<<

8 KASIM .199 6, PARASIZ EK _) M. Hetimoğlu Yavuz, bir çok kitabı birara- da değeıiendiriyor.______}. sayfada □ Arife Kalender Önel, Metin Eloğlu şiirini değerlendirdi...... 10. sayfada □ S e rdar Rıfat Kırkoğlu, iki d üşün ürle ilgili A iki kitabı d e ğ e rle n d ird i...... 12. sayfada _j Behzat Ay, Safiye Ayla’nın anılannı de­ ğerlendirdi______19. sayfada M t T ı Bir edebiyat devi... Yaşar Kemal Yaşar Kemal son yıllarda Kürt sorunu konusunda aldığı tavır nedeniyle gerek Türk gerek yabancı basının manşetlerinden inmedi. Hakkında açılan dava ve ertelenmiş de olsa verilen mahkûmiyet kararı bu ilgiyi daha da pekiştirdi. Ünlü yazarın otuzun üzerinde romana imza attığı unutuldu bir bakıma, siyasi kişiliği -kuşkusuz olarak- önplana çıktı. Bu eğilimi dengelemek, dikkatleri yeniden Yaşar Kemal’in yapıtına yönelt­ mek amacıyla, uzun yıllara dayanan dostluğuna da güvenerek, kendisiyle 19 Nisan 1988 yılında Menekşe’deki evinde bir söyleşi gerçekleştiren Nedim Gürsel’in Yaşar Kemal’le söyleşisini yayımlıyoruz. Çok kısa bir bölümü “Le Monde” gazetesinde yayımlanan bu söyleşinin bazı bölümlerini Yaşar Kemal okurlarının ilgisine ilk kez sunmaktan kıvanç duyuyoruz.

NEDİM GÜRSEL

stiryorum ki söyleşimiz iki eksende gelişsin. Ön­ ce, sözlü gelenek çağdaş bir yazar tarafından na­ sıl kullanılıyor ve nasıl modern bir yazıya dö­ J nüştürülüyor, bu sorunu irdeleyelim. Sanıyorum, senin yazarlık deneyiminde olduğu kadar ilk çıkışında, bir folklor derleyicisi olarak edebiyat dünyasına attığın ilk adımda da bu sorunun önemli bir yeri var. ikinci ola­ rak, toplumsal değişmeyle romanların arasında, eğer oldum. 1946’da Çukurova’da anasını sırtında taşıyan va'ya. varsa, türdeş ilişkiyi ortaya koymaya çalışalım. Çuku­ bir adam görmüştüm. Bir yükünü, bir anasını sırtlı­ - Ana tarafım da. Anamın ailesinde eşkıyalar da rova’nın ekonomik ve toplumsal değişiminin yakın ta­ yordu. Ama ilginç olan şu ki, babamın ailesinde de var. nıklarından biri oldun. Yapıtını oluşturan temel izlek- yaşanmış bir olaydı bu, 1915 ’de aile Van’dan göçer­ - Evet, birlikte yaptığımız Paris-Avignon tren yolcu­ lerden birisi de, bu dönüşüm sürecinin ifadesidir, diye­ ken. Ruslar Van’ı işgal edince bizim köyün ortasına luğunda söylemiştin bunu. Demek ki her şey bir göçle biliriz. Bu iki eksen dışında başka çizgiler de söyleşimi­ bir top güllesi düşüyor. Ve Doğu Anadolu, özellikle başlıyor. Bir uzun yürüyüşle... ze yön verebilir elbet. Örneğin İnce Memed serisi, de Van gölü kıyılarında oturan halk korkamaya başlı­ - Babam çok severmiş anasını. Hep sırtında getiri­ başkaldırı, sömürü, eşitlik özlemi gibi izlekler, roman­ yor. Güney Anadolu’ya doğru iniyorlar, babamın ai­ yor, atlara bile bindirmiyor. Söz açılmışken Ortadi- lar gerçek dünya arasındaki ilişkiler, vb. Yine de, kla­ lesi de içlerinde, Bitlis’den aşağıya yürüyerek. Büyü­ rek’le ilgili bir şey daha anlatayım. Anam anlattı bu sik bir yaklaşımla yaşam öykünden başlasak. Ailenin kannem hasta. Babam çok güçlü kuvvetli bir insandı, hikâyeyi. Yolda bir çocuk buluyorlar, her tarafı çürü­ serüveninden örneğin Ortadirek’te anlattığın uzun bir doksan boyunda, dalyan gibi bir bey. Anasını yol müş, bitkin bir çocuk. Bir deri bir kemik kalmış, yara yürüyüş, Ali'nin annesi Meryemce’yi sırtında taşıması, boyunca sırtında taşıyor. Van’dan Adana’ya bir bu­ bere içinde. Ninem diyor ki babama “Bir inilti geli­ sanıyorum ailenin de yaşadığı olaylar. çuk yılda gelebiliyorlar ancak. yor çalıların içinden. Al getir!” diyor Babam gidiyor. - Örtadirek’i yazdığım yıllarda böyle bir olaya tanık - Yani baba tarafın Doğu’dan göçüyorlar Çukuro­ Devamı 4. sayfada.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 OKURLARA Ahmet Telli’ Metin D e mir t aş, Pertev Nali Boratav, Enise Kantemir ve diğerleri.. “1942-43 yıllarında çeşitli dergilerde yayımladığı yazılarla yazın yaşamına başlayan Kitaplar arasında bir gezinti Yaşar Kemal, öncelikle Çukurova bölgesinde yaptığı röportajlarıyla Muhsine Helimoğlu Yavuz, şiir­ riyle/ Seferden dönüyor.” Demirtaş, ilk bi­ mak gerekir. tanındı.Sonra röportajla­ çimini Can Yücel’e okuduğu bu şiirinin Cahit Kavcar-Ferhan Oğuzkan-Sedat den öyküye, araştırmadan macerasını, şöyle anlatıyor: “Şiirin ilk biçi­ Sever’in birlikte hazırladıkları “Türkçe rındaki özellikleri, romana, birçok kitabı birarada minde, torbaya şarap şişeleri yerine şiirler Öğretimi” kitabını da ilgiyle okuyup ince­ gözlem gücünü başarıyla tanıtıyor. doldurmuştum. Ve Can Yücel şiirleriyle ledim Cahit Kavcar yine her zamanki uyguladığı öyküler yazdı. dönüyordu seferinden. Şiir okundu bitti. “yerleşik” dili ve anlatımıyla çıkıyor karşı­ Kırsal kesim insanlarını MUHSİNE HELİMOĞLU YAVUZ ‘Gözümün içi dedi, halt etme. Sen yine şi­ mıza. Onun yazdıklarını okurken, kendi­ kuşatan yaşam sorun­ şeleri koy torbaya. Şişeler kırılsın, ama şiir mi çok iyi yerleştirilmiş yalın, düzenli bir larının işlendiği bu kırılmasın.’ Ben de öyle vaptım.” Tam Sev­ köy evine girmiş gibi duyumsarım. Onun epsi teker teker okunup, notlar gili Can Yücel’e yakışır bir söylem Demir- anlatımı benim için, eksiği fazlası olmayan öyküler daha sonra “Sarı alınıp, geliş sırasına göre üstüste taş’ın. İlhan Selçuk’un da beğenerek bir yolın aydınlık bir ortamdır. Her eline ka­ Sıcak adıyla kitaplaştı. H dizilmiş tanıtılmayı bekleyen ki­ yazısına aldığı, şu dizelerini sizinle paylaş­ lem alanın, ticari amaçlarla bu alanda “ki­ Roman türündeki ilk taplar, yine masanın üzerinde bir tepecik madan edemeyeceğim. “Hazır ol kalbim/ tapçıklar” yazmaya kalktığı bir ortamda yapıtı ince Memet, oluşturdu. Ve yine hepsi, geç kalan bu ta­ Türküsünü söylemeye/ Derin yara almış/ böylesine nitelikli kitaplara, büyük gerek­ Çukurova’nın tarımda nıtım yazısı nedeniyle her gün beni utan­ Bir umudun.” Bir de insanı canevinden sinim olduğu kanısındayım. kapitalist ilişkilere geçiş dırmaya devam edivorlar. Öyle ki, artık vuran, şu dizelere bakın: “Her gün kapa­ Metin Turan “Uç Kanatlı Masal Kuşu yüzlerine bakamaz oldum ve alıp elime ka­ döneminin cni nan kapılar önünde/ Başkaldıran öfkenle Oğuz Tansel” kitabıyla konuk oluyor ma­ lemi, haydi dedim “Cumhuriyet Kitap”ta dikilsen de/ Kar etmez/ Çünkü bir şeyler aşamalarına özgü sorun­ sama. Tansel’i anma konuşmalarından olu­ anlatın maceranızı. almak çarşılardan elvere/ Çünkü çocuklar şan bu güzel kitabın sonunda da oldukça lardan kaynaklanır. (...) Önce Ahmet Telli’den başlamak istiyo­ dur bilmez/ Havasız koğuşlara alışılır/ Ya­ zengin bir “Tansel Kaynakçası” yer alıyor. Yaşar Kemal’in roman­ rum. Hani şu güldü mü çocuk gözleriyle tılır of demeden hücrelerde/ Hiçbir şey öl­ Masamın öteki konuklarıysa şöyle: Tur­ larında yaşlı erkek ve gülen, gülünce de bütün yüzü ışığa kesen dürmez insan yüreğini/ Öldürür eğilmek gay Değirmenci bir yerinde “Dağlarla çev­ kadınlar, çocuklar, genç “sıkıştırılmış öfkelerin” şairi “Ahmet var bir ekmek uğruna/ Uç kuruşluk adamlar rili bu yerin/ Tutsak düşmüş kuşuyum/ kadınlar, yiğitler, ya, işte ondan. Yani, bizim güzel şairimiz önünde.” Yasalar ve yasaklarla kuşatılmış” dediği, Ahmet’den onun “Çocuksun Sen” kita­ Edebiyatçılar Derneği'nin kitapları “Serüvenci" adlı şiir kitabım yayımlamış. korkaklar, ağaların, dere- bından söz etmek istiyorum. Bir dizesinde bey artıklarının Edebiyatçılar Derneği değerli kitaplar Mucize Özünal “Kızkovalayan” ve “Park “Şairler vurulmalıdır, hayat yakışmıyor on­ yayımlıyor. Bunlardan birisi de belki de en Öyküleri” adlı iki öykü kitabıyla, Nafize adamları, kiralık katiller, lara” der. Oysa onlar hayata öylesine yakı­ önemlisi, Pertev Naili Boratav’ın Nasred- Öztok ise “Karasevda Çiçeği” de parmak sevdalılar, bilgeler, asker, şıyorlar ki... Onları alınca bir dilden geriye din Hoca”sı Bu kitap için kapsamlı bir de­ kaldırıyor yazın dünyamızda. Dursun Öz­ sivil bürokratlar vb. “geldim, gittim, gördüm, yaptım” biçe- ğerlendirme yazdığımdan, ayrıca üzerinde den şiirlerini “Yeni Zamanlar Dervişi kişiler işlevleriyle uyum minden başka ne kalır ki. Ayrılıklardan bir durmayacağım. Bir başkası ise “Sanatçı Onat Kutlar” adı altında toplamış ve ka­ kazanmışlardır. başka incelikle söz eder Ahmet. “Tam da Tanıklığı-Kent Yaşam Kültür” (Artist on pakta Onat’ın, hep o gülen aydınlık yüzü. susuşların birbirine eklendiği yerde” ayrı­ the City-Life-Cultüre). Sanatçıların konuş­ Nerimen Calap şiir kitabının adına “Ak­ Genellikle iş lıkların başladığını söyler ve sonra da sevi­ koşullarının ve doğanın malarını derleyip yayına hazırlayan, Ali şamdı Dökülen” demiş ve “Yalancı bakış­ lene “Çocuksun sen her ayrılıkta imlası Cengizkan’m emeği sağolsun Özcan Kara- lara kapadım gözlerimi/ Alıp gittim başı­ içinde görünürler, bozulan” diye seslenir. Aslında ayrılıklar­ bulut’un yayına hazırladığı “Her Pazartesi mı/ Kafdağı’nın Ardına” diye bitirmiş. Ali betimlemelere sık rast­ da imlası bozulmayan, yüreği titremeyen Edebiyat Konuşmaları” da aynı yöntemle Kemal Gözükara manzum fıkralarını lanır. (...) Yazarın var mı ki... Meylana bile, o koskocaman hazırlanmış bir kitap. “Çeyrek Adam”da toplarken, İsmail Kara- anlatımında Pir “Mesnevi’’sine “Dinle neyden ki hikayet Teoman Akgür’ün “Türkiye ve Batı ahmetoğlu bir “ Hoca Derleme­ etmede/ Ayrılıklardan şikayet etmede” di­ Sultan ’ların. 1789-1989 İktisadi Etkileşim ve Siyasi leri” sunmuş bize. Faruk Cumbul’un ye başlamaz mı... Sık sık da gitmekten söz Yansıma” kitabı ise özenle hazırlanmış şe­ “Mustafa Kemal Aşiyanda” yapıtını da il­ Karac oğlanların eder şairimiz. Çünkü, “Gereldilik kipinde simgelediği eski maları, tabloları, grafikleri ile bu konuya giyle okudum, okurken de Fikret’in oğlu yaşamaktan” yorulmuştur ve onun için ilgi duyanlara kaynak oluşturacak nitelik­ Haluk hakkında bilmediğim ayrıntılar öğ­ Anadolu’nun sesi gitmek “Bir büyü gibi saran ağrılar, kışkır­ te, titiz bir çalışmanın ürünü. rendim ve “Haluk’un dramım” bir ölçüde çağıldar. Kimilerinde, tılmış düşlerdir.” Böyle olunca da kalbi Enise Kantemir’in “Yazılı ve Sözlü An­ de olsa anladım sanırım. Zekeriya Sa- kişilerin birbirlerıyle kendini, “Kederin o derin yalnızlığından” latım” kitabı, alanında önemli bir boşluğu ka’nm “Adı Kalsm”daki öykülerini, Fun­ esirgemektedir. Giderek bakarız ki, aşkla­ dolduracak nitelikli bir yapıt. Bu kitapta da Name Kahveci’nin “Herşeye Rağ­ ilişkileri yansıtılırken rın zamanı gelende bitmesi gerektiğini diyaloglarla birlikte bi­ yer alan “Sözlü ve Yazılı Anlatıma Engel men’’deki şiirlerini okuyup, elimi yeni bir söyler ve “Hiç kimse/ Onarmaya Kalkma­ Olan Altı İnsan Tipi”ni burada belirtme­ kitaba uzattığımda, Canan Eronat’m “Er- linçaltı akımına özgü sın/ Kaybedilmeye değer/ En güzel anında tekniklerden den geçemeyeceğim. “Tip 1: Dinlemeyen tuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanıma bitirilmişse eğer” deyip noktalar işi. Sonra Tip. Tip 2: Nezaketsiz Tip. Tip 3: Sabırsız Mektuplar” adlı kitabı durdurdu beni. Ya­ yararlanılır’ diyor da şunu ekler “Biten bir aşk için/ Söylene­ Tip. Tip 4: Kızgın Tip. Tip 5: Baştan Sav- ni bir başka deyişle yolumu kesti. “İsmetli, Şükran Kurdakul, Yaşar cek söz şu olmalı./ Güzeldi yine de. ” Böy­ macı Tip. Tip 6: Olumsuz Tip.” Umarım Hakikatli, Feragatli, Sadakatli Kadınım, Kemal’in yapıtlarını le der demesine ama, bu bitişin öyle pek yolunuz bu tiplerden hiçbirine düşmez. Sultanım, Efendim Hazretleri” diye başk­ değerlendirirken. (Bu kolay olmadığını da bilir. Hem de öylesine Düşerse, “vay geldi” başınıza. Bu kitapta­ an bu mektuplar, nasıl olur da yolumu bilir ki. “Söz/ de sararır biterken bir aşk” ki örnek parçalar da yerli ve yabancı çağ­ esmez ki... Ayrıca bu mektupların saklan­ arada, Fethi Naci’nin diyecek kadar... Telli’nin “Belki Yine Geli- “Bir öykücü: Sait Faik- daş yazarlardan seçilmiş oldukça ilginç dığı bohçanın içinde, “Deryalara sığmaz rim”ini de severek okumuştum, zaten o, bir sevda” dürülüdür. Canan Eronat’ın Bir Romana: Yaşar Ke­ alar. Yani kısacası bu kitap, Ahmet hep kendini okutagelmiş bir şairdir. S at Efendi’nin deyişiyle “Eğlendirerek “sunuş” yazısında kullandığı mal” adlı dev araştırma­ Metin Demirtaş'ın üç kitabı öğreten” bir kitap. Enise Hanım’ı kutla- Türkçesi’de bir başka şenlik. İşte birkaç sını okumanızı öneririz.) Şimdi de Metin Demirtaş’ın önümde Örnek: “Ayşanım tek oğlu Rauf’u ne de­ Nedim Gürsel’in, Yaşar duran üç kitabından söz etmeliyim. “Ço­ diyse lebbey her yaptığına şebboy diyerek Kemal’le yaptığı söyleşi­ cuklar Kediler Uskumrular”, “Tersinden şımartmış”. “Ayşanım koynunda Ali de yazarlığı ön plana çı­ Okunan Masallar”, “Bu Mendil Gökyü­ Bey’in mektupları, ondan bergüzar şala sa- zü”. Metin’i öğrencilik yıllarımızdaki he­ runup, tığ-ı tebet canını zor kurtarıyor.” kıyor Yaşar Kemal’in. “Ne gustosundan ne sefasından ödün veri­ Bol kitaplı günler!... men tüm “68”filerin ezebere bildiği şu di­ zelerinden, tanımayanımız yoktur sanırım. yor, ne de ağzının tadından.” “Yemek or­ TURHAN GÜN AY “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara/ taya tetümmatıyla gelmeli. Sahanda yu­ Bakma şimdi durgunsa/ Bir şahan gibi du­ murta yaşmaklı, fasulya helmeli olmalı.” ruyorsa/ Yorgundur, savaşlar görmüştür, Bu bizim Canan Abla, hani Can Yücel’in çeteciler barındırmıştır/ Yani satılmış de­ “Bir hadise var Can ile Canan arasında” ğillerdir hiç tüfek patlamıyorsa/ Alaçamın, dediği “ikiz kardeş” Canan Abla’dır ki, iş­ KİTAP mor meşenin ardına silah çatıp yatmaya/ te bu kitabı o yazmış. Eline sağlık. imtiyaz sahibi: Berin Nadi Bizim de davlarımız vardır Che Guevara.” Ve elbette ki masamın hiç eksilmeyen C Basan ve Yayan: Yeni Gün Metin Demirtaş bir güzel insan, bir ince hatırlı konukları “Masallar”. Maurice Me- Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.$. o Genel Yayın şair. “Galata Köprüsü Söyleniyor Kendi bayer’in “Eskimo Masalları”, Ricbard Wil- Yönetmeni: Orhan Kendine” şiirini ne yapıp edip okumalı helm’in “Çin Masalları”, Korhan Kaya’nın Erinç ' Genel Yayın derim. Hele hele “Can Yücel’e Güzelle- çevirdiği “Hint Masalları” ve kızı Aysu Koordinatörü: Hikmet me”sine ne demeli. “Bazen de sırtında tor­ Tansel’in büyük bir değerbilirlikle adına çetinkaya Yazıisieri Müdürleri: İbrahim Yıldız bası/ Şangır şungur şişeleriyle/ Yara bere gönderdiği Öğuz Tansel’in bütün masal (Sorumlu) , Dinç Tayanç içinde/ Çıkar gelir bir yerlerden/ Ana av­ kitapları... Yani anlayacağınız bir şiir, bir o Yayın Yönetmeni: Turhan rat zil zurna dümdüz/ Gayrı seyreyleyin öykü, bir masal içinde yaşamadayım ki Günay vCrafik Yönetmen: cümbüşü/ Bir şenlik/ Bir gümbürtü/ Bir sormayın. Dilek llkorur 0 Reklam: Medya c kıyamet/ Yahu n’oluyor/ Can Yücel şiirle­ Oöuz Tansel. Hepinize kitaplı günler... ■

CUMHURİYET KİTAP SAYI 3 54 SAYFA 3 Kapak konusunun devamı.

Bakıyor ki ölmüş. Bu parçayı Kanın Sesi’nde yazdım. Yani Kimsecik dizisinde. Bu üçlü dizi aile­ min göçünü ve benim çocukluk yılları­ mı anlatır. Ama roman söz konusu bu­ rada, otobiyografi değil. Nasıl İnce Memed’in kendi yaşamımla ilgisi varsa -ne kadar olabilirse- bu da ailemin ya­ şamından yola çıkarak yazdığım bir ro­ man. Hikâye şu: O çocuğu buluyorlar, diriltiyorlar. Babam evlat ediniyor bu­ nu. Sonra da babamı vuran adam, adı Yusuf... Yine Meryemce’ye dönersek, işin ilginç yanı, Ortadirek’te Çukuro­ va’ya indikleri vakit Meryemce en gü­ zel elbiselerini giyiyor, “indik ya! Gel­ dik ya!” diyor. Büyükannem gibi biraz. Oğluna, yani babama diyor ki “bana çok güzel bir ev tutacaksın, badanalı talan”. Ondan sonra anama diyor ki “Beni tertemiz yıkayacaksın, saçlarımı kınalayacaksın. En güzel elbiselerimi giydireceksin. Gerdanlıklarımı, halhal- larımı, hırızmalarımı takacaksın!”. Anam bütün bu söylediklerini yerine getiriyor. Büyükannem namazını kılı­ yor, sonra evin önünde oturuyor. Sa­ bahleyin uyandıklarında bir de bakı­ yorlar ki ölmüş. Bu olay yer etmiş bi­ linçaltımda. Yıllar sonra Ortadirek’i yazarken aklıma geldi. Meryemce’ye de, büyükannem gibi, en güzel elbise­ lerini giydirdim. - Bir başka trajedi daha var yaşamın­ da. Baban gözünün önünde öldürülüyor ve bir süre dilin tutuluyor senin, konu­ şamıyorsun. Ben bu olayı, seninle ilgili yazılarımdan birinde, sonradan yazaca­ ğın romanların “psikolojik dinamiği” tane değil. Mesela Güdümen Ahmet olarak yorumlamıştım. Sonradan bunca Bir Edebiyat Devi diye biri vardı. Çukurova’da, Kadir- çok, böylesine uzun soluklu romanlar li’nin Kazmaca köyünden Güdümen yazman, sanki çocukluğunda yaşadığın Ahmet. Güdümen. Köroğlu’nun keleş­ bu dil tutukluğundan bir anlamda öcal- lerinden biridir. Öylesine iyi söylerdi maydı. Freud’çu bir terim kullanmak ki, ona Güdümen adını koydular. Be­ gerekirse, bir “compensation”du. Belki Yasar Kemal nim de, babamın da dostuydu. Çolak aşırt bir yorum, ne dersin? Bu olayın se­ Ökkeş vardıA Osmaniye’nin Araplı kö­ ni çok etkilediği bir gerçek. Ve sonunda yünden. “Öksüz Oğlan”ı, “Mayii türkü söyleyerek bu tutukluktan kurtul­ lu’nda. Abidin Bey çıkarttı beni. Abi- leri, bir ölçüde, ileride yazacağın roman­ Bey”i söylerdi. “Aşık Garip”i en iyi duğunu biliyorum. din Dino olmasaydı daha çok yatabilir­ lara malzeme sağladı. söyleyense, Osmaniye’nin Hırmıtlı kö­ - Türkü söylüyordum ama, asıl ne­ dim. Sonra Kozan Hapishanesi’nde - Bu ağıtlar o güne dek hiç derlen- yünden Haşan diye birisiydi. Hâlâ ya­ den o değil. Sonra büyük bir doktora, yattım, üç ay kadar. memişti. Tekerlemeler çok az derlen­ şıyor. Ondan sonra en iyi Köroğlu söy­ aynı zamanda hikâye yazan F. Celâlet- - Biitiin Dostoyevskiler’i askerde oku­ mişti. Ben iki şeyin üzerinde durdum. leyen Küçük Memet’ti. Osmaniye’nin tin Göktulga’ya sordum. Büyük bir uz­ duğunu söyledin. Bu okuma tutkusu na­ Tekerlemeler ve ağıtlar. Bir de Karaca- Gebeli köyünden. Çok güzel saz çalar, mandı, doğru söyleyebilir. “Fizik kuv­ sıl oluştu peki? oğlan’m yayımlanmamış şiirleri üzerin­ bizim köye gelir, günlerce Köroğlu vetlendikçe, sinirler kuvvetlendikçe ge­ - On yedi on sekiz yaşındaydım. Ha­ de durdum. Halen Ağıtlar’ın genişletil­ söylerdi. Banarda, kayalıkların orda, çebilir” dedi. Biliyorsun babamı vur­ pishaneden çıkmıştım, solcu olarak ta­ miş yeni basımını hazırlıyorum. On altı ateşler yakılınca. Bütün köy, çoluk ço­ dular, gözümün önünde, camide. nınıyordum. Halkevi başkanı Dr. Ke­ yaşında başladım bunları derlemeye. cuk, genç yaşlı, onu dinlerdik. Murtaza Anam sırtına aldı beni. Sabaha kadar mal Satır’a gittim. Ramazanoğlu Kü­ Zaten bir halk şairiydim ben. Türküle­ Emmi de vardı. O da Gebeli köyün­ bağırdım. “Yüreğim yanıyor!” diye. Ve tüphanesi vardı, otuz bin ciltlik. Kim­ rim söylenirdi Çukurova’da. Diğer den, büyük usta. Çok yaşlı bir adamdı. sabahleyin konuşamadım. Bu böyle senin gittiği de yoktu. Orada bir me­ halk şairleriyle yansıyordum. O da söylerdi. Diyeceğim, Çukuro­ oniki' yaşıma kadar sürdü. Yani ilko­ muriyet verdiler. Birkaç yıl çalıştım. - Sen de halk şairleri gibi saz eşliğinde va’da çok büyük destancılar vardı. Ben kulda hiçbir tahtaya kalkma­ Homeros’u da ilk kez bu kütüphanede mi söylüyordun şiirlerini? İbrahim Günekçi’den derledim Kö- dım. Sonra birdenbire geçti, nasıl geç­ keşfettim. Ahmet Cevat’ın çevirilerin­ - Sabaha kadar bir aşık söylerdi, bir roğlu’nu. Karacaoğlan’ın hayat hikâye­ tiğini de bilmiyorum. Bence bir yakış­ den. Dışarıya kitap verilmezdi. İlk defa ben söylerdim. sini de o anlatmıştı bana. Ben bu usta­ tırma söylediğin. Bir romancının başka bu kuralı ben çiğnedim. Orhan Ke­ - Ne tür şeyler? Örneğin Karacaoğ- ların çıraklığını yaptım işte. En iyi Kö­ bir oluşumdan gelmesi gerek. mal’le yeni tanışmıştım. Ona Goriot lan’ın hayat hikâyesi gibi mi? roğlu söyleyenlerden biriydim. Elime - Ben de sembolik olarak böyle dü­ Babayı verdim. On beş gün onda kal­ - Hayır... Kendi yaratılanındı. Bir de bir değnek alıp köylere giderdim. Saz şünmüştüm zaten. Çukurova yıllarını dı kitap, okuduktan sonra geri getirdi. Köroğlu. Çok iyi anlatırdım Köroğlu çalmadan, değnekle söylerdim destan­ aşağı yukarı biliyoruz. Birçok işler yap­ Eski Yunan klasiklerinin çoğunu da o destanlarını. Köylüler çözülürlerdi. ları. tın. Yaşamındaki bir başka şok da İstan­ kütüphanede okudum. Çukurova tari­ Kolay değildir köylüyü çözmek. - Neden? Sazın yok muydu? bul’a gelişin olmalı. Sanıyorum İstan­ hi üzerine de çok kitap vardı, iki üç yıl - Yine ağıtlara dönelim dilersen. Do­ - Anam sazlarımı yakıyordu, aşık ola­ bul’a uk gelişin 1950’lerde... durmadan okudum. Iş. güç yok. Kü­ ğaçlamadan mı söyleniyordu ağıtlar? cak diye. Büyük bir Kürt destancısı - Hayır 1946’da geldim ilk kez. Ha­ tüphanede bir oda verdiler, orada kalı­ - Tabii... tabii. Ölenin kişiliği üzerine vardı, Âbdali Zeyneki, Yer Demir Gök vagazı memurluğu yaptım bir süre. yordum. Sabaha kadar okuyordum. söyleniyor. Kim vurduysa, hem vuranın Bakır’da geçer onun hayat hikâyesi, “Gaz!!!! ” diye bağırıyordum kapı kapı - Klasikler ve Batı edebiyatıyla tanış­ hem ölenin üzerine. Atları varsa atları­ hem kendi büyük şairdi, hem destanlar dolaşıp. İstanbul’u mutfak mutfak bili­ man böyle oldu demek. Ya halk edebi­ nın üzerine. Bak “Vay Anam Kurası söylerdi, büyük destanlar. Evde onunla rim. yatıyla? Bu alanda folklor araştırmaları Ağıdı” şöyle başlar: Gene kavga sesle­ ok övünürdük. Yüzlerce Kürt destanı - Peki Cumhuriyet gazetesine röpor­ yaptığını biliyoruz. niyor/ Ûnaltılı isteniyor/ Gidenlerden Silirdi. Kürtler’in Homeros’u diyebili­ taj muhabiri olarak ne zaman girdin? - Evet, ilk kitabım Ağıtlar dır. Bir biri gelmez/ Silahları paslanıyor”. Son­ riz Zeyneki için. Bizim eve de gelip - Yeniden döndüm kasabaya. folklor derlemesi. O zaman Çukuro­ ra meşhur “Binbaşılar binbaşılar/ Ta­ türkü söylemişti. Çocuklarla oynarken 1947’de ’ye. 48’de iki hikâye va’da her kadın mutlaka bir ağıt yakar­ bur taburu karşılar/ Yağmur yağıp gün övünürdüm, Abdali Zeyneki bizim eve yazdım. “Bebek” ve “Dükkâncı”. dı. Büyük bir olay olunca. Mesela “Vay deyince/ Yatan şehitler ışılar” da var... gelip saz çaldı diye. Bana saz öğretmiş­ 51’de “Hüyükteki Nar Ağacri’nı yaz­ Anam Kurası Ağıdı”. On beş on altı Çukurova’da derlediğim bir ağıtta da, ti. Anam gelip kırar, bilemedin yakardı dım, ilk romanımı, ilk hikâyemi de, yaşındaki çocukları alıp Birinci Dünya ölen oğlu için anası “Benim oğlum sazlarımı. Koca Sadık Ağa’nın oğlu na­ “Pis Hikâye”, 1944-45’de askerdeyken Savaşı’na götürüyorlar. “Vay anam!” ölürkene/ Çiçekler çığrıştı açtı” diyor. sıl şair olur? diye. Hem övünür hem yazdım. Çok rahattım orada. Dosto- diye ağlayarak gitmişler. Onun için ağı- - İstersen Köroğlu’na geçelim.Köroğ­ küçümserdi. Bu yüzden saz çalamadım yevski’yi de orada okudum, Talas’da. dın adı “Vay Anam Kurası”. lu nun çeşitli rivayetlerini bir aşık gibi ne yazık ki? - Bir de tutukluluk var galiba, kısa - Bu ağıtların romanlarında önemli söylediğini az önce belirttin. Hangi ri­ - Senin Köroğlu’nun Ortaya Çıkı­ süren bir tutukluluk dönemi. bir yeri var. Akçasaz’ın Ağaları'nda ör­ vayetleri kastediyordun acaba? Bilinen şı’nı bilinen diğer Anadolu rivayetleriy­ - On yedi yaşımda girdim hapise. On neğin, ya da Ortadirek’te Yemen’le ilgi­ bir Çukurova rivayeti de var mı? le karşılaştırdım, İstanbul, Erzurum ve beş gün kadar Pamuk Pazarı Karako- li ağıtlar. Demek ki bu folklor derleme­ - Birkaç Çukurova rivayeti var, bir Maraş rivayetleriyle... Hepsinden de**

SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 I farklı. Anadolu değil Azeri rivayetlerine su bir türkülü halk hikâyesinden. Ben, daha görülmemiş yeryüzünde. Doğum ğil benim. Hiçbir ilgisi yok. çok daha yakın. Mesela deniz aygırın­ yıllar önce, böyle bir hikâye derlemiş­ ve ölüm oldukça, insanoğlu bir karan­ - Ama Ergenekon efsanesini biliyor­ dan türeyen efsanevi at motifi Orta As­ tim. Gökyüzü Mavi Kaldı’nın arkasın­ lıktan başka bir karanlığa gittikçe, sü­ sun her halde. Demirdag in eritilmesi ya rivayetlerinde var, eski Türk mitolo­ da vardır. İsmail Uz’dan derlemiştim, recek bu. Romanlanmda, efsane admı motifini. jisinden kaynaklanıyor. Sen hu rivayeti, hâlâ yaşıyor. Bu hikâyeyle Hüyükteki verdiklerimde de, bu gerçeği anlatma­ - Hiç umurumda değildi. Yeni öğre­ özellikle de ayrıntılarıyla anlattığın Kı- Nar Ağacı arasında anlatım yakınlıkla­ ya çalıştım. Yani düşle insan dediğimiz niyorum şimdi. Ergenekon’u bilmiyor­ rat’ın doğuşunu Çukurova da duymuş rı bulabilirsin.Cümle kuruluşları ara­ gerçek arasındaki sınırsızlığı tespit et­ dum o zaman. Bu demirci hayranlığı­ muydun? Ve bunu duyduğun gibi mi sında yakınlıklar da bulabilirsin. Elbet­ meye çalıştım. Daha iyi vurgulamak mın kaynağı kişisel. Marangozlara da yazdın? Yoksa, daha sonra öğrendiğin te çok etkisinde kaldım. Ancak, daha için de “efsane” koydum bunların adı­ bayılırdım. Onları da gider seyreder­ başka rivayetlerden de yararlandın mı? sonra yazdığım Uç Anadolu Efsane- nı. dim. Bugün bile aynı şeyi yaparım. Şi­ - Çukurova’da Köroğlu’nun her var­ si’ndeki metinler birer denemeydiler. Ondokuzuncu yüzyıl romanı çok le’de roman yazarken, bir marangoz yantında, hatta Kürtler’in Kürtçe söy­ Ağrı Dağı’na hazırlık denemeleri. Bu önemli. Bütün yüzyılların en büyük ro­ vardı, romanı bırakıp, on saat onun eli­ ledikleri Köroğlu döşemesinde (nesir kitap, bir iki söylencenin dışında, ta­ manı. Ama bence bir eksikliği var. İn­ ni seyrediyordum. bölümünde) var bu motif. Köroğ­ mamen kendi yaratımdır. sanın, düşünen insanın miti yok bu ro­ - Peki ya ağaç motifi? Toroslar’da lu’nun babasının adı da, bildiğim tüm - “Efsane” adını verdiğin metinlerin manlarda. Belki Dostoyevski, bir ölçü­ Tahtacılar var biliyorsun. Jean-Poul Ro­ rivayetlerde Yusuf’dur, hiç değişmiyor. bazıları gelenekten yararlanarak yazdı­ de ilgileniyor bu konuyla. Ama bilinçli ux bir araştırma yapmıştı. Toroslar’da Yani birtakım motifler var ki Köroğ- ğın metinler, bazılarıysa tamamen senin olarak, insanların ikinci bir dünya ya­ yaşayan Yörüklerdeki “ağaç kültü” üze­ lu’nda, hiç değişmiyor. Bugün bile Çıl­ hayal gücünden kaynaklanıyor. Ağrı ratıp oraya sığınmaları, gerçekçi ro­ rine. dır gölünden aygır çıkar ve kısraklara Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi manda yok. Bu bizim çağımızın getir­ - Yaylaya çıkardık biz. Orada, uğur aşar. Güzel atlar böyle doğar. örneğin. Sözlü gelenekle doğrudan bağ diği bir şey. olsun diye, herkes bir şey bağlar ağaca. - Bu eski Türk mitolojisinde çok sık kurmayan yaratılar söz konusu burada. - Merak ettiğim bir başka konu da, Ağaçlar çaput doludur. Kutsal ağaç rastlanan bir motif. Köroğlu geleneğin­ Neden "efsane” diyorsun bu tür kitapla­ madem ki efsane ve mitden sözediyo- onlar. Yöresel olarak böyle bir inanç de olması da, bir bakıma doğal rına? ruz, kitaplarındaki inançlar, daha doğru var. En güzel ağaçlar da bu kutsal - Bu aygır meselesi, bir Kürt destanı - Böyle vurgulamak istedim. Ağrı bir deyimle “kültler”. Örneğin ateş kül­ ağaçlardır. Mesela bizim köyün Hemi- olan Memo Alem’de de vardır. Bir ağ Dağı’nın Aşkı da diyebilirdim örneğin. tü ve buna bağlı olarak demirci motifi. te dağında. Tamamen kıraçtır dağ. Da­ atarlar denizin içine. Ağ çok ağır gelir. Neden efsane mi dedim? Şundan: Binboğalar’da, Al Gözüm Seyreyle ğın tam tepesinde Hamit Dede diye bir Bir de bakarlar ki bir kırat çıkmış. 1957’den beri kafamda bir şey belirdi. Salih’te, Ağrı Dağı’nda, ne bileyim De­ yer vardır. Ama tam tepede. Orada bir - Aynı kitapta, Üç Anadolu Efsane­ Kitaplardan değil de yaşamdan, kendi mirciler Çarşısı Cinayeti nde bile hep mezar vardır. Bayramlarda tepeye çı­ sinden sözeaiyorum, bir de “Karacaoğ- yaşamımdan kaynaklanıyor. Göre- bir demirci kahraman var. Eski Türk ef­ kar, kurban keserdik. Bir de kesme lan” metni var. Bu da bir derleme mi? me’de röportaj yapmıştım. Üç ay kal­ sanelerindeki demirci motifinden mi ağacı vardı mezarın başında. Kimse ke­ Gerçi sen derlemiyorsun, yazıyorsun. dım orada, Peri Bacaları’yla ilgili bir kaynaklanıyor bu? Ergenekon Efsane­ semezdi. Kutsal bir ağaçtı o da. Asıl Bu konuya yeniden döneceğiz. Bunlar, röportaj yapmak için. Ay gibi bir yerdi. si’ne dek giden “demir kültü”nden mi? sorun bir yazarın yaşamı. Yaşamdır senin orijinal üslubundan izler de taşı­ Efsane arıyorum, arıyorum... Toprak - Tesadüf olabilir. Çocukluğumda bir önemli olan. Dostoyevski için de, Kaf­ yan bir yazarın kaleminden çıkmış ör­ kısır çünkü. İnsanoğlu böyle bir yerde Haşan emmi vardı. Kırmacık köyünde, ka için de bu böyle. Eğer benim yaşa­ nekler. Su aygırının kısrağa aşma sahne­ kendisine mutlaka yeni bir dünya yara­ babamın dostu Demirci Haşan Usta. mımda Hemite dağının tepesindeki sini ele alalım. Sen, kendi üslubunla an­ tır diye düşünüyorum. Kafama taktım. Köyü yakındı. Ocakta, körük çektiği kutsal ağaç olmasaydı nereden bulur­ latıyorsun bu sahneyi, olmadık ayrıntı­ Birbuçuk ay sonra her taraftan efsane­ zaman parlayan kıvılcımlara öylesine dum ben bu ağaç motifini? Tarihten lara giriyorsun. Oysa Köroğlu’nun Er­ ler fışkırmaya başladı. Herkes efsane hayrandım ki, yürüyerek gider saatler­ mi, hangi cehennemden geliyormuş zurum rivayetinde yalnızca iki cümleyle anlatıyor. Ve tümü de ışık üzerine. Yer ce Haşan Usta’yı seyrederdim. Közlere beni ilgilendirmez. Vız gelir tırıs gider geçiştiriliyor bu epizod. Diyeceğim Ka- Demir Gök Bakır’a bakarsan görür­ bakardım. Kadirli’de demirciler çarşısı bana. racaoğlan da, motifleri sözlü gelenekte sün. Orta Anadolu’da geçen bir ro­ vardı. O zaman yedi yaşındaydım ve - Ama bir kültür birikimi söz konusu olan ama senin çağdaş bir yazar yaklaşı­ mandır, oradaki bütün efsaneler ışık bu çarşının tiryakisiydim. Gider bakar­ yine de. Senin yaşamınla da kesişen bir mıyla ele alıp yeniden yazdığın bir me­ üstünedir. Niye acaba? Onu da düşün­ dım demirci ocaklarına. Gece gündüz birikim. Yaşamın halkın yaşamıyla öz­ tin mi? Yoksa derlediğin bir halk hikâ­ düm. Çukurova’ya geldiğin zaman zey­ dövülen kırmızı demirleri seyrederdim. deşleştiği için, ister istemez bu gelenek­ yesinin tekrarı nn? tin var, zeytinden yağ çıkarılır. Çok be­ Kadirli’ye geldiğim zaman ilkokula de­ sel inanç sisteminden etkileniyor. Yoksa - Çukurova’da anlatıldığına göre Ka- reketlidir Çukurova toprağı. Toroslar’a vam ediyordum. Birinci sınıftan son sı­ Ortadirek’te Meryemce’yle ağacı ko­ racaoğlan’m karısını kaldırmış biri. geldiğin zaman, çamı kesersin, duvara nıfa kadar, başka işim gücüm yoktu. nuşturmazdın. Düğünde saz çalarken sazı kırılmış Ka- sokarsın, ışık yapar. Hâlâ çam yakarlar. Gider demirciler çarşısında geçirirdim - Her yazar yaşamını yazar. Bürokra­ racaoğlan’m. Anlamış ki bir şeyler dö­ Çukurova’da zeytinyağından kandil ya­ vaktimi. Demirciler Çarşısı Cinaye- si yaşanmadan Dava gibi bir roman ya­ nüyor evde. Gidip bakmış: Karısı yeğe­ parlar. Orta Anadolu’da hiçbir şey ti’nde yazdım Osman Üsta’yı. zılır mı? niyle aynı yatakta. Abasıyla ikisinin de yok. Toprak çok fakir bir kere. Hay­ - Seyreyle Salih'te de demirci dükkâ­ - Seninle bir tartışmamız olmuştu, ya­ üzerlerini örtmüş, çekip gitmiş. “Boğa­ vanlardan aldıkları kuyruk yağıyla kan­ nından hiç çıkmadan ocaktaki kıvılcım­ şadığını yazmak konusunda. Alain Roh- zında sarı akik/ Saçları omuzuna dö­ dil yaparlar. Ama kuyruk yağına ihti­ lara hayranlıkla bakan bir çocuk var. be-Grillet’nin Britanya’da gerçek martı­ kük/ Kalbin eğri kaşın yıkık/ Dostum yaçları var, yemek için. Bu yüzden ak­ - İlhan Koman anlattı sonradan. O ları görünce onları romanına koymak­ neler duydum bugün” türküsünü söy­ şam olunca karanlığa gömülür Orta da Edirne’de sabahtan akşama kadar tan vazgeçtiğini söylemiştim. Rimba­ leyerek terk-i diyar etmiş. Bu her yerde Anadolu. Temelde ekonomik sorun bakarmış demircilere. Türkler eskiden ud'nun “Sarhoş Gemı’yi denizi görme­ söylenen bir şey. Böyle birtakım ana var. Karanlığa gömülen yer efsaneyi ne eder ne yaparlarmış umurumda de­ den yazdığım da. fimdi, Yeni Dergi’de m- motifleri alıp öbür tarafını kendim işle­ veryansın etmiş ışık üs­ dim. tüne. Otuz kadar efsane - “Alageyik” bu kitabın üçüncü ve son derledim. Bazıları kay­ metni. Bu da bir efsane olarak, Çukuro­ boldu. Röportajlarda va’da sözlü gelenekte hâlâ yaşıyor mu? hepsini yayımlamadım. Sanıyorum bu efsaneyi daha önceden Aşağı yukarı hepsi ışık Türk Folkloru Araştırmaları dergisin­ üzerineydi. O zaman de yayımlamıştın. şöyle düşündüm: İnsa­ - “Alageyik”de insanı dağa çeken noğlu bu dünya kendisi­ geyik motifinden yararlandım. Ama ne yetmediği zaman, ki bunun anlatımı elbette bir romancının hiçbir zaman yetmiyor, elinden çıkma. Geyiğin dağa çektiği bir karanlıktan gelip bir adamın anlatılmasından sözediyorum. başka karanlığa gidiyor, Her yıl bir mavi, bir beyaz gül açar bu bir doyumsuzlukta insa­ avcının mezarında. Geyikler uçarak ge­ noğlu, ölüm karşısında lir yer onları. Sevdiğine kavuşamaz se­ bir karanlık içinde, ister venler. Mezarları yanyanadır ama ya istemez, sıkıştığı zaman bir gül ya bir karaçalı biter aralarında. -ki Yer Demir Gök Ba- Çok sık rastlanılan, geleneksel bir mo­ kır’da öyledir- yeni bir tiftir bu. Ana motiflere bağlı kalmakla dünya yaratıyor kendi­ birlikte, onları işleyip yazıyorum. ne. Bir evliya yaratıyor. - Bazen bu motifleri yalnızca işlemek­ Ölmez Otu’ndaysa sı­ le yetinmeyip dönüştürdüğün de oluyor. kışmış bir adamın yarat­ Örneğin Köroğlu’nda. Geleneksel anla­ tığı mit vardır. Memi- tımda Köroğlu, tüfek icat olunduğunda dik’in miti. Ne ölçüde ortadan kaybolur. Ya da kırklara karışır. gerçek dünyada ne öl­ Oysa senin metninde Köroğlu oğluna çüde yarattığı mit içinde toprağa yerleşmesini örgütlüyor. Bu se­ yaşıyor insanoğlu? Mo­ nin eklediğin bir şey değil mi? dern dünyada da böyle - Hayır değil. Sözlü gelenekte var. bu. İçiçe girmiş, sınır Aslında bunların üzerinde fazla konuş­ belli değil. Şu anda bile mak istemeni. Bunlar benim bazı de­ düşte yaşıyoruz belki, nemelerim. Örneğin Hüyükteki Nar kendimize sürekli mitler Ağacı’nda bu tür etkiler çoktur. Bu ro­ bulup yaratıyoruz, in­ manı yazarken “Deli Boran” adlı bir sanların ikinci bir dünya türküden yola çıkmıştım. Daha doğru­ yaratmadan yaşadıkları

CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 SAYFA 5 1 - • " yıllar önce başlayan ve aramızda hâlâ vezirlik ihsan ettim, alın bir hilât, bir Amcamın evine gelir üç dört ay kalır­ her şeyidir bisiklet. Çalınınca zavallı süren bu tartışmaya girmeyelim ister­ samur kürk, bir at, bir kılıç, »ötürün lardı. Yemeklerini ben götürürdüm. hapı yutuyor. Buradan Binboğalar’a sen. de o da gelip bizimle sefere katılsın, Samanlıktan çıkamazlardı. Ahbaplık gelmek istiyorum. O cennet dedikleri - Ben martının ıcığını cıcığını bilmek Kızılbaş üstüne gidiyoruz, sevaptır. yapardık gün boyu. Bana eşkıya hikâ­ devirde yerleştirmek istiyorlar bu Yö- isterim, bir martı imgesiyle yetinemem. Ordusunu çeksin de bizimle gelsin.” yeleri anlatırlardı. Bir de Sakarya şeyhi rükleri. Onlar yanaşmıyorlar. Zaman Doğayla, insanla ne kadar zenginleşir- Sadrazam gidiyor Sakarya şeyhine. Bi­ olunca, mecbur adamın hikâyesini yaz­ geliyor ki Çukurova’da ekilmemiş yer sek hayal gücümüz de o ölçüde zengin­ zim şeyh çok yakışıklı bir adammış, maya kalktım. kalmıyor. Ne konacak yer var ne bir leşir. genç, insan güzeli, sakalı abanoz gibiy­ - Nasıl bir tip bu mecbur adam? şey. Dağın yamacına bile konsalar köy­ - Romanlarındaki bir başka gelenek­ miş... Bunu ya ben uyduruyorum, ya - Nâzım Hikmet gibi, Che Guevera lüler dağ bastı parası alıyor. Çocuklar sel motif de at. Biliyorsun eski Ti'trk- da kitap böyle yazıyordu... gibi biri. Paris’te Nâzım Hikmet’e sor­ yukardan taş yuvarlıyorlar bebeleri ler’de “at kültü” var ama, bu, “anladı­ - Naima Tarihi yani. dum. “Yahu, dedim, sen bir Marksist- ölüyor. Bu hikâyeyi an­ ğım kadarıyla pek umurunda değil se­ - Zannediyorum. Neyse, “İşte vezir­ sin. O koşullarda parti kurulamayaca­ lattı bana. Çıldırdım ve Binboğalar’ı nin. Peki Âkça sazın Ağalarında o gü­ lik ihsan buyurduk, bizimle gelin” di­ ğını bilmiyor muydun? Niye uğraştın yazdım. Yani adam bir çağda yerleşme­ zel insanlar neden kendileri kadar güzel yorlar. “Gelemem” diyor. “Yahu sen bu kadar?” “Mecburdum” dedi. Che mek için savaş veriyor. Bir başka dö­ atlara binip gidiyorlar, hiç dönmemece- deli misin?” diyorlar, “Seni bırakmayız Guevera bakan olmuş, bilmem ne ol­ nemde yerleşmek için her şeye razı. sine gidiyorlar? ince Memed’in ikinci burada, Bağdat ordusunu üstüne çe­ muş, hep dağa gidiyor. Mecbur çünkü. Kozanoğlu isyanı yerleşmemek için bü­ cildinde betimlediğin at, Köroğlu’nun ker, gelir seni yakalarız. Koyun çarşı­ Dünya öküzün boynuzunda değil, yük bir savaş. Bir kahraman var ro­ Kırat'indan daha fazla olağanüstü özel­ sında eşeğe ters bindiririz. Mafsallarını mecbur adamın sırtında duruyor. İnce manda. “Ben demirci değilim” diyor. likler taşıyor. kanata kanata, derini yüzerek, gözünü Memed’in üçüncü cildinde, dikkat Aslında ocak demircisi, kökten sürme - Babamın atları vardı. O öldükten oyarak, üç günde öldürürüz seni” di­ edersen birisi “Senin yüreğinde kurt demirci, dağdan inme değil. Bin yıllık sonra ben taylar yetiştirdim. Amcamın yorlar. “Gelemem” diyor, “biliyorum var,” diyor İnce’ye, mecburiyet kurdu. demirci. Bir kılıç yapıyor bu. Çünkü verdiği taya binip Düldül dağının arka­ yaparsınız ama gelemem”. “Sen deli - O zaman, romantik anlamda bir daha önce ecdadı Ösmanlı’ya bir kılıç sına giderdim. Çocuklar neler yapmaz­ misin?” diyorlar. “Hayır deli değilim başkaldırı söz konusu. yapmış. Osmanlı Aydın ovasını veriyor lar, at sahibi olup Van gölüne gideceğiz ama mecburum” diyor, “Ben huruç et­ - Evet, ben de onu anlatıyorum za­ bunlara. diye. Van gölünü Düldül dağının arka­ meye mecburum!” Bunun üzerine ya­ ten. Mecbur insan diye bir tip var yer­ - Ama çağ değişmiş artık. sında zannederdik arkadaşım Meh­ kalıyorlar Sakarya şeyhini,, işkenceyle yüzünde. Ben onun psikolojisini ver­ - Çağ değişmiş, bu herif kılıç yapıyor. met’le. At benim çok haşır neşir oldu­ öldürüyorlar. Bu olay beni müthiş etki­ meye çalışıyorum. İnsanoğlu başkaldı- Aşiretin ümidi bu kılıçta. Ama bu kılı­ ğum bir şey. Atlarla döğen sürdüm, at­ ledi işte. ran bir yaratıktır. Bazı insanlarda bu cın bir boka yaramayacağını herkes bi­ larla araba sürdüm, atlara bindim. Ba­ - Evet... daha da yoğun bir biçimde oluyor, o liyor. Kendisi de biliyor belki. Getiri­ bamın sağlığında çok soylu atlarımız - Ayrıca da­ zaman İnce yor Adana Beyi Ramazanoğlu’na. Gör­ oldu. Suriye’den Arap atları gelirdi. yım Doğu Memed tipi kemli bir bey sanıyor herifi. Bir de ba­ Bir gün bindim kendimi Tanrı’nın oğlu Anadolu’nun ortaya çıkıyor kıyor ki kel kafalı bir adam. Kılıcı gö­ zannettim. İki yanaşma atın iki ayağın­ en büyük eşkı­ işte. rünce “Enteresan enteresan!” diyor. dan tutmuş ben atın üzerindeyim, kö­ yası. Onun da - Senin ro­ Bir Yörük beyi Çukurova’da konak yün sokaklarında dolaşıyoruz. Öylesi­ macerası, ana­ man kahra­ yaptırıp yerleşmiş, ona götürüyor kılı­ ne gururlanmıştık ki! Allah insana öyle mın bana an­ manlarındaki cı. Herif kabul bile etmiyor. Kapıda gurur vermesin! lattığı gibi, psikolojik bo­ “Kökten sürme, ustalar ustası, bin yıl­ Elbette halk şiirinde çok fazla at mo­ teypte kayıtlı. yut kimi kez lık Haydar Usta geldi, diyorlar, o bzi- tifi vardır. “Bir atı severim bir de güze­ Genç • bir çok arka plan­ dendir, bizim kökümüzdendir. ” Ustaya li” diyor halk şairi. Yedi yaşımdan beri adammış. Yir­ da kalıyor. Ba­ bir kırmızı yirmi liralık veriyorlar. O da bildiğim bir şiirdir. İsmail ağa boyuna mi iki-yirmi zı romanların­ kâğıt para, elinden uçup gidiyor. En bunu söylerdi, evin önündeki ağaca üç yaşlarında daysa hep ön sonunda İsmet Paşa’ya kadar çıkıyor. sırtını dayar, Dadaloğlu türküleri söy­ öldürülüyor. planda. Derviş Umut bu ya... Haydar Usta’ya müthiş lerdi. Bu İsmail ağa benim birçok ro­ Doğu Anado­ Bey örneğin. saygı gösteriyorlar orada. Törenler bir­ manımda geçer. Komşumuzdu, müthiş lu’da türküler A k ç a s a z ’ ın birini izliyor. Sonra Kasım Gülek kılıcı bir sesi vardı. İnce Memed’de çimeni yakılmış da­ Ağaları üzeri­ alıp İsmet Paşa’ya veriyor, karşılığında yeşil gözlü adam diye geçer. Onu Ka­ im üstüne, ne yaptığım toprak istiyor. Paşa “Güzel... Güzel” nın Sesi’nde de yazdım. ugün bile hâ­ eniş kapsamlı derken çimentoya düşüyor kılıç. Sonu - Demek ki kendi yaşamından olduğu lâ söylenen ir incelemede şöyle biter: “Böyle has çelikten yapıl­ kadar halk şiirinden de besleniyorsun. türküler. Da­ onu “démoni­ mış kılıçlar çın! çın! çın! öter.” Hatır­ - Her ikisi de önemli. Yedi yaşımdan yımın babası aque" olarak ladın mı? Ondan sonra obaya geliyor beri dinlediğim bir maceradır bu atlar. da büyük eş­ nitelendirmiş­ Haydar Usta. Çadırına giriyor. Sabaha Köroğlu’nun Kıratı kadar masallardaki kıya. Onun tim, Lukacs ve kadar kıvılcımlar çıkıyor çadırdan. Sa­ atlar da önemli benim için. At motifi, amcası Çerko Goldman ’ın baha karşı ustayı ölü buluyorlar, örsü­ aslında, insanlığın motifidir. da öyle. Hele gerçekçi ro­ nün başında. Ve o kılıç da hiçbir şeye - Söz Köroğlu’ ndan açıldı ya, ince bu Çerko’nun man kategori­ benzemeyen demir oluyor. Asfında be­ Meme d’e dönelim yine biz.. Hangi eş­ müthiş bir ef­ lerinden yola nim anlatmak istediğim Yörüklerin kıya tipi model oldu bu romana? Kö- sanesi var? çıkarak. Der­ yerleşmesi falan değil, işte bu kılıç hi­ roğlu mu -ki biliyorsun son araştırmalar - Annenden viş Bey geçmi­ kâyesi. Usta bir türlü anlamıyor ya da onun yalnızca bir destan kahramanı de­ mi dinledin bu şin değerlerine anlamak istemiyor olan biteni. ğil, gerçekten yaşamış bir Celâli başı ol­ efsaneyi? bağlı bir ro­ - Evet, değerler sistemi değişmiş. duğunu ortaya koydu. Sonra, dayıların - Evet ondan dinledim. Boyuna anla­ man kahramanı. O değerler yok olduk­ - İşte onu veriyorum zaten. İnsanlı­ arasında da eşkıya çok. Gerçekten yaşa­ tırdı. Çerko’nun on vedi adamı varmış. ça “problematik” bir konumda buluyor ğın macerası bu. mış insanlar... Bir keresinde, Çakırcalı Bir alay sarıyor bunları. Yakalayıp Van kendini. - Peki, buradan yola çıkarak Lu- Efe nin kızının, Ödemiş’te doğan anne­ hapishanesine atıyorlar. Orada bir tü­ - Derviş Bey bir Don Kişot’tur. kacs’ın tanımladığı “problematik. kahra- me süt analığı yaptığını anlatmıştım sa­ nel kazıyor Çerko, “Hadi, diyor arka­ - Yeni oluşmaya başlayan değerler sis­ man”a gelebilir miyiz? na. Bir tren yolculuğunda. Beni, üzerine daşlarına, çıkalım!” Hiçbiri çıkmıyor, temiyle uyum sağlayamadığı için hep - Bunu bilmiyorum. Beni de ilgilen­ koskoca bir kitap yazdığın Çakırcalı nın bir kendi çıkıp Van gölü civarında do­ geçmişin olağanüstü günlerine özlem dirmiyor. torunu ilan etmiştin de, ne yapacağımı, lanıyor, sonra aynı tünelden geri dö­ duyuyor. Onun gözünde, konar göçerle­ - Yok. olan değerlerin peşindeki ro­ kendimi nasıl temize çıkaracağımı bile­ nüp arkadaşlarını buluyor yine, “Sizi rin dünyası, yitirilmiş bir cennet. Ama man kahramanı. Derviş Bey de böyle bi­ memiş timi burada bırakırsam sonra bana ne der­ baskı ve sömürü de var bu cennette, in­ ri. Senin yazdığına bakılırsa “toprak, - Bu konuyu bir iyice anlatayım. ler, haydi çıkalım!” diyor. Ama arka­ sanın insanı yok etmesi de. Kan dava­ ayaklarının altından kayıyor”. Bir dönü­ Çünkü hiç kimse, bugüne kadar, ne daşları çıkmıyor sonunda, sabaha kar­ sında olduğu gibi. şüm sürecini yaşıyor Derviş Bey ve o sü­ anladı ne sordu. Arslanım Türk ente­ şı, yine tünelden hapishaneye döner­ - Derviş Bey bir geçiş döneminin tra­ recin hızıyla uyum sağlayamayınca ye­ lektüeli! Dünyayı iyi kavramış ama, ken bir nöbetçi vuruyor Çerko’yu. Ya­ jedisini yaşıyor. Binboğalar Efsanesi nik düşüyor. Tıpkı az önce anlattığın ben niye cilt cilt İnce Memed yazıyo­ ralanıyor ama bütün gün dövüşüyor için de geçmişe duyulan özlemden, fe­ Haydar Usta gibi. rum farkında değil! jandarmalarla. Sonunda ölüyor. Bir de odaliteyi savunduğumdan falan sözetti- - Bak sana bir şey söyleyeyim. Benim Ramazanoğlu kitaplığında elime Na- açıp bakıyorlar ki yüreği çatal biçimin­ ler. İlgisi yok. Sana Binboğalar konu­ romanlarımdaki ana tema değişmedir. ima Tarihi geçti bir gün. Bu kitapta bir de. sunda şunu söyleyeyim. Gogol’ün bir Hpp bunun üzerinde durdum ben. Mehdi hikâyesi dikkatimi çekti. - Ege’de söylenen bir eşkıya türkü­ hikâyesi var, “Kaput” diye. Şimdi Akçasaz’ın Ağaları’nın üçüncü 1600’lerde Sakarya’da, Sakarya şeyhi sünde var bu. “Çatal olur efelerin yüre­ - “Palto” galiba o hikâyenin adı. cildini, Anavarza’yı yazıyorum. Derviş diye bir şeyh ünleniyor. Kendini mehdi ği” diye. - Evet “Palto”. Her neyse. İşte ora­ Bey çok yaşlanmış. Hasta ve yorgun. ilan ediyor bu şeyh. Zaten her Celâli - Elbisesini de bir ağaca asıyorlar, ba­ da, dokuzuncu dereceden bir memur Yatakta yatıyor. “Atımı getirin!” diyor başı bir mehdidir. Bu Sakarva şeyhi kalım kim sahip çıkacak diye. “Hiçbi­ için, yamalı, eski püskü bir palto her Tıpkı babası gibi. Atını getiriyorlar. Bi­ beş bin kişi toplayıp padişafıa isyan rimiz sahip çıkamadık” derdi anam. şeydir. Bir müdür için hiçbir şey. Eşya­ nip mor dağlara doğru sürüyor. Ne atı ediyor. Koskoca Ösmanlı ordusunu Babam bakıp bakıp ağlarmış. Bu anla­ nın göreceliğine gelmek istiyorum bu­ ne ölüsü belli oluyor. Derviş Bey’in de tam üç kez bozuyor. IV. Murat, 1615’te tılanlardan da etkilendim ister istemez. radan. Vehbi Koç’un kızı Suna’ya bir sonu böyle. 68’de başlamıştım bu sanıyorum, Bağdat seferine giderken Bir de şunu söyleyeyim: Kadirli’de gün dedim ki: “Şu altındaki otomobil üçüncü cilde, hâlâ duruyor. Konya’da karargâh kurduğunda, sad­ 1930-36 arası beş yüz kadar eşkıya var­ ne güzel! Hadi denize itiverelim şu­ Şimdi Demirciler Çarşısı’na gelelim. razam “Padişahım, diyor, biz gidiyoruz dı. Bunlardan bazıları bizim eve de ge­ nu”. “İtelim Abi! ” dedi. Aynı şeyi bir Çukurova’da gördüğüm bir oluşumun ama, sen burada yokken Sakarya şeyhi lir giderlerdi. Rıza, Kürt Alo gibi. Ama taksi şoförüne söyle bakalım. Herif sonucudur bu roman. Derebeyleri ta­ İstanbul’u zapteder, bak kaç kez ordu­ benim asıl ince Memed’e model yaptı­ vallahi öldürür seni. Bir ikinci hikâye nıdım ben. Bir tanesi Arif Dino’nun larımızı bozdu." Bunun üzerine padi­ ğım Şahin’in kardeşi Mehmed’dir; Ab­ daha yazıldı bu konuda. “Bisiklet Hır­ amcasıydı. Romandaki kan davası ko- şah diyor ki, “Peki öyleyse, üç tuğlu dal Oğlu ile Cabbar diye yazdığım o. sızı”. De Sica’nın filminde de çocuğun nusunu bir ailenin hayatından aldım. ı

SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 Al atın üzerine biner bir on dakika ka­ değişiyor. Akçasaz’ın Ağaları’nda çok kere daha deneyeyim. Şimdi nedir in­ ha derinlemesine bir şey. Bilinç mi di­ dar beklerdi. Pusu kurmasınlar diye belirgin bir biçimde gösteriyorsun bunu. sanoğlu? Konuşan bir yaratık. Konu­ yorsun sen ona? her zaman bir başka yoldan giderdi. Bataklıktaki ejderha efsane örneğin. Ef­ şuyor. Bu konuşmadan sanat yapmış­ - Bilinç akışı. Yani zihinden geçenleri, Derviş Bey’in bir yönü bu Arif Bey’in sane de bitiyor mu bataklık ortadan kal­ lar. Av zamanından beri.. Avı anlatıyor belli belirsiz çağrışımları, rasyonel bir amcasıdır. Kürt Ali Ağa vardı. Türk­ kınca? ilk insan. Uzun ya da kısa, avın peşin­ düzenleme yapmadan, düşüncelerin do­ men Beyi. Tevfik Karamüftüoğlu’nu da - Bitiyor tabii. Aynı efsane İnce Me- den gidişinin türküsünü söylüyor. Bir ğal akışı içinde vermek. Bu tekniği De­ tanıdım. Remzi Bey’i tamdım. Derviş med’de de var. Baştan beri var bu, Hö­ de günlük ihtiyaç konuşması var. Sonra niz Küstü’nün bir bölümünde kullanı­ Bey bu tanıdığım tiplerin toplamıdır. yükteki Nar Ağacı’ndan beri. Dada- dedikodu. Yalnız bizim Çiçek Bar’da yorsun. Ama, bence, romanın genel üs­ Ama yarattığım bir tiptir. Bir yazar ne İoğlu traktörler gelince yok oluyor. değil, her yerde var. Paris’te de var. Çe- lubuna uymayan bir yama oluşturuyor kadar dünyayla, insanlarla zenginleşir­ Kimsenin umurunda değil Dadaloğlu. kemezlikler, anlayışsızlıklar. Her neyse, bu. se hayal gücü de o ölçüde artar. Ben - Traktör giriyor ama, kurban da kesi­ Çukurova’da bir şeye tanık oldum. Bir - Bak, ikimiz de yazarız, ikimize de buna inanıyorum. Dağdaki bir insanın yorlar. O kadar kolay olmuyor belki de. yörük köyüyle bir başka köy arasında Freud’ü anlatacaksınız deseler. Farze- hayal gücü aynı olamaz. Şunu diyece­ Bu inançlar, çevre değişir değişmez, şive farkı var. On sene önce yerleşmiş delim ki dostuyuz, ikimiz de çok iyi ta­ ğim. Yaşar Kemal Hemite köyünde onunla birlikte hemen değişmiyor belki bir yörükle yeni yerleşmiş bir yörük nıyoruz herifi. Diyelim ki kırk yıllık ar­ kalsaydı bugünkü hayal gücüne sahip de. arasında da şive farkı var? Şuraya gele­ kadaşımız. Yahut da bizim akraba olu­ olamazdı. Karacaoğlan’ınki kadar ha­ - Bu, altyapı üstyapı sorunu. Benim ceğim: Ayrı anlatım biçimleri de böyle yor Freud. Freud’ü yazıyoruz. Onu, yal gücü olurdu. Çünkü onu biliyor kanım şu: Üretim araçları değiştiği za­ doğuyor. Örneğin bir romanın yazılışı­ Balıkçı Selim’i yazdığım gibi yazamam. başka bir şey bilmiyor. “Baharın geldi­ man büyük gelenekler kesinlikle yok nı toplum etkiliyor. Bölgeler de etkili­ Aynı sözcüklerle, aynı tümcelerle yaza­ ğini nerden bilelim/ Bir gül açmış yap- oluyor. Yalnız kurban kesme kalıyor. yor. Çukurova, İstanbul... Eğer İstan­ mam. Üslubun kendiliğinden değişme­ racığı düzgündür.” Bu Karacaoğlan’ın Ama bu bir toplumun hayatında hiçbir bul’a gelmeseydim roman dihmin zen­ si zorunlu. Trenin penceresinden ovayı kendi yarattığı, doğa karşısında yarattı­ şey değildir. Efsaneler daha geniş, daha ginleşmesi mümkün değildi. Çok şey anlatıyorum. Hareket halinde bir tre­ ğı bir şeydir o kadar... Halbuki ben Fa- kapsamlı bir şeydir. Kurban dinsel bir öğrendim İstanbul’da. Sentaks değişi­ nin penceresinden. Bir de düpedüz ulkner’i biliyorum. Edebiyat bir usta- şey, kolay kolay yok olmaz. Ama kan yor. Toros dağının sentaksıyla Ada- ovayı anlatıyorum. Otlar var, çiçekler çırak meselesidir. Ustası olmayan çırak davası bitiyor. Örneğin Akçasaz’m iar’ın sentaksı ayrı. Mesela bizim Çu­ var ve bir de kelebekler var, kuşlar var. olamaz. Roman kurgusunda en çok ikinci cildi Yusufçuk Yusuf da olmuş kurova’nın sentaksı biraz Araba kaçar, Hızlı giden bir treni, ovayı anlattığın faydalandığım yazar Stendhal’dir. Onu bir olaydan yola çıktım. Atilla Çandar sınırdayız biz. Urfa başka bir şeydir. üslupta anlatman mümkün değil. El­ okumasaydım ne hayal gücüm ne de anlatmıştı. Planlamada çalışırken Mar­ Trabzon Kafkas sentaksına kaçar. Dilin bette bilinçle yapar bunu yazar. Tesa­ roman kurgum bu kadar olurdu. din’e gitmiş. M ardin’deki Kızıl Te- yapısı coğrafyaya, yakınlıklara, sınırlara düf yoktur yazarlıkta. - Yani bir yazar yalnızca doğayla de­ pe’nin üzerine bir un fabrikası yapıl­ göre değişiyor. Ben önce Kürtçe duy­ - Sen röportajlar da yazdın. Nasıl ayı­ ğil, edebiyatla da zenginleşmeli. mış. Derebeyi dum ailemde. rıyorsun romanı röportajdan? Çukuro­ - Dostoyevski’yi bilmeyen bir yazarın çocukları yap­ Kürtçe’yle va Yana Yana’daki metinleri bir Deniz hayal gücü zengin olamaz. Ne kadar tırmışlar, para Türkçe’yi be­ Küstü ya da ince M emed’den? Yazı çok şey öğrenir, ne kadar çok okursan onlardan. Yö­ raber öğren­ türleri arasında kesin sınırlar olmadığı­ hayal gücün de o oranda büyür. netim kuru­ dim. Kürt- nı söylemiştin bir yerde. - Romanlarında, özellikle de Akça- lunda konu­ e’yi daha az - Röportaj da bir yaratmadır benim saz’ın Ağalarında yalnızca ekonomik şup alay edi­ iliyorum, için. Yaratmadan hiçbir gerçeğe varıl­ ve toplumsal değişmeyi anlatmakla ye­ yorlarmış de­ çünkü yalnız­ maz. Ben neden otobiyografi yazma­ tinmiyorsun. Bu değişmenin doğayı, gi­ delerinin kan ca köyde ko­ dım biliyor musun? işin içine yaratma derek çevreyi de olumsuz yönde değiş­ davalarıyla, nuşuyorduk. girdiği zaman o otobiyografi olmaz da tirdiğini gösteriyorsun. “senin deden Ailem, son za­ ondan. Bir gerçeği hakkıyla anlatabil­ - Evet üretim araçları değişiyor. Ve benimkini manlarda, ev­ mek için onu yaratmak gerekir. birdenbire değişiyor. Mübeccel Kıray’a vurmuştu!” de de Türkçe - Sözlü geleneğin insanlık tarihinde sordum: “Neden ondokuzuncu yüzyıl falan diye. Za­ konuşmaya çok büyük bir birikim olduğunu söylü­ romanı feodalizmden kapitalizme geçi­ ten romanda başlamıştı. yordun. Oysa yazının tarihi görece daha şi yazmadı?” Dedi ki: “O üç yüz yıllık Derviş Bey’le On altı on ye­ kısa. Onun için mi “sözlü gelenek bir bir süreçti. Oysa Çukurova aynı süreci Akyollu da di yaşıma ka­ hazinedir" demiştin? çok kısa bir zaman kesitinde yaşadı.” barışıyorlar. dar evin için­ - Yazı da sözlü geleneğe dayanıyor Marshal planını izleyen yıllarda üretim Akyollu yalnız de Kürtçe Ko- zaten. araçlarındaki değişme birdenbire oldu. kalmış, Derviş nuşulurdu. - Bir yazar olarak, bu çağda, sözlü ge­ Büyük fabrikalar kurulmaya başladı. Bey ona acı­ Hemite’de, leneğe böylesine sahip çıkman yine de Çukurova 1950’lerden önce baştan yor tabii. Ölü­ aşağı yukarı yadırganabilir. aşağıya kamışlıktı. 1850’lerde Akde­ mün, yok ol­ bütün köy - Yazılı geleneğe geçerken korkunç niz’e kadar kırk kilometre ormanlıktı. manın trajedi­ Kürtçe konu­ bir hazine var elimizin altında: Sözlü Bir tek ağaç yok şimdi. Bizim Kadirli si bu. Büyük şurdu. Ne za­ gelenek. Roman, masallardan alabildi­ tarafları meşelikti. Anavarza’da insan bir trajedi. man T ü rk ­ ğine yararlanmıştır. Dostoyevski örne­ gövdesi kalınlığında meşeler vardı. Dikkat eder­ çe’yi ne za­ ğin. Haşan Ali Ediz söyledi bana. Rus Üçüncü ciltte anlatacağım bunları. sen Deniz man Kürtçe’yi yazarlarının ağa babası Puşkin de ma­ Traktörler bir girdi, iki sene içinde Çu­ Küstü’de de öğrendim bi­ saldan gelir. Gogol’ü al. Gogol’ün ro­ kurova’da ne ağaç kaldı ne de bataklık. bir trajedi var. lemiyorum. man kurgusu İlyada’nınkinin aynıdır. Halbuki eskiden köylüler kök söker­ En iyi yazdı­ Kürtçe’yi an­ - Yani senin romanlarında olduğu gi­ lerdi. Cevdet Paşa Maruzat’ında anla­ ğım bölümler­ larım şimdi, bi, ondokuzuncu yüzyıl Rus romanında tır. 1850’lerde cennetmiş Çukurova. den birisidir. Şurada, bizim evin az ama hikâye anlatamam. Halk edebiya­ da epik bir söylem var diyorsun. Yörük çadırlarının yanı yemyeşil çi­ ötesinde bir konak vardır. Yeşilköy’de tının da bir dili var, halkın konuşma­ - Dostoyevski’de epik yok, masal var. menmiş. Kozan’a giderken, kamışlar­ bahçe içinde. Kör Mustafa oturur. An- sından ayrı. Karacaoğlan halk gibi ko­ - llyada’dan sözettin de... dan ve ağaçlardan Kürt atlılarının mız­ tepli, kaçakçı. Zengin oluyor gecekon­ nuşmaz. Köroğlu anlatan ustanın ko­ - Evet. Zaten ben İlyada yazmak isti­ rakları görünmezmiş. Cevdet Paşa duda otururken. Köşkü, yaptırıyor. Al­ nuşması halkın konuşmasından ayrıdır. yorum. Tolstoy Baba da İlyada yazmak “Vahşiyane yılanlar dolaşıyordu Ko- tın karyolada yatıyor. Ölünce Balıkçı Sözlü olduğu için bir yakınlık vardır istiyorum diyordu. Gençlik diye bir ro­ zan’a kadar” diyor. Üçüncü cildin başı­ Selim geliyor bir tek, oğulları İsviç­ belki, ama ayrıdır. Yazı başka bir şey. man yazıyor ya._ Hepsinin müthiş hay­ na işte bu bölümü koyuyorum, Cevdet re’de. “Kartal Mustafam köyde kalsay­ Benim romanlarıma dikkat edersen, ranlıkları var İlyada’ya. Gogol Ölü Paşa’dan olduğu gibi alıp. Demek ki dı böyle mi olurdu!” diye dert yanıyor yazı aynı olmakla beraber, her romanı­ Canlar’da bir aileyi alıyor, baştan anla­ üretim araçları doğayı değiştiriyor. karısı Balıkçı Selim’e. Diyeceğim, üst­ mın ayrı bir üslubu olduğunu görür­ tıyor, birkaç çizgi sonra öbür aileye ge­ Hem doğayı hem de insan ilişkilerini yapı hemen değişmiyor. Çünkü o bü­ sün. Demirciler Çarşısı ayrı ince Me- çiyor. İlyada’daki gibi. Homeros da değiştiriyor. Sınıflar da değiştiriyor do­ yük birikimin ürünü. Ekonomik duru­ med ayrıdır. Romanın konusu ve konu­ Âşil, Hektor, Odisseus gibi yüzlerce ğayı. Bugün Çukurova’da toprak, ır­ mu değiştiği vakit insanın evi, eşyası da mu üslubu belirler. Faulkner’in, Halit tip çiziyor. Ama ayrı ayrı çiziyor. Aynı gatlardan daha fazla sömürülüyor. Bir değişiyor. Ama inançları, bağlandığı Ziya’nın, Nâzım Hikmet’in de anlatış­ metod. Nâzım’ın İnsan Manzarala­ tek ağaç kalmadı. Güneşte ırgatlar çalı­ gelenekler can çekişerek sürebiliyor. larından faydalanıyorum. Onların çıra­ rındaki gibi. Kale Kapısı’nda ben de şıyor ama gölgelik yer yok. - Biraz da romanda üslup sorunlarına ğıyım ben, Karacaoğlan’ın çırağı deği­ aynı şeyi denedim. Bu bakımdan en - Yani toplumsal yapının ve üretim değinelim istersen. İlk aklıma takılan lim. Köroğlu’nun da çırağı değilim, epik romanım Kale Kapısı’dır. Bir sü­ araçlarının değişmesi doğayı da etkili­ soru şu: Yazı ve sözlü gelenek. Bu ikisi Tolstoy’un, yahut da Dostoyevski’nin rü tip anlatıyorum çünkü. yor. Burada bir çevre sorunu çıkıyor sende birbirlerini tamamlıyorlar. Sözlü çırağıyım. Sait Faik’in çırağıyım. Bun­ - Dostoyevski masaldan yola çıkmıştır karşımıza. Akçasaz’ın Ağaları'nda çok gelenekten yararlanıyorsun, ama kendi lardan elbette faydalanırım. Ama bir diyorsun. İyi de, Piller Sultanı nda ma­ belirgin bu. Beki roman kahramanları üslubunu da kurma çabasında bir yazar­ de, yaratılışımdan ve yaşadıklarımdan salı doğrudan yazıyorsun sen. Demirci­ nasıl yaşıyorlar bu sorunu? Bir çevre bi­ sın, bütün yazarlar gibi. Bazı biçim de­ gelen bir temel var. O temelden de fay­ ler Çarşısıyla bu kitap aynı şey mi sen­ linci oluşuyor mu onlarda? nemelerine giriştiğin de oluyor. Örneğin dalanıyorum. ce? Birinde roman ötekinde masal öğe­ - Onlarda yok bu bilinç, ama bir ya­ Deniz Küstü’de, uzun cümlelerden olu­ Gençliğimde, Deli Boran’ın üslubu­ leri ağır basıyor çünkü. Doğrudan masal zar olarak bende var. şan anlatı, bir yerde noktalama işaretle­ na çok yakındı yazdıklarım. Aşağı yu­ yazman, gelenek açısından, beni daha - Peki bu köklü ve hızlı değişme az rinin tümden kaybolduğu bilinç akışı karı aynı tümce biçimlerini kullanıyor­ çok ilgilendiriyor. Dostoyevski’de böyle önce üzerinde durduğumuz sözlü gele­ tekniğine bırakıyor yerini. Neden buna dum. O zamanlar, 1951’de, kendimi bir şey yok ama. Filler Sultanının dı­ neği, örneğin aşık edebiyatını da değiş­ gerek duydun? Heterojen bir üslup ya­ çok kaptırmıştım Deli Boran’a. İnce şında masal yazdın mı? tirmedi mi? Bu geleneğin hâlâ bazı böl­ pısı var romanın. Oysa başka romanla­ Memed biraz daha sözlü geleneğe ya­ - Yazmadım, hayır. Filler Sultanı’nda gelerde sürdüğünü söyledin. Oysa, diye­ rında aynı şey, bu kadar radikal biçimde kındır, her köylü anlar İnce Memed’i. Anadolu’da bilinen bir masal temasın­ lim bataklık kurutulduğu vakit, o ba­ söz konusu değil. Ama gelsin de Akçasaz’ın Ağaları’m dan yola çıktım. Bütün Anadolu bilir. taklığın üzerine söylenen efsaneler de - Kimseye anlatamadım derdimi. Bir anlasın bakalım. Mümkün değil. O da­ Sultan Süleyman’ın filleri gelip karın-

CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 SAYFA 7 çaların yuvasını bozuyor. Ben bunu • «t • »; - Evet ama, cinayet, yaşamasına en­ “Karıncalar filleri yenebilir” diye İşçi gel değil. Yaşıyor işte. Flapishanede Partisi’nin radyo konuşmalarında da Karabekir’den dinledim. Anasına küf­ anlattım. Sosyalizmin modern temala­ reden çocuğu dağda kıstırmış. En ince rını kattım masala. Ama kitabı masal ayrıntısına kadar anlattı. Çok zeki bir tekniğiyle yazdım. Tamamen masal, adamdı. Tabancayı çekip şakağına da­ benim masalım. Masal üslubu var, ama yamış, işkence ediyor. Öldürecekmiş masal unsurları yok. gibi yapıp cayıyor. Sevinçle ölüm ara­ Sözlü edebiyatın etkisinde kalmayan sında. Gün kavuşuncaya kadar. Gün hiçbir yazar yoktur demek istiyorum. kavuştukta takır takır vuruyor. Büyük bir hazine bu. Faydalanmamak - Akçasaz’ın Ağalarında anlatıyor­ mümkün değil. Üstelik sürekli yeniden Baldaki Tuz / Ağacın Çürüğü / Zulmün Artsın/ Ustadır Arı / sun bunu. Neyse, çok yordum seni, yaratılan bir şeydir sözlü edebiyat. Bu­ Yaşar Kemal / Yaşar Kemal / Yaşar Kemal / Yaşar Kemal / epeyce de ilerledik. gün de yararlanacağız, yarın da. On­ Can Yayınları / Can Yayınlan / Can Yayınları / Can Yayınları / - Böyle kimseye konuşmadım şimdi­ dan kurtuluş yok. 405 s. ' 283 s. 267 s. ' 259 s. ‘ ye kadar. - Peki bu yararlanma aynı zamanda - Son bir şey daha var merak ettiğim. bir dönüştürmeye yol açmıyor mu? Bazı bu.. de yaşadığımız, güncel bir dünya mı bu Nasıl oluyor da bu kadar çok yazabili­ motifleri sözlü gelenekten alıp değiştir­ - İnce Memed’de Mehmed’in Hati­ kanlı dünya? yorsun? miyor musun? Nâzım’ın yaptığı gibi. ce’yle aşkı da, biraz mutlak aşk gibi. - Cinayeti anlatıyorum. Benim ro­ - Gerçekten tembel bir adam oldu­ Kerem ile Aslı dan yararlanıyor ama, - Hayır değil. O çağa ait. manlarımın ana temasıdır cinayet. ğumu zannediyorum. Bundan sonra Kerem, Nâzım'in şiiirinde çağından so­ - İki sevgilinin birbirlerini istemeleri, Dört İnce Memed, Yılanı Öldürseler, yazacağım asıl. Yüz elli, iki yüz sayfalık rumlu bir kahramana dönüşüyor. Senin senin romanlarında, tıpkı halk hikâye­ Akçasaz’ın Ağaları ... Kendime göre küçük romanlar, iki çocuk bir de yaşlı yaklaşımını öğrenebilir miyiz? İdeolojik lerindeki gibi, birdenbire ve çok mutlak anlatıyorum cinayeti. Dostoyevski’nin adamın cinayeti. Bir de İstanbul’a ait, bir müdahaleden, bir dönüştürmeden bir biçimde oluyor. katilleri vicdan azabı çekerler. Ben bu­ Eyüp’te geçen bir roman var. Onu da yana mısın? - Budala’yı alırsan yine böyle aşklar na da karşıyım. Benim kahramanlarım­ yazacağım. Sonra, kafamda Ada var. - Bu pek ilgilendirmiyor beni. Örne­ bulursun. Modern romanlarda da bu da yoktur bu. Savrun Gözü var, ilk kez, on yedi ya­ ğin Nâzım Hikmet alıyor Ferhat ile Şi- böyle. Aşk pek değişmiyor. Sartre’da - Dostoyevski’de Hıristiyanlık’tan ge­ şımda Abidin Dino’ya anlatmıştım. rin’i, başka bir şey yapıyor. Nasıl Ham­ da öyle. len bir etki söz konusu. Anavarza var sonra. let Danimarka Sarayı değilse, Nâzım - Pek değil. Bulantı’dakiaşkı düşün. - Dostoyevski’nin kendi kişisel sap­ - Anladığım kadarıyla, roman konu­ da Ferhat ile Şirin değildir. O temayı - Sartre aşkı alıp yozlaştırmış. lantısı, kendi rahatsızlığı da olabilir. su, tümüyle, önceden bir tasarı olarak alıp yeniden işliyor, modern çağa uygu­ - Yani sence, yozlaşmış ve yozlaşma­ Her Hıristiyan’ı aynı kalıba sokamaz­ kafanda var. Oysa bazı yazarlar yazmayı luyor çünkü. mış aşklar diye iki ayrı kategori mi var? sın. Hıristiyanlar, örneğin bizim Mar­ bir çeşit serüven, bir uçuruma atlama gi­ - Sende bu tür bir uygulama yok. - Doğru dürüst hangi aşkı alırsan al, din’in Süryanileri, sabahtan akşaıpa bi görüyorlar. Daha önceden tümüyle _ - Hayır yok. Köroğlu’nu yazacağım. hep aynıdır. Aşk teması ilk defa Don kadar adam öldürüyor herif. Yılanı Öl- tasarlanmış bir şey değil yapıt. Yazdıkça Ölmeden önce kesinlikle yazacağım Kişot’da değişmiştir. dürseler’de çocuk büyür, kendisi de al­ oluşan bir siireç. Köroğlu’nu. Yeni bir kurguyla. - Don Kişot’da efsanevi aşklarla alay tı tane çocuk yapar. - Ben zanaatçıyım anacığım, ben ro­ - Nasıl, modern bir kahraman mı ola­ söz konusu. - Oysa annesini öldürmüş, ana katili. man zanaatının adamıyım. Öyle büyük cak Köroğlu? - Bu devirde insan aşkları beni ilgi­ - Gittim gördüm onu. Normal yaşı­ adamlardan değilim. Onlar uçuruma - Hayır, hayır, olduğu gibi, ama ken­ lendirmiyor zaten. Korkunç şeyler olu­ yordu. Altı tane çocuğu vardı. Üç gün varsın atlasınlar. Benim için roman, us- di bakışımla yazacağım. yor yeryüzünde. konuştuk, anasından bir kez bile söz ta-çırak ilişkisidir. - Epizodlar aynı mı kalacak? - Yazmakta olduğun romanda kanlı etmedi. (Gülüşmeler...... ) ■ - Evet, aşağı yukarı aynı. Bütün te­ bir dünyayı anlattığını söylemiştin. İçin­ - Ama romanda annesine çok bağlı. Menekşe-lstanbul, 1988 maları olduğu gibi alacağım ama, ken­ dim işleyeceğim. Zaten halk edebiya­ tında da her anlatıcı konuyu kendine göre işler. Ustasından öğrenir ama, “mot â mot” tatbik etmez, kendi kişili­ ğine göre değiştirir. Ben Köroğlu’nun ortaya çıkışını şimdiye dek en az yirmi kişiden dinledim. - Kimlerden örneğin? - Huzuri Baba’nın anlatışından çok etkilendim. Anlatış biçimim bir ro­ mancının anlatış biçimi değildi. Halk edebiyatını taklit ettim ben. - Köroğlu’nun Ortaya Çıkışı’nda, özellikle metnin başında çok belirgin bu etki. "Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada du­ rup da bizi dinleyenler..." diye başlıyor­ sun. Neyse ki “okuyanlar"a da değini­ yorsun hemen sonra. Madem ki halk hikâyeleri ve destan­ lardan söz ediyoruz, senin romanların­ Yaşar Kemal daki aşk kavramına da değinelim. Hep mutlak aşklar var romanlarında. Binbo- ğalar’daki Ceren’le Halil’in aşkı gibi. Ağrı Efsanesi'nde, İnce Memed’de de öyle. Hatta Akçasaz’ın Ağalarında da. Bu aşklar derinlemesine psikolojik bir karmaşa içermiyorlar. Halk hikâyelerin­ den bildiğimiz, kaderin belirlediği aşk­ lara çok benziyorlar. Çağımızda, biliyor­ sun, pek de böyle yaşanmıyor aşklar. - Ağrı Dağı’nı yazıncaya kadar Bin- bir Gece Masalları’nı okumamıştım. Orada bir tema var ki, kendim yarat­ tım zannediyordum. Ağrı Dağı’nı ro­ man yapan tema bence bu. Bir at var., İnce Memed 1/ Yaşar Kemal/ 422 s. Al Gözüm Seyreyle Salih/ Yaşar Kuşlar da Gitti/ Yaşar Kemal/ 76 s. Biri atı öldürecek. Kızla oğlan da sevi­ ince Memed 2/ Yaşar Kemal/ 430 s. Kemal/ 375 s. Filler Sultanı/ Yaşar Kemal/ 173s. şiyor. Onlar sevişirlerken atı öldürme­ İnce Memed 3/ Yaşar Kemal/ 603 s. Deniz Küstü/ Yaşar Kemal/ 394 s. Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor/ ye kıyamıyor. En sonunda kılıcı kayaya İnce Memed 4/ Yaşar Kemal/ 605 s. / Yaşar Kemal/ 151 s. Yaşar Kemal/ 178 s. vuruyor, paramparça ediyor. Bunu, at Ortadirek/ Yaşar Kemal/338 s. Üç Anadolu Efsanesi/ Yaşar Kemal/ Bu Diy ar Baştanbaşa 1/ Yaşar yok ama, ikisini de öldüremiyor ya, bu­ Yer Demir Gök Bakır/ Yaşar Kemal/ 218 s. Kemal/ 199 s. na yakın bir temayı nerede buldum bi­ J5 6 s. Binboğalar Efsanesi/ Yaşar Kemal/ Bu Diyar Baştanbaşa 2/ Yaşar liyor musun? Binbir Gece de. Ah- Ölmez Otu/ Yaşar Kemal/ 337 s. 271 s. Kemal/ 207 s. med’in aşkı, Ağrı Dağı’nda, modern Demirciler Çarşısı Cinayeti/ Yaşar Ağrıdağı Efsanesi/ Yaşar Kemal/114 s. Bu Di) iar Baştanbaşa 3/ Yaşar bir aşktır. Ama, bir yanıyla, geleneksel­ Kemal/ 545 s. Çakırcalı Efe/ Yaşar Kemal/ 175 s. Kemal/ 207 s. dir yine de. Çünkü onsekizinci yüzyıl­ Yusufçuk Yusuf/ Yaşar Kemal/ 625 s. Sarı Sıcak/ Yaşar Kemal/ 235 s. da geçiyor olay. Binboğalar’da, Halil’e Yağmurcuk Kuşu/ Yaşar Kemal/ 421 s. Höyükteki Nar Ağacı/ Yaşar Kemal/ Yaşar Kemal’in yukarıda adı geçen değil de, öbürüne verseler kızı, köye Kale Kapısı/ Yaşar Kemal/ 460 s. 87 s. bütün yapıtları Adam Yayınları tarafın­ yerleşecekler. Bu çağın ekonomisinin, Kanın Sesi/ Yaşar Kemal/ 585 .t. Yılanı Öldürseler/ Yaşar Kemal/ 94 s. dan yayınlanmıştır. ■ bu çağın koşullarının yarattığı bir aşk

SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 354

Taha Toros Arşivi

*0015 19Z03006*