ATATÜRK KÜLTÜR. DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ

ISSN 1011-727X

ERSOY TAŞDEMÎRCÎ AHMET ÖZGİRAY ORHAN HÜLAGÜ MEHMET EVSİLE NEŞE ÖZDEN ÖMERAKDAĞ MEVLÜT ÇELEBİ OSMAN AKANDERE HAMİT PEHLİVANLI YUSUF SARINAY GÜLNİHAL BOZKURT ÖZDEMİR NUTKU E.H. BURAK ERDENIR MENENDİ ERDEM YAŞAR TEKDEMİR ZEKİYE KOPAÇLI ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ

Cilt: XIV MART 1998 Sayı: 40

İÇİNDEKİLER

DOÇ. DR. ERSOY TAŞDEMİRCİ Atatürkçü Düşünce Sisteminde Lâikliğin Yeri ve Önemi...... 5

DOÇ. DR. AHMET ÖZGÎRAY İzmir'den Uşak'a Yunan Harekâtı (1919 - 1922)...... 37

YRD. DOÇ. DR. ORHAN HÜLAGÜ Anzavur İsyanı...... 49

YRD. DOÇ. DR. MEHMET EVSÎLE Amasya Tamimi ve Atatürk'ün Amasya'daki Faaliyetleri...... 69

DR. NEŞE ÖZDEN Impact of the San Remo Terms on The and British Policy...... 97

DR. ÖMERAKDAĞ Millî Mücadele Şahsiyetlerinden Yusuf Kemal Bey (TENGİRŞENK)...... 115

YRD. DOÇ. DR. MEVLÜT ÇELEBİ : Atatürk'ün Manisa'yı Ziyaretleri...... 133

YRD.DOÇ.DR. OSMAN AKANDERE : Atatürk'ün Konya’yı Ziyaretleri ve İlk Ziyareti İle İlgili Gözlemler...... 147

DR. HAMÎT PEHLİVANLI : Atatürk Dönemi Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtı İstihbarat Raporlarında Hatay Meselesi...... 159

YRD. DOÇ. DR. YUSUF SAR1NAY Hoybun Cemiyeti ve Türkiye'ye Karşı Faaliyetleri...... 207 ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI NCA DÜZENLENEN KONFERANS, PANEL VE BENZERİ KONUŞMA METİNLERİ

KONFERANSLAR

PROF. DR. GÜLNİHAL BOZKURT : Azınlık İmtiyazları - Kapitülasyonlardan Tek Hukuk Sistemine Geçiş...... 247

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ ÖDÜL YARIŞMASINA KATILANLARDAN SEÇMELER

PROF. DR. ÖZDEMİR NUTKU : Atatürk ve Türk Hümanİzması...... 265

E.H. BURAK ERDENİR : Mustafa Kemal Atatürk ve J.J. Rousseau'nun Düşüncelerinin Karşılaştırılması...... 277

MENENDİ ERDEM : Bir Eğitim Lideri Olarak Atatürk...... 301

YAŞAR TEKDEMİR : "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" Anlayışı ve Küreselleşen Dünyadaki Yeri...... 319

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ'NDEN HABERLER

ZEKİYE KOPAÇLI : Yurtdışında Kurulan Atatürk Araştırma Merkezleri...... 325

ZEKÎYE KOPAÇLI : Atatürk Araştırma Merkezi Kütüphane ve Arşivi'ni Zenginleştirme Çalışmaları ve Haşan Cemil Çambel Adına Yapılan Bağışlar...... 329 ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ

CİLT: XIV MART 1998 Sayı: 40

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ

Doç. Dr, ERSOY TAŞDEMÎRCİ *

1. Lâiklik Kavramı ve Lâikliğin Tanımı : l.L Lâiklik Kavramı :

Lâiklik kavramının aslı "Lâik"dir, Sondaki "lik" eki Türkçe bir ektir. Lâik kelimesi, Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Esasen Yunanca olan Lâik kelimesi, yine Yunanca olan Lâikos sıfatından türetilmiştir. Lâikos sıfatı ise, halk anlamına gelen "Laos" kelimesinden bir ek yardımıyla tü­ retilmiştir. Laikliğin tiiretildiği lâikos kelimesi, Tanrı ile yakın ilgisi bu­ lunmayanlar veya din adamları sınıfına mensup olmayanlar, yani din adamları sınıfının dışında kalan alelade halk tabakasına mensup olanlar anlamına gelir. Din adamları sınıfına veya Tanrı İle yakın ilgisi bu­ lunanlara ise, Kleros adı verilmektedir. Buradan hareketle Lâikos, dinî ni­ telik taşımayan, Klerikos ise dinî nitelik taşıyan anlamını kazanmıştır. Bu durumda Lâik kelimesi din ve ruhbanlıkla ilgisi olmayan anlamına gelir. Din ile ilgisi olmayan da dinsizlik demek değildir. 1 Ancak aşağıda çeşitli tanımları verilen Lâiklik bugünkü gerçek anlamını Avrupa düşünce tarihi, Özellikle Fransız düşünce tarihi içinde kazanmıştır.

1.2. Lâikliğin Tanımı :

Bugün Lâiklik bilimsel ve felsefî disiplinler tarafından farklı şekillerde tanımlanmakla beraber, bu disiplinler içinde de Lâikliğin tanımı üzerinde *I

* Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri BÖliimii Öğretim Üyesi I Suat Siııanoğlu, Laik Kelimesinin Etyıııoını ve Anlamları, "Laiklik-Î" İstanbul 1954, s. 1; Hü­ seyin Batuhan, Laiklik ve Dinî Taassup, "Laiklik-1 ”. İstanbul 1954, s. 53. . 6 ERSOY TAŞDEMİRCİ tam bir anlaşma yoktur. Bu zorluk sosyal varlıkların mahiyetinden kay­ naklanmaktadır. Lâiklik de bir sosyal varlık olarak bu zorluğu yapısında taşımaktadır. Bu zorluğa rağmen lâikliğin belli başlı tanımları aşağıda verilmiştir.

Felsefî Tanımı: Dinî düşünce ile aklî düşüncenin, fizik ile metafiziğin diğer bir deyişle akıl İle imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılması de­ mektir. Filozoflara göre Lâiklik, insanın manevî evrimi sonucunda, yani insan aklının geçirmiş olduğu evrim sonucunda ortaya çıkmıştır. 2

Siyasî Tanımı: Dindaşlık ile yurttaşlık statülerinin birbirinden ay­ rılması demektir. Bundan dolayı Lâik bir siyasi sistemde devlet adamları ile halkın aynı din veya mezhebe mensup olma şartı bulunmadığı gibi, va­ tandaşların da aynı din veya mezhebe mensup olma mecburiyeti yoktur. Ayrıca Lâiklik, demokrasinin özellikle liberal demokrasinin manevî te­ melini teşkil eder. Çünkü demokraside siyasî İktidar meşruiyetini, ilahı otoriteden değil, sosyal otoriteden (millet hâkimiyetinden) alır. 3 Bundan dolayı demokrasi ile Lâiklik bir arada bulunur. Lâiklik bulunmayan yerde demokrasi, demokrasi bulunmayan yerde Lâiklik bulunmaz.

Hukukî Tanımı: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Din, devlet işlerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Devlet, Tanrı ile kul arasından çekilmiştir. Ayrıca, devletin dinî temeller üzerine dayaııdırılmamasını da ifade eder. Devletin dayandığı temeller Lâik ka­ rakterde olmalı ve hukuk dinamik niteliği ile toplumun dünyevî ih­ tiyaçlarından kaynaklanmalıdır. Dünyevî ihtiyaçların değişmesine bağlı olarak değişmelidir. 4 Bundan dolayı Lâiklik, dinî bir kavram değil, hukukî bir kavramdır.

Kültürel Tanımı: Dinin kültürel hayatı belirleyen ve yönlendiren tek ve hâkim unsur olmaktan çıkmasıdır. Ahlak, sanat ve felsefe gibi bir kül­

2 Çetin Özek, Türkiye’de Lâiklik, İstanbul Üniversitesi Yayını, İstanbul 1962, s. 1-4. 3 Çetin Özek, a.g.e., s. 2. 4 Hilmi Ziya Ülken, Atatürk ve Lâiklik, "Eğitim Hareketleri" Derg., C., 20, S., 229-230, (1974), s. 21; Hikmet Bay ur, Lâiklik, "Laikli k-1", İstanbul 1954, s. 18; Hüseyin Balıılıan, a.g.e., s. 53. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 7 tür unsuru olan din, kültür içindeki imtiyazlı yerini sanata bırakmıştır. Özellikle Atatürkçü düşünce sisteminde Lâikliğin kültürel boyutu çok Önemlidir, Çünkü İslam medeniyetinde bazı dinî düşüncelerle müzik, resim ve heykeltraşlık... gibi güzel sanatlar yeteri kadar gelişme İmkânı bulamamıştır.

Eğitimsel Tanımı: Genel eğitimin dinî niteliğinden sıyrılarak bilimsel nitelik kazanmasıdır. Lâik sistemde din eğitimi ve öğretimi vardır ve va­ tandaşların temel hak ve hürriyetleri arasında yer alır. Bu din eğitim ve öğretiminin verilmesi biçimini de her ülkenin özel şartları belirler. Ancak Lâik sistemde dinî eğitim ve öğretim yoktur ve genel eğitim ve öğretim de dinselleştirilemez. Genel eğitim ve öğretimin dinselleştirilmesi, Lâikliğe aykırıdır.

1.3. Lâikliğin Tarihî Gelişimi :

Lâikliğin tarihinde karşılaşılan ilk kavram "Tolerans"dır. Lâtince "To- lerare" fiilinden türetilmiştir. Bu fiil izin vermek, goz-yummak, çekmek veya hoş-görmek anlamlarına gelir. Buradan hareketle türetilen tolerans, yabancı veya başka türlü fikir veya davranışları hoş-görme demektir. To­ leransın doğuş kaynağı Yunan kültürüdür. Yunan politeizmi kültürel bir din olduğu için, oldukça toleranslıdır. Çünkü din topluma dışardan em­ poze edilmemiştir. Peygamberi, kutsal kitabı ve kilise organizasyonu yok­ tur. Diri ve devlet ayrılığı olmamasına rağmen tolerans vardır. Ancak to­ lerans hiç bir zaman din hürriyetinin yerini tutamaz. Çünkü tolerans yasal bir hak değil, devletin tanıdığı bir tavizdir. Oysa din hürriyeti yasal bir haktır. Gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik devlet düzeninde bulunur. 5 6

îşte Yunan ve Roma'daki tolerans, Hıristiyanlık tarafından ortadan kal­ dırıldı. Orta çağ boyunca koyu bir taassup (toleranssızlık) hüküm sürdü.

5 Hüseyin Batuhan, Batıda Tolerans Fikrinin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul i 959, s, 11-29, 74, 122-123. 6 Hüseyin Batuhan, a.g.c., s. 30, 211-212; Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, A.Ü.D.T.C.F. Yayını, 1980, s. 97-99, 125, 163-214; Nazım Poroy, Laiklik Hakkında Misalli Bir İnceleme, "Laiklik-I", İstanbul 1954, s. 42-43. 8 ERSOY TAŞDEMİRCt

Ancak rönesaııs, coğrafi keşifler, reformasyon ve hümanizm hareketleri sonucunda Hıristiyan taassubu yıkıldı. Bu hareketlerin etkisiyle Av­ rupa'nın hem maddî hem de manevî hayatında köklü değişiklikler mey­ dana geldi. Bu değişiklikler Fransız ihtilalini hazırladılar. Fransız ih­ tilalinin hazırlanmasında yeniçağın bilim, sanat ve teknik alanlarındaki gelişmeleri ve modem felsefe akımlan etkili oldular. Bilhassa, Fransız ih­ tilalinin temelinde bulunan "tabiî hukuk teorisi" ile "aydınlanma felsefesi" Lâiklik fikrinin gelişmesinde büyük bir rolü haizdir. 6

2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Teokratik Düzen 2.1. Osmanlı Teokratik Düzeninin Temelleri :

Osmanlı teokratik düzeninin kökleri İslamdan Önceye kadar gider. Çünkü İslamlıktan önceki Türk hâkimiyet telakkisi İlahî bîr temele da­ yanır. Karizmatik Türk hâkimiyet anlayışı, hakanlar soyunun insan üstü vasıflarla donanmasını gerektirmiştir. Bu da kendini, hakan soyunun İlahî kaynaktan gelmeleri şeklinde göstermiştir. Ayrıca hakanların halka hük­ metmeleri, hakanlara Tanrı tarafından verilen bir hak olarak görülmüştür. Meselâ, Orhun Anıtları Metinlerinde Bilge Kağan şöyle der: "Tanrı, atam İstemi ve Bu mi n Kağanı milletim üzerine kağan olarak oturttu." Yine Kurt Efsaneleri hakanlar soyunun İlahî kaynaklan geldiğini göstermektedir. 7

Osmanlı teokratik yönetiminin temelini teşkil eden diğer bir kaynak İs­ lam lık'dır, Bu kaynağın başında halifelik gelir. Halifelik daha başından itibaren siyasî bir mahiyet kazanmıştır. Çünkü, halifeler Peygamberin a mî liderlik vasfına değil, devlet adamlığı vasfına halef olmuşlardır. Ha­ lifelerin bu dünyevî nitelikleri, onları tipik bir sultan haline getirmiştir. Halifelerin din alanında yetersiz kalmaları şeyhülislamlık kuruntunun doğmasını zorunlu kılmıştır. Şeyhülislamlar, devletin İcraatını din adına denetlemişlerdir. 8

7 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 5, baskı, İstanbul, 1975, s. 4-98; Hüseyin Namık Orkuıı, Eski Türk Yazıtları, TDK yayım, Ankara 1987, s. 22-121; Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, A.Ü. DTCF yayını, Ankara 1975, s. I 1-47; Kafesoğhı İbrahim, Türk Millî Kültürü, 4, baskı, İstanbul 1986, s. 343-351. 8 İslam Ansiklopedisi, "Halil’e" maddesi; İslam Ansiklopedisi, "Şeyhülislam" maddesi; Mahmut Goloğlıı. Halifelik, Ankara 1973. ATATÜRKÇÜ DÜŞ ÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 9

OsmanlIlarda bu İslâmî kurumlara rağmen, şer'i hukukun (şeriat) ya­ nında örfi hukuk da gelişmiştir. Çünkü hayattaki her olayı, her davranışı dinî açıdan yorumlayan şer'î hukuk (şeriat), toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmıştır. Ancak hükümdar tarafından konan örfî ka­ nunun şeriate (İslâmî hukuk mevzuatına) aykırı olmaması ve toplumun yararına olması gerekir. Şer'î hukukun yanında örfî hukukun bu­ lunmasından dolayı Osmaıılı yönetimine yarı-teokrat bir yönetim diyenler de vardır, 9

Osmanlı İmparatorluğu’nda şer'î hukuk (şeriat), kamu hukuku ala­ nından çok, özel hukuk alanında etkili olmuştur. Osmanlı Padişahı şer'i hukuk (şeriat) vasıtasıyla, hâkimiyet hak ve yetkilerinin sınırlanmasını is­ temiyor, Buna paralel olarak dinî tesir devlet okullarından çok, vakıf okul­ larında kendini göstermiştir. Mesela, endeıun, medreseye nazaran daha az olarak dinî tesir altında kalmıştır. Medreseler, Osmanlı teokratik dü­ zeninin bir sembolü niteliğini gösterirler. Ayrıca,- ilk modernleşme ha­ reketlerinin devlet eliyle, devlet kurumlan alanında başlatılması da, şer'î hukukun (şeriat), devlet hayatından çok, toplum ve fert hayatında etkili ol­ duğunu göstermektedir. 10

2.2. Osmanlı Teokratik Düzeninin Lâiklik Açısından Tahlili :

Lâik bir devlette şu üç temel nitelik bulunur: —- Din ve Devlet Ayrılığı, — Din Hürriyeti, — Dİn Eşitliği.

Din ve Devlet Ayrılığı: Din ve devlet ayrılığının olabilmesi için, dinî kuruluşların devlet teşkilatı dışında bulunması gerekir. Din, devlet iş­

9 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adaın-III, Altıncı Basını, Ankara 1978, s. 172-173; Yusuf Ziya Özer, Cumhuriyette Hukuk İnkılâbı, "Bclleten-II", TDK yayını, Ankara 1938, s, 182-283; Halil İnal­ cık, Osmaıılı Hukukuna Giriş, "S.B.F. Dergisi", XIII, 2, (1958), s. 102-126, 10 Halil İnalcık, Osmanlı Padişahı, "S.B.F. Dergisi" XIII, 4, (1958), 68-79; Halil İnalcık, Os­ manlI Hukukuna Giriş "S.B.F. Dergisi", XIII, 2, (1958). s. 102-126; Halil İnalcık, OsmanlIlarda Veraset Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisi ile İlgisi, "S.B.F. Dergisi", XIV, I, (1959), s. 69-94. 10 ERSOY TAŞDEMİRCİ lerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Ayrıca, devlet dinî ilkelere dayanarak kanunlar da koymaz.

Her şeyden önce, teşkilat bakımından din ve devlet ayrılığı, İslam hukuk mevzuatına temelden aykırıdır. Çünkü, İslam dini devlet düzenini beraberinde getirmiştir. Diğer bir deyişle hazır bir devletin üzerine gel­ memiş, kendi ilkeleri üzerine dayalı bir devletin kurulmasını sağlamıştır. İşte bundan dolayı, OsmanlIlarda din ve devlet teşkilatı içiçedir. Din, dev­ let işlerine karıştığı gibi devlet de din işlerine karışmıştır. Ayrıca din adamları devlet memurudur. Din adamları fetvalarıyla devletin icraatını denetim altına alırken, devlet adamı da din adamına istediği gibi hük­ metmiştir. Şeyhülislam, fakih ve kadı Padişahın emrindedir. 11

Din Hürriyeti: Teokratik devlet düzeninde, dinî devlet sistemi ol­ masına rağmen din hürriyeti kısıtlıdır. Çünkü, dinin icaplarının yerine ge­ tirilmesinde vatandaş zorlanmaktadır. Aynı şeyi Osmanlı Devleti'nde de görmek mümkündür. Günah ile suç devamlı birbirine karıştırılmıştır. Günah olan aynı zamanda suç sayılmıştır. Yine, İslâmî açıdan küfür sa­ yılan bir davranış en büyük suç kabul edilmiştir. Mesela, oruç tut­ mayanların cezalandırıldıklarını, İslamdan çıkanların ölümle ce­ zalandırıldıklarını bilmekteyiz. Bu durumda İslamlık dönüşü olmayan bir yoldur. 11 12

Din hürriyeti bakımından aynı kısıtlılığın gayri müslimler için söz ko­ nusu olmadığını görmek mümkündür. Bunlar hangi cemaate mensup olur­ larsa olsunlar, din, dil gelenek ve görenekleri bakımından tamamen serbest hareket etmek hakkına sahiptirler.

Din Eşitliği; İslamlık, İmparatorluğun resmî dinidir. Diğer dinlere (se­ mavi dinlere) hoşgörülü davranmasına rağmen, onlara nazaran bir çok im­ tiyazlara sahiptir, Ayrıca devletin resmî dininin yanında, bir de resmî mez­ hebi vardır. Bundan dolayı îslamın diğer mezheplerine karşı olumsuz tavır takınılmıştır. Siyasî faktörlerin de İşe karışmasıyla durum daha çok ağırlaşmıştır. 13

11 İslam Ansiklopedisi, "Şeyhülislam'' maddesi; Halil İnalcık, Osmanlı Padişahı, s, 68-79. 12 Ekrem Öçyiğît, Diu ve Biz, Ankara 1968, s. 139-144. 13 Ekrem Üçyiğit, a.g.e.., s. 144. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ I I

2.3. Osınanlılar'da Lâikleşme Hareketleri:

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Lâikleşme, batılılaşma şeklinde baş­ lamıştır. Bu hareketler devlet eliyle devlet kurumlarmda başlatılmıştır. Modernleşme hareketlerinin devlet eliyle sürdürülmesi geleneği özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında da görülecektir.

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Lâikleşme hareketleri toplumun bütün hayatını kapsayacak şekilde yaygınlık kazanmadığı için, sadece eğitim ve hukuk alanlarında olmak üzere İki başlık altında Özetlenmesi uygun gö­ rülmüştür.

Eğitim Alanında Lâikleşme: İlk önce askeri eğitim alanında olmak üzere XVIII. yüzyıldan itibaren başlayan batılılaşma hareketleri, batı ör­ neğine uygun askerî okullar açılması şeklinde görülür. Açılan bu okullar, yüksek dereceli meslek okullarıydılar. Bu okullara öğrenci bulma güçlüğü, orta dereceli sivil okulların açılmasını gerekli kılmıştır. Fakat bu okullar açılırken, Osmanlınm geleneksel eğitim kurumlanma hiç do­ kunulmamıştır. Ayrıca, askerî okullar mümkün olduğu kadar dinî tesirin dışında tutulmaya çalışılırken, sivil okullar dinî tesirin dışında tu- tulamamıştır. Bu arada en iyi şekilde modernleştirdiğimiz kurumun, ordu olduğu anlaşılacaktır. 14

Hukuk Alanında Lâikleşme: Bilhassa Fransa'dan olmak üzere Av­ rupa'dan birçok kanun aktarıldı. Fakat bu kanunların şer'î hukukla (şe­ riatla) çelişen kısımları alınmadı. Çünkü birtarafdan batı ülkelerini mem­ nun etmek, diğer tarafdan da İslâmî hukuk mevzuatının (şeriatın) yürürlükte olduğunu göstermek zorunluluğu vardır. Bunun için bu dö­ nemde yapılan yenilikler yarım ve yararsız tedbirler olarak kalmışlar. 15

3. Atatürk Devrinde Lâiklik (Atatürkçü Düşünce Sisteminde Lâiklik)

Esas konumuz "Atatürk Devrinde Lâiklik"tir. Bu konuyu mümkün ol­

14 Haşan Ali Koçer, Türkiye'de Modern Eğilimin Doğuşu ve Gelişimi, M.E.B. Yayını, Ankara 1974, s. 22-124; Yahya Akyiiz, Türk Eğitim Tarihi, A.Ü.E.B.F. yayım, s. 105-195. 15 Ekrem Uçyîğit, a.g.e., s. 196; Şevket Süreyya Aydemir, a,g.e., s. 252. 12 ERSOY TAŞDEMİRCİ duğu kadar en iyi şekilde aydınlatabilmek için, önce genel olarak Lâiklik kavramının doğuşu ve tanımı, Lâikliğin tarihi, gelişimi, Osmanlı İm­ paratorluğunda Lâikliğin doğuşu ve gelişimi hakkında etraflı bir bilgi ve­ rildi. Atatürk devrinde Türkiye'de Lâikliği inceleyebilmek için de, önce Türk İnkılâbı hakkında özlü bir bilgi vermek gerekir. Çünkii, Atatürk dev­ rinde Lâikliği anlamak, Türk inkılâbının ne olduğunu anlamaya bağlıdır.

3.1. Türk İnkılâbının Tanımı ve Amaçları :

Türk İnkılâbını, bu inkılâbın gerçek yaratıcısı olan Atatürk'ün ken­ disinden öğrenmek yerinde bir davranış olacaktır. O, Türk inkılâbı hak­ kında şunları söylüyor:

"Türk İnkılâbı nedir? Bu İnkılâp, kelimenin ilk anda akla getirdiği ihtilâl mânasından başka, ondan daha geniş bir değişme ifade et­ mektedir". 16

Atatürk bu sözünde, Türk İnkılâbının ihtilâl ile karıştırılabileceğİni, oysa inkılâp ile ihtilâlin farklı şeyler olduğunu ifade etmeye ça­ lışmaktadır. Ona göre inkılâp, İhtilalden daha geniş bir anlam ta­ şımaktadır. İhtilal, inkılâp için ancak bir başlangıç veya inkılâbı başlatıcı bir etken olabilir. Oysa, inkılâp bir süreç veya bir evrim (tekamüledir. Acaba neyin evrimidir? Bu sorunun cevabını da Atatürk’den alalım. Ona göre, "bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri ber­ taraf eden en mütekâmil tarz olmuştur". 17 O halde evrim geçiren şey, Türk devletinin şekli olmuştur. Atatürk'e göre, devletimizin bugünkü şekli yüzyıllar süren bir evrimin sonucudur. Türk devletinin evrim ge­ çirerek aldığı en son şekil, bugüne kadar tarih sahnesine çıkmış Türk dev­ let şekillerinin en olgunu ve en yetkinidir.

Bir evrim konusu olan Türk devlet şeklinin ne gibi temel niteliklere sahip olduğunu incelerken de yine Atatürk'e başvurmakta yarar vardır. Çünkü, Türk devlet şeklinin temel nitelikleri, Türk İnkılâbının amacının

16 Enver Ziya Kural, Atatürk'ten Düşünceler, İş Bankası Yayını, Ankara 1969, s. 41. 17 Enver Ziya Kanıl, a.g.e., s. 41. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 13 tesbitinde, bize hareket noktası olacaktır. Atatürk'ün düşündüğü modern devletin birinci niteliği, millet realitesine dayanmasıdır. Yani millî bir dev­ let olmasıdır. Modern devletin dayandığı milletin özelliğini İse şöyle açık­ lıyor: "Milletin varlığını devam ettirmesi için, efradı arasında düşündüğü müşterek bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dinî ve mezhebi bağ yerine Türk milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır". 18

Atatürk'e göre, yeni Türk devletinin vatandaşları birbirlerine dinî ve mezhebî bağ yerine, Türk milliyeti bağ ile bağlanmış olacaklar. Artık, yeni Türk devleti, vatandaşları bir ümmetten ibaret olan teokratik bir dev­ let değil, aynı milletin bireylerinden meydana gelen millî bir devlettir,

Türk inkılâbının bir ürünü olan yeni Türk devletinin diğer bir temel ni­ teliği, bu devletin medenî (uygar) olmasıdır. Sadece, devletin şekli değil, devletin ait olduğu millet de medenî olacaktır. Diğer bir deyişle, Türk İnkılâbının temel amacı, Türk toplum ve devletini medenileştir inektir. Atatürk, bu konuyla İlgili fikrini şöyle açıklamaktadır:

"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını, tamamen asrı ve bütün mânâ ve eşkâliyle medenî bir heyet-i içtimaiye haline isal etmektir". 19

Buradaki medenileşme, uygarlaşma anlamında ele alınmıştır, Çağdaş bilim, teknik, felsefe, sanat ve bilimsel zihniyeti almak demektir. Ata­ türk'ün en çok işlediği konulardan biri olan medenileşme, onda değişik bi­ çimlerde İfadesini bulmaktadır. Örneğin, "Türk kültürünü çağdaş me­ deniyet seviyesinin üstüne çıkartmak", "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" gibi sözleri bunlardan en bilinenleridir.

Ona göre çağdaş medeniyeti almak, bir varlık meselesidir. Türkiye'nin varlık sebebi, çağdaş bilim ve tekniği almasıdır. Çünkü, bilim ve tekniğe yabancı kalanlar, çağdaş bilim ve tekniğin bir ürünü olan çağdaş me-

18 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 41. 19 Enver Ziya Karat a.g.c,, s. 41. 14 ERSOY TAŞDEMİRCİ den iy et İn karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Yani hayat sahnesinden silinmektedirler.

Türk İnkılâbının diğer bir amacı olan demokratik devlet düzeninin ku­ rulması, bir evrim' sonucu gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, Türk İnkılâbının amaçlarından biri de, demokratik yeni bir Türk devleti kur­ maktır. Atatürk, konuyla ilgili olarak şöyle diyor: "Tezahür eden millî mü­ cadele, harici istilâya karşı vatanın kurtuluşunu yegâne hedef saydığı halde, bu millî mücadelenin muvaffakiyete erdikçe safha, safha bugünkü devre kadar millî hâkimiyet idaresinin bütün esaslarını ve şekillerini ta­ hakkuk ettirmesi tarihin tabiî ve önüne geçilmez icaplarmdandır". 20

Türk İnkılâbının temel amaçlarından sayılan demokratlaşma me­ selesini Atatürk, II. Meşrutiyet ile Türk İnkılâbını karşılaştırırken daha açık olarak ifade etmektedir. Ona göre, "10 Temmuz İnkılâbı bir hü- kümdar-ı müstebitle millet arasında en nihayet kayıt ve şurût ile mu­ vazene arayan bir zihniyeti istihsale mâtuf idi. Halbuki bizim inkılâbımız, usul-ü meşrutiyeti dahi hürriyet ve istiklâl-i millet için kafi görmez ve bilâ kaydü şart hâkimiyeti milletin uhdesinde tutan esaslı bir umdeye istinat eder." 21

Türk İnkılâbı hakkında yapılan açıklamalara dayanarak şöyle bir hü­ kümde bulunmak mümkündür: Türk milletinin ve devletinin asırlardan beri geçirmiş olduğu bir evrim sonucunda ortaya çıkan yeni millet ve dev­ let anlayışı, Türk İnkılâbının bir ifadesidir,

Türk İnkılâbının tanımı ve amacı ile İlgili açıklamalara, Atatürk'ün CHP'nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde toplanan İkinci Büyük Kongresinde, inkılâbın genel bir değerlendirmesini de yaptığı konuşmasıyla son vermek istiyoruz. O, Türk İnkılâbının amcını şöyle açıklıyordu:

"Efendiler, bu vaziyet karşısında tek karar vardı. O da hâkimiyet-i mil- liyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek.

20 Enver Ziytı Karat ıı.g.e., s. 42, 21 Enver Ziya Karni, a.g.e., s. 43. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 15

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da Ana­ dolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar bu karar, olmuştur." 22

3.2. Türk İnkılâbının Fikrî Temelleri:

Birçok aydınlarımız, Atatürk hareketini, Osmanlı ıslahatçılığının bir devamı olarak görürler Diğer bîr grup aydınlarımız ise, Atatürk ha­ reketinin, Osmanlı ıslahatçılığıyla hiçbir münasebeti olmadığını savunur, Atatürk hareketinin, Osmanlı ıslahatçılığıyla münasebetini belirlemek ba­ kımından, bu iki görüşü bir değerlendirmeye tabi tutmak yerinde bir dav­ ranış olacaktır.

Herşeyden önce, "bu hareketin (Atatürk Hareketi) Önceki dönemlerin olaylarım izlediği, Önceki dönemin tarihine bağlandığı inkâr edilemez. Fakat, Atatürk'ün düşüncesi ile Osmanlı ıslahatçılarının düşüncesi ara­ sındaki farkın, öz farkı olduğu da ancak körü körüne yan tutanlarca red­ dedilebilir. Bu fark bir derece farkı değil, bir nitelik ve bir ruh farkıdır," 23 Fakat, hiçbir tarihî dönem kendinden önceki ve sonraki dönemlerden tecrit edilerek açıklanamaz. Çünkü, hali hazır, bir yanıyla geçmişe bağlıyken, diğer bîr yanıyla da geleceğe yöneliktir. Diğer bir deyişle, tarihî dönemler birbirinin, İçinde doğar ve gelişirler. Bununla beraber kendine özgü ori­ jinalliğini de bünyesinde taşırlar. Bilhassa ikinci görüşü değerlendirmek bakımından şunu itiraf etmek lâzımdır: XVIII. yüzyıldan Cumhuriyete kadar yapılan yenilikler, Osmanlı toplumunun fikir yapısını azım­ sanmayacak ölçüde değiştirmiştir. Bu fikir yapısı değişirken padişah kanı döküldüğü nasıl unutulur? Sonra, Atatürk'ün, o devamlı tenkit et­ tiğimiz Osmanlı ıslahatçılarının batı Örneğine göre kurdukları Harp Oku­ lundan, diğer bir deyişle onların kurduğu ordu teşkilatı içinden yetiştiğini unutmak mümkün mü? Yine, Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Ziya Gö- kalp'ı anlamadan, Atatürk'ü doğru olarak anlamak mümkün müdür? Bu du­ rumda, Atatürk hareketinde, Osmanlı ıslahatçılığının etkileri vardır. Fakat, Atatürk hareketi hiçbir zaman bir ıslahatçılık değildir, Çünkü, Atatürk hiç-

22 Kemal Atatürk, Nutuk-I, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayım. Maarif Basımevi, İstanbul 1960. s. 13-15. 23 Suat Sinanoğlt!, Türk Hümanizmi, T.T.K. Yayını, Ankara-1980, s. 44. 16 BRSOY TAŞDEMİRCt bir zaman bozuk olanı (amir etmeğe kalkmamıştır. İmparatorluktan kalan kurumlan kökünden kaldırmıştır. Atatürk bu yanıyla, XX. yüzyılın tipik radikali stl erindendir.

Atatürk hareketinde etkili olduğu söylenen olaylardan biri de 1917 Rus İhtilali'dir. Bu görüşte olanlar, bu iki olayın aynı tarihlerde ortaya çık­ malarına dayanarak, aralarında bir etkileşme olabileceğini iddia ederler. Örneğin, Şevket Süreyya Aydemir, "Tek Adam"m üçüncü ciltinde Atatürk hareketinin bir sosyalist ihtilal havasında başladığını, ancak Fransız İh­ tilali doğrultusunda geliştiğini iddia eder. Şevket Süreyya Aydemir, Türk Kurtuluş Savaşı'nın emperyalizme başkaldırı şeklinde ortaya çıktığına ve emperyalist batı ülkelerine karşı verildiğine dayanarak, böyle bir ben­ zetmede bulunsa gerek. Yine, 1920'de kumlan ilk Türk Hükümetini ilk önce Sovyetlerin tanıması da, Türk Kurtuluş Savaşı'nın emperyalist batı ülkelerine karşı başlatılmış olmasıyla açıklanabilir. Ayrıca, o dönemde Sovyetlerin, Türk Hükümetine yakınlık göstermesi, kendi içindeki birliğin bozulmuş olmasıyla da açıklanabilir. Nitekim, Ermenileri Doğu Ana­ dolu'dan kolaylıkla çıkarmamızda Sovyetlerin içindeki birliğin bozulmuş olmasının rolü büyüktür. Fakat, şunu da belirtmek gerekir ki; o da, her iki hareketin de batı emperyalizmine karşı olmalarıdır. Ancak her iki ha­ reketin batı emperyalizmine karşı tutumlarındaki benzerlik hiçbir zaman bu iki hareketin birbirini etkilediğini göstermez. Yani, batı emperyalizmine karşı tutumlarındaki benzerlikten dolayı, Bolşevik İhtilalinin Türk İnkılâbını etkilediğini iddia etmek oldukça zordur. "Atatürk'ün siyasal ve sosyal kurumlanıl Lâikleştir!İmesi için gösterdiği çaba, kötü niyet ya da bilgisizlik yüzünden, Marksizmin öğretisel ateizmi ile ka­ rıştırılmamalıdır." 24

Aslında, Atatürk hareketinde en çok etkili olan 1789 Büyük Fransız İh­ tilalidir. Bu ihtilal sadece Atatürk'ü değil, Tanzimat ve Meşrutiyet dö­ nemlerinde Osmanlı aydınlarının çoğunu etkilemiştir. Bilhassa, Fransız Lâikliği Atatürk Lâikliğinde oldukça etkilidir. Fakat, ileride de üzerinde durulacağı gibi Atatürk Lâikliği, Fransız Lâikliğinin bir taklidi değil, Tür­ kiye'nin tarihsel, siyasal, sosyal ve kültürel şartlarına göre şekillenmiş bir orijinal Lâikliktir.

24 Suat Sinanoğlıı, a.g.e., s. 42. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 17

Meseleye bir de felsefî açıdan baktığımızda, Atatürk'ün klasik Fransız pozitivizminden oldukça etkilendiğini gömlekteyiz. Çünkü, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözünü en çok kullananlar pozitivistlerdir. Ata­ türk'ün bilim ve tekniğe olan tutumu, pozitivistlerin bilim ve tekniğe olan tutumlarına çok benziyor. Fakat, Atatürk'ün fikirlerini veya konuşmalarını tahlil ettiğimizde, onun rationalist ve realist eğilimler de gösterdiğini gör­ mek mümkündür. Pozitivizm, rationalizm ve realizm Atatürk'te yeni bir senteze tabi tutulmuşlar,

Türk İnkılâbının fikri temelleri bakımından üzerinde durulacak diğer bir felsefî akım Pragmatizm'dİr. Birçok düşünür veya yazar Atatürk'ün Pragmatist olduğunu İddia eder. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki; o da, Atatürk'ün Pragmatist olmadığıdır. Çünkü, Atatürk hiçbir zaman kısa vadeli, tedbirleri, uzun vadeli ve kalıcı tedbirlere karşı tercih et­ memiştir. O, her hareketinde radikaldir. Atatürk'te ancak metodolojik Pragmatizmden söz edilebilir. Böyle bir hükümde bulunmanın nedeni, ya­ pacağı inkılâpların yerini ve zamanını çok iyi tesbit etmesidir. Yani, za­ manın icaplarına çok iyi dikkat etmiştir. Atatürk'ün bu metedolojİk ma­ hareti onun felsefî anlamda Pragmatist olması için yeterli değildir.

3.3. Atatürk (Türk) Lâikliği:

Atatürk'ün önderliğinde Türkiye'de gerçekleştirilen Lâik düzene aynı zamanda "Türk Lâikliği" de denmektedir. Türk kamuoyunda üzerinde en çok durulan ve en çok tartışılan, fakat en az anlaşılan Atatürk Lâikliğidir. Yine, bugün herkes "Lâikliğin", Türk İnkılâbının temelinde olduğunu bi­ liyor. Fakat, nedir bu Lâiklik? Bu soruya, tatmin edici, daha doğrusu Türk Lâikliği bakımından tatmin edici bir cevabı bulmak oldukça zordur. Çünkü, Türkiye'de yapılan "Lâiklik" tanımlarının ekseriyeti, Türk Lâikliğine uygun düşmemektedir. Onun için, meseleye doğrudan doğruya Türkiye'deki Lâikliğin tanımıyla değil, "Niçin Lâiklik?" sorusuyla baş­ lamanın daha uygun olacağı düşünülmektedir. "Niçin Lâiklik?" sorusuna üç ayrı cevap mümkündür. Şimdi bu cevapların incelenmesine ge­ çilecektir.

— Millileşmek için Lâiklik. 18 ERSOY TAŞDEMİRCİ

— Medenileşmek (Uygarlaşmak) için Lâiklik. — Demokratlaşmak için Lâiklik.

3.3.1.Millileşmek ve Lâiklik :

İmparatorluklar heterogen toplum tipleridir, Bilhassa enternational din­ lere mensup toplumlarda milliyet fikrinden bahsedilmez. Osmanlı Devleti de teokratik bir imparatorluk olduğuna göre, aynı heterogenlik ve koz- mopolitik onun için de söz konusudur. Zaten, "Çin emperyalizmi kar­ şısında Orhun Anıtlarında çok belirgin bir hâl alan Türk milliyetçiliği İslam dünyasında yoğunluğunu büyük ölçüde kaybetmiştir. 25 Orhun Anıt­ larında Türklerin illerine (yurtlarına), törelerine (millî değerlerine) ve ka­ ğanlarına bağlı olmaları isteniyordu. Kağan, devleti temsil ettiği için ka­ ğana bağlılık aynı zamanda devlete bağlılığı ifade etmektedir. İşin ilginç yanı daha M. 8. yüzyılda siyasî mahiyette milliyetçiliğin varlığıdır. Oysa, batıda siyasî mahiyette milliyetçilik hareketlerinin başlangıcı millî dillerin gelişmesine bağlanmaktadır. Millî diller hareketi, millî devletlerin te­ şekkülü ile sonuçlandı. Fakat, milliyetçiliğin bir ideoloji olarak ortaya atıl­ ması 1789 Fransız İhtilali ile oldu.

1789 Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu fikirler bütün Avrupa'yı et­ kilediği gibi, Osmanlı İmparatorluğunu da etkiledi. Fransız İhtilalinin ge­ tirmiş olduğu milliyetçilik fikrinin etkisiyle Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altındaki azınlıklar millî bilinçlerine eriştiler. Böylece, azın­ lıklar yavaş yavaş İmparatorluktan ayrılarak bağımsız birer devlet haline geldiler. Devletin esas sahibi olan Türkler, milliyetçi görüşlere İlk önce İlgi göstermediler, Hatta, Tanzimat döneminde Jön Türkler, milliyetçilik akımına karşı olarak, "Osmanlıcılık” fikrini savundular. Fakat, Os­ manlıcılığın İmparatorluğu kurtaramayacağını gören Jön-Türkler, bu defa da "İslamcılık" fikrini savunmaya başladılar. İslamcılığın da tutmadığını görünce, Türk milliyetçiliği görüşüne sarıldılar.

IT. Meşrutiyet döneminde Türk aydınları arasında yayılmaya başlayan

25 Ekrem Üçyiğit, a.g.c., s. 139. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 19 milliyetçiliğin önemini kavramak için, Türk milletinin İslam medeniyetine girdikten sonra ne gibi değişmelere uğradığına bakmakta yarar vardır. Ko­ nuyla ilgili olarak Fuat Köprülü şöyle diyor: "Daha İslamiyetten önce ya­ zıları ve yazılı edebiyatları olan Türklerin Müslüman olduktan sonra, yeni dinin tesiriyle mazilerini unutmaları çok dikkate değer bir hadisedir. Yeni dinin yarattığı taassup havası bilhassa bu gibi medenî ananelerin başlıca saklayıcısı olabilecek yüksek sınıf üzerinde o kadar müessir olmuştur kİ, bundan dolayı paganizm yadigârı olan her şey hemen yok edilmiş, eski kıymetler yerine yeni kıymetler konmuştur. Yalnız halk kütlesi eski kıy­ metlerini saklamıştır ki aradan uzun asırlar sonra bile Müslümanlık boyası altında o eski paganizm bakiyelerini bulmak daima mümkündür. Türk- lerdeki yüksek sınıfın, yeni bir yabancı medeniyetle temas eder etmez, derhal onun cazibesine kapılarak millî kıymetlerini küçümsemesi ve geç­ mişi ile alâkasını kesmesi kültür tarihimizde daima tesadüf edilen marazi bir olaydır." 26

B öylece, İslam dünyasında toplumların birbirlerine yakınlığını veya uzaklığını ırk, dil, kültür gibi sosyolojik değerlerden çok, din ve mezhep farklılığı ve ortaklığı tayin etmiştir. Örneğin, İran ve Osmanlı toplumları Müslüman olmalarına rağmen, mezhep farklılığı, bu İki toplumun daima birbirini yabancı olarak görmelerine neden olmuştur. Oysa, Arnavut, Boş­ nak ve Pomak gibi Balkanlarda Müslümanlaşmış gruplar Osmanlılara daha yakındı. Hatta bunlardan bir çoğunun aynı dili konuşan Hıristiyan soydaşlarının hâkimiyetini kabul etmeyerek Türkiye'ye göç ettikleri bir gerçektir. Bu konu ile ilgili olarak B. Lewis şöyle demektedir: "Hıristiyan Arap tan söz edilebilir, fakat Hıristiyan Türk düşünülemez ve kelimenin tam anlamıyla tezat teşkil eder. Hatta otuz yıllık Hâile Cumhuriyetten sonra dahi Türkiye'de bîr gayri müslim için Türk vatandaşı denebilir, fakat asla Türk denemez." 27

Fakat, Osmanlı İmparatorluğunda Müslümanlığın yanında İslamcılık da vardır. Oysa, modern Türkiye Cumhuriyetinde İslamcılık yok, Müs­ lümanlık vardır. "Bunun için de büyük Türk devriminin önümüze açtığı aydınlık yolda yürüyerek eski Osmanlılığı yaşamış olduğu İslamcı kül-

26 W. Bartlıold, M. Fuat Köprülü, İslam Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1940, s. 225-226. 27 Ekrem Üçyiğit, a.g.e., s. 144. 20 ERSOY TAŞDEMİRCİ türünden bugünkü Türklüğün yaşamakta olduğu Türkçü kültürüne geçmek yolunu tutmak gerekir." 28 Görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti, millet bi­ lincine yeni varmakta olan bir toplumun hayatına sokulmuştur. Yani, mil­ lileşme hareketi ile Lâikleşme hareketi bir ar ada yürütülmektedir, "Ama batıda Lâiklik, millî devlet teşekkül ettikten sonra ortaya çıkmıştır. Oysa bizde Lâiklik millî devleti kurmak için ön şart olarak görülmüştür. 29 Biz imparatorluktan millî devlete geçerken aynı zamanda Lâik düzene de ge­ çiyoruz. Oysa, Avrupa'da Lâiklik ortaya çıkarken millî devletler ku­ rulmuştular, Bu durumda millî devlete geçerken zorunlu olarak Lâik dü­ zene de geçilmiştir.

Lâiklik, millî devlete geçerken gerekli olduğu gibi, milletin sosyal ya­ pısının sağlamlığını ifade eden millî birliğin kurulması ve devam et­ tirilmesi için de gereklidir. Hele, Anadolu gibi çok çeşitli din ve mez­ heplere sahne olmuş bir bölgede yaşayan bir millet için Lâik düzen daha çok gereklidir. Türkiye'de millî birliği sağlamanın yolu Lâik düzenden geçer. Bunun için "din konusunda türlü zihniyet ve tutumlara rağmen bizi uzlaştıracak ve Türk olmanın şuurunda birleştirecek değer, vicdan hür­ riyeti ve bunun siyasî hayatta en berrak ve en kesin ifadesi olan Lâikliktir. Vicdan hürriyetinin toplumun vicdanında yerleşmesi Lâik eğitimin millet ölçüsünde başarıya ulaşmasıyla mümkündür." 30

Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Millî devleti ayakta tut­ manın en kolay yolu, millî birliği sağlamaktır. Millî birliği sağlamak için de Lâik düzeni korumak şarttır.

3.3.2.Mcdenileşmek ve Lâiklik :

Türk inkılâbının temel amaçlarından biri de, Türk milletini çağdaş me­ deniyete ortak etmektir. Diğer bir deyişle, İslam medeniyetinden çıkarmak ve batı medeniyetine sokmaktır. Diğer bîr deyişle Türk milletini İslam me­ deniyetinin bağlayıcı dar kalıplarından kurtarıp, çağdaş batı me-

28 N. Halil Özliirk, Laikleşmek, "Laiklik-!" İstanbul 1954, s. 9-10. 29 Enver Ziya Kaıal, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Sempozyumu, "Bir Soru Münasebetiyle Konuşması", "Sempozyum Bildirileri", İstanbul 1977, s. 389, 30 Ekrem Üçyiğit, a.g.e.. s. 77. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 21 deniyetinin ortağı haline getirmektir, Çünkü, batı medeniyeti Lâik bir me­ deniyettir, Buna karşılık İslam medeniyeti adından da anlaşıldığı gibi dinî bir medeniyettir. Dinî medeniyetler doğmatik ve kapalı medeniyetlerdir. Bu durumu, Hıristiyan batı medeniyetinde gördüğümüz gibi, İslam doğu medeniyetinde de görmekteyiz. Oysa, çağdaş batı medeniyeti dinamik ve açık medeniyettir. Bu medeniyetin dayandığı temel ilkeler akıl, felsefe, bilim ve tekniktir. Böyle bir medeniyete geçmek, bazı ön şartların yerine getirilmesini gerektirir. Neler olabilir bu ön şartlar? İslam medeniyetinin getirmiş olduğu bağları çözmektir. İşte, bu bağları çözmenin yolu Lâiklikten geçer. Çünkü, batı medeniyetini diğer medeniyetlerden ayıran temel nitelik, batı medeniyetinin ruh hürriyetine dayanmasıdır. Bu hürriyet dinî medeniyetlerde yoktur. Ruh, dinin koymuş olduğu çerçevenin dışına çıkamaz. Dinin evrene bakış açısını aynen benimser, bu açıyı hiç bir zaman değiştirmez. Çünkü, değiştirmenin hem dinî, hem de dünyevî yap­ tırımları vardır.

Dinî medeniyetlerde tabiat olayları tabiat üstü ve tabiat dışı kuvvetlerle açı kİ anmaktadır. Oysa batı medeniyeti tabiat olaylarını, yine tabiatın için­ de kalarak ve tabiat olaylarına dayanarak açıklamaktadır. Bunu yaparken de düşünceye geniş hürriyet verilmektedir. Yani insanın ruhunun etrafını saran çemberin yıkılması sağlanmıştır. Ruh İstediği şekilde düşünme imkânına kavuşmuştur.

Medeniyet değiştirme İşine bu açıdan bakıldığında, Atatürk İnkılâbının genel karakterinin, toplumun radikal değişmelere uğratılması için, bu değişmelere uygun ortamı önce insan kafasında oluşturmak ol­ duğunu anlamakta gecikmiyoruz. İşte, Atatürk'ün çağdaş medeniyet se­ viyesinin üstüne çıkılması şeklindeki direktifinin gerçekleşmesi için, sa­ dece maddî değişikliklerin yeterli olmadığı, maddî değişiklikleri toplum ve fert hayatında bilinçle kullanabilmek için, yani taklitten kurtulabilmek için, düşünce yapısının da değişmesi gerekir. Çünkü, "zihin yapısına iliş­ meden hiçbir toplumda hiçbir önemli yenilik beklenemez. Atatürk bu ha­ kikati biliyordu. Onun için devrimin insan aklına güvenen yeni bir toplum yaratmayı amaçladığını kesinlikle ileri sürebiliriz." 31

31 Suat Siıımıoğhı, Tiirk Hümanizmi, S., Vll. 22 ERSOY TAŞDEMİRCİ

Dinî medeniyetlerin doğmatik yanı üzerinde durduktan sonra, biraz da kapalı yanları üzerinde durulacaktır. Ortaçağ medeniyetlerinin hepsi ka­ palıdır. Bu medeniyetler kendi değerleri İle yetinmeye çalışan birer kapalı kültür Çevreleri durumundadırlar. Diğer bir deyişle, bu medeniyetler ya­ ratmış oldukları kültür çevreleri içine kapanmışlardır. Bundan dolayı, bu medeniyetlerin başka medeniyetlerle medenî ilişkilerde bulunma imkânları oldukça sınırlıdır. Medeniyetler arasındaki ilişkiler, bu me­ deniyetler içinde yer alan toplumlar arasındaki ilişkileri ifade eder. Oysa, toplumların ilerlemelerinde rol oynayan en önemli faktör, toplumlar ara­ sındaki medenî ilişkilerdir. W, Barthold, "İslam Medeniyeti Tarihi" adlı eserinde konu ile ilgili olarak şöyle diyor: "Bugün artık ispat edilmiş bir hakikat gibi söylemek mümkündür ki, terakkinin en büyük amili, kavimler arasındaki münasebetlerdir". 32 Bu durumda Lâiklik meselesi, toplumlar arasındaki münasebetleri engelleyen faktörlerin ortadan kaldırılması ola­ rak ortaya çıkar. Gerçekten de İslam medeniyeti içinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu, batı alemine karşı daima kapalı bir dış politika izlemiştir. Batıya açmış olduğu tek pencere savaştır. Savaşlarda üstün geldiği sü­ rece, batıda neler olup bitiyor, bunlara hiç kulak kabartmamıştır. Ne zaman yenilmeğe başladı ise o zaman batıya kulak vermek zorunda ol­ duğunu anladı. Fakat, o zaman iş işten çoktan geçmişti.

Acaba kavimler arasındaki münasebetler niçin önemlidirler? Çünkü "bir memleketin medenî seviyesi, oradaki medeniyeti oluşturan maddî, manevî unsurların çeşitliliği, bolluğu, zenginliği ve bu unsurlar arasındaki bağlantdann organik sağlamlığı, düzen ve denge içinde işlemesiyle öl­ çülür. 33 Yani, bu çok sayıda unsur ne derece iyi bir senteze uğratılmış ise, medeniyet seviyesi de o derece yüksek olur. Bu konuyla ilgili olarak Ata­ türk şöyle diyor:

"Gözlerimizi kapayıp mücerret yaşadığımızı farzedemeyiz. Mem­ leketimizi bir çember içine alıp cihan İle alâkasız yaşayamayız. Bilakis müterakki, mütemeddin bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde ya­ şayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. îlim ve fen nerede ise ora-

32 Ekrem Üçyiğit, a.g.e., s. 26. 33 Ekrem Üçyiğit, a.g.e., s. 27. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 23

dan alacağız. Ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur." 34

Oysa, Osmanlı împaratorluğu'nda her davranışın gelip dayandığı ve bağlandığı bir dayanak vardı. O da İslâmî hukuk mevzuatı (şeriat) idi. Matbaa, bu hukuk mevzuatının (şeriatın) engellemesi yüzünden ancak 277 yıl sonra alınabildi. İşte, Atatürk bilim ve fen İçin hiçbir bağlayıcı faktör kabul etmiyor. "Batılılaşma tarihimizin son safhası olan Atatürk dev- rimleri ile Türkiye dünyada ve tarihte yer alan medeniyetlerin hepsine bir­ den kapılarını açmış bulunmaktadır. Buna imkân veren Lâik düzenin uy­ gulanması ile Türk milleti tarihinde idrak ettiği en üstün ve en zengin senteze doğru yol almaktadır." 35

Böylece, Atatürk'ün uyguladığı Lâikleşme hareketi sonucunda Türkiye Cumhuriyeti, dünyada ve medeniyet tarihinde yer alan bütün toplumlar, medeniyetler ve kültürlerle tam ve rahat ilişkiler kurma imkânı elde et­ miştir.

Lâikliğin, çağdaş medeniyete açılmak için zorunlu olduğu görüldü. Çünkü ''bizim gibi az gelişmiş memleketler için gelişmenin sadece mil­ lete refah getirecek bir sonuçtan ibaret olmadığı ve doğruca bir ölüm dirim yarışında bulunduğumuzu ortaya koymaktadır." 36

3.3.3. Demokratlaşmak ve Lâiklik :

Lâiklik liberal demokrasinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Çünkü, "devletin otoritesinin sınırlandırılması fikrinin gelişmesinde, siyasî kudretin dinî kudretten ayrılması etkili bir unsur olmuştur." 37 Oysa teokratik devlet düzeninde, devlet din aracılığı ile fertlerin özel hayatlarına gereğinden fazla müdahale etme hakkma sahipti. Buna karşılık din ve devlet ayrılığı beraberinde birçok hak ve hürriyetleri de getirmiştir. Bunun için Lâiklik, demokratik düzene geçerken gerçekleştirilmesi gereken ön şartlardan biridir.

34 Enver Ziya Karni, Atatürk’ten Düşünceler, s. 78. 35 Ekrem Üçyiğit, a.g.e., s. 29. 36 Ekrem Üçyiğit, a.g.e., s. 67. 37 Çetin Özek, a.g.e., s. 2. 24 ERSOY TAŞDEMÎRCİ

Atatürk, daha Anadolu'ya geçmeden önce İstanbul’da iken amacının millet hâkimiyetine dayalı yeni bir millî Türk devleti kurmak olduğunu her vesileyle açıklamaktadır. Bu konuya Tiirk İnkılâbının amaçlarını in­ celerken değinmiştik? Millet hâkimiyetine dayalı yeni Türk devleti, te­ okratik devlet düzenine sahip Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazları için­ den çıkarılıyordu. Teokratik yönetimde hâkimiyetin kaynağı İlahî kudret iken, cumhuriyet yönetiminde hâkimiyetin kaynağı millettir. "İşte sal­ tanatın kaldırılması ile başlayan Lâiklik hareketleri iktidarın kaynağı olan Tanrı mefhumu yerine millet realitesini koymuştur. Lâiklik bu bakımdan memleketimizde, sıkı surette millet olgusunun teşekkülüne bağlıdır,"38

5 Eylül 3 920 tarihli Nisâbı Müzakere Kanununun 7, maddesi, "Büyük Millet Meclisi, Hilafet ve Saltanatın vatan ve milletin istihlas ve is­ tiklâlinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar şeraiti âtiye dairesinde müstemirren inikat eder"39, diyerek millet hâkimiyeti esasına göre kurulan Ankara Hükümetinin ümmete dayanan ve Tanrıdan başka üstün otorite ta­ nımayan dinî ve siyasî iktidar olan Hilafet ve Saltanatı kurtarmayı amaç edindiğini ortaya koymaktadır. Fakat bu makamların millet hakimiyetine dayanan bir hükümet tarafından kurtarılmak istenmesi, sultanî otoritenin îslamî hukuk mevzuatına (şeriata) aykırı olarak millet otoritesinin kudreti altına girmiş olduğunu göstermektedir.

Ayrıca,demokrasinin temel prensiplerinden olan hürriyet ve eşitlik ancak Lâik bir düzen içinde bir anlam ifade eder. Bu prensiplerden "hür­ riyetin, her şeyden çok insanın yaratıcı tarafına destek olduğu dü­ şünülürse medeniyet ve özellikle batı medeniyeti içindeki hayatî değeri büsbütün belirir. Hürriyet dinî ve ladinî her çeşit doğmanın baskısından kurtulmaktır." 40 Bu durumda din hürriyeti demokrasinin temel İl­ kelerinden olan hürriyetin içinde erimektedir, Böylece dinde hürriyet ve eşitlik, insanın temel hak ve hürriyetleri arasında yer almıştır. Demokratik yönetimi benimseme, zorunlu olarak beraberinde Lâikliği de getirmektedir. Bundan dolayı Türkiye'de Lâiklik ve millileşme birarada gelişmeğe baş­ ladığı gibi, demokratlaşma ve lâiklik de bir arada gelişmeğe başlamıştır.

38 Çetin Özek, a.g.c., s. 17. 39 Çetin Özek, a.g.c., s, 20. 40 Ekrem Üçyiğit, a.g.c,, s. 84. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 25

3.3.4.Atatürk Lâikliğinin, Lâik Bir Devlette Bulunan Evrensel Üç Nitelik Açısından Değerlendirilmesi :

Her yönüyle Lâik olan bir devlette şu üç evrensel nitelik bulunur :

— Din ve Devlet Ayrılığı — Din Hürriyeti, — Din Eşitliği.

Bu üç niteliğin bir arada bulunduğu Lâik devletin tipik örneğini Fransa vermektedir. Lâikliğin en radikal biçimi burada uygulanmaktadır.

Şimdi yapılacak iş, Atatürk Lâikliğinin bu üç evrensel niteliği ne öl­ çüde sentezleştirebildiğidİr. îşte, bu sentez biçimi Türk Lâikliğinin orijinal yanını oluşturacaktır.

Din ve Devlet Ayrılığı: Lâiklik, hukukî açıdan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanır. En çok bilinen tanım da budur.

Tam anlamıyla din ve devlet ayrılığını Fransız Lâikliğinde görmek mümkündür. 1905 yılında çıkarılan din ve devlet ayrılığını belirleyen kanun, tek taraflı bir ayrılıktan değil, iki taraflı ayrılıktan söz eder. Din ve devlet ayrılığı, bu iki kurumun birbirinin işlerine karışmamasını ilke ola­ rak benimser. Din, devlet işlerine karışmadığı gibi, devlet de din işlerine karışmaz. Devlet ve din birbirlerine karşı bağımsızdır.

Lâik bir devlet düzeninde, "devlet bir dine inanmak veya inanmamak hususunu tamamıyle hususî bir problem sayar. Devlet fertlerin sadece maddî yönleriyle ilgilenir ve onların uhrevî alandaki mutlak serbestİlerini kabul eder. Kendisi devlet olarak hiçbir din taşımaz ve bu dine ait ayinlere karışmaz. Devlet, dinî esaslara istinat eden kanunlar yapamayacağı gibi bunların iç İşlerine, ibadet, ahkâm ve erkânına da hiç bir şekilde ka- rışmaz. It 41

41 Çelin Özek, a.g.e,, s, 2, 26 ERSOY TAŞDEMİRCt

Genel olarak batı ülkelerinde, özellikle Fransa'da devletin din İşlerine karşı bu tutumu, liberal demokrasiden ve Hıristiyan dininin mahiyetinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir deyişle o ülkenin sosyal, siyasal ve kültürel şartlarına göre şekillenir. Her şeyden önce Hıristiyanlıkta din ve devlet adamı vasfı hiç bir zaman aynı kişide birleşmedi. Kilise organizasyonu devlet teşkilatının dışında ayrı olarak doğup ve gelişti. Bu durumda batı aleminde devamlı olarak bir fizikî ayrılık her zaman var olmuştur. Böyle bir sistemde din teşkilatının fizikî olarak devletten ayrılmasından çok, dinin devlet yönetimindeki baskısına veya yönlendirici müdahelelerine son vermekten bahsedilebilir. Mükemmel bir şekilde teşkilatlanmış olan Hı­ ristiyanlık, Avrupa toplumlarının "iradî birlikler" tipi sosyal yapısı ile de desteklenince, devletin yakasını kolaylıkla bırakmıştır. Ayrıca, Av­ rupa'nın liberal demokrasisi, "demek tipi" örgütlere uygun bir mahiyete sa­ hiptir. Bunun için Hıristiyan kilisesine ait dinî cemiyetler, toplum içinde serbestçe faaliyet göstermektedirler. Böyle bir sosyal ortam, rönesanstan bu yana doğup gelişen Lâik düşünce yapısı ile de desteklenince, din ve devlet ayrılığı hiç bir sapmaya uğramadan kolaylıkla gerçekleştirilmiştir.

Lâiklik her ne kadar din ve devlet İşlerinin birbirinden ayrılması demek ise de Lâikliğin korunması için devlet, din işlerine müdahele etmek zo­ rundadır. Çünkü devlet farklı inançtaki kimselerin birbirlerinin inançlarına saldırmalarını önlemekle görevlidir. Bİr de dinin devletin lâik nizamını bozucu faaliyetlerine karşı olarak din işlerine karışmak zorundadır. Yani devletin Lâik yapısını değiştirmeye yönelik dinî davranışlara fırsat ver­ memek amacıyla, devlet ister İstemez din işlerine karışmaktadır. İşte genel olarak batı ülkelerinde devlet din işlerine ancak bu ölçüde ka­ rışmaktadır.

Lâik bir devlet düzeninde din ve devlet ilişkilerine değindikten sonra, şimdi de Atatürk Lâikliğinde din ve devlet ilişkilerinin nasıl dü­ zenlendiğine bakmakta yarar vardır. Lâikliğin bil' ülkenin tarihî, sosyal, si­ yasal ve kültürel yapısına uygun bir şekil kazandığı daha önce be­ lirtilmişti. O halde, Atatürk Lâikliğinin şekillenmesinde Türk toplumunuıı tarihî sosyal, siyasal ve kültürel yapısı etkili olmuştur. Türkiye'nin veya Türk toplumunuıı özel şartlarını dikkate almayan birçok aydınlarımız, Türk Lâikliğindeki din ve devlet ilişkilerinin batı toplumlarındakİ din ve ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 27

devlet ilişkilerine uymadığını görerek, Türkiye’de Lâikliğin bir türlü ger­ çekleşmediğini iddia etmektedirler. Örneğin, Şevket Süreyya Aydemir konu ile ilgili olarak şöyle konuşmaktadır: "Lâiklik, yeni devletin bugün de gerçekleştirilmemiş ilkelerinden biri olarak kaldı. Çünkü, devletin ya­ pışma tam Lâik bir karakter hiçbir zaman verilmedi. Dinî hizmetler ve dinî eğitim, daima devlet vazifesi olarak, fakat her zaman sömürülmeye hazır bir durumda kaldı." 42 Çünkü, 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun hü­ kümlerine göre:

"Madde 1 - Türkiye Cumhuriyetinde muamelat-1 nassa dair olan ahkâmın teşriî ve İnfazı, Türkiye Büyük Millet Meclis İle onun teşkil et­ tiği hükümete ait olup, dinî mubin-İ İslâmın bundan maada, itikadat ve iba- data dair bütün ahkâm ve mesalihinin tedviri ve müessesat-ı dinîyeııin ida­ resi için Cumhuriyetin makarrında bir Diyanet İşleri Reisliği makamı tesis edilmiştir.

Madde 2 - Şeri'yye ve Evkaf Vekâleti mülgadır." 43

Bu kanun, Türkiye Cumhuriyetinde, toplüm ve devlete ait işlerle ilgili yasal hükümlerin konulması ve yürütülmesi görevini Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi ile onun teşkil ettiği Hükümete vermiş, İslam dininin inançları ve ibadetlerine dair bütün hüküm ve işlerinin yürütülmesi ve dinî ku­ ruluşların idaresi görevini ise Diyanet İşleri Başkanlığına vermiştir. Yine bu kanun Şeriye ve Evkaf Vekâletini kaldırdı. Fakat buna bağlı olan ku­ ruluşları iki kola ayırdı. Şeriye işleri, Diyanet İşleri Reisliğine, Evkaf İş­ leri Vakıflar Umum Müdürlüğüne bağlandılar. Her iki kuruluş da Baş­ vekâlete bağlandı. Böylece din İşleri ile ilgili kurumlar yine devlet teşkilatı İçinde kaldılar. Ayrıca, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhİd-İ Tedrisat Kanunu din eğitimi işini devlete yükledi. Kanunun 4. maddesinde şöyle denmektedir.

"Maarif Vekâleti, yüksek dinîyat mütehassısları yetiştirmek üzere Da­ rülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı

42 Şevket Süreyya Aydemir, a.g.c,, s. 159. 43 Arslan Nail Pay, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1973, s. 5, 28 ERSOY TAŞDEMİRCÎ dinîyenin ifası vazifesi ile mükellef memurların yetiştirilmesi için de ayrı mektepler kiişat edecektir." 44

Acaba, Türkiye'de din ile İlgili kurumlar niçin devlet teşkilatı içinde yer aldılar? Bunun çeşitli nedenleri vardır. Birincisi İslam dininin kendi mahiyetidir. Çünkü, İslam dininin kumcusu olan Hazreti Muhammed hem dinin yayıcısı, hem de İslam Devletinin kumcusudur. Yani din hazır bir devlete gelmedi, yeni bir devletin kurulmasını sağladı. Ayrıca, İslam dini kurumsal bir din değildir. Devletten ayrı bir dinî teşkilatı da yoktur. Dev­ letin dışında ayrı bir teşkilatın kurulmasına gerek görmediği gibi, dîn adamlığı statüsünü de ayrı bir meslek olarak görmüyor. Böylece, din adamları sınıfının teşekkülüne imkân vermiyor. Din alanında yetişmiş bir kişi cemaatın başına geçerek din adamı görevini yapabilmektedir. Böyle bir mahiyete sahip bir din, devamlı olarak devletin desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Bİr Türk-islam kurumu olan vakıf sistemi, halkın eğitimini yük­ lenmiştir. Selçuklularda olduğu gibi, OsmanlIlarda da eğitim kurulularının kurulmasını ve yaşamalarını sağlamak vakıfların bir görevidir. 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı Kanunla, Şerİye ve Evkaf Vekâletinin kal­ dırılmasını ve Vakıflar Umum Müdürlüğünün kurulmasını hükme bağ­ landığını daha önce de belirtmiştik. Ayrıca, vakıflar tarafından des­ teklenen medreseler, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Kanunla Maarif Vekâletine bağlandılar. Böylece, din eğitimi veren kurumlar vakıf des­ teğinden yoksun kalırlar. 430 sayılı Kanun medreselerin kaldırılmasını açık olarak hükme bağlamamıştır. Ancak, 4. maddesinde İlahiyat Fa­ kültesinin ve İmam-Hatip Okullarının kurulmasını hükme bağlamakla, medreseleri fonksiyonsuz bırakmıştır. İlahiyat Fakültesi ve Îmam-Hatip Okulları açılır ve medreseler de kapatılır. Artık, d İn eğitimi veren okullar devlet okulları durumuna gelmişlerdir.

Türkiye'de dinî kuruluşların devlet teşkilatı içinde yer almalarının ikinci nedeni, Türkiye'nin sosyal, siyasal, kültürel ve tarihî şartlarının dev­ letten bağımsız dinî kuruluşların kurulmasına uygun olmamasıdır. Böyle

44 Milli Eğilim İle İlgili Kannıılar-I. Ankara 1953, s. 648. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 29

kuruluşların devlet içinde devlet gibi hareket etmesi ihtimalinin bu­ lunmasıdır, Oysa, Türk yönetim biçimi, liberal demokrasilerin aksine, mer­ kezden yönetim biçimidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla merkezden yönetim biçimi daha çok pekiştirilmiştir, O dönemde Türkiye'nin şartları yerinden yönetime ve "İradî dernek" tipi cemiyetlerin kurulmasına uygun değildir, Bu sadece dinî cemiyetler için değil, her türlü cemiyet için söz konusudur. İşte bundan dolayı, Türk hukuk sisteminde dinî cemiyetlerin kurulması ya­ saktır. İşte bunun İçin de din hizmetleri devlet tarafından yürütülmek zo­ runda kalıyor.

Bu durumda Türk Lâikliğinde din ve devlet ayrılığı çok özel bir anlam taşımaktadır. O da şudur: Din, devlet yönetiminde etkili değildir. Dinî esaslara dayalı hukuk hükümleri konulamaz. Dinin siyasî bir kudreti yok­ tur. Din, devletten elini çekmiştir. Fakat devlet dine yön vermektedir, Çift taraflı bir din ve devlet ayrılığı değil, tek taraflı bir din ve devlet ayrılığı vardır.

Türk Lâikliğinde devletin dine miidahele etmesinin önemli bir nedeni de Türkiye'de daha Osmanlılar döneminden bu yana, yeniliklerin yü­ rütülmesi işini devletin yüklenmiş olmasıdır. Bu yeniliklerin başında çağ­ daş medeniyete geçiş gelir. Cumhuriyet devrinde de Türk İnkılâbı aynı şekilde devlet tarafından yürütülmektedir. Bunun en önemli nedeni ise, toplumun düşünce yapısının henüz bu değişiklikleri kolaylıkla be­ nimseme seviyesinde olmamasıdır. Dinî cemiyetler ellerine fırsat ge­ çirdikleri anda kendi aslî görevlerini bırakıp, devletin düzeniyle uğ­ raşmaya başlarlar. Bunun en iyi örneğini, Doğu isyanında tekke ve zaviyeler vermiştir.

Buraya kadar yapılan açıklamaları şöyle özetleyebiliriz: Lâikliğe ay­ kırı davranışları kolaylıkla denetim altına alma ihtiyacı devletin dine mü- dahele etmesini gerekli kılmıştır. Bu mevcut sistemi de muhafaza etmek lâzımdır. Çünkü Türkiye'nin bugünkü şartları da Diyanet İşleri Baş­ kanlığı teşkilatını devlet teşkilatı dışına çıkarmaya henüz uygun değildir.

Din Hürriyeti: Gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik düzende bu­ lunur, Bunun önşartı, din ile devletin ayrılığıdır. Diğer bir deyişle, yurt- 30 ERSOY TAŞDEMÎRCİ taşlıkla dindaştık statülerinin birbirinden ayrılmasıdır, Devletin her hangi bir resmi dini olmaz, bütün dinler ve mezhepler karşısında ayın tutumu ta­ kınır ise, dîn hürriyeti kolaylıkla sağlanabilir. Bunun en İyi örneğini, Fran­ sa'da görmek mümkündür. Çünkü, din ve devlet ayrılığı, hem devlete hem de dinî cemiyetlere serbest hareket etme hakkını vermiştir. Her vatandaş mensup olduğu dinin cemiyetine girmekte hürdür.

Ayrıca, din hürriyeti temel hak ve hürriyetler arasında yer almaktadır. Temel hak ve hürriyetlerin korunmasını ve kullanılmasını sağlamak İçin gereken tedbirleri devlet almakla görevlidir. Çünkü din hürriyeti, vicdan hürriyetinin içinde yer almaktadır. Bu din hürriyeti, hem inanç hem de iba­ det hürriyetlerini kapsar. Fakat vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hür­ riyetlerini de kapsayacak şekilde geniş bir anlam taşımaktadır. îşte bun­ dan dolayı, gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik devlet düzeninde bulunur. Gerçek anlamda Lâiklik İse, ancak demokratik bir yönetimde bu­ lunur. Bu açıdan bakıldığında "Lâiklik sadece devletin din ve vicdan hür­ riyetine karışmaması değil, bu hürriyete karışan kişilere de taviz ver­ memesi ve buna engel olması demektir." 45

Meseleyi, Atatürk Lâikliği açısından ele aldığımızda daha farklı du­ rumla karşılaşmaktayız. Din kuruluşlarının devlet teşkilatı içinde yer al­ ması ve din eğitiminin devletin görevi olması, din hürriyeti ile devleti iliş- kilendirmiştir, Türkiye'de devletin bunun böyle olmasını istemesinin en önemli nedeni, din hürriyetinin dozunun devlet tarafından ayarlanması ge­ reğinin bulunması ve din hürriyetinin kötüye kullanılmasının ön­ lenmesidir. Ancak, bu hürriyetin dozunu ayarlama, devletin otoritesini kul­ lanan hükümetlere göre farklılıklar göstermektedir. Cumhuriyet döneminde bu tip olaylara sık sık rastlanmaktadır.

Ayrıca, din eğitiminin devletin görevi olması, bu görevin yerine ge­ tirilmesi için gerekli tedbirlerin yine devlet tarafından alınmasını şart koşar. Bilhassa, Türkiye gibi dinî cemiyetlerin yasaklandığı ülkelerde, bu cemiyetlerden kalan boşluğun devlet tarafından doldurulması tabiî kar­ şılanmalıdır. Bunun için "Türkiye'de Lâik düzen içinde bir Müslümana iti-

45 Hıl'zı Vcldcl Velidedcoğlu, Devirden Devire-III, Ankara 1976. s. 140. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 31 kad ve ibadet hürriyetlerinin hepsi verilmiş, bu haklar kanunların ve Ana­ yasanın garantisi altına alınmıştır." 46

Türkiye’de Lâiklikle, medreselerden yetişen ulema sınıfının bir meslek zümresi oluşturmasını önlemek esas amaçlardan sayılır. Çünkü, Osmanlı yönetiminde ulema sınıfının oldukça etkili olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bilhassa İmparatorluğun batılılaşma döneminde yeniliklere karşı (yenilikler aleyhinde) bir tutum takınılmıştır. Yeniliklerin ge­ tirilmesine büyük engeller çıkarmışlardır. İşte, Atatürk ve İnönü dö­ nemlerinde din eğitimine getirilen düzenleme, tekrar böyle bir ulema sı­ nıfının oluşması endişesinden kaynaklanmaktadır.

Türk Ceza Kanunu dinî cemiyetleri kuranları cezalandırmakla beraber, din hürriyetini de korumaktadır. Aynı zamanda Türk Lâikliğinde din hür­ riyeti, temel hürriyet kavramının bir bölümü olarak kabul edilmektedir. Bu, demokratik yönetimin bir gereğidir. Temel hak ve hürriyetler yerine getirilirse, aynı zamanda din hürriyeti de gerçekleşmiş olur. Ancak, din hürriyetine karşı işlenmiş suçlar hem ferdî haklara karşı işlenmiş, hem de kamu düzenine karşı işlenmiş suçlar olarak kabul edilmektedir. Bu suçlara verilen cezalar, daima Lâik düzeni koruyucu amaca yö­ nelmişlerdir. Dîn hürriyetini kötüye kullananların bu davranışları, dev­ letin Lâik düzenini ihlal etmiş olarak değerlendirilir. Böylece, Lâik düzene karşı işlenmiş suçlar, siyasî suç olarak kabul edilmiştir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türk Lâikliğinde din hürriyeti sadece inanç ve ibadet alanlarına münhasırdır. Yani sadece inanç ve ibadet hür­ riyeti verilmiştir. Bu alanlarda hiçbir sınırlama yoktur. Buna karşılık, Lâik düzenin korunmasında oldukça titiz davranılmaktadır.

Din Eşitliği: Din ve devletin birbirinden ayrılması, dinî eşitlik için şarttır. Devletin resmî dininin olmaması ve ülkede var olan bütün dinlere aynı gözle bakması, dinde eşitlik için şarttır.

Osmanlı İmparatorluğunun resmî dini İslamlık ve hatta İslamlığın Ha­

46 Ekrem Üçyîğit, a.g.e., s. 152. 32 ERSOY TAŞ DEMİRCİ nefi Mezhebidir. 1924 Anayasası da Türkiye Cumhuriyetinin resmî dini olarak İslamlığı kabul etmiştir. Bu, Lâiklik için daima bir engeldi. Ni­ hayet, 1928 yılında "devletin resmî dini İslamlıktır" şeklindeki hüküm Anayasadan çıkarıldı. Böylece, Lâiklikte dinî eşitlik için gerekli olan zemin hazırlanmış oldu.

Türk Lâikliğinde dinde eşitlik meselesini düşündüğümüzde, iki prob­ lem ile karşı karşıya gelmekteyiz. Birincisi, Türk vatandaşlarının ara­ sında farklı dinlere mensup olanların bulunmasıdır. Bugün Türkiye'de her üç semavî dine mensup olan vatandaşlar vardır. Bunlar Musevî, Hıristiyan ve Müslümanlardır. Bunlardan Müslümanîar, yaklaşık olarak nüfusun % 99'unu oluşturmaktadırlar. Çoğunluğun dini İslamlık olmasına rağmen, musevîler ve hırİstiyanlar da dinî inanç ve ibadetlerinde tamamen ser­ besttirler. Devlet din farklılıklarına göre işlem yapmaz. Ancak, İslam dini devletin resmî dini olmamasına rağmen, devlet nazarında bazı im­ tiyazlarını korumaktadır. Dinî bayramların (İslamlıkla ilgili dinî bay­ ramlar) devletçe resmî tatil olarak kabul edilmesi bunlardan biridir. Yine, radyo ve televizyon gibi devletin yayın organlarından sadece İslamlık fay­ dalanabil mektedir. Çünkü, İslamlık aynı zamanda Türklüğün de bir Öl­ çüsüdür. Bu hükmü sadece, İslamlığın Türklerin ortak dini olması ba­ kımından verebilmekteyiz. Bugün Türkiye'de İslâm olmayan Türk, soyut bir kavramdan öteye gidemez.

Türk Lâikliğinde dinî eşitliğin İkinci problemi, İslam dininin çeşitli mezheplerine mensup vatandaşların olmasıdır. Devlet İslam dinine ait tu­ tumunu, mümkün olduğu ölçüde mezhepler üstü bir seviyede ayarlamaya çalışmaktadır. Vatandaşlarına mezheplerine göre işlem yapmaz. Bu, milli birlik ve beraberliğin önşartıdır,

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

1- Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Kültür Koleji Yayını, İstanbul 1994. 2- Nimet Arsan, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri-I, İkinci Baskı, İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara 1961. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 33

3- Nevzat Ayaz, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitimi, Maarif Vekaleti Yayını, Ankara 1948. 4- Kemal Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, ikinci Baskı, A.Ü.D.T.C.F. Yayını, Ankara 1980. 5_ , Çağdaş Eğitim Akımları, A.Ü.D.T.C.F. Yayını, An­ kara, 1976. 6------; Ingiltere, İsveç, Fransa İle Federal Almanya'da Okul Reformları ve Okul Kuruluş Sistemlerinde Demokratlaşma Te­ mayülleri, M.E.B. Yayını, İstanbul, 1970. 7- Şevket Süreyya Ey demir, Tek Adam-III, Altıncı Baskı, İstanbul 1978. 8- W. Barthold, - M, Fuat Köprülü, İslam Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1940. 9- İlhan Başgöz, - E. Howard Wilson, Türkiye Cumhuriyetinde Eği­ tim ve Atatürk, Ankara 1968. 10- Hüseyin Batuhan, Laiklik ve Dinî Taassup, "Laiklik-I" İstanbul 1954. 1}---- ——__ Batıda Tolerans Fikrinin Doğuşu ve Gelişimi-I, İs­ tanbul 1959. 12- Hikmet Bayur, Laiklik, "Laiklik-I", İstanbul 1954. 13- Beyza Bilgin, Türkiye'de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, Ankara 1980. 14- Ziya Buısalıoğlu, Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış, A,Ü.E.F., Yayını, Ankara, 1971. 15- John Dewey, Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, Maarif Vekaleti yayını, İstanbul 1939. 16- Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul 1961. 17- Mahmut Goloğlu, Halifelik, Ankara 1973. 18- Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, Ankara 1972, 19- Halil İnalcık, Osmanlı Hukukuna Giriş, "S.B.F. Dergisi" XIII, 2 (1958) 20- Halil İnalcık, Osmanlı Padişahı, "S.B.F. Dergisi", XIII, 4, (1958) 21- Halil İnalcık, OsmanlIlarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisi İle İlgisi, "S.B.F. Dergisi", XIV, 1, (1959) 34 ERSOY TAŞDEMİRCİ

22- Enver Ziya Karal, Atatiirk'den Düşünceler, İş Bankası Yayını, Ankara 1969. 23------—Devrim ve Laiklik, "Laiklik-I", İstanbul 1954. 24_ — , Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsa! So­ runları Sempozyumunda Şerif Mardin Tarafından Sunulan Tebliğ ile İlgili Konuşması, "Sempozyum Tebliğleri" İstanbul 1977. 25------} OsmanlI Devleti'nin Kuruluşundan Tanzimata Kadar Siyasi Tarihi "Yeni Türkiye", İstanbul 1959. 26- Ali Kılıç, Kılıç Ali Hatıralarım Anlatıyor, İstanbul 1955. 27- Haşan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Ge­ lişmesi, M.E.B. Yayını, Ankara 1974. 28- Halil Baki Kunter, Türkiye Maarifinde Vakıflar, "Eğitim Ha­ reketleri", 1, 3, (1955). 29- Dr. Kiihne, Türkiye'de Mesleki ve Teknik Terbiyenin İnkişafına Dair Rapor, "Maarif Vekaleti Mecmuası", 12 Ağustos 1927. 30- Albert Malche, İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor, "Maarif Vekaleti Yayım, İstanbul 1939. 31 - Şerif Mardin, Laiklik İdeali ve Gerçeklik, "Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Sempozyumu Tebliğleri", İstanbul 1977. 32- Çetin Özek, Türkiye'de Laiklik, İstanbul Üniversitesi Yayını, İs­ tanbul 1962. 33------, Türkiye'de Gericilik Hareketleri ve Nurculuğun İçyüzü, İstanbul 1964. 34- Yusuf Ziya Özer, Cumhuriyette Hukuk İnkılâbı, "Belleten", II, T.T.K. Yayını, Ankara 1938. 35- Halil Nimetullah Öztürk, Lay iki eşmek, "Laiklik-I", İstanbul 1954. 36- Arslan Nail Pay, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 1973. 37- Nazım Poıoy, Laiklik Hakkında Misalli Bir İnceleme, "Laiklik- I", İstanbul 1954. 38- Suat Sinanoğlu, Laik Kelimesinin Etymonu ve Anlamları, "La- iklik-I, İstanbul 1954. 39_ ? Türk Hümanizmi, T.T.K. yayım, Ankara 1980. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE LÂİKLİĞİN YERİ VE ÖNEMİ 35

40- İhsan Sungu, Tevhidi Tedrisat, "Belleten", II, Y.Y.K, Yayını, An­ kara, 1938. 41- Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, A.Ü.D.T.C.F. Yayım, An­ kara 1975. 42------, Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Hü­ kümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Teşkilatı, A.Ü.D.T.C.F. Yayını, Ankara 1978. 43- Nimet Unan, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri-II, İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara 1959. 44- Faik Reşit Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, M.E.B. Yayını, Ankara 1964. 45- Ekrem Üçyiğit, Din ve Biz, Ankara 1968. 46- Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire-III, Ankara 1976. 47- M.E.B., Nutuk-I, T.D.K, Enstitüsü yayını, İstanbul 1960. 48- M.E.B., Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M.E. Ba­ kanlarının M.E. ile İlgili Söylev ve Demeçleri-I, T.D.T. Enstitüsü Ya­ yını, Ankara, 1946. 49- İslam Ansiklopedisi'nin Halife maddesi. 50- İslam Ansiklopedisi'nin Şeyhülislam maddesi.

İZMİR'DEN UŞAK'A YUNAN HAREKÂTI (1919 - 1922)

Doç, Dr. AHMET *ÖZGİRAY

30 Ekim 1918, Mondros Mütarekesi'yle birlikte Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve yıkılmıştı. Ümide gerçekten pek az yer vardı. Hemen hemen sekiz yıllık sürekli bir savaşla bitkinleşmiş, bir zamanların büyük Osmanlı İmparatorluğu yenilerek sırt üstü yere serilmiş, başkenti 13 Kasım 1918’de işgal edilmiş, I. Cihan Harbi’nde liderlik yapmış Talât, Enver ve Cemal Paşalar firarda i dİ. Ülke parçalanmış, yoksullaşmış, nü­ fusu azalmış ve maneviyatı kırılmıştı. Yenik ve şevki kırılmış Türk halkı1 galip devletlerin bütün isteklerini kabule hazır görünüyordu.

İtilaf donanmasının koruyuculuğu altında bir Yunan ordusu; 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkanca, Türkler'in için için yanmakta olan öfkesi artık söndürülemez bir alev haline gelmişti. Yabancı milletlerin yaşadığı uzak illerin elden çıkarılması sineye çekilebilirdi; hatta İstanbul'un işgaline bile katlanılabilirdi, çünkü işgalciler nihayet yenilmez Batı'nm muzaffer büyük devletleriydi ve askerleri er veya geç geldikleri yerlere döneceklerdi. Fakat komşu ve eski reayası bir ulusun yani Yunanistan'ın Türk Anadolu'nun kalbine çıkarılması katlanılamaz bir tehlike ve utanç İdi.

İzmir kentinde ve bölgesinde önemli bir Rum nüfusu vardı. Daha 1919 Şubat ayında Yunan Başbakanı E. Venİzelos, Paris'teki barış kon­ feransında resmen İyonya üzerinde hak talebinde bulunmuştu. * 12 *

İtalyanlar'ın da İzmir üzerinde, iptal edilen 1917 St. Jean de Maurienne

E.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 1 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, Ankara 1981. s. 22. 2 İyonya, Coğrafi açıdan müphem bir yerdir. Fakat Yıınanlılar'nı kastettikleri saha, Kıı- şadası'ndan, Aydın üzerinden Afyon'a giden giiney hatlı ile Ayvalık, Manisa, Uşak'tan Afyon'a uza­ nan hal arasında kalan sahadır. 40 AHMET ÖZGİRAY

Temmuz'da biîyiik bir cephe üzerinden Yunan saldırısı başladı. Bu cephe, İnönü'den Afyon dolaylarına kadar uzanıyordu. 25 Temmuz 1921 'de sona eren büyük Yunan saldırısı sonucunda yurtta büyük bir karamsarlık doğdu. Yunanlılar’m yeniden saldıracakları kesindi, TBMM kendi yet­ kilerini geçici olarak, 5 Ağustos'ta 10 *çıkardığı bir kanunla Mustafa Kemal Paşa'ya üç ay süre ile olağanüstü yetkiler verdi. O, bu süre içinde baş­ komutan olacak ve kararları aynen TBMM'nin koyduğu yasalar gücünü ta­ şıyacaktı.

Başkomutan ulusu fedakârlığa çağırdı. 7-8 Ağustos'ta yayımladığı "Tekâlif-İ Milliye Emirleri" (Ulusa! Yükümlülük Buyrukları) ile Baş­ komutan ulustan şunları istiyordu: Halkın ve tacirlerin ellerinde bulunan yiyecek ve giyecek maddelerinin yüzde kırkı, bedelleri sonradan ödenmek üzere orduya verilecekti. Öküz ve at arabalarının yüzde onu, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde yirmisi teslim edilecekti. Halkın elindeki bütün silâh ve cephaneler, üç gün İçinde yetkililere teslim edilecekti. Yurttaki bütün teknik araç ve gereçlerin de yüzde kırkma el konulmuştur. Yurttaki teknik elemanlar tümüyle ordu hizmetinde çalışacaktı. Her aile birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp orduya verilecekti. 11

Türk tarafı bu önlemleri alırken, Yunanlılar 14 Ağustos sabahı güçlü birliklerle ilerlemeye başladılar; onları oyalamaya çalışan Türk kuv­ vetlerini önlerine sürerek 23 Ağustos'ta Sakarya ırmağına eriştiler. Asıl savaş işte o gün başladı. 12

Sakarya ırmağı Anadolu'nun en büyük üç akarsuyundaıı birisidir. Kıv­ rım yaparak çıplak ovalardan geçip kuzeye doğm yönelir. Kayalıkları ve dar boğazları katederek denize dökülür, Bu ırmak Ankara ve Yunanlılar arasında son tabiî engeldi. Türk-Yunan Savaşı Anadolu’da başladığından beri ilk defa Türk ve Yunan askerî güçleri birbirlerine yakındılar. Yu­ nanlıların cephe boyunca 50.000, Ttirkler'in ise 44.000 askeri vardı, Ne var ki, bu defa Yunan istihbarat örgütü iyi bir şekilde gizli haberleri ala­ biliyordu.

10 Alptekin MiideiTİsoğlıı. Kurtuluş Savaşı'mu Mali Kaynakları, Ankara 1974, s. 484-5. ! I Alptekin Müdeırisoğlu, a.g.e., Ankanı 1974, s. 377. 12 Berllıc C. Gaıılis. Çankaya Akşamları, Tiirkçesi: Fiirıı/.an Tekil. İslaııbııl 1983. s. 132. İZMİR'DEN UŞAK’A YUNAN HAREKÂTI (1919-1922) 41

Yunan saldırı plânı, kendi Genelkurmayı tarafından onaylanmıştı. Yunan saldırısı Türkler'in hiç ummadıkları yerden yapılmasını Ön­ görüyordu. 10 Ağustos'ta saldırıya geçen Yunan ordusu, güney düz­ lüklerine yöneldi, sonra da aniden kuzeye döndü. Fakat plân hayali idi, çünkü keşifleri hatalıydı. Bu nedenle Yunan kuvvetleri kuzeyde fazla iler- leyemedi. Bu defa Ön cepheden saldırdılarsa da, Tiirkler beklenmedik bir kuvvet ile bu saldırıya karşı koydular. Savaş çok şiddetli bir şekilde yirmi iki gün gece ve giindiiz devam etti. Modern tarihin gerçekten mey­ dan savaşıydı. Mevziler ve tepeler her iki tarafın saldırılarıyla devamlı el değiştirdi. İlk on gün İçinde Yunanlılar Sakarya Nehri'nden doğuya doğru 11 mil toprak kazandılar. Savaş kuzeyden güneye değil, daha çok doğudan batıya uzanan saha içerisinde yoğunlaştı, Mustafa Kemal Paşa'nın ka­ rargâhı Alagöz'de idi. Cephelerde azalan askerlerin yerine azalmakta olan yedek kuvvetleri sürüyordu. Savaşın vahşiliği ölçüleri aştı, binlerce kişi öldü. Her İki tarafın tümenleri yok oldu veya tabur düzeyine İndi ve sonra da bölüklere kadar küçüldü. 13

Türk subayları inanılmaz bir hızla düşmana ön saflarda saldırıyordu. Nitekim, yedi tümenin komutanı yakın dövüşte şehit oldu. Yunan lojistik desteği kötü bir şekilde sekteye uğradı. Yemek olarak kuru mısır tanesi veriliyordu. Gün be-gün Ağustos ayının yakıcı sıcağında Yunanlılar inatla saldırıyordu. Tüıkler cansiperane bir şekilde mukavemet ediyorlardı. Her taraf İnsan ölüleriyle doluydu, İki ordu takatsiz kalıncaya kadar savaştılar. Kesintisiz üç hafta boğuşmadan sonra Yunanhlar'dan on sekiz bin kişi ölürken, Türkler'in zayiatı da bir o kadardı. İki ordu da hareketsiz bir şe­ kilde stres altında beklemeye başladılar.

Yunan ordusu stratejik bir tepeden geriye doğru yeis İçinde çekilmeye başladı. Bu an, Türk Başkomutanının beklediği bir fırsattı. Bİr içgüdüyle bütün ordusuyla Yunanhlar'ın üzerine saldırdı ve onların başlıca aşılmaz müdafaa yerlerini aşıp geçti. İkinci Yunan müdafaa İratlarındaki Yunan as­ kerleri yerlerini terke başladılar. Akabinde Yunan taburları domina taşları gibi düşüyordu. Bu haber İzmir'deki Yunan karargâhına ulaştığı zaman, karargâh subaylarının morali, acı sonu gördükleri için bozuldu. Prens And-

13 Howard M. Sachar, Thi’ Eıııergcnce of The Middle East, 1914-1924 Loııdon 1970, s. 424. 42 AHMET ÖZGİRAY rew, General Populas'ın öfkeli bir asil gibi çadırının bir köşesine çe­ kildiğini ve hiçbir kişi ile konuşmak istemediğini m ti şah ad e etti. Yunan kuvvetleri geri çekilirken uzun geri çekilme esnasında her Ttirk köyünü bitkin ve çılgın Yunan askerleri ateşe veriyordu. 14 15Esas harekât, saldırı hattı olan Afyon - Kar ah i sar - Eskişehir hattına, kendilerince belirlenmiş kıvrık ve tozlu bir yoldan, 12 Eylül'e kadar sürdü. Kral Konstantiıı ve İzmir'deki yüksek karargâhının Atina'ya dönmek ve İzmir'i boşaltmaktan başka çareleri yoktu. Bunlar Atina'da soğuk bir İstihfafla karşılandı. Hal­ buki Ankara'daki tepki tamamen farklıydı. Türkiye Büyük Millet Meclisi sevinç ve memnuniyetten deliye döndü. Mustafa Kemal Paşa'ya oy birliği ile Gazi şeref unvanı tevcih edildi. 13 Mebuslar dalgaların yön de­ ğiştirdiğini hissettiler. Anadolu, yani Türk kalbi emniyet altındaydı. Yu- nanlılar'ın Anadolu'dan tamamen kovulması anlık bir meseleydi.

Sakarya Savaşı'ndan sonra Türk ordusu eksiklerini gidermek için geniş çaplı bir hazırlığa girişti. TBMM'de: "Bu ordu, hantal Yunanlılar'a karşı saldırıya girişemez" tenkitleri yapılıyordu. Bunları, Mareşal Fevzi Çak­ mak verdiği cevaplarla susturmaya çalışıyordu. Diğer yandan da An­ kara'daki Sovyet diplomatı İ. Aralov ve Fransız diplomatik temsilcisi Albay Maugin Yunanlılar'a Kaldırılması için Türkler'i sürekli kış­ kırtıyordu. [6

Mustafa Kemal Paşa, bazı komutanların karşı çıkmalarına karşın, Temmuz sonlarında savaş sahasını gezdikten sonra, 26 Ağustos 1922'de tüm cephelerde genel saldırıya geçilmesi emrini verdi. Yalnız, II. Ordu Komutam General Yakup Şevki Paşa ve yüksek rütbeli bazı subaylar, lo­ jistik malzeme yetersizliğini öne sürerek genel saldırıya geçilmemesini öneriyorlardı. Askerî bir deha olan Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos 1922’de tüm cephelerde genel saldırıya geçme emrini verdi. 17 Yalnız, Türk saldırısının plânları Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve îsmet Pa- şalarca hazırlanmıştı. İngiliz istihbaratı, bu plânları önceden öğ­ renmişti. Bunu Yunanlılar'a neden bildirmedikleri sorusu hâlen çözülmüş değildir. 18

14 Hovvard M. Sachar, a.g.e., s. 425. 15 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt 11, Ankara 1987, s. 827, 16 PRO. FO. 371/7891/E9674, Ingiliz İstihbarat Raporu, 13.9.1922. 17 İ. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Ankara 1985, s. 141. 1 8 PRO, FO. 371/79Ö7/E I 1861. İngiliz Gizli istihbarat Raporu, 17.10.1922 İZMİR'DEN UŞAK'A YUNAN HAREKÂTI (1919-1922) 43

Ynnaıı süvari birliklerinin tüm savaş alanını kontrol edemediği bir sı­ rada, Ttirkler İtalyan yapımı Spad uçaklarını kullanarak Yunan ordularını gafil avlıyor, geri çekilmeye zorluyor ve Afyon Karahisar'ı ele ge­ çiriyordu. 26 ve 27 Ağustos günlerinde, iki gün içerisinde, Af- yonkarahisar'm güneyinde 50 km ve doğusunda 20-30 km uzunluktaki tak­ viyeli Yunan cepheleri düşürüldü. 19 Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetleri 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar yöresinde çevrildi. 30 Ağustos Başkomutanlık Harbi İlededüşmanana kuvvetleri yok edildi ve esir alın­ dı. Yunan ordusu Başkomutanlığını yapan General Trikopis de Uşak, Çal köyde esir alındı. Kesin sonuç beş günde alınmıştır.

31 Ağustos 1922 tarihinde Türk orduları İzmir'e doğru ilerlerken, diğer birlikleri de Yunanlılar'm Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyordu. 20 21

Türklerle dostluk ilişkileri kuran bir Yunan piyade birliği, Türkler'e karşı savaşmaktan vazgeçiyor, yüzlerce Yunan er ve subayı ordudan ka­ çarak Türk milis gücüne teslim oluyordu. Bu savaşa karşı Pire limanında gösteriler yapılıyordu. 2İ Yunanistan için durum o kadar bunalımlı bir ev­ reye gelmişti ki, Yunan devlet yöneticileri daha iyi şartlar sağlamak umu­ duyla 2 Eylül'de İngiliz yönetimine başvurarak, Yunan ordusunun Küçük Asya'yı boşaltabilmesi için bir ateşkes antlaşması sağlanmasını istiyordu. 22

Diğer yandan Türk fırkaları dağınık Yunan kuvvetlerine taarruza devam ediyordu. Türk kuvvetlerinin seri yürüyüşle Uşak'a vasıl olmaları, düşmanın Uşak'ta sivil halka karşı bir kötülük yapmasına meydan ve­ rilmemesi için çalışılıyordu.

Kolordu fırkalarının ve teşkil edilen mürettep süvari alayının ta­ arruzlarıyla Uşak akşam 19.30’da Türk süvarileri tarafından İstirdat edildi.

2 Eylül’de 14. Fırka, Uşak'm kuzeyine çekilmek İsteyen Yunan kuv-

19 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt II, Ankara 1982, s. 901, 20 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt II, Ankara 1987, s. 901. 21 PRO. FO. 371/7885/E8751, W. Bentick’ten Lord Curzon'a kapalı tel yazısı. 22 Şekilli S. Sonyel, Tiirk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika II, Ankara 1986, s. 266. 44 AHMET ÖZGİRAY vetlerie taarruz ederek telefat verdirip esir almıştır. Yunanlılar İzmir’e doğra kaçarken köyleri yakıyor, tahrip ediyordu.23

İzmir önünde son direnişte bulunarak kolorduların kalıntılarından ba­ zılarını kurtarmayı umut eden Yunan yönetimi, General Hacıanesti'yi baş­ komutanlıktan uzaklaştırarak yerine General Trikopis'i atama kararı aldı. Fakat bundan habersiz olan Trikopis, bu sıralarda Çal köyde Türklerce tut­ sak edilmişti. 24 Yunan ordularının başkomutanı, atandığını ancak M. Kemal Paşa'dan öğreniyordu. Öteki Yunan generallerinden Digenis de Türkler'in eline tutsak düştü, Bu generallerin Türkler'e esir edilmeleri, Yunan yönetimini büyük ölçüde etkiledi ve Atina'da bir ihtilâl havası es­ meye başladı.25

9 Eylül 1922’de Türkler İzmir’e vardı. Eylül ortalarına doğra tüm Ana­ dolu Yunanlılardan kurtuluyor; böylece Yunanlılar'ın Megali îdeası Misak-ı Milli'nin gücü önünde dize geliyordu. Bu büyük Türk zaferi Ana­ dolu'nun her yanında kutlanırken, bir zamanlar Rum toplumunun refah içinde Türklerle birlikte yaşadığı, fakat şimdi Yunan ordusunca yıkılan veya tamamen yakılan köylerin duman kokan yıkıntıları arasında geride bırakılmış yaşlı Rum kadınları ellerini göğe kaldırarak İngiliz Başbakanı Lioyd George'a: "Kako hrano na his Georgis" (Sana lanet olsun Loyd Corc) çığlıklarıyla lanetler yağdırıyorlardı. 26

Uşak bozgunundan sonra Fevzi Paşa'nın komutasındaki Türk as­ kerlerinin peşlerine düştüğü Yunanlılar'm nasıl kaçmaya koyulduklarım, sekiz günde 250 kilometre yol aldıklarına tarih şahit oldu. 27

Yunan Dışişleri Bakanı, 8 Eylül günü Atina'daki İngiliz, Fransız, İtal­ yan ve Amerikan elçiliklerine şu kısa çağrıda bulundu; "Anadolu li-

23 İzzettin Çalışlar, On Yıllık Savaşın Günlüğü, Balkan Birinci Dünya ve İstiklâl Savaşları, Hazırlayanlar: İsmet Görgülü, İzzettin Çalışlar, İst. İ997, s, 391. 24 2-3 Eylill'de Trikopis, Mustafa Kemal'in eline esir diişer. Asmı GLindiiz, Hatıralarını, Der­ leyen ve Yazan: İhsan Ilgar, (1921-1922), İst. 1973, s. 131. 25 Alexander An as tas i us Pallis, Yunanlıların Anadolu Macerası, (1915-1922), Türkçeye çe­ viren: Orhan Azizoğlıı, İst. 1995, s. 95. 26 Lord Kiııross, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Tiirkçeye çeviren: Necdet Sander, İst, 1981, s. 489. 27 Dielrich Gronoıı, Mustafa Kemal Atatürk ve Cıımhurİyel'in Doğuşu, Tiirkçesi: Giilderen K. Panıir, İst. 1984, s. 498. İZMİR’DEN UŞAK’A YUNAN HAREKÂTI (1919-1922) 45 manlarma acıklı bir durumda 500.000’den fazla göçmen geldi. Yunan Hü­ kümeti kendilerine gereken toprağı verebilir ama onun elinde gemi, gıda ve çadır yoktur, Yunan Hükümeti, İnsanî bakımdan yardım istiyordu".

Bu yarım milyonluk rakamda biraz mübalağa vardır. Şurası bir ger­ çektir ki, Anadolu’daki Rumlar kıyılara dökülmüşlerdi. Anadolu, Rum- lar'dan ebediyyen temizleniyordu. Rum unsuru kendiliğinden boşalmıştı, Anadolu Rumları da Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’ııu diriltmeye ya da bir "İyonya Devleti" kurma emellerine veda ediyorlardı. Boşalan bu kit­ lenin üçte bir kadarı yani 150.000'i Anadolu'nun yerlisi değildi. Bunlar Anadolu'da Yunan kolonizasyon politikası uyarınca, 1919'dan sonra bu­ ralara dışarıdan getirilip yerleştirilmişti. Güney Rusya’dan, Adalardan, Yunanistan'dan toplanıp getirilen bu kolonizatör göçmenler, şimdi gerisin geriye dönüyorlardı. Göçmenlerin 35,000 kadarı Osmanlı vatandaşı ol­ duklarını unutarak Yunan işgal orduları saflarında Türkler'e karşı fiilen savaşmış ve eziyet etmiş kimselerdi. 28 Bunlar da bazen kendiliklerinden ve bazen de Atinalı büyüklerinin telkinleriyle Anadolu'da oturabilme hak­ larını zaten yitirmişlerdi. Geriye kalanların bir kısmı da, daha bir iki ay önce Türkler’in Kuvay-ı Milliyesi'nden esinlenerek "îyonya Devleti" or­ dusu için gönüllü yazılmışlardı. 100.000 kişilik bir "Mikroasiya" Rumları ordusu kurmaya çalışıyorlardı. 29 Fakat umdukları devlet kuşunu bu­ lamadıklarını ve bulamaycaklarını anlayıp kıyılara dökülmüşlerdi. Göçen yığınlar arasında üç küsur yıllık Yunan işgali boyunca pek şımarmış ve Türk komşularına kan kusturmuş olanlar da çoktu.

Büyük Zafer'İn etkileri çabuk ve kesin olmuştu. Yunanistan'da ihtilâl patlak verdi. Anadolu macerasından sorumlu tutulan altı Yunan devlet adamı idam edildi, Yunan Prensi Andrew, bir İngiliz zırhlısıyla kaçtı. Bi­ zans imparatorluğu tahtına özenen Yunan Kralı Konstantiıı Atina'daki tah­ tından bile oldu. 30 Büyük Zafer Osmanlı İmparatorluğu'na son verdi, fakat Yeni Türkiye, küller ve yıkıntılar altından fışkırdı.

Türk orduları İzmir'e ulaştıktan sonra Bursa'ya yöneldi. Durumun ve-

28 David Wıılder, The Chanak Afl’air, London, 1971, s, 69-70. 29 Bilal N. Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e (1921-1922), İsi. 1972, s. 52. 30 PRO.FO, 371 "Turkey Annual Report, 1922, Hendcrson'dan Curzon’a, İstanbul, 7 Kasım 1923. 46 AHMET ÖZGÎRAY hametini gören Yunan yanlısı Gallİ Eloyd George'un Hükümeti, 15 Eylül'de Dominyonlardan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya'dan muh­ temel Türk saldırısına karşı İstanbul ve Çanakkale boğazlarının sa­ vunulması için yardım istedi. 16 Eylül'de İngiltere Hükümeti resmî bir teb­ liğ yayımlayarak endişelerini şu şekilde dile getirmiştir : "Kemalist orduların İstanbul ve Çanakkale'ye yönelmeleri ve Ankara Hükümeti'nin istekleri eğer kabul edilecek olursa, 1. Cihan Harbi'nin galibi olan İtilaf devletlerinin galebesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Asya’yı Avrupa'dan ayıran bu derin tuzlu Türk boğazları. Karadeniz'i Akdeniz'e bağlamakta ol­ duğu için, dünya, Avrupa ve İngiliz çıkarlarını ilk hedefte etkilemektedir. İngiltere Hükümeti bu küçük fakat mühim Türk Boğazları'nın savunulması için yardım istiyordu. Fransa, Türk Boğazları'nın savunulması fikrinde İn­ giltere ile aynı görüşte değildi. Boğazlar'da geliş-gidişin serbest olması İçin gereken herşeyin yapılmasını istiyordu. Fakat İngiltere'nin Türkler'e karşı bu politikasının sonucu bütün İslam ülkelerini etkileyeceği ka­ nısında idi.31

18 Eylül'de Fransa, askerî güçlerini Çanakkale ve etrafından çekme ka­ rarını verdi. İtalya, Fransa'nın davranışını uyguladı. Böylece İngilizler Türklerle karşı karşıya kaldılar. İngiltere, dominyonu olan Avustralya ve Yeni Zelanda, İngiltere'nin istekleri doğrultusunda asker göndermeyi ka­ rarlaştırdılar. Yugoslavya ve Romanya asker göndermeyi reddettiler. 19 Eylül'de Amerika Birleşik Devletleri Türk Boğazları'nda çıkarlarının far­ kında olduğu halde bir davranışta bulunmayı kabul etmedi.

Ford Curzon, 19 Eylül'de Paris’e gitti. Orada R. Poincare ve Count Sforza ile görüştü ve Doğu sorununun çözümü için konferans yapılmasını kararlaştırdılar. 32 Bu konferansa Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Romanya, Yugoslavya ve Türkiye'nin temsilci göndermeleri ka­ rarlaştırıldı. Rusya ve vassalların davet edilmemesi, yalnız Boğazlar me­ selesinin çözümü İçin İtilaf devletlerinin istediği doğrultuda hareket etmek kaydiyle Rusya konferansa çağrılacaktı. Türkiye 23 Eylül'de konferansa çağrıldı. 33 Trakya Meriç ırmağına kadar Türkiye'ye bırakılacaktı. Kon­

31 Harry Hoyvarcl, Tlıe Partition of Tıırkey, New York, 1966, s. 269. 32 Harry Howard, a.g.e., s. 270. 33 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt 11, Ankara 1987, s. 1000. İZMİR’DEN UŞAK1 A YÛNAN HAREKÂTI (1919-1922) 47 ferans Mudanya'da galip Kemalistler ile mağlup Yunanlılar arasında ateş­ kesi sağlamak için yapılacaktı.

Sonuç: Tiirkler ile AvrupalIlar 1356 yılında karşılaştıktan sonra ne Avrupalılaş ne de Tiirkler birbirlerini sevdi, AvrupalIlar koyu Hı­ ristiyanlık ile beyaz ırkın başat olduğu düşüncesi altında kendilerini üstün soy olarak kabul etmişlerdir ve hâlen lâikiz demelerine rağmen bu gö­ rüşlerini sürdürmektedirler.

Dav id Lloyd George, Galli koyu bir Hıristiyan ve Yunan hayranıydı. Pire ve Atina'da iç barışı sağlamaktan aciz olan Sırplaşmış Yunanlılar'a Anadolu'da toprak vermeye çalışmıştır. Bunun başarılmayacağım başta 1919 ortalarında Büyük Britanya Dışişleri Bakanı olan Lord Curzon ve bazı yüksek düzeyde memurlar görmüşlerdir. Fakat bürokrat oldukları için ve işten uzaklaşma korkularından Başvekillerine etkili olarak seslerini du- yuramamışlardır.

David Lloyd George, 1774'te başlayan "Doğu Sorunu"nu çözmeye ka­ rarlıydı. Tiirkler Önce Balkanlar'dan, sonra da Arap yarımadasından da atıldı. Anadolu'dan da atılmak üzere iken Türkler'in başına askerî ve siyasî bir deha olan Mustafa Kemal Paşa geçti.

9 Eylül'de Türkler Yunanlılar'ı İzmir'de denize döktüler ve Türk ordusu Boğazlar'a yöneldi. Burada da sonu belli olmayan kanlı savaşlar olacaktı. Fakat aklı başında İtilaf devletleri İşgal Orduları Başkomutanı olan zeki Tümgeneral Charles Harington bu çatışmayı gayretle önledi. Harington'a göre: "İstanbul Hükümeti'nin otoritesi İstanbul'da bile ge­ çerli değildi. Yunan ordu mensupları Konstaııtin ve Venİzeloscular diye ikiye bölünüp biri diğerine düşman gözü ile bakıyordu. Atina mali ba­ kımdan tamamen iflas etmişti.

Mustafa Kemal Paşa ise Batılı devletlerden ümidini keserek Doğu'da yanmakta olan küçük bir ışığa yöneldi ve 16 Mart 1921 'de Moskova Ant­ laşmasını imzaladı. Eğer Türkler Boğazlar'da tekrar sıkıştırılacak olursa, kendilerini Moskova'nın kucağına bu defa hiç kalkmamak üzere ata­ 48 AHMET ÖZGİRAY bilirlerdi." TümgeııeraFin görüşleri hak kazandı. Çünkü, zaten müttefikleri olan Fransa ve İtalya başta olmak üzere destek istediği devletlerden bir ikisi hariç Lloyd George umduğunu bulamadı. Böylece, sonunun nereye gideceği belli olmayan Tiirk Boğazları'ndaki kanlı savaş bu ileri görüşlü başkomutan ve onu destekleyen aklı başında kişiler tarafından önlendi.

Türkiye Misak-ı Millî ile iyi bir konumda yeni rejimini kurarak her sa­ hada gelişme yolunda biraz yavaş ve aksaklıklar olsa da yoluna devam et­ meye başladı. Türk Kurtuluş Savaşı yokluk ve çok zor koşullar altında başarılmıştır. Tarihte eşi yoktur.

Türkler'e bu vatanı kazandıran, başta Mustafa Kemal Paşa ve silâh ar­ kadaşları olmak üzere bütün şehit ve gazilerin emeği çok büyük olmuştur. Onlara şükran borçluyuz. İkinci, üçüncü Cumhuriyet yoktur, yalnız birinci Cumhuriyet vardır.

İnsanlar geçmişlerini çok çabuk unuturlar. Şu noktayı akıldan çı­ karmamak gerekir. Yunan askerî güçleri çekilirken çok ciddi çılgınlıklar yaptılar. Eskişehir, Uşak, Kütahya, Manisa, Aydın ve civarı ile Bornova yakınlarındaki Yaka köyünü bile yaktılar. Ayrıca bir çok köy ve kasabayı ateşe verdiler. Bursa İse, İtilâf kuvvetleri yöneticileri İzmir yangınından ders aldıkları için Bursa'nm Yunanlılarca yakılmasına mani oldular. İşte bu nedenle tek Cumhuriyet vardır, O da mevcut Türkiye Cumhuriyeti’dir. ANZAVUR İSYANI

Yrd. Doç. Dr. ORHAN HÜLAGÜ *

A. Ahmet Anzavur’un Birinci İsyanı (1 Ekim - 25 Kasım 1919)

Türk mîlletî, Millî Mücadele yıllarında sadece işgalci kuvvetlerle değil, düşmanın içerdeki kukla ve işbirlikçilerinin kışkırttığı, aldattığı kendi öz kardeşleri ile de mücadele etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu yüzden birçok kahraman Türk evladı hayatını kaybetmiş, memleket birçok maddî ve manevî zarara uğramıştır. ! îşte bütün bu karışıklıklar ve kış­ kırtmaların revaçta olduğu bir sırada, İngilizlerin, gizli gayelerine uygun olarak hazırladıkları ortam sonunda meydana gelen ve padişah taraflısı bir hüviyet taşıyan Ahmet Anzavur’un Millî Mücadele aleyhine saldırtıİması, bu mücadeleye karşı girişilen önemli hareketlerden bîridir. * 12

Ahmet Anzavur, sarayla bağlantısı sebebiyle hilafeti ve saltanatı birinci planda tutan, saraydan aldığı paralarla geçinen, kültürden yoksun biri idi.3 Kendisi aslen Kafkasya'dan göçeden ve Biga havalisinde yerleşen Çerkez bir aileye mensuptur. 4

Okuma yazma bilmediği halde Jandarma Karakol kumandanlığına ge­ tirilen Ahmet Anzavur, vazifesi sırasında yapmış olduğu birtakım su- istİmallerden dolayı Konya'ya sürülmüş, bilahare Kütahya'da tabur ku­ mandanlığında bulunmuştur. 5 Alaylı bir subay olarak yükseldiği jandarma binbaşılığı rütbesindeyken emekli olduktan sonra, Biga'da otu­

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 1 Ali Ihsan Gcncer, Sabahattin Özel, Türk İnkılap Tarihî, İstanbul 1991, s. 103. 2 Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, C. II, (Ankara 1991) k. 2, s. 43. 3 Rifat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, İzmit 1945, s. 232; Yavuz Abadan, Mustafa Kemal ve Çetecilik, s. 72; Kenan Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarısı, s. 65 (Ankara, 1969). 4 Sefer E. Bergez, Türkiye Savaşı'nda Çerkez Göçmenleri, İstanbul 1990,11, 15. 5 Vakit, 2 Kântın-ıı evvel 1335/1919, s. 3; Zijhtü Güven, Anzavur İsyanı, Ankara 1965, s. 41-42; Kenan Esengin, Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar, İstanbul 1975. s. 66; Uhığ İğdemir, Biga Ayak­ lanması ve Anzavur Olayları, Ankara 1973, s. 91. 50 ORHAN HÜLAGÜ ran Anzavur, itibarlı biri olarak tanınırdı. 6 23 Nisan 1919 tarihinde üçün­ cü sınıf maaşla İzmit sancağı Mutasarrıflığına tayin edilen Ahmet An­ zavur, 1919 yılı Ağustos ayma kadar bu görevde kaldı. 1919 yılının Ekim ayından itibaren 1920 yılı ortalarına kadar Balıkesir ve çevresiyle Ada­ pazarı dolaylarında millî harekete karşı çeşitli isyan hareketleri içine giren Anzavur, 8 Nisan 1920 tarihinde Mirimiranlık rütbesiyle Karası san­ cağı Mutasarrıflığına tayin edilmiştir. 7 Nitekim giriştiği isyan hareketleri sonucunda 15 Nisan 1921 tarihinde Karabiga yakınlarındaki Adliye köyü civarında, Çiftlikköylü Mehmet Efe tarafından başı kesilerek öl­ dürülmüştür. 8

Anzavur, İşgal öncesi gerginliğini yaşayan Bursa ve Balıkesir çev­ resinde, özellikle İstanbul'dan aldığı destek ile iki defa ayaklanma ha­ reketine girişmiştir. 9 O önce bölgede taraftar toplamak ve kuvvetlenmek için çalışmaya başlamış 10 *, 25 Ekim 1919'da Gönen, Manyas dolaylarını dolaşarak millî kuvvetler aleyhinde olduğunu açıkça söylemiş 1 \ bölgede teşkilat kurmaya başlayarak evvela yöreden eşkıya Kadir diye tanınan Hacı Yakup ile anlaşmıştır. 2 Kasım 1919 tarihinde Susurluk'a gelerek 12 halka "Millî hareketle ilgili toplanan paraların hesabını görmek için Ba­ lıkesir'e gideceğini ve o sıralarda Balıkesir ve Alaşehir'de toplanan ma­ halli kongreleri basıp dağıtacağını, isteyenlerin kendisine katılabileceğini, padişahın arzusu dışında askerin silah altında tutulamayacağını, is­ teyenlerin kendine katılmakta serbest olduklarını" söylemiş ve burada 40 kadar er devlete ait hayvanlarla Ahmet Anzavur'a katılmıştır. 13

Bu bölgede Anzavur'dan başka millî hareket aleyhine kurulmuş, Şah İsmail ve Davut Çeteleri gibi kuvvetler de vardı. 14 Ahmet Anzavur'un ta­

6 Kemal Özer, Kurtuluş Savaşında Gönen, Balıkesir 1964, s. 39. 7 BOA., BEO., GGD., No: 346; 879; Ali Euad Tiirkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1984, s. 263. Tarih Mümtaz Göztepe, Valıidediıı Mütareke Gayyasında, İstanbul 1969, s, 280. 8 Ziihtii Güven, Anzavur İsyanı, s. 97-98. 9 BOA., BEO., No; 345. 166, lef: 23/1; 345. 286, lef: 2. 10 Kenan Esengin, Milli Mücadele..., s. 67. 1 i BOA., BEO., No: 345. 166, lef: 2/1-2. Kenan Esengin, Milli Mücadele'de Hıyanet Yarışı, s. 66. 12 Kenan Esengin, Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar, s. 67. 13 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, C. VI, Ankara 1964, s. 18-19; Zühtti Gtiven, Anzavur İs­ yanı, s. 43. 14 Tarık Mümtaz Göztepe, Valıideddin.... s. 241. ANZAVUR. tS YANI 51 kibi ve menfî faaliyetlerine mani olmak için, 3 Kasım 1919'da Bursa'dari yola, çıkarılan 174. Alay Komutanı Yarbay Rahmi Bey komutasındaki 6 subay, bir doktor, 169 erden oluşan bir müfreze, 4 Kasım 1919 sabahı şa­ fakla beraber Karacabey'e girmiş l5, kasaba içinde Şah İsmail ve Davut çe­ telerine ait silahlı kimselerin dolaştığını görünce, bir kısım erleri bunları çağırmak için göndermiş, silahlı bu kişilerin ansızın bu erlere ateş et­ meleri üzerine müfreze mukabil harekete geçerek asiler üzerine taarruz et­ miştir. Fakat daha evvelden sığındıkları evlerden ateş eden Şah İsmail ve 8 kişilik avenesi ile diğerleri atlarım ve bir kısım silahlarını bırakarak kaçmışlardır. 16 3/4 Kasım gecesi Ahmet Anzavur'un üzerine gönderilen 65 kişi mevcudlu bir piyade bölüğü ile 2 makİnalı tüfekli bir kuvvet, Ba­ lıkesir'den Susurluk'a gelmiş fakat Anzavur buradan daha önceden ay­ rıldığından hiç bir şey yapmadan geri dönmüştür. Bu sırada Anzavur, Ba­ lıkesir'den Bandırma'ya gitmekte olan yedi askerî arabayı GÖbel Köyü mevkiinde çevirerek atlarını almış ve kendi oğlunu 20 kişilik bir maiyeti ile bu köyde bırakarak ayrılmıştır. 17 5 Kasım 1919'da Karacabey'deki Yarbay Rahmi Bey müfrezesinden bir subay komutasında 25'er telefon hattını tamir etmek için gittikleri Ulubat köyünden dönerken, âsi Çer- kezlerin hücumuna uğramış, müfreze komutanı ile bir kısım erler esir edilmiştir. 18 5 Kasım 1919'da Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey Manyas'a giderek Ahmet Anzavur’u iknaya çalışmış 19, buna inanmış gö­ rünen Anzavur, "Beni aldatmışlar, islamlar arasına ikilik sokan gizli eller var, eğer İsterseniz bana da cephede bir görev veriniz" şeklinde cevap ver­ miştir. 20

Hamdi Bey'in bu konuşmayı Balıkesir'e dönüşünde 61. Tümen Ko­ mutanı Albay Kazım Özalp'a bildirmesi üzerine Albay Kazını Bey, 6/7 Kasım 1919'da buna inanarak Kolorduya gönderdiği telgrafta, "Bu mesele çözülmüştür. Anzavur'un kovalanmasına lüzum yoktur." talimatında bu­

15 Kenan Esengin, Milli Mücadele’de Hıyanet Yarışı, s. 67. Î6 Türk İstiklal Harbi, iç Ayaklanmalar, C. IV, s. 19. 17 Anzavur'un oğlu, birkaç arkadaşı ile Bigalı Kanlı Mustafa'nın çetesine destek vermiş, bu çete Çanakkale'de İngiliz işgal bölgesinde bir kısım hazırlıklar yapmış, Biga yakınlarında mîllî kuvvetlerle yaptıkları bir çatışmada perişan edilmişlerdir (Muhammcd Fetgerİ Şeune, Çerkeş Meselesi Hakkında Tiirk Efkar-ı Umumiyesiııe ve Türkiye Büyük Millet Meclisine 2. Dilekçe, İstanbul 1339, s, 20). 18 Tiirk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, C. VI, s. 19. 19 BOA,, BEO., No: 347. 786 Kenan Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarısı, s. 67. 20 Türk İstiklal Harbi, Batı Cephesi, C. 11, kb. 2. s. 44. BOA/ BEO., No: 345. 166, lef: 5. 52 ORHAN HÜLAGÜ lunmuştur. 21 Halbuki Ahmet Anzavur bugünlerde teşkilatını daha da ge­ nişletmeye çalışmış 22 23, bu arada Şah İsmail, Mustafakemalpaşa!ı Zafer 23 , 70 kadar maiyeti ile birlikte Yarbay Rahmi'niıı Karacabey'de ellerinden aldığı hayvanları geri vermediğini bahane ederek Ahmet Anzavur'a ka­ tılmıştır. 24

a. Ayaklanmanın Sebepleri

Birinci Anzavur ayaklanmasının belli başlı sebeplerini şöyle hülasa edebiliriz:

1- Boğazlardaki üstünlüğü korumak isteyen ve Anadolu ile Trakya'daki Kuva-yı Maliyecilerin birleşmesine, karşı olan İngiltere'nin kışkırtmaları,

2- İngiltere’nin güdümündeki Damat Ferit Paşa'nııı yeniden sadrazam olmak ve Kuva-yı Milliyecilerden intikam almak istemesi,

3- İngiltere'nin ayaklanmanın işgalci Yunanlılara karşı direnen millî kuvvetleri zayıf düşüreceğini umması,

4- Bazı Kuva-yı Milliyecilerin yaptığı bir kısım hatalar. 25

Birinci Anzavur isyanının sebepleri arasında İngiltere'nin tahriklerini rolü Önde gelir. İngiltere Mondros Mütarekesi'nden sonra hakim vaziyete geldiği Boğazlar ve Marmara Denizi'ndeki mevcut durumunu korumak ve devam ettirmek, Kuva-yı Millİye'yİ buralara yaklaştırmamak, burada bir tampon bölge meydana getirmek istiyordu. 26

Ahmet Anzavur, kuvvetlendikçe, kendine güveni artıyor ve pervasız

21 Alese Başkanlığı Arşivi; No, 5/2548, K/s. 2481, Dos. 84, F. 1/51. BOA., BEO., No: 345. 166, lef: 19/1. 22 BOA., BEO., No: 345, 166, lef: 2,2 1-2. 23 BOA., BEO., No: 345. 166, lef: 12/1; BOA., BEO., No: 345. 166, lef: 7/1. 24 Mümtaz Şiikrü Eğilmez, Milli Mücadcle'de Bursa, s. 27-29. 25 Özcaıı Mert, Anzavur'ıın İlk Ayaklanmasına Ait Belgeler, Belleten, Ankara, Aralık 1992, LVI/217'deıı ayrı basım, s. 858, 26 Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara 1988, s. 193. ANZAVUR İSYANI 53 hareketlerde bulunuyordu. 12 Kasım 1919'da 300 kişiyle Susurluk'tı gelen Anzavur, Balıkesir'deki millî kuvvetleri arkadan vurmak niyetinde olduğu halde halka, bu defa fikir değiştirdiğini ve Yunanlılara karşı çarpışmak üzere Balıkesir'e gideceğini söylemişti 27, bu arada âsi maiyeti kışlayı yağma etmiş, halkın hayvanlarını almış ve toplara da el koymuştur, Ban- dırma'daki Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa'nm cepheyi teftiş mak­ sadıyla Salihli'ye gitmiş olması Anzavur'un işini kolaylaştırmıştır, 28

Bu durumdan faydalanan Ahmet Anzavur, 13 Kasım 1919 günü Su­ surluk’ta bir müfreze bırakarak Susurluk-Balıkesir yolu üzerinde bulunan Demirkapı'ya hareket etmiştir, 29 30Bunu duyan 61, Tümen Komutanı Albay Kazım Özalp, Anzavur'un Balıkesir'e girmesini önlemek için 14 Kasım 1919 sabahı topladığı kuvvetlerle Demirkapı istikametinde yola çıkmıştır, 30 Aynı gün Karacabey'deki 174. Alay müfrezesi Kolordu emriyle Ban- dırma'ya doğru yola çıkarılmışken Albay Kazım Özalp’in emriyle yönünü değiştirerek Susurluk'a doğru yönelmiştir. Ayrıca Yarbay Rahmi Bey al­ dığı bir emirle 14 Kasım 1919 günü 125 piyade, 35 süvari ile Ka­ racabey'den Susurluk'a hareket etmiştir,31

b. Demirkapı ve Sultan Çayırı Çarpışmaları, Bozguna Uğrayan Anzavur'un Takip Edilmesi

61. Tümen Komutam Albay Kazım Özalp, 15 Kasım 1919 saat 15.30'da Demirkapı sırtlarına gelmiş, Anzavur da kuvvetlerinin çoğu İle Demirkapı'nın güney sırtlarını tutmuş, bir kısım kuvvetlerini de gerisini tehdit etmekte olan Yarbay Rahmi Bey müfrezesine karşı Susurluk ci­ hetine göndermiştir. Dolayısı ile 16 Kasım 1919'da Anzavur iki ateş ara­ sında idi. Kısa bir çarpışmadan sonra Anzavur, Susurluk'tan getirmiş ol­ duğu topları, cephaneleri ile birlikte bırakarak kaçtı. 32 Geride 10 Kadar

27 BOA., BEO„ No: 345. 166, lef: 8/1. 28 Özcan Mert, Aynı ıııak., s. 872. 29 BOA., BEO., No: 345. 166, lef: 8/2. 30 BOA,, BEO,, No: 345. 166, lef 9/3 Kazım Özalp, Milli Mücadele, C. I, s. 65. 31 Ataşe Arşivi: No, 5/2548, Dosya No. 5; Türk İstiklal Harbî, İç Ayaklanmalar, C, VI, s. 20. 32 Müctcba İlgürel, "Akbaş Cephaneliği Baskını" Tarih Dergisi, S. 33, İstanbul 1982, s, 273; Keııan Esengin, Milli Mücadele..,, s. 70; H.T.V.D. S. 72, V, No: 1554. (llarb Tarihi Vesikaları Der- 54 ORHAN HÜLAGÜ

ölü 40 tane de yaralı bırakmıştı. 33 Millî Müfreze'deıı ise iki subay, 15 er yaralanmış, 8 er de şehit edilmiştir.34

16/17 Kasım gecesi maiyeti ile birlikte Susuıiuk-Mustafakemalpaşa is­ tikametine doğra kaçan Ahmet Anzavur, Der-i-kebİr köyü civarında 20 ki­ şilik bir müfreze ile çarpışmış Anzavur'un atı bu çarpışmada vurulmuş fakat kendisi kurtulmuştur. 35 Bunun üzerine bölgeyi tamamen temizlemek gayesi İle Salihli cephesinde bulunan Çerkez Ethem vazifelendirilmiş tir. 36 Çerkez Ethem 150 atlı ile 19/20 Kasım 1919'da Balıkesir'e gelerek, Tenkil Kuvvetleri Komutanı Yarbay Rahmi Bey'in yardımcısı olarak vazifesine başlamış ve diğer millî kuvvetlerle beraber yaptığı takib hareketi bir ay kadar sürmüştür. 37 21 Kasım 1919 günü akşamı Çerkez Ethem Su­ surluk'a geldiğinde, Ahmet Anzavur 22 Kasım 1922 günü Gönen'e geç­ miş, telgrafhaneyi ele geçirerek Yusuf İzzet Paşa'ya ve Çerkez Ethem'e tehdit telgrafları çekmiştir. 38 Gönen'de mevcudunu 130 kişiye çıkaran Anzavur, 25 Kası m'd a Gönen'e gelen Çerkez Ethemle çatışmaya girmeden Bayramiç’e bilahare Saraçlar köyüne çekilmiş ve Çerkez Ethem'in yaptığı taarruz sonunda 10 kadar ölü bırakarak buradan da kaçmıştır. 39 27 Kasım 1919'da Yarbay Rahmi Bey müfrezesi 390 er ve 24 subayla Gönen'e git­ mek üzere Aksakal istasyonuna geldiklerinde, karşılaştıkları elli kadar at­ lıyla giriştikleri çatışma sonunda âsileri Karacabey'e doğru kaçırdılar, fakat daha sonra bunları takib etmediler. Çerkez Ethem kuvvetleri âsileri takîb ederek Karacabey'e geldi. Ahmet Anzavur burada da tutunamayarak Kirmasti'ye (Mustafakemalpaşa) sığınmak istedi. Fakat gönüllülerden te­ şekkül eden halk, 11 subay ve 110 er ilçenin etrafını ablukaya alınca bu­ raya da giremeyen Anzavur, Kirmasti'nin 12 kilometre kadar doğusunda bulunan Söğütalan köyüne sığındı. 40 Yarbay Rahmi Bey Çerkez Ethem kuvvetleri ile birlikte elindeki bütün arabalara erleri bindirmek suretiyle 30 Kasım 1919 günü Söğütalan köyünü sararak Ahmet Anzavur'u sıkıştırdı. 41 Araziyi çok iyi tanıyan Anzavur yakalanacağını anlayınca, bütün hay­

33BOA., BEO„ No: 345, 166, lef: 10, 10/1 BOA., BEO„ No: 345. 166, lef: 12/1. 34 Kazını Özalp, Millî Mücadele, Ankara 1985. C. I, s. 67; Türk İstiklal Harbi, VI, 20-21; H.T.V.D. S. 72, Ankara 1975, V. No 1554. 35 Kenan Esengiıı, Milli Mücadele'de Hıyanet Yarışı, s, 69, 36 Tiiık İstiklal Harbi, VI, s. 21; Özcaıı Mert, Aynı nıak., s, 875. 37 M. Şükrii Eğilmez, Midi Mücadele'de Bursa, s. 35. 38 BOA., BEO., No: 345, 166 lef: 24 Kenan Esengiıı, Aynı Eser, s. 69. 39 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, C. VI, s. 21; Kemal Özer, Kurtuluş LSavaş'ında Gönen, s. 62. ANZAVUR İSYANI 55 vanlarını bırakarak buradan da kaçmayı başarmış, Demirkapı- Sultançayırı-Susurluk yolu ile Manyas'a geçmiştir. 42 Anzavur 2/3 Aralık 1919 günü Sultan çayırına geldiğinde yanında ancak 6-7 kişi ka­ labilmiştir. Bu arada yanındaki kuvvetleri ile Gönen'e giren Yarbay Rahmi Bey sevinç ve sevgiyle karşılanmıştır. 43

B. İkinci Anzavur İsyanı (16 Şubat -16 Nisan 1920)

a. Anzavur’un Biga’ya Girerek Hükümet Konağına Yerleşmesi

İkinci Anzavur Ayaklanması, bölgedeki olayların ortaya çıkardığı hu­ zursuzluklardan ve İngilizler ile temasta bulunan bir takım menfaat düş­ künü kimseler tarafından meydana getirilmiştir. Ahmet Anzavur da daha önce elde ettiği küçük muvaffakiyetlerine dayanarak, bir türlü dinmeyen kininin ve hırsının etkisiyle bu ayaklanmanın başına geçmiştir. 44

Ahmet Anzavur'un birinci ayaklanma hâdisesinde adı geçen Edremit Kaymakamı Hamdi Bey'in talimatlarıyla D ra malı Rıza Bey, 26/27 Ocak 1920 gecesi Gelibolu Yarımadası'nın Akbaş mevkiinde Fransız as­ kerlerinin muhafazası altında bulunan, Osmanlı-Rus muharebelerinde zap- tedilmiş bulunan birçok silah ve cephanelerle makinalı tüfekleri mahirane bir şekilde cesaretle uyguladığı bir gece baskını ile elde etmiş ve hepsini sabaha kadar Anadolu kıyılarına taşımıştır. 45 Hamdi Bey Anadolu kı­ yısında da önceden hazır bulundurttuğu çeşitli kara taşıtları ile bunları Biga civarındaki Yenice'ye getirtmiştir. 46 Daha sonra Biga'ya gelen Hamdi Bey, millî teşkilatın burada kuvvetlenmesi ve genişlemesi İçin büyük bir gayretle çalışmaya başlamıştır. 47

42 BOA,, BEO., No: 345, 166, lef: 19/1,21,22/1. 43 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 22. 44 Haşan İzzetlin Dinamo, Kutsal İsyan, C. 5, s. 351-353; İlhamı Soysal, Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler, s. 147, Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 27, 45 Mücfeba İlgürcl, Aynı Mak., s. 275; Hıfzı Erim, Ayvalık TarİIıi, Ankara 1948, s, 71; Kamil Erdeha, "Milli Şehit-Akbaş Kahramanı Köprülü Hamdi Bey", Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S. İS, Ankara 1970, s, 27; Zühtii Giiveıı, Anzavur İsyanı, s. 34; Kazım Özalp, Milli Mücadele I, 90; Kenan Escııgİn, Milli Mücadclc'dc İhanet Yarışı, s. 74. 46 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1983, s. 195; Nutuk, III, V. No: 239. 47 Rahmi Apak, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s. 124-125. 56 ORHAN HÜLAGÜ

Bu tarihte Biga'da millî kuvvet olarak görünen ve kazanın asayişini de üzerine almış bulunan Kara Ahmet'in emri altında bir milis kıtası mev­ cuttu. Köylere kadar genişlettiği bekçi teşkilatı ile halktan zorla para top­ layan ve yapmadık kötülük bırakmayan Kara Ahmet'ten ahali hoşnut de­ ğildi. İşte Hamdi Bey bu şartlar içinde Biga'ya gelmişti. 4?i Kısa zaman içinde etrafına topladığı cesur ve vatansever küçük bir kuvvetle yaptığı bir baskın sonunda Kara Ahmet ve on kadar yakın adamım yakalayıp Biga Cezaevine hapsetti. Bunun üzerine çetenin diğer adamları da tek tek da­ ğılarak kasabayı terk etti ve hareket ilçede ve köylerde sevinç yarattı. 4948

Serbest kalınca daha rahat çalışmaya başlayan Hamdi Bey, Akbaş'Lan getirdiği silahlarla donattığı Askerlik Şubesi başkanmm yardımıyla da 500 kadar genç topladı. Bandırma'daki 14. Kolordu Komutanı'nın ta­ limatları ile bu gençler Biga'daki 190. Alay'm 2. Taburu emrine verildi. Ayrıca Gönen'de bulunan 180. Alay'm 1. Taburu'ndan da Biga'ya bir müf­ reze gönderildi.50

Böylece ilçede kuvvetler çoğaldıkça, bunların eksikleri de kendini his­ settirmeye başladı. Bu bakımdan paraya ihtiyaç duyuluyordu. 51 Elinde parası bulunmayan Hamdi Bey ihtiyaç duyduğu parayı halktan toplama yoluna gitti. Bu tür muameleden bıkmış olan halk yeniden huzursuz ol­ maya başladı ve Pomaklar, kendilerinden olan Kara Ahmet'i aynı se- bepden dolayı hapseden Hamdi Bey'e cephe almaya başladılar. 52 Po- maklarm daha Önce kaçıp kurtulan ve saklanmış olan bazı elebaşları Hamdi Bey'in bu hareketinden istifade ederek, Akbaş hadisesini bir türlü hazmedemeyen ve Karabiga, Çanakkale dolaylarında dolaşıp duran İn­ gilizlerle temasa geçtiler. Yine bu civarda bulunan Ahmet Anzavur'dtı yö­ redeki Çerkez köylerinde dolaşmaya başladı. 53 İşte bu karışık durumdan faydalanan Pomaklar, Gavur İmam (İmam Fevzi) ve Çerkezlerden Şah İs­ mail adında İkİ elebaşı etrafına topladıkları 200 kadar silahla, 1000'den fazla baltalı, bıçaklı ve sopalı köylülerle 16 Şubat 1920'de bir pazar günü

48 Enver Belıııan Şapolya, Kuva-yı Milliye Tarihi, s. 196. Kenan Eseııgiıı, Millî Mücudele'de Hıyanet Yarışı, s. 74. 49 Kazım Özalp, Mîllî Mücadele, II, 90. 50 Türk İstiklâl Harbi, İç Ayaklanmalar, C. VI, s. 28. 51 Keııan Escngin, Milli Mücadelede ... s. 75. 52 Tiirk İstiklâl Harbi, İç Ayaklanmalar. VII, s. 28. 53 Kenan Eseııgin. Aynı Eser, s. 75. ANZAVER İSYANI 57

Biga'ya saldırdılar, 54 İlçede bulunan ve erlerinin çoğu Pomak olan 190. Alayın 2. Tabum bir iki silah sesi ile eksik eğitim ve disiplin sebebiyle da­ ğılınca Pomaklar meydanı boş bulmuş ve Gavur İmam komutasında il­ çeye girmişlerdir. Asilerin ilçeye girmekte olduğunu gören Kâııİ Bey, der­ hal evine koşarak, daha önce cezaevinin kapısı önüne yerleştirilen makinalı tüfekle mevkuf olan Kara Ahmet ve arkadaşlarını öldürtmüştür. 55

Pomaklarm Biga'yı işgal ettiğini öğrenen Ahmet Anzavur 17 Şubat 1920'de 15 kadar adamıyla birlikte Biga'ya gelerek Hükümet Konağı'na yerleşmiş ve ayaklanmanın idaresini eline almıştır. 56

Öldürülen Kara Ahmet'in intikamım almak isteyen Pomaklar, bir Rum evinin ikinci katma saklanmış olan ve cephanesi bittiğinden dolayı ken­ dini sa\ unma imkanı bulamayan Kani Bey'in vücudunu kurşunlarla delik deşik ettikten sonra ölüsünü de balkondan sokağa atmışlar, daha sonra Jandarma Yüzbaşısı İsmail Plakkı ile koğuşta yatan hasta iki jandarma ve bir piyade erini de şehit etmişlerdir.57

Asiler, 18 Şubat 1920 günü Hamdi Bey'in yanında çalışan İnebolu’lu Üsteğmen Rıza ile Teğmen Besim'i ele geçirerek hükümet konağına ge­ tirmişler, evvela Üsteğmen Rıza'nın elbiselerini soyup vücudunu hedef gibi kullanarak bir çok bıçak vuruşu ile şehit etmişlerdir. Teğmen Besim'i de soyarak öldürecekleri sırada bölgenin ileri gelenlerinden nüfuzlu bir Çerkez'in müdahalesi ve ricası üzerine vazgeçmişlerdir. 58 Asiler Biga'ya girdikleri gün, henüz ilçeye yeni gelen Topçu Taburu Komutam Binbaşı Kazım Bey ortadan kaybolmuş ve taburun topları âsilerin eline geçmiştir.59

b. Edremit Kaymakamı Hamdi Bey’in Şehid Edilmesi ve Yenice Silah Deposunun Havaya Uçurulması

Hamdi Bey, âsilerin Biga'ya girdikleri gün, yalnız kalınca, atma binerek

54 Ziihtü Güven, Anzavur İsyanı, s. 45; Kazını Özalp, Milli Mücadele, 1, s. 98; Sebahaltin Selek, Milli Mücadele, 11, 59, 55 Tiirk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, C. VI, s. 29; Kenan Esengin, Milli Mücadelede..,, s, 75. 56 Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1, 98; Damar Ankoğlu, Hatıralarım, İstanbul 1961, s. 107. 57 Türk İstiklal Harbi, VI, 29; Kenan Esengin, Milli Mücadele'de İhanet Yarışı, s. 75-76. 58 Kenan Esengin. Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar, s. 75. 59 K. Esengin, Aynı Eser., s. 29. 58 ORHAN HÜLAGÜ

Akbaş'tan kaçırılan cephane ve silahların depo edildiği Yenice'ye doğru t yola çıkmıştır. 60 Dramalı Rıza Bey komutasında bulunan Biga'daki 190. Alay'm 2. Tabur'unun bir kısım askerleri cephaneliği kora makta idiler. Asilerin burayı ele geçirmelerinden endişe eden Hamdi Bey hiç durmadan hareket ederek Biga'dan 10 saat mesafede bulunan Avanya Bucağı'nın Eminoba köyüne çok yorgun bir şekilde ulaşarak, atının karnını do­ yurmak biraz da istirahat etmek için köydeki okula girmiştir. 61 Hamdİ Bey'i teşhis eden köyün bekçisi ve kahyasının haber vermesi üzerine okulu basan silahlı köylüler, Hamdi Bey'in ellerini bağladıktan sonra, tek­ rar Biga'ya doğru yürüttüler. 62 Kendilerine, yaptıkları bu hareketin Türk­ lüğe, Müslümanlığa vereceği zararları anlatmaya çalışan Hamdi Bey’İ gözü dönmüş bu hainler Biga kasabası civarında bir değirmende şehit et­ tiler. 63 Hamdi Bey'in cesedini bir araba ile ilçeye götüren âsiler, Kani Bey'in ve Üsteğmen Ali Rıza'nın cesetleri ile beraber Belediye bahçesinin ortasına attılar. 64 Bu cesetler kasabaya 18 Şubat 1920 günü gelen iki İn­ giliz subayına gösterilmiş ve Şah İsmail bu iki İngiliz subayı ile beraber evvela Karabiga'ya oradan da İngiliz torpidosuyla Çanakkale'ye geçmiş, bilahare 7 torba içinde 5.000 İngiliz altını İle kasabaya dönmüştür. 65

17 Şubat 1920 günü Biga'ya girip Hükümet Konağı'na yerleşen Ahmet Anzavur, Şah İsmail, Kürt Mehmet Çavuş ve Gavur îmam'ı Biga'da bı­ rakarak, Akbaş’tan kaçırılan silahların bulunduğu Yenice'ye hareket et­ miştir. 66 Ahmet Anzavur Yenice'de bulunan ve hadiselerden haberdar ol­ mayan Muhafız Komutanı Dramalı Rıza Bey'i kuşatma altına almıştır. 21 Şubat 1920 günü öğle saatlerinde 800 âsî ile taarruz eden Ahmet An- zavur'un köye girmesi üzerine, silah ve cephanenin âsilerin eline geçmesini istemeyen Dramalı Rıza Bey cephaneliği dinamitle havaya uçurmuştur. 67

60 Kenan Esengin, Milli Mücadele'de Hıyanet Yarışı, s. 76; Gıyas Yetkin, Edremit, Balıkesir 1939, s. 185. 61 Sabahattin Selek, Milli Mücadele, 11, 60. 62 Kenan Esengin, Milli Mücadelede İç..., s. 76. 63 Zeynel Kazanoğlu, Hamdi Bey ve Akbaş Baskını, Ankara 1970, s. 115, 116; Mustafa Scltnan, Balıkesir Tarih, Coğrafyası, Balıkesir (tarihsiz), s. 58, 59; Gıyas Yetkin, Aynı Eser, s. 186; ATAŞE, Arşiv No. 5/2548, Dos. No. 11; Rahmi Apak, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s, 126; Ukığ İğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları, s. 12. 64 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, s. 196. 65 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 30. 66 Sabahattin Selek, Milli Mücadele, II, 61. 67 İl ha mi Soysal, Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler, s, 48; ATAŞE Arşivi No. 5/2548, Dos, No. I I; Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1, s, 99. ANZAVUR İSYANI 59

Bu çarpışmada âsiler daha önce Biga'da ele geçirdikleri iki dağ obtis to­ punu da kullanmışlardır. Bu hâdise üzerine 14, Kolordu Komutanı Ça­ nakkale'deki Jandarma Taburu'na olaya el koyması için talimat vermiş, ancak Sadâret 23 Şubat 1920 tarihinde verdiği emirle taburun olduğu yerde kalmasını bildirmiştir. 68

c. Ayaklanmaya Karşı Alınan Tedbirler

Biga ayaklanmasını Gönen Kaymakamlığı vasıtası ile haber alan 14. Kolordu Komutanı, bu haber üzerine 56. Tümenin Mustafakemalpaşa'daki 172. Alay Komutanına, 100 mevcutlu bir piyade bölüğü ile 4 makinalı tü­ feği Baııdırma'ya göndermesi için talimat verdi. Ancak Alay Komutanı, araç, gereç ve cephane yokluğundan dolayı aldığı bu emri 4 gün sonra, yani 20 Şubat 1920 günü ancak yerine getirebildi. 69

Ahmet Anzavur'un birinci ayaklanmasında tenkil hareketine katılmış olan Yarbay Rahmi Bey komutasındaki 174. Alay da 191 piyade, 25 süvari ve 28 makinalı tüfek ile Karacabey’e geldi. 70

Ayrıca Balıkesir'deki 61. Tümen ve Balıkesir Müdafaa-i Hukukunca hazırlanan 1.500 atlı ve piyade ile iki top ve 9 makinalı tüfekten mürekkep kuvvet, takip müfrezesi adı altında süvari Yarbay Süleyman Sabri Bey ko­ mutasında 29 Şubat 1920 günü Pazarköy’de harekete hazır hale getirildi. Bu kuvvetten 300 süvari ve 200 piyadelik bir müfreze Gönen istikametine gönderildi. 28 Şubat J920'den itibaren de 174, Alay Komutanı Yarbay Rahmi Bey, Karacabey'den hareket ederek Gönen'in batı sırtlarında ge­ reken emniyet tedbirlerini aldı,71

Yarbay Süleyman Sabri Bey müfrezesi ile beraber, 2 Mart 1920 günü Gönen'e geldi. Aynı gün. 500 kadar piyade ile 150 kadar süvariden ibaret olan Ahmet Anzavur ve Gavur İmanı kuvvetleri Gündoğan-Baykara-

68 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 30. 69 Sabahattin Selek, Milli Mücadele, 11,61. 70 ATAŞE, Arşiv No. 5/2548, Dos. No. 11. 71 Türk İstiklâl Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 31. 60 ORHAN HÜLAGÜ

Haşanbey-Karalar Çiftiiği-Bakırlı sırtlarını tutmuştu. 2/3 Mart 1920 ge­ cesi Muratlar kuzeyinde Keçidere'yi örtmek üzere gönderilen müfrezeye âsiler taarruz ederek geri attılar. Bunun üzerine takip kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey, ayın istikâmette, 3 Mart 1920 günü 14. Ko­ lordu Komutanı'ndan aldığı talimat üzerine, takip müfrezesi âsileri ku­ şatacak şekilde taarruza geçti.72

Asilere destek vermek üzere 5 Mart 1920'de bir İngiliz harb gemisi Bandırma'ya gelerek demirlemiş, millî kuvvetleri korkutmak istemiştir. 10 Mart 1920’de takib Kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey'in verdiği rapor üzerine, 14. Kolordu Komutanı Yusuf îzzet Paşa, Yarbay Rahmi Bey'in müfrezesini piyadelerle takviye edip bunları Gönen'de bı­ rakmayı, geri kalan kuvvetleri Balıkesir'e geri çekmeyi ve Biga'ya hiç bir kuvvet göndermemeyi düşündüğünü bildirmiştir. 12 Mart 1920'de Takib Kuvvetleri Komutanı, Bursa'dan gelen kuvvetlerin disiplinsiz ve çapulcu olduklarını, dolayısı ile de Bursa'ya geri gönderilmelerinin uygun ola­ cağım Kolorduya teklif etmiştir. 73

Yarbay Rahmi Bey'in kuvvetleri ile de takviye edilen Takip Müfrezesi, Gönen'den kalkarak Biga içlerine kadar ilerlemiş ve nihayetinde Gönen'e kadar geri çekilmesi ile yapılan 4 günlük harekatta 3 subay, 8 er şehit olmuş, 5 subay, 29 er yaralanmıştır. 74

Bu arada Yarbay Rahmi Bey, Gönen'de kalmak istemediğini müf­ rezesinin ikmâli ve yeniden tanzimi için Bursa’ya gönderilmesini 14. Ko­ lordu'ya teklif etmiş, Takip Kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey'in idaresizliği yüzünden meydana gelen mesuliyeti kabul ede­ meyeceğini Kolordu'ya bildirmiştir. Bu isteği 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey tarafından kabul görmesine rağmen, Kolordu tarafından reddedilmiştir. 75 Daha sonra Gönen'i bırakarak daha geriye çekilme teklifi de Kolordu tarafından kabul edilmeyen Yarbay Rahmi Bey, Mus­ tafakemalpaşa'daki 172. Alayla Kolordu karargâhının bulunduğu Ban­

72 ATAŞE, Arşivi, No, 5/2548, Dos. No. i I. 73 Türk İstiklâl Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 35. 74 Aynı Eser, s. 37-38. 75 Sahalınılin Selek. Milli Mücadele, 11, 61. ANZAVUR İSYANI 61 dırma'yı takviye etmeyi düşünmüş, çaresiz kalınca da Gönen'in kuzey batı ve güney sırtlarında savunma için tahkimâta başlamıştır. 76

d. Anzavur'un İleri Yürüyüşü, Bandırma Karacabey ve Kirmasti (Mustafakemalpaşa) Yöresine Hakim Olması

Gönen Kaymakamı Ali Bey, 31 Mart 1920 günü gecesi, Bandırma'da bulunan 14, Kolordu Kumandanına çektiği telgrafta: "Ahmet Anzavur'un Avonya yönünden Gönen istikametine yürümekte olduğunu, emri altında 2-3 bin kişinin toplamış bulunduğunu, yarın akşam, belki de en geç öbür gün Gönen'i tutacaklarını" bildirmiştir, Nitekim 4 Nisan 1920 günü âsiler Gönen'e taarruz ettiğinde, Yarbay Rahmi Bey komutasındaki erler hiç bir tüfek atmadan dağılmışlar ve âsiler Gönen'e girerek, müfreze komutanı Yarbay Rahmi Bey ve birkaç subay şehit etmişlerdir. 77

Bu hâdise üzerine 5 Nisan 1920 günü 14. Kolordu Komutam Yusuf İzzet Paşa, Bandırma'daki karargâhını bir süvari bölüğünün himayesinde Bursa'ya taşıttırmış ve Bandırma’da kalan subaylar, erler ve aileleri bir trenle Balıkesir'e gönderilmiştir. 78

Gönen'den sonra hiç bir çarpışma olmadan Bandırma'ya giren Ahmet Anzavur beş güne kadar, bir kolun Gönen-Balya üzerinden, diğer bir kolun Susurluk üzerinden Balıkesir üzerine, üçüncü bir kolun da Kirmasti (Mustafakemalpaşa) üzerinden Bursa'ya sevk edileceğini bildirmiş ve İs­ tanbul'da Damat Ferit Paşa ile irtibat tesis etmiştir. 79 Nihayet Ban- dırma'dan yürüyen Ahmet Anzavur, takriben 5000 kişilik bir kuvvetle Mustafakemalpaşa'ya girdikten sonra Susuıiuk'u işgal etmiş, adam­ larından Gavur İmam (İmam Fevzi) da, 2000 silahlı ile, bir kol halinde Balya üzerinden Balıkesir istikâmetine yönelmiştir. 80 Karacabey'den

76 ATAŞE, Arşiv No. 5/2548, Dos. No. 12. 77 ATAŞE, Arşiv No. 5/2548, Dos. No. 12; Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, s. 193; Ayrı! yaz, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s. 127. 78 Cemal Kutay, Çerkez Ethem Dosyası, İstanbul 1990, 5. baskı, s. 221; Kamil Erdeha, Millî Mücadelede Vilayetler ve Valiler, s. 351; keııaıı Esengio, MİİIİ Mücadelede Hıyanet Yarışı, s. 80. 79 Erol Ulubeler, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul 1967, s. 272; Kazım Özalp, Millî Mücadele, s. 110-111. 80 A. Mandalı Turgut Koyunoğlu. İznik ve Bursa Tarihi, s. 102; Kazını Özalp, Aynı Eser, s. 62 ORHAN HÜLAGÜ sonra Mustafakemalpaşa'ya giren Anzavur kuvvetleri, kasabadaki Jan­ darma dairesinde bulunan anahtarlı Osmanlı silahlan ile, Hacı Seyid'in evinde saklanan 172, Alaya ait 40 sandık cephaneye el koymuşlar ve ka­ zadaki lokantaları kendilerine yemek vermeye mecbur etmişlerdir.81

Bandırma, Karacabey ve Mustafakemalpaşa havalisini elde eden Ahmet Anzavur, muzaffer olarak gireceği Bursa'da, cuma namazım Çinili Cami'de kılacağını ilan etmiş, böylece Bursa ve Balıkesir'i tehdit etmeye başlamıştır. 82 Fakat Anzavur'un bu faaliyetlerine karşı bazı tedbirler alınmış, bilhassa Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla bir beyanname yayınlamıştır,

e. Anzavur'un Bölgedeki Faaliyetlerine Karşı Alman Tedbirler ve Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın Beyannamesi

Ahmet Anzavur'un bölgede savurduğu tehditler karşısında Bursa'daki 56. Tiimen Komutanı Albay Bekir Sami Bey, bir taraftan Bursa'mn 20 ki­ lometre güney batısında bulunan Sülüklü'de kuvvet toplamaya çalışırken, diğer taraftan da Bursa Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı'nm ileri gelenlerinden hamiyetli birkaç kişi ile Bursalılar’ı yatıştırmaya çalışıyordu, 83

Anzavur'un kuvvetleri karşısında Bursa'mn içine düştüğü durumu Bursa'daki 56. Tümenin Kurmay Başkanı olan Rahmi Apak şöyle dile ge­ tiriyor:

"Bursa'da 56. Tümen var; fakat bir tiirlü bu tümenin kuvvetlerini ar­ tırmak, teşkilatını genişletmek mümkün olmuyor. 100 nefer tedarik edil­ diği gün 150 nefer silahları İle birlikte kaçıyor. Halk mutaassıp ve Millî Mücadele'nin aleyhindedir. Zaten o zaman Bursa halkı eski emekli ve gayri memnun memurlar, hacılar, hocalarla doludur. Tümenden alı­ nabilen birkaç tabur (300 nefer kadar) güvenilebilecek subayların ko­

81 Fahrî Görgülü, Yunan İşgalinde Kirrnasti, s. 15-17. 82 Rahmi Apak, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s. 129; Kazım Özalp, Millî Mücadele, s. 112. 83 Tiirk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, s. 40. ANZAVUR İSYANI 63 mutasında Bursa'ya 10 kilometre mesafede bulunan ve Bursa-Bandırma şosesi üzerinde Beşevler mevkiine sürülmüş ve Anzavıır taarruzuna karşı tahkimat yapılmağa, başlanmıştır. 20. Kolordu Komutanı General Ali Fuat Paşa, Eskişehir'den 2. piyade alayını tabur tabur Bursa'ya takviye için gönderiyor, ilk Tabur Bursa'ya. 30 kilometre mesafedeki Dimboz ka­ rakoluna geldiğinde, bozguncular taburun içine giriyorlar, asker geceleyin dağılıyor kimseler kalmıyor, 3 gün sonra gelen 2. Tabur hakkında daha dikkatli davranılıyor, bölüklerin içine gizli ajanlar sokuluyor, erler ara­ sında millî hareket hakkında propaganda yapılıyor. Tabur kusursuzca. Bursa'ya geliyor, bir gün istirahat ediyor, ertesi gün öğleden sonra Be­ şevler cephesine iltihak etmek üzere hareket ediyor. Şehrin bahçeleri ara­ sından geçerken bahçelerdeki, kadınlar: 'Askerler, bu subaylar sizi, pa­ dişahın askerlerine karşı muharebe etmeye götürüyorlar, siz müslüman kardeşlerimize kurşun mu atacaksınız? padişaha karşı âsi. oluyorsunuz, diye bağırıyorlar. Tabur, şehirden iki kilometre uzakta, akşama doğru da­ ğılıyor, Bunu önlemek isteyen subaylara karşı erler silah çekiyorlar. Öyle bir zaman geliyor kİ, 56, Tümen Komutanı ve karargâhından 5-6 subay ile Bursa Müdafaa-i Hukuku'nda çalışan birkaç arkadaştan başka Bursa'da güvenilecek kimse kalmıyor. Bu dağılan asker, şayet bu gece geriye ge­ lirken silahları ile şehrin içine gİrers, içerideki muhaliflerin şevki ile belki bir avuç milliyetçileri de temizler diye birkaç subay, İki makinalı tüfek ala­ rak şehrin batı, taraftaki çıkışına, yerleştirip sabaha kadar dağıtma ve kor­ kutma aateşi yapıyorlar. Böylece dağınık askerlerin şehre girmeksizin ke­ narlardan sıvışıp gitmesini kolaylaştırıyorlardı, 84

Bu durum karşısında bir süre önce kurulan, İzmir Kuzey Cephesi ko­ mutanlığı vazifesini alan Balıkesir'deki 61. Tümen Komutanı Albay Kazım Özalp, Salihli Cephesinde bulunan Çerkez Ethem 'e şu telgrafı çekmiştir:

"Her tarafta kara cephemize yakın ve geri bölgelerinde vaziyet vahim bir şekil almıştır. Biga civarında kuvvetlerimizi bozmaya muvaffak olan Anzavıır melunu birkaç gün önce Gönen üzerine ilerleyerek Kaymakam Rahmi. Bey'İn kuvvetlerini, yenmiş, kumandan da dahil olduğu halde bazı

84 Rahmi Apak, Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, s. 127, 128; Feridun Kandemir, İstiklâl Sa­ vaşında Bozguncular ve Casuslar, İstanbul 1964, s, 18. 64 ORHAN HÜLAGÜ

zabitlerin şehit olması neticesinde kuvvetlerimiz, dağılmış ve âsiler Gönen şehrine ve civarına hakim olmuşlardır. Anzavur hu sefer daha mahir ve desiseli hareket ediyor, esir ettiği zabitleri, askerleri Halife adına yemin ettiriyor, Kuva-yı Milliye aleyhine tahrik ediyor. Durumu tehlikeli gören Kolordu Kumandanı Yusuf izzet Paşa Bandırma'dan çekilmiş, Anzavur ise mukavemetsiz bulduğu Bandırma'ya girmiştir. Bandırma'da kalan bazı za­ bitler ve bir kısım halk tarafından karşılanmıştır,

Anzavur kuvvetleri şimdi iki koldan Balıkesir üzerine yürümektedirler. Bir kolu Balya istikametinde ilerlemektedir. Bu kuvvetler Gâvur İmam'ın kumandasındadır. Bunların karşısında Edip Bey varsa da kuvvetlerimizin maneviyat bozukluğundan şikayet etmektedir. Diğer kol, yani Anzavur'un idaresinde bulunan asilerin bir müfrezesi dün Karacabey'i işgal etmiştir.

Asilerin Balıkesir'i ellerine geçirmeleri, Yunanlılarla irtibat temin et­ melerine imkân verecektir. Bunun ne kadar vahim bir netice doğuracağını tahmin edebilirsiniz. Ben son itaat edecek neferim kalıncaya kadar dö- ğiişeceğim. Fakat maksat şahsî şeref değil, ortak ve mukaddes bir ga­ yedir. Durum muhataralıdır. Bu bakımdan bizzat ve kâfi bir kuvvet ve sü­ ratle Balıkesir'e hareket ediniz. Kuvvetlerin Akhisar istasyonundan trenle Balıkesir'e kadar şevki mümkündür. Bu, süratle gelmenize yardım eder. Telgraf başında, muvafakat cevabınızı bekliyorum. 61. Fırka Kumandanı Miralay Kâzım. 85

Bunun üzerine Salihli cephesinden, Çerkez Ethem'in kumandasında 2.000 mevcudlu süvari ve piyade, Demirci Efe'nin Aydın Cephesi'nden 600 atlı, Akhisar Cephesi'nden bir millî müfreze, Balıkesir'den Keçeci Hafız Emin Bey idaresinde bir millî süvari müfrezesi, Soma Cephesi'nden Selahattin Efendi kumandasında bir müfreze, İvrindi ve Ayvalık böl­ gelerinde de önemli kuvvetler gelerek Balıkesir'de toplandılar.86

85 Haşan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, C 6, s. 267, 269; Kaz mı Özalp, Milli Mücadele, I, s. 113; Çerkez Elhem, Çekez EtEıcm'in Hatıraları, 1962, s. 28. 86 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 40; Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1, I 14; Sa- balıııllin Selek, Milli Mücadele, II. 68; Cemal Kııtay, Çerkez Etheııı Dosyası, s, 225-228. ANZAVUR İSYANI 65

Anzavur'un bu şekilde Bursa ve Balıkesir'i tehdide başlaması üzerine Ankara'da Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa'da şu be­ yannameyi yayınlamıştır:

"İtilaf hükümetleri tarafından İstanbul'umuzun işgali ve milletimizin hakkında hiç bir tarihin kaydetmediği tahribat ve tecavüzâta cüret edil­ mesi üzerine tekmil Anadolu ve Rumeli'de bir vahdeti iman ve vicdan ile feveran eden ve istiklâli milleti, tahlis gâyesine inhisar eden azmi milliyi ihlâl için düşmanlarımızın en evvel tevessül etmek istedikleri çare nifakı dahilîdir.

İşte sırf bu maksadı hâinânenin tatbikatı cümlesinden olmak üzere gerek İstanbul'da düşmanlarımızın âmâlini tatmin için teşkil eyledikleri Ferit Paşa hükümetini ve gerekse bizzat Anzavur'u teşvik etmişler ve bunun neticesi olarak Gönen ve Biga. havalisinde İkaı fesada teşebbüs ey­ lemişlerdir.

Aydın cephesinden Yunanlıların taarruzu püskürtülerek bu cephenin vaziyeti emin bir şekle girdiği ve Kİlikya havalisindeki işgal kuvvetleri Urfa'yı tahliye ettikleri, Mersin, Tarsus, Adana, Haçin mevkiindeki işgal kuvvetleri de kamilen muhasara edildiği bir zamanda Anzavur'un Gönen havalisindeki teşebbüsleri doğrudan doğruya. Yunanlıların menâfiine hiz­ met ve menâfii âliyei milliyeye sarih ve faal bir hiyânettir. ;

Binaenaleyh meclisi fevkalâde-İ millî azasından Ankara'da içtima etmiş olan murahhaslar ve mebusların ela reyü karârı inzimam 61. Fırka Ku­ mandanı Miralay Kâzım Bey'e Karesi livası ve 56. Fırka Kumandam Mi­ ralay Bekir Sami Bey'e de Hüdavendigâr vilhayeti dahilindeki tekmil Kuva-yı Milliye ve askeriye ve milliyeyi deruhte eyleyerek, dahili mem­ lekette ihdas etmek istedikleri tefrikaya mâni olmak için her tedbire te­ şebbüs edebilmeleri ve vahdet ve istiklâli millîyi ihlâle teşebbüs edecek veya idâmei vahdet İçin ibrazı mesai etmeyecek olan bilumum memurini mülkiye ve askeriye hakkında cürmün derecesine göre azil, hapis, idam gibi her nevi cezaları tatbik için selâhiyeti fevkalâde verilmiştir. 66 ORHAN HÜLAGÜ

■ istiklâli millî uğrundaki mücâhedei kafiyemizde her zaman olduğu gibi bundan sonra dahi tefikâtı suphaniyeye mazhariyetimizden eminiz. Cenabı Hak bizimle beraberdir. Heyet-i Temsiliye nanuna Mustafa Kemal". 1S’7

Mustafa Kemal Paşa'n m bu beyannamesi her yerde halka kuvvet ver­ miş ve komutanlara da kılavuz olmuştur.

f. YahyakÖy Çarpışması ve Anzavur'un Kaçışı

8 ile 14 Nisan 1920 tarihleri arasında Ahmet Anzavur'un ikinci ayak­ lanmasını tenkile ayrılan kuvvetler, işte bu ruh ile Balıkesir'de toplanmış bulunuyordu. 87 88 Bütün hazırlıklarını tamamlayan birlikler Çerkez Ethem komutasında olmak üzere 15 Nisan 1920’de Balıkesir'den hareket ederek Susurluk-Gönen istikametinde yürüyüşe geçmiş ve aynı gün ileri kuv­ vetler Susurluk ile Mustafakemalpaşa arasında YahyakÖy sırtlarında An­ zavur kuvvetleri ile karşılaşmışlardır. 89 16 Nisan 1920 sabahından ak­ şamına kadar devam eden şiddetli bir çarpışmadan sonra, Anzavur kuvvetleri darmadığınık bir halde kaçmışlardır, 90 Neye uğradığını şa­ şıran Ahmet Anzavur, kendi canının kaygusuna düşmüş, atına atlayarak hiç tereddüt göstermeden emrindekileri bir anda terketmiş ve Bandırma'ya doğru kaçmaya başlamıştır. 91 Anzavur kuvvetlerini takibe geçen millî kuvvetler, önce Mustafakemalpaşa’ya girmişler, daha sonra da Ban- dırma'ya geçerek iki kola ayrılmışlardır. Bir kol Gönen üzerine yürürken, diğeri Karabiga üzerinden Biga'ya yönelmiştir. Ahmet Anzavur Önce Ka- rabiga'ya oradan da deniz yoluyla İstanbul'a kaçmıştır. 92

87 Askerî tarih Belgeleri Dergisi, S. 82, Ankara (Ekim 1992), V. No: 1799; Kazım Özalp Milli Mücadele, I, 114, 88 Tiirk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, VI, 41. 89 Haşan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, C 6, s. 270; Kazım Özalp, Milli Mücadele, 1, 115; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, s, 197, 90 İbrahim Artaç, Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul 1987, s. 303, Kenan Esengiıı, Milli Mü- cadele'de Hıyanet Yarışı, s. 8!, 91 Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, s, 194; Fahrî Belen, Türk Kurtuluş Sa­ vaşı, s. 197. 92 Yunus Nadi, Birinci Biiyiik Millet Meclisinin Açılışı ve İsyanlar, İstanbul 1955, s. 9; Cemal Kulay, Çerkez Ethem Dosyası, s, 242; Haşan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, C, 6, s. 275; Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s. 353; Türk İstiklal Harbi, VT, 42: Kazım Özalp, Milli Mücadele. 1, 115; T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 1, 7, ANZAVUR İSYANI 67

Balıkesir havalisi Komutanı Kazım Özalp, 16-17 Nisan gecesi bizzat diğer kuvvetlerle Balya'da bulunan Gâvur İmam üzerine yürüyerek onu da dağıtmış ve kaçırmıştır. Bundan sonra Ahmet Anzavur, Kocaeli böl­ gesinde Kuva-yı Millİye'ye karşı güçler arasında görülmüş, 93 Sakarya Savaşı'ndan sonra da yukarıda temas edildiği gibi Köprülü Hamdi Bey'in adamları tarafından Biga civarında yakalanarak öldürülmüştür. 94

93 Yunus Nadir, Birinci Büyük Millet Meclisinin..., s. 64-70; Fahrî Belen, Türk Kurtuluş Sa­ vaşı, s. 201; Kenan Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarışı, s. 110-1 i 1. 94 Scbahattin Özel, Kocaeli ve Sakarya İllerinde Milli Mücadele, s. 85; Fazım Özalp, Milli Mücadele, I, s. 116.

AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK’ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ

Yrd, Doç. Dr. MEHMET EVSİLE *

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra Atatürk'ün Samsun'a çıktığı tarihe kadar Musul İngilizler, Antalya ve çevresi İtal­ yan 1 ar, Adana, Antep, Maraş ve Urfa Önce İngilizler, daha sonra Fransızlar ve İzmir başta olmak üzere Batı Anadolu bölgesi, Yunanlılar tarafından işgal altına alınmıştır.

Yine Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Amasya Tamiminin ya­ yınlanmasına kadar İstanbul'da Ahmet İzzet Paşa, I. ve II. Tevfik Paşa, I ve II. Damat Ferit Paşa kabineleri olmak üzere toplam beş hükümet iş başına geçmiştir.

İşte ülke topraklarının önemli bir kısmının işgal edildiği ve İstanbul'da siyasal istikrarın bulunmadığı bu dönemde, Mustafa Kemâl Paşa, 19 Mayıs 1919 tarihinde Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatiyle Samsun'a çık­ mıştır. Ülkedeki genel İstikrarsızlığa paralel olarak özellikle Karadeniz bölgesinde bir de güvenlik sorunu bulunmakta idi ve Mustafa Kemal Paşa'nın görevi, bölgede güvenliği sağlamak, yöredeki silâh ve cephanenin İstanbul'a gönderilmesini sağlamak, ayrıca bazı örgütlerin asker top­ lamasını önleyerek, bunları kapatmaktı. Mustafa Kemal Paşa, Ordu Mü­ fettişliği talimatına, Genelkurmay Başkanlığı'ndaki arkadaşları va- sıtasiyle daha geniş yetkiler de ilâve ettirmiştir. 1

Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun'a çıkar çıkmaz üzerinde durduğu ko­ nulardan biri, Anadolu’nun diğer bölgelerinde açılmış bulunan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri ile temasa geçmek; ikinci olarak da *I

* Ondokıızmayıs Üniversitesi Amasya Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi. I Tııncer Baykara, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İstanbul, 1991, s. 68. 70 MEHMET EVSİLE

Pontuscu Rum Çetelerinin bozduğu bölgenin güvenlik sorununu çözmek olmuştur. Bu konuda Samsun ve Havza'dan İstanbul'a çektiği telgraflar bi­ linmektedir. Ancak bölgedeki güvenlik sorununun kökü, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar gitmektedir. Bu konu ile ilgili olarak Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivİ'nden aldığımız belgelerde bazı bilgiler yer almaktadır. 11 Mayıs 1917 tarihinde Giresun Kay- makamlığı'ndan Trabzon Vilâyeti kanalı İle III. Ordu Komutanlığı'na gönderilen bir yazıda, bölgedeki Rum Vasil Çetesi'nin faaliyetleri hak­ kında şu bilgiler verilmiştir: 2

2 Mayıs 1917 tarihinde kendilerini izleyen müfrezenin önünden ka­ çarak Çambaşı-Mesudiye-Koyullıisar kazaları sınırlarının birleştiği yer­ deki bir Rum köyüne girmişlerdir. Birkaç saat sonra takip müfrezesi ile şakiler arasında silâhlı çatışma başlamış ve şakilerden ikisi ya­ ralanmıştır. Ertesi gün bölge halkının yardımı İle tekrar Karahisar (Bu­ günkü Şebinkarahisarj’m Kırık nahiyesine doğru kaçtıkları anlaşılmıştır. Maden köyü halkı şakileri iaşe etmiş, yaralılarına at vermiş, köy hal­ kından Yorgioğlu Nikola ile bir klavuz, çeteye yardım ettikleri için tu­ tuklanmışlar ve bu çetenin hareketi sona erdirilmiştir.

Ancak Ordu, Giresun, Mesudiye, Koyulhisar kazaları sınırları ci­ varında bulunan Kavurdbiikü, Kavaklıca, Araşar, Açış, Madenalan, Si- nanlı, Oluklu, Dargınca köylerinin bu gibi çetelere yardımcı olmaları; sa­ hilden Koyulhisar istikametine sevk edilmiş olan Rumların, yayla zamanı olması ve yolların da ulaşıma açık bulunması dolayısıyle adı geçen böl­ geye gelip eşkıyalık faaliyetlerine devam etmeleri ihtimaline karşı ge­ reken önlemlerin alınması İstenmiştir.

Bu çetenin izlenmesi faaliyetlerine Sivas Valiliği de katılmış ve Trab­ zon Valiliği'ne kendi sorumluluk bölgelerindeki durum hakkında bilgi ver­ miştir. Sivas Jandarma Alay Komutanlığından gönderilen bir birliğin adı geçen çeteyi izlediği, ancak Akköy-Keşap üzerinden Giresun İstikametine giderek Sivas Valiliği sorumluluk bölgesinden çıktığı anlaşılmaktadır.

2 Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı (ATAŞE) Arşivi. Klasör: 2883, Dosya': 335-B, Fih­ rist: 7-1. ■ AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 71

Çetenin daha sonra Bulancak'ta bir süre beklediği, buradan kayıklarla denize açılarak firar ettiği görülmektedir. 3

Rum Vasil Çetesinin ele geçirilmesi için III. Ordu Komutanlığı, Trab­ zon Valiliği, Giresun Sahil Mıntıka Komutanlığı, 2. Kafkas Kolordu Ko­ mutanlığı ve III, Ordu Menzil Müfettişliği arasında yazışmalar yapılmış ise de kesin bir sonucun alınamadığı belgelerden anlaşılmaktadır. 4

Kesin sonuç alınamamakla birlikte Birinci Dünya Savaşı yıllarında ordu birliklerinin müdahaleleri ile bölgedeki Rum çetelerinin faaliyetleri bir noktada kontrol altında tutulabilmiştir. Ancak Mondros Ateşkes An­ laşmasının imzalanmasından sonra, ordular küçültülüp, silâhlarının önem­ li bir kısmı ellerinden alınınca, artık hükümetin Rum çetelerine karşı bölge halkını savunmak için hiçbir kuvvete sahip olamadığı gö­ rülmektedir. Bu durum karşısında Rum Pontus Çeteleri genel olarak daha saldırgan bir duruma gelmişlerdir. Türk askerlerinin ellerinden silâhlarının alınmasına karşılık, özellikle İngiltere'nin Samsun'a asker çı­ kardığı zaman bölgedeki Rum çetelerine 10.000 adet silâh dağıttığı gö­ rülmektedir. Buna ilâve olarak Karadeniz bölgesinde sayıları az olan Rum nüfusu çoğaltmak için Rusya'da oturan ve Bolşevik idaresinde ya­ şayamayan Rumlar, vapurlarla Samsun ve çevresine çıkarılarak Türk top­ raklarına yerleştirilmişlerdir.

Yurt dışından takviye suretiyle bölgedeki Müslüman nüfusun ço­ ğunluğuna yetişmek mümkün olamayacağı için, Rum çeteleri artık çe­ kinmeden açıkça Müslüman çoğunluğu ortadan kaldırmak için rast gel­ dikleri müslümanları öldürmeye ve daha sonra Müslüman köylerine baskınlar düzenleyerek katliam yapmaya başlamışlardır. Bu dönemde Rum çetelerinin mezalimine sahne olan 12 kaza merkezi şu şekilde tesbit edilmiştir. Bafra, Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Köprü (Vezirköprü), Lâdik, Gümüşhacıköy, Havza, Tokat, Erbaa, Zara.5

3 ATAŞE Arşivi, Klâsör: 2883, Dosya: 335-B, Fihrist: 7. 4 ATAŞE Arşivi, Klâsör: 2883, Dosya: 335-B, Fihrist: 7-2, 7-3, 7-5, 7-9 ve 7-10. 5 Pontus Meselesi, (Hazırlayan: Yılmaz KURT), Türkiye Büyük Mîllet Meclisi Yayını, Ankara. 1995, s. 188. 72 MEHMET EVSİLE

Fontu s çetelerinin faaliyet alanları bakımından Amasya Sancağı önem­ li bir yer tutmakta idi, Pont us davasını iddia edenlerin kendi tarihî ri­ vayetlerinde Amasya'nın Pontus hükümet merkezi olduğu ileri sürülüyor, Amasya ve çevresinde bu açıdan çok ciddi faaliyet içerisinde bu­ lunuyorlardı, Amasya şehir merkezinde Mondros Ateşkes An­ laşmasından 1920 yılı sonuna kadar Rum çeteleri tarafından işlenen ci­ nayetlerin sayısı 23 civarındadır. Bu cinayetlerde sadece Amasya şehir merkezinde öldürülen Müslümanların sayısı 25’tİr, Bundan başka 4 Müs­ lüman yaralanmış, 17 köye saldırı yapılarak eşya ve hayvanlar gas- bedilmiştir, Bu köylerden ayrıca 500 liralık ticaret eşyası çalınmış ve 31 diğer hırsızlık ve gasp olayı ortaya çıkarılmıştır, 6

Karadeniz bölgesindeki asayişsizlik olayları, Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun'dan gönderdiği 25 Mayıs 1919 tarihli raporda da teyit edilmektedir. Bu raporda özetle şu görüşlere yer verilmiştir: 7

"Seferberliğin başlangıcında liva dahilinde, özellikle asker ka­ çaklarından ve Müslüman, Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan birtakım çeteler, adi hırsızlıkla arasıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çe­ teler ise, siyasî bir hüviyet kazanmıştır. Rusların İstilâsı başlayınca, mem­ leket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından da teşvik ve denizden desteklenmişlerdir.

Rusların yenilgisinden ateşkese varıncaya kadar olaylar ve eşkıyalık devam etmiştir.

Bugün liva dahilinde Ünye çevresinde bir iki Ermeni çetesinden başka Ermeni çeteleri yok denecek kadar az ve faaliyetleri hissedilmeyecek de­ recede etkisizdir.

Ateşkesten sonra bütün Rumlar, Yunanlılık millî emelleri İle her ta­

6 Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri, Başbakanlık Osmanh Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, An­ kara, I9S2,s. 30-32 (Belge: 29). 7 Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri, Başbakanlık Osnıanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, An­ kara, I9S2. s, 30-32 (Belge: 29). AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 73 rafta şımardıkları gibi, bu bölgede de Pontus hükümetinin kurulması gibi bir safsata etrafında toplanmış ve biitün Rum çeteleri düzenli bir program altında tamamen siyasî bir hüviyet kazanmışlardır.

Liva dahilinde ezici bir çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar da ürkek bir vaziyette, mal ve geleceklerinin hukukundan, kötü olaylar karşısında kırılmaktan endişe duyuyorlar. Buraya geldiğimi haber alan köylüler, biz­ zat gözyaşları içinde başvurarak durumlarını arzetmekte ve bunlardan ba­ zıları kendilerine saldıran Rum eşkıya reislerinin İsimlerini söylemekten kaçınmaktadırlar. Bu durumun gerektirdiği bütün tedbirlere baş­ vurulmuştur."

5 Haziran 1919 tarihinde Havza'dan gönderdiği ikinci raporunda ise, özellikle Amasya çevresindeki Rum faaliyetleri hakkında bilgi veriyor:8

"Rumlar nisbetsiz derecedeki azınlıklarına rağmen Sivas Vilâyetinin Amasya ve Tokat sancaklarında da ayın Canik livasında olduğu gibi çe­ tecilik ve siyasî amaçlı örgütler kurup faaliyet gösteriyorlar. Bugün özel­ likle Canik'le sınır olması sebebiyle Amasya livası sınırları içinde yir- mibir Rum çetesi görülmektedir. Bunların liderleri, faaliyet gösterdikleri yerler ve çıkardıkları en son olaylar kayıtlara geçmiştir. Tokat livasında da dikkat çekici olmak üzere ve yine Canik livası hududunda, Amasya'nın Lâdik ilçesi doğusunda Erbaa İlçesinde, kısmen de Niksar'da avenesi kuvvetli beş Rum çetesi vardır.

Hristiyan azınlıkları şımartıp, çılgınca hareketlere yönelten Rum ve Ermeni kundakçıları, güvenliği yabancılara karşı bozuk göstermek için işgal ve müdahaleyi davet etmek, özellikle yabancı subayların bulunduğu yerlerde hükümetle hiç temas etmeyerek doğruca yabancılara müracaat etmek suretiyle Müslümanlar aleyhine olaylar çıkartılması gibi tutum ve davranışlarını sürdürüyorlar." 9

8 A.g.e., s. 34-36 (Belge: 34). 9 Yukarıdaki belgelerden çetecilik olaylarının Ünye-Erbaa-Niksar-Koyulhİsar-Şebinkarahistır - Giresun haltı arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Bugün de bazı terör Örgütlerinin aynı bölgeyi eylem alanı olarak seçmeleri dikkat çekicidir. Bunun, bölgenin coğrafî özelliklerinden kaynaklandığı düşünülebilir. 74 MEHMET EVSİLE

Mustafa Kemâl Paşa'nın bir taraftan ülke bütünlüğünün sağlanması yo­ lunda millî cemiyetlerle diyalog kurduğu, diğer taraftan Karadeniz böl­ gesindeki asayişsizlik durumuna çareler aradığı bir sırada İstanbul'da bir­ biri peşi sıra gelen hükümetlerle siyasal İstikrar bozulmuş ve hükümet üzerindeki İngiliz baskısı iyice artmıştı. Bu baskının bir sonucu olarak İn- gilizlerin isteği ile 8 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa, İs­ tanbul'a geri çağrılmıştır. 10 11

Ancak Mustafa Kemâl Paşa'nın İstanbul'a dönmek gibi bir niyeti yok­ tur. Nitekim o günleri Nutuk'ta şöyle anlatıyor: 11 "Anadolu'ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağ­ lanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kal­ mamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine ge­ tirmemiş olmakla birlikte, millî teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, âsî duruma geçmiş olduğuma şüphe edi­ lemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, ya­ pılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak niteliğinden çı­ kartılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey'et adına olması gerekli idi."

Konuyu siyaset bilimi açısından değerlendiren Prof. Dr. Sina Akşin, şu yorumu yapıyor: "Mustafa Kemâl'in İstanbul'a çağrılması, O'nun Ana­ dolu'daki durumunu etkilemiştir. En azından elindeki geniş yetkileri artık eskiden olduğu gibi kullanamayacaktır. Bunun için Anadolu'da giriştiği teşebbüs ve faaliyetleri, tamamen kendi iıısiyatifinde olan kişisel fa­ aliyetler olmaktan çıkartıp, bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey'etin ortaya çıkması, kendisinin de bu hareketin önderi olması gereği ortaya çıkmıştır. Bu, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde elde edilecektir, Ancak kongrelere kadar komutan ar-

10 Kemal Alaliirk, Nutuk (Hazırlayan: Zeynep Korkmaz), Atatürk Araştırma Merkezi Yayım, Ankara, 1995, s. 20. 11 Kemal Atatürk, u.g.e., s. 21. AMASYA TAMÎMt VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 75

kadaşlannın da bu statüyü kabul etmeleri gerekliydi. Amasya toplantısı ve kararları bunu sağlayacaktır. 12

10 Haziran 1919 tarihinde Havza'da yayınladığı bir tamimle Mustafa Kemâl Paşa, Üçüncü Odu Müfettişliğinden 13 ulusal önderliğe geçişin ha­ zırlıklarına başlamıştır. Bu tamime göre, bazı yerlerdeki Miidafaa-İ Hukuk, Redd-i İlhak Cemiyetleri gönderdikleri telgraflarda, milletin hu­ kuku ve istiklâlini müdafaa gayesiyle kendisinin girişimlerde bu­ lunmasını istemişlerdir. Buna karşılık Mustafa Kemâl, millî emeller uğ­ runda milletle beraber sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı adına söz verdiğini bildirmiştir. Böylece Mustafa Kemâl Paşa, millî mücadelenin önderliğine aday olmuş oluyordu. 14

Mustafa Kemâl Paşa ve beraberindekiler, Havza'da bu tamimi ya­ yınladıktan sonra 12 Haziran 1919 günü Amasya'ya geçmişlerdir. 15

Mustafa Kemâl Paşa ve beraberindekiler, Amasya'da coşkulu bir ka­ labalık tarafından karşılanmışlardır. Karşılamada şehrin önde gelen ki­ şileri hazır bulunmuşlardır: 16

Hacı Hafız Tevfik Efendi (Müftü, İl Genel Meclisi Üyesi), Abdurrahman Kâmil Efendi (Vaiz),

12 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1992 (2. Basım), Cilt: I, s. 423. 13 Mustafa Kemâl Paşa, Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatiyle Samsun'a çıktıktan yaklaşık bir ay kadar sonra İstanbul hükümeti, yaptığı bir düzenleme ile ordu birliklerini üç müfettişlik bölgesine ayır­ mıştır. Mustafa Kemâl Paşa’nın sorumluluk sahası, Üçüncü Ordu Müfettişliği olarak tesbit edilmiştir. 14 Haziran 1919 tarihinden itibaren Mustafa Kemâl Paşa resmî yazışmalarında Üçüncü Ordu Mü­ fettişi sıfatını kullanmıştır, (Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları I, Kültür Ba­ kanlığı Yayım, Ankara, 1995, s. 69-70. 14 S. Akşin, a.g.e., Cilt: 1, s. 423-424. 15 Hüseyin Menç, Millî Mücadele Yıllarında Amasya Portreler - Belgeler, Ankara, 1992, s. 24. Mustafa Kemâl Paşa’nın Amasya'ya geldiği tarih, Prof. Dr. Sina Akşin'iıı adı geçen eserinde (s. 424), 13 Haziran 1919 olarak verilmektedir. Bugün Amasya'da o günün hatırasını yaşatmak üzere bir lisenin adı, 12 Haziran Liscsi'dir, Amasya şehir stadyumunun adı, 12 Haziran Stadyumu'dur, 12-22 Haziran tarihleri, valilik tarafından Amasya Festivali olarak kutlanmaktadır. Resmî kutlamalarda 12 Haziran tarihi esas alındığı İçin biz de Mustafa Kemâl Paşa’nın Amasya'ya geldiği tarih olarak 12 Ha­ ziran gününe riayet ediyoruz. 16 H. Mcnç, a.g.e., s. 27. Buradaki isimlerin çoğunluğu, Cemâl Kutay'ın Kurtuluş Savaşı'nın Maneviyat Ordusu isimli eserinde yer almıştır. Diğerlerini yazar, kendi mahallî araştırmaları so­ nucunda tesbit etmiştir. Konu, şerefli bîr konu olduğu için biz o kişileri de Atatürk’ü karşılama şe­ refinden mahrum bırakmamak için bunların tamamının karşılama hey'etînde oldukları bilgisine itibar ediyoruz. 76 MEHMET EVSİLE

Topçuzade Mustafa Bey (Belediye Başkanı), Hoca Burlıaneddİn Efendi, Şeyh Cemalcddin Efendi, Harputîzade Haşan Efendi, Ali Efendi (Eytam Müdürü), Hacımahmutzade Mehmet Efendi, Miralayzade Hamdi Efendi, Kofzade Hafız Mustafa Efendi, Şirinzade Mahmut Efendi, Melekzade Süleyman Efendi, Kahvecizade Mehmet Efendi, Veysİbeyzade Sıtkı Bey, Seyfizade Ragıp Efendi, Arpcızade Hürrem Bey, Topçuzade Hilmi Bey, Yumukzade Hamdi Efendi, İsmail Hakkı Paşa, Yörgüçzade Rasim Efendi, Liitfi Bey, Komiser İsmail Bey, Komiser Muavini Osman Efendi, Abdurrahman Rahmi Efendi (Telgraf Memuru)

O günkü coşkuyu ve heyecanı yaşamış olan Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi'nin torunu Nafiz YETKİN, hatıralarında karşılama törenini şu şe­ kilde anlatıyor: 17

"Mustafa Kemâl Paşa Amasya'ya geldiği zaman, ben 12 yaşında Amasya Mekteb-i Sultanî, Îbtidaî beşinci sınıfta idim. Babam Mekteb-i Sultanî'de yabancı dil, Arapça, Farsça ve din dersleri öğretmeni idi. Çok iyi hatırlıyorum, okulda Mustafa Kemâl Paşa askerleri teftişe gelecekmiş.

17 H. Mcnç, a.g.c., s. 32-33. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 77

O'nu karşılamaya gideceğiz diye konuşmalar oluyordu. Öğretmenlerde bir telâş var, biz yaşımız icabı olsa gerek bu teftişten birşey anlamıyoruz. Nihayet 12 Haziran Perşembe günü sabahı temiz elbiselerimizi giyerek okula geldik, öğretmenler bizi gözden geçirdikten sonra sıraya dizdiler. Amasya’nın Samsun tarafından gelen yolun üst kısmında bulunan Cülus tepe demlen yere getirdiler. Bir düdük sesi İle dur ve rahat emri verdiler. Bizlerİ çimlerin üzerine oturttular. Cülus tepenin daha ilerisinde bulunan Gezirlik mevkiinde yayalar ve daha ileri ve Boğaz mevkiinde atlı arabası olan kişiler Mustafa Kemâl Paşa’yı karşılamak üzere gitmişlerdi.

Biz Cülûs tepede bizi bekleyen bir nöbetçi öğretmen ile kaldık. Diğer öğretmenler daha ileri gitmişlerdi. Akşam yaklaşıyor, biz halâ bek­ liyorduk. Şu heyecanlı ânı hiç unutamam, Amasyalı Ziya Efendi adında bir jandarma çavuşu vardı. Atını koşturarak bulunduğumuz yere geldi, Mustafa Kemâl Paşa'nm geldiğini bildirdi. Biz çılgınca alkış tutturduk. Tutturduk ama haberi geldi, Mustafa Kemâl Paşa gelmedi. Öğ­ retmenlerimiz soluk soluğa koşarak yanımıza geldiler. Hemen bir düdük sesi ile bizlerİ bir araya toplayıp yolun kenarına getirerek, muntazam bir şekilde dizdiler.

Hava kararmaya başladı. Orada bulunan fenerleri yakılmış, önlerinde siyah kalpaklı, yakası açık, cepleri üzerinden ceketli, çizmeli, mahmuzları pırıl pırıl parlayan dizden yukarısı geniş pantolonlu, sert adımlar atan kahramanın yanında bulunan arkadaşları ile birlikte geldiğini gördük. Ar­ kasında atlı, arabalı, yaya yürüyen karşılayıcılarla birlikte önümüze kadar geldi durdu. Etrafa bakmıyordu, halk kaynaştı, etrafında toplandı. Paşa hiç konuşmuyor, keskin bakışlarla etrafa göz gezdiriyordu. Mustafa Kemâl Paşa, etrafı süzdükten sonra, Merhaba AmasyalIlar! dedi. Halkla birlikte biz de Çok yaşa Paşam! diye karşılık verdik.

Karşılıklı tanışma merasiminden sonra Mustafa Kemâl Paşa oto­ mobiline bindi, kalabalık halkın büyük tezahüratı ile birlikte yavaş yavaş şehrin merkezine doğru hareket etti. Kuş Köprü (Künç Köprüj’ye kadar gelindiği zaman, köprünün girişinde, ikinci bir kalabalık ahalinin sevgi gösterileriyle karşılaştılar. Bu sevgi gösterisi karşısında, Paşa oto­ mobilinden indi, Merhaba Amasyahlar! dedi. Artık AmasyalIlarla tek 78 MEHMET EVSİLE yürek olunmuştu. Dilek ve istekleri dinlemeye başladı. Hem yürüyor, hem dinliyordu. Bu yürüyüş Hükümet Konağı'mn önünde noktalandı.”

Mustafa Kemâl Paşa, Amasya’ya geldiği gün hükümet konağında mi­ safir edilmiştir. Daha sonra Amasya'da kaldıkları sürece 5. Kafkas Tü­ meninin karargâhı olan Saraydüzü Kışlası’nda ikamet etmişler ve Amas­ ya Tamimi de bu binadan bütün yurda duyurulmuştur. 18

Amasya'ya gelir gelmez Mustafa Kemâl Paşa'nın ilgilendiği ilk konu, Amasya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşu hakkında va­ tandaşları aydınlatmak ve şehrin ileri gelenlerini bu konuda teşvik etmek olmuştur. îlk olarak bu konu İle ilgilenmenin önemli gerekçeleri vardır. Çünkü halkın cemiyetler halinde teşkilâtlanarak kendi haklarını sa­ vunmaya başlaması, millî mücadelenin en önemli temellerinden birisini oluşturmaktadır. Bu şekilde halk, kendi kaderine sahip çıkarak geleceğini de tayin etmek istemektedir. Çünkü oturdukları topraklar İçin İstanbul'daki hükümet tarafından, kendi isteklerine aykırı çözüm yoluna gidileceği şüp­ hesi belirmiştir. İşte bu sebeple halk, cemiyetler kurarak kongreler ter­ tipleyerek bu tür çözümlere izin vermeyeceğini İstanbul'a ve dünyaya açıklayabiliyordu. 19 Bu yapı, millet hakimiyeti fikrinin temelini teşkil et­ tiği gibi, Amasya Tamiminin de ana fikrini teşkil etmektedir. Bu hususu dikkate alan Mustafa Kemâl Paşa, kendisini dinleyenlere şunları söy­ lemiştir: 20

Memleketin her tarafında ateşli çalışmalar başladı. Türk va­ tanseverlerinin gayretleriyle batı memleketlerinde millî cepheler ku­ ruldu. Güneyde Fransızlarla elbirliği yapan Ermenilere karşı sal­ dırmaya başladılar. AmasyalIlar ne duruyorsunuz? Burada da mutlaka her türlü haklarımızı korumak üzere Müdafaa-i Hukuk Ce­ miyeti kurmalıyız.

18 H. Menç, a.g.c., s. 104. Bu bina bugün ayakta değildir. 1922 yılında kurulan Merkez Or­ dusunun da karargâhı olarak hizmet görmüş, daha sonra yıkılarak yerine eski Orduevi binası ya­ pılmıştır. Amasya Valiliği’nin bu binayı Atatürk'ün ikametgâhı olduğu zamanlardaki fotoğraflarına göre yeniden inşa etmek şeklinde bir projesi olduğu bilinmektedir. 19 T. Baykara, a.g.c., s. 63. 20 H. Menç, a.g.c., s. 43. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 79

AmasyalIlar, Mustafa Kemâl Paşa'nm bu isteğini yerine getirmek üzere çalışmalara başlamışlardır. Müftü Tevfik Efendi'nin başkanlığında şeh­ rin ileri gelenleri, cemiyetin kurulabilmesi için kendi aralarında bir toplantı yaptıktan sonra nüfuzlu aileler tek tek ziyaret edilerek konu halikında bilgi verilmiştir. 14 Haziran 1919'da Atik-İ Âli mektebinde genel bir toplantı yapılmıştır. Toplantı devam ederken Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşları da toplantının yapıldığı yere gelmişlerdir. Mustafa Kemâl Paşa burada bu cemiyeti kuranların ülkeye ve millete faydalı hizmetler yapacaklarına olan inancım ifade ederek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin çalışma şeklini izah etmiştir. Bundan sonra cemiyet üyelerinin ve başkanınm seçimi ger­ çekleştirilerek Amasya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşu ta­ mamlanmıştır.

Müftü Tevfik Efendi'nin başkanlığında kurulan cemiyette şu üyelerin görev aldıkları tesbit edilmiştir: 21 Abduırahman Kâmil Efendi, Hoca Ba- haeddin Efendi, Şeyh Cemaleddin Efendi, Harputîzade Haşan Efendi, Top- çuzade Mustafa Bey (Belediye Başkanı), Eytam Müdürü Ali Efendi, Top- çuzade Hilmi Efendi, Hacımahmutzade Mehmet Efendi, Miralay zade Hamdi Bey, Kofzade Mustafa Efendi, Şirinzade Mahmut Efendi, Me- lekzade Süleyman Efendi, Veysibeyzade Sıtkı Bey, Seyfizade Ragıp Efen­ di, Yumukosmanzade Hamdı Efendi ve Arpacızade Hürrem Efendi.

Ülkenin her tarafında, herhangi bir aksaklık ortaya çıkması halinde olaylardan haberdar olabilmek ve kurulması plânlanan cemiyetlerden han­ gilerinin kurulmuş olduğunu veya daha önce kurulmuş cemiyetlerden halen çalışmalarına devam edenler olup olmadığını öğrenmek için daha Havza'da iken Anadolu'nun her yerine telgraflar çekilmiştir. 8 Haziran 1919'da Diyarbakır Valiliği'nden Kürt Cemiyeti hakkında bilgi veren bîr telgraf alınmıştır. Bu telgrafta Diyarbakır'daki Kürt Kulübü'nün în- gİlİzlerin teşvikiyle bir Kürdistan kurulması amacını izlediği ve dernekler kanununa uymadığı için kapatıldığı bildirilmiştir. 22 Bunun üzerine 15 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa, Amasya'dan Diyarbakır Va- liliği'ne konu ile ilgili olarak şu telgrafı çektirmiştir: 23

21 H. Menç, a.g.e., s. 43. 22 H. Meııç, a.g.e., s, 52. 23 H. Menç, a.g.e., s. 52-53. 80 MEHMET EVSİLE

"Bütün memleketin varlığım ve bağımsızlığım kurtarmak için bir­ leştiği şu tarihî günlerde, bir yabancı milletin himayesine sığınarak aşa­ ğılık ve tutsak yaşamayı yeğ tutan her türlü görüşün, memleketi ay­ rılıklara düşürecek her tüıiii derneğin dağıtılması pek vatanî ve gerekli bir görev olmakla Kürt Kulübü hak kındaki hareket tarzınız acizlerince de pek uygun görülmüştür. Şu kadar ki, İtilâf Devletlerinin hak zedeleyici tu­ tumları sonucu İzmir'in Yunanlılar'a işgal ettirilmesi etkisiyle ülkenin en ücra köşesinde bile doğan büyük pişmanlık her türlü siyasal ihtiraslar ve çıkardığı amaçlardan temiz olmak üzere Müdafaa-i Hukuk u Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerini doğurmuş ve bu cemiyetlere hangi siyasi züm­ reye bağlı olursa olsun, her Türk, her Müslüman katılmış ve millî vic­ danın eylemli olarak gösterilmesi bütün cihana bu suretle duyurulmuştur. Bu nedenle Diyarbakır ve bağlı yerlerinde Müdafaa-i Hukuk u Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin oluşmasına ve kurulmasına yardımcı olun­ masını önemle salık veririm. Ve Kürt Kulübünün üyeleriyle bugünki aciz telgraf yazım çerçevesinde görüşülerek uzlaşmak uygundur efendim."

Bu telgraftan Mustafa Kemâl Raşa'nm ülkenin her yerinde millî ce­ miyetlerin kurulmasına ne kadar Önem verdiği ve buna bağlı olarak bu ce­ miyetlerin millî mücadele açısından yüklendikleri fonksiyon bir kere daha anlaşılmaktadır.

15 Haziran 1919 günü Mustafa Kemâl Paşa'nın ilgilendiği diğer bir konu da Birinci Dünya Savaşı sırasında Halep'te görevli iken tanışmış ol­ duğu Irak aşiret reislerinden Acemi (Uceymi) Sadun Paşa’ya bir mektup göndererek, kutsal hilâfet makamı etrafında toplanmanın gerekliliği hakkındaki görüşlerini ifade etmek olmuştur. 24

18 Haziran 1919 günü Edirne'de I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey'e çekilen telgraf adeta Amasya Tamiminin sinyallerini vermektedir. Diyarbakır Valiliği'nden sonra Edirne'deki kolordu komutanlığı ile temasa geçilmiş olması, doğusu ve batısıyla ülke bütünlüğünün gözetilmiş ol­ duğu hususunu ispat etmektedir. Cafer Tayyar Bey'e gönderilen telgrafın içeriği şöyledir: 25

24 H. Meııç, a.g.e., s. 49. 25 Kemal Âlatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayını, İstanbul, 1981, Çili: 111, s. 910- 911, (Vesika: 19) AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK’ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 81

"Millî istiklâlimizi boğan ve ülkemizin bölünmesini hazırlayan İtilâf devletlerinin çalışmaları ve merkezî hükümetin çaresiz durumu bi­ linmektedir. Milletin geleceğini bu şekildeki bir hükümete teslim etmek, yıkılmaya boyun eğmek demektir. Bütün Anadolu halkı, millî istiklâli kur­ tarmak için baştan aşağı tekviicut bir hale getirilmiş ve bütün komutanlar ve arkadaşlarımız yüksek bir Özveri ile ortak bir karar etrafında top­ lanmışlardır.

Vali ve mutasarrıfların hemen tamamı da bu halka etrafına alınmıştır. Bu yüce hedef İçin Müdafaa-İ Hukuk u Milliye ve Redd-İ İlhak Ce­ miyetleri yaygınlaştırılmıştır. Anadolu'daki örgütlenme kaza ve na­ hiyelere kadar genişletiliyor. İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan teşkili hakkındaki İngiliz propagandası ve bunun taraftarları da bertaraf edildi. Kültler de Türklerle birleşti.

Trakya Cemiyeti ve Edirne Vilâyeti Müdafaa-i Hukuk u Milliye Ce­ miyeti ile de elele vermek ve bütün Anadolu ve Trakya Müdafaa-i Hukuk u Milliye ve Redd-ı İlhak Cemiyetlerini birleştirmek ve Anadolu ve Ru­ meli'deki bütün vilâyetlerin temsilcilerinden oluşacak kuvvetli bir merkez kurulu oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bu kurulun İstanbul'un de­ netiminden ve yabancı devletlerin baskı ve denetiminden tamamıyle kur­ tulması ve milletin gür sesini dünyaya duyuracak şekilde Anadolu'nun merkezinde ve en uygun olarak Sivas'ta toplanması uygun görülmüştür. Gerekirse İstanbul’da olağanüstü yetkilere sahip olmamak üzere bir temsil hey’eti bulundurulabilir. Ben İstanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyeleriyle fikir alışverişinde bulunmuştum, Şimdi zamanı geldi, gerekirse gizlice görüşerek derhal örgütlenmelerde bulunulmasını ve buraya kıymetli bir iki kişinin üye olarak ve kimliklerini gizleyerek Samsun veya demiryolu üzerinden yola çıkarılmasını ve onlar gelinceye kadar da Edirne ilinin vekil ve koruyucusu olmak üzere Anadolu'da beni temsil ettiklerine dair bir belgenin imzanızla ve şifreli telgrafla bildirilmesini rica ederim.

Bu istiklâl amacı sağlanıncaya kadar tamamıyle milletle birlikte özveri ile çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ve bunu gördüğüm millî arzu üzerine her tarafa bildiririm. Artık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek kesindir. Bu karar bütün arkadaşlarımızın karar ve görüşlerine 82 MEHMET EVSİLE dayanmaktadır. Gözlerinizden öperim. Telgrafın ulaştığının bildirilmesini bekliyorum."

Cafer Tayyar Bey'e gönderilen bu telgraf metninin dikkat çeken bir yönii, Sivas'ta millî bir kongre toplanması kararının ilk defa dile getirilmiş olmasıdır. Diğer bir dikkat çekici husus, Trakya bölgesinin de ülke bü­ tünlüğünden ayrı düşünülemeyeceğini bir defa daha teyit etmesidir. Çünkü mütareke döneminde Edirne'de kurulan Trakya Paşaeli Mtidafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin hedeflerinden biri, eğer İstanbul'daki hükümet, Özel­ likle doğu Trakya bölgesini koruyamazsa buradaki Türk varlığım ko­ rumak üzere geçici bir hükümet kurma düşüncesi idi. 26 Ancak bu belge ile, Trakya halkına da gereken güvence verilmiş, oraların da ülke bü­ tünlüğü içerisinde düşünüldüğü mesajı ciddî bir şekilde ulaştırılmıştır.

19 Haziran 1919 tarihinde Hüseyin Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa, Amasya'ya gelmişlerdir, Hüseyin Rauf Bey, İstanbul'dan Bandırma'ya geçmiş, önceden Mustafa Kemâl Paşa ile verdikleri karar gereği İzmir cephesine yakın olan bölgeleri dolaşmıştır. Balıkesir, Manisa, Alaşehir havalisini dolaşarak Afyonkarahİsar'a uğramış ve oradan da Ankara'ya Ali Fuat Paşa'nın yanma gelmiştir. Yaptığı temaslar ve topladığı bil­ gilerden istifade edilmiştir. Amasya'daki karşılama anını Ali Fuat Paşa, hatıralarında şöyle anlatıyor: 27

"Başta Mustafa Kemâl Paşa olmak üzere Amasyalılar'ın candan te­ zahüratı ile karşılandık. Tören cidden parlaktı. Bizi karşılamaya hemen hemen kasabanın bütün halkı çıkmıştı. Arabalardan indiğimiz zaman Paşa,

- Sizleri zahmete soktuk, fakat buluşmamız çok iyi oldu, dedi. He­ pimizin ellerini hararetle sıktı."

20 Haziran 19.19 Cuma günü Mustafa Kemâl Paşa'nın teşviki ile Amasya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından, yaklaşık 30.000 kişinin

2(ı M. Fahrettin Kırzıoğlu, Türk İnkılâp Tarihi Ders Notlan, Erzurum, 1977, s. 23, 27 Ali Fıtal Cebcsoy. Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul. 1953, s. 70. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 83 katıldığı büyük bir miting yapılmıştır. Mitingin Cuma günü yapılması, köylerden gelen halkın da katılımına imkân vermiştir. Mitingde konuşan Mustafa Kemâl Paşa, Türk milletinin geleceği ile ilgili aşamaları birer birer açıklayarak, bir millî silkinme ile geçirilen felâketlerin mutlu bir so­ nuca ulaşabileceğini ifade etmiştir.28

22 Haziran 1919 günü, artık tarihî bir gündür. Ülkenin bütün böl­ gelerindeki işgal olayları, millî cemiyetlerin faaliyetleri, İstanbul'daki hü­ kümetlerin tavırları, bölgenin güvenlik sorunu ve daha pek çok konu üze­ rinde çalışılarak bir durum değerlendirmesi yapılmış ve bazı kararlara varılmıştır. Türk tarihinde önemli bir yeri olan Amasya Tamimi, bugün açıklanmış ve bütün ülkeye duyurulmuştur. Amasya Tamimiiıin içeriği şöyledir: 29

1- Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Merkezî hükümet, İtilâf Devletlerinin baskı ve kontrolü altında bulunduğundan üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor. Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarım gür bir sesle cihana duyurmak için her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir hey'etin varlığı zorunludur. Bunun için her ta­ raftan gelen teklif ve millî istek üzerine Anadolu'nun her bakımdan en gü­ venli yeri olan Sivas'ta millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün İllerin her sancağından parti farkı dikkate alınmaksızın milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı, bu İş, millî bir sır olarak tutulmalı, gösterişe meydan verilmemeli ve temsilciler, gerektiğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.

2- Doğu illeri adına, 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır. Bu kongre için zikredilen illerin Müdafaa-i Hukuk u

28 H. Menç, a.g.c., s. 75-77. 29 Kemal Atatürk. Nutuk, Cilt [II, s. 915-916 (Vesika: 26) Ancak burada sadece lamı m edilen maddeler bulunmaktadır. Btı tamimi yürütmekle ilgili kuıum ve kişiler ile o giinkii bazı sorunlara çözüm getiren diğer maddeler yer almamıştır. Bu maddelerle birliklc Amasya’da alınan kararlar A. Fuat Ccbesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s. 73-74’den alınmıştır. 84 MEHMET EVSİLE

Milliye ve Reclcki İlhak Cemiyetlerinden seçilmiş üyeler Erzurum'a doğru yola çıkmışlardır. O tarihe kadar öteki il temsilcileri de Sivas'a ge­ lebilirlerse, Erzurum Kongresinin üyeleri de Sivas genel kongresine ka­ tılmak üzere Sivas'a hareket edeceklerdir.

3- Bu maddelere göre temsilcilerin Miidafaa-i Hukuk u Milliye Ce­ miyetleri, belediye başkanlıkları ve diğer usullerle seçimi ve hareketleri ve isimlerinin bildirilmesini rica ederim.

4- Bu mutabakatın uygulanmasına Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemâl Paşa, Eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey, 15. Kolordu Ko­ mutanı Kâzım Karabekir Paşa, 13. Kolordu Komutan Vekili Albay Cev­ det, 3. Kolordu Komutam Albay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, îkinci Ordu Müfettişi Cemâl Paşa, 12. Kolordu Komutanı Albay Selâhattİn Bey, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bursa'da 17. Ko­ lordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey, Edirne'de Kolordu Komutanı Albay Tayyar Cafer Bey ve diğer bazı İdarî ve askerî kişiler tarafından ça­ lışılacaktır. Bundan başka eski Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Bayındırlık Bakam Ferit Bey, Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin fikir ve görüşü alınacaktır.

5- Redd-i İlhak ve Miidafaa-i Hukuk u Milliye Cemiyetlerinin ve­ recekleri telgrafların çekilmeyeceği Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü ta­ rafından bildirilmiştir-. Bu husus kesinlikle reddedilerek haberleşmenin derhal sağlanması için tezahüratta bulunulacak, haberleşme sağlanıncaya kadar devam edilecektir.

6- Askerî ve millî örgütlenme hiçbir surette ilga edilmeyecektir. Ko­ muta hiçbir surette ve hiçbir kimseye terk edilmeyecektir. Ülkenin her­ hangi bir bölgesinde meydana gelecek düşman işgali, btitn orduyu İl­ gilendirecek ve ortaya çıkacak duruma göre ülkenin savunması hep birlikte yapılacaktır. Bu sebeple komutanlar, derhal birbirlerini haberdar edeceklerdir. Silâh ve mühimmat kesinlikle elden çıkarılmayacaktır.

Bu kararların altında Mustafa Kemâl Paşa, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Refet Bey ile Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Baş­ AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 85 kanı Albay Kâzım, kurmay hey'e tin d en tebliğ İşleriyle görevli memur Hiisrev Bey, askerî makamlara şifreleyen yaver Muzaffer Bey ve sivil ma­ kamlara şifreleyen bir memurun imzaları bulunmaktadır.30

Amasya Tamİmi'nin tarihî, hukukî, sosyolojik ve diğer açılardan yo­ rumlanmasını biraz sonraya bırakarak, bu belgenin altında imzası bu­ lunanların değerlendirmelerini görelim:

Amasya Tamimi hakkında imza sahiplerinden Ali Fuat Paşa'nın de­ ğerlendirmesi şöyledir: Ali Fuat Paşa, Amasya kararlarının kıymetini ifade ederken, kişisel ve bölgesel girişimler birleştirilmiş, bütün mil­ letin, istiklâl ve vatanın uğradığı tehlike etrafında bütünleşmiş ol­ duğu gerek dışarıya gerekse içeriye gösterilmiştir dedikten sonra, Mu­ kaddes İttifak adını verdiği bu kararların toplayıcı bir ruh taşıdığını ifade ederek, bunun başlıca etkeninin Mustafa Kemâl Paşa olduğunu söylemektedir.31

30 Kemal Atatürk, Nutuk (Haz: Z. Korkmaz), s. 22, Burada zikredilen meni urun Amasya Pos- tahanesi telgrafçılarından Abdurrahmaıı Rahmi Bey olduğu tesbit edilmiştir. Abdurralmıan Rahmi Bey, o tarihî günleri şöyle anlatmıştır: "Çektiğim telgraflar içerisinde neler neler yoktu. Bütün ordu komutanlıklarına, millî teşkilâtlara, valiliklere, mutasarrıflıklara hitaben hazırlanmıştı. Tabii İstanbul ile olan irtibat da zaman zaman ağırlık kazanıyordu. Amasya'da önemli şeylerin cereyan ettiğini anlıyordum. Evime bazı geceler çok geç vakitlerde gi­ diyor, hemen istirahate çekiliyordum. Amasya Postahanesindeki arkadaşlarımla günlerdir irtibat ha­ linde değildim. Onlardan hiçbir değişik memleket haberi de alamıyordum. Saraydüzti Kışlasındaki muhaberatın dışında tecrit edilmiş halde idim. Ancak, zaman zaman Hayati Bey, çevirdiği şifrelerden bazı haberler islediği zaman, belki de konuşmak ihtiyacı ile, bana aktarıyordu. Nitekim btı yolla 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'nın Amasya’ya geldiğini, gene Hüseyin Rauf Bey'iıı de Amasya'da bulunduğunu Öğrendim. Hattâ Hayati Bey’in odasına girerken Rauf Bey'le Ali Fuat Paşa'yı, Mustafa Kemâl Paşa'nın odasının kapısından çıkarken görmüştüm. Günlerdir devam eden şifre trafiğinin bu mülakatı hazırladığını gene Hayati Bey'iıı olağanüstü çalışmasından sezinlerken, çabaların ürününün önüme konulmuş olduğunu gördüm. Hayati Bey, elinde bir tomar kâğıtla gelmiş ve yanıma oturmuştu. Ancak ikazda bulunmasa onu da mutad telgraflar arasında zannedebilirdim. Bana dönerek ve elindeki kâğıtları göstererek: - Rahmi Efendi, bu çok önemli telgrafı hepsine ve herşeye tekaddüm ederek çekeceksin. Bunun keşidesi sona erdiği zaman Paşa hazretlerine bildireceğim. Tkelgraf çekilene kadar makine başından ayrılmamamı emrettiler, dedi. Ben o sırada Kastamonu bağlantılı bir telgraf çekiyordum. Hayati Bey'iıı bu talimatı üzerine hemen karşı merkeze devre dışı kalacağımı bildirdim. Kaydı olan metni geçmeye başladım. Telgraf, bütün askerî birliklere, valilik ve mutasarrıflıklara, bütün İdarî merkezlere ve Kuvva-i Milliye teş­ kilâtına keşide ediliyordu. Ben Amasya Tamimini mors alfabesine döktüğüm halde muhteviyatım bi­ lemiyordum. Bir gün sonra Çorum merkezîndeki arkadaşımdan öğrendim. O bana bir gün sonra bir telgraf keşidesi sırasında Sivas'ta kongre toplanacağını söylüyor, benim bilgim olmadığım İfade etmem üzerine de biraz istihza iie, "Postacının kulağı vardır anın gözii de vardır, sende hangisi yok Rahmi efendi" diyordu. Bir gün önce keşide ettiğim önemli şifrenin bu olduğunu öğrenmiş olu­ yordum. Nasıl bilebilirdim, ilerde kurulacak genç Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli vesikası olacak Amasya Tamİmi'nin geleceğimizin ve devletimizin en kalın hatları ile bu tamimde şekilleneceğini. Ve gene nasıl bilebilirdim bu son derece önemli vesikanın, bir tamimin hat ve noktalar haline getirilerek, benim parmaklarımla, memlekete ve cihana duyurulacağını,.." (H. Meııç, a.g.e,, s. 100-101. 31 A.F. Cehcsoy, a.g.c., s. 76, 86 MEHMET EVSLLE

Hüseyin Rauf Bey ise, bu kararları, daha İstanbul'da iken Mustafa Kemâl Paşa ile yaptıkları görüşmelerde, üzerinde ittifak ettikleri esasları kapsadığı şeklinde yorumlamıştır, ,12

Yine Ali Fuat Paşa'nın hatıralarında Kâzım Karabekir Paşa'nın, Amas­ ya kararları ile ilgili olarak, Mustafa Kemal Paşa da aynı şekilde Kâzım Karabekir Paşa ile muhabere etmiş, O'nun da muvafakat re­ yini almıştı diyor. 32 33 Ancak Amasya'da alman kararların 23 Haziran 1919 tarihinde bir şifre de Kâzım Karabekir Paşa'ya bildirilmesi üzerine, Kâzım Karabekir Paşa, Ben bu şifreye uzun cevabı uygun bulmadım. 17 Haziran tarihli düşüncelerimin iyi karşılanmasını yeterli gördüm şeklinde karşılık vermiştir. Bu sözlerden Kâzım Karabekir Paşa'nın Amasya kararlarının açıklanmasını tam olarak tasvip ettiği izlenimini almak bir hayli zor görülüyor. Çünkü 17 Haziran 1919 tarihli telgrafında Kâzım Karabekir Paşa, vaktinden evvel yapılacak bir hareketin sa­ kıncalarından bahsetmektedir. 34 Dolayısıyle kararlara iştirak etmekle birlikte zamanlama olarak uygıın bulmadığı söylenebilir.

22 Haziran 1919 tarihinde, Amasya kararlar mm ilânından ve kongreye davet genelgesi, sivil ve askerî makamlara şifre olarak verildikten sonra İstanbul'da bulunan bazı kişilere de bu kararlar bildirilmiştir. Bu kişilere ayrıca Mustafa Kemâl Paşa'nın 21 Haziran 1919 tarihli bir mektubu da gönderilmiştir.35 Bu mektubun metni, aşağıdaki şekildedir: 36

"Vatanın bölünme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş olması, millî vic­ danın bir kurtuluş amacı etrafında ve Müdafaa-i Hukuk u Milliye ve Redd-i İlhak teşkilâtı adları altında toplanmaya başlamıştır. Yalnız mi­ tingler ve saire gibi gösteriler, büyük gayeleri hiçbir zaman kurtarmaz, Ancak milletin sinesinden doğmuş olursa faydalı olur. Fakat şüphe gö­ türmeyen bir gerçektir ki, bu acı safhayı bu kadar yıkıcı bir hale getiren

32 Feridun Kamleıııir, Hatıraları ve Söyleyeni edikleri İle , Ankara, 1965, s. 36. 33 A. F. Ccbcsuy. a.g.e., s. 72. 34 Kazını Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1988 (2. Baskı), s. 47, 35 Kemal Alaliirk, Nutuk (Haz: Z. Korkmaz), s. 24. 36 Kemal Alaliirk. Nutuk, Çili: lil.s. 916-917 (Vesika: 27). AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 87 sebep, maalesef İstanbul'daki muhalif akımlar ve Anadolu'nun saf ve kut­ sal millî emellerini boşa çıkartmaya çalışan siyasî ve gayrı millî pro­ pagandalardır. Millî kuvvetleri bugün böyle yanlış yollara sevk ile da­ ğıtmanın cezasını vatanımız aleyhinde çok geniş bir şekilde görmekteyiz. Dol ay isiyle İstanbul, bu muhalif akımları, artık Anadolu'ya ve millî amaç ve duygulara hâkim değil, tâbi olmak mecburiyetindedir. Ve İstanbul, İtilâf devletleri tarafından boşaltılıncaya kadar bu mecburiyet halinin devam edeceği kanaatindeyim. Bu hal tabii ki, sizin tarafınızdan da takdir olunur. Mektubumda anlatılan durum, bugün en çabuk bir şekilde genel bir millî kongrenin toplanmasını gerektirmektedir. Bu davet her tarafa iletilmiştir, Devletin parçalanması söz konusu olduğu bir sırada İngiliz pro­ pagandası yle ortaya çıkan Kürdi s t an bağımsızlığı gibi akımlar da gö­ rüşmeler yoluyla bu tarafa kazanılmış ve hilâfet ve saltanat etrafındaki ortak amaçlarına davet edilmişler, bu konudaki mutabakatın sonunda durum lehimize dönmüş ve kongreye davet edilmişlerdir. Bu millî ve hayatî mesele için İstanbul'da sizin gibi vatanperver ve söz sahibi insanlara düşen fedakârlık çok büyüktür, Bu millî kurtuluş amacı gerçekleşinceye kadar ben Anadolu'dan ve milletin sinesinden ayrılmayacağıma millete karşı kutsal bildiğim şeyler ad m a söz verdim. Hiçbir kuvvet bu millî ka­ rara engel olamayacaktır. Bu kararım, Anadolu'da bulunan sorumlu ve kıy­ metli bütün arkadaşlarımın ortak karar ve kanaatine dayanmakta olduğunu da ekleyerek kalbî saygılarımı sunarım."

Amasya'da alınan kararlarla Sivas Kongresine davet mektubunun gön­ derildiği kişiler ve bunlarla İlgili bilgiler şöyledir:

1- Abdurrahman Şeref Bey (1853-1925): Osmanlı Ayan Meclisi üyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Dönem İstanbul milletvekili. Tarih yazarı ve son Osmanlı vak’antivistİ.37

2- Reşit Akif Paşa (1863-1920): Osmanlı Ayan Meclisi üyesi, Da­ hiliye Nazırı, şair.38

37 Gazi Mustafa Kemâl, Nııtuk-SÖvlev Genel Dizin, Düzenleyen: Sami N. Özerdim, Ankara, 1993, Cilt: IV, s. I Gazi Mustafa Kemâl, a,«.c., -69. S 8 MEHMET EVSİLE

3- Ahmet İzzet Paşa (Furgaç, 1864-1937): Miişir (Mareşal), Nazır (Bakarı), Mondros Mütarekesi sırasında Sadrazam, Tevl'ik Paşa hü­ kümetinde Dahiliye Nazırı iken, 5 Aralık 1920 günü Bilecik'te yapılan bu­ luşmada Salih Paşa ile birlikte bulunmuş, Mustafa Kem fil Paşa her ikisini Ankara'ya getirmiş, bir süre sonra İstanbul'a dönmüşlerdir. Özdeş hü­ kümette Hariciye Nazırı. 39

4- Seyit Bey (1873-1924): Osmanlı Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci dönem İzmir milletvekili. Müderris, Ankara hükümetinde Adalet Bakam. 40

5- Halide Edip Hanını (Adıvar, 1884-1964): Romancı. Kurtuluş Sa- vaşı'ııda Ankara'ya eşi Adnan Adıvar'la gelmiş, Onbaşı aşamasını almış, Cumhuriyetten sonra eşi ile birlikte yurt dışına gitmiş, Atatürk'ün ölümünden sonra yurda dönerek İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dokuzuncu dönem İzmir mil­ letvekili olmuştur. İzmir'in işgali sırasında İstanbul mitinglerindeki ko- ..u;mahiriyle ün yapmıştır. 41

6- Kara Vasıf Bey (1871-1931): Emekli Kurmay Albay, Sivas Kong­ resinde delege. İstanbul'da Anadolu'nun temsilcilerinden. Osmanlı Mec­ lisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci Dönem Sivas milletvekili. Te­ rakkiperver Cumhuriyet Fırkası genel yazmanı olmuştur. Ailesi Karakol soyadını almıştır. 42

7- Ferit Bey (Tek, 1877-1971): Osmanlı Meclisi, Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi Birinci ve İkinci Dönem İstanbul ve Kütahya milletvekili. İs­ tanbul'da Nafia Nazırı, Ankara'da Maliye ve İçişleri Bakam, Büyükelçi. 43

8- Ferit Paşa (1860-1937): General. İstanbul'da Harbiye Nazırı. Sulh ve Selâmet-i Osmaniye Fırkası Başkam. 44

39 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.v., s. 6. 40 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.e., s. 283. 41 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.e., s. 114-115. 42 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.e., s, 172. 43 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.e., s, 96, 44 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.v., s, 96. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 89

9- Cami Bey (Baykurt, 1877-1937): Osmanlı Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci Dönem Aydın milletvekili, subay, gazeteci. 4?

10- Ahmet Rıza Bey (1859-1930): Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve meclis başkanı, siyasetçi, gazeteci. 4645

Bu kişilerin sosyal, meslekî ve siyasî durumları göz önüne alınırsa, bunlara mektup göndererek Amasya'da alman kararları bildirmek ve hattâ Sivas kongresine davet etmek, İstanbul'da mevcut olan potansiyelden is­ tifade düşüncesinin varlığını İfade edebilir, Zira bu kişiler, o anda İs­ tanbul'da politika üzerinde nüfuzları inkâr edilemeyecek kadar büyük olan kişilerdi. 47

Kendilerine mektup gönderilen bu kişilerden Ahmet İzzet Paşa, Ahmet Rıza Bey, Cânıİ Bey, Kara Vasıf Bey'le Halide Edip Hanım'ın o tarihlerde Amerikan mandası taraftarı oldukları bilinmektedir. 48 Hattâ 4 Aralık 1918 tarihinde Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin Halide Edip Hanım'ın gi­ rişimleriyle kurulduğu bilinmektedir. 49 Bunun gibi Kara Vasıf Bey'in de, istiklâl ve hakimiyete hiçbir veçhile halel gelmemek şartıyle Ame­ rikalıların İktisadî ve fennî müzaheretinden bir zarar gelmeyebileceğim, bu hassas noktanın çok ve etraflıca İncelenip Erzurum ve Sivas Kong­ relerinde gündeme getirilmesini istemiş olduğu 50, Sivas Kongresinde biz­ zat kendisinin bu konuyu gündeme getirmiş olduğu bilinmektedir,

Yukarıda isimleri sayılan kişilerden bazıları ile Mustafa Kemâl Paşa'nm Birinci Dünya Savaşı içerisinde birlikte görev aldığı, bazıları İle de mütareke döneminde kişisel diyaloglar halinde olduğu bilinmektedir. Ahmet İzzet Paşa ile Mustafa Kemâl Paşa'nm yakınlığı Birinci Dünya Savaşı yıllarına gitmektedir. Kafkas Cephesinde Mustafa Kemâl Paşa'mn 16. Kolordu Komutanı olduğu 1916 yılında bu kolordunun bağlı olduğu II, Ordu Komutam Ahmet İzzet Paşa'dır. 51 Bundan bir yıl sonra Ahmet İzzet

45 Gazi Mustafa Kemâl, a.g.e., s, 49. 46 Gazi Mustafa Kcmâi, n.g.c., s, 7. 47 Selâhattin Tansel, Moııdrostan Mudaııyaya Kadar, Cilt: 11, Ankara, 1978. s. 100. 48 S. Akşın, a.g.e., Cilt: 1, s. 521 vc S. Tansel, a.g.e., Cilt: II, s. 100. 49 S. Akşin, a.g.e., Cilt: II, s. 271. 50 S. Aksin, a.g.e., Cilt: I, s. 525, 51 İsmet Görgülü, Orı Yıllık Harbin Kadrosu. Ankara, 1993, s. I 19. 90 MEHMET EVSÎLE

Paşa, Kafkas Ordu Grubu Komutanı, Mustafa Kemâl Paşa da, bu gruba bağlı II. Ordu Komutanıdır, 52 53Mütareke döneminde de Mustafa Kemâl Paşa'mn Ahmet İzzet Paşa ile diyaloğu devam etmiştir. Ahmet İzzet Paşa, devamlı surette Mustafa Kemâl Paşa'mn sadrazam adayı olmuştur. 53

Mütareke döneminde Mustafa Kemâl Paşa'mn diyalog halinde olduğu diğer bir isim de Ahmet Rıza Bey olmuştur. Ahmet Rıza Bey'in Senato (Ayan Meclisi) Başkanı olarak gerek iç, gerekse dış politikada ağırlıklı bir yeri bulunmaktadır. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki Partisi'nin ön saflarında yer almış, ancak daha sonra bu konumundan uzaklaşarak Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki Partisinin politikalarını ciddî şekilde eleştirmeye başlamıştır. 54 55Mütareke döneminde kendisini ciddî bir sadrazam adayı olarak görmüş 5>, İtalya ve özellikle Fransa hü­ kümetleriyle diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Fransa ile yakınlığın sağlanmasında Ahmet Rıza Bey'in önemli bir yeri olmuştur. 56

Cami Bey ise, son Osmanlı Mebuslar Meclisinde Misak-ı Millîyi des­ tekleyen Felâh-ı Vatan grubunun başkanlığı görevinde bulunmuştur, 57

Amerikan mandası taraftarı olan bu kişilerin seçilmesinde ve Sivas Kongresine davet edilmesindeki düşünce, bu kişilerin özellikle İngiliz mandasına karşı olmaları ile, İngiltere'nin Osmanlı hükümeti üzerindeki baskı ve işgal politikasına karşı bir atmosferin oluşturulmuş olmasıdır. İngiltere karşıtı olan bu düşünce sahiplerinin millî mücadeleye kanal ize edilmesi düşünülebilir. Nitekim Sivas Kongresinde İngiliz mandası fikri İle Amerikan mandası fikri de reddedilecek ve millî istiklâlin sağlanması yolunda kararlar alınacaktır. Bu şekilde İstanbul'da söz sahibi olan po­ litikacı, asker ve gazetecilerin gündemine Sivas Kongresi ve millî istiklâl fikri girmiş olacaktır. Nitekim Seyit Bey ile Ferit Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde üyelik ve Türkiye Cumlıurİyeti'nde bakanlık; Kara

52 İsmet Görgülü, On Yıllık Harbili Kadrosu, Ankara, 1993, s. 122. 53 S. Aksin, a.g.e,, Cilt 1, s, 128. 54 S. Aksin, a.g.e., Cilt: 1. s. 186. 55 S. Aksin, a.g.e., Cilt: I. s. 126. 56 S. Ak^in, a.g.e.. Cilt: 11. s. 274. 57 S, Aksin, a.g.e.. Cilt: 11, s. 318-319. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK’ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 91

Vasıf Bey ve Cami Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği yapmış, Halide Edip Hanım, millî mücadelenin ateşli bir taraftarı olmuştur, Ahmet Rıza Bey, Avrupa'da, özellikle Fransa'da millî mücadele fikrînin pro­ pagandasını yapmıştır. 5S

Mustafa Kemal Paşa'dan mektup alan on kişiden dordii, Ahmet İzzet Paşa, Nafia Nazırı Ferit Bey, Kara Vasıf Bey ve Ahmet Rıza Bey, Amas­ ya kararları ve Sivas Kongresi hakkıdaki görüşlerini açıklamışlardır. Ancak Ahmet İzzet Paşa, hatıralarında bu konuya yer vermemiştir. Ahmet Rıza Bey'in hatıralarına ulaşmış olan Prof. Dr. Sina Akşİn, İs­ tanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele isimli eserinde Ahmet Rıza Bey'den de bu konuda bilgi nakletmemi ştir. Kara Vasıf Bey, Ahmet İzzet Paşa, Ferit Bey ve Ahmet Rıza Bey'in konu ile ilgili görüşleri, İs­ tanbul'dan Kara Vasıf Bey tarafından Ankara'da bulunan 20. Kolordu Ko­ mutam A1İ Fuat Paşa'ya gönderilen bir mektupta İfade edilmiş, Ali Fuat Paşa da bunları hatıralarında aktarmıştır. Mektup ve cevap olayı ile ilgili olarak Prof. Dr. Sina Akşİn'in de kullandığı tek kaynak, Ali Fuat Paşa'nm hatıraları olmuştur.

Şimdi, Amasya'dan gönderilen mektupla ilgili olarak adı geçen ki­ şilerin görüşlerine bakalım:

Kara Vasıf Bey, cevabında, şimdiden ortaya çıkmamız iyi oldu. Zira bayrak açıldığında canı yanan millet, derhal toplanır, gizli gizli iş gayet geç ve güç olurdu. İngilizler tazyik ediyormuş, onların tazyiki millî varlığımıza imkân vermemek içindi. Şimdi çıldırıyorlar de­ miştir. 58 5960 Bu sözlerden, Kara Vasıf Bey'in Amasya'da alınan kararlara tam bir destek verdiği söylenebilir.

Ahmet İzzet Paşa'nm görüşleri şöyle aktarılmıştır: 61

l- Yabancılardan her türlü teşvik ve kolaylığı gören gayrimüslimler,

58 Kâzım Karabekir. a.g.e., s, I 162. 59 Ab mel İzzet Paşa. Feryadını, İkinci Cilt, İstanbul, 1993. 60 A.F. Ccbesoy, a.g.e., s. 94. 61 A.F. Ccbesoy, a.g.e., s. 91-92. 92 MEHMET EVSİLE

İtilâf Devletlerinin müdahalesini çekecek sebepler arıyorlar. Şikâyetlere meydan vermemek için gayrimüslimleri iyi tutmak, halkın taarruzlarına meydan vermemek lâzımdır.

2- İstanbul'a karşı itaatsizce hareket tarzı doğru değildir. Daima hür­ metli olunmalıdır.

3- İtilâf Devletleri, Bolşevizmden çok çekindiklerine göre, Trabzon ve diğer bölgelere asker çıkarma teşebbüslerine karşı konulması, Osmanlı ülkesinin bölünmesine ve İstanbul'daki müslümanların katliamına meydan verilmesi olacaktır.

Bu sözlerden Ahmet İzzet Paşa'nın daha çok günlük olaylarla il­ gilendiği anlaşılmaktadır. Amasya’da alman kararların uzun vadede ve­ rebileceği sonuçlar hakkında bir düşüncesi yoktur.

Nafia Nazırı Ferit Bey'in Amasya kararları ve Sivas Kongresi daveti ile ilgili mektup hakkındaki kanaatleri ise, şu şekilde ifade edilmiştir: 62

I - Hareket zamansızdır. Gizli olarak her türlü hazırlık yapılmalı, Av­ rupa bizi bölmeye kalkışırsa o zaman meydana çıkmalı ve mücadeleye atılmalıdır.

2- Bu acelecilik sonucunda İngilizlerin tazyiki artmış, Mustafa Kemâl Paşa'nın azline bu zorunluluk hali ile emir verilmiştir, Fakat bu emirde İs­ tanbul'a gelmesi şart koşulmuş olmadığından vatanî görevine bir ordu müfettişi sıfatiyle değil, bir millet ferdi olarak çalışması mümkün ve uy­ gundur,

3- Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi (o sırada Sadrazam Vekili idi) ile Albay Sadık Bey'in arası açılmış, fakat kabinenin direnmesi sayesinde Sadık Bey yere vurulmuştur. Ali Kemâl Bey'İn hükümetten çıkarılması kendi çalışmalarının sonucudur. Sadrazam Damat Ferit Paşa, Paris'ten

62 A.l7. C’ebesoy. u.g.e., s. 92. AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA'DAKİ FAALİYETLERİ 93 döndükten sonra İçişleri Bakanlığına geçecektir. Bu faaliyetlerin amacı, hükümeti, Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşları lehine çevirmek ve ka­ bineyi Hürriyet ve İtilâf Fırkası'na bırakmamaktır. Eğer hükümet onlara geçerse, Mustafa Kemâl, Mersinli Cemâl ve Yusuf İzzet Paşalara bir hu­ sumet başlayacaktır. Hattâ İtilâf devletlerinden asker İsteyerek ülkede her fenalığı yapmaları mümkün olacaktır,

4- Kendisi yukarıda saydığı önemli işler dolayısıyle Mustafa Kemâl Paşa’nın yanına gelemeyecek, millî görevine İstanbul'da devam edecektir.

Ferit Bey, Nafia Vekili olarak hükümetin Mustafa Kemâl Paşa'yı ordu müfettişliği görevinden alma kararma uymuştur. Ancak İstanbul'a gel­ mesinin istenmemiş olması ile Anadolu'daki görevine devam edebileceği fikrindedir, Amasya kararlarının açıklanmasını uygun bulmamakla be­ raber, Sivas Kongresi kararını tasvip ettiği anlaşılmaktadır.

Ahmet Rıza Bey'in konu ile İlgili görüşleri de şöyle tesbit edilmiştir: 63

1- Haince hareketlerde ve girişimlerde bulunmadıkça, gayrimüslimlere saldırmamak ve mümkün mertebe onları kazanmak lâzımdır. Bu güvence oralardaki İtilâf Devletleri temsilcilerine de verilmelidir.

2- Millî kongreyi gerçekten millî olmaya ve millî egemenliği temsile lâyık bir düzen, ağırbaşlılık ve bilgi ile yönetmelidir. Aşırılıktan ka­ çınmalı, gösterişe meydan verilmemelidir. Haklı ve makul medenî ilkeleri uygun ve kesin bir dil ile istemek için yetkililer düzenli ve devamlı bir şe­ kilde çalışmalıdır.

3- Diktatörlükten, hırslı ve mutaassıp ihtilâlcilikten sakınılmak, yasal olan ve millî isteklere uygun bir yol tutmalı ve bunu davranışlar ile de güçlendirmelİdİr.

4- Saltanat ve hilâfetin kesinlikle zarar görmeyeceği, tam tersine millî

63 A.F. Cebesoy. a.g.e., s, 93. 94 MEHMET EVSİLE

İsteklerin bunu güçlendirdiği ve hilâfetin bağımsızlığı amacını da hedef aldığı her fırsatta ortaya konulmalıdır.

5- Sahillerimizin ablukası, barışın geciktirilmesi gibi sonuçlara göre, şimdiden her tarafta erzak toplanması ve biriktirilmesi, halkın hoşnut tu­ tulması, İtalyanlarla ilişkilerin güçlendirilmesi ile onlardan silâh ve mü­ himmat alınması şeklinde kanaat sahibi olduğu belirtilmektedir.

Bu İfadelerden Ahmet Rıza Bey'in de Ahmet İzzet Paşa gibi gay­ rimüslimlere iyi muamele edilmesi ve saltanat ve hilâfet makamlarına say­ gılı davranılması suretiyle Amasya kararlarına ve Sivas Kongresinin top­ lanması fikrine sıcak baktığı anlaşılmaktadır.

Mustafa Kemâl Paşa, Hüseyin Rauf Bey ve Üçüncü Ordu Müfettişliği karargâhında bulunan görevliler, toplam 14 günlük bir ikametten sonra Er­ zurum'a gitmek üzere 26 Haziran 1919 günü Amasya'dan ayrılmışlardır. 64

Amasya Tamimi üzerinde bilim adamları tarafından değişik yorumlar yapılmıştır. Bu tamim ile Mustafa Kemâl Paşa'mn niyetini ilk ve kesin bir biçimde ortaya koyduğu ifade edilmiştir. 65 Başka bir yorumda, Amas­ ya Tamimi bir inkılâp bildirisi olarak değerlendirilmekte ve, "Her ne kadar padişah doğrudan hedef alınmamışsa ise de, Anadolu'da Mustafa Kemâl Paşa'mn liderliğinde oluşan ve örgütlenen ulusal irade, yüzyılların dinî ve geleneksel Osmanlı iradesini yıkıyordu. Bir yandan düşman işgaline karşı başlayan bu örgütleniş, diğer yönden ulusal egemenliği sağlamak İçin padişah ve onun temsil ettiği değerlere karşı da yapılıyordu. Bu se­ beple "millî bağımsızlık" ve "millî egemenlik" iç İçe birbİriyle bü­ tünleşmiş bir biçimde başlıyordu" denilerek 66 millî bağımsızlık ve millî egemenlik kavramlarının ön plâna çıkarıldığı vurgulanmaktadır.

Amasya Tamiminin siyasî boyutunu değerlendiren bir yazar ise, "Amasya Tamimi ile Türk devriminin aksiyon safhası, yani ihtilâl su yü­

64 Kemal Atatürk, Nutuk, (Haz. Z. Korkmaz), s. 28. (»5 Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, İstanbul. 1993 (5. Baskı), s. 130. 66 F.rgiiıı Ay hars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I. Ankara, 1994 (.3. B riski). s. 164 AMASYA TAMİMİ VE ATATÜRK'ÜN AMASYA’DAKİ FAALİYETLERİ 95 züne çıkmış, millî hakimiyet ve istiklâle dayanan mîllî hareket, haksızlığa karşı bîr isyan parolası olarak belirmiştir. Amasya Tamimi,bir ihtilâl be­ yannamesidir ve Anadolu’da ihtilâlin başladığını göstermektedir" demekte 67, yine aynı yazar, Amasya Tamiminin hukukî boyutunu değerlendirirken de, "Türk İnkılâbının bir temel prensibi olan millî hakimiyet, sultan halifeye karşı millet iradesinin bir görünümü olarak, hukukî yönüyle Amasya Ta­ miminde yer almaktadır. Bu prensip, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ka­ rarlarına etki yapmış, sonraları hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait ol­ ması gereğini ortaya çıkarmıştır" 68 şeklinde görüşlerini ifade etmiştir.

Konuyu bir Siyaset Sosyologu gözü ile değerlendiren Prof, Dr. Doğu Ergil de çok ilginç sonuçlara varmıştır. Buna göre, "Amasya kararları, Türk millî devletinin doğuşunu hazırlayan olayları açış belgesi olacak ni­ teliktedir. Bu genelge ile meslekî kökenleri asker olan ve bütün yetkilerini, etkinliklerini, itibarlarım devlete ve onu temsil eden saltanat kurumuna bağlılıkla, hizmetle sağlamış yüksek rütbeli bir küme memur, kendilerine bu imkânı sağlayan kuramlara karşı açıkça cephe alıyorlardı". 69 "Amasya toplantısının ve varılan kararların en önemlilerinden biri de, bürokratik kö­ kenli olan Önder kadronun, millî dava doğrultusunda çalışabilmeleri ve da­ yanışmalarını sürdürebilmeleri İçin, hükümet ile olan ilişkilerini sı­ nırlamaları, gerekirse emir komuta ilişkilerini kesmeleri gereğidir. Böylece İstanbul'un millî cereyan ve teşkilâtlanma açısından zararlı olan teşebbüsleri daha tesirli olarak Önlenebilecektir", 70 "Amasya toplantısının bir başka önemli sonucu da, teklif edilen ve düşünülen bütün te­ şebbüslerin, bugün haritada Türkiye olarak görünen Türk yurdu çer­ çevesinde öngörülmüş olmasıdır. Arap toprakları, son derece gerçekçi bir kararlılıkla, tartışma dışı bırakılmıştır. Başka deyişle, milliyetçilik, coğ­ rafî mekânda da gerçekçilik temeline oturtulmuştur". 71

Diğer bir değerlendirmeye göre de Amasya Tamimi, "ulusal ege­ menliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adım" olarak ifade edilmiştir. 72 Devlet denildiği zaman, her şey den Önce bir insan topluluğu, bir millet varlığı anlaşılır. Bundan sonra, bu insan top­

67 HtıınzaEroğlu. Tiirk İnkılâp Tarihî, MillîEğitim Basımevi, İstanbul, 1982, s. 179. 68 H, Eroğltı, a.g.e., s. 184. 69 Doğu Ergil, Millî Mücadelenin Sosyal Tarihi, Ankara, 1982, s. 114. 70 D. Ergil, a.g.e., s. 116. 71 D. Ergil, a.g.e., s. 1 17. 72 Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 1/1, Yükseköğretim Kurulu Yayını, Ankara, 1995. s. 64. 96 MEHMET EVSİLE luluğunun coğrafî sınırlarla belirlenmiş bir arazide yerleşmiş olduğu gö­ rülür. Bir milleti meydana getiren kişilerin, o millet içerisindeki her çeşit hürriyeti; yaşama hürriyeti, çalışma hürriyeti, fikir ve vicdan hürriyetinin güvence altında bulundurulması gerekir. Bunun gibi bir milletin ta­ mamının her çeşit hürriyeti, yani kendi topraklarında dışardan hiçbir mü­ dahale ve sınırlama olmaksızın, hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması gereklidir. İşte, devlet gerek kişilerin hürriyetini sağlamak için millet üze­ rinde bir nüfuza ve gerek ülkenin bağımsızlığını koruyabilmek için ken­ dine özgü bir nüfuz ve kuvvete sahip olmalıdır. O halde devlet, belirli bir arazide yerleşmiş ve kendine özgü bir kuvvete sahip kişilerin bütününden oluşan bir varlıktır, 73 Modern hukuka göre de devlet, bir milletin belli bir toprak parçası üzerinde politik bir örgütlenme sonucu ortaya çıkan kişiliği olarak tarif edildikten sonra, devleti meydana getiren unsurlar Ülke, Millet (topluluk), Devlet kudreti (İstiklâl) ve Politik Örgütlenme (İktidar) şek­ linde sıralanmıştır.74

Konuyu bu açıdan ele alıp değerlendirdiğimizde, Amasya Tamiminde vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir denilerek mevcut dev­ let yapısının yani OsmanlI Devletinin dayanması gereken unsurlardan ikisi ülke bütünlüğü ve istiklâl esasının yok olmaya yüz tuttuğu an­ latılmaktadır. İstanbul'daki hükümetin, üzerine aldığı sorumluluğun ge­ reklerini yerine getirememiş olduğu söylenerek yine devletin diğer bil­ eş ası olan siyasî örgütlenme, yani iktidar gücünün de bittiği dile ge­ tirilmektedir. Bunların sonucunda milletin bütünlüğü de ihlâl olduğundan mevcut devlet yapısının sona erdiği ilân edilmiş olmaktadır. Aynı açıdan değerlendirildiğinde, Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır ifadeleri ise yeni bir devlet yapısının kurulması gereğini işaret etmektedir ki bu devlet Türkiye Cumhuriyeti olacaktır. Bu dev­ letin kuruluş felsefesi olarak da milletin egemenliğine yol açılmış ol­ makla ilk defa demokrasinin temel prensiplerine uygulama alanı sağ­ lanmıştır. 75

Bütün bu değerlendirmelerin sonucunda Amasya Tamimi'niıı özellikle Millî Mücadele tarihi açısından olduğu gibi genel olarak Türk tarihi açı­ sından da önemli bir belge olduğu görülmektedir.

73 Atatürkçülük, Birinci Kitap, Milli Eğirim Basımevi, İstanbul, 1984, s. 3. 74 Aydın Taııeri, Türk Devlet Geleneği D üıı-Bu gün, İstanbul, 1981 (2. Baskı) s. 2.4. 75 .1. Blanco Vi Halin, Atatürk, (Çev: Fatih Özsu), Kiilllir ve Turizm Bakanlığı Yayım, Ankara. 1982, s. 291. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS ON TURKEY AND BRİTİSH POLICY

Dr. NEŞE ÖZDEN *

After the First World War, the victorious Allied powers were unable to dispose of the Turkish question despite months of deliberation. The rivalry of the Allİed powers, particularly of Great Britain and France, över the lands of the old , the Greek occupation of Smyma in May 1919 and the subsequent rise of the National İst Movement in the interior under the leadership of Mustafa Kemal 1 which resisted the post-war Al­ lied adjustments and defied the inability of the Ottoman govemment to save the country from foreign invasİon, ali combined to make such a treaty impossible for the Allies. When anti-Nationalist Damad Ferid Paşa, the Grand Vizier and the Sultan's son-in-law, was İn power on 5 April 1920 for the fourth time, the British were confident that the Ottoman government in Constantinople was önce again in their camp. In British eyes, Damad Ferid was perhaps more sincerely convinced than any other statesman of the first rank that Turkey’s sole hope of salvatioıı lay in a good understanding with Great Britain. 2* 1 Now, İt was time for the Allies to complete the Turkish tre­ aty and force Damad Ferid to sign it. The Supreme council met at San Remo on 18 April with such a purpose in mind.

At San Remo in April 1920, considerable disagreement and jealousy complicated resolution of the issues held över from the London conference

* A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü. 1 Mustafa Kemal Paşa had been the Iııspector - General of the Ottoman Third Anny slatioııed in Samsoun since April 1919. He resigned his army comınission on 8 July 1919 and assumed command of the Nationalist Movement. 2 FO371/6469/E5233/1/44, Rumbold to Ctırzon, No. 428, Constantinople 27 April 1921, 9 S NEŞE ÖZDEN in February-March 1920. 3 The main division was between those who be- lieved that the treaty was enforceable and those who did not. In com- parison to Alexandre Millerand, the French Prime Minister, ita! i an Pre- miere Francesco Nitti was more moderate towards the Turks. Nitti argued agaİnst a Greek regirne in Smyrna and for a wider Turkish frontier in Thra- ce, but he made no headway in vİew of the pro-Greek tendencies of Lloyd George, the British Prime Minister. 4 The French abstained from endorsiııg the Italian arguments in return for British support for some of their Con­ tinental policies, specifically their affairs with Germany. 5 Lloyd George and Millerand agreed that Britain obtained a mandate över Mesopotamia and Palestine, and France över Syria. 6 In reaching agreement at San Remo, British negotiators had completed oııe phase of their long and ac- rimonious post-war negotiations with their French counterparts. 7 Fol- lowing the award of the mandates at San Remo, Lord Curzon, the British Foreign Minister, asked Rear-Admiral Webb in Constantinople on 5 May 1920 to advise the Ottoman government to swallow their medicine as qu- ickly as possible and then set to work to put in order such Empİre as was left to them, in which task they may look for British guidance and support.8

The Ottoman government was invited to Paris on 10 May to receive the draft peace treaty shaped at San Remo. The Ottoman delegation included the prominent statesmen Tevfik Paşa, who was a 75 year-old diplomat by

3 Details in Docıınıents on Bristish Foreign Policy 1919-1939, First Series, vol. VIII, ed. by R. Boller and J.P.T. Bııry, London, 1958. Turkish traııslatioıı of the negotiations at San Remo in O. Olcay, Sevres Andiaşmasına Doğru, Ankara 1980, chapler III. The Tıırkislı text of the San Remo terms in S.L. Mcray and O, Olcay. Osmanh İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri, Ankara 1997, pp. 7-30 4 P.C. Helmreich, Froııı Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio 1974, p. 309; B.C. Busch, Mudros to Lausanne: Britain's Frontier in Wcst Asla, 1918-1923, New York 1976, p. 210. 5 For the dispııtes between the French, llal i an s and the British dııring the San Remo conference, see L. Ricldell, Inlİmate Diary of the Peace Conference and After 1918-1923, London 1933, pp. 185-8. 6 The draft of the peace treaty was completed on 24 April 1920, but it would not be signed untii 10 Augııst 1920 at Sevres. The Allied programme, largely worked oııt at San Remo, stipulated the fol- lowijıg: (I) Maintenance of the Sııltan at Constantinople; (2) the right of the Allies to occupy European Turkey and the Straits zonc; (3) the creation of an Armenian stale not comprising Trebizond or Er­ zincan, but having access to tlie sea; (4) abaııdonment by Turkey of Syria, Palestine, Mesopotamia, Aıabia and the islands of the Aegean. H.H. Cıımming, Franco-British Rivalry in the Post-War Near East: The Decline of French Influence, London 1938, p. 98. For further information, see D. Lloyd George, Memoîrs of the Peace Conference, vol. II, New Haven 1939, pp. 841, 862-4; Helmreich, From Paris (o Sevres, chapler XIII; J. Ncvakivi, Britain, France and the Arab Middle East 1914- 1920, London 1969, chapter XII; E.L. Knudsen, Great Britain, Constantinople, and the Turkish Peace Treaty 1919-1922, London 1987, pp. 187-8; Busch, Mudros to Lausanne, pp. 211-2; H.N. Ho- ward, The Partition of Turkey: A Diplomatic Hİstory 1913-1923, Oklahoma 1931, pp. 243-4 7 M. Kent (ed), The Great Ptnvers and the End of the Ottoman Empire, London 1984, p, 190. See also C.J. Lowc and M.L, Dockrill, The Mirage ol‘Power, vol. II, London 1972, p. 364. 8 Br. Doc. XIII: 59, First Series, ed. by R. Butler and J.P.T. Bury, London 1963, Curzon to Webb. No. 406, FO 5 May 1920. İMPACT OF THE SAN REMO TERMS 99 profession and an ex-Grand Vizier, Reşid Bey, the Minister of the lnterior, Dr. Cemil Paşa, the Minister of Public Works, Fahreddin Bey, the Mi­ nister of Public Instruction, and Mahmud Muhtar Paşa, who was a retîred ambassador and had lived in retirement in Switzerland since 1915, This de­ legation in its existing shape w as almost certainly bound to question a Lloyd George-type harsh treaty. Its subordinate personnel contained se­ ver al officials credited with the Nationalist sympathies, such as the son of Tevfik Paşa, Majör îsmail Hakkı. Tevfik Paşa, the head of the delegation, was certainly subject to the Nationalist influence of his personal entourage, but the British seenıed relaxed since Tevfik Paşa was attached to the Sul- tanate and an experienced diplomat who at his best had given proof of so- undness of judgement, Tevfik Paşa's position, however, vis-â-vis Reşıd Bey was ambiguous. Reşid had implied before his departure that he would be the business head. Reşİd was regarded by the British as dangerously clever and possİbly on French pay. Dr. Cemil Paşa, in comparison to Reşid Bey, w as trusted much more by the British. Mahmud Muhtar Paşa was almost certainly subject to Nationalist influences. 9

On the aftemoon of 11 May the draft treaty was officially transmitted in Paris to these representatives. The President of the council made a very short speech pointing out that ovvİng to Turks' action the war had been pro- longed and many lives lost, and the Allied povvers were determined to pre- vent any recurrence of military action on the part of the Turks. He in- formed the Ottoman delegation that they would have a month in which to consider the terms. 10 After the San Remo terms were given, Tevfik Paşa informed the govemment about the hopelessness of getting the Greeks out of Asia Minör and the incompatibility of the peace terms with the prin- ciples of independence. The Ottoman government had been left little room to manoeuvre. They could only ask for a delay until July to consider thera, a tactic which was probably the result of Turkish hopes that the long delay

9 Detailsin W.S. Edıııonds1 miııute of 7 April in FO371/5045/E2746/3/44, Robeck to Curzon, No. 340, Constantinople 5 April 1920; FO371/6469/E5233/1/44, Rıımboldto Curzon, No. 428, Conslantinople 27 April 1921; FO371/5047/E3671/3/44, Robeck to Curzon, No. 494, Constantinople 9 April 1920; FO371/5239/E3952/3537/44, Webb to Curzon, No. 506, Constantinople 28 April 1920; FO371/5239/E3956/3537/44, Webb to Curzon, No: 507, Conslantinople 28 April 1920; FO371/5239/E4058/3537/44, Webb to Cıırson, No. 526, Constantinople 1 May 1920; FO371/5166/E4278/262/44, Robeck to Curzon, No. 531, Int. repon lor weck cııding 8 April, Constantinople 14 April 1920 10 Br. Doc. XIII: 61, Derby to Curzon. No. 568. Paris I I May 1920 100 NEŞE ÖZDEN in drawing up the docunıent was evideııce of inter-Allied straiııs: 11 In otlıer words, the Turks had ııothiııg else but to procrastinate in signing of the treaty and hope to gain some advantages, İf possible, from the inter- Allied rİvalry.

The severity of the San Remo terms caused Damad Ferid Paşa's go­ vernment and the British the greatest difficulties, Yet the shocking effect of the Allied occupation of Constantinople in March 1920 and the aıı- nouncement of the San Remo terms a month later both prompted the for- mation of the de facto government of the Grand National Assembly (GNA) of the Nationalists at Angora on 23 April, a rival government to that of the Sultan. The Nationalist organisation in Angora did not declare the Sultan-Caliph deposed, but called him an Allİed prİsoner to be rescued from captİvity. 12* The British were clever enough to understand that the le- aders at Angora were using the Caliphate as a strategic manoeuvre to gain the suppoıt of the Müslim world. The Foreign Office members denied the complete loyalty claimed by the Aııgora government regarding the Sultan- Caliph and the logic of loyalty to the Sultan himself, but not his go­ vernment. 13 They were also disturbed due to the fact that the Angora go­ vernment worked large-scale to win other Müslim people to theİr struggle by emphasising an anti-British motive, a course which was very likely to sound a chord İn India and the Middle East, w here Muslims had been ha- ving difficulties with British intervention. 14 The Nationalist newspapers published in the interior were carrying a violent aııti-Entente theme di- rected to some extent against the French in Cilicia and Syrİa, but mainly against the British. 15 In addition, with the newly emerging Bolshevik Rus-

] I See General Mihıe's opiııioıı in Bııseli, Mudros to Lausanne, p. 213. 12 See M. Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, vol. II, docunıent no. 835 (25 April 1920), Ankara 1995. See also FO371/5049/E5858/44, Robeck to Curzon, No. 733, Constantinople 22 May 1920, eııclosure 2 in No. I; FO371/5051ZE6944/3/44, Robeck to Curzon, No. 815, Constantinople 10 Junc 1920. 13 FO Miııutes in FO371/5051/E6952/3/44, Robeck to Cıırzon, No, 834, Constantinople 12 June 1920. 14 Mustafa Kemal was in conslant coınınunicatioıı witb Emir Feisal, through the Kurdish clıief, Ajeııı Paşa, on Pan-Iskımic groıınds, For the rutnoured co-openıtion between Mustafa Kemal and Emir Feisal against the Allied policy of espansion, Llıe rumour of a jihad (lıoly vvar), and the Nationalists' spreading of disaffectioıı aınong the Indian troops in Constantinople, see CAB24/108, C.P. 1587, 'A nıontlıly revievv of revolutionary ınovemeııts', No. 20, June 1920. 15 For exaınple, Millet Yolu (The Way of the People), the Nationalist newspaper published in Brıısa, announced on 17 May that the dişti nguished religious authorities had proclaimed 'jihad' against the British and Hcllencs, enenıies of the religion, as well as against Daıııad Ferid Paşa, the enerny of the eoııııtrv and ali his acolytes. FO37 1/5051/E6952/3/44. Robeck to Cıırzon. No. 834, Constantinople 12 Juııc 1920. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS 101 sia, the Natİonalists would make a common cause-the necessity to stop western intervention. 16 D.uring the talks över the peace treaty on 22 May at the GNA, Hamdullah Subhi of Ad al i a suggested that the Natİonalists should get in touch with Bulgarta in order to prevent the Greeks from en- tering Thrace and with the Turks in Russia to fİght against the British. 17

The policy adopted on the Turkish question caused a great amount of dissension and uneasiness among the British cabinet members who had ak ready been further strained över the question of irish home rule and were already very tired of dealing with tensions in Iran, Egypt and Palestine. 18 Most Near Eastern policy-makers did not fail to realise that the drastic na­ tura of peace was likely to throw the elements in Constantİnople who had hitherto opposed the Natİonalists into their arms and ren der the sİgning of the treaty even more impossible. The first person with ardent opposition to a harsh treaty was Edwin Montagu, the Secretary of State for India. Up to the last moment in which decİsions were about to be taken at San Remo, Montagu resısted. He drew up a memorandum on 9 April for circulation to the San Remo conference and recalled the Prime Minİster's declaration of January 1918 and his reference to this on 26 February 1920 that İn ful- filment of their pledge the British must leave Thrace, İncludİng Ad- rianople, and Smyrna under Turkish sovereignty. Montagu also stressed the view that, apart from the pledge, the proposed terms could not be per- manent and could not be enforced. But Lloyd George would not give in. 19 Besides Montagu, the military, too, resisted. Winston Churchill, the Sec­ retary of State for War, drew attention to how the British would cover the expenses of enforcing such a treaty. 20 Field Marshal Sir Henry Wilson, the post-war Chief of the Imperial General. Staff, confided his anger to his diary: the "Frocks (politicİans)" had again lost their heads över a policy completely out of touch with reality. 21 Even Lord Curzon who described himself as 'an unswerving critic and opponent' of the Turks, said that with

16 FO371/5048/E5582/3/44, Milne toFO, No. 1. 8676, Constantİnople 27 May 1920. 17 FO371/5071/E8567/262/44, Robeck to Curzon, No. 984, Int. report for week eııding 1 July, Constantİnople 8 July 1920. 18 Helnıreîch, From Paris to Scvres, p. 317; Knudseıı, Great Britain, p, 188. 19 S.D. Waley, Edwin Montagu, Londoıı 1964, pp. 244-6. For Lloyd George's speech of 5 Ja­ nuary 1918, see Lloyd George, Memoirs, U, p. 809. For Moııtagu's memorandum of 9 April, scc CAB24/103, C.P. 1046, Secretary of State for Iııdia to Hankey, 9 April 1920. 20 Knudsen, Great Britain, pp. 195-6. 21 Busclı, Mudros to Lausamıc, p. 2 i 1. 102 NEŞE ÖZDEN the Greeks in Smyrna and Greek di vision s carrying ou t Prime Mi n ister Eleutherios VeniseJos’s plan of marching about Asia Minör and fighting the Turks everywhere, "I know this to be impossible," 22

But Lloyd George w as confident that if the Greeks were adequately supported, they could undertake to enforce the treaty in Thrace and Asia Minör. 23 He had replies for Montagu and the military. As 1ar as Montagu was concerned, to break his case was, no doubt, difficult; however, Mon­ tagu had long been suspected by many Conservatives as dangerously pro- Indian in his political views, and there were some who openly declared that this could be explained by Montagu's own racial antecedents. 24 Lloyd George's reply to the military, on the other hand, was formed in the words told Lord Riddell, the British Press reporter, on 26 June: "... the military are against the Greeks. They always have been. They favour the Turks. The military are confirmed Tories. It is the Tory policy to support the Turks". 25

Ignoıing the opposition, on 29 April 1920 Lloyd George appeared be- fore the House of Commons and cheerfully spoke: "We have to guard the Straits-that is our charge-Palestine and Mesopotamia, including Mosul; the French have got to protect Cilicia; and the Italians undertake to protect the distrİct of Adalia". He concluded that the conference of San Remo 'marked a new step in this *.convalescence 26

The voices of opposition had been stifled, and they were not merely in his cabiııet. The Italians had already showed theİr uneasiness during the conference. While confirming France's adhereııce to the provisions of the San Remo terms, the outspoken language used by Millerand, on the other hand, carried no expression of opinion as to the value of the agreement re- ached. 27 Nevertheless, in a month's time, General Gouraud, the French

22 M.L. S ini th, lordan Vision: Greece in Asia Minör 1919-1922, Londoıı 1973, p. 123, 23 Lowe and Dockrill, Miragc, II, p. 367; Sınitlı, Ionian Vision, p. 121, 24 R. Blake, The Unkncnvn Prime Minister: The Life and Times of Andreıv Bonar Law 1858- 1923, Londoıı 1955, p. 421. 25 Riddell, Intiıııatc Diary, p. 208 26 Cıımıniııg, Franco-British ltivalrv, pp. 98-9. 27 Ibid., p. 99. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS i 03

High Commissioner in Syria, arranged for, and his Secretary-Geııeral Ro- bert de Caix negotiated an ar m i Stic e with Mustafa Kemal for a twenty-day cease-fire to go iııto effect on 30 May, 28 According to the article in the Paris edition of the Chicago Tribüne, the armistice occurred because the British government insisted on recognising the Soviet government in Rtıs- sia by means of the conversatioııs in London between Krassine and Lloyd George. 29 This actually sounded like an excuse more than a reason. Ho- wever, this much was certain that whatever reason the French had for such an action, a great power had m ad e an agreement with the National İst s, and this was a victory for Mustafa Kemal, constituting a type of unannounced de facto recognitİon of the Angora government. The signing of the cease- fire was also a blow both to Allied unıty and the legitimacy of the Cons- tantinople government. 30

The Damad Ferid Paşa government was shocked at the provisions of the treaty. The Sultan and his administration would be placed in an exl- raordİnarily difficult position seekİng to impose on the Nationalists in Asia Minör and Thrace a treaty which everyone alİke considered unjust.31 The peace terms were s o unfavourable that even if he signed the treaty, Damad Ferid could not hope to gain support from Turkish public opinion. 32 At a meeting on 10 May Damad Ferid Paşa told Admiral de Robeck, the British High Commissioner İn Constantinople, that the Constantinople go- vemment would never consent to the loss of Thrace and Smyrna and was

28 Br. Doç. XIII: 75, Gralıame to Cıırzon, No. 663, Paıis 4 Juııe 1920 and Br. Doc. XIII: 76, Ro­ beck to Cıırzon, No, 654, Constantinople 4 Jııne 1920. See also Knudsen, Great Britain, p. 201. The French abandoııed Cilicia, tlıe subjcct of conllict with Italy in 1917, as tbe fightiııg with Mustafa Keıııal's Nalİoııalist army was proving a severe strain on her resoıırccs. Lowe and Dockrill, Miı-age, il, p. 364. 29 FO371/5U49/E5869/3/44, Dcrby to Cuızon, No. 661, Paris 4 Juııe 1920. İn May a Russian Tvade Dclcgation headed by Karnene İT and Krassin arrivcd in Loııdon. Fıırther infonnation in H. Ni- colson, Cıırzon: The Last Phase 1919-1925, London 1937, pp. 203-10. 30 Helnırcieh, From Paris to Sevr es, p. 316, 31 FO371/5048/E5401/3/44, Robeck to Curzon, No. 627, Constantinople 27 May 1920. 32 For cxample, even the Entente Liberal Paıly (ELP), which served as a counter-weight to the Nationalist Movemeııt in a ınanncr mııch like tlıeir opposition to the Coınmittee of Union and Progress (CUP) whiclı had göverned Turkey before and dııring the First World War, eagerly protesred the hars- hness of the peace terms, especially on the bas i s of the culpability of the CUP for Turkey's entry iııto the war. FO371/5048/E5427/3/44, Webb to Cıırzon, No. 672, Constantinople 13 May 1920. At the mc- eting of 2 i May the resohıtions vere adopted ıınder aııspiccs of the ELP to appeal for recoıısidcration of the peace terms, whiciı vere haııded to Sir Aııdrev Ryan by Rıza Tcvftk Bey, vho then expresscd the abhorrencc of the nıclhods of the CUP, and the cxisling National Movemeııt ınethods, froııı ıvhich he and his friends dissociated themselves ııtlerly. FO37 J/5050/E6635/3/44, Robeck to Cıırzon, No. 765. Constantinople 27 May 1920. 104 NEŞE ÖZDEN mel with the not umıatural rejoinder that, in that case, it was difficult to un- derstand why he was figlıting the Nationalists. That was the whole matter in a nut shell. 33 Robeck did not justify the peace treaty whatsoever, but he reminded Damad Ferid that neither he nor his predecessor, Rear-Admiral Webb, had betrayed him in terms of giving any misrepresentations of a soft treaty.34 But to Damad Ferid Paşa, a treaty which deprived Turkey of her arms and her legs would be rigorous enough in ali conscience, even though it left a head and trunk; but a treaty which deprived her of Smyrna and Thrace, struck at vital parts of the head and trunk as well, and such a treaty was something more than rigorous. 35 That such an admittance was made by the head of the Ottoman administration was actually a means for understanding the degree of the stress in Turkish circles due to the peace treaty.

Probably to avoid bloodshed, the Grand Vizier tended to maintain the authority of his govemment över the small remaining aıea and to Ieave no peaceful means untried to secure at least technical recognition of it further afield, Although Damad Ferid Paşa denied it in front of Robeck, Nureddin Paşa, formerly Govemor of Smyrna, visited Mustafa Kemal to negotiate, with the knowledge of Damad Ferid. 36 But Kemal would not tolerate the Constantinople government not ceasing hostilities towards the Nationalist Movement and not acceptİng the participation of the Nationalists İn the ne- gotiations with the Allİes for the peace treaty, 37 In addition, both the Sul­ tan and Damad Ferid made efforts to ameliorate the peace terms. Through an individual appeal made on 27 May to the King of England, the Sultan,

33 FO371/5049/E5858/3/44 (FO406/43/E5858/3/44), Robeck to Curzotı, No. 733, Constantinople 22 May 1920. 34 Whcıı Damad Ferid Paşa was considcred to be a caııdidalc lor the Grand Vizicrate, tlıe British representatives in Constantinople were stnctly inslructed, by the Foıeign Office, not to bring t o mind of Damad Fcrid’s especlations of a lenient treaty. Br, Doc. XIII: 52, Hardiııge to Robeck, No. 355, FO 20 Aprii 1920. Oıı 1 April, a mcınber of Admiral Webb’s staff iınpressed on Damad Ferid most stronglv that the change in the government rvonld bring no alteralion to the general Lines of the peace, Rcşid Bey w as similarly rvarııed, tlıoııgh in his case the Frendi displayed sotııe anxiety not to dîs- coıırage hiııı conıplelely. FO371/5047/E4407/3/44, Webb to Cıırzon, No. 575. Constantinople 22 April 1920. 35 FO371/5Û50/E6636/3/44, Robeck to Cıırzon, No. 766. Constantinople 27 May 1920. 36 FO371/5049/E6376/3/44, Robeck to Cıırzon. No. 794, Constantinople 5 June 1920; FO371/ 5049/E5858/3/44, Robeck to Cıırzon, No. 733, Constantinople 22 May 1920. Damad Ferid probably tolerated, îf not organiscd, Nureddin Pıışa’s activities. Nıucddin Paşa ınight have backing ironi tlıe Sultan and soıne elements in the ELP. 37 Mustafa Kemal, A Speeeh dclivercıl bv Ghıızi Mııstapha Kemal, Octobcr 1927, Eeipzig 1929, pp. 392-5. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS 105

Mehmed Vahideddin, asked him to intervene with the other Allied powers in order to allevİate the severity of the treaty clauses and to save at least the Turkish-speaking provinces fronı partition. 38 The reply of the King of England was politic. 39 Similarly, Damad Ferid's appeal to the King of Spain and the Queen Mother with a view to gettiııg mİtİgation on the peace terms went nowhere. 40

In mid-June the Constantinople government w as even more desperate since the Nationalists were poised to attack Constantinople. By the middle of June Nationalist forces dominated the immediate coastline on the Asi- atic side of the Sea of Marmora. Moreover, they were in direct contact with Britİsh troops garrisoning a Iİne across the Ismid peninsula. 41 Hoping for the support of the Müslim world and Bolshevik Russİa, Mustafa Kemal professed confidence that sooner or later justice would triumph and that Europe would soon be aware of the great difference between a delegation with a nation behind it, and one with no support of any kind. 42 Actually, the Nationalists were not the only source of tension İn the Turkish Capital. There was a good deal of rivalry between the British High Commissioner and the Commanding British General, Milne, who accepted orders from the War Office and neither was communicating with, nor Consulting Ro- beck, 43 There was also a ne w source of Anglo-French tension concerning the defense of Constantinople. The French advocated a divİsion of de- feıısive responsibilities in and around the Capital, The British wanted unity of command, that is, a supreme commander who would hopefully be Milne. 44

As the Nationalist forces inched toward the British position, the use of the Gıeek army for the enforcement of the peace terms in Thrace and Ana- tolia became more popular in British political circles. Even though Sir

38 FO371/5050/E6636/3/44, Robeck to Curzon, No. 766, Constantinople 27 May 1920. 39 The King of England replîed that the future of Turkey was in the hands of the Allied go- vernments, who had devoted long and patient effoıl to the constrııction of an equitable treaty of peace, and who may be trusted to act rvith justice to ali parties and interests concerned. FO371/5048/E5441/3/ 44, Robeck to Curzon, No. 628, Constantinople 27 May 1920, 40 FO371/5049/E6119/3/44, Derby to Cıırzon, No. 683, Paris 7 June 1920. 41 Hclmreich, Fronı Paris to Scvres, p. 316. The British troops passed inlo the British delence position at Ismid, disarmed and despatched by sea to Constantinople. FO371/5050/E6855/3/44, Milne to WO, No. I. 8820 (Part I), Constantinople 17 June 1920. 42 FO371/5051/E7156/3/44, Robeck to Curzon, No. 736, Constantinople 23 June 1920. 43 Kııudsen, Great Britain, p. 197. 44 Ibîd., p. 202. 106 NEŞE ÖZDEN

Henry Wilsoıı, vvho vvas against supporling the Greek campaign, conceded at a conference of ministers held on 18 June, that assistance vvas dcs- perately needed and that Greece vvas the only available source from vvhich such help could come. 43 In view of the fears that the National ists were undcr the impression that they had drİven the French out of Cilicİa, and the British back in the Jsmid Peninsula, the Cabinet meeting decided that the retirement from Constaııtinople before a bandit lîke Mustafa Kemal vvould deal a shattering blow to British prestige in the East. 45 46 This vvas surely a happy hour for Lloyd George to assunıe a policy of punishment by giving Greece authority to break up the armed Nationalist menüce, and that Ve- niselos presented himself as the good fairy only encouraged Lloyd George. His hopes vvere further encouraged by the French occupation of Zonguldak on 18 June and thus the break-dovvn of the Franco-Nationalist cease-fire. Lloyd George expected that Millerand might now be more recepti ve to a Greek offensİve into Asia Minör. His hope vvas realised and at the Hythe conference on 20 June Millerand agreed vvith Lloyd George and the Allies lifted *theiı veto of a Greek campaign. 47 However, the Allied meeting at Boulogne on 21 June indicated that Italy was stili restless över the planned operations, since the operations vvould considerably increase the area of Greek occupation. 48

With the realisation of Lloyd George's dıeam of intimate Anglo-Greek cooperation, the Greek army corps advanced on 22 June from Smyrna, and by early July the Greeks forced the Nationalist forces to retreat from the vvhole of south-vvestern Anatolia. While the Greeks were carrying out their invasion policy, Lloyd George made it clear at the Spa conference in the beginııing of July that there vvas no use in keeping the Turks in Cons- tantinople if the whole body of the Turkish nation refused to obey the go- vernmenfs orders. 49 This was an öpen threat to the Constaııtinople go- vemment; in other words, the Turkish position, both in Constantinople and Angora, vvas at stake.

45 Helmreiclı, From Paris to Sevres, p, 317. 46 Kent (ed), Great l’owers, p, 192. 47 Knudsen, Great Britain, pp. 201-3. 48 Bııcsh, Mudros to Lausanne. p. 229; Smillı, Ionian Vision, p. 125. 49 Knudsen, Great Britain. p. 209. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS 107

Notvvithstanding al! his desire to keep the Nationalists iıı ordcr and to confront the sİtuation created by the Greek advance in the Smyrna area Damad Ferid Paşa was helpless. He hurried off to Paris on 10 June. Just before leaving, Damad Ferid made an urgcnt appeal on 9 June to Robeck for revisioıı of the terms in a sense which vvould leave to Turkey ali areas in vvhich the Turkish language predominated. Damad Ferid asserted his convİclion-vvhich had been confirmed by vvhat passed in Paris İn 1919 and by the statements of Lloyd George and Arthur Balfour, Lord President- that the Allies did not hold the Turkish dyııasty or people responsible for the Turks' entry into the vvar, and that they contemplated peace vvith jus- tice, not vvith punishment. Damad Ferid also urged Robeck that Turkey should retain Thrace, the country east of Maritza, vvhere majorİty was Müslim as in Thrace, Adrİanople, Smyrna and Armenia, He deprecated the creation of the Straits zone, vvhich vvould be in effect the only sovereign State betvveen the Sultan and his dominions in Asia. But, Robeck was in the habit of avoiding making any promises to the Grand Vizier as to the prospect of future support from Britain, He was, hovvever, İn the belief that the modification should be represented as a coııcession to the Sultan, vvhich vvould eııhance the prestige of the Sultan vvho vvould be the best iııs- trument to use in the future to mobilise the moderate elements round hım and to ease the dissatisfaction of Indian Muslims vvith the peace terms. 50

On 16 June, Reşid Bey hurried back to Constantinople from Paris. The opportunity for Reşid to direct the policy of the Constantinople go- vemment was thus furnished in the Grand Vizier's absence. He became the centre of a party İn the cabinet vvhich was opposed to acceptance of the peace terms and leant tovvards the Nationalist cause. At the council me- eting held on 21 June, Reşid Bey made a suggestion that the Cons­ tantinople government and the Nationalist representatives should meet at Angora to try önce agahı to bring about a reconciliation İn order to decide on the replİes to be gİven to the peace conference. 51 The British rightly suspected that Reşid Bey, who dislİked Damad Ferid, might be a con- venİent instrament in French hands since there vvere İndications that the pro-Nationalist element in the high French circles had gained ascendancy. Due to the Nationalist capture of the Ottoman peace delegation subordinate

50 See Curzon's Private Papers, FOSOO/157, enclosure: Robeck to Cıtrzoıı, No. 683, Cons­ tantinople 10 June 1920. Sec also Br. Doc. XIII: 7 8,Robeck lo Ctırzon. No. 681. Constantinople 10 June 1920. 51 FO371/5051/E7156/3/44. Robeck to Cuızon, No. 736, Constantinople 23 Jtnıe 1920. 108 NEŞE ÖZDEN ranking, Robeck urged Reşid Bey and Dr. Cemil Paşa on 23 June that the best thing the delegates could do was to get to Paris quickly and satisfy the Ali i es that the Constantİnople government had no connection with the Na­ tionalists and that the delegation really represented the Sultan and his pe- ople and not rebels against its authority. 52 But Reşid Bey would not btıdge so easily. The council of m in ister s on 24 June decided to instruct Damad Ferid Paşa to approach Lloyd George İn order to obtain a few days’ delay until the arrival of Reşid Bey in Paris and to make no com- munication to the peace conference until Reşid Bey's arrival. 53 This was actually a distinct victory of Reşid Bey’s faction. But when the Turkish de- sire for an extension was transferred to the Foreigıı Office by Robeck on 25 June, the Foreign Office repIİed the next day that the Allied conference had decided to accord no fuılher extension. 54 Reşid Bey's plans thus re- sulted in a fiasco. He immediately prepared to leave; however, till the mo­ ment he lef t for Paris, he was stili active. On 25 June he made another ap- peal to the Nationalists through Nureddin Paşa, who had been sent by the Constantİııople government a few months previously to negotiate with the Nationalists. In his letter, the necessity of uniting round the throne and the Caliphate was emphasised. On the same day the Sultan also sent a letter to the Nationalist leader to implore hım to yield unconditional obedience to the efforts which the Bıitish government was making to safeguard the hig- her interests of the country and to place his army at the dİsposal of the Constantİnople government. 55 Also a petitıon was addressed by Sadık Bey, the President of the ELP, to the Sultan on 28 June urging that Tur- key's best policy was one of friendship wıth Britain. The petition was pro- bably prepared in order to defeat the role which Reşid wished to play. 56

Af ter his arrival in Paris, Reşid Bey persuaded Damad Ferid Paşa to go

52 İbid. 53 FO371/5071/E8 567/262/44, Robeck to Curzon, No. 984, Inl. report for week ending I July, Constantİnople 8 July 1920, Tlıe Turkish counter-proposals were göne overby the council of nıinisters on 24 June and were approved.ln its final form (he counter proposals weıe as follows; the cession of any territory to Grcece, viz. Thıace and Smyrna, was unacceptable; the independcnce of Armenia was recognised; the independence of the Hejaz and the articles concerning Morocco and Tuııis were agreed to. ■ 54 FO371/5051/E7107/3/44, FO to Robeck. No. 580, Constantİnople 26 June 1920; FO371/5051/ E7232/3/44, Robeck to Curzon, No. 744, Constantİnople 25 June 1920. 55 FO371/5071/E9649/262/44, Robeck to Curzon, No. 1044, Inl. report lor wcek ending 15 July, Constantİnople 25 July 1920. 56 FO371/5054/E9655/3/44, Robeck lo Curzon, No. 1056, Constantİnople 27 June 1920. IMPACT OF THE SAN REMO TERMS 109 back to Constantinople by indicating the necessity of curtailing the absence of the Grand Vizier and the three m in i ster s from the conduct of affairs at Constantinople, and the probability of delay in the Allied reply to the Tuı- kish counter-proposals. 57 The real reason was, no doubt, Reşid's wİsh to get the upper hand this time İn the peace negotiations. 58 By disqualifying the Grand Vizier, he would, no doubt, according to the British, please the French and strengthen his popularity. 59 Damad Ferid and most of the de- legates returned to Constantinople on 14 July. Reşid Bey was the only ple- nipotentiary remaining in Paris. Before leaving for Constantinople, the Grand Vizier wanted to go to London. But his desire was discouraged by the French, and the British concurred with the French. 60 Damad Ferid must have got the clue that his time was about to end. Something had to be done quickly and decisively.

Following his retum to Constantinople, since an appeal to arms was out of the question, the economic State of affairs was critical and Nationalist actİons at Mersin and Ismid had ruined his earlier hopes of obtaining con- cessions, Damad Ferid Paşa convinced himself to sign the treaty hoping that the British would help restore order in the interior, Although the temp- tation of using the fear of Mustafa Kemal as a lever for concessions in the peace treaty was almost İrresİstıble, Damad Ferid was clever enough to see the dangers of it, for the Allies might too easily come to discount his go- vemment. At the cabinet council held on 15 July, the Grand Vizier urged the immediate arrangement for the meeting of a Divan or crown council. This suggestion was adopted. 61 At a special cabinet council at Yıldız Pa- lace on 22 July, it was decided to sign the treaty. 62 The crown council

57 FO371/5052ZE7941/3/44, Deıby to Cuızon, No. 784, Paris 2 July 1920. 58 Upon Damad Ferid’s coming to Paris and his insufficient presentation of the Turkish case, Reşid Bey had an argument with Damad Ferid, M.K. İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, vol. XI, İstanbul 1950, p. 1732. In his memoirs, Reşid Bey İndicated that his argument with Damad Ferid was to prevent Tevfik Paşa from Damad Ferid’s interfeıence İn the peace negotiations and from his single-handed attitude, He also States that upon Damad Ferid’s leanİng towards the signing the peace, he himself desiıed to resign. A.R. Rey, Gördiiklerim-Yaptıklarım (1890-1922), İstanbul 1945, pp. 288-97. 59 There was Information that Reşid Bey had several private conversations with Millerand in the course of which the latter advised that Turkey should insist on the retention of Thrace and Smyrna and that the Tıırks would receive the support both of France and of Italy in this diıection. FO371/5052/ E7941/3/44, Aubrey (Parlİamentary question), London 5 July 1920. 60 İbid. 61 FO371/5170/E10014/262/44, Robeck to Curzon, No. 1107, weekly report for week ended 22 July, Constantinople 7 August 1920. 62 Br, Doc. XIII: 101, Robeck to Curzon, No. 839, Constantinople 22 July 1920. Details in Meray and Olcay, Osmanlı, pp, 35-40, I 10 NEŞE ÖZDEN consisted of about 50 selected persons. It bore no resemblance to the tra- ditional Divan formerly convoked by the Sukans of Turkey İn times of d an ger and looked as if it was so constituted in an attempt to exclude un- compromising elements. 63

Upon his acting wİth unu sual e el er i ty İn taking measures to prepare for the task of fulfilling the peace conditions, Dam ad Feri d Paşa encountered severe reactİons from people with Nationalist sympathİes and tried to con- vince the people of his good faith. On 24 July the Grand Vİzier sent a com- munication to four Turkish officers explaining that failure to fıılfil the con- ditıon to sign the treaty would involve the suppression of the Nationalist insurrection and might eventually result in the loss of Constantinople. 64 65 Damad Ferid Paşa also found it necessary to assure reasonable men from the Sultan downwards that Britain would help the Constantinople go- vernment to restore order in Turkey after the signing. On 16 July Damad Ferid Paşa told Robeck that reasonable men could see no alternative to the signing except total destruction; but the country was full of irresponsible madmen who took the line that the treaty was a death-sentence and fixed their hopes on the suppoıt of the Islamic world and the Bolsheviks. If they were not assured of Brİtish help, even reasonable men would be against the signing. 63 Thİs meant that the Sultan would probably lean towards the signing of the treaty, but he was beset by opposing influences. Therefore, Damad Ferid gave the impression that it was necessary to convince the Sultan that British suppoıt was to be giveıı after the signing. From the con- versation, Robeck got the İmpression very clearly that the signing of the treaty was near. But it was also clear that the Constantinople govemment must be gİven assistance afterwards. The other Allied High Com- missioners, too, agreed with Robeck. 66 Meanvvhile, upon the Nationalist troops at Adrianople laying down their arms on 26 July, Lloyd George cheered in the House of C o mm on s that the Turks were broken beyond re- pair. This trİumphant justification of Lloyd George was too much for the

63 FO371/5170/E10707/262/44, Robeck to Curzotı, No. I 154, weekly repon for vveek ended 29 July, Constantinople 16 August 1920. 64 İbid. 65 FO37 L/5053/E8431/3/44, Robeck to Curzon, No. 829, Constantinople 17 July 1920. 66 For the Allied High Co inmiş si oners' nıteling of 29 July, see FO37/5054/E10006/3/44, Robeck (o Curzon, No. 1086, Constantinople 2 August 1920. See also FO37 I/5054/E9172/3/44. Robeck to Curzon. No. 871, Constantinople 30 July 1920, IMPACT OF THE SAN REMO TERMS [ 11 nerves of the Frendi and Italians, and had a had effcct upon Allied unity. 67 It also affecled the nerves of the Nationalists. Mustafa Kemal claimed that the Tetreaf was a perfectly orderly strategic movement to the rear and in no sense adeleat, and that the vanguard of the Lslamic woıid against Chıis- tianity was gaining time in order to continue combined actions. 68 Alt­ lı ou gh the Nationalists suffered a number of defeats and were unable to oc- cupy Thrace and Constantinople, the National İst Movement was not dead. Howevcr, to avoid complete destruction, the Nationalists were in need of arms and supplies and turned to the Bolsheviks, their Southern neighbours and other Allies. 69

Dam ad Feri d Paşa had been havİng dİfficulties in attaining both unity within his cabinet and a united policy to be taken towards the signİng of the treaty. If he signed the treaty, both Reşİd Bey and his factİon might use it to elicit eriticisin to weaken Damad Ferid's position. 70 Damad Ferid re- signed on 30 July and returned to power on the following day with a ca­ binet in which Reşid Bey had no place. 71 The reconstruction was pre- dominantly desired by Damad Ferid to strengthen the authority of his cabinet and to be able to gain British suppoıt to crush the Nationalists, There was also a possibility that the Sultan, too, was predominantly oc- cupied with Nationalist fear and therefore wanted to see the Grand Vizier's policy triumph. 72 Finally, Damad Ferid's policy of accompanying the ac- ceptance with a final appeal for relaxation of the terms, but implying to the Allies that the treaty would be signed whether this appeal was entertained or not, was on the Allied table. But following events would show that

67 Nicolson, Curzoıı, p. 250. 68 Tbeıe were indications that the Nationalists expected that in a month's time the Red Arıııy would succeed över Poland and join hands with the Gernıan army to bring rcason to the despots. FO371/5170/E10707/262/44, Robeck to Curzoıı, No, 1154, weekly report for week ended 29 July, Constantinople 16 August 1920. The Nationalists set hopes on the Bolsheviks. See Onar, Atatürk'ün, 11, docutnenl no. 887 (20 June 1920) and no. 899 (2 July 1920). 69 Knudsen, Great Britain, pp. 206-8. 70 The Grand Vizier anııulled the proceedings that had taken place during his abscnce in Paris, in which Reşid Bey and Edhctn Bey, prcsidcııl of the State couııcil, were İnstruınental İn an attempt to transfer the Bosphorus Steamer Company, partly a Turkislı State eııterprise, to a French syndicate. FO371/5170/E 10707/262/44, Robeck to Curzoıı, No. 1154, weekly repon for week ended 29 July, Constantinople 16 August 1920. 71 FO371/5054/E9184/3/44, Robeck to Curzoıı, No. 876, Constantinople 1 August 1920. Apart from Reşid Bey, the Grand Vizier had not got on well wilh Dr. Cemil Paşa dne to a persoııal characler conllict. 72 FO37I/5054/E10023/3/44, Robeck to Curzoıı, No 927. Constantinople 16 August 1920, Times o(‘2 August 1920. 112 NEŞE ÖZDEN

Damad Ferid was disillusioned even froın the start that he coııld get any re- laxaLion as regards the harsh peace terms, if he professed his determination in regards to the acceptance of the treaty.

Danıad Ferid Paşa committed a great error in hoping that Great Britain could afford to back a more lenient peace settlement. But he committed even a greater error by alienating the sympathies of almost ali leading po- litical parties in Turkey. lııstead of attempting to end the dualism between Constantinople and the interior, Damad Ferid put iııto action strİngent po- liticai and reJigious measures to oppose the Nationalİst organisation more vigorously, though it was not yet clear whether the organisations in the go- vernment's hands would succeed undertaking any military expeditions aga- inst the Nationalists and whether London would give public backing, Even the ELP leaders, his supporters, feared that Damad Ferid's general un- popularity might provoke the provincial Nationalists. 73 Without gaining the support of the traditional Tuıks, Damad Ferid had to rely on the sole support of Great Britain, thus putting himself on uncertain ground.

CONCLUSION

The San Remo settlement bore the unmİstakable imprint of Lloyd Ge- orge's support for the Greeks and his contempt for and dismissal of 'expertT advice and warnings, whether from the British Foreign Office or the mi­ litary. 74 The peace terms settled at San Remo were unrealistic in their con- ception of what was within the Allies' capability to enforce. The terms were also drastic İn their effect on Turkish sovereignty and the Cons­ tantinople administration. Although many among Britain's policy-makers recognised the İnequity and dangers iııherent in the award of Smyrna and Thrace to Greece, 75 the negotiators at San Remo seemed almost un- concerned about the Nationalİst Movement. The fact that they un-

73 FO371/5166/E4270/262/44, Robeck (o Ctırzon, No. 520, Constantinople 12 April 1920. This view wııs also held at tlıe palaee, where thcrc was said to be strong feeliııg in favour of a caııtious po- licy. FO371/5046/E3543/3/44, British representative, political report no. 17 for week endiııg 21 March, Constantinople 23 March 1920. 74 M. L. Dockrill and J.D. Goold, Peace VVithout Proınise: Britain and the Peace Conlerences, 1919-23, London 1981,p. 213. 75 See. for instance, Kent (ed), Great Pcnvers, p. 191; Snıitlı, lonian Vision, pp. 120-3. İMPACT OF THE SAN REMO TERMS 113

derestimated the National İst Movement as a political force was surely an oversight which would cause not only to the British, but also the Cons­ tantinople government, incurable problems in the long term.

Although it looked as though there nıight be a happy ending to Anglo- French differences at San Remo, the opposite happened: Italy and France shattered the whole scheme shaped at San Remo in a short period of time. Hoping to make Turkey a bulwark on the route to India and have the key to the Müslim world through controlling the Sultan-Caliph, Mehmed Va- hİdeddin, and his government, Great Britain intensified her political action in Constantinople not only over-exciting Turkish nationalism but also est- ranging the other Allies. The Greeks, Italians and Frendi had joined in the assault upon Anatolia with the British, but Britain alone retained the pri- vileged role, trying to follow an impossible and İrrational policy-'to be close to the two absolutes, the Greeks and the Turks'.

The San Remo terms practically united and reııiforced the Nationalist Turks, The Constantinople government was so powerless that Mustafa Kemal and his associates operated freely in Asia Minör, where every effort was made to persuade public opinıon that they themselves alone fought for Turkey's salvatİon, Thus, the reason for Nationalist existence was agg- ravated by the San Remo terms. On the other hand, it seems... reasonable to deduce that either submissive or not the Constantinople govemment's at- titude towards the British may be reasonably attributed to the obligation to make peace with the Allies and also to Constantinople's own fears, of fİn- düıg a means of existence of the imperial system in Turkey vis-â-vis the Nationalists. Damad Ferid, therefore, hoped to find a guide in the signing the treaty. But this eventually brought the collapse of the policies of the Constantinople government and the British on Turkey.

ÖZET

SAN REMO KARARLARININ TÜRKİYE VE İNGİLİZ DIŞ PO­ LİTİKASI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Nisan 1920 tarihinde San Remo Konferansında alınan kararlar, başta 1 14 NEŞE ÖZDEN

İngiliz dış politikasının olmak üzere, İtilâf devletlerinin savaş mağlubu olan Osmanlı İmparatorhığu'na son Öldürücü darbeyi indirme arzularının en belirgin örneğini teşkil etmektedir. Ancak, diğer taraftan, sonuçları açı­ sından hem İtilâf devletlerinin kendi aralarındaki ilişkilerine yönelik mev­ cut çalkantılarının daha da artmasına, hem de İngilizlerin ve onlarla yakın bir dialoga giren İstanbul'daki Damad Ferid Paşa hükümetinin Türk ka­ muoyu nezdinde yoğun eleştirilere maruz kalmasına yol açtı. Dahası, Tür­ kiye üzerinde izlenen ve İngiliz Başbakanı Lloyd George'un başını çek­ tiği yoketme politikası konusunda rahatsızlık duyan İngiliz dış politika mekanizmaları ve askeri kanadı kaygılarını haklı olarak dile getirirken Lloyd George, hükümetine olan desteğin zayıfladığı, Türkiye'ye yönelik politikasının bizzat kendi kabine üyelerince sorgulandığı ve İtilâf ka­ nadındaki iletişimde güvenin yitirildiği bir dönemde, Yunan ordusunun tekrar devreye girmesine umut bağlamak gibi vahim bir hataya yöneldi. Bu arada İngilizlerin San Remo barış şartlarının kabul edilmesi yolundaki telkinleri altında bunalan ve iç politikada da Ankara'da kurulan Kemalist hükümetin tehdidi altında saltanatın geleceğine ve hükümetinin say­ gınlığına yönelik derin endişeler duyan Damad Ferid Paşa, muhaliflerine karşı daha sert bir politika İzlemeye devam etti. Dolayısıyla hem iki farklı Türkiye hem de iki farklı İngiliz dış politika eğilimi arasındaki mücadele, San Remo Konferansı sonrası daha da net bir şekilde gözlenmeye baş­ landı, Lloyd George’un muhalefete rağmen kendi damgasını vurmayı ba­ şardığı Türkiye politikası ve İstanbul hükümetinin izlediği iç politika hem Türkiye hem de İngiliz dış politikası açısından akl-ı selim olanın dü­ şünülüp izlenmesi boyutundan ziyade mevcut güç dengelerinin kendi leh­ lerine sürdürülmesi gibi hırslı bir saplantıyla güdülendiğinden, Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümeti imparatorluk sisteminin ne koşulda olur­ sa olsun yaşamasını savunanlara ve sadece kendi çıkarları için bunda fayda gören İngilizlere karşı yürüttükleri haklı savaşta Türk halkının des­ teğini almayı başararak daha da güçlendi. Varolmak için verilen bu savaş, sonunda, İtilâf kanadının tamamen parçalanıp Fransız ve İtalyanların Ke­ mal i stlere destek vermesine kadar ileri bir noktaya geldiği gibi, hem Lloyd George hükümetinin hem de Osmanlı imparatorluk sisteminin sonunu ge­ tirdi . MÎLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY (TENGİRŞENK)

Dr. ÖMERAKDAĞ

Giriş

Millî mücadele dönemi, Türk milleti için bir var olma yok olma dev­ residir. Milletimiz, yediden yetmişine kadar bütün fertleri ile düşmana karşı mücadele vermiştir. Bu dönemde görev alan bütün şahsiyetlere mil­ let olarak, şükran borçlu olduğumuzu hatırdan çıkarmamak, bir va­ tandaşlık görevi olmasından öte, manevî değerlerimizin bize yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereği olarak, yakm tarihimizin belli başlı şahsiyetlerini tanımak ve tanıtmak başta gelen görevlerimizdendir. Yakm tarihimizde özellikle millî mücadele döneminin tarihî şah­ siyetlerinin tamamının Türk gençliğine tanıtıldığım söylemek mümkün değildir. Bunun ideolojik sebeplerini bir yana bırakırsak bu konuda ciddi iki engelle karşılaşıldığını görürüz. Bunlar; arşivlerimizin düzensizliği ve arşiv tekelciğidir. Ülkemizde biyografi sahasında çalışmak isteyen araş­ tırıcıların karşılaştıkları en ciddi engel bunlardır.

Bilindiği gibi, biyografi çalışmalarında temel kaynaklar, üzerinde ça­ lışılan şahsın görev yapmış olduğu kurumlanıl arşivleridir. Söz konusu kurumlanıl arşivlerinde bulunan dosyalar, konuya ışık tutacaktır. Fakat Türkiye'de bütün kuramların arşivlerinin düzenli ve sağlıklı bir şekilde bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Birçok resmî kurumun ar­ şivlerine "henüz tasnif çalışmaları tamamlanmamıştır" gibi gerekçelerle hiç girilemediği gibi, girilebilen arşivlerde ise bakımsızlık ve ih- tİmamsızhktan belgelerin çürümeye terk edildiği ortadadır. i 16 ÖMER AKDAÖ

Fakat bütün olumsuz şartlara rağmen üzerinde yaşadığımız vatanımız için şehit ya da gazi olmuş tarihî şahsiyetlerimizin Türk gençliğine ta­ nıtılması gerektiği kanaatindeyiz. Hiçbir mazeret, hiçbir gerekçe bizi bu araştırmadan alı koy m amali dır. Vatanımıza ve milletimize hizmetleri geç­ miş bütün tarihî şahsiyetleri tanımak, Türk gençliğinin şiarı olmalıdır. Bizi gerçek tarihimizden koparıp uyduruk bir tarih ile oyalamak ve avut­ mak isteyen kimseler de olabilir. Bütün bunlar Türk gençliğini yıl- dırmamalıdır. Türk gençliğinin behemehal yapması gereken şey, ne pa­ hasına olursa olsun ecdadını tanımak olmalıdır. İşte bu çerçevede Millî mücadele döneminde siyasî çalışmaların yürütül meşinde hizmetleri olan Yusuf Kemal (Tengİrşenk) Bey'den bahsetmek istiyoruz.

Tahsili ve Yetişmesi

Yusuf Kemal Bey, 17 Temmuz 1878 tarihinde Sinop'a bağlı Boyabat kazasının Sakız köyünde doğmuştur. 1 Dedesi Boyabat'ın eşrafından Hacı Yusuf Efendi'dir. Yusuf Kemal, dedesinin (annesinin babası) ve­ fatından sonra doğduğu için onun adı verilmiştir. İlmiye sınıfına mensup bir ailedendir. Babası Haşan Raci Efendi, 21 Nuvab Mektebi 3 mezunudur. 4 Anadolu'nun muhtelif yerlerinde naîblik ve kadılık görevlerinde bu­ lunmuştur. Annesi Fatma Haııım'dır. 5 Yusuf Kemal, üçü erkek, birisi kız

1 TBMM Arşiv., TKÖ. Dosya No. 3, Sicil No. 266 (Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivi, Ter- ciimei Hal Kağıdı Örneği); TBMM Arşiv, Osınaııh M.M. Devre, I-IV, Dosya No. 15, Sicil No. 148 (Türkiye Büyük Mille! Meclisi Arşivi, Osmaııh Meclisi Mebıısanı); Rıza Nur, Moskova, Sakarya Hatıraları, İstanbul 1991, s. 5 (Kısaltma; Nur, Moskova); Rıza Nur, Hayat ve Hatıralarını, İstanbul 1992, C: 1, s. 299, (Kısaltma: Nur, Hayat); Yusuf Kemal'in nüfus kaydıyla ilgili olarak Boyabal Nüfus Müdürlüğü'ııe tarafımızdan 19 Ocak 1996 tarihli bir dilekçe ile müracaat edilmiştir. İlgili müdürlüğün 14 Şubat 1996 tarih ve 662-416 sayılı yazı ile dilekçemiz Durağan nüfus müdürlüğüne havale edil­ miştir. Adı geçen müdürlük, 16 Şubat 1996 gün ve 208 sayılı yazı ile kendilerine bağlı Çarşamba na­ hiyesi Sakız köyünde soyadı TENGİRŞENK olanların bulunduğu fakat Yusuf Kemal TENGİRŞENK adına rastlanmadığını tarafımıza bildirmiştir. 2 Ansiklopedilerde bazı eksik bilgiler mevcuttur. Meselâ kimlik bilgisiyle ilgili olarak babasının adı Harun Raci olarak geçmektedir, Bk. Kînî Kimdir, İstanbul 1961-1962, s. 606; Babasının adı Haşan Raci'dir; Bk. Yusuf Kemal Tengİrşenk, Vatını Hizmetinde, Ankara 1981, s. 8. 3 Kadı yetiştiren okul, 4 Akis Dergisi, 9 Ocak 1961, s. 8, 5 TBMM Arşiv. DN. 3, S. N. 266; Annesi Yusuf Kemal'i çok severdi. Haşan Raci Efendi, ikinci evliliği yaptıktan sonra huzuru bozulmuştur. Bu ikinci evliliğin ortaya çıkardığı olumsuzluk en çok Yusuf Kemal ile annesi üzerinde etkili olur. Zaten bu olaydan sonra hem Yusuf Kemal, hem de ailenin diğer fertleri babalarından ayrılacaklardır. Yusuf Kemal, İstanbul'da tahsilde iken annesinin vefat et­ tiğini Öğrenmiştir. Bk. Tengİrşenk, a.g.e., s. 7-8. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 117 olmak üzere dört kardeşten en küçüğüdür. Ağabeyi Nuri Bey'in Yusuf Kemal’in yetişmesinde büyük yardımı olmuştur, 6

Yusuf Kemal, beş yaşında Boyabat'ta Sıbyan Mektebi'ne başladı. 7 Taş Mektep olarak da isimlendirilen bu okulda herkesten Önce hatim in­ direrek Rüşdiye'ye kaydoldu. Babasının Taşköprü'ye tayini üzerine tah­ siline orada devam etti. 8 Yusuf Kemal Taşköprü'de 10 yaşında Rüş- diye'yİ pekiyi derece ile bitirdi. 1889 yılının, baharında babasıyla birlikte okumak için İstanbul'a geldi.

Y. Kemal, 1889 yılının Eylülü'nde Şehzadebaşı’ndaki Numuııe-İ Te­ rakki Mektebi'ne 9 imtihanla kaydım yaptırdı. 10 11Ücretli olan bu okula üç ayda bir altın ödeniyordu. Y. Kemal, çalışkanlığıyla, sevimliliğiyle ve zekâsıyla kısa zamanda dikkatleri üzerine çekerek sınıf birincisi oldu. 11 Okula kayıt yaptırırken bir altın ödemişlerdi. Fakat daha sonra şeref öğ­ rencisi olduğu İçin kendisinden ücret alınmadı. 12

6 Yusuf Kemal'in yetişmesinde büyük emeği geçen ağabeyi si Abdülahat Nuri Bey, ona âdeta ba­ balık yapmıştır. Abdülahat Nuri Bey, zamanının münevver şahsiyetlerindendir, Yusuf Kemal'in müs- bet ilimlerle meşgul olması için ihtimam göstermiştir, Abdülahat Nuri Bey, 1888-1894 yılları arasında Sabah gazetesinde yazılar yazmıştır. 1894 yılında Kastamonu'ya sürgüne gönderildi. Daha sonra tek­ rar 1897 yılında Yusuf Kemal’in ifadesiyle "O zaman dünya ile münasebeti pek nadir olan" Kas­ tamonu'nun Cide kazasına yine sürgüne gönderildi. Orada bir şiire dava vekilliği (avukatlık) yaptı. Halkla iyi bir diyalog kurdu. Daha sonra Zonguldak'la Safranbolu kazasında dava vekilliğine devam eden Abdülahat Nuri Bey, 11. Meşrutiyetin ilânından bir süre önce tekrar Kastamonu'ya dönerek dava vekilliğine devam etmiştir. Bk. Teııgirşenk, a.g.e., s. 10-93; Diğer iki kardeşinin isimleri; Ab- düssamed ve Avide'dir (Y. Kemal Tengirşenk’in yeğeni sayın Oktay Tengirşeıık'in 16.02.1996 günkü mektubundan. Mektup arşivimizdedir). 7 TBMM Arşiv, TKÖ., DN. 3, SN. 266. 8 TBMM Arşiv, TKÖ. D. N: 3, S. N: 266. 9 Numîine-i Terakki Mektebi, 1884 yılında Selanikli Abdi Kemal ve Bahriye emekli yüz­ başılarından Nadir Bey tarafından açılmıştır. Zamanının en modern okuluydu. 1888 yılında Şehzade Camiî'nin yanında bulunan Mümtaz Bey konağına taşınmıştı, Bk. Enver B eh nail Şapolyo, 80. Yıl İs­ tanbul Erkek Lisesi (1884-1964), İst. 1964, s. 15-16; Ayrıca bk. Osman Ergin, Türkiye Maarif Ta­ rihi, C. 3-4, İst. 1977, s. 933; Y. Kemal, bir yıl sonra bu okula kaydım yaptırmıştır. 10 Teııgirşenk, a.g.e., s,, s. 19; Akis, a.g.y.,s. 8. 11 Nur, Hayat C. 3, s, i 13 Teııgirşenk, a.g.e., s. 23; Y. Kemal'in zekâsı gerçekten dikkat çe­ kicidir, Nitekim Millî Mücadele esnasında Y. Kemal Bey, TBMM Hiikiimetİ'ııin tensibiyle ve heyet başkam olarak Moskova'ya müzakerelerde bulunmak üzere gitmeden Önce Ankara'da bulunan İzzet Paşa ile görüşme yaparak onun fikrini alınıştı. Dr. Rıza Nur'la birlikte gerçekleşen bu görüşmede Bolşeviklerle yapılması düşünülen muahedenin Iııgilizler’le ilişkilerimizde nasıl bir etki yapacağı ko­ nusu görüşüldü. Görüşme sırasında İzzet Paşa, Y. Kemal Bey'e şunları söyledi; "A! Sen çok zekisin. Seni çok sevdim". İzzet Paşa, Y. Kemal'in çok zeki olduğunu belirttikten sonra Arnavut olup ol­ madığını sordu. Mutlaka Arnavut olması gerektiğini (saııkî zekî olmak için Arnavut olması ge­ rekiyormuş gibi) söyledi. Bk, Nur, Moskova s. 5; Teııgirşenk, a.g.e., s. 7; Naşit Hakkı U1 tığ, "Vatan Hizmetinde", Cumhuriyet, 22 Eylül 1968; 12 Teııgirşenk, a.g.e., s. 21. 1 18 ÖMER AKDAĞ

Y, Kemal, Nıımııne-i Terakki Mektcbi'nde iki yıl okuduktan sonra i891 yılında Topbaşı Askerî Riişdiye'sine imtihan vererek dördüncü sınıfına kabul edildi. 13 İki ay bu okula devam etti. Daha sonra kaydını Fatih Askerî Rüşdiyesi'ne aldırdı. 14 15İki ay geç başlamasına rağmen 600 kişilik sınıfta yıl sonu yapılan imtihanda birinci oldu, i?l 1892 yılında bu okuldan pekiyi dereceyle mezun oldu. Aynı yıl Kuleli Askerî İdadesi'ne kaydım yaptırdı. 16

Y. Kemal’in Kuleli îdadisi'ndeki ilk yılları, yönetime karşı gizli ce­ miyetlerin yoğunlaşmaya başladığı dönemdir. Özellikle Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye gibi tahsil çevresi bu tür cemiyetler için müsait bir ortam oluş­ turmaktaydı. 17 Y. Kemal Kuleli İdadisi'nin birinci sınıfında (1 892) "Mek­ tepliler Cemiyeti" adıyla anılan gizli cemiyete üye oldu. Giriş me­ rasiminde Tunalı Hilmi 18 tarafından yemin ettirildi. Bu merasim, gizli faaliyetlerin yoğunlaştığı bir mekân olan Çarşamba'da sınıf arkadaşı Sami’nin evinde gerçekleşti. 19

Y. Kemal sosyal faaliyetlerine devam ederken derslerini de ihmal et­ miyordu, Çevresi genişlemişti. Üçüncü sınıfta iken (1894) arkadaşlarıyla birlikte bir av partisinde parmaklarından yaralandı. Bu durumda Y. Kemal'in Kuleli Askerî İdadİ'sine devam etmesine imkân yoktu. Y. Kemal, ayrıca Teftiş-i İnsanî Askerî Heyetİ'nin kararıyla izinsiz ava gittiği ge­ rekçesiyle ihraç olunacaktı. Ancak söz konusu heyet, Y. Kemal'in okul­ daki başarısını dikkate alarak Askerî Tıbbiye’ye nakline karar verdi. 20 Y,

13 TBMM Arşiv,, TKÖ, ON. 3, S. N. 266: Elhem Ruhî, "Siyasî Si maları ıııız (Yusuf Kemal Bey), İleri Gazetesi, 13 Haziran 1337; Akis a.g.y,, s. 8. 14 Tcngirşcıık, a.g.e., s. 26: Falilı Askerî Rtişdiyesi'ndc okuduğu dersler ve hocaları için bk, Sal- nııme-i Askerî. Yıl: 1308,s, 111-112. 15 Tengirşenk, a,g,c„ s. 30. 16 TBMM Arşiv., TKÖ. DN. 3, SN. 266; Ruhi, a.g.ııı., İleri, 13 Haziran 1337; Kuleli İdadisinde okutulan dersler ve hocaları için bk. Salnanıc-i Askerî. Sene: 1309, s. 90-92. 17 Tarık Zafer Tunaya. Türkiye'de Siyasi Partiler, İsi,, 1952, s. 104. 18 Tunalı Hilmi. (1871-1928i Türk siyaset adamı \c yazar. Yusuf Kemal Bey'iıı girmiş olduğu Cemiyet. Tunalı Hilmi'nin Giilhaııe Tthbiycsi’nde öğrenci iken kurduğu "Gizli Mektepliler" adındaki cemiyettir. Sonradan bu Cemiyet, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmiştir. Bk. Tiirk An­ siklopedisi, C. 31, Aıık., 19S2, s. 492: Tengirşenk, ıı.g.c,, s. 35. 19 Alımel Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Tiirkler, İst., 1945, s, 225; Hüsamettin Er­ lilik, İki Devrin Perde Arkası, İsi., 1957, s. i 5. 20 TBMM Arşiv., TKÖ. D. N: 2. S. N: 266: Uhığ, a.g.m.. Cumhuriyet, 22 Eylül 1968; Nur, Hayat, c. I. s. 300; Y. Kemal’in okul arkadaşı Etlıem Ruhi, sözkonusu kararla ilgili şunları belirtir: Miişarım ilcylıın (Y. Kemal’in) müstesna zekâsına hürmetendir ki. Kuleli İdadisinden ihracı lâzım gelen Y. Kemal'e istisnai, gayr-i kanunî bir muamele yapılarak Askeri Tıbbiye’ye nakledildi. Ruhi, a.e.ııı.. İleri Gazclesi, 13 Haziran 11327. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEM AL BEY 119

Kemal, bu karardan sonra Askerî Tıbbiye İdadisi'nın iiçiincü sınıfına kay­ dını yaptırdı. 21 Bu okulda da Kuleli İdadisi'nde olduğu gibi gizli ce­ miyetin faaliyetlerine katılıyordu. 22 Bu tür faaliyetlerde bulunurken bazen yakalandığı oluyordu. Bu okulun üçüncü sınıfım başarıyla tamamladı ve sene sonunda yapılan imtihanda yine birinci oldu, 1896 yılında o zaman Topkapı Sarayı'mn içinde bulunan Âli Tıbbİye'ye geçti. 23 Y. Kemal, bu­ rada bir yıl okuduktan sonra parmaklarının hareket etmediğini gerekçe göstererek askerî doktor olamayacağını belirten bir dilekçe ile ihracını talep etti. 24 Y. Kemal'in talebi uygun bulunarak "parmakları hareket ede­ mez binaenaleyh askerî doktor olamaz" şeklinde malulen Tıbbİye'den İh­ racına karar verildi. 25 Y. Kemal, Tıbbİye'den ayrıldıktan sonra Kas­ tamonu'da bulunan ağabeyi Nuri Bey'in yanma gitti. 26 Orada Hukuk Mektebi'nin imtihanlarına hazırlandı. Bu okulun imtihanlarına girebilmesi için Arapça grameri öğrenmesi gerekiyordu, Nuri Bey'in temin ettiği bir hoca ile Sarf ve Nahve çalıştı. 27

Y. Kemal, burada, üç yıl kaldıktan sonra Hukuk Mektebi'nin im­ tihanlarına girmek üzere tekrar İstanbul’a döndü. 28 291 901 yılında hukukun imtihanlarına girdi ve okula kaydını yaptırdı. Bu sırada annesini kaybetti. 29 Bu olumsuz duruma rağmen yıl sonunda yapılan imtihanda yine birinci oldu.30

Y, Kemal, Hukuk Mektebi'nin İkinci sınıfına devam ederken diğer ta­ raftan da Yahudi Mektebi'nde hocalık yapıyordu. Fakat maaşı az olduğu İçin yeni bir İş de arıyordu. Nihayet Sabah Gazetesi'nde üç ay denenmek üzere işe kabul edildi. 31 Gazetede önceleri kâtiplik yaptı. Daha sonra eksik sütunların yerine "şunu-u miitenevvia" başlığı altında yazılar yazdı.

2) TBMM Arşiv. D.N. 3, S. N; 266; Nura.g.e., s. 300; Akis, a.g.y., s. 8. 22 Tengirşenk, a.g.e., s. 43-45. 23 TBMM Arşiv., TKÖ. D. N; 3, S. N; 266; Nur a.g.e., s. 300; Âli Tıbbiye'de okutulan dersler ve hocaları için bk. Salnanıc-i Askerî Sene: 1311-1312, s. 78-81. 24 TBMM Arşiv, TKÖ. DN. 3, SN. 266. 25 TBMM Arşiv., TKÖ. DN. 3 SN, 266 Nur, a.g.e., 1, s. 300; Uhığ, a.gun., Cumhuriyet, 22 Eylül 1968; Y. Kemal'in Tıbbiye’deki arkadaşı Ethem Ruhi, Y, Kemal'in siyasî suçlu olarak okuklak ihraç edildiğini belirtmektedir. Bk. İleri, 1.3 Haziran 1337. 26 TBMM Arşiv., TKÖ, DN. 3, SN. 266; Akis, a.g.y., .8. 27 Osmalı medreselerinde okutulan Arapça temel gramer kitaplardır. 28'Akis, a.g.y., s. 8. 29 Uluğ, a.g.m., Cumhuriyet, 22 Eylül 1968; Teııgirşenk, a.g.c., s. 71. 30 Tengirşenk, a.g.e., s. 71-83. 31 TBMM Arşiv., DN. 3, SN. 266. 120 ÖMER AKDAĞ

İlk ayın sonunda 300 kuruş, daha sonra her ay 100 kuruş zam yapılarak üçüncü ay sonunda 500 kuruş maaş almaya başladı. Gazetede daha sonra tercüme işiyle görevlendirildi. Y. Kemal'in Sabah Gazctesi'nde çalışması dördüncü sınıfın imtihanlarına kadar devam etti. 32 Mezuniyet im­ tihanında mecelle dersinden en yüksek puanı Y. Kemal aldı. Hukuk Mek­ tebimden mezun olan 134 kişi arasından üçüncü olarak 4 Ocak 1905'de 18. dönem olarak aliyyiil-âlâ (Pekiyi) derece ile mezun oldu.

Yusuf Kemal Bey'in Anadolu'ya Geçmesi

Yusuf Kemal Bey, Hukuk Mektebi'nden mezun olduktan sonra II. Meşrutiyetin ilânına kadar İstanbul'da avukatlık yaptı. II, Meşrutiyetin ilânıyla açılan Meclis-i Mebusan 1. ve 4. devresinde Kastamonu mebusu olarak bulundu. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız kısım, Yusuf Kemal Bey'in millî mücadele öncesine ait faaliyetleridir. Biz burada daha ziyade onun Anadolu'ya geçişi ve millî mücadele dönemine ait faaliyetlerinden Moskova Muahedesi ile ilgili çalışmaları üzerinde durmaya çalışacağız.

16 Mart I920'de Meclis-İ Mebusan’m İngilizlerce basılmasından sonra tepkiler iyice artmaya başladı. Yurdun çeşitli yerlerinden gerekli ted­ birlerin alınması konusunda Hey e t-i Temsilİye'nin artık tamamen devreye girmesi için haberleşmeler oluyordu. Mart ayının sonuna yaklaşırken me­ busların Ankara'ya doğru geçişi yoğunluk kazanmaya başladı. 21 Mart'ta İsmail Fazıl Paşa, Meclis-i Mebusan Reisi , Rıza, Reşit An­ kara'ya doğru yola çıkmışlardı. 33 24 Mart'ta Hüseyin Avni, Zihni, Necip ve Necati Bey'ler de İstanbul'dan ayrılmışlardı.34

Yusuf Kemal Bey de Meclis-i Mebusan’m işlemez hâle geldiğini gör­ mekle ve mebusluk görevini yapamamanın ezikliğini benliğinde his­ setmekteydi. Daha önce 1919 yılında yapılan seçimlerde mebus se­ çilmesinden dolayı Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa'dan şöyle bir tebrik almıştı:

" Dersaadet'de Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Beyefendi'ye, 6 Kanun-ı sani 1336

32 Tengirşeıık, a.g.e., s. 84. 33 Yiicel O zankaya "Avdı uların Ankara'ya Kaç ısı11, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, (AAMD)C. V, S. 13. Kasını 1988, s. 132. 34 Ozaııkaya, a.g.nı., s. I 34. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY L21

Bilvasıta yazılan telgraftıamenin vasıl olup olmadığının işarı ve mu­ kadderat-! atiye hakkında aray-ı şaibelerinden istifade vc teat-i efkar edil­ mek üzere bir iki grin Ankara'ya teşrifleri ve yevm-ü hareketlerini iş'armı rica ederiz efendim, Mustafa Kemal"

Yusuf Kemal Bey, Mustafa Kemal Paşa'nm bu telgrafına şu karşılığı verdi: " Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ııe, C. 6 Kanun-ı sani 1336 Bilvasıta çekildiği beyan buyurulan telgrafnameyi aldım. Pazartesi günü açılacak olan meclisin meşgalinden fırsat bulduğum anda Ankara'ya hareket edeceğim efendim. Yusuf Kemal"35 36

Yukarıdaki telgraflardan anlaşılacağı gibi Yusuf Kemal Bey, An­ kara'ya gitme konusunda Meclis-i Mebusan'ın açılmasından önce Ana­ dolu’da bulunan Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa İle irtibat kurmuştu. Meclis'in îngilizler tarafından basılması, bazı mebusların Malta'ya sürgüne gönderilmesi, devletin ve milletin haysiyetinin ayaklar altına alınması ve böylece İstanbul'da vatanı kurtarmak için hiçbir şeyin yapılamaz hâle gelmesinden dolayı Anadolu'ya geçmeye karar verdi. 36 Yusuf Kemal Bey, bu kararını Rıza Nur’a açtı. O da kabul etti. Böylece her ikisi Anadolu'ya gitmeye karar verdikten sonra bu fikirlerini Meclis'te bulunan diğer arkadaşlarına söylediler. Bunun üzerine Meclis'te bulunan mebuslar 37 Özel bir toplantı yaparak Anadolu'ya gitmek üzere bir heyet seçtiler. Bu heyetin iki ismi daha önce Ankara'ya gitmeye karar vermiş olan Yusuf Kemal ve Rıza Nur Beylerdi, Bu toplantıda Abdullah Azmi (Eskişehir), Vehbi (Konya) Efendiler seçildiler. Seçilen bu heyetin görevi, kendi aralarında verdikleri karara göre, İstanbul ile Ankara arasında "söz- birliği ve el birliği yapmaktı". Dört kişiden oluşan bu heyet daha sonra Ayan Reisi Tevfik Paşa’ya giderek onun tasvibini aldılar. 38 O sırada ik-

35 Tengirşcnk, a.g.e., s, 138. 36 a.g.e., s. 134; Halide Edip, Yusuf Kemal ve Rıza Nur Beylcr'in Ankara'ya geçmeleri koıı ûs un da .şunları yazmaktadır: "Konya meselesi çözümlenince Y. Kemal ve Dr. Rıza Nur Beyler Ankara'ya gelip çalışmak karan verdiler. Bk. Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı. İst. 1987, s. 112; Ahmet Tahtakıhç, V. Kemal Bey’in kendi kararıyla Anadolu’ya geçtiğini özellikle vurgulamaktadır. (Sayın Ahmet Tahtakıhç ile 1 Ekim 1996 tarihindeki Mülakat), 37 Abdullah Azmi, Vehbi, Rıza Nur ve Yusuf Kemal tarafından Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa'ya gönderilen 29 Mart 1336 tarihli telgrafta verilen bilgiye göre, buradaki mebus sayısı 60 kadardı. Bk. Tcııgirşeıık, a.g.e., s, 138. 38 Nur, a.g.e., C. I, s. 545, 122 ÖMER AKDAĞ

Cidarda Salih Paşa Hükümeti bulunmaktaydı. 39 Bundan sonra Salih Paşa hükümetiyle bir görüşme yapıldı, Bu görüşmede, Salih Paşa tarafından Anadolu ile İstanbul'un birlik ve beraberlik içinde çalışmalar yapması ge­ rektiği belirtildi. Bu hususun heyet tarafından Ankara’ya anlatılması is­ tendi. 40 Dört kişilik Mebus heyeti, görüşmelerini tamamladıktan sonra 27 Mart 1920 günü İstanbul'dan ayrılarak 2 Nisan günü Ankara'ya geldi. 41

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Açılması ve Yıısuf Kemal Bey'in Moskova Heyeti'nde Görevlendirilmesi

Anadolu’da gelişmeye başlayan Millî Mücadele ruhu, yeni kurulan ve millet hâkimiyetine dayanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile hukukî ve siyasî bakımdan da değerini bir kat daha artırmıştır. Millî ira­ deyi gerçekleştiren ilk meclis 23 Nisan 1920'de Ankara’da açılmıştır. 42

Y. Kemal meclisin açılışı ile ilgili duygularını şöyle aktarmaktadır: "Başlarında M. Kemal Paşa olduğu halde Hacı Bayram Camii'nde top­ lanıp sonra oradan eski meclîs binasına, İttihat ve Terakki'niıı bizim mimarî üslubumuzda yaptırdığı o mübarek binaya giden mebuslar neler yaptılar? Tarih ortada: Yeni bir devlet kurdular, Türkiye’nin çocukları Pa­ dişahın irşadına falan veya filan devletin elçisinin teşvikine kapılmadan memleketi İdareye koyuldular. Yeni Türk Devleti o gün kuruldu." 43 Y. Kemal Bey, 23 Nisan'ın, Türk'ün en büyük millî bayramı olmasını te­ menni etmişti, Nitekim Meclis'in açıldığı gün olan bu tarih, 1927 yılından beri Millî Bayram olarak kutlanmaktadır.

Meclis, ilk toplantısında kendi adını koydu; "Türkiye Büyük Millet Meclisi." Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal Paşa seçildi ve hemen ça­ lışmalarına başladı. Aynı gün TBMM'nin İstanbul’dan katılan mebuslarla birlikte meydana geldiğine dair karar çıkarıldı. 44 Yeni kurulan meclis,

39 Feridün Ercin, "Millî Mücadelc'de İstanbul Hükümetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Der­ gisi, C. VII, S. 21, Temmuz 1991, s. 49. 40 Nur a.g.e., C. 1, s. 545. 41 Yunus Naili, Kurtuluş Savaşı Anıları, İst., 1978, s. 232; Tengirşenk, a.g.e., s. 137: Ozan- kaya, a.g.m., s. 141; Utkaıı Kocalürk. Doğumundan Ölümüne Kadar Kavııakçalı Atatürk Gün­ lüğü, Ank., 1992, s. İ 40. 42 Meclis'in ilk toplantısını uçun en yaşlı mebus Şerif Bey (Sinop), "Milleıinûzin dahilî ve haricî istiklâl-i tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığım bütün cilıaııa ilftıı ederek Büyük Millet Meciisi'ni açıyorum" demiştir, Bk. Hıfzı V. Vclidcdeoğlıı. Millî Mücadele Anı­ larım, Ank., 1983, s. 48-49. 43 Tengiişenk, a.g.e., s. 139. 44 Karar No. I; Düstur, Tertip. 3, C. 1, s, I. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 1 23

milletin tek temsilcisi sıfatıyla kuvvetler birliğini benimsemiştir, Meclis'in başkam ayın zamanda hükümet ve devlet başkamydı, TBMM'de 25 Nisan 1920 günü onbeş kişilik Layiha Encümeni seçildi, Y7, Kemal Bey de bu encümenin içindeydi, 4:1 Aynı gün Kuvve-i İcraİye'nin teşkiline karar ve­ rilerek sekiz kişilik ilk geçici kabine kuruldu. 40 Geçici kabine kurulduktan sonra vekâletlerle İlgili çalışmalara başlandı. Nihayet 4 Mayıs 1920'dc ilk icra vekilleri heyeti oluşturuldu. Meclis'in ilk kabinesi onbir vekilden olu­ şuyordu.

Y. Kemal Bey, İktisat Vekili olarak ticaret, sanayi, ziraat, orman ve maden işlerinden sorumluydu. 45 4647 Bu vekâlete 99 oyla seçilmişti: Yönetim geçici olarak düşünüldüğünden hükümeti oluşturan milletvekillerine "Vekil" denilecekti, Y. Kemal Bey, İktisat Vekilliği'ni 16 Mayıs 1921 yı­ lma kadar yürüttü. Bu görevi esnasında 16 Mart 1920'de Moskova Ant- laşması'm imzaladı.

TBMM'i açıldıktan sonra 1919 yılının baharında millî mücadelenin zi­ mamdarları tarafından başlatılan Bolşevikler'le ilgili görüşmelerin farklı kanallarla değil tek kanala toplanması ve bu temasların yetkili kişilerle ya­ pılması ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Ayrıca Karabekir Paşa, Moskova'ya gön­ derilecek heyet konusunda 5 Mayıs 1920 günlü telgrafında; Kızılordu'nun Azerbaycan'a girmesinden sonra bu heyetin gönderilmesinin daha da müs­ tacel hâle geldiği üzerinde durmaktaydı. 48

Yusuf Kemal Bey, 5 Mayıs 1920'de Mustafa Kemal Paşa'mn baş­ kanlığında toplanan İcra Vekilleri toplantısında Bolşevikler'le temas ku­ rulması konusunda teklifte bulundu. Bu teklif üzerine Bolşevikler'in Ana­ dolu'yla ilgili nasıl bir politika uygulamak istediğini öğrenmek amacıyla, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey'in 49 başkanlığında bir heyetin Mos­

45 Nakleden; İhsan Ezhcrlî, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Osmarılı Meclİs-i Mebusam, TBMM Yav„ s. 40. (TBMM ZC, D. I, C, 1, s. 62-63; TBMM Arşiv. Şube ve Encümenler Defterî, D. I, Esas, N. 9). 46 Karar N, 5; Düstur, Tertip. 3. C. 1, s. 2; Uluğ. a.g.e., s. 240; İlk İcra Encümeni şu isimlerden oluşmaktadır: Mustafa Kemal Paşa (Ankara), Cehalettin Arif (Erzurum). Cami (Aydın), Bekir Samı (Amasya), Fevzi (Kozan), Hamdullah Suphi (Antalya). İsmet (Edirne), Bk. Ezherli, a.g.e., s. 41. 47 Naşil Hakkı Uhığ. Siyasi Yönleriyle Kurtuluş Savaşı, İstanbul 1973. s. 242. 48 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1990, s. 659, 49 Sami Bey, Kuzey Kalkasyalı bir prens ailcsİndendî. Osıııanlı idaresinde birçok görevlerde bu­ lunmuş. valilik yapmıştı. Millî mücadelenin ilk günlerinde Anadolu'ya katılmıştı. Balı İdealinin aşırı taraftarıydı. Bk. Soııyel, a.g.e.., s. 8/n. 32; Ayrıca bk., Adıvar, a,g.e..s. 165; Ulıığ, a.g.m., Cumhuriyet, .25 Eylül 1968. 124 ÖMER AKDAĞ kova'ya gönderilmesi için karar alındı. İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey ve Rİz.e Mebusu Osman Bey'den oluşan bir heyet oluşturuldu. 50 Bu heyete 8 Haziran'da Erzurum'da Karabekir'in tensibiyle askerî müşavir olarak Yar­ bay Seyfi Bey ile Dr. İbrahim Tali Bey iştirak edecekti. 51

Heyet, 1 1 Mayıs 1920 günü Ankara'dan ayrılarak 52 25 Mayıs'ta Er­ zurum'a vardı. 53 Moskova heyeti, burada bir ay kadar kaldı. 54 Bu arada heyet üyeleri, Karabekir'in heyet başkanı olarak veya askerî müşavir ola­ rak kendilerine katılmaları ricasında bulundular. Fakat o günlerde Elviye-i Selâsc'de (Kars, Batum, Ardahan) Ermeniler'in gasp ve yağmaları devam ediyordu. Elviye-i Selâse Heyet-i Temsiliyesi adına Oltu Mutasarrıfı Yusuf Ziya Bey, Karabekir Paşa'd an yardım istemekteydi. Karabekir, daha önce de konuyu Ankara'ya bildirmiş fakat herhang bir cevap ala­ mamıştı. Bunun üzerine Karabekir, hem Ermeniler üzerine yapılması dü­ şünülen harekâtı, hem de heyetin söz konusu teklifini 30 Mayıs 1920 ta­ rihli bir telgrafla Ankara'ya bildirdi. 55 Ankara'dan 6 Haziran 1920 tarihli verilen cevapta Ermeniler üzerine harekât için de müsaade edildi, 19 Ha­ ziran günlü telgrafta da Karabekir'in Heyet’e delege tayin edildiği bil­ dirildi. 56 Karabekir, Ankara'dan gelen bu talimat üzerine 23 Haziran'da Ermeniler üzerine harekâtı başlattı. 57 Fakat aynı gün akşamı Mustafa Kemâl Paşa'dan gelen bir telgraf üzerine harekât durduruldu. Buna sebep Çiçerin'den gelen bir mektuptu. Mektupta, Ankara Hükümeti'nin Misak-ı Millî'de belirtilen haricî siyasetini memnunlukla karşıladığını belirtmekte, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırları adalet ve millî menfaatlere

50 Tengirşeıık, a.g.e. s. 14; Nutuk, e. II, s. 315; Mazlıar, Müfit Kaıısu, Erzurum'dan Öllümîine Kadar Atatürk'le Beraber, C. II, Ank., J986. s. 591; Öztoprak, I l Mayısla Moskova'ya giden he­ yetin içinde R. Nıırlııı bulunduğunu yazmaktadır. B. İzzet Oztöprak, "Bekir Sami Bey’in İstifa Me­ selesi", AAMD, C. IX, S. 25, Kasım 1992, s. 96; Halbuki söz konusu heyetle (1 l Mayıs 1920'de Mos­ kova'ya giden heyet) R. Nur, bulunmamaktaydı. R. Nur, ikinci kez Moskova'ya giden heyetin içinde bulunmuştur. 51 Tengirşeıık., a.g.e., s, 143. 52 Tengirşeıık, a.g.e., s. 141; 9 Haziran 1923 tarihli İngiliz İstihbarat raporunda Moskova He- yeti'nin Ankara'dan ayrılışı 5 Mayıs olarak verilmektedir. Bk. Soııyel, a.g.m,, Belleten, s. 179, s. 2228; Belen ise Heyetin Ankara'dan hareketini 21 Mayıs olarak vermektedir. Bk. Fahri Belen, Tiirk Kur­ tuluş Savaşı, Ankara, 1983, s. 18ü; Bekir Sami Bey’in heyetiyle ilgili her iki tarihin tashih edilmesi gerekir. 53 Karabekir, a.g.e., 720; Al tay, Heyet'in 13 Haziran’da Konya'dan geçtiğini yazmaktadır, Heyet, 25 Mayıs'ta Erzurum'da olduğuna göre Allay’ın verdiği tarihte bir yanlışlık olmalı, Fahrettin Altay, Oııyıl Savaş ve Sonrası, İstanbul, 1970, s. 248. 54 Karabekir, a.g.e., s. 777. 55 Karabekir, a.g.e. s. 726-727; Uiuğ, a.g.e., s. 264. 56 Karabekir, a.g.e., s. 771. 57 Tengirşeıık, a.g.e., s. 142; Karabekir, a.g.e., s. 250. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 125' göre çözümlenmesi konusunda arabuluculuk yapmayı teklif ediyordu. 58 Harekâtın iptal edilmesiyle Karabekİr'in heyete katılması imkânsız hâle gelmişti. Çünkü Ermeni meselesi halledilmeden Karabekir, ayrılmak is­ temiyordu. 59 Ermeniler üzerine hareket yapılmış olsaydı, Moskova'ya giden kara yolu da aç dm iş olacaktı.

Moskova'daki Görüşmeler

Bundan sonra heyet, 27 Haziran'da Erzurum'dan ayrılarak 19 Tem- muz'da Moskova'ya ulaştı. 60 Türk heyeti, Moskova'ya geldiği zaman hiç­ bir karşılama yapılmadı. 61 O günlerde yapılan Komintern'in ikinci kong­ resi, özür olarak öne sürülüyordu. 62 Kendilerine karşı gösterilen bu il­ gisizlik Türk heyetini öfkelendiriyordu. Bu arada Yusuf Kemal Bey, Mos­ kova'da olduğunu tahmin ettiği Mustafa Suphi'yi araştırdı, Paris'te öğrencilik yıllarında birlikte olmuşlardı. Boşlevikler'le görüşmelerde M. Suphi'nin faydalı olabileceğini ümit ediyordu. M. Suphi'nin Bakü'de ol­ duğunu öğrendi. Bunun üzerine ona Moskova'ya gelmesini ve gö­ rüşmelerde yardımcı olmasını belirten bir mektup yazdı. Fakat Yusuf Kemal Bey, mektubuna bir cevap alamadı. 63

Türk heyeti, 24 Temmuz’da Bolşevik Rusya'nın Hariciye Vekili, Çi- çerin tarafından kabul edildi. Uzun bir aradan sonra 4 Ağustos’ta tekrar gö­ rüşmelere başlandı. Bu görüşmede Ermeni meselesi, yardım ve daha önce Türkiye adına gayr-i resmî olarak Baha Sait tarafından yapılan an­ laşmanın geçersiz olduğu gibi konular görüşüldü. Bolşevikler tarafından

58 Mele, Tunçay Türkiye'de Sol Akımlar, 1908-1925, Ankara, 1967, s, 71-72; İleri, a.g.e„ s, 118. 59 Karabekir, a.g.e. s. 726-727; Uluğ a.g.e., s. 264. 60 Tengirşenk, a.g.e., s. 145; Karabekir, a.g.e., s. 785; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İst., 1984, s. 256, s. 62; Aydemir, a.g.e., s, 421. 61 Karabekir, a.g.e., s. 783; Tevetoğlu, a.g.m., s. 44. 62 TBMM GCZ, D, i, C. İ, s. 159; Kamaran, Gürün Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara 1991, s. 36. 63 Y. Kemal Bey, Hatıralarında M. Suphi'nin mektubuna "cevap bile vermedi" şeklinde si­ temlerini belirtmektedir, Ancak Teveloğlıı'nun M. Suphi'ye ailen verdiği bilgide Y, Kemal Bey'iıı M. Suphi'ye bir mektubundan bahsetmektedir. Tevetoğlu'nun verdiği bilgiye göre, M. Suphi, Y. Kemal Bey'in mektubundan son derece memnun olduğu anlaşılmaktadır. M. Suphi mektubunda Y. Kemal Bey için "eski arkadaşım" tabirini kullanmakta ve Moskova'ya gönderilen heyetle ilgili olarak "TBMM'nin bir başarısıdır" değerlendirmesini yapmaktadır. Y. Kemal Bey'in söz ettiği mektubun bu mektup olduğu ancak eline ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Bk. Tevetoğlu, "Mustafa Suphi'nin Bakü'de Kurduğu Türkiye Komünist Partisi", Türk Kültürü, S. 54, Nisan 1967, s. 440-441. 126 ÖMER AKDAĞ

Bresi Litovsk Antlaşması’nın değiştirilmesi teklif edildi. Bekir Sami Bey, durumun çok kritik olduğunu anlatmaya çalışarak görüşmelerin başarılı bir sonuca bağlanması gerektiğini söyleyerek geçiştirmeye çalıştı. 64

Nihayet 24 Ağustos'ta, o güne kadar görüşülen konular parafe edildi. Söz konusu antlaşma taslağı şu önemli maddelerden oluşmaktaydı: Ta­ raflar birbirlerine zorla kabul ettirilen herhangi bir antlaşmayı ta­ nımayacak; o güne kadar Çarlık Rusyası ve Osmanlı Devleti'nin arasında imzalanmış bulunan bütün antlaşmalar, bundan böyle yürürlükten kal­ dırılmış sayılacak. Boğazlar bütün dünya ticaret gemilerine açık tutulacak fakat boğazlar rejimi ileride Karadeniz devletleri arasında yapılacak bir konferansta tespit edilecek. Yapılacak askerî ve malî yardımdan ant­ laşmada söz edilmeş ccekti. 65

Antlaşma'nm paraf edilmesinden sonra Çiçerin, 27 Ağustos gecesi Bekir Sami Bey'i davet ederek, Türkiye'den tek bir isteği olduğunu söy­ ledi. İsteği şuydu; Türk yönetimi, Bolşevikler'e karşı uyguladığı siyaseti değiştirmek ve Türk-Rus Antlaşmasından vazgeçmek kararını alırsa, Sovyet yönetimine önceden bilgi verecektir. Buna karşılık B. Sami Bey, Ankara'nın Türk bağımsızlığını kısıtlayıcı böyle bir da\ ramşta bu­ lunamayacağını aslında Türkiye'nin Sovyet Rusya'nın müttefikliği bile ol­ madığını; Rusya'nın istediği yerine getirilirse halk, bizim "para kar­ şılığında ülkemizi sattığımızı söyler ve TBMM, bizi kapı dışarı eder" şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Çiçerin sözü Ermeni meselesine getirerek, Van ve Bil.is'in Ermeniler'e verilmesi gerektiğini söyledi. B. Sami Bey ise bunun mümkün olmadığım ve Misak-ı Mîllî sınırlarının dı­ şına çıkmayacaklarını ifade ederek bir yıldan beri İtilâf Devletleriyle bunun mücadelesinin verildiğini beyan etti. Çiçerin, bu konuda ısrarını sürdürünce B. Sami Bey, bu mesele üzerinde kendisinin karar ve­ remeyeceğini ve hükümete danışması gerektiğini belirtti; görüşmeye son verildi. 66

64 Tengirşeıık, a.g.e., s. 153: Alî Fııal Cebesoy, Moskova Hatıraları, Ankara 1982, s. 66; Ulıığ, a.g.m., Cumhuriyet, 23 Eylül 1968. 65 Tengirşeıık. a.g.e., s. 179-18 I; İleri, a.g.c., s. 153. 66 Cebesoy, a.g.e., s. 105-1 10: Giiriiıı, a.g.c.. s. 37. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 127

Ertesi gün bu görüşme, B. Sami Bey tarafından Y. Kemal Bey'e ak­ tarıldı. Her ikisi bir durum değerlendirmesi yaptılar. Sonunda Yusuf Kemal Bey'in teklifiyle şöyle bir karara varıldı: Bekir Sami Bey, Mos­ kova'da kalacak ve görüşmelerle ilgili hazırlanacak bir rapor, Yusuf Kemal Bey tarafından Ankara'ya iletilecekti. 67 Bu görev, Y. Kemal Bey tarafından yerine getirildi. TBMM'nde Bolşevikler'ın Van ve Bitlis ile il­ gili talepleri biiyük bir tepkiyle karşılandı. Böylece 1920 baharında Bol- şevikler'le bir anlaşmaya varmak mümkün olmadı.

Yusuf Kemal Bey'in İkinci Kez Heyet'te Görevlendirilmesi ve Moskova Muahedesi

Bolşevikler'le anlaşma yapmak mümkün olmadı fakat geçen zaman içinde münasebetlerde gelişmeler sağlandı. 1920 yılının sonuna doğru Bolşevikler, Türkiye'ye bir elçilik heyeti gönderdiler. Buna karşılık TBMM'de Ali Fuat Paşa'nın başkanlığında bir büyükelçilik heyetini gö­ revlendirdi. Bu heyetle birlikte daha önce yarım kalmış siyasî görüşmeleri tamamlamak üzere tekrar İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey görevlendirildi. 7 aralık 1920 tarihinde Yusuf Kemal Bey'in başkanlığında görüşmelerde bulunmak üzere bir heyet oluşturuldu. Heyet'te İkinci başkan olarak R. Nur Bey bulunmaktaydı. 68

Murahhas Heyeti gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 14 Aralık 1920'de trenle Ankara'dan hareket etti. Heyet, 7 Ocak'ta Kars’a geldi. Kars'ta Ali Fuat Paşa başkanlığındaki Büyükelçilik Heyeti, Murahhas Heyetİ'ni bek­ lemekteydi. 69 Yusuf Kemal Bey'in başkanı olduğu Murahhas Heyeti’yle, A. Fuat Paşa’nın Elçilik Heyeti, 16 Ocak 1921 gününe kadar Kars'ta kal­ dılar. Murahhas Heyeti, burada Moskova'da yapılacak görüşmelerle ilgili

67 Tengirşenk, a.g.e.. s. 158; Cebesoy, a.g.e., s. 1 İÜ. 68 Tengirşenk, a.g.e., s. 191, S tetanos Yerasiınos, Türk-Sovyet İlişkileri Ekim Dev ciminden Millî Mücadeleye, İstanbul, 1979, s. 202; Kazım, R. Nur’uıı Y, Kemal'in özel danışmanı olarak görev aldığını belirtmektedir. Ömer Kazım, L'Aventure Kemâlisle (Kemalist Macera, Çev. Dr. Durmuş Yılmaz), Konya, 1994, s. 32. 69 Tengirşenk. a.g.e., s. 192; Nur, Moskova, s. 36; Nur, Hayat, C. III, s. 123; Karabekiı; a.g.e., s. 868; Ali Fuat Paşa 16 Arahk'ta Kars'a gelmiş ve Ruslarla antlaşma yapmak üzere yola çıkan Yusuf Kemâl Bey heyetini beklemesine dair Ankara'dan talimat almıştı. Bk. Cebesoy, a.g.e., s, I 14. 128 ÖMER AKDAĞ olarak ön çalışma yaptı. Heyet, Kars'tan 15 Ocak 1921 günü ayrıldı. 70 Her iki heyet, 17 Ocak'ta Tiflis'e vardı. Burada 27 Ocak'a kadar kaldı. 71 Tiflis'te bir hafta kalan Heyet, mümkün olduğu kadar resmî temaslarda bu­ lunmaktan kaçındı. Heyete karşı son derece sıcak ilgi gösteren Gürcü Hü­ kümeti, Türk Heyeti'nin şerefine bir ziyafet tertip etti. 72

Türk Heyeti, 27 Ocak 1921 tarihînde Bakü'ye doğru hareket etti. 73 29 Ocak 1921 günü Bakü'ye geldi. 74 75Heyet, burada 6 Şubat 1921 gününe kadar kalarak 18 Şubat'ta Moskova'ya vardı. İstasyonda askerî bir törenle karşılandı.

Öngörüşmeler, 21 Şubat'ta başladı. Görüşmelerde Sovyet Hükümeti adına Hariciye Komiseri Çiçerin, Komiser muavini Karahan, Türk Hü­ kümeti adına ise İktisat Vekili Y. Kemal Bey, Maarif Vekili, R. Nur Bey ve Moskova Büyükelçisi A, Fuat Paşa katılmaklaydı. 76 Türk Heyeti, Ka- rahan'ın Ermeni olması sebebiyle itiraz etti. Bunun üzerine onun yerine Celal Karmazof görüşmelere katıldı.

Öngörüşmeler esnasında Türk Heyeti, Çiçerin ile bir sonuca va­ rılmayacağını anlayınca Stalin ile görüşmeye karar verdi. 77 Stalin ile gö­ rüşme 22-23 Şubat 1921'de gerçekleşti. Stalin, yapılan görüşmede, Türk- ler'le açık bir ittifak yapamayacaklarını bildirerek buna karşılık para ve cephane yardımı yapabilecekleri vaadinde bulundu. Ermenistan me­ selesinde Türkler'i destekler tavır takındı. Türk Heyeti ise Türkler'in Gümrü'yii sınırlarımız içine dahil etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını belirtti. 78 23 Şubat 1921 akşamı Stalin'le yapılan ikinci görüşmede Er­

70 Tengirşenk, a.g.e., s. 197; Dumont, A. Fuat'ı Murahhas Heyeti’nin başkanı olarak zik­ retmektedir. A. Fuat Paşa, Elçilik Heyeti'nin başkam bulunmakta, Y. Kemal Bey'de Murahhas He­ yeti'nin başkamdir. Dumond'un bu iki heyeti birbirine karıştırdığı anlaşılmaktadır. Bk. Dumoııd, a.g.e., s. 77. 7J Tengirşenk, a.g.e., s. 210; Nur Moskova, İstanbul 1991, s. 53; Nur, Hayat, e. III, s. 132, Ce­ besoy, a.g.e., s. 124, 72 Tengirşenk, a.g.e., s. 197; Nıır, Moskova.., s. 48-51; Nur, Hayat., e. III s. 129-132; Cebesoy, a.g.e., s. 123. 73 Tengirşenk, a.g.e., s. 208, Cebesoy, a.g.e., s. 124. 74 Tengirşenk, a.g.e., s. 202; Cebesoy, a.g.e., s. 124; Ycrasimos, a.g.e., 212. 75 Tengirşenk, a.g.e., s. 203; Cebesoy, a.g.e., s. 163; Nur, Hayal., e. IH, s. 142; Nur, Moskova., s. 69; Kaııdemir, a.g.m., s. 20; Türk Murahhas Heyetini karşılayanlar arasında Halil Paşa’da. vardı. Bk. Cebesoy, a.g.e., s. 166; Halil Paşa'nnı Moskova'daki faaliyetleri hakkında bk. a.g.e., s. 176 vd. 76 TBMM ZC, D. 1, e. 11, s. 322; Cebesoy, a.g.e., s. 178. 77 Tengirşenk, a.g.e., s. 204. 78 Cebesoy, a.g.e.. s. 108-182; Soııyel, a.g.e., s. 53; Nur, Hayat., e. 3, s. 150. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 129 menistan meselesi yiııe gündeme geldi. Fakat Türk Heyeti'nin artık bu me­ selenin kapanması gerektiğini söylemesi üzerine mesele gündemden çı­ karıldı. 79

Murahhas Heyeti'nin 19 Şubattan itibaren 25 Şubat'a kadar yapmış ol­ dukları temaslar, öngörıişme mahiyetindeydi. Resmî görüşmelere 26 Şubat 1921 günü başlandı. 80 Görüşmelerde, 24 Ağustos 1920'de parafe edilen anlaşma maddesi temel alındı. Müzakereler siyasî, hukukî ve yazılı olmak üzere üç komisyon halinde devam ediyordu. Bu görüşmelerde Tür­ kiye'nin sınırları konusunda Çiçerin'in itirazları olmuş ve Gümrü An- laşması'nı tanımak istemediklerini beyan etmiştir.

25 Şubattan 15 Marta kadar devam eden müzakereler, nihayet 18 Mart 1921 günü son şeklini aldı. Sovyetler'in isteği üzerine bu tarihin 16 Mart olmasına karar verildi. Rusya Hüküm eti'n in o sene (1921) için vereceği on milyon altın rubleden 5 milyonu Yusuf Kemal Bey'e verildi, O da bu pa­ ranın bir milyonunu Almanya'dan uçak almak üzere Ali Fuat Paşa'ya tes­ lim etti. 81 1 Nisan'da Y. Kemal Bey yanında 4 milyon ruble altın olduğu hâlde Moskova'dan ayrıldı. 8 Nisan'da Bakü'ye gelen Y. Kemal Bey, bu­ rada kalabalık bir topluluk tarafından karşılandı. 82 Burada 19 Nisan 1921 tarihine kadar kaldı. Y. Kemal Bey, Bakü’de Azerbaycan'da anlaşma yap­ mak İçin Hariciye Komiseri Hüseyinof ve Behbud Şahtahtinski İle gö­ rüşmeler yaptı. Fakat onları masaya oturtmak konusunda başarılı olamadı ve daha sonraki bir tarihte Kars'ta görüşme yapılması konusunda mu­ tabakata vardı.83 26 Nisan 1921 günü akşam Y. Kemal Bey, altınlarla bir­ likte Tiflis'ten ayrıldı. Sıkıntılı ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 29 Nisan günü Kars'a geldi.84 85

Yusuf Kemal Bey, Moskova dönüşünde beraberinde getirmiş olduğu altınları Kars'ta bulunan askerî makamlara teslim etti. Daha sonra Sa­ rıkamış'a geçti. Burada 7 Mayıs'a kadar kaldıktan sonra Erzurum'a geldi. 85 Erzurum'da kendisine Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'dan şöyle bir telgraf geldi:

79 Tengirşcnk, a.g.e., s. 205, Nur a.g.e., c. 3, s. 150. 80 Cebesoy, a.g.e., s. 189, 81 Tengirşeıık, a.g.e., s. 230. 82 TBMM ZC, D. 1, C. U, s. 330; Tengirşenk, a.g.e,, s. 233; Nur, a.g.e., s. 172; Tiirk heyetinin binmiş olduğu arabanın geçtiği yerlere kapaklanarak toprağı öpen Azcrİler, Heyete karşı büyük bir misafirperverlik örneği sergilediler. Bk. Tengirşenk, a.g.e., s. 233; Nur, a.g.e., s. 172-173. 83 Tengirşenk, a.g.e,. s. 228; Nur, a.g.e., s. 172. 84 Tengirşenk, a.g.e., s. 229; Karabekir, a.g.e., s. 908. 85 Tengirşenk, a.g.e., s. 229; Ulıığ, a.g.m., Cumhuriyet, I Ekim 1968. 130 ÖMER AKDAĞ

Numarası: 3182 "Harp Raporu Erzurum’da bulunan Adliye Vekili Yusuf Kemal Beyefendi'ye,

İfa buyurduğunuz hidemat-ı bergüzide-İ vatanperveraneleri takdir ve zat-ı devletlerini tebrik ederim, Burada mesail-i mühimme-i devletlerinden bir an evvel istifade edilmek üzere süratle avdet buyurmanızı rica ederim.

7 Mayıs 1337 Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal" 86 87

Yusuf Kemal Bey, bu telgraf ile kendisinin Adliye Vekili olduğunu öğ­ rendi, Meclis onu gıyabında 30 Ocak 1921 tarihinde bu vekalete seçmişti. 87 Kendisi bu sırada yurt dışında olduğundan yerine vekaleten Hafız Meh­ met Bey, tayin edilmişti. 88 16 Mayıs'a kadar Adliye Vekili görevinde kalan Yusuf Kemal Bey, bu tarihte Meclis tarafından yine gıyabında Ha­ riciye Vekaletine seçilmiştir. Bu sıralarda kendisi Erzurum'da bu­ lunduğundan yerine vekaleten Fevzi Paşa atanmıştır. 89 Yusuf Kemal Bey, Erzurum'da bu gelişmeleri Öğrendikten sonra Trabzon ve İnebolu yo­ luyla 9 Haziran 1921 günü Ankara'ya geldi,90

Yusuf Kemal Bey, 9 Haziran 1921 tarihinde Ankara'ya döndükten sonra 7 Temmuz 1921 günü Moskova Antlaşması İle Türk-Afgan Ant­ laşması, Meclis'in onayına sunuldu, 91 Türkiye ile Sovyet Rusya arasında İmzalanan bu ilk antlaşma, tarafların İçinde bulundukları kritik şartlar gö- zöniine alınırsa oldukça başarılı bir netice sayılabilir. Moskova Ant­ laşması, Sovyet Hükûmeti'ne İngiltere'ye karşı yeni bir dost ka­ zandırıyordu, Böylece Sovyetler, güney sınırlarını güven altına almış

86 Tengirşcnk. a.g.e., s. 230; Kocatiirk, a.g.e,, s, 172; Mustafa Kemâl Paşa’nın göndermiş olduğu bıı telaraf, 1961 yılında Kurucu Meclisi en yaşlı üye sıfatıyle açtığı zaman basında yayınlanacaktır. 87 TBMM ZC, D. i, C. 7, s. 442, 88 TBMM ZC, D, 1, C. 8, s. 173. 89 TBMM ZC, D, I, C. 1/0, s. 296, 301, ve 328. 90 Tengirşcnk. a.g.e., s. 235. 91 Selahi R. Soııycl, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika C. II, Ankara 1991, s. 57. MİLLÎ MÜCADELE ŞAHSİYETLERİNDEN YUSUF KEMAL BEY 131 oluyorlardı. Buna karşılık batılı emperyalistlerin hazırladığı Sevr'i ta­ nımıyorlar, Misak-ı Millî'yi kabul ediyorlardı. Ancak Batum ve çevresini muhtariyet verilmek şartiyle Sovyet Gürcistanı'na bırakıyorlardı. Meclis'te görüşmeler sırasında Batum mebusları, buna itiraz ettiler ve antlaşmanın reddi yönünde takrir verdiler. Bunun üzerine Yusuf Kemal Bey, kürsüye gelerek özetle şöyle bir konuşma yaptı; "Arkadaşlarımızın hissedeceği te­ essürü duymamak kabil değildir. Muahedenin Türkiye Devleti'nİn men­ faatine olduğunu Batum mebusu arkadaşımızla kabul ederler. Bi­ naenaleyh, Batum daire-i İntİhabiyesi (seçim bölgesi) namına yükselen bu söze karşı Türkiye Hükümeti, yalnız der kİ: Ne yapalım Türkiye'nin ve Türklüğün menfaati bunu icabettiriyor," 92

Batum'un Gürcistan'a terkedilmesine karşılık Türkiye, Batum limanını serbestçe kullanabilecekti. Boğazların bütün devletlerin ticaretine açıl­ masını sağlamak maksadıyle ilgili devletler, Boğazlar meselesinin Ka­ radeniz'e sahildar devletlerin temsilcilerinin katıldığı bir konferansta ele alınmasını prensip itibariyle kabul etmişlerdi. Sovyet Hükümeti, Çarlık Rusyası'na verilmiş olan kapitülasyon haklarından vazgeçmişti. Ankara Hükümeti, bu antlaşma ile doğu sınırlarını güven altına aldığı gibi batı ül­ kelerine karşı Sovyet desteğini elde etmiştir, Moskova Antlaşmasının imzalandığı gün Sovyetler, İngiltere ile ticaret antlaşmasını İmzalamış ve böylece Sovyetler'in Türkiye'ye yaptıkları yardımlar da artmıştır.

Yusuf Kemal Bey'in millî mücadele dönemindeki hizmetleri, Moskova Muahedesi'yle sınırlı kalmamıştır, Moskova'dan dönüş yolculuğu es­ nasında İnebolu’dan itibaren F. Bouillon İle birlikte Ankara'ya gelerek Fransa ile yapılan Ankara İtilafnamesi'ni İmzalamıştır. 93 Ayrıca Hariciye Vekili olarak 1922 yılının başlarında kendi İfadesiyle "tenvir ve tenevvür" için Avrupa başkentlerini ziyaret etmiştir. Bu seyahati sırasında Sultan

92 TBMM, ZC, D. I, c. II, s. 322; Selek, a.g.c., C. 2, s. 585. 93 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bak. Nııluk, e. II, s. 421; Tengirşeıık, a.g.c., s. 235; Uluğ, a.g.c., s. 73; Akyiiz, a.g.e., s. 142; Yavuz Belge, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransa İlişkileri, Ank., 1994, s. 135; Atatürk'ün Milli Dış Politikası C, I, s. 49; Cebcsoy, a.g.e., s. 263; Ankara İtilaf), tam bir anlaşma hüviyetinde değildi. Ön anlaşmaydı. Çünkü Fransa'nın kesin anlaşmasını ancak müt­ tefikleriyle birlikte yapması gerekiyordu. Bk. Soysal, a.g.ııı., s. 966; Fransa, İngiltere'nin alınganlığım körüklememek için itilafnaıneyi parlamentonun tastikine sunmadı. Bk. Akyüz, a.g.e., s. 151; Cemal Kııtay, "Fra nklin Buy yon, Müttefiklerin Sulh şartlarını İzmir'e nasıl getirmişti", Tarih konuşuyor, c, 5, s. 28. Mayıs 1966, s. 2276; Ankara İtilafnamesi'nİn Lanı metni için bk. Düstur, 3. Tertip, C. 2, s. 152, vd. 132 ÖMER AKDAĞ

Vahdettin İle bir görüşme yapmış ve bu Ankara'da büyük tepkilere sebep olmuştur,

Yusuf Kepi al Bey'in Millî Mücadele dönemiyle ilgili olarak yukarıda kısaca vermeye çalıştığımız faaliyetlerinin yanında Cumhuriyet'in ilk yıl­ larında da önemli görevler üstlenmiştir. Lozan Antlaşması'ndan hemen sonra İngiltere'ye giden ilk resmî mümessilimizdir. 1925 yılında An­ kara'da açılan Hukuk Mektebi'nin ilk hocalarındandır. DP'nin dört ku­ rucusundan sonra gelen önemli şahsiyetlerinden birisidir. DP'nİn genel başkam Celâl Bayar, partinin kuruluş aşamasında bizzat Yusuf Kemal Bey'in Çamlıca'daki evine giderek kendisini partiye kumcu üye olarak kaydetmiştir.

Y. Kemal Tengirşenk, 1947 yılında DP'nin kumcularıyla anlaşmazlığa düşerek partiden ayrıldı. Bir yıl sonra 1948 yılında kumlan Millet Par- tisi'nin kumcuları arasında yer aldı, 1961 Kurucu Meclisi'nde en yaşlı üye sıfatıyla başkanlık yaptı. 16 Nisan 1969'da 91 yaşında gözlerini hayata yumdu. ATATÜRK'ÜN MANİSA'YI ZİYARETLERİ

Yrd. Doç. Dr. MEVLÜT ÇELEBİ *

Giriş

Atatürk'ün dikkate değer özelliklerinden birisi de; Milli Mücadele dö­ neminde ve Cumhuriyet'in ilanından sonra Türk halkıyla olan yakın di­ yalogudur. Atatürk; önemli her olaydan inkılaptan önce veya sonra çıktığı yurt gezileriyle kamuoyunu aydınlatmayı prensip haline getirmiştir. Bu; halkın desteğini kazanmak olduğu kadar halkı bilgilendirmek bakımından da önemlidir.

Bu bağlamda Atatürk Manisa'da yedi kez bulunmuş, bunlardan ikisinde (29 Eylül 1922 ve 26 Ocak 1931) treni istasyonda kısa bir süre beklemiş fakat trenden inmemiştir. Beş keresinde değişik sürelerle Manisa’da ka­ larak incelemelerde bulunmuştur. Bunlardan ikisinde İse (10-11 Ekim 1925 ve 8-9 Nisan 1934) geceyi Manisa'da geçirmiştir. Burada, M, Kemal'in Manisa'ya ilk geliş tarihi hakkmdaki bir yanlışa dikkat çekmek istiyoruz. 10 Ekim günü Atatürk'ün Manisa’ya ilk gelişi olarak kabul edilip kutlamalar yapılmaktadır. Atatürkçü Düşünce Derneği Manisa Şubesi ta­ rafından, bu tarih doğru kabul edilerek yayınlanan gazeteye "10 Ekim" adı verilmiştir. 10 Ekim Atatürk'ün ilk gelişi değildir. 29 Eylül 1922’de An­ kara'ya giderken uğramasını bir kenara bırakacak olursak, M. Kemal Paşa Manisa'ya ilk olarak 26 Ocak 1923'de gelmiştir. Bu yanlışın düzeltilmesi, tarihe olduğu kadar Atatürk'e de saygının bir gereğidir. * 1

I. Manisa'ya İlk Gelişi (26 Ocak 1923)

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923 günü, zaferden sonra sadece

* Celâl Bayar Üniversitesi Fen-Edebî yat Fakültesi Tarih Bölümü. Manisa 1 Atatürk'ün Manisa ve ilçelerine yaptığı geziler hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Mevlttt Çe­ lebi. Atatürk ve Manisa, Celâl Bayar Üniversitesi Yüksek Ösrcninı Vakfı Yayını: 2, Manisa. 1997, s. 8-61. 134 MEVLÜT ÇELEBİ eğitim görmekte olan ordunun durumunu görmek ve halk ile görüşmelerde bulunmak amacıyla uzun bir yurt gezisine çıkmıştır. M. Kemal Paşa'nın bu gezisinde Manisa ve ilçelerine de uğrayacağı öğrenilince hazırlıklara başlanmıştır. Manisa'dan, Mutasarrıf Aziz, Milletvekili İbrahim Süreyya ile Belediye Başkanı Bahri Beylerden oluşan bir heyet, karşılama tö­ renine katılmak için Alaşehir'e gitmişlerdir. 2

M. Kemal Paşa beraberindekiler ve yol boyunca törenlerle kar­ şılandıktan sonra 26 Ocak 1923'de Manisa'ya gelmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa trenden inerek istasyon binasındaki kumandanlık dairesinde bir süre dinlenmiştir. Bu sırada Mutasarrıf Aziz (Akyürek) Bey, Belediye Başkanı Bahri (Sarıtepe) Bey, Manisa ileri gelenleri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri ve öğrenciler halk adına "Hoş geldiniz" demişlerdir. Mustafa Kemal Paşa ile yanındakiler ve karşılayıcılar daha sonra topluca Uzun Yol'a çıkmışlardır. Şimdiki Kız Meslek Lisesi İle Doğumevi bi­ nalarının bulunduğu boş alana gelerek cirit oyunlarını seyretmişlerdir.

Gazi'ye hitaben konuşan belediye başkanı, "Manisalı'lar teşrifiniz üze­ rine bayram yapıyorlar" diyerek şunları söylemiştir. "Çünkü bugün millet ve memleketimizi esaretten kurtaran Büyük Millet Meclisimizin reisini ve Gazi Paşa kumandanını selamlamakla bahtiyardırlar. Zât-ı devletlerinin şimdiye kadar muvaffak oldukları müzaharet-i sübhâniyye bu devlet ve millete hayat ve istiklâlini kazandırmıştır. Şehir nâmına, zât-ı devletlerine hoş geldiniz der ve Allah'tan sizi millete bağışlamasını tazarru eyleriz. 3

Mustafa Kemal Paşa da şu cevabı vermiştir: "Muhterem Beyefendi ve Muhterem Ahali!

Livanız dairesine girdiğim dakikadan buraya gelinceye kadar halkın şâhidi olduğum tezahüratı beni son derece mütehassis etmiştir, Bilhassa şu dakikada gördüğüm tezahürâttan fevkalâde müteşekkirim. Bu tezahürat

2 Hâkimiyct-i Milliye, 26 Kânun-ı sâni 1923, s. 4. 3 Hâkimİyet-i Milliye, 29 Kânun-ı şâııi 1923, s. 1, Timin, 29 Kânun-ı Sâni 1923, s. 3, İzmir Yol­ larında, Yayma Hazırlayan: Mehmet Önder, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 1989, .s. 51, Sadık Karaöz, Attiirk Manisa'da, Manisa Turizm Derneği Yayını, 1983, s. 41, Manisa 1973 II Yıl­ lığı, s. 14. ATATÜRK'ÜN MANİSA’YI ZİYARETLERİ 135 beni zahiri değil fakat manevî göz yaşlarına gark etmiştir. Bunlar beni müteessir ve mesrur etmiştir. Bir kaç ay evvel buradan geçtiğim zaman bu ahaliyi burada görmemiştim. Buralar ateşler İçinde idi. Şimdi lehülhamd o günlerin geçtiğini ve halkın bira raya geldiğini ve çalışmaya başladığını gördüm. Şundan dolayı çok bahtiyarım: Muhterem Ahali! Bütün efradımız çok çalışkandır. Feyizli araziye mâlik bulunuyorsunuz. Bu çalışkan aha­ limizin mesaisi İle az zamanda çok nâfi neticeler elde edileceğine eminim. Belediyeniz halkı nâmına söylediğiniz, sözlerden çok mütehassis oldum. Bundan sonra, gerek ben ve gerek rüfeka-i mesaim memleketin saadet ve selameti için var kuvvetimizle çalışacağız. Ancak mesaimizin mu­ vaffakiyetle tetevvücü İçin bütün milletin şimdiye kadar olduğu gibi bun­ dan sonra da müzahereti elzemdir. Bizim kuvvetimiz milletin emn ve İti­ madıdır. Biz bu itimada mazhar oldukça bu neticeyi hep beraber iktitaf edeceğiz. Tezahüratınızdan dolayı teşekkürât-ı mahsusunu tekrar ederim.4 Paşa konuşmasını bitirdikten sonra istasyona dönmüş ve halkın alkışları arasında İzmir'e hareket etmiştir. Halk, hareket eden trenin arkasından mi­ safirlerini "Yaşasın Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Yaşasın Büyük Millet Meclisimiz” sesleriyle uğurlara ıştır, 5

II. İkinci Geliş (10-11 Ekim 1925)

1925 yazında gittiği Kastamonu'da Türk toplumu için yeni başlık ola­ rak şapkanın benimsendiğini gösteren M. Kemal Paşa, aynı yılın son­ baharında da bir yurt gezisine çıkmıştır. ManisalIlar, bu seyahatte M. Kemal Paşa'nm Manisa'yı da ziyaret etmesi için davet etmişlerdir. 6 Bu amaçla Manisa adına, Belediye Başkanı Bahrî, halkı temsılen Kâni, Abbas ve milletvekilleri Reşad ve Kemal Beylerden oluşan heyet Balıkesir'e gi­ derek Gazi ile görüşmüşlerdir. Manisa heyetine sıcak ilgi gösteren Gazi, Manisa'yı ziyaret edeceği vaadinde bulunmuştur. 7

4 Tanin, 29 Kânun-ı sâni 1923, s. 3, Hâkimiyet-i Milliye, 29 Kâııun-ı sâni 1923, s., 1 Vakit, 28 Kânun-ı sâni 1923, s. 3, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, (A.S.D.II), (1906-1938), (4. Baskı), An­ kara, 1989, s. 78, İzmir Yollarında, s. 51, Karaöz, a.g.e., s. 41-44, Atatürk ve İzmir, İzmir Ga­ zeteciler Cemiyeti, İzmir, 1981, s. 138. Manisa 1973 İl Yıllığı, s, 14- İ 5. Mustafa Kemal Paşa'nm Sa­ lihli, Turgutlu ve Manisa'da yaptığı konuşmaların çok kısa özetleri için bakınız: Mehmet Önder, Atatürk'le Adım Adım Türkiye, Ankara, 1984, s. 254, Hakkı Avaıı, "Atatürk'ün Manisa'da Halk­ la Konuşmaları", Manisa, sayı: 12, (Kasım, 1996), s. 25, Atatürk'ün Hayatı, Konuşmalrı ve Yurt Gezileri, c. 11, (Derleyen: Necati Çetinkaya), İstanbul, 1996, s. 358-359. 5 Tanin, 29 Kâıııın-ı sâni 1923, s. 3. 6 Anadolu, 6 Teşriıı-i Evvel 1925, s. I. 7 Ahenk, 1 I Teşriıı-i Evvel 1925, s. 2, Anadolu, 11 Teşrin-İ Evvel 1925, s. 2. 136 MEVLÜT ÇELEBİ

M. Kemal Paşa, yol üzerindeki Akhisar'da incelemelerde bulunduktan sonra Manisa'ya hareket ederken, Manisa, Cumhurbaşkanını yeniden ku­ caklamaya, bağrına basmaya hazırdı. Vilayet sınırından itibaren yol üze­ rindeki köyler ve istasyonlar süslenmişti. İstasyon ve şehir, bayraklarla, çiçeklerle donatılmış; Gazi'nin geçeceği yollara halılar döşenip taklar ku­ rulmuştu. Anadolu Ajansı 10 Ekim 1925'de şu habere yer vermiştir. "Ma­ nisa, Gazi. Paşa, hazretlerinin teşriflerine intizaren vilayet hududundan iti­ baren güzergâhta halk köyleri süslemektedir, Manisa cuş-u huruş içindedir. Belediye fevkalâde hazırlıklarına devam ediyor. Paşa hazretleri öğle yemeğini Akhisar'da yiyeceklerdir. Akşam Manisa’da şereflerine ve­ rilecek ziyafette bulunacaklar ve ertesi günü İzmir'i teşrif bu­ yuracaklardır. 8

Heyecanla beklenen tren, Gazi'yi ve beraberinde Ali Said, Fahreddin ve Ali Hikmet Paşalarla milletvekilleri olduğu halde 10 Ekim 1925 günü Ma­ nisa'ya gelmiştir. Gazi ve beraberindekileri vilayet, belediye, fırka ku­ manda heyeti, Türk Ocağı, Halk Fırkası temsilcileri karşıladılar, İs­ tasyondan belediye binasına kadar yerlere serilen halılar üzerinden yürüyerek gelmişlerdir. Yol boyunca yolun iki tarafında kendisine karşı sevgi gösterilerinde bulunan halkı şapkasıyla selamlayarak ve askerlere "Merhaba", demiş halka da, "Nasılsınız? İyi misiniz?" diyerek hatırlarını sormuştur. Kendisine çiçekler ve konfetiler serpilen Paşa için kumlan bi­ rinci takın önünde kurbanlar kesilirken bir hanım öne çıkarak; "Ey Ulu Gazi! Bu yanık yurdun hanımları nâmına hoş geldiniz der, yüksek say­ gılarımı sunarım" demiştir. 9

Yol boyunca çeşitli kuruluş ve belediyeler adına Gazi'ye buketler tak­ dim edilmiştir. Belediye önünde Naci Paşa tarafından karşılanan Mustafa Kemal Paşa, beş dakika dinlendikten sonra heyetleri kabul ederek hep­ siyle teker teker ilgilenmiştir. Daha sonra balkona çıkarak beklemekte olan halkı selamlamıştır. Gece de, Gazi şerefine 100 kişilik bir yemek ve­ rilmiştir, Yemekte Belediye Başkanı Bahri Sarıtepe aşağıdaki ko­ nuşmayı yapmıştır:

8 Anadolu, I I Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Ahenk, 1 I Tcşrin-i Evvel 1925, s. I, Hakinıiyet-i Mil­ liye, 11 Teşriıı-i Evvel 1925, s. 1, Vakit, 12 Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Karaöz, a.g.e., s, 71, 9 Vakit, I 1 Teşrin-i Evvel 1925, s. I, Hâkiıııiyet-i Milliye, 12 Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Karaöz, a.g.c,, s, 7 i. ATATÜRK’ÜN MANİSA’YI ZİYARETLERİ 137

"Ulu Gazi! Büyük Dâhi!

Manisa’nın ebedî minnet ve şükranlarını arzeylerim. Manisa senelerce zulüm ve imhanın envai nı görmüş, nihayet büsbütün yanmış iken senin emr ü kumandanla, senin büyük dehanla bir mucize gibi kurtulmuştur. Bu mucizeye Manisa, daima, hürmet edecektir. Manisa yeni hayata girerken hep senin emirlerini, irşâdlarım bütün dikkatiyle takip edecek, onların ta­ mamen tatbikine çalışacaktır. Bu yeni memleket eskiliklerden, hu­ rafelerden, köhne ve batıl itikattan ve temayiilattan uzak, yeni, asrı ve medenî bir memleket olacaktır. Bir zamanlar müessesât-ı atikasının meb- zuliyelİ İle maruf olan Manisa bundan sonra müessesât-ı medenî ile süs- lenecektir. Fakat bütün bünları mübeccel ve muhterem Gazi'sinin emr ü ir- şadlarına medyunuz. Bir zamanlar bize 'siz kurtulacaksınız' diye emir ve irade buyurdunuz. Derhal köhne temayiilattan sıyrıldık. Asrın, me­ deniyetin yollarına düştük. Bizim daima rehberimiz sen olacaksın ulu Gazi! Çünkü halkımız bir defa görmüştür kİ, senin çizeceğin yol hayat ve necat yoludur, İstiklâl yoludur, medeniyet yoludur, irfan yoludur. Senin emrinle istiklâle kavuşan halkımız yine senin emrinle hayat ve medeniyet yolunda yürüyecektir. Bizi bu yoldan hiçbir zaman, hiç bir vakit, hiç bir endişe çeviremeyecektİr. Buna emin ol Ulu Gazi, büyük dâhi, ebedî minnet ve şükranlarımızı lütfen kabul et büyük münci!" 10

Mustafa Kemal Paşa da şu cevabî konuşmayı yapmıştır:

"Manisa'nın Muhterem Ahalisi;

Yaptığınız bu coşkun tezahürat ve sevinçle hâsıl olan heyecanın şiddeti zail olmadan bana, müsaade ediniz, sizi kemâl-i samimiyetle selamlayayım ve hakkımda ki tezahürattan dolayı teşekkür edeyim.

Muhterem arkadaşlar! Sizin efkârınızı, temayülâtınızı pek veciz, bir su­ retle ifade eden belediye reisi beyefendinin sözlerini ikiye ayıracağım: Bİ­

10 Anadolu, 11 Teşrİn-i Evvel 1925, s. 2, Vakit, 11 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1, Yanık Yurd, 11 Teşriıı-i Evvel 1925, s. 1, 4, Hâkimiyet-i Milliye, 12 Teşrin-i Evvel 1925, s, 2, Karaöz, a.g.e., s. 73, Bedriye Aksakal, (Derleyen), Anılarda Manisa, Manisa, 1986, s. 29, Manisa 1973 İl Yıllığı, s. 15, Özeli; Avon, a.g.nı., s. 28. 138 MEVLÜT ÇELEBİ rincisi şahsıma ait iltifatla rınızdır. Buna arz-ı minnet ederim. İkinci cihet ki, en mühimi, en esaslısıdır. O da sizin terakki ve teceddüd yollarında at­ makta olduğunuz, hatvelerin manası, medlulüdür. Bunları da kemâl-i tak­ dirle yadederim. Muhterem ahali! Bu noktada mucib-i mefharetimiz olan bir ciheti, arz edeyim. Görülüyor ki, bizim kalbimiz, bizim, fikrimiz ta­ mamıyla sizin hissiyat, efkâr ve âmâlinize tetabuk etmektir. (Hay hay ses­ leri) Bu vesile ile tekrar etmek isterim. Bütün memleket, bütün cihan bilsin ki, Türkiye halkı rüesasıyla, müdiraniyle ve rüesa, müdiranı da halkıyla beraber aynı, yolun yolcusu, hemfikir insanlardır.

Aziz Manisalı'lar! Ben Manisa'yı yangınlar İç.İnde harap ve türâb bir halde görmüştüm. Muhterem. Manisa'lılar! Ben sizi zulmetten, ateşten, esaretten henüz, kurtulduğunuz bir zamanda görmüştüm. Fakat o günkü halleri itiraf ederim, hakiki teessürle telakki etmedim. Gerçi siz zulüm ve taarruzun şiddetli darbelerinden henüz kurtulmuştunuz. Fakat ben emin­ dim ki, bu kadar şiddetli darbeler insanların imanlarını takviye eder. İs­ tidadı, cevheri olan bir millet öyle darbelerden mütenebbİh olur. Maziye nisbeten atisini daha çok parlak yapabilir. Muhterem arkadaşlar! Fe­ laketler insanları, akılları başında olan milletleri daima azimkar ham­ lelere sevk eder ve işte siz de o hamleleri yapmaktasınız. Bugün ma- mııriyet itibarıyla, gördüklerim bu hamlelerin çok bariz tezahürleridir. Arkadaşlar! Bugünkü teyakkuzlarınızın, azminizin çok az zamanda çok fe­ yizli neticeler vereceğine emin olarak sizi tekrar hürmetle selamlarım."11

10 Ekim gecesi Gazi'nin şerefine kalmakta olduğu vali konağında ve­ rilen yemek esnasında Manisalı gençler tarafından bir fener alayı dü­ zenlenmiş, oyunlar oynanmıştır. M Kemal Paşa; düzenlenen fener ala­ yını ve zeybek oyunlarını beraberindeki Kazım Özalp Paşa İle seyretmiştir. 11 12 Fener alayına katıl ani ardan sadece birisinin başında fes vardı. Cumhurbaşkanı bu çocuğu yanma çağırarak, "Bu fes nedir?" diye sormuş ve bunun üzerine genç, fesi yırtarak yere atmıştır. 13

11 Yanık Yurd, i i Tcşrin-i Evvel 1925, s. 4, Vakit, i 1 Teşrin-i Evvel 1925, s. I, Anadolu, 11 Teşrin-i Evvel.1925, s. 2. Hâkimiyet-i Millîye, 12 'feşriıı-î Evvel 1925, s. 2, A.S.D. İl, s. 235-236, Manisa 1973 İl Yıllığı, s. 15-16. Bu konuşmanın özeti, Önder, Atatürk'le..., s. 255, Aksakal, a.g.e., s. 30, Avan, a.g.m., s. 28. 12 Vakit, 11 Teşriıı-i Evvel 1925, s. 1, Hâkimiyet-i Milliye, 12 Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Meh­ met Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Ankara, T. İş Bankası Kültür Yay., 1975, s. 269, Karaöz a.g.e.. s. 75. 13 Yanık Yurd, 12 Teşriıı-i Evvel 1925, s. I. Bu genç Tornacı Nazır idi. Karaöz, a.g.e,, s. 75. ATATÜRK'ÜN MANİSA’YI ZİYARETLERİ 139

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler ertesi gün öğleden önce, oto­ mobille yeni yapılan çarşıyı ve üzüm pazarını gezmişler ve caddeleri dol­ duran halkın "Yaşa!" tezahüratları ve alkışları arasında trene binerek İzmir'e hareket etmişlerdir. Manisa valisi, belediye başkam ve diğer tem­ silciler misafirlerini Muradiye'ye kadar uğurlamıştır. !4

Mustafa Kemal Paşa incelemelerini tamamlayarak 16 Ekim 1925 günü erken saatlerde İzmir'den Konya'ya harekete etmiştir. Gazi'nin özel treni Manisa'da beş dakika kadar durmuştur. Vali, erkân, komutanlar, Cum­ huriyet Halk Fırkası ve Türk Ocağı temsilcileri istasyonda hazır bu­ lunmuşlardır. Gaziyi tekrar görmek için bekleyen halk, Paşa o esnada uyumakta olduğundan görememiş ve üzgün bir şekilde istasyondan ay­ rılmıştır. 1514

III. üçüncü Geliş (16 Haziran 1926)

Mustafa Kemal Paşa, 16 Haziran 1926’da, Balıkesir'den İzmir'e ge­ lirken, Manisa'da kısa bir müddet durmuştur. Mustafa Kemal Paşa Ak­ hisar'dan ayrılarak 12.00'de Manisa'ya gelmiştir. Cumhurbaşkanının treni halkın sevgi gösterileri arasında istasyona girmiştir. Gazi'yi, Manisa mi- letvekiİlerinden Kemal, Yaşar, Saim Beylerle Belediye Başkanı Bahri Bey S oma1 dan beraber gelen Vali Müştak Lütfi (Gürsan), Kani ve Abbas Beyler, vilayet erkânı, subaylar, Türk Ocağı temsilcileri ve halk kar­ şılamıştır. Bu arada Türk Ocağı’ndan Safure Hanım, Cumhurbaşkanı’na Manisalı hanımlar adına "Hoş geldiniz" demiştir. Halkın alkışları ara­ sında hükümet konağına giderek öğle yemeğini burada şerefine verilen yüz kişilik bir ziyafetle yemiştir. Daha sonra belediye binasını ve Halk Fırkası'm ziyaret ettikten sonra Manisa'dan ayrılarak İzmir'e hareket et­ miştir. 16

14 Vakit, 11 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1, Ilâkimiyet-i Milliye, 12 Teşrin-i Evvel 1925, s. 3, Öııder, Atatürk'ün..., s. 269. 15 Hâkimiyet-i Milliye, 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1, Vakit, 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Yanık Yurd, 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1, Yeni Gün, 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1, Akşam. 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 1. Ahenk, 18 Teşrin-i Evvel 1925, s. 2, Önder, Atatürk'ün... s. 269, Önder, Ata­ türk'le..., s. 255. 16 Anadolu, 17 Haziran 1926, s. I, Hizmet, 17 Haziran 1926, s. 1, Ilâkimiyet-i Milliye, 20 Ha­ ziran 1926, s. 2, s. 1, Karaöz, a.g.e., s. 85-86. 140 MEVLÜT ÇELEBİ

V. Dördüncü Geliş (8-9 Nisan 1934)

Menemen'de meydana gelen olaydan sonra Cumhurbaşkanı yine bir yurt gezisine çıkmıştır. Gazi'nin bu seyahatinin öğrenilmesinden sonra Manisa Valisi Fuat, Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Kamil, Jandarma Ko­ mutanı Safa Beylerle İzmir-Turgutlu demiryolu hareket başmüfettişi Sü­ leyman, Afyon'a giderek, Gazi'ye bağlılıklarını bildirdiler. 17 Mustafa Kemal Paşa 26 Ocak 1931 günü sabahın erken saatlerinde Alaşehir ve Sa­ lihli'den geçerek Turgutlu'ya gelmiştir. Gazi, karşılama töreni ya­ pılmasını istemediği halde mülkî ve askerî erkân ile halk buna rağmen is­ tasyonda toplanmıştı. 18 Sabah 05.45'de Manisa'ya gelen tren Manisa istasyonunda bir kaç dakika durduktan sonra hareket etmiştir. İzmir'deki İncelemelerini tamamlayan M. Kemal Paşa, dönüşte 6 Şubat 1931 gecesi Manisa istasyonunda Vali Fuat (Baturay) Sıkıyönetim Manisa Bölge Ko­ mutanı Muzaffer Paşa, Belediye Başkanı Ali Rıza Besen ve ilgililer ta­ rafından karşılanmıştır. Vali ve sıkıyönetim komutam Özel trene binerek Soma'ya kadar Gazi'ye eşlik etmişlerdir. 19 Balıkesir’den İzmir'e dönerken de treni Manisa'da durmamıştır, 20

28 Ocak 1933’de Gülcemal vapuru İle Mersin'den ayrılan Cum­ hurbaşkanı 31 Ocak günü İzmir'e gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa İzmir'deyken, Vali Fuat, Ab bas, Ç ivici Murat (Uzman), Kamil Özemre, Rıza Kubur, Kâni (Karaosmanoğlu) ve Manisa milletvekili Dr. Saim (Uzel) Beylerden oluşan bir heyet, Paşa'yı davet etmek için İzmir'e git­ mişlerdir. Mustafa Kemal Paşa bu daveti kabul etmiştir. 21 Ne var kİ, bu esnada Bursa'da ezanın tekrar Arapça okunması gündeme geldiği için, Paşa, oraya gitmiş, Manisa'ya gelememiştir.

Atatürk Ege'de yapılacak askeri manevraları ilemek üzere 7 Nisan 1,934'de Ankara'dan hareket etmişti. 8 Nisan’da Salihli İstihkam Taburu'nu 22

17 Yeni Asır, 27 Birinci Kamın 1931, s. i. 18 Yeni Asır, 27 Birinci Kanun 1931, s. 1. 19 Yeni Asır, 8 Şubat 1931, s. 1, Karaöz, a.g.e., s. 94. 20 Yeni Asır, 9 Şubat 1931, s. 1,3. 21 Hizmet, 1 Şubat 1933, s. 1, Karaöz, a.g.c., s. 97. 22 Salihli’de 4 Haziran 1997 giinii görüştüğümüz 1324 (1908) doğumlu Sayın Nuri Ulaş bu de­ netleme hakında şunları anlatmıştır: "Salihli'deki istihkâm taburunu denetledi. İstasyondan taburun ol­ duğu yere (Şimdi Kenan Evren parkı) kadar halkla beraber yürüyerek geldiler. Bizzat'Atatürk askere tâlim yaptırdı. Tabur komutanı Ahmet Şefik Bey idi. Savaş tatbikatı Kuşçu başı Eşrefin arazisinde yapılacaktı. Halk da btı tatbikatı izlemek için geldi. "Süngü tak! Yat! Hücum!" gibi emirler verdi." ATATÜRK'ÜN MANİSA'YI ZİYARETLERİ 141 ve Turgutlu Topçu Alayı'nı denetledikten sonra 23 Manisa'ya gelmiş ve ge­ ceyi burada geçirmiştir. 24 Ertesi gün İzmir'e hareket eden Mustafa Kemal Paşa Muradiye'de Manisa Piyade Alayı'nı denetlemiştir, 25

1934'dekİ bu gelişini çağdaş bir kaynak olarak, Yeni Doğuş der­ gisindeki bir yazıdan özetleyerek aktarıyoruz: "... <8 Nisan sabahındayız. GömİHerimiz bahar şenlikleriyle dalgalanırken bu güzel haberi memlekete getiren ajansı sevimli ve ilâhı bir müjde gibi önümüzde açmış okuyor ve hesaplıyoruz,

Gazi 19.30'da Ankara'dan yola çıkmış. Ankara - İzmir 825 kilometre, saatte şu kadar kilometre üzerinden yol alsa Manisa'dan ancak akşam ge­ çebilecektir. Ah! Akşamı Manisa'da geçirse, onun nefesini taşıyan güzel havayı koklayarak ciğerlerimizi şişirsek, Daha akşama bir yıl var; fakat bütün millet bu mesut hâdiseyi öğrenmiş analar, nineler kucaklarında yav­ ruları ve torunları ile istasyona, dökülmüşler.

Büyük istasyonun dışı daha Öğleyin insan sağnağı ile kaynaşıyor. Bütün gönüllerde bir heyecan tatlı bir eziliş, tatlı bir sızı, tatlı bir sa­ bırsızlanış, başlarda yükseklere doğru bir kalkış; bütün gazetelerde mesut bir ümit dalgası var. Ortalık çalkalanıyor. Halk ayaklanmış, şen şakrak bir tabiat var. Her şey gülüyor. Gülüyor çünkü "Gazi" geliyor...

Off... Bu akşam da olmuyor ki... Ne kadar uzun bir 8 Nisan günü. Sanki bir yıl... Sayılan dakikalar kolay geçmiyor... Şimdi Salihli'ye gel­ miş, orada askerlerini gözden geçiriyor. Saat 18.30. şimdi Turgutlu'da çok sevdiği Mehmetçiklerle halleşiyor. Vatanın büyük kurtarıcısı yurdun ebedî bekçisiyle koklaşıyor. Şimdi her asker kim bilir ne tatlı görüşler geçiriyor. Saat 19'u 5 geçiyor. Turgutlu'dan tren yollandı. Onbeş dakika sonra Ço- baniscı'dan ayrıldı. Hepimiz heyecan kesilmişiz. En mesut dakikalardayız.

23 Sayın Haşan Demiralpler Turgutlu'da 3 Haziran 1997'de yaptığımız görüşmede M. Kemal'in denetlemeleri hakkında şunları söylemiştir. "Turgutlu’daki 25, Topçu Alayı’nı denetledi. Toplar, şim­ diki Sanat En stil (isti'niin olduğu yerden istasyona kadar dizildi. Paşa trenden indikten sonra kaymakam ve ileri gelenler tarafından karşılandı. Askeri birliği denetledikten sonra tekrar trene döndii." 24 Halkın Sesi, 10 Nisan 1934, s. 1, Yeni Asır, 11 Nisan 1934, s. 1, Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri, (1931-1938), Ankara, 1955. s. 268, Önder, Atatürk'le... s. 256. 25 Karaöz, a.g.e.. s. 97, Şahingiray, a.g.e., s. 268. [42 MEVLÜT ÇELEBİ

Nihayet onun treni, önünde bütün karanlıkları delen iki parlak gözüyle etrafı, aydanlatarak makastan girdi. Kimse soluk almıyor. Sanki en ufak bir kıpırdanışı bu ulvî manzarayı ihlâl edecekmiş gibi duruyor. Elektrik ziyaları içinde trenden boz bir gölge indi. Sanki gökten nur inmiş gibi.

Geliyor... Bu haber de öyle tatlı ve ahenkli bir eda vardı ki, bütün bu son 24 saatte geçen 1440 dakikanın hasretleri bir solukta eriyivermişti. Zarif yakışıklı boyuna yaraşan bir boz renk yerli malı kostüm içinde, o ne vekarlı yürüyüştü. Tarihin, seyrini değiştiren bir yürüyüş, milletin men­ hus talihini yenen bir varlık. İnsan boyunda, fakat başı göklere değen teiniz, pak bir nâsıye. O yürürken, o yürümüyordu, sanki vatan canlanmış ona doğru gidiyorduk. O gelmiyordu, sanki ayaklarımız altında yurt top­ rakları yerinden oynamış bizi onun huzuruna, sıcak ve müşfik kollarına, doğru götürüyordu. Hepimiz onun kudreti cazibesine tutulmuştuk. Kimse bir şey düşünemiyor ve söyleyemiyor. Yalnız onun uzanan elini ya­ kalayabilmek saadeti. O el, o en uzak emelleri yakınlaştıran ve tahakkuk ettiren el, o karanlıkları silen, milleti yokluktan varlığa, karanlıktan ışığa, götüren mübarek mutlu el. Bu mini mini ellerde ne büyük mucizeler yok ki. Manevî safhayı bir tarafa bırakın, çünkü onun tasviri beşer kudreti da­ hilinde değildir. Maddiyeti de çok munis ve yumuşak. O el sıkışta bitmez tükenmez bir tesir var. Elinizi mahviyetle avucunun içine alıyor. Sanki müşfik bir baha. Yıllarca hasretini çektiği yavrusunu bağrına basmak is­ teyen bir tehalükle onu sıkmak istiyor ve sonra bırakırken, sanki bırakmak istemiyormuş fakat sevindirilmek istenen başka eller varmış da, istemeye istemeye bırakıyormuş gibi, yavaş yavaş ve okyaşarak ebedî temasını muhafaza, ederek ayrılıyor.

Ve birden o tunç sesi karanlıkları yardı. Tatlılığını hiç bir ahenkte bu­ lamayacağımız bu "Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir" diyen kıyamet gü­ nündeki tarihi sesi, bütün boşlukları dolaştı. Zabitlerin önünde durmuş onlara hitap ediyordu: "Nasılsınız arkadaşlar?" bu soruşta öyle bir is­ tifham kudreti vardı ki, bütün gönüllerde yaşayan heyecanı bir perde daha yükseltti. "Sağolıın efendim." Askerin ve milletin her sabah yatağından kalkarken tekrarladığı bu dua. yerini bulmuştu. Bu ellidort bahar ge­ çirmiş, bir tehlikenin önünde eğilmiş ve yılmamış olan büyük başta, sıh­ hat ve sağlık bir çağlayan gibi taşıyordu. Ve asıl hepimiz, bu güzel ve ATATÜRK'ÜN MANİSA’YI ZİYARETLERİ 143 zinde baş önünde bunun için çok sevindik. O, olmasaydı bu millet Öksüz, kalırdı.

Onun yıllarca yolunu bekleyip duran hasretli Manisa, bu gece onu. koy­ lumda taşımakla bahtiyardır. Herkes gönlünü oracıkta bırakarak evine dönmüştü. Bu gönüller sabahlara kadar onun vagonunu tavaf ettiler. Rü­ yalarımıza o boz. arslan girmişti. Yataklarımızdan kalkamıyorduk. Çünkü, gözümüzü açarsak onun hayalini kaybedecektik. Ve nihayet sabah ol­ muştu. Hasret kavuşturan, şimdi hasret ayıran, iki demir ray üzerinde bir kartal gibi süzülüp giderken beşiklerdeki çocuklardan tutunuz dermandan düşmüş yatalak dedelere ve ninelere varıncaya kadar her ağızdan şu ilahi nağme dökülüyordu: "Yolun açık, günün aydın olsun. Uğurlu ve mutlu yolcu." O gitti. Herkes henüz, tatlı uyktısundayken o vazifesine koşuyordu. Bu gidişle o bir daha gösteriyor ki, Türk uyanıktır. Yurt için korku yok­ tur... " 8 Nisan 1934 Mustafa Nuri. 26

VI. Beşinci Geliş (22 Haziran 1934)

İran Şahı Rıza Pehlevi 16 Haziran 1934'de Türkiye'ye gelmişti. Ata­ türk, beraberinde İran Şahı Rıza Pehlevi ve İran Dışişleri Bakanı Baghir Kazımî ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey olduğu halde 20 Haziran günü İzmir'e hareket etmişlerdir. Ertesi gün Eskişehir’de incelemelerde bulunduktan sonra ayrılmışlardır. Yol boyunca Gazi'ye ve misafirine sevgi gösterilerinde bulunulmuştur. Tren, Turgutlu'da bir kaç dakika dur­ muş ve bu esnada.iki kızı öğrenci Şah Rıza Pehlevİ'ye ve Mustafa Kemal Paşa'ya birer buket takdim etmişlerdir. 27 Turgutlu'dan sonra Akhisar'da da aynı sevgi gösterileriyle karşılanmışlardır, 28 22 Haziran'da saat 10,20’da Manisa'ya gelmişlerdir. 29 Manisa'da Gazi'yi ve Şah'ı karşılamak için hazırlıklar yapılmış, şehir bir gelin gibi süslenmiştir. Atatürk ve Şah'ın Manisa'yı ziyaret edecekleri halka tellalar aracılığıyla duyurulmuş ve halk istasyona dâvet edilmişti. İstasyon halk tarafından hınca hınç dol­

26 Mustafa Nuri, "Gazi Geliyor", Yeni Doğuş, sayı: 7, (1 Mayıs i934), s. 5-7, Karaöz, a.g.c., s. 97-99. 27 Anadolu, 23 Haziran 1934, s. 3, Yeni Asır, 23 Haziran 1934, Halkın Sesi, 23 Haziran 1934, s, 1. 28 Yeni Asır, 23 Haziran 1934, s. 4, Anadolu, 23 Haziran 1934, s. 3, Halkın Sesi, 23 Haziran 1934, s. 1, Oktay Gökdemir, Kurtuluş Savaşı'nda Akhisar, Akhisar, 1990, s. 59. 29 Şahingiray, a.g.e., s. 293. 144 MEVLÜT ÇELEBİ durulmuştu. 30 İki devlet başkanı Manisa'da 21 pare top atışıyla kar­ şılanmıştır. Mülkî ve askerî erkânla birlikte öğrenciler ve halk da kar­ şılama töreninde hazır bulunmuştur. İstasyonda, iki kız öğrenci ta­ rafından kendilerine birer buket verilmiştir. Halkın ve öğrencilerin alkışlan arasında otomobille Manisa hastanesine giderek incelemeler yap­ mışlardır. Manisa’dan İzmir'e otomobille gitmişlerdir.31

İzmir'de çeşitli incelemelerde bulunan devlet başkanları 24 Haziran'da İstanbul'a hareket etmişlerdir. Tren Akhisar istasyonunda bir süre dur­ muştur. Bu sırada istasyonda toplanan binlerce halkın, "Yaşa! Var ol! şeklindeki tezahüratlarına, İran Şahı ayağa kalkarak ve eliyle se­ lamlayarak karşılık vermiştir. 32 Akhisar'dan sonra Soma'ya varılmıştır. Burada da mülkî ve askerî erkân ile, bir tabur piyade ve halk tarafından karşılanmışlardır. Şah ve Gazi halkın alkışları arasında istasyon mü­ dürlüğüne ait binaya geçerek bir süre dinlenmişlerdir. Burada küçük bir kız öğrenci, gençliğin Ata'ya bağlılığını anlatan bir şarkı okumuştur. îs- tirahatten sonra Gazi ve Şah kasaba yakınındaki meydanda toplanan de­ ğişik sınıflardan oluşan askerî birliği teftiş etmişlerdir. Şahın isteği üze­ rine Gazi birliklere tâlim ve tatbikat yaptırmıştır. Tatbikatı dikkatle ve yakından takip eden Şah Rıza Pehlevi, askerlerimizi takdir etmiştir. Tat­ bikat, denetlenen her birliğin kendi marşlarını söyleyerek yaptıkları geçit resmiyle sona ermiştir. Mustafa Kemal Paşa ve Şah, halkın alkışları ara­ sında ve gelişlerinde olduğu gibi 21 pare top atışıyla uğurlan mı şiardır. 33

Atatürk'ün îran Şahı ile birlikte yaptığı bu Batı Anadolu seyahatinde ilgi çekici olaylar da meydana gelmiştir. Bunlardan birisini naklederek bö­ lümü tamamlıyoruz. Atatürk, maiyetinde bulunanları Şah'ın yanında, Iran­ lI'ların hoşlanmadıkları "Acem" kelimesini kullanmamaları konusunda

30 1336 (1920) Manisa doğumlu Sayın Muvaffak Adanalı île Manisa'da 12 Haziran 1997 günü yaptığımız görüşmeden. 31 Yenis Asır, 23 Haziran 1934, s. 4, Anadolu, 23 Haziran 1934, s. 3, Halkın Sesi, 23 Haziran 1934, s. 1, Önder, Atatürk'ün... s. 270, Önder, Atatürk'le... s. 256 Atatürk'ü bu gelişinde Manisa'da gören Sayın Haşan Demiralpler, yazılı kaynaklardaki bilgileri teyid eden şu sözleri söylemiştir. "Şah ile geldiğinde Manisa'da gördüm. Halk ve bütün öğrenciler ellerinde bayraklar olduğu halde istasyonda toplanmıştı. Trenden inip vali konağına gittiler. Halk şah ve M. Kemal için "Yaşa! Varol" diyerek te­ zahürat yapıyordu. Bando da îran marşını çalışıyordu. Vah konağından sonra camileri gezdiler ve 2 saat kadar Manisa'da kaldıktan sonra otomobille İzmir'e gittiler.” Sayın Muvaffak Adanalı da bu bil­ gileri teyit etmiştir, 32 Yeni Asır, 25 Haziran 1934, s. 3. 33 Anadolu, 26 Haziran 1934, s. 1. Ycııi Asır, 26 Haziran 1934, s. I. ATATÜRK’ÜN MANİSA'YI ZİYARETLERİ 145 uyarmıştır. Ne var ki, Soma'daki tatbikatta askerlerin geçişi esnasında kendisi kullanmıştır. Bunu ertesi gün yanındakilere "öyle bir pot kırdık ki" diye tebessümle açıklanmıştır. 34

Sonuç

Atatürk'ün yurt gezilerinde bir noktanın Öne çıktığını görüyoruz. Eğer ziyaret edilen yer Milli Mücadele döneminde özellikle Yunan işgalinde kalmışsa, Atatürk kendilerini işgalden kurtaran kişi olarak daha büyük bir coşkuyla karşılanmıştır. Batı Anadolu Bölgesinin Atatürk'e sevgisi ve bağlılığı da bunun bir göstergesidir. Manisa da, Atatürk'e bağlılığını her fırsatta göstermiş, ziyaretlerinde onu bağrına basmıştır. Cum­ hurbaşkanının başta İzmir olmak üzere Batı Anadolu bölgesine verdiği önem ve Manisa'nın da İzmir demiryolu hattının üzerinde bulunması Ma­ nisalI 'ların Atatürk'ü daha sık görmelerini sağlamıştır. Gazi'nin Manisa'yı her ziyaretinde hazırlıklar çok önceden başlamış ve karşılama törenleri görkemli olmuştur. Yurt gezileri M. Kemal Paşa'ya halkla diyalog İmkanı verirken, ziyaret edilen halk için de, inkılâplara ve Atatürk'e bağlılıklarını göstermelerine vesilesi olmuştur.

Atatürk, zaferden sonra trenle Ankara'ya dönerken geçtiği Manisa'ya ilk olarak 26 Ocak 1923'de gelmiştir. Bu tarihi bir gerçek olduğuna göre, Ata­ türk'ün Manisa'ya ilk geliş tarihi olarak 10 Ekim'in değil, 26 Ocak'ın kut­ lanması gerekir. Sonraki gelişlerinde, programına göre Manisa'da ge­ celediği gibi, istasyonda bir kaç dakika kalıp yetkililerle görüştüğü de olmuştur, Her gelişinde veya trenle geçişinde halkın saygı ve sevgisi büyük olmuştur. Paşa'yı göremedikleri zamanlarda ise halk istasyonu üzüntüyle terk etmiştir.

34 Fahrettin Allay. 10 Yıl Savaş ve Sonrası, 1912-1922, İstanbul. 1970, s. 462.

ATATÜRK'ÜN KONYA'YI ZİYARETLERİ VE İLK ZİYARETİ İLE İLGİLİ GÖZLEMLER

Yrd. Doç. Dr. OSMAN AKANDERE *

Giriş

Büyük Önder Atatürk; " Asırlardan beri tüten bir nurun ocağı ve Türk kültürünün esaslı kaynaklarından biri" olarak kabul ettiği Konya'ya bir çok defa ziyaretler yapmıştır. Konya, Büyük Atatürk’ün İstanbul ve İzmir'den sonra en çok geldiği ve ziyaret ettiği mutlu şehirlerden biridir. Büyük Ata­ türk, Milli Mücadele'nin başlangıcından ölümüne kadar olan süre içe­ risinde Konya'ya 13 defa gelmiş ve bu gelişlerinde toplam 33 gününü Konya'da geçirmiştir.

Atatürk'ün Konya’yı ziyaret tarihleri şöyledir; * 3 Ağustos 1920 - 5 Ağustos 1920 Birinci gelişleri * ı Nisan 1922 - 4 Nisan 1922 İkinci gelişleri * 24 Temmuz 1922 - 25 Temmuz 1922 Üçüncü gelişleri * 19 Ağustos 1922 - 20 Ağustos 1922 Dördüncü gelişleri * 20 Mart 1923-23 Mart 1923 Beşinci gelişleri * 3 Ocak 1925- 13 Ocak 1925 Altıncı gelişleri * 17 Ekim 1925 - 19 Ekim 1925 Yedinci gelişleri * 18 Mayıs 1926 - 19 Mayıs 1926 Sekizinci gelişleri * 18 Şubat 1931 - 1 Mail 1931 Dokuzuncu gelişleri * 25 Ocak 1933-25 Ocak 1933 Onuncu gelişleri * 6 Şubat 1934-6 Ocak 1934 Onbirinci gelişleri * 6 Ocak 1937-6 Şubat 1937 Onikinci gelişleri * 20 Kasım 1937-20 Kasım 1937 Onüçüncti gelişleri1

S.Ü. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi. 1 Atatürk Konya'da, "Biiyük Önder Atatürk’ün Konya'ya Gelişinin 64. ve Selçuk Üniversitesinin Kurul ıışu'n tın 10. Yıldönümü Armağanı", Konya 1986, s. 8; Ayrıca bkz. Mehmet Önder, Atatürk'ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1975, s. 241. 148 OSMAN AKANDERE

1. Atatürk'ün Ziyaretleri Öncesi Konya

1920 yılı sonlarına kadar bir iç kargaşa ve Kuvay-ı Milliye aleyhtarı hareketlerin çokça görüldüğü ve yaşandığı bir vilayet olan Konya, 1920'den sonraki yıllarda Milli Mücadele'mizdekİ mümtaz yerini alacaktır,

Coğrafi, manevi ve kültürel yapısı ile Orta Anadolu’nun önemli bir merkezi olan Konya'nın Milli Miicadele'mizin başlarından İtibaren bu mü­ cadele içerisinde faal bir rol oynayamaması bazı nedenlere dayanmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz; 1- Öncelikle Milli Mücadele'nin ilk gün­ lerinde Konya'nın başında vali olarak Cemal Bey adında bir zatın bu­ lunmasıdır, "Artın Cemal" adıyla da bilinen Cemal Bey, Kuvâ-yİ Mİ1- liye'nin en büyük düşmanlarından birisi, İngiliz Muhubbileri Cemiyeti'nin üyesi ve Hürriyet ve İtilâf Fırkası (partİsi)'nin taraftarıydı. 2 Nitekim Damat Ferit Paşa tarafından özellikle Konya'da milli faaliyetlerin ge­ lişmemesi için Cemal Bey'in Konya'ya Vali olarak gönderildiği be­ lirtilmektedir. 3 Bu nedenle bu vali milli faaliyetlerin Konya'da taban bul­ masına mani olmuş bir zattır. Konya'da Kuvâ-yi Milliye Teşkilatı ancak bu valinin şehri terketmesİnden sonra resmen kurulmuştur. 2- Konya'nın diğer bir şanssızlığı da Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin ilk idarecilerinin bir kısmının kötü niyetli kişiler olmalarıydı. Bunlar kendilerine verilen yetki ve nüfuzu kötüye kullanmışlardı. Mesela Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına kurulan milli kuvvetlerin zabit ve efradları ile kendilerine çok yük­ sek maaş bağlamışlardı. 4 Ayrıca bazı subaylar Konya'da milli teşkilatı güçlendirme ve genişletme görevleriyle uğraşacakları yerde, ticaretle uğ­ raşıyorlardı. Bu olaylar halkın dikkatini çekiyor ve tepkilere neden olu­ yordu. Halkın Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nden şikayetçi olması Heyet-İ Temsiliye'ye kadar ulaşmıştı. Bunun üzerine bizzat Mustafa Kemal Paşa

2 Bu valinin Konya'da Kuvâ-yi Milliye Aleyhtarı Faaliyetleri için bkz. Ahmet Avanos, "Milli Mii- cadele’de Konya", (Basıl inanı iş Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Konya 1989. 3 Cemal Kııtay, İstiklâl Savaşı'tnızm Maneviyat Ordusu, İstanbul 1977, ş, 81-82; Konya Valisi Cemal Bey'e "Artiıı Cemal" adı verilmesi onun İttihatçı düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Bu İt­ tihatçı düşmanlığı ona Ermeni dostluğu yapmaya kadar itmiştir. Nitekim Celâl Bayar bu konuda şöyle demektedir: "En mutaassıp Ermeni komitecileri savaş sırasında 300 bin Ernıeııi'nin öl­ dürüldüğünü idda ettikleri halde, bu ölüm sayısını 800 bine çıkarmak suretiyle güya İttihatçılardan in­ tikam almak istemişti ve bundan dolayı da halk da kendisine "Artiıı Cemal" demeye başlamıştı," Celâl Bayar, Ben de Yazdım, C. VI1, İstanbul 1969, s. 2132. 4 Fahrettin Al tay, On Yıl Savaşı (1912-1922) ve Sonrası, İstanbul 1970, s. 222. ATATÜRK'ÜN KONYA'YI ZİYARETLERİ 149 tarafından 12. Kolordu Kumandam Falıreddin Bey'e (Altay) olayın araş­ tırılması için bir telgraf gönderilmiştir, 5

3- Konya'nın diğer bir şanssızlığı da bir Nakşibendi Şeylıİ olan ve Konya halkı üzerinde derin bir tesiri bulunan Zeynel Abidiıı Hocanın Kuvâ-yi Milliye aleyhine cephe almasıdır. Milli Mücadele yılları boyunca bilhassa İııgilizler ve sarayla yakın bir ilişki içerisinde olan Zeynel Abidm Hoca gerek Padişah Vahideddin'in ve gerekse muhaliflerin bir'numaralı gözdesi durumuna gelmişti. Ona "bütün Gonneyi tek hamağının ucunda" çeviren adam gözüyle bakılıyordu. 6 Bu şahıs eğer Kuvâ-yi Milliye lehine nüfuzunu koymuş olsaydı, muhakkak ki Konya'nın Milli Mücadele ta­ rihindeki yeri bambaşka olurdu.

4- Bİr diğer neden de şudur. Uzun zamandan beri düşman işgali gör­ memiş bulunan Konya ahalisi, Özellikle eşraf tabir edilen ileri gelenleri Milli Mücadele çabalarına karşı ilgisiz ve hatta yer yer karşı idi. Bunda özellikle İtalya'nların Konya'yı işgallerinde halka karşı takip ettikleri yu­ muşak ve uyutma siyasetinin de rolü büyüktür. Halk üzerinde derin etkisi bulunan bu eşrafın milli faaliyetlere karşı soğuk durması Konya'nın diğer bir şanssızlığı olmuştur. 7

Saf ve cahil olan Konya halkı yukarıda bir kaç cümle ile temas et­ tiğimiz nedenlerden dolayı, her türlü propagandaya açık olmuş ve bizzat bundan Kuvâ-yi Milliye aleyhtarları ve Milli Mücadele düşmanları is­ tifade etmişlerdir. Bu yüzden Konya'da Milli Mücadele aleyhtarı ha­ reketler ve isyanlar olmuştur. Nitekim Bozkır'da cereyan eden ve Bozkır isyanları olarak bilinen hadiseden sonra bu kez de I. Konya Hadisesi ola­ rak bilinen isyan hareketleri olmuştur.

Konya şehir merkezinde başlatılmak istenen bu isyan hareketi Konya'daki 12. Kolordu Kumandanı Fahrettin Bey'in zamanında ve ye­ rinde aldığı tedbirler ve tutuklamalarla büyümeden önlenmişti. Atatürk'ün

5 Altay. a.g.e., s. 222. 6 Tank Mümtaz Göztepe, OsmanoğuHarının Soıı Padişahı Vahideddiıı Mütareke GaV' yasında, İstanbul 1969, s, 79-82, 7 Kamil Eninim. Milli Miicııdele’dc. Vilâyetler ve Valiler, İstanbul, 1975, s. 267, 150 OSMAN AKANDERE de Nutuk'ta ifade ettiği gibi, bazı kişilerin Birinci Konya Ayaklanması de­ dikleri hadise, "Konya'da bulunan komutama, elindeki kuvvetlerle, ce­ surca hareket ederek asileri dağıtması ve önayak olanları tutuklamasıyla'* 1 8 kansız bir şekilde önlenmişti. Dıırnm Fahreddiıı Bey tarafından Ankara’ya bildirilmiş ve Ankara Htikümeti'de Konya'da Örfi İdare (sıkı yönetim) ilan etmişti. 9 Ayrıca kurulan bir tahkik heyetince ayaklanmaya katılanlar hakkında kovuşturma açılmış ve 36 tutuklanmıştı.

Konu Konya Mebusu Arif Bey tarafından 17 Mayıs 1920 tarihinde ve­ rilen bir takrirle Büyük Millet Meclis i'nin gündemine getirilmişti. 10 Arif Bey Konya'ya bir "Tahkik Heyeti"nin gönderilmesini istemişti. Yine Diğer bir Konya Milletvekili olan Refik Bey'de Meclis'te yaptığı ko­ nuşmada; "... halka yapılan fena telkinlerin önlenmesi ve gelecekte bu tür fenalıklara meydan verilmemesi için, başka taraflara gönderildiği gibi, bir irşad heyetİ'nin gönderilmesini" istemişti. 11

Nitekim halkı aydınlatmak için milli şairimiz Mehmet Akif Bey'in içinde bulunduğu Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey, Trabzon Me­ busu Ali Şükrü Bey ve Konya Mebusu Refik Bey'den kurulu bir Millet Meclisi Heyeti 25 Mayıs 1920 günü Konya'ya hareket etti. 12 Heyet Konya'da çeşitli çalışmalar yaptı. Memleketin içinde bulunduğu durum anlatılarak Büyük Millet Meclisi’nin yaptığı çalışmalar halka izah edildi. Halk bu çalışmalardan çok memnun kalmış ve heyetin 3 Haziran 1920'ye kadar şehirde kalmasını istemiştir. i3 Bu arada bu günlerde Konya'ya Milli Müdafa Vekili Fevzi Paşa gelmiş ve şehrin durumunu yakından görmüştür. Ayrıca Konya’lı mebuslarda sık sık şehre gelerek temaslarda bulunmuşlardı. Nitekim 19 Temmuz 1920 tarihinde Mehmet Vehbi, Musa Kazım, Kazım Hüsnü ve Çelebi Abdülhalim Efendi'leriıı yer aldığı bir mebuslar heyeti trenle Konya'ya gelmiştir.

2. Atatürk'ün Konya'ya Gelişi Konya'da yayınlanan "Öğüt Gazetesi" 31 Temmuz 1920 günü, Ata-

8 Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, c. II (1920-1927), Başbakanlık Basımevi, Ankara 1984, s. 308. 9 Altay, ıı.g.e., s. 243. 10 TBMM Zabıt Ceridesi, e. I, s. 334-346. I I TBMM zabit Ceridesi, e. I, s. 347. 12 Avanos, a.g.e.. s. 170. 13 Avanos, a.g.c., s. 170. ATATÜRK'ÜN KONYA'YI ZİYARETLERİ 151 tiirk’ün Konya'ya yapacağı ziyaretle ilgili bir havadis vermiştir. Gazele şehir halkına, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Büyük Millet Meclİsi’nden bir heyetin Afyonkarahisar, Uşak ve Denizli Cepheleri'ııi teftiş ettikten sonra Konya'ya geleceğini duyuruyor ve "istikbal" hazırlıklarına baş­ lanıldığını bildiriyordu, 14 15

Gerçekten de Atatürk, Konya'da Kuvâ-yi Milliye'ye karşı bazı olumsuz hadiselerin cereyan etmesi ve sık sık Milli Mücadele’ye karşı hareketlerin ve isyanların çıkması üzerine Konyaklarla ve Konya'daki zevatla gö­ rüşmek, halkı aydınlatmak amacıyla bir heyetle Konya'ya gelmeye karar vermişti. T. Konya Hadisesi'nden yaklaşık üç ay sonra 3 Ağustos 1920 günü sabah 6.00'da trenle Afyon üzerinden Konya'ya geldi. Mustafa Kemal Paşa'nın beraberinde Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa, 12. Kolordu Ku­ mandanı Fahrettin Bey, Erkânı Harbiye Reisi Şemsettin Bey (Kolordu Erkânı Harbiyesi) ile bazı mebuslar olduğu halde şehir istasyonuna İndi, 13 Kendilerini Konya Valisi Haydar Bey, Mevki Kumandanı Sabri Bey, Be­ lediye Başkanı, Mevlana Dergâhı Postnişini ve Konya Mebusu Ab- dü İh al im Çelebi, Miidafa-i Hukuk Cemiyeti Konya Merkez Heyeti Baş­ kanı Sivaslı Ali Kemâli Hoca ile askeri ve mülkî erkânın yanında şehrin ileri gelenleri ve kalabalık bir halk topluluğu karşıladı. Halk Mustafa Kemal Paşa'yı coşkun bir tezahüratla karşılamıştı. 16

Atatürk, trenden inince karşılamaya gelen kalabalık halk kütlesi ken­ disine doğra hücum etmek ister. Ancak polisler müsaade etmezler, Bu arada Sanayi Mektebi Bandosu, hazırlanan program gereğince "Selâm Marşı"nı çalar. 17 Atatürk önce bando şefi Ali Baha'nın elini sıkarak ha-

14 Öğüt, 31 Temmuz 1336 (1920), S. 422. 15 Öğüt, 4 Ağustos 1336 (1920), S. 426. Ayrıca bkz. Mehmet Önder, Sivaslı Ali Kemâli Bey, Konya 1954, s. 56. 16 öğüt, 4 Ağustos 1336 (1920), S. 426; Babalık, 4 Ağustos 1336 (1920), S. 528. Atatürk'ün ilk gelilen nde, kendisini karşılayan Belediye Burkanının ismi açıklanmamak la birlikte bunun büyük bir ihtimalle Mehmet Muhlis Bey olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü Mehmet Muhlis Bey, Belediye baş­ kam olarak Milli Mücadele döneminde Konya'ya gelen Milli Mücadele önde gelenlerinin karşılayıcı ve ağı rl ayıcı lan nd andır. Mustafa Kemal'in Konya'ya ikinci gelişi olan 1-4 Nisan 1922'de İstasyonda karşılayıcıların başında gelenlerinden birisi de Mehmet Muhlis Bey'dir, Bkz. Ahmet Günaydın, Haşan Kök, Mustafa GÖğer, Ahmet Şeref Ceran, "Atatürk ve Okullarımız-Atatürk Konya Okullarında", Konya 1988, s. 13; Yine Mustafa Kemal'in 20 Maıt 1923 tarihinde zaferden sonra gelişinde de kar­ şılayıcılar arasındadır. Ayrıca Vilayet-i Umumî Meclis Salonu'nda gece verilen ziyafette bir konuşma yapmıştır. Bkz. Mehmet Önder, Delibaş Hadisesi, Konya, s. 323. 17 "Atatürk’ü karşılayan Konya Sanayi Mektebi Bandosu'ııun başında bandonun şefi ve Musiki Muallimi, saray usulü üniforma giyen İstanbul Reniz Bandosunda görev yapmış besteleri bulunan Ali Baha'dır." Günaydın, Kök, Göğer Ceran a.g.e., s. 2-3. 152 OSMAN AKANDPRE

Iini ve hatırını sorar. Ali Baba Atatürk'ün elini öpmek ister. Ancak Atatürk bu yaşlı hocaya saygısından dolayı elini öptürtmez. Ali Baha'da bu defa elindeki tempo değneğini sol eline alır ve sağ elindeki kalpağıyla selamlar.

Atatürk önce Dar'iilmuallimat (Kız Öğretmen Okulu)'ı teftiş eder. Okul Müdürü Zehra Hanım'ın hatırını sorduktan sonra sırasıyla diğer İda­ recilerin, öğretmenlerin ve talebelerin hatırını sorar. Onlar da "Teşekkür ederiz Paşa Hazretleri" diye cevap verirler. 18

Dar’ülnıuallimat’ın teftişinden sonra Atatürk, yol güzergahı üzerinde sağlı ve sollu bir şekilde sıralanmış bulunan Leyl-i İdadi (yatılı lise) As­ keri Rüştiye (ortaokul) talebeleriyle İlmiye Medresesi, Dar'iilirfan, İntibah gibi özel okulların talebelerini ve Dariilmuallimin ile Dar'ülmuallimat ve diğer kız okullarının talebelerini selâmlamış, talebelerde Atatürk'e coş­ kulu bir şekilde tezahüratta bulunmuşlardır. 19

Daha sonra Mustafa Kemal Paşa, bugün Atatürk Müzesi olarak kul­ lanılan KonyalIların kendisine hediye ettikleri köşke gitmiştir. Bu arada kız ve erkek okullarının geçit töreni devam etmektedir, Atatürk daha sonra köşkün balkonuna çıkar. Halkın büyük tezahüratı ve Sanayi Mektebi Ban- dosu’ııun coşkulu nağmeleri etrafı çınlatmaktadır. Sanayi Mektebi Ban­ dosu İzmir Marşı'nı çalarak Atatürk'ün önünden geçer. Bando şefi Ali Baba hürmetle Atatürk'ü selamlar, O'da onlar geçene kadar bandoya resmi selâmla karşılık verir. 20

Atatürk ve beraberindekiler daha sonra o tarihte Konya'da bulunan

18 Emekli bir öğretmen olan ve o giinleıi yaşayan İhsan Eke'nin anlattığı bu hadiseler için bkz. Günaydın, Kök, Göğer, Cefan, a.g.e., s. 2, 19 a.g.e., s. 4. 20 Babalık, 4 Ağustos 1336 (1920), S. 528.; "Bandonun arkasında ufak bir asker ve polis müf­ rezesi ve onu takiben öğrenciler (bilhassa sanal okulu öğrencileri) muntazam adımlarla takip et­ mesinden sonra, Dcrgah'm Neyzen ve K ti d ii Dizenlerinden müteşekkil Musiki takımı,.. Bando'nun sert, yüksek ve gürültülü sesi yanıtında, bu ses gaip kulakları dinlendirici ruhları okşayıcı Mevlevi kis­ veleriyle, ekseriya siyah renk hakimiyeti altında ağır ağır ve küdüm tempolarına uydurulan adımların hareketleriyle geçerken insana ayrıca lâhufî bir zevk veriyordu" demektedir, Cancr Arabacı, Milli Mü­ cadelemle Konya Öğretmenleri, (Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1993, s, 36, ATATÜRK'ÜN KONYA'YI ZİYARETLERİ 153

Şeyh Sunisi'yi ziyaret ederek memleket meselelerini görüşmüş 2İ bi- laharede Mevlâna Dergâhı'nı ziyaret etmiş ve öğle namazım da Sultan Selim Camii'nde kılmıştır. Atatürk, cepheden gelen çok sayıda yaralı ve hastalarının tedavi gördükleri Gııreba Hastanesi (bugünkü Devlet Has­ talı anes i) ile Amerikan Hastahanesini ziyaret etmiş ve burada bulunan ya­ ralı ve hasta asker ve subaylara acil şifalar dilemiştir. 21 22 Bu arada Dar'ülmuallimin ziyaret edilmiştir.

Daha sonra Hükümet Konağı'na gelen Mustafa Kemal Paşa, burada bir kısım ahali ve özellikle şehrin eşrafı ile sohbet eder. Burada yapılan gö­ rüşmelerde özellikle I. Konya Hadisesi esnasında tutuklanan ve bir süre Önce de Örfî İdare Mahkemesi'nce mahkum edilenlerin af edilmesi konusu Mustafa Kemal Paşa'dan rica edilmiştir. Özellikle Müdafa-i Hukuk Ce­ miyeti Konya Heyet-i Merkeziycsi başkanı Sivaslı Ali Kemâli Bey, bu tu- tukluların af edilmelerini Mustafa Kemal'den istemişti. Ali Kemâli Bey'e göre bunlar "ne yaptığını bilmez, cahil ve masum insanlar"dır. Bu nedenle Atatürk'le yaptığı görüşmede aralarında şöyle bir konuşma geçer:

"Mustafa Kemal Paşa - Hocam, hizmetinizi takdir ediyorum. El birliği ile bu vatanı kurtaracağız.

21 ve Cezayir’de yayılan Stınİsî Tcşkilalı'nın başkanı Şeyh Ahmet es Şerif es Sunisî, I. Dünya Savaşı ile birlikte i i ân edilen "Cihad" desteklemek üzere Sultan Mehmet Reşad'm davetiyle Osmanlı Devletine gelmiştir. Değişik vilayetleri gezen şeyh Sunisî 12 Temmuz 1920 tarihînde Konya’ya gelir. Kendisini istasyonda vali, müftü, hükümet, erkânı ulema ve kalabalık bir halk top­ luluğu karşılar. Karşılayanlarla birlikte memleket eşrafının davet edildiği dini merasim Sultanî'dc ya­ pılır. Bkz. Avanos, a.g.e., s. 37. 22 Selçuk Es, bu konu ile ilgili şöyle bir hatırasını anlatır; "Bir Cuma günü, bu günkü Şeker Fab- rikası'nın Kuzey güııdoğu dolaylarında öğleden sonra futbol maçı izlemeye gitmiştik. Saha kenarında otururken uzaklan siyah bir duman peydalı oldu, yaklaşmaya başladı. Tren geliyordu. Hem de Afyon Cephesi'nden geliyor. Acaba ne var diye merakla koşa koşa İstasyona geldik. Tren bizi geçitle geç­ mişti. Bütün kırk kişilik eşya nakline mahsus vagonlardı. İstasyona geldik, aman Allahını, yürekler acısı, bağıran, kıvranan yaralılarla dolu... İlk tedavileri yapılıp cephe gerisine gönderilen ya­ ralılarımız... İstasyon meydanında yük arabaları, körük arabaları ve hasta nakil vasıtaları toplanmış, sivil-asker herkesin elinde teskereler, vagonlardan kimi ölmüş, kimi komada, kimisi de yaranın ıs­ tırabından feryat eden yaralılarımızı ihtimamla İndiriyor ve arabalara taşıyorlardı. Arada bazı kolu, ayağı kopmuş ağır yaralılar, etrafındakilerden rastgeldiklerine vasiyette bulunuyorlar "Hemşehrim... köylüyüm. Bacağımı cephede bıraktım, vatan uğruna feda olsun. Pek iflah olacağımı zannetmem. Bir haber ulaştır, beri haslahanclerdc arasınlar" diyordu. Arabacı, a.g.e., s. 13. Konya, Milli Mücadele döneminde cephe gerisindeki yaralı ve hastaların tedavi merkezi olarak da önemli bir görev görmektedir. Nitekim o günlerde Konya'da faal olarak hizmet veren hastahaneler şun­ lardı: "Bugünkü Kız Lisesi binası. Merkez Komutanlığı ve Askerlik Şubelerinin bulunduğu binalar, Meram'daki Çelebi Konağı, yaralı sayısı fazlalaşınca Park Siııcması'nm karşısındaki ev, bugünkü Yeni Sinema’nın giin batısındaki Ceylân î Bey'e ait ev. Doktor Dad tarafından işletilen Amerikan Has- lahanesi ve başta Guraba Hastalıanesî (bugünkü Devlet Hastahanesi). Bu aıılalıınlar için bkz. Arabacı, a.g.e., s. 13. i 54 OSMAN AKANDERE

Ali Kemâli Bey — İnşallah Paşam, Sağolunuz. Millet Sizinle be­ raberdir. Yalnız bir maruzatım var. Bir kaç ay evvel küçük bir hadisede mahkum olmuş, ne yaptığım bilmez, cahil ve masum kişiler var. Bunları affetsen iyi olur." 23

Mustafa Kemal Paşa'nın "bunların tekrar bir gaile çıkarmaları en­ dişesine" karşı Ali Kemâli Bey teminat verir. Bu talepler üzerine Mustafa Kemal Paşa konuyu Vali ve Kolordu Kumandanı Fahreddin Bey'le gö­ rüşür. Her ikisinin de taraftar olması ve özellikle Fahreddin Bey'in "mah­ kumların affı hakkımzdaki hürmet, övgü ve bağlılığı artırmak için bir ve­ sile olacaktır. Yalnız idare mekanizmasının daha iyi işlemesi gerekmektedir," sözleri üzerine Mustafa Kemal Paşa ikna olmuştu.

Vali ve Kumandanın affa taraftar olması ve şehir halkının ısrarlı ta­ lepleri üzerine Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1920'de Örfi İdare Mah­ kemesince çeşitil cezalara çarptırılanların af edilmesi için Büyük Millet Meclisi Reis-i sanisi Celâlettin Arif Bey’e bir telgraf gönderdi. Mustafa Kemal Paşa'nın gönderdiği bu takrir, Büyük Millet Meclisi'nin 7 Ağustos 1920 günlü birleşiminde okundu. Telgrafın metni şöyledİr:

"Büyük Millet Meclisi Reis-i Sanisi Celâlettin Arif Bey'e 4 Ağustos 1336 Konya'nın vaziyetini şayan-ı memnuniyet buldum. Ahali tenvir edil­ miştir. Bedhahın ikaatına aldananlar hatalarını anlayarak tashih-i ahlâka başlamıştır. Konya vak'asından sabıkan olup heyet-i hükümiyeleri biecli tetkik, Heyet-i Alilerine takdim edilmiş olanların affı ile bu esnada iğ­ birarında izalesini muvaffık bulunuyorum. Vali Beyefendi de bu babta hemfikirdir. Cumartesi içtima-ı umumi yapılacağını biliyorum. Sırf bu mesele hakkında karar vermek üzere yarın içtima ve karar-ı affı rüfekamla

23 Önder, Delibaş Hadisesi, s, 91-92. Mustafa Kemal Paşa, Konya'ya yaptığı ilk ziyarette ta­ nıdığı Sivash Ali Kemali Bey hakkında dönüşünde Refet Bey'e şunları söylemiştir: "O Ali Kemalî Efcndi'yi anlatmak istediğin daha başka meziyetlerle de buldum. Eğer lıer vilayet, sancak ve kazada bir emsali bulunabilirse, istiklal ve medeniyet yolunda erişemiyeceğiıniz yer yoktur. Öyle bir adam ki, karşısındakinin düşünse bile söylemeye cesaret edemeyeceğinin doğru ve haklı olduğuna kani ise tat­ bik ediyor. Bana ordu ihtiyaçlarının cari ve alışılmış şekilde temin edilemiyceeğini, hususî tedbirler şart okluğunu söyledi, Konya'da bir Muavenet-i Milliye teşkilatı kurulmuş ki, her yerde aynt ruh ve muvaffakiyetle mümkün olabilirse, orduyu nice mahrumiyetlerden kurtarabilir, zaferin teminatına sahip olabiliriz." Kııtııy, a.g.e., s. 86, ATATÜRK'ÜN KONYA’Yf.ZİYARETLERİ 155 bu muhiddcn çıkmadan evvel tebliğ buyurmalarım vükelay-ı kiramla Mil­ let Meclisinden suret-i mahsusada rica ederim, Mustafa Kemal" 24

Mustafa Kemal Paşa'nın bu telgrafı ile toplanan Büyük Millet Meclisi, Konya Mebuslarının gayretleri ile "Konya Hadİsesi'nde tutuklananların affı" konulu takriri gülüşür ve 5 Ağustos 1920'de çoğunlukla kabul eder,

3 Ağustos 1920'de oldukça yoğun geçen bu temaslardan sonra Mustafa Kemal Paşa kendisine tahsis edilen köşke çekilir,

4 Ağustos sabahı Atatürk ve beraberindekiler Gureba Hastahanesi'ni ve Mekteb-i Sultani'yi ziyaret ederler, Sultani'yi yani liseyi ziyareti esnasında o yıllarda Konya Sultanisi'nin son sınıfında okuyan ve okulun en çalışkan talebesi olan eski başbakanlardan Sadi Irmak, bu ziyaretle İlgili anılarını şöyle anlatıyor :

"Durgun, sakin, ışıklı bir yaz günüydü. Hava ümitsizlikler ve iç ayak­ lanmaların verdiği derin çalkantıyla dolup taşıyordu. Atatürk'ün Konya'ya geldiği ve okulumuzu ziyaret edeceği söylendi. İdealizmi daima ger­ çekçiliğiyle birlikte yürüten Mustafa Kemal Paşa, Konya'ya bir Ka­ radenizli taburun refakatinde gelmişti. Okulumuzun tedbirli müdürü o za­ manın adetince bir karşılama konuşmasını rahmetli Edebiyat öğretmeni emekli Haşan Rtişdi Efendi'ye hazırlatarak onu okumak için okul birincisi olan beni görevlendirmişti. Konuşma metni bana son dakikalarda ve­ rilmişti,.. Atatürk gelince bizi kendisini karşılamak için cümle kapısının önüne diktiler. Ata'nm kapıya doğru yürüdüğünü görür görmez hocamın hazırladığı demeci söylemeğe başladım. İlk cümleleri dikkat, sevgi ve gü­ lümseme ile izledi. Fakat "tarih seni Fatihler, Yavuzlar ve Kanuni'lerin ya­ nına koyacak" ibaresine gelince, mavi kıvılcımlar saçan bakışlarının çe­ kildiğini ve biraz da acılaştığını hemen farkettim. Bu cümlede her şeyin onu üzdüğünü anlamıştım. Ama İş işten geçmişti. Konuşmanın geri kalan kısmını isteksiz mırıldandım. Zaten o da konuşmamı dinlemiyordu. Derken bir yerde konuşmamı kesti ve bize hitaben bir konuşma yaptı.

24 Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, u. İli. s. 96. î 56 OSMAN AICANDERE

Hafif sevimli bir Rumeli şivesi ile konuşuyordu. Olağan üstii tatlı bir sesi vardı, "Gençler" diye söze başladı. Bu gün hala hiç bir kelimesini unut­ madığım bu konuşmasında şu cümle yer almıştı: "Sizi bu millet ye­ tiştiriyor, göreviniz büyük hizmetlere hazırlanarak bu göreve layık ol­ maktır,"

Sonradan haber aldığıma göre O akşam valinin yemeğinde, benim ko­ nuşmama değinerek "gençleri, padişahcı ve halifeci olarak değil milliyetçi olarak yetiştirmeli" demiş." 25

Okulun Felsefe ve Edebiyat öğretmeni ve aynı zamanda halk arasında "kel şair" olarak bilinen Haşan Riişdii Bey, Mustafa Kemal Paşa'ya yaz­ dığı "Destan" isimli şiiri okumuştur. 26

Aynı gün yani 4 Ağustos 1920 günü öğleden sonrası Mustafa Kemal Paşa, Hükümet alanında toplanan binlerce Konya'hya hitabetti. Büyük bir dikkatel dinlenen ve sık sık alkışlanılarak tezahüratta bulunulan ko­ nuşmasında iç ve dış düşmanların açık ve gizli düşünceleri hakkında et­ raflıca bilgi verdi. Bu konuşmasının bir yerinde; "Milli amaçlara ihanet eden bedbahtlar, yine milletin iradesiyle cezalarını bulacak, hatalarını an­ layacaklardır. Millet, Kuvâ-yi Milliye ile hemfikirdir" diyerek halkımıza olan güveni dile getirmiştir. 27

Konuşmanın ardından Antalya Mebusu Rasih (Kaplan) Bey, Milli bir­ lik ve beraberliğin bozulmaması, ordumuzun galip ve muzaffer olması, memleketimizin kurtulması için dua etti.

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler 5 Ağustos 1920 günü şe­ hirden yani Konya'dan ayrıldılar, 6 Ağustos 1920 günü Akşehir'e geldiler. Akşehir halkı Paşa'ya ve beraberindeki!ere büyük sevgi gösterilerinde bu­ lundu. Mustafa Kemal Paşa buradan Konya halkına bir teşekkür telgrafı gönderdi. Telgraf Metni şöyledİr:

25 Sadi İrmak, Atatürk'ten Anılar, Ankara, 1982, s. 46. 26 Caııer. ıı.g.c.. s. 6. 27 Aluliirk Konya'da, s. 15. ATATÜRK'ÜN KONYA’YI ZİYARETLERİ i 57

"Konya'nın muhterem memurları ve ahalisinin hakkımızda ibraz et­ ti k 1 eri-Mi hm an-ı Müvâzi (misafirperverlik) bizi pek ziyade mütehassıs et­ miştir, Vilayetin hududunda pek tatlı hissiyat ile veda ederken te- şekküratmıızı takdim eder, bütün umuma iblâğını rica ederiz." 28

Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekilerin ayrılmasından sonra Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa'da 10 Ağustos 1920 tarihinde Konya’ya gelmişti, BÖylece 1. Konya Hadisesİ'nin yarattığı her türlü sı­ kıntılar ortadan kalkmış, şehir huzur ve sükûnete kavuşmuştu.

Sonuç

Büyük Atatürk Konya'ya ve Konya halkına karşı her zaman sevgi ve muhabbet duyguları beslemiş ve Konya'ya sık sık ziyaretler yapmak su­ retiyle de bunu göstermiştir, Konya'da Büyük Atatürk'ün emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne ve onun ilke ve prensiplerine sadık kalarak ve kal­ mayı sürdürerek ona olan sevgi ve bağlılıklarını İfade etmiştir.

28 Öğüt, 8 Ağustos 1336 (1920), S, 429.

ATATÜRK DÖNEMİ MİLLİ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI İSTİHBARAT RAPORLARINDA HATAY MESELESİ

Dr. HAMÎT PEHLİVANLI *

GİRİŞ

Milletlerarası ilişkilerin bir dışarıya akseden açık tarafı, bîr de gö­ zükmeyen sütre gerisi vardır. Sütre gerisini dışişleri yetkilileri, çok az sa­ yıda bir kısım devlet görevlileri ve bir de gizli servis elemanları bi­ lebilirler. Hatta hadiselerin olgunlaşmasını, yön değiştirmesini taraf ülkelerin kendi arzuları doğrultusunda gelişmelerini sağlamada en büyük pay sahiplerinin başında istihbarat teşkilâtları gelmektedir. Bu kuruluşlar olaylar hakkında en doğru bilgileri, ulaşılması güç bilgileri toplar ve yet­ kililere ulaştırır. Onlardan aldıkları talimatlar çerçevesinde olayları yön­ lendirir. Bunun için de propaganda yaparlar, her türlü yolu deneyerek ha­ diseleri kendi inisiyatiflerine almaya gayret ederler. Karşı ülkenin yanlış politikalar oluşturmasına, stratejiler tesbitine katkıda bulunacak yeni ha­ berler, eksik bilgiler yaymak suretiyle kendi amaçlarına hizmet ederler. İkinci Dünya Harbi yıllarında klasik istihbarat anlayışında büyük Ölçüde değişimler göze çarpmaktadır. Top yekûn harp kavramına bağlı olarak top yekûn casusluk anlayışı da ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre sadece askerî istihbarat ile yetin il memeli, her alanda bilgi toplanılmahdır. Bu ba­ kımdan Birinci Dünya Harbinde orta seviyede bulunan istihbarat servisinin yerini İkinci Dünya Harbİ'nde muazzam işler gören servisler aldı. Bu stra­ tejiyi ilk defa ve başarı ile uygulayanlar ise Almanlar oldu. Naziler top yekûn casusluk prensiplerine göre çalıştılar ve büyük ölçüde de başarılı oldular. Bu yeni anlayışa göre bir memleketin başında bulunanlar mu- hasımların askerî ve diğer her türlü, kuvvetini öğrenebilin el i ve onların mukavemet derecelerini hesaplayabilmelidirler. 1 Bu kadar karmaşık ve ciddi bir iş olan İstihbaratın önemini de Napolyan "Bir casus yerinde ve zamanında cephedeki binlerce askere denktir." diyerek veciz bir şekilde açıklamıştır. " *12

:i: Yrd.Doç.Dr. Kırıkkale Ün. Fen. Edb. Fak. Yakınçağ ABD. 1 Curt Rîess, Topyekün Casusluk (çev.Bedia Avunduk Arda). Ankara 1958, s.1 -2 2 Feridun Akkor, Casuslar Çarpışıyor, Ank. 1966, s.5 160 HA1V1İT PLHlJVANLI

İşte Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren devleti yönetenler de dün­ yada meydana gelen bu ve benzeri gelişmelere bîgâııe kalmamışlardır. Osmanlıdan kalan ve İstiklâl Harbi yıllarında bir takım düzenlemelerle oluşturulan İstihbarat kuruluşlarımız fonksiyonların icra ettikten sonra or­ tadan kaldırılmışlardır. Bu istihbarat teşkilâtının gereksizliği veya bir daha kurulmayacağı manasında değildir. Nitekim bunun böyle olmadığı çok kısa bir süre sonra anlaşılacaktır. Zira 5 Ocak 1927'de Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtı Ankara'da kurulmuştur. Yukarıda bahsettiğimiz yeni istihbarat anlayışının teorisyenlerinden ve uygulayıcılarından olan Alman Walter Nikolai bu teşkilâtın kurucularından ve eğiticilerinden d İr, Bu da bize yeni teşkilâtın temellerinin ve stratejilerinin en ileri seviyelerde be­ lirlendiğinin ip uçlarını vermektedir.

Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtının Türkiye'nin içerde ve dışarda birçok meselesiyle uğraşmış olduğu muhakkaktır. Bizim burada üzerinde duracağımız mesele Misak-i Millî sınırları İçerisinde olmasına rağmen çe­ şitli sebeplerden sınırlarımız dışında kalan Hatay meselesidir. Bu mesele 1936 yılından itibaren Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin havasına hakim olmuş ve üç yıl sonra bir çözüme ulaşana kadar zaman, zaman bir buhrana yol açabilecek bir hüviyet kazanma eğilimi dahi göstermiştir. 3 Misak-ı Milli sınırlar içinde bulunan Hatay'ın bu sınırlar dışında sürekli kalmasına mani olmak için her şeye başvuruluyordu. Bu bakımdan MAH Adana Bölge Başkanlığı 4 devamlı Suriye ve Hatay'dan bilgiler topluyor, Ankara'ya ulaştırıyor ve yeni stratejiler üretilmesine yardımcı oluyordu. Türkiye, Fransa ve dolayısıyla Suriye tehdidini her hakükârda bertaraf et­ meyi düşünüyordu. 5 Ancak biz burada ne bu meselenin uluslararası iliş­ kiler çerçevesinde Türkiye'nin dış politikasındaki yerini ortaya koyacağız ne de Hatay tarihini yazmaya çalışacağız. Bizim burada maksadımız Hatay meselesinin uluslararası ilişkiler boyutunu veya tarihini yazmak olan araştırmacılara işin perde arkasına uzanan, olayları yakından takip

3 Türkiye Dış Politikli sııı da 50 Yıl, M o titren x ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939), Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ankara 1973, s. 157. 4 "...A danadaki MAH Teşkilatı Sorumlosu Mahcup Bey’dir. "Tayfur Sökmen, Hatay'ın Kur­ tuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ank. 1978. s.96 5 Dr. Abdıırrahmaıı Melek'in anlattıklarından Türk Gizli servisinin kurulduğu ilk yıllardan iti­ baren Hatay ile ilgilendiği anlaşılmaktadır. Melek," Adaııa'daki arkadaşlarını vasıtasıyla bir zat ile ta­ nıştım. Bu zat oradaki Milli Emniyet Teşekkülünün davamızla meşgul olması hususunu (emitı etti" demektedir. Abdıırrahmaıı Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, Ankara 1086. s. 10.15. ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 161 ederek karar alıcılara ulaştıran İstihbaratçıların topladıkları bilgileri içeren istihbarat raporlarını sunarak katkıda bulunmaktır. Tehditleri herkesten önce algılayan ve bunları yetkililere vaktinde ulaştıran gizli servisin sun­ duğu bu raporlar oldukça önemlidir. Bu bilgilerin mevsuk olanları ola­ bileceği gibi, eksik ve yanlış olanları da söz konusudur. Ancak her İkisi de önemlidir. Çünkü doğru olanlar ilgililer tarafından değerlendirilerek yerini bulmuştur. Mevsuk olmayanlarda teşkilâtın çalışmasını, bazı olayları at­ lamasını ortaya koymak bakımından önemlidir. Bundan da başka türlü dersler almak mümkündür.

Elimizdeki malzeme, 1936-1939 yılları arasında Millî Emniyet Hiz- metleri'nin Genelkurmay Başkanlığına Hatay (Sancak) meselesi ile ala­ kalı olarak sunduğu uzun veya kısa 70 kadar belgedir. Elbetteki teşkilâtın sunduğu raporun tamamı bu kadar değildir. MİT arşivinde de muhtemelen daha çok belge olabileceğini tahmin ediyorum. Ancak bir makale çer­ çevesinde bu kadar belgeyi yeterli sayıyorum. Ayrıca karar alma me­ kanizmden sadece bu raporlarla da yetinmemişlerdir. Sadece ATAŞE Ar­ şivi II.Dünya Harbi kolleksiyonuna bile bir göz atılırsa bunu görmek mümkündür. Aynı konuda Halep, Beyrut konsoloslarının (Yani Dışişleri yetkililerinin) verdikleri raporlar, Emniyet-ı Umumîye'nin temin ettiği bil­ giler, Askerî İstihbaratın ve Hatay'a yakın vilayetlerdeki mülkî amirlerin verdikleri (bilhassa An tep Valiliğinin) bilgiler de önemlidir. Yetkililer bütün bu kaynaklardan akan bilgileri muhakkak ki değerlendirmişlerdir. Filmin karelerini bu bilgiler sayesinde tamamlayarak meseleyi ortaya koy­ muşlar ve buna göre çözüm üretmişlerdir.

İstihbarat raporlarındaki bilgilerin değerlendirilmesine geçmeden Önce Sancak (Hatay) meselesinin ortaya çıkışını kısaca izah etmek ge­ rekmektedir.

Osmanlı Devlerinin Birinci Dünya Harbi'nden yenik çıkması ve im­ zalanan Mondros Mütarekesi Misak-ı Millî sınırları içinde olan bazı top­ raklarımızın kontrolümüz dışında kalmasına yol açmıştır. Kurtuluş Sa­ vaşı yıllarında Fransa ile yapılan Ankara İtilâfmımesinde de (20 Ekim 162 HAM.İT PEHLİVANLI

1921) Hatay bölgesi sınırlarımız dışında bırakılmıştır. 6 Millî Mü­ cadelenin kesin bir sonuca ulaşmadığı bir sırada Fransa ile savaşı sona er­ diren bir anlaşma yapılırken bölgenin anavatandan ayrı kalmasını kabul etmek mecburiyeti bası! olmuştu. 7 8 Ancak bu sözleşmeye Sancak'taki Türk unsurunun menfaatlerini koruyacak ve bu bölgeye muhtariyet ve­ rilmesi için gerekli yolu hazırlayacak hükümler koydurulmuşlu. An­ laşmanın 7 nci maddesine göre İskenderun Sancak'ma özel bir idare şekli tanınmış, Türk unsurunun millî kültürünün korunması ve gelişmesi için her türlü kolaylıktan faydalanacakları ve Türk lisanının orada resmî ma­ hiyeti haiz olacağı da açıkça belirtilmişti.

Yine 30 Mayıs 1926’ckt Fransa ile imzalanan dostluk ve iyi komşuluk sözleşmesi ile Sancak için Ön görülen özel yönetim teyit edilmiş. Türkiye. Suriye sınırı da kesin olarak 3 Şubat 1930'da yapılan protokolle be­ lirlenmiştir, 9

Fransa, Suriye'nin idaresinde zorluklar çekmiş ve fedakârlıklar yapmak mecburiyeti hasıl olmuştur. Ancak Avrupa’daki siyasî durumun ağır bu­ nalımlara doğru kayması karşısında Fransa, Suriye ve Lübnan ile mü­ nasebetlerini düzenleme yoluna gitmiş 1936’nm 9 Eylül'ünde Suriye'ye ve Kasım 1936'da da Lübnan'a bağımsızlık vermişti. Suriye ile yapılan an­ laşmalarda sancak ile ilgili herhangi bir hüküm yoktu. Yani Fransa, Su­ riye'den çekilirken Sancak üzerindeki hak ve vecibelerini de bu ülkeye devretmekteydi. 10 Bu durumda Sancak'taki Türkler azınlık durumuna

6 İsmail Soysal. Türkiye'nin Siyasal Andlaşmııkın (1920-1945), l.Cilt. Ankara 1983, S.53J; Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Olaylarla Tiirk Dış Politikası, (1919-1973), I.eiît, Arık. 1982, s. 133 7 Sarınay AAM.D.C.Xll, Say t: 34 s ,53; Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl, Montreus ve Savuş Öncesi Yılları (1935-1939), Ankara 1973, s. 157 İst. 1972. s.242, 243; Türkiye Dış Politikasında 50 Yd, Montreus ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939), Ankara 1973, s. 157 8 Reşat Sagııy, XIX ve XX, Yüzyıllarda Biiyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Mil­ letlerarası Önemli Meseleler; T.C. İş Bankası Yay., İst. 1972, s.242, 243; Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl - Montreııs. ve Savaş Öncesi Yılları -1935-1939,s. 157, Daha önce 25 Nisan 1920 tarihli Sam Renıo Anlaşması iie de Suriye’nin mandası Fransa'ya verilmişti. Fransa tarafından 27 Kasım 1918'dc merkezi Beyrut'a bulunan Fransız Yüksek Komiserliği tarafından yayınlanan bir kararname ile yö­ netim şekli ve kuralları Beyrut'taki Yüksek Komiserlikçe tespit edilecek olan Sancak; idari merkezi İs­ kenderun olmak üzere Antakya, İdarim (Reyhaniyc) ve Belen kıyılarından müteşekkil olacaktır. Sa- rıııay, a.g.m. s.5 9 Sarııuıy, ıı.g.nı. s.6 10 Şagay, a,g.e. s.243, Sarınay, ıı.g.nı. s. 10; Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl-Montreux ve Savaş Öncesi YJlları (1935-1939), s. 159; Mehmet Gönliihol-Ct’in Sar. Olaylarla Tiirk Dış Po­ litikası. I.Cih (1919-1973), Ankara 1973. s,133 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 163 düşmüş oluyorlardı. Nitekim daha anlaşma imzalanır imzalanmaz Suriye heyeti ülkelerine döneken İstanbul'da verdikleri demeçlerde Sancak Türk­ lerinden azınlık olarak söz etmişlerdir. 11 Suriyelilerin bu tavrı Türk ba­ sınında ve resmi çevrelerde haklı olarak endişe ile karşılanmış ve tepkiye sebep olmuştur. i2* Milletler Cemiyeti'niıı 26 Eylül 1936 tarihli top­ lantısında da Fransa'nın uzlaşmaz tavırları yüzünden bir sonuç alı­ namamıştır. Bunun üzerine Türkiye 9 Ekim 1936’da Fransa'ya bir nota vermiştir. Bu nota da Suriye'ye olduğu gibi İskenderun Sancağına da ba­ ğımsızlık verilmesi isteniyordu. Fransa bu notaya daha cevap vermeden Atatürk 1 Kasım 1936'da Büyük Millet Meclisi’nin açılış nutkun da "Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başka büyük mesele,-hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz" diyordu. Ancak Fransa bu notaya 10 Kasım 1936'da cevap vermiştir, Fransa notasında manda antlaşmasının 1 ve 4 maddeleri gereğince Sancak'a bağımsızlık ve­ rildiği takdirde bunun Suriye'yi parçalamak anlamına geleceğini, do­ layısıyla buna yetkisinin olmadığını bildirmiştir. 13

Karşılıklı notalardan bir netice alınamayacağını anlayan Fransa me­ selenin çözümünü Birleşmiş Milletler'e bırakmayı teklif etmiş, Tür­ kiye'de bunu Fransız Hâriciyesine verdiği 9 Aralık 1936 tarihli nota ile ka­ bullenmiştir. 14 Türkiye Hatay meselesinin peşini bırakmaya niyetli olmamakla beraber, çözümün silahlı olmamasına da dikkat etmiştir. 15

Sancak’ın Suriye'ye bırakılması üzerine 1936 yılının sonlarına doğru krize dönmeye başlayan Sancak Meselesi Türkiye'nin gündemini işgal et­ meye başlamıştır. Başından beri Misak-ı Millî sınırları içinde kabul edi­ len ancak zaruretler yüzünden zaman içinde çözülmeye bırakılan bu me­ selenin çözülmesinin zamanın geldiğine karar veren Türk yetkililer, her türlü yola başvurmaya başlamışlardır. Uluslararası konjektörün bu me-

l i Sarınay. a.g.m,. s.J 0-11 12 Sagay, a.g.e. s. 243.. Sarııuıy, s.l ! 13 Sagay. a.g.c, s. 243, Sarınay s.12. 14 Türkiye Dış l’eli(ikasınd-.ı 50 yıl, s. 16? 15 Sarıııııy. a.g.m. s. 13, Sagay. a.g.c, s.247: GÖnlîİbokSar a.g.c: s,! 3S-134 164 HAMİT PEHLİVANLI selenin Türkiye lehine çözümüne yardım edeceği kanaatine varan Atatürk ve arkadaşları Hatay meselesini Türkiye gündeminin ilk sıralarına otur­ tarak buna göre planlar hazırlamaya başlamışlardır.

Milletler Cemiyeti Konseyi 20 Ocak 1937'de toplanmıştı. Tiirkiye- Fransa görüşmelerine hazırlandığı raporla Sandler'de katılmıştı. Uzun müzakerelerden sonra 26 Ocak 1937'de Sancak konusunda bir anlaşmaya varılabilmişti. Bu anlaşmayla İskenderun ve Antakya iç işlerinde ba­ ğımsız, dış işlerinde Suriye'ye bağlı bir anayasa ile İdare edilen "ayrı bir varlık" olacaktı. Türkçe resmi dil olacaktı. Bu anlaşmanın uygulanması Sancak'ta oturan bir Fransız'a verilecekti. Yapılacak bir anlaşma ile Tür­ kiye ve Fransa S ancak'm toprak bütünlüğünü garanti altına alacaklardı. Buna rağmen olaylar durmamış yapılması gereken seçimler ya­ pılamamıştır. Yeniden başlayan görüşmeler sonunda 3 Temmuz 1938 de askeri bir anlaşma ve ek protokol yapılmıştı. Bu anlaşma sonucu 4 Tem­ muz 1938'de Türk askeri Sancak'a girmişti. Yine aynı gün Türk Dışişleri Bakam ve Fransız büyükelçisi arasında Ankara'da bir dostluk anlaşması parafe edildi. Bu anlaşma ile Ağustos 1938'de seçimlerin yapılması sağ­ lanmıştı. Bir yıl kadar bağımsız olarak kalan Hatay Devleti, meclisin 29 Haziran 1939'da yaptığı son toplantıda aldığı karar ile Anavatana ka­ tılmıştır. Böylece Türkiye ile Fransa arasında ciddi problemlere yol açan bir mesele kapanmıştır. Dolayısı ile bu mesele Suriye ile de kapanması gerekiyordu. Ancak günümüzdeki bazı faaliyetler ve İddialar Suriye açı­ sından bu meselenin kapanmadığını göstermektedir. 16

İşte bu meselenin çözümünde Milli Emniyet Hizmetleri Adana Bölge Başkanlığı fevkalade önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Bölgede her türlü siyasal, sosyal, ekonomik ve asayiş ile İlgili gelişmeleri çok yakından takip ederek Ankara'yı bilgilendirmiştir. Ankara'dan gelen talimatlar doğ­ rultusunda Hatay'da faaliyetlerde bulunmuşlar ve meseleyi Türkiye lehine

16 Arıııaoğlu. 20 yy Siyasi Tarihi 19M-!980, Ank. 1984, s.350-351 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 165

çözebilmek için ellerinden geleni diğer ilgililerle birlikte yapmışlardır. İşte 1936'Iarın sonundan başlayarak, Hatay'ın Türkiye'ye iltihak kararına kadar bölge ile ilgili sık sık araştırmalar yapmışlar, haber toplamışlar ve bunları istihbarat raporu haline getirdikten sonra Ankara'ya gön­ dermişlerdir. Meselenin muhtelif yönlerini, bazı olayların teferruatını, ay­ rıntısını bu raporlardan okuyucularımıza aktarmanın faydalı olacağını dü­ şünerek bu çalışmayı deneme mahiyetinde yapmaya çalışacağım.

I- SANCAK’TA (HATAY’DA) GENEL DURUM

MAH elemanları 1936 yılı sonlarına doğru Hatay'ın idari yapışım, ad- 1 iyesini, eğitimini, İktisadi ticari durumunu, sanayiini, arazinin ve­ rimliliğini ve sağlık politikalarını ilgilendiren bilgileri içeren bir rapor sun­ muşlardır, 9 Aralık 1936 tarihinde sunulan bu rapor geniş bilgi ve tahlilleri içeren uzunca bir rapordur. Hatay ile alakalı stratejiler tespit eder­ ken ilgililerin çok işine yarayacak tarihi ve o günkü bilgileri ihtiva eden derli toplu bilgiler olması bakımından önemlidir. Top yekun casusluk kav­ ramına uygun olarak ilgili ülkenin her türlü bilgilerini içeren bu raporlar çok önemlidir. Zira rapor Hatay'la ilgili politikalar tespit edilirken, böl­ genin imkânları, sosyal ve siyasal durumu, halkın seviyesi ile alakalı ger­ çek bilgiler, istatistikler ve bunlara dayalı tahminleri içermektedir. Hatay’la ilgili bu raporlarda verilen bilgiler şöyledir:

A. İDARÎ DURUM

Sancak'ta asayiş ve emniyet teşkilatının durumu şöyledir:

1. Suriye jandarması: "4 zabit, 200'er" den oluşmaktadır. 2. Her kazada istihbarat zabitleri emrinde milis müfrezeleri "Bu müf­ rezeler hudut emniyetini muhafaza için de kullanılmaktadır." 3. Polis: 36 Küser (komiser), 40 polis, 4. Asker: Antakya'da 3 bölük, tabur ve liva karargâhı, Kırıkhan'da 2 hafif süvari bölüğü, yine Kırıkhan ve Reyhaniye'de 2 şark hafif süvari bö- 166 HAMİT PEHLİVANLI lüğü, Bıı şark-ı karib ve milis kıtalarının efradı ekseriyetle alevî, pek azı Arap ve Ermenidir. 193l'deki bir resmi istatistike göre polisin % 55'i, milisin % 28'i, jan­ darmanın %62'si Türk'tür, 17

B. ADLİYE TEŞKİLÂTI

Her kazada bir sıılh hakimliği, İskenderun ve Antakya'da birer bidayet ve Antakya'da bir cinayet mahkemesi, muhtelit mahkeme Halep'tedir. Ad­ liye memurları, mübaşirlere kadar Şam'dan tayin edilirler. 18

C. MAARİF İN DURUMU

Manda idaresinden evvel Hatay'da gayri Türk unsurların hususi mek­ tepleri yoktu. Bunlarla daha çok misyonerler meşgul oldular. Hatay'da va­ tandaşlar araşma sokulan kültür farkı manda idaresiyle başlıyordu. Bu fark Tiirk maarifi aleyhine inkişaf ediyordu, 19

1935 senesinin istatistikine göre: 6-13 yaşlar arasında bütün Sancak'ta 39.656 çocuk vardır. Bunun 19.417'si kızdır. Sünnî, Türk ve Araplar ara­ sında yalnız 11.783 kişi okur-yazar, 45,610 çocuk ümmîdir, Ermeniler de 12,560 talebe okur-yazar, 9.696'sı ümmîdir, 1933’te bütün Sancak'ta (56) resmi erkek mektebi vardı. 9 da kız mektebi. Mektep Yekünii: 65, talebe yekûnu: 4945, muallim yekûnu: 102'dir. Türk mektebi 28, talebe adedi, 2177, Alevi Arap mektebi 18, Sünni Arap mektebi 2, Rum mektebi 4, Er­ meni kız mektebi, 4 yekûn 41 17 talebe ve 56 okul vardır. Netice, Türkçe konuşan Türkler için nüfus, "70.843"tür. 34 mektep ve talebe adedi, 2593'tür. Kürtçe ve Çerkesce okutan resmi veya hususi mektep yoktur. Er- meııilerin 2763 talebesi olan hususi 35 mektebi ve 481 talebelik resmi 5 mektepleri vardır. Bu hesaplara mahalle mektepleri dahil değildir.

17 ATAŞE Arşivi, H.Diinya Harbi kolleksiyoıuı, Dosya: 13, Belge No:6l İS ATAŞE Arşivi, II. Diiııya Harbi kolleksiyoıuı. Dosya: 13, Belge No:61 19 Musiki Fani Bilgili, Ililüıy Kilittir Huyıtlı, Aıılakytl 1939. s.21 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 167

Köylerdeki 29.689 tahsil çağındaki çocuklardan resmi ve gayri resmi iptidai mekteplere yalnız 3591 çocuk kayıtlıdır. Yani köyde %12 şe­ hirlerde ise %58 oranında tahsil yapılmaktadır. Türklerin ancak %12'si tahsil görmektedir. 20

16.000 çocuğun daha tahsil ettirilmesi icabetmcktedir, Antakya li­ sesinde 1935 istatistiğine nazaran Türkçe kısmında biri Ermeni olmak üzere 109 talebe vardır. Arapça kısınma 35 Rum, 5 Protestan, 26 Alevi, 2 Arap, Türkçe kısmında 8 Türk, I Çerkeş, 1 Kürt, 1 Fransız muallim bağ­ lıdır. Türk muallimlerden ikisi mültecidir.

Ecnebi mektepleri; Sancaktaki ecnebi mekteplere dair bir talimatname 20 Haziran 1924, bir diğeri 4 Mart 1931 tarihlidir. 1884'te Meydan-ı Ekbez'de tesis edilen Lazarıst Raçib Mektebi Kırıkhan’a nakledilmiştir. Bu nakil 7 teşri n-i evvel 1930'da yeni bir binaya taşınmak suretiyle sağ­ lanmıştır. Mektebin "Soğuksu" köyü civarında bir ziraat şubesi ve bahçesi vardır. 1912'de İskenderun'da tesis edilen Frer mektebi 100 talebe kay­ detmişti. Fransız istilasında mektep tevsi edilmiş, yarısı meccani olmak üzere talebesi 400’ü bulmuştur. 21 Yine İskenderun'da 1887'de tesis edilen "Sen .Tosef" mektebi, Antakya’da "Sen Josef Rahibeler Mektebi" ve "has- talıanesi" 22 Keseb'de 1896'da tesis edilen "Lepsİus Deutsche Orient" mis­ yonu mektebi bulunmaktadır. 23 İskenderun’da Peres Carmes İtalyan mek­ tebi 1860'dan beri bu havalidedir. Bu okullar Harb-i Umumide kapanmışlar, 1918'de yeniden açılmışlardı. 24 25

20 ATAŞE Arşivi, II. Diinya Harbi kolleksİyonu, Dosya: 13, Belge No:62 21 1939'larda Hatay'da en çok rağbet gören müessese bııdur. 388 talebesi vardır. Resmi lisenin ta­ lebe mevcudu bu sene bile bu miktarı aşamadı. Bilgili, a.g.c. s.24 22 Hastane 1932'de tamamlanmış ve bina sadece Antakya'nın değil bîitüıı Hatay'ın en muazzam binasıdır. Bilgili a.g.c, s.23 23 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 13, Belge No: 61 "Çalışkan Alman mis­ yoneri olan doktor Lepsîyes 1869’da (Jrfa'da yetimhane açmıştı. Vefatı üzerine bu daha önce Beyrut'a nakledilen yetimhane bu seferde 1930'da Keseb'e nakledildi. Ermeni çocukların eğitimi İle meş­ guldür." Bilgili, a.g.c, s.24 24 ATAŞE Arşivi, 1!. Dünya Harbî kolleksiyonıı, Dosya: 13, Belge No:63; Bilgili a.g.e. s.24-25 25 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı. Dosya: 13, Belge No:64; Süveydiye'de 1846,rda Antakya'da 1876’da birer şube açmıştır. Bu okullarda 1939'lu yıllarda 2000'clen fazla gayr-i Türk ta­ lebe vardır. Bilgili, a.g.c, s.25 168 H AMİT PEHLİVANLI

Siiveydİye'de İngiliz mektebinin tesis tarihi, 1874'tiir. Bu İngiliz mis­ yonu Antakya ve İskenderun'da da birer şube açmıştır ve en eski okuldur. 2:>

D. İKTİSADİ DURUM

Sancağın mesahası 470.000 hektar mezru arazi, 243.000 hektardır. Mahsulat: Arpa, buğday, darı vs. d ir. Amik Ovası ile İskenderun Arsuz arasındaki sahada, pirinç yetişir. Karasu, Leçe, Gavurdağı şark-ı = 140 hektardır. Varidat: 1900 kantar (1993) Yine 1933'te arpa 73.000 kantar, buğday 292.000 kantar mısır 65 kantar, yulaf, 85.000 kantar, darı 29.000 kantar mercimek 21.350 kantar, nohut 10.660 kantar, bakla 2660 kantar, tütün 1445 kantar, koza 250.000 kilodur 1929'da; 450.000 kilo üzüm, 1.250.000 çubuktur. 46.000 kental zeytin, 688.000 ağaçtır. 35.000 kental incir, 208.000 adet, badem 60.000, fıstık 3200, elma 95.000, armut 22.000, kayısı 99.000, dut, 90.000, şeftali 85.000, portakal 60.000, pamuk 220 kental.

Orman; 80.000 hektardır. 1933'te 5000 m3 çam, ıhlamur, meşe ve ceviz işlenmiştir. 10.000 ton odunda kömür olarak kullanılmıştır. 500 ton katran çıkarılmıştır. 2625

Hayvanat; 1933 senesinde yapılan bir istatisliğe göre Sancak'ta 4500 at, 550 katır, 7500 eşek, 287 deve, 40.000 öküz, 43.641 inek, 87.996 keçi vardır.

Balık; bütün Suriye ve Lübnan sahillerinde en çok balık çıkan yerler Sancak sahilleridir. Diğer cihetten Amİk gölünde yılan balığı avlanır. Her sene en aşağı 250.000 balık Trablus, Beyrut, Şam, Malta, Kıbrıs, Al­ manya ve bilhassa Hollanda'ya gönderilir. Fakat Sancak'ta balık avı gerek denizde ve gerek golde en iptidai vasıtalarla yapılır. Hükümetin ka­ yıtsızlığı bu hususta da göze çarpar. 27

25 ATAŞE Arşivi, 11. Diinya Harbî kolleksiyoını, Dosya: 13, Belge No:64; Siiveydiye'de 1846"da Antakya'da 1876’dıı birer şube açmıştır. Bu okullarda 1939'hı yıllarda 2000'den fazla gayr-i Türk ta­ lebe vardır. Bilgili, a.g.e. s.25 26 ATAŞE Arşivi. 11. Diinya Harbi kolleksiyoını, Dosya: 13, Belge No:64 27 ATAŞE Arşivi, H. Dünya Harbi kolleksiyoını. Dosya: 13, Belge No:31 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 169

E. LİMAN VE DİĞER İMTİYAZLI ŞİRKETLER

1910 senesinde 630.000 ton muamele olmuştu ki o tarihte Bey- rut'takİnden fazladır. 1925’te 88,000 tona düşmüştü. İskenderun limanı şirketi hesabına göre; 1930 senesinde 11 1.000 ton muamele yapılmıştır. Liman civarında Standard Oil Şirketi 4000 tonluk mazot depoları kur­ muştur. Mazot depolara hortumlarla nakledilir. Sancak dahilinde liman şirketinden başka imtiyazlı 3 şirket daha vardır.

Bunlar; İskenderun Elektrik Şirketi, B.A.N.P. şimendiifer şirketi, An­ takya Elektrik Şirketi. 28

F. MADENLER

Şimdiye kadar verilen 43 taharri ruhsatnamesinin çoğu geriye alın­ mıştır, Payas demir sahası 8 km. dİr. Amanoslarda krom, amyant, man­ ganez, bakır ve petrol olduğu tetkiklerden anlaşılmaktadır. Kızıl dağlarda da altın vardır.

G. SINAİ VAZİYET

Sancak'ta sanayi inkişaf edememiştir. Sancak'm en büyük sınai fa­ aliyeti Antakya sabunhanelerine inhisar eder. Bu da nihayet senede 3000 ton sabun imalinden ibarettir, Yine Antakya'da debbağcılık bir derece fa­ aliyettedir. Bunlar haricinde eski usûl'ün değirmenleri, kiremit ve tuğla harmanları, koza fırınları, birkaç rakı fabrikası, Kırıkhan'da bir tereyağ imalathanesi sayılabilir. Amik sazlarından (solomit) yapan Kırıkhan fab­ rikası ile İskenderun'daki konserve fabrikası kapanmıştır. Yanlız İs­ kenderun'da bir zeytinyağı tasfiyehanesi işlemektedir. El smaatı da An­ takya'da marangozluk, doğramacılık biraz mensucat, tarak, tahta kaşık ve baston gibi şeylere münhasır kalmıştır. Antakya kazası ile Reyhaniye nahiyesinin en büyük varidat melihalarından birini teşkil eden bahçecilik (yani meyvecilik ve sebzecilik) hükümetin yardımından fazla vergi, rüsum

28 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi koIleksiyonıı. Dosya: 13, Belge No:3l 170 HAMİT PEHLİVANLI ve nakliye resimleri pahalılığından dolayı himmet ve meşakkete mukabil, pek cüz'i kâr bırakmaktadır. Halbuki buralarda yetişen meyve, sebze 380.000 nüfuslu Halep'i beslemektedir. 13 u kadar yakın bir mahreci olan meyvecilik ve sebzecilik Sancak ekabirinin en ulak bir yardımına layık görülmemektedir. Dikkate şayandır ki, bu iki iş de daha ziyade Türk ve Çerkeş unsurunun elinde bulunuyor. 29

H. ARAZİ DURUMU:

Sancağı mütehassıslar 3 kısım araziye ayırmaktadırlar. Geniş orta ve ufak arazi. 100 hektardan aşağı olmayan ve bazen 700 hektara kadar varan geniş arazi Amik sahasında bulunur. Sahipleri ekseriyetle Türk'tür. Antik’te 470.000 hektar tahmin edilen arazinin 243.000 hektarı mezru ve sahipleri ekseriyetle Türk'tür. Orta arazi İskenderun, Arsuz, Karasu, Asi kenarlan, Kuzey dağları mıntıkalarında bulunur. Bu arazi parçaları beş hektarı geçmez. Yine sahipleri ekseriyetle Tiirkler ve birazda alevîlerdir. Ufak arazi Süveydiye, Arnanos etekleri ve Musa Dağı'dır. Musa Dağı’ndakiler Ermeniler elinde, Süveyd iyidekiler alevîlerde, Amo- ııostakiler Tiirklerdedir. Araziye tasarruf itibariyle Tiirkler, Sancak’ta bi­ rinci dereceyi haizdirler. 30

I. KADASTRO:

Sancak dahilinde kadastro 1925 yılında başlamış, 1933 senesi sonuna kadar 172.000 hektarlık 250 köyün ve 50.000 kişiye ait arazinin mu­ amelesi bitirilmiştir, 31 32

1 SAĞLIK İŞLERİ:

Sancak’ta sıhhat İşleri ihmal içindedir. Ne İskenderun, ne de Antakya hastahaneleri halkın İhtiyacını temin edecek beşeri teşkilâta maliktirler, Ahali tedavi için Halep doktorlarına ve hastahanelerine koşmaktadırlar. Amik'te fevkalâde lüzumuna rağmen ciddi bir malarya mücadelesi ya­ pılmamakta ve ekseriyeti Türk olan köylü arasında bu yüzden korkunç za­ yiat vuku bu intaktadır.

29 ATAŞE Arşivi, 11. DinıyaHarbi kolleksiyonıı. Dosya; 13. Belge No;32 30 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı. Dosya; 13, Belge No:33 31 ATAŞE Arşivi, İL DünyaHarbi kolleksiyonıı, Dosya: 13, Belge No;33 32 ATAŞE Arşivi. II DünyaHarbi koiELsiyınııı, 1 losya: 1 3. Belge No:33 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 171

II- SURİYE’DE SEÇİMLER VE HATAYLILAR

Türk Gizli Servisi Hatay seçimlerini sonuna kadar takip ederek sürekli Ankara'yı bilgilendirmiştir. 16 Kasım 1936’da gönderilen bir raporda se­ çimin nasıl başladığı katılım oranı, Fransız ve Suriye’lilerin çevirdikleri entrikalar seçim rekabetleri sırasında yaşanan olaylar en ince teferruatına, kadar yazılıdır. Seçim 14 Kasım 1936 da başlamıştır, Ancak sandıklara doğru diiriist oy atılmamıştır. Gayri memnun halk iki günlük yiyeceğini alarak evine kapanmıştır. Dolayısıyla şehirde her yer tamamen kapalıdır.33

14 Kasım günü saat 8.00’de başlayan seçimlerde hemen hiçbir Türk ka­ tılmamıştır. 34 Bu arada Fransızlar seçimlerle doğrudan ilgilenmekte ve halk üzerinde etkili olabileceklere karşı birtakım tedbirler almaktadır. "Halk temsilcisi olan yedi kişiden Avukat Vedi Münir, S amili Azmi ve Mustafa Rasim'i Humus'a sürmüşler ve Yeni gün gazetesini süresiz ka­ pamışlardır. Dr, Abdurrahman İskenderun'dan geri çevrilmiştir. Türk te- basından İskenderun'a giden Celal'i (Selçuk) tevkif etmişlerdi.35

Yeni gün başmuharri Şükrü Balcı tevkiften korkarak Türkiye'ye gel­ miştir. Antakya belediye azası olan 4 Türk vazifeden istifa etmiştir. Hü­ lasa Fransızlar, intihabata tesir yapacak olanları ne huduttan içeri so­ kuyorlar, ne de oradakileri serbest bırakıyorlar.36

Hatay seçimlerine yukarıda da belirttiğimiz gibi katılım çok azdır. Se­ çimlere etnik grupların katılma, ve katılmama durumları ve gerekçeleri 16 Kasım 1936 tarihli raporda şu şekilde anlatılmaktadır:

a. Antakya'daki 2000 kadar Ortodoks Rum Türklerle beraber olarak in­ tihabata iştirak etmemektedir. b. Aleviler üç kısma ayrılmıştır. Bir kısmı Türklerle beraber diğer bir

33 ATAŞE Arşivi, 11. Diinya Harbi kolleksİyontı, Dosya: 13, Belge No:228 34 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kollcksiyoııu, Dosya: 13, Belge No:243 35 Celal Selçuk daha sonra sınır dışı edilmiştir. Melek, s.34 36 ATAŞE Arşivi, II. Dıinya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 13. Belge No:228; Ayın Tarihî, sayı:36, s.81-82: "Halep ve Hıımus’a sürülenler; Sanıih Azmi, Vedii Karnbuv. Selim Çelenk, Rasilı Bcnsa, Kadri Mursal" Abdurrahman Melek, Hatay Nasıl Kurtuldu, s.32-33 i 72 HAMİT PEHLİVANLI

kısmı da müfrit Arapçı'dır. Üçüncü kısmı ise namzetliklerini koydukları halde j7 kabul edilmediği için reye iştirak etmemektedirler.

c. Ermenİler Taşnaklar'ın tehditinden korkarak seçime iştirak et­ mektedirler.

d, Reyhaniye'deki Çerkezler de Ttirklerden ayrılmayacaklarım söy­ lemek suretiyle seçime iştirak etmemektedirler.3S

Fraıısızlar iş birlikçilerinin seçime katılmalarını ve aday olmalarım sağlamıştır, Antakya'dan Türkiye aleyhtarı bir tavır sergileyen Ku- seyrizade Mustafa ve Belediye Reisi Hacı Ethem Fransızlarca aday gös­ terilmiştir. 3937 38

Bir kısım mülkî erkân Fransızların seçim baskılarına dayanayarak is­ tifa etmişlerdir. Hacılar Nahiyesi Müdürü Akif seçimleri yapması için Fransızların baskı yapması üzerine istifa etmiştir. Ordu Nahiyesi Müdürü de istifa etmişse de istifası kabul edilmemiştir, Kırıkhan kaymakamı Fransızlara seçim yapmayacağını bildirerek senelik izne ayrılmıştır. Yine Kürtçü ve Türk düşmanı olan Sulh Hâkimi Sadık Mardinî vekil olarak tayin edilmiştir. Yine Türk olan Kırıkhan Jandarma Subayı Cemil'e de izin verilmiştir. Bunun yerine de Arap ve Türk düşmanı Alrin Jandarma Komutanı Teğmen Ali getirilmiştir. Yine Kürt ileri gelenlerinden Kör Reşit ve Azaz milletvekili Kürt Mennan Niyazi mebus seçilmedikleri tak­ dirde Türkiye iltihak edecekleri şeklinde vatanileri tehdit etmektedirler. Evvelce Dr. Sadullaha Türkiye ile dost olmak zaruretinde bu­ lunduklarından kendilerini mebus yapamayacaklarını söyleyen Sadullah Cabir'in bu kere Türkiye gazetelerinde aleyinde çıkan neşriyat üzerine doktora, Azaz mebusluğuna seçileceğini bildirmiştir. Bu hal vatanî mer­ kezindeki müzakerelerin Türkiye aleyhinde olduğunu gösterir. 40

Seçim sonrası ile ilgili gelişmeler hemen, hemen beklentiler is­ tikametinde gelişmiştir. Nitekim seçimlere katılmasından en çok korkulan Hanlar Nahiyesi merkezinden kısmen, Kiireci köyünün yarısı, Nar- lıhöyfik'ün tamamı Karmcalı'nm tamamı, Arablı uşağı köyleri ka­

37 ATAŞE Arşivi, 11. Diinya Harbikolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No:227 38 ATAŞE Arşivi. 11. Dünya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 13, Belge No:228 39 ATAŞE Arşivi, II. Diinya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 13. BelgeNo:228; Ayın T. sa; 36, s.82 40 ATAŞE Arşivi, İL Diinya Harbikolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No:228 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 573

tılmıştır. Ancak bu köyler halkının haberleri olmadan nüfustan kayıtları alınarak seçime iştirak etmiş gibi gösterilmiştir. Hakikatte bu köy halkı seçime katılmamıştır. Halk bu durumu bilahare âli komisere şikayet et­ miştir, 41 Bu arada Ermenİleriıı büyük kısmı gönülsüz olmakla beraber Kı­ zıllar köyünün üçte biri, Aktepe kısmen ve Kırıkhanlılar Hoybııncu Selim Memduh'un baskısı sonucu seçime katılmışlardır. 42

Kürt Aşiret reislerinden Koço Türk gizli servisi elemanlarından birine "Fransızların korkusundan intihabat aleyhine çalışmayacağını ve seçime de iştirak ettiğini ancak ilerde Türklerin arzularını yapmaya kalben istekli olduğu" söylemiştir. 43

Seçimlerin sonucunda sandıklardan çıkan oylar 17 Kasım 1936 tarihi istihbarat raporunda şehirlere göre şöyledir: Kırıkhan'da 700 Ermeni mu­ hacir, 19 müslüman oy kullanmıştır. Oy kullanma oranı %21'dir. 44 Yerli Ermeniler seçime katılmıştır. Çerkezler Münbic'den gelen Salih adlı bir çerkezİn tesiriyle oy kullanmamışlardır. Bunu farkeden hükümet Salihi oradan uzaklaştırmıştır. 45

İskenderun'da 46 Çay mahallesindeki sandığa 6 müntehib-i Sani ve 745 reye mukabil 216 rey atılmıştır. Ermeni Kilisesi civarındaki sandığa 5 müntehib-İ saniye ve 1000 reye karşılık sadece 250 oy almıştır. Hamidİye Mahallesi civarındaki sandığa 5 müntehib-i saniye ve 600 reye mukabil 164 oy atılmıştır. Yenişehir mahallesinin durumu anlaşılamamıştır. Ancak burada da çok az reyin kullanıldığı muhakkaktır. Bu dört sandığın başında bir papaz, bir hoca, bir polis ve İki jandarma bulunmaktaydı. Ay­ rıca bu sandıklarda 150'liklerden Mustafa Asım ve Mahmut Celâl'de bulu-

41 Ay. T. sa: 36, s. 82. 42 ATAŞE Arşivi, İl. Dünya Harbi kolleksiyomı, Dosya: 13, Belge No: 207, 208; Ay.T.sa: 36, s, 82. 43 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyomı, Dosya: 13, Belge No: 207, 208; Dr. A Melek'iıı kiabmda ise bu konu şöyledir: "Hudutta Aktepe Nahiyesinde iskan edilmiş olan bîr Kürt aşiretinin reisi Koço’mın kendilerine müracaatla Türkiye'den af dilediğini ve Suriyeliler aleyhinde emrimizde ça­ lışacağım, bu teklifi bağlı oldukları Adana Servisi'ne bildirdiklerini, cevap beklemekte olduklarını söylediler." s. 31. 44 Ay.T.sayı: 36, s. 83, a.g.ih, Dosya: 13, Belge: 208. 45 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyomı. Dosya: 13, Belge No: 207, 208. 46 "İskenderun'da 2240 nıünlekipten 630 kişi seçime iştirak etmiştir. Ayn. Tarihi, sa. 36, s. 82rdc. 174 HAMİT PEHLİVANLI iniyorlardı. 4/ Eîunlar hükümetin seçimleri kazanması için çok gayret gös­ termişlerse de. halk tarafından nefretle karşılanmışlardır. 43

Antakya'da da Tiirklerden hiçbir kimse intihaba katılmamıştır. Yalnız Mustafa Kuseyrı'nin adamlarıyla birkaç belediye teşrifatçısı oy at­ mışlardır. Antakya’daki sandıklardan çıkan oy miktarları hakkında ra­ porlarda çelişkili bilgiler vardır. 18 Kasım 1936 tarihli raporda durum şöyledir: "77 Müslüman. 37 Alevi, 76 hristiyan olmak üzere toplam 190 kişi oy kullanmıştır.'' 47 4849 21 Kasım 1936 tarihli diğer raporda ise durum şöyledir: "Mustafa Kuseyri’nin 95 adamı, Ermenilcrden 115 kişi, hris- tiyanlardan İse 5 kişi olmak üzere toplam 215 kişi oy kullanmıştır. 50 5152An­ takya'da alevi gençleri hükümete hücum etmişler camları kırmışlar, jan­ darmalarla müsademe etmişlerdir. İstihbarat subayı yaralanmıştır. Kırıkhan'a gelmiş, Koço ile görüşmüş ve onu kendine çevirmiştir. 31

Seçimler sırasında gerek Suriye hükümeti gerekse Vatani Partisi men­ supları birtakım zorbalıklara ve hilelere başvurmuşlardır. Zorla herkesi intihaba iştirak ettirmiş olmalarına ve hükümet memurları otomobillerle köy, köy dolaşıp zorla adam toplamalarına rağmen saat 8.00'de başlayan oy atma işlemi saat 9.00'da bitmiştir. 712 Hükümet, halkı korkutmak için oy atmaya gitmeyenlerden 50 Suriye lirası para cezası alınacağını, bir haf­ tadan bir aya kadar da hapis cezası verileceği yolunda tehditlerde bu­ lunmuştur. Yaptıkları gayri meşru işlerden biri de oy pusulaları üzerinde oynamalarıdır. Rey verenler müntehib-i sanı adedince İsim yazıyorlar, kontrol memurları bu isimleri uygun görürlerse rey pusulalarını sandığa atıyorlar, uygun görmezlerse başka isimler yazıyorlardı. Bu suretle bir ki­ şinin verdiği oy altıdan fazla oluyordu. Her adam iki üç defa rey verdiği gibi, devlet memurları da oy kullanıyorlardı. 53

47 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi koleksiyonu. Dosya: 13, Belge No: 243. 48 Ayın.T.sa: 36, s. 82. 49 ATAŞE Arşivi, H. Dünya Harbi kul lek siy onu. Dosya: 13, Belge No: 207, 208. 50 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kollcksiyonıı. Dosya: 13, Belge No: 243, 24-1, 245; "Antakya merkezinde 5800 münfehipten ancak 319'u oy kullanmıştır." Ayın. Ta. sa: 36, s. 82. 51 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kollcksivonu. Dosya: 13, BeLe No: 207, 208; Aynı Ta. Sayı: 36. s. 82. 52 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kollek siy onu, Dosya: 13, Belge No. 243; Ay m Ta. sa: 36, s. 82'de "sandıkların katılım olmadığı için saat 1 ():Ö()'da kaldırıldığını" yazılıdır. 53 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kollcksiyomı, Dosya: i3, Bdgc No; 243. 244, 245; "iştirak edenlerin hemen hepsi ya memur, ya laşnak. yahnim Türkiye firarileridir." Ayın Tu. sa: 36. s. 83. ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 175

Türklerin seçim sırasındaki sükûneti vekârları herkesin takdirini ka­ zanmıştır. Sancak delegesi Doryo bir sohbet sırasında Türklerin seçim sı­ rasında gösterdiği vekâr ve sükûnetten fevkalade mütehassıs olduğunu söyleyerek daha önce Hıımus'a sürülen Türklerin dönüşüne müsaade ed- ceğini söylemiştir. Şaşkın ve perişan bir durumda olan Doryo sürgünden dönenler İçin nümayiş yapılarak sükûnetin bozulmamasını da rica et­ miştir. 54

Seçimlerde % 98 oranında katılımın olmadığını gören Ziraat veziri Ku- sayri Mustafa Ağa, halk temsilcisi Abdiilgani’ye müracaatla henüz saylav seçilmediği için kendisinin saylavlıktan vazgeçebileceğini söylemiştir. 55

Seçimlerden sonra da bir kısım muhalif Türkler ve gayri Türk lef in boş durmadıklarım ve menfi propagandalarına devam ettiklerini görüyoruz. Halkın en nazik olduğu din konusunu istismar ederek İskenderun halkım Türkiye aleyhine çevirmeye çalışmaktadırlar. 11 Aralık 1936 tarihli bir ra­ porda bu konuda şöyle denilmektedir: "İskenderun'da başta Türk te- basmdan Dörtyollu Nazif, MalatyalI Muallim Mehmet (muhalif), Konyalı Ali Kutsi (Zeynel Abidın'in kardeşinin oğlu) Sancak Türkler'i arasına tef­ rika sokmak için dini yollara müracat ederek cahil köylüleri aldatmaya te­ şebbüs etmişlerdir. Bu mey anda Abacılar köylülerine 200 kadar sarık da- ğıtarak-sarık sarmaya razı ettikleri adamların sayısı kadar sevaba nail olacaklarını söylemişlerdir." 56 Bozgunculardan yine Mihail İlyan ve Sa- dullah Cabiri de İskenderun’a gelerek propaganda yapmışlar ve geri dön­ müşlerdir. Mihail İlyan dağıttığı bir beyannamede şöyle demektedir, "Türklerin son hareketleri Sancak için hiçbir ehemmiyeti haiz değildir. Sancak'ın Suriye'den ayrılmasının imkan haricinde olduğuna Türklerin ka­ naat getirmemelerine teessüf ederim, Asıl Suriye'nin hudutları olan To- roslarm bile ellerinden gitmeyeceğine eminmidirler?" 57 Suriyeliler bir ta­ raftan bu ve benzeri Türkiye ve Türklük aleyhtarı propagandalarım

54 ATAŞE Arşivi, 11, Dünya Harbi kolleksiyünıı, Dosya: 13, Belge No: 243, 244, 245. 55 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbî kolleksiyonıı, Dosj'a: 13, Belge No: 243, 244, 245; "Bize gelen ınahıınaia göre % 95'i diğer kazalarda da kahir ekseriyeti intihaba İştirak etmemişlerdi.'’ A. Melek, a.g.c., s. 34. 56 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 13. Belge No: 16. 17. 57 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kolleksiyonıı. Dosya; 13, Belge No: 17 Mihail İlyan İs­ kenderunlu ve Vatani Parlisi’ne mensup geçinen İniştivan bir araptır. 176 HAMİT PEHLİVANLI sürdürürken, diğer taraftan da seçimlere katılmayan Türk köylerini çeşitli usullerle cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Mesela, 11 Aralık 1936 tarihli bir raporda bu konuyla İlgili şunlar yazılıdır. "İntihaba iştirak etmeyen bazı Türk köylerinden Cibğe, Sakıt ve Karayılanlı'dan iki sefer aşar ver­ gisi tahsiline kalkışılmıştır. İskenderun'a girip çıkan bütün nakil va­ sıtaları kontrole tabidir."58

III. İskenderun Sancağında Fransız Faaliyetleri

Zaman zaman yalan haberler geldiği de olmaktadır, Fransızların An­ takya bölgesini terk etmeyeceklerini göstermek için yığınak yaptıkları şeklinde yalan propagandalarla Türk makamlarını meşgul etmektedirler. Kasım ayının son haftasında Fransızların Yen i şehre (Har i m şimalinde) asker getirdikleri ve tahkimat yaptıkları şeklinde haberler yayılmıştır. Bunun üzerine Yenişehir'de yapılan tahkikatta telefon neferinden başka kimsenin olmadığı ve haberin yalan olduğu anlşılmıştır. 59

Suriye şehirlerinde propaganda amacıyla bazı şayialar çıkarılmaya devam edilmektedir. Suriye'ye iki Fransız fırkasının veya 2000 Senegal askerinin getirileceği haber alınmışsa da bunun doğruluğu şüphelidir. Ancak MAH elemanları şayia da olsa olayları takibe devam etmektedirler. 60

Fransızlar Suriye'yi mandalarından çıkardıkları halde eğitim ve teknik yardımlarını sürdürmektedirler. MAH elemanları Antakya'daki Şark Ta­ buruna gelen bir emri ele geçirmişlerdir. Bu emirde, beş seneden fazla yerli orduda hizmeti olan erlerin mukavelelerinin yenileneceği ve bu müd­ detten az hizmeti olanların ise, ilişiklerinin kesileceği yazılıdır. Eski erleri bırakmaktan maksatları İse, Suriye-Fransa arasında imzalanan yeni an­ laşma gereği kurulacak olan Suriye ordusunda mecburi askerlik usulü uy­ gulanacağından yeni erlere hocalık yaptırmaktır. 61

58 ATAŞE Arşivi, İl. Dünya Harbi koli eksi yoııu, Dosya: 13, Belge No: 18. 59 ATAŞE Arşivi, H. Dünya Harbi koleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 184, 60 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi koli eksi yo nu, Dosya: 13, Belge No: 72. 61 ATAŞE Arşivi, İl. Dünya Harbi kolleksiyoını, Dosya:13, Belge No: 56. ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 177

Fransızların Suriye istihbarat Şefi Bnb. De Bano Halep'e gelmiş ve Halep'te milis kaydına başlanmıştır. De Bano ayrıca Kültlerden ileri gelen Kör Reşid'e millet vekilliği teklif etmiştir. Ancak Kör Reşid'in Tür­ kiye'ye gideceği ile reddetmiş olduğu tespit edilmiştir, 62

Fransızlar Sancak'taki Türklerin faaliyetlerinden şüphelenmektedirler. Bir mukavemet teşkilatının oluşturulduğu şeklindeki rivayetler onları ra­ hatsız etmektedir. Bu haberlerin doğra olup olmadığını Halep istihbarat bürosu tahkike başlamıştır. İstihbarat bürosunun üzerinde durduğu asıl husus bu teşkilatın Türkiye tarafından desteklenip desteklenmediğidir. 63

Fransızlar bu gergin ortamda Türkiye'ye göz dağı vermekte ve An­ takya’yı bırakmaya niyetli olmadıklarını çeşitli usullerle Türklere an­ latmaya çalışmaktadırlar. 1936 yılının sonlarında (22 Aralık 1936'da) bir MAH raporuda Fransız istihbaratının faaliyetleri Ankara'ya bildirilmiştir. Fransız istihbarat subayı yanında Fransız Antakya kumandanı Köle ol­ duğu halde Kusayir Nahiyesindeki Arap köylerini dolaşmaktadır. Bu­ ralarda köylülere silah dağıtmaktadır. Ancak Mağdele ve Keşkint Arap köylüleri kendilerinin tehlikeye maruz bulunmadığını ileri sürerek da­ ğıtılan silahları almamışlardır. Fransız istihbarat subayı bir taraftan silah dağıtırken diğer taraftanda Türk tehlikesinin olmadığı propangandasını yapmaktadır. Fakat davranışlarıyla söyledikleri çelişkilidir. Arap köy­ lülere "Türklerin buraya geleceğine dair çıkarılan haberler uydurmadır. Bunların katiyen aslı yoktur. Size bu şekilde propaganda yapmak için ge­ lenleri derhal yakalayıp iyice dövdükten sonra ellerini bağlayarak hemen bize getiriniz Fransa sizi himaye ve müdafaa edecektir" şeklinde pro­ paganda yapmak suretiyle onları kendilerine bağlamaya çalışırken Türk­ lere karşı sert davranmayı tercih etmektedirler. 29 Aralık 1936 tarihli MAH raporunda bu konuda şunlar yazılıdır; "Kaçak eşya aramak ve sair bahanelerle birçok Türkler tevkif edilmekte ve hapse tıkılmaktadırlar." 64

62 ATAŞE Arşivi, 11. Dİinya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 13, Belge No: 38 Ancak, daha sonra elde edilen bilgilere göre Halep Vatanî Partisi'ııiıı Kör Ke.şit'e ikibin Suriye lirası vererek Reyhaniye’de Türklük aleyhine "Kürt Kulübü" açındıkları 28 Mayıs 1938 tarihli MAH raporundan anlaşılrııaktadır. 63 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyoııtı. Dosya: 13, Belge No: 38 64 ATAŞE Arşivi, İL Diiııya Harbi kolleksiyoııu. Dosya; 13, Belge No: 14,15 178 HAMİT PEHLİVANLI

Halkın moralini bozmak ve her hangi bîr tehlike zuhurunda halkı ör­ gütleyebilecek, çete teşkil edecek adam bırakmamak gayesiyle ileri gelen Tiirk ağaları birer bahane ile tevkif edilmektedir. Tevkif etmekle güçlük çektikleri çok tanınmış İleri gelen, eşraftan olanları ise tehdit, şantaj yolu ile yıldırmaya çalışmaktadırlar. Nitekim Köle bunlardan Abdiilgani Türk­ men'i nezdiııe çağırarak tehdit etmiş ve ona şunları söylemiştir: "Kuseyir mıntıkasında çete teşkilatı yapmaya çalışıyorsunuz. Bunun cezasının ne olduğunu bilmeniz İcabeder. Burada Türklük iddiasında bulunanlar Ana­ dolu'ya defolup gittiler. Fransa buraları kimseye tek edemez. Memlekette çıkacak her hangi bir hadiseden sizi mesul edeceğiz." 6:1

25 Aralık 1936 tarihli MAH raporundan anlaşıldığına göre Fran- sızlar'ın teşviki ile Antakya belediye reisi Sancak'a gelecek Birleşmiş Milletler heyetine verilmek üzere bir takım raporlar hazırlan maktadır. Hatay'a gelen Havas Ajansı muhabirine delege Doryo, Antakya Belediye başkanınm ağzından Türkiye ve Türklük aleyhine pek şiddetli telkinlerde bulunmuş ve bazı uydurma belgelerde göstermiştir. Ayrıca Delege Doryo'nıın talimatı ve yol göstermesiyle Antakya Belediye Reisi adı geçen heyete verilecek raporları hazırlamak üzere 18 Aralık'ta Alevi ve Arap- lar'dan müteşekkil bir komisyon da kurmuştur. 6665

Aynı istihbarat raporunda Sancak'ta bir nüfus sayımının yapılmasının zaruri olduğu belirtilmektedir. Ancak yapılacak plebisitin sağlıklı olup ol­ mayacağından şüphe edilmekte ve fesat karıştırılacağı 11dan endişe edil­ mektedir. Zira, Gizli servisin miişahalelerine göre efkar-ı umumiyeyi Tür­ kiye aleyhine çevirmek için çok yoğun propagandalara başlanmıştır. Başta Ermeniler olmak üzere diğer bütün azınlıklara güvenilemeyeceği özellikle vurgulanmaktadır. Delege Doryo Ermeniler ve diğer azınlıkları Türkiye ve Türkler aleyhine çevirmek için her tüldü yola başvurmaktadır.

65 ATAŞE Arşivi, il. Dünya Harbi kolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 14,15 66 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonli. Dosya: 1 3. Belge No: 24 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI . 179

Gizli servise göre mücadelenin temeli lisan ve kalemle propagandaya da­ yanmaktadır. 67

7 Ocak 1937 tarihli bir MAH raporunda Fransızların 18 Aralık 1936 iti­ barıyla halen Sancak'ta bulunan birliklerinin konuşlandırılması hak- kındaki bilgiler şoyledir:

İskenderun'da: 5 nci Şark Taburu'ndan 150 mevcutlu bir bölük, 50 jan­ darma, 25 polis ve bekçi vardır. Daha sonra yapılan araştırmalarda bu­ radaki 3 ncü Böliik'e 18 Ocak 1937'den İtibaren askerlerin toplu ve hazır bulundurulması ve dışarıya çıkmalarına müsaade edilmemesi emrinin ve­ rildiği tespit edilmiştir. Ancak, bu bölük eratı şayet bir vukuat zuhur eder­ se firara hazır olduklarını ve hiç kimse ile müsademe etmeyeceklerini ara­ larında konuşmaktadırlar. 68

Beylan'da: 25 jandarma bulunmaktadır.

Kırıkhan'da: Cezayir nişancı taburundan 200 mevcutlu iki bölük var­ dır. Bu bölüklerin 18 Ocak 1937 tarihli MAH raporunda garnizonlarına geri döndükleri bildirilmiştir. 69 5 nci Şark Taburu'ndan 150 mevcudunda bir bölük, 26'ncı hafif süvari bölüğü, (120 mevcutlu), bir Çerkeş süvari bö­ lüğü, (150 mevcutlu) ve 25 jandarma bulunmaktadır.

Reyhanİye'de: 28 nci hafif süvari bölüğü, (100 mevcutlu) ve Halep'ten gelen 30 jandarma vardır.

Hacılar ve Aktepe’de: Burada kıta yoktur, Kırıkhan'daki kıtalardn bu­ raya iki bölük kadar münavebe ile gönderilmektedir. Kırıkhan’daki kışla mahalli kale tahkim edilmektedir, 4 ncü zırhlı otomobil bölüğü de bu mın­ tıkadadır.

67 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 13, Belge No: 24 68 ATAŞE Aı^’ivi. II. Dünya Harbi kolleksiyoını. Dosya: 12, İMge No: 49: Dosya.- 13. Belge no: 19 69 ATAŞE Arşivi. 11. Dünya Harbi kolleksİyoını. Dosya: 12. Belge No: 7 180 F-IAMİT PEHLİVANLI

Antakya'da: 5 nci Şark Taburıı'ımn, 2 bölüğü, (300 mevcutlu), 8 net ba­ tarya ve 50 jandarma bulunmaktadır.70

Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü'ntin II Aralık 1936 tarih ve i4032 sayılı raporunda, Fransızların Suriye ve Sancak köylerinde mekkari ve bi­ necek hayvanların cins ve miktarı ile hudut köylerinde askerin işine ya­ rayacak su kaynaklarım tespit ettikleri bildirilmektedir. MAH elemanları bu haberin doğru olup olmadığını araştırmışlar ve doğru olduğunu tespit etmişlerdir. 71 Yine Emniyet İşleri Umum Müdürlüğü Fransızların Su­ riye'ye yeni bombardıman tayyareleri ve tayyare bombaları getirttiklerine dair 24 Aralık 1936'da bir rapor sunmuştur. Ancak MAH elemanları yap­ tıkları araştırma sonucu bu haberin doğrıı olmadığın tespit etmişlerdir. Ancak, 12 Ocak 1937'de verdikleri bir raporda, Fransızların 19 Aralık 1936 tarihinde Napolyon vapuru ile Beyrut'a 506 sandık 7.5'luk top mer­ misi ve 167 sandık talim fişeği getirdiklerini yazmaktadırlar. Uçak me­ selesinin aslı ise şu şekildedir: Beyrut limanında bulunan Fransız kru­ vazörünün tayyaresi fırtınadan harap olduğundan Ocak ayı sonlarında Fransa'dan yeni bir tayyare getirtilmiştir. 72

Bu haberden kısa bir süre sonra 14 Ocak 1937 tarihinde yazılan bir ra­ porda 6 Ocak 1937'de Marsilya'dan İskenderiye'ye gelen Mariyet Paşa isimli Fransız vapurunda Beyrut'a çıkarılmak üzere malzeme teçhizat ve bazı personel okluğu bildirilmiştir. Tespitlere göre vapurda 30 kadar Fran­ sız kurmay, topçu ve tayyareci subay ile 50 er ve herbİri kırkar kişilik iki nakliye otomobili bulunmaktadır. Raporda ayrıca Suriye'de olayların ya­ kında takip edildiği ve yeni bilgilerin hemen bildirileceği de belirtilmiştir.73

22 Ocak 1937 tarihli bir MAH rapordan Fransızların Beyrut'a insan şevkine devam etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Marsilya'dan İs­ kenderiye’ye gelen ve 13 Ocak 1937'de Beyrut'a hareket eden "Patriye" adlı Fransız vapurunda 15 subay ve 80 er bulunduğu tespit edilmiştir. 74

70 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbikolleksiyonu. Dosya: 13, Belge No: 19 7 I ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbikolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 6 72 ATAŞE Arşivi, II. Diiııva Harbikodeksi voııu. Dosya: 12, Belee No: 128 73 ATAŞE AıUi. II. Diniyi Harbi kolleksiyonu. Dosya: 12. Belge No: 1 16 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞ KİLÂT1 181

M AH elemanları Fransızların Ortadoğu'daki bütün faaliyetlerini adım adım takıp etmektedir, Fransızlar Sancak'm bağımsızlığına ka­ vuşmasından sonra Hatay’da olup bitenleri daha yakından takıp etmek için bazı tedbirler almışlardır. Bu amaçla Beyrut Ali Komiserlik istihbarat ser­ visi "seksiyon d'etüt" merkezini Halep'e n ak 1 etmişlerdir. Hemen faaliyete başlayan servis şefi Bertran sivil kıyafetle her gün Hatay hududuna ve Azaz'a gidip gidip gelmektedir. MAH elemanları bu faaliyetlerin Hatay iş­ leri İle ilgili olduğunu ve askeri faaliyetlerimiz hakkında bilgi toplamak amacı ile yapıldığını bu faaliyetlerin yakından takip edildiğini bil­ dirmektedirler. 75

MAH elemanlarının tespitlerine göre Hatay askeri komutanı Kole'nin davranışlarında bazı değişiklikler göre çarpmaktadır. Daha Önceki dav­ ranışlarının tersi bazı hareketlerde bulunmaktadır. Nitekim 15 Haziran 1938 tarihli bir istihbarat raporunda Kole'ün Atayolu Gazetesi mesul mü- düniinü yanına çağırarak "Tiirkler aleyhindeki bütün memurları derhal uzaklaştırması" söylemiştir. Ayrıca yine aynı raporda Kole'ün mesul mü­ düre, 2 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ildeki "Tarih Önünde Türkler ve Ermeniler" adlı baş makalenin Fransızcaya tercüme edilen önemli kısımlarını vererek, gazetenin Fransızca kısmında yayınlanmasını istediği de belirtilmektedir. 76

1938 yılı sonlarına doğra Hatay'da bulunan Fransızlar hala eski du­ rumlarının devam ettiği görüntüsünü vermeye çalışmaktadırlar. Oldukça sakin gözükmektedirler. Hatay hükümeti idarecilerine pek karışmaz gö­ zükmektedirler, Ancak gerçekte İstihbarat dairelerinin faaliyetleri felce uğ­ ramıştır. Dolayısıyla hiç nüfuzları kalmamış gibidir, Fransızlar gerçek duruml arının ani aş imanı ası için propaUganda yapmaktan da geri kal-

75 ATAŞE Arşivi, II. Düııya Harbi kolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 151 Antakya Baş­ konsolosluğundan alman 6.6.1938 tarihli Rapor Sureli "Oldukça mevsuk kaynaktan öğrendiğime göre Fnansız istihbaratının Adana’da emniyet dairesinde polis ve Milli Emniyet her ikisi de olabilir İsmail Ahmet veya Mehmet adlı bir imza ile mektup yazan bîr habercileri bulunmaktadır. Bunların DÖrt- yoldaErgiıılik Cemi yeti'ıı de de adamları varmış. Kütahya'da aslen Şamlı Hristiyan Arap! ardan İlyas Zahlavi adlı bir casusundan kıtaat hakkında haber vermekle meşgul olduğu söyleniyor, Fransızların Hassa’daki ve İslahiye'deki cephe depolarım ateşlemek için tertibat almağa çalıştıkları ve Dersim'de de Rusya'nın yardımı ile tahrikata hazırladıkları ve bu mekanda İsi anı Sünni Mezhebi’ndeıı ıızıın boylu, çopur halep çibanlı koyu esmer, koyu siyah gözlü ve saçlı, bıyıkları seyrek ve ince ve mü­ teaddit lisanlar konuşan bîrini Türkiye'ye gönderdikleri haber verilmektedir." Karasapan Hariciye Ve­ kaleti !.Daire Başkanlığı I.Şube Dosya: 15, Belge: 193. 76 ATAŞE Arşivi, 11, Dünya Harbi kolleksiyonu, Dosya: 15, Belge No: 152 182 HAMÎT PEHLİVANLI ulamaktadırlar. İskenderun civarında yapılan propaganda "bugünkü va­ ziyetin muvakkat olduğu, Fransızların yakında yine eskisi gibi her şeye hakim olacakları, Türk ordusunun çekileceği" şeklindedir.77

Fransızlardaki ilk sıralardaki İyimserlik, kısa zaman sonra yerini ka­ ramsarlığa ve hiddete bırakmaya başlamıştır. Hatay'da Fransızlar adeta şaşırmış gibidirler. Bunları iki grupta mütalaa etmek mümkündür. Bir kısmı ikinci derecede memurlar, mualimler vs. ki hiçbir vaziyetten emin değillerdir. Hükümetin vereceği kararı sabırsızlıkla beklemektedirler. Diğer gruptakiler İse delege muavini Dömenk, Emniyet Müdürü Zinnandi, Jandarma Komutam vb yüksek Fransız memurlarıdır. Bunlar ise va­ ziyetten şikayetçi, meyus ve hiddetlidirler. Hükümeti idare eden Türk ri­ calini ve Türklerİ bir türlü hazmedememededirler. Bu düşüncedeki Fraıı- sızlar her fırsatta Kole'yi yeni hükümete karşı tahrik etmektedirler. 78

IV- FRANSIZLARIN TÜRLERİN DIŞINDAKİ UNSURLARLA İLİŞKİLERİ

Türk Gizli Servisinin tespitlerine göre Ermeniler, Fransızlar tarafından Kilikya'nm bile kendilerine verileceğinin vaadedildiğİ haberlerini yay­ maktadırlar. Bu propaganda sayesinde Ermeniler Kilikya'ya sahip olma sevdasına düşmüşlerdir.79

Fransızlar azınlıklardan Ermenİleri birtakım vaadlerle kandırmakla kalmamış onlara silâh dağıtmaya da devam etmektedirler. 23 Ocak 1937 tarihli bir gizli servis raporundan, anlaşıldığına göre Fransızlar, Kırıkhan Ermenilerini silahlandırarak Adol Leonyan adında bir ermeninin ko­ mutasında 300 kişilik bir çete teşekkül ettirmişlerdir, Ermenilerin si-

77 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 15, Belge No: 181 78 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyonıı. Dosya: 13. Belge No: 205 (24 Eylül 1938) Al­ tıncı kolordu komutanı Korg. M. Ergiider’itı 13.2.1939 tarihli bir raporunda Hatay'daki Fransızlar pro­ paganda işlerini idare eden Fransız teşkilatı şu şekilde açık!anmaktadır. Antakya’da: İstihbarat subayı Yzb.Gakon. Yardıtııcılan Agop Kalosyan, Aııluvaıı Akıl, Anin Hamalvan, Jorj Kasye, Jozef Kolhas, Haçik Bahakyan. İskenderun'da: Fransız istihbarat subayı Dömenk. Yardımcıları: Şefik Mantini, Ed- vaıd Şam i, Naiııı Kasye, Edvaıd Kasye, İskenderun posta müdürü Amon Felıiıu İstanbul i. .loıj Akil ve Fransız Kanal, II.Dünya Harbi Kolleksiyonıı, Dosya: 17, Belge!69 79 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kodeksiyoıııı, Dosya: 12, Belge No: 16.17,18 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETİ .ERİ TEŞKİLÂTI I 83 lahlanması, Ermeni mahallesinde oturan Tiirkleri tedirgin ederek başka mahallere taşınmalarına sebep olmuştur. 80

Hatay'ın Türkiye tarafından ilhak edileceğinden korkan Ermeni ve Rumlar ilhakın olmaması için ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar. Türkiye'yi istemeyen unsurlara moral vermek için en ufak her gelişmeyi değerlendirmekte ve propaganda yapmaktadırlar, 19 Nisan 1939 tarihli bir rapordan anlaşıldığına göre Ermeni ve Romlar Türkiye ile Fransamn Hatay için anlaşamadıkları propangandasım yapmaktadırlar. Bu fi­ kirlerinin inandırıcılığını arttırmak için de Reyhaniye'ye yeniden iki tabur Fransız askerinin geleceğini ve İskenderun limanında da bir Fransız Zırh­ lısının demirli bulunacağı haberini etrafa yaymaktadırlar. 81 İtalya'nın Ar­ navutluk'tı işgfdi üzerine propagandalarını değiştirmeye başlamışlardır. Bu propangandayı bir nevi teselli de kabul etmek mümkündür. İddialarına göre "İtalyan tehlikesi karşısında bulunan Türkiye Fransa'nın yardımım temin için Hatay'ın ilhakından vazgeçmiştir. Yakında Hatay'dan Türk as­ keri çekilecek ve yanlız Fransız Askeri kalacaktır. 82 Fransızların erzak te­ mini ve nakli için mütahhitlerle tekrar altı aylık mukavale İmzalarını da propaganlarına delil göstermekte ve teselli bulmaktadırlar,83

Suriye'de bulunan Hatay Ermenilcri her olaydan ve herkesten kendi leh­ lerine bir menfaat teminine çalışmaktadırlar. Her fırsatı değerlendiren Er- meniler 17 Nisan 1939'da Hatay'dan Halep'e gelen Fransız ayan üye­ lerinden Goliro ile görüşmeler yapmışlardır. Kendilerinin ne kadar tehlike de olduğunu anlatmak için "Tiirklerin Halep'e gelmelerinden korktuklarını, Fransızların Halep'i himaye etmesini" rica, etmişlerdir. Bununla da kal­ mayıp Suriye ve kuzeydeki Türk propagandasının kuvvet kullanmak su­ retiyle önlenmesini de istemişlerdir, 84

Gizli servisin 8 Mayıs 1939 tarihinde yazdığı raporundaki tespitlere göre Gotiro İle aynı zamanda Akdeniz komutası erkanından olup aley­ himize yazı yazan Pol de Veu'nun Suriye seyahatleri sırasında Hatay'a uğ-

80 ATAŞE Arşivi, II. Diinya Harbi kolleksiyonıı. Dosya: 12, Belge No: 61 81 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonıı,Dosya: 17, Belge No: 128 82 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonıı.Dosya: 13, Belge No: 128 83 ATAŞE Arşivi. II, Dünya Harbi kollcksivonn.Dosya: 13, Belse No; 128 84 ATAŞE Arşivi- H. Dünya Harbi kolleksiyonıı.Dosya: 17. Belge No: 123 184 I-IAMİT Pi'iHLİVANLI radıkları esnada bazı Ermeni gençlerinin taşkınlık yaptıklarından dolayı tutuklandıklarına dair Lorizon gazetesinde haberler çıkmıştır. Gazete Er- menilerin tutumlarını Fransızlara bağlılık olarak yorumlamış ve meseleyi "sancaktaki azınlıkların durumu'’ şeklinde aksettirin iştir. 85

Fransızlar Ermenileri sürekli kollamakta ve onlara yardımlarını esir­ gemem ektedir! er, MAH’ın 7 Haziran 1939 tarihli bir raporunda bunun açık delileri görülmektedir. Gizli servisin tespitlerine göre "Antakya'daki Fran­ sız İstihbarat subayı I. Dünya Harbi'nde Fransız ordusunda çalışmış Er- menilere ve bilhassa Musa Dağı Ermenilerine 10 ila 20 lira arasında te- kaüd maaşı vermeye başlamıştır. 86 Aradan geçen 20 yıldan sonra bu Ermenilerin hatırlanmış olması da bir hayli dikkat çekici bulunmuştur.

V- ATATÜRK’ÜN TUTUMU VE SANCAK KAMUOYU

Atatürk meclisin açılışı sırasında yaptığı konuşmasında Sancak (Hatay) meselesine de geniş yer vermiştir. 16 Kasım 1936 tarihli bir ra­ porda Atatürk'ün Meclisin açılışı sırasında söylediği nutkun etkileri ile il­ gili şu bilgilere rastlıyoruz: "...Atatürk'ün senelik nutkunun S ancak'ı ala­ kadar eden parçasıyla fotoğrafı, kartpostal şeklinde tanzim edilerek 5000 adet basılmış ve dağıtılmıştır. Bir çokları bu kartpostalları büyüterek altın yaldızlı çerçevelerle evlerine asmışlardır." 87

Açılış nutkunun Sancak kamuoyuııdaki tesirlerini araştıran 19 Kasım 1936 tarihli MAH raporunda şunlar yazılıdır: "Beyanat Sancak mu­ kadderatının Türkler lehine halledileceğine dair şüphesi olanları yola ge­ tirmiş ve Türkleri birleştirmiştir. Sancak Türkleri kurtuluşun muhakkak olduğuna sarsılmaz bir iman ile inanmış bulunuyorlar." 88

Atatürk’ün nutku Türkler ve Müşiri man kır üzerinde müspet tesirler yap­ tığı gibi Ermeni ve Hrİstiyanlar üzerinde de olumlu tesirler yapmıştır. Bu-

85 ATAŞE Arşivi, II. Düııya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 17, Belge No: 120 86 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksîyortu. Dosya: 1 7, Belge No: 1 11 87 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 229 88 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyoıııı. Dosya: 13, Belge No: 252 ATATÜRK DÖNEMİ MÎLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 185

ııunla beraber "Taşnaklar Fransızların sözünden çıkmayacaklarım ve mu­ kadderatlarım Fransızlara bağlamış olduklarını söylemektedirler." 89

İlk zamanlarda Fransızlar tereddütlü, ne yapacaklarını şaşırmış du­ rumda idiler. Hatta Sancak'ın Türklere verileceğine bile inanmış du­ rumdaydılar. Ancak MAFI elemanlarının son gözlemleri Atatürk'ün yap­ tığı meclisin açılış nutkundan sonra bu durumun değişmeye başladığı yönündedir. Genelkurmay Başkanlığına 20 Kasım 1936'da gönderilen bir raporda bu konuya değinilmektedir: "...Fransızlar son günlerde fikirlerini değiştirerek şiddet göstermeye başlamışlardır. Fransız delegesi DÖryo'nun şu beyanatı da bu mütalaayı teyit etmektedir. Türklerle ara­ mızdaki müzakere gayet basit ve zahiridir. 1921 ttilafnamesini bir kere daha gözden geçirmekten ibarettir. Bu Türkler yaptıklarının acısını ya­ kında çekeceklerdir" 90 demiştir.

Atatürk'ün nutkunun Sancak'taki tesirleri ile ilgili daha önce gönderilen raporları tamamlayıcı ve yeni bilgileri ihtiva eden raporlar MAH ele­ manlarından gelmeye devam etmektedir. Nitekim 27 Kasım 1936 tarihli raporda Sancak'ı meydana getiren etnik ve dini gruplar hakkında çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Rapora göre bu nutuk Türkler, Rumi ar ve Hin- çaklar arasındaki şüphe ve kararsızlığı gidermiş ve seçimlere ka­ tılmalarını sağlamıştır. Buna mukabil Suriyeliler de heyecan ve şaş­ kınlığa sebep olmuştur. Ancak, Fransızlar Vatani Partisi mensuplarını "Sancak Suriye Vahdetin'den ayrılmaz" diyerek teskine ve moral vermeye çalışmaktadır. Bunun üzerine Vataniler neticede Sancak'ın bir noktadan Suriye'ye bağlı kalacağı fikrini muhafaza etmektedir. Ancak İtalya'nın bu işe zorluk çıkaracağı fikrindedirler. Hatta bazıları daha da ileriye gitmekte ve Türkiye'nin "Musul meselesinde olduğu gibi nutka rağmen geri dö­ neceğini" tahmin etmektedirler, 91

Daha sonraki raporlarda da Atatürk'ün nutkunun Sancak ile ilgili kı­ sımlarının Suriye'deki etkileri hakkında bilgiler verilmeye devam edil­ mektedir. 28 Kasım 1936 tarihli MAH raporunda Suriyelilerin genel tav­

89 ATA.SE Arşivi, 11, Dünya Harbi kolleksiyoııu, Dosya: 13, Belge No: 252 90 ATAŞE Arşivi, II. Diinya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 13, Belge No: 242 91 ATA.SE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonu, Dosya: 13, Belge No: 166 186 HAMİT PEHLİVANLI rıyla ilgili şu bilgiler verilmektedir: "Reisi Cumhur Atatürk'ün Kamııtay'ın açılışındaki nutkunun Sancak ile ilgili kısımlarının Suriye gazetelerinde yalnız tercümesi yayınlanmış, gazeteler hiçbir mütalaada bu­ lunmamışlardır. Bundan Sancak hakkında siyasi yazı yazmamaları için gazetelere direktif verildiği anlaşılmaktadır. Bu suretle harekete aynı za­ manda nutka ehemmiyet vermemiş gibi görünmek ve kendi noktai na­ zarlarının doğruluğunu Fransızlar'a İtimatlarının sağlamlığını anlatmak is­ temişlerdir. 92

Atatürk, 1937 yılı başlarında güneye bir seyahat düzenlemiş in­ celemelerde bulunmuştur. Bu seyahatin çeşitli tesirleri olmuştur. Bu me- yanda MALI elemanları Suriyeliler ve i kansızlar üzerinde meydana ge­ tirdiği tesirleri anında Ankara'ya bildirmişlerdir. 9 Ocak 1937 tarihli bir raporda bu konuda şunlar yazılıdır: "Atatürk'ün cenup seyahati haberi Fransızlar arasında heyecan hasıl etmediği gibi, hiçbir askeri harekati de mucip olmadı. Endişeye düşen vataniler bunu Fransa-Türkiye arasında mtirettep bir manevra ve nihayet Fransa'nın Türk talebini tervice delil ad­ dediyorlar. Halep Hristiyanları, şehrin Türkiye tarafından İşgali ümidine düştüler. (İşgal edileceğini düşünüyorlar.)" 93

VI- ÇERKEZLER

10 Aralık 1936 tarihli bir raporda Çerkezlerle ilgili şu bilgiler vardır. "140 kişilik bir Çerkez bölüğü 6 Aralık 1936'da Halep'e gelmiş ertesi günü İskenderun'a hareket etmişlerdir. Bölüğün komutanı Recep Kap­ tandır. Diğer bir Çerkez bölüğü dahi Halep'te beklemektedir. Bu Bölüğün komutanı da Teğmen Ömer isminde birisidir. Bnb. Collet'in dahi Halep'e gelmesi beklenmektedir." 94

23 Aralık 1936'daki raporda da yine Çerkez bölüklerinin İskenderun Sancağı dahilindeki hareketlerinden bahsedilmektedir. Buna göre; "Derik'teki 14 neti Çerkez Süvari bölüğü de Kırıkhan'a sevk edilmiştir.

92 ATAŞE Arşivi, İl. Diinya Harbi koli aksiyonu, Dosya: 13. Belge No: 167 93 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi koleksiyonu, Dosya: 12, Belge No: 109; ("Bu sırada Ata­ türk'ün Cenuba doğru seyahatleri ve Eskişehir mülakatı her tarafta heyecan uyandırdı" demektedir. Dr. A.Melek s.37) 94 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kotleksiyonu. Dosya: 13. Belge No: 3S. ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 1 87

Çerkez Bl.K.Bnb.Collet 9,12.1936'da Kırıkhan'a gelmiş ve Çerkez Yz Tevfik'te Kırıkhan'a gitmek üzere Halep'e gelmiştir,"9:1

8 Ocak 1937 tarihli bir rapora göre; İskenderun havalisine gönderilen Çerkez bölükleri erlerine, icabında güvenilir ikinci şahıslara dağıtılmak iizere çift silah verildiği tespit edilmiştir. 96

Fransızlar Çerkez bölüklerinin İskenderun Sancak'ına şevkini sür­ dürerek yığmağa devam etmektedirler. Bu maksatla daha Önce Sancak böl­ gesine gönderilen 14 ncü ve 21 nci Çerkez süvari bölüklerinin dışında Duma'daki 12 nci ve Şam'daki 15 nci Çerkez süvari bölükleri de Sancak'a gönderilmiştir, Nebuk'taki 16 nci Çerkez bölüğü Sancak'a hareket etmek üzere iken hareketleri tespit edilemeyen bir sebepten dolayı ertelenmiştir. 97

Fransızların Türklere karşı İskenderun Sancak'ına Çerkez bölüklerini maksatlı olarak yerleştirdiklerini, AvrupalI müşahitlerin Sancak'a gelmesi üzerine geri çekmelerinden anlamak mümkündür. Müşahitlerin gelmesi üzerine Çerkez bölükleri Halep, Hatim, Selkin ve Kiirt Dağı'na geri çe­ kilmiştir. Aynı zamanda Çerkez bölüklerinin genel komutanı Bnb. Co- üllet'de üç ay izinle Fransa'ya gönderilmiştir. 98

VII. ERMENİLER

Ermeniler Türkler aleyhinde faaliyetlerine devam etmekte ve yan­ daşlarını silahlandırmaya devam etmektedirler. Bu amaçla Ermeni ileri gelenlerinden Hiraç Papasyan, Fahri Barudi ile Beyrut’a giderek Cebel-i Musa Ermenilerine icabında dağıtılmak üzere 1500 silah için müsaade al­ mışlardır. 99 MAH'm 15 Haziran 1938 tarihli bir raporunda Türk Ordusunun Hatay'ı işgal edeceği şeklinde yayılan haberlerin bir kısım Ermeııileri tedirgin et­

96 ATAŞE Arşivi. 11. Dünya Harbikolleksiyunu. Dosya: 13, Belge No: 7. 97 ATAŞE Arşivi, U. Dünya Harbikol 1 eksi yon u. Dosya: 13. Belge No: 120. 9 S ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbikol I eksi yon ıı, Dosya: 13. Belge No: 120. 99 ATAŞE Arşivi. İL Dünya Harbikolleksivotı li. Dosya; 13, Belge No: 7. 188 HAM İT PEHLİVANLI

tiği belirtilmektedir. Bu söylentiler üzerine Kırıkhan Ennenileri büyük bir korku içindedirler. Kırıkhan Ermenileri Fransızların oyununa geldiklerini ve bundan sonra Fransızlara alet olmayacaklarını büyük bir pişmanlık içinde birbirlerine anlatmaktadırlar. Bir kısım Ermenilerin aksine Taş- naklar sürekli kavga ve sertliği teşvik etmektedirler. Antakya Taşnak Li­ deri Moses Derkolasyon Kesep Nahiyesindeki bazı hazırlıklarla meş­ guldür. Yapılacak olan seçime fesat karıştırmak için elinden gelen gayreti esirgememektedir. 100

Ermeni azınlık Hatay meselesi yüzünden ikiye ayrılmışlardır. Buna göre durum şöyledir:

Halep Ermeni Taşnak ileri gelenleri Hatay meselesinden ikiye ay­ rılmışlardır. Antakya Taşnak lideri Moses Derkolasyon'a taraftar olan zümrenin fikri şudur: "Ermeniler Suriye’de 80.000 kişilik bir mev­ cudiyettir. Biz Hatay'daki Ermenilerin yüzünden bu mühim kütleyi alt üst edemeyiz ve ettirmeyiz, Binaenaleyh Suriye siyaseti her ne ise onu takibe mecburuz."

Halep murahhası Ardavas'a taraftar olan diğer zümrenin fikri ise şudur: Hatay'ı kendi haline bırakmak ve Hatay'daki emrivakiler! harfiyyen kabul etmeliyiz. Oradaki Ermeniler galip gelen taraf ile uyuşmahdırlar.

Halep'teki Taşnaklar yeni bir içtima aktetmemişler ve Hatay hakkında hiçbir karar vermemişlerdir. Bilakis aralarındaki Hatay meselesi ihtilafı elan devamdadır. İhtilaf Beyrut ve Paris'e aksetmiş fakat henüz bir ne­ ticeye raptedilmemiştir.

Moses Derkolasyon'uıı fikrine iştirak edenler şunlardır: Ayıntablı dişçi Kabakyan, Dr. Basmacıyan, Avukat Dikran ve Köpelyan. Hatay'dan Dava vekili izmirliyan, Eczacı Papasyan.

100 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 13. Helııe No: 1 >2 ATATÜRK DÖNEMÎ MÎLLÎ EMNİYET H İZMETLERİ TEŞKİLÂTI 189

Ardavasın fikrine katıkınlar: Eski Halep Taşnak lideri Heraç Papazyan, Lider Araradyan, Topçuyan.

Hatay’dan: İskenderun Patrik Vekili Hat, Hayik Balyan, Dr. Avadis, Dr. încecikyan.

Beyrut'tan: Hüsrev Tütünciiyan, Erivan'da Taşnak Hükümeti za­ manında vezirlik yapan Liyon Şant, Ağbalyan'dır. 101

Hatay'ın bağımsızlık kazanmasından, sonra Sancak dahilindeki Er- ınenilerin göç etmeye başladığı görülmektedir. 9 Ağustos 1938 tarihli ra­ porda bu konuda geniş ve teferruatlı bilgiler bulunmaktadır, Bu rapordan elde edilen bilgilere göre Kırıkhan ve havalisinde Ermenilerin muhacereti devam etmektedir. Gidenlerin çoğu Katoliktir. Ayrılanlar evlerinin pencere ve kapılarını *.sökmüşlerdiı Hicrete sebep, Fransız istihbarat zabitinin ve bilhassa oradaki Cizvit papazının tahrikatıdır, Kırıkhan güneyindeki So­ ğuksu köyündeki 37 Ermeni ailesinden 12 aile kalmıştır. Bu köde mu­ haceret başlar başlamaz Beyrut'tan Milletler Cemiyeti delegesi Bornİ ge­ lerek Ermenilere topraklarını terketmemelerinİ, hiçbir zarara uğramayacaklarını ve Milletler Cemiyeti'nin kendilerini himaye edeceği yolunda nasihatta bulunarak Beyrut'a dönmüştür. Fakat buna rağmen hic­ ret durmamıştır. Bunun üzerine Borni'ye iki gün evvel Beyrut'tan İs­ kenderun'a gelmiş ve Soğuksu'da Ermenilerden sahipsiz kalan toprakların vaziyeti ile meşgul olmaya başlamıştır. 102

Ermenilerin göçlerin sebeplerini araştırma MAH elemanları bu konuda oldukça teferruatlı bilgiler elde etmişlerdir. Bu raporlardan anlaşıldığına göre Hatay'dan Ermen i ler ile bir kısım Hristiy anların son hicret sebepleri şunlardır: I. Gümrük meselesi, 2. Fransız propagandası, 3. Hatay'ın Tür­ kiye'ye İlhakı korkusu 4. Taşnak propagandası, 5. Hicret edenlere Fran­ sızların çok kolaylık göstermesi. Gümrük Meselesi : Gümrüklerin Hatay hükümetince teslim alınması

101 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kol leks iyonu, Dosya: 15. Belge No: 154 102 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 15. Belge No: ISS 190 HAMİT PEHLİVANLI nakliyat ve transit işlemlerinin kesileceği ve ilerde Suriye Hükûmeti'nin muhacirleri kabul elmiyeceği endişe ile karşılanmış ve Fransızların mu­ ayyen bir zamana kadar Halep'e geçmiyen otomobil ve kamyonların plaka numaralarının muteber olmayacağı hakkında müessir propagandaları hic­ retin amili olmuştur.

İlhak Meselesi Etrafındaki Miilahazlar : Hatay Türkiye’ye ilhak edi­ liyor. İlhak kesbettikten sonra Hatay'da mecburi askerliğin başlayacağı, Suriye'ye pasaportsuz geçilemeceği, her pasaport bedelinin 40 lira olacağı, ev eşyasından bile Suriye hükümetinin gümrük resmi alacağı, hicret eden­ lerin çoğunun Halep'te iskân ettirileceği, hudutlarda gösterilen kolaylığın gösterilmeyeceği mülahazatı fikirler de yer tutmuştur.

Propaganda : Muhacereti yaptıranların Taşn aklardan Moses Deı- kalosyaıı 103 104105ve İzmirliyan’dır. Propagandayı yaptıranların başhcaları şunlardır: İsken denin istihbarat tercümanı Haçik Peltikyan, Sakallı Bıır- goyan, Liman Şirketi Müfettişlerinden Dülerm, İskenderun'da Zennardİ, Nafia atelye şefi Bronye ve Domu 1 en'd ir. Ermen il erin hicret sebeplerini yerinde tetkik etmek üzere Halepteki muhtelif Ermeni cemaatleri mü­ messilleri eczacı Semere ibaşıyan'ı Hatay'a göndermişlerdir. Se- mercibaşıyan'ın tahkikatının neticesi Ermenilerin siyasi davalarının artık kalmadığı, son muhaceratın doğrudan doğruya ekmek ve geçinme me­ selesi olduğu merkezindedir. iü4

Ermenilerin büyük bir kısmı yeni Hatay devleti hakkında daha olumlu ve ılımlı düşüncelere sahip olduğu halde Taşnaklar olumsuz bir tutum içine girmişlerdir. MAH elemanlarının ele geçirip tercüme ederek An­ kara'ya gönderdikleri Sancak Taşnak Komitesi'nİn 20 Ağustos 1938 tarihli beyannamesinde bunu açıkça görmek mümkündür. Beyannamede San- cak'taki Ermeni cemaatine hitap edilmekte ve yapılan milletvekili se­ çimlerine muhalif oldukları açıklanmaktadır. Ayrıca seçimlere katılmayıp protesto etmektedirler. Iü?

103 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbikol 1 eksiyonu, Dosya: 15. Belge No: 182 104 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 15. Belge No: 182.183 105 ATAŞE: Arşivi. II. Dünya Harbi koileksiyonu. Dosya: 15. Belge No: 142 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 19 I

Musadağı bölgesinde ve Ermenİler arasında uzunca bir zaman yap­ tırılan araştırma neticesinde bu mıntıkada gerek silah deposunu mev­ cudiyetine, gerek Ermenilerin çete teşkil ettiklerine dair bir emareye te­ sadüf edilmemiştir. Kaynağımızın verdiği malumata göre Musadağı Ermenilerinden "Taşnaklar hariç" diğer kısmı yeni Hatay hükümetine her suretle mutavaat etmeye, Taşnaklar ise Fransız askerinin Hatay'dan çe­ kilmesini müteakip hicret etmeye karar vermişlerdir. 106

VIII- İTALYANLAR

İtalyanlar Akdenizde ve Avrupa'da hakimiyet kurma girişimlerinin ya­ nında Ortadoğu'da da varlıklarını hissettirmek istemektedirler. Türkiye'ye karşı takındıkları düşmanca tavırlarım Hatay meselesi sırasında da sür­ dürmüşlerdir. Türkiye'nin aleyhinde olan kişi, grup ve cemiyetleri teşvik ve tahrik etmekle olduktan, görülmüştür. Hatta bir kısım insanlara, Tür­ kiye'den soğutmak için Türkiye'de yapılan bazı inkılâpların uy­ gulamalarını mübalağalı ve yalanlar katarak propaganda etmektedirler. Sancak'ta başta Kürt hoca olduğu halde bir kısım din adamları ve ya­ kınlarından İtalya lehine sözler sarf edildiği tespit edilmiştir. Türk is­ tihbarat servisinin tespitlerine göre bu propagandayı Halep'teki İtalyan konsolosunun yakın dostu Mösyö Draki idare etmektedir. Draki Müsait bulduğu bu gibi kişilere bolca para da dağıtmakladır. Bu şekilde kan­ dırılmış bir kimse MAH elemanına ciddi, ciddi inanarak şunları an­ latmıştır: "Zorla şapka giydiriyorlar. Giymeyenlerin namus ve şerefi teh­ likede, Bu yaştan sonra bunuda mı göreceğiz. Hükümetin emri olsa her ne İse, fakat bir takım eşhasın elinde maskara oluyoruz. On sene Fransızlan tecrübe ettik. Hele bîr de İtalyanları tecrübe edelim. Bu gavurlar İslamlara ve Müslümanlığa hürmetkar davranıyorlar. Herkesin vicdanına ka­ rışmıyor, müdahale etmiyorlar" 107

Halep İtalyan konsolosu azınlık gruplarla temaslarını sürdürmekte ve onları tahrike devam etmektedir. 28 Kasım'da Harim kuzeyindeki Ye­ nişehir civarındaki Asker Çayırı denilen yerde kumlan Ermeni kampını

106 ATAŞE Arşivi. 11. Diinva Harbi kotleksİyoııu. Dosya: 15, Belge No: 187 107 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi koilcksiyonu, Dosya: 13.Belge No: 2.H 192 HAMİT PEHLİVANLI ziyaret etmiş, Ermenilerle uzun uzun görüşüp, konuştuktan sonra tekrar Halep'e dönmüştür. Konsolos 3 Aralık'ta tekrar bu kampa gelmiş bir gece buralarda kaldıktan sonra İskenderun'a gitmiş ve 5 Aralık akşamına kadar orada kalarak delege Doryö ile görüşmüştür. !()S

İtalyanlar tarafından çıkarıldığı muhakkak olan bir şayiaya göre Va­ tani Partisi taraftarları Milletler Cemiyetinde Sancak meselesini lehlerine halledemezlerse, İtalya'yı kendilerine yardıma çağıracaklarmış. Yine se­ çimlerden bir kaç gün evvel yapılan propagandaya göre Fıansızlar San- cak'ta Araplar namına kendi adamlarını saylav (millet vekili) çıkartırlarsa vatani alevleri de yine İtalyanların himayesini isteyeceklermiş Türk gizli servisi bu şayiaların ciddiyetine ihtimal vermemektedirler. Ancak, İtal­ yanların Sancak'ın son günlerdeki karışık durumundan istifade ederek bölgedeki Ermeniler ve vataniler arasında propaganda yaparak kendilerine taraftar toplamak, karışıklık çıkarmak ve kurtarıcı rolü oynamak is­ tedikleri kanaati ildedirler. 109108

Halep İtalyan konsolosu Antakya'ya gelerek, 12 Ocak 1937 tarihinde Tiirkler tarafından yapılan büyük protesto gösterisini sonuna kadar takip etmiştir. Daha sonra 18 Ocak 1937'de halk temsilcilerinden Abdülgani Türkme'e İtalyan tebaasından Loran Balit İle haber göndererek Balit'in evinde buluşmak ve görüşmek istediğini bildirmiştir. Bu teklife Ab­ dülgani Türkmen olumsuz cevap vermiştir. Eğer konsolos mutlaka gö­ rüşmek İstiyorsa evinin açık olduğunu bildirmiştir.

İtalyan Halep konsolosunun, Rcyhaniye'ye çok sık gelip gittiği ve İtal­ ya'da tahsil etmiş belediye doktoru Minasyan ile de devamlı görüştüğü tespit edilmiştir. 1 i0

İtalyanlar İskenderun Sancak'ı ile ilgilerini devam ettirmekte ve ken­ dilerine sempati duyanların miktarım artırma gayretlerini siir-

108 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyoııu, Dosya: 13, Belge No: 42 109 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kolleksiyoıuı, Dosya: 13, Belge No: 42 I 10 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kolleksiyoıuı. Dosya: 12. Belge No: 39 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 193

dürmektedirler. 16 Ağustos 1938'de elde edilen bir habere göre Halep İtal- yan kuliibii başkanı Per Fruvo 50 kadar kulüp memura ile birlikte Hatay'a bir seyahat yapmış ve tekrar Halep'e dönmüştür. Bu seyahat sırasında Fruvo ve arkadaşlarının Hatay'a bağlı Cebel-i Musa, Soğuk Oluk ve daha başka yerlerdeki halktan İtalya'yı istediklerine dair mazbatalar topladıkları tespit edilmiştir. 11!

IX- TÜRK DOSTLUĞUNA ÖNEM VEREN CEMİYETLER

Bir kısım Araplar İtalyan, Fransız, İııgilizlerin tesirinde kalarak Türkler ve Türkiye aleyhinde her türlü faaliyette bulunurlarken az da olsa bir kısım aklı selim sahibi Araplarda Türk dostluğuna ve kardeşliğine önem ver­ mekte ve bu yönde gayretler s affetmektedirler. Türk gizli servisinin 9 Ocak 1937 tarihli raporunda belirttiğine göre bu kuruluşlardan biri Halep'te ku­ rulmuştur. Kurulan cemiyetin adı Hizbullaha-Ettürki-Elarabi-Elankazı Su­ riye" (Suriye'nin Teyakkuzu için Türk-Arap Kardeşlik Cemiyeti) dir. Ku­ rucular arasında Tayyareci Hayrettin Lebabidi'de bulunmaktadır. * 1 i2

Diğer Türk dosluğuna önem veren kuruluş ise Trablusşam’da kurulan "Trablusşam Vatanperver Halk Heyeti" dir. MAH elemanları bu cemiyetin bütün fikir ve görüşlerini aksettiren 16 Ocak 1937 tarihli bir be­ yannamesini Türkçeye çevirerek 25 Ocak 1937'de Ankara'ya ulaş­ tırmışlardır. Cemiyetin görüşlerini net ve açık bir şekilde gösteren bu be­ yanname metni aynen şöyledir. "Beyanname: Haky ol unda temiz bir savaş Arap Gençliğine Umumi bir hitap: İskenderun ve Antakya sancağında Arap kardeşlerimizle Türk kardeşlerimiz arasında münazaa vardır. Fazilet ve şeref size bu anlaşamamazlığı izole etmenizi İcab ettirir, Asalet ve ihlas ile hareket edilirse dünyada yapılamayacak bir iş bulunmaz. Bizim kardeşlerimizle kavga etmemiz ve garp alemini kendimize güldürmemiz doğru değildir. O garp ki bizimle yüzlerce senelerden beri istihza ediyor. Munsıf olan komşularımız ve kardeşlerimiz ne istiyorlar? Onlar haktan uzaklaşmazlar. Biz onlarla İlelebet devam edecek bir kardeş ittifakı yap-

1 11 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi koli ek siy onu, Dosya: 15, Belge No: 169 I 12 ATAŞE Arşivi, II, Dünya Harbi kollcksiyoını. Dosya: 13. Belge No: 10 194 HAMÎT PEHLİVANLI nıak isteriz. Biz sancağın bütün halkına Türkiye ve Suriye'yi alkışlayacak bir ara bulmak istiyoruz. Büyük ağabey olan Türkiye elbetteki küçük kar­ deşi Suriye'yi tevecciinden mahrum etmez. Ihiaskâr Arap gençleri! İs­ kenderun ve Antakya Sancağına ara bulma ve İslah fikirleri götürünüz! Heyetlerimizi hazırlıyoruz, gitme günü son da bildirilecektir. Bu be­ yannamenin yazılışında samimiyet ve İhlasın âmil olduğunu söylemeye hacet yoktur." Vatanperver Halk Cemiyeti/EI Cennetü'I şiiyetül Vataniye Tarblusşam 113

X- HATAY’DA SEÇİMLER VE SONUÇLARI

Türk-Fransız Askeri ve Siyasi anlaşmaların imzalanmasından sonra Hatay'da Seçimlerin tamamlanması için çalışmalara başlanmıştır. 15 Temmuz 1938'de Cevat Açıkalm ve Alb.Collet'in önderliğinde bir seçim komisyonu kurulmuştur. Seçmen listelerine 35.847 Türk, 11.319 Aleviler, 5504 Ermeni, 1845 Arap, Rum 2098 ortadoks ve 359 diğer cemaatlere kişi kayıt yaptırmıştır. Bunlardan her 100 seçmen bir ikinci derece sa­ yıldığından 358 Türk, 113 Alevi, 55 Ermeni, 18 Arap, 20 Rum-Oıtadoks ikinci derecede seçmen sayılmıştır. Bu işlemlerin tamamlanmasından sonra 20 Ağustos 1938'de ikinci derece seçmenler tarafından mil­ letvekillerinin seçileceği ilan edilmiştir. Bunun üzerine Türk mil­ letvekillerinin kimler olacağı konusunda çalışmalara başlanmıştır. Seçim 24 Ağustos'ta yapılmıştır. 114

Türk gizli servisi elemanlarından biri Hatay'da yapılacak seçimler ve sonuçları ile ilgili oldukça iddialıdır. 18 Ağustos 1938'de Hatay'daki seçim öncesi genel havayı şu şekilde tasvir etmektedir,

"Dün geldim. Memleket alt üst, sokaklar, kahveler ağa odaları ve­ saireler hep üst üste. Bu kadar kalabalık. Bilmeyenler adeta heyacaııa ka­ pılır, Bütün bu hay huy, liste gelmiş mi, gelmemişini? Bu gün geliyor, liste Cevat Bey'e gelmiş, ayın 18'inde veya 19'unda partiye verilecekmi,

i 13 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kulleksiyoıuı, Dosya: 12, Belge No: 43 I 14 Sarınuy, A.A.M. Da ıı.g.nı. II. sayı:35 s.41 2-413; İsmail Soysal ıı.g.e. s.40 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 195 filan veya filen dahil-i liste imiş... İşte memleket baştanbaşa bu şekilde meşgûl ve heyecanla malidir, "Gizli servis elemanı seçim havasını bu şe­ kilde tasvir ettikten sonra seçilecek milletvekili listeleri ve seçileceklerle ilgili olarakta çok iddialı bilgiler vermektedir. Bu elemana göre Antakya listesinden muhakkak seçilecek olanlar şunlardır: 1. Abdülgani Ağa Türk­ men 2. Dr. Vedİ Bilgin 3, Dr, İbrahim Kavlak, 4, Karasulu Kamil Ağanın oğlu Mehmed Kamil Karasulu 5. Nafi Miskî Cevat Bey tarafından istifa teklif edilmiş mukavemet göstermektedir, 6. Subhi Berakât 7. Bekir Ağa Berakat 8. Şoförlerin reisi İzzet. 9. Doktor Arif Hikmet (Süral) Cevat Bey tarafından istifa ettirilmiştir.

İskenderun listesi ise şöyledîr: 1. Hamdi Selçuk, 2. Eczacı Abbas Efen­ di, 3. Mercan Büstan.

Kırıkhan'da ise liste şu şekildedir: 1.Abdullah Mursal, *ahman2.Abdurı Mursal 3,Çirkinzade Reşit Ağa, 4,Yunus Nadi'nin biraderi Sadık Hocanın oğlu Cevat (Abalı), 5.Belen Halkevi Reisi Şeydi Efendi (Oğuz), ö.Şeyhlizade Bahri (Bahadır). li5 MAH elemanının tespit ettiği isimler hemen hemen seçilmiştir. Antakya listesinden 9 kişilik bir tahminde bu­ lunmuş ve hepsini tutturmuştur. Doktor Arif Hikmet'in Cevat Açıkalın ta­ rafından istifa ettirildiğini yazmışsada bunda yanılmıştır. Yine İs­ kenderun listesinde üç kişinin ismini tahmin etmiş ve hepsini tutturmuştur. Aynı şekilde Kırıkhan listesinde altı kişinin ismini tahmin etmiş ve birinde Çirkinzade Reşit Ağa'da yanılmıştır. Türk İstihbaratının iyi çalıştığını görüyoruz. 116 Gizli servis elemanı duyduğu ve öğrendiği bilgilerin doğruluğundan çok emindir. Bu iddiasını ise şöyle açık­ lamaktadır: "İşittiğim ve Öğrendiklerim bu suretledir. Ben zannediyorum ki öğrendiklerimde onda bir hata ya vardır ve belki de yoktur. Mursal İna­ yet mebus olmuyor. Tayfur yerini mahafaza edecektir. Tayfur Reis-i dev­ let, Dr. Abdurrahman Başvekil, Abdülgani Ağa meclis reisidir. Bu ver­ diğim haberde de isabet olduğuna kaniim" 117 MAH eleman ı bu

115 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kollcksiyonm Dosya: 15, Belge No; 164 116 Nuri Aydın Koııuralp, Hatay-Kurtuluş ve Kartınş Miicadelesi-Tarİhi, İskenderun 1996, s. 163,164 117 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolieksiyonu, Dosya: 15. Belge No; J65; Gerçeklen de bıı isimler ajanın belirttiği görevlere getirilmişlerdir. Sarınay, a.g.ııı. 11, s.415,416; Kontıralp, ıı.g.c. s. 164 i 96 HAMİT PEHLİVANLI iddialarının isabetinden emin olduğu gibi, seçilecek heyetinde memleketin beklentilerini tatminden uzak olduğu kanaatindedir, Kanaatini raporunda şu sözlerle açıklamaktadır. "Bu münasebetle tekrar etmek isterim ki yarın bu liste intişar eder etmez, memleket cidden hayretler içinde kalacaktır. Çünkü liste ümit ve hayalin haricinde gibidir." * 1 ls

XI- SANCAK FİRARİLERİNİN SURİYE’DE TEŞKİLÂTLANMALARI

Hatay devletinin kurulması ile birlikte bir kısım ayrılıkçılar Suriye'de toplanıp bir takını faaliyetlerde bulunmaya başladılar. Hatay firarileri diye adlandırılan bu kimseler Halep'te "Büstan-ı Külâp" da "İs'afi Muhacirin adıyla bir dernek kurmuşlardır. Kurulan teşkilatın reisi Alber, kâtib-i umumi ise Mcmduh Selim'dir. Faal üyeler ise şunlardır: 1 .Karamurt Na­ hiyesi eski müdürü İhsan (alevidir). 2,Süveydİye Nahiyesi eski müdürü Sü­ leyman (alevidir). 3.Antakya Muhasibi Sadık Mukayyet (Sünnî Arap). 4,Memduh Selim (Kürt), 5.Zeki Arsuzî (Alevi). 6.Nedim Verd (Alevi) 7. Zeki Kavvas (Alevi, miiteaddid cinayetler işlemiş). S.Moses (Ermeni). 119

Bu teşkilat Haşan Cebbare'den aldıkları talimat doğrultusunda hareket etmektedir. Türk gizli servisi elemanı bu bilgileri bizzat yukarıda bahsi ge­ çenlerden öğrendiğini ifade ederek verdiği bilgilerin sağlamlığını pe­ kiştirmek istemektedir, Bunu verdiği bazı Örneklerle de de- lİllendirmektedir. Bu bilgilerin çoğunu berberi Vedi Usta'dan Öğrenmektedir. Bunları öğrenmek için berbere bir miktar parada vermiştir. Suriye Hükümeti ile teması sağlayan ve para temin eden Haşan Ceb- bare'dir. İskenderun'dan para temin eden de yine Haşan Cebarre ile Zeki Arsuzî'dir. Çeşitli kaynaklardan para temin eden bu kimseler bol, bol har­ camaktadırlar. Dernek üyelerinden Memduh Selim daha önceki Kült is­ yanında da yine bolca bir paranın üzerine konmuştu. Antakya lisesi öğ­ retmenliğinden istifa etmiş ve bol para yemişti. Şimdide aynı şekilde eski

I 18 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi koleksiyonu, Dosya: 15, Belge No: 165 I 16 ATAŞE Arşivi, II. Dıiııya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 15. Belge No: 165 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 197 günlerine dönmüş ve bolca para harcamaktadır. Yeni Santral Oteli'nde yatıp kalkan Memduh Selim'in kendisi gibi bir arkadaşı vardır. Bu kim­ senin adı tahsildar Yusuf Gariptir. Türk gizli servisi Sancak firarilerinden olan bu kişiden de birçok bilgiler elde etmiştir. MAH elemanının Yusuf Garip'ten öğrendiğine göre Memduh Selim 120, Sadık Mukayyit 90 ve diğer üyelerde ellişer, altmışar lira teşkilatlarından maaş almaktadırlar. Bunların dışında hemen hergiin Sancak firarilerine yüzlerce lira maaş ve­ rilmektedir. Hatta teşkilat İskenderun ve Kırıkhan'dan geçen Ermenilere de bir miktar para verilmektedir. Ancak paranın miktarı ötekilerinki kadar çok değildir. Kusayrizade Selahattin Antakya'ya dönmüştür ve îs'afi Mu­ hacirin teşkilatı ile daima irtibat halindedir. MAH elemanı, Selahattin hak­ kında "Sancak'a gidip gelebildiği için şahsen daha muzır bir vaziyette ka­ lıyor" şeklinde düşünmektedir. Diğerlerini ise Sancak'a girip çakamadıklan için daha az tehlikeli olarak değerlendirmektedir. Bu arada Hatay'daki mülki İdareciler ve halkevleri de bu olayları düşünüp, de­ ğerlendirip, tedbir alacak dutumda değildir. Çünkü o anda meclisin te­ şekkülü, millet vekillerinin seçimi ve bunlarla ilgili diğer işlerle meş­ guldürler. 120

Türk gizli servisi, bu teşkilatın aleni olarak Halep'te çalışmasının ile­ ride bazı kötü neticeler verebileceği tahmininde bulunmaktadır. Sancak sı­ nırında karıştıklar çıkarabilecekleri tahmin edilmektedir. Zira gerek Haşan Cebbare gerekse Ermeni Moses sürekli para buluyorlar ve bunları tahrik ve teşvik ediyorlar. Aynca Fransızlarda bunlara sürekli maddi ve manevi destek sağlamaktadırlar. Yusuf Garip'in müracaatı üzerine Fran- sızlar "... biraz bekleyiniz müteessir olmayınız, meyusiyetİniz yakında izale edilir" diyerek manevi destek vermişlerdir. 121 Fraıısızlar bu söz­ lerinde ne kadar samimidir ve sözlerinin arkasında dururlar belli değildir. Ancak şimdilik bu söz ve davranışlar bu teşkilata manevi destek sağ­ lamaktadırlar. Bu teşkilat adam bulmakta da fazla zor lan m anlaktadır. Zira Sancak’ın her tarafından gelen firariler hep Halep'te ve teşkilatın eli al­ tındadır. Ayrıca Halep ve havalisinde, Şam ve diğer yerlerde birçok Arap, Arap vatanperverleri veya Arap gençleri ve Türk düşmanları vardır. Hatta sırf para için teşkilata giren ve çalışan birçok kimse mevcuttur. İşte bütün bunları değerlendiren Türk gizli servisi elemanları, Sancak sınırlarında bir

120 ATAŞE Arşivi, II. Dünyıı Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 15. Belge No: 166 121 ATAŞE Arşivi. H. Diiııya Harbî kolleksiyonıı. Dosya: 15. Belge No: 167 198 HAMÎT PEHLİVANLI takım tatsız hadi satın meydana gelebileceğinin göz ardı edilmesini An­ kara'ya rapor etmişlerdir. 122

Bu arada Haleb ve civarından bazı kimseler Türk gizli servisi ele­ manları ile temas kurarak pasaportsuz olarak Halep'ten Türkiye'ye gidip temaslarda bulunmak istediklerini bildirmişlerdir. Bu heyet muhtemelen Sancak yetkilileri ile sıcak ilişki kuramadıkları için Halep ve çevresi ile il­ gili ne şekilde çalışmaları gerektiğini yapabileceklerini bizzat Türk yet­ kililerden öğrenmek istemişlerdir. Bu arada gidiş-geliş İçin yapılacak masrafı karşılayacak durumda da değildir, Halkevlerinin kendilerine yar­ dımcı olmasını talep etmektedirler. Gizli servis elemanı bu taleplere olum­ lu cevap verilmesi taraflarıdır. Zira servis elemanının düşüncesine göre bu adamlar Türkiye'ye gidip geldikten sonra yaptıkları ve yapacakları masrafın kat, kat fazlası propaganda yapacaklardır. Bu düşüncelerle bu heyete her türlü yardımın yapılması raporda tavsiye edilmektedir. 123

XII- HAYAT DEVLETİ İLE SURİYE’NİN İLİŞKİLERİ

Türkiye Suriye'deki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Suriyedeki seçimlerden sonra meclisin teşekkülü ile ilgili bilgiler 28 Aralık 1936 ta­ rihinde Ankara'ya ulaştırılmıştır. Suriye meclisi 21 Ocak'ta merasimle açılmış ve Farisulhuri başkan seçilmiştir. Suriye Cumhurbaşkanı Meh- med Ali Abİd istifa etmiştir. Yerine 82 oydan 74 ünü alan Haşimületasi seçilmiştir. Ata Eyyubi kabinesi istifa ederek yerine yeni kabine ku­ rulmuştur. Yeni kabinenin teşekkülü şöyledir. Başvezir ve iktisad veziri Cemil Mürdüm, Dahiliye ve Hariciye Veziri Sadullah Cabiri, Adliye ve Maarif Veziri Dr. Abdurrahman Kiyali, Maliye ve Müdafaa Veziri Şükrü Kuvvetli Kiyali'dîr. 124 Bilindiği gibi Türkiye ile Fransa arasında 26 Ocak 1937’de yapılan bir anlaşma ile Sancak Dışişlerinde Suriye'ye bağlı, İçiş­ lerinde serbest "ayrı bir varlık" haline getirilmişti. 15 Haziran 1938 tarihli M AH raporundan anlaşıldığına göre Suriye, Hatay'' Devleti ’ııin aleyhinde çalışmalarını her vesile İle yürütmektedir. Faliyetlerinden şüphelenilen Suriye'nin Antakya gayri resmi murahhası Nebih Elazma'nm vekili Fuat Miiferrç'in evi 6/7 Haziran 1938 gecesi basılmıştır. Baskın sırasında ev­ rakına el konmuştur. Fuat ve iki katibi Halep istikametinde hudut dışına

122 ATAŞE Arşivi, 11. DünyaHarbi kotleksiyonu, Dosya: 15, Belge No: 167 123 ATAŞE Arşivi. II. Dünya Harbi kollcksiyonu. Dosya: 15, Belge No: I6S 124 ATAŞE Arşivi. II, DünyaHarbi kolieksiyoıııı. Dosya: 12. Belge No: S ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 199

çıkarılmıştır. Kendisini hudut dışında bırakıp dönen Hatay'h Türk po­ lislere geç olmakla beraber günah çıkarırcasına oyuna geldiklerini itiraf etmiş ve "Bizim Tiirkler ile hiçbir husumetimiz yoktur, düşmanımız Fraıı- sızlar'dır." demiştir. 125

Suriyeliler Türk düşmanlığını sürdürmektedirler. Her vesile ile Türkiye ve Türklük aleyhine çalışmaktadırlar, Halep'te Özbegiye Bahçesinde 24 Temmuz 1938'de Fransızların Suriye'ye ilk girdikleri sırada şehit olan Harbiye Nazırı Yusuf Elazma için bir anma merasimi yapılmıştır. Böyle bir merasim sırasında bile fırsattan istifade hazır olan topluluğa Arap ta­ rihinden, Hatay'dan ve Özellikle Türklerİn zulümlerinden bahseden nu­ tuklar atılmıştır. 126 127

Bazı bozguncular Hatay dahilinde tahriklerde ve provakasyonlarda bu­ lunmak üzere grupları teşekkül ettirmek üzere toplantılar yapmaktadırlar. Bu işlerde başı çekenlerden biride Lazkiye Sancağı Ceble kazası Kay­ makamı Behçet Arnuk’tur. 23 Ağustos 1938 tarihinde Behçet Arnuk'un evinde İskenderun'un müdafaasa İçin toplantı yapılmıştır. Bu toplantıya şunlar katılmıştır. Ceble Sandık Emini Abdülmecİt, Mal Müdürü Cemal Bağdadı, Lazkiye'den Avukat Mecit, Lazkiyeli Abdül Vahit Hanın, Avukat Faiz İlyas, Abdülkadir Şereyta, İhsan Cabirİ'nin adamlarından ve Lazkiye memurininden Abdullah 11 yas, Cebi el i Muharrem Muhsin, İbrahim Gencin yeğeni Behçet Nasur, Ceble köylerinin tanınmış aleviler İn den Memduh Şakir Kavvas'ın eniştesi Şeyh Ali Zuhuri, Arsuzî'nİn eniştesi Şaban Saidî, Cebleli Hacı Ethem İbrahim, Cebleli Cemal Ali. Bu toplantılar iki gün devam etmiş ve Lazkiye'den gelerek iştirak edenler tekrar dönmüşlerdir. Şeyh Ali ve Şaban S aidi Halep'e gitmişlerdir. Yapılan bu toplantıda Halep'in müdaafası için çete teşkilâtına ait mesaİl müzâkere edilmiş ve bu müzakerelerden sonra Cemal Ali, Dib ve Eteın İbrahim Hatay hududunda çetecilik yapmak üzere 25 lira mukabilinde bazı serserileri kaydetmeye başlamışlarsada bunlara şimdiye kadar ne silâh ve ne de para verildiği gö­ rülmemiştir. J27 Suriyeliler karışıklık çıkarmak amacıyla Hatay'ın bazı köylerine bas­ kınlar düzenlemekteydiler, Aslen Ayrancı Şarkî olan Abdürrezk emrindeki

125 ATAŞE Arşivi, 11, Dünya Harbikolleksiyonu, Dosya: 15, Belge No: 152 126 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 15, Belge No: 153 127 ATAŞE Arşivi, II, Dünya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 15, Belge No: 184,185 200 HAMİT PEHLİVANLI

9 kişilik çete ile Ayrancı Şarkı, Yeniköy ve Salla köyünü basmak is­ temiştir. Çete reisi Abdürrezzak Vatanilerin Reyhaniye cle- başılarındandır. Hatay'da idarenin değişmesi üzerine Suriye topraklarına kaçmıştır. Kendi arazilerindeki ekinlerinin Turkler tarafından biçildiğini duyunca başına birkaç serseriyi toplayarak Hatay hududundaki köylere te­ cavüzlere başlamıştır. Kendine ait harmanları yaktıktan sonra kaçmıştır. Abdürrezzak'm bu hadiseleri çıkarmasını Hamam Nahiye Müdürü teşvik etmiştir. Onun bu davranışlarına Fransız askerleride göz yummak su­ reliyle yardımcı olmuşlardır, 128 « Hatay hududunda çetecilik yapanlar hakkında yapılan araştırmalarda bunların çok ehemmiyetli ve düzenli eçet teşkilâtları olmadığı tespit edil­ miştir. Bunlar Hatay'dan kaçan Arap ve Kürtlerden mürekkep derme- çatma bir teşekküldür. Bu çete gruplarına Suriye Hükümeti imkân ve des­ tek sağlamaktadır. Çetelerin ençok faaliyette bulundukları yerler Harim ve Hamam bölgeleridir. Harim bolgesindekileri Şeyh Yusuf organize et­ mektedir, Hamam mıntıkasındakileri Organize edenler İse Ayrancı Şarkî köyünden Abdürrezzah ile Kürt Haydar ve Halil'dir. Bunlar fırsat bul­ dukça hududuna yakın köylere baskın yaparak harman ve evleri yak­ maktadırlar. Hepsi de Amik Ovasında çifçilik yapmış ve harmanlarım bı­ rakarak kaçmışlardır. Bunlar şimdi Suriye'de sefil vaziyete düşmüş göçebe araplardır. 129 130

Bu çetelerin dışında yine Amik'teki Türk köylerine baskın yapmak üzere kurulan çete teşkilâtı hakkında Türk gizli servisinin Halep'teki ele­ manından elde edilen bilgiler 8 Eylül 1938 tarihli raporla ilgililere bil­ dirilmiştir, Ötekiler gibi bu çete grubundada başı çekenler Halaylı fi­ rarilerdir. Bunların önde gelenlerinden biri Reyhaniyeli ittihad-ı anasır fikrinin savunucularından Çerkez Şaban Ağa’dır Bu çeteler arasında Mcm- duh Selim'e bağlı ICürtler de bulunmaktadır. Bu çete grubu doğrudan doğ­ ruya Şeyh Maruf Eldevalibî'den tahsisat almaktadırlar. L'°

Bağımsız Hatay Devleti 2 Eylül 1938'de resmen kurulduktan sonra Su­ riye ile ilişiklerinde Fransızların tahrik ve teşvikleriyle birtakım sıkıntılar

128 ATAŞE Arşivi, il. DünyaHarbi kolkksiyonu, Dosya: 15, Belge No: 189 129 ATAŞE Arşivi, 11. DünyaHarbi kolleksiyoııu. Dosya: 15, Belge No: 21 1 130 ATAŞE Arşivi, İl, Dünya Harbi kolleksişonıt. Dosya: 15, Belge Ne: 2U(.) ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 2(11 yaşanmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi sınırlara tecavüz, köy bas­ kınları, harman yangınları şeklinde devam eden sıkıntılara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Bunlardan biri Hatay ile Halep arasında yolcu gidiş-gelişlerinde sınır kapılarında zorluk çıkarılmasıdır, Hatay ile Tür­ kiye arasındaki geçişler Hatay haki dışişlerinde Suriye'ye bağlı olduğu zamanki şartlarda devam etmektedirler. Bu ise Suriyelilere ve Fransızlara Hatay'daki genel durumu sıkıntıya sokmak için fırsat vermektedir. Bu fır­ sattan istifade İle Hatay'ı Suriye ve Türkiye arasında köşeye sıkıştırmak islemektedirler. Bu fikri ilk düşünen ve Fransızlara empoze eden Hatay'ın eski maliye reisi ve halen Halep maliye Reisi olan Haşan Cebbare'dir. Fransızlar tarafından da benimsenen bu düşünceye dayalı olarak Halep'ten sıradan bir kimseyi bile Hatay'a bırakmamaktadırlar. Buna karşılık Hatay'dan gelecek olanlara da kolay kolay geçiş izni verilmemesini yine Haşan Cebbare Fransızlara teklif ve kabul ettirmiştir. Hatay'dan Halep'e gidecek yolculara tatbik edilecek usul şeyledir: Fransızlar evvela müracaat eden yolcunun kabul edilip edilmeyeceğini Halep’ten sormakta ve Halep emniyeti muvafik cevap verdiği taktirde yolcuya Fesse Passe ve­ rilmektedir. Halep’e somlan Hataylılar'ın %90'ma ise red cevabı ve­ rilmektedir.

Hatay ile Halep arasında yolcu nakliyatı hemen durmuş gibidir. Bun­ daki gayeleri şunlardır:

a. Halep'den herkesin serbestçe Hatay hududuna girmesine müsaade et­ memekle Hatay pazarlarının felce uğratılması, b. Hatay'ın meyve ve sebzelerinin çürümeye mahkum edilmesi. c. Hatay'ın en bol senelerinde bile Halep'den Hatay'a yapılan un, buğ­ day, eşya, etlik hayvanat şevki yatını men ederek Hatay'ın hay at-1 unıu- miyesine tesir etmek. d. Hatay hastalarını Halep hastahanelerine almayarak, Hatay'ın sıhhî durumunu tazyik etmek.

Bu düşünceler ile güçleştirilen Halep münalakatmm akisleri nitekim kısa sürede görülmeye başlanmıştır. Ez etimle evvelce Halep ve ci- zarıııdan her pazartesi günii 600-1000 arasındaki eşhasın iştirak etlikleri 202 HAMİT PEHLİVANLI ve lıalen gelmedikleri Reyhan İye pazarının mültezimi şimdiden hükümete müracaatla tenzili bedel iddiasında bulunmuştur. Hatay'ın doktor ve ta­ babet alât ve edevatına da olan ihtiyacı kesindir, Hatay'da idrar ve kan ta- hilil yapılamamaktadır. 50.000 nüfuslu Antakya gibi bir kasabada ihtiyaca yetişmesine imkân olmayan tekbir doktor Basil vardır, Türkiye'den gelen doktorlar hastalar gitmezler, Dispanserlere de ancak ayakta yürüyebilecek hastalara gitmektedirler. Bu gibi vaziyetlere çare arayan İnayet Bey'e Ha­ laylıların bazıları yegâne çarenin Lesse Passe'nin ortadan kaldırılması ol­ duğunu söylemişlerdir. 131

Fransızlar ve Suriyelilerin bu tutumundan Hatay halkı da yöneticileride şikayetçidirler. Yukarıda da belirtildiği gibi Suriye'nin bu tutumunun sos­ yal, ekonomik ve sıhhî olumsuz neticeleri kısa zamanda kendini gös­ termeye başlamıştır. Bunun önüne geçmek ve sıkıntıları gidermek için Hatay hükümeti birtakım teşebüslerde bulunmuştur. 29 Eylül 1938 tarihi itibariyle Türk gizli servisinin Ankara'ya aktardığı tespitleri şöyledir: "Hatay Dahiliye vekili, Kole'ye yazdığı bir tezkirede: "Suriye'den herkim isterse Hatay'a gelebilir. Hatta yolcular için tatbik ettiğimiz takayyüdat ile alakadar değiliz. İsterseniz bu takayyiidatı ref edebilirsiniz, Çünkü biz umumi af ilan ettik. Ve hiç kimse hakkında yapacağımız bir takıp siyaseti yoktur" denilmiş olmasına rağmen olan Hatay'dan Suriye'ye gidecek olan­ ları Fransızlar evvela Suriye hükümetinden soruyorlar ve muvafakat et­ tikleri taktirde mürurlarına müsaade ediyorlar, İşte bu vaziyet gös- teriyorki, Suriye hükümeti Hatay hükümetine karşı hala tedbirli hareketinde devam ediyor. Mahaza Suriye hükümetinin bu tutumundan Franzılarda memnun olmakdıklarmı söylüyorlarsa da Fransızların ne de­ rece samimi olduklarını bilmek şimdilik zordur." 132

Türk Gizli Servisi Hatay hükümetini çok zor durumda bırakan bu uy­ gulamanın sebeb ve kaynaklarını araştırmaya devam etmektedir. Fran­ sızların, Suriye'nin bu tutumundan biz de şikayetçiyiz şeklindeki be­ yanlarında samimi olmadıklarını raporlarında sürekli işlemektedirler. Nitekim 12 Ekim 1938 tarihli bir gizli servis raporunda bu şüphelerinin

131 ATAŞE Arşivi, II. Dilimi Harbi kol leks iyonu. Dosya: 15, Belge No: 134 132 ATAŞE Arşivi, 11. Dünya Harbi kolleksiyoım. Dosya: 15, Belge No: IS6 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 203 haklılığını ortaya koyan yeni bilgiler delilleriyle Ankara'ya bildirilmiştir: "Hatay-Halep münalakatmdaki takayyüdata dair alınan haberler şunlardır: Hatay'dan Halep ve civarına gidecekler hakkındaki takayyüdatın Suriye Hükümeti tarafından alınmış bir karar olduğu anlaşılmış ve bu işte Fran­ sızların müdahalesi sezihniştir, Şöyleki: Hatay'dan Halep'e gidecek bir Türk'ün vesikasını almak maksadıyla Emniyet Müdürlüğüne giden ve giizel Fransızca bilen bir şahsa, okuması İçin Emniyet Müdürü bir kâğıt uzatmıştır. Okunan kâğıdın meali şudur: "Aşağıdaki isimleri yazılı olan eşhas Suriye Hükümeti tarafından alman karara binaen Halep ve civarına gidemiyeceklerdir." İsimlerin okunmasına meydan verilmeden kâğıt em­ niyet müdürü tarafından geri alınmış ve ayrıca bu karardan bah- sedİlmeyerek delegeye müracaat edilmesi ve hatta kendisinden şikâyette edilmesini İlave etmiştir, Bu suretle seyehati menedilmiş eşhasın mey­ dana çıkarılması ancak İstedikleri zaman kendilerine müsaade ve- rilmeyişleriyle belli olabilecektir. Adalı Mehmet ile oğlu Nafi ve Antakya Belediye Reisi Vedi Müniir'ün Halep Seyahatleri İçin Vaki mü­ racaatlarında Adalı'ya derhal vesika verilmiş, diğerleri için delegeye mü­ racaatları lüzumunu bildirmiş ve Suriye ile birkaç gün süren muhabereden sonra ancak vesikaları verilebilmiştir. Eğer bu karar yanlız Suriye Hükûmeti'nin bir kararı olsaydı, sonradan bu iki şahsa müsaade edil­ memesi icab ederdi. Cereyan-ı hale göre Fransızlarında bu işte m ed hal der oldukları anlaşılmıştır." 133

Türk Gizli servisi 12 Ekim 1938'de verdiği raporda Halep'deki Suriyeli Emniyet Müdürünün gerçekte Suriyeli olmadığını tespit etmiştir. 27 Ekim 1938 tarihli istihbarat raporunda "...Emniyet müdürü olarak adı geçen zatın aslen Fransız ve Kole'nin yokluğunda kendisine vekâlet den Delege mu­ avini Dömenk olduğu anlaşılmıştır." denilmiştir, 134

Arap Birliği savunucularından Usbecİler Hatay'daki araplarm Suriye'ye göçmelerini teşvik için yeni bir propagandaya başvurmuştur, Türk gizli servisinin tespitlerine göre Usbeci Başkan Zeki Arsuzî, Hatay okul­ larındaki Arap talebelerin parasız-olarak Suriye Okullarına kabul edil­ meleri için Suriye Hükümeti nezdinde teşebbüste bulunmuştur, Suriye

133 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi koileksiyoııu, Dosya: 15, Belge No: 132 134 ATAŞE Arşivi, II. Dünya Harbi kolleksiyonıı, Dosya: 15, Belge No: 131 204 HAMİT PEHLİVANLI

Hükümetinin teklife olumlu cevap vermesi üzerine Hatay okullarından bazı öğrenciler Suriye'ye geçmeye başlamışlardır. Ancak beklenenin ak­ sine Araplardaıı çok. ekserisi alevi, Rum orlodoks olan talebeler yavaş yavaş Suriye'ye geçmeye başlamışlardır. Bu durumun Suriyeli Araplar üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi önlemek üzere Suriye maarif nezareti geçişi güçleştirecek bazı tedbirler almaya başlamıştır. Bu tedbirler me- yanmda Hama Lise'sine müracaat eden talebelerden bir "şahadetname'' is­ teyerek güçlük çıkarmıştır. Bu öğrencilerin çoğunda şahadetname ala­ madığından geri dönüp Antakya Lise'sinden diploma istemişlerdir. Antakya Lisesi ise bu talebi haklı olarak sürüncemede bırakmıştır. Bu durum karşısında öğrencilerin bir kısmı lisenin Arapça kısmına yeniden kayıt yaptırmış, bir kıbmı da okulu terketmiştir. Okula kayıt yap­ tıranların sayısı 4'tiir. Diğerleri ise boş gezmektedirler, 13:1

SONUÇ

Hatay Meselesi Atatürk'ün sağlığında üzerinde durduğu en önemli ko­ nulardan biridir. Belgelerden de anlaşıldığı gibi 1936 yılından başlayarak ölümüne kadar bu meselenin takipçisi olmuştur. Bu özel ilgi dolayısıyla Hatay o dönemde Türkiye'nin dış politikasında devamlı birinci sırada yer almıştır. Bu meselenin çözümü için gerek dışişleri yetkililerinin, gerekse Türk istihbarat teşkilatının yoğun bir çalışma İçerisinde oldukları gö­ rülmektedir. Dışişleri, uluslararası hukuk ve ikili anlaşmalar çerçevesinde bu olayın çözümü için gerek Fransa, gerekse Birleşmiş Milletler nezdinde her türlü teşebbüste bulunmuştur. Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilatı Adana Bölge Başkanlığı ise kendi İlgi alanı çerçevesinde meselenin pe­ şini bırakmamıştır. Yine elimizdeki belgelerden anlaşıldığına göre Türk gizli servisi gerek Sancak dahilindeki halkın, gerekse Suriye Hükümeti ve Fransız yetkililerin hal ve hareketlerini yakından takip etmiştir. Sık, sık Ankara'ya ulaştırdığı bilgilide merkez-i hükümetin bu konuda po­ litikalarını oluşturmasına yardımcı olmuştur, Türk gizli servisinin ça­ lışmalarının sonuçları şöyle sıralayabiliriz:

1- Teşkilat Fransızlan yakın takibe alarak faaliyetlerini Ankara'ya bil­ dirmiştir. Etnik ve dini gruplarla ilişkilerinin ne ölçüde olduğunu, silah ve

13? ATAŞE Arşivi, H. Dıiııya Harbi kolleksiyonu. Dosya: 15, Belge Nn: 201 ATATÜRK DÖNEMİ MİLLÎ EMNİYET HİZMETLERİ TEŞKİLÂTI 205 para yardımı yapıp yamadığını merkeze bildirecek ikili görüşmelerde strateji belirlenmesine yardımcı olmuştur.

2- Etnik grupların sosyal durumlarını, dini yapılarını, siyasi fa­ aliyetlerini ve bİrbirleriyle İlişkilerini yakından takip etmiştir.

3- Tiirklerin moral bakımdan takviye edilmesine yardımcı olmuştur. Türkiye'nin daima yanlarında olduğu Türk 1 ere hissettirilmiş tir. Fran­ sızların müslümaıılar arasındaki mezhebi farklılıkları körüklemesine engel olunmaya çalışılmıştır.

4- Fransızların dışında bölgede çıkar peşinde koşan ve bunun için fa­ aliyette bulunan Italyanlar yakından takip edilmiştir. İtalyanların böl­ gedeki etnik, dini gruplar ve kişilerle ilişkileri sürekli Ankara'ya rapor edilmiştir.

5- MAH elemanları seçim sonuçları ile ilgili yüzde yüze yakın isabetli tahminlerde bulunmuşlardır.

6- Hatay bölgesinde yaşayan bazı Çerkezler, bir kısım Ermeniler ve Kültler Türkiye taraftarı tutum İzlerken, Arapların büyük bir kısmı Suriye taraftarı bir tutum içindedirler.

7- İkinci Dünya Savaşı öncesi dünya siyasi konjoktöıü çok iyi bîr şe­ kilde değerlendirilerek Hatay’ın bağımsızlığına kavuşması ve daha sonra Türkiye'ye iltihakı sağlanmıştır. Bu neticenin alınmasında Türk gizli ser­ visinin diğer unsurlarla birlikte yaptığı çalışmalar önemli bir rol oy­ namıştır.

HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ

Yrd. Doç. Dr. YUSUF SARINAY *

GİRİŞ

Günümüzde toplumların geleceği açısından iki zıt akım görmekteyiz. Bİr yanda bilgi, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin büyük bir hızla ge­ lişmesi sayesinde ortaya çıkan ve küreselleşme diye adlandırılan bü­ tünleşmeye yönelik gelişmeler, diğer yandan SSCB'nin dağılmasıyla dün­ yanın her yerinde yaygınlaşan mİkro-milliyetçilik denen etnik bölünme hareketlerine tanık olunmaktadır. Bu bağlamda bir taraftan AB ile bü­ tünleşme - AB’nin karşı çıkmasına rağmen-çabası içinde olan Türkiye, diğer taraftan dış destekli ayrılıkçı PKK terörü ile mücadele etmektedir.

Türkiye'nin maruz kaldığı bu Kürt-ayrılıkçı terör hareketi tarihi bir süreç içinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle makalede bu tarihi süreç içinde Türkiye'de siyasi Kürtçülük hareketlerinin gelişmesi kısaca de­ ğerlendirilerek, bu çerçevede 1927 yılında kurulan ve Kürt-Ermeııi iş­ birliğine dayanan Hoybun Cemiyeti’nin kuruluşu, faaliyetleri ve Ağrı is­ yanlarındaki rolü üzerinde durulacaktır.

Bilindiği gibi Türkiye'de siyasi Kürtçülük; 19. Yüzyıldan itibareiı em­ peryalist Avrupa devletlerinin "Şark meselesi" çerçevesinde Osmanlı dev­ letini parçalayarak bölgeye hakim olmak amacıyla uyguladıkları genel po­ litikanın sonucu olarak doğmaya başlamıştır. 1* Osmanlı devletinin Avrupa'daki, topraklarının elden çıkmasına ve petrolün bulunmasına pa­ ralel olarak Avrupa devletlerinin ilgisi Anadolu ve Orta-Doğu üzerinde yo­ ğunlaşmıştır. Avrupa devletlerinin bu bölgelerdeki çıkarları için kul­ landıkları toplumlar başta Ermeniler olmak üzere, Araplar, Kürtler,

* Hacettepe Üııi. Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü l Bayram Kodaman, II. Abdülhamit Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara, 1987, s. 105-107. 208 YUSUF SARINA Y

S üryanı ler ve N ustur iler olmuştur. Avrupa'nın Orta Doğu politikasının şe­ killenmesinde başrolü İngiltere oynamıştır. 19. Yüzyılın sonuna kadar Rusya ve Fransa'ya karşı, sömürge yollarının güvenliği ve İktisadi çı­ karları için Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü koruma politikası iz­ leyen İngiltere 2 , Berlin Antlaşmasından sonra bu politikasını ter- ketmiştir. 3 Özellikle 1900'lerin başından itibaren İngiltere'nin Osmanlı toprakları üzerindeki politikasının temel taşı artık sadece geleneksel Bo­ ğazlar meselesinden ziyade, Orta-Doğu bölgesi üzerinde yoğunlaşmıştır, İngiltere’nin politika değişikliğini bir yandan Almanya'nın bölgeye girme ve sömürgeleştirme girişimleri, diğer yandan da bölgeye özgü bir unsur olan petrolün Ön plana çıkması İle izah etmek mümkündür. 4

I. Dünya Savaşı ile birlikte İngiltere'nin petrol politikası diğer, eko­ nomik, stratejik ve siyasi hedefleri de kapsayacak şekilde oluşturulmaya başlanmış, Orta Doğu'daki petrol de dahil olmak üzere bütün ekonomik imtiyazlara sahip çıkılmasının devletin vazgeçilmez hedefi olduğu ortaya konulmuştur. 5 Bu hedefine Müttefikleri ile koordine ederek ulaşmak is­ teyen İngiltere, Rusya'nın savaş sonrası Boğazlar üzerindeki isteklerine göz yumarken, 16 Nisan 1916 tarihinde kesinleşen gizli Syks-Picot Ant­ laşması ile Mezopotamya'yı alırken, Musul’u Fransa'ya bırakıyordu. 6 Ancak, İngiltere savaş sonunda Fransa'ya petrol hissesi vererek kendisi açısından son derece önemli petrol hissesi vererek kendisi açısından son derece önemli gördüğü Musul'u da denetimi altına alacaktır.

İngiltere bu genel politikası çerçevesinde bir yandan Ermeni davasına destek vermekle ve Arapları Osmanlı devletine karşı isyan ettirirken, diğer yandan siyasi Kürtçüliiğü canlandıran ve kullanma hesapları yap­ maya başlamıştır. Bu konuda Rusya'daki Bolşevik İhtilalinin hemen aka­ binde, Türk ordusunun ileri hareketinden endişelenen İngiltere'nin Kürt

2 Öıneı* Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara, 1978, s. 15-27, 3 Berlin Antlaşmasından sonra İngiltere Kıbrıs ve Mısır'a yerleşmiştir. Fahir Armaoğhı, Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, 1973, 276-278; Kürkçüoğlu, a.g.e. s. 27-28.' 4 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İstanbul, 1994, s. 123; Orta-Doğu üzerinde biiyük devletlerin mücadelesi için bkz, Ergüıı Aybars, "Orta Doğu, Emperyalizm, Petrol ve Türkiye", Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, 1, Ankara, 1996 s. 509-542. 5 M in Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi (1918-1926), İstanbul, 1987, s. 14-15. 6 Yıılıığ Tekin Kural, Osmanlı İmparatorluğu'nun Paylaşılması, Ankara, 1986, s. 19-20; J.C. Hı.ırcwitz, DipJomacy iıı the Near and MiddleEast, A. Documcntary Rccord: 1914-1956, Vol. II, New York. 1958. s. 18-22. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE’YE KARŞI FAALİYETLERİ 209 konusuna yaklaşımını ortaya koyması açısından Aııadoluda'ki istihbarat subayı Albay Maunsell'in 5 Aralık 1917 tarihinde Londra'ya yazdığı rapor oldukça dikkat, çekicidir. Maunsell raporunda; "...Pantiirkizmc karşı ağır­ lık olarak Kürt milliyetçiliğini çıkarmak gerekir. Coğrafi durum dikkate alındığında Türk kovanına önemli bir unsur olarak sokulabilirler” dedikten sonra Kürtlere otonomi ve toprak vadederek ulusal bilinçleri üzerinde ça­ lışılmasını teklif etmekle ve bu konuda Bedirhanların kullanılabileceğini vurgulamaktadır.7 Mausell'in teklifleri doğrultusunda I. Dünya Savaşının sonunda Kürtlere otonomi ve toprak vaadeden İngiltere Onların man­ daterliğini üzerine almak üzere harekete geçecektir. Böylece İngiliz nüfuz alanı olan Irak ve İran'da yeni bir koz elde etmiş olacaktı, Aynı zamanda Rusya ve doğu Türklüğü ile Türkiye arasına Ermenistan ile çekilecek du­ varın tamamlanması Kürtlerin Türkiere ve hatta Araplara ve İran'a karşı kullanılması mümkün olabilecekti. Özellikle Irak petrol bölgesinde Kürt unsurunun bulunması, Kürtlerin İngiltere açısından önemini artırıyordu.8

Türkiye'de siyasi Kürtçülüğiin yukarıda anahatları İle ortaya konulan uluslararası konjonktür içinde özellikle de İngiltere'nin politikası çer­ çevesinde şekillendiğini görmekteyiz. Nitekim I, Dünya savaşımn so­ nunda İngiltere Kürtlerin mandaterliğini üzerine almak üzere harekete ge­ çecektir. Bu amaçlarım gerçekleştirmek için, Doğu ve Güney Doğu Anadoluda'ki Kürt aşiretlerini kazanmak için Nisan 1919’da Binbaşı Noel’i ve Yüzbaşı Woolley'ı görevlendiren İngiltere 9 ay m zamanda İs­ tanbul’da Seyyıt Abdülkadir'in başkanlığında kurulan "Kürdistan Teali Ce­ miyeti” 10 11Mensupları ile de yakın ilişki içerisine girmiştir. 11 Bu arada Paris barış konferansında Osnıanlı delegesi olan Şerif Paşa, kendisini "Kürt Heyeti Başkanı” ilan ederek Kürdistan konusunda İtilâf devletlerine

7 Ilasan Koni, "OsmanlI'dan Gii/uimitz.e Türkiye'yi Bölme Çabalan" Beşinci Askeri Tarih Se­ mineri Bildirileri, I, Ankara, 1996, s.84. 8 Kürkçiioğlu, a.g.e. s.68; Osman Olcay, Scvrcs Andlaşınasnıa Doğru, Ankara, 1981, s,XIII, 9 Noel ve Wooley'in bölgedeki faaliyetleri için bkz, M.KemaI Öke. İngiltere'nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E.VV.C. Noel’in Faaliyetleri, Ankara, 1988. s.29-66. 10 "Kürt Teali ve Terakki Cemiyeti" olarak da bilinen bu cemiyetin kuruluşu ve faaliyetleri ile il­ gili olarak bkz, Tarık Zafer Turtaya, Türkiye'de Siyasal Partiler C. II, İstanbul, 1986, s, 186-212; A. îlaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, 4. B. Ankara 1996, s.307-313. 11 Cemiyet mensupları 2 Ocak 1919'da Ingiltere'ye başvurarak İngiliz mandası alımda Özerk Kür- djstan kurulmasını talep etmişlerdir. Ingiltere'de Cemiyet mensuplarından bir piyon olarak ya­ rarlanmayı ihmal etmiştir, Bkz. Salahı R. Son yel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, I. Ankara. 1973. s. 26-27. Yunaya. a.g.e. s.197-198. 2.10 YUSUF S ARINA Y başvurmuş, ayrıca Paris'le bulunan Ermeni lenısilcisi Bagos Nubar Paşa ile Doğu Anadolu vilayetlerinin Ermeni ve Kürt bölgelerine bölünmesi ko­ nusunda anlaşmıştır. 12

Ancak başta İngiltere olmak iizere İtilâf devletlerinin ayın zamanda Er­ menistan davasına angaje olmaları sebebiyle İngiltere'nin Kürt politikası Ermenistan projesi ile çakışmıştır. Bu sebeble bir taraftan Kürt böl­ gelerinin Ermenilere vaad edilmesi, diğer taraftan kendilerini Kürt da­ vası m ıı gerçek temsilcileri sayan Kürt Teali Cemiyetİ’nİn İng il izlerin gü­ dümünde hareket etmesi ve Şerif Paşa'nın Pasis’leki girişimleri İstanbul’daki Kürt siyasi liderleri arasında fikir ayrılığına yol açtığı gibi, bölge halkının da tepkilerine neden olmuştur. 13 Bu sırada Binbaşı Noel’in İngiltere ile işbirliği yapan Celadet Ali Bedirhan, Kamuran Ali Be- dirhaıı, Süreyya Bediılıan, Seyyit Taba ve Cemilpaşazade Ekrem gibi Kürt liderlerle bölge halkım yatıştırmak ve Kürt - Ermeni uzlaşmasını sağ­ lamak için yaptığı faaliyetlerden de olumlu sonuç alınamamıştır, 14 15

Sonuçta 26 Nisan 1920'dc San Rcmo'da Fransa ile manda yönetimleri konusunda anlaşan İngiltere, Musul'u denetimi altına almış, böylece pet­ rol bölgelerine yerleşen İngiltere, aym zamanda ABD'ni Ermenistan man­ daterliğine angaje etmiştir. 13 Bu gelişmelerden sonra Türkiye'yi par­ çalama esasına dayanan ve 62,63 ve 64. Maddeleri ile özerk bir Kürdistan kurulması tasarlanan Sevr antlaşması 10 Ağustos 1920'de imzalanmıştır. 16 Ancak Sevr projesi ile "Şark Meselesi" nin lehlerine çözümlendiğini sanan büyük güçlerin karşısına Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Milli Mü­ cadele hareketi çılanca, bu defa özellikle îııgilizler Anadolu hareketini

12 Çay. a.g.c. s.310-3 11; Öke. İngiltere'nin Güneydoğu Anadolu Siyaseti, s. 74-78. 13 İstanbul'da. gerek Mebusaıı Mcclishı'de, gerekse Kürt Teali cemiyeti mensuplan ile hükümet arasımla özellikle Şerif paşa'nın Ermenilerle anlaşması ve cemiyetin İngiltere'nin himayesini istemesi sert tartışmalara yol açmış, bu girişimler üzerine bölge aşiretlerinden İstanbul'a gelen telgraflarda" ls- Iabııl’daki cemiyetin bölge halkı ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı, Kürllerin Osrnarıh Camiasına içten bağlı oldukları belirtilmiştir. Tunaya. a.g.e. s.191-197. Öke, İngiltere’nin Güneydoğu, s.68-72. 14 Kürt Önderleri İngiliz işbirliğini fazla belli etmemek için Noel’den ayrı yolculuk edip Halep'te .buluşmuşlardır. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Istabul, 1983. s.539-540. 15 Başka Wilson angaje olmasına rağmen General Harboıd'un bölgede yaptığı incelemeden sonra ABD kongresi bu fileri reddetmiştir. Geni.ş bilgi için bkz. Seçil Akgiin, General Harbord’ıın Ana­ dolu Gezisi ve Raporu, İstanbul, 1981. 16 Anlaşmanın ''Kürdistan" başlıklı bölümü için bkz. Seha L. Meray-Osman Olcay. Osnıanlı im­ paratorluğunun Çöküş Belgeleri, (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması İlgili Belgeler), Ankara, I977.s. 67-68; Nihal Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C.I. Ankara, 1953. s. 55 1-552. TIOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE’YE KARŞI FAALİYETLERİ 211 daha ana karnında boğmaya çalışmışlardır, İngiliz emperyalizmi bu amaçla Türkiye'yi Doğuda Ermeni ve kendileri ile işbirliği yapan Kürt aşi­ retleri ile 17, batıda ise Yunanlılar ile kıskaca almıştır. Fakat İngiltere'nin beklemediği bir şekilde Türkiye'nin bu mücadeleden başarıyla çıkarak Lozan Barış Antlaşması ile bağımsızlığını kazanması üzerine İngiltere'yi yeni bir takım tedbirler almaya yönetmiştir. Bu sebeple Lozan'dan soma İngiltere bazı Kürt aşiretleri üzerinde kurduğu nüfuzunu petrol ve Musul meselesinde, Fransa da Hatay meselesinde bir yatırını ve manipülasyon aracı olarak kullanma yoluna gideceklerdir. Böylece temelinde Musul- Kürdistan ve petrol gibi meselelerin yer aldığı siyasi Kürtçülük, Orta Do­ ğuya yerleşen batılı güçlerin özellikle de İngiltere’nin tahrikleri ile giderek ortak bilinç yönünde ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk hü­ kümetlerini ciddi olarak uğraştıran iç isyanlara yol açmıştır.

Hoybun Cemiyeti'nin Kuruluşu ve Kürt-Ermeni İttifakı

Milli Mücadelenin askeri cephesinin kazanılması üzerine imzalanan Lozan Barış Antlaşmasından sonra Türkiye, çağdaşlaşmak amacıyla bir taraftan radikal inkilâplarla yapısal değişikliklere giderken, diğer taraftan Lozan’da kesin çözüme kavuşturulamayan problemlerle uğraşmak zo­ runda kalmıştır. Özellikle Lozan'da çözülemeyen Musul meselesi, Türkiye ile İngiltere, arasında gerginliğe sebeb olmuş, bölgeyi terketmemek için direnen İngiltere, Türkiye'nin iç istikrarım bozmaya ve Musul ko­ nusundaki iddialarından vazgeçirmeye yönelik faaliyetlerini artırmıştır.

Bu çerçevede Musul meselesinin görüşüldüğü Haliç Konferasmda uz­ laşmaz bir tavır takman İngiltere, Lozan’a dayanarak amaçlarına ulaşmak için konuyu 6 Ağustos 1924 tarihinde Milletler Cemiyetine götürmüş 18 , 7 Ağustos'ta da Hakkari bölgesinde "küçük müttefik" olarak nitelediği Nasturileri ayaklandırmıştır. 19 Diğer taraftan 1923 yılında kurulan ve Kürt meselesini Milletler Cemiyeli’ne götürmek amacıyla faaliyette bu-

17 Özellikle Koçgiri Ayaklanması bu açıdan önemlidir, Bkz. Çay. a.g.e. s. 317-320; Türk-İstiklâl Harbi V Cilt İstiklal Harbinde Ayaklanmalar, Ankara, 1974. s. 259-281. 18 Lozan'ın 3, maddesine göre Tiirk-lıak sının anlaşmanın imzalanmasından sonra dokuz ay için­ de Türkiye, ile Ingiltere arasında çözülecek, aksi halde anlaşmazlık M.C.'ne götürülecekti. Lozan Barış Konferansı, Tutanakları - Belgeler, takım II. Cilt. 2. Ankara, 1973, s.4; Buna dayanarak İn­ giltere Haliç Konferansından sonra M.C.'ne başvurmuştur. Kürkçiîoğlu, a.g.e. s, 290 - 293. 19 İngiltere'nin Masturilerle ilgili politikası. ve îsyaıı hakkında geniş bilgi için bkz. Yonca An- zcrlioğlu. Nasturiier ve 1924 Ay aklanması H.Ü. Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1996, YUSUF SARINAY luııan gizli bir cemiyet olan Azadı mensupları da aynı dönemde harekete geçmişlerdir, Azadi Cemiyeti'niıı lider kadrosu Cibranlı Albay Halil Bey, Yüzbaşı İhsan Nuri, Bitlis eski milletvekili Yusuf Ziya, Kiirdistan Teali Cemiyeti başkam Seyyit Abdiilkadir, Diyarbakııiı Cemilpaşazade Ekrem Bey ve Kör Hüseyin Paşa gibi kişiler halk üzerinde etkili olup bir isyan hareketini başlat anlayacakları kanaatiyle, Halifeliğin kaldırılmasının da yarattığı tepkilerden İstifade ederek Şeyh Sait'i Cemiyete kazandırmışlardır. 20 Niteldin Musul meselesinin kriz döneminde 1924 yılında ilk kongresini yapan bu cemiyet; Doğu Anadolu’da bütün aşiretlerin katılacağı bir isyan başlatmak ve bunu takiben Kürdistan'ın bağımsızlığını ilan etme kararı al­ mıştır. Ancak böyle bir isyanın başarıya ulaşması için dış yardımın za­ ruri olduğu konusunda da mutabık kalınmıştır, 21 Türkiye'nin Musul ko­ nusunda plebisit yapılmasında ısrar etmesine rağmen, İngiltere tarafından Milletler Cemiyetine götürüldüğü, Türkiye ile İngiltere arasında sınır ça­ tışmalarının arttığı ve Türkiye'nin sınırda askeri tedbirler aldığı bir sırada Şubat 1925 tarihinde bu makalenin şuurlarım aşan Şeyh Sait İsyam patlak vermiştir. Halifeliğin kaldırılmasına 22 bir tepki olarak dini sloganlarla başlayan ve bölgede yayılan bu isyanın gerisinde siyasi Ktirtçülük fikrinin de yattığı bilinmektedir.23 Şeyh Sait isyanında İngiltere'nin doğrudan rolü olup olmadığı tartışılmakla beraber, İç istikrarı bozulan Türkiye Musul konusunda İngiltere ile anlaşmak zorunda kalmış, sonuç itibariyle isyan İngiltere'nin yararına olmuştur. 24

20 Yaşar Kalafat, Şıırk Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992. s.128-129; Martin van Bruninessen, Kiirdistan Üzerine Yazılar, Çev: N.Ktraç vd. 2.B îstabul. 1993. s. 160. 21 Kongrede isyanın 1925 Mayısında başlatılması planlanmasına rağmen hükümetin bu fa­ aliyetleri haber atması üzerine Halit ve Yusuf Ziya'yı tutuklaması. İhsan Nuri'nin Irak'a kaçınası üze­ rine isyan daha erken tarihte çıkmıştır. Midıal Baydur, "Sivil Territoryal Ulıts-Devlet Modeli Bağ­ lamında Ayrılıkçı re Çti.yi Dışı Hareketler Örneği Olarak Şeyh Sait Olayı" Türk Yıırdu, C. 17, Sayı: 122(Ekim 1997) s.102; Kalafat a.g.e. s.147-151; Bruinesserı, a.g.e. s.161-162. 22 İngiltere'nin Musul'daki bir görevlisi, Halifeliğin kaldırışına inanmakla güçlük çektiklerini, Kiirtler üzerindeki etkisiyle, Türklerin kendi bindikleri dalı kesmelerinin İngiltere için mükemmel ol­ duğunu beirtinekle ve "bu yeni durumdan kendimiz için yararlanmayı ihmal etmedik" demektedir. Kürkçüoğlu. a.g.e. s.310-311. Şeylı Sait'in "İslam'ın Türklerle Kürtler arasındaki tek bağ olduğu, Türk- ler ise şimdi bunu kırdığına göre Kürtlerde kendi geleceklerini düşünmek zorundadır" dediği bi­ linmektedir. Bilal N.Şİmşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu (1924-1938), Ankara, 1975, s.21. 23 İsyan hakkında geniş bilgi için bkz. Kalafat a.g.e. s.150-318; Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1938) Ankara 1972, s.77-140. Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İs­ tanbul 1991; Mete Tuııçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923- 1931), Ankara, 1981, s.127-139. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, (1923-1927), Ankara, 1982, s.80-112, yargılamalar için s.146-184. 24 Tartışmalar için bkz. Kürkçüoğlu, a.g.e. s.309-315; Öke, a.g.e. s.167-170. Ayrıca 5 Haziran 1926 tarihinde Türlüye ile lmıilleıe ve Irak arasında i Hizalanan antlaşma metni için bkz, İsmail Soysal. Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları C.I. (1920-1945). Ankara. 1983s.309-317. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 2B

Gerek Azadı Cemiyetinin takibatı sırasında, gerekse Şeyh Sait is­ yanından sonra Irak, İran ve Suriye’ye kaçan bazı Kürt liderler Türkiye'ye karşı faaliyetlerini devam ettirmek amacıyla yeni bir örgüt kurma ça­ lışmalarına başlamışlardır. Özellikle Irak ve Suriye'ye mandater devlet statüsü ile yerleşen İngiltere ve Fransa'nın bölgedeki çıkarlarım devam et­ tirmek amacıyla sağladıkları yardım ve hoşgörü ile başlayan bu fa­ aliyetler 1927 yılında Kürtçce "benlik" manasına gelen Hoyboıı, Ermenice "Ermeni yurdu" anlamına gelen, Haypun kelmesinin birleştirilmesiyle or­ taya çıkan bir isim olan Hoybun Cemiyeti'nin kurulması ile so­ nuçlanacaktır. Bu yeni organizasyonun en önemli özelliği ve öncekilerden farklı yönü Türkiye'ye karşı isyana mütemayil veya Miiterake döneminde İngilizlerle işbirliğine giren Kürt liderleriyle Ermeni Taşnak liderleri ara­ sındaki işbirliğine dayanmasıdır.

Hoybun Cemiyeti'nin kuruluşuyla ilgili ilk toplantı 1927 ŞubatTnda İn- gilizlerin Revandiz Kaymakamlığına getirdikleri Seyyit Taha'nrm evinde yapılmıştır. İngiltere’nin Irak olağanüstü komiser yardımcısı Edmons'un organize ettiği bu toplantıda Türkiye'de çıkarılacak bir isyanla ilgili olarak şu kararlar alınmıştır:

a) İngilizler, Kürtlere para ve ihtiyaç halinde silah yardımı ya­ pacaklardır. b) Nasturiler, Kürt kıyafetleri giyerek isyana katılacaklardır. c) Hazırlıklar tamamlandıktan sonra harekete geçilecektir. d) İsyan Şemdinli Yüksekova'dan başlayacak ve hedef Van'ın ele ge­ çirilmesi olacaktır25

Taşnak Ermenilerinden Lcon Emirizyon, Sultanyan ve Aris adlı ki­ şilerinde katıldığı ikinci toplantı Mart 1927’de yine Siyyit Taha'mn evinde yapılmıştır. Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ile kaçak subaylardan Kasım ve İhsn Nuri'nin de katıldığı bu toplantıda Cemiyetin ismi Hoybun olarak tes­ hil edilmiştir. 26 Kuruluş aşamasında üçüncü toplantıda aym yerde ya-

25 "Taşnak-Hoybun" I, Belgelerle Tiirk Tarihi Dergisi, Sayı:14 (Nisan 1996) s, 75. 26. Bu toplantıda Iraklan Şemdinli, İran’dan Celali. Suriye'den Urla bölgesine saldın başlatılması karar!aştırılmış ve bu saldırıya katılacak aşiretler tcsbil edilmiştir. Kalafat, a.g.e. s. 135; "'taşnak Iloybuıı" s.75. 214 YUSUF S ARIN AY pilmiş, Türkiye'de çıkarılacak isyanda başarılı olabilmek içiıı Haydar an ve Celali aşiretlerinin elde edilmesine ve bu görevi İhsan Nuri'nin üst­ lenmesine karar verilmiştir. 27 28Hoybun Cemiyeti'niıı kuruluş hazırlıklar inin yapıldığı 1927 yılı Nisan-Ekim döneminde Taşnak-Ernıeni Lideri eski Ormanlı Van mebusu Papazyan'ın da bölgedeki faaliyetleri dikkat çekmektedir. Papazyan doğrudan toplantılara katılmamakla birlikte ikili görüşmelerde; Türkiye'ye karşı etkili bir saldırı veya isyamn başarılı ola­ bilmesi için öncelikle Kürt aşiretlerinin birleşerek merkezi bir or­ ganizasyon oluşturmaları ve bölgedeki etkili şeyhlerin desteğinin sağ­ lanmasının şart olduğunu vurgulamıştır. Kürt aşiretlerinin birleşmesi halinde Yunanlılar ve İtalyan'ların da yardımlarının sağlanabileceğini, Kürt komitesi ile doğrudan görüşmelerde bulunmak amacıyla Taşnaklarm Bağdat ve Musul'a birer temsilci göndermek istediklerini belirtmiştir. 28

1927 yılı boyunca devam eden toplantı ve faaliyetlerden sonra 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan'ın Bihamdun kasabasında geniş çaplı bir kongre yapılarak Hoybun Cemiyeti kurulmuştur. 29 Kuruluş hazırlıklarına Irak'ta İngilizlerin kontrolünde başlanan Hoybun Cemiyeti'nin esas kuruluş kong­ resinin Fransa'nın kontrolünde ve Ermcnilerin güçlü olduğu bir bölgede yapılması, Cemiyette hem Ermenilerin ağırlıklarım hissettirmeleri hem de Fransızların kontrolüne doğru kayması olarak değerlendirilebilir. Kong­ rede cemiyetin başkanlığına Celadet Ali Bedirhan seçilmiştir. Merkez he­ yeti üyeliklerine ise, Süreyya Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan, Memduh Selim, Nizanıettin, Tevfık Cemil, Haso Ağa, Mustafa Bozan, Halil Rahmi, Cesim Ağa (Şihnu) Şerif, İbrahim ve Emin Ali Ağa seçilmişlerdir. 30 Ce­ miyetin Başkam genellikle Vahan Papazyan olarak bilinmesine rağmen, ileride bahsedileceği gibi O, Hoybun Cemiyeti nezdinde Taşnaklarm ola­ ğanüstü temsilcisi olarak görev yapmaktadır.

Kongrede; Hoybun Cemiyeti'nin amacı "Türk Kürdistanmın ba­ ğımsızlığı olarak" tesbit edilmiş, Türkiye'nin dışındaki "hiçbir millet ve devlete karşı aleyhtar ve tecavüzkar bir vaziyet almamayı şiarı ittihaz ey­ lemiştir 31 denilmektedir. Bu bağlamda öncelikle İran devletine, Irak ve

27 "Taşıttık- Hoybun" I s, 75; Kalat’aL, a.g.e. s. 135 28 Papıızyan'm bökedeki faaliyetleri içiııbkz. Çay. a.g.e, s.333-340. 29 Türkiye’de Kürtlcrin Katliamı, Kürt-Hoybun Cemiyeti Neşriyatı I, 1928 s. 47 30 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) (030.10.115/803/5) 96C-31.3 31 Türkiye'de Kiirtlerİn.. s.48. f-IOYBUN CEMİ YETİ VE TÜK KÎYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 215

Suriye'deki Arap halkına ve Onların himayecileri olan İngiliz ve Fraıı- sızlara karşı dostane bir tutum takınmayı ve. sonra da aynı kadere sahip olan Ermenilerle dostluk kurarak ortak düşmana karşı işbirliği yapmak, Ermenistan ve Kiirdistan’ın bağımsızlıklarının toprak bütünlüklerinin kar­ şılıklı olarak kabul edilmesini temel bir prensip olarak ilan etmiştir. Daha kuruluş aşamasında fikir ve eylem birliği yapan Hoybuncularla Taş- nak Ermenilerinin bu dayanışması görüldüğü gibi Cemiyetin amaç ve il­ kelerine de aynen yansımış, 21 Haziran 1928 tarihinde Halep'te bir ittifak yaparak bu durumu resmileştirmişlerdir. Hoybun Cemiyeti Başkanı Ce­ ladet Ali Bedirhan ile Taşnakların Cemiyet nezdinde temsilcisi olan Vahan Papazyan arasında Türkiye'ye karşı Halep'te yapılan bu ittifakın Dahiliye Vekaletinin Başvekalete yazdığı Cemiyet faaliyetleri ile ilgili 18.7,1929 tarihli gizli rapora göre maddeleri şunlardır:

1. "Ermeni Taşnak. Cemiyeti Kürt milleti ile aralarında geçmiş olan ma­ ceraları unutmuş bir ittifak yapmıştır, Kürt Hoybun Cemiyeti de hakiki düşmanlarını anlayarak Ermeni milleti ile ittihat ederek ortak amaçlar için kuvvetlerini harcayacaktır.

2. Kürt istiklalini temin ve milli amaçların elde etmek için siyasi, idari ve askeri bütün kuvvetlerini Taşnak Cemiyeti memmııniyetle ortaya ko­ yacaktır.

3. Ermeni hükümet ve milletinin bütün amaç ve arzularını tatmin ve hu­ kuki meşruiyetini temin etmeyi Hoybun Cemiyeti bir vazife olarak kabul eder.

4. Ermeni ve Kiirdistan sınırları her iki cemiyet mührü ile tasdik edilen haritalardaki gibidir. Bu harita'da Doğu Anadolu bölgesini Kafkasya’ya kadar içine alan esas Ermenistan, ve Çukurova bölgesinde de güney Er­ menistan çizilmiş olup, altında "Rize Ermenistan’ın mahrecidir, fs- kendurım Körfezi ise Cenubi Ermenistan'ın mahrecidir. Bu iki Ermenistan

32 Ciaro Sasuııi, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Güııihniize Erıneni-Kürt İlişkileri, Çev: Bedros Zart aryan, Meıno Yetkin. İstanbul, 1992. S.20Ö-201. 33 Bahsedilen mühürlü ni'iiııal haritalar belge ekinde mevcut olmayıp, raporda bu harita kalemle çizil mi.şl ir, 216 YUSUF S ARIN AY arsın dn vasi ve müttefik bir Kürdi s t an vücuda getirilecektir" şeklinde bir açıklama yapılmıştır.

5. Taşnak ve Hoybım Cemiyetleri mağdur Nastııri, Yezidi ve Çerkezlerle birleşmeyi ve onların hakiki hürriyetlerini taahhüt ederler.

6. Dağınık Çerkezlere Suriye'de, İsraile bahşedilen imtiyaza benzer bir imtiyazla belirli bir yurt tahsisine çalışılacaktır.

7. Taşnak ve Hoybım Cemiyetleri İranlı Fars ırkdaşları ile dostluk ve işbirliği içerisinde yaşamak isterler.

8. Rıza Pehlevi hazretlerinin emirlerinin tarafların menfatine olduğa kabul edilmiş ve İran'da özel olarak hareket serbestliği hakkı elde edilmiş olduğundan her iki cemiyet bu meseleye son derece riayetkar olacaktır.

9. Hoybım Cemiyeti Kürt amaç ve isteklerini Taşnak Ermeni Cemiyeti de isteklerini tesbit etmişlerdir. Bu madde bir siyasi ilke olarak kabul edil­ miştir. Binaenaleyh bütün Kürtlerin temsilcisi Kürt Hoybun Cemiyeti ve bütün Ermenilerin temsilcisi Taşnak Cemiyeti olarak kabul edilmiştir.

10. Taşnak- Cemiyeti, Hoybun Teşkilatı için gerekli unsurları temin ede­ cektir. Bu çerçevede Türkiye'ye karşı hareketin icrasına başlanıldığı zaman Taşnak Cemiyeti gene Karakin, Nejde, General Dro, General Sıtbııh, General Simpat, General Nazarbekofve General Gargatof gibi kıy­ metli kumandanlarım istihdam etmeye amadedir.

Hay bun Cemiyeti de Seyyit Mehmet Ta ha, Seyyit Abdullah, Muşlu Kasım Bey, Hakkarili Şeref Bey, Onun oğlu Haşan Bey, Batimsi Hüseyin Paşa, Barkinli Mehmet Sıddık, Mustafa Nadir ve Musa dev ve Osmanlı or­ dusunda hizmet edip Cemiyete ilhak eden bilcümle zubüini istihdam et­ meye amadedir. .

11. Dersim, ruhu meselesidir. Kürt harekatına istinat noktası teşkil eder, Haydara alı, Bahtiyarla Lolanlı. Balabanlı. Karakiyhili, Arelli ve Ça- HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 217

rıkh aşiretlerinin tamamen ekle edilmesi lazım geldiğinden bit hususu Hoy­ bun Cemiyeti deruhte eder. Bu dunun müştereken lesbit edilerek karar al­ tına alınmıştır.

12. Türkiye'ye karşı dışarıdan yapılacak genel bir harekât için muayyen ve detaylı bir plan hazı rlanacaktır.

13. Taraflarca seçilecek temsilciler daima, temas halinde bulunulacak ve önemli meseleleri merkezi umumiye bildireceklerdir. Tarafların tem­ silcileri Halep'te bulunacaklardır.

14. Bu ittifakın tatbik ve icrasını Ermeni Taşnaksutyun ve Kürt Hoybun Cemiyeti deruhte ederler."34

İttifakın maddelerinden de açıkça anlaşılacağı gibi, Hoybun ve Taşnak Cemiyetleri Türkiye'yi zayıf düşürmek ve bölmek amacıyla geniş çaplı bir organizasyona gitmişlerdir. Bu organizasyonda Fransa'nın kont­ rolündeki Taşnakların Hoybun Cemiyeti aracılığı ile Kürt, isyancıları des­ tekleyerek Türkiye'ye yönelik hareketlerde insiyatifı ele almaya ve Tür­ kiye’ye sızmaya çalıştıkları görülmektedir. Ermeni davasını Kürtlerle kazanmak Taşnak siyasetine de son derece uygun görülmektedir. Çünkü nüfus itibariyle Taşnak Ermenilerinin Türkiye toprakları üzerinde organize olma ve bir isyana teşebbüs etme imkanları yoktu. Boylece Taşnak Er- menileri Türklere duydukları düşmanlığın intikamım alacaklar, Tür­ kiye'de bir Türk-Kürt çatışması yaratarak, Kürt isyanları ile zayıf dü­ şürülmüş bir Türkiye'den uygun bir fırsat doğması halinde hayali Ermenistan topraklarım koparabileceklerdi. Nitekim bu konuda Taşnak Cemiyeti'nin Paris'te yapılan II. Kongresinde; "Kürt meselesi yakından Er­ meni meselesine merbuttur. İki milletin vatan ve hayatı yekdiğerine ya­ kından merbut olduğu için Ermeniler Kürt uyanış hareketine azami surette muzaheret ediyor ve edeceklerdir... müstakil ve müttehit Ermenistan pro­ jesinin en büyük düşmanı dün olduğu gibi bugün dahi Türkiye" 35 olduğu

34 BCA (030.10.115/803/5) 96C- 3İ3. 35 Azmi Siislii. Rıını-Enııeni-Hoybuıı İşbirliği ve Anadolu’daki Toplu Mezarlar" Kıbrıs'ın Dünü Bugünti Ulu.sJarıısı Sempozyumu (Gazi Mağusa (28 tikim - 2Kasım 1991) Ankara. J993. s. 162 0 63. 218 YUSUF SARINAY vurgulanırken. İran'da yayın yapan I-Iuapcr adlı Ermeni gazetesinde çıkan bir yazıda; "Taşnak fırkasının en esaslı maksat ve gayesi, müstakil, hür Ermenistanı vücuda getirmekten ibarettir. Ermenistan, projenin en büyük düşmanı Türkiye’dir. Bu itibarla Ktirtlere yakınlık göstermek Ermeni da­ vasına hizmet etmek demektir. Kürtçülük harekelinden uzak durmak Er­ meni davasına hizmet etmemektir"36 denilerek Hoybun Cemiyetine ve do- layısı ile Türkiye'de isyana hazırlanan bazı Kürt ileri gelenlerine verilen desteğin gerçek amacının ne olduğu açıkça ortaya konulmaktadır.

Ayrıca uzun yıllar İran Ktirdistan Demokratik Partisi başkanlığı yapan Abdurrahman Ghasseumlou'da gerek Ermenilerin, gerekse İngiliz ve Fran­ sızların Hoybun Cemiyetine verdiği desteğin ne anlama geldiğini şu söz­ lerle ortaya koymaktadır:*

"... Kilrdistan dışında yaşayan göçmenlerin temsilcileri tarafından 1927'de tüm Kürt milliyetçi kuruluşların birleşimi, olarak Hoybun Partisi kuruldu. Bu temsilciler, feodaller, toprak ağaları ile entellektüellerde/ı olu­ şuyordu. Yine ]927''de Lübnan'ın Bi ham dun kentinde Parti ilk kongresini topladı. Keza kongreye Ermeni Taşnaklarımn liderlerinden biri olan Vahan Papazyaıı'da katıldı. Yönetimlerin ortak çıkarları gereği parti res­ men kurulamadı ve aktif çalışmaları çok güçsüzdü. 37 Fakat, Türkiye'ye si­ yasi baskı yapmak için Kürt sorun unu kullanan emparyalist güçlerin des­ teğini aldı. Bu nedenle Ingiltere kendisini belli etmeden, Türk hükümetlerinin politikasına, karşı olayları Hoybun'uıı faaliyeti imiş gibi göstererek bir yöntem izledi. Türkiye ile anlaşmazlıkları konusunda Fransa da aynı yolu izledi. Taşnaklar Hoybıın'u doğrudan etkileri altına aldılar..."

"Taşnaklar Hoybun’a bu desteği neden veriyordu? En başta gelen sebeb kedi imkanları olmadığı için Türkiye'ye karşı isyanda Kürt hal­ kından yaralanıyorlardı. Böylece Taşnaklar ezeli düşmanlıklarım Kürtler vasıtası ile uyguluyorlardı. Taşnaklara göre Türkiye Kürdi sbt an 'inin top­ rakları büyük Ermenistan'ın bir parçası idi... Bağımsız Ktirdistan devleti

36 Mahmut Rişvıınoğlu, Saklanan Gerçek 2. Cilt, Ankara. 1994. s. 740. 37 Glıasseunılou Cemiyeti Parti olarak vermekte tür. Halbuki daha önce bahsedildiği gibi lloy- buıı’uu kendi yayının da Cemiyet olarak verilmektedir. Ayrıca önce parti kuruldu derken daha sonra kurulamadı gibi çelişkili ifade de kullanmaktadır, HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 219 kurulursa, bu devlet yeni ve bağımsız büyük Ermenistan'ın yaratılması için gelecekte, Taşııakların temel dayanağı olacaktır"38

Diğer taraftan Hoybun Cemiyeti sadece Taşnak Ermeni Cemiyeti ile si­ yasi ve askeri bir ittifak yapmakla kalmamış, Türkiye'ye karşı düş­ manlıkları bilinen Masturi ve Yezi diler'in yanı sıra ittifakta belirtildiği gibi, bölgede yaşayan bazı Çerkezlerle de işbirliğine gitmeyi de amaçlamıştır. Özellikle ittifakta dikkati çeken diğer hususlar, Türkiye'ye karşı içerden ve dışarıdan genel bir isyan hareketinin planlanması, daha 1928 yılında Der­ sim bölgesinde bir isyan çıkarmak konusunda mutabakata varılarak ha­ zırlıklara vurgulaıımasıdır. Nitekim İran'ın bu desteği Ağrı isyanlarında açıkça görülecektir.

Taşnak Cemiyeti bu sırada Fransa'da bulunan Yüzelliliklerdcn Mehmet Ali ve Gümülcineli İsmail ile de 11 Kasım 1928 tarihinde Paris'te Tür­ kiye'ye karşı bir anlaşma yapmıştır. Bu konuda Hürriyet ve İtilaf Par­ tisinin liderlerinden Sadık Bey’in de onayı alınmıştır. Bu anlaşmaya göre; Türkiye Cumhuriyetine karşı yapılacak hareketin sonunda Hürriyet ve İti­ laf Partisi iktidara geldiği takdirde Türkiye üzerindeki Ermeni gayelerini kabul edecekti.38a

Hoybun Cemiyeti'nin özellikle Taşnak Ermenileri ile yaptıkları iş­ birliği ve Cemiyet üzerindeki İngiliz-Fransız rekabeti daha Cemiyetin ku­ ruluş safhasında anlaşmazlıklara yol açmıştır. Nitekim bu sırada Fransa ile işbirliği yapan Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza 1927 yılında İran'a geçerek Simko aşiretinin yanma gitmişse de daha sonra İngilizlerin çabaları so­ nucu tekrar Irak'a dönmüştür Hoybun Cemiyeti'nin kurulmasından sonra da Cemiyet üzerindeki Ermeni hakimiyetinden dolayı Hoybon’a karşı bir muhalefet hareketi başlatmıştır, 39

38 A. Glıasseumlou. Kurdhtan and Kurds, Lonclon, 1965’de nakleden Kalafat, a.g.e. s. 137-138. Çay, a.g.e. s.340 38a BCA (030.10.115,803.5) 96 C/313; "Taşnak-Iloybun" s, 77. Ayrıca Gümülcineli İsmail Bey'de 1936 yılında ek geçirilen bir mektubunda bu ittifakı doğrulan)aldadır. Yusuf Sarınay" Yü­ zeli iliklerden Gümülcineli İsmail Hakkı Bey'in Faaliyetleri (1908-1945)" Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı'ya Armağan 1995, s. 385. 39 Şasimi, a.g.e. s,202; "Taşmak-Hoybun", s.75-76. 220 YiJSiJF S ARIN AY

Hoybun Cemiyeti'nin Faaliyetleri Ve Ağrı İsyanları

Hoybun Cemiyeti, amaçları ve Taşııak Ermcnilcri ile yaptıkları ittifak bağlamında Türkiye'ye karşı geniş çaplı bir isyan hareketine başlamak ve kendi lehlerine kamuoyu oluşturmak için yoğunbir faaliyete başlamıştır.

Bu çerçevede; tamamen tarihin ve gerçeklerin saptırılmasına dayanan propaganda amaçlı OsmanlIca olarak basılan 48 sayfalık "Türkiye'de Kürtlerin Katliamı" isimli kitapçığı 1928 yılında yayımlamıştır. Ki­ tapçıkta; OsmanlI döneminde özellikle Jöntürklerin İmparatorluktaki gayr- ı Türk anasırlardan olan Araplar, Ermenilcr, Arnavutlar, Rumlar ve Çer- kezler üzerinde baskı ve katliamlar yapıldığı belirtildikten sonra, Kürtlere uygulandığı belirtilen baskılara geçilmektedir. Bu baskılar çerçevesinde Osmanlı döneminde Kürtlere medeniyetin bütün kapılarının kapatıldığı, "Ermeni katliamlarıyla atbaşı beraber Kürtlerin de tehciri" planlandığı, ancak savaştan dolayı başarılı olunamadığı belirtilmektedir. 40 Nihayet "... barbar Türkiye'nin" bu faaliyetlerine Mondros Müterakesi set çekti de­ nilmektedir. Müterakeden sonra Wilson prensipleri etrafında Kürtlerin fa­ aliyete geçtikleri, Avrupa dcvlctlei nezdinde davalarını anlattıkları ve "ni­ hayet Paris Sulh Konferansı huzurunda Kürt milletinin" resmen istiklalini talep ettiğini, ancak "Sevr Muahedesi pek küçük ve şeraite tabi bir Kür- distan" ile cevap vermişken onun da kağıt üzerinde kaldığı be­ lir Ölmektedir. 41

Kitapçıkta Musul meselesiyle ilgili olarak ilginç bir yorum ya­ pılmaktadır. Bu yoruma göre; "Musul meselesi halledilmedikçe İn­ giltere'nin Kürtlere muavenet değilse de müsamaha da bulunması ihtimali vardı. Bu mahzur da izale edilmeli Kürtler-kimsesiz himayesiz kalmalı idi­ ler." İşte Ankara hükümetinin bunu düşünerek göstermelik bir gürültü ko­ pardıktan sonra Musul’dan vazgeçerek hemen "Kürt katliamına giriştiği belirtilmekle ve Şeyh Sait isyanından bahsedilmektedir. 42 Şeyh Sait is­ yanının" müstakil Kürdistan yapmaktan ibaret olduğu" vurgulandıktan

40 Türkiye'de Kürtlerin Katlinin], s. 1-5. 41 Y, a.g.c. S. 6-7. 42 Bilindiği gibi Türkiye Şeyh Sait isyanından sonra Musul'dan vazgeçmek zorunda kalnnşhr. Bu kitapçıkla tersi ileri sürülmektedir. Y.ag.e. s.S-10 HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETİ .ERİ 221

sonra isyancıların ifadelerine yer verilerek geniş bir şekilde İstiklal Mah- kemelerı'ndeki yargılanmalar anlatılmaktadır.

Kitabın son bölümünde Atatürk'ün çağdaşlaşma yolunda ger­ çekleştirdiği inkılâplar kastedilerek "Türklerin şeklini ne kadar de­ ğiştirirse değiştirsin hâlâ Atilla gününün ruhunu” taşıdığı "barbar ve vahşi bir toplum” olduğu, Kürtlerin uğradığı baskılarıgörmek için Avrupa ve Amerika'nın göndereceği tahkik heyetleri görsün ve bütün dünyaya ilan etsinler denilmektedir. 43 Türklerin "... Harbi umumi esnasında Ermeniler hakkında irtikap ettikleri mezalimi şimdi Kürtler hakkında belki daha şid­ detli bir şekilde icra ediyorlar” denilerek, Ermeni davasına Batı dün­ yasının verdiği destekten dolayı aynı temalar işlenerek Ermeni olayları ile kendi durumları hakkında paralellik kurulmaya çalışılmakta ve Milletler Cemiyeti'nin davalarına sahip çıkması istenilmektedir. Bundan sonra daha öncede belirtildiği gibi Hoybun Cemiyeti'nin kuruluşundan kısaca bah­ sedildikten sonra "Türkiye’nin ezici hakimiyeti altında bizden başka hiçbir millet kalmamıştır" denilmekte Hoybun Cemiyeti’nin amacının Tür­ kiye'den bu toprakları kurtarmak olduğu vurgulanmaktadır. 44 Kitapçıkta Kürtlerin yaşadığı İran ve Irak gibi ülkelerden bahsedilmemesi oldukça il­ ginçtir.

Hoybun Cemiyeti'nin Avrupa ve Amerikan kamuouyunu da etkileyerek desteklerini sağlayabilmek için buralarda da faaliyet yürüttüğü gö­ rülmektedir. Özellikle para toplamak ve propaganda yapmak amacıyla Paris Taşnak Merkezi üyesi Çamlıyan ile Süreyya Bedirhan yoğun fa­ aliyetlerde bulunmuşlardır. Çamlıyan faaliyetlerini daha çok Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Mısır gibi ülkelerde yoğunlaştırmış, ancak Hın- çak Ermeni partisi mensuplarının itirazları ile karşılaşmışdır. 45 Süreyya Bedirhan ise Hoybun Cemiyeti’nin Avrupa temsilcisi sıfatı ile Pariste bir büro açarak Avrupadaki faaliyetleri yürütmektedir. 46 Süreyya Bedirhan, Avrupa'daki faaliyetlerinin yanısıra yardım toplamak ve Amerikan ka­ muoyunu etkileyerek desteklerini sağlamak amacıyla 1928 yılında

43 Y.a.g.e. s. 42-45 44 Y.a.g.e. s. 45-48 45 "Taşnak-IIoybun" II. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 15(Mayı.s J 996) 76. 46 CA. (030.10.115.803.28)96 C/337. 222 YUSUF SARINAY

ABD’ne gitmiştir. Hoybun Cemiyeti aclına ABD'ııin çeşitli yerlerinde kon­ feranslar veren Süreyya Bedirhan ilk etapta 20 bin dolar para toplamıştır. 47 Bedirhan ABD'ndeki faaliyetleri esnasında Ermenilerle de yakın işbirliği yapmış, Ermeni Kilisesinde de konferans vermiştir. 48

Süreyya Bedirhan’ın ABD'ndeki konferansları bir kitapçık halinde 1928 yılında Hoybun Cemiyeti tarafından İngilizce olarak yayınlanmıştır. Ki­ tapçığa "Aynı Türk" başlığı adı altında bir giriş yazan Herbert Adanıs Gibboms; Süreyya Bedirhan’ın "Kürt Milli Meclisi Hoybun'un temsilcisi olarak Kiirdistan'ın durumunu Amerikan hükümeti ve insanlarına anlatmak için geldiğini belirtmekte ve Bedirhan’ın kısa bir biyografisini vermektedir.49

Kitapçıkta daha sonra Süreyya Bedirhan’ın konferanslarda ortaya attığı görüşlere geçilmektedir. Burada daha önce bahsedilen Osmanlıca ki­ tapçıkta ileri sürülen görüşlerden farklı olarak Bedirhan; Türkiye Türk­ lerinin temelde Moğol ırkının en ilkel ve geri kalmış kolu" olduğunu, tarih boyunca bütün unsurları İslâmî kabul etmeleri için zorladıklarım, bugünkü Türkiye'nin de yönetim şeklini değiştirmesine rağmen, amacım de­ ğiştirmediğini, diğer toplumlara karşı baskı ve asimilasyon politikası iz­ lemekte olduğunu belirtmektedir. 50 Bedirhan, Türkiye Cumhuriyeti yet­ kililerini Avrupaya karşı "Kürtler batılılaşmaya direndikleri için ayaklanıyorlar" şeklinde yalan söylemekle suçlamakta, biz Kürtler Âri ırk­ tan olduğumuz için mongolid Türklerden nefret ediyoruz diyerek kendi ırkçı yaklaşımım açığa vurmaktadır. Kürtlerin dil ve ırki kökenini Med- lere ve Perslere dayandıran Bedirhan, "... bugünkü Kürt ve İranlIların ırki akrabalığı onlara kadar uzanır" demektir. 51

Süreyya Bedirhan özellikle "Kürt isyam ve medeniyeti adına Hoybun ve Ktirdistan adına Amerika, İngiltere, Fransa ve İtalya'yı 1925 yılından beri Kiirdistan’da Türklerin yapükları gaddarlığı incelemeleri için ulus­ lararası bir komisyon kurmaya davet" etmektedir.52

47 CA. (030.10.115.803,5)96 C/313. 48 CA. (030.10.114.792.7.) 96 C/103 49 F.O. 37/1382732122-E 2122. The Case of Ktirdistan Agaiust Turkey Hoybun, Supreme Co- uncil ol The Kurdish Government, 1928, S.1-5. Bu kitapçığı İngiliz Arşivinden temin ederek fay­ dalanmamı sağlayan meslektaşını Doç. Dr. Mustafa Yılmaz1 a teşekkür ederim. 50 Y.a.g.e. s. 11-15. 51 Y.a.g.e. s. 21. 52 Y.a.g.c. s. 52. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 223

Hoybun Cenıiyeti'nin 1927'de Kürdistan'ın bağımsızlığım Sevr'de be­ lirtildiği şekliyle ilan ettiğini belirten Bedirhan, "İran, Ermenistan, Irak ve Suriye'ye dostluk duygularım dile getirirken Türklere karşı savaşa devanı edeceklerini" vurgulamaktadır.

Süreyya Bedirhan; Kürt-Ermeni ilişkileri konusunda ise; iki toplumun dostluğunun 3000 yıldır mevcut olduğunu, ancak Türklerin bazı cahil Kürtleri Ermenilere karşı kışkırttığım, ancak Hoybun ve Ermeni tem­ silcilerinin Türkieri ortak düşmanları olarak tanıdıklarım vurguladıktan sonra, "ırkını adına ben cesur Ermenilere karşı derin bir sempati duyuyor ve onların meşru milli arzuları olan bağımsız ve birleşik Ermenistan'a karşı saygı duyuyorum." demektedir.53

Süreyya Bedirhan, Kitapçığın son bölümünde Türklerin değişmediğini. 1919’dan beri binlerce Kürt, Ermeni ve Yunanlıyı sürdükleri, Türklerin ba­ ğımsız bir varlığı devam ettirecek nüfus potansiyeli ve kaabiliyetlerinin ol­ madığı, Türkiye'nin batılılaşmasının da hayal olduğu temalarını iş­ lemekte ve Kürtlcrin ilgili milletlerden ve özellikle Amerikan insanından toprak haklarına saygı duymalarım duymalarım istediklerini be­ lirtmektedir. 54

Hoybun Cemiyeti'nin OsmanlIca ve İngilizce olarak yayınladığı bu ki­ tapçıklarda ortaya atılan iddialar ve işlenen temalar ile Taşnak Ermeni Partisinin 1929 yılında Paris’te yapılan 2. Kongresinde üzerinde durulan hususların aynı kalemden çıkmışçasına benzerlik göstermesi oldukça il­ ginçtir. Nitekim Taşnak kongresinde de özellikle Kürt-Ermeni ittifakına verilen önem, Türkiye’ye düşman olan unsurlarla geniş bir işbirliği ya­ pılması, Türklerin nüfusunun bugünkü Türkiye'yi dolduracak kadar ol­ madığı, Batı kamuoyunun Türkiye'ye karşı harekete geçirilmeye ça­ lışılması, oluşturulan ortak cephenin tamamen Türkiye'ye karşı olduğu İran, Lak ve Suriye’nin (dolayısı ile mandater devlet statüsü ile bölgeye hakim olan İngiltere ve Fransa'nın) dost devletler olduğu ve bunlara karşı herhangi bir düşmanlıktan kaçınmak gerektiği hususları vur­ gulanmaktadır. 55

53 Y.a.g.e. s. 55-56. 54Y.a.g.e.s. 57-60. 55 Taşmak paılisi kongresi için bkz. Süslü, n.g.ııı. s. 159-165. 224 YUSUF SARJNAY

Hoybun Cemiyeti bu propaganda ve yardım toplama faaliyetlerine pa- ralel olarak Türkiye içinde büyük bir isyan çıkarmak için çabalarını art­ tırmıştır. Hoybun Cemiyeti'nin organize etmeye çalıştığı en önemli isyan Ağrı bölgesinde çıkan isyanlardır. Şeyh Sait isyanından sonra bu bölge 1926 yılından itibaren dört yıl sürecek bir takım asayişsizlik ve isyanlara sahne olmuştur.56 Ancak bölgede planlanan esas büyük ayaklanma 1930 yılında çıkan Ağrı isyanlarıdır.

Hoybun Cemiyeti'nin kuruluş aşamasında başlanılan Türkiye'de isyan çıkarma faaliyetleri Ceeiyetin kuruluşundan sonra artmıştır. Özellikle Hoybun - Taşnak ittifakına paralel olarak, Dahiliye Vekaletinin Baş­ vekalete yazdığı 18.7.1929 tarihli gizli bir yazıda; özellikle Hoybun - Taş­ nak ittifakından sonra "Suriye’de bir Kürt ordusu nüvesi vücuda getirildiği, bu orduda Ermenılere de görev verildiği, ordunun her bölüğünde kanatları muhafaza için ikişer makineli tüfek ve üç bataryalı cebel topçusu olduğu, İngiltere'den de üç uçak almak için çalıştıkları belirtilmektedir. 57 Ayrıca Hoybun lideri Celadet Ali Bedirhan Irak'm Kuzeydeki Kürt aşiretleri ile temasa geçerek Hoybun Cemiyeti'ne ilhaka davet etmiş. 58 Hoybun Ce­ miyeti adına İran'da bir takım Kürt aşiret reisleri çeteler teşkil etme fa­ aliyetlerine başlamışlardır.59

Diğer taraftan Hoybun Cemiyeti Yezidiler ve Nasturilerle de işbirliğine girişirken 60 , Türkiye'den kaçan Çerkez Ethem ve Reşit Bey ile de Re- vandiz'de Seyit Taha'mn evinde bir görüşme yaparak anlaşma sağ­ lamışlardır- 61 Mevcut belgelere göre, bu sırada Suriye'de teşkil edilen bir kısım Ermeni ve Çerkez gönüllü çetelerinin Fransa'nın kontrolünde gö­ zükmelerine rağmen, bunların gerçekte Hoybun ve Taşnak Cemiyetleri ile irtibatlı oldukları, Doğu Anadolu'da isyan başladığından bunların Antep,

56 Bu sırada bölgede 16 Mayıs - 17 Haziran 1926 tarihleri arasında Birinci Ağrı İsyanı, 7 Ekim - 30 Kasım 1926'da Koçuşağı ayaklanması, 26 Mayıs - 25 Ağuslos 1927 tarihleri arasında Mutki Ayak­ lanması. 13 - 20 Eylül 1927 de İkinci Ağrı isyanı; 22 Mayıs - 3 Ağustos 1929'da Asi Resul Ayak­ lanması ve 14-27 Eylül 1929 tarihleri arasında da Tendrük olayları meydana gelmiştir. Geniş bilgi için bkz. Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar, s. 167-266 Çay a.g.c. s. 341-342. 57BCA. (030.10,115.<303.5)96C/313. 58 BOA. (030.10,114.791.18) 96 C/94. 59BCA. (030.10.114.793.20)96 0/134. 60 Bu sırada Suriye Yezidi lerinin Aşiret lideri Derviş Bey ve- Sinjar'm Yezidi Emiri İsmail Bey Hoybun Cemiyeti'ne katılmışlardır. Bkz: The Ca.se of Kurdistan Against... s.51-54 61 BCA, (030.10.115.803.5) 96 0/313 HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 225

Urfa, Mardin ve Midyat üzerine yürüyerek, Türk kuvvetlerini üzerine çe­ kerek Ağrı’daki isyana yardımcı olmayı planladıkları anlaşılmaktadır, 62 Azmi Süslü Cumhurbaşkanlığı arşivi belgelerine dayanarak, özellikle Taşnak-Ermeni lideri Vahan Papazyanın Suriye'nin Kuzeyinde Er­ menilerle - Kürtleri yerleştirip onlandan çeteler teşkil ederek Türkiye'ye karşı faaliyetleri organize ettiğini ve bu faaliyetlerin de Fransızlardan des­ tek gördüğü belirtilmektedir. 63 Ayrıca, dahilîye Vekaletine yazılan 6 Ha­ ziran 1928 tarihli bir raporda da, FransızlarTn güney sınırlarımızda Er- menilerden köyler tesis ederek Kürt ve Ermenilerden silahlı çeteler oluşturduğu, bunların yakında Türkiye'ye karşı harekete geçecekleri be­ lirtilmektedir. 64

Yukarıdaki belgelerden de görüleceği gibi, bu sırada mandater devlet statüsü ile Suriye'yi yöneten Fransa Hatay meselesinden dolayı bölgedeki Türkiye aleyhindeki faaliyetleri desteklemektedir. Özellikle Hoybun Ce­ miyeti ve Ermenilerin Suriye'nin kuzeyindeki faaliyetleri Türkiye'nin dik­ katini çekmiş, sınır bölgelerine yerleştirilen tahminen 70.000 civarındaki Ermeni’nin sınırdan uz aklaştırılın ası m 1930 yılında Fransa'dan resmen talep etmiştir.65 Fakat Fransa bu talebe olumlu cevap vermediği gibi, Tür­ kiye'nin Hatay'la İlgilenmesine paralel olarak bu tür faaliyetleri des­ teklemeye devam edecektir. Nitekim Dahiliye Vekaletinden Başvekalete yazılan 12.4.1931 tarihli bir belgede; Fransızların Ağrı, Barzan, Mutki ve Cizre mıntıkasına tahsis edilecek silah ve cephane alınması için Vahan Pa- pazyan’a 10 milyon Frank verdiği belirtilmektedir. 66 "Dahiliye Ve­ kaletinden Siyaseti Cumhur Umumi Katipliğine" 23.6.1939 tarihinde ya­ zılan bir yazıda; Fransa'nın 1939 yılma kadar devam aden bu tür faaliyetlerdeki amacının,"... Hoybuncu, Ermeni ve Süryanilerle Kürtleri kendilerine bağlayarak bilhassa Cezire'de bir Hristiyan çoğunluğu ya­ ratmak ve Elcezireyi kendi hakimiyetleri altına alarak Türkiye ile Suriye arasında Etat Tampon vücuda getirmek ve kendisine bağladığı bu un­ surları icabına göre Suriye ve Türkiye'ye karşı kullanmak olduğu" ifade edilmektedir.67

62 Y.a.g.c. belge; 63 Aynı belgede İngiltere'nin de Toynakları destekleyip bu faaliyetleri organize etmek için böl­ geye askeri görevli gönderdikleri belirtilmektedir. Süslü, a.g.nı. s. 146-İ47, 154-155 64BCA. (030.10.115.803.3) 96 C/311 65 Yerasinıos, a.g.e. 190 66 BOA (030.10.115.796.20) 96/C195. Ek-3 67 Belge için bkz. Süslü, a.g.c. .s. 167 226 YUSUF SARINAY

İngiltere ise 1926 yılında Musul'u almasına rağmen bölgedeki ha­ kimiyetini pekiştirmek ve Türkiye'nin tekrar Irak ile ilgilenmesini önlemek amacıyla başka Irak olmak üzere bölgedeki Kürt aşiretleri ile yakından il­ gilenmeye devam etmiş, daha önce belirtildiği gibi Hoybun Cemiyeti'nin kuruluşunda yardımcı olmuştur. Hoybun Cemiyeti'nin yönetim kad­ rosunun ağırlıklı olarak Mütareke döneminde itibaren İngiltere ile işbirliği yapan BedirhanIardan oluşması, Cemiyetin faal üyesi ve Ağrı isyanlarının elebaşısı İhsan Nuri'nin 1924 yılında Türkiye'den kaçarak Irak'a do­ layısıyla İngilizlere sığınması, daha sonra 1930 yılında çıkan Ağrı is­ yanları sırasında Kürtlerin davalarım Milletler Cemiyeti'ne götüreceğini basım aracılığı ile dolaylı yoldan duyurması, hatta Irak'ta yaptığı te­ maslarda böyle bir müracaatı teşvik etmesi, 68 ayrıca Ağrı isyanları sı­ rasında İngiltere'nin kontrolündeki Barzani Kürtlerinin Irak sınırını ge­ çerek Türkiye'ye saldırmaları da dikkate alınırsa İngiltere'nin bölgedeki gelişmelerle yakından ilgilendiğini ve en azından Türkiye'ye karşı yön­ lendirmeler yaptığım göstermektedir. 69 12 Nisan 1931 tarihli Başvekalete yazılan Dahiliye Vekili imzalı bir yazı ekindeki rapora göre; İngiltere'nin bölgedeki aşiretler ve gelişmelerle yakından ilgilenmesindeki amacının, "Hakkari vilayeti ile Cizre'de dahil olmak üzere Irak Kürtleri hakimiyeti al­ tında Irak ile Türkiye arasında bir Kürt hükümeti teşkil etmek" olarak de­ ğerlendirilmekte, bu maksatla Şeyh Mahmut'un prens ilan edileceği, Bar- zani şeyhi emri altına verecekleri, ve Nasturileri Kürtlük camiasına ithal etmeye çalıştıkları belirtilmekledir.70

Bölgedeki diğer bir devlet olan İran ise bir taraftan kendi içinde isyan eden Simko aşireti ile mücadele ederken, diğer tarafan İran Azer- baycanındaki Türklerin Türkiye ile bağım kesmek ve Kürtçülük ce­ reyanını Türkiye'ye karşı yönlendirmek amacıyla Şeyh Sait isyanından sonra bölgedeki Kürt aşiretlerini bir müttefik olarak kazanmaya ça­ lışmaktadır. Nitekim birinci ve ikinci Ağrı isyanlarının bastırılması üze­ rine isyancıların İran'a sığınmaları, Hoybun-Taşnak ittifakında da be-

68 "Taşnak-Hoyburı” II, s. 177; BCA (030.10.115.796.20) 96 C/195 69 1930 yılında Ingiliz casusu Albay Lasvrens'in de Kürt ayaklanmasını planlamak amacıyla Ağrı'da bulunduğu iddia edilmektedir. Suat Akgiil, Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Ger­ çekler, İstanbul. 1992. s.91; Şimşir, a.g.e. s. 151; 177; 207,209;214; 70 BCA (030.10.115.796.20) 96 C/l 95. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 227 lirtildiği gibi İran'da lıarckct serbestliği hakkı elde edildiği ve Rıza Peh- Icvi'niıı emirlerinin menfaatlerine olduğunun belirtilmesi, Hoybun ya­ yınlarında İran’ın dost.devlet olarak anılması, İran'ın isyancılara verdiği desteği açıkça ortaya koymaktadır. Bu sebeble Türkiye’nin diplomatik ça­ baları ile daha 1926 yılında soruna çözüm aranmış, 22 Nisan 1926 ta­ rihinde İran ile Türkiye arasında Güvenlik ve Dostluk Antalması 71 im­ zalanmasına rağmen İran'ın tutumu değişmemiştir.

Bu bölgesel konjonktür içinde Hoybun Cemiyeti Temmuz 1929 ta­ rihinde Halep'te ild toplantı yapmıştır. Bu toplantılara başta Celadet Ali Bedirhan, Memduh Selim, Cemilpaşazade Mehmet, Cemilpaşazade Kadri, Yado, Vahan Papazyan, Hırşak Papazyan ve Karabet olmak üzere 45 kişi katılmıştır. Toplantılarda, Suriye'deki yerli ve Türkiye’den firari Kült­ lerden azami istifade edilmesi, Türkiye'ye karşı yapılacak herhangi bir ha­ reketin tam ve mükemmel olarak ikmaline karar verilmiştir.72

Sonuçta Hoybun Cemiyeti'nin organize etmeye çalıştığı Ağrı isyam; Türkiye'deki yapısal değişmelere duyulan tepkilerin de etkisi ile yukarıda belirtilen konjoktörün yardım ve teşvikiyle 1930 yılında başlamıştır. Böl­ gedeki Celali, Süphanh, Haydar anlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Mokorlu aşiretlerinin katıldığı Ağrı isyanının lider kadrosuna Türk or­ dusundan firari yüzbaşı İhsan Nuri, Ermeni Zil an ve Bro Haso Telli oluş­ turmaktaydı. İsyana katılan aşiret mensuplarının yanında Ermeni ve Nas- turi çeteleri de yer almaktaydı.73

Ağrı isyanının başladığı sırada Ağustos 1930 yılında Hoybun Ce­ miyeti Kahire'de yayınlanan El Ahrar Gazetesinde bir beyanname ya­ yınlamıştır. Bu beyannamede 1925 yılındaki isyandan sonra birçok Kürt liderinin Türkiye'den kaçarak Irak, İran ve Suriye’ye sığındıkları ve bu­ ralardaki bölgesel yönetimler tarafından siyasi mülteci olarak kabul edil­ dikleri vurgulanmakta ve geri kalanların da Celali aşiretlerinin yaşadığı Ağrı dağı civarına çekilerek orada toplandıkları belirtilmektedir. Daha sonra Türkiye'deki Siyasi Kürtçülerle, Suriye, Irak ve İran'dakilcrin an­

71 Metin için bkz. İsmail Soysal. Türkiye'nin Siyasal Andiasmalan, C.I, Ankara. 1983. s. 276- 278 72BCA (030.10.115.803.6) 96 C/314. 73 Türkiye Cumhuriyeti'ilde Ayaklanmalar, s.319-320; Çay, a.g.e. sO-12. 228 YUSUF SARINAY laşarak bir "Pan-Kürt” genel kongresi toplayarak Hoybun Cemiyetini kur­ dukları ve Cemiyetin amacının mümkün olabilecek her yolun de­ nenmesiyle Kürdistan'ın bağımsızlığını sağlamak olduğu ifade edil­ mekledir.

Kurulan Hoybun Cemiyeti'nin bir çok yerde bürolar açtığı ve bunlardan birisinin de Kürtler için çok önemli olan Ağrı bölgesinde olduğu be­ lirtilmektedir. Özellikle Hoybun Cemiyeti'nin son kongresi-ile birlikte "İhsan Nuri Paşa" nın Ağrı bölgesine giderek Hoybun Cemiyeti'nin em­ rinde çalışan bir Kürt organizasyonunu Türk topraklarında kurduğu ve bölgede askeri ve sivil açıdan bir teşkilatlanmaya gittiği vur­ gulanmaktadır,

Bu organizasyonun gelişmesinden sonra Türkler Kültlerin gerçek ama­ cının ayaklanma olduğunu farkedince isyanın İhsan Nuri tarafından baş­ latıldığı ifade edilmekte, ve "amacın hazırlamakta oldukları devrimin genel merkezlerini bu bölgede kurmak" olduğu belirtilmektedir. Ayrıca be­ yannamede Beyazid Valisi'niıı İhsan Nuri ile görüşme talebinde bulunmak onlara "para ve iane vermeyi teklif ettiğini fakat İhsan Nuri’nin bu teklifi kabul etmediği fakat İhsan Nuri'nin bu teklifi kabul etmediği iddia edil­ mektedir. 74

Bu beyannameden de anlaşılacağı gibi Hoybun Cemiyeti'nin organize ettiği Ağrı isyanına karşı Tük hükümeti 1930 Haziran'mda başlamak üzere askeri harekât kararı almıştır. Ancak Türk ordusunun bir bölümünü üzerlerine çekerek asıl büyük ayaklanmaya destek vermek üzere aym anda iki olay daha patlak vermiştir. Bunlardan biri 20 Haziran 1930 tarihinde Kör Hüseyin ve Eminpaşaoğullarının İran sınırını geçerek Zeylan'da baş­ lattıkları ayaklanmadır. 75 Bu ayaklanmada öldürülen isyancının biri üze­ rinde halkı isyana teşvik eden birkaç Hoybun Cemiyeti bildirisi ile mührü çıkmıştır. 76 Bu sırada Doğu Anadolu'nun Dersim, Palu ve Viranşehir bölgelerinde de Hoybun Cemiyeti bildiriler dağıtarak halkı isyana ka-

74 American National Arehivcs Micro Copy No: M 1224. Koli: 1 "Records of the Deparraent of the State relating to Lite intcnıal affııirs of Turkey 1936-44" Docuıııenl file: 867.00 / 204. Belgeye dik­ katimi çeken Dr. Aylen Sezere teşekkür ederim. 75 Türkiye Cnınhıırivcli'ndc A vaki anı nal ar s. 287-304. 76 UCA (030.10.H5.9J7.22) 96 C/729 IIOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE’YE KARŞI FAALİYETLERİ 229

ıhmaya davet etmiştir, 77 Türkiye bu olayları bastırmaya çalışırken, îrak'taki Şeylı Barzani ve Molla Hüseyin Şerif idaresindeki bir grup Irak sınırından geçerek Oram ar, Şat ve Şemdinli bölgelerinde de isyan çı­ karmışlardır. 78 Aynı zamanda Hoybuıı-Taşnak ittifakında önem verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde de Koçgirili Alişir Hoybun bildirilerini aşi­ retler arasında yayarak bu bölgelerin de Ağrı isyanına destek sağlamasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Dersim aşiretleri üzerinde dini bir otoriteye sahip olan Scyyid Rıza devlet yetkililerine karşı direnişe geçmiş, Ağrı bölgesinden oraya da kuvvet kaydırılmak zorunda kalınmıştır. Böylece merkezi Ağrı olan ayaklanmanın bütün Doğu Anadolu bölgesine ya­ yılması hedeflenmiş, Hoybun Cemiyeti dağıttığı bildiriler ve yaptığı pro­ paganda ile isyancıların moralini yüksek tutmaya çalışmıştır. 79 Nitekim Cemiyet 1 Eylül de yayınladığı bir bildiride Türk ordusuna büyük kayıplar verdirildiği belirtilmekte ve aynı zamanda Türk kuvvetleri bazı köyleri yağmalamak ve bir çok insanı öldürmekle suçlanmaktadır. 80 Ancak diğer olaylara paralel olarak 7-14 Eylül 1930 tarihleri arasında yapılan askeri ha­ rekatla Ağrı isyanı bastırılmıştır. 81 Başta İhsan Nuri olmak üzere is­ yancıların elebaşları İran'a kaçmışlardır. İran tarafından tutuklanan İhsan Nuri kısa bir süre sonra serbest bırakılmış ve kendisine İran ordusunda görev verilmiştir.82

Ağrı bölgesinde meydana gelen isyanlarda, isyana katılanların kolayca İran’a kaçmaları ve bu bölgenin Türkiye yönünden bir askeri harekatı ol­ dukça güçleştirmesi üzerine 5 Kasım İ'932 tarihinde Tahran’da biri Türk- İran sınır hattının tayini, diğeri de Uzlaşma, adli Tesviye ve Hakemlik ko­ nularında yapılan iki antlaşma ile Türkiye ve İran arasında bir sınır dü­ zenlenmesi ve iki ülke ilişkileri düzelmiştir.83

Hoybun Cemiyeti Ağrı isyanının bastırılmasından sonra gücünü büyük oranda kaybetmesine rağmen Türkiye’ye karşı faaliyetlerine devam et-

77 Cemiyet bildirilerinde; Bugün nesiniz? Nereye gidiyorsunuz? Daha ne kadar susacaksınız? Zulmü kırmak ve vatandan atmak için harekete. ihtiyaç vardır. Fırsat elinizdedir" gibi ifadeler yer.al­ maktaydı. BCA (030.10.115.803.14) 96 C/323 78 Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar s. 305-317. 79 Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar s. 321 80 Şimşir, a.g.e. s.247 8 i Geniş bilgi için bkz. Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar, s.319-350 82 Çay, a.g.e. s. 343. 83 Mehmet Götıliibol. Cem Sar. Atatürk ve Türkiye'nin Dıs Politikası (1919-1938), Ankara, 1990, s. 87. ‘ 230 YUSUF SARINA Y m iş tir. Özellikle Fransa Hatay meselesinden dolayı Hoybıın Cemiyeti'nin faaliyetlerine destek vermeye devam etmiş ve dolayısıyla Cemiyeti'nin ça­ lışmaları Suriye'de yoğunlaşmıştır. Bu faaliyetler içinde en göze çarpanı yayınları olmuştur. Bu bağlamda siyasi Kürtçü lüğe kültürel bir zemin ha­ zırlamak amacıyla Şam'da 1932 yılında Hawar Dergisi'ni çıkarmaya baş­ lamıştır. Celadet Ali Bedirhan ve Kamuraıı Bedirhan tarafından Hoybun Cemiyeti'nin yayın organı olarak onbeş günde bir Kürtçe ve Fransızca ola­ rak yayınlanan bu dergi 1943 yılına kadar çıkarılmıştır. 84

Hawar dergisinin ilk sayısında "amaçları ve özellikleri" başlığı altında derginin sadece ilmi ve edebi bir amaçla kurulduğu belirtilerek yayın po­ litikası şöyle sıralanmaktadır.

a) Kürtler arasında Kürt alfabesi ve gramerinin yayınlanması, menşei ve diğer dillerle, akrabalığının incelenmesi (ilk sayıda Kürt alfabesi ya­ yınlanmaktadır), 85

b) Folklor başlığı altında Kürt efsaneleri, masalları ve Türkülerinin ya­ yınlanması,

c) Kürtlerin yazılı edebiyatları ile müzik, âdet, gelenek, tarih ve coğ­ rafyalarının incelenmesi ve yayınlanması,

d) Kürt dilinin Hint-Avrupa dil grubuna dahil olduğu, Kürtlerin bugün kullandıkları dilin Medlerin, Perslerin, Farslann dili ile aynı olduğuna dair araştırmaların yayınlanması,

e) Derginin sayfalarının "yakından veya uzaktan Kürtçeye, Kürdistan'a ve Kürtçüliiğe ilgi duyanlara" açık olduğu belirtilmektedir.

84 ilk sayısı 15 Mayıs 1932 tarihinde çıkarılan bu derginin sadece ilk sayısını Cumhuriyet Ar­ şivinde bulabildik. Dergi'nin Türkiye'ye girişi zararlı yayınlardan olduğundan Bakanlar Kurulu Ka­ rarnamesi île yasaklanmasından dolayı diğer sayılarını görme imkanı bulamadık. CA (030.18.01.29.43.13) 86-118. (Ek-4) 85 Haıvaı*Dergisi, Sayı: I (15Mayts 1932) s. 3-4 HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 231

f) Kürtlerin modernleşmek istedikleri, ancak AvrupalIlara ben­ zemedikleri belirtilmekle "birkaç Kürdün Avrupai giyinmesi bahane edi­ lerek Kürt kıy afetlerini başlık olarak şapkayla ve giysi olarak da smokinle tasvir etmek garip olacaktır" denilerek ırkımıza has âdet, gelenek ve Özel­ likle ile onblardan ayrıldıkları ifade edilmektedir.86

Sadece ilk sayısını görebildiğimiz Hawar dergisi yukarıda belirtilen amaçlarından da anlaşılacağı gibi, siyasî Kürtçülüğe kültürel zemin ha­ zırlamayı yayın politikasının esası olarak benimsemiş gözükmektedir. Ancak derginin bütün sayılarını gören Bruincssen; Hawar dergisi çev­ resindeki Hoybuncu Kürtlerin, İslâm'ı halklarını ezen başlıca güçlerden biri gören, Kürtlerin millî dini olarak Zerdüştlüğü idealleştiren kişilerin olduklarım belirtmektedir. 87 Bruinnessen; bu kişilerin Kürtler içinde küçük bir azınlık teşkil ettiklerinin farkına vararak, halkta taban bu­ labilmek ve daha geniş bir okuyucu kitlesine sahip olabilmek amacıyla 1941'den itibaren her sayısının başında Kuran ve hadislerden Kürtçe ter­ cümeler yer vermeye başladıklarım vurgulamakta ve gerçekte önden gelen birçok Kürt milliyetçisinin dinsiz olduğunu, fakat Kürtlerin çoğunluğunun Sünni Müslüm ani ardan oluşması sebebiyle, Kürtler içinde etkili olabilmek için dinle uzlaşmak veya öyle görünmek zorunda kaldıklarım be­ lirtmektedir. 88 Aldığı dış destek, Ermenilerle işbirliği ve terör gibi birçok açıdan Hoybun'a benzeyen PKK terör örgütü de din konusunda benzer bir dönüşüm yaşamıştır.

Bilindiği gibi Marksist-Leninist bir ideolojik temelde örgütlenen PKK, daha önceki yayınlarında Kürtlerin milli dininin Zerdüştlük olduğunu be­ lirterek İslamiyete şiddetle karşı çıkmaktaydı. Ancak İslâma saygılı ve inançlı olan bölge halkında taban bulmak, îran ve Libya gibi ülkelerden daha fazla destek sağlamak amacıyla 1980'lerin sonlarına doğru İslâm di­ nine büyük önem vermeye başlamıştır.89 Bu konuda Adbullah Öcalan ta­ rafından yazılan "Din Sorununa Devrimci Yaklaşım" adlı kitabıyla "... Bir

86 "Amaç ve Özellikleri" Hawar Sayı:l (15 Mayıs 1932) s. 7-11. 87 Bruinessen, a.g.c. s. 17-18. 88 Bruincssen, a.g.e. s. 18-19 89 M. Cihat Özönder, "PKK Terör Örgiitüü Besleyen Aile, Gelenek-Göıenek, Örf ve Aşiret Bağ­ lantıları" Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Terör Sorununun Milli- Güç Unsurları Açısından in­ celenmesi ve Alınması Gereken Tedbirler Sempozyumu Bildirileri, İstanbul, 1997. s. 225-226, 2^2 YUSUF SARTNAY

îran deneyiminde olduğu gibi, anti-emperyalist radikal çıkış örneklerinden yararlanarak... olumlu bir sonuç alabiliriz. Bu sonuç din silahını faşizm ve emeperyalizme karşı kullanabileceğimizi gösterir." Bu sebeble "şimdiye kadar yerine getiremediğimiz görevleri yerine getirmek için halın dini duy­ gularına saygılı olmalı, değer vermeli, dinin gerçek ilerici devrimci özünü değerlendirerek bu silahla gerici ajanları ve emperyalizmin uşaklarını yerle bir etmeliyiz" denilmektedir. Türkiye'de 1980’li yıllarda giderek yo­ ğunluğu artan elini hareketleri PKK lelüne kullanabileceğinin farkına varan Öcalaıı, laiklik kavramına net bir açıklama getirmeden laikliğin Batının ve Siyonizmin çıkarlarım savunmak için icat edilen bir safsata olduğunu ileri sürmektedir. 90 Öcalanin din konusunda olduğu gibi, laiklik konusunda da ortaya attığı görüşleri ülkemizde halkın dini duygularını istismar etmeye çalışan köktcndinci akımların üslubuyla benzerlik göstermesi dikkat çe­ kicidir. 91

Hoybun Cemiyeti tarafından Hawar dergisinin yamsıra siyasi Kürt- çültiğü yaymak amacıyla Kalıire’dc La qııestion Kürde isimli Fransızca bir dergi çıkarılmış, Suriye'de ise, Türk Affı Umumisi Karşısında Kürtler, Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine Mektup, Bir Ec­ nebi Noktai Nazarına Göre Kürt Meselesi" isimli kitaplar yayınlanmıştır. 92

Diğer taraftan 1930'lu yıllardan itibaren iç problemlerim çözen Sov- yetlcr Birliğinin de bölgedeki siyasi Kürtçülük hareketi ile ilgilenmeye başladığım görmekteyiz. Sovyetler Birliği bu politikasını öncelikle Er- meıüler vasıtasıyla yürütmeye çalışmıştır. Bu bağlamda Ağrı is­ yanlarında önemli rol oynayan Ermeni Zilan'm Erivan Kiirdoloji Ens­ titüsündeki görevine geri dönerek Ermeni - Kürt işbirliği konusundaki çalışmalarına tekrar başlaması önemli rol oynamıştır. 93 Bu çerçevede "Birinci Kürt Umumi Konferansı" 9 Temmuz 1934 tarihinde Erivan'da toplanmıştır. Konferansın fahri başkanlığım Ermenistan Cum- hufbaşkam'nm yaptığı bu toplantıda; salonda Ermenice ve Kürtçe yazılar

90 Abdullah Öcalan. Din Sorununa Devrimci Yaklaşım, 2.B. Köln, 1991 s, 74-119 91 Özöııder. a.g.nı. s.226 92 Türkiye’ye çirişinin zararlı olacakı deikilendirilen bu yayınlar Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile ülkemize çirişi yasaklanmıştır. Kararnameler için bkz. DCA (030.18.01.19.30.21. 18.86.308. 1931; BCA (O3O.J8J.2) 2/1096.86.J50. 93 Kişvaııoğlu. a.g.c. s. 739.748. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 233 ile siyasi Kürlçiilüğü canlandıran resimler yer aldığı gibi, Ermenistan Cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada; Kültlerin Ermenistan sayesinde ye­ niden canlandığını vurgulamıştır, 94 Bu konferanstan sonra Sovyetîcr Bir­ liği siyasi Kürtçülüğii canlandırmak maksadıyla Kafkasya'nın çeşitli yer­ lerinde bulunan 35 bin civarındaki Yezidilerdcn de faydalanmaya çalışmıştır. Özellikle Erivan Kiirdoloji Enstitüsünden mezun olan öğ­ retmenler vasıtasıyla Yezidileri Kürtleştirmeye gayret edilmiştir. Ayrıca Ermenistan'da siyasi Kürtçülerin amaçlarına hizmet için gizli bir teşkilat kurdurularak ilk etapta Araş Nehri'nin kuzeyinde yaşayan Kürtlere yardım olarak 800 silah verilmiştir.95

Faaliyetleri oldukça azalan Hoybun Cemiyeti'nin; Hatay meselesinin gündeme gelişine paralel olarak Fransa'nın mandaterliğindeki Suriye'de yeniden bir canlanma içine girdiği görülmektedir. Nitekim Dahiliye Ve- kaleti'nin Başvekalete yazdığı 12.10.1935 tarihli yazıda; Hoybun Ce- miyeti’nin Suriye'de yaşayan kürtlere yardım maskesi altında çalışan fakat gerçekte Hoybun'a yardım toplayan "Kürt Fukara Perver Cemiyeti" adında bir dernek kurduğu, bu derneğin topladığı hububat ve paraları Hoybun'un siyasi amaçları için harcadığı belirtilmekte ve cenüyetin en büyük des­ tekçisinin de kendisini Suriye'de Şeyh Sait'in halifesi ilan eden Şeyh Ahmet olduğu, Türkiye'ye vaktiyle saldırılarda bulunan çetelere maddi yardım da yapan Hoybun'un faal üyesi bu kişinin eline fırsat geçerse Şeyh Sait'dcn daha tehlikeli olabileceği vurgulanmaktadır. 96 Hoybun Ce­ miyeti'nin 1930 yılında açtığı Antakya şubesi de 1935 yılından sonra fa­ aliyetlerini arttırmıştır. Hoybun Cemiyefi'nin "katib-i umumisi" olan aym zamanda Antakya şubesinin de başkanlığım yapan Antakya Lisesi felsefe Öğretmeni Memduh Selim 1936 yılı başlarında Tiirldye sınırına yakın Kürt köyleri üzerinde faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. 97

Hoybun Cemiyeti'nİn faaliyetlerindeki bu canlanma çerçevesinde Su­ riye'de yeniden organizasyonu güçlendirerek Türkiye'ye karşı tekrar ha­ rekete geçilmesi konusundaki çabalar artmıştır. 1936 yılı başlarından iti­

94 BCA CHP Genel Sekreterlimi Evrakı, (030.10.1J5) 96 C/-684. 95 Y.a.g. belge. 96 BCA (03010. H5.803.28) 90 C/337 97 Antakya Şubesi nin açılısı bölge Tıirkleri fatnlinılan protesto edilnliftir. Tıınçay. n.m.e. s. 243; Faaliyetleri için bkz. BCA (030. i0.1 14.788.22) 96 0/21 234 YUSUF SARINAY

baren Hoybun Lideri Celadet Ali Bedirhan İskenderun, Halep ve Bey­ rut'taki Taşnak önderleri ile görüşmeler yaparak Cezire üzerinden Tür­ kiye'ye karşı bir hareket yapmayı planlamışlardır. Ayrıca Taşnak- Hoybun işbirliğine Türkiye'ye karşı düşmanca duygular besleyen Şam- daki Çerkez Cemiyeti dahil edilmiştir. Bu konuda Celadet Ali ile Çerkez Cemiyeti Başkanı Abdullah Bey arasında bir ittifak yapılarak Türkiye'ye karşı üç cemiyetin birlikte hareket etmesi kararlaştırılmıştır. Bu ittifakın yapılmasından sonra Türkiye'ye karşı 1937 yılı başlarında veya ilk­ baharda harekete geçilmesi uygun bulunarak Türkiye içindeki taraftarları olarak kabul ettikleri bazı aşiretlere hazırlık yapmaları için talimat dahi verilmiştir. 98 Nitekim 1936 yılı sonlarında Türkiye'nin güney sınırında bir takım çete saldırıları görülmeye başlamış, 1937 yılı başından itibaren bu saldırıların arttığı görülmektedir. 99 Bu saldırılarla Hoybun Cc- miyeti’nin doğrudan ilişkisi konusunda sağlıklı bilgi mevcut değilse de, yukarıda belirtilen hazırlıklar dikkate alınırsa etkisi olabileceği dü­ şünebilir. Zira bu sırada Fransa İngilizlerin Musul meselesini çözmek için kullandıkları modeli kullanarak Türkiye'ye yönelik bölücü hareketleri kış­ kırtma yoluna gitmiştir. 100 Özellikle Türkiye açısından Hatay'ın ön plana çıktığı 1937 yılında 101 Fransa Dersim'de meydana gelen ayaklanmayı teşvik etmiştir. 102 Bunun üzerine Türkiye 8 Temmuz 1937 tarihinde Af­ ganistan, Irak ve İran ile Sadabat Paktı’m kurarak bölgeden yönelebilecek bölücü hareketleri önleme yoluna girmiştir. 103 Ancak Türkiye'nin ça­ balarına rağmen 1937 yılında Dersim Ayaklanmalarının çıkması ön­ lenememiş, 1938 yılına kadar sürmüştür. 104

SONUÇ

Türkiye'nin maruz kaldığı siyasi Kürtçülük fikrinin "Şark meselesi" çerçevesinde başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya'nın hayatiyet

98 BCA (030.10.114.788.22) 96 C/21 99 Mahmul Goloğlu, Tek Parti Cumhuriyet (1931-1938), Ankara 1974, s.243. 100 Ilasaıı Koni, "Hatay Sorununa Yeni Bir Bakış" Atatürk Yolu Yık2 Sayı 4 (Kasını 1989) s. 537. 101 Hatay konusunda geniş bilgi için bkz, Yusuf Sarınay, "Atatürk'ün Hatay Politikası (1936- 1938) I, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XII, Sayı: 34 (Mart 1996) s. 3-32 102 Geniş bilgi için bkz. Akgük a.g.e. s. 101-106. 103 Metin için bkz. Sosyal, a.g.e. s.584-587. 104 Dersim ayaklanmaları hakkımla bilgi için bkz. Akgiil, a.g.e. s. 123-159. HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE’YE KARŞI FAAT.TYETLERİ 235 verdiği bir olgu olarak ortaya çıktığını ve bu temelde şekillendiğini, böl­ genin sosya-ekonomik yapısının istismarı ve dünyadaki milliyetçilik ha­ reketlerinin bu fikrin gelişmesine katkı sağladığını söylemek mümkündür. Orta Doğu bölgesine yerleşmek amacıyla AvrupalI güçler tarafından baş­ latılan bu süreç Sevr Projesi ile hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak özellikle İngiltere'nin beklemediği bir şekilde Türkiye'nin Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlattığı Millî Mücadele'den başarıyla çıkarak ba­ ğımsızlığını kazanması üzerine, İngiltere bazı Kürt aşiret ve aydınları üzerinde oluşturduğu nüfuzunu petrol ve Musul meselesinde, Fransa da, Hatay meselesinde bir manipülasyon aracı olarak kullanma yoluna git­ mişlerdir. Bu tahriklerle gelişen siyasi Ktirtçülük, Türkiye'nin çağ­ daşlaşmak amacıyla gerçekleştirdiği radikal inkılâplarını getirdiği yapısal değişikliklere duyulan tepki ile birleşerek giderek ortak bilinç yönünde ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk hükümetlerini ciddi ola­ rak uğraştıran iç isyanlara yol açmıştır.

Bu bağlamda Şeyh Sait isyanından sonra 1927 yılında Hoybun Ce­ miyeti ortaya çıkmıştır. Hoybun Cemiyeti’ııin kurucuları ve önderleri, başta Bedirhanlar olmak üzere daha mütareke döneminde İngilizlerle iş­ birliği yapan kişiler ile, Azadi teşkilatı ve Şeyh Sait isyanında yer alarak yurt dışına kaçan kişilerden oluşmaktadır. Hoybun'un kuruluş top­ lantılarının Irak'ta İngilizlerin yakın işbirlikçisi Revandiz kaymakamı Scyyit Taha'mn evinde yapılması, daha başlangıçta Cemiyet üzerindeki İngiltere’nin kontrolünü ortaya koymaktadır. Ancak daha sonra Cemiyet faaliyetlerinin ağırlıklı olarak Suriye ve Lübnan'a yani Fransız bölgesine kaydığı görülmektedir. Bu durum İngiltere'nin Türkiye ile problemlerini halletmesi ve Fransa ile Hatay meselesinin çözümlenmemiş olması ile izah edilebilir. Gerçekten Fransa İngiltere'nin Musul meselesini çözmek için kullandığı modeli kullanarak Hatay meselesini kendi lehine çö­ zümlemek amacıyla Türkiye'ye yönelik bölücü hareketleri kışkırtına yo­ luna gitmiştir.

Hoybun Cemiyeti'ni daha önce kurulan siyasi Kürtçü or­ ganizasyonlardan ayıran en önemli fark Ermeni Taşnak Partisi ile Tür­ kiye'ye karşı yaptığı işbirliği oluşturmaktadır. Nüfus itibariyle Türkiye'ye karşı organize olma ve bir. isyana teşebbüs etme imkanı bulunmayan Taş- 236 Yl JSİ’F SARTNAY nak Enıtcmleri Hoybun Cemiyeti aracılığı ile Kür! isyancıları des­ tekleyerek Türkiye’ye yönelik hine ketlerde insiyati 1 i ele almaya ça­ lışmışlardır. Kısaca Türkiye’ye karşı Ermeni davasını Hoybuncu Kürt li­ derleri kullanarak kazanmayı amaçladıkları görülmektedir. Hoybuncu Kürt liderlerin de ’Biiyük Ermenistan' davasını destekledikleri yapılan ittifaktan açıkça anlaşımakla beraber, bölge halkından ısrarla gizlemeleri ilginçtir. Diğer taraftan Hoybun Cemiyeti itin Nasturiler ve Yezidilcr ile Türkiye’den kaçan bazı Çcrkczlerle de işbirliği yaparak ülkemize karşı geniş bir cepne oluşturmaya çalıştığı da dikkati çekmektedir,

Hoybun Cemiyeti'ııin yayınlarında Türkiye'nin dışında Kürt unsurunun yaşadığı Irak, İran ve Suriye'den sürekli olarak dost devletler olarak söz edilmesi Cemiyetin dış destekli bir organizyon olması ile açıklanabilir. Hoybun Cemiyeti sağladığı dış desteğe paralel olarak Türkiye'ye karşı bir isyan hareketine başlamak üzere faaliyetlerini artırmıştır. Nitekim böyle bir konjonktür içinde 1930 Ağrı isyanlarını organize etmeye çalıştığım görmekteyiz. İsyandan önce Hoybun Cemiyeti'ııin yaptığı hazırlıklar, aşi­ retleri kazanma faaliyetleri, isyanlar sırasında bölgede ele geçirilen bil­ diriler, Batı kamuoyuna yapılan açıklamalar ve nihayet isyanın liderliğini Hoybun’un faal üyesi olan firari Yüzbaşı İhsan Nuri'nin yapması Ce­ miyetin Ağrı isyanlarındaki rolünü odaya koymaktadır.

Türkiye'deki siyasi Kürtçiilük hareketlerinin önderleri olan aydınların genellikle bölge insanından inanç ve hayat tarzı olarak kopuk oldukları gö­ rülmektedir. Bu sebeble halkta taban bulabilmek için Şeyh ve Seyyit gibi dini otoriterleri kazanma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca bu aydınlar bölgenin sosyo-ekonomik yapışım istismar etmenin yanında, Türkiye'deki yapısal değişikliklerle çıkarları zedelenen aşiret reislerini de kazanmaya ça­ lışmışlardır. Bu çerçevede Hoybun Cemiyeti de Ermenilerle yaptıkları iş­ birliği ve dış bağlantılarım kamufle ederek bölgenin nüfuzlu aşiretleri ve dini otoritelerini kazanmaya gayret etmiştir. Gerçekte Zerdüştlüğü Kürt- lerin millî dini olarak kabul etmelerine rağmen, halk arasında taban bu­ labilmek amacıyla Havvar dergisinde Kur'ân ve hadisler yayınlayarak dini istismar etmeye yönelmişlerdir. Aynı politikayı günümüzde PKK terör ör­ gütünün de yürütmeye çalıştığı bilinmektedir. IIOYBUN CEMİYETİ VE TIJRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 237

Zaten Kültler adına hareket ettiğini söyleyen Marksisit-Leııinist bir ide­ olojiyi benimseyen PKK terör Örgütünün, ASALA iic yaptığı işbirliği, Su­ riye, Irak ve İran, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi gibi yerlede kamplar kurarak sağladığı dış destek, Kürt vatandaşlarımızı da katletmesi ve İslâm dinini istismara yönelmesi sebebiyle Hoybun Cemiyeti ile çarpıcı benzerlikler içinde olduğu görülmektedir. 238 YUSUF SARINAY

**-^p öJLJ -/

\va ... \m HOYBUN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETLERİ 239 240 YUSUF SARJNAY

EK-3a 9^.. T. CS. Ankara DAHİLİYE VEKÂLETİ /4? J I£ - 4 -931 ttimİTJ'im: JANDARMA KUMANDANIMI £ başbakanlie ntiMHURÎYET »EŞM 7fy r, Sr*>' *. 7

Ks.L- Ea^'slzâlGii Celiîeye Cevap

-1930 ------

Birinci ifatr ttiglîkt&r. «: c LTılTlier C C2.

□ ır ef

6 — r .12te , .SCit

, A r.c/t * U H0YB11N CEMÎYETİ VE TÜRKİYE'YE KARŞI FAALİYETİ .ERİ 241

EK-3b • •V '

______S.Ü.iT.liûin r/4/51 ve 2CG/BI6

1 *-r-j-- ~~' T. C. KCs ı

Gevar kaymakamı ve altıncı tabur kumandanının müşterek istihbaratı l; olunur . I -Papazyan plansızlardan on milyon frank aldığına dair haberi insulda lunan Leon paşaya bildirdiği , bu para A£rı , Barzan , Ldıtki t Cizre m- takasına tahriş edilerek silah ve çapar.e tekinine corfedilece/i , Porzer teşkilâtı İçin Halı tali kirden aşiretine mensup yacı Bedir c£anın veyeni Osman Sabrının Pır zina yelliyi , oradan Şeyh «bdurraji'-rn ile Ijclla. LVst. fu beraber clai’-ü: Ş-yb 1* Isrıt il: 'krztn anına ittihat Erukcvelenanari-.i tanzim ve yekiigizile teati etmek üzre BUey-er.iyeye ridevek vazifeleri: ikmal ile 'avdetile lîoybcn cemiyetile temas etmek üzre Suriyeye "ittİİLİcr ve 15 mayısta içtima .edecek olan cemiyet a2:vanın müzakeresi esnasında Th biyeye tecavüz edilmiş bulunulması ve yelecek ol₺r. cemiyeti a'r.'an r."mıc,-. lir.e ihdas edilmiş vaziyetin kabul ettirileceği ve tnpiliz rfhzezziLİ cip s iyesinin IraJılı Tabir bici kananla '■■İnler ii’"İ tir hıberda ellerine t'-ş.k bir fır tat tam istiit.it. evıszlerse K’h’tler için felâketim clduyi- r.u süylaüyi , burm üzerine îsr sanlılar ve rr.ü.a tirler ikralik ittinu'.ı rmsinkrnı yy çrak r"r.G3rilli.’’-J rCnf c:mill:ri , bu ten et ■/.'.stat Ihul. *k"h meti hı.k erler clsrcit lor su: şeyhin- biz Tininle alâkahr de'.iliz siz Er" lizlorle anladır, diye rel^tu:: *yazdı ı , Pr ene izler lu t eç s e • ir en.i? ol-nl: ürr?: bv nail: hu'i: in i., ".“sâ.'?.; câik.ık fzre Cemil İnşa zile İİert. kadri , üahnet ye hacoyu Şutsa davet etliyi , i’usrevin Tkrkiyeye yelmek fim? inde olduyu . 2 - İnyilizlerin maksadı -U;arî Vilâyeti ile Cizrede dzîıil clunk üzre I- ral: îü'i’tleri hakimiyeti altında Irak ile Perkiye arasında birAr—:ur.etf teşkil etmekt-r . Su maksatla Şeyh ihlvrut Prens İlân edileceği > Barsan şeyhini eırri altına verecekleri . 3 - înpilizldv Ikısturİlori'aürtlük ca-.iasın& ithal etmece çalıştıkları Larrenonur. yarine İ~İz;'maniyedeki ,£a. Stlrocu reis yapacakları . 4 -İnyilizler !Xsttsrileri kir jetlerinin hitanında silâhlarıle köylerine bı^ Taktıkları t beş altı bin cilSl.lt masturi elduyu > 5 - itoyboncıılaryve Brmeniler yerel: propayunda ve yere?. naktî muavenet ou- retile Eürtçülüye tamcm.ile müzahir ■old’.ikları , Barzan* raıntrlnsmda munta­ zam teşkilâtları olduğu,Posta merkezleri bulunduyu . 6 — İronilerin de Kürtlrrlc siyasî temaca başladığı . 7 - İranlIların kür küseyim o£lu kadir Lchnct ile İhsan huriyi tahliye ettikleri . J „ S - Bu seferki isyan Cenuba kaçan Ermenilerle kerki ve (ierdi aşireti 15 mayısta toplanacak olan cemiyeti akvamın cukarreratından evvel eski yer­ lerini iş^c-1 etncl: suretile bir emri vaki yapmak için tecavüz ve faaliye­ te <;cecccl;leri haber verilmektedir . 242 YUSUF S ARIN AY

EK-4a r. c. & B AS BAK ANLIK T. C. CUMHURİYET ARS’V] BAŞVEKÂLE1 MUAMELÂT HÜP

I Hoybım cemiyetinin organ! olan ve Şanda çıkarılan "îlavar" gaze-

i tesinin ( mnzır neşriyatına binaen Tilrkiyeye sokulraznsı t Dahiliye

I Vekâletinin 25/5/932 tcrüı ve 2'111/4536 minerali tezkeresiyle vuknbu,-

F len teklifi tinerine İcra Vekilleri Heyetince 30/5/932 tarihinde tes-

: vip ve kabul olımnııştur .

' 30/5/932 110 YB UN CEMİYETİ VE TÜRKİYE'YE KARS 1 FAALİYETİ.1:1<1 243

EK-4b

HEJMARl

15 G ULAN 193f ■ ıjouiBla Hurin * butdu icrde

DEVLET ARŞlVLERl GENa MODCRLOĞÜ CUMHURİYET ARŞİVİ

«SâSeLeîoihjen Remele

Aı-monc, nwayû sebat t'ı nivisandina Ha\vare Ji xwendevanan re Elfub?ya Qurdi Slûııa fek eli un Slûra z»rowan: buhar Edebiyata welatl Ha\vnr bebe, gazi li dfı ye Dİ dora diııyoyedc Natirssvazlya Meıtıl Hf-vi ji xwendevanan Feıbeııgorj

BirĞ Frensizi

Buls et cıreclAres de la revue H:ıwar L’alplıabel Kürde ‘ \ Nolices sur la liıterature, mccurs et cnuiııme» Kıırdes

çapıma Terttl 1933 — hn 244 YUSUF SAR1NAY

(T* I BAŞBAKANLIK I CUMHURİYET ARŞİVİ ' T. C. EK-5 BAŞVEKÂLET KARARNAME Kararlar Mudûrlâfi Sayı;

Sariye de si Kürt Hoyboa Cer: iye t i t ar «-fincan (Tüzk Af i i Umuoisî

karFicınûa Kürtler, Türkiye Heisicüoâur ~azi 1 _üstar’:- Kenal Hazretleri­

ne mektup, Tir Zcn&bi naktni- nr.zc rı.v. î>re Kürt L-eselesi) vc kısmen

i resimli,Arap dili üzerine ycsılnış(Zİkaziyetülkiirüiye) adlı dört Kita­

bın, Hükümet içiz aleyhinde zararlı yı-cılar»ihtiva eyleşesin» binaen £e-

;rck l’iirkce vc 'erek bcr-kz udilerle *.yr-zılııi! ve vcmiacak olanlai'imn

”*cycii"ki sozc.iu-.sznın yasak et ilrsssi; îc.Liliye Ve? ili iyinin 29/V-b-.

tırih vs ~C?7 sayılı tezkereci üzerine İcra Vekilleri Heyetince I/'C:/Eö. ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞINCA DÜZENLENEN KONFERANS, PANEL VE BENZERİ KONUŞMA METİNLERİ

AZINLIK İMTİYAZLARI - KAPİTÜLASYONLARDAN TEK HUKUK SİSTEMİNE GEÇİŞ *

Prof. Dr. GÜLNİHAL BOZKURT **

Bu konuşmanın amacı, çok hukukun geçerli olacağı bir hukuk sis­ teminde, devletin bağımsız, ün iter ve egemen bir devlet olamayacağını bazı arşiv belgeleriyle ortaya koymak ve Büyük Atatürk'ün bugünkü hukuk sistemimizi kabulde ne kadar haklı olduğunu, tarihi hatırlatarak bir kez daha gözler önüne sermektir.

Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren ve fetih po­ litikasıyla giderek artan ölçüde olmak üzere, bünyesinde daima azınlık gu­ rupları barındırmıştır. Fethedilen ülkelerde yaşayan gayrimüslimlerin ya- msıra, yaşadıkları ülkelerde dinleri yüzünden gördükleri zulüm ve baskıdan kaçarak Osmanlı Devleti'ne sığman milyonlarca Yahudi de bu topraklara yerleştirilmiştir. Bu, birbirinden çok farklı etnik kökenlere, dinî inanışlara mensup, azınlıkların hukukî statüleri, İslâm hukukunca ve Tiirk- ler'in geleneksel hoşgörüsünün de büyük katkılarıyla tespit edilmiştir. Müslümanlar'a İslâm hukuku kuralları uygulanırken, azınlıklar özel hukuk alanında yani kişi, aile, miras, borçlar ve ticaret hukuku alanlarında men­ sup oldukları toplulukların din ve sosyal yaşama ilişkin kurallarına ve kamu hukuku alanında ise, İslâm hukukunun Müslüman olmayanlar için öngördüğü kurallara tâbi tutuluyorlardı. Yani, farklı inançlara mensup olanlar farklı hukuk kurallarına uyluktular ve bunun nedeni devletin te­ okratik temellere dayanması idi. Yine aynı nedenle, gayrimüslim Os- manlılar'a bazı sosyal ve hukukî kısıtlamalar getirilirken, onlara bazı özel haklar da tanınıyordu. Bu sistem içerisinde ayrıca, ülkede yaşayan ya­ bancılara uygulanan ve kapitülasyonlara dayanan çeşitli ayrıcalıklı kural ve kurumlar da yer alıyordu.

Tanzimat döneminde, din kıstasına dayanan "millet" sistemi kal­ dırılarak yerine "Osmanlı vatandaşı" kavramı konmuş ve hukukî statü

* Bu konferans Atatürk Araştırına Merkezi Başkanlığı adına 26.2.1998 tarihinde Ankara'da Tiirk Dil Kurumu Konferans Salonunda verilmiştir, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. 248 GÜLNÎHAL BOZKURT farklılıklarına son verilerek, ülkede yaşayan herkesin Müslüman olan - ol­ mayan ayırımı yapılmaksızın, aynı hukuk kurallarına tâbi tutulması amaç­ lanmıştır. Tanzimat'ın "kanun önünde eşitlik" ilkesi, ancak genel nitelikli kanunlar hazırlanmasıyla mümkündü, Tanzimatçılar, eşitliğin ancak tek hukuklu bir sistemle mümkün olabileceğinin bil i nemdeydiler. Ancak on­ ların elini kolunu bağlayan ve eşitliği sağlamalarını da imkânsız kılan gerçek, teokratik bir devlette yaşıyor olmaları idi.

Gerçek eşitlik ancak ülkede yaşayan herkese aynı kanunların uy­ gulanması ile sağlanabilir. Buna, "kanunların tekliği ve genelliği ilkesi" adı verilir. Yine de Osmanlı vatandaşlarının ortak olarak tâbi tutulacağı bazı kanunlar (Batı'dan yararlanılarak) hazırlandı.

Osmanlı devlet adamlarını bu kanunlaştırma hareketlerine sevk eden nedenler ise gerçek eşitliği sağlama arayışından çok daha vahim ve acil sorunlar olmuştur. Sorunların ortak özelliği, çok hukuklu sistemin ürünü olmalarıdır. Neydi bu sorunlar? Sorunlardan ilki, kapitülasyonlarla büyük devletlerin Osmanlı topraklarında bulunan vatandaşlarına tanınmış olan malî ve adlî imtiyazlardı. Osmanlı hukukuna ve ekonomisine büyük darbe vuran kapitülasyonların verdiği inanılmaz zararları hepimiz biliyoruz,

İkinci sorun ise büyük devletlerin kendi vatandaşlarına ka­ pitülasyonlarla tanınmış olan ayrıcalıklardan yararlanma hakkını, za­ manla bazı gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarına da tanımalarıyla doğan "Mahmi" sorunudur, İşte Osmanlı devlet adamları siyasî ve ekonomik güç ve baskıları altında ezildikleri büyük devletlere kapitülasyonları kal­ dırtmayı başaramayınca, en azından mahmi konusunu çözmeye çalıştılar.

Bilindiği gibi büyük devletler önceleri bu hakları Osmanlı Dev­ letindeki sefaret ve konsolosluklarda çalışan gayrimüslim Osmanlı uy­ ruklarına ve onların akrabalarına tanımışlardır. Giderek kapitülasyonlar sefaret ve konsoloslukların verdikleri beratlarla (patente), iş yaptıkları esnaf ve Avrupa ile ticaret yapan gayrimüslim tüccarı da kapsayacak şe­ kilde, amacından tamamen saptırılmış ve yozlaşmış şekilde ge­ nişletilmiştir. Osmanlı vatandaşı pek çok gayrimüslim tüccar, ya­ bancılara kapitülasyonlarla ve bazı anlaşmalarla tanınan bu cazip haklardan yararlanarak, yabancı ülkelerin korunması altında olduklarım AZINLIK İMTİYAZLARI-KAPİTÜLAS YONLAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 249 ileri sürmüşler ve başta vergi olmak üzere, Osmanlı Devleti'ııe karşı olan sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir. Zamanla berat verme işleminin ticarete dönüşmesi ve elçilik ve konsoloslukların yüksek fiyatlarla bu pa- tenteleri satmaları üzerine Bab-ı Âli bu durumu önlemek üzere çeşitli ted­ birler almıştır.

1829'da Yunanistan'ın bağımsızlık kazanması yeni bir sorunun doğ­ masına neden olmuştur: Pek çok Rum, Yunan vatandaşlığına geçerken, bir kısım beratlılar da korumasından yararlandıkları yabancı devletin va­ tandaşlığında olduklarını iddia etmeye başladılar. Artık kapitülasyonlar dan yararlanmak isteyen gayrimüslim Osmanlı vatandaşları "Berat" ku- rumunun arkasına sığınmıyor, başka ülkelerin vatandaşlığına geçtiklerini bildirerek "yabancı" muamelesi görmek, onların ayrıcalıklarından ya­ rarlanmak istiyorlardı. Koruma'dan yararlananların sayılarının çok fazla olması, onların yabancı statüsüne geçmeleri halinde doğacak sorunları da çok artıracaktı. Sadece Avusturya'nın Boğdan'da 200.000, Eflâk'ta 60.000 beratlısı vardı. Kırım savaşı sırasında İstanbul'daki İngiliz Konsolosu, anılarında, İngiliz korumasında olanları "Bir milyondan biraz az" olarak belirlemişti. Bir Amerikan diplomatı ise sadece İstanbul'da 50.000 beratlı olduğunu yazmıştır. 1 1851 yılında 3.965 kişi İngiliz korumasına geç­ mişti. İngiliz konsolosu Guarracino, 1856'da, "Fransız konsoloslarının Roma Katolik kilisesine bağlı zimmileri, kendileri dahil diğer tüm kon­ solosların ise, konsolosluklarda çalışan ya da acenta gibi hareket eden tüm Osmanlı tebasını koruduklarını" yazmaktaydı. 1 2

III. Ahmet'den II. Mahmut’a kadar tüm padişahların bu konuda al­ dıkları çeşitli tedbirlere rağmen sorun çözülememişti.

Bu durumdaki Osmanlı gayrimüslim vatandaşlarının sayılarının gi­

1 Sugar Petcr F. "Ecoııoınic and Political Moderni zati on", Political Moderııization in Japon And Turkey,. Ward-Rustow 1964, Princetoıı, sh. 154. Naff, Thonıas-Owcn R., Slııdics in Eightecnlh Ccn- tury Ottoınaıı Rclations witlı Europe, s. 103, vd. 2 İngiliz Devlet Arşivi Foreign Office F,O. 78/976, 881/768. 250 GÜLNİHAL BOZKURT derek artması üzerine 1850 (1267) yılında yabancı elçiliklere "Bilâ me­ zuniyet tabiiyet-i Osmaniye'yi terkedenler hakkında ittihaz edilen usule dair" bir müzekkere yollandı,3 Bu müzekkerede, "Osmanlı Devlcti'nde ya­ şayan yabancıların anlaşma gereği istisnaî bir statüye sahip oldukları, bazı gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının onların hak ve imtiyazlarından yararlanmak için, yabancı devlet himayesine girerek her iki devlete de olan vergi, askerlik gibi görevlerini yerine getirmedikleri; bir devletin dü­ zeninin, kanunlarının tiim uyruklara uygulanması ile mümkün olduğu, ba­ zılarının kendilerini bundan muaf tuttukları, başkalarının da onları takip edebilecekleri, hiçbir devletin böyle karışık bir halde emniyet ve mül­ künün muhafazasını sağlayamayacağı" belirtilmiştir, Mtizekkere'ye göre, yabancı bir ülkenin uyrukluğunda olduğunu iddia edenler üç gün içinde Osmanlı Devleti’ni terk etmek ve ülkedeki mallarını satmak zorundaydılar, 4 5 Bu gibi kimselerin Osmanlı topraklarında gayrimenkul edinmelerini de yasaklamak üzere, 1867 yılında "Tebaa-yı Ecnebiye'niıı Emlâke Mu­ tasarrıf Olmaları Hakkında Kanun" çıkartıldı. 3

Bu önlemlere rağmen vatandaşlık değiştirme işlemleri devam etti. Bunun üzerine, yolsuzlukları önlemek üzere, iç hukukta gerekli temel de­ ğişiklik yapılarak, 1869 yılında Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi çı­ kartıldı. 6 1851 Fransız Vatandaşlık Kanunu'ndan yararlanılarak ha­ zırlanan yeni yasa ile, İslam Hukuku'nun o zamana kadar uygulanmış olan uyrukluğa ilişkin esasları değiştirildi. Bu Kanun'un giriş bölümünde, ka­ nunun çıkarılma nedeni açıklanarak, bir süredir bazı gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının meşru olmayan menfaatler elde etmek için yabancı dev­ letlerin vatandaşlıklarına geçerek pasaport aldıkları, vatandaşlık ko­ nusundaki yolsuzlukların izalesinin önemli ve mutlak olduğu belirtilmişti, Kanun'un 5, maddesinde, "Saltanat-ı Seııiye'den izinsiz yabancı ülke va­ tandaşlığına geçenlerin bu vatandaşlıklarının "keenlemyekûn" olduğu ve

3 İlhan Uııat, Türk Vatandaşlık Hukuku, Ankara, 1966, s. 1-3. 4 Bn konuda geniş bilgi iciıı bkz. Gül nihai Bozkurt. "İslam II aktı kımda Zımnilerin Hukukî Sta­ tüsü". Kudret Ayiter'in Anısına Armağan, Dokuz Eyliil Üniv. H.F.D.C. 3, Sa. 4, İzmir, 1987, s. 115- 156. 5 Düstur. 3. Tertip, C.l, s. 230. 11 Ccmııziyel - evvel 1284). 6 Düstur, I, C. I. s. 16-18. AZINI _IK İM'H YAZLAR !-KAPİTLıLAS YON LAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 25 I kendilerinin Osmanlı vatandaşı sayılacakları; 9. maddede ise. Osmanlı topraklarında ikamet eden herkesin Osmanlı vatandaşı sayılacağı, eğer ya­ bancı uyruklu ise uyrukluğunu ispat etmesi gerektiği" yazılıydı.

Şimdi Osmanlı .Devleti'nin çıkardığı bu yasayı uygulamada kar­ şılaştığı inanılmaz güçlüklere bazı örnekler verelim: Konuya İlişkin bel­ gelerden ilki 1884 tarihlidir. Yani, Osmanlı Tabiiyet Kanunnamesi'nin ka­ bulünden 15 yıl sonrasına aittir. 14 Şubat 1884’de İstabul’daki Amerikan Büyükelçilerinden Washington’a yollanan raporda, Kudüs'te oturan ve Amerikan vatandaşlığım iktisap etmiş bazı kişilerin Osmanlı hü­ kümetince hâlâ "Osmanlı vatandaşı" olarak telâkki edilmeleri konusunda bilgi verilmektedir. Belgede 7 şöyle deniyor:

"A.B.D, kendi vatandaşlık yasaları konusunda, bir yabancı hükümetin karar verme hakkını asla kabul etmez. Bab-ı Ali olağandışı şu kuralı Amerikan vatandaşlarına uygulamak istemektedir, "Amerikan tabiiyetine geçen bîr kimse, Osmanlı Devleti'nde oturuyorsa Amerikan tabiiyetini kay­ beder. Amerikan tabiiyetine geçtiği dikkate alınmadan Osmanlı vatandaşı sayılır." Bu prensibin kabul nedeni ne olursa olsun, eskiden Osmanlı va­ tandaşı olup Amerikan vatandaşlığına geçmiş olanlara uygulanmasına izin verilemez. Çünkü Amerikan vatandaşları, Osmanlı egemenliğinin sü- jesi değildir."

Görülüyor ki A.B.D. kendi uyrukluğunu verdiği OsmanlIları ko­ rumakta, Osmanlı Devleti ise hiç A.B.D. de bulunmamış ve oraya yer­ leşme gibi bir niyeti de olmayan bu kişileri aslî Osmanlı vatandaşı say­ maktadır. Bilindiği gibi bir devletin vatandaşlık hukuku, o devletin içi hukukunun bir parçasıdır. Osmanlı Devleti de Tabiiyet-i Osmaniye Ka­ nunnamesi ile ülkede "ikamet eden" herkesi Osmanlı uyruğu sayıyordu, A.B.D. ise kendi vatandaşlığım Amerikan yasalarına uygun olarak ka­ zanan ve Osmanlı topraklarında oturmaya devam edenleri kendi uyıuğu saydığı için uyuşmazlık ortaya çıkıyordu. Osmanlı topraklarında Osmanlı

7 Papcrs Rcladng t o the Foreign Relations of the Uniltd States (Tnınsınitted to Congress v/ith the Aııtnıa! Mcssage of the Prcsİdent) Dcccnıber. 4, 18S4 Wtıshingloıı, No. 327. (Virninia Üniversitesi. 252 GÜLNİHAL BOZKURT

Tabiiyet Kanunu'ııun değil, Amerikan vatandaşlık yasalarının uy­ gulanmasında ısrar ediyordu.

Bu konuda Dışişleri Bakanı Arifi Paşa, 11 Mart 1884'de A.B.D. Se- fareti'ne bir de nota verdi, 8 8 Nisan 1884'te A.B.D. Dışişleri Ba- kanlığı'nca bu notaya verilen cevapta: "Tabiiyetin tespitini A.B.D. va­ tandaşlık yasalarını dikkate alarak yapmak gerektiği, Türk Hükümeti’nin teorik açıklamasına katılınmadığı, A.B.D. vatandaşlığı için bütün iş­ lemleri tamamlayanların hakları konusunda hiçbir şüphe olmadığı" be­ lirtilmektedir.

Osmanlı Devleti ise kendi aslî vatandaşlığından çıkanların ülkeyi ter- ketmesinde ısrarlıdır. Nitekim, 1892 yılında Şûra-yı Devlet, Osmanlı va­ tandaşlığından çıkma İzninin sadece, tekrar Osmanlı topraklarına dön­ memek şartıyla verileceğine ilişkin bir karar aldı. 9

Ancak bu konuda A.B.D. ile sürtüşmeler devam etti. Osmanlı Devleti izinsiz olarak A.B.D. vatandaşlığına geçenleri Osmanlı vatandaşı say­ maya devam ederken, A.B.D. de bu kişileri kendi vatandaşı olarak kabule devam etti. Bu konuda A.B.D. Dışişleri Bakanbğı'nın Washington'daki Osmanlı elçiliğine gönderdiği mektuplarda (24 Ekim 1898) şöyle de­ nilmektedir. 10

"A.B.D. Anayasası herkese eşit davranışı emretmektedir. Buna göre, Amerikan tabiiyet yasaları, vatandaş olmak içİıı müracaat eden kişiler ara­ sında, kendi hükümetinden izin almadan tabiiyet değiştirmeyi yasaklayan ülke vatandaşı olup olmamalarına göre bir ayrım yapmaz. Yabancıların vatandaşlığa kabul şartları yasalarla belirlenmiştir ve bunlardan başka şartlar aramaya gerek yoktur. Amerikan mahkemeleri veya birliğin çeşitli devletleri bir vatandaşlık müracaatını kabul için, başvuru sahibinin kendi

8 Papcıs Rclatiııg to..., 1884. No. 73820, 10. 9 Ünal, a.g.e. s. 23-24. Tebdil-i Tabiiyet Etmek İsteyenlere Verilecek Mezuniyetin Fi Mâbaad Me- malik-i Şahaneye Avdet Etmemek Şartıyla itası Hakkında Stira-yı Devlet Kararı 28 Cemaziyelahir 1310. 10 Mr. Hay klan Ali Ferrııh Bev'e \Vashinuton, 24 Ekim 1898, Papers Rclııtiııg to,„, Dcccmber 5, 1898, No. 12. AZINLIK İMTİYAZLARI-KAPİTÜLASYONLAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 253 hükümetinden tabiiyet değiştirme izni aldığı konusunda delil getirmesini isteyemezler. Bu nedenle sizin arzu ettiğiniz bu kuralın uygulanması müm­ kün görülmemektedir. Çünkü yabancıların vatandaşlığa girişlerindeki hukukî işlemler yürütmenin kontrolü dışındadır. Öte yandan bir Ame­ rikan vatandaşına pasaport vermek için, vatandaşlığı kazanmasında hu­ kuken öngörülmeyen, zarurî olmayan bir şartı tatbik edemeyiz."

BÖylece A.B.D.'nin, asla Amerika'ya yerleşme niyeti olmayan ve Os­ manlI topraklarında yaşamaya devam edecek olan bazı Osmanlı va­ tandaşlarına kendi vatandaşlığını verme politikası, A.B.D. yasaları sebep gösterilerek devam ettirilmiştir.

12 Nisan 1906'da Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi'ne müzeyyel mevad hakkında çıkarılan bir Îrade-İ Seniye ile 11 , "hiç kimsenin Bab-ı Âli tarafından kabul ve tasdik edilmedikçe yabancı ülke vatandaşlığını ik­ tisap edemeyeceği; buna uymadan yabancı ülke tabiiyetine geçenlerin müktesep vatandaşlıklarının yok sayılacağı ve Osmanlı topraklarına dö­ nenlere, Osmanlı vatandaşı muamelesinin yapılacağı, bu kişilerin mük­ tesep vatandaşlıklarında ısrar ederler veya o ülke konsoloslarınca ko­ runurlarsa derhal sınır dışı edilecekleri" açıklanarak, Devlet'in bu konudaki kararlılığı tekrar vurgulanmıştır.

Osmanlı Devleti, her devlet gibi, bir kişinin kendi uyruğu olup ol­ madığı konusunu kendi hukuk kurallarınca belirleme hakkını kul­ lanmıştır.

Ancak, bir devletin topraklarında oturan, aile, bağları, iş merkezleri bu ülkede kurulmuş olan, gelecekte de bu düzeni sürdürme niyeti aşikâr olan kişileri kendi vatandaşı sayması gibi doğal bir hakkı, kapitülasyonlardan yararlanan ülkelerce kabul edilmemiştir. Bu devletler, sözü edilen kişiler üzerindeki koruma haklarını, bu kez onlara kendi vatandaşlıklarını kağıt üzerinde vererek sürdürmüşler; onların doğup, yaşayıp Öldükleri top-

1116 Sefer 1324,28 Mart 1322, Unaf, a.g.e. s. 25. 254 GÜLNİHAL BOZKURT raklarda yabancı statüsünde, kapitülasyonlardan yararlanarak ya­ şamalar! nı sağlamışlardır. Osmanlı Devleti ise bu konudaki suistimalleri önleyebilmek ve devletin kendi topraklarında egemenlik hakkını kullanabilmek için çıkardığı 1896 Tabiiyet Nizamnamesi ile, ilk kez gayrimüslimleri müslümanlar gibi va­ tandaş saymış, yani vatandaşlıktaki din kıstasını kaldırmıştır. Teokratik bir devlette bu kararın alınmasının nedeni, hukuk kurallarının din fark­ lılığına dayandırılmasının yarattığı sakıncanın büyüklüğünün tüm ger­ çekliğiyle ortada olmasıdır.

Teokratik bir devlet olan Osmanlı Devleti'nin Tanzimat döneminde Batı hukukuna yönelişinde bu tür sorunlara son vermek amacının ya- nısıra, temelde bir siyasî neden de vardır.

Bilindiği gibi, 1789 Fransız îhtilâli'nin yaydığı milliyetçilik akım­ larından çok etkilenen çeşitli gayrimüslim guruplar bağımsızlık isteği ile ayaklandılar. Batılı ülkeler de onları desteklediler, himayelerine almak için bİrbirleriyle rekabete girdiler ve Osmanlı Devletİ'ni, Hasta Adam' ı, gayrimüslim uyluklarına yeni haklar verilmesi için sürekli baskı altında tuttular.

Hepimiz Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla azınlıklara getirilen hak­ ları, teyit edilen imtiyazları biliyoruz. 1839'dan itibaren Müslüman ol­ mayan uyruklara ardarda tanınan bu haklarla artık devletin Müslüman olan-olmayan uyrukları arasındaki yasal ayırım da ortadan kalkıyor ve 1876 Anayasasfnm 8. maddesinde bu durum açıkça belirtiliyordu: "Os­ manlI tabiiyetinde bulunan herkes, hangi din ve mezhepten olursa olsun, istisnasız Osmanlı tabir olunur." Fakat bu ibare Müslümanlarla gay­ rimüslimler arasındaki eşitliği sağlamaya yetmedi, Çünkü yukarıda da be­ lirtildiği gibi, Tanzimat sonrası yapılan yasal değişikliklerle artık gay­ rimüslimler için İslâm hukukunun getirdiği sınırlamalar kaldırılmıştı. Ancak eski imtiyazlarının (ab anticjuo) devam etmesi ve ka­ pitülasyonlardan yararlanma gayretleri (malimi) ile Miisl liman lar'dan yine farklı, bu kez lıer alanda daha ayrıcalıklı bir statüde yer aldılar. Artık AZINLIK İMTİ YAZLARI-KAPİTÜLASYONLAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 255

siyasî haklarını kullanmakta hiçbir kısıtlamaya tâbi değillerdi. Par­ lamentoda, eyalet ve sancak meclislerinde temsilcileri vardı. Batı'dan alı­ nan kanunlar gereği kurulan yeni adalet örgütünde, Müslümanlarla aynı yasalara uyruktular, Aile, miras hukuku alanında ise kendi dinî hu­ kuklarını uygulamakta devam ediyorlardı. Ancak Osmanlı Devleti'nin bu çabaları, büyük devletlerin Osmanlı gayrimüslim azınlıkları üzerindeki koruyuculuk hakları konusundaki çekişmeleri de engelleyememişti.

1888'de İstanbul'da yapılan dinî bir törende Fransız elçisinin, Fran­ sa'nın Doğu Katolikleri üzerindeki koruma hakkını bahane ederek diğer el­ çilerin önünde ve yüksek bir koltuğa oturmak istemesi büyük huzursuzluk yaratmıştı, 12 Fransa, bu konudaki ısrarından hiç vazgeçmedi. 22 Haziran 1914 tarihli Die Zeit gazetesinde, hâlâ Roma ile Fransa arasında Doğu Ka- tolİklerİ konusundaki çekişmeye dair haberler yer almaktadır.13

Öte yandan BabIâli'nin reformlar doğrul tu sunda aldığı çeşitli kararlar ve Özellikle vatandaşların arasında eşitliği sağlama çabaları, kendi ce­ maatleri üzerindeki ekonomik, sosyal, dinî haklarının hiçbirinden vaz­ geçmek istemeyen cemaat şeflerini ve meclislerini huzursuz ediyordu. Os­ manlI Devleti'nin bu uygulamalarına karşı çıkıyor, büyük devletlere şikâyet ediyorlardı. Bu konuda örnek olarak 1883'de patrikliğe verilen bir berat gösterilebilir. BabIâli'nin patrikliğe verdiği bir beratın içeriğine pat­ riklik karşı çıkmış, daha önceki beratlarda yer alan hakların tamamının yinelenmesinde ısrar edilmiştir, 14

Görüldüğü gibi, çok hukukluluk, devletin farklı dinî hukuk alanlarına müdahalesini güçleştirmiş ve tepkilerle karşılaşmasına yol açmıştır. Dinî amaçlarla, politik amaçlar hep karışmıştır. Müslüman ve gayrimüslim gu-

12 Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi (Aıısvvartiges Anıt, Bonn), A. A. Tiirkei, No. 175a, C. 1/2, No. 1657, Kölnische Zeitung, 8 Şubat ISSSNı*. 39, Fransa'nın bu konudaki iddialarının Türk yetkilileri zor duruma düşürdüğüne dair" 14 Şubat 1880 tarihli bir rapor AA, I ABq 47, vol, 14/15. A, 1125, 13 AA. Tiirkei 175a, C, 35/36, A. 8103, (25.4,1914) aynı konuda Beyrut'tan yollanan 23 Nisan 1914 tarihli rapor, AA. Türkci, No, 175a, 35/36, No, K, 48. 14 AA. Tiirkie, TABij 47. Dosya Nr. 29/16, 20 Kasım 1883. Kölnische Zeitung, 24 Aralık 1883 ta­ rihli bir rapora göre BabIali pasif bir tutum takınarak Rum isteklerine cevap vermemiştir. AAIABq 47, C,XV. A. 153. Bu konudaki Rum görüşleri, AA 1 ABq, 47, C.XV 2 Ocak 1884, A. 161. ve Adalet Ba- kanlığı'nın Patrikliğin eski yetkilerini tanıdığına dair Tezkeresi, AA 1 ABq 47, C.XV 2 Haziran 188d, A. 3697/84 ve buna dair Bakanlığın 5 Ekim 1884'de La Turquic’de vayuılanan bildirisi, avnı cilt. No. 132. 256 GÜLNTHAL BOZKURT ruplar, kendilerine tanınan alanlar ve yetkilerle yetinmemişlerdir. O kadar ki, tarihin azınlıklarına en fazla hak tanıyan devleti olan Osmanlı Devleti, I, Dünya Savaşı sonunda imzaladığı Sevres Barış Antlaşmasıyla, "terör rejimi ve din baskısı" uygulamakla suçlanmış; "Hristiyan ve Yahudi uy­ ruklarına saldırı sayılabilecek bir eylemi yapmamayı" da kabul etmiştir.

İşte Osmanlı Devleti'nin karşılaştığı problemler ve hüzünlü sonu yeni Türk Devleti'ni kuranlarca asla gözden uzak tutulmamıştır. Önce Osmanlı Devleti'nin bağımsızlık unsurunu elinden alarak yok eden "Sevres" Ant­ laşması tanınmamış, Kurtuluş Savaşı başlatılmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinde "Hristiyan halklara siyasal egemenlik ve ayrıcalıklar ta­ nınamaz’' cümleleri Kongre tutanaklarına geçirilmiştir.

Lozan'da Atatürk ve İsmet Paşa azınlıklar konusunda şu iki nokta üze­ rinde özellikle durmuşlardır:

1) Azınlık haklarının karşılıklılığı

2) Azınlıkların korunmasının Türkiye'nin varlık ve bütünlüğüne karşı saldırılarda bulunmak için bir bahane olarak kullanılmaması.

Osmanlı Devleti'ni kapitülasyonlar ve azınlık hakları konusunda yüz­ lerce yıl sömüren ve baskı altında tutan büyük devletler, Lozan'da azınlık ayrıcalıklarının bir başka biçimde devamım önermişlerdir. 15

1 Ocak 1923'de T.B.M.M.'de yapılan görüşmelerde Trabzon Mebusu Haşan Bey, "Lozan'da azınlıklarla İlgili en büyük sorunun aile hukuku ko­ nusunda olduğunu, dinî imtiyazların kaldırılmasıyla, azınlıkların evlenme, * boşanma, nesep, nafaka işlemlerinin tüm azınlıkların din ve mezhep ku­ rallarına uygun şekilde bir medenî kanunla düzenlenmesi ve bu işlere iliş-

15 Selıa Merav, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Ankara 1972, I, 1/1, s. 40-41. AZINLIK İMTİYAZLARI-KAPJTÜLASYONLAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 257 kin davaların mahkemelerimizde görülmesi lüzumunu ve kanunlarımızın bu telâkki ile ikmal edilmesi mecburiyetini" dile getirmiştir. 16

Lozan'da Türk Temsilci Heyeti'ne- azınlıkların 1914 öncesi kişi ve aile hukukuna ilişkin imtiyazlarının muhafazası için büyük baskı yapılmıştır. Türk heyeti ise sürekli olarak "din ayırımı" yapmaksızın tüm tebaaya Uy­ gulanacak bir medenî kanun çıkartılana kadar azınlıkların eski âdetlerine riayet etme kararını vurgulamıştır.

Ancak Yunanlı temsilciler, "boşanmanın Rumlar için medenî değil, dinî bir iş olduğunu, yeni kanunlarla bu problemin çözülemeyeceğini" sa­ vunmuşlardır.

Ingiliz temsilci Ryan ise, "ne evlenme, ne boşanma hakkında, Hı­ ristiyan ve Müslümanlar'a tatbik edilecek hiçbir kaide bilmediğini" söy­ leyerek, "Türk Heyeti, diğer hiçbir devlette eşi olmayan bir şeyi ba­ şarmaya çalışıyor. Sömürgelerinde Müslüman tebaaları bulunan İngiltere, Fransa, İtalya gibi Avrupa devletleri, bu tebaalarını kendilerine has ka­ nunların tatbikinden mahrum etmeyi asla istememişlerdir" demiş ve ül­ kesinin Hindistan siyasetini örnek olarak göstermiştir. Rumbold'un da "İn­ giltere'nin tüm Hindistan'da uygulanabilecek bir kanun koymasını imkânsız gördüğünü" belirtmesi üzerine, "Hindistan'ın İngiltere'nin bir sö­ mürgesi olduğu için Türkiye'ye benzetilemeyeceği" cevabını veren Münir Bey, "farklı dinlerde insanların yaşadığı Avrupa ülkelerinin medenî ka­ nunlarında ayrı dinlere uygun olma kaygısının olmadığım, bu ülkelerin hepsinde Yahudiler'in bulunduğunu, ama kanunlarını Yahudiler'e uy­ durmayı düşünmediklerini, Türk kanun koyucusuna güvenilmesi ge­ rektiğini, Türkiye'nin böyle bir kanunu koymaya azmettiği bir sırada, bu işler hakkında kanun koymamayı taahhüt edemeyeceğini" de belirtmiştir.

İtalyan temsilcisi Mantagna'ya göre ise, "Türk tebaasına ayırtsız tatbik edilecek genel bir kanun neşri mümkün değildir. Batı bu işte örnek ola­ maz. Batıda İnsanlar arasında milliyet, soy, dil ve din birliği vardır. Tür-

16T.B.M.M. Gizli CeJsekr, C.Iİ.. s. 1168-1 197. 25S GÜLNİHAL BOZKURT kiye böyle değildir. Herkese aynı kanunu tatbik etmek istemek, herkesi mutsuz etmektedir. On yaşında evlenen Müslüman kadınını Batı ka­ nununa uymak amacıyla evlenmek için, on sekiz yaşma kadar bekletmek, mantıkî olamaz," 17

Sırp - Hırvat - Sloven Krallığı temsilcileri de "medenî kanunlarım mo­ dernleştirmek yolunda okuı devletlerinin Türkiye ile aynı güçlüklere uğ­ radıklarını ve aile hukukuna ait işlerde tek bir kanun koymanın imkânsızlığını anlayarak bu alanda bir düzenleme yapmaktan vaz­ geçtiklerini" belirtmişlerdir. 18 Ancak Türk temsilcileri, Türkiye'nin kanun koyma hakkının doğrudan Türkiye'ye ait olduğunu belirterek, bu konuyu tartışma konusu olmaktan çıkartmışlardır.

Bu tartışmalar, Batı ülkelerinin Türkiye'de yaşayan herkese tatbik edi­ lebilir, genel nitelikli bir kanun hazırlanmasının mümkün olmadığı şek­ lindeki düşüncelerini -ki Türkiye Cumhuriyeti bu düşünceye üç yıl sonra yeni medenî kanununu kabul ederek cevap verecektir - açıkça ortaya koy­ mak bakımından çok ilginçtir.

Batılı diplomatların bu görüşlerinden, sadece kanunlaştırma ko­ nusunda Türkiye'nin başarısına karşı duyulan güvensizlik değil, aynı za­ manda Osmanlı Devleti'ncle hukuk alanında var olan çok başlılığın sür­ dürülmesi arzusu da aranmalıdır. Aslında istenen, Türkiye'nin herkese uygulanabilir, modern kanunları kabul etmesi değil; hukuktaki kargaşa devam ettirilerek ve bundan yararlanılarak, Devlet’in iç işlerine müdahale yolunun açık tutulmasıdır. Konferansta kapitülasyonlar ve azınlıklar ko­ nusunda yapılan uzun tartışmalar bu görüşümüzü teyit etmektedir. Lozan Anlaşması'nm 39. maddesinde "gayrimüslim azınlıklara mensup Türk te­ baası, Müslümanlar'm istifade ettikleri aynı hukuk-u medeniye ve si- yasiyeden istifade edeceklerdir. Türkiye'nin bütün halkı, din ayrımı ya­ pılmaksızın kanun önünde eşit olacaklardır" hükmü yer alır.

17 Cemil Bilse!, Lozan, İstanbul, 1Ö33. C. İL s. 238-2S&. 18 Cemil Bilse). "Medenî Kanun ve Lozan Muahedesi", Medenî Kamııfıın XV. yıl dönümü için. İstanbul l

Türk heyeti, Osman h Devleti'nİn tüm çabalarına rağmen, teokratik sis­ temi nedeniyle aşamadığı "azınlıklar" ve "kapitülasyonlar" engellerini Lozan'la kaldırmıştır. BÖylece, ülkede kişi ve aile hukuku alanında yüz­ lerce yıldır süren, "farklı dinî hukuk sistemlerinin geçerliliği" küralı, Lozan'da yapılan inanılmaz bir mücadele ile sona erdirilmiştir. Kurtuluş Savaşı ve Lozan'la elde edilen bu zafer, Türk Hukuk Devrimi İle de­ ğerlendirilerek tek hukuk sistemine geçilebilmiştir.

1926 yılında hazırlanan Türk Medenî Kanunu'nun Esbab-ı Mucibe lâyihasında ise, çok hukuklu sistemin kapitülasyonları ve azınlık im­ tiyazlarını nasıl geri getirebileceği şöyle açıklanmıştır:

"Muhtelif dinlere mensup tebaayı ihtiva eden devletlerde tek bir ka­ nunun bütün camida uygulanabilmesi için, bunun dîn ile münasebeti kes­ mesi, millî egemenlik için de bir zarurettir. Çünkü kanunlar, dine dayalı olursa vicdan hürriyetini kabul mecburiyetinde bulunan devlette, muhtelif dinlere mensup tebaası için ayrı ayrı kanun yapmak icabeder. Bu hâl, çağ­ daş devletlerde şart olan siyasî, sosyal, millî birliğe tamamen aykırıdır, Hatırlamak icap eder ki, devlet yalnız tebaası ile değil, yabancılarla da te­ mastadır. Bu takdirde, onlar için kapitülasyon adı altında istisnaî kurallar kabul etmek mecburiyeti doğar. Lozan ile İlga olunan kapitülasyonların sürdürülmesi için yabancılar tarafından öne sürülen gerekçelerin en önemli yanı bu nokta olmuştur. Bundan başka, Fatih Sultan Mehmet devrinden son zamanlara kadar gayrimüslim tebaa hakkında uygulanan istisnaî ku­ rallara da bu dinî durum sebep olmuştur."

Esbab-ı Mucibe Lâyihası'nda medenî kanunun Türk toplumuna uy­ mayacağı iddialarına cevap verilirken ise, "kapitülasyon ve azınlıkların dinî haklarının ancak lâik bir hukuk sisteminde söz konusu olamayacağı" vurgulanmıştır.

Bütün bu anlatılanlar toplu olarak değerlendirildiğinde ulaştığımız so­ nuçlar şöyle özetlenebilir:

Çok hukuklu sistemin birinci özelliği, bir din devletinde söz konusu ol­ 260 GÜLNİHAL BOZKURT masıdır. Yani, kanını (arı dînî esaslara göre düzenlenmeyen lâik devlette, çok hukuklu sistem olamaz.

Çok hukuklu sistemin ikinci özelliği, azınlıklar İçin ayrıcalıklar ve aynı zamanda sosyal, siyasî ve hukukî kısıtlamalar içermesidir. Yani, çok hukuklu sistemde "kamın önünde eşitlik" ilkesi yoktur. Halbuki de­ mokrasinin birinci koşulu kanun Önünde eşitliktir.

Öte yandan, çok hukuklu bir sistemde çoğunluğun dinine mensup ol­ mayanlar için zorunlu olarak Öngörülen imtiyaz ve sınırlamaların alan­ larını tesbitte çıkacak çatışmalar, dünyanın artık çok küçüldüğü ve kü­ reselleştiği günümüzde, hele bizim gibi jeopolitik açıdan son derece önemli bir alanda kurulmuş bir devlette, başka devletlerin (o azınlıklarla şu veya bu nedenle bağları olduğunu düşünen veya öne süren başka dev­ letlerin) müdahalelerine yol açacaktır: Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi. Tüm iyi niyetli çabalara rağmen, Osmanlı Devleti, çok hukukluluğun bir sonucu olarak eşitliği sağlayamadığı, bu da zaten uyrukları tarafından da çeşitli nedenlerle gerçekten istenmediği için, çok yoğun siyasal baskı al­ tında kalmış, "egemen devlet" niteliğini koru yamam ıştır. Osmanlı Devlet adamlarının bu sorunu çözmek için getirmek istedikleri, "herkese uy­ gulanabilir nitelikli kanunlar" ise doğal olarak lâik niteliklidir ve lâik ol­ mayan bu devlette uygu]anamayarak hukukta çok başlılığı arttırmışlardır. O halde, bir devletin egemenlik unsurunun korunabilmesi, yani ba­ ğımsızlığı ve aynı zamanda demokrasinin gerçekleşmesi ancak ve ancak o ülkede yaşayan uyruklar arasında herhangi bir neden ya da kıstasla ayı­ rım yapmadan hepsine kanun önünde eşit davranmakla mümkündür ki bu da lâik bir sistem içinde mümkün olabilir.

Öte yandan, devletin üniterliği, yâni bölünmez bütünlüğü de tekli hukuk sistemini gerektirir. Çok hukuklu sistemde azınlıklara tanınacak hukukî ayrıcalıkların devleti nasıl parçaladığını bizim tarihimiz çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Potada erimiyorlar. Zaten artık azınlıklar ko­ nusunda uluslararası hukuktaki anlayış değişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında insan hakları konusundaki gelişmeler, azınlıkların ayrı bir bi­ çimde korunmasını büyük ölçüde gereksiz kılmıştır. Azınlık haklarını ko­ rumak. onlara özel imtiyazlar tanıyarak değil, "ayırım gözetici dav- AZINLIK LMTİYAZLARLKAPİTİJLAS YONLAR VE TEK HUKUK SİSTEMİ 261 ranışları yasaklayarak” gerçekleştirilmektedir. Çağdaş azınlık rejiminde amaç artık eşitliği sağlamak, ayırım gözetmemektir ki bıı da zorunlu ola­ rak sadece tek hukuklu sistemde gerçekleşir.

O halde, bağımsızlığımızı, bölünmez bütünlüğümüzü korumak ve çağ­ daş demokratik bir devlette yaşamayı sürdürebilmek için tek hukuklu sis­ temimize sahip çıkmalıyız. Bu İse lâik hukuku, yani insanlar arasında din veya cinsiyet gibi kıstaslarla ayırım yapmayan hukukumuzu muhafaza ile mümkündür.

Azınlık ve çoğunluğun farklı hukuk kurallarına tâbi tutulmalarının "hoşgörü" olarak sunulması ise bizleri yanıltmamalıdır. Bizim top­ raklarımızda değil 21. yy.'a girerken bu konuyu düşünebilmek, yüz yıl önce bile çok hukuklu sistemi kaldırmak için teokratik devlet düzenine ve her türlü iç ve dış baskıya rağmen, çok cesurca kanunlaştırma hareketleri yapıldı. Bu tarihsel gelişimi, inanılmaz fedakârlıklar ve kahramanlıklarla kazanılan Kurtuluş Savaşımızı ve Lozan'da azınlık imtiyazları ve ka­ pitülasyonların kaldırılması konularında verilen büyük mücadeleyi unut­ mamalıyız. Bugün kadınıyla, erkeğiyle eşit, hür, çağdaş, demokratik ve bağmsız bir ülkede yaşıyor olmayı, sadece ve sadece bugünkü tek hu­ kuklu sistemimize ve bu sistemi Cumhuriyetimiz'in temel taşı hâline ge­ tiren Büyük Atatürk ve arkadaşlarına borçluyuz.

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ ÖDÜL YARIŞMASINA KATMANLARDAN SEÇMELER

ATATÜRK ve TÜRK HÜMANİZMASI *

Prof, Dr. ÖZDEMİR NUTKU **

Avrupa'da, Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a, yani "yeniden doğuş" anlamına gelen Renaissance’a geçiş, bu dünyadaki yaşamı hiçe sayan, insanı za­ vallı, sefil bir yaratık olarak gösteren kilise dogmasından aklın ışığıyla aydınlanan bir kültür çağma giriştir. Renaissance düşünce aşaması, Orta Çağ'ın, "insanı ahlaksız ve öteki dünyanın yanında bıı dünyayı sefil bulan", teokratik düşünce sistemine karşı bir başkaldırıydı. Bu çağ, insanın öz- varlığı ve çevresiyle ilişkisi yönünden bir yeniden doğuştur. Orta Çağ'ın dinin hizmetinde olan kültürü yerine, bağımsız, yalnızca kendine dayanan, konusunu ve amacını kendisi belirleyen bir kültür ortaya çıkmıştır. Doğ­ ruyu bulmuş olduğuna İnanan Orta Çağ skolastiğine karşılık, Renaissance düşünürü için doğru bulunmuş değildir, belki de sonsuza dek araş­ tırılacaktır, araştırılması da gerekir, Renaissance'taki büyük buluşlara ve (teleskop, güneş sistemi üzerine ilk önemli doğrular, pusula, kitap basımı vb.) keşiflere (Amerika kıt'ası, yeni deniz yolları vb.) yol açmada bu araş­ tırma çoşkusunun da payı olmuştur.

Böylece, Renaissance İle birlikte uygarlık tarihine, 1. akılcı, özgür, lâik bir insanlık kültürü; 2. ulusal devlet, bilgi ve demokrasi; 3. yeni bir evren ve doğa görüşü girmiştir. XV. yüzyılda, Marsiglİo Ficino, "evrenin bütün bağlantıları insan, ruhunda toplanır, düğümlenir; bu yüz­ den insanda tüm evreni bilme gücü vardır", diyordu. Ona göre, gerçek olan yalnızca doğa güçleridir; insan da karakteri ile alınyazısını, yıldızların şu yada bu durumlarına göre değil, doğal bağlantılara borçludur; üstelik insan, kendi alınyazısının özerk bir kurucusudur, Renaissance'te insan, bir organ değil, ağırlık merkezi de kendinde olan özerk, küçük bir dünyadır. XVI. yüzyılda Fransız düşünür Mİchel de Montaige'e göre, erdem de-

::: Bıı konferans, 25 Ekim 1995 günü İzmir'de, Hümanist Düşünce Birliği'ııde verilmiş, hiçbir yerde yayımlanmamıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi Güze] Sanatlar Faktiliesi ’T’iyulro Bölümü Başkanı. 266 ÖZDFMİR NUTKU iliğimiz doğaya uygun olarak yaşamaktır. Bunun için de, insan, kendi BEN'ini araştırmalı ve gelişmek için özeleştiriye gitmelidir. Bu dü­ şüncelerle hümanizma doğmuştur,

OsmanlI Devleti, XIX:. yüzyılda, gelişmiş batı kültürüne yönelme ça­ basıyla Tanzimat'ı ilân ederken, İslâm kültür çevresinin yapısında yer al­ mayan oluşumlarla beslenmiş olan Avrupa, uygarlık yolunda çok fazla yol almış durumdaydı; çünkü bu, 1. çağdaş anlamıyla aydın lanına'yı ya­ şamakta olan; 2. ümmet dönemini geride bıkamış uluslar'(dan oluşan; ve 3, sanayi uygarlığı'm başlaşmış olan bir Zfrm'ydı. Osmanlı Devleti ise bu üç öğeden de yoksundu.

1. Aydınlanma için her şeyden önce - göreceli de olsa - özgür bir ortam gerekir. Ancak o zaman akıl yaşama hizmet edebilir ve geçmişin oluş­ turduğu normları ve kurumları ancak o zaman eleştiri süzgecinden ge­ çirebilir. Oysa Osmanlı Devleti, eleştiriye kapalı bir ortam içinde sıkışıp kalmıştı. Bunun nedeni, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyete kadar Osmanlı Devleti'nin Orta Çağ’ın dünya görüşü ve bu çağa özgü teokratik ilkelerle yönetilmiş olmasıdır.

2. Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat'la Avrupa'ya yöneldiğinde, kar­ şılaştığı bir başka gerçek de Batı'daki ulus denilen toplum biçimidir. Os­ manlI Türk toplumu, ümmet yapısmdaydı. XIX. yüzyılda, Avrupa'daki Fransız Devrimi’ndcn kaynaklanan ulusçuluk coşkusu, Osmanlı İm­ paratorluğu içindeki etnik topluluklara ulaşarak, başka gerekçeler ya­ nışını, bunların imparatorluktan ayrılmalarına neden olmuştur. İm­ paratorluğun ayakta kalmasından sorumlu olan Türkler ise, ister istemez, en sonlara kalmışlar, ancak II, Meşrutiyet sıralarında, yani İm­ paratorluğun dağılma eşiğinde ulusal benlikleriyle ilgilenmeye baş­ lamışlardır.

3. Osmanlı Devleti, Avrupa'ya ayak uydurma zorunluluğunu duy­ duğunda, Avrupa'da sanayi uygarlığı ilerlemiş ve durmadan da ge­ lişmekteydi, Osmanlı Devleti bu gerçeğe de yabancıydı. Sanayi uy­ garlığı'm oluşturan üç etken, matematiksel doğa bilimi Renaissance'ta Copernicus, Kepler ve Galilei ile başlayıp XVIII. yüzyılda Newton’da ol­ gunluğuna erişmişti; bununla da artık teknike uygulanabilecek duruma ATATÜRK VE TÜRK HÜMANİZMASI 267 gelmişti, Bu uygulama, rasyonel, plânlı işleri kapsayan bir üretim biçimi, kapitalist tutum ile yürütülünce, modern teknoloji'nin de yolu açılmış oldu. Bu teknoloji giderek artan bir hızla gelişerek çağdaş teknik'i ortaya çıkardı. Osnıanlı Devleti, gerek yapısı, gerekse benimsediği dünya görüşü nedeniyle bundan da nasibini alamamıştı.

Atatürk, Türk toplumunu Orta Çağ'dan bütün yönleriyle ayıracak süreci başlatan devlet adamıdır. Onun gördüğü iş çağdaştır, çağa uygundur; çünkü çağımız giderek tüm insanlığı kapsamakta olan bir aydınlanma ve bilgilenme dönemidir. Yerinden kımıldayamayacak kadar hantal ve sakat, Orta Çağ kalıntısı bir ümmet devleti olan OsmanlI'nın dünya görüşü ve yapısı yüzünden, kendi toplumunun gelişmesini sağlayacak kesin ve tu­ tarlı bir isteği ve çabası olmamıştır. Atatürk, 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Okulu'nun açılışında buna bir örnek verir:

Uluslararası genel tardı içinde Türkler'in 1453 zaferini, İstanbul fethini düşünün. Bütün bir dünyaya karşı İstanbul'u Türk toplunu tna mal eden güç, aşağı yukarı o yıllarda, icat edilen matbaayı ülkeye mal etmek için o zamanki hukukçuların uğursuz direncini göğüsleyememiştir. Eskimiş hu­ kukla, dar görüşlü hukukçulardan buna izin koparabilmek için üçyüz yıl kuşkular, kararsızlıklar, üzüntüler içinde beklemek zorunda kalmışızdır. 1

Atatürk, Batı uygarlığına katılma zorunluluğu karşısında Osnıanlı Devleti'nin yarım yamalak önlemlerden kurtulamayan tutumunu aşarak, bu sıralarda tarihin gidişinde en ileri aşama olan sanayi uygarlığını bü­ tünüyle benimsemenin gerektiği inancım devrimlerinin temel direği yap­ mıştır:

Ülkeler çeşitlidir? Ancak uygarlık birdir; ve bir ulusun yükselmesi için de bu biricik uygarlığa katılması gereklidir. " (Şubat 1924) 12

1 Bekçe! Kemal Çağlar, Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1968, s. 161. 2 Ur kan Kocaliirk. Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri. Edebiya! Yayınevi. Ankara 1971. s, 85. 268 ÖZDEMİR NUTKU

Atatürk, bu inancım 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu'da halka şöyle açıklamıştır:

Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cum­ huriyeti halkım bütünüyle çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna vardırmaktır. Devrimimiziıı temel ilkesi bıtdıır. 3

Burada "bütünüyle çağdaş" ve "bütün anlam ve biçimiyle uygar" söz­ lerinde iki kez "bütün" sözcüğünün geçmekte olduğunun altı çizilirse, Ata­ türk'ün devrimlerinin daha hemen başlangıcında, OsmanlI dönemindeki Doğıı-Batı çatışması'nı nasıl geride bıraktığı görülür.

Kültür ile uygarlığı birbirinden kesin olarak ayırmanın güç olduğunu, böyle bir ayırımın yapay olabileceğini de düşünmek gerekir. Nitekim. Atatürk böyle düşünmüştür:

Uygarlığın ne olduğunun başka başka tarif edenler vardır (...) Bence uygarlığı kültürden ayırmak güçtür ve gereksizdir. 4

Devrimlerin temel ilkesindeki bütünlüğü belirlen sözleri Atatürk, halka, tarikatların kaldırılmasını ve şapka devrimini duyurmak için çıktığı ge­ zide, Kastamonu'da söylemişti. "Bütün anlam ve biçimiyle uygar" derken, buradaki "biçimiyle" sözcüğü, kendisinin artık giymiş olduğu şapka ile de ilgili olsa gerek. Dış Görünüş. İç dünyanın dişi aşmasıdır. Giysiler de içi­ mizde bir şeyleri de dışa vuran simgelerdir. İçteki inançları değiştirmek isterken, onların dışa yansımalarım da değiştirmek gerekirdi.

Atatürk'ün Türk halkım "bütünüyla çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum" yapabilmesi için, çok temelli değişiklikler? ger­ çekleştirmesi, iki yüz yıldır bir türlü atılamıyan ve atılması da pek is­ tenmeyen Orta Çağ safrası’ndan onu kesin olarak kurtarması gerekirdi.

3 Atatürk'ten Düşünceler, dert Enver Ziya Karat, (3. baskı). İş Bankası Kültür Yayınlan. An­ kara 1969. ş. 41. 4 Alet İnan. Muştula Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım. Ankara 1969. s. 48. ATATÜRK VE TÜRK HÜMANİZM ASI 269

Onun, bunun çok iyi bilincinde olduğu, başladığı devrimi tanımlamasında belirgindir:

Türk. Devrimi nedir? Bu devrim, sözcüğün birdenbire akla getirdiği ihtilâl anlamından ilerde, ondan daha geniş bir değişmeyi dile ge­ tirmektedir. 5 (Kasım 1925)

Bu tanımda, Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği devrimlerin amaç ve kapsamları açık ve seçiktir. Bu devrimler yalnızca bir hükümet biçiminin değişmesi, yani monarşiden cumhuriyete geçiş değildir. Ondan ilerde, ondan çok daha geniş kapsamlı bir değişmeye yol açacak bütünlenmiş bir uygarlık üslûbunun ve bunun ilkelerine göre, tarih içinde oluşmuş kül­ tür alanlarının, sanatın, bilimin, eğitimin, toplumsal ilişkilerin ve ben­ zerlerinin temelden değişmesidir. Bu devrimi, yıkıcılığı ve yapıcılığı ile birlikte kavramak önemlidir. Devirmek kökünden geldiği için devrim söz­ cüğünden huylananlar olabilir. Ancak devrim gerçeğinin bilincinim ta­ şımak ve ona göre davranmak için insanda belli ölçüde bir düşünsel ve moral güç olmalıdır. 6 Atatürk’ün dediği gibi, "İdare-i maslahatçılar esaslı inkılâp yapamazlar."

Atatürk, yeni Türk İnsanını yaratmış olan Türk hümanizmasımn ba­ basıdır. Bu temelden devrimin gerçekleşmesi, yeni bir inşam belli bir doğ­ rultuda yetiştirmeye bağlıydı. Bu doğrultuyu da Atatürk, çok yerinde ola­ rak, "dünyada her şey için, uygarlık için yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir"7, düşüncesini belirtnüştir. Bu özdeyişte bütün bir çağtn üslûbu özetlenmiştir. Bu düşüncesinin sık sık belirten Atatürk, 25 Ağustos 1924’te de,

5 Atatürk'ten Düşünceler, s. 41, 6 Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu'da Giyim Devrimi'ni açarken başındaki şapkayı gös­ tererek "Buna şapka derler", demiştir. Olayın gerçek adını anmakla da, "güneş siperli serpuş" gibi daha önce ortaya atılmış olan kaçamaklara son vermiştir. 1 "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayal için, muvatfaldyel için en hakiki mürşit ilimdir, fendir." 270 ÖZDEMİR Nl ITKU

Hiçbir zaman hatırımızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet, sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller isler 8 , demiştir. Gerçekten de Atatürk'ün Türk (oplumunu kesin olarak yöneltmeyi istediği yeni Batı uygarlığının temel niteliği, aydınlanma tutumuydu. Aydınlanma, yaşama aklın yol gös­ termesi, yaşama dayanak olacak değer ve normların akılla bulunması, ge­ lenek görenekleri aklın eleştirisinden geçirmek demektir. Bu da ancak bilim ile sağlanabilir,

Bunun için, her şeyden önce, eğitimde köklü değişiklikler yapılması gerekiyordu. Bu da ancak çağdaş bilgilere dönük eğitimle sağlnabilirdi. Bağımsızlık Savaşı'nın zaferle sona ermesinden az sonra, 27 Ekim 1922'dc zaferini kutlamak için İstanbul'dan Bursa'ya gelen öğretmenlere Atatürk'ün söyledikleri, artık devrimler! taşıyacak yeni inşada nasıl ula­ şılacağım, onu yetiştirmek için nelerin yıkılıp nelerin kurulacağım yalın çizgileriyle belirtir:

Akla, uygun hiçbir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, ina­ nışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi çok güç olur. Belki hiç olmaz, ilerlemek yolunda, bağları ve koşulları aşamayan uluslar çağa uygun, akla uygun bir yaşama içinde olamazlar; genel yaşamada gö­ rüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp onlara tutsak olmaktan kur­ tulamazlar. Bütün bu gerçeklerin ulusça iyi anlaşılması ve içe sindirilmesi için her şeyden önce bilgisizliği gidermek gerekir. Bunun için öğretim programımızın, eğitim davranışımızın temel taşı, bilgisizliği gidermek ol­ malıdır. Bu bilgisizlik giderilmedikçe yerimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey ise, geriye gidiyor, demektir. 9

Bu sözler, aydınlanma çığırma özgü düşiincleri yansıtmaktadır. O, "akla dayanmayan inanışların atılması", ve bunun için de "bilgisizliğin gi­ derilmesi" ile, aklı ve bunun ürünü olan bilimin eleştirel özelliği yoluyla yeni, lâik bir insanlık kültürü kurmak istiyordu. Renaissancc'tan beri ge­ lişen yeni doğa bilimi, doğaya inşam egemen kılma yolunu açmıştı. Bunu da, doğa olaylarına zihnin ürünü olan matematik kavramları uygulamadan

S Atatürk'ten Düşünceler, s, 78. 9 Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri, .s. 87.8. ATATÜRK VE TÜRK HÜMANİZMASI 271 oluşan matematik fizik sağlamıştı. Şimdi aynı yöntemle - deneyi dü­ şüncede işleyerek - ktiltür dünyasının olayları da ele alınaeak, bilginin ışı­ ğıyla onları da insamn gereksinmelerine göre yönlendirme yolu bu­ lunacaktır. Atatürk, aynı konuşmasında şunları da belirtir:

Gözlerimizi kapayıp herkesten ayrı ve dünyadan uzak yaşadığımızı dü­ şünemeyiz. Ülkemizi bir sınır içine alıp dünya ile ilgisiz yaşıyamayız. İleri ve uygar bir ulus olarak- çağdaş uygarlık alanı içinde yaşıyacağız. Bu ya­ şama da ancak bilgi ile, teknik ile olur. Bilgi ve teknik nerede ise, oradan alacağız ve ulusun her bir insanın kafasına koyacağız. Bilgi ve teknik için başka bağ, başka, koşul yoktur. J0

Atatürk, çağdaş bilgilere dönük eğitim yanısıra, öğretim birliği'ni de gerekli görmüştür. Bu düşüncenin yaşama geçirilmesi için, önce ortamın OsmanlI'dan arta kalmış ortaçağ kuramlarından arındırılması zorunluydu. Bu da eğitim alanında, Halifelik ile Şer'iye Vekâleti'nin kaldırılıp lâikliğin başlatılmasıyla yolu açan 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası ile sağlanmıştır. Bununla da yeni inşam tek elden, tek bir eğitim modeline göre yetiştirip hem çağdaş uygarlığa bütün toplumca ayak uydurmak, hem de ulusal birliği güçlendirmek olanağı elde edil­ miştir.

Orta Çağ yükünü Cumhuriyete kadar sürükleyen medresenin ortadan kalktığı, Halifelik ile Şeriye Vekâleti'nin de kaldırıldığı 1924 yılı Atatürk devrimlerinin gerçek başlama tarihidir. Bu devrim, ancak önyargılardan, boş inançlardan arındıran özgür düşünme ve yaratma ortamında olu­ şabilirdi. Bu önkoşulu, Atatürk şöyle dile getirmiştir:

Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturan ve bu istekte bu­ lunanlar olmuştur. Herhalde zihinlerde bulunan bütün boş inançlar tü-

lOA.g.j'., n, 87. 272 ÖZDEMİR NUTKU miıyle atılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçek aydınlıkları aşı­ lamak olanaksızdır. 11

Bu sözleriyle Atatürk, yeni bir kültür savaşının başlattığını du­ yuruyordu. Bu kültür savaşının içinde, Türkçe'nin bir ulusal kültür dili'ne dönüştürülmesi de yer alıyordu. Aydınlanma çığırının baş özelliği, bilgi denilen kültür değerinin herkese ulaştırılmasıdır; bilginin toplum içinde yaygıniaştırıİmasıdır. Bu, bilgi demokrasisi'dir. Bunun için de, herkesin kolayca kavrayabileceği bir dil gerektiğinden, aydınlanma çağları, ulusal dillerin de geliştirildiği, ulusal dilin sorun olduğu dönemlerdir. Atatürk için de dil sorunu vardı; bu sorun, İmparatorluktan miras kalan Os- manlı cadın ulusal bir kültür dili olmayışı idi; Arapça, Farsça terkiplerle dolu, karma bir dildi. İyice kavranması için Arapça ve Farsça'yı bir yere kadar öğrenmek gerekliydi.

Orta Çağ'da, Hıristiyan ümmetinin ortak kültür dili Latince olması gibi, İslâm dünyasının ortak kültür dili de Arapça'ydı. Halk, bu dilleri bil­ mediğinden, bu dili bilen egemen sınıflar tarafından, istenilen biçimde yö­ netiliyordu. Ancak dinden bağımsız bir dünya kültürü anlayışını getiren Renaissance ile birlikte, Avrupa'da Hıristiyan ümmetinin birleştiriciliği çözülmeye başlayınca, buradaki uluslar birer birer kendi özelliklerini, bu arada da en başta kendi dillerini geliştirmeye girişmişlerdir. Latince de giderek arka plâna çekilmek zorunda kalmıştır. Bir ulusun dili de, ulusal bilinçle birlikte yerleşir.

Ulusal dile giden yolun ilk aşaması harf devrimiydi. Latin harflerinin benimsenmesi ve 1929 yılının ilk günü bütünüyle uygulamaya geçilmesi Atatürk’ün bu yolda altığı ilk ve zorunlu adımdır. Arap harfleri yüzyıllar boyunca Türkçe'nin ses değerlerini gerektiği gibi, rahatça ve doğru olarak yansıtamamıştı. Hele Osmanlıca'nın çözülmeye yüz tuttuğu, yerine Arap­ ça’dan giderek arman bir Türkçe geçmeye başladığı bir gelişmede, iş­ leklik kazanan ya da yeniden oluşturulan sözcükleri, Türkçe'ye uygun da olamayan bu harflerle yazmak, güçlükleri büsbütün arttırıyordu. Atatürk, 8 Ağustos 1928 günü, Sarayburnu Parkı'ndaki harf devrimini başlatan ko­ nuşmasında şöyle diyordu:

11 Atatürk Diyor ki, Varlık Yayınlan, İstanbul 1951, s. 58-9. ATATÜRK VE TÜRK HÜMANİZM ASİ 273

Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, an­ laşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu ge­ reği anlamak zorundayız. 12

Türkçe'nin seslerini başarıyla yansıtabilen Latin harfleri, Atatürk’ün Bağımsızlık Savaşı'mn hemen bitiminde Bursa'da, 27 Ekim 1922’dc ileri sürdüğü "Eğitimin temel ilkesi, bilgisizliği gidermek, olmalıdır" amacına varmada zorunlu bir alt yapıydı. Yeni yazımn uygulanmaya başlandığı yıl içinde açılan "Millet Mektepleri”nde yarını milyonu aşkın yetişken yurt­ taşın okuma öğrenmesi, yeni yazının başarı ve haklılığım kanıtlamıştır.

Atatürk'ün bu programı içindeki ikinci aşama dil devrimi'ydi. Bakanlar Kurulu, "Dilimize Latin harflerinin uygulanma biçimini ve olanağım dü­ şünmek üzere" 23 Mayıs 1923'te bir "Dil Encümeni" kurmuştu. İlk top­ lantısında alfabe ve gramer alt kurullarına ayrılan bu encümen ile dil dev­ rimi devletçe başlatılmış oluyordu. Az zamanda, sözlük, terimler, etimoloji ve benzeri dil konuları üstünde de durmak gerektiği anlaşılınca, harf devrimini hazırlamak için kurulan Dil Encümeni’nin böylesine geniş bir işi başaramayacağı, d alı a geniş bir örgüt gerektiği gündeme geldi. Bunun üzerine Atatürk'ün direktifi iJe Türk Dili Tetkik Cemiyeti13 12 Tem­ muz 1932'de kuruldu. 26 Eylül 1932'de, Dolmabahçe Sarayı'nda Ata­ türk'ün başkanlığında toplanan ve yabancı, dil bilginlerinin de bulunduğu birinci kurultayda şu kararlar alındı:

1. Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz, bir anlatım aracı durumuna getirmek Türkçe'yi çağdaş uygarlığımızın önümüze koyduğu bütün ge­ reksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek,

2. Bunun için, bugün yazı dilinden Türkçe'ye yabancı kalmış öğeleri atmak halkçı bir yönetimin istediği biçimde, halk ile aydınlar arasında ni-

12 Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri, s. ISI. 13 III, Türk Dil Kurul tay ı’nda (24.31 Mayıs 1936) bu cemiyetin adı. Tiirk Dil Kurumu olarak de­ ğiştirildi. 274 ÖZDEMİR NUTKU

(elikçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak ve ana öğeleri öz Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak. 14

Atatürk'ten sonra gelip geçen hükümetlerin çoğu Türk Dil Kurumu'nu desteklememiş, en azından onunla ilgilenmemiş ya da ona güçlükler çı­ karmıştır, Buna karşın dil devrimi günden güne yayılmış ve bugün devlet dili, Türk yazınının en önde gelen yazarlarının, bilim ve sanat adam­ larının dili olmuştur. Kısacası, Türk Dil Kurumu'rmm çalışmalarıyla Türk­ çe zenginleşmiş, genişlemiş ve yeni anlatım olanaklarına kavuşmuştur.

Atatürk, aydınlanma ve hümanizma çığırını tamamlamak için daha bir­ çok alanda ilkleri başlatmıştır. Yeni bir ulusa, yeni bir tarih anlayışı ve bilinci sağlamada yararlı olacak Türk Tarih Kurumu'nu kurmuş ve mi­ rasının büyük bir bölümünü Türk Dil Kurumu ile Tarih Kurumu'na bı­ rakmıştır. Tarih araştırmaları yoluyla, cemaat yaşamından ulus ya­ şamına geçen Türk toplumuna tarihsel bilinci ve içeriği kazandırmayı düşünmüştür. Atatürk 1922 Kasım'mın sonunda Bursa’da Öğretmenlere yaptığı konuşmasında şöyle diyordu:

Açık söyliyeyim ki, biz üç buçuk yıl öncesine değin cemaat halinde ya­ yıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. (...) Üç buçuk yıldır ulus ola­ rak yaşıyoruz. Bunun elle tutulur, gözle görülür tanığı yönetimimizin bi­ çimidir ki bunu yasalar Büyük Millet Meclisi Hükümeti diye adlandırmıştır. 15

Burada Atatürk’ün "üç buçuk yıl önce" dediği, OsmanlI Devleti’ne son veren ulusal eylemi başlatan Samsun'a çıkıştır. Atatürk, Türk Tarih Ku­ rumu'nu, Türk Dil Kurumu'ndan bir yıl önce 16 Nisan 1931’de kurmuştur. 1934 yılında, Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında bu iki kuruma verdiği önemi şöyle belirtmiştir:

14 Şerafdtin Turan. Atatürk ve Ulusal Dil, Türk Dil Kurumu Yayını. Ankara 1981, s. 20. 15 Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri, s. 88. ATATÜRK VE TÜRK HÜMANİZMASI 275

Kültür işlerimiz üzerine, ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk tarihini doğru temelleri üzerine kurmak; öz Türk diline değeri olan genişliği vermek için candan çalışılmakta olduğunu söy­ lemeliyim. Bu çalışmaların göz kamaştırıcı verimlere ereceğine , şimdiden inanabilirsiniz. 16

Görülüyor ki, kimilerinin öteden beri ileri sürdükleri gibi, Atatürk dö- nemi Türkiye’yi tarihinden koparmamış, tam tersine, bir haneden tarilıi darlığından kurtarıp Türk tarihinin artık karanlıklara karışan boyutlarına kadar uzandırmıştır.

Atatürk'ün başlattığı Türk hümanizmasımn gelişmesinde, bilim ve sa­ natı ileri götürmede daha birçok ateşleyici vardır. Bunlar arasında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Reformu, Atatürk'ten sonra, tarihsel bir yanlış olarak, ortadan kaldırılan Halkevleri ve Köy Ens­ titüleri bunlardan bazılarıdır. Bu aydınlanma çığırı içinde, Osmaniı Dev- leti'nde ikinci sınıf bir vatandaş, hatta zaman zaman erkeğin kölesi olarak görülen kadının, doğal ve yasal haklarım Atatürk devrimleri ile ka­ zandığım hepimiz biliyoruz. Burada önemli olan nokta, Türk kadınının seçme, seçilmede ve yüksek makamlardaki görevlerde erkeklerle eş hak­ lara kavuşması, Atatürk sayesinde, örnek alman Batı'mn birçok ül­ kesinden daha önce oluşudur. Başka deyişle, kadın hakları konusunda Türkiye, aydınlanmasını birçok ülkeden daha önce gerçekleştirmiştir.

Burada, başlıbaşma bir inceleme konusu olan aydınlanmanın di­ namosu olan sanattan söz etmiyorum; çünkü Atatürk'ün sanatın her da­ lında başlattığı devrim ayrı bir inceleme gerektirir.

Atatürk Devrimi'nin eksik kalmasının, yer yer yürümeıııesinin nedenleri kendisinde değil, içinde gelişmek zorunda olduğu tarihsel-toplumsal or­ tamın direnmesinde aranmalıdır. Bu devrimleri insanlık tatilimin genci ge­

16 Atatürk'ün Söylev ve Demeden, I, Türk hıkı lap Tarilıi Enstitüsü Yayını. Ankara 1050. s. 276 ÖZDEMİR NUTKU lişimine uygun ve çağdaş olduğundan, engellere ve ters gelişimlere kar­ şın, ilerleyecektir. Tarih, tuttuğu doğrultudan ayrılanların üstünden acı­ masız bir biçimde gelip geçer. Bu gerçek de Atatürk. Devrimi'ni ta­ mamlamaya zorlar. Atatürk'ün kendisi de "Devrimin bütünlenmesi gerektir" J7 , diyor ve yaşamın temel gerçeğini, sanki metafizik bir sezgi ile yakalamış gibi ekliyordu:

Devrimler yalnız başlar, ama. devrimin bitişi diye bir şey yoktur. Baş­ lamak ve bitmemek gerek doğada, gerekse toplumda, devrimin evrimi ile benzer olan ortak yasasıdır.

Bu devrim, Orta Çağ dünya görüşü ve düzeni büsbütün aşılıncaya, çağdaş endüstri uygarlığına yaratıcı olarak katılıncaya dek sürecektir. Sa­ nayileşmede yol aldıkça, Atatürk devrimler! de özlerine uygun, gerçek or­ tamlarım bulacaklardır.

17 Afet İnan. s. 7. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU'NUN DÜŞÜNCELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

E.H. BURAK ERDENİR *

GİRİŞ

Bu araştırmanın amacı, biri düşüniir-Jean Jacques Rousseau - diğeri devlet ve eylem adamı-Mustafa Kemal- farklı dönemlerin iki şahsiyetinin düşüncelerinin birbirleriyle karşılaştırılarak incelenmesidir. Bu araş­ tırma, Mustafa Kemal’in düşünce ağının oluşmasında Fransız Devrimi’nin düşünsel hazırlayıcılarından Rousseau'nun etkisinin ne çapta olduğunu saptamak gibi iddialı ve bir o kadar da İmkânsız bir konuyu in- celememekle birlikte, düşünceleri ve uygulamalarıyla bu iki adamın kav­ ramlarının benzerliklerini ve farklılıklarını ortaya çıkarmayı he­ deflemiştir.

Araştırmanın ilk bölümü konuya giriş özelliğinde olup Rousseau'nun çelişkilerini ve Mustafa Kemal'in Rousseau hakkmdaki düşüncelerini İçe­ riyor, İkinci bölüm, ise her ikisinin kavramlarının daha İyi anlaşılabilmesi İçin kimliklerini ortaya çıkaran sınıfsal konumlarım inceliyor. Üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümler ise sırası ile, her ikisindeki egemenlik, öz­ gürlük ve ortak çıkar kavramlarını karşılaştırıyor. Daha sonraki bölümde, Rousseau'nun düşüncelerinin uygulayıcıları olarak tanımlayabileceğimiz Jakobenler ile Türk Devrimi’nin benzerlik ve farklılıkları inceleniyor. Ye­ dinci bölüm İse Türk Devrimi'ne olumsuz manada yapılan Jakoben suç­ lamalarına verilen yanıtları içeriyor. Araştırma boyunca, Mustafa Kemal ve Rousseau'nun incelenen konu hakkmdaki sözlerine yer verilerek, on­ ların düşüncelerinin daha kolay ve doğru değerlendirilmesi ve kar- ş ılaştırdması amaçlanmıştır.

* Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü Uzman Yardı incisi. 27S BURAK ERDENİR

I. ROUSSEAU ve MUSTAFA KEMAL

Rousseau ve Mustafa Kemal'in yaşadıkları dönemler, içlerinde bu­ lundukları sosyal durum ve vatanlarının sorunları birbirinden oldukça farklıydı. Öncelikle; Rausseau bir düşünür ve kuramcıydı, halbuki Mus­ tafa Kemal belli bir amacı ve dünya görüşü olan bir eylem adamıydı. Bu da, teori ve uygulamadaki farklılığın ancak Mustafa Kemal'de İn­ celenebileceği anlamına gelmektedir. Türk Devrimi dikkatli ve tarafsız bir şekilde incelendiği vakit, esasen Mustafa Kemal'in düşünceleriyle ey­ lemlerinin çelişmekten çok birbirini tamamladıkları ve bu büyük "tak- tisyenin" stratejisinin parçaları olduğu sonucuna varılmaktadır. Ro­ usseau'nun ise düşüncelerinde dahî çelişkiler olduğu gözleniyor. Althusser, Rousseau'nun Toplum Sözleşmesinin çelişkilerini incelediği "Politika ve Tarih" adlı eserinde, "(Rousseau'nun) Toplum Sözleşmesi, bir iç kuramsal tutarsızlığın yarattığı oyun ile sağlanabilmektedir." 1 de­ mektedir. Lecercle'ye göre ise, "Konuşma'da bir bireycilik patlaması gö­ rülmek istenmiş ve hemen ardından Le Coııtrat Social ile sert bir Dev­ letçiliğe teslim olma olayının varlığı ileri sürülmüştür. Rousseau'nun eserlerinde şüphesiz çelişmeler vardır." 21 Bu çelişkiler, ileride gö­ receğimiz üzere, onun egemenlik kavramında da bulunmaktadır. Onun eserlerinde diyalektik bir yöntem olduğu söylenebilir. Bu diyalektiğin en belirgin örneği, onun uygarlığın gelişimi hakkındaki düşüncelerinde var­ dır. Ona göre insanlar doğa hâlinde eşitti; yetkinleşebilirlik, özel mül­ kiyet ve uygarlık eşitsizliğin ortaya çıkmasına neden oldu. "Rousseaau eşitsizliğin doğuşunda bir ilerleme görüyor; ancak bu ilerleme karşıt bir ilerlemedir, aynı zamanda bir gerilemedir." 3 Rousseau, temeli bu di­ yalektik olan düşünceleriyle "insanlığın zamanın akışı içinde dü­ şünmede artan bîr aydınlanmaya, yaşamada gittikçe derinleşen bir mut­ luluğa doğru durmadan ilerlediğine inanan tipik Aydınlanma görüşüne karşı çıkar." 4 Rousseau, çağdaşlaşmaya, matbaayı Osmanlı İm- paratorkığıı'na sokmayan Osmaıılı Padişahlarına övgüler yağdıracak

1 L. Altlı ıısser, Politikti ve Tarih, Çev; A. Şenel, Ö. Sezgin, V Yayınlan, Ankara, 1987, s. 89. 2 J.L.Lecercle, İnsanini' Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konıışma- Giriş Yorum, Çev: Rıısih Nuri İleri, Say Yayınları, İstanbul, 1995, s. 54 3 J.L.Lcccrde, s. 49 4 Mucit Gökberk, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Nejat Eczacı bası Vakfı, İstanbul, l‘G3, s, 29S MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE TE ROUSSEAU 279 kadar karşıdır. Uygarlığın karşısında görünen Rousseau, "aklın ege­ menliği" ilkesini savunurken de bir çelişki yaratmıştır.

Ziya Paşa tarafından Türkçe'ye çevrilen "Toplum Sözleşmesi" Yeni Osmanlılar döneminden başlayarak Tiirk aydınlarını etkilemişti. Mustafa Kemal'in de Rousseau'nun bu eserini5 kendisi için önemli olan bölümlerin altını çizerek okuduğu biliniyor. 6 Onun Rousseau hakkındaki şu sözleri İlgi çekicidir:

"Bu Meşrutiyet kuramlarını bulan en büyük filozofların, bu kuramları kurmak için çalıştıkları esasları inceledim, bunların içeriğini anlamaya ça­ lıştım. Benim gördüğüm şudur: Düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu zorba kuvvet, o toplumsal ve ulusal İradenin aşağısında kalabilsin ya da sıfıra ulaşabilsin diyorlar. Ve bunu başaramamak yüzünden büyük ve derin bir ıstırap duyuyorlar. Jean .Tacques Rousseau'yu baştan sona kadar okuyunuz! Ben bunu okuduğum vakit, gerçek olduğuna inandığım bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim, özel durumunu inceledim. Anladım ki, bu adam mecnun idi ve cinnet durumunda bu eserini yazmıştır. Dolayısıyla çok ve pek çok da­ yandığımız bu kuram, böyle bir dimağın ürünüdür." 7

Peki, Mustafa Kemal'in Rousseau'yu mecnunlukla ve cinnet geçirmekle suçlamasının nedeni ne olabilir? Rousseau'nun çelişkilerinden dolayı böyle bir sonuca varmış olabilir, Mustafa Kemal. Bir başka ihtimal de ül­ kesi için bilimsel metod ve çağdaşlaşmadan başka bir kurtuluş yolu gör­ meyen Mustafa Kemal’in, geriye dönüş özlemi duyan ve uygarlığın in­ sanlığın düşmanı olduğunu iddia eden Rousseau’ya tepkisinin sonucu olabilir bu sözler.

Unutmamak gerekir ki, Mustafa Kemal ve Rousseau farklı çağların

5 Le Contrat Social'in 1913'te Ziya Paşa tarafından yapılan Türkçe çevirisi, Mukavele-i İç- tiroaiyye. 6 Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, Derleyen: Gürbüz Tüfekçi, Türkiye İş Bankası Kültür Ya­ yınları, Ankara, 1983, s. 396 , 7 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 1, s.216 7a Mete Tuııçay’rt göre M.Kemal "güçler birliği" ilkesini savunurken aslında bu sözleriyle "güçler ayrılığı" (nazari yal-1 meşrutiyet) İlkesinin savunucusu Montesquieu’yu kastetmiştir, yani onıı Ro- usseaaıı'yla karıştırmışın "Atatürk’e Nasıl Bakmak", Toplum ve Bilim, no, 4, Kış 1977 280 BURAK ERDENİR adamlarıdır. Rousseau. feodalizmden kapi lal izine geçişi sağlayan Fransız Devrimi'nin düşünce kaynaklarından biridir. O, iiçiincii toplumsal ta­ bakanın (tiers etat) haklarının savunucusudur. Günümüze kadar gelişen burjuvazi onun doktrinini kendi çıkarı doğrultusunda kullanmayı ba­ şarmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesini feodalizmden kalan Ortaçağ ku­ ru mİ arından arındırıp, ulusal burjuvazinin var olduğu kapitalist bir sis­ teme geçirmek istemişti. Aslında ikisinin de feodalizmin ayrıcalıklı sınıflarına karşı verdikleri mücadele birbirine benzer. Bununla birlikte, Fransız Devrimi bir sınıf d evrimiyken, Türk Devrimi, Rousseau’mın dü­ şüncelerinden yararlanıp, gelişip serpilen Avrupa burjuvazisinin sö­ mürüsünden kurtulmaya çabalayan, anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir az gelişmiş ülke devrimidir.

Tl. ROUSSEAU vc MUSTAFA KEMAL’İN SINIFSAL KONUMLARI

Rousseau'nuıı temsil ettiği ve sözcülüğünü yaptığı küçük burjuvazinin birbirinden çok farklı iki anlamı var. İlki, burjuvaya oranla daha küçük üretim araçlarına sahip ve feodal dönemin el sanatlarıyla uğraşan ve az düzeyde geliri olan emekçi bir kesim için kullanılır. Diğeri ise; (daha çok az gelişmiş Ülkeler için kullanılmakla beraber) ülkenin halkını yön­ lendiren seçkin tabaka, yani aydınları ifade eder. "Sınıflar açısından, küçük burjuva aydını bir anlamda sınıf’lararasıdır." 8 O üretim sahibi de­ ğildir fakat devlet yöneticiliği sıfatıyla üretime etkisi önemlidir.

Babası saatçi olan Rousseau'nuıı ailesi küçük burjuvazinin mensubu iken, kendisi de kaynak olduğu düşünceleriyle küçük burjuva ay­ dınlarının sözcüsü olmuştur. Mustafa Kemal ise Rousseau gibi orta halli bir aileden (babası küçük bir memurdu) gelmekle beraber ikinci ma­ nasıyla - yani bir aydın olarak - küçük burjuvazinin temsilcisidir. Ro­ usseau ’yla Mustafaa Kemal'in sınıfsal konumlarım incelerken, ka­ pitalizmin İki farklı sürecinden bahsediyor olduğumuzu unutmamak gerekir.

Rousseau'nuıı döneminde, kapitalizmin gelişmesiyle üçüncü toplumsal tabakanın içindeki sınıf farklılaşmaları iyice belirginleşmişti. Halbuki

S Baskın ()r;iü. A latiirk Milliyetçiliği, U t İç i Yayınevi. Ankara. 1993. s, 91 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 281

Roıısseau için üçüncü simli oluşturan bireyler eşitti; o, hiçbir vatandaşın ne başkasını satın alacak kadar varlıklı, ne de kendini satacak kadar yok­ sul olması gerektiğine inanmıştı. O, bütün vatandaşların küçük mülk sa­ hibi olacakları sosyal eşitlik düzeninden yanaydı. Onun küçük burjuva ve halkın çıkarına uygun düşüncelerini, burjuvazi, feodal düzenin yıkılması için kullanmış ve kendi çıkarma uygun değerlendirmeyi başarabilmiştir. Feodalizme karşı büyük burjuvazi ile birlik olan küçük burjuvazi, aklın egemenliği sonucu olan demokratik düşüncelerin yerleşmesine taraftar ol­ muştu. Bununla birlikte, devrimci olan küçük burjuvazinin geçerli bir eko­ nomik program yoktu, Rousseau'nun düşüncelerini, temsilcisi olduğu küçük burjuvazinin gelişen kapitalizmdeki çelişkilerini hesaba katarak de­ ğerlendirmek gerekir. Bu çelişki, küçük burjuvazinin aklın egemenliği il­ kesinden dolayı desteklediği kapitalizmin geçerli bir ekonomik programı olmayan bu sınıfı geriletecek olmasıdır. Diğer bir deyişle küçük burjuvazi kendi gerilemesi gördüğü bu ileri gidişi desteklemiştir.

Mustafa Kemal'in kapitalizmle olan ilişkisi kousseau'nunkinden çok farklı. O, feodalizmde çakılı kalmış Türkiye'yi kapitalizme geçirmeye ça­ lışmıştır. Mustafa Kemal için ulusal devlet kurmanın önemli bir şartı ulu­ sal bir ekonomi kurmak, dolayısıyla ulusal burjuvaziye sahip olmaktı, "Kaç milyonerimiz var? Hiç! Binaenaleyh biraz parası olanlara düşman olacak değiliz!" 9 sözüyle kapitalizmin yanında gözüküyor Mustafa Kemal, O, bir küçük burjuva aydım olarak toplumun ortak çıkarını düşünürken, Türkiye'de kapitalizmin, sanayi ve ticaret burjuvazisinin gelişmesi ve Tür­ kiye'nin bir "zenginler memleketi" olması için de uğraş vermiştir. Bu­ nunla birlikte, Mustafa Kemal devrim boyunca zamanın koşullarına bağlı olarak hedefine ulaşmak için egemen sınıflarla (eşraf, ayan) işbirliği yap­ mıştır. Fakat hiçbir zaman iktidarı onların eline bırakmamış, diğer bir de­ yişle onları kullanmıştır.

Toplum Sözleşmesi Kitap IH. Bölii/n V Kısacası, bilge kişilerin halk yığınını yönetmesi en iyi ve en doğal bir düzen gereğidir; kendi çıkarları için değil, halkın yararı adına yö­ nettiklerinden kimsenin kuşkusu olmadığı sürece boş yere yönetim araç-

ıo Alatiirk'iii) Söylev ve Demeçleri II, s. 97 282 BURAK ER DEN İR lan artırmamak, yüz seçkin insanın başarabileceği işi yüz bin kişiye yap­ tırmamalıdır.

"Aklın egemenliğini kurmak" feodalizmden kapitalizme geçişin slo­ ganıydı. Rousseau’ya göre, bunu bir azınlık başarabilecektir. Halkın iyi­ liğini bulmak için yol göstericilere gereksinim olduğunu söyleyerek Ro­ usseau, küçük burjuvaziye bir misyon yüklemiş oluyor. İleride de bahsedileceği üzere, Rousseau toplumun ortak yararı için cahil halka yol gösterecek kişi veya seçkinlerin yönetimi ele geçirmesi gerektiğini sa­ vunmuştur. Rousseau'nun bu seçkinleri, küçük burjuva aydını Ja- ko benler'dir,

Türk Devrİmi'nin öncüleri olan, Osmanlı Devleti'ne başkaldırmış sivil-asker, aydın-bürokrat tabakası ülkenin küçük burjuvazi sınıfını oluş­ turuyordu. Mücadeleyi veren kadronun seçkin olduğu Büyük Millet Mec- lisi'nin Birinci Dönemi'ndeki (1920-1923) mebuslarm eğitim düzeyleri in­ celenerek anlaşılır. "Yaklaşık olarak dörtte üçü Avrupa düzeyinde lise ya da üniversite öğrenimi görmüştü ve yabancı dil biliyordu. Kabine üye­ lerinin %90'ı yüksek öğrenim yapmıştı ki, o sıralarda böyle bir sosyo­ kültürel imtiyaza sahip olan kişilerin tümünün genel nüfusa oranı, %1'di, 10 îşte, Mustafa Kemal de böyle bir kadronun önderi olarak küçük burjuvazi sınıfının bir bireyidir.

Rousseau'yla Mustafa Kemal’in orta halli ailelerden gelmeleri onların ortak sınıf çıkarlarını savunabilecekleri düşüncesini akla getiriyor. Hal­ buki, Rousseau büyük burjuvaziye göreli küçük burjuvazinin çıkarlarını savunurken, Mustafa Kemal toplumun ortak çıkarı için gerekli gördüğü burjuvazinin ülkede yerleşmesini amaçlamıştır. Onların çakıştıkları nokta mensup oldukları sınıfların ekonomik boyutundan çok, yani göreli olarak burjuvaziden küçük ortahalli sınıfın çıkarları değil de, toplumun ortak çıkarını hedefleyen seçkinlerin iktidarından yana olmalarıdır. Ro­ usseau'nun, seçkinlerin, kendi iyiliğini bilmeyen halka yol gösterme hak­ kını savunan küçük burjuvazi taraftarı düşüncelerinin Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türk Devrimi'nde uygulandığını görüyoruz.

[0 Kurt Steinhaııs, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Cev:M.Akkas. Sarmal Yayınevi, Isltıabııl. 1995.s.77 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 2X3

III. ROUSSEAU ve MUSTAFA KEMAL'DE EGEMENLİK KAVRAMI

A. Egemenlik Devredilemez

Toplum Sözleşmesi Kitap 1, Bölüm IV Herbiıimiz genel iradenin yüksek yönetimi altında nefsimizi ve bütün iktidarımızı birleştiriyoruz ve her üye bütünün bir parçası oluyor.

Toplum Sözleşmesi Kitap II, Bölüm I Egemenlik, halk oyunun yürütülmesinden başka birşey olmadığı için, bence hiçbir zaman başkasına geçirilemez; kollektif bir varlık olan ege­ men varlığı da ancak yine kendisi temsil edebilir: İktidar başkasına ge­ çebilir ama, irade geçemez.

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s.80 Kayıtsız, şartsız tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tut­ mak demek bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir.

1921 Anayasası, 6. Madde Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir. Yönetim tarzı, halkın mu­ kadderatım bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir.

Atatürk'ün Kamutayı Açış Nutukları, s.41 Kuvvet birdir ve o milletindir.

Nutuk III. s. 1185 Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî Ege­ menlik.

Rousseau’nun egemenlik kavramı İncelenirken onun temsil ettiği sı­ nıfın feodalizmdeki statüsü unutulmamalıdır. O, üçüncü toplumsal sınıfın ayrıcalıklı aristokratlara başkaldırışını desteklemiştir, Rousscau. bi­ 2X4 BURAK ERDENİR reylerin hür iradelerinin oluşturduğu genel iradeye egemenlik hakkım vermiştir. Benzer şekilde. Mustafa Kemal'in egemenlik kavramı da Os­ manlI İmparatorluğu’nun monarşil; ve teokratik yönetimi altında ezilen halkın iktidarı için çalışmıştır. Halk egemenliği her ikisinin de ya­ şadıkları ortam için modern düşüncelerdir. Onlara göre, egemenliğin kay­ nağı halk (millet) olduğu için sınırsız bir güce sahiptir ve bu güç kimseye devredilemez,

Kendini kurmuş kişilerden oluştuğu için, egemen varlığın bu kişilerin çıkarlarına aykırı çıkarı yoktur ve olamaz, onun için, egemen gücün uy­ ruklarına giivenek göstermesi gerekmez; çünkü bütünün uyruklarına zarar vermeyi aklından geçirmesi düşünülemez.

Toplum Sözleşmesi Kitap İl, Böliim l Yalnız genel irade devletin güçlerini devletin kuruluş amacına, yani herkesin İyiliğine uygun olarak yönetebilir.

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II. s.95 Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde, onun liyakat, iler­ leme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri l. s.298 Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kafi maııasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan Ötürü hür­ riyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir... Bir insan, belki kendi arzusuyla şahsî hürriyetini yok etmek ister, fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, bu te­ şebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olmaz.

Rousseau’nun "Genci İrade" ve Mustafa Kemal’in "Millî Egemenlik" kavramları, kaynakları milletin (halk) kendisi olması dolayısıyla, sınırsız MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE JJ. ROUSSEAU 2S5 bir kuvvete sahiptirler; bu kudret tam ve mutlaktır. Onlara göre, biitiin va­ tandaşlar, bütün haklarını egemene verdiklerine göre, bu sınırsız kuvvet toplumda özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin teminatı olur ve "karşısında zincirler eriyen, taç ve tahtlar yanan" 11 bu kuvvete karşı gelenler itaate zorlanırlar, diğer bir deyişle özgür olmaya zorlanırlar. İleride de bah­ sedileceği üzere, egemenliğin bu sınırsız gücü değişik yorum ve uy­ gulamalara sebep olmuştur.

C. Egemenlik Bölünemez

Toplum Sözleşmesi Kitap 11, Bölüm 11: Egemenlik hangi nedenlerden ötürü başkasına bağlanamazsa, yine aynı nedenlerden Ötürü bölünemez, çünkü irade ya geneldir, ya değildir; ya hal­ kın tümünün iradesidir ya da sadece bir bölüğünün.

Toplum Sözleşmesi Kitap 11. Bölüm 111: Dolayısıyla genel iradenin dile getirilebilmesi İçin, devlet içinde tüm vatandaşları içermeyen bir kısmî toplumun bulunmaması ve her bir va­ tandaşın ancak kendi düşüncelerine dayanarak bir görüşe sahip olması asal bir önem taşır.

Toplum Sözleşmesi Kitap IV. Bölüm I: Ancak, toplum bağı gevşemeye, devlet gücünü yitirmeye, özel çıkarlar kendilerini duyurmaya, küçük toplumlar da büyükleri, etkilemeye başladı mı, ortak yarar değişikliğe uğrar ve birtakım muhalifler çıkar ortaya. Artık oybirliği diye birşey kalmaz, genel İstem de herkesin İstemi olmaktan çıkar, Tartışmalar başgösterir, en iyi düşünce bile kavgasız, giilürtüsüz kabul edilemez olur.., Gizli etkenlerin güttüğü insanlar, devlet sanki yok­ muş, hiç var olmamış gibi, artık bir yurttaş olarak düşüncelerini İleri sür­ mez, özel çıkarlardan başka amaçları olmayan birtakım haksız kararları yasa diye benimserler,

I I ,Xt;ıliirk’iin Söylev vc Demeçleri II, s. 95. 286 BURAK ERDENİR

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, 1923 Bu milletin siyasî partilerden çok cam yanmıştır. Şunu söylİyeyim ki, diğer memleketlerde partiler mutlaka ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Çünkü o memleketlerde muhtelif smınflar vardır. Bir sınıfın menfaatini muhafaza için teşekkül eden siyasî bir partiye mukabil diğer bir sınıfın menfaatini muhafaza amacıyla bir parti teşekkül eder. Bu pek tabiîdir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan siyasî partiler yüzünden şahit olduğumuz neticeler malûmdur. Halbuki Halk Partisi dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil bütün millet dahildir... Bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatler İz­ leyecek ve bu itibarla birbirleriyle mücadele halinde bulunacak çeşitli sı­ nıflara malik değildir. Mevcut sınıflar, birbirleri için gerekli olma ni­ teliğindedir.

CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) Nizamnamesi ve Programı, 1931 Türkiye Cumhuriyeti halkım ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil, ve fakat ferdi ve İçtimaî hayat için işbölümü itibariyle muhtelif mesai er­ babına ayrılmış bir camia telâkki etmek esas prensiplerimizdendir.

Rousseau ile Mustafa Kemal'in buluştukları bir başka ortak nokta da egemenliğin bölünemeyeceğİ ilkesidir. Rousseau'ya göre üyeleri va­ tandaşların bir bölümünü kapsayan siyasî partiler ve dernekler bu­ lunmamalıdır; zira bu gibi partilerin ve grupların ortak (genel) çıkardan farklı olarak özel çıkarları vardır ve amaçları devletin bu çıkarlara uygun politikalar üretmesidir. Böyle bir halde ise irade artık genel irade değil, tekil (özel) irade olacaktır. Rousseau, genel iradeye zarar verebilecek olan partilerin, tarikatların ve sınıfların etkisiz hale getirilmesinden yanadır. Rousseau, üçüncü toplumsal tabakayı tek bir toplumsal sınıf algılayıp, onun içindeki sınıf farklılaşmasını göz ardı etmiştir. Onun "Halk Ege­ menliği" teorisi, sanayinin gelişmesiyle ortaya çıkan sınıf çatışmalarını (burjuva emekçi) atlamış, halkın bölünmesine nedeıı olacağı ve genel ya­ rarın sağlanmasını engelleyeceği endişesiyle özel çıkar gruplarının ör­ gütlenmelerine ve partileşmelerine karşı çıkmıştır, Benzer bir şekilde, Mustafa Kemal'in imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış Türk milleti hedefi, "Halkçılık" ilkesinde kendisini gösterir. O, Türk milletinin devrim sü­ resince dayanışma içinde tek bir yumruk olarak kalmasını sağlamak için MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 287

çıkar kavgalarından uzak olması gerektiğini biliyordu. Cumhuriyet Halk Fırkası da biilün milletin partisiydi, hiçbir zümrenin, sınıfın çıkarını gö­ zetmeyip, ülkenin ortak yararı için çalışmayı hedeflemişti. Rousseau'nun "Egemenlik Bölünemez" ilkesiyle Mustafa Kemal'in "Halkçılık" ilkesi te­ melde aynı görüşleri paylaşıyor. İkisinde de amaç ayrıcalıklı sınıflara- Rousseau İçin aristokrasi, Mustafa Kemal için monarşi (saltanat) ve te­ okrasi (hilafet) - karşı mücadele sonunda elde edilen eşitliğin ve ege­ menliğin tekrar ayrıcalıklı zümreler oluşarak, kaybedilmesine izin ve­ rilmemesi. Bununla birlikte, gelişen kapitalizmin etkisiyle - plânlı olarak veya başka nedenlerden ötürü - bu ilkeler değişik sonuçlar vermişlerdir. Fransız Devrimi'nden sonra işçi ve emekçi kesimin örgütlenmesine karşı çıkan burjuvazi, Rousseau'nun bu düşüncelerini temel almıştır. Benzer şekilde, ulusal burjuvazi sınıfı oluşturulmaya çalışılan Türkiye'de, Halk­ çılık ilkesiyle, işçi sınıfının bilinçlenip, sınıf mücadelesine girişmesinin ve sözkonusu amaca zarar vermesinin engellendiği İddia edilmiştir. Son olarak, unutmamak gerekir ki, Halkçılık İlkesi de nihaî hedef olan çok par­ tili demokrasiye ulaşmak için bir araç niteliğindedir.

IV. ROUSSEAU VE MUSTAFA KEMAL'DE ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞI

Toplum Sözleşmesi Kitap I, Bölüm IV Özgürlükten vazgeçmek, İnsanlıktan vazgeçmektir; bir insan olmanın insana sağladığı haklarım hatta insan olmanın insana yüklediği görevleri bırakmaktır. Herşeyi teslim eden bir kimseye verilebilecek hiçbir tazminat yoktuı. Böyle bir vazgeçme insan doğasına ters düşer; iradesini sahip ol­ duğu tüm Özgürlükten yoksun etmesi, bir kimsenin eylemlerinin her türlü ahlak değerlerinden uzaklaşması demektir.

Mustafa Kemal'in özgürlük anlayışının temelinde, doğal haklar kav­ ramına dayanan Rousseau'nun düşünceleri ve Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisindeki hükümlerin bulunduğu görülüyor. 1924 Ana­ yasasının 68. maddesi ve Mustafa Kemal'in Vatandaş için Medenî Bilgiler kitabında yazdığı Hürriyet bölümü ile Fransızlar'm bahsi geçen bil­ 288 BURAK BRDENİR dirisinin 4, maddesinin hemen hemen aynı ifadeleri taşımaları bunan iyi bir kanıtıdır.

1924 Anayasası: Madde 68- Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek herşeyi ya­ pabilmektir. Tabiî haklardan olan hürriyetin sının, başkalarının hür­ riyetinin sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.

Mustafa Kemal'in Vatandaş İçin Medenî Bilgiler kitabında yazdığı Hürriyet bölümü:

Özgürlük, başkasına zararlı olmayacak her türlü kullanımda bu­ lunmaktır. Kişisel Özgürlüğe sınır olarak, başkalarının özgürlük sınırı gösterilir. Bu sınır ancak yasa yoluyla saptanır ve belirtilir.

Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi: Madde 4- Özgürlük, başkasına zarar vermeyen herşeyi yapabilmeye dayanır. Onun için, her insanın doğal haklarının sınırı, toplumun başka üyelerine aynı hakları sağlayan sınırlardır. Bu sınır ancak yasa ile be­ lirlenebilir.

Rousseau ve Mustafa Kemal, millî egemenliğin önkoşulu olarak bi­ reylerin özgür olmaları gerektiğini söylüyorlar. Onlara göre, ancak özgür vatandaşlar iradeleriyle yönetime katılabilirler. Lee ere le'ye göre, Ro­ usseau bireyin kurtuluşu için çalışır, onun kurulmasına yardım ettiği rejim, bireyin kendi kendinden başka dayanağa sahip olmadığı burjuva rejimidir. Rousseau'nun feodalizmin temeli olan kiliseye ve Mustafa Kemal'in teokrasinin ve eski düzenin temeli yobaz din kurumlanna aç­ tıkları savaşlar, aynı amacı, özgür bireyi yaratma amacı gütmüştür. Mus­ tafa Kemal'in bu mücadelesine bakarak laiklik ilkesinin millî egemenlik kavramı üzerindeki önemi anlaşılabilir. O, ancak "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesillerin millî egemenliğe sahip çıkacaklarına inanmıştı.

12 Şeraafeltin Turan. Atatürk'ün Düşiinee Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünceler, Kitaplar, Tiirk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara. 1982. s. 13-14 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE JJ. ROUSSEAU 2S’9

V. ROUSSEAU VE MUSTAFA KEMAL'DE "ORTAK ÇIKAR" ÇERÇEVESİNDE EGEMENLİK KAVRAMI

Toplum Sözleşmesi Kitap //, Bölüm İli: Herkesin iradesi ile genel irade arasında, çoğu zaman, hayli ayrılık var­ dır. Genel istem yalnız ortak yararı göz önünde tutar, öbürü ise özel çı­ karları gözetir ve özel istemlerin toplamından başka bir şey değildir.

Toplum Sözleşmesi Kitap II. Bölüm VI Kendisine neyin hayırlı olduğunu binde bir fark ettiği için çok kez ne istediğini bilmeyen gözü bağlı kalabalık böylesine büyük, yasa koyma gibi güç bir işi kendi başına nasıl başarabilir? Halkın kendisi hep iyilik ister, ama kendi başına iyiliğin nerede olduğunu göremez her zaman. Genel İstem her zaman doğrudur ama onu yöneten kafa her zaman aydın değildir.

Toplum Sözleşmesi Kitap II, Bölüm III Genel irade her zaman doğrudur ve kamusal yararlara yöneliktir. Ama bundan halkın kararlarının her zaman aynı doğrulukta olduğu sonucu çık­ maz İnsan her zaman kendi iyiliğini ister ama, bunun ne olduğunu her zaman kestiremez.

Toplum Sözleşmesi Kitap II, Bölüm VI Tek tek kişiler İyiliği görürler, ama teperler onu. Halksa İyiyi ister ama görmez. Hepsinin de yol gösterenlere gereksinimi vardır. Birini istemini aklına uydurmaya zorlamalı, öbürüne de ne istediğini bilmesini öğretmeli, îşte o zaman, halkın aydınlanması sonucu olarak politik bütünde akılla istem birleşir ve böylece taraflar elbirliği eder, politik bütün de gücünün en yüksek noktasına varır. Yasacıya olan gereksinim işte buradan gelir.

Toplum Sözleşmesi Kitap 11, Bölüm VII Uluslara uygun gelecek en iyi toplum kurallarım bulup çıkarmak için, insanların bütün tutkularından geçtiği halde hiçbirine kapılmayan, insan doğasını adamakıllı bildiği halde, onunla hiçbir ilişkisi olmayan üstün bir zekâ gerekir. Öyle bir zeka ki, mullulıığu bizimkine bağlı olmamakla bir- 290 BURAK ERDENİR

lîkte, mutluluğumuzu istesin ve zamanın akışı İçinde, uzak bir onur pa­ yıyla yetinsin, bir yüzyılda çalışıp, bir başka yüzyılda keyif edebilsin,

Rousseau'nun yukarıda bahsettiğim Halk Egemenliği kavramıyla çe­ lişkili bu düşünceleri, onun halkın yasama ve yönetime katılma ko­ nularında daha muhafazakâr düşüncelere de sahip olduğunu gösteriyor.

Rousseau, toplum sözleşmesinin oybirliği gerektirdiğini söylerken, genel irade İçin böyle bir şart koşmaz. Ona göre, genel iradeye karşı çıkan vatandaşların kendi iyilikleri için bu iradeye uymaları zorla sağ­ lanacak, diğer bir deyişle hakları ve özgürlükleri onlara zorla verilecek. Buradan da, genel iradeyi genel yapanın çoğunluğun İradesi değil, top­ lumun ortak yaran olduğu sonucuna varılabilir. Halk kendisi için hayırlı olanı göremez ise, toplumsal yarar için yapılan genel irade olur ve bu, bi­ reylerin tek tek iradelerinden oluşan genel İradeden farklı olur. Bu top­ lumsal yararın farkında olan bir kişi de, bir azınlık grup da olabilir ve artık genel iradeyi o (tek kişi ya da azınlık grup) temsil eder, diğer bir de­ yişle egemenlik ona devredilir. Bu durumda doğruyu bilmeyen çoğunluk, toplumun ortak yararı için tek bir kişinin veya azınlık grubun genel ira­ deyi temsil eden mutlak ve tam egemenliğine itaat etmek mec­ buriyetindedir. Rousseau'nun bu mutlak yönetim anlayışı tarih boyunca birçok ülkenin tek adam, tek parti yönetimlerinin düşünce sistemine kay­ nak olmuştur, Kendilerini topluluğun iyiliğine ve özgürlüğüne ada­ dıklarını iddia eden Lenİn, Mu s s ol in i, H i ti er gibi liderler Rousseau'nun genel irade kavramım kullanmışlardır.

Rousseau'nun "egemenlik devredilemez" ilkesiyle çelişkili bu dü­ şüncelerini, Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Devrimi'nde uy­ gulamasını görüyoruz. Kurtuluş Savaşı'mn Örgütlenmesinden, devrim bo­ yunca yapılan reformlara kadar her aşamada aydın bir zümre, halka yol göstericilik yapmıştır. Mustafa Kemal, savaştan bıkmış, fakir ve zor du­ rumdaki Türk halkım "ikaz edip harekete geçirmenin" gerekliliğine inan­ mıştı. Onun, "Fertler düşünür olmadıkça kitleler istenilen istikametlere sevk olunabilirler... Şüphe yok ki her işin başlangıcında aşağıdan yu- MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 291 karıya doğru olmaktan ziyade yukarıdan aşağıya olması zarureti vardır” 13 sözleri devrimin ancak halka empoze edilerek yapılabileceği inancının ifa­ desidir. "Ona göre, toplumun bilgi ve eğitim düzeyi (maşeri fikri) belli bir düzeye yükseldiği vakit "hâkimiyet bilâkaydüşart millete" ait olacaktır. 14 Mustafa Kemal, bu nedenle de, reformlar boyunca devrimin seçkinlerinin görevinin toplumu yönlendirmek, aydınlatmak ve onun çağdaşlaşma yo­ lunda ilerlemesini sağlamak olduğuna inanmıştır, O, halkın çeşitli ke­ simlerinden gelen istemlere hizmet etmeyi değil halkın ortak çıkarma ulaşmayı hedeflemişti. Peki, bu ortak çıkar neydi? Yukarıdan dayatmacı reformların esas amacı Aydınlanma çağının hedefi olan "aklın ege­ menliğini kurmaktı." Bu hedefe de ancak, Mustafa Kemal'in "hayatta en hakiki yol gösterici" olarak tanımladığı bilimle ulaşılabilirdi. İşte, halkın ortak çıkarını çağdaşlaşma olarak değerlendiren Mustafa Kemal eko­ nomik çöküntü İçinde olan, Ortaçağ kuramlarına (saltanat, hilafet) korü körüne bağlı ve eğitim düzeyi oldukça düşük (genel nüfusun sadece %1'i yüksek öğrenim yapmıştı) Türk milletinin bu hedefe yukarıdan bir da­ yatma olmadığı sürece ulaşamayacağını biliyordu. Türk Devrimi boyunca "Egemenlik Devredilemez" ilkesinin ihlâl edildiği ve bu sınırsız gücün bir grubun hatta Tek Adamın elinde toplandığı değerlendirmesi doğrudur, fakat unutulmamalıdır kİ devrimin reformları - dil devriminden hukukî re­ formlara, eğitimin birleştirilmesinden halkevlerine kadar - çağdaş ve özgür bireyi yaratıp, onun hür iradesiyle millî egemenliğe sahip çıkmasını hedeflemiştir. Mustafa Kemal'in bu otoriter yönetiminin nihaî hedefi, dev­ rimi takip edecek evrimde yeni kuşakların "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" sözünü uygulayacak sosyal, kültürel ve ekonomik düzeye ulaşmalarıydı.

Rousseau'nun egemenlik kavramındaki çelişkisinin onun doğasında ol­ duğu ve diyalektiğin bir sonucu olduğu söylenebilir. Halbuki, bir aksiyon adamı olan Mustafa Kemal iyi bir taktisyen ve devlet adamı olarak "Ege­ menlik Devredilemez" ilkesiyle Kurtuluş Savaşı'nm Önderi, Birinci Mil­ let Meclisi'ni toplamış, ve yukarıda belirtilen hedefleri amaçlayan, yu­

13 Atatürk'ün Söylev ye Demeçleri 11, s.l 1 14 Metin Heper. Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Nejat Eczacıbaşı Vakfı, İstanbul, 1983, s.226 292 BURAK FRDEN.İR

karıdan dayatmacı reformları uygulamak amacıyla daha sonraları bu giicii kendi kullanmıştır.

VI. TÜRK DEVRİMİNİN JAKOBENLİĞt

Mustafa Kemal - Rousseau ilişkisinin değişik bir boyutu ise îkinci Cumhuriyetçiler 1:5 olarak tanımlanan bir kesimin. Rousseau'nun Fransız Devrimi süresince ilkelerini uygulayan Jakobenler'den esinlenerek, Türk Devrimi'ne yaptığı "Jakoben" - diğer bir deyişle baskıcı terör dönemi - suçlamalarıdır.

Jakobenler'in Genel Karakteri ve Türk Devrimi:

Rousseau, yeni bir mutlakiyetçiliğin, çoğunluğun hegemonyası fikrine dayanan "mutlak demokrasi" anlayışının yaratıcısıydı. Jakobenler'in Fransız Devrimi'ndeki totaliter yönetimi de Rousseau'nun bu dü­ şüncelerinden esinlenmiştir. Küçük burjuvazinin temsilcisi Jakobenler, Rousseau'nun bu sınıfa sağladığı doktrini kullanmışlar, özellikle onun "bütün yurttaşlar bütün haklarını egemene teslim ettiklerine göre, egemen özgürlüğü savunmak için sınırsız bir güce sahip olur" ilkesi Jakobenler'in devrimci terörünün temelini oluşturmuştur, Jakobenler'in diktatörlüğü büyük burjuvazi, kralcı aristokrasi ve dış düşmanlara karşı küçük bur­ juvazinin çıkarlarım sağlamak amacım gütmüştür. Benzer özellikleri olan Türk Devri mİ'nde de ayrıcalıklı sınıflarla mücadele eden küçük bur­ juvazinin (seçkinler) Rousseau'nun "ortak çıkar" İlkesini kullandığı be­ lirtilmişti,

"Jakobenizm, Fransız Devrimi'nin içte ve dışta büyük tehlikelerle kar­ şılaştığı bir dönemde güç kazanmıştır. Touclıard'ın belirttiği gibi, bu *

15 İkinci Cumhurîyeiçilcr, genellikle değişimden yana olduklarını iddia eden farklı cephelerden in­ sanların oluşlurduğu bir grup. Bu farklı cepheler; İslamcılar, Kürtçüler. Askcr-Sivil bürokrasinin ege­ menliğinden nihaisiz, olan burjuvazinin bir bölümü. Bu insanların değişik konularda genellikle ortak bir görüşleri olmamasına rağmen lek bir konuda konsensüsü varmış oldukları görünüyor: Anli-Kcıııalizın. Bkıız. M rtin Sm, er-Ccın Dizdar. 2. Cumhuriyet Tartışmaları. Başak Yayınları, Ankara, 1993. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 293 akım bir "vatan tehlikede" kuramıdır. Ama Jakobenler'in vatanseverliği, şoven bîr vatanseverlik değildi. 10 Rousscau'nun izleyicisi ve Jakobenler’in lideri Robespiere’e göre "Anayasalı hükümetin görevi Cumhuriyet'i ko­ rumaktır; oysa devrimci hükümetin görevi Cumhıırİyefi kurmaktır. Dev­ rimci hükümetler daha esnek ve geniş hükümlere bağlı olmalıdır çünkü hızla değişen, hemen tedbir alınmasını gerektiren koşullarla karşı kar- şıyadırlar. Birden beliren tehlikelere aynı çabuklukla karşı koyabilmek İçin, bütün kaynakları seferber edebilme olanağına sahip olmalılar. Ana­ yasalı rejimlerde bireyleri kamu gücüne karşı savunmakla yetinilir. Oysa devrimci hükümetler karşı-devrimiıı saldırısından kamu gücünü korumak zorundadır. Devrimci hükümet, devrimden yana olan vatandaşlara tüm ko­ runma ve gelişme olanaklarım sağlar, fakat halk düşmanlarına ve­ rebileceği tek şey ölüm cezasıdır." * 17 Onun bu sözleri sanki iç ve dış düş­ manlarla mücadele eden, tam bağımsız ve çağdaş bir ülke kurmaya çalışan Mustafa Kemal hükümetinin devrim sırasındaki tanımını yapıyor. Bu benzerliğin en önemli sebebi, Fransız Devrimi’nden oldukça et­ kilendiğini "Türk demokrasisi Fransa Devrimi'nin açtığı yolu takip etmiş" 18 sözüyle ifade eden Mustafa Kemal'in devrim sürecinde Fransız Dev­ rimi'nin kuramlarına benzer kurumlar oluşturmasıydı (Konvensiyon Mec­ lisi türünde bir Meclis Hükümeti ve Devrim Mahkemeleri benzeri İstiklâl Mahkemeleri gibi).

Jakobenler ülke İçinde ve dışında karşı - devrimcilerle mücadele ha­ lindeyken, kendi içindeki muhalefete yer vermemişti. Dönemin koşulları seçim ve temsil ilkelerinin askıya alınmasına sebep olmuştu. Muhalefetin tasfiyesiyle terör (tedhiş) ve diktatörlük dönemi kendini İyiden belli edi­ yordu. Şüpheli şahıslar hakkındaki kanunla başlayan bu dönem her ilde kurulan devrim mahkemelerinin çalışmalarıyla İyice kendini gösterdi İdamların yanında mahkemeye çıkarılmadan yapılan infazlar eklendi. "Mahkeme kararıyla idam edilen 14,000 kişiden %6.5’İ din adamı, %8,25’i aristokrat, %25'i burjuva, %28'i köylü ve %3l'i işçiydi. 19 Yargılanmadan İdam edilenlerle yaklaşık 40.000 kişi öldürülmüştü, Vatanın dış güçlere

i 6 Murat Sanca, Siyasî Düşünce Tarihi, Gerçek Yayınevi. İstanbul, 1983, s. 103 17 Murat Sanca, 100 Soruda Fransız İhtilâli, Gerçek Yayınevi. İstanbul, 1995, s, 100 18 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri III, s.8 i I1) Moral Sanca, 100 Soruda Fransız. İhtilâli, Gerçek Yayınevi. İstanbul. 1995. s.100, 294 BURAK ERDENÎR karşı tehlikede olmadığı bir dönemde vatan hainliği suçlamalarıyla ya­ pılan idamlar diktatörlüğe karşı olan tepkileri çoğaltıyordu, Bu infazlar Jakoben hareketinin baskıcılığının ve şiddetinin kanıtıdır. Her kesimden ve sınıftan insanı yok ederek halkın kendilerinden İyice uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır, Fransız Devrimi'nin Devrim Mahkemelerinden örnek alınmış olan İstiklal Mahkemeleri, terör yaratmamıştır. Jakoben ler in dev­ rim mahkemelerinin aksine Türk Devrim inin İstiklâl Mahkemeleri belli ve kesin bir amaca hizmet etmiştir. Kurtuluş Savaşı süresince asker ka­ çaklarını, savaşın karışıklığından yararlanıp kamuya zarar vermek is­ teyenleri ve karşı-d evrime ileri cezalandırmak amacını gütmüşlerdir. Bu mahkemeler hiçbir zaman keyfî davranmayıp, günün koşullarına uygun olarak vatanın güvenliği ve yeni sistemin yerleşmesi adına kararlar ver­ mişlerdir. 20

Jakoben döneminin önemli özelliklerinden biri Hristiyan dinine karşı uyanan tepki ve bu konu ile ilgili alman kararlardır. Aydınlanma fel­ sefesinin etkisinde olan Jakobenler dine karşıydılar. Katolikliğin yerini vatan ve hürriyet inancının almasını istiyorlardı. Katolikliğe ilk darbe İsa'nın doğumuyla başlayan takvimi değiştirerek yapılmıştı. Bu takvim yerine Cumhuriyet'in ilk günü olan 22 Eylül 1792 tarihini başlangıç kabul eden yeni takvim getirilmiş, dinî bayramlar kaldırılıp, aylara doğa ile il­ gili isimler verilmişti, Paris çevresindeki kiliseler kapatılmış, bunlar aklın tapmağı hâline getirilmişti, Bu dönemde, hükümet temsilcilerinin önderliğinde anti-katolik aşırı bir din düşmanlığı yayılmış ve Ja- kobenler, din üzerindeki sert tavırlarıyla halktan iyice kopmuşlardır. Ay­ dınlanma felsefesinin "aklın egemenliği" ilkesi Türk Devrimi'nin de te­ melini oluşturmuştur ve dolayısıyla din konusunda reformlar yapılmıştır. Lâiklik ilkesinin esas amacı bireyi ortaçağın teokratik ku­ ru m I ar m d an kurtarıp din ve vicdan özgürlüğüne kavuşturmaktı. Yüz­ yılların düzenini değiştirmek radikal kararlar gerektiriyordu, Mustafa Kemal de Hilaf et'in kaldırılmasından, popüler dinle (tarikatlarla) mü­ cadeleye kadar zamanın koşullarına ters ve dolayısıyla dayatmacı bıı ka­ rarların alınmasını ve yürütülmesini sağladı. Jakobenler'in lâiklik hareketi daha çok anti-katolik bir din düşmanlığı halini almıştı, halbuki Türk Devrimi için amaç dine zarar vermek değil onu "din oyunu ak-

20 Ergiitı Aybars, İstiklâl Malı kem e! eri, Bilgi Yayınlan. Ankara. 1975. s. 22S. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J J. ROUSSEAU 295 türlerinden" 2J korumak ve aklın yolu çağdaşlaşmaya ulaşmaktı. Tl. Cum­ huriyetçilerin Tiirk Devrimi’ni kuran kadroyu ateist lâiklikle ve anti- îslâmhk’la suçlamasına en yerinde cevabı Mustafa Kemal'in kendisi verir: "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar ol­ malıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. 2221

Jakobenler, sosyal adalet ve hak kavramlarını İlk kez gündeme ge­ tirmişlerse de, ekonomik bir programları olmadığı İçin 11e halkın sosyalist eğilimlerine, ne de ticaret burjuvazisinin çıkarlarına uygun dav­ ranmışlardır. Jakobenler aldıkları İdarî, İktisadî ve malî tedbirlerle 1789'da getirilen İlkelerin dışına çıkarak vatandaşın hürriyetine karşı devletin gü­ venliğini, liberal iktisat İlkelerine karşı kamunun genel yararım ön plâna alan güdümlü bir iktisat politikası ve otoriter bir tutum izlemişler ve ik­ tidarda kalabilmek için başvurdukları terör ve baskı yöntemiyle top­ lumdan iyice uzaklaşmışlardır.

VII. TÜRK DEVRİMİ İÇİN YAPILAN JAKOBEN SUÇLAMALARINA CEVAP

Jakobenler'in hareketiyle Türk devrimi arasında bir takım benzerlikler olduğunu ve Özellikle bu devirde alman bazı radikal kararların ben­ zerlerinin Türk Devrimi boyunca alındığım görüyoruz, Ancak, Jakoben hareketi zamanla üst-yapıya yönelik ve toplumun ortak çıkarını gözeten bir hareketten baskıcı ve halkı karşısına almış bir terör hareketine dö­ nüşmüştür. Bu bağlamda, II, Cumhuriyetçiler'in Mustafa Kemal ve ar­ kadaşlarının kurtuluş ve kuruluş hareketini "Jakoben" olarak ta­ nımlamalarının esas anlamı devrimi, yöneticilerin keyfî idaresiyle kurulmuş baskı ve dikta rejimi olarak görmeleridir, Ancak, sağlıklı so­ nuçlara varmak için Türk Devrimi’ni objektif ve sübjektif koşullarıyla de­ ğerlendirmek gerekir. Bu noktadan hareketle II, Cumhuriyetçiler'in Ja­ koben suçlamalarına aşağıdaki cevaplar verilebilir:

21 Atatürk. Nutuk 11, 1927, s. 208 22 Atııtürk’iin Söylev ve Demeçleri İH, 1922, s.7(1 296 BURAK ERDENİR

• Dcvrimlerin doğasında Jakobcnlik vardır. Bir devrim surecinde tam anlamı ile demokrasi olması beklenemez. Dünya üzerinde bugiin istikrarlı demokrasiler olarak gördüğümüz devletlerin birçoğunda da. demokrasinin başlangıç noktasını oluşturan devrim sürecinde anti-demokratik tavırlar olmuştur. Fransız devrim mahkemeleri 17.000 kişiyi İdam ettirmişti. Yargılanmadan idam edilenlerle birlikte 40.000 kişi Öldürülmüştü. Sov­ yet devri mi ndeyse aristokrat ve burjuva sınıfının çoğu ortadan kal­ dırılmıştı. Tiirk Devrimi'nde ise üç yılda İstiklâl Mahkemeleri, 1,054 ki­ şiyi asmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, İstiklâl Mahkemeleri amaca yönelik sertlik kullanmıştır, diğer bir deyişle savaş suçluları ve karşı devrimcilerin yargılanması ve infazım gerçekleştirirken keyfî dav­ ranmamışlar, fakat yeni kurulan rejimin temellerinin sağlam olması için gerekli istikrarı sağlamak yolunda gerekeni de yapmışlardır. İstiklâl Mah­ kemeleri üzerine geniş çalışmalar yapan Ergiin Aybars'a göre 23, "İstiklâl Mahkemeleri’nin devrim mahkemeleri oldukları nasıl bir gerçekse, terör mahkemeleri oldukları görüşü o derece yanlıştır." 24 Unutmamak gerekir kİ, bu mahkemeler Fransız Devrimi'ndeki gibi sınıfsal bir amaca yönelik çalışmayıp millî bir dava uğruna çalışmışlardır. Aybars'a göre, "İstiklâl Mahkemeleri kuruluşlarında Öngürülen amacı büyük bir başarıyla yerine getirdiler. 25 İT. Cumhuriyetçiler'in özellikle bu konuda yoğun ve asılsız spekülasyonlar yapmalarının muhtemel sebebi bu başarıyı sin­ di rememeleri olabilir.

• Unutmamak gerekir ki, Türk Devrimi'nin ayrıcalıklı bir sınıfı tasfiye etmesinden dolayı demokratik bir yönü vardır. Taner Timur, "Her devrim egemen ve ayrıcalıklı bir sınıfı tasfiye ettiği ölçüde bir demokratik dev­ rimdir" diyor. 26 İşte, Türk Devrimi de monarşiyi ve teokrasiyi tasfiye et­ tikten sonra doğal olarak yeni rejimi korumak için karşı devrim po­ tansiyelini engellemiş ve siyasî özgürlükleri kısıtlamıştır. Bu rejim baskısını karşı devrimcilere yapmış, devrimci fikirler tek parti dö-

23 İl. CumİHiriyelçilerin genellikle ihmal ettikleri (ya ila etmek isledikleri), İstiklâl Mahkemeleri hakkııııkıki bu eserler : Ergiin Ayhıırs, İstiklâl Mahkemeleri I 1920-1923, Bilgi Yayınevi. Ankara 1975 * Erillin Avbars. İstiklâl Mahkemeleri II 1923-1927, Kültür Bakanlım, Ankara, 1982 24 E. Avbars, ıı.g.e., s. 229 25 E. Ayinim, ıı.g.e., s. 229 26 Taner Timur. Türk Devrimi ve S'mırasn imge Kitabevi, Ankara, 1994. s. 292 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 297 neminde.de eleştiri özgürlüğü bulmuşlardır. Bu yüzden Türk Devri mi'n in kurduğu bu düzeni" demokratik otoriter" düzen olarak da nitelendirebiliriz.

• Türk Devrimi, toplumun kültürünü aklın, bunun ürünü olan bilimin eleştirisinden geçiren ve ilerlemeyi hedefleyen Aydınlanma felsefesini be­ nimsemişti. II. Cumhuriyetçiler’in (dinci kesimin bir kısmı hariç) dahi kabul etmek zorunda kaldığı bu hedefe nasıl ulaşılacaktı? Feodalizme ve ortaçağ kurulularına takılı kalmış, genel eğitim düzeyi düşük halkın bu hedefe o koşullar altında ulaşması imkânsızdı denebilir. Aydınlanma dev- rİminin sınıfsal önderi burjuvazidir; halbuki Türkiye'de böyle bir sınıf yoktu. Demek ki, tepeden inme olacak bu hareketi ancak küçük bur­ juvaziden oluşan yönetici kadrosu yapabilirdi, Çağdaşlaşma amacı güden üst-yapı reformları gerçekleştirilirken aynı zamanda genel eğitim ve kül­ tür düzeyinin artırılıp halkın bu reformlara sahip çıkması hedeflenmişti. "Aydınlanma dünya görüşünün baş özelliklerinden birinin de, akılcı kül­ tür değerlerini olabildiğince yaymak" 27 olduğunu bilen devrimin yö­ neticileri, Halkevleri ve Köy Enstitüleri yoluyla bu reformları halkla in­ dirmeye çalışmışlardı. Çağdaşlaşmaya ulaşmanın o koşullarda mümkün olan tek yolunu deneyen Türk Devrimi'ni "JakobenJikle" suçlamak çok te­ melsiz ve taraflı olur.

• Mustafa Kemal’in ilkeleri ve yöntemleri dîlekatli incelendiği vakit onun "kendisinden sonra tek adamlar çıkmasın diye tek adamlık yaptığı" sonucuna varılır. 28 Onun devrim süresince yaptığı reformların amacı lâik, Çağdaş, kapitalist ve tam bağımsız bir demokrasinin önkoşullarını oluş­ turmaktı. Kendi döneminde iki defa çok partili demokrasi denemesi yap­

27 M acil Gökberk, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Nejat Eczacıbaşı Vakfı, İst. 1983, s.326. 28 Mustafa Kemal'in hayatında toplanan son kurultay (1935) için Recep Pckcr'in hazırladığı parti programındaki totaliter yönetim biçimi ile ilgili M.K.1 in Rıza Soyak'a söylediği aşağıdaki sözler bu konuyu aydınlatıcı nitelikte: "Bütün kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi, devleti ve memleketi kendi başlarına idare edecek olan yüksek meclisin azasuıı kim seçecek; bu zorbalar heyeti, kuvvet ve salahiyetlerini kimden ve nasıl alacak? Hayret, hayreti ırzına. Bu ne sakat düşüncedir, bu nasıl zih­ niyettir! Görülüyor ki varmak istediğimiz hedef henüz, en yakın arkadaşlar tarafından bile, zerre kadar anlatılmış değildir. Biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki; bu memlekette bîr gün Padişahlığa taraftar olanlar dahi bir fırka kurabilsinler". Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk. Remzi Kitabcvi. İstanbul. Şubat i 994, s.3 13 298 BURAK ER.DENİR

masının temelinde bu amaç yatmakladır, Karşı - devrim bastırılıp sistem yerine oturduktan sonra nihaî hedefe doğru daha kolay adımlar atılmıştır. O dönem bu şekilde "yukarıdan'1 değiştirildiği İçindir ki Türkiye 1945'te çok partililiğe yumuşak bir biçimde geçmiştir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye'deki muhalefet de bu tepeden inmeciliğin ürünüdür, muhalefeti oluşturan kadrolar bu tepeden inmecilik sayesinde oluşturulmuştur. 1950 yılında iktidarı devralabil en muhalefeti yaratan devrim ne kadar "Ja- koben" olabilir. Demek ki, Mustafa Kemal'in tek adamlığından bu üst­ yapı reformlarına kadar devrimin her süreci demokrasi için bir Ön­ koşulmuş denebilir.

• 1920'lerin Türk Devleti'ni Jakobenlikle, anti-demokratik uy­ gulamalarla suçlarken objektif olmak lâzım. Zira, 1920'li yıllarda dün­ yanın hiçbir yerinde tam anlamı ile demokrasi yoktu. 1920’Ierde, bugünkü Avrupa ülkelerinin büyük bir bölümünde kadınların, A.B.D'nin bir çok eyaletinde zencilerin, dünyanın pek çok yerinde okuma yazma bil­ meyenlerin, belli bir eğitim seviyesinde olmayanların, diploması ol­ mayanların, belli bir oranda vergi vermeyenlerin, oy verme hakkı yoktu. Türk Devrimi’nden seneler önce burjuva devrimi yapan ve kapitalist dü­ zene geçen bu ülkelerin anti-demokratik (ırk ve cins ayrımı hariç) bu uy­ gulamalarının altında, yönetimde entellektüel seçkin bir zümrenin söz sa­ hibi yapılması amacı yatıyordu. Bu ülkeler böylelikle, ülke insanlarının eğitim seviyelerinin seçkin bir yönetim altında yükselmesini ve de­ mokrasinin daha sağlıklı ve temelli yerleşmesini sağlamışlar ve gü­ nümüzün demokratik hukuk devleti amacına ulaşmışlardır. Anti- demokrathkla suçlanan Türk Devrimi ise yukarıda bahsedildiği üzere üst­ yapı reformlarıyla düzenini kurmuş ve halk m demokrasiye tam ka­ tılımını sağlayarak nihaî hedefi olan çok partili sisteme 1945’te geçmiştir. Batılı demokrasiler incelenince, "Türkiye'de çok partili demokrasiye geçiş içim kuru mİ arın ve kuralların tam manası ile yerleşmesi (1924 Anayasası yerine 1961 Anayasası gibi bîr sistemin getirilmesi gibi) ama­ cıyla belli bir süreye gereksinim vardı" sonucuna varılabilir. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE J.J. ROUSSEAU 299

VIII. SONUÇ

Mustafa Kemal'in, ülkesinde kurmaya çalıştığı düzenin yıllar ön­ cesinden düşünsel hazırlayıcıları sayabileceğimiz Comte, Voltaire, Ro­ usseau gibi düşünürlerin kavramlarından ektilcnmiş olduğu şiiphe gö­ türmez bîr gerçek. Bu bağlamda, Rousseau'nun, egemenlik ve özgürlük kavramlarının Türk Devrimi için önem arz ettiği söylenebilir. Mustafa Kemal ve Rousseau'nun yaşadıkları zaman ve koşullara göre modern de­ nebilecek bu kavramlar üzerine söyledikleri sözlerin içerdiği ifadelerin benzerliği de bu etkiden kaynaklanıyor olabilir. İkisinin de kişi için öz­ gürlükçü ve siyasal rejim olarak da ayrıcalıklı sınıfların tasfiye edildiği cumhuriyetçi bir sistemi hedeflediği sonucunda varılıyor. Bu hedeflere ulaşmak için gerekirse, halk, egemenliğine, özgürlüğüne ve çıkarına sahip çıkana kadar, seçkinlerin önderliğinde otoriter düzenlerin dahi, araç olmak şartı ile kurulabileceğini söylüyorlar. Rousseau'yla Mustafa Kemal’in ben­ zer kavramlarının uygulamada farklılık arz ettiklerini görüyoruz. Unut­ mamak gerekir ki, Rousseau bir doktrin adamıdır, ve fakat Mustafa Kemal ilkelerini uygulayan bir aksiyon adamıdır. Rousseau'nun doktrin verdiği Jakobenlerin uygulamaları ile Mustafa Kemal'in Türk Devrimi yapısal ola­ rak benzerlikler arz etseler de Jakobenler, yarattıkları terör dönemiyle Türk Devrimi'nden ayrılıyorlar. Bu şiddetin sebeplerinden biri temsil et­ tikleri küçük burjuvazinin ve dolayısıyla bu sınıfa bir doktrin sağlayan Ro­ usseau'nun çelişkilerinin uygulamada yarattığı aksaklıklardır. Halbuki, Türk Devrimi çelişkilerin değil taktiklerin üzerine kurulmuş; onun önderi Mustafa Kemal nihai hedefi olan tam bağımsızlık, çağdaşlaşma ve milli egemenlik yolunda ilerlerken akim egemen olduğu tutarlı bir düşünce sis­ teminin kullanmıştır. Türk Devrimi’ni değerlendirirken onun etkilendiği düşünce sistemlerini ve bu sistemlerin nihai amaçlarını göz önüne almak yanlış sonuçlar çıkarılmasını engelleyecektir,

KAYNAKLAR

1. Althusser, Louis. Politika ve Tarih. Çev. : A.Şenel, Ö. S ezgin, V Ya­ yınları, Ankara, 1987 2. Ay bar s, Ergun. İstanbul Mahkemeleri, Bilgi Yayınevi, Ankara. 1975 300 BURAK ERDEN İR

3. Ateş, T. Kemalizmin Özü, Der yayınlar!, İstanbul, i 995 4. Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Dr, Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, İstanbul, 1983 5. 2.Cumhuriyete Hayır, Türk Devrim Kurumu Sam Yayınları, Der­ leme, Ankara, 1995 6. Kocatiirk, U. Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Turhan Kitabevi, 1984 7. Kongar, E. Devrini Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kİtabevi, İstanbul, 1994 8. Lecerclc, J.J. Jcan-Jacaues Rousseau Hayatı ve Eserleri, Çev, R. İleri, Say Yayınları, İstanbul, 1995 9. Oran, Baskın. Atatürk Milletçiliği, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993 10. Rousseau, J.J. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, Çev. : R. İleri Say Yayınları, İstanbul, 1995 11. Rousseau, J.J. Toplum Sözleşmesi, çev. : V.Günyol, İstanbul, 1994 12. Sarıca, M., Fransız İhtilali, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1995 13. Sarıca, M. Siyasi Düşünce Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1983 14. Sever. M. - Dizdar, C. 2.Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Ya­ yınları, Ankara, 1993 15. Şenel, A. Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1995 16. Steinhaus, Kurt. Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Çev. : M.Akkaş, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995 17. Tanör, B. Kuruluş Üzerine 10 Konferans, Der Yayınları, İs­ tanbul, 1996 18. Timur, T. Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Kitabevi, Ankara, 1994 19. Turan. Ş. Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Dü- şüniirler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1982 20. Tüfekçi, G. Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983 BİREĞİTİMLİDERİ OLARAK ATATÜRK

MENENDİ ERDEM *

Bir eğitim lideri olarak Atatürk eğitimle ilgili hataları ve aksaklıkları doğru teşhis edip, ona göre eğitim sisteminde çözüm olan köklü de­ ğişiklikleri bizzat kendisi uygulayarak gerçekleştirmiştir,

Atatürk'ün eğitim liderliğini incelemeden Önce eğitim ve eğitim li­ derliğinin ne olduğuna bakmak gerekmektedir.

BÖLÜM I EĞİTİM ve EĞİTİM LİDERLİĞİ

1.1. EĞİTİM NEDİR?

İnsanın ekmek-su gibi yaşamsal bir ihtiyacıdır eğitim. Olmazsa olmaz diye nitelendirebiliriz.

İnsan tek başına doğar ama, toplum içinde dünyaya gözlerini açar ve yaşamını ölünceye kadar bir grup içerisinde devam ettirir.

Doğumdan ölüme kadar içinde yer aldığı gruplar içerisinde etkileşim halindedir. Dolaylı-dolaysız, kasıtlı-kasıtsız bir eğitimin etkisi altındadır. Bu anlamda eğitim sadece okulda değil ailede, arkadaş grubunda, sokakta, camide, asker ocağında... her ortamda ve hayatın her safhasında eğitime tabidir, İnsan etkilenir ve etkiler.

Anne karnında başlayan ve mezara kadar devam eden bir süreç. Her an,

* Denizli Sarayköy Caber-Uyanık Köyii İlkokulu Öğrenileni 302 MENENDİERDEM

her zaman yeni bir bilgi, beceri, davranış Öğrenebiliriz veya mevcut bilgi, beceri ve davranışımız her aıı ve her zaman değişebilir. 1

Çeşitli yazarlarımıza göre eğitimin tanımı farklıdır.

Eğitim genel anlamıyla, insanları belirli amaçlara göre yetiştirme sü­ reci; geniş anlamıyla toplumda varolan kültürü bireye aktarmada be­ nimsetme sürecinin bir parçasıdır, 1 2

Önceden belirlenmiş esaslara göre insanların davranışlarında belli ge­ lişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizisidir. 3

Bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir. 4

Eğitim, bireyde davranış değiştirme sürecidir. 5

Bu tanımlara göre eğitimin öğeleri;

a - Toplumda varolan kültürü aktarmada benimsetmede, geliştirmede araç olması b - Bireyde yeni bir davranış meydana getirmesi, varolanı da de­ ğiştirmesidir.

Eğitim aynı zamanda birçok işlevi de yerine getirmektedir.

a - Bireyin içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olmasını sağlamaktadır, b - Ekonomik ve toplumsal kalkınmanın temeli olan nitelikli insangücü ihtiyacını yetiştiren itici giiçdür.

1 Ali Rıza Erdem, Eğitimin Gerekliliği, Bilgi Çağında Eğitim, Yıl:3, Savı:6, Ocak-Şubat-Mart 1996, s,9 2 Ninenin Fidan, Mîi m re Erden Eğitim Bilimine Giriş Ankara : Repa Yayınları, 1989, s,5 3 Fcrhan Oğuzkıın Eğitim Terimleri Sözlüğü Ankara: Tiirk Dil Kurumu, 1974, s,6 4 Şelahaltiıı Erlürk Eğitimde Program Geliştirme Ankara: Yelken tepe Yayınları, 1972, s, 12 5 Özrün Deıniıvl Eğitim Terimleri Sözlüğü Ankara: Useııı Yayınları, No: 10, 1993, s,36 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 303

c - Bireyin yetenekleri ve kabiliyetleri Ölçüsünde kendini yetişmesini sağlayarak nihai amaç olan bireyin kendini gerçekleşmesinde etkili bir araçdır. d - Ortak değerleri, inançları, kültürü, siyasi rejimi benimseyen va­ tandaşlar yetiştirerek toplumun devamlılığım sağlamada vazgeçilmez bir araçdır,

EĞİTİM GEREKLİLİĞİ

Bireyin davranışlarından pek çoğu öğrenme ürünüdür. Bİr davranışın Öğrenme ürünü sayılabilmesi için onu: - Bireyin sonradan kazanmış olması, - En azından belli bir kararlılıkla göstermeye başlaması gerekmektedir. 6

Malzemesi insan olduğu için eğitim ince bir sanattır. Eğitimin bilen kişiler tarafından uygun bir program, araç-gereç, yöntem ve ayrıca özel bir dikkat ve itina ile yapılması gerekmektedir.

Eğitim, meyvesini geç veren bir siireçdir. Biliyoruz ki bugünün top- lumunda söz sahibi olanlar 20-30 yıl önceki eğitim uygulamalarının ürü­ nüdür. Bu anlamda geleceğin İstenen nitelikte İnsanını yetiştirmeye şim­ diden başlamak gerekmektedir. 7

Ünlü Çin düşünürü Kuan Tzu’nun dediği gibi

” Bir yıl sonrasıysa düşündüğün, tohum ek; Ağaç dik, oıı yıl son­ rasıysa tasarladığın; Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini, halkı eğit o zaman;

6 Durıııtıs Ali Özçclîk. Eğitim Programlan ve Öğretim Ankara. ÖSYM Yavmları, No: 8, 1989. s.l 7 Erdem: a.gjıı.. s. 10 304 MENEN Dİ ERDEM

Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın; Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün, eğitirsen milleti; Birine bir balık verirsen, doyar bir defalık; Balık tutmayı öğret, doysun ömür boyunca."

Eğitim günümüzde hızla gelişmekte olan bir teknolojidir. Bu teknoloji ile toplumların geleceği demek olan yeni nesiller yetiştirilmektedir. Eğitim her an her yerde olan bir olay ve olgudur. Yeri ve zamanı yok­ tur.

Eğer:

- Eğtim faaliyetleri iyi planlamazsa, - Bireyler çevrelerinde rasgele bir eğitime tabi tutuluyor!arsa, - Çevrelerinde eğitim açısından iyi örnekler azsa veya yoksa, - Bireylere verilen eğitim hedef, program, araç-gereç, yöntem ba­ kımından bilimsel değilse; amaçlara ulaşamamaktan daha kötüsü is­ tenmeyen tipde İnsanlar toplumda boy gösterebilecektir.

Tİinı bunlara dayanarak eğitimin gerekliliğini yu şekilde ifade ede­ biliriz;

1- Toplumda varolan kültürün yeni bireylere aktarılması, be­ nimsetilmesi, 2- Toplumun devamlılığını sağlayacak ortak değerleri paylaşan, kay­ naşmış, birbirine karşı hoşgörülü, demokratik yaşam tarzını benimsemiş ve bunu bir davranış olarak gösterebilen vatandaşların yetiştirilmesi, 3- Toplumsal ve ekonomik kalkınmada başat güç olan nitelikli in- sangücü ihtiyacının ihtiyaç duyulan alanlarda ve sayıda yetiştirilebilmesi, 4- Bireyin İlgi ve yetenekleri doğrultusunda yetiştirilerek nihai amaç olan bireyin kendini gerçekleştirebilmesi, İçin eğitim her toplumda ve bi­ reyin hayatının her saflı as m da gereklidir. BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 305

Toplumu oluşturan bireylerin doğumdan ölüme kadar geçen zaman sü­ resi. içerisinde her safhasında İstendik davranışlar göstermesi İsteniyorsa tabi olduğu eğitim tesadüflere bırakılmamalıdır; mutlaka planlanmalıdır ve hataları, eksiklikleri düzeltilerek yeniden İşe koşulmahdır. 8

EĞİTİMİN TÜRLERİ

Örgün eğitim, belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere, amaca göre hazırlanmış programlarla, okul çatısı altında düzenli olarak yapılan eğitimdir, Bp eğitim türünde genel, mesleki ve teknik eğitim prog­ ramları uygulanır.

Yaygın eğitim, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş, herhangi bir ka­ demesinde bulunan veya bu kademelerin biliden ayrılmış olan bireylere ilgi ve gereksinme duydukları alanlarda yapılan eğitimdir. Bu eğitim de­ ğişik yaş gruplarındaki ve seviyelerdeki bireylere amaçlarına uygun ha­ zırlanmış programların gerektirdiği ortamda ve sürede verilen eğitimdir. Halk eğitim, yetişkinler eğitimi, yetişkinler eğitimi, hizmet önceİs meslek eğitimi ve hizmetçi eğitim birer yaygın eğitimdir. 9

1.2. EĞİTİM LİDERLİĞİ

Okuldan lider yetiştirmesi ve liderlik yapması beklenir. Okulun ye­ tiştirdiği liderler yetiştiremediğİ liderler ve liderliğini yaptığı konular sü­ rekli .eleştirili*

Eğitimde her zaman her düzeyde yöneticiden, her düzeyin de­ neticisinden, her dersin sınıfın öğretmeninden, arada sırada da Öğrenciden liderlik beklenir. 10

8 a.g.ın, s. 10 9 Haydar Taymaz Hizmet İçi Eğitim Ankara: PEGEM Yayınlan, No:3, 1993, s.3 10 Şule Açıkaim Eğitim Liderliği Ders Notları Ankara: Hacettepe Üniversitesi, 1992, s.l i 306 MENENDÎ ERDEM

BİR ÖRGÜT OLARAK OKL’ÜUN KENDİNE HAS ÖZELLİKLERİ

Okulun örgüt olarak kendine has özelliklerini aşağıdaki gibi sı­ ralayabiliriz. H

1- Üzerinde çalıştığı hammadde toplumdan gelen ve topluma giden in­ sandır. 2- Çeşitli değerler vardır. Bu değerler birbirleriyle etkileşir ve çatışır, 3- Ürününü değerlendirme güçlüğü vardır. 4- Özel bir çevredir. 5- Çevresindeki bütün biçimsel ve doğal örgütler okula yön vermeye veya etkilemeye çalışır. 6- Fikir bağımsızlığı sınırlandıolmaya çalışılır. 7- Kültür aktarımım ve değişimini sağlar. 8- Bürokratik bîr kurumdur. 9- Kendine özgü bir kişiliği olduğundan her okulun örgüt havası de­ ğişiktir.

EĞİTİMDE LİDERLİK

Eğitimde liderlik yetki, görev, yürütme ve etki ile kendini belli eder. Bir eğitim örgütündeki üyelerin beklentileri yönetimde liderliğe bir yanıt sayılabilir. Bu üyelerin yöneticiden beklediği davranışlar, örgütün yapı ve havasında önemli bir yer tutar.

Bugünün eğitim liderleri herşeyden önce bilgili ve çok yönlü olmak zo­ rundadırlar. Lider yönetici eğitim girişiminin ne olduğu ile ne olması ge­ rektiğini birbirinden ayırd edebilen ve sorumluluğundaki madde ve insan kaynaklarını ikinci yönde kullanabilen insandır. * 12

Eğitimde kalkınma bir liderlik sorunudur. Tutucu eğitim örgütleri, lider yönetici yetiştirme girişimine yanaşmazlar Merkez yöneticileri iyi olun­ ca, merkez dışındaki birimleri iyi işletebileceğim kabul ederler. b

1 I Ziya Bıırsalmğlıı, Okul Yöneliminde Yeni Yapı ve Davranış Ankara: PEGEM, Nu:2, s.32-35 12 a.g.e.. s. 191 D ... 191 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 307

BÖLÜM II ATATÜRK'ÜN EĞDİM LİDERLİĞİ

Atatürk'ün eğitim liderliğini eğitime ilişkin doğru gözlem ve tespitlerde bulunması, eğitimle ilgili ilkeler getirmesi, köklü değişiklikler ger­ çekleştirmesi, öğretici kişiliği ve eğitim uygulayıcısı olmasında gör­ mekteyiz.

2.1. EĞİTİMİMİZE İLİŞKİN DOĞRU GÖZLEM ve TESPİTLERDE BULUNMASI

Liderin en önemli özellikleri arasında iyi bir gözlem ve analiz yaparak mevcut problemleri belirleyip tanımlaması gelmektedir. Atatürk içinde bu­ lunduğu toplumumuzun eğitim sistemini gençliğinden beri eleştirisel bir gözle bakmış, gözlemleri ve teşhisleri gelecekte eğitim alanında yapmayı düşündüğü köklü değişiklikler için ışık olmuştur. 14

Atatürk eğitimimize ilişkin doğru gözlem ve tespitlerde bulunmuş, eği­ timimizin temel hatalarını görmüş ve milletimize de göstermiştir.

TOPLUMUMUZDA YAYGIN BİR BİLGİSİZLİK VARDIR.

Atatürk'ün bilgisizlikle ilgili yaptığı gözlemler şunlardır. 15

"Milletimizi yüzyıllarca başkalarının hırs ve faydalanma aracı kılan en büyük düşmanı bilgisizliktir. Milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca İhtiyatsız bulunduran hep hu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunıuı-bıınun milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün arazileri kendi öz arazileri gibi saymaları hep milletin bıı bil­

14 AIİ Rıza Erdem, Bir Eğitim Lideri Atatürk (Eğitim Liderliği Ders Ödevi) Ankara: Ha­ cettepe Üniversitesi, Ocak 1993, s,4 15 Yahya Akyiiz Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993'e) İstanbul: Kültür Koleji Yayınları Eğilimde Arayışlar Dizisi: 4. 1994, s. 290 308 MENENDİ ERDEM gisizliğinden istifade edebilmek sayesindedir. Gerçek kurtuluşu is­ tiyorsak, her şeyden Önce, bütün kuvvetimiz, bütün suretimizle bu bil­ gisizliği yok etmeğe mecburuz* Burada bilgisizliği sadece okuma yazma manasında *almıyoruz ”

EĞİTİM - ÖĞRETİM YÖNTEMLERİMİZ UYGUN DEĞİLDİR.

Atatürk öğrencilik hayatında baskıya-kısmen serbestiye dayanan, pasif- etken, ezberci deneyci eğitim öğretim yöntemlerini bizzat yaşamış; Tiirk çocuklarının, gençlerinin yüzyıllardır nasıl yetiştiklerini ve bunun ne gibi sonuçlar verdiğini incelemiş ve gözlemiştir. Bütün bu tecrübelerden, göz­ lemler ve incelemelerden sonra Temmuz 1921'de Ankara'da toplanan Marif Kongresi'nde öğretmenlerimizin önünde, Türk eğitim tarihinin en önemli teşhislerinden birini yapmıştır. 16

"Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin, milletimizin gerileme tarihinde en mühim sebeb olduğu kanaatindeyim,"

ÇOCUKLARIMIZ ÜZERİNDE AİLE BASKISI VARDIR

Atatürk, ailelerin çocuklar hakkında yanlış bir tutumuna da ana- babaların dikkatini çeker. 17

" Çoğu ailelerde Öteden beri kötü bir alışkanlık var: Çocuklarını söy­ letmez ve dinlemezler, zavallılar lafa karışınca "sen büyüklerin ko­ nuşmasına karışma " der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket."

EĞ İTİ M SİSTEMİMİZ MİLLİ DEĞİLDİR

Atatürk'e göre bir milletin yükselmesi de, alçalması da eğitim sis­ teminin milli olup olmamasıyla İlgilidir. Milli olmayan eğitim sistemimiz

16 A.g.e.. s. 291 l7A,g,e..s. 291 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 309 yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel sebeblerindendir. Eylül 1924'de Samsun'da öğretmenlerle yaptığı konuşmada şu çok önemli teşhis ve tes­ pitte bulunur. Is

" Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız yanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terkeder."

İSTİKRARLI BİR EĞİTİM POLİTİKAMIZ YOKTUR

Atatürk Osmanlı eğitiminin son dönemleri için 1923'de şu teşhis ve tespitte bulunmuştur. 18 19

" Her Maarif Nazırının, Vekilinin birer programı vardı. Memleketin maarifinde çeşitli programların uygulanması yüzünden öğretim berbat bir hale gelmiştir."

EĞİTİMİMİZİN AMACI TÜKETİCİ İNSAN YETİŞTİRMEKTİ

Atatürk, her Nazırın başka bir program uygulattığnı söyledikten sonra eğitimimizin amacının kendini ve hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi tüketici insan yetiştirmek olduğu tespitini söylemiştir. 20

*’ Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş bir takım insanlar... Ama neyi bilmiş? Bir takım na­ zariyatı bilmiş! Fakat neyi bilememiş? Kendini bilememiş, hayatını, ihtiyacım bilememiş ve aç kalmış! İşte bu öğrenim tarzının uğursu sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın olmak demek, çok bil­ miş olmak demektir, sefalete ve fakirliğe mahkûm olmak demektir."

18 A.g.e., s, 291 19 A.g.e., s. 292 20 A.g.e., s. 292 31() MENENDİ ERDEM

2.2. SORUNLARA "EĞİTİM İLKELERİ" NİN İŞIĞINDA ÇÖZÜM GETİRMESİ

Atatürk gözlem ve teşhisleri sonucunda ortaya koyduğu problemleri, ortaya koyduğu "eğitim ilkeleri" nin ışığında çözüm önermiş ve ulusal eğitim politikasını biçimlendirmiştir.

Atatürk'ün mevcut eğitim sorunlarım çözmede ve gelecekteki eğitim uygulamalarını şekillendirmede ortaya koyduğu eğitim ilkeleri şunlardır. 21

- Eğitim lâik olmalıdır. - Eğitim ulusal olmalıdır. - Eğitim karma olmalıdır. - Eğitim bilimsel olmalıdır. - Eğitim uygulamalı olmalıdır.

Bu ilkeleri belirlerken Atatürk'ün nasıl bir Türk insanı istediği de ken­ diliğinden ortaya çıkmaktadır. O, ümmetçi bir toplum anlayışından Türk ulusçuluğuna, teba anlayışından halkın egemenliğini temel alan bir dü­ zene geçilmesinde en başta gelen Öğenin eğitim olduğunu biliyordu, 22

Liderin Özellikleri arasında sorunları teşhis edip, tanımlaması yanında uygun çözüm önerileri sunması da vardır. Atatürk'ün eğitim sorunlarına geLirdiği çözüm önerileri çağdaş, akılcı, milli, bilime dayalı ve uy­ gulanabilirdi. Bu da Atatürk'ün bir lider olarak aynı zamanda Türk mil­ letini ne kadar iyi tanıdığını da göstermektedir. Atatürk'ün eğitim so­ runlarına çözüm önerileri uygulamalar için temek gelecek için örnek olmuştur. 22

EĞİTİM LÂİK OLMALIDIR,

1923'te Anadolu'da eğilimin dörtte üçü hala medrese çatısı al­

21 Malımın Adem. Ulusal UÇilim l’nlîUkanıız ve finansmanı Ankara; A.U. Eğilim Bilimleri fa- kiıliesi Yayınları, No: 172, f00_< s.25 22 Aıieııı. A mı ürk ç ii Diişiimm Umunla rEilmı İMliıikaınız l'.Çıt ini Prjli t iktıs ı Ankara: 1995, s.7 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 31 I tındaydı. Atatürk eğitim alanında ve başka alanlarda muhtaç olduğu ye­ tişmiş kadroları bulmakta çok güçlük çekmiştir. 24 25

Medreselerin kaldırılmasından bir süre sonra, Rize, seyahatinde bir grup Atatürk'e bir dilekçeyle başvurarak medreselerin tekrar açılmasını İstedi. Atatürk, medrese eğitiminin yetersizliğini ve memleketteki felâketteki ro­ lünü bu heyete anlattıktan sonra, sözlerini şöyle tamamladı. 2?

"Mektep istemiyorsunuz, Halbuki millet onu istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evladı yetişsin. Medreseler açılmayacaktır... Millete mektup lazım,"

EĞİTİM ULUSAL OLMALIDIR

önceki dönemlerin milli olmayan eğitimini felaketlerimizin temel se- bebleri arasında gören Atatürk yeni, devletin eğitiminin milli olmasını is­ temiştir. Mart 1923'de Konya gençlerine yaptığı konuşmada "milli ter­ biyenin" ne olduğunu anlatmaya çalışır. 26

"Aydınlarımız "milletimizi en mesut millet yapayım " der. "Başka mil­ letler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım " der. Lâkin düşünmeliyiz ki böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan birşey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebeb ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, bu­ luşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız."

24 Turhan Feyzioğlu ve Diğerleri Atatürk Yola Ankara: Atatürk Araştı rina Merkezi, 1987, s.47 25 A.g.c., s,205'teıı Atatürk 1000 Temel Eser, İstanbul: 1970. s.2 18 26 Akyiiz a.g.c. s.294 312 MENENDÎ ERDEM

EĞİTİM KARMA OLMALIDIR

1 Mart 1923'de TBMM'ni açarken yaptığı konuşmada eğitim birliği konusunda açık direktifler verdi. 27

"Memleket çocuklarının eşit şekilde ve ortak olarak elde etmeye mec­ bur oldukları İlim ve fenler vardır. Yüksek meslek ve ihtisas erbabının ayrılabileceği öğretim derecelerine ulaşıncaya kadar "eğitim ve öğ­ retimde birlik" toplumumuzıın ilerlemesi ve yükselmesi açısından çok önemlidir. "

EĞİTİM BİLİMSEL OLMALIDIR

Atatürk bilimin her alanda olduğu gibi eğitimde de bize tek rehber ol­ ması gerektiğini söylemiş, eğitim tarihimizde yepyeni bir çığır açmıştır. Onuncu Yıl Nutkunda bunu şöyle ifade etmiştir. 28

" Türk milletinin yürümekte olduğu medeniyet ve ilerleme yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müsbet ilimdir.

EĞİTİM UYGULAMALI OLMALIDIR

Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar ye­ tiştirmelidir. Atatürk OsmanlI'nın duraklama ve gerileme dönemlerinde rağbet edilen mesleklerin memuriyet olduğunu ve bu nedenle ticaret ve sanayinin Rum, Ermeni, Yahudi 1 ere kaldığını görmüş; gerilememizin en önemli sebeblerinden biri olan memur olmaya aşırı düşkünlüğü kal­ dırmaya çalışmış ve eğitimimize yeni ve aktif bir insan tipi yetiştirmeyi hedef göstermiştir. 193 Ede şöyle der. 29

İlk ve orta öğretim mutlaka, insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği

27 Fcyzioğlıı a.g.c., s.204’den Atatürk'ün SÖvlcv ve Demeçleri, e.l, ikinci Baskı, s.300 28 Akyiiz a.g.e., s.295 29 A.«.e., s. 295 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 313 ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun."

Lider yeni yapı ve davranışlar gösterebilendir. Atatürk eğitim ala­ nındaki inkılaplarıyla yeni bir yapı ve davranış oluşturmuş, o güne kadar ki uygulamalar tamamen değişmiştir. Dini eğitim yerine lâik eğitim yapılmaya; Arap harfleri yerine Latin Türk harfleri kullanılmaya; metafizik yerine müspet ilim gösterilmeye; Türk dili Arapça ve Farsça'dan arındırılmaya; Türk tarihi gerçek yönleriyle ortaya çıkarılmaya baş­ lanmıştır, 30

EĞİTİMİ LÂİKLEŞTİRMESİ

Atatürk daha Kurtuluş Savaşı yıllarında 1 Mart 1922'de TBMM'de yaptığı konuşmasında milli eğitimin milletimizin bugünkü haliyle, iç­ timai ve hayati ihtiyaçlarıyla, çevrenin şartlarıyla, içinde yaşadığımız asrın icaplarıyla uyumlu hale getirilmesini istedi.31

3 Mart 1924'de "halifeliğin kaldırılması" kanunuyla birlikte "Tevhid-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi)" kanunu da kabul edildi ve bu kanunla medreseler önce MEB'na devredildi, sonra da kapatıldı. Atatürk "Tevhid-i Tedrisat" kanununun kabulünden sonra bir yurt gezisinde yaptığı şu ko­ nuşmayla eğitim ve öğretim birliğine verdiği önemi şu şekilde vurguladı.32

" Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fert­ lerden kurulu bir millet yapmağa imkân aramak abesle uğraşmak olmaz mı idi?

Dünya medeniyet ailesinde saygı toplayan bir yerin sahibi olmaya lâyık Türk milleti evlatlarına vereceği eğitimi "mektep" ve "medrese"

30 Erdem, Bir Eğitim Lideri: Atatürk, s.6 31 Fcyzioslu. a.tr.e. s.203’den Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. II, İkinci Baskı, s, 16 32 A.g.e. s,2O5’dcn Atatürk 1000 Temel Eser. İstanbul, 1970, s.217 314 MENENDİ ERDEM

adında birbirinden büsbütün başka "iki çeşit kuruluşa" bölmeye kat­ lanabilir miydi?"

Bir süre sonra Türkiye'deki yabancı okulların "ilk kısımları" kapatıldı, Böylece biitiin Türk çocuklarının aynı programı uygulayan "mecburi ilk öğretimden" geçmeleri ilkesi güçlendirilmiş oldu. Azınlık okullanyla ya­ bancı okulların "orta" kısımlarında da "Türkçe, tarih, coğrafya ve yurt- bilgisi dersleri" nin "Türk öğretmenler" tarafından "Türkçe" okutulması esası kabul edildi. Bu da eğitim birliği yönünde atılmış önemli bir adımdı,

ARAP HARFLERİ YERİNE LATİN TÜRK HARFLERİNİ GETİRMESİ

Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda nüfusun % 90T okuma yazma bil­ miyordu. Bunun nedenini dilbilimcimiz şöyle açıklıyordu.33

" Cumhuriyetten önce, halkın yüzde doksanından çoğu okuına- yaznıa bilmiyordu. Nedeni, eski yazı ile okuyup yazmanın güçlüğü idi. Eski yazı güçtü; çünkü Arapçanın yazısı idi; Tiirkçeyi yazmaya elverişli değildi. Biz Arap abecesini almış, buna sadece Arapçada bulunmayan np,çj" harflerini eklemiştik. Ama bununla Türkçenin abecesini oluş­ turmuş olmuyorduk."

Atatürk'e göre Arap harfleri şu nedenlerle bırakılmalıydı: 34 1- Türkçeye uygun değildi. 2- öğrenilmesi zordur, bu da toplumda eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir nedenidir. Atatürk Ağustos 1928'de şöyle der:

" Bir toplumun %10'u, %20'si okuma yazma bilir, %80'i, %90'ı okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak lâzımdır. Halbuki bu millet utanmak için gelmemiştir."

33 Ömer Asım Aksoy, Atatürk'ün Halkçılık An kıyışın ın Eğilimdeki Önemi Ne Olmtışlıır? Türk Eğlinı Derneği V. Eğitim Toplantısı, Ankara: 4-6. il 1981 Atatürk ve Eğitim Ankara: TED Yayım, No:?, 198i. s.9i 34 Akyiiz, A.g.c. s, 298 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 315

I Kasını 1928'dc kanunla yeni Latin Tiirk Alfabesi kabul edilmiştir.

Harf devrimi geniş halk kitlelerinin hızla okur-yaz.ar olmalarını sağ­ lamalarının yanısıra. Ttirk dili ve kültürünün Arap ve doğu kültürünün et­ kisinden kurtarılmasını amaçlıyordu. ’-5

YENİ BİR TARİH ANLAYIŞINI GETİRMESİ

Osmanlı tarih anlayışına karşı çıkarak, Türklerin binlerce yıllık bir ta­ rihi ve uygarlığı bulunduğunu savunmuş, özellikle İslamiyete geçişinden önceki dönemler üzerinde çok daha fazla üzerinde durmuştur.

Tüm bu çabalardan amaç, hem batıkların tarih, ırk, uygarlık ba­ kımından haksız saldırılarda bulunduğu Türk insanına köklü bir güven duygusu aşılamak, hem de bilim adamlarını yeni araştırmalara teşvik etmek olmuştur. 35 36

Atatürk 1931 yılında da bu amaçla Türk Tarih Kurumunu kur­ muştur.

TÜRKÇE’NİN SADELEŞTİRİLMESİ ve GELİŞTİRİLMESİ ÇALIŞMALARINI SİSTEMLEŞTİRMESİ

II. Meşrutiyet döneminde, gittikçe güçlenen Türkçülük akımının et­ kisiyle dilde hızlı bir sadeleşme gerçekleşmiştir. Fakat yine de Türkçe'de başka dilden gelen kelimelerin sayısı çoktu.

Atatürk dildeki sadeleşmeyi hızlandırmak ve sürekli hale getirmek, Türkçeyle ilgili bilgili bilimsel araştırmaların yapılmasına olanak sağ­ lamak amacıyla 1932 yılında Türk Dil Kurmnunu kurmuştur.

35 Adem. Ulusal Eğilim Pul i i İkamız ve Finansmanı s. 11 .Vı Akyıi/ -.O1.19 316 MEN EN Dİ ERDEM

BÖLÜM III SONUÇ

Atatürk'ün eğitim sistemine ilişkin gözlemleri, teşhisleri, önerileri ve emirleri kişisel liderliğini göstermektedir.

Eğitimciliği, uygulayıcılığı ve eğitim-öğretim alanındaki inkılapları durumsal liderliğini göstermektedir.

Atatürk eğitimde hem teori hem de uygulama lideridir. Atatürk, eğitim girişiminin ne olduğu ile ne olması gerektiğini bir­ birinden ayırd edebilen ve sorumluluğundaki madde ve insan kay­ naklarını ikinci yönde kullanabilen liderdi.

"Çağdaş uygarlık seviyesinin de üstüne çıkma" mn eğitimle olacağının bilincini yerleştirmiştir.

Tüm bunlar Atatürk'ün eğitim liderliğini güncel kılmaktadır.

KAYNAKLAR

AÇIKALIN, Şule Eğitim Liderliği Ders Notları Ankara: Hacettepe Üniversitesi, 1992 ADEM, Mahmut Ulusal Eğitim Politikamız ve Finansmanı Ankara: A.Ü, Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 172, 1993 Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız Eğitim Politikası An­ kara: 1995 AKSOY, Ömer Asım Atatürk'ün Halkçılık Anlayışının Eğitimdeki Önemi Ne Olmuştur? Türk Eğitim Derneği V. Eğitim Toplantısı, Ankara 4-6, 11 1981 Atatürk ve Eğitim Ankara: TED Yayını, No:5, 1981 AKYÜZ, Yahya Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993'e) İstanbul: Kültür Koleji Yayınları Eğitimde Arayışlar Dizisi: 4, 1994 BURSAL1OĞLU, Ziya Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış Ankara PEGEM, No:2, 1992 BİR EĞİTİM LİDERİ OLARAK ATATÜRK 317

ERDEM, Ali Rıza. Eğitimin Gerekliliği Bilgi Çağında Eğitim, Yıl:3, Sayı :6, Ocak-Şubat-Mart 1996 Bir Eğitim Lideri Atatürk (Eğitim Liderliği Ders Ödevi) Ankara: Ha­ cettepe Üniversitesi, Ocak 1993 ERTÜRK, Selahattin. Eğitimde Program Geliştirme Ankara: Yel- kentepe Yayınları, 1972 FEYZİOĞLU, Turhan ve Diğerleri Atatürk Yolu Ankara: Atatürk Araş­ tırma Merkezi Yayını, 1987 FİDAN, Nurettin. ERDEN, Münire Eğitim Bilimine Giriş Ankara: Repa Yayınları, 1989. OGUZKAN, Ferhan. Eğitim Terimleri Sözlüğü Ankara, Türk Dil Ku­ rumu Yayını, 1974, ÖZCAN, Demirel Eğitim Terimleri Sözlüğü. Ankara: Usem Yayınları No: 10,1993 ÖZÇELİK, Durmuş Ali. Eğitim Programları ve Öğretim Ankara: ÖSYM Yayınları, No: 8, 1989 TAYMAZ, Haydar. Hizmet İçi Eğitim Ankara: Pegem Yayınları No:3, 1993

''YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ANLAYIŞI VE KÜRESELLEŞEN DÜNYADAKİ YERİ

YAŞAR TEKDEMİR *

Sovyetler Bİrlİği'nin çöküp, soğuk savaşın sona ermesi sonucu ortaya çıkan köklü değişimlerin de etkisiyle; küreselleşme olgusu büyük bir hız kazanmıştır. İki kutuplu dünyanın tarihe gömülmesi; dünya uluslarım bu küreselleşme olgusu çerçevesinde, daha önce benzeri görülmemiş bir barış özlemini yüreklerinde hissetmeye sevketmiştir. Maalesef, bu özlem Yugoslavya'da patlak veren ve yüzbinlerce masum insanın hayatlarını yi­ tirmesine sebep olan savaş yüzünden önemli bir darbe almıştır. Ancak herşeye rağmen bu evrensel barış özlemi tamamen yok olmuş değildir.

Küreselleşmenin en hızlı çağında, en coşkulu ve vurgulu şekilde dile getirilen bu barış özlemi, oysa 2O.yy’m başında, dünyada baskıcı re­ jimlerin hortlamaya başladığı bir dönemde, Türkiye Cumhurİyeti'nin Ku­ rucusu ulu önder Atatürk tarafından "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesiyle en güzel şekilde ifade edilmiştir. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Ku­ rulduğu yıldan beri bu ilkeyi kendi dış politikası İçin temel alarak, an­ laşmazlık ve çatışmaların belirleyici olduğu bir bölgede, barış ve istikrar adası olma niteliğini sürdürme konusunda engin bir başarı göstermiştir. Türlüye; bu ilke doğrultusunda, I. Dünya Savaşını da hesaba katarak, II. Dünya Savaşma katılmamış, savaş öncesinde çıkmaması için, sonrasında ise, bîr an önce erdirilmesi için elinden geleni yapmış ve savaş sonrası ulaşılan düzenin en önemli kurumu olan Birleşmiş Milletler'in en büyük destekçilerinden birisi olmuştur. "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışı Türkiye'yi Kore, Somali ve en son Bosna gibi uluslarası barışın tehdit edildiği gelişmeler karşısında ortak tavır alan uluslarası toplum içinde her zaman yer almaya sevketmiştir.

- Aııki’rn ilııi\crsitcsi, Siynsal Bilgiler Fakültesi U1 uskıraıası İlişkiler Bötiimit -i. Sınıl' Öğrencisi 320 YAŞAR TEKDEMİR

Türkiye'nin tüm bu çabalarından beklediği yarar, "Yurtta Sulh, Ci­ handa Sulh" anlayışının belirlediği çizgiden sapmadan, dünya çapında barışın sağlanması ve korunmasından başka bir şey olmamıştır.

Bugün, dünya küreselleşhıesinin sonucu olarak küçük bir köy haline gelmiştir. Artık gerek ülke içinde, gerek ülkeler arasında karşılıklı ba­ ğımlılık (interdependeııce) olgusu büyük önem kazanmış ve bu olgu in­ sanları ve ulusları birbirinden kopamaz hale getirmiştir. Böylesi bir or­ tamda, en büyük risk; dünyanın herhangi bir yerinde çıkabilecek siyasal, ekonomik, dinsel etnik vs. nedenlere dayalı bir çatışma ya da an­ laşmazlığın (Bosna - Hersek örnek olayında olduğu gibi) kısa bir süre içinde, dünyanın geri kalanını tehdit altında bırakma potansiyelinin es­ kisine göre çok daha yüksek olmasıdır. Bu nedenle bugün, dünya ulus­ larının küresel barışı tehdit edebilecek sorunlar karşısında işbirliği yap­ mak için ortak bir bilince ihtiyaçları vardır. Bu ortak bilinç evrensel çapta kabul gören ve benimsenen bir ilke ile mümkün olabilir, İşte bana göre bu evrensel ilke; bir yandan ülke içindeki görüş ayrılıklarının uzlaşmacı bir yaklaşımla ortadan kaldırılarak, iç barışın sağlanması, diğer yandan bu iç barış ortamında alman eşsiz destekle gereken çabayı göstererek, önce bölge, ardından dünya barışının sağlanıp, korunması anlamına gelen. "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışından başka bir şey değildir. Bu yak­ laşım, dünyanın girift sorunları düşünüldüğünde, ilk anda çok ütopik gibi görünse de, söylenebilecek şey en azından imkânsız olmadığıdır, En İmkânsız olana bile hayat kazandıran şey, ona olan inanç ve güvendir. Ni­ tekim Türkiye yıllardan beri "Yurtta. Sulh, Cihanda Sulh" anlayışına olan İnanç ve güveniyle, bölgesinde sürekli biçimde bir barış ve istikrar adası olarak bu imkânsızı zorlamıştır. Kısaca Türkiye bu noktada yerine oturan güzel bir örnektir. Dünya ulusları birbirlerine muhtaç olduklarının bi­ lincine daha ileri seviyede varıp, diğeri olmadan kendisinin de bir anlam ifade etmeyeceği şeklînde bir kanıya ulaşır ve çatışma konularına na­ zaran, işbirliği alanlarına daha çok vurgu yaparlarsa, evrensel bir barışın sağlanması hiç de uzak bir ihtimal değildir.

İnsanlık ancak "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" gibi eşsiz ve evrensel olan bir anlayışın yarattığı ortak bilinçle böyle bir noktaya gelebilir. Bu ilke "YURTTA SULH, CİHANDA SULH" ANLAYIŞI 321 yardımıyla, dünya ulusları bireysel temelde kendilerini ve kendi çıkarlarını ne kadar düşünüyorsa (Yurtta Sulh), aynı şekilde farklı, kültür, dil, din ve ırktan olan başka ulusları da düşünecek ve onları kendi varlıklarının ay­ rılmaz birer parçası olarak görecektir. (Cihanda Sulh)

Sonuçta şunlar söylenebilir. Yaklaşık 70 yıl önce yüce önder Ata­ türk'ün büyük bir uzak görüşlülükle ortaya attığı bu evrensel anlayış, bugün insanlığın varlığını barış içinde sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu özel bir konumdadır. Bu noktada bize düşen, Atatürk’ten miras olarak al­ dığımız bu yüce anlayışın dünya uluslarınca kabul görmesini ve be­ nimsenmesini sağlamak için özellikle uluslararası platformda elimizden geleni yapmak olacaktır.

Atalarımızın kanlarıyla sulanan bu topraklarda barış içinde yaşama fırsatını bulan biz Atatürk nesline de yakışan bu olacaktır.

Geleceğin dünyası, varlığını büyük ölçüde savaştan, çatışmadan ve an­ laşmazlıktan uzak, barış ve istikrar ortamı içerisinde sürdürebilir. Bu ise, ancak önce ülke, sonra bölge ve dünya çapında barışın kurulmasıyla mümkün olabilir. İnsanlık sağduyulu bir şekilde, Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışı İçerisinde başka bir dünya olmadığını anlayacaktır. Ne de olsa aklın yolu birdir.

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ'NDEN HABERLER

YURTDIŞINDA KURULAN ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZLERİ

ZEKÎYE KOPAÇLI *

Atatürk Araştırma Merkezi; Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla, Anayasanın 134. maddesi ve 2876 sayılı Kanun'la ku­ rulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kuramu'nun bağlı ku­ ruluşlarından birisidir.

Kanun'un 19. madddesinin j ve k fıkraları gereğince, Atatürk Araş­ tırma Merkezi'nin görevleri arasında;

j) "Yurt içinde ve yurt dışında Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılâpları konuları ile Cumhuriyetimizin kuruluşunu hazırlayan ve Cum­ huriyet dönemindeki olayların,sebepleri ve gelişmeleri konularında üstün başarılı eserler veren, eğitim ve öğretim hayatında ve çalışma alanlarında ve hizmet yerlerinde Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılâpları doğ­ rultusunda örnek çalışmlarmda bulunan Türk ve yabancı, gerçek ve tüzel kişileri çalışmalarında, hizmet ve faaliyetlerinde desteklemek."

k) "Yurt içinde ve yurt dışında yerli ve yabancı, resmi ve Özel eğitim, bilim, kültür, sanat kuram ve kuruluşları ile; araştırma merkezleri, ar­ şivler ve benzeri yerlerle ve çeşitli dallardaki araştırmacı, yazar ve sa­ natkârlarla işbirliğinde bulunmak" yer almaktadır.

İşte bu görevler doğrultusunda, Atatürk Araştırma Merkezi'nin teşvik ve öncülüğüyle, Milli Mücadele'yi, Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve

Atatürk Araştırına Merkezi, Kütüphaneci. 326 ZEKİYE KOP AÇLI inkılâplarını, Türkiye Cumhuriyeti Tarihini ve modern Türkiye Cum- huriyeti'nin dayandığı temel ilkeleri etkili bir biçimde tanıtabilmek ama­ cıyla, Türk Cumhuriyetlerinde ve diğer ülkelerde Atatürk Araştırma Mer­ kezleri kurulmaya başlanmıştır.

Atatürk Araştırma Merkezi bu kuruluşlara mevzuat ve bilgi aktarımı, yayın yardımı, karşılıklı bilim adamı değişimi ve bilimsel toplantılar dü­ zenlenmesi şeklinde destek sağlamaktadır.

Bu çerçevede faaliyette geçen ilk kuruluş Kuzey Kıbrıs Türk Cum- huriyeti'nde Doğu Akdeniz Üniversitesi bünyesinde kurulan "Kuzey Kıb­ rıs Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi" olmuştur,

8 Mart 1995 tarihinde kurulan Doç.Dr. Haşan CÎCİOĞLU'nun baş­ kanlığını yaptığı "Kuzey Kıbrıs Atatürk Araştırma ve Uygulama Meı- kezi'nin amacı; Kuzey Kıbrıs Türk halkına ve özellikle üniversite öğ­ rencilerine, Atatürk ilke ve inkılâpları ile Atatürkçü düşünce sistemini öğretmektir.

Ayrıca Merkez Türkiye ve diğer ülkelerde aynı amacı paylaşan ku­ ruluşlarla işbirliği içerisinde olup, bu kuruluşlarla ortak konferans ve se­ minerler düzenlemekte, yayın alışverişinde bulunmaktadır.

Merkezin adresi:

Doğu Akdeniz Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi Başkanlığı Gazi Magosa / Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Tel: (392) 366-6588/366-3613 Belgegeçer (Faks): (392) 366-1886

Atatürk Araştırma Merkezleri'nin İkincisi, Kırgızistan'da Türkiye ve YURTDIŞINDA KURULAN ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZLERİ 327

Kırgızistan Cumhurbaşkanlarının onursal eşbaşkanlıklarında ve Prof. 13r, Osmanokun İB RAİ MOV başkanlığında "Kırgızistan Cumhuriyeti Ulus­ lararası Atatürk (Merkezi) Vakfı (Atatürk Atındagı El Aralık Fonddu)" adıyla kurulmuştur.

Ayrıca Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile Kırgızistan Cumhuriyeti Uluslararası Atatürk (Merkezi) Vakfı arasında karşılıklı bilgi ve belge aktarımını, bilimsel çalışmalarda işbirliğini, bilim adamı ve yayın değişimini kapsayan kültürel bir sözleşme İmzalanmıştır.

Merkezin adresi:

Kırgızistan Cumhuriyeti Uluslararası Atatürk (Merkezi) Vakfı (Atatürk Atındagı El Aralık Fonddu) Bişkek/Kırgızistan

Üçüncü Atatürk Araştırma Merkezi Nahcıvan'da, Nahcıvan Devlet Üniversitesinin Bilimsel Şurası'nm kararı uyarınca ve Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun tüzüğü örnek alınarak Üniversite bünyesinde "Nahcıvan Atatürk Araştırma Fonu" adıyla kurulmuş, daha sonra "Nah- cıvan Atatürk Araştırma Merkezi" adım almıştır.

Anılan Şura kararıyla Nahcıvan Devlet Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsa HABİPBEYLİ Merkez'in başkanlığına getirilmiştir.

Merkezin Adresi:

Nahcıvan Devlet Üniversitesi Nahcıvan Atatürk Araştırma Fonu Nahcıvan/Azerbaycan

Yine Nahcıvan Devlet Üniversitesi Bilimsel Şurası'nm 24 Ekim 1995 tarihli kararı gereğince Nahcı van'dan sonra B akü'de de "Atatürk Araş­ 328 ZEKİYE KOP AÇLI

tırma Merkezi" kurulmuş olup, Başkanlığım İlimler Akademisi Edebiyat Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Yaşar KARA YE V yapmaktadır.

Merkezin adresi:

Atatürk Araştırma Merkezi B akü/Azerbay c an

Son olarak Özbekistan’da, Özbekistan Cumhurbaşkanlığı nezdinde "Stratejik ve Mıntıkalararası Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü" ku­ rulmuş olup, Türkiye'de Orta Asya ile ilgilenen ilmi kuruluşlarla te­ maslarda bulunmaktadır,

Enstitü Müdürlüğü'nü Prof. Dr. Mirakbar RAHMANKULOV yü­ rütmektedir.

Adresi:

Taşkent, 700027 Halklar Dostluğu Sokağı, No:2 Özbekistan

Kurulması için gerekli çalışmaların yürütüldüğü Atatürk Araştırma Merkezleri arasında ise; Türkmenistan, Kazakistan, Bulgaristan, Ma­ kedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek, Romanya ve Pıizren - Yugoslavya bulunmakta olup, diğer ülkelerde de benzer Merkezlerin yay­ gınlaştırılması çalışmaları devam etmektedir. ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ KÜTÜPHANE VE ARŞİVİ Nİ ZENGİNLEŞTİRME ÇALIŞMALARI VE HAŞAN CEMİL ÇAMBEL ADINA YAPILAN BAĞIŞLAR

ZEKİYE KOPAÇLI *

Atatürk Arştırma Merkezi Başkanlığına 2876 sayılı Kanun’la "Ata­ türk, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ile ilgili Türkçe ve ya­ bancı dillerde yazılmış kitap, broşür, dergi ve benzeri materyallerden olu­ şan bir kitaplık kurmak" görevi verilmiştir.

Atatürk Araştırma Merkezi Kitaplık ve Arşiv’il 983 yılında kurulmuş olup, "Milli Mücadele ve Türk İstiklâl Savaşı, Cumhuriyetimizin kuruluşu ve Cumhuriyet dönemi olayları İle Atatürk ilke ve inkılâplarının oluş­ masını belirleyen her türlü kaynak ve belgeleri toplamak, bunları bilimsel yöntemlerle düzenlemek, inceleme ve araştırma yapacakların hizmetine sunmak" görevlerini yerine getirmektedir..

Bu görevler doğrultusunda Atatürk Araştırma Merkezi Kütüphane ve Arşivi'ni zenginleştirme çalışmaları devam etmektedir.

Çalışmalarda çeşitli kurum ve kuruluşlar İle, araştırma merkezi, ar­ şivler, üniversiteler, kütüphaneler, gazeteciler, Türkologlar, Türkoloji ens­ titüleri, çeşitli dallarda araştırmacı ve yazarlarla yazışmalar yapılmış, Kütüphane ve Arşiv için belge, doküman ve materyal İstenmiştir,

Bu yazışmalar sonucu Kütüphane ve Arşiv'e birçok materyal sağ­ lanmıştır.

:i: Atatürk Araştırına Merkezi, Kütüphaneci. 330 ZEKİYE KOPAÇLI

Yazışma yapılan kişiler arasında rahmetli Haşan Çelil ÇAMBEL'in oğlu Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ve kızı Leyla ÇAMBEL'de bulunmaktadır.

Merkezimiz Kütüphanesi'ne babalarının yazdığı kitapların ası Harını ve bazılarının fotokopilerini bağışlayan Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ve Leyla ÇAMBEL'e gösterdikleri İlgi ve duyarlılıktan dolayı teşekkür edi­ yoruz.

Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ve Leyla ÇAMBEL Atatürk Araştırma Mer­ kezi Kütüphane ve Arşivi'ne aşağıdaki kitapları bağışlamışlardır.

Haşan Cemil ÇAMBEL'in Eserleri:

1- Attila'dan Atatürk'e (Orijinal) 2- Attila'dan Atatürk'e (2.bölüm) (Orijinal) 3- Gençlik Ruhu ve Gençleşme - Konferans, 1934 (Orijinal) 4- Türkler, Dilleri ve Kaderleri, 1949 (Fotokopi) 5- Bakacak Kahvesi, 1947 (Fotokopi) 6- Atatürk ve Tarih, 1939 (Ayrıbasım) 7- Türk Gençliği Nasıl Yetiştirilmelidir?, 1932 (Konferans) 8- Yeni Ruh, 1929 (Fotokopi) 9- Jüpiter, 1927 (Osmanlıca-Fotokopi) 10- Jüpiter, 1928 (Yeni harflerle-Fotokopi)

Çevirileri:

1- Alman Ruh Tarihine Dair Tetkikler, 1932 (Wilhelm Dİlthey) (Ori­ jinal) 2- Fichte ve Fichte'nin Hitabeleri-Türk Gençliğine Bir Armağan, 1927 (Osmanlıca Fotokopi) 3- Cannae'dan Can, 1327 (Feldmareşal von Schlieffen) (Osmanlıca- Orijinal) ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ KÜTÜPANE VE ARŞİVİ 33 i

Bu vesileyle Haşan Cemi! ÇAMBEL'İn biyografisini sunuyoruz.

Haşan Cemil ÇAMBEL (1877-1967)

Asker, siyaset adamı ve yazar. İstanbul’da doğdu. "Asıl soyadı Peıı- bezâde olup, sonradan Atatürk tarafından verilen "Çambel" soyadını kul­ landı. Kuleli Askeri İdadİsi’ni, Harb Akademisi'ni yüzbaşı rütbesiyle bi­ tirdi (1899). Dört yıl süreyle Almanya'ya gönderilerek, orada özellikle Kassel Askeri Garnizonu'nda, General V.Ludendorffun Garnizonunda ve General von Hindenburg Karargâhı'nda çalıştı. Selanik Rumeli Genel Mü­ fettişliği ve Jandarma Tensikat Müfettişliği, Balkan Savaşı'nda (1912) Genel Karargâh I. Şube Müdürlüğü, Berlin Biiyükelçiliği’nde Ata- şemiliterlik (1913) yaptı. 1

"51. Tümen Komutanlığı’na getirildi. Tümeni ile Irak'ta Fellâhiye Sa- vaşı'na katıldı. 1917'de yeniden Berlin Ataşemiliteri oldu. Mütârekeden sonra ordudan ayrıldı (1918). 21

" 1925-1929 yılları arasında Haliç Vapur İşletmesi Şirketi Müdürlüğü yaptı. 1929 yılında Bolu Milletvekili seçilerek TBMM'nin 3. d önemin den 8,dönemine kadar bu görevde kaldığı süre içerisinde Dışişleri Encümeni, Parlamentolararası Derneği ve Birleşmiş Milletler Derneği üyeliklerinde bulundu.3

" 1935 yılında Yusuf Akçura'ııın ölümü üzerine Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu Başkanlığına getirildi." 4 Atatürk'ün yönettiği Türk tarihi araştırmalarına katıldı.

" I.Büyük Türk Tarih Kongresi’ni düzenledi (1936). 1941 'e kadar bu gö­ revini sürdüren Çambel, Türk tarih araştırmalarının ve Kurunıu’nun mo­ dern bir biçimde organize edilmesine önayak oldu. "Türk Tarihinin Ana

1 Pars Tuğlacı, Çağdaş Türkiye, Cem Yayınları, C.I1, İstanbul 1989, s.920. 2 Meydan-Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, Meydan Yayınlan, C.3, İstanbul 1985, s. 131 3 Pars Tuğlacı, ıı.g.e. 4 Türk Ansiklopedisi, Milli Eğilim Basımevi. C.H. Ankara 1963, s.346. 332 ZEKİYE KOP AÇLI

Hatları" eserinden başlayarak Türk Tarih Kurumu'ııun yayınlarını yönetti. Oldukça yoğun bir yazı hayatı olan Çambel, Cumhuriyet, Hâki mi yet-i Milliye ve Ulus gazetelerindeki başyazılarıyla İstanbul Türk Ocağı'ndaki çalışmaları ve konferansları, Türk Yurdundaki yazılarıyla ve daha sonra da siyasi yaşamında Atatürk inkılâplarını destekledi. Ağırbaşlı, alçak gö­ nüllü, dürüst kişiliğiyle, Atatürk'ün sofralarından eksik olmadı. Tevfik Bıyıklıoğlu-Resuhi Olayı'nda sonra birkaç ay Atatürk'ün Umumi Kâtipliği (Genel Sekreterini de yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde ya­ yınlanmış, tarih, edebiyat ve felsefe üzerinde birçok yazıları vardır.3

Sonuç olarak Atatürk Araştırma Merkezi Kütüphane ve Arşivi'ni belge ve materyal yönünden zenginleştirme çalışmalarımız devam et­ mekte olup, değerli bilim adamı ve okuyucularımızın yardımlarını bek­ liyoruz.

5 Pars Tuğlacı. ıı.g.c. ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZÎ

HÜSREV BEY HEY’ET-İ NASÎHASI (Nisan-Haziran 1920)

DOÇ. DR. GÜNA Y ÇAĞLAR

AnreiiK4R4ş™'«

MİLLİ MÜCADELE’DE KONYA

YRD^OÇ.DS Aa RABMETAVAt,As ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ

CENUB-I GARBI KAFKAS HÜKÜMETİ

YRD. DOÇ. DR. AHMET ENDER GÖKDEMİR NUTUK CD-ROM’U Okuma alışkanlığının azaldığı teknolojinin gelişmesi İle seyretme ve dinleme alışkanlıklarının ön plana çıktığı 21.yiizyıla girerken ve Türkiye C u m h ur i y eti ’ n i n Kuru I uşunun 75. Y ı İd önümü ’ nde, Atatü rk Araşt ı rma Merkezi’nin hazırladığı NUTUK CD-ROM’u; Türk milletinin dününü bugününe bağlayan, bugününü de yarına bağlayacak, milli tarihimizin dönüm noktası olan bir safhasını zaman silindirinin aşındırıcı etkilerinden kurtararak gelecek kuşaklar İçin ölümsüzleştiren bir kaynak eser olacaktır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yazmış olduğu Nutuk, Cumhuriyet Halk Fırkası’nm İkinci Büyük Kongresi’nde, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında bizzat kendisi tarafından altı gün içinde otuzaltı saat, otuziiç dakikada okunmuştur. Nutuk, “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım” cümlesiyle başlamakta, “Gençliğe Hitabe” ile bitmekte ve 19 Mayıs 1919 ile 20 Ekim 1927 tarihleri arasındaki olayları anlatmaktadır.

İki CD-ROM’dan oluşan NUTUK CD-ROM’unda, 394 bölüm bulunmaktadır. İndeksten herhangi bir konuyu seçtiğinizde o bölüm sesli ve görüntülü olarak başlamaktadır. Şayet durdurma düğmesine basmadığınız taktirde NUTUK sonuna kadar okunmaya devam etmekte, o bolüm bittiğinde bir sonraki bölümün başlığı ekrana gelmektedir. Seslendirilen bölümün metni görülmek istendiğinde METİN düğmesine basmak yeterli olmaktadır. İstenilirse ekranda görülen metin PRİNTER düğmesine basılarak yazdınİmaktadir.

Özellikle ilköğretim çağındaki çocukların İstikâl Marşı ve Gençliğe Hitâbe’yi kolayca öğrenebilmeleri için bir bölüm eklenmiş, ayrıca ulu önder Atatürk’ün yaşamından çeşitli dönemlere ait fotoğraflarla desteklenmiş şiirsel anlatımlı Sen Mustafa Kemal’sin adını taşıyan bir filmi konulmuştur.

Atatürk’ün 10.YIL NUTKU’nu ve, TBMM’nin 5.dönem açılışında yapmış olduğu konuşmayı kendi sesinden, Cumhuriyet tarihinden kesitler sunan filmler İle birlikte zevkle izlenebilmekte ve sinevizyon veya projeksiyon aracılığıyla salonlarda izletilebilmektedir. Ayrıca NUTUK CD-ROM’unun tanıtımı ile ilgili bir film de CD-ROM’da bulunmaktadır.

NUTUK CD-ROM’unun tanıtımı, Uluslararası Atatürk Barış Ödülü’nün Prof.Dr. Bern ard LEWIS’e verilmesi münasebetiyle Sn.Cumhurbaşkanımızın huzurunda ve askeri ve mülki erkanın katılımı İle 14 MAYIS 1998 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Köşkümde yapılmıştır.

NUTUK CD-ROM’u, taşıdığı özellikler ile aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’n in, tarihin sonsuzluğu içerisinde geleceğe doğru uzanan akışında, temel ilkeler açısından karşılaşabileceği güçlüklerde de, modern çağın gereklerine uygun bütün yenileşme hareketlerinde de kendini ülke hizmetine adamış olanlara her zaman ışık tutabilecek bir rehber özelliği taşımaktadır.