işgal siyasî irfan eksikliğidir. eden, Avrupa insanının saadet ve felâketine sebep olan tarihi vakaları bilmediğimiz gibi bu tarihi va- 1960’lardan sonra Türkiye’yi salgın bir hastalık gibi kaların semeresi olan nazariyeleri de bilmiyoruz. istilâ eden Marksizm, anarşizm, komünizm vs. gibi Fransa’da bir siyasî kültür, bir siyasî edebiyat dersi izm’ler, doğrudan doğruya siyasî irfanımızın yoklu- vardır. Doğrudan doğruya ders olarak okutulur. ğundan faydalanmışlardır. Biz Batı’yı bütün olarak tanımadık. Tanzimat devrinde tanımak istemiştik. Bütün büyük fikir adamları, bütün büyük araştırı- Bizim dikkatimiz Batı’nın sadece dikenlerine yaprak- cılar talebelerin kültürüne malzeme olarak hazır ve larına takıldı. Yani ağaçla meşgul olmadık. Ormanla açıktır. Bu itibarla politikayla uğraşacaklar, elbette hiç meşgul olmadık. Rüzgârın tesadüfen önümüze ki Marks’ı da tanımalıdırlar. Fakat Marks’tan evvel serptiği birkaç kuru yaprakla uğraştık. Bir kelime tanınması gereken adamlar var. Meselâ Machiavel- ile günümüzün insanı, günümüzün en entelektüeli li. Gerçi Machiavelli defalarca çevrilmiş, fakat bu

137 çeviriler ciddi bir bilgiyle kuşatılmadığı için hakikî üzerinde büyük etki yapan, tarihin akışına istika- değeriyle tanınmamıştır. Yani Machiavelli nasıl bir met veren kitaplar, mektep kitabı olarak okutulur. cemiyetin adamıdır, nasıl yetişmiştır, neyi temsil Fakat çıplak olarak okutulmaz, hangi şartlar içinde etmektedir, eserinin değeri nedir, hangi hakikatle- doğdukları, neyi temsil ettikleri, düşünceye neler ge- re ışık tutmaktadır; bunlar hiçbir zaman anlatılma- tirdikleri de uzun uzadıya anlatılır. Yorumlarıyla be- mıştır. Meselâ Machiavelli’ye atfedilen “gaye vası- raber okutulur. Yani bir Fransız, kendi dünyasındaki taları mübah kılar” sözü bile hafızalarımıza yanlış fikirleri kaynaklarından başlayarak zamanına kadar geçmiştir. Bu söz ona ait değildir. Bu söz Fransa’ya geçirdiği bütün dönemeçler içinde bilir. Avrupa’ya asırlarca tahakküm eden Cizvit tarikatı- nın kurucusu olan bir din adamına aittir. Bu söz bir Avrupa’nın bize göre üstünlüğü de fikre, ilme verdi- cinayet fetvasıdır ve Machiavelli’ye değil, İgnagio de ği değerden ileri gelmektedir. Avrupalı neden bah- Loyola’a aittir. settiğini biliyor, nasıl bahsettiğini biliyor, bizi nasıl istismar edeceğini biliyor. İnsanları tanıyor ve tarihi Elbette Machievelli de Avrupalıdır ve Avrupa’nın si- tanıyor. Bütün samimiyetiyle tanımıyor tabiî. Çün- yaseti ahlâktan ayıran, insanı sadece menfaatlerine kü Avrupalı tilkidir, biz aslanız. Tilki aslanı tanımaz. esir bir robot, bir homo politikus olarak vasıflandıran Tarihimiz boyunca bu tezadı yaşadık. Aynı cinsten bir insanın müşahedelerini billurlaştırır. Nitekim ri- insanlar birbirlerini tanır. Biz vefayı, feragati, kah- vayet edilir ki, Mısırlı Mehmet Ali Paşa Machiavelli’yi ramanlığı temsil ettik. O hileyi, soğuk düşünceyi, tercüme ettirmiş, adamlarına okutmuş ve yirminci soğuk kanlı düşünceyi tanıdı. Onun iştigal sahası, sayfaya kadar dayanabilmiş. “Bu gâvurun bize öğrete- onun bildiği şeyler bizi esir etmek için kâfidir. Fakat ceği bir şey yoktur” demiş. Osmanlınin bir valisi bile bizim de esir olmamamız için mutlaka aynı bilgilerle Machiavelli’den çok daha iyi biliyordu insan ruhu- mücehhez olmamız gerekir. Bu itibarla onların yaptı- nu ve insan cemiyetlerini. Bu itibarla büyük idare- ğını, kendi ölçülerimiz içersinde biz de yapmak mec- cilerin ihtiyacı yoktu. Fakat bugün politikaya atılan buriyetindeyiz. insanların elbette ki bütün politika üstatlarına ihti- yaçları vardır. Öğrenmedikçe, karşısına çıkacak ilk Edebiyatımızın en fakir tarafı siyasî edebiyattır. Bu- mütefekkiri, ilk izm’i yegâne reçete telâkki edecek- gün bir siyasetname, bir Kelile ve Dimne, Doğu’ya ait tir. Bugün Marksizm’in kazandığı budalaca itibar ve büyük siyaset eserleri hepimizin meçhulüdür. Mem- düşkünlük doğrudan doğruya bu boşluğun eseridir. leketimizde bir siyasî edebiyat doğmamıştır. Sadece Avrupa’nın ikinci derecede müelliflerini ve ikinci de- recede eserlerini aldık. Yani bir roman meraki istilâ etti bizi. Edebiyat demek, roman demek haline geldi. Halbuki edebiyat demek roman demek değildir.

Roman ancak, geniş kalabalıklara seslenen bir ede- biyat nevidir. Elbette ki geri toplumlarda büyük yeri olan fakat netice itibarıyla ilerleyen bir toplumun itibar etmeyeceği bir edebiyat nevidir. Yani roman ölmektedir ve ölecektir. Çünkü romanın konusu in- sandır. İnsan tabiatını psikoloji işler, psikiyatri işler, psikanaliz işler, sosyoloji, antropoloji işler vs... İnsan ilimleri geliştikten sonra romanın sahası kalmamış, muhtevası kalmamış. Roman sadece sinema gibi ay- Halbuki yirminci asrın başlarında Fransa’da demin lak tecessüsleri avlayan bir nevidir. İslâmiyet’in ro- de belirttiğim gibi bir siyasî edebiyat dersi vardır. mana karşı gösterdiği alâkasızlık sebepsiz değildir. Evvelâ on altıncı asırdan başlayarak mutlakiyeti sa- Bizde roman doğmayışı sebepsiz değildir. Çok daha vunanlar, daha sonra Fransız ihtilâli, ihtilâli hazır- ciddi işlerle uğraşan Türk İslâm aydınları, romanla layan mütefekkirler, ihtilâl hakkındaki büyük tefsir- uğraşmak ihtiyacını duymamışlardır. Zaten Doğu’da ler, büyük tahliller okutulur. Nihayet birinci dünya ve Batı’da en büyük hazine olan Binbir Gece yetmiş- savaşı ve sonrasının mütefekkirleri... Hiçbir temayül tir. Kıssalar, hikâyeler yetmiştir. Ayrıca roman yaz- farkı gözetilmeden, edebi kıymeti olan kalabalık maya itibar etmemişlerdir.

138 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Roman buhranlar içinde çırpınan bir çağa, henüz dünyanın tek düşünce adamı, tek siyasetçisi Marks ilimler gelişmediği zamana mahsus bir edebî türdür. değildir. Marks’tan önce çok daha büyük adamlar İlimler geliştikten sonra psikoloji bir ilim hüviye- gelmiş, Marks’tan sonra da gelmiş ve gelecektir. ti kazandıktan sonra roman neyi halledecek, neyle meşgul olacaktır? Çünkü ilim demek laboratuar de- Marks belli bir devirde belli bir cemiyetin belli me- mek, ilim demek kendine mahsus bir dil demek. Ro- selelerine ışık tutmaya çalışmış bir fikir adamıdır. El- man itibardadır; çünkü cahiliz, ciddi değiliz. Roman bette değeri vardır. Fakat bu mutlak değer değildir. itibardadır; çünkü mesuliyetimiz yoktur, hepimiz Marksizm bir ideolojidir. İdeoloji ilmi de içine alır, mesuliyetten kaçarız. fakat ilmin yanında başka aldatmacalara da başvurur. İdeolojilerden kurtulmanın tek çaresi ilmi tanımak, Düşüncelerimizi başka kahramanlara söyletmek, siyaset ilmini tanımaktır. Maalesef biz masal dinle- muhayyel şahıslar çıkartmak, onları konuşturmak meye alışmış insanlarız. Masallarla oyalanıyoruz ve mesuliyetten kaçmaktır. Romancı tarihçi değildir, ilmin ciddi sesi, çatık çehresi hoşumuza gitmemek- psikolog da değildir, sosyolog da değildir. Romancı tedir; oysa mutlak olarak politika ilminin getireceği sadece ilimlerin gelişmediği bir çağda insan şuuruna, ışığa muhtacız. insan vicdanına eğilen bir yazardır. Bu yazar, ilimler gelişinceye kadar çok iş yapmıştır. Psikoloji geliştik- Batı’ya karşı kendimizi müdafaa etmek için mutlaka ten sonra romanın sahası kalmıyor. siyasî edebiyat kurulmasına muhtacız. Evvelâ Batı’yı tanımaya, sonra kendi siyasetnamelerimizi bilme- Roman “ben”e tutulan, “ben”in garip taraflarına tutu- ye, bunlar üzerinde düşünmeye, tahliller yapmaya lan bir aynadır. Sadece üslubuyla kendini okutan bir muhtacız. Kelile ve Dimne’den başlayarak kendi edebiyat türüdür. Bu üslubu psikoloji ve psikanaliz siyasî eserlerimizi birer birer ele alıp nasıl bir top- de gösterebilirse elbette ki romanın yerini alabilir. lumda, nasıl bir çevrede doğdular, neyi, nasıl ifade Çünkü mesele insan ruhunun karanlıklarına ışık ettiler, ahlâkla münasebetleri nedir, ahlâkın dışında serpmektir. İlim bu vazifeyi yapmaktadır, sosyoloji bir politika olur mu, olmaz mı? Bütün bu meseleleri de yapmaktadır. İlimler, romanı tahtından indirmek- aydınlatmalıyız. Frenklerin politika ilmine karşı, bi- tedir. Belki de yirmi birinci asırda romana hiçbir ihti- zim İslâmî bir politika ilmi kurmamız şarttır. Bunun yaç kalmayacaktır. İnsanlar tekâmül ettikçe ciddi bir için de evvelâ mevcudu bilmekle mükellefiz. İster is- olgunluk devresine geldikçe, roman okumak ihtiyacı temez bu konularda metot olarak hocamız, Batı ola- ortadan kalkacaktır. Romanla televizyon ve sinema caktır. Onların büyük tecrübeleri, büyük başarıları arasında büyük bir benzerlik vardır. Bunların hepsi vardır. Batı insanı bugün insan ve cemiyet problem- bizi tecessüsümüzden yakalayan ve sadece vakit ge- lerini son derece iyi bilmekte ve bu problemlere karşı çirmeye yarayan, vakit öldürmeye yarayan birer pa- son derece uyanıktır. razit tür haline gelecektir. Demek ki vaktiyle roman büyük hizmetler etmiştir. Psikolojinin, sosyolojinin Efendim, şimdilik maruzatım bundan ibarettir. Size kaynağında roman vardır. İnsanı tanımamızı kolay- lâyık bir konuşma yapamadım, affınızı dilerim. laştırmıştır. Romanı tecessüsümüze hitap ettiği için, büyük fedakârlığa ihtiyacı olmadığı için odanıza çe- Ahmet Kabaklı: Efendim, pek tabiî, büyük düşünce kilip, sedire uzanarak, sigaranızı yakar, kahvenizi adamlarının tevazuları da o ölçüde büyük oluyor. içer okursunuz. Bu sayede kültür de edinebilirsiniz. Muhtevalı bir sohbeti bize lutfettiler. Kendilerine Fakat bu kültür ciddi değildir, bulanıktır. İnsanlar müteşekkiriz. olgunlaştıkça romana itibar azalacaktır ve azalmak- tadır.

Romanın dışında insanı inceleyen bir başka ilim de siyaset ilmidir. Siyaset, insanla cemiyetin, cemiyet- lerin münasebetlerine ve insan ruhuna ışık tutan bir ilimdir. Bu itibarla siyaset ilmiyle yakından il- gilenmemiz ve ona edebiyatın bir dalı olarak itibar etmemiz lüzumlu ve faydalı olacaktır. Bu işte evvelâ Avrupa’nın yaptıklarını bilmekle mükellefiz. Yani

139 TÜRKİYE KÜLTÜR VE SANAT YILLIĞI Türkiye Yazarlar Birliği, İstanbul 1986

Hüsamettin ARSLAN

Üstadım, izninizle, sorularıma, hayat konusundaki sorduğum sorular. Hiç bir zaman cevap veremedim. görüşlerinizi alarak başlamak istiyorum. Şimdi hatır- Kimse verememiş. layamadığım bir yerde “Hayat” der Levi Strauss, “bir bunalımlar serisidir.” Onu, yani hayatı, Allah katında Ebediyet neden sümüklü böceğin izleri kadar aldatıcı bir imtihan olarak niteleyenler de var, tabiî ayıklama olsun? “Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnak- kanunuyla açıklayanlar da. Sizce nedir hayatın anla- larını kağıda geçirmek istiyorsun; kağıda, yani ebedi- mı? yete. Zavallı çocuk, bilmiyorsun ki, ebediyet sümüklü böceğin izleri kadar aldatıcı.”(Bu Ülke, syf.182) diyor- Hugo’nun bir sözünü not etmiştim. “Hayat mezar- sunuz. İnanmıyor musunuz ebediyete? ların çözdüğü dolaşık bir yumaktır” diyordu. Buna mukabil şöyle söyler : “Çözemez kimse Ebediyet diye bir şey yok yeryüzünde. Burada şöhret bu dünya denilen kördüğümü / Yaratan ..... bilir ancak söz konusu. Bütün şöhretler yalandır! Ebediyeti şöh- onun içyüzünü / Bir delikten çıkarak bir deliğe girmek- ret manasına kullanıyorum. Napolyon mu, Marks teyiz / Önü zulmet, sonu zulmet, ..mişim gündüzünü.” mı? Bu sözlerin hiçbiri mutlak olarak ele alınmamalı el- bette. Hayyam, “Efsane söylediler uykuya daldılar” Kültürler, genellikle içlerinde yaşadıkları insanların diyor. Hepimizin söylediği bir efsane var. Hepimiz bunalımlarını çözen kurumlar yaratmışlar. Gazali bir efsane söyleyip uykuya dalıyoruz. Bu, suale sualle böyle bir meseleyle karşılaştığında tekkeye koşar; oysa cevap vermek. Bu suale cevap verilmez. Zor sualler Gökalp bunalımlarını çözmek için intihara başvurur. bunlar. Münker Nekir sualleri gibi. Bir şairde mutlak Mesele bir tercih meselesi. İnsanın fikrî ölçülerini de- hakikat aramak yanlış. Şair sözü... İlham var. Sokrat, ğiştirmesi bence bu. Gökalp, Durkheim’ı yani modern bütün düşüncelerinin ‘demon’dan geldiğini söyler. düşünceyi tercih etti. Ben, sizin de aynı tercih proble- “Benim bir demon’um var, beni o konuşturuyor” derdi. miyle zaman zaman karşı karşıya olabileceğinizi dü- Herkesin bir ‘demon’u var. Yukarıdaki mısraları böy- şünüyorum. Bu konuda bizi biraz aydınlatır mısınız? le anlamalıyız. Belli anlarda doğar şairin içine bun- Aklıma gelmişken söyleyeyim, meselenin çağrışımları lar, bazen bir şimşek pırıltısı gelir, aydınlatır insanı. beni Tanpınar’a götürüyor. Ölmeden onbeş gün önce İnsan aydınlandığını zanneder. Şimşek pırıltısı geç- günlüğünde şu soruyu soruyor kendisine: “Tanrı’ya tiğinde daha koyu bir karanlığın içinde kalır insan. inanıyor muyum? Evet...”

Ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Ölümün sizdeki Ziya Gökalp, Gazali değildir. Gökalp minnacık bir tedaileri nedir? Benim aklıma Camus geliyor. O, “Bu adamdır. Elindeki imkanlarla başka çaresi yoktu. İs- dünyada her şeyden ölüm akıyor; duvarlardan, gazete- ter istemez intihar edecekti. İntihar kapıyı açmıyor. O da Mavi Sakal’ın Kırkıncı Odası’nı açıyor. Sık sık lerden ve insanların yüzlerinden” diyordu Başkaldıran bu meseleyle ben de karşı karşıya geldim ama kor- İnsan adlı kitabında. İslamiyet, ‘Ölüm, insanın canını kak olduğum için intihar edemedim. Bu büyük meç- Rabbi’ne emanet etmesidir’ diyor. hul beni ürküttü. Ben düşünceyi bir bütün olarak Ölüm, ister istemez karşılaşacağımız bir sual işareti! ele alırım. Memleketten memlekete değişmez. Ziya Ziya Paşa’nın dediği gibi “Halledemedi bu lügazın sır- Gökalp’le Gazali arasında mahiyet farkı var. Ziya Gö- rını / Bin kafile geçti ulemâdan, füzelâdan.” kalp, Batı’nın sofra artıklarıyla geçinen bir zattır; on- ları atıştırır, zaman zaman da kusar. Peyami Safa’nın Ölümden korkar mısınız? çektiği ruh çilesini çekmemiştir. Sahtekârdır. Her de- virde dalkavukluk yapmıştır. Talat Paşa’ya ve İttihat Aksini söyleyemem. Somutlaştırarak anlatmak Terakki’ye mesela. Tarihin şımarttığı bir adamdı. mümkün değil. Mahiyeti meçhul bir korku. Aslında bu sorular, benim bütün hayatım boyunca kendime

140 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Ben daima intihar düşüncesi içinde yaşadım. İntihar Yön’le paylaştıklarınız? beni dâûssıla gibi takip etmiştir. Şimdiyse intihar bile edemeyecek haldeyim. Hayyam’ın dediği gibi, Önce Pozitivizm. Akla fazla önem verişim. Mesela bir masal anlattık çağdaşlarımıza ve geçip gideceğiz. Rıza Tevfik, zaman zaman bir anlamda Noktalayacağız bir gün. Yön’cüdürler. Bu problemde o kadar meçhul var ki... İnsanla ilgili hiç bir problem basit değil. Mesela Ne- Tanrı sorusuna cevap veremem. Tanpınar bahtiyar cip Fazıl’ı severim ama Doğan Avcıoğlu’nu sevmem. bir adamdı. Bu soruya cevap vermiş. İnanıyorum da inanmıyorum da. Bunlar matematik birer realite Geçmişte sosyalist olmanızla Yön arasında bir bağ ku- değil ki. Zaman zaman inandım. Ama ne kadar ina- rulabilir mi? nıyorum, bilemiyorum. Eğer Tanrı olmazsa, hayat bir curcuna oluyor. İntihar tam bir hal çaresi olu- Ben hiç bir zaman sosyalist olmadım. Bilhassa mater- yor o zaman. Camus’nun yaptığı da bu. Sisyphos yalist hiç olmadım. Efsanesi’nde söylediği gibi, ya inanacaksın ya intihar edeceksin. Üçüncü bir hal çaresi yok. Bunlar kaypak “Kimim ben?” diye soruyorsunuz günlüğünüzde kendi- kavramlar. Kim ne kadar inanır bilinmez. Tanpınar nize ve insanı kanser edecek ağırlıktaki bu soruyu şöyle benden aydınlık görüyor ve ‘Evet’ diyor. İnanıp inan- cevaplandırıyorsunuz: “Hayatını Türk irfanına ada- madığımı bilemiyorum. Müslümanım, Müslüman yan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.” Sene 1974. bir çevrede doğdum. Ancak ne kadar inanıp inanma- Türkiye gibi Ortadoğu’nun göbeğindeki bir ülkede, bu dığımın cevabını mahşer günü bilebileceğim. yamalı bohçada, bir düşünür için yukarıdaki cevabınız yeterli mi? Kimsiniz siz? Kimlik söz konusu olduğunda Cemil Meriç külliyatında el atılmayan düşünce devi yok sorulacak bütün sorulara cevap verebilecek bir düşünür gibi. İbn Haldun’la Marks; Cevdet Paşa’yla Weber; Ce- mü yoksa arafta bir yalnız mı? malettin Efgani ile Ali Şeriati iç içe bu külliyatta. Yani idealizmle materyalizm, laiklikle din, doğu ile batı. Ârafta bir yalnızım. Bence zorlu ve çetin bir yürüyüş bu. Eklektik bir düşü- nür; kendini parçalanmış, çatlamış aynalarda seyreden Umrandan Uygarlığa adlı kitabınızdaki müthiş maka- ve bunun verdiği acıyla kıvranan bir aydın diyebilir mi- lenizi; Ruşen Eşref’in ‘Diyorlar ki’ adlı kitabını esas ala- yiz sizin için? Arkasından sözkonusu parçalanışınızın rak yazdığınız ‘Diyorlar ki’ başlığını taşıyan yazınızı ülkemizle ilgili yanları sökün ediyor. “Benim trajedim düşünüyorum. Elimden gelse herkese okurdum bu yazı- şu birkaç satırda; sevebileceklerim(yani sosyalistler) yı. Benim çağdaşlarım, Gökalp’in bir Delf kâhinine ben- dilsiz, dilimi konuşanlarla(yani sağcılarla) konuşacak zediğini sizden öğrendiler. Peki ama hocam, orada sö- lakırdım yok” -parantez içleri soruyu soranın- “Sağ zünü ettiğiniz Türk aydınlarıyla sizin aranızdaki fark okumuyor. Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçı- nedir? Bu ülkede Peygamber’den ‘Muhammed’ diye söz yor.” Nasıl oluyor da hem Büyük Doğu kadrosundan etmiyor musunuz? Bir batılının konuşma veya yazma hem de Yön kadrosundan olabiliyorsunuz? Neden buna biçimi bu. Hemen arkasından, İslamiyet’le ilgili olarak mecbur hissediyorsunuz kendinizi? yazdığınız hepsi birer manifesto niteliğindeki yazıları- nız geliyor aklıma. Çelişki bu. Büchner’in “Madde ve Bu kelimeleri tarif etmeden kullanmak hata. Ben Kuvvet” adlı kitabının düşünce dünyanızı, bir anlamda Türkiye’de gerçekten sosyalist olabileceğini sanmı- kişiliğinizi en çok etkileyen kitaplardan biri olduğunu yorum. Bir parça eklektiğim. Her aydın bir parça söylüyorsunuz. İslamiyet’in size açıklamadığı şey neydi eklektik olmak zorundadır. İnsan bütündür. Evet de bu kitaba dört elle sarıldınız? Kaderiniz bence, kim- derseniz biter. Halbuki aydın olmak başka şey. Ay- lik bunalımlarını okudukları kitaplarda çözümleyen dın olmanın insana yüklediği büyük sorumluluklar binlerce insanın -sağcı, solcu, idealist veya materyalist var. Bu sorumluluğun idraki başka, uygulama imka- olmaları bir şey değiştirmez- kaderleriyle aynileşiyor. nı başka. Belki ben aydın olmanın sorumluluğunu Okumakla olmak neden aynileşsin? Bir düşünceyi öğ- idrak ediyorum ama icaplarına ne kadar uyuyorum renmek aynı zamanda bir yaşama biçimini öğrenmek- bilemem. İnsan çok meçhullü bir problemdir. Mese- tir. Doğru. Ancak, o yaşama biçimini icra etmek değil. la dilimle Büyük Doğu’ya mensubum. İnançlarımın Pratik hayatta kendilerini yaşayabilmek imkanını sağ- bir kısmıyla da öyle. Yön’de bir tarafım benim. lamıyor bize, okuduklarımız.

141 Biraz fazla altını çizmişim “Madde ve Kuvvet”in. Sö- vardı; yani hayat vardı, maddi gerçeklik vardı. Bilginin zün gelişi öyle yazmışım. Onsekiz yaşında bir insa- kaynağının materyalist açıklaması bu. Modern bilimin nı çarpar elbette. Bütün hayatımı etkileyen bir tesiri bu ilkeye dayandığını kabul ediyorum. Doğru, bilimin olmamıştır. Belli bir çağda etkilemiştir beni. Hayatı- nesnesi, araştırma nesnesi maddedir. Ama bu düşünce ma şâmil değildir. Bulûğ çağında, ilk defa rastlanan biçimi, İslamiyet, evet, kitaplarınızda sıkça vurgula- güzel bir kadının insan üzerindeki etkisi bu. Ama dığınız İslamiyet sözkonusu olduğunda çelişkilerden babam için aynı şeyi söyleyemem. Babama okuttum, birini doğuruyor. Tehlikeli bu, İslamiyet açısından. ruh dünyasında kötü akisler yaptı. Babam hacıydı Tehlikeli, çünkü vahyi dışarda bırakıyor. Bir şey daha ve mûtekit bir insandı. Üzerinde resim var diye eve var: ‘Umrandan Uygarlığa’da (sf.366, dipnot), Marks’ı, gelen kibritlerin resimli kapaklarını yırtardı. Onun Şerif Mardin’e karşı savunabiliyorsunuz. üzerinde tesirli oldu bu kitap, benim üzerimde değil. Evladım, kelimeler hiç bir şey ifade etmiyor, görü- Hayır, bende değişmeden kalan diyalektik değildir; yorsunuz, yani hem yalan hem doğru bunlar. insan düşüncesine saygıdır. Ben insan düşüncesi- ni İbn Haldun gibi ikiye ayırıyorum: İnşa ve haber. Günlüğünüzde yazdıklarınızla kitaplarınızda yer alan Haber’e olduğu gibi inanılır. İnşa ise yorum demektir düşünceler arasında çelişkiler var. Russell, “Bir düşün- ve tartışmaya açıktır. Marks da İbn Haldun ve Farabi ce sistemi” der, “Eğer yüzde yüz tutarlıysa, o düşünce gibi büyük düşünce adamlarından biridir. İmtiyazlı sistemi toptan tutarsızdır ya da ilmî değildir.” Bu tespit, bir mevkii yoktur. O da bir insandır ve hataları var- “Batı Felsefesi Tarihi”ndeydi sanırım. Çelişkileriniz dır. Düşünen bir adamdır. Bilhassa polemik içinde ve son tahlilde normal olarak da kabul edilebilir. Kitapla- düşmanlarıyla savaşarak düşünen bir adamdır. Dü- rınızdan birinde, “Yobaza düşmanlık tarihe düşmanlık. Yobaz en güzel taraflarımızla biziz, biz.” diyorsunuz. Eserlerinizde bu türden yüzlerce ifade gösterebilirim. Oysa günlüğünüzde, “Solun kadir na-şinas davranışı beni ister istemez gericilerin kucağına değil, yanına itti” şeklinde beyanlarınız var. Gericilik nedir, sağ ne- dir? Yeni Devir gazetesi hangi çizgidedir? Müslümanlık nedir ki böyle söylüyorsunuz?

Yeni Devir pek ciddi bir intiba bırakmamıştır üze- rimde. Mesela Cumhuriyet’te yazmayı tercih eder- dim. Gerici benim. Sağ’a antipatim yok. Sağ mezarlık bekçisi. Eskinin devamını ister sağ. Halbuki hayatın kendisi daima yeniye müteveccihtir.

Marksizm’e yaklaşımınız oldukça farklı, sizce yal- nızca bir düşünme biçimi. Ortodoks Marksizm’e ateş şünen hiç bir insan tarafsız olamaz. Marks’ın da ha- püskürüyor yazılarınız. Ortodoks olmayan Marksist taları vardır. Proudhon’u, Saint-Simon’u, Marks’tan düşünürler ise daima tam not alıyor sizden; Rodinson, daha çok severim. Sert, dövüşken, haşin bir adamdır Schumpeter ve diğerleri... Ancak, yine de Marksist dü- Marks. Musevi asıllıdır ve bunun düşüncelerine bü- şünceyle bir çok şeyi paylaşıyorsunuz. Bunların başın- yük etkisi vardır. da düşünme biçiminiz var bence. Genç Cemil Meriç’ten olgun Cemil Meriç’e uzanan, çizgide değişmeden kalan “Otobiyografileri hep şüpheyle karşılarım. En masum- tek unsur düşünme biçiminiz yani diyalektik yöntem. ları, ihtiyar nazeninler gibi aşırı bir tuvaletle çıkar ta- Bilgi problemine bakış açınız Marksizm’den izler taşı- rih karşısına. Talleyrand doğru söylüyor galiba: Dilin yor. Meraklı okuyucular, Mağaradakiler adlı kitabını- görevi hakikati gizlemektir.”(Bu Ülke, syf.197) Sizin zın 391., Umrandan Uygarlığa adlı kitabınızın 231- otobiyografiniz için de geçerli mi aynı şey? 261. sayfalarına bakabilirler. Ayrıca, Kırk Ambar adlı eserinizde, Proudhon’u yazarken yaşadığınız iç hazzı Benimki için geçerli değil. Çünkü hiçbir siyasi hare- geliyor aklıma. Düşünürken ve yazarken, “Önce eylem ket içinde bulunmadım. Ailem ve çocuklarım için de vardı” diyorsunuz, diğer sosyalistler gibi. Önce eylem öyle. İlmî namusumu az çok muhafaza etmişimdir.

142 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Talleyrand bir politikacıydı. Tarihin en namussuz, Yıllarca şiir yazdım. en zeki adamlarından biridir. Talleyrand yükselmek istiyordu. Politikanın dili gizliliktir. Benim yüksel- Cemil Meriç, Türk nesrine Fransız sentaksını getirdi, mek gibi bir amacım olmadı. deniyor, doğru mu bu sizce?

Mülkiyet karşısındaki tavrınız nedir? Daha önceki bir Olabilir. Fransızcayla o kadar çok temasım oldu ki... konuşmanızda, “Ben Müslüman Sosyalist’im” demişti- Ben farkına varmadan bir etkisi olmuş olabilir Fran- niz. Bu sözünüz bana gençliğinizin Tarık Mümtaz’ını sızcanın. Edebiyata tercümeyle geçtim. Bir şuuraltı hatırlatıyor. Onun ‘İslamî Sosyalizme Doğru’ adlı bir tesir. risalesini okuduğunuzu belirtiyorsunuz.(Bu Ülke, Be- şinci Baskı, sf.29) Müslüman Sosyalizmi pek itibar gör- Yazılarınızı başka birine dikte ettiriyorsunuz. Konuşu- müyor bugün Türkiye’de. yorsunuz, yazılıyor. Yazılarınızda konuşma cümleleri ağırlıkta. Dikte ettirmenizden mi geliyor bu özellik? Sosyalizm Türkiye’de yaşamak için İslamî bir veçhe- ye bürünmek zorundadır. Mülkiyet konusunda Sa- Üslubum, kendim yazıyorken de yani gözlerimin ka- int-Simon gibi düşünüyorum. Mülkiyet daima tahdit panmasından önce de böyleydi. Sanmıyorum. edilmelidir. Topluma faydalı olduğu sürece yararlı- dır. Yani herkes kendi zevki için tüketim yapamaz. Üstadım, şiiri neden bıraktınız? Mülkiyet toplumundur. Onda, bizden önce gelen- Sevdiğim şairler vardı. Pınarbaşları tutulmuştu. On- lerin de, bizden sonra geleceklerin de hakkı vardır. lardan daha büyük olamayacağımı hissettim. Nazım, İslamiyet de Sosyalizm gibi düşüncede bir devrimdir. Yahya Kemal, Necip Fazıl. Halbuki, nesirde bana ra- Stendhal eline kalemi alır, ilham gelmesini beklermiş kip olabilecek bir zirve yoktu. yazarken. Siz nasıl yazarsınız? Aşka inanıyor musunuz? Özel bir merasime tâbi değildir. İlham da beklemem. Elbette. İnsanlar arasındaki biricik insani his, aşk. En belirgin özelliklerinizden biri, dil konusundaki has- İnsanı insan yapan aşktır. sasiyetiniz değil mi? Kadınlara bakış açınız nedir? Bir yazar olarak dili muhafaza etmeye çalışırım. Bu Büyük bir saygı ve sonsuz bir sevgi. Kadın erkekten konuda titizim. Hayatımın manası bu. daha yüksektir bana göre. Erkek kadın eşitliği yok- Türk Sağ’ına ve Türk Sol’una tavsiyeleriniz nelerdir? tur. Vazife taksimi vardır. Kadın vazifeleriyle üstün- dür. Fedakârlığıyla, sadakatiyle. Hayatımdaki önem- Türkiye’de solun sağlaşması, sağın sollaşması gere- li varlıklardan biri kadın, diğeri kitap. kir. Sağla sol arasında büyük bir fark yoktur. Gurur dargınlıkları ve benzeri şeylerden doğan ayrılıklar. “Bir kadınla yemeğe mi çıkıyorsunuz” der Nietsche, Birbirlerine yaklaşmalıdırlar. “Sakın kırbacınızı yanınıza almayı ihmal etmeyin.”

Ama bugün bunun tam tersi ortaya çıkıyor. Budala. “İnsanın Tanrı olmadığının tek belgesi göbe- kaltıdır” diyor bir yerde de. Küçüklük duygusundan Ben bu kutuplaşmaya karşıyım. Kutuplaşma yobaz- ileri geliyor onun bu özelliği. Kadın bahsinde hiçbir lıktır. zaman tatmin olmamıştır. Davet edildiği düğünde, geline evlenme teklif eder. Salaktı hazret. Dâhi bir Üslubunuz efendim? salak. Tam bir erkek değildi çünkü tam bir insan de- ğildi. Farkında olmadığı bir zaafı vardı kadına. De- Üslubum kendimdir. Benliğim, bütün hüviyetimdir. lirdi zaten. Yazdıklarım kadar yazış biçimim de önemlidir. Kadınlar bahsinde hayatınızdaki en büyük yeri işgal Şiirin tornasından geçmiş bir düşünürün üslubu diye- eden kadın kimdir efendim? bilir miyiz?

143 Ölenlerden karım Fevziye, yaşayanlardan Lamia. Sizin için demokrat diyebilir miyiz? Karımı çok severim. Kırk yılın üzerinde bir beraber- liğimiz oldu onunla. Fevziye tam bir aile kadını, mü- Elbette evladım. Gerçek bir demokratım. Liberal ve kemmel bir anneydi. Daima rahmetle anarım. Sakin demokratım. bir zevceydi. Roma’yı Roma yapan asil ve büyük ka- Yazılarınızdan birinde “Düşüncenin kuduz köpek gibi dınlardan biriydi. Menteşoğulları boyundandı. kovalandığı bir ülkede” yaşadığımızdan söz ediyorsu- nuz. Lamia Hanım’dan söz eder misiniz? Evet. En kötü yanımız müsamahakâr olamayışımız. Son derece sevdiğim ve son derece saydığım müs- Herhalde Moğollar’dan kalma bize. tesna bir insandır. İnsanlar arasındaki yerini bula- mamıştır. Talihsiz bir izdivaç yaptı. Hz.Ebubekir Liberal terimini hürriyet anlamında mı kullanıyorsu- soyundan geliyor. Son derece fedakârdır. Hastalı- nuz? ğımda bana gösterdiği şefkat emsalsizdir. İnsanlığın yüzünü ağartan bir fedakârlık. Mükemmel bir hoca- Evet. dır. Hayatımın en mükemmel arkadaşı. Talihim be- nim. Karım öldükten sonra onun yerini ancak La- Aydınlarımız konusunda söyleyecekleriniz var mı efen- mia Hanım doldurabilirdi. İngilizce öğrenimine dört dim? yaşında başlamıştır. Ana mektebini ve Arnavutköy Kız Koleji’ni birincilikle bitirmiştir. Hasan Âli Yücel Bu konuda söyleyeceğimi söyledim galiba. Türkiye’de döneminde başarılı öğrencilerin diplomalarını Roo- aydın yoktur. Çünkü mesuliyet yoktur. Taşıma suyla sevelt imzalardı. Diplomasında Roosevelt ve Hasan değirmen döndürüyoruz. Âli’nin imzaları var. Çok mükemmel bir İngilizce ho- Bir denemenizde kitapları kadınlara benzetiyorsunuz. casıdır Lamia. Tanpınar’ın öğrencisidir. Reşat Nuri Neden başka bir varlığa değil de kadına? ile akrabadırlar. Hayatımda iki önemli varlık var: Kadın ve kitap. İkisi Kızınız efendim? de insan. Yani bunları teke irca edebiliriz. Kadın da Kızım mükemmel ve emsalsiz bir evlattır. Talihim insan, kitap da insan. bu. Bedbahtlık içinde bahtiyarım. “Her kitapta kendimizi okuruz, kendimizle yatarız her Ne tür müzikten hoşlanıyorsunuz? kadında” diyorsunuz. Neden kendimizle yatarız her kadında? Umumiyetle alaturkayı severim. Sevdiğim bir insanla dinlemeliyim müziği. Sevdiğim insanla birlikte din- Kadınla bir parça bize yakın olduğu ve bizi sevdi- lediğim müziği severim. İster otobüs müziği olsun is- ği için yatarız. Hayvanlar çiftleşir; insanlar birleşir, ter klasik. Farketmez. Türkülere özel bir zaafım yok. tekleşir. Her insanda binlerce insan vardır. Kadın ve Ama sevdiğim türküler de var. erkeğin bir araya gelmesinde, bu binlerce insandan yalnızca birer tanesi birbiriyle kaynaşır ve anlaşır. Hangileri mesela? Aynileşirler.

Şu anda sıralayamam. Kitabı kadına benzeten başka bir düşünür hatırlıyor musunuz? Şiiri bırakışınızın tarihini hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorum. Acaba bıraktım mı? Söyleyemem ki bunu. Nesri şiir haline getirmeye çalıştım. “Bana okuduğunuz kitapların en güzelinin hangisi ol- duğunu soruyorsunuz, söyleyeyim: Annemdir” der Ab- Büyük yazar olmak için sizin hayat çizginize benzer raham Lincoln. Annenizden hatırınızda kalanlar neler? bir yolu katetmek gerekir mi? Muhterem bir hanımdı annem. Babamla akrabaydı- Gerekir. Acılar insan ruhunu biliyor. Acı çekmeyen, lar. Babamın dedesi Dimetoka müftüsüydü. Benim insan olamaz.

144 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI soyadım aslında Hocazâde’dir. Soyadı Kanunu’yla Neden Fransa’da? değiştirildi. Bu soyadı Hafız İdris Efendi’den geliyor. İlk mektebi bitirmişti annem. Çok zengin bir masal En çok Fransız kültürüyle temas halinde oldum. İn- dünyası vardı ve masallar anlatırdı bana. Hassas bir sanlarını severim. Altmış küsur yıldır Fransızca’yla kadındı. Bende de var aynı hassasiyet ve bu, annemin uğraşıyorum. Lamia’yla O’nun memleketi olan Şam’a bendeki etkisidir. da gitmek isterdim mesela. Kitaplarınıza çocuklarınız hissiyle baktığınız oluyor Zaaflarım diyebileceğiniz özellikleriniz neler efendim? mu? Çok. Baştan aşağı zaafım. Lüzumundan fazla hassa- Fazlasıyla elbette. Onlar da çocuğum. Kafamın gön- sım. Çabuk kızarım, çabuk darılırım, çabuk sevini- lümün çocukları. rim. Okumaya düşkünüm. Her insan gibi, belli bir ölçü içinde kadınlara zaafım var. Beş kardeşiz. Aile- Kitaplarınız arasında tercih yapabilir misiniz? nin yaşayan tek erkek evladı benim. Bu yüzden biraz şımarık büyümüşüm. Yapamam. Ancak “Hind Edebiyatı”nı çok severim. Sonradan “Bir Dünyanın Eşiğinde” adıyla basıldı. Sevdiğiniz yemekler neler? “Bu Ülke”yi de severim. Düşüncelerim tohum halin- Lamia’nın pişirdiği yemeklerin hepsini severim. Bil- de “Bu Ülke”dedir. Hayatımın bütün tecrübesi... hassa bulgur ve etle yapılan yemekleri. Bütün ye- meklerini severim Lamia’nın. Ümit’in pişirdiklerini Yeni bir çalışmanız var mı? de severim. Evet. Yeni bir kitap hazırlıyorum. “Umrandan Sigarayla aranız nasıl? Uygarlığa”nın tersi, “Kültürden Irfana” olacak adı. “Umrandan Uygarlığa”, geçmişten bugüne idi, yeni On yedi yaşımdan bu yana sigara içerdim. Günde üç kitabım bugünden geçmişe. İrfan biziz, kültür Avru- paket. Sonra bıraktım. Lamia’nın yüzünden tekrar pa. Batı’dan Doğu’ya gibi bir şey. başladım. En son olarak da hastalanınca bıraktım. Şimdi içmiyorum. Benim sormadığım, sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı? Lamia Hanım yüzünden? Her cevap noksan. Cevaplamak ayıklamaktır. İnsan- O içiyordu çünkü. lara verebileceğim mesaj bu. Şu anda seyahat etme imkanınız olsaydı hangi ülkede olmak isterdiniz? Fransa’da.

145 TÜRK EDEBİYATI Sayı 124, Şubat 1984

Ümit MERİÇ

“Kültür”, aydınlarımızın çok sık kullandığı anahtar ke- Şu hâlde Batı’nın birçok çevrelerinde kültür, anarşi de- limelerden biri. Tarifini rica etsek... mek. Peki kelimenin haysiyetini korumak isteyen Batı- lılar yok mu? Bu işi Amerikalı iki sosyolog yapmış. Kimsenin oku- madığı; fakat herkesin zikrettiği ünlü eserlerinde Olmaz olur mu? İşte Plerre Emmanuel, devrin kültür “161” tarifi var kültürün. Her zevke uyan bu tarifler- bakanı Andre Malraux’a yazdığı bir mektupta “Ger- den bir örnek verelim: “Dünyada kültürden daha kay- çek kültür, bir tutkudur” diyor. İnsana inanıştır, ken- pak mefhum tanımıyorum. Tahlil edemezsiniz, çünkü dini insanlığın kaderinden sorumlu tutuştur. Dünya unsurları sonsuz. Tasvir edemezsiniz, çünkü bir yerde çağında bir hümanizmanın inşâsıdır. Bugünü mazi durmaz. Mânâsını kelimelerle belirtmeğe kalkıştınız ile zenginleştirmektir, Mazi ile istikbâl ile. Toplum mı, elinizle havayı tutmuş gibi olursunuz. Bakarsınız ki ferdin birr uh olduğunu unutmuşa benziyor. Kişile- her yerde hava var, ama avuçlarınız bomboş”. Gerçek- re ferman dinleten, iktisadın şuursuz kanunları, İn- ten de kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen sanın tek değeri, ürettiği ve tükettiği, kendisi değil, kelimelerden biri: Kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Şehirde yaşamak işkence. Önlerinde iki kaçış var on- Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar ların. Biri televizyona kaçış, öteki gençlerin kaçışı; te- akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mânâ. Kelime rörizm, İnsanın kendi kendine soracağı geliyor: Kül- değil, bukalemun. türü kurtarmak için zengin ülkelerin yoksullaşması mı lâzım? Dileriz ki insanlar “kültür”ü benimsesin ve Kültürün, çağdaş dünyadaki gelişmeleri üzerinde ne insan tekrar “insanlaşsın”. düşünüyorsunuz? Plerre Emmanuel’in özlediği bu “kültür” anlayışı, bi- Kültürün en yüksek düzeye ulaştığı Yeni Dünya’da zim eski “irfan”ımızı hatırlatmıyor mu biraz? kültür yok artık, onun yerine karşı-kültür, anti-kül- tür, hip-kültür, kültür sonrası, devrimci kültür var. Nasıl hatırlatmaz? İrfan, düşüncenin bütün kutup- Amerika’dan gelen salgın bütün Avrupa’ya da yayıl- larını kucaklayan bir kelime idi. Tecessüsü madde dı. Çağımız geleneklere değil, geleneğin kendisine dünyasına çivilemez, zekâyı zirveler kanatlandırır- düşman. Hayata bir şey eklemek istemiyor, hayatı- dı. Uzun ve çileli bir nefis yesi, kemale açılan kapı, nı altüst etmek peşinde. Kültür mefhumunu çatlla- amelle taçlanan ilim, İrfan, bir Tanrı vergisi. Cehdle tan bir davranış karşısındayız. Artık “kazanılmış bir gelişen bir mevhibe. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve bilgiler bütünü” değil, kültür; “her şeyi okuyup her tek buutlu, İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütü- şeyi unuttuktan sonra kalan” değil. Daha bir özlem. nü. Yani hem ilim, hem iman, hem edep. İrfan dinî Keşfedilmesi, yaratılması gereken bir dünyanın öz- ve dünyevi diye ikiye ayrılamaz. Pierre Emmanuel’in lemi. Amaç, eski yasaları ve ölçüleri yerle bir etmek. adını koyamadığı İrfanın ta kendisi değil mi? Batı, İdeolojiler de, teknik de yeni kuşaklara güvensizlik kültürün vatanıdır. Doğu, irfanın. veriyor. Hepsi de ütopyalara susuz; taze, sıcak, ta- bii ütopyalara. Bu isyan Batı’da uzun zamandan beri seyrine alıştığımız bir traji – komedinin devamı; dadaizm, fütürizm, gerçek – üstüncülük. Yalnız çıl- gınlık şimdi daha yoğun, çok daha yaygın, çok daha topyekün.

146 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Siz, bir Türk aydını olarak kültürün mü hizmetindesi- Kültür meselelerimiz... niz, irfanın mı? Dante’nin cehennemine yeni bir fasıl eklemek isti- Heyhat! Hidayet ilâhi bir lütuf. Ben de belli bir çağın yorum. İrfan Batı intelijansiyasının “Gnose” adını insanı olarak kültürün hizmetinde idim, şimdiye ka- verdiği “ilm-i ledün”dü. Karanlıkları ışığa boğan bir dar. Dünya kütüphanelerinin kapılarını yurdumun şimşek. Yarı ilham, yarı seziş. Cedlerimiz, ilahî esra- insanlarına açmak istedim. Hind ormanlarının uğul- rın heybeti karşısında “Sübhâne, mâ arefnâke hakka tusunu taşıdım edebiyatımıza. Batı’nın büyük dü- marifetike, ya Maruf” diye çırpınıyorlardı. Kültüre şünce fatihlerini konuşturdum. Eserlerimin “kültür” gönül verenler mavera karşısında böyle bir dehşet cildi, aşağı yukarı tamamlandı. Bundan sonar “irfan” duymazlar. Ne mutlu bize ki, dilimizi de kaybettik. cildi başlayacak. Ayrıntılarla fazla uğraştım şimdiye Tarihimiz mührü çözülmemiş bir masal hazinesi. Ne kadar. Artık bu uzun yolculukta devşirebildiğim ha- Batı’yı tanıyoruz, ne Doğu’yu. En az tanıdığımız ise kikat meyvelerini takdime çalışcağım, okucularıma. kendimiz. Hadis-i kudsi, olarak da cemiyet olarak Kültürden çok irfanla uğraşmak istiyorum. da, beşeriyet olarak da en çok şimdi muhtacız. Umit MERİÇ - Cemil

147 CEMİL MERİÇ İLE MÜLAKAT Nisan 1987

Ferman KARAÇAM

Vefatından kısa bir süre önce rahmetli Cemil Meriç ile koskoca bir coğrafya için önemli bir eksikliktir. Oysa son röportajı ben yapmıştım. Konuşma o zamanlar ya- İslam’ın muazzam bir birikimi, tecrübesi, geleneği, yın yönetmeni olduğum İlim ve Sanat dergisinde, ayrıca tarihi var elimizde. Bu birikimi sanata, düşünceye, birçok kitapta da yayımlandı. edebiyata, bilime, siyasete, ekonomiye dönüştürecek ve insanlığa bir kurtuluş reçetesi sunacak bu soylu Konuşma Hakkında Birkaç Söz medeniyete yaraşır münevverlere ihtiyaç var. Bunu biz yapabiliriz. Cemil Meriç sözünü ettiğimiz bu mü- Bu konuşma Cemil Meriç’in ölümünden birkaç ay nevver isimlere iyi bir örnektir. Türkiye Müslüman’ı evvel yapıldı. Rahatsızlığı ilerlemişti, aslında bu ko- ile Sosyalist’i ile tüm akım, grup ve görüş sahipleriyle nuşmayı kabul etmesi mümkün görünmüyordu ilk bu “ ” yeteri kadar yaralanabildi mi bilemi- başta. Fakat kızı ve ünlü sosyolog Ümit Meriç hanı- örnekten yorum. mefendi olağanüstü bir nezaket göstererek bizi kabul etmişti. Konuşmanın yapıldığı iki-üç saat bir süre Batı özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren bizim aydı- içinde Ümit Hanım babasını sık sık arabasına, tek- nımızın ulaşılamaz hayali olmuştur. Her konuda rar arabasından koltuğuna taşıdı, büyük zahmetler Batı’dan yoğun bir tercüme bombardımanına tutul- çekti. Ayrıca bir ara Cemil Meriç“aydın”üzerine soru duk iki yüzyıl boyunca ve bu işin garibi hiçbir man- sorduğumda bu konuda kitap yazdığını ve ondan tıklı ayırım, seçki veya süzgeç kullanılmadan yapıldı sonra bir şey değişmediğini; fakat kitaplarının okun- bu tercüme bombardımanı. İşte bu sırada Batı’yı ger- madığını söyleyerek cevaplamada bir isteksizlik gös- çek yüzüyle Türkiye’ye tanıtan çok önemli bir isim- terir gibi oldu. Bu sırada Ümit Hanım araya girerek dir Cemil Meriç. Birkaç saat süren bu konuşmayı bel- “babacığım, konuşmalar kitapların gündeme gelmesini ki de çok kısa bir sürede tamamlayamadan kesmek sağlıyor, onlara aktüel bir boyut kazandırıyor” diyerek gerekiyordu. Fakat Ümit Hanım’ın da dediği gibi bu konuşmanın yapılmasına önemli bir destek daha Cemil Meriç’in düşüncelerini, kitaplarını gündeme verdi. getirmek ve önemli bir dergide yayımlamak istedik. O zamanlar bu konuşmayı çözmek ve yayımlamak Cemil Meriç konuşma güçlüğü çekiyordu, birçok mümkün olmamıştı. Bu konuşma eğer yanlış izleme- kelime anlaşılamıyordu, bazı harfleri çıkarmada dimse Cemil Meriç’le yapılan son konuşmadır. Za- zorlanıyordu. Konuşmaya Akif Emre ile birlikte git- ten çok kısa bir süre sonra vefat etti. Bu konuşmanın miştik. Bir ara bu konuşmadan vazgeçme konusunu müsebbibi olan Sayın Yusuf Yazar’a da ayrıca teşek- aramızda görüştük; fakat Cemil Meriç’le bugünden kür ediyorum. Konuşma, kavramlar üzerine oldukça sonra konuşmanın daha da güçleşebileceğini düşü- detaylı bir konuşma şeklinde amaçlanmıştı. Bunun nerek bu görüşümüzü değiştirdik ve olabildiğince gerçekleştiğini söylemek kolay değil. Yine de yargıyı olsun dedik. okuyucuya bırakıp Cemil Meriç’e rahmet dileyelim. Tahmin edilebileceği gibi bu konuşmayı kasetten Ferman Karaçam çözmek büyük bir mesele oldu ve yayımlamak da mümkün olmadı. Ancak bu kaseti yıllarca titizlikle sakladım, vakit buldukça, kelime kelime çözmeye ve anlamlandırmaya çalıştım. Nihayet Allah nasip etti ve hamdolsun bu konuşmayı yayımlamak da Yeni Şafak’a kısmetmiş. Bu vesile ile izninizle Cemil Meriç’le ilgili bir iki söz de söylemek istiyorum. İslam coğrafyası son yüzyıl- larda Cemil Meriç büyüklüğünde yok denecek kadar az insana tanık oldu. Belki de bu insanların hepsini toplasanız sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Bu

148 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Efendim, çok yaygın söyleyişi ile ifade etmek istersek Dil üzerinde bir hayli duruyorsunuz. Kavramlarda da “Kavram kargaşası” biz de alabildiğine hüküm sür- ilk anlam kaymaları dil ile ilgili alanlarda yaşanmış- mektedir. Kavramlardaki ilk çarpıtılmalar, anlam kay- tır? maları hangi dönemde ve hangi şartlarda ortaya çık- mıştır? Batıdan ilk kavram devşirmeye başladığımızda Efendim meseleyi şöyle koymak lazım, yani biz lüga- aydınımızın yapısı nasıldı, nasıl bir düşünce ve edebiyat te bakmayan bir memleketiz, sözlüğe müracaat etme- ortamı vardı? yen garip bir milletiz. Sözlüğe müracaat etmeyen biz- den başka memleket olduğunu sanmıyorum. Şimdi Hiçbir bakımdan size benzemeyen bir sosyo-politik öyle olunca elbette kavram kargaşası olacak. Mesele- toplumdan onlara ait kavramları alır, kendi toplu- nin tarif edilmediği her ülkede bir takım kavramlar munuzda uygularsanız bütün kavramlar ters yüz üzerinde kargaşalar olacak, meselenin mahiyeti icabı olur ve olmuştur. Bu ilk ters yüz edilen kavram sağ- böyledir… Bu hercümerc içinde kavram denen bir sol kavramıdır. Sağ-sol diye bir şey yoktur bizde, şey kalmıyor. Ciddiyetle bir meseleyi tetkik etmiyo- olamazda. Çünkü bizde içtimaı sınıflar yok. İçtimai ruz. Kulaktan dolma sözlere itibar ediyoruz. Size bir sınıflar olmayınca o kavram da bir şey ifade etmez. misal vereyim: Eski Maarif Vekili Hasan Âli gelmiş- Biz başka toplumuz, Batı başka toplum. Yani Batı’da- ti. Bize Ecevit’in çok iyi Sanskritçe bildiğini söyledi. ki gelişme ile bizdeki gelişmeyi birbirine benzetmek Bunu kapıcı bile söylemez; çünkü Sanskritçe’nin ne hatadır ve ona bakarak hükümler çıkarmak daha kadar güç olduğu bilenlerce malumdur. Dünyada büyük hatadır. Kimsenin hatası değildir, doğrudan belki on tane insan vardır Sanskritçe bilen. Şimdi doğruya tarihimizin hatasıdır. Aslında ben en başta bu on kişinin içinden birisi olabilir mi Ecevit… Na- şunu söylemek isterim, mesele şu yani fikir hürriye- sıl olabilir? Olamaz. Buna imkân yok… Dünyanın tinin mevcut olmadığı bir memlekette bu meseleleri başka yerinde olmaz böyle bir şey, yani meseleleri tartışmak bile kabil ve caiz değildir. Memleketimizde ciddiye almıyoruz. Dünyanın bizden başka hiçbir fikir özgürlüğü yoktur. Fikir özgürlüğü olmayan bir ülkesinde Maarif vekili böyle konuşamaz. Bu yalnız memlekette yazmanın ne faydası var; ben otuz yıldır bizim ülkemizin maarif vekiline özgü bir konuşma- yazıyorum da ne oldu. dır. Ecevit Bey’in kendisinin böyle bir iddiası yoktur zannederim. Ama maarif vekili Sanskritçe bildiğini Daha ne olsun, sizin düşüncelerinin benimseyenler bile söylüyor onun. kendilerine Batı’yı gerçek yüzüyle tanıttığınızı itiraf ediyorlar. Çağdaş Uygarlık diye bir kavram var mı, bu kavram neyi ifade ediyor? Evet haklısınız. Çağdaş Uygarlık düzeyi diye bir rezalet yoktur, uy- Gerici kime diyorlar Türkiye’de ve bununla neyi amaç- garlık uygarlıktır. Çağı mağı yoktur. lıyorlar? Bunu hangi dönemde ortaya attılar ve ne amaçla atıldı? Resmi ideolojiden olmayan, kendilerinden olmayan- lara gerici diyorlar, iktidardakiler diyorlar. Amaç, cehaletlerini perdelemek, peçelemek, örtmek. Uygarlık ya vardır, ya yoktur. Peki, ne amaçlıyorlar, gayeleri nedir bu çevrelerin? Ülkemize ilk giren kavramlar hangileridir ve bu ilkle- Bir şeyler duyurmaya çalışan adamlara gerici diyor- re yapı taşları olarak bakabilirmiyiz? Mesela Namık lar. Gerici doğrudan doğruya bir nevi netameli bir Kemal’in çok kullandığı bir vatan kavramı gibi? kelimedir ve karşısında hiçbir şey yoktur, bomboş bir kelimedir; yani bir şey yoktur içinde. Yani bir şey Elbette bunlar kilometre taşlarıdır: Eşitlik, özgürlük, ifade etmez. Yani bir kelimeyle düşünenleri amaçlı- ihtilal inkılap, devrim. Namık Kemal’e gelince, as- yorlar. Kafası işleyen ve bir şeyler üretmeye çalışan, lında Osmanlı’da vatan diye bir kelime, bir mefhum bir şeyler duyurmaya çalışan adamlara gerici diyor- yoktur. Namık Kemal biraz Fransızca öğrenmiş. lar. Efendim tabii bütün büyük adamlar bir takım Fransa’da bu fikirler var ve o da sokmuş Türkçeye. budalalara karşı saçma fikirler ilham etmekten başka bir şey yapmamışlar. Ne Marks bizde anlaşıldığı gibi- Peki, bunların yanında, kendi halkının kullanmadığı dir, ne Marksizm bizde anlaşıldığı gibidir. Mesele şu, kavramların karşısında olanlar da var. fikir hürriyetinin mevcut olmadığı bir memlekette bu Mesela? meseleleri tartışmak bile kabil değildir ve caiz değildir.

149 Mesela Cevdet Paşa gibi bunlar neden etkili bir müca- herkes sustu, güzel güzel o kıymetli profesör eski dele verememişler,neden yetersiz kalınmıştır. harflerin müdafasını yaptı; yani bütün o devirde tek sesini çıkaran Avram Galanti’dir. Âlim bir adamdı Şimdi, Cevdet Paşa munkariz bir kişi, yani çocuğu Avram Galanti Efendi. Yani konuyu ele aldığı zaman olmamıştır. Cevdet Paşa son bir sestir. Gelmiş ve ne söylediğini de biliyordu. Bu mefhum kaymaları- geçmiştir. Ama tek sestir. Namık Kemal ise sözü çok nın farkındaydı. Efendim, mesele şundan ibaret, ya bereketli olan bir gazetecidir. Yani okuması yazma- ciddi değilsiniz, ya ciddisiniz. Mesele bu; Galanti sı olan ve düşünmek isteyen bir gazeteci. Bir de biz Efendi ciddiydi. Bir de mühtedilerin başkanı olan hepimiz onun çocuklarıyız, yani ben, Necip Fazıl… zat bu konu hakkında bir kitap yazdı. O zat başımıza Tüm yazanlar. Ama Cevdet Paşa’nın zürriyeti olma- çok işler açtı. Evvela Yahudi olarak çıktı, sonra Müs- mıştır. lüman oldu. Sonra tekrar Yahudi oldu, pespaye bir Bir de şu var. Batı’nın kavramlarıyla tanıştığımızdan adamdı. Neyse padişah sürdü İzmir’e o arada vefat beri Batı’ya karşı alınan tavırlarda şu eksiklik göze etti. Onun hakkında bir kitabı vardır. Başka kitapları çarpıyor: Batı’nın kavram ve müesseselerine ister karşı da var ama başlıca eserleri bunlardır. Şimdi efendim çıkalım, ister taraftar olalım, bunların temel mantali- yani en basit meseleler hakkında konuşurken çocuk- telerine nüfuz etmedikçe karşı olmamız veya benim- ça şeyler yapıyoruz. Avram Galanti Efendi’nin bu dil sememiz lehimize bir durum arz etmiyor. Bu konuda inkılabı hakkındaki kitabı okunmadan, bu mesele aydının görevi nedir ve bu yolda atılmış ciddi adımlar hakkında bir şey söylenebilir mi, nasıl söylenebilir? var mı? Bir de… İsmail…’in bir kitabı vardır dil inkılabı hak- kında. o da enteresan bir kitaptır. Fakat o da dalka- Olmadı, olamadı, maalesef böyle bir adım atılmadı, vukluk yapmıştır, bir devri müdafaa için yazılmıştır, böyle ciddi çalışma olmamıştır. Bazı adamlar bazı bir dalkavuktan ciddiyet beklemek caiz değildir ta- şeyler söylemişler; mesela Sait Halim Paşa gibi ve bii.1 bunlar ferdi çıkışlardır. Sizin aydın dediğiniz kimse- ler bu kavramları körü körüne alıp hiçbir tahlilden Kendi dünya görüşüne sahip çıkmak isteyen aydınların geçirmeden, anlamadan kullanılmıştır. bu çözülmeye karşı ne tür bir çalışmaları olmuş bu de- virde? Cevdet Paşa gibilerin gayretleri ise önleyememiş. Bazı aydınlarımız İslam’a ideoloji diyorlar, siz bu tabi- Temel bir eksiklikleri mi vardı? ri doğru buluyor musunuz? Evvela aydın kim ve aydın ne? Aydın hakikati söy- İslam ideolojisi diye bir şey yoktur. İslam vahiydir lemekten çekinmeyen, her hakikati her şeye rağ- ve ideolojilerle mukayese edilemez. İslamiyet’e ya men söyleyen ve kendi kafasıyla düşünen adamdır; inanılır, ya inanılmaz. Dinler menşeleri itibariyle va- Türkiye’de böyle bir sınıf. Aydın dediğimiz kimse hiydir. Bu itibarla fani ile özellikle geçici doktrinlerle de ister istemez sırtını bir sosyal sınıfa da dayamak mukayese edilemez. Bir profesör yaptı bu hatayı ve zorundadır. Türkiye’de böyle bir sosyal sınıf olmadı- karmakarışık etti ortalığı. Bir delinin attığı taşı kırk ğından derme çatma bir sınıfa dayamak zorundadır. akıllı çıkaramadı yani. İşte bu da orta direktir. Yakın tarihimizde böyle kaç tane adamımız var, daha doğrusu yakın tarihimizde Birde alfabe değişimini çok önemli bir yapıtaşı olduğu- böyle adamlar var mıydı? Belki vardı ama araştırmak nu sanıyorum. Alfabe değişimi ile birlikte anlam kay- lazım. maları olmuş mudur? Türkiye de yapılan alfabe devri- mi ile birlikte lehte ve aleyhte ne tür sonuçlar olmuştur? 1 Burada Cemil Meriç’in konuşması anlaşılamıyor. Çeşitli ortamlarda çeşitli şahıslara da dinlettirip kaseti en doğru şekilde çözmeye çalıştım. Ancak sa- Evvela dil değişmez. Bir toplumun dili değişmez. Bu dece İsmail isminin belirgin olduğu anlaşılıyor. Peşinen gelen kelime daha mantıksız uygulama da maalesef evvela Yahudiler çok“özbil,“Özdemir” veya “Ö”harflerinin karışımı bir şey çağrıştırıyor. Ben de değerli hocam Sn.Prof.Dr.Orhan Okay hoca ile görüştükten sonra bu is- karşı çıkmıştır. Bu konuda çoğu kimse dalkavukluk min İsmail Şükrü olabileceğine kanaat getirdim. (F.K) yapmıştır. Bir dalkavuktan asla ciddiyet beklenmez. Neden Yahudiler karşı çıktı? Çünkü onlar ilimle temas etmişlerdir, yani ilim diye bir şey vardı onlar için. Avram Galanti Efendi Eski Harfler Terakkimize Mani Değildir diye eski harfler konusunda kitap yazdı, hiç kimse bunu yazmadı,

150 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Birkaç isim verebilir misiniz? Vallahi geliyor efendim. Attila İlhan kafası işleyen bir çocuktur; oldukça kafası işleyen bir çocuktur ve iyi Evet, mesela Ahmet Cevdet’i verebilirim. Ahmet Mit- bir gazetecidir. Mütefekkir değildir tabii. Ama oku- hat Efendi’yi verebilirim… Kolay değil efendim, yani muştur ve birçok insana nazaran birçok şeyler bilir, mantar gibi türemez ki aydın. yani rastgele bir insan değildir Attila İlhan. Evet, pa- muk yumağı ile oynayan bir kediye benzettim Attila Zor yetişiyor değil mi? İlhan’ı. Yumak birden kaybolur sonra tekrar bulur, Aydın güç yetişen bir nebattır, çok itina ister, bir de sonra tekrar oynar, teşhisim budur. Efendim, yani bunu boğmaya kalkışırsanız, kökünü kurutursunuz. şunu tekrarlayalım, Necip Fazıl çok önemli bir şa- Bizde hep boğmaya çalışılmıştır. irdir. Benim arkadaşımdır, evine giderim. Esasen olumsuz söylenecek bir tarafı da yoktur. Yer yer Siz bir de entelektüel diyorsunuz, bu terim aydın keli- Fransız şairlerden etkilenmiştir. Yer yer onları da aş- mesini tam olarak karşılıyor mu? mıştır Necip Fazıl. Büyük bir şairdir. Güzel konuşan ve konuştuğunu dinleten bir adamdır. Büyük bir şa- Aydın demektir. Fransızca olarak aydını karşılıyor. irden daha başka bir şey bekleyemeyiz. Çünkü Türkçede aydın yoktur, vaktiyle ilk defa ola- rak “efkar’ün münevvere” ashabı denildi.2 Efendim tabii bunları söylerken gerçeği gerçek ola- rak ele almak lazım. Necip Fazıl’ı Necip Fazıl ola- Tabii bu kavramlar zamana karşı duramıyorlar. Son- rak görmek lazım. Necip Fazıl ne bir fikir adamıdır, ra “efkarü’n münevvere”den vazgeçildi, münevver ne bir düşüncenin temsilcisidir. Müslüman’dır, kısa denildi, sonra aydın denildi; yani o kelime de böyle boylu, sevimli bir adamdır. birtakım değişiklikler geçirmiştir. Müslümanlar arasında gerçekten aydın olarak kabul Ya İntelijansiya nedir? edeceğimiz, aydın olarak kendini kabul ettirebilecek bi- Efendim intelijansiya Rusya’da aydın grubunun is- rileri çıkabilir mi, yani şunu söylemek istiyorum, mev- midir. Rusya’ya mahsus bir tabirdir. Rusya’da bilinen cut olan toplumumuzun birçok bakımdan birikimi, söz sınıfların dışında kendi başına bir sınıf teşkil eden konusu aydını üretebilecek yapıya müsait hale gelmiş aydınların adıdır. midir? Biraz evvel aydın sorumu sorarken cevaplarınız ara- İstikbal hakkında bir şey diyemem. Fakat hali hazır- sında bir iki isim saydıktan sonra günümüze doğru gel- daki durum için böyle bir şeyin mümkün olduğunu mediniz. Gerçi şurası da bir gerçek günümüze doğru söyleyemem. Burada Ümit Hanım devreye giriyor: Po- birkaç isim saymış olsaydınız, biz de bu hallere, düş- tansiyel olması çok önemli. Potansiyel olduktan sonra müş olmazdık herhalde. Necip Fazıl için “iyi bir şair” yetişir, diyor. dediniz. Sezai Karakoç için ne diyorsunuz? Geçmişle günümüz arasında bir kopukluk var, bir ezil- Hiçbir şey söylemem. Ben Sezai Bey’i tanımam. me var, bir devre var. Kendisi doğru dürüst bir insan olabilir; fakat tanı- Maalesef öyle. madığım birisi için herhangi bir şey söylemek iste- mem. Efendim birçok kimse Batı’ya özenti duyuyor. Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte bakacak olursak, o Hâlbuki kendileri özenecek halde değiller. Yani ken- gün ayrı bugün ayrı kullanılan kavram ya da kavram- dilerinin kültürü ve düşüncesi Batı’nınkinden daha lar var mıdır, varsa nelerdir? sağlam olabilir. Efendim o devirle başlayıp bugüne gelen kavram yok Bir de Attila İlhan için sizin bir tespitiniz var. Yanlış gibidir, hiçbir kelime devrin gelişmesine mukavemet hatırlamıyorsam, şair ve filozof tabirleri kullanıyorsu- edemez. nuz ve filoz merdivenleri çıktığını, kapının önüne geldi- ğini, kapını tokmağına el attığını ve sonra kapının açıl- Efendim bizi bu görüşmeyi yapmak üzere kabul etti- madığını söylüyorsunuz ve hemen oraya nokta koyup, ğiniz için size çok teşekkür ediyoruz. Ayrıca rahatsız “hidayet” diyorsunuz. Ayrıca yine hatırladığım kada- olduğunuzu göre göre bu konuşmayı devam ettirmekle rıyla pamuk yumağı ile oynayan bir kediye de benzeti- doğrusu kabalık ettiğimiz hissine kapıldık. Lütfen hak- yorsunuz. Gerçekten Attila İlhan kapının önüne kadar kınızı helal ediniz. gelebilmiş midir size göre? Helal olsun.

2 Bu kavram pek iyi anlaşılmıyor. Sn. Prof.Dr.Ömer Faruk Akün hoca ile görüştükten sonra bu kavramın böyle olduğuna kanaat getirildi. (F.K)

151 CAN ALICI YERİNDEN Türk Edebiyatı Sayı 33, Şubat 1974

Turgut GÜLER

Bu sayıdan itibaren, “Can Alıcı Yerinden” adıyla 11- Sizce, Türk tarih ve medeniyetinin, bugün de asrın düzenlediğimiz anket sorularına sanatkâr ve fikir şartları içinde ulaşmamızı istediğiniz yücelmiş çağrı adamlarımızın verdikleri cevapları yayınlamaya baş- hangisidir? O çağ, sizce hangi değerleri bakımından lıyoruz. Anketimizin gayesi, hem milliyetçi sanatkâr idealdir? ve fikir adamlarımızı tanıtmak hem de onların, gü- nümüz fikir ve sanat meseleleri hakkındaki görüş- 12- Hem muhafazakâr (koruyucu) olma, hem de yeni- lerini aktarmaktır. (Aşağıda, önce sorularımızı toplu leşme kavramları, sizce zıt kavramlar mıdır? halde sunduktan sonra, Sayın Cemil Meriç’in cevap- larını veriyoruz.) 13- Uzun bir süre Fransız, sonra Hind, sonra bilhassa Türk-İslâm kültürüne eğildiniz? Sizce bu üç kültürün 1- Yaşayışınızın, eserinizi etkilemiş bulunan birkaç saf- (çok kısa) karşılaştırılması ile, sunacağınız kıyaslama hasını kısaca anlatır mısınız? ana-hatları neler olabilir?

2- Sanatta sizi ilgilendiren alan veya tür ne olmuştur? 14- Son yıllarda, Batı’yı size olumsuz gösteren ve Türk- Bu seçimin sebepleri üzerinde düşünceleriniz? İslâm terkibinin büyüklüğünü, size takdis ettiren dü- şüncenin temel sebebini – kısaca- söyler misiniz? 3- Türk toplumuna bugünkü bakışınızda gördüğünüz eksikler ve ümitler... Ne türlü bir terkib ihtiyacı sizi il- 15- Tanzimat’tan beri, Türk aydını ile Türk halkının, gilendiriyor? “âdeta iki ayrı millet” olduğunu sık sık ileri sürüyorsu- nuz? Bunun gerçeklerini –kısaca- açıklar mısınız? 4- Türkçeye bugünkü bakışınızda gördüğünüz özellik- ler? Türkçe, sizin sanatınızı ve bugünkü edebiyatı han- 16- Eserleriniz basılış sırası ile. gi yanları ile ilgilendiriyor? Cemil Meriç’in Anketimize Cevapları 5- Yapmakta olduğunuz sanatın, yapabildiğinizin ve Eser, hayatı aksettirir; ama tahrif ederek başkalaştıra- yapmak istediğinizin ana hatları sorulsa... rak. Tekevvünün sırlarını, hal tercümelerinin lâubâli ifşalarından öğrenemeyiz. Bu karanlık bölgeyi az 6- Toplum ve edebiyatımızı, bugün bir bunalım içinde veya çok aydınlatan tek ışık psikanalizcinin serseri görmekte misiniz? Varsa, bunun sebepleri, sizi ilgilen- ve terbiyesiz tecessüsü. diren yanları ile... sanatınızda , “kaynak” meselesini çözdünüz mü? Sizce, bugünkü edebiyatçı ve sanatçının Sanat bir fetihtir. Her yaratıcı içtimaileşmek için kaynakları neler olabilir? Kendi hesabınıza kaynakları yazar... İçtimaileşmek yani zindanın duvarlarını buldunuz mu? Sanatınız yoksa bir tesadüf müdür? yıkmak, yeni dostlar kazanmak, bütünleşmek. Bu ihtiyaç önce müphemdir. Şarkılarını başkalarına 7- Daha hangi arayışlar, özleyişler içindesiniz? dinletmek ister sanatkâr. Sonra bu şarkılar hayatın kendisi olur. 8- Yazmakta olduğunuz türe, bir isim koyarsanız... Sizce bu türün büyük yazarları kimlerdir? Bir aydın Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla... Ben olarak benimsediğiniz büyük edebiyatçılar? kalemle doğmuşum, Şiirle başladım edebiyata. İn- sanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Ve kelimelerle 9- Yazdığınız türe, sizin getirdiğinizi sandığınız, baş- uysallaştırmak, kelimelerle munisleştirmek isterdim kalık yenilik ve değişiklikler... düşman bir dünyayı. Cıvıldayan bir kuş kadar rahat- tım yazarken. Okumayı ve hissetmeyi. Yıllarca bir 10- Bir düşünce adamı olarak Türk milletine bugün ve- cezbeye tutulmuş gibi yazdım. İlâhî bir ses uğuldu- rilmesi gerekli fikir istikametini “ilke” halinde sunmak yordu kulaklarımda, kimsenin duymadığı bir ses. Ve ister misiniz? defterler kendiliğinden doluyordu.

152 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Sonra ilmin ilhamı dizginliyen sert disiplini... Histen İbdaın beklenmedik alanlara taşan serazat ve ser- ve hissî’den utanış... Histen ve hissî’den yani gerçek keş hüviyeti, tasnif teşebbüslerini iflâsa uğratmış benden. Nazımdan nesre, enfüsiden afakiye atlayış, zaman zaman. Yaratıcılar kolayını bulmuşlar, kimi 940 lardaki yazılarımın farikası ukalaca bir ciddiyet: “vecizeler” başlığını oturtmuş kitabına, kimi “karak- Lucretius, Heine, Maxnordau. Tercüme tenkitleri. terler”. Sainte Beuve yazılarının çoğunu “Pazartesi Batı irfanını ülke ülke, devir devir keşfe çıkan genç konuşmaları”nda toplanmış. Taine belli başlı araştır- bir tecessüs. İlk kitabım 1942’de doğdu. Yetmiş beş malarını “Tenkid ve Tarih Denemeleri”ne hapsetmiş. sayfalık bir araştırma: Balzac ve yüz sayfalık bir ter- cüme: Altın Gözlü Kız. Her tasnif gerçeği zedeler. Biz türleri Avrupa’dan al- mışız. Genç edebiyatımızı Batı’daki türlere göre sınıf- İrfan hayatıma istikamet veren üç üstad: Rousseau, landırmak güç ve tehlikeli. Nazif’i nereye yerleştire- Balzac ve İbn Haldun. Rousseau’dan Nietzsche’ye, ceğiz? Abdullah Cevdet’i nereye? Celâl Nuri kendine Nietzsche’den Hegel’le şakirtlerine geçiş. Fransız ve “pübliciste” diyordu. Bir Namık Kemal’i, bir Cenab’ı, İngiliz edebiyatını Balzac’la beraber dolaştım. İbn bir Haşim’i, bir İsmail Habib’i veya bir Tanpınar’ı Haldun İslâm dünyasında kılavuzum oldu. Batı’nın hangi klişesine hapsedeceğiz?

Yazılarımın muhtevasını, hissî tercihlerden çok Ben de o fikir ailesine mensubum. Ve işlediğim türe içtimaî talepler tayin etti. Nazımda devler vardı. ister istemez deneme adını vereceğim. İster istemez Nesir tacidarını bekliyordu... tacidarını yani fatihi- diyorum çünkü denemecilik sıfatı garip ve rahatsız ni. Hayatımı kalemimle kazanmak zorundaydım ve edici bir sıfat. Bize verilecek ismin tayini Kaplan ve kitapçı tercüme istiyordu. Balzac’dan altı roman çe- Kabaklı gibi edebiyat tarihçisi dostlarımıza düşer. virdim, “que sais je” dizisinden bir tekniklerin tarihi Hind Edebiyatı, Saint Simon, Bu Ülke veya Umran- (Üniversite Kitabevi’nde kayboldu), Jean Rostan’dan dan Uygarlığa aynı kaynaktan fışkırdılar, başka bir İnsan Değiştirilebilir mi? (İş Bankası’nda kaybol- tabirle aynı ilhamın eseridirler. Hind Edeniyatının du) 1950’lere kadar başlıca tercümelerim. Bunları “bilimsel” ve alışılmış edebiyat tarihiyle münasebeti Hugo’dan iki manzum tiyatro tercümesi takip etti: isminden ibaret. Kitapta yaşayan, düşünen, konuşan Hernani ve Marion De Lorme. Bu arada Amaç, Yirmin- yazarın kendisi... tarihten çok destan. Saint Simon’da ci Asır dergilerinde tenkit ve tetkikler. konu bir fikir adamının karanlık ve muhteşem mace- rası, bir fikir adamının daha doğrusu bir fikrin. Ama Balzac’ı tanımasam romancı olmak isterdim. Yıllarca konuşan ve düşünen yine yazarın kendisi. İlim, is- “İnsanlığın Komedyası”yla uğraştıktan sonra roman kelet. yazmağa kalkışmak küstahlık olurdu. Tiyatronun yabancısıydım. Üzerinde rahatça kalem oynatacağım Monografi, tenkid, edebiyat tarihi... İmzamı taşıyan tek saha kalıyordu, bizde mazisi olmayan ve ismi her yazıda ben yaşıyorum. Bütün bu neviler ken- dahi konmayan bir saha. dimi anlatmak için bir vesile. Bir Balzac’ın, bir İbn Haldun’un, bir Makyavel’in arkasına gizleniyorum, Filhakika naçiz bir temsilcisi olmakla şeref duydu- kendimi yaşıyorum onlarda... Kendi öfkelerimi, ken- ğum türün ne sabit bir tarifi var, ne umumî kabule di ümitlerimi, kendi ümitsizliklerimizi. İşlediğim mazhar olmuş bir ismi. Deneme; müphem, korkak, türe insanı getirdim, yaralı bir çağın insanını... mürayi bir kelime. Üstelik yabancı da. Her edebî nevi Bu insanın acı tespitleri, bir mahkûmiyet kararına kucaklayacak kadar geniş, rahat ve seyyal. Yani belir- benziyen müşahedeleri, isyanları, aldanışları var. li bir muhtevası yok. Kalıplaşmamış olduğu için ca- Sanat, tefekkürün emrinde bir vasıtadır, tahassüsle zip. Mürayi bir kelime dedik, mütevazi demek daha kaynaşan bir tefekkür. Bir çağın vicdanı olmak is- doğru olurdu. Büyük handikapı maziye uzanmaması terdim... bir çağın daha doğrusu bir milletin. İdraki- (kendi mazimize demek istiyorum) ve sevimli tedai- mize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, lerden mahrum oluşu. Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvar- ları yıkmak isterdim. Mazlum bir kavmin sesi olmak Tenkid, denemeden çok daha bedbaht bir tabir. Önce isterdim. Muhteşem bir maziyi. daha muhteşem bir iftial babından intikad kullanmışız sonra tefil babın- istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelime- dan tenkidi. Şimdi de nevzuhur bir “ ”si var: öz Türkçe den sevgiden bir köprü. Sanat tefekkürün, tefekkür eleştirme. “ ” şeffaflığı ve selabeti. Ne dü- Düşünceler mukaddeslerin emrinde olmalıdır. Hakikat mukad- şüncesi, kimin düşüncesi? deslerin mukaddesi... Hakikat ve sevgi.

153 Köklerinden koparılmış bir toplum ve onun hasta, lerin tabiriyle “Démystification.” Millet kendi istika- çarpık, bedbaht ifadesi: Edebiyat. İhanet ve hama- metini kendisi tayin eder, yeter ki, gözlerindeki bağ katin piçi uyuz bir dil. Herkes kendini bir “izm”e çözülsün, yeter ki bu garip ve tehlikeli hastalıktan, hapsetmiş. Başka hiçbir medeniyet bu kadar vahim kendini bir başkası sanma hastalığı, kurtarılsın. ameliyatlara, bu kadar tehlikeli yalanlara göğüs ge- Düşman bir dünyanın ortasındadır. Batı’nın zaferle- remezdi. Dil, argoların en sakili, idraklar mefluç, ri onun mağlûbiyetleri. Bütün husumetini dışarıya, gönüller sağır. Sanat adamının ilk vazifesi dili kur- bütün muhabbetini kendi evlâtlarına saklamak, ya- tarmak. İdrak kendiliğinden canlanır. Dil, milletin şamasının ilk şartı. Demek istiyorum ki bu mustarib kendisi, bütün mefahiri, bütün mazisi, bütün istik- halk; tarihini ve dilini yeniden öğrenmek zorunda- baliyle. Hafızasını kaybeden bu zavallı nesillere bak- dır. Mazi yani milleti yapan üçüncü buud sisler ar- tıkça insanın ıstıraptan çıldırası geliyor. Onları biz kadaşında kayıb. Sonra Avrupa ve Asya’ya sefer, Av- mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, hepimizin rupa ve Asya irfanına. İnsan düşüncesini merkezden yani bütün aydınların. muhite ve tekrar muhitten merkeze doğru.

Beni bütün iğvalardan kurtaran tılsım anadilime Maziye dönmek veya kaybolan bir çağı diriltmeğe ça- karşı beslediğim aşk oldu. Bu serseri irfan yolcusu- lışmak abesle iştigal olur. Bence, Devlet-i Aliyye’nin nu ne deniz kızlarının şarkıları ayartabildi, ne uzak kuruluşundan Tanzimat’a kadar geçen her asır muh- ve meçhul iklimlerin dildadeleri. Beşiğimde duydu- teşem ve göğüs kabartıcıdır. Bir kitap ve kelime me- ğum ses, seslerin en güzeliydi. Fransızcanın hendesi deniyeti değil, bir iman ve aksiyon medeniyeti yarat- vuzuhu, İngilizcenin derin ve esrarlı musıkisi bana mışız. İnsan haysiyetini yücelten, adalet ülküsünü Osmanlıcanın ihtişamını unutturamadı. Bahtiyar gerçekleştiren büyük bir medeniyet. Hiçbir “izm”in bir tesadüf karşıma Refik Halid’i çıkardı çocukken. erişemediği ve erişemiyeceği bir rüya. İnsanın ve in- Onun kolay ve kusursuz nesriyle her gün temas et- sanlığın altın çağı. tim. “Doğru Yol” ve “Vahdet” gazetelerindeki makale- leri benim için bir nevi sabah duasıydı. Sonra Ruşen Bir sualiniz de şu: “Hem muhafazakâr olma hem de Eşref, Yakup Kadri, Halide Edip. Sonra bütün girift- yenileşme kavramları, sizce zıt kavramlar mıdır?” liği, bütün esrarı, bütün musikisiyle divan şiiri. Nabi, Fuzuli, Baki ve Tanzimat. Namık Kemal’in, Süley- Kat’iyen. Her canlı uzviyetin kanunu, devam etmek man Nazif’in, Hamid’in bütün kitaplarını ezber gibi ve değişmektir. Başka bir tabirle değişerek devam okurum. Yalnız onlar mı? “Tercüme-i Telemak”dan, etmek. II. Abdülhamid Han, Hayreddin Paşa’ya, “Monte Kristo”ya, Ahmed Midhat Efendi “Letaif-i Avrupa’da iki meslek-i siyasî olduğunu hatırlatıyor- Rivayat”ından, Halide Hanım’ın son romanlarına ka- du: Liberalizm ve konservasyon. Biz ne liberalizm’in dar yüzlerce hikâye. Çocukluk ve gençlik yıllarımı aşırı çılgınlıklarına kapılmalıydık, ne konservatizm’in kitaplarda yaşadım. Batı’ya zengin bir hamuleyle geç- hayatı dumura uğratan uyuşukluğuna. İslâm için en tim... klasikler, romantikler, parnas ve sembolizm. büyük fazilet itidâldir. Padişah-ı cihanın tabiriyle Uğramadığım iskele kalmadı. Sonra Uzak Doğu’da mevcudun en iyi tarafını (ahsen’ini) koruyarak yeni- dört yıllık bir cevelan ve ülkeme dönüş. Kaynakları- leşmek. Hiçbir ihtilâl bekleneni getirmedi. Cemiyet- mı soruyorsunuz... malzeme olarak tâdâd ve terkimi te de, edebiyatta da topyekûn değişiklikler tehlikeli. imkânsız. Üslûpta ilk ceddim Sinan Paşa. Sonra Na- Tehlikeli değil imkânsız. zif, Cenap ve Haşim. Her ülkenin –her kavmin diyecektim- ayrı bir kül- Ne yapmak istediğime gelince... Yazarı okuyucudan türü var. Kültürün bütün bir tarihi eseri. Kültür ki- ayıran bütün duvarları yıkmak, sesimi bütün hizip- şiliğimiz Avrupalı eski toprak kölelerinin veya eşkı- lere duyurmak. Sesimi yani şuurun, tarihin, ilmin yaların “oluşturduğu” bir toplum. İlk vasfı istismar. sesini. Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki Türk Düşman bir dünyayı veya düşman bir medeniyeti. insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi sap- Avrupa’nın farikası burjuvazi. Burjuvazinin farikası lansın. İsrafil’in sûru gibi heybetli bir ifade. Sanatla hodgâmlık. Asırlarca esaret içinde yaşamış... İnsan- tefekkürü mezcetmek. lığa hıncı buradan geliyor. Avrupa’nın kültürü –gerçek Avrupa’nın demek istiyorum- maddeci bir kültür, Bir sualiniz de Türk milletine verilmesi gereken is- temeli akıl yani hesap. Hind, tasavvufun vatanı... ta- tikamet. Fikir adamının vazifesi kucağında yaşadığı savvufun ve metafizik düşüncenin. Şiiri de ırmakları toplumu gaflet ve yalanlardan kurtarmaktır. Frenk- gibi coşkun ve heybetli. Ama Hind dünyevî karşısın-

154 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI da kayıtsız, insan düşüncesine ‘mutlak’ı ve sonsuzu nesli daha uyanık, daha şuurlu, bir kelime ile daha getirmiş, kavgayı ve dinamizmi değil. Türk medeni- millîdir. Hastalığın başlangıç devresindeyiz. Serveti- yeti -Türk-İslâm medeniyeti demek istiyorum- bir fünun intelijansiyanın halktan kopuşunu hızlandırır. hür insanlar medeniyeti. Mağlup kavimleri kanat- Nihayet Batı’nın bütün batıllarına hayran, Doğu’nun ları altına alan, haysiyet içinde yaşayıp gelişmelerini her faziletinden habersiz nesiller türer. Namuslu ay- mümkün kılan vakur ve fadakâr insanların medeni- dın, bu hafızasız nesilleri uyandırmak zorundadır. yeti. O “alperen”ler için dindışı edebiyat bir oyundu Sanatın vazifesi böyle bir mucize yaratmak. Yolunu sadece. Osmanlı bu şahâne oyunu büyük bir asaletle şaşıran sözde aydınları kızmadan, sabırsızlanmadan oynadı, asalet ve hünerle. Avrupa’nın ne Fuzuli’si, ne irşada çalışmak. Sanat da din gibi ayırmaz birleştirir. Baki’si, ne Galib’i var. Itri’si ve Sinan’ı olmadığı gibi. Doğu ile Batı arasında bir terkip bu zavallı aydının Avrupa kültürü cihanşümul saltanatı reklâma borç- Tanzimat’tan beri kovaladığı bir rüya. Ateşle pamu- lu. Bir karıncalar medeniyeti bu. Ağustos böcekleri- ğun, kurtla kuzunun terkibi. Bizi bu ütopya öldürdü. nin şarkılarını daima küçümsemiş. Ağustos böcekle- Büyük medeniyetler kendi kendilerine yeterler. Her rini kasideci olarak kullanan hain, kıyıcı, ufuksuz bir iktibas tehlikelidir. Devlet-i Aliyye yükseliş devir- karıncalar medeniyeti. lerinde fethettiği ülkelerin medeniyetlerini bir harç olarak katıyordu abidelerine. “Bütgede”yi mescid Batılı garip bir insan türü. Aslandan çok tilkiye yakın. yaptıktan sonra benimsiyordu. Yabancı medeniyet- Tanzimat’tan beri bu tehlikeli hayvanın ruh dünya- lerden sadece malzeme alabiliriz. kum, çimento, taş sına nüfuz edemedik. Genç Namık Kemal Londra’da gibi. Medeniyet bir bütündür, titizlikle muhafaza Canning’le karşılaşır. İhtiyar diplomat salyası akan edilmesi gereken bir bütün. bir bunaktır, hazrete göre. Aslan tilkiyi nasıl anla- sın? Mesele şu veya bu kıtayı küçümsemek değil. Asrımız Avrupa’nın asrı, Avrupa’nın yani maddeci ilmin, kurnaz politikanın haşin mantığın. Avrupalı için tek insan vardır: Avrupalı. Liberal’i de, Sosyalist’i de Asya’yı bir emtia pazarı olarak görür. Aslan tilkiyi anlayamadığı gibi, tilki de aslanı anlayamaz.

Avrupa medeniyeti tarih sahnesinde boy gösteren üç beş büyük medeniyetten biridir. En genç olduğu için en güçlüsüdür, en güçlüsü ama en mühimi değil. Ve her genç medeniyet gibi küstahtır. Fuzuli iddiala- rı vardır, meselâ tarihî ve içtimaî ilimleri kurmakla övünür. Halbuki İslâm’ın XIV. yüzyılda varlığı irtifaa bugün bile ulaşmış değildir. Türk-İslâm medeniyeti ahlâka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçekleş- tirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de çok daha muazzez. Ben, bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istediğim şaheser insanın kendisi. Osmanlı, tarihine vecidle eğilim bu büyük, bu gerçek, bu mert insanı yaratmış ve yaşat- mış.

Aydın ayrı bir millet. Ne mazisi var, ne istikbali. Ki- lisecikler halinde yaşar. Bir gorilin iştihaları ve bir papağanın öğretileri tekrarlama kabiliyeti. Asya’ya düşman Avrupa’ya dost. Hakikatte ne Asya’yı tanır ne Avrupa’yı. Aydınlarımız Batı’nın yeniçerileridir. Başlıca marifetleri kendi kendilerini tahrip. Dilleri başka, dinleri başka. Daha doğrusu dilleri de din- leri de yok. Tanzimat’tan beri devam eden bir facia bu. Kendi insanından kopan aydın. Namık Kemal

155 PINAR DERGİSİ Ekim 1976

Mehmet Akif AK

“Aşağıda bunalım çağı Türk düşüncesinin sancılarını bir iman ve hamle medeniyetidir. Gevezeliğe itibar çeken, çilelerini yaşayan ve gerçeğimizi bulmada önem- etmez. Ciddî olan her hakikat, her bilgi, her ders li adımlar atan bir düşünürümüzle yapılmış röportajı Kur’an’da toplanmıştır. Edebiyat Batı’daki gibi bir sunuyoruz. Cemil Meriç Bey, şifâhî kültür, Türk dü- kavga silahı değil, fâtihler için bir eğlence vasıtasıdır. şüncesinde felsefe ve çağdaşlaşma üzerine kendine yö- Felsefe yoktur. Çünkü felsefe, şüphenin çocuğudur. neltilen suallerimizi cevapladılar. Sizi fikir dünyamızın Mutlak hakikate eren kimseler için böyle bir zihin gündemine yeni meseleler getiren Cemil Meriç Bey ve temrinine ne ihtiyaç var! Cedlerimiz hayat tecrübe- arkadaşlarımızla başbaşa bırakıyoruz.” lerini, düşünce ve intibalarını kâh sözle, kâh yazıy- la aktarmışlardır. Bu fikir mahsullerinin bütününe Efendim, ilk sorumuz kültür kavramıyla olacak. irfan diyoruz. İrfan, Kur’an’da temelini bulan, yani Türkiye’de de sıkça kullanılmasına rağmen bu kavra- beşer idrakine sunulan, büyük ve ezelî hakikatlere, mın neleri ifade ettiği, neleri etmediği belirsiz. Sizce bu insanoğlunun hayat tecrübesinden aldığı dersleri ila- kavram neleri alır içine? ve etmesi, onları yeni baştan düşünmesi, çağa göre yorumlaması ve anlatmasıdır. Bir kelimeyle, ilahî ve Kültür kelimesi, son derece kaypak bir kelime. Kül- insanînin, nassla tecrübenin, dinî ile dünyevînin im- tür, kütüphanedir. Yani sadırda değil, satırdadır. tizacıdır. Kültürün tehlikeli ve iltibasa yol açan bir kelime ol- duğunu söylemiştim. Kültür, bir antropolojik mana Kültür ile irfanı kıyaslayacak olursak... ifade eder. Gelişmiş veya gelişmemiş her topluluğun, maddî ve manevî fetihlerini kucaklar. Bu manada Bence kültür, bir Batı mefhumudur. Bu itibarla, toplumun kendisidir. Bir de nesilden nesile aktarı- Batı’dan aldığımız bilgiler için, başka bir deyişle ir- lan, insanı olgunlaştırmaya yarayan, fikir ve his eser- fanımızın sığlaşmış, soysuzlaşmış, yabancılaşmış lerinin bütünüdür. kısımları için kullanılmalıdır. Yani bir Osmanlı ir- fanından bir de Cumhuriyet kültüründen söz edebi- Biz kelimeyi rastgele kullandığımız için lüzumsuz liriz. Tekrar ediyorum. İrfan hem doğuştandır hem iltibaslara düşüyoruz. Mazimiz söz konusu olunca, de terbiye ile derinleşmiş, zenginleşmiştir. Gerçe- Avrupa menşeli olan Almanya ve Amerika’da başka, ği bölmez, Batı’da olduğu gibi. İnsanı insan yapan Fransa’da başka bir mefhum ifade eden kültür keli- bütün vasıfları kucaklar. Nedim “Belî söz bilmeziz; mesinin, kullanılmamasından yanayım. Bu kelimey- amma biraz irfanımız vardır” derken, bu hakikati le mazimizi ifade imkânsız. işaret ediyordu. Ziya Paşa’ya göre “kişi noksanını bil- mek gibi irfan olmaz.” Biz, kültürü Fransızcadan aldık. Ziya Gökalp, keli- meye garip bir karşılık buldu: Hars. Firuz Abadi’nin Hülâsa kültür, irfanın sadece bir yönüdür, bütünü Büyük Kamusu’na göre hars, müstehcen bir kelime- değil. Kitaplar vasıtasıyla kazanılır. Ahlakî hiçbir de- dir. Kesret-i cima en masum karşılıklarından biri. Bu ğer belirtmez. Osmanlı irfandır, Avrupa kültürdür. musikisiz ve ahenksiz kelime, ayrıca kaynağındaki Mazimizi kapsayan irfan kelimesi ile bugünkü sağlı- levislerin de tesiriyle tutmadı. Fransızcada ise kültür, ğımızı, yozlaşmışlığımızı ifade edebilecek olan kültürü kütüphane, yazı, terbiye demektir. kıyaslamış oldunuz. Burada bir başka konu açalım mü- Kültürün şifâhisi olur mu? Bizim kültürümüz için bu saadenizle. Maziden çok uzaklarda olduğumuz aşikâr. kabil bir söylenti dolaşıyor da... En azından iki asırlık bir boşluktur bu uzaklık. Batı istesek de istemesek de girmiştir hayatımıza. Şimdi iki Yukarıdaki açıklamalarıma göre kültürün şifahisi tercih var sanıyoruz önümüzde: Yok olmak veya bu te- olmaz. Bu kelimenin mazimizi ifade için kullanıl- sirlere rağmen yeni bir kurtuluş ve yüceliş dönemi aç- masına taraftar değilim. Kaldı ki Batılı anlamlarıy- mak... Yurdumuza cebren yerleşen bu zoraki misafire, la da kültürün şifâhisi olmaz. Osmanlı medeniyeti yani Batı’ya karşı tavrımız ne olmalıdır o halde?

156 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Çok önemli bir konu bu. Batı’ya karşı bütün pen- medeniyet kuran kılavuzdur. Fakat Kur’an’ın haki- cerelerimiz kırılmıştır, açılmış değil. Batı bu pence- katlerini tefsir eden, yani anlayan, tatbik eden in- relerden her şeyiyle beraber içeri girmiştir. Hiçbir sandır. İnsan olgunlaştığı ölçüde, dünyayı ve kainatı ülkenin uğramadığı felakete uğradık. Mazi ile kök- tanıdığı ölçüde Kur’an da başka şeyler söyler insana. lerimizi kaybettik, göbek bağımız koptu. Bize ait bü- Kur’an insana her şeyi söylemiştir, insana ama. İn- tün mefhumları feda ettik. Batı bizi istila etti. Bu hem san kâfi derecede gelişmemiş, insan Kur’an’ın bütün iyidir, hem kötüdür. Kötüdür; çünkü kendi irfanı ol- söylemek istediklerini, bütün işaretlerini anlamamış. madan, kendi tarihi olmadan, yani bütün bunları bil- Bu arada Batı’da büyük inkılaplar olmuş. Bu inkılap- meden kendisi olmak kabil değildir. Elbetteki dünya lar bizim dışımızda başka bir dünyada cereyan etmiş, bir bütündür. Elbetteki Avrupa’ya karşı açılacaktık bunları anlamamışız. Kapılarımızı kapamışısız. Batı ve açıldık. Yalnız bu açılış, bizi mazimize tutunmak- ayrı bir tekâmül, ayrı bir inkişâf yapmış. Batı tari- tan alıkoymamalı. Biz İslamiyet’i de Osmanlıyı da üç hinin başlıca farîkası bir cemiyet oluşudur. Sınıflar kıta hâkimi yapan büyük kudreti de asıl kaynakları- kavga ederler birbirleriyle. Sınıflar kavga ederken na inerek tetkik etmek mecburiyetindeyiz. bu kavgayı hem silahla hem sözle yaparlar. Sınıflar iktidarı ele geçirmek için kavga yaparken mantığa, İslam, bir nasslar bütünü değildir. İslam, insanın felsefeye büyük ihtiyaç duymuşlar. Bu itibarla Batı, olgunlaştıkça bir kere daha başvurup anlamaya ça- bir kelam medeniyetidir, bir söz medeniyetidir. Biz lışacağı bir esas hakikatler bütünüdür. Yani bir nevi söz medeniyeti kurmadık. Biz aksiyon ve hamle me- anayasadır. Donmuş, bitmiş, son sözünü söylemiş deniyeti kurduk. Batı gerek madde sahasındaki fetih- bir kitap değildir Kur’an. Seyyaldir, insanla beraber leriyle, gerek bu madde sahasındaki fetihlerin insan büyür, insanla beraber gelişir. Bütün büyüklüğü şuuruna aksi olan ilimlerle bizi geçti. Yani birbirin- burada. Yani geometrik bir kitap değildir. Yaşayan, den ayrı temeller üzerine kurulmuş iki medeniyetten gelişen bir kitap değildir. Kur’an’daki işaretler me- biri bir yönde gelişirken öteki bütün yönleriyle ge- deniyetler doğurmuştur. Yüzyıllardır birçok millete, rilemeye başladı. Daha sonra da Batı ile karşılaşınca bilhassa Osmanlıya kılavuz olmuştur. Kur’an biz ge- kendi zaaflarımızı anladık. İster istemez bu zaafları liştikçe gelişir, biz büyüdükçe büyür. Yani biz onda tanımaya ihtiyaç duyduk. Başlangıçta bu normaldi. neyi ararsak bir parça onu buluruz. Haddizatında bir Biz Batı’yı zekâ ile, idrak ile, şuur ile fethedecektik, medeniyet rehberi olarak ele alınmalıdır. Bin sene kılıçla fethettiğimiz gibi. Fakat bu fetih olmadı, aksi- evvel ondan anladıklarımızla bugün anladıklarımız ne teslimiyete döndü. Burada Batı bize bilgileri için- arasında farklar vardır. Biz olgunlaştıkça irfanımız den kendi istediklerini verdi. Yani bir uşağa lazım arttıkça Kur’an da bize ona göre konuşur. Bu itibarla olacak fikirleri, istismar edilmemize yarayacak bilgi- biz pencerelerimizi Batı’ya karşı ardına kadar kapat- leri verdi. Böylece biz Batıyı da tanıyamadık. Batı’yı mayacağız, onu da tanımaya çalışacağız. Fakat bunu tanıyamadık; fakat kendimizi unuttuk. Kendi kökle- yaparken bizi biz yapan kıymetleri de unutmamak rimizden koptuğumuz gibi, Batıyı da tanımadık. Batı mecburiyetindeyiz. Yoksa tamamen kölesi oluruz kendi bilgilerini rastgele vermez. Bütün tarihini, bü- gelecek fikirlerin. Yani onları tenkit edecek, muka- tün mücadelelerini, bütün şartlarını bilmek suretiy- yese edecek imkanlardan mahrum oluruz. Halbuki le ancak Batı’nın bilgilerini değerlendirebiliriz. Yani bilmek mukayese etmek demektir. Bizde bir şey ola- kendi inkişâflarımızı hem kendi kemal ve yükseliş cak ki bir şey alacağız. Aksi halde neye göre alaca- devrimizin şartlarını bilmek hem de Batı’nın nasıl ğız. Bizde ne vardı? Bu bizi nereye kadar götürdü? geliştiğini, niçin geliştiğini, hangi meselelere cevap Batı’dan ne alacağız? Bunların iyice bilinmesi lazım. aradığını bilmek mecburiyetindeyiz. Bir kelimeyle hiçbir kültür karşısında peşin bir red câiz değildir. Müsadenizle efendim, Batı’dan almak zorunda olduğu- İlk şart anlamaktır. Fakat anlarken kendi değerleri- muz şeyler vardır diyoruz. Halbuki dün Batı’ya muh- mizi de bilmek mecburiyetindeyiz. taç olmadan cihan ölçüsünde bir sistemin ve devletin sahibi olduk. Öyleyse bugünkü muhtaçlık nereden ileri Bu açıklamalarınız her ne kadar konuyu yeterince an- geliyor? Bugünkü noksanlıklarımıza sebep temel zaaf- latmaya yeterse de ben biraz daha teferruata inmenizi larımız mı vardır? Yoksa bu zaaflar birer arıza mıdır istirham edeceğim. Şöyle dün biz üstündük, bugün Batı bizde? üstün. Bugün Batı’nın yükselmesine temel olan kaynak- lar bizde de mevcut değil mi? Bir başka deyişle mutlaka Yukarıdaki sözlerimden bir bölümü bu soruyu da Batı’dan tamamlamamız gerekli eksikliklerimiz mi var cevaplayacak özellikte. Dedik ki Kur’an, büyük bir bugün?

157 Kaynaklar vardı şüphesiz; fakat inkişâflarımız ayrı. ramı. Hristiyanlık insanın insanla münasebetlerine Düşünce dünyasında her fetih çetin kavgaların ese- karışmaz. Zaten Hz. İsa otuz üç yaşında dünyadan ridir.Tarih, tezatlar içinde gelişir. Hakikatte bizim ayrıldı. Ondan asırlar sonra gelen Hz. Muhammed tezadımız Avrupa idi. Biz Avrupa ile dövüşerek geliş- bütün insanlığı kucaklayan bir din getirdi. Batı’nın tik. Fakat kendine düşman bir cemiyet olan Batı’nın düşünerek halletmek zorunda olduğu birçok me- gelişmesi ayrı. Batı sınıf kavgası içinde gelişti. Ve bu seleleri İslam önceden halletmişti. Fazla düşünceye sınıf kavgası ile gelişirken bizim ister istemez üzerin- ihtiyaç bırakmadığı gibi şüpheye de yer vermiyordu. de durmadığımız, bizim için o zamanlar mühim ol- Bizim irfanımız Batı kültüründen farklıdır. Bizim ir- mayan bazı meselelere eğildi. Bu meselelerin başın- fanımızın başlıca konusu fazilettir. İyi bir Müslüman da teknik ve endüstri gelir. Batı kiliseye karşı açtığı iyi bir insan olmaktır. Batı kültürü ise madde üzerin- savaşta maddî fetihlere dayandı. Biz ise tarihin bize deki fetihleri hedef alır. Daha dünyevîdir, daha ka- yüklemediği bu mecburiyetleri tabiî olarak ihmal et- tıdır. Şüphe, metafizik sahada yok İslam’da. Çünkü tik. Şimdi yavrucuğum, bunlar uzun bir tarih felse- Kur’an, felsefenin başlıca konuları olan eşyanın, ha- fesi haddizatında. Konuştuğumuz şeyler son derece yatın, kainatın yaratılışı, geleceği konularını kesin- enteresan; fakat bitmek tükenmek bilmez konudur. likle çözmüş. Ama maddî sahada şüphe var. Elbette- ki bu sahalarda şüphe ilmin kılavuzudur. Cemil Meriç, Mehmet Akif Akın sorularını cevaplarken...

Konuşmamızın temeline geçecek olursak ben şöyle Efendim, konuyu biraz daha açmama müsade buyurun. derim. Osmanlı’da irfan yalnız şifâhi değildir. Ha- Batı’nın felsefesindeki ve müspet ilimlerdeki şüphenin kikatte şifahi irfan, irfanın bir kısmıdır. Bu irfanın aynı şüphe olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Batı’nın şümûlu madde dünyasının fethinden çok, insanın şüphesi bugünkü medeniyetini doğurduğuna göre biz- kendi kendini tasfiyesi, terbiyesi ve insanın insana deki şüphe maddî alanda nasıl bir medeniyete vücut karşı davranışlarıdır. Sonra bu irfanın felsefe kısmı verecekti? da yoktur. Felsefeye neden ihtiyaç duymamış Os- manlı? Belli başlı bütün meseleleri Kur’an halletmiş. Hristiyanlığın ne böyle bir iddiası var ne de prog-

158 CEMİL MERİÇ’İN MÜLAKAT VE KONFERANSLARI

Şüphe insan tecessüsünün anahtarı ise meçhullere Korkunç bir yalan bu. Hepimiz istesek de istemesek yönelirken mutlaka bu silahla mücehhez olmak ge- de çağdaşız. Aynı çağda yaşayan bu insanlar arasında rekiyorsa İslamiyet’te de bu şüpheyi görüyoruz. Tıp, bir kısmı endüstrileşmiş bir kısmı endüstrileşmemiş. kimya, matematik İslam dünyasında gelişmiş ilim- lerdir. Yani İslam şüphe ve tecessüsü kaynağında Endüstrileşmiş ülkeler de bütün meselelerini hallet- boğmamış, yalnız bazı sahalara girmesini lüzumsuz miş ülkeler değildir. Sadece birtakım oyuncakları telakki etmiştir. Allah, kelamıyla bize şüphe edilme- var ve zenginler. Yani bir insanın fakir olması, değer- yecek sahaların hudutlarını çizmiştir. O sahalara gi- siz olduğunu nasıl ifade etmezse, bir milletin de fakir remez şüphe. İslam’da men edilen şüphe vesvese ha- kalması, değersiz olduğunu ifade etmez. Hele çağın linde olan şüphedir. Şüphe böylece bizde pek rağbet dışına katiyyen çıkarmaz. Sanki çağın bütün haysi- bulmayan bir şey olunca bilhassa çöküş devirlerinde yeti ve şerefi Avrupa’ya aittir de Avrupa’ya benzeme- maddî sahadaki şüphe de ortadan kalkmıştır. Hal- diğimiz için biz çağ dışına çıktık. Benim kanaatimce buki Allah, aklı en büyük imtiyaz olarak vermiştir birçok bakımlardan Avrupa çağ dışıdır. Avrupa insa- insana Kâinatın namütenahi sırrını anlamaya teşvik nı bencilliği, katilliği, istismar zihniyetiyle hem çağ etmiştir. Bir mahsus dünya vardır, yani duyuları- dışı hem de insanlık dışıdır. mızla nüfuz edeceğimiz dünya. Bir de gayrı mahsus dünya vardır ki bilgimiz, duyularımız ona erişemez. Batılılaşma mefhumu vardır, kabul ederim. Çünkü İslam, bu ikincisinde şüpheyi yasaklar. Ötekinde ise hudutları bellidir. Hristiyanlaşmaktır yani. İsterseniz alabildiğine teşvik eder. Batı’da ise her iki âlem şüphe Hristiyanlaşın. Fakat çağdaşlaşma ne oluyor? üzerine kurulmuştur. Tarihçilerimizin büyük hamakati var: Ortaçağ. Or- Buraya kadar gelmişken şu çağdaşlaşma kavramı üze- taçağ Batı için Ortaçağ. Batı Ortaçağ’ı yaşarken biz rinde de dursak? Avrupa’nın bugün ulaştığı teknik ve tarihimizin en şevketli zamanlarını yaşıyorduk. endüstriyel safha insanlık için bir ideal veya gidilmesi Hem nedir bu namütenahi zamanı balta ile keser mecburî bir nokta mıdır? gibi çağlara ayırmak. Bu tasnifler çok çocukça ve Batlamyusvaridir. Haddizatında çağdaşlaşma keli- Bu çağdaşlama kadar rezil, âdi ve katil bir kelime yok- mesi Avrupa’da hiç kullanılmadı. Bunu bizim tatlısu tur. Bu çağ neden Avrupa’nın çağı olsun? 1976 senesi frenkleri uydurdu. Avrupa çağdaşlaşma değil, mo- Türklerin, Hintlerin, Patagonyalıların, Fransızların, dernleşme diyor. Çağdaşlaşma mefhumu dünyanın İngilizlerin birlikte yaşadıkları bir tarihtir. Bu tarihte hiçbir dilinde ve lugatinde yoktur bizden başka. Biz çağ içi, çağ dışı nasıl olabilir? Yani çağ bir daire midir çağdaşlaşma diye kendimizi idama mahkum ediyo- ki birkısım insanlar bunun içinde bir kısmı da dı- ruz. şında yaşasın. Bu korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren bîçareliğimizi, elimi- zin kolumuzun bağlı olduğunu, Efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluyoruz.

Çağdaşlaşma diye bir şey yok. Herkes çağdaştır. Yal- nız bu çağda, endüstrileşmiş ülkeler var, endüstrileş- memiş ülkeler var. Zengin ülkeler var, fakir ülkeler var. Bunun çağla alâkası yok. Belli bir tarihin sır- tımıza yüklediği mirastır bu. İyi tarafları var, kötü tarafları var.

Çağdaşlık nedir? Atom bombası mı, fuhuş mu , rezil- lik mi, kapitalizm mi, sosyalizm mi? Çağın imtiyazı olan ve vasfını teşkil eden ne var: Sadece endüstrileş- mek! Bazı ülkeler endüstrileşmişler, bazıları endüst- rileşmemişlerdir. Binaenaley çağdaşlaşma tabiri sefil, zavallı ve âdi bir tabirdir ki bizim komprador burju- vazi ve gecekondu aydınları tarafından bir afyon gibi damarımıza zerk edilmiştir.

159