T.C. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI

ÖLÜMÜNÜN 36’NCI YIL DÖNÜMÜNDE İSMET İNÖNÜ PANELİ

Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları

ANKARA 2010

ISBN: 978-975-409-583-8 NSN: 7610270492958 SUNUŞ ATATÜRK’ün yakın silah arkadaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 2’nci Cumhurbaşkanı Orgeneral İsmet İNÖNÜ için 36’ncı ölüm yıl dönümüne atfen Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen “Ölümünün 36’ncı Yıl Dönümünde İsmet İNÖNÜ” başlıklı özel anma töreni, 25 Aralık 2009 tarihinde Genelkurmay Karargâhı Orbay Salonu’nda icra edilmiştir. Törene çok sayıda üst düzey subay, akademisyen ve basın mensubu katılmıştır. Törende ayrıca İsmet İNÖNÜ için bir panel icra edilmiş, Dr.(E)Büyükelçi Kâmran İNAN başkanlığında icra edilen panelde; Gazeteci - Yazar Mete AKYOL tarafından “Devlet Adamı İsmet İNÖNÜ”, Prof.Dr.İhsan GÜNEŞ tarafından “İsmet İNÖNÜ’nün TBMM’deki Faaliyetleri”, Dr.(E)Büyükelçi Bilal ŞİMŞİR tarafından “ATATÜRK Dönemi Sonrasında İsmet İNÖNÜ”, İsmet İNÖNÜ’nün kızı Özden TOKER tarafından “İsmet İNÖNÜ’den Hatıralar” ve Prof.Dr.Şerafettin TURAN tarafından “Cumhuriyet Devrimi ve İsmet İNÖNÜ”adlı bildiriler sunulmuştur. Panel sonunda soru - cevap bölümü yer almış ve Sayın Genelkurmay Başkanı tarafından konuşmacılara günün anısına birer şilt takdim edilmiştir. Panelde sunulan bildirileri kapsayan “Ölümünün 36’ncı Yıl Dönümünde İsmet İNÖNÜ Paneli (25 Aralık 2009)” adlı bu kitap, Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından yayıma hazırlanmış ve asker - sivil tüm araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.

Abdullah ATAY Korgeneral ATASE ve Dent. Başkanı İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER...... III Ölümünün 36’ncı Yıl Dönümünde İsmet İnönü Paneli Bildirileri...... 1

Mete AKYOL Devlet Adamı İsmet İNÖNÜ...... 3 Prof.Dr.İhsan GÜNEŞ İsmet İNÖNÜ’nün TBMM’deki Faaliyetleri (1920 - 1938)...... 15 Dr.Bilal N. ŞİMŞİR ATATÜRK Dönemi Sonrasında İsmet İNÖNÜ...... 25

Özden TOKER İsmet İNÖNÜ’den Hatıralar...... 51

Prof.Dr. Şerafettin TURAN Cumhuriyet Devrimi ve İsmet İNÖNÜ...... 55 İsmet İNÖNÜ Paneli Fotoğrafları...... 61

III

Ölümünün 36’ncı Yıl Dönümünde İsmet İnönü Paneli Bildirileri

3 3 DEVLET ADAMI İSMET İNÖNÜ Mete AKYOL Gazeteci - Yazar Sayın Genelkurmay Başkanımız, Sayın Komutanlarımız, Sayın Konuklar, Zamanınızın ne denli değerli olduğunun ayırdındayım. Anlatacaklarımı o nedenle becerim ve gücüm ölçüsünde özetlemeye çalışacağım. Ve İsmet İNÖNÜ’nün, denize girerken kullandığı yöntemi kullanacağım, konumuza çivileme gireceğim. İsmet İNÖNÜ, üstün bir komutan, üstün bir diplomat ve üstün bir devlet adamı olması özelliklerinin de önünde ve üstünde, hiçbirimizin sahip olamadığı çok ayrıcalıklı bir özelliğe daha sahiptir. O, ATATÜRK’ün en yakın çalışma arkadaşıdır. Dahası var: O, ATATÜRK’ün en çok sevdiği, en çok saydığı ve en çok güvendiği arkadaşıdır, hatta can dostudur da. Bu konuda, elimde çok değerli bir belge var. Bu belgenin, çok değerli iki özelliğinden biri, ATATÜRK tarafından, kendi elyazısıyla İsmet İNÖNÜ’ye yazılmış olmasıdır. Öteki özelliği ise ATATÜRK’ün çok özel içtenlikli duygularıyla açıkladığı İsmet İNÖNÜ’ye olan derin ve sağlam sevgisinin yanı sıra, İsmet İNÖNÜ’nün de ATATÜRK’e olan derin ve sağlam sevgisinin bir kanıtını oluşturmasıdır. İzinlerinizle bu belgeyi okuyacağım şimdi: “İsmet, büyük adamsın. Hassas olduğun kadar, his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış. Ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylersem inanır mısın? Bu duygularımı sofrada değil, başkasının yanında değil, yatak odama çekildikten sonra mahremimle yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya ben seni! Buna cevap istemem. Gözlerinden öperim. Gazi M. 6.8. 933.” Aynı değerde ve özellikte bir belge daha var elimde. Bu belge ise, İsmet İNÖNÜ’nün elyazısıyla ATATÜRK’e yazdığı bir mektuptur. Başlı başına bir sevgi ve saygı açıklaması olan bu mektubu da şimdi okuyacağım ama önce mektubun üzerindeki tarihe dikkatlerinizi çekmek istiyorum: “5 Ekim 1938”. O yılın, aklımızdan gitmeyen 10 Kasım gününden tam bir ay, beş gün önce... Şimdi de yine izinlerinizle bu değerli belgeyi okuyorum: “Sevgili ATATÜRK, Sevgili Velinimetim,

3 Muhterem Celal BAYAR bana sizin selamınızı getirdi. Çok sevindim. Bir soğuk algınlığından yatakta ızdırap çekerken sizden lütufkâr ve şefkatli bir haber bana ihya edici bir ilaç gibi geldi. Yüreğimin ta içinde bütün muhabbet hislerim sızladı. Bütün ömrün en aziz hatıralarını teşkil eden hadiseler hafızamda canlandı. Aziz varlığınız düşüncelerimin alicenap timsalidir. Sizin bir an evvel afiyet bulmanız, yegâne ve en samimi dileğimdir. Sizi kudret ve sihhatle ve şan şerefle aramızda ve başımızda görmek ümidim, her zamandan ziyade sağlamdır. Ve can verici yüzünüzden, doyamadan binlerce öperim sevgili ATATÜRK, büyük ATATÜRK, velinimetim ATATÜRK. Tazim ile: İsmet İNÖNÜ.” İsmet İNÖNÜ’nün Başbakanlık görevinden ayrılmasından sonra, bu olaya dayanarak kimi çevreler, ATATÜRK ile İNÖNÜ arasında bir “anlaşmazlık” olduğunu ileri sürmüşlerdir. İsmet İNÖNÜ bu savı, hatta bu düzeysiz dedikoduyu ciddiye almamış, bu konuda bir açıklama yapmamıştır. Ta, 1969 yılının Kasım ayına değin. O Kasım ayında, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İPEKÇİ’yle İsmet İNÖNÜ’ye gitmiştik. Abdi İPEKÇİ, 10 Kasım nedeniyle gazetede, “İNÖNÜ ATATÜRK’ü Anlatıyor” başlıklı bir yazı dizisi yayımlamak istiyordu. O soruyor, İsmet İNÖNÜ anlatıyor, ben de onun anlattıklarını, ses alma aygıtımla saptıyordum. İPEKÇİ tüm sorularını sorduktan ve yanıtlarını aldıktan sonra, bu kez de sözü, ATATÜRK’le arasında var olduğu ileri sürülen “anlaşmazlık” konusuna getirdi. “ATATÜRK ile arasında gerçekten bir anlaşmazlık olmuş muydu?” Amacı, yakın tarihimizin karanlıkta kalmış bir sayfasını daha aydınlığa çıkarmaktı. Bir devlet kuran iki büyük adam arasında var olduğu ileri sürülen bir anlaşmazlık konusunda, taraflardan birinin konuşmasını sağlamak istiyordu. İPEKÇİ’nin bu sorusuna İsmet İNÖNÜ bambaşka bir yanıt verince onun işitme aygıtındaki pillerin yine bir teknik sorun çıkardığını sanmıştım ama... Öyle değilmiş meğer... İNÖNÜ’nün, “ATATÜRK’le arasında bir anlaşmazlık olduğu” konusundaki bir soruyu duymak istemediğine ya da özellikle duymadığına tanık olduğumun hemen ayırdına vardım. Çünkü İPEKÇİ aynı soruyu birkaç kez yineledi, İNÖNÜ de birkaç kez duymadı. Fakat sonunda İPEKÇİ’nin bu soruya kesinlikle bir yanıt beklediğini anlayınca bu kez kendisi ona bir soru sordu: “Sizin gazetede kaç kişi çalışıyor?” dedi. Abdi İPEKÇİ, konunun yine başka yöne “saptırıldığını” sanarak tüm saflığıyla yanıtladı: “440 kişi çalışıyor, Sayın Paşam” dedi. İNÖNÜ bir soru daha sordu: “Bu 440 kişinin hepsiyle her zaman, her konuda, hemfikir misiniz?” dedi. Abdi İPEKÇİ’nin “saflığı” sürüyordu. Şikâyet eder gibi eliyle beni gösterdi: “Başta Mete ile anlaşamıyoruz, Sayın Paşam?” dedi. “Hemen her konuda beni eleştiriyor, benle tartışıyor...”

4 İsmet İNÖNÜ, İPEKÇİ’nin bu şikâyetini dinlemedi bile. Kaşlarını çattı, yüzündeki tüm yumuşak ifadeleri bir yana attı ve... Sözlerinin çok iyi anlaşılabilmesini istediğini belirten bir ses tonuyla ve her sözcüğün her hecesini değil, her hecenin her harfini tane tane belirten bir vurgulamayla, Abdi İPEKÇİ’ye beklediği yanıtı verdi: “ATATÜRK benim mesai arkadaşımdı.” dedi. “Kendisiyle her konuda, her zaman, hemfikir olmam, tabii ki mümkün değildi...” İsmet İNÖNÜ, yaşamı süresince hiçbir zaman konuşmadığı “o konu”da o gün, yaşamında ilk kez konuştu. Ve ancak vefatından sonra öğrenebildik, “o konu”da o gün, yaşamında son kez de konuşmuş olduğunu... İsmet İNÖNÜ yalnızca ATATÜRK’le değil, Sayın Süleyman DEMİREL’le de, Sayın Bülent ECEVİT’le de “mesai arkadaşlığı” yapmıştır. Sayın DEMİREL, yeni başbakan olmuştu. İsmet İNÖNÜ, hükûmette değildi ama hükûmeti Adalet Partisiyle paylaşan CHP’nin genel başkanıydı. Ankara Hukuk Fakültesinin o en büyük salonundaki bir törene davetliydi ikisi de. Öğrenciler, tüm koltukların yanı sıra, tek ayak üstünde durulabilecek yerleri bile doldurmuşlardı. Konuşmalardan sonra konuklar salondan çıkmaya hazırlanırlarken Başbakan Süleyman DEMİREL bir adım geri çekildi ve İsmet İNÖNÜ’nün arkasına geçti. Salondan, İsmet İNÖNÜ’yü izleyerek çıkmak istediği belliydi. İNÖNÜ yürümedi, bir adım gerisindeki Süleyman DEMİREL’in kolunu tuttu ve onu, kendi önüne geçirdi. “Siz önden buyurun Sayın Başbakan.” dedi. Sayın Başbakan o an, galiba bin pişman idi başbakan olduğuna. Protokol kuralı nedeniyle de olsa İsmet İNÖNÜ’nün bir adım önünde yürümek zorunda kalması, her hâlinden belliydi, ona çok ağır gelmişti. İNÖNÜ bu davranışıyla o an, devlet kavramına saygısını bir kez daha uygulayarak kanıtlarken bir yandan da o an yüzü kıpkırmızı kesilen Sayın DEMİREL’e uygulamalı devlet adamlığı dersi, salondaki Hukuk Fakültesi öğrencilerine de uygulamalı devlet hukuku dersi veriyordu. Ankara Hukuk Fakültesi öğrencileri, bu dersi çok iyi anladıklarını, öğrendiklerini o an gök gürültüsünü bastıran alkışlarıyla belirtiyorlar, ilerideki yıllarda ise o günkü “devlet adamlığı” dersini çok iyi öğrendiklerini bir arkadaşları aracılığıyla kanıtlıyorlardı da. O gün Hukuk Fakültesinde arkadaşlarıyla birlikte İsmet İNÖNÜ’yü alkışlayan öğrenciler arasındaki Ahmet Necdet SEZER kimlikli bir öğrenci, ilerideki yıllarda Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER kimliğiyle, bu kez bir “ATATÜRK ve İNÖNÜ Devlet Adamlığı Okulu” temsilcisi

5 “hâl ve tutumu”yla, yüreklerimizdeki umutlarımızı, yüreklerimize su serperek canlı tutuyordu. İsmet İNÖNÜ, benzer bir dersi, bu kez demokrasi dersini, katıldığı son CHP Kurultayı’nda, kendisinden daha fazla oy alarak genel başkanlığa seçilen Sayın Bülent ECEVİT’e ve o kurultayın kendisini destekleyen ya da desteklemeyen tüm delegelerine de veriyordu. Genel başkan seçilen Bülent ECEVİT’in karşısında önce ceketinin düğmelerini ilikliyor, sonra üç dört adım atarak kendisine yaklaşıyor ve elini sıktığı partisinin yeni genel başkanını, “Sizi kutlarım, Sayın Genel Başkan.” sözleriyle ister kutluyordu diyelim, ister ödüllendiriyordu diyelim. Bir başka toplantıda, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı balosunda ise İsmet İNÖNÜ’nün, dönemin cumhurbaşkanına, devlet adamlığının kişisel saygıdan da önde tutulması gerektiğini öğrettiği bir “Cumhurbaşkanı olmak” dersi vermesine tanık oluyordum. Kurtuluş Savaşı’mız sonrası işgalci düşmandan temizlenen ’a ilk giren ve bu nedenle de yakın tarihimizde İstanbul Fatihi olarak anılan merhum komutan Fahrettin ALTAY Paşa başta olmak üzere, Kurtuluş Savaşı gazileri sekiz paşa, o yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlama törenine davet edilmişlerdi. Gündüz Hipodrom’daki törenden sonra akşam Ankara Orduevi’nde, konuk paşaların da, elbette, onur konukları olarak katıldıkları bir 30 Ağustos balosu düzenlenmişti. Cumhurbaşkanı Sayın Cevdet SUNAY ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı Sayın Şevki ATASAGUN, salonun bir platformla ayrılan özel bölümünde, büyük bir yuvarlak sehpanın çevresindeki koltuklarda birlikte oturdukları onur konuklarına evsahipliği yapıyorlar, biraz sonra geleceği bildirilen İsmet İNÖNÜ’yü bekliyorlardı. Eşi Mevhibe İNÖNÜ ile İsmet İNÖNÜ kapıda göründüğünde, belki de salondaki tüm davetlilerden de önce, başta Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY olmak üzere, sehpanın çevresindeki tüm gazi paşalar bir anda ayağa kalktılar. İsmet İNÖNÜ, silah arkadaşları paşaların yanına gitti, tek tek tümünün ellerini sıkarak onlara iyi akşamlar diledi ve sonra da önündeki boş koltuklardan birinin önünde durdu. Cumhurbaşkanı SUNAY, biraz önce kendi oturmakta olduğu koltuğu eliyle işaret ederek İsmet İNÖNÜ’ye bu hareketiyle yaptığı davetini, sözle de yineledi: “Buyursunlar Sayın Paşam.” dedi. “Lütfen böyle buyurunuz, Sayın Paşam...” İsmet İNÖNÜ hafifçe geri çekildi ve Cumhurbaşkanının yarım adım kadar arkasına geçti:

6 “Lütfen önce siz buyurunuz, Sayın Cumhurbaşkanı.” dedi. İNÖNÜ’ye olan kişisel saygısının etkisiyle Cumhurbaşkanı SUNAY, onun bu sözünü ya duymadı ya duymamış gibi ya da duymak istemiyormuş gibi yaptı ve kolunu İsmet İNÖNÜ’nün sırtına uzattı, davetini yineledi: “Vallahi olmaz, Sayın Paşam.” dedi yine. “Siz oturmadan imkânı yok hiçbirimiz oturmayız... Lütfen önce siz buyrun.” İsmet İNÖNÜ de onun bu sözlerini duymadı ya da duymak istemedi: “Lütfen önce siz yerinizi alınız Sayın Cumhurbaşkanı.” dedi bir kez daha. Kişisel, ailesel, devrimsel terbiyesinden ve asker ocağı disiplininden kaynaklanan derin saygısıyla Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY, bir tarihsel komutanından önce oturmuş olmayı kabul edemiyordu. Bir kez daha “Lütfen önce siz buyurun, Sayın Paşam.” deyince İsmet İNÖNÜ sesinin tonunu biraz değiştirdi ve karşısındaki “asker”e, bir komutan kimliğiyle buyruk verdi: “Siz Cumhurbaşkanısınız.” dedi. “Önce siz yerinizi alınız, sonra biz yerimizi, size göre tayin ederiz...” Yalnızca kendi safındaki askerler değil, kendisine karşı safta yer almış askerler de hatta diyerek devam edeyim, hatta kendisine karşı ayaklanmış bir Albay Talat AYDEMİR bile ayaklanmasının en kritik noktasında, İsmet İNÖNÜ’ye saygısını ve güvenini açıkca dile getirmekten çekinmemişti. 22 Şubat 1961 akşamı dönemin Başbakan Yardımcısı Harp Okuluna gelmiş ve Albay Talat AYDEMİR’e Başbakan İNÖNÜ’nün bir sözlü mesajını getirmişti: “Bu işi tek damla kan dökülmeden bitirirlerse ordudan tart edilmeleri dışında sorumlular hakkında hiçbir cezai işlem uygulanmayacaktır.” Sayın ALİCAN’ın ilettiği bu sözler üzerine o an odada bulunan Albay Seyhan DÜNDAR bir anda yerinden fırlamış ve karşı gelmişti: “Böyle bir taahhüt sözle olmaz…” demişti. “İsmet Paşa bu taaahüdünü yazılı olarak ve imzalı olarak bildirsin.” Bu kez Albay Talat AYDEMİR araya girmiş ve arkadaşı Albay DÜNDAR’a şöyle demişti: “İsmet Paşa’nın söz vermiş olması bizim için yeterlidir. O söz vermişse bu sözünü ayrıca yazmasına, imzalamasına gerek yoktur.” diyerek kendisine karşı ayaklanmış olduğu kişiye saygısını ve güvenini belirtmiş ve bu güveninde de yanılmadığını görmüştür. Bir evladı askerin, bir damla bile kanının dökülmemesi uğruna böylesi bağışlayıcı bir yüreksel cömertliğe sahip İsmet İNÖNÜ, ilkelerini zedeleyebilecek bir dikkatsizlik, bir umursamazlık ya da bir görevin ciddiye

7 alınmaması durumunda, en katı bağışlamazlık zırhına bürünmekten bir an çekinmezdi. Ya da ancak yaşamsal bir nedenle bir an için çekinirdi, o katı bağışlamazlık zırhına bürünmekten. 1968 yılındayız… Senato üçte bir yenileme seçimleri öncesindeyiz. Seçime katılacak siyasal partilerin, aday listelerini Yüksek Seçim Kuruluna verecekleri son gündeyiz. Şimdi saat tam 14.30. CHP Genel Sekreter Yardımcıları Sayın Ali İhsan GÖĞÜŞ ve Sayın Nizamettin NEFTÇİ, İsmet İNÖNÜ’nün evinin kapısını çaldılar. Kapıyı, İsmet İNÖNÜ’nün kızı, Sayın Özden TOKER açtı. “Sayın Paşamız bizi bekliyor” dedi Ali İhsan GÖĞÜŞ. Özden TOKER, saatine baktı: “Siz saat 14.00’te geleceğinizi söylemişsiniz.” dedi ve saatini işaret etti: “Ama şimdi saat 14.30… Ve Paşa babam uyumak üzere yatak odasına çekildi.” Ali İhsan GÖĞÜŞ, sanki yatak odasının anahtarı kendindeymiş gibi bir rahatlıkla Özden TOKER’e, ne yapması gerektiği bildirdi: “Şimdi lütfen gidiniz ve Sayın Paşamızı uyandırın, bizim geldiğimizi bildirin.” dedi. Özden TOKER, bunu yapamayacağını söyledi: “Paşa babam kendisini saat 5.00’ten önce uyandırmamamızı söyledi.” dedi. “Kusura bakmayın, saat 5.00’e kadar uyandıramam...” Ali İhsan Göğüş’ün yüzü sararıverdi: “Aman Özden Hanımefendi, durum çok ciddi.” dedi. “Sayın Paşamıza, imzalaması için partimizin aday listesini getirmiştik. Bu akşam saat 5.00’e kadar listeyi Yüksek Seçim Kuruluna teslim edemezsek partimiz seçimlere giremez...” Özden TOKER, durumun gerçekten de çok ciddi olduğunu anladı ve randevularına yarım saat geç gelen Ali İhsan GÖĞÜŞ’le Nizamettin NEFTÇİ’ye bir dakika beklemelerini söyledi. Bir kaç dakika sonra geldiğinde, çok ciddi bir uyarıda da bulundu: “Paşa babam çok öfkelendi.” dedi. “Önce bunu söyleyeyim, sonra da sizi, buyrun, yatak odasına alayım...” İsmet İNÖNÜ’nün yatak odasına gitmek üzere Pembe Köşk’ün merdivenlerini çıkan CHP’li iki üst düzey yöneticinin birer adım arkalarında

8 ise CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesinin foto muhabiri Hüseyin EZER ve bir de onun yakın dostu ben vardım. Yatak odasına girdiğimizde İNÖNÜ, yatağının biraz ötesindeki koltukta oturmuş, partisinin, söz verdikleri saatte gelmeyen iki yöneticisini bekliyordu. Sırtında bir yatak odası ceketi, koltuğunun önünde bir yatak odası sehpası ve yüzünde ise öfkeli bir ifade vardı. Hüseyin EZER’le bana bakmadı bile. Görevlilerin elindeki dosyayı aldı, adayları tek tek incelemeye başladı. Arada sırada, listedeki bir ismi işaret ediyor, o aday hakkında biraz daha bilgi istiyordu. Tam o sırada, karyolasının ayak ucu tarafındaki parçalı aynalı tuvalet masasının üst bölümünde duvarda asılı bir çerçeve çarptı gözüme: “Allah’ın Dediği Olur.” yazılıydı çerçevenin içinde. Yanımda fotoğraf makinem yoktu. Hüseyin EZER’e gösterdim duvardaki yazıyı ve kulağına yaklaşarak fısıltıyla o yazının fotoğrafını çekmesini söyledim. “Yapamam.” dedi Hüseyin EZER. “Paşa keser beni sonra...” İNÖNÜ’nün yatak odasındayız, İNÖNÜ’nün üç, bilemediniz dört adım karşısındayız ve duvardaki “Allah’ın Dediği Olur.” yazısının fotoğrafını çekmesi için ben Hüseyin EZER’e yalvarıyorum, o bana “Yapamam, çekemem.” diye dayatıyor. Sonunda kırabildim inadını ve flaş kullanmamak koşuluyla duvardaki yazının bir adet olsun fotoğrafını çekmesini kabul ettirebildim kendisine. Ulus Gazetesindeki “karanlık oda”sında filmini banyo edip İNÖNÜ’nün yatak odasındaki “Allahın Dediği Olur.” fotoğrafını kâğıda bastıktan sonra Hüseyin EZER, fotoğrafa uzun uzun baktı ve çok içtenlikle dert yandı: “İşte parti gazetesinde çalışmanın sakatlığı böyle durumlarda ortaya çıkıyor.” diye söylendi. “Harika bir fotoğraf çekiyorsun ve gazetende basamıyorsun... Basmaya kalksan önce yazı işleri müdürünün kafasını keserler, sonra benim...” Elimi uzattım, fotoğrafı bana vermesini söyledim: “Bizim gazete parti gazetesi değil, Hüseyin Abi.” dedim. “Ver de biz basalım bu fotoğrafı...” Benim uzun uzun yalvarmalarım ve onun uzun uzun karşı koymaları sonunda yine dostluğumuz kazandı ve Hüzeyin EZER, o fotoğrafı bir koşulla bana verdi: “Paşa soracak olursa beni karıştırmayacaksın, fotoğrafı kendinin çektiğini söyleyeceksin...”

9 İNÖNÜ’nün yatak odasındaki “Allah’ın Dediği Olur.” fotoğrafı, ertesi gün Milliyet’in birinci sayfasının en tepesinde, sayfanın önemli bir bölümünü kapsayan büyüklükte yayımlandı. Sabah saat 10.00 sularında Hüseyin EZER telefon etti: “Haydi bakalım, gözün aydın.” dedi. “Paşa ikimizi de Köşk’e çağırıyor... Ben birazdan seni alırım, birlikte gideriz.” Yarım saat sonra Pembe Köşk’te, İsmet İNÖNÜ’nün karşısında Hüseyin EZER ve ben, bir savcı karşısındaki hakiki sanık ya da ev sahibinin karşısındaki süt dökmüş kedi gibi duruyorduk. Paşa ikimizi de annemizden babamızdan, okulda öğretmenimizden duymadığımız sertlikle bir ses tonuyla ve altından kalkılması olanaksız ağırlıktaki sözlerle azarlıyor değil, adeta dövüyordu. İsmet İNÖNÜ’den o gün duyduğum onun şu sert sözleri, ömrümün o günden sonraki bölümü süresince bir küpe görünümünde, fakat bir pranga ağırlığında asılı kaldı kulaklarımda: “Sizin ne hakkınız var benim hayatımın bir mahremiyetini alenen ortaya çıkarmaya?..” Kimin hangi kitabı kabul ettiği, kimin hangi dine inandığı, kimin ne kadar az, kimin ne kadar çok dindar olduğu, hiç mi hiç ilgilendirmedi beni o günden sonra, taaa bugüne bile değin. O seçimden sonraki ilk genel seçimde, 1969 Genel Seçiminde, Adalet Partisi, ülkede görülmemiş bir seçim zaferi kazanmıştı. Bir yıl önce yayına başlayan; fakat ancak Ankara sınırları içinde yayın yapabilen TRT Deneme Televizyonu, seçim günü gecesi, sonuçları bildirmeyi de deniyordu. Sonuçlar, CHP açısından hiç de sevindirici değildi. Açılan hemen her sandıktan, Adalet Partisinin seçimi büyük farkla kazanmakta olduğunun işaretleri geliyordu. Genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisinin, seçimi büyük farkla kaybetmesi karşısında İsmet İNÖNÜ acaba ne düşünmekteydi? Saatlerin 22.00’yi gösterdiği sırada Pembe Köşk’ün kapısını çaldım ve kapıyı açan görevliye, Sayın Paşamla görüşmek istediğimi söyledim. İNÖNÜ Ailesine evlenme armağanı olarak ATATÜRK tarafından yaptırılan yemek masanın çevresinde, İNÖNÜ Ailesinin tüm bireyleri yemeklerini bitirmişler, bir yandan meyve tabaklarındaki üzümlerini yiyorlar, bir yandan da yemek masasının karşısına yerleştirilen televizyondan sonuçları izliyorlardı. İsmet İNÖNÜ, önce yanındaki sandalyeye oturmamı, sonra da kaşla göz arasında getirtip önüme koydurttuğu üzümü yememi emretti.

10 “Sonuçları nasıl buluyorsunuz, Sayın Paşam?” dedim. Bir eliyle tuttuğu üzüm salkımından, öteki eliyle taneler koparıyor, tek tek ağzına atıyordu İsmet Paşa: “Bir yarış yapılıyor.” dedi. “Her yarışta olduğu gibi bu yarışta da kazanan olacak, kaybeden olacak...” Sonra durdu, kendi bana bir soru sordu: “Soruna cevap verdim mi?” dedi. Soruma yanıt vermişti ama benim ondan beklediğim yanıt bu değildi ki... Bir gazeteciye verilecek yanıttan çok, bir diplomata verilecek yanıttı bu. Ekranda rakamlar, birbirini kovalıyordu. İsmet Paşa’nın yüzüne bakıyorum, en küçük bir üzüntü belirtisi yok. Tek tük de olsa Cumhuriyet Halk Partisinin birkaç yüz önde olduğu sonuçlar da bu kez en küçük bir sevinç belirtisi oluşturmuyor yüzünde. Sonuçlar konusundaki görüşlerini öğrenmek için sorduğum birkaç sorumu daha, bir diplomatla konuşuyormuş gibi yanıtladıktan sonra konuyu değiştirdi, iki üç hafta önce Ankara Atlı Spor Kulübünde kucağına oturtup sevdiği oğlumun adını sordu. “Ufuk, Sayın Paşam.” dedim. Yaşını da sordu: “Üç buçuk oldu, Sayın Paşam.” “Resimlerimizi çekiyordun o gün.” dedi. “Nasıl olmuş resimler? Bari iyi çekebilmiş misin?” Yanıtımı beklemeden bir soru daha sordu: “Elektrikli tren aldın mı Ufuk için?” dedi. İçimden bir yandan, “Sırası mı şimdi oğluma oyuncak elektrikli tren alıp almadığımın, Paşam?” diye geçirirken bir yandan da “Bu soruların altından bakalım kuş mu çıkacak, civciv mi çıkacak?” diye meraklanmaya, hatta kuşkulanmaya başladım. Oğluma elektrikli tren almamıştım ama, ne olur ne olmaz deyip almışım gibi yaptım, Paşanın sorusunu beyaz yalanla yanıtladım: “Aldım, Sayın Paşam.” dedim. İsmet İNÖNÜ’nün soruları bu kez, makineli tüfek ateşi gibi birbiri ardı sıra gelmeye başladı: “Rayları evde yere dizip, üstünde trenlerinizi yarıştırıyor musun Ufuk’la?”

11 Evde tren yok ki yarıştıralım. Fakat bir kez “Var.” dedik ya... Bakalım hangi istasyonda duracağız? Çaresizlikten, beyaz yalanımı sürdürmek zorunda kaldım: “Yarıştırıyoruz, Sayın Paşam.” “Peki... Oğlunun treni senin trenini geçince kızıyor musun?..” “Hayır, Paşam...” “Peki... Senin trenin onun trenini geçince sevincinden havalara zıplıyor musun?” “Hayır, Paşam...” İsmet Paşa’nın yüzünü birden, kişilere bir şeyler öğrettiği o unutulmaz anlarındaki, o unutulmaz ifadesi kapladı: “Senin için gerçek kazanmak, bir evinin olmasıdır, bir ailenin olmasıdır, bir oğlunun olmasıdır ve onunla sağlıklı ve mutlu bir ortamda oynayabiliyor olmandır.” dedi. Sustum ve dersimin devamını bekledim. İsmet Paşa şöyle devam etti: “Bu seçim yarışında Adalet Partisinin önde koşması beni üzmeyeceği gibi geride kalması da sevindirmeyecektir.” dedi. “Cumhuriyet Halk Partisinin önde koşmasıyla arkada kalması da benim için fark etmiyor...” İsmet Paşa, imrenilesi bir rahatlık içinde, görüşlerini açıklıyordu: “Benim için gerçek kazanmak, memlekette bir demokrasi nizamı içinde, demokrasinin gerekli terbiyesine uygun bir biçimde bir seçim yapılmış olmasıdır.” Sözü oğluma ve trenine getirdi: “Oğlunla tren yarıştırdığında, hanginizin treninin, diğerinin trenini geçmesi önemli değilse, aynı biçimde bir seçimde de herhangi bir partinin, öteki partiyi geçmesi önemli değildir.” dedi. “Demokrasi kuralları zedelenmeden yapılan her seçimde asıl kazanan, memleketin kendisidir.” Tabağımdaki üzümün yarısından fazlası duruyordu. İçtenlikle söyleyeyim, Paşanın sofrasındaki üzümümü de onun yanı başındaki yerimi de olduğu gibi bırakıp kendimi hemen o an dışarı atmak istedim. 11 Ekim 1969 tarihli tüm gazeteler, bir koro uyumu içinde “Adalet Partisinin ezici zaferini ve TBMM’de 256 sandalye kazandığını” müjdeliyorlarken... Bizim gazetenin bir bölümünde, İsmet İNÖNÜ yemek sofrasında “gerçek kazanmak” deyiminin anlamını açıklıyor ve... Seçimin gerçek sonucunu, gerçek kazananını bildiriyordu...

12 İsmet İNÖNÜ, 1932 yılında Atina’da, Venizelos’la Balkan Oyunlarını seyrediyordu. 200 metre yarışı başlamak üzereydi ama… Nedense bir türlü başlamıyordu yarış. Başbakan İNÖNÜ, şeref tribününde bulunan Türk Millî Takımı Başkanı Burhan FELEK’e, sahaya inip yarışın neden başlamadığını öğrenmesini istedi. Kısa bir süre sonra şeref trübüne dönen Burhan FELEK, Başbakan İsmet İNÖNÜ’ye durumu bildirdi: “Geçen yılki yarışlarda bizim takıma haksızlık yapan hakemi görevlendirmişler bu yıl da. Takım kaptanımız , bu hakem değiştirilmezse Türk Millî Takımı’nı yarışlardan çekeceğini söylüyor, Yunanlar da hakemi değiştirmemekte ısrar ediyorlar.” İNÖNÜ emir verdi: “Söyleyin kaptana, takımımızı yarışlardan çekmesin. Koşsunlar.” Başbakanın bu emrini getiren Burhan FELEK’e Takım Kaptanı Mehmet Ali AYBAR, o gün şu karşılığı verdiğini söyledi: “Sayın Başbakanımıza saygılarımı bildirin lütfen; fakat burası spor sahasıdır. Burada yarışacak takımın kaptanının sözü geçer. O kaptan da benim. Hakem değiştirilmediği takdirde takım kaptanı, takımını yarışlardan çekmeye karar vermiştir. Muhterem başvekilimize hürmetlerimle arz ederim...” Mehmet Ali AYBAR, ilk bölümünü böyle anlattığı anısını, kendisiyle yaptığım bir röportaj sırasında, şöyle tamamladı: “Yunanlar hakemi geri çekmemekte diretince ben de kararımı uyguladım ve Türkiye Ulusal Atletizm Takımı’nı yarışlardan çektim, yarışlara katılmadık.” Mehmet Ali AYBAR, bu olaydan 13 - 14 yıl sonralarına, Türkiye’de çok partili siyasal düzenin başladığı yıllardaki anılarına geldi: “Ben o yıllarda, üniversitede asistandım.” diye devam etti. “Ahmet Emin YALMAN’ın sahibi olduğu Vatan Gazetesinde zaman zaman, Cumhuriyet Halk Partisini ve Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’yü eleştirdiğim yazılarım yayımlanıyordu. Sonra ilerideki yıllarda siyasete girdim ve genel başkanı olduğum Türkiye İşçi Partisi, 1965 seçiminde 15 milletvekiliyle TBMM’ye girdi. O yıl meclis çalışmaya başladıktan birkaç gün sonra meclis başkanı, bir resepsiyon düzenlemişti. Amaç, milletvekillerinin birbirleriyle tanışmalarını sağlamaktı.” Bu daveti aldığında Mehmet Ali AYBAR, yüreğinde bir ürperti duyduğunu söyledi:

13 “Bu ürpertimin nedeni de şuydu: Bu davette İsmet İNÖNÜ’yle karşılaşınca ve o da 20 yıl önce Vatan Gazetesinde kendisi aleyhine yazdığım yazıları anımsar da ve bana sitem ederse... Fakat sonra kendi kendime tesellimi de buldum: ‘20 yıl geçmiş aradan... Bu süre içinde neler gelmiş, neler geçmiş memleketin başından... O kadar olay içinden beni nereden hatırlayacak ki yazılarımı hatırlasın?.. Yazılarımı hatırlamasından vazgeçtim, adımı bile hatırlarsa şaşarım.’ dedim, kendi kendimi rahatlattım.” Fakat davet günü arkadaşları onu, tanıştırmak için İsmet İNÖNÜ’nün yanına götürürken yine bir çıpıntı duyumsamış yüreğinde. O tanışma anını da Mehmet Ali Aybar’dan dinleyelim: “Arkadaşlar beni İsmet Paşa’ya takdim ettiler: ‘Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, Sayın Paşam.’ dediler. İsmet İNÖNÜ gözlerini hafifçe kıstı, yüzüme dikkatle baktı, sağ elini sol omuzumun üstüne koydu ve sert bir ses tonuyla başa şöyle dedi: ‘1932’de Atina’da niye koşmadın?’ Dondum kaldım o an. Ağzımı açıp tek kelime söyleyemedim.” Bu anısını anlattıktan sonra Mehmet Ali Aybar, İsmet İNÖNÜ’yle ilgili şu kişisel görüşünü bildirdi: “Devletin sahibiydi İsmet İNÖNÜ… Hani gözü gibi korumak derler ya… Devleti gözü gibi korurdu, gözü gibi özen gösterirdi devlete…” İsmet İNÖNÜ, örnek alınması gereken bir devlet adamıydı. Onu örnek alan yöneticiler kazançlı çıktılar, görevlerini devletimize layık bir biçimde yerine getirdiler. Onu örnek almayan yöneticiler ise... Onlar bir şey kazanamadıkları için, ne acıdır, kendilerinin ne kaybettiklerinin de ayırdına varamadılar... Daha da acısı, ulusumuza neler kaybettirdiklerinin de ayırdına varamadılar…

14 İSMET İNÖNÜ’NÜN TBMM’DEKİ FAALİYETLERİ(1920 - 1938) Prof.Dr. İhsan Güneş Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sayın Komutanım, değerli dinleyiciler. Büyük bir imparatorluğun yıkılışına, ulus egemenliğine dayalı, kayıtsız, şartsız, tam bağımsız, millî, çağdaş, demokratik, laik ve üniter bir Türk devletinin doğuşuna tanıklık eden, tanıklık etmekle kalmayıp bu devletin yapılanmasına ve çağdaşlaşmasına kimi zaman ikinci sırada kimi zaman da birinci sırada ama hep sorumlu mevkide bulunan bir kahramanın, bir devlet adamının aramızdan ayrılışının 36. yılında bulunuyoruz. Ruhu şad olsun. İsmet Bey, Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarabilmek amacıyla kendisine verilen tüm görevleri başarıyla tamamlamış bir kurmay subaydır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa ile iyi ilişkiler kurmuş ve bu ilişkiyi ATATÜRK’ün ölümüne kadar sürdürmüştür.1 “Güzel ATATÜRK. Sevgili ATATÜRK. Bin canım olsa bini de sana feda olsun. Ellerinden yüzünden gözünden binlerce öperim. Velinimetim ATATÜRK.” diyerek aralarındaki ilişkinin derinliğini yazdığı mektupta açıkça dile getirmiştir. Mondros Mütarekesi sonrasında İtilaf devletlerinin mütareke koşullarına aykırı olarak devletin varlığına, ülkenin bütünlüğüne yönelik eylemlerine siyasi iktidarın göz yumması, teslimiyetçi bir politika izlemesi genç subayları rahatsız ediyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evi onlar için adeta bir umut kapısı olmuştu. Cephelerden dönen komutanlar bu evde toplanıyor, çözüm yolları arıyorlardı. Bunlardan kimileri bir görevle İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya geçerken kimileri de İstanbul’da kalıp görevini sürdürüyordu. Bu toplantıların daimî konuklarından biri olan İsmet Bey de İstanbul’da kalanlar içindeydi. Ancak Mustafa Kemal Paşa ile ilişkilerini hiç koparmamıştı. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçtikten sonra İsmet Bey, onun çalışmalarını İstanbul’dan izlemiştir. Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldikten sonra İsmet Bey de Ankara’ya gelmiş ve bir süre burada kalmıştır. Bu süre içinde ileride verilecek olan savaşın stratejisi üzerinde görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Fevzi Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ve onun çağrısı üzerine İstanbul’a dönen İsmet Bey 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine bir daha dönmemek üzere İstanbul’dan ayrılmıştır(20 Mart 1920).

1 Mustafa Kemal (ATATÜRK), İsmet Bey’e 1917’de verdiği sicilde şöyle demektedir: Ciddi, faal, gayet fatin,yüksek fikirli, vaziyet ve ahval-i ruhiyeye hakim ve iyi bir nufuzu nazara ve suret-i intikale malik…Malumat ve vukuf-u askeriye ve ihatalı, doğru ve tereddütsüz karar sahibi, cesur ve karar-ı zatiyesiyle hareket etmek kabiliyetini haizdir. Orduda ve memlekette deruhte edeceği vezaif ve hidemat-ı mühimmei vataniye beklenir. Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, İstanbul Cem Yayınevi, 1976, s. 161. 15 İsmet Bey’in Ankara’ya geldiği sırada olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclis için ülkede seçimler yapılıyordu. İsmet Bey’in de Mecliste bulunması kararlaştırılmış ve o, Edirne’den milletvekili adayı gösterilmiştir. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman İsmet Bey de Edirne Milletvekili olarak meclisteki yerini almıştı.2 Onun milleti temsil etme yetkisi 1960 İhtilal dönemini çıkarırsak 52 yıl 23 gün sürmüştür. İsmet Paşa’nın 1920 - 1938 arasındaki Meclis çalışmalarını üç dönemde inceleyebiliriz. 1. Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı Dönemi 2. Dışişleri Vekilliği Dönemi 3. Başvekilliği Dönemi 1. Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı Dönemi Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına başladığı vakit Mustafa Kemal Paşa yeni bir hükûmetin kurulmasını istedi. 11 kişiden oluşacak bu hükûmetin içinde Genelkurmay Başkanlığının da yer alması uygun bulundu. 3 Mayıs 1920’de İsmet Bey bu göreve getirildi. Batı Cephesi’nde savaşın kritik bir aşamaya gelmesi üzerine 5 Ağustos 1921’de bu görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Ancak 3 Mayıs 1921’de üslendiği Batı Cephesi komutanlığını dışişleri vekilliğine atanıncaya kadar sürdürdü. İsmet Bey, genelkurmay başkanı olduktan sonra tüm çalışmalarını iç güvenliğin sağlanmasına ve düzensiz savunma birliklerinin düzenli hâle getirilmesine verdi. Meclise katılmasından 1 ay 6 gün sonra meclis kürsüsüne çıkarak ülkenin siyasi ve askerî durumunu açıklayan bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Avrupa başkentlerinde olgunlaştırılan ve Türklere dayatılacak barış projesinin analizini yaptı. İsmet Bey bu projeyi “uzun müddet ince ince düşünülmüş ve XX. yüzyılda milletin siyaseten ve iktisaden bütün varlığıyla nasıl imha edilebileceğini” içeren bir belge olarak nitelemiş ve işgallere giydirilen geçicilik kılıfına inanılmaması gerektiğini belirtmiş, Mısır ve Tunus’un da böyle işgal edildiğini vurgulamıştır. Bu projenin özellikle halka anlatılmasını da istemiştir. İsmet Bey doğudan, güneyden ve batıdan saldıran düşmanların amaçlarına ulaşamayacaklarını çünkü “bir millete esareti kabul ettirebilmek için milyonlarca kuvvete senelerce vakte, milyarlarca servete” ihtiyaç olduğunu, bunları da o günün Avrupa devletlerinin sağlayabilmesinin mümkün olmadığını belirterek; bu nedenle de işgalci güçlerin hilafet ve saltanat makamını kullanmaya yöneleceklerine dikkati çekmiştir. İsmet Bey ayrıca bir kurmay öngörüsü ile işgalci güçlerin TBMM Hükûmetini barış

2 1923 seçimlerinde Malatya’dan milletvekili adayı olmuş ve bu durum 1939’a kadar sürmüştür. 1939 seçimlerinde Ankara’dan aday olmuş, bu da 1950’ye dek sürmüştür. 1950 seçimlerinde tekrar Malatya milletvekili adayı olmuştur. Milletvekilliğinden istifa edinceye kadar Malatya milletvekilliğini sürdürmüştür. 16 projesini kabule zorlamak için genel bir saldırı yapabileceklerini de açıklamıştır. TBMM Hükûmetinin Yunan güçlerini ülkeden çıkarabilecek güçte olduğunu vurgulayan İsmet Bey, ancak milletvekillerinden bunun ne zaman gerçekleştirileceğini sormamalarını rica etmiştir. İşgalci güçlerin ancak ve ancak düzenli ordu birlikleriyle yurttan kovulabileceğine inanan İsmet Bey, dağılan Osmanlı ordusu yerine Ankara merkezli yeni bir ordu kurmaya özen göstermiştir. Bu arada da eldeki güçlerle ülkedeki mal güvenliğini, can güvenliğini ortadan kaldıran iç isyanları önlemeye çalışmıştır. İsmet Bey bin bir güçlükle silahaltına alınan askerlerin silah ve cephane ihtiyaçlarını gidermeye, subay kadrolarını tamamlamaya ve onlara iyi bir eğitim vermeye de özen göstermiştir. İsmet Bey’in 29 Mayısta Meclisin gizli oturumunda yaptığı konuşmada vurguladığı gibi İtilaf devletlerinin desteği, İstanbul hükûmetinin kışkırtmasıyla ülkenin çeşitli yerlerinde TBMM otoritesine karşı halk isyan etmiştir. Bu isyanları bastırmak için jandarma yeterli olamadığından cephede düşman karşısında bulunması gereken birlikler isyan bölgesine gönderilmiştir. İsmet Bey’in de vurguladığı gibi memleket savunması için toplanan askerin iç isyanları bastırmakta kullanılmasını önlemek için seyyar jandarma birlikleri adı altında yeni bir örgüt oluşturulmuştur. Bunun yanında askerden kaçışları önlemek ve iç güvenliği sağlayabilmek için de İsmet Bey Türkiye Büyük Millet Meclisine 14 bölgede İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını önermiştir. İsmet Bey’in öngörüsü gerçekleşti. Yunan ordusu 22 Haziran 1920’de mevzisinden çıkarak Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladı. Düzenli Yunan güçleri karşısında düzensiz Türk güçleri fazla direnemedi ve kimi kentler Yunan işgali altına girdi. Bu kentlerden özellikle Bursa’nın işgal edilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde büyük yankılara yol açtı. Bu gelişmeler üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi içinden bir heyet seçti ve Batı Cephesi’ndeki gelişmeleri incelemek üzere bölgeye gönderdi. İncelemelerde bulunan heyet, halkla yaptığı görüşmelerde halkın düzenli ordu birliklerine güven duyduğunu saptamıştır. Bu tespitten sonra Genelkurmay Başkanlığı düzenli orduya geçiş adımlarını daha da hızlandırmıştır. Gediz’de uğranılan başarısızlık üzerine Batı Cephesi Umum Kuvayımilliye komutanının başka bir göreve atanmak üzere cepheden alınması ve cephenin ikiye ayrılarak bir bölümünün komutanlığına Refet Bey’in, bir bölümün komutanlığına da İsmet Bey’in getirilmesi düzenli orduya geçişi daha da hızlandırmıştır. Zira Mustafa Kemal Paşa her iki komutandan da ivedilikle düzenli ordu birlikleri oluşturmalarını istemişti. Düzenli orduya geçişe karşı çıkanların başında Çerkez Ethem ve onun yandaşları geliyordu. İç isyanların bastırılmasında önemli rol oynamış olan bu güçler, düzenli ordu içinde yer almak istemiyordu. Bunun yanında mecliste bulunan kimi milletvekilleri de düzenli ordu devrinin geçtiğini 17 söyleyerek düzenli ordu karşıtlarına destek veriyorlardı. Tüm bu engellere rağmen iki komutanın büyük çabalarıyla düzenli ordu karşıtlarının etkinlikleri kırıldı. Yeni oluşturulan düzenli ordu birlikleri, Çerkez Ethem’in isyanını önledi ve bu kaotik ortamdan yararlanmaya çalışan Yunan güçlerini de İNÖNÜ’de durdurdu. Düzenli ordunun bu başarısı, halkın Yunan güçlerinin ülkeden çıkarılacağına olan inancını ve TBMM’ye olan güvenini pekiştirdi. Bu başarı İsmet Bey’in de 1 Mart 1921 de tümgeneralliğe terfi etmesini sağladı. Mazhar Müfit Bey’in önerisi ile bu başarıyı sağlayan İsmet Paşa’ya Türkiye Büyük Millet Meclisi de teşekkür etti. Sovyetlerle yapılan görüşmeler hız kazandı. Londra’da toplanan konferansa TBMM Hükûmetinin de çağrılması sağlandı. Londra’da yapılan görüşmelerde uzlaşma sağlanamaması üzerine Yunan güçleri yeniden ileri harekâta geçti ise de İNÖNÜ’yü yine geçemedi. Komutanların bile ön saflarda çarpıştığı, Meclis Muhafız Taburunun cephede yer aldığı bu savaşta başarılı olamayacağını anlayan Yunan güçleri 1 Nisan 1921’den itibaren çekilmeye başladı. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın da belirttiği gibi İsmet Paşa İNÖNÜ’de, sadece düşmanın değil, ulusun makûs talihini yenen bir komutan olarak tarihimizdeki yerini aldı. Sakarya Savaşı öncesinde Genelkurmay Başkanlığından ayrılan İsmet Paşa, düşmanı yurttan kovacak olan ordunun hazırlanmasına daha çok vakit ayırdı. Nitekim onun çabaları ürünlerini verdi, çok kanlı olmasına karşın Sakarya Savaşı’nı Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları kazandı. Meclisteki muhalefetin tüm eleştirilerine hatta orduyu güçsüz gösterme çabalarına, Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık süresinin uzatılmasını engelleme girişimlerine rağmen ordu hazırlandı. 26 Ağustos 1922’de düşmana son darbeyi indirmek üzere taarruza geçti. Taarruz, TBMM ordularının 9 Eylülde İzmir’e girişi ile noktalandı. İsmet Paşa da Mustafa Kemal ile 10 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. TBMM ordularının İzmir’e girişinden sonra sıra İstanbul ve Trakya’nın kurtarılmasına geldi. TBMM orduları Çanakkale’ye doğru ilerlerken sıcak bir çatışmayı göze alamayan İtilaf devletleri 23 Eylülde görüşme isteğinde bulundular. Bir an evvel barışa kavuşmayı düşünen Başkomutan ve Batı Cephesi komutanı, İtilaf devletlerinin isteğini olumlu buldu ve Mudanya’da yapılacak görüşmelere Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın katılması kararlaştırıldı. 3 Ekimde başlayıp 11 Ekime kadar süren Mudanya görüşmeleri İsmet Paşa’nın başkanlığında yapıldı ve Batı Trakya’nın TBMM Hükûmetine geçmesini sağlayacak bir anlaşmayla sonuçlandı. İsmet Paşa’nın Mudanya’da sergilediği başarı onun Lozan’da toplanacak konferansta TBMM Hükûmetini temsil edecek heyetin başkanı olmasına giden yolu açtı. İsmet Paşa’nın bu dönemdeki çalışmalarını denetim altında tutan milletvekilleri: Antep’in askerî durumu hakkında, Kuvayıseyyare komutanı hakkında, Bekir Sami, Hacim Muhittin ve Aşir Beylerin Divanıharbe

18 verilmemeleri hakkında, cephelerde cereyan eden harekât hakkında, İstanbul civarında bulunan müfrezeler hakkında, Şark Cephesi’nde saldırganlara cevap verilmemesi hakkında, Antalya’daki kömür kolları hakkında olmak üzere çeşitli soru önergeleri vermişlerdir. 2. Dışişleri Bakanlığı Dönemi Türkiye’nin savaş alanlarında kazandığı başarıların yanında yüzlerce yıldan beri Batılı devletlerle olan ilişkilerin tartışılacağı barış görüşmelerine gidecek heyetin başına İsmet Paşa’nın getirilmesi kararlaştırıldı. Dışişleri Bakanı ’in istifası üzerine bu göreve 26 Ekim 1922’de TBMM, İsmet Paşa’yı seçti. Mudanya’ya İngiltere temsilcisi olarak katılan Harrington, İsmet Paşa’yı Londra’ya tanıtırken: “Her satırı gayet dikkatle tetkik eder ve baştan sona kadar okur, notlarını süratle alır ve satırların altında gizli bir mana bulunmadığına kanaat getirmedikçe fikrini söylemez. Ama daima nazik davranır.…. Bir nevi hukukçu kafası vardır. Bir vesikayı baştan sona kadar okur, sonra birkaç dakika düşünür ve ondan sonra her paragraf hakkında fikrini söyler.” diye yazmıştı. Yaşamını emir - komuta zinciri içinde geçiren diplomatik cilvelere alışık olmayan İsmet Paşa Lozan’da Avrupa’nın en deneyimli diplomatlarıyla yüz yüze geldi. Daha ilk günden ulusların eşitliğine dikkat çekerek çok haksızlık gördüklerini ancak barış isteğiyle Lozan’a geldiğini belirterek Avrupalı diplomatların ezberini bozacak bir temsilci olduğunu ortaya koydu. Misakımillî ve yapılan anlaşmalar doğrultusunda bir politika izleyeceğini belirtti. Uzun uzun olduğu kadar da ağır sorumluluk altında sürdürdüğü barış görüşmelerini başarıyla tamamladı; günümüz dünyasında Birinci Dünya Savaşı sonunda tek yürürlükte kalan ve çağdaş Türkiye’nin tapu sendi niteliğini taşıyan anlaşmayı imzaladı. İsmet Paşa Lozan Konferansı konusunda Mecliste 4 kez açıklamalarda bulundu. İsmet Paşa, Lozan Konferansı’nın aşamaları, kesilme nedenleri (21 Şubat 1923), Konferansın açılması hâlinde izlenecek strateji (27 Şubat), Lozan Konferansı’nda izlenecek iktisadi, mali ve toprak sorunları ile siyasi konular hakkındaki açıklamaları (3 Mart 1924) ve Lozan’ın onaylanmasını öngören yasa dolayısıyla olmak üzere 4 kez meclis karşısına çıktı ve uzun uzun açıklamalarda bulundu. Bunlardan sonuncusu hariç diğerleri gizli oturumda yapıldı. İsmet Paşa dışişleri bakanı olarak TBMM’de saltanatın kaldırılması, 1 Nisan 1923’te meclisin seçimleri yenilemesini isteyen teklif konusunda konuşmalar yaptı, Ankara’nın başkent olmasını öngören bir yasa teklifi hazırladı. İsmet Paşa’nın Dışişleri görevi 22 Kasım 1924’e kadar devam etti. Bu süre içinde kimi milletvekilleri kendisine; Selanik şehbenderimize Yunan jandarmasının saldırısı hakkında, Batı Trakya Türkleri hakkında, Selanik ve

19 Kosova vilayetlerine bağlı iken Bulgaristan’da kalan yerlerin halkının emval-i metrukesi hakkında, İskenderun - Antakya havalisinde Fransızların özel yönetim ile genel af ilanı hakkında, Yunanistan’da Riyo Zindanı’ndaki Müslümanlar hakkında, imar ve iskân işleri hakkında sorular yöneltti. 3. Başvekillik Dönemi 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile yeni bir devletin temelleri atılmaya başlanmış, 20 Ocak 1921’de çıkarılan Teşkilat-ı Esasiye kanunu ile de bu devletin siyasal sistemi belirlenmiş; ancak henüz bunun adı konmamıştı. Uzun süreden beri cumhuriyete geçişi düşünen Mustafa Kemal Paşa, Fethi Bey hükûmetinin istifası üzerine ortaya çıkan hükûmet krizinden yararlanarak bu düşüncesini gerçekleştirdi. İsmet Paşa ile 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklik yaparak Cumhuriyet’in ilanını sağlayacak yöntem üzerinde çalışmalar yürüttü. 29 Ekim günü Halk Fırkası grup toplantısında İsmet Paşa; Batılı devletlerin uygulamadaki hükûmet şeklini eleştirdiklerini belirterek milletin “hâkimiyetini ve mukadderatını” fiilen ele aldığını, bunu hukuken açıklamadan çekinilmemesini istedi. Cumhurbaşkanı olmadan başbakanın seçilmesinin uygun olmayacağını söyledi. Dolayısıyla Cumhuriyet’e geçişe destek verdi. Nitekim 29 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisinde Cumhuriyet’in ilanı kabul edildikten sonra Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçildi. O da 30 Ekim 1923’te İsmet Paşa’yı başvekilliğe atadı. Böylece İsmet Paşa Cumhuriyet’in ilk başvekili olma onuruna ulaşmış oldu. İsmet Paşa’nın başvekillik yaptığı dönem Türkiye’nin yeniden yapılandırıldığı dönemdir. Tam bağımsızlığına kavuşan Türkiye’nin siyasal sisteminin adı konmuş, yüzlerce yıllık hilafet kaldırılmış, eğitim ve öğretim birleştirilerek laik devlet ve toplum düzenine yöneliş başlamış, yeni devletin temel yapısını belirleyen ve tarihimizde en uzun süre yürürlükte kalan anayasası kabul edilmiş, hukuk devrimi yapılarak çağdaş demokrasilerin temeli olacak cinsler arasındaki kimi ayrıcalıklar kaldırılarak eşitlik sağlanmış, ümmet toplumundan millete geçiş adımları hızlandırılmış, dil ve tarih alanında büyük dönüşümler yaşanmış, gündelik yaşamı düzenleyen, kişiyi birey yapan atılımlar gerçekleştirilmiş, Cumhuriyet’in millî, laik ve üniter yapısı pekiştirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye’yi, Türk toplumunu geleneksel yapısından uygar dünyanın bir parçası hâline getirmek için atılan adımlara, yapılan devrimlere tepkiler de gecikmemiştir. Ancak “müşküllerin hâlinde daima başvurulacak kişi” olarak tanınan İsmet Paşa, büyük bedeller ödenerek kazanılan üniter devlet yapısının bozulmasına, laik cumhuriyetin yıkılmasına yönelik eylemlere göz yummamıştır. Gerek yasal gerekse askerî önlemler almakta duraksamamıştır. Şeyh Sait İsyanı üzerine Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılmasında ve İstiklal Mahkemelerinin yeniden 20 çalıştırılmasında duraksanmamıştır. Zira İsmet Paşa ıslahatın emniyet ve iç güvenlik temeline dayalı olarak yapılabileceği kanısındaydı. O nedenle de devlet otoritesinin güçlendirilmesine büyük özen göstermiştir. “Bir tehlike olduğunda bütün vatandaşların ilk düşüneceği şey tehlikeyi süratle izale etmektir. Tehlikenin süratle izalesi vazife başına davet olunanların süratle, bir an teahhür etmeksizin onun ifasıyla kabildir. Ve yapılacak şey şiddete asla müsamaha etmeksizin behamahâl fesadı bastırmaktan ibarettir. En kısa ve en kestirme yol budur.” Silahlar susturulduktan sonra yapılması gerekenlerin belirlenip meclise getirilmesini ister. İsmet Paşa meclisin topluma özgüven aşılamasına, halkın devlete güvenmesine büyük önem verir. “Ne kadar zor ve çetin olursa olsun hiçbir millî meselenin hâlli, millî şuurun sınırlarını aşacak kadar karmaşık muğlak ve milletin tırmanıp tepesine erişemeyeceği kadar sarp olamayacağı” kanısındadır. “Fertçe, devletçe birbirimize güvenerek birbirimize yardım ederek ve dayanarak millî para, millî tasarruf, millî iktisat mücadelesini kazanabiliriz.” der. İsmet Paşa, Türk toplumunun refaha ulaşabilmesi için ülkenin kalkındırılmasını zorunlu görüyordu. Bunun da devletçi bir ekonomi politikasıyla gerçekleştirilebileceği kanısındaydı. Ulusal demir yolu, ulusal para, ulusal sanayi politikası izledi. Türkiye’nin sanayileşmesinin temelleri onun başbakanlığı döneminde atıldı. İsmet Paşa, Anayasa’dan laikliğe aykırı hükümlerin çıkarılması,3 Mustafa Kemal Paşa’ya ATATÜRK soyadının verilmesi, kadınların seçme ve seçilme hakkına kavuşturulması4 ve 6 ilkenin Anayasa’da yer alması için

3 Türkiye’nin laik bir sisteme geçmesinde temel olan bu teklifin gerekçesi günümüzde de kimi sorunlara ve o dönemin anlayışına ışık tutucu nitelik taşımaktadır. Gerekçede şöyle deniyordu: Muasır medeniyet hukuku ammesinde, millet hâkimiyetinin tecellisine medar, en miütekâmil devlet şeklinin laik ve demokratik cumhuriyet olduğu müsellemattandır. Millet Meclisinin ittifakiyle tasvip edilmiş olan Kanunu Medeni, Ceza Kanunu gibi müdevvenatı hazıramız da bu esası tatbikat ve fiiliyat sahalarında tecelli ettirmektedir. Esasen devlet bir şahsiyeti maneviye olduğuna göre bizatihi bir mefhumu mücerrettir. Dinin maddi şahıslara tahmil ettiği mükellefiyetleri, farzları amelen ifasına imkân da mutasavver değildir. Böyle mümkün olmayanı istihsal peşinde ısrarın bir zaıf - bütün zaiflar gibi zararlı bir zaif - teşkil edeceğinde şüphe yoktur. Esbabı mesrudeye binaen laik devletin esas telâkkisine münafi fıkraların Teşkilâtı Esasiyeden tayyı teklif olunmuştur. Din ile devletin ayrılma prensibi, devlet ve hükûmetçe dinsizliğin tervici manasını tazammun etmemelidir. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması; dinlerin, devleti idare edenlerle edecekler elinde bir alet olmaktan kurtuluş teminatıdır. Muasır hukukiyat ilminden ve tarihten iktibas eylediği tecrübe ve bilgilerini nazarda tutan Türk İnkılâbı, din ile dünya işlerini karıştıran ve türlü müşkülâta sebep olmağa müstait bulunan mevadı kaldırarak Teşkilâtı Esasiyeye sarih ve samimi bir metin vermekle Türkiye Cumhuriyeti’ne pürüssüz bir suretde vaz'ı hakikisini bahşetmiş olacaktır. Bu suretledir ki beşeriyetin manevi saadetlerini deruhte eden din, ağyar eli değmeyen vicdanlarda bülent mevkiini ihraz ederek Allah ile fert arasında mukaddes bir temas vasıtası haline girmiş bulunacaktır. Bu kutsi teması camilerde, kiliselerde, havralarda veya sadece vicdanlarında arayıp bulanlar vardır. Devlet ve kanunları cümlesinin hamisidir. 4 Bu yasanın gerekçesinde ve yasa ile ilgili İsmet Paşa konuşmasında şöyle diyordu: Esbabı mucibe lâyihası Türk tarihinin her sahasında ve her safhasında erkeği ile yan yana her 21 fedakârlığı yapan ulus ve yurt işlerinde büyük feragatle her mahrumiyete, her cefaya ve her acıya katlanan ulusun, yurdun felaket ve saadetlerine ayni hisle iştirak eden büyük kalpli ve yüksek erdemli Türk kadını müşterek eseri olan bu Cumhuriyette elbette ve elbette kendi evinin; kendi beldesinin işlerinde olduğu gibi teşriî işlerde de temiz ve ciddî mevkiini alacaktı. İstibdad ve cehalet devirlerinden arta kalan kötü ve sakat zihniyetleri sakil ve sakim düşüncelerin Cumhuriyet ve inkılabın temiz ve erdemli muhitinde yeri yoktur. İşte bu düşüncelerle yüksek Türk kadınına mebus seçmek ve mebus seçilmek yolunda da erkeği yanında mevkiini vermeği ve bu suretle yurdunun bütün işlerinde onun temiz duygulu çalışmalarından istifade etmeyi temin etmek için bu kanun teklif edilmiştir. BAŞBAKAN GENERAL İNÖNÜ (Malatya) - Yüce saylavlar, kadınların saylav seçmek ve saylav seçilmek hakkına sahib olmaları için yüce katınıza teklif sunuyoruz, kadınlarımızın Türk tarihindeki haklı yerleri, erkeklerle beraber, daima, memleketin ve milletin mukadderatı üzerinde söz ve tesir sahibi olmalarıdır. Türk kadını tarihte ne vakit haklı ve itibarlı yerini bulmuşsa budun mukadderatı üzerinde kendini tesirini gösterebilmişse erkeklerle beraber karışık ve güç yurd işlerinde elele çalışabilmişse işte o zaman, büyük Türk ulusu, kudreti ile medeniyetile bütün dünyayı kaplamıştır. (Alkışlar). Arkadaşlar, Türk kadınının, hakkı olduğu yerden ayrılub, bir süs gibi memleket işine karışmaz bir varlık gibi bir köşeye konması Türk ananesi değildir. Türk ananesinin ve Türk anlayışının zıddı olan bir usuldir ki onun, Türk memleketlerinde yerleşmesi asırlarca - elemlerinizi ve acılarınızı tekrar uyandırmayayım - geçirdiğimiz felaketlerin başlıcalarından ve esaslılarından birini teşkil eder. (Alkışlar). Arkadaşlar; eski alışılmış darbımeselleri tekrar edecek değilim. Ulusumuzun bütün ihtiyaçlarını, içinden ve yakından görmüş ve yetişmiş adamlar olarak, inançla söyleyebiliriz ki Türk kadınının geniş alanda ulus işlerine karışmasından istifade etmekteyiz, istifade edeceğiz. Yakın geleceklerde, Türk Devletinin ve Türk ulusunun geniş kudretlerinin sırrı anlaşıldığı zaman, bunun başında, ilk günden beri Türk inkılabının Türk kadınına verdiği haklar esaslı bir delil olarak ileri sürülecektir. (Alkışlar). Bizim bugün yaptığımız bu teşebbüs, Büyük Millet Meclislerinin ve Türk inkılabının yıllardan beri güttüğü siyasanın tam bir varanıdır. İnkılapçılar, yüce heyetiniz, bunu, yurdun ve ulusun menfaati ve iyiliği namına anlayışlarımızın yeni bir belgesi olarak gösterip övünebiliriz. Ancak arkadaşlar, yeni teklifimizle, Türk kadınına bu hakkı bir lütuf olarak veriyoruz kanaatinde asla değiliz ve kimse bu kanaatte olamaz. Bizim kanaatimiz, bizim ananemiz, Türk kadını için böyle vazifelere girmek, esasen hakkı olduğu ve yanlış olarak, zulüm olarak, çoktan beri geri bırakıldığı merkezindedir. Diğer birçok memleketlerde nasıl olduğunu şimdi izah etmek istemem. Fakat bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilaya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmağa çalışırlar, elbette bu mevcudiyetlerin yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeğe hakları vardır (Sürekli alkışlar!). Her hangi bir ülkede kadınlar bu kadar ağır imtihanlar geçirmişse, orada da kadınlar elbette bizim kanunen verdiğimiz haklara kavuşacaktır. Şart, evvela kadınların, bizim kadınlığıma gibi çetin imtihanlardan geçmiş ve daha çok çetin imtihanları göğüslemek için bileklerinde, akıllarında ve yüreklerinde kuvvet olduğunu ispat etmiş olmalarıdır. Yüce arkadaşlar, Türk inkılabını tarih anlatırken bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun muhtelif safhaları içinde de bilhassa kadınların kurtulmasını anacaktır. Bizim inkılabımızın, bu memlekette görülen birçok ıslahat teşebbüslerinden en baş ayırımlarından biri, kadınlığa verdiğimiz mevki ve kadın haklarını tanımakta gösterdiğimiz isabettir. Türk inkılabı denildiği vakit, bunun, kadının kurtuluş inkılabı olduğu beraber söylenecektir. Şimdi almakta olduğumuz teşebbüs, bu kurtuluş istikametinin tamamlanması, neticelenmesi ve en verimli bir hâle getirilmesidir. Gelecek Büyük Millet Meclisinde kadın saylavlarla beraber çalışmak, Büyük Millet Meclisinin, kuruluşundan beri, bu memlekete getirdiği feyizlerin daha çok genişlemesini, daha ileri verimlerde bulunmasını temin edecektir, kanaatindeyiz. Temiz, duru kanaatimiz budur. Arkadaşlar, bizim inkılabımızı, gerek ona önderlik etmekte, gerek onu feyizli ve verimli kılmakta, ATATÜRK, en anlatıcı bir surette temsil etmektedir. Kadınları hakkından mahrum edilmekle, yarı yarıya kötürüm bir hâle gelen ulusumuzun üstünden bu baskıyı kaldırması, ATATÜRK’ün başlıca hizmetleri arasında sayılacaktır (Sürekli alkışlar). Yüksek heyetinizin şimdi gösterdiği tezahürü Türk ulusunun ilerlemesi ve yükselmesi için çalışan Yüce Önderimiz ATATÜRK’ün gayretlerini; sevgi ve 22 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen tekliflere de öncülük etmiştir. Ayrıca, Bahriye vekili Cebelibereket milletvekili ihsan Bey’in Divan-ı Âli’de yargılanması sürecini de başlatarak kendinden sonrakilere örnek olmuştur. 5 Aralık 1934’te Türkiye Büyük Millet Meclisinin yinelenmesi teklifine ilk imzayı o atmıştır. Dönem, tek parti devri olmasına karşın İsmet Paşa meclise büyük bir önem vermiştir. “Bu meclis, memleketimizi harici - dâhili, sayısız düşmanın pençesinden nasıl kurtardıysa bu meclis yüzlerce yılın ezgilerini, göreneklerini yenerek nasıl cumhuriyeti kurduysa bu büyük meclis Cumhuriyet’i şimdiye kadar bin kötü niyete karşı nasıl koruduysa gelecek günlerde de Cumhuriyet’i …dâhili ve harici herhangi bir tehlikeye karşı derhâl alacağı tedbirlerle ve yenilmez gücü ile behemehâl müdafaaya muvaffak olacaktır.” diyerek millî iradeye ne kadar özen gösterdiğini ortaya koymuştur. Başvekilliği döneminde; ordu mensubu olup da Ulusal Mücadele’ye katılmayanlar, Mekatib-i Adliye öğrencileri, Ereğli Havzası kömürleri taşıma ücreti, Rumeli’den göçenlere emlak arazi verilmesi, Erkân-ı Harbiye heyetinin İzmir’den Ankara’ya özel trenle gelmesi, Aziziye kazası memurlarının maaş alıp alamamaları, Ermeni firarilerinin dönüşleri, Genç İsyanı, Menemen Olayı, Musul meselesi gibi çeşitli konularda soru önergeleriyle karşılaşmıştır. İsmet Paşa Başvekilliğe atandığı gün “Mecliste yaptığı konuşmada “Cumhuriyet hükûmeti sözden ziyade iş yapmak, fiiliyat ve tatbikatla size ve milletimize güven verici olmak için bütün kuvvetini sarf edecektir. Şiarımız… faaliyet, gayret ve iş yapmak arzusudur.” demiştir. Kanımca verdiği bu söze de sadık kalmıştır. Bugünkü çağdaş, millî, demokratik, laik, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşmasında ATATÜRK’ü bütünleyen örnek bir devlet adamı olarak tarihimizdeki seçkin yerini almıştır.

saygılarla karşıladığınızın esaslı ve yeni bir delili olarak alıyoruz. Arkadaşlar; fevkalâde iyi işler başaran Büyük Meclis, bütün umutlarına erişmiş bulunuyor. Memlekete ettiğiniz hizmetlerin en parlaklarından birini bu gün, teşkilâtı esasiye kanununun tadilile yapmış olacaksınız. Gelecek nesil dördüncü Büyük Millet Meclisinin büyük işlerini anarken Türk kadınına bütün hakları vermek, kötü bir sistemin kendilerini karanlıkta bırakan usullerinden onları kurtarmak için gösterdiğiniz gayretleri daima şükranla, minnetle tekrar edecektir. Türk kadınının memlekete hizmetleri, onun kurtuluşunu tamamlamakla taçlamış oluyorsunuz. Arkadaşlar; heyeti umumiyesini yüksek onayınıza layık görürseniz, Türk ulusu içinde yeni bir devre açacak olan kanunun müzakeresine geçilecektir. Bu kanunun müzakeresi ile Türk kadınına memleketin şurasında burasında layık olduğu mevkii vermek için gösterilen tereddütleri zihinlerden silmiş olacaksınız. Türk kadını da, Büyük Millet Meclisinde, memleketin mukadderatı hakkında söz söylemek, kanunların ve alınan tedbirlerin aile ve yurt için ameli ve faydalı olması hakkında kıymetli fikirlerini millete karşı ifade etmek fırsatını haklı olarak bulmuş olacaktır. (Sürekli alkışlar). 23 Kaynaklar AYDEMİR, Şevket Süreyya; İkinci Adam, c.1, 4. b., İstanbul: Remzi Kitabevi, 1976. CİHAN Ali Rıza - TEKİN, Abdullah; Çağdaş Devlet Adamı İsmet İNÖNÜ, Ankara: Tekin Yayınevi, 1989. Güneş, İhsan; Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin Düşünce Yapısı, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2009. HEPER Metin; İsmet İNÖNÜ, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. İNÖNÜ, İsmet; Defterler (Yayına Hazırlayan Ahmet Demirel), c. 1, İstanbul: YKY, 2001. İNÖNÜ, İsmet; Hatıralar (Yayına Hazırlayan Sebahattin Selek), Kitap 1-2, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985 - 1987. İPEKÇİ Abdi; İNÖNÜ, ATATÜRK’ü Anlatıyor, İstanbul: Dünya Yayınları, 2004. İsmet İNÖNÜ’nün TBMM’deki Konuşmaları; (Derleyen, Ali Rıza Cihan), c. 1, Ankara: TBMM. Basımevi, 1992. MELZİG, Herbert; İsmet İNÖNÜ, İstanbul: Kanaat Kitabevi, 1943. MERAY, Seha L.; Lozan Barış Konferansı Tutanaklar - Belgeler, 3. b.,c. 1-8, İstanbul: YKY,1993. SELEK, Sabahattin; Anadolu İhtilali, İstanbul: Cem Yayınevi, 1976, s.161. TÖKİN, İsmail Hüsrev; İNÖNÜ, Şahsiyeti ve Ülküsü, Ankara: 1946. TURAN, Şerafettin; İsmet İNÖNÜ Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı, 2000. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi; I - V. Devre, Ankara: TBMM Matbaası 1959. Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; c. 1 - 4, Ankara: TBMM Basımevi, 1980.

24 ATATÜRK DÖNEMİ SONRASINDA İSMET İNÖNÜ Dr. Bilâl N. ŞİMŞİR (E)Büyükelçi, Tarihçi - Yazar Ufacık Bir Anı İsmet İNÖNÜ 1961 yılında yeniden başbakan olunca, Sovyetler Birliği Lideri HRUŞÇOV kendisine bir mektup göndermişti. Mektupta Mustafa Kemal - LENİN dönemine de atıfta bulunularak Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında dostluk ilişkileri kurulması mesajı veriliyordu. O tarihte Dışişleri Bakanlığı Birinci Siyasi Dairede genç bir memurdum. Mektuba cevap taslağı, Başbakanın ağzından bizim dairede hazırlandı. Genel Müdürümüz Vahit HALEFOĞLU bunu alıp Başbakana götürdü. Dışişleri Bakanlığı ile Başbakanlık binaları bir koridorla birbirine bitişikti. HALEFOĞLU, biraz sonra geri döndü, aradaki genel müdür yardımcılığı odasından geçip bizim kaleme geldi ve heyecanla "Bakın çocuklar İsmet Paşa mektubu nasıl değiştirdi." dedi. Hepimiz merakla mektubun üzerine eğildik. Mektupta İNÖNÜ’nün ağzından, "ATATÜRK-LENİN dönemini ben de harırlarım." diye bir cümle vardı. İsmet Paşa bu cümleye bir çıkıntı yaparak iki kelime eklemiş ve cümle şöyle olmuştu: "ATATÜRK-Lenin dönemini ve her dönemi ben de hatırlarım." Bu iki kelime bana ufuk açtı. “ve her dönemi” deyince Sovyetlerin Türkiye’den toprak istediklerini de hatırlarım, Boğazlarda üs istedikleri dönemi de hatırlarım. Kısacası bütün dönemleri hatırlarım. İki kelimenin içine bir asırlık tarih giriyordu. İsmet İNÖNÜ, başlı başına asırlık bir tarih. Son yüzyıllık tarihimizin neresine baksak İsmet İNÖNÜ’yü görürüz. Okusak okusak bitiremeyiz. Konuşsak konuşsak yeterince anlatamayız. Ben de burada sadece birkaç noktaya değinip geçeceğim. İsmet İNÖNÜ’nün Başbakanlıktan Ayrılması 23 Eylül 1937 günü Türkiye’deki İngiliz İşgüderi James MORGAN, Başbakan İsmet İNÖNÜ’nün istifa ettiğini Londra’ya telledi. "...Başbakan dinlenmek için iki yıldan beri istifa etmek istiyormuş. Cumhurbaşkanı ATATÜRK şimdi kendisine altı haftalık izin vermiş. Celal BAYAR, başbakan vekili atanacak. Dışişleri Bakanı Dr. ARAS’ın yeni kabinede kalıp kalmayacağı henüz belli değil." dedi. 1 Londra’da, Foreign Office’de, telgrafın altına şu not düşülmüş: "...İNÖNÜ 1923’ten beri başbakandı, dinlenmeye ihtiyacı olabilir. Başbakan değişince politika da değişir mi acaba?..."

1 FO. 371/20867/E. 5612. Bilâl N. Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8 (1934 - 1939), Türk Tarih Kurumu, Ankara: 2006, s. 377, Nu.: 160. 25 İsmet İNÖNÜ Başbakanlıktan ayrılınca Türkiye’nin politikasının da değişmesi gibi bir ihtimal, İngiliz hükûmetini kaygılandırmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanı EDEN, 27 Eylül günü İngiltere Büyükelçiliğine yıldırım telgrafla şunları yazımıştır: "(İNÖNÜ’nün istifası hakkındaki) Telgrafınız ben çok endişelendirdi. Politika değişikliği de olur mu? Görüşünüz nedir? Celal Bayar nasıl biridir? Dr. ARAS da değişirse İngiltere için ciddi bir durum söz konusu olur. Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?"2 İşgüder MORGAN, aynı gün şu karşılığı verdi: "Kanaatimce: Başbakan değişince politika değişmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin politikasını ATATÜRK çiziyor. Celal Bayar dürüst, çalışkan bir adamdır; bankacıdır. İsmet Paşa’nın sahip olduğu kişisel prestiji ve arkasında ordunun desteği yoktur. Yeni kabine ATATÜRK’e daha çok bağımlı olacaktır ve ATATÜRK belki ani kararlar verecektir. Dr. ARAS değişmeyecektir, sanırım. Değişse bile onun değişmesiyle de politika değişmeyecektir. Bir girişimde bulunmamız doğru olmaz." Foreign Office’de telgrafın altına şu not düşülmüş: “İNÖNÜ, ATATÜRK’ün ani kararlarını frenliyordu. Bundan böyle ani kararlar frenlenemez ve daha şaşırtıcı olabilir. ARAS’ın yerine Numan MENEMENCİOĞLU geçebilir. Gerçi o da Türk - İngiliz dostluğunu destekler; ama bizim için daha çetin bir adamdır.”3 26 Ekimde İngiliz Büyükelçisi Sir Percy LORAİNE, İsmet İNÖNÜ’nün resmen istifa ettiğini ve yeni Celal Bayar kabinesinin kurulduğunu Londra’ya telledi: “Adalet, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Millî Eğitim, Bayındırlık, Gümrük ve Tekel Bakanları değişmedi. İktisat Bakanlığına geçici olarak Tarım Bakanı Şakir KESEBİR; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına da Dr. Hukusi ATAŞ atandı.” dedi.4 İngiliz Büyükelçisi LORAİNE’in bir tahmini: “İsmet İNÖNÜ ileride cumhurbaşkanı olacak.” İngiliz Büyükelçisi LORAİNE, yine 26 Ekim 1937 günü Londra’yı rahatlatan bir telgraf çekti. Çok önemli bir tahminde bulundu. İsmet İNÖNÜ’nün, başbakanlıktan çekilmekle politikadan çekilmiş olmadığı ve ileride cumhurbaşkanı seçilebileceği yolundaki görüşünü bildirdi. Özetle şunları yazdı: “Dışişleri bakanı, başbakanın değişmesiyle dış politikada hiçbir değişiklik olmayacağını söyledi. ATATÜRK’le İNÖNÜ arasında hiçbir kavga veya olay yaşanmamış. Kendisi (Dr. ARAS), Nyon’da talimatın dışına çıktı

2 Ibid.; s. 379, Nu.: 162 ve FO; 371/20864. 3 FO; 371/20864/E. 5660 ve Şimşir, op.cit, s. 379 - 381, Nu.: 163 4 FO; 424 / 281, Part 34, p. 45 - 46, Nu. 40; Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk 8, s. 388, Nu.: 171. 26 diye bazı milletvekillerince eleştirilmiş; ama ATATÜRK tarafından desteklenmiş. Ben de kavga yaşanmadığı kanısındayım. Sanıyorum ki ATATÜRK, 13 yıldan beri başbakanlık yapan İNÖNÜ’yü biraz dinlendirmek için şu sıraları uygun görmüştür. Çünkü dış politikayla ilgili üç çetin sorun hâlledilmiş, ortalık sakinleşmiş bulunmaktadır. Çözüme bağlanmış üç önemli sorun şunlardı: (1) İngiltere ile Türkiye arasında sağlam bir dostluk kurulmuş; (2) Hatay sorunu çözüm yoluna girmiş ve (3) Montreux Anlaşması imzalanmış ve Boğazlar sorunu Türkiye’nin istediği yönde çözüme bağlanmıştır. Belki, ATATÜRK’ün ölümü hâlinde İsmet İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanlığına hazırlanması düşünülmüştür; bu sadece bir spekülasyondur. Bugünkü değişiklik belki ATATÜRK’ün, devlet işlerini daha da doğrudan kontrol etmesi anlamı da taşımaktadır. Devlet çarkı İNÖNÜ’süz iyi işleyebilirse cumhuriyet rejimi büyük kurucusu ATATÜRK’ün ölümü hâlinde sarsıntısız devam edebilir.”5 İngiliz büyükelçisi, üç gün sonra bu görüşlerini biraz daha güçlendirdi. Başbakanlıktan çekilmiş olan İsmet İNÖNÜ’nün harcanmış bir kuvvet olarak görülemeyeceğini, ileride ya başbakan ya da cumhurbaşkanı olarak tekrar aktif politikaya döneceğini yazdı. Görüşlerini şöyle dile getirdi: “İsmet Paşa’nın istifası konusunda çok söylenti var. ATATÜRK’le arasında görüş ayrılığı olduğunu fakat kavga olmadığını tahmin ediyorum. Söylentiler ve hikâyelerden birkaçı şöyle: * Güya ATATÜRK’ün Nyon Konferansı’nda bulunan ARAS’a doğrudan talimat göndermesine İNÖNÜ itiraz etmiş. * İNÖNÜ, yüksek politikanın hükûmetin işi olduğunu söylemiş, ATATÜRK buna alınmış. * ATATÜRK, İNÖNÜ’yü kendisine rakip görmeye başlamış. * ATATÜRK, Sovyetlerin tutumuna ve özellikle Moskova’da STALİN’in ARAS’ı ve Şükrü KAYA’yı kabul etmemesine alınmış; İsmet Paşa ise Rusya ile ilişkilerin hâlâ çok önemli bir faktör olduğunu ATATÜRK’e hatırlatmış. * ATATÜRK, Hatay yüzünden Suriye sınırına doğru giderken İsmet Paşa tarafından frenlenmiş olmayı içine sindirememiş ve bunu unutamamış imiş. Bütün bu söylentilerde gerçek taneleri bulunabilir ve bunların birikimi istifayı getirmiş olabilir. Suskun Türk kamuoyu bu istifadan rahatsızdır. İzlenimim şudur: Türklerin bize karşı dostluğunda bir değişiklik olmayacaktır. Türk dış politikasında da bir değişiklik öngörmüyorum. İçeride, şoktan etkilenme oldu. Celal BAYAR bakanları kontrol altında tutamazsa değiştirilir. İsmet Paşa’yı harcanmış bir kuvvet olarak görmüyorum. Onun bir

5 FO; 371/20864/E.6453 ve Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 389 - 390, Nu. 173: Loraine'den Eden'e şifre tel, 26.10.1937, Nu.: 22. 27 gün tekrar başbakan veya belki cumhurbaşkanı olarak iktidara döneceğini düşünüyorum. Dönmezse şaşarım.”6 İsmet Paşa’nın başbakanlıktan ayrılmasıyla Türkiye’nin dış politikasında acaba bir değişiklik olur mu sorusu yalnız İngiltere’nin değil, başka ülkelerin de zihnini kurcalamıştır. Londra’daki Sovyet Büyükelçisi MAİSKY, İngitere Dışişlerine gidip bu konuda İngilizlerin görüşünü öğrenmek istemiştir. Foreign Office’de Türkiye işlerine bakan Mr. RENDAL’a çıkan MAİSKY, özellikle Celal BAYAR’ın Almanya’dan yana bir politika izleyip izlemeyeceğini sormuştur. Mr. RENDAL, bu ziyareti 3 Kasım günü bakanına şöyle arz etmiştir: “Sovyet Büyükelçisi MAİSKY bu sabah bana geldi ve Türkiye’de başbakanın değişmesinin Türk politikasının da değişmesine yol açıp açmayacağını sordu. Kişisel görüşüm olarak İsmet Paşa’nın gitmesiyle politikanın değişmeyeceğini söyledim. Büyükelçi, yeni başbakan Celal BAYAR’ın Almanya ile yakınlaşmadan yana olduğunu söyledi ve bunu bir tehlike olarak görüp görmediğimi sordu. Türklerin Almanya’ya bağımlı hâle gelmek istemeyeceklerini söyledim...” .7 Padişahçı - Halifeci Kıpırdanışlar İsmet İNÖNÜ’nün başbakanlıktan ayrılmasıyla birlikte yurt dışındaki cumhuriyet karşıtları da hareketlenmiş. Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği bu konuda İngiltere Dışişleri katında girişimlerde bulunmuştur. Mr R. BOWKER adlı Foreign Office görevlisinin 1 Kasım 1937 günlü servis notunda şunları okuyoruz: “Türkiye Büyükelçiliği Başkâtibi Hikmet ANLI, 1 Kasım 1937 günü Foreign Office’i (Mr. BOWKER’i ) ziyaret ederek “Osmanlı Hanedanının ve İslam Halifeliğinin Haklarını Muhafaza Cemiyeti” hakkında girişimde bulundu. Türk hükûmetinin istihbaratına göre bu cemiyet son zamanlarda faaliyetlerini arttırmış, bazı yıkıcı eylemler planlamaktadır ve bir yabancı devletle ilişkidedir. Cemiyetin önde gelen isimleri Prens Şevket, Aziz Nuri, İsmail Hakkı GÜMÜLCİNELİ ve Rıfkı adında biridir. Cemiyetin İngiltere’de ajanları olabilir. ANLI, İngiliz hükûmetinin bu konuda Türk tarafına verebileceği herhangi bir bilgi varsa bundan Türk hükûmetinin pek minnettar kalacağını söyledi.” Foreign Office’de bu servis notunun üzerine şu not düşülmüş: “Araştıralım, İçişleri Bakanlığına, Maliye Bakanlığına, Kahire’ye, Büyükelçi P. LORAİNE’e yazalım. Bilgi vermeye gelince belki Bahaeddin Sami, Mr. BİDDULPH ve Mr. Keith WİLLİAMS’ın adlarını da bildirmemiz gerekebilir. Ama Bahaeddin Sami’nin adını vermek sıkıntı yaratabilir.8

6 FO; 371/20864/E. 6779 ve Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 394 - 395, Nu.: 178: Loraine'den Eden'e Rapor, gizli, 31.10.1937, Nu.: 394. 7 FO; 371/20860/E. 6608 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 402 - 404, Nu.: 183. 8 Ibid.; s. 396 - 397, Nu.: 179 & FO; 371/ 20864 / E. 6451. 28 Mr. BOWKER devam ediyor: “Hikmet ANLI, Ermeni “Taşnak” Cemiyetinin yakında Londra’da bir toplantı yapacağını, Londra’da oturan GAMBERYAN’ın Taşnaklarla ve “İngiliz - Ermeni Dostluk Derneği” ile sıkı ilişki içinde olduğunu bildirdi ve bu konuda da bilgi istedi.”9 Aynı BOWKER’in 9 Kasım günlü ikinci servis notunda şu bilgiler yer alıyor: “Türkiye’de Kemalist hükûmete karşı suikast hazırlıkları konusunda bize ulaşan son bilgiler aşağıdadır: 1- Ağustos 1935’te, ATATÜRK’e suikast hazırlıklarıyla ilgili bazı bilgileri Türk hükûmetine ilettik. O işin içinde Kürt, Çerkez ve Ermeni teröristler vardı. 2- Geçen nisanda Türkiye Büyükelçiliği bize bir isim listesi verdi. Bu şahısların, taç giyme töreni için Londra’ya gelecek olan Başbakan İsmet İNÖNÜ’ye suikast hazırlığı içinde olduklarından kuşkulanıyordu. İçlerinde İsmail Hakkı GÜMÜLCİNELİ, Prens Şevket (muhtemelen Sultan Abdülaziz’in torunu Prens Mahmut Shaukat Seif-ed-Din )... 3- Nis’te yaşayan Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Samy de Osmanlı saltanatını diriltmek amacıyla birçok defa İngiltere hükûmetine başvurmuştur. Prens, Almanya ile de temasta imiş. Vahdettin ve Abdülmecid yanlısı iki saltanatçı hizbin Osmanlı salatanatını diriltme emellerinin devam ettiği anlaşılıyor. Prens Samy, Vahdettin grubundandır. Elimizdeki istihbaratın bir kısmını Türkiye Büyükelçiliğine iletmeyi öneriyorum. Daha fazla bilgi toplamaya da çalışalım.”10 Türkiye Büyükelçiliği Başkâtibi Hikmet ANLI, 13 Kasım günü tekrar girişimde bulunuyor. Mr. BOWKER bu girişimi şöyle rapor ediyor: “Türkiye Büyükelçiliği Başkâtibi ANLI 13 Kasım günü tekrar bana geldi. Osmanlı saltanatçılarının faaliyetleri hakkında benden bilgi istedi. Elimizdeki az ve müphem bilgileri Türk hükûmetine iletmeye değer görmediğimizi söyledim. Yalnız saltanatçıların iki hizbe ayrılmış olduklarını, bir grubun Vahdettin, diğer grubun ise Abdülmecid yanlısı olduklarını bildirdim. Bay ANLI, bu grupların İngiltere’de para toplayıp toplayamadıklarını sordu. Bu konuda araştırma yapıyoruz dedim. Gizli bir yazıyla Maliye Bakanlığından sormayı öneriyorum.11 ATATÜRK Hastalanınca Saltanatçılar Umuda Kapıldılar 30 Mart 1938 günü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ATATÜRK’ün hasta olduğunu resmen açıkladı. 1 Nisan günü hastalık haberi

9 FO; 371/ 20864 / E. 6451 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 397, Nu.; 180. 10 FO; 371/20864 /E. 6448 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 413 - 415, Nu.: 188. 11 Ibid.; s. 416, Nu.: 190 & FO: 371/20864/ E. 6448 / G. 29 Avrupa gazetelerinde yayınlandı. O tarihte hâlâ Londra’da bulunan Osmanlı Prensi Bahaeddin Sami, hemen İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sir Lancelot OLİPHANT’a telefon etti. Arkasından 4 Nisan 1938 günü, kendi el yazısıyla Sir OLİPHANT’a altı sayfalık gizli bir mektup gönderdi. ATATÜRK’ün yakında öleceği, ölünce satranatın yeniden kurulacağı konusunu işledi. ATATÜRK’ten sonra Türkiye’nin başına bir halife-padişah getirilmesi için İngltere’den destek istedi. Eski Halife Abdülmecit’in padişah olarak Türkiye’ye dönmeye kalkışacağını, onun Almanya yanlısı olduğunu; İngiltere’nin Vahdettin grubundan olan, babası Prens Sami’nin Türkiye tahtına çıkarılmasının doğru olacağını anlatmaya çalıştı.12 Prens Bahaeddin Sami’nin mektubu İngiltere Dışişleri Bakanlığında, resmî ve gizli bir belge olarak kayıt gördü. Gizli belgeler dosyasına girdi. İngiliz görevlileri mektup konusundaki düşüncelerini, yorumlarını uzun uzun yazıya döktüler. Foreign Office görevlilerinden Mr. BOWKER, “Prens Baedddin Sami’nin delilleri, ATATÜRK’ün ölümü üzerine Osmanlı saltanatının kaçınılmaz şekilde geri geleceği faraziyesine dayanmaktadır ki, bence bu aldatıcıdır, safsatadır. Kanaatimce şimdiki rejim, bazı değişik biçimde bile olsa, ATATÜRK’ten sonra da yaşayacak kadar güçlü şekilde yerleşmiş bulunmaktadır...” dedi. Müsteşar Yardımcısı Sir L. OLİPHANT mektubu ve yorumları okuduktan sonra şunları not etti: “Mustafa Kemal’in sağlığı şüphesiz kaygı yaratmaktadır... Gazi meydandan çekilince her şey olabilir. Ama ben de Almanya’nın (Türkiye’de) mutlaka nüfuz sağlayacağından şüphe ederim... Mektubun bir örneğinin, görüşünü almak için ilk kuryeyle (Ankara Büyükelçisi) Sir P. LORAİNE’e gönderilmesi...” Büyükelçi LORAİNE, 24 Nisanda cevap verdi: “Samimi müşahedem şudur ki Sami’nin mektubu tümüyle saçmadır.” dedi ve kendi görüşlerini şöyle bildirdi: “ATATÜRK’le Alman hükûmeti arasında gizli görüşmeler yapıldığına inanmıyorum. İsmet’in (İNÖNÜ) halifeliği diriltme fikri beslediğine inanmıyorum. Türk hükûmetinin ve ATATÜRK’ün, halifelikle bütün ilişkilerini kesmiş olduğuna ve bunun (halifeliğin) Türkiye’de veya bir başka yerde yeniden diririltilmesini istemediklerine tamamıyla eminim. Eğer Almanya Abdülmecid’in geri dönmesini fiilen destekliyorsa körü körüne boşluğa doğru gidiyor demektir. ATATÜRK’ten sonra ne olacağı konusunda spekülasyon yapmak boşuna olacaktır. Yerine kimin geçeceğini bilmiyoruz. Ama ATATÜRK’ün

12 Bu konudaki ayrıntılar için bk. Bilâl N. Şimşir; Atatürk'ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu, Ankara: 1989, s. 20 - 28 30 yarın öleceğini farz etsek bile Türkiye politikasının genel çerçevesinde herhangi bir değişiklik olacağını sanmam...”13 ATATÜRK’ün Halefi Sorunu ATATÜRK’ün hastalığıyla birlikte örnemli bir sorun oraya çıktı: ATATÜRK kurtarılamazsa yerine kim geçecekti? Hastalıktan önce böyle bir sorun yoktu. ATATÜRK, her dört yılda bir yeniden cumhurbaşkanı seçiliyordu. Sağ kaldıkça da kuşkusuz, devletin başında kalacaktı. Ama hastalık, düşündürmeye başladı: ATATÜRK’ün halefi kim olacaktı; Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı olarak kim seçilecekti? Avrupa’nın hızla İkinci Dünya Savaşı’na doğru gittiği o nazik dönemde, Türkiye cumhurbaşbaşkanlığı daha da önem kazanıyordu; çünkü Türkiye’nin dış politikasını ATATÜRK çizmekteydi; ATATÜRK’ten sonra herhâlde halefi çizecekti. Bu bakımdan ATATÜRK’ün halefi konusunda yurt dışında uzun uzun yazışmalar, tartışmalar yapıldı. Yurt içinde bu konuda açıkça yayın yapılmıyordu. Ama yabancı basında birçok yazı çıkıyor, yabancı diplomatlar da ATATÜRK’ün halefi konusuna zihin yoruyorlardı. ATATÜRK’ün hastalığıyla birlikte muhtemel halef olarak dört devlet adamının ismi ortaya atıldı: İsmet İNÖNÜ, Mareşal Fevzi ÇAKMAK, ve Celal BAYAR. Bu dört isim arasında, en önce İsmet İNÖNÜ’nün adı öne çıktı. Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Percy LORAİNE, ATATÜRK’ün hastalık haberinden epeyce önce ve İsmet İNÖNÜ’nün başbakanlıktan ayrıldığı günlerde, İNÖNÜ’nün ileride Türkiye cumhurbaşkanlığına seçilebileceğini Londra’ya bildirmiş ve bu görüşünü yinelemişti. ATATÜRK’ün hasta olduğunu İngilizlere ilk duyuran Fransızlar olmuştu. Duyururken Fransızlar karamsar bir görüşü de dile getirmişlerdi: “ATATÜRK’ten sonra Türk devlet gemisinin birdenbire motorsuz ve dumansiz kalacağını” söylemişlerdi. Bu karamsar görüşe katılmayan İngiliz büyükelçisine göre: ATATÜRK ölürse onun yerine geçebilecek en kuvvetli iki kişi vardı: İsmet İNÖNÜ ve Fevzi Çakmak. Bu önemli konuda Türk yöneticiler kolaylıkla bir anlaşmaya varabileceklerdi. Bu sayede ATATÜRK’ün ölümü hâlinde ortaya çıkabilecek karışıklık çabucak atlatılabilecekti. Sir Percy LORAİNE’in görüşü buydu.14 İlk defa ATATÜRK’ün halefi konsunda diplomatik yazışmalar yapılıyor ve ilk defa İsmet İNÖNÜ ile birlikte Mareşal Çakmak’ın da ismi geçiyordu. Tarih 30 Aralık 1937. ATATÜRK’ün hastalığı Şubat 1938’den sonra ısrarla söylenmeye başlandı. Henüz resmî bir açıklama yapılmamıştı. Mart 1938’de Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi LORAİNE ile Fransız Büyükelçisi PONSOT arasında bu konuda uzunca bir konuşma oldu. PONSOT, ATATÜRK’ün hasta olduğunu

13 Ibid.; s. 26 - 28. 14 Şimşir, Atatürk'ün Hastalığı; s. 79: & FO; 371/21925/E. 70: Loraine'den Foreign Office'e şifre tel. 30.12.1937, Nu.: 192. 31 ısrarla ileri sürdü. Ayrıca duyduğu bir havadisi İngiliz meslektaşına söyledi: ATATÜRK, güya, 1939’da yeniden cumhurbaşkanlığına adaylığını koymayacak ve yerini İsmet İNÖNÜ’ye bırakacakmış. İngilizin aklı buna yatmadı. ATATÜRK çekilmez, yeniden seçilirdi. İNÖNÜ de ATATÜRK’ün sağlığında cumhurbaşkanlığını kabul etmezdi. LORAİNE bu konuşmayı Londra’ya rapor ederken ATATÜRK’ün ölümü hâlinde cumhurbaşkanlığına getirilmek üzere İsmet İNÖNÜ’nün “yedek kuvvet” olarak bekletildiği görüşünü tekrarladı.15 1938 Nisan ortalarında ATATÜRK’ün halefi konusunda dış basında da yazılar çıkmaya başladı. İlk defa 17 Nisan 1938 günü, Paris-Soir adlı Fransız gazetesi, ATATÜRK’ün ağır hastalığı yüzünden yerini Celal BAYAR’a bırakmayı düşündüğü yolunda bir haber yayımladı. Beyrut’tan verilen ve Paris’te yayımlanan bu haber, Türk makamlarını fena hâlde sinirlendirdi. ATATÜRK’ün rahatsız olduğu ileri sürülmekle yetinilmiyor, üstelik cumhurbaşkanlığından çekilecek kadar ağır hasta olduğu iddia ediliyordu. İlk defa muhtemel halef olarak Celal BAYAR’ın adı ortaya atılıyordu. Dışişleri Bakanlığı bu haberi, Hatay seçimleri dolayısıyla Fransızların yaptığı “adi ve menfur bir propaganda” saydı ve bunu çabucak yalanladı.16 Ağustos 1938’de ATATÜRK’ün hastalığı nüksedince halef konusu yine konuşulmaya başlandı. Ankara’daki yabancı diplomatlar arasında, Fethi OKYAR’ın kademeli olarak cumhurbaşkanı yapılacağı söylentileri dolaşmaya başladı. Güya OKYAR, önce cumhurbaşkanı yardımcısı yapılacak, ATATÜRK ölünce de cumhurbaşkanı oluverecekmiş, tıpkı ABD’de olduğu gibi. Oysa Türkiye’nin devlet sisteminde cumhurbaşkanı yardımcılığı yoktu. O tarihte Londra büyükelçisi olan Fethi OKYAR, yakın arkadaşı olan ATATÜRK’ün hastalığı döneminde Türkiye’ye gelmiş ve Londra’ya dönüşünü geciktirmişti. Bu gecikme de söylentileri kamçılamıştı. Hatta ATATÜRK’ün kendisine halef olarak OKYAR’ı gösterdiği yolunda söylentiler çıkmıştı. Fethi OKYAR’ın cumhurbaşkanı olabileceği havadisleri daha çok Fransız gazetelerinde görüldü: İngiltere dışişlerinde bu ihtimal pek düşünülmemişti. İngiliz Büyükelçisi LORAİNE de bu havadisleri biraz kaygıyla karşılamış ve 10 Ekim 1938 günü, “çok gizli” kaydıyla Londra’ya şunları yazmıştır: “...ATATÜRK’ün Fethi’yi (OKYAR) kendisine halef olarak cumhurbaşkanı adayı gösterdiği söylentisi de var. Bu söylentiyi kontrol etmek çok güç. Doğruysa ATATÜRK ölünce rejimin bir sınava tabi tutulmasından korkarım. ATATÜRK’ün vasiyetine kimse karşı gelmek istemeyecektir. Fethi’nin gerek memlekette gerek Büyük Millet Meclisinde kendisini destekleyecek kadar popüler olduğundan çok kuşkuluyum. Sağlık durumu yeteri kadar elverişli değil. (OKYAR 1943’te ölmüştür - BNŞ). Onun cumhurbaşkanlığına yükseltilmesi, Türk liderler arasında, ATATÜRK’ün

15 Şimşir; Atatürk'ün Hastalığı, s. 80. 16 Ibid.; s. 81. 32 güçlü karakterinin tamamen kontrol altında tuttuğu şahsi kıskançlıkların patlak vermesine yol açabilir. Benim kanaatimce ATATÜRK’ün halefi olarak her tarafta memnuniyetle karşılanacak olan, millet önünde muazzam popülaritesi bulunan ve çabucak otoritesini kurabilecek kimse İsmet İNÖNÜ’dür. Mareşal (ÇAKMAK) yeteri kadar güçlü karakter sahibidir; ama bu görevi isteyeceğini sanmam.”17 İngiliz Büyükelçisi LORAİNE, ATATÜRK’ün yerine İsmet İNÖNÜ’nün seçileceği görüşünü 19 Ekimde tekrarladı ve Londra’ya yazdı: ATATÜRK’ün ölümü hâlinde yeni cumhurbaşkanı seçmek üzere TBMM’nin 24 saat içinde toplanabilmesi için Türk hükûmeti tedbir almaktadır, dedikten sonra: “Cumhurbaşkanlığı için iki aday vardır, bunlardan biri İsmet İNÖNÜ’dür ve onun seçileceğini sanırım.” dedi. Mebus olmadıkları için Fethi OKYAR ile Mareşal Fevzi ÇAKMAK’ın aday gösterilemeyeceklerini ekledi.18 İkinci adayın kim olduğunu açıklamadı, muhtemelen Celal BAYAR’ı kastediyordu. 1938 Ekim sonunda doğru İngiltere Dışişleri Bakanlığında, ATATÜRK’ten sonra İsmet İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanı seçileceği artık şüphesiz görülüyordu. 8 Kasım 1938’de ve ertesindeki günlerde, Fransız, İngiliz ve İtalyan gazeteleri de artık bir ağızdan ATATÜRK’ün halefininin İsmet İNÖNÜ olacağını yazdılar. The Star (Londra, 10.11.1938): “Cumhurbaşkanlığına İsmet İNÖNÜ seçilecektir. Büyük bir hatip olmamakla birlikte, sağlam siyasi içgüdüleri olan, sakin ve metotlu bir kimsedir. Onun, ATATÜRK’ün İngiltere’yle dostluk politikasını sürdüreceğinden emin olunulabilir." The New Chronicle (Londra, 11.11.1938): “Eski Başbakan General İsmet İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanlığına seçilmesi hemen hemen kesindir. Kendisi İngiltere Kralı Altıncı George’un taç giyme töreninde bulunmuştu.” Le Matin (Paris, 8.11.1938): “İsmet İNÖNÜ’nün, Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı olması kesindir.” Il Messagero (Roma, 11.11.1938) ve Il Corriere della Sera (Milano, 11.11.1938): Bu iki büyük İtalyan gazetesi, ATATÜRK’ün halefinin İsmet İNÖNÜ olacağını yazmakla yetinmediler, bu konuda ATATÜRK’ün bir vasiyeti

17 Ibid.; s. 82 - 83 & Loraine'den Foreign Office'e şifre tel, 10.10.1938, Nu.: 18. Çok gizli. 18 Ibid.; s. 88 & Loraine'den Halifax'a şifre tel. Gizli ve önemli, 19.10.1938, Nu.: 177. 33 bulunduğunu da ileri sürdüler. ATATÜRK, güya, halefinin 10 yıl cumhurbaşkanı kalmasını da vasiyet etmiş imiş. İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanı Seçiliyor 10 Kasım 1938: İngiliz Büyükelçisi Sir Percy LORAİNE, Londra’ya haberi telliyor: 10 Kasım: Vekâleten cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Abdülhalik RENDA, yeni cumhurbaşkanını seçmek üzere TBMM’yi 11 Kasım saat 11.00’de toplantıya çağırıyor. Yine 10 Kasım: Büyükelçi, “İsmet İNÖNÜ’nün Cumhurbaşkanı seçileceğini iyi bir kaynaktan öğrendim.” diyor. 11 Kasım: T.C. Dışişleri Bakanlığından Ankara’daki elçiliklere nota: “Malatya mebusu İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanı seçildi.”19 Yine 11 Kasım: İngiliz Büyükelçisindan Londra’ya tel. Çok acele: “Büyük Millet Meclis bu sabah İsmet İNÖNÜ’yü cumhurbaşkanı seçti. Lütfen krala haber veriniz.”20 Büyükelçi Percy LORAİNE, İNÖNÜ’nün cumhurbaşkanı seçildiğini de Londra’ya şöyle rapor ediyor: “İsmet İNÖNÜ’nün Cumhurbaşkanı olabileceğimi, bir yıl kadar önce, 26 Ekim 1937 tarihinde arz etmiştim. Bu tahminim 11 Kasım 1938’de gerçekleşti. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra İNÖNÜ ile teması hiç kaybetmedim. ATATÜRK’ün ölümünden bir hafta önce de kendisiyle görüşmüştüm. İNÖNÜ, BAYAR hükûmetinin İngiltere ile yakın dostluk politikasını yürekten destekliyordu. 13 Kasım günü, kralın taziyet mesajı vesilesiyle beni özel olarak huzura kabul etti ve yine Türk - İngiliz dostluğuna bağlılığını kesin bir dille yineledi. Cumhurbaşkanı, ATATÜRK’ün cenaze töreninde kralın Mareşal BİRDWOOD tarafından temsil edilmesinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna gösterilen bu saygıdan ve ayrıca İngiliz basınının dostça yayınlarından pek memnundur.”21 Büyükelçi Loraine, İNÖNÜ’nün TBMM’de nasıl seçildiğini de şöyle anlatıyor: ATATÜRK’ün ölümü üzerine vekâleten cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Abdülhalik RENDA, yeni cumhurbaşkanını seçmek üzere hemen TBMM’yi toplantıya çağırdı. Toplantıyı izlemek üzere kordiplomatik de davet edilmişti. TBMM 11 Kasım günü saat 11.00’de toplandı. Yoklama yapıldıktan sonra müzakerelere geçildi. Renda, heyecan içinde milletvekillerine görevlerini bildirdi. Kısa bir konuşmayla ATATÜRK’e saygılarını dile getirdi

19 Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, Nu.: 227. 20 A.g.e.; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, Nu.: 228. 21 FO; 371/21824/E. 7022 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 536 - 537, Nu.: 246. 34 ve hazır bulunanları 5 dakikalık bir saygı duruşuna davet etti. Saygı duruşuna milletvekillerin hıçkırıkları ve gözyaşları karıştı. Ardından yeni cumhurbaşkanının seçilmesine geçildi. Sonuç önceden belliydi; çünkü Halk Partisi Meclis Grubu sabahleyin toplanmış ve oy birliğiyle İsmet İNÖNÜ’yü aday göstermişti. Yine de parlamento formaliteleri eksiksiz yerine getirildi. Milletvekileri tek tek isimleri okunarak oylarını kullandılar. Yalnız Şükrü KAYA ismi okunurken yerinde bulunamadı; en son oy kullanılmasına da izin verilmedi. Malatya Mebusu İsmet İNÖNÜ, 348 oyla cumhurbaşkanı seçildi. Uzun uzun alkışlandı. İNÖNÜ, hemen ant içti ve titrek bir sesle heyecanlı bir konuşma yaptı. ATATÜRK’ün hizmetlerine değindi: “...ATATÜRK’ün fevkalade hizmetlerini bugünkü Türk devletinin bünyesinde tam ve temiz eserler olarak tecessüm etmiş görüyoruz. Kadir bilen ve büyük evlat yetiştiren milletimizin yüreğinde ‘Kemal ATATÜRK’ adı, sevgi ve hürmet içinde ebedî olarak yaşayacaktır.” dedi. İNÖNÜ, devrimlere devam olunacağını belirti: “Türk milletini az zamanda büyük medeniyet seviyesine yükseltmiş, Türk milletine en kısa yoldan temiz cemiyet hayatını, feyizli terakki yollarını açmış olan inkılaplar, kalb vicdanımızın en aziz varlıklarıdır.” Diye konuştu. “Vatandaşlar arasında muhabbeti genişletmek ve derinleştirmeyi, en şerefli vazife sayıyoruz.” dedi. Konuşma bitince milletvekilleri sıraya girip yeni cumhurbaşkanına tebriklerini sundular. Öğleden sonra da kordiplomatik, cumhurbaşkanına hem taziyetlerini hem de tebriklerini sundular.22 İsmet İNÖNÜ cumhurbaşkanı seçilince şu 24 ülkeden tebrik telgrafları almış: Afganistan, Almanya, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Finlandiya, Fransa, Hatay, Irak, İran, İsveç, Japonya, Lübnan, Mısır, Polonya Romanya, SSCB, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Yugoslavya ve Yunanistan.23 İngiliz Kralı sözlü tebrik mesajı göndermiştir. "İNÖNÜ Doğru Bir Seçimdir" İngiliz Büyükelçisi LORAİNE, ATATÜRK döneminden İsmet İNÖNÜ dönemine geçişi şöyle değerlendiriyor: “ATATÜRK’ün hastalığı anlaşıldıktan sonra bu konudaki gelişmeler hakkında hükûmeti bilgilendirmeye çalışmıştım. Şimdi anlaşılıyor ki 1938 Ağustos ayının ikinci yarısında ATATÜRK’ün hayatı ciddi olarak tehlikeye girmiş. Ondan sonra geçen yaklaşık üç ay ATATÜRK bakımından çok ızdıraplı bir dönem, yöneticiler bakımından ise yaratıcısının ölümünden sonra rejimi devam ettirmek için bir hazırlık dönemi olmuş. Bu dönemde önde gelen yöneticiler sorumluluk anlayışıyla birbirlerine kenetlenmişler. ATATÜRK 10 Kasımda öldü, ertesi gün öğleyin İNÖNÜ oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçildi. Aynı gün ikinci BAYAR hükûmeti görev başındaydı. Yani görev devri hızla ve sarsıntısız tamamlandı.

22 FO; 371/21926/E. 7024 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 540 - 541, Nu.: 251. 23 FO; 371/21927/E. 7374 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 571, Nu.: 278. 35 İNÖNÜ, doğru bir seçimdir. Bunu, bir yıl öncesinden tahmin etmiş ve İNÖNÜ başbakanlıktan ayrıldığı zaman bakanlığa yazmıştım. İNÖNÜ iyidir; ama ATATÜRK’ün eksikliği hissedilecektir. Onun için tutulan yas içtendir, gerçektir. Gelecek yıllar ATATÜRK’ün hatırasına sadakati sınayacaktır ve onun eseri, bu sınavdan da başarıyla çıkacaktır, umudundayım.”24 ATATÜRK Politikası Değişmiyor: İngiltere’ye Güvence Veriliyor İngiliz Büyükelçisi Loraine, 12 Kasım günü yeni Dışişleri Bakanı Şükrü SARACOĞLU ile görüşüyor. Bakan, Türkiye’nin politikasının değişmeyeceği yolunda büyükelçiye güvence veriyor. Büyükelçi bunu Londra’ya şöyle bildiriyor: “12 Kasım günü yeni Dışişleri Bakanı Şükrü SARACOĞLU ile ilk resmî görüşmemi yaptım. ATATÜRK’ün ölümü dolayısıyla kralın sempatilerini cumhurbaşkanına iletmesini rica ettim. Bakan, Türk dış politikasının bundan önceki çizgisinde devam edeceğini bildirdi. SARACOĞLU, selefi Dr. ARAS kadar geniş hayal gücüne sahip değilse de zeki bir kimsedir, sorunlara hukukçu ve maliyeci gözüyle yaklaşmaktadır; iş birliği yapılabilecek bir kimsedir.”25 Yeni Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, 13 Kasım günü İngiliz Büyükelçisi LORAİNE’i kabul ediyor. Büyükelçi bu kabulü doğrudan krala şöyle telliyor: “Yeni cumhurbaşkanı beni kabul etti. Majestelerinin sempati mesajından kendisinin, Türk hükûmetinin ve Türk milletinin pek derinden mütehassis olduğunu majestelerine arz etmemi benden rica etti. Cumhurbaşkanı, ATATÜRK’ün cenaze törenine majestelerinin özel temsilci göndermesine pak memnun olmuştur.”26 Londra Büyükelçisi Fethi OKYAR aracılığla da İngiltere’ye güvence veriliyor. İsmet İNÖNÜ rejiminin ATATÜRK rejiminden farklı olmayacağı resmen bildiriliyor. Foreign Office’te Müsteşar Yardımcısı Sir Lancelot OLİPHANT’ın bu konudaki 17 Kasım günlü servis notu şöyledir: “Büyükelçi OKYAR, görevi başına dönünce beni görmeye geldi. Yeni cumhurbaşkanı kendisini, Ankara’daki yeni rejimin önceki rejimden hiçbir şekilde farklı olmayacağı yolunda İngiltere’ye güvence vermekle görevlendirmiş. Teşekkür ettim. Yeni Türk Dışişleri Bakanının da Halifax’a aynı doğrultuda mesajlar ilettiğini bildirdim. OKYAR, Gazi’nin cenaze törenine Lord BİRDWOOD’un gönderilmesinin Türk hükûmetini çok memnun ettiğini bildirdi. Londra’daki görevinden ayrılacağı yolundaki haberleri doğruladı; Dr. ARAS’ın Londra’ya atanmasının söz konusu olduğunu bildirdi.”27

24 FO; 371/21927/E. 7377 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 572 - 573, Nu. 279. 25 FO; 371/21926/E.7027 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 544 - 545, Nu.: 257. 26 FO; 371/21926/E. 6946, & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 532, Nu.: 237. 27 FO; 371/21924/E. 6920, & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 546 - 547, Nu.: 259. 36 Fethi OKYAR’ın bu girişimi Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliğine de bildiriliyor: “Büyükelçi OKYAR, yeni cumhurbaşkanının kendisini, Ankara’daki yeni rejimin önceki rejimden hiçbir şekilde farklı olmayacağı yolunda İngiltere’ye güvence vermekle görevlendirdiğini bildirdi. Kendisine içtenlikle teşekkür edildi. OKYAR, Gazi’nin cenaze törenine Lord BİRDWOOD’un gönderilmesinin Türk Hükûmetini çok memnun ettiğini bildirdi. Büyükelçi, Londra’daki görevinden ayrılacağı yolundaki haberleri doğruladı ve Dr. ARAS’ın Londra’ya atanmasının söz konusu olduğunu bildirdi.”28 Cumhurbaşkanı İNÖNÜ de 22 Kasımda İngiliz heyetini kabulünden hararetle Türk - İngiliz dostluğundan bahsediyor. Büyükelçi Londra’ya şunları telliyor: “Cumhurbaşkanı, cenaze törenine katılan ülkelerin heyetlerini ve elçilerini 22 Kasım günü ayrı ayrı kabul etti. Cumhurbaşkanı, heyecanlı bir dille Türk - İngiliz dostluğundan bahsetti, ATATÜRK’ün cenazesine İngiltere’nin katılmasına teşekkür etti. Mareşal ve Amiral ATATÜRK’ün cenaze törenine katılmakla Türk - İngiliz dostluğuna katkıda bulundular.”29 Celal BAYAR Hükûmeti Güven Oyu Alıyor Celal BAYAR hükûmeti, 16 Kasımda Meclisten güvenoyu isterken yaptığı konuşmasının başında: “...inkılabın ve ATATÜRK rejiminin en mümtaz siması ve Türk milletinin büyük evladı olan, İkinci Reisicumhur İNÖNÜ’nün, cumhurreislik devrinin, milletimiz için müteyemmen ve mesut olmasını temenni ederim, buna şahsen emin olduğumu ifade eylerim.” dedi. BAYAR, Büyük Önder ATATÜRK’ün ölümünden duyulan acıyı, “Denilebilir ki şimdiye kadar hiçbir kimse hakkında bu kadar vatanşümul, bu kadar âlemşümul bir acı duyulmamıştır. Kendi ruhumuzda bu acıyı hissediyor ve kalbimizin kanadığını duyuyoruz.” sözleriyle dile getirdi. ATATÜRK’ü yüceltti ve onun çizdiği yolda yürüyeceklerini şöyle ifade etti: “Benimle beraber heyet-i vekileyi teşkil eden arkadaşlarımın ihtilalin ve inkılabın ta ilk günlerinden beri büyük ve Ebedî Şefimizin hayata gözlerini yumduğu dakikaya kadar, izinde ve peşinde, yolunda şuurla yürüdük. Bu, bizim ebedî ihtirasımızdır. Hiç şüphesiz büyük Türk milletinin seciyesine ve karakterine uygun olarak vücuda getirdiği ve bize hediye ettiği rejimi korumak hakkında ihtirasımız sonsuzdur.” İzleyeceği politika konusunda da yarım kalan işlerin tamamlanacağını bildirdi: “Geçen sene lütfen tasvibinize iktiran eden programımızın şimdiye kadar yapılmış olan kısımlarından madasını yürütmek azim ve kararındayız.” diye konuştu.

28 FO; 371/21924 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 556 - 557, Nu.: 270. 29 FO; 371/21926/E. 7055 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 557 - 558, Nu.: 272. 37 Dış politikaya değinirken dedi ki: “Harici siyasetimizde değişecek hiçbir şey yoktur. Anlaşmalarımıza, dostluklarımıza, ittifaklarımıza, bütün sadakatimizle bağlıyız. Bunları büyük bir azimle yürüteceğiz. Bu sada, size olduğu kadar, bütün dostlarınmıza ve müttefiklerimize de bir itimad ve muhabbet sadasıdır.” BAYAR, son söz olarak, “Beni ve benimle vazife almak lütfunda bulunan arkadaşlarımı çok yakından tanırsınız... rejimin azat kabul etmez kullarıyız... itimadınızı bizden esirgemeyiniz.” dedi. Meclis, 344 oyla, yani oy birliğiyle güven oyu verdi.30 İngiliz Yıllık Raporuna Göre: İsmet İNÖNÜ Dönemine Geçiş Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliğince hazırlanmış ve 11 Şubat 1939 tarihinde Londra’ya sunulmuş olan “1938 Türkiye Yıllık Raporu”nda ATATÜRK sonrasına geçiş özetle şöyle değerlendiriliyor: I. Giriş: 1938’de dünyada önemli olaylar yaşandı: Almanya, martta Avusturya’yı ilhak etti, eylülde Çekoslavkaya’yı parçalamak istedi. Türkiye’de ise ATATÜRK’ün ölümü 1938’e damgasını vurdu. Burada ATATÜRK hakkında şu kadarını söylemek yeter: 15 yıl gibi kısa bir zaman içinde Türkiye kadar hızlı manevi, maddi ve siyasi sıçrama yapabilmiş başka bir ülke az bulunur. ATATÜRK’ün halefinin çabucak seçilmesi ve iktidar devrinin yumuşak biçimde gerçekleştirilmesi, cumhuriyet kurumlarının istikrarına alamettir. Hatay sorununu da not etmek gerek. Türkiye - Fransa ilişkilerini karartmış olan bu sorun hâlledilme yoluna girdi. Türkiye’nin Berlin - Roma mihverine karşı kuşkuları 1938’de arttı. Dolayısıyla Türkiye, savunmasını güçlendirmeye çalışacaktır. İngiltere’ye gitgide daha fazla yaklaşan Türkiye, dikkatli ve hesaplıdır. İngiltere, 1938 yılında Türkiye’ye sanayi için 10 milyon, silahlanma için de 6 milyon sterlin tutarında kredi açtı. Ama Almanya’nın Türkiye’deki ekonomik ağırlığı azalmamıştır. İçeride Türk ekonomisi sağlıklı, bütçesi de dengeli kaldı. II. Dış Politika: 1938 yılında Türkiye’nin Milletler Cemiyetine karşı tutumu Hatay sorunuyla bağlantılı idi. Almanya, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamamış, sonradan da bu sözleşmeye katılmamıştı. Bu konuda Türkiye ile Almanya arasında diplomatik temaslar, görüşmeler, yazışmalar 1938 yılında da devam etti. Almanya, sözleşmede bazı değişiklikler yapılmasını veya Almanya ile ayrı bir anlaşma imzalanmasını istedi. İngiltere’ye de bilgi veren Türkiye, Alman isteklerini kabul etmedi. Türkiye’nin İngiltere ile siyasi ilişkileri 1938 yılı boyunca sıkı ve samimi iş birliği biçiminde devam etti. Türkiye, çeşitli uluslararası sorunlar ve krizler karşısında İngiltere ile iş birliği yaptı. Kasımda Türkiye dışişleri bakanının değişmesi, Türk - İngiliz ilişkilerinin samimiyeti üzerinde bir değişiklik

30 FO; 371/21926 /E. 7030 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 553, Nu.: 267. 38 yaratmadı. Türk dış politikasının değişmeyeceği yolunda İngiltere’ye güvence verildi. Avrupa’da silahlı bir çatışma hâlinde Türkiye’nin İngiltere’den yana olacağı anlaşıldı. İngiltere, Türkiye’ye 10 milyon sterlin sanayi kredisi, 6 milyon sterlin de silahlanma kredisi açtı. Karabük Demir - Çelik fabrikasının yapımı ilerledi. Üç İngiliz hava subayı Türk havacılarına ders verdi, dört Türk deniz subayının da İngiliz savaş gemilerinde staj görmelerine izin verildi. Üç İngiliz savaş gemisi İstanbul’a özel bir ziyaret yaptı. ATATÜRK’ün cenaze töreni için de İngiliz Amiral gemisi “Malaya” İstanbul’u ziyaret etti. Mareşal BİRDWOOD, cenaze töreninde kralı temsil etti; Akdeniz başkomutanı da törene katıldı. III. İç Politika: Kurucusu ölüm döşeğinde olan Türkiye Cumhuriyeti’nin 15. yılı, üzüntü içinde geçti. ATATÜRK, baharda ciğerlerinden hastalanmıştı; fakat biraz iyileşir gibi olunca Hatay sorunu yüzünden kalkıp Mersin’e ve İstanbul’a seyahat etti. Gitgide yorgun düştü, kendini işe veremez oldu. Yazı Savarona yatında geçirdi. Basın, hastalık konusunda yayın yapamadı; Ağustosta Tan gazetesi yayın yapmaya başlayınca üç ay kapatıldı. Resmî suskunluğa rağmen iktidarın ATATÜRK’ün elinden kayıp gitmekte olduğunu herkes biliyordu. Ekimde hastalık vahim bir hâl alınca artık gizlenemez oldu ve sonunda 10 Kasımda ATATÜRK 57 yaşında öldü. ATATÜRK ölünce onu veya rejimini sevmeyenlerin karışıklık çıkarabilecekleri korkusu boşa çıktı. ATATÜRK dünyaya gözlerini yumunca ertesi gün İsmet İNÖNÜ cumhurbaşkanı seçildi ve çağdaşlaşma hareketinin devam edeceğini açıkladı. İNÖNÜ, yine Celal BAYAR’ı başbakan atadı. Dr. T. Rüştü ARAS ve Şükrü KAYA yeni kabine dışında bırakıldı. Daha sonra kabinede başka değişiklikler de yapıldı. Celal BAYAR, yeni kabine için güven oyu isterken Kemalist rejimi koruyacağını, politikasının Halk Partisinin politikası olduğunu açıkladı. İNÖNÜ, parti genel başkanlığına seçildi ve 1938 belediye seçimleri bu partinin halk tarafından desteklendiğini gösterdi. ATATÜRK’ün isteği üzerine haziranda 150’likler için af yasası çıkarıldı. Cumhuriyet artık güçlenmiştir. ATATÜRK’ün ölümünün ardından affın kapsamı genişletildi, Kâzım KARABEKİR Paşa gibi bazı tanınmış kişiler de affedildiler ve milletvekili seçildiler. Türkiye milliyetçidir. Osmanlı zamanında halk Müslüman, Hristiyan, Musevi diye ayrılıyordu. Cumhuriyet, milliyet fikrini, din düşüncesinin üstüne çıkardı. 1938’de, çeşitli etkinliklerle milliyetçilik vurgulandı. Türk soyundan olanlar Türkiye’ye göçmen alındı, Romanya ve Bulgaristan’dan 20 bin kadar Türk göçmeni geldi, homojen bir Türk toplumu yaratılmaya çalışıldı. Ama hükûmet Musevi düşmanı değil, Avrupa’dan Musevi asıllı uzmanlar Türkiye’ye kabul edildi. Türkiye’de egemenlik halka dayanıyor. 39 Türkiye devletçidir. Denizbank, Etibank, Sümerbank, satın alınan Deniz fenerleri, telefon, elektrik, su, tramvay, tünel tesisleri, demir yolları, Ankara’daki güçlü radyo istasyonu vs. hepsi devlet kuruluşlarıdır. Devlet, hemen hemen bütün bankaları, büyük sanayi kuruluşlarını kontrol etmektedir. Şeker, tütün, alkollü içkiler, kibrit vs. hepsi kamu kuruluşlarıdır. Türkiye laiktir: Din, kişiyi ilgilendirir; devleti değil diye düşünülüyor. Din yasaklanmıyor, bastırılmıyor. Türkiye inkılapçıdır. Halk Partisinin altı ilkesinin 1938 uygulaması, genellikle halkın yararına oldu. Halkın refah düzeyi arttı. 1938 - 1939 bütçesi 250 milyon TL olarak belirlendi. Bu, TBMM’nin kabul ettiği en yüksek bütçedir. Ayrıca: 1937 - 1938 bütçesi 29 milyon fazlalık verdi, bazı vergilerde indirim yapıldı. İngiltere 16 milyon (10+6) sterlin, Almanya da 150 milyon mark kredi açıyor. 1938’de ürün çok iyiydi. Bu yılın ilk sekiz ayında Türkiye’nin ithalatı 93 milyon, ihracatı 65 milyon TL oldu. Almanya, hem alıcı, hem satıcı olarak birinci sıradadır. Birinci beş yıllık sanayi planı 1938’de tamamlandı sayılır. Yeni plan yeni sanayi tesisleri kurulmasını öngörüyor. İngiliz şirketi Karabük demir - çelik fabrikası inşaatına devam ediyor. 1938 - 1939 demir yolu bütçesi 35.739.400 TL. Sağlam maliyeye ve refaha rağmen döviz kıtlığı var. Hükûmet, yıllık Osmanlı borç taksitlerini tamamen malla ödeyeceğini açıkladı. İstanbul Üniversitesinde eğitim iyileştirildi; Ankara Üniversitesinin yapımı tamamlandı ve Van Üniversitesi kuruldu(?). Okul sayısı 5000’e çıktı. Cumhuriyetin kamu görevlileri, Osmanlı görevlilerine kıyasla çok daha dürüst ve namusludurlar. Ama suistimallerin kökünün kazınamadığı da anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde suistimaller yapanın yanına kalıyordu, cumhuriyette ise suçlular cezalandırılıyor. ATATÜRK, arkasında sağlam temeller üzerine kurulmuş sağlıklı bir cumhuriyet bırakmıştır. IV. Türk Ordusu (Kara Kuvvetleri): 1938’de Türk ordusu, kurucusu ve Başkomutanı Kemal ATATÜRK’ü kaybetti; Başkomutanlığı şimdi İsmet İNÖNÜ üstlendiği için de ordu şanslıdır. Ordunun genel teşkilatı değişmedi. Trakya sınırının yeniden askerleştirilmesi, belki Edirne’de bir müstahkem mevki oluşturulmasını ve yeni bir tümen kurulmasını gerektirecektir. Ordunun mevcudu yine 120.000 kadardır. Üst komuta kademesinde bir değişiklik olmadı. Daha alt rütbeli komutanlar arasında birkaç değişiklik oldu. IX. Kolordu komutanlığına Korgeneral Mümtaz AKTAY, Askerî İstihbarat Başkanlığına Albay Bahaeddin Kuban atandı. Silahlanma devam ediyor. Almanya ve Çekoslovakya’dan birçok malzeme alındı. Krize rağmen Çekoslovak firmaları siparişleri zamanında teslim ettiler. Yalnız ağır toplar henüz teslim edilemedi. Piyadeler 8000 hafif makineli tüfekle donatıldı. 500 ağır makineli de Polonya’ya sipariş edildi. 150 40 mm’lik ağır toplar alındı. Tank ve zırhlı araç sayısında bir artış olmadı. Kamyon eksikliğini gidermek için 350 yeni kamyon sipariş edilecek. Yedi müstahkem mevki var. Şimdi bunlara Edirne’nin de donatılıp eklenmesi düşünülüyor. Bir top fabrikası kurmak için Almanya’ya sipariş verildi. Bir de cephane fabrikası kurulması düşünülüyor. İzmit’te bir kimya fabrikasının temeli atıldı. Doğu Anadolu’da askerî manevra yapıldı; buna üç kolordu ve 50 bin asker katıldı. Yıldız’daki kurmay okulu yenilendi. Asker kimyasal savaşa karşı da eğitiliyor. Liselerde ve orta dereceli okullarda da askerlik dersi veriliyor. Türkiye’nin stratejik politikası değişmedi. Stratejik kara yollarının ve demir yollarının yapımı, bakımı ve eksiklerinin tamamlanması için çalışmalar sürüyor. Hatay sorunu nedeniyle Suriye sınırına yakın bölgelerde asker sayısı geçici olarak arttırıldı. 4 Temmuzda Fransa ile anlaşmaya varılınca gerginlik yumuşadı. Trakya sınırının yeniden askerleştirilmesini öngören Selanik Anlaşması imzalanınca Türk askeri hemen Edirne’ye girdi ve buranın III. Orduya bağlı bir tümen karargâhı olacağı bildirildi. 1937’deki harekâtı tamamlamak üzere Tunceli (Dersim) bölgesine karşı askerî harekât yapıldı ve asayiş sağlandı. 26 Kasımda Atina’da Balkan Antantı Genelkurmay Başkanları Toplantısı yapıldı. Bulgaristan’ın irredantist emelleri konuşuldu; Balkan Antantı üyelerinin dayanışma içinde oldukları gösterildi. Türk ordusunun morali iyidir, ordu ATATÜRK’ün ölümünden etkilenmedi. Yeni silahların alımı ve sıkı tatbikatla ordunun etkinliği arttırıldı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplam bütçesi 1937 - 1938 mali yılında 67.232.004 TL iken 1938 - 1939 yılında 82.526.690 TL olarak öngörülmektedir. Bu miktarın dağılımı şöyledir: Kara Kuvvetleri 61.361.030, Hava Kuvvetleri 8.050.140, Deniz Kuvvetleri 6.584.880, Askerî fabrikalar 5.755.330 ve Harita Genel Müdürlüğü 775.310. TL. Ayrıca olağanüstü harcamalar da öngörülmüştür, bunlarla birlikte tahmini bütçe 108.996.690 TL’ye ulaşmaktadır. Bu miktara İngiltere’nin ve Almanya’nın açtıkları krediler de eklenecektir. Özetle: Türk ordusu, 1938’de kesin ilerleme kaydetmiş; silahlanma alanında çok şey yapılmış; sıkı eğitim, talim, tatbikat ve yüksek disiplin sürdürülmüştür. 41 Türk ordusu her düşmana karşı koyabilecek olağanüstü bir savaş makinesidir. V. Türk Hava Kuvvetleri ve Sivil Havacılık: 1939 Türk Hava Kuvvetlerinin “ön hat” uçak sayısı 130’dan 200’e çıkarıldı. Kütahya’da yeni bir hava birliği kuruldu. Çorlu yakınında yeni bir hava üssünün yapımı sürüyor. İngiltere, Almanya ve ABD’den yeni savaş uçakları alındı. Bütçe arttırıldı. İngiltere’nin açtığı kredinin 1 milyon sterlin tutarındaki bölümü Hava Kuvvetlerine ayrıldı. Pilotların uçuş eğitiminin arttırılması gerekiyor. İngiltere’den iki öğretmen istendi. Londra’ya ilk defa bir hava ataşesi atandı. Sivil havacılık: Ankara - İstanbul günlük uçak seferleri devam ediyor; İzmir ve Adana’ya uçuşlar ise henüz başlamadı. “Türkkuşu”, çalışmalarını sürdürdü. 5,4 milyon TL para topladı. VI. Türk Deniz Kuvvetleri: Genelkurmayda karacıların kontrolü altındadır. Bu sistemde bir değişiklik olmadı. Yüksek komuta kademesinde bazı atamalar oldu. Donanmanın durumu pek iyi değil. “Yavuz” ile dört destroyer ve beş denizaltı hava saldırılarına karşı savunmasız durumdadır. Deniz Kuvvetleri, Kara ve Hava Kuvvetlerinden sonra geliyor. Ama Genelkurmay ihtiyaçları belirledi: Yavuz’dan başka 2 kruvazör, 8 destroyer ve 20 denizaltı gerek. Ayrıca mayın tarayıcılar, torpido botlar, çeşitli küçük tekneler vs. Deniz Kuvvetlerini güçlendirmek için epey mesafe alındı. İngltere ve Almanya’ya siparişler verildi. Ayrıca 4 yeni denizaltı yapılmaktadır: Saldıray, Batıray, Atak ve Dalgıç. Haliç Tersanesi yenileniyor, Gölcük Tersanesi için ihale açıldı. Savunma bütçesi şöyle bölüştürülmüştür: Yüzde 81 Kara Kuvvetlerine, Yüzde 11 Hava Kuvvetlerine ve Yüzde 8 Deniz kuvvetlerine. Personel, bugünkü donanma için yeterlidir. 2 deniz subayı Japonya’da eğitim gördü, dört genç subay da eğitim için İngiliz Donanmasına gönderildi. ATATÜRK’ün cenaze töreninin denizde yapılan bölümü çok görkemli ve etkileyici oldu. Bu tören için gelenlerden yabancı gemiler dışında, 1938 yılı içinde Romanya, Fransa ve Almanya’dan başka savaş gemileri de Türkiye’yi ziyaret etti. Reşadiye’de (İzmir) bir deniz uçak üssü var, ama deniz - hava iş birliği çok ihmal edilmiştir.

42 Sonuç olarak: 1938 yılı Türk donanmasının yeniden doğuş yılı olmuştur, denilebilir. Türk Deniz Kuvvetleri Akdeniz’de üçüncü sıradadır.31 Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ Kurumlara Kanat Geriyor İsmet İNÖNÜ, Cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir müddet sonra Türk Tarih Kurumu’nun Koruyucu Başkanlığını kabul etti ve Cumhuriyet kurumlarına kanat gereceğini gösterdi. Türk Tasrih Kurumunun yayın organı Belleten’in 10. sayısı ATATÜRK’ün Aziz hatırasına adanmıştı. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ bu sayıya, 31 Mart 1939 tarihli bir yazıyla katıldı. Kendi el yazısıyla kaleme alınmış ve tıpkıbasımı da kurum tarafından yayımlanmış32 olan bu önemli yazıyı aşağıya aktarıyoruz, bugün bir kere daha okuyalım: ATATÜRK’ün Aziz Hatırasına Türk Tarih Kurumu bu hususta bir toplantı tertip etmiş oluyor. Buna hepimiz hürmet ve muhabbetle koşarak geldik. Cemiyet kurmak, cemiyet içinde konuşmak ATATÜRK’ün sevdiği bir âdetti ve çok hususi bir mahareti idi. Bu toplantıda onun ruhu şad olacaktır. Bize bu fırsatı verdiği için de Türk Tarih Kurumuna teşekkür etmeliyiz. Türk Tarih Kurumu, millî kültürümüz, kültürel terbiyemiz için birinci derece faydalı bir müessesemiz olmuştur. Geniş mikyasta enternesyonal neşriyata, eski eserlere ve vesikalara ve arkeolojiye dayanan araştırmaları, ilim ve ideal ufkumuzda yeni âlemler açmıştır. Bir milletin en büyük kaybı, kendine itimadını kaybetmesidir. Cumhuriyete kadar iki yüz seneye yakındır ki bu memleketin okumuş geçinenleri, kendi medeniyet kuvvetlerine inanmadan konuşurlardı. Türklerin millî hayatını hararetten mahrum etmek isteyen bir yabancı edebiyatın zehirli telkini, en dikkatli olduğunu zanneden ilim muhitlerimizde bile yerleşmişti. Türk Tarih Kurumu, ATATÜRK’ün hususi alakası ve tesiri sayesinde, tetkiklerinde başlı başına düşünür ve hüküm verir bir müstakil zihniyetle temayüz etmiştir. Bu, millî kültür için büyük kazanç ve çok sağlam bir esastır. Kurumun, kırk yıllık hurafeler ve sabit fikirler karşısında tereddüt etmeksizin hakikatleri bulmak ve söylemek cesaretini muhafaza etmesini isteriz. Türk Tarih Kurumu, Türk milletinin medeni kabiliyet ve hizmetlerini, insanlık âleminde teşrih ederken yeni nesillerin temiz ideallerine de taze can kattığından emin olabilir. Sevgili Ebedî ATATÜRK!

31 FO; 371/23301/E. 1214 & Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt 8, s. 613 - 671, Nu.: 298: Annual Report on for 1938. 32 Amiral Fahri Çoker (E.); Türk Tarih Kurumu. Kuruluş Amacı ve Çalışmaları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 1983, s. 10 - 11. 43 Tarih Kurumundan beklediğin maksatları, biz ve bizden sonra gelecekler, aşk ile takip edeceğiz. 31. 3. 1939 İsmet İNÖNÜ Türk Tarih Kurumunun yeni cemiyetler kanununa göre değiştirilerek 25 Mayıs 1940 tarihinde onaylanan tüzüğünün 2’nci maddesinde, kurumun Reisicumhur İsmet İNÖNÜ’nün yüksek himayeleri altında bulunduğu hükmü yer almıştır. Bakanlar Kurulunun 21 Ekim 1940 tarih ve 2/14556 sayılı kararnamesiyle de Türk Tarih Kurumu, “Kamu Yararına Çalışan Dernekler” arasına alınmıştır. Türk Tarih Kurumu, 1967 yılında yeni binasına taşınmıştır. Yeni binanın hizmete açılması dolayısıyla 12 Kasım 1967 günü yapılan törene de katılan İsmet İNÖNÜ, izlenimlerini, kurumun şeref defterine şöyle belirtmiştir: Türk Tarih Kurumu, Büyük ATATÜRK’ün her eseri gibi bir hayal gibi doğdu, göz kamaştıran bir abide hâline geldi. Henüz genç yaştadır. Ehliyetli ellerdedir. Olgunluk devirleri çok feyizli olacaktır. Her yetişen nesil daha hayran olacaktır. İsmet İNÖNÜ33 İsmet İNÖNÜ, cumhurbaşkanı, başbakan ve sade İsmet İNÖNÜ olarak Türk Tarih Kurumuna yakın ilgisini bir ömür boyu sürdürmüştür: Türk Tarih Kurumuna gösterdiği bu ilgi, İsmet İNÖNÜ’nün diğer cumhuriyet kurumlarına da nasıl kol kanat germiş olduğunun bir göstergesidir, denilebilir. İNÖNÜ, Türkiye’yi Savaş Dışında Tuttu ATATÜRK’ün ölümünden on ay kadar sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu savaş boyunca İsmet İNÖNÜ’nün izlediği aktif tarafsızlık politikası, yakın tarihimizin en parlak ve en başarılı sayfalarından biridir. Bu büyük savaşta Türkiye ateş çemberi içinde kaldı. Muharip taraflar, Türkiye’yi de kendi yanlarında savaşa sokakilmek için büyük çaba harcadılar. Türkiye, savaşın gidişine göre kâh Almanya’nın kâh İngiltere’nin diplomatik baskılarıyla karşılaştı ve bu baskıları başarıyla göğüsledi. İsmet Paşa, savaş yıllarında, bu son derece zor politiyayı Genelkurmay ve Dışişleri Bakanlığı ile birlikte yürüttü. Bütün savaş boyunca Türkiye, tetikte, nöbette, adeta ustura sırtında idi. Türk askeri, silah elde, bütün sınırlarda nöbet tutarken Dışişleri Bakanlığı da geceli gündüzlü nöbette savaşın ve diplomasinin nabzını tutmuştur.

33 Ibid.; s. 12. 44 Dışişleri arşivlerinden biliyorum: Dışişleri Bakanlığı, altı yıl boyunca günün yirmi dört saati nöbette olmuş, savaşın gidişini, askerî ve diplomatik gelişmeleri, dakikası dakikasına kaydetmiştir. Olağanüstü bir disiplinle ciddi bir devlet disipliniyle çalışmıştır. Hangi cephede olursa olsun her askerî hareket; her diplomatik faaliyet dakikası dakikasına kaydedilmiştir. Askerî olsun, diplomatik olsun her açıklama, her tebliğ, her resmî konuşma dört nüsha olarak kayda geçirilmiştir. Nüshalardan biri hemen Cumhurbaşkanlığına, diğeri Genelkurmay Başkanlığına arzedilmiş, Dışişlerinde kalan nüshalar da kronolojik sırayla dosyalanıp ciltlenmiştir. A4 boyutundaki bu belgeler, kırmızı karton kapaklı 60 küsur cilt tutmaktadır. Bu ciltleri merakla karıştırırken, büyüklerimizin nasıl kılı kırk yararcasına, ne kadar ciddi ve ne kadar titiz çalışmış olduklarını görerek hayran olmuşumdur. İsmet İNÖNÜ’nün Meclis Konuşmalarından Satırlar Aşağıda, Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün, İkinci Dünya Savaşı döneminde TBMM’nin yasama yıllarını açış konuşmalarından kısa kısa aydınlatıcı satırlar aktarıldı. Okuyalım: 1 Kasım 1939 “... Nihayet harp faciasının patlaması bir emrivaki olmuştur... Cumhuriyet hükûmeti, sulha hizmet etmek ve kendi masuniyetini temin eylemek gayretini esaslı vazife telakki etti. 12 Mayısta İngiltere ve 23 Haziranda Fransa hükûmetleriyle kararlaştırmış olduğumuz müşterek beyannameler, bu gayretin mahsulüdür... Türkiye için, hareket hattını evvelden sarahat ve samimiyetle belli etmek, sulh yolundaki vazife tedbirlerinin en müessir olanıdır denilebilir...”34 1 Kasım 1940 “... Avrupa muharebesi, on dört aydan beri, bütün şiddetiyle devam ediyor... Bir dünya muharabesi şeklini almasını imkân dâhilinde bulunduruyor. Son sene zarfında birçok hür ve müstakil ülkeler ecnebi istilasına maruz kalmışlardır... Memleketimiz, geçen zor zamanları, istiklal ve masuniyet davası etrafında yekvücut çehresiyle sarsılmadan geçirdi. Hakkından emin, haklara hürmetkâr ve vatan müdafaasına karar vermiş vaziyeti, bu metanetin sırrını teşkil eder. Harici siyasetimizi tavsif ederken milletimizin sayısız faziletlerini vatan için en emin, en verimli şekilde kullanmak düsturunun, yegâne rehberimiz olacağını bir kerre daha tebarüz ettirmek isterim...”35 1 Kasım 1941 “...Cumhuriyet hükûmeti, Avrupa Harbi’nin son durumunda bitaraflığını ilan etmiştir. Bundan başka, muharebe içindeki bütün devletlerle

34 İsmet İNÖNÜ'nün TBMM'deki Konuşmaları 1920 - 1973; İkinci Cilt (1939 - 1960), Ankara: 1993, s. 2. 35 Ibid.; s. 10. 45 münasebetlerimiz eski ve yeni muahedelerle tanzim edilmiş bulunuyorlar. Bu muahedelerin hükümleri tamamile meridirler... Almanya ile münasebetlerimiz, Balkan hareketleri esnasında en çetin imtihanını geçirmiştir, denilebilir... 18 Haziran 1941 tarihli Türk - Alman Muahedesini vücude getiren karşılıklı itimat havasını yaratmıştır... 1940 yazında Fransa’nın mağlubiyeti, İngilizleri en müşkül bir vaziyete uğratmış bulunurken Türkiye’nin müdafaa ve masuniyet umdelerile takip etmiş olduğu siyasetin bir noktasına halel gelmedi. Ve Türkiye İttifak Muahedesine sadakatini açıktan açığa söyledi. Türkiye, dünyanın en büyük devletlerinden birine kara gün dostu olduğunu, o zaman bir kere daha ispat etmiştir...”36 1 Kasım 1942 “... Dünya Harbi bu yıl da kanlı şekilleriyle memleketleri yakıp yıkmaya devam etti... Öyle görünüyor ki 1943 yılı da daha geniş ve daha insafsız muharebelerle geçecektitr. Biz önümüzdeki sene dahi, millî siyasetimizin içeride ve dışarıda herkesçe bilinen istikametlerini, dürüst ve ciddi olarak muhafaza edeceğiz. Ahitlerimize, ittifaklarımıza ve dostluklarımıza sadık olarak ve herhangi bir devlete karşı hileli ve saklı fikirli olmaktan sakınarak millî emniyet siyasetimizi takip edeceğiz... Ancak Büyük Millet Meclisinin ehemmiyetle dikkatini celbetmek isterim ki patladığı günden beri Dünya Harbi’ne memleketimiz en ziyade bugün yaklaşmıştır. Hakiki kuvvetlerimizi, sağlam vaziyetimizi bulandırıp gölgelendiren bir manevi telaş ve ıstırap havası, bugün vatanımızın üzerinde esmektedir. Böyle hâller bir milleti hastalıklı ve zayıf gösterirler. Hastalıklı millet bünyeleri harici tehlikeleri süratle üzerilerine çekerler. Bu sebeple bir gün bilmediğimiz bir istikametten ve bilmediğimiz bahaneler altında vatanımızın taarruza maruz kalması ihtimalini Büyük Millet Millet Meclisinin ciddi olarak göz önünde tutması icap eder.”37 1 Kasım 1943 “... Cihan Harbi’nin siyasi ve iktisadi tesirleri, milletimizin yaşayışı üzerinde de geniş intizamsızlıklar yaptı... Millî müdafaa meselesi Cumhuriyet Hükûmetinin ve Büyük Millet Meclisinin ana meselesi olmakta devam ediyor... Türk milleti savaş haricinde kalmakla beraber dört seneden beri fedakârlıklar, ıstıraplar içinde dünya buhranının tepkilerini şiddetle hissetmiştir. Bu fedakârlıklara, hatta bunlardan daha çok büyüklerine... tereddütsüz tahammül edeceğiz.

36 Ibid.; s. 20 - 21. 37 Ibid.; s. 31 - 32. 46 Arkadaşlar, biz bu Cihan Harbi’nin galibinin insaniyet ve medeniyet olmasını istiyoruz....”38 1 Kasım 1944 “...Arkadaşlar! Dış siyasetimiz bu yıl içinde, öteden beri kendimize çizdiğimiz umumi istikametin seyrini takip ederek yeni bir merhaleye varmıştır. İngiltere ile ittifakımızın çerçevesi içinde olarak Almanya ile ekonomik ve diplomatik mübasebetlerimizin kesilmesine karar verdiniz. Bu tarihî karar, şumul ve tesiri itibariyle beklenen neticeleri vermiştir. Şüphesiz ki bu karar, millî iradenin çok önemli ve isabetli bir eseri olmuştur. Cihan Harbi müttefiklerin lehine kesin neticeli safhasına girmiş bulunuyor. Gelecek sulhun insanlığa adaletli, küçük, büyük her millet için emniyetli bir devir getireceğini umuyoruz...”39 1 Kasım 1945 (Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve Boğazlarda üs istemelerine bir cevap olarak) “Açıkça söyleriz ki Türk topraklarından ve haklarından hiç kimseye verilecek bir borcumuz yoktur. Şerefli insanlar olarak yaşayacağız ve şerefli insanlar olarak öleceğiz.”40 Türkiye savaşa girmemiş olduğu hâlde, Sovyet Rusya Kars ve Ardahan vilayetlerini Türkiye’den koparıp almak ve Boğazlar bölgesinde askerî üs kurmak isteyebilmişti. Türkiye fiilen savaş girmiş ve mevcut statüko bozulmuş olsaydı barış masasında Türkiye’den daha neler istenirdi acaba? Türk hükûmeti, müttefiklerin isteğine boyun eğip Almanya’ya karşı savaşa girseydi o zaman zaten sınırlarımıza dayanmış bulunan Alman kuvvetleri Türkiye içlerine girmeye kalkışmazlar mıydı? Almanlar Türkiye’nin bazı bölgelerini işgal edince de bu defa Kızılordu, sözde “kurtarıcı” olarak Türkiye’ye girmez miydi? Kızılordu girince de Türkiye, bu “kurtarıcıdan” kurtulabilmek için -Doğu Avrupa ülkeleri gibi- yarım yüzyıl beklemek zorunda kalmaz mıydı. Kurtulunca da Türkiye acaba bugün ne hâlde olurdu?.. Bu sorular tarih değil, spekülasyondur; ama düşünmeye değerdir, sanırım. Sonuç Evet, İkinci Dünya Savaşı’nda Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün izlediği doğru politika sayesinde Türkiye, Dünya Savaşı dışında kalabilmiştir. Bu sonuç, yakın tarihimizin en parlak ve en başarılı sayfalarından biridir. Vaktiyle Tanzimat döneminde, genç bir subay olarak bir süre Osmanlı ordusunda da çalışmış olan Prusyalı ünlü Mareşal Helmuth von MOLTKE’nin

38 Ibid.; s. 35, 37, 39. 39 Ibid.; s. 51. 40 Ibid.; s. 59. 47 bir sözü vardır: “Çok eskiden beri Avrupa politikası, Babıali’yi menfaatlerine aykırı harplere sürüklemiş, yahut vilayetlere mal olan barışlara zorlamıştır...” der.41 İsmet İNÖNÜ, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı dışında tutmakla MOLTKE’nin insana hüzün veren bu tespitini ya da iddiasını tarihe gömmüştür. Cumhuriyet Türkiye’sinin, kendi menfaatlerine aykırı savaşlara sürüklenmeyeceği dosta düşmana gösterilmiştir. İsmet İNÖNÜ, Türkiye’yi Çok Partili Yaşama Geçirdi 1945, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği yıldır. Türkiye, bu büyük savaşın dışında kalmıştı; ama savaşın yarattığı sıkıntıları, yoklukları, kıtlıkları, kaygıları, tehditleri yaşamıştı. Savaş bititince rahat bir nefes alan Türkiye çok partili siyasal yaşama geçmeye yönelmiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, 1 Kasım 1945 günü TBMM’yi açarken “Bizim tek eksiğimiz, hükûmet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır.” dedi ve yeni siyasi partiler kurulmasının önünü açtı.42 Birkaç satırla bu geçiş sürecini anımsayalım: 19 Mayıs 1945: Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, çok partili siyasal yaşama ve demokrasiye geçişin ilk işaretini verdi. İNÖNÜ 19 Mayıs nutkunda “Memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.” dedi.43 7 Haziran 1945: Celal BAYAR, , Fuat KÖPRÜLÜ ve ’ın imzaladığı bir takrir CHP Grubuna sunuldu. CHP tüzüğünde ve bazı kanunlarda değişiklik yapılarak demokrasiye geçilmesi isteklerini içeren “Dörtlü Takrir” parti grubunda reddedildi. Bunun üzerine İsmet İNÖNÜ şu açıklamayı yaptı: “Bunu parti içinde yapacaklarına çıksınlar, karşımıza geçsinler, teşkilatlarını kursunlar ve ayrı bir parti olarak mücadeleye girişsinler.”44 7 Temmuz 1945: Fabrikatör Nuri DEMİRAĞ, Millî Kalkınma Partisi (MKP) adıyla bir siyasi parti kurmak için resmen başvurdu. (5 Eylülde Bakanlar Kurulu, Millî Kalkınma Partisinin kurulmasına izin verdi ve parti faaliyete geçti.).45 7 Eylül 1945: Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisinin kuruluşu için resmî başvuru yapıldı.46

41 Helmuth von MOLTKE; Türkiye'de Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835 - 1839), Çeviren Hayrullah Örs, İş Bankası Yayını, Ankara: 1960, s. 35. 42 İsmet İNÖNÜ'nün TBMM'deki Konuşmaları 1920 - 1973; İkinci Cilt (1939 - 1960), Ankara: 1993, s. 60. 43 Cumhuriyet Ansiklopedisi; 1923 - 2000, Cilt 2, 1941 - 1960, YKB İstanbul: 2002, s. 84 (Bundan sonra CA-2 olarak gösterilecektir. 44 CA-2; s. 73 - 74. 45 CA-2; s. 85. 46 CA-2; s. 85. 48 21 Eylül 1945: Aydın Milletvekili Adnan MENDERES ile Kars Milletvekili Fuat KÖPRÜLÜ CHP’den ihraç edildi.47 28 Eylül 1945: İzmir Milletvekili Celal BAYAR milletvekilliğinden istifa etti.48 1 Kasım 1945: Cumhurbaşkanı İNÖNÜ, TBMM’yi açış konuşmasında çok partili sistemin gereğini vurguladı: “Bizim tek eksiğimiz, hükûmet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır.” dedi.49 3 Aralık 1945: Celal BAYAR CHP’den ayrıldı.50 . 4 Aralık 1945: İsmet İNÖNÜ Çankaya’da yemeğe davet ettiği Celal BAYAR’la yeni parti konusunu görüştü.51 7 Ocak 1946: Celal BAYAR ile arkadaşları Adnan MENDERES, Refik KORALTAN ve Fuat KÖPRÜLÜ, Demokrat Parti (DP) adıyla yeni bir siyasi parti kurdular.52 9 Mart 1946: Sosyal Demokrat Parti resmen faaliyet geçti.53 19 Haziran 1946: Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kuruldu.54 21 Temmuz 1946: Türkiye’de genel seçimler yapıldı. 63 ilde CHP’den 396, DP’den 65 ve bağımsızlardan 7 aday milletvekili seçildi.55 5 Ağustos 1946: İsmet İNÖNÜ 388 oyla yeniden Cumhurbaşkanı oldu; DP’nin adayı Fevzi ÇAKMAK 50 oy alabildi. Kâzım KARABEKİR 379 oyla TBMM başkanı seçildi; DP’nin adayı Yusuf Kemal TENGİRŞEK 58 oy aldı.56 20 Temmuz 1948: Millet Partisi kuruldu. Kurucuları: Yusuf , Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Büyükelçi Enis AKAYGEN, Osman BÖLÜKBAŞI, Kenan ÖNER, Mustafa KENTLİ, Osman Nuri KÖNİ, Sadık ALDOĞAN idi.57 14 Mayıs 1950: Türkiye’de genel seçimler yapıldı. Demokrat Parti iktidarı aldı: DP 408, CHP 69 milletvekili kazandı. Türkiye, işte böyle çok partili siyasal yaşama ve demokrasiye geçti. İsmet İNÖNÜ ve partisi CHP muhalefete düştü. İsmet İNÖNÜ, ülkesini demokrasiye ve çok partili yaşama kavuşturmak için kendi iktidardarını bırakmayı ve muhalefete düşmeyi göze alabilen pek nadir devlet adamlarından biri olarak tarihe geçmiştir.

47 CA-2; s. 86. 48 CA-2; s. 86. 49 CA-2; s. 86. 50 CA-2; s. 87. 51 CA-2; s. 87. 52 CA-2; s. 94,106. 53 CA-2; s. 107. 54 CA-2; s. 108. 55 CA-2; s. 109. 56 CA-2; s. 109. 57 CA-2; s. 132. 49 Çok partili yaşama geçiş, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıdır. Yıllar sonra, Sovyetler Birliği dağılırken ortaya çıkan yeni bağımsız devletlerle veya Doğu Avrupa devletleriyle Türkiye’yi karşılaştırınca aradaki dağlar kadar farkı daha net olarak gördük. Türkiye’nin çoğulcu demokraside üç kuşak yol almış, deneyimleri, kazanımları ile en az üç çeyrek yüzyıl zaman kazanmış, fark atmış olduğunu gözlerimizle gördük. Türkiye, bütün bu kazanımlarını, ATATÜRK’ün yakın arkadaşı, ikinci Cumhurbaşkanı rahmetli İsmet İNÖNÜ’ye borçludur, diyebiliriz. Kendisini minnetle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. 22.12.2009

50 İSMET İNÖNÜ’DEN HATIRALAR Özden TOKER İNÖNÜ Vakfı Başkanı Sayın Genelkurmay Başkanım, Sayın Eşi, Değerli Komutanlar ve Eşleri, Babamın eşine ve çocuklarına çok bağlı bir aile reisi olduğu bilinir. Sizlerle, annemden dinlediğim çok eski bir anıyı paylaşmak istiyorum. Tarih 19 Mart 1920. Süleymaniye’deki evlerinde annem Mevhibe Hanım ve babam Miralay İsmet Bey, 3 aylık oğulları İzzet’in başındalar. Babam, Ahmet İzzet Paşa’yı ziyarete gitmeye hazırlanıyor. Evin selamlık tarafına bir misafir geldiğini haber veriyorlar. Gelen Saffet Bey (ARIKAN): – Seni Ankara’dan Mustafa Kemal çağırıyor. Hazır mıyız? – İsmet Bey hiç duraklamadan. – Hazırım, hemen hareket edelim, diyor. Karşı evde oturan annesinin elini öpüyor, babası evde yok, onunla vedalaşıyor. Genç eşine sarılıyor, oğlunu bağrına basıyor ve evden çıkıyor. Elbisesini değiştirmek bile aklına gelmiyor. Jaketatayının üzerine paltosunu geçirip başına kalpağını takıyor. Yanına bir harita bir de şemsiye alıyor. Evden çıkan Miralay İsmet Bey ileride görünen Harbiye Nezaretine doğru yürümeye başlıyor. Odasının penceresinden, kafes arkasından onu heyecanla izleyen Mevhibe Hanım, onun arkasına dönüp eşine bir bakmasını boşuna bekliyor. Hızlı adımlarla, ilerleyip gözden kayboluyor. Annem bana bunları seneler sonra anlatırken hâlâ inanamıyordu. Bir defa bile başını çevirip arkasına bakmadı. O kadar rahat kararlı, hatta huzurlu görünüyordu ki. Sanki ailesinden, evinden ayrılmıyor, asıl şimdi onlara kavuşmaya gidiyordu. Annem haklıydı. Babamın kendi ailesinden daha fazla sorumluluğunu duyduğu vatanına olan bağlılığı, sevgisiydi. Vatanının ona ihtiyacı olduğunu görünce diğer bütün ilişkiler arkada kalıyordu. Ben ilkokula giderken sabahları ant içerdik. “Türk’üm, diye başlar, sonunda “İlkem; yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.” diye biterdi. İşte babam “yurdunu, milletini bizlerden çok sevdiği için” o genç yaşında koşa koşa vazifesinin başına gidiyordu. Sivas’taki Askerî Rüştiyede başlayan, sonra İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisinde devam eden eğitimi onun hayatını yönlendiren babamı hem asker İsmet Paşa hem devlet adamı İsmet İNÖNÜ yapan en başlıca unsur oluyor. 51 Hatırlarsınız 9 Eylül 1922’de ATATÜRK, ordusu ile İzmir’e gelirken Belkahve’de bir süre dinleniyorlar. Gazi Paşa babama dönüyor: “İsmet Paşa, Anadolu Seferi muvaffakiyetle tamamlanmıştır. Şimdi Türkiye’nin medeniyet mücadelesine hazır mısın?” Her ikisi de asker olarak başladıkları mücadeleye, üzerilerinden üniformalarını çıkarıp sivil devlet adamları olarak devam ettiler. Annemden duyduğuma göre babam askerlik mesleğinin ailemizde devam etmesini arzu edermiş. Ama annemle babamın gençliklerinde gözlerinden hiçbir sorun olmamasına rağmen biz üç kardeş, çocukluğumuzdan itibaren gözlük taktık. Miyop olduk. O dönemlerde ise miyop olanlar askerî okullara alınmıyordu. Harp Okuluna giremedik ama evimizde babamdan tam bir askerî eğitim aldık. Babamın, bizim şımarık çocuklar olarak büyümemizden çok korktuğunu sonraki yıllarda öğrendik. Pembe Köşk’te sofra arkadaşlarına bu korkusunu anlatırken duyduk. “Genç bir subayken zamanın bazı Saray ve Babıali Erkânının çocuklarının birçok şımarık davranışını duyardık. Büyük bir şatafat ve azamet içinde dolaşırlar, bizim gibi insanlara hiç yüz vermezlerdi. Ama sonra harpte subay olarak yanıma geldiklerinde görevi ne kadar zor kabul ettiklerini gördüm. Benim çocuklarım da böyle şımarık büyüyecekler, bir işe yaramaz insanlar olacaklar diye ödüm kopardı; ama şansım varmış böyle olmadılar.” Şans mı? Marifet mi? Çocuklarını yetiştirirken, eğitirken uyguladığı yöntem, gösterdiği dikkat mi? Ömer ağabeyime 29 Mart 1943’te yazdığı bir mektupta önemsediği konu ne? Canım oğlum Ömer’im “Dün seni göndermek bize zor geldi. Sebat ettik; dayandık. Benim çocukluğum imkânsızlıktan dolayı mahrumiyet içinde geçmişti. Senin gençliğin, imkânlardan kendini mahrum edeceğin için mahrumiyet içinde geçecek. Vazife icaplarını hayatta her şeyden üstün tutan bir yolun yolcularıyız. Baban bu yol üzerinde yürümekten zararlı çıkmadı. Oğlum aynı yollardan geçsin dilerim.” Babam için doğruluk temel hayat felsefesi. Hep doğruyu söylemek. Genç eşine yazdığı mektup. “Bir defa yüreğime, senin söylediğin bir sözün doğru olmamak ihtimali gibi bir vesvese girerse artık dünyada benim için huzur ve rahat kalmaz.” Çocukları şımarık olmayacak, dürüst, doğru sözlü, disiplinli ve saygılı olacaklar. Bu birinci kural. İkinci kural ise çocukları o devrin bazı gençleri gibi işe yaramaz insanlar olmayacaklardı. Çalışkanlık. Sınıfta kalması. Yüzbaşı Ömer efendi. Matematik hocası… 1946’da Ömer’e yazdığı bir mektupta:

52 “Amerikalıların çalışkanlığı dikkatini çekmiş. Bende de bildiğim hâlde gene bir uyanma, silkinme yaptı. Zengin kudretli memleket gene çocukluğundan beri ne kadar çalışkan. Yalnız bu çalışma şuuruna nüfuz etmek için Amerika’ya gitmen değerdi.” Çalışmak ama yalnız derslere kapanmak değil, güzel sanatlara, spora da vakit ayırmak. Erdal’a; “Hiç nefes almayarak çalışmak usulü verimli değildir. Aksine, türlü sebeple insanı hedeften daha uzak düşürür. Hülasa başarın için hava, müzik, spor hepsinin kararınca lüzumunu unutma.” Bizlere doğru değerleri benimsetti. Bize iyi örnek oldu. Onu her zaman, kendi deyişi ile “Milleti için önemli bir hedef peşinde koşarken” gördük. Bu ona zevk ve kuvvet veriyordu. Gene sözlerini hatırlarsak: Çalışkan olmakta yetmiyordu. Bizim olumlu işler yapmamız, vatanımıza, milletimize hizmet etmemiz lazımdı. Ağabeylerime yazdığı mektuplarda onlara hep vatan, millet sevgisini, sorumluluğunu, hizmetini aşılıyordu. Ömer’e 1942’de: “Sevgili memleketimizin geleceği, gelecek bütün dertleri sizin bugünkü çalışma, öğrenme ve yurda hizmet etmek aşkınıza bakıyorlar. Bilseniz, size ve sen oğlum, öz canımda, bütün sen yaştaki ahlaklı ve çalışkan evlatlarımıza ne kadar ümitlerle bağlıyım. Her yerde söylediğimi tekrar ediyorum. Gelecek zamanlar daha sert, daha güç olacaklardır. Milletler gittikçe daha yüksek kabiliyetli evlatlara muhtaç olacaklardır. Bu zamanlara temiz, vatan hizmeti ihtirası ile hazırlananlara ne mutlu. Ömer, neşelerim keyifli keyifli çalışmalarım arasında ben de böyle bir vatan hizmeti ihtirası ile yaşadım.” Erdal’a 1949’da: “Bütün kuvvetimizi ve tesellimizi senin ilim adamı olarak yetişmene hasretmeye uğraşıyoruz. Var ol evladım, sıhhatin ile neşe ile memlekete faydalı bir ilim adamı olarak yetişmeye çalış. İyi bir akademik tahsile ne kadar ehemmiyet verdiğimi bilirsin. Hepimiz öğrenme hem de akademik ilim düşkünüyüz. Bunun zevki ve şerefi, aile içinde sana nasip olacak. Hepimiz seninle ayrıca iftihar duyacağız. Seçkin bir ilim adamı yetiştirmek bir aile için ne mutlu. Politik hayatında bize hep “İktidarda kalmak değil, itibarda kalmamızın önemini öğretti.” Erdal ağabeyime 50 seçimlerinden evvel yazdığı birçok mektupta “Kazansak da kaybetsek de umurumda değil. Ne netice olursa olsun memnun olacağım.” gibi sözleri var. 18 Nisanda “Netice ne olursa olsun annen ve kardeşlerin iyi ve keyifli karşılamaya kendimizi tamamiyle hazırladık. Senin de tabii ve filozofça karşılayacağına eminim. Her şeyden mühim olan, senin muvaffak olmandır.” Seçim arifesinde bana söyledikleri...

53 “Önemli olan iktidarda kalmak değil itibarda kalmaktı.” Aile hayatımıza hep önem verdi. Orta hâlli tipik bir Türk ailesi olarak yaşadık. Gösterişten, abartılı hayattan çekindik. Hiçbir zaman onun korktuğu gibi “şatafat ve azamet içinde dolaşmadık” kendimizi kimseden üstün görmedik. Hesabımızı, kitabımızı hep bildik. Borçtan korktuk. Her şeyimizi paylaştık. Masamızda devlet sorunları da konuşulur, ramazanda iftar sofraları da kurulurdu. Babam bütün aile bireylerini bir arada tutmaya çalışırdı. Günlük yaşantısında, mektuplarında; biz bu saygıyı, sevgiyi, beraberliği görerek büyüdük. Babam hayatının son günlerinde, 3 kardeş, her birimizi teker teker yanına çağırarak annemize sahip çıkmamızı, aramızda iyi geçinmemizi vasiyet etti. Babamın politika hayatını özetleyen bazı sözlerini de sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyor ki: “İktidardan ayrıldıktan sonra vatandaşlardan saygı ve sevgi görmek Türkiye’de çok görülen bir şey değildir. Ama bu, bir siyasetçinin en büyük mutluluğudur. Ben bu mutluluğa kavuştuğum için kendimi çok şanslı görüyorum. Bu bakımdan çok mutluyum.” Onu kaybettiğimiz zaman babam Bakanlar Kurulu kararı ile Anıtkabir’e defnedildi. Babamın şimdi bulunduğu bölümün bu hâle gelmesi uzun zaman sürdü. İlk günlerde babamı ziyaret etmek istediğimiz zaman Anıtkabir Komutanlığında hizmet gören erlerin yemekhanesinden geçilirdi. Bize yol gösterenler bu durumdan sıkılır, bizden özür dilerlerdi. Ben onlara hep: “Hiç üzülmeyin, eminim babam bu durumdan, Mehmetçiklerimizle olmaktan çok mutludur. Kendisini asıl ait olduğu evinde hissediyordur.” derdim.

54 CUMHURİYET DEVRİMİ VE İSMET İNÖNÜ (E)Prof.Dr.Şerafettin TURAN Kendisini “her devrede hayata yeniden başlamayı bilen bir kişi“ olarak niteleyen İsmet İNÖNÜ, şunu da ekliyor: “Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim bir kapıyı açmadım.“1 Bu sözler, onun önüne çıkan kapıları zorlayarak açmaya çalışan ATATÜRK‘ten farklı bir yapıya sahip olduğunu yansıtmaktadır. Bu nedenle İNÖNÜ’nün devrim anlayışını ve uygulamasını kendi özellikleri çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Türk’ün makûs talihini yenen komutan ve Lozan kahramanı olarak ünlendiğinde, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ikinci aşaması olan devrim dönemine girildiğinin bilincindeydi. Üstelik o döneme kadar birlikte hareket eden bazı kişilerin devrime ayak uyduramayacaklarının da ayırdındaydı. Lozan’dan dönüşünde kendisine onursal profesörlük sanının verilmesi nedeniyle 11 Ağustos 1923’te İstanbul Darülfünununda (üniversite) yaptığı konuşmada bunu şöyle dile getirmişti: “Şimdi Türk milleti yeni ve ağır bir vazifeye davet olunmaktadır. Şimdi geçirilecek saha bilhassa ilim ve ihtisas sahasıdır. Önümüzde herhâlde on senelik bir devre vardır ki bu zamanda inkişaf (gelişme) için bütün kuvvetlerimizi temerküz ettirerek (birleştirerek) behemehâl hedefe vâsıl olacağız (ulaşacağız).” İNÖNÜ bununla da yetinmemiş, çok gerçekçi bir önsezi ile “Bu gideceğimiz uzun yolun başında ve ortasında birçokları kalacaktır.“ diyerek gelişmeye/devrime ayak uyduramayacaklar olacağını da vurgulamıştı.2 Onun geleceğe yönelik bu değerlendirmeleri, Mustafa Kemal‘in tasarladığı büyük devrimin kapsamını bildiği izlenimini vermektedir. Öyle ki Ankara‘ya döndükten sonra öncelikle TBMM Hükûmeti adlandırması hakkında Avrupa’da yapılan eleştirileri ortadan kaldırmak için devlet başkentinin ve rejimin adının saptanması gerektiği üzerinde durmuştu. Bu doğrultuda 14 arkadaşı ile Ankara‘nın başkent olmasına ilişkin yasa önerisini sunmuş, arkasından 28/29 Ekim 1923 gecesi Cumhuriyet‘in ilanının öngörüldüğü Çankaya toplantısına katılmış ve ATATÜRK’le buna ilişkin Anayasa değişikliği metnini hazırlamıştı. Cumhuriyet’in ilanının top atışlarıyla kutlandığı o akşam Cumhurbaşkanı ATATÜRK onu Cumhuriyet‘in ilk başbakanı seçmişti. Artık İsmet İNÖNÜ, ATATÜRK ‘ün tasarladığı devrim aşamalarında ilk adımı atma ve uygulamayı yönetmede Cumhurbaşkanının güvendiği baş yardımcısıdır. Ayrıca, CHP Genel Başkan Vekilliğine de getirilen İNÖNÜ, Mecliste olduğu kadar partinin meclis grubunda da devrim yasalarını hazırlama, savunma ve Cumhuriyet’e, devrime yönelik eleştiri ve saldırılara

1 Sabahat Erdemir; Muhalefette İsmet İNÖNÜ, III, s. 357. 2 Faik Reşit Unat; Lozan Barış Antlaşması’nın İmzasına Dair Bazı Vesikalar, Tarih Vesikaları, 7, s. 6 - 7. 55 yanıt verme görevini de üstlenmiştir. Bu bağlamda ilk anlamlı çıkışını Cumhuriyet’in ilanına yöneltilen eleştiriler ve Halife Abdülmecid’e yapılan ziyaretler nedeniyle partinin meclis grubunda yapmıştı. Sözlerinin sonuna ATATÜRK’ün saltanatın kaldırılması sırasında yaptığı konuşmadan şu önemli satırları eklemişti: “Bir halife fetvasının bizi Birinci Dünya Savaşı’nın uçurumuna attığını hiçbir zaman unutmayacağız. Bir halife fetvasının, ulus ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına saldırdığını unutmayacağız. Tarihin herhangi bir döneminde bir halife, bu ülkenin alın yazısına karışmayı aklından geçirirse hiç kuşku yok, o kafayı koparacağız.“3 İNÖNÜ’nün 6 Mart 1924’e kadar süren bu ilk başbakanlığı döneminde gerçekleştirilen devrim aşamalarının en önemlileri, 3 Mart 1924‘te kabul edilen “Halifeliğin Kaldırılması, Öğretimin Birleştirilmesi Şer’iye ve Evkaf ile Genelkurmay Bakanlıklarının kaldırılması” olmuştu. Laiklik yasaları olarak nitelenen bu üçlü büyük atılımı harp oyunları nedeniyle İzmir’de bulunan 4 asker arkadaş, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kâzım Özalp ve İsmet İNÖNÜ birlikte kararlaştırmışlardı. Ancak bunların hükûmet tasarısı yerine milletvekili önerileri olarak meclise sunulması uygun görülmüştü. Laiklik yasalarını, şapka takılması ve uluslararası saat ve takvimin kabul edilmesine ilişkin yasaların kabulü izlemişti. Devrimi bütünleştirecek girişimler için ilk adımın atılmasında ATATÜRK’ün yanında yer alan İNÖNÜ, sıra yeni Türk abecesine geldiğinde ilk kez büyük bir duraksama göstermişti. Okuma yazmayı güçleştiren ve Türkçenin yapısına uygun olmayan Arapça kökenli abecenin nasıl ıslah edilmesi ya da onun yerine Latin harflerinin alınması tartışmaları daha 1860’larda başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Enver Paşa, silahlı kuvvetlerin yazışmalarında harflerin birleştirilmeden yazılmasını öngören bir genelge yayımlamıştı. Ne ki huruf-ı munfasıla diye adlandırılan bu uygulama yeni sorunlar yarattığı için kısa sürede bundan vazgeçilmişti. Sorunun Latince kökenli yeni bir abecenin kabulüyle çözüleceğine inanan ATATÜRK ise daha Erzurum Kongresi sırasında bunu gelecekteki dönüşümlerin 5. sırasına yazdırmıştı. 1926’ya gelindiğinde de abece sorununu ele almaya karar vermişti. Ama Enver Paşa’nın girişimini anımsayan İNÖNÜ, buna karşı çıkmıştı. Kendisi anılarında bunu açık yüreklilikle şöyle anlatıyor: “Ben önce buna mukavemet ettim. Başından beri söylediğim, Enver Paşa harp ilan edilmeden böyle bir şeye teşebbüs etmişti; sonra muharebenin ilanı üzerine kaldırdı; tekrar eski hâle döndük. Yine öyle olacak! ATATÜRK‘e bunları söyledim ve benim ikazım cesaretini kırdı. Harf inkılabını 2 sene sürükledi.“4

3 ASD; II, 614 vd. 4 İsmet İNÖNÜ; Hatıralar, II, s. 221. 56 1928‘de bu dönüşümün zamanının geldiğine inanan İNÖNÜ yalnızca komisyonca saptanan yeni abecenin uygulama süresinin 7 yıl olmasını önermiş; ancak ATATÜRK, “Ya 3 ayda yaparız ya hiçbir zaman.” diye açıklamalarda bulununca kuşkularından sıyrılmıştı. Böylece uygulama için 19 aya varan 3 aşamalı bir süre öngörülmüştü. O andan başlayarak da yeni abecenin en büyük savunucusu olmuştu. ATATÜRK, yeni yazıyı öğretmek için uzun bir yurt gezisine çıkarken İNÖNÜ de Anadolu’yu dolaşmaya başlamıştı. 13 Eylül 1928‘de Malatya ‘daki konuşmasında girişimi, “İstikbalde bugünkü nesle gurur verecek muhterem bir teşebbüse girmiş bulunuyoruz. Teşebbüs, Türk milleti içinde herkese okuyup yazmayı öğretmek teşebbüsüdür.” diye değerlendirmişti.5 Bu arada ATATÜRK, komisyonca saptanan yazı kurallarında bazı değişiklikler yapılması gerektiğini görünce durumu İNÖNÜ’ye ileterek gerekli düzenlemenin yapılmasını sağlamıştı. Ancak uygulamanın başarılı olabilmesi, iyi hazırlanmış bir programa, buna uygun bir örgütlenmeye ve özverili bir kadroya bağlıydı. Bu büyük sorun da ATATÜRK, İNÖNÜ ve Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından millet mekteplerinin açılmasına karar verilerek çözülmüştü . İNÖNÜ yaşamının sonuna kadar yeni harfleri kullanmış, onun eski harflerle yazdıkları 20 satırı bulmamış, kendisine verilen eski harflerle yazılı metinleri de kabul etmemişti. O, giderek abece değişikliğini kültür devrimini kolaylaştıran ana öge olarak değerlendirmişti. Yeni harflerin yetersiz olduğu ve geçmişle olan kültürel bağı kopardığı yolundaki iddialar karşısında 9 Ağustos 1953’te Ulus gazetesine yazdığı başyazıda bu görüşünü şöyle açıklamıştı: “Türk dili ve Türk milleti harf inkılabı ile bağımsız hâle gelmiştir... Yeni harfler Türk milletini bir kültür âleminden başka bir kültür âlemine nakletmiştir... Hiç tereddüt etmeden söylemeliyiz: Türk inkılaplarının en ehemmiyetlisi, yeni Türk harflerinin kabulüdür. Bu, başta gelir. Bunun hemen arkasından gelen mevzu, kadının haklarını ve Türk cemiyetindeki hâkim mevkisini kazanmasıdır.“ Abece değişikliğini Türkçenin bağımsızlığa kavuşması yolunda ilk adım olarak gören İNÖNÜ, Türkçenin ulusal olduğu kadar bir bilim ve kültür dili düzeyine getirilmesi görevini üstlenen Dil Encümeni (Kurulu) ile onun yerini alan Türk Dil Kurumu çalışmalarına da büyük önem vermişti. Mustafa Necati’nin ölümü üzerine Millî Eğitim Bakanlığı görevini de üzerine alan İNÖNÜ, söz konusu kurulun 17 Şubat 1929 günkü toplantısında, ünlü “Efendiler!” diye başlayan ve tümüyle Türkçe sözcüklerle hazırlanmış konuşmasında, Türkçenin yüzyıllardır sınırları her saldırıya açık bir alan olarak bırakıldığı için yabancı dillerin etkisi altına girdiğini belirtmiş ve daha acı bir gerçek olarak Türk bireylerinin de bu etkiyi desteklediğini anımsatmıştı. Yabancı kökenli terimlerin nasıl kullanılacağı konusundaki tartışmalar sırasında da şu öneride bulunmuştu: “Dilde karşılığı bulunan

5 Faik Reşit Unat; İNÖNÜ, Biyografi, 39. 57 terimlerin Türkçesini kullanma, bulunmayanları Türkçeleştirme.“6 Bu öneri 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dil Kurumunun da izleyeceği ana ilkelerden biri olacaktı. İNÖNÜ’nün dilde devrimi gerekli saymasını dikkate alan ATATÜRK, ilk kurultaydan sonra kurumun genel sekreteri Ruşen Eşref ÜNAYDIN’a,” Müşküllerinizin hâllinde daima Başvekil İsmet Paşa’ya müracaat edeceksiniz, başka kimseye değil.“ diye yazdırmıştı.7 İNÖNÜ, cumhurbaşkanlığı döneminde de Türkçe konusundaki duyarlılığını sürdürmüştü. Kurumu ziyaretinde “Millî dil ve millî tarih, bir millî varlık, hatta bir millî müdafaadır.“ demiş, 26 Eylül 1941‘de Dil Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajda Türk aydınının yabancı dillere olan eğilimlerini “Eğer Türkler, bilimin her dalında yabancı diller için çalıştıkları kadar kendi öz dilleri için emek çekselerdi Türk dili çok zamandan beri eksikliklerinden tamamiyle kurtulmuş ve medeniyet dünyasının örnek bir dili olmuş bulunurdu. Aynı alışkanlık, bugün de bizi kolayca elde edeceğimiz çok ilerleyişten alıkoymaktadır.“ diye bir kez daha vurgulamak gereğini duymuştu.8 Türk devriminin gerçek anlamda bir aydınlanma ve kültür devrimi olduğuna inanan İsmet İNÖNÜ, iktidarda bulunduğu dönemde olduğu kadar muhalefet liderliği yıllarında da öncelikle laik ve çağdaş eğitimin yaygınlaştırılmasına, kültür ve sanatta gelişme sağlanmasına öncelik vermişti. Köy enstitülerinin açılması, teknik öğretim okullarına ağırlık verilmesi, 1946’da üniversitelere bilimsel yönetimsel özerklik sağlayan ve bugün özlemi çekilen bir yasanın yürürlüğe konulması, dikkati çeken bilim ve sanat ürünleri veren kişileri desteklemek için 1946‘da İNÖNÜ Armağanları Yasası’nın çıkartılması, güzel sanat dallarında olağanüstü yetenek gösteren gençlerin yurt dışında yetiştirilmelerini öngören 1956 tarihli yasa onun eğitime ve kültüre verdiği önemin somut kanıtlarıdır . 1923‘te Lozan’dan dönüşünde girişilecek devrim aşamaları için 10 yıllık bir süre öngören ancak bazılarının yarı yolda kalabileceklerini belirten İNÖNÜ, 10 yıl sonra bu kez İnkılap Kürsüsünde ilk dersi vermişti. Cumhuriyet 10 yaşını doldurduğunda fakülte ve yüksek okullarda “İnkılap Tarihi” adıyla bir ders okutulmasına karar verilmiş, bu amaçla da İstanbul Üniversitesinde bir Enstitü, Ankara Hukuk Fakültesinde de Türk İnkılap Tarihi Kürsüsü kurulmuştu. 20 Mart 1934 günü Ankara‘da ilk dersi veren İNÖNÜ, ATATÜRK’ün nitelemesine uygun bir değerlendirme ile şunu vurgulamıştı: “Türk milletinin içinde yaşadığımız ve devam etmekte olan inkılabı, ecnebi istilasına ve Osmanlı nizamına karşı çifte cepheli bir savaş ile başlamıştır.“ Kemalizmin bir dogma olup olmadığı konusuna da değinen Başbakan şöyle devam etmişti: “Türk inkılabı büyük insan ailesinin saadetine hizmet etmeyi vazife sayar… Türk inkılabının hayat telakkisi sadedir ve tabiat kanunlarına

6 Türk Dil Kurumu Arşivinden. Ş. Turan; Agy, s. 177. 7 Tarih Vesikaları; 11, s. 321 - 324 8 K.Kemal Kop; Millî Şefin Söylev, Demeç ve Mesajları, 90 vd. 58 müstenittir. Hayat sevilecek, korunacak ve yaşanacak bir şeydir... Türk inkılabı, diğer insan cemiyetlerine karşı saldırgan ve istilacı hırsları reddeder. Fakat Türk milletinin yüksek bir cemiyet olması hedefi, inkılabın devamını icap ettirmektedir. Hayatımızın inkılapçı mahiyeti, cemiyetin saadeti ve terakkisi için hiçbir dogmaya körü körüne saplanmış olmamasıdır...”9 Aradan 8 yıl geçtikten sonra İNÖNÜ’nün önerisi üzerine çıkartılan 4204 sayılı yasa ile söz konusu devrim tarihi derslerinin belirli bir programa göre düzenli olarak okutulması ve bununla ilgili araştırma ve yayınlar yapılması için Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesine bağlı bir Türk İnkılap Tarihi Kürsüsü kurulmuştu. Ne yazık ki 1950 iktidar değişikliğinden sonra bu yasada gereken değişiklikler yapılmadığı için enstitü çalışmaları güçlükle yürütülebilmişti. CHP‘nin programında izlenecek ana nitelikler olarak saptanan 6 ilke de İNÖNÜ’nün milletvekili sanıyla hazırladığı ve 153 milletvekilince de imzalanan önergenin kabulü ile 5 Şubat 1937’de Anayasa hükümleri arasına alınmıştı. Yeni kurulan siyasal partilerin laiklik ilkesinin dinsizlik diye algılandığını öne sürmeleri ve 1946 seçimlerinde dinsel inançların ön plana çıkarılması, Cumhurbaşkanı İNÖNÜ’yü ve CHP yöneticilerini laikliği yeniden tanımlamaya yöneltmişti .17 Kasım 1947’de toplanan kurultayda partiye yeni bir siyasal kimlik kazandırılmasına çalışılırken “Din düşüncelerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutma.“ diye özetlenen laiklik tanımındaki ”siyaset“ ögesi metinden çıkartılmıştı. Partinin ilerici kanadı sayılan “35’ler”in zorlamasıyla yapılan bu değişiklik, kabul etmek gerekir ki laikliğin nasıl tanımlanması gerektiğine ilişkin tartışmaları daha da artırmıştı . İsmet İNÖNÜ, ATATÜRK’ten sonra da Cumhuriyet’in kazanımlarını korumaya çalışmıştı. Kimi duraksamaları ve aksaklıkları ise dönemin koşulları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Kaldı ki kendisi de “ATATÜRK’ten beklediklerinizi benden beklemeyiniz.“10 diyerek bunları içtenlikle kabullenmiştir . Özetle Türk devrimi İsmet İNÖNÜ’ye çok şey borçludur.

9 Metin Ülkü; c. III, nu. 14, Nisan 1934. 10 Ş. Süreyya Aydemir; İkinci Adam, c. I (1973 ), s. 10. 59 60

İSMET İNÖNÜ PANELİ FOTOĞRAFLARI

61 62

63

64

65

66

67

68