III. ULUSLARARASI AVRASYA ÇALIŞMALARI SEMPOZYUMU “AVRASYA’DA BİLİM VE TEKNOLOJİ ÖNCÜLERİ” –PROF. DR. FUAT SEZGİN’İN ANISINA–

3rd INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON EURASIAN STUDIES “PIONEERS OF SCIENCE AND TECHNOLOGY IN THE EURASIA” –IN MEMORY OF PROF. DR. FUAT SEZGIN–

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ FARABİ AVRASYA ÇALIŞMALARI UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

Yayına Hazırlayanlar ve Editörler

Dr. Oraz SAPAŞEV Dr. Turgay GÖKGÖZ

i

Demavend Yayınları Elektronik yayınlar serisi: 12 İstanbul, Ağustos 2020 Yayın yönetmeni: Neval Güzelyüz Editörler: Dr. Oraz Sapashev-Dr. Turgay Gökgöz Eserin türü: Edebiyat, araştırma

© Bu eserin bütün hakları Demavend Yayınları’na aittir. 5846

Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nın hükümlerine göre eserin tamamı ya da bir bölümünün, izinsiz olarak elektronik, mekanik, fotokopi veya herhangi bir kayıt sistemi ile yayınlanması, çoğaltılması ya da depolanması yasaktır.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncı Sertifika No: 27406 ISBN: 978-625-7087-06-3

Demavend Yayınları Başak Mah. Yeşil Vadi Cad.

Metrokent, A1 Blok, D. 87 Başakşehir-İSTANBUL Kütüphane Bilgi Kartı  : 0090 212 500 36 07 (Cataloging-in-Publication Data) [email protected] 1. Edebiyat 2. Avrasya çalışmaları http://www.demavend.com.tr ii

SUNUŞ III. Uluslararası Avrasya Çalışmaları adını taşıyan sempozyumumuz, “AVRASYA’DA BİLİM VE TEKNOLOJİ ÖNCÜLERİ” temalı olup aynı zamanda dünyaca ünlü Türk akademisyen Prof. Dr. Fuat Sezgin’in anısına gerçekleştirilmiştir. İlgili sempozyum kitabımız, sempozyumda sunulan bildirilerin tam halini ve Türkolog Altai Amanzholov’un anısına istinaden, “II. AMANZHOLOV'UN OKUMALARI” ve “ORTAÇAĞDAKİ ORTA ASYA TARİHİ” konulu yuvarlak masa sunumlarını içermektedir.

III. International Eurasian Studies symposium has the theme of “Pioneers of Science and Technology in Eurasia” and it was held in memory of the world famous Turkish academician Professor Fuat Sezgin. The related symposium book is based on the full version of the papers presented at the symposium and It also includes round table presentations about the theme of the READINGS OF AMANZHOLOV ”and“ MIDDLE ASIAN HISTORY OF MIDDLE AGE and it was held the memory of the Turkologist Altai Amanzholov. SEMPOZYUM KONUSU “Avrasya’da Bilim ve Teknoloji Öncüleri” Sempozyumun ana konusu Avrasya Bölgesinde Bilim ve Teknoloji öncüleri ile ilgili çalışmalarıdır. Sempozyumun bu genel başlık altındaki alt başlıkları ise şöyle sıralanabilir:  Sosyal, fen ve teknoloji alanları başta olmak üzere Bilim ve Teknoloji öncülerinin hayat hikâyeleri  Avrasya bölgesinde Türkiyat ve Şarkiyat alanlarında öncü ilim insanları ve yeni araştırmalar  İşlevleri ve amaçlarına götüren stratejilere göre bilim ve teknolojiöncüleri  Ünlü bilim ve teknoloji insanlarının bilim dünyasına etkileri  Bilim ve Teknoloji öncülerinin siyaset adamları ile ilişkileri  Orta Doğu, Orta Asya ve Balkanlarda bilim ve teknoloji faaliyetleri  Bilim ve Teknolojinin yanlış kullanımına yönelik çözüm önerileri.

iii iv

İÇİNDEKİLER PROF. DR. FUAT SEZGİN’İN GAS ADLI ESERİNDE ARAP EDEBİYATININ ÖNEMLİ KONULARI VE KAYNAKLARINA DAİR GÖRÜŞLERİ Derya ADALAR SUBAŞI ...... 1 OKUL EN İYİ EĞİTİM GELİŞTİRME KAMU FONU "EN İYİ" Aliya B. MADIEVA ...... 12 URDU DİLİNİN İLK ROMAN YAZARI NAZEER AHMED’İN ESERLERİNDE HİNT MÜSLÜMANLARININ SOSYAL VE DİNİ DURUMU Mohammad RASHİD ...... 19 TÜRKLERİN DÜNYA DÜZENİ ANLAYIŞI ÜZERİNDE KAZAKLARIN ETNOKÜLTÜREL DEĞERLENDİRMELERİ O.S.SAPAŞEV ...... 31 KAZAK ŞAİRİ MEŞHUR JÜSİP KÖPEYULI’NIN “CAMİNİN İNLEYİŞİ” ESERİNDEKİ İNTÂK SANATI Moldir İLGİSHEVA ...... 45 CHINGISSIDLER KABİLESİNDEN GELEN ABUL HAYIR TORUNLARININ RUSYA İMPARATORLUĞUNA HİZMETLERİ Gulbanu B. IZBASSAROVA ...... 53 FONOSEMANTİK DOMINANT - METİNDİZİ YAPI BİLEŞENİ Gulnat T. ABIKENOVA ...... 58 Asem L. KAKIMZHANOVA ...... 58 UYGULAMALI DİLBİLİMDE KAZAK DİLİ'NİN BİR KURULUŞUNU YARATMAK İÇİN YÖNTEM VE İLKELER Gülmira B. MADIYEVA ...... 82 Saule BEKTEMIROVA ...... 82 KAZAKİSTAN’DAKİ TÜRK ONİMLERİNİN ARAŞTIRILMASI Gülmira B. MADIYEVA ...... 92 Saule K. IMANBERDIYEVA ...... 92 A.T ALIAKBAROVA ...... 92 ŞÂHRUH DÖNEMİ TARİH YAZIMINDA ÖNEMLİ BİR ŞAHSİYET: HÂFIZ I-EBRÛ Gulzoda MAKHMUDJONOVA ...... 108 v

SSCB'NİN BASKICI POLİTİKASI OLARAK KAZAKİSTAN’A HALKLARIN ZORUNLU YERLEŞİMİ (1937-1945) Manara KALYBEKOVA ...... 119 ’NİN ŞİİR VE FELSEFİ GÖRÜŞLERİ: MODERN ALGI YÜZLERİ N Aliya T. NIGMETOVA ...... 132 Aliya B. KUSHERBAYEVA ...... 132 HİNT ALT KITASINDAKİ İLK ÜNİVERSİTE VE İNGİLİZLERİN MİSYONERLİK FAALİYETLERİ Hatice GÖRGÜN ...... 144 SANAT EDEBİYATINDA ETNOKÜLTÜREL BİLGİNİN ÇEVİRİ ÖZELLİKLERİ L.B TELGARAEVA ...... 155 KUMLARIN NEM KAPASİTESİNİ GELİŞTİRMEK İÇİN ŞİŞME HİDROJELLERİN KULLANILMASININ DENEYİMİ Alim ASAMATDINOV ...... 164 BAĞIMSIZ KAZAKİSTAN'DAKİ TÜRK İNSANLARININ ŞİİRİNDEKİ ULUSAL BİRLİK KONUSU Shynaray D.BURKITBAYEVA ...... 172 ORTA YÜZYILLARDA TÜRK-MOĞOL KABILELERININ TARIHÇESI VE ŞECERESI (FARSÇA KAYNAKLARINA GÖRE) Botagoz TOLIMBETOVA ...... 180 KAZAK TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDEKİ ORTAK AKRABALIK TERİMLERİ ÜZERİNE Furkan YUCAK...... 195 KIZILORDA BÖLGESİNİN PHILLIPS TESTİ ÜST DÜZEYLERİNDE OKUL KAYGISININ TEŞHİSİ Bolatbek ZHAKSYMOV ...... 203 Sh. BAKHTIYAROVA ...... 203 U. KAPYSHEVA ...... 203 İSLAM TARİHİ KAYNAKLARINDA TÜRKLERLE İLGİLİ HADİSLERİN ÖNEMİ: “MU‘CAM EL-BULDAN” ÖRNEĞI Zibagul ILYASSOVA ...... 218 Manara KALYBEKOVA ...... 218

vi

KAZAK GELENEKLERİ: NE UNUTULMALI VE NELER CANLIDIR? Akmaral S. SYRGAKBAEVA ...... 228 XIII-XV. YÜZYILLARDA DOĞU DESHTI-KIPCHAK'IN SOSYO- POLITIK VE KÜLTÜREL GELENEKLERI VE DÖNÜŞÜMÜ Mendigul S. NOGAIBAEVA ...... 237 S. AMANZHOLOV'UN KAZAK HALK ETNOGENEZİ ARAŞTIRMASI İLE İLGİLİ İŞLEMLERİ Aliya A. OSKEMBAY ...... 246 Bakytzhan B. KELGEMBAEVA ...... 246 TARİHSEL DESTANLARIN VARYASYON MESELESİ Gaukhar K. РАХИМБАЕВА ...... 252 KAZAKİSTAN’DA KIZ ÖĞRENCİLERİN BEDEN EĞİTİMİ DOKTRİNİ Galiya B. MADİYEVA ...... 260 AKIL EL-FARABİ FELSEFESİNİN MERKEZİ KAVRAMI Akmaral S.SIRGAKBAYEVA ...... 270 KAZAK OZANLARININ ŞİİRLERİNDEKİ (XVIII-XVIII Y,) BAZI DİNİ VE FELSEFİ FİKİRLERİN KAHRAMANLIK RUHUNUN ÖN KOŞUL OLARAK KABUL EDİLMESİ NurDaulet SHAYMARDAN ...... 275 SÖZ VARLIĞI AÇISINDAN KAZAK TÜRKÇESI İLE ANADOLU AĞIZLARINDA YAŞAYAN ORTAK SÖZCÜKLER Ayabek BAYNİYAZOV ...... 288 GÜRCÜ BİLİM İNSANI ELİZBAR CAVELİDZE'NİN TÜRKOLOJİ'YE KATKILARI Gülnara GOCA MEMMEDLİ ...... 305 Sureddin MEMMEDLİ ...... 305 ARDAHAN’IN BAĞDAŞEN KÖYÜ’NDE ERKEK ÇOCUKLARIN OYNADIĞI OYUNLAR Mirza POLAT ...... 320 EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA SULTAN MURAT POVESTİNİN İNCELENMESİ İlker MÜLAYİM ...... 336 URDU GAZETECİLİĞİNDE ÖNCÜ KADINLAR VE KADINLARA YÖNELİK YAYIN YAPAN İLK GAZETE VE DERGİLER Arzu ÇİFTSÜREN ...... 352 vii

NASÎRUDDÎN ET-TÛSÎ’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ, İLMİ VE SİYASİ ALANLARA KATKISI Kerim AÇIK ...... 358 HİNT ALT KITASI ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN ÖNCÜLERİ Muhsin Ramazan İŞSEVER ...... 367 FELSEFE DÜNYASININ YILDIZI FARABİ Abdullah KIZILCIK ...... 378 NİHAD M. ÇETİN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ Turgay GÖKGÖZ ...... 382

viii

PROF. DR. FUAT SEZGİN’İN GAS ADLI ESERİNDE ARAP EDEBİYATININ ÖNEMLİ KONULARI VE KAYNAKLARINA DAİR GÖRÜŞLERİ Derya ADALAR SUBAŞI ÖZET İslâm medeniyeti tarihinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Geschichte des arabischen Schrifttums (GAS), Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Frankfurt’ta yaptığı araştırmaların ve bilimsel çalışmaların çok önemli bir ürünüdür. Geschichte des arabischen Schrifttums’u ilk olarak Carl Brockelmann’ın Geschichte der arabischen Litteratur (GAL) adlı eserine bir ek olarak yayımlamak isteyen Fuat Sezgin özellikle İstanbul kütüphanelerindeki yazmalara ait bilgileri de ekleyerek bu kapsamlı eseri daha da zenginleştirmek ve eksiklerini tamamlamak istiyordu. Ancak çalışmasında derinleştikçe fikrini değiştirmiş ve bir ölçüde GAL’den faydalanmakla birlikte tamamen yeni ve müstakil bir eser ortaya koymuştur. Eserde Brockelmann’ın ortaya koyduğu yazmalara birçok ilâve yapılmış, günümüze kadar tanınmadan kalmış ya da müellifi belirlenememiş çeşitli eserler de gün ışığına çıkarılmıştır. XVII ciltlik bu eserin ilk IX cildi 1967- 1984 yılları arasında, kalan ciltler ise 2000-2015 yılları arasında yayımlanmış, eserin Arapça’ya tercümesi Târîḫu’t-turâs̱ i’l-ʿArabî adıyla yapılmıştır. Bu çalışmada eserin Arap şiiri, edebiyatı ve kaynakları üzerine derinlemesine bilgiler içeren II. cildi Arapça çevirisi üzerinden incelenecek ve Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bilim adamı Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Arap edebi mirâsı, kaynakları ve edebiyatına dair görüşleri bu cilt bağlamında mercek altına alınacaktır. Anahtar Sözcükler: GAS, Arap Edebiyatı, Şiir, Kaynaklar.

 Doç. Dr., Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [email protected]

1

FUAT SEZGIN'S GAS AND HIS VIEWS ON IMPORTANT TOPICS AND SOURCES OF ARABIC LITERATURE

SUMMARY Geschichte des arabischen Schrifttums (GAS), one of the most important works in the history of Islamic civilization. It is a very important product of Fuat Sezgin's research and scientific studies in Frankfurt. He wanted to publish the Geschichte des arabischen Schrifttums as an appendix to Carl Brockelmann's Geschichte der arabischen Litteratur (GAL). Also he wanted to enrich this comprehensive work by adding information about the manuscripts in Istanbul libraries and to complete the deficiencies. However, as he deepened in his work, he changed his mind and, to a certain extent, benefited from the GAL and produced an entirely new and independent work. In the work, many inscriptions which were left unrecognized or unidentified until today have been unearthed as well as many additional inscriptions made by Brockelmann were presented to the researchers. Thus, the work is no longer a simple bibliographic breakdown of Arabic manuscripts in world libraries, but has become a comprehensive history of Islamic sciences. The first IX volume of this work was published between 1967-1984 and the remaining volumes were published between 2000-2015. The translation of the work into Arabic was made with the name of Târîhu’t- turâs al-Arabî. In this study, the work of Arab poetry, literature and resources on the second volume of GAS will be analyzed over the Arabic translation of it and ’s valuable scientist Prof. Dr. Fuat Sezgin's views on Arab literary heritage, sources and literature will be examined in the context of this volume. Keywords: GAS, Arabic Literature, Poetry, Sources.

2

Giriş: Fuat Sezgin’in GAS Adlı Eserinin Doğuşu İslâm medeniyeti tarihinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Geschichte des arabischen Schrifttums (GAS), Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Frankfurt’ta yaptığı araştırmaların ve bilimsel çalışmaların çok önemli bir ürünüdür. Geschichte des arabischen Schrifttums’u ilk olarak Carl Brockelmann’ın Geschichte der arabischen Litteratur (GAL) adlı eserine bir ek olarak yayımlamak isteyen Fuat Sezgin özellikle İstanbul kütüphanelerindeki yazmalara ait bilgileri de ekleyerek bu kapsamlı eseri daha da zenginleştirmek ve eksiklerini tamamlamak istiyordu. Ancak çalışmasında derinleştikçe fikrini değiştirmiş ve bir ölçüde GAL’den faydalanmakla birlikte tamamen yeni ve müstakil bir eser ortaya koymuştur. Eserde Brockelmann’ın ortaya koyduğu yazmalara birçok ilâve yapıldığı gibi günümüze kadar tanınmadan kalmış ya da müellifi belirlenememiş çeşitli eserler de gün ışığına çıkarılarak araştırmacıların bilgisine sunulmuştur. Böylece eser, dünya kütüphanelerindeki Arapça yazmaların basit bir bibliyografik dökümü olmaktan çıkmış, derinlemesine bilgi veren kapsamlı bir İslâmî ilimler tarihine dönüşmüştür ( Baliç, 1996: 37). Fuat Sezgin, kendisiyle yapılan bir röportajda GAS projesine başlamasının nedenleri arasında Brockelmann’ın GAL’ını (Geschichte der Arabischen Litteratur) kullanırken, güzel yazmalara nadiren atıf yapmış olduğunu fark ettiğini, bu eserin eksiliklerini tamamlayan bir zeyl yazmanın lazım geldiğini düşündüğünü dile getirmiştir. 1944 yılında çalışmaya başladığını, 1954 senesinde bunu ciddi bir proje haline getirdiğinden bahsetmiştir. Çalışmanın 50 yıl gibi bir zamana yayılmasının nedenini Brockelmann’ın atladığı yazmaların çok olması olarak açıklamaktadır. Böylece bu eserin bir zeyl değil, mustakil yeni bir eser olması ve dünyadaki bütün yazmaları ihtiva etmesi gerektiğine karar vermiştir. 1956 yılında hocası Helmut Ritter Türkiye’ye geldiğinde bu fikrini ona açmış dünyadaki bütün yazmalara dayalı mustakil, yeni bir eser yazdığını söyleyince, hocasından “Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma” cevabını almıştı. İlk defa hocasına inanmayan Prof. Dr. Fuat Sezgin kararını vermiş ve 1967 yılında kitabın birinci cildi çıkar çıkmaz hocasına göndermiştir. 3-4 ay cevap gelmeyince kendisine bir mektup yazarak neden cevap alamadığını sormuş hocası da acele etmemesini, koca

3 kitabı okuması gerektiğini bildiren bir cevap göndermiştir. Daha sonra gönderdiği bir karta “Şimdiye kadar böylesini hiç kimse yapamadı. Senden başka da hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim” cümlelerini yazmıştır (Fazlıoğlu 2004, 357-359). İlk cildi 1967, son cildi ise 2015 yılında yayımlanan ve tamamı 17 ciltten (8820 sayfa) oluşan bu eser yaklaşık olarak yarım asırlık bir çalışmanın meyvesidir. Eserin ciltlerinin her biri, İslam Medeniyeti dairesinde çeşitli ilimler bünyesinde meydana getirilmiş pek çok eser ve bunları kaleme alan şahsiyetlerin hayatlarının da ayrıntılı olarak ele alınmasından oluşmaktadır (Kılıç, 2019:346). Klasik dönemde Müslüman âlimlerin bilim ve teknolojiye yaptıkları katkıları bu medeniyete ait yazılı kaynaklar üzerinden yapan bu eser, klasik kaynaklarda adı geçmiş ancak zamanımıza kadar ulaşmamış pek çok eserle, bunlardan zamanımıza intikal etmiş, ancak hala el yazması halinde bulunanlar hakkında bilgi vermiştir. Sadece bir katalog çalışması olmayan eser konuyla ilgili tahliller ve değerlendirmelerin yanı sıra, bu eserler üzerine yapılan klasik ve çağdaş çalışmalar hakkında bilgiler de içermektedir. Eserin ilk dokuz cildi 1967- 1984 yılları arasında E.J. Brill (Leiden) yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Bu ciltlerin yayım tarihleri ve ele aldıkları konular esere ait kitap tanıtım yazısında şöyle belirtilmektedir. I. Cilt 1967 (XIII+935 s.): Kıraât, Kur’an İlimleri, Hadis, Tarih, Fıkıh, Kelam, Tasavvuf. II. Cilt 1975, (IX, 807 s.): Şiir III. Cilt 1970, (XIX+498 s.): Tıp, Eczacılık, Zooloji, Veterinerlik IV. Cilt 1971, (X, 398 s.) : Kimya, Botanik, Ziraat V.Cilt 1974, (XIV, 514 s.) : Matematik VI. Cilt 1978, (XI, 521 s.) : Astronomi VII. Cilt 1979, (XIV, 514 s.): Astroloji, Meteoroloji VIII. Cilt 1982, (XII, 389 s.) :Leksikografi/ Sözlük çalışmaları IX. Cilt 1984, (XII, 406 s.) : Gramer Sezgin’in projesinin ikinci kısmı ise XI – XVIII. yüzyıllar arasını kapsamaktadır. Projenin bu bölümünde Müslüman âlimlerin matematik coğrafya, haritacılık, topografya, kozmoloji, beşeri coğrafya, edebi literatür, şiir, eğlence gibi konularda bilim ve teknolojiye olan katkıları ele alınmıştır. Sezgin, projesinin bu kısmıyla ilgili çalışmalarını Frankfurt J.W.Goethe

4 Üniversitesi bünyesinde 1982’de kurduğu Institut für Geschichte der Arabisch-İslâmischen Wissenschaften’de (Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü) sürdürmüştür. 2000-2015 yılları arasında tamamlanan ve adı geçen enstitü yayınları arasında çıkan bu kısımla ilgili toplam 8 cildin muhtevası ve yayım tarihleri ise aşağıda belirtilmektedir. X. Cilt 2000, (XXX, 634 s.): Matematiksel Coğrafya ve Haritacılık XI. Cilt 2000, (VII, 716 s. ): Matematiksel Coğrafya ve Haritacılık XII. cilt 2000, (XIII, 362 s.): Matematiksel Coğrafya ve Haritacılık XIII. cilt 2011, (VII, 587 s. ) : Matematiksel Coğrafya ve Haritacılık XIV. Cilt 2010, (553 s.) : Beşeri Coğrafya XV. Cilt 2010, (470 s.): Beşeri Coğrafya XVI. Cilt 2015, (XXV, 496 s.): Retorik ve Edebî teori, Şiir, Antolojiler, Edebî nesir XVII. Cilt 2015, (X, 524 s.): Eğitim ve Eğlence literatürü (Hansu, 2016:221-224). Eser, Arapça ve İngilizce dillerine çevrilmiş, ancak yazarının kendi anadili olan Türkçeye çevrilmesi yarım asır sonra olabilmiştir. Eserin ilk cildi Arap-İslam Bilimleri Tarihi I adıyla 2015 yılında Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Yayınlarından çıkmıştır. Bu vakıf şüphesiz bu abidevi eseri Türkçeye tercüme ettirmekle geç de olsa yazarına bir vefa borcunu yerine getirmiş olmaktadır. Eserin tercüme çalışmaları halen devam etmektedir. Arzumuz eserin tüm ciltlerinin kısa zamanda Türkçeye kazandırılmasının sağlanmasıdır (Hansu, 2016:221-224). GAS’ın Arapça Tercümesi: Târîhu’t-Turâsî’l-‘Arabî Eserin Arapçaya tercümesi Târîḫu’t-turâs̱ i’l-ʿArabî adıyla yapılmış, birçok konunun ilk defa bu eserle ele alındığı belirtilmiştir. Bu çalışma, Arap şiiri, edebiyatı ve kaynakları üzerine derinlemesine bilgiler içeren II. cildin Arapça çevirisi üzerinden yapılmış ve Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bilim adamı Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Arap edebi mirâsı, kaynakları ve edebiyatına dair ele aldığı konular ve bazı görüşleri bu cilt bağlamında mercek altına alınmıştır.

5 Eserin hicri 430 yılına kadar şiir ve şiir kaynakları hakkında bilgi veren Arapça II. Cildi dört bölümden oluşmaktadır. Her bir bölüm ayrı bir kitap olarak Arapçaya aktarılmıştır. Giriş ve incelemeler) adını taşımakta olup) ُمقدمة و دراسات İlk bölüm 176 sayfadır. Dr. Mammûd Fehmi Mecâzî tarafından Arapçaya aktarılmış, 1991 yılında yayımlanmıştır. Klasik Arap Şiirinin doğuşu, gelişimi ve türleri, Cahiliye ve Sadru’l-İslâm dönemi şiiri ve rivayeti, Cahiliye ve Sadru’l-İslâm dönemi şiirinde araştırma kaynakları ve son olarak şiir kuramı konusu ele alınmaktadır. Cahiliye dönemi) adını taşımakta) العصر الجاهلي II. Cildin 2. Bölümü olup 373 sayfadır. Yine Dr. Mahmûd Fehmi Mecâzî tarafından Arapçaya aktarılmış, 1991 yılında yayımlanmıştır. Bu ciltte cahiliye döneminde farklı bölgelerde yaşayan şairlerin kısa biyografileri ve eserleri hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca şairler ve eserlerlerle ilgili kaynak bilgileri de her maddenin altına eklenmiştir. -Sadru’l) عصر صدر اإلسالم و بني أميّة و ال ُمخضرمين II. cildin 3. Bölümü İslam, Emeviler ve Muhadram Dönemi) adını taşımakta olup Dr. Mahmûd Fehmî Mecâzî tarafından Arapçaya aktarılmış, 1991 yılında yayımlanmıştır. Burada şairler hem yaşadıkları bölgelere göre hem de şiir türlerine göre gruplara ayrılmış, şairlerle ilgili kısa biyografik bilgilerin ardından bu bilgilerin elde edildiği kaynak bilgileri de eklenmiştir. Örneğin atlı şairler, şehir ve bölgelere göre şairler, recez şairleri, gazel şairleri, Mekke, Medine, Irak şairleri gibi. Abbasi dönemi) adını taşımaktadır) العصر العباسي II. cildin 4. Bölümü ve Dr. ‘Arafe Mustafa tarafından Arapçaya aktarılmıştır. 1991 yılında yayımlanmış olup, 289 sayfadır. Burada bölümler halinde Abbasi dönemi şairleri hakkında bilgi verilmektedir. İlk olarak Şam, Bağdat’ta bulunan Basra ve Kûfe ekolüne mensûb şairler tek tek ele alınmakta, daha sonra Bağdat ve Samarra bölgesinde ikamet eden şairlerin biyografileri ve kaynakça bilgileri verilmektedir. Bu bölümde Bağdatlı kadın şairler içinde bir başlık düzenlenmiştir. (Mısır, Fas ve Endülüs) مصر، المغرب ، األندلس II. cildin 5. Bölümü başlığını taşımaktadır. Bu cilt 1991 yılında yayımlanmış olup 330 sayfadan oluşmaktadır. Dr. ‘Arafe Mustafa tarafından Arapçaya aktarılmıştır. Eser Mısır ve Fas şairleri başlığıyla başlamaktadır. Şairler mensûb oldukları kabilelere göre sıralanmaktadır. Bu 2. Cildin son kitabıdır. Her biri bölüm

6 olarak adlandırılsa da neredeyse ayrı bir cilt olarak kabul edilebilecek beş kitaptan oluşan 2. Ciltte yer alan tüm şairler bulundukları kitabın sayısının yer aldığı başlık altında ayrı ayrı alfabetik olarak dizinlenmiştir. Bu dizin kısmı 5. Bölümün 232 sayfalık kısmını oluşturmaktadır. Bu beş kitap incelendiğinde şairlerin alfabetik olarak değil yaşadıkları yer, şiir türleri, mensûb oldukları kabileler vb. başlıklar altında alfabetik olmayan bir düzende verildiği görülmektedir. Bu başlıklar içinde belkide en ilginç olanı II. cildin ilk kitabının son Şiir kuramı) başlığıdır. Burada Prof. Dr. Fuat) نظرية ال ّشعر bölümü olan Sezgin’in şiir teorisine dair görüşlerine de ulaşabilmekteyiz. Prof. Dr. Fuat Sezgin burada Arap edebiyatında şiirin güzellik esasına dayalı olduğunu belirtmektedir. 1969 yılında W.Heinrichs’in Arabische Dichtung und griechische poetic adlı eserinin Beyrut’ta yayınlanmasının ardından bu eserin içeriğinde yer alan bazı başlıklar eleştiri kavramının da gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Bunlar arasında Arap şiiri ve Yunanlılarda şiir, edebiyat kuramı ve yeri, edebiyatın içeriğinin çeşitliliği gibi başlıklar bulunmaktadır. Heinrichs’e göre edebiyat kuramı en az iki cenâhtan oluşmaktadır. Bunlar şiir ve belâgattir çünkü Arap edebi mirası içinde edebiyat kuramı içinde incelenecek sanatlar şiir ve belâgatten ibarettir. Klasik kaynaklar içinde bu sanatları ele alan Ebû ‘Abbâs Sa‘leb’in (öl. h. 291) Kavâidu’ş-Şi‘r ve Kudâme b. Ca‘fer’in (öl. h. 337) Nakdu’ş-Şi‘r adlı iki eser bulunmaktadır. Arap edebiyatında farklı dönemlerde şiir ve edebiyat kuramları üzerine yazınsal eserler verilmiş olsa da burada bu yazma hareketinin başlangıcı ve gelişimi kısaca anlatılmakta, adı geçen bu iki kitabın bir karşılaştırması da yapılmaktadır. Kavâ‘idu’ş-Şi‘r ve İbnu’l- Mu’tez’in (öl. h. 296) Kitâbu’l-Bedi‘’sinin farklı iki seviyede oldukları, Sa‘leb’in Kavâidu’ş-Şi‘r’inde kuramsal açıdan İbnu’l-Mutez’in tam tersi bir oluşum görüldüğü belirtilmektedir. Sezgin’e göre bu eserlerde şiir kavramları açıklanmamakta, eserlerin ana eksenini bazı sınırlı kavramlardan sonra şiir ortaya koymak oluşturmaktadır. Bu dönemde şiir kuramı üzerine yazılan bu tür kitaplar Arapların mahalli şiir kuramlarını göstermektedir. Bu bilgilerin ardından Araplarda şiir kuramına dair bilgiler içeren klasik 38 eser ve yazara ait bibliyografik bilgiler kısa açıklamalarla birlikte verilmektedir. Bu eserler aşağıda sıralanmaktadır: 1- Kitâb fi’ş-Şi‘r - Ebu’l-Minhâl ‘Uyeyne b. ‘Abdurrahmân el- Muhellebî (öl.h. 230/m.835’ten önce)

7 2- Kitâb Sınâ‘ati’ş-Şi‘r - Ebû Hiffân ‘Abdullâh b. Ahmed el- Mihzemî (öl.h. 255/m.869) 3- Kitâbu’l-Belâga ve’l-Hitâbe - Ebû ‘Abbâs Ca‘fer b. Ahmed el-Merûzî (öl. h. 274/m.887’den önce) 4- Kitâbu Kavâ‘idi’ş-Şi‘r - Muhammed b. Yezîd el-Muberred (öl. h. 285/m. 898) 5- Kavâidu’ş-Şi‘r - Ebû ‘Abbâs Ahmed b. Yahyâ Sa‘leb (öl. h. 291/904) 6- Kitâb Nakdi’ş-Şi‘r - Abdullâh b. Muhammed en-Nâşi’ el- Ekber (öl. h.293/m.906) 7- Kitâbu’l-Bedî‘ - ‘Abdullâh b. el-Mu‘tez (öl. h.296/m. 908) 8- Kitâb Edebi’ş-Şi‘r - Muhammed b. ‘Abdullâh el-Has‘amî (h. 3./m.9. yy’da yaşadı.) 9- ‘Iyâru’ş (Mi‘yâru’ş)-Şi‘r - Ebu’l-Hasan Muhammed b. Ahmed b. Tabataba (öl. h. 322/m. 934) 10- Kitâb Sınâ‘ti’ş-Şi‘r - Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl el-Belhî (öl. h.322/m. 934) 11- Risâle fi’l-Fark Beyne’l-Muteressil ve’ş-Şâ‘ir - Sinân b. Sâbit b. Kurra (öl.h. 331/m. 932) 12- Kitâb Nakdi’ş-Şi‘r - Kudâme b. Ca‘fer (öl.h.337/m.948) 13- Kitâbu’ş-Şi‘r - Kadı Ahmed b. Kâmil (öl. h.350/m. 961) 14- Kitâbu’l-Mudhal ilâ ‘ilmi’ş-Şi‘r - Muhammed b. el-Hasan b. Miksem el-Makarrî (öl.h.354/m.965) 15- Kitâb Sın‘ati’ş-Şi‘r ve’l-Belâga - Hasan b. ‘Abdullâh es- Sirâfî (öl. h.368/m.961) 16- Kitâb Sın‘ati’l-Belâga - ‘Alî b. Vasîf (öl.h.370/m.980) 17- Kitâb fî enne’ş-şâ‘ireyni yettefika havâtırıhuma - Hasan b. Bişr el-Âmidî (öl. h.371-m.981) 18- Kitâb Sın‘ati’ş-Şi‘r - Ebû Ahmed el-Hasan b. ‘Abdullâh el- ‘Askerî (öl. h.382/m.992)

8 19- Kitâbu’l-Muvaşşah fî me’âhizi’l-‘ulemâ’ale’ş-Şu‘arâ’ - Muhammed b. ‘Umran el-Merzubânî (öl.h.384/m.993) 20- Hîletu’l-Muhâdara fî Sınâ‘ati’ş-Şi‘r - Muhammed b. el- Hasan el-Hâtemî (öl. h.388/m.998) 21- Kitâb Sın‘ati’ş-Şi‘r - Hüseyn b. Muhammed el-Hâli‘ (öl. h.388/m.998) 22- Kitâbu’s-Sınâ‘ateyn el-Kitâbe ve’ş-Şi‘r - Ebû Hilâl el-Hasan b. ‘Abdullâh el-‘Askerî (öl. h.400/m.1010) 23- Kitâb mâ yecûzu li’ş-Şâ‘ir isti‘mâluhu fî darûreti’ş-Şi‘r - Muhammed b. Ca‘fer el-Kazzâz (öl. h.312/m. 1012) 24- Kitâb Nakdi’ş-Şi‘r - Muhammed b. ‘Abdullâh el-Hatîb el- İskâfî (öl. h.320/m.1029) 25- Kitâb sırri’s-sınâ‘a -‘Abdulkâhir b. Tâhir el-Bağdâdî (öl.h.429/m.1037) 26- Kitâbu’l-Bedî‘ ve Kitâbu’l-Mehâsin fi’n-Nazmi ve’n-Nesr - Ebu’l-Hasan Nasr b. el-Hasan el-Mergîyânî (hicri 5. /miladi 11. yüzyılın ilk yarısında yaşadı) 27- Kitâb Nakdi’ş-Şi‘r - Muhammed b. Yûsuf el-Kefertâbî (öl.h.453/m.1061) 28- Kitâbu’l-‘Umde fî Sın‘ati’ş-Şi‘r ve nakdihi - Ebû ‘Alî el- Hasen b. ‘Alî b. Reşîk el-Kayravânî (öl. h.463/m. 1070) 29- Esrâru’l-Belâga - Ebû Bekr ‘Abdu’l-kâhir b. ‘Abdu’r- rahmân el-Cürcânî (öl.471/1078) 30- Kitâbu’l-Bedî‘ - Ebû Zekeriyâ’ Yahyâ b. ‘Alî b. el-Hatîb et- Tebrîzî (öl. 502/1109) 31- el-Bedî‘ fî Nakdi’ş-Şi‘r- Usâme b. Mürşid b. Menkaz (öl. h.584/m.1188) 32- el-Hadîka fî ‘ilmi’l-Bedî‘- ‘Abdullâh b. İbrâhîm el-Hicârî (öl.h.584/m.1188) 33- Kitâbu’l-Bedî‘- Ebû İshâk İbrâhîm b. İsmâ‘îl b. Ahmed el- Ecdâbî (öl. h. 600/m.1203’den önce)

9 34- Kitâb sırri’ş-Şi‘r - Es‘ad b. el-Muhezzeb b. Musemmâtî (öl. h.606/m. 1209) 35- Kitâb fî Sınâ‘ati’ş-Şi‘r- Sâlim b. Ahmed b. Ebî’s-sakr et- Temîmî el-Muntehab( öl. h.611/m.1210) 36- Kitâbu’l-Ezhâr fî Envâ‘i’l-Eş‘âr - Muhammed b. Mahmûd b. en-Neccâr(öl. h.643/ m. 1245) 37- Kitâbu’l-Bedî‘- Ebu ‘Abbâs Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî (öl. h.651/m.1253) 38- Tahrîru’t-Tahbîr fî Sınâ‘ati’ş-Şi‘r ve’n-Nesr - ‘Abdul‘azîm b. ‘Abdulvâhid b. Ebî’l-İsba‘ (öl.h.654/m.1383) Bu bölümün sonunda ayrıca şairler arasında kıyaslama yapan, edebi intihal konusunu ele alan, me‘ânî kitapları gibi Arap şiirinin kaynaklarını oluşturacak eserler de bulunmakta olduğundan bahsedilmektedir. Bu eserlerin dil bilimlerine dair bilgilerin verildiği bölümde ele alınacağı dile getirilmektedir (Sezgin, 1991, II-1:164-171). Ayrıca 2. Cildin ilk kitabının ilk başlığı olan Klasik Arap Şiiri, gelişimi ve türlerine dair bilgilere dair kaynaklar verilirken De Sacy’nin Memoire sur l’origine Les anciens monuments de la litterature paienne des Arabes adlı eserinden bahsedilmekte, Arapça orijinli kaynaklardan da Suyûtî’nin (öl. 911) el-Muzhir’i ve İbn Kuteybe’nin (öl. 276) Kitâbu’ş-Şi‘r ve’ş-Şu‘ara adlı eserlerinin önde geldiği belirtilmektedir. Daha sonra Arap şiirinin klasik formu olan Kasîde’den bahsedilmekte ve kasîdenin yapı özelliklerine kaynaklara göndermeler yapılarak değinilmektedir (Sezgin, 1991, II,1: 3-6). Sonuç olarak görüldüğü üzere Prof. Dr. Fuat Sezgin’in GAS adlı eseri sadece İslam bilim tarihi açısından değil, Klasik Arap Edebiyatı açısından da bir bilgi ansiklopedisi niteliğindedir. Ayrıca burada şairler, dönemler ve türler hakkında detaylı bilgi verilirken bu bilgilerin edinilebileceği batılı ve klasik Arap kaynaklarına da göndermeler yapılmakta, bu da araştırmacıların bu değerli bilgilere ve kaynaklara ulaşması için büyük kolaylık sağlanmaktadır. Bu bağlamda Prof. Dr. Fuat Sezgin’in GAS adlı eseri II. Cildinin bu beş bölümünün de içerdiği bilgiler ve son bölümdeki kapsamlı şair indeksi ile aynı zamanda Klasik tabakâtu’ş-şu‘arâ’ kitapları adı verilen şair

10 biyografisi eserlerinin içeriğine de ayna tutmakta ve araştırmacılara daha önce ismi duyulmamış birçok kaynak sunmaktadır.

KAYNAKÇA Balic, İsmail (1996), Geschichte des Arabischen Schrifttums, DİA, C.14, s.37-38, İstanbul Fazlıoğlu, İhsan (2004), Fuat Sezgin ile Bilim tarihi Üzerine, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, s. 355-370 Hansu, Hüseyin (2016), Arap-İslam Bilimleri Tarihi I Kitap Değerlendirmesi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 34, s.221- 228. Kanar, Mehmet (1996), Geschichte des Arabischen Schrifttums, DİA, C.14, s.35-37, İstanbul Kılıç, Atabey (2019, Fuat Sezgin’in Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS) isimli eserinin İslam Araştırmalarındaki Yeri, Fuat Sezgin ve Temel İslam Bilimleri, Güncel Tartışmlar, Teoriler, Teklifler, Divan Kitap, İstanbul, s.339-367 Sezgin, Fuat, (1991), Târîhu’t-Turâsi’l-‘Arabî, C.2, Bölüm 1 (Tercüme eden: Mecâzî, Mahmûd Fehmi) İdâretu’s-sekâfe ve’n-neşr bi’l- câmi‘a ______, (1991), Târîhu’t-Turâsi’l-‘Arabî, C.2, Bölüm 2 (Tercüme eden: Mecâzî, Mahmûd Fehmî) İdâretu’s-sekâfe ve’n-neşr bi’l- câmi‘a ______, (1991), Târîhu’t-Turâsi’l-‘Arabî, C.2, Bölüm 3 (Tercüme eden: Mecâzî, Mahmûd Fehmî) İdâretu’s-sekâfe ve’n-neşr bi’l- câmi‘a ______, (1991), Târîhu’t-Turâsi’l-‘Arabî, C.2, Bölüm 4 (Tercüme eden: ‘Arafe Mustafa) İdâretu’s-sekâfe ve’n-neşr bi’l-câmi‘a ______, (1991), Târîhu’t-Turâsi’l-‘Arabî, C.2, Bölüm 5 (Tercüme eden: ‘Arafe Mustafa) İdâretu’s-sekâfe ve’n-neşr bi’l-câmi‘a ______, ( 2015), Arap-İslam Bilimleri Tarihi I, Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul.

11 OKUL EN İYİ EĞİTİM GELİŞTİRME KAMU FONU "EN İYİ" Aliya B. MADIEVA ÖZET Her modern öğretmenin amacı, bilgisayar teknolojisini eğitim sürecine sokarak eğitim kalitesini artırmaktır. Bilgisayar teknolojisi sayesinde elektronik ders kitapları ile çalışabilir, sunum hazırlayabilir ve sanal bir laboratuvar kullanarak sağlığa zararlı maddelerle deneyler gösterebilir. Buna ek olarak, bilgisayar teknolojisi öğrencilerin hızlı bir şekilde geri bildirim almasını mümkün kılan bilginin asimilasyonunu kontrol etmenin bir aracı olarak da kullanılır. Bu nedenle, dersler sırasında, bu konunun veya büyük bir bölümün asimilasyonunu kontrol etmek için testler kullanılabilir. Öğrenciler "My TestXpro" programındaki testlerle çalışmakta serbesttir. Testler hem eğitici nitelikte hem de öğrencilerin bilgisini kontrol altında tutabilir. VOUD (eğitim faaliyetlerinin dış değerlendirmesi), UNT, ara sertifikasyon testleri için sistematik hazırlıklar yapılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ders Kitabı, Sanal Laboratuvar, Testxpro, Deneyleri Göstemeler SCHOOL BEST OF THE PUBLIC FUND FOR THE DEVELOPMENT OF EDUCATION "BEST" SUMMARY The goal of every modern teacher is to improve the quality of education by introducing computer technology into the educational process. Computer technology, one can work with electronic textbooks, prepare presentations, and, using a virtual laboratory, demonstrate experiments with substances harmful to health. In addition, computer technology is also used as a means of controlling the assimilation of knowledge by students, which makes it possible to obtain feedback quickly. So, during lessons, one can use tests to control the assimilation of this topic or a large section. Students are free to work with tests on the program "My TestXpro". Tests can be both educational in nature and controlling students' knowledge. Systematic preparations are being made for tests of VOUD (external assessment of educational activities), UNT, intermediate certification.

 Chemistry Teacher. . 12 Keywords: Textbooks, Virtual Laboratory, Testxpro, Demonstrate Experiments.

Introduction Everyone knows that the 21st century is the century of new information technologies. Today we can no longer imagine a lesson without interactive methods and techniques. Teachers are always worried about such questions as: Why, What and How to teach? Therefore, it is important to prepare the lesson so that it is accessible, interesting and scientific. What is the modern lesson? The objective of this lesson is to teach students to acquire knowledge independently, to learn how to navigate in the huge flow of information and to choose the most important things to learn. Thus, a range of modern educational technologies comes to aid teachers and to allow them to benefit from their lessons’ time most productively and to achieve best results. In modern education, there are a lot of technologies that allow teachers to be creative in teaching their subjects. Therefore, each teacher uses the methods most suitable for them. What teaching technologies do I use for my lessons? I will only speak about some of those I systematically use in my work. I. Critical Thinking Technology It includes: “Fishbone” “Cluster” “Associogram” 1. The Fishbone technique is a universal technique of critical thinking technology that can be used in any type of lesson. Students who master the Fishbone technique acquire such meta- subject competencies as:

13  critical thinking;  interaction in groups;  planning and implementation of research activities;  analysis of the text;  extracting the necessary information, highlighting the main events. The essence of this methodological device is the establishment of causal relationships between the object of analysis and the factors influencing it as well as making the right choice. Additionally, the method develops skills in working with information and the ability to state and solve problems. What is a fishbone? The scheme includes the main four blocks, presented in the form of a head, tail, upper and lower bones. The connecting link is the main bone or ridge of a fish. The head is a problem, question, topic, which are subject to analysis, comparison, or discussion. The upper bones are the basic concepts of the topic, the reasons that led to the problem. The lower bones are facts confirming the existence of the stated reasons, or the essence of the concepts indicated in the diagram. Tail is the answer to the question, conclusions, generalizations. The Fishbone method involves ranking the concepts, so the most important ones for solving the main problem are placed closer to the head. All entries should be concise and accurate, and reflect only the essence of the concepts. Effectively, this type of work is carried out in groups. This technique can also be used to compare the properties of various substances: for example, when studying organic chemistry, children get acquainted with the composition, variety, properties of organic substances and compare them with previously studied inorganic substances. Such a scheme clearly shows the differences between these substances and is easy to remember. Advantages of taking the Fishbone technique:  it organizes the work of participants in pairs or groups;

14  it develops critical thinking;  it visualizes the relationship between causes and effects;  it ranks factors according to their importance 2. The Cluster is also one of the methods of critical thinking. It is good to use it when studying a new topic or to generalize knowledge after studying a large section. While reading some educational material, students choose the basic semantic concepts, which are fixed in the form of a diagram. Each of the segments of the circuit is interconnected. The key word is located in the central oval, the concepts that reveal the meaning of the key are in the ovals of the second level, the details of the concepts mentioned at the previous level are detailed in the ovals of the third level. Drawing up such schemes helps to systematize and generalize material on the topic as well as allows to cover a large amount of information and it encourages all students to take part in the work. Advantages of the Cluster:  it allows to cover a large amount of information  it develops systemic thinking  it involves all team members in the learning process  it gives children the opportunity to prove themselves and develops creative activities 3. Associations When studying a new topic or concept, I often suggest that students make associations with the new term. Each student can express their associations. After discussion, the basic concepts are corrected and written around this word and are subsequently studied in more detail. Assocagrams or simple schemes (in the form of a sun with rays, circles, schemes, etc.) are successfully used in the study of new topics, because thanks to working with associations, students can already remember

15 something previously known about the topic. And when new knowledge is combined with previously known information, learning becomes easier. There are no connections between associograms, they can be placed spontaneously. In the center is a key concept; rays from associations diverge from it. Reception is used to establish correspondences between concepts, terms. It is important to select a central concept for associations carefully. If a concept is not familiar to students, it is not suitable for building an associogram. And, on the contrary, if students understand a concept in one way or another and have background knowledge on the topic being studied, then using the method of building associograms one can not only activate existing knowledge, but “warm up”, set up a group for work, help students formulate the topic of the lesson. Advantages of associograms:  it allows to implement a personality-oriented, developing approach to learning;  it gives an impetus to the active mental activity of students at the lesson. 2. Design technology. Great importance today in schools and universities is given to project activities. At School BEST, project activities cover students from grades 3 to 11. In primary school, students complete one project during the year, and in the secondary school -2 projects: one in the humanities, the second in natural- mathematical sciences. The project method allows to direct the activities of students to solve a specific educational problem. At the same time, the result of the activity is always the product that the project participants developed for its resolution. The main pedagogical goal of any project is the formation of various competencies, i.e., skills related to the experience of their application in practical activities. For a student, a project is an opportunity to maximize their creative potential.

16 This year, one of the chemistry projects of a 10th grade student Zhaksylykova Dariga on the topic: “The influence of smells on humans” was recommended at the Republican Forum of UNESCO Associated Schools “World through the Eyes of the Young” and was highly appreciated. The result of the work was the manufacture of candles with various scents, and the magazine Aromatherapy in Everyday Life was published, which describes the significance of various herbs, flowers and aroma baths for different occasions. 3. Information and communication technology The goal of every modern teacher is to improve the quality of education by introducing computer technology into the educational process. Thanks to computer technology, one can work with electronic textbooks, prepare presentations, and, using a virtual laboratory, demonstrate experiments with substances harmful to health. In addition, computer technology is also used as a means of controlling the assimilation of knowledge by students, which makes it possible to obtain feedback quickly. So, during lessons, one can use tests to control the assimilation of this topic or a large section. Students are free to work with tests on the program "My TestXpro". Tests can be both educational in nature and controlling students' knowledge. Systematic preparations are being made for tests of VOUD (external assessment of educational activities), UNT, intermediate certification. In addition, the possession of computer literacy allows students of our school to participate in the international Olympiad on-line annually and take prizes. Advantages of ICT:  use of a “virtual laboratory”  use of electronic textbooks, information on the Internet, creating presentations  use of simulators and a knowledge control system (My test Xpro.)  quick feedback.

17 In addition to the theoretical presentation of knowledge in the lessons, an important place in the teaching of chemistry is occupied by the Chemical Experiment. An experiment is an important way of connecting the theory with practice in teaching chemistry, studying the properties of substances, turning knowledge into beliefs. It helps to develop cognitive activity in schoolchildren, their independence and interest in the study of chemistry, increases the strength and depth of knowledge. The peculiarity of the experiment as a means of cognition is that when students independently observe the experiments, they do not only learn knowledge about the properties of substances and chemical processes faster, but also learn to confirm knowledge with chemical experiments, and also acquire special abilities and skills to work independently. On the basis of chemical experiments, extra-curricular work was also delivered, since it is very important to prepare children for the study of complex subjects. Therefore, for students of the 5th and 6th grades, the "Entertaining Chemistry" club is held, which is intended for preprofile training of students. Members of the club, students of 6th grades, are happy to make an excursion for students of 2nd and 3rd grades to the chemistry laboratory, where they enthusiastically talk about the science of chemistry, its significance in life, and show interesting experiments.Based on the before-said, the use of modern educational technologies in the lessons and extra-curricular activities allows the teacher to diversify the lesson, to increase the cognitive interest in the subject and to achieve high results in teachingstudents.

18 URDU DİLİNİN İLK ROMAN YAZARI NAZEER AHMED’İN ESERLERİNDE HİNT MÜSLÜMANLARININ SOSYAL VE DİNİ DURUMU Mohammad RASHİD  ÖZET Nazir Ahmed 1831 yılında Utter Pardesh Hindistan’ın Bahar bölgesi olan Rehar köyünde doğdu. Babasının adı Saadat Ali idi. Ailesi ile Hintli sufi bir aileden gelmekteydi. İlk öğrenimini ailesinden gördü. Arap edebiyatı, felsefe, matematik ve İngilizce eğitimi aldı. Urduca ve Farsça da bilmekteydi. Nazir Ahmed’in kişiliği eski ve modern unsurların bir karışımıydı. Urdu dilinin ilk romancısı ve “Mirra Tul Uroos” romanı Urdu dilinin ilk romanıdır. Diğer romanları “Fasana e Mubtala”, “ Tauba tun Nasooh”, Roya a Sadiqa İbnu’l-Vakt ve Ayama”dır. Nazir Ahmed, romanlar aracılığıyla milleti ve Hint Müslüman toplumunu yeniden düzenlemek istedi. Teknik açıdan romanları çok önemlidir. Anahtar Kelimeler: Nazir Ahmed, Urdu Romanı, Din, Kültür, Dil. THE SOCIAL AND RELIGIOUS CONDITION OF INDIAN MUSLIMS IN NAZEER AHMAD’S NOVELS WHO IS THE PIONEER OF THE URDU NOVEL SUMMARY The social and religios condition of İndian Muslims in Nazeer Ahmad’s Novels Nazir Ahmed was born in 1831 in village Rehar, District Bajnor, Utter Pardesh India. His father’s name was Saadat Ali. His family belonged from a İndian Sofi family. He studied his first education at home. He got regular education of Arabic literature, philosophy, Math and English. He knew Urdu and Persian language too. The personality of Nazir Ahmed was a mixed of ancient and modern elements. He is the first novelist of Urdu Language and his novel “Mirat ul Uroos” is the first novel of Urdu language. His other novels are “Fasana e Mubtala”, “Tauba tun Nasooh”, Roya e Sadiqa” İbn-ul-waqt and “Ayama”. Through the novels Nazir Ahmad wanted to reform the nation and İndian Muslim community. From the technical point of view, his novels are very important too.

 Dr. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Urdu Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. [email protected]. 19 Keywords: Nazir Ahmed, Urdu Novels, Religion, Culture, Language.

Giriş Deputy Nazir Ahmed was born in 1831 in village Rehar, District Bajnor, India. His father’s name was Saadat Ali. His family was a Sofi family. He gained his early education at home. Till the age of nine years he got the education of Persian and Arabic from his father. After it, for five years he got education from Nasarullah deputy collecter Bajnor in Arabic grammar. Then he came to Dehli and began to live in the mosque of Punjabi Kara (Adeeb, 1934). Deputy Nazir Ahmed got admission in Dehli College. From there with help of famous Arabic scholar Mamlook Ali and the English principal Mr. Taylor he got regular education of Arabic literate, philosophy, Math and English. Completing his education in 1854, he worked as a teacher in a school. In a short time Deputy Nazir Ahmed made a great progress and become deputy inspector. In 1863 he was appointed deputy collector. In the meanwhile he translated a book of English about astronomy. In 1912 he fell seriously ill and left this world on 3rd May 1914. Deputy Nazir Ahmed did a great written work. He wrote easily and fluently. As a novelist his fame is due to his great novels ‘Mirrat ul Uroos’, ‘Binat un Nash’, ‘Toba tun Nasoh’, ‘Ibn ul Waqt’, ‘Fasana e Mubtala’, ‘Roya e Sadiqa’ and ‘Ayama’ (Farooqi, 1962). In addition to these reformatory novels Deputy Nazir Ahmed wrote particularly in the topic of ethics ‘Muntakhib ul Hikayat’, ‘Chand Pand, and .Moizatul Hassna’ books. He translated the Holy Quran in to Urdu and wrote the proof of creeds of Islam In ‘Alijtahad’. Moreover Deputy Nazir Ahmed wrote many other books and translated some also. After the freedom fight of 1857, he began his efforts for the advancement of Urdu language. At that time there was no Urdu novel present. It is true, some of the English novels had been translated into Urdu and translated short story was also in a great number. Till then Urdu language was safe from the influence of English language but as soon as British hold their grip on India strong, English language began to flourish. As a result the writers of that age could not avoid the influence of English language.

20 Deputy Nazir Ahmed is the first man who guided the famous prose writers on the way of novel writing from which they were not familiar till that time. He said that he himself was not inclined to this but when he made a search for good books for his own daughters, he could not succeed. So he was compelled to write such books which may be in the manner of novel and interest and advice is their aim and which may be lead man in his daily life (Pasha, 1990). A great number of the critics have admitted Deputy Nazir Ahmed as the first Urdu novelist. The novels of Deputy Nazir Ahmed partially represent the art of novel. The study of English novel by Deputy Nazir Ahmed created in his works many qualities of novel. In novel writings of Deputy Nazir Ahmed, objectivity is there (Azad, 1981). His aim and objective was to reform the society. It needed piety and observation of religion. He can be compared with Richardson. He resembled him due to his objectivity and reformation. In the writing of Deputy Nazir Ahmed advice and preaching of goodness is apparent but there is also the embodiments of practical life. There is the reflection of a Corresponding Author: Dr. Qamar Abbas, Department of Urdu, Government Postgraduate College Bhakkar, Pakistan. +923336842811, Email:[email protected]. Deputy Nazir Ahmed’s own personality in his novels because he belonged to religious family and it was natural for him to take utmost interest in preaching’s and religion. The novels of Deputy Nazir Ahmed are equal to that of some of the English novelist of 18th century in view of their status and value. Deputy Nazir Ahmed has the superiority of being the first one in the history of Urdu of novel. No one can deny this fact. But from the very beginning, he gave Urdu novel some great traditions, which is a great service. But it is a pity this till his services have not been fully acknowledged. Deputy Nazir Ahmed is the first novelist who learnt the construction of Urdu novel, creating a linguistic style in it. He also thought this manner to other novelists. The elements in Deputy Nazir Ahmed’s novels which are for storytelling, he tried to give them a style so the story becomes automatically stylish (Hussaini, 1987). Deputy Nazir Ahmed is a reformer and an artist also. As the art of novel was not popular till that time and Deputy Nazir Ahmed was not familiar with the fact, how ideas and creeds are molded by the art. So he has the behaviour of a reformer and a novelist separately. He has expressed this

21 in the prefaces of different novels although his ideas and beliefs could not give a life giving goal and he could not put the foundation of high ideals and traditions. However he has tried his best to accomplish the mental and emotional needs of his time (Abbas & al., 2017). Deputy Nazir Ahmed has paid a great attention to the characterization in his novels. He has chosen the best characters to convey his ideas to the people. The characters of his novels are living and working characters of daily life. In presenting all the characters Deputy Nazir Ahmed has an aim of reformation in view. Some of his characters are clever and cunning and want reformation but there are others who are noble and are on the path truth and wish to instruct others by their character and by their pieces of advice. These characters are ideal and favorite characters of Deputy Nazir Ahmed and through them Deputy Nazir Ahmed wants to reform the whole society. Realism is also an essential element of any novel because the novelist presents the realities of life through his novels. In all the novels of Deputy Nazir Ahmed we see the real colours of life. All the characters of his novels seem to be real. All the events taking place in his novel are based on real events, which we see in our daily routine of life and we are very well familiar with them. These events colour the story and the reader feels that he is watching these events with his own eyes. In this way Deputy Nazir Ahmed has made his novels successful through his matchless realism (Bukhari, 1960). The colour of objectivity is seen intensely in the novels of Deputy Nazir Ahmed. The basic problem in ‘Fasana e Mubtala’ is Polygamy. But he has included also many other topics in it. In this way he has presented before the readers reformation of the society in a very successful manner. He has narrated the problems of literacy, upbringing of the children, modern and ancient education, the superstitious traditions of the women, injustice in the division of inheritance, the rights of fellowmen and some other problems. He has mostly presented these problems in background of domestic life. And these problems and their solution have been presented in detail and accuracy. In these novels we see the depth of observation; the events do have the interest and refreshment for the readers. Deputy Nazir Ahmed takes a great care in choosing his topics. The topics of his novels are the topics of real life. He takes the topic of his novel from the real world. Therefore his novels seem to be a part of real life. And

22 the colour of reality is seen glittering on everywhere. The topic of the most of novels of Deputy Nazir Ahmed is women folk. The cruelties and injustice to the women in society have been exposed in them and rights of women have be brought forward (Ahmed Khan, 1979). When a writer writes a novel or a short story, he has some particular aim and objective. All the novels written by Deputy Nazir Ahmed had an aim in them. Some people say that since he had written these books for the education and upbringing of his daughters, so these have ethical ridiculing. Some people have the opinion that Deputy Nazir Ahmed has narrated the prevailing situation of the Muslims and the teaching their religion so these are not so much beneficial for the other nations. Deputy Nazir was a leading proponent of the education of Muslim women and he took the issue with great determination and persistence against the Muslim mindset of his era, which was generally against the education of women. Deputy Nazir was among the few who were aware of the problems and sufferings of Indian Muslims during those critical decades when the Muslim society was in a flux. He fully understood the demands of time in context of Indian Muslims. Through his novels he sought to eradicate social evils inherent in a decadent society, particularly those caused by ignorance, illiteracy and frustration. This was very effectively brought about by his novels and writings. MIRRA TUL UROOS It is the first novel of Deputy Nazir Ahmed. Since Mirratul Uroos was the first book in his own style, so it got a great popularity and the Government awarded the prize of one thousand rupees for it. The topic and the objective of MirratulUroos is education, good manners and housekeeping. The topic of this book is particularly the house hold work (Ahmed, Merrat ul Uroos). The concept of reformation of society is fully dominant in the plot of Mirrat ul Uroos. It is obvious that the aim of Deputy Nazir Ahmed in spite of presenting a book of new style was not to promote story telling or giving any other shape. So he did not care for the continuity and relation of the events, creation of interest and suspense and creation of climax in the story. The preaching molviat is not justified in a short preface of the book. So after preface there is a long prologue in which light has been thrown on the reformation of house hold work and the education of the women folk. In

23 short it is dry and simple narration in which objectivity is dominant. If some unnecessary details, some unwanted events and so much out of place pieces of advice are separated or struck off from the story, pretty good plot can be established (Ali Arshad, 1984). MIRRA TUL UROOS Mirrat ul Uroos consists of two important characters. Two real sisters Asghari and Akbari are there, who are opposite to one other in view of character and action. In addition to them two real brothers are their husbands. The father of Akbari and Asghari, Door Andesh Khan, their brother Kher Adnesh Khan, Muhammad Fazil and sister in law Mehmooda etc., have short characters. Mama Azmat and Be Hajjan keep some importance due to their cleverness and hypocrisy. Tamasha Khanam, Diyanat un Nisa and Hazarimal are seen as secondary characters. The two important characters of Mirrat ul Uroos show that the two real sisters have different dispositions. In their nature there is a difference of earth and the sky. One is the collection of evils and the other is the paragon of goodness. They have been brought up in the same atmosphere. In spite of all this the contradiction between their characters is not only wonderful but also unbelievable. In the male characters of Mirrat ul Uroos, Muhammad Aqil and Muhammad Kamil both are important. Booth has been married to Akbari and Asghari who are quite different from each other but there is no much difference in the character of the brothers. There is gradual progress in the character of Muhammad Kamil but collectively he has all the characteristics of his elder brother Muhammad Aqil. Both the brothers represent the young men of their age and no one up lifts himself from the common level of personality. Muhammad Aqil is a simple hearted young man with little intelligence. The narration of his intelligence is although present in the story of Akbari but in the light of the events he seems to be average intelligence. He is unable to face the bad temper of Akbari. So he gets separate from his parents according to her orders. He does not understand the cunning tactics of Be Hajjanin spite of being a man, neither has he forbid Akbari to mix with her. However his character has ups and downs of the life. On the other hand some mistakes of Muhammad Kamil add to the attraction of the character. He is a playful and careless young man. Even after the marriage he is so childish that he is desirous to use firework

24 on eve of Shabe Barat. He wastes all his time in playing at cards, chosar and chess. Mirrat ul Uroos has mostly ideal characters but the surroundings in which they breathe is not magical or ideal but is realistic to a great extent. Deputy Nazir Ahmed has like his other novels presented the life of the middle class living in Dehli in his novels. The surroundings of the house of Muhammad Kamil and Muhammad Aqil are different from the father of Asghari and Akbari. In this way different surroundings of the houses of the same class come before the readers. In addition to Asghari the environment of Husn Ara’s house has also been presented. her talk to the maid servants exposes the rudeness of HusnAra. The talk of Shahzamani Bagum makes a different environment, which is that of rich families of the age of Deputy Nazir Ahmed. On the whole it can be said that efforts have be made to write the environment in the best way. Deputy Nazir Ahmed creates a fair atmosphere and he is expert in it but his objective comes in the way. Moreover he is not familiar with the atmosphere building therefore he has not given so much attention to it. However he has introduced the novel writing with the real and natural atmosphere (Ashraf, 1994). In Mirrat ulUroos, Deputy Nazir Ahmed is basically, a reformer and a novelist. But he also admits that the aim of writing Mirrat ul Uroos was to provide the girls of the common home with instructions regarding house hold work and good manners. Deputy Nazir Ahmed was not satisfied with the status of women in society, and he takes ignorance for the cause of their disgrace. The women of Deputy Nazir Ahmed’s own family were almost facing the same circumstances that were related to middle class Muslim families. Deputy Nazir Ahmed made his own house the center of reformation and wrote a novel for his elder daughters, in which the education and ignorance, good manners and bad manners were presented through these characters. This fact is not hidden that Deputy Nazir Ahmed was unfamiliar with art and its objective. He creates his novel from his aim. He chooses and creates characters and events and at last by these carries the novel to the end. From two letters of Door Andesh Khan, making of great preaching speech is very funny. Moreover time to time Deputy Nazir Ahmed cannot stop from preaching. This makes the remaining story uninteresting. But his real aim is to explain his own ideas. In Mirrat ul Uroos, in addition to continuous pieces of advice there is the instruction to avoid over spending and the education of thrift. These teachings are no doubt Islamic teachings but in this book

25 Deputy Nazir Ahmed has repeated them so frequently that some critics think it his materialism and the desire of hoarding and the others see the pictures of Deputy Nazir Ahmed’s own personal life. On the whole the presentation of objective has not successfully done in Mirrat ul Uroos as where there is a preaching for the others. The novel seems to be losing interest. TOBA TUN NASOH The year of writing Toba tun Nasoh is 1873. The plot of Toba tun Nasoh reflects the inner struggle between the novelist and national reformer but on the whole the novelist wins and the reformer seems to retreat to the back rows. The beginning of the novel is very interesting and has touching scene. In Toba tun Nasoh characterization finds more place than the novels of early period of Deputy Nazir Ahmed. In this novel the characterization is more forceful and better. There is no doubt that the characters of Toba tun Nasoh are not completely real but their human shape comes more vividly. Being ideal to a limit they seem men to us. In characters of Naeema and Kaleem the evils which are presented by Deputy Nazir Ahmed, have the objective to brighten the good characters. Another objective of showing evil characters is that to make the people learn from them and to reform themselves. In creating the characters, Deputy Nazir Ahmed keeps the demands and the needs of his own time. Naeema is a rude and obstinate girl which has been brought in oriental environment. In spite of in difference to the religion and the hate for the traditional civilizations she cannot go outside the local civilization. But Deputy Nazir Ahmed does not do so. Perhaps this is the cause that he is sympathetic to Naeema instead of hating her. And when repenting on all her evils becomes peaceful noble and sane woman and comes again before us, we forget all her previous mistakes and began to like her. Deputy Nazir Ahmed has presented a sample of the Muslim women belonging to a particular group in the shape of Naeema. This part of the society consists of wealthy but illiterate Muslim ladies. They have been indulged in to a false life due to easiness and lake of wisdom. When Naeema argues with her mother, this characteristic of her character come to light that she quarrels with her mother with her oily tongue and when she is defeated by the arguments she shows her rigidness. And at last like other ignorant women gives up taking meals and insists on accepting his claim. All her manners are the cause of creating life freshness and reality. Kaleem is also of the same kind. Deputy Nazir Ahmed has

26 presented him in the shape of an obstinate, showy and selfish man. He sells all his property on seducing by Mian Fitratand after it distributes all the wealth among his concerts and in merry making. All this is according to his strayed nature. The talent of creating his poetry also comes before us. Sometimes this capability comes to help him because the people encouraging literature have been present in every society. He likes an easy choice and wakes late at noon. He has reserved two of his rooms of the house for his own convenience. His all these habits have become so rigid in him that after objecting Nasoh, he flies in to a rage and the advice of mother and brother has no effect on him. But the friend whom he trusted also betrays him. At last after leaving the house he has to spend his first night in a deserted mosque where he satisfied his hunger with parched grams and water. His rebellion not only creates interest and suspense in the novel but makes him more powerful living and natural character as compared with Nasoh (Sadiqi, 2008). IBN UL WAQT The novel Ibn ul Waqt consists of 128 chapters. The division of chapters is different from the stories of past times. The division of different chapters of the novel is ideal. Where ever Deputy Nazir Ahmed leads an idea he creates a new character there. This division is commonly objected that it stops the continuity of the novel. But this fact cannot be neglected that the aim of the novel of Deputy Nazir Ahmed is not story telling but preaching. The medium chosen by him, its nature and all others things are according to his aim (Ahmed, Ibn ul Waqt, 1980). From the technical point o f view Ibn ul Waqt falls in the category of character novel. The building of novel gets shape from the character of a personality. From his action and reaction the events of different nature are created and make their effect for the others. The topic of the novel is the gradual progress of a personality. The first chapter of the novel is informative and in it the writer has presented the circumstances quite after 1857and has criticized them. The situation of the novel is old city of Dehli and the social panorama of the old city of Dehliin which new aptitudes and ideas are being promoted due to English rule and the education in Madrasas. Under the influence of some new educational curriculums and under psychological disposition Ibn ul Waqt began to like the foreign civilization. There were the feelings of criticism in his nature from the very beginning but

27 at the time of freedom fight when Ibn ul Waqt saves the life of a Noble, he gets a high position in the first five chapters of the novel. There are so many examples of artistic beauty, storytelling and study of society. At the time of freedom fight of 1857 the depiction of panic, anxiety and helplessness by him is a forceful epic of the revolution of a civilization. In this background the characters of Ibn ul Waqt and Noble expose the artistic beauty of Deputy Nazir Ahmed. The foundation of novel is put on the change in the character of Ibn ul Waqt. All the other circumstances and events take birth from the same one event. By separating imaginative part of the novel from its emotional part continuity is achieved. But its imagination is affected very much. The common objection on Ibn ul Waqtis that it is an incomplete novel and the events do no t reaches a destination. From the talk of Hujat ul Islam it seems that the novel is still incomplete. In this connection the last sentence of the novel creates this misunderstanding. Hujatul Islam debating with Ibn ul Waqt divides Islam in two parts. After describing the nature of first part as for as the other part is concerned that is a choice of a particular sect from all the other sects of Islam postpones it to another time. We understand form this sentence that Deputy Nazir Ahmed wanted to write something more but he postponed it and it is a misunderstanding (Sarmast, 1973). It should not be neglected during the study of Ibn ul Waqt that all the efforts in writing Ibn ul Waqt were for the national reformation and betterment instead of individual betterment. To save the life of noble in 1857 was mare an accident. He was liberal from the very beginning. His companionship was a human need but common people think the relations between Ibn ul Waqt and Noble make him a non-Muslim. In the reformatory program of Ibn ul Waqt, it was the aim at first place to make religious reforms to finish prejudices, to spread modern knowledge, to create scientific interest and to finish misunderstandings before the rulers and ruled ones so that the Muslims may get once again their honourable and high position in the world. Deputy Nazir Ahmed was not only brought up in an ancient environment but he was fully benefitted with the modern education. Because of this fact along with old traditions, his novels reflect the colours of modern times also. He wrote his novels under a particular objectivity. He always

28 remained against the rotten values and traditions of the past and gave the lesson of ethics in his novels. Nazir very strongly supported the unity of Hindus and Muslims. He used to believe that the westernized history taught in the school to young children was the primary cause of the spreading of communalism. He took this up so seriously that he suggested the re-writing of the history book to the department of education. He wanted them to include topics like communal harmony. He used to spread the message of unity, peace and harmony amongst Hindu-Muslim. After the death of Sir Syed, Nazim became very depressed and stopped taking lectures or going to the meetings. When asked why he is not actively participating in anything anymore, he replied by saying, Kya karoon mashgala lecture ka aji ch-hoot gaya, hum se ek yaar ch-hutaa aisa ke ji ch-hoot gaya. His novels are considered to be the primary novels in Urdu. Among his famous works are, Mirat-al-Urus and Taubat-un-Nasuh that laid the foundation for future works and novel compositions in Urdu language. This great personality breathed his last in 1912.

BIBLIOGRAPHY Abbas, Q., & al., e. (2017). Urdu Novel: Technique and Tradition. Journal of Applied Environmental and Biological Sciences , 7 (1), 220-225. Adeeb, A. A. (1934). Urdu ka Pehla Novel Nigar. Illahabad: Hindustani Academy. Ahmed Khan, D. I. (1979). Nazir Ahmed ky Novel . Dehli: Utarpardesh Urdu Academy. Ahmed, D. N. (1980). Ibn ul Waqt. Dehli: Maktaba e Jamia. Ahmed, D. N. Merrat ul Uroos. Dehli: Kutab Khana Naziria. Ali Arshad, D. I. (1984). Nazir Ahmed ki Novel Nigari. Patna: Bahar Urdu Academy. Ashraf, D. K. (1994). Bare Saghir Main Urdu Novel. Dehli: Urdu Majlis.

29 Azad, D. A. (1981). Urdu Novel Azadi Ky Bad. UP: Nikhar Publications. Bukhari, S. (1960). Urdu Novel Nigari. Lahore: Maktaba e Jadeed. Farooqi, D. M. (1962). Urdu Novel ki Tanqidi Tarikh. Lakhnao: Idara Farogh e Urdu. Hussaini, A. A. (1987). Urdu Novel ki Tarikh aur Tanqid. Ali Garh: Educational Book House. Pasha, A. (1990). Tarqi Pasand Urdu Novel. New Dehli: Peshro Pablications. Sadiqi, A. u. (2008). Urdu Novel Aghaz o Irtaqa. Dehli: Educational Publishing House. Sarmast, D. Y. (1973). Beswein Sadi Main Urdu Novel. Haiderabad: National Book Depot.

30 TÜRKLERİN DÜNYA DÜZENİ ANLAYIŞI ÜZERİNDE KAZAKLARIN ETNOKÜLTÜREL DEĞERLENDİRMELERİ O.S.SAPAŞEV ÖZET Makalede dil manzaraları arasındaki farklılık, ilk önce başka dillere çevrilmeyen ve bu dile özgü kavramları içeren Dil-özellikli kelimeler göze çarpmaktadır. Dil-özellikli kelimelerin kültürlerarası perspektifte birbirleriyle ilişkileri araştırmaları, bu aşamada eski Türklerin dünya dil haritası ve onları oluşturan bazı kilit düşüncelerin parçalarının tekrar oluşturulması için yeterlidir. Dünya (dil) haritası ile ilgili en önemli varsayımların birisi, nesnelerin ve onların özelliklerinin ve dünyadaki ilişkilerinin dış şematik terimleriyle değil zoolojik, antropolojik ve sosyolojik anlamlarının özellikleriyle tanımlanmasıdır. Bilişsel açıdan böyle bir analizi yürütmek için mitolojik mü öykü özelliklerini tespit etmek ve mitolojik süjenin semantik ve duygusal özelliklerini belirlemek gerekir. Öykü özellikleri, süjenin kültürel ve tarihsel özelliklerini ifade eder. Duygusal ve duyusal özellikleri süje olgusunun başkalaşma dinamiğini ifade eder. Süjenin semantik özellikleri ise kültürün anlamsal formlarının çeşitliliğini ifade eder. Anahtar Kelimeler: Türkler, Kazaklar, Dil-Özelliği, Öykü Özellikleri, Etnokültürel Anlayışlar. WORLDVIEW OF THE TURKS ON THE BASIS OF ETHNOCULTURAL VALUES AMONG SUMMARY: The difference between language scenes in the article is Language- featured words that do not first translate into other languages and contain concepts specific to that language. The study of the relationship between language-specific words in intercultural perspective is sufficient at this stage to reconstruct the parts of the old Turks' world language map and some of the key thoughts that formed them. One of the most important assumptions about the world (language) map is that the objects and their characteristics and their relationships in the world are defined not by their external

 Dr. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümünün Öğretim Üyesi. Türkiye 31 schematic terms but by their zoological, anthropological and sociological meanings. In order to conduct such a cognitive analysis, it is necessary to identify mythological mu story features and to determine the semantic and emotional features of the mythological subject. Story features refer to the cultural and historical features of the subject. Emotional and sensory characteristics express the differentiation dynamic of the subject. The semantic features of the subject express the diversity of the semantic forms of culture. Keywords: Turks, Kazakhs, Language-Feature, Story Features, Ethnocultural Insights.

Belli bir dil topluluğunun tarihsel olarak gündelik bilincinde oluşan ve dile yansıyan dünya dil “haritası”, komple dünya görüşü ve realiteleri kavramsallaştırmasının bir yöntemi olarak kabul edilebilir. Tabii olan her dil, algılama ve kavramsallaşma sürecinin yöntemini yansıtır. Buradaki anlamlar ve kavramlar bir bütün sistemi, toplumun her bir üyesinin bilme mecburiyetinde olduğu bir tür kamu felsefesini oluşturur. Bu, dile özgü olan realiteyi kavramsallaştırma yöntemi bir bakıma evrenseldir. Ancak diğer taraftan milli özgünlüğe de sahiptir. Demek, farklı dil taşıyıcısı kendi dilinin “prizmasından baktığından dolayı dünyayı farklı görür. Bununla birlikte “bilimsel haritadan birçok yönden farklı olduğu için dünya dil “haritasının “naif” olduğu söylenebilir. Bu arada dile yansıyan naif görüşler aslında çok fazla primitif değildir. Çoğu zaman bilimsel görüşler kadar ilginç ve karmaşık olabilir. Örneğin, yüzyıllar boyu gelişen binlerce kuşağın iç gözlem tecrübesini gösteren insan iç dünyasıyla ilgili görüşler bu alan için güvenilir rehber olabilir. Yukarıda bahsedildiği gibi farklı dillerin çizdikleri dünya haritası ve görüntüsü hem benzerlik hem farklılık arz etmektedir. Dil manzaraları arasındaki farklılık, ilk önce başka dillere çevrilmeyen ve bu dile özgü kavramları içeren Dil-özellikli kelimeler göze çarpmaktadır. Dil-özellikli kelimelerin kültürlerarası perspektifte birbirleriyle ilişkileri araştırmaları, bu aşamada eski Türklerin dünya dil haritası ve onları oluşturan bazı kilit düşüncelerin parçalarının tekrar oluşturulması için yeterlidir. Dünya (dil) haritası ile ilgili en önemli varsayımların birisi, nesnelerin ve onların özelliklerinin ve dünyadaki ilişkilerinin dış şematik terimleriyle değil zoolojik, antropolojik ve sosyolojik anlamlarının özellikleriyle tanımlanmasıdır. Bilişsel açıdan böyle

32 bir analizi yürütmek için mitolojik mü öykü özelliklerini tespit etmek ve mitolojik süjenin semantik ve duygusal özelliklerini belirlemek gerekir. Öykü özellikleri, süjenin kültürel ve tarihsel özelliklerini ifade eder. Duygusal ve duyusal özellikleri süje olgusunun başkalaşma dinamiğini ifade eder. Süjenin semantik özellikleri ise kültürün anlamsal formlarının çeşitliliğini ifade eder. Dünya (dil) haritası, kendi eksik düzenleme sürümlerine rağmen bir bütünlük arz etmektedir. Bunu, görüntülerin birliği ve parçaların tutarlığı karakterize eder. Kültürün temel kavramları dilin esas metaforlar yapısı ile uyum içerisindedir. Eski Türklerin dünya görüşünün esas sembolünün dünya ağacı olduğu söylenebilir. Bu karakter çağdaş kuşaklarda çeşitli sürüm yerini bulmuş etnik, sosyal ve kültürel çevrelerin etkileriyle biraz değişime uğramıştır. Dolayısıyla, dünya görüşü kavramının ve arkaik tipini tam olarak oluşturulması için eski Türk dili kelime hazinesi bazında erken dönem mitolojik ve epik masalları ele almak gerekir. Mitolojik ve epik masalların neredeyse hepsinde ağaç olgusu mevcuttur. Örneğin, Kazaklarda destan ve masal kahramanlarının, yolculuk sırasında mola verdikleri ve gölgesinde dinlendikleri ağacın adı “Bayterek” (Koca Çınar) olarak ortaya çıkar. Başkurt Türklerinin mitolojisinde dünya merkezinin dünya ağacı olarak gösterilmesini, soy ağacına ilişkin fikirlerle (burada ağaç ve kuş sosyal nitelikte ise atın soy ağacına dönüşmesi ilginçtir) ve yalnız yetişen ağacı yasağıyla açıklanabilir. Eski Türklerde ağacın üç seviyesi vardır. Eski Türk kozmolojisinin yansıması olan Kazakların üst (gökyüzü), orta ve yeraltı gibi üç alana ilişkin görüşleri temel olarak kabul edilebilir. Aynı şekilde dünya sembolü ağacın da yatay olarak benzer üç seviyeye bölündüğü dikkat çekmektedir. Üst kısım temsilcileri kuşlar kartal olarak ağacın tepesinde yer alır. Daha sonraları kartal Fars folklorundaki devasa kuş “Simrug” şekline değişmesi dikkat çekicidir. Ancak efsanelere göre yukarı evremde “kurtarıcı kuş” rolünü kuzgun üstlenmiştir. Aşina efsanelerine göre düşmanları, çocuğa işkence edip bıraktıkları batağın üzerinden gökyüzü Tanrısı kuzgun şeklinde geçer ve onu kurtarmak için dişi kurdu gönderir. Büyük ihtimalle insan konuşmasını taklit etme yeteneği ile uzun yaşaması kuzgunun akıllı ve kutsal kuş olduğu düşüncesinin ortaya çıkmasını etkilemiştir. Şöyle ki Kazaklarda “mın jasaytın quzgın emespin” (“bin sene yaşayan kuzgun değilim”) deyimi buna işaret etmektedir.

33 Günümüzde kuzgun ile ilgili kullanışımda olan ifadeler ve deyimler bu düşüncenin bariz örnekleridir. Örneğin, “qarga jündü kattas, üyrek jündü ottas” (kankardeş) “karga tamırlı Kazak”, yani karga menşeli (aynı soyundan çıkan) Kazaklar, “bizdin kolımızğa da qarga tışar” (nasip ise bize de şans güler) gibi deyimler geçmiş atalarımızın anlayışlarının birer izleridir. Kazak Türkleri süslemeleri arasında “karğa tuyaq” (kuzgun pençesi) “qarğa tumsıq” (kuzgun gagası) gibi damga unsurları bulunmaktadır. Bu süs damgaların fonksiyonları mutsuzluktan, üzüntüden korumak ve refahı sağlamak olup merkezi süslemelerin etrafına işlenmiştir. Eski Türk yazıtlarında, insan yaşamının orta seviyesi alanıyla uyumluk arz eden Yer ve Su Tanrılarının adları geçer. “Udıq yer sub” eski Türklerin Tanrı ve Umay gibi kutsal kavramların üçüncü unsurudur. Kazaklarda ise bu Asan Qaygının devamlı aradığı “Jer-Uyık” (vaad edilmiş topraklar) kavramına dönüştüğü söylenebilir. Altay Türklerinde “Sümer- Ulan-Tayga” yada “Sümer-Ulan-Ak-Şibe”, yani “Yer-Suyun kırmızı kayalarda yaşadığına” dair anlayış oluşmuştur. Ülgen yada onun oğlu tarafından “kamlama” (kutsama) ritüeli yapıldıktan sonra Yer-Su Tanrısı için kırmızı veya kızıl atların kurban edilmeleri gerekirdi. Kazaklarda günümüze kadar süren yeni gelinin eve ilk adım atması, eve giriş merasiminde “Ot Ana Umay Ana jarılqa!” (“Ateş-Ana Umay-Ana yardımcı, destek ol!”) diye dua edilir. Bilindiği üzere runik yazıtlarda da Umay Tanrısının adı geçmektedir. Çağdaş Sibirya Türk’lerinin folklorunda Umay-Ana, yukarıdan inen altın kanatlı görkemli bir kadın olarak tasvir edilmektedir. Hristiyanlık öncesi kültlerde Umay’ın, anneler ile çocukların koruyucusu ve bereket (doğurganlık) Tanrıçası olduğu bilinmektedir. Eski Türk çağlarında ise Umay’a üstlenen vazifelerin alanı büyük ihtimalle daha geniş olmuştur. Runik yazıtlara göre Umay karakteri bazı durumlarda asilzadelerin her iki cinsinin de koruyucusu olarak ortaya çıkar. Onun vazgeçilmez unsurlarının birisi, içerisinde çocukların ruhları konulmuş ve kutsanmış sütün olduğu küçük bir kâse ritüeller sırasında kullanılmıştır. Örneğin, hasta bir çocuğu iyileştirmek için bu kâseden “Umay’ın besleme ayinle” yapılırdı. Bu gelenekler, Eski Türk dönemine ait insanların resimlerinde yer alan kasenin ritüeldeki rolünün önemiyle ilgili ortak Türk görüşünden doğrudan ortaya çıkmıştır. Zikredilen anlayışların menşei, Herodot’un eserlerinde ilahi kaynaklı kâse olarak kutsandığına ve İskit devrine kadar eskiye gittiğine dair verilere rastlanmaktadır.

34 Eski Türklerin runik yazıtlarında “kök” sözcüğü, “gökyüzü” anlamında kullanılmıştır ki, bu durum Kuzey-Doğu dilleri dışında hem eski, hem modern birçok diller için söz konusudur. “Kök” kelimesinin semantik gelişiminin başlangıç noktası olarak genelde “gökyüzü” anlamı öne çıkar. Türk ve Moğol dil gruplarında gökyüzünün bir diğer ifadesi, “ilah” anlamına da gelen ve eski zamanlardan beri kullanılan “Tanrı” adı olmuştur. Eski çağlardaki “Gök Tanrı” deyimi de dikkat çekmektedir. Elimizdeki verilere göre “gök” (mavi) ve “gökyüzü” ve “Tanrı”, aynı kelimenin eşanlamlı veya işaret edilen kavramların birisi yüklenen ismin iç formunu (etimolojik anlamını) teşkil eder. Semantiği bu kavramlara bağlı olan kelimeler grubu folklor metinlerinde birbirlerine sıfat olarak hizmet eden eşanlamlı sözcüklerdir. Kozmolojik mitlere göre yer (küresi), dünya okyanusunun (su kaosunun) içinden çıkarılmış ve sonradan etrafı suyla çevrilmiştir. Bundan dolayı eski atalarımızın dünya görüşünde öbür yaşam veya hayatın gizemli yönleri su şeklinde olduğu dikkat çekmektedir. Bu ise göl, nehir yâda herhangi bir su alanları olabilirdi. Oysa bu üst ile alt, gökyüzü ile yeryüzünü, yani başlangıcı üst dünyayla ve akışı alt dünyayla bağlayan büyük nehirlere ilişkin şamanlık görüşlerle benzerlik sağlamaktadır. Böyle bir anlayıştan “nehrin başlangıcı gökyüzü (üst kat), orta kat merkezi (yeryüzü), sonu ise alt kat” oldukları dünya modeli görüşü ortaya çıkar. “Su ayağı qurdım”, “Su ayağı – er Korkut” gibi Kazak deyimlerinin semantiği buna bağlıdır. Aynı zamanda “Su ayağı kurdımğa kettı” (nehrin sonuna gitti) deyimi merhumun yakınlarına vefat haberini duyurmak için kullanılan sabit ve kalıp ifadelerden biridir. “Ömür - özen” (hayat nehir misali), yani hayat nehrinin akışı belirsizliğe (sonsuzluğa) doğru akar, dolayısıyla bir sonu yoktur. Kazaklarda eski zamanlardan günümüze kadar gelen bir adete göre su getirmek için giden insanı, kendi adıyla değil, “it öldü” diye çağırmak gerekir. Aynı zamanda mesafeyi ifade eden “it ölgen jerde” (köpeğin öldüğü yerde) nehrin aktığı yer, üçüncü kata denk gelen öbür dünya kavramıyla ilişkilidir. Yani, üçüncü seviye su alanına bağlıdır. Böylece kozmosun yapılanması, “Erklik” alt dünya Tanrısının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Üst, orta ve alt dünyalar olarak net biçimde dikey direklerin ortaya çıkmaları, yatay evren de oluştuğu şemayı gösterir. Bütün varlıklar, hayır ve şer olmak üzere ruhlara sahiptirler. Bunları savaştıran da, barıştıran da çeşitli kahramanlar ve Tanrılardır. Böyle karakterler, Türk dilinin sözcük hazinesine ait ifadelerde kendilerini bulurlar.

35 Örneğin, “albastı basqır”(albastı bassın), “şaytan alğır” (şeytan alsın), “jin soqqan” (deli) v.s. Türklerin dünya düzeni ile ilgili bakışaçısını, “Er Töstık” destanından ve “Kün astındağı Künıkey kız” (Güneş Altındaki Günükey Kız) gibi Kazak masallarından izlemek mümkündür. Türk mitolojisinde insan ve onun hayatı bir nevi mikro kozmos, ancak her şey eninde sonunda dünya düzeninin temel formüllerini kendi çapında benimser. Her bireyin hayatı, evren hayatının küçültülmüş bir modelidir. Bireysel yaşamda da aynı evrensel antitezler Kaos ile Kozmos yer alır. Dolayısıyla, “kutsamak geleneği” esnasında insan “Şaman” şekline girer ve evrenin üç katı arasına bağlantı kurar. Böylece, insanlar ve ruhlar, yani üst ve alt dünyalar arasında “Şaman” (baqsı) aracı hizmetini sağlar. Oysa günlük yaşamında Şaman sıradan bir insandır. Kazaklarda yaygın olan “baqsılığı ustaw” (kutsamak nöbetinin tutması) deyimi, bu geleneğin belli bir durumda, belli bir zamanda yapıldığına işaret eder. Şaman yalnızca “kutsamak” sırasında medyuma ve tabibe dönüşerek ruhlar “ekibini kendine çağırır. Şaman ruhlar onu terk edip, “kutsamak” sona erdikten sonra, tekrar kendi insani haline döner ve bu durumda ondan artık soru sorulmaz. Bununla birlikte tarihte Şaman kadınlara da rastlayabiliriz. Onlara “Eltüw” adı verilmiştir. Bu ifade leksik şeklini, Kazakçada “transa geçmek, kalıba girmek ” anlamına gelen “eltüw” fiilinde korumuştur. Evrenin üç katı ile dörtgen yatay yapısı ve yeryüzünün her tarafını birbirilerine bağlayan büyük nehirlerin kozmik karakterlerine ilişkin antik mitolojik düşünce temelinde evren yapısına dair mit vardır. Eski Türk yazıtlarında dünyanın dört ucu hakkında “Tört bulundaqı bodunuğ köp almıs, köp baz kılmıs” /KT,2.s./ (Onlar dünyanın dört köşesinde yaşayan halkları fethettiler ve onları barışa çağırdılar.) şeklinde yer alır. Kazaklarda “dünüyenın tört buruşu” (dünyanın dört ucu) deyimi atalarımızın anlayışıyla birebir denk gelmektedir. Eski dönem ritüellere dair sözcük formlarının, Eski Türk çağının en önemli Tanrılar panteonuna ve evren düzenine ilişkin bilgileri içeren ve hafızalarda koruduğuna işaret etmek gerekir. Kaynakları araştırma ve inceleme neticesinde şamanlık kavramları içeren kutsal verilerin yansıra Eski Türklerin dünya yapısı ve tasvirini gösteren kelimelerin kökleri ve arkaik unsurları ortaya çıkmıştır. Eski Türk dünya tasvirinin bir diğer formülünü, kültürel bir materyal olarak konutun, yani evin kullanımında izlemek mümkündür. Eski döneme ait konik konutlar örnekleri, yeryüzü

36 merkezinde yerleşen dünya dağlarına benzer şekilde yapılan mimari eserler Kozı-Körpeş1 ve Dombawul’un2 anıt mezarlarında muhafaza edilmiştir. Saha Türklerinde şöyle bir karmaşık karşılaştırma var: bir insan, konutun ön veya arka tarafında durmasına bağlı olarak guguklu kuş veya karga büyüklüğünde görünür. Kazaklardaki “qarğa boylu” sözcüğü, benzer anlayışın devamı ve göstergesidir. Yüzeysel seviyede formülde bulunan içerik planı, derin seviyede ifade planı fonksiyonunu üstlenir. İki zıt temellerin karşıtlıkları, guguklu ve kuzgun gibi şamanlıkta kutsal kuşların formüle katılmalarıyla bertaraf olur. Kazak dünya görüşüne göre “kiyiz-üy” (keçeden yapılan çadır) - merkezin sağ ve sol tarafında dünyanın altın ve gümüş ağacı “Bayterek” vardır. Kazaklardaki “On jağına karasan, altınnan terek ornasın, sol jağınga karasan kümısten terek ornasın” (sağ tarafında altın, sol tarafında gümüş ağaç yükselsin) temennisinde ağacın önemi vurgulanmaktadır. Günümüzde ortak motivasyona ulaşarak Türk dünya sembollerinin eski versiyonları bir noktada buluşmaktadır. “Tanrı-gök”, “bayterek-dünya ağacı”, “sağ taraf-sol taraf”, “baqsı-eltüw”, “suyun sonu boşluk-it öldü” anlamlarındaki kelimeler ile birlikte insan, yeni doğan, ruh (yaşam gücü), yeryüzü (insanların yaşam alanı) deyişleri aynı nesnenin eşanlamlı adlandırmaları olarak hizmet eder yâda deyimlerin içerisinde yer alır ya da metaforlar sisteminde birbirlerine veya aynı kelimenin mezeci anlamıyla bağlı olur. En önemli temel kültürel kavramlar, dilin kilit metaforlar yapısıyla uyumludur. “Gökyüzü” anlamındaki kelime Türk dillerinde mavi rengin açıklaması, örneğin “gök-Tanrı” olarak kullanılır. Antik çağlarda “Gök Tanrı” deyimi bir bütün olarak “Gökyüzü Tanrısı” anlamına gelmiştir. Türk halklarının dil bilincinde “gökyüzü”, “mavi”, “Tanrı” kavramları ayrılmaz ve geleneksel dünya görüşün semantik paradigmasını oluşturur. Arkeolojik verilere göre İskitlerde Ulu Tanrı için genelde beyaz, gri, mavi renkli atlar kurban edilmiştir. Aynı zamanda bu, Doğu Kazakistan Katon-Qarağay bölgesinde yapılan Berel kazılarındaki son bulgularla

1 Közi - Körpeş destanı Altay, Kazak, Başkurt, Sibirya Tatar ve Uygurlannda bulunmaktadır. Destan Altayhlarda Tubalar, Kuzey Teleut ve Güney versiyonları olarak kaydedilmiştir. 2 Bilim adamlarına göre Dombawıl Mozolesi, Orta Kazakistan'ın en eski yapılarından biridir. Dombaul'un Hunlar sırasında yapıldığı düşünülmektedir. Efsaneye göre, türbe büyük besteci ve savaşçı Dombawıl'un onuruna inşa edildi ve varlığı tarih ve mitlerle (masallar) yakından bağlantılı. Türbenin binası taş karolardan yapılmıştır, beş metreden daha yüksek koni şeklinde (levha şeklinde) kare bir tabana sahiptir. 37 doğrulanmaktadır. Büyük ihtimalle formüle göre evin doğu yönünü temsil eden kestane renkli at – “jiren at”, Ulu Gök Tanrısına adak olarak kurban edilmiştir. Avrasya kıtasının ormanlı ve bozkırlı bölgelerinde yaşayan halkların antik kült ile geleneklerinin unsurlarını muhafaza etmiş bir etnos olarak Kazaklarda hala atı adak olarak kurban etme ve at kafatasını mezarlığın başucuna asma gelenekleri devam etmektedir. Kazakların eski masallarındaki “ay müyüzdi aq tulpar” (hilal boynuzlu beyaz at) deyiminin menşeinin, Berel höyüklerinde bulunan İskitlerin altın boynuzlu maska giymiş atları olduklarını varsaymak mümkündür. M.Ö. 5. y.y. İskit kabileleri kültürleri, devasa anıt yapılarla birlikte sıradan insanlar için yapılmış mütevazı tümseklerde izlenmektedir. İskit mezarlıkları ülkemizin neredeyse her köşesinde mevcuttur. Mezarlıkların dış görüntüleri hemen hemen aynıdır. Bunlar, ortasında hücrenin etrafında elips şeklindeki daireleri bulunan ve işlenmiş kaya taşlar konulan kenarları çakıl taşlı höyüklerdir. Topografı bakımdan höyükler ya «meridiyonal» yâda gelişigüzel zincirleme şeklinde dizilmiştir. Büyük höyüklerde bulunan altın ve gümüşten yapılmış İskit hayvan stilindeki nesneler dikkat çekmektedir. İskit eşyalarının arasında iki yana bakan şahinler tasvir edilmiş renkli emaye süsleri olan görkemli altın küpe bulunmaktadır. Şelekti mezarlığı kazılarında, ortasında beş köşeli yıldızı olan düğmede benzer detaylar görülmektedir. Doğu Kazakistan bölgesine yapılan tarihsel ve epigrafik yolculuk esnasında süsü İskit düğmesiyle tıpa tıp aynı olan Kazak takkesi dikkatimizi çekti. İskitlerin seramik ev ve mutfak eşyalarında da bitki ve çiçek süslerine sık sık rastlanır. Benzer süslemeler Karahallılar dönemi Ayşe-Bibi, Babacan-Hatun türbeleri gibi mimari eserlere de yapılmıştır. Çiçek ve bitki süsleri Moğolistan Kazakları arasında yaygın olan işlemeli kilim ve halılarda bulunur. Manevi kültürün benimsenmesini, halk yaşamıyla ilgili etnografı etütleri oldukça tam olarak yansıtan «etnolinguistik» kaynaklarda görebiliriz. Örneğin, Berel mezarlıklarında bulunan boynuzlu atın görüntüsü Kazak folklorunda çok sık rastlanır. İskit kabile reislerini koruyan mitolojik kartal, gagalı aslan “grifonun, Kazak kültüründe “it-kuşa dönüşüp Türk halkının anası dişi kurt görüntüsüne dönüştüğü varsayılmaktadır. Kazak halk sanatı, Kazakistan topraklarında eski çağlarda yaşayan İskit, Hun, Uysun v.d. kabilelerin sanatlarıyla genetik ilişki içerisindedir.

38 Onların yaşam tarzı ile uğraşı alanlarının aynı olduğu görülmektedir. Hepsi de göçebe yaşam tarzını yürütüp hayvancılıkla uğraştılar. Atın, göçebeler için son derece önemli olduğu bellidir. Bunun için atalarımızın dünya görüşleri ile gelenekleri at kültüyle geçmiştir. Örneğin, İskitler yolculukta bir nevi şans getirdiğine ve savaşta ölümden kurtardığına inandıkları için at toynağını muska gibi kemerlerine asmışlardır. Buna benzer görenekleri Kazaklarda da rastlamak mümkündür. Ord. Profesör Alkey Margulan’ın3 araştırmalarına göre Kazakların ataları, Merkezi Kazakistan Karataw ve Mangıstaw4 (Bin kışlak) dağlarında çok sayıda bulunan kaya üzerindeki atın, daha doğrusu at toynaklarının resimlerine tapınmışlardır. Böyle resimlere “Tulpar-tas” (At-taş) denilir. Kazak milli kıyafetlerindeki ve türbe duvarlarındaki süslemelerde de at toynağına rastlanmaktadır. Kazak kızının milli düğün şapkası olan “sawkele”, bazen “tay-tuyaq” (at toynağı) ile süslenmiştir. Aynı zamanda “tuyak” (toynak) sözcüğü, Kazakçada “evlat” kelimesine mecazı olarak kullanılır. “Tuyağı kalğan eken” deyimi mecazı olarak “evladı var”, “soyun devamı var”, “tuyaqsız ötken” deyimi ise “çoluk çocuksuz yaşamış”, “arkasından kimse kalmamış” anlamına gelir. Bunun için Kazaklarda “toynak” şeklinde bulunan altın ve gümüş külçeler, neslin veya soyun devamını sağlayıcı tılsım sembol, muska olarak saklanmıştır. Ait olduğu hayvan türüne göre “bota-tuyaq” (deve yavrusu toynağı), “koy-tuyaq” (koyun toynağı) olarak ismi değişir. Genelde geleneksel Kazak kıyafetleri ve kemerleri gümüş süslemelerle birlikte altın yapışmalarla da süslenmiştir. Bununla ilgili eski Türklerin Runik yazıtlarındaki şu sözler dikkat çekmektedir. “Sarığ altın, örün kümıs eş bunsız kelürti” – “Sarı altın, beyaz gümüş hiç sorunsuz bulunurdu”. Gümüş eşyaların yanı sıra kadınlara ait altın mücevherler de kullanılmıştır. Kazaklarda hem gümüş, hem altın çok yaygındı. Gümüşün altına nazaran kolay bulunması ve kolay işlenmesiyle birlikte temizlik ve saflık sembolü olarak ayrıca değer görmüş ve makbul sayılmıştır.

3 Margulan Alkey Hakanulı, Arkeolog ve tarihçi, sanat tarihçisi ve Tunç Çağı ve Erken Demir Çağı antik mimari anıtının folkloristi, Tarih bilimi doktoru (1945), muhabir üye (1946), Kazak SSR Bilimler Akademisi akademisyeni (1958) ve profesör (1960). 4 Mangistau (Kazak: Маңғыстау, Mańǵystaý), Kazakistan'ın batısındaki Mangystau Bölgesi'ndeki petrollü Bölge ve onun merkezindeki şehir adı. Mangistau, Mangyshlak Yarımadası'ndaki çölde, Aktau ve Hazar Denizi kıyılarının 20 kilometre doğusundadır. 39 İslam öncesi Kazaklardaki atalar kültünün izlerini, cenaze geleneklerinde ve anıt yapılarda bulmak mümkündür. Bunlar, merhumun öbür dünyaya geçişini kolaylaştırdığına inanılan ikizi sayılan ruhuna (ervahına) verilen ayinle ilgili ikramlar döngüsünden oluşmaktadır. Bu geleneğin anlamı, ruh ile ilgili İslami görüşlerin, ruh/ervaha inanışı içeren İslam öncesi Şamanlık anlayışla bir nevi sentezi olmasındadır. Şeker bayramı, Ramazan’da verilen iftar yemekleri, Kurban bayramı gibi İslami bayramlar esnasında ölmüşlerin ruhlarına ritüel ikramların, adakların böyle bir bağlantının mevcudiyetine işaret eder. Bu değerlendirmede günümüz ile eski zamanların arasındaki ilişkiyi izlemek mümkündür. Sünni mezhebe mensup olan Kazaklarda “Ölü razı bolmay, tırı bayımaz” (ölmüşlerimiz razı olmadan hayattakiler refaha ulaşamaz, zengin olamaz) deyimiyle ruhlara saygı anlayışı açıklanır. Eski Türklerin ruh ile ilgili inanışlarına göre Şaman’ın merhumun ruhunu taş parçasının içine koyduğuna inanılan anıt yapılar inşa edilmiştir. Cenaze töreninden önce hazırlanan bu taş parçası, “konutun girişine konulmuş ve kendi cenazesinde bulunan merhumu temsil etmiştir. Eski Türklerin mitolojik görüşleri, atalar kültü ve çeşitli hayvanları totemi, yani kutsal olarak saymaları ile ilgilidir. Böyle bir semantik formüllerin çözümü için mitoloji metotlarıyla birlikte psikoloji ve parapsikoloji yöntemlerine başvurmak gerekir. Orta Asya halklarında yaygın olan Şamanizm, eski Türk destürüne bağlayan bazı detaylarını koruyarak bir sürü değişikliğe uğramıştır. Tabii olarak adlandırmalar ile konuya ilişkin sözcükler de değişmiştir. Ancak halkın deruni bilincinde dünya yapısına ilişkin dil portresi muhafaza edilmiştir. Bu ise dünya yapısının tam portresini yeniden oluşturmak için rehberlik edecektir. 2004’te Doğu Kazakistan’ın Tarbağatay ve Ayagöz bölgelerine yapılan seferler sırasında bulunan Türk mimari eserleri ile taş heykeller, Orkun-Yenisey abideleriyle benzerlik arz etmektedir. Bu ise Doğu Türk Kağanlığının sınırlarının şimdiki Doğu Kazakistan bölgelerine kadar uzandıklarını ispat etmektedir. Eski Türk mimari eserlerini küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Küçük boyutlar özel amaçlardaki konutlarda ve çiftliklerde görülmekte, oysa kutsal mekânlar, mabetler, ibadethaneler (bark) ve saraylar külüye büyük boyutlarda yapılmıştır. Bu listeye ortak mezarlıkları ve höyükleri eklemek mümkündür. Bilindiği gibi, insan konutunun en erken türü Antik çağdaki avcılar ile toplayıcıların geçici olarak yaşadıkları kamplarıdır.

40 Türk kutsal mekânlarının mimari yapısı, göçebenin dünya görüşü yapısını yansıtır. Bunun yansıra ibadethanelerin mimarisi, sembolik entegrasyonun gerçekleştiği, “zaman bilincinin oluştuğu, onun maddeleştiği anlamlarına gelir. Böylece, ibadethaneler ile abideler mistik zamanda ve mistik mekânda bulunan mikro kozmosa dönüşür. Tüm bu kutsal yapıtlar ve ibadethaneler, içyapılarıyla semaları ve evren katlarını temsil eden sembolik evreni gösterir. Belli bir derecede böyle yapıtlar dünya dağını temsil eder, dolayısıyla “dünya kalbinde” inşa edildiği kabul edilir. Genel olarak geleneksel Türk dünya görüşünde dünya, derece, katlar ve semboller dizisi olarak hesaplanmış değil, daha çok faaliyet, değişim, devamlı hareket halinde duygusal olarak hissedilmiştir. Dünyanın en önemli fonksiyonu, hayatın devamlılığını, devamlı yenilenmesini sağlamaktır. İnsan ise evrenin bir parçası olarak bundan istifade etmektedir. Doğa ritimleriyle (zaman, mevsimlerin değişimi, gökyüzü cisimlerinin hareketleri,) çalışma alanlarına göre doğanın tılsım güçlerine ve atalar kültüne saygı ile uyumluluk içerisinde olan tüm gelenekler ve görenekler, bayramlar insan yaşam süresinin yani ömrünün uzatılması amacına yönelik yapılmıştır. Türkoloji’de taş heykeller ile abideler henüz net biçimde tasnif edilmiş değildir. Kanaatimizce, eski Türk taş eserlerini bir kaç çeşide ayırmak mümkündür. Örneğin, “Buğutas” (Geyik Taş) çok erken döneme ait olup üst kısmının sol tarafında damga, daha aşağısında geyik boynuzlu süs, en altta kılıç resmedilmiştir. Taşların “Sıntas” (Sutun) olarak adlandıran bir diğer türü, hiçbir süsleme ve damgasız olup oyulmuş granitten yapılmıştır. Türk heykeltıraşlık sanatının örnekleri olan “Balbal” taşlar şematik olmalarına rağmen çok görkemli değildir. Bunlarda taşın üst kısmında oyulmuş insan yüzü gösterilmiştir. Daha sonra kültür gelişimi ve heykeltıraş maharetinin gelişmesiyle çok orijinal heykeller ortaya çıkmıştır. Bunlar ise Eski Türk aristokratların ve elitlerinin temsilcilerinin gerçekçi ve benzersiz portrelerini yansıtmıştır. Saç biçimleri ile kıyafetleri özenle yapılmıştır. Birçoğu “kise” (kemer) rozetleri dizilmiş kemerlerine kılıç ve hançer gibi silahlar takılmış şenlik kıyafetleriyle gösterilmiştir. Göçebelerde kemerdeki rozet sayısı ve içeriği, askeri şen ve rütbeye işaret etmektedir. Buna benzer kemerler hala Kazaklar arasında yaygındır. Genelde eski Türk asilzadenin sağ kolunda kâse yâda kupa vardır. Sol kolu ise kılıcın üzerindedir. Eski Türk anıt yapıları bilimsel kaynaklarda “Antik Türk Parmaklıkları” olarak adı geçen mezarlıklar taş heykeller ile bağlıdır. Tarbağatay’da bulunan yer

41 değiştirmemiş heykeller böyle parmaklıkların yanında dizilmiştir. Parmaklıklardan doğuya doğru dikey konulmuş orta boylu “balbal” taşlar dizilmiştir. Tarbağatay’da tarafımızdan, savaşlarda şehit olan eski Türk askerlerinin anısına yapılmış anıt yapılar külliyelerininde birçok kaya parçası ile heykel bulunmuştur. Bu abidelerin, mezarlıkta olmayıp, kaya çadır şeklindeki ibadethanenin dibindeki taş parmaklıklar yanında dizildikleri dikkat çekmektedir. Bu ise Şamanizm izleri ile birlikte atalar kültüne saygı anlayışına bağlı olan eski Türk dinindeki “bögüv” kavramını içeren atalar ruhu için yapılan anma geleneklerin (mevlit) gereğidir. Kanaatimizce, 7-8. yy. Orhon Türklerinin abideleri ile Tarbağatay’da bulduğumuz heykeller temel yapısal unsurları bakımından benzerlik arz etmektedir. 1. Hürmetine ibadethane yapılmış olan şahsın heykeltıraşı bulunmaktadır. 2. Dikey konulan “balbal” taşlar ibadethaneden doğu yönünde dizilmektedir. Büyük ihtimalle Türk Kağanlarının görkemli abideleri, eski Türk aristokrasinin daha sade görünüm arzeden ve Kağanlık toprakları ile Türk dünyasının taşrası sayılan Doğu Kazakistan bölgesinin güneyinde çok sayıdaki anıt yapıların prototipi olmuştur. Tarbağatay ibadethanelerinin şekline, Dombawul, Qozı-Körpeş ve Bayan-Suluw gibi kadim eserlere özgü mimari yapı olan yuvarlak dipler geçerlidir. Ökpeti dağlarında bulunan ibadethane kalıntıları, Qozı-Körpeş ve Bayan-Suluw anıt eserlerinin yerleşim yerlerinden 150 km uzaklıkta olup yine temel taşları yuvarlak şekildedir. Eserin temelini yapmak için yerli taş kayaları kullanılmıştır. Heykellerin etrafını temizleme esnasında düz pembe granitler bulunmuştur. Büyük ihtimalle heykeller için hammadde (pembe granit) dışarıdan getirilmiştir. Doğuya bakan ibadethane girişinde pembe granitten oyulmuş kıyafetsiz erkek ve kadın heykelleri konulmuştur. Bu heykellerin benzerine, Kazakistan topraklarında daha önce hiç rastlanmadığı bilinmektedir. Kadın heykelinin omuzlara kadar kırılmış üst kısmının kaybolduğundan dolayı saç ve yüz şekilleriyle ilgili bilgi yoktur. Erkek heykelinin kafasında üçgen şeklinde şapkası olup yüz şekli Moğol tiplidir.

42 Her iki heykelin elleri kasık kısmına konulmuştur. Yerleşik halk arasında bu yer “Aşklar Mekanı” olarak bilinmektedir. Abide çapı yaklaşık 4 m. Tarbağatay bölgesinde Sıntas kırlarında bulunan yuvarlak biçimdeki iki abide 530x520 sm. çapındadır. Yapıların etrafında uzanan 15 m. çapında koridorun izleri bulunmuştur. Anıttan doğuya doğru 500 m. uzunluğunda taşlar dizilmiştir. Büyük ihtimalle cenaze v.b. törenlere gelen konuklar atlarının dizginlerini bu taşlara bağlamışlardır. Önceden anıt önünde konulan heykellerin ne zaman yerinden alındıkları bilinmemektedir. Sıntas anıtlarından doğuya 2 m. mesafede iki “balbal” taş ile abide kalıntıları bulundu. Anıtın 4 m. çapında ve balbalların kabaca yontulmuş oldukları anlaşılmaktadır. Birincisi, pembe granitten yontulmuş ve ne yüzü ne de el ayakları vardır. Bunlar erozyona uğramaları sonucunda kırılmış olabilir. İkincisi ise işlenmemiş bazalt taşından yapılmıştır. Üst tarafında insan yüzü kabaca resmedilmiştir. Balbalların malzeme farklılıklarını göz önünde bulundurarak bunların, kaybolmuş önceki heykellerin yerlerine sonradan konuldukları sonucuna varmak mümkündür. Bunun yansıra Sabındıköl gölünün yakınlarında eski Türk dönemine ait ibadethanenin dış çapı 8 m. ve iç çapı 4.5 m. olan 1 m. yükseklikteki kalıntıları ve 120 sm.’lik balbal bulunmuştur. Tarbağatay köyü yakınlarında Kabaş kırlarında yedi abidenin kalıntıları bulunmuştur. Bunların üçünde bulunan balbalların Orhon abideleriyle benzerlik gösterdikleri dikkat çekmektedir. Diğerlerinin ise Sovyet döneminde ekinlik amacıyla yerinden alınmış, bazılarının inşaat işlerinde kullandıklarından dolayı bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Doğu Kazakistan balballarına ait, kafasının tepesi üçgen ve düz olmak üzere iki özellik dikkat çekmektedir. Her bir balbalın belli bir şahsı bildirdiğine dair daha önce zikredilen Orhon abidelerindeki verileri göz önünde bulundurursak, bu farklılıkların tesadüf olmadıklarını anlamak mümkündür. Dolayısıyla, burada şapka önemli bir etnik özelliğe vurgu yapmaktadır. Kır insanı üçgen biçimdeki “malakay”(şapka), Altaylıklar ise uçsuz düz şapka giymişlerdir. Birçoğunun şapkalı olmalarıyla birlikte şapkasız, örgü saçlı heykellere de rastlanmaktadır. Anıt yapılar küllüyeler, gelenekler ve ritüeller Türklerin sosyal ve gündelik yaşamlarıyla sımsıkı bağlıdır. Doğal olarak Avrasya kıtasının her tarafında onların, toplumu ve ilişki içerisinde oldukları medeniyetlere göre değişmiş olan kendilerine ait özellikleri ile açıklamaları bulunmaktadır.

43 Kanaatimizce, dil, mimari verilerinin ve gelenekler ile ritüellerin bir bütün olarak incelenmeleri, Türk dünya görüşü ve evren yapısına ilişkin anlayışını açıklama ve yorumlama yelpazesinin genişlemesini sağlayacaktır.

Kaynakça Sagalaev A.M., Oktyabrskaya İ.V. Traditsyonnoe Mirovozrenie Türkov İyujnoy Sibiri. (Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünyagörüşü) Znak i Ritual. Novosibirsk, 1990. Samaşev Z., Sapaşev O., Oralbay E. Pamyatniki Monumentalnogo İskustva Vostoçnogo Kazahstana. (Doğu Kazakistan’ın Anıt Yapı Sanatı) Almatı, 2010. 215 s. Sapaşev O. Kazahskiy Altay – Kolıbel Duhovnoy Kulturı. (Kazak Altay’ı Manevi Kültürün Beşiğidir) Altayskiy Vestnik. N 3, 2007. 49-53 ss. Sapaşev O. Otrajenie Formulı Drevnetürkskogo Mira v Kazahskoy Leksike. (Eskü Türk Dünyagörüşü Formülünün Kazak Leksiğinde Yansıması) Tamır. N 1 (41), 2015.

44 KAZAK ŞAİRİ MEŞHUR JÜSİP KÖPEYULI’NIN “CAMİNİN İNLEYİŞİ” ESERİNDEKİ İNTÂK SANATI Moldir İLGİSHEVA ÖZET Meşhur Jüsip Köpeyulı bilgin, düşünür, büyük hoca, evliya, şecereci, tarihçi, ozan, araştırmacıdır. Kazak Edebiyatı ve Dilinin tarihi alanlarında Meşhur Jüsip’in keskin düşünceleri, istikrarlı fikirleri özel yere sahip eserlerdir. Meşhur Jüsip Köpeyulı eserleri Allâh’ın (c.c.) doğru yolundan sapmamamız için rehber olabilir. Ve bize şairin vasiyette bulunmasının en güzel şekli olan şiirle seslenmesi bir gerçektir. Yüce Allâh’ın (c.c.) elçisi Hz. Peygamberimizin hadislerini eserlerine ilham edinen Meşhur Jüsip, bütün insanoğlunu İslam yoluna yönlendirmeyi konu edinmiştir. Bir vazife olarak İslam’a hizmet eden mutasavvıf çok ibreti eserleri ortaya koymaya çalışmış ve bu alanda da başarılı olmuştur. Şairin çoğunlukla siyasi görüşteki eserleri ile dini eserleri bir asra yakın zaman Rus hükümdarlığı tarafından yasaklanmış ve farklı arşivlere terk edilmiştir. Günümüzde bu bilinçli Meşhur Jüsip’in eserlerinin tür, tarz açılardan araştırılması ve edebiyat âlemine tanıtılması oldukça gereklidir. Şairin tasavvufi yönü ile evliyâlığı bizim için araştırılmamış konulardandır. Bu makale de bu amaçla ele alınmıştır. Anahtar Sözcükler: Kazak Şairi Meşhur Jüsip Köpeyulı, Dini ahval, Cami, Edebi Sanat, Teşhis ü İntâk.

NEW INTERNATIONAL LITERATURE RESEARCHES: KNOWLEDGE OF KAZAK POETRY MESHUR JUSIP KOPEYULY THE WORK OF "MOSQUE"

SUMMARY Mashur Jusup Kopeyulı is a scholar, philosopher, historian, poet, historian, bard, researcher. The sharp thoughts and stable ideas of Mashur Jusup in the historical fields of Kazakh Literature and Language are works

 PhD Doktora öğrencisi, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eski Türk Edebiyatı Bölümü [email protected] 45 that have a special place. Mashur Jusup Kopeyulı works can be a guide for us not to deviate from the correct path of Allah. And it is a fact that the poet speaks with poetry, which is the most beautiful way to make a will. Hadiths of the Muhammad to his works, Mashur Jusup has focused on directing all human beings to the path of Islam. Sufis, who served Islam as a duty, tried to reveal many examples of works and was successful in this field. Most of his poetic works and religious works have been banned by Russian reigns close to a century and left to different archives. Nowadays, these conscious works of Mashur Jusup, genre, etc. It is quite necessary to investigate the terms and to introduce them to the literature world. The poet's marriage and his marriage have not been investigated for us. This article is also addressed for this purpose. Keywords: Kazakh Poet Mashur Jusup Kopeyulı, Religious Design, Mosque, Literary Art, Diagnostics.

Gerçek adı Adam Jüsip, mahlası Meşhur olan Kazak Edebiyatının büyük şairi Jüsip Köpeyulı,1858 yılında Pavlodar vilayetinin Bayanavıl ilçesine bağlı Kızıldağ da dünyaya gelmiştir. Gençlik çağında Buhara-ı Şerifte dini eğitim gören Meşhur Jüsip 15 yaşından sonra şiir yazmaya başlamıştır. Genç yaşında şiir yazmaya başlayan şairin “Meşhur” ismi geniş bir çevreye yayılmıştır.1 Çocukluk döneminde annesinin olmaması ve yaşadığı maddi sıkıntılar yüzünden bir süre tanımadığı insanların yanında yaşamak zorunda kalması onun dünya görüşünü ciddi bir şekilde etkilemiştir. Yoksulluk içerisinde büyüyen Meşhur Jüsip, tüm bu sıkıntıların hepsini bilgi ve eğitimle halledebileceğine inanmıştır. Meşhur Jüsip Köpeyulı bilgin, düşünür, büyük hoca, evliya, şecereci, tarihçi, ozan ve araştırmacıdır. Hem sûfî, hem âlim ve hem de şair Meşhur Jüsip sanatkâr olarak 19. yy’in ikinci yarısında edebi sanatları sınıflandırma, mukayese etme, şiirde kullanma, soyut unsurları somutlaştırma gibi söz ustalığı ve şiir işçiliği isteyen uygulamaları başarılı bir şekilde eserlerini yansıtmıştır. Şiirle hikâye etme formunda, edebi sanatları fonksiyonel bir şekilde kullanmıştır.

1Egeuwbay Ismagulov, Kazak Edebiyatının Tarihi: XX Asır Başındaki Kazak Edebiyatı,2006, s.399. 46 1907 yılında Meşhur Jüsip Köpeyulı Rus hükümdarı manifestosundan yararlanarak “Hayatta çok yaşadığımızdan dolayı seyrettiğimiz şahaneler”, “Ahvâl”, “Sarıarka’nın Kime Ait Olduğu” adlı eserlerini yayımlamıştır.2 Şair hayatta iken yayımlanan bu eserlerinden sonra 70 yıla kadar Meşhur Jüsip Köpeyulı’nın ismi ve eserleri yasaklanmıştır. Ancak Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra ismi duyulmaya başlayan şair ve düşünce adamı Köpeyulı’nın eserleri toplumun ilgisini çeker. 19. yy’in ikinci yarısı ile 20. yy’in birinci yarısında yaşayan Meşhur bazı küçük hacimli kitapları dışında 20 ciltten fazla eser bırakmıştır. Arap-Fars ve Kazak halklarının medeniyeti Meşhur Jüsip Köpeyulı’nın düşünce ve edebiyat anlayışına şekil vermiştir. Orta Asya’nın en iyi medreselerinden (Buhara, Semerkant, Taşkent, Türkistan vs.) eğitim alan Meşhur Jüsip kendi eserlerinde doğayı bütün ayrıntılarıyla anlatmış kendi hayat felsefesini ortaya koymuştur. Bu bakımdan eserleri hemen her zaman bir yönüyle didaktiktir. Profesör B. Kenjebaev “Kazak halkının 20. asır başındaki demokrat yazarları” isimli eserinde Meşhur Jüsip hakkında: “Genel itibariyle Meşhur Jüsip Köpeyulı şiirlerinde Kazak halkının durumu ve dönemin ahvalinden çok iyi şekilde bize bahsediyor. O yüzden halkın, eğitimli toplum aydınlarının isteklerini ve maksatlarını çok iyi anlıyor ve net bir şekilde belirtiyor. O, demokratik yolu tutunanlardandır”3 der. Aile arşivinde bulunan “Caminin İnleyişi” isimli şiiri şairin büyük yirmi ciltlik külliyatının ikinci cildi içerisinde yer alır.4 Yaşadığı dönemin Kazak toplumunu bütün ayrıntılarıyla anlatmış olması açısından şiir oldukça dikkat çekicidir. Edebî açıdan ise dünya edebiyatında çok az bir şairde rastlanan Kazakça Keyipteu, Klasik Türk Edebiyatında ise İntâk diye bilinen edebi sanatın ustaca kullanılmış olmasıdır. Bu eserinin dışında şairin tasavvufi konuları ele aldığı Süleyman ile Karınca, Süleyman ile Baykuş, Meşhur Jüsip’in Turna ile Atışması, Meşhur Jüsip’in Karga ile Atışması, Çalıkuşu, Geyik, Şahin ile Karga, Yaşlı Karı ile Karga, Aladoğan ile Bülbülün atışması vs. eserler hep aynı türdedir. Meşhur Jüsip Köpeyulı eserlerinin söz hazinesi halk düşüncesi ile İslam dininin söz varlığından oluşmaktadır.

2 Aset Pazılov, Meşhur Jüsip Köpeyulı, Sarıarka Samalı gazetesi, (16 Nisan 1994), 42/12232. 3 Beysenbay Kencebaev, 20. asır Başındaki Edebiyat, Almatı 1974. 4 Erlan Arın, Meşhur Jüsip Eserleri, 20 cilt (2.cilt), EKO Yayınları, Pavlodar 2013, s.97-100. 47 Keyipteu, edebi eserlerde evrendeki canlı cansız varlıkların insan olarak canlandırılması için kullanılan edebi sanattır.5 Klasik Türk Edebiyatında ise bu sanat Teşhis ve intâk olarak ikiye ayrılır. Yani kişileştirme ve konuşturma. Edebiyatta hayvanları veya cansız varlıkları insan gibi şahıslaştırma ve konuşturma sanatıdır. Teşhis, duygusu ve konuşması olmayan eşya veya bir kısım soyut kavramlar için; intâk ise yalnızca konuşması olmayan varlıklar için söz konusu edilir. Her intâkta bir teşhis vardır ama her teşhiste intâk bulunmayabilir. Örneğin Divan Edebiyatında “Gül hazîn, bülbül perîşân, bağzârın şevki yok (R.Ekrem) dizesinde yalnızca teşhis; ney’in konuşturulduğu “Der kopardılar kamışlıktan beni/Nâlişim zâr eyledi merd ü zenî (Nahifi)” beytinde ise intâk dolayısıyla teşhis görülür.6 Bu edebi sanatı şair Meşhur Jüsip Köpeyulı “Caminin inleyişi” şiirinde çok güzel bir şekilde kullanmıştır. Genel anlamda şair Meşhur Jüsip’in eserlerine baktığımızda onun mutasavvıf bir şahsiyet olduğunu görmekteyiz. İslam’ın vecibelerini ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetini yerine getiren bir sûfîdir. Eserleri de bu yüzden tasavvufi ağırlıklıdır. İntâk sanatını ne sebeple kullandığını bizzat kendi şiirinden hareketle görebiliriz. Fakat bundan önce, 64 mısradan oluşan ve Kazak Edebiyatında sık kullanılan 11 heceli Kara ölen (hece türü/ aaba) veznindeki bu şiiri mazmun açısından tasavvufi yönleriyle değerlendirmek yerinde olur. Bin dokuz yüz ve dahi on üç yıl, a Bu yılın adını sığır diye bil. a Nisanın on dördünde söylendi söz b Cami ve medreseden çıktı bir dil. a Horlukta kaldığını gözüm görüp, Acıdım kendi halimle, içim eriyip. Kulak versin diye Nogay7 ile Kazak, Ellerine çocukların verdim yazıp. Cami ile mescit olmuş garip,

5 Telgoca Canuzakov, Kazak Dilinin Sözlüğü, Dayk-press Yayınevi, Almatı 2008, s.377. 6 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınevi, İstanbul 2015, s.452-453. 7 Nogay hanlığı altında yaşayan insanlara toplu verilmiş attır. Şiirde tatarlara denilmiş. 48 Söylemesem parçalanıp gider içim. Tanrı evini bu kadar hor tutunca, Hani, söyle bakalım, nasıl iflah oluruz biz? O zaman caminin hâl diliyle söylediği: Medrese, cami idi benim adım, Toplanan içimde yok cemaatim. Hâl dilim ahuzar edip kan ağlıyor, Dinle ey, kulak sahibi vatandaşım! Derlerdi eskiden bana Tanrı evi, Toplanıp uyuklardı mirzası beyi.8 Ekmeğine dilencinin torba olup, İşte bugün bu hâlde duruyor. İnşa etmesen ilk başta seni zorlar kimler, El açıp hoca molla ağı serdiler. Biri imam, biri müezzin olmak için, Kuruşa canını satan mala mülke düşkünler. Görmezsiniz bizde kimin durduğunu, İnsanın apaçık melun olduğunu. Camiye dilencinin rızkını toplayıp, Ağıl edilip medresede mal durduğunu. “Cami” deyip, “Medrese” deyip niye yaptın? Hapsedilecek yeri miydi hayvanın malın?! Gübresini topladığı evi miydi? Kokuşmuş dilenci ile kör ihtiyarın?! Kimse yok canı gönülden Allah’a âşık, Dünya için can vermeye herkes alışık.

8 Kadı; iyi söz söyleyen, hatip. 49 Cansız olan biz neden böyle cezalıyız, Hor kıldı çiğneyip bizi bütün fasık! Değiliz diriye ev, ölüye dam, Gece olunca sürekli bizde yanmıyor şem. Var mı deyip bizi kollayıp gözeden, Yerinde, deyip gözü eski halimde gören Cezalı kılan böyle Ey Tanrım?! Hoyratlığa göz göre nasıl dayanırım?! Kasabına konak yeri yapmak yerine bizi Boşaltıp bomboş depo yapsaydın ya. Bir can yok cemaat olarak toplanan, “Tanrı hak, başımız eğik!” deyip baş eğen. Hor ettin İslâm dininin azametini Geldi cezanı çekme zamanın! Her türlü durak kıldı bizi albastı9 Ürküp sade insan değil şeytan da kaçtı. Bayantav’da toplanan Nogay ve Kazak, Ettiniz bizi bunca ayakaltı! Yok değil, hepinizin vardır malı, Birleşip tek kişi gibi gencin ihtiyarın. Nogay, Kazak bu kadar kalabalık halksın, İçinizde Tanrı düşünen yok mu bir fert Sahipsiz, elsiz kalan biz bir yetim, Yetim bırakan bizleri Kudretli Rabbim! Horlanmış bu halimden kederliyim, Utançtan kalmadı insana bakacak yüzüm!

9 1. mit. Al karısı, albastı; 2. terbiyesiz, edepsiz. 50 Şikâyetimiz Ak Padişah’a10 ulaşmıyor, Yetmeyen yetişseydi horlanmazdık. Bu halde iken hoca molla, Bizi çiğneyen albastı gitmez! Türkler İslam dinini kabul ettikten sonra bu topraklarda cami ve medreselerin yapılması bu güne kadar hep devam etmiştir. Bağımsız Kazakistan’ın ilk büyük imamı Hacı Absattar Derbisali Allâh evi hakkında şöyle fikir yürütmüştü: “Yerimize İslam dini bayrak diktikten sonra Tanrı evi olan camileri inşa etme işi bazı asırlarda büyük savaşlar dışında hiç durdurulmamıştır. Çünkü hiçbir millet, dini inanışını yaşatmadan hayatta kalamaz. Cami de insan ruhunun manen beslendiği mekândır. O olmadan iman zayıflar.”11 Şair Meşhur Jüsip Köpeyulı’nın bu konuya önem vermesi de aynı fikri paylaştığını gösterir. Şairin kendisi 1913 yılı nisanında Bayanavılda inşa edilen caminin önünde yazdığı bu şiire dair şu notları düşer. “Bayanavıl camisini bir divane ile kör ihtiyar dışarıdan topladıkları eski eşyaları biriktirmek ve ekmek parçalarını toplamak için dükkân olarak kullanırlarmış. Aynı zamanda kendilerinin de barınak olarak kullandığı cami, onlar uyurken üzerlerindeki bitlerin dağıldığı pis bir mekâna dönüşmüştür. Medrese ise köylerden gelen kasaplara konuklama yeri olmuştur. Bunların yaptıklarını buralarda kimlerin yatıp kalktığına şahit olduğu halde müdahale eden kimseyi göremedim. Müslüman evladı bu kadar mı gamsız, ahlaksız olur. Söz ettiğim cami ile medrese Allah evi değil mi? Allah evine saygı gösterelim!”12 diyerek cami ve İslam dininin bu dönemdeki ahvalinden de söz eder. Gerçek şu ki, şairin İslam âlemine hitap eden bu eseri bütün dönemler boyunca önemini muhafaza eder ve kullandığı edebi sanat türü bu eseri hafızalarda kalıcı hale getirir. Meşhur Jüsip Köpeyulı tasavvufi destanları ile şiirlerinin çoğunda mollaların sahtekârlığından onların doğru yolu bulması gerektiğinden ve camilerin toplumun ıslahı ve bilinçlenmesi açısından önemini sürekli vurgulamıştır. Mekke ve Medine gibi kutsal yerler ile Allahu Teâlâ’nın evi

10 Rus hükümdarı. Rus Çarına Kazakların verdiği isim. 11 Zaynuddin Kadırov, Kazakistan’da Nakşibendiyye Tarikatı (Yüksek lisans tezi), Nur Mübarek Üniversitesi, Almatı 2014. 12 Erlan Arın, Meşhur Jüsip Eserleri, 20 cilt (12.cilt), EKO Yayınları, Pavlodar 2013, s.314 51 olan camilere gereken önemin verilmesi hususunu Meşhur Jüsip: “Toplum olduktan sonra yerleştiğiniz yerin tam ortasına “Allâh’ın (c.c.) evi” olan camiyi yapın, Allah (c.c.) rızası için verilecek bütün sadaka ve zekâtları oraya verin ki ihtiyacı olan oradan nasiplensin”13 şeklinde ifade etmiştir. Böylece İslam’ı yaygınlaştırmak için camilerin ve imamların toplumdaki rolüne dikkat çekmiştir.

13 Sarsenbi Dayıtov, M.J.Köpeev Seçilmiş Eserleri, (1.cilt), Gılım, Almatı 1990. 52 CHINGISSIDLER KABİLESİNDEN GELEN ABUL HAYIR TORUNLARININ RUSYA İMPARATORLUĞUNA HİZMETLERİ Gulbanu B. IZBASSAROVA ÖZET Makale, 1824 reformundan sonra başlatılan sultan yöneticileri kurumunun çalışmasına adanmıştır. Abulkhair khan - Karatay Nuraliyev (Orda'nın batı kesiminin hükümdarı) ve Temir Yeraliyev (kuzey kesiminin hükümdarı) bu reformdan sonra Rus İmparatorluğu'nun Kazak toplumundan ilk yetkilileri oldu. Chingissid kökeni, Rus dili bilgisi ve imparatorluk evine sadakat, emperyal hizmet için sultanların seçilmesinin ana kriterleriydi. Sultan yöneticiler sembolik güç işaretlerine sahiptiler - imparatorluk arması, altın kılıç ve İmparator tarafından verilen bir tüzük ile bir afiş. Anahtar Kelimeler: Kazak Yetkilileri, Rus İmparatorluğu, Göçebe Elit, Chingissidler, Sultan Hükümdarlar.

SERVICE OF CHINGISSIDS FROM THE HOUSE OF ABUL KHAIR TO THE RUSSIAN EMPIRE

SUMMARY The article is dedicated to the study of the institution of sultan-rulers introduced after the 1824 reform. Descendents of Abulkhair khan – Karatay Nuraliyev (ruler of the western part of Orda) and Temir Yeraliyev (ruler of the northern part) became the first officials of the Russian Empire from the Kazakh society after this reform. Chingissid origin, knowledge of the Russian language, and loyalty to the imperial house were the main criteria of selecting sultans for the imperial service. Sultan-rulers possessed symbolic signs of power – a banner with the imperial coat of arms, gold sabers, and a charter granted by the Emperor. Keywords: Kazakh Officials, Russian Empire, Nomadic Elite, Chingissids, Sultan-Rulers

 Dr. Habil, head of the History and Religious Studies Department of A.K.Zhubanov Aktobe Regional State University 53 The prevalent perception throughout the entire imperial period of the empire as a single world, a community, which unified nations and territories along with the pragmatic considerations of the authorities, demanded interactions of the Russian elite with the national elites of the peripheries. Thus, expansion of the state’s territory throughout the XVIII – XIX centuries, along with the scarcity of qualified personnel in combination with particularities of politics in national peripheries made it necessary to engage in ruling places, the representatives of local taxable population and national elites who were constantly recruited and incorporated1. After the incorporation of Kazakhs of the Junior Zhuz, one of the relevant problems on the agenda came to be the question of relations between the local authorities (in this case the nomadic elite) and the center, engagement of Genghis khan’s descendants in the political structure other than nomadic one. As it is known, institute of khanate was inherited by Kazakhs from preceding institutes that formed on Kazakhstan’s territory in the middle ages. From Genghis khan’s era, the right to supreme power «altyn uruga» (Genghis khan’s lineage, «golden lineage») was established in the steppe. In forming the new Kazakh political elite within itself, the Russian empire paid attention to their social background. Precisely, descendants of Genghis Khan, sultans, were the first to be involved in administrative activities. As noted by Kappeler, «the key element of the pragmatic line in the empire’s politics in relation to non-Russian nationalities was partnership with the elites of non-Russian peripheries. Usually they were guaranteed their status quo, privileges, property and religion. In response to this they had to ensure order in their regions, especially submissiveness of the non- Russian masses2. If the basis for autocracy in central provinces of the Russian Empire was the nobility, in the peripheries it was found in the face Chingissids. In their turn, Chingissids looked for the support of their own authorities within the imperial administration in changing conditions, as first Kazakh officials came from their circles.

1 Kamenskiy A. Russian imperial elites and administrative mechanisms // Russian empire in a comparative perspective. Compilation of articles. / edited by А.I. Miller. М., 2004. С.121. 2 Kapeller А. Inclusion of non-Russian elites in russian nobility. XVI–XIX cc. (a brief overview of the problem) // Estates and state power in Russia. mid XVc.– XIX c. International conference – Memory readings of academician L. V. Cherepin. Abstracts. М., 1994. Ч. 2. С. 215. 54 In dealing with the question of preparation of Kazakh officials, several stages of the Russian administration's politics can be marked. At the first stage Orenburg Vedomstvo gathers information about influential people in Orda and about their capacities. Here, representatives of the Kazakh elite, Chingissids were honored first. In particular, attention was drawn to the house of Abulkhair, which «was bestowed by the Russian government with a hereditary right to rule the Lesser Horde»3. Criteria were established for representatives of the Kazakh Officialdom, among which stand out knowledge of the Tatar and Russian languages, and intention to faithfully serve the Russian authorities. The second stage was preparation of government officials with knowledge of Russian and Tatar languages. In the formation and preparation of the new social group an important role was played by the Neplyuyev Cadet Corps. Teaching them reading in Russian was one of the priority tasks. «These sultans, in accordance with the future views of ruling the kyrgyz (kazakhs – G.I.), have to gain a thorough knowledge not only in tatar, arabic languages and the Alkoran, but must also learn the Russian language with a likely success, as well as other types of useful knowledge», – wrote K.V.Nesselrode4. Initially five brightest young sultans from the lineages of the deceased Jantore Aishuakov khan, sultan Mendiyar, Temir and others were invited. But in the early stage, representatives of the khan’s house by various reasons refused to send their children to study. Orenburg border commission invited Shergazy Aishuakov khan, sultan Temir Yeraliyev, and Karatay Nuraliyev, to send their sons to study sciences. «But the first two for various reasons refused this, while no reply has been received from the latter one yet», – reported in his letter from 9 January, year of 1824 P.K. Essen in MIA 5. Formation of the Kazakh officialdom, the servant in administrative apparatus of the Russian empire, started after the introduction of the 1824 Orenburg Department reform in the Kazakh steppe. Thus, the institute of sultan-rulers, which emerged after the aforementioned reform, became the first element of co-optation of Chingissids in the authority’s imperial space.

3 РГИА. Ф. 1291. Оп. 81. 1823 гол. Д. 99. Л. 3. 4 РГИА. Ф. 1291. Оп. 81. 1823 год. Д. 99. Л. 4. 5 Там же. Л. 7. 55 Sultan-rulers possessed symbolic signs of power – a banner with the imperial coat of arms and golden sables that were sent by the MIA6. After 1826 they started to receive golden stamps. After appointment of a new sultan-ruler he inherited a unit’s banner; a new sable and a new charter were delivered, as the names of the unit’s rulers were written on charters, whereas sables were nominal and they remained in families of former sultan-rulers7. First sultan-rulers in the Western and Central parts of the Orenburg Vedomstvo became descendants of Abulkhair khan, while in the Eastern part representatives of house Kayip, old enemy of the house Abulkhair, came to power. On August 1, 1824, Karatay Nuraliyev was appointed as the sultan- ruler of the Western part. (ок. 1746/1747–1826) 8. After the murder of Esim khan9 in 1797 the sultan party of the house Abulkhair united around Karatay. Several petitions were filed by sultans, petty officers, and ‘biys’ on Karatay’s approval as khan in the name of orenburg military governor baron O.A. Igelstrom; however Karatay’s considerable influence scared the government and Aishuak was appointed in 1797 as a khan10. Karatay did not get used to this appointment. In 1814 took place a meeting between Karatay and duke G.S. Volkonskiy in Orenburg where Karatay signed a special commitment to stay true to Russia and received presents from the military governor. But Karatay did not leave the harassment of khanate as it is. However, the newly appointed military governor, P.K. Essen was able to prevent a repeated clash. Precisely this «riotous» Chingissid – Karatay (august 1, 1824 – june 8, 1826) was appointed as the ruler of Western part of Orda.

6 ГАОО. Ф. 6. Оп. 10. Д. 6528. Л. 5. 7 РГИА. Ф. 1291. Оп. 81. 1823 год. Д. 95 б. Л. 115. 8 РГИА. Ф. 1291. Оп. 81. 1823 год. Д. 95а. Л. Л. 273. 9 Esim (Ishim (1744–1797)) – Nuraly khan’s elder son from his first wife, Abulkhair’s grandson. On september 17, 1795 he was appointed as khan by the general-governor of Siberia and Ufa viceroyalties, A.А. Petuling, to the place of deceased khan Eraly (khan of the Junior zhuz between 1791–1794). Kazakhs under the leadership of Karatay and Syrym Datov were against his candidacy. Esim Nuraliyev roamed near the Orenburg line. On march 27, 1797 he was killed by Syrym’s rebel group. See more Vyatkin М.P. Warrior Syrym. Almaty, 1998. С.289–315. 10 Aishuak – Abulkhair khan’s fourth son, Karatay’s uncle. 56 On august 13, 1824 sultan Temir Yeraliyev11 was introduced to the post of a sultan-ruler of the Central part but he did not remain at this post for long. An ongoing sickness of the sultan-ruler of the Central part, Temir Yeraliyev, forced him to write a petition asking for dismissal from the position. He promised to unquestioningly obey his successor. Before the election of a new unit chief, Medetgalii Turdagaliyev was appointed on august 12, 1825, to hold the position of the sultan-ruler.12 If the first sultan- rulers could somehow independently solve the pressing issues of the , by the 1830's they already become conveyors and executors of the ideas of Orenburg rulers. The Orenburg Border Commission possessed its own pension capital, from which benefits were transferred to families of deceased and retired kazakh officials. Sultan-rulers possessed territories (stavky), central areas where their subject clans and tribes roamed but they were not permanent. Constantly changing places of choice for these territories (stavky) contributed to assignment of MIC and permanent areas by military governor in 1847. The territory (stavka) of the Central part’s sultan-ruler was situated opposite to Zatonnaya, the Middle part – opposite to the outpost Izobilnaya, Eastern part – opposite to Ust-Uнskoye fortress13. On january 1, 1866 the territory (stavka) of the Western part’s sultan-ruler was moved to the Ilek city14. Government houses were built for the officials, sultan-rulers. Sultan-rulers could find their place in the political organization of the Russian empire. Local political elite integrated into power structures and and participated in governing process. Sultan-rulers could keep their positions by faithfully serving the empire. At the same time it should be remembered that in the situation which has developed in the steppe cessation of strifes, dissensions, and ‘barymtas’ allowed for a more stable existence, which ultimately contributed to the interests of the Kazakh society.

11 Temir Yeraliyev (died after 1852) – Eraly khan’s son, Abulkhair khan’s grandson. Between 1817 – 1824 he was a khan of a part of a clan which roamed in the lower reaches of the Syr Darya river. 12 Gens. G.F. From a brief overview of rulings by the Orenburg kirghiz. 1844. С. 83. 13 ГАОО. Ф. 6. Оп. 10. Д. 5634. Л. 162. 14 ЦГА РК. Ф. 4. Оп. 1. Д. 4413.Л. 127. 57 FONOSEMANTİK DOMINANT - METİNDİZİ YAPI BİLEŞENİ Gulnat T. ABIKENOVA Asem L. KAKIMZHANOVA  ÖZ Makale fonosemantik ses sistemi, taklit ve ses sistemlerinin tüm özellikleri, boyutları, türleri ve ses türlerini tartışmaktadır. Belirtilen seslerin yapısı, figüratif kelimelerin karmaşık gruplandırılması, ses-fonem, ses-fonet aktivitesi, cümlelerin tanımı için kriterler, dilbilgisindeki ses-cümleleri, metin düzeyinde ses simülatörleri ve ses üzerinde çalışılmaktadır. Ayrıca dilin kökenine, dilin ontolojik ve filogenetik evrimine, fonosemantik kategorilerine ve fonosemantiklerin sezgisel potansiyeli hakında da anlatılıyor Anahtar Kelimeler: Fonosemantik, Ses-Fonem Ses-Fonet Aktivitesi, Metin, Dilbilgisi

PHONOSEMANTIC DOMINANT - WILDLIFE STRUCTURE COMPONENT SUMMARY The article discusses the full features of phonosemantics sound system, mimicry and sound systems, dimensions, types and types of sound. The structure of denoted sounds, complex grouping of figurative words, sound-phoneme sound-phoneme activity, criteria for the definition of phrases, sound-phrases in grammar, text-level sound simulators and sound are studied. It also addresses the origin of language, the ontological and phylogenetic evolution of language, the categories of phonosemantics, and the heuristic potential of phonosemantics. Keywords: Phonosemantics, Sound System, Dimensions, Text, Linguistiks.

 Doctor of Philological Sciences, Professor Master of Philology.  Semey, Kazakhstan Kazakh Humanitarian Law Innovative University Teacher of the Department of Philology 58 Фоносемантикалық доминант – мәтінтүзуші құрылымдық компонент Мәтінтүзуші мағыналық-құрылымдық бірліктер ретінде фоносемантикалық бірліктердің қызметін қарастыру қажет. Бізді қоршаған ортамыз дыбысқа толы. Кез келген дыбысты қабылдай отырып адам ол дыбыстарды белгілі бір фонетикалық мағыналарға ой арқылы байланыстырады. Қабылданған дыбыстар адамзаттың тұтас сөйлеу-ойлау қызметі арқасында белгілі қасиеттерге ие бола алады. Дыбыс бейнелеуішке негізделген үдерістерді зерттеумен жас ғылым саласы – фоносемантика айналысады. Фоносемантиканың негізін салушылардың бірі – С.В.Воронин.1 Фоносемантика теориясының зерттеу объектісі лингвистика ғылымында және басқа да пәндерде ірге тасы қаланып бекіген пастулаттарға негізделеді. Фоносемантиканы фонетика (дыбысталуы жағынан), семантика (мазмұны жағынан), лексикологияның тоғысуынан туындаған жаңа сала деп танимыз. Фоносемантика этимологиямен, тарихи салыстырмалы тіл білімі және типологиямен тығыз байланысты. Тілдік пәндер аясында фоносемантика психолингвистикамен де байланысады. Фоносемантика объектісі – тілдің дыбыс бейнелеуіш (яғни дыбыс еліктеуіш және дыбыс белгілеуіш) жүйесі. Фоносемантика пәні – пантопохрониядағы тілдің дыбыс бейнелеуіш жүйесі. «Пантопохрония» деген термин («пантопия» + «панхрония») жалпы тілді қарастыру мен дыбыс бейнелеуіш құбылыстар сияқты екі әдістің бірлесуінен туындайды: анығында – «топикалық», яғни кеңістік тұрғысынан қарастыру әдісі мен «хроникалық», яғни уақыт тұрғысынан қарастыру әдісі. Фоносемантика мақсаты – дыбыс бейнелеуіштерді сөз фонемалары мен денотат-нысан атаулары негізіне енетін сыңайлар арасындағы біршама тұрақты, яғни еркін емес фонетикалық тұрғыдан уәжді, қажетті, мәнді, қайталамалы байланысты қарастыру болып табылады. Осы орайда ескерілетін жайт, қазіргі кездегі тіл тасымалдаушыларда «дыбыс пен оның мазмұны» арасындағы фонетикалық тұрғыдан уәжді байланыс арқылы сезілетін дыбыс бейнелегіш сөздер ғана емес, тілдік эволюция барысында бұл

1Воронин С.В. Основы фоносемантики Изд-во ЛГУ, Ленинград 1982, б. 244.

59 байланыс солғынданып қалған, бір қарағанда мүлдем мағынасын жойған, бірақ бұл байланыстар этимологиялық талдаулар барысында анықталған сөздер де жатады. Фоносемантика дыбыстық бейнелеуіш жүйенің тұтас ерекшеліктері, дыбыс еліктеуіш және дыбыс белгілеуіш жүйелер, дыбысталудың өлшемдері мен типтері, топтары; денотат дыбыстарының құрылымы, дыбыс бейнелеуіш сөздердің кешенді топтастырылуы, дыбыс бейнелеуіш сөз фонемасының дыбыс бейнелеуіш қызметі, дыбыс белгілеуіш сөздерді анықтайтын критерийлер, грамматикадағы дыбыс белгілеуіштер, мәтін деңгейіндегі дыбыс еліктеуіштер мен дыбыс белгілеуіштер, тілдің шығу тегі, тілдің онто- және филогенетикалық эволюциясы, фоносемантика категориялары, фоносемантиканың эвристикалық мүмкіндіктері сияқты мәселелерді қарастырады. Фоносемантика жалпы және арнайы болып екіге бөлінеді. Жалпы фоносемантика белгілі бір немесе бір топ тілдердің емес, әлем тілдерінің дыбыс бейнелеуіш жүйесі заңдылықтары мен жалпы заңдарын қарастырады. Ал арнайы фоносемантика белгілі бір тілдің дыбыс бейнелеуіш жүйесінің заңдылықтарымен байланысты. Кез келген тілдің көркемдік негізіне оның үйлесімділігі мен сұлулығын, айшықтығын білдіретін фонетикалық элементтер жатады. Тілдегі түрлі дыбыстар сезім түйсіктеріне негізделген белгілі бір ой байланыстарын туындатады және ол көркем мәтіннің эмоционалдық күйін түсінуге мүмкіндік береді. Көркем мәтіннің дыбыстық ұйымдастырылуын түсіну мәселесі мәтін лингвистикасындағы маңызды мәселелердің бірі болып табылады. Мәтіннің дыбыстық ұйымдастыру мәселелері М.А.Балаш, Е.Н.Фадеева, С.В.Воронин, И.Н.Шадрина еңбектерінде қарастырылады. Мәтіннің дыбыстық ұйымдастырылуы деп автордың мәтін құрылымын фонетикалық тұрғыдан үндес етіп құруын түсінеміз. “Мәтіннің дыбыстық құрылымын реципиенттеу барысындағы түсіну үдерісі фоносемантикалық бірліктерді ұғыну болып табылады. Мәтінде фонемалар мен олардың бірлесуі қайталаулар мен (поэтикалық мәтінде анық көрініс алатын) параллелизмдердің күрделі жүйесін құрайды және ерекше фоносемантикалық құрылымды түзеді. Мұндай фонемалар мен

60 фонемалардың дыбыстық кешендері бір жағынан мәтіндегі мағынаны құрастыруға ықпал етсе, екінші жағынан мәтіннің композициялық деңгейінде мәтін түзу құралдары ретінде пайдаланылады”2 деген О.Д.Кулешованың пікірін негізге ала отырып, фоникалық құрылымдардың стилистикалық сипаттамасына емес олардың мәтін композициясындағы қатынастары мен байланыстарына және құрылымдық-стилистикалық тәсілдеріне басты назар аударамыз. Мәтіннің дыбыстық ұйымдастырылуы барысында дыбыстық доминанттар түрлі репрезентацияға ұшырайды. Осындай жағдайда әр түрлі типтегі мәтіндер туындайды. Фоносемантикалық құралдар сөздегі және тұтас мәтіндегі мағынатүзуші компонент ретіндегі фоносемантикалық ой байланысын сипаттауға мүмкіндік береді. Фоносемантикалық құрал деп қайталанатын дыбыстарды композициялық белгілеудің стилистикалық тәсілдерін айтамыз, олардың талдануы дыбыстың ассоциативті-бейнелі уәжделуі негізінде мәтіндегі имплициттік-коммуникативті астарды анықтауға мүмкіндік береді. Фоносемантикалық құралдарға аллитерация, ассонанс, анафора, эпифора, паронимия, дыбыстық еліктеу сияқты құралдар жатады. Жиілікпен пайдаланылатын дыбыстар дыбыстық доминанттар деп аталады.3 Мәтіннің белгілі бір үзіндісіндегі дыбыстық доминанттардың сан жағынан шоғырлануы ой байланыстарын туғызады. Біздің ойымызша, реципиенттің ой қызметінің белсенділігі мен шығармашылық мүмкіндіктерін көркем мәтін қасиеті арқылы ояту оның көркемдік қасиетінің маңызды бөлшегі болып табылады. Әр түрлі типтегі мәтіндер, яғни эксплициттілермен (сыртқы) қатар имплицитті контексі бар мәтіндер бар. Мұндай мәтіндер интерпретацияның көп екендігін білдіреді. Мәтін түсінілу үшін реципиенттің шығармашылық ойлау қабілетінің белсенділігін қажет етеді. Қабылдау үдерісі реципиенттің білім ауқымының деңгейі мен оның мәдени және өмірлік тәжірибесіне тікелей байланысты болады. Мәтіннің дыбыстық ұйымдастырылуын айқындау үдерісі түйсінуден басталады. Дыбыстық ұйымдастырылуды

2 Кулешова О.Д. Фоносемантическая структура текста. (экспериментальное исследование на материале англ. языка): автореф....ф.ғ.канд., Мәскеу 1985, б. 19 3 Журавлев А. П. Звук и смысл, Просвещение, Мәскеу 1991, б. 160 61 түйсіну үдерісінде психофизиологиялық негізінде жатыр. Адамның есту аппараты өте күрделі болып келеді, онда дыбыстық толқындар өзіне тән физикалық сипаттары бар дыбыс ретінде қабылданады. Мәтін мағынасын құру үшін ойқызметінің ары қарай жұмыс істеуі қажет, өйткені мағына ой формалары иерархиясындағы жоғары сатыларда тұрады. Бұл жағдайда мағына ойдың категория қасиеттері бар логикалық формасы болып табылады.4 Фоносемантикалық құралдарды категориялау үдерісі нәтижесінде ой байланыстарымен қабаттасып ой формаларының ары қарай қалыптасуы жалғасады. Ой байланыстары заттар мен құбылыстар ұқсастығына қарай категорияланады, мұнда семантикалық түйін және дыбыстық кілт немесе «көмекші» ретінде мәтіндегі дыбыс символдық компонент алынады. «Кез келген нәрсені атау барысында субъект оның қасиеттерін немесе белгілерін тілдегі болмыс фрагменттерінің бұрыннан белгілі және тұрақталған қасиеттері мен белгілеріне салыстырады».5 Мәтінде айтылған ойды толық жеткізуде, сол мәтінге ғана тән айтылу сазын аңғартуда мәтін интонациясының орны ерекше. «Интонация сөйлеу тілінде естілуімен қатар, жазба тілде (сөйлемде, тексте) оқылады деп есептеледі. Себебі, жазушының өзі жазып отырғанының басқалар оқығанда қалай естілетінін, оның қандай интонациямен айтылатынын біліп, тиісті тыныс белгілерін қойып отыруының себебі сонда болса керек. Сондықтан сөйлеу тіліндегі интонацияның жазба текстерде көрініс табуы табиғи нәрсе және жазылған тексті мазмұнына қарай дұрыстап, мәнерлеп оқу да тек қана оның интонациясына байланысты болады».6 Көркем мәтінді оқи отырып, ондағы тыныс белгілерге, мәтіннің абзацтар мен күрделі синтаксистік тұтастықтарға мүшеленіп берілуіне қарай тиісті интонациясын қоямыз. Мысалы сұраулы, лепті сөйлемдерді тиісті дауыс сазымен оқимыз. Ал олардың интонациясы оқырманға ойды дәл жеткізуге, автордың әртүрлі көзқарасын танытуға септігін тигізеді. Лепті сөйлмдердегі интонация, дауыс тембрі оның

4 Михалев А.Б. Теория фоносемантического поля, ф.ғ.докт. Наука, Пятигорск 1995, б. 324 5 Базарбаева З.М. Қазақ тілінің интонациялық жүйесі, Ғылым, Алматы 1996, б. 220 6 Павловская Ю. И. Фоносемантический анализ речи, МУ, Санкпетербург 2001, б. 292 62 мағынасына қарай да өзгереді. Қандай тамаша! деген сөйлем мен Қандай қырсық адам! деген сөйлемдерді салыстырсақ, олардың эмоцияға толы дыбысталуында ұқсастық болуымен қатар, айтылу тембрінде айырмашылық болуы мүмкін. Сол сияқты әрбір күрделі синтаксистік тұтастықтың да өзіне тән интонациясы болады. Интонация негізінен сөйлеу тіліне тән құбылыс бола отырып, оны жазбаша мәтіннен де анықтауға болады. Жазба материалдарды оқи отырып, тыныс белгілеріне, мәтіннің абзацтар мен күрделі синтаксистік тұтастықтарға бөлшектенуіне қарай, сондай-ақ поэзиялық шығармалдардағы буын, бунақ түрлеріне қарай оның тиісті интонациясын қойып оқимыз. Мысалы сұраулы, лепті сөйлемдерді оқуда оның тыныс белгілеріне қарап, тиісті интонацияны қоямыз. Интонацияның негізгі бірліктерінің бірі – кідіріс. Жазбаша мәтінді оқуда қай жерде кідіріс жасауды біз ондағы көп нүкте, сызықша сияқты тыныс белгілерінен байқаймыз. Бұл тұрғыда біз жұмыста көркем мәтіннен бірқатар мысалдар келтіріп, талдаулар арқылы интонацияның жазбаша мәтіндегі қызметін анықтауға тырыстық. Тұтас мәтін бөліктерін оқи отырып, оқырман оның интонациясын дұрыс қоюда автордың мәтінді абзацтар мен күрделі синтаксистік тұтастықтарға бөлшектеп беруіне де назар аударады. Сол арқылы интонацияның мәтін прагматикасына, мәтіннің құрылымдық тұтастығына әсерін анықтауға болады деп ойлаймыз. Әрбір күрделі синтаксистік тұтастықтың, микромәтіннің өзінің интонациясы байқалады. Әңгіменің бастауы мен аяғын білдіретін, яғни оның шекарасын көмкеріп тұратын сөйлемдердің тональділігі оның тақырып өрбуіне қызмет ететін ортаңғы бөлімінің құрамындағы бірліктердің айтылу сазынан баяуырақ, анағұрлым бәсең, ұзақтығы молырақ, салмақтырақ болды. Күрделі синтаксистік тұтастық құрамындағы біркелкі, бірыңғай, бірсарынмен жасалған байланыстарды көрсететін интонация бірыңғай мүшелердің интонациясымен ұқсас, сәйкес келіп отырады. Мысалы: Ал созылыңқылығы ұзағырақ синтаксистік паузадан соң жалпылауыш мағына білдіріп тұрған немесе ой қорытындысын білдіретін сөйлемдер айтылды. Кейде мұндай паузалар Күрделі синтаксистік тұтастықтың мағыналық топтарының (бірнеше сөйлем

63 топтасқан) ара жігінде, әсіресе қарама-қайшылық, салыстыру, градация көріністерінде болуы мүмкін. Мысалы: Ораз Мұхамед құтырып кете жаздады. Өкіріп айғайлағысы, еңіреп жылағысы келді. Есікті тепкісі, терезені сүзгісі келді. Көзіне көрінгенді шаққысы келді. Өне бойы дірілдеп, тамағы түйіртпектеліп, ұзақ отырды. Ақыры өзін-өзі билеген. Қайғыға төзе білу де өнер. Адамдық абыройын, сұлтандық мәртебесін ойлаған. Күрделі синтаксистік тұтастық – соңғы екі сөйлемі алдыңғы айылғандарды қорытындылау, тұжырымдау қызметін атқарады. Мысалы: Ескер алыныпты. Тым құрса, тұяқ серпуге жарамаған.л өзінің жақындары...әйелі, анасы, әпкесі... Мүмкін емес. Қолбасының айтып тұрғаны... айтып тұрғаны... айтып тұрғаны... Асыл ханым әпкесі. Сібірге екі рет ұзатылды. Бірде ханның інісіне, бірде ел әмірінің өзіне. Соры арылмаған бейбақ! Неге тастап кетті екен. Күйеуі онсыз да тұтылды. Неге алып қашпады екен. Жоқ! Даниял өзінің тұспал сөзінде анасын ауызға алды ғой. Анам, екі қарындасым, үй іші түгел деді! Осы мысалды тиісті интонациясын қойып оқуда, біз мұндағы тыныс белгілеріне, сонымен қатар күрделі синтаксистік тұтастықтың мағыналық топтары (бірнеше сөйлемдер топтасқан) арасындағы мағыналық қатынастарға назар аударамыз. Кейіпкердің ішкі сөзін беретін бұл мәтіннің бірнеше жерінде көп нүкте қойылып, ойдың үзілмелелегін білдіреді. Бұл туралы З.Базарбаева: «Егер де текстің интонациясын өзгертіп, яғни қатар тұрған сөздердің ырғақтық топтасуын, сонымен байланысты паузасын жылжытса, оның стилистикалық реңкі ғана емес, сөздерінің грамматикалық мағынасы да өзгеріп кетуі мүмкін. Сондықтан интонациялық құбылыстар мен грамматикалық құбылыстар арасындағы байланыс өте күрделі болып келеді. Күрделі текстердегі интонацияның компоненттерін, оның көріністерін оған мейлінше үңіліп, экспериментті зерттеу арқылы ғана анықтауға болады»7, – дейді. Дыбыстардың параллельді қайталану мен параллелизм ұқсастықтарды белгілеуге қызмет етеді. Семантикалық жақындық бұл жағдайда композициялық ұқсастыққа негізделеді. Параллелизмнің

7 Базарбаева З.М. Қазақ тілінің интонациялық жүйесі, Ғылым, Алматы 1996, б. 220 64 басты қызметі – сәйкес келетін мәтін бөлшектерінің арасындағы ұқсастықты анықтау. Ақпаратты өңдеп жаңа ой репрезентациясына әкелетін ойлау ішкі процесс болғандықтан және ұғымдарды қалыптастыру белгілі бір топтағы объектілердің ұқсастығын анықтауды, қасиеттерді белгілеуді, осы концептуалды қасиеттерді байланыстыратын ережелерді тарқатуды қарастырса, ой байланыстары когнитивтік қызметтердің бір түрі болып табылады. Индивид тәжірибесінде адам есіндегі бір мағынаның пайда болуы екіншісінің пайда болуына ықпал ететіндігі, осы екі мағына (сезінулер, елестетулер, ой, сезімдер т.б.) арасындағы заңды байланыс ой байланыстары болып табылады. Ой байланыстары реципиенттің алған тәжірибелері арқасында қалыптасатындығын атап өту қажет. Осы ой байланысын түзудің күрделі механизмінде дыбыс символдық құбылысы өте маңызды рөл атқарады Дыбыстық мағына фоносемантикалық құралдарды талдау барысында ғана құрылады. Олардың дыбыстық қасиеттеріне қарай екі ой байланысы бағыты болады: 1) акустико-артикуляттық ассоциация (ой байланысы); 2) бейнелік ассоциация. Дыбыстың акустика-артикулятық сипаттарының негізіндегі ой байланыстары. К. Нироптың поэтикалық тіл теориясына байланысты дауысты фонемалар өзінің табиғи реңкі мен артикулятына қарай біршама ой байланыстарын туғызады; мысалы «бастапқы [i] дауыстысы «жеңіл, жағымды» сезімдерімен, ал [u] – «ауыр, мұңды сезімдермен» байланысады». Дауыссыздардың артикуляциясы да әртүрлі болып келеді, сондықтан оның ой байланыстары түрлі болады. Мұндай дыбыстардың ой байланыстары қазақ көркем шығармаларында да кездеседі. Мысалы О.Бөкейдің «Кербұғы» әңгімесінде: А-а-у-у-а! Кербұғы бүгін де су ішкен жоқ. Су ішкісі келген, екі езуін мұз моншақ жырымдаған тау бұлағына ерні тисе болды, өне бойы қалтырап, етпетінен түсердей буын-буыны босаңсыған соң, амалсыз

65 кейін шегінді. Ындыны кебе үш рет ұмтылды, үш рет те оснау халге душар болып, тартынып кетті. Өзегін өкініш өрті жандырып тұрса да, дәт шіркіннің мынау буы бұрқырап, сылқ-сылқ күле ағып жатқан аяқ астындағы суға жетпеуі қалай?.. Әңгіме осылай басталып, Кербұғының жағдайын сипаттайды. Ал А-а-у-у-а! деген дыбыстар оынң ішкі сезімін, өзегін өртеген өкінішін, өткен өмірін еске алып, сағынауын танытуда ерекше өқызмет атқарады. Және бұндай қолданыстар шығарманың өн бойында бірнеш рет қайталанады. ...-А-а-а-а-у-уу-аааа! Бұл бедеу үн баяғыдай дүниені үр сілкіндірер зор болмғанымен, тегіндегі тегеурінді дауыстан қалған жұрнақ айқай екенін аңғартарлық. Бұрын мынау иін тірескен орман, анау қалғып-шұлғыған қапсағай таулар мен қойнау-қойнауына қорқыныш паналатқан құз- аңғарларКербұғы үнін іліп алып, үздік-создық қайталп, көпке дейін жаңғыртып, даңғаза қуатпеналысқа жөңкіліп, таратушы еді-ау!...... -Ааааа, ууууу, аааааа! (О.Бөкей). Осы үзінділердегі бұғының басындағы психологиялық жағдайды аңғарту үшін берілген ...-Ааааа, ууууу, аааааа! тәріздес дыбыстық кешендер бүкіл шығарманың бойында қайталанып, тұтас шығарманың мазмұнына өзіндік әсер етеді. Әңгіменің соңында да бұл дыбыстар Кербұғының өлім алдындағы күйін береді. -Ааааааа, уууууууу, ааааааа, уууууу!!? Бұл үнді бүкіл тау әуеті үздік-создық ұзақ қақпақылдады, қайталады-ау... Осы сәтте бүкіл өмір «ауа» секілді еді бұғы үшін. Бірақ олай емес екен: жаңадан ғана жетіліп, үлпілдеп тұрған қос мүйіздің түбінен қос оқ сақ етіп тиді де, Кербұғы омақаса құлады. Қайтіп тұяқ серіпкен жоқ...(О.Бөкей). Осындағы ааа-ууууу дыбыстары ауыр мұңды, кейіпкер сеізміндегі өкінішті білдіерді. Яғни у дыбысының мұңды білдіруі аңғарылады. Сонымен қатар бұл дыбыстар мәтіндік мағынаға әсер етіп, мәтін семантикасына яғни тұтас мәтіннің мағыналық құрылымына ықпал етеді. Кербұғының басындағы психологиялық жағдайды ашуға септігін тигізеді. Бейнелік ой байланыстары. Б.М.Теплов, В.М.Морозов, Л.Тайлор, Л.Ганди, Ж.Дарк, сараптамалары бойынша барлық адамдарға тән қасиет: олар табиғи дыбысты еске түсіру барысында міндетті түрде объект бейнесін – көбінде олар осындай дыбыстарды шығаратын (су

66 сылдыры, жел шуылы, ысқырық дыбысы, жапырақтар сыбдыры) көріністі бейнелерді қалпына келтіреді. Осындай заттық бейнені полимодальдық деп атайды. Мұнда бірінші, өзекті болып көріністі бейне алынады. Затты түйсінудің полимодальдік сипаты көру қоздырғыштары ықпалы негізінде есту образдары арқылы туындайтын ой байланыстарын қарастырады, және керісінше көру арқылы туған образдар есту қоздырғыштары ықпалынан туындайды. Дыбыстық қайталамалардың мәтінтүзімдік қызметі Кез-келген мәтін дыбыс арқылы жасалған сөздерден түрады, сондықтан, мәтінтүзуші тілдік бірліктер туралы сөз болғанда, алдымен фонетикалық құралдардың қызметіне тоқталу қажет. Көркем мәтіннің оқырманға түсінікті, қабылдауға жеңіл болуы оның фонетикалық құрылымына байланысты. Мәтіннің фонетикалық жүйесі неғұрлым жетік болса, оның қабылдану деңгейі де соғұрлым жоғары болмақ. Көркем мәтін тек тілдік қүралдар мен олардың семантикалық және синтагматикалық мазмұнынан ғана құралмайды, сонымен қатар дыбыстардың үйлесімділігі мен әуезділігінен де тұрады. Мәтіннің дыбыстық жағынан бірыңғай үйлесімді берілуі қайталамалармен тығыз байланысты. Поэтикалық тілдің дыбыстық қүрылымын да фоника қарастырады. Бұл саланың тілдің дәстүрлі фонетика саласынан айырмашылығы, фоника сөзсаптамның дыбыстық құрылымының шеберлігін қарастырады. Көркем мәтінтүзуге қатысатын дыбыстық заңдылықтардың бірі дыбыстық қайталамалар. Қайталамалар – тілімізде ертеден келе жатқан әдіс-тәсілдердің бірі. Көне дәуір ескерткіштері мен ауыз әдебиеті үлгілерінен бастап, бүгінгі ақын жазушыларымыздың еңбектеріне дейін зер салып қарасақ, қайталамалардың түр-түрін кездестіреміз. Өйткені қайталамалардың актив қолданылатын орны көркем шығарма. Көркем мәтіндегі дыбыстық қайталамалар стильдік және құрылымдық қызметтер атқарады. Мысалы, тайғақ тағдырдың таяғына туралаған халық (О.Бөкей), дүниені құртып та,құлпыртып та жібере алады (О.Бөкей), туырлықтай жерге таласып, туысынан ат құйрығын кесіскендер (О.Бөкей), жұрағаттан айрылып жұтағандай боп (О.Бөкей), күйеуінің қаһарынан қаймыққан Қаршыға (Д.Исабеков), сипай соққан

67 салқын леп (С.Мұратбеков), кекесінді кескінмен күйеуіне кәрін төгіп алды (С.Мұратбеков), шашыранды шыныдай шашырап ұшады (С.Мұратбеков) деген бейнелі тіркестер аллитерацияға құрылған болса, ай астына алтыбақан құрып (О.Бөкей), ағайынмен алысқанша, алысқа кетіп абыройыңды сақтағаның жөн (О.Бөкей), әжім әдіптеген көз (О.Бөкей), ашаңдау аққұба жүз (С.Мұратбеков) сияқты тіркестер ассонанс түзе жасалған. Дыбыстық қайталамалар әсіресе поэзиялық шығармаларда өте жиі қолданылады. Қарасөз шеберлеріне қарағанда, ақындар өз шығармаларында дыбыстың көркемдік мүмкіншілігін барынша пайдаланады. Дыбыстың қайталануы сөзге әсерін тигізіп, соның нәтижесінде олардың арасында тығыз байланыс орнайды. Бір дыбыстардың қайталануы авторға сөздің ритмикалығына қосымша құрам ретінде, қажет болуы мүмкін. Сонда да фонетикалық алымдарда, ең бірінші, дыбыстық қайталауларды көрсетеді. Оған аллитерация, консонанс және ассонанс жатады. Кейде дыбыстардың қайталануы немесе олардың үйлесімдігі мәтінге бүтіндей дұрыс дыбыс беруі оны әрлендіреді, яғни орноментальды функция қалыптасады. Бірақ кейде олар авторлық мәтінде белгілі-бір семантикалық түсінікпен байланысады және сонда ғана дыбыс жазу құбылысы туындайды. Сөздегі дыбыстардың бар болуының мәндік нақтылығы жазушылардың парономазияға жүгінуі арқылы көрсетіледі. Бірақ жеке семантикалық қайталаулар немесе парономазия барлық өлең мәтініне жайылмайды. Сонда да бұлар-дыбыс жазудың элементарлы формалары. Егер де қандай да болмасын семантикалық дыбыс қайталануы немесе дыбыстардың үйлесімділігі барлық өлең шығармасының шегіне дейін өсуі немесе анафонияның құбылысы байқалады. Дыбыстық қайталамаларды қарастырған еңбектердің басым көпшілігі оларды поэзиялық шығармалар тіліндегі тәсіл ретінде алады. Дүрысында, дыбыстық қайталамалар – жалпы көркем мәтін атаулыда кездесіп отыратын әдіс. Дыбыстарды белгілі бір мақсатқа сай саралап қолдану көркем прозада да, тіпті публицистикада да бар.

68 Дыбыстық қайталамалардың стилистикалық қызметін қарастырған ғалым О. Бүркіт олардың аллитерация, ассонанс, дыбыстық анафора, ұйқас, ыргақ, дыбысқа еліктеу, консонанс, ішкі ұйқас, паронимиялық аттракция секілді түрлерін көрсетеді. Аллитерация микромәтінді бірыңғай (бірдей немесе ұқсас) дауыссыз дыбыстары қайталанып келетін сөздермен құру болса, ассонанс бірыңғай дауысты дыбыстарды қайталап келтіруге қолданылатын тәсіл болып табылады. Аллитерация мен ассонанс дыбыстық қайталамалардың басқа да түрлері секілді поэзиялық мәтіндерде еркін қолданылып, осы жанрда көркемдік әдіс ретінде кеңінен таралуда. Алайда осы дыбыстық құбылыстың мәтінтүзімге қатысы, олардың тек поэзиялық мәтінді ғана емес, прозалық мәтінді түзуге қызмет ететіндігі назардан тыс қалып келеді. Жапанда жалғыз жаттым елден безіп, Жалықсам, аң қараймын тауды кезіп. Оңашада жатқанды ұнатамын, Елімді ел қылмасын ерте сезіп. Жауға қатын, жақынға жалмауыздар, Жалықпай көк малтасын жүрсін езіп (Шәкәрім). Бұл әдіс көркем прозада да кездеседі: Қаңқу емес, расы сол: қалаға қатер төндіріп тұрған селдің жолын біржола шабу үшін екі жақтан қаусырмаланып келген екі тауды қысаң жерде тас-талқан етіп қопарып бөгеп тастау керек (С.Шаймерденов). Қ-дыбысының қайталанып келгенін аңғаруымызға болады. Мысалы, қысаң сөзінің орнына тар; қаусырмаланып – жақын, жабысып; қопарып сөзінің орнына бұзып т.б. сөздерді беруге болады. Бұл жерде жазушы дыбысты еселей қайталау арқылы шығарма тілін тартымды етіп, ажарландырады. Оқырманға әсерлілігін күшейтеді. «Жаялықша жалпиған, жарқанатша қалқиған, жермен жексен шымқора. Шымқорада жер үйде, желпіндірмес көр үйде, арса-арса боп сүйегі, қалақтай боп иегі, жаңқадай жоқ жақ еттен, саусақтары шілтиіп, көлеңкедей кірбиіп, бұл жатқан қай аруақ? Әлсін-әлсін демігіп, тық-тық еткен жөтелі өңменіңнен өткендей, алма еріні кезеріп Бетпақ кезіп кеткендей, кимешегі қалқылдап 69 қуыршаққа тіккендей, сатпақ-сатпақ жастығы жастық емес кетпендей, сар төсек боп сарғайып – бұл жатқан қай әйел? (Ж.Аймауытов). Немесе «Екі көзінен жалп-жалп етіп, жанып бара жатқан зеңгір көк жапырақтар жерге түсіп жатқанын көрді… Алшақ жайласып, араласпай араз отыратын екі бай уәделесіп қойғандай, Майқұдық басына бүгін кешке жақын қатар келіп құлады». – Иә, айта беріңіз, – деп манадан таңдайын қағып, таңданып отырған Күреңкөз қожаға бұрылды. Игілік ыңғайымен өруге үйреніп қалған топ, ол елең қылмағанға елеңдесіп қалғандарына ұялғандай болып... (Ғ.Мүсірепов.). Прозадағы дыбыс үндестiгi мәтiннiң әуездiлiгiн тудырып, тiлiн ажарлап, оқырманын тартады. Дыбыстың қайталануы сөзге әсерін тигізеді. Дыбыстық қайталаманың негізгі стильдік қызметі – мәтіннің жағымды естілуі. Поэтикалық мәтіннің ұқсас дыбыстар арқылы берілуі оның эмоционалды бояуын арттырып, өлең өрімінің мәнерлілігін тудырады. Аллитерация мен ассонанс поэзиялық шығармалар мен қатар прозада да кездеседі. Сондай-ақ бұл тәсіл көркем мәтінде тек ырғақтылық мән жамап, ұйқас қызметін атқару үшін ғана емес, микромәтіндерді байланыстыру қызметін де атқарады: Қырықтан соңғы иманым, Отыз жылдай жиғаным, Көп ғалымның сөзінің Ақылға алдым сыйғанын. Молдалардың әдісін, Пайғамбардың хадисін, Әулиелік жадысын – Алмадым ақыл тыйғанын (Шәкәрім). Ассонанс құбылысының микромәтін құрылымындағы жеке сөйлемдерді байланыстыру мақсатында жұмсалуы: Ар түзер адамның адамдық санасын,

70 Ақ жеңіп шығады арамның қарасын (Шәкәрім). Ассонанс құбылысының өлең шумақтары арасын байланыстыру мақсатында қолданылуы Адамның бәрі бір болмайды аласы, Оларды бұзатын нәпсінің таласы. Ар билейтін заманда нәпсі өліп, Бірігер еңбекте барша адам баласы. Адалдың жер жоқ ақырда жеңбейтін, Тарихта әрқашан адал жан өлмейтін. «Ақ иіліп сынбақ жоқ» деген рас, Нәпсі өлсе, өзімшіл, бұған кім сенбейтін (Шәкәрім). Кейбір өлең мәтіндерінде дауысты немесе дауыссыз дыбыстар дыбыстық тіркес күйінде қайталанатын кезі болады. Бұл құбылыс соңғы кездері белгілі бір тәсілге айналу үстінде. Оны дыбыстық анафора деп атап жүрміз. Ассонанс пен аллитерация – көркем мәтіннің дыбыстық құрылымын күшейтіп, стильдік бояуын әрлендіріп қана қоймайды, сонымен қатар мәтіннің құрылымдық компоненттерін байланыстыру қызметін атқарады. Микромәтіндер арасында келіп, оларды байланыстырады. Бірақ олардың көркем мәтінде, әсіресе поэзиялық мәтіндерде қолданылу жиілігі бірдей болып келмейді. Өлең мәтіндерінде дауысты дыбыстарға қарағанда, дауыссыз дыбыстар қайталануға оңтайлы келеді. Сондықтан аллитерация ассонансқа қарағанда поэзиялық шығармаларда жиі қолданылады. Бұл құбылыс қазақ поэзиясында толық қалыптасқан. Ассонанс аллитерацияға қарағанда сиректеу қолданылса да, көркем мәтіннің дыбыстық лейтмотивін күшейтіп түрады. Дауысты дыбыстардың, әсіресе, ашық дауыстылардың өлеңнің әрбір жолының абсолют басында қайталанып келуі ерекше интонациямен, ерекше әуенмен айтылып, мәтіннің сол бөлігін басқаларынан даралап тұрады. Көрмей жүрсе өзіңді қайтер адам, Күй көркіңді аңсаймын,

71 Қайта оралам. Көлбесе ақша бұлтың ақ жаулықтай, Келеді көз алдыма Қайсар анам… (Ф.Оңғарсынова). Киіктей тағы ем, үркек ем, Қайырылып, кербез керілдім. Қайғымды серпер бүркеген, Қайырымды жан боп көрінген (М.Айтхожина). Мұндағы өлеңнің бірнеше жолының басы қатарынан бірдей дыбыстан басталып тұруы, аллитерациялық, ассонанстық анофораға құрылуы, образ жасаудағы стильдік мақсатта қолданылуымен қатар, өлеңнің үнділігі, дыбыстық әсері көзделген деуге болады. Ақындар поэзиясының тармақ басындағы ассонанс пен аллитерацияға құрылған анофораға кеңірек баруға өлеңнің оқуға, таңдауға арналғандығынан болса керек, екіншіден, түркі поэзиясының жасалу техникасында дыбыс ырғағының көбірек сақталғандығын білдіреді. Соны өздеріне үлгі етіп алғандығы көрінеді. Зерттеушілердің айтуына қарағанда, көне түркі поэзиясындағы өлең құрылысы аллитерацияға иек артқан, ол әрі ұйқас, әрі шумақ құраушы қызмет атқарғандығы, кейде тіпті тұтас шумақтардың өн бойында біркелкі дыбыстардың қайталануының да болғандығын айтады. Өлең мәтініндегі сөз басындағы дыбыстардың біркелкі болып (аллитерация, ассонанс) келуі дыбыс сазының, үн гармониясының табиғатын көрсетеді. Өлең жолдарындағы аллитерация мен ассонансқа құрылған анофора тәсілі мәтіннің музыкалы, үнді болып шығуы үшін ғана емес, белгілі бір стильдік мақсатпен де қолданылады, сонымен қатар экспрессивтік жүк арқалап тұруы мүмкін, өйткені осы тәсіл арқылы ақындардың ой-толғаныстары, олардың жан-дүниесі, эмоциясы байқалады Сонымен қатар кейде дыбыстардың үйлесіп келуімен бірге, сөздің эмоционалдық мәнділігі, мәнерлілік, суреттілік белгілері, бейнелілік, әсерлік бояуы жаратылысынан деп түсіндіруге болады. Мұндай аллитерациялық тәсіл құлаққа жағымды, мәнерлі естілу

72 қызметін атқарады. Дыбыс қайталануы сөзге әсерін тигізіп, соның нәтижесінде олардың арасында тығыз байланыс орнайды. Олар сөзден тыс қолданылмайды, бірақ сөздің құрамында белгілі стильдік реңкке ие болады. Ақындар өлеңдеріндегі дыбыстардың қайталануы арқылы жасалған сөздер орнымен қолданылып, экспрессивті - эмоционалды реңк туғызып өлең шырайын ашатын тәсіл түріндегі қызметі ерекше. Сонымен қатар ассонанс мәтіннің ырғағын күшейтіп, көркем шығармаға музыкалық реңк беріп тұрады. Құрамында дауысты дыбыстардан жасалған қайталамалары бар өлеңнің оқылуы аллитерациялы өлеңге қарағанда әлдеқайда жеңіл, қүлаққа жағымды болып келеді. Ассонанс пен аллитерацияның арасындағы осындай айырмашылықтар қазіргі кезде жас зерттеушілердің зерттеу объектісіне айналуда. Мысалы, Ж. Исаева ассонанс пен аллитерацияның қызметін саралауға талаптанады. Ол ассонанс әуезділікті, ал аллитерация әсем айшықты үстейді деп есептейді.8 Қазіргі қазақ қара сөзі де аллитерация мен ассонансқа толы. Әсіресе, бүл тәсіл көркем прозадан гөрі көсемсөз, шешендік сөз, толғау, эссе сияқты жанрларды жандандырып қоя береді. Келтіріп отырған мысалдан тек аллитерация үлгілерін ғана емес, дыбыстық тіркестердің қайталануын да байқауға болады. Р. Сыздықова осындай қолданысты аллитерацияға (не ассонансқа) қүрылған дыбыстық анафора деп атайды. Қара қарғаның қанатындай немесе көмірдей жылтыр қара сақалы ба, жалпақ қызыл жүзді, ісінген қалың қызыл қабақты Әзімбай осылайша тор құрып қойып, өзі құрық жонып отыр. Ойының бәрі ішкі тартыс пен тәсілде... Кейде бітік, қысық көздерін төмендете қиғаштап қарап, өз есептеріне сүйснгендей, болымсыз күлімсіреп те қояды. Көз алдына Құнанбайдың үлкен шаңырағына тиісті, мыңға тарта «қан жирен», «құла жирен» сәйгүлктер «біз сендік» деп шұбалып, жон жүндері жылтырап, өтіп-өтіп жатқандай болады (М.Әуезов). Осы шағын микромәтінде аллитерация түрлері қолданылған. Олардың қолданылуының өзінде ерекшелік бар. Автор аллитерацияны бірде іргелес орналасқан сөздерде қолданса, енді бірде арасына сөз жібере отырып қолданады.

8 Исаева Ж.А. Қазіргі қазақ тіліндегі сегментті бірліктердің фоностилистикасы, Филол.ғыл.канд... автореф. Алматы 2000, б. 32 73 Сөздің мағынасы мен оның дыбыстары арасындағы байланысты анықтауда дыбыстық қайталамалар, дыбысқа еліктеу, дыбыстық символизм, дыбыстық метафора, парономасия, ономатопея сияқты қүбылыстар табиғатын танудың маңызы ерекше. Бұл ұғымдардың мәтін қүрылымындағы қызметін тану мәтінтүзімдегі маңызды мәселелер қатарынан орын алады. Бір түбірден өрбіген сөздер лингвистикада паронимикалық аттракция құрады. «Паронимия (грек. Para – қасындағы және onuma – есім) – семантикалық ерекшеліктері бар (толық не жартылай) сөздердің (паронимдердің) дыбыстық ұқсастығы».9 Паронимиялық аттракция сөйлем сазын келтіру, айтылмақ ойға екпін түсіру, жазушының көңіл- күйін білдіру сияқты стильдік қызметтер атқарады. Сонымен қатар паронимиялық аттракцияның мәтін құрылымына да әсері зор. Кейде ол бір түбірден өрбіген сөздерді қайталай қолдану арқылы ой екпінін сөйлем түбіріне түсіреді. Алдыңғы мысалда бір түбірден тараған сөздердің қайталануы арқылы жасалған паронимиялық аттракция келесісінде бір буынның әртүрлі сөздердің басында қайталанып берілуі түрінде кездеседі. Ғалым О. Бүркіт паронимиялық аттракция құбылысын бірдей немесе ұқсас дыбыстардың қатысы арқылы жасалғандықтан, дыбыстық қайталамалардың тобына жатқызады.10 Дыбыстық қайталаманың бұл түрі көп уақыттар бойы әр түрлі терминдермен аталып келді. Олардың қатарында парономасия, парономазия, паронимиялық аттракция, малапропизм, гиперурбаиизм, гетерофемия терминдері бар болатын. Л.В.Минаева мен В.Б.Феденев: "Парономическая аттракция может использоваться для обозначения паронимов, парономасов и прочих созвучных слов в речи "как родовой термин", а "народная этимология", "парономасия", "малапропизм" и "геторофемия" будут тогда служить для обозначения определенных разновидностей парономической аттракции, то есть

9 Салқынбай А., Абақан Е. Лингвистикалық түсіндірме сөздік, Алматы 1998, б. 304. 10 Бүркітов О. Қазақ тіліндегі қайталамалардың лингвостилистикалық жүйесі, филол.ғыл.докт., Алматы 2002, б. 277 74 термины видовые",11- деп, ортақ термин ретінде паронимиялық аттракцияны ұсынады. Оны құрайтын сөздердің құрамындағы дауыссыз дыбыстардың саны мен түрі бірдей болып келуі шарт. Оларда кездесетін дауыстылардың бірдей дәрежеде келуі міндетті емес. Паронимиялық аттракция болу үшін В.П.Григорьев корреляттарда кем дегенде екі дауыссыз дыбыс бірдей позицияда қолдануы керек деп есептейді. «Дыбыстық қайталама» терминін лингвистикаға енгізген О. Брик дыбыстардың қайталануы ұғымын тек дауыссыз дыбыстар жүйесімен ғана байланыстырады. «Сущность повтора заключается в том, что некоторые группы согласных повторяются один или несколько раз, в той или иной последовательности, с различным составом сопутствующих гласных».12 О. Бриктің осы анықтамасы дыбыстық қайталамалардан гөрі, паронимиялық аттракцияның табиғатына толық сәйкес келеді. 1) Паронимиялық аттракцияға кіретін сөздердің құрамындағы дауыссыз дыбыстардың орналасу позициясы бірдей болуы шарт. Бұл ерекшелік, әсіресе, паронимиялық аттракция параллель құрылымдар қатарында келгенде анық байқалады. 2) Паронимиялық аттракция корреляттары өзара синтаксистік қарым-қатынаста келеді. Ол қарым-қатынас субьект - қимыл, белгі - зат, белгі - қимыл, қимыл - обьект түрінде болады. Сонымен қатар, корреляттар бірыңғай мүше ретінде де келе алады. 3) Паронимиялық аттракция корреляттары поэтикалық мәтінде бір-бірінен алшақ орналасады. Олардың арасында міндетті түрде басқа сөз келуі шарт. Осындай белгілерден басқа оларға тән ең басты ерекшелік –паронимиялық аттракция корреляттарының семантикалық жағынан жақын болмаса да, стилистикалық түрғыдан бір-біріне жақындасуы. Бұл дыбыстық тәсіл бойынша дыбыстар белгілі бір орында өлшеммен қайталанады. Екінші сөзбен айтқанда, паронимиялық аттракция – параллелизмнің фонетикалық деңгейдегі көрінісі.

11 Минаева Л.В., Феденев В.Б. Паронимия в языке и речи/Вопросы языкознания, Мәскеу1983, № 2, б. 90-95 12 Григорьев В.П. Поэтика слова, Наука, Мәскеу 1979, б. 344 75 Бұл құбылыс түркі тілдерінде, соның ішінде қазақ тілінде де қолданылатын әдістің бірі болып есептеледі. Абай өлеңдеріндегі паронимиялық аттракция қүбылысы проф. Р.Сыздықтың еңбегінде қамтылды. Ғалым осы айшықтың қазақ тілінде бар екендігін айта отырып, оған алғашқы болып анықтама берді: «саргайды жузіміз, сарылды көзіміз — дегендегі көрсетілген сөздердің мағыналарының да логикалық уәжі (мотивировкасы) оларды семантикалық компоненттер қатарына шығарады. Бүндай сәттерді ақын "поэтикалық этимологияға сүйенген я болмаса дыбыстық үқсастықты мағыналық жақындыққа үластырған деп қарау керек. Бүл амалды ғылымда паронимиялық аттракция деп атайды». Паронимиялық аттракция тек Абай өлеңдерінде ғана кездеспейді, оның қолданысын Абайдан кейінгі ақындар поэзиясынан да кездестіруге болады. Сақтай гөр, Тәңірім, Достардың сайтандарынан, Сақтай гөр, Тәңірім, Көршінің сайқалдарынан. Сақтай гөр, Тәңірім, Қасқырдан бетер қанқумар, Жендеттей жебір Көршінің сойқандарынан (Ә.Тәжібаев) Осы шумақта қайталамалардың бірнеше түрі кездеседі. Бүл микромәтінде анафора да, аллитерация да бар. Автор ұйқасты паронимиялық аттракпия болып түрған сайтан, сайқал, сойқан сөздерінен құраған. Бұл сөздер дәл осы шумақта бір-біріне семантикалық түрғыдан жақын, мағыналас сөзге айналып кеткен. Бүл – паронимиялық аттракцияның негізгі белгісі. Бұл тәсіл бір жағынан, поэтикалық этимологияға жақын болып келсе, екінші жағынан аллитерацияға ұқсас болады. Паронимиялық аттракцияның алғаш қолданылған жері поэтикалық шығармалар болса да, олар қазіргі кезде көркем проза тілінде де өнімді қолданылып отыр. О баста ассонанс та, аллитерация да поэтикалық шығармалар тілінде қолданылатын тәсіл деп есептеліп

76 келсе, бұл фигуралар да қазіргі қазақ қарасөзінде жиі кездесетін, өнімді қолданыс табатын көркемдеу тәсіліне айналып отыр. Мысалы, Алайда Ораз Мұхамедті таңырқатқан – орыс сұлуының көзі еді. Көкпеңбек көк тұнық. Мұң тұнған түпсіз мөлдір. Көк көз мұншама сұлу болады деп бұрын ойламаған (М.Мағауин). Мынау – ақ патшаның жауы. Анау – ханға қарсы қылмыскер. Мынау – елді бұзған бұзық. Анау – жерді құртқан қарақшы (М.Мағауин). дыбыстық қайталаулардың басқа түрі сияқты айшықтау, көркемдей мақсатында ғана қолданылмайды. Көркем мәтінде ырғақ, ұйқас тудырып, мәтіннің құрылымдық композициясына қызмет етеді. Мысалы, Қараша үй де, қара көк аспан да, қарауытқан тау мен қара барқын орман да – бәрі-бәрі бір сәт ұйықтап кетеді (О.Бөкей). Берілген үзіндідегі қара түбір сөзінің түбірлес сөздер құрамында қайталанып келу арқылы мәтіндегі астарлы ой беріледі. Сонымен қатар, ұқсас дыбыстардың белгілі бір позицияда өлшеммен қайталануы нәтижесінде сөздердің семантизациялануына (мағына жақындығы) себепші болады. Жүсіпбек Аймауытовтың қаламы арқылы өмірге келген «Күнікейдің жазығы» повесінің алғашқы сөйлемінен-ақ жазушының ырғаққа, ішкі үнге ерекше мән бергенін аңғарасыз. М.Әуезов әңгімелерінде пейзаж ырғағына айрықша назар аударылса, Ж.Аймауытов повестері мен әңгімелерінде образ бен мінез сомдаудағы ырғақ айрықша рөлге ие.Жоғарыда мысал ретінде алынған үзіндінің ішкі ырғаққа құрылғанын, ұйқасқа толы екенін қарапайым оқырманның да аңғарары хақ. Бұл тұста ырғақтың жиілеуі ұйқасқа әкеледі де поэзияға тән өрнектер бой көрсетеді. Егер осы үзіндіне тармаққа ауыстырар болсақ кәдуілгі өлеңге барамыз, бастауын халық ауыз әдебиетінен алар қазақ өлеңінің табиғаты көз алдыңа келеді. Яғни өлеңді өлең ететін ырғақ. Дегенмен мұндай ырғақтың прозада да ұшырасатыны осындай мысалдардан көрінеді. Көркем проза ырғағы сан қырлы өте күрделі мәселе болумен қатар, шығарма

77 желісінде автордың не айтқысы келгеніне орай іс-әрекет пен қозғалыстың, бояу, айшықтың, фразалар үні мен ой екпінінің лезде өзгеруіне қатысты проза ырғағы да тез өзгергіп отырады. Көркем шығармалардың әңгіме, роман,повест сияқты түрлерінде олардың өзіне тән ырғақтары болады. Әңгімеде айтылмақ ой бір, кейде екі, не үш ырғаққа ғана негізделсе, повестегі оқиғалар мен кейіпкерлер әрекеті ырғағы романдар ырғағына қарағанда жиі болатыны аңғарылады. Ырғақтың көркем шығарманың әсерлілігін арттырып, оқырманын тартып тұратын, шығарманың айшықтылығына ықпалы бар. Повестере оқиғалардың жиілеуі, кейіпкер мінезін ашуға қатысты іс-әрекеттің көбеюі кейде қаламгердің шығарманы іштей бірнеше тараушаларға бөлуіне әсер етеді. Бұл бір жағынан оқиға, кейіпкерлер іс - әрекеті, шығармадағы уақыт пен кеңістік мәселелерін іштей байланыстырушы болуымен қатар, екінші жағынан, шығармадағы ырғақ тұтастығының да кепілі. Ж.Аймауытов «Күнікейдің жазығы» атты повесіндегі «Күнікей ғой бұ жатқан», «Көшкенде», «Күн менікі», «Бас бәйгі Баймандікі», «Өз есебі», «Ал сонда...», «Былай», «Соның артынан» және т.б. тараушалар жеке-жеке оқиғаларға арналады. Бұлардың әрқайсысының жеке – жеке өз ырғақтары бар, алайда солардың барлығы тақырыптары арқылы негізгі желіге, негізгі ырғаққа бірігеді. Повестен аңғарарымыз ырғақ мәселесі тек поэзияға ғана тән құбылыс емес. Ол прозада да белгілі бір қызмет атқарады. Повестегі оқиға желісі негізінен авторлық баян мен бас кейіпкер Күнікей, оның шешесі Шекер бейнесі арқылы беріледі. Шекер мен Күнікейге қатысты жәйттердің, олардың іс- әрекеттерінің, ойларының, көзқарастарының кезектесіп беріліп отыруының өзі шығармаға ерекше реңк, яғни өзгеше ырғақ берген. Ал басқа кейіпкерлерге қарағанда Күнікей мен Шекер бейнесінің қос өрім болып қабат алынуы Күнікей басындағы тағдырдың шешесімен сабақтастығын аңғартып қана қоймайды, сол екеуі бейнелері, яғни образдары ырғағының да өзгелерге қарағанда жиі екендігін де көрсетеді. Шығармада шешесі мен қызы басындағы тағдырды, оқиғаны кезектестіре, олардың көзқарас, түсініктерін қатар бере отырып, негізгі ой ырғағын автор осы образдар ырғағынан, Күнікей мен Шекер бейнесінің жасалуындағы ырғақтардан алуы, шығармадағы бүкіл оқиға арқауының, ой желісінің осы ырғақтар арқылы берілуі. Ж.Аймауытовтың «Күнікейдің жазығы» повесі

78 ырғақтылығы өте жоғары және сол ырғақтылық – көркемдік бастар жол ретінде қызмет атқарған. Көркем проза ырғағы орыс әдебиетінде біршама зерттелді десек те, мұның қақақ әдебиеттануында әлі ашыла алмай келе жатқаны белгілі. Бірді-екілі мақалаларды айтпағанда, қазақ прозасының ырғағына байланысты зерттеулер жоқтың қасы. Проза ырғағына қатысты жүргізген жұмыстарымыз мұның өте күрделі мәселе екенін көрсетіп отыр. Орыс ғылымында бұл мәселе көбіне-көп сөздер, дыбыстар, қайталамасы деңгейінде қаралып, тұтастай көркемдікпен байланысы зерттеле қойған жоқ. Егер ырғақты жалпы алғанда тең өлшемдер бiтiмдерiнiң заңды түрдегi қайталамасы дейтiн болсақ, ол поэзиядағыдай айқын да анық көрiнбесе де, прозада аралық толастардың (пауза) және мағыналық бiтiмдердiң артық - кем кезектесуiнде ырғақ барлығы байқалады. Бұл ырғақтың байқалуы – оқырман сезiмiне тiкелей қатысты. Сондай - ақ, шығарма желiсiнде автордың не айтқысы келгенiне орай iс - әрекет пен қозғалыстың, бояу, айшықтың, фразалар үнi мен ой екпiнiнiң өзгеруiне қатысты проза ырғағы да өзгергiш. Мiне, бұл жәйттер оның нәзiк қыр- ларының мол екенiн аңғартады. Оның сюжет пен композицияға қатыстылығы, сөздiң, сөз тiркесiнiң, сөйлемнiң, абзацтың, бөлiмнiң, тараулардың өзiндiк ырғақтары барлығы, образдар ырғағы мен пейзажға қатысты ырғақтардың болуы, тiптi тiл дыбыстарының да ырғақ туғызуға әсерi болуы көркем прозадағы ырғақтың күрделiлiгiн көрсетсе, аллитерация, iшкi ұйқас, ой екпiнi, ассонанс, инверсия, сөздер қайтамалылығы мен қосарламалылығы, одағайлар, қыстырмалар мен қаратпа сөздердiң, парцелляцияның және т.б. прозалық шығармада ырғаққа қатыстылығы оның сан қырлылығын көрсетедi. Ғабит Мүсiрепов шығармашылығында да ырғаққа, үндестiкке айрықша мән бергенiн байқаймыз. Бұл әсiресе оның «Кездеспей кеткен бiр бейне» атты повесiнен анық аңғарылады. Прозалық шығармалардың барлығында да ырғақ пен үндестiктiң көркемдiк кiлтi болуын негiзгi өзек етiп ұстайтын Ғ.Мүсiрепов бiз әңгiме желiсi етiп отырған повесiнде прозалық шығармаларды өмiрге әкелудегi ырғақтылықың жоғары деңгейiне барады. Осы ырғақтылықтың, үндестiктiң тұтас күйi мен әрбiр жеке бөлiгiндегi тамыр соғысы автордың жүрек соғысын, сезiм қуатын танытқандай.

79 Автор өзi iздеген қажеттi ырғақты, керектi үндi мүлт кетпей, дәл тауып отырған. Өзiңе қажеттi үндi, керектi ырғақты дәл табу - өмiр мәнi дегендi автор кейде өз кейiпкерi арқылы да жеткiзедi. Мысал ретiнде повестегi мына бiр үзiндiнi айта өтейiк. «...Қазiр Еркебұлан сол ақ отаудың төрiнде жалғыз отыр. Майда қоңыр домбыра тартатыны бар екен. Безiлдетпей, бездiрмей, шертiп тартып отыр. Ән мен күйдiң сыртқы алау - жалауын көп көтермей, iшке бiр нәзiк сырларын толғандырады. Кейде ән де емес, күй де емес, бұлақтың сылдырындай, кешкi самалдың лебiндей бiр нәзiк үндердi қайталап - қайталап сыбырлайды да, ыңыранған қоңыр әуенге ауысады. Мөлдiр таза, ерке әуендерден әлдененi iздейтiн тәрiздi. Таба алмай жүргенi бар екенi байқалады. Өзі де түсiнбейтiн бiр қағыстар, сазды бiр үндер...» (Ғ.Мүсірепов). Бұл үзiндiден аңғарарымыз - автордың өз кейiпкерiмен үндесiп кеткендiгi. Шығармадағы ырғақты бейне теңiз толқыны дерсiң. Бiрiн - бiрi қуалап келедi де, бiр сәт аспанға көбiк атады. Бұл тұста ырғақтар жиелеп кетедi. Мысалы: Жиырма төрт жасқа жаңа ғана шыққан жас ақын Еркебұлан айналасы үш - төрт айдың iшiнде ел ойында қандай биiкке көтерiлiп кеткенiн өзi әлi сезiнген жоқ едi. Бұл кезде саяси айқастарға құлағы түрiк отыратын жұрт қала жақтан келетiн хабарларды азды-көптi көтерiп те әкеткен, өзгертiп те әкеткен... (Ғ.Мүсірепов). Немесе: Кейде ақынның балалығына таң қаларсың, кейде ақынның даналығына таң қаларсың. Ақын – қыран - қияға да қонады, ақын - адам, далаға да қонады. Ақын бойын да жасыра алмайды, ойын да жасыра алмайды. Ақын жаны оңай жараланады, оңай жазылады, емi көп. Ақын жүрегiне кек тұрмайды. Кек тұрса қақ тұрғаны. Қақ тұрған жүрек - тот басқан асыл, ендi одан берекелi үн шықпайды. Ақын - заман, бiр күндiк те емес, бүгiндiк те емес. Оның кешегiсi - бүгiндiк, бүгiнгiсi – ертеңдiк. Ақын бойына адамгершiлiк қана жарасады. Екеуiнiң бiрiне ақау түссе, алдымен ақындық өледi... Бұл - Еркебұлан сөзi, Бұл - Еркебұлан мiнезi... (Ғ.Мүсірепов). Бұл үзiндiлер повесттiң жалпы ырғақтық құрылысынан хабар берсе, шығармадағы негiзгi ырғаққа әкелетiн түрлi майда, кiшi ырғақтар да өзiндiк жарасыммен көркемдiкке қызмет еткен. Мәселен, түйдектеле айтылған ой, қайталанған сөздер, буындар ұйқасы жоғарыда

80 берiлген үзiндiлерден аңғарғанымыздай ырғаққа алып келсе, парцелляцияға жақын бару арқылы ырғақ тудыру төмендегiше көрiнедi: Сайып келгенде жас ақынның атағын көтерiп әкеткен осы оқиғалар екенi рас. Ұлы төңкерiстiң кейде түтiнiн, кейде жалынын көзi шалып қалатын дала халқы ардақты ақынын сол от-жалынның iшiнде көретiн. Ақын өлеңдерiндегi асқақ теңеулердi байырғы ел қаз-қалпында ұғынады. Дауыл...өрт...От iшiнде қанатын жалын шалмайтын қызыл сұңқарлар, қияға тартқан қырандардың сермей қаққан қанаттарынан туғандай сезiледi (Ғ.Мүсірепов) Ал, ырғақтылық теңеумен тұтасқанда ерекше құлпырып, айшықтана түседi: «...от басында күл шашып, күпiлдеген көпiрме, жетер ендi, жетер!» (Ғ.Мүсірепов). Ғабит Мүсiрепов көркем әдебиеттегi ырғақ мәселесiн арнайы зерттемесе де, жетiк бiлгенi анық. Бұған басқасын айтпағанның өзiнде оның жоғарыда атап өткен прозалық шығармасын повесть демей, поэма деп көрсетуiнiң өзi нақты дәлел бола алады. Осы орайда ол шығармадағы үндестiктiң молдығын, ырғақтың жиiлiгiн негiзге алған болуы керек деп ойлаймыз.

81 UYGULAMALI DİLBİLİMDE KAZAK DİLİ'NİN BİR KURULUŞUNU YARATMAK İÇİN YÖNTEM VE İLKELER Gülmira B. MADIYEVA Saule BEKTEMIROVA ÖZET Corpus Forming - modern dildeki birçok topluluğun topikal bir görevidir çünkü devlet dili durumu yalnızca kodlanmış dillere değil, tüm stil ve türlerdeki tüm uygulamalarına karşılık gelebilir. Dil grubu, özellikle corpus hacim olarak daha büyük ve malzemenin tamamen kapsanması durumunda, yani Ulusal dil grubunu temsil ettiğinde etkili ve kullanışlı bir araçtır. Language corpus ilk yaklaşımda, bu dilde elektronik biçimde gönderilen ve bilimsel cihazlarla donatılmış bir metin koleksiyonudur. "İşaretleme" veya "açıklama" olarak adlandırılan, korpusa "gömülü" aparat; "Daha dolgun ve daha mükemmel bir açıklamadır" Daha iyi bir cesettir. "Bir ceset yaratmak, devlet programlarının ve bilgi kaynaklarının desteğiyle birçok merkez ve enstitünün çabalarıyla oluşturulan uzun, zahmetli bir süreçtir. Anahtar Kelimeler: Devlet Dili, Dil Grubu, Ulusal Dil Grubu.

METHODS AND PRINCIPLES FOR CREATING A CORPUS OF THE IN APPLIED LINGUISTICS

SUMMARY Corpus Forming is a topical task of many communities in the modern world as the state language status may correspond not only to codified languages, but all of its implementation in all styles and genres. Language corpus is an efficient and useful tool, particularly when the corpus is larger in volume and complete coverage of the material, i.e. represents the National language corpus. Language corpus is in the first approximation, a collection

 Professor Of Al-Farabi Kazakh National University, Doctor Of Philological Sciences, Almaty, Kazakshtan.  Al-Farabi Kazakh National University, Doctor Of Philological Sciences, Almaty, Kazakshtan. 82 of texts in this language submitted in electronic form and equipped with scholarly apparatus. The apparatus, "embedded" in the corpus, called "marking" or "annotation"; The fuller and more perfect its Annotation the better its corpus" . Creating a corpus is a long, laborious process that created with the efforts of many centers and institutes with the support of state programs and information resources. Keywords: State Language, Language Corpus, National Language Corpus.

Introduction We need text inventories, primary textual markup, lexicographical processing, tokenization, lemmatization, and morphological analysis to develop a software platform for the intellectual information and reference system of the National Corpus of the Kazakh language (NCKL). For the first time, Almaty Corpus of the Kazakh language was created as an intermediate stage on the way of creating the NCKL based on the improvement and adaptation of the technology of the National Corpus of the Russian language for the Kazakh language. The currently satisfactory markup of Kazakh texts and search capabilities have been developed specially designed for mass users. A pilot version of the NCKL, open for free access, is called the Almaty Corpus of the Kazakh language (corpus address: http://web-corpora.net/ KazakhCorpus / search / (40 million words of usage). Conducting fundamental-applied research of the Kazakh language based on information technologies, it’s usage in the educational process in order to optimize the teaching of Kazakh as a native and foreign language are important to support the Kazakh language studies. Fast processing of requests based on the user interface using automatic processing methods Mark text and information retrieval of the word with its grammatical characteristics and translation into Russian. Formation of online subcategories of texts in the Kazakh language, increasing the volume of the text base, improving grammar marks, Meta signs, clear differentiation of Kazakh words by their part-line affiliation, improving the quality of the translation of Kazakh words into Russian. After giving to the Kazakh language the status of state language its role has significantly increased which results in expansion of all its functions

83 and use in all areas of communication. Status position of the Kazakh language, legislative measures undertaken by the language policy should be a corresponding linguistic content, one of the priorities which is the problem of corpus planning - attempts to standardize and systematize the language based on information technologies. In the framework of the State program of functioning and development of languages (2011-2020) there was an urgent need to establish a National corpus of the Kazakh language. Corpus Forming is a topical task of many communities in the modern world as the state language status may correspond not only to codified languages, but all of its implementation in all styles and genres. As noted V. Plungian, language corpus is an efficient and useful tool, particularly when the corpus is larger in volume and complete coverage of the material, i.e. represents the National language corpus. Language corpus is in the first approximation, a collection of texts in this language submitted in electronic form and equipped with scholarly apparatus. The apparatus, "embedded" in the corpus, called "marking" or "annotation"; The fuller and more perfect its Annotation the better its corpus"1. Creating a corpus is a long, laborious process that created with the efforts of many centers and institutes with the support of state programs and information resources. Most of the major languages of the world have its own national corpora, which differ in the level of completeness and scientific word processing. Recognized model is the British National Corpus (BNC), which focused on many modern corpora. Among the corpora of Slavic languages allocated Czech National Corpus2. The first big computer corpus is Brown corpus (The USA 500 fragments of texts, 1 million words). According to the model of Brown corpora, established the frequency dictionary of the Russian language of L.N. Zasorina (1970), built on the basis of a corpus of 1 million words, as well as the Russian corpus, created at the University of Uppsala (Sweden). The development of the computer industry, information technology and computing power, capable of working with large amounts of text allowed in the 1980s attempted to create a larger corpus: Bank of English, the British National Corpus, Machine Fund of the Russian language, and

1 Plungyan V.A. Why do we make the National corpus of Russian? // Domestic notes. 2005. No. 2, 296-308.//http:// www.strana-oz.ru/2005/2/ 2 National corpus of Russian http://www.ruscorpora.ru/corpora-intro.html 84 others3. Forming of texts in electronic format is much easier for the establishment of representative corpora of tens and hundreds of millions of words. However, the problem of creating corpora remains relevant because it is necessary to solve such tasks as: inventory of a large number of texts, the removal of copyright problems, bringing the text into a single format, the classification of corpus by topics, styles, genres. Representative corpora that exists (or developed) for many languages: Finnish, Polish, Lezgian, Turkish, Slovenian, German, Armenian, Japanese, Bulgarian and others. For example, the Russian National Corpus contains more than 300 million use of words. In Kazakhstan, was an attempt to create a national corpus4, but its content has not yet reached the expected, even minimal, result. At the moment, the proposed project participants developed a pilot version of corpus of the Kazakh language in 1 million of use of words. For Corpus has been adapted search system of Eastern Armenian National Corpus. However, the size of one million of words is only sufficient for the lexicographic description of the most frequent words. In this regard, it is necessary financing for further development of Corpus, increase the volume of texts of different genres and styles, improvement of its search system, high-quality design markings, metamarkings, disambiguation, expansion of context and many others, which requires significant financial, time-consuming, and the involvement of specialists. It must have balanced and representative volume (hundreds of millions use of words), equipped with all possible kinds of full and comfortable markings. Creating a corpus will allow to study the history of the Kazakh language, teach and learn the Kazakh language, to implement the statistical monitoring of the functioning of lexical, grammatical and stylistic language means to work in support of the lexicographical modern Kazakh language, its standardization, creating dictionaries, textbooks, reference books, statistical analysis of different language units. NCKL is able to serve as a source of modern codification and standardization, as in the case is recorded and written-sounding language in it as a representative aspect. The Kazakh language, its peculiarity and uniqueness, history and the present, the future (changing graphics), the likelihood of major changes are all important and relevant not only for linguists but also for specialists of

3 https://ru.wikipedia.org/wiki 4 http://til.gov.kz/wps/portal 85 culture, economics, history, politics, including the language. Such large- scale issues recently discussed and resolved with the help of a mechanism such as language corpus. Creating national corpora of basic state languages of the leading countries of the world elevated to important historical, cultural and political events of our time. Notion of corpus identified with the notion of "typing texts or language units" that does not give the necessary theoretical and methodological framework to examine the corpus not only as an universal phenomenon, i.e. has a certain set of characterological patterns and peculiarities of different types, styles, any developed language, but as the phenomenon of idioethnic order determined by the peculiarities of national mentality embodied in the national conceptual picture of the world. This problem with the help of Corpus has been solved for many well-studied languages (British English, American English, German, Russian, French, Polish, etc.). Formation of the National Corpus of the Kazakh language one of the most important tasks of the sovereign Kazakhstan. In the Republic of Kazakhstan for the first time plans to create NCKL such a large volume of texts and topics Subcorpus that will be in demand not only domestic consumers but also overseas to study Kazakh language, its learning and teaching. National language corpus is an invaluable innovative tool that reduces the time spent on technical work on the study of linguistic phenomena, and in a few minutes giving an opportunity to find background information. Corpus of the Kazakh language is not just technical support of linguistic research. It is reference information base for the modern Kazakh language, which allows to receive answers to many questions that arise before the domestic and foreign researchers, any person who studies the Kazakh language, as well as pose new problems that were not included in the scope of problems of linguistics past years, revolutionize work with language material. So, the creators of the corpus of the Russian language note that with the help of an opportunity to "search criteria automatically get grammatical examples of which have been manually, you can choose the most suitable for our purposes ... Corpus allows to sort a source of examples." Another advantage of corpus is the speed of selection of

86 examples and sources5. In addition, "in fact, until the bulk of the Corpus - members are scientists and researchers; huge reserve are done by teachers and students of different levels - from schools to universities, training courses, refresher courses or second higher education ... where Corpus actually serves as an active instrument of teaching grammar, style, culture, language and the entire range of disciplines related to the Russian language. .. "6. Conclusion Within the framework of Kazakh linguistics and applied linguistics research and development of NCKL is of particular interest, as determined by the insufficient development of perspective in the given area. So, apart from the corpus of the Kazakh language study a logical continuation of traditions of its study, however, we can only appeal to the statement of Corpus of the Kazakh language to a rather limited number of papers devoted to the description or analysis of this phenomenon, but it is not available in its entirety. Despite the advances in this area (attempt making corpus with the required markings, the presence of numerous scientific studies in the form of monographs, dissertations, textbooks in Kazakh language, the comparative nature of the work, the study of individual aspects of it), the boundaries of research does not go beyond the traditional linguistics, which limits efforts to develop corpus or reduces them to a mechanistic identify lexical, phonetic and other differences of the Kazakh language. Need a modern research mechanism and practical tools that will be Corpus of Kazakh language. In addition, learning the language with the help of computer technology moves away from the traditional ways of presenting the material and focus on those activities that stimulate new approaches, such as authentic texts, which can be accessed in the language package. These facts indicate that the objective reality and urgency of the problem of creating the National corpus of the Kazakh language. In the Republic of Kazakhstan corpus linguistics still has not been properly developed as a science and as an applied direction. Accordingly, the issue on the front burner is the creation of NCKL.

5 Dobrushina N. R. How to use the National corpus of Russian in education? // National corpus of Russian: 2003-2005. – M.: Indrik, 2005. – 308-329. 6 Rakhilina E.V. Corpus as a creative project//National corpus of Russian: 2006–2008 . New results and prospects. SPb.: Nestor History, 2009. – 7-26.

87 Indicated above research lacuna related to the development of the National corpus of the Kazakh language, determine the topicality undertaken research and applied research, and can be addressed by the working group of the proposed project with the involvement of experts working on the Russian National Corpus. As a result of the project in the Kazakh linguistics will be held for the first time a systematic study of foreign experience in corpus linguistics, formed a domestic direction of Corpus Linguistics, will create a strong base for the text content filling of Corpus of the Kazakh language used in various types of discourse using the methods and basic principles of corpus linguistics . The project is expected to compile practical and theoretical experience in the use of various Peace Corps in the teaching of languages in Kazakhstan; explore the Kazakh language functionally: in science, technology, economy, culture, etc. synchronous state on a broad background of social, cultural and political life. This project is relevant in the search of ways to improve the forms and methods of education of students, school children and other groups of the population on the basis of computer competence and problem-based learning, implements the principles of the national policy for the development of the state language and the preservation of its wealth; focused on updating the content of the educational process on the basis of innovation and information technology, the creation of creative platforms, which can be installed and which can be demonstrated dignity NCKL as surround an open information and educational portal. Implementation of the project will catalyze new forms of computer technology, the formation of users (professionals, students, undergraduates, doctoral students, teachers, etc.), new forms of dialogue "user-to-computer" for different types of work with the Kazakh language; the main condition for the effectiveness - search speed, eliminating the mechanistic work with different texts, the search forms of words, the selection of the desired word in different contexts and implementations that will solve a number of issues and make significant savings effect in the study, the study of the Kazakh language, as well as to collect its diversity and wealth. In order to develop a platform of Corpus and make a representative textual basis for its content during the project will be used by a set of linguistic methods:

88 • selection and systematization of texts, texts in chronological inventory, genre and stylistic criteria; • graphematic analysis allows to distinguish syntactic and structural units of the input text (paragraphs, sentences, phrases, individual words, punctuation); • morphological analysis, assuming determine the structure of words, the basic word and its forms, assignment to a particular part of speech for the subsequent procedure disambiguation; • syntactic analysis, allowing to determine the function of words in sentences, its compatibility with other words, the order of words in a sentence; • semantic analysis required to analyze the meaning of the text, verify the connections of words, excluding meaningless set of words. Under current conditions in the industry provides significant assistance to the development of modern methods of attracting bodies: • morphological markings: gross morphological characteristics of each word forms to determine disputed cases with ambiguous understanding; • syntactic markup: selection of different types of syntactic units (sentence, phrase); • semantic markup: information about the semantic categories of the Kazakh language; • meta-markings (meta-information about the type of the text and its output). Furthermore, methods natural language processing (lexicographical processing, tokenization, lemmatization, morphological analysis) will be used and others that will work for automatic information retrieval; data- driven learning; text searches in large-scale corpora (concordances). Corpus methods are widely proven in the world compiling language corpus, linguistic research and teaching foreign languages including profile- oriented, highly innovative as a supplement to traditional educational technologies. During the execution of the project will be implemented risk management, which includes maximizing the positive and minimizing the negative consequences of risk events:

89 • phased planning of the project participants to perform the tasks assigned and their constant monitoring in the form of reports; • Identification of the risks of Failure to get the final result of the project - identifying risks to information about previously created national corpora of different languages in the world, fixing bugs (morphological, syntactic, lexical); • risks may be due to errors associated with both the software and the human factor, which cannot achieve the standard markup: typos in the text (concerning the incorrect recognition of scanned text), the lack of proper morphological analysis (associated with the lack of word forms in the dictionary of the analyzer with the wrong choice of parsing scriber), inaccuracies in the information about the text, its dating, but they will be identified and repaired with the improvement of the housing; • qualitative assessment of risks - a qualitative analysis of risks at each stage of the study texts for collecting content of Corpus and create a learning platform to identify inaccuracies affecting the success of the project; • Monitoring and control of risks, performance risk management plan of the project on the characteristics of software layouts and meta-information and assessing the effectiveness of actions to minimize risks. If necessary, Corpus realization is possible with restricted timeframe of the selected texts, their genre and stylistic orientation.

References Plungyan V.A. Why do we make the National corpus of Russian? // Domestic notes. 2005. No. 2, 296-308. ///http:// www.strana-oz.ru/2005/2/ National corpus of Russian http://www.ruscorpora.ru/corpora- intro.html Dobrushina N. R. How to use the National corpus of Russian in education? // National corpus of Russian: 2003-2005. – M.: Indrik, 2005. – 308-329. Rakhilina E.V. Corpus as a creative project//National corpus of Russian: 2006-2008. New results and prospects. – SPb.: Nestor History, 2009, – 7-26.

90 https://ru.wikipedia.org/wiki http://til.gov.kz/wps/portal

91 KAZAKİSTAN’DAKİ TÜRK ONİMLERİNİN ARAŞTIRILMASI Gülmira B. MADIYEVA Saule K. IMANBERDIYEVA A.T ALIAKBAROVA SUMMARY Мақалада Қазақстандағы түркі жалқы есімдерінің зерттелуіне қысқаша шолу жасалған. М.Қашқариден бастап, қазақ ономастикасының негізін салуға себеп болған А.Байтұрсынұлы, Қ.Жұбанов, С.Аманжолов, Е.Қойшыбаев, Ғ.Қоңқашбаев, А.Әбдірахманов, Т.Жанұзақов сынды ғалымдардың, қазіргі кезде Г.Мәдиева, А.Жартыбаев, Ұ.Ержанова т.б. ономаст-ғалымдардың еңбектері қарастырылып, атау түрлеріне қарай тoптастырылды. Осының негізінде Қазақстан аумағындағы топонимдердің, антропоним, этноним, т.б. түркілік қабатының зерттеу еңбектері негізінде оним түрлерінің пайыздық көрсеткіші айқындалды. Жалқы есімдердің түрлері прагматикалық, когнитивтік бағдар бере алады. Аталғандардың негізінде кемшін тұстары анықталып, болашақ зерттеу аспектілері ұсынылды. Қазақстан ономастикасының негізін қалаушы ғалымдардың нақты қандай мәселелерді зерттегені сөз болды. Қазіргі кезде мағынасы күңгірттенген топонимдер құрамындағы географиялық, биологиялық терминдер анықталып, нақты қай түркі тілдеріне тиесілі екендігі айқындалған. Қазақстан аумағындағы астионимдердің түркілік қабаты диахрондық тұрғыдан зерттеліп, өзгеру кезеңдері мен себептері көрсетілді. Қазақ ономастикасының түркілік қабатын зерделеу және мәдени, тарихи-тілдік, географиялық, геоэкологиялық сабақтастық негіздерін зерттеу арқылы ұлттық ономастикалық мұраның ғасырлар бойы жасалған рухани-тілдік құндылықтар жүйесі ретіндегі зияткерлік әлеуеті айқындалды. Қазақстандағы, басқа да елдердегі түркі халықтарының тарихи-мәдени, рухани-танымдық бірлігі мен тілдерінің сабақтастығы анықталды. Топонимдердің ғасырлар бойы қалыптасып,

Professor of Al-Farabi Kazakh National University, Doctor Of Philological Sciences, Almaty, Kazakshtan, [email protected] Professor of S.Seifullin Kazakh Agrotechnical University, Doctor of Philological Sciences, Astana, Kazakshtan, [email protected] PhD student of al-Farabi Kazakh National University. [email protected]. 92 өзгеріп, толығып отыруындағы халықтың танымдық көзқарасы зерделенді. Түйін сөздер: оним, еңбек, ономастика, негізін салушы.

THE STUDY OF THE TURKIC LAYER OF ONYMS IN KAZAKHSTAN SUMMARY This article provides a brief overview of the study of the Turkic layer of onyms in Kazakhstan. Starting with M. Kashkari’s works, continuing with the research works of scientists as A. Baitursynov, K. Zhubanov, S. Amanzholov, E. Koishybaev, G. Konkashbaev, A. Abdrakhmanov, T. Zhanuzakov, recently G. Madiyeva, A. Zhartybaev, Y. Erzhanova, who contributed to the foundation of the Kazakh onomastics are reviewed and classified according to the types of names. On the basis of the above- mentioned works referred to the Turkic layer of toponyms, anthroponyms, ethnonyms in the area of Kazakhstan, the percentage of different types of onyms is identified. Various types of proper names guide to the study of onyms from pragmatic, syntagmatic and cognitive aspects. Therefore, in this study we try to present the deficiencies and future aspects of the research. The issues that have been investigated by founders of onomastics in Kazakhstan are discussed. The geographical and biological terms in ambiguous toponyms are defined, the question about to which exactly they belong to is also identified. The Turkic layer of the astionyms in Kazakhstan are studied diachronically, the periods of transformations and its reasons are indicated. The investigation of the Turkic layer of the Kazakh onomastics and the study of the foundations of cultural, historical-linguistic, geographical, and geo-ecological continuity contribute to define the intellectual potential of the national onomastic heritage as a system of spiritual and linguistic value. The continuity of the historical, cultural, spiritual-cognitive unity and languages of the in Kazakhstan and other countries has been identified. The cognitive attitudes of the peoples to the formation, transformation, and additions of onyms over the centuries have been studied. Keywords: Onym, Labor, Onomastics, Founder. Introduction

93 The study of the Turkic layer of the Kazakh toponyms and the investigation on the basis of the historical-linguistic, geographical, and geo- ecological continuity helps to identify the system of spiritual and linguistic values of national toponymic heritage created over centuries as intellectual potential, it is considered to be a significant attempt for the of the future generation. This is a matter of time to define the system of spiritual and linguistic, geo-ecological values of Turkic toponyms in Kazakhstan as one of the ideological tools and power that can make a secure society. It is important to explore toponyms that have formed in the land of Kazakhstan starting with the ancient Turkic times, medieval centuries, continuing with present time, to determine the landscape feature of Kazakhstan due the change of the landscape, ideology taking into account historically true facts. To investigate national cognitive viewpoint in the process of the formation, change and additions of toponyms over centuries, to study the linguistic features of toponymic world view of the Kazakhs in present time could define the answers of the issues related to geopolitical situations. In many cases, the problems connected with geographic names arise from national state missions becoming internationally significant. In addition to scientific-informative function geographical names are considered as a tool of fixing sovereignty, national dominance, the mirror of the revival of the state. Among Kazakh onyms the study of the Turkic layer of the toponyms and the basis of the historical-linguistic, geographical, and geo-ecological continuity is fulfilled intensively rather than other categories of onomastics. However, Kazakh anthoponyms, ethnonyms were also investigated as much as possible. There is no any work that consider the Turkic layer of personal names particularly. We can note the following scientists as T. Zhanuzakov, who studied Kazakh anthroponyms [1], A. Kaidar, S. Amanzholov, A. Abdrakhmanov, T. Zhanuzakov, who investigated ethnonyms [2-5]. Among Russian scholars the works of N. Aristov, B. Bartold, S. Klyashtornyi [6-8] and others studying the names of clan-tribes are very important. To define the system of spiritual and linguistic values of national toponymic heritage developed over the centuries as intellectual potential is an essential attempt. It is a matter of time to indicate the system of spiritual and linguistic, geo-ecological values of the Turkic toponyms in the area of Kazakhstan as one of the ideological and powerful tools that can make a

94 secure society. For this reason to take Turkic toponyms as an object of the investigation is considered thoroughly. The works of the Kazakh scientists as G. Konkashbaev, E. Koishybaev, T. Zhanuzakov, U. Erzhanova, B. Biyarov [9-13] who explored the Turkic layer of the national toponymy should be noted. Turkic onyms firstly collected, studied and transmitted by M. Kaskari’s work as grammatical sourse “Divani lugat-it-turk” written on the basis of historical-comparative method. In this work he listed various ehnonyms, showing their geographical places, phonetic peculiarities. The heritage left by philologist and turkologist M. Kashkari in the ХІ th century is сonsidered as the beginning and valuable sourse of Turkic studies [14]. А. Baitursynuly in his work wrote about two-component and three- component naming model. For instance, Ydyrys Orazuly or Nurgali Sansyzbaiuly Kulzhan [15]. K. Zhubanov noted that sacral names referring to any period of time and according to the position of words anthroponyms could serve as identifiers [16]. S. Амаnzholov explored the origin, distribution area, statistics of ethnonyms, leaving as heritage his valuable work explained with examples [3].

Table – 1. The problem of the study of the Turkic onyms

№ Тurkologist Type of the Study peculiarities onym

1 М. Kashkari ethnonym names of 29 clan-tribes are phonetically analyzed, etymology is offered.

2 М. Kashkari toponym the origin of names are identified according to the distribution area of tribes.

3 А. Baitursynuly anthroponym Studied the suffixes of Kazakh personal names as - оv; -еv; -in, two/three-

95 component anthroponyms.

4 K. Zhubanov anthroponym sacred personal names (Zengi baba, Umai ana and so on) give information about the period of time they refer according to their usage, the syntactic feature of compound personal names are defined, anthroponyms formed from toponyms are studied, for example, Edilbai.

5 S. Amanzholov ethnonym studied origin, distribution area

6 G. Konkashbaev toponym investigated etymology of toponymic places.

7 Е. Koishybaev toponym studied etymology of toponymic places

8 А. Abdrakhmanov ethnonym studied origin, distribution area

9 Т. Zhanuzakov anthroponym studied the structure of personal names, motives, deonymization process.

10 Т. Zhanuzakov toponym studied origin, distribution area, types.

11 Т. Zhanuzakov ethnonym studied origin, distribution area.

The problem of studying Turkic toponyms started in the ХІ th century did not lose its importance and topicality. For example, onyms investigated by M. Kashkari in early times is still among unsolved issues from diachronic point of view. M. Kashkari gave names to 29 ethnonyms indicated their

96 distribution area, by this he arised the problem of unity of the nation. Nowadays we could not make 3D electronic map of the toponyms of Kazakhstan with its diachronic development. The question whether above mentioned ehtnonyms, toponyms related to their distribution areas preserved or not is also out of reviewing. If we show how toponyms have been changed and transformed from the period of M. Kashkari (if possible, earlier times), we can clarify the boundary of our country, moreover, give more information about Kazakh ethnonyms, the history of living places. А. Baitursynov studied Kazakh naming model with Russian suffixes as -ov; -ev; -in and two/three-component anthroponyms, this topic is still discussed. We are are not able to escape from above mentioned suffixes and register antroponyms in accordance with national cognition and tradition. In the near future while developing the rules of registering Kazakh personal names in accordance with national cognition using Latin graphic the following problem should be examined, it is one of the significant issues in the formation of national onomastics. K. Zhubanov’s work about compound personal names and their syntactic peculiarities, the mastery of forming Kazakh names have been interested by many onomast-scientists. Especially, anthroponyms formed on the basis of word order and the components as bai, zhan, gul, and etc. are unique, because there are some features of the shade of meaning in the word order of the components. This can be shown in the table 2.

Table – 2 Peculiarities of the shade of meaning in the word order of the components of anthroponyms. № component anthroponym Shade of anthroponym shade of meaning meaning

1 bai Baizak The first letter of Uzakbai 1. the second wishing syllable omitted, a baby therefore long nowadays the life, here meaning is the indistinct, compon however, these ent bai

97 days we know means that there was a affluenc hero named e, Baizak, and there richness, is a village in healthy; Zhambyl region 2. the named after the wish of hero. living as a rich man through out life.

2 zhan Doszhan to be friend, Zhandos real, brother of every close person friend

3 gul Gulnur beauty of flower Nurgul The light of ray as shining flowers

4 bek Bekbolat genuine steel, Bolatbek The strong, real second compon ent is the suffix used in the choice of giving similar names for siblings using the same

98 rhythm within the same family

5 nur Beknur real light, ray Nurbek The second compon ent is the suffix used in the choice of giving similar names for siblings using the same rhythm within the same family

6 zhol Zholaman original Аmanzhol The meaning: given wish of birth on the way being safe and sound safe and while moving sound, lucky through out life.

7 naz Nazgul affectionate, Gulnaz Beautifu lovely, beautiful l, flower darling

8 аi Аizharkyn original Zharkynai Wishing

99 meaning: bright, baby to the name was be open- given when hearted babies were born during a full moon

S. Аmanzholov identified the distribution area of ethnonyms according to speech characteristics. It is important to refill historical and national customs vanished in one tribe, but remained unchanged in another. However, there are not enough integtated scientific works studying the features of geonyms according to the origin of tribe names. It is considered as a unique work, defining the research aspect of the problem in future, and scientist’ contribution to the perspective of science. The etymology of geographical names was a research object of the following scientists as G. Konkashbaev, E. Koishybaev, Т. Zhanuzakov, even in the present time this topic has not lost its relevance yet. The main reason of this is characterized by the investigation of the toponyms with ambiguous meaning, geographical (biological) terms of the exact Turkic layer (except for other layers). This will contribute to indicate actual problems. For instance, Dalkonyr (turk-mong. dal ~ tal means – «ulken ken dala» (endless steppe), «zhazyk» (flat land), the word konyr means “konyrkai tus” dark-grey colour), Dardamty (turk., mong., ir. dar – (variants: dara – dere) “shatkal, сай” (ravine, gulley), “tau aralygy” (mountain gorge)) is formed with the addition of the ancient Turkic and Mongolian suffix -ty to the following words as dam – tom – tomb – “zhota, tobe” (range of mountains, hill), “tau” mountain, Dubin means (mong. dov – “tobe” (hill), “tobeshik” (hillock), bur. dobo – “tobe” (hill), “shoky” (bourock), un (ún, ýn) in the second component of this word is a suffix of the plural form in the Turkic-Mongolian languages. Since ancient Turkic times till the present time geographical terms transmitted with the help of toponyms are considered to be our the linguistic treasure. Their meanings are not clear, ambiguous now, in other words, they did not comply the informative functions. To identify the meaning of such names will serve as a valuable work transmitted to the future generation, because the name gives information about the place showing whether it’s a landscape or water-rich locality. There are a lot of toponyms with this kind of characteristics.

100 Suffixes in the structure of onyms have their roles. We can be informed by them, moreover, it is possible to identify to what Turkic language they belong to. On the basis of their shade of meaning we can do morphological analysis of words. The table indicates the shade of meanings of the suffixes and the origin of the toponyms.

№ Suffix meaning Language toponym

Altai Ancient Turkic

1 -ті (-ti) plural form -ты/ -ті (-ty/-ti) Beleuti Buldyrty

2 -ді (-di) plural form -ды/-ді (-dy/-di) Zerendi Egindi

3 -үн (- plural form -ұн (үн, ун) (-un Dubin un) (ún, ýn))

4 -ек (- toponym -ек (-ek) Еlek ek) creating suffix

5 - шен (- linking suffix -шен (-shen) Еlshinbuir shen) ek

6 -ық (қ) plural form -ық (қ) (-yk Zhaiyk (-yk (- (-k)) k))

7 -й (-i) ancient suffix -й (-i) Zhemenei meaning respect

8 -ты (- adjective -ты (-ty) Kaldygait ty) forming suffix y

9 -нақ (- noun forming -нақ (-nak) Karnak nak) suffix

101 1 -па (- verb forming -па (-pa) Ushpa 0 pa) suffix

1 - ан (- noun forming -ан (-an) Ushtagan 1 an) suffix

The examples indicate that the following relict suffixes as -ti/-di/-ty/- ún/-yk that have been used in the Turkic language forming toponyms. Moreover, the noun, adjective, verb forming productive suffixes (-ty/-nak; - pa; -an) were used with toponyms. Also, toponym forming, word linking suffixes, even ancient suffix meaning respect are met in the structure of toponyms. For instance: -ек; - shen; -i and etc.

аnthroponym toponym ethnonym cosmonym theonym

Diagram – 1 The study of the Turkic onyms

As we have noticed from the diagram, the study level of the onyms is quite different. The overwhelming majority of studies are devoted to anthroponyms – 42%; toponyms – 41%; cosmonyms – 7%; ethnonyms – 5%; theonyms – 5%. The reason of why anthroponyms studied more than other categories of onyms is clear, in the identification process every person tries to find the answer of the following questions as Why I was given this name? What does this name mean? From what language this name is

102 derived? After this the motivational aspects and the origin of a personal name become more essential. Along with that a human being identified his nature through the perception of the surrounding world, people gave names to the environment on the basis of the cognitive conception. The cognitive conception of people was developed by comparing himself with the environment. For example, Kelinshek mountaun, Koksor lake, Isa hill, Tukistan city, Еsekkyrgan, Sumbile and etc. All these names are created with the help of awareness in the cognitive process. Table – 5 Research aspects of the Turkic onyms

№ onym type research aspect Pragmatic and cognitive syntagmatic 1 anthroponym 1 «Nominative» anthroponyms of the Kazakh language in ethnolinguistic interpretation. Thesis abstract of diss...cand. philol. sci. – Аlmaty, 1995. 2 Anthroponyms in K.А. Yasaui’s work «Divani hikmet» // Тurkology, 2008, № 1-2. 2 toponym 1 Linguistic and 1 The truth and ethnolinguistic basis of realness in the toponymic toponyms in the Southern data // The problems of regions of the Eastern Kazakh onomastics. – Kazakhstan. Thesis Аlmaty: Science, 1986. – abstract of diss...cand. 136 p. philol. sci. - Аlmaty, 2 Linguocognitive 2001. and ethnolinguistic basis 2 The usage of the of the Kazakh toponymy.

103 toponyms in М. Auezov’s – Аlmaty, 2009. – P. 29. epic «Аbai zholy» // The

problems of Kazakh onomastics. –Аlmaty: Science, 1986. –136 p. 3 ethnonym 1 Toponyms and ethnonyms in the epic «Kyrymnyn kyryk batyry» (Fourty heroes of the Crimea) // Actual problems of the Kazakh onomastics. – Аstana, 2004. –224 p. 4 cosmonym 1 The ethnolinguistic nature of some national cosmonyms of the Kazakh language // Vestnik, Language and literature series. № 5, 1992. 3-13 pp. 55 theonym 1 Cult as the 1 The linguo foundation of the state conceptual picture of ideology of the Ancient notion “God the Creator” Turkic kaganat// Vostok. – // Onomastic Bulletin, № М., 2006. – P. 122. 2, 2009.

Nowadays in Kazakh linguistics the onyms, especially anthroponyms are not fully investigated from the cognitive point of view. Moreover, in connection with the transition of the Kazakh alphabet from the Cyrillic alphabet to the Latin script, the problem of registering toponyms and anthroponyms demands future studies. Furthermore, exploring the names of objects in cities from pragmatic point of view is considered to be one of the actual problems.

104 Table – 6 Changing dynamics of some astionyms of Kazakhstan № Names at Names in the Soviet Names in the ХV- Names in the present time period ХХ th senturies medieval period (Х-ХV) 1 Аlmaty Аlmata, Аlma-Аtа, Vernyi, Almalyk Almalyk/Almaty Vernyi 2 Аstana Аkmola, Celinograd Аkmola Karaotkel 3 Оral Uralsk Zhaiyk/Shakafni 4 Таraz Zhambyl, Aulie-Аtа, Тaraz Тalas Mirzoyan 5 Shymkent Shymkent Chernyaev Shymkent 6 Kostanai Kostanai Оrdabai / Nikolaevsk 7 Аtyrau Gur’ev Аtyrau 8 Kyzylorda Аkmeshit/Kyzylorda Ақмешіт/Перовск Kamyskala 9 Karatau Karatau Шолақтау 10 Таldykorgan Тaldy-Korgan Gavrilovka Таldykorgan 11 Тurkistan Turkistan Yasy Shaukar 12 Кеntau Kentau/ Аshysai Myrgalymsai

All naming systems are not fixed picture of the world, these system have beginning, unstoppable process that will be continued over the centuries with the human life. The formation of names is an essential activity in the history, because names confirmed human rights as an individual closely connected with society. We can notice this from the above- mentioned table. The change of city names of Kazakstan in demand with time, ideology is the phenomenon met in the whole world.. To conclude, priceless heritage of the Turkic scientists are our fortune, they investigated topical linguistic problems. Figures as M. Kashkari, A. Baitursynuly, K. Zhubanov, S. Amanzholov established the foundation of national onomastics. Our aim and objective is to continue their works and give new information. Kazakh toponyms comprise the Turkic layer are not only the heritage of the Kazakhs, but also common treasure for the Tutkic people. Therefore, the contrastive study of the toponyms, identifying common and universal peculiarities we can undoubtably take more information about our history, culture, way of life. To define the main functions of toponyms is a significant issue in the identification of the unity of the earth.

105 Reference Zhanuzakov Т. Kazakh esimderinin tarihy (The history of Kazakh names). – Аlmaty: Science, 1988. – 140 p. Kaidarov A. Kazakh tilinin tarihi leksikologyasy: problemalary mrn mindetteri (Historical lexicology of the Kazakh language: problems and objectives). // The problems of historical lexicology of the Kazakh language. – Аlmaty: Science, 1988. – 34 p. Amanzholov S. Kazakh tili teoryasynyn negizderi. Osnovy teorii kazakhskogo yazyka (Foundation of the Kazakh language theory). Compiled by Amanzholov A.S. – Аlmaty: «Science». 2002. Abdrahmanov А. Kazakhstan etnotoponimikasy: Zerttelu tarihynan (Ethnotoponymy of Kazakstan: from the history of research). – Аlmaty: Science, 1979. – 127 p. Zhanuzakov Т. Оcherk kazakhskoi onomastiki (Essay of Kazakh onomastics). – Аlma-Аtа, 1958. Т1. Aristov N. Usuni i kyrgyzy ili kara-kyrgyzy: ocherki istorii i byta naseleniya zapadnogo Tyan-Shanya i issledovaniya po ego istoricheskoi geografii (The Uisuns and the Kyrgyzs: kara-kyrgyzs: essay about the history and way of life of the population of western Tyan-Shan and investigation on its historical geography). – : Ilim, 2001. – 576 p. Bartold V. Svedeniya ob Aralskom more I nizov’yah Amudar’I s drevneishih vremen do XVII veka (Data about the Aral sea and the lower riches of Amudarya from Early times till the XVII th century) –Таshkent, 1902.

Klyashtornyi S., Sultanov Т. I. Kazakhstan: Letopis treh tysyacheletii (Chronicle of three thousand years)/ S.G. Klyashtornyi S., Т. I. Sultanov . – Аlma-Аtа: Rauan, 1992. – 376 p. Konkashbaev G.K. Slovar’ kazakhskih geograficheskih nazvanii (Dictionary of the Kazakh geographic names). – Аlma-Аtа, 1963. Koishybaev Е. Kratki tolkovyi slovar’ toponimov Kazakhstana (Short explanatory dictionary of toponyms of Kazakhstan). – Аlma-Аtа: Science, 1974. – 275 p.

106 Zhanuzakov Т. Kazak tilindegi zhalky esimder (Proper names in the Kazakh language). Аlmaty, 1965. Еrzhanova U. Akzhaiyk onirinin toponimyasy (Toponyms of Akzhayik). – Аlmaty: Аrys, 2001. –173 p. Biyarov B. Kazakh toponimdeinin tiptik ulgileri (Typological patterns of Kazakh toponyms). –Аstana: Republican methodical centre of language development after Sh. Shayakhmetov, 2013. – 432 p. Kashkari М. Turik tlilnin sozdigi (Dictionary of Turkish): (Divani lugat-itturk ): 3 volume selection of works. Т.2. / А. Еgеubai translated into Kazakh, wrote preface and scientific interpretations. – Аlmaty: Khant, 1997. – 528 p. Baitursynov А. Тіl tagylymy (Kazakh tili men oku-agartuga katysty enbekter). – Аlmaty: Аna tili, 1992. – 448 p. Zhubanov Kh. Issledovanie po kazakhskomu yazyku. Kazakh tili zhonindegi zertteuler (Studies about the Kazakh languages). – Аlmaty.

107 ŞÂHRUH DÖNEMİ TARİH YAZIMINDA ÖNEMLİ BİR ŞAHSİYET: HÂFIZ I-EBRÛ Gulzoda MAKHMUDJONOVA ÖZET Şihâbüddîn Abdullāh b. Lutfillâh b. Abdirreşîd-i Bihdâdînî (Hâfî) Hâfız-ı Ebrû (1380-1430), İran ve Orta Asya kültür ve tarihinin gelişmesinde büyük katkısı olan, Timurlu dönemi ünlü bilim insanı, yazar ve büyük tarihçilerden biridir(Semarkandî, 2004:377; Bayanı, 1938:62; Tauer, 1965:49). Hâfız’ın Hemedan’da Timur’un kâtipliğine seçildiği zaman, 1385 yılı olarak tarihlendirilir. 1405 yılında Timur’un ölümünün ardından oğlu Şâhruh’a hizmet etmeye başlayan Hâfız-ı Ebrû, hayatının geri kalanını Timurlu sarayında geçirir. Şâhruh’un (1405-1447) egemen olduğu dönem, tarihi ve bilimsel açıdan yaptığı çalışmalarıyla büyük önem taşır. Hâfız-ı Ebrû, tarih biliminin temellerini çok iyi bilir, zamanının siyasi durumu ve farklı bilim dalları hakkında fikir sahibidir. Şâhruh saray tarihçisi olduğu dönemlerde hükümdar kütüphanesinin başına gelir, Türk ve Arap dillerini bilmesi farklı tarihlerde yazılan kaynaklara erişimini sağlar. Şâhruh’un isteği ve çabaları sonucunda dünyanın turlu yerlerinde bulunan parçalar halindeki tarih metinleri toplanır ve saraya getirilir, tarih metni yazılmaya başlanır. Hâfız-ı Ebrû’nun Timurlular sarayında yaşadığı zamanda yazılmış değerli tüm eserleri günümüze ulaşmıştır. Timurlu tarihini anlatan eserlerinde, yaşadığı dönemin gerçekçi ve tüm detaylarıyla eksiksiz ifade etmesi onun saray tarihçisi olması günlük olayları kaleme almasıyla günümüz tarihçiliğinde ayrı bir yer tutar. Anahtar Kelime: Timur, Hâfız-ı Ebrû’, Şâhruh, Tarih Yazımı

 PhD Candidate from the Department of History of Art, Hacettepe University. [email protected] 108 AN IMPORTANT PERSON IN THE HISTORIOGRAPHY OF SHAHRUH: HAFIZ I-EBRU SUMMARY Shihabuddin Abdullāh b. Lutfillah b. Abdirjidid-i Bihdādînî (Hâfî) Hâfız-ı Abru (1380 -1430) was one of the famous scholars, writers and great historians of the Timur’s period, who contributed greatly to the development of Iranian and Central Asian culture and history. He was elected as the clerk of Timur in Hemedan in 1385. After Tamerlane's death in 1405, Hâfız-ı Abru started to serve son of Temur, Shahruh, and spent the rest of his life in Timur’s palace. Shahruh’s dominated period (1405-1447) was of great importance for his work in historical and scientific areas. Hâfız-ı Abru knows the fundamentals of the science of history very well, has a deep knowledge on the political situation of his time and different branches of science. When he was a historian of the court, he became the head of the sovereign library, knowing Turkish and Arabic languages at different times. As a result of Shahruh’s wills and efforts, historical texts in the parts of the world are collected and brought to the palace and history text is started to be written. All the valuable works of Hâfız-ı Abru written at the time of his living in the palace of Timur and have reached to our day. In his works on Temur’s history, he provided the most reliable information with all details. Therefore, he has a special place in today’s historiography. Keywords: Timur, Hafiz-ı Ebru, Shahruh, Historiography.

Introduction Hafız’ın Hemedan’da Timur’un kâtipliğine başladığı yıl 1385’tir. Doğum tarihi ise XIV. yüzyılın 50’lerin sonu ve 60’lı yılların başına denk gelir (tahminen 1363 yılı). Hâfız-ı Ebrû, 1380’lerde Sultaniye şehrinin valisi olan Emir Adil’in yanında “münşi-kâtiplik” yaptığı esnada, Gilan valisine yazdığı bir mektup dolayısıyla Emir Timur’un dikkatini çekmiştir. Sonradan Timurlu sarayına yerleşen tarihçi Emir Timur’un seferlerine de katılmıştır. 1405 yılında Timur’un ölümünün ardından oğlu Şâhruh’a hizmet etmeye başlayan Hâfız-ı Ebrû, hayatının geri kalanını Timurlu sarayında geçirir. Şâhruh’un egemen olduğu dönem, tarihsel ve bilimsel çalışmalar açısından büyük önem taşır (Bartold, 1973:473-475). Hâfız-ı Ebrû, tarih biliminin temellerini çok iyi bilirdi, zamanının siyasi durumu ve farklı bilim dalları

109 hakkında fikir sahibi idi, Türk ve Arap dillerini biliyordu. Hâfız-ı Ebrû, Külliyat-i Tarih’in içinde bulunan ‘Zayl-i Câmiʿu’t-tevârîḫ’ başlığı altındaki metinde kendisi hakkında bilgi vermiştir. Metin İçeriği: ‘Devletinin duacısı naciz bende, bendenin kâtibi kul Lutfillâh, o ki, sultan, emir ve ordu nezdinde Hâfiz –ı Ebrû olarak ünlenmiş (tanınmıştır). Yüce Hazretleri, İslam padişahı, dönemin sultanlar sultanı, güven ve emniyetin vesilesi, adalet ve ıhsan dağıtan, feleğin baht ve saadet güneşi, saltanat sarayının (yurdunun) banisi, ilahi lütfun mazharı, sonsuz bahşiş ve bereket menşei, yaratıcının rahmet yüzü (sureti)… (y.699b).1 Müellifin Şâhruh için yeniden derlenen Mecmaʿu’t-tevârîḫ eserinde kendisi hakkında şunları söyler: ‘Kitabın birinci bölümünün sonu 6 Muharrem 829 senesinde zayıf kul ve Yaratıcı'nın muhtaç kulu Reşid oğlu Lutfullah oğlu Abdullah el-Behdadeni. Herat'ta doğmuştur. Hafiz-i Ebru diye biliyorlar. Allah onu rizayetiyle muvaffak eylesin. Ömrümü geçmişinden daha Hayırlı kılsın’ (y.1a).2

1 TSMK, B.282. 2 TSMK, H.1653. 110 Eserin ‘Frankler Tarihi ‘bölümü H.829 yılının Şaban/Haziran- Temmuz 1426’da Häfiz-i Ebrü adlı fakir köle 'Abd Alläh ibn Lutf Alläh tarafından tamamlandı’ (y.429b). 3 Müellif kendisi hakkında eserin iki yerinde kısa bilgi vermiştir. Bu ise bize yukarıda değindiğimiz gibi yazarın ismi ve doğduğu yer hakkında kesinleştirilmiş bilgi niteliğindedir. Hâfız-ı Ebrû hakkında geniş kapsamlı çalışma şarkiyat bilimcisi V. V. Bartold tarafından yapılmıştır. Müellif Hâfız-ı Ebrû ve eserleri hakkında iki makale yayınlamıştır. Birinci makalede “Hâfız-ı Ebrû ve Onun Eserleri”; ikinci makalede ise “Hâfız-ı Ebrû” olarak bilinmektedir. Hâfız-ı Ebrû’nun zamanının en yetenekli tarihçilerinden olduğu belirtilerek, Herat’ta doğup Hemedan’da eğitim almasından Zencan şehrinde vefatına (1431) kadar yaşamı hakkında bilgiler verir. Onun Hâfız-ı Ebrû hakkındaki yayımladığı makalesinde Fasih-i Hafi’nin tespitine katılır ve vefatının 1430 yılının 25 Haziran’ı olduğunu söyler (Bartold, 1973:473). John E. Woods “Timurlu Dönem Tarihçiliği” başlıklı bir yazısında Hâfız-ı Ebrû’nun eserlerinde kullanılan kaynaklar hakkında kapsamlı bilgi vermiştir (Woods, 1987:81-108). Tacikistanlı araştırmacı Rezagolizadeh Ahangar Narges Vahab, “Hâfız-ı Ebrû’nun Tarihsel Görünümünün Özellikleri” başlıklı çalışmasında şunları söyler: “Hâfız Ebru’nun hayatının ilk yarısı hakkında çok bilgi mevcut değildir. Siyasi çekişmeler ve savaşlarla dolu bir dönem olması sebebiyle, Hafız’ın Timurlu sarayına gelmeden önceki hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Hâfız-ı Ebrû’nun hayatının en parlak devri Timur sonrası hâkimiyete gelen Şâhruh egemenliğinde görülür. Hâfız-ı Ebrû’nun Timurlular sarayında yaşadığı zamanda yazılmış değerli tüm eserleri günümüze ulaşmıştır. Timurlu tarihini anlatan eserlerinde, yaşadığı dönemin gerçekçi ve tüm detaylarıyla eksiksiz ifade etmesi onun saray tarihçisi olması günlük olayları kaleme almasıyla günümüz tarihçiliğinde ayrı bir yer tutar (Vahab,2015:21). Hâfız-ı Ebrû’nun eserlerindeki coğrafi veriler, Özbek bilim insanı Amanulla Boriev tarafından incelenmiştir(Boriev, 1988). Şâhruh tarih yazımını çok önemsemiştir. Saray kütüphanesinde, savaş ganimetleri olarak gelen kitaplar içinde dünyaca ünlü tarihçilerin eserleri bulunması muhtemeldir. Kitap okumayı seven hükümdar babası, Timur ve

3 Daha detaylı bilgi için bakınız: Ettinghausen, 1955:32-33

111 kendi hâkimiyetini anlatan eserlerin yazılmasına destekte bulunmuş, sarayında döneminin meşhur tarihçilerini barındıran Şâhruh tarih yazımıyla bağlantılı eserlerin yazımına bu dönemde Herat sarayında bulunan Tac el- Selmânî ve Hafız-ı Ebru’yu vazifelendirmiştir (Manz,2001:29; Tauer, 1965:55). Şâhruh’un tarih metinlerine verdiği önemi onun kitaplığında bulunan Tac el-Selmânî’nın Şems el- hüsn, Muhammed b. Emir Fazlullah Mûsevi’nin Tarih-i Hayrat, Celâleddin Ebû Muhammed el-Kâyinî’nın Nasâ’ih-i Şâhruh- î, Hâfız-ı Ebrû’nın Tarih-i Şâhruh, Külliyat-i Tarih, Macmâ el-Tevârih, Zeyl- i Câmiʿu’t-tevârîḫ, Zeyl-i Zafername-i Şami, Coğrafya-yı Hâfız-ı Ebrû, Zübdetü’t-tevârîḫ, Şeyh Ali b. Macdaddin el- Şâhrûdi el-Bastami’nın Tuhfat al’salâtîn (Siyar al-mulük), Alaaddin Ata Melik Cüveyni’nin Tarih-i Cihan Güşa, Muhammed b. Fahreddin al- Fuşancı al-maruf bil Masihi’nın İbrat al- azinin, Fasih Ahmed b. Celâleddin Muhammed’in Mücmel-i Fasîhî gibi eserlerden anlamak mümkündür. Hâfız-ı Ebrû’nun Herat Sarayında Yazdığı Eserleri Hâfız-ı Ebrû’nun Timurlular sarayında yaşadığı zamanda yazılmış değerli tüm eserleri günümüze ulaşmıştır. Timurlu tarihini anlatan eserlerinde, yaşadığı dönemin gerçekçi ve tüm detaylarıyla eksiksiz ifade etmesi onun saray tarihçisi olması günlük olayları kaleme almasıyla günümüz tarihçiliğinde ayrı bir yer tutar. Araştırmalar neticesinde Hâfız-ı Ebrû’nun günümüze ulaşmış birkaç eseri bulunmaktadır. • Tarîh-i Taberî- Tercüme-i Tarih-i Taberî Bel’amî tercümesi • Câmiʿu’t-tevârîḫ -i Reşîdî/ Zayl-i Câmiʿu’t-tevârîḫ (1412- 1432) • Tarih-i Mülûk-i Kert • Padişâh-i Toga Timur ve Padişahi-i Emir Veli bin Şeyh Ali Hindi • Tarih-i Ali-Muzafferi • Zayl-i Kitab-ı Ẓafernâme-i Nizâmeddin Şâmî (1412) • Mecmaʿu’t-tevârîḫi’s-sulṭâniyye • Tarih-i Şâhruh (1413-1414)

112 • Mecmûʿa-i Ḥâfıẓ-ı Ebrû/ Külliyat-i Tarih (1417-1418) • Coġrafyâ-yı Ḥâfıẓ-ı Ebrû (1414-1420) • Macmâ el-Tevârih (1425) • Zübdetü’t-tevârîḫ (1427) • Zübdetü’t-tevârîḫ-i Bâysungurî (1427) Hâfız-ı Ebrû, Şâhruh tarafından İran’da yaşamış yerli halk ve hükümdarlar hakkında bir tarihi eser yazmakla vazifelendirmiştir. O dönemde Hâfız, Tarih-i Müluk-i Kert adlı eserini bitirmek üzeredir. Hâfız-ı Ebrû, Şeyh Abdullah Fami’nin Herat Tarihi ve Seyfi Heravi’nin de aynı konudaki Herat Tarihi kitaplarından faydalanarak Herat’ta yasamış bilim insanlarını, devletin güvenini kazanan saray ahalisini, kendi araştırmalarını anlatan eser yazmıştır (Tauer, 1965:53-54). İlhanlı dönemi veziri Reşidüddin tarafından 707/1304-738/1335 yılında yazılan Câmiʿu’t-tevârîḫ eseri Hâfız-ı Ebrû tarafından 815/1412 yılında yeniden ele alınır, eklemeler yapılarak Zeyl-i Câmiʿu’t-tevârîḫ olarak karşımıza çıkar (Woods, 1987:81-108; Lentz ve Lowry, 1989:372; Tauer,1965:54-55, Binbaş, 2016:117). Müellif Zayl- Câmiʿu’t-tevârîḫ’adlı eserin yazılış tarihini şöyle anlatır: ‘1415 yılında Hâfız-ı Ebrû Şâhruh’un tarih kitaplarına olan merakından dolayı ilk dünya tarihi eseri olarak bilinen Târîḫ-i Ṭaberî’ye dayanarak Reşîdüddin’in Câmiʿu’t-tevârîḫ’deki dünyanın yaratılışı ve İlhanlılar zamanına kadar olan tarih eserini kullanarak, yeni bilgiler ekleyerek yeni bir eser yazar. Yazar, Reşîdüddin’den sonra geçen zaman içerisinde hiçbir tarih kitabının yazılmadığını vurgular. Şâhruh’un isteği ve çabaları neticesinde dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan parçalar halindeki tarih metinlerini toplamış, saraya gelmelerini sağlamış ve tarih eserlerini yazmaya başlamıştır. Hâfız, elinde bulunan diğer kaynaklardan istifade ederek Câmiʿu’t-tevârîḫ ’e 1389 yılından 1418 yılına kadar uzanan zaman diliminde geçen tarihi olayları ekleyerek eseri tamamlar. Yazar kitabında 1306-1392 yılları arasında Azerbaycan’ının farklı bölgelerinde yaşayan bilim insanları tarafından yapılan çalışmalar hakkında önemli bilgiler verir ve bu bilgiler okuyucu için önem arz eder (Vahab, 2015:23-25). Eserdeki tarihi olayların konulara göre sıralanarak anlatılmasına dikkat edilmiştir. Yaşanan olayların günbegün yazılması, sonradan gelen tarihçilerin olayları takip edilebilmeleri açısından önemlidir. Her bir bölümün yıllara göre sıralanması, tarihi

113 olayların gün ve ay olarak ele alınması eseri çağdaş tarihçiler için daha önemli hale getirmiştir. Araştırmalar neticesinde bu eserin günümüze kadar korunan iki nüshası bilinmektedir. Birinci nüsha, 707-738/1304-1335 yıllarında yazılmış Câmiʿu’t-tevârîḫ metnine 815/1412 yılında Hâfız-ı Ebrû tarafından eklemeler yapılarak hazırlanan eserdir. Tezhip bulunmamaktadır, tek resim içermektedir4. İkinci nüsha, 4 Recap 837/14 Şubat 1434 yılında hattat Mesud b. Abdullah tarafından Herat’ta Şâhruh Bahadur Han için istinsah edilmiştir (y.226a). Kitap içerisinde Reşidüddin’in, Tarih-i Gazani ve Câmiʿu’t-tevârîḫ eseri bulunmaktadır. 534 sayfadan oluşmaktadır, tezhip ve resim içermemektedir.5 Şâhruh’un isteği üzerine Hâfız-ı Ebrû tarafından 815/1412 yılında derlenen ikinci eser olan Nizamüddin Şami’nin Zafername’si içinde yeni bilgiler barındıran ve Timur’un vefatına kadarki zamanı içine alan Zeyl-i Zafername-i Şami’dir. Ẓafernâme -i Nizameddin-i Şâmî adlı eseri, 1389 yılında Timur’un son iki yıl içerisinde kazandığı zaferlerini anlatır. Şahruh bu eserin Hâfız-ı Ebrû tarafından tamamlanmasını ister. Hâfız, eserinde kendi gözlemlerine dayanan yeni fikirler ortaya koyar ve eseri 1414 yılında tamamlar. Hâfız-ı Ebrû, kitabın önsözünde okuyucunun karışılabileceği hatalar için özür diler, hataların bulunması halinde düzeltmelerini rica eder ve tarih kitabı yazmanın zorluklarını anlatır. Hâfız, Şâmî’nin eserinin mevcut nüshalarından faydalanarak yazdığı eserinde olayları anlatırken kendisi de bu olaylara şahitlik etmiş gibi bir his uyandırır. Yazarın, eserin kaynakları hakkında hiçbir isim vermemesi de dikkat çekicidir (Aka, 1994:XVI; Hinz, 1942;88; Tauer, 1934:429-465; 1965:53; Yüksel,2009:XIX; Woods, 1987:85-87, 94; Lentz ve Lowry, 1989:371; Binbaş, 2016:117, 228). Hâfız-ı Ebrû’nun Şâhruh hâkimiyetinin son dokuz yılını anlattığı (1405-1413) eseri Tarih-i Şâhruh’dır. 816-817/1413-1414 yıllar aralığında yazılmıştır. Tek nüshası günümüze kadar gelmiştir (Tauer, 1965:53; Lentz ve Lowry, 1989:372; Woods, 1987:96; Binbaş, 2016:193; Ando,1995:228).6 Külliyat-ı Tarih/Mecmû’a-i Hâfız-i Ebrû, eser Timurlular döneminin en verimli sanat merkezlerinden biri olan Herat’ta 1415-1418 yılları arasında istinsah edilmiştir. Şâhruh’un emriyle hazırlanan eser, aynı zamanda

4 İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Nuruosmaniye, nr.3271 5 Paris Milli Kütüphanesi, Suppl. Pers. 209 6 Londra, India Office Kütüphanesi, 173 114 dönemin önemli tarih kitaplarının derlendiği bir külliyat özelliği göstermektedir. Eser, Hâfız-ı Ebrû tarafından Taberî’nin Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk’u (Bel’amî’nin Farsçaya çevirdiği Tercüme-i Tarih-i Taberi), Reşîdüddin’in Câmiʿu’t-tevârîḫ’i ve Nizâmeddîn-i Şâmî’nin Ẓafernâme’si gibi eserlerin derlenmesi ve kendisi tarafından yazılan bazı bölümlerin eklenmesiyle oluşturulmuştur. Eser 938 sayfadan oluşmaktadır. Eser içerisinde 32 tezhipli sayfa 20 resim bulunmaktadır. Tek nüsha halinde günümüzde İstanbul, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesinde korunmaktadır.7 Coğrafya-yı Hâfız-ı Ebrû, Balhi’nin Arapça yazılan Mesâlikü’l- memâlik ve ṣuverü’l-eḳālîm eserinin Farsça olarak yeniden derleyen eser 817-823/1414-1420 yılında tamamlanmıştır. İki cilt halındadır. Birinci cildinde ülkeler, denizler, ırmaklar ve dağlar, Fars ve Kirman tarihi anlatılmıştır. İkinci ciltte ise Horasan ve sınırındaki şehirler hakkında bilgilerle başlar ve 823/1420 yıl sonunda Horasan’ın fethiyle bitmiştir. Tezhip ve resim içermemektedir.8 Mecmaʿu’t-tevârîḫ eserinin Hâfız-ı Ebrû tarafından derlenen iki nüshasından biridir. Eserin ilk metni 11 Ramazan 717/17 Kasım 1317’da İlhanlı hâkimiyetinde yazılmıştır. Şâhruh’un isteği üzerine Hâfız-ı Ebrû tarafından 828/1425 yılında yeni bölümler eklenmiş ve Mecmaʿu’t-tevârîḫ adını almıştır. 535 yapraktır, eserin başında (y.1a) bulunan şemsede Şâhruh hazine mührü basılıdır. Tezhipli sayfalar ve 142 resim içermektedir.9 Eserin ikinci nüshası İlhanlı döneminde yazılmaya başlamıştır. Eksik bölüm ve resimler Timurlu sarayında tamamlanmıştır. 350 yapraktan oluşmakta, tezhipli sayfa ve 195 resim içermektedir. 10 Üçüncü nüsha 834/1431-1432 yılında Baysungur Mirza isteği üzerine Hafız-ı Ebru tarafından hazırlandığını söylenmektedir. Toplam eser 738 sayfa içerir, eserin 410b’den başlayan sayfasında Türk tarihi ile bağlantılı bölümü Baysungur Mirza tarafından istinsah edildiği, sayfa kenar boşluğuna (pervaza) ‘hatt Baysungur’ notu düşmüştür. Bu eser sonradan Baysungur Mirza’nın oğlu Sultan Muhammed Mirza’nın eline geçmiş, eserin belirli

7 TSMK, B.282. 8 Londra, Britanya Kütüphanesi, Ms. Or. 1577 9 TSMK, H.1653 10 TSMK, H.1654 115 sayfalarında onun eliyle yazılan notlar bulunmaktadır (y.307b, 410b, 524a, 628a). Eserin tezhip ve resim içerdiği hakkında bilgi eksiktir. 11 Mecmaʿu’t-tevârîḫ’un dağınık nüshası olarak bilinen eser, dünyanın birkaç müze ve koleksiyonlarına dağılmıştır. Dağınık nüsha Mecmaʿu’t- tevârîḫ’in birinci cildi ve Câmiʿu’t-tevârîḫ’in (707/1304) ikinci cildini içermektedir. 407 sayfadan oluşur, tezhip ve 150 resim içermektedir. 12 Hâfız-ı Ebrû tarafından yazılış tarihi belli olmayan eseri Mecmaʿu’t- tevârîḫi’s-sulṭâniyye’dir. Eser 732 sayfadan oluşur, tezhip ve resim içermemektedir.13 Müellifin Mecmaʿu’t-tevârîḫi’s-sulṭâniyye adlı eserleri, Coġrafyâ-yı Ḥâfıẓ-ı Ebrû eseri gibi dönem kaynaklarının zenginliği ile farklılık taşımaktadır. Reşîdüddin’in tarafından yazılan esere göre daha açık ifade üslubunun kullanıldığını ifade etmiştir (Bartold, 1973: 473). Zübdetü’t-tevârîḫ, 9 Zilhicce 830/1 Ekim 1427 yılında Şâhruh için istinsah edilen eserdir. Eser, 429 sayfadan oluşmakta, metnin başlanışında bir tane tezhipli sayfaya rastlanmıştır. Macmâ el-Tevârih’in I cildi olarak kaydı bulunmaktadır.14 Eserin 676 sayfadan oluşan ikinci nüsha, yazıldığı tarih ve hattatı hakkında bilgi bulunmamıştır. Tezhip ve resim içermemektedir. Eserin bildiğimiz birinci cildinde mühür basılıdır. 15 Hâfız-ı Ebrû, Zübdetü’t-tevârîḫ-i Bâysungurî. Mecmaʿu’t-tevârîḫ’in dördüncü bölümü olarak bilinmektedir. Şâhruh hâkimiyetinin 1427 yılına kadar olan olayları içerir, dört nüshası bilinmektedir (Woods, 1987: 96-97; Tauer, 1956, 345-373; 1965:56; Binbaş ve Schubel, 2012: 514-515, 520; Lentz ve Lowry, 1989:98)16. Hâfız-ı Ebrû, Zübdetü’t-tevârîḫ ve Coġrafyâ adlı kitaplarını yazarken kendisinden önceki tarihçilerin kitaplarını kaynak olarak sıralar. Bu iki farklı bakış, yazarın başka kitaplarında görülmemektedir. Hâfız, tarih yazıcılığında farklı metotlardan faydalanır. Tarih metninle beraberinde Kur’ân-ı Kerîm sureleri ve Arap atasözlerinden faydalanır. Zübdetü’t-tevârîḫ adlı eserinin ek bölümünde tarih yazıcılığı için yeni kullanılmaya başlanan metot

11 Londra, Britanya Kütüphanesi, Add.7623 12 David Koleksiyonu, Inv.no.8/2005, CAM, 1947.502.3, WAM. W.676A 13 İran, Tahran Meclis Kütüphanesi, N.7957 14 İran, Tahran Meclis Kütüphanesi, N.3276 15 İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi, Aya Sofya, 3353 16 İstanbul, Topkapı Sarayı Kütüphanesi (H.1659), İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih (4371/1), F.Tauer bu eserin daha iki nüshası olduğu hakkında bilgi vermektedir. İran, Tahran Malik Milli Müzesindedir. 116 içerisinde tarihi yapılardan oluşan hankah, medrese, mektep, kanal, su depolama yerleri, mescit, hastanelerin imaret sebebinden bahseder. Hâfız, Timurlu yönetimindeki diğer şehirlerde yapılmaya başlayan mimari eserleri öğrenir, onlar hakkında da geniş bilgilerle tarih bilgisini zenginleştirir. Sonuç Timurlu döneminde geniş gerçek bilgilere dayanarak yazdığı eserleriyle ünlenen, vesikalara dayanan anlatıma sahiptir. XV. yüzyılın meşhur tarihçilerinden olan Hâfız-ı Ebrû, tarih araştırmaları için çok değerli ve zengin bir tarihi miras bırakmıştır. Timur ve Timurlu döneminin siyasi, sosyal ve kültürel alanlarında karşılaştığımız yenilik ve ulaştığı başarıları hakkında yazılan eserleri bazı tarihçiler tarafından reddedilmiştir. Hâfız-ı Ebrû, sarayda yaşamına devam etmesine rağmen çoğu zaman seferlere de katılması sonucunda tarihi olayları anlatırken farklı bir tarz kazandırmıştır. Hâfız yaşadığı dönemde Timurlu hükümdarlarından hiç birini gereksiz yerde övmeyen, gördüğüne inanan, hatta onların yaptığı haksızlıkları dahi eleştiren bir tarihçi olarak bilinmektedir. Hâfız’ın devlet yönetimi hakkında kendi gözlemlerinden yola çıkarak yazdığı eserleri bizim için önem taşır. Hâfız, sarayda yaşadığı dönemde padişahın, halkın hak ve hukukunu korumaya çalışan reformlarını gözlemlemiştir. Adalet ile yönetilen devlet menfaatinden halkın menfaatini üstün görmüştür. Halk arasında eşitlik meselesi, devlet yönetiminde bulunan saraylıların hatalarına göz yumulmaması, hataları tespit edildiğinde cezalandırılması gibi meselelere itibar etmesi ve eserlerinde bunlara yer vermesiyle Hâfız’ı dönemin diğer tarihçilerinden farklı kılmaktadır.

KAYNAKÇA BARTOLD, V.V. (1973) Hafız-ı Abru i ego sochineniya// Sochineniya VIII: Raboty po istochnikovedeniyu (Source studies), Moscow. ETTİNGHAUSEN, R. (1955). ‘An Illuminated Manuscript of Hafız-i Abru in İstanbul, PartI’. Kunst des Orients 2, 30-44. TAUER, F. (1958) ‘Beiträge zur Kenntnis der Geschichtswerke Ḥāfiẓ- i Abrūs”, Bibliotheca Orientalis, XV, Leiden 1958, s. 146-148. TAUER, F. (1965) Timurlular Devrinde Tarihçilik, Belleten, CXIII, Sayı:113.

117 AKA, İ. (1994) Mirza Şahruh ve Zamanı, Ankara, s. XVI, XVII, XVIII, XIX. BEYÂNÎ, H. (1319) “H. A. Bihdâdînî est”, Âmuziş u Perveriş, X, Tahran, s. 62-64. WOODS, J.E. (1987) “The Rise of Timurid Historiography,” JNES 46/2, ss. 81-108. VAHAB, R.N. (2015) Osobennostı İstorıcheskıh Vzglyadov Hafıza Abru. Dushanbe, Dıssertatsıya Kandıdat İstarıcheskıv Nauk, Dushanbe, s.21. BORİEV, A (1988) Geograficheskiyi svedeniya v trudah Hafıza Abru, /Avtoreferat. Dissertatsıya Na soıskaniye uchenni Stepeni kandıdat İstorıcheskıh Nauk, Tashkent. MANZ, B.F. (1989)The Rise and Rule of Tamerlane, Cambridge 1989. MANZ, B.F (2001)‘Family and Ruler in Timurid Historiography’, Studies on Central Asian History in Honor of Yuri Bregel (ed. D. DeWeese), Bloomington, s. 57-78. ANDO, S. (1995) ‘Die Timuridische Historiographie II’, SIr., XXIV. YÜKSEL, M.Ş. (2009) Timurlularda Din-Devlet İlişkisi, Ankara.

HİNZ, W. (1942) ‘Timuriler Tarihi Hakkında Menba Tedkiki’ (trc. M. Altay Köymen), TTK Belleten, VI/21-22, s. 85-120. BİNBAŞ, İ.E., SCHUBEL, N.K. (2012) Horizons of the World: Festschrift for Isenbike Togan, İstanbul.

118 SSCB'NİN BASKICI POLİTİKASI OLARAK KAZAKİSTAN’A HALKLARIN ZORUNLU YERLEŞİMİ (1937-1945) Manara KALYBEKOVA ÖZET Kitlesel sürgünler, Stalinizmin ayrılmaz bir parçasıydı. Stalin’in diktatörlüğünü güçlendirerek devlet terörü aracı olarak hareket ettiler, tüm bölgelerin sosyal, demografik ve etnik görünümlerini değiştirdiler, zorunlu çalışma sistemi yaratmadaki bağlantılardan biri olarak davrandılar. Stalin'in zorunlu göçlerine eşlik eden demografik, sosyal, etnik, ekonomik süreçler uzun süreli eylem fenomeniydi. Onların oluşumunun analizi, varlığı, tarihsel sonuçları, modern bilimsel topluluk tarafından önemli teorik görevlerden biri olarak kabul edilir, çözümü Sovyet döneminde yerli tarihin gelişiminin derin faktörlerinin anlaşılmasına yaklaşmaya yardımcı olur. Anahtar Kelimeler: Sürgün, Stalinizm, Soykırım, Rehabilitasyon, İşçi Ordusu.

FORCED RESETTLEMENT OF PEOPLES TO KAZAKHSTAN AS A FORM OF REPRESSIVE POLICY OF THE USSR (1937-1945) SUMMARY Mass deportations were an integral part of Stalinism. They acted as an instrument of state terror in order to strengthen the Stalinist dictatorship by changing the social, demographic, ethnic shape of entire regions, and acting as one of the links in the creation of a system of forced labor. The demographic, social, ethnic, economic processes that accompanied Stalin's forced migrations were long-acting phenomenon. Analysis of their genesis, essence, historical consequences is considered by the modern scientific community as one of the important theoretical problems, the solution of which helps to approach the understanding of the deep factors in the development of Soviet history in the Soviet period. Keywords: Deportation, Stalinism, Genocide, Rehabilitation, Labour Army.

 PhD, Associate Professor of the Department of History of Kazakhstan. Abay Kazakh National Pedagogical University (Abay KazNPU) – Almaty. К[email protected] 119 Introduction Usually, the history of eviction and deportation of peoples, which became disagreeable overnight, is associated with the war. However, such an interpretation does not reveal the essence of the problem, as the eviction of people of different classes, social groups and estates, national minorities, and ethnic groups was practiced long before the war. The official version of the eviction comes down to the fact that representatives of these peoples during the military operations allegedly actively cooperated with the Hitlerite invaders, launched a bandit-insurgency movement in the rear of our troops, and so on (Belaya kniga, 1991:235). A thorough and unbiased analysis of these events provides grounds for disagreeing with such statements. Speaking specifically about Checheno- Ingushetia, the eviction operation was well conspired, and the population was misled. The special decision was made for distraction by the Council of People's Commissars and the Chechen-Ingush regional committee of the CPSU (B.) "On ensuring the preparation of tactical exercises of the military units of the North Caucasus Military District (SKVO) in mountainous conditions". Yes, there were bandoils in the mountains that operated even before the beginning of the Great Patriotic War with . And with the beginning of the war, they tried to take advantage of the situation for their own benefit. There were also contacts between individual groups with the German command, the transfer of weapons to Chechnya and a certain number of German saboteurs. However, the dropped weapons and arriving saboteurs were not enough to seriously shake the Soviet power in Chechnya, especially since the saboteurs were almost neutralized by the NKVD. Only a few of them managed to leave Chechnya and, having crossed the front line, reach their own. During the entire war there was not a single major sabotage at the Grozny factories or transport lines. The only thing that happened was clashes with state security and troops were sent to mountainous regions to search for and destroy the groups of "political bandits" which operated there (Sigauri I., 1997:354). Nevertheless, at 5 am on February 23, 1944, an operation was carried out to completely evict Chechens and Ingushes into Central Asia and Kazakhstan. 19 thousand NKVD operatives, NKGB and Smersh (military counterintelligence), up to 100 thousand officers and soldiers of the NKVD

120 troops were involved in the operation (Sigauri I., 1997:349). Before the eviction, as well as during it, there was the use of combat aircraft for bombing mountainous areas. If in the plains the eviction took place in the shortest time (in general for a day) and without serious resistance and casualties, then in the mountainous regions where snowfalls did not allow people to be sent to the plain from the assembly points, there were cases of massacres. For example, several hundred people were burned in the mountain village of Khaybakh. There are also reports of massacres in the vicinity of the village of Makazhoy and Lake Galanchozh. Non-transportable sick Chechens from the Urus-Martan District Hospital were also killed (Sigauri I., 1997:353). "The official ideology of the deportation of Chechens - a collaboration with the Germans - is an absolute lie," says A. Avtorkhanov. Firstly, during the Second World War, the foot of a German soldier never entered the territory of the Chechen-Ingush republic, except for a short-time occupation by the border guards of the town of Malgobek, inhabited by the Russians. Secondly, it was physically impossible for Chechen-Ingush to join the German formations. in Checheno-Ingushetia, there was not mandatory mobilization for the entire period of its existence, and partial mobilization during the Soviet-Finnish war was abolished already at the time of the start of the German-Soviet war, with the release of all Chechens and Ingush from the Red Army (Order on the Red Command The army from February 1942 motivated this release by the fact that Chechens and Ingush refuse to eat pork on religious grounds) (Uralov A., 1991:79). And here is what A.Gunashev says on this issue: "Firstly, there was not a single fascist on the territory of the Chechen-Ingush ASSR; secondly, the front in the spring of 1944 was far in the West and, thirdly, the overwhelming majority of the male population of Chechens and Ingush was mobilized in the Red Army or worked on the defensive lines of Grozny. Finally, if there was any insignificant group of people sympathizing with fascist Germany, why were all the Chechens punished for their actions - from young to old? (Gunashev A., 2001:45). The true motives for the resettlement were, according to A. Avtorkhanov, in the permanent struggle of the Chechens for the national independence of people in the mountainous regions and the fact that they did not recognize the despotic system of the Soviet colonial regime (Uralov A.,

121 1991:66). Of course, the basis for the decision on mass deportation is deep and not yet fully known to us. Although outwardly the motives for evicting these peoples from their historical lands differed, in fact, they were of the same nature. The basis for the deportation of entire nations, undertaken by the Stalinist leadership, were political reasons. So, for example, the official wording of the reason for the deportation of Koreans is "to prevent the penetration of Japanese espionage into the region." Along with this formulation of the reason, a larger cause should be identified. The essence of it is that Soviet Koreans became hostages to the Far Eastern policy of the USSR as a whole. As is known, in July 1937, Japan launched an armed invasion of China, by the end of the month Beijing was occupied. Under the threat of external invasion as early as the spring of 1937, the main political forces of China, the Communist Party and the Kuomintang, reached an agreement to end the civil war and create a united front to repel the Japanese invaders. In support of the belligerents, the polarization of global political forces in that bipolar world was manifested. It was based on ideological confrontation. The Western powers did not take active measures to end this war. In this situation, the Kuomintang government, not without influence of the Chinese Communist Party has moved towards rapprochement with the . On the initiative of the USSR on August 21, 1937, the Soviet- Chinese non-aggression treaty was signed. The conclusion of a non- aggression treaty with one of the belligerents as in this case means allied relations, i. The USSR and China became virtually allies in the war with Japan. The Soviet Union greatly valued these relations, especially since he felt his isolation in the face of the impending World War II. The USSR provided China with economic and military assistance. Thus, on August 21, 1937, two documents were signed: the Soviet-Chinese nonaggression pact and the resolution of the USSR Council of People's Commissars and the Central Committee of the CPSU (B.) On the eviction of the Korean population from the border regions of the Far Eastern Territory. These were two sides of the same coin. The deportation of Koreans under the pretext of "curbing the penetration of Japanese espionage" should be regarded as one of the moments of "big politics", as the demonstration by the Soviet Union of the firmness of its allied relations with China, its relations with Japan, its positions in Far Eastern politics (Kan G., 1995:208).

122 So the soil was prepared for the deportation of the Koreans, which marked a new round of repressive policy of the totalitarian regime, based on the principle of collective responsibility of the ethnic group for belonging to it In the pre-war years, as a result of the increasingly intensified ideological confrontation and the search for internal "enemies", there was also a lack of confidence in the national minorities who inhabited the border areas of the USSR with Turkey, Iran, etc. Living in the border regions of Azerbaijan, Armenia and Georgia, the peoples fell into the category of "unreliable" as many of them had relatives abroad. It was believed that they were ethnically close to the peoples of neighboring countries, which in isolation from the outside world and the imminent threat of war, caused growing concern on the part of the Soviet state. In the conditions of the aggravation of the international situation and the real danger of war, the national policy of the Soviet state became more and more repressive. The secret negotiations of the USSR with Germany in 1939-1940 and the agreements now known as the "Molotov-Ribbentrop Pact" led to the fact that the USSR annexed the Baltic countries, Western Ukraine, Western Belorussia, and Bessarabia. Soon the shock campaign began on Sovietization and collectivization of these regions, and the so-called "kulaks", as well as all representatives of these peoples that were disliked by the regime, were evicted from the scheme in the 1920s and 1930s to Siberia, Central Asia and Kazakhstan. Together with the indigenous inhabitants of Western Ukraine and Western Belorussia, a significant number of representatives of Polish nationality lived, both local and emigrated here in 1939-1940, as a result of the Nazi invasion of Poland. The Poles became one of the numerous groups that were resettled on the basis of national, not class affiliation The deportation of the Germans is correlated to the facts of mass sabotage and espionage, which supposedly were to take place at the signal from Germany in the areas inhabited by the Germans of the Volga region. However, the archives did not disclose documents that testify to "reports of military authorities and other signals about the presence of thousands and tens of thousands of saboteurs and spies in the Volga area", prepared by a command from Germany to turn the German population of the ASSR into a "fifth colony" in the rear of the Red Army (Kichikhin A., 1990:32). Here it should be noted that the German population was simultaneously evicted from all areas of the European part of the country,

123 which had not yet been occupied by opponents. And the liquidation of the Soviet Socialist Republic of the Germans of the Volga region was also illegal. However, the observance of such "subtleties" was not inherent in I. Stalin and his entourage. This was especially evident in the following years, when acts of terror were played out against other people’s inhabiting Transcaucasia and other regions of the country. The military operations that unfolded on the vast expanses of the Soviet-German front in the summer of 1942 again proved unsuccessful for the Soviet troops. With large losses, units and formations of the Western, South-Western and Southern fronts retreated eastward, leaving the enemy a vast territory from Kharkov to Stalingrad. By autumn of 1942, the enemy came close to the banks of the Volga and the spurs of the Greater Caucasus Range. Under the occupation of the invaders were partially Checheno-Ingushetia, as well as the territory where Karachais, Balkars, lived. After the defeat of the Nazis at Stalingrad and Kursk, the Soviet offensive began, in the course of which a considerable territory, occupied by the enemy, was liberated. In the years 1943-1944. In the liberated territory, along with the restoration work, the tracing of traitors and accomplices of the enemy began. The Hitlerisms, during the retreat, left behind themselves an extensive spy network and subversive groups. During the operation to cleanse the released territory troops and the NKVD seized a large number of machine guns, as well as artillery pieces and mortars. However, the leaders of the NKVD bodies sought in the behavior of not only individuals and groups of the population, but also entire nations, signs of crimes that contributed to the enemy. Thus, a version was born of the culpability of individual peoples who favorably favored the enemy during the occupation of their territory. Thus, under the pretext of ensuring the security of the belligerent country, a far-fetched pretext for their deportation was found. Today, the groundlessness of these actions is unquestionable. In general, the population of the abolished autonomous republics was loyal to the Soviet government and there were no such reasons that made it possible to question their loyalty to the Motherland. If there were individuals who served the fascists, this should not have been the basis for accusing and persecuting the whole people. Such persons were on the territory of all the republics and regions occupied during the war by the German army. But legality and legal norms were not taken into account.

124 At the same time, major actions continued to evict certain nationalities and national circles in the leadership of the country and regions. Undoubtedly, this primarily came from the very I. Stalin and his entourage, who during the deportation of the population from the North Caucasus decided to at the same time clear some regions of the country from the presence of "undesirable elements." We are talking about the Crimea, as well as the regions of Georgia populated by the Turks. In this case, the eviction of the Crimean Tatar population, and at the same time the cleansing of these lands from Bulgarians, Karaits, Greeks, Armenians and other representatives of national minorities made it possible to give the Crimean population a mono-national character. Although outwardly the motives for evicting these peoples from their historical lands differed, in fact they had the same tendencies. So, the Crimean-Tatar population was accused of active sympathy and cooperation with the invaders. Until the collapse of the USSR, this accusation was not lifted from it, and when the previously liquidated autonomous regions and the republics were restored and their peoples were given the right to return to their homeland in 1957, the Crimean Tatars, Turks and Germans were not given such an opportunity. Even after rehabilitation, they did not have the right to freely settle in their native places In 1956, the Presidium of the Supreme Soviet of the USSR formally rehabilitated the Crimean Tatar people by its Decree. However, there was no real rehabilitation, the reference was abolished, but the Crimean Tatars were forbidden to return to the Crimea. Twenty-three years after the deportation in 1967, the Supreme Soviet completely removed the indiscriminate accusation, but this decision of the state was purely declarative. Attempts by certain groups of Crimean Tatars to return to their historical homeland encountered opposition from local authorities. Only on November 14, 1989 the Supreme Soviet of the USSR adopted the "Declaration on the Recognition as Illegal and Criminal of Repressive Acts against Peoples Who Have Been Forcefully Resettlement and Ensuring Their Rights", which laid down began a mass return of the Crimean Tatars to the Crimea. And only on April 21, 2014, Russian President Vladimir Putin signed a decree on the rehabilitation of the Crimean Tatar and other Crimean peoples affected by repression (http://itar-tass.com/godovschina-olimpiady). Early in the morning on May 18, 1944, the eviction of the Crimean Tatars began. It took only 60 hours and more than 70 echelons, each of which had 50 cars, to carry out its punitive measures.

125 To carry out the action to evict the People's Commissar for Internal Affairs and the People's Commissar of State Security, it was required to involve the local non-Crimean Tatar population widely, and to send 5,000 operatives to the disposal of the relevant Crimean authorities, to allocate 20,000 internal troops for the operation, and to this end send 11 infantry regiments and battalions and a separate sniper company. Preparation for the eviction was very timely and organized, on May 7, the leadership of the eviction in the Crimea asked to allocate 2 thousand trucks. An operative population census was carried out, the headquarters for the operation was deployed in Simferopol, on May 13, a commission of the Council of People's Commissars of the USSR came to organize and guide receptions from special settlers of livestock, agricultural products and other property. Two days before the eviction of the Crimean Tatars, about 20,000 people were allocated to help the State Commission (Ilyasov R., 1997:5). The same fate befell the Turks, who inhabited the southern and south-western regions of Georgia. It should be noted that during the Great Patriotic War the territory of Georgia was not at all subjected to occupation by the Germans. Hence, the authorities could not accuse the Soviet Turks of complicity with the Germans. Nevertheless, they were evicted according to the established scheme. As is known, on December 9, 1948, the International Convention on the Prevention and Punishment of Genocide was ratified by all UN members. According to it, the category of genocide includes actions that directly or indirectly create for a group of people such conditions that are designed to completely or partially destroy it. The basis of genocide is the principle of collective responsibility of a certain community, the basis of which, in turn, is the common origin of its members. Repression, thus, spread not only to people who are personally guilty of something, but also to persons belonging to the same group (Kan G., 1995:48). The Kazakh historian academician M.K. Kozybayev asserts that from the end of the 1930s Kazakhstan began to turn into a "Stalin prison of nations" (Kozybaev M., 1991:238). Indeed, every fifth inhabitant of Kazakhstan was a special settler, expelled both on social and political grounds. Forcible resettlement was conducted under the guidance of the NKVD.

126 In archival documents, the word "deportation" is not available at all. Along with "resettlement", "labor settlement", "special resettlement", the word "operation" is used most often, accurately reflecting the meaning of the events that occurred as a chain of successive operations. According to the historian A. Nekrich, the general leadership of the deportation of all peoples was carried out by the member of the Politburo of the Central Committee of the CPSU (B.), A member of the State Defense Committee, People's Commissar for Internal Affairs of the USSR, LP Beria. The operation was carried out by the NKVD troops. A. Nekrich concluded that the deportation of peoples during the Great Patriotic War was considered by the state as a preventive measure (the Germans of the Volga region, Kurds, Turks, Greeks) as a punitive measure (Chechens, Ingush, Balkars, Karachi’s, Crimean Tatars) and as a military measure -strategic nature, aimed at creating a more "reliable" layer of the border population (Nekrich A., 1993: 10). Indeed, violent methods of deporting peoples cannot be justified by any military or other considerations. The main accusation against the deported peoples was "total cooperation with the enemy." But such an assertion was absurd, since the overwhelming majority of the male population of these peoples was mobilized into the ranks of the Red Army. Thus, according to archival data of the NKVD of the USSR, as a result of the three mobilizations carried out in the Chechen-Ingush Republic, 17413 people left for the front. On the fronts of the Great Patriotic War there were more than 20,000 Kalmyks - soldiers and officers. In total 91919 Kalmyks were deported (So it was, 1993:41). Based on the analysis of archival materials, it can be concluded that the preparation by Soviet authorities for the admission and placement of special settlers into the territory of Kazakhstan was begun in advance. The policy of the state and the party was aimed at the decision to send special settlers to the countryside. Hence it can be assumed that in this way an attempt was made to fill the shortage of rural labor resources. In addition, there is a version based on the fact that during the first months of the war a significant number of industrial enterprises of defensive importance were evacuated from Central Russia to and Northern Kazakhstan. They needed cheap hands for them. Special resettles were intended for this purpose. Indirectly, this hypothesis is confirmed by the reality that special settlers took part in the construction of such giant objects as the Chui Canal, a lot of them were engaged in logging and they worked in mines and defense

127 enterprises (TSGA RK, F.1137, Op.12, D.336, L.30-32, 12). So, the reasons for the deportation of peoples today cannot withstand any criticism. They can also be explained by political motives and the need to strengthen the so-called camp economy. The topic of the camp economy was one of taboo problems. For many decades the history of the creation and activities of the Labor Army, the concrete contribution of its participants to the increase in the military power of the USSR remained impersonal. This topic was considered only in the general context of the history of the rear and labor exploits of the people in the name of Victory, dissolving in the general concept of the "labor front." Consciously eroded and indulged in oblivion: who, when and under what legal status was involved in the labor army, as well as the scale and results of the work of the army. And with the passage of time, the concept of the "Labor Army" completely disappeared from everyday life, since it was believed that all the population worked heroically during the war from small to large. The secret of such craftiness is simply explained: in addition to the officially assigned contingent to work in the military industry, the Labor Army consisted mainly of representatives who were not subject to sending to the front of nationalities and the so-called class alien elements, also not subject to conscription to the army in force moral and political considerations; first of all special settlers, exiled settlers, dispossessed and confiscated kulaks and bays in the 1930s, members of their families, as well as participants in peasant unrest and uprisings of the 1930s, etc. (in official documents of the pre-war and military years and is: representatives of peoples who are not subject to conscription, as well as persons who are not subject to conscription on moral and political grounds) (People deported to Kazakhstan: time and fate, 1998:315). It was not profitable for a totalitarian regime to objectively evaluate the work of individuals whom it at that time placed outside society. As a consequence, those who, according to their moral and political qualities, fully corresponded to the criteria of Stalin's laws were left, and the Labor Army was mobilized quite legally. It cannot be denied that any state in the state of war, which lost a significant part of the territory, material and technical and economic resources during the fighting, must mobilize all forces, including the people, in order to organize the work of the rear; to establish all the structures of the military economy for the successful conduct of the war. Logically, this was

128 aimed at laws and wartime regulations, in accordance with which all able- bodied and fit for military service were subject to mobilization to the front and to perform labor service. However, the history of World War II does not know analogs when a country that fought against the aggressor would simultaneously put millions of its citizens in the position of outcasts and thus attract them to forced labor camp. From the late 1920s and early 1930s, when the industrialization of industry began and the collectivization of agriculture intensified in the country, forced labor again acquired a large scale. Here it should be noted that at the same time, the punitive policy was gaining momentum in the country. Already in the 30s, Kazakhstan turned into a kind of reservation. The total number of special settlers from the interior regions of Russia, Ukraine, Belarus and other republics in 1936 reached about 360 thousand people (People deported to Kazakhstan: time and fate, 1998:317). Large-scale industrial construction, development of natural resources and new deposits required an increase in cheap labor. With the intensification of punitive policy, the network of forced labor camps in the North, the Urals, the Far East, Siberia, Central Asia and other regions of the USSR expanded. This is how the established system of forced labor developed, the camp economy was formed. Eviction took place on trumped- up charges of betraying the Motherland. Thus, mass evictions were an indicator of the legal insecurity of people, the arbitrariness of the administrative-command system and the personality cult of Stalin. The grossest violations of national policy were expressed in the forced resettlement of entire peoples, in the abolition of a number of national-state autonomous entities (the Kalmyk, the Crimean Autonomous Republics, the Karachay-Cherkessia Autonomous Region). On November 14, 1989, the Declaration of the Supreme Soviet of the USSR on the recognition of illegal and criminal repressive acts against peoples subjected to forced resettlement and ensuring their rights was adopted. On 26 April 1991, the RSFSR Law on the Rehabilitation of Repressed Peoples was adopted. All repressed peoples of the RSFSR have been rehabilitated by the law, and repressive acts against these peoples have been deemed illegal and criminal. Conclusion

129 The repressed people are recognized, on the basis of national or other belonging, a policy of slander and genocide was carried out at the state level, accompanied by their forced resettlement, the abolition of national-state formations, the re-alignment of national-territorial boundaries, and the establishment of a regime of terror and violence in special settlements. Rehabilitation of repressed people means recognition and exercise of their right to restore territorial integrity. The law regulates the procedure for compensation of damage to rehabilitated peoples and the procedure for calculating the length of service for citizens subjected to repression. Thus, it was recognized that with respect to repressed peoples at the state level, a "policy of arbitrariness and lawlessness, genocide and slander" was applied.

References Belaya kniga (From the History of the Eviction of the Ingush Chechens of 1944-1957). Grozny - Alma-Ata, 1991. - 235 p. Sigauri I.M. Essays on the history and state structure of Chechens from ancient times. Moscow, Publishing House "Russian Life". 1997. - 355 p. Uralov A. (Authorkhanov A.). Assassination is the murder of the Chechen-Ingush people. M., 1991. - 79 p. Gunashev A. Ichkeria: revenge of history. Almaty, 2001. - 45 p.

Kan G.V. History of Koreans of Kazakhstan. Almaty, Gylym, 1995. - 208 p. Kichikhin A.N. Soviet Germans: where, where and why? // Military- Political Journal (VIZh), Moscow, 1990, No. 8. - P.32. Ilyasov R. Crimean Tatars. A brief overview of the past and an analysis of the socioeconomic situation of the present. News bulletin. Issue 5. Altyn Besik. 1997, -p.5. Kozybaev M.K. The Germans of Soviet Kazakhstan: facts and reality // History of Kazakhstan: white spots. Alma-Ata, 1991, - 238 p.

130 Nekrich A. Punished peoples / / Neva. 1993. № 10. So it was. National repression in the USSR in 1919-1952. T.2 - Moscow, 1993. - 77 p. TSGA RK, F.1137, Op.12, D.336, L.30-32. People deported to Kazakhstan: time and fate. Almaty, "Arys" - "Kazakhstan", 1998. -428 p. http://itar-tass.com/godovschina-olimpiady

131 YUNUS EMRE’NİN ŞİİR VE FELSEFİ GÖRÜŞLERİ: MODERN ALGI YÜZLERİ N Aliya T. NIGMETOVA  Aliya B. KUSHERBAYEVA  ÖZET Bu makale Yunus Emre'nin şiirine ve tasavvuf bağlamındaki felsefi görüşlerine adanmıştır. Yunus Emre, dervişizmin kurucusu olarak kabul edilir. Yunus Emre figürü efsanelerde gizlenir. Gezgin bir dervişti. Eskişehir yakınlarındaki Sarıköy köyünde doğdu, ünlü Sufi Şeyh'te öldürüldü, hayatını dolaşmaya harcadı. Yunus Emre'nin şiirlerinin büyük bir felsefi anlamı vardı. Tüm kitaplar şiirlerinin sadece bir satırına ayrıldı, bu da onun yetenek ve kişiliğinin büyüklüğüne tanıklık etti. Yunus Emre'nin şiirinde aşağıdaki estetik felsefeler izlenir; “Tanrı”, “kozmoloji”, “bir kişinin doğumu”, “çıkış”, “orkestra şefi çobanı”, “bu dünyanın kınaması”, “nefs sansürü”, “aşk”, “ahlaki gelişim yolu”. Bu yazıda sadece bazılarına odaklanıyoruz. Yunus Emre'nin bu kadar önemli bir şiir filozofundan biri de sevgi teması. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Dervişizm, Hayali Varlık, Gerçek Varlık, İlahi Aşk.

POETRY AND PHILOSOPHICAL VIEWS OF YUNUS EMRE: MODERN FACES OF PERCEPTION SUMMARY This article is dedicated the poetry of Yunus Emre, as well as his philosophical views in the context of Sufism. Yunus Emre is regarded as the founder of dervishism. The figure of Yunus Emre is shrouded in legends. He was a wandering singer, a dervish. Born in the village of Sarikoy near Eskisehir, he was a murid in the famous Sufi sheikh, he spent his life on wanderings. The poems of Yunus Emre had a great philosophical meaning. Entire books were devoted to only one line of his poems, which testifies to

 Kazakh National University named after Al-Farabi. Almaty Candidate of Philosophy Senior Lecturer, [email protected]  Kazakh Leading Academy of Architecture and Construction, Almaty Аssistant professor, [email protected] 132 his magnitude of his talent and personality. In the poetry of Yunus Emre, the following aesthetic philosophemes are traced; “God”, “cosmology”, “birth of a person”, “ascent”, “conductor shepherd”, “censure of this world”, “censure of nefs”, “love”, “way of moral improvement”. In this article we focus only on some of them. And one of such important philosopher of poetry of Yunus Emre is the theme of love. Keywords: Sufism, Dervishism, Illusory Being, True Being, Divine Love, Cosmology.

In this article we would like to introduce to you one of the prominent representatives of of the early period, the most interesting poet, mystic, Sufi, dervish, worthy son of the and the completely Eurasian space, truly “The Spiritual Lord of the World” Yunus Emre. The poetry of Yunus Emre truly personifies spiritual heroism, and his most valuable gift never ceases to admire the depth of thought, the beauty of the poetic word and the strength of mind. Therefore, we are confident that the poetry of Yunus Emre will always be the same close to each of us. The great value of creativity of Yunus Emre is that he is the first poet who began writing in his own “Western Turkish”. He wrote in his native language, despite the fact that at the time when he lived and worked in the region of spreading Seljuk culture, Persian and Arabic elements dominated, Arabic was the language of science and religion, and Persian was the language of poetry. As for the , while remaining only the spoken language of the Turkic-speaking population, in a sense, it was discriminated when it came to literature. In addition, in this aspect, we believe that Yunus Emre contributed to the awakening of the national feeling, and the need to create works in Turkish. Turkish became the language that reached the mainstream doctrines of the Sufi teachings that were widespread at that time. That is why his work as a source for the development of Turkish ashug and dervish literature deserves the closest attention of modern scholars. Yunus Emre can rightly be called the “soft power” of Turkey. His work is known in many countries around the world. His name is the Cultural

133 Center in Istanbul. Therefore, on the initiative of the Embassy of Kazakhstan in March 2018 in Ankara, a collection of poems by the Turkish poet Yunus Emre was published in the Kazakh language. The collection is called "Poems of Yunus Emre". The works of the great Turkish poet were translated intoKazakh by the cultural adviser of the Kazakh Embassy in Ankara, the poet Malik Otarbayev. The collection includes 100 poems by Yunus Emre. He had a great influence not only on his contemporaries, but also on subsequent generations. Dervishes of his order and followers of Yunus Emre spread his teachings everywhere, reaching the Balkans. It should be noted that the poet is thinking, and his dervish worldview, his understandable Turkish language, and most importantly the size of the national verse used by him — all of this grew out of popular soil, and was imbued with the Turkish national spirit. That is why the poetry of Yunus Emre enjoyed and enjoys the great love of the people. So, we want to note that the interest in the heritage of Yunus Emre, and the first information about him belong to the well-known orientalist I. Hamer-Purgshtal. It can also be note that the English orientalist E. Gibb paints a complete and clear picture of the life and work of the poet. In Turkish literary studies, the first studies on the activities of Yunus Emre belong to the well-known Turkish scientist F. Keprel, as well as to the tireless researcher of ancient Turkish literature A. Gyulpenarly. It is necessary to mention the studies of the Georgian orientalist E.D. Djavilidze and the orientalist Sh. B. Gabeskeria, which give an analysis of the language, vocabulary and semantics of the poet. There are more legends about the poet’s life than reliable historical facts. According to researchers, this is due to the fact that the ashug and dervish literature remained aside. Only in the era of Tanzimat began an interest in these areas. Yunus Emre lived from 1240 to 1322 years. It should be considered definitively established that Yunus Emre lived and worked in the second half of the 13th and early 14th centuries. It was a difficult period for the Seljuk state. So in 1243 the destroyed the monuments of cities, imposed taxes on the population of the country. This weakened the Seljuk state. The state of Seljuk was divided into three kingdoms. The Mongols imposed excessive taxes on the population. All this greatly weakened the state of the Seljuks. There were also wars for power within the state. The institute of

134 viziers negatively influenced the fate of the peoples and the country. The population of Anatolia found itself in the most difficult positions under the reigns of ignorant viziers, Kazvini and Mujraddin. The people, being in difficult situations, resorted to revolts. So there was a movement under the banners of Shiite and Batin doctrines, headed by dervishes. By this time, the Dervish Institute had gained solid ground in Anatolia. Dervishes enjoyed popularity and great prestige among the people. There is historical evidence that Yunus Emre, traveling to different parts of Anatolia, called for patience and forgiveness, advising the Anatolia population to look at the world through the prism of mercy, gratitude and love. Historical documents show that Yunus lived in the area of modern Sakarya, and during his lifetime was considere an Anatolian sage and saint. Thus, the 13th century can be considered in Anatolia a period of flourishing and widespread sufism. In particular, at this time in Anatolia there were well-known Tariqahs of the Mevlevios and Bektashians, which were connected with the known directions of their time - the melamats. Among the population of Anatolia, well-known dervishes under the name "Baba" also enjoyed great influence. Researchers of Yunus Emre noted that Emre established a close relationship with the Institute "Baba" and their spiritual fathers, who had a significant influence on the formation of his worldview. One such teacher of Emre was the scientist and sage Tapduk Emre. From the rich material collected by A Gelpunarly in his work, we learn that the "Baba" were stray dervishes. Very little is known about the life of Yunus Emre. The life of Yunus Emre is shrouded in legends. He was a wandering singer, a dervish. Born in the village of Sarikay near Eskisehir, he was a murid at the famous Sufi sheikh Tapduk Emre, he spent his life wandering: “I walked around Rum (Asia Minor) and Syria, as well as all the upper countries (Iran and Azerbaijan),” says Emre in one of his songs.1 It should be note that residents of many areas of Anatolia argue that Yunus Emre was buried on their land. Cities such as Karaman, Bursa, the village of Kula Emre Sultan, Erzerum, Kechiborlu Isparta, Aksaray, Sandykly, Unye and Sivas are also regarded as places of possible burial of the great thinker, or as his places where he left his mark, his spiritual connecting thread great Yunus Emre.

1 Javilidze E.D. At the origins of Turkish literature Yunus Emre., Tbilisi from Metsnierb 1985. 135 The fact that in many parts of Turkey there are graves and tombs of Yunus Emre testifies to the influence he had on the Turkish people. He is an example of irresistible love for his people. The basis of the worldview of Yunus Emre is dervishism. According to Yunus Emre, dervisch is the spiritual ruler of this world, and dervishism is the most correct path leading a person to perfection. The poet praises and praises the dervish, whose greatness lies in his spiritual purity. The poems of Yunus Emre have a great philosophical meaning. Entire books were devoted to only one line of his poems "Sevelim ve sevilelim", which in Turkish means, "Let's love and be loved".2 The dominant themes of his works are travel, foreign land, homesickness. He says about himself that he never took a pen in his hands, and did not read a single book, except a book of his heart: “This whole world fills the world with itself, but no one could open His truth. You had better look for Him within yourself, you are one with Him, and it is impossible to divide. ” The most famous work of Yunus Emre is his “Divan”. Emre "Divan" collection of poems consists of 12 thousand quatrains. There are also poems attributed to Yunus, but not officially recognized. There are several lists of "Sofa", which differ from each other. Yunus Emre, as can be seen from his statements and creativity, knew the Koran and the Hadith perfectly well. Emre at one time served as a Sharia judge, the qadi. It should be note that the work of Yunus Emre must be understood in the historical relationship with the Muslim Sufi authors, such great thinkers and poets of the Islamic world who wrote in Arabic, Farsi, and Turkic languages. These are the medieval geniuses like Ahmed Yassawi, Abu Hamid al-Ghazali, Jalaladdin Rumi, Omar Khayyam, Saadi, Navoi, ibn Sina, Nizami, ibn al Arabi. So Yunus Emre is often called “Echo Rumi”. It should be note that in one of his poems Emre mentions Konya, where he met and met the great poet of the East, Mevlan Jalal ad-Din Rumi3. The poet explicitly states that he attended the Mejlis of Mevlana, and took part in his family, that he attended the Mejlis of Mevlany, and took part in his family. It should be note that Jelal hell Din Rumi is among those great poets of the middle Ages, whose work had a great influence on the

2 A.V.Smirnov. The great Sheikh of Sufism. Moscow, Science (publishing company "Oriental Literature"), 1993. 3 Stepaniants M.T. Philosophical aspects of Sufism. M., 1987; 2 136 development of religious, philosophical and poetic thinking of the peoples of the Middle East. An indicator of the value of his work is the fact that the literary heritage of Rumi was very popular among prominent thinkers and writers of the West of the new time. So Rumi is referred to by Hegel in his “Esthetics”4, due attention is paid to Rumi and Goethe in his “West-ôstlicher Divan”. A well-known French writer Maurice Barre declares that Rumi’s life and work are not similar to any of the lives of poets known to him. Mevlana enjoys exceptional love in her homeland - in Iran, as well as in Pakistan and Turkey. The outstanding Pakistani poet of modernity Iqbal, whose poetry is imbue with the ideological spirit of Jalal al-Din Rumi, recognizes him as his spiritual mentor 5. At present, it is generally recognized in science that classical Turkish literature dates back to the works of Jalal ad-Din Rumi and that Rumi is the founder. According to A. Gölpınarlı, Mevlana in Turkey created a whole branch of Persian classical literature, which he considers the basis of Turkish literature of the couch 6. Indeed, the Mevlivian dergahs that arose throughout Turkey turned into centers of musicand poetry.7 The famous work Mevlana "Mesnevi", or the so-called "Persian Koran", was attributed to the holy books. It was very popular in the East, and in Turkey, even special buildings were erected to read it. For many centuries, Mevlana was a source of inspiration for almost all poets in Turkey. Since the topic of the article was aimed at examining the poetry and philosophical views of Yunus Emre, I would like to make a slight emphasis on identifying those poetic images that will later line up as a philosopher who give an opportunity to talk about Emre in the ideas of Sufi practice and teaching. Therefore, we will briefly discuss some of the provisions of Sufism. The foundations of Sufism go back to early times in human history according to a point of view. Thus, according to scientists, a number of its features can be traced in the cultural traditions that existed over the millennium before Islam; sayings are popular among Sufis themselves: “Our

4 Ibragim TK Philosophical Concepts of Sufism (Review). – In the book: Classical Islam: Traditional Sciences and Philosophy. M., 1988; 3. 5 Sufism in the context of Muslim culture. M., 1989; 4. 6 In search of hidden meaning. Sufi way of love. The spiritual teachings of Rumi. M., 1995; 6. 7 Nicholson R.A. the Idea of Personality in Sufism. Cambr. 1923. 137 fathers, that is, early Sufis, drank as a symbol of ecstatic knowledge of God even before Noah planted a grapevine. Elements of the heritage of the most diverse religious and mystical and ecstatic systems of mankind are undoubtedly present in Sufism; these are Jewish Kabbalah, early Christian Gnosticism, and Zoroastrian ethics, Hindu theology, there is even a connection between some Sufi provisions and the ideas of ancient Egyptians and the inhabitants of Mesopotamia about the essence sense of being. However, all the theoretical constructions of the Sufis and all their spiritual practice are subordinate to the concept of strict monotheism, the idea of a phased ascent of the immortal human spirit to unity with the Creator. Sufi must adhere to the precepts of Muslim dogma. The truth in Sufism here is achieved in direct intuitive knowledge of God, associated with spiritual insight. Mushahad - what is the “intuitive contemplation” of God, it is in this contemplation for the Sufi that life begins, filled with revelations from above. In his usual, not regenerated state, the Sufis regard the person as dead, or asleep in relation to the spiritual world, since he is alienated from God and is not sensitive by the subtle influence of the invisible higher worlds. For his resurrection, or awakening, he must go through a series of steps and acquire a certain steady internal state on the steps of Tariqat. In the teachings of Sufism without an understanding of a person who acts as a link between the divine being and the being of the world, it is impossible to explain the existence of “illusory being” with “true being”. Because these two concepts are important in sufism. Consider the concept of "illusory being" in Ibn Arabi. Thus, the “Great Shleykh of Sufism” considers this concept as “imagination” as “appearance” (Khayal), if we analyze it in terms of the European philosophy of the new time, at the same time both epistemological (“imagination”) and ontological (“appearance”). "Imagination" is equally inherent in all people, and therefore all of them appear "world of visibility." Let us make a reservation that in Ibn Arabi the epistemological and ontological, subject and object aspects of the category “imagination-appearance” are not yet divorced and are expresse in one term (although their separation is the logical intention of the constructions described). The Great Sheikh still has the opportunity to make a way back in his reasoning, from being to knowing: the whole world is an appearance,

138 which means that everything you know is only a product of your imagination. Such a move is also illustrate by the image of sleep (manam), which Ibn Arabi uses to describe, "Illusory being." The empirical being that we know is a dream that we see in reality; having died, every man “wakes up” from this dream, and then the truth will be revealed to his soul. Changing the characteristics of being, death, leaving the world of "illusory being" will change the cognitive abilities of the human soul. Thus, the logical center of the philosophical moves on man: thanks to the ability of “imagination”, he is a real mediator between God and the world, between “true” and “illusory” being. In the above words, Ibn Arabi is convinced that the world can be seen by man and not as illusory, i.e. not like the outside of the divine self. In other words, the world can be seen as the world in God. We believe that it was at this stage of perfection that Yunus Emre declared himself in his verses as the creator and creator of all things. The sequence of spiritual steps or “Makomat”, according to the normative Sufi ideas, is the following: “Tauba” repentance, “Vara” abstinence, “Zuht” renunciation, “Tobacco” hope, “Fakr” poverty, “Sabyr” patience, “Shukr” gratitude and how the result of spiritual growth "Reed" satisfaction. Sufism had a great influence since the Renaissance. Echoes of the influence of Sufis can be observed, for example, in the sermons of Francis of Assisi, as well as in Russian spiritual Christianity, certain features of the Sufi worldview can be traced in the works of so many European writers and poets from Dante to Blake. The formation of the eastern medieval ethical and moral creed was also greatly influenced by Aristotelian ethics.8 It should be noted that the basis of the worldview of Yunus Emre is dervishism. According to Emre, the dervish is the spiritual ruler of this world, and dervishism is the surest path leading a person to perfection. The poet in his poems praises and glorifies the dervish, the greatness of which lies in his spiritual purity. Therefore, every true believer must comprehend the spiritual elevation of a physically and externally humble dervish. Yunus Emre is often hyperbolic: “If you are a believer, do not consider a dervish

8 Arberry .J. Sufism. An Account of the Mystics of Islam. L., 1956. 139 humiliated. The whole world is eager to see him. The moon and the sun tend to hear the dervish speech. Angels in their prayers commemorate the dervish, Christians bow down before him, the rulers become helpless and the Mountains, and the stones make an obeisance when they see dervishes”. According to Yunus Emre, dervishism is the best way to overcome the vanity and temptations of this world, and dervish is the perfect person among believers. From the above it is clear that dervishism is the cornerstone of Yunus Emre's worldview, the main goal of this doctrine was the moral and ethical perfection of man, and through this his ascent to the stage of God’s vision and eternity. The philosophical thinking of the middle Ages was based on two notions, god and man, whose understanding of the relationship created the basis for solving ontological and epistemological problems. It can be said that in the dervish esoteric system these two concepts are given in such a dialectical unity, that bringing one of these concepts to the forefront at a certain level implies thinking of the other. The only difference is that God exists by itself. He is absolute truth and needs no proof. He himself is the measure of all truth. Man, on the other hand, has a relative value, and therefore one can argue about his positive qualities only by comparing him with God. But, in turn, God as an object of love, knowledge of aesthetic perception exists only thanks to the abilities of man. It turns out that the concepts of “God” and “man” do not exist without each other, and their comprehension is possible only in their unity. However, in this mutually conditioned existence, God was given the main place. He was perceived as the beginning of beginnings, the being itself, without beginning and end. In our opinion, for this reason, ultimately, the principle of the binary is removed, which prevails in the system of the medieval world outlook and it all comes down to the “One”. Understanding this issue in this aspect was the basis for the following thesis in Dervish teaching: “He is all that exists, but there is no true being, “He is He ”. Subsequently, the epistemological problems of the Dervish worldview are associated with this thesis. Yunus Emre is a moralist who is mainly interested in the issues of spiritual perfection of man. Ontological questions interest him in covering moral and aesthetic issues. Emre talks about the ways of spiritual exaltation, seeing God and merging with him.

140 In the poetry of Yunus Emre, the following aesthetic philosophemes are traced; “God”, “cosmology”, “birth of a person”, “ascent”, “conductor shepherd”, “censure of this world”, “censure of nefs”, “love”, “way of moral improvement”. In this article, we focus only on some of them. In addition, one of such important philosopher of poetry of Yunus Emre is the theme of love. Without exaggeration, it can be said that the concept of love is the foundation of the medieval universe, on which all the cardinal problems in the field of philosophy, religion and aesthetics are built. Love was the main theme of poetry. There is not a single medieval oriental poet in whose work love would not be the cornerstone. This is not surprising, since love was recognized by such a philosophical category, without which it was impossible to solve a whole chain of ontological and epistemological problems. It was also declared the teleological principle of the creation of God and was the cause of the cosmic realization of materialization, it began and it ended the ascent and descent of the world spirit. Love appears before us as the basis for the birth of a person, his moral perfection, aesthetic experience and ecstatic vision. Thus, the basis of the various human deeds of cosmic reincarnations is the kind of love with many varieties. Therefore, love was considered not as a blind physical force, but as a philosophical aesthetic understanding. Such an attitude towards her gave rise to the public institute of love, which developed and legitimized the definition of this concept, and established strict, gradual rules for the etiquette of the relationship between “” and “Mashuka”. This circumstance significantly influenced the artistic depiction of love. Eastern poets, and not only they, wrote not about what they themselves experienced, but about what was previously determined and approved by the aesthetic thinking of that time. We have already written about the social institution of love and its rules, so here we do not intend to consider this question. Moreover, we are interested in the philosophical essence of this concept and its role in the worldview system of Yunus Emre, in particular, what meaning does the poet put into this concept and how does it help the improvement and spiritual ascent of man. According to Yunus Emre, love is first a great feeling. It existed in the pre-existential period, when the visible world had not yet been

141 created. This is quite understandable, because love is the creator of all things, “Before, when there was neither heaven nor earth, was the basis of love. Love is eternal; Eternal love has given birth to all things. ”9 At the same time, love is the demiurge who defines the process of divine acts. "God created the heavens and the earth for friendship with that Ahmed," the poet writes and continues, "if he were not the earth and the heavens would not have been created." Therefore, love is a great mercy and God rewards it not to everyone. This is a gift of vision. Love “built” and made the city of hearts blossom, without it everything turns into ruins. It determines the thoughts of all beings. Divine love captures everyone - people and angels, divines and fairies. She organizes all the numerous relationships of phenomena and creates harmony. "Thanks to love, the earth and the sky always rotate!" In addition to the fact that love existed before the creation of the world, it is an eternal feeling that will be infinite in the future. Yunus Emre says "these heavens and, earth, these arsh and perche exist thanks to the nectar of love." "Love is the basis of everything." According to the poet, “everything changes and death is predetermined by everything,” and only this feeling of love is eternal. Time is powerless before him, he has neither a month nor a year. ” “Therefore, everything is perishable and insignificant, and only love is eternal truth and necessity. In order for love to exist, a lover is needed, what could be better than love? Love is the support of the heavens and the earth, all the rest are vain desires. ” The poet compares love with the sun, which illuminates everything, ennobles a person, without her, his heart turns to stone, where dark, severe and long winter rains. Yunus Emre believes that “high poppies of love”, this “eternal Ezel”, directs not only cosmic and physical incarnations, but also the spiritual world of man. For Emre, love is the cause of creativity. A true artist creates by the power of love and the reader perceives the power of the word with her own power. “She herself is both a reader, and a storyteller, a viewer and showing; our pleasures and joys are also.”

9 Javilidze E.D. At the origins of Turkish literature Yunus Emre., Tbilisi from Metsnierb 1985. 142 First, love declares war on the evil spirit of man — nefs, which is connected with material reality. “Love went to the edges of the nefs,” writes the poet, “and if she found anything, she burned everything. Love ruined the fortress of swagger withstood a great battle. ” In general, the poet often speaks of the omnipotence of love. According to Yunus Emre, love causes great suffering to a person, but at the same time it gives him happiness. “Love plunges the mountains into dust, makes the sea boil, to play the waves shakes rocks, a sensible one loses its head. In a word, love is something "fiery." This is a boundless sea, and it is not surprising that you can drown in it and get lost "Love is a fire that cannot withstand any mail and armor." She swept the whole world. In addition, although prudent muderrises understand little in love, they still argue about it. ”For Yunus Emre, the main value of love is that it morally improves a person. Based on the above research, creativity Yunus Emre love is the main theme of medieval poetry. Yunus Emre says that love exists everywhere; Yunus Emre identifies love with Divine love. We must understand that the theme of love was an ambiguous topic for society. In Sufism and dervishism love was represented in the aesthetic and philosophical aspects rooted in ancient philosophy, in particular in the teachings of Plato, Plotinus, the ethics of Aristotle. Sufis and dervishes are spiritual masters of the world.

143 HİNT ALT KITASINDAKİ İLK ÜNİVERSİTE VE İNGİLİZLERİN MİSYONERLİK FAALİYETLERİ Hatice GÖRGÜN* ÖZET Toplumların gelişmesinde ilim ve bilim yuvası olan üniversiteler büyük bir rol oynamaktadır. Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmenin yapı taşlarını oluşturan üniversiteler sayesinde bilim ve sanatta gereken ilerleme sağlanabilmektedir. Çalışmamıza konu olan “Serampur Koleji Senatosu” 1829 yılında üniversite statüsüne kavuşan ilk eğitim kurumu olması dolayısıyla önem arz etmektedir. Bu üniversite Joshua Marshman, William Carey ve William Ward isimli Hıristiyan İngiliz misyonerler tarafından kurulmuştur. Bu yönüyle de bölgedeki misyonerlik faaliyetlerini de çalışmamızda ele alacağız. Anahtar Kelimeler: Serampur Koleji Senatosu, Hint Alt Kıtası, Misyonerlik Faaliyetleri.

THE FIRST UNIVERSITY IN SUBCONTINENT AND MISSIONARY ACTIVITIES OF BRITISH

SUMMARY Universities thanks to science play a major role in the development of societies. Through the universities which are forming the building blocks of achieving the level of contemporary civilizations, progress can be achieved in science and art. Serampore College Senate which is mentioned in our work, was the first educational institution to gain university status in 1829. This university was founded by Christian British missionaries named Joshua Marshman, William Carey and William Ward. As well as, we will also involve the missionary activities at this region. Keywords: Serampore College Senate, Subcontinent, Missionary Activities.

* Araş. Gör., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Urdu Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. 144 Misyonerlik kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda misyon sözcüğü görev ve yetkiyi ifade etmekte, bu görevi yerine getiren kişiye ise misyoner denilmektedir.1 Misyonerlik faaliyetleri genel anlamda bütün evrensel dinleri kapsamakla beraber özellikle Hıristiyanlık bağlamında dinin yayılabilmesi, inançlarının gerektirdiği düşünce ve ideolojiyi çevrelerine kabul ettirmek amacı ile yapılan çalışmalar olarak kabul edilmektedir. Misyonerliğe yer verip vermemelerine göre dinler ikiye ayrılmış olup; sınır tanımayan ve öğretilerini yayma amacı taşıyan günümüz Yahudiliği hariç ilahi dinlere misyonerli dinler denilmektedir. Budizm inancı da yayılmak gayesi taşıdığından dolayı misyonerli dinler arasına girmekte ve bu din Hindistan’da doğmasına rağmen dünyanın çeşitli bölgelerinde Budizm’e rastlamak mümkün olmaktadır. Misyonerliğe yer veren dinlerin temelini kutsal metinlerdeki pasajlar oluşturmaktadır. Dinlerini yayma amacı gütmeyen misyonersiz dinler ise milli dinler, sır dinleri ve ilkel kabile dinleri olarak kabul edilmektedir.2 Misyonerlik faaliyetlerine kiliseler, siyasi şahsiyetler ve bilim çevreleri hatta devletler bile çoğu zaman destek vermiştir. Hayata geçirilen faaliyetler genel bir strateji ve program dâhilinde gerçekleştirilmektedir. Misyonerler, Hıristiyanlık dininin Dünya dini olmasını amaçlayan ve kararlı bir şekilde bu düşünceyi savunan bir felsefe gütmektedirler. Hıristiyanlığın; Protestan, Katolik ve Ortodoks ana mezhepleri etrafında yürütülen misyonerlik faaliyetleri geçmişte gizli bir şekilde yürütülmekteydi. Gün geçtikçe televizyon, gazete ve dergi yayınları ile kendi renklerini ortaya koymaktan çekinmemişlerdi. Hindistan’a Hıristiyanlığın bölgede bir müddet yaşadıktan sonra orada ölen havarilerden3 Thomas ile girdiğine inanılmaktadır. Bunun aksine ilk gelen misyonerin Bartholomew olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Son Hint-Türk İmparatoru Ekber yeni kurduğu dini ilâhîsi için XV. yüzyılda bölgeye Cizvit misyonerleri davet etmiş ve bu misyonerler faaliyetlerde bulunmuşlardı. Ancak tarihî kaynaklara göre Hindistan’daki misyonerlik faaliyetleri 1544 yılında Francis Xavier ile başlamıştı. Ardından başta Portekiz olmak üzere Danimarka, Hollanda, Almanya ve İngiltere gibi

1 Şinasi Gündüz, “Misyonerlik”, DİA, XXX, Ankara 2005, s. 193. 2 Noor Mohammad, Hindistan’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Agra Tartışmaları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2011, s. 13. 3 Hıristiyanlıkta Hazreti İsa’nın İncil’i, inancını ve öğütlerini yaymakla görevlendirdiği 12 yardımcısından her birine verilen isim. 145 ülkelerden de misyonerler bölgeye gelmişti. Mahatma Gandi de dâhil olmak üzere bir çok aydın ve düşünürü de Hıristiyanlık ve öğretilerinden çeşitli şekillerde etkileşim göstermiştir.4 Hint alt kıtası XVI. yüzyıldan itibaren Batı’nın istilasına uğramış, ticaret amaçlı bölgeye gelip XIX. yüzyılda bölgeyi tamamen ele geçiren İngilizlerin yönetiminde alt kıta halkı yönetenden yönetilen pozisyonuna geçmişlerdi. Avrupa ülkeleri kendilerine ekonomik gelir sağlamak için pazar arayışına girince sömürgecilik kaçınılmaz olmuştu. Köklü bir medeniyete sahip olan Hindistan, İngilizlerin işgali ile birlikte hem Katolik hem de Protestan misyonerlerin yoğun faaliyetlerine maruz kalmıştı. İngilizler misyonerlik faaliyetlerini yerine getirmek maksadıyla birçok geziye çıkmış ve ülke ülke dolaşmışlardı. Bu ülkeler içinde her zaman İslam coğrafyası önemli bir yer tutmuştur. Başta Hint alt kıtası olmak üzere birçok ülkede açtıkları okullar ve yaptıkları faaliyetler ile dikkat çekmişlerdir. Baptist5 misyonerler kuzeyde etkili bir şekilde faaliyet göstermekteydiler. 1793 yılında Hint alt kıtasına gelen ilk Baptist misyonerlerden William Carey burada altı yıl boyunca çalışmalar yapmıştı.6 Ocak 1795’de her birinde altısı Müslüman, altısı Hindu olmak üzere toplam 12 çocuğu eğitmek için iki kolej kurma planından bahsetmişti. Bu kolejlerde Sanskritçe, Bengalce ve Farsça gibi dillerin yanında İncil, felsefe ve coğrafya öğretilecek; eğitim süresi yedi yıl olacaktı. Ancak Carey o dönemde bu planı uygulayamamış olsa da bu düşünce temelde Serampur Koleji’nin kuruluşunu ön plana çıkarmıştı.7 1800 yılına gelindiğinde William Carey, Joshua Marshman ve William Ward’a katılmak üzere çoğunlukla Danimarkalıların yaşadığı bir şehir olan Batı Bengal’de bulunan Serampur’a taşınmıştı. Başından beri eğitimle ilgilenen bu Baptist misyonerler öncelikle çevrelerindeki okullar ile faaliyetlerine başladılar, daha sonra Bengal’in birçok bölgesinde faaliyet gösterdiler.8 Serampur Üçlüsü (Serampore Trio) olarak anılan bu üç kişi Bengal toplumunun yaşamı

4 Noor Mohammad, a.g.t., s. 15, 18-19. 5 Baptistler, Protestanların çoğuyla aynı temel inançları paylaşan, ama yalnızca inananların vaftiz edilmesi ve vaftizin de suya daldırma yoluyla yapılması gerektiğine inanan Protestanlardır. 6 Barry Jones, Dictionary of World Biography, ANU Yayınevi, 2019, s. 151. 7 M. A. Laird, “The Contribution of the SerampurMissionaries to Education in Bengal, 1793- 1837”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Sa. 31/1, Londra 1968, s. 92. 8 M. A. Laird, a.g.m., s.95. 146 üzerinde önemli etkiler yaratmış; eğitim, sosyal yaşam ve dini alanlarda olumlu gelişmeler sağlamak için çalışmalarda bulunmuşlardı. Hindistan’daki tüm misyonerler gibi Serampur Üçlüsü de eğitimi dini yaymak için en etkili araç olarak görmekteydiler. Ancak kafalarındaki eğitim kavramı, o zamanki Bengal sosyal dini ve kültürel durumunun taleplerine göre tamamen farklılaşmış; toplumun gerçekliğini inceledikten sonra yerel bir toplumu özgürleştirmek için zihinlerinde küresel bir eğitim düşüncesi ortaya çıkmıştı. Hayata geçirilen yenilikçi eğitim programları bütün zorluklara rağmen uygulanmıştı. Ayrıca, Doğu Hindistan Şirketi’nin Fort William Koleji’ndeki Bengal, Marathi ve diğer bölgesel dilleri yerlilerle olan ticari işletmelerde kendilerine fayda sağlamaları konusunda teşvik etmek niyetindeydiler. Baptist misyonerler tüm toplum adına eğitim kurumlarını açmaya başlamışlardı. Baptistlerin ekümenik bakanlıklarında hiçbir mezhep, ırk, sınıf, cinsiyet, kast veya başka herhangi bir farklılık kriteri bulunmamaktaydı. Hepsinden öte, üçlü birbirlerinin düşünce ve eylemlerine saygı duymaktaydılar. Bu yönleriyle örnek bir tavır sergilemekteydiler. Yöresel okullar, kadın okulları, Marshman Eğitim Planı, William Carey’nin Fort William Koleji’ndeki Profesörlüğü ve oradaki diğer inançlarla etkileşimi ve Serampur üçlüsünün Bengal’deki pek çok eğitim programı ile olan ilişkisi, üç vaftiz görevlisinin ekümenik bilincini göstermekteydi. Üçlünün dilsel eserleri oldukça dikkat çekmekteydi. Eserleri arasında bulunan gramerler, sözlükler, çeviriler, gazetecilik alanındaki yayınları ve çeşitli edebi katkıları sayesinde Bengal’in tamamı aydınlanmıştı. Bütün bu eserler dinin yayılması için gerekliydi. Çünkü Carey’nin modern misyon düşüncesi, kültürel misyon temeline oturtulmuştu. Bu çerçevede; kültür, insanlar ve tüm toplum yeni bir fikir yapısına dönüştürülemediği müddetçe modern misyonun tüm süreci boşa gidecekti. Bu nedenle, üçlünün eğitim misyonu, 19. yüzyılda Bengal toplumunun yaşamı üzerinde büyük bir etki yaratmıştı.9 Serampur Üçlüsü, Hindistan’daki halkın dininin Hristiyanlığa dönüşebilmesinin yalnızca Hintli Hristiyanlar tarafından etkin bir şekilde yapılabileceğini fark etmişler ve eğitimi bu plan doğrultusunda ilahiyat, Hint dilleri, İngilizce tarih, coğrafya ve bilim olmak üzere çeşitli yararlı bilgilerden oluşacak şekilde hazırlamışlardı. Bengal’deki eğitim

9 K. Lrichardson, “The Missions of the Serampore Trio: An Ecumenical Perspective”, Indian Journal of Theology, Calcutta, s. 29, 30. 147 faaliyetlerinin doruk noktasına 100’den fazla ilköğretim okulunun ve yükseköğrenim için de Serampur Koleji’nin kurulduğu 1816-1818 yıllarında ulaşılmıştı. Serampur üçlüsü 1827 yılında diğer Baptist misyonerler ile fikir ayrılığına düşerek yollarını ayırmışlardı. Ancak 1837 yılında Serampur Misyonu finansal zorluklar nedeniyle devam etmekte zorlanınca tekrar diğer kuruluşlarla anlaşma yoluna gitti. Aynı ay özellikle eğitim çalışmalarından sorumlu olan Joshua Marshman ölmüştü.10 Başkasının ortaklığı olmaksızın doğu ülkelerinde ticaret yapma hakkına sahip olan Doğu Hindistan Şirketi, kendi menfaatleri doğrultusunda eğitim sistemine de el atmış, hatta hükümetten aldığı onay ile Hıristiyanlığı yayma çalışmalarına da yardımcı olmuştu. Bu amaç doğrultusunda üç papaz birleşerek Serampur’da bir misyoner okulu açmışlardı. Misyoner papazlar Hindistan halkının tepkisini göz ardı ederek tebliğ çalışmalarını hiç düşünmeden hızlandırmışlar ve “Samaçardarpan” ismi ile bir gazete yayınlamaya başlamışlardı. İngiliz misyonerler Serampur’da misyoner okulunu açtıktan sonra büyük bir liman şehri olan Kalküta’da azınlık olarak yaşadıklarından dolayı kendilerine destek olacak ve Anglo-Hint kültürünü oluşturacak Hint menşeli bir Hıristiyan çoğunluk oluşturmak amacıyla faaliyetlerini üs olarak seçtikleri Kalküta’da devam ettirmeyi uygun bulmuşlardı. 11 İngiliz Hükümeti, İskoçya Kilisesi tarafından Kalküta’ya gönderilen ilk misyoner olan Alexander Duff’a yüksek eğitim amaçlı bir kolej açtırmıştı.12 İngiliz edebiyatı ve Batı bilimleri öğretilen bu kolejin eğitim dili İngilizce idi. İngilizler alt kıtaya geldiklerinde bölgedeki varlıklarını güçlendirebilmek için kendi dillerini öğretmektense bölgede hâkim dil olan Urducayı öğrenmeyi uygun bulmuşlardı. Bu amaç doğrultusunda İncil başta olmak üzere birçok yayını Urducaya çevirmişlerdi. Bölgeye kendilerinden daha önce gelmiş olan Portekiz ve Fransızların faaliyetlerini incelemişler, liman şehirlerinde Portekizcenin ne denli önemli olduğunu görmüşlerdi. Bu yüzden yakın ilişkiler kurabilmek için Urduca’nın yanında yerel dilleri de

10 M. A. Laird, a.g.m., s.95. 11 Hakan Kuyumcu, “Urducanın Gelişiminde Etkin Olan İlk Batılı Eğitim Kurumları ve Aligarh Hareketi”, NÜSHA, Sa. 20, Ankara 2006, s. 135. 12 D. H. Emmott, “Alexander Duff and the Foundation of Modern Education in India”, British Journal of Educational Studies, Sa. 13, Mayıs 1965, s.160. 148 öğrenmeye önem vermişlerdi. Hatta öyle ki iş başvurularında İngiliz memurların Urduca bilmesi şart koşulmuştu.13 William Carey 11 Kasım 1793'te İngiltere'den Kalküta'ya geldikten sonra Kuzey Bengal'de yaklaşık yedi yıl geçirmiş ardından Baptist Misyoner Derneği'nin Serampur Misyonu, 10 Ocak 1800 tarihinde kurulmuştu.14 Hindistan'daki bu ilk Protestan misyonu kuruluşundan bu yana baskı filantropisi(stratejik bağışçılık), edebiyat ve tarım gibi çeşitli alanlarda etkili olmuştu. Tarım ve bahçecilik sektörleri, Serampur Misyonu’nun kuruluşunun ilk yıllarından itibaren dikkatini çekmişti. Serampur Misyonerleri arasında William Carey, tarım alanında öncü isimlerden biri olmuştu. William Carey, çocukluğundan beri özellikle böcekler ve bitkiler olmak üzere doğaya büyük ilgi duymaktaydı. William Carey, Babtist Misyoner Derneği’nin bir üyesi olarak Hindistan’a geldikten sonra Hint dillerini öğrenmeye başlamıştı. Bu onu Hint toplumuna, yerli kültüre aşina olmasına ve tarım bilgisi edinmesine olanak sağlamıştı. Yazdığı bir mektubunda Carey, tarımsal uygulamanın misyon geliri için iyi bir kaynak olacağını varsaymıştı.15 Serampur Üçlüsü, Lord Hastings'in yönetimi sırasında ise okul açmayı denemişlerdi. Bu yolu seçen tek misyonerler olmamalarına rağmen eğitim çalışmalarına 1814'ten 20 yıl önce başlamışlardı ve çabaları birden fazla şekilde başkalarınınkinden daha büyük bir boyuttaydı. Kapsamlı bir dizi ders kitabının yazılması, basılması ve yayınlanmasına önderlik eden Serampur misyonerleri, ilk önce mevcut okulların standartlarını iyileştirmeye çalışmış böylece hem yabancı hem de yerli çabaları aynı çatı altında birleştirmişti. Tüm bu çalışmalar Bengal dilinin daha da geliştirilmesine, basın okuryazarlığının artmasına, özellikle de İngilizceye olan ilginin artmasına vesile olmuştu. Serampur Koleji, teolojik bir eğitim de dâhil olmak üzere özellikle bakan olmayı amaçlayanlar için ileri düzeyde bir eğitim kurumuydu.16 Carey, Marshman ve Ward Serampur Koleji tanıtımını “Doğu Edebiyatı ve Avrupa Biliminde Asya Hristiyanları ve Diğer Gençler” ismi ile yayınlamıştı. Kurucular Asya’daki kilise için Hıristiyan liderlerin eğitimi

13 Hakan Kuyumcu, a.g.m., s. 135. 14 http://seramporecollege.org/a-s-c/about/history/ Çevrimiçi (12.07.2019) 15 Amrita Mondal, “Agrıcultural Inıtıatıves of Serampore Mıssıonarıes (1800-1840)”, Aralık 2014, s. 426. 16 M. A. Laird, a.g.m., s. 103, 104. 149 üzerinde durmuş olsalar da onlar sosyal sınıf, ırk ve inanç ayrımı gözetmeksizin kolejin kapılarını bütün öğrencilere açmayı istemişti. Öğrencileri kabul etmenin koşulu onların eğitimin laik olacağı anlayışını kavramış olmalarıydı. Sonuç olarak kolej, Hristiyan Teoloji ve liberal Sanat, Bilim ve Ticaret gibi çeşitli alanlarda öğretim uygulayan tek eğitim kurumu olarak dünya çapında ün kazanmıştı.17 William Carey, Sanskritçe, Bengalce ve diğer Asya dillerinde şaşırtıcı sayıda gramer ve sözlük çalışması yapmıştı. Çalışmaları ile modern Bengalce nesrinin kurucuları arasına girmiştir. Âlimlerin yardımıyla İncil'i birkaç Asya diline tercüme etmişti. Joshua ve karısı Hannah Marshman da Serampore'un içinde ve çevresinde hem erkekler hem de kızlar için çeşitli okullar kurulmasında büyük rol oynadılar. Misyonerlik faaliyetleri doğrultusunda kurulmuş olan Serampur Koleji 1827 yılında Danimarka Kralı tarafından üniversite niteliği kazanmıştı. Kolejin zemin katı kemerler ile süslenmişti. Kütüphane ve dersliklerden oluşan bu kolejde misyonerlerin vaazda bulundukları mimber ve sandalyeler de bulunmaktaydı.18 22 Şubat 1845 yılında Danimarka’nın tüm Hindistan varlıklarını İngiltere’ye satmasıyla kolej yönetimi ve işletmesi hiçbir kesinti olmadan eğitim hayatına devam etmiştir. 1856 yılında İngiltere’deki Baptist Misyoner Derneği kolej yönetimini devralmış ve 1857’de kolej, Kalküta Üniversitesi’ne üye olmuştur.19 Serampur Koleji’nin ambleminde fedakârlık ve sevgiyi temsil eden Haç, Tanrı’nın sözlerini içeren İncil ve kendi kanının damlaları ile üç yavrusunu besleyen Dindarlık Pelikanı sembolleri bulunmaktadır. Kolejin mottosu ise “Kutsanmışlara Zafer”dir. Üniversite’nin amacı öğrencileri gerçek ilime ulaştıracak doğru bilgiler sunmaktır. Kolej, öğrencilerin insanlığa özveriyle hizmet etmelerini için gerekli motiveyi sağlamaktadır. Üniversite, farklı geçmişlerden gelen öğrencilerin iç içe geçmesinin geniş bir kültür birikimine ve güçlü bir karaktere sahip olmalarında çok yardımcı olacağı kanaatindedir. Kolej için kalite ilk sırada yer almaktadır. Eğitimde İngilizceye ek olarak yerel dillerin önemi her zaman vurgulanmıştı. Sadece

17 http://seramporecollege.org/a-s-c/about/history/ Çevrimiçi (12.07.2019) 18 L. S. S. O’malley, Bengal District Gazetteers, Hooghly, The Bengal Secretariat Book Depot, Calcutta 1912, s. 312. 19 https://www.newworldencyclopedia.org/entry/Serampore_College Çevrimiçi (13.07.2019) 150 yerel dilde eğitimi teşvik etmekle kalmayıp, aynı zamanda Bengalce Coğrafya, Kimya, Tıp Bilimi ve Hindistan Haritası üzerine kitaplar da yayınlamışlardır. Eğitim kurumlarının yanı sıra, Kolej’in kurucuları da topluma birçok yönden hizmet etmişti. Halkın sorunlarını göz ardı etmeyen kurucular insani yardım ve sosyal hizmetleri her zaman ön planda tutmuşlardı. Bebek cinayetlerine karşı çıkmışlar, yoksullar için bankalardan tasarruf etme fikrini teşvik etmişler ve eşinin cenazesinde dulların yakılmasını önlemek için uygun yasalar getirilmesine yardımcı olmuşlardı.20 Bengal toplumunun kapsamlı bir incelemesini gerçekleştirmiş olan Serampur üçlüsü, toplumun refahı ve ilerleyişine karşı çıkan sosyal sorunları tespit ederek bunlara çözümler getirmeye çalışmışlardı. Hasta ve ölmekte olan insanlar akrabaları tarafından ölmek için kutsal nehirlere getirildiğinde, misyonerler onlara ilaçlarla yardımcı olmuşlardı. Sadece ilaç tedarik etmeyip, ilaçları nasıl kullanacaklarını bilmelerini sağlamak için süreli yayınlar yayınlayarak okuyuculara çeşitli bilgiler sunmuşlardı. Serampur’da eğitim gören tıp öğrencilerinin neredeyse tamamı Hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Bu, Hindular veya Müslümanlara karşı ayrımcılık yapmak değil, büyük ölçüde eskilerin insan diseksiyonu (anatomik olarak insan kesmek) uygulamalarına itirazları nedeniyle oluşmuş bir durumdu. Üçlü, Hıristiyan olmayanların Hintli Hıristiyan doktorların hizmetlerinden faydalanabileceğini düşünüyordu çünkü kullanılması yasak olan yiyecek ve içeceklerin ilaç olarak kullanılmasında bir sakınca bulunmaması doktorların kastın üst kısmında bulunduğuna dair bir gösterge idi. Bir başka sosyal sorun ise çocuk cinayetleri idi. William Ward’un raporunda çocukların nehre fırlatıldığını okuyan Carey, hükümete bir öneri raporu sunarak dini inanç adı altında işlenen cinayetlerin suç olarak kabul edilmesini umduğunu bildirmişti. Sati’ye21 karşı da ciddi bir şekilde savaş açan Üçlü’ye göre bu durum Hindu dini adına insanlık dışı bir eylemdi. Bu yüzden misyonerler Sati hakkında kamuoyu bilinci oluşturmak amacıyla yazılar yayınlamışlar ve mektupları aracılığıyla hayırsever Avrupalı arkadaşlarına İngiliz hükümetine baskı yapmaları konusunda ricada bulunmuşlardı. Seçkin bir Hintli lider olan Raja Ram Mohan Roy da harekete katılmış ve Sati’nin şeytani uygulamasına karşı tepki göstermişti. Serampur Üçlüsü ve destekçilerinin uzun süre protesto yapmasından sonra

20 http://seramporecollege.org/a-s-c/about/history/ Çevrimiçi (12.07.2019) 21 Dul kadınların, ölen kocalarının cenaze ateşinde yakılmaları geleneği. 151 hükümet Sati’yi 1829 yılında kaldırmıştı. Hint kültürünü takdir etmelerine rağmen, Hindu toplumunun ve dininin kötülüklerini eleştirmişlerdi. Din ve toplumun birbirine bağımlılığı gerçeğini kabul eden William Ward, Hinduların yaşamlarını, dinlerini, festivallerini ve tanrılarını içeren dört ciltlik bir kitap yazmıştı. Seçkin bir Hint ekümenisti olan Piskopos Azariah’ın sözleri, açıkça Hint dininin ve toplumunun geleneksel durumunu ifade etmekteydi. Ona göre “Hinduizm, hiçbir zaman o dinin takipçilerinin kabul etmesi gereken doktrinler arasında yer almadı. Bir Hindu, içinde doğduğu, yaşamına dahil olduğu ve ölmesi gereken belirli bir kastın sosyal kısıtlamalarını aşmazsa, hâlâ bir Hindu olarak kalacaktı. Yani kast Hinduizm, Hinduizm de kast demekti. Üçlü, bu durumu değiştirmek için kastlar arası evlilikleri teşvik etmişti. Serampore Koleji’nde Punditler22, Hindu kutsal yazılarını Sudralara23 öğretmeyi reddetti. Ancak Baptistler onları kutsal yasaları Sudralara öğretmeye zorladı. Carey, Shastraların24 zayıflığını göstermek amacıyla kitaplar tercüme etmiş, Shastraların saçmalıklarına karşı kanıtı olan bir Hindu ile henüz tanışmadığını da bildirmişti. Hıristiyan misyonerlerin saldırılarına karşı Hinduizm’in en güçlü savunucusu Ram Mohan Roy idi. Serampur üçlüsü, “Samachar Darpan” ve “Hindistan'ın Dostları” isimli dergilerini Hindu toplumu ve dini ile ilgili yorumlarını ortaya koymak için kullanırken, Ram Mohan da Bengalce ve İngilizce olarak Hinduizm’i savunmak için “The Brahminical Magazine” isimli bir dergi yayınlamaya başlamıştı. Roy, Serampur üçlüsü ile Hindular arasındaki etkileşim sürecinde özgür düşünce ve değerli yazılarıyla önemli bir rol oynamıştı. Genel olarak üçlü, Hintli Hıristiyanlara birçok Hint dilinde eşsiz ve kalıcı çeviriler hediye bırakmıştı. 19. yüzyıldaki gerçek devrim hem misyonerlerin hem de Hindu reformcuların çalışmaları sonucunda meydana gelmişti. 25 Kolej, öğrencilerini ve personelini, imtiyazlı olmayanlara hizmet etmeleri konusunda motive etmedeki değerlerini halen sürdürmektedir. Üniversite müfredat programlarının bir parçası olarak toplumun karşılaştığı çağdaş sorunları vurgulayan çeşitli seminerler düzenlenmektedir. Yıllardır hem teolojik hem de seküler disiplinler aynı kampüste öğretilmiş, her

22 Hindu alimleri. 23 Kast sisteminin en alt tabakasında bulunan köle ve işsiz sınıf. 24 Kutsal Hindu metinleri. 25 K. Lrichardson, a.g.m., s. 31-34. 152 gelenekten insana anlayış ve saygı teşvik edilmişti.26 Geçtiğimiz yıl itibari ile kuruluşunun 200’üncü yılını geride bırakmış olan üniversite, geniş bir kültür ve güçlü bir karakter yapısı ile dar mezhepsel inançları aşarak eğitim hayatına devam etmektedir. Serampur Koleji, insanların toplumdaki liderliği için eğitilmesinde öncülük ederek Hindistan’da teolojik eğitimin öncüsü olmuştur. Misyonerler, eğitim ve sosyal reform alanında birçok toplumsal alanda öncü olmuşlardı. Miras kalan bir yapıyı korumak kolay bir iş değildi. İnsanları Hint durumunun gerçekleriyle yüzleşmeleri için eğitme olanakları sağlama ihtiyacı da bulunmaktaydı. Farklılık mistik doğu ve materyalist batı kadar basit olmasa da, aile ve toplumun Hint yaşamında büyük bir rol oynadığı doğrudur. Topluluğun ortak görevi ailenin önemini, tüm insanların onurunu, zayıf ve güçsüzlerin bulunduğunu kabul etmektir. Bu tanım başkalarının sevgisi için risk almayı ifade eder. Bazı insanlar, Carey’nin Hindistan halkına olan sevgisine gülmüşlerdi. Bugün bile başkalarının uğruna risk almak pahalıya mal olabiliyor. Serampur Koleji’ni 19’u Hıristiyan olan 37 öğrenci ile kurduklarında üçlünün başarılı olmalarındaki gerçek bu taşıdıkları sevgiden kaynaklanmaktadır.27 Serampur’da William Carey, Joshua Marshman ve William Ward’dan oluşan üçlü sayesinde matbaalar kurulmuş, Hint dillerinde eserler verilmiş, okullar açılmış ve hüküm süren sosyal kötülüklere karşı hareketler başlatılmıştı. Bizim de konumuzun esasını oluşturan Serampur üçlüsü tarafından kurulan Serampur Koleji, her ne kadar bölge eğitimi ve gelişimi için önemli değerler katmışsa da genel anlamda toplumsal olarak asimile olmamak ve başka kültürler altında kendi kimliğinden ödün vermemek adına misyonerlik faaliyetlerine karşı en etkili mücadele yöntemi, kendi kültür kaynaklarını ve değer yargılarını gençlere akılcı ve bilimsel bir yöntem izleyerek öğretmek olmalıdır. Milli ve ahlaki değerlerin bilincinde bir toplum yetiştirmek tüm bu faaliyetlerin karşısında güçlü bir şekilde durabilmeyi sağlayacaktır.

KAYNAKÇA Şinasi Gündüz, “Misyonerlik”, DİA, XXX, Ankara 2005, s. 193-199.

26 http://seramporecollege.org/a-s-c/about/history/ Çevrimiçi (12.07.2019) 27 Dhirendra Kumar Sahu, “Serampore Then and Now”, Indian Journal of Theology, Calcutta, s. 12-13. 153 Noor Mohammad, Hindistan’da Misyonerlik Faaliyetleri ve Agra Tartışmaları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2011. Hakan Kuyumcu, “Urducanın Gelişiminde Etkin Olan İlk Batılı Eğitim Kurumları ve Aligarh Hareketi”, NÜSHA, Sa. 20, Ankara 2006, s. 133-146. L. S. S. O’malley, Bengal District Gazetteers, Hooghly, The Bengal Secretariat Book Depot, Calcutta 1912. M. A. Laird, “The Contribution of the SerampurMissionaries to Education in Bengal, 1793-1837”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Sa. 31/1, Londra 1968. Barry Jones, Dictionary of World Biography, ANU Yayınevi, 2019. K. Lrichardson, “The Missions of the Serampore Trio: An Ecumenical Perspective”, Indian Journal of Theology, Calcutta. Dhirendra Kumar Sahu, “Serampore Then and Now”, Indian Journal of Theology, Calcutta. Amrita Mondal, “Agrıcultural Inıtıatıves of Serampore Mıssıonarıes (1800-1840)”, Aralık 2014. D. H. Emmott, “Alexander Duff and the Foundation of Modern Education in India”, British Journal of Educational Studies, Sa. 13, Mayıs 1965. http://seramporecollege.org/a-s-c/about/history/ https://www.newworldencyclopedia.org/entry/Serampore_College

154 SANAT EDEBİYATINDA ETNOKÜLTÜREL BİLGİNİN ÇEVİRİ ÖZELLİKLERİ L.B TELGARAEVA ÖZET Makale, Kazakça çevirinin teori ve pratiğinde edebi çevirinin doğasının etkili bir şekilde çalışıldığına işaret etmektedir. Kazak klasiklerinin ve şairlerinin eserlerinin başka birçok dile çevrildiği bilinmektedir. Sanat eserini tercüme etmenin yönlerinden biri, etno-kültürel bilgileri ikinci bir dile çevirmek için etkili yollar ve araçlar tanımlamak ve orijinal çevirinin korunmasını sağlamaktır. Her dilin etno-kültürel bilginin korunması ve geliştirilmesi için farklı dil bilgisi ve semantik içeriği vardır. Bu dilbilimsel birimlerini ikinci bir dile çevirirken, çevirmen kültürlerarası iletişim için bir engelle karşılaşabilir, bu da orijinal metnin genel içeriğini, yorumunu, eşanlamlılarını, zıt anlamlı serilerini ve alternatif bilişsel terimleri ikinci olarak etkin bir şekilde kullanma ihtiyacını açıklıyor. Anahtar Kelimeler: Edebi Çeviri, Kurgu, Etnik Kültür Bilgisi, Kültürlerarası İletişim. PECULIARITIES OF TRANSLATION OF ETHNOCULTURAL INFORMATION IN ARTISTIC LITERATURE

SUMMARY The article points out that the nature of literary translation is being studied effectively in the theory and practice of Kazakh translation. It is known that the works of Kazakh classics and poets are translated into many other languages. One of the aspects of translating artwork is to identify effective ways and means for translating ethnocultural information into a second language, and to ensure that the original translation is maintained. Each language has different linguistic information and semantic content for the preservation and development of ethnocultural information. When translating these linguistic units into a second language, the translator may encounter a barrier to intercultural communication, which describes the need to efficiently use the general content of the original text, its interpretation,

 Doctoral Student of Al-Farabi Kazakh National University, Kazakhstan, Almaty. 155 synonyms, antonymic series and alternative-cognitive terms in the second language. Keywords: Literary Translation, Fiction, Ethnocultural Information, Intercultural Communication.

Introduction For the development of human society, material, energy and information resources are required. Information has always been a valuable resource in human life at all times. At present, the volume of information flow in all areas of business is growing extremely. In particular, scientific interest in the cultural information of the language and interrelation between culture and language is increasing. This can be explained by the rapid development of intercultural communication, which is aimed at establishing mutual learning and understanding through culture in the world, and the interconnectedness of language, culture and ethnicity in a modern multinational, multi-confessional and multicultural society. In the XVIII century I.G.Herder wrote about the interconnection of four fundamental phenomena in which people live. They are: language, culture, society and the «national spirit». The virtuous German philosopher and speaker Wilhelm von Humboldt was one of the first who highlighted the indivisible link between language and national culture. The scientist wrote: «The limits of my language mean the limits of my world». Thus, any language not only show the true nature of reality, but also describe the life of people close to real. According to Wilhelm von Humboldt, material and spiritual culture is reflected in the language, while the national-cultural character of language is revealed by differentiating the world. At the same time, any language will have a unique internal form of character that reflects the national spirit of people and its culture. The scientist believed that language is the one that unites the human being and the environment . In learning the language or studying the culture of the nation, it is important to focus on the history of the people. L.S.Vygotsky noted that in any language the history, development, experience, religion, national traditions, art, culture and spiritual values of people are reflected. For instance, many of these national information are concentrated in historical compositions. Historical works, which are spiritual values, should be viewed

156 as sources of information, since they have ethno-cultural information about life, and the existence of people. Therefore, it is important and topical to make this information available to the reader. The main task of our paper is to determin the composition and function of ethnocultural information in the artistic text, in the example of the M.Magauin's historical novel-dilogy - «Alasapyran». Thus, we try to identify the information potential of the lexical meanings of words with ethno-cultural content. In our study, we consider that language as a mean of expressing people's consciousness and self-expression will help to disclose the world outlook and feelings of the world, national identity, cultural mentality. It is important to explain the link between language, ethnos and culture in studying the peculiarities of the language of artistic text. The historical novel «Alasapyran», along with the struggle for freedom, independence, and Motherland covers complex issues, including the place of our spiritual life, traditions and customs in the development of names of places as a nation, and cognitive, educational, aesthetic, artistic, and compensatory effects of anthroponyms of historical realities. The ethno- cultural information, applied in the work has the power of reflection and expression. Although the writer's novel was highly appreciated by scholars and critics, the nature of ethno-cultural information in the novel and its translation have not yet been studied. Experiment The nature of artistic translation is being studied more effectively in the theory and practice of Kazakh translation studies and bears its fruits. It is known that the artistic works of Kazakh classics and poets are translated into many other languages. One of the aspects of translation of artistic works is to identify the most effective ways and means of transmitting ethno-cultural information in the second language and to ensure the maintenance of original meaning in translation. Each language has linguistic units of information and semantic content, varying in maintaining and developing of ethnocultural information. Translating these linguistic units in a second language, the interpreter may encounter interference in intercultural communication, which may include general content of original text, using its interpretation, synonyms, antonymic rows, and alternate-cognitive terms in second language. However, in this case, ethno-cultural information loses its meaning.

157 The artistic patterns of many words and linguistic features used in the artistic work have a huge contribution. The linguistic units of ethnocultural information that are given in the novel «Alasapyran» can be considered as realia-words (i.e. household, military, weaponry, material, cultural, administrative, social groups, and onomastic realias), proverbs and sayings, phraseology, phrase, aphorisms, archaisms, and idioms. Among which, one of the lingual and informative literary tools are the old, historical words, and the author demonstrates great maturity in describing the reality of that old period and peculiarity of lifestyle, by providing a real picture of that time and describing historical reality of that era in «Alasapyran» novel. The writer has skilfully illustrated the names of military equipment, weapons, armor, and clothes: naiza, sungi, kylysh, sadakh, sarzha, khandayiz, khoramsakh kobe, selebe, dulyga, shokhpar, kireuke, beren, dangira, shyndayil, tizelik, butyrlik, khollik, dzhid, khaptan, tuyakh, tegilei, khangly arba, sypakhsalar, akhrukh, ertayil, tutkhayil, bakhayil, bulgak, lek, alaman, kuimeler, kureni and etc. For instance, in the original text, «…on zhak aldyngi zhakta uyali khinga salingan selebe men eki sholakh naiza – dzhidtin saptari korinedi» (...on the right side can be seen a falcon and two cannon spears – the lines of spear) , translation of the names of combat vehicles like Kyn, selebe, naiza and dzhid was given as follows: «...sprava ot perednei luki – vlozhenniy v nadezhnoe gnezdo nozhen kinzhal, drevki dvuh korotkih kopii» , in translation luk refers to the kind of ammunition and means an arrow, nozhni means scabbard, kinzhal – dagger, drevko – pole. As we can see here, there were given a close translation to selebe-kinzhal, eki sholak naiza-dzhid – dvuh korotkih kopii. In the following sentence in original text «Alaida, ekinin birinin khanzhigasinda tenkigen dabil, zhaipak dangira, zhez shyndauil korinedi», the author used the sound instruments like Dabil, dangira and shyndauil to describe the scenes of war. These are ancient, out-of-date realias. The expressive impact of these archaic words were strengthened by adjectives like tenkigen (big), zhaipak (flat), and zhez (copper), which determines characteristics of that instruments. This sentence was given in Russian translation as following: «Zato k sedlu u kazhdogo vtorogo gromozdkyi baraban, ploski buben, mednie kolotushki» (However, everybody are equipped with drum alarm, flat buben and copper mallet). Baraban refers to drum, buben – tambourine, kolotushki – mallet. The meaning of this sentence was given by interpretation, and it was successful.

158 «Tort buktelgen birneshe syrmak toselip biyiktetilgen, ustine okhaly kopshik zhayilgan torge altyndy ayir khalpakh, sholakh zhen khyzyl makhpal kamzol kiyip, yigina eki onyri, etegy men zhen ushi zhibekpen kestelengen zhargagin zhelbegei zhamilgan Oraz-Muhamedtin ozi otirdi». Here the author portrays Oraz-Mukhamed's dress by giving a poetic expression to the text. Expanded expression of the meaning and sentences used after preceding phrases gives rise to an expression by grading method, which strengthens its emphasis. It is expressed as following in translation: «V shatre, na tore, na vozvishenii, sdelannom na neskolkih svernutih vchetvero, polozhennih odin na drugoi kovrov, sredi rasshitih podushek sidel sam Oraz-Muhammed – v zolochennoi ostroverhoi shapke s razdvoennimi polyami, v krasnom barhatnom kamzole s korotkimi rukavami, v svobodno nakinutoi na plechi dohe, obshitoi na rukavah i po podolu nezhnom shelkom», thus, the translator managed to provide the meaning of original text (Oraz-Muhammed was sitting himself in the most respected place of the tent that was covered with a several carpet folded quarter to heighten, above which were the decorated pillows, and he was wearing a conical hat with twofold edges, and a short-sleeved velvet doublet, and a fur-coat was freely putting on his shoulders, embroidered with soft silk in sleeves and hem». Here the words containing ethnocultural information was given in alternative translation, for instance sirmakh – kover (carpet), kopshik – podushka (pillow), zhelbegei – doha (a fur-coat). Nevertheless, the word carpet refers here to the Kazak word kilem, therefore it would have been better to use the word syrmak as it is. The novel applies for realia-words related to administrative positions and social groups: khalga, kuregen, khuma, emeldes, khazinadar and etc. «Ozine izbasar, kazakhka – khalga beruge layik inilerinnin ishinde usheyinin orni bolek», which in translation was written as: «But, there are only three, among all those who deserve to be called as your descendant, and become your successor». Here the word kalga provides ethno-cultural information, kalga used to nominate the leaders of tribes, bi, and beks as the khan's successor. In Russian translation the word successor was given in its direct meaning as a follower, adherent, and it was strengthened by expressive meaning in a gradation manner, that is, through enhancing preceding thought by the following expressions. «Atan… Khan atamnin nekeli khosaginin ozi usheu eken, nekesiz alty khumasin aitpaganda» . In translation it was given as «U tvoego deda,

159 khana-ata, bilo tri zakonnih zheni, ne govorya uzhe o shesti nalozhnitsah» (Your Grandfather... Khan grandfather had three legal wives, without mentioning of six concubins) . The word Khuma refers to the word hatyn that means a spouse of the ruling family of the ancient Turkic-Mongolian khanates, and when the wives, daughters, and sisters of conquered tribes became their wives, they were called Khuma. Nalozhnitsa (concubin) is a slave girl, who was captured by an assault and was exploited in someone's home. Expression is hereby given by inverse method with changing the word order. Even though the national idea was mostly manifested in proverbs, sayings, aphorisms and phraseology, the author was able to apply them very skillfully. The proverbs formed by expressions and emotional linguistic tools have a deep meaning. For example, from the novel: «kharanin khibin tabu – khannin parizi, eldin erkine zhigilu – bektin parizi» , in translation: to find out the people’s wishes and needs is a Khan's duty; to serve people is the Beg's duty . Thus, it was translated by transcription method: Khannin parizi – dolg Khana (Khan's duty), bektin parizi – dolg beka (Beg’s duty), and the words like tabu (find out), zhigilu (serve), parizi – parizi (duty) attracts reader's attention and makes expression by repetition method. «Khilish ustinde sert zhok, khymyz ustinde kenes zhok» (There is no oath over the sword, there is no advice over kumys) . In translation: klyatva pod sabley – slovo na veter, sovet za kumisom – sovet bez uma (oath on sword, wasted oath; advice on Kumis, mindless advice . That kind of proverbs can be found often in the novel. The ethnocultural information here was translated by transliteration method, i.e. khymyz – kumis. With words kilish ustinde-khymyz ustinde, the repetition method was used to draw reader’s attention. Though, translation of Sert zhok as slovo na veter was not successful. Phraseology is a regular expression that adds a large part of expressive-emotional language rhetoric. The artworks are used as a figurative approach, artistic nourishment and emotional effect. For example: phraseology in the novel: ant ishu (swearing), tagzym etu (worshiping), pir tutu (cherishing), khara bukhara (ordinary people), khuzirina khuldik uru (to obey), tamirin basyp koru (to explore), uzin arkhan ken ustau (bound hand and foot), asin iship ayagin tebu (to show disrespect), ersili-karsili shubau (to run around), Kydyrdin batasi daru (to be blessed), kiyiz tuirlikti koshpendiler

160 (nomads with felt ). For example, «En soninda Oraz-Muhammed, odan keyin khannin ozi ant ishu rasimin zhasagan edi» . Ant-su ishu is a rite in the traditional legal culture of Kazakh people. Translation: «Poslednim otpil chashu Oraz-Muhammed, i posle nego uzhe otpil sam Khan» (Oraz- Mohamed was last to drink from the cup, and after him Khan drank) . Here ant ishu was translated as otpil, and thus the constant phrase ant-ishu has lost its meaning. Here the interpreter was supposed to make a comment. The most important thing in artistic image is the language of heroes. Readers recognize the appearance of social group through the character, and the hero’s image. M. Magauin did not simplify the heroes’ language in the work, instead he mostly applied for wisdom words, by giving them meaningful, important, impressive, and figurative interpretation. We can find in the language of composition expressive identifiers, rhymed repeated structures, parallel structures, gradation, antithesis, and inversion. Whatever the artistic work, expression words are often used. Each writer tries to use this type of visual impression in creating a particular artistic image in their work, and to apply for expressive words that equally impress both readers’ feelings and thoughts. Thus, expressive language plays a key role in strengthening emotions and expressing thoughts and artistic image. For example, «Kok kuime, kiyiz ui degendi bilmeidi, otirganin tam uige tigilip» . Ethno-cultural information here was given by the words: Kok kuime (blue cart), kiyiz ui (), tam ui (dugout). Traditional Kazakh kuime was given as a cart. Kiyiz ui-yurt is a comfortable home for migrations in spring, summer and autumn. It is the first architectural building in our history. The tam ui-dugout (house) is the Kazakh people’s house used during winter stays, then, after transition to a half-seated and completely sedentary life, these houses began to be built with few rooms. We can see here expressive sentence through inversion of ethno-cultural information. The translation of this information is as follows: «Ne znayut ni povozok, ni yurt, – sidi sebe v nepodvizhnom dome v chetiryeh stenah» (None of them know cart and yurt, and they are just sitting in the unmoving house within the four walls) . The words of povozka, yurta – Kok kuime and kiyiz ui were directly translated. Translation was successful. However, the tam-ui-unmoving house was translated by interpretation by illustration method. «Sur kazy zheimisiz, tonazigan zhambas muzhisimiz? – dedi Ai- Sheshek dastarkhandagi tamakti Oraz-Muhamedttin aldina karai zhilzhitip» . (Would you like to eat sur kazy (beef jerky), or tonazigan zhambas (chilled

161 meat of hipbone)? – said Ai-Shechek, moving dinner table close to Oraz- Muhammed. From this sentence we can see parallel form of one of the attributes of visualization. Here the words of kazy, zhambas, providing ethno-cultural information, create parallel structures with words zheimisiz, muzhimisiz. In translation: «Chto budete: Kazy (Kazi – sausage from the meat, Kazakh delicate) ili holodnoe myaso pryamo iz kosti?» – asked she moving closer the dinner table to Oraz-Mukhamed. Here the word kazy- kazy was translated by transliteration, and zhambas-myaso (meat) was translated by interpretation method. One of the national features of Kazakh people is the national cuisine made from meat and . As we can see, this feature was ignored. The Kazy was commented as sausage from a horse meat, and zhambas was translated as a meat, while zhambas (hipbone meat) was a special part of meal that was served by Kazakh people to only respectable, honorable guests. Food names in Kazakh lexicon provide ethno- cultural information on material culture of nation, including ethical and communicative meaning. Conclusion In short, M. Magauin's historical novel «Alasapyran» is a text that is full of ethnocultural information of our ancestor’s language, religion, spiritual world, and customs as well as the entire historical milestones in the life of the nation. Therefore, it is important to consider these rich literature sources and treasures in a view of national code. It is important to ensure that such values are fully translated into other languages. Thus, if we consider the artisitic text as a unity of language and culture, the proverbs and phraseology in the literature works that describe the past history and culture of the people; the most part of realia-words (non-equivalent words) that has an archaic feature can tell more about the traditional culture and beliefs of the Kazakh people, its history in the nomadic and military period. These phenomena are used in the study of the history, culture and language of the Kazakh people, with the aim of reflecting on historical reality, bringing national color, emotional-expressive meaning, language-narration, and broadening the reader's outlook.

References: Гердер И. Г. Идеи к философии истории человечества. М., 1977. – 703 с.

162 Гумбольдт В. Язык и философия культуры. М.: Прогресс, 1985. – 425 с. – С. 5 Гумбольдт В. Язык и философия культуры. М.: Прогресс, 1985. – 425 с. – С. 203 Magauin, M. Alasapyran: Historical novel. Almaty: Zhalyn. 1981. – 384 p. Magauin, M. Spring snow: Historical novel (translated from Kazakh A. Kurchatkin). Almaty: Zhalyn. 1985. 592 p.

163 KUMLARIN NEM KAPASİTESİNİ GELİŞTİRMEK İÇİN ŞİŞME HİDROJELLERİN KULLANILMASININ DENEYİMİ Alim ASAMATDINOV ÖZET Bir indikatör bitki olarak çam fidelerinin (Pinus Eldarica ve Pallasiana) dikimi ile saha deneylerinin (2018) başlaması, Özbekistan'ın Kyzylkum çölünde bir alandaki nem tutma hidrojellerinin etkisini incelemek için alan deneyleri için tahsis edilmiştir. sağkalım oranı üzerinde kumlu toprak, bitkilerin etkinliği üzerinde su ve besin kullanımı. Kullanılan substrat, pul pul dökülmüş vermikülit ile bir hidrojel karışımı idi. 0,005 olan hidrojelin uygulama oranı incelendi; 0,2; 0,05; 0,1; 0,125; 0,15; 0,2; Toprağın ağırlıkça% 0,25 ve% 0,3'ü. Yapılan testler, su tüketimini azaltmak ve bitkiler tarafından su ve gübre kullanımının verimliliğini artırmak için incelenen hidrojellerin olumlu bir etkisine yol açar. Sonuçlar, çöllerin zorlu koşullarında su kaynaklarının rasyonel kullanımının ve kumlu toprakların tarımsal potansiyelinin artmasının önemini kanıtlayabilir. Anahtar Kelimeler: Hidrojel, Substrat, Kum, Vermikülit, Su, Gübre

EXPERIENCE OF USING SWELLING HYDROGELS TO IMPROVE THE MOISTURE CAPACITY OF SANDS

SUMMARY Started (2018) of the field experiments with the planting of pine seedlings (Pinus Eldarica and Pallasiana) as an indicator plant, a field in the Kyzylkum desert of Uzbekistan was allocated for field experiments to study the effect of moisture-holding hydrogels in sandy soil on survival rate, use of water and nutrients on the effectiveness of plants. The substrate used was a mixture of hydrogel with exfoliated vermiculite. Studied the rate of application of the hydrogel which is 0,005; 0,2; 0,05; 0,1; 0,125; 0,15; 0,2; 0,25 and 0,3% by weight of the soil. The tests conducted lead to a positive effect of the studied hydrogels to reduce water consumption and increase the efficiency of water and fertilizer use by plants. The results can prove the

 Uzbekistan, Tashken [email protected] 164 importance of rational use of water resources and increasing the agricultural potential of sandy soils in the harsh conditions of our deserts. Keywords: Hydrogel, Substrate, Sand, Vermiculite, Water, Fertilizer.

Introduction In a dry areas, the low moisture capacity of sands is the reason why even relatively small amounts of precipitation cannot be fully utilized, since much of the moisture (up to 100–150 mm) goes beyond the root zone. To increase the moisture capacity of the sands, it is proposed to apply a soil of heavy particle size distribution [1]. Among the new promising methods of water retention can be attributed to the use of swelling polymer hydrogels (SPH), various types of which are tested and used to increase the water-holding capacity of sandy soils in arid areas of agricultural facilities under irrigation. One of the important areas of application of the SPH are forestation facilities on quartz sand of arid regions [2]. Highly swelling polymer hydrogels are widely used in modern irrigated farming, gardening, and floriculture to increase water retention and regulate the water regime of soils and soils, mainly of light grain size [3-6]. However, in real soil environments there are a number of factors that can adversely affect hydrogels, reducing their effectiveness as super moisture adsorbents: a decrease in swelling of sandy soils in the hard pore space and under the action of the osmotic pressure of the soil solution or irrigation moisture containing easily soluble salts. Objects and methods of investigation 1. Soil In the experiments we used medium-, fine-grained sand and soil- grounds of the southern part of the Karauzyak district, coordinates 42025′07′′N and 59046′35′′E 99 meters above sea level. Its granulometric composition (according to the sieve analysis) is the following: particles with a diameter> 1 mm – 5,6%; 1,0–0,5 mm 6,4; 0,50-0,25 mm 58,3; <0,25 mm – 29,7%.

165 Table. The Distribution of The Content of Characteristic Elements in The Soil Section of The Karauzyak District (Mg / Kg). Field 1 Field 2 Field 3 %

50 100 50 100 50 100

------

10 10 10

- - -

0 20 50 0 10 50 0 10 50 sm sm sm sm sm sm sm sm sm N 4,8 3,56 4,0 2,65 2,55 2,42 1,8 1,5 1,5 a 2 R 56,9 36,8 68,3 51,1 37,4 38,3 52,6 58,7 62, b 0 C 7,3 6,27 5,89 10,1 9,70 10,1 11,5 11,9 11, s 0 B 736,0 487, 772, 555,0 485,0 504, 967,0 624,0 62 a 0 0 0 9,0 C 56,9 36,8 68,3 51,1 37,4 38,3 52,6 55,7 62, r 0 C 8,2 5,57 5,71 9,86 9,36 9,55 11,6 11,2 10, o 0 M 465,0 391, 389, 496,0 485,0 594, 645,0 624,0 62 n 0 0 0 9,0 F 1,53 1,1 0,98 1,63 1,12 1,92 1,85 1,92 1,8 e 3 S 2,92 2,56 2,23 2,49 3,2 2,45 3,52 1,85 1,4 b 2 H 2,16 1,11 2,17 2,73 2,44 2,44 2,30 2,69 2,8 f 9 S 7,30 6,27 5,89 10,1 9,70 10,1 11,5 11,9 11, c 0 L 20,5 17,6 16,0 26,9 24,9 26,7 33,6 25,3 23, a 0 C 26,7 16,4 21,6 27,0 32,5 33,1 30,4 30,2 29, e 6 S 3,0 2,31 2,34 3,72 3,51 4,19 3,27 3,39 4,4 m 0 E 1,07 0,91 0,73 1,72 - 0,72 0,9 1,01 1,0 u 4

166 T 3,5 2,6 4,6 6,3 2,6 1,9 3,7 2,8 5,2 b Y 1,01 1,16 - - 1,38 1,50 1,20 1,43 2,7 b 9 T 5,15 3,40 3,60 6,38 4,25 4,87 5,27 7,56 5,2 h 5 U 2,2 2,10 - 2,2 0,41 0,20 0,82 0,45 -

Under field conditions, an increase in the moisture capacity of the sand was studied with the introduction of hydrogels (HG-Al, HG-Cr, HG-F) in concentrations of 0.005; 0.02; 0.05; 0.1; 0.125; 0.15; 0.2; 0.25 and 0.3% by weight of sand. Substrates obtained by mixing the swollen hydrogel with expanded vermiculite. First, the obtained substrates were placed on the bottom of the wells, and seedlings were placed on top, and buried with sandy soil. After planting, the seedlings were watered with each seedling with 5 liters of water with 10 grams of Codamin radicular Spain, a product containing an optimally balanced specific amino acids, phosphorus and potassium, which has a nourishing and nourishing effect (amino acids 5.75%; nitrogen 3, 33%; water-soluble phosphorus pentoxide 11.27%; water-soluble potassium oxide (4.02%). 2. Plant For testing in arid conditions, Eldar and Crimea pine saplings (Pinus Eldarica and Pallasiana) were selected, one- and two-year-old, purchased from the Forestry of the Surkhandarin region. The distance between the seedlings is 4 meters. Seedlings were planted by the chess method (Fig. 1.). One of the advantages of this type of plant is drought and frost resistance, a good survival rate to sandy conditions. They grow very quickly, they are unpretentious to the quality of the soil. The best soil for pine is sandy soil. The creation of pine forest belts along railways and highways, and along the perimeter of cities will contribute to the solution of many socio-economic and environmental problems.

167

1 1 1 2 2 2 3 3 3 б с a б с а а б с 1 1 1 2 2 2 3 3 3 б с a а б с а б с 2 2 2 3 3 3 1 1 1 а б с а б с a б с 2 2 3 3 3 1 1 1 2 а б с а б с a б с 1 1 1 3 2 2 3 3 a б с 2 а а б с б с

Figure 1. Chess planting scheme depicted sapling 1 (a, b, c) - 1- year saplings of Crimean pine, 2 (a, b, c) - 1-year-old Eldar pine saplings, 3 (a, b, c) -2x -year old saplings of Eldar pine. Results and discussions At the beginning of May 2018, pine seedlings of Crimean and Eldar were planted on the control variants (1a, 2a, 3a) without using any drugs. In variants (1b, 2b, 3b), seedlings of Crimean and Eldarica pine were planted with mixing of the soil with expanded vermiculite 1:1 ratio. In variants (1c, 2c, 3c), pine seedlings of the Crimean and Eldar forests are planted with a substrate (vermiculite-hydrogel-ground) (Fig. 2.). In the first beds (1a, 1b, 1c, 2a, 2b, 2c), one-year saplings were planted, and in the following beds two-year-old saplings. The depth of the holes is 35–40 cm, and the width is 40–45 cm, respectively.

168

Fig. 2. The figure shows planted seedlings of pines with subtrates hydrogel + vermiculite. Experience has shown that with an increase in the concentration of the hydrogel, the capacity of the root-habitable medium naturally increases. In the control, if the humidity is 11%, then in variants with a maximum hydrogel content of 53%. The most significant increase in substrate moisture content was observed in the hydrogel concentration range from 0,15 to 0,3%. In vegetation experiments with pine seedlings, hydrogels were used in concentrations of 0,005; 0,02; 0,05; 0,1; 0,125; 0,15; 0,2; 0,25 and 0,3% by weight of dry soil. For watering used tap water with the addition of NPK elements during the first irrigation. Subsequent watering was carried out

169 without the use of any drugs. Watering was carried out every two weeks, and the soil moisture of the root environment was measured. In the variants with hydrogels, the survival rate of seedlings was 80- 90%, i.e. was more than in control (40-50%). With maximum doses of hydrogels, the biomass increased by 5-10% and the height of the plants by 4- 5 cm. Dose reduction to 0,125; 0,1; 0,05; 0,02; 0,005% decreases the humidity of the root environment, which is caused, in our opinion, by the deterioration of the air regime of the substrate. Due to the presence of capillary-suspended moisture in the vessels, the moisture content of the substrate in the control during the day after irrigation was within 10-15% of the weight of dry sand, which is twice as high as its smallest field capacity. In the variants with higher doses of hydrogel for the entire period of growth of seedlings, the moisture content was close to the full capacity of the sand. After the final over-irrigation of seedlings in field experiments, they were left until the moisture was completely consumed. In the control, plant drying occurred on average after 23 days; in the variants with hydrogels, the pine lifespan increased by 4-16 days, in proportion to the concentration of the hydrogel; in the experience with hydrogels, the longest life expectancy of the pines was, as expected, with large doses of the drug 0,15; 0,2; 0,25 and 0,3%. Performed experiments with hydrogels suggests that their introduction contributes to a significant increase in the moisture capacity of quartz sand: placing NPG at a concentration of <0,3% at a depth of more than 30-40 cm increases the smallest moisture capacity by 1,5-2,5%, in the surface layers by 5 -ten%. The low ability of an NPG to counteract external forces indicates that when using them for reclamation of quartz sand at forestation sites, the calculation should be carried out on a natural duty cycle of 35-40%. Within these limits, the moisture accumulating effect of PNH is possible; sand capacity can increase from 5-6% (the smallest field capacity of medium- and fine-grained sand) to 20-25%, i.e. 15-20% by weight of the skeletal part. Based on the data of field work, where the introduction of hydrogel at the rate of 10-15 g / soot increased the moisture capacity of sand to a depth of 21 mm, which is 210 m3 / ha, one can speak about the considerable prospects of this method of increasing the moisture capacity of quartz sand during forest cultivation. Since the introduction of NPG into the soil is accompanied by the loosening of sand, the overall porosity of the

170 latter increases, and the conditions for the swelling of the hydrogel are improved. Therefore, you can increase the effective dose of the drug. On the other hand, the noted migration of APG deep into the sandy strata may make it possible to reduce the depth of introduction and thereby reduce the cost of performing this operation. According to the data of the studies performed, it is also possible to judge the permissible concentrations of PNH in the sands. Based on the requirements of aeration of the substrate, as well as the ability of the hydrogel in the thickness of the sand to absorb moisture 1,0-1,1 thousand times its own weight, the concentration of NPG should not exceed 0,02%.

Bibliography Гусиков А.Ф. Повышение плодородия песчаных почв путем оглинизации. // Сборник науч.тр. ВНИАЛМИ. Волгоград, 1981. -С.36- 42. El-Hady O.A., Azzam R. The potentiality for on creasing plant available water in sandy soils using PAM-62. // Egypt.J.Soil Sci. –1983. - №3. -P.243-257. Будников В.И., Синкин В.В., Стрельников В.Н. Исследование водосорбционных характеристик наполненных акриловых сополимеров // Журн. прикл.хим. 2010. Т. 83. № 8. С. 1233–1408. Казанский К.С., Ракова Г.В., Ениколопов Н.С. Сильнонабухающие полимерные гидрогели как влагоудерживающие почвенные добавки // Природные ресурсы пустынь и их освоение. Ашхабад: Ылым, 1986. С. 147–148. Смагин А.В., Садовникова Н.Б. Влияние сильнонабухающих полимерных гидрогелей на физическое состояние почв легкого гранулометрического состава. М.: МАКС Пресс, 2009. 208 с. Стрельников В.Н., Будников В.И., Синкин В.В. Полимерный гидрогель в технологии орошения почв // Аграрная наука. 2007. № 10. С. 18–19.

171 BAĞIMSIZ KAZAKİSTAN'DAKİ TÜRK İNSANLARININ ŞİİRİNDEKİ ULUSAL BİRLİK KONUSU Shynaray D.BURKITBAYEVA ÖZET Makale, bağımsız Kazakistan'daki ideolojiyi ve bağımsız Kazakistan'da yaşayan Türk kardeşlerin Türk, Uygur, Özbek ve Tatar şiirlerindeki milli kimlik kavramını analiz ediyor. Bağımsızlığın ilk günlerinden itibaren düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ruhu, Kazak ülkesi, genel Türk ruhu açıktır. Buna ek olarak, makalede her diasporadan kelimeleri şairin iki şiirine çevirmeye çalıştık. Ayetlerle temsil edilen ayetleri analiz ettik ve sunduk. Atalarımızın temeli olan "Mangilik Yel" (Ebedi Ülke) ideolojisini desteklemeyi amaçlayan Kazak halkının desteklenmesi ve propagandası, bağımsız Kazakistan'da yaşayan Türk halklarının tek hedefi ve eşsiz sloganıdır. Anahtar Kelimeler: Bağımsız Kazakistan, Türk Halkları, Şiir, Ebedi Ülke, Milli Kimlik. NATIONAL UNITY IN THE POETRY OF THE TURKISH PEOPLE IN INDEPENDENT KAZAKHSTAN

SUMMARY The article analyzes the ideology in independent Kazakhstan and the concept of national identity in the Uyghur, Uzbek and Tatar poetry of Turkic, fraternal peoples living in independent Kazakhstan. From the first days of independence, the spirit of freedom of thought and freedom of speech, the Kazakh land, the general Turkic spirit is obvious. In addition, in the article we tried to translate the words from each diaspora into two poems of the poet. We have analyzed and presented verses represented by verses. Support and propaganda of the Kazakh people, aimed at supporting the ideology of "Mangilik Yel" (Eternal Country), which is the basis of our ancestors, is also the only goal and unique slogan of the Turkic peoples living in independent Kazakhstan.

 Al-Farabi Kazakh National University Faculty of Oriental Studies Chair TURKSOY Doctoral student Almaty, Kazakhstan;е-mail:[email protected]. 172 Keywords: Independent Kazakhstan, Turkic Peoples, Poetry, Eternal Country, National Identity.

Introduction It is true that most of the Oriental peoples inhabiting the Earth are Turks. The Turks have survived the immigration of their nomadic lifestyle. There are many Turkic peoples living in our independent country. They all live in the ancient Turkish homeland - on the Kazakh land in different situations. First of all, Turkic peoples (Uighur, Bashkir, Uzbek, Tatar, and Karakalpak) wish more wide Independence for Kazakhstan. They realize that they can have a happy life only in the Kazakh land. The first official state-of-the-country ideology, that is the idea of "Mangilik Yel" - "Eternal Country", became a significant event published on January 17, 2014. After all, this idea is a concession from the national idea of the Republic of Kazakhstan. That is, the idea of "Mangilik Yel" is also a unique historical objective and heroic slogan of compatriots, including the native Turkic peoples who live in our homeland. This idea is not only the purpose of the Kazakh people for centuries, but also the achievement of the Kazakh people through the efforts of selfless labor and continuous actions on the way of independence. Analysis. The idea of “Mangilik Yel”, founded by wise Tonykok in history, has been realized by the Turkic Turks before XIII century and nowadays it is the main slogan of the Kazakh people. Nowadays, this idea serves to strengthen the whole of Kazakhstan's homeland. The Turkic people living in the country, who understand this, are sincerely glad that Kazakhstan is the eternal country, the strongest of its emptiness. The poet Abdumezhit Doolatov, who gave a speeches to the collection of poets of Uyghur poems "Kazakhstan is my Homeland" «Қазақстан охшаш гөзәл мәмликәттә яшаватқан, униң гүллинишигә үлүш қошуватқан хәлиқниң қәләм тутқан вәкиллири “ Қазақстан - менің Вәтиним ” намлиқ китапни чиқирип, алдиңларға қойди...... Бу китап – Қазақстандики уйғур хәлқиниң өз мәмликитигә нисбәтән жүрәк нидаси “ Достлуқни, әркинликни, течлиқин сөйген хәлқимизниң есил тилиги!.., ...Қазақстан тәвәсидә яшаватқан онлиған милләтләр қатарида уйғур хәлқиму бу йәрдә илгиридин чоңқур томур тартип, уни өзиниң дуниядики әң тәвәрүк жайи дәп тилға алиду.

173 «Униңсиз бизгә һаят йоқ, яхшилиқ йоқ», дәп һәр қандақ йәрдә ейтқини ейтқан. Биз уйғур әвлади буларниң һәммисини чоң әждат ағзидин аңлап өстуқ вә өсүватимиз.», [13. б.10] "he wrote. Translation: "Representatives of the people who live in a wonderful country like Kazakhstan, who are contributing to their prosperity, have published and published the book "Kazakhstan is My Homeland ".... This book is a heartwarming manifestation of the Uighur people in Kazakhstan, "The good wishes of our people who love friendship, freedom and equality ...! / ... Among the dozens of nations living in Kazakhstan, the Uighur people consider this land a land of their own in the world, which is growing and growing. "There is no life without it, no good" - said everywhere. We are growing up and growing from the Uighur generation through the words of our great ancestors. " One of the Uighur folk poets, who glorified their gladness when the Kazakh nation gained independence was M.Abdirakhmanov. The poet wrote in his poem "Kazakh Dosyma (To Kazakh Frend): "How do you value your happiness? ?! / One of us is the one, I'm not sure of anyone. / Uighur-Kazakh could not place in the country, and it became a refuge. " A poet who sincerely admits that the blood-beloved Kazakh nation is an independent state, says that the Uighurs are happy in this new history. The heart of a friend, relative of the nation, who was glad for all the fruitful and victorious works of the Kazakh people, : "I look at you with envy. / Do not be delighted with your friend is a grave sin! / My soul sometimes hits, Pedestrian/ As normal as shooting ... \ How much have you done to my heart? / Be glad now, Zhadyra! Smile! / When your tongue speaks out of space, / My tongue is immortal". The fact that the Uighur dresses in Kazakhstan are blue, Uighurs are well-fed is conveyed in the following lines: "... Uyghur considers himself well-fed in this country, and a gray-haired old man cries far away. / if broken Eagle wings of the country, How are your bones torn to pieces? " [7. p .150]. In the poem "Kazakh Dosyma" by another poet, Patigul Makhsutova, we can see an unconditionally warm attitude towards our land, our country, our people, our independence: "When it comes to independence, freedom, what wonderful isKazakh liberty, When Kazakh poets exulted - The dark nights were left behind...

174 I also exulted together with my friends and I sang along, I sang, It 's just as easy to achieve this dream. I was surprised to see my bird of happiness My native land is Kazakhstan, I am bound with you. Kazakh friend, I am destined to be with you fate He says: “when it’s sadness for me, I talked to you, joked... " [8. p.10]. We see the talent of the Uyghur poetess Khurshida Ilahunova from the song "Independent Kazakstan" for the sincere gladness of Kazakh independence, the country's development, the unity within the country and the love of the Kazakh people. «Миң өлүп, миң тирилгән» бағрим қазақ, / Азатлиқ туғини көккә көрәрдиң сән. Күткәндиң бу мубарәк күнни узақ, / Тәғдирниң буйруғида көкәрдиң сән. / Мустәқил Қазақстан әзиз макан, / Теғиңдәк қәддиң бүйүк турувалдиң. / Қийинчилиқ чүшти башқа, йәңдиң аман, / Астана – тажу – тәхтни қурувалдиң...». Translation: "Thousands of people died and thousands came to life” / my ancestors are Kazakhs / You have raised liberty flags to the sky. / You are waiting for this blessed day for a long time, / By fate you turned blue. / Independent Kazakhstan is a glorious place / / Along the mountain, like the hills / difficulties, survive, / Astana - the crown of thrones ... ". (Literal translation is made by the author) [9, p. 99]. One of the Turkic peoples living in the independent Kazakhstan are Uzbeks. They consider themselves one soul and the same blood with Kazakhs. From the poem "Kazakhstan"of the Uzbek poet Zohid Abdirakhimov, we see that the poet considers himself Kazakh and soul and body. We have a sovereign country, we have our own, and the spirit of ancestors is grateful to us, and the poet's saga is one of our ancestors, one of us is one of our souls. «Жонажон юртимнинг боғлари бустон, / Эзгуликка хар дам қалби нурафшон, / Сени деб яшайман хар вақт, хар қачон, / Гуллайвер, яшнайвер, хур Қозоғистон!... / ...Мустақил Ватанмиз, байроғимиз бор, / Боболарнинг рухи бизга мададкор, / Шу сабабли дейман такрор ва такрор, / Гуллайвер, яшнайвер, хур Қозоғистон!». [10. б.58]. “My country is full of flowers, hearts full of

175 gladness / Every moment that you live, always, / Blossom, live, free Kazakhstan! ... / ... We have Independent Homeland, our Flag, / Ancestral Spirit Helps Us, /Thats why I repeat, repeat and repeat, " Blossom, live, free Kazakhstan! " (Literal translation is made by the author). Another Uzbek poet Shoahmad Shopulatov's poem "This is my Homeland – my Kazakhstan" also shows that the Uzbek brothers living in our country have entrusted their destinies to the Kazakh state, the Kazakh nation. It connects all the wealth of this world with happiness, joy and peace only with Independent Kazakhstan. Translation: «...Тинчлиик-омонликни кузлар юртбошим, The peace-loving nation, Умидим – тукилмас асло куз ёшим, My hope is never to cry, Зулматлар чекиниб, балқир куёшим, Evil is gone, shine my sun Бахтлиман Ватанда, бутундир ноним, I am happy in my homeland, I have a bread, Бу менинг Ватаним – Қозоғистоним. This is my homeland - Kazakhstan. / Миллатлар иттифак, епиқ қурғоним, Nations in unity, closed wall, / Теграмда елкодаш дустим, уртоғим, My friend, my companion, my native / Шу менинг хаетда ишонган-тоғим, That's what I believe in my life / Бу менинг Ватаним – Қозоғистоним» This is my homeland- my Kazakhstan. [10. б. 9-10]. (Literal translation is made by the author) In the poem of the Uzbek poet Manzilobod Kourbonkhozhiyev "Vastness of Kazakhstan", you will see the grateful Uzbek brother, who was warmly welcomed by the warmth of the Kazakh people. «Кенгликлар

176 худуди озод Қозоғистон, / Менинг элим, менинг гавхар тупроғим. / Кенгликлар диери – бу чексиз макон, / Хар гиех, хар зарра – кузда қароғим, / Даласидай юраги кенг қозоғим!..., / ...Чексиз кенглик сари қозоқ фазогир, / Туркийлар наслидан бу илк қалдирғоч. / Форобий, Чуқон фанда кенгликдир, \ Ут юрак қозоқнинг еши кузинг оч, / Эзгулик маъданин дуне узра соч!..., / ...Астанам навраста бир юлдуз мисол, / Дустлиқ каммолотнинг нурини сочар. / Хар бир анжуманга дуне халқи лол, / Эзгу ниятларга бағрини очар, / Тинчлик билан бизда тириклик кечар...» [11. б.68-69]. Translation: "Territory of vastness Independent Kazakhstan, /my country, my precious land. / The side of wide vastness - is an infinite space, / each piece, every part of it, like an apple of the eye, with his heart as wide as its fields, my kazakh. / free Kazakh man is wide as infinity / This is the first legacy from Turkic ancestors / Farabi, Chokan were wide in science / / friend of the brave Kazakh open your eyes / scatter good in the world ... / ...My Astana is like a star in the sky / It sows the light of friendship and humanity. / People around the world will attend the world convention / / It opens the soul for good will, / We live in peace ... "(Translated by the author) The Tatar poets also have a place among the Turkic peoples of Kazakhstan. Tatar poets create their works in the framework of the general direction of development of Kazakh poetry. The well-known representatives of Tatar poetry in Kazakhstan is influenced by the poems of G. Tokay, M. Jalil. Kazakh Tatar poets develop civic lyrics within the framework of traditional Turkic patriotism, for example, G.T. Khairullin’s "Zhambyl", "Tatars", F.A. Abubakirova’s "My Kazakhstan - my destiny", "October, October," You are in my heart " , “All this is about us", "I am proud of being Tatar!", N.Yusimova's "Our roots in ", "Our ancestors", "To Mukagali Makatayev" and others. Poets and poetry, preserving the national identity and language of the people of Tatar and Kazakh people, respecting indigenous peoples, respecting the continuity of Turkic traditions. The poems of such poets as R. Shakirov, F. Fayzullina, G.Gallyamova and others are constantly published in the country's publishing houses during the last decade of the 20th century and the first decade of the twenty-first century. For example, G. Khairullin's "Tatar people" (2005), " Homer mystery" (2009), "I went on my way" (2012), etc., by R. Abdusalyamov's "Good

177 years" (2008), " (2012), etc., " Our unforgettable personalities " by N.Usmanova (2009), "The national messages of Tatars", "Sagish" (2013), etc. Poetry of Tatar poets in Kazakhstan is evaluated in the light of the continuity of the classical literary process. The number of Russian-speaking Tatar poets living in the Kazakh land is also considerable. One of them is the fragment from Firuza Abubakirova's song "My Kazakhstan – My Destiny!". Так исторически сложилось, With the fate of destiny, И так судьба распорядилась, And so fate decreed, Что породнил всех Казахстан, What made all the people natives in Kazakhstan, Отчизною любимой стал! It became beloved homeland! ...Казахов, турков и корейцев, ...of Kazakhs, Turks, Koreans, Славян, татар, узбеков, немцов, Slavic, Tatar, Uzbek, Germans. Чеченцев, греков и других, Chechens, Greeks and others, По духу близких и родных! [12,19] A friend of a relative! (Literal translation is made by the author) Conclusion In short, the Turkic poetry in Kazakhstan is at the forefront of the present day, with new creative achievements. The people of the independent Kazakhstan are welcoming the third millennium on a great journey. The purpose of the Kazakh people - the owner of his land, it is clear. The set purposes and tasks are also a way of life for all nationalities living in the Kazakh soil. It is clear that these goals and tasks will provide a decent, historical place in the world community of Kazakhstan. In this great trip, all the nations living in Kazakhstan must jointly support and support the Kazakh people. In turn, the land of the shanyrak, the owner of the land, is the caravan of this great migration, and it is necessary to unite all nations in strengthening the wealth and power of our Motherland, and to preserve and develop the culture of each nation. It should always keep in mind that whether it is a Turkic diaspora in the country or any other diaspora.

178 REFERENCES Contemporary literature of the people of Kazakhstan, under. ed. S.V. Ananieva. Almaty: Evo Press, 2014-488p. Literature of the peoples of Kazakhstan. - Almaty: SIC “Gylym”, 2004. -352p. Turkic peoples: Encyclopedic reference book. Ch. Edited by B.G. Ayagan. - Almaty: Kazakh Encyclopedias CJSC, 2004-384p. Ahıska Turks in all aspects, Shymkent – 2004 Khayrullin G.T. History of the Tatars. –A.: Kazintergraf, 1998. -178p. Abdrakhmanov M. An overview of development processes. - (Articles, verses) Chonja: Zhazushi, 1999 .—222p. Abdrakhmanov M. Findings. –Almaty: Bilim, 2004. -472 p. P. Makhsatova. I hope you. Trans. from uygur lang. D. Baytursynuly. -Almaty, Zhazushi, 2016. -168 p. H. Ilahunova. The motherland smells like my mother. –Almaty: “The World” in Noshriyat, 2015 -332 p. Stream of flowers. (compilation) –Almaty: “Dala”, 2003. -66 p. Poets and writers of Turkestan. (compilation) –Turkistan, 2013. -152 p. Abubakirova F. And this is all about us. Kyzylorda: Publishing House Polygraphy LLP, 2007. -110p.

13. Kazakhstan is my homeland. (Collective group). Almaty, 2008. 220 p.

179 ORTA YÜZYILLARDA TÜRK-MOĞOL KABILELERININ TARIHÇESI VE ŞECERESI (FARSÇA KAYNAKLARINA GÖRE) Botagoz TOLIMBETOVA ÖZET Cengiz Han döneminde Avrasya bozkırlarında yaşayan aşiretlerin tarihi ve kültürü hakkında bir takım Doğu kaynakları var. Bugüne kadar, çok sayıda kaynak keşfedilmemiş kalır. Orta Asya'nın tarihi hakkında daha fazla bilgi edinmek için, bazı Farsça kaynaklarına aşina oldum. Bu makalede, Orta Çağ'da Avrasya bozkırlarında yaşayan Türk-Moğol kabilelerinin tarihçesi, şecere ve kültürü tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Cengiz Han, Orta Asya, Farsça Kaynaklar, Türk- Moğol Kabileleri.

HISTORY AND GENEALOGY OF THE TURKIC-MONGOLS OF THE MIDDLE AGES (ACCORDING TO PERSIAN SOURCES) SUMMARY There are a number of Eastern sources on the history and culture of the tribes living in the Eurasian steppe during the reign of Genghis Khan. To date, a number of sources remain unexplored. In order to learn more about the history of Central Asia, I familiarized myself with some Persian sources. This article discusses the history, genealogy and culture of the Turkic- Mongolian tribes who lived in the Eurasian steppes in the Middle centuries. Keywords: Genghis Khan, Central Asia, Persian sources, Turkic- Mongolian Tribes.

Орта ғасырдағы түркі-моңғолдардың тарихы мен шежіресі (парсы деректері бойынша) Моңғолдардың тарихын зерттегенде Шыңғыс хан дәуіріндегі моңғолтану және түркітану салаларын бөліп қарастыруға болмайды. Себебі олар ежелден тағдырлас, тілі төркіндес, этномәдениеті желілес, киіз туырлықты көшпелі болмысы бір халықтар. Демек, түркі-моңғол

 Oriental Studies Humanities Master (Almaty, Kazakhstan) 180 тайпаларының тарихын ғылыми тұрғыдан зерделегенде бұл екі саланың зерттеулері бір арнаға келіп тоғысатыны ғылыми жолмен дәлелденген. Ұлы даланың тарихы сонау хұндардан басталып, түркі-моңғолдарға дейін жалғасып жатыр. Түркі-моңғолдар немесе нақты бір тұлғаның тарихы мен шежіресіне қатысты жазылған тарихи шығармалардың басы міндетті түрде Оғыз ханның шежіресімен басталады. Бұл дәстүр алғашқы дереккөздер болып табылатын парсы дереккөздерінен бастау алды. Алайда, олардан кейін жазылған түркі тіліндегі шығармаларда толықтыруларымен көптеп кездеседі. Хулагу ханның тұсында өмір сүріп, тарихи оқиғаларды көзбен көріп, қанды соғыстардың арасында болған Жувейнидің «Тарих-и жахангушай» шығармасы құнды болғанымен, түркі-моңғол тайпалары жөнінде толыққанды деректерді Рашид ад-Диннің «Жами ат-тауарих» еңбегінен таба аламыз. Автор еңбегінде түркі-моңғолдар тарихын Оғыз хан тарихынан бастап тарқатады. Рашид ад-Дин пайғамбар Нұқтың (ғ.с) ұлы Яфес, оның ұлы ,) اورخان( Орхан ,)قراخان( төрт ұлы: Қарахан )ديب باقوی( Диб Бақойдың есімдерін атап өтіп, көшпенді )کزخان( және Козхан ) کرخان( Курхан қауымынан тарайды деп )اوغوز( түркілерді Қараханның ұлы Оғыз жазады1. Ал, Әбілғазы Баһадүр ханның «Түрік шежіресі» шығармасында Оғыз ханның әкесі Қараханды Моңғол ханның ұлы деп жазады2. Яғни, «Түркі шежіресі» бойынша түркілердің генеалогиясын тізбек түрінде көрсетер болсақ: Нұқ→Яфес→Түрік→Түтік→Елше хан→Деббақой→Күйік хан→Алынша хан→Моңғол хан→Қарахан→Оғыз хан.Енді осы «Жами ат-тауарих» шығармасында көшпелі түркі-моңғол тайпалары жайында айтылған деректерге тоқтала кетейік. Рашид ад-Дин бұл еңбегінде шығу тегі ерте заманнан бастау алатын тайпалар туралы нақты деректер аздығын айта келе, тайпаларды екіге бөліп қарастырады: бірінші бөлімі алғашында басқаша аталып, кейіннен моңғолдар атауын иеленген тайпаларға арналған. Ол халықтар бірнеше тармаққа бөлініп, әрқайсысының нақты атаулары болған. Атап айтсақ, жалайыр, сунит, меркіт, курлаут, тулас, тумат, булагачин, карамучин, урасут, тамгалык, таргут, ойрат, баргут, кори, төленгут, кесутами,урянка, куркан және сукаит. Екінші бөлімінде жоғарыда

.бет 29 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی 1 2 Әбілғазы. Түрік шежіресі.- Алматы:Aна тілі, 2006. (Көне түркі тілінен аударған: Б.Әбілқасымұлы филол.ғ.д.). 17 бет. 181 аттары аталған тайпалармен қатар өмір сүрген, бірақ моңғол атауын ерте заманнан иемденбеген тайпалар жөнінде баяндалады. Олардың саны шексіз. Атауларына және олардың тармақтарының әрқайсысына жекелеп мәлімет бере кетеді. Олар: керейт, найман, онғут, тоңғут, беркин, қырғыздар. )ارکنه قون( Есімдері аталған тайпалар Арғун немесе Эркене ғунге кеткен екі адамнан таралған деген аңыз бар. Көбейіп, төрт жүз жылда моңғолдардың саны басқа халықтармен толығады. Яфестің есімін Абулже хан немесе Абубже деп беріледі. Ол жайында Рашид ад Дин ترکان يافث را ابوبجه خان )ابولجه( خوانده اند و محقق نمی دانند که » :былай деп жазады :Аудармасы .[62,29] ابن ابوبجه خان پسر نوح عليه السالم بوده, يا فرزاندزاده او.« «Түркілер Яфесті Абубже (Абулже) хан ретінде біледі және зерттеушілерге Абулже хан Нұх (ғ.с) пайғамбардың ұлы немесе ұрпағы болғандығы белгісіз».Ал,енді Әбілғазы Баһадүрдің «Түрік шежіресі» атты еңбегіндеИафес туралы былай дейді: «Иафесті біреулер пайғамбар еді дейді, біреулер пайғамбар емес дейді. Иафес атасының әмірімен Жуды тауынан кетіп, Еділ мен Жайық суының арасына қоныс тепті. Екі жүз елу жыл онда тұрып, опат тапты. Иафестің сегіз ұлы бар еді, ұрпақтары көп болды. Олар мыналар: Түрік, Хазар, Сақлап, Орыс, Мең, Шын, Кеймар, Тарих. Иафес өлерінде өз орнына үлкен ұлы Түрікті отырғызып, өзге ұлдарына: «Баршаңыз Түрікті патша біліп, оның сөзінен шықпаңыздар»,– деп өсиет қылды»3. Түркі-моңғол атауы қатар айтылатынын да тілге тиек етіп атап өтеді. Оғыздың қауымындағы әр тайпаларға қысқаша тоқталып, олардың сол кездегі қоғамдағы рөлі мен орны жайында мағлұмат اوغوز ايشان را نام ايغور نهاد و معنی اين نام که لغت ترکيست. بپارسی آنست که بما .береді :Аудармасы .4«پيواست و مداد و معاونت کرد.و اين جماعت همواره با اوغوز می بودند «Оғыз оларды ұйғыр деп атаған, бұл сөз түркінің сөзі, оның парсыша мағынасы–бізге көмекпен қосылған. Және бұл қауым Оғыздың жақтасы болған». Махмұд Қашғари ұйғыр тайпасы туралы нақты анықтама бермейді,тек Ұйғыр жеріне жақын орналасқан жерлер мен тайпалардың атауын (Тарим, арамут,тауғаж) атап көрсетеді5.

3 Әбілғазы. Түрік шежіресі.- Алматы:Aна тілі, 2006. (Көне түркі тілінен аударған: Б.Әбілқасымұлы филол.ғ.д.). 18-20 бб. 3 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی 4 5 Махмуд ал- Кашгари. Диван лугат ат-турк. (Перевод и предисловие З- А.М.Ауэзовой)- Aлматы: Дайк- пресс 2005. 145-253 бб. 182 Ал, қазақтың белгілі ақыны, ойшылы Шәкәрім Құдайбердіұлы «Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі» атты еңбегінде түркілердің шежіресін сонау Адам атадан таратып жазады. Оны сызба түрінде көрсетер болсақ: Адам ата→ Шиш → Ануш → Қинан → Миһаил → Берді → Ыдырыс пайғамбар (Ахнух) → Матушлих → Ламак → Нұқ пайғамбар → Яфиш. Түркі халқы Нұқтың ұлдарының бірі Яфиш (Яфес) нәсілінен тарағандығы мен барша адам балалары Нұқтың осы үш ұлынан тараған деп баяндайды: «Нұқ пайғамбардың уақытында адам балалары бұзықтық қылып, діннен шыққан соң, Алла тағала қаһар қылып тофан суын жіберіп жер жүзіндегі адам, жан-жануардың бәрі қырылып, Нұқ пайғамбар үш баласымен кемеге кіріп аман қалыпты. Осы күнгі барша адам балалары сол Нұқтың үш баласы Сам, Хам, Яфиштің нәсілі». Сонымен қатар, «Тарих ғумуми» атты кітапты атай отыра, сол кітапта қай халықтың Нұқтың ұлдарынан тарағандығын көрсетеді. Мәселен, Яфиш нәсіліне түрік, иран, юнан, қытай һәм еуропадағыларды, ал Сам нәсіліне араб, асур, ғилдан, феникә, қартажа, ғибрани, мысырларды; Хам нәсіліне хибіш, судан, зенгибар, барша қара түсті жұртты жатқызғандығын жаза кетеді6. Ал, Әбулғазы баһадүр ханның «Түрік шежіресі» еңбегінде Яфиштің сегіз баласы бар деп көрсетеді: Түрік, Қызыр, Сақлап, Қытай, Кәмары, Тарих, Жапон, Мәнжұр. Соның ішінде Түріктің төрт баласы бар: Тұтық, Хакил, Бірсіжар, Амлақ. Барша һұн, мажар, балғар, аулах, ауар, мағұл, татар, мәнжу, фин, жоңғар атанған халықтар түрік нәсілі деп атап көрсетеді7. Шәкәрім Құдайбердіұлы жоғарыдағы аталмыш еңбегінде татар мен моңғолдардың шығу тегін көрсеткен: «Түріктің баласы Елжа хан, оның баласы Дип Бақұй хан, оның баласы Күйік хан, оның баласы Аланчы хан. Мұның уақытына шейін халық мұсылман еді. Сол кезде бұзылып суретке табынды, Аланчының екі баласы татар, мұғұл. Аланчы қол астындағы елін екі баласына бөліп берген соң, Татар қол

6 Ш. Құдайбердіұлы. Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі. –Астана: Фолиант, 2008. 38-39 бб. 7 Әбілғазы. Түрік шежіресі.- Алматы:Aна тілі, 2006. (Көне түркі тілінен аударған: Б.Әбілқасымұлы филол.ғ.д.). 38-39 бб. 183 астындағы ел татар атанып, Мұғұл қол астындағы ел мұғұл атанды дейді»8. Сонымен қатар, Ұйғыр қағанаты құлаған соң, Шыңғыс хан билік құрғанға дейінгі Моңғолияның сол тұс күнбатыс шетінен басқасын түрік аталған халықтар билеп тұрғанын жазады: «Мұғылдан әрбір кішкене таптар қалса да, бірігіп ханлық жасай алмады. Ол таптарда ертерек Бае гін, яғни арғын табы күшті еді. Шыңғысхан тұсында наймандар күшті болып, екі хандық болып тұр еді. Және бір күштірек табы керейіт, яғни керей еді һәм көп татар бар еді. Бірақ олар бөлек бөлек болып тұрғаннан күшсізірек еді. Шыңғысхан басында керейге сүйеніп, мұғылды аз-аздан жинап, татар һәм меркітпенен жауласып, ең бұрын найманға соқтығып, оны алып, ақырында таман мұғылды түгендеп алғанда, отырықты болып қалған түріктер көшіп қашуға жерін қимай, бірталай ел мұғылға қарап қалды. 1300-ші жылдар шамасында ол қалғандар ониут жалайыр, найман, керей дегендей, һәр түрлі рудан еді. Сол себепті олар «қалмақ» деп аталады»9. Сонымен қатар, Ш. Құдайбердіұлы Шағатай ұлысындағы тайпалардың қатарына арғынут, яғни арғын, керейіт, яғни керей, дұғлат, яғни Ұлы жүздегі дулат, курлуут, яғни қарлық, қаңлы, қырғыздарды жатқызып, олардың көшіп жүрген жерлерін атап өтеді: «қырғыздар бұдан керейлер Қара Ертіс пенен Барлық һәм Еренқабырға арасында, арғын найманменен Еміл өзенінен Қараталға шейін һәм Нұра өзеніне шейін көшіп жүрді. Қырғыз осы күнгі орнында жүрді». Сондай ақ, Жошы ұлысындағы тайпаларды да атап, Жошы ұлысының бытырағанын баяндап береді: «Жошы ұлысының күншығысындағы елі Дешті Қыпшақтағы көп қыпшақ һәм бұл жақта алшын еді. Азырақ арғын найман бар еді. Күнбатыстағы елі половцылардың қалғаны еді. Және әртүрлі түріктер һәм қыпшақтан қосылған ноғай атанған елдер бар ды. Жошы ұлысы ақырында әрбір кішкене хандыққа бөлініп, бытырады. Оның себебі шын аты Темір хан, лақап аты Ұлық Мұхаммед хан деген бір атақты хан 1446 жылы өлген соң, ноғай хандары ханлыққа таласып бүлінген». IX- XII ғасыырлар аралығында Моңғолия аймағында он екі тайпа ел қоныстанған. Ол тайпалар: тайчығұттар, үш меркіт, керейттер,

8 Махмуд ал- Кашгари. Диван лугат ат-турк. (Перевод и предисловие З- А.М.Ауэзовой)- Aлматы: Дайк- пресс 2005. 39 б. 9 Сол кітапта 52 бетте. 184 жүркендер, жажирандар, қарлұқтар, ойраттар, түметтер, ұйғырлар, наймандар, татарлар және шүршіт. Бірсыпыра тарихшылар сол кездегі моңғол тайпаларын екі үлкен топқа бөлініп, оларды «нирун» (ақсүйек моңғолдар), «дәрлекин» (қараша моңғолдар) деп атайды. Мәселен, «Моңғолдың құпия шежіресі» нирун моңғолдарына 27 тайпаны жатқызады. Рашид ад- Диннің «Жами ат-тауарих» шығармасында олардың саны 16 деп көрсетілген, ал француз тарихшысы К.Д’Оссон осы тармаққа 21 аталықты кіргізеді. «Құпия шежіре» моңғолдардың дәрлекин тобына үш тайпаны кірістірсе, Рашид ад-Дин осы бөлімді сегіз рудан таратады. К.Д’Оссон бұларға он үш тайпаны жатқызған. Соңғы тарихшы түркі тектес қоңырат тайпасының төрт аталығын моңғолдың «дәрлекин» тобына қосып жіберген. Ал, З. Қинаятұлы ойраттың он аталығын, жалайырдың он, керейттің сегіз, меркіттің үш, уақтың төрт руын қосып, XI-XII ғасырларда Моңғолия аймағында жүз елуден астам тайпалар қоныс тепкен деп тұжырымдайды. Түркілердің ерте кездегі тарихы жайында қытай тарихшылары жазып қалдырған. Түркі-моңғол тайпаларының қоныстанған жерлері туралы Ш.Құдайбердіұлы қытай жазушысы Юуан Шауу ми шидің сөзіне сілтеме жасай отырып, «Шыңғыс ханнан 750 жылдай бұрын қара қытай менен шүршіт билеп тұрғандағы Мағұлстан жұртының тұрған тұрағы мынау оң тұс күншығысында татаби, яғни ониут, оның сол жағында татар, оның сол тұс һәм күнбатысында керейіт, жалайыр, маңғұл. Онон менен Керуленде, оның күнбатысына Тамыр һәм Орхоннан Ертіске шейін найман, оның сол тұсында меркіт және Құса көл менен Таннуаулада ойрат һәм тоба және һәр түрлі тоғайлы аталғандар Енисейде қырғыз менен оған қараған ұсақ ел бар. Оның күнбатысында телес бар еді»10 деген дерек келтіреді. Көшпенді түркі – моңғол тайпаларының XIII-XIV ғасырлардағы тарихы туралы деректерді ортағасырлық ең алғашқы дереккөздерден кездестіруге болады. Солардың бірі, Хулагу билеген тұста өмір сүрген тарихшы Рашид ад-Диннің «Жами ат-тауарих» атты парсы тілінде

10 Махмуд ал- Кашгари. Диван лугат ат-турк. (Перевод и предисловие З- А.М.Ауэзовой)- Aлматы: Дайк- пресс 2005. 52 б. 185 жазылған еңбегінің бірінші томынан түркі-моңғол тайпалары жайында көптеген деректерді кездестіреміз: тайпасы cоғыстарда Оғыз қауымымен жақтас )قنقلی( Қаңлы болған. Тайпа туралы Рашид ад-Дин «Жами ат-тауарих» шығармасында اين قوم در وقتی که ديگران اولجای و غارت و غنيمت کردند و بر چهار پايان » :былай дейді بار می کردند، از استنباط خاطر خود گردون را بساختند و اولجاها و غنايم و اموال خويش بر آن بار می کردند و گردون را بترکی قنقلی گويند و آن قوم را بدانسبب بنام قنقلی موسوم گردانيدند.« 11 . Аудармасы: «Басқалар оңай олжа мен ұрлық арқылы халықты тонағанда бұл қауым өздерінің қамын ойлап арба жасаған және олжадалары мен байлықтарын, дүниесін сол арбаға артатын болған. Ол арбаның түркі тіліндегі атауы қаңлы болған. Сол себепті бұл қауымды қаңлы деп атаған». Айтып өткен арбаны қаңлылар өз қолдарымен жасаған екен. Бұл турасында «қаңлы» этнонимінің тілдік табиғатын анықтау мәселесімен айналысып жүрген ғалымдардың ой тұжырымдары екі түрлі көзқарасқа бөлінетіндігі туралы Әбдуәли Қайдар өз еңбегінде былай деп жалғайды: «Қаңлы атауының шығу түп- төркінін анықтауға атсалысып жүргендердің ой-пікірлерін өзара салыстырып, саралап көргенде, олар негізінен үлкен екі тұжырымға саятынын байқауға болады. Олардың бірі қаңлы атауы «өзен-су» мағынасын білдіретін кан/қаң гидроним түбірінен туындаған этноним, этнотопоним деп қараса, екіншісі: қаңлы атауы көне түркі тіліндегі «арба» мағынасындағы қаңға сөзінен және сол арбаның қаңқ-қаңқ етіп шыққан дыбысынан туындаған деп қарайтын жорамал»12. Ш. Құдайбердіұлы қаңлы тайпасының мекен еткен жерлерін өз еңбегінде атап көрсетеді: «Қаңлы менен Қарлық аралас Талас өзенінен Сырдарияға шейін жүрді»13. Сонымен қатар, парсы тілінде жазылған әлемдік тамаша туынды Фирдоусидің «Шахнамасында» да қаңлылар туралы айтқан деген тұжырымдар да бар. Бұл жөнінде «Қазақтың ру- тайпалары» атты кітапта танымал ғалым С.Г.Кляшторныйдың еңбегіне сілтеме жасай отырып, былай келтіреді: «Поднявшись, они продолжали поход, Не ведая устали, мчались вперед.

.б 33 .جامع التواریخ . رشیدالدین فضل هللا. تهرانریان؛ اقبال و مروی 11 12 Әбдуәли Қайдар. Қаңлы. – Алматы: Дайк пресс,2004. 11 б. 13 Ш. Құдайбердіұлы. Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі. –Астана: Фолиант, 2008.52 б. 186 И вскоре достигли, веселья полны, Цветущего Канга столицы страны» Яғни, осы өлең жолдарында айтылып өткен «Канг» Туранның астанасы ретінде берілгенін, ал Туранның байырғы жері Фирдоусидің мәліметі бойынша, Сырдарияның арғы бетінде солтүстік-шығысқа қарай созылып жатқанын атап көрсетеді. Сонымен қатар, Рустамның Туранға жорық жасағандығын айта келе былай деп жазады: «Испиджабтың шахын жеңген тұсында қала және аймақ ретінде Канганың мүлде анық көрсетілетінің бұл бойынша оның испиджабтың солтүстігіне қарай оның шекарасында орналасқанын, канга өзені деген атау сырдарияның атауы болып табылатынын және оның басқаша Гульзаррийуин екендігін атап көрсетеді»14. Демек, қаңлы атауы шығу себебі географиялық аймаққа да байланыстылығы. тайпасының шығу тегіне де тоқталып өткен. Оғыз )قبچاق( Қыпшақ хан итбарақ тайпасымен соғысып, жеңіліс тауып аралда қалып кетеді. Сол соғыста қаза тапқан бір жауынгердің аяғы ауыр әйелі ағаштың қуысында босанады.Мұны Оғыз хан естіп, өз ұлым деп санап өсірген және ол баладан тараған ұрпақ «қыпшақ» деп аталатындығын жазған. درختی ميان پوسيده ) «Қыпшақ» сөзінің мағынасы – «шіріген өзекті ағаш» дегенді білдіреді. Кейіннен Оғыз хан он жеті жыл өткен соң (باشد соққы жасап, елдерін қудалайды. Бірнеше ) ايتبراق( итбарақ тайпасына өзі кетіп, барақтар қайтадан бүлік салғалы)بواليت( жылдан соң Булайт қыпшақты жіберіп бүліктің алдын )اروغ( жатыр дегенді естіп, Оғуз алады және қыпшақ сол жерде қалып кетеді деп жазады автор15. Ал, А.А.Семеновтың аудармасында бүліктің алдын алу үшін Оғыз ханның қыпшақты жібергені туралы сөйлем аударылмаған16. Қыпшақ cөзінің шығу төркіні жайында Махмұд Қашғаридын сөздігінде қыпшақты :деп жазады және оған екі түрлі анықтама береді (قفجاق) «қифжақ» бірінші анықтамада тек «түркі тайпасы» деп қана атап көрсетсе, екіншісінде Қашғарға жақын жердің атауы деп жазады17. Ал, Ш.Құдайбердіұлы мынадай пікір білдірген: «Бұл қаңлылардан бөлініп,

14 Қазақ ру тайпаларының тарихы. Қаңлы. 12- том. –Алматы: Алаш, 2008.141-142 бб. جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی.б 34 . 15 16 Рашид-ад-Дин. Сборник летописей.( перевод с персидского Л.А.Хетагурова) А.А.Семенов. Том I, книга 1-ая - Москва: Издательство Академии Наук СССР, 1952. 84 б. 17 Дулати М.Х. Тарих-и Рашиди. М.Х.Дулати қоғамдық қоры, Алматы, 2003. -376 б. 187 елсіз бос жерге кеткендіктен қыпшақ атанған. Мағынасы бос, шөл, елсіз деген сөз. Шыңғыс ханнан көп бұрын Еділ Жайық маңына барып бір патшалы жұрт болып тұрғанда Жошы хан алып қаратқан, солардың атыменен ол жақ Дешті Қыпшақ атанған»18. Яғни бұл жерде қыпшақтардың бастапқыда қаңлы тайпасының құрамында болып, кейін бөлініп шыққандығы туралы деректің де кездесетіндігін байқап отырмыз. тайпасы жайында былай делінеді: Оғыз хан өз ) قارلوق(Қарлұқ оралмақшы болып, жолай үлкен (غوروغورستان) жұрты Ғуруғурстанға тауға кезіккенде қалың қар жауады. Оғыз хан жасақтарына қалып қалмауға бұйрық береді. Бірақ боранға шыдас бере алмай бірнеше үй бұйрықты бұзады. Оларды «қарлұқ» деп атау содан қалған19. Қазақ жерінде билік еткен қағанаттардың бірі осы– Қарлұқ қағанаты (756 — 940 жж.). Түркеш қағанаты құлаған соң билік басына келеді. Батыс Алтай және Тарбағатай жерлерін мекендеген.Махмұд Қашғаридың сөздігінде қарлұқ тайпасына «оғызға жатпайтын, бірақ түркмендерге қатысы бар көшпелі түркі тайпасы» деп анықтама береді20. қауымы бұрыннан көп болғандығы мен әр )جالير( Жалайыр тармағынан ел басқарған әмірлер мен басшылар Иран мен Тұран жерінде, Шыңғыс ханның уағында да және бертін келе де біршама болғандығын айтады. Сонымен қатар, жалайыр тайпасының үлкен болғаны соншалық, өз ішінде он тармаққа бөлінгендігін жазған. Олар: ) کومسايوت( құмсауыт ,) قنکقايوت(қонғауыт ,) توقراوت( тоқрауыт ,) جايت( жайт ) тури ,) طوالنقيت( толанқит ,)کورکين( көркін ,) نيلقان( нилқан ,) اويات( оят , Сондай ақ, жалайыр тайпасының .)سونکقوت( сұнқут ,توری( генеалогиясынан қысқаша мәлімет бере кетеді. Шыңғыс ханның тұсында жалайыр тайпасының жайт тармағынан Мұқлы Куяң деген ең танымал, үлкен кісі болған, Шыңғыс ханның сол қанаттағы әскерінің бәрі оған мойынұсынған21. Қытай (А.А.Семенов аудармасында «хитай») тілінен аударғанда «ұлы хан» деген мағынаны береді деп

18 Ш. Құдайбердіұлы. Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі. –Астана: Фолиант, 2008. – 74 б. جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی.б 34. 19 20 Махмуд ал- Кашгари. Диван лугат ат-турк. (Перевод и предисловие З- А.М.Ауэзовой)- Aлматы: Дайк- пресс 2005. 439 б. .б 37 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی 21 188 жазады22. Жалайырлардың мекендеген аумағы Шыңғыс хан империясының өрлеу кезіне қарай Хилок және Селенга өзендерінің бойы,яғни Селенгаға құятын Орхон сағасы болған23. ,деп атаса )اورويوت( тайпасын барлық тайпа ойрют)مرکيت( Меркіт деп атаған. Бұл ойрют меркіт тайпасы төрт )مکريت( моңғолдар мекрит ,) توداقلين( тудақлин ,) مودان( тармақтан тұрады: мудан Әскер қатары ең үлкен .)جيون( жиун ,)اوهرمکريت( оухармекрит тайпаладың бірі болып, Шыңғыс хан мен Оң ханмен соғысып отырған. Екеуі арасында болған шайқастар туралы хикаяларды мысалға келтіреді24. Меркіт тайпасының қай тайпаның құрамына кіретіндігі жөнінде пікірлер көп. Солардың бірі Л.Н.Гумилевтің «Монголы и меркиты в XII в.» атты еңбегінде Г.Е.Грум – Гржимайло мен С.А.Козиннің зерттеулеріне сілтеме бере отырып былай деп жазады: «В истории этносов мы видим только последовательность событий или социальных конфликтов, фиксируемых источниками. Мотивы поведения персон или групп, а, следовательно, причины событий устанавливаются исследованиями историков.Правильность предлагаемых объяснений проверяется соответствием их фактам. Так применим нашу точку зрения к объяснению загадочного усиления монголов и гибели народа меркит в начале XIII в. От последних остались только осколки среди телесов, телеутов, киреев, башкир и торгоутов. Уже в XIV веке потомков меркитов называли монголами, но до покорения они в число монголов не входили. Их причисляли с разной степенью вероятности и к тюркам, и к самодийцам; последнее представляется более вероятным (о чем ниже),но прямых доказательств за и против нет»25. Байқағанымыздай, меркіт тайпасы XII-XIII ғасырларға дейін моңғолдардың жауы болған, кейіннен жаулап алынғаннан кейін моңғолдардың құрамында болады. Тарихи еңбектерге сүйене отырып, меркіт тайпасын моңғол деп санауымызға болады.

22 Рашид-ад-Дин. Сборник летописей.( перевод с персидского Л.А.Хетагурова) А.А.Семенов. Том I, книга 1-ая - Москва: Издательство Академии Наук СССР, 1952. 56 б. 23 Қазақстан тарихы (көне заманнан бүгінге дейін). Төрт томдық. І том.– Алматы: Атамұра, 1996. 408 б. .б 71 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی. 24 25 Л.Н. Гумилёв. Монголы и меркиты в XII в. – Ученые записки Тартуского гос. ун-та, 1977. - N 416: Studia orlentalla et Antiqua: П. 91 б. 189 ,тайпасының кейбірі көшпенді болған болса )نايمان( Найман кейбірі таулы аймақтарда, ал кейбіреулері шөлді жерді мекендеген. қаған )ارکتای( мен Үгедей )التای( Олардың отырықшы жерлері: Алтай үлкен сарай салдырған Қарақорым жері болған. Таулар Елуй Сирас қаңлы, мудан, мекендеген деп )کوک ارديش( (пен Көк Ердиште (Ертіс жазады.Қырғыздармен шекаралас тұрып, Моңғол жерінің Оңханға тиесілі жермен шектескен. Осының себебімен Оңханмен көп ұрыс – соғыс болғандығы,наймандардың салт дәстүрі моңғолдарға ұқсастығы және хандарының титулы күшлік немесе буйрук деп аталатындығын жазады26. Найман тайпасының атауы жөнінде қазақ ақыны, философ және тарихшысы Шәкәрім Құдайбердіұлы былай дейді: «Найман деген сөз туралы да әр түрлі сөз бар, профессор Березин найман деген моғол тілінше сегіз деген сөз, сегіз ру ел болғандықтан айтылған дейді. Аристов найман деген Қатон өзенінің бір айрығы еді, сол өзен атыменен қойылған дейді»27. Найман тайпасының «сегіз» деген атауына қатысты «Қазақстан тарихы» көп томдық еңбегінде найман тайпалар одағы Жоғарғы Ертіс пен Орхон аралығында VIII ғасырдың ортасында сегіз оғыз деген атаумен пайда болғандығын жазады. Сегіз оғыз деген сөздің түрікше мағынасы «сегіз тайпаның одағы» деген мағынаны беретіндігін атап кетеді: «Найман деген атауын да оларға Ляо әулеті кезінде моңғол тілдес қидандардың бергені күмәнсіз. Найман тайпалар одағы XII ғасырдың бірінші жартысында Елюй Даши бастаған қидандардың Жетісу жеріне кетуіне байланысты аталады»28. (ارکنهقون) тайпасы Аргун немесе Эркене ғунге ) قنقرات( Қоңырат кеткен екі адамнан таралады дей келе, Рашид ад-Дин қоңырат тайпасының шығу тегі туралы қызықты тарихын айтады. Үш ұл алтын пайда болады. Олар өте ақылды, өзгелерден білімі )بروی زرين( түтіктен мен парасаттылығымен ерекшеленген.Бұл аңыз болуы да мүмкін дегенмен шындыққа жанасатын жерлері де бар. Себебі, түркі – моңғолдар патшаны көргенде «патшаның алтын жүзін көрдік» дейді екен. Оның мағынасы патшаның алтын жүректі, данышпан тұлға екендігін меңзегендігі29. О.Х.Халидуллин өз еңбегінде: «Қияттың Жорлықмерген деген батырының Қоңырат деген баласы өскенде еліне

.б 95 .جامع التواریخ . رشیدالدین فضل هللا. تهرانریان؛ اقبال و مروی. 26 27 Ш. Құдайбердіұлы. Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі. –Астана: Фолиант, 2008. 76 б. 28 Қазақ ру тайпаларының тарихы. Қаңлы. 12- том. –Алматы: Алаш, 2008. 408 б. .б 120 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی 29 190 билік құрады. Кейін ел соның атымен Қоңырат атанып кетеді. Олар моңғол жеріндегі Құласар деген өзен бойын мекендейді»30 деп қоңыраттарды моңғолдың қият тайпасынан деген пікірді білдірсе, Шәкәрім Құдайбердіұлы қоңырат тайпасының шығу тегі бойынша Рашид ад-Дин мен Әбілғазы хан айтқан қоңыраттың Оғыз хан нәсілінен және Жорлықмерген баласы Қоңыраттың ұрпағынан деген пікірлерін ) جورلوق атап өтеді31. Қоңырат тайпасы тараған үш ұл: Журлуқ меркан .)توسبودا( Тусбуда ,) قبای شيره( Қубай шире ,مرکان( Рашид ад-Дин бірінші ұл – сол өзі өмір сүріп жатқан кезеңдегі қоңыраттардың ата – бабасы деген тұжырымға келеді. Екінші ұлдың атты екі ұлы, ал үшіншісінің )اولقونوت( және Олкунут) ايکراس(Икрас атты ұлдары болғанын атап ) قونکليوت( және Қунклиут )قرانوت( Қаранут кетеді. Қоңырат тайпасынан аты мәшһүр әмірлер мен белгілі әйелдер )دی шыққан. Рашид ад –Дин қоңыраттардың қолбасшысы Дай Нойанмен қыз алысып, қыз берісіп құдалас болған32. Дай Нойанның қызы نويان( Шыңғыс ханның бәйбішесі ретінде )بورته فوجين( Бөрте фуджин баршамызға жақсы таныс. Шыңғыс ханның ұлдары да қоңыраттан қыз алып отырған. Осыған қарап, қоңыраттардан қыз алу Шыңғыс хан әулетінің дәстүрі ретінде қалыптасқанын байқауға болады. Бұл турасында тарихшы ғалым Т.И. Султанов былай дейді: «Среди тюрко – монгольских племен было несколько родов, которые имели преимущественное право поставлять девушек для рода Чингиз – хана. Одними из таких брачных партнеров рода Чингиз – хана с давних времен было племя кунграт. Согласно монгольской эпической хронике 1240 г., у кунгратов была даже своя песня: Мы, унгиратское племя, С давних времен знамениты Красою и статностью дев...»33. Қоңырат тайпасының Шыңғыс хан әулеті тарапынан мұншалықты үлкен құрметке ие болу себептерінің бірі - қоңыраттың әміршісі Меңлеке 13-тегі жетім бала Темучинді әкесіз қалдырмай, оның шешесіне үйленуі. О.Х.Халидуллин

30 О.Х. Халидуллин. Қазақтың біртұтас шежіресі. Қоңырат.– Алматы, 2005. 61 б. 31 Ш. Құдайбердіұлы. Түрік, қырғыз қазақ һәм хандар шежіресі. –Астана: Фолиант, 2008. 74 б. .б 122 .جامع التواريخ . رشيدالدين فضل هللا. تهرانريان؛ اقبال و مروی 32 33 Т.И.Султанов. Чингиз хан и Чингизиды. Судьба и власть.- Москва: АСТ Москва, 2006. 10 б. 191 Меңлекенің Шыңғыс хан әулетінде бәрінен жоғары отыруы осыдан болса керек деген тұжырым жасайды34. Қоңырат тайпасы Шыңғыс хан әулетімен тек құдандалас ретінде болып қоймай, Шыңғыс хан алғашқы соғысқа әрекет көрсете бастағанынан-ақ, оның жағына шығып барлық жорықтарына қатысқан. Қоңырат тайпасы кейінірек Ноғай Ордасының және Әбілхайыр хандығының құрамында болған тайпалардың бірі болғандығын білеміз. Ендігі кезекте түркі-моңғол тайпаларының XV-XVII ғасырлардағы мекендеген жері, тарихы жөніндегі деректерді қарастыратын боламыз. Ол деректерді тарих ғылымында құнды еңбектердің бірі де бірегейі, Қазақстан және Орталық Азия туралы көптеген деректерді қамтитын Мұхаммед Хайдар Дулатидың «Тарих-и Рашиди» шығармасынан кездестіреміз. Түркі-моңғол тайпалары жөнінде біршама мәліметтер келтірілген: тайпасын Мұхаммед Хайдар Дулати моңғол (بارالس) Барлас тайпаларының қатарына жатқызады35. Бұл тайпаның басшысы Әлі Мирак деген данагөй қарт болғандығы айтылады. Ал, В.П. Юдин оларды Мәуареннахрдың шағатай тайпаларының қатарына жатқызады36. Бұл тайпа да Сұлтан Сайид ханның әскер құрамында болған. Барлас тайпасының кейбір өкілдері Моғолстан мен Моңғолияның саяси өмірінде белсенділік танытқан. Бартольд Темір өзі шыққан барлас тайпасымен жақын байланыста болғанын айтады. Бұл тайпаның жеке өкілдері Темірдің «бауырлары» деп аталатын болған. Әмір Темірге жақын әмірлер тек барлас руынан ғана емес, өзге де тайпа өкілдерінен болған. Солардың бірі найман руынан шыққан Ақбұға. Арлат және жалайыр тайпаларының әмірлерімен тақ үшін Темір ұзақ соғысады. Тіпті Шағатай мемлекетінің басшы болып сайланған кейін де бұл күрес тоқтамады. 1376 жылы жалайыр ұлысын жоқ деп санап, оның қалдықтары басқа әмірлердің топтарына таратқан37.

34 О.Х. Халидуллин. Қазақтың біртұтас шежіресі. Қоңырат.– Алматы, 2005. 60 б. 35 Мұхаммед Хайдар Дулати «Тарих-и Рашиди» (Мұхтар Қазыбек, Әбсаттар Нұралиев). «Мирас» баспасы, Алматы, 2015. 416 б. 36 Юдин В.П. Центральная Азия в XIV-XVIII веках глазами востоковеда / В. П. Юдин. - Алматы : Дайк-Пресс, 2001. – 79 б. 37 Бартольд В.В. Сочинения. Т.5: Работы по истории и филологии тюркских и монгольских народов. Издат.восточ.лит-ры, Москва, 1968. 172 б. 192 туралы Мұхаммед Хайдар Дулати олардың (نايمان) Наймандар христиан дінін ұстанғанын айтады. Күшлік Шыңғыс ханнан қашып, гурханға келгенде «Менің елім көп. Олар Еміл, Қияқ (Қиалық) және Бешбалықта жүр» дейді38. Бұл жерден наймандар санының көптігін аңғаруға болады. тайпасы туралы Хайдар Дулати қысқаша ғана атап (کرايت) Керейт өтеді: «Тоғылық Темір хан Ходжент өзенінің жағасында орналасқан Чанақ (Жаңа) бұлақ мекеніне жеткенде, Ташкент әмірлерімен және Жанақ бимен кеңес құрғанда керейт тайпасынан Ұлық Тоқтемірді, сонымен қатар, аркануттан Қажы бекті және қаңлы руынан Бекжақты сапта жүру дәстүрі бойынша алдыңғы қатарға жіберуді ұйғарады»39. Сондай-ақ, керейт тайпасынан шыққан Куфра мен Өзбек Темір Әмір Темірмен бірде тату, бірде жаулас болғанын айта келе, Әмір Темір оларға қарсы жалайыр Баһрам, Хитай баһадүр және Шейх Әли баһадүрлерді жібереді. Олар Алмату маңайында керейттермен соғысып, ақырында бітім жасасып, кері қайтқаны жөнінде дерек келтірілген40. Ұлықбектің Моғолстанға жасаған жорығында (1425 жыл) Йанги – Тараз маңайында Тоқ Темірдің ұлы керейттердің жолбасшысы болған Ибрахим табылады. Моғолдардың құрамындағы керейттер туралы өзге де дереккөздерде мәліметтер жоқ. В.П.Юдин ол жайында Тарих-и Шах) تاريخ شاه محمود بن ميرزا فاضل جراس Махмуд Чорастың Махмуд бин Мирза Фазл Джорас) атты еңбегіне сілтеме жасай отыра: «Из сообщения Махмуда Чораса о том, что в случае движения могульского войска на север или запад командование передавалось эмирам правого крыла, а из их числа – эмирам племен чорас, дохтуй и кераит, не ясно, было ли в то время (конец XVI-начало XVII в.) в составе могулов племя кераит, или же автор сообщает сведения о когда-то существовавшем обычае» дейді41. Байқағанымыздай, керейт тайпасы моғол әскеріне билік айтатын беделді тайпалардың бірі болған. Қорытындылай келе, төмендегідей нәтижеге келеміз. Біріншіден, жоғарыда аты аталған тайпалардан бөлек «Тарих-и Рашиди»

38 Мұхаммед Хайдар Дулати «Тарих-и Рашиди» (Мұхтар Қазыбек, Әбсаттар Нұралиев). «Мирас» баспасы, Алматы, 2015. 379 б. 39 Мұхаммед Хайдар Дулати «Тарих-и Рашиди» (Мұхтар Қазыбек, Әбсаттар Нұралиев). «Мирас» баспасы, Алматы, 2015. 70 б. 40 Сол кітапта 101 бетте 41 Юдин В.П. Центральная Азия в XIV-XVIII веках глазами востоковеда / В. П. Юдин. - Алматы : Дайк-Пресс, 2001. – 73 б. 193 шығармасында бірнеше моңғол тайпалары туралы деректер кездеседі. Олар: байрин, булгачи, арлат, арканут, сулдуз, мекрит, нарин, долан, балыкчи, татар, ұйғыр, қоңырат, ойрат, маңғыт, таңғут, шункарлы (сұңқарлы)42 және т.б. Екіншіден, «Тарих-и Рашиди» шығармасында кездесетін көптеген ортаазиялық этностардың кейбірі бұл күндері жойылып кеткен. Мысалы: сиджиут, кингит, қарлұқ, байрин, булгачи, ширин, буркут, хушин, журкин, т.б. Үшіншіден, тегін жоғалтып алса да, кейбірі саны көп өзге бір тайпаның құрамына еніп кеткен. Олар: меркіт тайпасы абақ атауымен қазақтың Орта жүз құрамына еніп кеткен43. Бекжак тайпасы да кейіннен қаңлы аталып кеткен. Булгачи мен калучи тайпалары XV ғасырда моғол тайпаларының құрамында болғанымен, екі тайпа бірігіп Моғолстаннан Дешті-Қыпшаққа Әбілқайыр ханға кетіп қалады. Кейіннен олар қырғыз тайпаларының құрамына кіреді44. Төртіншіден, қазақтың ел болып қалыптасуында моңғол тайпалары маңызды рөл атқарған. Дулат және қаңлы – бекчик тайпалары қазақтың Ұлы жүз құрамына дулат және қаңлы атауымен енеді. Сондай-ақ, Орта жүздің құрылуында да моңғолдар ерекше рөл атқарған. Моңғолдардың құрамындағы керейттер қазақтың құрамындағы керейлер екеніне еш шүбә жоқ. Себебі керейлер мекен еткен Жетісу жерінде кезінде моңғолдардың керейттері де өмір сүргендігі белгілі. Осылайша, басқа да тайпалардың қазақ құрамына енуінің нәтижесінде Керей мен Жәнібек құрған Қазақ мемлекеттігінің негізі қаланды.

42 Мұхаммед Хайдар Дулати «Тарих-и Рашиди» (Мұхтар Қазыбек, Әбсаттар Нұралиев). «Мирас» баспасы, Алматы, 2015. 43 Кляшторный С.Г., Султанов Т.И. Государства и народы Евразийских степей. Древность и средневековье./ Петербургское Востоковедение, СПб, 2004. – 221 б. 44 Юдин В.П. Центральная Азия в XIV-XVIII веках глазами востоковеда / В. П. Юдин. - Алматы : Дайк-Пресс, 2001. – 87 б. 194 KAZAK TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDEKİ ORTAK AKRABALIK TERİMLERİ ÜZERİNE Furkan YUCAK ÖZET Türk kültüründe geçmişten beri akrabalık ilişkileri önemli yer tutar. Bu ilişki dile de zenginlik katmıştır. Türk lehçelerini incelediğimizde akraba isimlerinin zenginliğini en güzel şekilde muhafaza eden Türk lehçelerinden biri de Kazak Türkçesi olmaktadır. Aynı şekilde Türkiye Türklerinde de diğer Türk topluluklarında olduğu gibi akrabalık terimleri oldukça zengindir ve toplumda önemli yer tutmaktadır. Yıllar içerisinde de Avrasya bölgesinde bu konu üzerine birçok çalışma yapılmıştır. Yıllar içerisinde konar- göçerlikten şehirleşmeye geçmenin etkisiyle ve kültürel değişimlerin etkisiyle kullanılan mevcut akrabalık terimleri unutulsa da veya anlamları farklılaşsa da kendilerini koruyan akrabalık terimleri de günümüze kadar gelmiştir. Bu bağlamda Türk lehçelerinden Kazak Türkçesi ile Türkiye Türkçesindeki akrabalık ilişkilerinde zamanın verdiği kültürel etkiyle değişime uğradığı noktalar olmuş ve bunlar akrabalık terimlerinde çeşitli morfolojik, fonetik ve semantik değişimlerin olmasına zemin hazırlamıştır. Buna rağmen kendilerini koruyan akrabalık terimleri de süregelmektedir ve bu iki lehçedeki ortak terimlerde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Bu çalışmamızda da Avrasya bölgesinde yapılan tüm öncü ve yeni çalışmalardan gösterilerek bu doğrultuda Kazak Türkçesindeki ve Türkiye Türkçesindeki akrabalık terimleri içinden ortak olan akrabalık terimleri seçilmiş, bu akrabalık terimlerinin iki lehçe arasında anlamsal olarak incelenip karşılaştırılması yapılmıştır. Hangi akrabalık terimlerinin anlam olarak daraldığını hangi terimlerin anlamları koruduğunu ve hangi terimlerin ortak olmasına rağmen anlamlarının farklı olduğunu göstermiş bulunmaktayız. Anahtar Kelimeler: Akrabalık Terimleri, Avrasya, Kazak Türkçesi, Türkiye Türkçesi, Akrabalık İlişkileri, Yeni Çalışmalar.

STUDIES OF KINSHIP TERMS IN THE KAZAKH AND TURKISH LANGUAGES

 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, [email protected]. 195 SUMMARY Kinship relations have an important place in Turkish culture. This relationship has enriched language. When we examine the Turkish languages, one of the Turkish languages, which maintains the richness of their relatives in the best way, is Kazakh Turkish. Kinship terms in the same way as in other Turkish communities in Turkey is very rich. Important place in society. Over the years, many studies have been carried out on this subject in Eurasian. Over the years, the current kinship terms which are used with the effect of the transition from nomadism to urbanization and the effects of cultural changes are forgotten or the meanings of kinship which protects themselves even though their meanings differ, have survived until today. In this context, the Turkish languaeges of the Kazakh Turkish cultural've suffered with Turkey points to that change given the time and they had Turkish Relations kinship in various morphological terms, it was phonetic and semantic changes. Nevertheless, the terms kinship that protects them continues and they have survived in common terms in these two languages. In this study, the showing of all leading and new studies in the Eurasian region in this direction Kazakh Turkish in Turkey and are common within kinship terms in the Turkish kinship terms were selected, and the comparison semantically examined between these kinship terms two dialects. We have shown that the terms of kinship are narrowing in meaning, which terms protect the meanings, and which terms are common, even though the terms are common. Keywords: Kinship Terms, Eurasian, Kazakh Turkish, Turkey Turkish, Kinship Relations, New Researches.

Giriş Türk toplumlarında akrabalık yüzyıllardan beri önemli bir konuma sahiptir. Akrabalık toplumun omurgası haline gelmiş ve önem kazanmıştır. Bu terimlerin kan yoluyla veya evlilik yoluyla oluştuğu görülür. Ayrıca bu akrabalık terimlerinin kan yolu veya evlilik yolu dışında arkadaşlık yakınlık çevresinde de kullanıldığı görülür. Buna bağlı olarak da birçok terim meydana gelmiştir. Türk lehçelerinde akrabalık terimleri geçmişten beri süre gelirken kültürel etkilerden dolayı çeşitli semantik ve fonolojik değişimlere

196 uğramıştır. Bu da Türk lehçeleri arasındaki akrabalık terimlerinde çeşitli farklılıklara yol açmıştır. Bunun yanı sıra bazı terimler de ortaklığını korumaktadır. Türk lehçelerini incelediğimizde kendini en iyi muhafaza eden ve zengin olanlardan biri de Kazak Türkçesidir. Kazak toplumunda da akrabalık önemli yer tutmakta ve birçok terimle ifade edilmektedir. Kazak akrabalık terimleri de kan yolu ve evlilik yoluyla meydana gelmektedir. Çalışmada Türk Lehçelerindeki akrabalık adları hakkında yapılan başta Avrasya Bölgesi olmak üzere öncü ve yeni çalışmalar gösterilmiş, yapılan bu çalışmalar taranarak Kazak Türkçesindeki ve Türkiye Türkçesindeki ortak akrabalık terimleri bulunmuş ve bu terimlerin her iki lehçedeki anlamları verilmiştir. Bu ortaklığa rağmen meydana gelen semantik ve fonolojik değişimler gösterilmiştir. Çalışma bu konuda daha geniş kapsamlı araştırmalara öncülük etmesi amacı ile yazılmıştır. Alanda Yapılan Çalışmalar Türk lehçelerindeki akrabalık terimleri üzerine birçok çalışma yapıldığı görülmüştür. Bu çalışmalardan önemli olanlarından biri de Yong Song Li’nin 1999 yılında çıkardığı Türk Dillerinde Akrabalık Adları1 eseri alanında başucu kitabı niteliği taşımaktadır. Yazar, Türk dillerindeki kan bağı ve evlilik yoluyla meydana gelen terimleri gerek yurt içindeki gerek yurt dışındaki kitap ve makalelerden yaptığı taramalarla eserini vermiştir. Mehmet Ziya Binler tarafından hazırlanan Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü2 bir diğer kapsamlı çalışmadır. Yazarın bu çalışmasında 6850 kelime mevcuttur. M.Adil Özder tarafından hazırlanan Türk Halk Biliminde Düğün-Evlilik-Akrabalık Terimleri Sözlüğü3 1400 terimden oluşan bir eserdir. Çalışmada da kullanılan bu kapsamlı başucu eserler haricinde birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaları Yong Song Li Türk Dillerinde Akrabalık Adları eserinde giriş bölümünde “Konu Hakkında Yapılan Çalışmalar” başlığı altında şimdiye kadar yapılan çalışmalar ve

1 Yong Song Li, Türk Dillerinde Akrabalık Adları, Simurg Yayınları, İstanbul 1999. 2 M.Ziya Binler, Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü, Selenge Yayınları, İstanbul 2006. 3 M.Adil Özder, Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü, Ziya Gökalp Derneği Yayınları, Ankara 1981. 197 çalışmada yararlanılan kaynaklar olarak aşağıdaki gibi kapsamlı bir şekilde sunmuştur: BAŞTUĞ, Sharon, 1993: "Kök Türük Kinship Terminology: an Omaha Model", Central Asiatic Journal, 37: 1-19. CAFEROĞLU, Ahmet, 1972: "Kaşgarlı Mahmut'a Göre Akraba Adlan", Türk Dili, XXVII. 253: 23-26. DANKOFF, Robert, 1972: "Kasgari on the Tribal and Kinship Organization of the Turks" , Archivum Ottomanicum, IV: 23-43. GR0NBECH, Kaare, 1953: "The Turkish Systcm of Kinship", Studia Orientalia Joanni Pedersen, Septuagenario a.d. VII id. Nov. Anno MCMLlll: J24- J29. GÜLENSOY, Tuncer, 1974: "Altay Dillerindeki Akrabalık Adları Üzerine Notlar, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1973-1974: 283-3 18. HELMIG, Thomas, 1984: " Verwandtenkategorien und ihre Systematik bei den Turkmenen, Central Asiatic Journal, XXVIIl. 1-2: 80-88 . MEMETOV, A., 1980: "0 terminah rodstva v krımsko-tatarskom yazıke", Sovetskaya Tyurkologiya, 4, noyabr’-dekabr’": 70-75. MIRJANOVA, S. F., 1973: "Terminologiya rodstva v dialek ah başkirskogo yanka". Sovetskaya Tyurkologiya, 4, iyul’-avgust : 99-109. POKROVSKAYA, Lyudmila A[lek androvna], 1961: "Termim rodstva tyurkskih yazıkah", lstoriçeskoye razvitiye leksiki tyurkskih yazıkov, Ye. İ. UbryaTova (yay .), Moskva. 11-81. POLINSKAYA, M. S. ve V. Yu. ÇERNIN, 1988: "Terminologiya rodstva u kırımçakov'', Sovetskaya Tyurkologiya, 3, may-iyun’: 15-23. RUNDGREN, Frithiof, 1962: "Teyze und Cicä: Bernerkungen zu den türkischen Verwandtschaftsnamen'', Oriens. XV: 325-336. TEKIN, Talat, 1960: “”Amca ve “Teyze” Kelimeleri Hakkında", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1960: 283- 294. TÜLÜCÜ, Süleyman. 1982: "Divanü Lûgat-it-Türk'te Kadın lçin Kullanılan Sözler, Türk Dünyası Araştırmaları, XVI, Şubat: 137-141.

198 Ayrıca Lİ, bunlardan bütün Türk dilleri üzerine yaıilan en kapsamlı ve en ayrıntılı olanı, L. A. POKROVSKAYA’nın çalışması olduğunu fakat bundan 36 yıl önce yayımlanan bu makale, o zamana kadar yapılan çalışmalara dayandığından Halaçça gibi yeni keşfedilen dilleri kapsamadığı belirtmektedir. Alanda yapılan kapsamlı veya dar kapsamlı çalışmalar yukarıda bahsedilen çalışmalardır. Birçok çalışmanın gerek yurt dışı gerek yurt içinde çeşitli şekillerle akrabalık terimleri üzerine yapıldığını bu sayede görmekteyiz. Kazak Türkçesi ve Türkiye Türkçesindeki Ortak Akrabalık Terimleri Kzk. Anne. ana: Çocuğu olan kadın, yavrusu olan dişi hayvan, anne. Trk. ana: Kzk.apa Abla. Trk.(ağ. Abla. ) aba Kzk. Ağabey; yaşça büyük. aġa Geniş toprakları olan, sözü geçen, varlıklı kimse; Trk. ağa halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen unvan. Kzk. ata Baba, kaynata; (baba tarafından) dede; yaşlı kişi. Trk. ata Dedelerden ve büyükbabalardan her biri. Kzk. (baba tarafından) dede; babanın dedesi; (baba baba tarafından) dedenin dedesi. Trk. : Çocuğu olan erkek, çocuğun dünyaya gelmesinde baba: etken olan erkek. Kzk. Çocuk, bebek. bala (ağ.) yavru, çocuk. Trk.

199 bala Kzk. Karının küçük kardeşi veya yaşça küçük kadın baldız akrabası; karının erkek kardeşi. Trk. Erkeğe göre karısının kız kardeşi. baldız Kzk. Teyze çocuğu. böle Teyze kızı; amca, dayı, hala çocuğu. Trk. böle Kzk. äje Nine, yaşlı kadın. Trk. ece Güzel kadın, kraliçe Kzk. Kadın, karı. äyel (esk.) karı. Trk. ayal Kzk. Ağabeyi karısı. Jeŋge Bir kimsenin kardeşinin, dayısının veya amcasının Trk. karısı. yenge Kzk. Yeğen (kız kardeşin çocuğu); erkek torun (kızın jiyen oğlu). Trk. Birine göre, kardeş, amca, hala, dayı veya teyzenin yeğen çocuğu. Kzk. Karı; (evli kadın). qatın Dişi cinsten erişkin insan; evlenmiş kız; (esk.) Trk. “bayan” anlamında kullanılan bir unvan; analık veya ev kadın yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan. Kzk. (ağabeye karşı) küçük kız kardeş veya kuzin. Qarındas kardeş,(ağ.)kardaş: Aynı anadan babadan doğmuş Trk. veya ana babalarından biri aynı olan çocukların birbirine

200 karındaş(esk.), göre adı. Kzk. Kadının akrabaları, kayın birader (kocanın küçük qayın erkek kardeşi). Trk. Kadın veya kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşi, kayın kayınbirader. Kzk. : Kaynata. qayın ata Kocaya veya kadına göre birbirlerinin babası, Trk. kayınbaba, kayınpeder, babalık kaynata: Kzk.keli Gelin (oğulun karısı); küçük erkek kardeşin karısı. n Evlenmek için hazırlanmış, süslenmiş kız veya yeni Trk. evlenmiş kadın; aileye evlenme yoluyla girmiş olan kadın. gelin Kzk. qız Küçük kız; genç kız; kız evlat. Trk. kız Küçük kız; genç kız; kız evlat. Kzk. ul Oğul. Trk. Erkek evlat. oğul Kzk. Yeni yetme. ulan Erkek çocuk, yetişkin erkek. Trk. oğlan

Sonuç Alanda yapılmış bu çalışmalar tarandıktan sonra Kazak Türkçesindeki ve Türkiye Türkçesindeki ortak akrabalık terimlerin varlığı keşfedilmiştir. Bu sonuç zaman içerisinde kültürel etkenler başta olmak üzere çeşitli olaylarla değişen Türk topluluklarındaki bu akrabalık terimlerinden bazılarının korunduğunu gösterir ve kültürel bağı gösterir. Lakin ortak bir terim olmasına rağmen semantik olarak farklılıklar da görülmüştür: Kzk. ata: baba, kaynata; (baba tarafından) dede; yaşlı kişi. > Trk. ata: dedelerden ve

201 büyükbabalardan her biri vb. Bir diğer detay ise Kıpçak grubunda bulunan Kazak Türkçesi ile Oğuz grubunda bulunan Türkiye Türkçesinin çeşitli fonolojik değişimleri olmuştur. Terim sadece grupların özelliği gereği fonolojik değişime uğramış lakin anlamını korumuştur: apa > aba, kelin > gelin, katın > kadın vb. Bunların yanı sıra birebir aynı terimlerde görülmüştür: Kzk. ḳız: küçük kız; genç kız; kız evlat. > Trk. kız: Küçük kız; genç kız; kız evlat. vb. Türk toplumunda yapılan çalışmalardan bahsedilimiştir. Akrabalık terimlerinin Türk toplumları arasındaki bağı, önemi ve terim zenginliği pekiştirilmiştir. Kazak Türkçesindeki ve Türkiye Türkçesindeki ortak akrabalık terimleri yapılan çalışmalar taranarak ortaya konmuş ve bazı terimlerin ortak olmasına rağmen semantik ve fonolojik farklılıklar gösterilmiştir.

KAYNAKÇA Koç, Kenan, Bayniyazov Ayabek ve Başkapan Vehbi. (2003). Kazak Türkçesi Türkiye Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Akçağ. Kuralulı, Ayubay. (1997). Kazak Dasturli Madeniyetinin Entsiklopediyalık Sözdigi. Almatı: Sözdik-Slovar Baspası. LI, Yong Song.(1999). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. İstanbul: Simurg Yayınları. Binler, Mehmet Ziya. (2006). Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Selenge Yayınları. Özder, M.Adil. (1981). Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü. Ankara: Ziya Gökalp Derneği Yayınları. Smagulov, A. (2013). Kazak Esimderi Sözdigi Enstiklopediyalık Anıktamalık. Almatı: Atamura. Januzakov, T.(1999). Kazak Tilinin Sözdigi. Almatı: Dayk-Pres baspası. TDK. (2010). Türkçe Sözlük, Ankara. sozluk.gov.tr.

202 KIZILORDA BÖLGESİNİN PHILLIPS TESTİ ÜST DÜZEYLERİNDE OKUL KAYGISININ TEŞHİSİ Bolatbek ZHAKSYMOV Sh. BAKHTIYAROVA U. KAPYSHEVA ÖZET Anksiyete - Bir kişinin göreceli olarak küçük durumlarda sıklıkla güçlü anksiyete yaşamaya meyilli olduğu psikolojik bir özellik. Kişisel bir eğitim veya sinirsel süreçlerin zayıflığıyla ilişkili bir mizaç özelliği veya her ikisi olarak kabul edilir. Önemli bir kısmı ortaokul sınıflarına giren ergenlik, kişilik oluşumu sürecinde son derece önemli bir yer tutmaktadır. Bu yaşta, bir kişinin fiziksel olgunlaşması tamamlanır, dünya görüşünün temel özellikleri oluşturulur, ilk bağımsız, yetişkin kendini belirleme - meslek seçimi - hazırlanır ve uygulanır. Öğrenci, davranışının doğruluğundan emin olmadığından sürekli olarak kendi yetersizliğini, yetersizliğini hisseder. Anahtar Kelimeler: Okul Kaygısı, Öğrenciler, Korku, Anket, Felaket. DIAGNOSTICS OF SCHOOL ANXIETY IN THE SENIOR CLASSES OF THE KYZYLORDA AREA ON THE PHILLIPS TEST SUMMARY Anxiety - an individual psychological feature, manifested in the inclination of a person to often experience strong anxiety on relatively small occasions. It is considered either as a personal education, or a feature of temperament associated with the weakness of the nervous processes, or as both. Adolescence, a significant part of which falls on the senior classes of secondary school, occupies an extremely important place in the process of personality formation. At this age, the physical maturation of a person is completed, the main features of his worldview are formed, the first

 Master of Science, Research officer, RSE "Institute of Human and Animal Physiology" CS MES RK  Ph.D., Head of the Laboratory of Environmental Physiology, RSE "Institute of Human and Animal Physiology" CS MES RK  Doctor of Biological Sciences, Prof., Chief Researcher of the laboratory of environmental physiology, RSE "Institute of Human and Animal Physiology" CS MES 203 independent, adult self-determination - the choice of profession - is prepared and implemented. The student constantly feels his own inadequacy, inferiority, not sure of the correctness of his behavior. Keywords: School Anxiety, Schoolboys, Fear, Questionnaire, Disadaptation.

INTRODUCTION School anxiety is the broadest concept, including various aspects of sustainable school emotional distress. It is expressed by increased anxiety in school situations, in the classroom, in anxiety and expectation of a bad attitude towards oneself, a negative evaluation from teachers, classmates. The student has low self-esteem and is constantly not sure about the correctness of his behavior (Tvorogova 2007). Modernization of the general education system, new requirements for curricula, and the creation of conditions for improving the quality of education are often carried out without due regard for the health of students who spend most of their time at school. It was during these years that the health of the younger generation was formed. However, during this period the pupils' motor activity drops sharply, the physical development of children decreases, the psycho-emotional state rises against the background of increasing requirements for the level of development of functions of higher nervous activity, in particular, for the formation of the proper volume of cognitive functions in children (Kon 1980). At the same time, the environmental problems of the region of residence have a great influence on the state of health of schoolchildren. Over the past decades, in the environmentally unfriendly living conditions of the Kyzylorda region, the level of health of children and adolescents has drastically decreased (statistical materials from the Ministry of Health of the Republic of Kazakhstan). Psychologists distinguish between adolescence and adolescence. But, the chronological faces of these periods are very conditional, they partially overlap. No one would call an 11–13-year-old boy as a youth, an 18–19- year-old youth as a teenager. But age between 14-15 and 16-17 years in some cases is defined as early adolescence, in others - as the end of adolescence.

204 In the scheme of age periodization of ontogenesis, adopted at the VII All-Union Conference on the problems of age morphology, physiology and biochemistry, adolescence was defined as 13–16 years for boys and 12–15 years for girls, and adolescents - as 17-21 years for boys and 16-20 years for girls (materials of All-Russia. Scientific-practical, conf. Moscow 1995). The personal approach to education is not just taking into account the individual characteristics of students, distinguishing them from each other. First of all, this is a consistent attitude towards the student as a person, as a responsible and self-conscious subject of activity, always and in everything. Youth - the period of completion of the formation of personality. But, we must not forget that high school students are already personalities, often quite bright and peculiar. The youthful personality is never unambiguous, it is always contradictory and changeable. The most common and typical mistake of teachers is the inability to discern the deep properties, the core of a high school student’s personality, assess it by some average, formal and external indicators, such as external discipline and academic performance (Shumilin 1979). The relationship between teacher and student is never and cannot be absolutely equal - both age differences and the difference in life experience and the asymmetry of social roles have an effect. A teacher who violates these invisible boundaries, not only puts himself in a false position, but also deceives the expectations of a student who is eager to find in his teacher not a peer, but an older friend and mentor. But in one reflection equality between them is necessary - in the degree of sincerity. And this sincerity is rewarded handsomely. Opening up to the student and gaining access to his inner world, the teacher thereby expands the boundaries and enriches the content of his own "I" (Mudrik 1976). The position of the modern high school student in the school is rather complicated and ambiguous. On the one hand, the position of elders imposes additional responsibility on young men. A senior pupil, feels himself an assistant teacher, more complex tasks are put before a senior pupil, more questions are asked of him. On the other hand, in disciplinary terms, in his rights, he remains virtually at the same level as before. He is obliged to unconditionally fulfill all the requirements of teachers, has no right to criticize them, student organizations operate under the supervision and guidance of the class teacher and the school administration.

205 Foreign literature has accumulated valuable material on violations in the emotional sphere in school-age children, leading to the "unsuitability" of these children. D. N. Scott determines the number of schoolchildren with emotional disabilities to 30%, and T. Christiansen believes that the problem of emotional and social unsuitability is characteristic of 20-22% of schoolchildren (Ergene 2003). Almost all schoolchildren, according to L. Bender, regardless of whether they have any mental or physical defects, the very fact of colliding with a school situation of functioning in a class as a social group can be a source of emotional stress, which in adverse conditions leads to neurosis. L. Thorpe considers various causes of emotional disturbances in children of school age. From his point of view, the pressure exerted on children to increase school performance is of particular pathogenic importance (Litvinenko 2012). OBJECT OF OBSERVATIONS Pupils of 10-11 grades of school №140 and №198 of Kyzylorda (50 people) took part in the research, rural schools - school №35, 36 Terenozek - Syrdarya district (71 people.) аnd Zhalagash, Zhalagash district, school number 123, 201, 202, 246 (102 people). METHODS: The method of diagnosing the level of school anxiety Phillips allows us to evaluate not only the general level of school anxiety, but also the components of general anxiety associated with various areas of school life. The questionnaire is quite simple in carrying out and processing, therefore it has proved itself well when conducting frontal psychodiagnostic examinations. Diagnostics can be carried out both in individual and group form. Questions are presented either in writing or by ear. The presence of a teacher or class teacher in the room where the survey is conducted is highly undesirable. The test consists of 58 questions that can be read out to schoolchildren, or they can be offered in writing. Each question is required to unequivocally answer “Yes” or “No”. At the end of the questionnaire filling, the number of discrepancies with each scale of the questionnaire and with the questionnaire as a whole is calculated. Decoding the scale values of this questionnaire allows us to draw conclusions about the qualitative originality of the experience of school anxiety for each student. Phillips anxiety level includes 8 factors:

206 1. Experiences of social stress - the emotional state of the student, against the background of which his social contacts are developing (above all - with his peers). 2. Frustration of the need to achieve success - an unfavorable mental background, which does not allow the student to develop their needs for success, achieving a high result, etc. 3. Fear of self-expression - negative emotional experiences of situations involving the need for self-disclosure, presenting oneself to others, and demonstrating one's capabilities. 4. Fear of the situation of testing knowledge is a negative attitude and anxiety in situations of testing (especially public) knowledge, achievements, opportunities. 5. Fear of not meeting the expectations of others - focusing on the importance of others in assessing their results, actions, and thoughts, anxiety about the assessments given to others, the expectation of negative evaluations. 6. Low physiological resistance to stress - features of the psycho- physiological organization that reduce the student's adaptability to stressful situations of a genetic nature, which increase the likelihood of an inadequate, destructive response to an alarming environmental factor. 7. Problems and fears in relationships with teachers - a common negative emotional background of relationships with adults in school, reducing the success of the child’s learning 8. General anxiety in school - the general emotional state of the student, associated with various forms of its inclusion in the life of the school. To conduct tests with schoolchildren there is a decision of the Local Ethical Commission of the Kazakh National Medical University. S.D. Asfendiyarov - an extract from the protocol number 4 (68), application number 586.

RESULTS

207 In the test to determine the level of school anxiety according to Phillips, it was taken into account that the total number of discrepancies in the whole test is more than 50% reflects the increased anxiety of the student, if there are more than 75% mismatch - high anxiety. This table lists the factors and levels of anxiety. Table 1 - School anxiety level among schoolchildren of 10th grades in Zhalagash district of Zhalagash station,% Grade 10 Factors Low Optimal Elevated High № n=48 1 Experiencing social stress 66,67 33,33 0 0 2 Frustration needs to succeed 43,75 52,08 4,17 0 3 Fear of self-expression 47,92 12,50 33,33 6,25 4 Fear of knowledge testing situation 54,17 22,92 16,67 6,25 Fear of not meeting the expectations 5 of others 64,58 18,75 16,67 0 Low physiological resistance to 6 stress 77,08 12,50 8,33 2,08 Problems and fears in relationships 7 with teachers 2,08 58,33 35,42 4,17 8 General anxiety in school 64,58 25,00 8,33 2,08

The table shows that in the Zhalagas district, there is a high level of anxiety of 6.25% in terms of the fear of self-expression and the fear of a situation of knowledge testing, 4.2% of problems and fears in relations with teachers and 2.1% of low physiological resistance to stress and general anxiety in the school. And also, an increased level of anxiety - 35.4% for the factor of problems and fears in relations with teachers (Table 1). Table 2 - Phillips school anxiety indicators among pupils of 10th grades in the Syrdarya region Terenozek village,% Grade 10 Factors Low Optimal Elevated High № n=22 1 Experiencing social stress 77,27 22,73 0 0 2 Frustration needs to succeed 63,64 36,36 0 0

208 3 Fear of self-expression 50,00 9,09 9,09 32,00 Fear of knowledge testing 4 situation 27,27 9,09 50,00 13,64 Fear of not meeting the expectations 5 of others 77,27 13,64 5,00 5,00 Low physiological resistance 6 to stress 59,09 13,64 22,73 4,55 Problems and fears in relationships 7 with teachers 0 68,18 31,82 0 8 General anxiety in school 40,91 50,00 9,00 0

Among schoolchildren in the Syrdarya region, a high level of anxiety showed 32% - according to the factor of fear of self-expression, on 4 factor - 13.6%, fear of not meeting the expectations of others 5% and low physiological resistance to stress - 4.5%. The increased level of anxiety is the highest, in half of the students (50%) the fear of the situation of knowledge testing and by factor 6, 7 the level of anxiety is 22.7 and 31.8% (Table 2).

Table 3 - Indicators of school anxiety among schoolchildren of 10th grade in Kyzylorda,% Grade 10 Factors Low Optimal Elevated High № n=24 1 Experiencing social stress 75,00 20,83 4,17 0 2 Frustration needs to succeed 58,33 37,50 4,17 0 3 Fear of self-expression 41,67 8,33 45,83 4,17 4 Fear of knowledge testing situation 50,00 16,67 16,67 16,67 Fear of not meeting the expectations 5 of others 70,83 25,00 4,17 0 Low physiological resistance to 6 stress 70,83 4,17 25,00 0 Problems and fears in relationships 7 with teachers 17,00 50,00 33,33 0

209 8 General anxiety in school 58,33 25,00 16,67 0

As a result of the survey, it was found that in Kyzylorda a high level of anxiety in terms of factor 4 was 16.6% and in 4% of students the fear of self-expression. The increased level of the entire factor indicators fluctuate in very wide limits - from 4.2 to 45.8% and on average 18.7% (Table 3). Figure 1 shows a comparative chart reflecting a low and elevated level of school anxiety by the Phillips test.

% 50

40

30

20

10

0 Low E 1 E 2-3 E 4 and more K Zh T

Figure 1. K - Kyzylorda, Zh - Zhalagash, T - Terenozek E 1 - an increased level of anxiety in one factor, E 2-3 - an increased level of anxiety by 2-3 factors, E 4 and more - an increased level of anxiety from 4 or more factors; 10th grade comparative chart in urban and rural schools Analyzing the chart for some factors, the level of anxiety increased. In Kyzylorda, 29.2% of students - an increased level of anxiety was identified by one factor; for 2-3 factors, 16.7% of students have an increased level of anxiety; 16.7% of schoolchildren have an increased level of anxiety by 4 or more factors; in the remaining 37.5% of students, anxiety is low. In Zhalagash district, one factor is 18.8%, according to 2-3 factors - 29.2% and 4, and most of the factors are 4.2% of students. Low level of anxiety - 47.9% of students in grade 10. Syrdarya district has a low level of anxiety - 36.4%,

210 an increased level of anxiety in one factor - 18.2%, in 2-3 factors - 36.4% and 4 and most factors - 9.1% of students (Figure 1). Figure 2 shows the distribution of a high level of anxiety by region among schoolchildren in 10th grade.

% 100 80 60 40 20

0 high 0 high 1 high 2-3 K Zh T

Figure 2 K - Kyzylorda, Zh - Zhalagash, T - Terenozek high 0 - a high level is not detected, high 1 - a high level of anxiety on one factor, high a 2-3 - a high level of anxiety on 2-3 factors; Comparative chart of students in 10th grade of urban and rural schools The diagram shows that more than 80% of students across the region have not revealed a high level of anxiety. According to one factor, a high level of anxiety in urban schools (Kyzylorda) is 12.5% - students, Zhalagas District - 4.2%, Syrdarya District - 13.6%. By the high level of anxiety by 2- 3 factors in Kyzylorda - 4.2 high level of anxiety by 2-3 factors, Zhalagash district - 6.3%, Syrdarya region - 4.5%. Table 4 - Phillips school anxiety level among pupils of 11th grades in Zhalagash district, Zhalagash station,%

№ Factors Grade 11

211 Low Optimal Elevated High n=54 1 Experiencing social stress 85,19 14,81 0 0 Frustration needs to 2 succeed 57,41 42,59 0 0 3 Fear of self-expression 50,00 18,52 25,93 5,56 Fear of knowledge testing 4 situation 64,81 16,67 14,81 3,70 Fear of not meeting the expectations 5 of others 70,37 18,52 7,41 3,70 Low physiological 6 resistance to stress 90,74 3,70 1,85 3,70 Problems and fears in relationships 7 with teachers 5,56 68,52 25,93 0 8 General anxiety in school 41,67 41,67 12,50 4,17

As can be seen from table 4, for many factors there is a high level of anxiety. This is the fear of self-expression - 5.56%, the fear of the situation of testing knowledge, the fear of not meeting the expectations of others and low physiological resistance to stress - 3.7% and also, general anxiety in school - 4.17%

Table 5 - Indicators of school anxiety among pupils of 11th grades in the Syrdarya district of Terenozek, % Grade 11 Factors Low Optimal Elevated High № n=49 1 Experiencing social stress 67,35 30,61 2,04 0 2 Frustration needs to succeed 73,47 26,53 0 0 3 Fear of self-expression 48,98 30,61 18,37 2,04 Fear of knowledge testing 4 situation 42,86 24,49 24,49 8,16 Fear of not meeting the expectations 5 of others 69,39 16,33 14,29 0

212 Low physiological resistance to 6 stress 85,71 8,16 2,04 4,08 Problems and fears in relationships 7 with teachers 6,12 77,55 16,33 0 8 General anxiety in school 69,39 24,49 6,12 0

The last column of the table shows a high level of anxiety by the Phillips test factor. Among graduates of this district, 2.04% of students showed a high level of anxiety by factor 3, 8.16% - by factor 4, and 4.08% of students showed low physiological resistance to stress. The increased level of anxiety throughout the factor ranges from 2.04 to 24.49% among students in grade 11 in the village of Terenozek (Table 5).

Table 6 - Indicators of school anxiety among schoolchildren of 11th grade in Kyzylorda,% Grade 11 Factors Low Optimal Elevated High № n=26 1 Experiencing social stress 65,38 30,77 4,00 0 2 Frustration needs to succeed 42,31 53,85 3,85 0 3 Fear of self-expression 50,00 11,54 30,77 7,69 4 Fear of knowledge testing situation 50,00 19,23 15,38 15,38 Fear of not meeting the expectations 5 of others 46,15 38,46 11,54 3,85 Low physiological resistance to 6 stress 73,08 7,69 15,38 3,85 Problems and fears in relationships 7 with teachers 8,00 53,85 30,77 7,69 8 General anxiety in school 73,08 7,69 19,23 0

It was revealed that the low and optimal level of anxiety showed on all factors on average more than 78% of Kyzylorda school graduates. The highest level of factor 3 and 7 was 30.7% of students in grade 11, and also more than 19% of schoolchildren showed an increased level of general

213 anxiety in school. Only urban pupils of grade 11 have a high level (7.7%) of problems and fears in relations with teachers. During the experiment, data were obtained, on the basis of which the diagram was constructed (Figure 3a, 3b).

% 60 Increased anxiety

40

20

0 Factor 1 Factor 2 Factor 3 Factor 4 Factor 5 Factor 6 Factor 7 Factor 8 K Zh Figure 3a: K - Kyzylorda, F - Zhalagash, T – Terenozek 11th Grade comparison Chart for Phillips School Anxiety

% High anxiety 20

15

10

5

0 Factor 1 Factor 2 Factor 3 Factor 4 Factor 5 Factor 6 Factor 7 Factor 8 K Zh

Figure 3b: K - Kyzylorda, F - Zhalagash, T – Terenozek 11th Grade comparison Chart for Phillips School Anxiety The figure shows that an increase in high level of anxiety is observed among pupils of Kyzylorda schools: by factor 3,4,7, and also only in Zhalagash district there is a high level of anxiety by factor 8, which

214 amounted to 4.17% and high level of anxiety on factor 4 in schoolchildren of the 11th grade of the Syrdarya district of the Terenozek settlement (Figure 3b). Analysis of diagnostic results for class 11: in Kyzylorda, a low level of anxiety was 46.2%, in the Zhalagas district - 51.9%, in the Syrdarya region - 46.9%. An increased level of anxiety was detected by one factor 19.2% of urban schools, 29.6% - Zhalagaski, 20.4% - Syrdarya. Kyzylorda - 23.1%, Zhalagash - 16.7%, Terenozek - 32.7% of schoolchildren have an increased level of anxiety according to 2-3 factors; 11.5% of students - an increased level of anxiety was detected due to the majority of factors in Kyzylorda. 1.9% - Zhalagas district, in the Syrdarya region, due to the majority of factors of increased anxiety it was not revealed. The high level of anxiety is the highest indicator for one factor in Kyzylorda - 30.8%, in the Zhalagas district - 7.4%, on 2-3 factors with a high level of anxiety Kyzylorda - 3.8%, Zhalagash - 3.7% , Syrdarya district for one factor and for 2-3 factors a high level of anxiety is 4.1%. Graduates of urban schools have the highest level of anxiety compared to rural schools.

CONCLUSION Socio-cultural differences due to environmental peculiarities (for example, conditions of urban and rural life), social origin, national characteristics, specific features of this generation (cohort), etc. are also important. Socio-cultural differences, in one way or another, are inevitably refracted in the specific conditions of the microenvironment where a high school student grows and is formed - in the structure of his family and interpersonal relationships, in the specific values of the youthful subculture, in the direction of interests, in leisure activities, etc. The teacher must take into account all this (Litvinenko 2014). The very process of raising a high school student is extremely multifaceted. Youth is the final stage of primary socialization. This sets the school three interrelated tasks (Suravegina 2001). The school must prepare the high school student, firstly, to work, secondly, to family life and, thirdly, to social and political activities, to perform civic duties. None of these tasks can be solved separately from others (Malkova 2009).

215 As can be seen from the test results, it is noted that the occurrence of school anxiety is associated primarily with socio-psychological factors or factors of educational programs. These include: academic overload, the inability of the student to cope with the school curriculum; inadequate expectations on the part of parents, unfavorable relationships with teachers; regularly recurring assessment and examination situations, as well as an increased level of school anxiety, is associated with increasing fears of exams, tests, teachers, undeveloped abilities for self-expression and resistance to stress, elevated expectations of others (Eysenck 2007) And also there is a tendency to increase anxiety in urban and rural pupils of the 11th grade. At the same time, the main psychological factors such as fear of self-expression, fear of a situation of testing knowledge, low physiological resistance to stress, problems and fears in relations with teachers are the main ones for students in 10th grade, in 11th grade there is added fear of not meeting the expectations of others. From 18 to 22% of schoolchildren differed by an increased level of anxiety, due to psycho-emotional stress and low stress tolerance, there was a lack of motivation for success by emotional instability, often turning into depressive moods. From 15 to 18% of schoolchildren in the senior classes of urban and rural schools have a high level of anxiety. Thus, if you hold various activities, both teachers and parents, you can reduce the level of anxiety among schoolchildren. Do not forget that these should not be one-time events, but permanent ones, a set of actions should be made to be carried out with the student. This should be the joint work of teachers with their parents. The work was carried out within the framework of the science project: No АР05132033 "Physiological and genetic assessment of adaptive reserves and general resistance of the organism in children of school age living in different regions of Kazakhstan."

REFERENCES ТВОРОГОВОЙ Н. Д. (2007) Тревожность //Клиническая психология. Словарь /под ред. . — Москва: ПЕР СЭ, . — (Психологический лексикон. Энциклопедический словарь в 6

216 томах/ред.-сост. Л. А. Карпенко; под общ. ред. А. В. Петровского). — 3000 экз. — ISBN 978-5-9292-0163-9, ISBN 978-5-9292-0136-3 КОН И.С. (1980) 'Психология старшеклассника' - Москва: Просвещение, - с.192 МАТЕРИАЛЫ ВСЕРОС.НАУЧ.-ПРАКТ,КОНФ.-М.(1995) Школьная дезадаптация: эмоциональные и стрессовые расстройства у детей и подростков:, 112 с. ШУМИЛИН Е. А. (1979) Психологические особенности личности старшеклассника. М., Педагогика,. МУДРИК А. В. (1976) О воспитании старшеклассников. М, Просвещение. ERGENE, T. (2003) Effective interventions on test anxiety reduction. School psychology International, 24, 313-328. ЛИТВИНЕНКО Н.В. (2012) Адаптация школьников к образовательной среде: теория и практика //LAPLAMBERT.-331 с. ЛИТВИНЕНКО Н.В. (2014) Школьная тревожность как показатель нарушения адаптации школьников к образовательной среде //Современные проблемы науки и образования.-2014.-№5 СУРАВЕГИНА И.Т. (2001) Методическая система экологического образования. Педагогика МАЛКОВА Е.Т. (2009) Возрастная динамика проявлений тревожности у школьников // вопросы психологии. -№4 EYSENCK, M.W., SANTOS, R., DEREKSHAN, N., CALVO, M. G. (2007) Anxiety and Cognitive performance: Attentional Control Theory. Emotion, 7(2), 336-352.

217 İSLAM TARİHİ KAYNAKLARINDA TÜRKLERLE İLGİLİ HADİSLERİN ÖNEMİ: “MU‘CAM EL-BULDAN” ÖRNEĞI Zibagul ILYASSOVA Manara KALYBEKOVA ÖZET Bu makale, İslam tarihi kaynaklarında Türklerle ilgili hadislerin önemi hakkındadır. Makalede, Yakut el-Hamavi’nin “Mu‘cam el-Buldan” adlı eseri temel alınmıştır. “Mu‘cam el-Buldan” gibi eserlerde dikkat çeken husus, ortaçağ arap kaynaklarında, özellikle tarihi kaynaklarda, hadislerin oldukça yaygın bir şekilde, ilim kriterleri her zaman dikkate alınmaksızın kullanılmış olmasıdır. Bu gibi eserler dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki, Türk tarihi ya da geniş coğrafyada diğer topluluklarla Türklerin ilişkilerinin anlatıldığı nakillerde bazı hadis rivayetleri kullanılmaktadır. Bu hadislerin isnad sıhhatı tartışmalı olabildiği gibi, bağlam ve analizi de tartışmaya açıktır. Ancak yine de Yakut’un “Mu‘cam el-Buldan” eserine ya da Kaşgarlı Mahmud’un değerlendirmelerine bakıldığında, Türk tarihinde hadis rivayetlerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Anahtar Sözcükler: Türk İmparatorluğu, Yakut’un “Mu‘Cam El- Buldan” Eseri, Hadis, Orta Çağ, İslam Tarihçileri.

THE SIGNIFICANCE OF HADITH NARRATIONS ABOUT TURKS IN THE LITERATURE ON HISTORY OF ISLAM: THE EXAMPLE OF YAQUT AL-HAMAWI`S MU'JAM AL-BULDĀN

SUMMARY This paper is about the significance of hadith narrations about Turks in the literature on history of Islam. In spite of a number hadiths, which are narrated from theHoly Prophet of Islam, his relations with the Turks and its variations during the pre and early Islamic periods, still remain an obscure but important subject, unexplained in the pages of history of Islam. Yaqut al-

 Assoc. Prof. Dr., L.N.Gumilyov Eurasian National University, Faculty of International Relations, Department of Oriental Studies - Astana/ Kazakhstan. [email protected]  PhD, Assoc. Professor of the Department of History of Kazakhstan. Abay Kazakh national Pedagogical University (Abay KazNPU) – Almaty. К[email protected] 218 Hamawi`s Mu'jam al-Buldān is at the centre of this paper. Mu'jam al-Buldān is a kind of "literary geography", because the book covers the history, ethnography, and myths related to the places. The main obstacles which are stopped the early developments of the general Turco-Arabic relations during, the long pre Islamic periods were, the geographical isolation of the Arabian Peninsula from the main structure of the continent of Asia and its locations in the outside of the Turkish major historical migration ways to the west. The sayings of the Holy Prophet about the Turks are still important in the valuable work of the Muslim Scholars. It was applied and narrated by the Muslim intellectuals in many occasion with the great interest in their religious, historical and literary works. Are these Hadiths called by the Holy Prophet are “correct” or “apocryphal” ones, created and narrated by many Muslim Scholars? What were the significance of these Hadiths on the Arabic literature for their behaviours against the Turks? All these questions remain to be significant part of ungoing work in the field of cultural and geographical history. Keywords: Turkish Empire, Mu’jam al-Yaquti, hadith, Middle Ages, Historians of Islam.

Giriş Türk İmparatorluğu çok kuvvetli dönemlerinde Kore’den Karadeniz kıyılarına kadar uzanan toprakları yönetmişti. VII y.y. sonu ile VIII y.y. başında Arab Halifeliği ile Türk Kağanlığı rakib güçler olarak yaşadı. O dönemlerde hadislere Türkler hakkında bilgiler verilmeye başlanış. Avrasya’ya sahip olan Türk Kağanlığı ile Arab Halifeliği’nin ilişkilerinden bizi haberdar eden hadislere Türklerin askeri, siyasi gücü esas olmuştur. Türk dünyası tarihiyle ilgili bol bilgi veren orta çağ arab kökenli yazarlar arasında seyahatçi-alim Yakut El-Hamavi (XIII y.y.) hakkında söylemeden geçemeyiz. Yakut “Mu‘cam el-Buldan” (ÜlkelerSözlüğü) adlı meşhur tarihi-coğrafi sözlüğün yazarıdır. Bu çalışmasında yazar Doğu ve Batı ülkeleriyle ilgili birçok değerli tarihi, coğrafik, edebi bilgileri sunmaktadır. Ayrıca eser faydalanılan kaynağın bolluğu ve zengin özeti açısından diğer eserlerden en öndedir.

219 Yakut’un “Mu‘cam El-Buldan” eserinde faydalandığı kaynakların biri de önemi açısından Kuran-ı Kerim’den sonra yer alan hukuki evrak sayılan hadisler olmuştur. Orta çağ Arab kökenli ilmi edebiyatta esas kaynak olarak peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) hadislerini kullanmışlardır. Bu yüzden kendi çalışmalarında bu kaynaklara başvurmayan yazar sayısı çok nadirdir. Bu durumu sadece dinin toplumdaki hepsini kapsayıcı, hepsini düzenleyici üstün rolüyle değerlendirirsek, o zaman geleneksel ortamda gelişen hadislerin ilmi önemini dikkate almadığımız belli olurdu. Hadis, peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in sözleri ile yaptığı hareketleri anlatan hikayelerdir. O, müslümanların hayat tarzının her yönünü kapsar. Bu yüzden de müslüman toplumunun dünyaya olan bakış açısı, medeniyeti yönünden ele aldığımızda hadis-i şerifler, kutsal Kuran-ı Kerim’den sonra yer almaktadır. Orta çağ arab medeniyetinde hadisleri toplamak ve onu anlatmak, temel eğitimin esaslarından biri olmuştur. Bu yüzden de hadisler ilmi çalışmaların kaynağı olmuş ve onlar atasözleri şeklinde konuşma diliyle birlikte yazılı eserlerde de genişçe kullanılmıştır. Böylece peygamberimizin hayatı, hareketleri (sünneti) ve sözleri (hadis) hakikat olarak meseleleri çözmekte kullanmaya başlamış. Bu durum zaman geçtikçe hadislerin çoğalmasına sebep olmuştur. Bundan sonra yazılı gelenekte özel hadis tarzı ortaya çıktı. Her hadis iki bölümden oluşur. İsnad – hadisi anlatan grup – onun hakikate dayanan sorumluluk görevini yürütmüşler. İkinci kısım peygamberimiz (s.a.v.) adından söylenen fikri bildirmişler. “As-sahih” (güvenilir) hadisleri böylece ortaya çıkmıştı. Daha sonraki İslam tarihçileri, hadisçi alimlerin geliştirdiği yöntemleri kendi çalışmalarında kullandılar. Bu yöntemin anlamı da şudur: sözlü olarak ulaşan metni (belge özeti) ve sanadi (belgeyi ulaştıranlar) değerlendirildikten sonra hadisçilerin “jarh” (belgenin uyduruk olduğunu ortaya çıkarmak) ve “ta‘dil” (belgenin hakiki olduğunu belgelemek) gibi yöntemleriyle incelemektir. Ama yine de hadisi incelemede kullanılan bu yöntem, onun metni ve sanadini şekillendirmekte gösterilen titizlik, tarihi belgeleri toplamakta, maalesef kullanılmadı. Belgeler ve metinler yukarıda söz ettiğimiz gibi süzgeçten geçirilmiyordu ve ele geçenlerin tümü eserlere dahil olmaya başlıyordu. İslamiyetin ilk dönemlerinde gelişen dini öğütleme ve herşeyi anlatmaktan kaynaklanan bu yöntem, orta çağ yazılı eserleri belgelemenin birçok yöntemlerinden biri olarak kaldı.

220 “Mu‘cam el-Buldan” eserinde hadisler sık sık farklı anlayışta kullanılmıştır. Bugüne dek araştırmacılar Yakut’un kullandığı hadislerin kaynağına inceleme yapmışlardır. Yakut, “Türkistan” adlı makalesinde 5 hadisi kaynak olarak kullanmıştır. 1. “Hak peygamber: “Allah ona rahim eylesin ve kendisi desteklesin: Türkler benim halkıma armağan edileni ilk kabul edenlerden biri olacak” demiş (Yakut al-Hamavi I, 1979: 28). Bununla ilgili N.Bartold: “İslam dini, Türklerle ilgili vergi ödemeyen kafirlerle savaşma konusundaki Kuran-ı Kerim’in şartlarını bozdu. İslam dini Türklerle sınırda hücümden savunmaya geçti: Peygamberin kendisine “Türklere dokunmayın, onlar sizlere dokunmayınca” diye söylendi” diyerek Bartold peygamberimiz acaba “Türklerin var olduklarını biliyor muydu?” diye şüphelenir (Bartold 1963: 244). Bazı eserlerde Hz.Muhammed (s.a.v.)’in Doğu Arabistan’a yaptığı seferinde Türk tüccarlarını gördüğünü, hatta Türk Kağanı’na türkçe mektup göndererek Hak dini olan İslamiyet’e davet edilmesi kaynaklarda gösterilmektedir (Bulutay 2000: 193). At-tabari ise “pencere savaşı” öncesinde Hz.Muhammed (s.a.v.)’in dinlediğini öne sürerek belirsiz bir Türk çadırından bahsetmektedir (Tabari, 38). 2. “Abdulla hakkında İbn Abbas (burada Halifelikteki Omeyadlar yönetimini değiştiren beyliğe adı verilen Hz.Muhammed (s.a.v.)’in dayısı olan Abbas’ın oğlu olabilir, H.750) şöyle diyor: “(Vallahi) Halifelik, benim neslimin elinde olacak, ta ki onların kudretini kırmızı yüzlü, kalkan gibi insanların yıkmasına dek” (Yakut al-Hamavi I, 1979: 28). 3. Abu Hurayra’nın (Abu Hurayra ad-Davud-Yamin Hz.Muhammed (s.a.v.)’in şeriğidir. H.628’de İslamiyeti kabul etmiştir. Abu Hurayra’nın lakab adı sürekli kediyle oynamasıyla ilgilidir. O hadis-i şerifleri en çok anlatanlardan biri olmuş ve sayısı da 3500’e kadar ulaşmıştır. H. 677’de 78 yaşında iken vefat etmiştir) sözünden: “Ona Allah razı olsun, o dedi ki, yüzleri geniş, küçük gözlü ve büyük burunlu kabile (askerler) atlarını Tigr nehrinin kıyısına getirmeyince kıyamet günü kopmaz” (Yakut al-Hamavi I, 1979: 28). Bu hadisleri, alimler tarafından “Şayhu‛l muhaddisin” ünvanına sahip olan İmam Buhari’nin (H.810-820) “Sahih-i Buhari” (Buhari’nin hakikatleri)

221 olarak adlandırılan hadisler kitabındaki metinlerle karşılaştırabiliriz. Buhara’da doğup büyüyen hadisçi, türk halklarını iyi bilmesinden dolayı (Bulutay 2000: 191) türk-moğollar hakkında birçok hadisi isnad kaynakçasıyla örnek verir. Eserin “Türklerle savaş” bölümünde sahabalar Amr Tağılıboğlu ile Abu Hurayra’nın yardımıyla vasiyet edilen iki hadisle karşılaştırmayı deneyelim: “Amr Tağılıboğlu’nun dediğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle demiş: “Kıyametin sebeplerinden biri de, sizlerin yün çizme giyen bir toplumla savaşmalarınızdır. Kıyametin sebeplerinden bir başkası da sizlerin geniş, yuvarlak yüzlü, yanakları gerilmiş bir toplumla savaşmalarınızdır” (Sahih al-Buhari 35, Kitapci Z 1991:17). Abu Hurayra tarafından rivayet edilen hadisin anlamı ise şöyledir: “Abu Hurayra’nın dediği gibi, peygamberimiz (s.a.v.) şöyle demiş: “Sizler, kırmızı suratlı, çekik gözlü, geniş burunlu, deriyle kaplanmış kalkan gibi bir toplumla savaşmayınca kıyamet kopmaz. Sizler yine de yün çizme giyen bir toplumla savaşmayınca kıyamet kopmaz.” Türklerle ilgili hadislerin en geniş kapsamlısı olarak işte İmam Buhari’nin bu eserini gösterebiliriz. Çünkü sahaba olan Abu Hurayra diyor ki: “Bu iki hadisi Müslüm İbn Haccac el-Kuşayri (H.817-875) “Sahih-i Müslüm” adlı eserinde (Sahih al-Muslim 1990: 37-38) örnek gösterir. Ama bu hadislerin özeti birbirlerine benziyorsa da, biçimleri açısından farklıdır.” Yakut, burada sadece “Abu Hurayra diyor ki” şeklinde geçen hadisin Türkleri ilgilendiren ilk kısımlarından istifade etmiştir. Genelde kullandığı kaynakçasının en önemlisini öne alarak, yardımcı kaynakları kısaltan Yakut’un yöntemi, bu hadiste de kendini göstermektedir. Çünkü Türkler hakkında, genel olarak, bilgi veren Yakut, onların dış görünümü hakkında ayrıntılara gitmektedir. Bu yüzden de onun Türklerin giyim kuşamlarıyla ilgili verdiği bilgileri kaynakçada göstermemesi tamamen mümkündür. Yani burada Yakut’un eline hadisin kısaltılmış şekli geçmiştir diye düşünmememiz gerek. Yukarıda adı geçen hadisçilerin eserlerinde Abu Hurayra’ya ait hadisin, az da olsa, metinde değişiklikler görülse de, özeti tamdır. Demek hadisleri kaynak olarak kullanan bilim adamları ihtiyaçlarına göre onları kısaltmış olabilirler, ama peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in vasiyetlerine adal olanların hadisleri kısaltması akıl dışıdır. Arapların Türklerle olan ilişkilerinin çok zor bir durumda olduğunu ispatlayacak kaynaklardan biri olarak hadislerin özeti dikkatli bir incelemeyi

222 gerektirmektedir. Türkler hakkında bilgi veren hadisleri, Arabları tehlikeden korumak ve barış içinde yaşamaya davet edilen vasiyet olarak anlamak gerektiğini XI y.y.-ın başında “Kitab-ı tafdil el-atrak ‘ala sa‘ir el-acnad” (Türklerin başka milletlerden üstünlüğünü anlatan kitap) adlı eserinde söyler (Abbas Azzabi 1940: 14-15). Bu eserin yazarı olan İbn Hassul, yukarıdaki hadisi örnek olarak göstererek, ayrıca peygamberimizin (s.a.v.) siyah ile kırmızıların, yani araplarla farsların tümünü islamiyete davet etmeyi vasiyet ettiğini söyler: (ﻫﺫﺍ ﻤﻊ ﻗﻮﻠﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻠﺴﻠﻢ ﺍﻨﻰ ﺒﻌﺛﺖ ﺍﻠﻰ ﺍﻻﺴﻮﺪ ﻮ ﺍﻻﺤﻤﺮ ﻴﻌﻨﻰ ﺍﻠﻌﺮﺏ ﻮﺍﻠﻌﺠﻢ )“ ” ve bütün milletlerle islamiyeti kabul edinceye dek savaşmayı emretti der: ”( ﻮ ﺍ ﺻﺮﻩ ﺍ ﻥ ﻴﻘﺍﺗﻞ ﺍﻻﻤﻢ ﺤﺗﻰ ﻴﻅﻬﻮﺮ ﻛﻠﻤﻪ ﺍﻹﺴﻻﻢ ).“ Abu’l-Ala İbn Hassul (XI y.y) “Kitab-ı tafdil el-atrak” adlı eserini Selçukluların Bağdad’ı işgalinden sonra Sultan Tuğrul Beğ’in veziri olan Kunduriye’ye hitab ederek yazmıştı. Eserde Türkler hakkında verilen bilgiler ansiklopedi yazarı, alim el-Jahiz’in (IX y.y)Türk kabilelerinin askeri özellikleri, insanlığı ve gelenekleri hakkında verilen bilgilere çok yakındır. Bu yüzden de İbn Hassul kendisini takip edenlere Türk halklarını adil değerlendirmeye çağırıyor (Agajanov 1969:17). İbn Hassul’un adı geçen eserinde söylenen bu hadisin çıkışını anlamak için aynı konuyu kaleme alan yazarların nazarından kaçan durumlara dikkat etmemiz gerek. “İşin manası burada, Türklerle barış içinde yaşamanın gerekliliği hakkında söylenen hikayelere esas olan bu iki hadis, Türklerle değil, efiyoplarla ilgilidir. Tabi ki, böyle bir hadis Hz.Muhammed (s.a.v.) dönemindeki Arabistan’ın tarihi ilişkilerine uygun gelir ve İslamiyetin temelini kuran peygamberimizin (s.a.v.) bu sözlerini Türklerle değil, efiyoplarla ilgili söyledi diyerek yorumlayabiliriz.” (Zayonchkovskiy 1966: 198). Hz.Muhammed (s.a.v.) ve Ömer Halife döneminde (VII y.y) Efiyopiya’ya İslamiyeti kabullendirirken ortaya çıkan bazı başarısız olayları kuralı tam (ﺍﺘﺮﻛﻮﺍ) ”biz tarihten biliyoruz. Arabların “Sakin bırakınız efiyopiyalılarla alakalıdır. O “efiyopları (habaşa) rahat bırakın, onların sizlere dokunmadığı gibi” şeklinde kullanılıyorsa, bir başka nüshalarda “efiyopları rahat bırakın, şimdilik onlar sizleri rahat bırakır” şeklinde geçer.

223 Hadis araştırmacısı A.Zayonçkovskiy “Bence efiyoplar hakkında söylenen ilk hadis daha sonra Türkler için de kullanılmıştır fikri yanlıştır.” der (Zayonchkovskiy 1966: 198). Bunlar boşuna söylenmiş sözler değil. Çünkü efiyoplar ile Türkleri bir grupta toplamak, sadece peygamberimizin (s.a.v.) sözlerinden değil‚ Omeyadlar beyliğinin temelini kuran Muaviya’nın (Muaviya İbn Abu Sufyan (602-658) İslamiyetin ortaya çıktığı dönemde Kurayışlı meşhur yönetici Abu Sufyan’ın oğludur. Ali İbn Abu Talib’in rakiplerine üstünlük kurduktan Omeyad beyliğinin sufyanlı kolunun kurucusu olan halifedir. Onun hakkında anlatılan hikayeler o kadar önemli ki, Ermenistan’daki arab yönetiminden Türklerin hücümuna karşı yapılan müdahalede galip geldiğini haber alarak Türklerin yeni bir hücümundan korkarak onları hiçbir şekilde sinirlendirmemeyi emretmiştir) sözlerinden de görmek mümkündür. Yakut, “Türkistan” makalesinde bu hadisi iki farklı nüshada kullanır. 1. Muavya’nın sözünden: “Sakin yatan (ayakları eğri) ikisini sinirlendirmeyin, onları rahat bırakın, onlar şimdilik sizleri rahat bırakırken, yani Türkler ile Efiyoplar (Habaşa)”. 2. İkinci nüshada peygamberimizin dediği gibi, başka bir haberde, Allah ona rahim eylesin ve desteklesin, o dedi: “Türklere dokunmayın, onlar size dokunmayınca.” Hz.Muhammed (s.a.v.)’e ait bu hadis bazı kaynaklarda değişikliklere uğrayarak: “Türklerle barış içinde yaşayın, onlar sizlere dokunmayınca” der (Kodama ibn Dja‘far., 1903: 332). Arab kaynaklarında Türklerle efiyopları çok korkunç bir rakip olarak göstermek, onlarla aradaki çatışmaların anılarda unutulmamasından kaynaklansa gerek. Ayrıca Karahanlılarda İslamiyetin devlet statüsü alması dolayısıyla (X-XI y.y) yürütülen reform çalışması sırasında Türk Kağanlığı’nın mertebesini yüceltme amacında hadislerin yerli nüshalarının da ortaya çıkması doğaldır. Türkçülük ruhuyla Orta Doğu’da yaygınlaşan böyle yeni hadislerin birini Kaşgarlı Mahmut (XI y.y) şu metinde verir: “Türk, Nuh’un oğlunun adıdır. Bu Tanrı’nın Nuh’un oğlu Türk oğullarına verdiği isimdir. Onun .tyrk – türk” diye adlandırılır – ”ﺘﺮﻚ“ sülalesi de

224 ” َّم ذ ُكو ًرا َش يئًا يَ ُكن لَ م ال َّد ه ِر ِّم َن ِحي ن ا ِإلن َسا ِن َعلَى أَ َت ى هَ ل “ (Kuran-ı Kerim’in) insan” sözcüğü bir “adam” anlamını verir. Burada“ - ”ﺍﻨﺴﺎﻦ“ ayetindeki ﺜﻢ (4).ﺘﻘﻮﻴﻢﺘ ﺤﺴﻦﺤأ ﻔﻰ ﺍﻻﻨﺴﺎﻦ ﺨﻘﻠﻨﺎ ﻠﻘﺩ»“ konu bir adam hakkındadır. Aşağıdaki ayetinde ”««6) َم منُو ن َغ ي ُر أج ر فَلَهُم ﺍﻠﺎﺎﻠﺤﺎﻠﺤ اﻮﻋﺁﻤﺤﻠﺮﻮ َﻤﺁﻨﺮﻮﺍ ﻴﻦ ﺍﻠﻨ إ َّال (5).ﺴﺎﻔﺤﻠﻔﻦﺁ َﺴَﻔﺁﻞﺁ ﺮﺩﺩﻨﺎﻩﺮ “insan” kelimesinin birçok anlamı var. Burada cins isimden özel ismi ayırt etmek gerek. “Türk” kelimesi Nuh’un oğlunun ismi olduğunda tek bir kişiyi beşer” kelimesi gibi“ - ”ﺒﺷﺮ“ bildirir. Nuh sülalesinin ismi olduğunda ise geniş anlamı kapsar. Örneğin, “Rüm” sözcüğü İskak’ın oğlu İsu’ya ve İsu oğlunun ismi olduğundan dolayı rüm sülalesinin de ismi olur. “Türk” sözcüğü de aynen böyledir. اﻮﻋﺁﻤﺤﻠﺮﻮ َﻤﺁﻨﺮﻮﺍ ﻴﻦ ﺍﻠﻨ إ َّال (5).ﺴﺎﻔﺤﻠﻔﻦﺁ َﺴَﻔﺁﻞﺁ ﺮﺩﺩﻨﺎﻩﺮ ﺜﻢ (4).ﺘﻘﻮﻴﻢﺘ ﺤﺴﻦﺤأ ﻔﻰ ﺍﻻﻨﺴﺎﻦ ﺨﻘﻠﻨﺎ ﻠﻘﺩ «6) َم منُو ن َغ ي ُر أج ر فَلَهُم ﺍﻠﺎﺎﻠﺤﺎﻠﺤ ُُ Biz “Türk” ismini Yüce Allah’ın kendisinin verdiğini söylemiştik. -İbn el) ”ﺍﻠﻔﺮﻗﻰ ﺍﺒﻦ“ Örneğin, Kaşgarlı Halefoğlu İmam şeyh Husayin’in ”ﺍﻠﺠﺮﺠﺮﺍﺋﻰ َﺒﻮﺒﻜﺮﺍﻠﻤﻔﻴﺩ ﺍﻠﺷﻴﺦ“ Farki) adlı şahıstan duyarak anlattığına göre eserinde peygamberimiz – ”ﻨﻔﺎ ﺍﺒﻦَﺒﻰﺍﻠﺩ“ adıyla meşhur Şeyh Ebubekir’in ﻠﻰ ﻮﻋﺰﺍﻦ ﺠﻝ ﺍﻠﻠﻪ ﻔﻘﻮﻞ“ :s.a.v.) de vasiyet ederek, şöyle bir hadisi beyan eder) :Yüce Allah ”ﻋﻠﻔﻬﻡ ﺴﻠﻂﺘﻬﻡ ﻗﻮﻡ ﻋﻠﻰ ﻏﻀﺒﻠ ﻔﺎﺫﺍ ﺍﻠﻤﺷﺮﻖ ﻮَﺳﮑﻨﺘﻬﻢ ﺍﻠﺘﺮﻙ ﺳﻤﻔﺘﻬﻡ ﺠﻨﺩﺍ “Benim bir kabilem var, onlara “türk” ismini verdim, onları Doğu’ya yerleştirdim. Bir millete sinirlensem, türkleri onlara karşı koyarım” demiş (Egevbay 1997: 407-408). Bu durum onların (Türklerin) başka milletlerden üstün olduğunu gösterir. Bu yüzden de Tanrı onlara ad vermiş, dünyanın en yüksek ve en uygun, havası çok temiz, güzel memleketlere yerleştirmiştir. Onları “akrabam” saymıştır. Ayrıca Türkler güler yüzlü, büyüklere karşı saygılı, yiğitlik gibi birçok üstün özelliklere sahiptir. Bu özellikler şöyle bir destanda söylenir: Ne zaman onu görsem Türk, Söyler bunu halk ona Tüm ünvanlar ona ait Ondan sonra ölünür!

225 (Anlamı: Bir adamı överek onu Türk memleketinde görse, Türk olarak algılasa, ne zaman görse de, halk ona şöyle der: “Ululuk, iyilik gibi özelliklerin hepsi de bu adama aittir, sadece ona yakışır, onunla ölür!” diye) (Egevbay 1997: 409). Kaşgarlı Mahmut, “Nişapur’un dindar olan halkı arasında bir imamdan duymuştum.” O (Hz.Muhammed (s.a.v.)) kıyamet gününün işaretleri, ahir zaman hareketleri ve Oğuz Türklerinin seferleri hakkında bahsederek sonunda: “Türklerin dilini öğrenin! Çünkü onların kaderlerine uzun zaman milletleri yönetmek yazılmıştır!” der (Chorotegin 1997: 104) . Türklerle ilgili başka da hadislere Türk-Arab ilişkileriyle ilgili değerli belgelerde rastlamak mümkündür. Orta çağ yazarları bu hadisleri kendi eserlerinde bol bol kullanmışlardır. Onların hadisleri kaynak olarak göstermekte birçok sebepleri olmuştur. Birincisi, İslamiyet’in hayatın bütün yönlerine üstünlük kurduğu dönemlerde dini anlayışın kapsamına sığmayacak bilgilerin önemini hadisler temelinde toplamayı amaçlamıştır. Hadislere sığınmanın ikinci sebebi ise, belli bir ilimlerin kaynağı olan hadislerin basın özelliği taşımasından kaynaklanmaktadır. As-Sami’nin Orta Asya’dan çıkan 2300 hadisçi hakkındaki malumatı (Kamaladdinov 1988: 21) bu istikametin ne kadar da geniş yayıldığını gösterir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi hadis araştırma yöntemi, kendi zamanındaki tüm ilimleri derleyen hadisleri geniş yönlü kullanıma alıştırır. O sözlü hikayeyle birlikte tüm yazılı eserlerin de zorunlu parçasına dönüşerek kendince bir stil oluşturur. Böylece toplumdaki medeni değerlerin etkisiyle kaynak olarak kullanmayı ön planda tutmuşlardır. Sonuç olarak, belgeler açısından değerlendirdiğimizde hadisler, yazılı edebiyatın metodolojik temelini kurmuştur diyebiliriz. Çünkü hadisler orta çağ yazarın bakış açısındaki, fikrindeki en önemli yön oldu. Söylenecek fikir hadislerle gelişti. Yapılacak sonuçlar hadisle onaylandı. Demek, memleket tarihinin belgelerinde hadislerden kaynaklanan malumatlar topluluğuna ilmi açıdan bakmamız gerek.

KAYNAKÇA

226 Yakut el-Hemavi (1979) Beyrut. Mü'cem el-büldan. Daru Cadr Yay. 2 ﺍﻠﻤﺠﻠﺪ ﺍﻠﺒﻠﺪﺍﻦ ﻤﻌﺠﻡ .ﺍﻠﺤﻤﻭﻱ ﻔﺍﻘﻭﻠ Bartold, Vasily (1963). Mongolskoe vladichestvo. I-IX. Moskova: Vostoshnoe literatura Yay. Bulutay M.J. Ata-baba dini. Turkiler nege musilman boldy. – Almaty, 2000. – 482 b. .ﺮﻱﺍﻟﻄﺒ ﺍﻻﻤﻢ ﻮ ﺍﻟﻤﻠﻮﻚ. .4ﺍﻠﻤﺠﻠﺪel-Taberi, Tarih el-rusul ve'l-müluk. Beyrut ﺘﺎﺮﻴﺦ ﺡ۱٣7٦ .ﻤﻜﺔ .4ﺍﻠﻤﺠﻠﺪ .ﺍﻟﺒﺧﺍﺭﻱ ﺻﺤﻴﺢ .Sahıh el-Buharı (1378 H). Mekke Kitapci Z. (1991). Yeni İslam Tarihi ve Türkistan. – İstanbul. .ﻤﻜﺔ - .ﺍﻠﻤﺴﻠﻢ ﺎﺤﻴﺢ ﺍﻟﻘﺷﻴﺭﻱ ﺣﺠﺍﺝ ﺒﻥ ﻤﺴﻠﻡ(Sahıh el-Muslım (1990 Abbas Azzabi. Ibni Hassul’ün Türkler hakkında bir eseri, Türkçeye çeviren Şerefeddin Yaltkaya, – “Belleten”, Türk Tarih kurumu, c. IV. Sayi 14–15. – Ankara, 1940. s. 261. Agajanov, Cergey (1969). Ocherki istorii oguzov i Turkmen Sredney Azii ІX–XІІІ vv. – Ashabad: Ilim Yay. Zayonchkovskiy A (1966). Stareyshie hadisy o tyurkah VІІІ–ХІ vv. Tyurkologicheskiy sbornik. Moskova: Nauka Yay, 194–202. Kitab al-Kharadj. Auctore Kodama ibn Dja‘far. Ed. M.J. de Goeje. Lugduni Batavorum. 1889. (BGA, VI). – 344 pages; Tria opuscula auctore Abu ‘Othman ‘Amr ibn Bahr al-Djahiz Basrensi, Quae ed. G. van Vloten. Lugduni Batavorum, 1903. – 49 с. Egevbay, Askar (1997). Mahmut Qaşqari: Türk Sözdigi (Divani Lugat-at Türk)-I-III. Almatı: Hant Yay. Chorotegin Т.K. (1997). Mahmut Kashgari (Barskani) jana anin «Divanu Lugati t-turk» soz jiynagi (1072–1077). Bishkek: Kirgizstan. 160 s. Kamaladdinov Sh.S. (1988.). «Kitab al-ansab» Abu Sa’da Abdalkarima b. Muhammada as-Sam’ani kak istochnik po istorii i istorii kultury Sredney Azii. Avtoref. … kand. Ist. Nauk. – Tashkent,– 24 s.

227 KAZAK GELENEKLERİ: NE UNUTULMALI VE NELER CANLIDIR? Akmaral S. SYRGAKBAEVA ÖZET Makalenin ana teması, modern Kazakların göçebe meralarından uzaklaştıklarında ve yerleşmiş yerlere taşındıklarında geleneklerinin çoğunu kaybettikleridir. Göçebe yaşam tarzı için önemli olan gelenekler bugün ilgilerini yitirdi. Aynı zamanda, yirminci yüzyılda geleneklerin kasıtlı bir yıkımı ve yıkımı vardı. Sovyet döneminde Kazak gelenekleri geçmişin kalıntıları olarak kabul edildi. Bununla birlikte, Kazaklar, her şeye rağmen, nesilden nesile temel geleneklerini öğrenmeye ve korumaya çalıştı. Bu geleneklerden biri kabilesinin eğitimi. Sovyet ideolojisinde bu fenomene evrenselcilik deniyordu. Travmayı ortadan kaldırmaya yönelik yaygın kampanyaya rağmen, Kazak halkının vatansever bilinci bugüne kadar kaldı. Anahtar Kelimeler: Göçebe Yaşam, Kazak, Adet, Kabile, Trivalism.

KAZAKH TRADITIONS: WHAT SHOULD BE FORGOTTEN AND WHAT SHOULD BE REVIVED? SUMMARY The main theme of the article is that modern Kazakhs have lost many of their traditions when they moved away from their nomadic pastures and moved to settled places. Traditions that were important to the nomadic way of life have lost their relevance today. At the same time, in the twentieth century there was a deliberate destruction and destruction of traditions. During Soviet times, Kazakh customs were regarded as remnants of the past. However, the Kazakhs, despite everything, tried to learn and preserve their basic traditions from generation to generation. One of such traditions is the education of his tribe. In Soviet ideology, this phenomenon was called universalism. Despite the widespread campaign to eliminate the trauma, the patriotic consciousness of the Kazakh people has remained to this day. Keywords: Nomadic Life, Kazakh, Customs, Tribe. Trivalism. Introduction

 Felsefe Doktoru, El Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi Felsefe Bölümü Profesörü 228 Understanding of diverse culture of the Kazakh people from the philosophical point of view is in line with the modern requirements. From the point of view of philosophy, traditional culture is a complex system of signs and symbols, which contains in a hidden, encoded and in an art form, information about the world, nature and human being. All the time, the unique traditional culture of Kazakh people helped to shape the personality by transmitting information concerning the major stages of human life in an artistic form from one generation to another . The traditional culture of Kazakhs is an unmodified symbiosis of the strong norms and traditions (developed as a system of historically conditioned code of conduct characteristic for traditional nomadic society and the modernized European norms of conduct). Since ancient times, traditional Kazakh values included the following: – freedom (any Kazakh could gather his yurt overnight and move with his family to another village or to an endless steppe); – group solidarity (a famous Kazakh custom «Asar», when the whole village helped to build a house or to collect a new herd of livestock instead of a burnt house or a fallen herd from Zhut); – hospitality (a custom, which is connected with respecting of any stranger in an uninhabited steppe); – respect for elders (within certain limits it is quite a positive phenomenon, connecting generations). These and a number of other traditional values remain relevant today. At the same time, there are also some values, which clearly do not fit into modern realities. These include: – tribalism (separation of a single nation to tribes, granting of various privileges on the basis of descent, which is unacceptable, especially in the public service); – protectionism (providing illegal support to friends and relatives in various issues); – haughtiness (demonstrating one’s real or imaginary virtues in terms of material wealth, kinship ties, personal achievements or the achievements of relatives) .

229 All these traditional norms and values require serious reflection, as they relate to the fundamental foundations of our worldview. In this regard, the article entitled the «Seven Facets of the Great Steppe» by Nursultan Nazarbayev is of particular importance, and it calls for updating a traditional spiritual heritage of our ancestors in order to make it understandable and relevant in modern conditions. It is quite understandable, since only the people who remember, appreciate, and take pride in their history and their traditions have a future . Modern Kazakhstan is experiencing a period of national revival. This process is accompanied not only by a heightened interest in its own history, but also by a revival of national traditions and customs. Traditions in Kazakh society are the key to preserving national identity. Modern Kazakhs are no longer nomadic pastoralists; therefore, traditions that were important for the nomadic lifestyle have lost their relevance today. In addition, throughout the twentieth century, there was a conscious elimination and destruction of traditions. During the Soviet period, Kazakh traditions were regarded as the remnants of the past. However, the Kazakhs, in spite of everything, with enviable constancy and perseverance, tried to learn and maintain their core traditions from generation to generation. One of these traditions is the knowledge of its tribe. In the Soviet ideology, this phenomenon was called as tribalism. Despite the broad campaign of eradicating tribalism, the patrimonial consciousness of the Kazakh people has survived until today. The confirmation of the rebirth of patrimonial consciousness in modern Kazakhstan can be seen in the practice of publication of different types of family trees for different tribes, clans, and even for individual families. The bloodline is considered in modern Kazakhstan as a special form of a historical memory of people. In the book entitled «Looking to the future: the modernization of social consciousness» Nursultan Nazarbayev calls patrimonial affiliation as a powerful tool for the spiritual unity of Kazakh people, thanks to which the Kazakhs did not assimilate and remained as a unique nation . Not all Kazakh traditions have reached our days. Those ones that reached us have greatly modified and transformed and they only remotely resemble traditions that have been observed by our ancestors. Which Kazakh traditions should be revived, and which, on the contrary, should be

230 abandoned? What is outdated and does not fit into our lives, and what appeared only recently, but has already managed to gain national recognition? The most stable are the wedding traditions of Kazakhs, and the paper considers some of them. According to the Kazakh tradition, the daughter-in- law does not has the right to call his husband’s relatives by name and therefore she should come up with various nicknames for them . However, in modern society, this tradition is almost not observed, since each bride, after getting married, takes the surname of her spouse - and this is usually the name of his father or grandfather. Therefore, the meaning of tradition has been lost. Criticism of the lavish Kazakh weddings is a core issue in our Media: every Saturday and Sunday, and now on other days, the Kazakhs go to the celebration of the next wedding. In the absence of sufficient funds, many arrange weddings on credit, since it is inconvenient in front of relatives, neighbors and colleagues. It is obvious that in the age of globalization and high speeds, Kazakhs will have to seriously think about abandoning too costly and lengthy wedding events, and providing the persons entering into marriage the right to independently choose the form of their wedding celebration. At the same time, Kazakh weddings perform an important communication function, maintaining relations between different generations of relatives, colleagues, and neighbors. Tradition of celebrating of the New Year make one think as well. A peculiar legacy of the Soviet era is the celebration of the New Year with Farther Christmas, Snow Maiden, gifts, salad Olivier and tangerines. However, according to the tradition, the original New Year for the Kazakhs is Nauriz. Therefore, why not to revive the rituals associated with the celebration of Nauriz? Serious cultural and educational work is required also in relation to the organization of funeral procedures. In modern Kazakhstan, the memorial tables are not much different from wedding ones. A paradoxical situation arises: when the family of the deceased lose a loved one, it has to think about ordering a restaurant, food, etc. A separate topic is the construction of marble mausoleums at the grave of the deceased – the Kazakhs staged some kind of unspoken competition on «whose grave is better». All it is not nice.

231 According to tradition, in the house of the deceased, people do not cook food, do not light the fire and must be in mourning. Undoubtedly, the majority of Kazakhs today, in the twenty-first century, try to follow the traditions accompanying a person from his birth to death. Against the background of the ongoing processes of Kazakhs acculturation and the influence of globalization, the institution of national traditions, which continues to maintain its value, acts as a kind of cultural matrix, which can further contribute to the preservation of the national language, traditional musical culture and art. As for the «rotation» of traditions, (identifying viable and «sifting out» outdated ones), we consider that it has already happened in the twentieth century, along with the modernization of traditional Kazakh society. At the same time, the peculiarities of the current Kazakhstani situation forces to make a negative forecast regarding the maintaining of national traditions in the near future. Unfortunately, there is a danger that the new generations of the Kazakhs will perceive only an external, purely ceremonial side of traditions, having forgotten its meaning and, most importantly, the very goals for which it has been created and maintained for centuries and millennia. It is necessary to preserve traditions, since it ensured the unity of people, encouraged mutual assistance, guaranteed a high degree of protection for members of society. In conclusion, I would like to refer to the article by Nursultan Nazarbayev entitled «Seven Facets of the Great Steppe», which summarizes our arguments about the traditional culture of the Kazakhs and outlines further prospects for the development of Kazakhstani society. The article focuses on the history of Kazakhstan and the need for an objective understanding of its place and role in a global history. The first section of the article – «Space and Time of National History», the President outlined seven facets of the Great Steppe: equestrian culture, ancient metallurgy, animal style, the golden man, the cradle of the Turkic world, the Great Silk Road, apples and tulips. Based on specific archaeological excavations at the Botai settlements, Nursultan Nazarbayev claims that for the first time in world history, a horse

232 was tamed in Kazakhstan 5,000 years ago. The horse not only made it possible to overcome long distances, to maintain the nomadic way of life, and to graze cattle, but also helped to shape a special worldview among the nomads, which is expressed in domination of sedentary peoples. This worldview is described in the famous work of Oswald Spengler «The Decline of Europe», where a on a horse is compared with a wild animal, who is constantly in motion, while a sedentary person - with a plant rooted to one place. In ancient times, nomads of Eurasia had also bred camels. The Turks successfully had bred various sheep breeds capable of seasonal roaming, and developed methods of using pastures and water bodies without damaging the environment. Therefore, the so-called animal style represents a symbol of the unity of man and nature. It is not by chance that one of the symbols of sovereign Kazakhstan is the snow leopard living in Kazakhstan. The article shows that the Kazakh land, rich in diverse metal ores, was one of the first centers of appearance of non-ferrous metallurgy. The centers of mining production and smelting of bronze, copper, lead, iron, silver and gold appeared in the ancient antiquity on the lands of Central, Northern and Eastern Kazakhstan . One of the highest achievements in the world art is undoubtedly the «Golden Man», which was found in Kazakhstan in 1969. Skillful golden appearance of a warrior is a confirmation of the considerable skill of the ancient masters in gold processing techniques and glorification of the leader's personality . It would be a mistake to associate Kazakhstan only with a nomadic culture. Kazakhstan is a kind of symbiosis of the nomadic and sedentary civilizations. For this reason, there were many ancient and medieval cities in the territory of Kazakhstan – centers of art, science, and world trade. Al- Farabi was born in Otrar, and Akhmet Yassawi originated from Turkestan. The presence of prosperous cities in the South of Kazakhstan and in Semirechye defined one of the routes of the Great Silk Road . Nomads had provided flawless organization and security throughout the Silk Road, which connected its Chinese, Indian, Persian, Mediterranean, Middle Eastern and Slavic routes .

233 All these achievements of the Steppe civilization require serious reflection. They relate to the fundamental foundations of our worldview, the past, present and future of Kazakhstan. In this regard, Nursultan Nazarbayev puts forward a number of scientific projects that allow an objective assessment of the spiritual heritage of Kazakhstan: 1. Archive-2025. 2. The Great Names of the Great Steppe. 3. The Genesis of the Turkic World. 4. Museum of Ancient Art and Technology of the Great Steppe. 5. Thousand Years of Steppe Folklore and Music. 6. History in Film and Television . Implementation of these projects will allow us to update a centuries- old heritage of our ancestors, making it understandable and relevant in modern conditions. This is quite understandable, since only people who remember, appreciate, and take pride in their history and their traditions have a future. The whole experience of practical and spiritual life accumulated over the centuries is consolidated in the traditional culture of the Kazakhs, as in the culture of any nation, through which the most important national ideals, moral principles and moral attitudes are formed, and the norms of social relations between generations are regulated. If these traditions are preserved, no internal problems and upheavals, terrorist and extremist threats will cause threat to people.

Conclusion Modern humanity lives in a period of crisis – political, social, economic, and ecological, however the most terrible crisis is moral one, and in these conditions, turning to the values that are developed by traditional culture makes it possible to get the vital help and support in the time of need. In this regard, the traditions of the Kazakh people is not an exception. The traditional culture of the Kazakhs is a complex system of signs and symbols, carrying information about the world, nature and people in a hidden, encrypted, and artistic form. The unique environment of traditional

234 culture of the Kazakhs, transmitting information relating to the most important stages of a people’s life from one generation to another in artistic form, has always contributed to the formation of a personality. The Kazakh traditions reflect the characteristics of the nation in its most diverse manifestations. Hearing the mother’s songs, tales and stories, riddles and sayings in his cradle, the child naturally assimilated the folk music and poetic language, comprehending the «flesh and blood» of traditional culture. Growing up, the child also naturally joined the system of traditional ritual life and there were no questions about the meaning of life. Many Kazakh traditions that were important for previous generations have lost their relevance today. The consciousness of modern Kazakhs is being modernized and, in parallel, the processes of identification of viable values and «sifting out» of outdated traditions are taking place. At the same time, the peculiarities of modern Kazakhstani society make it necessary to do a negative forecast regarding the maintenance of national traditions in the near future. Unfortunately, there is a danger that the new generations of the Kazakhs will perceive only the external, purely ceremonial side of traditions, ignoring its meaning. Therefore, implementation of the projects proposed by Nursultan Nazarbayev in the article «Seven Facets of the Great Steppe» is important. Realization of these projects will allow us to update the centuries- old heritage of our ancestors, making it understandable and relevant in modern conditions. After all, only people, who remember, appreciate and take pride in their history and their traditions, have a future.

References Nazarbayev N.A. Looking to the future: the modernization of social consciousness. April 12, 2017. Nazarbayev N.A. Seven facets of the Great Steppe. November 21, 2018. Kostina A.V. Traditional Culture: On the Problem of Definition of the Concept [Electronic Resource] / A. V. Kostina // Knowledge. Understanding. Skill: electronic journal. - 2009. - № 4.

235 Syrgakbayeva A.S. The phenomenon of person in the traditional culture of the Kazakhs: Dis .. Сandidate of Philosophy. Almaty, 1996. - 156 p. Syrgakbayeva A.S. Category of traditional culture of Kazakhs. Almaty: Domino, 2001. - 48 р. Chistov, K. V. Folk traditions and folklore: Essays of the theory. Leningrad: Nauka, Leningradskoe otd. 1986. Argynbaev H. A. Family and marriage in Kazakhs. – Almaty: Gylym baspasy, 1973, p.46. Argynbaev H. A. Wedding and wedding ceremonies of Kazakhs in the past and present //Soviet Ethnography. – 1974. — № 6. Argynbaev H. A. Family and marriage in Kazakhs: autoref. dis. Dr. histor. Sciences. - Alma-Ata, 1975. - 130 p.

236 XIII-XV. YÜZYILLARDA DOĞU DESHTI-KIPCHAK'IN SOSYO-POLITIK VE KÜLTÜREL GELENEKLERI VE DÖNÜŞÜMÜ Mendigul S. NOGAIBAEVA Özet Makalede Kipchak bölgesindeki XIII-XV yüzyılların Doğu Deshti'sinin sosyo-politik ve kültürel gelenekleri ve dönüşümüne ayrılmıştır. İslam'ın ortaya çıkışıyla birlikte, eski Türk-Moğol siyasi geleneklerinde değişikliklerin yanı sıra Shishak-Dasht-Kipchak'ın ana halkı olan Shishak- Dasht-Kipchak'ın bozkırlarında, bozkır bozkırlarında Türk-Moğol geleneğinin takipçisi ve takipçisi oldu gelenekler değişti. Bu nedenle, tarihçilikte, örneğin, "göçebe Uzbek" durumunda, valiye dürüstçe öğretildiğine dair bilgiler vardır. Kazak Hanlığı'nda koruma geleneğinin korunup korunmadığı sorusu devam ediyor. Siyasi geleneklerin dönüşümü Hanafi medresesi ve Tasavvufun yayılmasına yansır. İktidar biçimleri, büyülü gelenekler, boğazlarda dans etme ya da yağmur büyüsü çağrısı gibi özel karakterleri yayma vb. Geleneklerin özündeki değişiklik olarak kabul edilir.

XIII-XV. SOCIO-POLITICAL AND CULTURAL TRADITIONS AND SOCIAL, POLITICAL, AND CULTURAL TRADITIONS AND TRANSFORMATIONS IN EAST DESHTI-KYPSHAK IN 13-15 CENTURIES

SUMMARY The report is dedicated to social, political, and cultural traditions and transformations in East Deshti Kypshak in 13-15 centuries. It shows Turkic- Mongol political traditions changes came with Islam. Along with that, political and daily traditions were formed, which presented interests of steppe oligarchs of nomad Turkic-Mongol people whom composed the majority people of East Deshti Kypshak. These traditions changed with strengthening Islam. Therefore, in historiography, for example there is information that in “nomad Uzbeks” state they used to read khutba in honor

 Prof. Dr., Al Farabi Kazakh National University. Almaty, Kazakhstan [email protected] 237 of the ruler. The question if the tradition of reading khutba remained in still has no answer. Due to widespread expansion of Khanafi mazhab and Sufism study, political traditions transformation is discussed. Here it is considered political, military traditions, for example distribution of special signs as a form of power, magic traditions, fortunetelling, and using magic stone for rain, etc. traditions well known from the ancient ages had changes in their meanings.

XIII-XV ғасырлардағы Шығыс Дешті Қыпшақ аумағындағы әлеуметтік-саяси және мәдени дәстүрлер және трансформациясы Моңғол шапқыншылығынан кейін Шығыс Дешті Қыпшақ аумағы Алтын Орда мемлекетінің құрамында болды. Алтын Орда мемлекетінің қоғамдық құрылымы туралы іргелі зерттеу еңбегін жазған кеңестік зерттеуші ғалым Г.А. Федоров-Давыдов Алтын Орда мемлекетінің де өз ішінде ұсақ ұлыстарға бөлінгенін дәлелдейді. Бірақ бұл ұлыстардың шекараларын анықтауда нақтылықтың сақталмайтындығын атап өтеді. Автор үлеске берілген жерлердің үнемі өзгеріп отырғандығын, соған байланысты бұл үлестердің иесі болып саналған әмірлердің қол астына қарасты жүздік, мыңдықтарымен бірге көші-қон аумақтары да өзгеріп отырғандығын жазады (Федоров-Давыдов, 1973: 53). Сондықтан монғол шапқыншылығынан кейін әртүрлі әмірлерге бөлініп берілген ру-тайпалар осылайша бөлшектеніп, әртүрлі обақтардың құрамына кірсе керек. Негізінен ортағасырлық деректерде кездесетін обақ сөзінің негізгі мағынасы белгілі бір аймақ немесе сол аймақта шоғырланған ру- тайпа дегенді білдіреді (Таварих-и гузийда...,1969: 494). Бұл деректерде кейде сол обақтағы ру-тайпаның аты аталса, кейде аталмайды. Обақтағы ру-тайпа атымен аталуының себебі – ол тайпаның дәл осы кездегі қоғамдық өмірдегі бет-беделіне байланысты болған. Жалпы Алтын Орда мемлекетіндегі обақтарды құраған ру-тайпа атаулары деректерде ХІV ғасырдың аяғы – ХV ғасыр басынан бастап қана біртіндеп нақты айтыла бастайды. Мұның себебі алғашқы кезеңдегі моңғолдық билік пен олар құрған мемлекеттердің қуатына байланысты болды. Алайда уақыт өте келе жергілікті ру-тайпалар мен салт- дәстүрлер қайтадан бел алып, моңғолдық факторды жұта бастайды. Осындай жағдайда жергілікті түркі және түркіленген ру-тайпа әмірлері дербестікке ұмтылып, XIV ғасырға дейінгі кезеңмен салыстырғанда

238 мемлекеттің әкімшілік-саяси өмірінде маңызды рөл атқара бастайды. Бұл процесс ХІV-ХV ғасырларда күшейіп, анық байқалды. Ортағасырлық деректерде кейде сол обақтағы ру-тайпаның аты аталса, кейде аталмайды. Обақтағы ру-тайпа атымен аталуының себебі – ол тайпаның дәл осы кездегі қоғамдық өмірдегі бет-беделіне байланысты болған. Жалпы Алтын Орда мемлекетіндегі обақтарды құраған ру-тайпа атаулары деректерде ХІV ғасырдың аяғы – ХV ғасыр басынан бастап қана біртіндеп нақты айтыла бастайды. Мұның себебі алғашқы кезеңдегі моңғолдық билік пен олар құрған мемлекеттердің қуатына байланысты болды. Алайда уақыт өте келе жергілікті ру- тайпалар мен салт-дәстүрлер қайтадан бел алып, моңғолдық факторды жұта бастайды. Осындай жағдайда жергілікті түркі және түркіленген ру-тайпа әмірлері дербестікке ұмтылып, XIV ғасырға дейінгі кезеңмен салыстырғанда мемлекеттің әкімшілік-саяси өмірінде маңызды рөл атқара бастайды. Бұл процесс ХІV-ХV ғасырларда күшейіп, анық байқалды. Өзбек хан билігі кезінде жергілікті ру-тайпалардың басшылары болып келетін әмірлер билігі мен ықпалының күшейе түскенін көреміз. Алтын Орда халқын құраған ірі тайпалардың ықпалы өсе түседі. Бұл жергілікті ру-тайпалардың басшылары болып келетін әмірлер билігі мен ықпалының күшейе түсуінен көрінді. Міне, осы тұста Алтын Орда халқын құраған ірі тайпалардың ықпалы өсе түседі. Кейбір зерттеушілер кейінгі ортағасырлар кезеңіне жататын жазба деректердің мәліметтеріне сүйене отырып, Алтын Орда мемлекетінің негізгі халқын ру тайпалардың атауларын нақты қалпына келтірген. Мысалы, Алтын Орданың сол қанатының билеушісі болған Ұрыс ханнан Тоқтамыс хан жағына өткен Қазан бахадүр мен Ұрық-Темір есімдері белгілі. (Аталған әмірлердің ішіндегі Әли бек Қоңырат пен Ақбұға Бахрин Тоқтамыстың бас әмірлері болатын (Сборник материалов...,1941:118-121, 131- 132,151). Келесі авторлардың бірі Өтеміс-қажының хабарлауынша Ұрық-Темір Шырын тайпасынан болса керек (Утешим хаджи, 1992: 116). Осы дерек бойынша Йезди Тоқтамыс әскерін басқарған әмірлердің бірі ретінде атаған Жақсықожа Ұрық-Темірдің ұлы (Сборник материалов...,1941: 116). Ал, Исабек маңғыт тайпасынан (Сборник материалов...,1941: 148) болса, Тоқтамыстың ең жақын серігі, нөкері ретінде аталатын Қарақожа(Сборник материалов...,1941: 189)

239 Арғындардың биі болғанын білеміз (Қазақ ру-тайпаларының..., 1992: 116 ). Бұл талдауымыздың нәтижесі бойынша Тоқтамыс ханға бағынышты ұлысының басшысы болған Яғлы бай баһадүр Бахринге ертеңгі ұрыста сол қанат әскері құрамында шайқасуға бұйырғанын хабарлайды. Сонымен ертеңгі шайқасқа, Яғлыбай (Жақсыбай) бахадүр өзінің елімен (иль - өз тайпасымен) сол қанат әскері құрамында шайқасады. Міне, осы кезеңнен бастап,- дейді дерек авторы, Бахриндер ұлысы өзбек сұлтандарының құрылтайында сол қанаттан орын алды (Сборник материалов...,1941: 108). Одан әрі қарай автор бұрын Бахриндер өздерінің туыстары – қоңыраттар, наймандар, жалайырлар, үйсіндер сияқты оң қанаттан орын алған еді деп атап көрсетеді (Сборник материалов...,1941: 208). Өтеміс қажы Алтын Орда мемлекетіндегі «дүрбелең кезең» кезінде Хызыр ханның Найман тайпасынан шыққан бегі Құтлық Бұқаның есімін атайды (Утешим хаджи, 1992: 112).. Осы деректе аталатын Құтлық Бұқа әмір есімі Алтын Орда тарихына қатысты деректер де жиі кездеседі. Г.А. Федоров-Давыдов осы деректерге сүйене отырып, 1347 жылғы Жәнібек ханның атынан венециялықтармен келіссөздерге қатысқан әмірлер ретінде Маглу-бей, Ягалтай, Ядхозин, Құтлық Бұқа есімдерін атаса, 1358 жылғы Бердібек ханның венециялықтармен келіссөздеріне қатысқан жоғарыда аттары аталған үш әмір: Маглу-бей, Құтлық Бұқа, Ягалтайдан басқа және үш әмірдің есімін атайды (Федоров-Давыдов, 1973: 53). Деректерге қайта жүгінсек, 1395 жылғы Тоқтамыс әскерінің құрамы туралы мәлімет беретін «Түрік шежіресі» атты еңбекте Жошы ұлысының оң қанатына жататын Қоңырат пен Барын тайпасынан басқа, Найман, Жалайыр, Үйсін тайпаларын атайды (Сборник материалов...,1941: 207-208).. «Түрік шежіресі» осы кезеңдегі шайқасты сипаттай келе, Тоқтамыс хан Бахринде еңбегінде Құтлық Бұқа Инақ деп аталып, оның қалыптасқан дәстүр бойынша Өзбек хан жеріндегі төрт әмірдің бірі болғандығы айтылады. Автор Құтлық Бұқа Инақ «Жәнібек ханның наместнигі (орынбасары)» деп нақтылай түседі (Сборник материалов...,1884: 348). Осы мәліметтерді талдай келе, эль-Мухибба 1351 жылдары инақ деп атаған Құтлық Бұқа жоғарыда венециялықтармен келіссөздерге қатысқан Құтлық Бұқа әмір екеуі бір

240 тұлға деген ой түйеміз. ХІV ғасырға жататын Венециядан табылған Алтын Орда мемлекетінің құжаттарына деректанулық зерттеу жүргізген орыс ғалымдары Құтлық Бұқа 1351-1357 жылдары Жәнібек ханның Ұлық Қараша бегі болғандығы туралы тұжырымға келген (Григорьев, Григорьев, 2004: 113). Одан әрі зерттеушілер Құтлық Бұқа аз ғана уақыт аралығында (1358 жылдың қыркүйегінен – 1359 жыл) Қырым түменінің билеушісі қызметін атқарды,- дейді (Григорьев, Григорьев, 2004: 109). Бұдан әрі зерттеуші көптеген деректерде, тіпті 1337 жылы Өзбек ханның үлкен (аға) бектерінің бірі ретінде аталатын, 1345 жылы Кафа қаласын қоршаған Алтын Орда әскерінің басшысы болған, бұдан кейін Жәнібек пен Бердібек хандардың ұлықбегі болған Моғұл Бұқаны (Могал-бей) (Сборник материалов...,1884: 269). Құтлық Бұқаның ағасы ретінде атайды (Григорьев, Григорьев, 2004: 208). Деректерге сүйенсек Моғұл Бұқа 1360 жылы Хызыр ханның қолынан қаза тапқан (ПСРЛ, 79). Алтын Орда ең жоғарғы билік ханға, ханнан кейін беклербек немесе ұлық Қараша бек пен везирге (уәзірге) тиесілі болған. Ұлық қараша бек жоғарғы сот, шет елдік істер, армия, 4 қараша бектен тұратын мемлекеттік кеңес диванды басқарған. Мемлекеттік кеңеске түмендердің басшылары, оларға өз кезегінде аймақтар мен қала басшылары бағынышты болған (Исхаков, Измайлов, 2007: 122). Ортағасырлық авторлар әл-Кашканди мен әл-Мухиббидің мәліметтеріне қарағанда Жошы Ұлысында ең жоғарғы мемлекеттік басқару аппаратының бастысы «төрт бас әмірлердің кеңесі» болған. Олардың ішіндегі ең үлкені беклярбек немесе бектердің бегі бүкіл мемлекет әскерін басқарған (Сборник материалов...,1884: 347). Көріп отырғанымыздай Алтын Ордадағы әкімшілік басқару мен қоғамдық-саяси өмірдегі өзгерістердің басында уақыт өте келе моңғолдық фактордың әлсіреп, жергілікті ру-тайпалардың күшеюі шешуші рөлге ие болғандығын атап өтегу тиіспіз. Екіншіден XIII-XV ғасырлардағы Шығыс Дешті Қыпшақ аумағындағы әлеуметтік-саяси және мәдени дәстүрлер және трансформациясы, әрине ислам дінімен тығыз байланысты болды. Жалпы Алтын Ордада ислам Берке ханның исламды қабылдауымен, немесе Өзбек ханның исламды ресми дін деп жариялауымен байланысты дамыды деген тезисті толықтыра түсу

241 керек. Себебі, ислам Шығыс Дешті Қыпшақ аумағында моңғолдар келгенге дейін ақ таралғандығын атап қтуге тиіспіз. Алтын Ордада ислам дінінің ресми дін деп жариялануымен моңғолдық фактордың әлсіреп, қыпшақтану үдересінің күшеюі бір бірімен қатар жүрді. Ислам дінін ресми дін ретінде қабылдағаннан кейін Жошы Ұлысындағы хандық билік жаңаша талдауларды қажет етті. Ендігі жерде хан ел ішіндегі ислам шарттарының орындалуын қадағалау қажет болды. Соның негізінде билікті киелілендірендіру үрдісі жүрді яғни, хан бұл Алланың билігін жүргізуші болып танылуы қажет болды. Мемлекеттік билікті сакралдандыру үрдісі Жошы Ұлысындағы құжаттардан көрініс тапты. XIV ғасырға жататын Жошы ұлысының жарлықтарында араб тілінде – «бисмиллаһи-р-рахмани-р-раһим» деген қасиетті жазумен басталды. Мысалы, Жәнібек хан тұсында Алтын Ордадағы қандайда бір биліктегі адамдарға сәлде кию міндеттелді. Ескендір анонимінде Жәнібектің қызметін былай сипаттайды: «Өзбектің ұлысының барлығын исламға еңдіріп, пұттарды жойып, көптеген мешіттер мен междресселер салдырды. Көптеген мұсылман елдерінен керемет ғұлама ғалымдар оның сарайына ағылды. Дешті Қыпшақ әмірлерінің ұлдары ғылым білімге үйрене бастады. Ислам елдерінің барлық салт- дәстүрлерін ел ішінде пайдалануға тырысты» (Сборник материалов...,1884). XIV ғасырдың бірінші жартысында Алтын Орданың ірі қалаларында діни-культтік ескерткіштер салынды. Алғашқы мешіт медресселердің құрылысы Берке ханның тұсында басталды. Ал, жаппай мешіт құрылыстары мен қала өркениетінің дамуы ислам дінін мемлекеттік дін деп қабылдаған Өзбек ханның тұсына сәйкес келеді. Осы кезеңнің жарқын монументалды құрылысына 60 метрлік Құтлық Темір минареті мен Көне Үргеніштегі Төребек ханымның кесенесі және т.б. Ислам Жошылықтардың дипломатикасына, нумизматикасына және іс-жүргізуіне елеулі ықпал етті. Араб алфавиті ресми құжаттарда ұйғыр әліппесін ығыстырып шығарды. Алтынордалық теңгелерде араб эпиграфикасы пайдаланып, соғылған жылы хижра бойынша көрсетілді. Кейбір теңгелерде сунниттік белгілер де сақталған. Жошылық жарлықтарда дәстүрлі түркі-моңғол 12 жылдық күнтізбесі XIV

242 ғасырдың екінші жартысынан бастап, арабтың айлық күнтізбе мен хижра жыл санауына ауысқан. Өзбек ханның тұсында да орталық биліктен алыстап, құрылтайдың мәні жоғала берді. Құрылтайдың маңызды қызметі іске аспай қалды. Хан құрылтайдың орнына барлық тақ мұрагерлік және басқа да мәселелерді өзі шеше беретін болды. Діни принциптерге сәйкес исламдық билік жүйесінде билік дегеніміз Алланың еркімен болады және биліктің әлеуметтік функциялары дәстүрлі құқық бойынша толығымен екінші кезекке шығарылады (Грязневич, 1984: 192). Өзбек ханның жақтастарының жеңісі мемлекеттегі билік жүйесінің бірқатар өзгерістер еңгізді. Құрылтайдың орнына ханның қатысуымен кеңес өтіп, сол жерде көптеген мәселелер талданды. Оның сыртында мемлекеттік кеңес – диуан құрылды. Диуанды уәзір басқарды. Оның құзырында елдің салық және экономикалық мәселелерді шешетін хатшылар болды. Әскерді басқаруды, сыртқы саясатты және жоғарғы сотты беклербекке тапсырылды. Сонымен қатар, оның қол астына қалалар мен аймақтардың басшылары кірді. Көріп отырғанымыздай жоғарыда келтірілген дерек мәліметтеріне сүйенсек, мемлекеттегі хан билігінен кейінгі маңызды қызметтердің барлығында жергілікті ру тайпа көсемдерінің саны мен ықпалы артты. XIV ғасырдан бастап Алтын Ордада алдын естілмеген билік орындары пайда болады – уәзір, қатиб (хатшы), диуан мүшелері және қалалық өзін өзі басқарудың ресми өкілдері (риас) және т.б. тұрды. Жошы Ұлысындағы билеуші тұлғалардың номенклатурасында кеденшілер, есепшілер, жолшылар, бақаулар, тасымалдаушылар, базар қараушылар және т.б. кірді. Беклербек және қарашабилер шыңғыстықтардың мемлекеттік билік ерекшелігінде тек Жошы ұлысында емес, сонымен қатар, ильхандар, шағатайлықтар, юань империясында да болды. Беклербек сияқты дәстүрлі институт исламды қабылдағаннан кейін діни сипат ала бастайды. Бұл беклербектен кейінгі «діннің тірегі», «дін үшін күресушілер», «исламға көмек және мұсылмандар қолдаушылар» және т.б. мұсылман мемлекеттеріндегі титулдар қалыптаса бастады. Осылайша XIII-XV ғасырлардағы Шығыс Дешті Қыпшақ аумағындағы әлеуметтік-саяси және мәдени дәстүрлер және трансформацияс қыпшақтану және исламдану үдерісінің нәтижесінде

243 өзгеріске ұшырады. Ислам дінінің келуімен бұрынғы түркі-моңғолдық саяси дәстүрлер өзгерістерге ұшырады. Шығыс Дешті Қыпшақтың негізгі халқын құраған көшпелі түркі-моңғол дала ақсүйектерінің мүдделері қалыптасқан саяси және күнделікті дәстүрлерді туындатты және тығыз байланысты болды. Нәтижесінде дала ақсүйектері түркі- моңғолдық дәстүрдің ұстанушылары мен жалғастырушылары болды. Исамның келуімен бұл дәстүрлер өзгере бастады. Сондықтан тарихнамада, мысалы «көшпелі өзбектер» мемлекетінде билеушінің құрметіне құтпа оқытылғаны туралы мәліметтер бар. Құтпа оқу дәстүрі Қазақ хандығында сақталды ма деген сұрақтар ашық түрінде қалып отыр. Ханафи мазхабының, сопылық ілімнің кең таралауына орай саяси дәстүрлердің транформациясы орын алды. Ерте замандардан келе жатқан саяси, әскери дәстүрлердің, мысалы билік фоормасы ретінде арнайы белгілерін тарату, магиялық дәстүрлерді, жауырынға қарап бал ашу, немесе сиқыр тасымен жаңбыр шақыру және т.с.с. дәстүрлер мәні өзгерді. Әдебиеттер Федоров-Давыдов Г.А. (1973). Общественный строй Золотой Орды. Москва. Таварих-и гузийда-нусрат-наме. (1969) . МИКХ. Сборник материалов относящихся к истории Золотой Орды. (1941). Т.2.Москва Сборник материалов, относящихся к истории Золотой Орды.(1884). Т.1. Извлечения из сочинений арабских, СПб. Утемиш хаджи. Чингиз-наме. (1992). Қазақ ру-тайпаларының тарихы. (2007). Т.ІХ. Арғын. 1 кітап. Алматы. Григорьев А.П., Григорьев В.П. (2004). Коллекция золотоордынских документов ХІV века из Венеции. – Источниковедческое исследование. СПб. Полное собрание русских летописей . Т.15. Исхаков Д.М., Измайлов И.Л. (2007). Этнополитическая история татар.Казань. Грязневич П. А. (1984). Ислам и государство (к истории государственно-политической идеологии раннего ислама) // Ислам. Религия, общество, государство. Москва.

244

References Fedorov-Davydov G.A. (1973). Obshchestvennyy stroy Zolotoy Ordy [The social system of the ]. Moskva. Gryaznevich P. A. (1984). Islam i gosudarstvo (k istorii gosudarstvenno-politicheskoy ideologii rannego islama) [Islam and the state (on the history of the state-political ideology of early Islam)] // Islam. Religiya, obshchestvo, gosudarstvo. Moskva. Iskhakov D.M., Izmaylov I.L. (2007). Etnopoliticheskaya istoriya tatar [Ethnopolitical history of the Tatars]. Kazan. Kazakh ru-taipalarinin tarihi (2007). [History of Kazakh tribes]. T.IX. Argin. 1 kitap. Almaty. Polnoye sobraniye russkikh letopisey [Complete collection of Russian chronicles].Т.15. Sbornik materialov otnosyashchikhsya k istorii Zolotoy Ordy (1941). [Collection of materials related to the history of the Golden Horde].T.2.Moskva. Sbornik materialov, otnosyashchikhsya k istorii Zolotoy Ordy (1884). [Collection of materials related to the history of the Golden Horde]. T.1. Izvlecheniya iz sochineniy arabskikh, SPb. Tavarikh-i guziyda-nusrat-name (1969). [Tavarikh-i guziida-nusrat- nama].MIKH. Utemish khadzhi. Chingiz-name (1992). [Utemish Haji. Chingiz- nama].

245 S. AMANZHOLOV'UN KAZAK HALK ETNOGENEZİ ARAŞTIRMASI İLE İLGİLİ İŞLEMLERİ Aliya A. OSKEMBAY  Bakytzhan B. KELGEMBAEVA  ÖZET Makale, ünlü Kazak bilim adamı S. Amanzholov'un Kazak halkının etno oluşumu hakkında yazdığı yazıları inceliyor. S. Amanzholov'un "Diyalektoloji ve Kazak dilinin tarihi" kitabı Kazak diyalektolojisi, Kazak etno doğuşu, Kazak dilinin tarihini içermektedir. Makale, S. Amanzholov'un Kazak halkının üç zhuzunun tarihi hakkındaki yazılarını değerlendiriyor. Ayrıca S. Amanzholov'un Kazak halkının tarihi üzerine araştırma yöntemlerini de analiz ediyor. Anahtar Kelimeler: Zhuz, Diyalektoloji, Klan, Kabile, Maddi Miras, Karakterler, Etno Doğuşu, Şecere.

S. AMANZHOLOV'S PROCEEDINGS ABOUT STUDY OF KAZAKH PEOPLE ETHNOGENESIS SUMMARY The article analyzes the writings of the famous Kazakh scientist - S. Amanzholov about the ethno genesis of Kazakh people. S. Amanzholov's book as "Dialectology and history of the Kazakh language" contains Kazakh dialectology, Kazakh ethno genesis, the history of Kazakh language. The article assesses S. Amanzholov's writings about history of three zhuzes of the Kazakh people. It also analyzes methods of S. Amanzholov's research on the history of Kazakh people. Keywords: Zhuz, Dialectology, Clan, Tribe, Material Heritage, Characters, Ethno Genesis, Genealogy.

Introduction

 Sarsen Amanzholov East Kazakhstan State Unıversıty, Ust-Kamenogorsk, Kazakhstan  Sarsen Amanzholov East Kazakhstan State Unıversıty, Ust-Kamenogorsk, Kazakhstan 246 Fundamental work of doctor of letters, professor Sarsen Amanzholov in Turkology - "Dialectology and history of the Kazakh language" is devoted to the Kazakh dialectology, history of the Kazakh language and Kazakh people. The scientist studied the ethno genesis of Kazakh people through the peculiarities of tribe's speech for over fifteen years and wrote this book. "Dialectology and history of the Kazakh language" includes not only the history of the Kazakh language, dialects, but also the origin of Kazakh people, the creation of tribes, history of ancient signs, the patterns of the subject heritage associated with the history of language. At that time, S. Amanzholov's work was discussed not only in Kazakhstan, but also among scientists of the Union. The number of opponents was greater than those who confirmed the work. Scientists tried to confirm his scientific thoughts by indicating a number of facts. S. Amanzholov's opinion about ethno genesis and history of Kazakh people, the history of tribes is still working. S. Amanzholov set a number of tasks in his book. First of all, collection of materials about the Kazakh ethno genesis, dialects of Kazakh tribes and ancient Kazakh people. He organized research expeditions to study this problem in detail. In his research, the scientist relied on data stored in the rich oral literature of the people. As a result of expeditions, he collected important materials concerning the Kazakh folklore. The scientist notes three dialects of the Kazakh language: Northeastern, Southern and Western dialects. He highlighted the problems that make research difficult: 1. Insufficient study of Kazakh ethno genesis; 2. Poor amount of ancient written monuments associated with the tribes that are part of the Kazakh people; 3. Conflicting views of some Orientalist scholars and paleontological method of N.J. Marr limited one-sided approach to the study of this problem. The scientist devoted his research work on the followings, having considered these questions to be solved: 1. Formation of ethnic and tribal structure of the Kazakh people;

247 2. The largest ancient tribal structure of the Kazakh people (uisins, dulats, alshyns, kereys, , argyns, , konyrats, zhalaiyrs and kipchaks); 3. Study of the some ancient tribes language; 4. Study of Kazakh three zhuzes and tribal structures formation; 5. Study of the Kazakh language's history and national history [2, p. 10]. We can see that the scientist is fluent in the methods of coordination, real historical analysis, and comparative research in the study of the ancient history of Kazakh people. In the course of ethno genesis study, S. Amanzholov also described linguistic, ethnographic, anthropological facts. S. Amanzholov pursues a historical review of these problems, told about the features of A. Levshin, N. Aristov, A. Charuzin's works. Historically significant sources of Kazakh people's ethnic formation are the works of Rashid-al-Din "Jami' al- tawarikh", Sharaf al-Din Yazdi "Zafar-name", Ata Malik Juvaini "Tarikh-i Juhan Gusha" related to from the 13th to the 15th centuries. The study of history requires historians to be more accurate and truthful. In addition, historians should be not only skilled researchers, but also patriots of their country. S. Amanzholov harmoniously combined these qualities. He connected the history of Kazakh people with the era of Genghis Khan. During this period, the composition of the Turkic tribes included the tribes of Genghis Khan and his descendants - zhalaiyrs, merkits, barlas, kereyts, naimans and others clans from Eastern Turkistan and Altay. We know that in the ethno-genetic process of Kazakh and other people in Eurasia, the creation and fall of the Golden Horde is of great importance. Therefore, the chronicle of the descendants of Jochi in the Golden Horde is a fact that requires close attention. Despite that the main topics were the military and political events, you can find enough social and economic data. The data reflect the relationship of the settled and nomadic population, different Turkic-speaking tribes. These historical facts have the highest scientific significance.

248 S. Amanzholov compares historical facts of oral historiography and chronicle of Kazakh people. Having researched the tribal structure of the three zhuzes, he could assess their common and individual characteristics. According to the lists of scientists - A. I. Levshin and N. Aristov, he analyzed the names of representatives of 80 clans and tribes included in the Great, Middle, Junior Zhuz. He referred 23 clans and tribes to the Great zhuz, 24 to the Middle and 33 to the Junior zhuz. According to the scientist, they are diverse depending on their number and historical location. In addition, each of zhuzes contributed to the formation of the modern Kazakh language. In the study of Kazakh history, the scientist is often guided by symbols. He indicated that there were 9 tribe structures by examining symbols, comparing their similarities. The main tribes of the Great Zhuz: kangly, zalaiyr, dulats. The members of these tribes were oshakty, bekbolat, shaprashty, sirgali, shanyshkyly, sary-uisin. Major tribes of the Middle Zhuz: kipchak, argyn, naiman, konyrat, kerey which consisted of baltaly, baganaly, tarakty, sarzhomart, karakerey, uak, matay, karakesek. And the main tribe in the Junior Zhuz was alshyn including shomekey, serkesh, aday. Many tribes were unknown, as they had not signs. For example, merkits, uisins. According to Amanzholov, these , uisin tribes united into a big structure [3, p. 46]. The scientist said that each clan and tribes met in three zhuzes. For example, argyns are in both the Middle Zhuz and Junior Zhuz. Tortuyl found among the Middle Zhuz's naimans and argyns. Karakesek found in Junior and Middle Zhuz. As noted by Levshin and Aristov, konyrat belonged to the Middle Juz and in connection with the seizure of kokans, they belonged to the Great Zhuz. One of the most difficult problems in Kazakhstan history is the emergence of zhuzes. Due to the lack of accurate historical written sources, the appearance of Kazakh zhuzes is still disputed. Assumptions about the appearance of zhuzes have been studied in the historiography of Kazakh history. When considering the degree of their study it would be a mistake not to take into account the work of S. Amanzholov. As comparative and historical method has achieved good results in determining language groups in linguistics, S. Amanzholov said that historians will not achieve results in studying the history of the country

249 without the history of the language, and linguists will mot know the history of the language without history of the country. The study of the Kazakh clans and tribes is, first of all, the study of their symbols. It was noticed by N. Aristov for the first time. S. Amanzholov studied his opinions and indicated that clan is made of family, tribe is made of clans and tribal structure is of tribes. The scientist studied the symbols of the Naiman clans and indicated that the naimans are an ancient tribe that left a trace in the history of Kazakhstan and Central Asia and . Aristov, Hovors works are also mention about them. Naimans are tribes and clans that have the same symbol. Only symbols of sadyrs and matays looks like the symbol of konyrats. He pointed to similarities and compared symbols of naimans and alshyns. The symbols have changed several times as follows: (^) or (7), or (‹) and (›). However, this evidence requires a lot of research. As for oshakty, it is a separate tribe of the Great Horde. Its symbol is triangle Δ. It should not be inferred from other characters. Scientist proved that the tribes of serkesh born with tribes esentemir, juy, zhagalbaily, mansyr of the Junior Zhuz and Middle Zhuz and they referred to alshyn and naiman. Based on research of Khalitov, Chinese data, S. Amanzholov indicated that the naimans appeared in the eighth century and lived near Baikal Lake. In 850, the naimans lived in the territory from the upper reaches of the Orkhon river to Tarym and Kara Irtysh rivers. Subsequently, these lands passed into the hands of the Mongols. Researcher, conducting individual research on the origins of the tribes: uisun, kangly, konyrat, kerey, kipchak, zhalaiyr, alshyn, argyn, dulat, shows that the formation of the Kazakh people is connected with the history of tribes encountered in the first time. Summing up, this work of S. Amanzholov was devoted not only to dialectical features of the Kazakh language, but also to ethnogenesis, economic history. Today, this reserach work is widely used along with corresponding scientists in the field of Ethnography, folklore as an important source and methodological basis.

250 REFERENCES S.Amanzholov. Dialectology and history of the Kazakh language. A., 1954. S.Amanzholov, Notes on Turkic ethno genesis, Materials III, Intern. Scientific. conf. "Amanzholov's readings - 2005", Ust-Kamenogorsk, 2005, ed. А. S. Akhmetov. P. 3-13. ҚРОММ, Source 1252, Clause 2, Case 301, 46-47 pages. G. Kaliyev, Professor Amanzholov and problems of Kazakh dialectology / G. Kaliyev/ / No. 11-12. Sarsen Amanzholov and Kazakh folklore. - Moscow: Publishing center "Gylym", 2004.-336 P.

251 TARİHSEL DESTANLARIN VARYASYON MESELESİ Gaukhar K. РАХИМБАЕВА А.К. ZALETAYEVA ÖZET Makalede tarihsel destanlarda varyant ve varyasyon meselesi söz edilip, Myrzash Batyr, Tobagul Batyr destanlarına dayanan özel örnekler ve analizler sunuluyor.

VERSIONS AND VARIATIONS OF HISTORICAL EPIC

SUMMARY In this article has been reviewed and analyzed versions and variations in historical epics, based on specific examples from «Myrzash Batyr», «Tobagul Batyr» epics.

Тарихи жырлардағы вариант пен вариация мәселесі Жыршы белгілі бір жырды уақыт өте келе бірқатар өзгерістермен қайта жырласа, вариация болып табылады, ал егер бір батырға немесе бір тақырыптарға қатысты бірнеше жыршы жыр жырласа, ол сол батыр туралы жырдың (немесе белгілі бір тақырыпқа арналған жырдың) варианттары (екінші сөзбен айтсақ, нұсқасы) болып табылады. Мысалы, «Мырзаш батыр» жырының екі вариациясы және үш нұсқасы белгілі. Көрнекті жыршы Сағидолла Нұралин «Мырзаш батыр» жырын екі қайтара жырлаған, яғни осыдан келіп, жырдың екі вариациясы шығады. Алғашқы вариациясы М.Әуезов атындағы Әдебиет және өнер институтына 1963 жылы, қайыра жырлағаны 1967 жылы тапсырылған [1]. Жыршы алғашқы туындысына көңілі толмағандықтан қайта жырлаған деп кесіп-пішіп айта алмасақ та, жаңа шығармашылық ойлардың туындауы негізінде біраз өзгерістер енгізген деп айтуымызға

 Turan-Astana University. Kazakhstan  Turan-Astana University. Kazakhstan 252 болады. Оның қандай ой екендігін білу мақсатында жыршының өз сөздеріне үңілсек, «Мен, Н.Сағидолла осы жырлап отырған Мырзаш батыр жөніндегі өлең әңгімені осымен екінші рет жырлап отырмын. Екінші жырлауым алғашқыдан гөрі толығырақ жазылды, бірақ негізгі түйіні бір сарында»,- дейді. Демек, жыршы, жоғарыдағы сөздің жалғасында өзі айтқанындай, соңғы вариацияда толықтыру ретінде Мырзаштың батырлығымен қатар, әулиелік қасиетін көрсеткісі келген. Ел ішінен қара үзіп, дара шыққан тұлғалардың іс-әрекеті тылсым күштердің араласуымен іске асады деген түсінікке оқырманды иландырғысы келгендей. Жорықтарда үнемі жол бастап, алдында жүріп отыратын қызыл түлкісі сол жолы көрінбей қалғандықтан, батыр өлімге душар болды дегенге келтіреді. Бұның өзі тек жыршының емес, халықтың тылсым күштерге деген сенімін танытса керек. Яғни, жырдың вариациясы жыршының дүние көзқарасы түпкілікті өзгергендіктен емес, жаңа бір идеялардың, сол сияқты дерек көздерінің пайда болуынан туындаған демекпіз, бұның өзі жырдың көркемдік тұрғыдан деңгейінің арта түсуіне ықпал еткен. Жырдың көлемі артқан сайын, тілі де тартымды, шұрайлы бола түскен. Сонымен, жыршы соңғы вариацияда жол бастаушы қызыл түлкіге байланысты оқиғаны кіргізгені болмаса, жырдың жалпы мазмұнына түпкілікті өзгерістер енгізбеген, кейбір жолдардың орнын ауыстырып, кейбірінің көлемін ұлғайтып, кей оқиғалардың себебін ашып көрсетіп,әр оқиғаны кеңейтіп жырлайды. Демек, туындының 1967 жылы қайыра жырланған вариациясында С.Нұралин оның мазмұнын, оқиғалар жүйесін ғана емес, кейіпкерлердің диалогтарын, толғаныстарын, тіпті оқиғалардың даму кезеңдерін де көп өзгеріске түсірмеген. Тек жырдың оқиға желісін сақтай отырып көлем жағынан кеңейткен. Біздің оларды салыстырудағы мақсатымыз – туындының қайта жырланған кезінде көлемі жағынан ұлғаюын көрсету, яғни нағыз ақындық шабытпен әрбір оқиғаның кеңінен суреттелуіне назар аудару болды. Яғни, өмір құбылыстарын қалай түрлентіп жеткізем десе де, жыршының өз еркінде екендігіне көз жеткізгендейміз. Сондай толықтыру, түрлендірудің, ең бастысы жыршы еркінің, шығармашылық ізденісінің, көркемдік талғамының арқасында жырдың көлемді вариациясының дүниеге келуі оқырман қауымға еш кері әсерін тигізбесе керек.

253 Ал Мырзаш батыр туралы жыр нұсқаларының саны үшеу: бірінші – Сағидолла Нұралиннің «Мырзаш батыр Алдиярұлы», екіншісі – Ержан Ахметовтің «Әл-қисса Мырзаш батырдың қиссасы» [2], үшіншісі – Ниязбек Қыдырмоллаұлының үш бөлімді «Мырзаш батыр» атты жыры [3]. Осылардың ішінде Н.Қыдырмоллаұлының «Мырзаш батыр» туындысы – жырдың ең көлемді нұсқасы. Мырзаштың өз өміріндегі үш үлкен ерлігі жырдың үш бөліміне арқау болған. Жырдың Е.Ахметов нұсқасына келетін болсақ, ол өте шағын, әрі бұнда оқиғалар асқан шапшаңдықпен өрбіп, қарыштап дамып отырады. Бір оқиға мен келесісінің арасында көп уақыт өтсе де, бір күнгі болған уақиғадай етіп, әрі ол уақыт алшақтығы қалыпты жағдай сияқтандырылып баяндала береді. Тоғыз ауыз сөздің тобықтай түйініндей қылып, оқиғалар жинақталып, өте жылдам өрбітіледі. Мәселен, жетім қалған жас бала Мырзаш жайлы оқып келе жатып, келесі жолдарда есейген, қалмақтардан кегін қайтарып жүрген батыр Мырзашқа тап боласың. Яғни, жыр оқиғасы көркем шығарманың фабуласы іспеттес болып келген. Е.Ахметов нұсқасының С.Нұралиндікінен біраз айырмашылығы бар. Бұнда оқиға Сағидолла ақындікіндей Мырзаштың дүниеге келген сәтін қамтымайды. Оқиғаны Мырзаштың әкесі Алдиярдың батырлық әрекеттерімен бастап, оның қалмақтармен соғыста елін қорғаған батыр болғандығын мадақтай келе, сол соғыста қайтыс болғандығын баяндайды. Жетім қалған Мырзаш жиырма жасқа толғанда әкесінің кегін қайтарып, өзінен әлдеқайда үлкен қалмақ батыры Бадығанды жекпе - жекте өлтіріп, қалмақтармен соғыста жеңіске жетеді, ерлігіне ел сүйсініп, мақтан тұтады. Назар мен Секербай атты ел иесі атанған екі биден бата алады. Ал оның осылай жеңіске жететіні түсінде аян етілген еді. Бұдан соң батыр тағы да түс көріп, «Қан төкпей, соғыс салмай мал аласың» делінген соң, жолға шығып, бір ай жүріп, алдына мыңдап қара сап айдап келе жатқанда, бураға кез болады. Ешкім бата алмаған долы бураның аузына ырғай тіреу арқылы адамдарға шабуыл жасағалы тұрған одан бәрін аман алып қалады. Яғни, бұнда оқиға батырдың көрген түстері арқылы өрбітілген. Ал бұл оқиғалардың барлығы С.Нұралин нұсқасында көрініс таппаған. Ары қарай жыр оқиғасы қазақ - қалмақ арасындағы қарым - қатынасқа қарай ойысады. Мырзаш жоқта

254 қалмақтар қазақтан жылқы айдап кетіп, олардың соңынан, қуғыншы болған қазақтар жете алмай малдарынан айырылады. Осы сәтте сапарынан келген Мырзашқа ұранқайларға баруға қолқа салынғанда ол қауіпті түс көргенін айтып, бас тартады. Барса келе алмайтынын ескерткеніне қарамастан, ел салмақ салған соң, еріксіз аттанады. Осы жері екі нұсқада бірдей болғанмен, ары қарай Е.Ахметов нұсқасының тағы бір айырмашылығы келіп шығады. Яғни, Мырзаштың осы сапардан аман келмейтіні Сағидолла ақында батырдың қызыл түлкісінің сол жолы көрінбеуімен байланыстырылса, Е.Ахметовте түс арқылы сездіріледі. Әрі С.Нұралин нұсқасында Мырзаш жауға Аққұлақпен ғана аттанса, бұнда алты кісі шығып, жау жеріне сегіз күнде жетеді. Және де Е.Ахметовте Мырзаштың күн жайлататын қасиетіне де назар аударылады, ұранқайлардан малды айдап келе жатқанда, қуғыншылар адасып кетсін деген мақсатта өзі жүріп өткеннен кейін арт жағын жауындатып жібереді. С.Нұралинде Мырзаш барған бетте атыс үстінде қайтыс болып кетсе, бұл нұсқада малды айдап кетіп, орта жолға келгенде ауырып, жүре алмай қалады. Жетелеп жүрсе-дағы, халі тіптен ауырлаған соң, жанына жолдас алып, қалғанын қоя береді, әрі осы жерде батырдың белінен қанжар түсіп қалады, Мырзаш оны жаман ырымға балайды. Бұндай сюжет С.Нұралинде сөз етілмейді. Сол кезде қуғыншылап келген ұранқайлардан қорқып, қасында қалған жолдасы қашып кеткендіктен, Мырзаш соңғы күшін жинап, төтеп береді. Жау кері қайтқанмен, бір ұраңқай жасырынып қап, әлсіреп,атынан жерге түсіп отырған Мырзашты төбесінен шоқпармен ұрып өлтіреді. Үш ұмтылғанда да тұра алмаған Мырзашты ұраңқай бір ұрғаннан өлтіріп, батырдың көк шұбар атын қолды етеді. Біраз уақыт өткеннен кейін Мырзаштың манағы жолдасы келіп,бір үңгірге батырдың денесін аманат етіп қойып кетіп, көктем шыға сүйегін іздеп келіп, сол жерден тауып алып, елге әкеп қояды. Яғни, Мырзаш тағдырының осылайша аяқталуы оған алдын-ала түс арқылы білдіріледі, көрген жаман түсі жақсылыққа айналып кетпейді. Батыр о дүниелік болатынын алдын-ала сезіп барды, ел-жұртымен қоштасып, арнайы сәлем жолдады. Қиындықта жалғыз тастап кеткен жолдасының кесірінен, ауырып, әлсірегенінің салдарынан ардақты батыр о дүниеге аттанып кете барады. Мырзаштың түсі дәл келіп, шындыққа айналды. Яғни, «Түсті жоруда, мән- мағынасын түсінуде орын алуы мүмкін қателік эпоста айтылмайды»,-

255 деген ғалым Шәкір Ыбыраев пікірінің айғақтығына жыр сюжеті айқын дәлел бола түседі [4]. Әрі осы ғалым тұжырымдағандай «Алда келе жатқан оқиғаны белгі нышанмен, астарлау-символмен жеткізудің орны бөлек» десек, жырда Мырзаштың белінен қанжарының түсіп қалуы – символ, демек бұл да батыр тағдырының қалай аяқталатыны туралы алдын - ала берілген белгі, осы сапарында Мырзаштың өлімге душар болатыны одан көп бұрын сездірілді. Бұның өзі эпос атаулыға тән бұлжымас заңдылық деуге болады. Бұдан әрі жыр оқиғасы Мырзаштың артында қалған бала-шағасына ағайындарының қараспай, батырдың інісі Дәуіттің бағып өсіргені, батырдың қайтыс болғанын естіген Пржевальскийдің оның балаларына көмек көрсеткені, батырды ұраңқайларға қарсы жіберген болыс-билердің де қарамай кеткені баяндалады. Бұл сюжеттер де С.Нұралин нұсқасында айтылмаған еді. Жырда Мырзаш өмірінің көп қыры қамтылған, оқиғалар бірінен- бірі туындап, сан қырынан өрбіп отырады. Және де оның барлығы нанымды,шындыққа жанасымды етіп,өмірдегі қалпында суреттеледі. Әрі жырдың көркемдік деңгейі де жоғары. Әр оқиғаның зор шабытпен жырланғаны соншалық, «ары қарай не болар екен,оқиға қалайша жалғасын табады?» деген зор қызығушылықпен оқисың, яғни жыр оқырманын жалықтырмайды, керісінше,өзіне баурап, елтіп әкетеді. Сондықтан жырдың осындай ерекшеліктерін ескере отырып, оны негізгі нұсқа ретінде қарастырамыз. Ал жалпы, Мырзаш туралы жырлардың үш нұсқасының оқиғалар желісін салыстырып қарағанда, үшеуіне де ортақ боп келетін бірнеше сюжет-мотивтерді аңғарамыз. Олар:  Мырзаштың өз өмірінде үш ірі соғысқа қатысып, елін жаудан қорғауы;  әулиелік қасиетінің болуы;  Н.М.Пржевальскийге жол көрсетіп, елді мекендерді көп аралаған саяхатшы болғандығы;  Мырзаштың кедей отбасынан шыққандығы;  соңғы жорыққа барғысы келмегендігі, оған еркінен тыс аттанғандығы;

256  қолды болған дүние - мүлік, олжаларды қара басының қамына жаратпай, кедей - кепшікке таратып берегендігі;  Мырзаштың ақкөңіл, адал, әділ адам болғандығы. Міне, осы сюжет – сарындар жырдың әр нұсқасында негізгі оқиғаларды баяндауға тірек болып, әрқайсысында өзінше өрнектеледі. Тарихи жырлардың басым бөлігі жоңғар-қалмақ шапқыншылығын, ұлт-азаттық көтерілісті жырлайтынын еске алсақ, зерттеу нысанына алынған туындылардың бірі – «Тобағұл батыр» жырының өзіміз қарастырып отырған басқа жырларға қарағанда біраз өзгешелігі бар. Яғни, XX ғасырдағы ірі қоғамдық - әлеуметтік өзгерістер, 1905 жылғы тұңғыш орыс революциясы, шаруалар көтерілісі, Қазан төңкерісі сияқты тарихи оқиғаларды қамтуының өзі- оның тақырыптық өзгешелігін көрсетеді. Тарихтың осы бір күрделі кезеңін бейнелейтін «Тобағұл батыр» жыры зерттеу нысанына көп ілікпеген. «Тобағұл батыр» жырының барлық вариацияларында 1905 жылдардағы Шұбарағаш уезі Арғанаты болысында Тобағұл бастаған кедейлердің бай-болыстарға, патша үкіметіне қарсы шыққан көтерілісі суреттеледі. Жырдың Орталық ғылыми кітапхана мен Әдебиет және өнер институтының қолжазба қорларында сақталған төрт вариациясы бар [5]. 1.«Тобағұл батырдың әңгімесі». Онда 1905-1917 жылдар арасындағы қазақ ауылындағы саяси-әлеуметтік жағдай суреттеледі. Оқиға Семей облысы, Шұбарағаш уезі, Арғанаты болысы, Меңілбай руында болған. Кедей шаруа Тобағұл жеті атасынан бері шынжыр балақ, шұбар төс Арғанаты болысы Бейсеннің Мұхаметқалиына қарсы күрес жүргізеді. Ел арасында ереуіл күшейеді. Осы кезде Тобағұл батыр Донбаста революцияға қатысқан Степанның баласы Иванмен танысып, дос болады. Тобағұл мен Иван Мұхаметқали болыстың мойнына шылбыр салып өлтіреді. Осы үшін Тобағұлды бес адамымен тұтқынға алып, он жыл түрмеге ұстау, сегіз жыл жер аударуға үкім етеді. Тобағұл және оның жолдастары тек Қазан төңкерісінен кейін ғана босап, орыс достарының көмегімен туған ауылына қайтады. Жыр 1919 жылы Семей облысы Аякөз ауданында араб әрпімен жазылып алынған.

257 2.Тобағұл батырдың әңгімесі». «Мазмұны алғашқы жазбадағыдай. 1917 жылы Тобағұл тұтқыннан босап, өз елі - Аякөзге келеді. Поэма: «Жыр басы», «Беке-Төке», «Пристав», «Абақты», «Тобағұлдың жылағаны» деген тақырыптарға бөлінген. 1940 жылдары Семей облысында ескі араб әрпімен он бір буынды қара өлең үлгісінде жазылып алынған. 3.Тобағұл батыр». «Тобағұл батыр 1917-жылы Қазан төңкерісі келгеннен кейін Сібірде түрмеден босап,Аякөзге оралады. Онда азамат соғысының комиссары - Ғаббасұлы Сабыржанмен бірге бай - болыстарға қарсы күреседі. Аякөзде ақтардың қалдығы – Дутов, Семёнов, Анненковтың отрядтарымен бірнеше тәулік бойы соғысады. Жауға күйрете соққы береді. Осы соғыстың аяқ шенінде Ғаббасов та, Тобағұл да ауыр жараланады. Бұл дастан «Тобағұл батырдың әңгімесі» атты поэманың жалғасы. 1956-жылы Аякөзде жазылып алынған. 4.«Тобағұл батыр». «Бұл жазба көлемді. Мазмұны: «Кіріспе», «Бәке-Төке сөзі», «Болыстың сөзі», «Приставтың сөзі», «Тобағұлдан», «Тобағұлдың сөзі», «Байғазы» деген тарауларға бөлінген. 1958-жылы Семей облысы Аякөз ауданы «Киров» колхозында жазылып алынған. Сюжеті алғашқы жазбалардағымен ұқсас». Жырдың ары қарайғы жалғасында Тобағұл Сібірден келгеннен кейін азамат соғысына қатысады. Ақтармен болған кезекті соғыста қатты жараланады, оны әлсіреп жатқан жерінен Жүгер деген қазақ- орыс малайы тауып алып,өз үйіне апарады. Осыдан кейін ақын «Тобағұл сонда емделіп жата тұрсын, естіңдер Сабыржаннан ендігіні» деп, Сабыржан жайына ауысады. Ал Сабыржан Ғаббасов болса, ежелгі досы - Ияролланың сатқындық жасап, ұстап беруімен қолға түсіп, қайтыс болады. Аталмыш төрт вариацияның да жырлаушысы - қазақтың белгілі ақын- жыршысы, ауыз әдебиеті үлгілерін жинаушы – Есенсары Құнанбаев. Ол Таңсық өңірінде «көшелі жырау» ретінде «Зарқұм», «Сал-сал», «Қабанбай батыр» т.б. дастандарды, поэмаларды жатқа айтып, бір өзі қазақ сахарасында елді аузына қаратқан көшпелі театрдай адам болған екен. «Тобағұл батыр» жырының төрт нұсқасының болуы – жыршының бұл тақырыпқа қайталап соғып отырғандығын байқатады. Сөз соңында, варианттылық – қандай да болмасын шығарманың ел арасына кең тарағандығының да, халық көңілінен терең орын алғандығының да нышаны дегіміз келеді.

258

Әдебиеттер: Нұралин С. Шығармалары.- Алматы, ҚР ҒА ӘӨИ, 1963, № 330 бума, 3-дәптер Ахметов Е. Әл- қисса Мырзаш батырдың қиссасы. -Алматы, ҚР ҒА ӘӨИ, 1958, 194 бума, 5-дәптер Қыдырмоллаұлы Н. Шығармалары.-Алматы, ҚР ҒА ӘӨИ, 1978, № 874 бума, 1,2,3- дәптерлер Ыбыраев Ш. Эпос әлемі / Ш.Ыбыраев. – Алматы: Ғылым, 1993. - 295 б. Тобағұл батыр. Жырлаушысы – Е. Құнанбаев.- Алматы, ҚР ҒА ОҒК, 695 бума, 5-дәптер

259 KAZAKİSTAN’DA KIZ ÖĞRENCİLERİN BEDEN EĞİTİMİ DOKTRİNİ Galiya B. MADİYEVA ÖZET Makale, sosyal önem taşıyan bilimsel sorunu çözmenin yollarını önermektedir. Bu fiziksel kültür oluşumu için Kazakistan üniversitelerinde eğitim süreci sistemini geliştirmek için gereklidir. Organizmanın biyolojik özellikleri ve öğrencilerin üreme fonksiyonu ile göz önüne alınması önemlidir. Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi, çeşitli sporların akademik gruplarında yer alan kız öğrencilerin fiziksel Eğitimi üzerine çalışmalar yapmıştır. Kazakistan'ın farklı bölgelerini temsil ediyorlar. Fiziksel kültür sınıflarının öğrencilerin fiziksel yeteneklerinin büyümesi üzerindeki olumlu etkisi kanıtlanmıştır. Çalışılan sorunun yeni yüzleri, düşük fiziksel uygunluk düzeyine sahip öğrencilerin vücudu üzerinde eğitim sürecinde fiziksel aktivitelerin etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmanın sonuçları, kadın organizmasının bireysel biyolojik gelişim fırsatlarını göz önünde bulundurmanıza ve hem üniversitedeki hem de sonraki üreme döneminde öğrencilerin fiziksel sağlık seviyelerini düzeltmenize olanak tanır. Geliştirilen ve uygulamaya uygulanan öğrencilerin fiziksel kültürünü şekillendirmek için metodik öneriler. Anahtar Kelimeler: Beden Eğitimi, Fiziksel Uygunluk, Sağlıklı Yaşam, Öğrencilerin Sağlığı.

THE DOCTRINE OF FORMATION OF PHYSICAL CULTURE OF STUDENTS IN KAZAKHSTAN

SUMMARY This report proposes solutions to a scientific problem of great social importance. This is necessary to improve the system of educational process in the universities of Kazakhstan on the formation of physical culture. It is important to take into account the biological features of the body and

 Candidate Of Pedagogical Sciences, Associate Professor Al-Farabi Kazakh National University Almaty, Kazakhstan [email protected] 260 reproductive function of gerl students. In the al-Farabi Kazakh National University were conducted studies of physical fitness of female students involved in academic groups in various sports. They represent different regions of Kazakhstan. The positive influence of physical training on the growth of physical abilities of students is proved. New facets of the studied problem is the study of the influence of physical activity in the educational process on the body of students with low physical fitness. The results of the research allow to take into account the individual biological possibilities of the development of the female body and to correct the level of physical health of students both in the process of studying at the University and in the subsequent reproductive period. Developed and put into practice guidelines for the formation of physical culture of students. Keywords: Physical Education, Physical Fitness, Healthy Lifestyle, Health of Students.

Доктрина формирования физической культуры студентов в Казахстане На современном этапе вопросу развития физической культуры и спорта большое внимание уделяется правительством Республики Казахстан. Формирование здорового образа жизни рассматривается как вопрос национальной политики, предполагающей улучшение показателей здоровья населения, профилактики заболеваний. Одной из важных и необходимых задач любого государства является внедрение физической культуры и спорта в быт народа, т.к. вовлечение населения в активные физкультурные занятия имеет большое оздоровительное и воспитательное значение. В связи с этим создается все больше условий для внедрения физической культуры в жизнь людей. Однако еще имеются заметные различия в конкретной реализации потребности в физической культуре и спорте среди различных слоев населения. А среди значительной части студенческой молодежи регулярные занятия физическими упражнениями до сих пор не получили должного распространения. По данным наших исследований, на первый курс вузов ежегодно поступают до 30% молодежи с отклонениями в состоянии здоровья; не в состоянии сдать контрольные нормативы физической подготовленности 50–60% студентов.

261 В последнее время задача формирования навыков здорового образа жизни средствами физической культуры решается в рамках внедрения в учебный процесс инновационных оздоровительных технологий. Наряду с традиционно используемыми средствами – различными видами бега, ходьбы, плавания, спортивных игр – широко используются комплексы аэробных упражнений с «обратной связью» (cardio-step, ABT, combo-step и др.), атлетическая гимнастика, различные виды единоборства и боевых искусств. Такая система обучения, безусловно, усиливает гуманитарную составляющую процесса физического образования, позволяет наиболее полно задействовать потенциал кафедры физического воспитания, соответствует потребностям и интересам студентов, повышает мотивацию к занятиям физическим воспитанием. Однако соблюдается ли принцип гармоничного формирования и реализации всего спектра способностей индивида? Выдвижение проблемы здоровья в число приоритетных задач общественного развития личности обусловливает актуальность теоретической разработки данной проблемы, определяя необходимость развёртывания соответствующих научных исследований и выработку методических и организационных подходов к воспитательно- образовательному процессу вуза по сохранению и развитию здоровья студентов и формированию у них здорового образа жизни. Особое место в наших исследованиях уделено рассмотрению одной из актуальных проблем современности - развитие физической подготовленности студенток, повышение уровня их физкультурной грамотности в репродуктивный период и понимание необходимости укрепления здоровья с целью формирования физического здоровья семьи. Для решения данной проблемы необходимо знать различные стороны физического состояния, биологического развития организма и найти наиболее эффективные средства и методы физической подготовки девушек, способствующие повышению и сохранению уровня физического здоровья на протяжении всего репродуктивного периода, включая студенческий возраст. Современное состояние медицины позволяет доказательно утверждать, что многие болезни взрослых закладываются еще в утробе матери. По статистике 30% младенцев уже рождаются больными. От

262 того, насколько здорова женщина, напрямую зависит здоровье детей. Таким образом, от состояния здоровья девочек и девушек, будущих матерей, в значительной степени зависит будущее любой нации. Во многих государствах до сих пор не созданы оптимальные социальные условия, способствующие здоровому образу жизни населения. Различного рода законодательные документы, конституционные акты, правительственные постановления, принимаемые в разных странах, свидетельствуют о том, что государственные органы стараются использовать всевозможные ресурсы и средства для обеспечения необходимого здорового образа жизни своих граждан. И особое внимание, указывается в них, должно уделяться женщинам. Наиболее действенным средством для укрепления здоровья является физическая активность, занятия физической культурой и оздоровительным спортом. Исследования ученых различных стран в этой области показывают, что из числа занимающихся физической культурой и спортом только третью часть составляют лица женского пола. В развитых странах, где общее число занимающихся физической культурой и спортом составляет 30% и более от общей численности населения, количество занимающихся женщин колеблется в пределах 10-15%. В странах, где первый показатель равен 3-10%, число женщин, занимающихся физической культурой и спортом, составляет 1-3% . В Казахстане от 5% до 10,5 % жителей, в зависимости от регионов проживания, систематически занимаются физической культурой и спортом. По данным Агентства по туризму и спорту Республики Казахстан, Агентства РК по статистике в занятия физической культурой и спортом вовлечено 304158 женщин, что составляет 6% от общей численности трудоспособных женщин [1]. Каждая страна по-своему старается решить проблему приобщения женщин к физической активности. Процесс этот медленный, и им надо заниматься регулярно и постоянно. Главным является отношение самих женщин к занятиям физической культурой и спортом. Результат будет положительным только в том случае, если женщины поймут, что эти занятия нужны им для своего здоровья, рождения здорового потомства и привития ему навыков поддержания

263 здоровья средствами физической культуры и спорта, получения удовольствия и радости от занятий, удовлетворения эго и т.д. На основе исследований, проведенных в Казахском национальном университете имени аль-Фараби, издана монография «Физическая культура в высших учебных заведениях», которая является первым опытом комплексного описания некоторых аспектов формирования физической культуры студенток вузов Казахстана. В ней рассматривается физическая подготовленность девушек-студенток занимающихся в академических группах различными видами спорта, представляющих разные регионы Казахстана и доказывается положительное влияние занятий физической культурой на рост физических возможностей студенток. Новыми гранями в изучаемой проблеме является исследование влияния физических нагрузок в учебном процессе на организм студенток с низким уровнем физической подготовленности в период овариально-менструального цикла (ОМЦ). Выявляется отношение студенток к занятиям по физическому воспитанию. Большой интерес в методике преподавания физического воспитания представляют исследования, связанные с влиянием занятий разными видами спорта на физическую подготовленность студенток в рамках академических занятий [2]. Задача данной серии исследования – определение уровня физической подготовленности студенток в группах спортивных игр (волейбол, баскетбол, бадминтон), аэробики и общей физической подготовки. В ходе исследований проведен анализ результатов контрольных нормативов по четырем тестам, характеризующих различные качества студенток: скоростные – бег 100 м, выносливость – бег 1000 м, скоростно-силовые – прыжок в длину с места, наклоны туловища из положения, лежа на спине (кол-во раз за 1 мин.). В исследовании приняли участие 582 студентки вышеназванных групп второго года обучения. Результаты данного исследования показали, что самый высокий показатель скоростно-силовой подготовленности наблюдается у студенток, занимающихся в группах спортивных игр. Они выполняют упражнения скоростного, скоростно-силового характера лучше всех

264 других студенток в беге на 100 м, в прыжках в длину с места, в «наклоне туловища». С тестовыми заданиями «Бег 100 м» и «Наклон туловища из положения, лежа на спине» хуже всех справляются студентки групп общей физической подготовки. Более выносливыми, по сравнению с группами спортивных игр и общей физической подготовки, оказались студентки групп аэробики. Значительные расхождения уровня физической подготовленности студенток по показателям скоростных и скоростно- силовых упражнений, выявленные в ходе исследования, могут лечь в основу индивидуально-ориентированного подхода к подготовке студенток, занимающихся в группах различной направленности и должны учитываться при подборе средств и методов физического воспитания на занятиях. Для повышения уровня физической подготовленности в группах ОФП на занятиях, мы рекомендуем, больше время отводить на спортивные и подвижные игры, а также увеличить объем применяемых средств аэробной направленности. В связи с тем, что вопросы физической подготовленности студенток, обучающихся в одном вузе и представляющих разные регионы нашей страны исследованы недостаточно, важным представляется изучение их физической подготовленности в период поступления в вуз, с учетом региональных особенностей. Исследование результатов сдачи «Президентских тестов» позволяет отметить, что студентки из разных городов и сельской местности Казахстана не всегда имеют одинаковые показатели физической подготовленности. Анализ тестирования в период поступления в вуз позволил установить следующее: 1. Физическая подготовленность студенток, представляющих разные регионы, имеет отличия, которые можно объяснить влиянием на их организм неодинаковых факторов и объемом выполняемых физических нагрузок до поступления в высшее учебное заведение. 2. Скоростные качества выше у студенток города Алматы, ниже у студенток из Кокшетау, Костаная, Кызылорды, Павлодара, ЮКО. Результаты в упражнениях на общую выносливость и скоростно-

265 силовые качества лучше у студенток из Костаная, Кокшетау, ВКО, Актюбинска, Уральска. 3. Наиболее низкие результаты развития скоростных, скоростно- силовых качеств показали девушки Павлодарской области (северный регион Казахстана), а из южных районов по всем изучаемым физическим качествам - студентки из Кызылорды. Для подтверждения полученных результатов и выяснения факторов, влияющих на низкий уровень физической подготовленности, нами был проведен опрос студенток и проанализированы материалы сдачи контрольных нормативов девушек из городов Алматы, Кызылорды и Павлодарской области, поступивших в вуз. Сравнительный анализ тестирования студенток в вуз показал, что, несмотря на незначительные различия в результатах сдачи контрольных нормативов, уровень физической подготовленности студенток из Кызылорды и Павлодарской области оказался низким в оба периода. Опрос студенток позволил установить, что уроки физической культуры в школах данных регионов Казахстана не проводятся должным образом. Особенно остро эта проблема стоит в преподавании физической культуры и привитии навыков и умений физического воспитания в сельской местности. Этот факт доказывает, что климатический фактор менее значим, а причиной более низких физических возможностей следует связывать с объемом физических нагрузок выполняемых в школе. В конце учебного года, как показали данные сдачи контрольных тестов, произошло заметное улучшение в физической подготовленности студенток. Девушки, показавшие при поступлении в вуз худший результат, улучшили показатели по всем видам упражнений. Таким образом, результаты исследования показали, что физическая подготовленность студенток, представляющих разные регионы республики, неодинакова. Регулярное выполнение физических упражнений и методически правильно организованный процесс преподавания физического воспитания в вузе помогает быстрой адаптации к новым условиям и улучшает физическую

266 подготовленность, особенно у студенток с низким уровнем физической работоспособности. Новыми гранями в изучаемой проблеме является исследование влияния физических нагрузок в учебном процессе на организм студенток с низким уровнем физической подготовленности в период овариально-менструального цикла. Многие зарубежные и отечественные авторы проводили исследования влияния ОМЦ на проявление физических качеств у женщин лишь применительно к спортивным тренировкам [3,4,5]. Однако, исследований с женским контингентом, не занимающимся физкультурой и спортом в доступной литературе нами не обнаружены. Этот вопрос требует изучения в целях методически правильной организации учебных занятий и приема контрольных нормативов у студенток вузов. Нами были проведены исследования по изучению реакции сердечно-сосудистой системы на физические нагрузки в период ОМЦ в течение двух микроциклов учебных занятий девушек. Знание особенностей адаптации организма на физические нагрузки позволяет совершенствовать методику занятий со студентками различного уровня физической подготовленности. Проведенные нами исследования позволили обнаружить значительные различия реакции сердечно-сосудистой системы на физические нагрузки разной интенсивности у девушек контрольной и экспериментальной групп. В результате исследования выявлено, что выполнение скоростных физических упражнений в послеовуляционный период ОМЦ не влияет существенно на пульсовую реакцию организма, тогда как значительное повышение ЧСС наблюдается в упражнениях скоростно-силового характера и на выносливость (бег 200 м – 1 и 3 серии, «челночный бег», взбегание по лестнице – 2 серия и трехкратный прыжок в длину). Поэтому, при выборе методики проведения учебных занятий у студенток необходимо учитывать особенности женского организма, связанные с менструальным циклом, и прием контрольных нормативов проводить вне послеовуляционного периода.

267 На основании результатов исследований научно обосновано использование средств и методов физической культуры, позволяющих учитывать индивидуальные биологические возможности развития женского организма и осуществлять коррекцию уровня физического здоровья студенток как в процессе обучения в вузе, так и в последующем репродуктивном периоде; разработаны и внедрены в практику учебных занятий по физическому воспитанию в КазНУ им. аль-Фараби методические рекомендации по формированию физической культуры студенток. Так же, нами впервые в Казахстане были проведены исследования с привлечением группы беременных женщин студенческого возраста и разработана программа целенаправленных мероприятий по привитию физической культуры студенткам и их подготовки к будущему периоду материнства. Данная организация формирования физической культуры женского населения Казахстана направлена на создание целостной системы, позволяющей охватить репродуктивный возраст женщин и целенаправленно управлять на всем его протяжении уровнем физической культуры, а значит здоровьем женщин и их детей. Результаты проведенных исследований, позволили нам представить практические рекомендации по формированию физической культуры женщин детородного возраста, в которых предлагаются методические подходы в технологии формирования физического здоровья студенток и упражнения для самостоятельных занятий. Помимо этого, в программный материал теоретического курса учебной дисциплины «Физическая культура» включены следующие темы лекций: Значение физических упражнений в жизнедеятельности студенток, Особенности развития женского организма и роль физической культуры в репродуктивном периоде, Личная гигиена и закаливание, Особенности развития детского организма и роль занятий физической культурой на формирование физического здоровья, О значении физических упражнений в период беременности и послеродовой период, Влияние физических упражнений на функциональную систему женщины в период беременности.

268 Расширение круга тем создает предпосылки к совершенствованию системы самообразования студенток, овладению умениями и навыками по использованию простейших функциональных проб для объективной оценки физического развития, функционального состояния систем организма и физической подготовленности, а также повышению интереса и положительному отношению студенток к занятиям физическим воспитанием, позволяют осуществлять коррекцию уровня физического здоровья студенток как в процессе обучения в вузе, так и в последующем репродуктивном периоде.

Литература: Статистический ежегодник Казахстана. Статистический сборник /под ред. А.А.Смаилова/ - Алматы. Агентство Республики Казахстан по статистике, 2017, с. 446. Мадиева Г.Б. Физическая культура в высших учебных заведениях /Монография. Алматы, 2018. – 149 с. Мотылянская Р.Е., Лурос А.Ю. Физическое воспитание женщин. - М., 1952. с. 72. Материалы Европейской конференции «Женщины и спорт». Стокгольм, 1996 (перевод ВНИИФК). Шахлина Л.Г. О некоторых аспектах адаптации организма женщин к нагрузкам в современном спорте высших достижений. // Physical education and sport / Sixth International Scientific Congress Modern Olympic Sport and for All. Warsaw, June 6-9, 2002. – С. 192-193.

269 AKIL EL-FARABİ FELSEFESİNİN MERKEZİ KAVRAMI Akmaral S.SIRGAKBAYEVA ÖZET Yazar, el-Farabi felsefesinin merkezi kavramı akılı analiz eder. Аkil onun on akilla ilgili Doktrini tüm metafiziğine ve kozmolojisine nüfuz eder. Onun epistemolojisinde insanın en yüksek bilişsel yeteneği olarak kabul edilir. El-Farabi'nin mantığı, gerçeği yalandan ayırt etmesine izin veren bir akıl aracı olarak kabul edilir. Ayrıca, akıl El-Farabi'nin sivil felsefesi ve etiğinde önemli bir rol oynar. Akıl, modern zorluklar ve tehditler karşısında alaka düzeyi artan El-Farabi felsefesinin karmaşık ve belirsiz bir kavramıdır. Anahtar Kelimeler: El Farabi, Metafizik, Sivil Felsefe, Akıl, Modern Zorluklar, Tehditler

MIND AS THE CENTRAL CONCEPT OF AL-FARABI'S PHILOSOPHY SUMMARY The report is devoted to the analysis of mind - the Central concept of al-Farabi's philosophy. Mind permeates the whole metaphysics and cosmology of al-Farabi, speaking in the form of the doctrine of the ten minds. It is regarded as the highest cognitive ability of man in his epistemology. The logic of al-Farabi considered as a tool of the mind enabling him to distinguish truth from falsehood. Finally, mind plays a key role in al-Farabi's civic philosophy and ethics. Mind is a complex and ambiguous concept of al-Farabi's philosophy, which acquires a special meaning and relevance in the context of modern challenges and threats. Keywords: Al-Farabi, Metaphysic, Special Meaning and Relevance in the Context of Modern.

Giriş

 PhD. Professor. Al Farabi KazNU. Kazakhstan 270 El-Farabi felsefesinin en önemli başarılarından biri – akıl Doktrinine geçmeden önce onun geliştiği topluma sosyokültürel yandan bir bakalım. El-Farabi, akılı anlayışta çok düzensizlikte olan bir orta yüzyıllıklardaki Arap toplumunda yaşadı. Bu nedenle, aklın gerçek, yani felsefi anlamını ortaya çıkarmak için yola çıktı – bu sorular, El-Farabi'nin «İkinci Ustadın zekâ sözü hakkındaki düşünceleri» başlıklı tezinde bir düşünce konusu haline geldi. [1]. Al-Farabi'nin bu tezinde, kendine özgü bir titizlikle, aklın altı anlamını ayırt eder. El-Farabi, halkın dünya üzerinde bazı geleneksel olarak kurulmuş destürlü dini görüşlerini paylaştığını belirtiyor. Teologlar karanlıkta olan halkın üzerinen spekülasyon yapan ya da felsefi gerçekleri çarpık bir biçimde sunmuşlardır. Halkın eğitimi teologlar tarafından engellenir. Aklın ilk anlamı en yaygın olanı – sıradandır. Akıllı olarak, düşüne bilen ve anlayış ğöstere bilenler sayılır. El-Farabi, kötülüğü işleyen bir kimsenin makul olmadığını belirtiyor. Zaten bu notta, aklın karakteristik özelliği, etik bileşeni görülebilir. Akılın bu özelliği, al-Farabi'nin sosyo-etik tezlerinde en eksiksiz şekilde gelişecektir. Aklın ikinci anlamı – dinidir, onu esas olarak kitlelerin aydınlanmaması üzerine spekülasyon yapan ya da felsefi gerçekleri çarpık bir biçimde sunan ilahiyatçılar kullanılır. El-Farabi teologlar tarafından engellenen kitlelerin oluşumunu gösterdi. Al-Farabi'nin zihin teorisinin kaynağı Aristoteles'in kavramıdır, bu nedenle aklın üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı anlamlarında Aristoteles'in «İkinci analist», «Nikomahov'un etiği», «Ruh hakkında», «Metafizik»gibi yazılarından türetilmiştir. Aklın Aristoteles yorumuna bağlı kalarak, El-Farabi aynı zamanda onun pozisyonuna yeni unsurlar getirdi ve onlara orijinal bir anlam verdi, tüm dünya görüşünü zihin Doktrini ile ilişkilendirdi. El-Farabi, «İkinci Ustadın zekâ sözü hakkındaki düşünceleri» başlıklı tezinde, dört tür zihni analiz eder – potansiyel, ilgili, iyi huylu ve aktif. El- Farabi'nin potansiyel zihni olarak tanımlar.".. ruhun yeteneklerinden biri ya da özü, mevcut nesnelerin (form) özlerini maddeden soyutlamaya hazır ya da hazır olan bir şey» [1, S.23]. Bu tanımda dikkat edilmesi gereken ilk şey, Aristoteles ve El- Farabi'nin zihnin, şeylerin dış görünüşünden gizlenmiş özüne (formuna)

271 nüfuz etme yeteneğine sahip olan ruhun bir parçası olarak yorumlanmasında ortak görüşleridir. Bir kişi makul olarak doğmaz, ancak sadece mantıklı olabilir ve bu anlamda potansiyel bir akıl, her insanda bulunan şeylerin özünü anlamak için bilme yeteneğidir. Aynı potansiyel olasılık, biliş nesnelerinde de doğasında vardır, el-Farabi şöyle diyor: "mevcut tüm şeylerin doğası, zekanın kavraması için bir yetenektir ... "[1, S.28]. Bilinebilir şeylerin özünü anlamak, onlar hakkında gerçek bilgi edinmek, akıldaki potansiyel biliş yeteneğinin gerçekleşmesine yol açar. Böylece potansiyel zeka gerçekleşir, güncel ve iyi kabul edilir. Modern epistemolojide, yukarıdaki sürece varlık ve düşünce kimliği denir. Bu, Bilgi sürecinde, konu dünyasının içeriğini oluşturan şeyin düşüncenin içeriği haline geldiği anlamına gelir. İnsan zihni, aktif bir başlangıç olarak hareket ederek, konu dünyasının içeriğini potansiyel bir durumdan alakalı hale getirir,» onu hayata geçirir", düşünme alanına dönüşür. Gerçek zekanın potansiyel El-Farabi ile ilişkisi, güneşin karanlıkta kaldığı sürece sadece potansiyel bir vizyona sahip olan göze olan oranıyla mecazi olarak karşılaştırır. ... göz aydınlatmayı alır almaz, ilgili olarak görünür hale gelir ... [1, S.34]. Benzer şekilde, aktif zeka da çalışır, "... zekanın potansiyel akla gelebilecek nesnelerinin alakalı hale geldiği " [1, S. 36]. Aktif zeka, el-Farabi'nin felsefi sisteminde çok önemli bir rol oynar. Al-Farabi, Aristoteles'in «Ruh üzerine» tezinin üçüncü kitabına atıfta bulunarak, aktif zekanın hiçbir zaman madde içinde olmayan ve onunla tamamen ilgisiz olan soyutlanmış bir form olduğunu belirtir. ... Bu, potens içindeki özü gerçek zekaya dönüştürür ... [1, S.34]. Böylece el-Farabi, aktif zekanın maddi dünyayla hiçbir ilgisi olmayan ve potansiyel zekayı gerçek haline getirme eyleminde arabulucu olduğu gerçeğine vurgu yapar. Al- Farabi zihin Doktrini, aristotelesci pasif ve aktif zihin Doktrini ile yakından ilişkilidir. Aristoteles'in aktif zihni, aynı zamanda «pervaneli motor», «düşünce zihniyeti» olarak da adlandırılır, yaratıcıdır. Sadece faaliyetleri sayesinde dünyadaki her şey yaşıyor ve hareket ediyor. Pasif akıl sadece algılayıcı iken. Bir kişinin esas olarak pasif bir zihni vardır, oysa aktif bir zihin sadece çok küçük bir dereceye kadar. İnsanda, Aristoteles'e göre, sadece bedeni öldükten sonra kişiliksiz, kozmik akılla birleşen zihni (ruhun makul kısmı)

272 ölümsüzdür. Aktif zihne ışık tutmak, el-Farabi metafiziğine itiraz sağlayacaktır. El-Farabi metafiziğinde ve ondan sonra tüm Doğu peripatetikleri, neoplatonik Kurtuluş öğretisine bağlı kalır. M. T. Stepanyants'ın belirttiği gibi, Doğu peripatetikleri tarafından geliştirilen öğretilerin temeli, «neoplatonize aristotelizm», yani Aristoteles filozof barajının sunumunda yattı ve bu, Arapça konuşan peripatetiklerin saflığı veya cehaletinin bir sonucu değildi ve daha çok «kritik yetenekleri»yoktu. Saf değil, platonize edilmemiş Aristoteles'in asimilasyonu, Arapların bilinçli, kasıtlı bir seçimiydi[2, s. 11]. Al-Farabi için, tüm Doğu peripatetikçiler için olduğu gibi, baraj tarafından geliştirilen Kurtuluş teorisi büyük ilgi görmektedir. Bu teoriye göre, herhangi bir güzel şey ve fenomen, güzelliğin doğasını oluşturan yüksek anlamların sona ermesi (inmesi) nedeniyle mümkün olmaktadır. Böylece, maddi dünyanın güzelliği, en yüksek güzellik fikrinin sadece zayıf gölgesidir. Bu mantığa takıntılı, özgürleşme teorisini inşa ediyor. Baraj boyunca güzelliğin en yüksek odak noktası, Sonuç olarak, bir tür dışsal varlık, birdir. Birinden ve güzelliğin sona ermesi. El-Farabi'ye göre, varlığın kaynağı, kendini düşünen bir akıldan başka bir şey olmayan ilk akıldır. Düşünme yeteneğini, hiyerarşinin tüm aşamalarına nüfuz edecek şekilde, ancak değişen derecelerde, varlığın alt aşamalarına aktarır. lkinden, el-Farabi diyor ki, «ikinci varlık», yani Göksel dünyalar geliyor. Toplamda, el-Farabi'ye göre, on Göksel dünya veya gezegen var. Dünya tüm Göksel kürelerin merkezinde yer almaktadır. Aktif zihin Ayın küresinde bulunur. Sublunal, maddi, dünyevi veya fiziksel dünyaya tabidir. "Aktif zihin", iç hukuk, dünyevi dünyanın logosu olarak adlandırılabilir. «Yargı yetkisi» nin bir parçası olan insan ırkının «velayetini» gerçekleştirir ve özel yeteneklere sahip insanlar doğrudan ona bağlanabilir» [3, s.8]. Aktif zeka sürekli eylemdedir. Sonsuzdur ve her zaman aynı şekilde ay dünyasını etkiler. Aynı zamanda, farklı şeyler ve zekalar kendi üzerindeki etkisini farklı şekillerde deneyimliyorlar, her zaman aynı şekilde algılanmıyorlar. İnsan zihni böylece ilahi bir kaynak vardır ve insan hayatının anlamı sonuna kadar yeteneklerini kullanmaktır.

273 Akıl Doktrini, al-Farabi'nin sosyo-etik tezlerinde de devam etti. Bir kişinin entelektüel yeteneklerinin gelişiminde büyük bir rol, yöneticilere ve öğretmenlere verilir. Toplumun makul vatandaşlarını, duyguları, tutkuları ve arzuları aklın adil taleplerine boyun eğdirme görevini üstlenen onlardır; ne zenginlik, ne şöhret ne de bedensel zevklerin gerçek mutlulukla hiçbir ilgisi olmadığını anlamak. Al-Farabi'ye göre gerçek mutluluk, akıllı ve entelektüel bir yaşamda yatmaktadır. İnsanın aklı, entelektüel ve ahlaki mükemmelliğin birliğini varsayar. Böyle bir birlik varsa, bir kişi anlamlı ve dolayısıyla mutlu bir hayat yaşar. Aksi takdirde, insan varlığının anlamı kaybolur. Sadece böyle bir hayat yaşayan, El-Farabi, mümkün olan en büyük ölçüde insan potansiyelini gerçekleştiren bir adam, bu dünyada onun en yüksek amacını gerçekleştireceğine inanmaktadır.

Kaynakça Al Farabi. İkinci El-Farabi öğretmeninin anlamları hakkında akıl yürütme [kelimeler] akıl / / El-Farabi. Felsefi tezler. - S. 15-38. Kasymzhanov A. H., Lukanin R. K., Harenko E. D. Doğu'nun büyük düşünürü. -Alma Ata: Kazakistan, 1975. - 56 s. Stepanyants M. T. Doğu felsefesi: Tanıtım kursu. Seçilmiş metinler. 2. Baskı, düzeltilmiş ve geliştirilmiş. – M.:» Doğu Edebiyatı " RAS, 2001. – 511 s. Al Farabi. Erdemli şehir // Al-Farabi sakinlerinin görüşleri üzerine tez. Felsefi tezler. - S. 193-377

274 KAZAK OZANLARININ ŞİİRLERİNDEKİ (XVIII-XVIII Y,) BAZI DİNİ VE FELSEFİ FİKİRLERİN KAHRAMANLIK RUHUNUN ÖN KOŞUL OLARAK KABUL EDİLMESİ NurDaulet SHAYMARDAN ÖZET Makale, Zhirau şiiri olarak adlandırılan dönemde zhirau şarkılarında karşılaşılan bazı düşüncelerin, atalarımızın inancının yanı sıra kahramanlık, cesaret ruhu ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Atalarımızın halkına cesaret ve özveri gösterdikleri bir zamanda, ruhsal bilgileri sağlamdı. Dündarınlılar aynı dili kendi başlarına yapmışlar ve açılışını kurumlarda bırakmışlar. Anahtar Kelimeler: Inançlar, Sufi, Düzen, Sal-Seri, Cesaret, Hak, Pir, Tenri, Pidager

SOME RELIGIOUS AND PHILOSOPHICAL IDEAS IN ZHYRAU'S POETRY (XVIII-XVIII CENTURIES), CONSIDERING IT AS A PRECONDITION FOR HEROIC SPIRIT

SUMMARY The article is about the direct connections between some heroic spirit and religious philosophies of our ancestral beliefs, in the literature of the zhyraus (poets of the period ХV-XVIII centuries). Our ancestors' defense of the land, their commitment, their high moral standards, during the wartime, are directly related to their spiritual cognition. We focused on revealing the outlook of those ideas in the language, or the legacy thet they left. Keywords: Belief, Sufism, Order, Courage, Deity, Idol, God, Goddess.

 Gumilev Enu, Nur-Sultan Kazakistan. ([email protected]). 275 Жыраулар поэзиясындағы (ХV-XVIII ғ) кейбір діни- философиялық ойлар, және оны батырлық рухтың алғы шарты ретінде қарастыру Баба тарихтың алуан қатпарлы әжіміне үңілсек бүгінгі Тәуелсіз елдігімізге дейін бабаларымыздың ел мен жерді, ұлт пен тілімізді, діліміз бен дінімізді, басқа да мәдени-рухани құндылықтарымызды қорғау жолында сан мыңдаған қиын-қыстау күндерді басынан өткергенін білеміз. Осы күндердің куәсі – қойнауында көптеген сыр жасырған киелі Ұлы Дала мен өткен көмескі ғасырлар. Кеңістік пен уақыт. Бұл екі қарияның тілін тауып сыр суыртпақтай қоятындай дегдар қасиет адамзатқа берілмеген. Біз тек тарихты өткен бабаларымыздың өзінен – кешеден бүгінге хатталып жазылып жеткен тілдік-жазба мұралары, материалдық-рухани құндылықтары және ауыздан ауызға жалғасып жеткен ауыз әдебиет үлгілері арқылы танып білеміз. Біз сөз еткелі отырған ХV-XVIII ғасырларды қамтитын жыраулардың мұралары да өз дәуірі жайлы сыр шертеді. Халқының рухани болмысы, мәдениеті, дүниетанымы, елдің әлеуметтік, саяси жай-күйінен толықтай мағлұмат береді. Бұл жайлы осыған дейін көптеген зерттеулер, еңбектер жарық көрді. Заманымыздың сұңғыла жазушысы Мұхтар Мағауин құрастырған «Алдаспан» [1], «Бес ғасыр жырлайды» [2], «Ай, заман- ай, заман-ай» [3]- дан бастап осы бір кезеңдегі мұраларға қатысты зерттеулердің легін төмендегідей тізе берсе болады: Өмірәлиев Қ. «ХV- ХVІІІ ғасырлардағы қазақ поэзиясының тілі» [4], Сыздық Р. «Қазақ әдеби тілінің тарихы» [5], Нұрдәулетова Б.И. «Жыраулар поэтикасындағы дүниенің концептуалдық бейнесі» [6], Кенжегараев Н.Ж. «Қазақ әдебиетіндегі автор мен тыңдаушы (ХV-ХVІІІғ.ғ.)» [7], Ошақбаева Ж.Б. «Қазақ хандығы дәуіріндегі шығармашылығындағы дүниетанымдық әмбебаптар» [8], Сүйіншалиев Х. «VIII-XVIII ғасырлардағы қазақ әдебиеті» [9], Қодар Ә. «Елдік пен ерлік жолында немесе жыраулар мұрасына жаңаша көзқарас» [10], Қ.Өмірәлиев. «Қазақ поэзиясының жанры және стилі» [11], Ғабдулин М. «Қазақ халқының ауыз әдебиеті» [12], Н.Келімбетов. «Көркемдік дәстүр жалғастығы» [13], А. Шәріп «Батырлықты жырлау дәстүрі және оның тарихи-поэтикалық трансформациясы» [14], Д. Шалқыбасов.

276 «Жыраулар поэзиясындағы діни лексиканы этнолингвистикалық талдау» [15] т.б. Осы зерттеулердің көбінің мазмұны, жалпы ауанын бағатын болсақ жыраулар поэзиясы өз кезеңіндегі ерлік пен елдікті жырлаған. Жаугершілік заманда ұлтты рухтандыру мақсатында жауынгерлік рухта шығарылған дейді. Оны мына жолдардан көруге болады, Р.Сыздық: «ХV-ХVІІІ ғасырлар – қазақ халқының жері мен елдік тәуелсіздігі үшін сыртқы жаулармен соғыстардың заманы. Бұл дәуірлердегі поэзия иелері көбінесе жыраулар болып, ел қорғау, жауға аттану сияқты әскери тақырыптарды жырлағандықтан, осыған қатысты сөздер мен образдар мұнда молынан ұшырасады» [5] дейді. Біз бұған ешқандай қарсы пікір айта алмаймыз. Олай болуы заңды да. Жыраулардың сол кездегі хандардың кеңесшісі, халық пен билік арасындағы көпір іспетті ортақ мәмілеге келтіруші рөлі болғанын анық. Бірақ зерттеушілердің көбі зерттеулерінде жыраулар поэтикасында көрініс тапқан халықтың рухани болмысы, діни-наным сенім жайына көңіл аудармай келеді. Мәдениеттанушы Әуезхан Қодар жыраулар мұрасындағы дін турасында: «...Ал бізге белгілі түрі ХІІІ ғасырда Кетбұғыдан басталатын таза жыраулар болмысына келетін болсақ, оларда діни функциялардан гөрі, елдік, палсапалық, орындаушылық, шешендік қасиеттер басым. Демек, олар – «елдік үшін ерлік» деген көшпелілердің асқақ дүниетанымын насихаттаушы дінге мүлдем қатысы жоқ, далалық ақсүйектер» [10] дейді. Қ.Сейітжанов та «Алтын Орда дәуірі түркі классикалық поэзиясының көркемдік ерекшеліктері және қазақ әдебиеті» атты кандидаттық диссертациясында: «Расында да Шалкиіз бен Бұқардың бірді-екілі толғауларынан басқа жалпы жыраулар шығармашылығында діни насихаттық бағдар байқала бермейді. Сонау Х-ХІ ғасырларда Яссауи, Жүсіп Баласағұн, Ахмет Иүгәнеки шығармаларындағы исламияттың моральдық нормаларына негізделген діни сарын жыраулар поэзиясында жоқтың қасы» деп сыңаржақ пікір ұсынады. Біздің пұшайман болатынымыз да осы тұс. Сол кездегі бабалардың ұстанған наным-сенімін тұтастай сылып алып тастап «дінсіз» етіп көрсету, немесе Ислам дінін қазақ мәдениетінен ажыратып көрсету болып отыр. Бұл жерде кешегі қазақты төл наным- сенімінен ажырату мақсатында жүргізілген еуроөктемдік және отарлау саясатының салдарын көруге болады. Екінші бір мәселе жыраулардың

277 поэзияларының бүгінге күнге дейін толық жетті деп айта алмаймыз. Жетпеу себебі тағы да сол кешегі құдайсыз қоғам құрған үкіметтің жүргізген саяси цензурасында. Жоғарыдағы зерттеулердің барлығы дерлік біздің ойды құптамайды деп айта алмаймыз. Жыраулар мұрасы арқылы ата-баба дінін «соқырға таяқ ұстатқандай» нақтылап жан-жақты зерттеген зерттеулер де жоқ емес. Белгілі ғалым С.Дәуітов «Қазақ әдебиетіндегі Қожа Ахмет Иасауи дәстүрлері» докторлық диссертациясында «Қазтуған, Доспамбет, Шалкиіз, Жиембет жыраулардың толғауларынан да Қожа Ахмет Иасауи хикметтерінің сарынын, сазын, ықпал-әсерін табуға болады» – деп ХІ ғасырдан бастап ХҮІІІ ғасырға дейінгі аралықтағы діни сабақтастықты көрсетеді. Бұны теолог ғалым Досай Кенжетай да құптап: "Ахмет Ясауи хикмет дәстүрi қазақ даласында сал-серiлер шығармашылығы, терме-нақыл сияқты моральдық, ғибраттық мазмұнда дамыды» дейді. Замандасымыз жас зерттеуші Д. Шалқыбасов «Жыраулар поэзиясындағы діни лексиканы этнолингвистикалық талдау» атты магистрлік жұмысында осы кезеңдегі жыраулар поэтикасында кездесетін барлық дінге қатысты сөздер мен сөз тіркестерін жинап, әр қайсысына жеке семантикалық талдау жасай отырып мынандай пікір айтады, «Қазақ халқын Исламнан бөліп қараудың басы – тарихқа жасалған қиянат болса, түбі – ұлтты мәдениеттен жұрдай, ғылым-білімнен құр алақан етіп көрсетумен бірдей. Себебі қазақ халқының танымы, мәдениеті, әдет-ғұрпы, салт- санасы тікелей дінмен біте қайнасып, өзара сабақтаса жымдасқан. Ғылым-білімнің таралуы, жазу, кітап басу өнерінің дамуы молдалықпен, дінмен байланысты. Мұғалім, ілім, кітап сынды оқу- ағартудағы негізгі лексикалық қор да Исламның әсерімен қолданысқа енді. Тіпті қазақ қоғамы үшін үлкен зардап әкеліп, дамуымызға кері әсерін тигізген жоңғармен болған соғыс та, тек жер үшін ғана емес, дін үшін болған...» [15]. Тарихтан білетініміздей, есте жоқ ескі замандардан кешегі Кеңес Үкіметі келіп еркімізді қолымыздан алып, күшпен тізеге салып отырып дінді санамыздан ажыратқан кезеңге дейінгі барлық уақытта бабаларымыздың ешқандай наным-сенімсіз, былайша айтсақ құдайсыз (атеист) болып өмір сүрген кезеңі дегенді білмейді екенбіз. Бабалардың

278 өз қолымен тасқа бәдіздеп бүгінге жеткен Түрік жазба ескерткіштерінде «Жоғарыда көк Тәңірі, Төменде қара жер жаралғанда екеуінің арасында адам баласы жаралған» [16], «Тәңірі тек, Тәңірі жаратмыш мен Білге қаған…» [16] деген жолдардың өзінде сөздерінің әлқиссасын осы Тәңірі – құдайымен бастап отыр. Бұл тура бүгінгі біз сөз етіп отырған, немесе кешегі Асан қайғы, Қазтуған, Ер Доспанбет, Шалкиіз, Бұқарлар айтып отырған ислам дінінің Құдайы – Алла, Тәңірі, Хақ емес деуіңіз мүмкін, бірақ көріп отырғанымыздай бір жаратушы, бір басқарушы күштің болғанына сенген бабаларымыздың сөзі. Оны Тәңірі атап тағзым етіп отыр. Бүгінгі қазақ санасында баба түріктен қалған «Тәңір» сөзінің өзі осы уақытқа дейін сол қалпы сақталып Ислам діні келгеннен кейін «Алла» сөзімен семантикасы бір болып бүгінге дейін қолданылып келуі, Ислам дінінің біздің болмысымызға о бастан жақын болғанын көрсетеді. Ислам танымында қазақтың салт- дәстүріне, әдет-ғұрпына немесе керісінше қазақ танымында Ислами дінінің қағидалары, әдеп-нормаларына қарама-қайшы томпақ келетін тұсы жоқ деп айта аламыз. Ислам дінінің қазақ даласындағы бастауы Елбасымыздың «Ұлы даланың жеті қыры» атты мақаласында Ұлы даланың ұлы есімдеріне есімін жатқызған Қожа Ахмет Яссауи бабамыздан бастау алады. Яссауи бабамыздың ұстаған діни жолы кешегі Абай, Машһүр, Шәкәрім ұстаған жол, бүгінде қазақ халқының дәстүрлі діні атап жүрген жолы, яғни сопылық жол. Бұны арнайы айтып отырған себебіміз, елдігімізді алып енді көмескілене бастаған рухани санамызды жаңғыртуды қайта қолға алған шақта Исламның атын жамылған көптеген басқадай діни ағымдардың етене кіріп халықтың санасын улап, өзінің төл дінінен бездіріп, дін десе, мұсылман десе күдікпен қарайтындай дәрежеге жеткізді. Ал біздің бабалар ұстанған дін ешқашан қазақ мәдениетінен бөлек болмаған, біртұтас болған. Тақырыптың негізі мазмұны бұл болмағандықтан біз бұны ары қарай таратып жатпаймыз. Енді өзіміз сөз етіп отырған тақырыпқа көшейік. Жоғарыда жалпы жыраулар поэзиясы арқылы сол кезеңнің тарихы, мәдениет, саяси ахуалы, дүние-танымы жайлы мағлұмат алатынымызды айттық. Сондай-ақ сол жаугершілік заманда ер мен жерді қорғауда текғана «ақ найзаның ұшы мен ақ білектің күші» ғана рөл атқармағандығы, осы жолда жеңіске жетуде рухани наным-сенімнің де белгілі бір дәрежеде қызмет атқарғандығы жайлы емеурін таныттық.

279 Жалпы жеңістерге жету үшін, көзсіз батырлық жасау үшін қандай бір қолдаушы күштердің барына сену көшпелілер тәжірибесінде бұрыннан бар. Аты әлемге машһүр болған ұлы қолбасшы Шыңғысханның жорыққа шығар алдында Қасиетті Бурхан Қалдунның басына шығып, кісесін мойнына салып үш күн, үш түн отырып Тәңіріден жәрдем тілеуі, ал Ақсақ Темірдің Қожа Ақмет Яссауиді пір тұтып басына күмбез тұрғызып, Алладан ризашылық сұрауы т.б. мысалдарды келтіруге болады. Мәдениеттанушы Таласбек Әсемқұлов: «Қылышымның майын бер» деген мақаласында: «Орта Азия сопыларының басты пірі – Қожа Ахмет Ясауи. Осы Қожа Ахметтің көп шәкірттерінің бірі және ең қабілеттісі – Бекташ есімді сопы болған. Қазақтың сал-серілерінің пірі – осы Бекташ» дей келе, «сал-серілер – рыцарьлық орденнің қалдықтары. Ол – ертеден құрбаншыл, пидагер әскер болған. Яғни, жауға сауытсыз, кіреукесіз шабады екен. Әскерге ерліктің үлгісін көрсету, дем беру үшін. Сонда әскердің қолбасшылары «Аналар жауға сауытсыз шапқанда, сендер неден қорқасыңдар» дейді екен. Көп жағдайда сал-серілер түгелдей қырылатын болған. Былайша айтқанда, олар әскери әулеттен тараған» [17] деп бұрыңғы сал-серілер жайлы тың деректер келтіреді. Бұл жерде Бекташ Уәли әулиені пір тұтып сопылық жолын ұстану, елінің асыл мұраты егемендігі үшін жанын шаһит етіп Хаққа тапсыру – сияқты діни-наным сенім көрінісі артындағы көп қолды рухтандыру, жігерлендіру үшін жанын шүберекке түйіп сауытсыз жауға шабу сияқты көзсіз ерліктің алғы шарты болып отыр. Ал бұл екі қасиеттің бір тұлғаның бойынан табылуы, дін мен батырлықтың ұштасқан, біте-қайнасып үйлескен жері қазақ танымында сал-серілер деп аталатын өкілдерге тән екен. Белгілі этнограф Серікбол Қондыбай да «Арғы қазақ мифологиясы» аталатын еңбегінде сал- серілер және олардың ұстаған «Үш қиян» деген ордені болғаныны жайлы тура жоғардағыдай пікір білдіре келе қазақта "Бұл – 14 ғасырда, Алтын Орданы Әз Жәнiбек хан билеген тұста, Маңғыстауда, Жылыойда, жалпы Едiл-Жайық өңiрiнде қалыптасқан, бiр жағынан көшпелi жауынгерлiк, екiншi жағынан сопылық машайықтық дәстүрдi ұштастырған дiни-серiлiк тариқат болатын; мұндай ұйымды, типологиялық деңгейде батыс еуропалық дәстүрдегi "дiни рыцарлық орденмен" салыстыруға болады» деп пікір білдіреді. Және «"Үш Қиян"

280 тариқатының негiзiн қалаушы "Есената" (Гөзлi) немесе "Асанқайғы" деген мыңдаған жылдық тарихы бар есiмдi лақап еткен адам болған... Ордендi негiздеушiлер өздерін "Қожа Ахметтiң шәкiртi болған Есенатаның (Асанқайғының) шәкiртiмiз деп есептеген» [18] дейді. Т. Әсемқұлов пен Серікбол Қондыбай пікірлері арасындағы қайшылық сал-серілердің пірі, ұстаздары жайында ғана болып отыр, біріншісі олардың пірі Бекташ Уәли болды десе, кейінгісі Асанқайғы есімімен байланыстырады. «Пір», «мүрит» атауларының исламдық сопылық бағытта көп қолданылатынын ескере келе Асанқайғының өзінен осыған қатысты мысал келтіруді жөн көрдік: Мүритін тауып алмаса, Азғын болса пір ғарып, Ата жұрты бұқара Өз қолыңда болмаса, Қанша жақсы болса да, Қайратты туған ер ғарып, - дейді. Демек, С.Қондыбай Асан қайғыны Қожа Ахмет Яссауи жолын ұстанған деген пікірі шындыққа жанасады, Жыраудың барлық жырларында таза сопылық – тасауфтық (Яссасу жолы) сарын байқалады. Өлетұғын тай үшін, Көшетұғын сай үшін, Желке терің құрысып, Әркімменен ұрыспа, - деген жолдар да дүниенің бүгін бар ертең жоқ алдамшы екенін, жалғанға көңілін бермеген таза әулиелігін көрсетеді. Сондықтан да халық арасында кейді Асан әулие деп те аталады. Ал, академик Ә. Марғұлан «Сал – еуропа тiлiмен айтқанда эксцентрлiк, болмаса өз бағытымен жүретiн бiр аяулы адам» дей келе сал-серілік дәстүрдің Түрік қағанатыны кезеңінде де болғанын, Күлтегіннің інісі Иоллығ тегіннің осы жолды ұстанғанын, асқан мерген, аңшы, сонымен қатар ақын-жырау болғанын айтады. Сондай- ақ, «Қазақ аңыздары бойынша, Қорқыт – ескi дәуiрдегi серiлiктi бастаушының бiрi. Бұған ХIII ғасыр бұрын жазылған атақты шешен, ел

281 басқарушы, онымен қатар атақты жырау, ақын, күйшi, бiрiншi қобыз жасаушы қазақ музыкасының атасы" дейді. Бұл пікірден де сал- серілердің қазіргі біздің танымыздағыдай тек ән айтып, күй тартып, қызды ауылды торуылдап қызық қуып жүретін жандар емес, ел басына күн туғанда жауға қарсы жалынды жырларымен ұлтты ұйыстырып қол бастайтын, рух-күш беретін нағыз идеолог лидерлер болғанын көреміз. Бұдан шығатын қорытынды, XV-XVIIIғ дағы қазақ халқының басына зұлмат әкелген жоңғар шапқыншылығы кезеңіндегі ел мен жерді қорғауда жалынды жырларымен елге күш-жігер беріп, бірлігіне ұйытқы бола білген жыраулардың бойында осы сал-серілердің белгілері болған деп атауымызға толықтай болады деп ойлаймыз. Нақты мысал келтірсек, Ақтамберді жырау: Жауға қарай аттандым, Жеткіз деп, құдай, тілекке, - деп жолының оң болуы үшін Аллаға жалбарынып дұға-тілек етсе, Шалкиіз жырау: Жалаңаш барып жауға ти, Тәңір өзі біледі, Ажалымыз қайдан дүр,- дейді. «Өзекті жанға бір өлім» немесе «қырық жыл қырғын болса да ажалды ғана өледі» дейтін қазақи танымның астарында да осы концепция жатыр. Бұл концепция өлім тек Жаратқанның белгілеп қойған күнінде болады, ал ол күн келмесе өлмейсің деген діни-философиялық ойға негізделген.. Яғни Тәңірге тәуекел ету, жақсылық пен жаманшылық тек Алладан болады дегенге сену. Әрі жоғарыдағы сал-серілік дәстүрдегідей арттағы қолға күш- жігер беру үшін сауытсыз, жанболатсыз жауға шабатын, осы жолда жанын пида ететін пидагер жауынгердің көрінісі екеніне дәлел болып тұр. Шалкиіз жыраудың осы бір жолдарына қатысты белгілі әдебиетші ғалым Амантай Шәріп «Сөз өнері және ұлттық рух» деген еңбегінде «жырау батырға тиесілі еншіні көктегі құдіреттің қарауында деп біледі» [14] деп тұспалдайды. Біз ғалымның «көктегі құдірет» атап отырғаны Шалкиіздің танымындағы, жалпы қазақ түсінігіндегі Хақ

282 Тағала екенін тайға таңба басқандай көрініп тұрғандықтан нақты білеміз, себебі жырау осы жырын ары қарай, ... Мен ісімді Хаққа тапсырғанмын һәр жерде, - деп жалғайды. «Хаққа ісін тапсыру» да жоғарыда айтқанымыздай бабалар сенімінде жазмыштың Алла тарапынан болатынына сену, тағдырға иман келтіру - бұл Исламның алғы шарттарының бірі болып есептеледі. Тағы да ғалым осы еңбегінде жыраулық поэзия өкілдерінің батырлығы жайлы айта келіп, орыс тарихшысы А.Левшиннің жырауларды «ХІІ-ХІІІ ғасырлардағы еуропалық рыцарьларға еліктейді» [14] деген пікірін береді де бұның мүлде шындыққа жанаспайтын адасушылық екенін ескертеді. Біз де жырауларды батыс мәдениетіне еліктеді деуден аулақпыз, себебі біздің көшпелілер мәдениеті өсіп өнген Ұлы Дала нағыз батырлық пен ерліктің мекені. Алайда біздің талдап отырғанымыздай осы екі мәдениет арасында қандай да бір ұқсастық бар екенін жоғарыдағы зерттеушілердің мысалдары арқылы келтірдік. Ал өзіміздің жеке пікірімізше еуропадағы рыцарьлық дәстүр керісінше көшпелілер мәдениетінен барған болуы бек мүмкін. Сондай-ақ, «Өзекті жанға бір өлім» деп ажалмен бетпе бет келгенде, еш өкінішсіз батылдықпен қарсы алудың өзі де ерліктің үлкен көрінісі әрі тағдырына мойынсұну, пидагерліктің көрінісі. Бұны Ер Доспамбеттің соңғы сөзі деп аталатын жырындағы: Ер Мамайдың алдында, Шаһит кештім өкінбен, - Немесе: Бұрынғылар түскен жүрі жол, Бұрылып соған түсті дегейсіз, - деп өлімнен кейін де өмір барын астарлап, сол екінші өмірге баратын жолға түстім дегенінен оның наным-сенімі нақты көрініс табады. Адамға берілген ғұмыр, несібе, атақ-мансап, дәреже де Тәңір тарапынан екенін Шалкиіз жырау төмендегі Би Темірге айтқан жырында былай деп береді: ...Жарқыраған беренді, Теңіз етсе Тәңірі етті,

283 Жағасына қыршын біткен тал еді, Жапырағын жайқалтып, Терек етсе Тәңірі етті, Тебінгінің астынан, Ала балта суырысып, Тепсінісіп келгенде, Тең атаның ұлы едің, Дәрежеңді артық етсе Тәңірі етті... Бұндай таза діни-философиялық ой толғаулар заманында «көмекей әулие» атанған Бұқар жырауда тұнып тұр. Себебі, Асан қайғы, Шалкиіз сияқты Бұқар жыраулардың өлеңдері басқа жырауларға қарағанда бізге көптеп жеткен. Басқа жыраулардың контекстінде діни мазмұндағы ойлар аз кезігетінін де олардың жыр-толғауларының бізге толық жетпегенімен түсіндіреміз. Ендеше Бұқар жырауға келейік: «Ей, айташы, Алланы айт, Аты жақсы Құдайды айт. Төрт шадияр, Мустафа Мұсқап ашқан ғаламды айт. Тәңірім сөзі бұрқанды айт , Кәлим Алла - Құранды айт. Тәңірім салса аузыңа, Жан жолдасың иманды айт...» Немесе: «Айтар болсаң Алланы айт, Таңертең азан шақырған Дауысы сұлу молланы айт...», «Тілек» атты толғауын алсақ: «Бірінші тілек тілеңіз,

284 Бір Аллаға жазбасқа. Екінші тілек тілеңіз, Ер, шұғыл, пасық, залымның Тіліне еріп азбасқа. Үшінші тілек тілеңіз, Үшкілсіз көйлек кимеске, Төртінші тілек тілеңіз, Төрде төсек тартып жатпасқа. Бесінші тілек тілеңіз, Бес уақытта бес намаз, Біреуі қаза қалмасқа... Ал Бұқардың мына төмендегі толғауына қазақтың дәстүрлі діні атап келген сопылық бағыттың тұтас болмысы, жалпы мазмұны сиып тұр. Алла деген ар болмас, Ақтың жолы тар болмас Тар пейілді кеңімес, Кең пейілді кемімес, Берем деген құтылмас, Берік байлаған шешілмес... Бұқардан кейінгі жыраулардың да, «Зар заман» ақындарының да жырларынан, өлеңдерінен бұндай мысалдарды тізіп келтіре беруге болады. Қазақ халқы кешеге дейін сөзін «Алласыз» бастамаған, Бұқарша айтсақ, «Айтар болсаң Алланы айт», «Алла деген ар болмас» деп сеніміне, сертіне берік болып келген ел еді. Біздің мақсатымыз дінге қатысты сөз тіркестері бар барлық толғауларды тізіп бере беру болмағандықтан сөзімізді осы жерден аяқтаймыз.

285 Кешегі Кеңес Үкіметі қазақты дінінен, наным-сенімінен, тұтастай рухани-мәдени болмысынан ажыратып надан, жабайы, тексіз етуге жұмыс жасады. Бүгін егемендігімізді алып, ел болып «қолымыз аузымызға жетіп», кеткенімізді келтіріп, өшкенімізді жандырып жатқанда халықтың қазынасы – тарихи-мәдени мұраларымызға асқан ыждаһаттылықпен қарап, ешқандай да саясаттың салқынын тигізбей толық зерттеп-зерделесек, сол арқылы өзімізді танысақ екен деген ниеттеміз.

Әдебиеттер тізімі: Құраст. М.Мағауин. Алдаспан. – Алматы: «Раритет», 2006 Бес ғасыр жырлайды». – Алматы: «Жазушы», 1989 «Ай, заман-ай, заман». – Алматы: «Жазушы», 1991 Өмірәлиев Қ. ХV-ХVІІІ ғасырлардағы қазақ поэзиясының тілі. – Алматы: «Ғылым, 1976 Сыздық Р. Қазақ әдеби тілінің тарихы. – Алматы: «Ана тілі», 1993 Нұрдәулетова Б.И. Жыраулар поэтикасындағы дүниенің концептуалдық бейнесі//филол.ғыл.докт. ...авторефераты. – Алматы, 2008 Кенжегараев Н.Ж. Қазақ әдебиетіндегі автор мен тыңдаушы (ХV- ХVІІІғ.ғ.)//филолог.ғыл.канд. ...авторефераты. – Түркістан, 2007 Ошақбаева Ж.Б. Қазақ хандығы дәуіріндегі шығармашылығындағы дүниетанымдық әмбебаптар.//философ.ғыл.канд. ...авторефераты. – Алматы, 2010 Сүйіншалиев Х. VIII-XVIII ғасырлардағы қазақ әдебиеті. Алматы. Мектеп, 1989. – 280 б. Қодар Ә. Елдік пен ерлік жолында немесе жыраулар мұрасына жаңаша көзқарас// Әлемдік мәдениеттану ой-санасы. Постмодернизм және мәдениет. 8-том, - Алматы: Жазушы, 2006 Қ.Өмірәлиев. Қазақ поэзиясының жанры және стилі. – Алматы: «Ғылым» баспасы, 1983

286 Ғабдулин М. Қазақ халқының ауыз әдебиеті. – Алматы: «Мектеп», 1974 Н.Келімбетов. Көркемдік дәстүр жалғастығы. – Астана: «Елорда», 2000 А. Шәріп Сөз өнері және ұлттық рух: Оқу құралы. – Астана: «Педагогика-Пресс» баспасы. 2010. Д. Шалқыбасов. «Жыраулар поэзиясындағы діни лексиканы этнолингвистикалық талдау»//гуманитарлық.ғыл.магисрті. ...авторефераты. – Астана, 2012 М. Жолдасбеков., Қ. Сартқожаұлы. «Орхон ескерткіштерінің толық Атласы». – Астана: «Күлтегін», 2005. Т.Әсемқұлов. «Қылышымның майын бер» мақаласы// «Otuken.kz» Қазақ мәдениет, музыка және мифология туралы сайты, 2010. Қондыбай С. Арғы қазақ мифологиясы. 4 кітап. – к. 3. – Алматы: Дайк-Пресс, 2004. Әлкей Марғұлан. Қазақтың сал-серілік дәстүрі// «kitap.kz» сайты.

287 SÖZ VARLIĞI AÇISINDAN KAZAK TÜRKÇESI İLE ANADOLU AĞIZLARINDA YAŞAYAN ORTAK SÖZCÜKLER Ayabek BAYNİYAZOV ÖZET Dilde, halk dilindeki ağız özelliklerini araştırmak dil tarihi için hem teorik hem pratik açıdan önemlidir. Ağız araştırmalarını yaparken değerli bilgilere de ulaşma imkânımız olabilir. Lehçeler arası dil ilişkisini kültürel- etnik bağlamda araştırmada ağız çalışmaları derlenmesinin bilime katkısı büyüktür. Bildiride, Türkçe Sözlük’te halk dilinde kullanılan ve sözlüğün madde başında hlk. olarak kısaltarak belirtilen bazı kelimelerin günümüz Kazak Türkçesinde edebî dilde etkili bir şekilde kullanılan kelimeler olduğu üzerinde durulacaktır. Örneğin; bala, bıldır, boydak, bulak, comart, çapmak, çayan, kulun, sınamak, yağır, yoğalmak, yumak, yüğrük, yüklü vb. Bu sözcüklerin diğer sözvarlığından farkı, belli bir bölgede kullanılıp, sadece o bölge halkı tarafından anlaşılıp ağız özelliği taşımasındadır. Genelde halk dilinde kullanılan kelimelerin tamamının edebî dilde karşılığı mevcuttur: bala-çocuk, bıldır-geçen yıl, boydak-bekâr, bulak-kaynak, comart-cömert, çapmak-dörtnala gitmek, çayan-akrep, kulun-at ve eşek yavrusu, sınamak- denemek, imtihan etmek, yağır-bere,yara, yoğalmak-kaybolmak, yumak- yıkamak, yüğrük-iyi koşan, yüklü-hamile, gebe vb. Bilindiği gibi, Anadolu ağızlarındaki sözcüklerin bazıları Kazak Türkçesinin edebî dilinde az çok fonetik değişiklik göstererek kullanılır. Türkiye Türkçesindeki bütün ç’ler Kazak Türkçesinde ş’dır: çap- “şap-” dörtnala gitmek, çayan “şayan” akrep; Türkiye Türkçesindeki bütün y’ler Kazak Türkçesinde j’dır: yağır “javır” bere, yara, yoğalmak “joğaluv” kaybolmak, yumak “juvuv” yıkamak, yüğrük “jüyrik” iyi koşan, yüklü “jükti” hamile, gebe vb. Bazıları hemen hemen olduğu gibi söylenilmektedir: bala “bala” çocuk, bıldır “bıltır” vb. Bildiride bunların yanı sıra, Kazak Türkçesinin İzahlı Sözlüğünde halk dili (hlk.) olarak gösterilen bazı Kazakça kelimelerin günümüz Türkiye Türkçesinde edebî dilde etkin kullanılan sözcükler olduğu üzerinde de durulacaktır. Sonuç olarak, halk dilindeki ağızları araştırmak, akraba diller arasındaki kelimelerin fonetik, morfolojik ve leksik

 Prof. Dr., Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü – Ardahan/Türkiye [email protected]; [email protected] 288 özelliklerinin yanı sıra, etnik bağlarımızı netleştirip karşılaştırmalı araştırmalar yapmamıza da imkân sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Türkiye Türkçesi, Kazak Türkçesi, Halk Dili.

COMMON WORDS LIVING IN KAZAKH TURKISH AND ANATOLIAN DIALECTS IN TERMS OF SPEECH

SUMMARY It is important both in theory and practice for language history to investigate the oral features of language. We may also be able to access valuable information while conducting oral surveys. The knowledge contribution of compiling oral studies in researching language-to-dialect language-cultural-ethnic contexts is great. In the declaration, the Turkish dictionary is used in the language of the people and the dictionary is at the beginning of the article. , it will be emphasized that some of the words mentioned above are words that are used effectively in the literary language in today's Kazak Turkic. For example; bala, bıldır, boydak, bulak, comart, çapmak, çayan, kulun, sınamak, yağır, yoğalmak, yumak, yüğrük, yüklü, and so on. The characteristics of these words are used in a certain region and understood by the people of that region. Generally speaking, all the words used in the folk language are literary counterparts: bala-çocuk, bıldır-geçen yıl, boydak-bekâr, bulak-kaynak, comart-cömert, çapmak-dörtnala gitmek, çayan-akrep, kulun-at ve eşek yavrusu, sınamak-denemek, imtihan etmek, yağır-bere, yara, yoğalmak-kaybolmak, yumak- yıkamak, yüğrük-iyi koşan, yüklü- hamile, gebe. As is known, some of the words in popular language are used in the Kazakh Turkic with little or no phonetic change on the literary level. all ç in Turkey Turkish in Kazakh Turkish ş: çap- “şap-” dörtnala gitmek, çayan “şayan” akrep, etc.; all y in Turkey Turkish Kazakh Turkish in j: yağır “javır” bere,yara, yoğalmak “joğaluv” kaybolmak, yumak “juvuv” yıkamak, yüğrük “jüyrik” iyi koşan, yüklü “jükti” hamile, gebe, etc. Some are said to be almost as if they are: bala “bala” çocuk, bıldır “bıltır” etc. As well as in the Declaration, the Annotated Dictionary of Kazakh Turkish folk language (hlk.) In the words of some Kazakh shown to be effective in today's Turkey will rely on the words used in Turkish literary language. As a result, researching the dialects of the public language will

289 allow us to clarify our ethnic ties and not to conduct comparative investigations, in addition to the phonetic, morphological and lexical features of the words in the relative languages. Keywords: Turkey Turkish, Kazakh Turkic, Folk Language.

Giriş Halk dilindeki ağız özelliklerini araştırmak dil tarihi için hem teorik, hem pratik açıdan önemlidir. Ağız araştırmalarını yaparken dil tarihi, dilleri karşılaştırma, alıntı sözcükler ve dilin gelişim süreci vb. ile ilgili bilgilere de ulaşarak arştırma imkânımız vardır. Bu yüzden de halkların komşularıyla olan dil ilişkisini kültürel-etnik bağlamda araştırmada ağız çalışmalarının derlenmesi ve üzerinde çalışılmasının bilimsel araştırmalara katkısı zordur. Prof. Yu. Şyoka, bir konuşmasında Türkiye Türkçesinin devlet dili olarak yaşamın bütün alanlarında kullanılmakta olduğuna hayret ettiğini ve bunun nedeni de halkın dilinde olan ağızların iyi derlenip değerlendirilmesi ve Atatürk’ün yürüttüğü başarılı ve bilgiye dayanan bir dil politikasının neticesinde meydana geldiğinin altını çizmiştir. Dildeki yabancı kelimelerin sayısını en aza indirgemek ve yabancı sözcüklerin yerine halkın kolay anlayacağı sözcüklerin karşılığını bulmak için de halkın kullandığı ağızlardan faydalanmanın yolu, sözcük hazinesini yaşayan halk diliyle zenginleştirmekten gelir. Dilin asıl kaynağı, halk dilidir. Halk dilinin ne denli önemli olduğunu göstermekle beraber onu nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin en güzel örneğini Türkiye’de yapılan derleme çalışmalarından görürüz. Derlemenin nasıl gerçekleştiği hakkında Derleme Sözlüğü’nün giriş kısmında şöyle bahsedilmektedir: “Türkiye’de halk ağzından söz derleme işi Türk Dil Kurumu’nun (kurulduğu zamandaki adı ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin) ilk günden beri üzerinde çalıştığı bir konudur. 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün kurduğu bu derneğin 26 Eylül 1932’de toplanan birinci Kurultayından sonra ele alınan ilk işler arasında halk ağzından derlemeler yapmak da vardır. Ancak en uzak köylere kadar bütün yurttan söz derlemeye Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin gücü yetmeyeceğinden, bu işe resmi organların yardım etmeleri hükümetçe uygun görülmüştür”. Derleme seferberliğine yalnız memurlar değil, serbest meslek adamları, dil meraklıları, isteyen her yurttaş katılmıştır. Dilci Zeynep

290 Korkmaz, ilk olarak Türkiye’de halk ağzında derlemeler yapılması gerektiği konusunu gündeme getiren ve yayımlanmasına da vesile olan bilim adamı Besim Atalay olduğunun altını çizmektedir. [Korkmaz, 2007: 77]. Yıllardır süren derleme çalışmaları, Türkiye’de bu işe ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Türkiye Türkçesini canlandırma, işlevsel duruma getirme çalışmasının en iyi örneklerindendir. Aşağıda çıkış tarihlerine göre yayımlanan derleme çalışmaları verilmiştir. İlk derleme çalışmaları, 1932-1934 yılları arasında yapılmıştır. Altı ciltlik Söz Derleme dergisi bundan çıkmıştır. 1. Söz Derleme Dergisi І. (A-D), İstanbul 1939. 2. Söz Derleme Dergisi ІI. (E-K), İstanbul 1941. 3. Söz Derleme Dergisi IIІ. (L-Z), İstanbul 1942. 4. Söz Derleme Dergisi IV. (Ulama), İstanbul 1949. 5. Söz Derleme Dergisi V. (Folklor Sözleri), İstanbul 1952. 6. Söz Derleme Dergisi VІ. (İndeks), İstanbul 1952 [Gülensoy, 1995: 85]. Prof. Dr. Tuncer Gulensoy, yukarıdaki Söz Derleme Dergisi bazen 6 ciltlik, bazen de 3 cilt olarak gösterildiğini söylendiğini, bu da eserin son üç cildinin ek metinler ile indeksten oluşmasından kaynaklanmış olabileceğinin altını çizmektedir [Gülensoy, 1995: 86]. İkinci derleme, 1952-1959 yıllarında yapılmış ve birinci derlemeden birkaç kat daha verimli olmuştur. Her iki derlemenin birleşmesinden aşağıdaki 11 cilt eser meydana gelmiştir. 1. Söz Derleme Dergisi І. (A), Ankara 1963. 2. Söz Derleme Dergisi ІI. (B), Ankara 1965. 3. Söz Derleme Dergisi IIІ. (C-Ç), Ankara 1965. 4. Söz Derleme Dergisi IV. (D), Ankara 1969. 5. Söz Derleme Dergisi V. (E-F), Ankara 1972. 6. Söz Derleme Dergisi VІ. (G), Ankara 1972. 7. Söz Derleme Dergisi VІI. (H-İ), Ankara 1972.

291 8. Söz Derleme Dergisi VІII. (K), Ankara 1975. 9. Söz Derleme Dergisi ІX. (L-R), Ankara 1977. 10. Söz Derleme Dergisi X. (S-T), Ankara 1978. 11. Söz Derleme Dergisi XІ. (U-Z), Ankara 1979 [Gülensoy, 1995: 86]. Zeynep Korkmaz, Değişik yıllarda yayımlanan Derleme Sözlüğü’nde aynı kelimenin tekrarlandığını, eğer yani aynı kelimenin değişik söylenişi varsa kendi arasında baktırılması gerektiğine işaret etmiş, ayrıca yabancı asıllı kelimelerin de hangi dilden geldiğinin belirtilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Örneğin, avsıncı (< Far. efsun +T. cı eki) [Korkmaz, 2007: 663- 664]. Türk Dil Kurumu, daha önce söylenenleri tekrar değerlendirerek, Derleme Sözlüğü’nün birleştirilmiş tıpkıbasımını 2009 yılında yayımladı. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ın belirttiği gibi, sözlükte benzer kelimeler birbirine baktırılmıştır [Derleme Sözlüğü, 2009]. Kazak Türkçesi Güney ağızlarını araştıran O. Nakısbekov, diyalektoloji ile ilgili şöyle demektedir: Kazak halkının diğer Türk Halklarıyla olan etnik ilişkisini aydınlatmak için dil biliminin diyalektoloji sahasının katkısı büyüktür. Çünkü Kazakların arasına karışmış bir sürü uruğ ve tayfaları, diğer Türk Halkları arasından da rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Kazak Türkçesindeki bazı ağız özellikleri Kazak Türkçesinin ağızlarının dışında, akraba dillerin ağız özellikleriyle benzerlik göstermesi boşuna değildir. İşte akraba diller arasındaki ilişkileri çözümlemede diyalektik özellikleri araştırmak neticeli sonuçlar verebilir. [Nakısbekov, 1972: 3-4]. Bu güne kadar, konu ile ilgili Türk Dünyasında birçok doktora tezi yapılmıştır. Örneğin, N. Jünisov’un Qaraqalpaqstandağı Qazaq Tilinin Avıspalı Govorları /Karakalpakistan’daki Kazak Türkçesinin Değişmeli Ağızları/, (Almatı, 1965), G. Kulmanov’un Geoklinskiy Diyalekt Türkmenskogo Yazıka /Türkmen Türkçesinin Geoklin Ağzı/ (Аşhabad, 1960), G. Mengaliyeva Salırskiy Diyalekt Türkmenskogo Yazıka /Türkmen Türkçesinin Salır Ağzı/ (Аşhabad, 1964), S. Omarbekov’un Qazaq Tilinin Manğışlaq Govorı /Kazak Türkçesi’nin Manğışlak Ağzı/ (Аlmatı, 1960), А. Tasımov’un Povoljiya Öñirindegi Qazaqtardın Tildik Erekşelikteri /Povoljiya Bölgesindeki Kazakların Dil Özellikleri/ (Аlmatı, 1975), B. Ötebekov’un Qazaq Diyasporasının Tili (Auğanstan, İran Qazaqtarının Tilinen Jiynalğan Materiyaldar Boyınşa) /Kazak Türkleri Ağzı (Afganistan, İran Kazak Türklerinin Dil Özellikleri Üzerine)/ (Аlmatı, 2000) vb. Bunun

292 dışında Türkiye’de dialektoloji üzerine master ve doktora tezleri savunulmakta (Gülensoy, 1995: 86-87). Günümüz Türkçe Sözlük’te hlk. olarak kısaltarak verilen bazı halk diline ya da ağızlara ait sözcüklerin günümüz Kazak Türkçesinde edebî dile mahsus, aktif kullanılan sözcüklerdir. Örneğin; bala, bıldır, boydak, bulak, çapmak, kulun, sınamak, yağır, yoğalmak, yumak, yüğrük, yüklü gibi bir sürü sözcük mevcuttur. Bu sözcüklerin özelliği, Türkiye’de belli bir bölgenin sınırları içerisinde kullanılmasına rağmen Türk dünyasında yaygın ve herkesçe kolay anlaşılan ortak sözcük olmasındandır. Çünkü sözcük Türkçedir. Bu tür sözcüklerin hemen hemen çoğunun edebî dilde karşılığı mevcuttur: bala-çocuk, bıldır-geçen yıl, boydak-bekâr, bulak-kaynak, çapmak-dörtnala gitmek, çayan-akrep, kulun-at ve eşek yavrusu, sınamak- denemek, imtihan etmek, yağır-bere, yara, yoğalmak-kaybolmak, yumak- yıkamak, yüğrük-iyi koşan, yüklü-hamile, gebe gibi. Görüldüğü gibi, Türkiye Türkçesi halk dilindeki sözcüklerin bazıları Kazak Türkçesinin edebî dilinde azçok fonetik değişiklik dışında aynı sözcüklerdir. Bilindiği gibi, Türkiye Türkçesindeki bütün ç’ler Kazak Türkçesinde ş’dır: çap- “şap-” dörtnala gitmek, çayan “şayan” akrep; Türkiye Türkçesindeki bütün y’ler Kazak Türkçesinde j’dır: yağır “javır” bere, yara, yoğalmak “joğaluv” kaybolmak, yumak “juvuv” yıkamak, yüğrük “jüyrik” iyi koşan, yüklü “jükti” hamile, gebe. Bazı sözcükler hemen hemen aynen söylenilmektedir: bala “bala” çocuk, bıldır “bıltır” geçen yıl, boydak “boydaq” bekâr, bulak “bulaq” kaynak. Түрік тілінің соңғы жылдары ТТҚ жариялаған диалектологиялық сөздігі мен Мәдениет Министрлігі тарапынан шыққан Анкара аймағының жергілікті сөз қолданыс ерекшеліктерін көрсеткен еңбектерге шолу жасағанда түрік тілінде диалект ретінде берілген кейбір сөздердің қазіргі қазақ әдеби тілінің белсенді лексикасын құрайтынын көреміз. Әрине диалект болғаннан кейін, белгілі бір аймақта қолданылатын бұл сөздердің барлығының әдеби тілде баламасы бар. Оны төмендегі кестеден көруге болады. Сонымен бірге диалектологиялық сөздікте Түркияның қай аймағы, қай ауданы мен ауылында қолданылатыны туралы қысқаша мәлімет те берілген. Konunun daha iyi anlaşılması, sözcük bakımdan karşılaştırılması için aşağıda Derleme Sözlüğü’nden (DS) ve Türkçe Sözlük’ten (TS) tespit ettiğimiz sözcükleri tablo şeklinde verdik. Birinci sütunda, Türkiye

293 Türkçesinde DS ve TS’de halk ağzından (hlk.) (sözcükler, ikinci sütunda, Türkçenin çeşitli halk ağızlarından derlenen sözcüklerin edebî dildeki karşılığı, üçüncü sütunda bu sözcüklerin Türkiye’nin daha çok hangi bölgelerine ait olduğu hakkında bilgi, dördüncü sütunda ise Kazak Türkçesindeki karşılıkları. Gördüğünüz gibi, halk ağzından derlenen sözcüklerin Kazak Türkçesindeki karşılıkları da, söylenişleri de, anlamları da aynı.

hlk. Edebî Kullanıldığı İl, İlçe, Kazak Dildeki Köyler Türkçesindeki (halk Karşılığı Karşılığı ağzından) Aba 1. Abla, Afyon Karahisar’ın apa (I) büyük kız Dinar köyleri, Uşak, kardeş. 2. Aydın, İzmir, Balıkesir, Anne. (DS Kastamonu, Bolu, 2009: C.I, ss. Zonguldak, Ordu, 1-3). Gümüşane, Sinop, Ardahan illerinin bazı köylerinde. altıata altıpatlar Ankara ili ağzı altatar r hlk. , revolver (TS [8.10]. 2011: s.108). (halk ağzından) arvan dişi deve Çankırı, Çorum, aruvan a hlk. Niğde. a (DS (halk 2009: C. I, s. ağzından) 337). bala yavru, İzmir, Manisa’nın bala hlk. çocuk Salihli ilçesi Dombaylı köyünde, İstanbul, Bursa, (halk (TS Tokat’ın Reşadiye ilçesi ağzından) 2011: s. 241). Çilehane köyünde, Sivas’ın Gemerek ilcesi Karaözü köyünde, Adana

294 vb. [DS 1993: 496]. bavur karaciğe Ilıca göçmenleri, bavır (II) r Çifteler – Eskişehir; Çilehane göçmenleri, (DS Reşadiye – Tokat. 2009: C. I, s. 574). bay zengin, Tavas – Denizli]; bay (I) ağa Reşadiye – Tokat; Akkuş – Ordu; Ardahan, Zarşat – (DS Kars vb. 2009: C. I, s. 574). baytal 1. 1. Dombay baytal Kısrak. göçmenleri, Dinar ilçesi – Afyon; Aziziye yörükleri – 2. Üç Düzce; Kadıçiftliği – yaşını İstanbul; Çilehane köyü, geçmemiş Reşadiye ilçesi – Tokat; kısrak. Başhöyük köyü, (DS Kadınhanı ilçesi – Konya. 2009: C. I, s. 2. Böğrüdelik göçmenleri 585). Cihanbeyli ilçesi – Konya. boyda bekâr, Afyon’un Dinar ve boydaq k hlk. yalnız, serbest Bolvadin ilcesinde, Denizli’nin Çivril ilcesi (halk (TS Hama ağzından) 2011: s. 388). köyünde,Tokat’ınZile ilcesınde, Trabzon’un Vakfıkebir ilcesinde, Kırşehir vb. [DS 1993: 745]. bıldır, geçen Afyon’un Bolvadin bıltır bıldır sene yıl, ilcesi Çiftlik köyünde, hlk. (halk Bolu’nun Mengen bir yıl ağzından) ilcesinde, Bayburt, Adana önce

295 (TS [DS 1993: 690]. 2011: s. 328). bulak kaynak, Afyon’un Dinar bulaq hlk. ilcesinde, Isparta’nın pınar Şarkikaraağaç ilcesinde, (halk (TS Trabzon ve Amasya ağzından) 2011: s. 328). köylerinde [DS 1993: 785]. cal 1. B Karaçay aşireti, 1. cal; hlk. edel. 2. Başhöyük, Kadınhanı 2. hlk. Gündelik. ilçesi - Konya; (DS 2009: (halk maaş, C. II, s. 849). ağzından) aylık carat Beğenm Karaçay aşireti, caratuv mak; ek, beğenilmek Başhöyük, Kadınhanı , caratıluv caratılmak ilçesi - Konya; [DS 2009: (DS hlk. C. II, s. 860. 2009: C.II. s. (halk 1269). Not: Türkiye ağzından) Türkçesinin ses kurallarına göre yaratmak, yaratılmak olarak söylenmelidir. Halk dilinin etkisinden dolayı caratmak, caratılmak şeklinde kalmıştır. caraus yararsız, Karaçay aşireti, caravsı uz hlk. kullanışsız Başhöyük, Kadınhanı z ilçesi - Konya; (DS 2009: C.II. s. 860). carık aydınlık, Kadıçiftliği – carıq hlk. ışık İstanbul; Çilehane, Reşadiye ilçesi – Tokat; (DS Karaçay aşireti, Başhöyük, 2009: C.II. s. Kadınhanı ilçesi – Konya; 862).

296 carıkl aydınlan Karaçay aşireti, carıqta anmak hlk. mak Başhöyük, Kadınhanı nuv ilçesi – Konya; (DS 2009: C.II. s. 862). carıkl aydınlat Karaçay aşireti, carıqtat atmak hlk. mak Başhöyük, Kadınhanı uv ilçesi – Konya; (DS 2009: C.II. s. 862). cartı yarım, Kafkas Türkleri – cartı, hlk. parça İstanbul. carım (halk (DS ağzından) 2009: C.II. s. 864). cartı yarıda Karaçay aşireti, cartı kalmak hlk. kalmak Başhöyük, Kadınhanı kaluv ilçesi - Konya; (halk (DS ağzından) 2009: C.II. s. 864). cırılm 1. 1. Develi – Kayseri. cırıluv ak hlk. Kesilmek. 2. Ardahan, - Kars; (halk 2. Develi – Kayseri. ağzından) Yırtılmak.

(DS 2009: C.II. s. 930). çapm dörtnala Afyon’un Dinar, şabuv ak hlk. (halk gitmek, Isparta, Denizli’nin (atla) ağzından) koşturmak: Aziziye köyünde, Atını çaparak Aydın’ın Alanlı köyünde, gitti. (TS 2011: Manisa, Ankara’nın Kızılcahamam köyünde

297 s. 495). [DS 1993: 1077]. çayan akrep, Burdur, Ordu’nun şayan hlk. yılan, çıyan, Ünye; Sivas’ın Gemerek, kırkayak vb. Şarkışla; Ankara’nın (halk zehirli hayvan Şerefli 298oçhisar ağzından) (TS 2011: s. köylerinde, Konya’nın 507). Ermenek köyünde [DS 1993: 1096]. çelek 1. Demir 1. Yazılı, Emirdağı şelek hlk. su kovanı. 2. ilçesi – Afyon; Kadıçiftliği Tahta süt – İstanbul; Çilehane, (halk kovası. (DS Reşadiye – Tokat; 2. – ağzından) 2009: C.II. s. Eskişehir ve köyleri. 1119). çilbir, yular Dinar, Bolvadin şılbır çılbır (DS 2009: ilçeleri – Afyon; Eşme C.II. s. 1213). ilçesi ve köyleri – Uşak; hlk. İlyas, Keçiborlu ilçesi, (halk Yassıviran, Uluğbey, ağzından) Senirkent ilçesi – Isparta… em ilaç, - Afyon; - Kütahya; em hlk. merhem - Bolu; - Kastamonu; … (DS 2009: C.III. s. 1729). (halk (TS ağzından) 2011: s. 792). emen meşe Kadıçiftliği, Yalova еmen hlk. ağacı – İstanbul; Çilehane, Reşadiye – Tokat. (halk (DS ağzından) 2009: C.III., s. 1733). erince tembel, Yalvaç ilçesi – erinşek k üşenen (kimse) Isparta; Çöplü, Çivril ilçesi – Denizli; - Çorum; hlk. (DS Merzifon ve köyleri – 2009: C.III., s.

298 (halk 1770). Amasya; Iğdır – Kars; - ağzından) Gaziantep; - Sivas; Ahırlı – Ankara; Mucur – Kırşehir; Kayseri… erinm üşenmek Not: sözcük halk erinüv ek : erinenin oğlu dilinden edebi dile kızı olmamış geçmiştir. koy koyun: Reşadiye ilçesi – qoy hlk. Koylar Tokat; Başhöyük köyü – kuzulamaya Konya. [DS 2009: C.IV. (halk başladı. s. 2942. ağzından) koyan Tavşan Çilehane, Reşadiye qoyan hlk. ilçesi – Tokat; Karaçay, Başhöyük köyü, Kadıhane (halk ilçesi – Konya. [DS 2009: ağzından) C.IV. s. 2942. kulun Ankara Not: Bu sözcük artık qulın hlk. ili ağzı halk dilinden çıkıp Türkçe [8.180]; At ve Sözlük’te yerini almıştır. (halk eşek yavrusu “Altı aylığa kadar olan at ağzından) [DS 2009: ve eşek yavrusu” (TS C.IV., s. 2998. 2011: s. 1522).

kurut Kurutul 1. Kurutulmuş qurt hlk. muş süt ürünü: süzme yoğurt. Düzce ilçesi Yoğurt kurutu. – Bolu; Taşköprü ilçesi – (halk Kaymak Kastamonu; Alucra ilçesi ağzından) kurutu. – Giresun; - Samsun; - Amasya; Maçka ilçesi – Trabzon; - Rize; Yusufeli ilçesi – Artvin; - Erzurum; - Erzincan; - Elazığı. [DS 2009: C.IV. s. 3013. okşa benzeme - Çorum; - Yozgat; uqsav

299 mak hlk. k Bünyan ilçesi – Kayseri. Not: Günümüz Türkiye (halk [DS Türkçesinde okşamak fiili ağzından) 2009: C.VI., s. vardır. Sevgi, şefkat 4613. belirtisi olarak elini bir şeyin üzerinde yavaş yavaş gezdirmek anlamındadır. (TS 2011: s. 1792). sınam Ankara Not: Bu sözcük artık sınav ak hlk. (halk ili ağzı halk dilinden çıkıp Türkçe ağzından) [8.222]. Sözlük’te yerini almıştır. “Denemek, imtihan etmek” (TS 2011: s. 2095). samay şakak, Kırım göçmenleri samay hlk. (halk kulaktozu ağzından) [DS 2009: C.V. s. 3533.

uğru, hırsız, Çeşme, Çandarlı, urı, uğri, uğru, yolkesen Bergama ilçesi – İzmir; urlavşı uğrulayıcı Kocabergos, Erdek ilçesi – [DS Balıkesir; Ezine ilçesi – hlk. 2009: C.VI. s. Çanakkale; - Bursa; 4029. Abbaslar, - Bilecik.

sınık kırık, - Bursa; Ezine, - sınıq hlk. (halk çıkık Amasya; Şebinkarahisar ağzından) ilçesi – Giresun; - Iğdır; - (TS Kars; - Niğde; - Konya. 2011: s. 2096). [DS 2009: C.V. s. 3613.

300

sınıkç kırık, - sınıkçı – kırıkçı; sınıqşı ı, sınıkçılık çıkık bağlayan sınıkçılık – kırıkçılık. Not: hlk. (halk kimse. Bu sözcükler Türkçe ağzından) Sözlük’te edebi dil unsuru [DS olarak geçmektedir (TS 2009: C.V. s. 2011, s. 2096). 3614. yağır eyer ve Uşak, Afyon’un cavır hlk. (halk semerin açtığı Bolvadin ilcesi İshaklı ağzından) yara köyünde, Isparta’nın Kayı köyünde, Burdur’un (TS Tefenni ilcesi Başpınar 2011, s. 2500). köyünde, Antalya’nın Elmalı ilcesinde [DS 1993: 4119]. yır türkü, cır hlk. şarkı Burdur; Erciş ilçesi [DS – Van; - Diyarbakır; 2009: C.VI. s. Kesirik – Elazığ ve 4275. çevresi.

yoğal varlığı Bolu’nun Düzce coğalu mak hlk. ortadan ilcesi Civit, Sarıçökek v (halk kalkmak, yok köylerinde [DS 1993: ağzından) olmak 4285]. (TS 2011, s. 2598). yuma Yıkama Afyon’un Emirdağı cuvuv k hlk. (halk k: ilcesinde, Denizli’nin Çal ağzından) ilcesi Honaz köyünde, “Evlerin İzmir’in Balçova ilcesinde, in önü susam, Manisa’nın Alaşehir Bir su bulsam ilcesinde [DS 1993: 4314]. yüzüm

301 yusam”- Halk türküsü. (TS 2011: s. 2614). yüğrü iyi Isparta’nın cüyrik k hlk. (halk yürüyen, iyi Gelendost, Eğridir ağzından) koşan: köylerinde, Denizli’nin “Yüğrüktür Çal ilcesinde, Manisa’nın bizim atımız” - Alaşehir ilcesinde [DS Halk türküsü. 1993: 4326]. (TS 2011: s. 2621). yüklü hamile, Isparta’nın Eğridir, jükti hlk. (halk gebe Senirkent köylerinde, (kadın) ağzından) Burdur’un Kurna ve (TS Yeşilova ilcesinin Salda 2011: s. 2623). köyünde, Denizli’nin Çivril ilcesi, Çöplü ve Çal köylerinde, Trabzon’un Maçka ilcesinin köylerinde [DS 1993: 4328].

Türkiye Türkçesi ağızlarında beğenmek fiilinin Kazak Türkçesindeki gibi caratmak (жарату); aydınlanmak fiilinin carıklanmak (жарықтану); kesilmek, yırtılmak fiilinin cırılmak (жырылу) vb. olarak sözcük başında gelen y’li seslerin c harfiyle gelmesi Oğuz grubundaki lehçelere özgü olmayıp, daha çok Kıpçak grubundaki lehçelerin gösterdiği fonetik özelliklerdendir. Böyle olunca, ağız özelliklerinin derlendiği bölgeye bakıldığında, Kıpçak grubuna mensup Karaçay Türklerinin yaşadığı coğrafyaya ait söyleyiş özelliğinden kaynaklandığı göze çarpmıştır. Diyalektolojinin önemi ve Türk Dünyası ağızları üzerine Prof. Dr. Ali Akar şöyle demektedir: Türk Dünyası ağızları, Türk nüfusunun ana dil olarak Türk lehçelerinden herhangi birinin konuşulduğu bölgedeki ağızlardır. Bu yönüyle Türk nüfusunun yoğunlukla yaşadığı Türkistan, Azerbaycan, İran, Anadolu ilk akla gelen ağız bölgeleri olarak kabul

302 edilebilir. Türkistan ağızları, Türkçenin bütün eski ve genel formlarını korumaktadır. Diyalektoloji araştırmaları bakımından bu son derece önemlidir. Zira bu radikal dil yapıları, diğer bölgelerdeki Türk dilleriyle ilişkilerin boyutunu da belirlemektedir (Akar 2018: 610-614). Kazak dilcilerinden Ğ. Qaliyev, edebî dile ağızların tesiriyle de zenginleştiğini altını çizmiştir [Qaliyev, 2005: 90]. Kazakistan dışında yaşayan Kazak Türklerinin konuşma özelliklerini araştıran dilci B. Ötebekov, sözcük tarihini araştırmada etimolojinin önemli olduğunu, etimoloji ise edebî dil ve onun tüm ağızlarını içeren dil olguları ile malzemelere dayandığını belirtmiştir [Ötebekov, 2000: 5]. Kazak Türkçesinde halk dili olarak yaşamakta olan çoğu kelimenin, ya da anlam genişlemesi neticesinde halk dilinde kullanılan yan anlamlar benzerliğini günümüz Türkiye Türkçesindeki ağızlardan da görmekteyiz. Örneğin, Kazak Türkçesinde “eşek” sözcüğünün temel anlamı dışında evin duvarlarını sıvazladığında boyun ulaşılamadığı yerlere üzerine binip uzanıldığı dört ayaklı yüksek masaya “eşek” denir (KEDS, 5: 399). Bu sözcüğü aynı anlamda Ankara ağızları derlemelerinde rastlamaktayız. Genel olarak bakıldığında, Türkiye’deki Derleme Sözlüğü Türkiye’de yaşayan Türk soyluların konuştuğu lehçe özelliklerini de kapsamıştır. Ağız özellikleri, o coğrafyada yaşayanların konuşma özellikleridir. Örneğin, samay (şakak) sözcüğü İstanbul’daki Kırım göçmenleri dilinden derlenmiştir. Günümüz Kıpçak Türkçesini konuşan lehçelerde samay sözcüğü edebî dilde kullanılmaktadır. Şunu belirtmeliyiz ki lehçelerde halk dilini tespit etmek, lehçeler arası dil yakınlığını güçlendirmektir. Derleme Sözlüğü’nün diğer sözlüklerden farkı, halkın günlük kullandığı canlı dili farkına varmadan yaşatmasıdır. Bu yüzden halk dilini iyi bilen insanların yaşadığı dönemde derleme çalışmalarının geciktirilmeden gerçekleştirilmesi önemlidir. Çünkü sözlüğün ana kaynağı, insandır. Bu yüzden Türkiye’de 20. yüzyılın otuzuncu yılları başlatılan derleme çalışmaları büyük önem ve değer taşımaktadır. Derleme Sözlüğü’nün Türk lehçeleri için değerli olmasının nedeni, Türk lehçelerine ortak sözcükleri bulundurmasından ve halk dilinin o dönemde kullandığı söz varlığını tespit etmesindendir. Bu sözcükler günümüz edebî dilde kullanılmasa bile, halk onları bir şekilde günlük yaşamda yaşatmaktadır.

KAYNAKÇA

303 AKAR, Ali (2018). Diyalektoloji Çalışmalarının Türk Dil Birliğine Katkıları Üzerine. Yeni Türkiye 99, Türk Dili Özel Sayısı, 610-614. Bozyiğit A. Esat. (1998). Ankara İli Ağzı Sözlüğü. Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı Yay. - 281. Gülensoy Tuncer. (1995). Türkçe El Kitabı. Üniversitelerin Bütün Fakülte ve Sınıfları İçin. Kayseri: Bizim Gençlik Yay. Derleme Sözlüğü: Türkiye’de Halk Ağzından. – 3. bsk. I. c. A-B. – Ankara: Türk Dil Kurumu, 2009. Korkmaz Z. (2007). Türkiye’de Ağız Sözlükleri//Türk Dili Üzerine Araştırmalar III, Ankara: TDK Yay. Qaliyev. Ğ. (2005). Til Bilimi Terminderiniñ Tüsindirme Sözdigi. Almatı: Sözdik-Slovar Yayınları. Naqısbekov О. (1972). Qazaq Tilinin Avıspalı Govorı. Almatı: Ğılım Yayınları. Ötebekov B. (2000). Qazaq Diyasporasınıñ Tili. Almatı: Bilim Yayınları. Türkçe Sözlük / haz.: Şükrü Halûk Akalın... [ve başk.]. -11. Bsk. – Ankara: Türk Dil Kurumu, 2011.

304 GÜRCÜ BİLİM İNSANI ELİZBAR CAVELİDZE'NİN TÜRKOLOJİ'YE KATKILARI Gülnara GOCA MEMMEDLİ Sureddin MEMMEDLİ ÖZET Türkiye Cumhuriyeti'nin kuzeydoğu sınır komşusu ve stratejik dost bir ülke olan, Azerbaycan Türklerinin iç içe temasta bulundukları Gürcistan'da tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de Türklere, Türkçeye, Türk kültürüne ilgi içtenlikle devam etmektedir. Burada Türkoloji'nin (Türklük bilgisinin) bir bilim dalı olarak önemli ölçekte gelişimi söz konusudur. Gürcistan'da Türkçenin dilsel özellikleri, Gürcüce Türkçe ödünçlemeler, Türkiye Gürcistan kültürel etkileşimi, vd konularda önemli bilimsel araştırma tezleri, projeler hazırlandığı, bilimsel inceleme kitapları, çok sayılı makaleler yayınlandığı bilinir. Bu gerçeklikler doğrultusunda hazırlanmış olan bildirimizde, Tiflis Devlet Üniversitesi ve Gürcistan Bilimler Akademisi bünyelerinde 1930'lu yıllardan Türkoloji bölümlerinin faaliyetleri, Gürcü Türkologların yapmış oldukları araştırmaların konu açısından önemi irdelenmektedir. Gürcistan'da Türkoloji ekolünün tarihi 1930'lu yıllardan süregelmektedir. Gürcü öncül Türkologları Sergi Cikia, Nodar Canaşia, Elizbar Cavelidze, Tsisana Abuladze, Venera Cangidze, Lia Çlaidze, Marika Cikia, Nanuli Kacarava ve başkaları bilimsel faaliyetleriyle Türkoloji'ye kapsamlı katkılarda bulunmuşlardır. Bu makalede Gürcü Türkoloji'sinin öncü temsilcilerinden biri olan Elizbar Cavelidze'nin Türk edebiyatı alanında önemli çalışmaları incelenmektedir. Gürcü bilim insanının Türkolojik çalışmaları hem araştırma-inceleme alanını hem de tercüme faaliyetlerini kapsamaktadır. Buradan hareketle Prof. Dr. Elizbar Cavelidze'nin Kitabi Dede Korkut, Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Muhammed , Ruhi Bağdadi, Ahmet Haşim hakkında araştırmaları, Türk şiir sanatı hakkında monografisi, Türk edebiyatı, Türk–Gürcü edebiyat- kültür ilişkileri hakkında kitap ve makaleleri bildiride ayrıntılı ele alınmaktadır. Bilim insanı, eğitmen, yayıncı, filolog olarak etken faaliyetlerde bulunan Elizbar Cavelidze'nin timsalinde Gürcü Türkoloji'si bir

 Dr. Öğr. Üyesi, Ardahan Üniversitesi, AİBEF, Gürcü Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected]  Prof. Dr. Ardahan Üniversitesi, AİBEF, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü, [email protected] 305 komple bilim dalı düzeyine ulaşmıştır, diyebiliriz. Günümüzün bağımsız devleti ve Türkiye'nin yakın dostu Gürcistan'da Türklük Bilgisi yeni konular, yeni Türkologlar düzeyinde gelişimini sürdürmektedir. Anahtar Kelimeler: Turkoloji, Gürcistan’ta Türkoloji, Elizbar Cavelidze

“THE CONTRIBUTIONS TO TURKOLOGY OF THE GEORGIAN SCIENTIST ELIZBAR CAVELIDZE

SUMMARY Turkey's next door neighbor of Azerbaijan Turks in Georgia school history Turcology they nested from the year 1930 is ongoing. Georgian premise Turkologists exhibited extensive contributions to Turkology with their scientific activities such as Sergi Jikia, Nodar Janasia, Elizbar Javelidze, Tsisana Abuladze, Venera Jangidze, Lia Chlaidze, Marika Jikia, Nanuli Kajarava and others. In this paper, the important works of Elizbar Javelidze, who is known as one of the leading representatives of Georgian Turkology, are studied in the field of Turkish literature. The Turkological studies of the Georgian scientist include both the research-examination area and the translation activities. Works on Elizbar Javelidze's Kitabi Dede Korkut, Jalal ad-Din Rumi, Yunus Emre, Muhammad Fuzuli, Ruhi Bagdadi, Ahmet Hashimi, monograph about Turkish poetry, Turkish literature, and Turkish in Georgian literature and culture relations are discussed in detail in the paper. Georgian Turkology has reached the level of a complete discipline in Elizbar Javelidze. In today's independent states and Turkey's close friend Turkish ness info new topics in Georgia, is developing new Turcologists level. Keywords: Turkology, Turkology in Georgia, Elizbar Cavelidze

1. Gürcistan'da Türkoloji Gürcistan'da Türkoloji'nin kapsamlı ve zengin tarihi vardır (Abuladze, 2004, s 536–546) (Canaşia, 2011, s 221–229) (Gocaeva, 2015, s 146–157).

306 1919 yılında Gürcü tarih biliminin ünlü şahsiyeti İvane Cavahişvili'nin önderliğinde kurulan Tiflis Devlet Üniversitesinde Osmanlıca derslerini okutmak için hocalar davet edilmişti. 1933 yılında Tiflis üniversitesinde Kafkas ve Doğu Dilleri kürsüsü oluşturulmuş, az sonra Türkoloji kürsüsü ayrılarak serbest bir programa dönüşmüştü, kürsünün kurucu başkanı ünlü Türkolog Sergi Cikia atanmıştı. Günümüzde de faaliyetini başarıyla sürdürmekte olan Tiflis Devlet Üniversitesi Türkoloji bölümü bu gün 100. yılını kutlamaktadır. Tiflis üniversitesindeki Türkoloji bölümünün yanı sıra, 1960'larda Gürcistan Bilimler Akademisi Giorgi Tzereteli Şarkiyat Enstitüsü nezdinde Türkoloji şubesi oluşturulmuştu. Hali hazırda İvane Cavahişvili Tiflis Devlet Üniversitesi, İlya Üniver- sitesi, Ahalsihe (Ahıska), Batumi, Kutaisi devlet üniversiteleri, Gürcistan Milli Yazmalar Merkezi, Gürcistan Milli Müzesi, Asya ve Afrika Enstitüsü, Gürcü Edebiyatı Tarihi Enstitüsü, Güney Kafkas ve Anadolu Araştırmaları Merkezi ve diğer üniversite ve bilim kurumlarında Türk tarihi, dili, edebiyatı alanlarında eğitim öğretim sürdürülmekte, Türkoloji yönünde araştırmalar gerçekleştirilmektedir. Bu bilimsel araştırmalar genelde Türkçe ile Gürcüce arasında dil ilişkilerini, Türkler ve Türk toplulukları ile Gürcüler arasında tarihsel, siyasal, sosyal-ekonomik, kültürel, edebi ilişkileri meselelerini kapsar. Gürcü Türkoloji'sinin temel yönlerini Türkçe dilbilgisi, Türk edebiyatı, Türkiye tarihi oluşturur. Gürcü edebiyatçı Türkologlar Türk sözlü ve yazılı edebiyatı, Türk lehçelerindeki edebiyatlar, bu edebiyatlarla Gürcü edebiyatının ilişkileri, Türk Gürcü kültürel paralelleri vd konularda önemli araştırmalar yapmaktadırlar. “Dede Korkut”, “Köroğlu” destanları, Celaleddin Rumî, Yunus Emre, Muhammed Fuzuli, Ruhi Bağdadî, Nefî, Lâmı, , Ahmet Haşim, Mehmet Emin, Yakup Kadrî, , , Hayrullah Efendi, Fakir Baykurt, Suat Derviş ve başkaları gibi öncü şairlerin ve yazarların eserleri, Türk şiir sanatı, Türk edebiyatında simgecilik, Gürcü– Azerbaycan edebi ilişkileri, Türkiye'de yaşayan Gürcülerin sözlü edebiyatı, vs bu yönde ele alınan konulardır. Türk edebiyatından edebi çevirilerde de Gürcü Türkologların katkılarının önemli olduğunu vurgulamalıyız. Türk halk masalları, Nasrettin

307 Hoca fıkraları, Kitab-ı Dede Korkut hikâyeleri, Nazım Hikmet, Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, , Orhan Hançerlioğlu, Reşat Nuri Güntekin, , İsa Necati, Suat Derviş, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Bekir Yıldız, Adalet Ağaoğlu, , Oktay Rıfat vb gibi ünlü edebi isimlerin eserleri Gürcü okuyuculara sunulmuştur. Gürcü Türkoloji ekolünün öncülleri olarak Gürcistan'da Türkoloji'nin kurucusu, babası Ord. Prof. Dr. Sergi Cikia (1898–1993) ve Prof. Dr. Nodar Canaşia (1925–2008) bilinirler. Şu ünlü Türkologların öğrencileri, devamcıları olan Venera Cangidze, Tsisana Abuladze, Elizbar Cavelidze, İrine Gosiridze, Giorgi Şahkulaşvili, Marika Cikia, Lia Çlaidze, Leyla Eradze, Eter Mamulia, Marine İluridze, Guram Batiaşvili, Ketevan Lortkipanidze, Aygul Tzalkalamanidze, Nanuli Kaçarava, Elene Cavelidze ve diğer Türkologların da adlarını zikretmemiz gerekir. 2. Elizbar Cavelidze: Hayatı, Bilimsel Kariyeri Elizbar Cavelidze (baba adı: Dimitri) 15 Aralık 1938 Tiflis doğumludur. Aslen Bolnisi ilçesindendir. 1990 yılında bizimle bir gazete söyleşisinde Cavelidze bu özelde böyle söylemişti: “Gençliğimin en iyi yıllarını Bolnisi'de geçirmişim. Azerbaycan Türkleri arasında çoklu dostlarım vardı ve şimdi de var” (Memmedov, 1990, s 3). Bu ilçenin köylerinde çoğunlukla Azeri Türkleri meskûn oldukları, Elizbar'ın çocukluk ve gençliğinin çok kısmını bu bölgede Azeri Türkleri arasında geçirdiği vesilesiyle Türkçeyi de burada öğrenmiştir. İlkokulu Bolnisi kentinde okumuş, ortaokulu Tiflis Erkek Jimnazyumunda, Tiflis 42 sayılı ortaöğrenim okulunda devam ettirmiş, 1956 yılında Bolnisi ilçesi Kazreti (Madneuli) ortaöğrenim okulunda tamamlamıştır. 1961 yılında Tiflis İvane Cavahişvili Devlet Üniversitesi Doğubilimleri Fakültesinde yükseköğrenimi üstün başarıyla bitirmiştir. 1966'da “Ruhi Bağdadi (hayatı, dünyagörüşü, lirik şiirleri)” konusunda PhD tezini, 1975'te “Celaleddin Rumi (dünyagörüşü meseleleri) konusunda Post Doktora tezini savunmuştur. Giorgi Tzereteli Doğubilimleri Enstitüsünde asistan, Tiflis Devlet Üniversitesinde öğretim görevlisi, 1972 yılından Tiflis Devlet Üniversitesi Türkoloji kürsüsünün doçenti, 1988 yılından adı geçen kürsünün profesörü

308 akademik görevlerinde bulunmuştur. 1988 yılında Gürcistan Bilimler Akademisi muhabir üyesi, 2013'te asli üyesi seçilmiştir. 1990'lı yıllarda Gürcistan eğitim ve bilim bakanı görevini üstlenmiş, üç sene Almanya'da yaşamıştır. 1999–2003 yıllarında Gürcistan Parlamentosu üyesi (milletvekili) seçilmiştir. Gazeteci olarak da popülerdir. Dergi ve gazetelerde bilimsel makaleleri yanında güncel siyasal-toplumsal konularda yazıları da yayınlanmış, farklı zamanlarda Gürcüce “Tenkit” dergisinin, “Edebi Gürcistan” haftalığının, “Gürcistan Çan Kulesi”, “Kolh Kulesi”, “Yeni Çağ”, “Şafak” gazetelerinin genel editörlüğünü üstlenmiştir. Gürcistan Türkiye bilimsel-kültürel ilişkilerinin gelişmesinde katkılarından dolayı “Azerbaycan emektar medeniyet işçisi” onursal unvanına layık görülmüştür. Bilim insanı 16 araştırma-inceleme kitabının, 300'den fazla bilimsel makalenin yazarıdır. Cavelidze'nin akademik kariyeri çok yönlü olup, Gürcü edebiyatı tarihçisi ve kuramcısı olarak da bilinir, eski ve çağdaş Gürcü edebiyatının önemli şahsiyetlerinin edebi kişiliklerinin bu ve diğer sorunsal yanlarına ilişkin kitapları, çok sayıda makalesi bulunmaktadır. 3. Türk Edebiyatı Üzerine Araştırma Kitapları Elizbar Cavelidze'nin Gürcü Türkoloji'sine en önemli katkıları Türk edebiyatı üzere çalışmalarıdır. Ayrıca, akademik araştırmaları ve incelemeleri Türk, Azerbaycan, Gürcü, Fars, Özbek edebiyatlarını da kapsamaktadır. Bizimle gazete söyleşisinde bu konunun altını şöyle çizmişti: “Bilimsel merakım Türk ve Azerbaycan halklarının medeniyetiyle sıkı ilgilidir. Onların edebiyat ve kültürlerinin köklerini araştırarak, birkaç monografik eser yazmışım” (Memmedov, 1990, s 3). Ruhî Bağdadî, Mevlânâ Celâleddin Rumî, Yunus Emre, Âşık Paşa, Fuzulî, Ali Şîr Nevaî, Nesimî, Nefî gibi şair ve yazarların edebi eserlerindeki epistemolojik, ontolojik, estetik evrene dair öncül çalışmalar kaleme almıştır. Bazı çalışmaları alan uzmanları tarafından alanın referans çalışması olarak kabul edilmektedir (Üstünyer, 2017, s 66).

309 Apollon Silagadze: “Gürcü Türkoloji'sinin önderi” (Cavelidze, 1972, s 5), Bedirhan Ehmedov: “Vefalı Türk sevdalısı” (http://www.anl.az/down/meqale/525) (Ehmedov, 2017, s 7). Bilim insanlarının Elizbar Cavelidze hususunda tanımları böyledir. Elizbar Cavelidze'nin zengin yaratıcılık yolunun temelinde Türkoloji durmaktadır. “Türk Edebiyatının Kaynakları Üzerine” dizisinden üç araştırma kitabı vardır: “Celaleddin Rumi, dünyagörüşü meseleleri” (Cavelidze, 1979), “Yunus Emre” (Cavelidze, 1985b), “Âşık Paşa” (Cavelidze, 2013). 3.1. “Celaleddin Rumi” 1979 yılında neşredilmiş bu kitap, “Celaleddin Rumi: Dünyagörüşü Meseleleri” konusunda post doktora tezi temelinde hazırlanarak, Rusça “U istokov turetskoy literaturı, I, Djelaleddin Rumi, voprosı mirovozreniya” (Türk edebiyatı kaynakları üzerine, I, Celaleddin Rumi, dünyagörüşü meseleleri) adıyla yayımlanmıştır (Cavelidze, 1979). Mevlana'nın (1207–1273) dönemi, hayatı, entelektüel çevresi, düşünce özgünlüğü, eserleri bağlamında sofizm kavramları söz edilir. Kitabın arka kapağına eklenen Türkçe notta Mevlana “Yakın Doğu'nun en büyük şairi ve mutasavvıfı” olarak tanıtılmakla: “Bu eserde Mevlânâ Celaleddin Rumî'nin dünya görüşü, metafizik, ontoloji, gnoseoloji, bilhassa estetik gibi konular geniş ve muhtelif açılardan ele alınıp incelendiği” yazılmıştır (Cavelidze, 1979). Gürcü bilim insanı Apollon Silagadze: “Elizbar Cavelidze için öncelikli, sevimli konu tüm Yakın Doğu'da hayatın pratik olarak tüm sahalarında hükümranlık eden felsefi-dini akım olan sofizmdir ki, bu da Orta asırlarda Yakın Doğu'nun kültürel, estetik, ahlaksal, siyasal vs düşüncesinin özeğini teşkil etmiştir” (Cavelidze, 2014). Özellikle, Gürcü bilim insanının sofizmin temeli olarak panteizmi belirlemesi probleme yeni yaklaşım anlamına gelmişti. O bu araştırmalarıyla kuramsal düzeyi düzleminde Türkoloji'nin öncü temsilcileri Yevgeni Bertels, Mehmet Fuat Köprülü, Hamid Araslı, Zümrüt Kuluzade gibi bilim insanlarıyla bir safta durur. İlyas Üstünyer: “Cavelidze'nin çalışması Türkiye'de Mevlânâ üzerine hazırlanan tezlerden, ele aldığı konuların soyut konulara odaklanmış olması

310 ve bunları Batılı düşünürlerle karşılaştırması açısından farklılık arz etmektedir” (Üstünyer, 2017, s 67). Cavelidze'nin cesaretli ve objektif gayretlerinden birisi de Türk edebiyatının kurucularından birisinin Mevlânâ olduğu tezini Sovyet Türkoloji'sine kabul ettirmesidir. Bu özelde İlyas Üstünyer'in tespiti şöyledir: “Mevlânâ'nın bir Türk yazar olduğunu ve Türk edebiyatının temelindeki sütunlardan en önemlisini onun teşkil ettiğini Sovyet Türkolog uzmanlarına tasdik ettirmesi (ki bu bir akademik, profesörlük, çalışmasıdır, Moskova'nın onayı olmadan unvanın onaylanması o dönemde mümkün değildi) dikkate değerdir” (Üstünyer, 2017, s 72). Üstünyer'in aşağıdaki açıklamasını biz de desteklemekteyiz: “Sovyet'teki Türkoloji uzmanlarının ekseriyeti Cavelidze'nin çalışmasına kadar Mevlânâ'yı ya Fars ya da Tacik edebiyatına dâhil etmekteydi. Cavelidze, 1975'te yazdığı profesörlük tezinde, Rus Doğu bilimcilerin Mevlânâ ile ilgili mevcut konumlamalarının doğru olmadığını Rus bilim dünyasına kabul ettirmiştir. Sovyet rejiminin en güçlü olduğu 1975'lerde Sovyet Türkoloji'si için kabulü zor bir gerçeği bilimsel yetkinlikle ortaya koyarak hem resmi ideolojiye hem de alan uzmanlarına bu gerçekliği kabul ettirmesi Cavelidze'nin alana olan hâkimiyeti ve çalışmalarının evrenselliğini işaret etmesi açısından anlamlıdır” (Üstünyer, 2017, s 72). Bu nedenle Azerbaycanlı yetkin bilim insanı Bedirhan Ehmedov şöyle değerlendirmektedir: “Tetkikatçı ilk defa olarak Sovyet Şarkşinaslığında Celaleddin Rumi'nin hayatı ve muhitini, çağını, yaratıcılığını araştırmış ve muayyen neticelere gelmiştir. Zengin kaynaklara istinaden yazılan monografi Rumi yaratıcılığı Türk tefekkürü mecrasında bütün yönleriyle açılır” (Ehmedov, 2017, s 7) (http://www.anl.az/down/meqale/525/2017/dekabr/567537.htm). Bu kitap, 2017 yılında Mirza Memmedoğlu'nun tercümesinde Bakü'de Azerbaycan Türkçesinde de tefrika edilmiştir (Cavelidze, 2017a). 3.2. “Yunus Emre” Anadolu Türkçe şiirinin öncülü Yunus Emre'nin (1238–?) konu edindiği bu eser 1985'te “Türk Edebiyatının Kaynakları Üzerine” dizisinden ikinci kitaptır. Kitaba tanıtım kısmında: “Tasavvuf şiirinin öncü temsilcilerinden Yunus Emre'nin sanat düşüncesinin ritim, redif, kafiye, şiirinin anlam evreni

311 ve mecaz sistemi gibi etmenler üzerinden sergilendiği ve şairin şiirlerindeki yapıların temel seviyelerinin” araştırıldığı söylenir. Kitap, “Yunus Emre sanatının incelenme tarihinden”, “Yunus Emre şiirlerinin yapısal sorunları”, “Anlam bilimsel evren (dünya görüşü sorunları)” bölümlerinden ibarettir. Eserde Yunus Emre şiirinde aşk, bilgi, evren, manevî terakki yolu, nefsin yenilmesi gibi konular ayrıntılı şekilde dile getirilerek, şairin ontolojik dünyası şiirsel-felsefi eksende aydınlığa kavuşturulur. 3.3. “Âşık Paşa” “Türk Edebiyatı Kaynakları Üzerine” dizisinden üçüncü kitap olarak bu eserin yayımı 2013 yılında gerçekleştirilmiştir. Kitapta 13. asır sonları ile 14. asır başları Türk mutasavvıf şairi Âşık Paşa'nın (1272–1333) edebi-sanat dünyası ele alınmaktadır. Yazar kitaba önsözde: “Ortaçağ Yakın Doğu'sunda dini ve felsefi bir akım olmuş Sofizm, hayatın hemen hemen tüm alanlarında (etik-felsefi, manevi-dini, estetik-edebi, ekonomik-politik) oldukça etkili iz bırakmıştır. Bu akım köklü bir şekilde incelenmeden o dönemin sosyal, siyasal, kültürel yaşamı hakkında kapsamlı bilgi sahibi olmamız mümkün değildir. Sofi şeyhi ve şair Âşık Paşa bu mistik akımın en önde gelen temsilcilerindendir. Sofizmin tüm başat konuları Âşık Paşa'nın sanatında kendine yansıma alanı bulmuştur” (Cavelidze, 2013, s 4) (Üstünyer, 2017, s 70). İlk bölümde devrin sosyal, kültürel gelişimi ekseninde Âşık Paşa'nın hayatına, edebi kişiliğine, ikinci bölümde Garipname eserine, izleyen bölümlerde şairin dünya görüşüne, Tanrı, kozmoloji (evren), tek ile çok, gök ile yeryüzü, dünya ile ahiret meselelerine, mikro ve makro evren çelişkisi, ruh ile beden, insan sorunsallarına, kendini idrak, ilim, ahlaksal yetkinlik meselelerine değinilir. 3.4. “Fuzuli” Azerbaycan Türkçesinde eser veren ünlü Türk Divan şairi Muhammed Fuzuli (1483–1556) Gürcü Türkoloji'sinin her zaman odak merkezinde bulunmuştur. E. Cavelidze'nin de en kapsamlı, temelli araştırmaları Fuzuli üzerine yaptıklarıdır.

312 Türkologun “Fuzuli” monografik çalışması (Cavelidze, 1972) Divan şiirimizin zirve temsilcisinin Gürcü bilim kamuoyunda tanıtılması açısından önem arz etmektedir. Yazar, kitabın önsöz kısmında amacının: “Gürcü gençliğini 16. yüzyıl Azerbaycan ünlü sanatkârı, Doğu'nun en büyük şairlerinden biri Fuzuli'nin hayatı ve yaratıcılığı ile tanıştırmak” olduğunu belirtir (Cavelidze, 1972, s 6). Kitapta, “Söz ustası”, “29 Mayıs1453”, “Zülümkar-ı Selim ile Azgınlaşmış Şah İsmail”, “Efsane ve hakikat”, “Fuzuli'nin Hayatı”, “Muhabbeta Dair Efsane”, “Dert”, “Dünya ve Şiir Âlemi” vb başlıklar yer almaktadır. Fuzuli'nin düşünceleri şiirlerinden örneklerle irdelenir. Cavelidze'nin bu eserini göz önünde tutarak Azerbaycan günümüz eleştirmeni Bedirhan Ehmedov: “Muhammed Fuzuli monografisi Fuzulişinaslıkta yenidir” değerlendirmesinde bulunmuştur (Ehmedov, 2017, s 7). Gürcü bilim insanının Fuzuli hakkında söz konusu araştırma kitabı Tiflis'te ve Bakü'de Mirza Memmedoğlu'nun çevirisinde Azerbaycan Türkçesinde okurlara sunulmuştur (Cavelidze, 2016) (Cavelidze, 2017b). 3.5. “Ruhi Bağdadi” Osmanlı Divan edebiyatının 16. yüzyıl bilinen temsilcisi Ruhi Bağdadi'nin (?–1605) edebi kişiliğinin ele alındığı bu kitap, E. Cavelidze'nin 1966 yılında savunmuş olduğu “Ruhi Bağdadi'nin lirizmi” isimli PhD doktora tezi esasında hazırlanarak, 1968 yılında “Ruhi Bağdadi (yaşamı, dünyagörüşü, lirik şiirleri)” adıyla neşredilmiştir (Cavelidze, 1968). Eser üç bölümden oluşmaktadır: “Ruhî Bağdadî'nin dönemi ve yaşamı”, “Bağdadî'nin dünya görüşü”, “Bağdadî'nin aşk şiirleri”. Eserde Ruhî'nin Terkib-i Bend” manzumesindeki hem lirik hem de mizahsal şiirleri incelenir. Söz konusu araştırma kitabı Bakü'de Mirza Memmedoğlu'nun çevirisinde Azerbaycan Türkçesinde okurlara buluşturulmuştur (Cavelidze, 2018).

3.6. “Türk Şiir Sanatı”

313 1988 yılında “Turkuli Poetika” (Türk şiir sanatı veya Türk şiir bilgisi) adıyla yayımlanmıştır (Cavelidze, 1988). Bilim insanlarının vurguladıkları gibi, “eser klasik Türk edebiyatının yapısal evrenini Gürcü Türkoloji'sine tanıtmış olması adına önem arz etmektedir” (Üstünyer, 2017, s 63); “Doğu'nun kültürel-estetik düşüncesinin araştırılmasında önemli rol oynamıştır” (Ehmedov, 2017, s 7) (http://www.anl.az/down/meqale/525/2017/dekabr/567537.htm). Kitapta genelde Türk şiir sanatı, özelde ise kafiye, aruz, hece, mani, koşma, varsağı, türkü, divan, mısra, beyit, müfret, gazel, kaside, terkib-î bent, rubai, murabba, şarkı, tahmis, taştir, mesnevi, lügaz, muamma, balad, teşbih, istiare, methiye, hicviye, fahriye, mersiye, münacat, na't, vb kavramlar-unsurlar aydınlatılır. Bu kavram-unsurların tanıtımı Yunus Emre, Fuzulî, Bâkî, Karacaoğlan, Nesimî, Nedim, , Şeyh Galip, Abdülhak Hamit, Namık Kemal, Yahya Kemal, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Haşim, Atilla İlhan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Arif Nihat Asya, Cahit Sıtkı Tarancı gibi ünlü şairlerin şiir örnekleriyle desteklenir. 3.7. “Fütüvvet” 2010 yılında yayımlanmış bu kitap tam olarak “Fütüvvet: manevî, şovalyesel kardeşlik (fetha, cavandar, ayar, rind, ahi, karaçoheli)” adlanır (Cavelidze, 2010). Makaleler toplusu niteliği taşıyan bu eserde Doğu kültürü ile Gürcü kültürü arasında ilişkiler konu edinerek, bu ilişkilerin eleştirel tahlili yapılır. Eserin konu başlıklarından bazıları: sosyal isyanlar, ayaklanmalar ve bunların ideolojik temelleri, fütüvvet ve fetha, fütüvvetin genel özelliği, fütüvvet gelenekleri, adetlerin kökenleri, fütüvvetlik ve dervişlik, ahiler ve rintler, ahiler ve Mevlevilerin ilişkileri, sofizm, fütüvvetizm ve dervişizm, ahlakî ve etik ilkeler, zahir ve bâtın, Melamilik, rind ve şarap, rind ve zahit, kral Laşa Giorgi ve rintler. Kitapta Ömer Heyyam, Mevlana, Nesimi, Hafız, Şeyhi, Hayreti, Hayalî, Bâkî, Fuzuli, Ruhî Bağdadî, Burgazi gibi şairlerin fütüvvetle ilgili şiirlerinden de bahsedilir. Cavelidze bu eserinde 13. yüzyıl Gürcü idarecisi Laşa Giorgi'nin rintlerle ilişkilerine ilişkin özgün bir bakış açısı kazandırmıştır.

314 Aynı zamanda, Doğu düşüncesindeki rintlerle Gürcü tarihindeki Karaçoheliler arasındaki manevî yakınlıktan söz etmiş ve dahası Karaçoheli boyunun köklerinin fütüvvet hareketine dayandığını ortaya koymuştur” (Üstünyer, 2017, s 67). 4. Makaleleri Gürcü Türkologu, araştırma kitaplarının yanı sıra makalelerinde de Türk edebiyatının zirve şahsiyetlerinin edebi kişiliğini irdelemiştir. Örnek için bu makalelerden bazılarını burada zikretmek istiyoruz. 1970 yılında “Tziskari” (şafak) dergisinde yayınlanmış bir makalesi ilgi çekicidir. Makalede çeşitli kaynaklara ve bilgilere binaen Celaleddin Rumi ile Gürcü prenses, Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin'in eşlerinden biri, Anadolu'da Gürcü Hatun adıyla tanınmış Tamar'ın manevi yakınlığı ışıklandırılır (Cavelidze, 1970, s 106–117). Bu konu Türkologun izleyen eserlerinde de işlenmektedir. 2015'te yayınlanan “Doğru olan yerde neden yala söyleyelim” adlı makalesinde 13–14. yüzyıllar Türk mutasavvıf şairi Âşık Paşa'nın coşkulu şiirlerini çözümlemiş, öncelikli olarak bu şiirlerin semantik izleğine dikkat çekmiştir (Cavelidze, 2015, s 232–291). İkinci makale 1985 yılında Tiflis'te tefrika edilmiş “Stüdyolar” kitabında yer almış “Nesimi” makalesidir. “Resmi dinin ahkâmları Demokles kılıcı gibi kaldırılmış halde ülkeden ülkeye gezen şairi daima kara gölge gibi takip ediyordu. Zira yine de onun doğranmış elleri bunun tadını gördü. Tüm beşer tarihinde kendi inancına göre Seyit İmadeddin Nesimi gibi vahşilikle cezalandırılan ikinci bir şair yoktur” diye başlayan makalede Nesimi'nin derisinin soyulması vakası dile getirilerek, Hurufiliğin temel mahiyeti, Nesimi şiirlerindeki sofi kozmoloji, mutlak hakikat kavramlarına ayrıntılı yer verilir. Elizbar Cavelidze yorumuna göre, “Nesimi'nin düşüncesi sırf mistik müsteviye dayanmıştır ve ona (düşünceye) mihenk taşı olarak panteizm konula bilmez. Lakin kendi zamanı için haddinden fazla ilerici olarak düşünen şahsiyettir. Şairin yaratıcılığında mevcut hakikatin, hâkim toplumsal kuruluşun ve resmi dinin ahkâmının amansızca eleştirisine sık sık rastlıyoruz. Fakat şairin dünyanı idrak etmesi her halde insan severlik, insanı Tanrılaştırmak ülküsü hesap olunmalıdır” (Cavelidze, 1985a). Cavelidze, “Orta çağlar Doğu şiirinin tipolojisi ve inceleme yöntemleri” başlıklı çalışmasında Doğu toplumundaki genelleştirilmiş aşka

315 dair ilişkiler sistemini yetkinlikle tahlil etmiştir. Çalışmadan bir özek: “Yakın Doğu edebiyatları ve bunların genel tipolojik modeli, anilik estetiğine dayanmaktadır. Söz konusu estetikte genel olan selamlanırken, somut olan yadsınmaktadır. Ortaçağ Doğu nazım metinlerinin dekoru üç seviye içerir: reel, ülkü, irreal” (Cavelidze, 1985a, s 74–152). 5. Tercüme Çalışmaları Elizbar Cavelidze, Azerbaycan Türkçesinde edebi eserlerden örnekleri Gürcüceye çevirerek Türk Gürcü edebi ilişkilerine de önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle, Oğuz Türk boyunun destansı hikâyeleri olan Kitab-ı Dede Korkut'u diğer bir Gürcü Türkologu Giorgi Şahkulaşvili ile birlikte Oğuzcadan Gürcüceye tercüme etmiştir. Gürcü edebi tercüme tarihinde önemli olgu olarak değerlendirilen bu çeviri 1987 yılında yayımlanmıştır (Dede Korkut Kitabı, 1987). Kitaba Elizbar Cavelidze kapsamlı bir önsöz yazmış, eseri açıklamalarla desteklemiştir. Lado Minaşvili'nin tespitince, “İyi bir çevirmen de olan Cavelidze, tercümedeki seçiciliğini sadece kendi zevkine göre değil, ülkesinin de yararına olacak şekilde belirlemiştir” (Cavelidze, 2014, s 26). Cavelidze Aziz Nesin'in “Damda Deli Var” adlı eserini Gürcüceye çevirerek, “Edebi Gürcistan” haftalık gazetesinde yayınlatmıştır.

Sonuç Gürcü Türkoloji'si bir komple bilim dalı düzeyine ulaşmıştır diyebiliriz. Günümüzün bağımsız devleti ve Türkiye'nin sınır komşusu, yakın dostu Gürcistan'da Türkoloji, yeni konular, yeni Türkologlar düzeyinde gelişimini sürdürmektedir. Gürcistan'da Türkiye büyük ve stratejik önemli komşu, Türkler dünyanın en önemli uluslarından biri, Gürcülerin her zaman yakın, içten dostu olarak değerlendirilmektedir. Son olarak, görkemli Azerbaycan edebiyat bilimcisi İsa Habibbeyli'nin değerlendirmesini hatırlatmak isteriz: “Elizbar Cavelidze Mollayi Rumi'nin Gürcistan Mesnevisidir. Kitab-ı Dede Korkut'un Gürcü dilinde seslenmesidir... Kafkaslarda Doğubiliminin önemli elçisidir. Yorulmaz,

316 vefalı, tükenmez, gayretli” (Cavelidze, 2017) (http://az.gpb.ge/?page=blogdetail&id=237).

Kaynakça Abuladze, Ts. (2004). “Gürcistan'da Türkoloji çalışmaları”. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 630. Ankara. Canaşia, N. (2011). Svanidze, M. “Gürcistan'da Türkoloji”. Çeviri İlyas Üstünyer. Tarih Dergisi, 54. İstanbul.

Cavelidze, E. (1968). Ruhi Bağdadi: yaşamı, şiirleri. / ჯაველიძე, ე. რუჰი ბაღდადი: ცხოვრება, ლირიკა. Tiflis. Cavelidze, E. (1970). “Gürcü Hatun'un (prenses Tamar'ın) ve Celaleddin Rumi'nin ilişkileri tarihinden”. Tsiskari. / ჯაველიძე, ე. “გურჯი ხათუნის (დედოფალი თამარის) და ჯელალედ-დინ რუმის ურთიერთობის ისტორიიდან”. ცისკარი, 1. Tiflis.

Cavelidze, E. (1972). Fuzuli. / ჯაველიძე, ე. ფუზული. Tiflis. Cavelidze, E. (1979). Türk edebiyatının kaynakları, Celaleddin Rumi: dünyagörüşü meseleleri. / Джавелидзе, Э. У истоков турецкой литературы, Джелаль-ед-дин Руми: вопросы мировоззрения. Metsniereba (bilim) yayıncılık, Tiflis.

Cavelidze, E. (1985a). Stüdyolar. / ჯაველიძე, ე. სტუდიები. Sabcota Sakartvelo yayıncılık, Tiflis. Cavelidze, E. (1985b). Türk edebiyatının kaynakları, Yunus Emre. / Джавелидзе, Э. У истоков турецкой литературы, Юнус Эмре. Metsniereba (bilim) yayıncılık, Tiflis.

Cavelidze, E. (1988). Türk şiir sanatı. / ჯაველიძე, ე. თურქული პოეტიკა. Ganatleba yayıncılık, Tiflis. Cavelidze, E. (2010). Fütüvvet: manevi-ahlaksal kardeşlik (fetha, cavandar, ayar, rind, ahi, karaçoheli). / ჯაველიძე, ე. ფუტუვეტი, სულიერ-რაინდული ძმობა (პეტა, ჯავანდარი, აიარი, რინდი, აჰი, ყარაჩოხელი). Tiflis.

317 Cavelidze, E. (2013). Türk edebiyatının başlangıcından III: Âşık Paşa. / ჯაველიძე, ე. თურქული ლიტერატურის სათავეებთან III: აშუღ პაშა. Tiflis. Cavelidze, E. (2014). Elizbar Cavelidze 75. Tarihsel-filoloji mecmua. / ელიზბარ ჯაველიძე 75. ისტორიულ-ფილოლოგიური კრებული. Tiflis. Cavelidze, E. (2015). Doğru varsa neden yalan söyleyelim. / ჯაველიძე, ე. მართალს ვითქვი შევიქმინები ტყუილისა მოამბედ რად. Tiflis.

Cavelidze, E. (2016). ფუზული Fuzuli. Üniversal Yayıncılık, Tiflis. Cavelidze, E. (2017a). Celaleddin Rumi. Elm ve Tahsil neşriyatı, Bakü. Cavelidze, E. (2017b). Mehemmed Füzuli: hayatı, muhiti, yaratıcılığı. Elm ve Tahsil neşriyatı, Bakü. Cavelidze, E. (2018). Ruhi Bağdadi (hayatı, dünyagörüşü, lirikası). Elm ve Tahsil neşriyatı, Bakü.

Dede Korkut Kitabı (1987). Halk destanı. / დედე ქორქუთის წიგნი, ხალხური ეპოსი. Sabcota Sakartvelo yayıncılık, Tiflis. Ehmedov, B. (2017). “Gürcü şarkşinaslığının görkemli siması”. 525 inci gezet, 13 Aralık. Bakü. Gocaeva, G. (2015). “Gürcistan'da Türkoloji bibliyografisi”. Yeni Türkiye, 21/78/8. Ankara. Memmedov, Ş. (1990). Memmedov, İ. Elizbar Cavelidze ile söyleşi. Sovyet Gürcüstanı, gazete, 3 Mart, 27. Tiflis. Üstünyer, İ. (2017). “Gürcistan'da Türk edebiyatına adanmış ömür: Elizbar Cavelidze”. Karadeniz Araştırmaları, XIV/54. Ankara. http://az.gpb.ge/?page=blogdetail&id=237 (erişim: 7.7.2019).

http://www.anl.az/down/meqale/525/2017/dekabr/567537.htm (erişim: 7.7.2019).

318 http://www.tr.wikipedia.org/wiki/Türkoloji–26k (erişim: 7.7.2019)

319 ARDAHAN’IN BAĞDAŞEN KÖYÜ’NDE ERKEK ÇOCUKLARIN OYNADIĞI OYUNLAR Mirza POLAT ÖZET Hakkında ortaya birçok teori atılan oyunlar, bazıları tarafından yaşam sevinci fazlalığından kurtulmak, bazıları tarafından ise insan ve hayvanın doğuştan gelen içgüdüleri ile oluşturduğu hareketler bütünü olarak açıklanmıştır. Kimine göre oyun, hayatın bir provası, kimine göre ise egemenlik kurma arzusu ve yarışma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Psikoloji, fizyoloji gibi birçok bilim dalı oyun ve ona özgü olan düzeni hem hayvanlarda hem de yetişkinlerde gözlemleyip anlayabilmek ve açıklayabilmek için çeşitli çalışmalar yapmaktadırlar. Ancak sanat, dil ve din gibi oyun da tam olarak tanımlanamayan karmaşık bir olgudur. Oyunlar, çocuğa yaşamla ilgili birçok deneyimi kazandırır. Çocuk, hayata hazırlanırken fiziksel, bilişsel, duyuşsal, sosyal ve dil gelişimini oyunla destekler. Bu nedenle oyun gerçek yaşamın bir parçası ve etkili bir öğrenme sürecidir. Çalışmamız Ardahan ilinin Merkez’e bağlı Bağdaşen Köyü’nde erkeklerin oynadığı oyunları kapsamaktadır. Çalışma; Alan Araştırma Metoduna dayalı gözlem, görüşme ve kılavuz kişilerden yararlanma teknikleriyle elde edilen bilgiler ışığında bildiri haline getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Oyun, Aletle Oynanan Oyunlar, Ardahan, Bağdaşen

GAMES PLAYED BY BOYS IN ARDAHAN'S BAĞDAŞEN VILLAGE SUMMARY Many theories thrown out about games, some of the joy of life by getting rid of the excess, formed by some of the movement with an innate instinct is described as a set of people and animals. For some, the game stems from a rehearsal of life, a desire for sovereignty, and the need for competition. Many disciplines such as

 Ardahan University Institute of Social Sciences, Ph.D. Student in Turkish Language and Literature, Department of Folk Literature. 320 psychology and physiology perform various studies in order to understand and understand the game and its order in both animals and adults. However, the game, such as art, language and religion, is a complex phenomenon that cannot be defined. Games give the child many experiences of life. The child supports physical, cognitive, affective, social and language development with play while preparing for life. Therefore, play is a part of real life and an effective learning process. Our study includes games in Ardahan province's Bağdaşen Village of the center, where men plays. Work; In the light of the information obtained from observations, interviews and beneficiaries benefiting from the Field Research Method. Keywords: Games, Instrument Games, Ardahan, Bağdaşen.

Giriş Oyun sadece insana özgü bir kavram olmadığı gibi insan için kültürden daha eskidir. Gerek Türk, gerek İslam dünyasından resimler ve minyatürler ile bazı oyunların eskiliği saptanmaktadır. Oyun, çocukların kendilerini ve çevrelerini tanıyabilmek, daha çok fiziksel hareketler üzerine kurulu gibi gözüken ancak içinde çokça zihinsel aktivite barındıran eğlendirmeye ve iyi vakit geçirmeye yarayan, belirli kuralları olan, hareket çeşitleri bütünüdür. Oyun, kültürün izlerini yoğun bir şekilde üzerinde taşır ve topluluğu şekillendirmede önemli bir işleve sahiptir. Oyuncaklar ise, yapıldıkları dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerini yansıtan, oluşturuldukları dönemin yaşam biçimlerinin önemli birer kayıtlarıdır. Oyuncaklar, çocuğun yaratıcılığını, el becerisini geliştirmenin yanı sıra kendi kendine karar verebilme ve belirli alanlarda beceriler kazanmalarına imkân sağlamaktadır. Ayrıca, anne, baba, dede gibi büyüklerden öğrenilerek yapılan oyuncaklar, geleneksel bilgi birikimi ve kültürün kuşaklar arasında aktarılmasını sağlar. Türkçe’de ‘oyun’ sözcüğünün pek çok anlamı vardır. Çocuk oyunları, dans, gösterim, şans oyunları (kağıt, zar oyunları), sporla ilgili eylemler oyun sözcüğü ile karşılanır. “Tanzimat’ta Batı Tiyatrosu’nun Türkiye’ye girmesiyle, Namık Kemal gibi yazarlar ‘oyun’ sözcüğünü yazılı tiyatro metni anlamında kullandılar” (And; 1974; 36). Türk Dil Kurumu oyunu, “yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence, tiyatro veya sinemada sanatçının

321 rolünü yorumlama biçimi, kumar, hile, bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma ve piyes” şeklinde açıklamıştır. Oyun sadece insana özgü bir kavram olmadığı gibi insan için kültürden daha eskidir. Gerek Türk, gerek İslam dünyasından resimler ve minyatürler ile bazı oyunların eskiliği saptanmaktadır. Bunların yanısıra yazılı kaynaklarda da yer almaktadırlar. Örneğin; “Homeros, Aşil ve Ajax’ın Troya savaşlarında (yaklaşık İ.Ö. 550) oyun oynadıklarını anlatmaktadır” (And; 1974; 38). Türk oyunları için de yazılı kaynaklar bulunmaktadır. Bunlardan biri olan,”Dedem Korkud’un Kitabı’da toy, av, hayvan güreşi, ok yarışı ve nişan atma, duello, aşık oyunu üzerine bilgi buluruz” (And; 1974; 43). Oyunun kökeninde dinsel, büyüsel sebepler yatmaktadır. Ancak, oyunların oluşumuna bunun dışında başka faktörlerde etki etmiştir. Örneğin, “Türkiye’de oynanan oyunların oluşumuna etki eden faktörler; soy (Orta Asya), yer (Anadolu Kültürü) ve din (İslam Kültürü)’dir.” (Karabaşa; naklen; And; 2007; 91.) Günümüzde ise oyun, kökenlerindeki anlamından uzaklaşmıştır. Metin And, oyunun ortaya çıkışında yaşanan bu değişimi, “çağcıl uygarlığın oyunu yaşamdan ve kültürden ayırdığını böylece de oyunun, insan ve toplum için asal değerini ve işlevini yok ettiği” (And; 1974; 32) şeklinde ifade etmektedir. Ardahan İli yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. İlimiz, M.S.628 yılında Hazar Türklerinin eline geçerek Ardahan adını almıştır. 1069 yılında Alparslan tarafından feth edilerek Selçuklu egemenliğine giren Ardahan 1551 Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dâhil olmuştur. Bölge, Osmanlı yönetiminde uzunca bir süre Çıldır Beylerbeyliği olarak adlandırılmıştır. 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda savaş tazminatı olarak 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmasıyla Ruslara bırakılan Ardahan, 1918 Brest-Litowsk Antlaşmasıyla Anavatana kavuşmuş ise de 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile Ordumuzun çekilmesi sonucu, Ermeni ve Gürcülerin işgaline hedef olmuştur. 30 Kasım 1918 tarihinde Kars’da kurulan Milli Şura Hükümeti tarafından Mondros Mütarekesi şartları reddedilmiş, I. Ardahan Kongresi 03-05 Ocak 1919 ve II. Ardahan Kongresi 07-09 Ocak 1919 ile kurtuluşa giden yol açılmıştır. Milli Şura Hükümeti, Kurtuluş Savaşımızla bütünleşerek Kazım Karabekir Paşa ve Halit Paşa Komutasındaki Şanlı Ordumuz tarafından 23 Şubat 1921

322 tarihinde kurtarılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra il olan Ardahan, 1926 yılında ilçe yapılarak, Kars iline bağlanmış, daha sonra yöre halkının talebi ve SSCB nin dağılmasıyla bölgede meydana gelen gelişmeler göz önüne alınarak 27.05.1992 tarih ve 3806 sayılı Kanunla tekrar il statüsüne kavuşturulmuştur. Bağdaşen köyünün ne zaman kurulduğu belli değildir. Köyün eski adı Kinzodamal olarak bilinmektedir. Köy Merkeze’e bağlı en büyük köylerden biridir. Köyde bir ilkolul ve ortaokulun yanında bir de sağlık ocağı bulunmaktadır. Köyde 1 cami bulunmaktadır. 1. Çümdür Oyunu Oyunun Mekânı: Çayırda ve sokakta. Oyuncaklar: 6 tane büyük taş, çok sayıda küçük taş. Oyunun Amacı: Koordinasyonu sağlama ve strateji geliştirme ve kas gelişimini destekleme. Oyun altı kişi ile oynanır. 8 m ara ile üç taş bir tarafa dikine, üç taş da diğer tarafa dikine dizilir. Oyuncular üçerli gurup oluştururlar. Üç kişi üç taşın tarafında, diğer üç kişi diğer üç taşın tarafında bulunur. Grup üyeleri ellerine küçük taşlar alırlar. Gruplar arasında ellerindeki taşı ilk hangi tarafın atacağına dair kura çekerler. Ve oyuncular sırasıyla ellerindeki taşları dikine duran taşa doğru atarlar. Sağ taraftaki grup soldaki taşa, sol taraftaki grup sol taraftaki taşa doğru taşlarını atarlar. Hangi grup dikili duran üç taşı önce devirirse diğer tarafın grup üyelerinin sırtına binip diğer taraftaki taşlara doğru giderler. Taşlar tekrar dizilir ve oyun devam eder. 2. Pelüg Oyunun Mekânı: Sokak ve okul bahçesi. Oyuncaklar: Her oyuncu için birer yassı taş ve küçük bir taş. Oyunun Amacı: Koordinasyonu sağlama, strateji geliştirme ve kas gelişimini destekleme. Bu oyunun iki oynanış şekli görülür; Birincisi; adımlama ile ebe seçilir. Büyük bir taşın üzerine yuvarlak avuç içi kadar bir taş konur. Konulan bu taşa ‘dana’, bu taşı koruyan ebeye ise ‘danacı’ denir. Konulan taştan 5 m ileriye bir çizgi çekilir ve oyuncular yan yana dizilirler. Danacı ise danayı bekler. Oyuncular ellerinde ‘pelüg’ dedikleri düz sal taşlarını danaya fırlatarak danayı bulunduğu yerden

323 düşürmeye çalışırlar. Danacı ise eğer dana yere düşerse vuran oyuncu gelmeden danayı yerine koymaya çalışır. Danayı vuran oyuncu pelügünü düştüğü yerden almak için danacının bölgesine girer. Danacı gelen oyuncuya dokunup onu ebe yapmaya çalışır. Eğer oyuncu pelügüne ayağını basıp ‘gur’ diyebilirse, danacı ona dokunamaz ve pelügünü ayağının ucu ile kaldırıp havaya atıp eli ile tutabilirse yakalanma ihtimali olmadan tekrar pelügünü fırlatmak için yerine döner. İkincisi; oyunculardan 5 m ileriye bir çizgi çekilir. Oyuncular ellerindeki sal taşlarını sırasıyla çizginin diğer tarafına atarlar. Diğer taşlardan ileri düşen taşın sahibi oyunu kazanır. Ve kaybedenler sırasıyla kazanan oyuncuyu sırtlarında taşırlar veya kaybedenler dizlerinin üzerine eğilirler, kazanan oyuncu da üzerlerinden atlar. 3. Lepük Oyunun Mekânı: Toprak alanda. Oyuncak: Her oyuncu için birer yassı taş ve küçük bir taş. Oyunun Amacı: Koordinasyonu sağlama ve strateji geliştirme ve kas gelişimini destekleme. Oyun iki kişi arasında oynanır. İki oyuncunun da elinde birer tane yassı taş olur ve bunlara ‘eneke’ denir. Küçük bir taşta ‘fora’ olarak adlandırılır ve yüksek bir taşın üzerine konulur. Oyuncular oyuna başlamadan önce bir sayı belirler. Daha sonra belirlenen bir mesafeden oyuncular enekelerini atarak forayı vurmaya çalışır. Foranın üzerinden düştüğü taş ile düştüğü yer arası adımlanır. Belirlenen sayıyı geçen oyuncu oyunu kazanmış olur ve rakibinin sırtında alanı turlar. 4. Hızlı Kayış Oyunu Oyunun Mekânı: Kapalı veya açık mekân. Oyuncak: Kemer. Oyunun Amacı: Dikkat yeteneğini arttırmak. Oyunu başlatacak kişi tekerleme yolu ile seçilir. Daha sonra herkes gözlerini kapar ve seçilen kişi kemeri saklar. Kemer saklandıktan sonra herkes kemeri bulmaya çalışır. Kemerin saklandığı yere yaklaşan olursa ebe kemere yakınlığı belirtmek için, ‘sıcak’, uzaklığı belirtmek içinse, ‘soğuk’ tabirlerini kullanır. Kemeri bulmaya çok yaklaşıldığında ise, ‘kızdı’ tabirini

324 kullanır. Kayışı saklandığı yerden bulan kişi yakınındakilere kayış ile vurmaya başlar. Kayışı bulamayanlar ise kaçışırlar. Daha sonra kayışı bulan kişi kayışı saklar ve oyun bu şekilde devam eder. 5. Don Kayış Oyunu Oyunun Mekânı: Kapalı veya açık mekân. Oyuncak: Kemer. Oyunun Amacı: Dikkat yeteneğini arttırmak, strateji geliştirme, koordinasyonu sağlama ve kas gelişimini destekleme. Yere bir daire çizilir. Çizilen dairenin içerisine toplam oyuncu sayısının yarısı kadar kemer konur. Ve her bir kemerin başına kemeri koruması için birer adam konulur. Daire dışında kalanlar dairenin içerisindeki kemeri ayakları ile daire dışına çıkarmaya çalışırlar. Onlar kemeri çıkarmak için daireye yaklaştıkça daire içerisindekilerde ayakları ile onların ayaklarına vurmaya çalışırlar. Eğer daire içerisindeki oyuncu daire dışından birinin ayağına vurmayı başarırsa yer değiştirilir. Ancak daire dışındaki oyuncu kemeri daireden çıkarırsa daire içerisindekilerin ayaklarına ve bacaklarına kemer ile vurulur. Vurulduğu sırada daire içerisindeki oyuncu dairenin dışına çıkıp kaçmaya çalışırsa diğerleri de kemerler ile onun peşine düşerler. Daha sonra oyuncular yer değiştirir ve oyun devam eder. 6. Gojo / Gıjı (Çelik Çomak) Oyunun Mekânı: Sokakta ve çobanlığa gidildiğinde çayırlarda. Oyuncaklar: Tahta parçaları bıçakla uzunlukları 30 cm, incelikleri 5- 6 cm olacak şekilde kesilir ve bu parçalar ‘gojo’ olarak adlandırılır. Oyuncunun gojolara vurabilmesi için de ağaçlardan 1 m uzunluğunda sopalar kesilir. Oyunun Amacı: Dikkat yeteneğini arttırmak, strateji geliştirme, koordinasyonu sağlama ve kas gelişimini destekleme. Oyun günümüzde oynanan hokey, polo ve golf gibi oyunların atası sayılabilir.Oyuncu sınırlaması yoktur. Ancak, oyuncu sayısı ne kadar fazla olursa oyun o kadar zevkli olur. Oyunun iki farklı oynanış şekli vardır. Birinci şekli şöyledir; Tüm oyuncuların ellerindeki tahta parçaları 5 metre ara ile toprağa dikilir. Oyuncular sırası ile ellerindeki tahta parçalarını fırlatarak yerdeki gojoları devirmeye çalışırlar. Eğer oyuncu yerdeki gojolardan birini devirmeyi başarırsa diğer oyunculardan biri gojoyu yerden 325 alıp ona doğru fırlatır, karşı taraf gojoyu sopası ile havada vurmaya çalışır. Oyuncu gojoyu havada vurabilirse eğer, gojoyu karşı tarafa fırlatan oyuncu gojoyu gittiği yerden getirmek zorundadır. Gojoyu aldığı yerden, tekrar vurması için karşı tarafa fırlatır. Ancak oyuncu gojoyu havada vuramaz ve diğer oyuncu yere düşen gojoya ayağı ile basarsa, gojo tekrar yere gömülür. Ve sıradaki oyuncu oyuna devam eder. Oyunun bir diğer oynanış şekli ise, yere bir daire çizilir ve gojolar daire içerisine dikilir. Oyuncular sırası ile yerdeki gojolara ellerindeki tahta sopalar ile vururlar. Vurduğu gojoyu en uzağa fırlatan bir puan alır. En çok puanı toplayan oyuncu oyunu kazanmış olur. Oyun iddiaya dayalı oynansa da genellikle eğlence amaçlı oynanır. 7. Mille Oyunu Oyunun Mekânı: Çayırda ve sokakta. Oyuncaklar: Tahtalar dilimi şeklinde ancak 20 cm civarında yontulur ve bu dilimlere ‘mille’ denir. Millelere vurmak için 1 m’ ye yakın sopalar kesilir. Oyunun Amacı: Dikkat yeteneğini arttırmak, strateji geliştirme, koordinasyonu sağlama ve kas gelişimini destekleme. Yere bir daire çizilir. Ve sopasının üzerinde en uzun süre millesini sektirebilen dairenin ortasına geçer veya ebe adımlama ile belirlenir. Yere iki taş konulur ve üzerine mille yatay olarak yerleştirilir. Oyuncu sopasını millenin altına yerleştirir ve milleyi havaya atarak vurur. Millenin düştüğü yerden milleyi tekrar vurur. İlk vuruşta; ‘Ucudum mat.’, ikinci vuruşta; ‘Ucudum tat.’, üçüncü vuruşta; ‘Üçten bir elek.’, dördüncü vuruşta; ‘Dörtten bir çelenk.’, beşinci vuruşta; ‘Kor dede.’, altıncı vuruşta; ‘Sünnet.’, yedinci vuruşta; ‘Farz.’, der. Bu şekilde yedi vuruş gerçekleştirir. Yedi vuruştan sonra millenin düştüğü yerden diğer oyuncu milleyi alır. Ve daireye tekrar giren oyuncuya milleyi eli ile fırlatır. Oyuncu milleyi havada vurmayı başarırsa oyuna kendisi devam eder. Eğer üç hakkında da milleyi vuramaz ve ya vurduğu milleyi daire dışına çıkaramazsa oyun hakkı diğer oyuncuya geçer.

8. Yüzük Kimde?

326 Oyunun Mekânı: Evde, çayırda ve sokaklarda. Oyuncak: Oyuncu sayısı kadar şapka ve ya havlu, kemer ve yüzük. Oyunun Amacı: Dikkat ve tahmin yeteneğini geliştirme. Tüm oyuncular yere daire şeklinde otururlar ve her oyuncunun önüne birer havlu ve ya şapka konur. Sayışma ile ebe belirlenir ve daire dışına çıkarılır. Oyunculardan biri dairenin içine geçip, oyuncuların önündeki şapka ve havluların birinin altına yüzüğü saklar. Ve daire dışındaki ebeye yüzüğün kimde olduğu sorulur. Ebe yüzüğün kimde olduğunu bilirse, yüzüğün sahibi daire dışına çıkar. Eğer ebe yüzüğün kimde olduğunu bilemezse her yanlış cevabı için kayış ile vurulur. 9. Deve Oyunun Mekânı: Sokakta. Oyuncak: Bir kilim, üç sırık, bezden bir deve başı. Bezlerden bir deve başı yapılır. Kilime alttan üç sırık dikilir ve deve başı kilimin uç tarafına yerleştirilip deve görünümü verilir. Oyunun Amacı: Nevruzu kutlama ve iyi vakit geçirme. Oyun, köy seyirlik oyunları arasında değerlendirilebilir. Köy seyirlik oyunlarının bir özelliği olan taklit, bu oyunda görülmektedir. Oyunda deve taklit edilmiştir. Köy seyirlik oyunlarında görülen tören unsuru oyunda yer almaktadır. Oyun baharın gelişini kutlamak için Nevruz’da oynanır. Bu oyunda görülen köylüleri zorla deve sırtına bindirme, köy seyirlik oyunlarında görülen törensel unsurlar arasında yer alan kız kaçırma ile bağdaştırılabilir. Kız kaçırma, bereket ve çoğalmanın sembolüdür. Oyun sonunda toplanan ve toplu olarak yenilen yiyecekler ise, baharın gelişi ile doğanın canlanması karşısındaki sevinç ve coşkuyu temsil eder. Oyunda kullanılacak deve için üç oyuncu gerekmektedir. Oyuncular profesyonel değil köy gençleridir. Üç genç dizlerini kırmadan eğilirler ve kilime iliştirdikleri, üç sırıktan birini tutarak, kendilerine deve görünümü verirler. Köy meydanında gezinirken, deveciler köylüleri zorla sırtlarına alırlar ve para vermeleri karşılığında indirirler. Eğer deve sırtına binen kişi para vermezse alttan iğne batırılır. Deve sırtına bindirilen eğer bir çocuk ise, çocuğun babasının ‘baş’ vermesi gerekir. Eğer para verilmezse çocuk deveciler tarafından korkutulur. Daha sonra köy çocuklarını peşine

327 toplayarak köyde ki evler gezilir. Ev sahiplerinden para, un, yağ ve şeker toplanır. Toplanan yiyecekler toplu olarak yenir. 10. Kısmet Oyunun Mekânı:Evde. Oyuncaklar: , kalem, kâğıt, pul, para. Oyuncak Yapımı: 1, 5 su bardağı ılık süt/ 1 su bardağı ılık su/ 1 tatlı kaşığı toz şeker/ 1 tatlı kaşığı tuz/ 1 su bardağı sıvı yağ/ 1 paket yaş maya/ Aldığı kadar un ( 5-6 su bardağı takriben). Arasına sürmek için; Eritilmiş margarin (tereyağı). İç harcı için; 1 çay bardağı sıvı yağ/ 4 yemek kasığı tereyağı/ 2 su bardağı un. Üzeri için; Yumurta sarısı/ Susam veya çörekotu. Maya su süt sıvı yağ seker ve tuz karıştırma kabına alınır kontrollü olarak azar azar un ilave edilerek yumuşak bir hamur elde edilir. İç harç malzemeleri tavaya alınır ve un kokusu çıkana kadar kavrulur. Hamur mayalandırılmadan 3 bezeye ayrılır. Bezeler tek tek açılır. Erittiğiniz margarin sürülür ve rulo yapılır. Rulo yapılan hamurdan küçük parçalar kesilir ve dik durumdayken elle bastırılır. Oklava ile açılır ve tavada kavrulan iç harçtan konulup kare sekli verilir. Tepsiye dizilir yumurta sarısı sürüp susam çörekotu serpilir. 250 derece de kızarana kadar pişirilir. Yılbaşı gecelerinde büyükler hamurdan keteler yapar. Ve bu ketelerin içerisine evdeki çocuk sayısı kadar pul, para, kâğıt ve kalem koyarlar. Bu keteleri evdeki çocuklara dağıtırlar. Ketesinden pul çıkan çocuk deli dolu, para çıkan çocuk zengin, kalem çıkan çocuk okumuş, kâğıt çıkan çocuk ise yazmaya düşkün olacak diye tahminlerde bulunup, eğlenirler. Oyunun Amacı : Güzel vakit geçirmek. 11. Aşık Oyunu Oyunun Mekânı: Çobanlığa gidildiğinde çayırlarda. Oyuncak: Büyükbaş hayvanların arka diz kapaklarından çıkarılan aşıklar renk renk boyanır, oyuncuların ellerinde bulunacak olan aşıklar, ‘eneke’ olarak adlandırılıp, ağır olması ve tek vuruşta daha çok aşığı daire dışarısına çıkarması için kurşun ile kaplanır.

328 Oyunun Amacı: Oyundaki davranış şekilleri savaş talimlerine ve stratejilerine benzetilmekte ve oyunda savaşçı bir ruh sezilmektedir. Hedef aldığı aşığı isabetli bir şekilde vuran oyuncu iyi bir nişancı sayılır ve toplumdaki saygınlığı artar. Oyunun tarihi eski çağalara dayanmaktadır. “British Museum’da İ.Ö. 800 yılının pişmiş topraktan bir heykeli iki kızı aşıkla oynarken göstermektedir.” (And; 42) Oyun, Orta Asya’nın bazı bölgelerinde, özellikle en eski şekilleriyle Kırgızistan ve Kazakistan oynanmaya devam etse de, ülkemizde unutulmaya yüz tutmuştur. Oyun eskiden çobanlığa gidildiğinde çayırlarda oynan ve fazlaca ilgi çeken bir oyundur. Öyle ki çobanlığa gidildiğinde ve aşık bulunamadığında hayvanların ayaklarından canlıyken aşıklarının alındığı da görülmüş. Oyunun şu anda da oynanmaya devam eden gülle, bilye ve misket gibi oyunlara ilham kaynağı olduğu düşünülmektedir. Aşık oyunu erkek oyunu olup, oyuncu sayısı 2-7 arasında değişmektedir. Aşık oyunu açık alanda oynandığı gibi, samanlık, dam ve dam altlarında da oynanır. “Oyunun yaygın olduğu yerler ulaşımın güç olduğu, Tv ve benzeri meşgul edici araçların bulunmadığı fakir dağ köyleri ile hayvancılığın ileri olduğu diğer yerleşim merkezleridir. Bunu çevrede bolca bulunan aşık gibi atık maddelerin imkansızlıklar sebebiyle oyun aracı olarak değerlendirilmesi şeklinde yorumlamak mümkündür.” (Yüksel, 1998 ;59) Aşık oyunu ismini oyunun malzemesi olan ‘aşık’ kemiğinden alır. Kemik daha çok küçükbaş hayvanın dizinden çıkarılır. Bunun sebebi ise büyükbaş hayvanın aşığının oyun için kullanışsız olmasıdır. Oyunda daha çok koyun ve kuzu aşığı kullanılır. Eneke olarak ise iri olduğu için daha çok koç aşığı tercih edilir. Aşığın dört yüzü vardır. Bu yüzlerin aldığı isimler ise şöyledir: Cik/ Çuk: aşığın delik olan tarafıdır. Alçı/ Kor: aşığın derin olan ve S biçimindeki tarafıdır. Börk/ Tap/ Yumru: Cikin tam ters yüzüdür. Tokan/ Tohan/ Meş: alçının ters tarafıdır. En güçlüden en zayıfa aşık şekilleri ise şöyledir: tokan, börk, alçı, cik.

329 Bazı oyuncular dikkat çeksin diye aşığını farklı renk ve şekillerde boyar. Boyama içinse daha çok soğan kabuğu ve toprak boyalar kullanır. Kına ile boyanan aşıkların ise uğur getireceğine inanılır. Enekenin ağırlığını arttırarak daha kolay vuruş sağlamak için aşığın boşluk kısmı bıçak ile oyularak kurşun dökülür. Kurşun dökülen yer katranlanarak, kurşunun oynaması önlenir. Oyunda sağ el ile atış yapacaklar için sağ taraftan çıkan aşığın, sol el ile atış yapacaklar içinse sol taraftan çıkan aşığın daha kullanışlı olduğu düşünülür ve genellikle bu şekilde tercih edilir. Yörede oynan aşık oyunları ise şöyledir; Yere büyük bir daire çizilir. Bu daire içerisine de ondan küçük bir daire daha çizilir. Ortadaki dairenin içerisine oyuncuların eşit sayıda verdikleri aşıklar dizilir. Çizilen büyük dairenin içerisine dizilen oyuncular (2-3 m) ellerine oyun sırasında kullanacakları enekelerini alıp sırasıyla ortadaki aşıkları ellerindeki enekeleri ile vurup çizgi dışarısına çıkarmaya çalışırlar. Daire dışına çıkarılan aşıklar onları vuran oyuncunun olur. Bir vuruşta dışarı aşık çıkaran oyuncu ikinci atış hakkı kazanmış da olur. Ancak aşık vuramaz ise sıra diğer oyuncuya geçer. 11.1. Çız/Sultan Yere küçük bir daire çizilir ve oyuncular kaç aşık iddiasına girmişlerse o kadar sayıda aşık daire içerisine dizilir. Ortaya ‘sultan, ölü aşık’ denilen diğerlerinden daha büyükçe bir aşık yerleştirilir ve diğer aşıklar onun iki yanına sıralanır. Oyuncular, daha önce dairenin karşısına çizilmiş olan çizgiye enekelerini atarak oyuna başlama sıralarını belirlerler. Daha sonra her oyuncu enekeleri ile daire içerisindeki aşıkları çıkarmaya çalışırlar. Daireden çıkardığı aşık oyuncunun olur. Ortada ki ‘sultan, ölü aşık’ denilen aşığı kim daire dışarısına çıkarırsa daire içerisinde ki tüm aşıklar onun olur. Ancak “atış yapan yarışmacı dairenin içerisindeki aşıklardan çıkartır fakat enekesi dairenin içerisinde kalırsa bu duruma ‘dibe düşmek’ denilir. Çizgi ile dibe düşen aşık arasındaki mesafe atıcının ayak mesafesinden fazla ise bu durumda çizgi dışına çıkardığı aşığını alır, atış hakkına devam edebilmesi için diğer oyuncular tarafından enekeyi çizgi dışına çıkarıncaya kadar atış yapılır. İkiden fazla oyuncu varsa eneke çizgi dışına çıktıktan sonra da sıra ile atış yapılarak içerdeki aşıklara vurma meafesinden uzaklaştırmak isterler. Ayak mesafesinde ise eneke içerden atma şansına sahiptir. Ayak

330 mesafesinde olan enekenin durumuna ‘helikaya düşmek’ denir. Helikada yapılan atışta eneke iki parmak arasına sıkıştırılarak atılır. Bu atışa da ‘kırtmak’ denilir.” 11. 2. Kule Aşıklar kule şeklinde üst üste konulur. Oyuncular arasında atış sıralaması için kuleye uzak bir yere çizgi çizilir. Çizgiye atılan enekelerin çizgiye yakınlığına göre atış sırası belirlenir. Daha sonra oyuncular enekelerini atarak kuleyi devirmeye çalışırlar. Kuleden devrilen aşık deviren oyuncunun olur. Eğer iki aşık üst üste kalmışsa oyuncunun bir kez daha atış hakkı olur. Vuramazsa sıra diğer oyuncuya geçer. 11. 3. Sütlü Oyun iki kişiliktir. Oyuncular istedikleri kadar aşıkla oyuna katılırlar. Kazanan tarafa verilecek bu aşıklar “gıda” olarak adlandırılır ve kenara konulur. Aşıklar atıldığında hangi yüzünün üste geleceği konusunda oyuncular tahminde bulunur. Kenara konulan bu “aşıkların üzerine iki aşıkla zar atılır.” Aşıklar düştükten sonra aşığın duruşuna göre oyunu kaybeden ve kazanan belli olur. Aşıklar yere ilk atıldığında birden fazla ‘tohan’, ‘alçı’ ve ‘börk’ gelirse atış tekrarlanır. En zayıf duruş ‘cik’ olduğu için, aşığı ‘cik’ gelen oyuncu oyunu kaybeder. Aşığı tohan gelen oyuncu tüm cikleri toplar. Ancak alçı veya börk halinde ki aşıkları cike çevirmek için ‘mat’ oyununa geçilir. Oyuncu aşığı vurur ancak cike döndüremezse atış devam eder. Eğer oyuncu enekesini attığında aşığı vuramazsa enekesini, vurmaya çalıştığı aşığın sahibine verir. 12. Bıçak Oyunun Mekânı: Çayırlar. Oyuncak: Bıçak. Oyunun Amacı: Bıçağı etkili kullanabilme, strateji geliştirme ve herhangi bir savaş durumuna her an hazır olabilme. Oyunculardan hangisi ayakta durarak beş kere bıçağını yere saplarsa oyuna ilk o başlar. Oyuna ilk olarak başlayan oyuncu bıçağını ilk olarak elinin içiyle üç kere arda arda yere saplamaya çalışır. Daha sonra bıçağı, üç defa baş ve işaret parmağı arasında, üç kez elinin üstünde yere saplaması gerekir. Yere düşen bıçağın dikine toprağa saplanması gerekir. Eğer bıçak

331 yatay olarak yere saplanırsa bıçağın geçerli sayılabilmesi için toprağa 2 cm girmiş olması gerekir. Oyunda en fazla yere bıçak saplayan oyuncu oyunu kazanmış sayılır. Ve kaybeden oyuncunun sırtında 100 metrelik bir alanda, bir tur atar. Sonuç Teknolojinin her geçen gün baş döndürecek şekilde gelişim ve dönüşüm göstermesi, derlediğimiz oyunlara da her geçen gün ilginin azalmasına sebep olmaktadır. Çalışmamızda yer alan oyuncaklarda dikkat çeken en önemli unsurlardan biri oyuncakların genellikle doğal malzemelerden meydana getirilmesi ve oyunların harekete ve öğrenmeye dayalı olmasıdır. Ancak günümüz teknolojisinin sunduğu oyunların çocukları oturdukları yerden kaldırmamaya odaklanmış oldukları bilinen bir gerçektir. Bu oyunlar motor beceriler ve sağlık açısından sakıncalı olmasına rağmen derlemede yer alan oyunlardan daha fazla tercih edilmektedir. Bu durumun farklı nedenleri olabilir ancak en önemli nedeninin günümüz çocuklarının ve bazı anne babaların bu oyunları bilmemeleridir. Çalışmamız sırasında bazı oyunların değişerek devam ettiği, bazılarınınsa tamamen yok olduğu görülmüştür. Değişim ise oyunların oynanış şeklinden çok içeriğinde olmuştur. Aşık, Mille, Gojo, Pelüg, Çümdür ve Deve gibi oyunlar yok denecek kadar azdır. Teknolojinin faydaları yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, geleneksel oyunların bütünüyle hayatımızdan çıkarılması bir kültür katliamı olmasının yanı sıra yaşlılara yapılmış en büyük haksızlıktır. Çünkü oyunlar sadece çocukları eğlendiren, boş vakitleri değerlendirme araçları olmayıp, eğitici ve öğretici yönüyle her yaştan insana hitap etmektedir. Geniş bir coğrafyada farklı kültürel ortamlarda teşekkül etmiş oyunların derlenmesi oldukça zordur. Bu durum ise yöresel çalışmaların bir araya getirilmesi ile giderilebilir. Bu tür çalışmalarla gelecek nesillere bu kültür hazinesi aktarılmış olacaktır.

Kaynakça AND, Metin (1974) Oyun ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun Kavramı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

332 BOROTAV, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1994. BULUT, Ali Kasım (Ed.), Çocuklarımız Dedelerinin Oyunlarıyla Miraslarına Kavuşuyor Projesi: Kars Çocuk Oyunları, Özal Maatbaası, İstanbul, 2014. ÇINAR, Ali Abbas, “Çocuk Oyunlarımız”, Milli Folklor, S.9, s.54-55, 1991. DURSUN, Yücel, “Oyunun Ontolojisi”, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2014. KARABAŞA, Solmaz (2007), Burdur İli Halk Oyunlarının Günümüzdeki Durumu ve Düşündürdükleri, Milli Folklor, S.74, s.91-98, YÜKSEL, Avni Hasan, Akdağmadeni Çocuk Oyunları: Aşık Oyunu, Milli Folklor, S.38, s.57-62, 1998. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts

Kaynak Kişiler

Adı Soyadı: Yaşar BİLGİN. Adı Soyadı: Fatih BİLGİN. Doğum Yılı: 1983. Doğum Yılı: 1990. Doğum Yeri: Doğum Yeri: Bağdaşen/ARDAHAN. Bağdaşen/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: İlkokul. Mesleği: Esnaf. Mesleği: İşçi. Adı Soyadı: Metin SOYMA. Adı Soyadı: Hüseyin ŞENEL. Doğum Yılı: 1980. Doğum Yılı: 1990. Doğum Yeri: Doğum Yeri:. Bağdaşen/ARDAHAN. Bağdaşen/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: Üniversite. Mesleği: Çiftçi.

333 Mesleği: Öğretmen. Adı Soyadı: Zekeriya Adı Soyadı: Yaşar UZUN. ŞENTÜRK. Doğum Yılı: 1963. Doğum Yılı: 1960. Doğum Yeri: Doğum Yeri: Yalnızçam Bağdaşen/ARDAHAN. Hasköy/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: Ortaokul. Mesleği: Çiftçi. Mesleği: Çiftçi. Adı Soyadı: Coşkun Adı Soyadı: Rasim YILMAZ. YILMAZ. Doğum Yılı: 1933. Doğum Yılı: 1970. Doğum Yeri: Yalnızçam Doğum Yeri: Yalnızçam Hasköy/ARDAHAN. Hasköy/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: İlkokul. Mesleği: Çiftçi. Mesleği: Esnaf. Adı Soyadı: Fazim YILMAZ. Adı Soyadı: Enbiya ŞENTÜRK. Doğum Yılı: 1963. Doğum Yılı: 1991. Doğum Yeri: Yalnızçam Hasköy/ARDAHAN. Doğum yeri: Yalnızçam Hasköy/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: Ortaokul. Öğrenim Durumu: Mesleği: Esnaf. Üniversite. Mesleği: Üniversite. Adı Soyadı: Turgay Adı Soyadı: Kazım ŞENEL. ŞENTÜRK. Doğum Yılı: 2006. Doğum Yılı: 1970. Doğum Yeri: Doğum Yeri: Yalnızçam Bağdaşen/ARDAHAN. Hasköy/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: İlkokul. Mesleği: Öğrenci.

334 Mesleği: Esnaf. Adı Soyadı: Nazım ŞENEL. Adı Soyadı: Razi ÖZTÜRK. Doğum Yılı: 2006. Doğum Yılı: 1970. Doğum Yeri: Doğum Yeri: Yalnızçam Bağdaşen/ARDAHAN. Hasköy/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: İlkokul. Mesleği: Öğrenci. Mesleği: Emekli. Adı Soyadı: Temel Adı Soyadı: Osman DEĞİRMENCİ. BOZKURT. Doğum Yılı: 1977. Doğum Yılı: 2007. Doğum Yeri: /ARDAHAN. Doğum Yeri: Bağdaşen/ARDAHAN. Öğrenim Durumu: İlkokul. Öğrenim Durumu: İlkokul. Mesleği: İşçi. Mesleği: Öğrenci.

335 EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA SULTAN MURAT POVESTİNİN İNCELENMESİ İlker MÜLAYİM ÖZET Povest, anlatmaya bağlı bir türdür. Hacim olarak romandan daha kısa hikâyeden daha uzun povestler, uzun hikâye olarak da adlandırılırlar. Povest, Kazakça Türkçe sözlükte “uzun hikaye”, (Bayniyazov, vd.,2019, s. 473), Kırgızca Türkçe Sözlükte, “Öykü, hikâye, uzun öykü” (Arıkoğlu vd.,2017: 1736 ) olarak açıklanırken, Abdılcan Akmataliyev ise, “Hacimce romandan daha küçük, olay örgüsü de romana göre daha basit anlatmaya bağlı eser” (Akmataliyev vd., 2010b: 381) olarak açıklar. Povesti romandan ayıran en belirgin özellik, kişi kadrosunun, kompozisyonun ve yapısının daha küçük ve derli toplu bir yapıda olmasıdır. Povestin sınırları bellidir ve romana göre daha az karmaşık yapıya sahiptir. Hikâyelerde genellikle bir durum “olay yâda olaylar” (Çetişli, 2004, s. 20) ele alınırken, romanda bir döneme ait birden çok olay derinlemesine işlenir. Povest türünde ise, işlenen konular hikâyeden daha uzun biçimde ve tek bir çizgide işlenir. Bu bağlamda Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un kaleme aldığı Sultan Murat eseri, poveste örnektir. Povest türünün tam anlamıyla terimleşmemiş olması, eserlerin daha çok hacim yönüyle işlenmiş olması yanılgıları da beraberinde getirmiştir, bu yanılgılarla birçok povest türü roman olarak çevrilmiştir. Sultan Murat povesti, Cengiz Aytmatov’un oğlu Askar’a ithaf ettiği ve yazarın çocukluluk yıllarını anlattığı bir eserdir. Sultan Murat povestinde öğretmen İnkamay Apay’ın dersi sırasında, kolhoz başkanı Tinaliev’in derse gelip çocukların okuldan ayrılıp çiftliğe gitmek zorunda olduklarını söylemesiyle başlayan süjeler, çocukların Aksay’a gitmeleriyle devam eder. Hırsızların atları çalmasıyla zirve bulan anlatım, Sultanmurat’ın yetişkin bir birey gibi hırsızların arkasından gitmesi ve kurdun karşısına korkusuzca dikilmesi ile son bulur. “Yazar Sultanmurat hikâyesinde toprak sürmeye giden çocukları, savaşa giden Manas ve askerlerine benzeterek, eserine yarı destansı bir hava vermiştir.” (Kolcu, 2008, s. 156) Yazar, Manas destanından ve Kırgız gelenek ve göreneklerinden de anımsatmalar yaparak süjeleri güçlendirmiş, destansı anlatıma güç katmıştır.

 Yüksek Lisans Öğrencisi, Ardahan Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü. [email protected]. 336 Anahtar Kelimeler: Çağdaş Kırgız Edebiyatı, Cengiz Aytmatov, Povest, Sultan Murat, Edebiyat Bilimi, Gennadiy Pospelov, Uzun Öykü

INVESTIGATION OF SULTAN MURAT POVEST IN THE CONTEXT OF LITERATURE SUMMARY Povest is a literary genre that is connected to narration, shorter than novel and longer than story. Although Povest is close to the novel, it differs from the novel in terms of the small number of staff, the uniformity of events and the smaller structure. Cengiz Aytmatov, who has an important place in Kyrgyz literature, is a master povest writer. Aytmatov, İlköğretmen, Yüz Yüze, Sultan Murat, Cemile, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek and Elveda Gülsarı works written in povest genre. Cengiz Aytmatov skillfully wrote in Sultan Murat povest about the sacrifices, tragedies, happiness, cultural values and burden of the people behind the fronts during the war period. Sultan Murat povesti describes a child whose father went to the military. The hero of Sultanmurat appears as a symbolic hero in which Cengiz Aytmatov is told, like Cengiz Aytmatov, he is a hero who sent his father to the army. In this article, Cengiz Aytmatov is examined in the context of the literary science of G. Pospelov, Sultan Povesti. Literary science is one of the branches of philological science. Examines, interprets and queries specific phenomena of language in its own way. Literary science examines all oral and written works carrying artistic aesthetics and examines the content of the works and the attitude of the authors. The purpose of today is exactly the type of unsettled Sultanmurat is written in povest study is to examine the methods that work G. Pospelov use in Literature Science. Keywords: Contemporary Kyrgyz Literature, Cengiz Aytmatov, Povest, Sultan Murat, Literary Science, Gennadiy Pospelov, Long Story.

Poveste konu olan süjeler ve kişiler sistemi Gennadiy Pospelov’un Edebiyat Bilimi bağlamında incelenmiştir. Edebiyat biliminde kişi ve kişiler sistemi, esas kişiler ve yan kişiler olarak ele alınmıştır. Kişiler, figür olarak 337 isimlendirilmiş kişiler kadrosu ise figürler sistemi olarak incelenmiştir. Olaylar ise süje kavramıyla açıklanmıştır. 1. Kişiler ve Kişiler Sistemi Romanlar, hikâyeler ve uzun hikâyeler (povestler) yazarların sistematik bir şekilde oluşturduğu kurguların ürünüdür. Kişiler, bu kurgu sisteminin işleyişinde ve olayların (süjelerin) biçimlenmesinde aktif olarak rol alır. Yazarın kurguladığı kişiler, eserin estetik güzelliğini ve yazarın kurgu dünyasındaki süjeleri okuyucuya tıpkı bir ayna gibi yansıtır. Bireyler eylemleri ile bazen birebir yazarı temsil eder, bezen de yazarın okuyucuya aktarmak istediklerine aracı olurlar. “Epik ve dramatik eserlerde insan bireyleri, kendilerine özgü davranışları, tutumları, dış görünümleri ve dünya anlayışlarıyla karşımıza çıkar. Bu bireylere; karakter, eyleyen kişiler, eserin kahramanları, ya da kişiler adı verilir. Person (kişi) terimi Fransızcadan dilimize geçmiş ve Latin kökenli bir kelimedir.” (Pospelov, 2005, s. 221) Eserlerde karşımıza çıkan bireyler genellikler kişi kavramı ile adlandırılırlar. Kişiyi “Figür” dolayısıyla da kişi kadrosunu “Figürler Sistemi” olarak ele alan Pospelov, kahramanları esas kişiler ve yan kişiler olmak üzere iki guruba ayırır. Bu bağlamda esas kişiler eserde ana figür rolünde iken yan kişiler ise yardımcı figür olarak işlev kazanır. Yan kişilerin kullanımı süjenin işleyişine güç katarak süje çarkının daha güçlü dönmesine olanak kazandırır. Aynı zamanda figürler sistemi, eserin sanatsal biçimine birlik ve bütünlük kazandırır ve kişiler, bir sistem meydana getirir bu da içerik ve sanatsal biçimi birbirine sımsıkı bağlar. 1.1. Esas Kişiler Eserlerde kişiler sistemi tıpkı bir çark sistemi gibi işler. Bu sistemi oluşturan çarkın en önemli dişlileri ise esas kişilerdir. Esas kişiler ile yan kişiler sürekli olarak etkileşim içerisindedir. Okuyucu eserlerin ana figürlerini (kişilerini) ise yan kişilerden tanır, yan kişiler esas kişileri güçlendirir. Kişiler sistemi ne kadar güçlü ise eserin kompozisyonu da o kadar güçlüdür. Eserde tespit edilen esas kişiler tablo 1’ de gösterilmiştir. 1 . SULTANMURAT 2 . ANATAY

338 3 . ERKİNBEK 4 . ERGEŞ 5 . KUBATKUL

Tablo 1. Esas Kişiler Cengiz Aytmatov’un ustaca işlediği Sultan Murat povestinde, Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş, Kubatkul esas kişiler olarak karşımıza çıkar. Sultanmurat başkahraman, Pospelov’un deyimiyle baş figürdür. Sultanmurat esas kişilerin en başında gelirken oluşturulan esas kişilerin tam merkezinde yer alır ve süjelerde yoğun olarak işlenir. Sultanmurat’a Öğretmeni İnkamay Apay “Sınıfın en güçlüsü sensin” (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 11) der. Sultanmurat güçlü biri olarak görünse de, o aslında hayallerinin peşinde koşan bir çocuktur. Coğrafya dersinde öğretmenin anlattığı Sıcak Seylan adasını düşünürken aklına birden bire babası Bekbay ile şehire gittikleri o gün gelir. Hayatında unutmadığı o mutlu olay savaştan tam bir yıl önce yaşanmıştı. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 12) Bu güzel günleri hatırlarken o dönemlerde babası cephede savaşan bir babanın oğludur. Sultanmurat’ın çok güçlü olmasını yanında, çiftlik işlerinde iyi olması, hayvanlara nasıl bakılacağını bilmesi de kolhoz başkanı Tinaliev tarafından seçilmesindeki en büyük etmen olur. Çocuk yaşta olmasına rağmen okulunu bırakıp vatanı için insanlık için yetişkin bir birey gibi kolhoz başkanının isteğini geri çevirmeyerek geniş bozkır topraklarında çalışmayı kabul eder. Bütün bu özelliklerine karşılık kolhoz başkanı Tinaliev Sultanmurat’ı şef olarak tayin etti, (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 48) ve aynı zamanda bu özellikleri ile tüm süjelerin odağında olmuştur. Sultanmurat sınıfta başlayan ilk süjeden, geniş bozkır topraklarına kadar uzanan son süjeye kadar tam merkezde yerini almıştır. Bu bağlamda Sultanmurat esas kişilerden en önemlisi olarak karşımıza çıkar. Esas kişileri oluşturan bir diğer kişi olan Anatay, sınıfın en büyüğü ve on altı yaşına girecek (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 39) olan bir öğrencidir. Anatay da tıpkı Sultanmurat gibi bostan işinden anlayan bir çocuktur. Sultanmurat ile aynı kaderi paylaşırlar. Anatay’ın babası da

339 cepheye savaş için gitmiştir. Sultanmurat ile Anatay’ın aynı kadere ortak oldukları daha ilk süjede kanıtlanmıştır. Anatay da vatanı için, orada yaşayan insanlar için eğitiminden vazgeçerek toprak işlemeye gitmiştir. Süjelerde Sultanmurat’tan sonra en çok yoğunluk gösteren figür (kişi) Anatay olarak karşımıza çıkar. Atay’ın, Sultanmurat’ın âşık olduğu Mırzagül’e âşık olması iki figürün (kişi) birbiri ile çatışmasına yol açmış, süjelere yoğunluk katarak kompozisyonun güçlenmesinde en önemli etmen olmuştur. Anatay’ın, Mırzagül’ün işlediği mendili Sultanmurat’tan istemesi, ver onu bana (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 96) diyecek kadar düşüncesiz bir şekilde davranması iki figür (kişi) arasındaki çatışmayı artıran en önemli etmen olmuştur. Anatay’ın babası Satarkul’un ölüm haberinin gelmesi üzerine iki figür arasındaki çatışma bitmiştir. Çünkü Sultanmurat’ı Anatay’ın içinde bulunduğu çaresizlik (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 103) derinden sarsmıştır. Bu olaydan sonra dostluğuna devam eden iki figür (kişi) geniş bozkır topraklarını işlemeye devam etmiştir. Esas kişiler sistemini oluşturan diğer figürler (kişiler) Erkinbek, Ergeş ve Kubatkul’dur. Bu üç figürde tüm kompozisyonda yoğun olarak işlenmiş, süjelerde aktif olarak yerini almıştır. Üç figürde tıpkı diğer arkadaşları gibi eğitimlerinden vazgeçerek, kolhoz başkanı Tinaliev’in emrini hiç sorgulamadan kabul etmiş, çocuk olmalarına rağmen yetişkin bir birey gibi davranarak memleket uğruna toprak işlemeyi kabul etmişlerdir. Esas kişileri genel olarak incelediğimizde beş figüründe ortak kaderi yaşadığını görüyoruz. Beş figürde ortak değerleri olan vatan için eğitimlerinden vazgeçerek geniş bozkır topraklarında çalışmaya başlamışlardır. Sultan Murat povestini oluşturan süjelerin tamamında yer alan bu figürlerin yoğunluğuna bakılarak, Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş, Kubatkul esas kişi olarak ele alınmıştır. 1.2. Yan Kişiler Eserlerde, esas kişilerden çoğunlukla daha az dikkat çekilen yan kişiler yardımcı işlev görevi görürler. Çoğu zaman esas kişiler ile aralarındaki çatışmalarla da süjelere güç katan yan kişiler, bazen de karşı gruplarda yer almadan da süjelerin işleyişini sağlayan bir göreve sahiptirler. Yan kişiler esas kişileri tanıtma ve eserin kompozisyonu güçlendirmede aktif bir rol oynasalar da kimi zaman eserin fikrini ortaya koymakta büyük önem kazanırlar. Bu bağlamda Sultan Murat povestinde tespit edilen yan kişiler

340 tablo 2’ de gösterilmiştir. Mırzagül yan kişileri oluşturan en önemli figürlerin (kişilerin) başında gelir. 1 MIRZAGÜ 5 ARU UKAN 9 ÇEKİŞ . L . . 2 İNKAMAY 6 NURGAZİ 1 SATARKU . APAY . 0. L 3 HACIMUR 7 ALMATAY 1 AT . AT . 1. HIRSIZLARI 4 BEKBAY 8 TİNALİEV 1 CAMBUL . . 2. Tablo 2. Yan Kişiler

Mırzagül, Sultanmurat’ın yaşamının merkezinde yer alır, süjelerde yoğunluğu artırmak için aktif olarak rol alan en önemli yan kişidir. Sultanmurat Mirzagül’e âşıktır. Mırzagül geleneklerine bağlı bir kızdır, Sultanmurat’ın aşk mektubuna karşılık olarak işlemeli ipek bir mendil (Aytmatov, Sultan Murat, 2011) vermesi, Sultanmurat’la konuşmadan aşkını geleneksel bir yöntem seçerek aşkına iletmesi Mırzagül’ün geleneklerine bağlı, Kırgız kızı olduğunun kanıtıdır. Öğretmen İnkamay Apay esas kişileri tanıtan, onların içinde bulunduğu süjeleri güçlendiren yan kişilerin arasında yerini alır. İnkamay Apay’ın oğlu Cambul savaşa topçu subayı olarak gitmiş, kocası ise başına gelen bir felaketten sonucu ortalıktan kaybolmuştur. Bu felaketten sonra köye gelip öğretmenliğe başlayan İnkamay Apay (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 35) süjelerin gelişiminde ve esas kişileri oluşturan sistemin güçlenmesinde ekili olmuş yan kişilerin arasındadır. Öğretmen İnkamay Apay’ın oğlu olan Cambul figürü, İnkamay Apay’ı tanıtmak için kullanılan yan kişi olarak karşımıza çıkıyor. Sultanmurat’ın kardeşi olan Almatay ve Hacımurat, esas kişilerin merkezini oluşturan Sultanmurat’ın tanıtılmasında önemli yere sahip olan yan kişilerdir. Hacımurat babasına karşı aşırı sevgiyle bağlı olan bir figürdür (kişidir). Sultanmurat’ın ev hayatının anlatılmasında ve âşık olduğu Mırzagül ile yaşadığı olay akışında aktif rol oynamıştır. İki kardeş de savaşta

341 olan babaları için ortak duyguları yaşarlar. Sultanmurat âşık olduğu kıza da kardeşi Hacımurat aracılığı ile sevgisini iletme fırsatı bulur. Kardeşi Hacımurat ile Mırzagül’e bir mektup gönderir. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 78-79) Hacımurat, Sultanmurat’ın yaşadığı mutluluklara, üzüntülere ve özlem duygusuna ortak olur ve bunların okuyucuya aktarılmasında kullanılan yan kişi olarak karşımıza çıkar. Sultanmurat’ın babası olan Bekbay, Sultanmurat’ın tanıtımında kullanılan yan kişilerin arasında yer alır. Bekbay Cambul’dan kolhoza petrol taşıyordu. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 12) Bu şekilde kolhoza para kazandıran Bekbay savaşın başlamasından sonra vatanı için cepheye gitmişti. Bekbay üzerinden savaşta olan bir babanın çoğunun durumu anlatılmış, süjeler arası geçişlerde yoğunluk sağlanmıştır. Aru Ukan figürü (kişisi), Hacımurat’ın babasına olan sevgisini anlatmak için kullanılan yan kişidir. Sultanmurat’ın dayısı olan Nurgazi figürü, sovhozda çoban olarak çalışır. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 62) Hasta olan kardeşini ziyarete gelen Nurgazi Sultanmurat’ın ailesini ve Sultanmurat’ı anlatan yan kişi olarak karşımıza çıkıyor. Satarkul figürü esas kişilerden olan Anatay’ın babasıdır ve cephede şehit düşer. Satarkul esas kişilerden biri olan Anatay’ın tanıtılmasında ve içinde bulunduğu durumun anlatılmasında kullanılan yan kişidir. Kolhoz başkanı Tinaliev ve ekip başı Çekiş figürleri, ilk süjenin başlangıcından itibaren esas kişilerin ve olayların anlatılmasında aktif olarak kullanılan yan kişileridir. 2. İnsanın Gösteriminde Ruhsallaştırma Ruhsallaştırma, edebiyat sanatında insanın sanatsal gösteriminde kullanılan önemli bir yöntemdir. Ruhsallaştırma kavramı, figürlerin (kişilerin) ruhsal durumlarının bireyselleştirilmiş olarak karşılıklı ilişkiler içerisinde yansıtılışı anlamına gelir. Sultan Murat’ın daha ilk bölümünde Hacımurat’ın babası Bekbay’a duyduğu sevgi, daha sonra babasının cepheye gitmesiyle yerini özlem duygusuna bırakır. İnkamay Apay’da cephede savaşan oğlu Cambul için gözyaşı döker ve diğer kişiler gibi ortak kaderi paylaşıp savaşta olan bireyler için özlem duyup onlar için gözyaşı dökerler. Esas kişilerden Anatay’ın

342 babasının ölümü üzerine Anatay’ın içinde bulunduğu ruhsal durumu haberdar etse de, bu yaşanan olaylar ruhsallaştırmada yalnızca tek bir duyguyu, yani baba/evlat için duyulan olağanüstü özlemi ortaya koymaktır. Sultanmurat’ın tarla işlemek için çağırılması üzerine annesinin onu göndermek istememesi, oğlu için gözyaşı dökmesi de analık duygusunun ruhsal olarak işlendiğinin göstergesidir. Mırzagül ile Sultanmurat’ın içinde bulunduğu ruhsal dönem ise aşk üzerine kurulmuştur. Ruhsallaştırma anlamını kendinde barındıran bir diğer figür (kişi) Sultanmurat’tır. Sultanmurat kişilik sahibi bir figürdür. Çocuk olmasına rağmen çok güçlü ruhsal kişilik kazanmış yetişkin bir birey olarak karşımıza çıkmıştır. Sultanmurat’ın köydeki yaşayan insanların geleceği için çok önemli olan atların çalınması üzerine hıçkıra hıçkıra ağlaması, onca toprağı nasıl işleyeceğini düşünmesi ve hırsızların peşinden gitmesi, kurdun karşına korkusuzca dikilmiş olması (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 131-133) Sultanmurat’ın vatanı, milleti için içinde bulunduğu ruhsal durumun kanıtıdır. Bu bağlamda Sultanmurat ruhsallaştırılmış insan figürü olarak nitelendirilir. 3. Kişilerin Söylemi Epik ve dramatik eserleri, nesnel olarak meydana getirmenin önemli bir yanını da kişilerin söylemi oluşturmaktadır. Romanlarda ve öykülerde kişilerin kendi kendilerine veya karşılıklı konuşmaları (monologlar ve diyaloglar), metnin önemli bir bölümünü, hatta çoğu kez metnin büyük bir bölümünü meydana getirirler. Diyalog tarzındaki söylem, konuşanların karşılıklı etkileşim ve iletişimleriyle bağlantılıdır. Monolog tarzındaki söylem ise, insanların karşılıklı etkileşim ve iletişimlerine bağlı olmayan söyleyişlerinden meydana gelmektedir. (Pospelov, 2005, s. 231-232) Cengiz Aytmatov’un hikâye, povest ve romanlarında monolog ve diyalog tarzı anlatımına sıkça rastlanmaktadır. “Konuşma en doğal yoldur” (Tekin, 2001, s. 266) ve yazar düşüncelerini ve duygularını kahramanlar üzerinden onları konuşturarak aktarır. Sultanmurat isimli povestinde, kişiler arası monolog ve diyaloglara da yer verilmiştir.

3.1.1. Diyaloglar Hacımurat ve Sultanmurat’ın babası Bekbay ile aralarında geçen konuşmalar diyaloğa ilk örnektir.

343 Hatta herkesin yanında Hacımurat’la biraz dalga geçti: - Ey Hacıke, dedi, çayını yudumlarken, Karayele’ye binemiyor musun daha? Alıştıramadın mı? - Hayır, Ata dedi Hacımurat üzgün bir sesle... Babası akıl veriyormuş gibi: - Alıştıracak, yardım edecek birini bulamadın mı? Sultanmurat atıldı: - Ben yardım ederim Hacıke, onu öyle bir terbiye ederim ki… (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 17) İkinci örnek, Sultanmurat’ın anne ve babası arasında geçen konuşma diyaloğa örnektir. … Anne ve babasının fısıldaşarak konuştuklarını duydu: - Ötekini de beraber götürmek isterdim, ikisi birlikte çok eğlenirlerdi. Ama üç kişinin oturacağı yer yok ki arabada. Önde dapdaracık bir yer. Yolda epeyce uzun. Küçüğün uykusu gelir de düşerse tekerleklerin altında kalıverir diye korkuyorum. - Ağzından yel alsın! Dedi annesi korkuyla. Hiç düşünme onu. Başka zaman gider. Sen ötekine dikkat et, onu büyük mü sanıyorsun. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 20) Üçüncü örnek Sultanmurat ile annesi arasında geçen konuşmadır. - Giy bakalım ayağını sıkacak mı? Dedi annesi. - Hayır, sıkmıyor. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 21) Dördüncü örnek Sultanmurat ile babası Bekbay arasında geçen konuşmadır. - Ee, uyandın mı artık? Diye takıldı babası. - Çoktan uyandım. - Al öyleyse dizginleri eline, sıkı tut. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 22) Beşinci örnek Sultanmurat ile Rus bir delikanlı arasında geçen konuşmadır.

344 - Şu öten kuşun adı ne? Demişti - O bir saraygır. - Peki, ne diyor öterken? - Tçutçu saraygır! Diyor. - Anlamı ne? … (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 24) Altıncı örnek Sultanmurat ile babası Bekbay arasında geçen diyalogdur. - Ben daha çok Çabdar’ı seviyorum. Çontoru biraz huysuz. Çok tuhaf bakıyor insana. Babası gülümsedi: - Huysuz değil, zekidir o. Sebepsiz yere rahatsız edilmekten hoşlanmaz. Biraz sessizlikten sonra ilâve etti: … (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 26) Yedinci örnek, Sultanmurat ve Öğretmen İnkamay Apay arasında geçen diyalogdur. - Sultanmurat, ne oluyor sana! Diyordu İnkamay Apay. - Hiç, hiçbir şey. (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 34) Sekizinci örnek, kolhoz başkanı Tinaliev ile Sultanmurat ile sınıfta geçen diyalogdur. Yine Sultanmurat’a sordu: - Derslerin nasıl? - Eh işte, pek şey değil. - Pek ne değil? - Pek kötü sayılmaz. - Pek de iyi sayılmaz, diye söze karıştı o âna kadar sessiz duran İnkamay-Apay… (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 40) 3.2. Monologlar Birinci örnek olarak Sultanmurat’ın kendi kendine konuşması gösterilir.

345 Sultanmurat içinde bir şeylerin kabardığını hissetti. Yüreğinden kopan, yakan ve gittikçe büyüyen bir şey, gelip tıkamıştı boğazını. Gözyaşları ağzına kadar süzülmüştü. Tuzun tadını alır almaz kendine geldi, silkindi. “Ağlamamalıyım, hiç ağlamamalıyım” dedi kendi kendine (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 15). İkinci monolog örneği Sultanmura’tın Mırzagül’den mektup beklerken kendi kendine konuşması örnek olarak verilir. Kendi kendine gülümseyerek ve duyulur duyulmaz bir sesle mırıldandı: - Mektubuma bir an önce cevap ver! Anlıyor musun? Hemen cevap ver! (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 83-84) 4. Süje Kavramı Süje eserde yer alan konulardır. “Epik ve dramatik eserlerde, kişilerin zaman ve mekân içinde uzanan eylemleri gösterilir; onların yaşamlarında geçen olaylar sergilenir.” (Pospelov, 2005) Sanatsal yaratılışın bu yanı süje terimiyle dile getirilir. Gerçek anlamıyla süje, eserin içeriği, yani konusu ile anlamlandırılır. Bir eserin içeriği, söz konusu olduğunda akla gelen ilk şey, yazarın kurgu dünyasında tasarladığı kişilerin yaşadıkları olacaktır, kişilerin yaşadıkları olayların anlatılması içeriği ortaya çıkarmaz, eserin sanatsal biçimi içine girmiş süjelerin kısaca belirtilmesi olur. Yazar, süje yardımıyla kişilerin gelişim süreçlerini ortaya koyar süjeler, “kişilerin kararlı edinimleri üstüne kurulmuş, onların yaşamlarındaki dönüm noktalarına, düğüm noktalarına göre düzenlenmiştir.” (Pospelov, 2005, s. 237) Süje kişiler için eylem alanı yaratır ve yazara kişilerini tanıtma ve yorumlama olanağını sunar. Sultanmurat povestinde tespit edilen süjeler; 1- Öğretmen İnkamay Apay’ın dersi. 2- Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş ve Kubatkul’un çiftlikte çalışmaları için okuldan alınması. 3- Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş ve Kubatkul’un Aksay’a gitmesi. 4- Geniş topraklara sahip bozkırı işleyerek ekin ekilmesi. 5- Hırsızların atları çalması.

346 5. Süje ve Çatışma “Süje’nin en önemli işlevi, gerçekliğin içindeki çelişkileri açığa çıkarmak, yani çatışmaları ortaya koymaktır. Çatışma epik ve dramatik eserlerin önemli bir yanını oluşturur” (Pospelov, 2005, s. 240). Ortaya çıkan çatışmalar süjeleri doruk noktalara çıkarır. Yazar, süjelerdeki çatışmaları ustaca işlemesi eseri bir o kadar iyi yapar. Çatışma olmadan düz bir şekilde verilen eserler güçsüz ve sade olur. Cengiz Aytmatov’un Sultanmurat povestinde ilk olarak karşımıza çıkan çatışma Sultanmurat ile Anatay arasında yaşanmaktadır. İki esas kişi arasında geçen kavga, çocukların Aksay’a gitmesinden önce yaşanmıştır, bu çatışma süjelerin devamında etkisini yitirmiş sadece çocukların Aksay’a gitme sürecindeki süjeyi güçlendirmiştir. Kompozisyonun devamında iki figürün çatışma ortamını bitirmesi çatışmanın bir sonraki süjeyi güçlendirmek için çıkarıldığının kanıtıdır. Sultanmurat povestinde verilen en önemli çatışma ise hırsızların atları çalması olayıdır. Eseri oluşturan süjelerden biri olan bu olay etkisini çok güçlü bir şekilde göstermiştir. Bu çatışma eseri son bölümde zirvelere çıkarmış, okuyucu üzerinde derin bir heyecan uyandırmıştır. Hırsızların atları çalması toprağa ve o toprak üstünde yaşayan insanlara ihanettir, dolayısıyla toprak için cephede savaşan askerlere ihanet olarak kabul edilir. 6. Zaman Sıralı Süjeler ve Yoğunlaştırılmış Süjeler Süjeyi meydana getiren olayların birbirleriyle bağlantısı, zaman sıralı süjeler ve yoğunlaştırılmış süjelerle sağlanır. “Kimi durumlarda olaylar, yalnızca zamansal bağla bağlıdırlar (B olayı A olayından sonra olmuştur); kimi olaylar ise nedensel bağ ile bağlantı kurulur (B olayının nedeni A olayıdır). Buna göre süjenin iki çeşidi ortaya çıkar. Olaylar arasında zamansal bağın ağırlıklı olduğu süjelere zaman sıralı (kronikal), olaylar arasında nedensel bağın ağırlıkta olduğu süjelere yoğunlaştırılmış (konsantrik) süjeler olarak adlandırılır” (Pospelov, 2005, s. 242-243). Süjelerdeki yoğunluk arttıkça eserdeki kompozisyon güçlenir ve olaylar tekdüzelikten çıkarak doruk noktaları ile yogunlaştırılarak, anlatılan konu daha ilgi çekici hale getirilir. Sultanmurat povestindeki süjeler yoğunlaştırılmış süjelerdir. Öğretmen İnkamay Apay’ın dersinde işlenen kompozisyonların nedeni Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş ve Kubatkul’un çiftlikte çalışmaları

347 için okuldan alınmasıyla bağlantılıdır. Okuldan alınmaları ile gelişen süje, Sultanmurat, Anatay, Erkinbek, Ergeş ve Kubatkul’un Aksay’a gitmesiyle bağlantılı olan süjedir. Çiftliğe alınmaları ile geniş topraklara sahip bozkırı işleyerek ekin ekmeleri bağlantılıdır. Atların çalınması da, toprak işlenmesi sırasında oluşan süje ile bağlantılıdır. Bütün bu süjeler birbiri ile nedensellik içinde etkileşimdedir, bu bağlamda Sultanmurat povestinde işlenen süjeler yoğunlaştırılmış süjeye örnektir. 7. Süjenin Bileşenleri “Süje içinde (özellikle yoğunlaşmış süjelerde) aksiyonun evreleri ve temelindeki çatışma açıkça belli olur.” (Pospelov, 2005, s. 247) Aksiyonun yoğun olarak ya da dada sakin işlendiği evreler Düğüm, Doruk ve Çözüm evreleri olarak adlandırılırlar. “Düğüm, kahramanların yaşamlarında, daha önceden var olan çelişkileri açığa çıkarıp onları keskinleştirebildiği gibi kendisi de yeni çatışmalar yaratabilir. Yeni çatışmalar yaratma durumu varsa buna, çatışmanın kurulması da denebilir.” (Pospelov, 2005, s. 247) Yazar çatışmalar ve çelişkilerle kahramanını ve süjeleri zirvelere çıkarır. Kahramanın ve süjelerin zirveye çıkarıldığı ve olayların en yüksek gerilime sahip olduğu bu evreye Doruk evresi denir. Okuyucuda derin merak ve heyecanın yaşatıldığı bu evreden sonra olaylar çözülmeye başlar. Olayların çözülmeye başladığı ve olayların sonuçlandığı bu evreye Çözüm evresi denir. Eserlerin süjelerinde genel olarak serim, önöykü, ve sonöykü, ile prolog ve epilog da bulunmaktadır. Sultanmurat povestinde önöykü ve sonöykü bulunmamaktadır. Öğretmen İnkamay Apay’ın dersi ile başlayan ilk süjenin devamında çocukların çiftliğe alınması ve Aksay’a gitmeleri düğüm noktasına örnektir. Aksay’a gittikten sonra ekin ektikleri sırada hırsızların atları çalması, esas kişilerin başında gelen Sultanmurat’ın hırsızların arkasından gidip en sonunda da vurulan atın dizginlerini bırakmadan kurdun karşına dikilmesi ise eserin doruk noktasına örnek olarak gösterilirken, eserin çözümü ise belirtilmemiştir. Cengiz Aytmatov eseri doruk noktasına getirip burada okuyucuyu heyecan ve merak duygusu içinde bırakarak “ve şimdi Sultanmurat, bütün gücünü toplamış, gem tutan eli havada, vurmak için hazırdı, bekliyordu…” (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 133) sözleriyle son vermiştir. 8. Epik Gösterimin Temel Araçları

348 Epik’in esası, bitmiş olaylar üstüne, dıştan bir bakışla yapılan anlatımdır. Aristoteles’in görüşüne göre, epikçi bir olayı kendisinin dışında olan bir şeyden söz eder gibi anlatır. Anlatıcının belirgin niteliği ise, olmuş bir şeyi anımsayan bir insan konumunda bulunmasıdır. Yazarın seçtiği olaylar gerçekte yaşanmış olaylar olabileceği gibi kurgusal olaylarda olabilir. Pospelov’a göre anlatımda tasvir etmenin büyük bir önemi vardır. Olaylarda iç monologlar ve portrelerde kullanılır. “Portreler, kişilerin eylemlerinin tasviri ile benzeşim gösterirler” (Pospelov, 2005, s. 268). Portre, kişilerin olaylar karşında geçirdiği değişim olarak da adlandırılabilir. İlk süje soğuk bir sınıfta başlamaktadır. Burada verilen sınıf tasviri, devamında anlatılan Cambul şehri ve daha sonra ki süjelerin Aksay’dan geniş bozkır topraklarına taşınması doğa ve çevre tasvirlerine örnektir. Verilen bu tasvirlerin büyük bir bölümü portreler ve kişilerin iç durumlarının anlatılması gibi olay ve olguların yansıtılmasında da araç olarak kullanılmıştır. Sultanmurat povesti, Cengiz Aytmatov’un geçmişteki yaşamından izler taşır. Sultanmurat povestinde karşımıza çıkan iç monolog örneklerinden bir tanesi, Sultanmurat’ın okuldan alınıp çiftliğe çağırıldığı sırada annesinin, o daha bir çocuk bozkırda nasıl yaşar nasıl onları çağırırlar şeklinde iç dünyasında yaşadığı derin düşünce ortamıdır. Povestte tespit ettiğimiz ikici iç monolog örneğini Sultanmurat’ın, Mırzagül’e yazdığı mektup sonrasında, acaba aşkımı kabul edecek mi, mektubuma karşılık verecek mi, şeklinde kendi iç dünyasında girdiği düşünce ortamıdır. Sultanmurat povestinde tespit edilen birinci portre özelliği Bekbay’ın geçirdiği değişimdir. Bekbay’ın… Babaları iyice zayıflamış, bir çingene gibi kapkara olmuş, saçı sakalına karışmıştı. Elbisesi de, annesinin daha sonra anlattığı gibi, serseri kılığında gösteriyordu onu. Yalnız meşin çizmeleri yepyeniydi… (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 14) şeklinde tanıtılması portreye örnektir. İkinci olarak tespit edilen portre örneği ise Sultanmurat’ın geçirdiği değişimdir. Sultanmurat’ın değişimi; Gözleri bir hastanın gözleri gibiydi. Yüzü solmuş, boynu incelmişti. Hatta kaşlarının arasında iki kırışık, üst dudağının üzerinde kara kara tüyler belirmişti. Bunları iyi görmek için aydınlıkta bakmalıydı aynaya. Çok büyük bir değişiklik idi bu! Tanınmayacak kadar büyük bir değişiklik... Babası bile şu günlerde gelecek

349 olsa, ilk bakışta tanıyamazdı onu... (Aytmatov, Sultan Murat, 2011, s. 89) sözleriyle okuyucuya aktarılmıştır. Sonuç Yazar, eserini bitirdikten sonra da eserine karşı sorumludur. Yazar seçtiği konuları gerçek hayattan da alabilir, kurgu olarak da okuyucusuna sunabilir. Cengiz Aytmatov yazdığı eserlerde temelde insanı işler. Cengiz Aytmatov savaş döneminde yaşamış savaşın getirdiği zorluklara şahit olmuştur. Usta bir povest yazarı olan Cengiz Aytmatov, Sultanmurat povestinde savaş dönemini anlatmış, cephe gerisinde halkın ve çocukların üzerine yüklenen yükü gözler önüne sermiştir. Sultanmurat povestindeki kişiler sistemi ve süjeler, edebiyat bilimi bağlamında incelenmiştir. Povest türünün getirdiği özelliklere sahip olan Sultanmurat povestinde kişiler sistemi, roman türüne göre daha az ve açık anlaşılır bir yapıdadır. Tespit edilen süjeler romanın aksine tek düze ve anlaşılır biçimdedir. Sultanmurat povestinde önöykü ve son öykü tespit edilmemiştir

KAYNAKÇA Akmataliyev, A. vd. (2011a). Kırgız Tilinin Sözdügü I. Bişkek: Avrasya Press. Akmataliyev, A. vd. (2011b). Kırgız Tilinin Sözdügü II. Bişkek: Avrasya Press. Arıkoğlu, E., Alimova, C., Askorava, R., & Selçuk, B. K. (2017). Kırgızca Türkçe Sözlük (Cilt I, II). Bişkek: Kırgıziztan-Türkiye Manas Üniversitesi Yayınları.

Aytmatov, C. (2008). Elveda Gülsarı, Yüzyüze, Cemile, Oğulla Görüşme, Askerin Oğlu. (M. Özgül, Çev.) İstanbul: Cem Yayınları. Aytmatov, C. (2010). Deniz kıyısında koşan alaköpek. Ankara: Elips Kitap. Aytmatov, C. (2011). İlköğretmen. Ankara: Elips Kitap. Aytmatov, C. (2011). Sultan Murat. Ankara: Elips Kitap.

350 Koç, K., Bayniyazov, A., Başkapan, V. (2019). Kazak Türkçesi- Türkiye Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Çetişli, İ. (2004). Metin tahililerine giriş/2 (1 b.). Ankara: Akçağ. Kolcu, A. İ. (2008). Bozkırdaki Bilge Cengiz Aytmatov (3 b.). Erzurum: Salkımsöğüt Yayımevi. Özdemir, A. (2016). Yeni Kazak Nesrinde Tahkiyevi Türler Üzerine. Teke(5/1), 108-127. Pospelov, G. (2005). Edebiyat Bilimi. (Y. Onay, Çev.) İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Tekin, M. (2001). Roman Sanatı. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

351 URDU GAZETECİLİĞİNDE ÖNCÜ KADINLAR VE KADINLARA YÖNELİK YAYIN YAPAN İLK GAZETE VE DERGİLER Arzu ÇİFTSÜREN Matbaa Alt kıtada 1557 yılında Portekiz Cizvitleri tarafından Goa'da, bugünkü Tamil Nadu bölgesinde, misyonerlik faaliyetleri doğrultusunda mahalli dillere tercüme edilmiş dini kitap basmak amacıyla kurulmuştur. Arap, Fars ve Urdu dillerinde yayın yapan ilk matbaa ise 1780 yılında Doğu Hindistan Şirketi tarafından Kalküta'da kurulmuştur. Matbaanın Kalküta'da kurulmasının ardından burada gazetecilik faaliyetleri başlamıştır. Aslında Alt kıtada gazeteciliğin 1300’lü yıllarda el yazması olarak ortaya çıktığı söylenmektedir.1 Bu gazeteler "haber yazıcıları" tarafından halk içinde gelişen olayları imparatorluğa bildirmek amacıyla kaleme alınmaktaydı. Matbaanın kurulmasının ardından ise Hindistan Pakistan Alt kıtasında ilk gazete James Augustus Hicky isimli bir İngiliz tarafından İngilizce olarak “Hicky's Bengal Gazette” adıyla 27 Ocak 1780 tarihinde İngiliz Hindistan’ının başkenti olan Kalküta'da yayımlanmaya başladı.2 Hicky bu gazetede Doğu Hindistan Şirketi'yle ilgili eleştirel haberlere yer verdiği için bir süre hapis yattı. Sonrasında William Duane tarafından önce "Bengali Journal" adıyla ve sonrasında "Indian World" adıyla gazete yayımlanmaya başladı. Ancak bu gazeteler İngiliz hükümeti aleyhine eleştirel haberler yapmaya başlayınca kısa bir süre sonra kapatıldı. Bu gazetelerde sosyal, siyasi, kültürel haberlerin yanında edebi haberler de yer almaktaydı. Alt kıtada Münşi Sada Sukh tarafından 27 Mart 1822 tarihinde Kalküta'dan yayımlanan “Cam-ı Cihannüma “Urdu dili ile yayımlanan ilk gazetedir.3 Urdu dilinin yanı sıra Farsça haberlere de yer verilen bu gazete 66 yıl yayım hayatına devam etmiştir. Haberler, iş ilanları, genel bilgilerin yanı sıra şiire de yer verilmiştir. 20 Nisan 1822 tarihinde Kalküta'da Raca

 Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Urdu Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. 1 Zekai Kardaş, “Ebû’l Kelâm Âzâd ve El-Hilâl Gazetesi Çerçevesinde Türkiye ve Türkler”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2011, s.55. 2 Selim Ahtar, Urdu Adab ki Muhtasarın Tarih (Agaz sey 2010 tak), Seng-i Mil Publication, Lahor 2013, s.453. 3 Nasim Ara, Urdu Sahafat key Irtika Main Havatin ka Hıssa, Encümen-i Terakki-i Urdu Pakistan, Karaçi 2008, s.49. 352 Ram Muhin Ray editörlüğünde Farsça olarak yayımlanmaya başlayan “Miratül Ahbar” gazetesi yayın hayatına ancak 1 yıl devam edebilmiştir. “Şemsül Ahbar”, “Aine-i Sikandar”, “Mah-ı Alem faraz”, “Sultanul Ahbar”, “Mihr-i Munir”, “Gulşen-i Nov Bahar” dönemin Farsça yayın yapan diğer gazeteleridir. Bu gazetelerin Farsça olarak yayımlanmasının sebebi o dönem Alt kıtada eğitim dilinin Farsça olmasıdır. 1857 yılında İngilizlerin yönetimi ele geçirmelerinden kısa bir süre sonra 9 Ocak 1864 yılında Gazipur'da İngilizlere karşı oluşan nefret duygularını bertaraf etmek hem de Müslümanların pozitif bilimlere aşina olmalarını sağlamak amacıyla Seyit Ahmet Han tarafından eğitim hamlesi başlatılmış ve bu doğrultuda Batılı eserlerin Urdu diline çevirmek için Scientific Society kurulmuştur. Bu topluluk bünyesinde 30 Mart 1866 tarihinde "Ahbar-ı Scientific Society" adıyla yayımlanmaya başlayan gazete sonrasında “Aligarh Instıtite Gazette” adıyla başlarda haftalık sonrasında ise haftada 3 gün olarak yayımlanmaya devam etmiştir. Aynı şekilde Seyit Ahmet Han tarafından Alt kıta Müslümanlarının zihni gelişimi ve toplumun ıslahı için yazdığı makalelerinin yayımlandığı “Tehzibül Ahlak” dergisi Alt kıta gazete ve dergiciliğinde önemli bir mihenk taşıdır. Nitekim Urdu gazetecilik tarihinde, gazeteye edebi ve uluslararası bir hüviyet kazandıran şahıs Seyit Ahmet Han olmuştur. Sonrasında da Lahor'da “Mahzen” (1901), “Tarakki” (1902), Kanpur'da “Zamana” (1903), Mirath'da “Asr-ı Cedid” (1903), Aligarh'da “Urdu-u Mualla” (1903) ve Delhi'de “Afitab” (1907), Agra'da “Nakkad” (1912), Azamgarh’da “Maarif” (1916) Lahor'da “Humayun” (1922), Laknov'da “Nigar” (1922) gibi çeşitli merkezlerden yayımlanan gazete ve dergiler Seyit Ahmet Han'ın reform hareketleri sonucu ortaya çıkmıştır. Hindistan-Pakistan Alt kıtasında ilk dönem kadının durumuna baktığımızda dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Alt kıtada da sosyal hayatta aktif olmayan bir kadın profili karşımıza çıkmaktadır. Özellikle XIX. yüzyıla gelindiğinde ise, Seyit Han’ın eğitim hareketinin izdüşümü olarak kadınlar da eve gelen hocalarca İslami ilimlerin yanı sıra, pozitif bilimler de öğretilmek suretiyle eğitimle donatılmış ve bunun sonucu olarak kadınlar da sosyal hayattaki yerlerini almışlardır. Edebiyat alanına girmeleri de bu süreçten sonra olmuştur. Hekim Fasihuddin Ranjh (1836-1885) tarafından 1864 yılında kaleme alınan Alt kıtada Urdu dili ile şiir yazan kadınlar tezkiresi olan “Baharistan-ı Naz” adlı eserde yetmiş kadın şair şiir örnekleriyle bir arada verilmektedir. Kitabın 1882 yılındaki üçüncü

353 baskısında kadın şairlerin sayısı yüz yetmiş dörde çıkmaktadır. Aradaki farkın nedenlerinden biri de ilk dönem kadın şairlerin gerçek kimliklerini gizleyerek erkek ismini kendilerine mahlas olarak seçmeleri dolayısıyla kadın mı erkek mi olduğunu ayırt etmenin zor olmasıdır. Örneğin Urdu dilinin ilk ve en önemli kadın temsilcilerinden Zahide Hatun Şirvani (1894-1922) şiirlerinde Nüzhet ve isminin ilk harfi olan Z.H.Ş’yi mahlas olarak kullanmıştır4. Alt kıtada kadınların edebi alanda eser vermeye başlamaları dergiler kanalıyla olmuştur. Kadınları bu hususta cesaretlendiren ise erkeklerdir. Nitekim kadınların eğitimiyle ilgili erkekler tarafından kitaplar yazılmış ancak bu kitaplar kadın ismiyle neşredilmiştir. Bu şekilde yazılan ilk kitap 1884 yılında Mevlana Vezir Ali tarafından yazılan ve Bibi Fatıma binti Meryem takma adıyla Kanpur’da yayımlanan “Miratün Nisa”'dır5. Yine dönemin önemli edebi simalarından Raşidül Hayri "Seheli" adlı derginin "Ismet" ve "Çamnistan-ı Magrib" adını verdiği köşesinde İngilizceden tercüme ettiği çeşitli makaleleri kadın ismiyle yayımlamıştır. Bütün bunlar aslında kadınları eğitim konusunda bilgilendirmek ve yazma konusunda cesaretlendirmek için yapılmaktaydı ve nitekim bu süreçten sonra da kadınlar yavaş yavaş edebi ürünleriyle dış dünyaya adım atmış oldu. Nitekim "Güldeste" adıyla yayımlanan dergilerde her tabakadan kadının şiirlerine yer verildi. Önceleri genel yayın yapan dergilerde kadınlarla ilgili makalelere yer verilirken zamanla özellikle kadınlara yönelik yayın yapan dergiler ortaya çıktı. Alt kıtada Urduca olarak ilk kez kadınlara yönelik yayın yapan dergilerden bazıları şunlardır: 1) Refik-i Nisvân: Urdu Dili ile yazılmış ilk kadın dergisidir. 5 Mart 1884 tarihinde Laknov’da, İngiliz misyoner tarafından yayımlanmaya başladı. Özellikle Hristiyan kadınlar için ayda iki kez yayımlanmaktaydı. Laknov'da Urduca ve Hintçe Kalküta'da Bengali diliyle ve Madras'da Tamil diliyle yayımlanmaktaydı. Başlarda sekiz sonrasında ise on iki sayfa olarak yayımlanmıştır.

4 Zahide Hatun Şirvani ile ilgili detaylı araştırma için bkz, “Ramazan Muhsin İşsever, “Zahide Hatun Şirvani: Hayatı ve Eserleri”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2019. 5 Nasim Ara, a.g.e., s. 95. 354 2)Ahbâru’n Nisâ: 1 Ağustos 1884 tarihinde Seyid Ahmed Dehlevî tarafından Delhi’de yayımlandı. Ayda üç kez sekiz sayfa halinde yayımlanıyordu. Özellikle kadınların eğitimi ve ıslahı için bilgilere yer verilen dergide kadınların yazdığı makaleler de yer almaktaydı. Bu anlamda Alt kıtada müslümanlar tarafından çıkarılan ve Urduca olarak kadınlara yönelik yayın yapan ilk kadın dergisidir. Dili sade ve günlük konuşma diline yakındır. 3) Şerif Bibiyân: Alt kıta gazeteciliğinin öncü isimlerinden “Paisa Ahbar” gazetesinin sahibi Münşi Mahbub Alem tarafından 1893 yılında Lahor'da aylık olarak 42 sayfa halinde yayımlanmaya başlamıştır. Dergide "Seçkin Kadınlar" başlıklı köşede öncelikle Müslüman dünyasından olmak üzere meşhur kadınların hayat hikayelerine yer verilirdi. "Yeryüzünün Kadınları" başlıklı köşede farklı ülkelerdeki kadınların durumu, yaşam tarzı ve toplumsal yapıyla ilgili bilgiler yer almaktaydı. "Kadınlarla İlgili Cesaret Örnekleri" başlıklı köşede ise yine dünyadan örnekler veriliyordu. Derginin ismini de oluşturan "Şerif Bibiyan” isimli köşede Münşi Mahbub Alem'in kadınların eğitimiyle ilglili kendi yazdığı makalelere yer verilirdi." Kadınların eğitimi nasıl olmalı?", “İslam dininde kadınların sosyal durumu" gibi konular bu köşede yazdığı makalelerdendir. Bunun dışında "Ev Düzeni" ve "Sofra" köşelerinde ise ev işleriyle ve yemek yapımıyla ilgili bilgiler yer almaktaydı. "Çocukların eğitimi" başlıklı köşede ise genel olarak çocukların eğitimiyle ilgili bilgiler bulunmaktaydı. Şerif Bibiyan dergisi 1895 yılına kadar yayın hayatına devam etmiştir. 4) Mu’allim-i Nisvân: 1894 yılında Haydarabad Dekken’de Mevlana Muhibb-i Huseyin tarafından yayımlanmaya başladı. Daha sonraları “Mu’allim” adıyla yayım hayatına devam etti. Çıkış noktası kadın dergisi olmamakla birlikte zamanla Alt kıtanın kadın sorunları üzerine yöneldi. Altmış dört sayfadan oluşan dergide zamanla kadınlar tarafından yazılan makalelere yer verildi hatta kimi sayıda makalelerin neredeyse tamamı kadınlar tarafından yazıldı. 5)Tehzib-i Nisvân: Seyit Mümtaz Ali tarafından 1 Haziran 1898 tarihinde Lahor'da haftalık olarak yayımlanmaya başlamıştır. Alt kıtada Urdu dilinde kadınlara yönelik yayın yapan en önemli dergilerden biridir. Derginin ilk editörü aynı zamanda Urdu diliyle ilk roman yazan kadınlardan olan Muhammedi Begüm'dür. 1908 yılına kadar Muhammedi Begüm, 1917 yılına kadar Muhammedi Begüm'ün kızı Vahide Begüm, 1925 yılına kadar

355 Asıf Cihan Begüm ve 1951 yılına kadar İmtiyaz Tac Ali editörlük yapmıştır. Dergide kadınların eğitimi ve sosyal hayattaki yeri ile ilgili makale ve haberlere yer veilmiştir. Sadece Alt kıtadan değil diğer ülkelerden de başarılı kadınların hayat hikâyeleri dergide yer almıştır. Nitekim 3 Ocak 1942 tarihli sayıda Mahmude İsmail tarafından "Atatürk'ün Pilot Kızı" başlığıyla yazılan makalede Sabiha Gökçen ile ilgili bilgi verilmiştir.6 Kadınların eğitiminin yanı sıra sosyal ve toplumsal konulara da sıkça yer verilmiş, yanlış yorumlanan gelenek ve inançların düzeltilmesi hususunda da yazılar kaleme alınmıştır. Kadınların edebiyatla ilgilenmelerine ve kadınlar da pek çok alanda şuur oluşmasına vesile olan Tehzib-i Nisvan dergisinde kadınlarla igili her konu yer almıştır.53 yıl yayın hayatına devam etmiştir. 6) Hatun: 1904 yılında Şeyh Abdullah tarafından Aligarh'da aylık olarak yayımlanmaya başladı. Şeyh Abdullah o dönemki adıyla Muhammedan Anglo Orriental College olan Aligarh Üniversitesi kadın eğitimi bölümünde görev yapmaktaydı. Bu dergi de kadınların eğitimine yönelik hizmet etmiştir. Alt kıtanın ilk dönemki en büyük kadın dergilerinden biridir. İlmi ve edebi yazılar dışında, toplumsal konular, bilimle ilgili ve genel bilgiler içeren yazılar yer almaktaydı. Kadınların İslamın gereklerinden ve tesettürden ödün vermeden her alanda erkeklerle yan yana olması hususunda kadınları teşvik etmiştir. Dönemin en önde gelen edebi simaları bu dergide yazılar kaleme almıştır. Kadın hakları, kadının misyonu konularında yazılar kaleme alınmış ve diğer ülkelerdeki kadınlarla igili bilgiler verilmiştir. Dini şahsiyetler ve İslam büyükleriyle ilgili de bilgiler verilmiştir. 7) Ismet: 1908 yılında Delhi'de yayınlanmaya başlamış,70 yıl yayın hayatına devam etmiştir. Derginin editörülüğünü 1908-1910 yılları arasında Şeyh Muhammed Ekrem, 1910-1922 yılları arasında Raşidül Hayri, 1922- 1979 yılları arasında ise Razıkul Hayri yapmıştır. Razıkül Hayri’nin eşi Amina Nazlı’nın da kadınlara yönelik pek çok yazısı bu dergide yer almıştır. Hindistan'ın taksim edilip Pakistan'ın kurulmasıyla dergi Delhi'den Karaçi'ye taşınmıştır. Hindistan kadınlarını cehalet karanlığından kurtarmak, ev işlerinde rehberlik yapmak, külltürel ve sosyal açıdan kadınların eğitimesini sağlamakla, kadınlarını kendi haklarını bilmeleri ve haklarını aramaları konusunda bilgilendirmek ve cesaretlendirmek üzere yayın

6 https://www.rekhta.org/ebooks/tahzeeb-e-niswan-shumara-number-052-magazines/, s.9. 356 hayatına başlamıştır. Bu dönemde kadın yazarlar henüz her konuda yazı yazabilecek cesarette olmadığından Raşidül Hayri kaleme aldığı makaleleri farklı kadın isimleriyle yayımlayarak kadınları yazmaya teşvik etmek istemiştir. Bu dergiler dışında da Alt kıtanın çeşitli merkezlerinden yayımlanan dergiler bulunmaktadır. Bu dergilerde kadınlara yönelik makaleler dışında siyasi haberlere de yer verilmiş ve kadınlarda siyasi bir şuur da oluşturulmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak Alt kıtada erkekler tarafından, erkeklerin cesaretlendirmesiyle yayımlanmaya başlayan kadın dergileri öncelikle kadın eğitimi üzerinde durmuş, gelecek nesilleri yetiştiren kadının eğitilmesiyle toplumun düzeleceği gerçeğini vurgulamıştır. Farklı merkezlerden yayın yapan dönemin en önemli ve öncü üç kadın dergisi olan “Tehzib-i Nisvan”, “Hatun” ve “İsmet” dergileri kadınları İslami değerlerden ve evle ilgili sorumluluklarından taviz vermeden sosyal hayatın içinde yer alarak kendi haklarının bilincinde olması hususlarında teşvik etmiştir. Ayrıca kadınların edebi ürünlerini sergileyebilmelerine vesile olan bu dergiler hiç şüphesiz bugün Urdu dili ile eser veren uluslarası arenada meşhur kadın edebiyatçıların yetişmesine zemin hazırlamıştır. Kaynakça Ahtar, Salim: Urdu Adab ki Muhtasarın Tarih (Aghaz sey 2010 tak), Seng-i Mil Publication, Lahor 2013. Ara, Nasim: Urdu Sahafat key Irtika maiN Havatin ka Hıssa, Encüman-i Terakki-i Urdu Pakistan, Karaçi 2008. İşsever, Ramazan Muhsin: Zahide Hatun Şirvani: Hayatı ve Eserleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2019. Kardaş, Zekai: Ebû’l Kelâm Âzâd ve El-Hilâl Gazetesi Çerçevesinde Türkiye ve Türkler, (Yayımlanmamış Doktora Tezi) İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2011. https://www.rekhta.org/ebooks/tahzeeb-e-niswan-shumara-number- 052-magazines(erişim 15.06.2019)

357 NASÎRUDDÎN ET-TÛSÎ’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ, İLMİ VE SİYASİ ALANLARA KATKISI Kerim AÇIK Abbasi Devleti Son Dönemi; Siyasal ve Sosyal Durum:

750-1258 yılları arasında hüküm süren Abbâsîler, İslâm tarihinde Osmanlılar’dan sonra en uzun ömürlü hânedandır. İslâm medeniyeti en parlak devrini bu hânedan zamanında yaşamıştır. Abbâsîler uzun müddet siyasî sahada hâkimiyeti ellerinde tutmuşlar ve bir iki fâsıla hariç, son günlerine kadar İslâm dünyasının mânevî liderliğini de sürdürmüşlerdir. Abbâsî hilâfetinin İslâm tarihinde olduğu kadar dünya tarihinde de büyük bir yeri vardır. Abbasi Halifesi Mutasım’dan sonra devlet içerisindeki Türklerin etkisi giderek artmıştı. Abbasi Devleti’nin siyasi birliği IX. yüzyılın ortalarından sonra çözülmeye başlamıştı. 847 tarihinden itibaren halifelerin otoritelerinin zayıflaması, Abbasi Devleti’nin parçalanmasına sebep oldu. Abbasi sınırları içinde kısa ömürlü olan yeni devletler kuruldu. Abbasi Devleti Sınırları İçinde Kurulan Devletler Mısır’da Tolunoğulları ve Ihşidiler, Kuzey Afrika’da Aglebiler, Horasan’da Tahiriler, Maveraünnehir’de Samanoğulları, Irak ve İran’da Büveyhoğulları’dır. Bu devletlerden Büveyhoğulları 945 yılında Bağdat’ı işgal ederek halifeyi baskı altına aldı. Gazneli hükümdarı Mahmut, Abbasi halifesini bu baskıdan kurtararak halifeden “sultan” unvanını aldı. Büveyhoğulları bir süre sonra halifeyi yeniden baskı altına alınca, 1055 yılında Bağdat’a giren Büyük

 Doç. Dr. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arapça Mütercim-Tercümanlık Bölümü Öğretim Üyesi 358 Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, halifeyi bu durumdan kurtardı. Bu olaydan sonra Abbasiler, Bağdat’taki varlıklarını yaklaşık 250 yıl daha sürdürdü. Ancak bu dönemde, siyasi ve askerî güç olarak etkili olamadılar. Halifeliği ellerinde bulundurdukları ve Arap olmayan diğer Müslümanlara da eşit davrandıkları için bütün İslam dünyasında saygı ve ilgi gördüler. Abbasiler’de İlim ve Kültür Hayatı: İslâm dünyasında filolojik, dinî, sosyal ve tabii ilimler sahasındaki ilk çalışmaların bir kısmı Emevîler devrinde başlamış olmakla birlikte, bu çalışmaların sistemli bir şekilde ele alınarak müstakil birer ilim dalı haline gelmesi Abbâsîler devrinde olmuştur. Mısır, Suriye, Filistin ve Güney Anadolu’nun fetihleri sırasında Müslümanlar, Yunan kültürüyle karşılaştı. Önemli bilim merkezleri olan Urfa, Antakya, İskenderiye’de Eski Yunan medeniyetine ait yazma eserler buldular. Eflatun, Aristo gibi filozofların, Öklid gibi matematikçilerin, Ptolemaios (Ptolemyos) gibi tıp bilginlerinin eserleri, Yunancadan Süryaniceye çevrildi; daha sonra da Müslümanlar tarafından Süryaniceden Arapçaya çevrilerek İslam dünyasında bilimsel çalışmalar geliştirildi. 750- 850 yılları arasında bir asır devam eden tercüme faaliyetleri sonunda, müsbet ilimler sahasında İslâm dünyasında büyük âlimler yetişti. Bu çalışmalar, özellikle Harun Reşid, Memun ve Mutasım zamanında en ileri boyutlara ulaştı. İlk kütüphane Bağdat’ta kurulmuş, bunu Basra ve diğer şehirlerde kurulan kütüphaneler takip etmiştir. Bunlar arasında, zengin bir kütüphaneye sahip Beytü’l-Hikme adıyla ilim merkezi haline gelmiştir. Müslümanlar sadece antik dünyanın eserlerini tercüme etmekle kalmamış, ayrıca hem dinî hem de pozitif ilimler sahasında değerli eserler yazmışlardır. Bu eserler Suriye, İspanya ve Sicilya yoluyla Avrupa’ya geçerek Ortaçağ Avrupa dünyasını etkilemiştir. Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün Bağdat’ta kFğu (1065-1067) Nizâmiye Medresesi İslâm tarihinde ilk çekirdek üniversiteyi oluşturmuştur. Nizâmiye medreselerinde öğrencilerin yeme içme ve barınma ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bağdat Nizâmiye Medresesi Avrupa’da kurulan ilk üniversitelere de örnek olmuştur. Abbasiler Döneminden itibaren Müslümanlar, Hint ve Çin uygarlıklarından da yararlandı. Hintlilerden matematikte onlu sistemi alarak Hint rakamlarını yeniden düzenleyip kullandılar ve astronomi cetvellerinin hazırlanmasını öğrendiler. Ayrıca coğrafya, tıp, eczacılık alanlarında da

359 önemli bilgiler edindiler. Çinlilerden öğrendikleri kâğıt yapımını Semerkant’ta kurdukları kâğıt atölyelerinde geliştirdiler. Daha sonra, başta Bağdat olmak üzere diğer kentlerde de kâğıt üretimini başlattılar. Abbasi Devletinin Yıkılışı: 1258 yılında İlhanlı Hükümdarı Hülâgu Han, ordusu ile Bağdat’ı ele geçirerek Abbasi Devleti’ne son verdi. İlhanlılar Bağdat’ta bulunan kütüphaneleri tahrip ettiler. Kütüphanelerdeki on binlerce kitabın bir kısmını yakarken büyük bir kısmını da Fırat Nehri ne attılar. Bağdat’ı yakıp yıkarak büyük katliamlar yaptılar. Abbasi ailesinden kurtulabilenler Mısır’a gitti. Mısır’daki Memluk sultanı Baybars, Abbasi ailesinden Mustansır’ı Mısır’da halife ilan etti. Memluklu himayesindeki Abbasi halifeliği, Osmanlıların Mısır’ı fethine kadar (1517) Mısır’da devam etti. Nasîruddîn et-Tûsi’nin Hayatı:

11 Cemâziyelevvel 597’de (17 Şubat 1201) bugün İran sınırları içerisinde bulunan Horasan’ın Tûs şehrinde dünyaya geldi. Kum veya Hemedan yakınlarındaki Cehrûd Sâve’den olan ailesi daha sonra Tus’a yerleşmiştir. İlim tahsiline babasıyla başladı. 15 yaşından itibaren çeşitli merkezlere ilim yolculuklarına başladı. Muînüddin Sâlim b. Bedrân el- Mâzinî el-Mısrî’den fıkıh; Ferîdüddin Dâmâd’dan ve Râzî’nin öğrencisi Kutbüddin el-Mısrî’den felsefe dersleri aldı. Ferîdüddin Dâmâd’dan İslam dünyasının ünlü filozofu İbn Sînâ’nın eserlerini özellikle el-İşârât ve’t-

360 tenbîhât1 adlı eserini okudu. Moğol istilâsının bölgeye yayılmaya başlaması yüzünden huzuru kaçan Tûsî, Kûhistan bölgesinin İsmâilî mezhebine2 mensup yöneticisi Nâsırüddin b. Muhteşem’in daveti üzerine Kûhistan’a3 giderek orada verimli ilmî çalışmalar yaptı. Şerhu’l-İşârât, Ahlâk-ı Nâsırî4 ve Tahrîrü’l-Mecistî5 gibi önemli ilmî ve felsefî eserlerini burada kaleme aldı. Ancak çok geçmeden İsmailîlerle arası açıldı. Kaynaklara göre bu durum onun Abbasi Halifesi Müsta‘sım Billâh’a yazdığı bir mektuptan kaynaklanmıştır. Tûsî’nin halifeyle mektuplaştığını öğrenen Kuhistan hâkimi, onu hapse attırdı. Bir süre sonra İsmailîler’in merkezi olan Alamut Kalesi’ne gönderildi. Bir süre sonra Alamut kalesi, Moğollar tarafından kuşatıldı. Tûsî, Alamut hâkimi Rükneddin Hürşah’a Hülâgü’ye karşı koymanın bir işe yaramayacağını anlattı ve kaleyi ona teslim etmesini tavsiye etti. Kalenin teslim edilmesinde Tûsî’nin rolünü öğrenen Hülagu, Tûsî’yi yanında tuttu. Tûsî, Hülâgû’nün Abbasî Devleti’nin başkentini ele geçirdiği Bağdat seferine katıldı. Bu savaşın akabinde Hülagü’yü ikna ederek Maraga’da bir rasathane ve 400 bin kitaptan oluşan bir kütüphane kurdu. Birçok ünlü âlimi davet ederek burada kıymetli çalışmalara imza attı.

Ölümü:

1 İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) mantık, fizik ve metafiziğe dair en son görüşlerini ihtiva eden eseri. 2 Altıncı imam Ca‘fer es-Sâdık’ın oğullarından en büyüğü İsmâil’in imam olması gerekirken diğer oğlu Mûsâ el-Kâzım’ın bu görev için belirlenmesi konusunda çeşitli sebepler ileri sürülmüştür. Bunlar arasında İsmâil’in babasından üç yıl önce vefat ettiği rivayeti önemli bir yer tutar. Diğer bir rivayette İsmâil’in, içkiye ve kadınlara düşkünlüğü yanında Ca‘fer es- Sâdık’ın kendisiyle ilgisini kestiği ve lânetlediği Ebü’l-Hattâb el-Esedî ile dostluk kurması yüzünden imâmetten mahrum edildiği belirtilmektedir. Bir rivayete göre ise İsmâil, Ca‘fer es- Sâdık’ın ölümünden (148/765) beş yıl sonra sağ olarak Basra çarşısında görülmüştür. İsmâil’in imâmetini iddia edenler arasında onun ölüp ölmediği hususu ihtilâflıdır. Ölmediğini, takıyye gereği ölmüş gibi göründüğünü ileri süren sayıca az bir topluluğa karşı onun babasından önce öldüğünü, kendisi için sabit olan imâmet görevinin evlâtlarına intikal ettiğini söyleyen ve İsmâil’in kölesi Mübarek’e nisbetle Mübârekiyye diye anılan grup çoğunluktadır. Asıl İsmâiliyye’yi teşkil eden bu zümreye göre İsmâil b. Ca‘fer adına kurulan bu fırka daha sonra oğlu Muhammed b. İsmâil el-Mektûm ile devam ettirilmiştir. Bkz. İsmailiyye DİA, c.23, İstanbul, 2001, s.128-133. 3 Kuhistan ilçesi, Afganistan'ın Faryab Vilayeti'ne bağlı olan 15 ilçeden birisidir. Yönetim merkezi Kal'a şehri olan ilçenin 2004 yılı nüfusu yaklaşık 38,200'dir. 4 Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) ahlâk ve ahlâk felsefesiyle ilgili temel konuları ele alan Farsça eseri. 5 Batlamyus’un (ö. 168 [?]) astronomiye dair Sintaksis veya Matematikis Sintaksis olarak anılan eserinin İslâm literatüründeki adı. 361 Tûsî, Bağdat’a yaptığı bir ziyaret sırasında hastalandı ve 18 Zilhicce 672/26 Haziran 1274 tarihinde burada vefat etti. İsnâaşeriyye’nin yedinci imamı Mûsâ el-Kâzım’ın türbesinin yanına defnedildi. İlmi Kişiliği: Sünnî ve Şiî kaynaklarında Tûsî’nin güzel ahlâklı, mütevazı ve insanlara karşı saygılı olduğu kaydedilir. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin düşünce yapısını birkaç evreye ayırmak mümkündür. Eğitim çağı olan ilk evre, onun babasından ve diğer Şiî-İmâmî âlimlerle Ferîdüddin Dâmâd gibi İbn Sînâ okuluna mensup düşünürlerden ders aldığı dönemdir. İkinci evresi, Kuhistan’ın İsmâilî hâkimi Nâsîrüddin b. Muhteşem’in daveti üzerine oraya gitmesiyle başlar. 654 (1256) yılında Kuhistan’ın Moğollar tarafından işgaliyle birlikte Tûsî’nin düşünce hayatının üçüncü dönemi başlar. İsmâilîlik’ten vazgeçtiğini açıkça ilân ettiği bu evre, onun müsbet ilimler ve Meşşâî felsefesiyle ilgili çalışmaları yanında felsefî kelâm alanında da eserler yazdığı dönemdir.6 Nasîrüddîn Tusi son yüzyıllarda Avrupa’da hakkında en çok araştırma yapılan, eserleri yüzyıllarca orta ve yakın doğuda ders kitabı olarak okutulan kendisine “kâinatın âlimi” lakabı verilen büyük bir âlimdir. Hem filozof hem de pozitif bilimlerle ilgilenen Tûsî’nin uzmanlığı bir alanla sınırlı değildir. Mantık, felsefe, kelam, ahlak, matematik ve astronomide uzmanlaşan ayrıca siyaset, madenbilim, tıp, tarih, coğrafya, fıkıh, tefsir ve tasavvuf gibi çeşitli alanlarda 186 civarında eser kaleme almış olan son derece zeki bir bilim adamıdır. Dinî ve felsefî konularda görüş alış verişinde bulunmak üzere İslam dünyasının farklı bölgelerinde yaşayan Sadreddin Konevî, Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî ve Şemseddin Hüsrevşâhî gibi âlimlerle mektuplaşan her türlü bilimsel yaklaşıma değer veren açık görüşlü araştırmacı akademik bir kişilğe sahiptir. İrandaki en büyük Teknik Üniversitesine Tusi’nin adı verilmiştir. Ay’da keşfedilen voklan kraterlerinden birine onun ismi verilmiştir. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarında Sovyet bilim adamları tarafından keşfedilen gezegene onun adı verilmiştir. Ayrıca bu sene doğum yıl dönümünde onu onore etmek için Google arama motorunun armasına onun resmi ve çalışma aletleri koymuştur.

Tusi’nin Siyasi ve İlmi Hayata Etkisi:

6 TDV İslâm Ansiklopedisi’nin C.41, s. 442-445. 362 Tûsî, kendisini İslam bilim tarihinde unutulmaz kılan tarihî rolünü Moğolların İslam ülkelerini işgal ettiği bu kritik ortamda oynamıştır. Moğollar Alamut’u kuşattıklarında Tûsî, Alamut hâkimi Rükneddin Hürşah’a Hülâgû’ya karşı koymanın bir işe yaramayacağını anlattı ve gizlice orayı terkedip kaleyi ona teslim etmesini tavsiye etti. Kalenin tesliminde Tûsî’nin bu rolünü öğrenen Hülâgû onu yanına alarak iltifatta bulundu. Hatta bazı kaynakların belirttiği üzere Tûsî’yi vezir yaptı.7 Moğolların durdurulamaz yıkıcı gücünün hiç olmazsa ilim alanındaki tahribatını önlemek için büyük çabalar sarf ettiği söylenebilir. Gücü karşısında devletlerin yıkıldığı Hülagu’yu savunmasız bir âlim olarak Tûsî’nin tek başına durdurması elbette beklenemez. Tûsî, bazı Arap milliyetçisi araştırmacıların bunu bir hainlik olarak değerlendirmelerine karşın, çareyi durduramadığı gücün yanında yer almakta görmüştür. Tûsî’nin hem İsmailîler ile hem de ardından Hülagu ile olan ilişkilerinde maslahatçı bir tutum benimsediğini görmekteyiz. O, düşmanı karşısında bir hükümdar veya kumandan gibi değil, gücünün farkında olan realist bir filozof gibi hareket etmiştir. Tûsî muhalefet etmek yerine, Moğol hükümdarına yaklaştı, yol gösterdi, akıl verdi, onun faydalı işler yapmasına önayak oldu. Moğollar belli bir ilim ve medeniyet perspektifinden yoksun oldukları için ilim adamlarına karşı tarafsız ve hatta muhtaç bir tavır sergilemişlerdir.8 Daha sonra Tûsî, Hülâgû’nün Abbasî Devleti’nin başkentini ele geçirdiği Bağdat seferine katıldı. Bazı kaynaklar son Abbâsî halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın Tûsî’nin tavsiyesiyle öldürüldüğünü kaydeder. Bilhassa Takıyyüddin İbn Teymiyye (Minhâcü’s-sünne, III, 445-446) ve İbn Kayyim el-Cevziyye (İğāsetü’l-lehfân, II, 679) bu konuda Tûsî’ye ağır eleştiriler yöneltmiştir. Ancak Bağdat’ın işgali ve halifenin öldürülmesi konusunda geniş bilgi veren kaynakların hiçbirinde bu husus yer almaz. İbn Kesîr de bu rivayeti şüpheyle karşılamaktadır (el-Bidâye ve’n-nihâye, XVII, 514). Meraga Rasathanesi: Tûsî’nin Hülâgû nezdindeki saygınlığı, özellikle müsbet ilimlerdeki faaliyetlerini yürütmek için maddî destek bulmasına vesile oldu. Hülâgû’yu ikna ederek Azerbaycan’ın Merâga şehrinde kendi dönemine kadar İslâm coğrafyasında yapılan en büyük rasathânenin kurulması için ondan kaynak

7 TDV İslâm Ansiklopedisi’nin C.41, s. 442-445. 8 Murat Demirkol, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı: IV, Kasım 2010, s.40. el-Emin, Hasen, el-İsmailiyyun ve’l-Muğul ve Nasîreddin et-Tûsî, (Beyrut: el-Ğadir yy., 1997), s. 60- 75. 363 sağladı. Tûsî, 657 (1259) yılında tamamlanan rasathânenin yanında büyük bir kütüphane kurdurttu. Özellikle Moğollar’ın Bağdat işgali sırasında buradan kurtardığı kitapları ve diğer şehirlerden birçok kitabı buraya getirtti. Çeşitli İslâm memleketlerinde tanınmış ilim adamlarını burada topladı. Felsefe, mantık ve kelam alanında Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî, geometri ve astronomi alanında Müeyyidüddin el-Urdî ed- Dımaşkî, matematik alanında Fahreddîn-i Merâgî ve İbn Ebü’ş-Şükr el- Kurtubî, tıp alanında Fahreddîn-i Ahlâtî gibi uzman kişiler bu rasathânede çalışmaya başladılar. Rasathânede Çin’den gelen Fau Mun Ji adlı bir astronom da vardı. Tûsî, Hülagu üzerindeki etkisini kullanarak kurduğu vakıflarla Rasathaneye gelir sağlamış ve bu seçkin âlimlere maaş bağlamıştır. Oluşturulan bu kurumsal yapıyla Merâga’daki bu rasathâne bilimsel araştırma merkezi olarak faaliyetlerini yaklaşık elli yıl sürdürmüştür. Semerkand, Çin ve Avrupa’da astronominin gelişimine büyük bir etkisi oldu. Astronomi ile ilgili olarak: 1. Rasathanende kullanılan astronomi aletlerinin birçoğu bizzat Tûsî tarafından icat edilmiştir. Bunların en önemlisi, “teodolit” aletinin daha basit örneği olan semt ve irtifa belirlemede kullanılan “torquetum” diye bilinen bir alettir. 2. Tûsî astronomi çalışmalarında Batlamyus’un yer merkezli sisteminin yanlışlarını tadil ederek yine yer merkezli başka bir sistem önermiş, yerin durağanlığı ve yer merkezli sistemin delilleri hakkında şüpheler ileri sürmüştür. 3. Tûsî astronomi kataloglarını içeren Zîc-i İlħânî’yi yazmaya başlamış, ancak ölümü yüzünden eser yarım kalmıştır. 4. Kutbuddin Şirâzî ve İbn Şatır gibi bu alanda uzman öğrenciler yetişitrmiştir. Ayrıca rasathane kendi çağına ve sonraki çağlara damgasını vurmuş, birçok bilim adamının teorilerine kaynaklık etmiştir. Öyle ki Kopernik astronomisinin matematiksel yapısının, Merağa Rasathanesi’nin çalışmalarından alındığı söylenmektedir. Unesco 2008’i Meraga Rasathanesi yılı ilan etmiştir. Bu rasathanenin kuruluşu ve dünyanın çeşitli uluslarından bilim adamlarının bir araya gelip bilgi üretme çalışmaları, batıda bilimin ilk kaynağı olarak görülmüştür. Matematik:

364 Trigonometriyi ilk defa müstakil bir bilim olarak ele alan Tusi olmuştur. Öklit’in (MÖ. IV. yy.) “Elemanlar” adlı eseri üzerine yazdığı Tahrir-i Oklides, alanında yüzyıllarca önemli bir eser olarak kabul görmüştür. Ayrıca Tûsî’nin Kitabu Şekli’l-Gıta adlı eseri, matematik ve trigonometri alanında dönüm noktası olmuştur. Onun bu eserinde trigonometri, astronomiye hiçbir göndermede bulunmadan matematiğin müstakil bir dalı olarak tezahür etmiştir.9 Tûsî’nin matematik bilimlerdeki önemli katkılarından biri onun tahrîr projesidir. Yunan ve erken dönem İslam bilim çalışmalarında kullanılan matematik bilimlere dair metinleri daha önce Ebherî’nin yaptığı gibi yeniden, anlaşılır, yanlışlıklardan arınmış ve zaman içinde değişen unsurları da gösterek standart metinler halinde yazdı. Bu çalışma Öklid’in yanısıra Batlamyus’un el-Macestî, ve Theodosius, Hypsicles, Autolycus, Aristarchus, Archimedes, Menelaus, Sābit b. Kurra ve Benü Mūsā gibi müelliflerin el- Mutavassıtât diye adlandırılan çalışmalarını kapsamaktaydı. Bu tahrîr projesinde kaleme alınan Tahrîru Öklîdis’te Tûsî Öklid’in beşinci postulatı olan “paraleller postulatı”nı yeterince doyurucu bulmamış ve onu “Tûsî postulatı”yla değiştirmiş, bu postulatı kanıtlamada başarılı olamamışsa da Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Hatta Sir Lanuckneri’nin XVIII. yüzyılda uzay geometrisini Tûsî’nin düzlem hendesesi prensiplerinden beşinci prensip üzerine kurduğunu söyleyen bilim adamları vardır. Ahlak: Tûsî’nin bilim çevrelerinde matematik, mantık, astronomi, felsefe ve kelam disiplinlerindeki araştırma ve eserleriyle ünlenmesine karşılık geniş halk kitleleri onu ahlakçılığıyla, daha doğrusu Ahlak-ı Nasırî adlı meşhur ahlak kitabıyla tanımaktadırlar. İbn Miskeveyh’e ait Tehzibu’l-Ahlak ve Tathîru’l-Â’râk adlı Arapça ahlâk kitabını esas alarak ama Farabî ve İbn Sina’nın ahlâk ve siyaset ile ilgili kitaplarından da faydalanmak suretiyle yeni bir eser vücuda getirmiştir.10 Felsefe:

9 Dabaşi, Hamid, “Filozof Vezir Hace Nasîrüddîn et-Tusi ve Döneminin Entelektüel İklimi”, S. H. Nasr (ed.) İslam Felsefesi Tarihi (İstanbul: Açılım Kitap, 2007) içinde, c. 2, s. 202. 10 Sultanov, Rahim, “Nasîreddin Tûsî ve Ahlak-ı Nasırî Adlı Eseri”, Ahlâk-ı Nasırî (Ankara, Fecr Yayınları, 2005) 365 Şerhu'l-İşârât ve’t-Tenbihât adlı eserinde Nasîreddin Tûsî, İbn Sina’nın felsefî görüşlerine bağlı kalmış, ona yöneltilen eleştirileri en iyi biçimde cevaplamaya çalışmıştır. Bununla birlikte o, bazı konularda İbn Sina’dan ayrılmış ve farklı görüşler benimsemiştir. Bu ayrılıklar, temelde onun felsefesinin İbn Sinacı karakterine zarar vermemiştir.11 Musikî: Tûsî'nin musîkîye ait risâlesi, Risâle fî İlmi'l-Mûsikâ, Paris Milli Kütüphanesi 2466 numarada, çeşitli konularda risâleler içeren başlıksız bir yazmanın içerisinde (vr. 197-198) bir bölümdür ve dünyadaki tek nüshadır. Tûsî mûsikî ilmini; te'lif (beste) ve îkâ´ olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. Sonuç Tusi, yaşadığı dönemin siyasi olaylarına ve ilmi çalışmalarına etkisi olmuş ve bu yönüyle tarihe mal olmuş önemli bir kişiliktir. Siyasi olayların çok karışık olduğu ve hızlı geliştiği bir dönemde bir bilim adamı olarak yapabileceği en iyi rolü üstlenmeye çalışmıştır. Moğol hükümdarı Hülagü’nün yanında yer alması günümüzde bile tartışmalara neden olmaktadır. Bu konuda Şia âlimleri onu göklere çıkarırken suni âlimler ağır eleştiriler getirmektedir. Bu da bize Tusi’nin olumlu ya da olumsuz siyasal tarih üzerine bir etkisi olduğunu göstermektedir. Bilim adamı olarak ahlaki ve felsefi alanlarda çok değerli eserler veren Tusi, özellikle astronomi ve matematik alanında ilim dünyasına yaptığı katkılardan dolayı günümüz bilim adamlarından tarafından hak ettiği saygıyı görmektedir.

11 366 HİNT ALT KITASI ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN ÖNCÜLERİ Muhsin Ramazan İŞSEVER Hint Alt Kıtası geniş coğrafi yapısı ve sahip olduğu doğal zenginliklerle farklı dönemlerde pek çok devletin iştahını kabartmıştır. Hint alt kıtasındaki ticaret, ziraat, zanaat, her anlamda bir zenginliğe sahip olduğunun şöhreti Avrupa’ya kadar ulaşmıştı. XV ve XVI. yüzyılda bölgeye görünürde ticaret amacı ile gelmeye başlayan Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi Batılı devletler, zamanla bölgeyi hâkimiyetleri altına alarak kendi aralarında da var olan bölge kaynaklarından yararlanma mücadelesi içine girmişlerdir. Alt kıtada Türk soylu devletlerin hüküm sürmekte olduğu bir dönemde Avrupa’dan Hint alt kıtasına ilk ayak basan Portekizli Kâşif şehrinin 1(کالی کٹ) Vasco Da Gama 20 Mayıs 1498 tarihinde Kâlîkat limanına ulaşmıştır.2 Aynı şekilde 1503 yılında Portekizli korsan Afonso de Albuquerque Hindistan’ın Goa şehrinin sahillerini ele geçirerek, bu liman şehrinde sömürge hâkimiyeti kurmuştur. Portekizlerin Hindistan’daki bu zenginliği gözleriyle görerek haberdar olması diğer Avrupalı egemen güçleri de harekete geçirmeye yetmiştir. Portekizler bu bağlamda Batılı güçlerin bölgeyi hâkimiyetleri altına almasında yol göstericilik görevi görmüştür. Bu olanlardan karşısında Kâlîkat Hâkimi Mısır Memluklerinden ve Osmanlı Devletinden yardım talep etmiş ancak Portekizlilere karşı üstünlük sağlanamamıştır. 3 Ardından bölgeye 1602 yılında Hollandalılar ve 1606 yılında İngilizler, Doğu Hindistan Şirketi bölgede kurulmuştur. İngiltere 1606 yılından itibaren, "Doğu Hindistan Şirketi" adı altında tüccarlarını deniz yoluyla Hint alt kıtasına göndererek, ilerleyen süreçte bölgede var olan Fransa, Danimarka, Portekiz, Hollanda gibi sömürgeci devletleri arkasında bırakmış, bölgenin ekonomik ve ticari gücünü tekeline almayı başarmış ve diğer Batılı güçler alt kıtadan geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bölgeye en son gelen Batılı sömürge gücü olan Fransız Doğu Hindistan Şirketi 1664 yılında kurulmuştur. Ancak İngilizler karşısında o da

 Araş. Gör., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Urdu Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı. 1 Günümüzde Kozhikode olarak anılan bu şehir, Hindistan'ın Kerala eyaletinde yer almaktadır. 2 Hava Önalan, Osmanlı – Portekiz İlişkileri ve Hint Okyanusu Siyaseti (XVI. Yüzyıl) Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2017, s. 45. 3 Sayyid Kâsım Mahmûd, İslam ki Ahyâî Tahrekeyn or Âlem-i İslâm, Alfaysal Yayınları, Lahor, 2012, s.27, 123, 197. 367 diğer Batılı güçler gibi yenilgiye uğramış ve alt kıtayı terk etmek zorunda kalmıştır.4 İngilizler alt kıtanın doğal kaynaklarından faydalanabilmek için sadece kendileri söz sahibi olmayı istemişler ve bunun için de stratejik olarak çalışmalar yaparak bölgeyi zamanla tamamen ele geçirmişlerdir. VI. Babürlü Türk Hükümdar Âlemgîr Ebü’l-Muzaffer Muhammed Muhyiddîn Evrengzib (1658-1707) döneminde İngilizler tam anlamda yayılmacı politika izleyemese de, hükümdarın 1707 yılında ölümünden sonra zayıflayan saltanat sayesinde İngilizlerin alt kıtayı ele geçirme mücadelesi hızlanmış ve kolaylaşmıştır.5 1764 yılında İngilizlerle yapılan Baksar savaşı sonucunda Babür Devleti yenilgiye uğramış ve Şah Âlem (Ebü’l-Muzaffer Celâlüddîn Mîrzâ Abdullāh Âlem Alî Cevher), İngiliz himayesine girmeyi kabul etmiş ve Bihar, Orissa, Bengal’in kontrolünü İngilizlere bırakmış ve 1803 yılında Delhi’nin de hâkimi olmuştur.6 Şah Âlem İngilizlerden maaş alan bir memur durumuna düşmüştür.7 1857 yılında Sipahi Ayaklanmasından sorumlu tutulan II. Bahadır Şah (Ebü’l-Muzaffer Sirâcüddîn Muhammed Bahâdır Şâh b. Ekber Şâh) Burma’nın Rangun şehrine sürgün edilmiş ve ailesi İngilizler tarafından kurşuna dizilmiştir.8 İngilizler, alt kıtada Protestan dininin misyonerliğini 1813 ve 1833 kanunları ile desteklemeleri, Başbakan Lord Palmerston gibi bazı ileri gelen yetkililerin bölge halkının Hristiyan dininin nimetlerinden istifade etmeleri için kendilerine Hindistan’ın Tanrı tarafından lütfedildiği tarzındaki açıklamalar bölge halkının tepkisini çekmiştir. Bunun yanı sıra Hindu dininin gereği olan satinin9 yasak edilip dul kadının evlenmesinin mümkün kılan, din değiştirmenin mirasa engel olmaması için kanun çıkarmaları gibi eylemler Hinduların bir hayli tepkisini çekmiştir. Müslümanlar da kendilerinde olan yönetimin İngilizlere geçmesinden, misyonerlik faaliyetlerinden rahatsızlık duymuşlardır. Yerli Hint sanayisinin İngilizler tarafından iflas ettirilmesi ve işsizliğin yayılması gibi durumlar da toplumu genelini ilgilendiren bir durum haline gelmiştir.10 Son olarak Enfild marka

4 Sayyid Kâsım Mahmûd, A.g.e., s. 123. 5 Sayyid Kâsım Mahmûd, A.g.e., s. 123. 6 Azmi Özcan, “Şah Âlem”, DİA, c. XXXVIII, İstanbul 2010, s. 250-251. 7 Azmi Özcan, “Bâbürlüler”, DİA, c. IV, İstanbul 1991, s. 404-405. 8 Azmi Özcan, “Bahadır Şah II”, DİA, c. IV, İstanbul 1991, s. 456. 9 Sati, Hindu dininde eşi ölen bayanın kendilerini öldürme göreneğidir. 10 Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, III, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987, s. 290-300. 368 tüfeklerin mermilerinin Hinduların kutsal saydığı inek yağı ve Müslümanların haram saydığı domuz yağıyla yağlandığı gerekçesiyle halk ayaklanmasının fitili yerli askerlerin İngiliz subaylara karşı harekete geçmesiyle başlamıştır.11 Ticarî görünümde başlayan bu sömürgeleştirme hareketleri zamanla alt kıtada Hristiyan misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla devam etmiştir. Bölge halkı, İngilizlerin XVII. yüzyılın başlarından itibaren ticaretle bölgede tutunup daha sonra da yönetimde olan boşluktan istifade ederek hâkimiyeti ele geçirmesi karşısında ilk etapta direnç gösterememişlerdir. Toplumun ileri gelenleri gizli ve açık bir şekilde halkın haklarını koruma yoluna gitmiştir. Toplumun din, eğitim ve siyaset gibi alanlarda söz sahibi olması için gerekli oluşumları meydana getirmiş ve bu amaç dâhilinde çalışmalar yürütmüşlerdir. 1857 yılında Hint-Türk imparatorluğunun yıkılması ile İngiltere bölgede mutlak hâkimiyet kurmuş ve böylece İngiliz sömürgesi resmiyet kazanmıştır. İngilizlerin yönetimi tamamen ele geçirmesiyle, yönetenden yönetilen pozisyonuna geçen Hint alt kıtası halkı, özellikle de bölgedeki Müslümanlar, için buhranlı dönemler de başlamıştır. Aslında sömürge devletlerinin alt kıtaya ayak basmasıyla başlayan bölge insanının dış güçlerden olan rahatsızlığı bu tarihten itibaren, İngilizlerin hâkimiyetinden çıkmanın yollarını ciddi bir şekilde aramaya başlamıştır. Bu da alt kıta Müslümanları ve diğer alt kıtada yaşayan unsurlar arasında özgürlük mücadelesi ruhunun tam manada inkişaf etmesine kapı aralamıştır. İmam-ı Rabbânî Ahmed Es-Sirhindî (1564-1624) Hint alt kıtasındaki Müslümanları zalim idarecilerden ve hurafelerle dolmuş dini cemaatlerden kurtarmak için çalışmalar yapmıştır. Mevdudî onu alt kıtadaki İslam’ın kurtarıcısı olarak görmüştür. Ekber Şah ve Cihangir zamanındaki siyasî, ahlakî, ilmî, sosyal konulardaki problemlerin ıslahı için çalışmıştır.12 Bu da halkın ileriki dönemlerde İngilizlere karşı harekete geçmesine bir öncü hareket olmuştur. Bâbür devletinin çöküşe geçmeye başladığı bir dönemde yaşamış olan Hint alt kıtası ıslahatçısı Şah Veliyullah Dihlevî (1703-1762) Babür hükümdarına mektuplar göndererek iktisadî, idarî ve toplumsal konularda ıslahat yapmasını tavsiye etmiştir. Aynı zamanda alt kıtada güçlenen Batı

11 Yusuf Hikmet Bayur, A.g.e., s. 308-309. 12 Hamid Algar, “İmam-ı Rabbânî”, DİA, c. XXII, İstanbul 2000, s. 194-199. 369 sömürgesi karşısında Babür hükümdarın ülkeyi güçlendirmesi ve Batılı güçler tarafından gelebilecek olası saldırılara karşı hazırlık yapmasını talep etmiştir. Hilafetin saltanata dönüşmesini de eleştiren Şah Veliyyullah, ulemâyı ve toplumun her kesimine üstünü düşen sorumluluklardan geri durmamaları gerektiğini hatırlatmıştır. Delhi şehrindeki Rahîmiye Medresesinde yapmış olan Şah Veliyyullah, fikirlerini bu medreseden alt kıtaya hatta tüm İslam âlemine yaymayı başarmıştır. Onun görüşlerinin sıkı takipçisi olan Ubeydullah Sindhî de bu ideal ve fikirlerin tüm Müslümanlar arasında yayılmasına destek vermiştir.13 Şah Veliyyullahtan sonra ondan feyizlenmiş, aynı ekolün mürebbilerinden ders almış olan Seyyid Ahmed b. Muhammed İrfân-ı Birîlvî (1786-1831) İngilizlerin alt kıtada günden güne hâkim tek güç olduğu ve Babürlülerin nüfuzunu yitirdiği bir devirde İngilizlerle ve Sihlere karşı mücadele vermiştir. Sindh, Hind ve Horasan’da halkını yabancı güçlere karşı örgütleme çalışması yapmıştır. Bâlâkot’ta Sihlere karşı verdiği savaşta Yâr Muhammed’in ihaneti sonucu Sihler tarafından şehid edilmiştir.14 Yukarıda zikrettiğimiz ıslahatçı şahsiyetler ve onların oluşturduğu ekoller, daha sonradan İngilizlere karşı oluşacak olan Hindistan bağımsızlık mücadelesinin temelini atmıştır. Bağımsızlık mücadelesinde yer alan öncülerin çoğunluğu onların fikirlerinin ve oluşturduğu zemin üzerinde hareket etmişlerdir. Bağımsızlık mücadelesinin öncü şahsiyetlerinden olan Şeyhülhind lakabıyla meşhur Mahmûd Hasan Diyûbendî (1851-1920), Seyyid Ahmed Han (1817-1898), Muhammed İkbal (1877-1938), Mevlânâ Ebu’l-Kelâm Âzâd (1888-1958) büyük ölçüde Şah Veliyullah Dihlevî ve Ahmed Es-Sirhindî’den etkilenmiş ve içlerindeki hürriyet duygularını bu şahsiyetlerle beslemişlerdir. Hint âlimi ve fikir adamı Mahmûd Hasan Diyûbendî (1851-1920), İngiliz eğitim sisteminin verdiği olumsuzluklarla mücadele etmek amacıyla Nezâretü’l-maârifi’l-Kur’âniyye’yi 1913 yılında özel olarak yetiştirdiği öğrencilerine kurdurmuştur. Seyyid Ahmet Han’ın kurduğu Batı tarzında eğitim veren Mohammadan Anglo-Oriental High School ile Daru’l-Ulûm medreseleri arasında öğretim görevlisi ve öğrenci değişimi programı anlaşmasını imzalayarak iki farklı ekolü yakınlaştırma ve fikirsel ve zihinsel bir bütünlük hedeflemiştir. İngilizlerle mücadele edebilmek için

13 M. Sait Özervarlı, “Şah Veliyyullah”, DİA, c. XXXVIII, İstanbul 2010, s. 262-267. 14 Rıza Kurtuluş, “Ahmed Şehîd”, DİA, c. II, İstanbul 1989, s. 134-135. 370 Müslümanların fikirsel paydada bir bütünlük sağlaması, birlik ve beraberlik açısından çok önemli bir husus olmuştur. Trablusgarp ve Balkan savaşları esnasında (1911-1913) öğrencilerini Osmanlı’ya yardıma çağırmış ve bu aynı zamanda Hint Müslümanlarını tek bir safta birleştirmek ve birlik ruhu vermek açısından önemli bir hamle olmuştur. Mahmûd Hasan halka İngilizlere karşı harekete geçirecek konuşmalar yapmış, Hilafet hareketini desteklediğini bildirmiştir. Aligarh Koleji’nin İngilizlerle dostça münasebetinden dolayı Câmia Milliye İslamiyye ismiyle bir üniversite kurmuştur. Yaptığı bir toplantı sonrasında, beş yüz civarında âlimin imzasıyla İngilizleri Müslümanların en büyük düşmanı ilan etmişlerdir. Ubeydullah Sindhi gibi özel olarak yetiştirdiği öğrenciler alt kıtadaki bağımsızlık mücadelesine katkılarda bulunmuşlardır.15 Hindistanlı fikir adamı ve yazar Seyyid Ahmed Han(1817-1898), 1857 sipahi ayaklanmasında tarafsız kalarak Hint halkı ve İngilizler arasında arabuluculuk görevini yerine etmiştir. Bicnor şehrindeki İngilizlerin Mîrut’a intikalini sağlayarak onların hayatlarını kurtarmıştır. Aynı şekilde İngiliz askerlerinin yerli masum halka saldırmalarına birçok defa engel olmuştur.16 İngiliz hükümetinin Müslümanlar hakkındaki hatalı olan görüşlerini düzeltmek için çalışmalar yapmıştır. Müslümanların da yönetim de yer alabilmesi için çabalamış ve hükümet meclisinde onların da olup görüşlerine yer verilmesinin zaruri olduğunu ifade etmiştir. Buna yönelik olarak Hint Müslümanlarının eğitim düzeyinin yükselmesi için Batılı tarzda okullar açmış ve onların toplumda saygın bir yer kazanması için çalışmalar yapmıştır. Asbâb-ı Bagâvat-i Hind eserini Bağımsızlık savaşından bir yıl sonra telif etmiş ve Müslümanların bu ayaklanma hareketine niçin katıldığına açıklamalar getirmiş ve hareketin içinde diğer dinlere mensup yerli halkın da katıldığını dile getirmiştir. Bu ayaklanmanın sebeplerinden birinin İngilizlerin alt kıtada izlediği yanlış siyaset olduğunu da vurgulamıştır. 17 Seyyid Ahmed Han siyasi yönden bir çalışmayı reform için gerekli bir araç görmemiş, bunun yerine eğitim ve bilim alanlarında yapılacak reformların başarıya ulaşacağına inanmıştır. Onun için siyaset bir amaç değil toplumsal şuuru artırdıktan sonra kendiliğinden geleceğine

15 Abdulhamit Birışık, “Mahmûd Hasan Diyûbendî”, DİA, c. XXII, Ankara 2003, s. 366-367. 16 Mustafa Öz, “Seyyid Ahmed Han”, DİA, c. II, İstanbul 1989, s.73-75. 17 Muhammed Ali Çırâg, Akâbirîn-i Tahrîk-i Pakistan, Sang-i Mîl Publications, Lahor 2003, s. 161-162. 371 inanmıştır. Onun büyük toplumsal reform resminde siyasetin yeri varsa da en son gelmekteydi.18 Hindistanlı Müslüman düşünür Muhammed İkbal (1877-1938), alt kıta Müslümanlarının kültürel ve siyasal kimliklerinin muhafaza etmek için ayrı bağımsız bir devlet fikrini desteklemiştir. Hint halkına sınırlı yönetim hakkı verilmesi için 1931 yılında yapılan II. Yuvarlak Masa Konferansına katılmış ve Muhammed Ali Cinnah ile görüşmelerde bulunmuştur.19 Hint Müslüman toplumunun geleceğinin garanti altına alınması ve özgürce yaşayabilmesi için bir kalıcı bir çözüm olarak bağımsız devlet fikrinin gerekliliğini savunmuştur. 1857 ayaklanmasından sonra yönetimden tamamen silinen Müslümanlar, İngilizler ve onların desteğini alan Hindular tarafından zulümlere maruz bırakılmıştır. Kültürel kimliklerine yönelik saldırılar, Müslüman Hint toplumun ortak dili olan Urduca ve Farsça dilinin devlet dairelerinden kaldırılması gibi birçok kabullenilemeyecek baskılar sonucu İkbal Müslümanlara devlet şeklinde örgütlenmesi çağrısı yapmış ve bunun İngiliz ve Hindu tasallutuna karşı boğun eğmekten kurtulmanın bir çaresi olduğunu savunmuştur. İkbal Cinnah’a 28 Mayıs 1937’de yazdığı mektupta Hint Müslümanlarının çoğunluk teşkil ettiği yerlerde bir yâda daha fazla Müslüman devlet kurulması gerektiğini yazmıştır. Bu yoğun çabalar sonuçsuz kalmayarak 1947’de Pakistan adıyla Hintli Müslümanlar bağımsızlığını kazanmıştır.20 Hindistanlı gazeteci-yazar, ilim ve siyaset adamı Ebü’l-Kelâm Âzâd (1888-1958), Seyyid Ahmed Han’ın modern düşüncelerinden etkilenmiş, geleneksel düşüncenin yeniden yapılanması gerektiğini savunmuştur. İngilizlerin 1905’te Bengal’i iki idarî bölgeye ayırmasının alt kıtada halkı tarafından tepkiyle karşılanması ve siyasi karışıklık ortamı Ebü’l-Kelâm’ı siyasetin içinde yer almaya itmiştir. Alt kıtadaki Müslümanlarının bağımsızlığı için siyasi oluşumların kurulması gerektiğine inanan Ebü’l- Kelâm bağımsızlık hareketlerine gizliden ve açıktan yardım etmiştir. 16 yaşında iken 1904 yılında ilk gazetesini çıkarmış ve yayın organlarında muhtelif görevlerde yer alan Ebü’l-Kelâm, bu tecrübelerini bağımsızlık ruhunu destekleyecek ve halkı harekete geçirecek olan El-Hilal gazetesini Haziran 1912 tarihinde çıkarmıştır. Mevlana Muhammed Ali ve Ebü’l-

18 Mohammed Sadiq, Çeviren Funda Keskin Ata, Türk Devrimi ve Hindistan Özgürlük Hareketi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2018, s.18-20. 19 Mehmet S. Aydın, "İkbal, Muhammed", DİA, c. XXII, İstanbul 2000, s.17-23. 20 Celal Soydan, İkbal’e Dair, Hece Yayınları, Ankara 2016, s.190-197. 372 Kelâm Âzâd İngilizce olarak yayım yapan Comrade ve Urdu dilinde yayım yapan Al-Hilâl gazeteleri yardımıyla Hint halkını İngilizlere karşı cesaretlendirmeye ve onlardan gelecek herhangi bir teklife karşı uyanık olmaları için çabalamıştır.21 Tarihçiler bu gazetenin Hint Müslümanlarını siyasi anlamda uyandırma etkisinin diğer yayımlanan gazete ve dergilerin toplamından daha etkili olduğunu belirtmiştir.22 İngilizler tarafından bu derginin kapatılmasının akabinde el-Belâġ gazetesiyle mücadelesine devam etmiştir. Bu dergide yasaklanmış ve 1920 Temmuz ayında Ebü’l-Kelâm’ın ısrarcı tavrı, Müslümanların Allah’tan başkası karşısında eğilmeyeceğini belirtmesi, dünyevi makamların ve gücün onları bağlamadığı, üzerlerinde kontrol yetkisinin olmadığını haykırmıştır. Bu konuşmalar İngiliz hükümetini harekete geçmiş ve onu önce sürgüne göndermiş ve sonrasında hapsetmiştir.23 1920 Haziran ayında serbest bırakılmasının akabinde Bengal’in Hilafet Kongresi liderliğini üstlenmiştir. Karaçi’de yapılan Hilafet Kongresi’nin toplantısında İngilizlerin ordusunda yer alan yerli askerlere hitaben: “Allah’ın laneti yağmur demeti gibi üzerinize yağıyor ve eğer bu lanetten kurtulmak istiyorsanız İngilizlere kulluk yapmaktan vazgeçin dedim askerlere. Hindistan’daki İngilizler askerlere hitaben ise, bu ses bu boğazda sıkışmadığı müddetçe de bu sözlerimi devam ettireceğimi haykırdım. Bu can bu bedende oldukça da sabah-akşam benim birinci farz olarak yapacağım iş bu olacaktır.”24 Ebü’l-Kelâm Aralık 1921’de Kalküta’da bir konferansta verdiği hitap sebebiyle tekrar tutuklanmış ve bir yıl sonra serbest bırakılmıştır. 1923’te Delhi’de yapılan hususi oturumda Hint Müslüman ve Hindulara seslenerek birlik olmaları çağrısında bulunmuş ve ihtiyaçlarının Müslüman kahraman yâda Hindu kahraman olmadığını sadece Hindistan’ın hakkını savunacak kahramanlara ihtiyaç olduğunu söylemiştir. Aynı sene Hindistan Kongre Partisi’nin başkanı seçilmiş ve bu görevi 1946 yılına kadar ifa etmiştir. Gandhi, Pandit Nehru ondan fikir almaya önem göstermişlerdir. Gandhi onun vatana bağlılığının kendi dini olan İslam’a bağlılığı kadar kuvvetli

21 G. Allana, Çeviren: Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal, Bir Milletin Yaratıcısı Cinnah, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ocak 1982, s.67. 22 Ziyâeddîn Ahmad Baranî, Azamat-i Rafta, İdâra-i İlm-ü Fen, Karaçi 2000, s.471. 23 Mohammed Sadiq, A.g.e.,s.53. 24 Muhtâr Ahmad Makkî, Tahrîk Âzâdî ke Musalmân Mucâhidîn ki Dâstân Tahrîk Âzâdî ke Numâyinda Muslim Mucâhidîn, Çûhdrî Gûlâm Rasûl and Sons Publishers, Lahor, s. 29- 30. 373 olduğunu söylemiştir. Ebü’l-Kelâm İslam’ın nefreti, dar görüşlülüğü ve soyla övünmeyi ortadan kaldırmak için geldiğini söylemiştir.25 Ebü’l-Kelâm, İslam birliği ve Hint alt kıtasının özgürlüğü mücadele etmiş en önde gelen isimlerindendir. Osmanlı hilafetini destekleyen bir isim olduğu gibi aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de her zaman yanında olduğunu göstermiştir. Hilafetin hala Türkiye’de olduğuna inanmış ve devlet başkanının da halife olarak kabul edilmesini istemiştir.26 Pakistan Devleti’nin kurucusu Muhammed Ali Cinnah (1876-1948), 1896 yılında Londra’dan Hindistan’a dönmüş, avukatlığın yanında siyasete de girmeyi tercih etmiştir. 1900 yılında yarı zamanlı olarak İngiliz mahkemesinde avukat olarak hukuk alanında çalışmaya başlayan, sulh mahkemesinde baş yargıçlığa kadar yükselen Cinnah, kısa sürede bu meslekte ünlenmiş ve “Mahkemenin (Baro) Muhteşem Aslanı” olarak anılmıştır. Hak, hukuk alanındaki maharetinin de yardımıyla Hint halkının hakkını ve hukukunu koruyup özgürce yaşamaları için siyasi faaliyetlerde bulunmuştur.27 Siyasi güç kazanmak için şiddet yolunu kesin bir şekilde reddeden Cinnah, Maratalar’ın lideri, Kongrenin 1905 yılında Benares’te yapılan toplantının başkanlığını yapan Gopal Krişna Gokhale gibi devlet adamlarının siyasi fikirlerinden etkilenmiş ve yolundan gitmeye karar vermiştir. Gokhale Cinnah’ı Hindu-Müslüman birliğinin en iyi elçisi olarak gördüğünü dile getirmiş, Cinnah da buna karşılık olarak “Müslümanların Gokhalesi” olmayı istediğini söylemiştir. 28 1913 yılında Gokhale ve Cinnah Londra’ya giderek İngiliz Hükümeti’nden bazı konularda reform istemişlerdir. Londra’da bulunduğu esnada Cinnah, Mevlana Muhammed Ali ve Sayyid Vazîr Hasan ile görüşmüş ve Vazîr Hasan tarafından Tüm Hindistan Müslümanları Birliği’ne katılma daveti almıştır. 27 Aralık 1913 tarihinde Birliğin Karaçi’deki toplantısına katılan Cinnah 1916 yılında bu birliğin başına geçmiştir. 29 Kongre-Birlik’te önemli bir konuma sahip olan Cinnah iki tarafı birleştirmek için harekete geçmiştir. İngiliz Hükümeti tarafından birçok engellemelere rağmen 1915 yılında Bombay’da işbirliği konferansını Tac Mahal Otel’de düzenlemiştir. Bu konferansta iki taraf da Birlik Komiteleri oluşturmuş ve reform tekliflerine açık olacakları konusunda anlaşmışlardır. Kongre-Birlik birlikteliğini güçlendirmek için

25 Muhtâr Ahmad Makkî, A.g.e., s. 29-32. 26 Azmi Özcan, “Seyyid Ahmed Han”, DİA, c. X, İstanbul 1994, s. 335-336. 27 Muhtâr Ahmad Makkî, A.g.e., s. 451-453. 28 G. Allana, A.g.e.,, s.58-60. 29 Rekin Ertem, "Cinnah, Muhammed Ali", DİA, c. VIII, İstanbul 1993, s. 16-18. 374 Laknov’da 30-31 Aralık 1916 tarihlerinde beraberlik toplantısı gerçekleştirilmiş ve komiteler arasında Laknov Paktı olarak bilinen anlaşma imzalanmıştır. 30 Cinnah, Tac Bahadır Sapru, Srinisava Sastri ve Vazîr Hasan ile birlikte Eylül 1917 tarihinde Laknov Paktı ile İngilizlerden istenen reformları görüşmek üzere Londra’ya bir heyetle gitmiş, istenen reformların Hindistan’a verilmesinin gerekliliğini anlatmışlardır. İngilizler Müslüman- Hindu birliğinin kendilerine her geçen gün büyüyen bir tehdit olarak gördüğünden iki grubun arasını açmak için yazılar yayımlamıştır. Cinnah bu yazılara karşı çıkarak Bombay’da düzenlenen bir mitingde İngiliz yönetimini uyarmıştır. Halkın reform isteğini görmezden gelen İngilizler, halkın isyana kalkışması korkusuyla “Rowlat Kanunu” nu yürürlüğe koymuştur. Cinnah bu olayların ardından Gandhi’nin önderliğinde başlayan pasif direnişe ve Hilafet hareketinin faaliyetlerine katılmamıştır.31 Cinnah Gandhi’nin dini kisveye büründüğüne inanmış ve Gandhi’nin hâkim olmaya başladığı Kongre’den ve Hilafet hareketi gibi dini oluşumlarla yakınlaştığı gerekçesiyle de Birlik’ten istifa etmiştir. Halkın İngilizler karşısında birleşmesi için çabalarından hiç vazgeçmeyen Cinnah üç sene kadar siyasete ara verse de tekrar Hint halkının özgürlüğü ve birliği için siyasî çalışmalarına devam etmiştir. 1937 yılında Cinnah’ın rehberliğinde Müslüman Birliği Partisi Kongre Partisiyle birlikte seçimlere girmiş, ancak Müslümanlara yeterince yer verilmemesi ve Kongre partisinin Birlik ile koalisyonu reddetmesi ve kurulan eyalet yönetimlerinin Müslümanlara ayrımcılık ve baskı uygulaması gibi unsurlar yol ayrımına sebep olmuştur. Bugün Minar-e-Pakistan olarak var olan Lahor’daki anıtın bulunduğu yerde iki ulus tasarısı olarak bilinen Müslümanlar için ayrı bir devlet oluşumu kararı alınmıştır. 14 Ağustos 1947 yılına kadar devam eden özgürlük mücadelesi yeni bir ülke olan Pakistan’ın kurulmasıyla sonuçlanmış ve Cinnah bu ülkenin kurucusu olmuştur.32 Yukarıda zikrettiğimiz isimler dışında da alt kıta özgürlük hareketine öncülük eden pek çok şahıs bulunmaktadır. Mevlana Zafer Ali Han, Zemindâr gazetesi kanalıyla harekete öncülük etmiş, Muhammed Ali Cevher ve Şevket Ali kardeşler mücadelenin bizzat içinde yer alarak bir dönem İngilizler tarafından mahkûm edilmişlerdir. İngilizlerin 1606 yılında bölgeye yerleşmelerinden, 1857 yılında yönetimi ele geçirmelerine kadar geçen

30 G. Allana, A.g.e.,, s.75-77. 31 Rekin Ertem, A.g.e., s. 16-18. 32 Muhtâr Ahmad Makkî, a.g.e., s. 456-458. 375 süreçte İngilizlere karşı direnç gösterenler olmuş ancak asıl bağımsızlık hareketi 1857 yılından sonra yapılmıştır.

Kaynakça Algar Hamid, “İmam-ı Rabbânî”, DİA, c. XXII, İstanbul 2000. Allana G., Çeviren: Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal, Bir Milletin Yaratıcısı Cinnah, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ocak 1982. Aydın Mehmet S., "İkbal, Muhammed", DİA, c. XXII, İstanbul 2000. Baranî Ziyâeddîn Ahmad, Azamat-i Rafta, İdâra-i İlm-ü Fen, Karaçi 2000. Bayur Yusuf Hikmet, Hindistan Tarihi, III, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987. Birışık Abdulhamit, “Mahmûd Hasan Diyûbendî”, DİA, c. XXII, Ankara 2003. Çırâg Muhammed Ali, Akâbirîn-i Tahrîk-i Pakistan, Sang-i Mîl Publications, Lahor 2003 Ertem Rekin, "Cinnah, Muhammed Ali", DİA, c. VIII, İstanbul 1993. Önalan Hava, Osmanlı – Portekiz İlişkileri Ve Hint Okyanusu Siyaseti (XVI. Yüzyıl), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2017. Öz Mustafa, “Seyyid Ahmed Han”, DİA, c. II, İstanbul 1989

Özcan Azmi, “Bâbürlüler”, DİA, c. IV, İstanbul 1991. Özcan Azmi, “Bahadır Şah II”, DİA, c. IV, İstanbul 1991. Özcan Azmi, “Şah Âlem”, DİA, c. XXXVIII, İstanbul 2010. Özcan Azmi, “Seyyid Ahmed Han”, DİA, c. X, İstanbul 1994. Özervarlı M. Sait, “Şah Veliyyullah”, DİA, c. XXXVIII, İstanbul 2010. Kurtuluş Rıza, “Ahmed Şehîd”, DİA, c. II, İstanbul 1989.

376 Mahmûd Sayyid Kâsım, İslam ki Ahyâî Tahrekeyn or Âlem-i İslâm, Alfaysal Yayınları, Lahor, 2012. Mahmûd Sayyid Kâsım, İslam ki Ahyâî Tahrekeyn or Âlem-i İslâm, Alfaysal Yayınları, Lahor, 2012. Makkî Muhtâr Ahmad, Tahrîk Âzâdî ke Musalmân Mucâhidîn ki Dâstân Tahrîk Âzâdî ke Numâyinda Muslim Mucâhidîn, Çûhdrî Gûlâm Rasûl and Sons Publishers, Lahor 2005. Sadiq Mohammed, Çeviren Funda Keskin Ata, Türk Devrimi ve Hindistan Özgürlük Hareketi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2018. Soydan Celal, İkbal’e Dair, Hece Yayınları, Ankara 2016.

377 FELSEFE DÜNYASININ YILDIZI FARABİ Abdullah KIZILCIK ÖZET Ünü bütün dünyaya yayılan ve eserleriyle zamanımıza kadar şöhretini koruyan Farabi Türk dünyasında tanındığı gibi İslam âleminin ilk filozofu olarak tanınan ilim ve hikmet adamıdır. Nitekim Farabi, İslam’ın altın çağında İslam Felsefesinin kurucusu ve Avrupa’da İkinci Muallim ünvanı ile ilim ve fikir dünyasına tesiri olan büyük bilge ve filozof şahsiyettir. İlahiyattan metafiziğe, felsefeden mantığa, ahlaktan siyasete, fizikten astronomiye ve psikolojiden musikiye kadar bütün ilimlerle meşgul olmasına rağmen Farabi daha çok felsefe, metafizik, fizik, ahlak ve siyasetle ilgilenmiş ve irili ufaklı Arapça olarak 100 kadar eser kaleme almıştır. Neticede Farabi’nin İslam dünyasının ilk filozofu olarak tanınması ve Avrupa’da eserlerinin yıllar önce çalışma konusu yapılması bizi, onun eserleri üzerinde yoğunlaşmaya sevk etmiştir. Bu sempozyumda da çağımızın ihtiyaç duyduğu mutluluğun elde edilme yollarından bahseden “Tahsilü’s-Saâde” adlı eseri üzerinde durulup buradan kısa notlar paylaşılacaktır. Anahtar Kelimeler: Farabi, Felsefe, İslam Felsefesi.

STAR OF THE WORLD OF PHILOSOPHY FARABI SUMMARY Farabi, whose fame is spread all over the world and preserves its fame with its works until the time, is a scientist known as the first philosopher of the Islamic world. As a matter of fact, Farabi, the founder of Islamic Philosophy in the golden age of Islam and the second teacher in Europe with the title of a great wise and philosophical person who influenced the world of knowledge and ideas. Although he was interested in all the sciences from theology to metaphysics, from philosophy to logic, from morality to politics, from physics to astronomy and from psychology to music, Farabi was mostly interested in philosophy, metaphysics, physics, morality and politics, he wrote about 100 works in Arabic languages. After all, the recognition of

 Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [email protected]. 378 Farabi as the first philosopher of the Islamic world and the fact that his works in Europe were worked on many years ago led us to concentrate on his works. In this symposium, we will focus on his famous work Tahsilüedens-Saâde which mentions the ways of getting the happiness needed by our age and some short notes will be shared from this book. Keywords: Farabi, Philosophy, Islamic Philosophy.

Klasik İslam felsefesinde “şehir, şehirli, medeniyet, sivil siyaset” terimleri arasındaki kavramsal ilişkiyi felsefi bir temele dayandıran düşünür Farabi’dir. Felsefeyi 908 yılında Bağdat’a gelen Yuhanna b. Haylan’dan öğrendiği rivayet edilen Farabi, Antakya’dan Bağdat’a kadar yayılan “İskenderiye Felsefe Ekolü” temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Tüm eserlerini Arapça olarak kaleme alan Farabi, mevcut İslami ilimleri yeni bakış açısı ile değerlendirmiş ve Batı felsefesine yeni anlamlar kazandırmıştır. Farabi, metafizikte Aristo’yu, siyaset felsefesinde Eflatun’u takip etmiştir. Bu arada felsefeyi İslam kültürü içerisine alırken Aristo ve Eflatun’dan birleştiği ve ayrıldığı noktalar olmuştur. Nitekim Batı Felsefesinden yararlanmış olsa bile o her zaman Batı ile Doğu arasında dinî ve kültürel doku farklılığı bulunduğu gerçeğiyle eserlerini kaleme almıştır. Daha doğrusu doğu ile batıyı ortak müştereklerde birleştirme yoluna gitmiştir. Farabi İslam felsefesinin kurucusu olarak Türk-İslam dünyasına ait mirasımızın en önemli siması ve felsefe dünyasının yıldızıdır. Kaleme aldığı onlarca eserleri ile ilim dünyasına birçok alanda ve özellikle de felsefe alanında katkıda bulunmuştur. Nitekim “İslam Dünyasının Filozofu” olarak tanınan Farabi, İlahiyattan metafiziğe, felsefeden mantığa, ahlaktan siyasete, fizikten astronomiye ve psikolojiden musikiye kadar birçok alanda eserler telif etmiştir. Mantık alanındaki çalışmalara katkısından dolayı İslamiyet’in altın çağının “2. Muallimi” olarak tanınan Farabi, mutluluğu elde etme yolları ile ilgili eserleri nedeniyle de “Mutluluk Filozofu” olarak da tanınmıştır. Büyük bir İslam düşünürü, Türk bilge ve filozofu olan Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed Farabi, 870 yılında bugünkü Kazakistan’ın güneyinde yer alan Otrar kenti yakınlarında dünyaya gelmiştir. Buhara, Semerkant, Merv ve Belh üzerinden geçerek zamanın, İslam âlemindeki siyasi, idari ve kültürel başkenti olan Bağdat’a kadar gitmiş, Harran, Halep, 379 Şam ve Mısır’a seyahatlerde bulunmuştur. Eserlerinin büyük bir bölümünü 20 yıl kadar kaldığı Bağdat’ta Arapça olarak kaleme almıştır. 942 yılında Hamdânî Emiri Seyfüddevle’nin daveti üzerine Halep’e giden Fârabî, burada büyük itibar görmüş ve son yıllarını geçirdiği Şam’da seksen yaşlarında 950 senesinde de vefat etmiştir.33 Bütün ilimlerle meşgul olmasına rağmen Farabi, felsefe, metafizik, fizik, ahlak ve siyasetle ilgilenmiş ve irili ufaklı 100 kadar eser telif etmiştir. Bu eserlerin önde gelenleri şunlardır: el-Fusûlu’l-Medenî (Medeniyet Bahisleri) adıyla siyaset felsefesine dair kaleme aldığı bu eserinde Farabi siyaset, ahlak ve metafizik konularını ele alır. ‘Siyaset Felsefesine Dair Görüşler’ adıyla Prof. Dr. Hanifi Özcan tarafından çevirisi yapılan eser İFAV Yayınları tarafından neşredilmiştir (2. Baskı, İstanbul 2014). Bir diğer önemli eseri, el-Medînetü’l-Fâdıla (Erdemli Şehir veya Toplum/İdeal devlet)’dır. Mutlu ve medeni şehir ile mutlu ve mutsuz şehir ile mutsuz ve gayr-i medeni şehirleri tanımlayıp ideal siyasi sistem ile ilgili açıklamalarda bulunduğu en önemli eserlerinden birisidir. ‘İdeal Devlet’ adıyla Prof. Dr. Ahmet Arslan tarafından açıklamalı çevirisi yapılan eser, Divan Kitabevi tarafından neşredilmiştir (Ankara 2015). es-Siyâsetü’l-Medeniyye (Medenî Siyaset), Farabi’nin siyaset ve felsefeye dair görüşlerini ortaya koyduğu bir diğer önemli eseridir. Bu eserinde Farabi yine mutlu ve mutsuz kentlerin özelliklerinden bahsetmektedir. Bu eser, Mehmet Aydın, Abdulkadir Şener, M. Rami Ayas tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir (Ankara 1980). Mutluluğun elde edilmesine dair görüşlerinin yer aldığı Tahsîlu’s- Saâde (Mutluluğun Elde Edilmesi) eserinde Farabi’nin siyaset felsefesi ile ilgili eserlerindendir. Mutluluğun Kazanılması anlamına gelen Tahsilü’s- Saâde, Prof. Dr. Ahmet Arslan tarafından çevirisi yapılmış ve Divan Kitabevi tarafından neşredilmiştir (İstanbul 2012). Farabi’nin İslam felsefesine, mantığa, siyaset ve ahlaka dair kaleme alınan et-Tenbîh alâ Sebîlu’s-saâde (Mutluluğu Elde Edilme Yolları) aldığı eser, mutlu olmanın yollarını göstererek mutluluğun değerinden iyi ve erdemli olmanın şartlarından bahsetmektedir. Böylece mutluluğa giden yolun mantık bilgisine vakıf olmakla olduğu ifade edilmektedir. ‘Mutluluk

33 Necip Taylan, İslam Felsefesi, Ensar Yayınları, 9.Baskı, İstanbul, 2016. 380 Yoluna Yöneltme’ adıyla Prof. Dr. Hanifi Özcan tarafından çevirisi yapılan eser, İFAV Yayınları tarafından neşredilmiştir (2. bs. İstanbul 2014) Ayrıca eser, Litera Yayıncılık tarafından neşredilmiştir (İstanbul 2008). Farabi’nin “İslam Dünyasının İlk Filozofu” olarak tanınması ve Avrupa’da eserlerinin yıllar önce çalışma konusu yapılması bizi de yapılan eserlerinin bir dökümünü çıkarmaya sevketmiş ve bu maksatla Farabi’nin K. el-Musîka adlı eserinin tıpkıbasımını yayınlamaya sevketmiştir.34 Bu saydığımız eserler, mevcut eserleri arasında en önde gelenlerdendir. Farabi’nin ana dili olan Türkçe yanında Arapça ve Farsçayı iyi bildiği, Süryanice ve Soğdca’yı da öğrendiği rivayetler arasında yer almaktadır. Farabi’nin Arapça olarak kaleme aldığı dokuz adet orijinal eseri 1907 yılında Mısır’da, on adet risalesi de Haydarabat’ta neşredilmiştir. İhsâu’l- Ulûm (çeviri: Prof. Dr. Ahmet Arslan), el-Medinetu’l-Fâdila (çeviri:Seyfi Say; Nafiz Danışman), Tahsîlu’s-Saâde (Çeviri: Hüseyin Atay; Prof. Dr. Ahmet Arslan), Kitâbu’l-Hurûf (çeviri: Ömer Türker), Kitabu’l-Burhan (Çeviri: Ömer Türker), Kitabu’l-Mille (çeviri: Yaşar Aydınlı) gibi bazı eserleri de Türkçeye kazandırılmıştır. Sonuç olarak bilim öncülerine dair önemli simaları ve eserlerini tanıma çerçevesinde yapılan bu sempozyum, ilmi bir şahsiyetleri yakından tanıma fırsatı vermiştir. Bu maksatla bu sempozyumu düzenleyenlere teşekkür ediyor, bu gibi faaliyetlerin devam etmesini temenni edip saygılarımı sunuyorum.

Kaynakça Kızılcık Abdullah, Farabi’nin Hayatı ve K. El-Musika el-Kebir Adlı Eserinin Tıpkı Basımı, Demavend Yayınları, İstanbul 2017. Taylan Necip, İslam Felsefesi, Ensar Yayınları, 9.Baskı, İstanbul, 2016.

34Abdullah Kızılcık, Farabi’nin Hayatı ve K. El-Musika el-Kebir adlı eserinin Tıpkı Basımı, Demavend Yayınları, İstanbul 2017. 381 NİHAD M. ÇETİN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ Turgay GÖKGÖZ ÖZET Ülkemizde Arap Dili ve Edebiyatı sahasının tanınan en önemli hocalardan biri olan Nihat M. Çetin, sadece akademisyenlik yönüyle değil aynı zamanda nadide bir insan olarak da ilim dünyasında bilinmektedir. Özellikle Arap dili ile ilgili çalışmaları ve yazma eserlere dair uzmanlığı onu ülkemizde akla gelen en önemli üstatlardan biri haline getirmiştir. İlmi özelliklerinin yanı sıra insani hasletlerine de yer vereceğimiz bu çalışmada hocamızın öncelikle hayatına, ardından edebi kişiliği ve ilmi hayatına ve son olarak da eserlerine yer vermeye çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Nihad M. Çetin, Arap Dili, Biyografi.

NIHAD M. CETIN’S LIFE AND HIS LITERARY PERSONALITY SUMMARY Nihat M. Çetin, one of the most prominent teachers in the field of Arabic Language and Literature in Turkey, is known not only in academics but also in the world of science as a rare person. Especially his studies on Arabic language and his expertise in manuscripts made him one of the most important masters in our country. In this study, in which we will include human traits as well as scientific features, we will first try to give place to his life, then to his literary personality and scientific life, and finally his works. Keywords: Nihad M. Cetin, Arabic Language, Biography.

 Dr. Öğr. Üyesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Fen–Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [email protected]. 382 Giriş İstanbul Üniversitesinin tarihi, Fatih Sultan Mehmet’in 1453’de İstanbul’u fethinin ardından Medâris-i Semâniye (Sahn-ı Semân) adıyla kurduğu eğitim kurumlarına kadar uzanır. İslam tarihi boyunca önemli bir dil olarak addedilen Arapça öğretiminin bu kurumlarda o yıllarda başlamış olduğu düşünülebilir. Arapça öğretimi, 1874 senesinde Dâru’l-Fünûn Sultânîsi olarak açılan Edebiyât-ı Âliye Mektebi bölümünde de sürdürülmüştür. 15 Ağustos 1900 tarihinde gerçekleştirilen yeni düzenleme ile Darülfünûn-ı Şahane adını alan üniversitede Edebiyat Fakültesi açılmıştır. Böylece ülkenin ilk edebiyat fakültesi kurulmuş olunur. Fakültede Arap Dili ve Edebiyatı ile Fars Dili ve Edebiyatı bir arada 1938 yılında bir bölüm olarak diploma vermeye başlamış, 1963 yılından beri iki ayrı kürsü olarak faaliyetlerini sürdürmüştür Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, eğitim ve öğretim faaliyetlerine halen müstakil olarak devam etmektedir1. İlgili bu bölüm kuruluşunun ardından Alman Doğubilimci Helmut Ritter, Ahmed Ateş ve Nihad M. Çetin gibi ülkemizde alanın en değerli hocalarına ev sahipliği yapmıştır. 1. Hayatı Edebiyatçı, divan şairi, yazma eser uzmanı, bestekâr, ressam, hattat ve akademisyen olan Nihad M. Çetin hocamız, 14 Şubat 1340 (1924) tarihinde Amasya’nın Gümüşhacıköy kazasında yer alan Saray mahallesinde dünyaya geldi. Annesi Resîde Hanımefendi şair Cevherî’nin ailesine mensuptur. Babası ise Hüseyin Mazlum Efendi kültürlü ve aydın birisiydi. Büyük dedesi Ömer Efendi, Sultan Abdulaziz (1861-1876) zamanında sarayda hamlabaşıcılık2 yapmıştır. İlköğrenimini doğduğu kasabada aldı. Ortaokulu Niğde Orta Okulu, liseyi ise Yozgat Lisesi’nde parasız yatılı olarak tamamladı (1938-1943). Bu dönemde Osmanlıcanın yanında aruzu da iyi bir şekilde öğrenmiş ve bu vezinle şiirler bile nazmetmiştir. Ailesinin isteğiyle Hukuk Fakültesi’ne girişinin ardından burada bir sene okuduktan sonra öğretmenlik mesleğine ilgisi hasebiyle Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydoldu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü öğrencisi oldu. Buradaki eğitimi esnasında Fransız

1 (Çevrimiçi) https://arapdili-edebiyat.istanbul.edu.tr/tr/content/genel-bilgiler/tarihce 30.07.2020 2 Saray kayıklarında kürek çeken hamlacıların başı olup hükümdarın bindiği kayığın en önünde kürek çeken, aynı zamanda bostancı ocağının kayıkhane kısmının buyurucusu olan görevli. 383 Filolojisi ile Arap-Fars Filolojisi derslerini düzenli olarak takip etti (1944- 1948). Arap dili ve edebiyatı derslerine de dinleyici olarak devam etmiş, Prof. Dr. Helmutt Ritter3 ve Prof. Dr. Ahmet Ateş gibi şarkiyat sahasındaki büyük hocaların en iyi öğrencileri arasında yer almıştır. Ayrıca hocamız öğrencilik döneminde “Yaratılış“ Dergisi’ndeki yazılarıyla da bilinirdi. Kırk altı yıllık arkadaşı olan Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’nun ifadesine göre hocamız bütün öğrencilik yıllarında bir gece uyuyup ertesi gece uyumadan kendisini yetiştirmeye çalışmıştır4. Hocamız, 1949 yılında Yozgat Lisesi’nde tanıştığı ve başarılı öğrenciliğiyle ön plana çıkan Nevin Özkut ile Niğde’de evlendi ve Celaleddin ile Cem adlı iki oğlu oldu. 1948 yılında fakülteyi bitirdiğinde önce Adana Düziçi Köy Enstitüsü, akabinde Kayseri Lisesi’nde Türkçe ve edebiyat dersleri vermiş daha sonra da 1951 yılında yeni açılmış olan beş imam-hatip lisesinden birisi olan Kayseri İmam Hatip Okulu Müdürlüğü’ne atanmıştır ve bu vazifesi esnasında okulda adeta bir hizmetkâr gibi çalışmasının yanı sıra başta Erciyes olmak üzere yörenin bazı dergi ve gazetelerinde “Gündüzalp” müstear adıyla makaleler kaleme almaya başladı. Divan ve Halk edebiyatı sahalarında şiirler de nazmetmiştir. Hocası Ahmed Ateş’in ısrarları ve teşvikleriyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Kürsüsü’nde açılan asistanlık imtihanına girip başarılı olmuş ve 31.03.1953 tarihinde üniversiteye intisap etmiştir. 1955-1957 yılları arasında topçu teğmen olarak askerlik vazifesini yerine getirmiştir. 1958 yılında “Ebû Hâtim es-Sicistânî ve Kitâbu’l- Muzekker ve’l-Muennes’i” adlı teziyle doktor oldu. Bundan sonra Arap-Fars Kürsüsü’nün ikiye ayrılması nedeniyle Arap Filolojisi Kürsüsü asistanlığında kalan Nihad Çetin, Kasım 1964’de “Ebû Muhammad ez- Zevzenî ve Hamâsetu’z-Zurafâ’sı” adlı tez çalışmasıyla doçent oldu. 27 Nisan 1971 tarihinde de “Eski Arap Şiiri” adlı çalışmasıyla profesörlüğe

3 28 Şubat 1962 tarihinde dünyaya gelen Hellmut Ritter, Türkiye’de modern anlamda filolojik tetkik ve usüllerin tanınmasında ve uygulanmasında çok değerli hizmetleri bulunan ve dünya şarkiyatçılığının şüphesiz en önemli ismi olarak addedilen bir ilim adamıdır. Hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmed Ateş “ Hellmut Ritter, Şarkiyat Mecmuası, İstanbul, 1964, s. 5, s. 1. 4 Tevfik Rüştü Topuz, “Nihad M. Çetin”, DİA, C. VIII, s. 290; Hüseyin Yazıcı, “Kadîm Bir Üsküdarlı ve İstanbul Çelebîsi” Uluslararası İstanbul Sempozyumu VI, Editör: Coşkun Yılmaz, 2008, İstanbul, s. 221; Nurdan Şafak “Nihad M. Çetin”, Üsküdarlı Meşhurlar Ansiklopedisi, Üsküdar Belediye Başkanlığı Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Kültür Yayınları s. 132- 133; Coşkun Yılmaz, “Bir İlim Hazinesi Prof. Dr. Nihad Mazlum Çetin’in Ardından”, İslam Dergisi, Ağustos 1991, sayı: 96, s. 34. 384 yükselen Nihad Çetin, bu tarihten 1990 yılına dek Şarkiyat Enstitüsü Müdürlüğü’nü yapmıştır. 1965-1967 yılları arasında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde müdürlük yapmıştır. Doç. Dr. Orhan Bilgin’e göre “Bu vazifesi esnasında İstihkar ederek, sağlığını hiçe sayarak gece gündüz demeden enstitü’nün meselelerinin halline ve bu müesseselerinin gelişmesine sarf-ı mesai eylemiştir ”. Hocamız, söz konusu öğretim ve idari görevlerinin yanı sıra ilmi faaliyetlerine de ısrarlı bir şekilde devam etmiştir. Aslında asistanlığa başladıktan sonra Türkolojiyle ilgili birçok makale kaleme almıştı. Kendisinin Anadolu ve İstanbul kütüphanelerindeki çalışmalarının bir ürünü olan bu makalelerinde, bilinen eserlerin önemli yazmalarına yer verdiği gibi hiç tanınmayan eserleri de ele almıştı. Aslında Arap, İran ve Türk edebiyatlarının birbirleriyle olan ilişkilerini düşünerek bazı meseleleri İslam edebiyatı umumi seyri içerisinde ele almıştır5. 1965-1967 yılları arasında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde müdürlük görevini yerine getirdi. Üniversiteye intisabından 1986 yılına dek Millî Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılan İslâm Ansiklopedisinde ve Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde tahrir kurulu üyesi ve yazar olarak çalıştı. Bağdat ve Musul’a gerçekleştirdiği ziyaretler çerçevesinde Arap dili ve lehçeleri ile aruza dair verdiği konferanslardan ötürü Mecma‘u’l-Luğati’l- ‘Arabiyye bi’l-Mevsil’ın üyesi oldu. 1971 yılında sağlığının bozulmasına rağmen emekliliğine değin Şarkiyat Enstitüsü müdürlüğünü sürdürdü ve Şarkiyat Mecmuası’nı VII. sayısına kadar çıkardı. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Senato üyesi, Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı başkanı, akabinde Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı vazifelerini yürüttü6. 2. Edebi Şahsiyeti Nihad M. Çetin dinî ve millî değerlere bağlı, İslâmî prensiplere saygılı, ahlâk ve edep timsali kişiliğiyle kendisini tanıyan her seviyedeki insanın sevgi ve takdirini elde etmiş; geniş ve çok yönlü bilgilerini ve tecrübelerini öğrencilerine ve dileyen herkese cömert bir şekilde sunan, ayrıca erdemli yaşayışıyla örnek bir şahsiyet teşkil eden bir eğitimci ve hoca olarak ülkenin başta ilim ve eğitim öğretim kurumları olmak üzere çeşitli

5 Osman Şahin, “Nihad M. Çetin’i Vefatının 20. Yılında Saygıyla Anıyoruz, Âlim, Şair ve Hattat”, Türk Edebiyatı, Sayı: 459, İstanbul, 2011, s. 44; Tevfik Rüştü Topuz, “Nihad M. Çetin, Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, s. VIII, İstanbul, 1998, s. 2; Yazıcı, a.g.e., s. 222; Yılmaz, a.g.e., s. 34. 6 Topuz, a.g.m., DİA, C. VIII, s. 290. 385 kadrolara oldukça değerli elemanlar yetiştirmiştir. Nihad M. Çetin’în son derece titiz ve yöntemli ilmî çalışma tarzı, araştırmacılar için örnek teşkil etmiştir. Kendisinin hat sanatıyla ilgilendiğini, klasik ve halk musikisine büyük bir sevgi beslediğine ve sporlar arasında Güreşe büyük bir ilgi duyduğunu da belirtmek gerekmektedir. Bu faaliyetlerinin arasında “Milletlerarası Şark Tetkikleri Cemiyeti’’nin (1954-1991), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun ve Irak İlimler Akademisi’nin de (1979-1991) üyeliğini yaptı. Bu minvalde Musul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bazı konferanslar verdi (9-27 Nisan 1978). Ayrıca Türkiye-Mısır Kültürel ve Bilimsel Değişim Programının 1. maddesi uyarınca Mısır’da bilimsel incelemelerde bulundu (1984)”7. Eserlerini hazırlarken ele aldığı mevzulara dair uzun inceleme ve araştırmaların ardından elde ettiği özlü ve orijinal hükümler onun ilmî dirayeti ve kabiliyeti ile çalışmalarındaki ciddiyeti ilme vermiş olduğu değeri gösteren deliller arasındadır. İlmî dirayeti ve ifade disiplini dünya ilim çevrelerince de kabul görmüş ve takdir kazanmıştır. Özellikle Arap ülkelerinde klasik Arapça yerine “lehçeler Arapçası”nın ikame edilmesi fikrini savunan akımları Arap dil, kültür ve tarih bütünlüğünü ihlâl etmesi yanında İslâm ülkelerinin “din dili”ni de bozacak teşebbüsler olarak niteleyip tenkit etmesi, ayrıca Arap dili ve edebiyatı sahasındaki diğer isabetli görüşleri ve değerlendirmeleri Arap bilim dünyası tarafından takdir edilmiş ve bunun neticesinde Mecma‘u’l-Luğati’l-Arabiyye’ye Türk üye olarak seçilmiştir. Türk-İslâm kültürüne tam manasıyla vâkıf olan Nihad M. Çetin, özel hayatı ve kişiliğiyle de bu kültürün mensubu olduğunu göstermiş ve ondan ilham alıp eserler kaleme almıştır. Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûnu’nu ve Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk’ını örnek alarak aruz vezniyle nazm ettiği mesnevisinde “Sen gelirken gidişin hüznü düşer hâtırıma / Dil-i sûzân-ı fi- rakım yeniden nâra düşer” beytiyle Şeyh Galib’inkine benzeyen bir platonik aşkı kıvrak ve içten bir şekilde ifade etmiş, böylece günümüzde de bu kültürle yoğrulan bir kişinin istendiğinde başarılı bir sanat eseri icra edebileceğini ispatlamak istemiştir. Buna rağmen kendisine, şiir yazmaya neden devam etmediği

7 Topuz, “Nihad M. Çetin, Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, s. 2. 386 sorulduğunda, “Divan edebiyatında Şeyh Galib’e, hece de ise Seyrânî’ye ulaşamayacağımı anladığım için” diyerek söz konusu büyük ustalara olan hayranlığını belirtmiştir. Bu cevap biraz da kendisinin ihtiyat ve titizliğinin bir ifadesi sayılabilir. Henüz lise yıllarındayken aruz vezniyle şiir yazan Nihad M. Çetin’in güftesi de kendisine ait nihâvend bir beste denemesi bulunmaktadır. Herhangi bir hocadan hüsn-i hat meşketmemiş olsa da bireysel çalışmalarıyla bu alanda da kendisini yetiştirmiştir. Ancak bu sahanın kendi ihtisas alanını daha çok ilgilendiren ilmî ve tarihî tarafıyla meşgul olarak orijinal sayılan oldukça mühim tesbit ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Bütün bu çalışmalarını, hastalığı başladığında Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi "Arap [yazı]" maddesinde özetlemiş olup bu bilgiler söz konusu maddedeki yoğunluğu ile başka hiçbir yerde bulunmamaktadır. Hat konusuna olan hâkimiyeti, kendisinin dünyada yazmalara dair en iyi ve doğru bilgilere sahip uzmanlarından biri olmasından kaynaklamaktadır. Nihad M. Çetin, uzun yıllar süren çalışmalarının sayesinde yazma eserlerde kullanılan muhtelif rumuzların birçoğunu çözmüştür8. Ayrıca İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezî tarafından çıkartılan Fennu’l-Hat adlı kitaptaki makalesinde Arap yazısının tekâmülünün, Osmanlılar’a kadar hangi dönemlerde kimlerin elinde geliştiğini ilmen ortaya koymuştur. Herhangi bir sanata meyilli olan birisinin diğer sanat dallarında da başarılı olabileceğini düşünen hocamız harflerin estetiğinden daha çok ardındaki manalarla meşgul olmuştur. Hat alanı hocamızın asıl alanı olmamasına rağmen bu sahada çok derin bilgilere sahipti. “İslam Hat Sanatının Doğuşu ve Gelişmesi” başlığını taşıyan makalesi IRCICA tarafından yayımlanan “İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı” adlı eserin başında yer almaktadır. Bu çalışmasında hocamızın istifade ettiği kaynaklara bakıldığında aslında kendisinin ne kadar da titiz olduğu ve kendisinin de “tetebbu ahlakı“ olarak adlandırdığı bu özellik aslında bütün araştırmacılarda bulunmalıdır. Bu kitabın Arapça baskısının bir nüshası, İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'nin 10. yılı münasebetiyle tertip edilen törende kendisine takdim edildiğinde, rahatsızlığından ötürü bir öğrencisine yazdırıp okuttuğu teşekkür konuşmasında şu cümlelerle duygularına tercüman olmuştur9:

8 Topuz, a.g.m,, DİA, C. VIII, s. 290-291. 9 Şahin, a.g.e., s. 45; Topuz, a.g.m., DİA, C. VIII, s. 290-291. 387 “...Naçiz şahsım hakkında izhâr ve ibzâl buyurduğunuz takdire teşekkür için kelime bulamıyorum. Bunu kadirşinaslık şeklinde görmek kendimde bir kıymet tevehhüm etmek olur. Daima dostlarım ve talebelerim beni olduğum gibi değil, istedikleri gibi görmüşlerdir. Hayatım boyunca İslâm kültür ve sanatlarıyla meşgul oldum. Zaman zaman bu medeniyetin azametini hissettim. Fakat hissiyatıma mağlub olma endişesiyle bu büyüklüğü ifadeden kaçındım. Bugün şunu kuvvetle ve emin olarak söyleyebilirim ki İslâm medeniyeti beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı ve uğratmayacaktır...”10. Aslında bu kadar müstesna bir kişiliğe sahip olan hocamızı anlatmaya kelimelerin kifayetsiz kaldığını görmekteyiz. Nihad hocamızın gerçekten de zor şartları altında yakacak bir şeyi olmadığı için kış mevsiminde paltosuyla günlerce sabahladığını, bu da yetmediğinde de göğsüne ve sırtına gazete sayfaları koyarak soğuktan korunmaya çalıştığını, yiyecek bir şeyi olmadığı için paltosunun cebinde devamlı olarak kırık leblebi taşıdığını ve açlığını bastırmak için tane tane yediğinden bahsedilmektedir11. Prof. Dr. Hüseyin Yazıcı hocamız, hocası Nihad Çetin için kaleme aldığı yazısında şu bilgilere yer vermiştir: “Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken, geçinebilmek için tanınmamak şartıyla vesikalık resimleri çalakalem büyüttüğünü, Darphane’de çalışırken aldığı az miktardaki haftalığın bir kısmı ile nadiren de olsa Eminönü’ndeki kayıklardan yarım ekmek balık yediğini, Sirkeci’de bulunan bir otelin sadece yukarıya açılan bir çatı katında kaldığını ve otel sahibinin kendisine “Her gün bir çay içme hakkın var.” dediğini, onun da bu çay karşılığında otelin hâsılatını sayıp düzgün bir şekilde sıraladığını, kaldığı çatı katında yakacak hiçbir şeyinin olmadığını eşi Nevin Hanım’dan duydum”. Nihad Çetin hocamız Üsküdar’ı çok sevmekteydi. Bu sevgisinin altında yatan neden ise Anadolu’ya dair beslediği derin ve tarifsiz sevgisiydi Baba tarafından Üsküdarlı olan hocanın bir mektubunda geçen ifadelerden de kendisinin Mevlevi meşrepli olduğunu anlamaktayız. Son derece titiz çalışan hocamızın gerçekleştirmiş olduğu bütün çalışmaların müsveddelerinde bile tashihe gerek duyulmamıştır. Hocanın en önemli özelliklerinden birisi, çalışmalarında kesinlikle daha önce

10 Yazıcı, a.g.e., s. 229. 11 Yazıcı, a.g.e., s. 226. 388 söylenmemiş ve başkalarının istifade edebileceği bilimsel veriler ortaya koymasıdır. Hazırlayacağı bir çalışma öncesinde acele etmeyerek uzun araştırmalardan sonra düşüncelerini kaleme alırdı. Nitekim “Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde bulunan sadece Arap yazısı, dili ve edebiyatı ile ilgili maddesi son derece orijinal bilgilerle dolu olup hocanın ne kadar titiz bir bilim adamı olduğunu göstermektedir”. Merhum Abdulkadir Karahan’ın hocamız hakkındaki şu ifadeleri, onu tanımamıza biraz daha yardım edecektir: “Nihad Çetin’in ilmî titizliği, ele aldığı konuları en ince teferruatına kadar işlemesi, araştırması ondan sayı bakımından fazla eserin bize intikaline imkân vermiş değildir”. Merhum hocamızın Şeyh Gâlib’e hayranlığı bulunmaktaydı. Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn’u ve Şeyh Gâlib’in Hüsn-ü Aşk’ından esinlenerek yazmış olduğu şiirinin yanı sıra “Hayâlin dîdeden, hicrin derûnumdan nihân olmaz Bahârım mihr ü mâhımsın, sen olmazsan cihan olmaz Bugün sensin benim cânım, gönül hep sende sultânım Bu yüzden cân fedâ râhında gönlüm armağan olmaz” gibi nihavend beste denemesi onun ayrı bir meziyetinin göstergesidir12. Hocamızın hiçbir hocadan ders almamış olmasına rağmen hattat olması, yazmalar hakkındaki derin bilgisi ve bu alandaki yeni değerlendirmeleri Arap, Fars ve Türk kültürlerine vakıf olması onu müstesna kılan unsurlar arasındadır. Tam bir bilim adamı olan Nihad Çetin hocamız, kendini tamamen ilmi çalışmalara adamıştı. Henüz öğrenciyken bu yola koyulduğunu belli etmişti. Çok okuyan ve çok araştıran bir yapıya sahipti. İlmi hayatı boyunca üç kitap kaleme almış bu durum onun çok titiz bir bilim adamı olmasından ileri gelmektedir. Yerli ve yabancı akademik dergilerde Arap, Fars ve Türk dil ve edebiyatlarına dair çeşitli araştırmaları ve incelemeleri yayımlanmış olan hocamızın aynı alanlarda 40’a yakın maddesi İslam Ansiklopedisinde yayımlanmış ve burada yer alan maddelere bakıldığında hocamızın ilmi derinliğini ortaya koymaktadır. Yazılan bu maddelerin hemen hemen hepsi uzun süren araştırmaların ürünüdür. Nitekim Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi için kaleme almış olduğu Abderi

12 Yazıcı, a.g.e., 228-229. 389 (Ebû Muhammed), ahbâr, aklâm-ı sitte, Aksarayî (Ahmed), Allah (hat sanatı bölümü), Arap maddesinde Arap yazısı, dili ve edebiyatı bölümü ile Aruz ve bahir maddeleri hocamızın son çalışmaları arasında yerini almaktadır. 1983 yılında kabul edilen 2876 sayılı kanun uyarınca yeniden düzenlenen Türk Dil Kurumunun aslî üyeliğine uygun görülen hocamız, Bilim Kurulu kararıyla “Arapça-Türkçe Sözlük” yazımıyla görevlendirilmiş ancak sağlık durumu elvermediği için bu husustaki çalışmalarını gerçekleştirememiştir. Nihad Çetin hocamızın çalışma alanı sadece Arap edebiyatı değildi. Fars ve Türk edebiyatına da yatkındı. Üstelik İslam hat sanatına da merak salmış ve örnekler üzerinden kendi kendine sülüs yazıyı öğrenebilmişti. Ayrıca hocamızın Fennu’l-Hat adlı eser için kaleme aldığı önsöz adlı makalesi bu alandaki ilminin ne denli geniş olduğunu göstermektedir. Hocamız yazı ile ilgili olarak kötü yazılmış olsa da her çeşit yazıyı okuyabilirdi. Bilginliği yanı sıra şairlik yönü de bulunmaktadır ve şiirleri basılmış değildir13. Nihad hocamız kitap tutkunu birisiydi. Özellikle de evinde o kadar çok kitabı mevcuttu ki bir oda tamamen kitaplarıyla doluydu. Kitaba ayrı bir diğer veren hocamız eğer “Kıymetli bir kitap bulursanız, bana mutlaka getirin” diye tenbihte bulunurdu. Hoca yeni gördüğü bir kitaba ilk iş olarak baştan aşağı tarar, kapağına bir kâğıt yapıştırır ve fihristini çıkarırdı. Asla fihristsiz bir kitap okumazdı. Öğrencilerine de bu yöntemi defalarca tavsiye ettiği söylenir. Hocayı tanıyanların ifade ettikleri bir başka mevzu ise hocamızın okuduğu bir kitabın özetini mutlaka çıkarmasıydı. Kendisinin sahip olduğu ajandaları bu özetlerle dolu olup aynı zamanda iktibaslar, isimler ve paragraflar yerlerini almıştı. Hocamızın sahip olduğu çok değerli kitaplar vefatı sonrasında Üsküdar Bağlarbaşı’nda yer alan İslam Araştırmalar Merkezi (İSAM)’ne nakledilmiştir. Burada söz konusu eserler alanla ilgili olan araştırmacılara ve akademisyenlere ayrı bir koleksiyon halinde hizmet vermektedir14. Hoca hakkında edinilen bir başka malumat ise bir gün evindeki kitaplığın üst rafından bir kitap almaya çalışırken, bütün kitaplar üstüne düşmüş ve kitap yığınının altında kalmıştır. Ayağa zor kalkan hocamız

13 Ali Alparslan, “Prof. Dr. Nihad Çetin (1924-1991)”, Türk Dili Dergisi, 1/483, Ankara, 1992, s. 837. 14 Şahin, a.g.e., s. 45. 390 dostlarına “Ya Rabbi, beni Cahiz’in akıbetine uğratma” diye dua ettiğini anlatırmış15. Nihad hocamız yazma eserler hususunda gerçekten büyük bir uzmandı. Elinde el yazması olanlar hocamıza getirirlerdi. Şarkiyat Enstitüsü’nde her Salı günü verdiği “Araştırmalarda Usul” derslerine sadece İstanbul’dan değil başka şehirlerden de akademisyenler iştirak ederlerdi. Ne yazık ki bu ders hocamızın vefatının ardından kaldırılmıştır. Bu derslerinde hocamız kimi zaman patenti Müslümanlara ait olan bilimsel buluşlar hakkında malumat verirdi16. Hocamız, Avrupa etkisinde olan Mağrip ülkelerinin Latin Harflerine geçmek, ayrıca yerel lehçeleri Arapça olarak kabul ettirmek için gösterdikleri çabalara ilmi gerekçelerle karşı çıkmıştır. Arapçanın Türkçeye benzemediğini, üç ses ile Latin harflerini ikame edilemeyeceğini, klasik Arapçaya rağmen lehçeleri öne çıkarmanın zengin bir kültüre karşı büyük bir haksızlık olacağını anlatır, Arapların kültürel zenginliğini ayakta tutan Kur’an ve Hadis gibi mükemmel kaynak eserler bulunduğunu, dillerinin bozulmadan devamını her evde bulunan Kur’an’a ve hadis kitaplarına borçlu olduklarını söylerdi. Hocamız, klasik Arapçanın muhafazası yönündeki düşüncesini şarkiyat kongrelerinde dile getirerek Arap entelektüellerinin de takdirini kazanmıştır17. Hocamız ilim erbabına büyük saygı gösterirdi. Mehmet Ali Bulut’un aktardığına göre hocamız bir gün derste el-Halil b. Ahmed’i işlemekteydi. Hocamız onun faziletini anlattıktan sonra gözyaşlarını sildi. Ağlamaktan utanmış gibiydi ve kendisini toparlayıp “İşte âlim denilecek insanlar bunlar. Bu insanlar bir yıl hacca gitmiş bir yıl cihada. Bütün bunların arasında da ilim tahsil etmişler ve büyük hizmetleri başarmışlardır. Bunlara nasıl saygı duyulmaz, bu insanlar nasıl unutulur? “ dedi. Sonra da şunları söylemişti: “el-Halîl ilmin izzetini, şerefini hiçbir şeyle değişmedi. Talebeleri arasında da vezirler vardı, büyük devlet erkânı vardı. Onların hiç yardımını talep etmedi. Fırat nehri kenarında kamıştan yapılma bir kulübe de

15 (Çevrimiçi) https://www.habervaktim.com/yazar/20956/nihat-cetinin-yontemi.html 23.08.2019. 16 Şahin, a.g.e., s. 45. 17 Şahin, a.g.e., s. 45. 391 yaşardı”18. Uzun süren rahatsızlık döneminin ardından Nihad M. Çetin, 23 Haziran Pazar günü hastaneye kaldırılmış ve 26 Haziran 1991 Salı günü saat 19.50’de hakkın rahmetine kavuşmuştu. 3. Eserleri: Prof. Dr. Nihad M. Çetin, 100’ü aşkın makale ve madde kaleme almış, ayrıca şiirler nazmetmiştir. Merhum hocamızın eserleri şunlardır: 1. Tercümeleriyle Namaz Sureleri ve Duaları, İstanbul 1954. 2. Arapça Dilbilgisi I, İstanbul 1964 (Ahmet Ateş ve Tahsin Yazıcı ile) 3. Farsça Manzum Yazmalar Kataloğu (İstanbul 1968) Ahmet Ateş’in vefatından sonra hoca tarafından tamamlanan eser. 4. Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973. 5. Arapça Metinler I, İstanbul 1976. 6. Fennu’l-Hat, İstanbul 1411/1990. Merhum hocamız, bu eserde hat sanatını doğuşundan Osmanlılar’a kadar ki dönemini ele almıştır. Osmanlı dönemi ile ilgili olan bu bölüm ise Uğur Derman tarafından kaleme alınmıştır19.

Sonuç: Gerek akademisyenliği gerekse sosyal hayatıyla Nihad Çetin hocamız bugün pek çok kişi için örnek teşkil etmektedir. Yapmış olduğu derin çalışmalar bu alanla ilgili pek çok kişinin istifadesine sunulmuştur. Özellikle Arap dili ve edebiyatına dair sağlamış olduğu katkılar paha biçilmez değerde olduğunu ifade etmemiz gerekmektedir.

Kaynaklar Alparslan, Ali, “Prof. Dr. Nihad Çetin (1924-1991)”, Türk Dili Dergisi, 1/483, Ankara, 1992, s. 837.

18 Mehmet Ali Bulut, “Prof. Dr. Nihad M. Çetin: Bir Dünya Efendisi”, Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan, s. 24. 19 Yazıcı, a.g.e., 229-230. 392 Ateş, Ahmed, Hellmut Ritter, Şarkiyat Mecmuası, İstanbul, 1964, s. 5, s. 1. Bulut, Mehmet Ali, “Prof. Dr. Nihad M. Çetin: Bir Dünya Efendisi”, Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan. Şafak Nurdan, “Nihad M. Çetin”, Üsküdarlı Meşhurlar Ansiklopedisi, Üsküdar Belediye Başkanlığı Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Kültür Yayınları. Şahin Osman, “Nihad M. Çetin’i Vefatının 20. Yılında Saygıyla Anıyoruz, Âlim, Şair ve Hattat”, Türk Edebiyatı, Sayı: 459, İstanbul, 2011. Topuz, Tevfik Rüştü, “Nihad M. Çetin, Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, s. VIII, İstanbul, 1998, s. 2. Topuz, Tevfik Rüştü, “Nihad M. Çetin”, DİA, C. VIII, s. 290 Yılmaz Coşkun, “Bir İlim Hazinesi Prof. Dr. Nihad Mazlum Çetin’in Ardından”, İslam Dergisi, Ağustos 1991, sayı: 96, s. 34. Yazıcı Hüseyin, “Kadîm Bir Üsküdarlı ve İstanbul Çelebîsi” Uluslararası İstanbul Sempozyumu VI, Editör: Coşkun Yılmaz, 2008, İstanbul. (Çevrimiçi) https://www.habervaktim.com/yazar/20956/nihat-cetinin- yontemi.html 23.08.2019. (Çevrimiçi) https://arapdili-edebiyat.istanbul.edu.tr/tr/content/genel- bilgiler/tarihce 30.07.2020.

393