Edebiyat Dergisi # Literair Tijdschrift 2861 - K ara Zambak Yıl 2 – Sayı 4 – Sonbahar 2017 / Jaar 2 – Nummer 4 – Herfst 2017 ISSN: 2468 ISSN:

Ederi / Prijs € 6.00 Kolaj / Collage: JOLANDA OUDIJK

DIJK U JOLANDA O JOLANDA

: Resim / Tekening Resim

ISSN: 2468-2861 Kara Zambak Edebiyat Dergisi Literair Tijdschrift De Zwarte Lelie Altı aylık edebiyat dergisi. Sahibi ve Genel Yayın Zes maandelijks literair tijdschrift. Eigenaar en Yönetmeni: Ali ġerik. Editör: Kazım Cumert. Hoofd-Redactie: Ali ġerik. Tekstredactie: DanıĢma Kurulu: Arzu Çelik, Muzaffer Yanık, Kazım Cumert. Adviesraad: Arzu Çelik, Muzaffer Volkan Yazıcı. Kolaj çalıĢması ve resimler: Jolanda Yanık, Volkan Yazıcı. Collage omlag en binnen Oudijk. E-posta: [email protected]. Internet pagina‟s en tekeningen Jolanda Oudijk. Mail: sayfasi: https://karazambak.nl. Ederi: 6 Euro. [email protected]. Internet pagina: https:// Abonelik bedeli: 5 sayı 30 Euro. Hollanda dıĢı 5 karazambak.nl. Prijs: 6 Euro. Abonnement: 5 sayı: 45 Euro. Banka hesap numarası: A. Serik nummers 30 Euro. Buiten Nederland 5 nummers 45 IBAN: NL55 RABO 0300292732. Dergiye Euro. Rekennummer: A. Serik IBAN: NL55 RABO gönderilen yazı ve Ģiirler basılsın veya basılmasın 0300292732. Copyright Auteursrecht voorbe- iade edilmez. Yayın Yönetmeni dergiye girecek houden. Niets uit deze uitgave mag worden yazılarda gerekli gördüğünde düzeltmelerde buluna- verveelvoudig en/of openbaar worden gemaakt bilir. Kara Zambak Edebiyat Dergisi‟nde yayınlanan zonder voorfgaande schriftelijke toestemming van yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yayınlanan de uitgever en/of auteurs. De redactie behoudt zich yazı ve Ģiirler sahibinden izin alınmadan kul- het recht voor artikelen en proza te redigeren zonder lanılamaz. overleg met de inzender. 2

Yıl 2 - Sayı 4 - Sonbahar 2017 / Jaar 2 - Nummer 4 - Herfst 2017

2861 - Kara Zambak Dosya / Scriptie

ISSN: 2468 ISSN: MARĠYA LEONTĠÇ 10 Öykü / Verhaal HANĠFE ÖZER 51 Literair Tijdschrift NURĠ AKALIN 56 SĠBEL ÖZ 7 TUĞBA ALAYBEYOĞLU 27

Edebiyat Dergisi NECMETTĠN YALÇINKAYA 46

Şiir/ Gedicht HÜSEYĠN ġAHĠN 9 EWA LIPSKA 17 VAHE ARMEN 18 VOLKAN YAZICI 25 KADĠR BÜYÜKKAYA 26 TAHĠR EKER 30 ALĠ ġERĠK 33 JOLANDA OUDIJK 35…38 MAS PAPO 40 SABINE KARS 40 TEKĠN GÖNENÇ 41

MUSTAFA TOGA 55

ALĠ ġERĠK 62

Yazı / Artikel VOLKAN YAZICI 4 FAKĠR BAYKURT 15 Prof. SERVET TANĠLLĠ 29 NĠHAT KEMAL ATEġ 31 Söyleşi / Interview ĠBRAHĠM EROĞLU 32 FATĠH ÇĠMEN / MEVLÜT ASAR 19 MAURICE VAN SURKSUM 38 ALĠ ġERĠK / JOLANDA OUDIJK 34 KEMAL YALÇIN 54 MURAT TUNCEL / CEMAL AKÇA 42 ALĠ ġERĠK 60 ALĠ ġERĠK / MOLLA DEMĠREL 47

3

Edebiyat’ın Entropisini Azaltmak

VOLKAN YAZICI

865‟te Rudolf Clausius evrenin toplam (Incompleteness) teoremleri zamanın Her Şeyin entropisindeki net değişiklik daima sıfırdan Teorisi (Theory of Everything) çalıĢmalarını azıya 1 büyüktür dediğinde dönemin Ģartlarında almıĢ bilim dünyasında napalm etkisi yaratmıĢtı. üretilen lokomotif ve benzeri insan yapımı Bertrand Russel‟ından Ludwig Wittgenstein‟ına makinelerdeki verimsizliğin sebebini açıklamak felsefe ve mantık çevreleri boğazlarına duran bu istemiĢti. Bu zararsız görünen basit ve yalın bulgu demir leblebiyi nasıl sindirecekleri hakkında epey Antik Yunan‟dan bu yana insanlığın binlerce yıldır bocalamıĢlardı. Gödel‟in çalıĢmasının kapsamlı bir kurmaya çalıĢtığı ve günümüze kadar gelen sonuncu hazmı her ne kadar ciddi bir matematik altyapısı ısı teorisinin temelini teĢkil edecekti. Fakat ısıl gerektiriyor olsa da, ispat ettiği basit gerçek Ģundan değiĢiklikleri açıklamanın yanında çok daha büyük ibaretti: Aksyomatik bir sistemde paradokslar ölçekli bir gizeme de ilk defa ıĢık tutuyordu: Evrende kaçınılmazdır ¹. Bu ifadeyi biraz daha ufalayacak her Ģeyin neden yaĢlanıp sonunda öldüğünü ve olursak: Kabullerin olduğu bir sistemde çeliĢkiler zaman akıĢının neden tek yönlü olduğunu (ki bu kaçınılmazdır. Felsefede sebep olduğu tufanı bir zamanın oku adı ile anılmasını sağlayacaktı) kenara bırakacak olursak, edebiyat ekseninde de bu açıklayan ilk bilimsel yasaydı. Evren bir ufak tohum suya ulaĢtığı bir çok eserde dev bir çınara kumarhaneydi ve kumarbazlar zarar ettiği dönüĢmüĢtür. Douglas Hofstadter‟in Gödel, Escher, sürece kazanabilirdi. Edebiyat göz önüne Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik eseri bunlar arasından alındığında bu ifadenin kabarttığı iĢtah ile boy günümüz okuyucuları tarafından en bilinenidir. ölçüĢebilecek çok az kavram düĢünebiliyorum. Gödel‟e benzer Ģekilde, Charles Augustin de Coulomb ve yüzlerce çağdaĢı bilim insanının çalıĢmaları Edebiyat ve bilimin kendi aralarında etkileĢimi çoğu neticesinde 19. yüzyılda günlük hayatta hızla kendine zaman dikkatimizden kaçsa da sık karsılaĢtığımız bir sarsılmaz bir yer edinen elektrik, Mary Shalley‟in her durumdur. Edebiyatın bilime kıyasla ayaklarını edebiyat okuru tarafından bilinen ve bilim-kurgunun fiziksel kanunlar tarafından desteklenen bir zemine ilk eserlerinden sayılan Frankenstein‟ı kaleme basma zorunluluğu olmadığı düĢünüldüğünde, almasında ilham kaynağı olmuĢtur. Frankenstein‟ı aralarındaki ufuk belirleme yarıĢında insan hayal ele aldığımızda, yapıt ve merkezine aldığı bilimsel gücü ve edebiyatın hep bir adım önde olduğunu kuram tekniği adeta baraj duvarındaki o son çatlak

söylemek çok da yersiz olmaz. Yine de bu etkileĢimi iĢlevi görüp, bilim-kurgunun edebiyat topraklarına her iki yönü ile kabaca hatırlamakta fayda var. dalga dalga sızmasına yol açmıĢtır.

Jules Verne ve Isaac Asimov‟un eserleri aya Bu noktada edebiyata etki etmiĢ bilimsel geliĢmeleri, yolculuktan ilk robot yasalarına kadar bilim günlük insan hayatında doğrudan yer bulan insanlarına birbirinden farklı renkte, çokça da hayal- teknolojik icatlara evrilenler ve etkilerini bireyin perest hedefler sunmuĢtur. Edebiyat, bilim de dahil günlük yaĢamında dolaylı olarak deneyimleyebil- insan zihnine izdüĢümü olan her olguyu kapsarken, dikleri olarak iki sınıfa ayırabiliriz. Bir bilimsel Edebiyat Edebiyat Dergisi bilimin de kimi zaman dolaylı, kimi zaman doğrudan geliĢmenin teknolojik bir araçta vücut bulmasının edebiyata etkisi kaçınılmaz olmuĢtur. Bu deryada neticesinde insana dair her Ģeyi kendisine temel konu kendimce önemli bulduğum iki örnekten bah- edinen edebiyatın merceği altında incelenmiĢ ve sedebilirim. irdelenmiĢ olması kaçınılmazdır. Fakat bu teknolojik bir araçta vücut bul(a)mama, ilgili geliĢmenin Kara Zambak Kurt Gödel‟in 1931‟de yayınladığı Tamsızlık

4

edebiyatın alanına gir(e)meyeceği anlamına gelmez. entropisinde net bir artıĢa neden oluyordu! Tamsızlık teoremi buna güzel bir örnek teĢkil etmektedir. Felsefe, mantık ve matematik alan- larında devasa bir duvara ıĢık tutup, edebiyat da Ölüm ² dahil olmak üzere bu alanlarda tartıĢma yaratmıĢ olmasının yanında, fiziksel olarak günlük haya- Bir an için Entropinin Korunumu Yasası‟nı bul- tımızda bir tornavida kadar iĢlevsellik sunmamıĢtır. duğunu sanan Clausius, oysa böyle bir korunumun ĠĢte tam da bu açıdan bakıldığında, Clausius‟un sadece kusursuz, yani ideal makinelerle dolu, teorisinin felsefe ve edebiyatta hak ettiği büyüklükte yaĢlanmayan ve sonsuza dek süren Ģeylerin olduğu bir yer edinmeyiĢi ĢaĢkınlık vericidir. bir evren için geçerli olduğu sonuca varmıĢtı. Ne yazık ki, bizim evrenimiz kusursuz olmayan Yasa² makinelerle – gerek vücudumuzdaki hücreler gibi canlı ve küçük, gerekse uzayda girdap gibi dönen Clasius‟un enerji muhasebesi sistemi basit bir galaksiler gibi cansız ve büyük olsun – dolu bir entropi kavramına dayanır. Evrendeki bütün doğal evrendi. Bizim evrenimiz, enerjinin korunduğu, değiĢiklikler – yani, herhangi bir zorlama olmak- ancak tam bir verimlilikle kullanılamadığı bir sızın doğada kendiliğinden oluĢan bütün enerji ve evrendi ve dahası, en gizemli yasalardan biri olan sıcaklık değiĢiklikleri – entropideki pozitif deği- Entropinin Korunmaması Yasası ile haksız bir şiklikleri ifade etmektedir. Örneğin, sıcak bir evden Ģekilde yönetiliyordu. nispeten daha serin olan dıĢarıya bir ısı kaçıĢının olduğu veya sıcak bir fincan kahvenin yavaĢ yavaĢ Bu olağanüstü entropi yasasına göre evren bir soğuduğu bütün durumlarda Clausius orada kumarhane gibiydi. Entropi paraya, makineler de entropinin arttığını söylemektedir. Bunun tersine, kumarbazlara benziyordu. Clausius‟un Entropinin bütün doğal olmayan değiĢiklikler – yani bir tür Korunmaması Yasası kumarhanedeki pozitif para makine ile doğada zorla meydana getirilen enerji ve değiĢikliklerinin daima negatif para değiĢik- sıcaklık değiĢiklikleri – ise entropideki negatif liklerinden daha fazla olduğunu söylüyordu. Bir değişiklikler olarak adlandırılmaktadır. baĢka deyiĢle, kumarhanenin kazandıkları kaybet- tiklerinden her zaman fazlaydı; yani, daima kar Clausius bu defter tutma yöntemini ilk olarak ideal – ediyordu. Bir kumarhane, kumarbazlar zarar ettiği sürtünme, Ģekil değiĢtirme, aĢınma, vb. verim- sürece kazanabilirdi. Kumarbazlar her Ģeylerini sizliklerin teorik olarak olmadığının kabul edildiği – kaybettiklerinde, yani pozitif para değiĢimi bittiğin- makinelerle ilgili hesaplarında kullanarak sevindirici de, kumarhane sonsuza dek kapanacaktı. bir özellik bulmuĢtu: Hesaplamalarına göre, pozitif Kumarhane analojisini geriye saracak olursak, diğer entropi değiĢikliğiyle tamamen aynı miktarda negatif bir deyiĢle, enerji dönüĢümüne olanak sağlayan entropi değiĢikliği vardı. Ancak hesaplamalarına sistemler olduğu sürece evren yaĢayacaktı. Daha devam eden Clausius‟un bu büyük keyfi yerini acı bir fazla enerji dönüĢümünün kalmayıp, her bir gerçeğe bırakacaktı. parçacığın aynı sıcaklıkta eĢitlendiği soğuk bir evren ise mutlak ölümden ibaretti, ki bu varsayım da evren Gerçek yasamdaki (ideal verimi sağlamaktan çok ve ihtiva ettiği enerjinin sonlu olduğu varsayımını uzak) bütün makineler için Clausius‟un hesaplaması dayanmaktadır. Bu hudut sorununu bilim insanları tümüyle farklı bir Ģeyi ortaya koyuyordu: Bu tür araĢtıra dursun, zaman bize öyle ya da böyle doğru makinelerdeki (örneğin bir buharlı tren lokomo- cevabı kaçınılmaz olarak öğretecek. tifindeki) doğal değiĢiklikler (sıcak kazandan soğutucuya akan ısı ve sürtünme yoluyla yine boĢu Zaman³ boĢuna dönüĢen iĢ) doğal olmayan tek değiĢiklikten Literair Tijdschrift Literair (pistonlar tarafından iĢe dönüĢtürülen ısı) daima Pozitif entropi değiĢikliklerini doğal gerçekleĢen büyük çıkıyordu. Clausius‟un basit muhasebe süreçler ile iliĢkilendirildiğini belirtmiĢtik. Tersten sisteminin diliyle konuĢulursa bu, bir makinede bakılacak olursa, entropi, bir sürecin doğada entropideki pozitif değiĢikliklerin daima negatif gözlemlenebilir olup olmadığına da denk gelmek- değiĢikliklerden fazla olduğu anlamına geliyordu. tedir ve ilk bakıĢta kolay anlaĢılmasa da, süreçlerin

Yani, bu tür bir makinenin çalıĢması daima evrenin iĢleyiĢ yönleri ile de doğrudan iliĢkilidir. Entropide Kara Zambak 5

azalmaya sebep olan değiĢiklikleri göz önüne yükselip sonunda masanın üstünde eski “düzenli” aldığımızda, bunların hiç birinin doğal olarak halini aldığı doğal olarak gerçeklesen bir süreç gerçekleĢmediğini gözlemleyebiliriz. Örneğin, ısının değildir. Evrendeki toplam entropinin sürekli arttığı soğuk bir cisimden sıcak bir cisme iletildiğini hiç göz önüne alınacak olursa, Ģu çarpıcı çıkarımda gözlemlediniz mi? Ya da yerdeki bir taĢın termal bulunabiliriz: Evrendeki düzensizlik sürekli art- enerjisinin dıĢarıdan bir etki olmadan kinetik maktadır! enerjiye dönüĢüp taĢın yerden yükselmesine sebep olduğunu? Benzer Ģekilde bir gaz kütlesinin kendi Ġnsan³ kendine hacminin küçüldüğünü de gözlem- lememiĢizdir. Hatta daha çarpıcı bir deney yapalım: Evrendeki düzensizlik sürekli artıyorsa, canlı Geriye doğru oynatılan bir filmi hemen anlarız değil organizmalar ve bilhassa insan, nasıl oldu da mil- mi? Hava balonun içine kendiliğinden girip balonun yonlarca yılın ardından tek bir hücreden muazzam ĢiĢmesine neden olur. Yerdeki taĢlar ilk atıldıkları karmaĢıklıkta çok daha düzenli bir hale konuma geri yükselirler. Bütün bunları hemen evrilebildiler? Zamanın her Ģeyi düzensizliğe ittiği bir anlarız, çünkü zamanın akıĢına aykırıdırlar! Entropi, evrende, nasıl oldu da canlılar ayrıcalıklı bir düzen olayların akıĢ yönünü tayin eden iĢte bu özelliği artıĢı deneyimleyebildiler? Aslında bunun sırrı, sebebiyle zamanın oku (time’s arrow) olarak da canlılar olarak evrene benzer bir mekanizmayı anılmaktadır. içimizde barındırmamızda saklı. Diğer bir deyiĢle, bizler de birer kumarhane iĢletmecisiyiz. Bizim Düzen³ kumarbazlarımız tükettiğimiz hava, besin, su gibi kaynaklar. Bizler de kendi düzenimizi arttırmak Entropiyi daha sıradan ve bilindik bir kavram olan adına baĢka düzenli maddelerin, canlıların daha düzen ve düzensizlik ile de iliĢkilendirebiliriz. ġöyle düzensiz hale geçmelerinden komisyon alıyoruz. ki, entropi aynı zamanda bir sistemdeki düzensizliğin Ġnsan olarak salt varlığımız evrende negatif bir miktarıdır. Bu yeni tanımın entropinin korunmaması entropi değiĢikliği yaratıyor. Besinleri oksijen ile yasasına uygulanması ise su Ģekilde yapılabilinir: yakıp parçalarken düzensizliğe çanak tutuyoruz. Ama Doğal süreçler düzensizliğin arttığı durumlara geçme etrafımızdaki bir çok maddenin düzenini bozarken eğilimindedirler. Buradaki düzen ifadesinin gözlem- (örneğin topraktan maden ayrıĢtırmamız) aynı lenmesi her zaman yeterli kesinlikte olmayabilir. Bu zamanda bunları kullanarak kendi mevcudiyetimize durumu bir kaç örnek ile açıklamaya çalıĢalım. Bu ek olarak daha baĢka düzenli sistemler de inĢa örnekler bize aynı zamanda termodinamik ile sınırlı ediyoruz (örneğin bu madenler ile ürettiğimiz araç, gözüken entropinin korunmaması yasasının, çok gereç ve makineler). Ama varlığımızı sürdürmek daha geniĢ bir alanda uygulanabilir olduğunu da adına düzensizliğe geçiĢini teĢvik ettiğimiz süreçler gösterecek. ve bunların beraberinde ortaya çıkardıkları pozitif entropi değiĢiklikleri, entropinin korunmaması Bir kavanozun içinde üst üste gelecek Ģekilde tuz ve yasayı ile de uyuĢacak Ģekilde, daima bizim yarat- kara biber katmanları olduğunu düĢünelim. Bu tığımız negatif entropi değiĢikliğinden fazla oluyor.

kavanozu elimize alıp salladığınızda, katmanlar Kendi kumarhanemizde elde ettiğimiz paraları, bir birbirine öyle bir Ģekilde karıĢacaklardır ki, bu üst kattaki masada kaybediyoruz. noktadan sonra hiçbir sallama kavanozdaki katmanları tekrar eski haline getirmeyi baĢaramaz. Kaynakça: Doğal süreç katmanların olduğu düzenli bir yapıdan 1. Ayrıntılar için Ernest Nagel ve James R. Newman‟in birbirine karıĢmıĢ tanelerin bulunduğu düzensiz bir Gödel Kanıtlaması kitabını Ģiddetle tavsiye ederim. yapıya doğrudur. Diğer bir deyiĢle, düzensizlik 2. Michael Guillen‟in Dünyayı DeğiĢtiren BeĢ Denklem kitabından çeĢitli ek açıklamalarla alıntılanmıĢtır. artmıĢtır. Masada duran bir bardağın yere düĢmesi Edebiyat Edebiyat Dergisi

3. Entropinin zaman, düzensizlik ve biyoloji boyutundaki sonucu paramparça olması da yine doğal bir süreçtir iliĢkileri hakkında verilen bilgilerde Douglas C. Giancoli‟nin ve düzensizlik artmıĢtır. Entropinin düzensizlik ile Physics for Scientists & Engineers eserinden yarar- olan iliĢkisi olayların zamanda akıĢ doğrultusu lanılmıĢtır. Her ne kadar bu hazmı zor eser sağlam bir düzeyinde de geçerlidir. Kırılan bir bardağı herkes teorik altyapı gerektiriyor olsa da, eriĢimi olanların kitabın mutfağında gözlemlemiĢtir, fakat parçaların ken- ilgili bölümlerine bakmaları onlara bu dünyanın matematik

Kara Zambak diliğinden birleĢtikten sonra yerden masaya doğru penceresinden bir manzarasını sunmakta faydalı olacaktır. 6

Eteğinde Dünyanın

SĠBEL ÖZ

iç yitirmedik kendimizi, hiç baĢkası olmaya çalıĢmadık. Ama kendimiz gibi olmamıza - Yazık, nazar değdi çocuğa. Kim derdi ki… H da izin vermediler be Karafiti. Ne yaptık, - YaĢıtları evlendi, barklandı, çoluk çocuğa karıĢtı. ne ettikse olmadı, bizi olduğumuz gibi kabul etmediler. Bakın, bakın. O soyan, kınayan, delen çivi bakıĢlarınızla iyice bakın. Ġçimdekini görebilecek KardeĢimle eteğine tutunup, birkaç sokaktan ibaret misiniz? Sizinkiler okudu, evlendi barklandı da, olan mahalleyi, o koca dünyayı keĢfe çıktığımız baĢları göğe erdi, bir ben yapamadım, olamadım, yıllardan siyah beyaz kareler kalmıĢ aklımda. ġimdi sürüye karıĢamadım. Lanet olasıca „saadet zin- yerinde çirkin apartmanların olduğu ulu bir ceviz ciri‟nize bir ben katılamadım, bıraktım ellerinizi de ağacıyla son bulan çayırda, seninle mantar düĢtüm boĢluğa. Üç kulhuvallah, bir elhamı okuyun topladığımız, ebegümeci, karahindiba, ısırgan otu önünüzden her geçiĢimde dudaklarınız kıpır kıpır. derdiğimiz, yaĢıtın kadınlarla ucu bilmem nerelere Çocuklarınız bana benzemesin diye yalvarın uzanan mırıl mırıl eĢik sohbetlerine oturduğumuz yakarın, korkun benden, çekinin. Yine de çekmeyin günler. Bahçe içindeki küçük bir evde sen, amcam, o akbaba gözlerinizi sırtımdan, yüzümden, ruhum- yengem, halam, annem, babam ve kardeĢimle dan. Bensiz yapamazsınız, benim gibiler olmayınca, yaĢadığımız, her Ģeyin 'çok' ve kalabalık olduğu Ģükredemezsiniz acınası halinize. Ben sustukça yıllar. KuĢağından çıkardığın Ģekerler gibi tatlı, çoğaltamazsınız lağım çukuru dedikodularınızı. ağızda eriyen ama tadı damakta kalan anılar. Her „Evlerden ırak‟ bir Ģenliği seyretmenin tam sırası Ģeyle dost olunabilineceğini öğretendin sen; Kezban diye dürtemezsiniz birbirinizi. Ben lazımım size. kadın. Peygamber böceklerinin kırmızı siyah sırtları, uğur böceklerinin yüzlercesinin tutunduğu kokulu Sığınağımdayım. Güvercinlerin gurultuları sarmıĢ otlar, geceleri peĢlerinden koĢtuğumuz ateĢ böcek- çatı katını. Konyalı taklacı Ģimdi dört dönüyordur

leri... Hepiniz nereye gittiniz? Sahi nereye gittin sen yem sevdasına. ĠĢte buradayım, geldim. Makbule, babaanne? Altı yaĢımın tüm sevinçlerini alıp… bacanın üzerine iyice yerleĢmiĢ kalmıĢ. Diğerlerini Sanki azıcık daha yaĢasaydın, baĢka biri olurdum. oradan izleyecek illa ki. Hepsi doyduktan sonra Senden sonra her Ģey kötü oldu. Kara lastiklerine, gelecek, kırıntılara talim edecek. YaĢlandı iyice, tek altın diĢine, kalın camlı gözlüğüne, toprak rengi değiĢik huylar edindi kendince. KıĢ yaz o bacanın hırkana bakıp ne çok ağlamıĢtık kardeĢimle senden üstünde. Sultan, dönek cinsi derler, bir Denizli sonra. Ne olur azıcık daha kalsaydın. Kandilli'de güvercini. Dönek ne kötü kelime. Dönmez yolundan Sevda Tepesi'ndeki mezarının önünden her benim kızım. Havada uçarken yere doğru kendi geçtiğimde, elham değilse de, okuyorum içimden bir etrafında döne döne indiği için dönek derler, cinsi Literair Tijdschrift Literair Ģeyler. O tepeyi Kral Abdullah'a satmıĢlar biliyor böyledir. Bembeyaz bir kar küresi, pamuktan saçaklı musun Karafiti? Sen bize hiç küfür öğretmedin. bir top zannedersin havada, öyle hızlı, düĢercesine Ama en güzellerini öğretti hayat. Sen beddua iner. Belki her seferinde intihara kalkıĢır da, tam ederdin, bense küfür ediyorum. nazik baĢı değecekken betona vazgeçer, öyle bir düĢmektir onunki. Yiyin bakalım, doya doya yiyin.

- ġükriye‟nin oğlu iyice meczup olmuĢ, insan içine Ama eksiksiniz siz. Taklacılar ne zaman havalandı Kara Zambak de çıkmıyor artık. da gelmedi? Nerede ayna? Bir pırıltı göndeririz 7

Ģimdi onlara, her neredeyseler dönüp gelirler. umudu olmakla alakalı. Bir karar almakla, yeni bir Pırıltı… Pırıltı… Çocukluk iĢte. Pırıltı diye bir Ģey var Ģeye baĢlamakla. Bende hiçbiri yok. Babaannem yiğit mı ki? Göz yanılsaması. Her Ģey donuk ve katı kadındı, bunların hiçbirine benzemezdi. Gitti o. biçimde kendi renginde, hacminde oysa. Pırıltı KardeĢim de gitti. Babam da. Ben kaldım. Gidecek dediğin bir düĢ. Bir tek kuĢlar kanar, bir de yer var mı ki? Bir zamanlar kuĢlar gibi hevesliydim çocuklar… Ha kediler de kanar. Lazer ıĢıkla saatlerce ben de uçmaya. O sene üniversiteyi kazanmıĢtım. oynatırsın kediyi. Yorulur, en sonunda çatlar, durmaksızın hareket eden ıĢığı yakalamaya - Ne olduysa o sene oldu. AnarĢikler kandırdı çalıĢmaktan bitap düĢer. Bu üç tür – yani kuĢlar, çocuğumu. Takdirle teĢekkürle geçen çocuk, o sene çocuklar ve kediler – arasında bir bağ olsa gerek. bütünlemeye kaldı. Ergenliktir Ģudur budur dedik, Böyle düĢününce delileri de katmak gerek içlerine. üstüne gitmedik. „Büyükler‟in o haĢmetli dünyasından bir tek deliler - Üstüne gitsen ne olacak bacım, akacak kan damar- katılabilir onlara. Kediler kuĢları, çocuklar kedileri, da durmaz derler. tüm hepsi delileri kovalar. Ben deli miyim? KeĢke - Bizim rahmetliye dedim o zaman. BoĢ bırak- geçebilseydim o sınırı. mayalım, gidelim, araĢtıralım, arkadaĢlarıyla tanıĢalım. Takip edelim çocuğumuzu. „Hanım, akıllı Aysel Abla geldi. Alt kattan sesi geliyor. Annemle çocuktur o‟ dediydi. Ne oldu bak, oğlan o iĢlerden ahlaya, oflaya dertleĢirler yine. Gözler ıslanır, sonra kafayı yedi. Okuyup mimar, mühendis olacak burunlar çekilir, sonra kahvelerden fal da bakıldı mı, derken, kuĢçu oldu. Herkes çocuğuna örnek gös- „Allah‟tan ümit kesilmez‟lerle nihayetlenir bugünkü terirdi bizimkini. Öyle baĢarılı bir çocuktu. Nazar randevu. Aysel Ablanın cüzdanında vesikalık değdi biliyorum ben. resmim. Kör topal yetim kaç kıza gösterildi mahal- - Zaten böyle baĢarılı çocukları seçerlermiĢ, salak- lede de, onlar bile istemedi anlaĢılan. Vesikalık hala larla ne iĢleri olacak. Aklı fazla geldi, çok okudu, çok cüzdanda. KonuĢmalarını duyuyorum, insan okuyana da iyi gözle bakmazlar ġükriye. sustukça kulakları keskinleĢiyor galiba. Evlen- seymiĢim hayırlısıyla, döl döĢ sahibi olsaymıĢım, ben Aysel Abla çözmüĢ. Çok okudum, iyi gözle bak- de normalleĢir insan içine karıĢırmıĢım. Evlilikte madılar, hapse attılar. Üç ay, fazla değil. Sonra keramet varmıĢ. Sonra annem nereye kadar baĢımı saldılar, sonra yerim yurdum karıĢtı. Sonra… bekleyecekmiĢ. Maazallah yarın öbür gün annemin Venedik‟te San Marco Meydanı güvercin doluymuĢ. nefesi bittiğinde, halim nice olurmuĢ. Allahtan kız Gitsem, bir daha dönmesem. kardeĢim okuyup evlenmiĢ de, Almanya‟da gül gibi hayat sürüyormuĢ. Rahmetli babacığım iyi ki bugünleri görmemiĢ, yoksa gözleri açık gidermiĢ. GaziosmanpaĢa‟daki hocanın eteğine yüz sürmeler de fayda etmemiĢ, dünyanın parası gitmiĢ, ne fayda. BaĢka bir hoca daha varmıĢ Sarıgazi‟de, Ģifa dağıtırmıĢ… Ha bir de güvercin meselesi var.

-Gün geçtikçe çoğalıyorlar. Evin içinde bir koku. Her taraf pislik. Lanet olasıcalara taktı senelerdir. Varsa yoksa kuĢları! Onlarla konuĢur, söyleĢir, yer içer, onlarla yatar kalkar. Kız, atsam mı kuĢları ne yapsam? ġeytan diyor, hepsinden kurtul, bu da ne yapıyorsa yapsın! - Deli olma ġükriye! Ya çeker giderse oğlan, onların

Edebiyat Edebiyat Dergisi peĢinden? O zaman ne edeceksin?

- Gitmez, nereye gidecek?

Annem çözmüĢ. Gidemem. Gitmek, kendini bırakmıĢ, hayatı boĢ vermiĢ insanın yapacağı Ģey değil. Gitmek bile bir Kara Zambak 8

Sır Odası

HÜSEYĠN ġAHĠN

bu eksik dünyada bildiğim her Ģey daraldı gövdemdeki telaĢı da alıp annemin tenhalığına çekildim ellerimin üstünde tanımsız bir acı, sonra Hüseyin ġahin Hüseyin yaĢamaktan baĢka bir yol olmadığına inanmam için Fotoğraf: Kerem Hikmet ellerime su serptin fırat sandım nereye gittiysem bir içli türküydü içimde yüzün bu yüzden neĢet ertaĢ'ı çok sevdim, unutur muyum gökte uçan kuĢun ayrılık olduğunu bir ah eskisi bırakıp gittin ezberimde dalgın suların aklımıza kurduğu yokluğu yanıtlamaya çalıĢıyorum her eĢikte kandillere gölge olmadın ya iyimser bir yangındı belki bedenimde yatan güneĢ yaĢını unuttuğun yeri baĢlangıç say anlatmak istediğim bütün uzaklıklar iyimserdi nasılsa ölürüz, suyun rengini yitirip pencereme yanlıĢlıkla konan serçeler bülbülün güle küstüğü gün radyosunda kan çağrısı yapan yaĢlı kıza yaĢadığım bir dün daha olur mu, bilmiyorum uzaktan sevgili olmak kayıp bir düĢüm tut ki yalnız gelip, yalnız çıktığımız Ģehirden incinmekti yüreğine sar kalmasa da, sen yine de korkuları değil 'benim derimi giy' diyen barınacağımız yeri dünyanın kardeĢim ayhan'ın yazdığı bütün Ģiirleri hiçbir Ģeyken öğrendim, bir ömrün arĢıymıĢ acı buket'e adaması iyimserdi

sevmek gerekirmiĢ dünya denen hayalin kenarında ele geçirip her kıpırtının geçmiĢini bu bir sınır, yürümeyi unutan insanların ev kurduğu kuytuyum aslında

kalbim iyi gelmiyorsun artık bütün büyüttüklerimi geçiyorum iĢte mezarların içinden suların altında kalıyor odam fazla yağmur, fazla hiçlik, derin karanlık ateĢ böcekleri biriktirseydim keĢke içimde Literair Tijdschrift Literair bana ilk gün nasıl baktıysan öyledir ömrüm

ah bir yel olsaydım eğer, bir yel olsaydım bu kırgın duruĢunu çıkarırdım eriyen çocukların gövdesinden

anlaya anlaya kül olan evlerin iyiliğini. Kara Zambak 9

Nâzım Hikmet’in Şiirleri N â z ı m Hikmet MARĠYA LEONTĠÇ

Nâzım Hikmet’in Edebî Hayatı ve Eserleri

âzım Hikmet'in hayatı adeta edebiyat ve Kendisinin ve ailesinin geçimi için de çok sayıda yazarlarla kuĢatılmıĢtır. Çocukken çok edebî çeviriler yapmıĢtır. N okumaktadır, en çok sevdiği yazarlar ise , Mehmet Emin, Ziya PaĢa, Halide Nâzım Hikmet‟in, hayatındayken ve vefat ettikten Edip Adıvar, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi sonra Ģu Ģiir kitapları neĢredilmiĢtir: “Güneşi Gürpınar ve Namık Kemal'dir. Genç yaĢta farklı İçenlerin Türküsü” (1928), “835 Satır” (1929), edebiyat çevrelerine girer, dergilerde Ģiir, “Jokond ile Si-Ya-U” (1929), “Varan 3” (1930), gazetelerde yazı yazmaya baĢlar. Çok kısa zamanda “1+1=Bir” (1930), “Sesini Kaybeden Şehir” (1931), Ģiir ve yazılarıyla dikkat çeker ve çevresini etkiler. “Gece Gelen Telgraf” (1932), “Benerci Kendini Paralel olarak kendini geliĢtirmek için Türk Niçin Öldürdü?” (1932), “Portreler” (1935), edebiyatını ve dünya edebiyatını araĢtırıp “Taranta Babu’ya Mektuplar” (1935), “Simavna yenilikleri takip etmektedir. Türkiye‟de yaĢadığı Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı” (1936), yıllarda o dönemin en tanınmıĢ yazarlarıyla sohbet “Kurtuluş Savaşı Destanı” (1965), “Saat 21.00- edip tartıĢmıĢ, Sovyetler Birliği'ne gittiğinde de 22.00 Şiirleri” (1965), “Memleketimden İnsan dünyaca tanınmıĢ yazarlarla tanıĢma fırsatı Manzaraları I-V“ (1965- 1967), “Dört bulmuĢtur. Ama çok genç yaĢlardan beri onunla Hapisane’den” (1966), “Rubailer” (1966), “Yeni devamlı birlikte olan Ģair Vâlâ Nureddin (Vâ- Şiirler” (1966), “İlk Şiirleri” (1969), “Son Şiirleri” Nû)'dir. (1970); tiyatro eserleri “Kafatası” (1932), “Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi” (1932), “Unutulan

Genç yaĢta Ģiirlerini ilk önce farklı dergilerde Adam” (1934-1935), “Ferhad ile Şirin“ (1965), yayımlamıĢ. ġiirlerini “Yeni Mecmua”, “Alemdar”, “Enayi” (1965), “İnek” (1965), “Sabahat” (1965), “Ümit”, “Yedinci Kitap”, “Sekizinci Kitap”ta “Ocak Başında – Yolcu” (1966), “Yusuf ile Menofis“ yayınlayıp tanınmıĢtı. Nâzım Hikmet, Celal Sahir (1967), “Demokle’nin Kılıcı” (1974); ve romanları: Erozan, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, “Kan Konuşmaz” (1965), “Yaşamak Güzel Şey be Orhon Seyfi Orhan, Necmettin Halil Onan gibi ünlü Kardeşim” (1967). Nâzım Hikmet’in yazdığı Ģairlerin arasına girmiĢtir. Bundan sonra bütün mektuplar ise şu eserlerde toplanmıştır: “Kemal Ģiirleri, özellikle Ģiir kitapları büyük ilgiyle Tahir’e Mahpusaneden Mektuplar” (1968), Edebiyat Edebiyat Dergisi karĢılanır. “Oğlum, Canım Evladım, Memedim” (1968), “Vanu’lara Mektuplar” (1970) ve “Nâzım ile Nâzım Hikmet en çok Ģiirle ilgilenmiĢtir. ġiir Piraye” (1977). yazmadığı dönemlerde ise tiyatro eserleri, öyküler, romanlar ve senaryolar yazmıĢtır. Bu eserlerin farklılığına baktığımızda insan sadece

Kara Zambak hayran olabilir çünkü Nâzım Hikmet bu

10

eserleri son derece kötü Ģartlarda, çoğunu ölümün kıyısında yaĢayan yazar geriye, bugün hapishanedeyken yaratmıĢtır. Ġnsan, bu eserlerin okunan gelecekte de okunulacak birçok güzel eser hapishanede nasıl yazıldığına ve sonra yakınları bırakmıĢtır. aracılığıyla dıĢarıya çıkarmasına sadece ĢaĢabilir. Eserlerin bir kısmının kaybedildiği ya da yakıldığını Nâzım Hikmet’in ġiiri ve ġiir AnlayıĢı unutmamak gerekir. Nâzım Hikmet adeta Ģiir ve Ģairler arasında büyümüĢtür. Evlerinde Ģiir okuma ve söyleme geleneği alıĢılmıĢ bir Ģeydir. Daha küçük yaĢlarında ailesinin teĢviki ile Ģiir yazmaya baĢlar. Ġlkokulu bitirdiği gün dedesi Nâzım'a kendi Ģiirlerini yazmak için deri ciltli bir defter armağan etmiĢtir. Böylece Nâzım 11-12 yaĢında yazdığı Ģiirlerle çevrenin ilgisini çeker. ġiirlerini yayımlamaya baĢladığında yetenekli, bilgili ve dile hakimiyeti fark edilir. O dönemin Türk

edebiyatından etkilenip ilk Ģiirlerini vezinli, kafiyeli, romantik konularda yazar. Celile Hanım, oğlunun 14

yaĢında yazdığı “Servilikler” adlı ilk Ģiirini Yahya Kemal‟e gösterir, Ģair Ģiiri düzeltip yayınlatır. Bu Ģiir Nazın‟ın yayınlanmıĢ ilk Ģiiridir. Bundan sonra kendisi de Ģiirlerini yayınlatmaya baĢlar. Henüz yirmili yaĢlarda genç bir Ģair iken Türk yazı dünyasında kendine önemli yer açar.

Nâzım Hikmet her serbest anını Ģiir yazmak için kullanırmıĢ. ġiire karĢı tutkusunu Ģöyle ifade eder: Eserlerinin kaderi Nâzım Hikmet'in kaderine benzer. “Ne binecek sırma palanlı bir atım, / ne bilmem Hürriyetinden mahrum kalan Ģair gibi Ģiirleri de nerden gelirâtım, / ne mülküm, ne malım var. / Sade yasaklanmıĢtır. Bu yasaktan dolayı eserlerini gizli bir çanak balım var. / Rengi ateĢten al / bir çanak gizli yazıp en yakın dostlarında saklar, büyük bal! / Balım her Ģeyim benim. / Ben / mülkümü ve tedbirlere rağmen eserlerinin bir kısmı polis malımı / yâni bir çanak balımı / koruyorum haĢarat- tarafından bulunup yakıldığı tahmin edilebilir çünkü tan...” (“ġiirime Dair”) Vâlâ Nureddin'e göre aklına yazar onlara ulaĢamamıĢtır. Münevver'in yazar gelen bir mısrayı veya Ģiiri hemen yazarmıĢ, hatta arkadaĢı olan Peride Celal'e verilen eserlerinin bir ilham geldiğinde eğer yazacak bir kağıt bulamazsa bu kısmı ise tutuklanma korkusuyla yakılmıĢtır. Zor mısraları duvarlara, pantolonlara bile yazarmıĢ. Ģartlarda eserler yaratmasına rağmen, Nâzım Hikmet Bunu Ģiirlerinde de yazmıĢtır: “ġairim / ĢimĢek kendi yolundan caymamıĢtır. Geleceğin hep daha iyi Ģekillerini Ģiirlerimin / caddelerde ıslık çalarak / olacağına inanmıĢtır. Bunu Ģiirine de yansıtmıĢtır: kazırım / duvarlara...” (“ġair”) Böyle bir hatırayı Vâlâ “ġiirler yazarım / basılmaz / basılacaklar ama...” Ģöyle anlatmaktadır: Bir gün Nâzım Hikmet'le bir (“Ġyimserlik”). Hayatta iken Nâzım Hikmet'in eserleri kahvede otururlarken Vâlâ Nâzım'ın ceplerini karıĢ- otuzu aĢkın ülkede kırk dilde yayımlanır, Türkiye'de tırdığını fark eder. Vâlâ, garsondan kağıt istemek için ise yirmi sekiz yıl tek kitap bile çıkmaz. Uzun yıllar kalkmıĢ fakat döndüğünde ĢaĢkınlık içinde kalmıĢ: sonra Nâzım Hikmet'in inandığı iyi zamanlar gelir. “Olan olmuĢ bu sırada... Nâzım küçük kurĢun 1965 ile 1966 yılları arasında Türkiye'de birden kalemiyle o kadar hevesle aldığı yeni beyaz pan- yirmiyi aĢkın kitabı yayınlanır, sonra baĢka yayınlar tolonunun dizlerine notlarını almıĢ.” (1)

da bunları takip eder. Yakınlarına yazdığı mektuplar Tijdschrift Literair da yayınlanır. Yine Vâlâ’ya göre Nâzım Hikmet Ģiirlerini, ahengini duymak için ayakta yüksek sesle söyler. ġiirleri Eserlerinin yayımlanmasından sonra, onun hayatı ve kâğıda yazarken son derece titiz davranır. ġiirdeki bir yaratıcılığı hakkında da birçok kitap neĢredilmiĢtir. virgülün yerini değiĢtirmek için kâğıdı yırtıp Ģiiri Ġlk önce dünyada, sonra kendi vatanında tanınmıĢ tekrar yazmaktan hiç üĢenmez. Fakat Ģiirin

Kara Zambak olan ilk Türk yazarı Nâzım Hikmet'tir. Uzun yıllar 11

içine iyice girdiğinde mısraları bazen nakıĢ iĢler gibi yakınlaĢtırırlar, fakat Tanzimat Ģairlerinin yazarmıĢ. Hapishanelerde Nâzım Hikmet'le bir eserlerinde divan Ģiirinin izlerini de görmek müddet kader birliği etmiĢ romancı 'e mümkündü. Nâzım Hikmet böyle bir Ģiir geleneğinin göre “...Nâzım, yaradılıĢtan dünyanın en büyük Ģiir içinde büyümüĢ ve sadece içerikte değil biçimde de gücü taĢıyan mutlu Ģairlerinden biridir...” Fakat yenilik getirmiĢtir. ġaire göre, yeni hayat, yeni Ģiir buna rağmen yeni bir Ģiire baĢlarken zorlanırmıĢ. biçimiyle ifade edilmelidir. Böylece Mayakovski'nin Kemal Tahir onun Ģiir yazmasını Ģöyle anlatır: “Bir Ģiir Ģekli aklına gelir ve hiç Rusça bilmediği halde bu sarı defter alır, ilk sahifesine Ģiirin adını, daha sonra Rus fütüristinin etkisi altında özgün Ģiir tarzına ilk mısrasını yazardı... ikinci mısrayı bulduğu zaman “Açların Gözbebekleri” adlı Ģiirle baĢlar. Nâzım, ilk sahifeyi kopartır, yeniden Ģiirin adını, ilk Türk edebiyatının bu ilk serbest mısralarını Vâlâ mısrasını, altına da ikinci mısrasını yazardı. Bu Nureddin'e ve ġevket Süreyya'ya okur. Onlara “Eski böylece sahife dolana kadar, 20-30 kere üĢenmeden usul vezinle kafiyeye paydos!” diyerek haykırır “835 sürüp giderdi. Bir tek virgül değiĢtirmek için bile, Satır” isimli kitabında bulunan “Açların Göz yeni bir sahifeye, bütün bir sahifeye baĢtan baĢlayıp Bebekleri” adlı Ģiirini heyecanla dinletir. Böylece yazdığını çok gördüm. Burada söz konusu olan, yeni Ģiir Ģekli bir nevi onaylatılmıĢtır ve Ģiir ilk önce Ģiirin hazırlanıĢıdır. Bir kere havasını kendine yeter Rusya'da 1922'de basılır.(3) görecek Ģekilde tutturdu mu, ondan sonra artık tashih edilmiĢ sayfalardan sinirlenmez olur, Ģiiri bazen notalara çevirecek kadar çizip karalayarak yazar giderdi.” (2)

ġairde ilham her zaman farklı kaynaklardan beslenmiĢtir. Onda ilham kaynağı adeta tükenmez.

Ġyi bir gözlemci olması, yaradılıĢının getirdiği Ģairlik tabiatıyla en basit olaylardan, duygulardan etkilenip

Ģiir yazar. Çoğu kez aldığı mektuplardan duygu- lanarak bugün de insanı kendine hayran bırakan Ģiirler yazmıĢtır. En sade konuları, yeteneği saye- sinde etkileyici ve coĢkun Ģiirlere dönüĢtürmüĢtür.

Nâzım Hikmet’in ġiirlerinde Konu, Dil, Yapı ve Üslüp

ġiirde Ģekil ve içerik konusu Ģiir tarihi kadar eski bir konudur. Nâzım Hikmet'e göre Ģiirde Ģekil ve içerik Nâzım Hikmet Türk Ģiirinde yaptığı bu değiĢikliği birbirine bağlıdır, Ģeklin nasıl olacağını tayin eden Ģöyle anlatmaktadır: “ġüphesiz ki, yeni ve hiç içeriktir, içerik özgün değilse Ģekil de özgün olamaz. olmazsa o zamana kadar Türk Ģiirine girmemiĢ bir Bu sebeple Nâzım'ın Ģiiri devamlı bir arayıĢ içeriği iĢlemek zorunda kalınca, yeni Ģekil aramak

içindedir, bu arayıĢ Ģairi gece gündüz geçmiĢten zorunda kaldım. Bu bütün iddialara rağmen kendi çağına kadar önemli Ģairleri okumaya, yeni Mayakovski'nin Ģekli değildi, yahut hiç olmazsa, yazar, yeni edebiyat akımlarını ve yenilikleri takip sadece Mayakovski'nin ve umumiyetle Rus serbest edip yararlanır. Özellikle Rusya'da iken tanıdığı nazmının Ģekli değil, ondan aynı zamanda baĢka bir fütürist ve konstrüktivizm akımlar ve Ģiirler ilgisini Ģeydir... Benim anladığım manada serbest nazım, ne çekmiĢtir. Böyle bir araĢtırma ve çabanın sonucu bir reformdur, ne de bir anarĢi, bir revolüsyondur. olarak Türk Ģiirine serbest nazmı getirir. Türk Ģiiri Yani ne eskinin ıslâhı, ne de bütün kıymetlerin top yirminci yüzyılda yenileĢme sürecine girmiĢtir, yekûn inkârı...”(4) Gerçekten de Nâzım'ın Ģiirlerinde Edebiyat Edebiyat Dergisi Nâzım Hikmet ise yeniliğin en ısrarlı öncüsü olur. genel anlamda hayal kuvveti, resim, müzik, vezin ve Fakat bu birdenbire gerçekleĢen bir yenilik değildir. kafiye de vardır. Çünkü onları Ģiir için bir güzellik ve Yeniliğe ilk geçiĢ dönemi olarak Tanzimat edebiyatı katkı olarak uygular. Nâzım Hikmet bütün Ģiir ve yazarları kabul edilebilir, onların hayat tarzları ve mirasından yararlanarak Ģiire yenilik olarak sanata bakıĢları eski Ģairlerden farklıdır, yönlerini vezinsizliğin vezni, kafiyesizliğin kafiyesi ve kelime

Kara Zambak batıya döndürmüĢlerdir. ġiiri topluma ve gerçeğe 12 vezni kurallarını sokar. Özellikle Türkçe'nin kelime Fakat bütün bu Ģartlara rağmen, Nâzım Hikmet'in imkanları üzerinde farklı uygulamalar yapıp, Ģiirleri farklı konularla zengindir. Nâzım Hikmet kelimeyi bütün olarak telaffuz edip daha ileri bir Ģiirlerinde vatan, vatan hasreti, tarih, millet, savaĢ, ritme varmıĢtır. Böylece, Ģairin serbest nazımla savaĢ acıları, açlık, kahramanlar, Ģehitler, merhamet, yazdığı Ģiirlerindeki ses, ritim, ahenk, edanın barıĢ, köy, Ģehir, iĢçilerin gücü, hapishane, aĢk, sevgi, nereden kaynaklandığını anlamıĢ oluruz. özlem, ayrılık, gönül kırgınlığı, hayat, gündelik yaĢam, doğa, insan sevgisi, kadın sevgisi, çocuk Nâzım Hikmet arayıĢları aĢtıktan sonra Ģiirde bir sevgisi, yaĢlılık, hastalık, ölüm, ay, kozmos, uyum, özgürlüğe ulaĢır: “ġimdi bütün Ģekillerden paylaĢma, düĢ, umut, iyilik, iyimserlik ve ülkü faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de konuları belirgindir. ġiirlerinde iĢlediği konular yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de aslında Ģairin düĢünsel, siyasal, kültürel ve duygusal yapıyorum. En basit konuĢma diliyle, kafiye- hayatını yansıtır. siz, vezinsiz de Ģiir yazıyorum. Sevdadan da, barıĢtan da, inkılâptan da, hayattan da, ölüm- ġiirlerine gündelik hayatta yaĢanan olay, duygu, den de, sevinçten de, kederden de, umuttan düĢünce ve hayalleri yansıttığı gibi, bu alanlarda da, umutsuzluktan da söz açıyorum. Ġnsana geliĢen konuların aracığıyla Ģiiri halka yaklaĢtırmak has olan her Ģey Ģiirime de has olsun amacıyla konuĢma dilini büyük bir baĢarıyla istiyorum. Ġstiyorum ki, okuyucum bende, Ģiirlerinde kullanmıĢtır. Nâzım Hikmet hayatı yahut bizde, bütün duygularının ifadesini boyunca Türkçenin ve Türk Ģiirinin geliĢimini takip bulabilsin...”(5) Hemen her Ģair hayat boyu geliĢir etmiĢ, bu uğurda hayatı boyunca çalıĢmıĢtır. ve hayat boyu edindiği bilgiler ve tecrübeler Ģiirlerine Türkçesini hayat boyunca geliĢtirmiĢ, fakat Türk- yansır. Bazı dönemleri ve tecrübeleri aĢsa da onlar çenin edebi alanda geliĢmesine de katkı sağlamıĢtır. belirli durumlarda mısralara yansır. Bu sebeple Nâzım'ın Ģiirlerinde halk edebiyatından, divan Sonuç edebiyatından, Mevlevilikten izler, tasavvufi öğeler görmek mümkündür. ġiirlerinde 1929 yılına kadar Nâzım Hikmet doğuĢtan gelen Ģairlik yeteneği ve fütürizmin etkisi belirgindir, 1929-1936 yılları hayatı boyunca Ģiir ile ilgili çabaları neticesinde Türk arasında ise fütürizmin türevi olan konstrüktivizmin edebiyatı tarihinde kendisine belirli bir yer etkisi hissedilir. 1936'dan sonra arayıĢları aĢıp edinmiĢtir. Nâzım Hikmet'in bu bölgelerde yaĢanan kendine dönük Ģiirler yazmaya baĢlar. Nâzım sosyalizmi ve onun felsefesini tanıma fırsatı oldu ve Hikmet'in 1938 yılında hapse girmesi hayatını, doğal olarak bu, yaratıcılığına da yansıdı. Nâzım Ģiirinin geliĢmesini, büyük ölçüde de Türk Ģiirinin Hikmet toplumdan ilham alarak Ģiire toplumcu akıĢ yönünü de değiĢtirdi. Çünkü o kendi gerçekçiliği getirdi. Böylece Tanzimat'la baĢlayan ve vatanındayken bile kendi vatanının hayat ve edebiyat dünya algısını değiĢtiren yenileĢme çabaları Nâzım akıĢından uzaktır. Yıllarca eserleri yasaklatılıp, Hikmet'le, Milli Edebiyat devri ve Cumhuriyet devri Ģiirleri ise yayımlanmaz. BaĢka bir açıdan ile devam eder. Bizim için en önemli olan, o yıllarda bakıldığında ise bütün yaĢadıkları aslında Nazım'ın Yahya Kemal'in neo-klasisizmi, Ahmet HaĢim'in Ģiirini beslemektedir. neosembolizmi, Mehmet Âkif'in Ġslamcılığı, 'un memleketçiliği sürerken Nâzım Türk Ģiirine yenilik olarak lirik toplumcu gerçekçiliği, somut güzellikleriyle gerçek doğayı, hayatta yaĢanan gerçek romantizmi ve serbest vezinle Ģiir biçiminde özgürleĢmeyi getirdi, devrim diyalektiğini ise Ģiirle bağdaĢtırabildi. Bunun dıĢında lirik ve epik Ģiirlerinde gerçek insanların kaderini yazıp halkın Literair Tijdschrift Literair gururunu güçlendirdi. Onun eserlerinden etkilenip yetiĢen ve sonra kendi yolunu ve üslubunu bulan

birçok kuĢak ve yazar yetiĢti. Bunların arasında Atilla Ġlhan, Arif Damar, Ahmet Arif, Tarık Günersel, AyĢe

Kulin, Ayten Mutlu vs. ilk akla gelen isimlerdir.

Kara Zambak 13

3. Nureddin Vâlâ Vâ-Nu. (1999). Bu Dünyadan Nazım Geçti. Milliyet Yayınları - Ġstanbul , 267 4. Kolcu Ġhsan Ali. (2010). Nâzım Hikmet‟in Poetikası .Salkımsöğüt Yayınevi - Erzurum, 163 5. Kolcu Ġhsan Ali. (2010). Nâzım Hikmet‟in Poetikası .Salkımsöğüt Yayınevi - Erzurum, 98

6. Nureddin Vâlâ Vâ-Nu. (1999). Bu Dünyadan Nazım Geçti. Milliyet Yayınları - Ġstanbul , 429, 421

Kaynakça: 1. Gronau Dietrich. (1995). Nazım Hikmet. Altın Kitaplar Yayınevi – Ġstanbul; 2. Dündar Can. (2006). Nazım. Ġmge Kitabevi – Ankara; 3. Fevralski Aleksandr. (1997). Nazım‟dan Anılar. Milliyet Yayınları – Ġstanbul; 4. FiĢ Radi. (1995). Nâzım‟ın Çilesi. Alev Yayınları – Ġstanbul; 5. Fuat Memet. (1975). Nâzım ile Piraye. De Yayınları –

Ġstanbul; 6. Halman Sait Talât, Horata Osman, Çelik Yakup, Demir Nurettin, Kalpaklı Mehmet, Korkmaz

Ramazan, Oğuz Öcal M. (2006). Türk Edebiyatı Tarihi 4. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları – Ġstanbul; 7. Bütün bunlardan sonra Nâzım Hikmet'in en büyük (2011). Hikmet Nâzım. Bütün ġiirleri. Yapı Kredi Yayınları baĢarısı, eserlerinin Türkiye'de yasak iken Rusya'da, – Ġstanbul; 8. Kolcu Ġhsan Ali. (2010). Nâzım Hikmet‟in üstelik Türkçe olarak yayınlanmasıdır. Sosyalist Poetikası. Salkımsöğüt Yayınevi - Erzurum; 9. Kulin AyĢe. ülkelerde yaĢayan Türk halkı yıllarca bu eserleri (2010). Ġçimde Kızıl Bir Gül Gibi. Everest Yayınları – okuyarak yetiĢmiĢtir. Bu durum, onun sosyalist Ġstanbul; 10. Nureddin Vâlâ Vâ-Nu. (1999). Bu Dünyadan ülkelerdeki Türk halkı ile yakın iliĢkiler içinde Nazım Geçti. Milliyet Yayınları – Ġstanbul; 11. (2007). olmasını sağlar, uzun yıllar büyük bir boĢluğu tek Türkçenin Sürgün ġairi Nâzım Hikmet. Hece Yayınları – Ankara; 12. (2002). 100. Doğum Yıl Dönümünde Nâzım baĢına doldurur. Bu bölgelerde yetiĢen özellikle Türk Hikmet‟e Armağan. T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları – sanatkârlarını da derinden etkiler. Kısa sürede Ankara. eserleri farklı dillere de çevrilip çabucak benimsenmiĢtir. Bu yönüyle de Nâzım Hikmet, kendi Ģiirleri baĢta olmak üzere Türk edebiyatını bütün dünyaya tanıtır. Sonucu, Nâzım Hikmet‟in en yakın arkadaĢı Vâlâ Nureddin'in sözleriyle tamam- lamaktayız: “Yanımda büyüyüp Türkiye içi

Türkçesi'ni, Türkiye dıĢı Türklerin arasına yayan ve dünyanın gelmiĢ geçmiĢ en büyük Ģairlerinden biri diye kendini dosta düĢmana DIJK kabul ettiren Nâzım Hikmet, tekrarlıyorum, U

ömür boyu rastladığım en olağanüstü insandır... Yalnız Türkiye dıĢında yaĢayan Türkler değil, baĢka milletler de Nâzım Hikmet'i tercümelerinden okumakla yetin- meyip, onun Türkiye Türkçesi'yle yazılmıĢ JOLANDA O JOLANDA metinleri üzerine eğiliyorlar. Böylelikle : Türk-çe, öğrenilmeye değer kültür dilleri arasına girmiĢ bulunuyor.” (6) Edebiyat Edebiyat Dergisi

1. Nureddin Vâlâ Vâ-Nu. (1999). Bu Dünyadan Nazım Geçti. Milliyet Yayınları - Ġstanbul , 26 2. Nureddin Vâlâ Vâ-Nu. (1999). Bu Dünyadan Resim / Tekening Resim Kara Zambak Nazım Geçti. Milliyet Yayınları - Ġstanbul , 364-365 14

Aydınlar Görevini Yapıyor Mu?*

FAKĠR BAYKURT

Ģçi arkadaĢlarla yazınsal konularda söyleĢirken Demek aydın var, aydın var. ĠĢçi arkadaĢların sık sık ortaya atılan bir soru var: sorusuna dönecek olursak, hangi aydının görevini Ġ "Yurtta bunca acı olay yaĢanıyor. Evler, yapıp yapmadığını araĢtıracağız? köyler yakılıyor. Yargısız infazlar sıram ĠĢçiler, kendi aralarında aydın yetiĢtirme iĢini henüz sıram genci yere seriyor. Aydınlarda tıs yok. ele almadığı gibi, kendilerinden yana tavır alarak Acaba bunlar görevini niçin yapmıyor?" aydını da öbür katmanlardan ödünç alıp bir ĠĢçi arkadaĢlar kimi zaman siyasal konulara, kimi ısındırma, kaynaĢtırma gereği duymadan adeta zaman kültürel konulara ilgili görünürler. Ama bu rastgele kullanmaya bakıyor. Kısacası, iĢçi susacak, ilgi derneklerde yapılan söyleĢilere sıkıĢır kalır. aydın konuĢacak. ĠĢçi oturup iĢine bakacak, aydın KeĢke daha köklü, sürekli olabilse. savaĢımı üstlenecek. Sanki buna gücü yeter, sanki Böyle derken bir kınamaya yönelmiĢ değilim. Sığlık, bunu baĢarabilir gibi. Evlerin köylerin bomba- son yıllarda ne yazık ki genel. ĠĢçilerin gerek lanmasını, insanların öldürülmesini, iĢkenceyi, politika, gerek sanat konularına ilgisi yarım; sorgusuz infazları aydın durduracak. Sonra hesap öbürlerinin ise daha az. sormak da gerekir tabii, onu da aydın soracak. Aydınlarla ilgili olarak ortaya atılan sorulara üstelik ĠĢçiler; "Olmaz böyle!" deyip geldiği yere dönen bir de geliĢigüzel egemen. Aydın denilen nesnenin ödünç aydınları, insanın henüz çocukluk dönemini ne olduğu tutarlı bir tanıma dayanmıyor. Suç belki yaĢadığı zamana has bir saflıkla suçlamaya baĢlıyor. bir ölçüde aydınların kendinde. Kendilerini Bir kez suçlayınca da hiç bağıĢlamıyor. Örneğin” tanımlama, tanıtma iĢini yeterince yapmıyorlar Satıldı alçak!" diyor. Onun bir bakıma aslına

belki. Belki diyorum, çünkü böyle bir görevleri dönüĢünü içine sindiremiyor. Sonuçta, karamsarlık olduğunu kabul etmiyorum. oluĢuyor, "Aydınların bel kemiği yoktur!" gibi Bir zamanlar yazılan yazılarda "aydın sınıfı" sözü sözler ediliyor. Oysa vardır; gerçek aydının bel yer alırdı. Aydınların bir sınıf olmadığı anlaĢılınca kemiği vardır. Seyrek yetiĢir nitelikte, büyük "aydın tabakası" demek uygun sanıldı. Giderek aydınlardır bunlar. Ama yapılar sadece büyük taĢ- bunun yanlıĢlığı da anlaĢıldı. larla yapılmaz. Çakıl boyutunda taĢlar da gerekir. Ama asıl büyük yanlıĢ, aydının tavrıyla ilgiliydi: Küçük aydınlar da vardır, onlar da iĢ görür. Bu Aydın dediğin gerici, tutucu, hele sağcı hiç olmaz! yüzden, Ģimdi öncelikle istemlerden birinin iĢçi Aydın ilericidir, solcudur, devrimcidir. çocuklarına üniversite kapılarının açılması olduğunu Literair Tijdschrift Literair Giderek anlaĢıldı ki aydınlar bir sınıf ya da katman kavramakta gerekiyor. Gerçi her üniversite bitiren değil; ama her biri teker teker bir sınıf ya da aydın olmaz, ama genellikle bunlar arasından çıkar, katmanın ideolojisini açar, açıklar. pek de zor yetiĢir aydınlar. Okul görmemiĢler Bundan dolayı emekten, emekçilerden yana olanlara "otodiktaktizm" denilen yoldan kendini yetiĢ- sol aydın, anamaldan/anaparadan yana olanlara sağ tirirse aydın olur, bunlar da "kural" bozmayan

aydın denilmiĢtir. "ayrıca"lardır. Kara Zambak

15

Üniversite deyince de dikkat gerekir; kapısına bu YetmiĢdört yıl içinde endüstride, kültürde, eğitimde, levhanın asıldığı her yapıya üniversite demek sanatta yaratılanları örten kara örtüyü kaldırmaktır kolaylığa kapılmadan, kapıdan girdikten sonra orda Ģimdi gerek olan... Kim yapacak bu görevi? Sosyalist karĢılaĢılan düzeye bakmak gerekir. Nitelikli üniver- ideoloji ki iĢçilerindir; Ģu sıra onlar arasında bile site, toplumsal aydınlanmanın ilk kaldıracı sayılır. sosyalizmin artık gereksizliği konuĢuluyor. Kimi Daha fazla uzatmadan Ģimdi soralım: Nedir aydının zaman önlerinde "sos..." demek zor oluyor. ĠĢte görevi? Bu soruyu tartıĢarak yanıtlamanın doğru burada bir an önce aydın devreye girecek. O düĢü- olacağını düĢünürüm hep. Aydının görevi öncelikle necek ve soracak: anlatmak, görmek, göstermek gibi fiillerle "Neyin karĢıtıdır sosyalizm?" açıklanabilir. Akan zaman, akan yaĢam, tıpkı derinin "Kapitalizmin.." altındaki kan gibi bir değil bin örtünün altındadır. "Kapitalizm öldü mü?" Onu yalın gözle görmek zor olduğu için aydının gözü "O ölmez! Bir daha anlaĢıldı, ölüm- gerekir. ĠĢçi sınıfı, kafasına bilinç girince, kendini süzdür o; sürgit yaĢayacaktır! Dünyaya sade- dünyayı değiĢtirecek, dönüĢtürecek güç olarak görür. ce o egemen olacaktır."

Doğrudur bu, bütün yıkım'lara, cayım'lara karĢı hâlâ ) doğrudur. Ama kimi zaman değiĢtirilecek , dönüĢ- türülecek, dünya pek karmaĢık durumdadır. Ayı izi kurt izine karıĢmıĢtır. Dost düĢmandan ayrılmaz. YanlıĢ doğru seçilmez. Kolay iĢ mi gerçeğin üstün- deki perdeyi kaldırmak? Kralın çıplak olduğunu bir 11 Ekim 1999 11 Ekim

çocuk ancak masalda söyler. Toplum bütünüyle - tersine inandırılmıĢ, hatta kapılmıĢ giderken, yalın gerçeği ancak aydınlar söyler söyleyebilir. Aydın- ların yalın olmayan dünyadan çıkardığı "yalın açıklama" kitlelere biraz kolay göründü için bu iĢin de kolay olduğu sanılır.

Sık sık "Ġlk okuduğum romanlar sizinkilerdi. 1929 15 Haziran ( 'Irazca'nın Dirliği' su gibi akıyor. 'Yüksek Fırınlar'ı üç kez okudum. Öykülerinizde de öyle. Çok kolay yazıyorsunuz!" derler bana. Kolay olduğu için kolay yazıldığını sanırlar, sesimi çıkarmam. Kolay anlaĢılırlığın ardındaki çabayı kavramaya herkesin deneyimi yetmez. Fakir Baykurt Fakir 1990'ların baĢında Sovyetler Birliği'nin, henüz açıklanmayan kuĢatma ve ihanetler sonucu yıkıl- masının, sosyalizmin hem orda, hem öbür Doğu Avrupa ülkelerinde çökmesinin yarattığı karıĢıklık

da böyle: "Madem yıkıldı, tamam! Bir daha doğrulmaz!" demek yanlıĢtı. Kitleler baskıyla, Tek kalınca nasıl yabanıl olduğunu görüp durdukları kıyımla kandırılmıĢtı; muhalefet yoktu; özgür seçim halde, o canavara hemen teslim olmak istiyorlar yoktu; eleĢtiri yoktu; parti güdümü her Ģeyi gönülleriyle... bastırıyordu; 74 yıl, gene çok yaĢadı. DüĢünmek, bilmek gerekmez mi? ĠĢi gücü "KardeĢim yıkılan ilk denemeydi. Ondan sömürmek olan kapitalizm karĢıtsız kaldığı için önce Paris komünü sadece 72 gün sürdü. Ona sömürüyü daha da artırdı. ġu yayılmacı aĢamada göre bu iyidir. Yeniden denemek gerekir. kendi halkını sömürmesi yetmediği gibi dünyanın Edebiyat Edebiyat Dergisi Thomas Edison Ģu akan elektriği ıĢığa mazlum halklarını daha acımasız sömürüyor! çevirebilmek için 106 deneme yaptı. IĢık en Çektiğimiz pahalılık, ulusal paraların değer kaybedip sonuncuda parladı; ama en sonuncu, durması neyin nesi yoksa? kendinden önceki 105 deneme üzerine oturur; biraz uzun soluklu ol bakalım." Kara Zambak 16

Uzatmayalım: Sol aydının bugünkü görevi sömü- rünün altını çizmektir. Sömürü sürdükçe sosyalizm gündemin baĢındadır. Bu yüzden Ģimdi aydın sömürünün altınıda daha iyi çizmelidir. Ama sömürünün sadece altını değil, üstünü de çizmek, onu temelli yok etmek gerekir. Yılgınların, karamsarların atladığı nokta burası. Bu tür Uyarı karamsarlar Ģimdi iĢçiler arasında daha bol. Onlar demeye getiriyor ki, sömürünün altını aydın çizdiği gibi, üstünü de o çizsin. Kendisi otursun kıpır- damasın, yerine aydın savaĢsın. O kadar olsa aydın onu da yapar. Neden yapmasın? EWA LIPSKA Ama aydın Köroğlu değil, çağ Köroğlu çağı değil. Çağ kitlelerin örgütlü kahramanlığının çağı. Sömürünün

üstünü çizecek olan da iĢte bu örgütlü kitlelerdir. Evet, bu kadar yalın. Görevi anlamak, anlatmak, görmek, göstermek olan aydın, "Ben anlattım, gösterdim, sömürünün altını çizdim, sen de görevini yap!" deyip köĢeye çekilemez elbet. Bir Ben seni kendine karĢı kendini uyarıyorum. toplantıda yazar arkadaĢlardan biri, "Ben kitabımı Sakın kendine güvenme. yazıp ortaya koydum, sen onu okuyor Sen kendi ensene kurĢun sıkabilirisin musun?" diye sordu. Sorabilir, görevinin orada bunun hiç farkına varmadan bile. bittiğini sanabilir; oysa bitmez. Bence aydın dur durak bilmeden göstermeyi, anlatmayı sürdürecek, Veya kendi kendini geçebilirisin halkıyla bütünleĢip savaĢıma sürekli omuz verecek- ve kendini unutarak tir. Büyük aydınlar bunlar arasından çıkar. Bunlar ve arkada bırakarak. yüzyılda ancak birkaç tane yetiĢir: Bunu yapabilirisin sıkıntısız. saz çalıp, türkü söyleyip oturmadı. Nazım Hikmet

Ģiir yazıp oturmadı. Sağ eline sakın güvenme.

Ölüm fermanını imzalayabilir. YaĢamak Güvenme sol eline sakın bir ağaç gibi tek ve hür sağ elin olma yeteneğine sahip. ve bir orman gibi kardeĢçesine

DüĢüncelerine dikkat et Bütün ülkelerde anayasaların ilk maddesi olması seni ansızın terk eden gereken bu sözleri, anayasa profesörlerinden özür

mancınıkla beyinde yanan uçağı fırlatır gibi. dilerim, ancak dünyaya yüzyılda bir gelen Ģairler söyleyebilir. O aydın / Ģair sadece bunu söyleyerek Susmayı önle geçip gitmiĢ olsa bile, az iĢ mi bu? zaten yeterince kulandın onu Fakat sözü gene baĢtan aldığımız yere getirelim. dilin bağları sökülür hiç değilse. Halkıyla bütünleĢen aydın derken "aydınıyla bütünleĢen halk" demeye de hazırlanmak gerekir.

21 Kasım 1994, Duisburg

Tijdschrift Literair

*Bu yazı doksanlı yıllarda Zwolle’da çıkarılan Çeviren: MĠRA KEġERLĠ Tanım Dergisi için gönderilmiĢ, ancak yazı yayın- lanamadan dergi yayın hayatını sonlandırmıĢtır. Fakir Baykurt’a saygıyla...

Kara Zambak 17

Şiirler

Vahe Armen

VAHE ARMEN

Uyku Kaçması Çocukluk Elbiselerim

- O günler uyandım Annem gece yarısından sonra Su dolu leğende sokakta Biraz sabun bir yasemin altında Ve birkaç parça elbiseyle uykuya dalmıĢtı dünya GüneĢi yıkadı. tanrı ve Ģeytan konuĢuyorlardı - O günler benim odamda Benim tüm elbiselerim birinin sesi GüneĢ kokardı. toprağa düĢen yağmur gibi ötekinin kuyuya dökülen bir avuç toprak

Bir Askerin Cebindeki Notlar

ġaka gibi değil mi?

O oyunda Yere düĢerdik Ve yaralanırdık Bu oyunda Yaralanıyoruz ve Yere düĢüyoruz.

Edebiyat Edebiyat Dergisi

Türkçeye çeviren: TAHEREH MĠRZAYĠ

Kara Zambak 18

Dostluğa Akan Yazar/Şair: Mevlüt Asar

SöyleĢen: FATĠH ÇĠMEN

Asar Mevlüt Fotoğraf:Foto Americaine

951 yılında Konya – BeyĢehir’de doğdu. Ġlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1974’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1977 sonunda Federal 1 Almanya’ya geldi. 1980 yılında, Duisburg’da öğretmen olarak göreve baĢladı. Öğretmenliğin yanı sıra göçmen çocuk ve gençlerinin eğitim ve öğretimi konusunda hizmet veren RAA adlı kuruluĢta danıĢman olarak çalıĢarak, 2010 yılında emekli oldu. Alman Eğitim ve Bilim Sendikası’da ve Türk Öğretmen Dernekleri bünyesinde aktif görevler aldı. Fakir Baykurt’un ölümünden sonra, onun kurduğu Duisburg Edebiyat Kahvesi’nin ve Kalem adlı öğrenci dergisinin yönetimini üstlendi. Evli ve iki çocuk babası olan Mevlüt Asar, yaĢamı Duisburg ve Ayvalık’ta sürdürüyor. Almanya ve Göçü konu alan Ġlk Ģiir kitabı “Gurbet Ġkilemi” Türkçe ve Almanca olarak, 1986’da Ortadoğu Verlag’dan çıktı. 1995 yılında Anadolu Verlag tarafından yayınlanan Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar ÇalıĢma Gurubu’nun kitabı “KavĢak”a öykü ve Ģiirleri ile katıldı. Duisburg Fakir Baykurt Edebiyat ĠĢliği’nin çıkardığı “Aydınlığa Akan ġiirler” (1997) ve “Dostluğa Akan ġiirler” (2004), “Söz Uçar Yazı Kalır” (2010) adlı antolojilerde yer aldı. Yabancı düĢmanlığı ve ırkçılığa karĢı “Uns reichts” (Artık Yeter), Irak savaĢına karĢı “100 poets against the war” (SavaĢa KarĢı 100 ġair) adlı antolojilere Ģiir ve öyküleri ile katkıda bulundu. Almany’da çıkan çeĢitli antoloji, dergi ve gazetelerde Türkçe ve Almanca Ģiir, öykü, kitap tanıtma yazıları, Alman Edebiyatı'ndan yaptığı çeviriler ile kültür ve eğitim konularına iliĢkin makaleleri yayınlandı. Almanya’daki gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı hikayelerden bir kısmı, “Yürekte Kalan Ġzler-Spuren im Herz” adı altında, 2008’de Verlag Anadolu’da yayınlandı. Bazı eserleri ise, “Aynadaki Kelbek” (2014), “Denizini Yitiren Martı” (2015) ve “AĢkın Halleri” (2016) adlıyla Türkiye'de basıldı.

Aslında klasik bir soruyla baĢlamak bir köyünde doğdum. Ben 6 yaĢında iken ailece Literair Tijdschrift Literair istiyorum. Mevlüt Asar Kimdir? Kendinizi toprak yetmezliği, yoksulluk nedeniyle, Ankara‟ya bize tanıtır mısınız? göçtük. Bütün çocukluğum, gençliğim, dolayısıyla okul hayatım Ankara‟da geçti. Ġnsanın en zor yapabildiği Ģeylerden birisi kendini 1970 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi‟ne tanıtması, kendini anlatmasıdır. Yine de deneyelim: girmeden önce devrimci dünya görüĢü ile tanıĢtım.

1951 yılında Konya‟nın BeyĢehir ilçesinin Fakülteye baĢlar baĢlamaz Dev-Genç ve öğrenci Kara Zambak

19

derneği üyesi oldum, kendimi devrimci sol öğrenci ve değerli insanı tanımak, onlarla birlikte aynı hareketinin içinde bulundum. Tutuklandım, iĢkence mekanı paylaĢmak imkanı doğdu. Türkiye‟nin en gördüm, hapis yattım... aydın, en entelektüel insanlarıyla birlikte oldum. Kıbrıs'ta Yedek Subay olarak askerlik görevi Onları tanıma Ģansına eriĢtim. Üniversitedeki yaptıktan sonra, turist pasaportu ile Almanya‟ya hocalarım Mümtaz Sosyal, Muammer Aksoy, Adam geldim. Burada kendime sıfırdan baĢlayarak yeni bir ġenel; bunlar benim için çok örnek insanlardı o hayat kurdum. Eğitimci, sendikacı, yabancılar zamanlar. Fakat ikinci tutuklanmam, 1973‟te olan ve meclisi üyesi olarak çalıĢtım. Okudum, yazdım, daha uzun süren tutuklanma, benim aynı zamanda çeviri yaptım, kitap yayınladım. Kısacası, kendimi kendimi keĢfetmem, yani yazarlık yönümü, Ģairlik Türkiye kökenli sol gelenekten bir eğitimci ve yazar yönümü, düĢünürlük yönümü keĢfettiğim bir olarak tanıtabilirim. dönem oldu. Derler ya hapishaneler, Türkiye‟de üniversitelerdir. Orada yaĢadıklarım, gördüklerim Hayatınızda iki dönem var: Almanya ve benim kiĢiliğimin oluĢmasında, sonraki hayata Türkiye. Bize Türkiye dönemine iliĢkin neler bakıĢımda, bugün yazdığım kitaplarda çok önemli söylersiniz? yer teĢkil etti.

Türkiye‟deki dönem tabii hayatımın en hızlı, en Yurt dıĢına çıkıĢınız ve Almanya’yı yurt renkli dönemiydi. BaĢta da söylediğim gibi köyden tutmanız nasıl oldu? Ģehre göç, yeni bir hayatın baĢlaması ve ailenin ilk üniversiteye giden, üniversite bitiren, hatta kendi Yurt dıĢına çıkıĢım aslında çokta planlanmıĢ sülalem içinde tek bireyi olmam. Okuduğum, hesaplanmıĢ bir Ģey değildi. EĢimin babası o Siyasal Bilgiler Fakültesi‟nin Türkiye‟nin sayılı zamanlar Almanya‟da Eğitim AtaĢesi idi. Ben okullarından olması ve çok değerli hocalarımın askerden döndükten sonra eĢimle hem onları olması, benim hayatımı çok etkiledi. Üniversite ziyaret etmek hem de Avrupa‟yı görüp gezmek için yıllarım, o zaman yükselen gençlik hareketlerine, buraya geldik. Fakat beklenmedik bazı olaylar, ailevi Deniz Gezmi‟ler, Mahir Çayan‟lar dönemine denk sebepler dönmemizi geciktirdi. Ben de zamanı geldi. O öğrenci hareketlerin içerisinde buldum değerlendirmek ve doktora yapma imkanını araĢ- kendimi ben. 12 Mart askeri darbesini yaĢadım. Ġki tırmak için Köln Üniversitesi‟ne kayıt oldum. Kısa defa tutuklandım, bir kez gözaltına alındım. zamanda Almancayı öğrendim. Bir yandan da ĠĢkenceyi, Mamak‟ı tanıdım, aylarca cezaevinde Türkiye'deki iĢ imkanlarını takip ediyor, mesleki kaldım. YaĢadığım o dönem, benim hem yaĢamımı, sınavlara hazırlanıyordum. hem de dünya görüĢümü çok etkileyen dönem oldu. Kısa süren memurluk dönemi hayatımda fazla bir rol oynamadı. SavaĢ sonrası koĢullarında Kıbrıs‟ta yedek subaylık yaptım. O da hayatımda ayrı bir sayfa. Fakat asıl beni ben yapan, eğitimci, yazar, Ģair kimliğime katkı sunan hayatımın Almanya'da geçen

ikinci dönemidir.

1971 Askeri darbesi yaĢamınızı nasıl etkiledi?

Hayat aslında inanılmaz tesadüflerle dolu. Ġnsanın bilemediği belirleyemediği, bir takım Ģeyler hayatını etkiliyor. 1971 darbesi benim öğrenciliğim Edebiyat Edebiyat Dergisi döneminde oldu. Ġlk tutuklanmam 1971 yılının Mayıs‟ına denk geldi. Ġlk göz altına alınmam, Sınavlar için Ankara‟ya gittiğimde siyasi durumun baĢbakan Nihat Erim'in “balyoz harekatı” dediği çok kritik olduğunu fark ederek Almanya‟ya geri aydınların, öğretim üyelerin, yazarların tutuklandığı döndüm. Nitekim arkasından 12 Eylül darbesi geldi. bir zaman kesitine denk geldi. Daha sonra Darbe olunca, daha önceki darbede fiĢlenmiĢ olan

Kara Zambak tutuklanıp Mamak‟a gönderildiğimde bir çok önemli arkadaĢlar bir sürü zorluklar, kovuĢturmalar 20

yaĢadı, hatta bir kısmı tekrar hapse girdi. Epey bir Bu dünyadan gitmeden geride bir de roman düĢünüp taĢınmadan sonra, bana çok zor gelse de bırakayım istiyorum... Almanya‟da kalmaya karar verdim. Ġlk kitabımızı ne zaman ve nasıl yayınlandı? Almanya‟da kalmaya karar verince, kendime iĢ aramaya baĢladım. Önce bir süre Düsseldorf 80'li yılların baĢında Fakir Baykurt‟un Konsolosluğunda bir yıl kadar sözleĢmeli memur öncülüğünde kurulmuĢ olan “Kuzey Ren Vestfalya olarak çalıĢtım. 1980 yılında, Duisburg Eğitim Türkiyeli Yazarlar ÇalıĢma Grubu”na, onun isteği Müdürlüğünden, eğitim alanında görevlendirilmek üzerine ben de katıldım. 10-15 kiĢiden oluĢan bu üzere teklif aldım ve Duisbug‟da çalıĢmaya grup, senede iki defa Alman Sendikalar Birliği ile baĢladım. Arbeiter Wolfahrt‟ın desteğiyle yılda iki kez hafta sonu seminerleri Ģeklinde toplanıyorduk. Bu Ġlk yazın çalıĢmalarınız ne zaman ve hangi seminerlerde aramızda hem fikir alıĢ veriĢi yapıyor türle baĢladı ve nasıl sürdü? hem de ortak projeler gerçekleĢtiriyorduk. Ayrıca, Türkiye‟den, Sovyetler Birliği‟den, Alman Yazarlar Orta okul ve lise sırasında okul gazetesi için Sendikası'ndan gelen yazarlarla bir araya yazdıklarımı saymazsak, ilk yazın çalıĢmalarımı ve geliyorduk. Bu buluĢmalarda, arkadaĢlar yazdık- denemelerimi Türkiye‟de hapishane döneminde larını, çıkacak kitaplarını da paylaĢıyor, tanıtıyor- yaptım. Denemeler, Ģiirler yazdım. Yazma iĢini az lardı. O toplantılardan birinde ben de Ģiir dosyamı da olsa, hapisten çıktıktan sonra ve askerlik görevi paylaĢtım. Fakir Ağabey, Ģiirleri dinleyince, sırasında da sürdürdüm. Ancak bu dönemde “Bunlar dosyada kalacak Ģiirler değil, mutlaka yazdık-larımın çoğu çekmecemde kaldı. Alman- kitaplaĢ-malı...” diyerek beni cesaretlendirdi. Zaten ya'da kalmaya karar verince, önce Almanca bu arada bazı gazete ve dergilerde benim Ģiirlerim öğrenmeye ağırlık verdim. Bir süre hiçbir Ģey yayın-lanmaya da baĢlamıĢtı. Ġlk Ģiir kitabım, yazamadım. Almancayı öğrendikten sonra Türkçe ve Almanca olarak, “Gurbet Ġkilemi “suskunluk dönemi” bitti ve Fakir Baykurt‟un da /Dilemma der Fremde” adıyla, öğretmen katkısıyla yeniden yazmaya baĢladım. ağabeyimiz Hüseyin Çölgeçen'in yönettiği “Orta- doğu Verlag” tarafından Ober-hausen'da 1986 Fakir Baykurt‟la ilk kez, 1971 yılında yılında basıldı. tutuklandığımda Mamak askeri cezaevinde tanıĢ- mıĢtım. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Fakir Baykurt 1999 yılında Essen Üniver- BaĢkanı olarak tutuklanmıĢtı. Onunla Almanya'da, sitesi Kliniğinde Pankreas kanserine yenik “sürgün”de tekrar karĢılaĢacağımı hiç düĢün- düĢene değin onunla birlikte çalıĢmalar memiĢtim. Onun da Duisburg‟da yaĢadığını ve yaptınız. Bunlardan biri de, daha sonra eğitim alanında çalıĢtığını biliyordum. Kendisini “Fakir Baykurt Edebiyat ĠĢliği” adını alan arayıp buldum. Fakir Baykurt'la yolumun ikinci Duisburg Edebiyat Kahvesi idi. Bu defa kesiĢmesi, beni edebiyatla daha yoğun bir oluĢumun çalıĢmalarından bahseder mi- Ģekilde ilgilenmeye teĢvik etti. siniz?

Çoğu yazar gibi ben de yazmaya Ģiirle baĢladım. Duisburg Edebiyat Kahvesi Fakir Baykurt‟la, ġiir kolay görünen, herkesin yazarım sandığı fakat öğretmen Hüseyin Tercan'ın giriĢimiyle 1992 çok zor ve en eski edebi türdür. Kutsal kitaplar da yılında kuruldu. Halk Yüksek Okulu‟nun (VHS) Ģiir dilinde yazılmıĢtır. Ancak ben, son yıllarda çatısı altında oluĢmuĢ bir “çalıĢma grubu” idi. anlatmak istediklerimi Ģiirle anlatamayacağımı BaĢlangıçta edebiyat ve önemli edebi yapıtlar Literair Tijdschrift Literair fark ettiğimden, giderek öyküye hatta romana üzerine sohbetler yapılıyordu. Sonra oraya katı- doğru yöneldim. Ġlk Roman denememe bu yaz lanlar, kendileri Ģiir, öykü yazmaya baĢladılar. Ayvalık‟ta baĢladım, fakat buraya dönerken Daha sonra “Ren‟e Akan ġiirler” adını verdikleri bilgisayarım çalındı. Yazdıklarımı da yedek- ortak Ģiir kitabını çıkardılar. Ardından, benim de lemediğim için moralim bozuldu. Belki biraz Ģiirlerimle katıldığım ikinci kitap “Aydınlığa Akan zaman alacak ama, yeniden yazmayı sürdüreceğim. ġiirler” yayınlandı. Fakir Baykurt‟u 1999‟da Kara Zambak 21

kaybedince, Kemal Yalçın, Ġlhan Atasoy, Binali devam eden, mizah öyküleri yazan, Ģimdi kabareci Bozkurt gibi üye arkadaĢlar Edebiyat Kahvesi'ni olan Ġlhan Atasoy ve bir Ģiir kitabı yayınlamıĢ olan benim yönetmemi önerdiler. Ben, 2000 yılında GülĢen Akbulut'u da bu gruba dahil edebiliriz. üstlendiğim bu görevi 2012 yılına kadar aralıksız olarak sürdürdüm. Duisburg Belediyesi'den destek Fakir Baykurt ve Almanya'da yazdıkları konu- istedim. Polmann semtinde bize bir mekan verdiler. sunda ne düĢünüyorsunuz? Mekan, Lese Cafe (Okuma Kahvesi) adlı bir kitaplık bölümüyle resim sergileri ve toplantılar için ayrılmıĢ Fakir Baykurt aslında çok önemli bir yazar. 1950 bir salondan oluĢuyordu. Orada Almanlar ve yıllarında, yani onun yazmaya baĢladığı yıllarda göçmenlere yönelik çok önemli edebi, sanatsal, Türkiye kırsal, feodal bir toplum yapısına sahipti. kültürel etkinlikler, çalıĢmalar yaptık. Aslında orada Feodalite sadece doğuda yok, batıda da var. Bu “Fakir Baykurt Kültür Sanat Evi” projesini hayata feodaliteyle hesaplaĢan Köy Edebiyatı adı verilen geçirmek için çok uğraĢtım, fakat maalesef gerekli edebiyatçıların neredeyse tamamı Köy Ensti- kaynağı bulamadık. tüleri‟nde okumuĢ yoksul aile çocukları: Mahmut Makal, Dursun Akçam, Mehmet BaĢaran, Talip Benim yönetimimde ortak kitaplar yayınlamayı da Apaydın... Bunların içinde en bilinçli olan, ünlenen sürdürdük. Fakir Baykurt'un ölümünden sonra Fakir Baykurt olmuĢtur. Köyden çıkmıĢ, köy ve kendisine atfettiğimiz “dostluğa akan Ģiirler” adlı bir köylünün sorunlarını ilerici, devrimci bir yaklaĢımla Ģiir kitabı çıkardık. Fakir Ağabey sağken romanlaĢtıran yazarlardan biridir. Ses getiren, çok toplantılarımızda bize hep “Çocuklar hep Ģiir okunan romanlar yazmıĢtır. Ġlk romanı olan Yılan- yazıyorsunuz, biraz da öykü yazın, roman yazmayı ların Öcü'nün iki kez filmi çekilmiĢ, yenilerde dizisi deneyin!” diyordu. Onun bu arzusunu yerine getirmiĢ yapılmıĢtır. olmak için “Söz uçar yazı kalır‟‟ adlı ortak bir öykü kitabı çıkardık. Fakir Hocanın edebiyat kahvesinde Fakir Baykurt, eserleri bir çok dile çevrilmiĢ önemli bize sık sık anımsattığı, söylediği bir deyimdi. bir yazar olmasının yanında, Almanya‟ya olan iĢçi Almanlarla, Türkiyeli göçmenler arasında bir tür göçünün de önemini ilk kavrayan yazarlardan biridir. köprü oluĢturmak için bu kitapları iki dilde, yani Bu göçü hiçbir yazar Fakir Baykurt kadar yakından Türkçe-Almanca olarak yayınladık. ve ilgiyle gözlemlemedi. Bu gözlemlerine dayanarak Duisburg Üçlemesi dediğimiz üç roman yazdı. Fakir Baykurt‟un Duisburg‟ta bıraktıkları, hem göç Bunlar, göçün insanımıza etkilerini ve nereye doğru tarihi hem de buradaki kültürel altyapı için çok gideceğini gösteren hem edebi hem de sosyolojik önemlidir. Bu nedenle onun bize bıraktığı “miras”a değeri yüksek romanlar. Fakir Baykurt‟un sadece elimden geldiğince sahip çıkmaya çalıĢtım. Vefa- köyün, köylünün yazarı değil, aynı zamanda Almanya tından sonra Edebiyat Kahvesi'nin yanında, onun göçünün yazarı olarak ta görmek gerekir. Almanya öğrenciler için hayata geçirdiği “Kalem” dergisinin göçü, ve bu göçün insanlara etkisini anlamak için, yayın yönetimini üstlenerek sürdürdüm. onun öykülerini, Duisburg Üçlemesini okumak Ģart.

Fakir Baykurt sadece bir yazar değil, aynı zamanda Fakir Baykurt Edebiyat ĠĢliği’nin yetiĢtirdiği bir eğitimci, bir aydınlatıcı idi. Almanya‟da git- yazarlar oldu mu? mediği, dolaĢmadığı yer kalmadı. Buradaki insan- larımızın kendi kimliklerini bularak, örgüt- Edebiyat ĠĢliği‟ne katılan ve daha önce kitap yazmıĢ lenmelerine katkı sağladı. Alman edebiyatçılarla, yazarlar, Ģairler bilgi ve deneyimlerini artırarak daha Alman halkıyla, Alman kültürü ile diyalog içerisine nitelikli kitaplar yazdılar. Tabii gruba edebiyata yeni girdi. Buradaki göçmenlerin demokratlaĢması, baĢlayan arkadaĢlar de geldiler, bunlardan da Ģiir ve Almanlarla kaynaĢması için çaba harcadı. Edebiyat Edebiyat Dergisi öykü kitabı yayınlayacak ölçüde kendini geliĢtiren arkadaĢlar çıktı. Bunlardan bir tanesi Hıdır Dul- 2016 Fakir Baykurt Kültür Ödülü'nün size kadir, diğeri de Sırrı Ayhan‟dır. Üstelik Sırrı'n verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? anadili Kürtçe, Hıdır‟ınki ise Zazaca idi. Bu arkadaĢalar iĢlik çalıĢmalarına sürekli katıldılar, Yukarıda da belirttiğim gibi, Fakir Baykurt‟un, bize Kara Zambak ardından kitap yayınladılar. Edebiyat Kahvesi'ne “miras” olarak geride bıraktıkları ve bir yazar, bir 22 demokrat ve bir eğitimci olarak ondan geldiği zaman kapatıyoruz. Bir gün yemek getiren öğrendiklerim benim için çok önemli ve değerlidir. asker geldi. Metal tabağın içinde, yenmeyecek Onlara sahip çıkmayı, ondan öğrendiklerimi kadar kötü bir Ģeyler. Asker tabağı bıraktıktan sonra yaĢamayı ve yaĢatmayı görev bildim. bana, “Sen, AĢık Sümmani‟yi tanıyor musun?” diye Hem yazar, hem eğitimci, hem de Edebiyat ĠĢliği sordu. “Hayır tanımıyorum,” deyince “Nasıl yöneticisi olarak onun yolunu izledim. Yazdık- tanımazsın, o çok meĢhurmuĢ,” diye çıkıĢtı. “Peki o larımla, düzenlediğim etkinliklerle toplumsal niye buradaymıĢ?” diye sordum. “O da sizdenmiĢ, barıĢa, iki halkın birbirine yakınlaĢmasına katkıda komünistmiĢ... ama iyi bir adam.” dedi. “Nereden bulunmaya çalıĢtım. Fakir Baykurt Edebiyat biliyorsun iyi olduğunu” diye sorunca gururlanarak, ĠĢliği'nde yeni yazarların yetiĢmesi, edebiyatın “Memleketteki yavuklum için bana yangı yazdı.” geliĢmesi ve yayılması için gayret ettim. 2016 Fakir dedi. Ben iĢkencenin ortasında bu olayın üstünde Baykurt Kültür Ödülü'nün bana verilmesinin bu pek durmadım. çabaların bir karĢılığı olduğunu düĢünüyorum. Daha sonra iĢin mahiyeti anlaĢıldı. Ben iĢkence Mahzuni ġerif’le de bir hapishane anınız sonrası tutuklanıp Yıldırım Askeri Ceza Evine var. Onu da bizimle paylaĢır mısınız? getirildim. Ġki gün sonra elinde sazı, falakadan parçalanmıĢ ayaklarını sürüyerek Mahzuni ġerif 1973‟te sıkıyönetim son kez uzatılacaktı. Her bizim koğuĢa geldi. Tabii hem ĢaĢırdık hem üzüldük uzatılmadan önce “Ģu örgüt bulundu, bu örgüt hem de sevindik. BaĢına toplanıp “Ne oldu?” diye bulundu”. diye bir gerekçe yaratıyorlardı. ĠĢte bu sorduk. “Yahu dostlar, beni de aldılar. ĠĢkenceden son uzatmaya gerekçe yaratmak için hapse geçtik!” dedi. Meğerse aynı yerde iĢkence görüyor- girmemiĢ, ama fiĢlenmiĢ ne kadar öğretim üyesi, muĢuz ve askerin “Sümmani”diye bahsettiği de öğrenci, aydın varsa tutukladılar. “BirleĢik Cephe” bizim Mahzuni‟ymiĢ. diye bir örgüt uydurularak benim de aralarında olduğum 300'e yakın insanı cezaevine tıktılar. Benim yattığım ranzanın üstü boĢtu, “Ağabey sen Benim gibi bir kaç kere fiĢlenmiĢ olanları günlerce buraya yat. Ben yukarıda yatarım” dedim. Böylece iĢkenceden geçirdiler. Maksatları böyle bir silahlı biz onun deyimiyle “komĢu” olduk. Ben üst, o da alt örgütün varlığını ispatlamak için bizden zorla ifade komĢu. Bana “KomĢu” diye seslenir, “Buyur almak. Abi,”derdim. Ben ona, o bana Fıkra anlatır, birlikte gülerdik. Karaladığım Ģiirleri ona okurdum, beğenirdi. Arada bir, gece yatma zamanı sayım yapa-cak asker gelir, sayımı yaptıktan sonra “Mahzuni sazını al da gel, komutanım seni çağırıyor,” diyerek onu da alır giderdi. Nöbetçi subaylar, tabii içlerinde Aleviler, demokrat olanlar da vardı, sabaha kadar Mahzuni‟ye saz çaldırıp

türkü söyleterek sohbet ederlerdi. Mahzuni sabaha doğru sallanarak gelirdi. Onunla unutulmaz hoĢ anılarım oldu...

Çok sayıda Türkiyeli göçmenin de yaĢadığı Duisburg'a aktif bir eğitimci ve yazar olarak çok emek verdiniz. Geriye dönüp bak- tığınızda “keĢke...” dediğiniz bir Ģey var mı?

Literair Tijdschrift Literair Geri dönüp baktığımda, hayıflandığım, keĢke Beni de tutukladıktan sonra, gözlerimi bağlayıp dediğim en önemli Ģey, aydın olarak, eğitimci ve Kontrgerilla Merkezi'ne götürdüler. Bir haftadan yazar olarak Türkiyeli göçmenlerle yeteri kadar fazla bilinen iĢkenceleri yaptılar. Orada gözlerimiz güçlü bir bağ kuramayıĢımızdır. Siyasi olarak bantlı, zincirlerle yataklara bağlıyız. Ancak odada insanları daha çok Türkiye‟yle ilgilenmeye kimse yoksa gözlerimizi açabiliyoruz. Odaya biri Kara Zambak 23

yönlendirdik, Almanların yanlıĢ entegrasyon edebiyatına baktığımızda, zamana dayanan, büyük politikasına yeterince muhalefet edemedik. Solcu yazar ve Ģairlerin hepsi yaĢadıkları dönemin insani, kesim olarak buradan Türkiye‟yi kurtarmaya çalıĢtık. toplumsal, siyasi sorunlarına yanıt aramıĢ, tavrını Bu boĢluktan yararlanan sağcı kesim, Ġslami kesim güçsüzden ve ezilenden, barıĢtan yana koymuĢ buradaki insanları ele geçirdi. Bizim onlarla bağımız kiĢilerdir. koptu. Kala kala Aleviler kaldı, Kürtler kaldı. Alman- ya‟daki olanakları, Türkiye‟nin dönüĢümü-değiĢimi Genelden özele, yani Avrupa'da yaĢayan göçmen için siyasal anlamda, ekonomik anlamda kullana- kökenli edebiyatçılara dönersek, siyasi sorumluluk madık. Bunu sağ görüĢte olan örgütler çok iyi daha açık seçik bir hal alıyor. Türkiyeli yazarlar, kullandı. aydınlar, ilericiler olarak, hemĢerilerimizden farklı bir konum ve 'kimliğe' sahip olsak da, kendimizi Bu eksikliği/yanlıĢlığı sezen ilk kiĢilerden biri ben onlardan soyutlamamız ve göç sorununa ilgisiz oldum. Göçmen örgütlerinin, buraya yönelik, kalmamız, en azından 'aydın' olarak taĢıdığımız buradaki insanların sorunlarına yönelik çalıĢmalar ahlaki ve toplumsal sorumlulukla bağdaĢmaz. yapmaları gerektiğini, ancak burada ayağımızı sağ- Bugüne değin bu sorumluluğu doğru ve iyi bir lam basarsak Türkiye‟ye yararımız olacağını Ģekilde yerine getirdiğimizi söylemek güç. 50 yıldır anlatmaya çalıĢtım. Ama baĢarılı olamadım. Bu daha çok, yerlilerin göçmenlere karĢı acıma duygu- konuda geç kaldık, yeteri kadar çalıĢma yapamadık. larını geliĢtirmelerine aracılık ettik. Anadolulu göç- menler üzerine yazdığımız trajedileri Almancaya, Hem siyasi, hem de kültürel olarak bunun eksikliğini Hollandacaya çevirtip göçmenlerin derdine derman duyuyorum, olumsuz sonuçlarına üzülüyorum. arayan sosyal danıĢmanlar, öğretmenler, aydınlar ile Maalesef bunu hala göremeyen, yanlıĢı sürdüren acıma veya dayanıĢma duygusunu tatmin etmek is- örgütler, dernekler var. Türkiye‟den sanatçı, teyen yerlilerin katıldığı okumalar yaptık. Bizi edebiyatçı getirerek, taĢıma suyla değirmen dön- yazdıklarımızın değerli ve doğru olduğuna inandıran dürmeye çalıĢıyorlar. Oysa Almanya'da geçen yarım alkıĢlar aldık. asırdan sonra bizim buradan oraya, sanatçı, bilim adamı, yazar göndermemiz gerekiyordu. Bence, özellikle Almanya‟da ve Hollanda‟da yaĢanan son olaylardan sonra, 50 yıldır yaptıklarımızı ya da Son soru Kara Zambak'tan: Sizce edebiyatın yapamadıklarımızı sorgulamamız / gözden geçirme- siyasi bir sorumluluğu var mıdır? miz ve yeni tavırlar geliĢtirmemiz gerekiyor. Ġlk aĢamada Avrupa'daki yazar ve sanatçıları kapsayan Edebiyatın, daha doğrusu edebiyatçıların (genel tartıĢma forumlarının ve iletiĢim ağlarının oluĢturul- anlamda sanatın) da baĢından beri bir “siyasi” ması ve buna yapısal bir süreklilik kazandırılması sorumluluğu, kavramı biraz daha geniĢletirsek büyük önem taĢıyor. “toplumsal”/“kamusal” sorumluluğu olmuĢtur. Hiç- bir yazar, sonuçta kendisi için “okur” için yazar. Okuru yani toplumsal/siyasi bir varlık olarak insanı

adres alan her sanatsal ürün kaçınılmaz olarak sosyal ve siyasal bir bağlam kazanır. Yani, yazar, Ģair her yapıtı ile siyasi, toplumsal hatta ahlaki bir duruĢu da ortaya koymuĢ olur. Yazar bunun sürekli bilincinde olmasa da, okur ve toplum bunun bilincinde ve etkisinde kalır.

Yazarların iktidar ve toplum tarafından önem- Edebiyat Edebiyat Dergisi senmesi buradan kaynaklanır. Özellikle zor siyasi dönemlerde, halk/toplum edebiyattan ve ede- biyatçıdan kendi yanında yer almasını beklerken, siyasal iktidar kendi borusunun öttürmesini ister, bunu yapmıyorsa susmasını ister. Susmuyorsa, onu Resim / Tekening: JOLANDA ODIJK

Kara Zambak susturmak için her yolu dener. Dünya ve Türk 24

Şiirler

VOLKAN YAZICI

üç duyum ı c ı bakabilirsin yüzce bince bir ömür boyunca

kelebeğin kolundaki saat Yaz Volkan yirmidördü vurduğunda görebilir misin girerken -zamanın kefen niyetine diktiği- kaftana dinleyebilirsin almadan zihnin nefes vermeden nehrin su adsız ve bitmemiş yaĢadığın bu hayat uyku mahmuru uyumu kundaklayan manzarayı hep kınında silerek tasvir etmiĢ sazın kırılıp saksıdaki kekiğe kör ozanın gördüğü bir apartman dairesinde balkon aradım duyabilir misin karayolu gürültüsünün gelmediği herkesin avaz avaz yandığı ama onu Ģimdi anlatmayacaksın o meçhul anda güneĢten tökezleyen her bir yansımayı dokunmak ufka serdiği halısına bastıran-bastırmayan yakın sana o uykusuz bulutlara adadım heykeltıraĢ gibi olmasa da aynada yansıması buğulanmıĢ vapurun korkuluklarına çizdiğim sınırları

saçına rüzgarın ama onu Ģimdi anlatmayacaksın en çok da kana ama sanmam ağaçtan çok aĢırı büyümüĢ çalıya benzeyen hissedebilesin "bu bahar kesip yerine limon dikeceğim" ateĢinin üzerinde elini gezdirdiğin fikrine tükürdüm siktiri çekip aksini aynada p'leri söyleyemeyen peltek dilinle ama onu Ģimdi anlatmayacaksın değil bir bin ömrün olsa enkazın sürücü koltuğunda verdiğimiz bir poz Literair Tijdschrift Literair görsen, duysan, hissetsen uğultu boğazlayan bir sessizlik yetiĢmemiz gereken bıçak gibi saplanır merak bir dilim ekmek, bayat, bine böldüğümüz yaĢamıĢ mısındır kısıtlı bir ömür yılı bu mesafe yoksa yaĢamak mıdır kanmak ama onu Ģimdi anlatmayacaksın

08-05, 2016 11, 2016 Kara Zambak

25

Kadir Büyükkaya ve Mikail Aslan

İki Adım Ötesi

KADĠR BÜYÜKKAYA

Ġki adım ötesi dikenli teler Dört adım ötesi Soğuk namlular Bir kadim Ģehir Dokunmaya hazır tetikler Çocukluğumun esir Ģehri Bekler pusularda sinsice Boynu bükük tozlu sokaklar Uğursuz baykuĢ çığlıkları Teslim alınan suskun meydanlar Yılan-çıyan hıĢırtısı Sakıncalı hayallerim Ölüm sessizliği Yetim anılarım Ve Uzun yol hikâyelerim ġaha kalkan ihanet Yağmur-bahar kokan dostlarım Çatlatır yüreğimi Toprağa emanet arkadaĢlarım Kurutur iliğimi Ve Ne ben vazgeçebildim Kaçak günlerim Bu belalı yolculuklardan Bakar ardımdan hüzünle Ne beklenen güvercinler kondu Ne ben müĢerref oldum Gül bahçemin çitlerine Zincire vurulmuĢ BarıĢ-huzur melekleriyle Üç adım ötesi mayın tarlası Ne Zincirlere vurulur BarıĢ melekleri konuk oldu bana Yarınlara gebe düĢlerim Özlenen sabahların birinde Yürürüm ceset kokan Bu kimsesizler mezarlığında Bir nefes ötesi özgürlük Esir alınır hasretim Uslanmaz hasretim Bu toz-toprak tümseklerde Kamçılanan özlemlerim Kudurur öfkem Doludizgin inadım Zapt edilmez Mazide kalan hesaplaĢmalarım Bu can pazarında Ayaklanır yeniden HapsedilmiĢim Yelken açar ölümlere Göklerinde alıcı kuĢların dolandığı DüĢürür beni yollara Bu ihanet çemberinde Savurur beni uçurumlara Ne ben vazgeçebildim Ne ben buldum Edebiyat Edebiyat Dergisi

Sevdasından özgürlüğün En rahatından bir hayat Ne de Ne de Özgürlük sunabildi bana Hayat sundu bana Özlenen o zafer türküsünü Güvercin gagasından bir yaprak.

Kara Zambak 06 Ağustos 2015, Nijmegen 26

Troya Dediğin

TUĞBA ALAYBEYOĞLU

roya dediğin nedir ki? Birkaç evle, tavernalarda Troyalı genç kölelerin danslarını birkaç mezar. Rüzgâr, rüzgâr, rüzgâr...” izleyerek yemek yiyordu. Esen rüzgâr agora “T “Tanrı Boreas'ı gücendireceksin Hekabe. sokaklarından zeytinyağı, kekik, kızarmıĢ et Bu kente zenginliği, refahı rüzgâr getirdi. Sert esen kokularını taĢıyordu. Sokak satıcılarının sepetlerini rüzgârlar nedeniyle boğazı geçemeyen gemiler baharın habercisi fulyalar, nergizler süslüyordu. Lir günlerce Troya açıklarına demir atmasa hâlimiz ve kitaradan çıkan notalara saksağanların bet nice olurdu! Halkımız bugün refah içinde yaĢıyorsa sesleri karıĢıyordu. Priyamos o an, Tanrı bunu rüzgâra borçludur.” Apollo'nun yanında olduğunu hissetti. Kentinin Troya kraliçesi Hekabe omuzlarını silkti. BaĢını üzerinden Ģefkatli elini çekmemesi için ona ellerinin arasına aldı. Lodosun onu sersemlettiği yakardı. Yarın ilk iĢ sunağa gidip adak adamalıyım her hâlinden belliydi. diye düĢündü. Yardımcısıyla bu konuyu konuĢmak Kral Priyamaos yanlarındaki hizmetkârlara dıĢarı üzere yerinden kalkarken genç karısına "Biraz çıkmalarını söyledi. BaĢ baĢa kaldıklarında her dinlen, yorgun görünüyorsun," dedi. zaman sevgi dolu, yardımsever bir kocaydı ancak Hekabe, söz dinleyen bir çocuk gibi, yavaĢ yavaĢ genç kölelerin yanında ona ilgi ve Ģefkat göstermek kalktı yerinden. Bol elbisesi büyümüĢ karnını yakıĢık almazdı. gizleyemiyordu. Birkaç haftadır bebek varlığını Kapı kapanır kapanmaz ayağa kalktı. Karısının iyiden iyiye hissettiriyordu. Özellikle kuru incir, nar arkasına geçti. Alnını çevreleyen sarı saçları geriye gibi tatlı bir Ģeyler yerse ya da nektarin içerse, itti. Alnını, boynunu ve omuzlarını ovmaya baĢladı. küçük ve sabırsız eller ve ayaklar hiç durmaksızın Kadın yeĢil gözlerini minnetle kocasına çevirdi. tekmelemeye baĢlıyordu. Sanki karnı Troya'nın Gülümsemeye çalıĢtı. Tebessümü acıyla kapıları ve surları, bebeğin uzuvları da içeri girmek soldu. Priyamos'un elini tuttu, sol gözünün için kapıyı zorlayan düĢman askerleriymiĢ gibi üzerinden alnına doğru yayılan ağrı kümesinin tam hissetti. Zarif ellerini engel olmak istercesine

üzerine bıraktı. ġimdi bir kralın kudretli, kılıç karnının üstüne bastırdı. tutan, bir sözüyle baĢ kesen güçlü elleri değildi “Tanrı düĢmanlarımızı Troya'nın dıĢında tutsun!” baĢının etrafında dolaĢan. Bir kelebek kadar narin Odasına girdi. Yatağına uzandı. Aylardan Kasımdı. dokunuĢlar, kadının hafif kemerli burnundan aĢağı DıĢarıda esen sert lodos nedeniyle baĢı ağrıyor, indi. Küçük çenesini kavradı. Yukarı elmacık bebeğin ağırlığı dıĢında, havanın ağırlığı da kemiklerine doğru yol aldı. Kafa gerisinden yokuĢ çöküyordu göğsüne. Hiç sebepsiz ağlamaya baĢladı. aĢağı hızla inip omuzlarında son bulduğunda Üçüncü gebeliğiydi. Diğer gebelikleri onu bu denli yeniden bir Kral'dı. BaĢını batıya çevirdi. Troya yormamıĢtı. Göz kapakları ağırlaĢtı. Nihâyet açıklarında dizili sıra sıra kadırga, dalgaların uykuya daldı. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Tatlı Literair Tijdschrift Literair arasında beĢik gibi sallanıyordu. Bu havada değil bir esinti saçlarını ve elbisenin eteklerini yol almak, yalnızca geminin güvertesinde durmak uçuĢturuyordu. Skamender vadisi boyunca dahi en yiğit denizcileri zorlardı. Aldıkları yükleri yürüyordu. YaĢları altı ile on arasında değiĢen üç Sparta'ya, Atina'ya taĢıyacak gemilerin kaptanları çocuk önü sıra koĢuyordu. ve üst düzey denizcileri agorada gezinti yapıyor,

Kara Zambak 27

Köpekleri Asil de onlara eĢlik ediyordu. Sarnıcın elbiseler istemeye devam etti. Yanına koĢan hiz- oraya vardıklarında köpek durdu. Gözlerini denize metçilerden biri temiz bir elbise, diğeri de bir doğru dikti. Ve ulumaya baĢladı. YürüyüĢlerine eĢlik bardak su tutuyordu. eden rüzgâr sertleĢti. Kara bulutlar toplandı “Hekabe kötü bir rüya gördün. Yalnızca kötü bir gökyüzünde. Tenedos'un üzerinden bir hortum döne rüyaydı, geçti.” döne yaklaĢtı. Önüne çıkan kadırgaları, balıkçı Kral Priyamos'un yardımıyla yataktan çıktı. Pence- teknelerini suya hasret kalmıĢ fil gibi bir solukta reden Troya'nın sokaklarını, aĢılmaz surlarını, göğü emiyordu. Sıra çocuklara geldi. Hekabe sendeledi, kızıl pembeye kesen güneĢin son ıĢıklarını izledi. Bir hortuma doğru koĢtu. Onları kurtarabilmesi günü daha bitirmenin yorgunluğuyla evlerine dönen mümkünmüĢ gibi elini yukarıya doğru uzatmasıyla insanların yüzlerini inceledi. Balıkçılar filelerine hortumun genç kadını içine çekmesi bir oldu. doldurdukları istavritleri, zarganaları satıyordu. Ġçeride güçlü bir girdap vardı. Dönüyor, dönüyordu. “Bu sene istavrit ve zargana bol. Lüfer çok çıkacak,” BaĢını kolladı. Kuru dallar, dev kayalar, balıkçı dedi kocası. tekneleri küçük nesneler gibi uçuĢuyordu. Hortum Hekabe halkını kuĢatan refahı, huzuru görebi- büyük bir kinle hepsini Ġda Dağı'nın eteklerine liyordu. Az evvelki kâbusun etkisinden çıkmıĢtı. kustu. Yanındaki meĢe palamudu fidanına tutundu Ellerini kokladı. Ġs kokuyordu. Ağlamaya baĢladı. Hekabe. Hortum yükünü boĢaltınca, öfkesi dinmiĢ, “Troya yanıyordu, her yer, saray, tüm evler, insan- ağır-laĢmıĢ, konacak, dinlenecek bir yer arıyormuĢ lar... Bak ellerim is kokuyor.” gibi yavaĢlamıĢtı. Sarayın önüne geldiğinde, az Hizmetçilerden biri koĢtu, kötü ruhları kovmak için önceki öfkeli, hızlı girdaptan eser yoktu. Kara adaçayı yaktı. Bir diğeri defne ve biberiye yağı dumandan bir el, Hekabe'yi yatağına fırlattı. getirip Kraliçenin ellerini bu yağlarla ovalamaya Korkuyu iliklerinde hissediyordu. ġimdi ne olacak baĢladı. Aradan yirmi dakika geçip tüm saray, defne diye düĢünürken, dumandan elin pencereden ve biberiye kokusuna kestiğinde bile boğazındaki ve uzaklaĢtığını, Tenedos açıklarında kaybolduğunu burnundaki yanık ve is kokusu gitmemiĢti. gördü. Dizleri titriyor, kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Göğsünü sıkıĢtıran el uzaklaĢınca, yattığı yerde gevĢemeye, omuzlarını düĢürmeye, derin derin nefes alıp vermeye çalıĢtı. Ġçine çektiği oksijen midesini bulandırdı. Oracıkta öğürdü, Yeni çıktı: GeçmiĢten Geleceğe Kalanlar Zarife ÇalıĢkan, Roman, Favori Yayıncılık 2017 kusmaya baĢladı. Bir infilak gibi geliyordu kusması, ta derinden, içeriden, ölü askerler kusuyordu, yanmıĢ ağaçlar, yıkık duvarlar... Son gayretiyle sırt üstü uzandı. Bu bir kâbus, gerçek olamaz. ġimdi uyanacağım, hepsi bitmiĢ olacak diye düĢündü. Sol elini ağzına götürdü, dudaklarının kenarını sildi ve baktı. Parmakları temizdi. Gülümsedi. Uyandım mı acaba diye düĢünürken, karnının üzerinden dev bir

ateĢ topunun çıkıp yükseldiğini gördü. Neredeyse tüm gökyüzünü kaplayan ateĢ topu, hızla kentin üzerine düĢüyordu. Kadınlar, erkekler, çocuklar, atlar, kuzular, koyunlar, ayakları olan her canlı sağa sola koĢturuyordu. AteĢ topunun çapı tüm kenti kaplıyordu. Kaçacak bir yer olmadığını kavrayan insanlar, sevdiklerine sarıldı. Bir mucize olsun diye Apollon'a dua etmeye baĢladı. AteĢ topu Ģehrin Edebiyat Edebiyat Dergisi üzerine inmek üzereyken kocasının "Uyan Hekabe, uyan," sözlerini iĢitti. Boğazı yanıyordu. Ġsli parmaklarını sildi elbisesinin üzerine. “Çıkarın bu elbiseleri üzerimden, çıkarın!” diye bağırdı. Sesleri hıçkırıklarının arasında kaybolu- Kara Zambak yordu. Ne istediği anlaĢılana değin bağırmaya, temiz 28

Hoşgörüye Övgü*

Prof. SERVET TANĠLLĠ

Prof. Servet Tanilli (1931 - 29 Kasım 2011)

oĢ bir fıkradır; öyle olduğu için de, tekrarında yarar vardır: Mevlevî dedesi ile Dört kitabın mânâsı H BektaĢi babası sohbet ederlermiĢ. Budur eğer var ise Biliyorsunuz, Mevlevî giysileri bol yenli, BektaĢi giysileri ise dar yenli olup kola yapıĢıktır. BektaĢi Ve son olarak, buyurunuz, Hacı BetaĢi Veli'nin, babası sorar: "Dedem der, giysileriniz neden herĢeyi insanda baĢlatıp bitiren ünlü dizlerini: böyle geniĢ yenlidir? Ne yaparsınız Her ne arar isen insanda ara bununla?" Mevlevî dedesi yanıt verir: "Biz der, Küdüs'te, Mekke'de, hacda değildir insanların bir kusurunu gördüğümüzde, Niçin sıraladık bu örnekleri? yenimizi Ģöyle bir geçiririz üzerinden, ġu andığımız Ģairler ve ulular, bir 600-700 yıl gizlemiĢ oluruz onu gözlerden." Bu kez, o öncesinin insanları olduklarına göre, toplumu- sorar BektaĢi babasına: Ya siz der, nasıl muzda hoĢgörü ve insana saygı, en uzak geçmiĢi- gizlersiniz bu daracık yeninizle o kusuru?" mizden baĢlayarak dile getirilen değerler demek ki. BektaĢinin yanıtı Ģudur: "Biz der, dedem, Buralardan geliyoruz! insanlarda kusur diye bir Ģey görmeyiz ki, Her toplumun tarihinde olduğu gibi, bizim gizlemeye kalkalım!" tarihimizde de, kimi hoĢgörüsüzlük örnekleri ya da

Yanıtıyla, engin bir hoĢgörüyü dile getirmiĢ oluyor acımasız olaylar, birer istisnadır sadece. Anadolu BektaĢi babası. mozaiğini süsleyen halklar, barıĢtan, güzelden ve Bunu derken, Mevlevîliğin hoĢgörüsüz olduğunu doğrudan yana olmuĢlardır hep; insanî olan her söylemek istemiyoruz. Mevlâna'nın o ünlü Ģey karĢısında da sevecen davranmıĢtır. dörtlüğünü kim unutur? Büyük Ģair, "Gel, gel, ne DüĢman diye kin bellememiĢizdir baĢta. olursan ol, gel! Rint de olsan, kâfir de, Peki öyleyse, bugün, nedir bu tahammülsüzlük putperest de olsan gel! Tövbeni yüz kez de insanlarımızdaki? DüĢünceler karĢısında bu irkiliĢ, bozmuĢ olan yine de gel! Çünkü, bizim inançlar önündeki bu hoĢgörüsüzlük? dergâhımız umutsuzların dergâhı değildir" Nerden geliyor bu 'Müslüman-kâfir' ayrımı? Literair Tijdschrift Literair demiyor muydu? Müslümanlık, bütün dinler gibi çağımızda bir Aynı yüzyılda yaĢamıĢ , bir baĢka türlü vicdan iĢi olması gerekirken, onu bir devlet düzeni dile getirecektir bu gerçeği ve Ģöyle diyecektir: olarak ileri sürüp Cumhuriyet düĢmanlığına kadar götürmek kimlerin oyunudur? Sen sana ne sanırsın

Ayruğa da onu san Kara Zambak

29

Kurân, Tanrı esini bir yüce eserse, onu yüreklerde taĢımak dururken, ellerde bir protesto bayrağı gibi dolaĢtırmanın anlamı ne? ĠĢte, bir yığın sorun! Bunları daha da çoğaltmak mümkün. Gözardı edilemeyecek bir gerçek Ģu ki, din, hadi halkımızın nitelemesiyle söyleyelim, 'din-i mûbin', sokağa düĢürülmüĢtür bugün. Her zümrenin Gözyaşı Yanağında kendine göre yorumlayıp hemen bir suçlama aracı haline getirdiği bir Ģeydir o. BarıĢtırmayıp nifak sokmakta, kaynaĢtırmayıp uzaklaĢtırmaktadır insanlarımızı birbirinden. Ġçerde böyle, dıĢarıda böyledir. Avrupa'da gezip dolaĢtığımız çoğu yerde, bakarsınız TAHĠR EKER dört cami birden cemaati bölmüĢtür aralarında. Sorarsanız, dört ayrı görüĢün camileridir bunlar. Nasıl olur? Cami 'Beytulla', yani 'Tanrı'nın evi" değil mi? Öyleyse, 'Tanrı'nın evi'ni Ģu ya da bu Bir soluk durdu adam görüĢün tekeline almak neden? Yorulmuştu Bu ayrımın altında, bir bezirgânlığın, bir çıkar Ahşap bir merdiven tırmanıyordu sanki iliĢkisinin de bulunup bulunmadığını sorup durmu- Döndü geriye Ģumdur kendime hep. Geldiği zaman dilimine baktı Eğer öyleyse, bir bataklığın içine sokulmuĢ Bir zamanlar içini ısıtan mutluluk demektir insanlarımız; vicdanları olduğu gibi, Sisler içinde kalmış cüzdanları da soyulup sömürülmektedir. Göremedi Hatırlatmaya gerek yok: Vaktiyle Avrupa'da kilise de, böylesi bir bataklığın içine getirip tıkılmıĢtı. Anılarını zorladı Oradan kurtuluĢ da, -ne derece kurtulunduysa!- Güzelliğe dair anımsadıkları öyle kolay olmadı. Büyük acılar pahasına gerçekleĢti Silik, kopuk vicdanların ve kafaların bağımsızlığı. Geçmişine duman çökmüş Acaba camiyi de aynı yazgı mı bekliyor? Buralara nasıl geldiğinin, ayırımına varamadı Kendini boşlukta hissetti * Yalınız, çaresiz!

Görüldüğü gibi, sorular sürüyor, sürecek daha. Ayağının altından, merdiven kayıyordu sanki Bir dolu dizgin gidiĢi durdurup, din tacirine, inanç Korkuyla ürperdi sömürüsüne haddini bildirecek olan, galiba Düşmemek için, acılarına sarıldı cemaatin kendisi olacak baĢta. Ġnsanlarımızdaki - o içi acıdı ecdat yadigârı - hoĢgörü olgunluk, barıĢseverlik, Koca bir soluk, “ah” çekti! Ģom ağızları susturacak, kin tohumları eken “a” sesini duyar gibi oldu husumet tellâllarına hak ettikleri yanıtı verecektir. “h” kav ateşi Sağduyuya inanıyorsanız böyle... Bir kasvet çöktü yüreğine Gözleri doldu, doldu taştı Gözyaşları bir an… *Bu yazı doksanlı yıllarda Zwolle’da çıkarılan Yanaklarında asılı kaldı Edebiyat Edebiyat Dergisi Tanım Dergisi için gönderilmiĢ ,ancak yazı yayın- lanamadan dergi yayın hayatını sonlandırmıĢtır. Server Tanilli’ye saygıyla...

Kara Zambak 30

Ahmet Sefa (Mavinin Yalnızlığı)

NĠHAT KEMAL ATEġ

aĢanılası dünyanın penceresinden bakıyor AteĢ Kemal Nihat sevdalı sevdalı Ahmet Sefa. Lacivert Y gecelerini, elini uzatsan yakalayacağını Ġnceden inceye ironik bir dille dalga geçer sandığın yıldızı bol gökyüzünü, portakal Hollandalının kendi ülkesine yaklaĢımına, ikiyüz- çiçeklerinin kokularını taĢıya sindire, yurt sevgisi lülüğüne, alçaklığına güler geçer. Öykülerinde az için dövüĢe dövüĢe yol alıyor ve o dönemde bulunur bir çeĢitlilik göze çarpar. YaĢamın içinden kaçınılmazı yaĢayıp, yurt dıĢına atıyor kapağı, sağar öykülerini, süze süze dinlendirir, öyle bırakır yaralı bereli hiç Ģikâyet etmeksizin. Onun yaralı dolaĢıma. yalnızlığı, bir yıldızı bol Adana‟nın gece lacivertiyle kesiĢiyor, bir Akdeniz‟in mavisiyle örtüĢüyor. Daha önceleri, aydın üzerine yazdığım bir yazımda Yarasını maviyle onaran bir yaralı yürek oluyor. Ģöyle demiĢtim: “Bir düĢüncenin, bir siyasetin, “sol” sayılması, sayılabilmesi için; emekten yana, Birbirinin devamı izlenimi veren öykülerini, ilmek sömürüye karĢı olması gerekir. Sol düĢünce, sol ilmek örüyor kimi zaman. Sosyal, kültürel, politik, doktrin, değiĢmez dinsel dogmalara değil, her an insancıl bir üst bakıĢ sunuyor okuyucuya değiĢebilen, bilimsel vargılara dayanır. Solcular; yalnızlaĢmadan, paylaĢırken çoğalarak. Devrimci değiĢimden, ilerlemeden yanadır, var olanı gelenekten gelen Ahmet Sefa mavi Akdeniz‟in muhafaza etme, korumaktan yana değildir. Bir lacivert derinliklerini ustaca ayrı tutar. Tatlı suyla, solcunun, demokratın, devrimcinin ahlaklı olması tuzlu suyu karıĢtırmaz. Lacivert renk; bir derinliği için onu, cehennem ateĢiyle korkutmak gerekmez, yansıttığı gibi direnci, teslim olmayıĢı, baĢ kaldırıĢı eĢitlik algısı nedeniyle o zaten ahlaklıdır. Sol

da yansıtır. Onun sıkça kullandığı, baĢvurduğu bir düĢüncenin özü, tüm insanların eĢitliğidir...” kelimeyle: ongun... Ve bu da onun gönenci olur. Ahmet Sefa, böylesi bir gelenekten gelen biridir. Ve her türden kirliliğe karĢı kendini korumuĢtur. Ġmge olarak değindiği tanrı Zeus‟a olumsuzlanır, direngen, asi bir gelenekten geldiği için... Tepki Öyküleri, yeldeğirmenlerine saldırdığı kargı‟sı, olarak Zeus‟un karısı Hera‟nın yanında yer alır. kitapları da dıĢa karĢı korunduğu zırhıdır. Yapılan haksızlığa da ortak olmak istemez. Eh! Toroslardan, Van Gogh sarıları ve kanalları bol Serde Adana‟lılık vardır tabii. Asimile edilmeye, Hollanda düzlüğüne gelirken, ıslık çalarak söyler teslim alınmaya, baĢkaldırıya, haksızlıklara, zulme acıları, öfkeleri, sevdaları yaralı bir türkü gibi... Literair Tijdschrift Literair karĢı bir çıkıĢla tanrıları kapının önüne, kullanım Hala sevdasına bağlı ve inançlıdır. O, hiç kimsenin dıĢı bırakılmıĢ para gibi koyar. Soluklanır, kendini rüzgârını kesmeden halkının yanında yer alan bulur. Piramidin en üst tepesindekilere karĢı kocaman bir yürek, sevda ve kavga adamıdır. sınıfsal pencereden bakar ve piramidin temellerine harç olarak katar kendini, bir türkü söyler, bir ağıt Brüksel

yakar gibi. Kara Zambak

31

Dost Şeref’in Ardından

ġerafettin MuĢ

ĠBRAHĠM EROĞLU

erafettin MuĢ ile tanıĢıklıǧımız otuz yedi yıllık O da, her yoksul Anadolu insanı gibi daha çocuk bir zaman dilimini kapsar. TanıĢıklıǧımız yaĢlarda düĢmüĢtü ekmek derdine. Ölümünden kısa ġ bir süre önce yayımlanan “Gönül Dilinden” adlı Ģiir zamanla köklü bir dostluǧa dӧnüĢtü. O, pos bıyıklarını sıvazlayarak usul usul “ben bizden olan kitabının arka kapağındaki “Yüreğimi Yora Yora bütün insanların dostu” der gibi konuĢur, bir dava Büyüdüm” baĢlıklı Ģiirinde özyaĢam öyküsünü Ģiir adamı olduǧunu her zaman hissettirirdi. tadında Ģӧyle anlatır:

YÜREĞĠMĠ YORA YORA BÜYÜDÜM

Kırsal alan dediğimiz yerlerde Yorgan attım Ġstanbul‟ un döĢüne Yoksulluk içinde doğdum büyüdüm Gurbetliği tada tada büyüdüm YaĢamın zor olduğu o köylerde Çelik çomak oynayarak büyüdüm Kader ile Ģükür ile yaĢardım Sabrımın bendinde dolup taĢardım Beni anam yoksullukla büyüttü Adım adım değiĢime koĢardım Çile değirmeni oldu öğüttü Ufak ufak değiĢerek büyüdüm Benim anam Tanrı‟dan da büyüktü Sevgisiyle gözyaĢıyla büyüdüm Sendikanın örgütlenme biçimi Tanıdıkça huzur sardı içimi Okul ile okumayı düĢledim DeğiĢimim sola vurdu göçümü Yedisinde ilkokula baĢladım YavaĢ yavaĢ değiĢerek büyüdüm Köy malını yaydım çok it taĢladım

Zorlukları yaĢayarak büyüdüm Madde idim varlığımla yol aldım Bin bir çiçek olan soldan bal aldım Gençlik hazinemi çabuk yitirdim Karabulutlar içinde daraldım PaylaĢımı bir ömrüme yetirdim Soldan nefes ala ala büyüdüm Ġlkokulu diplomasız bitirdim Eksiğimi göre göre büyüdüm Dost ġeref‟i aldım burdan götürdüm GeçmiĢini bir masaya yatırdım Edebiyat Edebiyat Dergisi DeğmiĢ idim henüz on dört yaĢına Son durağım TKP‟ydi oturdum Gurbete gidenin düĢtüm peĢine Yüreğimi yora yora büyüdüm

Kara Zambak

32

ġerafettin MuĢ deyince akla önce Hollanda‟daki eĢit adlı kitabından bir adet bana, bir adet ağabeyim haklar mücadelesi gelir elbette. Hollandalı Haydar‟a, bir adet de Bahadın Belediye BaĢkanı Türkiyeli ĠĢçiler Birliği (HTĠB)‟nin Den Haag Dilaver Özcan‟a imzalamayı unutmamıĢtı. Dost ġubesi‟nin kurucularından olan ġerafettin MuĢ, eĢit ġeref‟in dostları olarak bizler de onu unutmamak, haklar mücadelesinin hep ön saflarında yer alarak unutturmamak adına “ġerafettin MuĢ ġiir Evi, “soldan nefes aldığını” gösterdi. ġerafettin MuĢ Kitaplığı ve yurtdıĢında yaĢayan YaĢamının belirli bir döneminden sonra halk Ģiiri Ģairler arasında her yıl düzenlenecek olan ġera- tarzında Ģiir yazmaya ağırlık verdi. Yazdığı Ģiirleri fettin MuĢ ġiir YarıĢması düzenliyoruz. Bahadın sanal ortamdaki www.antoloji.com‟da düzenli Belediye BaĢkanı Dilaver Özcan da Nazım‟ın olarak paylaĢmanın yanı sıra, geniĢ bir arkadaĢ “Vasiyet” Ģiirini o‟na uyarlar gibi mezarının baĢına grubuna da elektronik postayla gönderdi. Sık sık bir çınar dikerek sanki “bu kӧy mezarlıǧında artık Ģiirlerini paylaĢtı bizlerle. Neden Ģiirlerini sık sık baĢında taĢ-maĢ da istemez hani, rahat uyu gӧnül- paylaĢtıǧı Ģimdi daha iyi anlaĢılıyor; acelesi varmıĢ lerin adamı” dedi. meǧer!.. Ölümüyle, yüreǧimizi yarıya indirilmiĢ bir bayraǧa O‟nun Ģiirlerinde barıĢ, özgürlük, eĢitlik, kardeĢlik çeviren ġerafettin MuĢ, Ģimdi dorukları bulutlara gibi temalar ağır bassa da “aĢk” teması daha geniĢ değecekmiĢ gibi duran Çomak Daǧı‟nın eteklerinden bir yer tutar. “Korkar Mıyım YaĢamaktan Nazlı Ģiirleriyle selamlıyor bizi. Yar?” adlı Ģiirinin bir dizesinde dile getirdiği gibi “Sevgi denen ibadeti bulmuĢtur” o. Çünkü yine onun deyiĢiyle “Sevdamızdan yüce olamaz dağlar.” Als Het Zo Ver Is “Yüreğini yaĢadığı vatan” olarak tarif eden ġerafettin MuĢ gibi, eĢine bu kadar fazla aĢk Ģiiri yazan baĢka bir Ģair var mıdır, ben hatırlamıyorum.

ALĠ ġERĠK * Bahadın Huzurevi ile DayanıĢma Gecesi‟nde Ģiir de rivier stroomt waarheen hij moet okuyacaktım. Ortak dostumuz Yasin Akın, “ġeref meeuwen zwemmen in de lucht MuĢ‟un Gönül Dilinden” adlı Ģiir kitabının vissen vliegen over de kade yayımlandığını, bahçe evinde yarın (5 mart 2016) wolken drijven in de woestijn imza ve söyleĢi günü olacağını” söyleyerek “programım sırasında duyurmamı” rica etti. Yasin stilte is alleen aanwezig als iemand haar waarneemt Akın‟ın ricasını yerine getirdim. Ne tesadüftür ki, als iemand haar laat wankelen met geluid Huzurevi DayanıĢma Gecesi‟nin ertesi günü aynı maar het geluid is ook de stilte yerde Balad ġiir Vakfı‟nın genel kurulu vardı, dola- de stilte ook de storm voor het geluid yısıyla saatler çakıĢıyordu. Balad‟ın o zamanki baĢkanı Kadir Büyükkaya‟ya “mümkünse genel uiteindelijk blijft niets over kurulu biraz erken bitirelim ve topluca ġerafettin as wordt as MuĢ‟un imza ve söyleĢi gününe katılalım” diye stof wordt stof önerdim. Önerime çok sıcak baktı Kadir Büyükkaya. de kikkers verdwijnen in de bek van de reiger “Topluca imza ve söyleĢi gününe gidelim” diye anlaĢtık, ama ne yazık ki, genel kurul tasar- uiteindelijk sterft de berg ladığımızdan uzun sürdü ve biz ġerafettin MuĢ‟un helmgras zingt het zeemanslied imza ve söyleĢi gününe katılamadık. in de wolk van droogte een biddende valk

Ġmza ve söyleĢi gününden kısa bir süre sonra Tijdschrift Literair een kind tekent op de wand van de golven ağabeyim Haydar‟la karĢılaĢmıĢ ġerafettin MuĢ; “Ġbrahim‟le birlikte bahçeye gelin, size kitabımı niets blijft over imzalayacağım” demiĢ. Ağabeyim ile 11 Mart ook de zon zal vergaan Cumartesi gününe randevulaĢmıĢlar. Bir gün önce als het donker wordt “randevumuza hiçbir zaman gelemeyeceğim” der

dan zal ik je kussen Kara Zambak gibi aramızdan ayrılmıĢtı, ama “Gönül Dilinden”

33

De Waarheid Hoeft Niet Altijd Duidelijk Te Zijn

Interview: ALĠ ġERĠK

Jolanda Oudijk

olanda Oudijk (1976) woont in Amersfoort en is creatief op verschillende gebieden. Ze schrijft, ze tekent en ze schildert. Daarnaast geeft ze ook creatieve schrijfoefeningen bij J Schrijfcafé Amersfoort. Ook schreef ze samen met Annette Verspoor en Karin Horst het kinderboek “Het Geheim van de Haspelnap”. Schrijfgenres die haar goed liggen zijn: korte verhalen, gedichten, sprookjes en Engelse songteksten. Ze won diverse schrijfwedstrijden, waaronder de verhalenwedstrijd van Amersfoort over Amersfoort (2011), de verhalenwedstrijd van SLAS Soest (2014) en dit jaar de muur- gedichtenwedstrijd voor de locatie Koppelpoort/’t Kleine Spui. Haar gedicht “Tredmolen” is te lezen op een muur op ’t Kleine Spui. In september 2017 verschijnt haar eerste dichtbundel.

Laten we eerst beginnen met: wie is Jolanda Waarom schrijf je gedichten, wat zit er Oudijk? achter je drijfkracht om steeds weer de pen

Ik ben een schrijfster uit Amersfoort met een passie op te pakken? voor taal en kunst. Ik houd van verhalen vertellen in de breedste zin van het woord. Ik schrijf voor- Het is een drang van binnenuit om te schrijven. namelijk gedichten, korte verhalen, sprookjes en Dichten is een vorm van expressie die mij goed ligt. Engelse songteksten. Daarnaast teken en schilder ik. Beknopt, maar mooi en treffend zeggen wat er in je leeft. Ik kan overal inspiratie vinden: in een Je bent een veelzijdig persoon. Laten we het geschreven zin, een foto, een gesprek, een kunst- eerst over je gedichten hebben, hoe zou jij je werk, een boek, sprookjes, een krantenartikel. Wat Edebiyat Edebiyat Dergisi gedichten willen omschrijven? ik zie, hoor, lees of meemaak wil ik verwerken in gedichten, maar ook in verhalen, tekeningen of In mijn gedichten worden kleine wereldjes in een schilderijen. Ik houd van woorden die beelden beeldende taal geschetst. De figuren in de gedichten oproepen en van beelden die woorden oproepen. zijn veelal stil, maar hebben veel te vertellen. In mijn

Kara Zambak poëzie krijgen ze een stem.

34

Welke functie heeft een gedicht? Moet de poëzie zich rechtvaardigen?

Verschillende functies, zoals: het uiten van Rechtvaardigen niet, maar het mag wel meer gevoelens en gedachten, in weinig woorden een gewaardeerd worden. Minder dan 1 % van de hele wereld schetsen. Jezelf of een ander raken, een Nederlandse bevolking leest poëzie en op scholen verschuiving ervaren in je belevingswereld nadat je worden gedichten minimaal besproken. Ik heb het een gedicht hebt gelezen. als een gemis ervaren dat er zo weinig tijd en aandacht op mijn school is besteed aan gedichten, Welke dichter(es) heeft je als eerste verhalen en creatief schrijven. Ik was me er lange geraakt? Is er ook een dichter(es) waarvan tijd niet eens van bewust dat ik verhalen kon je dacht, zo wil ik ook schrijven? schrijven, omdat ik de schrijfoefeningen en – technieken op school simpelweg niet aangereikt Tjitske Jansen is een voorbeeld voor mij, omdat ik heb gekregen en omdat het ook niet werd haar gedichten divers en sterk vind. aangemoedigd. Ik kwam er pas achter dat ik ook verhalen, columns en toneelteksten kon schrijven Je hebt weleens gedichten voorgedragen nadat ik verschillende cursussen op het gebied van met verzonnen klanken. Waarom had je creatief schrijven heb gevolgd. voor die stijl gekozen?

Ik vind het leuk om met taal te spelen, ook het verzinnen van woorden en klanken hoort daarbij. Het heeft wel even geduurd voordat ik met de klankgedichten of jabbertalkgedichten naar buiten kwam, omdat ik geen idee had hoe mensen erop zouden reageren. Tot mijn verrassing zijn de reacties veelal positief als ik een jabbertalkgedicht voordraag. Ieder geeft zijn eigen invulling en betekenis aan de klanken.

Vlucht de grond is bedekt met een vaal tapijt een oudroze wolk geknoopt van navelstrengen hij zit erop sluit zijn ogen vliegt door het raam Welke thema’s behandel jij in je verhalen? langs de zon en de maan vallende sterren Thema‟s in mijn gedichten: geluid, stilte, sprookjes, daalt naar de aarde de dood, verwondering, zwijgen, eenzaamheid. tot een voet aan de grond In mijn korte verhalen is er altijd wel een conflict. De onderwerpen kunnen variëren van eenzaam- waar is het openstaande raam heid, de dood, vermissing tot de liefde. Ik houd van Literair Tijdschrift Literair waar is het open raam gedichten en verhalen met een verrassend einde. waar is het raam waar is het waar is het huis met blinde muren

Kara Zambak 35

Heeft een gedicht of een verhaal een maatschappelijke verantwoordelijkheid?

Het ligt aan het thema. Niet per definitie. Als het gaat om iets uit de actualiteit, zoals een ramp of een ongeluk wel. En ook met thema‟s zoals de dood of een ziekte. Je kunt in een gedicht of verhaal soms de gedachten van andere mensen verwoorden. Daardoor kunnen mensen geraakt worden of herkenning vinden.

Is de waarheid belangrijker dan de schoon- heid in een verhaal?

Ik zou niet zeggen dat het een of het ander belan- grijker is. De schoonheid in een verhaal zit hem voor mij vaak in de details en in het ongezegde, tussen de regels doorlezen. In gedichten en De laatste tijd teken je zelden, heeft het verhalen kunnen zowel fictieve als auto- tekenen jou in de steek gelaten? biografische elementen zitten, dus de waarheid hoeft niet altijd duidelijk te zijn. Ik teken af en toe nog, maar het is waar dat mijn focus de laatste jaren op het schrijven ligt. Als ik me creatief wil uiten heeft één expressievorm De Albinokrab meestal de overhand. Ik heb ook periodes gehad dat ik me vooral bezighield met schilderen. Of met tekenen. Dat betekent niet dat ik voor de andere heeft er geen weet van dat hij creatieve uitingen geen interesse meer heb, maar in dit gedicht verschijnt dat mijn aandacht en energie op dat moment ergens anders ligt. zoals hij van meer dingen geen weet heeft Je bent een heel actief persoon, wat doe je nog meer naast schrijven en dichten? hij scharrelt wat rond over rotsen Ik teken, schilder en maak collages onder het wateroppervlak (www.jolandaoudijk.nl). Soms exposeer ik. Ik ben lid van een dichtkring, van een schrijfkring en van op afstand Vereniging Taalpodium Utrecht/Zeist. Ik draag

één van duizend gedichten en verhalen voor. Ik doe weleens mee sterren in het onderwaterheelal met schrijfprojecten. Af en toe werk ik samen met muzikanten en zangeressen om mijn songteksten hij is blind uit te werken. als de vlek die ik soms heb Ook vind ik het leuk om mijn passie voor taal en kunst aan anderen over te brengen. Ik heb een denkt hij opleiding gevolgd voor holistisch tekendocent. Ik Edebiyat Edebiyat Dergisi zwart of wit geef zowel schrijf- als tekenworkshops. Ik begeleid blijft hij Schrijfcafé Amersfoort (www.schrijf cafeamers- in een grijs gebied foort .nl), waarbij ik creatieve schrijfoefeningen geef. Dit jaar is er een nieuw project gestart: de of denkt hij diep na Schrijfclub voor laaggeletterden. Bij de Schrijfclub

Kara Zambak over zijn plek in het geheel gaat het om creatief schrijven 36

voor mensen die moeite hebben om te schrijven in Matroesjka het Nederlands. En tijdens de periode van de Kinderjury is er tijdelijk ook een Kinderjury- Schrijfcafé, verhalen en gedichten schrijven voor in dit huis waar de wanden kinderen. zijn besmeurd met platgeslagen muggen

smeulen wensen in de open haard

het is twee voor twaalf een voor een gaan de poppetjes in het vuur

de kamers galmen ze veegt de as van haar schoot

hij wit de zolder nog een keer Hemelsleutel hij schroeft hoorntjes van zijn hoofd amputeert haar vleugels hangt een hoefijzer om zijn hart denkt dat het genoeg is zij schroeft hoorntjes op zijn hoofd naait haar vleugels op haar rug hangt een hoefijzer om haar hals het geluk lekt bloed of roest of rozenkleur ongezegde zinnen zweven langs de vingerafdruk van een engel woorden bloeien uit haar vingers de laatste sprong van een stenen bloem tovert aureolen in het water

Tijdschrift Literair

Kara Zambak 37

Vroeger Wordt Alles Beter

MAURICE VAN SURKSUM Maurice van Surksum

en heerlijkheid aan gedachten van vroegere op mijn persoon gemaakt en laat het besef van elk tijden doet met enige regelmaat mij als een ander willekeurige vaderfiguur zielenpijn lijden. E veertiger een vreugdesprongetje maken. Kleuren die in het diepst van mijn innerlijke ziel zich Tijden van weleer die de revue dan passeren en tot ellendig bruin ontwikkelde en de kern van mijn clichématige herinneringen van zowel mijn ouders hart gitzwart vulde. als grootouders een glimlach teweeg brengt. Rouwen om een kind zou niet mogelijk kunnen zijn, Ik prijs mijzelf gelukkig dat ik in een tijdperk ben althans volgens de wens die de vader van de gedachte opgegroeid waarin ik letterlijk van een voetbalveldje is. werd weggesleept druk spelend met kinderen uit de Dat een noodlot venijnig als de gifslang in de buurt. Overigens was dat als doel om een vers paradijselijke tuin toe kan slaan is ongelukkigerwijs geprakte maaltijd te verorberen, waarvoor mijn de nuchtere realiteit die ons om de hoek staat op te moeder ettelijke uren had gespendeerd in d‟r wachten. keukentje. De hedendaagse maatschappij is lang- zamerhand ingesteld op het competitief klaarmaken Als één van de gangbare en redelijk vaak van een souper, binnen afzienbare kloktijd mag het voorkomende redenen waarbij een kind zijn ouderlijk gepresenteerd worden op de eettafel. Moeders huis ontvlucht is het willen proeven van de vrijheid. kookprotocol daarentegen nam vrijwel een halve middag in beslag en dat was absoluut te proeven. „Is het onrust van binnenuit waarmee het worstelt? Wellicht onafhankelijk zijn of enige vorm van Vooral de kracht van bepaalde herinneringen wekken huiselijk geweld in combinatie met andere factoren? het idee op dat voorheen alles beter was. In diverse fases van het leven, met name op oudere leeftijd, Uiteindelijk keren de doorgaans verwende pubers krijgt men de neiging om dan specifiek juist de binnen een dag terug, gezien het feit hij óf in dit geval positieve ervaringen van vroeger te onthouden. Wij zij, geen zorg kunnen dragen voor het stukje kunt het wenden of keren echter de negatieve verantwoordelijkheid. Het kwetsbare bemoeilijkt het

effecten geven we veel minder aandacht. gevoel om de controle te bewaren en onderdrukt het maken van de meest verstandige keuze. Persoonlijk is dat voor mijzelf geen doodzonde, uit een aaneenschakeling van gebeurtenissen met Blijdschap waarmee een gezin herenigd wordt is een bepaalde mensen is het aangenaam teren op prettige moment van extase, vanuit het perspectief dat de levenswijsheden. Eén veredeld moment van vergane ervaring „verlammend‟ genietend is. Dat is de glorie kan mij begeerlijk bekoren. Net als de affectie keerzijde van lijden… die je mag ervaren als ouder zijnde wanneer een telg Edebiyat Edebiyat Dergisi tegen je aankruipt. Warmte, genegenheid en Alléén nu, bij deze specifieke vermissing kon onvermoeibaar in de liefde. niemand opgelucht ademhalen. Afwachtend in ijzige stilte tot dat het huiveringwekkend nieuws de wereld Het leven is een onherbergzaam pad en toont ons, in geslingerd wordt. hoe sneu ook, de meest duistere kanten van de mens Kara Zambak 38

die zichtbare littekens achterlaat. Een recent traumatisch voorval heeft een bijzonder grote impact

Levenloos en oneerbaar als een stuk vuil in een sloot of elk fruitvliegje tellen die zich in mijn nieuw achtergelaten. verworven bramenstruik bevindt.

Wat gebeurt er met de ouder die zijn kind verliest na Gezapig denk ik met smart aan de doelbewuste zoiets tragisch? Er rest slechts één antwoord, alleen blikken die vanuit mijn zolderraam als guitig jochie degene die dat overkomt, weet dat. Een duivels de net iets oudere buurmeisjes in de naastgelegen avontuur die desondanks in de meest standvastige tuin bewonderde. Vroeger was het beter, althans dat relaties tot een breuk kan doen leiden. Mensheid pur doet een onheilspellende terreurdaad of het bestoken sang bestaat uit een diversiteit aan individuen waarin van hulpverleners als mikpunt met Oud en Nieuw, de mens geheel op eigen wijze het rouwproces ingaat. ons geloven. Kijken we naar de algemene levensverwachting is Rouwen is een manier van nooit vergeten, alléén zal deze toegenomen en is decennialang de modernisatie je hiermee moeten leren omgaan. Bepaalde termen in hevigheid uitgebarsten. en loze kreten zijn ingeburgerd en worden bij dergelijke tragedies direct uit de kast getrokken. Ideologie is dan een nobel streven om de stan- daardisatie toe te passen voor de „kwaliteit van het Meisjes van veertien staan met de föhn in de hand leven‟. voor de spiegel een idool uit te beelden. Uitgedost Gegroepeerd binnen dimensies worden indicatoren met een gezichtsmasker in een nachtjapon fan- aangewend om voor elke individu, persoonlijke wel- taserend over een flirt. Diezelfde jongedames vaart én welzijn te optimaliseren. giechelen met hun vriendinnen om de leraar die ze mede door de puberende achtbaangevoelens héél Hoe is het dan in vredesnaam mogelijk dat bij charmant vinden. Meiden van die leeftijd voelen zich afschrikwekkende situaties de roep om nostalgische opgelaten als „en public‟, vrouwelijke rondingen emoties het hardst is? Heeft het zin om een worden besproken met mams en daarbij de „gevaren vergelijking te maken met iets wat nooit meer van de grote-mensen-wereld‟ voor de zoveelste keer terugkomt? Nuchtere hoop om een visuele toekomst ten tonele verschijnen. Tienermeisjes van veertien te fixeren, waarin geen jonge meisjes hun vrijheid prachtige lentes jong, gaan shoppen tot het terecht bekopen middels een geweldsexplosie zal een fictieve verkregen kleedgeld, sneller op is dan van tevoren illusie blijven. uitgedacht was. Strak geklede vrouwen die in een zo jong puberlichaam opgewekt en frivool zichzelf voor Desondanks zal ik mij de luxe permitteren om de dag kunnen toveren. Ondanks die verhelderende lichtpunten te zien in de oneindige donkere tunnel talenten vinden ze ook de tijd om dwars tegen elke die in dromen symbool staat voor de dood. Dagen opvoedkundige huisregel in te gaan, zoals ieder tellend wordt het denken aan vroeger beter met het gezond kind van veertien jaar. aantal keren dat het te binnenschiet.

Een cruciale factor in deze is dat de dames in spé van Tijd heelt alle wonden, tsja… het zal maar gezegd nature passief zijn, lieflijk en gevoelig nét als andere worden. mensen. Echter niet lang geleden op de intercity van Nu is het zo dat slecht genezende wonden pijnlijke volwassenheid gesprongen zijn en nog menig station littekens achterlaten en zichtbaar worden aan de voor de boeg hebben te gaan. Het is een wonderlijk oppervlakte. iets, puur, rein en de onschuld zelve. Vergeten is eveneens pijnlijk tenminste als daar op In de geest van tegenwoordigheid is hetgeen wat gewacht dient te worden.

overheerst een huilend hart. Binnenste van de ziel Tijdschrift Literair knerpt en rationeel relativeren is niet te behappen. Vertwijfeld rakel ik op, „vroeger was het beter?‟

Achter de krant of een Sudoku puzzel verstoppen, Nee, nee! Het was vroeger anders! Dat moet het transformeren tot een stoïcijnse chagrijn met in de zijn… handen de onlosmakelijke mobiel. Desnoods verder

Kara Zambak gaan met het opmaken van de fossiele brandstoffen 39

Eindstation Niemand Is Overbodig

MAS PAPO SABINE KARS

Het is een station waar maar ik geloof mijn eigen woorden niet men niet zitten kan het is in alles dat ik je ontga ik hang mijzelf te leun aan uitgebouwde richels het vonnis is geveld en overzie perrons een spel wil het niet worden die als kades wachten op langgerekte schepen ik ben een reiziger in wartaal op dubbele sporen besta uit een handvol uitgelekte verhalen wie hier niet moet zijn en een vloed aan vragen gaat verder of terug zij die dit onderpand bewonen er is iemand neergevallen zijn de laatste patronen zomaar van een schijnbeweging zonder aan te geven dat het gebeuren zou een groepje mensen er omheen ze dralen en weten niet hoe hiermee om te gaan het ligt zo stil en onbewogen zo breekbaar ook sinds de ongeziene val zou het duren voordat het zichtbaar is of dat er hulp te voorschijn komt

ik weet het niet misschien is het vallen geen fysieke kwestie maar het eind van een onnoemelijk verdriet.

Edebiyat Edebiyat Dergisi

Resim / Tekening: JOLANDA OUDIJK

Kolaj/ Collage: JOLANDA OUDIJK Kara Zambak

40

Gedichten

TEKĠN GÖNENÇ

Slinger Tekin Gönenç wanneer ik in jouw ogen kijk word ik van binnen wat van een oorlog achterblijft trek ik aan het uiteinde van meren bekijk de sterren in de wateren niet ver van mij liggen schepen in die schepen ben jij mijn verstand is een slinger die in het midden draait wanneer ik in jouw ogen kijk bekruipt mij de angst uit de kinderjaren om zonder m‟n moeder te zijn

Tekin Gönenç: Is geboren in Yildizelli, Sivas, 1933. Zijn werken werden gepubliceerd in Van Nacht Naar Nacht verschillende literatuur bladeren als Varlık, Yeditepe, Yelken, Milliyet Sanat, Kitap-lık, E een geheime hand Dergisi, Edebiyat ve EleĢtiri, Öteki-siz, Kuzey maakt de touwen los van de boot Yıldızı, Üç Nokta, Budala, YaĢasın Edebiyat, Yasakmeyve, Öküz, Sincan Ġstasyonu. de laatste scheepsbellen luiden voor mij jullie slapen ‟s nachts Zijn Werken: alleen mijn stem is te horen Vrouw wiens hart een duif was / Gönlü

Güvercinli Kadın (Uitgeverij Varlık 1997, elke keer strekt de twijfelachtige hand zich uit Gedichten) op de kade van de hoop Liefde spreekt alle talen / AĢk KonuĢur Bütün ineens vermengt in mij al het water zich met de oceaan Dilleri (Uitgeverij Varlık 2002, Gedichten) Geheime Verbeeldingen / GizdüĢümler nu ga ik met eindeloze gedachten op expeditie (Uitgeverij Varlık 2005, Korte verhalen) Mijn vader had geen snor / Babamın Bıyıkları jullie slapen de hele nacht Yoktu (Uitgeverij Varlık 2008, Korte verhalen) ik maak nog een lus De stemmen van de anjers /Karanfil Sesleri Literair Tijdschrift Literair van nacht naar nacht (Uitgeverij Varlık 2011, Gedichten)

Is bekroond met verschillende literatuurprijzen in Turkije. Uit: Karanfil Sesleri, Uitgever Varlık Yayınları 2011, pagina’s 38, 43

Vertaald door: ALĠ ġERĠK Kara Zambak

41

Cemal Akça İle “Fotoğrafçılık ve Edebiyat” Üzerine Söyleşi

SöyleĢen: MURAT TUNCEL Murat Tuncel ve Cemal Akça

inlerce insanı fotoğraf karelerine da iĢyerinin tamamını devraldım, o günden beri bir sığdıran, hayatı göçlere karıĢmıĢ usta aile Ģirketi olarak çalıĢmaktayız. B fotoğrafçı Cemal (Temel) Akça kimdir? YaĢamınızdan, göç-lerden ve sizde Fotoğrafçılığa baĢladığın o günlerdeki duy- bıraktıklarından biraz söz eder misiniz? gularını hatırında kaldığı kadar bize anlata- bilir misin? 1957‟de MuĢ‟un Bulanık ilçesinde doğdum. Bir yıl sonra (1958) ailem yeniden asıl köyümüz olan Kars‟ın Ankara'ya okumak için gelmiĢtim ama aile duru- Tuzluca ilçesinin Ağabey köyüne göçmüĢ. Köyü- mumuz nedeniyle çalıĢmak zorundaydım da. Okullar müzde ilkokul olmadığı için okul yaĢına gelince baĢlamadan önce Erol'un Yeri olarak bilinen yakındaki Çiyrikli köyünde ilkokulu bitirdim. Tuzluca lokantada iĢe baĢladım. Bir akĢam geç saatte o da ortaokulu bitirdikten sonra öğrenimime bir yıl ara zamanlar “Büyük Sinema” olarak bilinen sinemanın verdim. Ġkinci yıl öğrenimime devam etmek için bulunduğu binanın üst katındaki lokantadan çıkmıĢ Ankara‟ya gittim. Tabii benim için kolay değildi eve doğru yürüyordum. Bayındır Sokak‟tan geçerken büyük kentte okumak. Bir de çalıĢmak zorundaydım. Stüdyo Vedat'ın vitrin camında “çırak aranıyor” Okullar baĢlayıncaya kadar kısa bir süre bulaĢıkçılık ilanını gördüm. Yıllar önce ağabeyim Aynulla ve komilik yaptım. Daha sonra Kızılay‟da Stüdyo Akça‟nın da çalıĢtığı bu stüdyonun adını biliyordum. Vedat‟ın yanında çırak olarak fotoğrafçılığa ilk Ġçimde bir Ģeyler kıpırdadı. Tüm yorgunluğum geçti.

adımımı attım. Vedat Ağabeyin yardımıyla Çankaya Ortada ne fol var ne yumurta ama ben uçuyorum Lisesi‟nde öğrenime baĢladım. Ġkinci yıl öğrenimime sevinçten. Ġki gün oraya gittim ama hep kapalıydı. Bir Ġncesu Lisesi‟nde devam ettim. Üçüncü sınıfı ise yeni not yazıp kapının altından attım içeri. Tam ümidimi açılan Tuzluca Lisesi‟nde okuyarak mezun oldum. kesmiĢtim ki, yazdığım notta verdiğim iĢ yerinin Kısa bir süre yedek öğretmenlik yaptım. 1979 telefonundan Vedat Bey arayıp benimle görüĢmek Ağustos ayından beri Lahey‟de yaĢamımı sürdür- istediğini söyledi. Lokanta‟nın yakınındaki stüdyoya mekteyim. Buraya gelmeden önce lise öğrenim saat 17:00 sularında gittim. KonuĢmamız kısa sürdü, yıllarının yaz tatillerinde ve mezun olduktan sonra da aksanımı beğenmemesine rağmen, “yarın iĢe baĢla” Edebiyat Edebiyat Dergisi bir süre Stüdyo Vedat‟ta çalıĢtığım için fotoğrafçılığı dedi. Her ne kadar “Olmaz, Erol Ağabeye haber hayli ilerletmiĢtim. Burada da Stüdyo Lanza‟da iĢe vereyim, ayıp olur” dediysem de, “Erol'u iyi tanı- baĢladım. 1992‟ye kadar Lanza‟da, 1992‟den 1998‟e yorum” diyerek ona hemen telefon etti ve onun da kadar da Cees Bolier adlı ünlü fotoğrafçı ile çalıĢtım. iznini aldı. Ben de ertesi gün Stüdyo Vedat‟ta iĢe 1999‟da Fotografi Americaine‟de iĢçi olarak çalıĢır- baĢladım. ĠĢte o günden beri ben fotoğrafçılığa,

Kara Zambak ken firmayı bir ortakla birlikte devraldık. 2009‟da fotoğrafçılık da bana aĢık oldu. 42

AĢık olduğunu söylediğin fotoğrafçılık sanatı kalmıĢtı. ĠĢte benim o zamanlar dikkatimi cebeden o hakkında bize biraz bilgi verebilir misin? ıĢıklar, bendeki hayali da büyütmüĢ yıllarca. Daha sonra da ustalarım ve birlikte çalıĢtığım fotoğrafçı Fotoğrafçılık, M.Ö. 4‟cü ve 5‟ci yüzyıllarda yaĢayan arkadaĢlarım da benim o hayallerimi anlatırcasına Aristoteles ve Öklid‟in bir iğne deliği kamerasından fotoğrafçılıkta ıĢığın önemine defalarca vurgu söz etmesiyle baĢlamıĢtır. O günlerden sonra onların yapmıĢlardı. O nedenle benim ilk tavsiyem bu iĢe bu teorilerinden yola çıkan yüzlerce bilim adamı baĢlayacaklara, ıĢığa çok dikkat etmeleridir. Ġyi bir fotoğrafçılığın gerçekleĢmesi için çaba sarfetmiĢse fotoğraf çekebilmek için teknik bilgi kadar önemli de, ilk görüntü 1826 da Fransız Joseph Nicephore olan bir Ģey daha var ki o da konuyu belirlemenizdir. Niepce tarafından elde edilmiĢtir. O günden beri de Yani bir kareyle nasıl bir öyküyü vereceğinizi insanlık aleminin vazgeçemediği bir sanat olmuĢ ve önceden planlamanızdır. Yani bir kareyle uzun bir büyük değiĢimlere uğrayarak da günümüze kadar kompozisyonu nasıl anlatırımın peĢine düĢmelisiniz. gelmiĢtir. Fotoğrafçılık da birçok sanat dalı gibi Fotoğrafınıza bakan sizin ne anlatmak istediğiniz yurdumuza Cumhuriyet Dönemiyle gelmiĢ, kısa hakkında biraz düĢünebilmeli, hayal kurabilmeli, zamanda da Ġstanbul‟daki birkaç stüdyodan dıĢarı kendine göre fantezilerle de süslemeli sizin çıkarak ülkemizin doğasını ve insanlık tarihini konunuzu. Bazen sizin anlatmak istediğiniz fotoğrafa görüntülemeye baĢlamıĢtır. Ülkemizde ilk fotoğraf bakanlara bir Ģey ifade etmeyebilir de, ama asıl olan yarıĢması da 1932‟de düzenlenmiĢtir. Aynı dönemde sizin iyi bir hazırlık yapmıĢ olmanızdır. Konuyu daha okullara fotoğrafçılık dersleri de konmuĢtur. Bu anlaĢılır kılabilmek için bu konuda bir anımı dönemde yetiĢen Cemal IĢıksel, Nurettin Erkılıç, anlatayım. 2003 yılında Lahey Ressamlar Mahal- Selahattin Giz, Limasollu Naci, ġinasi Barutçu, Ġhsan lesi‟ndeki (Schilderswijk) kütüphanede çocuklara Erkılıç, Baha Gelenbevi Cumhuriyet Döneminin ilk kitap okuma alıĢkanlığı kazandırma projesi sonunda önemli fotoğrafçılarıdır. ÇağdaĢ Türk Fotoğraf- bir aktivite düzenlenmiĢti. Ġlgililer bu aktivitenin çılığında sanatsal nitelikteki çalıĢmaların ilk örnek- fotoğraflarını çekmemi istediler. Gün geldiğinde lerini ise 1950‟li yıllarda yetiĢen fotoğraf sanatçısı kütüphaneye gittim. Ressamlar Mahallesi‟nde çeĢitli kuĢağı vermiĢtir. Bu kuĢağın en önemli ismi ise Ara ulustan insanlar yaĢadığı için kütüphanede tüm Güler‟dir. Bana göre fotoğrafçılık, kamerayla ıĢığı renklerden çocuklar vardı. Fotoğraf çekileceği de hassas bir yüzey üzerine kaydederek görüntü elde ailelere haber verildiği için çocukların hepsi en Ģık etme iĢidir. Bunu en iyi yapanlar da iyi foto- giysileriyle gelmiĢlerdi. Boy boy poz verdiler. Bir saat ğrafçılardır. Benim için fotoğrafcılığı önemli kılan sonra farkında oldum ki, yüzlerce karede benim ise, zamanı durduran ve hayatı canlı olarak gösteren, istediğim bir Ģey yok. Makineyi kapattım diyerek bazen de geri getiren tek objeyi üretmesidir. Ayrıca velileri ikna ettim, fotoğraf çektirmeye gelenlere de her fotoğraf bir belgesel, her belgesel de bir tarihtir. pozum bitti diyordum. Çocuklar oynamaya baĢladılar ben de onları izlemeye. Çaktırmadan da doğal Bizler bir fotoğraf sergisine gittiğimiz, ya da fotoğraflar çektim tabii. Ġyi bir kare yakaladığımı fark bir fotoğrafı elimize aldığımız zaman edince hemen oradan ayrıldım. Tüm çektiğim değerlendirme yaparken nelere dikkat fotoğraflardan sipariĢ geldi ama tek sipariĢi olmayan etmeliyiz? Bir fotoğrafta sizin gördüğünüz benim favorim olan fotoğraftı. Zoruma gittiyse de ama bizim göremediğimiz neler var? Bir kiĢi yapacak fazla bir Ģey yoktu. 2003‟de sipariĢ fotoğrafçı olmaya karar verdiğinde neler alamayan o fotoğrafla, 2017‟de Benelüx ülkelerinin yapmalıdır? Donanımlı bir fotoğrafçı olmak organizasyonunda, yüzlerce uluslararası profesyonel için hangi bilgilere ihtiyac vardır? fotoğrafçının katıldığı bir fotoğraf yarıĢmasına katıldım. Ġlk elemelerde dereceye kalan üç Ben bu mesleğe zorunlu baĢladığımı zannediyor- fotoğrafımdan birisi o sipariĢ alamayan fotoğraf dum. Yıllar sonra fark ettim ki, ilkokulu bitirdiğimiz oldu. Fotoğrafçılığa baĢlayacak olanlara tavsiyelerimi Literair Tijdschrift Literair yıllarda diplomamız için ilk stüdyo fotoğrafı ve bir anımı anlattıktan sonra fotoğraf sergisi çektirdiğimizde tüm sınıf arkadaĢlarım fotoğrafçıyı izleyenlere önerim Ģudur ki, baktığınız fotoğraflarda dinleyip objektife bakarak poz verirken, ben objektife sanatçının ıĢığı nasıl kullandığına dikkat edin ve size değil de ıĢıklara bakarak poz vermiĢtim. O nedenle elle tutulur bir hikaye anlatıp anlatmadığına bakın. de fotoğrafçı aynı pozu üç kez çekmek zorunda Kara Zambak 43

Bir manzara ya da bir portre çekerken nelere zor ve iĢimizin geleceğinin bulanık olduğunu göre- dikkat edersiniz? Size göre hangisinin çekimi bilirsiniz. Evet Ģimdilik pazarda payımız var, daha zordur ve neden? kazanıyoruz da ama gelecekte bu olmayabilir, çünkü belki de ilerde herkes kendi bilgisayarına fotoğrafı Bana göre doğada çekeceğiniz fotoğraflar en zor olan yüklediği zaman baskı da yapabilecek. Belki de fotoğraflardır. Çünkü çok zaman ister. Beklediğiniz belediye ve diğer resmi kurumlar dijital fotoğraf anı yakalamak için belki de bütün gün beklemeniz kullanacaklardır resmi evraklarında ve bunları da gerekebilir ki, istediğiniz ıĢığı yakalayabilesiniz. Belki kuracakları mekanik sistemle kolayca elde de yanınızda ekstra reflektör götürmeniz gerekli ki bu edeceklerdir. Biz düğün ve gösteri çeken fotoğraf- da zahmetli bir iĢ. Stüdyo fotoğrafları ister portre, çıları fotoğraf sanatçısı kategorisine koymasak da, ister grup, ister de vesikalık olsun dıĢarıda çeke- nihayetinde onlar da bir ihtiyaca yanıt vererek ceğimiz fotoğraflardan daha kolaydır bizim için. geçimini sağlıyorlar. Ayrıca bir kategoriye koyup da Çünkü stüdyoda ıĢığı siz ayarlarsınız. IĢık sizin dıĢlamamak en iyisi. elinizin altındadır ve onu istediğiniz yöne yansıtma, azaltıp çoğaltma olanaklarınız vardır. Siz stüdyo çekimleri yaptığınız gibi serbest çalıĢan profesyonel bir fotoğrafçısınız da. Bildiğiniz gibi çok çeĢitli fotoğraf makineleri Serbest çalıĢmanın size getirileri nelerdir? var. Bizler bir fotoğraf makinesine sahip Fotoğraflarınız nerelerde kullanılıyor? olmak istersek nelere dikkat etmemiz gerek? Dijital ve analog makineleri kullananların Serbest basın kartının avantajı benim açımdan çok fotoğraf çekerken nelere dikkat etmesi gerek? önemli. Bu karta sahip olmadan önce geçmiĢte Ġkisi için tek bir formül mü var, yoksa çektiğim fotoğrafları paylaĢamıyordum.BFN‟ye (Be- formülleri ayrı mı? roeps Fotograaf Nederland/Hollanda fotoğraf Sanatçıları Birliği‟ne) kayıtlı olduğumuz için de Önceden analog fotoğraf makinesini kullananlar için kullanacağımız her fotoğraf için bu kurumdan yazılı dijital daha kolaydır. Çünkü böyle kiĢilerin fotoğraf izin almamız gerekiyordu. Bu iĢlemleri sürekli çekimi konusunda az da olsa teknik bilgisi var. Eski yaparken arkadaĢlarımın uyarısıyla serbest fotoğraf- bilgilerine dijital makinelerin otomatik çekim çılar kulübüne kaydoldum. Gereken koĢulları yerine olanağını da katarlarsa iĢleri daha da kolaylaĢır. getirdikten sonra da kulübün üyesi olarak basın Fakat unutulmasın ki, dijital makineyle de en iyi fotoğrafları çekmeye ve basın kartımın avantajlarını çekim manüel ayarında çekilir. Önerim hangi kullanmaya baĢladım. Böylece bazı kiĢisel zorun- makineyi alırsanız alın önce kullanım kılavuzunu luluklarımdan kurtuldum ve uluslararası toplan- a‟dan z‟ye kadar okuyup, daha sonra da çokça tılarda da fotoğraf çekme hakkını elde ettim. Hem deneme çekimi yaparak elinizi, gözünüzü makineye kendim, hem dükkanım, hem de sanatım için büyük alıĢtırmanızdır. bir kolaylık serbest fotoğrafçı olmak.

Son dönemde fotoğraf çekiminde hangi Cemal Akça’nın bundan sonraki planlarını değiĢimler oldu? Düğün ve Ģenliklerde foto- öğrenebilir miyiz? Sergiler, ya da baĢka

ğraf çeken arkadaĢları hangi kategoriye koyu- projeleriniz var mı? yorsunuz? Fotoğraf sanatçılarına göre onlar fotoğrafçılığın neresinde duruyorlar? Ġlk önce iyi bir dinlenmeye ihtiyacım var. Ondan sonra fotoğraflarım için güzel projelerim var. Günümüzde her alanda değiĢimler çok hızlı olduğu Geçenlerde arĢivime bir göz attım. Orada ciddi için fotoğrafçılık alanında da çok hızlı değiĢimler anlamda sergilenmeyi bekleyen fotoğraflarımın oldu- oldu. Düğün ve moda fotoğrafçılığı sektörde kendine ğunu görmek beni çok sevindirdi. Onları zaman

Edebiyat Edebiyat Dergisi büyük pazar bulunca çoğu fotoğrafçı o alana kaydı.

zaman sergilemek ilk planlarım arasında. Onlardan Dijital ve Photoshop olanaklarından yararlanan baĢka yıllardır yaĢadığım Lahey kenti için bir projem amatör fotoğrafçılar da profesyonel fotoğrafçıların var. Bu kentteki değiĢimleri ve saklı güzellikleri de alanlarına girerek pazardan pay almaya baĢladılar. fotoğraflarımla gün ıĢığına çıkarmak istiyorum. IĢıktan hiç haberi olmayan “fotoğraf makinem Gelecek yıl bu projeler için çalıĢmalarım olacak. olduktan sonra ben de fotoğraf çekerim” diyen birçok Ayrıca da Fotografic Americaine‟nin yüzüncü yaĢını Kara Zambak insanı da bunlara eklerseniz bizlerin iĢlerinin hayli kutlama hazırlığı içindeyim. 44

Fotoğrafçılık renkli bir meslek. Bu renkli Epeyce bocaladıktan sonra giyinen hanımın mesleği yaparken baĢınızdan geçen elbette vesikalığını çekip gönderdikten sonra arkadaĢın ilginç olaylar olmuĢtur. Bu renkli yazdığı cümleleri bir baĢka Ġspanyolca bilen arkadaĢa anılarınızdan bir ikisini bizimle paylaĢır okuttuğumda iĢin aslını öğrendim. Bizim arkadaĢ mısınız? bana iyi bir oyun oynamıĢtı.

Hiç unutamadığım iki anıyı Kara Zambak oku- Bildiğiniz gibi Kara Zambak bir edebiyat yucularıyla paylaĢayım. Birincisi hep içimde kalan dergisi... Dergimiz okuyucuları için fotoğraf- bir sızı gibidir. Ondan baĢlayayım. Yıllar önce her çılığın diğer sanatlarla iliĢkisini, özellikle de Pazartesi erkenden on dört, on beĢ yaĢlarında beĢ edebiyatla olan bağını kısaca anlatabilir genç kız geliyor, stüdyoya girip kapıyı kapatıyorlar ve misiniz? uzun uzun hazırlık yaptıktan sonra içlerinden sadece birisi dört vesikalık çektiriyor, parasını ödeyip hep Öncelikle Ģunu belirteyim ki fotoğrafçılığın hemen birlikte çıkıp gidiyorlardı. Birkaç kez böyle olunca hemen tüm sanat dallarıyla alıĢ-veriĢi vardır. Özel- dikkatimi çekti. Dikkat etmeye baĢladım. O zaman likle de fotoğrafçılık resim sanatından etkilenmiĢ ve gördüm ki, içeri girdiklerinde normal giysileri içinde ondan doğmuĢtur. Yani ressamların fotoğrafçılığın olan bu genç kızlar, çıkarken son derece süslü ve doğuĢuna büyük katkısı olmuĢtur. Sinema da foto- albenili giysiler içinde ve de özenli makyajlarıyla ğrafçılıktan doğmuĢtur. Bu listeyi uzatabiliriz fakat çıkıp gidiyorlardı. Unutamadığım anılarımdan fotoğrafçılığın en fazla iliĢkisi edebiyatladır. Çünkü ikincisi ise biraz komik. Ġspanya‟nın Avrupa Birliğine edebiyat yapıtları da, fotoğraflar da bir öykü üzerine girmesinden sonra Ġspanyolca konuĢan müĢteri- kurulurlar. Yazar anlatarak, fotoğrafçı da görün- lerimiz hayli artmıĢtı. Çoğu Ġngilizce de bilmediği tüleyerek kurduğu öyküyü anlatır aslında. Fotoğrafçı için kolaylık olsun diye ben birkaç sözcük de olsa okuduğu öyküdeki ayrıntıları fotoğraflarında nasıl Ġspanyolca öğreneyim dedim ve çok samimi olduğum yansıtacağının, yazar da ayrıntılarını bir fotoğraf bir Ġspanyol arkadaĢa dört vesikalığın fiyatını, karesindeki gibi nasıl görünür kılacağının peĢinde “Stüdyoya geçin hazırlanın, geliyorum” gibi birkaç değil mi zaten? Yazıda olduğu gibi betimlemede de cümle yazmasını söyledim. Beni kırmadı yazdı. Ben iki sanat karĢılıklı birbirine bakar. O nedenledir ki, de kasanın yanına onun yazdıklarını yapıĢtırdım. Ġlk çok okuyan fotoğrafçı her zaman iyi fotoğrafçı gelen Ġspanyol hanımın sorularına çaktırmadan olmuĢtur. Çünkü onların perspektifi her zaman oraya bakarak yanıt vermeye baĢladım. Ben arkadan diğerlerinden daha geniĢ açılıdır. gelen müĢterilere sıra beklemelerini söyleyip stüd- yoya girdiğimde bir de ne göreyim Ġspanyol hanım soyunmuĢ beklemez mi! Ne yapacağımı ĢaĢırdım.

DIJK

U

Literair Tijdschrift Literair

/ Collage:/ O JOLANDA

Kolaj Kara Zambak

45

Sokaklar Babam Kokuyordu

NECMETTĠN YALÇINKAYA

abamı hiç tanımadım ben. Kokusunu kucağına alıp indirdi. Elimden tuttu. Öyle sıcaktı ki duymadım. Kulaklarımda asılı değil sesi. eli. Ġçimi ısıttı. Bırakmadı elimi, evimize kadar B Resmi de yoktu duvarımızda. Olsaydı götürdü. Tam sokağın baĢında durdu: “Hadi git bakardım… Ġki üç yaĢında var yoktum. Bir gün evine” dedi. Giderken kendi yoluna yanağımdan anneme sordum babamı. “Beni kaçırdı köyümüzden, öptü. Öyle sıcaktı ki öpüĢü. Tıpkı annem gibi öptü. alıp getirdi buralara. Gerçi Ġzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim Annem evdeydi, gülerek karĢıladı beni. Yakamı açtı, için çoktan öldü baban” dedi. “Benim için neden podyamı çıkardı, eliyle musluktan su alarak yüzümü ölmedi?” diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz yıkadı. Yüzümü havluyla kurularken öyle tatlı öptü da gönül koydum. Babasızlık çok zormuĢ, insan ki. Sıcacıktı, anne tadındaydı öpüĢü. Tıpkı beni büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin duvardan indiren amca gibi, sıcacık öptü. sokaklarda hiç kavga etmedim. Kavgadan kaçtım Birlikte yemek yedik, ders çalıĢtık, TV izledik. hep. “Benim babam senin babanı döver” hiç Uykumuz geldi aynı anda. Önce beni yatağıma yatır- diyemedim mesela. Ama hep söylemek istedim. dı. Kulağıma sevgi sözleri fısıldadı. Yanağımdan Ġçimde hâlâ bir ukde. öptü yine, üzerimi bir güzel örttükten sonra sessizce ayrıldı odamdan. Annem, “büyüdüğümü” söyledi bir sabah kahvaltıda. Sevindim. Gerçekten de boyum uzamıĢ, ayakkabı Gecenin bir yarısı korkarak uyandım. Terden her numaram büyümüĢtü. yanım ıslaktı. Sağıma soluma baktım, ortalığı dinle- dim. Sonra gene daldım. Ġri cüsseli, tek gözlü bir Annem beni aldı bir mağazaya götürdü. Ardından da canavar üstüme çöktü. Bağırmak istedim, olmadı. kırtasiyeye… Okul çantası, defter kalem, silgi, kalem- Anne diye bağırmak istedim, sesim çıkmadı. Baba tıraĢ aldık. Çok mutlu oldum çok. Silgimi iğneyle diye bağırdım sonra. Babam gelip bir tekme savur- deldi, arasından ip geçirdi. “Boynuna tak,” dedi, du, iri cüsseli, tek gözlü canavar kaçtı. Hem de “sakın kaybetme” diye de bir güzel uyardı. arkasına bakmadan. Ġyice yaklaĢtım kurtarıcıma. Bir de ne göreyim: Sabah beni köpekten kurtaran amca Okulların açılacağı günün sabahı annem elimden benim babam değil mi? Çok sevindim. “Baba baba!” tutup okula götürdü. Okulun bahçesinde ne çok diye bağırdım. Annem sesime geldi. Yanıma uzandı. çocuk vardı; beyaz yakalı, mavi podyalı, boy boy Sıkıca sarıldı. “Korkma oğlum yanındayım” dedi. yüzlerce çocuk. Bir o kadar da anneleri vardı yanlarında. Korkuyordum, sıkıca tuttum annemin “Çok mutluyum anne” dedim, “annem ve babam

ellerinden, bırakmak istemedim. Etrafıma baktım: yanımda…” Bir ben değildim yalnızlıktan korkan. Annelerine sarılıp bırakmak istemeyen, salya sümük ağlayanlar Daha sıkıca sarıldı. “KeĢke yanımızda olaydı baban” vardı. dedi, derin bir ah çekti, kederlendi. “Ama o baĢka bir kadın yüzünden terk etti beni. Sana hamileydim Sabahçı olduğuma çok sevindim. Erken kalkmayı oysa…” Okul dönüĢü baĢımdan geçenleri anlattım. seviyordum çünkü. Ağlayarak dinledi. “Ha o mu?” dedi, “Rüstem Amca Edebiyat Edebiyat Dergisi o. Onun tüm çocukları bir yangında öldü. O yüzden Birkaç gün annemle gidip geldik okula. Sonra tüm çocukları, kendi çocuğu gibi sayar, sever, kendim gitmeye baĢladım. Bir gün yolda bir köpek yardım eder.” takıldı peĢime. Kaçtım. Yüksekçe bir duvarın üzerine Sabah erkenden kalkıp okulun yolunu tuttum. çıktım. Köpek aĢağıda havlıyor diĢlerini göstere Gözlerim Rüstem Amca‟yı aradı. Bulamadım ama

Kara Zambak göstere. Korkudan inemedim. Sonra bir amca gelip ġirinyer sokakları babam kokuyordu. önce köpeği tekmeleyip kovdu, ardından beni 46

Şiir Sanatların, Toplumun, Bireyin En Güzel Aynasıdır ve Dilidir

SöyleĢen: ALĠ ġERĠK

olla Demirel, 1948 yılında Akçadağ’da doğdu. Ortaöğrenimini Malatya’da tamamladıktan sonra Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat eğitimi gördü. 1972 M yılından sonra yaĢamaya baĢladığı Almanya’da Meslek Yüksek Okulu Sosyal DanıĢmanlık Bölümü’nü bitirdi. Kimya iĢçiliğinden sosyal danıĢmanlığa dek birçok iĢ yaptı.

ġiirleri ve yazıları, birçok Avrupa ülkesi ve Türkiye’de çeĢitli kitap, gazete ve dergilerde yayımlandı. Ayrıca 1960'dan bu yana yayınlanan dergi ve gazetelerde çıkan yazılardan yaptığı seçkilerden oluĢan “Edebiyat ve Estetik Üzerine Yazılar” baĢlığı altında her biri 680 sayfa olan 12 ciltlik bir “Derleme”si var. Toplam 40 kitabı yayınlandı.

Kıyı Dergisi’nin düzenlediği Ġbrahim Yıldız ġiir Ödülü YarıĢması’nda “Günün GülüĢü” adlı kitabı övgüye değer bulundu. Ayrıca Stuttgart Kültür Dairesi, Stuttgart Üniversitesi ve Yenigün Gazetesi tarafından düzenlenen yarıĢmada ve Alevilerin Sesi Dergisi’nin düzenlediği yarıĢmada üçüncülük ödülü aldı. Ayrıca Almanya - Türk Öğretmenler Federasyonun’da Türk Diline Katkıda Bulunduğu için ödüllendirildi. Bize ilk baĢta 50 yıllık edebiyat hayatınızı KarataĢ‟ın çıkardığı Gayret Gazetesi ile Lütfü anlatır mısınız? Edebiyat bu zaman diliminde Kaleli‟nin çıkardığı GüneĢ Gazetesinde kısa Ģiirlerim hangi hatlardan geçti? yayınlandı. Daha sonra ĠĢçi Partisine sempati duyanların çıkardığı HaĢ HaĢ Gazetesi‟nde birkaç Ben daha ilkokuldayken baĢta Karacaoğlan, ġah yazım yayınlandı. Bu yerel gazeteler beni yazmaya Literair Tijdschrift Literair Hatayi, Pirsultan Abdal, Yunus Emre, Dadaloğlu ve bağlayan kaynaklar oldu. Bir de okul gazete ve yörenin halk türkülerinden, KızılbaĢ Alevi bir aileden dergilerini de unutmamak gerekir. Osman ġahin, geldiğim için bu inanç çerçevesinde Cemlerde Halis KeleĢ, Oktay Akbal, Hasan Oğuz, Zihni Anadolu söylenen deyiĢlerden etkilendim. Onları yeniden gibi bize okumayı, yazmayı ve resimlemeyi sevdiren kendi çocukluk beynime adapte ederek yazmaya öğretmenlerimiz oldu.

çalıĢıyordum. Ortaokuldayken Malatya‟da Hüseyin Kara Zambak

47

Onların sayesinde, Nazım Hikmet, Sait Faik ortalama 1.3 milyon insan ziyaret ediyor. ġimdi Abasıyanık, , , Orhan belediye baĢkanımız Wandela Beate Wilhjams- Kemal, Ferit Edgü, Memduh ġevket Esendal, O. son‟un Ģemsiyesi altında Radio Kaktus Münster e.V. Bener, YaĢar Kemal, Onat Kutlar, , odalarında sergideler. Bir çok yerde de sergiliyoruz. Refik Halit Karay, Ahmet HaĢim, Fakir Baykurt, Almanya‟da her beĢ insandan biri baĢka ülke, kültür, , Bağdatlı Ruhi, Süleyman Çelebi, Nesimi, dil ve inançdan geliyor. Her yıl 20.000'den fazla Namık Kemal, Ziya PaĢa, ġinasi, Recaizade Mahmud yüksek okul ve üstü okullar için dünyanın dört bir Ekrem, Can Yücel, Cahit Külebi, Ahmet Arif, Hasan yanından genç bilim adamı olmaya aday insanlar Hüseyin Korkmazgil, Rıfat Ilgaz, Behçet Necatigil, geliyor. Gelenlerin beĢte biri geldikleri yöreye ait bir Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif çocuk oyuncağı getirse bu kentte nasıl bir kültürler Damar, Falih Rıfkı Atay, Faruk Nafiz Çamlıbel, buluĢması ve kaynaĢması olacağını bir düĢünelim. Ahmet Oktay gibi adları ve eserlerini daha lise sıralarında bu öğretmenlerimizin katkısıyla tanıdım. Almanya’nın Münster kentinde 38 yıldır Okumayı sevdirdiler. Okuduklarımızı tartıĢmayı yayın yapan Radio Kaktus’un kurucu- öğrettiler bize. Bunlar bir zincirin halkaları gibi larındansınız. O günlerdeki radyo kurma yenilerini çekip ekledi. ihtiyacını bu gün de hissediyor musunuz? Ayrıca ben 1968 kuĢağındayım. Bizim kuĢak Nedir radyonun tarihi ve kimliği? sömürüsüz, baskısız, dünya halklarının kardeĢliğini ve barıĢını savunuyordu. Bunun Türkiye‟de gerçek- Radio Kaktus Münster e.V. özünde 38 yıl önce inĢa leĢmesi için özgür, sosyalist bir Türkiye için ettiğimiz çok kültürlülüğe hizmet eden bir cemiyettir. mücadele ediyordu. Bu amaç için çok okumak O tarihte tüm yayınların % 15‟ni halkın kendi gerekiyordu. Ben de çok okuyanlardan biriydim. düĢüncelerini söylemesi için NRW Eyaletinin baĢkanı (daha sonra Almanya CumhurbaĢkanı oldu) Uzun yıllarınızı alan ve sonunda kurmayı Johannes Rau‟nun isteğiyle yapılan bir yasa. baĢardığınız bir Çocuk Oyuncaklar Müzesi Göçmenlerin de yaĢadığı kentte olup bitenlerden var. Neden böylesi bir müze? Oyuncakları haberdar olmaları ve kendi düĢünce ve kültürlerini nereye gönder bilir okurlar? tanıtmaları gerektiğine inanıyordum. Bu konuda ikna ettiğim 6 arkadaĢımla bu cemiyeti kurarak Ben 1972 zılında Almanya‟ya geldiğimde Doğu baĢladık. Almanya‟ya gittim. O tarihte Rostuck Kent Yeni katıldığınız bir topluma uyum sağlamak ve var Müzesinin bir bölümünde çocuk oyuncakları sergisi olan yasal haklardan yerel halkla eĢit Ģekilde görüp çok etkilendim. 1976 yıllından beri hemen yararlanmak için bu toplumun ve içinden kopup hemen her iki yılda bir Münster kentine bir geldiğiniz toplumun edebiyatını, sanatını, coğraf- uluslararası çocuk oyuncakları müzesi için yasını kısaca kültürel varlığını iyi öğrenmeniz ve iyi baĢvurdum. Yabancılar meclisi engelledi. Olmadı. bilmeniz gerekir. Daha sonra Antalya‟daki evimi müze yapmak Bence gittiğimiz her yerde içinde yaĢadığımız istedim. Oğlum trafik kazası yapınca dönüĢ toplumla akıllıca diyalog kurmamız ve o toplumun

yapamadım. Olmadı. Bu isteğimi bilen Münster baĢarılıları kadar her alanda baĢarı göstermek için Belediye BaĢkanı (SPD Partisinden) “Senin bir çocuk çaba harcamamız gerektiğine inanıyorum. Buna müzesi fikrin var. Biliyorum sen kafana önem vermezseniz ne kendi kültürünüzü koyduğundan vazgeçmezsin. Benim ailem tanıtabilirsiniz, ne uyum, ne de eĢitlik sağlanabilir. Almanya‟da Hitler döneminde kaçak yaĢadı. O Bu nedenle biz göçmenlerin de en az yerli toplum günlerde dayımın benim için yaptığı çocuk kadar geliĢen kültür birikimleriyle sürekli donanması oyuncakları duruyor. Onları sane vereyim, sen gerekir. Bunun için çevremi teĢvik etmeye çalıĢırım. mutlaka bunları değerlendirirsin” deyip bana verdi. Radyo, TV ve diğer medya alanları her zaman bir Edebiyat Edebiyat Dergisi Aynı günlerde Hollanda‟da Hitler faĢizmin ihtiyaçtır. Onun olanaklarından akıllıca yarar- iĢgalinden kaçarak bir bodrum katında günlük yazan lanmamız gerekir. Anne Frank‟e için kurulan müzeyi Ģimdi yılda

Kara Zambak 48

2012'de Münster ġehri Üstün Hizmet NiĢanı oyunu aldığımızda sonuna kadar dinliyoruz, ile ödüllendirildiniz. Bu ödüle varan emeği izliyoruz. anlatabilir misiniz?

Ben 1972 yılından beri sürekli okul, sendika ve kültür kurumları içinde çalıĢtım. Özellikle çocuk- ların baĢarılı olmasının yolunun onların yetenek alanlarını tespit etmekle olacağını söyledim. Bunun için de okul dersliklerinde ve okul dıĢı zamanlarını geçirecek alanlarda çocuklar kültür, sanat, edebiyata teĢvik edilmesi gerektiğini savundum. Ayrıca çocuklar yerli ve yabancı olarak adlandırılmaması gerektiğini söyledim ve bunun zararlarını ve yarar- larını pratikte iĢaret ettim. Bu yaĢadığım kentte baĢta Türkiye olmak üzere, birçok ülkenin edebiyat ve sanat adamlarını bir araya getirerek okumalar, Molla Demirel resim sergileri, müzik konserleri düzenledim. Kesinlikle tek milliyetli, tek dilli, tek kültürlü bir Dünyadaki sorumluklar hiç değiĢ miyor gibi. Ģeye çalıĢmalarımda yer vermedim. Elbete kent SavaĢ, açlık, yoksulluk, sömürü... Sizce yöneticileri bu çalıĢmanın olumlu meyvalarını günümüz edebiyatı sorumluluklarının gördüler, değerlendirdiler. farkında mı?

Her çağın kendi sesi var, kendi penceresi var Bir söz vardır “Daima büyük sanatçılar felaketlerin, dünyaya bakmak için. Çağlara göre büyük olayların yaĢandığı alanlarda çıkar” diye. Bu edebiyatın sorumluluğu değiĢir mi? saydığınız tüm olumsuzlukları gören, yaĢayan, değerlendiren edebiyatçılar, sanat adamları, bilim BaĢta edebiyat olmak üzere tüm sanat alanları adamları her dönemde olmuĢtur, günümüzde de (heykel, mimari, resim, sinema, fotoğraf) insan var. Bu sorumluklarının farkında olmasalar, bu yeteneğinin eserleridirler. Her insan bu alanlarda saydığınız olumsuzluklardan rant sağlayan, onlarla yaĢadığı günü, çağı değerlendirir, iĢler. Bu nedenle iktidar olanlar, edebiyatçıları, gazetecileri, bilim bütün alanlarda ürün veren yazın, görsel ve sahne adamlarını, öğretmenleri, kısaca aydınları ceza- sanatçıları yaĢadıkları çağın tanığıdırlar. landırır mı? Ne yazık ki çağımızda bütün odalara Sorumluluğu, yaĢadığı çağda en iyi ve silinmeyecek giren TV kanallarının büyük kesimi bu olum- izler bırakmaya çalıĢmasıdır. suzlukları yaratan tekellerin elindedir. Onların günün 24 saati yaptıkları yayınlarla gerçek sorum- Son yirmi yılda dünya büyük boyutlarda luluğun bilincinde olan edebiyatçıların, sanat ve değiĢti. Örneğin teknolojik iletiĢim... Bu bilim adamlarının seslerinin kitlelere yeterince çerçevede gelecek kuĢakların edebiyata ulaĢması engelleniyor. ihtiyacı var mı? Türkiyeli bir yazar olarak Almanya’da Ġnsan var olduğu sürece edebiyat da diğer sanat yaĢıyorsunuz. Ülkenizden uzak yaĢamak alanları da hiçbir zaman yok olmayacaktır. Yazılı nasıl bir duygu? Okuduğum eserlerinizde edebiyat yokken de sözlü edebiyat vardı. ġimdi evrensel bir düĢünce yapısı hakim. Siz bu elektronik olarak gene yazılıyor, söyleniyor. konuda ne düĢünüyorsunuz ve bu anlamda KonuĢuyor insan, cihaz onu doğrudan yazılı olarak Türk Edebiyatı’nı nasıl görüyorsunuz? Literair Tijdschrift Literair kayıt ediyor. Yazılı ve sözlü olarak elektronik medya cihazları üzerinden aynı anda dünyanın her yerine Bülbül gülden ayrıldığında hangi durumdaysa bir ulaĢılabiliyor. Bu da edebiyattır. Burada da insan yazın adamının durumu da yurdundan, sevdik- beyninin zevk alacağı, algılayacağı ve kendi duy- lerinden, yetiĢtiği insanlarda ayrıldığında aynıdır. guları vasıtasıyla beynine kayıt edeceği güzel Ancak bir yazın ve düĢün adamı için dünyanın olandır, estetiktir. Güzel bir Ģiiri, türküyü, resmi, insanına yararlı olmak, nerede olursa olsun daima Kara Zambak 49

daha yeniyi, güzel olanı görmekle yetinmemektir. Sizin Ģiir ile fotoğrafı birleĢtirdiğinizi Her an insana daha güzel ve sağlıklı bir yaĢamın söylemiĢti Fakir Baykurt. Bu nasıl oluyor? yolunu açacak olan düĢünceyi yaratmak, yapılması gerekenlerin fikir kıvılcımını çakmak göreviyle karĢı Bence Ģiir, öykü veya baĢka bir yazı türü yaĢanan anı karĢıyadır insan. yakalamaktadır ve onu geleceğe bırakmayı amaç- Elbette baĢka bir ülkede yaĢamanın olumsuzluğu, lamaktadır. Fotoğrafta yaĢanan anın resmediliĢidir. yakınlarına, sevdiklerine olan özlemdir. Ancak bu BaĢka bir söylemle, Ģiir ve fotoğraf, her ikisi de olumsuzluğun, yani bu madalyanın bir öbür yüzü de yaĢanan bir anı yakalıyorlar ve geleceğe bırakmayı var. Bu yüzde güzellikler, olumluluklar var. Bu iki amaçlıyorlar. ĠĢte bu anlamda Ģiir ile fotoğraf ülkenin kültürünü, dilini birlikte yaĢıyor birey. arasında bir ortak yan var. Aralarındaki fark Ģiir “Cebinde bir milyonu, bir evi, bir iĢ yeri ve bir aldığı konunun sürekli canlı ve değiĢken olmasına arabası olan mı varlıklıdır. Yoksa cebinde iki olanak sağlıyor. Yazıda verilen estetiğe göre milyonu, ayni kalitede ve değerde iki iĢ yeri, iki evi, sözcükler her okurda ayrı bir etki yaratır. Her iki arabası olan mı varlıklıdır?” Bu soruyu ben sık imgenin Ģiir okuru ile fotoğraf ve resim gibi bir sık okumalarda dinleyici gençlere sorarım. Elbette ki tabloya bakan arasında kurduğu iliĢki farklıdır. ġiir birden fazla olanlara sahip varlıklıdır. Bu yaĢamın daha canlı, daha devingendir. Ama objektifin her alanında böyledir. Çünkü bir dil bir dünyadır. Bu yakaladığı karede sakin, sessiz, derin bir ıĢınlar nedenle iki dil bilen, iki ülkede birden yaĢayan anlamı yaĢamaktadır. Tıpkı sabah erken denizin yazar, sanatçı, bilim adamı büyük bir avantaja sakin oluĢu, bir temiz yatak çarĢafı görüntüsünü sahiptir. Ġyi değerlendirirse çok kültürlü, çok dilli ve vermesi gibi. Ama denizin derinliğinde sayfalara çok perspektifli olma olanağı vardır. sığmayacak kadar hareketli bir yaĢam vardır. Türkiye‟de dört bin yıldır bir çok dil ve kültür Bir anlık sessizliği, hareketsizliği aldatıcıdır. Bence birarada bulunuyor. Günümüzde 40 dan fazla kül- fotoğraf ve resimde de böyle aldatıcı görünümlü bir tür ve dil yaĢamaktadır. Kısacası Anadolu bir kül- sakinlik ve sessizlik vardır. Oysa gerçek olan güçlü türler beĢiği, kültürler mozaiğidir. Çok renkli bir bir dünya hareketliliğinin oluĢudur. Bu anlamda her kültürümüz var. Ancak bunu değerlendiremedik. fotoğrafladığım kare mutlaka bir Ģiirin ana konusu Eğer ülkemizde yaĢayan tüm dilleri, kültürlerini olmuĢtur. Böylece yazdığım her konuda insan iliĢ- koruyarak geliĢmesini sağlayıp dünyaya tanıtabilsek, kilerini fotoğrafsal biçimlerde görürsünüz. önce dünya demokrasisinin merkezi haline geliriz, sonra bu mozaikler "Kültürler Müzesi" olarak dünya Bununla Ģiirinizin bir çizgisi, bir durağı bilim adamlarını çekerek ülkeye inanılmaz bir gelir olmadığını mı söylemek istiyorsunuz? kaynağının kanallarını açmıĢ olur. Böylece krize giren ülke değil, krize girenlere yardım eden, onları Hayır, bence Ģiirin durağı limanı olmaz. Bu sadece yönlendirenler arasında yer almıĢ oluruz. benim yazdıklarım için değil, bence edebiyat ve sanatın tüm dalları için geçerlidir. Sanat dallarının ġiirinizi oluĢturun en önemli öğeler limanı olmaz. Dün, bugün ve yarın bir çizgidir. nelerdir? Sanatçı bunları en iyi bilen değil, bunları birbirine

karıĢtırmayan ve dün ile yarını düĢünendir. Sanatçı Sanırım Ahmet Cemal “ġiir sözcüğün dilidir” hep dünyayı güzelleĢtirme ve yaĢanılır kılma çabası demiĢti. Bence de Ģiir sadece sözcüğün değil tüm içindedir. Bu nedenle sürekli mücadelecidir. BaĢka sanatların, toplumun, bireyin en güzel aynasıdır ve bir deyimle uzun soluk gerektiren bir maraton yarıĢı dilidir. Bir türküden daha güzel ne anlatır insanı? içindedir, durakladığı an yarıĢı yitirir. ĠĢte benim Ģiirime bu yönüyle bakacaksınız. Biri sevdalı mı? Biri öfkeli mi? Biri sevdiklerinin özlemini mi çekiyor? Benim Ģiirimde kendisini Edebiyat Edebiyat Dergisi

bulmalı. Yalnız bunları değil. Biri savaĢa mı karĢı? Yoksulluğun ortadan kalkmasını mı istiyor? ĠĢsiz- lerin olmadığı bir dünya mı arıyor? Bu duygularını anlatan, vurgulayan dizeler de bulmalı Ģiirimde. Kısacası yaĢanır bir dünyanın temel ilkeleri olan, Kara Zambak sevgi, kardeĢlik ve barıĢ konularıdır Ģiirimin öğeleri. 50

Kuyucaklı Yusuf'ta Arzu Üçgenleri (2. Bölüm)

HANĠFE ÖZER

Sabahattin Ali ve ailesi ve Ali Sabahattin

ene Girard, “Romantik Yalan ve Romansal yeni bir üçgenin oluĢumu da kaçınılmazdır. Her iki Hakikat: Edebi Yapıda Ben ve Öteki” adlı yapıda da dolayımlayıcı değil, özne ve nesne ön R kitabında “üçgen arzu modeli” olarak plândadır ve her iki öğe de dolayımcının farkındadır. kavramlaĢtırdığı yapıyı ele almıĢtır. Bu yapıda yazar, Bu bakımdan da hem öğeler arasında fiziksel mesa- arzunun kendiliğinden olmadığını, onun doğmasına fenin olmayıĢı hem de öznelerin, arzularını uyan- veya açığa çıkmasına yol açan baĢka bir etkenin dıran yahut da açığa çıkaran kiĢinin farkında olma- olduğunu savunur. Daha çok roman türüne uygun ları sebebiyle burada içsel dolayım söz konusudur. olan üçgen arzu modelinde özne, öznenin arzuladığı nesne ile bu arzuyu doğuran yahut açığa çıkaran Yusuf (özne) dolayımlayıcı, söz konusu üçgenin köĢelerini oluĢturur. Bu çalıĢmada aĢk ekseni üzerine kurulu olan ve romansal bir niteliğe sahip bulunan Muazzez (nesne) Ali (dolayımlayıcı)

Sabahattin Ali‟nin Kuyucaklı Yusuf romanı, Girard‟ın arzu üçgeni yapısı içinde incelenecektir. Romanda Yusuf ve Muazzez arasındaki aĢkta Ali'nin kiĢilerin arzuları Girard‟ın kuramı bağlamında bazen dolayımlayıcı konumuna gelmesi, romandaki hemen gizli bir hayranlık bazen de kibir kaynaklı olmak bütün çatıĢmaların ateĢleyicisi olan bayram üzere çoğunlukla taklit arzular Ģeklinde tasvir veya yerindeki kavgaya dek uzanır. Hilmi Bey'in, Sala- tahlil edilmiĢtir. hattin Bey'i hileli kumar oyununda kendisine borçlandırmasından sonra da açıklık kazanır. Yuka- Kuyucaklı Yusuf’ta arzu üçgenleri rıda da belirttiğimiz gibi oğlu ġakir için Muazzez'e talip olan Hilmi Bey'e, kumar borcu yüzünden Literair Tijdschrift Literair

Kuyucaklı Yusuf romanında bir baĢka arzu üçgeni de "hayır" demekte zorlanan Salahattin Bey, bu ailenin Yusuf, Muazzez ve Ali'nin oluĢturduğu yapıdır. Bu Kübra‟ ya yaptıklarını öğrenince her Ģeyi göze alarak üçgenin köĢelerinde Yusuf özne, Muazzez nesne, Ali söz konusu talebi geri çevirir. Fakat kumar borcunu ise dolayımlayıcı olarak karĢımıza çıkarlar. Romanın da ödeyebilecek durumda değildir. Yusuf'un bütün eksenini oluĢturan Yusuf-Muazzez aĢkı göz önüne bu olanları paylaĢabildiği tek arkadaĢı ise Ali'dir. alındığında, dolayımlayıcının sabit kaldığı fakat Nitekim Ali, Yusuf'a parayı ödemeyi teklif eder.

Kara Zambak özne ve nesnenin yer değiĢtirmesi suretiyle 51

Ali'yi Yusuf'un rakibi konumuna getiren bu teklif, aynı zamanda yeni bir üçgeni de karĢımıza çıkarır. "-Ağabey, beni kaça sattınız? … Daha Çünkü Ali'nin bu teklifi arkadaĢının ailesini, daha çok doğrusu kaça sattın? da Muazzez'i bir felaketten kurtarma düĢüncesiyle -Ne demek istiyorsun? değil, Muazzez'le kendisinin evlenme isteğinden, yani -Ne mi? Bugün annem her şeyi anlattı… Muazzez'i arzulamasından ileri gelir. Ancak Ali'nin Babamın borcundan tut da… arzusu da kendiliğinden değildir. Onu; Muazzez ve -Peki ne olmuş, nesi var Ali’nin ġakir'le oluĢturduğu üçgende özne konumuna beğenemedin mi? Bunu bana sormak şimdi mi getiren, temelinde kendisini ispatlama duygusunun aklınıza geldi? yattığı çocuksu bir sahip olma arzusudur. -Kimseyi beğenmediğim yok, fakat ben Ali’ye filan gitmem, bunu da bilmiş olun!.. Ali (özne) -Peki kimi istiyorsun öyleyse? " Muazzez, Yusuf’un ellerini avuçlarının içine alarak, "Kimi istiyorum anladın mı?" dedi.(s.77-78) Muazzez (nesne) ġakir (dolayımlayıcı) YaĢamındaki tek değerli varlık olarak gördüğü O zamana kadar ġakir'e rağmen Muazzez'e karĢı olan Muazzez'i kaybetme tehlikesine rağmen Muazzez'in hisleri üzerinde hiç düĢünmeyen Yusuf'un, her ne daha aktif davranması, tepkisini daha açık bir Ģekilde kadar Ali'nin teklifini soğukkanlılıkla karĢılasa da; ortaya koyması sebebiyle dolayımlayıcı olarak Ali'nin babasının Hilmi Bey karĢısında düĢtüğü çaresizliğe Muazzez'in hislerini uyandırmada daha etkili kendisinin de Ali karĢısında düĢtüğü söylenebilir. olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu tepkisiyle Çünkü Yusuf, "Muazzez"i bir kadın olmaktan çok; Muazzez, söz konusu üçgenin öznesi, Yusuf nesnesi, sevgi, masumiyet ve saadet gibi kavramların Ali de dolayımlayıcısı konumundadır. temsilcisi olarak görmekte ve onu tehlikelerin boyutu ne olursa olsun korumaya çalıĢmaktadır." (Korkmaz, Romanın bir baĢka arzu üçgenini ise ġakir, Muazzez 1991:236) Bu yüzden de Ali'ye olumlu yanıt verir. Ġki ve Ali'nin oluĢturduğu görülür. Sabahattin Bey'in arkadaĢın arasında geçen ve Ali'nin teklifiyle yeni bir kumar borcunu ödeyemeyeceğinden, bu yüzden boyut kazanan konuĢma ġöyle geliĢir: Muazzez'i kendisine vereceğinden emin olan ġakir, borcun ödenmesi, Muazzez'in de Ali ile evlen- "-Babamdan artık hayır yok… Ne dirileceğinin duyulması üzerine oluĢan bu üçgende yapacağını bilmiyor… özne olarak karĢımıza çıkar. Muazzez yine nesne, Ali -Muazzez’in bu anlattıklarından haberi var ise dolayımlayıcı, bir baĢka ifade ile ġakir'in Muaz- mı? Şakir’e gitmek istiyor mu? zez'e ulaĢmasını engelleyen rakiptir. -O ne bilecek… Aklı erer mi? Ermez olur mu? Yalnız Şakir’in ne mal olduğunu öğrense ġakir ( özne) herhalde adını bile anmaz, değil mi?.. Herhalde baban parayı ödemeli…

-Nasıl öder? Neyle öder? O zaman Ali Muazzez (nesne) Ali (dolayımlayıcı) birdenbire kendisinin bile şaştığı bir cesaretle: "Ben vereyim." dedi. Yusuf ağır ağır, karşısındakinin Kendisinin Muazzez'e talip olduğunun bilinmesine gözlerinin içine baka baka: rağmen araya Ali gibi kasabanın zayıf zümresinden -Muazzez’i sen mi istiyorsun? dedi. Ali gene birinin girmesi, kendi arzusunun dolayımlayıcının kıpkırmızı olarak önüne baktı. Yusuf yerinden müdahalesinden önce geldiğine inanan ġakir için Ali, kalkıp Ali’nin omzuna vurdu: baĢbaĢalığı yarıda kesen davetsiz bir misafir, sıkıcı -Bu dünyada karşılıksız hayır işlenmediğini bir kiĢi, münasebetsiz bir üçüncüdür -terzo inco- Edebiyat Edebiyat Dergisi öğrendim de onun için sordum." (s.70-71) modo- (Girard 2007: 31). "ġakir git gide azıtıyordu. Bir kere aklı Muazzez‟e Bu konuĢmanın akĢamında ise Ali'nin dolayımlayıcı saplanmıĢtı, mütemadiyen onu görüyor ve nazarları rolü bu defa Muazzez üzerinde etkisini gösterir ve Ali‟ye iliĢtikçe hakikaten içinde kaynar sular ona, Yusuf'a karĢı hislerini ortaya koymada ilk adımı köpürüyormuĢ gibi oluyordu. Bu korkak, bu miskin Kara Zambak atma cesareti verir: 52 bakkalın kendisi gibi bir fabrikatör oğluna, bir beye üstün tutulmasına aklı ermiyor ve bütün bunların mesuliyetini bu anda Ali‟de buluyordu." (s.90).

Arzuladığı nesneye ulaĢmasını engellediği için Ali'ye hınç duyan ġakir, kasabalı gençlerden birinin düğünü sırasında, herkesin içinde Ali'yi öldürür. ġakir, romanda karĢımıza çıkan arzu üçgenlerini oluĢturan kiĢiler içinde "taklit arzu" kavramını en somut Ģekilde örnekleyen figürdür. Romanda geçen anekdotlarda da bu durum açıkça görülmektedir. Onun Muazzez'e yönelik arzusunun temelinde Yusuf'un karĢısındaki yenilmiĢlik duygusu - dolayısıyla rakibine gizli hayranlığı- ve Ali'nin karĢısındaki kibridir. Her iki duygu da Girard'ın kuramı içinde ifadesini bulmaktadır.

Sonuç Rene Girard tarafından "kiĢilerin birbirlerine olan arzuları kendiliğinden değildir, o arzuları doğuran veya açığa çıkaran bir baĢka öğe vardır, bu öğeyle birlikte özne, öznenin arzuladığı nesne ve öznenin arzusunu doğuran dolayımlayıcının oluĢturduğu yapı" Ģeklinde tanımlanan üçgen arzu kuramı, bizim arzuları ise ten zevki, intikam, çıkar endiĢesi vb. edebî geleneğimiz içinde verilen bazı eserlerde de kaynaklıdır. Bu bakımdan da her iki roman karĢılığını bulabilmektedir. Girard'ın aĢk, iktidar, figürünün nesneye -Muazzez'e- karĢı arzuları bütü- züppelik, kibir vb. duygularla tetiklendiğini nüyle taklittir. ġakir'in arzularının dolayımlayıcıları vurguladığı bu yapıda; Tanzimat dönemi bazen Yusuf, bazen Ali olmuĢtur. Fakat ġakir'in romanlarının batı taklitçisi züppe kiĢileri, çeĢitli arzularının asıl tetikleyicisi Yusuf ve Ali'den çok sosyal sınıfların (zengin-fakir, aydın-cahil, güçlü- onun, ailesinin gücünden kaynaklanan kibridir. güçsüz vb.) çatıĢmasını konu edinen eserlerin Romanın fon karakteri konumundaki Ali'nin arzusu baĢkaldıran kahramanları, konusunu tarihten alan ise daha kendisini kendisine ve etrafına ispatlama romanların iktidar mücadelesi içindeki figürleri eğilimidir. inceleme konusu olabilmektedir. Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf adlı romanının Kaynakça: da gerek romansal yapısından kaynaklanan ÇERĠ, Bahriye (1996); Türk Romanında Kadın, Simurg özellikleri gerekse aĢk ekseni üzerine kurulan olay Yayınları, Ġstanbul. ENGĠNÜN, Ġnci (2003); Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, Ġstanbul. örgüsü dolayısıyla Rene Girard'ın üçgen arzu modeli GĠRARD, Rene (2007); Romantik Yalan ve Romansal olarak tanımladığı kurama elveriĢli bir eser Hakikat: Edebi Yapıda Ben ve Öteki, Metis Yayınları, olduğunu söylemek mümkündür. Romanda Yusuf, Ġstanbul. KANTARCIOĞLU, Sevim ( 2008 ); Yakınçağ Muazzez, Ali ve ġakir farklı konumlarda, farklı Tarihimizde Roman, Paradigma Yayıncılık, Ġstanbul. sebeplerle ama hep birbirleriyle arzu üçgenleri KORKMAZ, Ramazan (1991); Sabahattin Ali –Ġnsan ve içinde karĢılaĢan ve birbirlerini harekete geçiren Eser-, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora kahramanlardır. Yusuf – Muazzez arasındaki aĢka Tezi, Elazığ. MORAN, Berna (1999); Türk Romanına ġakir'in ve Ali'nin müdahalesi romanın iki EleĢtirel Bir BakıĢ 2, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul. Literair Tijdschrift Literair Sabahattin Ali (2012); Kuyucaklı Yusuf, Yapı Kredi baĢkiĢisinin birbirlerine karĢı duydukları arzuyu Yayınları, Ġstanbul. STEVICK, Philip (2004); Roman açığa çıkarır. Ancak burada Muazzez ve Yusuf‟un Teorisi, Akçağ Yayınları, Ankara. arzularının taklit değil, kendiliğinden olduğunu belirtmek gerekir. ġakir ve Ali'nin Muazzez’e yönelik Not: Ġlk bölüme 3. sayımızda eriĢebilirisiniz.

Kara Zambak

53 Gacaroğlu Mehmet Kemal Yalçın ve

76 Yıl Sonra Emanet Çeyizleri Sahiplerine Verdim

Kemal Yalçın

KEMAL YALÇIN

um komĢumuz Minoğlu Ailesi 1920 yılı Eylül Babam korkup koĢarak evlerine, annesinin yanına ayında mecburi sürgüne ve ölüm yolculuğuna gelmiĢ. Bir süre sonra Minoğlu‟nun karısı kucağında R çıkacakları gün kızlarının çeyizlerini dedem ipek bir Ģitare yorgan, kızları Eleni ile Sofiya Gacaroğlu Mehmet Kemal Yalçın‟a emanet ellerinden birer torba ile dedem Gacaroğlu Mehmet bırakmıĢlar. Ben bu emanet çeyizleri 1996 yılında Kemal Yalçın‟ın evine gelmiĢler. Minoğlu‟nun karısı; Volos‟ta sahiplerine geri verdim. Bu hikâyeyi dokuz yaĢımda iken babam Ramazan Yalçın‟dan tarlamızda “Biz gidiyoruz, gidip gelememek, gelip görememek mısır ekerken dinlemiĢtim. var. Bunlar kızlarımın çeyizleri, sizde emanet kalsın, dönersek bir gün verirsiniz geriye, dönemezsek verin Benim doğduğum Denizli‟nin Honaz bucağında 1920 bir fukaraya hayrımız olsun! Çok ekmek yedik yılına kadar 1000 kadar Türk ile 1000 kadar Rum birlikte, hakkınızı helal edin!” demiĢ. HelalleĢmiĢler. yaĢarmıĢ. Ġsteyen kiliseye, isteyen camiye gidermiĢ. AğlaĢarak ayrılmıĢlar birbirlerinden. Babam Aynı çeĢmenin suyu ile hamur yoğurur, aynı pınarın Sofiya‟ya bakmıĢ, Sofiya da babama! Bir daha suyu ile bahçelerini sularlarmıĢ. Dedemin bahçesi, birbirlerini görememiĢler! Rum bölgesindeymiĢ. Dedemlerin komĢuları Pala- Dedem ve ninem emanet çeyizleri ölünceye kadar oğlu, Sabuncuoğlu, Minoğlu gibi RumlarmıĢ. saklamıĢlar. “Emanete hıyanet olmaz! Çeyizler kız- Aralarında hiçbir kavga dövüĢ olmadan kardeĢ ların namusudur! Dokunulmaz! Gidenler ya 40 gün, kardeĢ yaĢarlarmıĢ. AyĢe Ninem bir yere gideceğinde ya 40 yıl sonra geri gelirler!” demiĢler. Fakat gidenler babamı Minoğlu‟nun karısına emanet edermiĢ. bir daha geri gelmemiĢ! Minoğlu‟nun karısı da bir yere gideceğinde kızları Sofiya ile Eleni‟yi nineme emanet edermiĢ. Sonra Dedem ve ninem ölünce, emanet çeyizler annemle Birinci Dünya SavaĢı çıkmıĢ. Osmanlı Devleti babama kalmıĢ. 1994 yılında babam Ramazan Yalçın yıkılmıĢ. Ġzmir ve Ege Bölgesi Yunan Orduları ve annem Ümmühan Yalçın Yunanistan‟a gitmemi,

tarafından iĢgal edilmiĢ. Türklerle Rumlar arasındaki çeyizlerin sahiplerini arayıp bulmamı ve emanet kardeĢliğe kan bulaĢmıĢ. çeyizleri geri vermemi benden istediler. Ġsteklerini kabul ettim. 1920 yılının Eylül ayında bir gecede Honaz‟daki yetiĢkin tüm Rum erkeklerini toplamıĢlar, Annem, “Yazacaksan bunları yaz! Unutulmasın!” bilinmeyen bir yere götürmüĢler. Rum kadınlarını, diyerek Emanet Çeyiz‟in romanını yazmamı bana kızlarını, yaĢlılarını karakolun yananındaki bir ahıra önerdi. doldurmuĢlar. Dedemin ve ninemin komĢuları da Edebiyat Edebiyat Dergisi ahıra kapatılanlar arasındaymıĢ. Ninem komĢu- Babam ile Sofiya çocukluktan birbirlerini larının baĢlarına gelenlere çok üzülmüĢ. O günlerde severlermiĢ. Babam bir daha öyle güzel bir kız henüz 8-9 yaĢlarında bir çocuk olan babamla her görmemiĢ. Babam bana “Sen Yunanistan‟a git, sabah ahırdaki komĢularına ekmek göndermiĢ. Bir ay Minoğluları ara bul! Çeyizlerini geri ver. Sofiya kadar sonra, bir sabah bir çığlık, bir ağıt sesi yaĢıyorsa selamımı söyle, „Sen benim babamı

Kara Zambak duyulmuĢ. “Rumlar gidiyor!” demiĢler.

54

Savağı‟nda suya batırıp çıkarmıĢsın, babam bunu hiç mübadilleri aramaya baĢladım. Ayvalık‟tan Rize‟ye unutmamıĢ‟ de, gerisini o bilir!” dedi. kadar Ana-dolu‟yu dolaĢtım. 1996 yılında tekrar Yunanistan‟a gittim. Araya araya Minoğlu ailesini Dedeme emanet bırakılan çeyizler iki torba Volos‟ta buldum. Emanet çeyizi, 76 yıl sonra içindeymiĢ. Ayrıca ipek bir Ģitare yorgan da dedeme Sofiya‟nın kızının kızı Ġrini‟ye (BarıĢ‟a) teslim ettim. emanet edilmiĢ. Bu çeyizlerin kimi güveler yemiĢ, kimini fareler kemirmiĢ. Ben sağlam kalan 40 parça Emanet Çeyizlerin sahiplerini arama sürecini 1996- çeyizi geri verdim. Verdiğim çeyizlerin çoğu saf 1997 yıllarında romanlaĢtırdım. Bu kitapta, çeyizlerin ipekten dokunmuĢtu. Çünkü Honazlı Rumlar ipek sahiplerini ararken karĢılaĢtığım yüz kadar insandan kozası üretir, saf ipekten dokuma yaparlarmıĢ. 15 Rum ile 15 Türk mübadil insanın gerçek hayat hikâyelerine yer verdim. 1994 yaz tatilinde Atina‟ya giderek Minoğlu ailesini aramaya baĢladım. Üç hafta, köyden köye, kentten Bu kitap vefanın, dostluğun, kardeĢliğin, sevginin, kente Atina, Selanik, Kozani, Veria, Grebena, umudun ve hasretlerin sesidir. Bu kitap, tek Katerini, Platomona bölgesini dolaĢtım. Minoğlu meyveyle bahçe olmaz, diyen insanların son ailesini bulamadım. Ama Anadolu‟dan gelmiĢ sözlerinin ve son isteklerinin meydana getirdiği Rumları buldum. renkli bir bahçe, hüzünlü ve umutlu bir yürektir.

1995 yaz tatilinde Türkiye‟ye gittim. Yunanistan‟dan 8 mayıs 2017, Bochum, 1924 yılında mübadele ile Türkiye‟ye gelmiĢ

İSTANBUL

MUSTAFA TOGA

Ey erguvanlar Ģehri Ġstanbul. Bir yandan KapalıçarĢı‟nla ün salmıĢsın cihana Yedi tepeden topladım seni, çiçek gibi tek tek Diğer yandan Ayasofya, Topkapι Sarayı‟nla Sense iki kıtayι birleĢtirip sundun bana Lâleli‟ye demir atmıĢ turistlerinle Çağlar kapayıp çağlarι açtın Mahmut PaĢa‟da oluk oluk akan insanlarınla Nice imparatorluklara baĢkentlik yaptın Aksaray, Sirkeci, Zeytinburnu‟daki kopuklarınla OnbeĢ milyonluk nüfusu la ey Ģehr-i Ġstanbul Nice akĢamcılara, nice orospulara yataklık etmenle Türkiye‟de; Bir Türkiye var bir de Ġstanbul. Galata‟da cızır cızır piĢen taze balıklarınla Gönlümüzde taht kurmuĢsun ey Ģehr-i Ġstanbul Boğazında uğrun uğrun süzülen gemilerin Türkiye‟de; Bir Türkiye var bir de Ġstanbul. Güzel bir kadının boynundaki sıra sıra inci gerdanlık Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerine Rumeli Hisarι‟nda konser dinleyen o sessiz kalabalık Salıncak olmuĢsun medeniyetin beĢiğine Emirgan‟da dondurma yiyen kaçamak liseli aĢıklar, Beyoğlu'n, tramvayın o kısacık tünelin Marmara denizine, tankerlerin mazotunu akıtanlar Kurbağa bacağι bile bulunan çiçek pasajınla Rıhtımına oturup Kızkulesi‟ne bakanlar Literair Tijdschrift Literair ġiirlere konu olmuĢsun ey Ģehr-i Ġstanbul Kaç kez Ģahit oldular depremle sallanmana. Türkiye‟de; Bir Türkiye var bir de Ġstanbul. Gülü dikeniyle sevdiğim gibi seviyorum seni, ey Ģehr-i Ġstanbul Türkiye‟de; Bir Türkiye var bir de Ġstanbul.

Kara Zambak 55

Sanat ve Ebediyatta: İzafiyet, Kuantum Fiziği ve Gerçeklik 3

AkalNuri

NURĠ AKALIN

ın

uantum teorisi 19. yüzyılın sonlarında Max Plank‟ın çalıĢmalarıyla ortaya çıkar. Plank ısı Uzayda konuĢsanız, hatta var gücünüzle bağırsanız K ve ıĢık radyasyonunun niteliği üzerine bir bile ses çıkartamazsınız. Çünkü ses için gerekli olan araĢtırma yapar. Deneylerinden yola çıkarak ortam yoktur. Oysa dalga bir ortama ve bazı koĢul- radyasyon enerjisinin sürekli bir akıĢ değil kuantal ların oluĢmasına ihtiyaç duyar. Örneğin tek bir su denilen taneciklerden ibaret olduğunu ileri sürer. damlacığıyla dalga oluĢmaz, dalga oluĢabilmesi için Yaptığı ölçümler sırasında her türlü radyasyonun sayısız çoklukta damlanın bir araya gelmesi gerekir. ölçüm alanına kuantal biçimde verildiğini ama aynı Aynı durum ıĢık için de geçerli: IĢığın dalga özelliği biçimde alınamadığını saptar, dolayısıyla enerjinin alabilmesi için parçalanmıĢ ve tek baĢına ele alınan ve doğanın sürekliliği fikrinden vazgeçilmesini bir elektron değil de sayısız çokluktaki elektronun söyler. En önemlisi de „Parçacık‟ olarak adlandırılan bir araya gelmesi ve birbirini etkilemesi gerekir. Ģey de artık belirsiz bir nesne niteliğine Ayrıca fizikçiler yapılan deneylerde bütünden bürünmüĢtür. Onu bulduğunuz anda tanecik değil kopartılarak incelenen elektronların sergilediği dalga özelliğinde olduğunu görüverirsiniz, ya da hareket Ģeklinin son derece karmaĢık olduğunu, göz- dalga özelliğindeyken tanecik olarak karĢınıza lem ya da ölçüm yapma olanağının iĢin doğasından çıkıverir. kaynaklı imkansız olduğunu belirtiyorlar. Ġmkansız çünkü ölçümü yapmak için kullanılan her cisim tek Daha anlaĢılır bir ifadeyle söyleyecek olursak ıĢık bir elektronun yerini ve hızını etkiliyor. Bu nedenle uzayda ilerlerken dalga mıdır, yoksa tanecik mi diğer cisimlerin uzayda belirli bir yeri ve hızı sorusu hala çözülemeyen sorularımızdan ve olmasına karĢın elektronların buna uymadığı genel kuantum fiziğinin temel inceleme alanlarından bir kabul görüyor. Bu durum aslında bize maddenin

biridir. Tanecik olarak var olduğu Einstein‟ın ona bütünselliğini parçaladığımızda, tek baĢına ele Nobel‟i de kazandıran “Fotoelektrik etki” deneyiyle aldığımızda hareketinin de belirsiz olacağını kanıtlanır. Buna göre bir levha üzerine mor ıĢık gösterir. Buradan yola çıkarak bir mantık kurmak gönderilince etrafa çok fazla elektron saçılmaktadır. ve fikir yürütmek gerekirse Ģunu söylemek yanlıĢ Yani dalgasal olarak ilerleyen ıĢığın gösteremeyeceği olmaz: Bütünsel bir maddenin tek bir içerikten ve bir sonuçtur bu. Bu durumu Einstein her koĢulda biçimden oluĢamayacağı özelliği ıĢıkta da kendini ıĢığın dalgasal bir akıĢla sürekli ilerleyen değil de karakterize eder. IĢık çok sayıda elektronun bir birbirine çarparak ilerleyen “foton” adı verilen çok araya gelmesiyle oluĢur ve dalgasal bir özellik Edebiyat Edebiyat Dergisi küçük parçacıklar olduğunu saptar. Ama aynı ıĢık kazanır. Ama Einstein‟ın “Fotoelektrik” deneyinde bazı durumlarda dalga olarak da var olur, bu da olduğu gibi o dalgayı bir yere çarptırıp parçalarsanız 1927‟de Davisson ve Germer adında iki bilim dalga özelliği ortadan kalkar ve ıĢık parçacıklara adamınca kanıtlanır. Ancak dalga özelliği bölünerek dağılır. gösterebilmesi için bir ortam olması gereklidir.

Kara Zambak ġöyle ki ses dalgaları ancak atmosfer içinde Bir baĢka deneydeyse üzerinde iki adet yarık oluĢabilir. bulunan levhaya gönderilen elektron veya proton 56

parçacığı yarıkların ikisinden de etkilenir. Üstelik sınırları son derece daralmıĢtır. ĠĢte Einstein‟ın bu yarıklar birbirinden uzak bile olsalar bu etki yine devasa büyüklüklere gösterdiği yaklaĢımı atom altı gerçekleĢir ve parçacık iki yarıktan da geçen parçacıkları düzeyindeki küçüklüklere de uyar- dalgaymıĢ gibi davranır. Oysa levhanın arkasına lamaya çalıĢması, aynı iĢleyiĢ yasaları olmasa da bir yerleĢtirilmiĢ zemin üzerinde tek bir noktaya iz benzerini onlarda araması onu çıkmaza sürükler. bırakır, bu baĢlangıçta gönderildiği gibi tekrar tek Bunu yapmaya çalıĢtığında aslında özel ve genel bir parçacık olduğunu gösterir. Ancak bu parçacığın görelilik teorisi arasında çıkan uyuĢmazlıkla ilgili hangi yarıktan geçtiği ve arkadaki zemin üzerinde sergilediği yaklaĢımla çeliĢir. Örneğin bu konuda nereye düĢtüğü olasılıklara dayanır. En önemlisi bu Ģöyle der: “…elde ettiğimiz sonuç göstermektedir ki durum ölçüm yapılamamasının ötesinde parçacığın genel görelilik kuramına göre özel görelilik hareketindeki belirsizliğe dayandırılır. Parçacık kuramındaki iki temel varsayımından biri olan ve arkaya yerleĢtirilmiĢ zemin üzerinde az ya da çok Ģimdiye dek sık sık sözüne ettiğimiz ıĢık hızının düĢme olasılığı olan her noktaya düĢebilir. Aynı boĢlukta sabitliği yasası sınırsız bir geçerlilik iddia araĢtırmalara katılan bir fizikçi olan Heisenberg edemez… Bu kavramın (özel göreliliğin) sonuçları sonradan bu durumu belirsizlik ilkesi olarak çekim alanlarının (örneğin ıĢık hızı) üstündeki etkisi formüle eder. hesaba katılmayabilirse geçerlidir.” AnlaĢılacağı üzere bazı koĢullarda tartıĢmasız geçerli olan bir çok Atom altı parçacıklarının iĢleyiĢini araĢtıran bir fizik yasa farklı koĢullar ortaya çıktığında tutarsız bir hal dalı olan kuantum fiziği aynı zamanda kuantum alabilmektedir. mekaniği olarak tanımlanan ama henüz iĢleyiĢi bütün yönleriyle tam olarak ispatlanamamıĢ bir de Buna göre atom altı parçacıkları düzeyinde teori ileri sürer. Buna göre atom altı parçacıklarının parçalanarak incelenen veya gözlenen maddenin iliĢkilerini kuran ve hareketlerine yön veren gözlem için kullanılan araçlar dıĢında hiçbir parçacık gibi davranan bir tür dalga söz konusu. Bu bağıntısı ve etkileyeni olmayacaktır. ġu ana kadar dalgaya gravitör adı veriliyor. Gravitörlerin nasıl yapılan en büyük handikap aslında bir atom hareket ettiği, hatta var olup olmadıkları bile henüz zerreciğinden, onun devinim Ģeklinden yola çıkıp tam olarak saptanabilmiĢ değil. Yalnızca “Standart dünyayı ve evreni anlamaya çalıĢmamız olmuĢtur. Model” denilen bir iĢleyiĢi olduğu ileri sürülüyor. Bu Ya da tersi, gezegenimizin gösterdiği devinimin yüzden de henüz yasa değil bir varsayım. Kuantum aynısını veya benzerini atom çekirdeğinde fiziğinde karĢılaĢtığımız geliĢme Einstein‟a göre bulgulamaya çalıĢmamız da bir o kadar yersiz bir yalnızca iĢleyiĢ yasası henüz saptanamamıĢ bir çabadır. Burada karĢımıza „peki bu ikisinin bağın- durum. Dehası kabul edilmekle birlikte o dönem tısını ve iliĢkisini nasıl kuracağız‟ sorusu çıkıyor. kuantum fiziğinin getirdiği belirsizliği savunanlar Belirsiz ve rastlantısal olan bir yanda zorunlu olan bu tavrından dolayı Einstein‟ı tutucu olmakla yasalar öbür yanda duruyor, ortada ise anlaĢı- suçlarlar. Bunda bir miktar haklılık payı da var, lamayan bir boĢluk söz konusu. Aslında cevap basit çünkü Einstein‟da determinist (belirlenimci) bir ve kendi içinde saklı, yasaların nasıl ortaya çıktığına yaklaĢım söz konusu. Nedeni ise izafiyet teorisi ile bakmak yeterli. Hareket halindeki madde

kuantum fiziği arasındaki bağıntıyı kuramamıĢ elektromanyetik ve nükleer kuvvetlerin yarattığı olması. Aslında bunu hiçbir fizikçi deneysel olarak alanda kütle ve hacim kazanarak yeni bir bütün yapabilmiĢ değil. Bu baĢarıldığında az önce sözünü oluĢturmaya varır ve kendisi için iĢleyiĢ yasaları ve ettiğimiz Einstein‟ın da ulaĢmak istediği “her Ģeyin çekim alanı yaratır. Bu denklemin tersi de yasası” denilen genel bir iĢleyiĢ yasasının da geçerlidir, madde çözümüne uğrayarak o bütünden deneysel olarak ortaya çıkacağı düĢünülmekte. kopup kütlesini ve hacmini yitirdikçe ortaya çıkart- Kuantum atom altı parçacıkların hareketlerini tığı o iĢleyiĢ yasaları ve çekim alanı ortadan kalkar. kapsar. Ġzafiyet ise diğer uçta yer alan kütle çekim Yani su elmanın içinde su gibi davranmaz, mesela alanının doğduğu büyüklüklerin hareketlerine akıp gitmez, tadı Ģekerlidir, rengi farklıdır, su olma Literair Tijdschrift Literair yönelik somut sonuçlar ortaya koyar. Atom altı özelliklerini taĢımakla birlikte diğer birçok parçacıklarının hareket Ģekli Ģimdiki bulgularla maddeyle birleĢtiğinden bu haliyle onun kendine belirsizliğe dayanır ama devasa büyüklüklere özgü bir devinimi vardır, elma suyudur. Diyelim ki bakıldığında bunun tam tersi belli yasalar ortaya teknik cihazlarla elmanın içindeki suyu tamamen çıkmıĢtır ve o yasalara göre hareket ederler. Her Ģey ayrıĢtırdık, ancak o zaman su artık yalnızca su gibi neden ve sonuçlara bağlıdır. Rastlantısal olanın 57 Kara Zambak

davranır ve onun özelliklerini sergiler. Suyu da çekim alanları veya diğer bir takım fiziksel olgular, oksijen ve hidrojen olarak ayrıştırdık diyelim, bu farklı maddelerin birleşmesinin koşullarını sefer suyun gösterdiği bütünsel özellikler ve oluşturarak yeni olanın ortaya çıkmasını sağlar. Bu devinim ortadan kalkacak oksijen ayrı hidrojen ayrı yeni sonuçtur. Oluşan her yeni aynı zamanda eskiye bir devinim sergileyecektir. Eğer hidrojen dair bazı özelliklerini yadsır ve iki veya daha çok molekülünü de atomlarına kadar parçalarsak (ki bir maddenin birleşmesinden doğduğundan aynı hidrojen molekülü iki atom çekirdeğinden oluşur) zamanda çelişkiyi de içinde barındırır. Eğer oluşan bu sefer hidrojenin gösterdiği devinim ortadan iki ayrı bütünün devinimi birbirine göre eşit bir kalkacak, elektron, proton ve nötrondan oluşan bir devinimse özel izafiyet teorisi gereği birinde geçerli atom çekirdeği nasıl davranıyorsa, elimizdeki olan genel işleyiş yasası diğerinde de aynen madde öyle davranacaktır. Onu da parçaladık ve geçerlidir. Her devinim kendi neden ve sonuçlarını diyelim ki elimizde ayrı ayrı duran proton nötron yaratırken diğer devinimlerden etkilenir ve onları ve elektron kaldı. Bu üçü içinde en kararlı olan etkiler. Kısacası bütün bu yasalar ve izafiyet kuramı protonu alalım. Proton “güçlü kuvvet” yoluyla bir da dahil adını saymadığımız daha başkaları madde arada duran daha küçük zerreciklerden oluşur. Bu birleşerek bir bütün olmaya vardığında ortaya daha küçük zerreciklere hadronlar denir. Bir arada çıkarlar. dururken kararlı olan proton hadronlarına parçalandığında, yani ayrıştığında o zerreciklerin Örnek olarak birey toplum ilişkisini de verebiliriz. tümü tamamıyla kararsız bir devinim sergiler ve Nasıl ki proton atom çekirdeğinin içinde iken onun çok kısa sürede var olan durumlarını tamamen bir parçası ise, birey de toplumun içindeyken onun yitirip gözlenemez olurlar. Hadronlar şu ana kadar bir parçasıdır ve öyle kaldığı sürece o toplumun bilindiği haliyle yalnızca protonlar parçalandığında kuralları ve işleyişi tarafından sınırlanır, karnını ortaya çıkar-tılabilir. Mesela uzayda yol alan ve doyurmak için o ekonomi içinde yer alması gerekir, dünyanın atmosferine çarpan kozmik ışınlar bu toplumsal kurallar dışına çıkıp suç olarak kabul çarpma sırasında hadronları ortaya çıkartır. Bu da edilen fiilleri işlerse cezalandırılır. Ama diyelim ki kozmik ışınların yüksek bir enerji ve proton birey içinde yaşadığı toplumdan kopup bir parçacıklarını taşıdığını bize gösterir. Hadronların ormanda yaşamaya başladı, işte o zaman o top- tümü aynı özelliklere sahip zerrecikler de değildir, lumun hiçbir kuralı onun için geçerli olmayacaktır. biri diğerinden daha tuhaf olabilmektedir. Hem Daha genel bir bütün olan toplumdan kopan ve tuhaf görünümleri hem de belirsiz, kararsız tuhaf ormanda yaşamaya başlayan bireyimiz hala kendi devinimleri nedeniyle kaon, lamda, sigma gibi içinde bir bütünlük taşır. Artık onu sadece doğanın değişik adlar takılan bu zerreciklere tuhaf bir parçası olarak ele alabiliriz. Nasıl ki bir ağaç zerrecikler de denir. Yani maddeyi bütün kendi içinde canlı bir bütünse, insan vücudu da bağıntılarından koparttığımızda elimizde kalan en öyle kendine göre bir işleyiş yasası olan bir küçük birim veya zerreciğin devinimi tamamen bütündür ve öyle kalmak için kendi işleyiş yasaları belirsizleşecektir. Neden, sonuç, yadsımanın çerçevesinde devinim göstermek zorundadır; yadsıması, karşıtların birliği, izafiyet, kütle çekim beslenmesi, su içmesi, oksijen soluması, belli bir ısı alanı, matematiksel yasalar… Bunların hiçbiri onun da kalması gereklidir. Fakat farz edelim ki soğuk için geçerli olmayacaktır. Bu yasalar ancak devinim nedeniyle bireyimizin ayağı dondu ve dizinden içindeki o zerrecik kendine özgü bir çekim kuvveti aşağısını kesmek zorunda kaldı. Kesilen ayak artık ve alan dahilinde bir başkasıyla birleşip bir bütün o bütünden koptuğundan vücut için gerekli olan oluş-turduğunda ortaya çıkmaya başlar. Her şeyin beslenmek, oksijen solumak gibi yasalar onun için ilk nedeni harekettir, hareketi doğuran ise hem gerekliliğini yitirecektir. Artık gömüldüğü toprakta kütlede hapsolmuş olan hem de evrenin bütününde bir süre sonra çürüyerek tamamen çözünecek ve bulunan enerjinin kendisidir. Nasıl ki insan her çözünen parçası başka bir maddenin ortaya

Edebiyat Edebiyat Dergisi tarafından üretilen her türlü alet elektrik, çıkmasına katıldığında ortaya çıkan yeni maddenin

akaryakıt, nükleer enerji, güneş ışığı gibi herhangi devinim yasasına uymaya başlayacak, otsa ot, bir enerji olmadan hareket edemiyorsa, yani böcekse böcek gibi davranacaktır. Bu nedenle bir onların hareketini sağlayan enerjiyse, evrendeki madde atom altı parçacıkları düzeyinde parça- bütün maddelerin sergilediği devinimin landığında ve bütünden bağımsız ele alındığında nedenlerinden biri enerji ve enerjiyle bağıntılı hiçbir işleyiş yasası da olamaz. Varılabilecek en son Kara Zambak olarak oluşan alanlardır. Enerji ile oluşan hareket, nokta onun hem tanecik hem de dalga özelliği gibi 58 ikili özellikler gösterebilen, belirsiz hareket eden bir geliĢin ortaya çıkmasıyla kütle kazanan madde bir devinim içinde olduğu gerçeğidir. Belirsiz bir bütün olmaya varır ve bir devinim kazanır. OluĢan devinim gösteren maddenin o parçalanmıĢ hali bu bütünsel devinim kendisi için neden sonuç zayıf-güçlü nükleer kuvvet ve elektromanyetik alan iliĢkileri, birden çok maddenin bir araya gelmesinde dahilinde hareketin gereği birleĢir ve birleĢtikçe ve hareketten doğan çatıĢkılar, baĢka bir devinimle yeni bütünler oluĢturur. Her oluĢan bütünün kendi bütünleĢ-tiğinde eskinin yadsınması, kütle çekim devinimi vardır ve o devinim kendi iĢleyiĢ yasalarını alanı gibi daha bir sürü yasallık doğurur. yaratır. OluĢan yeni bütün bir gezegen düzeyine ulaĢtığında kütlesi de devasa bir boyuta Bir gezegen ve hatta galaksi düzeyinde hareket ulaĢacağından kütle çekim alanı gibi bir olgu alanları doğduğunda bile rastlantısal olan hiçbir doğduğundan rastlantısal ve belirsiz olandan o zaman bütünüyle yok olmaz, yalnızca ortaya çıkma oranda uzaklaĢılmıĢ olur. Tam burada kütle çekim olasılığı ve sıklığı son derece azalabilir. Uzayda da alanı ile diğer alanların felsefi kuramsal düzeyde yıldız ve gezegen çarpıĢmaları meydana gele- bağıntısını kurmak da mümkün olmaktadır. Var bilmekte, yine dünyamıza bir dönem büyük olan 4 temel alandan üçü (elektro manyetik, zayıf kraterler çarptığı bilinmektedir. Ancak bunlar nükleer ve güçlü nükleer kuvvetler) atom altı dünyaya göre çok küçük bir kütle olan ve farklı bir parçacıklarının iĢleyiĢinde geçerlidir ve bunlar devinim sergileyen insanın karĢılaĢtığı rastlan- “standart model” adı verilen bir alan kuramı ile tısallıkla orantılandığında çok düĢük bir miktar birleĢtirilebiliyorlar. Kütle çekim alanı ile standart olarak kalır. Sonuç olarak kuantum fiziğinin ortaya model arasında süper sicim gibi fiziksel bir bağ koyduğu atom altı parçacıklarında ortaya çıkan kurulmaya çalıĢılmıĢ olsa da bu kanıtlanabilmiĢ belirsizlikle izafiyet teorisindeki yasallık ve değil. Ancak kuramsal olarak bakarsak zaten kütle belirlenimcilik arasındaki iliĢki birbirini yadsımaz. çekim alanını yaratan elektromanyetik ve zayıf- Tam tersi belli bir mantık içinde düĢününce aksi güçlü nükleer kuvvetler sayesinde maddenin kütle olması zaten akla, mantığa ve bilime aykırı olurdu. kazanması ve devamında kütle çekim alanı Çünkü bunun aksini savunmak, yani parçalanıp yaratmasıdır. Doğal olarak madde kütlesini bütün bağıntılarından kopartılmıĢ bir maddenin o kaybettiğinde kütle çekim alanı ortadan kalkar ama zerrecik halinde bir iĢleyiĢ yasası aramak onun elektromanyetik ve zayıf - güçlü nükleer kuvvetler hareketine yön veren hareket tarzını belirleyen bir varlığını sürdürür. Çünkü sürekli hareket gereği güç olduğunu savunmak demek tanrısal, ilahi bir sürekli çözülme ve yeni olan bütünlerin ortaya gücün varlığını koĢulsuz kabul etmek anlamına çıkması sırasında bu alanlar etkin olur. Tabii gelir. Çünkü belirlenimciliğin (determinizm) burada Ģunun altını çizelim, bazen önce kuramsal varacağı en son nokta burasıdır, nihayetinde bir ve felsefi düzeyde bazı tezler veya varsayımlar belirleyen olduğunu savunmak. Zaten Einstein‟ın ortaya atılır, ardından deneysel bulgularla o tezler kafası da bu noktada biraz karıĢır; atom altı desteklenip kanıtlanır, bazen de deneyler sırasında parçacıklardaki o belirsizlik üzerine araĢtırmaları keĢfedilen, kanıtlanan bir takım durumlar ve veriler sırasında durumu kabullenemeyerek “tanrı zar ıĢığında yeni kuramlar oluĢturulur. Hangi yol atmaz” demesi de bundan kaynaklanır. Gerçi bu izlenirse izlensin sonuçta bu ikisinin birbirini sözü espri olarak kullandığını söyleyenler de var bütünlemesi savunulanın kalıcı olması bakımından ama öyle bile olsa temelinde yatan o kafa önemli. Elimizdeki veriler ayrı ayrı ele alındığında karıĢıklığını yansıtan bir sözdür. Bu gün diyalektik kuantum fiziğindeki belirsizlik ve izafiyet materyalizmi radikalce savunuculuğunu yapan teorisindeki yasallık kendi içlerinde tutarlı bir “ateist” ve “maddeci” olduğunu söyleyen bir çok Ģekilde kanıtlanmıĢ durumda. Bu iki alan arasında çevrenin de idealizme karĢı çıkmak adına atom altı fiziksel deneyle süper sicim gibi bir takım fiziksel parçacıklarının hareketini belirleyen bir güç, bir olgulara ulaĢmak ve bunu kanıtlamak mümkün yasa olduğunu savunmaları, durumu yalnızca henüz Literair Tijdschrift Literair olabilir. Ancak bu iki alan arasındaki bağıntıda ölçüm cihazlarının bulunamaması, teknik rastlantısal olanın etkisi göz ardı edilemez. Böyle yetersizlik gibi olgulara bağlamaları çok ilginç ve bir olduğundan tek bir bağıntı bulmak ve tek bir iĢleyiĢ o kadar tezat bir durumdur. Bunu savunmakla olduğunu saptamak pek olanaklı görünmüyor. aslında diyalektik materyalizmin özüne ters Belirsiz hareket eden mad-denin en küçük yapısal düĢtüklerinin farkında bile değildirler. Onlar ne hali rastlantısal olarak sayısız Ģekilde ve birden çok ateist ne de maddecidir. Kara Zambak koĢulda bir araya gelebilir. Ancak böylesi bir araya 59

Ferda Güneş Aydın'ın İlk Şiir Kitabı "Dokunmak Acıtmamalı Teni"

ALĠ ġERĠK

u yılın baĢında Ferda GüneĢ Aydın'ın ilk Ģiir Alttaki Ģiir tüm kitabın ruhunu bir araya toplamıĢ. kitabı Dokunmak Acıtmamalı Teni çıktı. B Herkes kendi acısını yaĢar Ferda'nın kimi Ģiirleri uzun ömürlü, okunmaya her Ne eksiktir baĢkasından zaman değer. Bırakın kitaplığınızda kalsın, kitap Ne de bir fazla belki zaman içinde tozlanacak. Tekrar elinize Terazisi vicdanlardır aldığınızda kitap yeni yazılmıĢ Ģiirler gibi Acıdan yana bir öykü varsa karĢılayacak sizi. ġiirlerinin kendine özgü bir ahengi var. Kimi Ģiirleri ġiirlerde zaman olgusu pek yok, daha çok duygu öyle çok Ģey anlatır ki... Herkes kendi acısını yaĢar ve olgusu öne çıkmıĢ. Belki bu duyu olgusu Ģiirleri aynı acıdan yana bir öykü varsa bu bizim öykümüz olmalı zamanda zayıflatmakta. Bu Ģiir kitabını sakın bitir- diye düĢünür insan. En zor iĢlerden biri insanın mek için okumayın. Kitabı Ģarap yudumlar gibi kendisini tanımasıdır. Örneğin ayakkabılarınızı ve içmelisiniz. Kitabı açtım, ĢiĢeyi bitireyim demeyin, çoraplarınızı çıkartıp bir ırmağın içinde durmak- duygular sizi sarhoĢ edip Ģiirlerin anlamını kaçıra- tasınız ve o ırmağı anlamaya çalıĢmaktasınız. O bilirsiniz. ırmağı anlayabilmeniz için yukarılardan akıp gelen o suyun hangi gözelerden doğduğunu, yaptığı Ferda'nın kullandığı dil sade ve gizemli, güzelliğini yolculuğu, içinde kimlerin yüzünü yıkadığını,

saklayan genç bir kadın gibi. Ġmgeler açık ve anlaĢılır. kimlerin o ırmaktan su içtiğini de bilmek zorun- Duygularla, abartmalarla boğmuyor Ģiirini. Tam dasınız. Ġnsan da böyle, kendi öyküsünü anlaya- tersine duygular beyninizin içine yuva yapmakta ve bilmesi için, acılarını da tanımak zorunda. sizi düĢündürmeye çalıĢmakta, bu daha güçlü olabilirdi. ġiir sizden uzak kalan düĢüncelere geri Gideceğim buralardan götürmekte. Hiçbir Ģehre uğramadan Kalabalıklara karıĢmadan ġiirler duygu fırtınası değil, daha çok fırtına sonrası Arkamda ne bir dost Edebiyat Edebiyat Dergisi bir sessizlik. Bahçenizde fırtınanın kırdığı ağaca Ne bir sevgili bırakmadan bakar ya insan öyle. Örneğin bahar sularıyla kabaran (...) nehir değil Ferda'nın Ģiirleri, daha çok nehrin tekrar sakin akması ve birden görürsünüz ki nehrin akıĢı, Bu Ģiirde ilk aklıma gelen „bu mümkün mü‟ sorusu nehrin yatağı değiĢmiĢ, böyledir Ģairin Ģiirleri. oldu? Ne bir dost ne de bir sevgili geride

Kara Zambak Hüzünlü insanın sevdiğine bakması gibi.

60

bırakmadan. Bu Ģiir bana, yumurtasının kabuğunu SürgülenmiĢ kapılar ardından kıran, yuvasında büyüyen, yaz geldiğinde kanatlarını geldiler açan, her Ģeyi olan yuvasını, ebeveynlerini, gördüğü Ama vicdanları kördüler manzaraları, içinde büyüdüğü ağacı terk eden ve geri Ayaklarını vura vura dönemeyen bir kuĢu anımsattı. Duygularımız da bizi Bir katar kuzgun siyahı bazen alıp götürmek ister uzaklara, çok uzaklara Parlayan güne sürdüler kimselerin olmadığı, dağ yamaçlarına, tek baĢımıza (...) kalmak için. Buradan insan fiziksel kaçmıyor, duygularıyla düĢünceleriyle kaçıyor. Dar geliyor Toplumsal gerçeğimizi dile getirir Ģair. Çok özenle bazen nefes almak, bulunduğumuz yerde, bulun- seçilmiĢ sözcükleri kullanarak günümüzdeki sosyal duğunuz insanların arasında. hatta siyasi sıkıntıların getirdiği korkuyu dile getirir. Söyle biter bu Ģiir. "Ezber bozarak gideceğim." Parlayan aydınlığın üstüne, siyahın içine batmıĢ Evet ezberi bozmaktır düĢünen ve yaĢamak isteyen kuzgunlar saldırmakta. Bu toplumsal duyarlılığı kimi insanın en büyük görevi. Ģiirlerinde kısır kalıyor demek de yanlıĢ olmaz.

GeçmiĢin hesabı değil Kadınım ben yarımım Aslında derdim Asırlardır tam olamadım Geleceğin kaygısı Medeniyetler kucağında KapanmıĢ perdenin Sütüm siyah Yeniden açılıĢ sancısı GözyaĢlarım kan (...) (...)

Ferda duyarlı bir Ģair, sanki pencerenin hep kapalı Ferda'nın Ģiirlerden duygunun inceliğini yakalarsınız. kalmasından korkan. Geleceğin kapısını herkese açık ġiirde kadın olmanın, sevginin, ezikliğin izleri bolca tutmaya çalıĢan ve geleceğe inanan, geleceği özleyen geçer. Anlatılanların altında derin anlamlar bir Ģair. Kapanan Ģeylerin, yıkılan Ģeylerin, yeniden yatmakta. Sütüm siyah, gözyaĢlarım kan... Ama yapılmasının ne kadar zor olduğunu bilmekte. Onun anlamaya baĢlarsanız Ģiirin içindeki derin manayı, için geçmiĢin hesabı değil, kapanmıĢ perdeleri aldığınız nefes boğazınızda düğümlenir. Kadının yeniden nasıl açarızın endiĢesi var. Önemli olanın üzüntüsü sanki dünyanın ve yeryüzünün üzüntüsü ve insanların birbirlerine düĢman olmalarının değil, acısı ile bir olmuĢ. Kadın olmak zor. bunların nasıl tekrar dost olabileceklerinin. (...) (...) Ben aynada kendini tanımayan kadın Sanki darağacı boynumda Yüzümdeki çizgilere kazıdığım acım Susuyorum piĢmanlıktan Köprünün altında çok sular aktı Ağlamak yok Zaman saçlarıma beyaz ipekler taktı Sızlanmak yok (...) Sadece Öylece baka kaldım Kırgın yüreklerin Ģarkısını söyler kimi Ģiirleri. Bu Gidenlerin ardından Ģarkılar yalnız Ģairin Ģarkıları değildir, bu Ģarkılar biraz da bizim Ģarkılarımız. Bizden uzaklaĢan Tarihin içinde bir sürü hatalar var. Aradan yıllar sevginin ve aĢkın, geride bıraktığı çukuru anlatır. geçtikten sonra dahi çoğu zaman, keĢke bu hataları ġiirlerden kadının duyarlılığı sıkça öne çıkar. Sev- yapmasaydık, olmasaydı bu yanlıĢlar. Bu ferman menin ve kırılan sevginin açtığı izlerin nelere sebep

verilmeseydi ve bu kalem kırılmasaydı. Burada büyük olacağını gösterir. Aslında aĢk ve sevgi insanın ayakta Tijdschrift Literair laflar edip kendisini kandırmıyor, intikam istemiyor. kalması için en büyük dayanaktır. Sevgi aĢka dönüĢür Ġçindeki acıdan kurtulmak için onu bir yere de ve aĢksa tekrar sevgiye. gömmek istemiyor. Ġçinde taĢıyor, korumak için, Okumaya değer güzel bir kitap "Dokunmak unutmamak için, çünkü unutulan hatalar tekrarlanır. Acıtmamalı Teni".

Kara Zambak 61

Babalar

ALĠ ġERĠK

Ali ġerik

Babalar gördüm birbirinden efendi, birbirinden ağırbaĢlı türkü söyleseler, kervan yolluna devam eder babalar gördüm, sanki bakıĢları kar suyunda kabaran nehir babalar gördüm, kiminin sırları bir avuç gazel, önemsiz ve gerekli kiminin sırları derin bir kuyu, keder içinde üstünü örtecek toprağı bekler babalar gördüm, kiminin sırları poyraz, saçları çocuk kokusu, alınları baĢak kiminin bilekleri, gece gündüz sevdiklerinin tedirginliğinde kelepçeli kiminin kolları sevdanın kanadı, birlikte uçmaya hazır bir kuğu güzelliği

Babalar gördüm, bir baba konuĢtu mu, susar tüm taĢlar bir baba dinledi mi, dile gelir küskünlükler, susar ayrılıklar bir baba okĢasa ağaçlar, kamıĢlar bile boynunu uzatır öyle babalar gördüm ki, öldüklerinde mezar taĢı bile ağlar öyle babalar gördüm ki, adları ölmeden unutulur öyle babalar gördüm ki, sustuklarında korkarsın konuĢtuklarında korkarsın, bir telaĢ alır evdeki tüm duyguları öyle babalar gördüm ki, ahlak bekçisi aynı anda zamparalık düĢkünü

Babalar gördüm, ufak bir karaltıda Kuran'ın üstüne elini kor kimi babaların yüzü ayıkken acıdır, sarhoĢken mutludur kimi babalar, dalda sallanan birer elma, yüzdeki buse kimi babaların yüreği, gece yağan karın getirdiği sessizlik kimi babalar, kırık bir testi, ille de su taĢımak ister

babalar gördüm, elleri darlık, elleri mağdur, elleri geçim sıkıntısı babalar gördüm, sırtlarında koca bir dünya, sırlarında nice sevgi babalar gördüm, yüreklerinde kin, yüzlerinde gözyaĢının çukurları

Babalar olmasaydı, böyle mutlu olur muydu Ģu koca evren babalar olmasaydı, hayat böyle güzel olur muydu kalkarken, uyarken, gezerken babalar olmasaydı, bu kadar kötü olur muydu bu zalim âlem babalar olmasaydı, savaĢlar böyle uzun sürer miydi, doğa haykırır mıydı acıdan Edebiyat Edebiyat Dergisi babalarımız öyle karmaĢık, öyle güzel ki, babalar olmasaydı kime sarılırdık babalar efsane yaratır, umut eker, kaçıp gider, yabancı gibi sırtını döner babalar gerçeğin en özü, yalanın en ustası, yağmurun en Ģiddetlisi babalar ağır bir taĢ, annelerin avuçlarında zorbela taĢınır

Kara Zambak 62

Kolaj / Collage: JOLANDA OUDIJK

63

Kolaj / Collage: JOLANDA OUDIJK

64