Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Editörler

Prof.Dr. İsmail ÇETİŞLİ Prof.Dr. Emine KOLAÇ

Yazarlar

Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ BÖLÜM 1, 2, 5

Prof.Dr. Yunus BALCI BÖLÜM 3, 5, 6

Prof.Dr. Emine KOLAÇ BÖLÜM 4, 7, 8 Genel Koordinatör Doç.Dr. Murat Akyıldız

Grafik Tasarım Koordinatörü ve Öğretim Tasarım Doç.Dr. Halit Turgay Ünalan

Kitap Basım ve Dağıtım Koordinatörü T.C. Dr.Öğr.Üyesi Murat Doğan Şahin ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Grafikerler YAYINI NO: 3522 Özlem Ceylan Gülşah Karabulut AÇIKÖĞRETİM Ayşegül Dibek FAKÜLTESİ Hilal Özcan YAYINI NO: 2356

Dizgi ve Yayıma Hazırlama CUMHURİYET DÖNEMİ Mehmet Emin Yüksel TÜRK NESRİ Burcu Vurucu Handan Bağ E-ISBN: 978-975-06-2784-2 Arzu Ercanlar Bu Orgül Kıraç kitabın Seçil Kenan basım, yayım Betül Alat ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.

“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2017 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University.

Bu kitabın tüm hakları Anadolu Üniversitesi’ne aittir. ESKİŞEHİR, Ağustos 2018 3001-0-0-0-1809-V03 İçindekiler

Cumhuriyet Devri BÖLÜM 1 BÖLÜM 2 Hikâye/Öykü Türk Nesri

Giriş ...... 3 Giriş ...... 25 Nesir/Düzyazı Üzerine ...... 3 Cumhuriyet Öncesi Türk Hikâyesi ...... 25 Cumhuriyet Öncesi Türk Nesrine Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi ...... 31 Genel Bir Bakış ...... 7 Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri ...... 31 Tanzimat Öncesi Türk Nesri ...... 7 Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler ...... 33 Halk Edebiyatında Nesir ...... 8 İç Gerçekliğin Hikâyecileri/ Divan Edebiyatında Nesir ...... 8 Bireyin İç Dünyasını Hedef Alanlar ..... 38 Tanzimat Sonrası Türk Nesri ...... 9 Yeni Arayışlar ...... 41 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri ...... 11 Cumhuriyet Dönemi’nde Türkçe ...... 11 Cumhuriyet Dönemi’nde Nesir ...... 12 Cumhuriyet Dönemi’nde Nesir Türleri 4 1

Makale-Fıkra- BÖLÜM 3 BÖLÜM 4 Sohbet/Söyleşi Deneme

Giriş ...... 57 Giriş ...... 81 Makale ...... 57 Sohbet ...... 81 Türk Edebiyatında Makale ...... 58 Türk Edebiyatında Sohbet ...... 86 Fıkra ...... 62 Türk Edebiyatında Fıkra ...... 62 Deneme ...... 64 Batı Edebiyatında Deneme ...... 68 Türk Edebiyatında Deneme ...... 68 Deneme Türleri ...... 71

iii BÖLÜM 5 Gezi/ Seyahat Yazısı BÖLÜM 6 Biyografi

Giriş ...... 99 Giriş ...... 125 Gezi Yazısı ...... 99 Biyografi ...... 125 Dünya Edebiyatında Gezi Yazısı ...... 99 Dünya Edebiyatında Biyografi ...... 128 Türk Edebiyatında Gezi Yazısı ...... 100 Türk Edebiyatında Biyografi ...... 130 Cumhuriyet Dönemi Türk Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatında Gezi Yazısı ...... 101 Edebiyatında Biyografi ...... 130 Anı ve Günlük ...... 104 Cumhuriyet Sonrası Türk Anı ...... 104 Edebiyatında Biyografi ...... 130 Günlük ...... 106

BÖLÜM 7 Mektup/Söylev BÖLÜM 8 Röportaj-Mülakat

Giriş ...... 141 Giriş ...... 165 Mektup ...... 141 Röportaj ...... 165 Mektup Çeşitleri ...... 141 Röportaj Türleri ...... 166 Mektup Türünün Gelişimi ...... 142 Türk Edebiyatında Röportaj Türk Edebiyatında Mektup Türünün Gelişimi ...... 167 Türünün Gelişimi ...... 142 Mülakat ...... 172 Söylev ...... 147 Söylev Çeşitleri ...... 148 Türk Edebiyatında Söylev Türünün Gelişimi ...... 149

iv Ön Söz

Sevgili öğrenciler, İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellikler- Kitabın içerdiği sekiz bölümde Cumhuriyet den biri, onun konuşma yeteneğidir. Dil, böyle Devri Türk nesrinin belli başlı türleri olan; bir yeteneğin ürünüdür. Dil, diğer insanlarla “hikâye/öykü”, “makale”, “fıkra”, “deneme”, ilişki kurabilmemizin; duygu, düşünce, hayal “sohbet”, “gezi yazısı”, “anı/hatıra”, “günlük/ ve gözlemlerimizi başkalarına aktarabilmemi- günce”, “biyografi”, “otobiyografi”, monogra- zin en yaygın, en açık ve en sağlam yoludur. fi”, “röportaj”, “mülakat”, “mektup”, “söylev” üzerinde duruldu. Adı geçen türlerin zihnimiz- Yüzyıllar içinde hayatın hemen her alanında de somutlaşabilmesi için farklı yazarlardan alı- kullanılması sonucu gelişip zenginleşen dilin nan okuma parçalarına yer verildi. birçok farklı kullanımı söz konusudur. Sözlü dil/konuşma dili, yazılı dil/yazı dili, manzum dil, Türlerle ilgili teorik bilgilerin algılanması, ör- mensur dil, günlük dil, edebiyat dili, bilim dili, nek metinlerin okunup kavranması, sizleri, argo dili, bunlardan bazılarıdır. Cumhuriyet Devri Türk nesri hakkında cid- di bir bilgi birikimine sahip kılacaktır. Bunun İnsanın, herhangi bir duygu, düşünce, olay ötesinde Türkçenin ifade gücündeki zenginlik vb. şeyleri, dilin doğal yapısına, gramer ku- ve güzelliğin bilincine ulaşacaksınız. Daha da rallarına uygun bir biçimde ve düz cümleler önemlisi dilinizi kullanma; duygu, düşünce ve hâlinde kullanmasına nesir denir. Kabul etmek gözlemlerinizi başarıyla anlatma becerinizi ge- gerekir ki dili, -ister sözlü, ister yazılı biçimde liştirip zenginleştirebileceksiniz. olsun- daha çok nesir hâlinde kullanırız. Bu kullanımlar, zaman içinde gerek dünya ede- Kitabın editör ve yazarları olarak Atatürk’ün; biyatında gerekse Türk edebiyatında pek çok “Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter farklı “tür”ün doğup gelişmesine zemin hazır- ki bu dil şuurla işlensin” cümlesinde veciz bir lamıştır. biçimde ifade ettiği bilince ulaşıp sizden isteni- len hedefi yakalayacağınıza inanıyoruz. Elinizdeki kitap, sizlere, “Cumhuriyet Devri Türk Nesri”ni anlatmak amacıyla kaleme alındı. Bu Başarılar diliyoruz. düşünceyle kitap, Türk kültürü, dili ve edebiya- tının nesir sahasında 1923’ten günümüze kadar olan dönemdeki genel görünümü, belli başlı tür- Editörler leri, bu türlerde eser veren yazarlar ve onların Prof.Dr. İsmail ÇETİŞLİ eserleriyle sınırlandırıldı. Prof.Dr. Emine KOLAÇ

v Bölüm 1

Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Cumhuriyet Öncesi Türk Nesrine Genel Bir Bakış 2 Cumhuriyet öncesi Türk nesrinin başlıca Nesir/Düzyazı Üzerine özelliklerini ayırt edebilme, temsilcilerini ve 1 1 Nesir kavramını algılayabilme 2 bu dönemde verilen eserleri sıralayabilme

Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri 3 Cumhuriyet Dönemi Türk nesrinin belli başlı devirleri, eğilimleri, türleri ve bunların özelliklerini kavrayabilme öğrenme çıktıları 3

Anahtar Sözcükler: • Nesir • Edebî Nesir • Bilimsel Nesir • Didaktik Nesir • Günlük Nesir

2 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ türkülerini, efsanelerini, menkıbelerini, masalları- Dil, kendine özgü kuralları olan, insanlar ara- nı, ninnilerini dille söyler; arzularını, isteklerini, sında kurulan iletişimin en temel yolu, geçmişi ve düşüncelerini, fikirlerini, hayallerini, rüyalarını, geleceği birbirine bağlayan bir köprü, milleti mil- ümitlerini, nefretlerini, isyanlarını dille anlatır. Di- let yapan değerlerin en önemlilerindendir. lin olmadığı bir ortamda bunlardan söz edilemez. Kitabımızın bu bölümünde öncelikle iletişimin Dilin birey açısından bir başka önemli yanı, ait temeli olan, milleti oluşturan temel özelliklerin en olduğu ve dilini konuştuğu milletin kültürel değer- önemlisi konumunda bulunan, kültürün temel lerinden biri olmasıdır. Birey ancak dil aracılığıyla taşıyıcısı, geçmiş ve gelecek arasındaki köprü olan milleti ve milletinin yüzyılların ötesinden taşıyagel- dilin insan ve millet yaşamındaki yerine vurgular diği kültürü ile iletişim kurabilir. Daha annesinin yaparak başlayacağız. Dilin temel kullanım alan- kucağında iken kulağına fısıldanan ismiyle, ninni- larından söz edeceğiz. Nesir kavramının içeriğine lerle başlayan bu iletişim, bir ömür boyu sürer. İn- bakacağız. Sözlü ve yazılı nesir kavramlarını de- san, kimlik ve kişiliğini de böyle bir iletişim süreci ğerlendireceğiz. Bir yandan yazılı nesir türlerine içinde şekillendirir. Onun içindir ki dil, birey ile göz atarken diğer yandan aradaki farklılıkların ay- millet arasında kurulması kaçınılmaz olan iletişi- rımına varmaya çalışacağız. Nesrin tarih boyunca min en sağlam ve en sağlıklı köprüsüdür. edebiyatımızdaki gelişim seyrini gözden geçirirken Dilin millet yaşamındaki en önemli işlevi; kül- Cumhuriyet Dönemi ve sonrası Türk nesrini mer- türün aynası, koruyucusu, taşıyıcısı ve ifade aracı cek altına alacağız. Bu dönemlerde Türk nesrinin olmasıdır. Her dil, kendini konuşan milletin, yüz- gelişimi, temel özellikleri, başlıca temsilcileri ve yıllar içinde ortaklaşa yarattığı sosyal ve millî bir eserlerinin neler olduğu hakkında paylaşımları- kurumdur. Dolayısıyla dilde, kendini var eden mız olacak. Örnek okuma parçaları aracılığıyla milletin mantığı, düşünce tarzı ve yaratıcılığı sak- her döneme ve türe ait özellikleri ve edindiğimiz lıdır. Daha açık bir ifadeyle her dilin sahip olduğu birikimleri pekiştirmeye çalışacağız. Bu bölümde anlam, ses, yapı ve mantık dokusu, o dili konuşan öğrendiklerimizi günlük yaşantımızda yaptığımız millete aittir. Yüzyıllar boyunca bu dili işleyen, ge- okumalara yansıtabilmek ve ilişkiler kurabilmek liştirip zenginleştiren millet, kendi tarihini ve kim- dileğiyle… liğini diline yükler. Çoğu zaman değişik sayılarda- ki seslerden oluşmuş basit anlamlı birlikler olarak NESİR/DÜZYAZI ÜZERİNE gördüğümüz kelimeler, gerçekte o kelimelere hayat veren milletin kültür ögeleridir. Her birinin içinde Dilin temel varlık sebebi, insanlar arası iletişi- o milletin kültürüne ait değerler saklıdır. Zevkle- mi sağlamaktır. En basitinden en karmaşığına, en rimiz, hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, ideallerimiz, soyutundan en somutuna, en önemlisinden en önemsizine kadar her türlü dertlerimizi, sıkıntıla- inançlarımız, dünya görüşümüz ve hayatımız, za- rımızı, isteklerimizi, arzularımızı, düşüncelerimizi, manla kelimelerin anlam, duygu, çağrışım ve ses ümitlerimizi, hayallerimizi, tepkilerimizi karşımız- dünyasına siner. daki insanlara dil vasıtasıyla anlatırız. Elbette ki, Kısacası dil; bireyin kendini ifade etmesini sağ- onlar da bize aynı yolla ulaşırlar. layan, çevresi ve milletiyle iletişim kurmasına ola- Bununla birlikte dil, sadece basit bir iletişim nak veren, toplumları millet yapan en temel kültür aracı değildir ve bu dar çerçeveye sıkıştırılamaz. Di- değeridir. Bunun da ötesinde dil, milletin kültü- lin, bireysel ve toplumsal pek çok işlevi vardır. Bun- rünün aynası, kültürün ifade aracı, geniş kitlelere ların başında insanın hem bireysel hem de sosyal taşınmasında, gelecek nesillere aktarılmasında en bakımdan gelişmesinin temel dinamiklerinden bi- sağlam köprüdür. risi olması gelir. Bir başka ifadeyle dil, bizim “insan Dilin birey, toplum ve millet yaşamındaki rolü olma” noktasındaki kimlik ve kişiliğimizi oluşturan ve önemine ilişkin olarak pek çok şey söylenmiş- temel değerlerin başında yer alır. Unutmamak ge- tir. Mustafa Kemal Atatürk, Ömer Seyfettin, Ali rekir ki insan, dille varlıkları tanır, dille düşünür, Canip Yöntem, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet dille inanır, dille dua eder, dille hayal kurar, dille Kaplan’nın dilin millet yaşamındaki önemini vur- rüya görür ve kendisini dille ifade eder. Şarkılarını, guladığı cümleler dikkate değer:

3 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Atatürk: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok Sözlü Dil/Konuşma kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî his- Dili sin inkişâfında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.” Yazılı Dil/Yazı Dili (Kocatürk, 1999, 149). Ömer Seyfettin: “Milletimiz nasıl Türklük, Manzum Dil vatanımız nasıl Türkiye ise lisanımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevî ve mukaddes vatanımızdır. Mensur Dil Manevî vatanın istiklâli, kuvveti resmî ve millî vata- DİL nımızın istiklâlinden daha mühimdir. Çünkü vata- Günlük Dil nını kaybeden bir millet eğer lisanına ve edebiyatına hâkim kalırsa mahvolmaz, yaşar ve yine bir gün gelir siyasî istiklâlini kazanır, düşmanlarından intikamını Edebiyat Dili alır. Fakat bir millet lisanını bozar, kaybederse, hat- ta siyasî hâkimiyeti bâkî kalsa bile tarihten silinir.” Bilim Dili (Seyfettin, 2001, 216). Ali Canip Yöntem: “Milletleri tutan taştan, topraktan, çelikten yapılmış kaleler değildir; zengin Sözlükte “yayma, saçma, dağıtma” anlamına ge- bir dil ve bu dilin üstünde yükselmiş yine zengin bir len Arapça kökenli “nesir”in kavram anlamı; “man- edebiyattır; öyle ki asırlarca evvel istiklâlini kaybe- zum olmayan söz veya yazı”dır. Daha geniş biçimde den nice milletler vardır ki vatanlarının üstünde esen tanımlamak gerekirse nesir; “herhangi bir duygu, istiklâl kasırgaları onların kökünü kazıyamamış ve düşünce, olay vb. şeylerin, dilin doğal yapısına, gra- bir gün yine meydana çıkmışlardır; çünkü o milletler mer kurallarına uygun bir biçimde ve düz cümleler mazide zengin edebiyatla tetevvüc etmiş zengin lisan- hâlinde yazılı veya sözlü olarak ifadesi”dir. larını muhafaza etmişlerdir ve çünkü milliyetle lisan Nesir kavramı eski dilde “inşâ, mensûr, mensûre” birdir.” (Yöntem, 1995, 329). kelimeleriyle karşılanırken yakın dönemde “düz- Yahya Kemal Beyatlı: “Bizi ezelden ebede ka- yazı” kelimesiyle karşılanmaktadır. Nesir kavramı dar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan Türk edebiyatında, Tanzimat yıllarından itibaren bu Türkçedir, bu bağ, öyle metîn bir bağdır ki vata- kullanılmaya başlanmıştır. Ondan önceki dönem- nın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar lerde büyük ölçüde aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çe- “inşâ” kavramı tercih kilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler va- edilmiştir. Nesir yaza- İnşa tanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçe- rı demek olan “nâsir” Sanatlı ve güzel nesir. dir.” (Beyatlı, 1984, 84). yerine de “münşî” kav- Mehmet Kaplan: “Türkiye’nin en mühim kültür ramı kullanılmıştır. davası, hiç şüphesiz, dil davasıdır. O, bütün davala- İnsanlar arasında iletişimi sağlayan en doğal ve rın başında gelir. Onu hâlletmedikçe, kültürle alâkalı en gelişmiş araç durumundaki dil, -ister sözlü ister diğer meselleri hâlletmeye imkân yoktur.” (Kaplan, yazılı biçimde olsun- büyük oranda nesir hâlinde 1988, 66). kullanılagelmiştir. Dolayısıyla dilin “manzum” Yüzyıllar içinde yaşamın hemen her alanında hâlde kullanımı çok daha sınırlıdır. Bununla bir- kullanılarak gelişip zenginleşen dilin birçok farklı likte ilk edebî eserlerin (destan, trajedi, halk şiiri vs.) kullanımı söz konusudur: hemen hepsi manzumdur. Nesrin edebî bir tür ola- • Sözlü Dil/Konuşma Dili rak kabulü çok daha sonralarıdır. Başka bir ifadeyle • Yazılı Dil/Yazı Dili nesrin gelişmesi, yazı dilinin gelişimine eş zamanlı • Manzum Dil bir seyir takip etmiştir. Bu çerçevede her devir veya nesil, sahip olduğu dünya görüşü ve sanat anlayışı- • Mensur Dil na göre dili kullanmış ve zaman içinde nesir dilini • Günlük Dil zenginleştirmiştir. • Edebiyat Dili • Bilim Dili

4 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Nesrin en belirgin yönü ve temel şartı, ait olduğu dilin doğal hâli ve bu hâlin kuralları çerçevesin- de hayat bulmuş olmasıdır. Nesir, “nazım”da vazgeçilemez olan kafiye ve vezni reddeder; yani manzum değildir. Ayrıca mısralar hâlinde değil, düz cümleler hâlindedir. Öte yandan nesir dili, nazım diline göre çok daha açık ve açıklayıcıdır. Onun varlık sebebi, taşıdığı anlamı, en açık ve anlaşılır biçimde ifade Manzum edebilmektir. Bir başka ifadeyle, nazımda ahenk-ritim endişesi daha Nazım hâlinde; yani vezinli ve ön planda yer alırken nesirde, düşüncelerin dilin doğal yapısı içindeki kafiyeli biçimde söylenmiş söz. ifadesi önem kazanır. Düzenli noktalama işaretleri, nesrin okuyucu tarafından daha rahat anlaşılmasını sağlar. Nesrin en küçük birimi; bir fikri, duyguyu, hareketi, işi, bir hüküm hâlinde ifade eden cümle’dir. Cüm- lelerin mantıklı bir sıra içinde, anlam veya fikir çekirdeği etrafında toplanması ise paragraf’ı; paragrafların hem anlam hem yapı bakımından birlik ve bütünlüğü ise metin’i meydana getir. Bu nedenle metin; her- hangi bir konu veya olayın dil aracılığıyla-yazılı, sözlü veya basılı olarak- ifadesinden oluşan söz bütünüdür. Nesir, kendi içinde önce sözlü nesir, yazılı nesir; yazılı nesir de edebî nesir ve edebî olmayan nesir olmak üzere ikiye ayrılır. Bir başka yaklaşımla, kullanım alanı ve bundan kaynaklanan niteliklerine göre dil ürün- lerini üç gruba ayırmak gerekir. Bunlar; günlük dil, bilim dili ve edebiyat dili’dir. Bunlardan sadece edebî dil ekseninde var olan nesirler edebî nesir, diğer dillerle kaleme alınan nesirler ise edebî olmayan; didaktik nesirlerdir. Edebî nesir, çok daha titizlikle kaleme alınmış, sıradanlıktan uzak, belli bir bilgi, düşünce, duygu, yo- rum derinliğine sahip, okuyucuya estetik duygular kazandıran, edebîlik özelliğine sahip nesirdir. Edebî ne- sirde şair ve yazar, dilin kurallarına bağlı kalmak koşuluyla kendine özgü ifade biçimleri ve edebî sanatları kullanabilir. Bu, onun üslubunu oluşturur. Ancak milletlere, devirlere, nesillere göre çoğu zaman edebîlik özelliği ve anlayışı farklılıklar gösterebilmektedir. Bu nedenle, edebî nesir ile edebî olmayan nesrin kesin sınırlarını çizmek zordur. Edebî nesir; masal, efsane, menkıbe, halk hikâyesi, roman, hikâye, tiyatro, deneme gibi pek çok türü kapsar. Edebî olmayan nesir ise bilimsel ve didaktik eserler ile günlük hayatın değişik alanlarında karşımıza çıkar. Sanat endişesi taşımayan bu nesir, edebî nesre göre, daha açık ve açıklayıcıdır. Öncelik, bilgi ve değerlerin açık ve anlaşılır biçimde okuyucu/dinleyiciye aktarılmasıdır.

araştırmalarla ilişkilendir

Konuşma Dili ve İlim Dili Ortak dil kavramı mahalli şive ve ağızlardan Mehmet Kaplan daha geniş bir kelime ve ifade kadrosuna tekabül Günlük konuşma dili, canlı ve sıcak olmakla eder. Ortak dil çeşitli ağız ve şivelerden gelme ke- beraber, lügat bakımından sınırlı, cümle yapısı lime ve ifadelerle beraber okul, gazete ve kitaplar- bakımından basittir. dan gelen unsurları da içine alır. Büyük şehirler ortak dili oluşturan potalardır. Günlük dilin sınırlarını, telaffuz şeklini ve muhtevasını yaşanılan çevre ve sosyal taba- İlim dili ortak dilden bazı kelimeleri alsa da ka teşkil eder. Bundan dolayı günlük konuşma kelime kadrosu ve kelimelere verilen mana ba- dili, onu konuşan çevrelere ve sosyal tabakalara kımından çok farklıdır. Tek bir ilim dili yoktur. göre değişir. Deniz, balık, fındık, çay ve tütün Her ilmin kendine mahsus terim ve işaretlerin- ile uğraşan bir Karadenizlinin kullandığı keli- den ibaret bir dili vardır. Tıp âlimi, hukukçunun, me kadrosu ile hayvancılıkla meşgul olan Doğu kimya âlimi, coğrafyacının kullandığı pek çok Anadolu’nun kelime kadrosu arasında fark var- terimi bilmez. Bu bir ayıp da değildir. Burada dır. Birinde bulunan kelime ve tabirler ötekisin- söz konusu olan ihtisastır. Bir bilim adamı kendi de bulunmaz. Konuşma dilinde ortak kelimele- ihtisas sahası ile ilgili kelimeleri bilir. Bu onun rin söyleniş tarzı bile farklıdır. için hayati bir konudur. İlim sahasında kullanı-

5 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

lan kelimelerin açık, seçik ve kesin tek bir manası Türkiye’nin bugün en çok muhtaç olduğu vardıre v böyle olması gerekir. Günlük dil veya şeylerden biri, herkesin aynı manada kullanacağı, ortak dilde kullanılan kelimeler çok manalı oldu- üzerinde anlaşmaya varılmış bir ilmî terimler lü- ğu için, ilim adamları, fizik ve kimya formülle- gatine sahip olmaktır. Bu mesele çok kolay olan rinde olduğu gibi bir takım işaretlere başvururlar. yeni kelimeler uydurma yolu ile hâlledilemez. Bunlar beynelmileldir. İlim ve teknik her yerde Aynı sahada çalışan ilim adamlarının bir araya aynı olduğu için bunlarla ilgili kelimeler kolay- gelerek kelime kelime tartışma ve anlaşmaları ile ca bir dilden ötekine girebilirler. Türkçeye Batı belki bir çözüme ulaşılabilir. dillerinden ilim ve teknikle ilgili binlerce kelime girmiştir. (…) Kaynak: Kaplan, 1983: 204-205

araştırmalarla ilişkilendir

Yahya Kemal’in Türkçesi XX. asır şiirinde de böyle bir Yahya Kemal Nihat Sami Banarlı Türkçesi vardır. Yahya Kemal Türkçesi, lisanımı- zın büyük fırtınalar geçirdiği bir çağda, Türkçe- Eski şiirde bir Türkçesi vardır. nin sesine, mimarisine, ruhuna ve dehâsına sâdık Büyük panteist, coşkun ruhundaki ilâhî aşkı, böy- kalmak yoluyla bu lisanı kendi devrinin şahikası- le bir aşk içinde dile gelmiş saf ve samimî bir Türk- na ulaştırmıştır. çe ile söylemenin sırlarını bulmuştur. Yunus’un XIII. asır Türkçesine görülmemiş, duyulmamış Yahya Kemal Türkçesi ne bir tesadüfün, ne de moda hareketlerle müşterek bir dil cereyanının bir ifade kudreti kazandırması bundandır. eseridir. Şair, Türkçenin Türkiye topraklarındaki Eski şiirde bir Nevâî Türkçesi vardır. XV. güzelleşmesi tarihini adım adım takip ederek, mil- asrın Türkçeye vurgun şairi, bu dilin âdeta Tür- letimizin asırlar boyunca bu lisana verdiği güzel- kiye topraklarındaki geleceğini keşfetmiş gibi, likteki sırları araştırmış, bulmuş ve onu terennüm Orta Asya Türkçesine bir musiki lisanı olmanın etmiştir. Batı şiir lisanlarının kendi millî dehâları imkânlarını vermiştir. içinde asırlarca nasıl işlendiğini görüp, aynı ses ve Eski şiirde bir Fuzûlî Türkçesi vardır. Fuzûlî söyleyiş üstünlüğünü Türkçeye de vermek için ge- de tıpkı Nevâî gibi, dikenli bahçelerde gül derme- reken yolları araştırmaktan doğan bu netice, şai- nin zevki ve şevki içindedir. Mecnûn’un Leylâ’yı rin kendi dil ve sanat sevgisiyle kendi gayretiyle ve sevmesi kadar üstün bir Türk dili sevgisiyle “Ben kendi lisan felsefesiyle elde edilmiştir. diken gibi sert bilinen Türkçeyle gül yaprağı gibi Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin; şiirler söyleyeceğim” demiş ve aziz lisanımızı ger- Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; çekten gül yaprağı gibi ince ve renkli söyleyişlere Mehtâb, iri güller ve senin en güzel aksin, ulaştırmıştır. Velhâsıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde. Onlar, Türkçenin büyük âşıklarıydı. Onun için ebedî oldular. Kaynak: Banarlı, 1975: 119-120

6 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Öğrenme Çıktısı

1 Nesir kavramını algılayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Edebî nesir ile edebî ol- Nesir ve nazım arasındaki Beğendiğiniz bir şiiri düz mayan nesri karşılaştırarak temel farklar nelerdir? yazıya çevirerek aradaki far- ulaştığınız sonuçları payla- kı değerlendiriniz. şınız.

CUMHURİYET ÖNCESİ TÜRK NESRİNE GENEL BİR BAKIŞ Türk kültür tarihine kronolojik bir bakış açısı yöneltildiğinde, Türk nesrinin farklı devirlerde farklı özelliklere sahip olduğu görülür. Türklerin İslam kültür ve medeniyeti (X-XI. yüzyıl) ile Batı kültür ve medeniyetine (XIX. yüzyıl) girişleri, dil ve nesirlerindeki ana dönemleri belirler. Dolayısıyla Türk nesrinin tarihini, sahip olduğu özellikler bakımından üç ana başlık altında inceleyip değerlendirmek gerekir.

İslamiyet Öncesi Türk Tanzimat Nesri Öncesi Türk Cumhuriyet Nesri İslamiyet Öncesi Türk Sonrası Türk Nesri Tanzimat Nesri Sonrası Türk Halk Nesri Edebiyatında Nesir Sade Nesir 1923-1940 Divan Cumhuriyet Nesri Edebiyatında Orta Nesir Dönemi Türk Nesir Nesri 1940 ve Sonrası Nesir Süslü Nesir

Tanzimat Öncesi Türk Nesri Tanzimat öncesi edebiyatta asıl olan şiirdir. İkinci planda kalan ve çoğu zaman edebî bir değer olarak kabul edilmeyen nesir, şiirin etkisinde kalmıştır. Şiire oldukça uzak olan didaktik ve ahlaki metinlerin bile manzum biçimde yazılması, bu durumun somut örneklerinden biridir. Tanzimat öncesi Türk nesri, İslamiyet öncesi ve sonrası olmak üzere iki ana döneme ayrılır. Türklerin İslam kültür ve medeniyetine girişleri, kültür ve dillerinde önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir.

İslâmiyet Öncesi Türk Nesri İslamiyet öncesi Türk nesrinin başlangıç tarihi hakkında kesin bir bilgiye ulaşmak oldukça zordur. Sözlü edebiyat devri ürünü durumundaki sav’ları, bu dönemin ilk nesir örnekleri olarak kabul etmek mümkün- dür. Yenisey (V. ve VI. yy.) ve -özellikle- Orhun Yazıtları (VIII. yy.), yazılı edebiyat dönemi Türk nesrinin ilk ve en önemli örnekleridir. Sade, açık ve işlek bir dile sahip olan Orhun Yazıtları, Bilge Tonyukuk

7 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

ve Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Uygur dö- cak söylendiği anda yazıya geçirilmediği için halk nemi nesri ise Maniheizm ve Budizm çerçevesinde edebiyatı nesri üzerinde konuşmak zordur. Bazıları, şekillenen metinlerde (Irk üzerinden uzun zaman geçtikten sonra yazıya geçi- Bitig, Altun Yaruk, Prens rilmiş ve günümüze ulaşma olanağı bulabilmiştir. Kalyanamkara ve Papam Sav Bunun en güzel örneği, XV. yüzyılın sonu ile XVI. Kara Hikâyesi, Sekiz Yük- Atasözü yüzyılın başında yazıya geçirilmiş olan Dede Kor- mek) ifadesini bulmuştur. kut Hikâyeleri’dir. Toplam on iki hikâyeden mey- dana gelen Dede Korkut Hikâyeleri’nde, manzum İslamiyet Sonrası Türk Nesri ve mensur anlatım iç içedir. Mensur kısımlar açık, yalın ama işlenmiş ve ahenkli bir dile sahiptir. Yer Türk milletinin Orta Asya’dan Batı’ya doğru bir yer de kalıplaşmış ifadeler yer alır. göç süreci içine girmesi, İslam dinini kabul etmesi, bu çerçevede söz konusu olan farklı kültürlerle kar- şılaşması, alfabe değiştirmesi ve yeni bir medeniyet Divan Edebiyatında Nesir dünyasına katılması gibi nedenler, IX.-XIV. yüzyıl- Divan edebiyatında nesir denilince, Tanzimat lar arasındaki dönemde Türk nesrinin önemli ölçü- yıllarına kadar sadece inşa denilen süslü nesir akla de duraklamasına neden olmuştur. Bununla birlikte gelmiş; bunun dışındaki nesirler edebiyattan sayıl- İslamiyet’i kabul edişten bir süre sonra XI. yüzyılda madığı için dikkate alınmamıştır. Genellikle tarih, Karahanlılar bölgesinde bu dönemin eserleri ortaya destan, hikâye, seyahatname, biyografi, mektup ve çıkmaya başlar. Bunların başında da Kutadgu Bilig, didaktik eserler gibi türler etrafında hayat bulan Atabetü’l-Hakâyık ve Divanu Lügati’t-Türk yer alır. divan nesri, topluca değerlendirildiğinde, birbirin- Daha sonra Harezm sahasına ait Rabguzî’nin Kısas-ı den bazı noktalarda farklılıklar gösteren üç gruba Embiyâ’sı, Altınordu sahasına ait Kerderli Mah- ayrıldığı görülür. Bunlar: mud b. Ali’nin Nehcü’l-Ferâdis’i, Altınordu sahası- na ait Kodeks Komanikus, Çağatay sahasına ait Ali Sade Nesir Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis ve Muhakemetü’l- Lugateyn’i, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk ve Yer yer diğer iki nesir türünde de yer alan bir- Şecere-i Terâkime’si ve ilk Kur’ân tercümeleri, İslami takım dil ve üslup özellikleri görülmesine rağmen dönemin ilk nesir örnekleri olarak anılabilir. sade nesrin temel niteliği, halk dili veya konuşma diline yakın özelliklere sahip olmasıdır. Yalınlık, İslamiyet sonrası Türk nesri, XV. yüzyıldan iti- açıklık, doğallık, düşünce ve olayların doğrudan baren divan edebiyatının oluşumu ile birlikte -özel- doğruya ifadesi, sade nesrin asıl özellikleridir. Onda likle Anadolu’da- iki kola ayrılır. “Tanzimat’tan sanat yapma düşünce ve gayreti söz konusu değildir. önceki Türk edebiyatında nasıl biri halk, ötekisi Kur’ân tefsirleri, hadis kitapları, menkıbevi İslam ta- yüksek ve kültürlü tabakaya has, dil ve üslup ba- rihleri, fütüvvetnameler, menakıpnameler, gazavat- kımından birbirinden tamamıyla farklı iki şiir ge- nameler, dinî-destani halk kitapları, halk hikâyeleri, leneği var idiyse, tıpkı bunun gibi, biri halk kitap- halka mahsus tasavvuf, ahlak kitapları, sade nesrin larında kullanılan kısa, açık ve sade, ötekisi resmî hâkim olduğu eserlerdir. Mercimek Ahmet’in Fars- kitabet, muhaberat, tarihî, ilmî eserlerde kullanı- çadan çevirdiği Kâbusnâme bunlardan birisidir. lan, genellikle uzun, dolaşık, kapalı ve süslü iki ne- sir vardı” (Kaplan, 1976, 424).

Halk Edebiyatında Nesir Fütüvvetname Din uğruna yapılan savaşları anlatan eser. Bütünüyle halkın malı olan bu nesir, büyük öl- çüde sözlü geleneğe bağlıdır. Ağızdan ağıza veya ne- Gazavatname silden nesile sözlü olarak aktarılagelmiştir. Masal- Din uğruna yapılan savaşları anlatan eser. lar, efsaneler, menkıbeler, hikâyeler, mizahi fıkralar, Menakıpname halk nesrinin belli başlı türlerini oluşturur. Halk Çeşitli kişi ve olaylara dair dinî ve tasavvu- nesrinin temel özelliği, halk dili ile ifade edilmiş fi menkıbeleri anlatan eser. olmasıdır. Bu nedenle açık, yalın ve doğaldır. An-

8 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Orta Nesir nesir, bir adım sonra devrin aydın ve sanatkârlarının Medrese eğitimi almış, üst zümrelerin içinde çabalarıyla gelişip alanını genişletir. Çünkü aydın ve veya onlarla çeşitli seviyelerde ilişkisi olan yazarla- sanatkârlar için de halka hitap etmek esastır. rın çoğu orta nesri tercih etmiştir. Zaman zaman Böyle bir ortamda hayatımıza giren gazete ve süslü nesrin unsurlarına da bünyesinde yer veren, dergiler, Tanzimat sonrası nesrinin gelişmesi ve yay- bu nedenle halkın konuşma dilinden uzaklaşan gınlaşmasında temel faktör durumundadır. Takvim-i orta nesirde temel amaç, sanat yapmaktan çok Vekâyi (1831), Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahvâl düşüncenin okuyucuya iletilmesidir. Nâimâ’nın (1861), Tasvir-i Efkâr (1862) gibi ilk gazeteler, haklı Tarih’i, Katip Çelebi’nin Mîzân’ül-Hak’ı, Evliya olarak halka seslenmeyi amaçlarlar. Bu amaç, halkın Çelebi’nin Seyahatnâme’si, Koçi Bey’in Risale’si ve anlayabileceği bir nesir dilini kaçınılmaz kılar. Nite- bazı dinî eserler, fetvalar, sefaretnameler, orta nes- kim Şinasi, Tercüman-ı Ahvâl ön sözünde gazetenin rin örnekleridir. “giderek umum halkın anlayabileceği bir dil” ile ya- yımlanacağını belirtme zorunluluğunu hisseder. Süslü Nesir Bunun ötesinde gazete ve dergilerde yayımla- nan makale, fıkra, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri gibi Fatih Sultan Mehmet devrinden itibaren (XV. yeni türler -şiire göre- hızla nesrin alanını genişletir. yüzyıl) görülmeye başlayıp gittikçe gelişen süslü Bütün bu olumlu gelişmelere 1727 yılında kurulan nesir (inşa), sanat endişesi ekseninde var olan ve matbaanın ve giderek artan matbaa olanaklarının divan şiiri etkisi altında kalan nesir türüdür. Yüz- getirdiği kolaylıkları da eklemek gerekir. Böylece yıllarca tek edebî nesir olarak kabul edilen süslü kullanım alanı açısından, kendinden önceki dö- nesirler, yoğun Arapça ve Farsça kelime ve tam- nemlere göre çok daha genişleyen Tanzimat sonrası lamaları, bol secileri, uzun cümleleri ve yapay ya- Türk nesri, dilin gelişimiyle eş zamanlı olarak sa- pısı ile diğer iki nesir türünden ve halk dilinden deleşmeye başlar. Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ahmet tamamen uzak ve farklıdır. Bu tür nesir yazarına Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Namık Kemal, münşi denir. Veysî ve Nergisî’nin kalemlerinde en Ziya Paşa gibi yazarlar, Tanzimat nesrinin oluşma- üst noktaya ulaşan süslü nesir, Âşık Çelebi, Hasan sında önemli katkıları bulunan isimlerdir. Çelebi, Sâlim, Safayî tezkirelerinde; Hoca Sadedin Söz konusu olumlu gelişme, Servet-i Fünûn ve Karaçelebizâde Abdülaziz tarihlerinde; Sinan (1896-1901) ve Fecr-i Âti (1909-1912) mektepleri Paşa’nın Tazarrunâme’sinde örneklerini bulmuştur. dönemlerinde, benimsenen sanat anlayışı yüzün- den bir dönem duraklar ve nesir dilinde ağırlaşma Tanzimat Sonrası Türk Nesri görülür. Çünkü Cenap Şahabeddin, Süleyman Türk toplumunun Batı’ya yönelmesi, hayatın Nazif, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Haşim gibi isimler, topluma hitap eden bir pek çok alanında olduğu gibi, kültür, edebiyat ve edebiyat anlayışı yerine sanatı ve sanatkâraneliği dilinde de önemli değişiklikleri beraberinde ge- esas alan bir edebiyat anlayışını benimserler. tirmiştir. Bu değişikliklerin ilki, önceki dönemde esas olan şiir hâkimiyetinin nesre geçmiş olmasıdır. Tanzimat sonrası nesirdeki asıl planlı sadeleşme İkincisi ise dilin, zaman içinde eski pürüzlerinden Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’ın II. temizlenerek sadeleşmesidir. Çünkü Tanzimat son- Meşrutiyet’ten sonra (1911) başlattıkları Yeni Lisan rasında Türk toplumunun bütün yönleriyle yaşa- ve Millî Edebiyat hareketiyle mümkün olur. Adı ge- maya başladığı yeni hayat ve bu hayatı yaşayan yeni çen hareketin temel düşüncesi şu ilkeler etrafında insanın, kendisini eski dil veya nesirle anlatması toplanır: mümkün olamazdı. Yeni bir dil veya yeni bir nesir • Arapça ve Farsça gramer kurallarına göre işte böyle bir ortamda ve ihtiyaçta doğmuştur. tamlama yapılmaması; bazı küçük ayrılıklar Tanzimat nesrinin ilk örnekleri resmî yazışma- dışında (fevkalâde, darb-ı mesel, sevk-i tabiî lardır. Çeşitli alanlarda gereksinim duyulan “ıslahat” gibi) Arapça ve Farsça tamlamaların kulla- hareketlerinde halkın desteğini almak isteyen yöne- nılmaması; tim, bu konularda halkı bilgilendirmek ihtiyacını • Arapça ve Farsça çoğul eklerinin (kâinât, duyar. Bu ihtiyaç, ister istemez halkın anlayabilece- inşaât, ahlak, müslüman gibi klişe hâline ği bir dili kaçınılmaz kılar. Bu zeminde doğan yeni gelmişler müstesna) kullanılmaması;

9 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

• Arapça ve Farsça edatların (ama, şayet, şey, keşke, lâkin, hem, hemen, henüz, yani müstesna) kullanıl- maması; • e Arapça v Farsçadan dilimize geçmiş ve halk tarafından benimsenmiş (Türkçeleşmiş) kelimelerin korunması ve söylendiği gibi yazılması; • Konuşma dilinin özünü oluşturan Türkçesinin yazı dili hâline getirilmesi; • Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması; • Unutulmuş (arkaik) Türkçe kelimelerin diriltilmeye çalışılmaması. Kısacası Yeni Lisan Hareketi’nin dilde yapmak istediği şey, Türkçeyi yabancı dil kurallarından ve halkın dilinde kullanmadığı yabancı kelimelerden temizlemek, konuşma dili ile yazı dili arasındaki ikilik ve uçuru- mu ortadan kaldırmak ve konuşma dilini yazı dili hâline getirmektir. Nitekim bu düşünceler 3-5 yıl gibi kısa bir süre içinde dönemin edebiyat eserlerinde meyvesini verir. Resmî yazışmalarda bir süre daha devam eden eski dil alışkanlıkları, zaman içinde aynı noktaya gelir ve Türk nesri konuşma diline yaklaşır. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ahmet Hikmet, Refik Halit, Reşat Nuri, Halide Edip gibi çeşitli yazarların eserlerinde (hikâye, roman, makale, hatıra vb.) somut örneklerine kavuşur. Artık bu dönem nesrinde duygu ve düşüncelerin açık bir biçimde ifadesi esas alınır. Cümle, anlam bakımından açık ve yalın; yapı itibarıyla da basit ve kısadır.

araştırmalarla ilişkilendir

Dede Korkut Hikâyeleri’nden yigit sayru düşmiş idi. Allah emriyile ol yiğit öldi. “Meger hanum, Oğuzda Duha Koca oğlı Kimi oğul diyü, kimi kardaş diyü ağladı. Ol yi- Delü Dumrul dirleridi bir er var-idi. Bir kuru ğit üzerine möhkem kara şîven oldı. Nâgehândan çayun üzerine köpri yapdurmış-idi. Kiçenin- Deli Dumrul çapar yetdi. Aydur: Mere kavatlar! den otuz üç akçe alur-idi. Giçmeyeninden döge Ne ağlarsız? Menüm köprim yanında bu gavga döge kırk akçe alır idi. Bunı niçün böyle ider- nedür? Niye şîven idersiz? didi. Ayıtdılar: Hanum idi? Anun-içün ki menden delü, menden güçlü bir yahşı yiğidümüz öldi, ana ağlaruz didiler. Deli er var-mıdur ki çıka menüm-ile savaşa dir-idi. Dumrul aydur: Mere yiğidünüzi kim öldürdi? Menüm erliğüm, bahâdırlığum, cılasunlığum, Ayıtdılar: Vallah big yigit, Allah Taâlâ’dan buyruk yiğitliğüm Rûm’a Şâm’a gide çavlana” dir-idi. oldı, al kanatlı Azrâil ol yiğidün cânın aldı.” Meger bir gün köprisinün yamacında bir Kaynak: Ergin, 1997: 177 bölük oba konmuş idi. Ol obada bir yahşı hub

araştırmalarla ilişkilendir

Tazarrunâme’den cândur maraz sanman... Aşk bir murgdur ki Sinan Paşa melâmet-i halk ana bâl olur, aşk bir devletdür ki idbâr-ı dünyâ ana ikbâl olur. Aşk bâzârında câme-i İşâret-i evsâf-ı aşk: Aşk âsâyîş-i cândur, aşk dîbâ-yı bir habbeye almazlar, uşşâk mahallesinde ârâyîş-i cihândur. Aşk nemek-i dig-i vefâdur, aşk nâmusla namı çöpe saymazlar. Âşık olanlar gayret hadîka-i ehl-i safâdur. Aşk hakîkat çarhınun ah- ve arı bırağurlar, dost isteyenler evvel vekârı bıra- teridür, aşk cân leşkerinün mehteridür. Aşk bir ğurlar. Âkil eydür: “Cübbe ve destâr kanı?” Âşık sultân-ı kâhir ve tîzdür ki alem çekicek birbirine eydür: Hâne-i humâr kanı?” Âşık dü kevnden bî- urur vücûdla ademi, aşk bir bî-karâr ve şûrengizdür niyâz olur, âşık cihân içinde ser-firâz olur. ki, kadem basıcak şûr u gavgâya bırağur âlemi. Aşk bir cevher-i pâkdür araz sanman, aşk râhat-ı Kaynak: Kaplan, 1978: 222-223

10 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Vatan İnsan vatanını sever; çünkü etrafına baktık- Namık Kemal ça, her köşesinde ömr-i güzeştesinin bir yâd-ı ha- zinini tahaccür etmiş görür. Şirhârlar beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler mâişetgâhını, ihtiyarlar kûşe-i ferâgatini, İnsan vatanını sever; çünkü hürriyeti, rahatı, evlâd vâlidesini, peder ailesini ne türlü hissiyât ile hakkı, menfaatı vatan sayesinde kâimdir. severse, insan da vatanını o türlü hissiyât ile sever. İnsan vatanını sever; çünkü sebeb-i vücûdu Bu hissiyât ise sırf sebepsiz bir meyl-i tabiîden olan ecdâdının makbere-i sükûnu ve netice-i ha- ibaret değildir. yatı olacak evlâdının cilvegâh-ı zuhûru vatandır. İnsan vatanını sever; çünkü mevâhib-i kudretin İnsan vatanını sever; çünkü ebnâ-yı vatan en azizi olan hayat, hava-yı vatanı teneffüsle başlar. arasında iştirâk-i lisan ve ittihad-ı menfaat ve kesret-i muvânese cihetiyle bir karabet-i kalb ve İnsan vatanını sever; çünkü atâ-yı tabiatın en uhuvvet-i efkâr hâsıl olmuştur. O sayede bir ada- revnaklısı olan nazar lemha-i iltifatında hâk-i va- ma dünyaya nisbet vatan, oturduğu şehre nisbet tana taalluk eder. kendi hanesi hükmünde görünür. İnsan vatanını sever; çünkü madde-i vücudu vatanın bir cüz’üdür. Kaynak: Kaplan, 1978: 222-223

Öğrenme Çıktısı

2 Cumhuriyet öncesi Türk nesrinin başlıca özelliklerini ayırt edebilme, temsilcilerini ve bu dönemde verilen eserleri sıralayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

İslamiyet öncesi Türk nesri- Divan edebiyatı nesri ile Tanzimat sonrası Türk nes- nin temel özellikleri hakkın- günümüz nesir anlayışını rinin gelişiminde gazetele- da bilgi vererek bu dönemin karşılaştırınız, aradaki farkı rin rolünü anlatınız. başlıca eserlerini sıralayınız. değerlendiriniz.

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK NESRİ Cumhuriyet Dönemi Türk nesrindeki gelişmelerin önemli bir yönünü hiç şüphesiz Türkçedeki geliş- meler oluşturur. Bu nedenle önce 1923-2010 döneminde Türkçenin durumuna kısaca değinmek yararlı olacaktır.

Cumhuriyet Dönem’inde Türkçe Cumhuriyet Dönemi’nde dili olumlu veya olumsuz yönde etkileyen bazı gelişme veya olaylar söz konusudur. Genelde edebiyatın, özelde ise nesrin gelişmesinde etkili olan durumların bilinmesi yararlı olacaktır. Harf Devrimi, Türk Dil Kurumunun kurulması, basın-yayın olanaklarının gelişmesi, okuma- yazma ve okullaşma oranının artması, dilde özleştirme çalışmaları, Cumhuriyet Dönemi’nde dilin ve nesrin gelişimini etkilemiştir.

11 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Harf Devrimi: Cumhuriyet sonrasında dil ve rindedir (Argunşah, 2005, 44). Dilin gelişmesinde kültürümüzdeki en önemli gelişmelerin başında, bir başka önemli faktör, Cumhuriyet’in kuruluş 3 Kasım 1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi yıllarında %5 olan okuma-yazma ile okullaşma gelir. Arap alfabesinden Latin kökenli yeni Türk oranlarındaki büyük artışlardır. alfabesine geçiş, öncelikle okuma-yazmada ciddi Dilde Özleştirme Çalışmaları: Cumhuriyet kolaylıkları getirmiş; Arap alfabesinin getirdiği bazı Devri’nde dil ve nesri etkileyen asıl önemli geliş- sıkıntıları ortadan kaldırmış; Türk milletinin Batılı me, Türk Dil Kurumu merkezindeki dilde özleştir- milletlerle olan uyumunu kolaylaştırmıştır. me çalışmalarıdır. Atatürk’ün vefatından sonra tek Türk Dil Kurumu: Türk Dil Kurumu, 12 Tem- parti döneminde yoğunlaşan ve 1960-1980 yılları muz 1932’de bizzat Atatürk’ün yönlendirmesiyle arasında da devam eden “Öz Türkçecilik” anlayışı, kurulmuştur. Amacı; Türk dili üzerinde araştırma bir taraftan kutuplaşmayı beraberinde getirmiş, bir ve incelemeler yaparak problemlerinin ortadan kal- taraftan da “tasfiyecilik”e dönüşüp Türkçeyi sars- dırılması, zenginleştirilmesi ve ortak bir dil bilinci mıştır. Öz Türkçecilik anlayışı; dile yüzyıllar önce oluşturulmasıdır. Nitekim kurulduğu yıl (26 Eylül-5 girmiş, halk veya konuşma diline yerleşmiş Arapça Ekim 1932), Atatürk’ün de katılımıyla Dolmabah- ve Farsça kelimelerin atılması, yerlerine de Türkçe- çe Sarayı’nda Birinci Türk Dili Kurultayı toplanmış lerinin türetilmesi düşüncesine dayanır. Sonuç ola- ve dille ilgili çeşitli konular tartışılmıştır. Türk Dil rak Türkçeden pek çok kelime atılırken kelime ha- Kurumu dışında yine Atatürk’ün yönlendirmesiyle zinesi daraltılmış, yeni nesillerin Hüseyin Rahmi, kurulan Türkiyat Enstitüsü (1924) ve Dil ve Tarih- Halide Edib, Yakup Kadri, Refik Halit, Mehmet Coğrafya Fakültesi (1936) ile buralardaki çalışmaları Âkif, Yahya Kemal gibi yazar ve şairlerin eserlerini da bu kapsama eklemek yerinde olacaktır. bile anlamalarını zorlaştırmıştır. 1980 sonrasında Dil Çalışmaları: Cumhuriyet Dönemi’nde önemli ölçüde zayıflayan bu anlayış ve çalışmalar, Türk Dil Kurumu, Türkiyat Enstitüsü, Millî Eği- dilin giderek kendi doğal seyri içinde gelişme ve tim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve çeşitli değişmesinin kapılarını aralamıştır. bakanlıklar ve üniversitelerde Türk dili üzerine pek Yabancı Dillerin Türkçeye Etkisi: Cumhuriyet çok derleme, tarama, gramer ve sözlük çalışmaları Devri’nde dil ve nesri etkileyen bir başka önemli ge- yapılmıştır. Sekiz ciltlik Tarama Sözlüğü (1943- lişme, özellikle 1960 sonrası dönemde giderek be- 1976), on iki ciltlik Derleme Sözlüğü (1963-1983), lirginleşen -başta İngilizce ve Fransızca olmak üze- Karşılaştırmalı Lehçeler Sözlüğü (1992), çeşitli mes- re- yabancı kelimelerin Türkçeye girişindeki artıştır. lek veya bilim dallarıyla ilgili terim sözlükleri (Dil- Radyo, televizyon ve internet gibi iletişim araçları- bilim Terimleri Sözlüğü, Biyoloji Terimleri Sözlüğü, nın hızla toplum yaşamına girmesi, küreselleşme ol- Eğitim Terimleri Sözlüğü, Toplumbilim Terimleri gusunun giderek güçlenmesi, dil bilincinde düşüş Sözlüğü, Matematik Terimleri Sözlüğü vb.), gerçek- gibi nedenler, toplumsal yaşamın pek çok alanına leştirilen sözlük çalışmaları arasında yer alır. İlk yabancı kelimelerin girmesi sonucunu beraberinde ciddi Türkçe sözlük olan ve 1901’de yayımlanan getirmiştir. Zaman içinde, yabancı kelimelerin gi- Şemsettin Sami’nin hazırladığı Kamus-ı Türkî’de derek artan sayıda Türkçeye girdiği ve bu kelimele- toplam 35.000 kelime yer alırken Türk Dil Ku- rin yaygın biçimde kullanıldığı görülmektedir. rumunun yayımladığı son Güncel Türkçe Sözlük’te 100.000’nin üzerinde kelime bulunmaktadır. Cumhuriyet Dönemi’nde Nesir Basım-Yayım Olanaklarının Gelişmesi: Cum- Konuya girmeden belirtelim ki, 90 yıllık Cum- huriyet Dönemi’nde basım-yayım alanında büyük huriyet Dönemi Türk nesri, binlerce yazar ile birçok bir gelişme olmuştur. Ülkemizde matbaanın ilk farklı tür (hikâye, roman, tiyatro, deneme vb.) veya kurulduğu 1727’den 1928’e kadarki iki yüz yıllık isim altındaki milyonlarca metni kapsayan geniş dönemde toplam 25.000 kitap basılmışken sadece bir alandır. Bu nedenle söz konusu alan, metin ve 2004 yılında basılan kitap sayısı 15.000’nin üze- yazarları ayrıntılı biçimde anlatmak, bu ünitenin sı-

12 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

nırlarını çok aşar. Zaten ileriki ünitelerde farklı nesir seviyeye yükseltirler. Döneme egemen olan “millî türlerinin (makale, fıkra, deneme, hikâye, biyografi, dil” bilinci, Türk dili üzerine yapılan ciddi çalış- otobiyografi, anı, gezi yazısı vb.) Cumhuriyet Dö- malarla daha da güçlenir. nemi’ndeki görünümleri sizinle tek tek paylaşıla- 1923-1940 dönemi nesrinin yukarıda belirtilen caktır. Bunun için burada, sadece birtakım örnekler genel durumunu farklı düzeylerde etkileyen birta- eşliğinde 90 yıllık Cumhuriyet nesri, ana hatları ve kım gelişmelerden de bahsedilebilir. Cumhuriyet’in temel özellikleri ile tanıtmaya çalışılacaktır. ilanıyla birlikte somutlaşan ve “ulus” düşüncesini Cumhuriyet Dönemi Türk nesri, zamana bağlı merkez alan yeni bir toplum ve yeni bir devlet an- kendi iç değişmeleri dikkate alındığında iki döneme layışının temellerinden birini dil oluşturur. Harf ayrılabilir. Bu iki dönem; 1923-1940 dönemi Türk devriminin yapılması; Türkiyat Enstitüsü, Türk nesri ve 1940 ve sonrası dönem Türk nesridir. Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi kurumların kurulması, büyük ölçüde Türkçenin, modern bir toplumun ihtiyaçlarını karşılayabile- Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri cek bir işlerlik ve zenginliğe kavuşturulması iste- ğiyle yakından ilgilidir. Başta aydınlar ve sanatçılar olmak üzere, bütün toplum millî bir dil bilincine 1923-1940 1940 ve Sonrası ulaştırılmaya çalışılır. 1923-1940 dönemi nesir tür- Dönemi Türk Dönem Türk leri karşılaştırmalı olarak incelendiğinde hem dü- Nesri Nesri şünce hem de kullanım olarak, bu tür çalışmaların somut sonuçlarını görmek mümkündür. 1923-1940 Dönemi Türk Nesri Örneğin, Cumhuriyet öncesinde konuşma di- linde kullanılmayan Arapça, Farsça kelime ve tam- Cumhuriyet sonrası Türk nesri için bilinmesi lamalarla yüklü, kapalı bir dil ile eserler veren Ah- ve belirtilmesi gereken şey, yukarıda kısaca özetle- met Haşim, Cenap Şahabettin gibi şair ve yazarlar, nen Tanzimat sonrası, özellikle Yeni Lisan ve Millî Cumhuriyet sonrasında dillerini daha anlaşılır bir Edebiyat Hareketi sonucu oluşan nesrin devamı düzeye getirirler. Halit Ziya Uşaklıgil de daha ön- olmasıdır. 1923 öncesinden devralınan dil ve bu ceden kaleme aldığı romanlarının dilini sadeleştir- dil ekseninde var olan nesir, Cumhuriyet nesrinin me gereksinimi duyar. temelini oluşturur. Bu gerçeğin en önemli nedeni, Cumhuriyet öncesi yazarlarının çoğunun hayat- ta olmaları yazma çalışmalarını sürdürmeleri ve 1940 ve Sonrası Dönem Türk Nesri Cumhuriyet öncesi dil anlayışının önemli bir de- Türk dili ve nesri, 1940’tan günümüze uzanan ğişme göstermeden devam etmesidir. süreçte doğal bir devamlılık içinde varlığını sür- Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Refik Halit, dürür. Her geçen gün toplumun veya sanatçıların Yakup Kadri, Halide Edib, Memduh Şevket, Re- elinde yeni olanaklarla gelişip zenginleşir. Bu doğal şat Nuri, Ahmet Hikmet, Mehmet Emin, Yahya sürecin dışında tek parti döneminde güçlenen Öz Kemal, Faruk Nafiz gibi Cumhuriyet öncesi ya- Türkçecilik çalışmaları, İkinci Dünya Savaşı son- zar ve şairlerin kalemlerinde ilk olgun, kusursuz rası belirginleşen çeşitli ideolojik hareketler, 1950 ve güzel örneklerini bulan XX. yüzyıl Türk nesri, sonrası dönemde çok daha hızla gelişen basım-ya- aynı kişilerin Cumhuriyet Dönemi’nde kaleme al- yım ve iletişim olanakları, küreselleşme olgusu gibi dıkları eserlerde daha da gelişip zenginleşir. Yeni etkenler, 1940 sonrası Türk nesrinde birtakım ge- nesilden , Ahmet Hamdi Tanpınar, lişme ve değişmelere neden olur. Bu değişmelerin , Abdülhak Şinasi Hisar, Nurul- başında, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin atılıp lah Ataç, Hamdullah Suphi, Necip Fazıl Kısakürek yerine türetilen yeni kelimelerin nesir dilinde yer ve daha pek çok yazar, bu nesri, geçiş döneminin alması gelir. İkincisi ise nesir dilinde çok fazla ya- kusurlarından temizleyip işleyerek çok daha olgun bancı kelimelerin yer almaya başlamasıdır.

13 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Cumhuriyet Dönemi’nde Nesir Türleri Oldukça geniş bir alanı, binlerce yazarı, birçok farklı tür veya isim altındaki milyonlarca metni kap- sayan Cumhuriyet Dönemi nesrini sınıflandırmada kullanılabilecek bir başka ölçüt, bu nesrin niteliği- dir. Çünkü kullanıldığı alan ve kullanma amacı ile bu doğrultuda şekillenecek olan dil, nesrin özelliğini belirlemede son de- rece önemlidir. Aynı Edebî Nesir kelimelerden meyda- na gelmesine rağmen

rleri Bilimsel ve Öğretici oluşturduğunuz me- Tü Nesir tin, nerede ve niçin kullanacağınıza göre farklılaşacaktır. Özellikle amacınız, dilin kullanım bi- Nesir çimi ve ortaya konan metnin niteliğini belirleyecektir. Buna göre Cumhu- Günlük Nesir

Cumhuriyet Dönemi’nde Cumhuriyet riyet Dönemi Türk nesrini; edebî nesir, bilimsel ve öğretici nesir ve günlük nesir olarak sınıflandırmak mümkündür.

Edebî Nesir Cumhuriyet Dönemi edebî nesrin en somut ve Cumhuriyet nesrinin en geniş, en zengin kısmı- en yaygın örnekleri, elbette ki her biri farklı edebî tür nı edebî nesirler oluşturur. Belli bir sanat endişesi ve olan hikâye, roman, tiyatro, mensur şiirlerdir. Seyahat, yeteneğine sahip yazarların kaleminden çıkan edebî anı, günlük, mektup, makale, fıkra, deneme, biyografi, nesirler, diğer amaçlarının yanında, okuyucuya es- otobiyografi, mülakat ise Cumhuriyet nesrinin diğer tetik haz vermek amacıyla kaleme alınırlar. Onlarda türlerini oluştur. İleriki ünitelerde ayrıntılı biçimde dil, olabildiğince kusursuz ve hatasız bir biçimde tanıtılacak olan adı geçen türlerin dil bakımından en kullanılır. Kelimelere temel anlamlarının yanın- önemli ortak yanları, hepsinin de mensur olmaları; da bilinen veya bilinmeyen yan anlamlar yüklenir. yani nesir diliyle kaleme alınmış olmalarıdır. Benzetme, istiare, tezat, mecaz, kinaye gibi çeşitli edebiyat sanatlarına sahip olan dil, günlük dilin çok Bilimsel ve Öğretici Nesir üstünde bir zenginlik ve derinlik kazanır. Bir baş- Cumhuriyet Dönemi nesrinin ikinci ana kolu- ka ifadeyle edebiyat eserinde dil, günlük dille aynı nu, bilimsel ve öğretici/eğitici özelliğe sahip me- kaynaktan beslenmesine veya aynı dil unsurlarını tinler oluşturur. Felsefe, tarih, coğrafya, sosyoloji, kullanmasına rağmen, ondan oldukça farklı ve baş- psikoloji, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya, biyoloji, tıp ka bir dildir. Söz konusu farklılık, dil veya dil un- surlarının farklı biçim ve tarzda kullanılmasından; gibi bugün her biri bağımsız bir bilim dalı olan pek onlara farklı anlam, ses, çağrışım ve duygu değerleri çok alanla ilgili bilgileri içeren kitap, makale ve bil- yüklenmesinden; onların yeni ve orijinal tamlama- diriler bilimsel nesir metinlerini oluştururlar. Çün- lara dönüştürülmesinden kaynaklanır. Edebî dil, kü insanlar çeşitli bilim alanlarındaki bilgi, buluş, dilin sıradan bir iletişim “aracı” olmaktan çıkarılıp fikir ve yorumlarını dille ifade ederler. “amaç” seviyesine yükseltilmesi ve sanat objesine Bilimsel nesir, açık, yalındır. Ayrıca içerdiği bil- dönüştürülmesi ile elde edilir. Yazar ve şair dediği- giyi açıklayıcı ve öğretici nitelik taşır. Amacı, işaret miz insanlar, sahip oldukları olağanüstü sabır, gay- edenle edilen arasında tam bir uygunluk kurmak- ret, hassasiyet ve yeteneğe sahiptir. Hepimizin çok tır. Bu nedenle okuyucunun dikkatini kendi üze- iyi bildiğini zannettiğimiz dil, onların kaleminde rine çekmeden işaret ettiği şeye, açık ve kesin bir dinleyen ve okuyanda heyecan ve hayranlık uyan- biçimde götürür. Kelimeler bütünüyle temel an- dıran bir güzellik objesine; yani edebiyat sanatına lamlarında kullanır. Ayrıca ilim dilinin kendine has dönüşür. Tıpkı sıradan bir mermer kütlesinin hey- “terim”leri vardır. Nesir metni bu terimler eksenin- keltıraşın elinde eşsiz güzellikte bir heykele dönüş- de ortaya çıkar. Dolayısıyla ilim dili matematik ve mesi gibi. Buradan hareketle diyoruz ki edebî dil, sembolik mantık gibi, bir işaretler sistemi olma ve dil içinde bir “üst dil”dir. evrenselleşme eğilimi gösterir. 14 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Birebir bilimsel bir içeriği veya bilimsellik iddiası olma- yan; daha çok okuyucuyu kültürel, sosyal, ahlaki, dinî vb. yönlerden bilgilendirme ve eğitme amacını esas alan metin- Terim leri de eğitici/öğretici nesir metinleri olarak isimlendirmek Bir kelime veya kelime grubunun, sözlük gerekir. Dinî, ahlaki, fikri, siyasi, felsefi içerikli kitap, ma- anlamının dışında ve belli bir bilim dalı kale veya yazıları bu grupta düşünmek gerekir. veya meslek sahasında kullanılmak üzere Eğitici/öğretici nesirdeki asıl amaç da öncelikle anlaşılır yeni bir anlam kazanması. Örnek: Vezin, olmaktır. Bu amacın dile yansıyan sonucu yalınlık ve açık- kafiye, mısra, beyit kelimeleri edebiyat lıktır. Çünkü anlamdaki kapalılık veya karmaşıklık, metnin alanının terimleridir. amacına ulaşmasını ortadan kaldırır. Telkin edicilik, eğitici/ öğretici nesrin bir diğer önemli özelliğidir.

Günlük Nesir Dilin en yaygın olarak kullanıldığı alan, hiç şüphesiz günlük hayattır. Evde, sokakta, çarşıda, pazarda, kahvede, okulda insanlar birbirleriyle dil aracılığıyla iletişimde bulunurlar. Dolayısıyla Cumhuriyet nesri- nin üçüncü yaygın türünü, günlük hayat içindeki nesir oluşturur. Günlük hayat içindeki dil kullanımının çok büyük bir bölümü sözlü nesirdir. Onu bir kenara bıraktığımızda, yazılı basın-yayın sahasının (gazete, dergi, broşür, İnternet vb.) da bütünüyle nesre dayandığını ve adı geçen basın-yayın organlarında her gün on binlerce metnin yer aldığını görürüz. Günlük hayat içindeki nesrin bir başka yaygın kullanım alanını, devlet veya özel sektör kurumlarındaki yazışmalar (dilekçe, rapor, program vb.) oluşturur. Bunun dışında hayatın hemen her alanında daha pek çok yazılı nesir örnekleriyle (reklam, tabela) karşılaşırız.

araştırmalarla ilişkilendir

Cevdet Bey ve Oğulları’ndan diğini gözünün önünde canlandırınca ürperdi. Ama gözünü kırpmadan bütün sınıfı bir solukta “Geceliğin kolu da, sırtım da… Bütün sı- falakadan geçiren, bir tokatla bir oğlanı bayıltan nıf da… Çarşaflar da… Of, of, of, bütün yatak hoca, bir türlü gelip tavandan akan sular için da sırılsıklam! Evet, her şey sırılsıklam ve ben kendisini cezalandırmıyordu. Cevdet Bey, “Her- uyandım!” diye mırıldandı Cevdet Bey. Her şey kesten başkaydım, yalnızdım, beni küçümsüyor- az önce gördüğü rüyadaki gibi sırılsıklamdı. Ya- lardı,” diye düşündü. “Ama hiçbiri gelip bana do- tağında homurdanarak döndü, rüyayı hatırladı kunmaya cesaret edemiyor, sular da bütün okulu ve korktu. Rüyada, Kula’daki sübyan mektebin- dolduruyordu!” Korkunç rüya bir anda neşeli de hocanın karşısında oturuyordu. Başını ıslak ve hoş bir anı oluverdi. “Bir kere okulun damı- yastıktan kaldırıp doğruldu. “Evet, hocanın kar- na çıkıp, kiremitleri kırdığını hatırlayarak ayağa şısında oturuyorduk. Bütün okul diz boyu suya kalktı. “Kiremitleri kırmıştım. Kaç yaşındaydım? gömülmüştü,” diye söylendi. “Niye gömülmüş- Yedi yaşındaydım. Şimdi otuz yediyim, nişanlan- tü?” Çünkü okulun tavanı akıyordu. Tavandan dım, yakında evleneceğim.” Nişanlısını hatırla- akan tuzlu sular benim alnımdan ve göğsümden yınca heyecanlandı. “Evet, yakında evleneceğim, dökülüyor, bütün odaya yayılıyordu. Hoca da sonra… Aman hâlâ oyalanıyorum! Geç kaldım!” değneği ile bütün sınıfa beni gösteriyor, “Hep bu Vakti anlamak için önce pencereye koştu, per- Cevdet’in yüzünden,” diyordu. Hocanın değneği delerin arasından dışarıya baktı. Dışarıda tuhaf ile kendisini nasıl gösterdiğini, bütün arkadaşla- bire ışık v sis vardı. Güneşin doğduğunu anladı. rının dönüp suçlayarak ve küçümseyerek kendi- Sonra bu eski alışkanlığına kızarak dönüp, saati- sine nasıl baktıklarını, kendisinden iki yaş büyük ne baktı: Alaturka yarım. “Aman, aman geç kal- ağbisinin de herkesten çok kendisini küçümse- mayayım!” diye söylenerek helaya koştu. 15 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Yıkanıp temizlenince neşesi daha da arttı. Çardağın altında bir kedi ağır ağır yalanıyordu. Tıraş olurken gene rüyayı düşündü. Sonra Şükrü Cevdet Bey bir şey hatırlayarak pencereden uzan- Paşa’nın konağına gideceğini hatırlayıp, o yeni ve dı ve gördü: Kupa arabası da gelmiş, evin önünde temiz pantolonla ceketi, yakası kolalı kartonlaş- durmuştu. Atlar kuyruklarını sallıyorlar, Cevdet mış gömleği ve zarif bulduğu kravatı taktı. Başına Bey’i bekleyen arabacı kapının önünde sigara nişan töreninden önce kalıplattığı fesini oturttu. içiyordu. Cevdet Bey hatırladığı sigara paketini Küçük masa aynasında kendini seyretti ve istedi- ve çakmağını, cüzdanını ve bir kere daha baktığı ği gibi olduğuna karar verdi, ama gene de içinde saatini ceplerine yerleştirerek odadan çıktı. bir hüzün uyandı. Bütün bu şık kıyafette, nisan- Merdivenleri her zamanki alışkanlığıyla gü- lısının konağına gideceği için telâşlanmasında rültüyle indi. Gene her zamanki gibi, gürültüyü gülünç bir şeyler olmalıydı. Bu küçük ve zararsız duyan Zeliha Hanım merdivenlerin eşiğinde onu hüzünle perdeleri açtı. Sis Şehzadebaşı Camii’nin gülümseyerek karşıladı ve kahvaltısının hazır ol- minarelerini örtmüş, ama kubbeyi gizleyememiş- duğunu söyledi.” ti. Yan bahçedeki çardak her zamankinden daha yeşildi. “Sıcak bir gün olacak!” diye düşündü. Kaynak: Pamuk, 1991: 5-6

araştırmalarla ilişkilendir

Mühendislik Termodinamiği’nden Reaksiyon hızları, yeni olayların gerçekleşme hızı Hayri Yalçın-Metin Gürü termodinamik yöntemlerle belirlenemez. Olay- ların yürümesini engelleyen direnç, çevre fiziksel “Termodinamik, enerjinin bir hâlden başka ve kimyasal koşullarına bağlı olup ancak kinetik bir hâle dönüşmesini, özelikle ısının işe dönüş- yöntemlerle incelenebilir. mesini ve elde edilen işin en az kayıpla verimli olarak kullanılmasını inceler. Kimya mühendis- Doğada yürüyen bütün olayları kapsamına liğinin bütün temel işlemlerinde ısı ve iş olarak alan termodinamiğin yalnızca üç temel yasası enerji verilmesi veya alınması gerekir. Enerji bu vardır. Bu yasalar basitçe ifade edilmesine kar- işlemlerde temel yürütücü kuvvet olarak rol oy- şın, uygulamada pek çok yanılgıya düşülebilir. nar. Her ne kadar enerjinin kayıp olması söz ko- İnsanlar uzun yıllar termodinamik yasalarına ay- nusu değilse de, mühendis açısından yararlı ola- kırı olarak, kendi kendine işleyen makinaları icat rak kullanılamayan ve çevreye kaçan enerji kayıp etmek için uğraşmışlardır. Termodinamik kural olmuş demektir. ve kavramlar bilimsel temellere dayandırıldıktan sonra artık bu gereksiz uğraşlardan vazgeçilmiştir. Termodinamik, fiziksel ve kimyasal olayların Bugün artık enerjinin yoktan yaratılamayacağı ve incelenmesinde matematiksel bir kesinlikle bü- yalnız bir ısı kaynağı kullanılarak ısının tamamı- yük kolaylıklar sağlar. Bir olayın kendiliğinden nın işe çevrilemeyeceği kesin olarak bilinmekte- mümkün olup olamayacağı termodinamik yön- dir. Ancak yine de, enerji üretilen ve tüketilen temlerle önceden belirlenebilir. Ancak burada bütün işlemlerde enerji kayıplarının en aza in- önemli bir ayrıntı gözden uzak tutulmamalıdır. dirilmesi ve verimin artırılması için termodina- Bir olayın mümkün olamayacağı termodinamik miğin temel yasa ve kurallarından yararlanmak yöntemler ile kesin olarak söylenebildiği hâlde, gerekir.” mümkün olabileceği belirlenen olaylar pratik olarak bazı hâlde gerçekleşmeyebilir. Bunun ne- Kaynak: Yalçın-Gürü, 2004: 1 deni reaksiyon hızının son derece yavaş oluşudur.

16 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Van’da Hortum Hasara Yol Açtı Köyden 3 kilometre uzaklıkta bulunduğu sı- Van merkeze bağlı Gövelek köyünde etkili rada hortumu fark ettiğini ve köye gelerek, vatan- olan fırtınanın ardından oluşan hortum nedeniy- daşları durumdan haberdar ettiğini belirten köy- le birçok ev hasar gördü. lülerden Hüsnü Tefiye, “Hortum, köyümüzdeki ev ve ahırlarda büyük hasara yol açtı. Erken haber Alınan bilgiye göre, gece saatlerinden itiba- vermem nedeniyle dışarıda kimse kalmadığı için ren etkisini gösteren ve gün boyu devam eden fır- can kaybı yaşanmadı. Tek tesellimiz de can kaybı- tınanın ardından oluşan hortum, kent merkezine nın olmaması. Yetkililerden köyümüze gıda mad- 40e kilometr uzaklıktaki Gövelek köyünde yaşa- desi ve çadır göndermelerini istiyorum” dedi. mı olumsuz etkiledi. Hortum nedeniyle köydeki birçok ev ve ahırda hasar oluştu. Enerji ve ileti- şim hatlarını taşıyan direkler ile çok sayıda ağacın Kaynak: Milliyet, 19 Mayıs 2011 devrildiği hortumda, can kaybı yaşanmadı.

Öğrenme Çıktısı

3 Cumhuriyet dönemi Türk nesrinin belli başlı devirleri, eğilimleri, türleri ve bunların özelliklerini kavrayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Cumhuriyet öncesi ve son- Cumhuriyet Dönemi Türk Cumhuriyet Dönemi Türk rası dönemde nesir türünün nesrinin türlerine örnekler nesrinin başlıca türleri ne- genel görünümünü değer- bularak okuyunuz, değer- lerdir? lendiriniz. lendiriniz, paylaşınız.

17 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

1 Nesir kavramını algılayabilme

Nesir; herhangi bir duygu, düşünce, olayın dilin doğal yapısına, Nesir/Düzyazı Üzerine gramer kurallarına uygun bir şekilde ve cümleler hâlinde yazılı veya sözlü olarak ifadesidir. Nesrin en belirgin tarafı, ait olduğu dilin doğal hâli ve kuralları çerçevesinde hayat bulmuş olma- sıdır. Nesir dili, nazım diline göre çok daha açık ve açıklayıcı- dır. Onun varlık sebebi, taşıdığı anlamı, en açık ve anlaşılır bir şekilde ifade edebilmektir. Nesrin en küçük birimi cümledir. Cümlelerin mantıklı sıra içinde bir anlam çekirdeği etrafında toplanması paragrafı; onlar da metni meydana getirirler. Nesir, kendi içinde ilk önce edebî nesir ve edebî olmayan nesir olmak üzere ikiye ayrılır. Edebî nesir, çok daha titiz bir dikkatle ka- leme alınmış, sıradanlıktan uzak, okuyucuya estetik duygular kazandırabilen özelliklere sahip nesirdir. Edebî nesir; masal, efsane, menkıbe, halk hikâyesi, roman, hikâye, tiyatro vb. pek çok türü kapsar. Edebî olmayan nesir ise bilimsel ve didaktik eserler ile günlük hayatın değişik alanlarında karşımıza çıkar. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Cumhuriyet öncesi Türk nesrinin başlıca özelliklerini ayırt edebilme, temsilcilerini ve 2 bu dönemde verilen eserleri sıralayabilme

Cumhuriyet Öncesi Türk Türk kültür tarihine kronolojik olarak bakıldığında, Türk nes- Nesrine Genel Bir Bakış rinin farklı devirlerde farklı niteliklere sahip olduğu görülür. İslamiyet öncesi nesir, İslamiyet sonrası nesir ve Tanzimat son- rası nesir, Türk nesrinin üç ana dönemini oluşturur. Modern Türk nesri Tanzimat sonrasında başlar. Gazete ve dergilerin yayımlanmaya başlaması, aydınlar ve yönetimin halka seslen- mek istemeleri, Tanzimat nesrinin gelişmesinde temel faktör durumundadır. Bu olumlu gelişme, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati mektepleri dönemlerinde bir süre duraklar ve nesir dilin- de ağırlaşma görülür. Tanzimat sonrası nesrindeki asıl planlı sadeleşme, 1911’deki Yeni Lisan ve Millî Edebiyat hareketiyle mümkün olur. Adı geçen hareketin temel düşüncesi, Türkçeyi yabancı dil kurallarından temizlemek, mevcut konuşma dili ile yazı dili arasındaki ikilik ve uçurumu ortadan kaldırmak ve ko- nuşma dilini yazı dili hâline getirmektir. Nitekim bu düşünce- ler 3-5 yıl gibi kısa bir süre içinde dönemin edebiyat eserlerinde meyvesini verir.

18 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Cumhuriyet Dönemi Türk nesrinin belli başlı devirleri, eğilimleri, türleri ve

3 bunların özelliklerini kavrayabilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Cumhuriyet nesri, Yeni Lisan ve Millî Edebiyat hareketi sonu- Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri cu oluşan nesrin devamıdır. Bu nesri belirleyen temel faktör- leri Türkçedeki gelişmeler oluşturur. Harf Devrimi, Türk Dil Kurumu, Türkiyat Enstitüsü, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi kurumların kurulması ve çalışmaları, basın-yayın olanak- larının gelişmesi, okuma-yazma ve okullaşma oranının artma- sı, dilde özleştirme çalışmaları, Cumhuriyet Devri’nde dilin ve nesrin gelişmesinde oldukça önemlidir. Cumhuriyet nesrinin en geniş, en zengin kısmını edebî nesirler oluşturur. Belli bir sanat endişesi ve yeteneğine sahip yazarların kaleminden çıkan edebî nesir, okuyucuya estetik duygu kazandırmak amacıyla kaleme alınır. Onlarda dil, olabildiğince kusursuz ve hatasız bir biçimde kullanılır. Hikâye, roman, tiyatro, mensur şiir, se- yahat, anı, günlük, mektup, makale, fıkra, deneme, biyografi, otobiyografi, mülakat edebî nesrin türlerini oluştur. Cumhu- riyet nesrinin ikinci ana kolunu, bilimsel ve öğretici özelliğine sahip metinler oluşturur. Felsefe, tarih, coğrafya, sosyoloji, psi- koloji, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya, biyoloji tıp gibi pek çok alanla ilgili bilgileri içeren kitap, makale ve bildiriler bilimsel nesir metinlerini oluşturur . Bilimsel nesir, açık, yalın; açıkla- yıcı ve didaktiktir. Okuyucuyu kültürel, sosyal, ahlaki, dinî vb. yönlerden bilgilendirme ve eğitme amacını esas alan metinleri de eğitici/öğretici nesir metinleri olarak isimlendirmek gerekir. Eğitici/öğretici nesirdeki asıl amaç, öncelikle anlaşılır olmaktır. Bu amacın dile yansıyan sonucu yalınlık ve açıklıktır. Cumhu- riyet nesrinin üçüncü yaygın türünü, günlük hayat içindeki nesir oluşturur.

19 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Aşağıdaki kavramlardan hangisi “nesir”in 6 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, edebî nes- 1 değildir? karşılığı değildir? rin temel özelliklerinden biri A. Belli bir sanat endişesi ve yeteneğine sahip ya- A. Mensur B. İnşa C. Düzyazı zarların kaleminde hayat bulur. D. Nazım E. Mensure B. Okuyucuyu bilgilendirme ve eğitmeyi amaçlar. C. Dil, olabildiğince kusursuz ve hatasız bir bi- 2 Aşağıdakilerden hangisi, “nesir”in temel özel- çimde kullanılır. liklerinden biri değildir? D. Kelimeler daha çok yan anlamlarında kullanılır. E. Benzetme, istiare, tezat, mecaz, kinaye gibi çe- A. Nesir; manzum olmayan, düzyazı şeklindeki şitli sanatları içerir. söz ve yazıdır. B. Nesir; dilin doğal hâli ve bu hâlin kuralları çer- 7 Cumhuriyet Dönemi dili ve nesrini olumsuz neler öğrendik? çevesinde hayat bulur. olarak etkileyen en önemli gelişme aşağıdakilerden C. Nesir; cümle ve paragrafların mantık ve anlam- hangisidir? sal bütünlüğünden oluşur. A. İletişimin yaygınlaşması sonucu yabancı söz- D. Nesir; nazım diline göre çok daha sade ve açıktır. cüklerin Türkçeye girmesi E. Nesir; mısralarında ahenk ve ritmin varlığını B. Halk ve aydınlarda dil bilincinin yeterince ge- lişmemiş olması önemser. C. Dille ilgili kurumların (Türk Dil Kurumu, üni- versiteler) yetersizliği 3 Aşağıdakilerden hangisi, İslamiyet sonrası D. Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin dilden Türk nesrinin oluşumunda etkili değildir? atılması E. Toplumda okuma alışkanlığının yetersiz olması A. Türklerin Orta Asya’dan Batı’ya göç etmeleri B. Türklerin İslam dinini kabul etmeleri 8 Aşağıdakilerden hangisi, bilimsel ve didaktik C. Türklerin Arap alfabesini kabul etmeleri nesrin temel özelliklerinden biri değildir? D. Türklerin yeni kültür ve medeniyetlerle temas A. Açık, yalın ve anlaşılır olmak etmeleri B. Bilgi aktarmayı amaçlamak E. Türklerin yeni bir coğrafyada yeni bir hayat tar- C. Dili doğru ve kusursuz biçimde kullanmak zına sahip olmaları D. Kelimeleri daha çok yan anlamlarında kullanmak E. Edebiyat sanatlarından uzak olmak

4 Aşağıdakilerden hangisi, Tanzimat sonrası 9 Aşağıdakilerden hangisi “dil”in millî bir de- dönemde yeni nesrin oluşumunda birinci derece- ğer olmasıyla ilgili değildir? den etkiye sahip değildir? A. Dil; ait olduğu milletin ortak hazinesidir. A. Halkın ekonomik seviyesinin yükselmesi B. Dil; milletin kültürel değerlerini dünden bugü- B. Toplumun yeni bir hayat tarzına yönelmiş olması ne taşıyan bir köprüdür. C. Dil; temeli sese dayanan bir iletişim aracıdır. C. Basım-yayım imkânlarının giderek artması D. Birey kimliğini, ait olduğu milletin dili aracılı- D. Gazete ve dergilerin hızla çoğalması ğıyla oluşturur. E. Yönetim ve aydınların halka seslenmeleri E. Millet kültürel değerlerini, büyük ölçüde dilin- de saklar.

5 Aşağıdakilerden hangisi Ömer Seyfettin, Ali 10 Aşağıdakilerden hangisi, dilin toplumsal iş- eCanip v Ziya Gökalp’ın başlattıkları Yeni Lisan levlerinden biri değildir? Hareketi’nin ilkelerinden biri değildir? A. Toplumu oluşturan bireyler arasında iletişimi A. Arapça ve Farsça gramer kurallarına göre tamla- sağlar. ma yapılmaması B. Toplumun kültürel değerlerini genç nesillere B. Arapça ve Farsça çoğul eklerinin kullanılmaması aktarır. C. Arapça ve Farsça edatların kullanılmaması C. Toplumsal hayatta kültürel bir devamlılık sağlar. D. Toplumların ekonomik gelişimine kapı aralar. D. İstanbul Türkçesinin yazı dili hâline getirilmesi E. Toplumun kültürel değerlerinin koruyucusu ve E. Diğer Türk lehçelerinden kelime alınması taşıyıcısıdır.

20 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

1. D Yanıtınız yanlış ise “Nesir Üzerine” konusu- 6. B Yanıtınız yanlış ise “Edebî Nesir” konusunu

nu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı

2. E Yanıtınız yanlış ise “Nesir Üzerine” konusu- 7. A Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi’nde nu yeniden gözden geçiriniz. Türkçe” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. C Yanıtınız yanlış ise “İslamiyet Sonrası Türk 8. D Yanıtınız yanlış ise “Bilimsel ve Didaktik Nesri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Nesir” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. A Yanıtınız yanlış ise “Tanzimat Sonrası Türk 9. C Yanıtınız yanlış ise “Nesir/Düzyazı Üzerine” Nesri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. E Yanıtınız yanlış ise “Tanzimat Sonrası Türk 10. D Yanıtınız yanlış ise “Nesir/Düzyazı Üzerine” Nesri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt 1 Anahtarı

Nesrin en belirgin tarafı ve temel şartı, ait olduğu dilin doğal hâli ve bu hâlin kuralları çerçevesinde hayat bulmuş olmasıdır. Nesir, “nazım”da vazgeçilemez olan kafiye ve vezni reddeder; yani manzum değildir. Ayrıca mısralar hâlinde değil, düz cümleler hâlindedir. Öte yandan nesir dili, nazım diline göre çok Araştır 1 daha açık ve açıklayıcıdır. Onun varlık sebebi, taşıdığı anlamı, en açık ve an- laşılır bir biçimde ifade edebilmektir. Bir başka ifadeyle, nazımda ahenk-ritim endişesi daha ön planda yer alırken nesirde, düşüncelerin dilin doğal yapısı içindeki ifadesi önem kazanır. Düzenli noktalama işaretleri, nesrin okuyucu tarafından daha rahat anlaşılmasını sağlar.

İslamiyet öncesi Türk nesrinin başlangıç tarihi hakkında kesin bir bilgiye ulaş- mak oldukça zordur. Sözlü edebiyat devri ürünü durumundaki sav’ları, bu dö- nemin ilk nesir örnekleri olarak kabul etmek mümkündür. Yenisey (V. ve VI. yy.) ve Orhun Yazıtları (VIII. yy.), yazılı edebiyat dönemi Türk nesrinin ilk ve Araştır 2 en önemli örnekleridir. Sade, açık ve işlek bir dile sahip olan Orhun Yazıtları, Bilge Tonyukuk ve Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Uygur dönemi nesri ise Maniheizm ve Budizm çerçevesinde şekillenen metinlerde (Irk Bitig, Altun Yaruk, Prens Kalyanamkara ve Papam Kara Hikâyesi, Sekiz Yükmek) ifadesini bulmuştur.

21 Cumhuriyet Devri Türk Nesri

Araştır Yanıt 1 Anahtarı

Cumhuriyet Dönemi Türk nesrini; edebî, bilimsel ve öğretici ve günlük nesir olarak sınıflandırabiliriz. Edebî nesir; Cumhuriyet nesrinin en geniş, en kusursuz, en zengin ve en güzel kısmını edebî nesirler oluşturur. Belli bir sanat endişesi ve yeteneğine sahip yazarların kaleminden çıkan edebî nesirler, diğer amaçlarının yanında, güzellik ve okuyucuya estetik duygu kazandırmak amacıyla kaleme alınırlar. Onlarda dil, olabildiğince kusursuz ve hatasız bir biçimde kullanılır. Kelimele- re temel anlamlarının yanında bilinen veya bilinmeyen yan anlamlar yüklenir. Benzetme, istiare, tezat, mecaz, kinaye gibi çeşitli edebiyat sanatlarına sahip olan dil, günlük dilin çok üstünde bir zenginlik ve derinlik kazanır. Bilimsel ve öğretici nesir; Cumhuriyet Dönemi nesrinin ikinci ana kolunu, bilimsele v öğretici/eğitici özelliğe sahip metinler oluşturur. Felsefe, tarih, coğ- rafya, sosyoloji, psikoloji, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya, biyoloji, tıp gibi bugün her biri bağımsız bir bilim dalı hâline gelmiş pek çok alanla ilgili bilgileri içe- ren kitap, makale ve bildiriler bilimsel nesir metinlerini oluştururlar. Çünkü insanlar çeşitli bilim alanlarındaki bilgi, buluş, icat, fikir ve yorumlarını dille ifade ederler. Araştır 3 Bilimsel nesir; açık, yalındır. Ayrıca içerdiği bilgiyi açıklayıcı ve öğreticiliği esas alır. Amacı, işaret edenle edilen arasında tam bir uygunluk kurmaktır. Bu sebeple okuyucunun dikkatini kendi üzerine çekmeden işaret ettiği şeye, açık ve kesin bir biçimde götürür. Kelimeler bütünüyle temel anlamlarında kulla- nılır. Ayrıca ilim dilinin kendine has “terim”leri mevcuttur. Nesir metni bu terimler ekseninde ortaya çıkar. Dolayısıyla ilim dili matematik ve sembolik mantık gibi, bir işaretler sistemi olma ve evrenselleşme eğilimi gösterir. Günlük nesir; Dilin en yaygın olarak kullanıldığı alan, hiç şüphesiz günlük yaşamdır. Evde, sokakta, çarşıda, pazarda, kahvede, okulda insanlar birbirle- riyle dil aracılığıyla iletişimde bulunurlar. Dolayısıyla Cumhuriyet nesrinin üçüncü yaygın türünü, günlük hayat içindeki nesir oluşturur. Günlük yaşam içindeki dil kullanımının çok büyük bir bölümü sözlü nesirdir. Onu bir kena- ra bıraktığımızda, yazılı basın-yayın sahasının (gazete, dergi, broşür, İnternet vb.) da bütünüyle nesre dayandığını ve adı geçen basın-yayın organlarında her gün on binlerce metnin yer aldığını görürüz. Günlük hayat içindeki nesrin bir başka yaygın kullanım alanını, devlet veya özel sektör kurumlarındaki yazış- malar (dilekçe, rapor, program vb.) oluşturur. Bunun dışında hayatın hemen her alanında daha pek çok yazılı nesir örnekleriyle (reklam, tabela) karşılaşırız.

22 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Kaynakça

Ali Canip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Kaplan, M. (1983). Kültür ve Dil. İstanbul: Dergâh Makaleleri. (1995). (Hzl. A.Sevgi-M.Özcan). Yayınları. Konya: Star Ofset. Kaplan, M. (1988). Mehmet Kaplan’dan Seçmeler. Argunşah, M. (2005). “1923’ten Günümüze (Hzl. İ.Enginün-Z.Kerman). : KTB Türkçedeki Bazı Gelişmeler”. Karaman Dergisi. Yayınları. Karaman. (s.43-) s.44. Kocatürk, U. (1999). Atatürk’ün Fikir ve Bali, M. (1982). Halk Edebiyatında Nesir. Erzurum: Düşünceleri. Ankara: AKM Yayınları. Banarlı, N.S. (1975). Türkçenin Sırları. İstanbul: Milî Edebiyat Cereyanının Kubbealtı Yayınları. Köprülü, M.F. (1928). İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türkî-i Basit. Beyatlı, Y.K. (1984). Edebiyata Dâir. İstanbul: İFC İstanbul. Yayınları. Levend, A.S. (1972). Türk Dilinde Gelişme ve Büyük Türk Klâsikleri (1985), İstanbul: Ötüken- Sadeleşme Evreleri. Ankara: TDK Yayınları. Söğüt Yayınları. Ömer Seyfettin (2001). Bütün Eserleri Makaleler I. Çetişli, İ. (2004). “Nesir”. Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü. (Hzl. H.Argunşah). İstanbul: Dergâh Yayınları. C.4. Ankara: AKMB Yayınları. Pamuk, O. (1991). Cevdet Bey ve Oğulları. İstanbul: Ergin, M. (1997). Dede Korkut Kitabı I, Ankara: Can Yayınları. TDK Yayınları. Yalçın, H.-Gürü, B. (2004). Mühendislik Ergin, M. (1997). Dede Korkut Kitabı I. Ankara: Termodinamiği. Ankara: Palme Yayıncılık. TDK Yayınları. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi. (1976). C.II. (Hzl. İz, F. (1964). Eski Türk Edebiyatında Nesir. İstanbul. M.Kaplan-İ.Enginün-B.Emil). İstanbul: İÜEF Kabaklı, A. (1978). Türk Edebiyatı. C.1. İstanbul: Yayınları. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. Yeni Türk Nesri Antolojisi. (1987). (Hzl. Ş.Elçin-M. Kaplan, M. (1976). Türk Edebiyatı Üzerinde Tevfikoğlu). Ankara: KTB Yayınları. Araştırmalar 1. İstanbul: Dergâh Yayınları.

23 Bölüm 2

Hikâye/Öykü

Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi 2 Cumhuriyet sonrası Türk hikâyesinde Cumhuriyet Öncesi Türk Hikâyesi görülen belli başlı dönem ve eğilimleri 1 Cumhuriyet öncesi Türk hikâyesini genel ayırt edebilme, belli başlı yazarları, eserleri 1 hatlarıyla kavrayabilme 2 temel özellikleriyle tanıyabilme öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Hikâye/Öykü • Türk Hikâyesi • Sosyal Gerçekçiler • Bireyciler • Modernistler • Postmodernistler

24 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ Türk edebiyatında modern hikâye, diğer bazı Bu bölümde, kültürümüzün önemli ögele- türlerde (roman, tiyatro vb.) olduğu gibi, Osmanlı- rinden biri olan hikâye/öykü üzerinde duracağız. Türk toplumunun Batı’ya yönelmesinden sonra Hikâyenin tarihsel süreçte taşıdığı anlam çerçeveleri 1870’li yıllardan itibaren görülmeye başlar. Bu ve gösterdiği değişimi irdeleyeceğiz. Cumhuriyet’e hikâye, Cumhuriyet’e gelinceye kadarki sürede söz kadar olan dönem ile Cumhuriyet sonrası dönem- konusu olan üç dönem içinde “modern” olarak ni- de hikâyenin geçirdiği evreler üzerinde durulurken teleyebileceğimiz bir forma sahip olur. Buna göre aynı zamanda başlıca eserler ve temsilcilerden de 1923 öncesi Türk hikâyesini; Tanzimat hikâyesi, söz edilecek. Servet-i Fünûn hikâyesi ve Millî Edebiyat hikâyesi gibi üç dönem veya ekol altında toplayıp değerlen- Bölümün sonunda üzerinde durulan dönem- dirmek mümkündür. Bunlara -daha geri planda ol- leri örnekleyecek, dönem ile ilgili olarak verilen mak üzere- Fecr-i Âti hikâyesi ile Hüseyin Rahmi, bilgilerin pekişmesine katkı sağlayacak Mendil Ahmet Rasim ve Ebubekir Hazım Tepeyran gibi Altında (Memduh Şevket Esendal), Karanfiller ve bağımsız yazarların hikâyelerini de eklemek gerekir. Domates Suyu (Sait Faik Abasıyanık), Oğlumuz (Tarık Buğra) başlıklarını taşıyan okuma parçaları Tanzimat Hikâyesi: Gelenekten pek çok yer alacaktır. Bu bölümde öğrendiklerimizi günlük özellik taşımakla birlikte modern Türk hikâyesi yaşantımızda yaptığımız okumalara yansıtabilmek, veya Tanzimat hikâyesi, Giritli Aziz Efendi’nin dönemleri örnekleyen hikâyeler okuyarak dönem- Muhayyelât-ı Aziz Efendi’si (1852), Emin Nihat’ın eser ilişkisini sağlıklı kurabilmek dileğiyle… Müsameretnâme’si (1870), Efendi’nin Kıssadan Hisse (1870) ve Letâif-i Rivâyât’ı (1870- 1895) ile başlar. Adı geçen kitaplarda yer alan CUMHURİYET ÖNCESİ TÜRK hikâyeler, geleneksel hikâye anlayışından önemli iz- HİKÂYESİ ler taşırlar. Bunları Sami Paşazâde Sezâi’nin Küçük “Hikâye”, Türk kültür tarihinde en azından Şeyler (1892) adı altında kitaplaştırdığı hikâyeleri, bin yıllık geçmişe sahip ve giderek zenginleşen bir Recaizâde Mahmut Ekrem’in üç hikâyesi ile anlam çemberi içinde köklü, yaygın bir kelime Nâbizâde Nâzım’ın -başta Karabibik olmak üzere- ve kavramdır. Kelime kültür tarihimizde; “tarih, hikâyeleri izler. Sami Paşazâde Sezâi ve Nâbizâde destan, kıssa, masal, mesel, menkıbe, rivayet, lâtife, Nâzım’ın hikâyeleri gerek kurgu, gerek temel unsur- fıkra, hurafe, roman, öykü, anlatı, benzetme” an- lar, gerekse dil ve üslupları bakımından modern Batı lamlarında da kullanılmıştır. Bunlardan “destan”, hikâyesine daha yakın eserlerdir. “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “lâtife”, “fıkra”, “öykü” Servet-i Fünûn Hikâyesi: Edebiyatımızda ve “roman” bugün ayrı birer tür olarak kabul edi- hikâyenin hem yapı hem de dil bakımından ger- lir. O zaman genel anlamı bakımından hikâyenin, çek formuna ulaşması ve yaygınlaşması, Halit Ziya bugün “öykü”de ifadesini bulan tek bir türün de- Uşaklıgil’in on beş kitabı (Solgun Demet, Hepsinden ğil, “mit”ten “modern hikâye” veya “roman”a kadar Acı, Aşka Dair, İhtiyar Dost vb.) dolduran 150 civa- uzanan türlerin “genel” adı olduğunu unutmamak rındaki hikâyesi ile mümkün olmuştur. Ayrıca Ha- gerekir. Yani hikâye, öncelikle insanın sözü keşfet- lit Ziya hikâyelerinin konuları, dilleri ve üslupla- tiği günden bugüne en çok başvurduğu bir anla- rıyla, Servet-i Fünûn’un diğer hikâye yazarları olan tım tarzı; edebiyat sanatı içinde “mit”ten “modern Mehmet Rauf (Son Emel, Menekşe, Bir Aşkın Tarihî hikâye”ye kadar uzanan pek çok anlatma esasına vb.), Hüseyin Cahit (Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı bağlı eser/türün ortak üst formu; son iki asırdır da Hakiye Sahneleri), Ahmet Hikmet (Hâristan ve Gü- anlatma esasına bağlı eser/türler şemsiyesi altında listan) ve Safveti Ziya’yı (Bir Safha-i Kalp, Hanım bağımsız bir edebî türdür. Mektupları, Kadın Ruhu) geniş ölçüde etkilemiştir. Modern hikâye ise gerçek ya da gerçeğe uygun Bu nedenle Servet-i Fünûn hikâyesi; sanatı önem- olay ve durumların; insan, zaman ve mekân unsur- seyen anlayışı, bireyin iç dünyası üzerinde yoğun- larıyla birlikte kurgusal bir dünya çerçevesinde ve laşan psikolojik özelliği, romantik ve içe dönük üzerinde durulan konu, tema ve mesaja uygun bir kahramanları, hayal-hakikat çatışması eksenindeki biçimde kurgulanıp; ayrıntıya girilmeden yoğunlaştı- konu ve temaları (aile, hayat mücadelesi, aşk, mer- rılarak, okuyucuya estetik haz verecek tarzda anlatıl- hamet, yalnızlık, ölüm vb.), sağlam kurguları ve masından doğan kısa ve mensur metin/türdür. okuyucuyu zorlayan dilleriyle, oldukça homojen

25 Hikâye/Öykü

bir görünüm arz eder. Önemli ölçüde realizmin (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmışım esas olduğu Servet-i Fünûn hikâyesi, millî edebi- Şeytanı (1943), Dirilen İskelet (1946), Eti Senin yatın kendini büyük ölçüde kabul ettirdiği Balkan Kemiği Benim (1963)’dir. Savaşı yıllarına kadar geçerliliğini korur. Millî Edebiyat Hikâyesi: Millî Edebiyat Hare- Bağımsızlar: Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti ve Millî keti, “Yeni Lisan” olarak bilinen dilde sadeleşme ha- Edebiyat anlayışlarının geçerli olduğu dönemlerde reketi ile birlikte 1911’de başlar. Türkçü/milliyetçi eser vermelerine rağmen bu gruplara katılmayan düşünceye dayanan Millî Edebiyat, dilinin yalın ve bazı yazarlar da vardır. Hüseyin Rahmi, Ahmet Ra- anlaşılır; konularının millî, milliyetçi ve yerli olu- sim ve Ebubekir Hâzım Tepeyran gibi isimler bu şu ile kendinden önceki mekteplerden ayrılır. Millî grupta sayılabilir. Edebiyat anlayışı içinde hikâye türünde eser veren Bunlardan Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864- yazarlar; Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esen- 1944), ilk hikâyesini yayımladığı 1884’ten Cum- dal, Refik Halit Karay, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, huriyet sonrasında da devam eden uzun sanat ha- Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide yatında herhangi bir edebî topluluğa katılmadan, Edib Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, F. Celâlettin’dir. büyük ölçüde Ahmet Mithat Efendi’nin yolundan Adı geçen yazarlar, II. Meşrutiyet sonrasında tanı- giderek halk için yazmayı amaç edinmiş popüler nıp şöhrete ulaşmışlarsa da Cumhuriyet sonrasında bir yazardır. O, sanat anlayışı bakımından realizm da hikâye yazma ve yayımlamayı sürdürmüşler do- ve natüralizme; dünya görüşü bakımından ise po- layısıyla hem Cumhuriyet hikâyesinin hazırlayıcı- zitivizme bağlıdır. ları hem de yazarları olmuşlardır. Hüseyin Rahmi, hikâyelerinde İstanbul’un ko- Millî edebiyatın en önemli hikâye yazarı, hiç nak ve köşklerindeki hayat kadar, kenar mahalleler- şüphesiz Ömer Seyfettin (1884-1920)dir. Aynı deki hayatı, bu hayatın insanlarını anlatır. Büyük zamanda hareketin kurucusu ve teorisyeni olan ya- ölçüde güçlü gözlemlerine dayanarak yenileşme zar, kısa sanat hayatı süresince kaleme aldığı 150 dönemi İstanbul hayatının değişik kesitlerinden hikâyesiyle, Türk edebiyatına önemli katkılarda renkli ve realist tablolar sunar. Halkın yaşama biçi- bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin içinde bulun- mi ve hayatını düzenleyen değerler sistemini hare- duğu çözülme ve yıkılma sürecinin farkında olan ket noktası olarak alır ve daha çok hayatın bozuk, Ömer Seyfettin, idealist ve milliyetçi bir yazardır. çirkin ve komik yanlarını anlatmayı tercih eder. Hikâyeleriyle okuyucuda millî bilinci uyandırmak, Yanlış Batılılaşma ve yozlaşma, aile hayatındaki ak- millî kimliğe ait değerleri sezdirmek, yaşanan yan- saklıklar, kadın-erkek ilişkisi, zengin-fakir çatışma- lışlık ve çarpıklıkların farkına vardırmak ister. Bu- sı, batıl inançlar, toplum hayatındaki değişmeler, nun için hikâyelerinde çoğu zaman eleştirel, bazı onun hikâyesinin asıl konularını oluşturur. Sosyal hikâyelerinde ise alaycı ve muzip bir tavır sergiler. aksaklıkları abartarak ve mizahi bir tavırla eleştirir. Ömer Seyfettin hikâyelerinde kimi zaman Hüseyin Rahmi Gürpınar hikâyelerinde, he- çocukluk hatıralarını (İlk Namaz, Kaşağı, Falaka, def aldığı okuyucu kitlesini dikkate alarak günlük And), kimi zaman yaşanan hayatın gözlemlerini konuşma dilini kullandı. Özellikle kahramanla- (Bomba, Beyaz Lâle, Hürriyet Bayrakları), kimi rını kendi ağız özellikleri ile konuşturmada bü- zaman tarihi (Başını Vermeyen Şehit, Diyet, Forsa, yük başarı gösterdi. Böylece sokağın dilini roman Topuz, Ferman), kimi zaman da folkloru (Yalnız ve hikâyeye taşıdı. Bununla birlikte pürüzsüz ve Efe, Yüz Akı, Kurumuş Ağaçlar) kaynak olarak kul- kusursuz yazma konusunda pek titiz davranma- lanır. Bu noktada o, realist bir yazardır. Hatta rea- dı. Ciddi bir üslup endişesi taşımadı. Roman- listliğini zaman zaman “çirkin”i yansıtmaya kadar larına göre teknik bakımından daha başarılı ol- götürür (Bomba, Beyaz Lâle). Birer vak’a hikâyesi duğu toplam 100 civarındaki hikâyesinden bir olan metinlerini klasik bir yapı içinde kurgular. kısmını 1920’den sonra kitaplaştırarak Cumhu- Zıt güçlerin çatışmasıyla gerilimi yükseltir ve oku- riyet hikâyesine de katkıda bulundu. Bunlar; Ka- yucuyu şaşırtan ve sarsan bir sonuçla bitirir. O, dınlar Vaizi (1920), Meyhânede Kadınlar (1925), hikâyelerinin genel kurgusu ve temel unsurlarının Kâtil Buse (1932), Namusla Açlık Meselesi (1933), nitelikleri bakımından, Maupassant tarzı hikâye İki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış anlayışına bağlıdır.

26 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Ömer Seyfettin’in hikâyeciliğindeki bir başka belli başlı konularını oluşturur. Osmanlı coğrafya- temel nitelik, dil ve üslubunda somutlaşır. Yeni sının farklı mekânlarında (Aydın, Sinop, Batum, Lisan ve Millî Edebiyat Hareketlerini başlatan ya- Bingazi, Trablusgarp vb.) yaşanan olaylar üzerine zar, “Edebiyatsız edebiyat yapmak” düşüncesiyle kurulan bu hikâyelerde erkek kahramanlar öne yola çıkarken İstanbul hanımlarının konuşma di- çıkar. Hikâyelerini zaman zaman şiir parçaları ile lini, yazı ve edebiyat dili hâline getirmeye çalışır. zenginleştiren yazar, kendini hikâyeden çekmez. Bu sebeple onun dili, son derece açık ve yalındır. Olaylar ve insanlar karşısında tavrını ve heyecanı- Hatta yalınlık endişesi, zaman zaman hikâyelerinin nı ortaya koyar. Bu sebeple üslubu zaman zaman bir hayli kuru kalmasına sebep olur. Onun hitabeye kayar. Diyaloglara geniş yer verir. Yalın hikâyelerindeki bir başka üslup özelliği, mizahi ve bir dille sıcağı sıcağına günün olaylarını anlatma- eleştirel yaklaşımdır. sı, dönemin edebiyat kamuoyu tarafından takdirle Millî edebiyatın bir başka önemli hikâye yazarı, karşılanmasını sağlar. Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927)dur. II. Millî edebiyatın hikâye türündeki bir başka Meşrutiyet yıllarına kadar olan dönemde Servet-i önemli yazarı Refik Halit Karay (1888-1965) Fünûn’a bağlı olan Müftüoğlu, bu tarihten sonra dır. Fikrî bakımdan millî edebiyatın temelini teş- Türkçülük/milliyetçilik düşüncesini benimser. Bu kil eden Türkçülük/milliyetçilik düşüncesine uzak dönemde kaleme aldığı hikâyelerinden on sekizini duran Karay, hikâyeleriyle bu harekete önemli kat- Çağlayanlar (1922) adı altında kitaplaştırırken bazı kılarda bulunmuştur. İlk hikâyeleri ile sürgün yılla- hikâyeleri gazetelerde kalır. Hikâyelerinde çeşitli rına dair gözlem ve izlenimlerine dayanarak yazdığı olay, insan ve mekâna dair unsurlardan hareketle hikâyelerini, memleket veya Anadolu edebiyatı ko- Türk ruhu ve kimliğini anlatmaya çalışır. Türkün nusunda bir çığır açan Memleket Hikâyeleri (1919) kahramanlık, yiğitlik, asillik, incelik gibi değerleri- adı altında kitaplaştırır. İstanbul’un kenar semt- ni sezdirmek ister. Örneğin “Üzümcü”de, sokakta lerinde oturan orta ve alt gelir gruplarındaki in- gördüğü bir satıcının sesi, tavırları ve vücudunda, sanlarla Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarında Türk ruhu ve kimliğinin kristalize olmuş örneği yaşayan insanların hayatlarından çeşitli kesitler durumundaki Mehmetçik’i görür. Müftüoğlu’nun sunan Memleket Hikâyeleri’nde işçi hakları, cinsel hikâyelerinin kaynağı, yer yer Türk tarihi ve des- arzular, batıl inançlar, din istismarı, bürokrasinin tanları; yer yer de Balkan, Birinci Dünya ve istik- uyuşukluğu, Anadolu ve insanının hayat mücade- lal savaşlarına ilişkin gözlem ve hatıralardır. Klasik lesi ve içinde bulunduğu yoksulluklarını anlatır. hikâye formundan zaman zaman bir hayli uzakla- Refik Halit Karay, ikinci sürgün döneminin (1922- şan metinler gücünü, yazarın duygu ve heyecanla- 1938) gözlem ve izlenimlerinin ürünü olan Gurbet rından alır. Ayrıca onun son derece sade bir dili; Hikâyeleri’nde (1940) topladığı hikâyelerini yazar. şairane bir üslubu vardır. Çeşitli edebî sanatlarla Gurbet Hikâyeleri’ndeki en önemli tema, vatan öz- zenginleştirilen ve mensur şiire yaklaşan üslubunda lemi ve yabancılık duygusudur (Eskici, Akrep, Kö- hitabet bir hayli belirgindir. pek, Kaçak, İstanbul). Bu hasret, “Eskici”deki küçük Şiir, roman türlerinde de eserler kaleme alan Hasan ve adını bilmediğimiz eskicide bütün bu- Aka Gündüz (1886-1958), Cumhuriyet öncesi rukluğu ile somutlaşır. Hayvan kahramanların öne ve sonrasında hikâyeleriyle millî edebiyat anlayışı çıktığı hikâyelerde de (Zincir, Keklik, Akrep, Köpek) içinde yer alır. Hikâyelerini Türk Kalbi (1911) ve aynı tema kendini gösterir. Türk’ün Kitabı (1913), Bu Toprağın Kızları (1927), Refik Halit, baştan sona Maupassant tarzına Hayattan Hikâyeler (1928), Sarı Zeybek (1936) bağlı kaldığı hikâyelerinde güçlü bir gözlem gü- isimli kitaplarında toplar. Onun ilk kitabındaki cüne sahiptir. Sağlam bir kurgu içinde, daha çok hikâyelerde Trablusgarp, ikincisinde ise Balkan olay örgüsünü öne çıkarır. Olay örgüsünde çatışma Harbi sebebiyle yaşanan felaketlerin anlatımı açık bir biçimde okuyucuya sunulur ve sonu çoğu öne çıkar. Kaybedilen topraklarda Türklerin karşı zaman trajik biter. Mekân tasvirlerinde realist ve karşıya kaldıkları zulümler, savaşlarda gösterilen başarılıdır. Belli bir sosyal ve doğal çevre içinde ele kahramanlıklar, Türk’ün vatanseverliği, bazı yoz- alınan olaylar ve insanlar, son derece canlıdır. Daha laşmalar ve azınlıkların şımarıklıkları, hikâyelerin çok “dış” üzerinde yoğunlaşan yazar, kahramanları-

27 Hikâye/Öykü

nın psikolojilerini tahlil etmekten uzak durur. Asıl üslubunun etkisi, giderek yalın, doğal ve sade Türk- şöhretini mizah türündeki yazıları ve hikâyeleri çeye doğru ilerler. Ancak Halide Edib, bir sanatçı ile sağlayan Refik Halit’in bir başka önemli yanı, olarak en çok dil ve üslubu yönüyle eleştirilir. Çün- Türkçeyi kullanmadaki başarısıdır. Yazar, hikâye, kü o, bu konuda özensizdir. Fazıl Ahmet Aykaç’ın, roman, mizah ve denemelerinde son derece berrak, “leziz fakat kılçığı bol sardalya” benzetmesi, onun duru, tabii, yalın ve açık bir dil kullanır. Konuşma dil ve üslubu için sık sık tekrarlanan bir tespittir. dilini, edebî esere taşımada son derece başarılıdır. Halide Edib gibi, öncelikle romanlarının ken- Üstelik o, ahenkli ve pürüzsüz bir üsluba sahiptir. disine sağladığı şöhretle tanıdığımız Yakup Kadri Öncelikle “romancı” olarak tanıdığımız Cum- Karaosmanoğlu (1889-1974) da hikâye türünde huriyet öncesi ve sonrası kadın yazarımız Halide vermiş olduğu eserlerle dönemin Türk edebiyatı- Edib Adıvar (1882-1964), hikâye türünde de eser- na önemli katkılarda bulunmuş yazarlarımızdan- ler vermiştir. Harap Mabedler (1911), Dağa Çıkan dır. Onun Bir Serencam (1913), Rahmet (1923), Kurt (1922), İzmir’den Bursa’ya (1922; Y.Kadri, İzmir’den Bursa’ya (H.Edib F.Rıfkı ve M.Asım’la F.Rıfkı ve M.Asım’la birlikte) ve Kubbede Kalan ortak 1922) ve Millî Savaş Hikâyeleri (1947) isimli Hoş Sada (1974), onun hikâyelerini topladığı ki- kitaplarda yer alan 60’a yakın hikâyesi vardır. Sanat taplarıdır. Adıvar’ın sanat hayatında görülen iki hayatının ilk yıllarında Servet-i Fünûn ile Fransız farklı dönem, hikâyeleri ve hikâyeciliği için de ge- edebiyatının etkisi altında bulunan Yakup Kadri, çerlidir. Buna göre yazar, gençlik dönemi eserlerin- ferdiyetçi sanat anlayışına sahiptir. Sosyal baskı-fert den oluşan Harap Mabedler’deki hikâyelerinde fer- çatışması, ekseninde bireyin mutsuzluklarını ele diyetçidir. Zeminini çeşitli sebeplerin oluşturduğu alır. Bir Serencam’da yer alan; “Baskın”, “Bir Kadın hayal kırıklıkları, yalnızlık, fedakârlık, annelik, aşk, Meselesi”, “Bir Ölünün Mektupları”, “Şapka”, “Neb- ölüm bu hikâyelerin belirgin temalarını oluşturur. baş”, “Yalnız Kalmak Korkusu” isimli sekiz hikâye, Hikâyelerde santimantal ve bedbin bir ruh hâli yalnızlık, karşılıksız aşk, cinsellik, ölü sevicilik gibi hâkimdir. Yine bu hikâyelerde Servet-i Fünûn dil ferdî temalarıyla, bu anlayışın somut örnekleridir. ve üslubunun etkisi dikkati çeker. Yakup Kadri, sanat hayatının ikinci devresin- Halide Edip, Balkan Savaşı yıllarından itiba- de dikkatini sosyal hayata çevirmiş; toplumun ren toplumcu veya millî edebiyat anlayışına kayar. problemleri üzerine eğilmiştir. Rahmet ve Millî Dağa Çıkan Kurt ve İzmir’den Bursa’ya isimli kitap- Savaş Hikâyeleri isimli kitaplarda toplanan bu larında yer alan hikâyeler (Kabak Çekirdekçi, Tanı- hikâyelerinde (Zeynep Kadın, Ses Duyan Kız, Tes- dığım Çocuklardan; Vurma Fatma, Emine’nin Şaha- lim Teslim, Güvercin Avı, Bir Şehit Mezadı, Köyünü deti, Bayrağımız Altında), bu dönemin ve anlayışın Kaybeden Kadın), savaşın getirdiği büyük yıkımlar eserleridir. İşgalci güçlerin Türk vatanına saldırı- ve acılar ön plana çıkar. Ayrıca o dikkatini Ana- ları, Türklerin buna karşı verdikleri mücadele, bu dolu ve insanına çevirmiştir. Hikâyelerinin yarıdan sırada yaşanan zulümler ve acılar, hikâyelerin asıl fazlasının mekânı Anadolu’dur. Bu itibarla Yakup konularını oluşturur. Örneğin “Dağa Çıkan Kurt” Kadri, Refik Halit ile birlikte, memleket edebiyatı- hikâyesinde, vahşi hayvanların ormanı kuşatmaları, na önemli katkılarda bulunur. Ancak bedbin bakış barışı sağlamak için kurdu av olarak ilan etmeleri, açısı ve Maupassant’tan gelen hayatın kusurlu tara- ülkesi talan edilen ve yaralanan kurdun intikam fına bakma tavrı yüzünden hikâyelerdeki Anadolu için dağa çıkması anlatılır. Bir çocuğun rüyası ola- ve insanı, Yaban romanında olduğu gibi, büyük öl- rak kurgulanan hikâye, semboliktir. Kubbede Kalan çüde olumsuz nitelikleriyle karşımıza çıkar. Hoş Sada’da yer alan metinlerde ise daha çok Do- Yakup Kadri, hikâyelerinde realisttir. Gerek ese- ğu-Batı sentezi ve bu eksenindeki problemler üze- rin malzemesini temin etmede gözlem ve belgelere rinde yoğunlaşmış olmasıyla dikkati çeker. başvurma, gerek bu malzemeyi determinist bir yak- Teknik bakımından zayıf olan Halide Edib’in laşımla işleme, gerekse kahramanları karşısındaki hikâyeleri, romanlarında olduğu gibi, çoğunlukla tavrı bakımından Maupassant’a ve realist geleneğe bir kadın kahraman etrafında şekillenir. Bu kadın- bağlı kalmıştır. Bununla birlikte onun gerçekçiliği, lar; irade, kültür ve karakter bakımından güçlü- dıştan çok içe yöneliktir. Psikolojik realizmi günde- dürler. Başlangıçta hissedilen Servet-i Fünûn dil ve me getiren bu tavır, eserlerinde zihin ve ruh tahli-

28 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

lini önemli kılar. 1915’lere kadar olan eserlerinde, hikâye kaleme almıştır. Klasik bir giriş-gelişme-so- önemli ölçüde Edebiyat-ı Cedîde’ye yakın bir dil nuç yapısına sahip olması, belirgin bir mesaj taşı- kullanan Yakup Kadri, hep sanatkâranelik endişesi ması, belli bir gerilim içinde gelişen olay örgüsü- içinde olmuştur. Bu çerçevede bir süre Yeni Lisan nün zaman zaman şaşırtıcı bir sonla bitmesi gibi Hareketine karşı çıkar. Ancak sanat hayatının ikin- nitelikler, Güntekin’in hikâyelerini Maupassant ci döneminde (1915’ten sonra), yavaş yavaş millî tarzına bağlar. Eski Ahbap (1919), Recm, Gençlik edebiyatın sade dil anlayışına yönelir ve bunda ve Güzellik (1919), Roçild Bey (1919), Tanrı Mi- karar kılar. Bununla birlikte kendine has bir üslup safiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1928), Leylâ ile endişesinden hiçbir zaman vazgeçmez. Mecnun (1928), Olağan İşler (1930) hikâyelerini Doğrudan doğruya Millî Edebiyat Hareketine topladığı kitaplarıdır. katılmamış olsa da hikâyelerinin dili ve konusu Reşat Nuri’nin eserlerinin kaynağı, özellikle bakımından bu hareket içinde değerlendirilme- müfettişlik görevi sebebiyle uzun yıllar Anadolu’yu si gereken bir başka yazarımız Memduh Şevket dolaşması sırasındaki gözlem ve deneyimleridir. Esendal (1883-1952)dır. Onun sanat hayatın- Bu hikâyelerinin önemli bir kısmında (daha çok da iki devre söz konusudur. Esendal, 1908-1920 ilk dönem hikâyeleri) santimantal ve romantik bir yılları arasını kapsayan birinci devrede kaleme yaklaşımla bireysel konu ve temaları öne çıkaran aldığı hikâyelerinde, kendisinden önceki Türk Güntekin, bir kısmında da gözlemci gerçekçi bir hikâyesinin hazırladığı edebî birikimlerden yola yaklaşımla sosyal konu ve temalar üzerinde durur. çıkar. Dış dünya ile psikolojik hâlin ifadesini esas Bu çerçevede aşk teması ilk sırada yer alır. Söz ko- aldığı bu dönemde, tenkitçi, tasvirci ve tahlilci nusu aşkların bir kısmı, kavuşmayla sonuçlanma- olma yönleriyle belirginleşen bir sosyal gerçekçilik sı mümkün olmayan türdendir (Sönmüş Yıldızlar, anlayışına sahiptir. Klasik giriş, gelişme ve sonuç Bir Hazin Hakikat, Bir Hayal Kırıklığı vb.). Aşka bölümlerine göre şekillenen bu devrenin hikâyeleri büyük değer veren yazar, onu yaşanması gereken gücünü, dış dünyadan seçilmiş olaylardan ve te- insani bir duygu olarak görür. Aile ve bu kurum zatların çatışmasından alır. Esendal, bu dönemde çevresindeki birtakım problemler (eşler arası denk- Maupassant tarzı hikâyeler yazar. lik, taraflardan birinin ihaneti vb.) hikâyelerindeki Memduh Şevket, 1920’ye kadar olan dönem- ikinci önemli konuyu oluşturur (Akrep, Deniz de kaleme aldığı 40-45 civarındaki hikâyesinde Banyosu, Gölgelerin Busesi, Bir Zaaf Dakikası vb.). Veysel Çavuş, Bomba, Korku, Baba Bulgar zulmü ( Çocuk ve çocukla ilgili birtakım problemler, yaza- Halil), sosyal değerlerde yozlaşma (İhtiyar Çilingir, rın önemsediği bir başka konudur (Çocuk Kavgası, Gödeli Mehmet), köylünün durumu (Pazarcılık, Bilek Saati, Bir İstifa). Buğday Almaya Köye Gitmiştik, İane, Hasan Kahya Hastalandı), yöneticilerin zihniyeti ve halka bakış- Reşat Nuri Güntekin, bütün eserlerinde Ana- ları (Hürriyet Gelirken, İnsanın Ben’i) gibi konular dolu coğrafyası üzerindeki Türk insanının sosyal üzerinde durur. Ele aldığı konularda çok açık eleş- ve psikolojik yapısını, günlük hayatını anlatır. İn- tirel bir tavır sergiler. Onun bu dönemdeki dil ve sanın ve hayatın iç yüzünü sergilemeye çalışır. Bir- üslubu, asıl mecrasını bulamamış bir sanatçının iki eseri dışında, herhangi bir ideolojiye sapmayan arayışlarını düşündürecek niteliklere sahiptir. İlk yazar, eserlerinde hep sevgi ve hoşgörüyü esas alır. eserlerinde Servet-i Fünûn diline yakın duran ya- Acıma ve sevgi temalarını, hiçbir zaman eserlerin- zar, daha sonra millî edebiyatın getirdiği Yeni Lisan den eksik etmez. O, en olumsuz şartlarda veya en Hareketi’nin dil anlayışını benimsemiştir. Yazar, olumsuz kişilerde bile bu tür olumlu değerleri gör- 1921’den sonra Çehov tarzı hikâyeyi benimseyerek meye çalışır. Hiciv ve sosyal tenkidi öne çıkardığı Türk hikâyesine yeni bir tarz kazandırır. eserlerinde de bu tavrını korur. Bütün eserlerinde Daha çok romancılığı ile tanınan Reşat Nuri sade, temiz ve doğal bir Türkçe kullanır. Bu sebep- Güntekin (1889-1956), 1917-1930 arası dö- le onun yalın, süsten uzak, doğal ve lirik bir üslu- nemde hikâyeye geniş yer ayırmış, 200 civarında bu vardır.

29 Hikâye/Öykü

araştırmalarla ilişkilendir

Mendil Altında aksederse, elbette bizim için iyi olmaz.” O, bu Memduh Şevket Esendal sözleri söylerken, bütün kalem arkadaşları, bütün daire halkı da kapıdan dinleseler... Sicil müdü- Ağustos, Cuma günü. Sicil müdürü Cavit rüne ateş basıyor. Bütün daire, bütün işitenler, Bey, yemekten sonra minderin üstüne uzanmış, onun yiğitliğine, kabadayılığına şaşıp kalıyorlar. uyumak istiyor. Ama, karasinekler rahat bırak- Çarşıdan, pazardan geçerken, herkes arkasından mıyorlar. Köylülerin, duvar diplerine uzanıp, gösteriyor... Müsteşar, Sicil müdürünün sözlerin- yüzlerine birer mendil örterek mışıl mışıl uyu- den korkuyor, imzasını bozup sözünü geri alıyor, dukları gözünün önüne geldi. İmrendi. Uzandı, sicil müdürü, kâğıtlar elinde odadan çıkarken, sandalya üzerinde duran ceketinin cebinden be- kapıda dinleyenlerin aralıktan kendi odalarına yaz keten mendilini alıp yüzüne örttü, sıkıntılı kaçtıklarını görüyor, aşağı inip elindeki kâğıtları olmasına aldırmayarak uyku gelecek diye bekle- muavinin önüne atıyor. Muavin, müsteşarın si- di. Bu arada da ilkin çocuklarının mektep taksit- linmiş imzasını görünce ağzı açık kalıyor. Sicil leri için gönderdiği paranın makbuzunu nereye müdürü, muavinin şaşırdığını düşününce, beyaz koyduğunu düşündü. Sonra, karısının “Para ye- keten mendil altında tatlı tatlı güldü. Sonra, işine tiştiremiyorum” diye sızlanmasını hatırladı. “Ben yeniden tâyin edilen memur haber alıyor, gelip burada aç duracak, değilim ya!” dedi. Maaşlara sicil müdürünün ayaklarına kapanıyor, bu iş de zam yapılacak diyorlardı... Müsteşarın, kendisi- her yerde duyuluyor. Karısının kulağına kadar da ni sevdiğini düşünüp, sevindi. Yanlışlıkla işten gidiyor. Kadından bir mektup: “Orada bu kadar el çektirilen bir memuru Cavit Bey’in bir sözü işler yapıyorsun da, bize para göndermiyorsun!” ile müsteşar hemen eski işine göndermişti. Ya Artık kızıyor. Bu kadar da olmaz... Hemen o da böyle olmayıp da müsteşar dayatsaydı. Bu zavallı bir mektup döşeniyor. Aradan biraz geçince, bil- adam sefil olurdu. Sonra onun han köşelerinde mem nerenin ikinci müntehiplerinden bir mek- sürüneceğini, nasıl borçlanacağını, kılığının nasıl tup: “Mebus seçeceğiz, kabul buyurunuz.” bozulacağını tıraşının nasıl uzayacağını birer bi- rer gözünün önüne getirdi. Acıdı. “Ya, müsteşar Mazbatası meclisten geçince, bir gün daireye kabul etmese idi” diye düşündü. O zaman sanki geliyor, bütün arkadaşları tebrik ediyorlar, müste- müsteşar dayatmış gibi kızdı. Kendi kendine sor- şar, oda kapısından karşılıyor, pantolonunun arka du: “Ne yapardım?” Hemen ceketinin göğsünü cebinden altın tabakasını çıkarıp cıgara veriyor... ilikledi, arkadaşına “Ver şu evrakı” dedi, kâğıtları Meclise girince ilk iş, memur maaşlarının aldı, doğru müsteşarın yanına. Müsteşar masanın arttırılmasına dair bir teklif... başında kâğıt okuyordu, başını kaldırdı, her gün Sicil müdürü terden, heyecandan boğula- sorduğu gibi “Hayrola, müdür bey” diye sordu. caktı. Mendili yüzünden çekip fırladı. Yüzü kı- “Efendim, dedi açıkta kalan filân efendi için ol- zarmış, gözleri dönmüş, saçları dikilmiş, köşeye maz buyurmuşsunuz... Bu da revâ mı, efendim. oturdu. “Bu mendil altında nasıl uyunur” diye Bu zavallı nereye gidip derdini anlatsın? Bu bizim düşündü, sonra da tekmesiyle odanın döşemesini yanlışımız yüzünden işten el çektirilmiş. Kendisi- teperek: nin bir günahı var mı? Siz de çoluk çocuk sahibi- - Meryem, bir kahve pişir, diye hizmetçisine siniz. İnsaf ediniz efendim. Müsteşar “Olmuş ol- bağırdı. muştur, diyor. Bir defa her nasılsa el çektirilmiş. Memuriyet hayatında böyle şeyler olur. Kendine Kaynak: Esendal, 1983: 104-105 başka yerde iş arasın...” Sicil müdürü bu haksız- lığa karşı köpürüyor. Müsteşara diyor ki: “Bu iş

30 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Öğrenme Çıktısı

1 Cumhuriyet öncesi Türk hikâyesini genel hatlarıyla kavrayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Öykü türünün edebiyatı- Memduh Şevket Esendal’ın mızda tarihsel süreçte geçir- Ömer Seyfettin’in “Ede- Mendil Altında öyküsünün diği değişimleri konu, dil ve biyatsız edebiyat yapmak” özelliklerini de göz önünde anlatım açısından değerlen- sözünden ne anlıyorsunuz? bulundurarak Cumhuriyet direrek paylaşınız. Maupassant tarzı hikâyenin öncesi dönemde yazılan Öykü türünün kültürel bi- kendine özgü temel özellik- hikâyeleri konu, dil ve an- rikime, okuma alışkanlığına leri nelerdir? latım özellikleri açısından ve sözcük dağarcığını zen- değerlendiriniz. ginleştirmeye olan katkısını yakın çevrenizle paylaşınız.

• İç Gerçekliğin Hikayecileri/Bireyin İç Dün- CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK yasını Esas Alanlar HİKÂYESİ • Yeni Arayışlar Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi, öncelikle -yukarıda kısaca özetlenen- Tanzimat’tan itibaren Cumhuriyet’in Hikâyecileri ortaya konan hikâye birikiminin doğal bir devamı- dır. Hatta Cumhuriyet Dönemi yazarlarının önem- Sosyal/Toplumcu 1.Kuşak li bir kısmı, önceki dönemlerde pek çok hikâye Gerçekçiler 2.Kuşak kaleme almış ve edebî şöhretlerini kazanmış olan 1923 Sonrası Dönem Türk Hikâyesi yazarlardır. Bu birikimden yola çıkan Cumhuriyet İç Gerçekliğin hikâyesi, zaman içinde ve toplumun sosyal, kültü- Hikayecileri/ 1.Kuşak Bireyin İç Dünyasını 2.Kuşak rel, ekonomik ve politik şartları ile dünya edebi- Esas Alanlar yatında görülen hikâye anlayışındaki değişmeler ve bunları besleyen edebiyat anlayışları çerçevesinde Yeni Arayışlar gelişip zenginleşmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nin yaklaşık 95 yıllık hikâyesini kendi içinde dönemlere veya gruplara Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri ayırmak mümkündür. Ancak zamana, konulara, Bu grubu oluşturan yazarlar, ilk eserlerini Sultan edebiyat anlayışlarına veya edebiyat akımlarına II. Abdülhamid Dönemi’nde kaleme almış olmakla göre yapılabilecek tasnif veya gruplandırmalar -bir- birlikte asıl II. Meşrutiyet sonrasının hürriyet orta- takım geçişler sebebiyle- kesin olmayacaktır. Bu mında kimliklerini kazanmışlardır. Ayrıca onların sebeple edebiyat tarihleri veya ilgili kaynaklarda önemli bir kısmı Balkan veya Binci Dünya savaşla- farklı sınıflandırmalarla karşılaşmak mümkündür. rına kadar daha çok Servet-i Fünûn mektebinin et- Biz, 1923 sonrası dönem için Türk hikâyesini şu kisi altında bireysel hikâyeler yazdıktan sonra Millî dört başlık altında değerlendirmeyi uygun bulduk: Edebiyat Hareketi’ne katılıp toplumcu sanat anla- • Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri/Millî Ede- yışı benimserlerken bir kısmı millî edebiyat anlayı- biyat Anlayışını Sürdürenler şına katılmadan kendi yollarında yürümeyi tercih • Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler etmişlerdir. Bir önceki bölümde tanıdığımız Hü-

31 Hikâye/Öykü

seyin Rahmi Gürpınar, Aka Gündüz, Refik Halit 1920’lerden itibaren hızla konuşma diline yakla- Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib şır ve sokağın dilini yakalamaya çalışır. 1930’lara Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Reşat Nuri Gün- gelindiğinde ise artık onun için asıl olan konuşma tekin gibi isimler, Cumhuriyet Dönemi’nde de dilidir. Doğallık, yalınlık, açıklık, iyimserlik ve yer hikâye yazmayı sürdürmüşlerdir. Adı geçen isimle- yer mizahilik, onun üslubunun belli başlı nitelikle- ri önceki bölümde tanıdığımız için burada sadece ridir. Hayatında sadece iki hikâye kitabı (Hikâyeler Memduh Şevket Esandal üzerinde duracağız. Birinci Kitap (l946), Hikâyeler İkinci Kitap (l946) Yukarıda 1920’ye kadar olan dönemde Maupas- yayımlayabilen Esendal’ın diğer hikâyeleri ölü- sant tarzı hikâyeler yazdığını gördüğümüz Mem- münden çok sonra kitaplaşabildi. Bunlar: Otlak- duh Şevket Esendal (1884-1952), sanat hayatının çı (l958), Mendil Altında (l958), Temiz Sevgiler ikinci devresinde Çehov tarzı hikâyeler yazar. Çün- (l965), Ev Ona Yakıştı (l971), Sahan Külbastısı kü Bakû Mümessilliği esnasında (1920-1924) Rus (l983), Veysel Çavuş (l984), Bir Kucak Çiçek (l984), yazarı Anton Çehov’u tanıyan Memduh Şevket, İhtiyar Çilingir (l984), Hava Parası (l984), Bi- 1921-1952 döneminde, özellikle türün yapısı, bu zim Nesibe (l985), Kelepir (l986), Gödeli Mehmet Güllüce Bağları Yolunda Gönül Ka- yapıyı teşkil eden temel unsurları bakımından Çe- (l988), (1992), çanı Kovalar (1993)dır. hov tarzı hikâyeyi benimser. Cumhuriyet öncesinden 1950’lere uzanan Esendal, bu devredeki 200 civarındaki bir başka hikâyeci F. Celâlettin (1895-1975)dir. hikâyesinde, yine realist bir sanat anlayışına sa- Asıl adı Fahri Celâlettin Göktulga olan yazar, ilk hip olmakla birlikte, dış dünyayı hikâyenin itiba- hikâyelerini Birinci Dünya Savaşı yıllarının sonla- ri dünyasına taşırken büyük ölçüde doğallığı esas rına doğru yayımlamaya başlamış; 1923’te basılan alır. Olay örgüsü için büyük olaylar ve çatışmalara ilk kitabı Talak-ı Selâse ile büyük ilgi toplamıştır. ihtiyaç duymaz. Okuyucunun merak duygusunu Cumhuriyet Dönemi’nde Kına Gecesi (1927), kamçılayacak gerilimlerden uzak durur. Çoğu za- Eldebir Mustafendi (1943), Avurzavur Kahvesi man belli bir giriş bölümü kullanılmadan ve doğ- (1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955) isimli hikâye rudan doğruya olayla başlayan hikâye, belli bir so- kitaplarını yayımlamıştır. Yer yer eski hikâyelerinin nuca ulaşmadan da bitiverir. Daha çok kişilerin ruh yeni basımlarını da içeren kitaplarında toplam 78 hâllerini sezdirmenin esas olduğu bu hikâyelerde hikâyesi bulunmaktadır. dramatik unsur öne çıkar. F. Celâlettin, uzun sanat hayatı süresince hemen Memduh Şevket, hikâyelerinde aile kurumu, hemen hiç değişmeden aynı anlayışı sürdürmüştür. yöneten-yönetilen ilişkisi, günlük hayatı çerçeve- O, giriş-gelişme-sonuç esasına göre kurgulanmış, sinde küçük insan, yozlaşma, çocuk ve çocukluk kişileri idealize edilmiş, okuyucuyu şaşırtan ve kıs- gibi birkaç ana konu etrafında yoğunlaşmıştır. sadan hisse veren geleneksel hikâye tarzına bağlıdır. O dikkatini, Türk milletinin İmparatorluk’tan Bu itibarla F.Celâlettin, Cumhuriyet öncesi Türk Cumhuriyet’e geçiş dönemi problemleri üzerinde hikâyesini Cumhuriyet sonrası hikâyeye bağlayan yoğunlaştırmış bir yazardır. İstanbul, Ankara ve bir yazar durumundadır. Hikâyelerinden bazıla- bazı Anadolu şehir, kasaba ve köylerini geniş mekân rında (Koltuk, Akşamcı), Hüseyin Rahmi-Ahmet olarak kullanırken daha çok fakir ve kenar semtlere Rasim çizgisine bağlı kalarak İstanbul’un kenar yönelir. Farklı kesim, kültür, meslek, yaş, cinsiyet, semtlerindeki çeşitli yerli hayat tablolarını, az gö- sosyal durum ve karakterdeki insanları, başarıy- rülen tipler etrafında anlatır. Doktor olmanın ge- la dikkatlere sunar. Zengin şahıs kadrosu, büyük tirdiği birikimle daha çok insanın mizacı üzerinde ölçüde dışa dönük ve aktif insanlardan oluşur. Bu yoğunlaşır. Kadın-erkek ilişkileri, eski kına geceleri çerçevede dikkatini memur, bürokrat ve yarı aydın, ve düğünler, bu eksende yaşanan değişik problem- ev kadını, alafranga, esnaf, din adamı ve dedikodu- ler, sosyal hayat, gelenekler ve insan ilişkilerinde- cu tipler üzerinde yoğunlaştırdığı görülür. ki değişme, onun önemsediği konulardır. “Yeni Güçlü bir Türkçecilik şuuruna sahip olan hikâyeciliğimizin yol açıcıları”ndan biri olarak ka- Memduh Şevket’in dil ve üslubu, sanat hayatı bul edilen yazar, realist bir anlayışla hayata bakar. süresince belli bir dinamizm içinde olmuştur. İlk Çoğu zaman mizahi bir yaklaşım sergileyerek ideo- hikâyelerinde, Servet-i Fünûn ile millî edebiya- lojik tavırdan uzak durur. tın Yeni Lisan anlayışı arasında gidip gelen yazar, Osman Cemal Kaygılı (1890-1945), Hüseyin

32 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Rahmi ve Ahmet Rasim’in yolunu takip eden bir sal suyun içinde yaşar” diyen yazar açık bir realist/ başka yazarımızdır. O, Eşkıya Güzeli (1925), San- natüralist ve sosyal gerçekçi tavır sergiledi. Köylü- dalım Geliyor Varda (1938) isimli hikâye kitapları nün ağa ve tüccarlar, işçinin de patronlar tarafın- ile bir halk yazarı olarak dikkati çeker. Özellikle dan sömürülmesi, bürokrasinin halk üzerindeki İstanbul’un kenar semtlerinde yaşayan alt tabaka baskısı, aydın-halk ikiliği, batıl inançlar, tek parti insanların (mirasyediler, külhanbeyleri) hayatlarını döneminin temel ilkeleri gibi, çok açık sosyal ve realist bir biçimde ele alır. Dil ve üslubu çok özenli toplumsal konular üzerinde yoğunlaştı. Vakit gaze- olmasa da sıcak, samimi ve mizahidir. tesi etrafında bütünüyle realizmden beslenen yeni Yazı hayatına 1928’de başlayan Kenan Hulusi bir anlayış getirmeye çalıştı. Ancak o hayata mad- Koray (1906-1943), aynı yıl kurulan Yedi Meşa- deci bir zihniyet açısından karamsar bir gözle bak- leciler isimli grubun tek hikâye yazarıdır. Koray’ın tı. Ele aldığı konularda, inandığı düşüncenin gü- sanat hayatında iki devre söz konusudur. 1928- dümünden kurtulup ciddi bir derinlik kazandığı, 1931 yılları arası dönemde daha çok mensur şiire gerçek insana ve hayata ulaşabildiği, kendine özgü yaklaşan şiirsel bir üslupla romantik ve masa başı sağlam bir dil ve üslup oluşturabildiği söylenemez. hikâyeler yazarken 1931’den sonra Vakit gazetesi Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesinin bir baş- etrafındaki sosyal gerçekçi hikâyeci grubuna ka- ka ismi Selahattin Enis (1892-1942)tir. Bataklık tılıp bu doğrultuda eser verdi. Ömer Seyfettin ve Çiçeği’nde (1924) sadece on üç hikâyesini kitap- Sadri Ertem’in etkisinde kaldı. Onun hikâyelerinin laştırabilen Selahattin Enis’in diğer hikâyeleri, ya- bir kısmı Bir Yudum Su (1929), Bahar Hikâyeleri yımlandıkları dergilerde kalmıştır. Piyasa hikâye (1939), Son Öpüş (1939), Bir Otelde Yedi Kişi ve romanının bir hayli yaygın olduğu Mütareke (1940) isimli kitaplarda toplanırken bir kısmı ga- yıllarında, Maupassant ve Zolavari gerçekçiliği zetelerde kaldı. benimseyen Selahattin Enis, döneminde pek an- laşılamamış ve yadırganmıştır. “Çingeneler” isimli Sosyal/Toplumcu Gerçekçiler hikâyesi sebebiyle yargılanmak durumunda kal- mıştır. Natüralist anlayışa bağlı olan Selahattin Enis’in hikâyeleri konuları, olayları ve kahraman- Birinci Kuşak (1930-1945) ları bakımından gözlem ve gerçeğe dayanır. Ancak Bir bütün olarak ele aldığımızda Cumhuriyet bu gerçek, büyük ölçüde acı ve rahatsız edicidir. Dönemi Türk hikâyesinde en belirgin özelliğin Selahattin Enis hikâyelerini, kadın-erkek, na- eleştirel ve toplumcu gerçekçilik olduğunu görürüz. muslu-namussuz, fakir-zengin, iyi-kötü zıtlıkla- Başlangıcı Nâbizâde Nâzım ve Hüseyin Rahmi’ye rından doğan çatışmalar üzerine kurar. Bu yakla- kadar giden bu anlayış; toplumun içinde yaşadı- şımıyla sosyal hayatın aksayan, çürüyen yanlarına ğı hayatın yakından gözlemi, tespit edilen bütün neşter vurur. Konuları ve kahramanları karşısında problemlerin açık biçimde tasviri ve eleştirisini esas çok açık eleştirel tavır takınır. Özellikle fahişeler alır. Realist olan yazar, büyük ölçüde gözlemlene- çevresindeki fuhuş ve cinsellik üzerinde ısrar eder. bilen dış gerçeklik üzerine yoğunlaşır. Eleştirel ve “Bir Kadının Son Mektubu”, “Bağırsak”, “Batak- toplumcu gerçekçilik, özellikle 1930 sonrasında lık Çiçeği”, “Şaheser”, “Buhran”, “Hufre” gibi pek Vakit gazetesi etrafında toplanan yazarlarla yeni çok hikâyesinde ahlaken düşmüş kadınların sebep bir boyut kazanır. Sadri Ertem’in öncülüğündeki oldukları felâketleri anlatır. Söz konusu hikâyeler, bu ilk kuşak; Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, onun anti-feminist olduğunu düşündürür. Hakkı Süha Gezgin, Refik Ahmet Sevengil, Kenan Edebiyat dünyasına Les Oeuvres Libres (1927) Hulusi Koray ve Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur. isimli Fransız dergisindeki “Zeynep La Courtisane” Bunlardan Sadri Ertem (1898-1943), yazı (Kibar Fahişe Zeynep) isimli hikâyesi ile ilk adı- hayatına Cumhuriyet öncesinde başlamasına rağ- mını atan Nahit Sırrı Örik (1895-1960), edebi- men asıl eserlerini harf devriminden sonra verdi. yatımıza hikâye, roman, oyun, seyahat, hatıra, Hikâyelerini Silindir Şapka Giyen Köylü (1933), çeviri, tarih türlerinde verdiği eserleriyle önemli Bacayı İndir Bacayı Kaldır (1933), Korku (1934), hizmetlerde bulundu. O, başta Abdülhamid Dü- Bay Virgül (1935), Bir Şehrin Ruhu (1938) isimli şerken isimli romanı olmak üzere; Kırmızı ve Siyah kitaplarında topladı. “Sanat balık gibidir, toplum- (1929), Sanatkârlar (1932), Eski Resimler (1933),

33 Hikâye/Öykü

Eve Düşen Yıldırım (1934) isimli kitaplarında top- Esendal’ın “Hayat Ne Tatlı” adındaki hikâyesiyle ladığı hikâyeleriyle Cumhuriyet öncesi Türk top- büyük benzerlikler gösterir. İddialı bir yazar olma- lumunun sosyal hayatında yoğun biçimde yaşanan yan Bekir Sıtkı Kunt, daha çok “küçük insan”ların çöküş süreci üzerinde durdu ve bu dönemin ha- hikâyecisidir. Siyasi ve memuriyet hayatıyla ilgili yatından realist sahneler sundu. Merkezinde daha çalışmaları, genç denilebilecek bir yaştaki ölümü, çok güçlü kadınların yer aldığı eserlerinin itibari onun sanatta ulaşmak istediği hedefi yakalamasına dünyasında, bu kadınların erkekleri ve çevrelerini imkân vermemiştir. Hayatı boyunca Vakit, Var- nasıl tahrip ettiklerini vurguladı. Onun eserlerinde lık, Yurt ve Dünya, Adımlar, Yeditepe dergilerinde kaybolan değerler karşısında duyulan hüzün ve ya- 60 civarında öykü yayımlayan Kunt hikâyelerini; şanan çürüme karşısında hissedilen kapalı bir ironi, Memleket Hikâyeleri (1933) Talkınla Salkım kendini hissettirir. Yakın tarihe olan ilgisi, içinde (1937), Herkes Kendi Hayatını Yaşar (1941), Yatak- büyüdüğü konak hayatı, ona sosyal hayattaki çökü- lı Vagon Yolcusu (1948), Ayrı Dünya (1952) isimli şü, insan ilişkilerini anlatmada geniş imkânlar sağ- kitaplarında topladı. lar. Bu bakımdan yer yer Abdülhak Şinasi Hisar’ı Edebiyata 1925’lerde şiirle başlayan Sabahattin hatırlatır. Eserlerinde hatıra ve gözlemlerinden Ali (1907-1948), bir süre sonra şiirden hikâye ve geniş ölçüde faydalanır. Objektif ve soğukkanlı roman türlerine yöneldi ve edebiyatımızda daha bir yaklaşım sergiler. Dönemin edebî yönelişleri ve çok hikâyeleri ve hikâyeciliği ile tanındı. Toplam modalarından uzak duran Nahit Sırrı’nın sakin ve 65 hikâyesi bulunan yazar, ilk kitabı Değirmen’deki akıcı bir üslubu vardır. (1935) hikâyelerinde büyük ölçüde devrinde moda Sanat hayatına şiirle başlayan Bekir Sıtkı Kunt olan masa başı romantik hikâye geleneğine bağlı (1905-1959), 1930’dan sonra öyküye yöneldi ve kaldı. Bunlardan bazılarında Maupassant, Edgar bu türde farklı yazarların tesirinde kaldı. Sadri Allen Poe, Maksim Gorki tesiri açıkça dikkati çe- Ertem’in Vakit gazetesinde başlattığı sosyal gerçek- ker. Daha çok mevcut düzene karşı çıkan kahra- çi anlayışın tesiri altında hikâyeye başlayan Kunt’ta manların hikâyesini anlatır. Söz konusu hikâyeler bu tavır, ilk kitabı Memleket Hikâyeleri’nde son de- ile yazarın toplumda yerini bulamamış titiz ve alın- rece belirgindir. Zira o, sanatın bir gayesi olduğuna gan kişiliği arasında yakın ilişkiler mevcuttur. inanmaktadır. “Realistim. Halkın ve köylünün ıztı- hikâye yazarlığındaki olgunluğu- raplarını, dertlerini, ihtiyaçlarını göstermeyi ve onla- nu, Kağnı (1936) ve Ses (1937) isimli kitapların- rı intibaha, tayakkuza, idrake sevk etmeye çalışmayı daki hikâyeleriyle erişir. Orta Anadolu’daki öğret- vazife bilirim. Sanatı uyandırıcı bir kamçı olarak menlik yıllarına ait çeşitli izlenim ve gözlemleri ile kullanmak isterim. Sanat için sanat fikrine taraftar hapishânede dinlediklerine dayanan bu hikâyelerde değilim. Sanatı gayeye varmak için vasıta telakki ede- (Ses, Kağnı, Kamyon, Kafa Kağıdı, Skandal) olduk- rim.” (Yazar, 1938: 88). Bu çerçevede yazar, köy- ça başarılıdır. Gerçekçi bir yaklaşımla Anadolu’daki lünün sıkıntılarını, yoksulluklarını dile getirir. Bir hayatı, bu hayatın ezilen insanlarını anlatır. Güçlü hayli sert eleştirel bir tavır sergiler. Bununla birlikte bir tabiat, halk ve memleket sevgisi dikkati çeker. Sadri Ertem çizgisinden Fahri Celalettin çizgisine Mekân, büyük ölçüde köy ve kasabadır. 1936-1942 yöneldiği Talkınla Salkım ve Herkes Kendi Hayatını yılları arasının hikâyelerini toplayan Yeni Dünya’da Yaşar kitaplarındaki hikâyelerinde gözlemci ger- (1943), Ömer Seyfettin ve Refik Halit’in devamı çekçilikte daha başarılıdır. Mesleğinin gereği daha olma ile Sadri Ertem’den gelen sosyal tenkitçi- yakından tanıdığı çevrenin insanlarını anlatır. Eleş- lik dikkati çeker. Son hikâye kitabı Sırça Köşk’te tirel yaklaşımını yumuşatarak, olanı olduğu gibi (1947) ise bütünüyle tenkitçi-sosyal gerçekçidir. vermeyi önemser. Böylece , , , Bekir Sıtkı Kunt 1940’tan sonra, Maupassant Samim Kocagöz gibi yazarlarla devam edecek olan tarzı hikâyeden Çehov tarzı hikâyeye yönelir. Her- yolu belirlemiştir. kes Kendi Hayatını Yaşar’daki hikâyelerle başlayan Sabahattin Ali’nin hikâyeleri yaşanan hayattan bu yöneliş, Yataklı Vagon Yolcusu ve Ayrı Dünya seçilerek alınmış sağlam bir konu, çok iyi gözlem- ile devam eder. Olayları düpedüz anlatmanın sa- lenmiş bir tabiat, sağlam ve düzenlenmiş bir vak’a nat olmadığını düşünen yazar, Memduh Şevket çerçevesinde hayat bulur. Bu hikâyeler, Maupassant Esendal’ın diline, anlatışına ve hikâye anlayışına tarzının giriş, gelişme, sonuç bölümleri çerçevesinde yaklaşır. “Hayat Her Zaman Olduğu Gibi” hikâyesi, sağlam bir kurguya sahiptirler. Yazar, hikâyelerinin

34 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

malzemesini teminde gözlem ve hayatından ge- ğiyle dikkati çeker. Sanat hayatına hikâye ile başla- niş ölçüde faydalanır. Ancak o hayata, olaylara ve yan yazar, genellikle konularını Kuzey-Anadolu ve insanlara, hep belli bir dünya görüşünden bakar. Batı-Anadolu bölgesi kasaba insanlarının hayatla- Çoğu zaman mesajı öne çıkarır ve türün unsurlarını rından alır. Çok açık tezatlar üzerine (tutucu ki- belli bir amaca göre düzenlemeye kalkışır. şi-aydın kişi, zengin-fakir, güçlü-zayıf) kurguladığı İlhan Tarus (1907-1967), yazı hayatına tiyat- hikâyelerinde İkinci Dünya Savaşı yılları ve sonra- ro türünde kaleme aldığı eserleriyle başlamış ancak sında yaşanan sosyal/toplumsal aksaklıkları (rüşvet, başarısız olması üzerine hikâye ve roman türlerine kumar, fuhuş, karaborsacılık, vurgunculuk vb.) an- yönelmiştir. Edebiyatı “tamamen sosyal endişe” latır. Titiz bir dil işçiliği, tasvirlerde özgünlük ve in- çemberinde görüp “sanat endişesi”ni tanımadığını sanı kavramada derinlikten mahrum olan Bilbaşar, belirten yazar, bu anlayışın sonucu olarak eserlerin- bolca şive taklitlerine yer verir. de daha çok “güdümlü” kalmıştır. Hikâyelerinin Toplumcu bir yazar olan Kemal Tahir (De- konularını, memuriyeti sebebiyle yakından göz- mir) (1910-1973), edebiyata 1931’de şiir ile baş- leme imkânı bulduğu çevre ve yerlerdeki insanla- ladı. 1940’ta hikâyeye geçti. Daha sonra da roman rın (gecekondu insanları, memurlar, bürokratlar, türünde karar kıldı. Ancak uzun süre çeşitli tak- mahpuslar, kasaba insanları vb.) hayatından almış- ma adlarla sanat düzeyi zayıf hikâye ve romanlar tır. Bu çerçevede o, gecekondu veya şehrin kenar yayımladı. Asıl başarılı romanlarını ise 1950’den semtlerinde yaşayan insanların problemlerini, kü- sonra yazdı. 1955’te Göl İnsanları adı altında kitap- çük kasaba memurlarının ekonomik sıkıntılarını, laştırabildiği hikâyelerinde köy merkezli toplumsal İkinci Dünya Savaşı ortamında giderek artan sos- meseleleri ele aldı. Çok yakın gözlemlerin ürünü yal sorunları (ahlaki ve ekonomik çöküntü) anlatır. olan hikâyelerde, Sabahattin Ali ve Sadri Ertem’den Sağlam ve edebî niteliklere sahip bir dil ve üslubu- daha ileri düzeyde toplumsal yapıyı derinden kav- nun olduğu söylenemez. Son hikâyelerinde M.Ş. rayan bir bakış dikkati çeker. Bu yönüyle de o, di- Esendal’ın hayat ve insanlar karşısındaki yumuşak ğer köy hikâye ve romancılarından ayrılır. Ayrıca tavrının etkisinde görülen Tarus, hikâyelerini Dok- Kemal Tahir’de basit şive taklitlerine de yaslanmaz. tor Monra’nun Mektubu (1938), Tarus’un Hikâyeleri İkinci kuşak sosyal ve toplumcu gerçeklilik akı- (1947), Apartman (1950), Ekin İti (1953), Köle mının önemli temsilcilerinden biri Orhan Kemal Hanı (1954) isimli kitaplarında toplamıştır. (1914-1970)dir. Edebiyata şiirle başlayan Orhan Kemal, Nazım Hikmet ile tanışmasından son- ra hikâye ve romana yöneldi ve asıl şöhretini bu İkinci Kuşak (1945-2000) türlerdeki eserleri ile kazandı. Onun kendinden Nabizâde Nâzım’la başlayıp birtakım değişme- öncekilerden (Sadri Ertem, Sabahattin Ali) far- lerle Cumhuriyet Dönemi’ne ulaşan ve giderek kı, anlattığı hayatın içinden gelmesidir. Özellikle güçlenen sosyal ve toplumcu gerçekçilik, Cumhu- hikâyelerinde işçi ve küçük memur gibi orta taba- riyet Dönemi’nin ikinci kuşağını oluşturan Kemal ka; dilenci, çöpçü ve fahişeler gibi alt tabaka in- Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Samim Ko- sanının hayat mücadeleleri ve özlemlerini anlatır. cagöz, , , Necati Cumalı, Eserlerini ağa-ırgat, patron-işçi, zengin-fakir zıtlı- Bekir Yıldız gibi isimlerle varlığını sürdürür. Adı ğından doğan çatışmalar üzerine kurar. Onun bü- geçen yazarlar hikâyelerinde ülkenin tamamı veya yük sıkıntı, yokluk ve sefalet içindeki kahramanla- bir bölgesindeki sosyal problemleri eleştirel bir yak- rı, söz konusu durumlarına rağmen birtakım güzel laşımla ele alırlar. Özellikle köy ve köylü, alt gelir insani değerleri benliklerinde taşırlar. grupları, köyden şehre göç etmiş insanların hayat Hatıra, gözlem ve izlenimlerinden geniş ölçüde mücadeleleri, bu mücadele esnasında yaşanan ça- faydalanan Orhan Kemal’in hikâyelerinin mekânı, tışmalar hikâyelerin temel konuları olur. daha çok yaşadığı (Adana, hapishane, İstanbul’un Hikâyelerini Anadolu’dan Hikâyeler (1939), kenar semtleri) çevrelerdir. Olay hikâyesini benim- Çevizli Bahçe (1941), Pazarlık (1941), Pembe Kurt seyen yazar, ele aldığı konuları derinlemesine ince- (1953), Üç Buutlu Hikâyeler (1956), Irgatların Öf- lemekten uzaktır. Yüzeysel görünümleri anlatmakla kesi (1971) isimli kitaplarında toplayan Kemal Bil- yetinir. Eserlerinde diyaloğa ve şive taklitlerine ge- başar (1910-1983), daha çok memleket hikâyeleri niş yer verir. Konuşma dilini esas aldığı üslubunda sınırları içinde kalması ve eleştirel gerçekçi kimli- yeterince itina göstermez. Hikâye kitapları; Ekmek

35 Hikâye/Öykü

Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951) Çamaşırcının Kızı çok öne çıkarması ve sanatı ihmal etmesi yüzünden (1952), 72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak romanlarındaki başarıya ulaşamadı. Hikâyelerini (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kulesi (1957), Çilli (1955), Efendilik Savaşı (1961), Karın Ağrı- Dünyada Harp Vardı (1963), İşsiz (1966), Önce sı (1961), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Ga- Ekmek (1968)’tir rajı (1970), On Binlerce Kağnı (1971), Can Parası Cumhuriyet Dönemi’nin bir başka hikâyecisi (1973), İçerdeki Oğul (1974), Sınırdaki Ölü (1975), sosyal ve toplumcu hikâyecisi Samim Kocagöz Kalekale (1978), Barış Çöreği (1982), Gece Vardiya- (1916-1993)dür. Başlangıçta Sadri Ertem, Sa- sı (1985), Duisburg Treni (1986) isimli kitaplarında bahattin Ali ve Sait Faik’in tesiri altında kalan topladı. Kocagöz, 1950’lerden sonra kendi sanatkâr kim- Yakın dönemin bir başka sosyal gerçekçi yazarı liğine kavuşur. “Memleket hikâyeleri” çerçeve- Bekir Yıldız (1933-1998)’dır. Yazar, hikâyelerinin sinde değerlendirebileceğimiz 150 civarındaki konularını önce Güneydoğu Anadolu’dan, son- hikâyesinde büyük ölçüde Söke ve civarındaki ra büyük şehrin kenar semti insanlarından, daha insanların hayatlarını anlatır. Toprağa bağlı bir sonra da Almanya’daki insanların hayatlarından hayat sürdüren bu insanlar (ortakçılar, ırgat- alır. Çok açık zıtlıklar (töre-modern hayat, birey- lar, köylüler), özellikle makinenin (traktör) ta- toplum, ağa-köylü, Türk-Alman) üzerine kurulan rıma girmesinden sonra pek çok problemle yüz bu hikâyeler, arzulananı temsil eden tematik güç yüze kalırlar. “Arada sırada başka çevreler üzeri- ile nefret edileni temsil eden karşı güç arasındaki ne yazdığı birkaç hikâyesini bir yana bırakırsak çatışmaya dayanır. Bu bağlamda yazar; evlilik ku- Kocagöz’ün, hemen hemen bütün hikâyelerinde, rumundaki çarpıklıklar, yabancılaşma, insani iliş- Menderes vadisinin dağ ve ova köylerindeki yaşa- kilerdeki yozlaşma, köyden kente/Almanya’ya göç yış, ağalar-ortakçılar arasında sürüp giden toprak meseleleri üzerinde durur. Bekir Yıldız, 1980 sonra- davalarını, çökmüş bir düzenden arta kalan yeni sı hikâyelerinde gerçeküstücü ve fantastik hikâyeye bir çağı, eski-yeni çekişmelerinin altında kayna- doğru kayar. Hikâyelerini Reşo Ağa (1968), Kara şan menfaat kavgalarının anlatıldığını görürüz.” Vagon (1969), Kaçakçı Şahan (1970), Sahipsizler (Alangu, 1968, C.2, s.332). Bu bağlamdaki eser- (1971), Evlilik Şirketi (1972), Beyaz Türkü (1973), lerinin özünü, geleneksel üretim tarzı ile endüst- Alman Ekmeği (1974), Dünyadan Bir Atlı Geçti riyel üretim tarzı arasındaki çatışmalar oluşturur. (1975), İnsan Posası (1976), Demir Bebek (1977), Büyük ölçüde gözleme dayanan bu hikâyelerinde Mahşerin İnsanları (1982), Bozkır Gelini (1989) Kocagöz, toplumcu endişe ile sanat endişesi ara- isimli kitaplarında topladı. sında bir tavır sergiler. Telli Kavak (1941), Sığınak İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda şiirle (1946), Sam Amca (1951), Cihan Şoförü (1954), edebiyat dünyasına adımını atan Necati Cumalı Ahmet’in Kuzuları (1958), Yolun Üstündeki Kaya (1921-2001), daha sonra hikâye, roman ve oyunlar (1964), Yağmurdaki Kız (1967), Alandaki Deli- yazarak edebiyatın diğer türlerinde de eserler verdi. kanlı (1978), Zar Kanat (1985), Gecenin Soluğu Hikâyelerinin bir kısmında (Yalnız Kadın, Değişik (1985) ve Baskın (1990), Kocagöz’ün hikâyeleri Gözle), kendi “ben”inin merkez alırken bir kısmın- topladığı kitaplarıdır. da (Susuz Yaz) taşra hayatı ve insanlarını anlatan Köy Enstitüsü kökenli olan bir başka Cumalı, tütün işçilerinin problemleri, köylünün hikâyecimiz Fakir Baykurt (1929-1999)tur. Bay- tabiatla mücadelesi, kadın-erkek ilişkileri üzerinde kurt, yazı hayatına şiirle başladı. Asıl şöhretini ro- durdu. Gözlemlerinden geniş ölçüde faydalanarak man ve hikâyeleriyle kazandı. “Kitleleri uyandır- kasaba insanı ve kadın gerçeği üzerinde yoğun- mak ve bilinçlendirmek” arzusuyla toplumcu sanat laştı. Sanat hayatının akışını dikkate aldığımızda anlayışını benimseyen yazar, daha çok kırsal kesim- Cumalı’nın Sait Faik tarzı hikâyeden sosyal ger- deki insanların ve köy/köylünün çeşitli meseleleri çekçi hikâyeye doğru kaydığını görürüz. Necati üzerinde yoğunlaştı. Son dönem hikâyelerinde Cumalı’nın hikâyeleri; Yalnız Kadın (1955), Deği- Almanya’da çalışan işçilerin yaşadıkları sıkıntı ve şik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay Büyürken çatışmaları ele aldı. Özellikle kahramanların ko- Uyuyamam (1969), Mekadonya 1900 (1976), Kente nuşmalarında mahallî ağız özelliklerini öne çıkar- İnen Kaplânlar (1976) isimli kitaplarında toplandı. dı. Yalın, açık bir dil kullandı. İdeolojik yaklaşımı

36 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Cumhuriyet Dönemi sosyal ve toplumcu ger- Hikâyeye İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda çekçi ikinci nesil yazarlarından Aziz Nesin, Haldun başlayan , ele aldığı konu, var ettiği Taner ve Rıfat Ilgaz, hikâyelerindeki mizahi ve iro- kahraman ve tasvir ettiği zaman ve mekân karşısın- nik tavırlarıyla diğerlerinden önemli ölçüde ayrı- da takındığı hafif ironik tavrıyla dikkati çeker. Kla- lırlar. Bunlardan Aziz Nesin (1916-1995), mizahi sik kurgu ve yapıya sahip olan hikâyelerindeki bu hikâye alanında Cumhuriyet Dönemi’nin önemli tavrıyla o, F.Celalettin tarzının yeni temsilcisi olur. yazarıdır. Yazı hayatına şiir ve realist hikâyelerle Ayrıca o döneminin sosyal gerçekçi yazarlarından başlayan Aziz Nesin, bir süre sonra asıl kimliğini da ayrılır. İnsanların -daha çok zengin, sözde aydın, oluşturan mizahî hikâyelerde karar kıldı. Hüseyin cahil köylü- çeşitli zaaf ve eksikliklerini (cahillik, Rahmi, Ahmet Rasim, Osman Cemal Kaygılı ve bencillik, kabalık, sonradan görmüşlük, gösteriş Refik Halit gibi önceki dönemlerin mizah yazar- budalalığı, züppelik vb.) başarıyla sergileyen ya- larından ve halk mizahından da faydalanan yazar, zar, sert eleştirel bir tavır yerine ironiyi tercih eder. zaman içinde kendine özgü bir mizah anlayışı ge- İnsanın çeşitli zaafları yanında ruhsal arızaları da liştirmiştir. Böylece birey ve toplum hayatındaki hikâyelerinde çokça üzerinde durulan tarafı oluştu- birçok aksaklığı, çarpıklığı veya yanlışlığı kıyasıya rur. “Ona göre bütün düzensizlikler, bozukluklar, eleştirmiştir. Söz konusu eleştiriler zaman zaman daha çok kişilerin yaratılışlarındaki bozukluklar- seslendiği toplumun dinî ve ahlakî değerlerine ka- dan, eğitim ve öğretim noksanlıklarından, aileye ve dar uzanır. yakın çevreye bağlı kötü etkiler, alışkanlıklar, gör- İlk hikâyesini 1943; ilk kitabını da 1945’te ya- güsüzlüklerden gelmekteydi.” (Alangu, 1968: 3. yımlayan Nesin, çok yazan ve hayatını kalemiy- cilt, s.728) Onun kendine has canlı, nükteli ve yer le kazanan popüler bir yazardır. Bu sebeple kimi yer meddahları hatırlatan bir üslubu vardır. hikâyeleri “taslak” olmanın ötesine geçemezken, Hikâyelerinde ironiyi öne çıkaran bir başka ya- zaman zaman tekrara düşmüş; hayata ve insana zarımız, aynı zamanda şair ve romancı olan Rıfat belli bir düşüncenin perspektifinden bakmanın Ilgaz (1911-1993)dır. 1950’den sonra hikâye ve doğal sonucu olan “güdümlü edebiyat” sınırlarında roman türlerine yönelen Ilgaz, özellikle Hababam kalmıştır. Üstelik o, dil ve üslup üzerine ciddi bir Sınıfı (1957) romanıyla meşhur oldu. Radarın endişeye sahip değildir. Otuzun üzerinde hikâye ki- Anahtarı (1957), Don Kişot İstanbul’da (1957), tabı ve 2000’i aşkın hikâyesi bulunan Aziz Nesin’in Kesmeli Bunları (1962), Şevket Usta’nın Kedisi hikâyelerinden önemli bir kısmı dergilerde kal- (1965), Garibin Horozu (1969), isimli kitaplarında mıştır. Hikâye kitaplarından bazıları; Geriye Kalan topladığı hikâyelerinde Rıfat Ilgaz, sosyal eleştiri ile (1948), İt Kuyruğu (1955), Yedek Parça (1955), mizahı birlikte götürür. Fil Hamdi (1956), Damda Deli Var (1956), Kol- Kendine özgü özelliklerini unutmamak kaydıy- tuk (1957), Kazan Töreni (1957), Deliler Boşandı la bu gruba dahil edebileceğimiz bir başka önem- (1957), Hangi Parti Kazanacak (1957), Ölmüş Eşek li yazarımız, asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan (1957), Mahallenin Kısmeti (1957), Bay Düdük Halikarnas Balıkçısı (1886-1973)dır. Sürgün (1958), Gıdıgıdı (1958), Gözüne Gözlük (1960), edilip uzun süre yaşadığı Bodrum’u çok sevme- Namus Gazı (1964), Vatan Sağ Olsun (1968), Bü- sinden dolayı, buranın eski adı olan Halikarnas’ı yük Grev (1978), Maçinli Kız İçin Ev (1987)’dir. isim olarak aldı. Yazı hayatına 1908’den sonra baş- Daha çok tiyatro türünde verdiği eserleriyle ta- lamasına rağmen 1925’e kadar fazla bir varlık gös- nınan Haldun Taner (1916-1986), aynı zamanda teremedi. Onun asıl sanatkârlık kimliği, Bodrum’a hikâye türünde de başarılı eserler kaleme almış; sürgün edilmesinden sonra teşekkül etti. Cevat Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu isimli hikâyesiyle Yeni Şakir, Bodrum’da bulunduğu uzun yıllar boyunca İstanbul gazetesinin açtığı yarışmada Türkiye birin- kendini bir taraftan tabiata, denize, deniz insan- ciliğini kazanmıştır. Yaşasın Demokrasi (1949), Tuş larına verirken diğer taraftan bu dünyanın hikâye (1951), Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu (1953), On ve romanını yazmaya gayret etti. İlk hikâye kitabı İkiye Bir Var (1954), Sancho’nun Sabah Yürüyüşü Ege Kıyılarında (1939) fazla ilgi çekmediyse de ilk (1969), Yalıda Sabah (1983), Ayışığında Çalışkur romanı Aganta, Burina, Burinata (1946), ona şöh- (1954) Taner’in hikâye kitaplarıdır. retin kapılarını araladı.

37 Hikâye/Öykü

Halikarnas Balıkçısı’nın gerek roman gerekse dünya çoğu zaman, yazarın kendi iç beni, kimi za- hikâyelerinin değişmez ve temel konusu deniz ve man da başka insanların iç benleridir. Peyami Safa, deniz insanlarıdır. Söz konusu türlerdeki eserlerin Samet Ağaoğlu, Ziya Osman Saba, Sait Faik Abası- bütün unsurları (muhteva, vaka, şahıs kadrosu, yanık, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra, Oktay mekân), hep bu çemberin içinden gelir. Deniz, de- Akbal, Nezihe Meriç hikâyelerinde insanın iç ger- niz mitolojisi, deniz insanları, bu insanların denize çekliği üzerinde yoğunlaşan yazarlardan bazılarıdır. olan tutkuları, hayat mücadeleleri onun eserlerinin muhtevasını; başta deniz olmak üzere balıkçılar, ge- Birinci Kuşak (1930-1945) miciler, dalgıçlar, süngerciler kahramanlarını; Bod- rum, adalar ve Ege Denizi mekânını oluşturdu. Bü- Daha çok romanları ile tanınan Peyami Safa yük bir deniz ve tabiat tutkunu olan yazar, hikâye (1899-1961), edebiyata adımını, genç yaşta Alemdâr ve romanlarında hep bu tutkuyu anlattı. Böylece gazetesinin açtığı hikâye yarışmasında kazandığı bi- Türk edebiyatına ciddi manada denizi ve deniz rincilikle atar. Ağabeyi ile birlikte çıkardıkları Yir- insanlarını kazandırdı. Böylece Sait Faik’e öncü- minci Asır gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığı altın- lük etti. Ancak Sait Faik, denizi temel obje olarak da imzasız hikâyeler neşreder. Edebiyat kamuoyu değil, kendini anlatmada bir aracı olarak kullandı. onu önce, söz konusu bu küçük hikâyeleri ile tanır. Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde dikkati çeken Cumhuriyet yıllarına kadar da büyük ölçüde hikâye bir başka husus, Bodrum merkezli Ege Denizi me- türünde eser vermeyi sürdürür. deniyetini anlatmış olmasıdır. Onun eserlerinde Peyami Safa’nın Bir Mekteplinin Hatıratı: Ka- mitoloji, folklor ve tarih geniş yer tutar. ranlıklar Kralı (1913, bir hikâye), Siyah, Beyaz Halikarnas Balıkçısı’nın Ege Kıyılarında (1939), Hikâyeler (1923), İstanbul Hikâyeleri, Ateşböcekleri Merhaba Akdeniz (1947), Ege’nin Dibi (1952), Ya- (1925), Gençliğimiz (1922), Süngülerin Gölgesinde şasın Deniz (1954), Gülen Ada (1957) kitaplarında (1924) isimli kitaplarında toplanan 100 civarın- topladığı hikâyeleri, kurgu, dil ve üslup bakımın- daki hikâyesi, daha çok, dergi ve gazete okuyucu- dan birtakım arızalara sahiptir. Edebî eserde vaz- sunun ilgi duyacağı konu, kurgu ve edebîlik sınır- geçilemez niteliklerden olan “bütünlük”ü yeterince ları içindedir. Mekânı büyük ölçüde İstanbul olan dikkate almaz. Ciddi bir kompozisyon fikrinden hikâyelerin olay örgüleri, kadın-erkek ilişkileri, aşk, uzaktır. Kimi zaman bir hayli uzayan tasvirler, kimi kıskançlık, çapkınlık, sahtekârlık, hırsızlık konula- zaman vakayı keserek okuyucuya bilgi verme tav- rı etrafında şekillenir. Savaş yıllarının sıkıntılarını rından kurtulamaz. Deniz ve denizcilik terimleri- konu alan hikâyeleri de mevcuttur. Kolay yazılmış nin bol olduğu dil ve üslubunda itinasızdır. Zaman intibaı ile bu hikâyeler, daha çok yazarın ekonomik zaman şiirsel anlatım ve geniş tasvirlere başvurur. endişelerinin ürünü olmanın izlerini taşır. Bununla Sonraki nesillerden ve daha çok şair-eleştirmen birlikte bu hikâyeler, yer yer ileriki yıllarda -özel- yönüyle tanınan Zeyyat Salimoğlu (1922-), Ha- likle romanlarında- karşılaşacağımız Peyami Safa’yı likarnas Balıkçısı’nın edebiyatımıza kazandırdığı müjdeleyen unsurlara da sahiptir. Kahramanların iç çizgiyi devam ettirir. Direğin Tepesinde Bir Adam dünyalarına yönelik çözümleyici unsurlar bunların (1969) isimli kitabında topladığı hikâyeleriyle, ha- başında gelir. Yazarın sağlam bir dil ve üslubu var- yatlarını denizden kazanan insanların mücadeleleri dır. Konuşma dilini ustaca kullanır. Kelime hazinesi ve iç dünyalarını anlatır. en zengin yazarlarımızdan birisidir. Özellikle insan psikolojisini anlatmada kullandığı tahlil, iç konuş- ma ve şuur akımı tarzlarında son derece başarılıdır. İç Gerçekliğin Hikâyecileri/Bireyin İç Türk edebiyatında Peyami Safa’dan sonra “insan Dünyasını Hedef Alanlar psikolojisi” üzerinde en fazla duran hikâyecimiz Sa- Cumhuriyet Dönemi hikâyesinin ikinci ana met Ağaoğlu (1909-1982)’dur. “Ben Dostoyevsky’i kolunu, daha çok iç gerçekliğin anlatımı üzerinde on beş yaşımdan beri okumaktayım. Tesiri altın- yoğunlaşan hikâyeciler oluşturur. Söz konusu iç da kaldığım muhakkak.” diyen yazar, Rus yazarı gerçeklik, insanın duygu, zihin ve psikolojik dün- Dostoyevky’nin tesiri altında kaleme aldığı psiko- yasıdır. Dış gerçekliği bir kenara bırakan veya iç lojik hikâyeleriyle dikkati çeker. Ona göre amaç ne gerçekliği yansıtmada bir ayna olarak gören yazar, olursa olsun hikâye ve romanın tek konusu ve bel bütün dikkatini insanın iç dünyasına yöneltir. Bu iç kemiği insan ve insan psikolojidir. Allah’ın varlığı,

38 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

kader, ölüm, hasta ruhlu insanlar, kadın-erkek iliş- Sait Faik, asıl kendine özgü hikâye anlayışı ve kileri, aile, kimsesiz çocuklar gibi konular etrafında üslubunu Fransa dönüşü yakalamaya çalışır. 1936- ele alınan insan ve psikolojisi, onun sanatının te- 1940 dönemi hikâyelerini içeren Sarnıç ve Şahmer- melini oluşturur. Bu sebeple hikâyelerinin çoğunda dan isimli kitaplarında, yer yer Samever’dekilere olayın önemsenmediği görülür. Yazar, hasta ruhla- benzeyen hikâyeler bulunmakla birlikte, daha çok rın derinlikli tahlilini esas alan hikâyelerinde, “kü- gerçek Sait Faik’i müjdeleyen metinler dikkati çek- çük adam” tipinin ötesinde, toplumdan kopmuş, meye başlar. Artık o “vak’a hikâyesi”nden “durum hayal dünyasının meçhulleri ile savaşan kahraman- hikâyesi”ne; toplumcu gerçekçilikten gözlemci ve lar üretir. Onun hikâye kahramanları sürekli bir tasvirci veya gözlemci ve tahlilci anlayışa yönelmiş; şeyler soran, bir şeyler arayan, sonra da kadere ve dikkatini büyük şehrin küçük adamlarına (balık- hayatın akışına kendilerini bırakan buhranlı septik çılar, çımacılar, işçiler, sefil çocuklar) çevirmiştir. insanlardır. Onlar suça cinayete meyilli, vehimli, Büyük şehri dolduran bu küçük insanların yaşama ölüm-ölümsüzlük meseleleri arasında çırpınan, bu- sevincine yönelen yazar, onların hayatlarını doldu- nalımlı bir kimliğe sahiptirler. ran neşe, yaşama mutluluğu ve paylaşma sevincini anlatmayı önemser. Samet Ağaoğlu, gerek kahramanları gerekse ko- nularını seçerken öncelikle kendinden, daha sonra Yaşadığı bazı olumsuzluklar yüzünden 1940- da yakın çevresinden hareket eder. Zengin bir hayat 1948 yılları arası dönemde kitap yayımlamayan tecrübesi olan yazar, görüp yaşadıklarını, izlenim- Sait Faik’in, 1948’te çıkan Lüzumsuz Adam’daki lerini, etkilendiklerini, hatırda kaldığı kadarıyla ve hikâyelerinde bir kere daha değişir. Bu defa daha sonradan kazanılmış bir perspektifle hikâyelerine çok bireyin hayatına, küçük insanın çatışmalardan yansıtmıştır. Öyle ki kimi hikâyelerinde hikâye ile uzak dünyasına çekildiği görülür. Havada Bulut, anının sınırını çizmek güçleşir. Özellikle Strazburg Havuz Başı ve Son Kuşlar isimli eserlerinde de de- Hatıraları’ndaki metinler, bu niteliktedir. Strazburg vam eden bu çizgide, insanın iç dünyası esastır. Ay- Hatıraları (1945), Zürriyet (1950), Öğretmen Gafur rıca hikâye türünün bilinen esasları veya kuralları (1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Adam (1964), büsbütün terk edilerek “deneme” türüne çok yak- Katırın Ölümü (1965) yazarın hikâye kitaplarıdır. laşan bir tarzda karar kılmıştır. Sait Faik, Alemdağda Var Bir Yılan’la sanat haya- tının üçüncü aşamasına geçer. Bireyin şuuraltının İkinci Kuşak (1945-2000) esas olduğu Öyle Bir Hikâye, Yalnızlığın Yarattığı Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli hikâye İnsan, Panço’nun Rüyası gibi metinlerde sürrealist yazarı, hiç şüphesiz Sait Faik Abasıyanık (1906- bir yaklaşım belirginleşir. Gerçeği, semboller ve ale- 1954)tır. Çünkü o, kendisine kadarki Türk hikâye goriler içinde saklar; şuuraltı dünyasını konuşturur. geleneğini değiştiren ve türe yeni bir kimlik kazan- Ölüm korkusu, yaşama sevincini alıp götürmüştür. dıran bir yazardır. Belli bir yapısı, olayı ve tezi bu- Sait Faik’in hikâyeleri konu açısından bir hayli lunmayan bu hikâyelerde röportaj, hatıra, hikâye zengindir. Konuların merkezinde de insan yer alır. ve şiir birbirine karışır. Şairlik tarafı da bulunan Tabiat ve hayvanlar, onun hikâyelerindeki diğer yazar, kalemini asıl hikâye türüne adamış ve ha- konuları oluşturur. Hikâyelerinin temeli topluma yatının sonuna kadar ondan vazgeçmemiş nadir dayanmakla birlikte o, insanlar arasında korku, yazarlarımızdandır. nefret, isyan hisleri uyandırmaya çalışmaz. Amacı, Sait Faik’in Bursa yıllarında (1925) başlayıp sevgi temelinde daha güzel bir dünya kurmaktır. Bu ölümüne kadar devam eden hikâyeciliğinde, türün sebeple “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey” sahip olduğu nitelikler bakımından belli değişme anlayışı hemen hemen bütün eserlerinde esastır. dikkati çeker. Kitaplarına almadığı ilk hikâyeleri ve Sait Faik, Cumhuriyet sonrasında yetişmesine Semaver’deki hikâyelerinde, belli bir forma ulaşmış rağmen İstanbul dışına pek çıkmamış yazarları- olmaktan ziyade bir arayış içinde görülen Abasıya- mızdandır. Daha çok Adalar ve Beyoğlu’nun arka nık, Türk hikâyesinin o güne kadar kazandığı de- sokakları ve kenar mahallelerine yönelir. Onun ğerler çemberi içinde kalır. Maupassant tarzı hikâye hikâyelerinde çeşitli tipteki insanlar yer almasına çerçevesinde değerlendirilebilecek bu metinlerde rağmen bunlar küçük insan olma açısından ortak toplumcu gerçekçi bir bakış dikkati çeker. özelliğe sahiptir. Balıkçılar, çocuklar, ev kadınları,

39 Hikâye/Öykü

aylaklar, çiftçiler, sokak kadınları, sarhoşlar, öğret- Yazarın, zengin bir felsefe, tarih ve psikoloji biriki- menler en çok dikkati çeken kahramanlardır. Bu mi ile kaleme aldığı hikâyelerinde sağlam ve şiirsel arada hikâyelerde kendi beni ve hayatı büyük yer bir dil ve üslubu vardır. tutar. Onun hikâyelerinin temel kahramanlarından Öncelikle bir şair olan Ziya Osman Saba’yı biri kendisidir. Zaman zaman kendi hayatı ile kah- (1910-1957) da Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi ramanların hayatı birbirine karışır. (1952) ve Değişen İstanbul (1959) isimli kitapla- Sait Faik’in üslubu ile kişiliği arasında çok yakın rında topladığı on beş hikâyesiyle bu gruba dâhil ilişkiler vardır. Süsten, sanattan, yapmacıklıktan etmek gerekir. Saba hikâyelerinde, Abdülhak Şinasi nefret etmiştir. Bu sebeple üslubunun en belirgin Hisar’a yaklaşan bir tavırla şair bir mizacın geçmi- niteliği, konuşur gibi yazmaktır. Bütün anlatım şe ait özlemlerini anlatmıştır. Çocukluk, tahsil ve tarzlarında bu havayı yakalamaya çalışır. Bunu söy- gençlik yılları hatıralarından hız alan bu metinler, lerken onun üslubunun yalın ve basit olmadığını daha çok hikâye-anı arası bir niteliğe sahiptir. da belirtmek gerekir. Kelime hazinesi zengindir. Yakın dönem Türk edebiyatının önemli hikâye Bol mecaz kullanır. Sıcak, samimi ve şiirli bir üs- ve roman yazarlarından olan Tarık Buğra (1918- lubu vardır. Hayat ve mizacındaki derbederlik, za- 1994) da hikâyelerinde bireyin iç dünyasını öne man zaman onun dili ve üslubuna da yansır. çıkarır. Edebiyata hikâye ile başlayan Buğra, Oğ- Sait Faik’in hikâye kitapları; Semaver (1936), lumuz isimli hikâyesinin Cumhuriyet gazetesinin Sarnıç (1939), Şahmerdan (1940), Lüzumsuz Adam açtığı yarışmada ikinci olması (1948) ile ilk çıkışını (1948), Mahalle Kahvesi (1950), Havada Bulut gerçekleştirir. Ardından Çınaraltı dergisinde yer (1951), Kumpanya (1951), Havuz Başı (1951), Son alan hikâyeleriyle de bu türdeki yeteneğini ispat Kuşlar (1952), Alemdağda Var Bir Yılan (1954), Az eder ve 1949’da ilk hikâye kitabı Oğlumuz’u yayın- Şekerli (1954), Tüneldeki Çocuk (1955), Balıkçının lar. 1955’lerden itibaren hikâyeyi ihmal ederken Ölümü-Yaşasın Edebiyat (1977), Açık Hava Oteli roman ve tiyatro türlerini tercih eder. (1980), Bir Müthiş Tren (1981), Yaşamak Hırsı, Sev- Tarık Buğra’nın kaleme aldığı seksen civarın- giliye Mektup (1987), Bitmemiş Senfoni (1989)’dir. daki hikâyeyi yapıları bakımından ele aldığımız- Bu grupta yer alan bir başka önemli hikâye ya- da klasik vak’a hikâyesinden uzak, daha çok du- zarımız Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)’dır. rum hikâyesine yaklaştığını görürüz. Çünkü bu Tanpınar, bilim adamlığının yanı sıra, edebiyatın hikâyelerde olay fazla bir önem taşımaz; dolayısıyla şiir, roman, hikâye ve deneme türlerinde de eserler tür olay örgüsü üzerine inşa edilmez. Bir anlık bir verir. Doğu ve Batı kültürü ve sanatını çok iyi tanı- izlenim, olay için yeterlidir. Bu tavrın önemli sebe- yan Tanpınar’ın eserleri, derin kültürü, estetik ba- bi, yazarın hayata ve insana bakışıdır. Tarık Buğra kış açısı ve mükemmel diliyle hemen dikkati çeker. için hayat ve insanın anlamı, dışta değil, içtedir. Tanpınar toplam 14 hikâyesini Abdullah Dolayısıyla onun hikâyelerinde asıl olan insan, Efendi’nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955) insanın iç dünyası psikolojisidir. Kısacası onun adı altında kitaplaştırmıştır. Aynı hikâyeler vefa- hikâyeleri, çok büyük ölçüde psikolojik hikâye sı- tından sonra Hikâyeler (1983) adı altında yeniden nırları içinde hayat bulur. Bu nitelik, olay örgüsü- basılır. Bazı hikâyeleri (Yaz Yağmuru, Abdullah nün olduğu kadar, mekân ve insan tasvirlerinin de Efendi’nin Rüyaları) oldukça uzun olan Tanpınar, en aza indirilmesini beraberinde getirir. daha çok hatıra ve gözlemlerinden hareket eder. Tarık Buğra’nın hikâyelerindeki ana tema İnsanın iç dünyası üzerinde yoğunlaşır. Bu nedenle “insan”dır. Büyük ölçüde “yalnız” olan bu insan, te- olay örgüsünü geri plana alarak olayların uyandır- dirgin, çaresiz; aşka, sevgiye ve iyiliğe susamış ve za- dığı çağrışımlarla hikâyesini genişletip derinleştirir. man zaman da bunalımdadır. Ancak yazar, bu insanı Gerçek ile hayal; daha doğru bir ifadeyle gerçek ile içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarıp sahip olduğu rüya arasında gidip gelen ve daha çok rüya üzerinde iyilik, yücelik ve güzellik değerlerinin farkına varma- yoğunlaşan bir sanal âlem kurgular. Hikâye ve ro- sını arzular; ümide, yaşama mutluluğuna götürmek manlarındaki ana temaların başında rüya, zaman, ister. Ayrıca bu insan, kendi şahsiyetinden önemli kadın ve musiki gelir. O, ustası Marcel Proust gibi, izler taşır. Karaoğlan, Söz Alma, İki İhtiyar, Piyano bireye ait geçmiş zamanın peşindedir. İç dünyaları ve Keman İçin isimli hikâyelerin kaynağı doğrudan derin, algılama ve hayal güçleri zengin kahramanla- doğruya kendi hayatıdır. Aşk, sanat, aile, çocuk sev- rı, zamana bağlı parçalanmışlığın ıstırabını yaşarlar. gisi onun hikâyelerinin belli başlı temalarıdır. 40 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Tarık Buğra, sanatın amacının insanı yücelt- toplumsal hayattaki kadınların yüz yüze kaldıkları mek olduğuna inanır. Sanatçının insana, çevreye mutsuzluk ve yalnızlıkları üzerinde durur. Ele al- ve topluma gözlemci bir gözle değil, sanatçı gö- dığı konular karşısında ilk hikâyelerinde görülen züyle bakması gerektiğini vurgular. “Sanat sanat iyimserliğini, ileriki yıllarda önemli ölçüde kaybe- içindir” ilkesini benimser. Hatta “fildişi kule”ye der. Mekân-insan ilişkisine önem verir. Anlatılan övgülerde bulunur. Sanatını herhangi bir fikrin konu, insan ve mekâna uygun bir dil yakalamayı emrine vermez ama kendi toplumunun değerleri- önemser. Hikâyelerini; Bozbulanık (1953), Topal ne bağlı ve saygılıdır. Komşu (1956), Menekşeli Bilinç (1965), Dumanal- Tarık Buğra hikâye ve romanlarında şive tak- tı (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989), Yandırma litlerine yer vermez. Zaman zaman sembolik an- (1998) Çisenti (2005), Gülün İçinde Bülbül Sesi Var latıma, zaman zaman da leitmotif tarzı söyleyişlere (2008) isimli kitaplarında toplar. yer verir. Hemen hemen bütün eserlerinde şiirsel bir anlatımı, lirik bir üslubu vardır. Kelime seçimi konusunda titizdir. Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964) Buğra’nın hikâye kitaplarıdır. İçe dönük ve romantik bir mizaca sahip olan Oktay Akbal (1923-), döneminde bir hayli yay- gın olan sosyal ve toplumcu gerçekçi bir sanat an- layışını değil, Sait Faik’in izinde bireyi esas alan bir sanat anlayışını benimser. “Bilhassa onun öy- kücülüğünün belirleyici vasıflarından olan kentin küçük insanına yönelme, kendine özgü biçim kur- ma, öykülerde başlangıç ve sonuç bölümlerinden kurtulma, hayatın her anından öykü konusu çı- karma gibi belirleyici vasıflarını Sait Faik’e borçlu- Yeni Arayışlar dur.” (Gündüz, 2003, 311). Bu sebeple huzursuz Türk hikâyesi 1970; özellikle 1980 sonrasında, ve mutsuz şehirli bireyin yalnızlık, can sıkıntısı ve neredeyse yüzyıldır devam edegelen ve gelenek- korkularından kaynaklanan iç çalkantıları üzerin- de yoğunlaşmıştır. Akbal’ın hikâyelerinin kaynağı leşmiş bulunan hikâyeden farklı ve yeni birtakım kendi hayatı; daha çok çocukluk ve gençlik yılla- arayışlara sahne olur. Bu gelişmenin arkasında rı anılarıdır. Bu nedenle hikâyelerinin merkezine 1960’tan sonra her on yılda bir tekrarlanan askerî kendi benini koyar. Çoğu zaman düşle gerçeğin iç ihtilallerin doğurduğu sosyal, siyasi ve ekonomik içeliğinden doğan bu hikâyeler, ben anlatı tarzıy- çalkantılar; 1950’den sonra giderek yoğunlaşan la hayat bulur. Onda daima geçmiş özlemi vardır. köy ve kasabadan büyük şehirlere göç; toplumun Önce Ekmekler Bozuldu (1946), Aşksız İnsanlar çeşitli ideolojiler etrafında kamplaşması gibi iç ge- (1949), Bizans Definesi (1953), Bulutun Rengi lişmelerin büyük etkisi vardır. Söz konusu iç ge- (1954), Berber Aynası (1958), Yalnızlık Bana Yasak lişmelere dış dünyadaki; yani Batı’daki gelişmeleri (1967), Tarzan Öldü (1969), İstinye Suları (1973), de ilave etmek gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan Karşı Kıyılar (1973), Lunapark (1983), Bayraklı sonra giderek sertleşen soğuk savaş şartları, Sovyet Kapı (1986), Ey Gece Kapını Üstüme Kapat (1988) Birliği blokunun dağılması, varoluşçuluk ve özel- Akbal’ın hikâye kitaplarıdır. likle hızla bütün dünyayı saran postmodernizm Öte yandan dış ile iç, rüya ile gerçeği bir ara- akımları, bu gelişmelerin başında yer alır. Her ge- da vermeye çalışan Nezihe Meriç (1924-2009) çen gün biraz daha Batı’ya ve dünyaya açılan Türk de yer yer şiire yaklaşan üslubu ve kadın duyar- kültürü ve edebiyatı, söz konusu siyasi, kültürel, lılığı ile insanın iç ve dış dünyasını birlikte ele sosyal, ekonomik ve sanatsal gelişme veya değiş- alan hikâyeler yazar. Bireyin bilinç ve bilinçaltına melerden geniş ölçüde etkilenir. Bunun yanında yönelerek hikâyede psikolojik yönü öne çıkardı. bazı sanatkârlarımız gelenekten beslenmeye veya Daha çok ataerkil özelliği ile belirginleşen aile ve gelenek ile moderni sentez etmeye çalışırlar.

41 Hikâye/Öykü

Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sait Faik Tek bir gerçekliğe inanmayan Ferit Edgü Abasıyanık’la başlayan modernist hikâye, Yusuf (1936-) ise hikâyelerinde gerçekliği çeşitli biçimler- Atılgan, Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Nazlı Eray, de yansıtmaya çalışır. Bu bağlamda modern insa- , gibi yazarların nın belirgin niteliklerinden olan yalnızlık ve yaban- kalemlerinde daha da ileri seviyeye ulaşıp yer yer cılaşma problemleri üzerinde durur. Bir türlü içine postmodernist özelliklere sahip olur. Sevinç Ço- düştükleri yabancılaşma olgusundan kurtulamayan kum, Rasim Özdenören daha çok klasikleşmiş içe dönük kahramanların bunalım ve çatışmalarını hikâye çerçevesinde kalırlarken Mustafa Kutlu, ge- derinlemesine çözümlemeye çalışır. Bilinçaltı yön- leneksel hikâye ile modern hikâye arasında kendine temi ve alegorik anlatımdan faydalanır. Ferit Edgü özgü yeni bir hikâye formu ortaya koymaya çalışır. hikâyelerini; Kaçkınlar (1959), Bozgun (1962), Sü- Yusuf Atılgan (1921-1989), Aylak Adam rek (1967), Bir Gemide (1978), Ada (1978), Çığlık (1959) ve Anayurt Oteli (1973) romanlarıyla tanı- (1982), Ressamın Öyküsü (1991), Doğu Öyküleri nan yazar, hayatında Bodur Minareden Öte (1960) (1995), İşte Deniz, Maria (1999), Do Sese (2002), isimli tek hikâye kitabını yayımlamıştır. Vefatın- Nijinski Öyküleri (2007) isimli kitaplarında toplar. dan sonra bütün hikâyeleri Eylemci (1993) isimli 1970 sonrasının yeni öykü tarzının bir baş- kitapta toplnır. Atılgan hikâyelerinde geleneksel ka ismi Tomris Uyar (1941-2003)’dır. Yazar, ilk hayat ile modern hayat arasında yaşanan çatışmala- hikâyelerinden son hikâyelerine uzanan süreçte rın bireyin ruhunda doğurduğu bunalımları, çeşit- klasik hikâye formu veya yaygın hikâye anlayışla- li sebeplerle uç veren uyumsuzlukları, hayatın tek rı (sosyal gerçekçilik vb.) gibi alışılmış tavırlardan düzeliği üzerinde yoğunlaşır. Birey-toplum, iç-dış uzak bir tavra sahiptir. O her kitabında kendini çatışmaların anaforunda bunalan bireyin bir başka yenilemeye çalışan ve sürekli yeniyi arayan bir ya- problemi cinselliktir. Bütün bu konuların arkasın- zardır. Şiirsel bir dilin belirgin olduğu hikâyelerini da insan hayatını alt-üst eden modernizm vardır. anılar, izlenimler, çağrışımlar, iç konuşmalar ve bir- Roman ve oyunlarıyla da tanınan Adalet Ağa- takım imgeler etrafında kurguladı. Dünyasını daha oğlu (1929-), Yüksek Gerilim (1974), Sessizliğin İlk çok İstanbul ile sınırlayan Uyar, ince bir duyarlı- Sesi (1978), Hadi Gidelim (1982), Hayatı Savun- lıkla -başta kadın olmak üzere- modern insanın ma Biçimleri (1997) isimli kitaplarında topladığı sıkıntılarını anlatır. Tomris Uyar hikâyelerini; İpek hikâyeleriyle 1970 sonrasının önemli yazarlarından- ve Bakır (1971), Ödeşmeler (1973), Diz Boyu Pa- dır. Belli bir hikâye formuna yaslanmayan Ağaoğlu, patyalar (1975), Yürekte Bukağı (1979), Yaz Düşleri ne anlatacağından çok nasıl anlatacağını önemser. Düş Kışları (1981), Gece Gezen Kızlar (1983), Yaza Gerçeğin anlatımı kadar, sanattan da taviz vermez. Yolculuk (1986), Sekizinci Günah (1990), Otuzla- Öte yandan genç yaşta vefat eden Oğuz Atay rın Kadını (1992), Güzel Yazı Defteri (2002) kitap- (1934-1977), Türk hikâyesine Korkuyu Beklerken larında topladı. (1973) isimli tek hikâye kitabı kazandırır. Onun Türk hikâyesinde giderek yaygınlaşan fantas- hikâyeleri vaka ve kurgu bakımından daha çok Çe- tik gerçekliğin en çok dikkati çeken yazarlarından hov tarzına yaklaşır. Çoğunlukla ben anlatıcı tarzını biri Nazlı Eray (1945-)’dır. Bununla birlikte onun kullanarak kahramanların kendilerini anlatmasını sağlar. Psikolojik açıdan dengesiz, toplumdan ko- hikâyeleri gerçeklik ve fantastik olmak üzere iki puk, bunalımlı ve yalnız kişilerin toplumla ve ken- düzlem üzerine kuruludur. Bu iki düzlem arasında dileriyle olan çatışmalarını anlatır. Daha çok aydın gidip gelen hikâyelerde sıradan insanların sıkıntı kimliğiyle öne çıkan bu kişiler, toplumda tutuna- ve arayışları işlenir. Zulüm, adaletsizlik, işsizlik ve mamış, kimlik buhranları içindedirler. Söz konusu siyasi kırgınlıkların doğurduğu sıkıntı ve arayış- kahramanlar, aynı zamanda toplumsal problemlerin lardır bunlar. Nazlı Eray hikâyelerini Mösyö Hı- de yansıtıcısıdırlar. Hikâyelerde gerek bireyin gerek- risto (1959), Ah Bayım Ah (1976), Geceyi Tanıdım se toplumun temel problemi, Tanzimat’tan sonraki (1979), Kız Öpmek Kuyruğu (1982), Hazır Dün- hayatımızın özünü teşkil eden Doğu-Batı arasında- ya (1983), Eski Gece Parçaları (1985), Yoldan Ge- ki bölünmüşlük, tereddütler ve kimliksizliktir. Atay çen Öyküler (1987), Aşk Artık Burada Oturmuyor hikâyelerinde bir hayli kapalı, çeşitli sembollerle (1989), Kapıyı Vurmadan Gir (2004) adı altında örülmüş ve ironik bir dil ve üslup kullanır. kitaplaştırmıştır.

42 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Toplumcu gerçekçilerin etkisinde hikâyeye baş- gündeme getirir. “Ben toprağımızda temellerini bu- layan Rasim Özdenören (1940-), geçen zaman lan bir oluşumun peşindeyim. Bize has olanı yeniden içinde kendine has bir bakış açısı ve hikâye anlayı- yakalamak arzusundayım. (..) Ben eski geleneğimi- şına kavuşur. İlk hikâyelerinde büyük şehrin kena- zi esas alıyorum. Buradan yola çıkarak günümüz rında değerlerinden koparılmış insanın yalnızlığını anlatım imkânlarını, yani modern ifadeyi kollayan anlatırken ikinci dönemde aile kurumundaki çözül- bir yapı araştırıyorum.” Yokuşa Akan Sular (1979), meyi öne almıştır. Bir anlamda onun hikâyelerinin Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer ana konusu toplumsal hayat ve değerlerdeki değiş- (1983), Bu Böyledir (1987), Sır (1990), Hüzün me ve çözülme; bunun getirdiği yabancılaşmadır. ve Tesadüf (1998), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Bu bağlamda daha çok insan ruhu üzerine eğilir. Kuş (2002), Tufandan Önce (2003), Rüzgârlı Pazar Son hikâyelerinde modernitenin kaosundan tasav- (2004), Chef (2006) isimli kitapları, Kutlu’ya özgü vufa sığınış dikkati çeker. Psikolojik ve metafizik hikâye formunun somut örneklerini oluşturur. buhran içindeki insan, çözümü metafizik teslimi- Mustafa Kutlu hikâyelerinde iki ana konu söz yette bulur. Onun insanın iç dünyasını başarıyla konusudur. Bunlar; insanın iç gelişmesi ve taş- tahlil eden, çevreyi/mekânı konunun atmosferini ra insanının büyük şehirdeki sıkıntılarıdır. Kimi sağlamak üzere tasvir eden, yer yer şiire yaklaşan, hikâyelerinde tasavvufi bir çerçevede iman, ka- kimi zaman metaforik unsurlarla zenginleşen bir der, ahiret, ölüm konuları üzerine eğilen Kutlu, dil ve üslubu vardır. Özdenörenin hikâye kitapla- Türk hikâyesine metafizik bir boyut kazandırır. rı; Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme (1973), Çok Hikâyelerinin önemli bir kısmında ise taşra-şehir, Sesli Bir Ölüm (1977), Çarpılmışlar (1977), Gül Ye- gelenek-modernizm zıtlığı ekseninde insanın yaşa- tiştiren Adam (1979), Denize Açılan Kapı (1983), dığı sıkıntıları anlatır. Özellikle taşra insanının mo- Kuyu (1999), Hışırtı (2000), Ansızın Yola Çıkmak dern şehirde yüz yüze kaldığı sıkıntılar; değerlerini (2000)tır. koruma mücadelesini öne çıkarır. Konularını sos- Daha çok geleneksel hikâye formunu devam yal gerçekçiliğin şaplonculuğundan uzak ve insani ettiren Sevinç Çokum (1943-), 1970’li yıllarda duyarlılıkla ele alır. hikâyelerini yayımlamaya başlar. Yalın ve sıcak bir Mustafa Kutlu’yu Türk hikâyesinde önemli bir üslupla, kadın duyarlılığı içinde ait olduğu toplu- yere yükselten bir başka değer, kendine has dil ve mun meselelerini anlatır. Onun hikâyeleri kaynağı- üslubudur. Belirgin bir nikbinlik içinde olan yazar, nı kendi hayatı, hatıraları ve çevresindeki insanların son derece sıcak, samimi ve lirik bir üsluba sahiptir. hayatlarından alır. Gelenek, ahlak ve millî değer- Türkçeyi, sahip olduğu ifade gücü, anlatım zengin- lere yapılan vurgunun öne çıktığı hikâyeleri, yeni liği ve şiiriyet imkânları çerçevesinde ustaca kullanır. arayışlardan uzaktır. Yazar, bazıları tekrar olmak- la birlikte on kitaba sahiptir. Bunlar Eğik Ağaçlar Yaklaşık 90 yıllık Cumhuriyet hikâyesini toplu- (1972), Bölüşmek (1974), Makine (1976), Derin ca değerlendirdiğimizde şu genel özelliklere sahip Yara (1984), Onlardan Kalan (1987), Rozayla Ana olduğunu söyleyebiliriz: (1993), Bir Eski Sokak Sesi (1996), Evlerinin Önü 1923-2010 dönemi Türk edebiyatı, hikâye türü (1997), Beyaz Bir Kıyı (1998), Gece Kuşu Uzun bakımından zengin bir yazar ve eser kadrosuna sa- Öter (2003)’dir. hiptir. Yukarıda isimleri ve eserleri üzerinde duru- Tanzimat öncesi hikâye geleneğine dayalı yeni lanların dışında daha pek çok yazar da (Bk. Andaç bir hikâye formu arayışı içinde görülen Mustafa 2007: 449) dönemin hikâyesine şu veya bu ölçüde Kutlu (1947-) 1970’li yıllarda yayımladığı Orta- katkıda bulunmuşlardır. Bunlar; Hakkı Kamil Beşe daki Adam (1970) ve Gönül İşi (1974), isimli ilk (1889-1982), Orhan Hançerlioğlu (1916-1991), kitaplarını yayımlar. Adı geçen iki kitabındaki Salim Şengil (1916-2005), Sabahattin Kudret Ak- hikâyelerde, kendinden önceki geleneğe bağlı olan sal (1920-1993), Faik Baysal (1922-2002), Tarık yazar, üçüncü kitabı Yokuşa Akan Sular (1979)’dan Dursun K. (1931-), Leyla Erbil (1931-), Mustafa itibaren yeni bir hikâye formu arayışına girer. Necati Sepetçioğlu (1932-2006), Füruzan (1938- Giderek oturan bu form, önemli ölçüde Doğu ), Şevket Bulut (1936-1996), Ayla Kutlu (1938- hikâyesinden beslenen iç içe geçmiş uzun hikâyeyi ), Pınar Kür (1943-), Sabahat Emir (1943-), İnci

43 Hikâye/Öykü

Aral (1944-), Feyza Hepçilingirler (1948-), Mu- Millî edebiyat hikâyecileri veya bu anlayışı sür- rathan Mungan (1955-), Buket Uzuner (1955-), dürenleri, 1930’lardan itibaren Vakit gazetesi etra- Nazan Bekiroğlu (1957-)dur. fında toplanan sosyal ve toplumcu gerçekçiler takip Bu arada Cumhuriyet Dönemi’nin hikâyesine ederler. Aslında Nâbizâde Nâzım’dan itibaren Türk önemli katkıları bulunan dergileri de (Bunlardan hikâyesi büyük ölçüde toplumsal konulara öncelik bazıları sadece hikâye türene yer verir.) belirtmek verir. Toplumun içinde yaşadığı hayatın yakından gerekir. Resimli Hikâye (1927-1928), Varlık (1933- gözlemi, tespit edilen bütün problemlerin açık bi- ), Seçilmiş Hikâyeler (1947-1957), Hisar (1950- çimde tasviri ve eleştirisini okuyucuya sunar. Bü- 1980), Türk Edebiyatı (1972-), Yaba Öykü (1984), yük ölçüde realist anlayışı benimseyen yazarlar, Dergâh (1990-), Adam Öykü (1995-2005), Düşler gözlemlenebilen dış gerçeklik üzerine yoğunlaşır. Öyküler (1996-1998), Üçüncü Öyküler (1998- Bu anlayış, özellikle 1930 sonrasında Vakit gazetesi 2001), Eşik Cini (2006-), Hece Öykü (2004-), İmge etrafında toplanan yazarlarla yeni bir boyut kaza- Öykü (2005-) dergileri bunlardan bazılarıdır. Adı nır. Sadri Ertem Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, geçen dergilerden bazıları hikâye/öykü özel sayısı Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşan bu nesil, sosyal ve top- yayımlamışlardır. Türk Dili (1975), Mavera (Eylül lumsal konular karşısında çok daha açık bir tavır 1980), Hece (Ek-Kas.2000), Dost (Haziran 1965), takınır. Yordam (Tem-Ağ. 1969), Divan (Tem-Ağ. 1979), Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Töre (Ar.1980), Çağdaş Türk Dili (Tem-Ey 1991), Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Necati Yaba (Oc-Şub 1982) dergileri belirtilen ay ve yılda- Cumalı, Bekir Yıldız, sosyal ve toplumcu gerçek- ki sayılarını Türk hikâyesine ayırmışlardır. çiliğin ikinci kuşağını oluştururlar. Adı geçen ya- Toplam sayıları iki yüzü bulan Cumhuriyet Dö- zarlar hikâyelerinde ülkenin tamamı veya bir böl- nemi hikâyecilerinin eserlerinde, genel yapı, konu, gesindeki sosyal problemleri eleştirel bir yaklaşımla dil ve üslup bakımından birtakım ortaklıklar veya ele alırlar. Özellikle köy ve köylü, alt gelir grupları, yakınlıklar söz konusu ise de bunları kesin çizgi- köyden şehre göç etmiş insanların hayat mücade- lerle ayırıp mutlak bir tasnife tabi tutmak oldukça leleri, bu mücadele esnasında yaşanan çatışmalar zordur. Çünkü her sınıflandırma, -karşılıklı geçiş- hikâyelerin temel konuları olur. ler sebebiyle- birtakım karışıklıkları beraberinde Bir başka açıdan yaklaştığımızda Cumhuriyet getirecektir. Bu durum dikkate alınmak kaydıy- hikâyesinin ele alınan konular bakımından iki ana la 90 yıllık Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi; grup etrafında toplandığını görürüz. Bunlardan ilk Cumhuriyet’in İlk Hikâyecileri/Millî Edebiyat An- grubu, daha çok sosyal/toplumsal konu ve tema- layışını Sürdürenler, Sosyal ve Toplumcu Gerçekçi- ları esas alan hikâyeler; ikinci grubu ise daha çok ler, Bireyin İç Dünyasına Yönelenler, Yeni Arayış- bireysel konu ve temayı esas alan hikâyeler oluş- larda Olanlar (Modernistler-Postmodernistler-Yeni turur. Balkan Savaşı yıllarından itibaren öne çık- Gelenekçiler) olmak üzere dört ana başlık altında maya başlayan sosyal/toplumsal konu ve temalar, gruplandırmak mümkündür. Birinci Dünya Harbi ve Millî Mücadele yıllarında Cumhuriyet hikâyesi, kendinden önceki döne- daha da genişleyerek Cumhuriyet Dönemi’ne ula- min; yani millî edebiyat hikâyesinin doğal uzan- şır. Yaşanan önemli olay ve gelişmeler, yazarların tısı durumundadır. Çünkü Ömer Seyfettin, Ah- hikâyelerini, toplumun dili hâline getirmeye sevk met Hikmet, Aka Gündüz, Refik Halit, Memduh eder. Böylece hikâye, yaşanmakta olan sosyal ve si- Şevket, Halide Edib, Yakup Kadri, Reşat Nuri’den yasi olaylar karşısında kesin tavrını belirlemiş, çok oluşan millî edebiyatın hikâyecileri, II. Meşruti- açık mesajı olan bir niteliğe bürünmüştür. yet sonrası Türk hikâyesine hayat verdikleri gibi, Cumhuriyet öncesi yönetimin eleştirisi, Os- Cumhuriyet yıllarında da hemen hemen aynı tavır manlı İmparatorluğu’nun son dönemde yaşadığı içinde yollarına devam etmişlerdir. Bunun ötesinde çözülme ve dağılma süreci, yanlış Batılılaşmanın 1940’lı yıllara kadar hikâye kaleme alan genç yazar- birey, aile ve toplum hayatına getirdiği yozlaşma lar, büyük ölçüde onları okumuş ve tesirleri altında ve çürüme, Millî Mücadele, savaşların getirdiği acı kalmışlardır. ve yıkımlar, aile çevresindeki çeşitli problemler, ka-

44 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

dın-erkek ilişkisi, eğitim, İstanbul’un kenar semtle- ya başlar. Bazı yazarlar da klasik hikâye geleneğini ri veya Anadolu’daki insanın durumu ve hayat mü- sürdürürken bazıları gelenek ile modern arası bir cadelesi, bürokratik çarpıklıklar, 1940’lara kadarki yerde durmayı tercih ederler. Cumhuriyet hikâyesinin belli başlı konularıdır. Cumhuriyet hikâyesinde, yer yer romantik ta- Bunlardan Anadolu’ya yönelme; Anadolu coğ- vırlar görülmekle birlikte hâkim anlayış realizm- rafyası, insanı ve hayatını ciddi anlamda gündeme dir. Yazar, eserinin hikâyesi ve bu hikâyenin temel taşıma, Cumhuriyet hikâyesinin en önemli nite- unsurlarını (olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, liklerinden birisi olur. Bu bağlamda çok açık bir mekân) daha çok hatıra ve gözlemlerinden hareket- Memleket Edebiyatı veya Anadolu Edebiyatı çığı- le oluşturur. Özellikle toplumun yaşadığı hayatı, bu rından bahsedilebilir. “1908’den sonra Türk edebiya- hayatın çeşitli yönlerini, söz konusu olan çeşitli ak- tının asıl büyük hususiyeti Refik Halit, Yakup Kadri saklık ve eksikliklerini gerçekçi bir yaklaşımla anlat- gibi yazarlarla yavaş yavaş olsa da bilhassa hikâyenin mak, yaygın bir tavırdır. Bu husus, sosyal, eleştirel İstanbul’dan ve imparatorluk merkezinden memleke- ve toplumcu gerçekçiliği beraberinde getirir. te doğru açılmasıdır. Arada geçen zaman zarfında bir Bununla birlikte gerek dönemin romantik ruhu, önceki neslin realizmi daha sıkı sanat terbiyesi hâline gerekse yazarın idealistliğinden kaynaklanan ro- girmiştir. Fakat tecrübeyi asıl keskinleştiren şeyler, mantik tavrı, kendini hissettirmekten geri kalmaz. bizzat meşrutiyet inkılâbının getirdiği hayat şekille- Olay örgüsü çok açık kutupluluk ve çatışma üzerine rine dikkat, ideoloji buhranları, zihniyet farklılıkla- kurulur. Doğu-Batı, eski-yeni, idealist-yozlaşmış, rının bariz şekil alışı ve nihayet Balkan Harbi ve onu Türk-yabancı, bu kutupların belli başlılarıdır. takip eden hadiselerdir” (Tanpınar, 1977, 120). Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi, dünya 1940 sonrası Cumhuriyet hikâyesinde ise ele hikâye edebiyatındaki gelişmeleri yakından takip alınan konular, yaşanan belli başlı siyasi, kültürel eder ve etkilenir. Maupassant tarzı hikâye, Çehov ve ekonomik olay ve gelişmeler doğrultusunda belli tarzı hikâye, modernist ve postmodernist hikâye, bu bir değişime uğrar. Buna göre İkinci Dünya Savaşı takip ve tesirin somut sonuçlarıdır. Sami Paşazâde ve sebep olduğu sıkıntılar, köy ve köylü çevresin- Sezâî’den itibaren Türk hikâyesinde belirginleş- deki problemler, köy ve kasabadan şehre göç ve so- meye başlayan Maupassant tarzı hikâye, Servet-i nuçları, demokratikleşme sürecine bağlı gelişme ve Fünûn, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi olaylar, modern hayat ve büyük şehir ortamındaki hikâyesinin en önemli tarzıdır. Gözlemlenebilen aydının buhran ve bunalımları, aile, kadın ve cin- gerçekliğin büyük çatışmalarından doğan gerilimi sellik 1940 sonrasında öne çıkan konular olur. önemseyen bu tarz, gücünü olay örgüsünden alır. Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesinin ana Çok açık zıt güçler arasında yaşanan çatışma, çoğu damarlarından birini, birey ve bireyin iç dünyası zaman okuyucuyu şaşırtan bir sonuçla biter. Sosyal oluşturur. Çoğu zaman kendinden yola çıkan ya- bir konuyu ele alan ve mesajı önemseyen hikâyede, zar, insanı psikolojik dünyasındaki çalkantılar, ça- mekân-insan, mekân-konu ilişkisi önemlidir. tışmalar, buhran ve bunalımlarla anlatmayı tercih Çehov tarzı hikâye, bizim edebiyatımızda ilk eder. Vakanın geri plana itildiği bu hikâyelerde olarak Memduh Şevket Esendal’ın 1925 sonra- bireyin psikolojisinin çözümlemesi esas olur. Özel- sında kaleme aldığı hikâyelerinde görülür ve gi- likle 1940’tan sonra yaygınlaşan bu tür hikâyelerde derek yaygınlaşır. Sait Faik Abasıyanık, bu tarz modernizm, şehirleşme, çeşitli fikrî ve felsefi akım- hikâyenin geniş okuyucu kitlelerine tanıtılması ve ların tesiri altında yalnızlaşıp bunalıma düşen birey sevdirilmesinde önemli bir isimdir. Oktay Akbal öne çıkar. ve Tarık Buğra’nın hikâyelerini de bu çerçevede Türk hikâyesi, 1970’li yıllardan sonra gerek iç düşünebiliriz. Çok açık bir giriş ve sonuç bölü- gerekse dış gelişmelerin etkisi altında yeni arayış- münü ihmal eden Çehov tarzı hikâyede, günlük lara yönelir. Batı hikâyesinin etkisi altındaki bu hayatın küçük olay ve durumlarının anlatımı öne gelişmede, modernist ve postmodernist anlayışlar çıkar. Olay örgüsünün önemi azaltılır; büyük ça- öne çıkmaya dolayısıyla alışılmış klasik hikâyeden tışma ve gerilimlerden kaçınılır. Açık bir mesajdan bir hayli farklı yeni bir hikâye formu öne çıkma- çok sezdirme esastır.

45 Hikâye/Öykü

Bu iki ana hikâye formu dışında hikâyecilerimiz 1940 sonrasında Alain Fournier, Raymond Radiguet, George Duhamel, Katherine Mansfield, Henry Miller, Maksim Görki, Mark Twain gibi birçok Batılı hikâyeciden faydalanmaya çalışırlar. II. Dünya Savaşı sonrasında bir hayli yaygınlaşan varoluşçuluk ve gerçeküstücülük akımlarından farklı düzeylerde etkilenirler. 1980’li yıllardan itibaren de bazı yazarların eserlerinde postmodernizmin etkileri görülmeye başlar. Geleneksel hikâye formunun pek çok unsurunu bozarak yeniden şekillendiren postmodernist hikâye, bu yeni yapısıyla okuyucuyu şaşırtır. Gerçeklik vur- gusunu mizahileştirir. Gerçek ile hayali iç içe ve bir arada sunar veya fantastik gerçekliği öne çıkarır. Cumhuriyet hikâyesinin kendinden önceki dönemlerin hikâyesinden en büyük farklarından biri, dil ve üslupta kendini gösterir. Cumhuriyet öncesinde Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’ın çerçevesini çizdik- leri yalın, açık ve tabiî bir Türkçe, Refik Halit, Yakup Kadri, Memduh Şevket, Reşat Nuri gibi yazarların kalemlerinde giderek yaygınlaşıp zenginleşir. Daha sonraki dönemlerde de bu süreç devam eder. Böylece Türk hikâyesi hem dış gerçekliğin hem de iç gerçekliği bütün ayrıntılarıyla anlatımında kıvrak bir dile kavuşur. Yazarlar, sanat kabiliyetleri, dili kullanma becerileri ve dil işçiliklerine göre en karmaşık olayların anlatımını, mekân ve insanın ayrıntılı tasvirini, kahramanın psikolojik dünyasının çözümlemesini başarıy- la gerçekleştirirler.

araştırmalarla ilişkilendir

Karanfiller ve Domates Suyu Köyde ona, “Kör Mustafa” derlerdi. Bir gözü Sait Faik Abasıyanık sola doğru biraz kaymıştı. Sağ tarafının beyazı ile gözkapağı arasına ciğer kırmızısı bir et parçası Küçük bir çam ormanı. Vakit sabah. Arı, si- oturmuştu. Böyle mi doğmuştur? Yoksa çocukken nek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten görülen yerde bir şey mi batmıştır?.. Bu arızalı göz, öteki gözde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak, göğün daha parlaktır, daha siyah, daha canlı, daha zeki- kendi renginden biraz daha koyu kıyılara giden dir. Bana bir kamburu hatırlatıyor bu göz; tuhaf hudutlu bir deniz... İşte böyle bir yerde köyün değil mi? Bir kambur insan çirkindir ama, bütün insanlarını düşünüyorum. Kitaplar, bir zaman kamburlar iyi yürekli, sevimli insanlardır. Arkadaş bana, insanları sevmek lâzım geldiğini, insanla- canlısıdırlar, şendirler. Ne severim kamburları! rı sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın se- İşte Kör Mustafa’nın bu gözü de bir kambur vileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını insanın ruh hâletini içine sindirmiş, şıkır şıkır, pı- öğretmiştiler. Hayır, şimdi insanları, kitapların rıl pırıl, sevimli, çapkın, canlı bir gözdür. Öteki öğrettiği şekilde sevmiyorum. Kitaplar dediğime doğru dürüst göz, onun yanında, mahcup, sö- bakıp da büyük ilmî kitaplar, yahut da dört meş- nük, tatsız tuzsuz, pek de kibirlidir. hur kitaptan birisini okuyup iman ettiğim sanıl- Kör Mustafa bahçelerde çalışır, gündeliğe gi- masın. Şiirler, romanlar, hikâyeler, masallar bana der, sarnıç sıvar, dam aktarır, kuyu kazar... bu ilmi tahsil ettirmişlerdi. Beyinin vapurdan Bizim köyün lodos tarafı gayri meskûndur. iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmeyi, Orada fundalar, yabanî meşe palamutları, kocaye- sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa mişler, çalı süpürgeleri bir türlü ağaç haline geleme- fırlamayan adamın çalışmadığını kendi kendime den, ama ağacı taklit edercesine gelişir, birbirinin öğrendim. Ama şu sabahleyin altı buçukta tabiat- içine girmiş yaşarlar. Bütün bu fundalıklar Fino ki- la kavga için sokağa fırlamayan adam, isterse ak- lisesinin malıdır. Kocaman, kirli sakallı, cin gibi bir şama kadar insanları aldatmak için didinsin. Kaç papaz, fundalıkları “bizimdir” diye arada bir dola- para eder! Gözümde, milyonu olsa da kalp para şır. İsteyen olursa ucuza kiraya verir. Ama kimse ki- ile metelik etmez. ralamaz. Çünkü, orman memuru buraları, Orman Şimdi artık kimi sevdiğimi, kime saygı duy- Kanunu mucibinde orman addeder. Aralarında üç duğumu biliyorum. Günlerden beri kafamı bir beş ufacık çam ağacının boğulduğu yabanî, cüce, adam kaplıyor (işgal ediyor dememek için). oduna bile gelmez çalı çırpı orman memurunun, Orman Kanununun sayesinde mesut yaşarlar.

46 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Kör Mustafa nasıl becerdi bilmem... Deni- “Hey arslan Mustafa!” der; uzakta bir çam gölge- ze diklemesine inen bu çalılığın bir kısmını ne sinden korkunç kavgayı seyrederdim. Bu kavga, pahasına ayıkladı, biliyor musunuz; tırnakları Romalı esirlerin arslanla dövüşmesinden şu iti- pahasına. O çalı çırpının sere serpe geliştiği, bu barla farklıydı ki, Romalı esir, arslana bir çeyrek denizlere diklemesine inen toprak öyle taşlık, saat içinde yeniliyordu. Mustafa, ejderhayı bir öyle taşlıktı ki... Sonra Mustafa gündüzleri başka sene içinde bazan ümitsizlikten, bazan ümitten yerde çalışmak mecburiyetindeydi. yeniyordu. Akşam olunca çalıların arasına sakladığı kaz- Bir sabah her zamanki çamın altına vardım masının alıyor, gün ağarıncaya kadar söküyor, ki, bir köylü kadın üç yarı çıplak çocuk garip bir- koparıyor, kazıyordu. Kazdıkça kaya, kazdıkça takım taşlar, tahtalar, saçlarla bir şeyler yaparlar. taş. Bütün bir yaz, bütün bir kış, orman memu- Bu, her tarafından poyraz, lodos, gündoğusu, runun tazyiki, çalı, palamut, defne, kocayemiş, keşişleme, kasına, yeşiller giymiş, güçlü kuvvet- diken, ot, kök ona karşı koydular. Bu korkunç li bir kadın takmış, üç evleğine çizgiler, ocaklar mücadeleye üç evlek toprak için Mustafa’dan baş- açıyordu. ka bizim köyde kimse girişemezdi. - Arslan Mustafa!, dedim. Su buldun mu, su? Kaya bitip de yumuşak, esmer, pembe bir - Deniz kıyısında eski bir kuyu vardı. Tuzlu funda toprağı bir karış meydana çıkınca, bir meşe bir parça ama, idare edeceğiz. Şuraya bir sarnıç palamudunun korkunç yılan gibi kökü önüne kazabilsem... çıkardı. Onu sökünce, orman memurunu karşı- Onu gördüm mü toparlanıyor; hayret, sevgi sında bulurdu. O gidince, zehirli bir diken baş ve saygı ile bakıyorum. Koca yaylamızın üzerinde parmağını şişirirdi. Kazma körlenir, kürek bula- böyle milyonlarca insan bulunduğunu düşünü- maz, taş dağ gibi yığılırdı. İnsan büyüklüğünde yorum. Yine dünya yuvarlığı üzerinde böyle mil- bir kaya, yumuşak toprağın üstünde, altındaki yonlarca insanın tırnakları, nasırları, çirkinlikleri, bir insan büyüklüğünde cüssesini hiç belli etme- tek gözleri, tek kollarıyle bir ejderha ile kavga et- den yosunlu yüzüyle dikilir; omuzları, tırnakları, mek için bekleştiklerini düşünüyorum. ayakları, göğsü, sırtı, bütün kuvvetiyle dayanır, onu yener, yıkardı. Kazma iş görmediği zaman Küçük hanımlar! Bugünlerde bir gün nişan- yumruğu, yumruğu yetmediği zaman parmakla- lınız size koyu al renkli karanfiller gönderecektir. rı, parmakları kalın geldiği zaman tırnakları ile Dikkat edin, belki Mustafa’nınkilerdir. Küçük toprağı tırmalardı. beyler! Domatesler göreceksiniz çarşıda. Elma- lar, ferik elmaları gibi kokulu, şekerli, tatlıdır. Bir sonbahar günü baktı ki, küçük çam ağaç- Keserseniz içinde çekirdekleri altın gibi parlar. ları filizi, körpe diken yapraklarıyle, üç beş ko- Belki de lokantada bir gün şişelere doldurulmuş cayemiş çıngıl çıngıl yemişleriyle yer yer esmer, bir domates suyu içersiniz ve tadını fevkalâde bu- pembe kül rengi toprağa saye salar... Biz görenler: lursunuz. Yunan tanrılarının ölmemek için içtiği - Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur, dedik. nektar lezzetini damağınızda hissederseniz, emin Bilmedik ki dişle, tırnakla, kanla, canla tabi- olun ki Mustafa’nın domateslerinden bir tanesi at denilen canavarı yenmek lâzım gelir. Bendeniz içtiğiniz suya katılmıştır. bu mücadeleye şahidim. Mustafa’nın kör gözü, hiddetten ala bulandığı günleri hatırlıyorum. Kaynak: Abasıyanık, 1984: 42-46

47 Hikâye/Öykü

araştırmalarla ilişkilendir

Oğlumuz Devam edemedi. Ona baktım. Gözlerindeki Tarık Buğra mana allak bullak. Ah benim saz benizli, kır saçlı bebeğim. Karım, belirmeğe başlayan pencerenin önün- de oturuyordu; bütün geceyi orada geçirmişti. Çıkarken, omuzlarıma hırkamı koydu. - Sen hâlâ yatmayacak mısın? dedim. Odası gün doğdu tarafındaydı. Pencereleri büyükçe bir bahçeye bakardı. Karşı evden kur- Doğruldu. Kül rengi pencerenin önünde sa- tulmak üzere olan güneş duvarları hafifçe pem- dece bir gölgeden ibaretti. Fakat bu gölgede, be- beleştirmişti. raber geçirdiğimiz yirmi kusur yılın her günün- den bir şey vardı. Ve o, uyumuştu. - Ezan okunuyor, diye mırıldandı. Elbiselerini masanın üstüne atıvermiş, pija- masının ceketini giymemişti. Yatağın yanındaki Sesi bana hüzün verdi. Odamız bu dünya- sandalyeye iliştim. İçim bir tuhaftı. Ona baka- dan, duyguların erişemeyeceği kadar ötede gibiy- mıyordum; fakat onunla doluydum. Tıpkı, çok di ve karım, Kur’an’la vaatedilen saadetini, sanki eskiden bir defa daha olduğu gibi. O zaman daha asırlardan beri beyhude yere bekliyordu. küçüktü, tifoya tutulmuştu, ateşi vardı, sayıklı- Hareketlerinde ve yürüyüşünde, kabul edil- yordu. O, şimdi bunu hatırlamaz ki... miş bir mağlûbiyetin hazin sükûneti vardı. Mut- fağa geçti. Onu sanki rüyada görüyordum: Man- *** gala ve semavere kömür koydu; abdest aldı, sonra Karlı bir şubat gecesi doğmuştu. Babamın seccadesini sofaya sererek namaza durdu. kucağına verirken bir tuhaftım... İsim ararken Pencere iyiden iyiye aydınlanmıştı. kamus bana ne kadar boş gelmişti. Ona, ışıl ışıl, Renksiz, sessiz ve serin kuşluk vakti. Yata- kâinat gibi manalı bir kelime bulmak istiyordu. ğın ılıklığı, belirsiz duygular, düşünceden kaçış. Sonunda Ömer dedik. Bu da ona yakışmıştı. Dalmışım. Onu, tarihe girmiş bütün Ömer’lerin ikbaline lâyık görüyordum. - Yahu... İlk gülüş... ilk diş... ilk kelime... annesine - Ne var? doğru, genç, güzel ve mesut annesine doğru ilk - Geldi.. adım. - İyi ya işte... Sonra yedinci yaş... Mektebe götürdüğüm Fakat mesele bu değildi. Karım beni kayıtsız gün ne kadar ağlamıştı. Sanki varlığına evden buluyor ve üzülüyordu: başka bir ortak kabul etmek istemiyordu. Fakat - Bir şey söylemeyecek misin; bu üçüncü olu- bu makadderdi. O da her oğul gibi sokak, mek- yor... Ha yahu: Ne yapacağız? tep ve çarşı arasında, günden güne kat’îleşen bir Bilir miyim ben. Fakat ona: bölünmeye mahkûmdu. - Yarın bir şeyler yaparım, diyorum. Ve on dördüncü yaş. Hırçınlıklar, iştahsızlık- lar... Bize yeni bir ortak daha, ortakların en ye- Hangi yarın?.. Gökyüzü tatlı maviliğini bul- nilmezi... Karımın mağrur telâşları ve benim ilk muştu bile. Gün, katılmağa mecbur olduğumuz endişem. gün, başlıyordu. Karım haklı. Bunun üzerinde durmak lâzım. Oğlum yatağına daha yeni giri- Liseyi, daha sonra fakülteyi bitirdi. Bu arada, yordu. Ona, bu yaptığının ümitsiz bir isyan ol- onu biraz daha iyi yaşatabilmek için, karım, düğü- duğunu anlatmalıydım. Yataktan, birdenbire fır- nünden kalma üç beşibirliğini bozdurdu... Ve o, ladım. Karım telâşlandı: ilk aşkın bahtsızlığı ile sarsıldı, bizi de perişan etti. - Fazla sert davranma. Ne de olsa artık... Böylece biz ona bütün bütün bağlanırken, dünyamız artık tamamen onunla hudutlanırken...

48 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

“Sen bizden ayrılıverdin. Sevgimiz arttık- Fakat bütün bunlara ne lüzum var; sen san- ça sen biraz daha fazla rahatsız oluyordun. Ben ki bunları bilmiyor musun?.. Ben sanki bütün bunu anlıyordum. Sen bunda biraz da hürriyeti- bu şeylerin senin kalbini nasıl sızlattığını biliyor ne tecavüz buluyordun. Fakat annen... muyum? Annen, ben... Sen bize bakma. Bütün Ben biliyorum. Sen, artık odaların bu döşe- budalalık bizde. Biraz hasta olmanı bekler gi- niş tarzını hatta bu evi beğenmiyorsun... Uçmayı biyiz. Hâlâ bize en çok ait olduğun günlerdeki öğrenmiş bir serçe yavrusu gibi, gözün başka dal- gibi kalmanı istiyoruz. Değişebileceğini aklımız larda. Senin düşündüğün, kim bilir ne cici şeydir. almıyor. İşte, gözlerimi bir türlü yüzüne çevire- Bizi misafir edeceğin odayı da unutmamışsındır; miyorum, sana bakamıyorum. Annen de böyle. buna eminim. Bu kadarı bize... Bana yeter. Fakat Şimdi biz, seni uyandıramayız. Çünkü, düşün- annen... Bunu sen de seziyor, arada sırada, hatta meğe cesaret edemeden biliyoruz ki, artık se- sık sık kardeşlerini nasıl okutacağından, bizim nin uykun da değişti. Eskiden bizi bekler gibi için neler tasavvur ettiğinden bahsediyorsun. Fa- uyurdun. Evet, artık uykun da değişti. Hatta asıl kat birbirimizden niçin gizleyelim; sen böyle ko- değişiklik uykularında oldu; sen uykularında da nuşurken sesini titreten şeyde biraz vicdan bur- bizden uzaklaştın...” kulması ve daha çok çaresizliğin azabı yok mu?. Başımı çevirdim. Ona baktım. Bunu ya- Ama sen bunun için üzülme, senin elinden ne parken romatizmalı kolumu kullanır gibiydim. gelir; hayat böyle işte, yapamazsın ki... Fakat içim birdenbire ferahladı. Sanki yıllardır Ben senin içkiden ne umduğunu biliyorum; aradığım bir arkadaşımı bulmuştum. Islık çal- alışmayacağına da eminim.. Fakat annen... mak istiyordum. Perdeleri indirdim; güneş onu rahatsız edecekti. Benimkilere benzeyen sert ve Sonra ben senin dışarıda ne aradığını, evden siyah sakallı yüzünü hafifçe öperek dışarı çıktım. niçin kaçtığını da biliyorum. Kadıncağız böyle birine kapılıvereceksin diye tir tir titriyor. Sen Çayımızı içerken karım biraz dalgındı. Ben, gecelerini böyle dışarıda geçirince, kuruntuları, küçük oğlumun çayını gizlice, hiç sevmediği li- ışıl ışıl caddeleri ve gazinoları masal mağaralarına monla doldurdum. çeviriyor. Kaynak: Buğra, Hikâyeler II, s. 6-9

Öğrenme Çıktısı

2 Cumhuriyet sonrası Türk hikâyesinde görülen belli başlı dönem ve eğilimleri ayırt edebilme, belli başlı yazarları, eserleri temel özellikleriyle tanıyabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Çehov tarzı hikâyenin ken- dine özgü temel özellikleri nelerdir? 1923 sonrası dönem Türk 1923 sonrası dönem ait bir Psikolojik hikâyenin ken- hikâyesini konu, yazarların hikâyeyi okuyunuz, döne- dine özgü temel özellikleri bakış açısı ve anlatım tarzı min genel özelliklerini de nelerdir? açısından karşılaştırarak göz önünde bulundurarak değerlendiriniz. yakın çevrenizle paylaşınız. Postmodernist hikâyenin kendine özgü temel özellik- leri nelerdir?

49 Hikâye/Öykü

Cumhuriyet öncesi Türk hikâyesini genel hatlarıyla 1 kavrayabilme

Cumhuriyet Öncesi Türk Hikâyesi

Türk edebiyatında modern hikâye, Osmanlı-Türk toplumunun Batı’ya yönelmesinden sonra 1870’li yıllardan itibaren görülmeye başlar. Bu hikâye, Cumhuriyet’e gelinceye kadarki Tanzimat, Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti ve Millî Edebiyat dönemleri içinde “modern” olarak niteleyebileceğimiz bir forma sahip olur. Özellikle millî edebiyat hikâyecileri, Cumhuriyet hikâyesinin hem hazırlayıcıları hem de ilk yazarları olması bakımından büyük önem taşırlar. Onlar II. Meşrutiyet sonrasında tanınıp şöhrete ulaşmışlarsa da Cumhuriyet sonrasında da hikâye yazma ve yayımlamayı sürdürürler.

Cumhuriyet sonrası Türk hikâyesinde görülen belli başlı dönem ve eğilimleri ayırt edebilme, belli başlı 2 yazarları, eserleri temel özellikleriyle tanıyabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi

Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi, öncelikle kendinden önceki dönemlerde ortaya konan hikâye gelenek ve birikiminin doğal bir devamıdır. Hatta Cumhuriyet Dönemi yazarlarının önemli bir kısmı, önceki dönemlerde pek çok hikâye kaleme almış ve edebî şöhretlerini kazanmış olan yazarlardır. Bununla birlikte Cumhuriyet hikâyesi, bu birikimden yola çıkarak zaman içinde ve toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik şartları ile dünya edebiyatında görülen hikâye anlayışındaki değişmeler ve bunları besleyen edebiyat anlayışları çerçevesinde geli- şip zenginleşmiştir. Cumhuriyet Dönemi hikâyesini kendi içinde; Millî Edebiyat Anlayışını Sürdürenler; Sosyal ve Toplumcu Gerçekçiler; Bireyin İç Dünyasını Esas Alanlar ve Yeni Arayışlar (Modernistler-Postmedernistler- Yeni Gelenekçiler) olmak üzere gruplara ayırmak mümkündür. Cumhuriyet öncesi dönemden millî edebiyat ekolü içinde tanıdığımız Refik Halit, Yakup Kadri, Halide Edib, Memduh Şevket, Reşat Nuri gibi yazarlar, Cumhuriyet Dönemi’nde de hikâye yazmayı sürdürürler. Bunların dışında F. Celâlettin, Osman Cemal, Kenan Hulusi, Peyami Safa hemen hemen aynı anlayış içinde hikâye yazarlar. Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesinde en belirgin özelliğin eleştirel ve toplumcu gerçekçilik olduğunu görü- rüz. Başlangıcı Nâbizâde Nâzım’a kadar giden bu anlayış; toplumun içinde yaşadığı hayatın yakından gözlemi, problemlerin açık biçimde tasviri ve eleştirisini esas alır. Realist olan yazar, çok büyük ölçüde gözlemlenebilen dış gerçeklik üzerine yoğunlaşır. Bu anlayış, özellikle 1930 sonrasında Vakit gazetesi etrafında toplanan yazar- larla yeni bir boyut kazanır. Sadri Ertem’in öncülüğündeki bu topluluk; Selahattin Enis, Reşat Enis Aygen, Bekir Sıtkı Kunt’tan oluşur. Bu arada Sabahattin Ali, İlhan Tarus, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Bekir Yıldız, Aziz Nesin, Haldun Taner, Rıfat Ilgaz gibi ya- zarlar da eleştirel gerçekçi yazarlardandır. Cevat Şakir Kabaağaçlı ise deniz ve deniz insanlarını hikâyeye taşır. Cumhuriyet Dönemi hikâyesinin ikinci ana kolunu, iç gerçekliğin anlatımı üzerinde yoğunlaşan hikâyeciler oluşturur. Söz konusu iç gerçeklik, insanın duygu, zihin ve psikolojidir. Peyami Safa, Samet Ağaoğlu, Sait Faik Abasıyanık, Ziya Osman Saba, Tarık Buğra, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oktay Akbal, Nezihe Meriç bunlardan bazılarıdır. Türk hikâyesi 1970 sonrasında, yeni birtakım arayışlara sahne olur. Bu gelişmenin arkasında dönemin sosyal, siyasi ve ekonomik çalkantıları; giderek yoğunlaşan büyük şehirlere göç; toplumun çeşitli ideolojiler etrafında kamplaşması gibi iç gelişmelerin büyük tesiri vardır. Bunlara Batı’daki gelişmeler ve özellikle hızla bütün dün- yayı saran postmodernizm akımının tesirini de ilave etmek gerekir. Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Tomris Uyar, Nazlı Eray ve diğer bazı hikâyecilerde postmodernist akımın tesirleri görülür. Bu arada Sevinç Çokum, Şevket Bulut gibi geleneksel hikâyeyi devam ettiren veya Mustafa Kutlu gibi gelenekle moderni birleştirmeye çalışan hikâyeciler de söz konusudur.

50 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

1 Aşağıdaki kavramlardan hangisi, Türk kültür 5 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, A. tarihinde “hikâye” kelimesi ile karşılanmaz? H. Müftüoğlu’nun Çağlayanlar’da topladığı hikâyelerinin genel özelliklerinden biri değildir? neler öğrendik? A. Tiyatro B. Masal C. Destan D. Roman A. Türk ruhunu ve değerlerini (kahramanlık, yi- E. Kıssa ğitlik, asillik vb.) anlatması. B. Belirgin biçimde realist, hatta yer yer natüralist 2 anlayışı benimsemiş olması. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, modern C. Türk destanları ile Balkan, Birinci Dünya ve Türk hikâyesini oluşturan grup, anlayış veya akım- İstiklal Savaşlarına ait gözlemlerinden fayda- lardan biri değildir? lanması. A. Tanzimat hikâyesi D. Son derece açık ve yalın bir dil çerçevesinde şa- B. Servet-i Fünûn hikâyesi irane bir üsluba başvurması. C. Garipçiler hikâyesi E. Kendi millî veya milliyetçi his ve heyecanların- D. Millî edebiyat hikâyesi dan güç almış olması. E. Cumhuriyet hikâyesi 6 Hikâyeci olarak Ö. Seyfettin, R. Halit ve M.Şevket arasındaki en önemli fark aşağıdakiler- 3 Aşağıdaki yazarlardan hangisi, Millî Edebiyat den hangisidir? anlayışına bağlı bir hikâyeci değildir? A. R.Halit’in aynı zamanda roman ve mizah yaza- A. Ömer Seyfettin rı olması. B. Sait Faik Abasıyanık B. M. Şevket’in hikâyelerini sıcağı sıcağına yayın- C. Ahmet Hikmet Müftüoğlu layamamış olması. D. Reşat Nuri Güntekin C. Farklı dönemlerin hikâyecileri olmaları. E. Yakup Kadri Karaosmanoğlu D. Dil anlayışlarının farklı olması. E. Düşünce ve dünya görüşlerinin farklı olması. 4 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın hikâyeleri veya hikâyeciliğinin 7 Ö. Seyfettin için söylenen aşağıdaki yargılar- temel özelliklerinden biri değildir? dan hangisi yanlıştır? A. Kahramanları kendi ağız özellikleriyle konuş- A. Millî Edebiyat Hareketi’nin hem teorisyeni turmak. hem de önemli yazarlarından biridir. B. İstanbul’un konak ve köşklerindeki hayat ka- B. Hikâyelerinde anlaşılması zor bir dil kullanmıştır. dar, kenar mahallelerdeki hayatı anlatmak. C. Hikâyelerinde M aupassant tarzı hikâye anlayı- C. Hayatın bozuk, çirkin ve komik yanlarını şına bağlı kalmıştır. anlatmak. D. Hikâyelerinde toplumda millî bilinci uyandır- D. Ahmet Mithat’ın devamı olarak halk için yaz- ma amacını esas almıştır. mayı amaç edinmek. E. Hikâyelerinde kendi hayatı ve gözlemlerinden E. Bireyin psikolojik dünyasındaki çalkantıları yararlanmıştır. anlatmak.

51 Hikâye/Öykü

8 Aşağıdaki gerekçelerden hangisi Memleket 10 Aşağıdaki yargılardan hangisi Sait Faik Aba- Hikâyeleri’nin hikâyeciliğimize olan katkılarından sıyanık için söylenemez? biri değildir? A. Sanat hayatı müddetince hep aynı hikâye anla- A. Anadolu’yu gerçekçi bir bakış açısıyla yışına bağlı kalmıştır. hikâyeciliğimize getirmesi. B. Süsten ve yapmacıklıktan uzak durmuş, konu- B. Millî edebiyatın savunduğu yalın, açık ve yaşa- şur gibi yazmıştır. yan türkçeyle yazılması. C. Hikâyelerinde büyük ölçüde “küçük insan”ların C. Yazarların dikkatini Anadolu kasaba ve köyle- hikâyesini anlatmıştır. rinde yaşayan insanlara çekmesi. D. Hikâyelerinde “Sevmek, bir insanı sevmekle D. Maupassant tarzı hikâye formunu edebiyatımı- başlar her şey” ilkesine bağlı kalmıştır. neler öğrendik? za kazandırması. E. Hikâyelerinin temel kahramanlarından biri E. Edebiyat-ı Cedîdenin ferdiyetçiliğinden uzak, olmuştur. toplumcu bir yaklaşımı öne çıkarması.

9 M. Ş. Esendal için söylenen aşağıdaki yargı- lardan hangisi yanlıştır? A. 1908-1952 tarihleri arasındaki 44 yıllık sanat hayatında 300 civarında hikâye yazmıştır. B. Sanat hayatına Edebiyat-ı Cedide anlayışına bağlı hikâyelerle başlamıştır. C. Sanat hayatının 1908-1930 devresinde Mau- passant tarzı hikâyeler yazmıştır. D. Sanat hayatının ikinci devresinde Çehov tarzı hikâyeler yazmıştır. E. Birinci devre hikâyeleri, bir hayli karamsar bir atmosfere sahiptir.

52 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi 1. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni- 6. E Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden

den gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı geçiriniz.

2. C Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi Türk 7. B Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi Hikâyesi” ve “Cumhuriyet Dönemi Türk Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden Hikâyesi” konularını yeniden gözden geçiriniz. geçiriniz.

3. B Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi 8. D Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. geçiriniz.

4. E Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi 9. C Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. geçiriniz.

5. B Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi 10. B Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden Türk Hikâyesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. geçiriniz.

Araştır Yanıt 2 Anahtarı

Edebiyat ile toplum arasında sıkı ilişkiler vardır. Toplum hayatındaki her türlü değişme ve gelişmeler, edebiyatın da değişme ve gelişmesine zemin hazırlar. Edebiyattaki bu değişmeyi belirtmek için sınıflandırma kaçınılmazdır. Ömer Seyfettin bu sözüyle, kendinden önceki dönemlerde görülen bir hayli yapay ve anlaşılması zor bir dil ve üslupla yapılan edebiyata karşı, olabildi- Araştır 1 ğince süsten ve yapaylıktan uzak açık, yalın ve doğal bir dil ve üsluba sahip edebiyatı kastetmiştir. Maupassant tarzı hikâye, olay örgüsünü önemser. Büyük olay ve çatışmalara dayanır. Seçilip ayıklanmış bir gerçekçilik dikkati çeker. Belirgin bir giriş, ge- lişme ve sonuç bölümleri ile önemli sosyal mesaja sahiptir. Ayrıntılı anlatımıy- la okuyucunun hayaline fazla bir şey bırakmaz.

Çehov tarzı hikâye, olay örgüsünün önemini azaltır. Büyük olay ve çatışma- lara dayanmaz. Akıp giden hayatın doğallığını önemser. Çok belirgin bir giriş ve sonuç bölümleri bulunmayabilir. Ayrıntılı anlatıma yer vermediği için oku- yucunun hayal gücüne ihtiyaç duyulur. Psikolojik hikâye, olayların anlatımından çok, kahramanların psikolojik dün- yalarını çözümlemeyi önemser. Hayattaki birtakım küçük olay ve gelişmele- Araştır 2 rin, kahramanların ruh dünyalarında doğurdukları dalgalanmaları, kırılışları, ümitler ve ümitsizlikleri okuyucuya sunar. Postmodernist hikâye, kendinden önceki klasik ve modern hikâyenin gele- nekleşmiş özelliklerini alt üst eder. Olay, kahraman, mekân, zaman ve anlatıcı unsurlarında gerçek ile gerçek dışı olanı iç içe verir. Hikâye daha çok kendi var oluş serüvenini merkeze alır.

53 Hikâye/Öykü

Kaynakça

Abasıyanık, S.F. (1984). Mahalle Kahvesi-Havada Gündüz, O. (2003). Oktay Akbal’ın Öykücülüğü. Bulut. Ankara: Bilgi Yayınları. Ankara: Akçağ Yayınları. Aktaş, Ş. (1992). “Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı”. Hece (Türk Öykücülüğü Özel Sayısı). (2000). Türk Dünyası El Kitabı. C.3. Ankara. TKAE S.46/47. Ekim/Kasım. Yayınları. İslam, A.K. (2002). “Modern Türk Hikâyesinin Kısa Alangu, T. (1968). Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Tarihi”. Türkler. C.18. Ankara: Yeni Türkiye Roman 1-2-3. İstanbul: İstanbul Matbaası. Yayınları. Alangu, T. (1968). Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Kahraman, Â. (2006). “Türk Edebiyatında Hikâye Roman 1-2-3. İstanbul: İstanbul Matbaası. Literatürü: Cumhuriyet Dönemi”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi. C.4. S.7. Andaç, F. (2007). “1960 Sonrası” Türk Edebiyatı Tarihi. C. 4. Ankara: KTB Yayınları. Kaplân, M. (1979). Hikâye Tahlilleri. İstanbul: Dergâh Yayınları. Bezirci, A. (1980). 1950 Sonrası Hikâyeciliğimiz. İstanbul: ABC Yayınları. Kudret, C. (1979). Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman 1-2-3. İstanbul: Varlık Yayınları. Çetişli, İ. (1999). Memduh Şevket Esendal -İnsan ve Eser-. Isparta: Kardelen Kitabevi. Lekesiz, Ö. (1997-2001). Yeni Türk Edebiyatında Öykü 1-2-3-4-5. İstanbul: Kaknüs Yayınları. Çetişli, İ. (2010). Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Ankara: Akçağ Yayınları. Önertoy, O. (1984). Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı ve Öyküsü. Ankara: İş Bankası Yayınları. Çetişli, İ. (2010). Metin Tahlillerine Giriş 2 Hikâye- Roman-Tiyatro. Ankara: Akçağ Yayınları. Su, H. (2000). Öykümüzün Hikâyesi. Ankara: Hece Yayınları. Demir, A. (2006). “Başlangıcından Cumhuriyete Kadar Ana Çizgileriyle Türk Hikâyesi, Türkiye Tanpınar, A.H. (1977). Edebiyat Üzerine Makaleler. Araştırmaları Literatür Dergisi. C.4, S.7. İstanbul: Dergâh Yayınları. Enginün, İ. (2002). Cumhuriyet Dönemi Türk Türk Dili (Türk Öykücülüğü Özel Sayısı). (1975). Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. C.XXXII, S. 286. Esendal, M.Ş. (1983). Mendil Altında. Ankara: Bilgi Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı. (2004). Ankara: Yayınları. Grafiker Yayınları.

54

Bölüm 3

Makale-Fıkra-Deneme

Makale Fıkra 1 Makalenin kavram anlamını ve niteliklerini 2 Fıkranın kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, Türk edebiyatında makalenin algılayabilme, Türk edebiyatında fıkranın 1 gelişimini kavrayabilme 2 gelişimini kavrayabilme Deneme 3 Denemenin kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, tarihsel süreç içinde denemenin gelişimini, türlerini kavrayabilme

öğrenme çıktıları 3

Anahtar Sözcükler: • Makale • Fıkra • Türk Edebiyatında Makale • Türk Edebiyatında Fıkra • Deneme • Türk ve Dünya Edebiyatında Deneme

56 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ lük konularla ilgili olanları daha çok gazetelerde Bu bölümde üç düşünce yazısı üzerinde günlük problemlere bağlı olarak gündemi meşgul durulacak: Makale, fıkra ve deneme. Öncelikle eden, siyasi, sosyal durumlar, olaylar, olgular üze- kelime anlamı ve kavramsal içeriğine yer verilecek. rine yazılmakta iken özellikle akademik dergilerde Anlam açısından geçmişten günümüze geçirdiği karşımıza çıkanlar, günü aşan, daha evrensel nite- değişim irdelenecek. Tür olarak temel özellikleri likler taşıyan, değişik bilim alanlarının ihtisas ge- mercek altına alınacak, diğer türlerle olan benzer- rektiren konularından seçilmekte ve kimi zaman likleri ve farklılıkları hakkında bilgi verilecek. Türk belirli bir yaklaşımın uygulama yöntemlerini de ve dünya edebiyatındaki gelişim seyrine bakılarak kullanmaktadır. nasıl bir ilerleme kaydedildiği gözler önüne seril- Klasik kompozisyon planında olduğu gibi, ma- meye çalışılacak. Bu türleri kaleme alan isimler- kalenin de “giriş” bölümünde konu ortaya konur den söz edilerek bu türlerde kaleme alınan başlıca ve bununla ilgili iddialar, tezler sıralanır; “gelişme” eserlere dikkat çekilecek. Bölüm içinde yer verilen bölümünde değişik kanıtlarla iddianın ispatına gi- örnek okuma parçalarıyla kuramsal anlamda veri- dilir; “sonuç” bölümünde ise yazıdan çıkarılmak len bilgilerin pekişmesi, birbirinden ayırt edilebilir istenen düşüncelere ulaşıldığı gösterilir. duruma gelinmesi sağlanacak. Gazetelerin günlük çıkıyor olması, makale ko- Bölümde yer alan örnek okuma parçaları dı- nusunda güncelle alakalı bir boyutu kaçınılmaz şında günlük yaşamda da bu türlere örneklik eden kılar. Diğer taraftan dergilerin de belirli alanlarda metinlerin okunması ve temel özelliklerinin pekiş- yoğunlaşmış olması, son zamanlarda gazete ma- tirilmesi ümidiyle… kaleleri ile dergi ve kitap makalelerini birbirinden ayıran bir eğilimi beraberinde getirir. Bu açıdan bakıldığında, gazete yazısı olarak makalenin yine MAKALE bir gazete yazısı olan fıkrayla yakınlığı söz konusu Makale; bir konuda bilgi vermek, ele alınan ko- iken dergi makalelerinin daha ziyade bilim dalları- nuyu, düşünceyi, tezi savunmak amacıyla yazılan nın konularını ele alması dolayısıyla gazete fıkrala- yazıdır. Söz konusu edilen düşünce, derinlemesine rından uzaklaşırlar. Diğer bir açıdan baktığımızda bir bakış açısıyla detaylı bir şekilde dayanaklar et- söylemek istediğimiz şudur: Gazete makalesi ile rafında, inceleme ve araştırmalarla tartışılır ve ispat bir köşe yazısı olan gazete fıkrası arasındaki fark, edilmeye çalışılır. Makale, ele aldığı konuyu ispat makalenin ele aldığı güncel konuyu ispat etme ar- gayreti ve kesin kanıtlara dayanma yöntemi bakı- zusuna karşılık fıkranın böyle bir zorunluluğunun mından deneme, sohbet ve fıkra gibi düzyazı türle- bulunmamasıdır. rinden ayrılır. Dolayısıyla makalenin temel hareket Makalede iddia ve ispat sabit kalmak koşuluy- noktası düşüncedir. Ele alınan konu bir tem, imge, la bir konu sınırlamasından bahsedilemez. Hemen kişi, eser de olsa bir düşünce etrafında işlenir veya her konuda makale yazılabilir. Resim, müzik, ede- bunun sonucunda bir düşünce üretilir. Ancak bu biyat gibi sosyal bilim dallarında, fizik, kimya, bi- yapılırken ileri sürülen iddiaları destekleyecek ke- yoloji gibi fen bilimi dallarında; kültür, politika, sin kanıtlar, inandırıcı veriler kullanılmaya çalışılır. spor, askeriye alanlarında makaleler yazılabilir. Makalenin bilimsel boyutu olduğundan di- Türk edebiyatının Batılılaşmasında gazete ve daktik/öğretici özelliği bulunmaktadır. Buna bağlı dergilerin rolü tartışılmazdır. Özellikle düzyazı olarak da makalede ciddi, sade ve anlaşılır bir dil türlerinin edebiyatımızda gelişmesinde gazete çok tercih edilir. Fakat zaman zaman sanatkârane bir önemli bir rol oynamıştır. Eski edebiyatımızda sa- üslubu kendine tarz edinmiş yazarların makalele- nat gayreti ön planda olduğu için şiirin gelişmişli- rinde sanatkârane bir dil söz konusu olabilmekte- ği yanında düzyazı geri kalmıştır. İşte bu noktada dir. Diğer taraftan bilim dergilerinde ve kitapların- Tanzimat sonrasında kültür hayatımıza giren gazete da çıkan bilimsel, özel alanlı makalelerin, o alanın ve dergiler düşünce merkezli düzyazı türlerinin de terimleriyle yüklü ve sadece ilgili kişilerin anlayabi- yaygınlaşması bakımından çok önemli bir görevi leceği bir dili olabilmektedir. yerine getirmişlerdir. Fakat şunu da vurgulamak ge- Makalenin konusu günlük olabileceği gibi, her- rekir ki bu dönemde bahsini ettiğimiz düzyazı tür- hangi bir bilim dalıyla ilişkili olarak felsefe, sanat, lerinin birbirinden kesin sınırlarla ayrıldığını söy- edebiyat konularında da yazılabilmektedir. Gün- lemek oldukça güçtür. Roman ve hikâyede olduğu 57 Makale-Fıkra-Deneme

gibi, deneme, makale, fıkra, eleştiri vb. düzyazı tür- yazıların bir kısmı, aynı zamanda bizdeki ilk eleştiri, lerinin eski edebiyatımızda modern mantığa bağlı deneme vs. düzyazı türlerinin özelliklerini de içinde bir tecrübesi olmadığı için, Tanzimat Dönemi’nde barındırmaktadır. Tanzimat Dönemi gazetecilerinin de bunlar arasındaki ayrım tam olarak ortaya ko- büyük oranda edebiyatçı olmaları, yeni edebî türle- nulamamıştır. Dolayısıyla Tanzimat Dönemi’ndeki rin gazetelerde yaygınlaşmasına yol açmıştır. Ahmet gazete ve dergilerde çıkan bazı düzyazı örneklerini Hamdi Tanpınar’ın ifade ettiği gibi bu dönem gaze- ister istemez, sonradan kesin sınırlarına kavuşan teleri, 1880’lere kadar hem edebiyatçıların hem de düzyazıların pek çoğunun ilk örneği olarak kabul yeni edebî türlerin yetişme yerlerinden biri olmuş ve etmek durumunda kalmaktayız. Yani bir anlamda yeniliği idare etmiştir. Nitekim Şinasi’nin Avrupa’ya Şinasi’nin, Namık Kemal’in veya Ziya Paşa’nın bu kaçması üzerine Tasvir-i Efkâr bu kez Namık Kemal, dönem gazetelerindeki bazı yazıları hem makalenin Recaizade Mahmut Ekrem ve Ebuzziya Tevfik’in di- ve hem de eleştirinin, denemenin, gazete fıkrasının ğer edebî eserlerinin olduğu gibi sanat, edebiyat, siya- örneği olarak kabul edilmektedir. set konulu makalelerine de kaynaklık etmiştir. Namık Kemal, Londra’da Ziya Paşa ile birlikte çıkardıkları Hürriyet (1868) ve İstanbul’a döndük- Türk Edebiyatında Makale ten sonra çıkardığı İbret (1871); Ahmet Mithat Yukarda da belirttiğimiz gibi bugünkü edebiya- Efendi, Devir (1872) ve Tercüman-ı Hakîkat (1878); tımızda yer alan düzyazı türlerinin çoğu modernleş- Şemseddin Sami, Sabah (1876) ve Tercümân-ı Şark me sürecinde edebiyatımıza Batı edebiyatlarından (1878); Ebuzziya Tevfik, Hadîka (1872) ve Sirâc girmiştir. Özellikle bu dönemde kültür hayatımıza (1873), Basîretçi Ali Bey, Basîret (1869) gazetesinde giren gazetenin önemli bir iletişim vasıtası görevi hem kendileri ve hem de başka pek çok yazarın din, gördüğü ve pek çok Batılı edebî türün tanınması- vatan, siyaset, edebiyat konulu makalelerine yer ve- na ve yaygınlaşmasına vesile olduğu söylenebilir. Bu rirken sadece makale türünün değil, genel anlamda bakımdan makalenin, söz konusu dönemde diğer bütün bir edebiyatımızın ve hayatımızın değişme- düzyazı türleriyle karışık bir şekilde edebiyatımıza sinde önemli rol oynamışlardır. Örneğin yeni ede- gazeteler vasıtasıyla girdiğini söylemek mümkündür. biyatımız için oldukça önemli olduğu düşünülen Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” makalesi Londra’da çı- Mesela “1 Ağustos 1840’ta İngiliz asıllı Willi- kardıkları Hürriyet gazetesinde ve Namık Kemal’in am Churchill’in imtiyaz sahibi bulunduğu, başlan- “Lisan-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı gıçta on günde bir, 139. sayıdan itibaren de hafta- Mülâhazâtı Şâmildir” başlıklı makalesi ise Tasvir-i lık olarak çıkan ve yarı resmî olan Ceride-i Havadis Efkâr’da yayımlanmıştır. Nitekim gazetesi, ilim ve ahlak konularından başka edebiyat de Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat üzerine makaleler” (Çıkla, 2007, 36) de yayımla- gazetesindeki köşesinde genç şairlerin şiirlerini de- maktadır. “Bu gazete Türk okuyucusunun sadece ğerlendirdiği eleştirel yazılarının yanı sıra çeviri ve edebî konularla karşılaşmasını değil aynı zamanda makalelerine de yer vermiştir. vatan sevgisi hakkındaki makaleyle vatan konusuna, Bu çerçevede şu söylenebilir; Tanzimat’tan dünyadan haberlerle dünya hareketlerine alaka ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde gazete ve ede- merakının uyanmasının da ilk işaretlerini taşımıştır” biyat iç içe olduğu için, hemen her edebiyatçı ve (Çıkla, 2007, 36). Dolayısıyla hep söylenegeldiğinin sanatçı makale de yazmıştır. Yukarda bahsini et- aksine, kültür hayatımızda ilk makale örneklerine tiğimiz Tanzimat neslinden sonra gelen Servet-i Tercüman-ı Ahval’den önce rastlamak mümkündür. Fünûn ve Millî Edebiyat Dönemi yazar ve şairleri, Kültürümüzde günlük gazete anlayışının doğma- -kimi zaman eleştiriyle karışık da olsa- makale tü- sına yol açan ilk gazete ise 1860 tarihli Tercüman-ı rünü daha da olgunlaştırmışlardır. Halit Ziya, Tev- Ahval’dir. Şinasi’nin Agah Efendi ile birlikte çıkardığı fik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Sü- bu gazete, mukaddimesinde Şinasi’nin ifade ettiği leyman Nazif, Beşir Fuad, Ziya Gökalp, Mehmet amaçlar doğrultusunda toplumu aydınlatma maksat- Emin Yurdakul, Fuat Köprülü, Ömer Seyfettin, lı pek çok makaleye yer verir. Şinasi’nin aynı bilgilen- Ali Canip ve daha da arttırılabilecek pek çok yazar dirme maksatlı tavrı, 1862 tarihli Tasvir-i Efkâr gaze- ve şair; dil, edebiyat, sanat, siyaset, tarih, din gibi tesinde de devam eder. Şinasi, iç ve dış siyasetin yanı sosyal, siyasal, tarihsel, güncel konulardaki maka- sıra, sanat ve edebiyat konulu makalelere de bu gaze- leleriyle edebiyatımızda bilimsel bir mantığın da tede yer verir. Fakat tekrar etmekte yarar vardır: Bu yerleşmesine katkıda bulunmuşlardır.

58 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Bir kısmı Cumhuriyet öncesinde de yazmak- ölüm yıldönümleri dolayısıyla çıkarılan anma kitap- la birlikte Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edip, ları da pek çok makaleyi içinde barındırmaları bakı- Hüseyin Cahit Yalçın, Refik Halit, Nurullah Ataç, mından konumuz itibarıyla dikkate alınması gerekir. Peyami Safa, Sabri Esat Siyavuşgil, Refik Halit Ka- Akademik çevrelerin dergilerdeki, anma ve ar- ray, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Kemal Yetkin, mağan kitaplarındaki makalelerini bir tarafa bırakıp Sabahattin Eyuboğlu, Nadir Nadi Cumhuriyet son- gazete makaleciliğine döndüğümüzde bunun biraz rasında gazete makalesiyle dikkat çeken isimlerdir. da gazetecilik tarihimizle ilişkili olduğunu görürüz. Diğer taraftan akademik çevrelerin üniversitelere Cumhuriyet yıllarında makalelerle dönemin prob- bağlı olarak genişlemesiyle dergi makalelerinde de lemleri üzerinde düşünen, çözümler sunan önemli oldukça önemli bir artış olmuştur. Bugün gazete gazetelerin bulunduğunu görürüz. Bunların bir kıs- makalelerinin daha çok siyasi ve sosyal merkezli bir mı yayın hayatına Cumhuriyet’ten önce başlamakla içeriğe sahip olmalarına ve yazarlarının genellikle birlikte önemli bir kısmı Millî Mücadele’yi destek- gazetecilikten gelen kimseler olmasına karşın dergi lemiş ve Cumhuriyet sonrasında da cumhuriyet dü- makaleleri özel bilimsel alanlarda oldukça zengin şüncesi çerçevesinde yazılara yer vermişlerdir. bir çeşitlilikte dikkat çekmektedir. Bugün hemen Şüphesiz ki Cumhuriyet sonrası dönemde ma- hemen her akademik kimlik taşıyan yazarın dergi kale yazarları oldukça fazladır. Ayrıca doğrudan bir makaleleriyle yakından ilgili olduğu düşünülürse bu üniversiteye bağlı olmayan ve daha çok sanat ve fikir türdeki yazıların oldukça zengin bir literatür sergile- dergisi özelliğindeki dergileri de hesaba kattığımızda diği söylenebilir. Bu çerçevedeki bütün dergileri ve dergi makalelerini sıralamak mümkün olmadığın- sayının binleri bulacağı da kesindir. Diğer taraftan dan bilhassa sosyal bilimler çerçevesinde makaleleri bu makaleleri isim isim anmak veya gruplandırmak kitap hâline getirilen araştırmacıların eserlerinin bir da böyle bir çalışmada mümkün görünmemektedir. kısmını sıralamak bile bu konudaki zenginliği gös- Bu anlamda ilk dikkati çeken gazetelerden biri terecektir. Bu tipteki makalelerin özellikle Makaleler Vakit’tir. 1917’de Ahmet Emin Yalman ve Asım Us başlığı altında toplanması bir gelenek hâlini almış tarafından yayına başlayan Vakit gazetesi 1934’te görünmektedir. Şüphesiz ki bu geleneğin önde ge- Kurun adını alır fakat bir süre sonra yine Vakit len eserlerinin başında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın adına döner. Bu gazetede Yusuf Ziya, Sadri Ertem, Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)’i ve Mehmet Hakkı Süha, Refik Ahmet, Fikret Adil dönemin Kaplan’ın, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I, önemli sosyal, kültürel ve siyasal olaylarıyla ilgili (1976); Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar II, makaleler ve fıkralar yazarlar. (1987) ve Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: 1924’te Yunus Nadi, Nebizade Hamdi ve Ze- Tip Tahlilleri (1985) isimli eserleri gelmektedir. Son keriya Sertel’in birlikte kurdukları ve isim baba- yıllarda akademik seviyedeki makalelerin yer aldığı lığını Atatürk’ün yaptığı Cumhuriyet gazetesi bu- bu tarzdaki kitaplara şunlar örnek olarak verilebilir: gün hâlâ yayın hayatına devam etmektedir. 1945 • Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler yılına kadar gazetenin baş makalelerini genellikle (1998) Yunus Nadi yazmıştır. İlk yıllarında Aka Gündüz, • Ahmet Bican Ercilasun, Makaleler / Dil - Ahmet Rasim, Peyami Safa, Ahmet Refik, İsmail Destan - Tarih - Edebiyat (2007) Habip, Cenap Şahabettin, Halit Ziya, Cevat Feh- mi Başkut, Fuad Köprülü, Halit Fahri gibi önemli • Ahmet Bican Ercilasun, Makaleler (2007) isimlerin makale ve fıkralarına da yer verilmiştir. • Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir İş Bankası tarafından 1935 yılında kurulan ve Bakış (1983) Ali Naci Karacan tarafından yönetilen Tan gazete- • Yahya Kemal Beyatlı, Mektuplar Makaleler sinde Burhan Felek, Refik Halit Karay gibi isimler (1977) fıkra ve makale yazmaktadırlar. Türkiye’nin en eski Bunların çok daha fazla sayıda olduğunu hatır- gazetelerinden olan ve 1918’de yayın hayatına baş- latarak son yıllarda yine bu çerçevede gelenekleşen layan Akşam gazetesinde Necmettin Sadak, Falih bir başka gelişmeye geçebiliriz. Özellikle üniversite Rıfkı Atay, Ali Naci Karacan gibi isimler Cumhu- çevresinde tecrübesi ve eserleriyle alanına önemli riyet yıllarında da makale ve fıkralarıyla yazmaya katkılarda bulunmuş akademisyenler adına çıkarılan devam ederler. Nazım Hikmet de bu gazetede “Or- armağan kitaplar ve ünlü yazar ve şairlerin doğum ve han Selim” adıyla küçük fıkralar yazmıştır.

59 Makale-Fıkra-Deneme

Atatürk’ün 1920 yılının ilk günlerinde Ankara’da kurduğu Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ise 1934’te Ulus adını alır. Gazete Falih Rıfkı Atay’ın yönetiminde çıkmıştır. Ulus’un zengin yazı kadrosu içerisinde yer alan Vedat Nedim Tör, Orhan Şaik Gökyay, Yakup Kadri, Nurullah Ataç gibi isimler Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki problemlere dikkat çeken makale, eleştiri ve fıkralar yazmışlardır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise Tan, Vatan, Akşam, Tanin, Tasvir-i Efkâr gibi gazeteler ve bazı dergiler, siyasal olayların etkisiyle politik tarafı ön plana çıkan makale ve fıkralara yer verirler. Bir kısmı 1940 ve 50’li yıllarda yayın hayatına başlayan bugünkü gazetelerde artık en fazla yeri siyaset, magazin, iç ve dış olaylar, ekonomi, spor gibi konular aldığı için (Çıkla, 2007, 57) bu gazetelerdeki ma- kalelerde artık bu çerçevede olmaya başlamıştır. Nitekim buna bağlı olarak da 1960’lı yıllardan itibaren edebiyatın gazetelerden uzaklaşmaya başladığı görülür. 1948’de yayın hayatına giren Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi’dir. Türk gazetecilik tarihinde önemli bir yeri olan Milliyet ise 1950’de gazetenin hem sahibi ve hem de başyazarı olan Ali Naci Karacan tarafından kurulmuştur.

araştırmalarla ilişkilendir

Türk Dili Zengin Bir Dil midir? tanıklardan biri olan Anadolu ağızları söz hazinesi Prof.Dr. Doğan Aksan göz önünde tutulacak olursa bu sayı 50-60.000’in İster Türkçeye gönül yermiş bir kimse, ister üstündedir. Anadolu’da yerleşen, gelişen Türkçe- dilimize saygısı olmayan, onun yoksulluğundan nin halk dilinde birçok kavrama dilin doğurganlı- yakınan biri olsun, birçok kimsenin zaman zaman, ğından yararlanılarak karşılıklar bulunmuştur. Ay- hiç değilse kendi kendine sorduğu bir soru vardır: dınlarımızın yabancı tıp kitaplarından aktarıp dile Türkçe zengin bir dil midir? Bu konuyu doğru de- yerleştirdikleri hastalık adlarına halkımız özellikle ğerlendirebilmek için elimizdeki ölçütler nelerdir? hastalığın belirgin niteliğinden yararlanarak adlar vermiştir: Difteri için kuşpalazı ve kuşkuyruğu, Bazı dilcilere göre bir dilin zenginliği, söz ha- varis için ordubozan, zatülcenbe karşılık terletme, zinesinin darlığına ya da genişliğine bağlıdır. Dil bir toplumun, bir ulusun aynası olduğuna göre batak, vurgun, yanıkara gibi. Rumcadan alman yüzyıllar boyu bilim ve sanatın çeşitli dallarında anahtar’ın yerine halk dilinde “açkı, açkıç, açkaç, ürünler vermiş ulusların dillerinde bireyin ve top- açar, açacak” gibi Türkçeden türetilme öğeler var- lumun iç ve dış dünyasıyla ilgili en küçük ayrıntı- dır. Farsçadan gelme “ayna” sözü dilde yerleşmiş- ları bile anlatabilecek kavramlar vardır. Genellikle ken halk dili onu “seçence, bakacak, bakanak, göz- dilin zenginliğinden söz edilirken bu türlü kav- geç, gözgör, görgü, yüzgörgü, yüzgörgüsü, kılıklık” ramlarla söz hazinesi genişlemiş ve kültür dili diye gibi otuz kadar adla karşılamıştır. Bu örneklerde anılan Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca gibi olduğu gibi dilin somut ve soyut her çeşit kavra- diller örnek gösterilir. Ancak hemen eklemeliyiz mı karşılayacak geniş anlatım olanakları vardır ki ki söz hazinesinin genişliği, bir dilin zenginliğinin bunların bir bölümü Türkçenin bağlantılı bir dil tek tanığı değildir. Asıl önemli sorun, dilin anlatım oluşundan, bir köke çeşitli görevler taşıyan eklerin gücünde düğümlenmektedir. Burada önce Türk- kolaylıkla bağlanıp kaynaşarak yeni anlamlar yük- çenin söz hazinesinin zenginliği konusuna, sonra lenebilme yeteneğinden güç alır. da anlatım gücüne değinmemiz gerekiyor. Bizce dilimizin üzerinde özenle eğilmemiz İlk olarak şunu özellikle belirtmek isteriz ki gereken yönü, ilk belgelerindeki kavramların, hiçbir zaman Türkçenin söz hazinesinin dar oldu- özellikle somut kavramların zenginliğidir. Kimi ğu ileri sürülemez. Türkçe Sözlük’ün 30.000’lik Hint-Avrupa kavimlerinin, Yunan ve Latinlerin söz hazinesi, bilim ve kültür dilindeki ayrıntı sa- renklerle ilgili kelimelerinde görülen ve bazı dil- yılabilecek kavramlar ve bugün artık unutulmak cileri bu kavimlerin renk körü olup olmadıkla- üzere olup bu sözlüğe alınmamış çeşitli yabancı rı konusunda kuşkuya düşüren kısırlığa karşılık ve yerli sözler de katılacak olursa bu sayının çok Türkçe, renk adlarında Orhun yazıtlarından baş- üstüne çıkar. Türk dilinin zenginliğine en belirgin layarak büyük bir zenginlik gösterir.

60 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Organ adlarında, hayvan adlarında ve doğa yanı başında bitiveren yabancı öğelere önem ve- ile ilgili öteki nesnelerde görülen zenginliğin yanı rilmesi, bunların kullanılmasında hiçbir sakınca sıra, eski Türk yazıtlarında, o çağdaki dilimizin görülmedikten başka kimi zaman üstün tutulması soyut kavramlarında da -birçoklarının sandığının bu sonucu doğurmuştur. Öz Türkçe “yazuk” yerini tersine- zenginlik görülmektedir. Özellikle, dinle Farsça “günah”a, “yanut” Arapça “cevab”a, “yağı” ilgili metinlerin çevirileri dolayısıyla pek çok yeni Farsça “düşman”a, “us” ve “ög,ök” gibi geniş kap- kavramın meydana geldiği Uygur yazı dili bir samlı kelimeler de Arapça “akıl”a bırakmıştır. yana bırakılsa bile, Köktürkçedeki kavramların Türkçenin anlatım gücünü artıran öğeler- yine de geniş bir söz hazinesinin varlığına tanıklık den biri de deyimlerdir. Türkçe, dile getirilmesi edeceği kanısındayız. Örnek olarak, aynı kavram en güç olan, ayrıntı sayılabilecek kavramları son alanına giren, eşanlamlı sayılabilecek olan çeşitli derece canlı anlatan, söz fırçasıyla insan zihninde sözlerin kullanılışını gösterebiliriz: “ülüg” pay, bö- canlı resimler çizebilen güçlü bir dildir. Söz sanatı lüm, nasip, talih ile “kut” mutluluk, talih, “ayıg” sayılan somutlaştırma ile dilde çokanlamlılığa yol kötü, fena ile yabız (aynı anlamda) ve yablak gibi. açan eğilim, Türkçede en güzel örneklerini bu- Dilimizin konuları çok sınırlı olan bu ilk lur; en ince, ayrıntı sayılabilecek soyut kavram- ürünlerinde geçen akrabalık adlarının sayısı da lar, somutlardan yararlanılarak ve en güçlü bir şaşılacak kadar çoktur. Bu açıdan Türkçenin, biçimde anlatılır. Ağzına bir parmak bal çalmak, çeşitli akrabalık bağlarını ayrı kavramlar haline saman altında su yürütmek, kaşığıyla verip sapıy- getirerek adlandıran, bu nedenle bir çoklarının la göz çıkarmak, pişmiş aşa su katmak, tereciye tersine, pek çok akrabalık adlarına sahip olan bir tere satmak, Dimyat’a pirince giderken evdeki dil olduğu görülür. bulgurdan olmak, kel başa şimşir tarak... gibi de- Eldeki ilk ürünleri, söz hazinesi yönünden yimlerimiz son derece güçlü ve kendine özgü bir zengin olan bir dil, üstelik Anadolu’da çeşitli ede- anlatımın örnekleridir. biyat ve bilim ürünleri verdikten sonra nasıl olmuş Sonuç olarak belirtebiliriz ki söz hazineleri da günün birinde, özellikle soyut kavramlar bakı- yerli, yabancı pek çok öğeyle kabarmış, zengin dil, mından yoksullaşmış, kültür ve bilim konularında kültür dili olarak nitelenen dillerin yanında Türk- yazı yazanların, çevirmenlerin zaman zaman yeter- çe, mayasından, yapısından gelen nitelikleriyle sizliğinden sızlandıkları bir dil durumuna girmiş- kendine özgü, çok güçlü ve şiirli anlatım olanakla- tir? Bu sorunun karşılığı, bilim alanında özellikle rı, anlatım yolları bulunan zengin bir dildir. Arapça, sanat alanında Farsçanın etkisinde kalma- sıdır. Dilin yüzyıllardan beri yerleşmiş öğelerinin Kaynak: Edebiyat ve Eğitim, 1994, 234-236.

Öğrenme Çıktısı

1 Makalenin kavram anlamını ve niteliklerini algılayabilme, Türk edebiyatında makalenin gelişimini kavrayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Türk edebiyatının Batılılaş- Bilimsel bir makaleyle dü- masında gazete ve dergiler Tanzimat ve Cumhuriyet şünce yazısı kapsamında nasıl bir rol oynamıştır? De- dönemlerindeki makale değerlendirilen bir makale- ğerlendiriniz. türünün geçirdiği değişimi yi okuyarak aradaki farkları değerlendiriniz, tartışınız. Gazete ve dergi makalesi ara- yakın çevrenizle paylaşınız. sındaki farkı değerlendiriniz.

61 Makale-Fıkra-Deneme

FIKRA Türk Edebiyatında Fıkra Fıkra, Türk edebiyatına Batı’dan gelmiş olan Fıkranın Türk edebiyatındaki macerası deneme diğer düzyazı türlerinde olduğu gibi hemen aynı ve makaleyle karışık olduğundan, onlar için söz ko- maceraya sahiptir. Genellikle edebiyatımıza gazete nusu edilen tarihsel başlangıcı fıkra için de kabul yoluyla gelmiş olan bu türlerin başlangıçta kesin edebiliriz. Yani bir anlamda kültür hayatımıza gaze- ayrım çizgileri yoktur. Zamanla oluşan ayrımlar tenin girişi, beraberinde pek çok Batılı yazı türünü dikkate alındığında fıkra için şöyle bir tanımlama de getirmiştir. Bunlar içinde roman ve hikâye ön yapılabilir: Bir yazarın gazete ve dergi gibi süreli planda olsa da bilhassa Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval yayınlarda, güncel sosyal ve siyasal olayları belli bir (1860) ve Tasvir-i Efkar (1862)’dan itibaren sade bir bakış açısından; kanıtlama, belgeleme, ayrıntılama dil anlayışı etrafında güncel ve evrensel problemlere gereği duymadan, günlük konuşma diline yakın bir bağlı konular bir deneme, eleştiri, sohbet, makale, üslupla yer yer nüktelere yer vererek değerlendirdiği fıkra havası içinde ele alınmaya başlanmıştır. Eski kısa düşünce yazılarına fıkra denir. Fıkralarda ge- Türk edebiyatında zengin bir düzyazı çeşidinin bu- nellikle iğneleyici, alaycı ve bazen de eleştirel bir lunmaması ve var olanında da şiirselliğin ön plan- tarz benimsenir. İnandırıcı, etkileyici, senli benli da olması, fıkra, deneme, eleştiri, makale ve sohbet ve çoğunlukla konuşma diline yakın serbest bir üs- gibi gazete ve dergi yazılarının kesin çizgilerle kültür lup kullanılır. hayatımızda başlangıçlarının olmamasına ve uzun zaman bunların karışık bir özellikte kendilerini de- vam ettirmelerine yol açmıştır. Yani bir anlamda Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mah- mut Ekrem, Muallim Naci, Ahmet Midhat Efendi, Şemsettin Sami, Ebuzziya Tevfik, vb. yazar ve şairler edebiyatımızın Tanzimat Dönemi sonrasındaki fıkra yazarları arasında sayılabilirler. Bilhassa Şinasi’nin Tasvir-i Efkar (1862)’ından itibaren gazetelerin sayıca artması Hürriyet, İbret, Tercüman-ı Hakikat, Hadika, Sabah gibi gazetelerle edebiyat hayatının da yönlendirilmesi, pek çok edebî türün yanında düz- yazıların da giderek artarak edebiyatımızda yer alma- sına neden olmuştur. II. Abdülhamit Dönemi’nde Bu gibi yazılar, gazete ve dergilerin belli sütun sansür dolayısıyla gazetelerin sayısının azalması ve köşelerinde yer alırlar ve bunlara “köşe yazı- fıkra yazılarında da azalmaya yol açmış fakat 1908 sı” da denir. Bu yazıların amacı güncel birtakım II. Meşrutiyet sonrasında oldukça zengin matbuat siyasi, kültürel, ekonomik, toplumsal konuları hayatına karşılık gazete yazılarında, dolayısıyla fıkra eleştirel bir bakış açısıyla anlatarak okuyucuyu yazılarında da nitelik ve nicelik bakımından önemli bilgilendirmek, yönlendirmektir. İlk zamanlar- bir artış ve zenginleşme olmuştur. da sosyal ve siyasal ağırlıklı bir içerikte karşımıza Peyamı Sabah, Alemdar, İstanbul, Akşam, Vakit, çıkan fıkralarda bugün, sağlıktan, spora, sanata, Aydede, Yeni Gün, İleri, Ulus, Hâkimiyeti Milliye, ekonomiye kadar pek çok günlük konu ele alın- Hürriyet, Sabah, Günaydın, Milliyet, Cumhuriyet, maktadır. Yazarın ideolojisinin, dünya görüşü- Tercüman gibi bir kısmı Cumhuriyet öncesinde nün ön plana çıktığı fıkralarda kesinlikten ziyade de çıkan gazetelerde dönemin ünlü edebiyatçıları, canlı, ilgi çekici, esprili olmaya özen gösteren bir yazarları, şairleri, gazetecileri güncel problemlerle üslup söz konusudur. Yazar bir sonuca varır fakat ilgili fıkralar yazmışlardır. Bunlar arasında gazete okuru ikna etme amacı gütmez, sadece düşündür- köşelerindeki fıkralarıyla Cumhuriyet sonrası dö- meyi amaçlar. Bu tür gazete ve dergi yazısı olan nemde de ön plana çıkan yazarlar arasında bilhassa fıkraları, kısa hikâye niteliğindeki, nükteli, mizah Ahmet Rasim, Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Falih ögesi taşıyan ve daha çok güldürmeyi amaçlayan Rıfkı Atay, Refik Halit Karay, Orhan Seyfi Orhon, fıkralarla karıştırmamak gerekir. Peyami Safa, Hasan Ali Yücel, Aka Gündüz, Bur- han Felek gibi yazarlar bulunmaktadır.

62 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında “Fık- görüşlerini Akşam ve Tanin, Yeni Sabah, Ulus, Yeni ra” yazılarıyla tanınan yazarlar fıkralarını bir ara- Ulus, Yedigün gibi gazetelerdeki deneme, sohbet ve ya getirmişler ve yayımlamışlardır. Ahmet Rasim, fıkralarında dile getirir (Huyugüzel, 1982, 30-32). Eşkâl-i Zaman (1918), Gülüp Ağladıklarım (1924), Biri yurt içi ve biri de yurt dışı olmak üzere iki Muharrir Bu Ya (1926) isimli eserlerinde dönemin kere sürgün hayatı yaşayan Refik Halit Karay’ın değişik gazete ve dergilerinde yazmış olduğu dene- pek çok türdeki eserlerinin yanı sıra siyasi ağırlıklı me, sohbet ve fıkralarını bir araya getirmiştir. fıkralarının da yer aldığı Bir İçim Su (1931), Bir Falih Rıfkı Atay, Hâkimiyeti Milliye, Milliyet, Avuç Saçma (1937), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Ulus, Cumhuriyet ve Dünya gazetelerinde döne- Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şi- minin sosyal, siyasal problemlerini, yeni Türki- kayet (1944) isimli eserleri bulunmaktadır. ye Cumhuriyeti’nin sıkıntılarını ele alan fıkralar Orhan Seyfi Orhon’un Fiskeler (1922), Dün yazmıştır. Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmamak Bugün Yarın (1943), Kulaktan Kulağa (1943); (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Kurtuluş (1966), Burhan Felek’in Felek (1947), Yaşadığımız Günler Pazar Konuşmaları (1966) isimli kitaplarında düz- (1971), Recebin Kahvesi (1984), Biraz da Yarenlik yazılarıyla karışık fıkraları da bulunmaktadır. (1984), Felek’ten Dostlara (1984), Geçmiş Zaman Yine Cumhuriyet Dönemi’nde siyasi, sosyal içe- Olur ki (1985); Ahmet Kabaklı’nın Müslüman rikli fıkralarıyla ön plana çıkan bir diğer isim Arif Türkiye (1970), Mabet ve Millet (1970), Bürokrasi Nihat Asya’dır. Arif Nihat Asya’nın değişik dergi ve ve Biz (1976), Sohbetler (1987) isimli eserlerinde gazetelerdeki fıkraları daha sonra Kanatlar ve Gagalar zaman zaman değişik düzyazı türleriyle karışık fık- (1945), Enikli Kapı-Top Sesleri (1964), Terazi Kendi- ralarına yer vermişlerdir. ni Tartamaz (1967), Tehdit Mektupları (1967), On- 1960’lardan sonra gazetelerin sosyal ve siyasi lar Bu Dilden Anlar (1970), Aramak ve Söyleyememek sorunlara daha fazla yer vermelerine bağlı olarak (1976), Ayın Aynasında (1976), Kubbeler (1976) isim- edebiyat ve sanat merkezli fıkraların sayısında da li kitaplarında toplanmıştır (Yıldız, 1997, 116-122). azalma görülmesine karşılık gazeteciliğiyle ön pla- Peyami Safa’nın da çok sayıdaki gazete ve der- na çıkan yazarlarda ise daha çok güncel gelişmelere gi yazısının Ötüken Yayınevi tarafından bir araya bağlı siyasal ve sosyal problemleri ele alan fıkralar getirildiği Objektif başlıklı seride fıkralarına da yer çoğalır. Bugün yerel gazete ve dergiler de dikkate verilmiştir. alındığında hemen hemen her gün bu gazete ve Ahmet Haşim’in, Gurebahaneyi Laklakan dergilerde yayımlanan sayısız fıkra yazısından bah- (1928), Bize Göre (1928), Frankfurt Seyahatname- sedebiliriz. Diğer taraftan bugün gazete makalesi si (1933) isimli eserlerinde gezi, hatıra ve deneme ile gazete fıkrası arasındaki fark kalkmış gibi gö- yazılılarının yanında fıkralarına da rastlamaktayız. rünmektedir. Onun yerine her ikisinin de özellik- lerini barındıran “başyazı” veya “köşe yazısı” gibi Hüseyin Cahit Yalçın, oldukça inişli çıkışlı ge- tanımlamalar kullanılmaktadır. çen siyasal yaşamına bağlı olarak bu konulardaki

Öğrenme Çıktısı

2 Fıkranın kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, Türk edebiyatında fıkranın gelişimini kavrayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Tanzimat ve Cumhuriyet Tanzimat ve sonrası dö- dönemlerindeki fıkra tür- nemde fıkra türünün gelişi- Gazete fıkrası ile mizahî fık- lerine birer örnek bularak mini tarihî, siyasi ve sosyal ra arasındaki farkı belirtiniz. okuyunuz. Aradaki farkları olaylarla ilişkilendirerek de- değerlendirerek yakın çev- ğerlendiriniz. renizle paylaşınız.

63 Makale-Fıkra-Deneme

araştırmalarla ilişkilendir

Fezaya Giden Adam Adamski astronomiye çok meraklı bir halk Peyami Safa adamıdır. Meşhur Palomas rasathanesiyle ala- kası onun mütehassıslarıyla günlük ve devamlı İnsan hayali kim bilir kaç asırdan beri Aya temasından bir de civarda sandviç satmasından seyahat etmektedir. Mehtapta dolaşan âşıklar, ibarettir. Fakat meşhur âlimlerle müşterek imzalı hayalleri sonsuz boş1uk1arı saran şairler, bu eserleri neşredilmiştir. Bir bakıma bir hayalpe- dünyanın bazen tahammülü aşan ıstıraplarından rest, bir bakıma da bütün hayatını astronomiye manen kurtulmak isteyen bedbahtlar, o mavi rü- ve felsefeye vakfetmiş, bilhassa uçan daireler üze- yanın içinde masal âlemleri ve teselliler aramış- rinde hayret verici müşahedelere sahip bir fikir lardır. On yedinci asırda şair Cyrano de Bergerac adamıdır. Aya Seyahat adında ilk şiir kitabını yazdı. Iki asır sonra meşhur Jules Verne bu hayali seyahati ro- Yazdığı kitabın tercümesini Tercüman’da man haline getirdi. belki takip ediyorsunuz. İleride hayretiniz arta- cak. Çünkü Adamski uçan dairelerden inen garip Yirminci asır, Aya ve komşu yıldızlara seya- bir insan tipinin ayak izlerini ve mevcudiyetini hat imkânının gerçekleşmeye başladığı asırdır. O tesbit etmiştir. Daha sonra, yine bir uçan daire kadar ki, Aya seyahat bileti kesmeğe hazırlanan içinde fezaya gidip geldiği hakkındaki haberler, uçak acentelerinden bile bahsediliyor. Jules Verne’in romanlarıyla füze tekniği arasında, Artık bu hayal şiir ve roman halinden çıkıp hayal ve hakikati evlendiren garip bir hadisenin hakikat halini almak istidadını kazanmıştır. He- belirtileridir. men herkes buna inanıyor. İnanmak için de, inanmamak için de birçok İşte bu sırada (birkaç ay evvel), Amerikalı ve sebepleri var. Fakat insan, hem harika yaratan, uçan dairelere dair kitaplar yazmış bir astronom, hem de harika imkânını inkâra kalkan bir mah- Zühre yıldızına gidip geldiğini iddia etmiş ve luktur. Buna rağmen dünün hurafeleri bugün bi- Hollanda Kraliçesi Juliana tarafından, seyahatini rer hakikattir. anlatmak üzere, saraya davet edilmiştir. Adamski’nin de, güzel bir rüyanın esiri, bir Bu davet, gizli ilimlere karşı aşırı bir merak meczup ve psikopat olduğuna hükmetmek için ve alaka besleyen Kraliçenin bir fantezisi gibi acele etmek doğru olmaz. Harikaya inanmayan- görülmüş, bazı çevrelerde tenkitlere uğramıştır. ları istikbal daima utandırıyor. Hatta Adamski’yi dinlemeğe çağrılan Hollanda silahlı kuvvetleri kumandanları hayretler içinde Kaynak: Tercüman, 2 Temmuz 1959. kalmışlardır.

DENEME Batı edebiyatında öncelikle Montaigne’in ica- dı olan ve daha sonra da dünya edebiyatında ol- dukça yaygınlık kazanan “deneme” kavramı için Cumhuriyet öncesinde tecrübe-i kalemiyye, kalem tecrübesi gibi tamlamalar kullanılmakla birlikte, es- say karşılığında “deneme” sözcüğünün kullanılması Cumhuriyet sonrasındadır. Deneme, bir tür olarak Türk edebiyatına Batı edebiyatlarından geçmiştir. Tanzimat sonrasında ve bilhassa II. Meşrutiyet Dönemi’nde benzer yazılar yazılmasına rağmen denemenin Türk edebiyatında Batılı anlamda yer etmesi de yine Cumhuriyet sonrasındadır.

64 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Deneme, Batı edebiyatlarında bir edebî form herhangi bir konu üzerinde, özel görüş ve düşün- olarak Montaigne’in buluşu olarak kabul edilmek- celerini iddiasız, kesin kurallara varmaksızın anlat- tedir. 1580’de Les Essais adlı eserinin girişinde tığı yazı...” şeklinde tanımlar. Karaalioğlu’na göre eseri hakkında bilgi veren Montaigne, bir anlamda denemeye “kalem tecrübesi” de denir. Karaalioğ- denemeyi tanıtmış olur: lu, “Deneme yazarı; denemeyi yazarken, konu ile ilgili olan kendi duygu ve düşüncelerini araştırır. “Okuyucu, bu kitapta yalan dolan yok. Sana baş- Eleştirmesini teklifsiz ve samimi bir dille yapar.” tan söyleyeyim ki, ben burada yakınlarım ve ken- demektedir. Yazısının devamında Batı edebiyatla- dim dışında hiçbir amaç gütmedim. Sana hizmet rında bunun adının “essai” (ese) ve bu türün en etmek yahut kendime ün sağlamak hiç aklımdan geçmedi; böyle bir amaç peşinde koşmaya gücüm tanınmış isimlerinin ise Montaigne ile Bacon oldu- yetmez... Kısacası, okuyucu, kitabımın özü be- ğunu ekler. Karaalioğlu’na göre “Denemeler; daha nim. Boş zamanlarını bu kadar sudan ve anlam- çok fıkra, makale uzunluğunda bazen de büyük bir sız bir konuya harcaman akıl kârı olmaz. Haydi, kitap genişliğinde olabilirler... Edebiyatımıza önce uğurlar olsun. (Montaigne, 1987: 25) “tecrübe-i kalemiye” adıyla giren deneme; oku- maktan, düşünceler üzerinde durmaktan hoşlanan- Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere Batı kültü- ların seçeceği bir kompozisyon türü, sakin yavaş bir ründe deneme; “bir konuyu tartışan, tanıtan, o konu sohbettir. Her konuyu işlemeye elverişli olmasına hakkında belli bir bakış açısından insanları ikna rağmen; ele alınan konuyu derinleştirmek deneme- etmeye çalışan bir nesir türü”; yazarın herhangi bir nin belirli özelliklerindendir.” Karaalioğlu, deneme konuyu tartışmaya açtığı veya okuyucuyu belli bir yazarının her şeyden önce kullandığı dili iyi bil- bakış açısından ikna etmeye çalıştığı kısa edebiyat mesi gerektiğini ve işleyeceği konuyu her yönden türü olarak tanımlanır. Deneme, belli bir alanda- iyi kavramış olması gerektiğini söyler. Denemenin ki okuyucu tipine değil, daha genele hitap etmeyi başta gelen özelliğinin ise yazarın kendi kendisiyle amaçlar. Deneme, belirlenmiş bir tekniği olmayan; konuşur gibi yazması olduğunu belirtir. Karaalioğ- anekdotlarla, örneklemelerle, ironi ve hicivle çekici lu denemeyi “kişisel, sanatsal deneme”, “öğretici, hâle getirilmiş serbest bir yazıdır. Kesin ilkeleri, ku- eleştirel deneme” ve “hikmetli, özsözlü, aforizmalı ralları olmayan; yazarın iddiasız, ispatsız, içtenlikle deneme” olmak üzere üç gruba ayırır ve son olarak konuştuğu, herhangi bir bağlayıcı plana bağlı kal- denemenin planına değinir: “Deneme bir makale madığı; insanı ve toplumu ilgilendiren her konuda havası, bir anılar defteri kokusu taşımakla beraber, yazabildiği bir türdür. Yazarın kendi kendisiyle ko- belirli bir tekniği, bir planı yoktur denilebilir. Mo- nuşur gibi bir anlatım üslubu içerisinde bulunduğu noloğu andırır. Bir konu, türlü konularla karşılaş- ve kesin yargıya varmak gibi bir amacının olmadığı tırılır, bu konuları birbirine bağlamak, aralarında denemelerde hayat, ölüm, sanat, felsefe, edebiyat, ilişkiler kurmak gerekir. Sağlam bilgi sahibi olma- siyaset gibi insanı ilgilendiren her konuyu görebil- yanlar, deneme türünde başarı sağlayamazlar. Çün- mek mümkündür. kü bir konu yerine göre, bilimsel, ahlaksal, ruhbi- Türk edebiyatında deneme ile ilgili pek çok limsel v.b. yönlerden incelemeyi gerektirecektir.” ( tanım bulmak mümkündür. 1961’de Türk Dili Karaalioğlu, 1982: 330). dergisi özel bir deneme sayısı çıkarırken sunuş ya- Edebiyatta Türler zısında son yıllarda bu türde yazılmış yazıların yo- 1971’de kitabında Kemal De- ğunluğuna dikkat çeker. Bu özel sayının “Deneme miray, denemeyi bir konu üzerinde yazarın düşünce- Deyince” adlı sunuş yazısında denemenin özgürce lerini yansıttığı kısa nesir olarak tanımlar. Demiray’a seçilen bir konuda yazılan orta uzunlukta bir nesir göre bu tür nutuk, konferans, özdeyiş, edebî eleştiri, türü; “ağırbaşlı” edebiyat yazıları içinde en dikkat mektup biçiminde de olabilir (Demiray, 1971: 103). çekici tür olduğu, okurun denemeyle hoşça vakit Cemal Süreyya ise denemeyi düşünmeyi sağla- geçirdiği; denemedeki gelişi güzelliğin bir düzeni dığı için edebiyatımız açısından önemli bulur ve olduğu belirtilir. Bu özel sayıda ayrıca Montaigne, bazı konuların denemeyle daha iyi anlatılabileceği- Sartre, Unamuno, Rilke gibi yabancı yazarların ve ni belirtir (Süreyya, 1976: 86). pek çok yerli yazarın denemelerine yer verilir. Edebiyatımızda deneme türünde yazıların ço- İlk baskısı 1963’te yapılan Sözlü/Yazılı Kompo- ğalmış olması, antolojilerinin de hazırlanmasını zisyon-Konuşmak ve Yazmak Sanatı adlı eserinde beraberinde getirir. Nitekim İsmet Kemal Kara- Seyit Kemal Karaalioğlu denemeyi; “...bir yazarın dayı 1977’de basılan Denemeler, Denemeciler An-

65 Makale-Fıkra-Deneme

tolojisi adlı eserinde yazarlarımızdan seçilmiş pek Kediler kitabında Salah Birsel kendi deneme- çok deneme örneğine yer verir. Karadayı, eserinin lerinden bahsederken denemelerinde olayın esas “Antoloji İçin Birkaç Söz” başlıklı sunuş yazısında olduğunu, bu bakımdan onlara “olaylar mozaiği” “savsız, kesinliksiz”, “içtenlikli ve konuşur, söyleşir demenin doğru olacağını söyleyerek kendi deneme gibi”, “özgün, ilginç, bence’li” bir tür olduğunu tarzından hareketle deneme türüne yeni bir nüans belirttiği denemenin çağımızın en önemli yazı tür- katar. Denemelerini yazarken onları parça parça lerinden biri olacağına inanır ve denemenin geniş yazdığını, işlediği konuyla ilgili fişler hazırladığını bir kültürü ve yazı yeteneğini gerektirdiğini ekler. ve denemelerini yavaş yavaş zenginleştirdiğini ekler Karadayı’ya göre küçük güncel konulardan genel (Birsel, 1998: 150-151). konulara kadar geniş bir çerçevesi bulunan dene- Memet Fuat da denemenin en çok üzerinde menin üslup bakımından akıcı ve inandırıcı olması durulan özelliklerinden “öznellik” ve “sınırsızlık”a gerekir ( Karadayı, 1977: 3). vurguda bulunur. Ona göre deneme; “yazara göre Yine aynı antolojide Ceyhun Atuf Kansu “De- yazı”, her şeyin ön planda olduğu içtenlikli bir ya- neme” başlıklı yazıda denemenin Batı kültüründe zıdır (Fuat, 1997: 7). Latince “exaqium”dan geldiğini, bunun da ağırlık, Nurdan Gürbilek ise denemenin tür olarak sı- tartı, ölçü demek olduğunu, denemenin “bir açık nırlarının belirsizliğine temas eder. Ev Ödevi kita- hava, açık alan yazısı” olduğunu belirttikten sonra bındaki yazılarının birer inceleme mi, eleştiri mi denemecinin ise “kendisiyle birlikte gelmiş geçmiş yoksa deneme mi olduğu konusundaki şüphelerine tüm insanlığın birikimini deneyen insan...” oldu- yer verdikten sonra bunlarda bir “deneyim olarak” ğunu vurgular (Kansu, 1977: 302). edebiyatın söz konusu olmasından dolayı deneme- Suut Kemal Yetkin de “Deneme” başlıklı yazısın- ye daha yakın olduklarını ifade eder fakat ele aldığı da denemenin bu serbestliğine temas eder. Ona göre metinlere “eleştirel bir mesafeden” yaklaştığını da “deneme makale gibi belli bir fikri kesin bir sonuca ekler (Gürbilek, 1998: 7-8). bağlamaz. Bir felsefe incelemesi gibi bir doktrinin boyunduruğu altında solumaz.” (Yetkin, 1978: 51). Feridun Andaç da kendisiyle yapılan bir röpor- taja verdiği cevapta denemenin çok yönlülüğüne te- Denemenin geniş bir çerçeveye sahip oluşuna mas eder: “Deneme, insana insanı, toplumu, hayatı temas edenlerden biri de Cemil Meriç’tir. “Roman anlatır biraz da. Hayatın ayrıntılarını yani. Göze ve Deneme ” yazısında Meriç, çağımız insanının “in- ilişenler, ilişmeyenler... Duyup hissettiklerimiz, dile zibatsız tecessüsünün” deneme yöneldiği fikrinde- getiremediklerimiz. Her şey, her şey denemenin dir ve ona göre deneme yunan felsefesi gibi “her konusudur. Söz’ünün bir ucu ‘insan’adır, bir ucu duyguya, her düşünceye, her tereddüde açık”tır. ‘insanda’dır denemenin. Bu yazı biçemini besleyen (Meriç, 1978: 3). kaynaklar zengindir. O zenginliği yakalayabildik- Emin Özdemir, Türk ve dünya edebiyatından çe, deneme biçimlenir... Deneme biçimsel yanı ön deneme örneklerini bir araya getirdiği antolojisinin planda olan bir yazı uğraşıdır. Her şey denemenin girişinde denemede konunun özgürce seçimine, konusu olabilir, ama biçemi yakalamak o ‘her şey’ konuşma havası taşımasına, hoşça vakit geçirici den daha da önemlidir, bence.” (Gökhan, 1999:5). olmasının yanında öğretici oluşuna, bir iddiayı is- 1998’de basılan Cumhuriyet Dönemi Türk Ede- patlama endişesi barındırmayışına ve denemecinin biyatı adlı kitapta denemeyle ilgili birkaç yazıya içtenliğine temas eder (Özdemir, 1979: v-vı). rastlamaktayız. Bunlardan ilki Emin Özdemir’in İsmail Tunalı denemelerini bir araya getirdiği “Deneme ve Denemecilerimiz” başlığını taşımakta- Denemeler kitabının girişinde, bu adı kitabına ve- dır. Bu yazıda Özdemir, denemenin edebiyatımıza rişini “yazıların olaylara felsefi açıdan bir yaklaşma 1940’lı yıllarda başladığını belirttikten sonra dene- denemesi” olmalarına bağlar. Böylece deneme ya- me türünün “ben”e dayalı bir söylemi bulunduğu- zılarında felsefi bir bakışın gerekliliğini öne sürer nu, 40 öncesinde edebiyatımızda denemeye benzer (Tunalı, 1980: Ön söz). yazılar bulunmakla birlikte bunlara deneme dene- Deneme üzerine pek çok yazısı bulunan Füsun meyeceğini belirtir ve bilhassa Nurullah Ataç’ın Akatlı ise denemenin edebiyatımızın en cılız türle- denemeyi edebiyatımıza yerleştirdiğini söyler, Yazı- rinden biri olduğunu belirtir ve birbirinden farklı sının devamında da çeşitli yazarların deneme anla- deneme tarzları arasında bir ortaklık aramanın ge- yışları üzerinde durur (Özdemir, 1998: 239-248). reksizliği üzerinde durur (Akatlı, 1980: 53). 66 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Bu kitaptaki denemeyle ilgili ikinci yazı ise Afşar etme amacı olmayan geniş bir türdür. Denemecinin Timuçin’in “Eleştiri ve Deneme Alanında Yeni Adlar geniş bir kültüre sahip olması gerekir. Enginün, soh- ve Ürünler” yazısıdır. Burada Afşar Timuçin deneme bet ve fıkrayı da deneme türü içinde sayar. Enginün, konusunda İsmail Tunalı’ya yakın bir bakış açısıyla edebiyatımızın ilk denemecileri arasında Ahmet Ra- bu türün edebiyatta felsefenin bir casusu ve deneme- sim, Ruşen Eşref, Reşat Nuri, Ahmet Haşim, Nurul- cinin de çağımızın bilgesi olduğunu yazar. Timuçin, lah Ataç, A. Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi, Suut Batı edebiyatında deneme ve denemeciler üzerinde Kemal, Ahmet Muhip, Sabahattin Eyüboğlu, Haldun durduktan sonra Türk edebiyatında 60-98 arası de- Taner, Salah Birsel, Mehmet Kaplan gibi yazarları sa- nemecileri ele alır (Timuçin, 1998:351-354). yar; denemeleri konusunda bilgi verir ve bazılarından “Deneme ve Eleştiri Üstüne Bir Deneme Deneme- örnek metinler alır (Enginün, 2004: 387-409). si” adlı üçüncü yazıda Hayati Baki, bu türün yenili- Ahmet İnam, Eleştirinin Kıyılarında kitabının ğine vurguda bulunur ve 60-98 arası edebiyatımız- bir bölümünde eleştiriyle bağlantılı olarak deneme- daki denemeciler ve deneme anlayışları üzerinde ye de temas eder: “Eleştiriyle denemeyi birbirinden durur (Baki, 1998: 355-372). ayıranlardan değilim artık. Eleştirimin belki bel- Deneme konusunda yazılmış özgün eserlerden bi- gelere daha dönük, araştırma isteyen bir yanı var. risi pek çok deneme yazısı bulunan Nermi Uygur’un Ama denemeci tavrı olmadan eleştiriyi elektronik Denemeli Denemesiz kitabıdır. Deneme üzerine yazıl- beyin bile yapar.” Ahmet İnam ise denemeciyi bir mış denemelerden oluştuğunu söyleyebileceğimiz bu “edebiyat yorumcusu” olarak tanımlar. İnam’a göre kitap “Neden Yazıyorum”, “Adıyla Sanıyla Deneme”, “O, gözlüğüyle yargılanacak. Gördüğü, sorduğu, “Dil, Biçem, Okur”, “Delinin Delisi”, “Katkı Çaba- deşmeye çalıştığı sorularla.. Çözüm getirdiğini san- ları”, “Zeytinsi Deneme”, “Yazmasam mı”, “Deneme dığı şeylerle demiyorum. Çözüm her zaman gözlük Sanatı Bilinci” ana başlıklarından ve bunların alt baş- oluşturmaz. Soruları da sorunlara yaklaşma biçimi lıklarından oluşmaktadır. Uygur, “Tanımlama Tuta- de bir denemecinin gözlüğüdür.” (İnam, 2003: 21). nağı” başlığı altında denemeyi tanımlamanın güçlüğü Deneme konusundaki yazılardan biri de M. üzerinde durduktan sonra şöyle bir tanım yapar: “Ne Kayahan Özgül’e ait “Denemeyi Deneme” yazısı- salt, ne eksiksiz, ne yetkin; ne yaşamın efendisi, ne öğ- dır. Bu yazıda Özgül, denemenin tarifinin belir- retmeni deneme. Ne her şeyin anahtarı, ne her şeyin sizliğine dikkat çeker; makale, eleştiri, sohbet ve temeli, ne her şeyin anlamı. Deneme: arayışlar buluş- fıkrayla yakınlığına temas eder; her biriyle olan lar, mutsuzluklar, mutluluklar, başlangıçlar varışlar, bağlantıları üzerinde ayrıntılar vererek durur. Öz- ölüşler doğuşlar. Sonra gene mutluluklar, başlangıçlar, gül, yazısının bunun sonrasında yerli ve yabancı doğuşlar, arayışlar, mutsuzluklar, başlangıçlar. Henüz kaynaklardan hareketle essay kelimesinin etimolo- d’sine şöyle bir göz atarken sezinlediğimiz, sezinler gibi jisi üzerinde durur ve essayın Arapça sa’y (çalışma) olduğumuz görünümüyle bile ‘böyle’ bir şey dene- dan Batı dillerine geçmiş olduğunu ve bu anlamın me”. “Ustalarla Esenleşme” başlığı altında ise Uygur Batı dillerindeki essayda da bulunduğunu belirtir. denemeyi; “... her şeyin her şeyle sarmaş dolaş seviştiği Türkçede 1800’lü yılların ortalarında yazılmış olan bir süreç...” şeklinde tanımlar (Uygur, 1999: 39). Ki- bazı Osmanlı lügatlerinde essai karşılığı “risâle” ve tabının tamamında yazar, denemenin dille, üslupla “âzmâyiş-i kalem” tabirlerinin kullanıldığını, bun- ve okurla ilişkisine; denemenin diğer türlerden ayrılan lardan sonra gelen “tecrübe-i kalemiyye”nin ise taraflarına, kendine has özeliklerine yer verir. 1950’lere kadar kültür hayatımızda yer ettiğini be- Türk Dil Kurumunun 1999’da yayımlamış ol- lirtir (Özgül, 2003: 213-228). duğu Güzel Yazılar-Denemeler antolojisinin “De- Deneme konusunda dikkat çeken analitik yazı- neme Üzerine” başlıklı sunuş yazısında da deneme- lardan birisi Nurullah Çetin’in “Türk Edebiyatında nin Avrupa’daki ve Türk edebiyatındaki macerasına Deneme” başlıklı yazısıdır. Çetin, bu makalesinde kısaca temas edilir ve denemenin bir kültür biri- Özgül’ün etimolojik yaklaşımının aksine Fransız- kimi gerektirdiği vurgulanır (Parlatır, 1999: 9-14). ca essai olan denemenin Latince exagium, exige- İnci Enginün, ilk baskısı 2001’de yapılan Cum- re sözcüklerinden geldiğini belirtir. Türkçede ise huriyet Dönemi Türk Edebiyatı kitabında “Deneme önceleri bend, tecrübe-i kalemiyye, kalem tecrübesi ve Denemecilik” başlığı altında bir bölümü deneme dendiğini söylemektedir. Bunun ardından deneme türüne ayırır. Enginün’e göre deneme hiçbir şeyi ispat ve denemecinin özelliklerine yer veren Çetin, daha

67 Makale-Fıkra-Deneme

sonra Batı edebiyatlarında denemeye yer vermiş ve me sanat ve edebiyat konularına yönelik tenkit içeren Türk edebiyatında denemeyi konularına göre sınıf- bir tür hâline gelir. Günümüzde pek çok dergide pek landırarak ele almıştır (Çetin, 2005: 165). çok denemeye ve deneme yazarına rastlamaktayız. Kronolojiyi takip ederek söz konusu ettiğimiz Montaigne ve Bacon Batı edebiyatlarında for- bu kaynaklara dikkat edildiğinde bunların deneme mal (resmî) ve informal (teklifsiz, senli benli) ol- üzerine deneme tarzı yazılar veya deneme üzerine mak üzere iki farklı denemenin de ortaya çıkma- akademik yazılar ya da deneme antolojileri veya deneme sına yol açmışlardır. Formal denemenin tanınmış kitaplarının ön sözlerinde yer alan sunuş yazıları olduğu isimleri; Jonathan Swift, J.H. Newman, Mark Twa- görülür. Denemenin serbest konulu bir yazı olduğu, in, Charles Lamb, William Hazlitt, Thomas De samimi bir üslubu bulunduğu ve denemecinin geniş bir Quincey, James Thumber, E.B. White, George Or- kültüre sahip olması gerektiği konularında yazarların well, E.M.Forster’dır. İnformal denemenin tanın- bir fikir birliği içerisinde olduğunusöyleyebiliriz. An- mış isimleri ise Joseph Addison, Samuel Johnson, cak denemenin daha doğrusu essay sözcüğünün eti- Matthew Arnold, John Stuart Mill, J.H.Newman, molojisi konusunda ve çağın önemli bir türü olduğu Walter Pater, Ralph Waldo Emerson, Henry David veya çağını tamamladığı konularında yazarlar arasın- Thoreau’dur. Bugün formal ve informal deneme da bir fikir birliği yoktur. arasındaki fark ortadan kalkmış gibidir.

Batı Edebiyatında Deneme Türk Edebiyatında Deneme Fransız yazar Montaigne, 1580’de Les Essais ile ilk kez bu türün adını koymadan önce Greklerde Cumhuriyet Öncesi Dönemde Theophrastus ve Plutarch; Romalılarda Marcus Deneme Aurelius, Çiçero ve Seneca denemeye benzer yazılar Türk edebiyatında deneme konusuna geldiği- yazmışlardı. Aslında deneme benzeri nesir yazıla- mizde durumun biraz daha karışık olduğunu gö- rına bütün dünya edebiyatlarında rastlanmaktadır. rürüz. Batılı edebiyat türlerinin hemen hepsi içerik Bazı araştırmacılar bu türün Avrupa edebiyatların- ve şekil özellikleriyle XIX. yüzyılda edebiyatımıza da ortaya çıkmasından çok önce Çin ve Hindistan girmişken denemenin “essay”ın karşılığı olan de- gibi Doğu ülkelerinde var olduğunu ileri sürmüş- neme adıyla ve bunun ifade ettiği şekil ve içerik lerdir. Essay/Deneme, kelime anlamı itibarıyla bilinciyle edebiyatımıza girişi daha geç olmuştur. “denemek, girişmek, teşebbüs etmek, kalkışmak” Aslında bunda denemenin Batı edebiyatlarında da anlamlarına geliyordu ve bilimsel ve teknik yazıla- tam olarak sınırlarının belli olmamasının etkisi bu- rın tersine Montaigne’in tartışmalarının sistematik lunmakla birlikte bir roman, hikâye, tiyatro, gazete olmayan yapısını ifade ediyordu. 1597’de Bacon bu kadar öncelikli bulunmamasının da etkisi vardır. terimi “Hakikat Üzerine”, “Evlilik ve Bekâr Hayatı Ancak şu da unutulmamalıdır ki aşağıda dile getire- Üzerine” gibi bazı konularda kurnazca yorumlarını ceğimiz üzere -adına deneme denmemiş olsa da- as- içeren kendi Essays’ının adı olarak kullanarak onu lında edebiyatımızda Tanzimat sonrasında deneme İngiltere’ye taşıdı. Bacon deneme türüne şekil, üs- benzeri yazılar yazıla gelmiştir. Bunu ifade ederken lup ve içerik bakımından yeni bir çehre kazandır- Batılı bir bilinçle işlenmiş “essay” tarzı yazıları kas- mıştır. Fakat bizzat Bacon’un kendisi denemenin tetmekteyiz. Aslında Tanzimat öncesi edebiyatımız çok daha önceki bazı yazı tecrübelerine dayandığı- içerisinde bir bütün hâlinde olmasa da tarz açısından nı ifade etmekteydi (Walker, 1915:5). Batı edebiyatlarındaki denemeye benzeyen yazılar Daha sonra Alexander Pope bu terimi “Eleştiri bulmak mümkündür. Bilhassa nesir yazılarını içeren Üzerine Deneme”, “İnsan Üzerine Deneme” adlı “münşeat”larda, “tezkire”lerde, “siyasetname”lerde, eserlerinde kendisinin manzum açıklamalarını ifade “kıyafetname”lerde, “şehrengiz”lerde denemeye yak- için kullandı. Fakat XVIII. yüzyıldan sonra manzum laşan kısımlar bulabiliriz. deneme pek az rağbet gördü. Kendilerinden sonra ge- Ancak tabii ki bu tür yazıların birer deneme kabul len pek çoğuyla birlikte Addison ve Steele’in Tatler ve edilebilmesi için bunlar yeterli değildir. Çünkü bura- Spectator’u düzyazı denemesine modern şeklini verdi da asıl dikkat edilmesi gereken, Batılı bir bilinç, insan, ve deneme XIX. yüzyılın başlarında edebiyat dergile- hayat ve edebiyat görüşüyle şekillenmiş bir formdur. rinin önemli bir türü hâline geldi. Bu yüzyılda dene- Bu bakımdan deneme konusunda bakışımızı oto-

68 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

matik olarak edebiyatımızın yenileşme sürecine yö- Genellikle adı deneme olmasa da Batılı anlam- neltmemiz gerekmektedir. Çünkü Ahmet Hamdi da ilk deneme örneklerinin II. Meşrutiyet Döne- Tanpınar’ın ifadesiyle “...eski nesir bir çeşit rahat ve mi edebiyatçılarında görüldüğü ifade edilir. Bil- dağınık konuşmada kalmıştır... Türkçede nesrin te- hassa Ömer Seyfettin’in, Ahmet Rasim’in, Ahmet şekkülü için insanın ve cemiyet müesseselerinin de- Haşim’in, Yahya Kemal’in, Yakup Kadri’nin, Hali- ğişmesi, tahsil sisteminin Türkçeye dönmesi lazımdı. de Edib’in başarılı deneme yazıları söz konusudur. İşte Tanzimat bunu yaptı.” (Tanpınar, 1985: 33). Fakat bunların büyük bir kısmı bahsini ettiğimiz Tanzimat’ın ilk edebî neslini oluşturan Şinasi- deneme türündeki eserlerini daha çok Cumhuriyet Namık Kemal-Ziya Paşa mektebinde çeşitli nesir ör- Devri’nde vermişlerdir. nekleri bulunmakla birlikte Batılı anlamda deneme Bu dönemde çok sayıda denemeye benzer yazı- bilinciyle yazılmış bir nesre rastlayamıyoruz. Fakat ların yazılmış olmasında edebiyatımızın Batılılaşma bilhassa gazete gibi önemli bir iletişim vasıtasının yolunda önemli bir mesafe kat etmiş olması, artık toplum hayatımıza girmiş olması, halkı aydınlatma ciddi bir alt yapıya sahip olması ve daha önemlisi ihtiyacı ve benzeri sebepler dolayısıyla nesir de kültür Batı edebiyatlarını ve edebiyatçılarını yakından ta- hayatımızın önlerinde yer almaya başlar. Şinasi’nin nımış yazarlarımızın sayıca artmış olması etkilidir. Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkâr’da çıkan ve ma- Diğer taraftan Tanzimat’ın II. nesliyle başlamış olan kale diye adlandırılan yazılarının ne derece gerçek edebiyat, sanat ve hayat karşısındaki birey merkezli makaleyle örtüştüğü de tartışılır bir konudur. Çünkü bakış açısının Servet-i Fünûn’da ciddi bir seviye ya- bir düşünce vasıtası olarak edebiyatımızda yer etmeye kalamış olmasının da katkısını unutmamak lazım- başlayan nesrin türler bakımından henüz tam olarak dır. Çünkü denemenin temel motiflerinden birisi, birbirinden ayrışmadığı bir gerçektir. Bu yüzden bu bireyci bakış açısına sahip olmasıdır. Fakat yine tipteki yazıları makalenin olduğu kadar deneme, soh- Meşrutiyet Dönemi’nde de bahsini ettiğimiz dene- bet ve tenkit türünün de ilk örnekleri arasında say- melerin bir tür bilinciyle yazıldıklarını söyleyemeyiz. mak gerekmektedir. Gerek Şinasi’nin gerekse Namık Aynı şekilde yirminci yüzyıl şiirimizin önde ge- Kemal’in bu tipteki yazılarında kimi zaman bu tür- len isimlerinden Yahya Kemal, şiirleriyle olduğu ka- lerin özelliklerini bir arada görebilmek mümkündür. dar nesirleriyle de kendi döneminde ve sonrasında Tanzimat’ın ikinci neslinde birey ve sanat merkezli dikkat çekmiş bir şairimizdir. Uzun yıllar Fransa’da bir anlayışın oturmaya başlaması, denemenin ruhuna kalmış olması, Batılı yazar ve şairleri, Batılı edebî tür- uygun bir zemin hazırlar. Şahsi bakışın değer kazan- leri yakından tanımış olması edebiyatımızda da bu ması, acemice de olsa birey merkezli bir tenkit anlayı- alanlarda orijinal örnekler vermesine yol açmıştır. şının yavaş yavaş oluşması bunda etkilidir. Recaizâde Şüphesiz ki çok iyi bildiği Fransız edebiyatı içerisin- Mahmut Ekrem’in, Abdülhak Hâmid’in, Muallim de güzel deneme örneklerinden de etkilenmiş olma- Naci’nin ve edebiyat ortamının zenginliğine katkıda sı gayet tabiidir. Bir sohbet havası içerisinde yazdığı bulunan diğer yazar ve şairlerin deneme kategorisine nesirlerinin çoğunda deneme türünün inceliklerine koyabileceğimiz bazı nesirleri bulunmaktadır. de rastlamış olmamız bu etkiye bağlanabilir. Aziz İs- tanbul, Eğil Dağlar ve Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî Bilindiği üzere Servet-i Fünûn Dönemi edebiya- ve Edebî Hatıralarım’ tı, Batılı türlerin yerleşmesi ve ayrışması bakımın- da kendi zamanının sosyal ve dan önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde de siyasi meseleleriyle karışık bir hatırat havası ağır bassa bir nesir türü adı olarak denemeye rastlayamıyoruz da bunlarda yer yer bir deneme havası da sezilir. fakat gazete ve dergilerin sayılarının çoğalmış ol- Yine Meşrutiyet yıllarının ve edebiyatımızın ması ve edebiyat, sanat, kültür ve toplumla ilgili önde gelen şairlerinden biri olan Ahmet Haşim’in meselelerin Batılı bir bakış açısıyla ele alınır, üze- büyük bir kısmını Cumhuriyet sonrasında yazdığı rinde tartışılır olması; nesrin de gittikçe geniş bir Bize Göre, Gurabâhâne-i Laklakan, Frankfurt Se- soluk kazanmış olması dolayısıyla ortaya çıkan yahatnamesi adlı eserlerinde toplanan yazılarında bir perspektif içerisinde denemeye daha çok yak- Montaigne tarzı informal denemenin oldukça ba- laşan yazıların varlığından bahsedebiliriz. “Musa- şarılı örneklerini bulmaktayız. Yahya Kemal’in Aziz habe” başlıklı yazıların çokluğu, tenkidin gittikçe İstanbul kitabından aldığımız örnekte daha ziya- Batılı bir yaklaşımla edebiyatımıza girmiş olması, de formal; yani Bacon tarzı bir üslup bulunmakla tecrübe-i kalemiye veya kalem tecrübesi anlayışı, birlikte, Ahmet Haşim’in deneme diyebileceğimiz denemeyi ciddi anlamda hazırlayan girişimlerdir. yazıları daha şahsi bir özellik taşımaktadır. Bu eser-

69 Makale-Fıkra-Deneme

lerin tek bir cilt hâlinde basıldığı MEB baskısına bir hayatın tamamını ilgilendirecek geniş bir çerçevede ön söz yazan Mehmet Kaplan, bu yazılarda Ahmet konu zenginliği bulunduğunu ve bu konular etra- Haşim’in Fransız filozof yazar Alain’in proposlarının fında yazarların kişisel bakış, yorum ve eleştirileri- etkisinin bulunduğunu söyler (Kaplan, 1992:ıv). nin söz konusu olduğunu görmekteyiz. Yer yer bu yazılardan bahsederken Kaplan sohbet Deneme türü Türk edebiyatında bu adla Cum- ve fıkra kelimelerini kullansa da çoğunlukla “bu ne- huriyet sonrasında görülmüş bir türdür. Servet-i sirler” ifadesini tercih etmesi deneme, sohbet, fıkra Fünun sonrasında musahabe edebiyatının yoğun- ve kimi zaman da şahsi tenkidin birbirinden kesin luk kazanmış olması da bir anlamda Cumhuriyet çizgilerle ayrılamamasından kaynaklanmaktadır. Dönemi’ndeki denemelere zemin oluşturmuştur. Nitekim İnci Enginün, sohbet ve fıkrayı da deneme 1 Nisan 1936’da Kültür Haftası dergisinde Pe- türü içinde saymaktadır (Enginün, 2004: 387). yami Safa, “Musahabe Edebiyatı” başlıklı yazısında, Adı geçen eserlerinde Ahmet Haşim sanat, ede- bu türü metotsuz, üslupsuz bulur ve bu özellikleri biyat, kültür, tarih içerikli yazılarının yanında gün- eserlerinde metot kuramayan yazarların bir sığına- delik konulara, sosyal ve şahsi problemlere temas ğı, bir “lafazanlık sanatı” olarak değerlendirir. Ni- etmekte; bunlar üzerindeki duygu ve düşüncelerini tekim bizde denemenin ilk ve önemli yazarlarından akıcı ve samimi bir üslupla dile getirmektedir. biri olarak kabul edilen Nurullah Ataç’ın yazılarını Mesela, Bize Göre’de yer alan “Bahar”, “At”, da bundan dolayı beğenmemektedir. Bu da bize o “Çingene”, Dostum”, “Dilenci”, “Esnemek”, “Ley- yıllarda bahsini ettiğimiz tarzda yazıların yoğunluk lek”; Bir Seyahatin Notları’nda yer alan “Paris Ka- kazandığını göstermektedir. dını” ve sayısı diğer eselerindekilerle daha da art- Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında deneme tırılabilecek örnekleri edebiyatımızın tamamında türü hakkında ilk bilgi verenlerden biri olan Orhan deneme için örnek gösterilebilecek metinlerdir. Burian’ın bu konudaki ilk yazısı da aynı yılda basıl- Nitekim Mehmet Kaplan da bu yazıları en az onun mıştır. 1936’da Yücel dergisinde çıkan “Essay Hak- şiirleri kadar değerli ve dolgun bulur. kında” adlı yazısında Burian, denemenin bizim ede- Ahmet Rasim’in ise Şehir Mektupları (1316), biyatımızda ve bilhassa Batı edebiyatlarındaki seyri Tarih ve Muharrir (1329), Eşkâl-i Zaman (1334) ve hakkında ve denemenin özellikleri hakkında bilgiler Cumhuriyet Dönemi’nde basılmış olan Muharrir verir. Deneme yerine “essay” sözcüğünü kullanmış Bu Ya (1926) adlı eserlerinde fıkra, makale ve sohbet olması da henüz edebiyatımızda ayrı bir tür adı havasıyla karışık denemeler bulmak mümkündür. olarak denemenin yerleşmediğini göstermektedir. Nitekim dipnotta yaptığı açıklamada kendisinin “essay” adını kullanmasına rağmen bunun yerine Cumhuriyet Sonrası Dönemde Türkçe bir isimlendirme olarak “dengi” demenin Deneme uygun olacağını belirtir. Bir önceki bölümde söylediklerimizin ışığında Burian yazısına Montaigne’in Les Essais’inden de- deneme türünün “deneme” adıyla Cumhuriyet nemeyi tanıtan alıntılar yaparak başlar. Montaigne’in öncesi edebiyatımızda yer etmediğini bir kez daha “Kitabımın konusu ben kendimim.” sözüne vurgu- yinelemekte fayda vardır. Bunların başında dene- da bulunur. Burian denemeyi ise gerek konuda gerek menin kişisel bir vizyon taşımış olmasının etkisi biçimde herhangi bir kalıba konamadığı için bütün vardır. Çünkü Tanzimat’tan itibaren yenileşme yazı türlerinden daha özgür olan ve amacına daha edebiyatımız genellikle sosyal fayda fikri üzerinde çabuk ulaşan bir tür olarak tanımlar. Bunun sebebi- ilerlemiştir. Dikkat edildiğinde denemeye en çok nin ise özün düşünme değil de konuşma olmasından yaklaşan “musahabe” türünün Servet-i Fünun’da kaynaklandığını belirtir. Burian yazısının devamın- yoğunluk kazandığı görülür. Şüphesiz ki bunda da denemeyi üslubun amaç olduğu tek yazı türü bireysel duyuş ve düşünüşün etkisi vardır. Bu adla olarak tanıtır ve Batı edebiyatlarındaki macerasın- olmasa da ancak bundan sonra deneme edebiyatı- dan bahseder. Bacon ve onun tarzındaki denemenin mızda ortaya çıkmıştır. Bilhassa Ahmet Rasim, Ah- kişiliği silip bilimsel bir yolu tutturmalarına rağmen met Haşim, Yahya Kemal gibi yazarların nesirlerin- Montaigne tarzı denemenin daha yaygın olduğunu de kuvvetli bir deneme bilinciyle yazılmış içeriğe belirtir. Bizim edebiyatımızda deneme konusuna ge- rastlamaktayız. Bu yazarların söz konusu ettiğimiz lince bu türün yirminci yüzyıl edebiyatımızın adsız yazılarında sadece sanat, edebiyat konularına değil, yapıcılarından olduğunu söyler:

70 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

“Birçok yazarlarımızın bu nevide, batılı yol- Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpı- daşlarınınkiyle boy ölçüşebilecek yazıları vardır. nar, Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu, Cemil Meriç Fakat bunlar nesir gibi müphem bir adla, öteki ve daha da sayılabilecek isimler edebiyatımızda de- edebî nevilere verilen itibardan mahrum ortada nemeleriyle tanınmış isimlerdir. Fakat bu yazar çeşit- duruyorlar. Ahmet Haşim bunun en meydanda liliği denemenin sınırlarını kesinleştirme konusunda olan bir örneğidir. Herhangi bir dilde onun ne- da sıkıntılar yaratmıştır. Yazarların eleştirel, mizahi, sir parçaları son derece güzel birer essay olurdu. paylaşımcı, kanıtlayıcı, diyalog, mektup veya fante- Nitekim o da bunları birer essay olarak yazmış- tı. Kitaplarından birine “Bize Göre” adını verişi ziye dayalı farklı anlatım tutumları zaman zaman de- essay edebî nevinin edebiyatımızda neden adsız, nemeyi diğer düzyazı türleriyle iç içe geçirmektedir. saygısız kaldığını acı acı söylemiyor mu?” (Buri- Burada bu isimleri ve eserlerini uzun uzun an- an, 1936: 142-144). latmak mümkün olmayacağından denemeleri içe- riklerine göre gruplandırıp bunlardan bahsetmek Nurullah Ataç da 1938’de yazdığı bir yazısın- daha uygun olacaktır. da kendisinin münekkit değil de essayist olduğunu söylemektedir: “Bu gazetede, daha başka gazetelerde yazdıklarım -iyi veya kötü- birer essaidir, bir mora- Deneme Türleri listin düşünceleridir. Tekrar ediyorum: Yazdıklarımın Deneme türleri üslup ve içerik bakımından iyi olduğunu iddia etmiyorum. Fakat onlar tenkit, denemeler olmak üzere genel anlamda iki grupta critique değildir, essaidir...” demesi deneme adının değerlendirilir. henüz edebiyatımıza girmediğinin bir başka örneği- dir. Yine 1943’te Türker Acaroğlu’nun Yücel dergi- Üslup Bakımından Denemeler sinde Nurullah Ataç’a ithafen yazdığı “Essai Tecrü- be mi Demektir” adlı yazıda da deneme yerine essai Üslup bakımından denemeler İnformal-Senli adının kullanıldığını görmekteyiz. Fakat Nurullah Benli ve Formal-Resmî denemeler olmak üzere iki Ataç 6.11.1944’te Ulus gazetesinde çıkan bir yazısın- grupta incelenir. da essai kelimesinin yanında denemeye de yer verir: “...asıl essai, deneme yazmağa, bir moraliste olmağa İnformal-Senli Benli Deneme heves ederim...” demektedir. Bu bize essai yerine de- neme adının yerleşmeye başladığı yılları vermekte- Montaigne tarzı olarak da bilinen bu deneme dir. Nitekim 1940’lı yıllardan sonra denemenin bir okuyucu ile senli benli bir üslup içerir. İnformal de- tür bilinciyle edebiyatımıza yerleştiğini Montaigne neme okuyucu ile samimi bir ilişkiye sahiptir. Özel ve Bacon’dan yapılan çevirilerden de anlamakta- konular yerine her gün olan şeyleri yazarın keşfettiği yız. Sabahattin Eyüboğlu, Montaigne’den yaptığı orijinal açılımlarla rahat bir atmosfer içinde anlatma deneme çevirilerine 1940’ta yazdığı ön sözde söze tercih edilir. İnformal deneme samimidir, yumuşak Montaigne’in memleketimizde pek tanınmadığın- bir hava taşır, konuşma diline yakın bir üslupla yazı- dan başlar fakat Montaigne’in ve eserinin Türk oku- lır. Nurullah Ataç’ın denemeleri bu gruba konabilir. yucusuna pek de yabancı gelmeyeceğini de belirtir. Aynı çevirilere 1950’de yazdığı Ön söz-II’de Sabahat- Formal-Resmî Deneme tin Eyüboğlu, denemelerin serbest düşünme tarzına Bacon tarzı olarak da bilinen formal denemede ise temas eder ve denemeler yoluyla okuyucunun ken- yazar bir otorite kimliğinde konuşur ya da en azından dini bir yola soktuğunu söyler. Aynı şekilde 1943’te o konuda yüksek bir bilgi sahibi bir insan konumun- Bacon’ın denemelerinin de kitap hâlinde çevrildiğini da konusunu derli toplu izah eder. Bu tür deneme görüyoruz. Saffet Korkut’un Denemeler’i sunuş yazı- dogmatik, sistematik ve açıklayıcıdır. Örneklerini ise sında Bacon ve denemeleri hakkında bilgi verdiğini o konuda yazılmış ciddi makale ve kitaplardan seçer. görmekteyiz. Korkut’a göre Bacon’ın Denemeler’inin Yahya Kemal’in denemeleri bu gruba konabilir. İngiliz nesir tarihinde “devrim yapacak kudrette” önemli bir yeri olmuştur. Gerçekten de 1940’lı yıllardan sonra deneme İçerik Bakımından Denemeler bilinciyle yazılmış yazıların ve adı deneme olan ki- İçerik bakımından durumlar beş temel grupta tapların sayısının arttığını görmekteyiz. Nurullah değerlendirilir. Ataç’ın yanı sıra Refik Halit, Falih Rıfkı, Sabahattin

71 Makale-Fıkra-Deneme

Konusunu Sanat ve Edebiyattan Alan Şehir Konulu Denemeler Denemeler Şehri konu alan yazılar aslında bütün dünya Bu tür denemelerde resim, müzik, dil, şiir, roman, edebiyatlarında çok yaygındır. Klasik Türk edebi- hikâye ve benzeri sanat edebiyat ürünleri, teknikleri, yatında da şehrengizler, bu tarzdaki şehir yazıları- yazarları, akımları, kuramları üzerinde yazarın kişisel nın edebiyatımızdaki ilk örneklerinden sayılabilir. görüş ve düşüncelerini söz konusu ettiği denemeler- Fakat bu tarz yazıların gezi yazılarına da yaklaş- dir. Zaman zaman bu denemelerin öznel bir eleştiri tığını belirtmek gerekir. Bu itibarla yazarın gezip özelliği kazandığı da görülür. Aslında bu tür yazılarda gördüğü yerlerin kültürel, tarihî, mimari, sanatsal bazen sohbet ve fıkra türlerine yaklaşan taraflar da boyutlarını bir deneme havası içinde anlattıkları dikkatimizi çeker. Bu başlık altında yer alabilecek yazıları şehir denemeleri içinde ele alabiliriz. belli başlı deneme yazarları ve eserleri şunlardır: • Ahmet Rasim, Şehir Mektupları (1912- • Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği (1946), 1913) Karalama Defteri (1952), Sözden Söze (1952) • Yahya Kemal, Aziz İstanbul (1964) • Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle (1976) • Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir (1946) • İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu (1980) • Nihad Sami Banarlı, İstanbul’a Dair (1986) • Vedat Günyol, Dile Gelseler (1966) • Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri (1971) • Orhan Burian, Denemeler Eleştiriler (1964) • Beşir Ayvazoğlu, Şehir Fotoğrafları(1997) • Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit (1971) • Mehmet Kaplan, Edebiyatımızın İçinden Sosyal, Siyasi, Dinî Konulu Denemeler (1978), Kültür ve Dil (1982) Bu gruba giren denemeler, kimi zaman günde- • Oktay Akbal, Konumuz Edebiyat (1967), lik, kimi zaman da evrensel siyasi, sosyal ve dinî Dost Kitapları (1977), Yaşasın Edebiyat konulu denemelerdir. Bu konuda yazan yazarların (1977), Temmuz Serçesi (1978), Önce Şiir bazıları bizzat bahsi geçen konularda otorite sayı- Vardı (1982), Geçmişin İçinden (1985), Bir lan veya mesleki bir donanımla bu alanda yazanlar de Simit Ağacı Olsaydı (1990) olmakla birlikte, bazıları ise gazetecilik mesleğine • Memet Fuat, Düşünceye Saygı (1960) mensup olup gündelik konular bağlamında bu içe- • Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları-I (1982), rikte denemeler yazmışlardır. Edebiyat Yazıları-II (1986), Edebiyat Yazıla- • Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu (1967), rı-III (1996) Büyük Türkiye Rüyası (1969) • Enis Batur, Şiir ve Cinayet (1979) • Tahsin Banguoğlu, Kendimize Geleceğiz • Suut Kemal Yetkin, Edebiyat Konuşmaları (1984) (1944), Edebiyat Üzerine (1952) • İsmet Özel, Üç Mesele (1978) • Nermi Uygur, Dilin Gücü (1962) • Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan (1969) • Cemil Meriç, Kırk Ambar (1981) Karışık Konulu Denemeler Psikoloji-Felsefe Konulu Denemeler Gündelik hayat, kadın konusu, günlük prob- lemler, tarih, tabiat ve benzeri farklı farklı konula- Bu alandaki denemeleri daha çok psikoloji, rın söz konusu edildiği denemeler bu başlık altında felsefe, sosyoloji gibi alanlarda kendini yetiştirmiş toplanabilirler. olan ve bir kısmı akademisyenlik de yapan yazarlar yazmışlardır. Dolayısıyla bu özel alanların getirmiş • Ahmet Haşim, Bize Göre (1928), olduğu felsefi, psikolojik ve sosyolojik birikimin ve Gurabâhâne-i Laklakan (1928), Frankfurt bakış açısının şekillendirdiği bir içerik, bu deneme- Seyahatnamesi (1933) lerde karşımıza çıkar. • Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi • Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası (1970) (1960), Var Olmak (1965), Kültür ve Mede- • Cemil Meriç, Mağaradakiler (1978), Bu niyet (1970) Ülke (1974) • Suna Tanaltay, Sevdikçe (1995), Yaşam Nehri (1996)

72 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Deneme ahlâklaştırmak yoluna sapmadan, sırf düşünmek- Suut Kemal YETKİN ten zevk aldığı, bu zevki de bize tattırmak istediği için yazdığı anlaşılır. Denemeler’in konusu bütün Montaigne’in Denemeler’i sık sık okuduğum ki- hayattır, hayat tecrübeleridir. Bu tecrübeler insan taplardandır. Gecenin geç vakitlerinde konuşacak birini ruhu üzerine eğilen, gördüğünü -gördüğü acı da aradığım zaman Denemeler’i açar, Montaigne ile ko- olsa- tatlı bir dille soyut sözlere düşmeden delilsiz nuşmaya başlarım. Onda kendisinden söz ederken biz- ispatsız anlatan, görgülü bir adamın hayatından der- den söz eden, bizi dinlemeye hazırlanan bir hâl vardır. lenmiştir. Montaigne kitabının başında: “Okuyucu, Havanın yağışlı veya güneşli olduğuna göre inanışları da kitabımın konusu benim!” demiyor mu? Başka bir başkalaşan bu iklim adamı hayatının en tatlı yıllarını Pe- yerinde de “Herkes önüne bakar, ben içime baka- rigod’daki şatosunun bahçesinde yürüyüşün tadını çıka- rım: Benim işim yalnız kendimledir: Hep kendimi rarak, hayale dalmakla, basık tavanlı kitap odasına kapa- gözden geçiririm, kendimi yoklarım.” diyerek gene narak, zevk içinde Denemeler’ini yazmakla geçirmiştir. kendinden söz etmiyor mu? Ama aldanmayalım, o Ne zaman Denemeler’i okumaya başlasam istediği kadar kendisini anlatsın, kitabının konusu Montaigne’in masası üzerine eğdiği başını kaldıra- sadece insandır. Denemeler’i ebedileştiren şey dili- rak, yüzyılların sisleri arasından, uykulu zeki gözle- nin canlılığı, raksedişi içinde “her birimizin bir kö- riyle bana baktığını görür gibi olurum. Okuma bir şesine dokunduğu” içindir. Deneme tarzının, derin konuşmaya döner. bir insanlık duygusunu, ergin bir insanlık bilgisini Montaigne ile gene tatlı tatlı konuşuyorum. gerektirdiğini gene Montaigne’den anlıyorum. Nasıl oldu bilmem, gözlerim “essais” (denemeler) Deneme, makale gibi belli bir fikri kesin bir sonu- kelimesine takılıverdi. ca bağlamaz. Bir felsefe incelemesi gibi, bir doktrinin İnsan her gördüğü şeyi her zaman görmüyor. Şu boyunduruğu altında solumaz. Atacağı adımı hesapla- satırları yazdığım sırada, arkamda kitaplığın üstünde maz. İşte Apologie de Raimond Sebond’u okuyorum. duran vazoyu hayalimde canlandırmak istedim. Ne Montaigne bu parçada sıkıyor. Sürüklemiyor. Gide’in biçim şeydi o vazo? Rengi, çizgileri nasıldı? Hatırla- belki de hakkı var: Montaigne burada sürüklemiyorsa yamadım. Sorular zihnimde uzayıp gittikçe, oradaki belki de o serseri ve kayıtsız düşüncesini bir yeni dokt- vazonun varlığından bile şüpheye başladım. Çevre- rin uğrunda zorluyor, belli bir hedefe yöneltiyor, kom- pozisyona büyük bir dikkat gösteriyor da ondan! Bu mizden kayboldukları zaman yokluklarını ansızın parçanın yazarına zevk vermeden yazıldığını da bize hissedecek kadar bizden olan, yaşayışımıza karışan zevk vermeyişinden anlıyoruz. Kitapta deneme karak- şeyleri bile çok defa görmekten uzağız. Ama bazı anı- terinden uzaklaşan tek parça bu görünüyor. larımız olur, bilinmez nasıl, bilinmez niçin, gördüğü- müz halde görmediğimiz bir şeyi göreceğimiz tutar Montaigne’den başka, başta Bacon olmak üzere ve bütün düşüncelerimiz onunla dolar. birçok filozof, edebiyatçı, düşündürücü kitaplarını bu kelime ile adlandırdılar. Ama hiçbiri onun gibi, insan Görmeden gördüğümüz şeyler gibi, dikkatimizi ruhunu soğutmadan bütün sıcaklığı içinde, tabiat ka- çekmeden, bizi düşündürmeden kullandığımız keli- dar tabiî olan renkli bir dille bize tanıtmasını bilmemiş- meler de vardır. İşte “deneme” kelimesi benim için tir. Hele deneme adı altında kendini tanıtan bazı eser- bu kelimelerden biri oldu, dikkatimi ısrarla çekti, lerin eleştiri yazılarından ibaret olduğunu düşününce, ilkin bana yaklaşır gibi oldu, sonra uzaklaşarak ka- denemenin ne kadar akıcı, tanımı ne kadar güç tarz famdaki birçok kitapların kapağında gezindi durdu. olduğunu kabul etmemek elden gelmiyor. Bazı filo- Zaman zaman okuyor, zaman zaman düşünüyorum. zofların iddialı eserlerine “deneme” demeleri de bana, Deneme kelimesini, yeni bir edebiyat türüne sadece alçak gönüllülüğü denediklerini anlatıyor. ilk defa ad olarak koyan Montaigne olmuştur. Bu Okuyuşumu ara sıra keserek böyle düşünmeme, ad koymaya tarih olarak 1571 yılının Mart ayını tek bir kelime sebep oldu. Gece oldukça ilerlemiş: gösterenler bile vardır. Burada “deneme,” yeni bir Bir eser vesilesiyle kendi ruhumuzun hikâyesini an- edebiyat türünü deneme anlamına gelmektedir. latan impressionniste eleştiriyle, deneme arasındaki Ama bu yeni edebiyat türünü öbür edebiyat türle- farkı, A. Gide’in Pretextes’leri gibi eserlere hangi rinden ayıran sınırlar nedir? Kim bilir cevap belki etiketin gittiğini de bir başkası düşünsün. de o arkadaş kitabın içindedir. İyi geceler, Montaigne! Montaigne’in türlü konular üzerindeki düşün- celeri gözden geçirilirse bu düşünceleri, hiçbir plâna Kaynak: Güzel Yazılar-Denemeler’den, Haz. İsmail uymadan, hiçbir şeyi ispata kalkışmadan, insanı Parlatır, vd, s.128.

73 Makale-Fıkra-Deneme

Öğrenme Çıktısı

3 Denemenin kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, tarihsel süreç içinde denemenin gelişimini, türlerini kavrayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bulduğunuz deneme ör- Denemeler, üslup ve içerik Deneme türlerini karşılaş- neklerini okuyunuz ve han- bakımından kaç grupta de- tırarak aradaki benzerlik ve gi tür içinde değerlendirile- ğerlendirilir? farklılıkları değerlendiriniz. ceğini nedenleriyle birlikte yakın çevrenizle paylaşınız.

74 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Makalenin kavram anlamını ve niteliklerini algılayabilme, Türk edebiyatında makalenin

1 gelişimini kavrayabilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Makaleler bir konuda bilgi vermek, bir düşünceyi, bir tezi sa- Makale vunmak amacıyla derinlemesine yazılan ve ele alınan konuyu örneklerle, belgelerle ispatlamaya çalışan bir düzyazı türüdür. Bundan dolayı, öğreticidir, dili sade ve anlaşılırdır, inandırıcı veriler kullanır. Günlük konulara bağlı siyasal, sosyal, eğitim, ekonomi vb. konularda yazılabileceği gibi sanat, edebiyat, kül- tür, tarih gibi evrensel konularda da yazılmaktadırlar. Ayrıca bugün gazete makalesi ile dergi makalesi birbirinden ayrılmış gibidir. Özellikle akademik nitelikteki dergilerde belli bir bilim alanının konularını yine bu alanın ölçüleriyle ele alan makale- ler, gündelik problemlerle ilgili olan veya sanat edebiyat konulu gazete ve dergi makalelerinden ayrılmış durumdadır. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan dönemde gazete ve ede- biyat iç içe olduğu için, hemen her edebiyatçı ve sanatçı makale de yazmıştır. Yukarıda bahsini ettiğimiz Tanzimat neslinden sonra gelen Servet-i Fünûn ve Millî Edebiyat Dönemi yazar ve şairleri, -kimi zaman eleştiriyle karışık da olsa- makale türünü daha da olgunlaştırmışlardır. Halit Ziya, , Cenap Şahabettin, Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Beşir Fuad, Ziya Gökalp, , Fuat Köprülü, Ömer Seyfet- tin, Ali Canip ve daha da arttırılabilecek pek çok yazar ve şair; dil, edebiyat, sanat, siyaset, tarih, din gibi sosyal, siyasal, tarih- sel, güncel konulardaki makaleleriyle edebiyatımızda bilimsel bir mantığın da yerleşmesine katkıda bulunmuşlardır.

Fıkranın kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, Türk edebiyatında fıkranın 2 gelişimini kavrayabilme

Gazete fıkrası, makaleden ele aldığı konuyu ispatlama zorunlu- Fıkra luğu bulunmamasıyla ayrılır. Yazarın gazete ve dergi gibi süreli yayınlarda, güncel sosyal ve siyasal olayları, kanıtlama gereği duymadan, konuşma diline yakın iğneleyici, alaycı ve bazen de eleştirel bir sohbet üslubuyla değerlendirdiği kısa düşünce ya- zılarına fıkra denir. Eski Türk edebiyatında zengin bir düzyazı çeşidinin bulunmama- sı ve var olanında da şiirselliğin ön planda olması, fıkra, deneme, eleştiri, makale ve sohbet gibi gazete ve dergi yazılarının kesin çiz- gilerle kültür hayatımızda başlangıçlarının olmamasına ve uzun zaman bunların karışık bir özellikte kendilerini devam ettirme- lerine yol açmıştır. Yani bir anlamda Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Ahmet Midhat Efendi, Şemsettin Sami, Ebuzziya Tevfik vb. yazar ve şairler ede- biyatımızın Tanzimat Dönemi sonrasındaki fıkra yazarları arasın- da sayılabilirler. Bilhassa Şinasi’nin Tasvir-i Efkar (1862)ından itibaren gazetelerin sayıca artması Hürriyet, İbret, Tercüman-ı Hakikat, Hadika, Sabah gibi gazetelerle edebiyat hayatının da yönlendirilmesi, pek çok edebî türün yanında düzyazıların da giderek artarak edebiyatımızda yer etmesine neden olmuştur. II. Abdülhamit Dönemi’nde sansür dolayısıyla gazetelerin sayısının azalması fıkra yazılarında da azalmaya yol açmış fakat 1908 II. Meşrutiyet sonrasında oldukça zengin matbuat hayatına karşılık gazete yazılarında, dolayısıyla fıkra yazılarında da nitelik ve nicelik bakımından önemli bir artış ve zenginleşme olmuştur.

75 Makale-Fıkra-Deneme

Denemenin kavram anlamı ve niteliklerini algılayabilme, tarihsel süreç içinde 3 denemenin gelişimini, türlerini kavrayabilme

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de benzer birtakım yazı- Deneme lar bulunmakla birlikte Türk edebiyatına Batı edebiyatlarından geçmiş olan deneme, bugünkü anlamına Cumhuriyet sonra- sında kavuşmuştur. Deneme genel okuyucuya hitap eder, belli bir tekniği yoktur. Yazar; anekdotlarla, örneklemelerle, ironi ve hicivle ele aldığı konuyu çekici hâle getirmeye çalışır. Deneme- de yazar herhangi bir iddia ve ispat peşinde değildir. İnsanı ve toplumu ilgilendiren her konu söz konusu edilebilir. Kökeni- nin essay veya exagium olduğu konusunda bir fikir birliği ol- mamasına rağmen, deneme üzerine yorum yapan yazarlar, de- nemecinin geniş bir kültüre sahip olması gerektiği konusunda hemfikirdirler. Batı edebiyatlarında, benzeri yazılar eski Yunun’dan beri var ol- makla birlikte denemenin bir tür olarak 1580’de Les Essais eseri ile Montaigne’in icat ettiği kabul edilmektedir. Deneme daha sonra Bacon ve onun ardından gelen bazı yazarlar tarafından

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti yaygınlaştırılmıştır. Tanzimat Dönemi’nin I. ve II. nesil yazarlarında, deneme- ye öncülük ettiğini söyleyebileceğimiz bazı yazılar görülmek- tedir. Fakat bu dönem düzyazının bizde yeni yeni canlandığı bir dönem olduğu için düz yazı türleri arasında kesin ayrım- lardan bahsetmek henüz mümkün değildir. Servet-i Fünun Dönemi’nde musahabe ve tecrübe-i kalemiye başlıklı yazıların deneme yolunda daha ciddi adımlar olduğunu kabul edebiliriz. Fakat asıl denemeye yaklaşan yazılar Ömer Seyfettin, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Yakup Kadri, Halide Edib gibi yazarların kaleminden II. Meşrutiyet Dönemi’nde ortaya çıkmış ve yine bu yazarlar aracılığıyla Cumhuriyet Dönemi’ne daha da yaygınlaşarak ulaşmıştır. Özellikle 1940’lı yıllardan sonra Türk edebiyatında artık adı da “deneme” olan zengin bir deneme edebiyatı bulmak mümkün- dür. Yukarıdaki isimlerin yanı sıra Peyami Safa, Nurullah Ataç, Orhan Burian, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit, Falih Rıf- kı, Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin, Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve daha da arttırılabilecek isim- ler, sanat, edebiyat, psikoloji, felsefe, din, hayat vs. konularda deneme örnekleri vermişlerdir. Denemeler üslup olarak Formal-resmî ve İnformal yani senli benli veya teklifsiz deneme; içerik olarak ise ele aldığı konuya bağlı olarak Konusunu Sanat ve Edebiyattan Alan Denemeler, Psikoloji-Felsefe Konulu Denemeler, Şehir Konulu Denemeler, Sosyal, Siyasi, Dinî Konulu Denemeler, Karışık Konulu Dene- meler olarak gruplandırılabilirler.

76 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

1 Makale ile gazete fıkrasının ortak yönü aşağı- 5 “Yazarın ideolojisinin, dünya görüşünün ön dakilerden hangisinde verilmiştir? plana çıktığı fıkralarda kesinlik yoktur (I); buna

karşılık canlı (II), ilgi çekici, esprili olmaya özen neler öğrendik? A. Her ikisi de ele aldıkları konuyu belgelemeyi gösteren bir üslup söz konusudur. Yazar bir sonu- amaçlar. ca varır (III) fakat okuru ikna etme amacı gütmez B. Her ikisinde de iğneleyici bir üslup vardır. (IV), sadece düşündürmeyi amaçlar.” C. Her ikisi de düşünce yazısıdır. Yukarıdaki paragrafta altı çizili ifadelerin hangi iki- D. Her ikisi de güncel konulardan bahseder. sindeki anlam bakımından tam tersi durum ma- E. Her ikisi de kanıta başvurur. kale için geçerlidir? A. I ve II B. II ve IV 2 Aşağıdakilerden hangisinde makalenin özel- C. I ve III D. I ve IV likleri ile ilgili yanlış bilgi verilmiştir? E. II ve IV

A. Makale, ele aldığı konudaki belge, tanık ve bil- 6 Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet’in ilk gileri birer ispat aracı olarak kullanır. yıllarında önemli makale ve fıkraların yayımlandı- B. Gazete makalelerine son yıllarda başyazı deme ğı gazetelerden biri değildir? eğilimi artmıştır. A. Ulus B. Tercüman C. Makalelerin didaktik-öğretici tarafı bulunmaktadır. C. Tan D. Vakit D. Bilimsel dergi makaleleri belli bilim alanındaki E. Cumhuriyet konular üzerinde derinlemesine araştırmalara, deneylere ve verilere dayanır. E. Makalede yazar samimi bir üslup kullanır. 7 Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet’in ilk yıl- larının önemli fıkra yazarlarından birisi değildir? A. Yakup Kadri B. Ahmet Haşim 3 “Bir yazarın gazete ve dergi gibi süreli yayın- C. Falih Rıfkı Atay D. Orhan Seyfi larda, güncel sosyal ve siyasal olayları belli bir bakış E. Orhan Pamuk açısından; kanıtlama, belgeleme, ayrıntılama gereği …………, günlük konuşma diline yakın inandırı- cı, senli benli bir üslupla yer yer nüktelere yer ve- 8 Aşağıdakilerden hangisi denemenin temel rerek değerlendirdiği kısa …………….yazılarına özelliklerinden biridir? ………………. denir. A. Belli çerçevedeki konuları işler. Yukarıdaki boşlukları hangi seçenekteki sözcükler B. Ele aldığı konuyu ispatlamaya çalışır. doğru olarak tamamlamaktadır? C. İddiasızdır. D. Belgelere dayanır. A. Duyarak-güldürü-fıkra E. Ele aldığı konuyu öyküleştirir. B. Duymadan-düşünce-fıkra C. Düşünülerek-düşünce-deneme 9 Denemenin ne olduğu konusunda yazarların D. Dikkate alınarak-oyun-eleştiri fikir birliği içinde oldukları nokta aşağıdakilerden E. Duymadan-güldürü-fıkra hangisidir? A. Denemenin kökeninin “essay” sözcüğünden geldiği 4 Türk edebiyatında makalenin ortaya çıkışıyla B. Deneme yazarının geniş bir kültüre sahip ol- ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur? ması gerektiği C. Denemenin kökeninin “exagium” sözcüğün- A. İlk gazete makalelerine Tanzimat Dönemi’nde den geldiği çıkan Ceride-i Havadis’te rastlanmaktadır. D. Denemenin çağını tamamlamış bir tür olduğu B. İlk gazete makalesi Cumhuriyet’ten sonra ya- E. Denemenin Doğu edebiyatlarında da var olduğu zılmıştır. C. İlk gazete makalesini Namık Kemal yazmıştır. 10 Deneme, bir tür adı olarak edebiyatımıza D. İlk gazete makalesi Tercüman-ı Ahval gazetesin- hangi yıllardan sonra tam olarak girmiştir? de çıkmıştır. A. 1940’lı yıllardan sonra B. 1908’den sonra E. İlk gazete makalesi edebiyat üzerine yazılmıştır. C. 1890’lı yıllardan sonra D. 1923’ten sonra E. 1960’tan sonra

77 Makale-Fıkra-Deneme

1. C Yanıtınız yanlış ise “Makale” konusunu yeni- 6. B Yanıtınız yanlış ise “Makale” konusunu yeni- den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

2. E Yanıtınız yanlış ise “Makale” konusunu yeni- 7. E Yanıtınız yanlış ise “Fıkra” konusunu yeni- den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

3. B Yanıtınız yanlış ise “Fıkra” konusunu yeni- 8. C Yanıtınız yanlış ise “Deneme” konusunu ye- den gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

4. D Yanıtınız yanlış ise “Makale” konusunu yeni- 9. B Yanıtınız yanlış ise “Deneme” konusunu ye- den gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

5. A Yanıtınız yanlış ise “Makale” konusunu yeni- 10. A Yanıtınız yanlış ise “Deneme” konusunu ye- den gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı

Araştır Yanıt 3 Anahtarı

Türk edebiyatının Batılılaşmasında gazete ve dergilerin rolü tartışılmazdır. Özellikle düzyazı türlerinin edebiyatımızda gelişmesinde bilhassa gazete çok önemli bir rol oynamıştır. Eski edebiyatımızda sanat gayreti ön planda olduğu için şiirin gelişmişliği yanında düzyazı geri kalmıştır. İşte bu noktada Tanzi- mat sonrasında kültür hayatımıza giren gazete ve dergiler düşünce merkezli Araştır 1 düzyazı türlerinin de yaygınlaşması bakımından çok önemli bir görevi yerine getirmişlerdir. Gazete makalesi daha çok gündelik ya da genel konularda yazılan ve konuyu ispatlamaya, belgelemeye çalışan bir yazıdır. Dergi makalesi ise daha çok belli bir bilim dalına ait, özel konulu, o bilim dalının terminolojisini kullanan ve bilimsel verilerden hareket eden yazıdır.

Gazete fıkraları düşünce içeriklidir, güldürü fıkraları ise adında da anlaşıla- Araştır 2 cağı gibi güldürü maksatlıdır. Birinde bir düşünceyi belli bir bakış açısından ispatlama zorunluluğu olmadan iğneleyici ve alaycı bir konuşma üslubuyla anlatmak varken öbüründe amaç güldürmektir.

Üslup bakımından resmî-formal ve senli benli-informal; içerik olarak ise sa- nat-edebiyat konulu psikoloji-felsefe konulu denemeler, şehir konulu dene- Araştır 3 meler, sosyal, siyasi, dinî konulu denemeler, karışık konulu denemeler olarak gruplandırılabilirler.

78 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Kaynakça

Akatlı, F. (1980). Yaz Başına Neler Gelir. İstanbul: Karadayı, İ.K. (1977). “Antoloji İçin Birkaç Söz”. Ada Yayınları. Denemeler, Denemeciler Antolojisi. İstanbul: Yayınevi Yok. Akyüz, K. (1990). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri. İstanbul: İnkılâp Kitabevi. Kavcar, C. (1994). Edebiyate v Eğitim, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. Asya, A.N. (1945). Kanatlar ve Gagalar. Ankara: Y.Y. yok. Levend, A.S. (1984). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Atay, F.R. (1933). Eski Saat. İstanbul: Y.Y. yok. Türk Tarih Kurumu. Atay, F.R. (1953). Niçin Kurtulmamak. İstanbul. Meriç, C. (1978). “Roman ve Deneme”. Hisar. Aralık, Varlık Yayınevi. S 255. s. 3. Bacon, F. (1943). Denemeler (Essays). (Çev. Mengi, N. (2005). “Bir Edebi Tür Olarak Deneme ve S.Korkut) Ankara: Maarif Matbaası. Türk Edebiyatındaki Yeri”. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Baki, H. (1998). “Deneme ve Eleştiri Üstüne Bir Deneme Enstitüsü Dergisi. C.14. S.2. s.353–368. Denemesi”. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. Montaigne. (1987). Denemeler. (Çev. S.Eyüboğlu). (Hzl. H.Atabaş, A.Şimşek, D.Dirlikyapan). Ankara: İstanbul: Cem Yayınları. Edebiyatçılar Derneği. s.355-372. Ömer S. (2001). Bütün Eserleri –Makaleler 1. Birsel, S. (1998). Kediler, İstanbul: Bağlam Yayınları. (Haz. H.Argunşah). İstanbul: Dergâh Yayınları. Burian, O. (1936). “Essay Üzerine”. Yücel, S.16, s.142-144. Özdemir, E. (1998). “Deneme ve Denemecilerimiz”. Çetin, N. (2005). “Türk Edebiyatında Deneme”. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. (Haz. Milli Eğitim. Kış, S.165. H.Atabaş, A.Şimşek, D.Dirlikyapan). Ankara: Edebiyatçılar Derneği. s.239-248. Demiray, K. (1971). Edebiyatta Türler. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları. Özdemir, E. (1979). Düşüncenin Toprağı/Türk ve Dünya Yazınından Denemeler. Ankara: KTB. Denemeler, Denemeciler Antolojisi. (Haz. İ.K. Yayınları. Karadayı). İstanbul: Yayınevi Yok. Özdemir, E. (1983). Yazınsal Türler. İstanbul: Varlık Enginün, İ. (2004). “Deneme ve Denemecilik”. Yayınları. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. s.387-409. Özgül, M.K. (2003). “Denemeyi Deneme”. Kandille İskandil. Ankara: Hece Yayınları. s.213-229. Fuat, M. (1996). Türk Yazınından Seçilmiş Denemeler. İstanbul: Adam Yayınları. Safa, P. (1990). Objektif 2 –Sanat Edebiyat Tenkit. İstanbul: Ötüken Yayınları. Gökhan, H. (1999). “Sözün ve Yazının Yurdunda Bir Yazar Feridun Andaç İle Söyleşi”. Cumhuriyet Süreyya, C. (1976). “Eleştiri Deneme”. Nesin Vakfı Kitap. 19 Ağustos. Edebiyat Yıllığı 1976. İstanbul: Tekin Yayınevi. s.86. Gürbilek, N. (1998). Ev Ödevi. İstanbul: Metis Yayınları. Tanpınar, A.H. (2000). Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Dergâh Yayınları. Güzel Yazılar-Denemeler. (1999). (Haz. İ.Parlatır, İ.Enginün, O.Okay, Z.Kerman, K.Yetiş) Ankara: Timuçin, A. (1998). “Eleştiri ve Deneme Alanında TDK Yayınları. Yeni Adlar ve Ürünler”. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. (Haz. H.Atabaş, A.Şimşek, D. Huyugüzel, Ö.F. (1982). Hüseyin Cahit Yalçın’ın Dirlikyapan). Ankara: Edebiyatçılar Derneği. Hayatı, Hikâye ve Romanları Üzerinde Bir s.351-354. Araştırma. Ankara: KTB Yayınları. Tunalı, İ. (1980). Denemeler. İstanbul: İktisadi Yayınları. İnam, A. (2003). Eleştirinin Kıyılarında. Ankara: Hece Yayınları. Türk Dili (Deneme Özel Sayısı). (1961). Temmuz, C.10. S.118. Kansu, C.A. (1977). “Deneme”. Denemeler, Uygur, N. (1999). Denemeli Denemesiz. İstanbul: Denemeciler Antolojisi. (Haz. İ.K.Karadayı). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul: Yayınevi Yok. s.301-302. Walker, H. (1915). The English Essay and Essayists. Kaplan, M. (1992). “Ahmet Haşim ve Nesirleri London and Toronto. Hakkında Birkaç Söz”. Bize Göre, Gurabâhâne-i Yetkin, S.K. (1978). Edebiyat Üzerine Denemeler. Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul: MEB Yayınevi. Yıldız, S. (1992). Arif Nihat Asya’nın Şiir Dünyası. Karaalioğlu, S.K. (1982). Sözlü/Yazılı Kompozisyon- İstanbul: MEB Yayınları. Konuşmak ve Yazmak Sanatı. İstanbul: İnkılâp Yayınevi.

79 Bölüm 4

Sohbet/Söyleşi

Türk Edebiyatında Sohbet Sohbet 2 Sohbetin temel niteliklerini kavrayabilme, 1 Sohbetin kavramsal olarak anlamını bu türün belli başlı temsilcilerini 1 açıklayabilme 2 sıralayabilme öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Sohbet/Söyleşi • Sohbet ve Fikir Yazıları • Sohbette Anlatım Özellikleri • Sohbet ve Dil

80 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ Redhouse Sözlük’te ise İngilizce karşılık olarak; Bu bölümde sohbet türü üzerinde durulacak. “chat”, “conversation” (Redhouse Büyük Elsözlü- Diğer düşünce yazılarından farklı bir özelliğe sahip ğü, 1997, 679) yani sohbet etmek, dostça konuş- olan sohbet türünün öncelikle sözlüklerden, de- mak şeklinde geçmektedir. ğişik kaynaklardan yola çıkarak kelime anlamı ve Sohbet sözcüğü, dilimize Arapçadan geçmiştir. kavramsal içeriğine yer verilecek. Sohbet türünün kendine özgü dil ve anlatım özellikleri diğer türler- le karşılaştırmalı olarak değerlendirilecek, benzer- Sohbet türünün kapsamı, insanı ilgilendi- likleri ve farklılıkları gözden geçirilecektir. Sohbet ren hemen her şey kadar geniştir. türünde Türk edebiyatında eserler vermiş olan ya- zarlar ve eserleri hakkında bilgiler sunulacaktır. Bölümde yer alan okuma metinleri sohbet türü- Sohbet türünde kaleme alınan yazılar bir anda nün temel özelliklerini görmenize, yazarın üslubu- okuru etkisi altına alır. Yazar bir anısını, bir yazarı, nu değerlendirmenize, diğer türlerden farklılıkları şairi, onun eserleri hakkındaki değerlendirmelerini, ve benzerlikleri incelemenize yardımcı olacaktır. okuduğu bir dergi ve kitap hakkındaki düşüncele- Bölüm sonunda edindiğiniz bilgiler doğrultusunda rini, izlediği bir sinema veya tiyatro hakkındaki yo- okuyacağınız bir metnin türünü çok rahatlıkla bu- rumlarını, gündelik yaşamda gözüne takılan şeyleri labilmeniz ümidiyle… okuyucularıyla paylaşır, okurla konuşmaya, bazen ona sorular sormaya başlar. Zaman zaman okuyu- cunun ağzından sorular sorar, okuyuculardan onay SOHBET bekler, soruları yine kendi cevaplar. Sohbet yazarla- Bir yazarın gündelik yaşam, insan, sanat ve rı kültür, sanat, edebiyat, felsefe gibi çeşitli alanlar- edebiyatla ilgili bir konu hakkındaki düşünceleri- da birikimleri olan kişilerdir. Ele aldığı konuyu faz- ni, karşısında okuyucu varmış gibi onlarla sohbet la derine inmeden, kanıtlama endişesi taşımadan, ediyormuşçasına sıcak ve içten bir anlatımla dile okuyucularla dertleşiyormuş gibi içten bir şekilde getirdiği, makale planında yazdığı düşünce yazısına anlatır. Düşüncelerini kimi zaman bir atasözüyle sohbet denir (Ateş, 1990, 178; Emir, 1986, 201; kimi zaman da vecizeyle ünlü bir düşünürün sözle- Yüzbaşıoğlu, 1984, 147). riyle pekiştirir. En sıkıcı, en ağır konular bile usta Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te sohbet kav- bir sohbet yazarının kalemiyle şekillenince neşey- ramının üç başlık altında açıklandığı görülmekte- le, keyifle okunan bir yazı hâline dönüşür (Emir, dir (TDK, 1998, 2022): 1986, 201). 1. Arkadaşça, dostça karşılıklı konuşma, Genellikle üç beş sayfalık kısa yazılardan oluşan hasbıhâl, sohbet bu türün örnekleri gazete ve dergilerde yayımlanır. 2. Uluslararası iletişim ağ ortamlarını kulla- Bu yazılar daha sonra kitaplarda toplanır. narak çeşitli yazılımlar aracılığıyla kişilerle karşılıklı olarak yazılı, sesli veya görüntülü görüşme Sohbet türündeki yazıların deneme, maka- 3. Bir bilim veya sanat konusunu, konuşmayı le, fıkra gibi diğer türlerden ayrılan yönü andıran biçimde inceleyerek anlatan edebi- konunun işlenişinde ve anlatımındadır. yat türü Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi sohbe- Sohbet türünün diğer düşünce yazılarından ay- ti iki temel başlık altında açıklar (Büyük Larousse rılan yönleri vardır. Sözlük ve Ansiklopedisi, 1986, 10739): Sohbet, makaleden üslup açısından ayrılır. Ma- 1. Bir kurala, belli bir konuya bağlı olmayan kaledeki ağırbaşlı ve ciddi hava sohbet türünde karşılıklı konuşma, sohbet; hasbıhâl yerini tatlı bir samimiyete bırakır. Sohbet yazıları 2. Bir kimseyle belli bir konuda ve samimi bir okuyucuda yazarla sohbet ediyormuş hissini uyan- havada yapılan konuşma, sohbet” şeklinde dıran yazılardır. Sohbet yazarı, bilimsel makale tanımlamaktadır. yazan bilim adamı gibi konuda derinlik yaratmaz,

81 Sohbet/Söyleşi

yazarın fikirlerini kanıtlamak gibi bir zorunluluğu Sohbet yazılarında uzun cümlelerden kaçınılır. yoktur. Çözümlemeler yapılır, örnekler verilir, ya- Konuşmalar gerektiğinde hikâyemsi bir hava için- zarın görüşü okuyucuya sezdirilir ve sonuç bölü- de aktarılır. Deyimlerden, ünlemlerden, samimi münde yazar ulaştığı kararı bildirir. hitaplardan yararlanılır. Soru cümlelerine sıkça yer Fıkralarda olduğu gibi sohbet yazılarında da verilir. Yazar soruyu bazen kendi kendine bazen de yazarın herhangi bir konu hakkında görüş ve dü- okuyucuya sorar. Bu tür yazıları yazmak kolay gibi şünceleri ortaya konulur. Ancak sohbet yazılarında görünse de aslında keskin, kıvrak bir zekâyı gerek- yazar daha pişkin, daha usta olmaya bakar. Oku- tirir. Yer yer eğlendiren olaylarda, dikkat çeken tah- yucunun zihnini kamçılamaya çalışırken amacına lillerde aslında uyarmak isteyen ustaca sitemlerin ulaşmak için ara sıra duygu tellerine de basar. Veya gizlendiği görülür. Yazar, okuyucuyu itham etme acı durumları ortaya koyarken dertleşmek kaygı- yoluna gitmez. Ortada bir suç ya da kusur varsa sıyla, teselli etmek isteğiyle ruhunu okuyucunun “biz” ifadelerine başvurarak kendisini de işin içi- ruhuna eş eder, onunla birlikte üzülür, şikâyet eder. ne katar. Böylece okuyucu doğrudan suçlanmamış, Bazen de olayların üstüne çıkarak öğüt veren ol- hedef gösterilmemiş olur. Okuyucuyu gerçekleri gun biri durumuna geçer. Bütün amacı okuyucu- araştırmaya, çözüm yolları bulmaya, gereğini yap- yu kendine çekmek, kendi havasına sürüklemektir maya yöneltmeye çalışır. Bunları yaparken alçakgö- (Emir, 1976, 174-175). nüllülüğü elden bırakmaz (Emir, 1986, 201-207). Fıkralarda olduğu gibi kişisel görüşler dile geti- Sohbet türünün başlıca özellikleri şu şekilde ifa- rilir. Dil açık, sade ve durudur. Bu nedenle her yaş- de edilebilir: tan ve her eğitim düzeyinden insanların bu türdeki • Yazar, okuyucu ile bir sohbet havası içinde yazıları okuyup anlama olasılıkları yüksektir. senli benli konuşur. Dildeki sadelik bakımından denemeyi andıran • Yazar, düşüncelerinin doğruluğunu kabul sohbet, uzunluk açısından denemeye göre daha ettirme konusunda ısrarcı değildir. uzun bir türdür. • Genellikle yazarın kişisel düşüncelerine yo- ğunlaşılır. • Yazar samimi, içten bir anlatım tarzı kul- Aralarında belirgin farklar olmasına rağ- lanır. men sohbet ve röportajın karıştırıldığı • Çeşitli güncel olayları kullanarak duygu ve görülür. Sohbette tek kişinin varlığı söz düşünceler desteklenir. konusuyken röportajda bir uzman bir de röportajı yapanın varlığı söz konusudur. • Gazete ve dergi yazılarıdır. • Günlük konuşma dili kullanılır. Kurallı, sıralı, devrik cümleler gerekli zamanlarda, Eleştiri ile deneme arasında kalan sohbet türün- birbiriyle uyum içinde yer alır. de yazar genellikle güncel ya da bu niteliğini yi- • Uzun cümlelerden kaçınılır. tirmeyen konulara odaklanır. Başkalarının düşün- • Dil açık, sade ve durudur. Bu nedenle her celerini irdelemesi bakımından eleştiriyi andırır. yaştan ve her eğitim düzeyinden insanın Yazarın kendi görüşlerini kesin yargılara varmadan okuyup anlayabileceği bir yapıdadır. açıklaması açısından da denemeye benzer (Yüzbaşı- • Yazar, sorulu cevaplı cümlelerle konuşuyor- oğlu, 1984, 147). muş hissi uyandırır.

Sohbet yazılarında dil günlük konuşma dilidir. Kurallı, sıralı, devrik cümleler ge- rekli zamanlarda, birbiriyle uyum içinde iç içe kullanılır.

82 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Yürüyüşler (Söz Oyunları) Yürürken başını daima vücudundan ileriye İbrahim Alâettin Gövsa doğru uzatan şu adam meraklı olmak ihtima- lindedir. Onun tamamiyle tersini yapanlar, yani “Yürüyüşlerin anlam ve mahiyetini hiç tahlil yürüyüşlerinde başları vücutlarından geride du- ettiniz mi? Eğer sokakta tramvayda yahut önün- ranlar da vardır. Onlar için ihtiyatlı ve temkinli den kalabalığın aktığı pencerede zihniniz bir yere takılı değilse zamanınızı eğlenceli ve faydalı geçir- diye bir hüküm vermenizde hata bulunmaz. mek için bunu tavsiye ederim. Yürüyüşleri göz- Hovardalık etmek mizacında olanların bir lerinizle dinlemeye alıştınız. Çünkü her yürüyüş yana gidişleri vardır ki, bunun anlamını meşhur öyle bir dildir ki, mahiyetleri sözden daha açık darbımesel pek güzel söylüyor. “yengece sormuş- ifşa eder. lar, niçin yan gidersin, serde kabadayılık var” de- Bu dil ancak gözlerle işitiliyor. Fakat kulakla miş! Fakat her yana gidişin kabadayılık ve kül- duyulan sözlerden daha samimi oluyor. Yürüyüş hanilik meyline delalet edeceğini zannetmemeli. adeta bünyenin dili, kişiliğin iradesiz ifadesidir. Çünkü iş adamlarının hatta fikir adamlarının çoğu yan giderler. Fakat bu gidişte ve başın bir Hiç tanımadığınız birinin yürüyüşünü şöy- tarafa doğru bükülüşünde hiçbir dava manzarası le birkaç dakika hatta birkaç saniye izleyiniz. sezilmez. Onunla birkaç saat konuşmuş olsanız bu kadar tanımayacaktınız. Latif cinsi yürüyüşü daha ifadelidir. Kimi serçeler ve keklikler gibi adımlarını adeta açma- Yürüyüşlerin çeşitli belirtilerine kısaca göz dan, sıçrar ve seker gibi yürürler. Genç kızların gezdirelim: çoğu böyledir. Küçük yapılı tıknaz kadınlar ara- Başı havada, burnu yukarıda yürüyüş, ya sında güvercin yürüyüşlüler vardır. Onlar ekse- azametin ya ahmaklığın ifadesidir ki ikisi bir yola riyle ağır başlı ve kendi halinde olanlardır. Bazısı çıkar. Çokça kazanmaya başlayanlarda, yeni bir bir şelale gibi dalgalana dalgalana, kimi de sıkı mevkie geçenlerde, kendilerine kıymet veya şöh- vücudunun bütün hatları ile kıvrıla kıvrıla yürür. ret yakıştıranlarda bu duruma rastlanır. Göğüs Dalga ve yılan yürüyüşler arasında şüphe yok ki, çıkık, burun delikleri açık olduğu oranda gurur dikkati çekmek kasdi fazladır. fazladır. Öyle kadın vardır ki, yürüyüşünü şairin de- Yürürken ellerinin durumuna bakınız! Onla- diği gibi ayaklanmış bir kıyamet halindedir. Mut- rın baston eldiven tutuşu, ceplere konuşu, arkada laka etrafın emniyetini, rahatını bozar. Omuz- bağlanışı ya da yürüyüşlerdeki anlamı çeşitlendi- larında fıkırdayan kahkahalar ve kalçalarında riyor. Kimseye önem vermez gibidirler, herkesi kaynayan ihtiraslarla gözleri ve gönülleri etekle- kendilerine önem verdiğine inandıkları için göz- rinde sürükleyen yürüyüşleri için vaktiyle şairler leri yine çevrededir. neler söylemediler. Baş omuzların içinde, gözler yerde yürüyüş Enderunlu Vasıf: ya parasızlık gibi bir düşünceye yahut kabahate delalet edebilir. Eğer kollarını sallıyorsa kabaha- O gül-endam bir al şale bürünsün, yürüsün, ti değil, düşüncesi vardır. Kollar vücuda yapışık, Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün kendini hissettirmeden gölge gibi ayrılmak isti- şarkısını elbette böyle bir yürüyüş için teren- yorsa ondan korkunuz! nüm etmişti. Sık adım daima meşgaleye delalet etmez. Tez Abdülhak Hamit’e: canlı ve sinirli olanlar bir türlü adımlarını seyrek atamazlar. Hantal yürüyüş de her zaman işsizliklerin Hubub eder gibi reftarınız ne halettir harcı değildir. Ruhu hantal olanlar ne kadar sıkıya Aceb nesim-i seherden mi ârefidesiniz? gelseler, bir türlü çabuk ve çevik yürüyemiyorlar. beyitini ilham eden rüzgar yürüyüşlüler de Başın iki tarafa sallanması yürüyüş sahibinin vardır. ya salaklığını yahut kalenderliğini ifade edebilir ki, bunu öteki jestleriyle ayırmak mümkündür.

83 Sohbet/Söyleşi

Tecrübeli bir göz, meşhur halk sözünde ol- reketleriyle yol almak anlamına gelmiyor. Mecazi duğu gibi “kadının ne mal olduğunu” adım atı- delaletleri daha boldur. Terakkiyi bununla anlatı- şından tanır. rız. İşler yürüyor deriz. Japonlar yürüdü deyince Yürüyüşler, yalnız insanların ayrı ayrı ma- hücum ve istila fikri kastedilmiş olmuyor mu? hiyetlerini anlatmakla kalmaz. Bir memleketin Aleyhine yürümek, üstüne yürümek, alıp yürü- umumi hayatı hakkında da az çok fikir verebilir. mek, uluorta yürümek…tabirleri üzerinde biraz Yirmi beş, otuz sene önceki sokak yürüyüşleri- düşününüz! mizle bugünkü gidişlerimizi karşılaştırınız. Şimdi Nihayet bir yürümek vardır ki, bütün yü- tesbihi arkasından galoşlarını gıcırdata gıcırdata rüyüşlerin durduğunu anlatır. Çünkü ölümü de aheste gidenler ve sekiz, on adım yürümeden ta- bununla ifade ederiz. mamlayanlar ne kadar azaldı. Frenklerce yürümenin razı olmak, kabul et- Atlı tramvaylar kalkalı, hele otomobiller mek anlamı son zamanlarda Türkçeye sirayet et- çoğalalı, sürat eski alışkanlıkları da arkasından miş gibi görünüyor. Onların bir kadın hakkında sürüklemiştir. Bununla beraber, belediyenin ka- “Elle marche” dedikleri zaman, murat ettikleri labalık yerlerde yaya gidenlere yürüyüş ihtarları anlamı artık biz de “Yürür!” kelimesiyle ifadeye asmasından da anlaşılır ki, henüz yürüyüşlerimiz başladık. Avrupa merkezlerinin manzarasını alamamıştır. Hele kenar mahallelerde ve ücra semtlerde nane- Yürüyüşlerin tahlili meselesinde eğer bu yazı, molla salapati yürüyüşlere daha sık tesadüf edilir. sizi biraz yola koyabildiyse artık kendi başınıza yürüyebilirsiniz. Yolunuz açık olsun!” Yürüyüşlerin ne kadar zengin ifadesi bulun- duğunu yürümek kelimesinin çeşitli anlamların- Kaynak: Emir, 1986, 206-207. dan anlayabiliriz. Yürümek yalnız ayaklarının ha-

araştırmalarla ilişkilendir

Güler Yüz ilk adımlarını yeni atmaya başlamış bir çocuğa Şevket Rado herkes güler yüzle bakar. Onun her kusuru yapa- bileceğini ve bütün kusurların affedilmeye layık “Asık suratlı insanlardan hoşlanır mısınız olduğunu önceden kabul ettiğimiz için çocuk desem tabii bana gülersiniz. Zaten ben de biraz karşısında gülümser bir yüz takınırız. Olgun in- gülmeniz için söze böyle başladım. Güler yüze sanlar yalnız çocuklara değil, herkese affedici, ku- ve gülmeye dair olan bu konuşmayı asık suratla sura pek aldırmayıcı bir yüzle bakarlar. Bu dünya dinlemenizi istemem tabii. Konuşurken söze baş- öyle çatık kaşla dolaşmaya, şunun bunun kalbi- ladığınız sırada karşınızdakinin kaşlarını çattığı- ni kırmaya değer bir dünya değildir. Onun için nı, asık bir suratla sizi dinlediğini görürseniz ko- güler yüzlü insanlar arasında yaşayanların hayatı nuşmak hevesiniz kırılır. Lafı kısa kesip bu tatsız daha tatlı geçer. sohbeti bir an önce bitirmeye bakarsınız. Bir de Bazı kimseler vardır, sanki Cenabı Hak on- karşınızdakinin sizi güler yüzle dinlediğini, hatta lara gülmeyi yasak etmiştir. Gülümsemeyi aklı araya biraz da tatlı söz karıştırarak sohbete renk başında adamın ciddiliğini bozan bir hâl sayarlar. verdiğini görecek olsanız konuştukça konuşaca- Yüzgöz olmasınlar diye çocuklarına gülmezler; ğınız gelir. laubali demesinler diye komşularına gülmezler. Zaten öyledir. Güler yüz her şeyden önce in- Kaşları sanki kudretten çatılmıştır. Çalışırken ça- sana cesaret verir. Çünkü güler yüzlü insanlar her tık, konuşurken çatıklar. Hatta kendilerine ettik- kusuru hoş gören, affeden insanlardır. Dünyada leri zulüm yetmiyormuş gibi gülenlere de kızarlar.

84 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Hayatı böyle saymak çok yanlıştır. Unutma- gülmüş, “Yanılıyorsunuz, hem de çok yanılıyor- yalım ki, biz insanların hayvanlardan bir farkımız sunuz. Ben hayatta muvaffak olduğum için gül- konuşmaksa öteki farkımız da gülmektir. Hiç siz müyorum. Tam tersine! Güldüğüm için hayatta ömrünüzde gülen, kahkahalar savuran bir hay- muvaffak oluyorum.” demiş. Bu söz boşuna söy- van gördünüz mü? Zavallılar kim bilir ne kadar lenmiş bir söz değildir. İçinde bilinmesi gereken gülmek istiyorlardır! Hatta insan kardeşlerinin bir hakikat saklı. öyle bazı tuhaflıkları vardır ki, onların karşısında Soğuğa dayanmanın en emin çaresi soğuğu herhâlde kahkahalarla gülmek için can atıyorlar- sevmektir, derler. Gerçekten insan soğuğu aradığı dır. Ama, ne hikmetse, yüzleri gülmeye elverişli zaman, ne kadar şiddetli olursa olsun, etkilen- bir şekilde yaratılmamıştır. Kendilerini ne kadar mez. Sıcacık şehir dururken karlı dağlara çıkan- zorlasalar gülemezler. Hâlbuki insanlar, çok şükür, lar, vaktinden önce kışı arayanlar vardır. Karların gülebiliyorlar. Bu imkânı niçin kullanmamalı? içinde, gömleklerini de çıkararak bir pantolon Alain filozof hiddetin bir hastalık olduğunu âdeta çıplak gezerler. Soğuk, sıfırın çok altında söyler. Hem de hiddeti öksürüğe benzetir. Na- olduğu hâlde onları üşütmez. Soğuğu sevdikleri sıl öksürük bir gıcıkla gelirse hiddet de öyledir. için ona seve seve dayanırlar. Hayata dayanmanın Bir kere başladı mı bir kere ile kalmaz; ikide bir en emin çaresi de hayatı sevmektir. İnsan bir kere öksürdüğünüz gibi ikide bir de hiddetlenir, sağa hayatı sevince onun bütün külfetlerine katlanır; sola çatarsınız. Bu hastalığın bir tek tedavisi var- hiçbiri ağır gelmez. Sizi çok seven anneniz nasıl dır. O da gülmeye alışmaktır. sizin yüzünüze hep gülerek bakarsa siz de hayata güler yüzle bakar, etrafınızdaki insanlara da neşe Gülmeye alışmak deyip geçmeyiniz. İkinci verir, hayatın bir kat daha güzelleşmesine hizmet Cihan Harbi’nden önce, belki de Birinci Cihan edersiniz. Harbi’nin yarattığı ruh hâli yüzünden Avrupa’da bazı milletler çok az güldüklerini fark etmişler- “Güleriz ağlanacak hâlimize.” diyen şair, di. Âdeta neşe azalmış, insanlar fazlasıyla somur- emin olunuz ki, hata ediyor. Ağlanacak bir hâl tur olmuşlardı. Bunun en çok Macarlar farkına karşısında ağlamaya kalkan adamdan hiçbir fayda varmışlar ve hatırımda kaldığına göre Budapeşte gelmez. Fakat gülümseyen adamda, ümit vardır: şehrinde insanlara gülmeyi öğreten bir mektep Bu hâlin bir çaresini bulacak demektir. açmışlar. O zaman bu mektebe pek çok öğrenci Güler yüzün çözemeyeceği hiçbir mesele yazılmış; özel olarak yetiştirilmiş hocalar gülme- yoktur. Buzlar güneş karşısında nasıl erirse çetin yi ya öğrenmemiş veya unutmuş olan yaşlı başlı meseleler de işe güler yüzle başlayan ve öylece de- öğrencilerine hayatın türlü hadiseleri karşısında vam eden insanların elinde çözülür. Asık surata evlerinde, çalıştıkları yerlerde, kulüplerde, gazi- kapanan kapılar güler yüze açılır. nolarda, hatta eğlence yerlerinde nasıl gülecekle- Bektaşi’nin hikâyesini bilirsiniz: 80 yaşında rini öğretmişler. O insanlar şimdi ne hâldedirler öldüğü hâlde mezar taşına “5 sene yaşadı” diye pek bilmiyoruz ama fi tarihinde insanları biraz yazdırmış. Bu beş sene onun hayatta gülerek, olsun gülmeye alıştırmak için harcanan gayret neşe içinde yaşadığı, gam kasavet nedir bilmeden herhâlde boşuna değildi. Nitekim Tagor filozof hoşça geçirdiği senelermiş. Hayatınızı yaşadığınız da kendi hususi mektebinde öğrencilerine gün- yıllar boyunca uzatabilmek için her anınızı güle- de bir saat gülmeyi, kahkahalarla gülmeyi değilse rek geçirmeniz gerekir. bile, gülümsemeyi belletiyordu. Japonlarda yük- Gene bizim bir şairimiz bir dostuna hediye sek terbiye, en büyük matem günlerinde bile gü- ettiği resminin altına “Ağlarım hatıra geldikçe lümsemeyi emreder. Kocası ölen bir Japon kadını gülüştüklerimiz!” diye yazmıştır. Bu da güzel bir ziyaretçilerini gülerek karşılamak zorundadır. sözdür. Çünkü en iyi hatıra gülerek geçen günle- Hayatı iyi karşılamanın sırrını bulabilmek rin hatırasıdır. Hayatta o günlerin sayısı az olursa için her şeyden önce gülümsemeyi öğrenmeli. insan bir gün gelir, “Ne etmişim de gülmemi- Belki siz de bilirsiniz: Her hadiseyi güler yüzle şim!” diye ağlayabilir. karşılayan bir adama, “Eh… Hayatta muvaffak Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.” olduğun için sen tabii daima gülersin. Ama biz öyle miyiz ya?” demişler. Adam, bir kere daha Kaynak: Şevket Rado, Eşref Saati.

85 Sohbet/Söyleşi

Öğrenme Çıktısı

1 Sohbetin kavramsal olarak anlamını açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Sohbet sözcüğüne sözlük- lerde hangi anlamlar yük- lenmiştir? Sohbet türünde yazar nasıl bir anlatım tarzı benimser? Sohbet türünde yazılmış bir Sohbet türünü diğer türler- metni okuyunuz ve türün Sohbet türü ile makale ara- le karşılaştırınız, benzerlik temel özelliklerini değer- sındaki en belirgin farklar ve farklılıklarını açıklayınız. lendirerek yakın çevrenizle nelerdir? paylaşınız. Sohbet türü ile fıkra arasın- da nasıl bir ilişki vardır? Sohbet türünün en belirgin özellikleri nelerdir?

TÜRK EDEBİYATINDA SOHBET Türk edebiyatında Ahmet Rasim (Ramazan Sohbetleri), Yahya Kemal Beyatlı (Tarih Musahabeleri), Suut Kemal Yetkin (Edebiyat Söyleşileri), Şevket Rado (Eşref Saati), (Dilimiz Üzeri- ne Söyleşiler), Nurullah Ataç (Karalama Defteri), Cenap Şehabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel, Attila İlhan, Falih Rıfkı Atay, Ercüment Ekrem Talu gibi yazarlar sohbet türünde eser vermiş isimlerdir.

86 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Kibirli çok eğitim görmüş bir insansa, ne de olsa kendi- Raymond De Saint Laurent ne hâkim olur ve usanç verecek raddeye varmaz. “Kibirli, kendini beğenmişle aynı ailedendir, Dağlının biri, tuzlu domuz yağı ve keçi pey- onun amcazadesidir. Bununla beraber, birbirle- niri satmak için ovadaki köylere iner. Panayırlar- rine kendini beğenmişlik hususunda benzeyen da dolaşa dolaşa ekmek parasını güç belâ çıkarır. bu iki kişi, önemli bir noktada ayrılırlar: Kibirli, Dünyayı alt üst eden savaşlar günün birinde onun öyle bir düziye konuşmaz, konuşurken de yap- da işini yoluna koymasına fırsat verir. Dağlının macık falan yapmaz. Sadece her fırsatta, kendi ticareti alıp yürür. Banknotları istif eder, milyon- gururunu tatmin etmeğe çalışır. Övünmekten lara yükselen servete sahip olur. Zengin olunca son derece hoşlanır; birisinin kendisine iltifatta da dâhi olduğuna inanır. Sanki karaborsanın gizli bulunmasını dört gözle bekler. Karşısındakilerin piyasasına göre mal satmak insanın dâhi olmasını bu işi yeteri kadar yapamayacaklarından korktu- gerektiren güç bir işmiş gibi. Bu şekilde zengin ğu içindir ki, kendi kendine iltifatta bulunmak olmak insanı zeki yapmaz, ona ancak bir eşkıya, ihtiyacını duyar. Konuşmaları, kendi zaferlerini bir gangster zihniyeti verir, o kadar. ifade eden bir teraneden başka bir şey değildir. Bizim harp zengini, vaktiyle köylü lehçesiyle Daha yanına yaklaşır yaklaşmaz, size kendi- yarım yamalık meramını anlatırken şimdi aldırış sinden bahseder; bundan başka onu hiçbir konu etmeden, kafa göz yararcasına dangul dangul ko- ilgilendirmez. Servetinden, ev hayatından, ahbap- nuşmaktan çekinmez. Parası ile orantılı bir de ev larından, ailesinden bahseder. Kendi şahsiyetini yaptırır. İçine en pahalı eşyaları doldurur, güzel- belirtecek en küçük bir noktayı bile ihmal etmez. miş değilmiş ona vız gelir, yeter ki pahalı olsun. Eğer fazlaca ahmak değilse, zekanın servetten ve Velhasıl zevksizliğin şaheseri olan bir abide mey- asaletten üstün olduğunu anlar ve bu sefer size me- dana getirmeyi başarır. ziyetlerinden, kabiliyetlerinden dem vurur. Konuşmalarında artık evinden başka bir Mamafih bunların kendisini yeteri kadar ta- şeyden bahsetmez; dinleyenleri bıktırıncaya ka- nımadığını sanarak size daha bir takım teferru- dar anlatır. Yeni otomobilinden, buzdolabından, at hakkında izahat vermek hususunda tereddüt elektrikli mutfak ocağından, banyo dairesinden etmez. Kibarlığına, zarafetine dikkatinizi çeker. bahseder. Bilhassa fiyatlara dair binlerce tafsilat Elbiselerinin şıklığını, kumaşının ve terzinin çok verir. O kadar ki, insanın eşyasının üzerinden güzel olduğunu söylemenizi bekler. Paris’in en etiketleri ne diye çıkardığını soracağı gelir; öyle ya, o zaman bütün bu izahatı vermek zahmetine büyük terzisinde elbiselerini yaptırdığını, sanki katlanmazdı. önemsiz bir şeymiş gibi, aldırış etmeden söyler. Biraz pahalı olduğunu, fakat taşradakilere naza- Bazı kibirli insanlar vardır, hayasızlığı övün- ran Paris terzilerinin ne kadar üstün olduklarını meye kadar vardırmazlar. Fakat, kendisine ilti- ilave etmeği de unutmaz! fatta bulunmanızı sağlamak için sinsi sinsi ça- relere başvururlar, bin bir dereden su getirirler. Kibirli bir adam gördüm, konuşurken, kra- Örneğin, bir macera anlatacak olsalar, hikâyeyi vatını görsünler diye boynunu uzatıp duruyordu. evirirler çevirirler, sonunda parsayı kendilerine Ne dersiniz rengi elbisemin rengine çok uyu- toplarlar. Yani ne yapıp yapıp kendilerini tebrik yor, değil mi? ettirmeğe muvaffak olurlar. Eğer böyleleriyle kar- Kibirliyi evinde ziyaret edecek olursanız, şılık vermeden alay etmek isterseniz, yaptıkları size eşyasını gösterir, tablolarını, değerli şeylerini bu manevraları anlamıyormuş gibi görününüz, önünüze serer: Velhasıl, nesi var nesi yok her şeyi tebrik falan etmeyiniz; göreceksiniz ki, umduk- gözlerinizin önüne kor. Tabii bu eşyanın nadir larını bulamadıkları için çekip gideceklerdir. Bu bulunan cinsten olduklarına, çok pahalı olduk- suretle sözle karşılık vermeden zararsız bir usul larına sizi ikna etmek için gayret sarf eder. Eğer ile, kurtulmuş olursunuz.

87 Sohbet/Söyleşi

Çiçeği burnunda bir harp zengini karaborsa- Kibirli insan konuşurken bir yıldız gibi par- cının yirmi yaşlarındaki oğlu evinize geliyor. Şun- lamak ister; fakat, parlamak şöyle dursun, aksi- dan bundan konuşuyor; söyledikleri şeyler incir ne alelâdeliğe düşer. Övünmesi ve herkesten il- çekirdeğini doldurmaz. Sizden ne istediğini kendi tifat beklemesi, onun kafasız bir insan olduğunu kendinize soruyorsunuz; anlamakta gecikmeye- gösterir. ceksiniz. Genç adam kolunu şöyle bir kaldırır, Akıllı insan, kendi değerini ve haddini bilir; ceketinin yenini kıvırır ve saatine bakar. Bu ha- başkalarının ikide bir bu meziyeti tasvip etmeleri- reketini yaparken, kolundaki o cânım altın saati ne ihtiyaç bile duymaz. Tavazuda kusur etse bile, görmenize itina eder. Karaborsacılıktan milyon- kibirin ve kendi kendini beğenmişliğin yokuşu- lar kazanan babası ona böyle bir hediye alabilir. na hiçbir zaman kapılmaz; gururunda kalmasını Delikanlı bekler ki: “Ne güzel bir saatin var!” di- bilir. Gerçi, ahlâk bakımından bu daha feci bir yesiniz. Bu iltifatı yapsanız yetmez, sizden ayrılır haldir; fakat hiç olmazsa gülünç değildir.” ayrılmaz, başkasına gider ve aynı komediyi oynar. Bu, babasının mağazasında kazıklanan müşterile- Kaynak: Emir, 1986, 202-204. re karşı ödenen bir minnet borcu değil midir?

araştırmalarla ilişkilendir

Sözden Söze Daha böyle çok şeyler söylüyor. O mektubu Nurullah Ataç okurken tatlı bir duygu sardı içimi, “mektup” “Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha değil de “beti” dediğim günleri andım. Doğru geldi. Öteki gibi değil bu. Bir kere yazan gizle- söylüyor, iyi söylüyor o genç. Utandım kendi miyor kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet kendimden inandığım yoldan dönmenin yeri mi Zeki Eyüboğlu adında bir genç üniversitede vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim de okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, ala- bağışlatayım suçu mu? Var benim de bir özrüm, ya almıyor beni, över gibi gözüküp alttan alta gelgelelim gençler anlamaz, anlamamaları daha iğnelemeğe kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor da iyidir. Gene söyleyelim ben. ya, haklı olarak çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu öz A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da Türkçe yazılarımı beğenirmiş, yenilerine sinirle- onun için saptım yolumdan. Bilin ki sevinerek niyor, şöyle diyor: olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle Geçen gün bir yazınızı okudum. Ne çok bakıyorum. Bir sevgilinin bir daha evine varama- üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçır- yacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl bakılırsa öyle dık? Nerde o eski güzelim öz Türkçe sözler, nerde bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak, sanat, merak, oradadır, ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. şiir gibi tatsız tutsuz Osmanlıca sözler. Niçin şu- Bir de o işi başaramayacağımı anladım. Yalnız- nun bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi de- dım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o ğiştiriyorsunuz? O yeni sözleri beğenmeyenler var yolda gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslen- diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde mekle yetiniyorlardı. Beni özendirmek isteme- bir kişi çıkıp size: “beğenmedim bu sesinizi” dese lerine ne denli sevinirsem sevineyim, yanımda ona bakıp da sesinizi değiştirecek misiniz? Ne kimseyi görememek üzüyordu beni. derse desin el gün. Biz yolumuza bakalım.

88 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. etti ve ertesi sabah şafakla beraber, âlet ve ede- Böyle Arapça, Farsça tilcikleri kullandığım yazı- vat torbası sırtında olduğu halde, zi dima locası larımda gene o sevdiğim, kimini de kendim uy- primosole’ye geldi. Nihayet kabul etti.” Den önce durduğum tilciklere yer veriyorum. Biliyorum, bir “fakat” koymanın ne yeri var? Hele: “avan- yetmez bu, en doğrusu gene eskisi gibi öztürkçe danlığı sırtında” demek dururken “âlet ve edevat yazmaktır. Onu yakında, bir dergide gene dene- torbası sırtında olduğu halde” demenin cümleye yeceğim. bir ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böy- Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim le kusurlar var bay Feridun Timur’un çevirisin- yürüdüğüm bir yolu bırakmak, istemeyenler ol- de, “haykırmak” sözünü çok kullanıyor, hem de masına çok sevindim. Gençler unutsun benim “bağırmak” yerine kullanıyor. Gene o hikâyenin emeklerimi, onları hiçe saysınlar, Arapça, Farsça bir yerinde: “küpten olmamak için ihtiyarı orada tilciklerden kaçınmadığım bir suda sevgiliden mevkuf mu tutacaktı?” Diyor. Burada “mevkuf” geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi aydınlatır, sözü hiç yakışıyor mu? “kendisi küpten olmasın güneşler doğurur gönlümde. diye ihtiyarı hürriyetinden mi edecekti” diyemez miydi? İtalyan yazarı Luigi Pirandello’nun bir iki oyununu görmüşsünüzdür, hikâyelerini okudu- Bir de şunu söyleyelim. “ciddi bir şey değil” nuz mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altı- adlı hikâyede şöyle bir cümle var: “her defasın- sını dilimize çevirmiş, Millî Eğitim Bakanlığı da da bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair ye- bastırmış. Hepsini okumadımsa da okuduklarım min üstüne yemin ediyor, ahdü peyman ediyor, çok hoşuma gitti, diyebilirim ki o yazarın oyun- yeniden âşık olmamak için kahraman bir deva larından daha çok beğendim hikâyelerini. Oyun- araştıracağını söylüyordu.” Bay Feridun Timur larında yüksekten atmayı andırır bir hal vardır. böyle konuşmaz elbette “düşmeyeceğine ye- Hikâyeleri öyle değil, Pirandello onlarda kişileri- min etti.”Der. Düşmeyeceğine dair yemin etti.” ni daha iyi gösteriyor, canlandırıyor. Oyunların- Demez. Belki İtalyanlar öyle der, biz demeyiz. da hep bir görüşü savunmak, okuyanları, yahut “kahraman deva” da ne oluyor? Belli, Fransız- seyircilerini düşündürmek ister. Hem de çö- ların “remède hèroique” dedikleri, İtalyancada zümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde tıpkısı olabilir, Türkçede öyle denmez, başka bir düşündürmek ister. Bir gerginlik vardır oyunla- şey arasın. rında, hikâyeleri ise öyle değil, onlardaki kişiler Luigi Pirandello’dan “seçme hikâyeler” de daha canlı, okuyana daha yakın. Herhalde bana böyle ufak tefek kusurlar var, gene de o kitap tatlı öyle geldi. tatlı okunuyor, bay Feridun Timur’u iyi çevir- Bay Feridun Timur da iyi çevirmiş dilimize. menlerimizden, yani mütercimlerimizden saya- Belli ki İtalyanca cümleye bağlı kalmak isteme- biliriz. Hele bir şeye çok sevindim: ikinci ciltte dil miş, her yerde değilse bile çok yerde: “bizim dili- birinci cilttekinden çok daha iyi. Demek ki bay mizde nasıl söylemeli?” Diye düşünmüş. Örneğin Feridun Timur’un çevirileri günden güne iyileşe- bir yerde: “Don lollo hiddetten küplere biniyor- cek. Ben adını yeni duyduğuma göre kendisinin du.” Diyor. “küplere binmek” deyimi sanmam ki bir genç olduğunu sanıyorum, bundan sonraki İtalyancada olsun. Daha böyle çok buluşlar var çevirileri elbette daha kusursuz olur. Siz de oku- bay Feridun Timur’un çevirisinde. yun o hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin başındaki donna mimma’dan başlarsanız, bütün Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti kitabı okumak hevesi uyanır içinizde.” daima gösteremiyor, bazan acemiliklere düşüyor. İşte bir örnek: “don lollo bu sözlere olmaz di- yordu. Nafile; olan olmuştu; fakat nihayet kabul Kaynak: Nurullah Ataç. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964.

89 Sohbet/Söyleşi

Öğrenme Çıktısı

2 Sohbetin temel niteliklerini kavrayabilme, bu türün belli başlı temsilcilerini sıralayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bölümde paylaşılan okuma Türk edebiyatında sohbet parçalarını sohbet türünün türünde eser veren yazarlar Sohbet türünde eser veren özelliklerini göz önünde ve eserleri hakkında genel yazarları Türk edebiyatının bulundurarak okuyunuz ve bir değerlendirmede bulu- dönemleriyle ilişkilendiriniz. bu özellikleri yakın çevre- nunuz. nizle paylaşınız.

90 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Sohbetin kavramsal olarak anlamını açıklayabilme

1 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Bir yazarın gündelik yaşam, insan, sanat ve edebiyatla ilgili bir Sohbet konu hakkındaki düşüncelerini, karşısında okuyucular varmış gibi onlarla sohbet ediyormuşçasına sıcak ve içten bir anlatım- la dile getirdiği, makale planında yazdığı fikir yazısına sohbet denir. Sohbet sözcüğü, dilimize Arapçadan geçmiştir. Sohbet yazarları kültür, sanat, edebiyat, felsefe gibi çeşitli alan- larda birikimleri olan kişilerdir. Ele aldığı konuyu fazla derine inmeden, kanıtlama endişesi taşımadan, okuyucularla dertleşi- yormuş gibi içten bir şekilde anlatır. Düşüncelerini kimi zaman bir atasözü söyleyerek, bir vecize söyleyerek, bazen de ünlü bir düşünürün sözleriyle pekiştirir. En sıkıcı, en ağır konular bile usta bir sohbet yazarının kalemiyle şekillenince neşeyle, keyif- le okunan bir yazı hâline dönüşür. Genellikle üç beş sayfalık kısa yazılardan oluşan bu türün örnekleri gazete ve dergilerde yayımlanır. Bu yazılar daha sonra kitapta toplanabilir. Sohbet, makaleden üslup açısından ayrılır. Makaledeki ağırbaşlı ve ciddi hava sohbet türünde yerini tatlı bir samimiyete bırakır. Sohbet yazıları okuyucuda yazarla sohbet ediyormuş hissini uyandıran yazılardır. Sohbet yazarı bilimsel makale yazan bilim adamı gibi konuda derinlik yaratmaz, fikirlerini kanıtlamak gibi bir zorun- luluğu yoktur. Çözümlemeler yapılır, örnekler verilir, yazarın görüşü okuyucuya sezdirilir ve sonuç bölümünde yazar ulaştığı kararı bildirir. Fıkralar gibi sohbet yazıları da yazarın herhangi bir konu hak- kında görüş ve düşüncelerini ortaya koyarlar. Ancak sohbet yazı- larında yazar daha pişkin daha usta olmaya bakar. Okuyucunun zihnini kamçılamaya çalışırken amacına ulaşmak için ara sıra duygu tellerine de basar. Veya acı durumları ortaya koyarken dertleşmek kaygısıyla, teselli etmek isteğiyle ruhunu okuyucu- nun ruhuna eş eder, onunla birlikte üzülür, şikâyet eder. Bazen de olayların üstüne çıkarak öğüt veren, doğru yollara ışık tutan olgun biri durumuna geçer. Bütün amacı okuyucuyu kendine çekmek, kendi havasına sürüklemektir. Fıkralarda olduğu gibi kişisel görüşler dile getirilir. Dil açık, sade ve durudur. Bu ne- denle her yaştan ve her eğitim düzeyinden insanların bu türdeki yazıları okuyup anlama olasılıkları çok yüksektir. Dildeki sade- lik bakımından denemeyi andıran sohbet, denemeye göre daha uzun bir yazın türüdür. Eleştiri ile deneme arasında kalan söy- leşi türünde yazar genellikle güncel ya da bu niteliğini yitirme- yen konulara odaklanır. Başkalarının düşüncelerini irdelemesi bakımından eleştiriyi andırır. Yazarın kendi görüşlerini kesin yargılara varmadan açıklaması açısından da denemeye benzer. Sohbet yazılarında uzun cümlelerden kaçınılır. Konuşmalar gerektiğinde hikâyemsi bir hava içinde aktarılır. Deyimlerden, ünlemlerden, samimi hitaplardan yararlanılır. Soru cümlelerine sıkça yer verildiği görülür.

91 Sohbet/Söyleşi

Sohbetin temel niteliklerini kavrayabilme, bu türün belli başlı 2 temsilcilerini sıralayabilme

1. Yazar, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli ko- Türk Edebiyatında Sohbet nuşur. 2. Yazar, düşüncelerinin doğruluğunu kabul ettirme konu- sunda ısrarcı değildir. 3. Daha çok yazarın kişisel düşüncelerine yoğunlaşılır. 4. Yazar samimi, içten bir anlatım tarzı kullanır. 5. Yazar çeşitli güncel olayları da kullanarak duygu ve düşün- celerini destekler. 6. Gazete ve dergi yazılarıdır. 7. Günlük konuşma dili kullanılır. Kurallı, sıralı, devrik cümleler gerekli zamanlarda, birbiriyle uyum içinde yer alır. 8. Uzun cümlelerden kaçınılır. 9. Dil açık, sade ve durudur. Bu nedenle her yaştan ve her eğitim düzeyinden insan okuyup anlayabilir. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 10. Yazar, sorulu cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir. Türk edebiyatında Ahmet Rasim (Ramazan Sohbetleri), Yah- ya Kemal Beyatlı (Tarih Musahabeleri), Suut Kemal Yetkin (Edebiyat Söyleşileri), Şevket Rado (Eşref Saati), Melih Cevdet Anday (Dilimiz Üzerine Söyleşiler), Nurullah Ataç (Karalama Defteri), Cenap Şehabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yü- cel, Attila İlhan, Falih Rıfkı Atay, Ercüment Ekrem Talu gibi yazarlar sohbet türünde eser vermiş isimlerdir.

92 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

1 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan 5 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan hangisi doğru değildir?

hangisi doğru değildir? neler öğrendik? A Sohbet yazarları çeşitli alanlarda birikimleri A. Denemeye göre daha uzun bir yazın türüdür. olan kişilerdir. B. Yazar kendi görüşlerini kesin yargılarla açıklar. B. Genellikle üç beş sayfalık kısa yazılardan oluşur. C. Başkalarının düşüncelerini irdelemesi bakımın- C. Diğer yazın türlerinden en uzun olanıdır. dan eleştiriyi andırır. D. Genellikle güncel konulara yer verilir. D. Yazar kendi görüşlerini kesin yargılara varma- E. Yazar, sorulu cevaplı cümlelerle konuşuyormuş dan açıklar. hissi verir. E. Fıkralarda olduğu gibi kişisel görüşler dile geti- rilir. 2 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan hangisi doğrudur? 6 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan A. Soru cümlelerine sıkça yer verilir. hangisi doğrudur? B. Uzun cümlelere yer verilir. A. Yazar okuyucuyu gerçekleri araştırmaya yöneltir. C. Cümleler oldukça karmaşıktır. B. Yazar kendi savunduğu gerçekleri kabul ettir- D. Konular genelde sıkıcıdır. meye çalışır. E. Diğer yazın türlerinden en uzun olanıdır. C. Yazar bilimsel konulara öncelik verir. D. Yazar sadece olayların sonuçlarından hareket 3 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan eder. hangisi doğru değildir? E. Genellikle siyasi konular işlenir. A. Makaleden üslup açısından ayrılır. B. Fıkralarda olduğu gibi kişisel görüşler dile geti- 7 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan rilir. hangisi doğru değildir? C. Dildeki sadelik bakımından denemeye benzer. A. Dil açık, sade ve durudur. D. Belli bir düşünceyi savunmak amacıyla yazılır. B. Uzun cümlelerden kaçınılır. E. Genellikle üç beş sayfalık kısa yazılardan oluşur. C. Konuşmalar gerektiğinde hikâyemsi bir hava içinde aktarılır. 4 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan D. Sıkça uzun cümlelere yer verilir. hangisi doğrudur? E. Kişisel görüşler kabul ettirilmeye çalışılmaz. A. Kişisel görüşler kabul ettirilmeye çalışılır. B. Kanıtlara, belgelere sıkça yer verilir. 8 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan C. Kişisel görüşler kabul ettirilmeye çalışılmaz. hangisi doğrudur? D. Genellikle siyasi konular işlenir. A. Konuşmalar gerektiğinde hikâyemsi bir hava E. Cümleler oldukça karmaşıktır. içinde aktarılır. B. Resmî hitap dili kullanılır. C. Ele alınan konular genellikle sıkıcıdır. D. Kullanılan dil anlaşılmaz ve karmaşıktır. E. Belli bir düşünceyi savunmak amacıyla yazılır.

93 Sohbet/Söyleşi

9 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan 10 Sohbet ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan hangisi doğru değildir? hangisi doğrudur? A. Karşılıklı konuşma dili kullanılır. A. Yazar soruyu bazen kendi kendine bazen de B. Her yaştan insan okuyup anlayabilir. okuyucuya sorar. C. Her eğitim düzeyinden insan okuyup anlayabilir. B. Yazar okuyucuyu sıkça itham eder. D. Fotoğraflar en önemli başvuru kaynağıdır. C. En kısa yazın türüdür. E. Uzun cümlelerden kaçınılır. D. Birden fazla kişinin varlığı söz konusudur. E. Kanıtlara, belgelere sıkça yer verilir. neler öğrendik?

94 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

1. C Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- 6. A Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel-

likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı

2. A Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- 7. D Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- 8. A Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. C Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- 9. D Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. B Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- 10. A Yanıtınız yanlış ise “Sohbetin Tanımı ve Özel- likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt 4 Anahtarı

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te; “1. Arkadaşça, dostça karşılıklı konuşma, hasbıhâl, sohbet 2. Uluslararası iletişim ağ ortamlarını kullanarak çeşitli yazı- lımlar aracılığıyla kişilerle karşılıklı olarak yazılı, sesli veya görüntülü görüşme 3. Bir bilim veya sanat konusunu, konuşmayı andıran biçimde inceleyerek anlatan edebiyat türü” (TDK, 1998, 2022) şeklinde açıklanmaktadır. Sohbet türünde yazar bir anısını, bir yazarı, şairi, onun eserleri hakkındaki değerlendirmelerini, okuduğu bir dergi ve kitap hakkındaki düşüncelerini, iz- lediği bir sinema veya tiyatro hakkındaki yorumlarını, gündelik yaşamda gö- züne takılan şeyleri okuyucularıyla paylaşır. Bu türde yazılan yazılar bir anda okuru etkisi altına alır. Yazar okurla konuşmaya, zaman zaman ona sorular sormaya başlar. Okuyucunun ağzından sorular sorar, okuyuculardan onay bekler, soruları yine kendi cevaplar. Sohbet yazarları kültür, sanat, edebiyat, Araştır 1 felsefe gibi çeşitli alanlarda birikimleri olan kişilerdir. Ele aldığı konuyu fazla derine inmeden, kanıtlama endişesi taşımadan, okuyucularla dertleşiyormuş gibi içten bir şekilde anlatır. Düşüncelerini bazen bir atasözü, vecize söyleye- rek bazen de ünlü bir düşünürün sözleriyle pekiştirir. En sıkıcı, en ağır konu- lar bile usta bir sohbet yazarının kalemiyle şekillenince neşeyle, keyifle okunan bir yazı hâline dönüşür (Emir, 1986, 201). Sohbet, makaleden üslup açısından ayrılır. Makaledeki ağırbaşlı ve ciddi hava sohbet türünde yerini tatlı bir samimiyete bırakır. Okuyucuda yazarla sohbet ediyormuş hissini uyandıran yazılardır. Sohbet yazarı bilimsel makale yazan bilim adamı gibi konuda derinlik yaratmaz, fikirlerini kanıtlamak gibi bir zo- runluluğu yoktur. Çözümlemeler ve örneklemeler yapılır, yazarın görüşürü okuyucuya sezdirilir ve sonuç bölümünde yazar ulaştığı kararı bildirir.

95 Sohbet/Söyleşi

Araştır Yanıt 4 Anahtarı

Fıkralar gibi sohbet yazıları da yazarın herhangi bir konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini ortaya koyarlar. Ancak sohbet yazılarında yazar daha pişkin daha usta olmaya bakar. Okuyucunun zihnini kamçılamaya çalışırken maksa- dına ulaşmak için ara sıra duygu tellerine de basar. Veya acı durumları ortaya sererken dertleşmek kaygısıyla, teselli etmek isteğiyle ruhunu okuyucunun ru- huna eş eder, onunla birlikte üzülür, şikâyet eder. Bazen de olayların üstüne çıkarak öğüt veren olgun biri durumuna geçer. Bütün amacı okuyucuyu ken- dine çekmek, kendi havasına sürüklemektir (Emir, 1976, 174-175). Fıkralarda olduğu gibi kişisel görüşler dile getirilir. Dil açık, sade ve durudur. Bu nedenle her yaştan ve her eğitim düzeyinden insanların bu türdeki yazıları okuyup anlama olasılıkları çok yüksektir. 1. Yazar, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuşur. 2. Yazar, düşüncelerinin doğruluğunu kabul ettirme konusunda ısrarcı de- Araştır 1 ğildir. 3. Daha çok yazarın kişisel düşüncelerine yoğunlaşılır. 4. Yazar samimi, içten bir ifade tarzı kullanır. 5. Yazar çeşitli güncel olayları da kullanarak duygu ve düşüncelerini destekler. 6. Gazete ve dergi yazılarıdır. 7. Günlük konuşma dili kullanılır. Kurallı, sıralı, devrik cümleler gerekli zamanlarda, birbiriyle uyum içinde yer alır. 8. Uzun cümlelerden kaçınılır. 9. Dil açık, sade ve durudur. Bu nedenle her yaştan ve her eğitim düzeyin- den insan okuyup anlayabilir. 10. Yazar, sorulu cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir.

Türk edebiyatında Ahmet Rasim, Yahya Kemal Beyatlı, Suut Kemal Yetkin, Şevket Rado, Melih Cevdet Anday, Nurullah Ataç, Cenap Şehabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel, Attila İlhan, Falih Rıfkı Atay, Ercüment Ekrem Araştır 2 Talu gibi yazarlar sohbet türünde eser veren yazarlardır. Ramazan Sohbetleri, Tarih Muhasebeleri, Karalama Defteri, Dilimiz Üzerine Söyleşiler de bu türün örnekleri arasında yer almaktadır.

96 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Kaynakça

Ahmet Rasim (2011). Ramazan Sohbetleri. İstanbul: Nurullah Ataç (2010). Karalama Defteri. İstanbul: Kapı Yayınları. Yapı Kredi Yayınları. Ateş, Kemal (1990). Türk Dili. Ankara: İmge Özdemir, E. (1983). Yazı ve Yazınsal Türler. İstanbul: Kitabevi. Varlık Yayınları. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (1986). Redhouse Büyük Sözlük (1997). İstanbul: Redhouse İstanbul: Gelişim Yayınları. Yayınevi. Emir, Sabahat (1976). Kompozisyon Yazma Sanatı. Suut Kemal Yetkin (?). Edebiyat Konuşmaları. İstanbul: Emir Yayınları. İstanbul: Remzi Kitabevi. Emir, Sabahat (1986). Örnekleriyle Kompozisyon Şevket Rado (2007). Eşref Saati. Ankara: Elips Yazma Sanatı. Ankara: Türk Dünyası Kitabevi. Araştırmaları Vakfı Yayınları: 25. Türkçe Sözlük (1998). Ankara: Türk Dil Kurumu Melih Cevdet Anday (1996). Dilimiz Üzerine Yayınları. Konuşmalar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Yüzbaşıoğlu, Muammer (1984). Örneklerle Yazılı Nurullah Ataç (2008). Söyleşiler. İstanbul: Yapı ve Sözlü Anlatım Bilgileri. İstanbul: Serhat Kredi Yayınları. Yayınları.

97 Bölüm 5

Gezi/ Seyahat Yazısı

Gezi Yazısı Anı ve Günlük 1 Gezi yazısının temel özelliklerini 2 Anı ve günlük türünün temel açıklayabilme, Türk ve Dünya özelliklerini açıklayabilme, Türk ve edebiyatındaki gelişim seyrini Dünya edebiyatındaki gelişim seyrini algılayabilme, türün belli başlı yazar ve algılayabilme, türün belli başlı yazar ve 1 eserlerini tanıyabilme 2 eserlerini tanıyabilme öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Gezi Yazısı • Seyahatname • Anı • Günlük

98 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ yemek kültürleri, yan ayrıntılar olarak gezi yazısı- Kitabımızın bu bölümünde gezi/seyahat yazı- nı destekler. Bundan dolayı gezi yazıları edebiyatın sı, anı ve günlük türlerine yer vereceğiz. Hemen olduğu kadar tarihin, sosyolojinin, antropolojinin, herkesin yaşamında en az bir defa okuduğu türler ekonominin, coğrafyanın ve bilimin de ilgi alanı- arasında olan ve zevkle okunan, zihni dinlendiren na girmektedir. Dolayısıyla gezi yazılarının kendi türler arasında yer alan bu türlerin öncelikle an- zamanlarına olduğu kadar kendilerinden sonraki lamsal olarak geçmişten günümüze nasıl bir içerik- zamanlara da seslenebilme özellikleri vardır. le geldiğini irdeleyeceğiz. Türlerin Türk ve Dünya Batı edebiyatlarında olduğu gibi, Türk ede- edebiyatında gösterdiği gelişim seyrini, yazarlarını, biyatında da başka coğrafyalara, ülkelere yapılan eserlerini dönemsel olarak değerlendireceğiz. yolculuk olgusuna bağlı olarak yazılan roman ve Bildiğimiz gibi her tür zaman zaman özelliği- hikâyelere rastlanmaktadır. Mesela Homeros’un ne bağlı olarak farklı kollara ayrılabiliyor, içeriğine İliada ve Odysseia’sı başta olmak üzere Voltaire’in göre alt dalları oluşabiliyor. Üzerinde duracağımız Candide’i, Cervantes’in Don Quijote’u, Jean- türlerde de her birinin kendi arasında hangi alt kol- Jacques Rousseau’nun Yalnız Gezerin Hayal- lara ayrıldığı, bu alt kolların diğerinden farklı olan leri, Goethe’nin Wilhelm Meister’ın Yolculuk yönleri, temsilcileri ve bunların verdikleri eserleri Yılları isimli eseri; Hermann Melville’in Moby tanıyacağız. Bu isimlerin, eserlerin kimi tanıdığı- Dick’i, Daniel de Foe’nun Robinson Crusoe’su, mız, bildiğimiz kimisi ise ilk defa duyduğumuz Lewis Carrol’ın Alice Harikalar Diyarında’sı, Jo- olacak. Tanımadıklarımızı, bilmediklerimizi bu nathan Swift’in Gulliver’in Seyahatleri kitabı; bölümde tanıyacağız, bildiklerimizi ise buradan Stevenson’ın Define Adası, Jules Verne’in Onbeş edindiğimiz bilgiler çerçevesinde pekiştireceğiz, ek- Yaşında Bir Kaptan, Seksen Günde Devr-i Âlem, siklerimizi tamamlayacağız. Arzın Merkezine Yolculuk, Ay’a Seyahat, Denizler Bölüm içinde her türe örneklik edecek okuma Altında Yirmi Bin Fersah gibi eserleri, Hermann parçaları yer alıyor. Bu okuma parçaları aracılığıyla Hesse’in Siddharta’sı bu konuda verilebilecek baş- edindiğimiz bilgileri pekiştireceğiz. Dağarcığımıza lıca örneklerdendir. eklenecek yeni bilgilerin, isimlerin kalıcı olması ve Aynı şekilde Türk edebiyatında da ilhamını gez- yakın çevremizle bu edindiklerimizi paylaşmamız mek fikrinden alan bu tarz eserlere rastlamaktayız. dileğiyle… Ahmet Midhat Efendi’nin Hasan Mellah’ı Paris’te Bir Türk’ü, Acâib-i Âlem’i, Yakup Kadri’nin Bir GEZİ YAZISI Sürgün’ü, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanı, Halide Edip Adıvar’ın Handan’ı, Refik Gezmek, insanın doğasındaki en temel eylem- Halit Karay’ın Sürgün ve Gurbet Hikâyeleri, Hüse- lerden birisidir. İnsanlar ekonomik, dinî, askerî, bi- yin Rahmi Gürpınar’ın İki Hödüğün Seyahati, Er- limsel, turistik veya buna benzer pek çok nedenden cüment Ekrem Talu’nun Meşhedi ile Devr-i Âlem’i dolayı gezerler. Bazı kişiler gezip gördükleri yer- ilk anda hatırlanabilecek gezi merkezli roman ve lerin özelliklerini yazıya aktarmaktan hoşlanırlar. hikâyelerdir. İşte gezi yazılarının temelde ortaya çıkışı burasıdır. Bunlardan anlaşılacağı üzere gezi yazısı, yurt dışın- da veya yurt içinde gezip görülen yerlerin, mimari, Dünya Edebiyatında Gezi Yazısı kültürel, dinî, ticari, tarihî vb. yönlerinin anlatıldı- Bütün dünya edebiyatlarında geçmiş yüzyıl- ğı yazılardır. lardan beri gezi yazılarına rastlanmaktadır. Resmi Gezi yazıları, çok değişik edebiyat türleri- görevlerle başka ülkelere gitme; savaş, hastalık, kıt- ne kaynaklık ettiği gibi, anı ve günlük türleriyle lık, ticaret, din gibi nedenlerle başka yerlere göçme de önemli ortak tarafları vardır. Bununla birlikte gibi sosyal etkenlerin haricinde ilginç yerler görme, gezi yazılarının temel hareket noktasının coğraf- yeni coğrafyalar keşfetme gibi bireysel amaçlarla da ya olduğu unutulmamalıdır. Üzerinde durulan çıkılan yolculuklar, görülen yerler, gezi yazıları için coğrafyanın tarihi, insanı, yaşam biçimi, mimari- birer kaynak olabilmektedir. Batılı edebiyatlarda si, ulaşımı, günlük hayatı, gelenek ve görenekleri, zengin aristokratların yeni yerler görme merakı, ahlak ve hukuk anlayışı, inançları, giyim tarzları, din adamlarının dinî amaçlarla başka toplumlara

99 Gezi/ Seyahat Yazısı

açılma düşünceleri de zaman zaman gezi yazıları- Türk Edebiyatında Gezi Yazısı nın yazılmasına yol açmıştır. Türk edebiyatında da Tanzimat öncesi Türk edebiyatında, daha çok seyahatname adıyla bilinen yazılar edebiyatımız- “seyahatname” adı altında gezi yazılarına rastla- daki ilk gezi yazıları olarak kabul edilebilir. Dünya maktadır. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu- edebiyatında en bilinen gezi yazıları şunlardır: nun son yüzyıllarında Batı ile ilişkilerin geliştiril- • Homer, Odyssey (MÖ 8.yy) mesi maksadıyla gönderilen elçilerin yazmış olduğu • Xenophon, Anabassis (MÖ 5.yy) Sefaretnameler de gezi yazısı sınıfına sokulabilirler. • Pausanias, Yunanistan’ın Tanıtımı (MÖ Türk edebiyatında seyahatname türüne örnek 2.yy) olabilecek ilk eser Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın • İbni Fazlan, Risale ismiyle bilinen Seyahat- Hıtay Sefaretnamesi olarak da bilinen 1422 ta- namesi (10.yy.) rihli Acâibü’l-Letâif’idir. Bundan sonra Ali Ekber Hıtâî’nin Hıtâînâme’si(1515-1516), Pirî Reis’in • Nasir Hüsrev (1004-1088), Sefername Kitab-ı Bahriye’si (1521/1526) Seydi Ali Reis’in • Marco Polo (1254-1224), Dünyanın Hika- Mir’atü’l-Memâlik’i (1557), Trabzonlu Âşık Meh- ye Edilişi met Çelebi’nin Menâzıru’l-Avâlim’i (1597) sadece • İbni Batuta (1304 – 1368), Rihlet’ül- İbni Türk edebiyatının değil, 17. yüzyıl dünya edebi- Batuta isimli Seyahatnamesi yatının da en büyük eserlerinden sayılan Evliya • Muhammet Babur (1483-1531), Babur- Çelebi’nin 10 ciltlik Seyahatname’si, Nâbî’nin name 1712’de tamamladığı Tuhfetü’l-Haremeyn’i, • Fernão Mendes Pinto (1509–1583), Hac Fransa’yı ilk kez geniş biçimde tanıtan ve 1690’lar- da yazıldığı sanılan Süleyman Ağa Seyahatnamesi, • Lady Mary Wortley Montagu (1689– Kâtip Çelebi’nin, 1648’de yazmaya başladığı ve 1762), Türk Sefaret Mektupları (Şark Mek- 1732’de basılan Cihannümâ’sı, Keçecizade İzzet tupları adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir.) Molla’nın, Keşan’a sürgününü anlattığı Mihnet- • Thomas Jefferson (1743–1826), Thomas Keşan mesnevisi ve bunların yanı sıra İbrahim Jefferson’ın Seyahatleri Paşa’nın, Viyana Sefaretnamesi (1719), Ahmet • Heinrich Heine (1797–1856), Seyahat Re- Dürrî Efendi’nin İran Sefaretnamesi (1721) Niş- simleri li Mehmet Ağa’nın Rusya Sefaretnamesi (1730), • Alexis de Tocqueville (1805–1859), Mehmet Efendi’nin Lehistan Sefaretnamesi Amerika’ya Yolculuk (1730), Hattî Mustafa Efendi’nin Nemçe Sefa- • Gerard de Nerval(1808-1855), Doğuya Se- retnamesi (1748), Ahmet Resmî Efendi’nin Viya- yahat na Sefaretnamesi (1758) ve Prusya Sefaretnamesi (1764), Vasıf Efendi’nin İspanya Sefaretnamesi • Charles Dickens (1812–1870), İtalya’dan (1787-88), Ebubekir Ratib Efendi’nin Nemçe Se- Resimler faretnamesi (1791-92), Yirmisekiz Çelebi Mehmet • Gustave Flaubert (1821–1880), Flaubert Efendi’nin Fransa Sefaretnamesi (1720-21) Tanzi- Mısır’da mat öncesinde yazılan seyahat eserleri veya içinde • Henry James (1843–1916) Fransa’da Kü- gezilen, görülen yerlere dair bilgiler içeren eserler çük Bir Tur olarak anılabilirler. • Edmond de Amicis (1846-1908), İstanbul Tanzimat sonrasında ise Batı edebiyatların da • Pierre Loti (1850-1923), İsfahan Seyahat- yakından tanınmasıyla gerek çeviri yoluyla batılı namesi yazarların, gerek doğrudan Türk yazarlarının gezi • André Gide (1869–1951), Kongo’ya Seyahat yazılarının edebiyatımızda sayıca artmaya başladığı görülmektedir. Bunda bilhassa batılılaşma politi- • John Steinbeck (1902–1968), Rusya kalarına bağlı olarak batılı ülkelere ait intibaların Güncesi önemli bir yeri vardır. Gelenekten gelen seyahat- • Heinrich Harrer (1912–2006) Tibet’te Yedi name kültürünün yanı sıra, modern düşünceyle Yıl yaygınlık kazanmaya başlayan yeni yerler görme, • Dennison Berwick (1956-), Amazon ve egzotik yerler keşfetme anlayışının da bu tarz eser- Ganj Boyunca Yürümek lerde bir etken olduğu söylenebilir.

100 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Sadık Rıfat Paşa’nın İtalya Seyahatnamesi tığı İtalya seyahatini Dağa Çıkan Kurt’ta Yolculuk (1838), Mustafa Sami Efendi’nin Avrupa Risa- Notları başlığı altında anlatır. Burada Halide Edip lesi (1840), Mehmet Rauf’un, Seyahatname-i Atina, Selanik, Venedik, Verona ve Tirol şehirlerine Avrupa’sı (1851), Hayrullah Efendi’nin Avrupa ait gözlemlerini, bu şehirlerin tarihî, kültürel, sa- Seyahatnamesi (1864) Ömer Faiz Efendi’nin Sul- natsal, mimari taraflarını dikkatlerimize sunar. tan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati (1867) Ahmet Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alp Dağlarından Midhat Efendi’nin oldukça hacimli Avrupa’da ve Miss Chalfrin’in Albümünden (1942) kitabında Bir Cevelan’ı (1889) Ahmet İhsan’ın Avrupa’da 1926’da hastalığı dolayısıyla tedavi olmak için git- Ne Gördüm (1891), Doktor Hüseyin Hulki’nin tiği İsviçre Alpleri’nde yaşadıklarını, gördüklerini Berlin Hatıratı (1892) Karçıncızade Süleyman günlük yaşam çerçevesinde tarihsel ve sanatsal bir Şükrü’nün Seyahatü’l-Kübra’sı (1907) Gümrük perspektifle birlikte verir. Müdürü Mustafa Sait Bey’in Avrupa Seyahat- namesi (1898) Fağfurizade Hüseyin Nesimi’nin Celal Esad, 1928 tarihli Seyahat İntibaları ki- Seyahat’i (1904) Celal Nuri’nin Şimal Hatıra- tabında İtalya’nın antik Pompei, Venedik, Ceno- ları (1914) ve Kutup Musahabeleri (1915) Halit va şehirlerini; Hollanda’nın Amsterdam; İsveç’in Ziya’nın Almanya Mektupları (1915) ve Alman Stockholm ve Finlandiya’nın Helsingfürs şehirle- Hayatı (1915), Selim Sırrı’nın Bizce Meçhul rinde gördüklerini anlatır. Hayatlar: İsveç’te Gördüklerim (1327), Cenap Cumhuriyet öncesi dönemde de gezi kitapları Şahabettin’in Avrupa Mektupları (1919), Ömer bulunan Selim Sırrı Tarcan, 1940’ta basılan Üç İrfan Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi (1292), Mü- Diyarı: Finlandiya, İsveç, Danimarka kitabında ve hendis Faik’in kaleme aldığı Seyahatname-i 1948 tarihli Yurt Dışında:Londra’da Gördüklerim Bahr-i Muhit(1868), Seyyah Mehmed Emin’in adlı kitabında kuzey ülkelerine yaptığı gezileri ve İn- İstanbul’dan Asyâ-yı Vustâ’ya Seyahat (1878), giltere başkentinin gelişmişliğini anlatmaktadır. Düyûn-ı Umumiye müfettişi Âli Bey’in Seyahat Yirminci yüzyıl şiirimizin önemli isimlerinden Jurnali (1898), İbrahim Abdüsselâm’ın Yemen biri olan Ahmet Haşim’in Cumhuriyet Dönemi’nde Seyahatnamesi (1907) Cenap Şahabettin’in Hac yazmış olduğu Frankfurt Seyahatnamesi’nde Yolunda’sı (1896-98), Tanzimat sonrasında yazılan (1933)e v Bize Göre’nin (1928) “Bir Seyahatin gezi yazısı eserleri arasında sayılabilirler. Notları” kısmında Frankfurt’a ve Paris’e dair ol- dukça ince ayrıntılara dayanan, şair bir kişiliğin Cumhuriyet Dönemi Türk ince hassasiyetinin dikkatinden çıkmış gezi yazıları Edebiyatında Gezi Yazısı yer almaktadır. Haşim, tedavi maksadıyla gittiği Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatına geldiği- Frankfurt’un ve 1928’deki Paris ziyaretinin izle- mizde ise daha zengin bir gezi edebiyatıyla karşıla- nimlerini şiirlerinde alışık olduğumuz kapalılığın şırız. Bir taraftan batının daha yakından tanınmaya aksine oldukça açık anlamlı tasvirci, tahlilci bir başlanmasıyla değişik batılı ülke ve şehirlerine ait çerçeveden verir. Haşim, zaman zaman ironik gön- gezi yazıları artmaya başlar; diğer taraftan özellikle dermelerle dolu sanatkârane bir üslupla Alman ve Cumhuriyet düşüncesine bağlı olarak ortaya çıkan Fransız toplumunun modern yaşama biçiminden, Anadoluculuk ve memleket edebiyatı, Anadolu insan çeşitliliğine, sanatsal, tarihsel, kültürel zen- coğrafyasını, insanını, kültürünü, tarihini, yaşa- ginliğine uzanan bir genişlikte bir anlamda modern ma biçimini ön plana çıkarır. Buna bağlı olarak da Avrupa hayatını dikkatlerimize sunar. bilhassa Anadolu’nun değişik şehir ve bölgelerine Bir coğrafya öğretmeni olan Faik Sabri Du- ait gezi yazıları dikkat çekmeye başlar. Bunların bir ran, gezip gördüğü yerlere dair pek çok resmin kısmının röportajla karışık gezi yazısı olduğunu da de yer aldığı, İstanbul’dan Londra’ya Şileple Bir belirtmek lazımdır. Yolculuk (1934) ve Akdeniz’de Bir Yaz Gezinti- Halide Edip Adıvar’ın 1937’de Londra’da bası- si (1938) isimli kitaplarında açık deniz izlenim- lan İnside İndia kitabı dışında Türkçede bir gezi ki- lerinden İstanbul’dan, Lizbon’dan, Atina’dan, tabı olmamakla birlikte pek çok eserinde gezi yazısı Amsterdam’dan, Londra’dan, Paris’ten, ve pek çok sayılabilecek bölümler vardır. Adıvar, 1924’te çık- İtalyan şehrinden bahseder.

101 Gezi/ Seyahat Yazısı

Edebiyatımızın önemli edebiyat tarihçilerinden • Şair Şükûfe Nihal, Finlandiya (1935) ve biri olan İsmail Habip Sevük, Türkiye dışına yap- Domaniç Dağları’nın Yolcusu (1946) tığı seyahatlerine ait gözlemlerini Tuna’dan Batı’ya • Haldun Taner’in Düşsem Yollara Yollara (1935) kitabında ve yurt içi gezilerine ait intibala- (1979) ve Berlin Mektupları (1984) rını ise Yurttan Yazılar (1943) isimli eserinde bir • Bedri Rahmi Eyüboğlu, Canım Anado- araya getirmiştir. lu(1953) Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının ro- • Hikmet Feridun Es, Aşk Tamtamları (1953) man alanındaki en önemli isimlerinden biri olan Reşat Nuri Güntekin, iki ciltlik Anadolu Notları • Burhan Arpad, Tuna’dan Şimal’e Avrupa (I.C.1936; II.C. 1966) eseriyle gezi edebiyatının (1953), Uçuş Günlüğü (1959), Gezi Gün- da en güzel örneklerinden birini verir. Anadolu’da lüğü (1962), Avusturya Günlüğü (1963) yaptığı memuriyetler dolayısıyla yakından tanıma • A. Rıza Akısan, Güney Akdeniz ve Afrika fırsatı bulduğu Anadolu insanı, Anadolu coğraf- Seyahati (1954), Trenle Avrupa’yı Dolaş- yası, kültürü, tarihî, yaşama biçimi, ıztırabı, se- tım (1956), Anadolu’da Seyahat (1958), faleti ve ihtişamı ve her türlü manzarasıyla Reşat Amerika’yı Dolaştım (1958) Nuri’nin bu eserinde yer alır. • Hasan-Âli Yücel, Kıbrıs Mektupları (1957), Cumhuriyet Dönemi’nin yine önemli yazar- İngiltere Mektupları (1958) larından birisi olan Falih Rıfkı, gezi edebiyatına • Fikret Otyam, Ha Bu Diyar (1959), Do- ona yakın sayıdaki eseriyle katkıda bulunmuştur. ğudan Gezi Notları (1960), Topraksızlar Denizaşırı (1931), Yeni Rusya (1931), Yolcu Def- (1963), Can Pazarı (1969), Ne Biçim Ame- teri (1946), Taymis Kıyıları (1934), Bizim Akdeniz rika,e N Biçim Rusya (1970), Karasevdam (1934), Tuna Kıyıları (1938) ve Hind (1944) isim- Anadolum (1976), Adı Yemendir (1981) li kitaplarında Brezilya’nın tropik ormanlarından • Selahattin Batu, Romancero (1953), İsviç- Rusya coğrafyasına kadar geniş bir coğrafyadaki re Günleri (1966), Avusturya ve Venedik gezilerinde gezip gördüklerini gözler önüne serer. Günleri (1970), İspanya Büyüsü (1972) Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’i deneme, • Melih Cevdet Anday, Sovyet Rusya, Azer- hatıra ve benzer türlerle karışık bir şehir monog- baycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaris- rafisi olmakla birlikte, içinde yazarın yaşayıp gör- tan (1965) düğü İstanbul, Ankara, Konya, Bursa ve Erzurum • Hikmet Birand, Anadolu Manzaraları şehirlerine ait intibaların da yer alması dolayısıyla (1983) gezi edebiyatı içinde de düşünülebilir. • Gülten Dayıoğlu, Bambaşka Bir Ülke: Bunların dışında aşağıdaki yazarlar da adı geçen Amerika’ya Yolculuk, Kafdağının Ardına eserleriyle Cumhuriyet Dönemi gezi yazısı edebi- Yolculuk (1988), Okyanuslar Ötesine Yol- yatına önemli katılarda bulunur: culuk (1988), Kenya’ya Yolculuk (1993), • Sadri Ertem, Bir Vagon Penceresinden Mısır’a Yolculuk (1993) (1934); Ankara-Bükreş (1938) • Buket Uzuner, Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi • Samet Ağaoğlu, Strazburg Hatırala- Notları (1989) rı (1962), Sovyet Rusya İmparatorluğu (1966)

102 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Caddeler kışla, köşk, mağaza ve mektep pencereleri burada Ahmet Haşim hep Alman kadınının eliyle, ruhu aynı mahrem hülyalarla deli edecek gizli bir saadet marifetiy- Sabah kahvaltısından sonra otelimden çık- le süslendirilmiştir. Yalnız Alman pencerelerinin tım. Bana şimdilik her şeyi kapalı olan Frankfurt sırrını kavrayıp getirecek olan bir kimse, kendini caddelerinde gelişi güzel dolaşıyorum. memleketine güzel bir hizmet yapmış addedebilir. Seyyahın yabancı kaldırımlar üzerinde göze Fakat bu muhteşem sokak dekoru içinde ne çarpan bir acayip hali var: Gözleri, etraftaki garip işler gören adamlar göze çarpıyor: İyi giyin- izahatsız eşyayı kavramak için yataklarından miş, iyi taranmış, yüzü rahat birtakım efendiler, lüzumundan fazla fırlamışlardır; kulakları ise, caddelerin muhtelif noktalarında küme küme işittiklerinin manasını seçebilmek mezbuhane durarak şarkı söyleyip mızıka çalıyorlar. Ne var? gayretiyle sersemleşmiş başının iki yanında asabi Bir umumi neş’e mi, bir bayram mı var? Hayır, yapraklar gibi dikilmişlerdir. Victor Hugo’nun ne neş’e, ne de bayram! Bunlar Almanya’nın, ade- İstanbul’u gören meşhur patlak gözlü adamı bir di günden güne artan sefalet habercileri, işsizleri, karikatür değil, seyyahın daima doğru kalacak dilencileridir. olan bir portresidir; Frankfurt caddelerinde, ka- barık dikkatlerimle, kendimi bu karikatüre dön- Gelip geçenlerin yolunu terbiyeli bir tebes- müş hissediyorum. sümle kesen ve teneke kutular uzatıp kâğıttan sarı, pembe, beyaz çiçekler dağıtan şu adamlar Etrafıma bakınıyorum: ne istiyor? Bunlar artık Almanya’yı ağzına kadar Hayalimizde bile görmediğimiz kadar geniş, dolduran sayısız sakat, yetim, fakir, hasta cemi- hendesî, temiz, pergel ve zevkin müşterek eseri, yetlerinin sadaka toplayıcılarıdır. nihayetsiz caddeler. Bu caddeler o kadar mükem- Sarı bezden uydurma bir avcı üniforması mel şeyler ki bunları “gördüm” diye ayrıca not üzerinde, uydurma bir kayış, uydurma bir matra etmeyi kendimce lüzumsuz bir iş addetmiyorum. ve bir muhayyel müstakbel seferin uydurma teç- Büyük ve zengin camekânları, henüz elifi- hizatıyla erken süslenmiş şu bayağı çehreli adam- ni bilmediğimiz bir göz avlama sanatının zalim lar kim? Bunlar Hitler askerleridir. Etrafa yan incelikleriyle düzeltilmiş mağazalar... Sabahın bakarak, sessiz ve karanlık dolaşan kırmızı kra- pembe aydınlığında parıl parıl yanan kocaman vatlı gençler kim? Bunlar da Hitler’cilerden daha billûr camların arkasında âdi bir meyva, çiğ bir hayırlı olmayan komünistlerdir. biftek, bir cep defteri, bir halı, bir stilo firuzeden Akşam oluyor: Lacivert gece, bin bir ışık be- bir bilezik veya pırlanta bir gerdanlığın korkunç neğiyle caddeleri dolduruyor; karanlık köşelerde cazibesiyle gözü çekiyor. Caddelerin sağında ve siyah mantolarına sarılmış birtakım korkak, genç solunda tıpkı İkinci Frederik’in meşhur piyadeleri kadın çehreleri belirdi. Bunlar bir değil, iki değil, gibi sert, bir hizada dizilmiş ve mağrur cepheleri belki binlerden fazla! Bunlar ne? Bunlar da aç- baştan başa ticari altın yazılarla kaplanmış granit lığın günden güne artırdığı kıt müşterili Alman renginde hayat kaynağı koca binalar... Bunların gece fahişeleridir. bana verdiği göz zevkinden burada ayrıca bahset- meyeceğim. Yalnız “pencereler” üzerinde duraca- Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat ğım: Arkalarında kış fidanlarının kırmızı çiçekleri içi kurtludur. ve iri yeşil yapraklarının tembel tembel dinlen- Kaynak: diği, silinmiş büyük kristal camlı, bembeyaz tül Ahmet Haşim, Frankfurt perdeli mes’ut Frankfurt pencereleri! Hastane, Seyahatnamesi’nden.

103 Gezi/ Seyahat Yazısı

Öğrenme Çıktısı

1 Gezi yazısının temel özelliklerini açıklayabilme, Türk ve Dünya edebiyatındaki gelişim seyrini algılayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Gezi yazılarının ana konusu nedir? Dünya edebiyatında ne za- mandan beri gezi yazılarına rastlanmaktadır? Tanzimat sonrasında gezi Cumhuriyet öncesi ve son- yazılarının sayıca artması- Cumhuriyet Dönemi’nde rası dönemde gezi yazısın- nın sebeplerinden en önem- gezi yazısı türüne ait geliş- daki gelişmeleri değerlendi- lisi nedir? meleri anlatınız. riniz. Cumhuriyet’in ilanından sonra Anadolu’ya dair gezi yazılarının sayıca artması- nın en önemli sebebi nedir? Bunlar arasında en dikkate değer olan gezi kitabı hangi yazarımızındır?

ANI VE GÜNLÜK Anı “Geçmişte yaşanan veya olup biten bir şeyi hatırlamak; hatırlayarak anmak” manasındaki “anı” kelimesi, “anmak” fiil kökünden (-ı) yapım ekiyle türetilmiş (yapmak-yap-ı, çatmak-çat-ı, yazmak-yaz-ı vb.) bir isimdir. “Hatırda ka- lan, hatıra gelen şey” anlamındaki “hatıra” kelimesi ise, Arapça “hutur” kökünden türetilmiş bir isimdir. “Hatırât” da onun çoğul hâlidir. “Anı”, “hatıra”, “hatırât” kelimelerinin bugünkü an- lamda dilimizde kullanılması ve bir türü karşılamak üzere kavramlaşması oldukça yenidir. XIX. yüzyılın ikinci yarı- sında Fransızcadaki “memories” kelimesi, “hatırât” (hatıra- lar) kelimesiyle karşılanmıştır. Yakın döneme kadar kelime/kavramın hem çoğul (hatırât) hem tekil (hatı- ra) hâli kullanılmıştır. Söz konusu kavramın “anı” kelimesi ile karşılanması çok daha yenidir. Anı/hatıra/hatırât; kişinin yaşadıkları, gördükleri ve işittiklerini, üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra hatırlaması ve bu hatırladıklarını kendi algı ve bakış açısına göre yazmasıdır. İnsanın hafıza ve hatırlama gücüne dayanan bu eylem sonucu ortaya konan farklı uzunluktaki nesir metinlerine de anı/hatıra/hatırât denir. Anılar, kişinin bütün bir hayatını kapsayabileceği gibi, hayatının sadece bir dönemine ait herhangi bir olay ve gözlemleriyle de sınırlı olabilir. Buna bağlı olarak hacmi belirlenecek olan anı türünün uzunluğu veya kısalığı hakkında belli bir ölçü söz konusu değildir.

104 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Geçmişte yaşanan olaylara dayanması, doğal hikâye, roman, masal gibi belli olaylar dizisini anlat- olarak anıyı tarihe yaklaştırır. Bir başka ifadeyle maya dayanan edebiyat türlerine benzer. Anı, söz tarih toplumsal, anı ise daha çok bireysel bir tarih- konusu türlerden -yukarıda belirtildiği gibi- anlatı- tir. Ayrıca, kişinin yaşadıkları ve gözlemlediklerini lanların gerçeği ve yaşanmışı esas almasıyla ayrılır. anlatmaları bakımından otobiyografi, seyahatna- Hikâye ve roman, birebir yaşanmış gerçeği anlatma me, sefaretname, tezkire, mektup ve günlük türleri eamacı v iddiasında değildir. Şair ve yazar eserinde ile anı arasında önemli ortaklıklar mevcuttur. Söz (hikâye, roman, şiir, tiyatro vb.), kendi hayatı veya konusu türlerin birbirlerinden ayrıldıkları temel çevresine dair gözlemlerinden faydalanmakla bera- nokta, içerikleri, yazılış amaçları ve üsluplarındaki ber, bu malzemeyi esere dönüştürürken ciddi bir farklılıklardır. seçme-ayıklama süzgecinden geçirir. Yaşanmamış Yaşanılan, görülen ve işitilenlerin, üzerinden veya gerçek dışı şeyler (olay, insan, mekân) ilave belli bir zaman geçtikten sonra yazılması, anıların edebilir. Daha da önemlisi yazar, bütün bu malze- ayrıntıdan ve anlık subjektif yargılardan önemli öl- meyi, yaratıcı gücü, sanat anlayışını vermek istediği çüde temizlenmesini sağlar. Anıyı günlük’ten ayıran mesaja göre yeniden kurgular. Bu sebeple edebiyat temel özellik de burada karşımıza çıkar. Yaşanılan- eseri kurgusaldır. Hâlbuki anı, yaşanan veya göz- ların hemen sıcağı sıcağına yazılması olan günlük, lemlenen gerçekleri anlatma iddiasındadır. Bunun- anıya göre bir hayli ayrıntı içerdiği gibi, bir o kadar la birlikte anıda kalem sahibi birtakım değişiklikler da subjektif yargılar içerebilir. Bununla birlikte anı- yapabilir. Edebiyat eseri ile anıyı birbirine yaklaş- larda anlatılanların, her zaman yazanın bakış açısı tıran temel değer, anlatılanların kurgusallığı ile dil çerçevesinde bize aktarıldığını unutmamak gerekir. ve üslubudur. Eğer anı yazarı, hatıralarını -gerçeği Üstelik yaşananların aradan geçen uzun zaman zedelemeden- belli bir kurgu içinde sunabiliyor ve sonra hatırlanarak anlatılması, bazı şeylerin unu- kendine özgü estetik bir dil ve üslupla kaleme ala- tulması veya yanlış hatırlanmasını da beraberinde biliyorsa eseri, edebîlik değeri kazanır. getirebilir. Bu sebeple anıların tarihî bir belge ola- Anıların yazılış amaçları konusunda farklı se- rak kullanılması, verilen bilgilerin diğer kaynaklar beplerden bahsedilebilir. Kişinin yaşayıp gördük- ve belgelerle karşılaştırılması hâlinde mümkün ola- lerini gelecek nesillere aktarıp bunlardan ders al- bilir. Nitekim edebî türlerin “en ziyade ferdî olanı” malarını istemesi, geçmişteki olay ve gelişmelerin değerlendirmesinde bulunan Yahya Kemal, bir kıs- gelecekte büsbütün unutulması veya yanlış bilin- mını yazıp yayımlamasına rağmen, hatıraların oku- mesinin önüne geçme düşüncesi, kendisi ve haya- yucu tarafından şüphe ve tereddütle karşılanacağı tının kamuoyu tarafından doğru biçimde bilinmesi ihtimali üzerinde durur. ve tanınması arzusu, toplumun tarih ve kültürüne katkıda bulunma isteği, bu sebepler arasında sayı- “Hâtırât yazmak kimin hatırından geçmemiş- labilir. Bunların ötesinde insan, geçmişi hatırlamak tir? Bu nev’-i edebiyata kim kendini yakından ehil ve -duygu veya düşünce planında- yeniden yaşa- görmemiştir? İsmi üstünde olduğu gibi, bütün edebî maktan zevk alır. nevîlerin en ziyâde ferdî olanı bu olduğu için, hiç şüphesiz ki en fazla sahtekârlığa ve yalancılığa Kâmildir o insan ki yaşar hâtıralarla; müsâid olanı yine budur. Kâdi ola da’vacı vü muhzır dahi şâhid meselesi bu nevîde hükümfermâdır. Lâkin Bir başka kerem beklemez artık gelecekten; (Yah- tabiatın ne kadar garip bir kanunu vardır. Hâtırat ya Kemal Beyatlı) kadar az inandıran nevî de yok gibidir. Jean-Jacques Rousseau gibi, hâtırâtını kendi aleyhinde yazan bir Nurullah Ataç bu konuda şunları söyler: “Ha- muharrire kâriler derhal inanır da, kendini temiz, yatın asıl zevklerinden biri de hatırlamak, mütemadi güzîde gösterene inanmaz, hele böbürlenene, ‘şöyle oluş halindeki dünyaya bakmayıp içimizdeki olmuş demiştim, böyle yapmıştım...’ diyene burun büker.” âlemi seyretmek zevki değil midir?.. Yaşadığımızı (Beyatlı 1976: 117-118) onunla anlıyoruz; her saadet de her felâket de ancak biz onları içimizde seyredince, yani bizden uzaklaş- Anı türünün yapısında dikkati çeken temel özel- mağa, bizim gönlümüzün zenginliğini, asıl hayatı- lik, geçmişte yaşanmış ve gözlemlenmiş olayların mızı kurmuyor mu? Hayat hatıralardan ibarettir; sebep-sonuç bağlantısı içinde ve kronolojik bir sıra hatta ümitler, gelecek günlerden beklediklerimiz de dâhilinde peş peşe anlatılmasıdır. Bu sebeple anı birer hatıradır: Geçmişe değil, gelecekte birer hatıra.

105 Gezi/ Seyahat Yazısı

Biz onları anarız, hatırlarız, onlarda eski günleri nat türlerinde (edebiyat, resim, musiki, heykel, gördüğümüz gibi görürüz, onlar da çoğu zihnimiz- mimari.) vb eser veren sanatkârların (yazar, şair, den gelecek değil, geçmişin kisvesi ile, ‘edeceğim, ola- ressam, bestekâr, heykeltıraş, mimar vb.) kaleme cağım’ diye değil, ‘ettim, oldum’ diye geçer.” (Ataç, aldıkları bu tür anılar, bir taraftan anı sahibinin 1997: 30-31) hayatı, sanat anlayışı ve faaliyetleri hakkında bi- rinci elden bilgiler verirlerken diğer taraftan an- Her anı bir değer olmakla birlikte yazan kişinin lattığı dönemin kültür ve sanat hayatında yaşanan toplumdaki yeri, mesleği, dünya görüşü, karakteri, olay, durum ve gelişmeleri hakkında kıymetli göz- yaşı, cinsiyeti gibi hususlar, onun niteliği ve içeri- lem ve yargıları içerirler. Dolayısıyla hem kalem ği gibi önemini de belirler. Bir başka husus, yazan sahibinin sanat hayatı ve dünyası hem de döne- kişinin dile olan hâkimiyeti ve sanatkâr kimliği, min sanat hayatını aydınlatmada önemli görevler anıların dil ve üslubunu belirleyecek değerini bir üstlenmiş olurlar. Her iki sonuç da bu tür anıla- kat daha artıracaktır. Edebiyat sanatı bakımından rın, toplumun kültür, sanat ve edebiyat tarihinin kıymet ifade eden ve asıl anı türünü oluşturan me- ortaya konabilmesindeki önemini ortaya koyar. tinler, daha çok yazar ve şairlerin kaleminden çık- Bir başka önemli husus, şair ve yazarların kaleme mış anılardır. aldıkları anılar, doğal olarak kusursuz bir dil ve Anıları, yazarının toplumdaki yeri, yaşı, mesle- güzel bir anlatıma sahiptirler. ğine; içeriğine veya yazılmış olduğu yere göre tasnif Bireysel İçeriği Ağır Basan Anılar: Anıların etmek mümkündür. Siyasi anı, askerî anı, edebî içerik bakımından üçüncü grubunu, yukarıdaki iki anı; öğretmenlik anıları, hapishane anıları, asker- grubun dışında kalan anılar oluşturur. Devlet yö- lik anıları, gençlik anıları, yaşlılık anıları, toplum netiminin değişik basamaklarında; ticaret, eğitim, hayatında önemli rol oynamış (padişah, başbakan, spor gibi çeşitli meslek veya alanlarda şöhrete ula- .)filozof vb kişilerin anıları, sanatkârların anıları ve şıp tanınmış; mesleği veya ilgi alanında önemli ha- diğer insanların anıları bunlardan bazılarıdır. An- yat tecrübesi ve gözlem imkânı elde etmiş kişilerin cak bu tasnifin mutlak bir kesinlik ifade etmediğini kaleme aldıkları bu tür anılar da önemli kıymete belirtmek isteriz. Çünkü herhangi bir gruba dâhil sahiptirler. Çünkü bir taraftan toplum hayatının edilen bir anı, diğer grupları ilgilendiren olay ve ilgili alanındaki olay ve gelişmelere ışık tutarken gözlemleri içerebilecektir ve çoğu zaman da içerir. diğer taraftan kıymetli hayat tecrübesini okuyucu- Kitabımızda anı türünü üç grup olarak tasnif ettik. ya aktarırlar. Bunlar: Siyasi, Tarihî ve Toplumsal İçeriği Ağır Ba- Günlük san Anılar: Anılar içinde hem okuyucu hem de toplum açısından en çok tercih edilenleri siyasi, “Günlük”, “günce” kelimelerinin bugünkü tarihî ve toplumsal olay, durum, gelişme veya de- anlamda dilimizde kullanılması ve bir türü karşı- ğişmeler ile toplum hayatında önemli rol oynamış lamak üzere kavramlaşması oldukça yenidir. İngi- kişileri anlatan anılardır. Çünkü bu tür anılar, an- lizcede “diary”, Fransızcada “journal”, Arapçada lattığı dönemin pek çok olay, kişi, durum, gelişme “yevmiyyât” kelimeleriyle karşılanan günlük, eski veya değişmeleri hakkında bilgi, gözlem ve yargı Türkçede “rûznâme” kelime/kavramlarıyla karşı- içerirler. Dolayısıyla bu tür anılar, anlattığı döne- lanmıştır. min yeterince veya hiç bilinmeyen yanlarını gün Günlük; kişinin yaşadıkları, gördükleri ve işittik- yüzüne çıkarır; toplumun siyasi, sosyal, ekonomik lerini sıcağı sıcağına veya -adı üstünde- “günlük” ola- ve kültürel tarihine önemli katkılarda bulunurlar. rak kendi algı ve bakış açısına göre bir deftere yazması En üst düzeyde toplumsal içerikli anılar, elbette veya not etmesidir. Bu faaliyet sonucu ortaya konan devlet adamları (padişah, sadrazam, cumhurbaş- metin/defter veya esere de günlük denir. Elbette ya- kanı, başbakan, komutan vb.) tarafından kaleme şanan veya gözlemlenen her şey günlüğe yazılmaz. alınırlar. Hayatımızdaki sıradan olay ve gözlemlerin dışında Kültür, Sanat ve Edebiyat İçeriği Ağır Basan kalan ilginç ve etkileyici olaylar, kişiler ve gözlemler Anılar: Anılar arasında yapılacak tasnifte ikinci günlümüze girme şansı bulur. Yaşanılan, görülen ve önemli grubu, daha çok kültür, sanat ve edebi- işitilenler, tarih belirtilerek her gün aralıksız biçim- yat konularını içeren anılar oluşturur. Çeşitli sa- de yazılabileceği gibi, belli aralıklarla da yazılabilir.

106 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Günlüklerde kişinin yaşadıkları, gördükleri ve tan, yalnızlıktan, toplumdan uzak düşmekten kay- işittiklerini her gün veya kısa süre sonra yazması, naklanan günce tutma gereksinimi, bu durumun pek çok ayrıntı ve anlık subjektif yargıları kaçınıl- tam karşıtından da doğabilir, yani çok yoğun ger- maz kılar. Bunun ötesinde günlükler, çoğu zaman çeklikler, çok çeşitli yenilikler ve izlenimlerle karşı yayımlama düşüncesi olmadan kaleme alındıkları karşıya gelme de günce tutmaya itebilir.” (Aytaç için kişinin kendi özel ve mahrem hayatını içe- 1990: 456). rirler. Günlük türünü anı türünden ayıran temel Fransız yazarı Henri Frederic Amiel, günlük özellik de burada karşımıza çıkar. Yani günlük- yazmasının bireysel sebepleri hakkında şu itiraf- ler, anılara göre hem çok daha subjektif yargılar larda bulunur: “Neden bu Jurnal’e devam ediyo- hem de ayrıntı içerirler. Hâlbuki anılar, aradan rum? Devam ediyorum, çünkü o benim kendimle geçen uzun yılların kazandırdığı bir olgunluk diyaloğum, çevrem, dostum, sırdaşım. Tesellim aynı ve soğukkanlılığa sahiptir. Nitekim Andre Gide zamanda. Hafızam, yankım. Acılarımı da payla- “Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutul- şıyor. Jurnalim kişisel deneyimlerimin deposu, psi- muş olmasıdır” der. İyi tutulmuş bir günlük, daha kolojik güzergâhım, düşüncelerimin paslanmasına sonraki yıllarda yazılacak olan anıların kaleme karşı bir önlem. Yaşama bahanem, neredeyse benden alınmasında, yıllarca biriktirilmiş büyük bir ha- sonrakilere bırakacağım tek yararlı şey..” (Meriç zine işlevi görür. 1992: 10-11) Günlükler, öncelikle sahibinin hayatına ait ay- Anılarda olduğu gibi, günlükleri de içerikle- rıntılı tutanaklardır. Bu sebeple onlarda, yazan kişi- rinin özelliğine göre; siyasi, tarihî ve toplumsal nin hayatına dair pek çok şey bulmak mümkündür. tarafı ağır basan günlükler; kültür, sanat ve edebi- Günlük hayatın akışı, bu akış içinde yaşananlar ve yat tarafı ağır basan günlükler; bireysel tarafı ağır gözlemlenenler, karşılaşılan insanlar, gezilip görü- basan günlükler olmak üzere üç ana grupta tasnif len yerler, okunan eserler; kişinin ekonomik, sos- edebiliriz. yal, kültürel, duygusal hayatı bunlardan bazılarıdır. Bu sebeple günlüklerin merkezinde yazan kişinin Cumhuriyet Öncesi Dönemde Anı ve kendisi yer alır. Bunun yanında günlükler, yazan kişinin toplumla olan ilişkisi ve gözlem gücüne Günlük göre, toplum hayatına dair de pek çok olay, durum, gelişme, insan ve geleneği içeren hayat tabloları da Anı sunarlar. Bu çerçevede günlükleri; “içe dönük” İmparator Julius Sezar’ın kendini savunmak ve “dışa dönük” günlük olarak iki gruba ayırmak düşüncesiyle kaleme aldığı Gallia Savaşı adlı eseri, mümkündür. Ayrıca günlüklerde yaşananların an- Batı kültüründe hatıra türünün ilk örneklerinden latımı, görülen mekân ve insanların tasviri, gözlem biri olarak kabul edilir. Bununla birlikte anı türü- ve intibaların yorumu ve bütün bunların günlük nün asıl şekillenmesi ve yaygınlık kazanması birey sahibinin ruhunda doğurduğu duyguların tahlili ve bireyciliğin güçlendiği XVIII. ve XIX. yüzyıl- öne çıkar. lardadır. Romantik duyarlılığın yaygın olduğu dö- Anıda olduğu gibi, günlükte de kişinin toplum- nemlerde bireyin kendini bütün çıplaklığı ile an- daki yeri, mesleği, dünya görüşü, karakteri, yaşı, latma arzusu öne çıkar. Tanzimat sonrasında pek cinsiyeti gibi hususlar, günlüğün niteliği, içeriği çok sahada olduğu gibi, bu konuda da sanatkâr ve ve önemini belirler. Bu etkenlere günlük sahibinin aydınlarımıza büyük ölçüde örneklik eden Batılı gözlem, anlatma ve yorumlama gücü ile dil yetene- meşhur anı yazarı ve eserlerinden bazıları şunlar- ğini de ilave etmek gerekir. dır: J. J. Rouseau’nun İtiraflar’ı, Goldoni’nin İyi- Günlük tutmanın farklı sebeplerinden bahse- lik Sever Somurtkan’ı, Goethe’nin Şiir ve Gerçek’i, dilebilir. Kişinin çevresiyle iletişim kurmasını zor- Victor Hugo’nun Gördüklerim’i, Stendhal’in Ben- laştıran içe dönük karakterde olması, başkalarıyla cillik Anıları, Verlaine’in İtiraflar’ı, Tolstoy’un paylaşamadığı duygu ve düşüncelerini anlatma is- İtirafım’ı. teği, bilgi, tecrübe ve gözlemlerini yarınlara bırak- Yukarıda belirtildiği gibi anı, hatıra, hatırât ke- ma düşüncesi, kendini ruhen ve zihnen rahatlatma limelerinin bugünkü anlamda dilimizde kullanıl- ve geliştirme arzusu, bu sebepler arasında sayıla- ması ve bir türü karşılamak üzere kavramlaşması bilir. “Çoğu zaman çevreyle bağlantı kuramamak- oldukça yenidir. Nitekim “hatırât” (hatıralar) keli-

107 Gezi/ Seyahat Yazısı

mesi, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Fransızcadaki yıl), anı türünün çok daha olgun örneğidir. Öte “memories” kelimesine karşılık olarak türetilmiş yandan Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si (XVII. ve kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla modern yüzyıl) de yazarın seyahatlerine dair pek çok ha- anlamdaki hatıra türü, Türk kültürü ve edebiya- tıralarını ihtiva eder. Bunların dışında Barbaros tında Tanzimat’tan sonra görülür. Bu gelişmede Hayreddin Paşa’nın savaşlarını anlatan ve Seyyid Osmanlı-Türk toplumunun Batı’ya yönelmesi ve Muradî Reis tarafından yazılan Gazavât-ı Hayred- etkilenmesinin açık bir tesiri vardır. Çünkü Tan- din Paşa; Malta korsanlarına esir düşen Kıbrıs ka- zimat aydın ve sanatkârları Batı kültürü ve ede- dısı Macuncuzâde Mustafa Efendi’nin Sergüzeşt-i biyatında somut ve gelişmiş bir anı edebiyatıyla Esir-i Malta (1597)’sı, 1688’de Viyana kuşatması karşılaşmışlardır. Gazete ve dergi gibi basın-yayın sırasında esir düşen Tameşvarlı Osman Ağa’nın organlarının toplum hayatına girmesi ve romantiz- hatıralarını (Viyana Muhasarasından Sonra Avus- min bireyi merkez alma anlayışı gibi sebepler de turyalılara Esir Düşen Osman Ağa’nın Hatıraları anı türünün doğup gelişmesine önemli tesiri oldu- (1961) sayabiliriz. ğu söylenebilir. Tanzimat sonrası dönemde görülmeye başlayan Bununla birlikte -modern anlamda olmamak modern anı türünün ilk örnekleri, daha çok şair üzere- anı türünün tarihini gerek Türk kültürü, ve yazarlara aittir. Bunlardan bazıları; Keçecizâde gerek diğer milletlerin kültürlerinde çok eskile- İzzet Molla’nın Mihnetkeşan’ı (1852), Ahmet re götürmek mümkündür. Elbette burada anıdan Mithat Efendi’nin Menfa’sı (1876), Ziya Paşa’nın kastımız, bugünkü manada kendine özgü özellikle- Defter-i A’mâl’i (1881), Muallim Naci’nin Medre- ri olan türü değil, en geniş manada kişinin yaşadık- se Hatıralarıe (1886) v Ömer’in Çocukluğu (1889), ları ve gördüklerini şu veya bu biçimde, şu veya bu Sami Pşazâde Sezai’nin Londra Hatıraları, Ahmet amaçla anlatmasıdır. Bu bağlamda kültürümüzdeki Rasim’in Gecelerim (1896), Eşkâl-i Zaman (1918), bazı tarihler, seyahatnameler, tezkireler, anı sınır- Muharrir-Şair-Edib’ie (1922) v Ali Kemal’in Öm- ları içinde değerlendirilebilecek bölümlere sahiptir. rüm (1919)üdür. Hatıra, “Doğu milletlerinde başlı başına bir tür değil, genellikle tarih, seyahat, tezkire, menakıp Günlük gibi daha yaygın diğer türlerde yazılmış eserlerin içinde bazı bahisler olarak yer almaktaydı. Nitekim Günlük türünün Batı’da başlangıcı XV. yüzyıl; Arap literatüründe rihlât, vefeyât, havâdis; Farsçada yaygınlık kazanması ise XIX. yüzyıldadır. Özellikle sefernâme, tezkire nevilerindeki kitaplarda yer yer XX. yüzyılda büyük bir artış gösteren ve birçoğu dikkati çeken hatıra notlarına rastlanır. Türkçede Türkçeye çevrilen Batılı yazarlara ait bazı önem- de vekayi, sergüzeşt, seyahatnâme, sefaretnâme gibi li günlükler şunlardır: Cesare Pavese’nin Yaşa- metinler arasında hatıraların da yer aldığı görül- ma Uğraşı’sı, Franz Kafka’nın Günlükler’i, Andre mektedir.” (Okay, 2005: 216) Gide’in Günlük’ü, Charles Baudelaire’in Apaçık Yüreğim’i, Albert Camus’nun Defterler’i, And- rei Tarkovski’nin Zaman Zaman İçinde’si, Kat- Tezkire herine Mansfield’ın Bir Hüzün Güncesi, Soren Daha çok şairlerin biyografileri ile şiirle- Kierkegaard’ın Günlükler’i, Virginia Woolf’un Bir rinden örnekleri içeren kitap/eser. Yazarın Günlüğü, Stefan Zweig’in Günlükler’i. Günlük türünün Türk kültüründeki tarihi, Sefaretname anıya paralel bir seyir takip eder. Yani modern ma- Yabancı ülkelerde bulunan elçilerin bu- nadaki günlük, kültürümüzde Tanzimat’tan sonra lundukları ülke ile ilgili gözlem ve izle- görülmeye başlar. Bununla birlikte Osmanlı kültü- nimlerini içeren kitap/eser. ründeki “günlük olayların, tevcihlerin ve savaşların, bu işle özel olarak görevlendirilmiş şahıslar tarafın- Bu açıdan bakıldığında VIII. yüzyıla ait Gök- dan kaydedildiği şehnâme, vekayinâme, rûznâme, türk Kitabeleri, Türk kültür tarihinin ilk anı türü rûznamçe adları verilen defterler -resmî de olsa- bir örneği olarak kabul edilebilir. Bâbur Şah (1483- çeşit günlük mahiyetindedir. Bunlar arasında III. 1530)’ın hatıralarını içeren Bâburname .(XV yüz- Selim’in sır kâtibi Ahmed Efendi tarafından tutu-

108 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

lan Rûznâme, 1791-1802 yıllarını içine alan siyasi olaylarla beraber padişahın günlük hayatını, saray Vakanüvist ve çevresini, yenileşmekte olan İstanbul’daki ya- Osmanlı Dönemi’nde yaşanan önemli şayışı yansıtması bakımından önemlidir.” (Okay, olay ve gelişmeleri yazmakla görevlendiril- 2005: 224) Ayrıca Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran miş tarihçi. ve Mısır seferlerini anlatan Haydar Çelebi Ruzna- mesi ile İkinci Viyana kuşatmasını anlatan Osmanlı Mesela aynı zamanda bir vakanüvist olan Teşrifatçılarından Ahmet Ağa’nın Vaka-yı Beç adlı Tanzimat aydın ve devlet adamlarından Cevdet eseri (Viyana Kuşatması Günlüğü olarak yayımlan- Paşa, Tezakir ve Ma’rûzat isimli ilk siyasi hatıra mıştır.) de günlük türünün Tanzimat öncesi örnek- örneği kabul edilebilecek eserlerinde, Tanzimat leri arasında sayılabilir. Dönemi’nin siyasi olaylarına dair gözlem ve değer- Türk kültürü ve edebiyatında bugünkü mana- lendirmelerini anlatır. Sultan II. Abdülhamid, ha- da günlük, Tanzimat’tan sonra görülmeye başlar. yatının son yıllarında kaleme aldığı günlük/anıla- Direktör Ali Bey’in Hindistan’a yaptığı gezinin rında (Abdülhamid’in Hatıra Defteri), otuz üç yıllık intibalarını içeren Seyahat Jurnali (1897) ilk gün- (1876-1909) saltanat döneminin pek çok önemli lük örneği olarak kabul edilebilir. Bunu şair Nigâr olaye (I. v II. Meşrutiyet’in ilanları, Doksanüç, Hanım’ın ölümünden sonra yayımlanan Hayatı- Balkan, Birinci Dünya savaşları) ve kişilerini (Mit- mın Hikâyesi, Ahmet Refik’in Kafkas Yollarında hat Paşa, Enver Paşa, Talat Paşa), kendi gözlem ve adlı seyahat günlüğü, Ömer Seyfettin’in Balkan kanaatleri doğrultusunda anlatır. Halit Ziya Uşak- Harbi günlerini anlatan Ruznâmesi izler. Söz konu- lıgil ise Cumhuriyet Dönemi’nde yazdığı Saray ve su örneklere rağmen yakın dönemlere kadar Türk Ötesi (1940-1942) isimli hatıralarında, Mabeyn toplumunda yaygın bir günlük yazma alışkanlığı başkâtibi olduğu dönemde (1909-1912) yaşadık- olduğu söylenemez. Türün yeterince yaygınlaşma- ları ile devrin padişahı Sultan Reşat, saray hayatı, mış olmasının bir başka sebebi, günlükleri yayımla- İttihat ve Terakki-saray ilişkileri hakkında kıymetli ma konusundaki çekingenliktir. Çünkü çok büyük bilgi ve gözlemlere yer verir. ölçüde kişinin mahrem dünyasını içeren günlükler, Tanzimat sonrasında kaleme alınan siyasi, tarihî çoğu zaman özeldir ve herkesle paylaşılmak için ka- ve toplumsal tarafı ağır basan anılardan bazıları leme alınmamış olabilir. şunlardır: Şimdi Cumhuriyet öncesi dönemine ait anı ve • Sultan II. Abdülhamid, Abdülhamid’in Ha- günlükleri, içeriklerine göre gruplandırarak örnek- tıra Defteri, 1975 leri eşliğinde daha yakından tanımaya çalışalım. • Cevdet Paşa, Tezakir (1853–1887), Siyasi, Tarihî ve Toplumsal Tarafı Ağır Ba- Ma’rûzat (1890) san Anılar: Tanzimat sonrası dönemde kaleme alınmış, bazıları Cumhuriyet öncesinde, çoğun- • Reşit Paşa, Reşid Paşa’nın Hatıraları, luğu da Cumhuriyet sonrasında yayımlanmış (1939) anıların önemli bir kısmını, siyasi, tarihî ve top- • Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, 1946 lumsal tarafı ağır basan anılar oluşturur. Padişah, • Enver Paşa, Enver Paşa’nın Anıları, 1991 sadrazam, asker, bürokrat gibi toplum hayatında • Cemal Paşa, Cemal Paşa Hatırât, 1922 etkin konumlarda bulunmuş kişiler, yakından şa- hit oldukları; Tanzimat hareketi, Batılılaşma isti- • Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiye- kametindeki çeşitli ıslah ve tanzim çalışmaları, I. ti, 1982; Meşrutiyetten Cumhuriyet’e Hatıra- ve II. Meşrutiyet’in ilanları ve sonuçları, Doksa- larım, 1991 nüç, Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya harpleri • Mithat Şükrü Beleda, İmparatorluğun Çö- ve Millî Mücadele, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, küşü, 1979 İttihat ve Terakki hareketleri gibi dönemin önemli • Ahmet Muhtar Paşa, Sergüzeşt-i Hayatım olay, gelişme ve değişmelerine dair anılarını yaz- • Hüseyin Raci, Tarihçe-i Vaka-i Zağra mışlardır. • Hüseyin Cahit Yalçın, Kavgalarım, 1910

109 Gezi/ Seyahat Yazısı

• Memet Arif, Başımıza Gelenler 1-2-3 • Mehmet Rauf, Edebî Hatıralar, 1997 • Halit Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, 1940- • Ali Ekrem Bolayır, Ali Ekrem Bolayır’ın Ha- 1942 tıraları, 1991 • Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi (1910) • Hüseyin Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar, • Ebüzziya Tevik, Yeni Osmanlılar Tarihi (1935) Siyasi, Tarihî ve Toplumsal Tarafı Ağır Ba- Kültür, Sanat ve Edebiyat Tarafı Ağır Ba- san Günlükler: Bu grupta yer alan önemli gün- san Günlükler: Cumhuriyet öncesi kadın şair- lük Ömer Seyfettin’in bir asker olarak katıldığı ve lerimizden Nigar Hanım (1856-1918), birçok Yunanlılara esir düştüğü Balkan Savaşı esnasında defterden oluşan günlükler tutmuş ve bunların tuttuğu Balkan Harbi Ruznamesi’dir. Yazar günlü- vefatından elli yıl sonra yayımlanmasını vasiyet ğünde 27 Eylül-1328/1912-15 Kasım 1329/1913 etmiştir. Bu defterlerden seçmeleri içeren bir tarihleri arasındaki on dört ay müddetince yaşadık- bölümü Hayatımın Hikâyesi (1959) adı altında ları ve gözlemlerini anlatmaktadır. Bunun dışında yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in 1917-1918 dönemine ait bir Bunun dışında Direktör Ali Bey’in Hindistan’a günlüğü daha vardır. yaptığı gezinin intibalarını içeren Seyahat Kültür, Sanat ve Edebiyat Tarafı Ağır Basan Jurnali’nie (1897) v Ahmet Refik’in Kafkas Yol- Anılar: Tanzimat sonrası dönem modern anı tü- larında’sını da ilk günlük örnekleri arasında saya- rünün ilk örnekleri, dönemin bazı şair ve yazarları biliriz. tarafından kaleme alınmıştır. Daha çok kültür, sa- nat ve bilhassa edebiyat alanına dair yaşanan veya Cumhuriyet Dönemi’nde Anı ve gözlemlenen çeşitli gelişme ve değişmeleri içeren Günlük bu anılar hem bireysel hem de toplumsal değer ta- şıması bakımından önemlidir. Mesela Keçecizâde Tanzimat sonrası dönemde ilk örnekleri görül- İzzet Molla, Mihnetkeşan isimli manzum eserin- meye başlayan anı ve günlük türleri, Cumhuriyet de Keşan’a sürgün edilmesinin hikâyesini, sürgün sonrasında giderek artan bir yaygınlık, zenginlik günlerini, gidiş ve gelişindeki gözlemlerini anlatır. ve derinlik kazanır. Bu olumlu gelişmede, yaşadık- Ahmet Mithat Efendi Menfa’sında II. Abdülha- larını yazma ve yayımlama alışkanlığı ve geleneği- mid tarafından Rodos’a sürgüne gönderilmesi- nin oluşması, basın-yayın imkânlarının gelişmesi, nin hatıralarını yazar. Muallim Naci ise Ömer’in okur-yazar veya eğitimli insan nüfusunun giderek Çocukluğu’nda, çocukluk yıllarına ait hatıralarını; artması ve bireyin oluşması gibi faktörler önemli Medrese Hatıraları’nda da öğrencilik yıllarını dile rol oynar. Bir başka önemli etken, Türk milletinin getirir. imparatorluktan cumhuriyete geçiş sürecinde yaşa- dığı büyük olaylar, değişim ve dönüşümlerin zihin Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan süreçte ve ruhlarda yarattığı büyük tesirlerdir. Bu tür olay, kaleme alınan bu gruba dâhil anılardan bazıları gelişme ve değişmelere yakından şahit olmuş veya şunlardır: yaşamış olan insanlar kimi zaman gelecek nesillere • Keçecizâde İzzet Molla, Mihnetkeşan (1852) gözlem, tecrübe, intiba ve değerlendirmelerini ak- • Ahmet Mithat Efendi, Menfa (1876) tarmak istemişler kimi zaman da siyasi, sosyal ve • Ziya Paşa, Defter-i A’mâl (1881) kültürel tarih içinde oynadıkları rollerini savunmak • Muallim Naci, Medrese Hatıraları (1886) ihtiyacını duymuşlardır. Son bir husus, genelde ki- Ömer’in Çocukluğu (1889); şilerin anılarını yaşlılık döneminde kaleme almaları ve çoğu zaman da vefatından sonra yayımlanma- , Kırk Yıl • Halit Ziya Uşaklıgil , 1936 sını istemeleridir. Nitekim yukarıdaki örneklerde • Ahmet Rasim, Gecelerim (1896), Muharrir- de görüleceği gibi, Cumhuriyet öncesinde yazılmış Şair-Edib, (1922), Eşkâl-i Zaman (1918) günlük ve anıların büyük bir kısmı Cumhuriyet • Ali Kemal, Ömrüm, (1919) sonrasında yayımlanmıştır.

110 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Anı • Halide Edib Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı 1956 Siyasi, Tarihî ve Toplumsal Tarafı Ağır Basan • Rıza Nur, Hayat ve Hatırâtım 1967 Anılar • Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları İstiklâl Savaşı ile İlgili Anılar: Cumhuriyet (1953) Dönemi’nde yazılıp yayımlanan toplumsal nitelikli Atatürk ile İlgili Anılar: Cumhuriyet Dö- anıların ana konularından biri, İstiklâl Savaşı’dır. nemi anı türünün şahsı etrafında şekillendiği en Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp dağılması üze- önemli kişi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Trablus- rine söz konusu olan Millî Mücadele, haklı olarak garp Harbi’nden Balkan Harbi’ne, Birinci Dünya bugünleri yaşamış pek çok komutan, devlet ada- Harbi’nden Millî Mücadeleye uzanan savaşlarda mı ve yazarın hatıralarına girmiştir. Kurtuluş Sa- gösterdiği büyük kahramanlıklar; çöken ve dağı- vaşı ile ilgili en önemli anıların başında Atatürk lan bir imparatorluktan yeni bir devletin (Türki- tarafından kaleme alınan Nutuk gelir. Atatürk, ye Cumhuriyeti) kurulması; inkılaplar ekseninde içinde yaşadığı veya çok yakından gözlemlediği devletin ve toplumun yeniden yapılandırılmasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı, ülkenin yer ortaya koyduğu üstün başarılar, Atatürk’ün hayatı, yer işgal edilişi, buna karşı Türk milletinin örgüt- mücadeleleri ve kişiliği etrafında pek çok hatıranın lenişi, Erzurum, Sivas, Amasya kongrelerinden oluşmasına zemin hazırlamıştır. Onu yakından ta- sonra Ankara hükûmetinin kuruluşu, Doğu ve nıyan kişiler, bu hatıralarını hayatta iken ve vefa- Batı Anadolu’da düşmana karşı yapılan savaşlar, tından sonra yazmış ve yayımlamışlardır. Mesela ülkenin düşmandan temizlenişi, Lozan Konferan- bunlardan biri olan Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya sı, Cumhuriyet’in ilanı ve çeşitli inkılaplar hakkın- isimli anıları; Atatürk’ün doğumundan ölümüne daki hatıralarını, birçok belgeye dayanarak anlatır. kadarki hayatını kapsar. 1923-1938 yılları arasın- Nutuk, Cumhuriyet Halk Partisinin 15-20 Ekim da Atatürk’e çok yakın gazetecilerden biri olan Fa- 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan ikinci lih Rıfkı, özellikle bu döneme ait pek çok olaya kurultayında delegelere karşı altı günde okunmuş yakından şahit olmuş ve bunlara anılarında yer ve ilk olarak 1927’de basılmıştır. vermiştir. Öte yandan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Va- Atatürk’ü merkez alan diğer anılardan bazıları tan Yolunda (1969) adını verdiği hatıralarında şunlardır: Mondros Mütarekesi’nden İzmir’in kurtuluşuna • Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk kadarki zaman diliminde (1918-1922) yaşanan (1997) olay ve gelişmeleri anlatır. İstanbul ve diğer bazı • Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar (1955) bölgelerin işgal edilmesi, bu duruma karşılık Millî • Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattık- Mücadele’nin başlaması, Ankara’da toplanış, Sakar- ları (1955); Çankaya (1961); Atatürk’ün ya Savaşı, Büyük Taarruz ve İzmir’in kurtuluşu gibi Hatıraları (1965) dönemin önemli olayları, onun anılarının özünü oluşturur. Aynı dönemi yaşamış ve birçok olay ve • Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kahra- gelişmeyi yakından şahit olmuş Halide Edip Adıvar manı Mustafa Kemal ile Mülâkat (1930) da anılarını Türkün Ateşle İmtihanı (1956) ismi al- Atatürk’ü Özleyiş (1957) tında kitaplaştırmıştır. • Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümü- • Mustafa Kemal, Nutuk 1927 ne Kadar Atatürk’le Beraber (1966) • Kazım Karabekir, İstiklâl Harbimiz 1960 • Afet İnan, Atatürk’ten Hatıralar (1950) Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler • Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni 1993 (1959) • Çerkez Ethem, Çerkez Ethem’in Hatıraları • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, 1962 (1977); • Celal Bayar, Bende Yazdım 1997 • İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin (1939) • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan Yolun- • Hafız Yaşar Okur, Atatürk’le On Beş Yıl da 1957 (1962)

111 Gezi/ Seyahat Yazısı

• Turhan Gürkan, Atatürk’ün Uşağının Gizli Yalıları, Boğaziçi Mehtapları’nda, kendi gözlem Defteri (1971) ve hatıraları merkezinde, XIX. yüzyılın ikinci ya- • Hilmi Yücebaş: Atatürk’ün Nükteleri Fıkra- rısından XX. yüzyıla uzanan süreçte İstanbul’da ları Hatıraları (1963) yaşanan hayatı, bu hayatın insanları ve bu hayat Diğer Anılar: Cumhuriyet sonrası dönemde ve insanın yaptığı mekânları anlatır. Ayrıca onun İstiklal Harbi ve Atatürk ile ilgili anıların dışında, başta Yahya Kemal (Yahya Kemal’e Veda)e v Ahmet yine ağırlıklı olarak dönemin siyasi, ekonomik ve Haşim olmak üzere, yakından tanıdığı pek çok şair toplumsal hayatında önemli yeri bulunan olay, ge- ve yazara dair anı yazı ve eserleri mevcuttur. lişme ve kişilere dair pek çok anı kaleme alınmıştır. Kültür, sanat ve edebiyata dair olay, gelişme, Bunlardan bazıları şunlardır: kişi ve eserleri içeren anılar kendi içinde iki gru- • Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes (1967) ba ayrılabilir. Bu gruplardan birincisi, daha çok • Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes yazan kişinin kendi sanat ve edebiyat hayatını (1969) esas alır. Mesela Halit Ziya Uşaklıgil’in, beş ciltlik Kırk Yıl isimli eseri, yazarın doğumundan Sultan • Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümle Reşat’a mabeyn başkâtibi olduğu 1909 Nisan’ına Menderes (1970) kadar olan dönemin hatıralarını kapsar. Kendi • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 hususi ve edebî hayatı, Servet-i Fünûn mektebi ve Yıl (1968) sanatkârları için son derece kıymetli bilgilere haiz • Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler (1996) olan, eser aynı zamanda II. Abdülhamid dönemi- • Rauf Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları nin siyasi ve sosyal hayatına ayna tutar. (1996) Yakup Kadri Karaosmanoğlu Anamın Kita- • Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları bı (1957) isimli anılarında, kendini idrak ettiği (1955) günden itibaren çocukluk yıllarında yaşadıklarını; • Emre Kongar, Ben Müsteşarken (1996) ilköğrenim yıllarını; yakın çevresini oluşturan ba- Kültür, Sanat ve Edebiyat Tarafı Ağır Basan bası, annesi ve ailenin diğer bireylerini; babasının Anılar: Cumhuriyet Dönemi anı türünün en zen- hastalığı ve vefatını; bulunduğu yerlerin kültürel gin alanlarından ikincisi, özellikle şair ve yazarların değerleri ve tabiatını anlatır. Gençlik ve Edebiyat kaleme aldıkları kültür, sanat ve edebiyat sahasın- Hatıraları (1958)’nda ise ilk gençlik çağı duyarlı- daki olay, gelişme, kişi ve eserlere dair gözlem, inti- lıklarını, edebiyata olan ilgisinin doğup gelişme- ba ve kanaatleri içeren anılardır. Neredeyse hemen sini, Fecr-i Âti grubunun faaliyetleri ve bu esnada her şair ve yazarın bu doğrultuda anılarını yazdığı- çevresinde tanıdığı edebiyatçıları (Mehmet Rauf, nı söylemek abartı olmayacaktır. Hatıralarını yaz- Şahabettin Süleyman, Refik Halit, Ahmet Haşim, mada en çok dikkati çeken isimler; Ahmet Rasim, Yahya Kemal, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret vb.) Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, anlatır. Yahya Kemal Beyatlı ise Çocukluğum, Genç- Halide Edib Adıvar, Yahya Kemal Beyatlı, Halide liğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım isimli anılarında, Nusret Zorlutuna, Abdülhak Şinasi Hisar, Mehmet çocukluk yıllarından başlayarak ileriki yıllara ka- Çınarlı’dır. darki yaşadıkları ve gördüklerini yazar. Bunlardan Ahmet Rasim, daha sonra Gecelerim İkinci gruptakiler ise yazan kişinin yakından (1884), Falaka (1927), Fuhş-i Atik (1922), Muhar- tanıdığı diğer yazar ve şairlerin hayatları, kişilikleri ri-Şair-Edib (1926), Gülüp Ağladıklarım (1926) ve sanatlarını merkez alır. Mesela Yusuf Ziya Ortaç isimleri altında kitaplaştırdığı “fıkra-sohbet-hatıra” Portreler (1960) adlı eserinde, yakından tanıdığı türü karışımı hemen hemen bütün gazete yazıla- yirmi dört şair ve yazarın fiziksel ve ruhsal port- rında geniş ölçüde hatıralarına yer verir. Yaşadık- relerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşünceleri- ları, gözlemledikleri, duydukları ve öğrendiklerini, ni ve kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme yer yer mizahi bir yaklaşımla anlatır. Öte yandan almıştır. Beşir Ayvazoğlu da 40 kişinin portresini, Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanları da dahil olmak Defterimde 40 Suret (1996) adı altında kitaplaştır- üzere bütün eserlerinde geçmiş zaman veya hatıra mıştır. Elbette iki grup arasında sık sık geçişler söz tadı söz konusudur. Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri konusu olur. (1956), Geçmiş Zaman Fıkraları (1958), Boğaziçi

112 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Cumhuriyet sonrası dönemde kaleme alınmış • Sezai Karakoç, Hatıralar (1992) ve yayımlanmış kültür, sanat ve edebiyat tarafı ağır • Vasfi Rıza Zobu, O Günden Bu Güne basan anılardan bazıları şunlardır: (1977); Uzun Hikâyenin Sonu (1990) • Abdülhak Hamid Tarhan, Üstad-ı Azam • Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Genç- Abdülhak Hamid’in Hayatı ve Hatıraları liğim, Siyasi ve Edebî Hatıralarım (1973); (1924) Siyasi ve Edebî Portreler (1968) • Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve (1959) Edebiyat Hatıraları (1969) • Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıralarım • Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev (1968), I-II (1930) Nazım Hikmet’in Son Yılları (1979) • Ahmet Rasim, Gülüp Ağladıklarım (1926) Bireysel Tarafı Ağır Basan Anılar: Cumhuri- Falaka (1927) yet sonrası anılarının üçüncü kolunu bireysel tarafı • Ali Kemal, Ömrüm (1985) ağır basan anılar oluşturur. Yazarlar, şairler, öğret- • Ayşe Kulin, Hayat Dürbünümde Kırk Sene, menler, tiyatrocular, gazeteciler vb. farklı meslek ve Hüzün Dürbünümde Kırk Sene (2011) sosyal statüde bulunan kişilerin yazdıkları bu anı- • Aziz Nesin, Bir Sürgünün Anıları (2005) lar, birebir sosyal ve toplumsal veya sanat ve edebi- yat konularını değil, anı sahibinin bireysel hayatını • Baki Süha Ediboğlu, Bizim Kuşak ve Öte- ihtiva eder. Mesela Halit Ziya Uşaklıgil, oğlu Halil kiler (1968) Vedat’ın genç yaşta intiharından duyduğu acıyı, Bir Acı Hikâye (1942) isimli anılarında dile getirir. • Gülriz Sururi, Kıldan İnce Kılıçtan Keskince Mersiye edası içinde kaleme alınan eser, yer yer Ab- (1978) dülhak Hâmid’in Makber’i ve Ekrem’in oğlu Nijad • Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor, için yazdıklarını çağrıştırır. (1967); Edebiyatçılar Çevremde (1970) Öte yandan aynı zamanda bir şair ve yazar olan • Haldun Dormen, Sürç ü Lisan Ettikse (1977) Halide Nusret Zorlutuna’nın (1901-1984) Bir Devrin Romanı isimli anıları, bireysel tarafı ağır • Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev (1963) basan anılar grubunda değerlendirilebilir. Zorlu- • Halide Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Ro- tuna anılarında hayatının ilk 30-35 yıllık döne- manı (1975) mine ait yaşadıkları ve gözlemlediklerini kaleme • Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün (1961) alır. Otoriter kimlikli annesi, kürek mahkûmu • Mahir İz, Yılların İzi (1975) hürriyetçi babası, eğitim ve öğretimi, ilk kalem denemeleri, babasının memuriyeti ve kendi mes- • Mehmet Çınarlı, Hatıraların Işığında, lek hayatı sebebiyle gidilip gördüğü şehirler, öğ- (1984); Sanatçı Dostlarım (1979) retmenlik yılları, tanıdığı kişiler ve II. Meşrutiyet • Mehmet Seyda, Edebiyat Dostları (1970) öncesinden Cumhuriyet sonrasına kadar uzanan • Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran dönemde toplum hayatında yaşanan pek çok olay Zaman (1984) ve gelişmeyi anlatır. Aynı yazar, Benim Küçük • Mîna Urgan, Bir Dinozorun Anıları (1998) Dostlarım (1976) isimli eserinde ise öğretmenlik • Mücap Ofluoğlu, Bir Avuç Alkış (1985) anılarına yer verir. • Oktay Akbal, Şair Dostlarım (1964) Şevket Süreyya Aydemir ise Suyu Arayan Adam isimli anılarında; yakın çevresini, okul yıllarını, sa- • Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab hip olduğu idealler uğruna verdiği mücadeleleri, (1964); Bir Ömür Boyunca (2009) fikir ve düşüncelerindeki değişmeleri, Türk toplu- • Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım (1993) munun yaşadığı önemli değişim ve dönüşümleri, • Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976) kendi gözlem, intiba ve yorumları çerçevesinde akı- • Samet Ağaoğlu, Aşina Yüzler, (1965); Baba- cı bir dille kaleme almıştır. mın Arkadaşları (1969)

113 Gezi/ Seyahat Yazısı

Cumhuriyet sonrası dönemde kaleme alınmış • Halit Kıvanç, Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 ve yayımlanmış bireysel tarafı ağır basan anılardan (1998) bazıları şunlardır: • Samet Ağaoğlu, Strazburg Hatıraları Gazetecilik Anıları (1933); Babamdan Hatıralar (1939) • Ahmet Rasim, Muharrir-Şair-Edip (1926) • Nahit Sırrı Örik, Eski Zaman Kadınları • Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıralarım Arasında (1958) (1930-1931) • Halit Fahri Ozansoy, Eski İstanbul Rama- • Yusuf Ziya Ortaç, Bizim Yokuş (1966) zanları (1968) • Necip Fazıl Kısakürek, Babıali (1975) • Gülsün Bilgehan, Mevhibe İnönü’nün Anı- • Vedat Nedim Tör, Yıllar Böyle Geçti (1976) ları (1998) Öğretmenlik Anıları • Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğle- niyordu (1927) • Halide Nusret Zorlutuna, Benim Küçük Dostlarım (1976) • Samiha Ayverdi, Bir Dünyadan Bir Dünya- ya (1974); Hatıralarla Başbaşa (1977) • Cavit Günay, Bir Köy Tarım Öğretmeninin Notları • Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben (1974) • Şevket Süreyya Aydemir, Toprak Uyanırsa • Yakup Kadri, Anamın Kitabı (1957) (1963) • Fikret Madaralı, Ekmekli Dönemeç (1965) Günlük • M. Rauf İnan, Bir Ömrün Öyküsü (1986) Siyasi, Tarihî ve Toplumsal Tarafı Ağır Basan Günlükler: • Safa Güner, Köy Enstitüleri Hatıraları, Kazım Karabekir’in 1906-1948 yılları (1963) arası dönemi kapsayan ve yeni yayımlanan iki cilt- lik Günlükler 1906-1948’i (2009) ile başbakanlık Cezaevi Anıları yapmış olan Nihat Erim’in 1925-1979 yılları ara- • Necip Fazıl Kısakürek, Cinnet Mustatili sını kapsayan Günlükler 1925-1979’ini (2005) ve (1955) Samet Ağaoğlu’nun Siyasi Günlük’ünü (1992) bu • Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün (1971) grubun örnekleri arasında sayabiliriz. • Aziz Nesin, Bir Sürgünün Anıları (1971) Kültür, Sanat ve Edebiyat Tarafı Ağır Basan • Zeynep Oral, Bir Ses (1987) Günlükler: Cumhuriyet Dönemi’nde günlüklerin yayımında da önemli bir artış gözlenir. Bu alanda • Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğu- en çok tanınan Nurullah Ataç’tır. Ataç, 1950’den şu (1976) itibaren gazetede yazıları “Günce” üst başlığı altın- • Bediî Faik, Hapishane Notları, (1958) da yayımlar. Dönemin edebiyatına yön vermesiyle Hariciye Anıları büyük ilgi çeken bu yazılar daha sonra kitaplaş- • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Zoraki Diplo- tırılacaktır. Bir başka önemli günlük yazarı Salah mat (1955) Birsel’dir. O, Kuşları Örtünmek, Nezleli Karga, Bay • Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl Sessizlik, Aynalar Günlüğü, Yaşlılık Günlüğü gibi (1980) kitaplarıyla çağdaş edebiyatımızın önemli günlük yazarlarından biri oldu. Romancı Adalet Ağaoğlu Diğer Anılar ise “dert dökme defterleri” olarak nitelediği gün- • Halit Ziya Uşaklıgil, Bir Acı Hikâye (1942) lüklerini iki cilt hâlinde yayımladı. Damla Dam- • Samiha Ayverdi, Hey Gidi Günler Hey la Günler adını taşıyan eserde Ağaoğlu, çalışma (1988) hayatını, Ölüme Yatmak romanını nasıl yazdığını • Vehbi Polat, Acı Anılar (1965) ve yakından tanıdığı edebiyat dünyasının bazı si- , , • Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam malarını (Muhsin Ertuğrul Orhan Kemal Behçet (1976) Necatigil) anlatır. Öte yandan Cemil Meriç’in iki

114 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

ciltlik Jurnal’i, kendi hayatı merkezinde bir en- Yeryüzü Korkusu, Geçmişin Kuşları, Anılar- telektüelin fikrî, zihnî buhranlarını, sosyal hayat da Görmek veya kişilere yönelik eleştirilerini içerir. Ahmet • Tomris Uyar, Gündökümü 75 (1977), Sesler, Hamdi Tanpınar’ın günlükleri de buna yakın bir Yüzler, Sokaklar (1981), Günlerin Tortusu içeriğe sahiptir. • Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü Bunların dışında Orhan Burian, Tomris Uyar (1958) (Gündökümleri ), Oğuz Atay (Günlükü), Cemal S - • Oğuz Atay, Günlük (1987) reya (Günler), Cahit Zarifoğlu (Yaşamak), İlhan • Ahmet Hamdi Tanpınar, Günlüklerin Işı- Berk (El Yazılarına Vuruyor Güneş), Oktay Akbal ğında Tanpınar’la Başbaşa (2008) (Anılarda Görmek, Geçmişin Kuşları, Yeryüzü Kor- Cemil Meriç, Jurnal I-II (1992) kusu), Fethi Naci (Eleştiri Günlükleri), Memet Fuat • önemli günlük yazarlarımızdır. • İlhan Berk, Elyazılarına Vuruyor Güneş Bu arada şair, yazar, eleştirmen ve düşünürlerin (1983) kaleme aldıkları günlüklerde yeni günlük türleri • Cemal Süreya, 999. Gün / Üstü Kalsın (1991) de oluşmaktadır. “Eleştiri günlüğü”, “okuma gün- • Necati Cumalı, Yeşil Bir At Sırtında (1991) lüğü” başlıkları altında yayımlanan bazı günlükler • Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler (1993) bu gelişmenin somut örnekleri olarak görülebilir. • Mehmet Seyda, Romancı Günlüğü (1973) Batı’da görülen ve bazıları tercüme yoluyla dilimi- Bireysel Tarafı Ağır Basan Günlükler: ze kazandırılan örnekler (Alberto Manguel-Okuma Günlüğü), bu konuda günlük yazarlarımıza öncü- Cumhuriyet sonrası dönemde yukarıdaki iki lük etmektedir. Fethi Naci’nin Eleştiri Günlükleri, ana grubun dışında bireysel tarafı öne çıkan birçok yeni tarz günlüğü bir örnektir. günlük kaleme alınmış ve yayımlanmıştır. Toplum- da okuma-yazma oranı ve kültür düzeyinin yüksel- Cumhuriyet sonrası dönemde kaleme alınmış mesi, basın-yayın imkânlarının gelişmesi, kişilerin ve yayımlanmış kültür, sanat ve edebiyat tarafı ağır “birey olma” bilincinin derinleşmesi gibi sebeplerle basan anılardan bazıları şunlardır: her geçen gün sayıları daha da artan bireysel tarafı • Nurullah Ataç, Günce I (1960); Günce ağır basan günlüklerden bazıları şunlardır: II (1972); Uçuş Günlüğü, Gazi Günlüğü, • Salah Birsel, Papağanname Günlük 1995 Avusturya Günlüğü • Feyza Hepçilingirler, Yıldızların Suya Dö- • Salah Birsel, Günlük (1955) Kuşları Örtün- küldüğü Türkçe Günlükleri 2005 mek (1976), Hacivat Günlüğü (1982), Nez- leli Karga, Bay Sessizlik, Yaşlılık Günlüğü • Aydın Doğan, Bir Taşralı Gencin Günlüğü (1982) Aynalar Günlüğü (1988), Yalnızlığın 2007 Fırınlanmış Kokusu (1992) • Oktay Akbal, Günlerde (1968), Anılarda Görmek (1972), 80’lerde Bir Yazar (1994),

115 Gezi/ Seyahat Yazısı

araştırmalarla ilişkilendir

Nutuk’tan / Büyük Taarruz da bulunan müstahkem cephelerini, düşürdük. Mustafa Kemal Atatürk Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar civarında kuşat- 20/21 Ağustos 1922 gecesi Birinci ve İkin- tık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş neticesinde ci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına (Buna Başkumandan Muharebesi adı verilmiş- çağırdım. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve tir.) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve esir et- Cephe Komutanın da hazır bulunmasıyla, taar- tik. Düşman ordusu kumandanlığını yapan Ge- ruzun şekli hakkındaki görüşü, harita üzerinde neral Trikupis de esirler arasına girdi. Demek ki, kısa bir savaş oyunu tarzında izah ettikten son- düşündüğümüz kesin sonuç beş günde alınmış ra, Cephe Komutanına o gün vermiş olduğum oldu. emri tekrar ettim. Komutanlar harekete geçti- ler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuv- taktik baskını halende yürütülecekti. Bunun vetleriyle İzmir umumî istikametinde hareket mümkün olabilmesi için kuvvetlerin yığınak ederken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişe- ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek hir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini mağlup lâzımdı. Bu sebeple bütün yürüyüşler, gece ya- etmek üzere, ilerliyorlardı. pılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlık- Efendiler, Başkomutan savaşının neticesine lar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzu- yolların düzeltilmesi ve saire gibi faaliyetlerle muzu, resmî tebliğlerde gayet önemsiz harekâttan düşmanın dikkatini çekmemek için, diğer bazı ibaret gösteriyordu. Maksadımız, durumu müm- bölgelerde de aynı şekilde yanıltma hareketle- kün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü, rinde bulunulacaktı. düşman ordusunu tamamen imha edeceğimiz- 24 Ağustos 1922’de karargâhımızı den emindik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu Akşehir’den taarruz cephesi gerisindeki Şuhut felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşeb- kasabasına naklettirdik. 25 Ağustos 1922 sabahı büslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin Gerçekten, bizim hareketimizi duydukları zaman güneybatısında çadırlı ordugâha naklettik. 26 ve taarruzumuzdan sonra müracaatlar yapılmış- Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. tır. Meselâ, taarruz etmekte bulunduğumuz sıra- da Vekiller Heyeti Reisi olan Rauf Bey’den ateş- Sabah 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı. kes hakkında İstanbul’dan haber geldiğine dair 4 Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.” iki gün içinde, düşman Karahisar’ın güneyinde 50e v doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğun- Kaynak: Nutuk, 1975: 279-281.

116 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Nadide - Sefa geldiniz, Müdüreanım! Sefa geldiniz Halide Nusret Zorlutuna Hocânım. Sizi bekliyordum, bugün mutlaka ge- lirler, diyordum. “Onu sınıfta değil, hastanede tanıdım. Ben okula gittiğim gün, öğretmenleri ondan yana Gözü bana ilişince, birden susuverdi; tanıttılar: yana söz etmişlerdi. - Yeni edebiyat hocanız… - Dördüncü sınıftan bir çocuğumuz ciğerle- Süzgün gözleri sevinçle güldü: rinden hasta, görseniz ne ince, ne hisli, ne zeki -Sizi tanıyorum, dedi. Mecmualarda yazıları- bir kızdı. Güzel yazı yazar, güzel keman çalar… nızı okudum…. Demişlerdi. - Sen mecmua okur musun çocuğum? O akşam birkaçı onu yoklamaya giderlerken, - Evet. Ben güzel yazıları çok severim, Hoca- ben de aralarına katılmıştım; yanımızda son sınıf nım.. Ben her zaman… (…) öğrencilerinden biri de vardı; bu, genç hastanın en yakın arkadaşıydı; ona pembe güllü basmadan Hastalık, hastadan da doktordan da daha bir entari dikmiş götürüyordu. güçlüydü. Ne on sekiz baharın hayata bir sarma- şık gibi sıkı sıkı dolanan parmakları, ne de genç Havası ilaç kokan koridorda, hademe bir hekimin bilgi, kitap, ilaç dolu elleri; ciğeri yiyen kapı açtı; girdik. Nadide, beyaz örtüler arasın- bu görünmez canavarı hergün biraz daha kuvvet- da solgun bir papatya gibi yatıyordu. Sarı kıvır- lenmekten alıkoyamıyordu. cık saçlarının parlak çerçevesi içinde ince yüzü büsbütün ufalmış gibiydi. Yanak kemiklerinde Nadideciği her ziyaretimde, bir evvelkinden ateşin verdiği bir kızıllık, bahar yeşili gözlerin- daha, zayıf daha mecalsiz, fakat –ne hazindir!- de acayip bir pırıltı vardı. Bizi görünce hemen daha ümitli, hayata daha bağlı buluyordum. Bu tatlılaştı. hal, içimi büsbütün parçalıyordu.” Kaynak: Zorlutuna, 1976: 21-22/25-26.

Öğrenme Çıktısı

2 Anı ve günlük türünün temel özelliklerini açıklayabilme, Türk ve Dünya edebiyatındaki gelişim seyrini algılayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Herhangi bir anı veya gün- lüğü okumanın size ne gibi faydaları olabilir?

Anı ve günlük türlerini Anı ve günlük türlerinin Anı ve günlüğü tarihî belge karşılaştırınız, aralarındaki edebiyatımızda geçirdiği benzerlik ve farklılıkları be- olarak kullanabilir miyiz? tarihsel gelişimi ve bu dö- lirtiniz. Tarihî belge olarak kullana- nemlerde verilen eserleri bilmenin şartları nelerdir? Türk kültürü ve edebiya- anlatınız. tında bugünkü anlamda günlüğün ilk örnekleri ne zaman görülmeye başlan- mıştır? Açıklayınız.

117 Gezi/ Seyahat Yazısı

Gezi yazısının temel özelliklerini açıklayabilme, Türk ve Dünya edebiyatındaki gelişim seyrini algılayabilme, 1 türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

İnsanlar, mimari, kültürel, dinî, ticari, tarihî vs. nedenlerden Gezi Yazısı dolayı gezerler ve gezip gördüğü yerleri sanatsal bir üslupla ya- zıya geçirenler, gezi edebiyatına da katkıda bulunmuş olur. Do- layısıyla gezi yazıları, yurt içinde ve yurt dışında gezip görülen yerleri, doğa, şehir, yaşayış biçimi, tarihî, mimari boyut gibi de- ğişik boyutlarıyla ele alıp anlatan yazılardır.Dünya edebiyatında milattan önceki zamanlardan beri gezi yazılarına rastlanmakta- dır. Bunlardan en ünlüleri arasında Homer’in Odyssey’i (MÖ 8.yy), İbni Fazlan’ın, Risale ismiyle bilinen Seyahatnamesi (10. yy.), Marco Polo’nun (1254-1224), Dünyanın Hikaye Edilişi adlı eseri, İbni Batuta’nın (1304 – 1368), Rihlet’ül- İbni Batuta isimli seyahatnamesi, Gerard de Nerval’in (1808-1855) Doğu- ya Seyahat’i, Pierre Loti’nin (1850-1923) İsfahan Seyahatna- mesi sayılabilir. Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatında gezi yazıları seyahatna- me adıyla bilinmektedir. Divan edebiyatında bu adla bilinen

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti eserlerin yanı sıra Batı’yla ilişkilerin yakınlaşması sonucu elçilik görevlilerinin yazmış olduğu sefaretnameler de bu gruba soku- labilirler. Bu anlamda Türk edebiyatının ilk gezi yazısı, Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Hıtay Sefaretnamesi olarak da bilinen 1422 tarihli Acâibü’l-Letâif’idir. Cumhuriyet Dönemi’nde çok değişik nedenlerden Batı’ya giden yazar ve sanatkârların sayısının artması ve diğer taraftan Anado- luculuk ve memleket edebiyatı akımına bağlı olarak özellikle Av- rupa merkezili ve Anadolu merkezli gezi yazılarının sayısı artarak günümüze kadar devam eder. Bu dönemdeki en ünlü gezi yazı- ları arasında Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Alp Dağlarından ve Miss Chalfrin’in Albümünden (1942), İsmail Habip Sevük’ün, Tuna’dan Batı’ya (1935), Yurttan Yazılar’ı (1943) Reşat Nuri Güntekin’in Ana- dolu Notları (I.C.1936; II.C. 1966), Falih Rıfkı Atay’ın Deni- zaşırı (1931), Yeni Rusya (1931), Yolcu Defteri (1946), Taymis Kıyıları (1934), Bizim Akdeniz (1934), Tuna Kıyıları (1938) ve Hind (1944)gibi eserleri; Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Canım Anadolu (1953); Hasan-Âli Yücel’in Kıbrıs Mektupları (1957), İngiltere Mektupları (1958) sayılabilir.

118 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Anı ve günlük türünün temel özelliklerini açıklayabilme, Türk ve Dünya edebiyatındaki gelişim seyrini algılayabilme, 2 türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Anı ve Günlük

“Geçmişte yaşanan veya olan bir şeyi hatırlamak; hatırlayarak anmak” anlamındaki “anı” veya “hatıra” kelimelerinin bir türü karşılaması, XIX. yüzyılın ikinci yarısındadır. Anı; kişinin yaşadıkları, gördükleri ve işittiklerini üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra hatırlaması ve kendi algı ve bakış açısına göre yazmasıdır. Anılar, kişinin bütün bir hayatını kapsayabileceği gibi, sadece hayatının bir dönemine ait olay ve gözlemleri de kapsayabilir. Geçmişte yaşanan olayların anlatımına dayanması, anıyı tarih, otobiyografi, seyahatname, sefaretname, tezkire, mektup türlerine yaklaştırır. Anıların yazılış amaçları; kişinin yaşayıp gördüklerini gelecek nesillere aktarıp bunlardan ders almalarını istemesi, geçmişteki olay ve gelişmelerin gelecekte büsbütün unutulmasının önüne geçmek düşüncesi, kendisi ve hayatının kamuoyu tarafından doğru biçimde bilinmesi ve tanınması arzusu olabilir. Anıları, toplum hayatında önemli rol oynamış kişile- rin anıları, sanatkârların anıları ve diğer anılar olarak tasnif etmek mümkündür. “Günlük/günce” kelimelerinin bir türü karşılamak üzere kavramlaşması oldukça yenidir. Günlük; ki- şinin yaşadıkları, gördükleri ve işittiklerini sıcağı sıcağına veya “günlük” olarak bir deftere yazması veya not etmesidir. Günlükte pek çok ayrıntı ve anlık subjektif yargıları kaçınılmazdır. Günlüğü anı türün- den ayıran temel özellik de burada karşımıza çıkar. Günlükler, yazan kişinin hayatına ait ayrıntılı tuta- naklardır. Yazan kişinin toplumdaki yeri, mesleği, dünya görüşü, karakteri, yaşı, cinsiyeti gibi hususlar, günlüğün niteliği ve içeriğini belirler. Buna günlük sahibinin gözlem, anlatma ve yorumlama gücü ile dil yeteneğini de ilave etmek gerekir. Türk kültüründe modern manada anı ve günlük, Tanzimat’tan sonra görülmeye başlar. Bu gelişmede Osmanlı-Türk toplumunun Batı’ya yönelmesinin açık tesiri vardır. Bununla birlikte bu türlerin tarihini eçok eskiler götürmek mümkündür. VIII. yüzyıla ait Göktürk Kitabeleri, XV. yüzyıla ait Bâburname ve XVII. yüzyıla ait Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si ilk anı örnekleri olarak sayılabilir. Tanzimat son- rası dönemde görülmeye başlayan modern anı türünün ilk örnekleri, daha çok şair ve yazarlara aittir. Bunlardan bazıları; Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnetkeşan’ı, Ahmet Mithat Efendi’nin Menfa’sı, Ziya Paşa’nın Defter-i A’mâl’i, Muallim Naci’nin Medrese Hatıraları, Ahmet Rasim’in Gecelerim’i ve Ali Kemal’in Ömrüm (1919)dür. Bunların yanında toplumsal tarafı ağır basan hatıralar da mevcuttur. Ab- dülhamid, Cevdet Paşa, Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa’nın anıları bunlardan bazılarıdır. Günlük türünün Türk kültüründeki tarihi, anıya paralel bir seyir takip eder ve Tanzimat’tan sonra görül- meye başlar. Bununla birlikte Osmanlı kültüründeki bazı eserler bir çeşit günlük mahiyetindedir. Bunlar arasında III. Selim’in sır kâtibi Ahmed Efendi tarafından tutulan Rûznâme, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferlerini anlatan Haydar Çelebi Ruznamesi ile Osmanlı Teşrifatçılarından Ahmet Ağa’nın Vakay-ı Beç adlı eseri de günlük türünün Tanzimat öncesi örnekleri arasında sayılabilir. Direktör Ali Bey’in Seya- hat Jurnali, Nigâr Hanım’ın Hayatımın Hikâyesi, Ahmet Refik’in Kafkas Yollarında, Ömer Seyfettin’in Ruznâmesi, modern günlüğün Tanzimat’tan sonra yazılan ilk örnekleridir. Cumhuriyet’ten günümüze uzanan süreçte anı ve günlük türleri giderek gelişip zenginleşir ve sayısal olarak da büyük bir artış gösterir. Bu olumlu gelişmede, yaşadıklarını yazma ve yayınlama alışkanlığının oluşması, basın-yayın imkânlarının gelişmesi, okur-yazar oranının giderek artması ve bireyin oluşması gibi faktörler önemli rol oynar. Anı ve günlükleri içerikleri ve yazan kişilerin toplumsal yerleri bakımın- dan tasnif etmek gerekir. Buna göre Cumhuriyet sonrası anı ve günlükleri kendi içinde siyasi, tarihî ve toplumsal tarafı ağır basan; kültür, sanat ve edebiyat tarafı ağır basan ve bireysel tarafı ağır basan anılar ve günlükler olmak üzere üç başlık altında tasnif etmek gerekir. Cumhuriyet Dönemi’nde neredeyse hemen her şair ve yazarın anılarını yazdığını söylemek abartı olma- yacaktır. Hatıralarını yazmada en çok dikkati çeken isimler; Ahmet Rasim, Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edib Adıvar, Yahya Kemal Beyatlı, Halide Nusret Zorlutuna, Abdülhak ,Şinasi Hisar Mehmet Çınarlı’dır. Bu anıların bir kısmında daha çok yazan kişinin kendi sanat ve edebi- yat hayatı; diğer bir kısmında ise yakından tanıdığı yazar ve şairlerin hayatları, kişilikleri ve sanatları öne çıkmaktadır. Bunun yanında devlet adamı, politikacı, asker, öğretmen, gazeteci gibi farklı mesleklerdeki pek çok insandaanılarıyazmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde günlüklerin yayımında da önemli bir artış gözlenir. Bu alanda en çok tanı- nan Nurullah Ataç’tır. Bir başka önemli günlük yazarı Salah Birsel’dir. Bunların dışında Orhan Burian, Tomris Uyar, Oğuz Atay, Cemal Süreya, Cahit Zarifoğlu, İlhan Berk, Oktay Akbal, Fethi Naci, Memet Fuat önemli günlük yazarlarımızdır.

119 Gezi/ Seyahat Yazısı

7 1 Gezi yazılarının aşağıdaki yazı türlerinden “Edebiyatımızın önemli edebiyat tarihçi- hangisi ile yakın bir ilişkisi vardır? lerinden biri olan İsmail Habip Sevük, Türki- ye dışına yaptığı seyahatlerine ait gözlemleri- A. Tiyatro B. Öykü C. Roman ni……………… kitabında ve yurt içi gezilerine D. Şiir E. Hatıra-Anı ait intibalarını ise…………….. isimli eserinde bir araya getirmiştir.” 2 Aşağıdakilerden hangisi gezi yazıları içerisin- de kabul edilebilir? Yukarıdaki paragrafta yer alan boşlukları, aşağıda- ki seçeneklerden hangisinde yer alan gezi eserleri A. Sefaretname B. Mektup C. Eleştiri doğru olarak tamamlamaktadır? D. Biyografi E. Roman A. Tuna’dan Batı’ya-Yurttan Yazılar B. Tuna’dan Batı’ya-İstanbul’dan Anadolu’ya Doğu kültürünün en önemli gezi yazısı sayı- neler öğrendik? 3 labilecek ilk eserlerinden biri aşağıdaki hangi seçe- C. İstanbul’dan Batı’ya-Yurttan Yazılar nekte verilmiştir? D. Avrupa İntibaları-Anadolu Notları E. Avrupa Seyahati-Bize Göre A. Montaigne-Les Essais B. Gerard de Nerval, Doğuya Seyahat C. Pierre Loti, Isfahan Seyahatnamesi 8 Aşağıdaki türlerden hangisi ile anı arasında D. İbni Fazlan- Risale ciddi bir ortaklık bulunmaz? E. Edmond de Amicis, İstanbul A. Biyografi B. Günlük C. Mektup D. Makale 4 Türk edebiyatının gezi türünde yazılmış ilk E. Seyahatname eseri hangisidir? A. İbni Batuta, Rihlet’ül-İbni Batuta 9 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi anı türünün B. Hoca Gıyaseddin Nakkaş, Hıtay Sefaretnamesi belirgin özelliği değildir? (Acâibü’l-Letâif) A. Anı; kişinin yaşadıkları ve gördüklerini üzerin- C. Sadık Rıfat Paşa, İtalya Seyahatnamesi den belli bir zaman geçtikten sonra yazmasıdır. D. İbrahim Paşa, Viyana Sefaretnamesi B. Anı; kişinin yaşadıkları ve gördüklerini sıcağı E. , Heşt Behişt sıcağına yazmasıdır. C. Anı; anlatılanların merkezinde anlatanın bu- 5 Cumhuriyet döneminde Anadolu’yu yakın- lunduğu bir türdür. dan görüp anlatan yazar ve eseri aşağıdaki hangi seçenekte doğru verilmiştir? D. Anı; her zaman için sahibinin sübjektif yargıla- rını içinde barındırır. A. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Anadolu Notları E. Anı; okuyucuya geçmişe dair pek çok olay ve B. Ahmet Haşim, Gureba-yı Laklakan kişi hakkında bilgi kadar, hayat tecrübesi de C. Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notları sunar. D. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alp Dağlarından E. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir 10 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi Türk kültü- rü ve edebiyatında anı türünün doğup gelişmesin- 6 “1926’da hastalığı dolayısıyla tedavi olmak de etkili değildir? için gittiği İsviçre Alplerin’de yaşadıklarını, gördük- lerini günlük yaşam çerçevesinde tarihsel ve sanat- A. Aydınlarımızın Batı’da anı türüyle karşılaşması sal bir perspektifle birlikte verir.” B. Gazete ve dergilerin hayatımıza girmesi C. Bireyi önemseyen romantizm akımının yaygın Yukarıdaki cümlede söz konusu edilen yazar ve ese- ri aşağıdakilerden hangisidir? olması D. Okur-yazar veya eğitimli insan sayısının art- A. Ahmet Haşim- Frankfurt Seyahatnamesi ması B. Yahya Kemal-Alpler E. Toplumumuzun ekonomik seviyesinin yüksel- C. Celal Esat-Seyahat İntibaları mesi D. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alp Dağlarından ve Miss Chalfrin’in Albümünden E. Sadri Ertem, Bir Vagon Penceresinden

120 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi 1. B Yanıtınız yanlış ise “Gezi Yazısının Anlamı” 6. D Türk Edebiyatında Gezi Yazısı” konusunu

konusunu yeniden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı yeniden gözden geçiriniz.

2. A Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi 7. A Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Gezi Yazıları” konusunu Türk Edebiyatında Gezi Yazısı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Dünya Edebiyatında 3. D 8. D Yanıtınız yanlış ise “Anı/Günlük” konusunu Gezi Yazısı” konusunu yeniden gözden ge- yeniden gözden geçiriniz. çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi 4. B 9. B Yanıtınız yanlış ise “Anı/Günlük” konusunu Türk Edebiyatında Gezi Yazısı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Dönemi 5. C 10. E Yanıtınız yanlış ise “Anı/Günlük” konusunu Türk Edebiyatında Gezi Yazısı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt 5 Anahtarı

Gezi yazılarının ana konusu gezilip görülen yerlerin mimari, yaşayış, dini, kültürel, vs. yönlerinin anlatılmasıdır. Dünya edebiyatında MÖ 8. yüzyıldan beri gezi türünde özellikler taşıyan ya- zılara rastlamak mümkündür. Bu bakımdan Homeros’un Odyssey’i, içinde gezi türüne has özellikler taşıyan ilk eser sayılabilir. Tanzimat sonrasında gezi türüne girebilecek özellikteki eserlerin sayıca artma- Araştır 1 sının en büyük nedeni Batı’yla ilişkilerin gittikçe gelişmesidir. Buna bağlı ola- rak Batı’ya gerek görevli ve gerek seyahat veya tedavi maksatlı giden aydınların gördüklerini yazıya aktarması gezi yazısı türünün edebiyatımızda gelişmesine yol açmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde Anadolu’ya dair gezi yazılarının sayıca artmasının nedeni, Anadoluculuk hareketine bağlı gelişen memleket edebiyatıdır. Bu ha- rekete bağlı olarak yazılan önemli gezi yazısı eseri Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu Notları isimli iki ciltlik eseridir.

121 Gezi/ Seyahat Yazısı

Araştır Yanıt 5 Anahtarı

Herhangi bir anı veya günlüğü okumak; yazan kişinin yakından tanınması, dönemin çeşitli olay ve gelişmelerinin öğrenilmesi, toplumsal hayata ait pek çok şeyin yakından görülmesi ve zengin bir hayat tecrübesi vermesi gibi pek çok faydaları olacaktır. Yaşanılan, görülen ve işitilenlerin, üzerinden belli bir zaman geçtikten son- ra yazılması, anıların ayrıntıdan ve anlık subjektif yargılardan önemli ölçüde temizlenmesini sağlar. Anıyı günlükten ayıran temel özellik de burada karşı- mıza çıkar. Yaşanılanların hemen sıcağı sıcağına yazılması olan günlük, anıya göre bir hayli ayrıntı içerdiği gibi, bir o kadar da subjektif yargılar içerebilir. Bununla birlikte anılarda anlatılanların, her zaman yazanın bakış açısı çer- çevesinde bize aktarıldığını unutmamak gerekir. Üstelik yaşananların aradan Araştır 2 geçen uzun zaman sonra hatırlanarak anlatılması, bazı şeylerin unutulması veya yanlış hatırlanmasını da beraberinde getirebilir. Bu sebeple anıların tarihî bir belge olarak kullanılması, verilen bilgilerin diğer kaynaklar ve belgelerle karşılaştırılması hâlinde mümkün olabilir Türk kültürü ve edebiyatında bugünkü manada günlük, Tanzimat’tan sonra görülmeye başlar. Direktör Ali Bey’in Hindistan’a yaptığı gezinin intibalarını içeren Seyahat Jurnali (1897) ilk günlük örneği olarak kabul edilebilir. Bunu şair Nigâr Hanım’ın ölümünden sonra yayımlanan Hayatımın Hikâyesi, Ah- met Refik’in Kafkas Yollarında adlı seyahat günlüğü, Ömer Seyfettin’in Bal- kan Harbi günlerini anlatan Ruznâmesi izler. Söz konusu örneklere rağmen yakın dönemlere kadar Türk toplumunda yaygın bir günlük yazma alışkanlığı olduğu söylenemez.

Kaynakça

Ahmet Haşim. (1992). Üç Eser- Bize Göre Ataç, N. (1997). Günlerin Getirdiği. İstanbul: Can Gurebahane-i Laklakan Frankfurt Yayınları. Seyahatnamesi. İstanbul: MEB. Yayınları. Ayaşlı, M. (1973). Hatırât Edebiyatı. İstanbul: Ahmet Haşim. (1992). Üç Eser- Bize Göre Ayda, A. (1979). “Edebiyatta Hatıra”. Hisar. C.19. Gurebahane-i Laklakan Frankfurt Seyahatnamesi. İstanbul: MEB. Yayınları. Aytaç, G. (1990). “Günce ve Anı Üzerine”. Edebiyat Yazıları. Ankara: Gündoğan Yayınları. Akyüz, K. (1982). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri. İstanbul: İnkılâp Kitapevi Batu, S. (1953). Romancero. İstanbul: Varlık Yayınevi. Asiltürk, B. (2009). “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler”. Turkish Studies. C.IV/1-I. Kış. Beyatlı, Y.K. (1976). Çocukluğum, Gençliğim, s.911-995. Siyasî ve Edebî Hâtıralarım. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları. Asiltürk, B. (2009). “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler”. Turkish Studies. C.IV/1-I. Kış. s.911-995.

122 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Çetin, N. (2004). “Hatıra”. Türk Dünyası Edebiyat Okay, M.O. (2005). Batılılaşma Devri Türk Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü. Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. C.3. Ankara: AKM Yayınları. Olgun, İ. (1972). “Anı Türü ve Türk Edebiyatında Enginün, İ. (2006). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Anı”, Türk Dili (Anı Özel Sayısı). C.24. s.411- Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergâh 413. Yayınları. Otyam,. F (1960). Gide Gide. Ankara: Dost Yayınları. Enginün, İ. (2006). Yeni Türk Edebiyatı, Ömer Seyfettin, (2000). Şiirler, Mensur Şiirler, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923). Fıkralar, Hatıralar, Mektuplar. (Hzl. Hülya İstanbul: Dergâh Yayınları. Argunşah). İstanbul: Dergâh Yayınları. Gökyay, O.Ş. (1973). “Türkçe’de Gezi Kitapları”. Özdemir, E. (1972). “Anı ve Anı Dilimiz Üzerine”, Türk Dili (Gezi Özel Sayısı). S.258. Türk Dili. C.25. s.246-398 Güntekin, R.N. (2010). Anadolu Notları I-II. Özdemir, E. (1983). Yazı ve Yazınsal Türler. İstanbul: İstanbul: İnkılap Kitapevi. Varlık Yayınları. Güzel Yazılar Gezi-Hatıra. (1997). Ankara: TDK Salah, B. (1972). “Anı Üzerine”. Türk Dili. C.25. Yayınları. s.246-428 Kaplan, M. (1966). “Hatırât Üzerine”. Hisar. C.6. Şengil, S. (1992). Anılarda Kalan Portreler. İstanbul: Karaalioğlu, S.K. (1980). Sözlü-Yazılı Kompozisyon Cem Yayınları. Sanatı. İstanbul: İnkılap ve Aka Kitapevi. Tanpınar, A.H. (2008). Beş Şehir. İstanbul: Dergâh Karakoç, İ. (). Anılar ve Edebiyatçıların Anıları Yayınları. Bibliyografyası. İstanbul: Fatih Ü. Yüksek Lisans Tanpınar, A.H. (2008). Günlüklerin Işığında Tezi. Tanpınar’la Başbaşa. (Hzl. İ.Enginün-Z. Karaosmanoğlu, Y.K. (1942), Alp Dağlarından ve Kerman). İstanbul: Dergâh Yayınları. Miss Chalfrin’in Albümünden. İstanbul: Remzi Turinay, N. (1996). “İnsan, Tarih ve Hatıra”. Kitabevi. Geleneğin Dünyası Yeniliğin Ufukları. Ankara. Korkmaz, R. ( 2005). Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı. Türk Dili (Gezi Özel Sayısı). (1973). S.258, Mart. Ankara: Grafiker Yayınları. Türk Dili (Günlük Özel Sayısı). (1962). C.11. S.127. Kurt, Y.D. (2008). Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Gezi Türünün Gelişimi (1920- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1977-1990), 1980). Basılmamış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Dergâh Yayınları, İstanbul. Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1981). C. 4. Meriç, C. (1982). Jurnal I. İstanbul: İletişim Yayınları. İstanbul: Dergâh Yayınları. Meriç, M.A. (1982). “Jurnali Baskıya Hazırlarken”. Uluğlar, E.B. (2006). 1908–1918 Yılları Arasında Jurnal I. İstanbul: İletişim Yayınları. Türk Edebiyatında Hatıra Türü. Ankara: Gazi Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü. (Yayımlanmamış Nutuk, (1975). C.II. İstanbul: Kültür Bakanlığı Yüksek Lisans Tezi) Yayınları. Okay, M.O. (1997). “Hatırât”, İslâm Ansiklopedisi. C.16, İstanbul: TDV Yayınları.

123 Bölüm 6

Biyografi

Dünya Edebiyatında Biyografi Biyografi 2 Dünya edebiyatında biyografi türünün 1 Biyografi türünün temel özelliklerini gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli 1 sıralayabilme 2 başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Türk Edebiyatında Biyografi 3 Türk edebiyatında biyografi türünün gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme öğrenme çıktıları 3

Anahtar Sözcükler: • Biyografi • Hâl Tercümesi • Otobiyograf • Monografi • Portre • Nekroloji • Edebî Biyografi • Bilimsel Biyografi

124 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ Bir yazarın kendi yaşam öyküsünü yazmasıy- Kitabımızın bu bölümünde bir üst kavram la ortaya çıkan biyografiye “otobiyografi” veya “öz olarak biyografi türü üzerinde duracağız. Biyog- yaşam öyküsü” denir. Otobiyografiler, ben merkez- rafinin taşıdığı anlam çerçevelerini irdeleyeceğiz. li olduğu için kişisellik ön plandadır. Dolayısıyla Cumhuriyet’e kadar olan dönem ile Cumhuriyet yaşanmışlığa bağlı olarak yazarın yaşadığı zamana sonrası dönemde biyografinin geçirdiği evreler üze- ait sosyal düşünceleri, tutum ve tavırları, zihniyeti, rinde durulurken aynı zamanda başlıca eserler ve dinî, ahlaki düşünceleri, mutlulukları, hüzünleri temsilcilerinden de söz edilecek. Dünya edebiya- söz konusu olabilmektedir. Otobiyografi ile anı/ tında biyografinin gelişim seyrine değinilecek. hatıra türü birbirine oldukça yakındır. Fakat otobi- yografide merkezde yazarın kendisi vardır; bir nevi Bölümde verilen biyografi örnekleri, kuram- yazar kendi dünyasına bakar, öznel bir yaklaşım söz sal çerçevede anlatılanları örnekleyecek, türe ait konusudur; anı/hatırada ise çevredeki insanlar da özelliklerin pekişmesine katkı sağlayacaktır. Bu ön plana çıkar. bölümde öğrendiklerimizi günlük yaşantımızda yaptığımız okumalara yansıtabilmek, biyografi ör- Ünlü bir kişinin bütün şahsiyetini, hayatının neklerini okuyarak türün özelliklerini daha iyi pe- tamamını, eserini, her yönüyle ele alan veya aynı kiştirmek dileğiyle… detaylı bakış açısıyla herhangi bir konuyu ele alan yazılara “monografi” denmektedir. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Kemal üzerine yazdığı BİYOGRAFİ monografisinin yanı sıra İstanbul, Ankara, Konya, “Biyografi”, otobiyografi ve monografiyi de Erzurum ve Bursa’yı geniş bir çerçeveden tarih- içinde barındıran bir üst kavram olarak; sanat, ede- sel, kültürel, mimari, yaşayış vs. boyutlarıyla ele biyat, tarih, politika vs. alanlarda tanınmış, sevilmiş; alıp anlattığı Beş Şehir isimli şehir monografisi de ülkesine ve bütün insanlığa veya belli bir sanat bilim bulunmaktadır. Dolayısıyla bir eleştiri, tarihî olay alanına önemli katkılarda bulunmuş kişilerin yaşam üzerinde özel bir bakış açısıyla derinlemesine bir öykülerinin yazılmasıyla ortaya çıkan edebiyat türü- araştırma, bir edebiyat veya sosyal hayat olgusunu dür. Bir anlamda biyografi, geçmişte kalan hayatı ayrıntılarıyla ortaya koyan bir çalışma da monog- ve ona bağlı başarıyı ve ürünü yeniden üretme, de- rafinin sınırları içerisine girmektedir. Bu sebeple neyimleme ve bunu yaygınlaştırma girişimi olarak monografinin zaman zaman biyografiden ayrılan değerlendirilebilir. Bu tanınmış kişinin doğduğu bir tarafı bulunmaktadır. yer ve tarih, ailesi, eğitim hayatı, alanında yaptık- Bunun haricinde, bilimsel anlayışa bağlı olarak ları, başarıları; kısaca içinde yetişmiş olduğu maddi söz konusu kişiye ait bilgiler, bir mantık silsilesi ve manevi çevre içerisinde kişiliği ve eserleri çer- içerisinde, mesela kronolojik düzende, alt başlıklar çevesinde anlatılmaya çalışılır. Dolayısıyla biyog- hâlinde; doğumu, yetişmesi, eğitimi, dönemi içeri- rafilerde bir gerçeklik vurgusu ön plana çıkar. Bu sinde konumu, eseriyle tuttuğu yer, başarıları, ese- gerçeklik ilkesi gereği, söz konusu edilen bilgiler, rinin özellikleri; şekli, içeriği vs. bölümler hâlinde resmî belgelere, kayıtlara, günlüklere, mektuplara, verilip bütün bunlar eleştirel bir tutumla ele alınıp söyleşilere veya bahsi edilen kişinin yaşamında yer bilgi ve belgelerle desteklenmeye çalışılıyorsa bu tutan kimselerin sözlü bilgilerine dayandırılmaya tarz biyografilere “bilimsel biyografi” denir. Mesela çalışılır. Ele aldığı kişiyi bütün yönleriyle anlatan Mehmet Kaplan’ın, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet- oldukça hacimli biyografiler bulunmakla birlikte, Eser (1971), İsmail Parlatır’ın, Recaizade Mahmut ansiklopedilerde, edebiyat tarihlerinde kısa olan Ekrem (1995), Ö.Faruk Huyugüzel’in, Hüseyin Ca- biyografiler de bulunmaktadır. Edebiyatımızda hit Yalçın’ın Hayatı ve Edebî Eserleri Üzerinde Bir biyografilere “yaşam öyküsü” de denmektedir. Eski Araştırma (1984) isimli çalışmaları bilimsel biyog- Türk edebiyatında bu tarz yazılar; “Tercüme-i Hal” rafiye örnektir. ya da “Hal Tercümesi” olarak bilinmekteydiler. Dolayısıyla biyografi eserleri arasında edebî ve sanatsal yönü ağır basanlar kadar bilimsel tarafı öne çıkan örnekler de bulunmaktadır. Bilimsel biyog- Latince “biyo” yaşam, canlı; “graphe” ise rafiler, yukarda bahsini ettiğimiz gibi bilimsel bir yazı, şekil anlamlarına gelmektedir. Do- araştırmanın bütün gereklerine bağlı olmak iddi- layısıyla ikisinin birleşiminden oluşan bi- asıyla yola çıkarlar. Biyografisi yazılan şahsın haya- yografi, yaşamı anlatan yazı demektir. tı ve biyografisinin yazılmasına neden olan tarafı,

125 Biyografi

ilgili bütün materyallerin gözden geçirilmesi so- de bir romandan beklenen bütün bir kurmacanın, nucunda tarafsız ve bilimsel ciddiyete bağlı bir üs- tam bir karakter yaratmanın söz konusu olmadı- lupla okuyucuya aktarılmaya çalışılır. Bilim adamı, ğı bir gerçektir. Bu durumda biyografi eserleri için bilimsel biyografisinde edebiyat, sanat veya kültür her zaman sorulan soru tekrar ve hem de daha güç- tarihinde önemli bir yeri bulunduğu düşünülen lü olarak söz konusu edilebilir: Biyografi yazarı bir bir şahsı, hayatının veya eserinin karanlıkta kalmış sanat eseri mi yazmaktadır, yoksa tarihî bir realiteyi yanlarını aydınlatmak iddiasıyla araştırır. Edebî bi- mi metinleştirmektedir? Her halükârda biyografik yografiler ise bu kadar tarafsız ve nesnel olma iddia- roman ne tam olarak bir kurmaca metindir, ne de sında değillerdir. Zaten bu tip biyografilerde yazarı tam olarak bir biyografi yazısıdır. yaşam öyküsünü yazmaya iten neden genellikle söz Diğer taraftan ünlü bir şahsiyetin ölümü üze- konusu edilen kişiye duyulan yakınlık, bağlılık gibi rine, hemen aynı günlerde gazete ve dergilerde ya- kişisel nedenlerdir. Mesela yukarıda söz konusu kınları tarafından yazılan ve onun şahsiyetinden, ettiğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Ke- eserlerinden bahseden yazılara da “ölüm ardı ya- mal hakkında yazdığı biyografi, bu tarz bir edebî zısı” bağlamında “nekroloji” denmektedir. Bu gibi biyografi olarak da görülebilir. Çünkü söz konusu yazılarda da yer yer biyografiye ilişkin bilgiler yer Tanpınar’ın hem hocası hem de yakın dostu olan aldığı için nekrolojiler bir alt başlık olarak ele alı- bir şahsiyettir. Bu sebeple Tanpınar’ın kişisel duyuş nırlar. Kültür, edebiyat ve sanat dünyamızda bu ve düşünüşü ile bu yakınlığın sanatkârane üslubu gibi yazıların sayısı oldukça fazladır. Fakat bu gibi zaman zaman esere yansır. ölüm ardı yazıları deneme türü içinde de değerlen- Bilimsel ve edebî biyografilerin yanı sıra bel- dirilmektedirler. Çünkü bu gibi ölüm ardı yazıla- ki de edebî-sanatsal biyografinin farklı bir boyu- rının tümüyle biyografiye dayalı olanları olduğu tu olarak görülebilecek “biyografik roman”dan gibi, haber verme nitelikli olanları, duygusal içerik- da söz edilebilir. Yani bütün biyografik veriler bir li olanları, bir anıya dayalı olanları, portre özellikli kurmacaya dönüştürülerek, bir roman veya hikâye olanları, eleştirel olanları da bulunmaktadır. formatında veriliyorsa, diğer bir anlamda, önemli Ayrıca, biyografi türünün içinde sayabileceğimiz bir şahsiyet bir romanın, bir hikâyenin kahrama- yazılardan bir diğeri de “portre”dir. Bir yazarın, ya- nına dönüştürülerek anlatılıyorsa, bu tarz eserlere kından tanısın ya da tanımasın değerli saydığı, et- de “biyografik roman” denmektedir. Bir anlamda kilendiği, beğendiği kişilerin karakter özelliklerini, burada söz konusu edilen kişi, hayat içerisinde ya- belirgin yanlarını, aralarında geçen ilginç olayları şayış, düşünüş; fiziksel, ruhsal bütün özellikleriy- veya daha başka özelliklerini anlattığı üç beş sayfalık le canlı bir kişilik olarak sergilenir. Mesela Tahir kısa yazılara “portre” denir. Bunun iki türü vardır. Alangu’nun Ömer Seyfeddin: Ülkücü Bir Yazarın Bunlardan birincisi ele alınan kişinin dış görünü- Romanı (1968), M. Emin Erişirgil’in Mehmet Akif- şünden bahseden fiziki portre’dir. Diğeri ise tahmin İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956), Oğuz Atay’ın Bir edildiği üzere karakter özelliklerinden, iç dünyadan Bilim Adamının Romanı (1975). Fakat burada yine bahseden ruhsal portredir.

Öğrenme Çıktısı

1 Biyografi türünün temel özelliklerini sıralayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bölümde yer alan biyografi Biyografinin anlamını açık- Biyografi, otobiyografi ve örneklerini okuyunuz, bu layınız? Başka hangi kav- monografi arasındaki ilişki- örneklerden yola çıkarak ram/türler biyografi içinde yi açıklayınız. türün temel özelliklerini değerlendirilmektedir? anlatınız.

126 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Atatürk Kahraman kelimesinin manasını duyabil- Ahmet Hamdi Tanpınar mek için onun hayatını görmek ve üzerinde düşünmek yeter, dedim. Şimdi bu hayatın bir Atatürk gibi milli varlığın her alanında yara- noktasına işaret etmek isterim: Bu deha, etra- tıcı eserler bırakan, dehasının mucizesiyle bütün fındaki olaylarla beraber, adeta bazı panzehirler, milli hayatı yoğurup dirilten bir insandan bah- insanlığa teselli, ümit ve şifa veren bazı büyük, setmek daima güç bir şeydir. Çünkü Atatürk’ten kurtarıcı fikirler gibi, onların cevherinden doğ- bahsetmek, fanilerin diliyle bir mucizeler zinciri- muştur, diyebilirim. ni anlatmak demektir. Mucize, mucize ile anlatı- lır. Onun içindir ki kahramanların gerçek yüzleri Tanınmış bir tarihçi: “Dünya, gömlek de- ancak sanatta görülür. ğiştireceği zamanlarda hadiseler mukadder bir mahiyet alır” der. İşte Atatürk, bu yolundan şaş- Hiç bir hayat onunki gibi zengin ve dolu maz kader mahiyetli hadiseleri, daha zengin bir olmamıştır. Hiç bir eser, altı yıl önce aramızdan iradeyle, adeta bir milletin yaşama iradesinin tek çekilip gitmesine ağladığımız büyük insanınki bir şahısta toplandığına inandıran bir kudretle kadar şaşırtıcı, ilk bakışta kavranması daima güç, günü gününe, saati saatine karşılayan, onlarla bununla beraber son derecede aydınlık olmamıştı. beraber ölçüleri büyüyen, genişleyen, kudreti ar- Atatürk, büyük ve şümullü manasıyla kah- tan insandı. ramandır. Bu kelimenin manasında gerçek bir Denebilir ki Atatürk’ün dehâsı, milletine vuzuhu, elle tutulacak, gözle görülecek, zaman gerçekten hizmet edebilecek bir çağa geldikten içinde bir yıldız mahreki gibi nurlu izi takip edi- sonra, milli hayatı tehdit eden tehlikeler nispe- lebilecek bir misalin getirebileceği vuzuhu iste- tinde büyümüş, gelişmiştir. Hayatına baktığımız yenler onun hayatına bakmalıdırlar. zaman, bu hayatın bize önceden çizilmiş bir yol Kahraman nedir? Eski trajedi, kahramanı ka- gibi muntazam, sade ve son derecede tabii görün- derle pençeleşen adam diye vasıflandırır. Atatürk mesinin sırrı buradadır. Asıl olan yaşamak oldu- bu mücadeleyi kendi nefsi için değil, bir milletin ğuna göre bir hastalığın, bir âfetin, bir kazanın hayatı için yapmış ve ondan muzaffer olarak çık- karşılanması kadar tabii ne olabilir? mıştır. Onun için Türk milletinin milli kahrama- Fakat bir an kendimizi tereddüdün, şüphe- nıdır. Bugün kendi yurdumuzda hür ve müstakil, nin ifritine terk ederek kendi kendimize soralım: yaşama haklarımıza sahip, toplu ve nefsimize karşı “Mukadder görünen bir akıbetin bu kadar zama- saygıyla, güvenle dolu yaşıyorsak bu, onun mille- nında, bu kadar isabetli bir şekilde karşılanması timizin talihine karşı kazandığı zafer sayesindedir. kadar insanı şaşırtabilecek ne vardır?” Bununla beraber bu kadar büyük bir işi ne Ben, Atatürk’ün hayatından bugün için ve basit unsurlarla yapar! Onun hayatına bakarken yarın için alınabilecek en büyük dersin, ters ta- bir daha görüyoruz ki, deha dediğimiz şey, yaratı- rafından sorulmuş sualde olduğuna inanıyorum. lışın bir ucubesi değil, sadece fanilere nadir bah- Gerçekten Mustafa Kemal’in dehâsı, daima gü- şettiği bir kudrettir. Gerçekten Atatürk’ün hayatı, nünün meseleleriyle onların içinde, onların ha- vazife duygusunun, memleket ve millet sevgisi- vasında yaşadı. Onu herhangi büyük bir kuman- nin, imanın ve iradenin beraberce ördükleri bir dan, büyük ve başarılı bir politika adamından kumaşa benzer. Onu harekete getiren bu büyük daha üstün, çok üstün, çok yaratıcı yapan şey, zembereklere hadiseleri sezmek ve anlatmaktaki bir tek adamın zekâsını bir milletin hayatında bu kudretini, büyük realite duygusunu, tasarlama ve kadar şümullü bir merhale haline getiren cemi- yapmadaki o imkânsız denebilecek isabetini, bir yet meseleleri üzerinde kendi kendisini bu derece de, gerçek manasıyla Şef doğmuş olanlara mahsus teksif etmiş olması, bütün varlığını onların em- şahsi cazibeyi ilave edersek, bize bugünü ve onun rine vermesi, şahsiyetini onlarda idrak etmesidir. nimetlerini hazırlayan, Türk milletine gelecek ne- sillerin serbestçe çalışması ve kendi imkânlarını Kaynak: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım gerçekleştirmek için hür ve müstakil bir yurda Gibi’den, s.96-98. sahip olmanın emniyetini bahşeden bir hayatın büyük vasıflarını hülâsa etmiş oluruz. 127 Biyografi

DÜNYA EDEBİYATINDA De Casibus Virorum et Feminarum Illustrium (Ünlü BİYOGRAFİ Erkeklerin ve Kadınların Kaderi) adlı eseriyle türün yeniden canlanmasını sağlar. Fakat Orta Çağ bo- Eski zamanlarda başlı başına bir tür olarak or- yunca azizlerin hayatlarına dair biyografiler devam taya çıkmadan önce değişik edebî türler içerisinde eder. Orta Çağ sonlarına doğru bu kez kralların ve biyografi diyebileceğimiz bazı yazılara rastlamak şövalyelerin biyografileri ön plana çıkmaya başlar. mümkündür. Var olma, var kılma, kendi varlığı- nı devam ettirme içgüdüsünün farklı bir yansıması Rönesans’la birlikte artık sanatçılar, yazarlar ve olan sanatsal faaliyetin değişik alanlarında insana ait şairler biyografilere konu olmaya başlar. Bu an- bulgular, milattan önceki zamanlardan beri görüle lamda İtalyan Giorgio Vassari’nin Lives of Artists gelmiştir. Mesela mağara resimlerindeki gündelik (1550) adlı eseri ve Thomas More’un idam edilişi insan yaşamına ait veriler biyografinin henüz yazı- üzerine damadı William Roper tarafından yazılan ya geçmeyen başlangıcı olarak görülebilir. Çünkü Life of Sir Thomas More isimli biyografisi ve George her ikisinin de temelinde ölümlü olmanın karşısına Cavendish’in Life of Wolsey’i dikkat çeker. Bundan çıkarılan var kılma, devam ettirme, anma, anlam- sonra 18. yüzyılda Johnson’ın saf bir biyografi yaz- lı kılma, yüceltme gibi insani duruş söz konusu- ma niyetiyle ele aldığı Life of Savage adlı eseri ve dur. Aynı şekilde mezar taşları, yazılı anıtlar veya yine aynı çağın bir başka biyografı James Boswell ölüm törenlerindeki anmalar, aynı tarzda biyogra- ise gerçeklik merkezli bir anlayışı oturtmaya çalıştı- finin başına koyabileceğimiz başlangıç örnekleridir. ğı Life of Johnson’ı gelir. Harold Nicolson’ın “Biyografi, anma içgüdüsünü Modern anlamdaki biyografi ise psikolojik tatmin etmek için icat edilmiştir: aileler, ölüyü an- merkezli bir anlayışı kullanan ve aynı zamanda mayı arzu eder bu yüzden ağıtlarımız, kitabelerimiz bir eleştirmen de olan Lytton Strachey’in Eminent bulunmaktadır; kabileler, kahramanlarını anmak Victorians(Viktorya Çağı Seçkinleri (1918) ile Qu- ister bunun için destan ve menkıbelerimiz vardır; een Victoria (Kraliçe Viktorya) (1921) isimli eser- kilise, kurucularını anmayı ister bu yüzden azizleri leriyle başlatılır. Son yıllarda Türkçeye çevrilen ve anlatan hikâyeler vardır.” (Çelebioğlu, 2007) der- Türk okuru tarafından da büyük bir ilgiyle karşı- ken bir taraftan biyografinin ortaya çıkış realitesine lanan Stefan Zweig’in Dünya Fikir Mimarları ise ışık tutmakta, diğer taraftan da farklı edebî türler dünya edebiyatında edebî biyografilerin önemli içerisindeki dağılmışlığına da işaret etmektedir. örneklerinden birisidir. Bütün bunları bir tarafa bırakıp edebiyatın bir türü olarak biyografiye döndüğümüzde, bağımsız bir tür olarak biyografinin öncüsü, MS 46-120 Ahbâr Kitapları yılları arasında yaşamış olan Yunanlı deneme, ta- “Ahbâr”, haberler demekse de klasik kül- rih ve biyografi yazarı Plutarkhos gösterilmektedir. türümüzde “bilgi” anlamında kullanılmış- Plutarkhos’un 23 Yunanlı ile 23 Romalının hayat- tır. Daha çok da din ulularının hayatlarını, larını çifter çifter birbirine paralel olarak kaleme söylediklerini anlatan “ahbâr” kitapları, aldığı Paralel Yaşamlar kitabı dünya edebiyatında birer biyografi özelliğine de sahiptirler. ilk biyografi örneği olarak kabul edilmektedir. Pek Tabakât Kitapları çoğu tanınmış isimlerden oluşan bu 46 kişiyi ta- Daha çok belli bir dönemdeki hadisçilerin nıtırken tarihî verilerden ziyade karakter özellikleri hayatlarını anlatan kitaplar olmakla bir- üzerinde duran yazar, kin ve nefretin, aç gözlülü- likte, bir bilim dalında belli zamanda yaşa- ğün, asaletin, erdemin vs. kişisel özelliklerin bu mış bilim adamlarının hayatlarını anlatan isimlerdeki yerine değinerek bir taraftan da eğitici kitaplara da bu ad verilmektedir. bir rol icra etmek istemiştir. Altıncı yüzyıl İngiltere’sinde ise dinî ve ahlaki Vefeyatnameler kavramlar etrafında şekillendirilen aziz kimselerin Din büyüklerinin ve bazı meslek mensup- hayatlarını anlatan hagiographi adı verilen biyogra- larının ölümleri üzerine yazılan ve onların fi tarzı eserlerin yaygınlık kazandığı görülmektedir. hayatları hakkında bilgi veren kitaplardır. Orta Çağ boyunca bu tarz biyografiler devam et- mekle beraber Boccacio 56 biyografiye yer verdiği

128 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

İslam dünyasında ise erken zamanlardan beri biyografi benzeri eserlere rastlamaktayız. Tarihin başlan- gıçta devlet büyükleri etrafında şekillendirilmesinden dolayı, biyografi tarzı yazılar da tarih kitaplarının içerisinde yer almaktaydı. Fakat zamanla önce peygamberlerin, din büyüklerinin, halifelerin hayatlarını anlatan siyerler şeklinde başlayan biyografi benzeri eserler, çok değişik şekillerde karşımıza çıkmaya başlar. Hz. Peygamber’in gazalarını anlatan Gazavât kitapları, onun çevresinde bulunanların hâl tercümesi sa- yılabilecek ahbâr kitapları, hadis rivayetçilerinin, tefsircilerin, fakîhlerin, imamların, âlimlerin, şairlerin, tabiplerin hâl tercümesi sayabileceğimiz tabakât kitapları, tezkire kitapları, menakıpnameler, şecere kitapları, vefeyatnameler, kısasü’l-enbiyalar biyografi edebiyatı bakımından zengin bir kaynak oluştururlar.

araştırmalarla ilişkilendir

Paris’te Gençlik Zamanları muntazaman para sıkıntısı çektiğini görüyor- Abdülhak Şinasi Hisar dum. Nice senelerden sonra bu eski zamanlarda kendisine gönderilen tahsisatın başka bir talebe- Yahya Kemal, 1902’de on yedi yaşlarınday- nin sarfiyatına yetebileceğini duymuştum. ken, Üsküp’ten İstanbul’a gelmiş, bir sene burada kalmış, galiba Sarıyer’de oturmuş ve bir müddet Paris’te Yahya Kemal, talebe mahallesi olan Robert Kolej’e devam etmişti. O zamanki mat- Quartier Latin’in hududundan dışarı çıkmıyordu. buatın Baba Tahir’i ile biraz görüşmüş ve onun …. neşrettiği “İrtika” ve “Musavver Malumât” mec- Ona, bilhassa Quartier Latin’in ana cadde- mualarında, Agâh Kemal ismiyle bazı manzume- si olan, büyük kahvehanelerinin bulunduğu ve ler neşretmişti. Hatırlıyorum ki o zamanlar Tevfik talebelerin, Boul-Miche diye yâdettikleri Boule- Fikret’in tesiri altında görünüyordu. Fakat kendisi vard Saint Michel üstündeki kahvehanelerde, ya bu eski hatıralarını hiç sevmediği hattâ inkâr ettiği Türklerin çok gittikleri Souffle veya daha ziyade, için bunlardan hiçbir zaman bahsedememiştik. edebi bir şöhreti olan Vachette kahvehanesinde O, 1903’te Paris’e gitmişti. 1905’te kendi- rastgelinirdi. si ile Paris’te tanıştığım zaman yirmi yaşlarında olmalıydı. Bir memur olan babası kendisine bir Kaynak: Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e maaş yolluyordu. Fakat belki müsrif olduğundan Veda’dan, s.169-171.

Öğrenme Çıktısı

2 Dünya edebiyatında biyografi türünün gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Dünya edebiyatında biyog- Bölümde yer alan biyografi Türkiye’de biyografi türü- rafinin öncüsü kabul edilen örneklerini okuyunuz, bu- nün gelişimini dünyadaki yazar ve eseri hakkında bilgi radan hareketle türün temel gelişimiyle ilişkilendiriniz. veriniz. özelliklerini anlatınız.

129 Biyografi

TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİ da beraberinde getiren roman, hikâye, tiyatro gibi türler ve gazete, dergi gibi iletişim araçları yavaş yavaş rasyonel bir mantığı da yaygınlaştırır. Fakat Cumhuriyet Öncesi Türk bu dönemin yeni edebî türlerinde Batılı örneklerin Edebiyatında Biyografi bir benzerinin tam bir olgunlukla bulunmadığını; Yukarıda son paragrafta bahsini ettiğimiz İslam bunun yerine bir geçiş dönemi özelliği taşıdıkla- kültüründe biyografiye benzeyen eserlerin hemen rını söylemek mümkündür. Dolayısıyla aynı geçiş tamamını klasik Türk edebiyatı içerisinde görmek mantığını biyografi tarzında yazılmış eserlerde de mümkündür. Bilhassa tezkire geleneği klasik Türk görmekteyiz. Gerçi modern biyografilerin yazımı edebiyatında biyografi anlamında zengin bir mal- Batılı edebiyatlarda da çok geç olmuştur. Fakat zeme oluşturur. Ancak şüphesiz ki bunları modern kaynaklara, belgelere dayalı konuşma mantığı Batı- biyografinin başlangıcına koymak mümkün değil- lı edebiyatlarda daha erken başlamıştır. dir. Çünkü klasik edebiyatın pek çok türünde ol- duğu gibi tezkirelerde de kalıplaşmış ifade biçim- Cumhuriyet Sonrası Türk lerini hemen bütün eserlerde aynı şekilde görmek Edebiyatında Biyografi mümkündür. Dolayısıyla bilimsel, eleştirel, özgün bir biyografi anlayışından bahsetmek henüz söz ko- Cumhuriyet sonrasında edebiyatımızın geliş- nusu değildir. mesine paralel olarak biyografi türündeki yazılarda Eski Türk edebiyatı içerisindeki tezkirecilik da bir çeşitlilik ve zenginlik görülmektedir. Bir bü- geleneğinin başlangıcı, Arap edebiyatına dayan- tün hâlinde bunlardan bahsetmek yerine gruplan- maktadır. “Şairler etrafında yazılan tezkirelerin ilk dırıp dikkat çekici olanlarından bahsetmek gerekir. örneği, Arap edebiyatında Muhammed b. Sallam Cumhuriyet dönemi’nde yazılan bazı biyogra- el-Cumâhi (ö.865) tarafından Tabakâtu’ş-Şu’arâ fik eserlere göz atmak faydalı olacaktır: adıyla verilmiş ve XII. yüzyıldan sonra Fars edebi- • Süleyman Nazif, Mehmet Akif, (1924) yatına geçmiştir. Bununla birlikte bu tür en olgun • Mithat Cemal Kuntay, Mehmed Âkif- örneklerini Türkçede vermiştir. Edebiyatımızda Hayatı, Seciyesi, Sanatı (1939) tezkire ilk olarak XV. yüzyılda Çağatay sahasında Ali Şir Nevayî tarafından yazılmıştır. Anadolu sa- • Mithat Cemal Kuntay, İstiklâl Şairi Meh- hasında ise ilk örneği Sehi Bey (Heşt-Behişt) tara- med Âkif (1944) fından verilmiştir. ve Âşık Çelebi’nin tezki- Mithat Cemal’in bu iki biyografik çalışması, releri, bu türün en başarılı örnekleri olarak kabul Mehmet Akif’le yakın tanışıklığının izlerini taşır. edilmektedir.” (Horata, 2006, s.28-29) Mithat Cemal, kendi sanatı ve hayatı üzerinde Diğer taraftan Tanzimat sonrasında da tam bir önemli etkileri bulunan Mehmet Akif’i bu iki ese- tezkire olmamakla birlikte tezkirelerden hareket- rinde bir insan, bir eylem adamı, bir edebiyat ada- le oluşturulmuş eski edebiyat şairlerinden bahse- mı, bir aydın olarak ele almış ve anlatmıştır. den biyografilere rastlamaktayız. Mesela Mehmed • Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal: Devrin Siraceddin’in Mecmuau’ş-Şuarâ ve Tezkire-i Üdebâ Olayları ve İnsanları Arasında (1944-1956) (1907) adlı eseri, Bursalı Mehmed Tahir’in Os- • Mithat Cemal Kuntay, Sarıklı İhtilâlci Ali manlı Müellifleri(3 cilt, 1916-1925), İbnülemin Suavi (1946) Mahmud Kemal İnal’ın Son Asır Türk Şairleri (1930) ve Sadettin Nüzhet Ergun’un Türk Şairleri • Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul ve Pierre (1935), Recaizade Mahmut Ekrem’in Kudemadan Loti (1958) Birkaç Şair (1885), Ebüzziya Tevfik’in Numune-i • Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya Kemal’e Veda Edebiyat-ı Osmaniye, Muallim Naci’nin Osmanlı (1959) Şairleri (1890) ve Esâmi (1890) isimli eseri bunlar Bu eserde Abdülhak Şinasi Hisar, Yahya arasında sayılabilirler. Kemal’in hayatını Üsküp’ten İstanbul’a gelişinden Tanzimat Dönemi Türk edebiyatıyla Avrupai başlayarak anlatır; hayatı ve şairliği ile ilgili ayrıntılı bir görünüm kazanmaya başlayan edebiyatımız- ve değerli bilgilere yer verir. Ayrıntı bakımından ol- da klasik edebiyatta görülmeyen bazı Batılı türler dukça zengin bir Yahya Kemal portresinin yer aldı- ortaya çıkar. Özellikle akıl merkezli bir anlayışı ğı bu biyografik eser, yazarın Yahya Kemal’le yakın

130 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

dostluğunun izleri ve izlenimlerini taşımaktadır. Bir Şairin Romanı: Mehmet Akif adını taşımaktadır. Kitapta, Abdülhak Şinasi Hisar, genel olarak Yahya Bu çalışmalarında Mehmet Emin Erişirgil, Ziya Kemal’in karakterinden kişisel hayatına, hassasiyet- Gökalp ve Mehmet Akif’i birer roman kahramanı lerine, hatıralarına, edebiyat dünyasına, eserlerinin olarak tasarlamış ve yer yer onların eserlerinden, gö- yayımlanması macerasına kadar hayatının önemli rüşlerinden alıntılarla ve kendisinin düşüncelerinin ayrıntılarını nakleder. yanı sıra, şahit olduklarıyla zenginleştirmiştir. Tahir Ömer Seyfeddin: • Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Haşim : Şiiri Alangu’nun 1968’de yayımlanan Ülkücü Bir Yazarın Romanı adlı eseri ise roman adını ve Hayatı (1963) taşımakla birlikte tam olarak bir biyografik roman • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim değildir. Yine Yusuf Ziya Ortaç’ın yazmış olduğu ve (1934) “Bir Hayatın Romanı” takdimini taşıyan İsmet İnönü • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk (1946) adlı eser de roman özelliklerine sahip değildir. Sadettin Nüzhet Ergun’un özellikle divan edebi- Bu saydıklarımız haricinde gerçekten bir roman yatı ve halk edebiyatının önemli yazar ve şairleriyle kurgusuna ulaşan biyografik roman diyebileceği- ilgili pek çok biyografik çalışması bulunmaktadır. miz bir eser Oğuz Atay’ın bilim adamı ve hocası Bunlardan bazıları şunlardır: Gevheri (1928), Pir Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını anlattığı ve Sultan Abdal (1929), Mevlânâ (1932), Şeyh Gâlib 1975’te yayımlanan Bir Bilim Adamının Romanı (1932), Beşiktaşlı Gedâî (1933), Hengâmî (1933), adlı eseridir. Dediğimiz gibi bu eser kurgusundaki Kâtibi (1933), Kuloğlu (1933), Silleli Sururî başarı dolayısıyla biyografik romanların alışılagelen (1933), Namık Kemal (1933), Neşâtî (1933), Ce- yapısının biraz dışında yer almaktadır. nab Şahabeddin (1943), Bakî (1935), Şeyh Gâlib Diğer taraftan 1980 sonrası Türk edebiyatın- (1935), Aka Gündüz (1937), Ali Cânib (1937)… da postmodern bir anlayışın yaygınlaşmaya başla- masıyla türler arasında da daha güçlü geçişler söz Asım Bezirci de edebiyatımızda pek çok biyog- konusu olmuştur. Daha doğrusu postmodern anla- rafi yazan araştırıcılardan birisidir. Biyografik nite- yışın türler arası ayrımı ortadan kaldırma, çok üs- Edip Canse- likteki eserlerinden bazıları şunlardır: luplu, çok değişik türlerdeki metinlerin özellikleri- ver (1961); Abdülhak Hamit ve Tarık yahut Endülüs ni barındıran metinlerarası eserler yazma anlayışına Fethi (1966); Ahmet Haşim (1967); Nazım Hikmet bağlı olarak biyografik roman tarzındaki eserlerde ve Seçme Şiirleri (1975); Nurullah Ataç (1968); Or- de bir değişme dikkatimizi çeker. Kimi zaman ya- han Veli Kanık (1967); Sabahattin Ali (1974) kın akrabalar, kimi zaman tarihî kişilikler, bu kez • İbrahim Alaettin Gövsa, Türk Meşhurları modern roman anlayışını bir kırma girişimi ola- Ansiklopedisi(1945) rak biyografiyi bir malzeme alarak ortaya çıkarlar. • Gündüz Akıncı, Abdülhak Hamit Tar- Mesela Nermin Bezmen’in kendi dedesinin hayat han(1956) hikâyesini anlattığı Kurt Seyt ve Shura ile Kurt Seyt ve Murka isimli eseri, Ayşe Kulin’in bir hayli ilgi çe- • Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler ken ve kuzeni Aylin Devrimer’in hayatını anlattığı Sözlüğü(1960) Adı: Aylin’i, Hıfzı Topuz’un hem tarihsel romanın • Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam hem de biyografik romanın özelliklerini taşıyan (Atatürk’ün yaşam öyküsü, 3 cilt, 1963- eseri Meyyale ile Mediha Sultan’ı anlattığı Paris’te 1965) Son Osmanlılar’ı, Atilla Şenkon’un Nazlı Eray’ın • Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam (İs- fantastik roman anlayışına bağlı olarak onun haya- met İnönü’nün yaşam öyküsü, 3 cilt, 1966- tını da fantastik bir çerçevede ele aldığı Bütün Düş- 1968) ler Nazlı’dır’ı bu çerçevede dikkat çeken biyografik romanlardan bazılarıdır. Biyografik Romanlar: Cumhuriyet Dönemi’nde Portreler: biyografik roman diyebileceğimiz ilk eserlerden biri, Edebiyatımızda Cumhuriyet sonrası dö- nemde yazılan bazı portre eserleri aşağıda verilmiştir. Hasan Ali Yücel’in 1932’de basılan Goethe Bir De- hanın Romanı’dır. Türk edebiyatında kaleme alınmış • Yusuf Ziya Ortaç, Portreler (1960) bir diğer biyografik roman Mehmet Emin Erişirgil’in • Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi 1951’de yayımlanan Bir Fikir Adamının Romanı: Değil (1979) Ziya Gökalp isimli eserdir. Aynı yazarın yine aynı for- • Beşir Ayvazoğlu, Defterimde Kırk Suret matta yazdığı bir başka biyografik roman ise İslamcı (2010)

131 Biyografi

• Hüseyin Cahit Yalçın, Tanıdıklarım (1936) • Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler (1939) • Orhan Okay, Silik Fotoğraflar(2001) Bütün bunların yanı sıra Türk edebiyatında zengin bir nekroloji edebiyatı bulmak da mümkündür. He- men bütün önemli devlet adamı, sanatçı, yazar, şair vb. kimselerin ölümü üzerine gazete ve dergilerde yazı- lan biyografik içerikli yazıların sayısı bir hayli fazladır. Bunların bazılarının kimi araştırmacılar tarafından toplanıp bir araya getirildiği de görülmektedir. Mesela Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Necip Fazıl’ın, Atilla İlhan’ın ölümleri üzerine yazılan nekrolojiler sayıca bir hayli fazladır.

araştırmalarla ilişkilendir

Peyami Safa mazel Noraliya’nın Koltuğu’nda kainat ve varlık Behçet Necatigil muammalarını çözmeye koyulmuştu. Böylece hemen her romanında devirler, kıtalar, anlayış ve SAFA, Peyami. * XX. yy. yazar ve romancı- gelenekler arasında psiko-sosyolojik karşılaştırma- larından, 1899 – 15 Haziran 1961, doğ. ve ölm. lar yaptığı görülür * Kültür Haftası (21 sayı; 15 İstanbul * İki yaşında iken, babası şair İsmail Safa, Ocak- 3 Haziran 1936). Türk Düşüncesi (63 sayı; Sivas’ta sürgünde Öldü (1901), dokuz yaşında Aralık 1953 - Nisan 1960) dergilerini de çıkarmış başlayan bir hastalık ve on üç yaşında hayatı- olan Peyami •Safa’nın sanat, edebiyat, felsefe, psi- nı kazanmak zarureti yüzünden okullarda değil, koloji ve başka alanlarda yazdığı, kitap biçimine kendi kendine yetişti, on dokuz yaşına kadar hem girmemiş, sayılamayacak kadar çok fıkra, makale kendine, hem de öğretmenlik ettiği okullarda ve denemeleri; onun bu türlerde de en kuvvetli çocuklara bir rehber oldu (1914-1918). On do- yazarlarımızdan olduğunu gösterir. * Eserleri- kuz yaşında kardeşinin teşvikiyle öğretmenlik ve nin tam listesi için Türker Acaroğlu’nun yazısı- memurluk hayatından basına geçti. Yirminci Asır na (Milliyet, 22 Haziran 1961) ve Yeni Yayınlar adında bir akşam gazetesi çıkardı, orada “Asrın dergisine bakınız (Aralık 1961 sayısı). Hakkında Hikâyeleri” başlığı altında yazdığı —ilk otuz, kırk yazılmış kitaplar arasında Cahit Sıtkı Tarancı’nın tanesi imzasız— hikâyeler, basında ilk başarıları (Peyami Safa, Hayatı ve Eserleri, 1940) ve Yücel oldu; o tarihten sonra, fıkra, makale, roman ya- Hacaloğlu’nun (Sevenlerinin Kalemiyle Peyami zarı olarak hep gazetelerde çalıştı. Ölümünde Son Safa, 1962) kayda değer * En tanınmış romanları: Havadis gazetesi başyazarı bulunuyordu, beyin Gençliğimiz (1922). Sözde Kızlar (1928) Şimşek kanamasından öldü, Edirnekapı Mezarlığı’nda (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Do- gömülü * Sanat endişeleriyle değil de, geçimi için kuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih - Har- çok çabuk yazdığı, değersiz bulduğu romanların- biye (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), da Server Bedi takma adını kullanan, eserlerinin Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız sayısı yüz kırka yaklaşan Peyami Safa, asıl adını (1951), Biz İnsanlar (1959), vb. Hikâyeler (1980) taşıyan romanlarında çok cepheli bir sanatçı kişi- yeni yayınlanan kitabıdır. * Dokuzuncu Hariciye liği gösterir, geniş kültürü ve kuvvetli sezişleriyle Koğuşu, Salih Diriklik yönetiminde TRT Tele- duygu ve düşünce planlarında araştırmaya girişir; vizyonu için filme alındı. 1966’dan beri Peyami olaya değil tahlile önem verir. İlk romanı, Sözde Safa’nın eserlerinin yeni baskılarını yapa gelmekte Kızlar’da bir toplum yarasını deşmiş Mahşer’de olan Ötüken Yayınevi’nce 1974’te konulmuş ve Birinci Dünya Savaşı’nın ahlâk çöküntülerini 1978’den sonra da kaldırılmış olan Peyami Safa incelemiş, otobiyografik romanı Dokuzuncu Ha- Roman Yarışması için kitabın sonuna, “Edebiyat riciye Koğuşu’nda hasta genç psikolojisini, Fatih- Armağan ve Ödülleri” bölümüne bakınız. Harbiye’de Doğu ve Batı arasında bocalayışları de- rinleştirmiş, Bir Tereddüdün Romanı’nda Birinci Kaynak: Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsim- Dünya Savaşı sonrası ahlâk zayıflığını, bezginlik ler Sözlüğü, 12. Basım’dan, s 282-283 ve çöküntüyü sebep ve sonuçlara bağlamış, Mat-

132 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Cahit Külebi-Memuriyet Hayatı iyi tanımasına zemin hazırlaması açısından son İsmail Çetişli derece önemlidir. Müfettişliği sırasında, Aralık 1958-Nisan 1959 tarihleri arasında göreviyle il- Cahit Külebi’nin memuriyet hayatı, 28 Ocak gili olarak Amerika’dadır. 1943’te Antalya Lisesi edebiyat öğretmenliği ile başlar. 0, öğretmenliği isteyerek seçmiş; Milli 31 Ağustos 1960’ta İsviçre bölgesi öğrenci Eğitim Bakanlığının değişik birimlerinde yıllarca müfettişliği ve kültür ataşeliği görevine atanan öğretmen, idareci ve müfettiş olarak severek ça- Cahit Külebi, 23 Nisan 1964’e kadar burada lışmıştır. “...32 yıl milli eğitimde görev aldım. 16 kalmıştır. Yurt dışından dönünce tekrar müfet- yıl Türk dili ve edebiyatı uzmanı olarak müfettiş- tişlik görevine dönen şair, bu arada zaman za- lik yaptım. Bu arada 1957’de düzenlenen müfre- man Devlet Konservatuarı müdürlüğüne vekalet dat programının hazırlanmasında Talim Terbiye etmiş; asaleten müdürlük teklif edilmesine rağ- Dairesi üyesi arkadaşımla birlikte çalıştım. 1971 men kabul etmemiştir. 28 Şubat l966’da Milli yılında eğitim enstitülerince uygulanmak üzere Eğitim Bakanlığı başmüfettişi; 4 Aralık l969’da düzenlenen fakat uygulamaya konulmayan müf- Milli Eğitim Bakanlığı kültür müsteşar yardım- redat programını ben hazırladım. Ayrıca Milli cısı olmuştur. Eğitim Bakanlığınca basılıp şimdi hangi köşede 4 Ağustos 1971’de kendi arzusuyla tekrar unutulduğunu bilmediğim Avrupa Konseyince müfettişliğe dönen Külebi, 3 Ocak l973’te de hazırlanmış olan “Avrupa Konseyi Üyesi Ülke- yine kendi isteğiyle emekli olmuş; böylece otuz lerde Anadili Öğretimi” adlı yapıtı Türkçeye ben yıllık memuriyet hayatını tamamlamıştır. çevirdim.” Külebi, memuriyet hayatının ekonomik yö- Üç yıl süren Antalya Lisesi edebiyat öğret- nünü şu şekilde değerlendirir: “Meslek yaşamım- menliğinden sonra, Sabahattin Ali’nin bakanlık da bütün değerli, sevgili meslektaşlarım gibi ben emrine alınması üzerine Ankara Devlet Konser- de sıkıntı hep sıkıntı içinde, yokluk içinde çalış- vatuarı diksiyon öğretmenliği ve Tatbikat Sahne- tım. Ayrıca da müfettiş olarak meslektaşlarımın si Temsil İşleri muavinliği görevine getirilen (26 birçoğunu çok yakından tanıdım. Onların için- Ocak 1946) Külebi, -maaşının üç kat artacak de, ortanın altında bir yaşantı sürdürdüm. Bu da olmasına rağmen- bu görevi kabul etmemiştir. bugüne değin sürdü geldi. Memuriyet hayatının Bunun üzerine Konservatuara edebiyat öğretme- sıkıntıları sadece ekonomik değildir. Zaman za- ni olmuştur (7 Şubat 1946). 30 Nisan-25 1946 man gerek şiirleri, gerekse siyasi görüşleri yüzün- Aralık tarihleri arasında Konservatuar Müdür den takibata uğramış, soruşturmalar geçirmiştir. yardımcılığı; 19 Aralık 1951’de de müdür başyar- Mesela; Yurdumuz şiirinin, Süleyman Şevket’in dımcılığı görevine getirilmiştir. 12 Aralık 1954’te hazırladığı “Güzel Yazılar” kitabına alınması ve Ankara Gazi Lisesi edebiyat öğretmenliğine ge- şiirin Muğla’da bir Öğretmen tarafından bir tö- çen Külebi, 23 Aralık l954’te müdür yardımcısı rende okutturulması üzerine hakkında soruştur- olmuş, 10 Eylül 1956’da Milli Eğitim Bakanlığı ma açılmıştır. üçüncü sınıf müfettişliğine yükselmiştir. Müfet- tişlik görevi, şairin daha önceden önemli ölçüde Kaynak: İsmail Çetişli, Cahit Külebi ve Şiiri’den, tanıdığı Anadolu’yu ve oradaki insanları daha s.45-46.

133 Biyografi

Öğrenme Çıktısı

3 Türk edebiyatında biyografi türünün gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Klasik Türk edebiyatında biyografik eserler içerisin- de önemli bir yeri bulunan tezkirelerin özelliklerini anlatınız. Bunlar modern biyografilerin öncüsü sayı- labilirler mi? Bu tarz biyog- rafinin edebiyatımızdaki ilk Cumhuriyet öncesi ve son- örneği hangisidir? rası dönemde Türk edebiya- Edebiyatımızdaki biyogra- tında biyografinin gelişim fik romanları ve yazarlarını Abdülhak Şinasi Hisar’ın seyrini tarihî olaylarla ilişki değerlendiriniz, anlatınız. Yahya Kemal’e Veda isimli kurarak değerlendiriniz. biyografik eserinin özellik- leri nelerdir? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir isimli eserini mo- nografi sınıfına sokan özel- likleri nelerdir?

134 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Biyografi türünün temel özelliklerini sıralayabilme

1 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Biyografi, sanat, edebiyat, kültür, siyaset gibi alanlarda önemli işler Biyografi yapmış, eserler vermiş ve ülkesine, insanlığa faydası dokunmuş kimse- lerin yaşam öyküsüdür. Biyografinin monografi, otobiyografi, portre gibi alt dalları vardır. Ayrıca bir kimsenin hayatının bilimsel veriler ışığında anlatılmasına bilimsel biyografi, sanatsal ve estetik bir tutumla anlatılmasına da edebî biyografi denir.

Dünya edebiyatında biyografi türünün gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli 2 başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Dünya Edebiyatında Biyografi

Dünya edebiyatında biyografinin oldukça eski bir tarihi vardır. 46-120 yılları arasında yaşamış olan Putarkos’un Paralel Yaşamlar isimli kitabı bu tarzın dünya edebiyatındaki ilk örneği sayılmaktadır. Batı edebiyatlarında daha sonra Hristiyanlık etkisiyle yazılan din büyüklerinin hayatlarını anlatan hagiografiler gelmektedir. Rönesans sonrasındaki gelişmelere paralel olarak Batı’da da modern anlamdaki biyografilerin ilk örnekleri dikkatimizi çekmeye başlar. İslam dünyasında da erken zamanlardan itibaren biyografi tarzındaki eserleri görmekteyiz. Hz.Peygamber ve etrafındakilerin hayatlarını, özelliklerini, yaptıklarını anlatan dinî içerikli eserler, devlet bü- yüklerini anlatan eserler ve nihayetinde şairleri, sanatkârları anlatan eseler, Batılı anlamda olmasa da birer biyog- rafik eser kabul edilmektedirler.

Türk edebiyatında biyografi türünün gelişim seyrini kavrayabilme, türün belli 3 başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Türk Edebiyatında Biyografi

Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatı biyografik eserler bakımından iki dönemde düşünülebilir. Bunlardan birincisi Klasik Edebiyat Dönemi’dir ki bu dönemde pek çok biyografik nitelikte esere rastlamaktayız. Bunların başında da tezkire türündeki eserler gelmektedir. Diğer taraftan siyerler, gazavatnameler, menakıpnameler, vefeyatnameler, ve- layetnameler, şecere kitapları, kısas’ül- enbiyalar da eski Türk edebiyatı içerisindeki biyografik özellikler barındıran eserler olarak görülebilirler. Fakat bunların hiçbirisi ni bizdeki modern biyografilerin başlangıcı saymak mümkün değildir. Bu anlamdaki biyografiler Tanzimat edebiyatı içerisinde ortaya çıkmaya başlarlar. Bunların bazılarında da tezkirecilik geleneğinden etkiler bulunmakla birlikte Batı’nın belgelere dayalı, eleştirel ve nedensellik ilkesine bağlı biyografi anlayışı da yavaş yavaş kendisini göstermeye başlar. Cumhuriyet sonrası dönemde oldukça zengin bir biyografi çeşitliliği ile karşılaşmaktayız. İlk yıllardaki genellikle edebî özellikleri ön plana çıkan ve yazarları da birer edebiyatçı olan biyografilerin yerini, zamanla akademik çevre- lerden gelen akademisyenlerin yazmış olduğu bilimsel özellikli biyografiler ve monografiler almaya başlar. Böylece kişisel tanışıklıkların yerini, bilimsel bilginin merkez alındığı, belgelere ve verilere dayalı, akli çözümlemelerin işle- diği bir anlayış geçmeye başlar. Bunların yanı sıra ölüm ertesi yazıları diyebileceğimiz nekrolojiler ve kısa biyografi diyebileceğimiz portreler bu biyografi çeşitliliğini zenginleştirmektedirler. Cumhuriyet Dönemi’nde söz konusu edilmesi gereken biyografi merkezli bir nokta da biyografilerin roman formatında verilmeleridir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli edebiyatçı, sanat adamı, siyaset adamı ve bilim adamı için yazılan biyografik romanların ye- rini 80 sonrasında tarihsel kişilikler veya yakın akrabaların söz konusu edildiği biyografik romanlar almaya başlar.

135 Biyografi

1 Monografinin biyografiden ayrılan tarafı aşa- 5 Cumhuriyet Dönemi’nde yazılan biyografi- yanlıştır? ğıdaki seçeneklerden hangisinde verilmiştir? lerle ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi A. Monografide sadece kişi hayatı söz konusu edil- A. Cumhuriyet Dönemi’nde gerek edebî ve gerek memiş olabilir. bilimsel nitelikli biyografi örneklerine rastlanır. B. Monografi, bir kimse hakkındaki kısa yazılardır. B. Cumhuriyet Dönemi’nde yazılan bilimsel bi- yografilerin sayıca artmasında üniversitelerin C. Monografi, bir kimsenin yaşam öyküsünün ro- çoğalması ve araştırma tekniklerinin gelişmesi- manlaştırılmış şeklidir. nin önemli etkisi vardır. D. Monografi bir kimsenin kendi yaşam öyküsünü C. Bu dönemdeki biyografik eserler klasik edebiyat- anlatmasıdır. taki tezkirelerin bir devamı olarak görülebilirler. E. Monografi sadece şehirleri konu edinir. neler öğrendik? D. Cumhuriyet Dönemi’nde, bazı siyasetçi, bilim adamı, sanatkâr ve edebiyatçının hayatlarının 2 Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde, biyog- bir roman havası içerisinde anlatıldığı eserler rafik romanı biyografiden farklı kılan taraf doğru de yazılmıştır. verilmiştir? E. Bir yazarın, sanatçının yaşamını bütün yönle- riyle ele alan monografilerin de sayısı oldukça A. Biyografik romanda biyografisi yazılan kimse- fazladır. nin yaşamının tamamı söz konusu edilir. B. Biyografik romanda anlatıcı kendi duygu ve düşüncelerine yer vermez. 6 “Namık Kemal, gayet büyük yuvarlak baş- lı, pek yüksek alınlı, pembe çehreli, hiddetlendikçe C. Biyografik romanda biyografiden farklı olarak çatılır az eğri kaşlı, koyu elâ gözlü, irice burunlu, söz konusu edilen kişinin yaşamından bir kesit fevkalâde güzel ağızlı, kırk yaşından sonra siyah de- verilir. necek kadar koyulaşmış uzunca, kumral sakallı,­ kı- D. Biyografik romanda biyografisi yazılan kimse saya mail orta boylu, şişmanca, omuzları geniş, elleri yaşadığı zaman içinde ele alınır. ayakları küçük bir insandı. Burnunun sağ tarafında E. Biyografik romanda biyografisi yazılan kişi, kur- attan düştüğü zaman hâsıl olan yaradan kalma bir maca dünyanın bir kahramanı olarak sunulur. çiz ­gi vardı. Pek nadir hiddetlenir fakat şiddeti uzun sürerdi. Simasındaki ilahi cazi­beyi tasvirden acizim. 3 Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde, dünya O ulvî simada pek çok manalar dolaşırdı.” edebiyatında ilk biyografi örneği doğru verilmiştir? Yukarıdaki metin hangi tipteki biyografiye örnek A. Aristo, Hagiografi sayılabilir? B. Plutarkos, Paralel Hayatlar A. Monografi C. Boccacio, Feminarum Illustrium B. Portre D. Boswell, Queen Victoria C. Otobiyografi E. George Cavendish, Life of Wolsey D. Biyografik roman E. Hiçbiri 4 Aşağıdaki seçeneklerden hangisi klasik Türk edebiyatı içerisinde biyografi türünde bir eser sa- yılmaz? A. Tezkire B. Vefeyatname C. Menakıpname D. Kaside E. Tabakat kitapları

136 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

7 Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde Mithat 9 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Kemal ve Cemal Kuntay’ın biyografik eserlerine konu olan Beş Şehir isimli kitaplarının ortak tarafları aşağıda- neler öğrendik? iki önemli edebiyatçımız doğru verilmiştir? ki seçeneklerden hangisinde doğru verilmiştir? A. Namık Kemal ve Mehmet Akif A. Her ikisinde de edebiyatımızın önemli şairleri- B. Namık Kemal ve Necip Fazıl nin yaşamları anlatılmaktadır. C. Mehmet Akif ve Yahya Kemal B. Her ikisi de istanbul’da yaşamış olan sanatçıları D. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal anlatmaktadır. E. Mehmet Akif ve Ahmet Haşim C. Her ikisi de bilimsel biyografi sayılmaktadır. D. Biri şehri, öbürü bir şairi konu etmesine rağ- men her iki eser de monografi sayılmaktadır. 8 Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde yazar- E. Her ikisi de biyografik roman özelliği taşırlar. eser ilişkisi yanlış kurulmuştur? A. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet- Aşağıdakilerden hangisi biyografik romandır? Eser 10 B. Birol Emil, Mizancı Murad Bey, Hayatı ve A. Yahya Kemal’e Veda Eserleri B. Abdülhak Hamit Ve Tarık Yahut Endülüs Fethi C. Yakup Çelik, Atilla İlhan C. Bir Bilim Adamının Romanı D. Ramazan Korkmaz, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit D. Bir Tereddüdün Romanı Sıtkı Tarancı E. Sessiz Ev E. Ö.Faruk Huyugüzel, Hüseyin Suat Yalçın’ın Hayatı ve Edebî Eserleri Üzerinde Bir Araştırma

137 Biyografi

1. A Yanıtınız yanlış ise “Biyografinin Anlamı ve 6. B Yanıtınız yanlış ise “Biyografinin Anlamı ve Tarifi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Tarifi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Sonrası E Yanıtınız yanlış ise “Biyografinin Anlamı ve A 2. 7. Türk Edebiyatında Biyografi” konusunu ye- Tarifi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

3. B Yanıtınız yanlış ise “Dünya Edebiyatında Bi- 8. E Yanıtınız yanlış ise “Bilimsel Biyografiler” yografi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Öncesi Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Sonrası D D 4. Türk Edebiyatında Biyografi” konusunu ye- 9. Türk Edebiyatında Biyografi” konusunu ye- niden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Cumhuriyet Sonrası C C Yanıtınız yanlış ise “Biyografik Romanlar” 5. Türk Edebiyatında Biyografi” konusunu ye- 10. konusunu yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı

Araştır Yanıt 6 Anahtarı

Biyografi, sanat, edebiyat, kültür, politika vs alanlarda insanlığa, ülkesine önem- li hizmetlerde bulunmuş kimselerin yaşam öykülerinin yazılmasıyla ortaya çı- kan edebiyat türüdür. Bir kimsenin veya konunun derinlemesine incelenmesine Araştır 1 monografi; bir kimsenin kendi yaşam öyküsünü yazmasına otobiyografi veya öz yaşam öyküsü; ünlü bir kimsenin hemen ölümünden sonra gazete ve dergilerde yazılan biyografik özellikteki yazılara nekroloji; beğenilen, sevilen bir kimsenin iç ya da dış özelliklerinin bir iki sayfalık kısa bir yazıda anlatılmasına da portre denmektedir.

MS 46 ile 120 yılları arasında yaşamış olan Yunanlı yazar Plutarkhos, 23 Yunanlı Araştır 2 ile 23 Romalının hayatlarını çifter çifter birbirine paralel olarak kaleme aldığı Pa- ralel Yaşamlar adlı eseriyle dünya edebiyatında biyografinin öncüsü sayılmaktadır.

Tezkireler, divan şairlerinin hayatları ve eserleri hakkında bilgi veren eserlerdir fakat bunlar da modern bir bakış açısı söz konusu olmadığı, çoğunlukla gelenek- selleşmiş ifade biçimlerine yer verildiği için modern biyografilerin başlangıcına koymak mümkün değildir. Bu tarz biyografinin edebiyatımızda ilk örneği Sehi Bey’in Heşt Behişt isimli tezkiresidir.

Bu eser, öncelikle Abdülhak Şinasi Hisar ile Yahya Kemal arasındaki dostluğun izlerini taşımaktadır. Hisar bu eserinde, Yahya Kemal’in hayatının ilk yıllarından, Araştır 3 Paris macerasına, şiir ve edebiyat serüvenine, kişilik özelliklerine ve hayatının son zamanlarına yer vermiştir. Dolayısıyla bu eser aynı zamanda bir monografi özelliği de göstermektedir.

Bu eser, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yaşadığı veya gezip gördüğü beş şehri anlatma- sı noktasında bir gezi yazısı veya hatıra-anı olarak da değerlendirilmekle beraber; söz konusu bu beş şehri tarihsel, kültürel, sanatsal, mimari, yaşayış gibi bütünlük- lü bir çerçevede derinlemesine ele alması nedeniyle monografik bir çalışma olarak kabul edilmektedir.

138 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Kaynakça

Apaydın, M. (2002). “Biyografik Roman Türünün Kaplan, M. (1971). Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet- Türk Edebiyatında Gelişimi Üzerinde Bazı Eser. İstanbul: Dergâh Yayınları. Dikkatler”, Hece ( Türk Romanı Özel Sayısı). Necatigil, B. (1985). Edebiyatımızda İsimler S.65-67. s. 460-469. Sözlüğü. İstanbul: Varlık Yayınları. Baycanlar, S.Ç. (2005). “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ortaç, Y.Z. (1960). Portreler. İstanbul: Akbaba Ölümü Ardından Yazılanlar ve Ölümardı Yayınları. (Nekroloji) Yazıları Üzerine Genel Bir Değerlendirme”. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Oruç, Ş.-Erdem, R. (2010). “Sosyal Bilgiler Dergisi. C.14. S.2. s.105–112. Öğretiminde Biyografi Kullanımının Öğrencilerin Sosyal Bilgiler Dersine İlişkin Türk Edebiyatı’nda Modern Çelebioğlu, S. (2007). Tutumlarına Etkisi”. Selçuk Üniversitesi Biyografinin Doğuşu. Basılmamış Yüksek Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Lisans Tezi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Sosyal S.30. s.215–229. Bilimler Enstitüsü. Tanpınar, A.H. (1982). Yahya Kemal. İstanbul: Çetişli, İ. (1998). Cahit Külebi ve Şiiri. Ankara: Dergâh Yayınları. Akçağ Yayınları. Tanpınar, A.H. (2000). Yaşadığım Gibi. İstanbul: Demiray, K. (1971). Edebiyatta Türler. İstanbul: Dergâh Yayınları. İnkılap ve Aka Yayınları. Tanpınar, A.H. (2008). Beş Şehir. İstanbul: Dergâh Enginün, İ. (2010). Cumhuriyet Dönemi Türk Yayınları. Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları. Yuva, H. (2009). “Türk Edebiyatında Yahya Kemal Hisar, A.Ş. (1979). Ahmet Haşim-Yahya Kemal’e Portreleri”. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Veda. İstanbul: Ötüken Yayınları. Fakültesi Dergisi. S.21. s.117–135. İsen, M. (2010). Tezkireden Biyografiye. İstanbul: Kapı Yayınları.

139 Bölüm 7

Mektup/Söylev

Mektup Söylev 1 Mektup türünün kavramsal anlamını 2 Söylev türünün kavramsal anlamını açıklayabilme, temel niteliklerini açıklayabilme, temel niteliklerini sıralayabilme, Türk edebiyatındaki gelişim sıralayabilme, Türk edebiyatındaki gelişim 1 seyrini açıklayabilme 2 seyrini açıklayabilme öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Mektup • Özel Mektup • İş Mektubu • Edebî ve Felsefi Mektup • Söylev • Siyasi Söylev • Bilimsel ve Kültürel Söylev • Dinî Söylev • Hukuki Söylev • Askerî Söylev

140 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ Bu bölümde mektup ve söylev türleri üzerinde Mektuplar yazarın kişiliğini yansıtan bi- duracağız. Nutuk ile ilgili paylaşımlarımız olacak. rer ayna gibidir. Yapaylıktan uzak, yalın, Mektup ve söylevin kelime anlamı ve kavramsal özentisiz ve tam bir içtenliğin ürünüdür. içeriğine yer verilecek. Anlam açısından geçmiş- ten günümüze değişim geçirip geçirmediği irde- lenecek. Tür olarak temel özellikleri mercek altına Mektuplar yalın ve içtendir. Konu alanları sı- alınacak, diğer türlerle olan benzerlikleri ve fark- nırsızdır. Yaşamın ve yaşanılanların değişik yön- lılıkları hakkında bilgi verilecek. Türk ve dünya leri (gözlemler, duygular, dedikodular, haberler, edebiyatındaki gelişim seyrine bakılarak nasıl bir düşünceler, yorumlar, kaygılar, korkular, özlem- ilerleme kaydedildiği gözler önüne serilmeye ça- ler, istekler vb.) mektupların konusu olabilir. Dil lışılacak. Bu türleri kaleme alan isimlerden söz ve anlatım özellikleri bakımından toplumsal ya- edilerek bu türlerde kaleme alınan başlıca eserlere şamın değişik görünümlerinden kesitler sunduğu dikkat çekilecek. Bölüm içinde yer verilen örnek için bir bakıma tarih belgesi niteliği taşırlar (Öz- okuma parçalarıyla kuramsal anlamda verilen bil- demir, 2007, 198-199). gilerin pekişmesi, birbirinden ayırt edilebilir du- Yazanın iç ve dış yaşamından seçilmiş kareler, ruma gelinmesi sağlanacak. haberler, çevresi üzerine yaptığı gözlemler, yorum- Bölümde yer alan örnek okuma parçaları dı- lar mektubun konusu içinde yer alabilir. Tıpkı gün- şında günlük yaşamda da bu türlere örneklik eden lük ve anılar gibi mektuplarda da yazar kendisini metinlerin okunması ve temel özelliklerinin pekiş- içinde yaşadığı ortamdan soyutlayamaz; kendisiyle tirilmesi ümidiyle… birlikte çevresini ve o zaman dilimini de anlatır. Temel özelliklerinin doğallık, yalınlık ve içtenlik MEKTUP oldukları söylenebilir (Özdemir, 1981, 165-166). “Mektup”, kelime olarak Arapçada “yazılı nesne, yazılmış şey” anlamına gelmektedir. Mektup; bir Mektup Çeşitleri haberi, dileği, duyguyu birine iletmek için kullanı- Mektup türleri konu- lan; konu sınırlaması olmadan bütün hayatı içine sunda farklı yaklaşımlar Özel mektuplar alabilen; yazanın iç dünyasını, dünyaya ve hayata bulunmaktadır. Kimi ya- bakışını yansıtan bir yazı türü ve iletişim aracıdır. zarların, “özel” ve “yazın- İş Mektupları En eski haberleşme araçlarından biri olan mek- sal ve düşünsel boyutlu Edebî ve felsefî tup, sosyal yaşantımızda sıkça başvurduğumuz ya- Mektup Çeşitleri mektup” diye ikiye ayır- mektuplar zılı bir anlatım türüdür. İnsanların duygu ve dü- dıkları; kimilerinin ise şüncelerini, çevrelerinde olup bitenleri yakınlarına “iş” ve “özel” karşın mektuplar genel olarak sınıf- bildirme ihtiyacından doğmuştur. Birbirleriyle iliş- landırdıkları görülmektedir. Bu farklılıklara kar- kisi olan insanların karşılıklı olarak yazdıkları özel mektuplarla, herhangi bir düşüncenin, görüşün şın mektuplar; özel mektup, iş mektubu ve edebî- açıklandığı mektuplar edebiyatın inceleme alanına felsefi mektup olmak üzere üç gruba ayrılabilir. girmektedir (Kavcar ve diğerleri, 2009, 228). Özel Mektuplar: Birbirleriyle yakın ilişki için- Edebiyatın en eski türlerinden biri olan mektu- de olan insanlar arasında yazılan mektuplardır. bun yazıyla yaşıt olduğu söylenebilir. Yazının bu- Mektubun içeriği sadece yazan ve yazılanı ilgilen- lunuşuyla birlikte mektuplaşmalar da başlamıştır. dirmektedir. Aynı zamanda bu tür mektupların Ancak Latin yazarı Ciceron’un bu türe kimliğini gizliliği vardır. Bu gizlilik kanunlarla korunmak- kazandırdığı bilinmektedir (Özdemir, 1981, 167). tadır. Özel mektuplar akla gelebilecek her konuda Bu türün elde bulunan en eski örnekleri Mısır yazılabilirler. Duygular, düşünceler, gözlemler, ya- firavunlarının yazdığı diplomatik mektuplar (MÖ şantılar bu tür mektupların konusu içine girebilir. XV.-XIV. yüzyıllar) ile Hitit krallarının Boğazköy Doğal, içten ve sade bir anlatım tarzıyla yazılır. arşivinde bulunan mektuplardır.

141 Mektup/Söylev

Yakınlar ve tanıdıklarla haberleşme mektupla- gibi yerlerde bulunan kâtipler kaleme almışlardır. rı; teşekkür, başsağlığı, özür dileme, davet, tebrik Konularının çeşitliliği ve yazanların kişilikleriy- mektupları; tebrikler, bayram ve yılbaşı tebrikleri le zenginleşen mektuplara, Orta Çağ’ın skolastik bu grubun içine girmektedir. düşüncesinden sonra başlayan hümanizmin ilk yayılışı sırasındaki Rönesans İtalya’sında rastlanır. Bu dönemde Aretino, Tasso ve Ariosto’nun mek- Sanat, düşünce, bilim, siyaset adamı ve tupları önemlidir. 15. yüzyıla kadar bir yazın türü büyük komutanların özel mektupları, olmaktan çok, bir iletişim aracı olan mektubun, onların duygu, düşünce ve hayatlarının bütünüyle bireysel konulara yer vermesi, birbirin- aydınlanmasına yaradığı ve yaşadıkları den ayrı düşmüş insanların hasretlerini, duygu ve dönem ve çevre üzerine bilgi edinmemizi düşüncelerini ifade edebilmesi bu yüzyılla birlikte sağladıkları için belgesel niteliği taşımak- gerçekleşmiştir. Avrupa’da 15. yüzyıldan 19. yüz- tadırlar (Kavcar ve diğerleri, 2009, 231). yıla gelinceye kadar Machiavelli, Michalengello, Mozart, Vagner, Racine, Leopardi, Goethe, Schil- ler, Madame de Sevigne, Dostoyevski, Puşkin gibi İş Mektupları: Özel kişilerle iş kurumları veya sanatçıların yazdıkları mektuplar bu türün güzel iş kurumları ile özel kişiler arasında, işle ilgili olarak örneklerini oluşturmaktadır. Türün en büyük us- yazılan mektuplardır. Bu mektuplarda, konusu ne tasının Voltaire olduğu bilinmektedir. On sekiz bin olursa olsun bir iş veya hizmet söz konusudur. Bu mektubu barındıran Voltaire’in mektupları, o za- bir sipariş, satış, borç alıp verme isteği, bilgi isteme mana kadar yapılmış en hacimli yazışma olup on veya bir konuda şikâyet olabilir. sekiz bin mektubu içerisinde barındırmaktadır. Edebî ve Felsefi Mektuplar: Herhangi bir düşüncenin, görüşün açıklanması; bir tezin sa- vunulması için yazılan mektuplardır. Bu yoldaki Mektubun geçmişinin İlk Çağ’a kadar mektuplar sanat amacı güdülerek bir görüşün açık- uzandığı bilinmektedir. Eski Mısır’da kil lanması ve savunulması amacıyla yazılırlar. Kişi- tabletler ve papirüslere yazılmış mektup- den kişiye gönderilmek üzere yazılanlar, bir gazete ların bir bölümü bulunmuştur. Mısır’da veya dergide yayımlanmak üzere yazılmış olan açık bulunan mektuplardan Firavun Amenofis mektuplar bu mektup türünün çeşitleri arasında III ve Amenofis IV’ün (MÖ 1408-1354) yer almaktadır. Ali Canip Yöntem’in Milli Edebiyat Filistin, Suriye ve Babil prensleriyle yap- Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım adlı eseri tıkları yazışmalar, MÖ IV ve III. bin yıl- açık mektuplardan oluşmaktadır. Özel mektuplar- larda Doğu’nun siyasal koşullarıyla ilgili dan bazıları da açık mektuplardan oluşmaktadır bilgiler vermesi bakımından önemlidir. (Kavcar ve diğerleri, 2009, 231).

Mektup Türünün Gelişimi Avrupa edebiyatlarında olduğu gibi Doğu edebiyatlarında da mektubun tarihi eskidir. Eski Yunan’da mektup, klasik edebiyatta oldu- İslamiyet’ten önce Arap edebiyatında bir tür olarak ğu gibi halk yaşamında önemli bir rol oynamıştır. mektup vardı. “Mükatebe” ve “Mürasele” denilen Bu dönemde Platon, Demosthenes ve İsokrates’in bu tür, İslamiyet’in ilk yıllarında da kullanılmıştır. mektupları bugün de okunmaktadır. Daha sonra Bu dönemde Hz. Muhammed’in değişik topluluk- Roma’da, askerî seferler, sömürgeciliğin gelişmesi ları İslamiyet’e davet etmek üzere yazdığı mektup- büyük yolların Doğu’yla birleşmesi sonucunda mek- lar önemlidir (Kaplan, 1999, 5-6). tupla yazışma da büyük bir gelişme göstermiştir. Latinlerde iyice işlenen ve gelişen mektup tü- Türk Edebiyatında Mektup Türünün rünün bu dönemdeki en belirgin ismi Çiçero’dur. XIV. yüzyılda mektuplar, kâğıdın bulunmasıyla Gelişimi birlikte yaygın olarak kullanılmaya başlanmış- Dilimizde, mektup karşılığı olarak kullanılan tır. Okur yazar oranının o yıllarda düşük olma- kelimelerin fazlalığı dikkat çekmektedir. Dostluk, sı nedeniyle mektupları, daha çok çarşı ve pazar kardeşlik, sevgi belirten mektuplara; “muhabbetna-

142 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

me” “meveddetnâme”, “uhuvvetnâme”; rütbe ola- kişiler arasında yazılmış mektuplar Tanzimat Dö- rak astın üste yazdığı mektuplara; “arıza”, “şukka”; nemi’ndeki gibi fazla değildir. Ömer Seyfettin ile alçak gönüllüğü göstermek için bazen “varakpâre” Ziya Gökalp’in mektupları ancak Cumhuriyet dendiği görülmektedir. Âşık edebiyatında mektu- Dönemi’nde yayımlanma olanağı bulmuştur (Kap- ba; “kağıt”, “gam yükü”, “gönül dili”, “çile boh- lan, 1999, 7). çası” şeklinde isimler verilmiştir. Divan Edebiyatı Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızda mektupla- Dönemi’nde ise mektup türü, “inşa” adı verilen rı kitap hâlinde toplanan sanatçıların varlıkları dik- düzyazının bir çeşidi olarak değerlendirilmiştir. Bu kat çekmektedir. Namık Kemal (Namık Kemal’in dönemde, düzyazı veya mektup yazanlar, “münşi”, Hususi Mektupları, 3 cilt), Abdülhak Hamit Tarhan devletin ve sarayın resmî yazıcılığını yapanlar da (Mektuplar, 2 cilt), Ahmet Mithat-Muallim Naci “nişancı” adıyla anılmışlardır. Divan edebiyatın- (Muhaberat ve Muhaverat), Ziya Gökalp (Limni da münşilerin yazdığı özel veya resmî mektuplar- ve Malta Mektupları), Cahit Sıtkı Tarancı (Ziya’ya la başka nesirlerin toplandığı eserlere “münşeat” Mektuplar), Ahmet Hamdi Tanpınar (Mektuplar) adı verilmektedir. Münşeatlardaki mektuplarda bu sanatçılar arasında yer almaktadır. Namık Ke- sanatlı nesir kullanılmış, üslupta seci, teşbih, isti- mal, Batılı anlamda eleştiriyi mektuplarıyla ede- are ve abartıya fazlasıyla yer verilmiş, nesir yazmak biyatımıza taşımıştır. Ziya Gökalp, sürgün gittiği bir bakıma hüner göstermek olarak algılanmıştır Malta’da yazdığı mektuplarda zaman zaman felse- (Kaplan, 1999,5). ’nin Şikâyetname adlı eseri fi, sosyal ve eğitim konularına değinmiş, mesajlar bu türde yazılmış önemli eserler arasında yer alır. vermiştir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır, Paris, Lamii, Gelibolulu Âli, Ragıp Paşa gibi yazarların Burhaniye ve Ilıca’dan Ziya Osman Saba’ya 1930- eserlerinde de mektup türünde yazılmış metinlerin 1946 yılları arasında yazdığı mektuplar Cumhu- varlığı dikkat çekmektedir. riyet Dönemi’nin bu türde yayımlanan en geniş kapsamlı kitapları olarak nitelendirilebilir. Halit Ziya Uşaklıgil, Yahya Kemal Beyatlı, Ömer Seyfet- Tanzimat Edebiyatı Dönemi’nde tin, Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet, Orhan Veli Şinasi’nin öncülüğünde başlayan sade Kanık, Halikarnas Balıkçısı ve Aziz Nesin bu türde anlatım tarzını mektuplarda da görmek eser veren sanatçılar arasında yer almaktadır (Kav- mümkündür. Şinasi’nin Paris’ten annesi- car ve diğerleri, 2009, 232-233). ne yazdığı mektup, türün bu dönemdeki önemli örnekleri arasında yer almaktadır. Sabahattin Eyüboğlu’nun Necati Cumalı’ya yazdığı mektupta türün özelliklerini görmek mümkün. Özel mektup türünün bir örneği olan Tanzimat Dönemi’nde Abdülhak Hâmit, bu mektup yayımlandığı için yazınsal bir mektup Namık Kemal ve Muallim Naci’nin bu türde hâline dönüşmüştür. Anlatım tarzının doğal, içten eserler verdikleri görülmektedir. Servet-i Fünûn ve yalın olduğu dikkati çekmektedir. Mektupların Dönemi’nde, sanatçıların özel mektupları kitap gerçek bir yaşamdan kaynaklandığı ve belgesel ni- hâlinde yayımlanmamıştır. Sanatçıların kimi mek- telik taşıdığı bu örnekte de görülmektedir. Mek- tuplarına değişik dergi ve kitaplarda rastlanmak- tupta geçen isimler edebiyatımızın tanıdık isimleri- tadır. II. Meşrutiyet’ten sonra, toplum yaşamında dir ve onların sanat yaşamlarıyla ilgili kesitlere yer birbirini kovalayan ağır olayların etkisiyle önemli verilmektedir (Özdemir, 1981, 167-169).

143 Mektup/Söylev

araştırmalarla ilişkilendir

Sabahattin Eyüboğlu güzel. Kısırlıksa öyle değil, etrafa yayılıyor, geniş- “Necati Kardeş, liyor, meseleler doğuruyor, yaşıyor. İlk iki perde tiyatro olarak onun için sürükleyici. Yalnız bu Mektubunu, piyesini aldım. Hem seni özle- “meselede” kalsaydın çok iyi başlanmış olan piyes diğim için, hem de piyesin bam teline dokundu- daha sağlam yapılı olacak, şahıslar ve köy daha ğu için heyecanlandım. fazla yaşayacaktı. Piyesi şimdi bitirdim; şu sırada Bedri okuyor. Şimdi Erol telefon etti. Piyesi bastırmak üze- Benim beklediğim bir yola girmiş olduğun için re olduğunu söyledi. İzmir’de oynanıyormuş. O belki fazla titizlik göstereceğim; ama sen yine bildi- zaman bundan sonraki piyesinde daha sade ol- ğini yap. Sana piyesin değerli taraflarından, dilinin masını temenni etmekten başka çare yok. İnşal- tadından filan bahsetmeyi lüzumsuz buluyorum. lah tutar ve seni bu güzel yolda yürütür. Bunları piyesin oynadıktan sonra söyleriz. Türkülerin notaları maalesef yok. Roji’den Bence aza kanaat etmediğin için, üç ayrı istemek uzun iş. Fakat herhalde İzmir’de birini konuyu (Kısır Gelin, bebek ve suya giden gelin) bulursun. Yalnız dikkat, bu türküler sahnede çok bir araya getirdiğin için piyes derinleşecek yerde zaman alır. Birer kıta bence ancak söylenebilir. dağılmış. Kısırlık dramı başlar başlamaz bitiyor. O da sahne oyunlarıyla. Piyesi durdurmak çok Dış olaylar piyesi sarıyor. Yalnız kısırlık dramında tehlikeli. Piyesin E. Muhsin’e verilmesini temin kalsan daha iyi ederdin. Ancak o zaman bizi az edebilirim. Yazıyı da piyesin basılınca yazarım. çok bilinenden öteye götürebilir, ilk perdelerde olduğu gibi meselenin köklerine giderdin. Kor- Annene, babana, kardeşlerine selam ve sevgiler. karım bu hâliyle piyes, seyircinin merakını sonu- Hasretle gözlerinden öperim.” na kadar devam ettirmeyecek. Merak düşünce de S. Eyüboğlu ne oluyor biliyorsun, en güzel şeyler güme gidi- yor, ne yapsan piyes ayakta duramıyor. Kaynak: Türk Dili Dergisi, Mektup Özel Sayısı, Bebek hikâyesi dramlaşmağa hiç elverişli de- s. 274. ğil, çünkü nihayet bir kaza. Ancak mersiye olarak

Memduh Şevket Esendal’ın Kâbil’den oğlu Ahmet Şevki Esendal için yazdığı mektup bu türün özelliklerini yansıtan bir örnek olarak aşağıya alınmıştır (Özdemir, 2007, 200-201):

144 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Memduh Şevket Esendal Yemek hiç olmazsa iyi olursa bir nimettir. Ya Kâbil, 6 Nisan 1934 olmazsa? Dün gece zerzevat unundan yapılmış “Oğlusu, bir çorba vardı. Sanki çorbanın içine biraz kum dökülmüş gibi, onun da suyuna karışmamış, di- Bu hafta sana mektup yazmak sırası iken, bine çökmüş, tadı tuzu da hak getire. Arkasından kaptana geçen hafta yazamadığım bazı yüksek kutu sardalyasından üç balık, yanında mayonez ve ağır ilim lakırdılarını yazmak için senin sıranı gibi bir şey. Mide bozma ilacı! Daha arkadan ma- alıp ona yazacağım. Geçen hafta arz ve beyan et- yonezli tavuk, üstüne de zelatin dökülmüş. Tavuk miş isem de, gece İran elçiliğinde saat bire kadar iyi pişmiş. Pişmiş olsa da bir şey değil ya! Arka- oturduktan sonra sabah oturup felsefi ve hikemi sından yumurta akının köpüğünden yapılmış bir lakırdılar yumurtlayıp, kabil olduğu kadar heze- tatlı, arkasından da yemiş. Şurasını arz edeyim yan olmayan birkaç lakırdı yazmak epeyce çetin ki buralarda kayısı ve üzüm gibi bazı yaz meyve- olacağına göre, sana hafta mektubunu yazmaya lerinden ağız tadı ile yenilecek yemiş bulacağını başladım. zannedenler aldanırlar. Üç dört senedir burada Fransız elçiliği eden Yemekten sonra kahveler içilir, o da tamam efendi bugünlerde memleketine gidiyor. Bir daha olunca gramofonu açar dansa başlarlar. Kime sor- da gelmeyecek imiş. Bu münasebetle İngiliz el- san danstan hoşlanmadığını söyler gibidir ama çisi onun adına bir akşam yemeği verdi. Arka- doğru değildir. sından Rus elçisi de bir akşam yemeği dayadı. Daha arkadan İran elçisi de bir akşam yemeği Dans etmeyenler ne yapar? Faide Hanım verdi. Bu yemeklere misyon şefleri ile, dans eden İran doktoru, Rus kâtibi ile tavla oynar. Kadın- sefaret kâtiplerini çağırıyorlar. Hiçbir memlekette lar arasında: - Niçin dans etmiyorsunuz? diye Kâbil’de olduğu kadar frak giyilmez. Giyinip gidi- soranlar olur. – İhtiyarladım madam! diye cevap yoruz. Vakası olmayan, hayatı uyku içinde geçen veririm. Artık ne anlarsan anla! Kadın bana dese bu memlekette, birbirini haftada üç kere gören ki: - İyi güzel ama sümsükleniyorsunuz! Ne cevap diplomatların aralarında ne konuşacakları olabilir! veririm. Derim ki: - O da eski alışkanlık madam, Hiç olmazsa biriyle teklifsiz olsan. Dünyanın hiç- kusura bakmayınız, sizi rahatsız edecek değilim, bir yerinde olmayan enine boyuna, dört köşe bir derim. teşrifat. Yemek odasına giderken kim önden ge- Hepinizin gözlerinden öperim. Oğlusu mek- çecek? Bir mesele! Bir ziyafette, bir çayda duayen tup yaz. Fatma ağaçları yetiştirsin, sonrası kolay, olan Rus elçisi kalkıp gitmedikçe kimse gidemez öyle söyle.” imiş! Bu âdeti ilk defa burada görüyorum. M. Şevket Konuşmalar, lakırdılar o kadar ıkınarak, o kadar zoraki ki insanın lakırdıdan sonra oturup ağlayacağı geliyor. Dün gece yemekte ben susu- yor imişim. Rus elçisinin karşımda oturan karı- sı: - Ne düşünüyorsunuz? diye sordu. – Madam, yarın yağmur yağarsa öbür gün de yağar mı diye düşünüyorum, dedim. Kadın bu derin düşünce- me, bu haklı düşünceme hayran kaldı.

145 Mektup/Söylev

araştırmalarla ilişkilendir

Ahmet Hamdi Tanpınar’dan yet düşmanı Lonesco’dan başka kimseyi sevmi- Ahmet Kutsi Tecer’e yor, beğenmiyor. Hiçbir koz kendisi için değil- dir. Köksüz ve topraksız, hatta gölgesiz…Tabii Paris, 27 Temmuz 1959 Aristo’dan çıkılınca böyle oluyor. Semboller tek Kutsiciğim, başlarına kalıyorlar. Kaç defa başladım, bir türlü olmadı, aramı- Sinemada daha güzel şeyler gördüm. Mesela za muhakkak birisi girdi. Seni çektiğim köşede dün Courteline’in “Şu Memurlarını”. Harika bir tutamadım. Bugün İstanbul’dan çıkışımın tam maskaralık. Onun yanı başında Dostoyevski’nin ayı. Böyle on tane daha bitti mi, elveda hürriye- Ruslar tarafından yapılan “Idiot”su. Bilir misiniz te, elveda Paris’e…Bana bu bir aydır ne yaptın bu film beni günlerce meşgul etti. Çünkü müthiş diye sorma. Sadece Paris’teydim. Ara sıra gittim, bir tezadı var. Bir taraftan yalnız Ruslar tarafın- geldim, okudum, yazı yazmaya çalıştım. Ama asıl dan Rusya’da çevrilebildi. Peyzaj, atmosfer, mu- yaptığım sadece Paris’te olmaktı. Ve şimdi ki, saat siki, müthiş mahalli sahneler ki insanı hakikaten tam dört buçuktur, yani uçağın hareketine yarım şaşırtıyorlar. Hakikaten mes’uttum seyrederken, saat vardır, bu bir ayda yalnız Paris’teydim de- demek istiyorum. Diğer taraftan kitabın birinci mekten başka cevap veremem. Memnun oldum kısmıyla iktifa edilmiş. Diğer üç kısım atılmış. mu? Pek söyleyemem. Bazen yalnızlık çok ağır Dostoyevski, bu bakımdan biraz da dışarıda kal- basıyor, birer evi olmamanın acayipliği insana mış. Fakat, garip şey ama, muvaffak da olmuş. çeşitli sabırsızlıklar veriyor. Muhayyile, başından Çünkü Dostoyevski’deki azabı, düşünceyi eşyaya, reddettiğimiz birtakım şeylerin etrafında dönü- çehrelere, musikiye falan geçirmiş. Roman olarak, yor. Bütün mesele şu ki sıcaklar ve otel odamın yahut Alexandre Dumas Fils’in iktifa edebileceği kötülüğü çalışmama, istediğim gibi çalışmama bir senaryo kalıyor. Ve insan bu filmi görünce imkân vermediler. Ve insan çalışmayınca da her doğrusunu istersen, Ruslardan ziyade Fransızlar- şeyi kaybediyor. Kaç defa “bu Paris bitti yenisini dan çıkması icap ed en bu filmi görünce demem getirin!” diyeceğim geldi. Halbuki ne görmesini lazım, çünkü ortaya atılan mesele Bourget taraf- o kadar düşündüğüm şeyleri görebilmiş, ne bil- tarlarıyla Rus romanı taraftarlarının arasında o diğim ve seveceğimi sandığım şeyleri tanımıştım. kadar münakaşaya sebep olan meseledir; bu mü- Bununla beraber epeyce yer gezdim ve epey- nakaşaların büyük bir kısmı gençliğimizde geçti. ce film ve tiyatro gördüm. Tiyatrolar fazla de- Hem Dostoyevski’nin hareket noktalarını hem ğildi. Fakat senin de hoşlanacağın şeylerdi, yani de (biraz da yokluğuyla) biraz da kendi dehasını “routine”in dışına çıkmış şeyler Strindberg’in görüyor. Yalnız bir yerde asla sadıklar: yani “İdi- “Alacaklılar”ı ile Lonesco’nun “La Cantatrice at” İsa’ya, generalin katibi şeytana benziyor. Fakat Chauve”u ve “Riyaziye Dersi”. Bittabi oyun iki- Rogojin’le prenses arasındaki o korkunç sahne, sinde de güzeldi. Strinberg sahnede iyi oynanırsa Holbein tablosu arasındaki konuşma onlar kay- değişiyor. Muazzam bir şey çıkabilir bu piyesten. bolmuş. Hülasa kompozisyon meselesini büsbü- Çünkü daha çok iyi oynanması da kabildir. Lo- tün başka plana nakleden acayip bir eser ki, insan nesco daha başka türlü. Tiyatro muharriri değil. na-mütenahi üzerinde konuşabilir. Tradition’un dışında kendisine bir iklim aramış Yarın Allah kısmet ederse Londra’ya gidece- ve sembolik diyeceğim komiği bulmuş. Konuşu- ğim. Sen ne hâldesin? Meliha Hanım, çocuklar ruz daha. Hiçbir zaman kendisini kabul ettire- nasıllar? Fakülteye gidiyor musun? Kızın tezi na- meyecek, hiçbir zaman da tam unutulmayacak. sıl oldu? Ben daha fakülteden doğru dürüst bir “Limbes”lerde, tam şeklini bulmamış şeylerin havadis mektubu alamadım. arasında dolaşacak. Asıl şayanı dikkat olan tarafı, Aziz Kutsiciğim, yapacak bir yığın iş var, (var bu zalim olmaya çalışan gülüşün arkasında yahut mı acaba?) onun için mektubu burada kesiyo- önünde hiçbir şey bulunmaması. Niye gülüyor? rum. Gözlerinizden, hepinizin gözlerinden öpe- Niçin gülüyor? Neyi teşhir ediyor? Her an ciddi rim, aziz kardeşim birtakım şeyleri kastettiğimi zannediyorsunuz, sonra böyle bir şeyin mevcut olmadığını anlı- A.H. Tanpınar yorsunuz. Lonesco, boş basamaklarla inilen ve çıkılan merdivene benzer. Tabii insan ve cemi- Kaynak: Kavcar ve diğerleri, 2009, s.235-237.

146 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Öğrenme Çıktısı

1 Mektup türünün kavramsal anlamını açıklayabilme, temel niteliklerini sıralayabilme, mektup türünün Türk edebiyatındaki gelişim seyrini açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Mektuplar genel olarak kaç grupta incelenir? Temel özellikleriyle açıklayınız. Mektup türlerini karşılaş- Mektubun dünyadaki geli- tırarak aralarındaki ben- Türk edebiyatında mektup şim seyri nasıl olmuştur? zerlik ve farklılıkları de- türünün gelişimini anlatınız. ğerlendiriniz. Tanzimat Dönemi’nde mektup türünün gelişimini anlatınız.

SÖYLEV Bir kişinin topluluk karşısında bir düşünce ve inancı sa- vunmak ve onu topluluğa aşılamak amacıyla yaptığı etkili konuşmaya söylev (nutuk) denir. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük’te etkili söz söyleme sanatı olarak geçmek- tedir. Söylev sanatına “hitabet”, söyleyene de “hatip” denir (Par, 1982, 302; Emir, 1986, 318; Develioğlu, 2006, 846).

Arapça bir kelime olan hitabet; hitap et- mek, vaaz etmek, güzel söz söyleme sa- natı, hutbe okuma, nutuk irad etme gibi anlamlara gelmektedir.

Söylevler çok çeşitli konularda verilebilir. Ortak özellik, bir topluluk karşısında söylenmek için hazır- lanmış ve söylenmiş olmasıdır. Söylevlerde öncelikle konu ve amaç belirlenir; hitap edilecek toplumun kültür, bilgi ve görgü seviyesi göz önüne alınır. Konuya uygun malzemeler, inandırıcı kanıtlar toplandık- tan sonra konuyla ilgili incelemeler ve gözlemlere geçilir. Gereken ön hazırlıklar bittikten sonra fikirlerin önem sırasına göre öncelikleri belirlenir ve konu belli bir plana oturtulur. Metnin giriş bölümünde amaç dile getirilir. İsteğe bağlı olarak dikkat çekmek amacıyla bu bölümde bir özdeyiş, bir olay ya da bir anıya yer verilebilir. Gelişme bölümünde ise konu ayrıntılı olarak ele alınır. Konuyla ilgili tezler ileri sürülür, düşünceler dile getirilir, örnekler verilir, belgeler, kanıtlar sunulur. Karşıt görüşler ele alınarak çürütülmeye çalışılır. Ele alınan konuyla ilgili olarak kesin bir yargıda bulunulmaya çalışılır. Sonuç bölümü söylevin en önemli bölümüdür. Konuyla veya öne sürülen tezle ilgili yargılar, olabildiğince çarpıcı ve etkili şekilde bu bölümde toparlanır (Emir, 1986, 318).

147 Mektup/Söylev

Söylevlerde cümleler genellikle kısadır. Devrik liği, toplulukları inandırma alanında gösterdikleri cümleler tercih edilir. Sözcükler, cümleler çarpıcı, yetkinliktir. Sesi topluluğun sesine dönüştürme, açık ve anlaşılırdır (Yüzbaşıoğlu, 1984, 262). Daha coşturma, toplulukta duygusal doruklar ve insanın çok haber kipi veya mastar hâlindeki fiiller kullanı- içinde bir tartışma yaratma söylevin temel amacıdır lır. Basmakalıp sözler ve deyimlerden kaçınılır. (Binyazar,1977, 356). Söylevlerde topluluğu yakından ilgilendiren bir Kimi yazarların söylev türü ile roman ve öykü düşünce ya da sorun işlenir. Düşünceler belli bir arasında yakınlık kurduğu görülmektedir. Adnan plana uygun olarak sıralı hâldedir. Söylevin özü, Binyazar’a göre söylev öykü ve roman türünün köklü bir zihin kültüründen kuvvet alır. Zihin kül- özelliklerini taşır. Söylev, yoktan var olan bir ulu- türü ise edebî, sosyal, tarihî bilgilerin bir bileşimi- sun, kendi öncüsü ağzından anlatılmış bir öykü- dir. Dolayısıyla konuşmacının geniş ve köklü bir dür. Tarihle, siyasayla, sanatla çakışan bir öykü. kültüre sahip olması bir zorunluluktur. Konuşma Atatürk, Türk toplumunun tarih karşısında verdiği sırasında telaşa düşmemesi, sakin ve soğukkanlı ol- “var olma-yok olma” sınavının öyküsünü, roma- ması, karşısındaki topluluğu bir bütün olarak ku- nını yazmıştır. Atatürk’ün Söylev’inde özellikle caklayabilmesi gerekir (Par, 1982, 302). siyasal sorumluluk, yoğun ve etkili söz söyleme, İnsan beyninde soyutlamanın oluşması ne denli öyküleme geniş yer tutar. Bu yönüyle söylev bir ro- önemli bir evrimsel aşamaysa seslenmeye tartışma- mandır, bir hesaplaşmadır, bir özdeyişler kitabıdır nın katılması öylesine önemli bir düşünsel aşama- (Binyazar,1977, 360-361). dır. Bu nedenle söylevcilerin en başta gelen özel-

Söylev Çeşitleri Siyasi Söylev: Siyasi konu- Siyasi söylev larda yapılan söylevlerdir. Mil- Söylevler; ele alınan teze, işlenen konuya let meclisleri, siyasi toplantılar, göre siyasi, dinî, askerî ve bilimsel-kültürel Bilimsel ve kültürel mitingler ve seçim meydanla- söylev söylev olarak adlandırılan çeşitleri vardır. rında yapılan söylevler bu gru- Askerî söylev ba girmektedir. Siyasi hatiplere en çok devlet adamları arasında ylev Çeşitleri

Sö Dinî söylev rastlanır. Bilimsel ve Kültürel Söylev: Belli bir kültürel derinliğe sahip düşün- Hukuki söylev ce adamları ve sanatçıların farklı fikir, sanat ve kültür konularında verdikleri konferanslar, genele açık bilimsel toplantı, panel ve sempozyumlarda yapılan akademik konuşmalar bu gruba girmektedir. Fazıl Ahmet Aykaç’ın Hitabeler (1934), Necip Fazıl Kısakürek’in Müdafaalarım (1946) ve Sahte Kahramanlar (1976) bu türün ilk akla gelen örnekleri arasında yer almaktadır. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Osman Yüksel Serdengeçti’nin bu türde örnekler verdiği bilinmektedir. Askerî Söylev: Büyük komutanların askerlerini coşturmak, onlara cesaret vermek amacıyla yaptıkları konuşmalardır. Fatih’in, Napolyon’un, Atatürk’ün savaş alanlarında yaptıkları konuşmalar bu gruba gir- mektedir. Dinî Söylev: Mabetlerde din konusunda yapılan konuşmalardır. Dinî ve ahlaki değer ve konuların yer aldığı söylevlerdir. Peygamberlerin, din adamlarının konuşmaları bu gruba girmektedir. Belirli günlerde hatiplerin camilerde minbere çıkarak topluluğa karşı konuşmaları (hutbe), camilerde yetkin din adamları tarafından güncel konularla ilgili olarak topluluğa karşı yapılan konuşmalar (vaaz) bu tür söylevler içinde değerlendirilebilir. Hukuki Söylev: Mahkemelerde hak-hukuk konularında yapılan konuşmalar, savcıların iddianameleri, avukatların savunmaları bu tür söylevler arasında yer almaktadır.

148 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Türk Edebiyatında Söylev Türünün Orhun Yazıtları’nın edebiyatımızdaki ilk siyasi Gelişimi söylev örneği olduğu bilinmektedir. Bu yazıtlar; Türk edebiyatında söylev türünün gelişimine 732’de dikilen Kül Tigin, 735’te dikilen Bilge Ka- değinmeden önce dünya edebiyatındaki gelişimi ğan, 720-725 yıllarında dikilen Tonyukuk yazıt- üzerinde kısaca durmak gerekir. Söylev ile ilgi- larıdır. li en önemli kaynak eserin Aristo tarafından MÖ Halide Edip Adıvar’ın özellikle Mondros 330 yılında Retorika adıyla yazıldığı bilinmektedir. Mütarekesi’nden sonra İstanbul ve İzmir’in işgal Aristo’dan önce de çeşitli söz söyleme sanatları ya- edildiği sıralarda, 16 Mayıs 1919’da Sultanahmet’te zılmıştır ancak Aristo onların retorikteki kanıtlama düzenlenen protesto mitingindeki konuşması, ögesini tümüyle göz ardı ettiklerinden ve dinleyi- Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 30 Mayıs 1919’da cilerde heyecan yaratma gibi özle ilgisi olmayan İkinci Sultanahmet Mitingi’nde İzmir’in Yunan- konuları önemsemelerinden yakınmıştır. Heyecan lılar tarafından işgalini protesto konuşması, Meh- uyandırmanın önemini Aristo da kabul etmiş an- met Emin Yurdakul’un 23 Mayıs 1919 günü Sul- cak heyecanın konuşmanın kendisiyle uyandırıl- tanahmet Meydanı’nda 200.000 kişiye seslendiği ması gerektiğini ileri sürmüştür. Aslında o, eski konuşma, Süleyman Nazif’in 1920’de İstanbul retorik yazarlarının bu kusurlarını, onların bu sa- Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen natın daha soylu politik dalından çok, mahkeme- Piere Loti gününde yaptığı konuşma, Mustafa lerdeki retorikle ilgilenmelerine bağlamıştır. Onun Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde için bu iki konuda kendisinden öncekilerin yaptık- Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Kurultayı’nda 36.5 larını geliştirmeye çalışmıştır. saat süreyle okuduğu Nutuk’u, Gençliğe Hitabe’si ve Aristo kitabında baştan sona retorikteki kanıt- Cumhuriyet’in 10. yılında okuduğu 10. Yıl Nut- lama ögesini vurgular. Kitap üç bölüme ayrılmıştır. ku siyasi söylevler arasında değerlendirilebilir. Rıza Birinci ve ikinci kitap, retoriksel söylevin içeriğiyle Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif, Behçet Kemal (söylenmesi gereken şeyler), üçüncüsü ise ifade (na- Çağlar, Selim Sırrı Tarcan, Osman Bölükbaşı gibi sıl söylemek gerekir) ile ilgilidir. siyasi kimliği olan kişiler de siyasal söylevlerinde Aristo’dan sonra hitabet konusunda çalışan en başarılı isimler arasında yer almaktadır. büyük düşünürlerden biri de Cicero’dur. Cicero, döneminin en önemli Romalı hatibi, avukatı ve politikacısı olarak tanınmaktadır. En önemli eserle- Yakın tarihimiz için en önemli söylev ör- rinden biri olan ‘De re publica’da siyaset felsefesine neği Mustafa Kemal Atatürk tarafından dair görüşlerini belirtmiştir. Mevcut yönetimi hi- önce kaleme alınmış, sonra kendisi tara- civsel bir dille eleştirdiği eserinde, Roma devletinin fından okunmuş olan Nutuk’tur. Mustafa ideal, olması gereken şeklini anlatmış, iyi devlet Kemal Atatürk, Nutuk’unu 15–20 Ekim adamının özelliklerinden bahsetmiştir. 1927 yılında Cumhuriyet Halk Fırkasının Söylevin eski Yunan’da ortaya çıkmasının ardın- İkinci Kurultayı’nda -günlük ortalama 6 dan pek çok düşünür bu kavramı ele alarak geliştir- saat olmak üzere- toplam 36 saat 31 daki- meye çalışmış ve araştırmalar yaparak eserler ortaya kada okumuştur. koymuşlardır. Bu düşünürlerden birisi de Farabi’dir. Aristo’nun ve Platon’un eserlerinden etkilenerek söylev konusunda araştırmalar yapan Farabi, ‘Fusu- Atatürk, bu nutku ile Türk tarihinin 1919-1927 lül Medeni’ isimli yapıtında, iyi bir devlet adamının yılları arasındaki 8 yıllık dönemin olaylarını belge- sahip olması gereken özellikleri sıralarken güzel söz leri ile ortaya koymuştur. Uzunluğundan dolayı söyleme yeteneğinden ayrıca bahsetmiştir. Farabi, İs- bazı araştırmacıların “altı günlük nutuk”, “uzun lam dünyasına Aristo’yu ve Aristo’nun bakış açısını süreli nutuk” gibi ifadelerle tanımladığı Nutuk’ta getirerek kendisinden sonraki bütün İslam mantık- Atatürk, bir yandan milletine hesap verirken diğer çılarının Aristo’yu, kendi bakış açısıyla yorumlama- yandan da milletini çağdaş medeniyetler seviyesine larına kaynaklık etmiştir. Cabiri, Farabi’nin mantık çıkarırken yapacağı yenilikleri ve bunları gerçekleş- alanında İslam dünyasının Aristoteles’i sayılabilece- tirirken uygulanacak yöntemleri anlatmaya çalış- ğini ifade etmektedir (Yıldırım, 2008, 40-67). mıştır (Eren, 2008, 3).

149 Mektup/Söylev

Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günler- Necati Cumalı Nutuk adlı yazısında Nutuk’un den başlayarak Türk tarihinde bir dönüm noktası bildiğimiz edebiyat türlerinden hiçbirine uymadı- olan İstiklal Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ğını dile getirir. Roman, şiir, hikâye ve deneme tür- kuruluşunun ve inkılapların yapılışını anlatan Nu- lerine benzemediğini söyler. Bu türlerden hiçbirine tuk, siyasi ve millî tarihimizin birinci elden değerli uymamasına rağmen bölüm bölüm çeşitli edebiyat bir kaynak eseridir. Atatürk’ün kendi kaleminden türlerine uyduğunu söyler. Nutuk’u okuyanın, her çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından 36,5 saat sü- sayfada bir devlet adamının siyasi demecinden de- ren ve 6 günde okunan tarihî bir hitabeye dayandı- ğişik, ayrı, üstün, yaratıcı bir kitap olduğunu kav- ğı için Nutuk adını almıştır (Korkmaz, 2004). Nu- rayacağını ifade eder (Arar, 1980, 152). tuk, söylendiği dönemde, millî kültür ve terbiyenin Nutuk’un; 1927, 1934, 1950, 1963, 1973, tek kaynağı olarak görülmüş ve milletin bilinçlen- mesinde yapacağı katkı ile gelecek nesiller için bir 1978, 1984 yıllarında Türkçe baskıları yapılmıştır. rehber ve sonsuz kaynak eser olarak ele alınmıştır 1927 yılında İtalyanca ve Almancaya, 1929 yılında (Uzun, 2005,125). Fransızca ve İngilizceye çevrilmiştir.

araştırmalarla ilişkilendir

İlmin Faydası uygun olduğundan onları sevindirmişti. Fakat sonraki Ord.Prof. Salih Murad UZDİLEK deneyle her iki cisim aynı anda bırakılmış ve yere aynı anda düştüğünü gören Aristo mesleğine sadık profesör- “Konuya girmeden evvel ilim tarihi ve kendi tecrü- ler, gözlerine inanamamışlar ve ellerindeki kitaba baka- belerimden birkaç enteresan misal vereceğim. rak böyle olmayacağını iddia etmişlerdir. Bir sabah Fransa’nın bir yerinde, üç köylü kadın Bu deneyin şahidi olan Aristocular, bir delinin seher vakti çapalamak üzere bağlara giderken yolda yüz librelik bir cismin yüz librelik bir cisimden yüz bir hendek içinde oturmuş gözlerini bir noktaya dik- defa daha çabuk düşeceğine dair kanaatlerimizi sars- miş olan yaşlı birini görmüşler ve “günaydın” diyerek mak için bu tecrübeye girmiş olduklarını söyleyerek yollarına devam etmişler. Akşam evlerine dönerlerken onunla alay etmişlerdi. Böyle deneylerin otoriteler Aynı adamın aynı yerde, aynı noktaya gözlerini dikip tarafından ortaya konan fikirlere aykırı olduğunu ve oturduğunu görünce, aklını kaçırdığına hükmederek tekrar edilmemesini söylemişlerdi. istavroz çıkarmışlar. Bu hikayeye ait tafsilatı hepiniz bilirsiniz. Gali- Kadınların hendek içindeki taş üzerinde bütün leo, cehalet ve kıskançlık yüzünden zorluklar karşısın- gün oturup gözünü bir noktaya diktiğini gördükleri da kalıyordu. Vaktiyle Galileo’nun öğrencisi olan Papa adam, ilim tarihinde böcekler üzerinde en büyük eser- 8. Urban imdadına yetişmeseydi, Galileo’nun başı ler yaratan Prof. Fabre idi. Bu zat ömrünü böcekler daha büyük derde girecekti. üzerinde araştırmalara vermiş, bu vadide ciltlerce eser- ler yazmıştır. İlim tarihinde tecrübeler kıralı adı ile anılan Mic- hael Faraday, Bir gün Londra’nın Royal Enstitution Onaltıncı yüzyılın son günlerinden bir gün genç adlı ilim müessesesinde verdiği derste küçük bir mık- bir adamın Pisa’nın “Eğri Kulesinin helezoni merdiven- natısı bir bobine yaklaştırınca, bobinde elektrik akı- lerini tırmanarak yukarı çıktığı görülüyordu. Galileo mının hasıl olduğunu göstermişti (1831). Bu konfe- adlı bu büyük âlimin maksadı, kule tepesinden bırakı- ransı dinleyen bir bayan, yerinden kalkarak Profesör lan birinin ağırlığı diğerinden çok farklı olan cisimlerin Faraday’a “Bu tecrübenin ne faydası var” diye sorunca, aynı zamanda düşüşünü göstermekti. Birinci deneyden Faraday cevaben: biraz evvel itildiğinden dolayı ağır cismin daha çabuk düşmesi olayı, Galileo’nun muarızlarının düşüncelerine - Doğan çocuğun ne faydası var? demiştir.

150 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Aynı tecrübeyi gören İngiltere Başvekili Mr. parlak bir başarı değil, aynı zamanda gayenin değeri, Gladstone, Faraday’a tecrübesinin faydasını sorunca, araştırmanın maliyeti tayin edilir. Fen, sadece pratik ona da şu cevabı verdi: hizmeti ile ölçülmez. Fen, maddi refahı arttırırsa da, - Bunlardan bir gün motorlar meydana gelecek ve esas itibariyle bir entelektüel görüş, bir gerçek sevgisi sen de vergi alacaksın, demişti. ve bir ışık öncüsüdür. Faraday’ın bu deneyi elektrik, dinamo ve motor- İlmi araştırma, çoğunluk şahsi bir kazanç için ya- larının esasını teşkil eder ve bugünkü endüstri bunlara pılmaz. Varılan sonuç ve keşifler ise kıskanç bir dav- dayanır. Bu keşif olmasaydı, ne elektrik ışığı, ne radyo, ranışla bir mabedin dört duvarı arasında gizlenmez. ne uçak, ne de otomobil vesaireye sahip olamazdık. Bu Aksine bütün dünyaya cömertçe yayılır. Kendi kendi- endüstride milyonlarca insan çalışıyor, günlük kazanç- ni kollama yerine başkalarına yardımcı olması gibi asil larını temin ediyorlar. bir amaç güdülür. Bu keşiften sonra Faraday’ın şöhreti dünyaya ya- Gerek bu değerli ve asil davranış, gerekse yıldı ve bir çok meselelerde onun yardım ve fikirlerine fedakârlık, sebat, cesaret, göreve bağlılık, gerçekçilik, müracaat edildi. alçakgönüllülük ve umut, ilim adamlarının hayatı incelenince nice örneklerle ispatlanan ilim adamı eği- Faraday’dan sonra bu kürsüye gelen Tyndall’in limleridir ama bunlardan pek az bahsedilir. ifadesine göre, demircinin oğlu ve bir vakitler çiftçi çırağı olan Faraday, bu keşfinden sonra yüzbinlerce Yüzyıllardır ilim amacının asaletini gösteren nice İngiliz liralık teklifler karşısında kalmış ve hepsini de olayların hikâyeleri devrimize kadar gelmiştir. Bizler reddetmiş, ilim kürsüsünde çalışmasına devam etmiş- de hayatını tabiat bilimine adamış kişilerin biyografi- ti. Bu yüzden fakir bir adam olarak öldü. lerinden alınmış büyük ve derin sözlerle bunun doğ- ruluğunu göstermeye çalıştık. “İlmin halka yayılması” Faraday, bir taraftan ilimdeki muvaffakiyetler ve deyimi ile, ilmin bu yönünü kasdettim. İlmin zevkine diğer taraftan yüksek ahlakının güzelliğine mukabil varmak için ilim tarihi birliğinin ideallerine uyma- birtakım kıskanç kimselerin kötülükleri karşısında mız gerekir. Biri Amsterdam, diğeri Kudüs’te yapılan kalmıştı. Hatta kendisinin üstadı olan büyük kim- kongrelerde ilim tarihi derslerinin, üniversitelerin de- yager Sir Hmphray Davy bile, Faraday’ın akademiye ğil liselerin de ders programına konulması gerektiği seçilmesinde bir tek muhalif rey kullanmıştı. fikri ifade olunmuştu. Bu üç ilim adamı “Faraday, Galileo, Fabre” ilim ta- Okullarda büyük bilim adamlarının hayatlarını rihinde meçhul perdesini kaldırmak için çalışan büyük anlatmalıyız ve öğrencilerimiz bu adamların çalışma- çaptaki insanlara misal teşkil ederler. larını, insanlığa hizmette büyük önem taşıdığını öğ- İlmin ana hedefi tabiatta hakikatı, realiteyi araş- retmeliyiz. Bu öğretim, genel tarih dediğimiz derse tırmaktır. İlmin tatbikatı ise, bunun yan mahsulün- muvazi olarak, hatta tercih edilerek yapılmalıdır. J.J. den istifadedir. Biz ilim dünyasında yaşıyoruz. Etra- Roentgen’in X şuaları, Currie çiftinin ve Rutterford’un fımız ilmin tatbikatiyle çevrelenmiştir. Binaenaleyh radyoaktivitesini modern toplumun gelişimini bugün ilmi yaymak için buna göre tertibat almalıyız. İlmi ve tarih kitaplarını dolduran Anibal’ın ve Napolyon’un beşeri araştırmalar pek cazip görünmezlerse de ilim zaferlerine kıyasla çok daha fazla etkilediği ve etkile- tarihinin sahifelerini çevirdiğimiz takdirde ilmi araş- mekte olduğunu elbette hiç kimse inkâr edemez. tırmaların insan dimağından çıkan yüksek kalitede İlim öğrenimi yaparken sınıfta sadece buzdolabı, şeyler olduğunu anlarız. Bu araştırmalar aynı zamanda elektrik süpürgesi, D.D.I.T. radar, atom bombası gibi insanın konforunu ve diğer hayat şartlarının faaliyeti- ilim tatbikatını değil, aynı zamanda ilmin ruhunu, ni de arttırmaya yarar. esasını ve ilim adamlarının hayatlarını da anlatmalı ve İlmin, refahın yaratıcı ve insanlığın gücünü art- öğretmeliyiz. tıran kaynak olma iddialarının doğruluğunu ve hak- Bu eğitimde kitap ve dergilerin çeşitli dil ve se- lılığını ispatlama amacındayız. Bu sebeple ne kadar viyede- özellikle ilmin öğrenimini yapmamış vasat harikulade ve değerli olsa da gaye ve metodu ile keşif kişilein anlayacağı seviyede- yayınlanması için yardım ve endüstri gelişimine aynı önem verilmektedir. Tabi- etmeli, destek olmalıyız” at alanında azimli bir araştırma yapıldığı vakit, orada ilmin esas ruhunun mevcut olduğu görülür ve sadece Kaynak: Kantemir, 1995, 312-315.

151 Mektup/Söylev

araştırmalarla ilişkilendir

Sultanahmet Mitingi Konuşması Müslüman dünyasına, sizin namınıza hitap edi- Halide Edip Adıvar yorum. Davamız şudur: zaten elinden tutanları kalmayan, ellerini, bacaklarını kaybeden gazile- Kardeşlerim, evlatlarım! Ruhu göklerde olan rimiz, şehitlerimiz namına davamızı ilan ediyo- yedi yüz senelik şanlı tarihimiz bu minarelerden rum. Bu davamız da, Türklerin hak ve istiklalidir. bugün, Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Türkler, Türkiye’nin ebedi haklarına asla dokun- Bu muazzam, bu tarihi meydanda, zafer alayla- durmayacaklar; yarın, Hakkın mahkeme-i kübra- rı tertip eden ecdadımızın ruhu bizi seyrediyor. sı önünde zalimlerin hepsi mahkemeye çekilecek; Dünyaların öbür ucuna at süren namağlup er- onlara, bizim kanlarımızı döktürdünüz, diyecek- lerin evlatları önünde baş eğiyor ve yemin edi- ler. İşte kardeşlerim, işte evlatlarım, davanızdan yorum: Ben, Müslüman tarihinin bedbaht bir kaçmayınız. O gün size hak verecekler. Bugün iki kızıyım. Bugün de dünkü kadar kahraman ve dostunuz vardır: Birisi, kalbi, mabedleri bizimle talihsiz Türk milletinin anasıyım. Millet namına. beraber olan Müslüman dünyası: diğeri, zalimleri ecdadımızın bizi seyreden ruhlarına yemin ediyo- yakasından sürükleyecek büyük milletlerdir. rum. Bugün, kolları kesilmiş olan Türk’ün kalbi, eski cesaret ve şecaatini kaybetmemiştir. Yemin Kardeşlerim, evlatlarım! Osmanlı toprağında ediyorum ki, Osmanlı sancağına, tarihine hıya- böyle muazzam, böyle tarihi bir gün. belki bir net etmeyeceğim. Allah’a, hakka, milletlerin ilahi daha idrak etmeyeceğiz. Evlatlarım, öyle bir gün hakkına dayanan Türk milleti, bütün Müslüman olur da bir daha toplanamazsak. içimizde ölenler ve Türk dünyasına ilan ediyorum. Davamızı ilan olursa, Türk’ün istiklal bayrağı ile mezarı üzerine ediyorum. geliniz. Türkler’e zalim diyenler öyle günah işliyorlar Eski tarihimizin. bu muazzam minarelerin ki, tarihin karşısında onların günahlarını, bütün bahşettiği tarihimizin en asil, en terbiyeli vekarı- denizlerin bitmez tükenmez suları bile yıkayama- mızı asla unutmayacağız! Yemin ediniz! yacaktır. Yediyüz senelik minareler, mavi semalarıyla Bugün karşımızda yükselen ses, Müslüman bize baktığı bu günlerde. Osmanlı bayrağı, Os- kardeşlerin sesidir. Esaret boyunduruğu can da- manlı hakkı için can vermekten çekinmeyeceği- marlarına geçmiş olan milletler, bizim felaketimiz nize yemin ediniz!” karşısında gür sesleriyle bağırıyorlar. Ben, kardeş

152 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Nutuk lik ve huzur, elbette bütün milletçe memnunluk- Mustafa Kemal Atatürk la karşılanmıştır. Memlekette huzur ve güvenliği sağlamak için Efendiler, milletimizin başına giymekte ol- uygulanan olağanüstü tedbirlerin iyi sonuçları duğu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve mede- niyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görünen Saygıdeğer Efendiler, durumun ciddîleşmesi fesi atarak, onun yerine bütün medenî dünyaca üzerine, hükümetçe olağanüstü tedbirler alınma- başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve böyle- sı gerektiği yolundaki görüşümüzü ilk defa orta- ce, Türk milletinin medenî toplumlardan zihni- ya koyduğumuz zaman, bunu iyi karşılamayan- yet bakımından da hiçbir ayrılığı bulunmadığım lar vardı. Takrîr-i Sükûn Kanunu’nu ve İstiklâl göstermek kaçınılmaz oluyordu. Bunu, Takrîr-i Mahkemeleri’ni bir baskı vasıtası olarak kullana- Sükûn Kanunu yürürlükte iken yaptık. Bu ka- cağımız düşüncesini ortaya atanlar ve bu düşün- nun yürürlükte olmasaydı yine yapacaktık. ceyi benimsetmeye çalışanlar oldu. Fakat, bu uygulamada, kanunun yürür- Şüphe yok ki, zaman ve olaylar, bu nefret ve- lükte oluşu da kolaylık sağlamış oldu denirse, rici düşünceyi aşılamaya çalışanları, elbette utanı- bu, çok doğrudur. Gerçekten de Takrîr-i Sükûn lacak bir duruma düşürmüştür. Kanunu’nun yürürlükte olması, bazı gericilerin, Biz, alınan fakat kanunî olan bu olağanüstü milleti geniş ölçüde zehirlemesine meydan ver- tedbirleri, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde kanu- memiştir. nun üstüne çıkmak için bir vasıta olarak kullan- Gerçi, bir Bursa Milletvekili, yasama göre- madık. vi boyunca, hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve Aksine, memlekette huzur ve güvenliği sağ- hiçbir zaman Meclis’te milletin ve Cumhuriyet’in lamak için uyguladık. Biz o tedbirleri, milletin çıkarlarını savunmak için ağzına bir tek kelime medenî ve sosyal alandaki gelişmesinde yararlı bile almamış olan Bursa Milletvekili Nurettin kıldık. Paşa, yalnız şapka giyilmesinin aleyhine uzun bir Efendiler, aldığımız olağanüstü tedbirlerin önerge vermiş ve bunu savunmak için kürsüye uygulanmasına gerek kalmadığı görüldükçe, on- çıkmıştır. ların uygulamadan kaldırılmasında tereddüt edil- Şapka giydirilmesinin “temel haklara, millî memiştir. Nitekim, İstiklâl Mahkemeleri, zama- hâkimiyete ve kişi dokunulmazlığına aykırı bir nında kaldırıldığı gibi, Takrîr-i Sükûn Kanunu işlem” olduğunu iddia etmiş ve bunun “halka da yürürlük süresinin sonunda, yeniden Büyük uygulanmamasını sağlamaya” çalışmıştır. Ancak, Millet Meclisi’nin incelemesine sunuldu. Nurettin Paşa’nın, millet kürsüsünden alevlen- Meclis, Kanunun bir süre daha yürürlükte dirmeyi başarabildiği taassup ve gericilik duy- kalmasını gerekli bulmuşsa, elbette, bu milletin guları sonunda birkaç yerde, o da yalnız, birkaç ve Cumhuriyet’in yüksek yararları içindir. Yüce gericinin, İstiklâl Mahkemeleri’nde hesap verme- Meclis’in elimize istibdat vasıtası verme gayesi leriyle söndü. güderek böyle bir karar aldığı düşünülebilir mi? Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin ka- Efendiler, Takrîr-i Sükûn Kanunu’nun yü- patılması ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, rürlükte ve İstiklâl Mahkemeleri’nin faaliyette müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbe- bulunduğu süre içinde yapılan işleri gözönüne darlık v.b. birtakım ünvanların kaldırılması ve getirecek olursanız, Meclis’in ve milletin güven yasaklanması da Takrîr-i Sükûn Kanunu yürür- ve itimadının tamamen yerinde kullanılmış oldu- lükte iken yapılmıştır. Bu konularla ilgili yürüt- ğu kendiliğinden anlaşılır. me ve uygulamaların, toplumumuzun, hurafelere Memlekette çıkarılan büyük isyan ve hazırla- inanan, ilkel bir kavim olmadığını göstermek ba- nan suikast tertipleri bastırılarak sağlanan güven- kımından ne kadar gerekli olduğu takdir olunur.

153 Mektup/Söylev

Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sü- dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurdu- rüklenen, kaderlerini ve hayatlarını falcılara, bü- ğunu anlatmaya çalıştım. yücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bı- Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çe- rakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa kilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri bir millet gözüyle bakılabilir mi? ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların Milletimizin kendine has niteliğini yan- bedelidir. lış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, yeni Türkiye Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk Devleti’nde Türkiye Cumhuriyeti’nde devam et- tirilmeli miydi? istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muha- faza ve müdafaa etmektir. Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileş- me adına pek büyük ve düzeltilmesi imkânsız bir Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli yanılma olmaz mıydı? İşte biz, Takrîr-i Sükûn budur. Kanunu’nun yürürlükte olmasından yararlandık Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İs- ise, bu tarihî hatâyı bir daha işlememek için, mil- tikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek letimizin alnını olduğu gibi açık ve ak göstermek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. için, milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniye- Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mec- tinde olmadığını ispat etmek için yararlandık. buriyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde Efendiler, milletimizin sosyal, ekonomik, bulunacağın vaziyeti imkân ve şerâitini düşün- kısacası bütün medenî iş ve ilişkilerinde feyizli meyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir sonuçlar veren yeni kanunlarımız da, kadın hak mahiyette tezahür edebilir. ve hürriyetlerini sağlayan ve aile hayatını sağlam- İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düş- laştıran Medenî Kanun da bu sözünü ettiğimiz manlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir devrede çıkarılmıştır. galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile Görülüyor ki, biz her vasıtadan yalnız ve ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanı- tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış rız. O görüş şudur: Türk milletini medeni dün- ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş ola- yada, lâyık olduğu mevkie yükseltmek, Türkiye bilir. Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim gün daha çok güçlendirmek... ve bunun için de olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sa- istibdat fikrini öldürmek... hip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet için- Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden de bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsi uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe ka- menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle rışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uya- harap ve bitap düşmüş olabilir. nıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve isem kendimi bahtiyar sayacağım. şerâit içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cum- Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona huriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kud- ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl ret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

154 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Öğrenme Çıktısı

2 Söylev türünün kavramsal anlamını açıklayabilme, temel niteliklerini sıralayabilme, söylev türünün Türk edebiyatındaki gelişim seyrini açıklayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Söylevde kaç bölüm vardır? Bu bölümlerde nelere yer Söylev çeşitlerini karşılaş- verilir? tırarak aralarındaki ben- Türk edebiyatında söylev tü- Kaç çeşit söylev vardır? zerlik ve farklılıkları de- rünün gelişimini anlatınız. Bunların temel özellikleri ğerlendiriniz. nelerdir?

155 Mektup/Söylev

Mektup türünün kavramsal anlamını açıklayabilme, temel niteliklerini sıralayabilme, 1 Türk edebiyatındaki gelişim seyrini açıklayabilme

Mektup

“Mektup”, Arapçada “yazılı nesne, yazılmış şey” anlamına gelmektedir. Bir haberi, dileği, duyguyu biri- ne iletmek için kullanılan konu sınırlaması olmadan bütün hayatı içine alabilen, yazanın iç dünyasını, dünyaya ve hayata bakışını yansıtan bir iletişim aracıdır. En eski haberleşme araçlarından biri olan mektup, sosyal yaşantımızda sıkça başvurduğumuz yazılı bir anlatım türüdür. İnsanların duygu, düşünce, sorun ve çevrelerinde olup bitenleri yakınlarına bildirme ihtiyacından doğmuştur. Birbirleriyle ilişkisi olan insanların birbirlerine yazdıkları özel mektuplarla, herhangi bir düşüncenin, görüşün açıklandığı mektuplar edebiyatın inceleme alanına girmektedir. Ya- zın türünün en eskilerinden biri olan mektubun yazıyla yaşıt olduğu söylenebilir. Yazının bulunuşuyla birlikte mektuplaşmalar da başlamıştır. Ancak Latin yazarı Ciceron’un bu türe kimliğini kazandırdığı söylenebilir. Mektuplar yazarın kişiliğini yansıtan birer ayna gibidir. Yazarın kişiliği, duyguları satırların içine sinmiş gibidir. Tam bir içtenliğin ürünüdür. Yapaylıktan uzak, yalın ve özentisizdir. Dil ve anlatım özellikleri bakımından toplumsal yaşamın değişik görünümlerinden kesitler sunduğu için bir bakıma tarih belgesi niteliğini de taşır. Mektuplar yalın ve içtendir. Konu alanı sınırsızdır. Yaşamın ve yaşa-

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti nılanların değişik yönleri (gözlemler, duygular, dedikodular, haberler, düşünceler, yorumlar, kaygılar, korkular, özlemler, istekler vb.) mektupların konusu olabilir. Yazanın iç ve dış yaşamından seçilmiş kareler, haberler, çevresi üzerine yaptığı gözlemler, yorumlar mektubun konusu içinde yer alabilir. Tıpkı günlükler, anılar gibi mektuplarda da yazar kendisini içinde yaşadığı ortamdan soyutlayamaz, kendisiyle birlikte çevresini ve o zaman dilimini de anlatır. Diğer yazınsal türlerde ifade edilecekse temel özelliklerinin doğallık, yalınlık ve içtenlik oldukları söylenebilir. Âşık edebiyatında mektuba; “kağıt”, “gam yükü”, “gönül dili”,”çile bohçası” şeklinde isimler verilmiştir. Divan Edebiyatı Dönemi’nde ise mektup türü, inşa adı verilen düz yazının bir çeşidi olarak değerlen- dirilmiştir. Fuzuli’nin Şikâyetname adlı eseri bu türde yazılmış önemli eserler arasında yer alır. Lamii, Gelibolulu Ali, Ragıp Paşa gibi yazarların eserlerinde de mektup türünde yazılmış metinlerin varlığı dikkat çekmektedir. Tanzimat Edebiyatı Dönemi’nde Şinasi’nin öncülüğünde başlayan sade anlatım tarzını mektuplarda da görmek mümkündür. Şinasi’nin Paris’ten annesine yazdığı mektup bu dönemde yazılan mektup türünün önemli örnekleri arasında yer almaktadır. Tanzimat Dönemi’nde; Abdülhak Hâmit, Namık Kemal, Muallim Naci’nin bu türde eserler verdikleri görülmektedir. Servet-i Fünûn Dönemi’nde, sanatçıların özel mektupları kitap hâlinde yayımlanma- mıştır. Sanatçıların kimi mektuplarına değişik dergi ve kitaplarda rastlanmaktadır. II. Meşrutiyet’ten sonra, toplum yaşamında birbirini kovalayan ağır olayların etkisiyle önemli kişiler arasında yazılmış mektuplar Tanzimat Dönemi’ndeki gibi fazla değildir. Ömer Seyfettin ile Ziya Gökalp’ın mektupları ancak Cumhuriyet Dönemi’nde yayımlanma olanağı bulmuştur. Tanzimat’tan sonraki edebiyatımızda mektupları kitap hâlinde toplanan sanatçıların varlıkları dikkat çekmektedir. Fuzuli’nin Şikâyetname adlı eseri, Şinasi’nin Paris’ten annesine yazdığı mektup, Namık Kemal (Namık Kemal’in Hususi Mektupları, 3 cilt), Abdülhak Hamit Tarhan (Mektuplar, 2 cilt), Ahmet Mithat- Muallim Naci (Muhaberat ve Muhaverat), Ziya Gökalp (Limni ve Malta Mektupları), Cahit Sıtkı Ta- rancı (Ziya’ya Mektuplar), Ahmet Hamdi Tanpınar (Mektuplar) bu sanatçılar arasında yer almaktadır. Namık Kemal, Batılı anlamda eleştiriyi mektuplarıyla edebiyatımıza taşımıştır. Ziya Gökalp, sürgün gittiği Malta’da yazdığı mektuplarda zaman zaman felsefi, sosyal ve eğitim konularına değinmiş, me- sajlar vermiştir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır, Paris, Burhaniye ve Ilıca’dan Ziya Osman Saba’ya 1930-1946 yılları arasında yazdığı mektuplar Cumhuriyet Dönemi’nin bu türde yayımlanan en geniş kapsamlı kitapları olarak nitelendirilebilir. Halit Ziya Uşaklıgil, Yahya Kemal Beyatlı, Ömer Seyfettin, Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık, Halikarnas Balıkçısı ve Aziz Nesin bu türde eser veren sanatçılar arasında yer almaktadır.

156 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Söylev türünün kavramsal anlamını açıklayabilme, temel niteliklerini sıralayabilme,

2 Türk edebiyatındaki gelişim seyrini açıklayabilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Söylev

Bir kişinin bir topluluk karşısında bir düşünce ve inancı savunmak ve onu topluluğa aşılamak amacıy- la yaptığı etkili konuşmaya söylev (nutuk) denir. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük’te etkili söz söyleme sanatı olarak geçmektedir. Söylev sanatına hitabet, söyleyene de hatip denir. Söylevler çok çeşitli konularda olabilir. Ortak özellik, bir topluluk karşısında söylenmek için hazırlan- masıdır. Giriş bölümünde amaç dile getirilir. İsteğe bağlı olarak dikkat çekmek, ilgi çekmek amacıyla bu bölümde bir özdeyiş, bir olay ya da bir anıya da yer verilebilir. Gelişme bölümünde ise konu ayrın- tılı olarak ele alınır. Konuyla ilgili tezler ileri sürülür, düşünceler dile getirilir, örnekler verilir, belgeler, kanıtlar sunulur. Karşıt görüşler ele alınarak çürütülmeye çalışılır. Ele alınan konuyla ilgili olarak kesin bir yargıda bulunulmaya çalışılır. Sonuç bölümü söylevin en önemli bölümüdür. Olabildiğince çarpıcı, etkili şekilde konuyla ilgili, öne sürülen tezle ilgili ulaşılan yargılar toparlanır. Söylevlerde cümleler genellikle kısadır. Devrik cümleler tercih edilir. Sözcükler, cümleler çarpıcı, açık ve anlaşılırdır. Daha çok haber kipi veya mastar hâlindeki filler kullanılır. Basmakalıp sözler ve deyim- lerden kaçınılır. Topluluğu yakından ilgilendiren bir düşünce ya da sorun işlenir. Düşünceler belli bir plana uygun olarak sıralı hâldedir. Söylevin özü, köklü bir zihin kültüründen kuvvet alır. Zihin kültürü ise edebî, sosyal, tarihî bilgilerin bir bileşimidir. Dolayısıyla konuşmacının geniş ve köklü bir kültüre sahip ol- ması bir zorunluluktur. Konuşma sırasında telaşa düşmemesi, sakin ve soğukkanlı olması, karşısındaki topluluğu bir bütün olarak kucaklayabilmelidir. Orhun Yazıtları’nın edebiyatımızdaki ilk siyasi söylev örneği olduğu bilinmektedir. Bu yazıtlar; 732’de dikilen Kül Tigin, 735’te dikilen Bilge Kağan, 720-725 yıllarında dikilen Tonyukuk yazıtlarıdır. Halide Edip Adıvar’ın özellikle Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul ve İzmir’in işgal edildiği sıralarda, 16 Mayıs 1919’da İstanbul Sultanahmet’te düzenlenen protesto mitingindeki konuşma- sı, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in 30 Mayıs 1919’da İkinci Sultanahmet Mitingi’nde İzmir’in Yu- nanlılar tarafından işgalini protesto konuşması, Mehmet Emin Yurdakul’un 23 Mayıs 1919 günü Sultanahmet Meydanı’nda 200.000 kişiye seslendiği konuşma, Süleyman Nazif’in 1920’de İstanbul Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen Piere Loti gününde yaptığı konuşma, Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat süreyle okuduğu Nutuk’u, Gençliğe Hitabe’si ve Cumhuriyet’in 10. yılında okuduğu 10. Yıl Nutku siyasi söylevler arasında değerlendirilebilir. Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif, Behçet Kemal Çağlar, Selim Sırrı Tarcan, Osman Bölükbaşı gibi siyasi kimliği olan kişiler de siyasal söylevlerinde başarılı isimler arasında yer almaktadır.

157 Mektup/Söylev

1 Mektup ile ilgili olarak aşağıda yazılanlardan 6 Söylevle ilgili olarak aşağıda yazılanlardan hangisi doğru değildir? hangisi yanlıştır? A. Bir haberi, dileği, duyguyu birine iletmek için A. Söylevlerde cümleler genellikle uzundur. yazılır. B. Devrik cümleler tercih edilir. B. Konu sınırlaması olmadan bütün hayatı içine alır. C. Sözcükler, cümleler çarpıcı, açık ve anlaşılırdır. C. Yazanın iç dünyasını, dünyaya ve hayata bakışı- D. Daha çok haber kipi veya mastar hâlindeki fiil- nı yansıtır. ler kullanılır. D. Latin yazarı Çehov’un bu türe kimliğini kazan- E. Orhun Yazıtları edebiyatımızdaki ilk siyasi söy- dırdığı bilinir. lev örneğidir. E. En eski haberleşme araçlarından biridir.

neler öğrendik? 7 Aşağıdaki yazarlardan hangisi bilimsel-kültü- 2 Aşağıdakilerden hangisi özel mektuplar ara- rel söylev yazarları arasında yer almaz? sında yer almaz? A. Fazıl Ahmet Aykaç A. Teşekkür mektubu B. Hamdullah Suphi Tanrıöver B. Başsağlığı mektubu C. Necip Fazıl Kısakürek C. Felsefi mektup D. Şinasi D. Davet mektubu E. Osman Yüksel Serdengeçti E. Bayram ve yılbaşı tebrikleri 8 Aşağıdakilerden hangisi dünya edebiyatında 3 İş mektuplarıyla ilgili olarak aşağıda yazılan- söylevleri ile ün yapmış düşünürler arasında yer lardan hangisi doğru değildir? almaz? A. Özel kişilerle iş kurumları arasında yazılan A. Eflatun mektuplardır. B. Aristo B. Bir tezin savunulması için yazılan mektuplardır. C. Cicero C. Bu mektuplarda, konusu ne olursa olsun bir iş D. Farabi veya hizmet söz konusudur. E. Platon D. Konusu; satış, borç alıp verme isteği olabilir. E. Bilgi isteme veya bir konuda şikâyet konusunda yazılabilir. 9 Aşağıda Nutuk ile ilgili olarak yazılanlardan hangisi yanlıştır? 4 Mektupla ilgili olarak aşağıda yazılanlardan A. Mustafa Kemal, Nutuk ile Türk tarihinin hangisi yanlıştır? 1919–1930 yılları arasındaki dönemin olayla- rını ortaya koymuştur. a. Dostluk, kardeşlik, sevgi belirten mektuplara B. Uzunluğundan dolayı bazı araştırmacılar “altı muhabbetname denir. günlük nutuk”, “uzun süreli nutuk” ifadelerini B. Rütbe olarak astın üste yazdığı mektuplara arıza kullanırlar. denir. C. Atatürk’ün kendi kaleminden çıkmıştır. C. Âşık edebiyatında mektuba kâğıt adı verilir. D. Atatürk tarafından 6 günde okunan hitabeye D. Divan edebiyatında mektuba çile bohçası denir. dayandığı için nutuk adını almıştır. E. Bayram ve yılbaşı tebrikleri özel mektuplar ara- E. 36.5 saat süreyle okunmuştur. sında yer alır. 10 Nutuk’un çevrildiği dillerle ilgili olarak veri- 5 Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat len seçeneklerin hangisi yanlıştır? Dönemi’nde mektup türünde eser veren yazarlar arasında yer almaz? A. İngilizce B. İspanyolca C. Fransızca D. Almanca A. Abdülhak Hâmit B. Namık Kemal E. İtalyanca C. Şinasi D. Cahit Sıtkı Tarancı E. Ahmet Mithat

158 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Yanıtınız yanlış ise “Mektubun Tanımı ve D A Yanıtınız yanlış ise “Söylevin Tanımı ve Özel- 1. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- 6.

likleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Mektubun Tanımı ve C D Yanıtınız yanlış ise “Söylev Çeşitleri” konu- 2. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- 7. sunu yeniden gözden geçiriniz. çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Söy- B Yanıtınız yanlış ise “Mektup Çeşitleri” konu- A 3. 8. lev Türünün Gelişimi” konusunu yeniden sunu yeniden gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Söy- D A 4. Mektup Türünün Gelişimi” konusunu yeni- 9. lev Türünün Gelişimi” konusunu yeniden den gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Söy- D B 5. Mektup Türünün Gelişimi” konusunu yeni- 10. lev Türünün Gelişimi” konusunu yeniden den gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt 7 Anahtarı

Mektuplar; özel, iş ve edebî-felsefi olmak üzere sınıflandırılabilir. Özel Mektuplar; birbirleriyle yakın ilişki içinde olan insanlar arasında gidip gelen mektuplardır. Mektubun içeriği sadece yazan ve yazılanı ilgilendirmek- tedir. Aynı zamanda bu tür mektupların gizliliği vardır. Bu gizlilik kanunlarla korunmaktadır. Özel mektuplar akla gelebilecek her konuda yazılabilirler. Yakınlar ve tanıdıklarla haberleşme mektupları; teşekkür, başsağlığı, özür dile- me, davet, tebrik mektupları; tebrikler, bayram ve yılbaşı tebrikleri bu grubun Araştır 1 içine girmektedir. İş Mektupları; özel kişilerle iş kurumları veya iş kurumları ile özel kişiler ara- sında, işle ilgili olarak yazılan mektuplardır. Bu mektuplarda, konusu ne olur- sa olsun bir iş veya hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, borç alıp verme isteği, bilgi isteme veya bir konuda şikâyet olabilir. Edebî ve Felsefi Mektuplar; herhangi bir düşüncenin, bir görüşün açıklanması, bir tezin savunulması için yazılan mektuplardır. Kişiden kişiye gönderilmek üzere yazılanlar, bir gazete veya dergide yayımlanmak üzere yazılmış olan açık mektuplar bu mektup türünün çeşitleri arasında yer almaktadır. Ali Canip Yöntem’in Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım adlı eseri açık mektuplardan oluşmaktadır.

159 Mektup/Söylev

Araştır Yanıt 7 Anahtarı

Mektubun geçmişinin İlk Çağ’a kadar uzandığı bilinmektedir. Eski Mısır’da kil tabletler ve papirüslere yazılmış mektupların bir bölümü bulunmuştur. Eski Yunan’da mektup, klasik edebiyatta olduğu gibi halk yaşamında önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemde Platon, Demosthenes ve İsokrates’in mek- tupları bugün de okunmaktadır. Latinlerde iyice işlenen ve gelişen mektup türünün bu dönemdeki en belirgin ismi Çiçero’dur. XIV. yüzyılda mektuplar, kâğıdın bulunmasıyla birlikte yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu dö- nemde Aretino, Tasso ve Ariosto’nun mektupları önemlidir. 15. yüzyıla kadar bir yazın türü olmaktan çok, bir iletişim aracı olan mektubun, bütünüyle bi- reysel konulara yer vermesi, birbirinden ayrı düşmüş insanların hasretlerini, duygu ve düşüncelerini ifade edebilmesi bu yüzyılla birlikte gerçekleşmiştir. Avrupa’da 15. yüzyıldan 19. yüzyıla gelinceye kadar Machiavelli, Michalen- gello, Mozart, Vagner, Racine, Leopardi, Goethe, Schiller, Madame de Sevig- ne, Dostoyevski, Puşkin gibi sanatçıların yazdıkları mektuplar bu türün güzel Araştır 1 örneklerini oluşturmaktadır. Türün en büyük ustasının Voltaire olduğu bilin- mektedir. İslamiyet’ten önce Arap edebiyatında bir tür olarak mektup vardı. “Mükatebe” ve “Mürasele” denilen bu tür, İslamiyet’in ilk yıllarında da kul- lanılmıştır. Bu dönemde Hz. Muhammed’in değişik toplulukları İslamiyet’e davet etmek üzere yazdığı mektuplar önemlidir.

Tanzimat Edebiyatı Dönemi’nde Şinasi’nin öncülüğünde başlayan sade anla- tım tarzını mektuplarda da görmek mümkündür. Şinasi’nin Paris’ten annesine yazdığı mektup bu dönemde yazılan mektup türünün önemli örnekleri ara- sında yer almaktadır. Tanzimat Dönemi’nde Abdülhak Hâmit, Namık Kemal, Muallim Naci’nin bu türde eserler verdikleri görülmektedir. Servet-i Fünûn Dönemi’nde, sa- natçıların özel mektupları kitap hâlinde yayımlanmamıştır. Sanatçıların kimi mektuplarına değişik dergi ve kitaplarda rastlanmaktadır. II. Meşrutiyet’ten sonra, toplum yaşamında birbirini kovalayan ağır olayların etkisiyle önem- li kişiler arasında yazılmış mektuplar Tanzimat Dönemi’ndeki gibi fazla değildir. Ömer Seyfettin ile Ziya Gökalp’in mektupları ancak Cumhuriyet Dönemi’nde yayımlanma olanağı bulmuştur.

160 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Araştır Yanıt 7 Anahtarı

Söylevde giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üç bölüm vardır. Giriş bölümün- de amaç dile getirilir. İsteğe bağlı olarak dikkat çekmek, ilgi çekmek amacıyla bu bölümde bir özdeyiş, olay ya da anıya yer verilebilir. Gelişme bölümünde ise konu ayrıntılı olarak ele alınır. Konuyla ilgili tezler ileri sürülür, düşünce- ler dile getirilir, örnekler verilir, belgeler, kanıtlar sunulur. Karşıt görüşler ele alınarak çürütülmeye çalışılır. Ele alınan konuyla ilgili olarak kesin bir yargıda bulunulmaya çalışılır. Sonuç bölümü söylevin en önemli bölümüdür. Ola- bildiğince çarpıcı, etkili şekilde konuyla ilgili, öne sürülen tezle ilgili ulaşılan yargılar toparlanır.

Söylevler, ele alınan teze, işlenen konuya göre isimler alırlar. Siyasi, bilimsel- kültürel, dinî ve askerî olmak üzere çeşitleri vardır. Siyasi Söylev; siyasi konularda yapılan söylevlerdir. Millet meclisleri, siyasi top- lantılar, mitingler, seçim meydanlarında yapılan söylevler bu gruba girmek- Araştır 2 tedir. Bilimsel ve Kültürel Söylev; belli bir kültürel derinliğe sahip düşünce adamları ve sanatçıların fikir sanat ve kültür konularında verdikleri konferanslar, genele açık bilimsel toplantı, panel ve konferanslarda yapılan akademik konuşmalar bu gruba girmektedir. Fazıl Ahmet Aykaç Hitabeler (1934), Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885- 1966), Necip Fazıl Kısakürek Müdafaa (1946), Sahte Kahramanlar (1976), Yolumuz Halimiz Çaremiz (1977), Osman Yüksel Serdengeçti (1917-1983) bu tür söylevleri olan isimler arasında sayılabilir. Askerî Söylev; büyük komutanların askerlerini coşturmak, onlara cesaret ver- mek amacıyla yaptıkları konuşmalardır. Fatih’in, Napolyon’un, Atatürk’ün savaş alanlarında yaptıkları konuşmalar bu gruba girmektedir. Dinî Söylev; mabetlerde din konusunda yapılan konuşmalardır. Dinî ve ahlaki değerlerin, konuların yer aldığı söylevlerdir. Peygamberlerin, din adamları- nın konuşmaları bu gruba girmektedir. Belirli günlerde hatiplerin camilerde minbere çıkarak topluluğa karşı konuşmaları (Hutbe), camilerde yetkin dinî adamlar tarafından güncel konularla ilgili olarak topluluğa karşı yapılan ko- nuşmalar (Vaaz) bu tür söylevler içinde değerlendirilebilir. Hukuki Söylev; mahkemelerde hak-hukuk konularında yapılan konuşmalar, savcıların iddianameleri, avukatların savunmaları bu tür söylevler arasında yer almaktadır.

161 Mektup/Söylev

Kaynakça

Arar, İsmail (1981). Büyük Nutuk’un Kapsamı, Korkmaz, Zeynep (2004). Kemal Atatürk Nutuk Niteliği, Amacı, Atatürk’ün Büyük Söylevinin 1919- 1927. Ankara: Atatürk Kültür ve Tarih 50. Yıl Semineri Bildiriler ve Tartışmalar. Ankara: Yüksek Kurumu. TTK Basımevi, 119-171. Necip Fazıl Kısakürek (1998). Müdafaalarım. Atatürk, Mustafa Kemal (2011). Nutuk. İstanbul: İstanbul: Büyük Doğu Yayınları. Alfa Yayınları. Özdemir, Emin (1981). Yazı ve Yazınsal Türler, Binyazar, Adnan (1977). Söylev Türü ve Atatürk’ün İstanbul: Karacan Yayınları. Söylevi, Türk Dili Dergisi Okunuşunun 50. Özdemir, Emin (1998). Sözlü-Yazılı Anlatım Sanatı, Yılında Söylev Özel Sayısı, Ankara, 356- 362. İstanbul: Remzi Kitabevi. Develioğlu, Ferit (2006). Osmanlıca-Türkçe Özdemir, Emin (2007). Yazınsal Türler, Ankara: Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi Bilgi Yayınevi. Yayınları. Par, Arif Hikmet (1982). Planlı Yazma Sanatı, Emir, Sabahat (1986). Örnekleriyle Kompozisyon Ankara: Serhat Yayınevi. Yazma Sanatı, Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları: 25. Tansel, Fevziye Abdullah (1965). Ziya Gökalp Külliyatı II, Limni ve Malta Mektupları. Eren, Burcu (2008). Nutuk’un Kelime Serveti Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları 18. ve Sadeleştirilmesi Üzerine Bir Araştırma, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bolu Abant Uzun, Hakan (2005). Atatürk’ün Nutuk’unun İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İçerik Analizi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bolu. Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara. Kantemir, Enise (1997). Yazılı ve Sözlü Anlatım. Engin Yayınevi: İstanbul. Yavuz, Kemal (2000). Üniversite Türk Dili ve Kompozisyon Dersleri, İstanbul: Beşir Kitabevi. Kaplan, Erdinç (1999). Bir Edebî Tür Olarak Mektup ve Türk Edebiyatındaki Yeri, Yıldırım, Aslı (2008). Siyasal İletişim Sürecinde Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin Hitabet Sanatının Kullanılmasının Liderin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin. Başarısına Etkisi: Recep Tayyip Erdoğan Örneği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Kavcar, Cahit, Ferhan Oğuzkan ve Özlem Aksoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. (2007). Yazılı ve Sözlü Anlatım, Ankara: Anı Yayıncılık. Yüzbaşıoğlu, Muammer (1984). Örneklerle Yazılı ve Sözlü Anlatım Bilgileri. İstanbul: Serhat Kerman, Zeynep (1992). Tanpınar’ın Mektupları. Yayınları. İstanbul: Dergah Yayınları.

162

Bölüm 8

Röportaj-Mülakat

Röportaj Mülakat 1 Röportaj türünün temel özelliklerini 2 Mülakat türünün temel özelliklerini sıralayabilme, Türk edebiyatındaki gelişim kavrayabilme, türün belli başlı yazar ve 1 seyrini açıklayabilme 2 eserlerini tanıyabilme öğrenme çıktıları

Anahtar Sözcükler: • Röportaj • Kurgusal Röportaj • Öyküsel Röportaj • Tek Röportaj • Edebî Röportaj • Belgesel Röportaj • Mülakat

164 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

GİRİŞ (Özdemir, 2007, 152). Haber yazısından farklı ola- Bu bölümde röportaj ve mülakat türleri üze- rak röportajda yazar kendi kişisel görüşlerini dile rinde durulacak. Röportaj ve mülakat türlerinin getirirken aynı zamanda okuru da yönlendirmeye kelime anlamı ve kavramsal içeriğine yer verilecek. çalışır (Par, 1982, 376). Röportaj ve mülakat türlerinin kendine özgü dil ve Düşünsel bir planlamaya göre yazılan röportaj- anlatım özellikleri diğer türlerle karşılaştırmalı ola- larda yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma, rak değerlendirilecek, benzerlikleri ve farklılıkları bilgi toplama ve fotoğraflarla destekler; anlattıkla- gözden geçirilecektir. Röportaj ve mülakat türlerin- rını bir mantık çerçevesine oturtur. Anlatılanlar bir de Türk edebiyatında eserler vermiş olan yazarlar ve öncekiyle çelişmez. Röportajın inandırıcılığı ger- eserleri hakkında bilgiler sunulacaktır. çeklere dayanmasıyla doğrudan ilişkilidir. Röportaj Bölümde yer alan okuma metinleri röportaj ve yazarı, konusunun gerektirdiğine göre resimlerden, mülakat türlerinin temel özelliklerini görmenize, fotoğraflardan, öteki yazılı anlatım türlerinden ya- diğer türlerden farklılıkları ve benzerlikleri incele- rarlanarak inandırıcılığını artırır, okuyucuyu ger- menize yardımcı olacaktır. Bölüm sonunda edin- çeklerle yüz yüze getirir (Özdemir, 1998, 245). diğiniz bilgiler doğrultusunda sonraki süreçte oku- Resimler, fotoğraflar, inandırıcılık açısından rö- yacağınız metinler arasında röportaj ve mülakat portajların en güçlü dayanakları durumundadır. örneklerini kolayca ayırt edebilmeniz ümidiyle… Bu yönüyle röportajların belgesel değerlerinin her geçen gün daha da arttığı söylenebilir.

RÖPORTAJ “Röportaj”, Fransızca “reportage” sözcüğünden Röportajda bütün anlatım biçimlerinden dilimize geçmiştir. Kelimenin kökeni Latincede (açıklama, öyküleme, tartışma, betimle- “toplamak, getirmek” anlamlarında kullanılan “re- me) yararlanmak mümkündür. Okuyucu- portare” fiiline dayanmaktadır. Türk Dil Kurumu ya konunun önemini kavratabilmek için Büyük Türkçe Sözlük’te; örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme 1. Konusu bir soruşturma, araştırma olan gaze- gibi nesnel verilerden yararlanılır. te veya dergi yazısı Röportajın etkisi değişik anlatım biçimlerini 2. Radyo ve televizyon habercisinin araştırma özgürce kullanmasından gelir. Somut bir toplum ve soruşturma sonucunda hazırlamış oldu- gerçeği ya da sorunu dile getirilirken o konuda ya- ğu program, mülakat şeklinde tanımlan- zılmış bir şiirden, söylenmiş bir türküden, yakılmış maktadır. bir ağıttan yararlanılır. Ayrıca, öykülemeyle birlik- Genel olarak gazete ve dergilerde yayımlanan, te açıklamaya, açıklamayla birlikte betimlemeye de öğretici niteliği ağır basan röportajların çok yön- röportajda yer verildiği görülür. Bilimsel veriler, lü ve değişik anlatım olanaklarından yararlanılarak araştırmaların sonuçlarını yansıtan anketler, gerek- oluşturulması onu sıradan gazete ve dergi yazısı ol- tikçe öyküleme, açıklama, tartışma ve betimleme maktan çıkarmış, yazınsal bir tür hâline getirmiştir. röportajın içine sindirilerek verilir. Böylece tekdü- Gezip görmeye, incelemeye, soruşturmaya, il- zelikten uzaklaşılır ve röportaja bir gerçeklik kazan- gililerle görüşüp konuşmaya dayanan röportajın dırılmış olur (Özdemir, 1981,170). bu özelliklerinden dolayı diğer yazı türleriyle hat- Yaşatarak öğretme, okuyucuyu yaşamla, ya- ta öykü, roman ve tiyatro türleriyle sıkı bir ilişki şamın özüyle karşı karşıya getirme röportajların içinde olduğu söylenebilir (Kavcar vd., 2009, 275). başlıca özelliklerinden biri olarak gösterilebilir. Bu, Romanda, öyküde, oyunda bir yaşam gerçeğinden bir bakıma öykülerin, romanların, oyunların da yola çıkılır. Yazar ancak bu gerçeği değiştirebilir, belirleyici özelliğidir. Ancak röportaj gazeteciliğin ona yeni boyutlar, yorumlar katabilir. Röportajda önemli bir dalıdır. Ne bir roman, ne bir öykü ne ise bu yoktur. Röportaj yalnızca yaşam gerçeğini, de bir oyundur. Bilgiyi, haberi, gerçeği açık, yalın, olayları ya da sorunları göstermekle kalmaz, bun- çarpıcı bir dille okura ileten, okuyucuyu sıkmadan, ların arkasında yatan nedenleri, yönlendirici etki- kendini okutan, gücünü, inandırıcılığını belgeler- lerini de gösterir. Bu durum röportajı haberden den alan, okuyucuyu belgelerin de ötesine geçiren ayıran temel bir özellik olarak da ifade edilebilir bir yazı türüdür (Özdemir, 2007,151).

165 Röportaj-Mülakat

Röportajlar tanıtma özelliği gösterdiği gibi ele Yöntem açısından röportajlar: Yazarın izlediği aldıkları konu üzerinde bilgi de verirler. Yalnız bu yöntem açısından röportajların “konuşmaya dayalı” bilgi, makalede olduğu gibi katı bir ciddiyet havası ve “belgesel” olmak üzere ikiye ayrıldığı görülmek- içinde sıralanmaz. Bazen bir sohbet, bazen bir ko- tedir. Konuşmaya dayalı röportaj, geleneksel görüş- nuşma, bazen de küçük açıklamalar hâlinde verile- me yöntemiyle gerçekleştirilir. Bir gazetecinin ünlü bilir. Ancak olabildiğince canlılık kaygısı güdülür. bir devlet adamına, bir sanatçıya veya bir sporcuya Okuyucu röportajı okurken konuyu bütün boyut- sorduğu sorulara aldığı cevaplara dayanarak yazdı- larıyla yaşayabilmelidir (Emir, 1986, 239). ğı röportajlar bu gruba girmektedir. Sözlü ve yazılı Röportaj hem gezi yazılarının hem de makale- kaynaklardan yararlanılarak, inceleme, araştırma- nin özelliklerini taşır. Makale gibi dayandığı sağlam lara dayanılarak oluşturulan röportajlar ise belgesel bir düşünce, bir tez vardır. Yazar sorunu yerinde röportaj adını almaktadır. inceleyerek, gezip görerek, ilgili kişilerle konuşarak, Ele alınan konu ve görüşülen kişilere göre rö- fotoğraf ve belgelerle destekleyerek okuyucunun portajlar: Bu kapsamda röportajlar edebî röportaj, bilgisine sunar. siyasal röportaj, sağlık röportajı, spor röportajı şeklinde çeşitlere ayrılmaktadır. Şair ve yazarlarımızın yaşayış ve kişilik özelliklerini, sanat görüşlerini daha iyi anla- Çok yönlü anlatım olanaklarının kullanı- mamıza olanak tanıyan röportajlara edebî röportaj adı labilmesi, röportajı diğer düşünce yazıla- verilmektedir. Sağlık konularını ele alan röportajlara rından daha zengin kılar. Uzunluğu çoğu sağlık röportajı, siyasi konuları ele alan, devlet yöneti- zaman makaleden fazladır. minde bulunan kişilerle yapılan görüşmelere dayanan röportajlar da siyasal röportaj olarak anılmaktadır. Uzunluğuna göre röportajlar: Röportajların Röportaj Türleri uzunluk kısalık açısından da ayrı değerlendirildikleri Röportajlar; izlenen yöntem, ele alınan konu, ta- görülmektedir. Belirli bir konuyu ele alan ve tek yazı nıtılan kişiler, uzunluk ve sunuş tarzı açısından çeşit- çerçevesinde sunulan röportajlar tek röportaj olarak lere ayrılmaktadır (Kavcar vd., 2009, 276): adlandırılmaktadır. Bu tür röportajlara gazete ve sanat dergilerinde sıkça rastlanmaktadır. Bir konuyu Konuşmaya dayalı kapsamlı biçimde, değişik yönleriyle ele alan ve Yöntem açısından röportajlar inceleyen röportajlara dizi röportaj denilmekte- Belgesel dir. Olayları yerinde incelemeye ve çok sayıda kişilerle ilişki kurulup görüşmelere dayandırılan Edebî röportaj röportajlar bu gruba girmektedir. Bu röportajla- rın yayımının günlerce sürdüğü görülmektedir. Siyasal röportaj Ele alınan konu ve görüşülen Anlatım tarzına göre röportajlar: Yazarın kişilere göre röportajlar anlatım tarzına uygun olarak röportajların öy- Sağlık röportajı küsel ve kurgusal olarak değişik isimlerle anıldığı

rleri görülmektedir. Kişilerin bir öykü havası içinde Tü Spor röportajı ele alındığı, konuşturulduğu, sorunlara par- mak basıldığı röportajlar öyküsel röportaj adını Tek röportaj almaktadır. Öykülemenin çok sınırlı kaldığı, Röportaj Uzunluğuna göre röportajlar anlatımda yazarın çok az araya girdiği, ses alma Dizi röportaj makinesinin kalemin yerini tuttuğu, bu özelli- Öyküsel röportaj ğiyle yaşamdan canlı bir kesit özelliği gösteren Anlatım tarzına göre röportajlar röportajlara kurgusal röportaj adı verilmekte- Kurgusal röportaj dir. Bu tür röportajlarda yazar, ele aldığı ko- nuyu, konuya karışan kişilerin konuşmalarıyla Amerikan röportajı biçimlendirir. Ses alma makinesinde kayıtları Sunuş tarzına göre röportajlar yazıya dökerken eklemelere gitmeden, anlatı- Alman röportajı lanların yerlerini değiştirme gibi (başa, ortaya, sona alma şeklinde) kurgusal değişiklikler yapar.

166 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Bu tür röportajlarda tutanak havasının olduğu söyle- diğinde yaşadıklarını, gördüğü şehirleri, karşılaştığı nebilir. Anlatım daha doğaldır. Üzerinde uzun uzun ilginç olayları ve çektiği zorlukları Mirat’ül Memalik düşünülmüş cümleler yoktur (Özdemir, 2007, 161). (Ülkelerin Aynası) adlı eserinde anlatır. Türkçe yazıl- mış ilk gezi kitabı olarak kabul edilen bu eserini Seydi Ali Reis, Edirne’de Kanuni Sultan Süleyman’a sunar. Bir bölgeyi değişik yönleriyle (folklor, kül- Bunun yanında Evliya Çelebi’nin (1611–1648) türü, sanayi durumu, yemekleri vb.) ta- Seyahatname’si Türk yazın dünyasının ilk röportaj nıtmak amacıyla yazılan ve dizi biçiminde örneği olarak kabul edilmektedir. Ünlü gezginin yayımlanan röportajlar da vardır. Bunlara dolaşıp gördüğü yerlerdeki toplumsal yaşantılara bölgesel röportaj adı verilmektedir. dair bilgileri içeren yazıları röportaj türünün özel- liklerini taşır (Şenyapılı, 176). Kimi yazarların gezi yazılarının özel bir bi- çimini gezi röportajı olarak adlandırdıkla- Başlangıçta mülakat sözcüğünün anlamı için- rı görülmektedir. Bu tür röportajlara gezi de, herhangi bir alanda tanınmış bir kişiye sorular röportajları adı verilmektedir. sorma, yanıtlar alma şeklinde anlaşılmıştır. Ruşen Eşref Ünaydın’ın çeşitli sanatçılarla yaptığı konuş- maları içeren eseri Diyorlar ki, mülakat biçimindeki Sunuş tarzına göre röportajlar: Giriş bölümü- röportajcılığın ilk örnekleri arasında yer almaktadır. nün sürpriz, şaşırtıcı bir paragraf olduğu, en son Hikmet Feridun Es’in Bugün de Diyorlar ki (1932), söylenmesi gereken kelimelerin en başta söylendiği Mustafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar röportajlar Amerikan röportajı olarak adlandırı- (1960), Gavsi Ozansoy’un 40 Yıl Sonra Diyorlar ki lır. Yazarın konuyu işlerken kendini ön plana al- (1962), Yaşar Nabi’nin Edebiyatçılarımız Konuşu- dığı, “ben” eksenli röportajlar da Alman röportajı yor (1976) adlı eserleri bu kullanımın diğer örnek- olarak sunuş tarzına göre röportajlar arasında yer leri arasında yer almaktadır (Özdemir, 2007,153). almaktadır. Edebiyatımızda röportaj türünün ilk örnekle- Röportajlarla biyografi türü birbiriyle karşılaştı- rini Diyorlar ki ve Anafartalar Kumandanı Mustafa rıldığında röportajda anlatılan kişinin konuşmala- Kemal’le Mülakat adlı eserleriyle Ruşen Eşref Ünaydın rına yer verilirken biyografide bu olmayabilir. Ge- vermiştir. Ruşen Eşref, Diyorlar ki adlı eserinde edebi- nelde röportajlar yaşayan sanatçılarla yapılır. Her yat ve gazetecilik alanlarında tanınmış on sekiz kişiyle iki tür de belgelere dayandırılır. Ancak biyografi- yaptığı görüşmeleri bir yazı dizisi hâline getirmiştir. lerde hayatı yazılan kişi hakkında yorum yapılmaz. Bu yazıların bir bölümünü 1916 yılında Servet-i Fü- Röportajlarda ise kişisel yorum vardır. nun ve Türk Yurdu dergilerinde, bir bölümünü de Gezi yazılarıyla gezi röportajları arasındaki temel 1917-1918 yıllarında Vakit gazetesinde yayımlamış- fark, gezi yazılarında yazarın ilgisini çeken yönler dile tır. Başlangıçta Edebî Ziyaretler ve Mülakatlar adı al- getirilirken gezi röportajlarında sorunsallık ağır bas- tında yayımlanan bu röportajlar 1918 yılında toplu maktadır. Bu durumu Fikret Otyam’ın Karasevdam hâlde Diyorlar ki adını taşıyan bir kitapta çıkmıştır. Anadolum adlı eserinden alınan metinde daha ayrın- Atatürk’ü Türkiye’ye ve dünyaya tanıtan ilk rö- tılı görmek mümkün (Özdemir, 1991, 168-169): portaj olarak değerlendirilen Anafartalar Kuman- danı Mustafa Kemal’le Mülakat adını taşıyan eser, Türk Edebiyatında Röportaj Türünün Ruşen Eşref’in bu türde verdiği ikinci önemli eser- Gelişimi dir. Atatürk ile yapılan görüşmeyi içeren eser 1939 Diğer toplumların kültürlerinde köklerinin ge- yılında kitap hâlinde yayımlanmıştır. zi-izlenim türündeki kitaplara dayandırılması gibi, Tanınmış yazarlarla yapılan görüşmelere dayalı Türk kültüründe de röportaj geleneğinin ilk örnekle- röportaj türündeki eserlere daha sonraki yıllarda rini Osmanlı Dönemi’nde yazılmış seyahatnamelere yenilerinin eklendiği görülmektedir. Hikmet Fe- kadar uzatmak mümkündür. Türk denizcisi Seydi Ali ridun Es’in Bugün de Diyorlar ki (1932), Mustafa Reis (1498-1563), komuta ettiği Osmanlı donanma- Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar (1960), sının kötü hava koşulları nedeniyle güzergâhında Gavsi Ozansoy’un (1917-1970) 40 Yıl Sonra Diyor- yaşadığı zorunlu değişiklikler sonrasında Hindistan, lar ki (1962), Mehmet Seyda’nın (1919-1986) Ede- Afganistan, Irak ve İran’dan geçerek İstanbul’a gel- biyat Dostları (1970), Yaşar Nabi Nayır’ın (1908-

167 Röportaj-Mülakat

1981) Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1976), Hikmet kadın hakları, insan emeğinin sömürülmesi, ağa bas- Çetinkaya’nın Yılların Tanığı Üç Yazar (1986) adlı kısı gibi sorunların somutluk kazandığı röportajlar eserleri bu türün örnekleri arasında sayılabilir. arasından birinciliği Dursun Akçam’ın “Analarımız” Cumhuriyet’in ilk yıllarında yabancı ülkeleri adlı röportajı kazanır. Anadolu kadınının yaşadığı gezip gören yazarların bu gezilerdeki gözlem ve iz- çağ dışı koşulları sergileyen bu röportaj ile Akçam, lenimlerini röportaj türünde yayımladıkları görül- ülkemizdeki kadın sömürüsü sorununa dikkat çeker mektedir. Falih Rıfkı Atay’ın Faşist Roma, Kemalist (Binyazar, 1981, 175). Bu türün önemli temsilcileri Tiran, Kaybolmuş Makedonya (1930), Moskova-Ro- ve eserleri şunlardır: ma (1932), Yılmaz Çetiner’in Bilinmeyen Arnavutluk • Cevat Fehmi Başkut, Geceleri Bizi Kimler (1966) ve El Fateh (1968), Abdi İpekçi’nin (1929- Bekliyor (1933) 1979) Dünyanın Dört Bucağından (1972), Fikret • Sait Faik Abasıyanık, Mahkeme Kapısı (1956) Otyam’ın Ne Biçim Amerika, Ne Biçim Rusya (1970) • Nemci Onur, Çanakkale Savaşları ve Şehit- adlı eserleri yine bu türün örnekleri arasında yer al- ler Abidesi (1950), Çadır Tiyatrosu (1966) maktadır. • Fikret Otyam, Doğudan Gezi Notları 1950’li yıllardan sonra bu türde verilen eserlerin (1960), Bir Karış Toprak İçin (1965), Oy sayısının artış gösterdiği, konu olarak da daha çok Fırat Asi Fırat (1966) ülke sorunlarına, toplumsal ve kültürel konulara ağır- • Tahir Kutsi Makal, İç Göç (1964), Acı Yol (1964), lık verildiği gözlenmektedir. Sait Faik Abasıyanık’ın adliye muhabiri olarak çalıştığı yıllarda gerçekleş- • Yaşar Kemal, Peri Bacaları (1957), Bu Diyar tirdiği röportajlar da yine bu dönemde Mahkeme Baştan Başa (1964) Kapısı (1956) adı ile yayımlanır. 1960 sonrası top- • Yılmaz Çetiner, Bir Yudum Çay İçin (1968) lumsal sorunları dile getiren röportajlar gazetelerde Hikmet Feridun Es’in Hüseyin Rahmi Gürpınar daha geniş yer alır. Bu genel eğilimi ortaya koyacak ile yaptığı ve Mayıs 1932’de Muhit dergisinde yayım- en iyi örnek Milliyet gazetesinin 1962’de açtığı “Bir lanan röportajı (Kavcar vd., 2009, 283-285): Yurt Gerçeği” konulu röportaj yarışmasıdır. Eğitim,

araştırmalarla ilişkilendir

Hüseyin Rahmi Gürpınar’la Bir Konuşma -Konuya dair ilk notlarınız? Hikmet Feridun Es -Birçok notlar alırım. Şimdi ruhlara dair bir - Konu sizde nasıl doğar? tetkik yapıyorum. Bunların üzerine birçok eser- - Gözü kuvvetli romancı daima yazmak için ler okuyorum. Birçok notlar topluyorum. Meselâ bir şeyler görebilir? Meselâ bir tetkik yapıyordum. Cemil Flammarion’un Avant la Mort, Aprês la Cep Karıştıranlar isminde bir seri… Bir gün bir Mort ismindeki eserlerini getirttim, mütemadi- hoca gördüm. Ada vapuruna binecek. Biletini sa- yen tetkik yapıyorum. Perili Evler ismindeki eseri rığının yanına sıkıştırmış. Birden bire yanında bir okuyorum. Ben romanlara dair birçok elemanla- adam peyda oldu. Afili kıyafette bir delikanlı… rımı da kitaplardan okuyarak alırım. Şöyle garip bir tavırla hocaya yaklaştı. Elini uzattı. Mesela ömrümde kokain çekmemişken ro- Bileti çekip aldı. Elini kolunu sallaya sallaya vapura manlarımda kokaini, kokainin tesirlerini, koka- bindi. Bir şeyden haberi olmayan biçare hoca aynı inmanların hayatlarını iyice tasvir etmişimdir. kamaraya girdi. Biraz sonra kondüktör zuhur etti. Hatta bu romanları okuyanlar benim kokain çek- Hoca biletini aramaya başladı. Bir türlü bulamı- mediğime bir türlü inanmazlar. Fakat dediğim yor. Bulamayınca da buram buram ter döküyordu. gibi, kendi gördüklerime de pek fazla ehemmiyet Bir köşede oturan afilli delikanlı da bu işe kıs kıs verir. Vapurda, tramvayda hemen not alırım. Ba- gülüyor. İşte benim mevzularımdan bir sahne… zen kâğıt da bulunmaz. Hulusi Bey’den bir parça bunu ben gözümle gördükten sonra biraz işlerim. kâğıt ister, derhal yazarım. Hayatta öyle şeyler Biraz salça, tuz biber…mevzu hamuru meydana vardır ki ne kadar düşünseniz bunları bulmanıza çıkar. imkân yoktur. 168 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

- Plan yapar mısınız? Üstat hayatını, yazış tarzını fevkalâde iyi an- - Klot Farer İstanbul’a geldiği zaman: “Ben latıyor. Garp ediplerinden, plandan bahsederken romanlarım için plan yapmam, plan yapmak ya- Klot Farer’den, gürültünün tesirlerini anlatırken şatacağımız eşhasın ruhlarını evvelden cendere Mopassan’dan misaller alıyor. Mesela yine plan altına almak demektir. Siz onlara plan yapınca hakkında fikirlerini izah ederken: kendi ruhlarını veremezsiniz. Plandaki ruhlar teh- - Zola yazı yazmaya oturduğu zaman, ilk dit edilmiş, etrafına duvar çekilmiş olur. Bıraka- yazacağı kelimeyi bilmezmiş, diyor. lım, yazmak için seçtiğimiz ruhlar kendi hâlinde Hüseyin Rahmi Bey, önünde duran Ali Ca- kalsın, kendi istedikleri gibi hareket etsinler, kendi nip Bey’in antolojisini karıştırarak, sözlerine de- istedikleri gibi söylesinler, kendi istedikleri gibi ko- vam etti: nuşsunlar, istedikleri gibi oturup kalksınlar. Tipler - Daha yazı sınırlarım bitmedi: Lodoslu ha- kafamızda uydurulmuş bir manken gibi durmasın. valarda katiyen yazı yazmam. Lodos sinirlerimi Kendilerini göstersinler.” demişti. Bana sorarsanız, bozar. Bir kadeh içki içsem yazamam. Geçenlerde bütün teferruatıyla plan yapmam. Fakat başladı- biri geldi, bana sordu: “İyi yazmak için ne kulla- ğım gün romanın neticesini bilirim. Zihnimde nırsınız? Kokain mi, rakı mı, bira mı, şarap mı, kestirmişimdir. Yazdıkça, çok defa kahramanlar konyak mı, likör mü?” cevap verdim: “ Ömrümde açılır. Romanın sonlarına doğru daha iyi netice mükeyyifattan hiçbirini kullanmam, hatta sigarayı bulursam eski neticede ısrar etmem. bile, dedim. Bu cevabı alan zat pek ziyade şaşırdı. - Yazı sınırlarınız var mıdır? Yazı yazarken oturduğum oda, önünde bulundu- - Çoook… Yazı yazarken gürültünün müt- ğum pencere çok önemlidir. Yazı esnasında seyret- hiş düşmanıyım. Çıt olmasını istemem. Yapa- tiğim manzara gayet güzel olmalı. Pencereden bak- yalnız çalışırım. Yazı yazarken odaya kimsenin tığım zaman mutlaka ufuk karşımda açık olmalı. girmesine tahammül edemem. Ekseri yukarı Hüseyin Rahmi Bey bir müddet düşündü: kattaki kütüphane odamda yazı yazarım. Gürül- - Ama mide meselesini unutmamalı. Mi- tüden o kadar nefret ederim ki ben yukarıda çalı- dem bozuk olduğu zaman katiyen yazı yazamam. şırken alttaki odaya da kimsenin girmesin, orada kimsenin dolaşmasına tahammül edemem. Hatta Bir ziyafetten döndükten sonra artık benden daha tuhafını söyleyeyim: Ben odada çalıştığım 3 gün yazı beklemeyin. Sonra demir kalemle ya- sürece sofadaki saatin işlemesi memnudur. Yazı- zarım, kurşun kalemle yazamam. ya başlar başlamaz hemen dışarıya çıkar, sofadaki - Yazı yazarken okuru nazarı itibara alır saati durdururum. Avrupa’da fenni bir maske icat mısınız? Yani kendi zevkinize göre mi yazarsınız, etmişler. Bu maskeyi kafalarına geçirenler hiç gü- yoksa okuyucuyu düşünerek mi? rültü duymazlarmış. Maskeden yalnız gözler gö- - Daima okuru düşünürüm. Bazıları oku- rünürmüş. Ne iyi. Bulsam derhal bu maskeden yucuya hiç ehemmiyet vermezler. Yalnız kendileri ısmarlarım. Mopassan yazı yazmak için sessiz bir için, kendi hislerine, kendi zevklerine, kendi dü- yer arıyormuş. Bir apartmanda bir daire bulmuş. şüncelerine göre yazarlar. Buna taraftar değilim. Yerleşmiş ancak romancı bu dairenin altında bir İnsan kari için yazmazsa yazı çakıl taşı gibi sert, ekmek imalathanesi olduğunu öğrenince hemen yenmez bir hâl alıyor. mahkemeye müracaat ederek ev sahibinin aleyhi- ne dava açmış. Ben de olsam aynı şeyi yaparım. Kaynak: Şair ve Yazarlarımız Nasıl Yazıyorlar? 125-128.

Röportajlarda her yazar kendi üslubuna göre renkli bir anlatım ve plan kullanır. Anlatım tarzı konuya göre değişebilir. Okuru yoran gereksiz betimlemelerden, uzun cümlelerden kaçınılır, daha çok kısa cüm- lelerden oluşan günlük konuşma dili benimsenir. Röportajın anlatım ve yansıtım olanakları yüzünden öteki öğretici boyutlu yazılara göre daha zengindir. Yukarıdaki metinde bu özelliklerin bir kısmını görmek mümkündür. Fikret Otyam’ın Kara Sevdam Anadolum adlı eserinden alınan aşağıdaki metinde kurgusal röportajın özelliklerini görmek mümkündür.

169 Röportaj-Mülakat

araştırmalarla ilişkilendir

Kara Sevdam Anadolum davar falan kestik, ekmek filan yiyorduk, yemek falan, Fikret Otyam o sırada silah takılamaya başladı, ağabeyimin evine 18 kere silah attı o adam, o silahları attıktan sonra araları “Aldı Muhtar bakalım ne dedi: tamamen ağabeyimle ikisinin, bu sefer, nihayeti, bir- “Babam vardı 95 yaşında. Babam öldü. Babam kaç gün sonra annemi götürmüş, benim annemi, bu ölünce malları bütün varise kaldı. Varise kaldıktan sefer kadının elinden bütün malları almak için senet sonra bir eniştem vardı, Ahmet Kar diye, daha doğ- almak istemiş, senet aldıktan sonra annemi dövmüş, rusu Deli Ahmet derlerdi adına, ama esas ismi Ahmet kötü muameleler yapmak istemiş anneme, o annem de Kar’dı. Bu adam, babamın malından biraz mal istedi, bunu görünce ağabeyime anlatmış, ağabeyim de gel- tabii bütün malları kendisi alıp kendisi yemek istiyor- miş, bu sefer eline bir silah almış… du. Taraftar olunmuyor, biz de o zamanlar çocuktuk, Okulların bayram tatilleri var, tüm bebeler köyün sonra buna olmaz dedilerse, bu da geldi, cebri olarak taş sokaklarında, evlerin damları üzerinde bağrışıp oy- bizim mallarımızı sürüp götürüp yemek istedi, bir nuyorlar, serçe sesleri karışıyor o tatlı cıvıl cıvıl seslerine. kısmını sürdü götürdü, sonra jandarmayla getirdik. Hepsi ses alma makinasının bandına doluşuyor ve de Hakim kaldırdık geldik, malları yeddi emine teslim muhtar bu cıvıltılar içinde devam ediyor anlatmaya…” edeceğiz diye, malları teslim ettiler, bu sefer yine ağa- beyimle araları açıldı, adam geldi ağabeyimin evine, bir Kaynak: Özdemir, 1981, 128-129. kurban bayramıydı, bayramda topluluk vardı, orada

Ruşen Eşref Ünaydın’a ait “Cenap Şehabettin’i Ziyaret” başlığını taşıyan metinde mülakat biçiminde röportajın özelliklerini görebiliriz.

araştırmalarla ilişkilendir

Cenap Şehabettin’i Ziyaret Edebiyatta bu tarzı tercih etmenizde seya- Ruşen Eşref Ünaydın hatlerinizin elbette büyük rolü olmuştur. Duygu ve düşüncelerinizi nasıl topladığınızı, sonra bun- Ilık bile olmayan bir güneş ışığı, tek pencereden kü- ları nasıl genişleterek yazdığınızı, lütfen anlatır çücük odanın ortasına saydam sarartısını uçuk bir halı es- mısınız? kisi gibi yaydıkça, duvarları arkalarında kaybetmiş koyu Vereceği cevapta siz okuyanlar ve ben; trenlerden ciltli kitapların renkleri morumsu bir loşluk, soğuk bir gemilere, kelebeklerden develere, sulardan kumla- gölge içinde bütün koyu gözüküyordu… Ben bu kâğıt ra, babablardan hurmalara giden, hanlardan otellere kokulu küçük odada Cenap Şehabettin Bey’i beklerken geçen ve durmaksızın görüp zihnine nakşettiklerini kendisine soracağım suali zihnimde hazırlıyordum. toplayan neşeli bir seyyah görecek; sonra da bu top- Siyah pürtüklü kadife ceketinin yakası kalkık; ladığı malzemelerle sanatkârın atölyedeki işçiliğine tombul ellerini ovuştura ovuştura yazıhanesinin başına temas edecektik. Çünkü onun üslûbunda kılı kırk geçtiği zaman dedim ki: yaran bir işçilik fazlasıyla gözükür. Tabiat böyle “Kül - Siz Servetifünun’a bir seyahat edebiyatı ve nes- rengi bulutlar, süngerler gibi göklerde sıkıldıkça, aşa- rimize yeni bir tasvir tarzı getiren bir yazarsınız. Yeni ne- ğıda memleket göl rengi bir ölüm hissi içinde sıkı- sirde Namık Kemal’le başlayan tasvir, sizin elinizde bü- lır…” diye terkipli, cinaslı, oyuncaklı hissedilebilir mi? Ben inanmıyorum. Olsa olsa bunlar masa başında yük bir gelişme ve güzelleşme gösterdi. “Akif Bey”deki düşünülür!... kırk elli satırlık mübalağalı fırtına tasviri nerede, “Varaka-i Seyahat”ta okuduğum yalnız şu: “Etrafım- Onun için Cenap Şehabettin Bey’in nasıl çalıştı- da nihayetsiz bir acı su yığını görüyordum…” cümlesi ğını, eserlerini nasıl yazdığını merak ediyorum. Fakat nerede? Arada bir asırlık fark var. Chateaubriand’dan, sualim, bıyık ve el altından salıverilen kısa kahkahalarla Bernardin De Saint Pieerre’den, Pierre Loti’ye, Rene fasılandırılarak, anlattığı birkaç tuhaf edebiyat dediko- dusuna karışıp gitti. Demek üstat, sanatının bu başka- Bazin’e kadar olan mühim bir fark!... sından gizli köşelerini bize emanet etmekten çekiniyor- 170 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

du. Ben de fazla ısrar etmedim; başka bir suale atladım. sim bakımından, pek de doğru bulmam; çünkü ben de Eski edebiyatımız hakkındaki duygu ve düşün- bu devirle yakından alâkalıyım, onların içindeyim. Yalnız celerini öğrenmek istedim. Bunda üstadı söylemeye şu kadar diyeyim ki: Servetifünun devrinin bütün başa- hazır buldum. Dedi ki: rılarını Fikret’e mal edenler büyük, ama büyük, kaba ve ağır bir şekilde edebiyat tarihimizi yanıltmış, zedelemiş -“Bizim edebiyatımız, maatessüf, muntazam bir oluyorlar (Gözleri parlıyor, kenarlarındaki buruşukluklar şekilde tekamül etmedi; çünkü taklitçilikle başlamıştı artıyordu. Yüzüne hafif bir hareket kırmızılığı çıkmıştı). ve öyle de devam ediyor. Bilirsiniz ki edebiyatın kendi ve tabiî gelişmesinde üç büyük merhale vardır: Şarkı Gençlerin hiçbiri Fikret’i ve Fikret zamanını be- türkü gibi söylenen, çağrılan devir; epope-destan devri nim kadar tanımış olduklarını iddia edemezler. Bu ve nihayet bizzat hayatı yaşayan ve bunu dile getiren salâhiyetle söylüyorum ki: Fikret’in, kendi çağdaşları devir… ile olan münasebeti, hiç de birçoklarınızın zannettiği gibi değildir. Onun, meselâ, Halit Ziya üzerindeki et- -Biraz da yenilik devrimizden bahis buyurmaz kisi hemen hemen bir hiç olduğu hâlde, kendisi Halit mısınız efendim? Dedim. Ziya’nın pek derin bir surette etkisinde kalmıştır. Ve -Şüphe yok ki yenilik devrimiz batıya yönelmekle hatta, hiç adını anmaya bile lüzum görmediğiniz Meh- başladı ve ilk batıya yönelen de Şinasi oldu. Bununla met Rauf’un bile Fikret üzerinde nüfuz kurduğunu, beraber Şinasi, nazmı bakımından tamamiyle eskiye tesirler yaratmış olduğunu iddia edebilirim. Fikret’in bağlı kaldığı gibi nesri bakımından da bir “gazeteci” büyüklüğüne, hepinizden fazla inanmış olduğumu, ona olmaktan ileriye varamamıştır. Kanaatimizce bizde dair yazdıklarım ve söylediklerim ispat eder.” “edebî nesir” Namık Kemal’le ve “nazımdaki inkılâb”da -Peki efendim; son edebiyat hareketleri hakkında, Abdülhâk Hamid’le başlar. Bunlar iki büyük varlıktır yani Servetifünun edebiyatından sonra yazan gençler ve her büyük şahsiyet gibi onlar da yaratılıştan roman- hakkında ne düşünüyorsunuz? tik idiler. Hügo’ya ve benzerlerine şiddetle bağlandı- lar. Eserlerinde bu tesiri hissetmek için nefsimizi son Açık gümüşî pantolonunun gümüşî atlas parçaları dereceye kadar zorlamamız lâzım gelir. O zamanların hafif ayak oynatmalarıyla kıpırdanıyordu. genç bir elemanı daha vardı Sami Paşazâde Sezai Bey, “-Gençler arasında büyük bir hürmetle sevdikle- ki hizmeti pek büyük olduğu hâlde, kendisine yeteri rim vardır; hatta bazılarını şahsen tanımadığım hâlde. kadar minnet ve şükran ifadesi gösterilmemektedir. Bu arada, tanıdığım Falih Rıfkı ile hiç tanımadığım Sezai Bey, yenileşme devrinin en güzel romanını, en Faruk Nazif. Birini “yarın”ın en büyük nesir üstadı, güzel edebî makalelerini en mutedil ve değerli nesrini ötekini en büyük şairi olmak üzere tahmin ediyorum. vücuda getirdi. O kanaatteyim ki, yenileşme devri ile Bir genç daha var ki kendisini pek çok severim; kendi- bizim devrimiz olan Edebiyat-ı Cedide arasında Se- sinde büyük bir edebî kudret görürüm. Fakat tuttuğu zai bey bağlayıcı bir çizgidir. Bu devri hülasa edelim. yolun kendisi için faydalı olacağını sanmıyorum, an- Kemal, edebî nesri kurdu. Hâmid, nazmımızı eski sı- ladınız değil mi? Fazıl Ahmet…İşte nesli içinde eser- nırlı şekillerinden kurtardı; nazmın, fikirce de şekilce leriyle ehliyetini ispat etmiş bir genç. Ancak, kendisi de alabildiğine ilerleyebileceğini gösterdi. Hâmid’in hesabına üzüldüğüm bir nokta var: “Eğlence” ye pek şiirlerinde mazmunlara esir olmak diye bir şey yoktur. düşkün… Hodkâmca çalışıyor, sadece kendi zevki Bu, büyük bir ileri adımdır. Sezai, kemal’in mübalağa- için herkesin dili ve ifade tarzıyla, üslûbuyla oynamak, larından uzak, daha yontulmuş, dolayısıyla daha edebî şüphe yok ki, büyük bir zekâ eseri, büyük bir ustalık- ve daha zarif bir nesir meydana getirdi.” tır. Herkesin zevkinin, bilgisinin, kültürünün topla- -Sonra Servet-i Fünûn edebiyatı ne yaptı mına sahip olabilmeli ki, istediği zaman istediği gibi efendim? yazabilsin. Şeytan Fazıl bunu yapabiliyor. Bu büyük bir iktidar eseridir. Fakat, söz aramızda, bir milletin -“Bize gelince: bizler, büyük bir hürmetle Kemal, edebiyatı bundan ne kazanır?... Hani ya bazı mahir Hâmid ve Sezai’yi takip ettik. Bizim edebiyat mevzu- oyuncular vardır ki birbirine uymayan, meselâ bir undaki incelemelerimizin daha geniş olması tabiî ve ge- hançer, bir baston, bir mendil, bir tabak, bir bilyeyi rekliydi. Çok erkenden Fransız edebiyatı ile tanışmaya, havada çevirirler; bir şeyi düşürmeksizin… Şüphesiz alış verişe başlamıştık. Öyle sanıyorum ki biz “edebiyat” bu bir hünerdir; elimden gelse bana da haz verirdi. ın ne demek olduğunu, nazmın ve nesrin asıl manası- Fakat gönül istemez mi ki bu istidat daha yüksek bir nın ve gayesinin ne olduğunu daha iyi anladık ve bunun maksat uğrunda harcansın?... Fazıl Ahmet Bey için neticesi olarak meselâ üstad Süleyman Nazif’in nesri, de, kalben, böyle diyorum ve inanmak istiyorum ki Kemal Bey’in nesrine nisbetle büyük bir ilerleme teşkil yakında artık alay edip küçültecek, taklidini yaparak eder. Bunda şüphe yoktur. Fikret’in nazmı, Hâmid’in sarakaya olacak ortada bir kimse bırakmayınca edebi- nazmına göre; Halid Ziya’nın hikâyeleri, Kemal’in ve yatımızın en güzel, en mükemmel örneklerini vücuda Sezai’nin romanlarıyla karşılaştırıldığı zaman yine öyle- getirsin… Şimdilik beni şuna inandırdı ki sanat bile dir. Bununla beraber, bu devirden bahsetmeyi kendi nef- şeytansız bir mâbet değil!...”

171 Röportaj-Mülakat

Öğrenme Çıktısı

1 Röportaj türünün temel özelliklerini sıralayabilme, Türk edebiyatındaki gelişim seyrini açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Röportaj hangi özelliklerin- den dolayı diğer yazı türle- riyle sıkı bir ilişki içindedir? Röportajlar; izlenen yön- tem, ele alınan konular, ta- nıtılan kişiler, sunuş biçimi Bölümde yer verilen röpor- taj örneklerini okuyarak bu ve uzunluk açısından nasıl Röportaj ve mülakat ara- sınıflandırılmaktadır? türün özelliklerini pekiştiri- sında nasıl bir ilişki vardır? niz ve yakın çevrenizdeki- Öyküsel röportajlarla kur- Tartışınız. lerle paylaşınız. gusal röportajlar arasındaki temel farklar nelerdir? Mülakat biçimindeki röpor- tajcılığın ilk örnekleri neler- dir? Bu tür röportajların en belirgin özelliği nedir?

MÜLAKAT Başlangıçta mülakat ile birlikte anılan röportaj, Arapça bir kelime olan mülakat; “karşılıklı bu- günümüzde mülakat ve gezi yazısından ayrılmış, luşmak, görüşmek” demektir. Herhangi bir konuda gazeteciliğin önemli bir araştırma, haber verme, bil- bir kimse ile karşılıklı yapılan konuşmadır. Kendi gilendirme etkinliği olarak yerini almıştır (Aktaş ve uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, Gündüz, 2010, 306). çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi bir ko- Ruşen Eşref Ünaydın’ın, aralarında Abdülhak nuda sorulu cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların Hamit, Halit Ziya, Mehmet Emin, Halide Edip yazıya geçirilmesidir. Toplumu ilgilendiren herhan- gibi ünlü yazar ve şairlerle yaptığı Diyorlar ki adını gi bir konu hakkında ilgili uzmanlarla veya ünlü ki- verdiği konuşmalar mülakat biçimindeki röportaj- şilerle yapılan görüşmeleri içeren yazılardır. cılığın ilk örnekleri arasında yer almaktadır (Özde- Soru-cevap temeline dayalı olan mülakatlar, mir, 2007,153). röportaj türünün başlangıcı sayılabilir ancak onun Mülakat türünün belli başlı temsilcileri ve eser- kadar esnek olduğu söylenemez. Mülakat yazarının leri şunlardır: konuşulanları herhangi bir değişiklik yapmadan ya- • Ruşen Eşref Ünaydın; Anafartalar Kuman- yımlama zorunluluğu vardır. Mülakat, ciddi bir ön danı Mustafa Kemal ile Mülakat, Edebî Ziya- hazırlık gerektirir. retler ve Mülakatlar Röportaj ve mülakatın anlamının başlangıç- • Hikmet Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki ta birbirinin içine geçmiş olduğu görülmektedir. • Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar Röportaj türü mülakat sözcüğünün anlamı içinde düşünülmüş, herhangi bir alanda tanınmış, ün yap- • Gavsi Ozansoy, Edebiyatımızda Dünküler mış kişiye sorular sorma, cevap alma şeklinde anla- mi Bugünküler mi Daha Kuvvetli, 40 Yıl şılmıştır. Bu düşünce mülakat biçiminde röportaj Sonra Diyorlar ki, Beş Kuşak Konuşuyor türünün gelişimine de zemin hazırlamıştır. • Yaşar Nabi, Edebiyatçılarımız Konuşuyor 172 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

• Sermet Sami Uysal, Yahya Kemal’le Sohbetler • Tahir Kutsi, İç Göç • Abdi İpekçi, Liderler Diyor ki • Yaşar Kemal, Çukurova Yana Yana, Peri Bacaları, Bu Diyar Baştan Başa, Bir Bulut Kaynıyor • Fikret Otyam, Ha Bu Diyar, Doğudan Gezi Notları, Harran-Hoyrat Irıp ve Mayın, Uy Babo, Top- raksızlar, Hû Dost, Bir Karış Toprak İçin, Oy Fırat Asi Fırat, Can Pazarı, Vay Kurban, Hayvanlar ve İnsanlar, Gide Gide • Necmi Onur, Mezarlarında Yaşayanlar, Telsiz Duvaksız Anadolu • Yaşar Nabi Nayır, Edebiyatçılarımız Konuşuyor Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Sait Faik ise gazetelerde bu türde çalışmaları yayımlanan isimler arasında yer almaktadır.

araştırmalarla ilişkilendir

Cengiz Aytmatov ile Dil ve Edebiyat Özbekçe, Türkmence, Kazakça, Azerice vb. hepsi Üzerine Söyleşi Türk dilidir. Etnik derecede ise kendi dil yapısını İsmail Parlatır sürdürenler olmuş. Bu açıdan onlara ayrı bir dil PARLATIR - Sayın Aytmatov, söyleşimize gibi bakmak lâzım. Ben bu sorunu çok düşünü- önce “dil” diyerek girelim istiyorum. Dile ba- rüm. Türk dillerinin hepsinin üstünde bir ortak kış açınız nedir? edebî dil yaratmak lâzım. Örneğin Araplara ba- kalım. Edebî dil olarak Arapça değişik milletlerce AYTMATOV - Dil sorununu tek başına ele ortak bir özelliğe sahip; ancak Suudî Arapçası, almak mümkün değil. Her bir halkın sahip oldu- Mısır Arapçası, Libya Arapçası vb. kendi lehçe- ğu önemli değerleri vardır. Biri yaşadığı yurdu, sini kullanıyor. toprağı; ikincisi dili. Fakat dil önde gelir. Şöyle ki PARLATIR - Efendim, bu “ortak dil” veya bazı halklar topraklarından sürülmüş; yerini yur- “edebî dil” konusunu biraz açalım, o konuda dunu kaybetmiş olabilir. Nitekim Stalin zama- konuşalım. Nasıl bir ortak dil düşünüyorsunuz? nında bu oldu. Fakat bu halk dilini kaybetmedi. Eğer dilini de kaybetmişse bir halk, asimile olmuş AYTMATOV - Aslında bu sübjektif bir ko- demektir. Stalin zamanında biz bunu da yaşadık. nudur. Üç beş kişinin bir araya gelmesi ile halle- Ancak biz, bunun için de mücadele verdik; yani dilecek bir konu değildir. Objektif açıdan bakar kendi dilimizi, kendi kimliğimizi korumak için isek tarihî gelişimi göz önünde tutmak gerekir. mücadele ettik. Bu mücadeleden maksat, karşı- Geçmişte ayrılan bu halklar, şimdi bir araya gel- lıklı savaş değil, fikirlerimizle yazılarımızla hak- me imkânına sahip oldu. Yavaş yavaş bu ortak lılığımızı ispat etmektir; fikir hayatımızı geliştir- edebî dili işlemek, yaratmak da gerçekleşecek. mektir. Dünya halkları etnik ve lengüistik açıdan Bu konuda çalışmalar yapmak gerekir. Bunu ger- ayrı özelliklere sahiptir. çekleştirmek için de her cumhuriyette birlikler PARLATIR - Cengiz Bey, siz Türk lehçe- oluşturmak gerekir herhalde. Her birlik değişik lerini nasıl değerlendiriyorsunuz. Türk diline cumhuriyetlerdeki dilleri karşılaştırmalı olarak nasıl bakıyorsunuz? incelemeli. Aralarındaki farklılıklar uzmanlarca tespit edilmeli ve bunlar ilkokul çağından başla- AYTMATOV - Bu konuya iki açıdan bak- yarak yeni kuşaklara, gençlere öğretilmelidir. mak lâzım. Önce bütün olarak, yani Kırgızca,

173 Röportaj-Mülakat

Ayrıca sizin derginiz gibi dergiler de birbir- luk Japonya bu bilgisayar teknolojisini kendi lerine yardımcı olmalıdır. Gazetelerin, televizyo- diline başarıyla uygulamış; çok iyi program- nun rolünü de unutmamak gerekir. lamış. Bu teknolojiyi ilkokuldan başlayarak PARLATIR - Şimdi burada ister isteme söz uygulamak gerekir.. alfabe konusuna geliyor sanırım. Siz bu konu- PARLATIR - Şimdi biraz da edebiyattan, da ne düşünüyorsunuz; yani ortak alfabe ko- romandan konuşalım. Dil konusunda yapı- nusuna nasıl bakıyorsunuz? lan bu değerlendirmeler ile roman sanatı ara- AYTMATOV - Alfabenin bir olması şart; an- sında, bir bağ kurmaya çalışalım. Evet, önce cak yalnızca alfabenin değişmesi yetmez. Terim- roman... lerin ortak kalması gerekir. Okullarda eğitimin AYTMATOV - Roman üzerinde pek çok ele alınması gerekir. Her bir cumhuriyette eğitim değerlendirmeler yapılmış; eski zamanlarda des- sistemi çok farklı. tanlar, efsaneler vardı. Şimdi bu destanlar eski PARLATIR - Cengiz Bey, Sovyet Türko- zamanların anıt eserleridir. Gelecekte de belki lojisi dergisinde Türk dilinin durumunu de- bugünün romanlarına böyle anıt eser gibi bakı- ğerlendirmişsiniz. Biraz da bu konudan söz lacak. Yani roman, sanat eserleri içinde en yüksek edelim. Türk dilinin dünya dilleri arasındaki değere sahip bir türdür. Çünkü roman insanoğlu- yerini nasıl görüyorsunuz? nun hayatının çok yönlü göstergesidir. Bu yazgısı ile roman uzun süre sanat özelliğini koruyarak AYTMATOV - Evet, ben Türkolog değilim. yaşayacaktır. Ancak bilim adamları, yani dilciler, tarihçiler, et- nologlar, sosyologlar vb. ayrı ayrı bilimsel çalış- PARLATIR - Peki, Cengiz Bey, siz bunun malar yapmalı, ortak eserleri ortaya koymalıdır. için mi romanı tercih ediyorsunuz? Çünkü şi- Bu değerleri de yazarlar edebî eserlerde kullan- ire, tiyatroya pek itibar etmediniz, bu türlerle malı, ortak dili kullanmak yoluyla halka ulaşıl- fazla uğraşmadınız galiba? Hep roman, ro- malıdır. man, roman... PARLATIR- Şimdi sorumuzun ikinci bö- AYTMATOV - Yoo... sadece bundan değil... lümüne geçelim: Türk dilinin dünya dilleri Ben de şiir yazmak isterdim, fakat yazamadım. arasındaki yeri... PARLATIR - Yani şiiri şairlere bıraktınız... AYTMATOV - Şimdi Türk dili eski Sovyet- AYTMATOV - Evet... Aslında sinemayı da, ler Birliğinde Slav dillerinden sonra ikinci sırada tiyatroyu da kendime yakın buluyorum, Fakat geliyordu, Fakat bizim dilimiz bilim ve teknoloji hepsine birden vakit ayıramıyorum. Romanın alanında iyi işlenmemiş idi; yani geri durumda- dışında ötekilerine vakit ayıramıyorum. Ayrıca, dır. Dilimizi bu yönden işlememiz, geliştirmemiz bakın bir de televizyon çıktı şimdi. Televizyon gerekir. Şimdi buna bir imkân doğdu; yapılma- sanki edebiyatın görevini üstlenmiş gibi. Yani sı gerekenleri iyi ele almak gerekir. Çağın geliş- edebiyat televizyon kasetlerine girecek. Belki melerini dile kazandırmak zorundayız. Nitekim de kitabın yerini kaset alacak, Bu durum dün- yukarıda ortak edebî dilden söz ettik; o ortak ya kültürü için büyük tehlike oluşturuyor. Biz dile doğru gitmemiz gerekir. Türk dilinin dünya kitabı korumalıyız. Çünkü kitap dünya kültü- dilleri arasındaki yeri ise İngilizce, İspanyolca, rünün temelidir. Fransızca, Almanca gibi dillerden sonra PARLATIR - Cengiz Bey, gerçekten çok geliyor herhalde. Fakat bana göre çok ko- güzel romanlar kaleme alıyorsunuz ve dünya nuşulmaktan öte, dili iyi işlemek önemli. Her bir edebiyatında sevilerek okunuyorsunuz. Peki, dilin felsefesi olmalı. Bu felsefe geçmişle yetin- bu konuyu, bu coşkuyu nereden alıyorsunuz: memeli, geleceğe de yönelmeli. Çağımız bilgisa- ilham kaynaklarınız nelerdir? yar çağı. Ben Japonya’ya gitmiştim. 150 milyon-

174 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

AYTMATOV - Bunu anlatmak çok zor. Amerika’da en büyük eser gözüyle; bakılıyor. Her insanın içinden gelen bir şeyleri vardır, Biri Yani kritikçiler, eleştirmenler bunu yapıyor. Bir tablo yapıyor, biri müziği yapıyor, biri kitap ya- eleştirmen isterse sıradan bir romanı en büyük zıyor. Bu insanın iç dünyasına bağlı bir durum- bir eser olarak ortaya koyabiliyor. dur. Konular ise değişken olabiliyor. Bazen uzun PARLATIR - Burada eleştirmenlerin ego- uzun düşünüyorsunuz bir konuyu; fakat bazen izmini mi dile getirmek istiyorsunuz? Yani on- bir anlık bir olay da roman konusu olabiliyor. ların birtakım hesaplar peşinde koştuğunu mu Meselâ dün akşam biz burada sohbet ederken söylemek istiyorsunuz? Mevlevi dervişlerin niçin döndüklerinden ko- AYTMATOV - Aşağı yukarı öyle!... Bu tip nuştuk.. Onu düşünüyorum; sonra tasavvuftan yazarlar Türkiye’de yok mu? Neyse, şimdi size konuştuk, onu düşünüyorum; insanın hayatını sorayım, yukarıda anlattığım roman konusu size düşünüyorum.,. ilginç geliyor mu? PARLATIR - Türk edebiyatının dünya PARLATIR - Roman konusu olarak ba- edebiyatındaki yeri konusunda ne düşünüyor- karsak olabilir; ancak burada sanatçının bakış sunuz? Türk yazarlarının bu yoldaki katkısı ne açısı, Konuyu işleyişi ve şahısların psikolojik durumda veya ne ölçüdedir? dünyasını hatta psikolojik çatışmaları yansıt- AYTMATOV - Evet, bu yolda büyük yazar- ması bana göre önemli bir kriterdir. Eğer sa- lar var. Örneğin Yaşar Kemal. Fakat batı basını natçı bu kriterleri iyi kullanmışsa, roman kur- ve eleştirmenleri Yaşar Kemal gibi güçlü ya- gusunu çekici bir yapıya kavuşturmuşsa niye zarları tanıtacakları yerde kendi yazarları le- olmasın!,.. hinde yazılar yazıyorlar. O batılı yazarlardan bi- AYTMATOV - Doğru, insanın beyninde zim neyimiz eksik... Ayrıca, belki biz psikolojik ne var” Ahmak da var, zeki de var!... insan ha- analiz yapma konusunda kendimizi yetiştirmiş yatının bin yılda bulduğu normlar var. Baba, değiliz. Belki biz bugünün aktüel sorunlarını çocuk, akrabalık, insanlık, temizlik, dürüstlük, anlamıyoruz. Şimdi eski Sovyetlerdeki gelenekçi din duygusu! Meselâ din; insanoğlunun haya- yazarlar şaşırmış durumdalar, Kâbus dolu ki- tını düzenleyen vazgeçilmez bir değerdir. Fakat taplar yazıyorlar. Bunu kendilerine sorduğum- bazı insanlar dini kendi çıkarları için de kullan- da, insan insanın düşmanı, insan insana zulüm dı. Ancak dinin özü insanı insan yapmaya yöne- eder, diye cevap veriyorlar ve bunu da doğru likti. Din medeniyettir, kültürdür. Ayrıca, insa- diye savunuyorlar, üstelik bunu savunanların nı eğiten başka değerler de var. Dinin yanında çoğu ela eleştirmen. Şimdi bir örnek verelim. felsefe de var, edebiyat da var, kritikler de var, Örneğin 40 yaşında bir adam 11 yaşında bir kız sanatlar da var, pek çok değer var. Yani bütün çocuğunu arabasına alır, onu gezdirir ve onunla bunların amacı, insanı insan yapmaktır. Ne var ilişki kurar. O tip yazarlar bunu alıp psikolo- ki bununla da bitmiyor; insan daima geleceğe jik bir olay olarak işliyorlar. Aradan yıllar geçer, yöneliyor. Sonsuz geleceğe yüzünü çeviriyor. adam Avustralya’ya gider ve döner. Genç kız da Bence edebiyatın temel görevi şudur: Hem gün- büyümüştür. Adam bu genç kıza telefon eder ve lük hayatı, hem geleceği, hem de hayatın felse- yıllar önce beraber oluşlarını hatırlatmak ister. fesini işlemektir. Genç kız ona, bende senin gibiler çoktur, der ve PARLATIR - Sanırım bu sizin roman sa- onu reddeder. Fakat genç kız bu olaydan sonra natına bakış açınızı gösteriyor. Peki, bu ölçü- bir bara gider, viski içer ve geçmişi düşünmeye ler çerçevesinde hayattan edindiğiniz verileri koyulur. Sonunda, kendi kendine “Benim en roman sanatında nasıl değerlendirirsiniz? Söz güzel yaşım 11 yaşındaki günlerim” der. gelişi bu bakış açısı doğrultusunda bir tip ya- Şimdi bu tür bir konuyu işleyen romana ratma veya bir tip arama kaygısı çeker misiniz?

175 Röportaj-Mülakat

AYTMATOV - Evet, ben bunu düşünüyo- yapmayı amaçlarım. Bu da beni çok uğraştırır. rum. Fakat her zaman da şart değil. Meselâ ben Romana girerken tekrar tekrar yazdığım ve be- çobanın hayatını yazarım. Çoban neyi düşünür, ğenmediğim girişler olmuştur. On defa, yüz defa hayvanının yiyeceğini, çocuklarının geçimini dü- yazdıklarım olmuş, beğenmemişimdir. Onu ben şünür. Basit hayatını düşünür. Fakat yazar, ondan kendi özümde yakalamaya çalışırım; yakaladığım sonrasını da düşünür. Yazar o çobanın hayatının anda da gelişmeye geçerim. Ondan sonra da ro- felsefesini yapar, yani hem çobanı anlatır yazar, man akar gider. İşte o akış, içinde içime doğan hem de kendi özündeki duyguları aktarır. Ben yeni olaylar da vakaya karışıverir. çobanın basit hayatından çok onun dünyası ile PARLATIR - Bir de şunu öğrenmek iste- ilgilenirim, insanlıktan nasibini aldı mı, onu dü- rim. Cengiz Bey, dünya edebiyatına bakışınız şünürüm. Bir başka açıdan; bu çoban âciz bir kişi nasıl? Özellikle roman sanatı açısından... mî, yoksa iyi bir adam mı? O kendisinin bu özel- AYTMATOV - Şüphesiz, romancılık büyük liklerini bilir mi bilmez mi? Buna benzer hayatta bir seviyeye geldi. Örneğin Güney Amerika’da Ko- pek çok örnek var. Söz gelişi bir katil. Hiç düşü- lombiya, Meksika, Peru gibi yerlerde romanın yeni nür mü niye katil olduğunu? Özünce ne diyor? tipi, Kuzey Amerika’da ise kendi hayatına göre bir Fakat kimse bilmese de bir süre geçince vicdanı roman anlayışı doğdu. Bunların edebiyatları da fark- elvermiyor ve yaptığı işi itiraf ediyor. Eh, bazıları lı. Avrupa’da ise siyasî ve ekonomik çözülmeler ve da ölünceye kadar bu sırrı saklayabiliyor. Şimdi dağılmalar korkunç romanları yaratacak herhalde. bunlar nasıl bir tip? İşte edebiyat bunları işleme- li; bunlar nasıl bir insan; hikâye ile, tiyatro ile, PARLATIR - Yani her değişim bir başka roman ile bu tür insanı işlemek, hem de bu tür sorunu beraberinde getiriyor ve bu romana insan psikolojisini tahlil etmek gerekir. Kısacası, yansıyor diyorsunuz... insanın her gün binlerce sorunu olabili- AYTMATOV - Elbette, elbette... Biz sos- yor; onlardan bir veya birkaçını yakalamak yalizmi terk ettik, bütün sorunlar halloldu diye gerekiyor. düşünüyorduk; oysa tam tersi oldu, sorunlar büs- PARLATIR - Bununla romanlarınızda in- bütün arttı!... san psikolojisine önem verdiğinizi gösteriyor- PARLATIR - O hâlde romanlar da ço- sunuz... ğalacak!... Dileyelim, Gün Uzar Yüzyıl Olur AYTMATOV - Elbette, o var; fakat eserleri- benzeri romanlar sizin kaleminizden çıksın me siz bakınız, bunlar ne ölçüde var!... ve dünya edebiyatında da yeni yeni yankılar uyandırsın... PARLATIR - Cengiz Bey, bir başka konu- ya geçiyorum; romanlarınızı kaleme alırken Kaynak: Korkmaz ve diğerleri, 2001, 364-369. gözlemlerinizin ağırlığını biliyoruz; daha doğ- Metinde, Cengiz Aytmatov’un genel olarak dil, rusu siz söylediniz; ancak olaylar zincirini ge- Türk dili, Türk dilinin dünya dilleri arasındaki liştirirken hep tasarladığınız olayları mı yoksa yeri, roman sanatına bakış açısı, Türk edebiya- yazarken bir anlık içinize doğuueren olayları tının dünya edebiyatındaki yeri konularındaki mı art arda sıralarsınız? görüşleri yer almaktadır. Görüşmeci, sorular AYTMATOV - Güzel bir soru... Evet, göz- aracılığıyla yazarın düşüncelerini ayrıntılı olarak lem var. Romanın sonunu önceden kestiriyorum. vermeye çalışmıştır. Fakat başlamak zor. Sona uygun bir başlangıç

176 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

araştırmalarla ilişkilendir

Tahsin Banguoğlu ile Mülakat dık. Her eli kalem tutan yazarken ve bir ölçüde (T.R.T’nin sorularına cevap olarak hazırlanmıştır.) konuşurken kendi ana dili duygusu kılavuzluğu “-Efendim, bugüne kadar dillerin doğuşu ile Türkçe kelimeleri tercih etmeye ve yaşayan dil hakkındaki teolojik ve ilmî izahlar nasıldır? Kısa- kurallarıyla doğru Türkçe kelimeler yaratmaya ca anlatır mısınız? gayret eder oldu. Bu yaygın millî şuurlanma dili- mize yeni, doğru ve güzel kelime kazandırmıştır. -İnsanı hayvandan ayıran dil (konuşma) Bu organik hareket devam ediyor ve devam ede- melekesinin doğuşu hakkında kitabî (izah- cektir. Türkçemiz her zaman dilin kelime yapım lar ile bir gelişme nazariyesi vardır. Bildiğiniz kurallarına ve zevkine uygun, doğru ve güzel yeni gibi Tevrat’tan gelen rivayet Tanrı’ya şirk koşan kelime tekliflerine açık olacaktır. Nemrud’un Babil Kulesi’ne yıldırımlar yağdığın- da kaçışan insanların dillerini kaybedip türlü dil- Şu var ki bu hızlandırma hareketinin başlan- ler konuşmaya başlamaları şeklindedir. Kur’an’ın gıcında tasfiyeciler ön plana geçmişlerdi. %100 hükmü ise mutlaktır: “Ulu Tanrı… İnsanı yarattı Türkçe, bir öz Türkçe yaratacaklarını iddia et- ve ona konuşmayı öğretti.” mişlerdi. Atatürk bir kökten inkılâpçı olduğu için onlara ön verdi. Bunlar daha Meşrutiyet’in Türkçemiz hakkında Kâşgarlı Mahmud’un başlarından beri bu iddiayı yürütmüşler ve Türk- naklettiği bir de hadîs-i şerîf vardır: “Türk dilini çülerin “Türkleşmiş Türkçedir” ölçüsüne karşı öğreniniz. Çünkü onlara çok uzun bir hâkimiyet çıkmışlardı. Onlar için dilin yapısı ve kuralları da mukadderdir.” söz konusu değildi, uyduruyorlardı. Şimdi bunlar Gelişme nazariyesi de şöyle: Toplu olarak ya- Türkçeleşmiş her kelimenin karşısına da bir göl- şamaya başlayan ilk şuurlu insan (homo sapiens) ge kelime koyarak bir öz Türkçe yapmak ve dilde candaşlarıyla anlaşma ihtiyacını duydu. El, yüz ve yaşayanlarını yasaklamak yoluna gittiler. Konan ses işaretleriyle başlayan bu anlaşmada danışıklı kelimelerin birçoğu dilin yapısına aykırı, uydur- ses işaretleri gelişerek kelimeleri ve zamanla cüm- ma, yabancı dillerden yakıştırma, hatta Arapça leleri yarattı. Böylece yeryüzünde meydana gelen yerine Fransızcasıydı (Bakınız, Cep Kılavuzu az sayıda ana diller yer yer farklılaşıp çeşitlenerek 1935). Atatürk bu yapma Türkçeyi denemiş ve bu günkü dünya dilleri doğmuş oldu. denetmiştir. Ama beğenmemiştir. Yazılarında ve -Türkçenin sadeleştirilmesi hareketlerini an- nutuklarında da görüldüğü gibi o gençliğinden latır mısınız? Atatürk’ün bu konudaki tavrı hak- beri Osmanlıca yazmış, bir ara bu yapma Türk- kında neler söyleyeceksiniz? çeyi denemiş, sonra yaşayan Türkçeyi seçmiştir. -Türk yazı dilinde sadeleşme ve millileşme Bu son davranışı ile de tasfiyeciliğe son vermek hareketi Meşrutiyet devrinde şekillenmiştir. Bu- istemiştir. gün Osmanlıca dediğimiz yazı dilimiz pek çok -Atatürk Güneş-Dil Teorisi’ni ileri sürerken Arapça ve Farsça kelimeler ve kurallarla dolmuş, ne düşünmüştür? halkça anlaşılmaz bir karma dil hâline gelmiş bu- -Güneş-Dil teorisi Atatürk’ün dilde ırkçılığa, lunuyordu. Türkçülerin yürüttükleri bu hareket tasfiyeciliğe, uydurmacılığa son verme kararının kısa zamanda bize yeni Türkçe dediğimiz güzel ifadesidir. O yıllarda yakınında bulunan Falih bir edebî dil kazandırdı. Atatürk bu gelişmeyi Rıfkı, Yakup Kadri ve Ahmed Cevad’ın kitapla- hızlandırmak ve yaymak istedi. Çünkü o yıllarda rını okuyunuz. devlet dili ilim dili henüz Osmanlıca hizasında -Efendim, soruyu genişleterek tekrarlamak kalmış bulunuyordu. İşte devletçe ele alınan bu istiyoruz. Atatürk’ün Türkçeye müdahale eder- harekete dil inkılâbı adını verdik. Atatürk bu ça- ken maksadı neydi? Bu müdahalede TDK’nin lışmalara bizzat katılmıştır (1932-1936). Millî bir yeri ne idi? seferberlik şeklini alan dil davasına milletçe katıl-

177 Röportaj-Mülakat

- Atatürk’ün dile ne maksatla müdahale et- bir duruma düşmüştür. Sonraları o kurum da miş olduğunu yukarıda konuşmuş bulunuyo- yozlaşmış, yapma dil yabancı bir ideolojinin vası- ruz. Onun bu müdahalesi iki hususta dilimizin tası hâline getirilmiştir. oluşması yönünde olumlu sonuç vermiştir. Biri Sayın Banguoğlu, müdahalelerdeki yanlışlık- dilde istiklâl davasını millete mal ederek ilerlet- lar ve kelime uydurma politikasına karşı çıkar- mek, ana dilin kendine gelme ve kelime yaratma ken, Türkçenin hâlihazırdaki durumuyla çağı- gücünü canlandırmak, millîleşmeyi dilin her sa- mızın dilleri karşısında zayıf kalacağı iddialarını hasına ulaştırmak, biri de terimleri (adlamaları) nasıl karşılarsınız? ana dilden yapma kararına varmak. Türkçüler -Anadilimizin kelime dağarcığı zengindir. bu son hususta henüz cesaretsiz görünmüşlerdi. Eski Türkçe, tabanı geniş bir dildir. Ancak son- Türk Dil Kurumu (dernek) bazı şahsî ve toplu raki devirlerde medresede öğretim dilimiz Türkçe çalışmalarla faydalı eserler de vermiştir. Ancak di- değil, Arapça olmuş ve o dilden kelime üretme lin gelişmesini yönlendirmek hususunda çarpık yoluna gidilmiştir. Böylece dilimize pek çok Arap- bir yolda ve yetersiz kalmıştır. Kurucusunun ölü- ça, edebiyat yoluyla da Farsça kelimeler girerken, münden sonra ise yeniden ve daha hızlı bir uy- Türkçe kelime üretme imkânlarımız işletilmemiş, durmacılık yoluna itilmiştir (Felsefe Terimleri’ne kısırlaşmış. Şimdi onları çalıştırıp Türkçe kelime bakınız, 1942). Bu hâl aydınlarda ana dile güven dağarcığımızı zenginleştirme yolundayız. duygusunu sarsmış ve daha çok batı dillerinden Türkçemizin fiil kökleri bütün Hind-Avrupa terimler kullanılmasına yol açmıştır. Yarı aydınlar dilleri fiil köklerinden daha çok ve fiil çatısı daha ise buna zaten meraklı olduklarından alabildiği- zengindir. Fiil çekimi kalıpları ise Arapçadan da ne Fransızca kelimeler kullanmaya, hatta Fran- daha çeşitli ve daha inceliklidir.” sızca kelime icat etmeye dökülmüşlerdir. Öyle ki Türkçemiz bu sefer batı dillerinin istilâsına açık Kaynak: Yavuz ve diğerleri, 2000, 307-310.

Öğrenme Çıktısı

2 Mülakat türünün temel özelliklerini kavrayabilme, türün belli başlı yazar ve eserlerini tanıyabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Bölümde yer alan mülakat örneğinden yola çıkarak Mülakat türünün başlıca türün özelliklerini pekiştiri- Röportaj ve mülakat arasın- temsilcilerini ve eserlerini niz, röportaj ile ilişkilendi- daki ilişkiyi anlatınız. sıralayınız. rilecek yönlerini değerlen- diriniz.

178 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Röportaj türünün temel özelliklerini sıralayabilme, Türk edebiyatındaki

1 gelişim seyrini açıklayabilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Röportaj, Fransızca “reportage” sözcüğünden dilimize geçmiş- Röportaj tir. Konusu bir soruşturma, araştırma olan gazete veya dergi yazısı; gezip görmeye, incelemeye, soruşturmaya, ilgililerle gö- rüşüp konuşmaya dayanan röportajın bu özelliklerinden dolayı diğer yazı türleriyle hatta öykü, roman ve tiyatro türleriyle sıkı bir ilişki içinde olduğu söylenebilir. Röportaj türünün ilk örneklerini çok eskilere dayandırmak mümkündür ancak bugünkü anlamıyla düşünüldüğünde tü- rün ilk örneklerinin yirminci yüzyılın başlarında verilmeye baş- landığı söylenebilir. Başlangıçta mülakat sözcüğünün anlamı içinde herhangi bir alanda tanınmış bir kişiye sorular sorma, yanıtlar alma şeklinde anlaşılmıştır. Edebiyatımızda röportaj türünün ilk örneklerini Diyorlar ki ve Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat adlı eserleriyle Ruşen Eşref Ünaydın vermiştir. Tanınmış yazarlarla yapılan görüşmelere dayalı röportaj türün- deki eserlere daha sonraki yıllarda yenilerinin eklendiği görül- mektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yabancı ülkeleri gezip gören yazarların bu gezilerdeki gözlem ve izlenimlerini röportaj türünde yayımladıkları görülmektedir. 1950’li yıllardan sonra bu türde verilen eserlerin sayısının artış gösterdiği, konu olarak da daha çok ülke sorunlarına, toplumsal ve kültürel olaylara ağırlık verildiği gözlenmektedir. Hikmet Feridun Es’in Bugün De Diyorlar ki (1932), Mus- tafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar (1960), Gavsi Ozansoy’un (1917-1970) 40 Yıl Sonra Diyorlar ki (1962), Mehmet Seyda’nın (1919-1986) Edebiyat Dostları (1970), Yaşar Nabi Nayır’ın (1908-1981) Edebiyatçılarımız Konuşu- yor (1976), Falih Rıfkı Atay’ın Faşist Roma, Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya (1930), Moskova-Roma (1932), Abdi İpekçi’nin (1929-1979) Dünyanın Dört Bucağından (1972), Fikret Otyam’ın Ne Biçim Amerika, Ne Biçim Rusya (1970); Cevat Fehmi Başkut Geceleri Bizi Kimler Bekliyor (1933), Sait Faik Abasıyanık Mahkeme Kapısı (1956), Nemci Onur Ça- nakkale Savaşları ve Şehitler Abidesi (1950), Çadır Tiyatrosu (1966), Fikret Otyam Doğudan Gezi Notları (1960), Bir Karış Toprak İçin (1965), Oy Fırat Asi Fırat (1966), Tahir Kutsi Ma- kal İç Göç (1964), Acı Yol (1964), Yaşar Kemal Peri Bacaları (1957), Bu Diyar Baştan Başa (1964).

179 Röportaj-Mülakat

Mülakat türünün temel özelliklerini kavrayabilme, türün belli başlı yazar 2 ve eserlerini tanıyabilme

Herhangi bir konuda bir kimse ile karşılıklı yapılan konuşma- Mülakat dır. Kendi uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi bir konuda soru- lu cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların yazıya geçirilmesidir. Toplumu ilgilendiren herhangi bir konu hakkında ilgili uzman- larla veya ünlü kişilerle yapılan görüşmeleri içeren yazılardır. Ruşen Eşref Ünaydın’ın, aralarında Abdülhak Hamit, Halit Ziya, Mehmet Emin, Halide Edip gibi ünlü yazar ve şairlerle yaptığı Diyorlar ki adını verdiği konuşmalar mülakat biçimin- deki röportajcılığın ilk örnekleri arasında yer almaktadır. Ruşen Eşref Ünaydın (Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, Edebî Ziyaretler ve Mülakatlar) Hikmet Feridun Es (Bugün de Diyorlar ki), Mustafa Baydar (Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar), Gavsi Ozansoy (Edebiyatımızda Dünküler mi Bugünküler mi Daha Kuvvetli 40 Yıl Sonra Diyorlar ki, Beş Kuşak Konuşuyor ), Yaşar Nabi (Edebiyatçılarımız Konuşuyor,

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 1976), Sermet Sami Uysal (Yahya Kemal’le Sohbetler), Tahir Kutsi (İç Göç), Abdi İpekçi (Liderler Diyor ki, Yaşar Kemal Çukurova Yana Yana, Peri Bacaları, Bu Diyar Baştan Başa, Bir Bulut Kaynıyor), Fikret Otyam (Ha Bu Diyar, Doğudan Gezi Notları, Harran - Hoyrat Irıp ve Mayın, Uy Babo, Topraksızlar, Hû Dost, Bir Karış Toprak İçin, Oy Fırat Asi Fırat, Can Pazarı, Vay Kurban, Hayvanlar ve İnsanlar, Gide Gide), Necmi Onur (Mezarlarında Yaşayanlar, Telsiz Duvaksız Anadolu), Yaşar Nabi Nayır (Edebiyatçılarımız Konuşuyor) bu türde eser veren yazarlar arasında yer almaktadır. Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Sait Faik gazatelerde bu türde ça- lışmaları yayımlanan isimler arasında yer almaktadır.

180 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

6 1 Aşağıdakilerden hangisinin röportaj türüyle Aşağıdakilerden hangisi röportaj ile mülakat yakın ilişkisi yoktur? arasındaki farklardan biri değildir? A. Öykü B. Deneme A. Röportajda okuyucunun dikkatini çekecek, neler öğrendik? düşündürecek özellikler verilir. Yazar tespit- C. Roman D. Gezi yazısı leriyle, düşünce ve kanaatlerini birlikte ifade E. Biyografi eder. B. Mülakat (görüşme), herhangi bir alanda ün ka- 2 Aşağıdakilerden hangisi röportaj ile haber ya- zanmış bir kişiye sorular sorarak cevaplar alma zısı arasındaki farklardan biri değildir? biçiminde tanımlanabilecek bir türdür. C. Mülakatta röportajdaki gibi yazarın kendi tes- A. Röportaj, gazete haberlerinin genişletilmiş ve pit ve düşünceleri yoktur. yazarın kişisel görüşleriyle zenginleştirilmiş D. Röportaj tek kişiyle olmak zorunda değildir. hâlidir. Çok kişiyle olabileceği gibi hiç kimseyle görüş- B. Röportajın da haber yazılarının da temel niteli- me yapmadan da röportaj yapılabilir. ği haber olmalarıdır. E. Röportajın dayandığı sağlam bir düşünce, bir C. Röportajın konusu olan habere, röportajcının tez vardır. ilgili düşünce ve görüşleri de ilave edilir. D. Röportajda önemli olan, birçok kişinin gördü- ğü ve bildiği şeyleri ustaca dile getirmektir. 7 Türk edebiyatında ilk röportaj örneği hangi E. Röportaj, bir yaşam gerçeğinden yola çıkar ve seçenekte doğru verilmiştir? olayları nesnel bir tutumla aktarır. A. Yahya Kemal’e Veda B. Tarık yahut Endülüs Fethi 3 Aşağıdakilerden hangisi Türk edebiyatında C. Diyorlar ki tanınmış röportaj yazarlarından biri değildir? D. Bir Tereddüdün Romanı A. Ruşen Eşref Ünaydın E. Sessiz Ev B. Fakir Baykurt C. Hikmet Feridun Es 8 Bir konuyu kapsamlı biçimde, değişik yön- D. Tahir Kutsi Makal leriyle ele alan ve inceleyen röportajlara aşağıdaki E. Yaşar Nabi Nayır isimlerden hangisi verilmektedir? A. Dizi röportaj B. Tek 4 Aşağıdakilerden hangisi röportaj ile gezi yazı- C. Özel D. Belgesel sı arasındaki farklardan biri değildir? E. Gezi A. Röportaj, dil ve anlatım yapısıyla, öyküleme yönüyle gezi yazılarından ayrılır. 9 Gezip görmeye, incelemeye, soruşturmaya, B. Röportajın gerçeği arama, ülke ve insanların so- ilgililerle görüşüp konuşmaya dayanan röportajın runlarını dile getirme yönü ve yönelimi vardır. bu özelliklerinden dolayı hangi yazı türüyle ilişkisi C. Her ikisi de tek bir yazı olabileceği gibi aynı ko- vardır? nuyu işleyen bir yazı dizisi de olabilir. A. Öykü B. Roman D. Röportajda yazar, eserine görsellik katar ve ese- C. Tiyatro D. Deneme rini zenginleştirir. E. Gezi yazısı E. Röportajda yazarın bir hedefi ve bir mesajı, gezi yazısında ise gezilen yerlerle ilgili izlenimler vardır. 10 Aşağıdakilerden hangisi röportaj türünün özelliklerinden biri değildir? 5 Genel olarak gazete ve dergilerde yayımlanan, A. XX. yüzyılda gazete ve gazetecilik çevresinde öğretici niteliği ağır basan röportajların çok yönlü ve tam olarak gelişen bir türdür. değişik anlatım olanaklarından yararlanılarak oluş- B. Öğretici, açıklayıcı, kanıtlayıcı, betimleyici an- turulması onu hangi tür yazılardan ayırmaktadır? latım gibi anlatım türlerinden yararlanılır. A. Sıradan gazete ve dergi yazısı olmaktan C. Yazar, konuyla ilgili görsellerden yararlanarak eserine görsellik katar ve eserini zenginleştirir. B. Gezi yazısı olmaktan D. Röportaj, bir yaşam gerçeğinden yola çıkar ve C. Fıkra olmaktan olayları nesnel bir tutumla aktarır. D. Makale olmaktan E. Röportaj, bir yazı dizisi biçiminde olmak zo- E. Deneme yazısı olmaktan rundadır.

181 Röportaj-Mülakat

Yanıtınız yanlış ise “Röportajın Tanımı ve Yanıtınız yanlış ise “Mülakatın Tanımı ve B A 1. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- 6. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- çiriniz. çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Röportajın Tanımı ve Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Rö- E C 2. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- 7. portaj Türünün Gelişimi” konusunu yeni- çiriniz. den gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Türk Edebiyatında Rö- A Yanıtınız yanlış ise “Röportaj Çeşitleri” ko- 3. B portaj Türünün Gelişimi” konusunu yeni- 8. nusunu yeniden gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

4. D Yanıtınız yanlış ise “Röportaj Çeşitleri” ko- 9. E Yanıtınız yanlış ise “Röportaj Çeşitleri” ko- nusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Röportajın Tanımı ve Yanıtınız yanlış ise “Röportajın Tanımı ve A E 5. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- 10. Özellikleri” konusunu yeniden gözden ge- çiriniz. çiriniz. neler öğrendik yanıt anahtarı

Araştır Yanıt 8 Anahtarı

Romanda, öyküde, oyunda bir yaşam gerçeğinden yola çıkılır. Ancak yazar bu gerçeği değiştirebilir, ona yeni boyutlar, yorumlar katabilir. Röportajda ise bu yoktur. Röportaj yalnızca bize yaşam gerçeğini, olayları ya da sorunları gös- termekle kalmaz, bunların arkasında yatan nedenleri, yönlendirici etkilerini de gösterir. Bu durum röportajı haberden ayıran temel bir özellik olarak da ifade edilebilir. Haber yazısından farklı olarak röportajda yazar kendi kişisel görüşlerini dile getirirken aynı zamanda okuru da yönlendirmeye çalışır. Çok yönlü anlatım olanaklarının olması onu diğer düşünce yazılarından zengin kılar. Uzunluğu çoğu zaman makaleden fazladır.

Araştır 1 Yöntem açısından röportajlar: Yazarın izlediği yöntem açısından röportajların “konuşmaya dayalı” ve “belgesel” olmak üzere ikiye ayrıldığı görülmektedir. Ele alınan konu ve görüşülen kişilere göre röportajlar: Bu kapsamda röpor- tajlar edebî röportaj, siyasal röportaj, sağlık röportajı, spor röportajı şeklinde çeşitlere ayrılmaktadır. Uzunluğuna göre röportajlar: Belirli bir konuyu ele alan ve tek yazı çerçevesinde sunulan röportajlar tek röportaj” olarak adlan- dırılmaktadır. Bir konuyu kapsamlı biçimde, değişik yönleriyle ele alan ve in- celeyen röportajlara dizi röportaj denilmektedir. Anlatım tarzına göre röpor- tajlar: Kişilerin bir öykü havası içinde ele alındığı, konuşturulduğu, sorunlara parmak basıldığı röportajlar öyküsel röportaj adını almaktadır. Öykülemenin çok sınırlı kaldığı, anlatımda yazarın çok az araya girdiği, ses alma makine- sinin kalemin yerini tuttuğu, bu özelliğiyle yaşamdan canlı bir kesit özelliği gösteren röportajlara kurgusal röportaj adı verilmektedir.

182 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Araştır Yanıt 8 Anahtarı

Yazarın anlatım tarzına uygun olarak röportajların öyküsel ve kurgusal ola- rak değişik isimlerle anıldığı görülmektedir. Kişilerin bir öykü havası içinde ele alındığı, konuşturulduğu, sorunlara parmak basıldığı röportajlar öyküsel röportaj adını almaktadır. Öykülemenin çok sınırlı kaldığı, anlatımda yazarın çok az araya girdiği, ses alma makinesinin kalemin yerini tuttuğu, bu özelliğiy- le yaşamdan canlı bir kesit özelliği gösteren röportajlara kurgusal röportaj adı verilmektedir. Bu tür röportajlarda yazar, ele aldığı konuyu, konuya karışan kişilerin konuşmalarıyla biçimlendirir. Ses alma makinesinde kayıtları yazıya Araştır 1 dökerken eklemelere gitmeden, anlatılanların yerlerini değiştirme gibi (başa, ortaya, sona alma şeklinde) kurgusal değişiklikler yapar. Bu tür röportajlarda tutanak havasının olduğu söylenebilir. Anlatım daha doğaldır. Üzerinde uzun uzun düşünülmüş cümleler yoktur. Ruşen Eşref Ünaydın’ın çeşitli sanatçılarla yaptığı konuşmaları içeren eseri Di- yorlar ki mülakat biçimindeki röportajcılığın ilk örnekleri arasında yer almak- tadır. Hikmet Feridun Es’in Bugün de Diyorlar ki (1932), Mustafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar (1960), Gavsi Ozansoy’un 40 Yıl Sonra Diyor- lar ki (1962), Yaşar Nabi’nin Edebiyatçılarımız Konuşuyor (1976) adlı eserleri bu kullanımın diğer örnekleri arasında yer almaktadır.

Mülakat türünün belli başlı temsilcileri ve eserleri şunlardır: • Ruşen Eşref Ünaydın; Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Müla- kat, Edebî Ziyaretler ve Mülakatlar • Hikmet Feridun Es, Bugün de Diyorlar ki Araştır 2 • Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar • Gavsi Ozansoy, Edebiyatımızda Dünküler mi Bugünküler mi Daha Kuv- vetli, 40 Yıl Sonra Diyorlar ki, Beş Kuşak Konuşuyor • Yaşar Nabi, Edebiyatçılarımız Konuşuyor • Sermet Sami Uysal, Yahya Kemal’le Sohbetler

183 Röportaj-Mülakat

Kaynakça

Aktaş, Şerif, Gündüz, Osman (2010). Yazılı ve Sözlü Nayır, Yaşar Nabi (1976). Edebiyatçılarımız Anlatım. Ankara: Akçağ Yayınları. Konuşuyor. İstanbul: Varlık Yayınları Baydar, Mustafa (1960). Edebiyatçılarımız Ne Özdemir, Emin (2007). Yazınsal Türler. Ankara: Diyorlar. İstanbul: Ahmet Halit Yaşaroğlu Bilgi Yayınevi. Kitapçılık. Özdemir, Emin (1998). Sözlü-Yazılı Anlatım Sanatı. Binyazar, Adnan (1975). “Türkiye’de Röportaj’ın İstanbul: Remzi Kitabevi. Tarihçesi”. Milliyet Sanat, (Röportaj Özel Sayısı), Özdemir, Emin (1981). Yazı ve Yazınsal Türler. 147: 13-16. İstanbul: Karacan Yayınları. Emir, Sabahat (1986). Örnekleriyle Kompozisyon Par, Arif Hikmet (1982). Plânlı Yazma Sanatı. Ankara: Yazma Sanatı. Ankara: Türk Dünyası Serhat Yayınevi. Araştırmaları Vakfı Yayınları: 25. Şenyapılı, Önder (1981). “Çağdaş Gazetenin Önemli Enginün, İ. (2006). Yeni Türk Edebiyatı, Tanzimat’tan Yazı Türü: Röportaj”, İletişim, (A.İ.T.İ.A.) G.H. Cumhuriyet’e (1839-1923). İstanbul: Dergâh İ.Y.O. , Ankara, 2: 175. Yayınları. Uysal, Sermet Sami (1959). Yahya Kemal’le Kavcar, Cahit, Oğuzkan, Ferhan ve Özlem Aksoy Sohbetler. İstanbul: Kitap Yayınları. (2007). Yazılı ve Sözlü Anlatım, Ankara: Anı Yayıncılık. Ünaydın, Ruşen Eşref (2009). Diyorlar ki. İstanbul: Yağmur Yayınları. Korkmaz, Z., B.Ercilasun, A., Zülfikar, H., Parlatır, İ., Akalın, M., Gülensoy, T. ve Birinci, N. 82001). Yavuz, Kemal (2000). Üniversite Türk Dili ve Yüksek Öğrenim Öğrencileri İçin Türk Dili ve Kompozisyon Dersleri. İstanbul: Beşir Kitabevi. Kompozisyon Bilgileri, Ankara: Yargı Yayınevi.

184 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

sözlük

A Cilvegâh: Görünme, belirme, tecelli yeri. Âbide: Bir olayı ve kişiyi gelecek nesillere hatırlatmak Cümle: Bir fikri, duyguyu, hareketi, işi, bir hüküm için yapılan eser, anıt. hâlinde ifade eden en küçük nesir birimi. Afili: Gösterişli, cakalı, çalımlı. Ahbâr: Daha çok din büyüklerinin hayatları ve söyle- Ç diklerini anlatan biyografik eserler. Haberler; din Çehov Tarzı Hikâye: Olay örgüsünde büyük olay, adamları. çatışma ve gerilimlere yer vermeyen, hayatın her Ahd: Söz verme, yemin, and. zamanki günlük akışını önemseyen, çoğu zaman Ahfad: Gelecek kuşaklar. belli bir giriş bölümü kullanılmadan ve doğrudan doğruya olayla başlayan, belli bir sonuca ulaşma- Âlemşümûl: Evreni kapsayan. dan bitiveren, daha çok kişilerin ruh hâllerini sez- Anı (Hatıra): Kişinin yaşadıkları, gördükleri ve işit- dirmenin esas olduğu hikâye. tiklerini, üzerinden belli bir zaman geçtikten son- ra kendi algı ve bakış açısına göre yazması; bu çer- çevedeki nesir yazısı/tür. D Atâ-yı Tabiat: Tabiatın bağışı, ihsanı. Darb-ı Mesel: Atasözü, hikmetli söz. Deneme: Bir konuyu tartışan, tanıtan, o konu hak- B kında insanları ikna etmeye çalışan bir nesir türü. Dil: İnsanın diğer insanlarla ilişki ve iletişim kurabil- Bâkî: Kalıcı, sürekli, devamlı. mesinin en yaygın, en kesin, en açık, en sağlam ve Bîçare: Çaresiz, zavallı. en sağlıklı aracı. Bilimsel Nesir: Felsefe, tarih, coğrafya, psikoloji, Duayen: Bir meslektekilerin en eskisi, en kıdemlisi; kimya, biyoloji, tıp gibi çeşitli bilim dallarında- kıdemli. ki bilgileri içeren kitap, makale ve bildirilerdeki nesir. Bilimsel Söylev: Genele açık bilimsel toplantı, panel E ve sempozyumlarda yapılan akademik konuşma. Ebnâ-yı Vatan: Vatanın çocukları, oğulları. Birinci Kânun: Aralık. Edebî Nesir: Şair ve yazarların titiz bir dikkatle ka- Biyografi: Sanat, edebiyat, tarih, politika vb. alanlar- leme aldıkları, alelâdelikten uzak, belli bir bilgi, da tanınmış, sevilmiş kişilerin yaşam öykülerinin fikir, duygu, yorum derinliğine sahip, okuyucuya yazılmasıyla ortaya çıkan edebiyat türü. estetik haz veren nesir. Eğitici/Öğretici Nesir: Biyografik Roman: Ünlü bir kişinin hayatını kurma- Birebir bilimsel bir içeriği ca bir yapı içinde anlatan roman. ve sanatsal niteliği olmayan; okuyucuyu kültürel, sosyal, ahlakî yönlerden bilgilendirme ve eğitmeyi Buud: Bir cismin en, boy ve yüksekliğinden her biri; amaç edinen nesir. uzaklık, mesafe. Eleştirel Gerçekçilik: Gözlemlenen bireysel veya top- lumsal gerçeklerin belli bir dünya görüşü ekseninde C eleştiriye tâbi tutularak anlatılmasını esas alan tavır. Cedid: Yeni, yeni olan. Empresyonist: Sanatında izlenimci; izlenimci sanat Cihangir: Cihanı, dünyayı tutan, zapteden; cihana anlayışını benimseyen sanatkâr. hakim olan. Erkan-ı Harbiye: Genel Kurmay; ordunun sevk ve idaresi ile uğraşan yüksek askeri makam. Eşhas: Şahıslar, kişiler; bir eserin kişileri.

185 Sözlük

F İrreel: Reel olmayan, gerçek dışı. Fıkra: Yazarın gazete ve dergi gibi süreli yayınlarda, İttihad: Birleşme, birlik oluşturma; fikir birliği etme. güncel sosyal ve siyasal olayları belli bir bakış açı- sından; kanıtlama, belgeleme gereği duymadan, K günlük konuşma diline yakın bir üslupla, yer yer Kâdi/Kadı: Hâkim, yargıç. nüktelere yer vererek değerlendirdiği kısa düşünce yazısı. Kâmil: Olgun, eksiksiz, noksansız; tecrübeli; bilgili, kültürlü. Fütüvvetnâme: Din uğruna yapılan savaşları anlatan eser. Karabet-i Kalb: Kalp yakınlığı, akrabalığı. Kâri: Okuyucu, okur. G Kesret: Çokluk, bolluk, fazlalık. Kıssa: Galoş: Tahta tabanlı ayakkabı. Hikaye, masal, destan; hadise, macera, sergü- zeşt; konu. Garp: Batı; batıda bulunan yerler. Kûşe-i Ferâgat: Feragat köşesi; davadan vazgeçme Gazavatnâme: Din uğruna yapılan savaşları anlatan köşesi. eser. Kültürel Söylev: Ciddi bir kültürel birikime sahip Gerçeküstçülük (Sürrealizm): Sanatı insan bilinçal- kültür ve düşünce adamlarının sanat ve kültür ko- tının karanlık ve karmaşık sırlarının tek konusu, nularında yaptıkları konuşma. sanatkârı da iç beninin emirlerini kâğıda geçiren bir otomat olarak gören, akıl ve mantık perspekti- fini reddeden sanat/edebiyat akımı. L Gezi Yazısı: Yurt dışında veya yurt içinde yapılan ge- Leitmotif: Eserde herhangi bir hareket, tavır, cümle zilerde gidilip görülen yerlerin coğrafyası, kültürü, vb. şeylerin estetik veya vurgu amacıyla birden faz- hayat tarzına dair gözlem ve intibaları içeren yazı la tekrar edilmesi sanatı. türü. Lemha-i İltifat: İltifat bakışı; iltifat parlaması. Günlük: Kişinin yaşadıkları, gördükleri ve işittikleri- Lisan: Dil; anlaşma amacıyla kullanılan işaretler ni sıcağı sıcağına veya “günlük” olarak kendi algı sistemi. ve bakış açısına göre bir deftere yazması veya not Literatür: Edebiyat; bir konudaki eserlerin tamamı. etmesi. Güzîde: Seçilmiş, seçkin. M H Maatessüf: Tessüfle, esef ederek, üzülerek. Madde-i Vücud: Vücudun maddesi, var olmanın Hâk-i Vatan: Vatan toprağı. kaynağı. Hemhâl: Aynı hâlde bulunan, haldeş. Mahkeme-i Kübra: Büyük mahkeme; ölümden son- Hub: Güzel, hoş, iyi. ra çıkılacak ilahi mahkeme. Hulya: Hayal, kuruntu. Mâişetgâh: Yaşama yeri, geçim yeri, geçimin sağlan- Hükümfermâ: Hüküm süren, hüküm yürüten. dığı yer. Makale: Yazarın bir konuda bilgi vermek; ele alınan İ konuyu, düşünceyi, tezi savunup ispat etmek ama- cıyla derinlemesine ve ayrıntılı bir biçimde kaleme İfrit: Korkunç ve zarlı bir cin; korku verici kimse veya aldığı yazı. şey. Makbere/Makber: Mezar, mezarlık. İfşa: Gizli bir şeyi meydana dökme, açığa vurma, yay- Mamafih: ma, açıklama. Bununla beraber, hâl böyle iken. Manzum: İlân-ı Harp: Savaşın ilanı. Nazım hâlinde; yani vezinli ve kafiyeli bi- çimde söylenmiş söz, yazı. İnkişaf: Gelişme; belirli hâle gelme, açığa çıkma. Maupassant Tarzı Hikâye: Belli bir giriş, geliş ve İnşa: Nesir; mektup yazma; kaleme alma; yapma, sonuç çerçevesinde çatışma ve gerilimlere yüklü bina etme, kurma. olayların anlatımını önemseyen hikâye tarzı. İnşâ: Sanatlı, süslü ve güzel nesir. Mazbata: Tutanak.

186 Cumhuriyet Dönemi Türk Nesri

Mecaz: Bir sözün gerçek manasında değil, ilgi ve benzer- Mülâkat: Görüşme, konuşma, buluşma; karşılıklı bu- lik bağı bulunan başka bir manada kullanılması. luşmak, görüşmek. Mecazî: Mecazla ilgili, mecaza ait. Münşî: Nesir tarzında yazan kişi, edip. Mektup: Bir haberi, dileği, duyguyu birine iletmek için Müntehip: Seçen, seçen kimse. yazılan yazı türü. Müstahkem: Tahkim olunmuş, korunmuş, sağlamlaş- Memnu: Yasaklanmış, yasak. tırılmış, sağlam. Menakıpnâme: Çeşitli kişi ve olaylara dair dinî ve Müstevli: İstila eden, işgal eden. tasavvufî menkıbeleri anlatan eser. Mütemadi: Aralıksız, sürekli; arkası kesilmeksizin. Mensur: Manzum olmayan, nesir halinde yazılmış olan yazı. Mersiye: Ölmüş bir kimsenin ardından yazılan şiir, ağıt, N sagu. Nâgehan: Ansızın, birdenbire. Metafor: Bir şeyi, o şeyi söylemeden kendisine benzeti- Nâmağlup: Yenilmeyen, mağlup olmamış. len bir başka şey ile anlatma sanatı, istiare. Nâmüsait: Uygun olmayan. Metin: Herhangi bir konu veya olayın dil vasıtasıyla -ya- Nâmütenahi: Sonsuz, sonu olmayan. zılı, sözlü veya basılı olarak- ifadesinden oluşan söz/ Nâsir: Nesir yazarı. yazı bütünü. Nazariye: Bilginin uygulamalı olmayan yönü; teorik. Metîn: Sağlam, dayanıklı; kolaylıkla sarsılmayan. Nekroloji: Ünlü bir kişinin ölümü üzerine gazete ve Mevâhib-i Kudret: Kudretin bağışları; Allah’ın ihsan- dergilerde yakınları tarafından onun hakkında yazı- ları. lan yazı. Mevzu: Ele alınan, üzerinde durulan husus, konu. Nesim-i Seher: Seher rüzgârı. Meyl-i Tabiî: Doğal ilgi, alâka. Nesir: Herhangi bir duygu, düşünce, olay vb. şeylerin, Mezbuhane: Boğazlanırcasına. dilin tabiî yapısına, gramer kaidelerine uygun bir Mihaniki: Düşünerek değil, makine gibi alışkanlıkla biçimde ve düz cümleler hâlinde yazılı veya sözlü yapılan hareket. olarak ifadesi. Modern Hikâye: Gerçek ya da gerçeğe uygun olay ve Nev’-i Edebiyat: Edebiyat türü. durumların insan, zaman ve mekân unsurlarıyla bir- Nişancı: Fermanlarda Osmanlı padişahının tuğrasını likte kurgulanıp ayrıntıya girilmeden okuyucuya es- çeken kimse, tuğrakeş. tetik haz verecek tarzda anlatılmasından doğan kısa ve mensur metin/tür. Monografi: Ünlü bir kişinin bütün şahsiyetini, haya- O tını ve eserini, her yönüyle ele alıp detaylı biçimde Otobiyografi: Bir yazarın kendi yaşam öyküsünü yaz- inceleyen eser. masıyla ortaya çıkan biyografi. Muazzam: Çok büyük, çok iri; ehemmiyetli, önemli; ulu, muhteşem. P Muhaberât: Haberleşmeler. Panteist: Panteizmle ilgili, panteizm taraftarı. Muharrir: Yazar, gazete yazarı. Panteizm: Tanrı ile kainatın tek varlık olduğunu iddia Muhzır: Mübaşir; mahkemede davalı tarafları çağıran eden akım. kişi. Paragraf: Bir anlam, fikir veya olay çekirdeği etrafında Mukadder: Allah tarafından ezelde takdir olunmuş toplanan cümlelerin mantıkî sıra içinde oluşturduk- kaza, kader, alın yazısı. ları nesir birimi. Murakabe: Gözetleme, gözleme, kontrol; düşünceyi bir Payitaht: Başkent, başşehir. şey üzerinde odaklaştırma. Peyman: Yemin, and. Musahabe: Sohbet, söyleşi. Portre: Bir yazarın, değerli saydığı, etkilendiği ve beğen- Musahib: Birbiriyle sohbet eden; hükümdarın sohbet diği kişilerin karakter özellikleri anlattığı kısa yazı. arkadaşı. Postmodernizm: Modern hayat değerlerine sorgulayıcı Muvaffakiyet:Başarma, başarı; galibiyet. ve eleştirel bir tavır takınan, merkezsiz veya çok mer- Mükeyyifat: Keyif verici şeyler, tütün, içki; sarhoşluk kezli bir dünya tasavvurunu savunan, çoğulculuğu veren şeyler. esas alan bir felsefe, sanat ve edebiyat akımı.

187 Sözlük

R Tecrübe-i Kalemiyye: Kalem tecrübesi, yazma deneyimi. Teçhizat: Raks: Oyun, oynama, dans. Elbise ve silah dışında askerî harp malzemeleri. Tekâmül: Realizm: Pozitivist düşünce zemininde XVIII. yüzyılın Basamak basamak meydana gelen değişme ve ikinci yarısında itibaren doğup gelişen; gerçekçilik gelişme, evrim. ve nesnellik ilkeleri doğrultusunda çağdaş insan ve Tekerrür: Tekrarlama, tekrar tekrar olma. toplumu içinde yaşadığı çevreyle birlikte anlatmayı Teksif: Yoğunlaştırma, sıkıştırma, koyulaştırma. esas alan edebiyat akımı. Teoloji: İlahiyat. Reftar: Yürüyüş, gidiş, hareket. Terakki: Yükselme, ilerleme. Ric’at: Geri dönme, çekilme; bozgun hâlinde geri çe- Terim: Sözlük anlamının dışında ve belli bir bilim dalı kilme. veya meslek sahasında kullanılmak üzere bir kelime Röportaj: Konusu bir soruşturma, araştırma olan gazete veya kelime grubunun yeni bir anlam kazanması. veya dergi yazısı. Termodinamik: Isı ve hareket enerjileri arasındaki iliş- Ruznâme: Günlük, günce. kileri inceleyen fizik dalı. Teşrin-i Evvel: Ekim. S-Ş Tetevvüc: Taç giyme, hükümdar olma. Sâki: İçki dağıtan kişi. Tevhid: Birleştirme, bir olduğuna inanma; Allah’ın bir- liğine inanma. Saraka: Alay, eğlenme, iğneleme. Tezkire: Daha çok şairlerin biyografileri ile şiirlerinden Sav: Özlü söz; atasözü. örnekleri içeren kitap/eser. Seci: Nesir yazılarında cümlecik veya cümle sonlarında- Toplumcu Gerçekçilik: Gözlemlenen bireysel veya top- ki ses benzerliği sanatı. lumsal gerçeklerin belli bir dünya görüşü ekseninde Sefaretnâme: Yabancı ülkelerde bulunan elçilerin bu- eleştiriye tâbi tutularak anlatılmasının yanı sıra çıkış lundukları ülke ile ilgili gözlem ve izlenimlerini içe- ve çözüm yolları da teklif eden tavır. ren kitap/eser. Ser-i Kabir: Kabrin başı, kabir başı. Sergüzeşt: Bir kişinin başından geçen olaylar, macera. U-Ü Uhuvvet-i Efkâr: Sevk-i Tabiî: Düşünce sonucu olmayan; içgüdüsel. Fikir kardeşliği, düşünce ortaklığı. Üslûb-ı Beyan: Seyyah: Gezgin, gezen. Bir şeyi ifade etme, açıklama tarzı. Siyasî Söylev: Siyasi konuları içeren söylev. Sohbet/Söyleşi: Yazarın çeşitli konularla ilgili düşünce- V lerini, okuyucuyla sohbet eder bir sıcaklık ve içten- Vakanüvist: Osmanlı Dönemi’nde yaşanan önemli olay likle dile getirdiği yazı türü. ve gelişmeleri yazmakla görevlendirilmiş tarihçi. Söylev: Bir kişinin topluluk karşısında bir düşünce ve Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm): Egzistansiyalist fel- inancı savunmak ve onu topluluğa aşılamak amacıy- sefeden hareketle insanın varoluş problemini ede- la yaptığı etkili konuşmaya. biyat yoluyla geniş kitlelere aktarmayı esas alan bir Şahâdet: Şehit olma, şehitlik; şahitlik etme, şahitlik sanat/edebiyat akımı. Şecaat: Yiğitlik, cesurluk, kahramanlık. Vebal: Sonunda ceza ve günah olan fiil, sorumluluk; Şem’-i Cân: Can mumu, canın ışık kaynağı. kötü sonuç. Vefeyatnâme: Şerâit: Şartlar. Din büyüklerinin ve bazı meslek men- suplarının ölümleri üzerine yazılan ve onların hayat- Şümul: İçini alma, kaplama, ihtiva etme. ları hakkında bilgi veren eser. Vuzuh: Açıklık, kolay anlaşılır olma.

T Y Tabakât Kitapları: Belli bir dönemdeki hadisçilerin veya Yâd-ı Hazin: Hüzünlü hatırlama, keder verici hatırlama. bilim adamlarının hayatlarını anlatan kitaplar. Tahaccür: Taşlaşma, taş kesilme; katılaşma. Tavizat: Tavizler; karşı tarafın lehine vazgeçmeler. Z Tecrit: Yalnız bırakma, ayırma; soyma, soyutlama. Zuhur: Meydana çıkma, görünme; belli olma, belirme.

188