T.C. SAKARYA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B ĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ

A. TURAN OFLAZO ĞLU’NUN T ĐYATRO ESERLER ĐNDE ŞAHIS KADROSU

YÜKSEK L ĐSANS TEZ Đ

Hatun TÜRKMEN

Enstitü Ana Bilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Yeni Türk Edebiyatı

Tez Danı şmanı : Yrd. Doç. Dr. Gülsemin HAZER

EK ĐM-2010

T.C. SAKARYA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B ĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ

A. TURAN OFLAZO ĞLU’NUN T ĐYATRO ESERLER ĐNDE ŞAHIS KADROSU

YÜKSEK L ĐSANS TEZ Đ

Hatun TÜRKMEN

Enstitü Ana Bilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Yeni Türk Edebiyatı

Bu tez 05/10/2010 tarihinde a şağıdaki jüri tarafından ‘oy çoklu ğu’ ile kabul edilmi ştir.

Doç. Dr. Yılmaz DA ŞCIO ĞLU Yrd. Doç. Dr. Gülsemin HAZER Yrd. Doç. Dr. M. Bedizel AYDIN ______Jüri Ba şkanı Jüri Üyesi Jüri Üyesi

Kabul Kabul Kabul Red Red Red Düzeltme Düzeltme Düzeltme BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlâk kurallarına uyuldu ğunu, ba şkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunuldu ğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahribat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya ba şka bir üniversitedeki ba şka bir tez çalı şması olarak sunulmadı ğını beyan ederim.

Hatun TÜRKMEN

5 Ekim 2010 ÖN SÖZ

A. Turan Oflazo ğlu ça ğda ş Türk tiyatrosunun önde gelen yazarlarından biri; aynı zamanda şair, çevirmendir. Felsefe, Đngiliz Dili ve Edebiyatı, tiyatro alanlarında eğitim görmü ş olan sanatçı, hem Do ğu ve Uzak Do ğu hem de Batı edebiyat ve felsefeleri ile kültürlerine vâkıftır. Karagözcülükle de çocuk denebilecek ya şlarda u ğra şmı ş olan yazar, sanatı için ba şta “tarih” olmak üzere geni ş bir malzeme kayna ğı ve sa ğlam bir üslûba sahiptir.

Tiyatro yazarlı ğı sanatçılı ğının di ğer yönlerinden daha baskın olan Oflazo ğlu’yla ilgili olarak daha önce biri lisans, dördü yüksek lisans tezi olmak üzere be ş tez hazırlanmı ştır. 1 Bunlardan, bu ara ştırmada, yazar hakkında monografi niteli ğinde olan Hüseyin Saraç’ın A.Turan Oflazo ğlu Hayatı-Sanatı-Eserleri adlı çalı şmasından di ğerlerine göre daha önemli ölçüde faydalanılmı ştır.

Biz A.Turan Oflazo ğlu’nun Tiyatro Eserlerinde Şahıs Kadrosu adını ta şıyan bu çalı şmamızda yazarın (senaryo biçiminde olanları dı şarıda bırakmak üzere) kitap hâlinde çıkan oyunlarındaki şahısları inceledik. “Giri ş” kısmında çalı şmamızın amaç, önem ve yöntemini ortaya koymaya çalı ştık. “1. Bölüm”de yazarın hayatı, edebî şahsiyeti ve eserleri hakkında bilgi verdik. Edebî şahsiyetini eser verdi ği üç alana göre alt ba şlıklara ayırıp “2. Bölüm”e “Eserlerin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi” ismini verdik ve bu bölümde yazarın çalı şmamızın konusunu te şkil eden eserlerini kronolojik sıraya göre tek tek ele aldık. Önce her oyunun üzerinde çalı şılan baskısına göre künyesini ve mümkün oldu ğunca geni ş özetini verdik. Üzerinde çalı ştı ğımız baskı eserin birinci baskısı de ğilse, ilk baskının künyesini de dipnotta belirttik. Ardından eserin şahıs kadrosunu belirleme yoluna gittik.

1 Kızanlık, Sevtap: Turan Oflazo ğlu’nun Tiyatrolarının Tahlili , Đst. Üniv. Edebiyat Fak., Lisans Tezi, Đst. 1975, No:9468. Uçar, Đlhan: A.Turan Oflazo ğlu’nun Tiyatroları Üzerinde Bir Stilistik Denemesi , Fırat Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Elazı ğ 1995. Saraç, Hüseyin: A.Turan Oflazo ğlu Hayatı-Sanatı-Eserleri, Harran Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa 1997. Konyalı, Bekir Şakir: A.Turan Oflazo ğlu’nun Üç Trajedisinde Dilsel Yapı ve E ğitim Unsurları, Ondokuz Mayıs Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Samsun 2004. Seyhan, Gökhan: A.Turan Oflazo ğlu Oyunlarından “IV.Murat-Deli Đbrahim-Kösem Sultan” Karakterlerinin Birbirleri Arasındaki Đktidar Sava şları , Hacettepe Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ank. 2006.

2 Akta ş, Şerif: Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Giri ş, Akça ğ Yayınları, Ankara 1991.   

Đncelememiz kuramsal anlamda, büyük ölçüde, erif Akta ’ın Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Giri adlı kitabında yer alan ahıs kadrosu inceleme metoduna dayanmaktadır. Yeri geldikçe, bu konu hakkında yazılan di ğer kuram kitaplarının söz konusu kısımlarından da yararlanılmı tır. Oyunların sonunda ahıs kadrosuna topluca göz atılmı tır. “Sonuç” bölümünde önce, oyunların hepsiyle ilgili genel bir de ğerlendirmede bulunulmu tur. Söz konusu eserler konuları bakımından üçe ayrılmı ; her biriyle ilgili, ahıs kadrosu bakımından kimi tespitlerde bulunulmu tur. Sanatçının ki ilerinden ortak tarafa sahip olanlar gruplandırılmaya, bu ki ilerin en belirgin nitelikleri tespit edilmeye çalı ılmı tır. Öne çıkan kahramanların ayırt edici yönleri ortaya konmaya; ki iler vasıtasıyla yazarın neyi hedefledi ği, onları nasıl sundu ğu tartı ılmaya çalı ılmı tır. “Sonuç” bölümünde ise yazarın Türk tiyatrosunda bulundu ğu konum, tiyatro eserlerinin özellikleri hakkında bir de ğerlendirmede bulunulmu tur. Çalı mamızın sonunda bibliyografya kısmı yer almaktadır.

Tezimi hazırlama sürecinde de ğerli öneri ve yardımlarıyla beni destekleyen, yolumu aydınlatan saygıde ğer hocam Yrd. Doç. Dr. Gülsemin Hazer Hanımefendi’ye te ekkürü borç bilirim.

Hatun TÜRKMEN

5 Ekim 2010

ĐÇĐNDEK ĐLER

KISALTMALAR………………………………………………………………... vi ÖZET…………………………………………………………...………………... vii SUMMARY………………………………………..…………...………………... viii

GĐRĐŞ …………………………………………………………………………….. 1 BÖLÜM 1: A. TURAN OFLAZO ĞLU’NUN HAYATI, EDEBÎ ŞAHS ĐYET Đ VE ESERLER Đ……………………………...……………………….. 4 1.1. Hayatı………………...………………………………………………………. 4 1.2. Edebî Şahsiyeti….……………………………………………………………. 5 1.2.1. Şiir……………………………………………………………………… 6 1.2.2. Çeviri…………………………………………………………………… 6 1.2.3. Tiyatro………………………………………………………………….. 7 1.3. Eserleri………………………………………………………………..……… 11

BÖLÜM 2: A. TURAN OFLAZO ĞLU’NUN T ĐYATRO ESERLER ĐNDE 16 ŞAHIS KADROSU……………..………………….…….…………. 2.1. Keziban……………………….……………………………………………… 16 2.1.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti …………………………………………….…. 16 2.1.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………………. 17 2.1.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 17 2.1.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 20 2.1.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 21 2.1.2.4.Yönlendirici ……………………………………………………. 21 2.1.2.5.Alıcı ……………………………………………………………. 22 2.1.2.6.Yardımcı ……………………………………………………….. 23 2.1.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………….……. 23 2.1.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………………. 24 2.2. Allah’ın Dedi ği Olur……………………….………………………………… 25 2.1.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ……………………………………….………. 25 2.1.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….………. 26 2.1.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 26

i 2.1.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 27 2.1.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 28 2.1.2.4.Yönlendirici ……………………………………………….……. 30 2.1.2.5.Alıcı …………………………………………………….………. 31 2.1.2.6.Yardımcı …………………………………………….…………. 32 2.1.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar …………….….………. 33 2.1.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………….………. 33 2.3. Deli Đbrahim………………….……………………………………………… 34 2.3.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti …………………………………….…………. 34 2.3.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….………. 38 2.3.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 38 2.3.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 42 2.3.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 48 2.3.2.4.Yönlendirici ………………………………………….…………. 52 2.3.2.5.Alıcı ………………………………………………….…………. 55 2.3.2.6.Yardımcı …………………………………………….………….. 61 2.3.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar …………….….………. 64 2.3.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………….………. 65 2.4. Sokrates Savunuyor……………………………………………….….……… 66 2.4.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ……………………………………….………. 66 2.4.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….………. 67 2.4.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 67 2.4.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 69 2.4.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 73 2.4.2.4.Yönlendirici …………………………………………….………. 73 2.4.2.5.Alıcı …………………………………………………….………. 74 2.4.2.6.Yardımcı ……………………………………………….……….. 75 2.4.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar …………….….………. 78 2.4.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………………….. 79 2.5. IV. Murat……………………………………………………………………. 80 2.5.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ……………………………………….………. 80 2.5.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………………. 84

ii 2.5.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 84 2.5.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 87 2.5.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 88 2.5.2.4.Yönlendirici ……………………………………………………. 89 2.5.2.5.Alıcı ……………………………………………………….……. 90 2.5.2.6.Yardımcı ………………………………………………….…….. 92 2.5.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………….……. 93 2.5.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………….…….. 94 2.6. Genç Osman …………...……………………………………………….…… 95 2.6.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti …………………………………………….…. 95 2.6.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ……………………….…. 98 2.6.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 98 2.6.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 100 2.6.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 104 2.6.2.4.Yönlendirici ……………………………………………………. 106 2.6.2.5.Alıcı ……………………………………………………………. 109 2.6.2.6.Yardımcı ……………………………………………………….. 109 2.6.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar …………………….…. 109 2.6.2. 8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………………….… 110 2.7. Elif Ana…………...……………..…………………………………………... 111 2.7.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ……………………………………………….. 111 2.7.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………………. 112 2.7.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 112 2.7.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 114 2.7.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 115 2.7.2.4.Yönlendirici ……………………………………………………. 116 2.7.2.5.Alıcı ……………………………………………………………. 117 2.7.2.6.Yardımcı ……………………………………………………….. 118 2.7.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………………. 119 119 2.7.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………………. 2.8. Bizans Dü ştü - Fatih….…………...……………..…………………………. 120 2.8.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………………………………………………. 120

iii 2.8.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………………. 127 2.8.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………………. 127 2.8.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………………. 129 2.8.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 132 2.8.2.4.Yönlendirici ……………………………………………………. 133 2.8.2.5.Alıcı ……………………………………………………………. 135 2.8.2.6.Yardımcı ……………………………………………………….. 135 2.8.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………….……. 138 2.8.2.8.Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………….……. 139 2.9. Kösem Sultan ……………………………………..………..…………..…… 140 2.9.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….……………………………….…… 140 2.9.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ……………………..…… 147 2.9.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………………… 147 149 2.9.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ……………………………………..…… 2.9.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………………. 153 2.9.2.4.Yönlendirici …………………………………………………….. 153 2.9.2.5.Alıcı …………………………………………………………….. 155 2.9.2.6.Yardımcı ……………………………………………………….. 155 2.9.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………….……. 159 2.9.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………………..…… 161 2.10. III. Selim Kılıç ve Ney ……………………………..………..…………..… 161 2.10.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………………... 161 2.10.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ……………..…………. 171 2.10.2.1.Asıl Kahraman ……………………………………..…………. 171 173 2.10.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ……………………………..…………. 2.10.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne …………..…………. 177 2.10.2.4.Yönlendirici …………………………………………...………. 178 2.10.2.5.Alıcı ……………………………………………………...……. 179 2.10.2.6.Yardımcı ………………………………………………..…….. 180 2.10.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………………. 181 2.10.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………………...… 181

iv 2.11. Güzellik ile A şk ……………………………………………………………. 182 2.11.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………………………………………..……. 182 2.11.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….…….. 185 2.11.2.1. Asıl Kahraman ………………………………………….……. 185 2.11.2.2. Hasım veya Kar şı Güç..……………………………….……. 187 2.11.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne…………………… 188 2.11.2.4. Yönlendirici …………………………………………………. 188 2.11.2.5. Alıcı ………………………………………………………… 189 2.11.2.6. Yardımcı ……………………………………………...…….. 189 2.11.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar ……………….. 189 2.11.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………...….. 190 2.12. ………………………………………..………..……………… 190 2.12.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………..………. 190 2.12.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………..……. 195 2.12.2.1.Asıl Kahraman …………………………………………..……. 195 2.12.2.2.Hasım veya Kar şı Güç …………………………………..……. 199 2.12.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ………………..……. 201 2.12.2.4.Yönlendirici ………………………………………………...…. 202 2.12.2.5.Alıcı ………………………………………………………….... 207 2.12.2.6.Yardımcı ………………………………………..…………….. 208 2.12.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………………. 210 2.12.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………..………… 210 2.13. Sinan ………………………………………..………..……………. ……… 211 2.13.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………….……. 211 2.13.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….……. 215 2.13.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………….……. 215 2.13.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………………….……. 216 2.13.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………….……. 217 2.13.2.4.Yönlendirici ……………………………………………..……. 217 2.13.2.5.Alıcı ……………………………………………………….….. 218 2.13.2.6.Yardımcı …………………………………………………..….. 219 2.13.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………………. 219

v 2.12.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………………….. 220 2.14. Gardiy an ………………………………………..………..………………… 220 2.14.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….………………………………..…. 220 2.14.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….…..…. 232 2.14.3. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş………………………..……. 248 2.15. Atatürk………………………………………..………..…………………... 249 2.15.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………………... 249 2.15.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………………… 258 2.15.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………………… 258 2.15.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………………………... 259 2.15.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………...……… 260 2.15.2.4.Yönlendirici ……………………………………………..……. 260 2.15.2.5.Alıcı ……………………………………………………..……. 260 2.15.2.6.Yardımcı …………………………………………………..….. 261 2.15.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ………………………. 261 2.15.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………………..…. 261 2.16. Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe………..…..………..……………….. … 262 2.16.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………………... 262 2.16.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………..……………. 265 2.16.2.1.Asıl Kahraman ………………………………….……………. 265 2.16.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………….……………. 267 2.16.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………………. 269 2.16.2.4.Yönlendirici …………………………………………………. 271 2.16.2.5.Alıcı …………………………………………………………. 271 2.16.2.6.Yardımcı …………………………………………………….. 272 2.16.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar …………..…………. 272 2.16.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş…………..…………. 273 2.17. Kanunî Süleyman- Hem Kanunî Hem Muhte şem……..…………………… 273 2.17.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………..………. 273 2.17.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi …………………...……. 278 2.17.2.1.Asıl Kahraman ……………………………………………..…. 278 2.17.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ……………………………………..…. 281

vi 2.17.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……..………………. 284 2.17.2.4.Yönlendirici ……………………………………..……………. 285 2.17.2.5.Alıcı ………………………………………………..…………. 287 2.17.2.6.Yardımcı ……………………………………………..……….. 292 2.17.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ……………..………. 293 2.17.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………………. 294 2.18. Yine Bir Gülnihal……………………………..………..………….……… 295 2.18.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………………. 295 2.18.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………………. 300 2.18.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………………. 300 2.18.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………………………. 307 2.18.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………………. 312 2.18.2.4.Yönlendirici …………………………………………………. 316 2.18.2.5.Alıcı …………………………………………………………. 319 2.18.2.6.Yardımcı ……………………………………………….…….. 321 2.18.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ……………….……. 324 2.18.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………………. 325 2.19. Korkut Ata………………………………..…..………..………………… 326 2.19.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………….……. 326 2.19.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ………………….……. 333 2.19.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………………. 333 2.19.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………………………. 335 2.19.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………………. 337 2.19.2.4.Yönlendirici …………………………………………………. 337 2.19.2.5.Alıcı …………………………………………………………. 338 2.19.2.6.Yardımcı …………………………………………………….. 338 2.19.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ……………….……. 339 2.19.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………………. 340 2.20. Yavuz Selim………………………………..…..………..……………….. 340 2.20.1.Eserin Tanıtımı ve Özeti ………….…………………………………. 340 2.20.2.Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi ……………….………. 347 2.20.2.1.Asıl Kahraman ………………………………………………. 347

vii 2.20.2.2.Hasım veya Kar şı Güç ………………………………………. 350 2.20.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne ……………………. 355 2.20.2.4.Yönlendirici …………………………………………………. 356 2.20.2.5.Alıcı …………………………………………………………. 357 2.20.2.6.Yardımcı …………………………………………………….. 358 2.20.2.7.Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar ……………….……. 360 2.20.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş……………………. 361

SONUÇ ………………………………………………………………………….. 362 KAYNAKÇA …………………..…………………………………….…………. 365 ÖZ GEÇM ĐŞ ………………………………………………………….………… 372

viii KISALTMALAR

Đ.Ü. : Đstanbul Üniversitesi AKDTYK : Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu DTCF : Dil ve Tarih-Co ğrafya fakültesi AKM : Atatürk Kültür Merkezi Đst. : Đstanbul Ank. : Ankara s. : Sayfa S. : Sayı Yay. : Yayınları, yayınevi yty : Yayın tarihi yok yyy : Yayın yeri yok Üniv. : Üniversitesi

ix SAÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez Özeti Tezin Ba şlı ğı: A. Turan Oflazo ğlu’nun Tiyatro Eserlerinde Şahıs Kadrosu Tezin Yazarı: Hatun TÜRKMEN Danı şman: Yrd. Doç. Dr. Gülsemin HAZER Kabul Tarihi: 05 / 10 / 2010 Sayfa Sayısı: xi sayfa (ön kısım)+372 (tez) Ana Bilim Dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı: Yeni Türk Edebiyatı

A.Turan Oflazo ğlu, 1950’li yıllardan itibaren adını edebiyat dünyasında duyurmayı ba şarmı ş bir sanatçıdır. Sanat dünyasına şiirle giren Oflazo ğlu, ilerleyen dönemlerde şiirlerinin yanı sıra tiyatro eserleri ve incelemeler de kaleme almı ş, çeviri yapmı ştır. Sanatçının eserlerine genel bir perspektiften bakıldı ğında, tiyatro eserlerinin di ğer türdeki eserlerine oranla geni ş bir yer tuttu ğu görülür.

Bu çalı şmada yazarın hayatına ana hatlarıyla de ğinip edebî ki şili ği hakkında kısa bir de ğerlendirme yaparak eserlerinin listesini verdik. Ardından, tiyatro türündeki eserlerine eğildik. Eserlerin konularını özetledikten sonra metinleri şahıs kadrosu açısından inceleme yoluna gittik.

Kültürlü bir yazar ve şiirli bir dil sahibi olan Oflazo ğlu’nun tiyatro eserleri; “köy hayatını konu alan”, “simgesel anlamı olan” ve “tarih konulu” olmak üzere konuları bakımından üç gruba ayrılmaktadır. Tarihî oyunlarında “Sokrates”ten ba şlayıp “Mustafa Kemal”e kadar uzanan tarih şeridindeki çok sayıdaki hükümdar, bilgin, şair, bestekârı ve daha birçok önemli ki şiyi kahraman yapmı ştır. Sembolik oyunlarında çok genel manada, insanın kendisiyle çatı şmasını, çeli şmesini sergilemek istemi ş; dolayısıyla, insanın olumlu ve olumsuz / güçlü ve güçsüz yönlerini sembolize eden kahramanlara aynı eserde yer vermiştir. Köy konulu oyunlarında, “kan davası”, “ba şlık parası”, “a ğanın köylüyü sömürmesi” gibi sosyal sorunlara i şaret etmi ştir. Bu temalar, yazarın seçece ği kahramanlara da yön vermi ştir. Oflazo ğlu’nun oyunlarındaki şahıslar, yetim ve yoksul bir köy delikanlısından Cihan Devleti hükümdarına kadar bir açılım ve çe şitlenme göstermektedir. Yazar, bu ki şiler vasıtasıyla ulusal olandan evrensel olana ula şmakta, insanın tutkuları ve var olma mücadelesini, en genel anlamıyla, erdemleri ve zaafları olan “insan”ı anlatmaktadır.

Anahtar Kelimeler: A.Turan Oflazo ğlu, Tiyatro Eseri, Şahıs Kadrosu.

x Sakarya University Insitute of Social Sciences Abstract of Master’s Thesis Title of Thesis: The List of Characters in A.Turan Oflazo ğlu’s Drama Plays Author: Hatun TÜRKMEN Super visor: Assist. Prof. Dr. Gülsemin HAZER Date of Acceptance: 05 / 10 / 2010 Nu. of Pages: xi pages (pretext) + 372 (main body) Department: Turkish Language and Literature Subfield: New Turkish Literature

A.Turan Oflazo ğlu is a writer who could manage to be known publicly beginning from the 1950’s. In addition to his poems, Oflazo ğlu, who became known in the field by his poems, has written drama plays, literary analyses and made translations. When his works are viewed from a general perspective, his dramatic plays form the majority of his works in comparison with the other types.

This study first makes a short assessment about the literary personality of the writer based on a general view above his life story including the list of his works, then concentrates on his dramatic plays. For each play, first a short summary was given and the text was examined form the viewpoint of the characters.

With his wide range of cultural background, accumulated knowledge and vast tolerance, Oflazo ğlu has produced drama plays that can be classified into three main topics that are “related to life in rural area”, “having symbolic meaning” and “related to history”. In his historical plays, his protagonists are a number of rulers, scholars, poets and composers who are notable people in the line of history ranging form Socrates to Mustafa Kemal. In his symbolic plays, the writer has intended to demonstrate how man conflict with and contradict himself, therefore in the same plays, he situated characters representing both positive and negative / strong and weak sides of the human beings. In his plays about the life in rural area, he tried to attract the attention of the audience to the social problems such as “blood feud”, “money demanded by the family of the bride” and “exploitation by feudal lords”. Although they are too limited, the topics above has determined and directed the characters that would be chosen by the author. Characters of Oflazo ğlu’s plays show a variation and expansion in a range changing from an orphan and poor peasant to a ruler of world vide empire. With these characters, the author tries to reach to the universal from the national and describe the passion of the human and his struggle to exist, with its most comprehensive meaning; he tries to describe the “human being” both with his virtue and deficiency.

Keywords: A.Turan Oflazo ğlu, Drama Play, List of Characters.

xi GĐRĐŞ

Đnsanlık tarihi kadar eski bir geçmi şe sahip olan tiyatro, “ bir yazar tarafından önceden yazılmı ş ya da tasarlanmı ş bir metnin, belirli bir yerde, belirli bir süre içinde ve belirli ki şiler tarafından canlandırılmasıdır ” (Yalçın ve Ayta ş, 2005: 55). Tanzimat döneminden itibaren Batılıla şan Türk tiyatrosu en ba şarılı yazarlarını Cumhuriyet döneminde yeti ştirmi ştir. Bu yazarlardan biri A.Turan Oflazo ğlu’dur. Oflazo ğlu, Türk edebiyatında 1950’li yıllardan itibaren adından söz ettirmeyi ba şarmı ş bir edebiyatçımızdır. Şiirle sanat hayatına ba şlamı ş, ilerleyen dönemlerde şiirin yanında tiyatro, çeviri, inceleme gibi alanlarda da eserler kaleme almı ştır.

Yazar, özellikle tiyatro eserleriyle edebiyat dünyamızda önemli bir yer edinmi ştir. Birçok edebiyat ara ştırmacısı, onun Türk tragedyasını var etti ği kanaatindedir. Tiyatro ile ilgisi bulunan ki şiler de sanatçının Türk tiyarosuna katkısını takdir etmektedirler. Söz gelimi, Oflazo ğlu hakkında monografik bir çalı şma yapmı ş olan Hüseyin Saraç, Oflazo ğlu’yla yaptı ğı görü şmeden hareketle Cüneyt Gökçer’in Oflazo ğlu’nu takdirini şu şekilde nakletmektedir:

“Uzun yıllar Devlet Tiyatrolan'nda genel müdürlük yapan, aynı zamanda Oflazo ğlu'nun sahnelenen oyunlarında ba ş aktör olarak rol alan, Cüneyt Gökçer'in şu sözü onun tiyatro edebiyatımızdaki yerini göstermesi bakımından anlamlı görünmektedir: ‘Biz Türk aktörleri vaktiyle Đngilizler'e imrenirdik ‘Shakespeare'leri var diye, Fransızlar'a imrenirdik ‘Moliere'leri var diye, Đtalyanlar'a imrenirdik ‘Pirandello'ları var diye ama Oflazo ğlu yazmaya ba şlayalı beri hiçbir millete özenmiyoruz, imrenmiyoruz artık’ “ (Saraç, 1997: 3). Buradan anla şıldı ğı üzere, Gökçer, Oflazo ğlu’nu dünyanın en ünlü birkaç oyun yazarı kadar ba şarılı bulmaktadır.

Çalı şmanın amacı: A.Turan Oflazo ğlu’nun tiyatro eserlerinin di ğer türdeki eserlerine göre daha özel bir yere sahip oldu ğunu yukarıda belirtmi ştik. “Ön söz” bölümünde sanatçıyla ilgili biri lisans ve dördü yüksek lisans tezi olmak üzere toplam be ş tez yapıldı ğı ifade edilmi şti. Bunlardan Gökhan Seyhan’ın tezi Tiyatro Ana Sanat Dalı kapsamındadır. Hüseyin Saraç’ın çalı şmasının ise monografik bir inceleme oldu ğunu yukarıda dile getirmi ştik. Bekir Şakir Konyalı’nın tezi ise dilbilimsel özellik göstermektedir. Đlhan Uçar yazarın tiyatroları üzerinde stilistik açıdan çalı şmı ştır. Sevtap Kızanlık da lisans bitirme tezi olarak sanatçının tiyatrolarını tahlil etmi ştir.



 Üzerinde bu kadar çalı şma yapılmı ş olan Oflazo ğlu’nun tiyatroları daha birçok çalı şmaya kaynaklık edebilecek zenginli ğe sahiptir. Çok sayıdaki bu oyunları yalnızca şahıs kadrosu yönünden inceleyen akademik bir tez yoktur. Bu eksikli ği bir nebze de olsa gidermek için tezimizde yazarın tiyatro eserlerinde şahıs kadrosunu incelemeye çalı ştık. Amacımız, sanatçının oyun kahramanlarını hangi toplumsal tabakadan seçti ğini, onların özelliklerini, eser içindeki i şlevlerini belirleyerek bu kişiler vasıtasıyla hangi temaları işlemek istedi ğini, neyi hedefledi ğini tartı şmak, ortaya koymaktır.

Çalı şmanın önemi: Đncelememiz, Turan Oflazo ğlu’nun, oyunlarında, hangi şahsa hangi rolü verdi ğini, kurmaca kahramanlarla vermek istedi ği mesajlar olup olmadı ğını, tiyatrosunda neyi amaçladı ğını tespit etmeye yöneliktir. Olay çevresinde geli şen edebî metinlerde olay örgüsü, zaman, mekân gibi unsurlarla birlikte şahıs kadrosu da eserin yapısını etkilemektedir. Şahıs kadrosu incelemesinin yapılması eserin mesajının anla şılmasına önemli ölçüde katkıda bulunur. Biz de Oflazo ğlu’nun oyunlarının daha iyi anla şılmasına hizmet edece ği dü şüncesiyle, tezimizde, kendisinin oyunlarındaki şahıs kadrosunu ortaya koymaya çalı ştık.

Çalı şmanın yöntemi: Tezimizin birinci bölümünde yazarın hayatıyla ilgili kısa bilgi verdikten sonra edebî şahsiyetini eser verdi ği üç alan olan şiir, tiyatro, çeviri ba şlıkları altında ele aldık. Ardından, eserlerinin listesini verdik. “Eserlerin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi” adını ta şıyan ikinci ve esas bölümünde, kitap biçiminde çıkan oyunlarını (yukarıda da ifade etti ğimiz gibi, senaryo biçimindekileri çalı şmanın kapsamı dı şında bırakarak) kronolojik olarak ayrı ayrı ele aldık. Her eserin mümkün oldu ğunca geni ş özetini verdikten sonra eserin şahıs kadrosunu tespit ettik.

Çalı şmamızın kuramsal temelinde Şerif Akta ş’ın Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Giri ş adlı eserinde ortaya koydu ğu şahıs kadrosu inceleme sistemi önemli bir yer tutmaktadır. Konumuzla ilgili kuramsal çalı şmaların ilgili bölümlerinden de faydalandık. Her oyunun sonunda oyunun şahıs kadrosuna topluca bakmayı gerekli gördük. “Sonuç” kısmında oyunların tümüyle ilgili genel bir de ğerlendirme yaptıktan sonra eserleri konularına göre üç gruba ayırıp her biri hakkında şahıs kadrosu açısından bazı noktaları tespit etme yoluna gittik. Yazarın var etti ği kahramanlardan ortak yanı olanları gruplandırmaya, en karakteristik özelliklerini belirlemeye, öne çıkan kahramanların ayırt edici yönlerini ortaya koymaya; ki şiler vasıtasıyla yazarın neyi 

 hedefledi ğini, onları nasıl sundu ğunu tartı şmaya çalı ştık. Tezimizin sonunda bibliyografya bölümüne yer verdik.



 BÖLÜM 1: A.TURAN OFLAZOĞLU’NUN HAYATI, EDEBÎ KĐŞĐ LĐĞĐ VE ESERLER Đ

1.1. Hayatı

Turan Oflazo ğlu 1 1932’de Adana’da do ğar. Ailesi aslen Kayserili olan yazarın babası köy imamıdır ve adı Ahmet Fevzi’dir. Ahmet Fevzi Bey, içedönük, dindar, duygusal bir ki şili ğe sahiptir. Oflazo ğlu sima olarak da babasına benzer. Eserlerinde ayet ve hadisleri kullanması, o küçükken babasının yüksek sesle Kur’an okuyu şunun kendisi üzerinde bıraktı ğı etkiden kaynaklandı ğı dü şünülmektedir. Annesi Hanife Hanım, ev hanımı olan dindar bir kadındır. Hanife Hanım’ın anlattı ğı masallar o ğlunun muhayyilesinin zenginle şmesinde rol oynamı ştır.

Mustafa ve Bekir Sami adlı iki a ğabey ve Feride adlı ablası olan Oflazo ğlu, babasının ölümünden sonra annesiyle beraber bir yıl Ceyhan’da küçük ağabeyi Bekir Sami’nin yanında kalır. Sonra yine annesiyle beraber Kayseri’nin Bünyan ilçesinin bir köyünde oturan dayısının yanına gider. Ceyhan’da ba şladı ğı ilkokulu Kayseri Bünyan’da bitirir. Ceyhan’ın Mangıt Đlkokulu’ndaki hocası Mustafa Bey, Oflazo ğlu’nun di ğer öğrencilerinden farklılı ğını görüp onun ileride büyük adam olaca ğını sezinleyerek bunu ona söyleyen ilk ö ğretmenidir. Oflazo ğlu özellikle zor durumda kaldı ğı anlarda bunu hatırlar, bu sözden destek alır. Kayseri Bünyan Đlkokulu’ndaki ö ğretmeni Yusuf Batur, ona Karagöz figürleri yapmayı ö ğretmi ş ve temsiller vermesini sa ğlamı ştır. Oflazo ğlu’nun küçük ya şta gölge oyunu ile me şgul olması, ileride, geleneksel tema şa sanatlarımızdan eserlerinde ba şarılı bir şekilde yararlanması sonucunu do ğurur.

Bünyan’da ortaokul olmadı ğı için Oflazo ğlu bir yılı okulsuz geçirir. Tarla, bostan bekçili ği gibi i şlerle me şgul olur. Köy hayatıyla ilgili izlenimleri ileride yazaca ğı köy konulu oyunlarına malzeme te şkil edecektir. Daha sonra, Đstanbul’daki a ğabeyi   :C:I:I:< IQJQ$`:`1@ G1` V< QCI:R:&: 1M1J 7:<:`:J .:7: : :J: M1<$1CV`17CV 0V`1CI1 1`8 Q&%I :`1.1 QC:`:@JV`VRV7 V.V`@V 1J* ?GVC1` 1CI1 1`8%:J: M:J:J.:7: :7C:1C$1C1@: : G1C$1CV`V.VIVJG* *J$VJVC@*C *`:J 1@CQ]VR1CV`1JRV%C:I:@I*I@*JQCR%&%1M1J5:C:J :R: V<@QJ% % QCI:R:&:JR:J G%`:R: )* V71J %:`:M;:J V<1 R::JR:@1 V V` :RC:`:J: 7V` 0V`1CIVI15 G% 1 1ICV` G1GC17Q$`:`7:R:<1@`VR1CI1 1`8+%@: I:J.:<:`C:JI: :JR:)* V71J%:`:M;:J1JHVCVIV 1JRVJ^%:`:M5 _ $VJ1VCM*RV7:`:`C:J:CI: :`8





 Mustafa’nın yanına yerle şirler. Gedikpa şa (Kumkapı) Ortaokulu’na devam eder. Buradaki Đngilizce Ö ğretmeni Neriman Đlci (Koray), kendisinin Đngilizce’yi sevmesine, bu alanda yetkinle şmesine vesile olmu ştur. Đngilizce’yi iyi bilmesi Oflazo ğlu’na Batı kültürünün kapısını açacak, bu kültürden büyük eserleri dilimize kazandırmasına zemin hazırlayacaktır. Yine bu okuldaki tarih ö ğretmeni Hakkı Bey, onda tarihe kar şı büyük bir sevgi ve merak uyandırmı ştır. Tarih, yazarın temel kaynaklarından biri olacaktır.

Vefa Lisesi’nde ö ğrenci olan Oflazo ğlu’nun felsefeye meylini, hocası Nurettin Topçu ke şfetmi ştir. Aynı okulda görev yapan ve Ziya Gökalp’ın damadı olan edebiyat öğretmeni de ondaki edebî yetene ği takdir etmi ştir. Oflazo ğlu Vefa Lisesi’ni bitirirken hukuk, edebiyat ya da felsefe okuma arasında kalmı ştır. Đ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde bir yıl okuduktan sonra Edebiyat Fakültesi Đngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne geçmi ştir. Buradaki hocası A. Vahit Turhan da sanatçıyı etkilemi ş bir isimdir. Oflazo ğlu bir süre sonra, daha önce yardımcı alan olarak ders aldı ğı Felsefe’yi asıl alan seçecek, Đngiliz Edebiyatı sertifikası da alacaktır. Felsefe’den hocası Takiyeddin Mengü şoğlu öğrencisinin felsefe sevgisini desteklemi ş, sanatkâr yönünü fark etmi ş, onu kendisine asistan yapmak istemi ştir. Mengü şoğlu, Oflazo ğlu’nu dostu Tanpınar’a takdim etmi ştir. Tanpınar ona şiirlerinin dramatik nitelikte oldu ğunu söylemi ş ve tiyatro yazmasını tavsiye etmi ştir.

1961-1963 arasında askerli ğini yapan Oflazo ğlu, kazandı ğı Fulbright bursuyla Amerika’ya gidip bir yıl Washington Üniversitesi’nde tiyatro e ğitimi görür. Eğitimi sırasında bir ara, oyun yazamayaca ğı dü şüncesiyle karamsarlı ğa kapılır. Oradaki hocası Redford kendisini yüreklendirir, destekler. 1964’te yurda dönen sanatçı, 1968-1997 tarihleri arasında TRT Đstanbul Radyosu’nda dramaturg ve prodüktör olarak çalı şıp 1997’de emekli olur. Yazar, evlidir ve iki kızı vardır (Saraç, 1997: 10-21).

1.2. Edebî Şahsiyeti

Yarım asırdan uzun bir süredir edebiyat dünyamızda adından söz ettiren Oflazo ğlu, daha önce de belirtildi ği gibi, şiir, çeviri, tiyatro türlerinde eser vermi ştir. Edebî şahsiyetini de bu sahalara göre incelemek yerinde olacaktır.



 1.2.1. Şiir

Oflazo ğlu, sanat ya şamına şiirle ba şlamı ştır 2. Đlk şiirini lise yıllarında olu şturmu ştur. Ancak şiirlerini uzun zaman gün ı şığına çıkarmamı ştır. Bir iki şiirini dostlarının ısrarıyla Türk Dü şüncesi, Varlık dergilerine göndermi ştir. Sevgi Hakanı adını ta şıyan ilk şiir kitabı çıkana kadar şiirlerini ba şka bir yerde yayımlatmamı ştır. Daha önce de ifade edildi ği üzere, Tanpınar ve Oflazo ğlu’nun Amerika’daki tiyatro hocası Redford, sanatçının şiirlerinin dramatik nitelikte oldu ğu görü şündedirler. Nitekim, onun şiirleri gözümüzün önünde vak’a canlandırır bir özellik ta şımaktadır. Bundan dolayı oyunları da şiirsellik ta şımakta, şiirinin uzantısı biçiminde algılanmaktadır. “ Oflazo ğlu’nun şiir esteti ği, tiyatroda oldu ğu gibi, gizem ve görkem üzerine kuruludur. O, insanı kendi şiiri yoluyla tanıma ve tanıtma çabasındadır ” (Saraç, 1997: 70).

Sanatçının şiirlerinde a şk, yi ğitlik, aile gibi konular çokça i şlenmi ştir. Kimileri önemli bestekârlarca bestelenen bu şiirlerin müzikalitesi yüksektir ve şiirler zengin ça ğrı şımlara sahiptir.

Oflazo ğlu’nun şiirleri biçim yönünden de ğişik özellikler göstermektedir. Rubaî intibaı uyandıran dörtlükler, gazel tarzında yazılmı ş şiirleri mevcuttur. Nazım birimi olarak beyit ile üç, dört, altı, yedi şer dizeden olu şan bentleri tercih etmi ştir. Bazı şiirleri hece kalıbı ta şır, bazıları serbesttir. Kafiye ve redife de yer vermi ştir. Kafiye daha çok, ölçülü şiirlerde dikkat çeker. Tam kafiyeyi daha fazla kullanmı ştır. Kafiye şekli olarak düz, çapraz ve sarmal kafiye görülür. Serbest şiirleri de aliterasyon, asonans, kafiye, redif gibi ahenk unsurları içerir kimi zaman. Sevgi Hakanı ve Fetih-Destan , sanatçının yayımlanan şiir kitaplarıdır. Bunların dı şında kalan daha pek çok şiiri bulunmaktadır.

1.2.2. Çeviri

A.Turan Oflazo ğlu tiyatro yazarlı ğı ve şairli ğinin yanı sıra iyi bir çevirmendir de. Yayımladı ğı ilk kitap da F. Kafka’dan çevirdi ği Ceza Sömürgesi ’dir. Kafka, Shakespeare, Lorca, Strindberg, Bergman, Yeats, Werkmeister, Hölderlin, Nietzsche, Anski, Rilke, Janouch gibi Batılı büyük sanatçılardan dilimize çeviriler yapmı ştır (Bu

 +%GVC*I0VMV01`1GVC*I*.:<:`C:J:` @VJ)8%:`:M;:JM:C:I: :^%:`:M5 _G*7*@VCM*RV$V<VJ*JRV % %CI% %`8



 kitaplar, yazarın eserleri sıralanırken anılacaktır.). Ayrıca, Fazıl Hüsnü Da ğlarca’nın Cezayir Türküsü ’nü Đngilizceye aktarmı ştır.

Yazar, Almanca ve Đngilizce’yi ileri düzeyde bilmektedir. Lorca’dan çevirdi ği Kanlı Dü ğün ’le “Avni Dilligil en iyi çeviri” (1979-1980) ödülünü kazanmı ştır. Yazarın Batı edebiyatlarından yaptı ğı çevirilerde ba şarılı olması, ara ştırmacılar tarafından, kendisinin Türkçe’nin zenginli ğine vâkıf olmasına ba ğlanmaktadır. Oflazo ğlu, bazı eserleri, yazarlarının dil ve üslûpları, içeriklerini be ğendi ğinden; bazılarını da kendisinden çevirmesi istendi ği için dilimize kazandırmı ştır. Çevirilerinde akıcı, berrak bir Türkçe kullanmı ştır.

1.2.3. Tiyatro

A.Turan Oflazo ğlu daha çok, tiyatro yazarı olarak tanınmaktadır. Yirmiden fazla tiyatro eseri bulunan sanatçı, oyunlarının ço ğunu tragedya, birkaçını da komedya türünde yazmı ştır.

Yazarın faydalandı ğı kaynakları Batı kültürü (Eski Yunan mitolojisi, Elizabeth dönemi tiyatrosu ve bu devrin sonrasından günümüze uzanan kültürel birikim), Uzakdo ğu kültürü (Çin ve Hint felsefesi), Türk kültür ve tarihi (halk kültürü ve divan şiiri) biçiminde tasnif etmek mümkündür. Oflazo ğlu’nun oyunlarını Đnci Enginün, 1.Konusunu köyden alanlar, 2.Tarihî oyunlar, 3.Sembolik oyunlar olmak üzere üçe ayırdıktan sonra Keziban, Allah’ın Dedi ği Olur ve Elif Ana ’yı birinci grupta; Deli Đbrahim, Sokrates Savunuyor, IV. Murat, Genç Osman, Bizans Dü ştü-Fatih, Kösem Sultan, III. Selim Kılıç ve Ney, Cem Sultan, Sinan, Kanunî, Yine Bir Gülnihal, Korkut Ata, Sultanahmet Camii Ses ve I şık Gösterisi ve Atatürk’ ü ikinci grupta ; Gardiyan, Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe ve Güzellik ile A şk’ ı da üçüncü grupta de ğerlendirmektedir (Enginün, 2003: 216).

Hüseyin Saraç, Oflazo ğlu’nun tiyatrosuyla ilgili, “ Đnsanı tanıma ve tanıtma onun tiyatrodaki ba şlıca gayesini olu şturur. Bu tanıma ve tanıtma çok zaman tarihin derinliklerinden bizim insanımız (…) yoluyla ve Oflazo ğlu’nun insanı bütün boyutlarıyla kendinde tecrübe etmesiyle gerçekle şir ” (Saraç, 1997: 31-32) de ğerlendirmesinde bulunmaktadır. Bekir Şakir Konyalı ise şu görü ştedir:



 “Şiirsel anlatımıyla güzeli i şleyen ve gösteren Oflazo ğlu, zaaf, ikilem ve acının potasında biçimlenen insan ve insanlık durumlarını, ölçülü, yo ğun bir dille anlattı ğı inandırıcılık, gerçeklik ve evrensellik içeren yapıtlarının doruk noktasında do ğru, iyi ve yararlıyı; ki şilikli, özgür ve önder bir insan önererek duyurur. Bu yönden bakıldı ğında tarihin sultanları, bugünün sultanını hazırlamak ve duyurmak için kullanılır” (Konyalı, 2004: 2). Yukarıdaki de ğerlendirmelerden de anla şılaca ğı üzere, Oflazo ğlu’nun çok zengin bir malzeme kayna ğı bulunmaktadır. Sa ğlam bir kültüre sahip olması, oyun yazarlı ğı ve dünya tiyatro tarihi eğitimi görmü ş olması, küçüklü ğünde Karagözcülükle u ğra şması, felsefe tahsili yapması sanatçının sa ğlam bir tiyatro tekni ğine ula şmasını sa ğlamı ştır. Đnsanı anlayıp anlatabilmesi, dili iyi kullanması, sahne bilgisine sahip olu şu, fikirleri propaganda biçiminde de ğil de davranı ş örnekleri olarak sunması, eserin organik bütünlü ğünü sa ğlayabilmekteki ustalı ğı Oflazo ğlu’nun tekni ğini sa ğlam kılan yönlerdir. “Batı kültürü ile millî kültürü kendi şahsiyeti içinde eritmi ş olan Oflazo ğlu, büyük bir sanat gücüne sahiptir, onun piyesleri hem kurulu ş, hem derin mânâ, hem üslûp bakımından Batı’nın büyük tiyatro yazarlarıyla boy ölçü şebilecek bir seviyededir ” (Kaplan, 1983: 26). Bu yazarların önde geleni Shakespeare’dir. Yazar, Shakespeare’den etkilendi ğini “ Shakespeare’den ö ğrendi ğim en belli ba şlı şey (…) nesnel (objektif) olmak: Yani bir konuyu i şlerken o konunun kahramanları arasında kayırmalar, ayrımlar yapmamak, belli bir ideolojinin emrine girerek böyle bir önyargıyla yakla şmamaktır ” (Saraç, 1997: 40) sözleriyle ortaya koyar.

Oflazo ğlu, tiyatro eserleri vasıtasıyla kendisini, ulusunu, insanlı ğı tanıma ve tanıtmayı amaçlar. “ O, evrenselin içinde millîyi ve ferdîyi birle ştirmi ş olan özledi ğimiz sanatkârdır ” (Enginün, 2001b: 367).

Sanatçının tiyatro eserlerinde felsefî arka plan önemlidir. “ Oflazo ğlu’nun sanatında oyun, felsefeye, hakikatin derin bilgisine ba ğlıdır ” (Kaplan, 2004b: 345). Oyunlarında “şiir duygusu kadar, felsefî dü şünce de kuvvetlidir. Oflazo ğlu’nun oyunlarını canlı kılan hareket, şiir ve dü şünceyi birle ştirmesidir ” (Kaplan, 2002: 457). Sanatçının eserlerinde günümüz insanlı ğının tüm meselelerini bulmak mümkündür. “ Oflazo ğlu, ça ğda ş bir yazardır. Onda ça ğda ş medeniyetin bütün huzursuzlukları, arayı şları ve çırpını şları vardır ” (Kaplan, 2004b: 351). Yazarın , felsefeciler arasında en çok, Nietzsche’den etkilendi ği söylenebilir. Onun var etti ği bazı ki şilerde Nietzsche’nin dünya görü şünün



 yansımaları gözlenebilmektedir. “Nietzsche’nin hayat felsefesi ve insan telakkisi ile Oflazo ğlu’nun Fatih’i arasında bazı benzerlikler vardır ” (Kaplan, 2002: 457).

Oflazo ğlu’nun dil ve üslûbu da kendine özgü ve etkileyicidir. O, sade, anla şılır, akıcı bir Türkçe kullanır. Daha çok, halk şairlerinin kullandı ğı Türkçe’yi be ğenir. Divan şiirinin de kendine özgü, sıkı disiplinli bir dili oldu ğunu kabul eder. Tragedyalarını serbest nazımla kaleme almı ştır. Ara ştırmacılar bu eserlerde kullanılan dile “ şiirli-ko şuklu dil” (Saraç, 1997: 67) adını vermektedir. Oflazo ğlu’nun şiirsel üslûplu dilinde devrik cümleler ço ğunluktadır.

Sanatçı atasözleri, deyimler, halk söyleyi şleri, masal, ninni, a ğıt, mani; gölge oyunu, orta oyununu da eserlerinde ba şarılı bir şekilde kullanmaktadır. Yeri geldikçe divan şiiri örneklerine de yer vermekte, kimi zaman rahat anla şılması için söz konusu şiirleri bugünkü söyleyi şle eserlerine aktarmaktadır. Böylelikle, ça ğda ş sanatın millî kültürden nasıl yararlanabilece ğini ortaya koymaktadır. Enginün’ün belirtti ği gibi, “… Biz onda Gökalp’in özledi ği harsın yüksek kültüre mal oldu ğunu görmekteyiz ” (Enginün, 2001b: 367).

Yazar, eserlerinde Đstanbul a ğzını kullanmı ş, yöresel söyleyi ş özelliklerini oyunlarına ta şımamı ştır. Konusunu köy ya şamından alan eserlerinde bile, a ğız taklitlerine yer vermemi ştir.

Oflazo ğlu Batılı yakla şımla yerli konuları birle ştirmektedir. Enginün bu ba ğlamda Yahya Kemal ile Oflazo ğlu arasında ba ğlantı kurmaktadır: “ Denilebilir ki, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirimizde yaptı ğı büyük sentezden sonra, tiyatroda bu yenilik sadece Oflazo ğlu tarafından gerçekle ştirilebilmi ştir ” (Enginün, 2001b: 357). Türk aydınının Tanzimat döneminden bu yana gerçekle ştirmek istedi ği Do ğu ile Batı’nın sentezinin Oflazo ğlu’nun eserlerinde görüldü ğünü söyleyebiliriz.

A. Turan Oflazo ğlu tiyatrosunun özelliklerini şöylece özetleyebiliriz:

1. Oflazo ğlu, Batı kültürü, Uzakdo ğu kültürü, Türk tarih ve kültürü olmak üzere temelde üç kaynaktan beslenmi ştir.



 2. Yazar, anonim halk edebiyatına ait olan tekerleme, fıkra, atasözü ve deyimler, türkü, ağıt, ninni, mani, bilmece, efsane gibi manzum ve mensur ürünleri, rüya unsurunu eserlerinde kullanmaktadır.

3. Geleneksel tema şa sanatlarımız olan Karagöz, meddah, orta oyunu Oflazo ğlu’nun tiyatro eserlerinde yer almaktadır.

4. Sanatçı, Kur’an’dan ayetler, hadisler gibi Đslâmiyet’e ait unsurları oyunlarına aksettirmektedir.

5. Oflazo ğlu, Yunus Emre, Karacao ğlan, Pir Sultan Abdal gibi halk şairleriyle Mevlâna, Fuzulî, Bakî, Nef’î, Ta şlıcalı Yahya, Şeyh Galip gibi divan şairlerini eserlerinde anmakta veya onların şiirlerine, sözlerine zaman zaman yer vermektedir (Saraç, 1997).

6. Sanatçı, oyunlarında koroyu ba şarılı bir şekilde kullanmaktadır.

7. Klasik Türk musikisi de Oflazo ğlu’nun tiyatrolarında geni ş yer tutmaktadır.

8. Đroni, toplumsal ele ştiri yazarın oyunlarında kahramanlar vasıtasıyla yer almaktadır.

9. Oflazo ğlu eserlerinde dramatik gerilimi sa ğlamada ba şarılıdır.

10. Oflazo ğlu tiyatro eserlerinde şiir ile felsefeyi birle ştirmi ştir. Ancak, onun oyunları belli bir dü şünceyi dikte etmez. Yazar vermek istediklerini okuyucuya / seyirciye davranı ş biçimleri hâlinde sunmu ştur.

11. Yazar, konularını daha çok Osmanlı tarihinden aldı ğı tragedyalarıyla bir Türk tragedyası yaratmı ş, yüksek bir tragedya dili ortaya koymu ştur.

12. Oflazo ğlu, oyunlarını tragedya ve komedya türlerinde vermiştir. Tragedyaları sayıca fazladır.

13. Do ğulu ve Batılı tipler, toplumun en alt katmanındaki ki şiden en zirvesindeki ki şiye kadar tüm toplumsal tabakalara ait ki şiler onun oyunlarında yer almı ştır.

14. Sanatçı, oyunlarıyla insanın sonsuzluk, tanrısallık özlemlerini vurgulayıp insanı yüceltmi ştir. Đnsana “üst bilinç” kazandırmayı hedeflemi ştir.



 15. Oflazo ğlu’nun tiyatro eserlerini konularına göre kabaca üçe ayırmak mümkündür; 1.tarih konulu oyunlar, 2.köy hayatı içerikli oyunlar, 3.soyut konulu oyunlar olmak üzere (Enginün, 2003: 216).

1.3. A. Turan Oflazo ğlu’nun Eserleri

Oflazo ğlu’nun eserlerini a şağıdaki biçimde tasnif etmek mümkündür 3:

A) Şiirleri

1-Sevgi Hakanı, Dergâh Yay., Đst. 1986.

2-Fetih (Destan), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank. 1992.

B) Denemeleri

1-Shakespeare, Cem Yay., Đst. 1977.

2-Moliere, Cem Yay., Đst. 1978.

C) Çevirileri

1-Franz Kafka, Ceza Sömürgesi, Varlık Yay., Đst. 1955.

2-Dr. W. H. Werkmeister, Bir De ğer Teorisinin Ana Çizgileri, Đst. Üniversitesi Edebiyat Fak. Yay. Đst. 1959.

3-Fazıl Hüsnü Da ğlarca, Cezayir Türküsü-Chanson d'Algaria song of Algaria, Đst. 1961.

4-Shakespeare, Othello, (A. Vahit Turhan'la beraber), Đst. Üniversitesi Edebiyat Fak. Yay., Đst. 1965.

5-Federico Garcia Lorca, Bernarda Alba'nın Evi, Dönem Yay. Đst. 1965.

6-Federico Garcia Lorca, Kanlı Düğün, Dönem Yay. Đst. 1965.

7-Ingmar Bergman, Yedinci Mühür, Bilgi Yay. ,Ank. 1966.

 +%GVC*I*J.:<:`C:JI: :JR:)* V71J%:`:M;:J V<1^%:`:M5 _V : :C:JI:6:JH:@@`QJQCQ=1@ :`:7: %7%CI% %`8



 8-Gustav Janouch, Kafka Đle Konu şmalar, Bilgi Yay. Ank. 1966.

9-Shakespeare, Romeo Đle Juliet, Bilgi Yay., Ank.1968.

10-August Strindberg, Baba, Varlık Yay. Đst. 1972.

11-Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdü şt, I.b. M.E.B. Yay., Đst.1964.; II.b. Bilgi Yay., Đst.. 1970., III.b. Cem Yay. Đst. 1977.

12-Shakespeare, Kış Masalı, Kültür Bak. Yay., Ank. 1979.

13-Rainer Maria Rilke, Duino A ğıtları, Kültür Bak. Yay. Ank. 1979.

14-Rainer Maria Rilke, Seçme Şiirler, l.b. Adam Yay. Đst. 1976., ll.b.Adam Yay. Đst. 1982.

15-August Strinberg, Seçilmi ş Oyunlar l.,(Aziz Çalı şlar, A. Obay ile birlikte), Adam Yay. Đst. 1982.

16-Federico Garcia Lorca, Bütün Oyunları 1 (Tahsin Saraç'la birlikte), Adam Yay. Đst. 1982.

17-Hölderlin, Seçme Şiirler, Đz Yayıncılık, Đstanbul 2000.

18-W. B. Yeats, Cathleen Ni Houlihan ve Arınak, (Anski, Dybbuk ile birlikte), Đz Yay., Đst. 2003.

19-Anski, Dybbuk, (W. B. Yeats, Cathleen Ni Houlihan ve Arınak ile birlikte), Đz Yay., Đst. 2003.

D) Senaryoları

1-Topkapı, Türk Dil Kurumu Yay., Ank. 1992.

2-Mütarekeden Büyük Taarruza, Kültür Bak. Yay., Ank. 1994.

E) Tiyatroları

1-Keziban, Kent Yay., Đst. 1967.

2-Allah'ın Dedi ği Olur, Kent Yay., Đst. 1967.

3-Deli Đbrahim, l.b.Kent Yay., Đst. 1967, II.b.Adam Yay. Đst. 1983.

4-Sokrates Savunuyor, Varlık Yay., Đst. 1971.

5-IV. Murat, I.b. Pınar Yay. Ank. 1971, II.b.Adam Yay. Đst. 1983, III.b. Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ank. 1988. 

 6-Genç Osman, l.b. Devlet Tiyatrosu Yay., Đst. 1979., II.b. Kültür Bak. Yay., Ank. 1994.

7-Elif Ana, Cem Yay., Đst. 1979.

8-Bizans Düştü-Fatih, l.b. Cem Yay., Đst. 1981, II.b. Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ank. 1988

9-Kösem Sultan, Adam Yay., Đst. 1982.

10-III. Selim Kılıç ve Ney, l.b. Cem Yay. , Đst. 1983., II.b. Kültür Bak. Yay. Ank. 1994.

11-Güzellik Đle A şk, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank. 1986

12-Cem Sultan, l.b. Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank. 1986, ll.b. Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank. 1991.

13-Sinan, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ank. 1988.

14-Gardiyan, Cem Yay., Đst. 1989.

15-Atatürk, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ank. 1991.

16-Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe, Kültür Bak. Yay., Ank. 1991.

17-Kanunî Süleyman - Hem Kanunî Hem Muhte şem, TDK Yay., Ank. 1997..

18-Yine Bir Gülnihal - Dede Efendi, Kültür Bak. Yay., Ank. 1997.

19-Korkut Ata, AKDTYK TDK Yay., Ank. 1998.

F) Dergilerde Yayımlanmı ş Tiyatro Eserleri

1-Sultan Ahmet Camii Ses ve I şık Gösterisi, Türk Dili, Haziran 1985, S.402, s.539-550.

2-Olimpiyat, Türk Dili, 1987, S.423, s. 147-162.

3-Şenlik, Türk Dili, Ekim 1990, S.466, s.213-223 .

4-Ça ğrı, Türk Dili, Aralık 1990, S.468, s.332-335.

G) Dergilerde Çıkmı ş Yazıları

1-Deli Đbrahim Yahut Bilinçli Cinnet, Devlet Tiyatrosu, A ğustos 1969, S.45, s.y.



 2-Keziban Đle Allah'ın Dedi ği Olur, Türk Tiyatrosu, Mart 1970, S.388, s.23,

3-lV. Murat, Devlet Tiyatrosu, Ekim 1970, S.49, ss.4-6.

4-Keziban ve Tragedya, Devlet Tiyatrosu, 1971, S.50, s.23.

5-Sokrates'in Savunması Yahut Ölümsüzlük Tutkusu, Devlet Tiyatrosu, 1972,S.57,ss.18-19.

6-Arwel'in 1984'ü, Millî Kültür, Eylül 1984, S.46, s.41.

7-Tarih ve Tiyatro, Türk Dili, Ocak 1985, S.397, ss.1-14 ( Aynı yazı 13 Aralık 1984 günü Türk Dil Kurumu'nda konferans olarak verilmi ştir).

8-Hölderlin, Türk Dili, Temmuz 1985, S.403, ss.586-599.

9-Dil ve Tiyatro, Türk Dili, Aralık 1985, S.408, ss.407-413.

10-Hölderlin ve Tanrılar, Türk Dili, Şubat 1986, S.410, ss. 161-171.

11-Kaplan Hocayla Son Görü şme, Türk Dili, Mart 1986, S.411, ss.249-250.

12-Duyarlık ve Bilinç, Türk Dili, Mayıs 1986, S.413, ss. 353-358.

13-Mutlak Avcıları, Türk Dili, Haziran 1986, S.414-, ss.440-450.

14-Simgesel Ya şam, Türk Dili, Ocak 1987, S.421, ss.35-38.

15-Tragedya Sanatı, Türk Dili, Aralık 1987, S.432, ss.275-291.(Bu yazı 3 Aralık 1987 günü Türk Dil Kurumu'nda yapılan konu şmanın metnidir.).

16-Tiyatroda Anlam, Türk Dili, Aralık 1989, S.456, ss.273-276.

17-Tiyatroda Düşüncenin Yeri, Türk Dili, Nisan 1990, S.460, ss.137-149.(Aynı yazı daha önce Varlık dergisinin Mayıs, Haziran, Temmuz 1971 yılının 764, 765, 766. sayılarında yayımlanmı ştır.).

18-Her Şeyden Önce Oyun, Türk Dili, Haziran 1990, SA62, ss.265-267.

19-III.Selim Üzerine Bir Söyle şi, Türk Dili, Temmuz 1990, S.463, ss.8-12.

20-Yorumlama Özgürlü ğü, Türk Dili, A ğustos 1990, S.464, ss.65-68.



 21-Âlemlere Destan, Türk Dili, Ekim 1990, S.466, ss.185-186.

22-Đçimizdeki Çocuk, Türk Dili, Nisan 1991, S.472, ss. 204-206.

23-Ferhad Đle Şirin ya da Sevgi ve Toplumculuk, Türk Dili, Mayıs 1991, S.473, ss.261- 264.

24-Gelenekten Yararlanma Sorunu, Türk Dili, Temmuz 1991, S.475, ss.l-10.

25-Manzum Oyun Üstüne, Türk Dili, Eylül 1991, S.477, ss.161-166.

26-Tiyatroda Evrensellik, Türk Dili, Kasım 1991, S.479, ss.331-345 (Aym yazı, Varlık dergisinin Şubat, Mart 1972 yılının 773.,774. sayılarında yayımlanmı ştır.).

27-Yunus ve Ölümsüzlük Tutkusu, Türk Dili, Aralık 1991, S.480, ss.418-431.

28-Yunus Şiiri, Türk Dili, Aralık 1991, S.480, ss.432-439.

29-Dünya Tiyatro Günü, Türk Dili, Nisan 1992, S.484, ss.910-911 (Bu yazı 27 Mart 1992 Dünya Tiyatro Günü'nde Türk Dil Kurumu'nda bildiri olarak sunulmu ştur.).

30-Güldüren, Türk Dili, A ğustos 1992, S.488, ss.85-102.

31-Apollon, Dionysos ve Cem şid, Türk Dili, Ekim 1992, S.490, ss. 275-284.

32-Şiir ve Özgürlük, Türk Dili, Aralık 1992, S.492, ss. 401-405. (Yazarın 3-7 Eylül 1992'de düzenlenen 18. Liege Şiir Bienali'nin Ozanın Özgürlü ğü oturumunda yaptı ğı konu şmanın metnidir).

33-Menkıbelerde Yunus, Türk Dili, Ocak 1993, S.493, ss.1-6.

34-Şair Sözü, Türk Dili, A ğustos 1993, S.500, ss.94-107.

35-Sözkonusu olan Türk tiyatrosuna ihanettir, Türk Edebiyatı, Ocak 1994, S.243, ss.8- 9.

36- Dil ve Kimlik, Türk Dili, Şubat 1994, S.507, ss. 163-170. (Bu yazı 11 Kasım 1993 tarihinde Türk Dil Kurumu'nda düzenlenen "Cumhuriyet'in 70. yılında Türk Dili ve Sonrası" toplantısında okunan bildiridir.).

37-Kanunî'nin Huzurunda, Türk Dili, Aralık 1994, S.516, ss.451-455.

 

 BÖLÜM 2: A. TURAN OFLAZO ĞLU’NUN T ĐYATRO ESERLER ĐNDE ŞAHIS KADROSU

Edebî eserde “ ki şi kadrosunu genellikle insanlar olu şturmaktadır. Ancak bunun yanında az da olsa hayvan, e şya, harf, sayı, i şaret ya da daha ba şka bir şey ” (Çetin, 2006: 144) de eserin kahramanları arasında yer alabilir. “ Oyun ki şileri klasik bir bölümleme ile asal ki şiler, yardımcı ki şiler ve yan ki şiler olarak üç kümede toplanabilir ” ( Şener, 1972: 43). Şimdi, Oflazoğlu’nun tiyatro eserlerindeki şahıs kadrosunu inceleyelim.

2.1. Keziban

2.1.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Keziban 4, Oflazo ğlu’nun bir perde (üç sahne)den olu şan manzum tragedyasıdır; köy konulu oyunları arasında yer alır. Đlk defa Amerika’da oynanan bu oyunda “kan davası” konusu i şlenmektedir. “Oflazo ğlu, Türk köyünde toplumsal, ahlâkî de ğerlerin çi ğneni şini, kanlı geleneklerin insanın sa ğduyusuna ve do ğal isteklerine kar şı geldi ğini göstermektedir” (Sofronova, 1994: 60).

Birinci sahnede mekân, Keziban’ın evindeki odadır. Torunu Ali bütün gün çift sürdü ğü için yorgunluktan esnemektedir. Keziban ondan, kahvede Kara Osmanların Mehmet’le aralarında ne geçti ğini sorar. Ali’den babası ve amcasının intikamını Kara Osmanlardan almasını ister. Daha sonra onu korkak olmakla suçlar. Keziban içindeki kini bir çocuk gibi büyüt mü ştür. Keziban torununun üzerine atılır ve ona kendisini bo ğmasını, sonra da bunu Kara Osmanların yaptı ğını söyleyerek ba ğırmasını söyler. Böylelikle onlardan intikam almı ş olacaktır. Ancak, Ali bunu yapmaz.

Đkinci sahnede, önce Keziban’ın evine I, II, III, IV. Ya şlı Kadınlar gelir. Keziban’a Ali’nin, Kara Osmanların ortanca o ğlu Seyit’in karısı Elmas’ı kaçırdı ğını söylerler. Ardından Kara Osmanlar Keziban’ın evini basıp Ali ile Elmas’ı ararlar. Keziban mutluluktan uçmaktadır; fakat Kara Osmanların Murat’ın sözleri sevincine gölge dü şürür. Keziban’ın çılgınlı ğından ürken Ya şlı Kadınlar onun evinden ayrılırlar.

 6`C:

 

 Üçüncü sahnede, ak şamüstü Keziban’a Çocuk kahvede Ali’yle ilgili konu şulanlar hakkında haberler getirir. Az sonra Ya şlı Kadınlar gelir yine, bir süre sonra da Ali’nin cesedi ve Elmas’la birlikte Kara Osmanlardan Murat. Keziban yıkılır. Bir süre Elmas’la ağlarlar. Elmas’ın gece Ali’yle birlikte oldu ğunu ö ğrenince sevinir, umutlanır. Elmas’a tohumu iyi saklamasını ö ğütleyip ona sarılırken oyun biter.

2.1.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.1.2.1. Asıl Kahraman

“Merkezî ki şi”, “esas kahraman”, “ba şkahraman”, “protagonist”, “tematik güç” adlarıyla da anılan asıl kahraman, esere damgasını vuran, ço ğunlukla özne olan ve di ğer ki şilerin kendisine ba ğımlı oldu ğu ki şidir ( Çetin, 2006: 148; Bourneur ve Quellet: 1989: 153).

Keziban oyununun iki ba şkahramanı vardır demek yanlı ş olmaz. Ancak, Keziban, torunu Ali’ye nazaran çok daha canlı bir karakter olarak ortaya konmu ştur.

Keziban, o ğulları Hasan ile Ahmet’i kan davası dolayısıyla kaybetmi ştir. Onların intikamını alması için torunu Ali’yi büyütmü ştür. Fakat Ali, kandan, kavgadan hazzetmeyen bir ki şili ğe sahiptir.

Oyunun birinci sahnesinde Keziban ile Ali’yi ak şam vakti Keziban’ın evinin bir odasında görürüz. Bir kö şede uyuklayan Ali’ye Keziban niçin kahveye gitmedi ğini, Kara Osmanların Mehmet’le aralarında ne geçti ğini sorar. Ali de onun sorularına cevap vermeye çalı şmaktadır. Keziban, torununun söylediklerinden tatmin olmaz. Bir bebek gibi besle yip büyüt tü ğü kin , onu kemirmektedir. Eline aldı ğı bohçadan öldürülen oğullarının kanlı ve delik de şik gömleklerini çıkarıp Ali’nin üzerine fırlatır. Onu harekete geçirmeye çalı şmaktadır. Ancak, ba şaramayacağını anlayınca ba şka bir yola ba şvurur. Torununun üzerine atılır. Amacı, Ali’ye kendini bo ğdurup suçu Kara Osmanların üzerine attırmaktır. Đntikam dü şüncesiyle ya şamaktadır. Ali’nin ninesinin elinden kurtulmasıyla bu sahne sona erer.

Đkinci sahnede Keziban, Ya şlı Kadınlar’dan Ali’nin Kara Osmanların Seyit’in karısı Elmas’ı alıp da ğa kaçtı ğını ö ğrenir. Bu sevinç onun ba şını göklere erdirmi ştir. Mutluluktan oynar. Ali ile Elmas’ı aramak için evine gelen Kara Osmanların kar şısında

 

 oynamaktadır. Sevinçten âdeta çılgına dönmü ştür. Ancak, Kara Osmanların Murat’ın sözleri, Keziban’ın sevincini kursa ğında bırakır. Onun söylediklerinden, o ğulları Hasan ile Ahmet’i Murat’ın öldürdü ğünü anlamı ştır. Orada bulunan Ya şlı Kadınlar, Keziban’ı deh şet verici çılgınlıklar ından vazgeçmesi konusunda uyarırlar. Keziban’ın “ Ölümü kimseler sindiremez, kanla beslenir kanı akan… ” (s.31) biçimindeki sözleri, onun içinde bulundu ğu psikolojiyi gösterir. Ya şlı Kadınlar Keziban’a tepkili bir biçimde onun evinden ayrılırlar.

Üçüncü sahnede kaygılı bir şekilde bekleyen Keziban’a, Çocuk, Ali’yle ilgili kahvede konu şulanları iletir. Keziban Çocuk’a sandıktan şeker çıkarıp verir. Çocuk’un yine haber getirmesini beklerken Ya şlı Kadınlar gelir. Ali’nin ba şına geleni ima etmektedirler. Derken, Kara Osmanların Murat, Ali’nin cesediyle Elmas’ı getirir. Keziban yıkılmı ştır. A ğlamaktadır. Ya şlı Kadınlar Ali’nin ba ğışlanması için Tanrı’ya yakarırken Keziban onları kovar. Đçin için a ğlayan Elmas’ın Ali’yle birlikte oldu ğunu öğrenir. Tohumu iyi saklaması için Elmas’a yalvarır ken oyun sona erer.

Bir köy kadını olan Keziban, oyunun en canlı karakteridir, üzerinde en çok durulan ki şidir. Kurguda önemli bir yeri vardır, etken bir rol sergiler. Yazar tarafından kurgusal bir ki şilik olarak var edilmi ş, ruhsal boyutuyla sunulmu ştur. Dı ş şartlar (kan davası sebebiyle iki o ğlunu kaybetmesi) ona iç çatı şma ya şatmaktadır. Davranı şları inandırıcıdır. Kan davası onun hayatına yön veren en önemli faktördür. Oğullarının yası, acısı Keziban’da deh şet verici bir intikam arzusu uyandırmı ştır. Onun, intikam duygusuyla özde şle şti ğini söyleyebiliriz. Keziban öçlerinin alınması için ya şamaktadır sadece; hatta ölmeyi bile göze alır ki, torununa kendisini bo ğdurtmak ister. “ … Đnandı ğı bir de ğer u ğruna, bütün de ğerlerin kayna ğı olan hayatı bile gözden çıkarmaya hazırdır Keziban ” (Oflazo ğlu, 2001a: 8) 5. Kara Osmanlardan bir canın Ali tarafından söndürülmesi Keziban’ı bir nebze rahatlatsa da Ali’nin öldürülü şü onu derinden sarsar. Keziban yine de yıkılmaz, kinini büyütmeyi sürdürecektir. Nitekim, Elmas Ali ile birlikte olmu ştur ve bu Ali’nin de bir çocu ğu olabilece ği anlamına gelmektedir. Keziban eserde canlı, hareketli, atik, metin bir ki şilik olarak i şlenmi ştir. Önemli bir ki şilik

 +%7:<:R:.:VJHVRV7:7:IC:JI: :`76`C::V<1G:J0V8`:$VR7: *JV?5 V0CV 17: `Q% 57 75%8 5 88

 

 de ğişimi göstermemi ştir. Yazar ona kar şı tarafsız davranmı ş; kendisini yermek ya da yüceltmek yoluna gitmemi ştir. Keziban, intikam ihtirasının temsilcisidir.

Ali, Keziban’ın torunudur. Babası ve amcası kan davası dolayısıyla Kara Osmanlar tarafından öldürülmü ştür. Đlk sahnede odanın bir kö şesinde yorgunluktan uyuklarken kar şımıza çıkar. Ali, intikamlarını almadı ğı, kahvedeki kavga üzerine Kara Osmanların Mehmet’ten çekindi ği için kahveye gitmedi ğinden ninesi tarafından “sümsük” olarak nitelendirilmektedir. “ Kin yedirdin bana, kin içirdin ” (s. 15) diyen Ali’yi kanlı gömlekler ve anlattı ğı rüya ile harekete geçiremeyen Keziban, onun üzerine çullanıp kendisini öldürtmek yoluyla dü şmanlarından intikam almayı denese de Ali deh şetten irkilmi ş bir biçimde ninesinin elinden kurtulmayı ba şarır.

Đkinci sahnede Ali’yi bizzat görmeyiz. Onun Kara Osmanların Seyit’in karısı Elmas’ı da ğa kaçırdı ğını Keziban’ın evine gelen Ya şlı Kadınlar’dan ö ğreniriz. Bu olay üzerine Keziban, torunu için “ Yi ğit Ali’m, koçak Ali’m! ” (s. 30) demeye ba şlar.

Üçüncü sahnede Çocuk’tan, Ali’nin Yolvermez’in tepesinden attı ğı kur şunlarla Kara Osmanların Mehmet’in öldü ğünü ve cesedin Yankısız Dere’ye yuvarlandı ğını ö ğreniriz. Oyunun sonunda Kara Osmanların Murat, Ali’nin cesedini Keziban’ın önüne atar.

Ali, yetimdir; ninesince kinle beslenerek büyütülmüştür. O aslında kin, öçle ilgisi olan bir ki şili ğe sahip de ğildir; sakin tabiatlıdır. Şehre giderek kan davası olgusundan uzakla şıp huzurlu bir hayat ya şamak istemektedir. Deli Durdu’nun Fatma’yı sever. Ancak, ko şullar Ali’nin istedi ği yönde geli şmez. Keziban’ın baskıları, telkinleri Ali farkında olmasa da onun bilinçaltında etkili olur. Umulmayan bir anda Ali harekete geçer. Dü şmanının karısını alıp da ğa çıkar. Fakat bu dönem yakla şık yirmi dört saat sürecektir. Ali bu süreçte Kara Osmanların Mehmet’i öldürür. Sonra da kendisi Kara Osmanlarca öldürülür.

Ali ba şta edilgen bir ki şidir. Keziban’ın telkinleri onun bilinçaltında yer etmi ş, bir süre sonra kendisini harekete geçirmi ştir. Bu da Ali’de bir ki şilik de ğişimi oldu ğunun göstergesidir. Daha önce dura ğan huylu olan, korkak intibaı uyandıran Ali eline silah alıp da ğa çıkar. O da gerçekçi bir şekilde sunulmu ştur yazarca. Ali’nin sonu trajik olmu ştur.

 

 2.1.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

“Antagonist” de denen hasım kahraman, çatı şmanın ya şanabilmesi için asıl kahramanın fiillerini engellemek amacıyla esere yerle ştirilen ki şidir. “ Souriau’nun terminolojisinde bu tür kahramana le force opposante (kar şı güç) denir ” (Bourneur ve Quellet, 1989: 153).

Oyunda Kara Osmanlar ailesi kar şı güç konumundadır. Keziban’ın ailesiyle bunlar arasında sürüp giden bir kan davası mevcuttur.

Birinci sahnede Keziban’la Ali’nin konu şmalarından, Ali ile Kara Osmanların Mehmet arasında kahvede bir kavga oldu ğunu anlamaktayız. Mehmet, Ali’ye Deli Durdu’nun Fatma’yı görmeyi yasaklamı ştır.

Đkinci sahnede Kara Osmanlar, Ali ile Elmas’ı aramak için Keziban’ın evine gelirler. Babaları Murat “ Ben avımı iyi kıstırırım, bilirsin, ister tarlada olsun, ister derede, isterse da ğ ba şlarında olsun; ben av kaçırmam elden, Keziban! ” (s.29-30) der Keziban’a. Keziban, o ğullarını Murat’ın öldürdü ğünü anlar bu sözlerden.

Üçüncü sahnede Ali, bulundu ğu da ğdan ate ş ederek Kara Osmanların Mehmet’i öldürmü ştür. Bu sahnenin sonunda Kara Osmanlar Keziban’ın evine gelirler. Murat, Ali’nin cesedini Keziban’ın önüne itelerken “ Ser yata ğını yeni güveyin, Keziban! ” (s. 41) der.

Kara Osmanlar ailesi eserde bütün olarak yer almı ştır. Murat, baba; Ramazan, Mehmet ve Seyit onun o ğullarıdır. Şahsiyetleri yazarca ayrıntılı biçimde i şlenmemi ştir. Murat’ın Keziban’a söylediklerinden, kendisinin kurnaz, hedefi iyi vuran, kinci, kan davasını sürdüren bir ki şili ğe sahip oldu ğunu çıkarabiliriz. O ğlu Mehmet de Ali’ye Deli Durdu’nun Fatma ile görü şmeyi yasakladı ğı için Mehmet’in de ba şkalarına tahakküm etmeyi sevdi ğini, güçsüzü ezmek istedi ğini dü şünebiliriz.

Kar şı güç konumundaki kahramanlar da yazar tarafından psikolojik boyutlarıyla, davranı şlarından ziyade konu şmalarıyla sunulmu ştur. Sanatçı onlara da objektif yakla şmı ş, tavır alma yolunu izlememi ştir. Hasım kahramanlarda bir ki şilik de ğişimi gözlenmemektedir.



 2.1.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Eserin kahramanlarının gerçekle şmesini istedi ği ya da ortaya çıkmasından endi şe duydu ğu nesne, durum, olgudur. “Souriau, buna ‘de ğerin temsili’ adını vermektedir. Bu, bir cazibe gücüdür, hedef alınmı ş gayeyi veya korkulan objeyi temsil eder ” (Akta ş, 1991: 154).

Asıl kahramanlardan Keziban, öldürülen o ğulları Hasan ile Ahmet’in intikamlarının torunu Ali tarafından Kara Osmanlardan alınmasını arzular. O, intikam için ya şar. Bu duygu insanların hayatlarını söndürmektedir. Keziban iki o ğlunu daha önce bu sebeple yitirmi ştir. Torunu Ali de intikam kurbanı olur. Kara Osmanların Mehmet’i de Ali öldürmü ştür. Tabiî bunlardan önceki öldürmeler de söz konusudur. Oyun, kan davasının do ğurdu ğu kin duygusu üzerine kurgulanmı ştır. Psikolojik bir unsur olan kin, insanların hayatına yön vermekte, itibarî âlemde de olsa, insanların hayatlarından olması sonucuna yol açmaktadır. Esere bütünüyle hâkim olan, kin duygusudur.

Keziban önceleri korkusuz gibi görünse de Ali Elmas’ı kaçırıp da ğa çıktı ğında Keziban’ın içini Ali’nin neler ya şayaca ğı, öldürülebilece ği endi şesi kaplar. Sıkıntılı bir bekleyi şe girer o. Sonunda korktu ğuna u ğrar, torununu kaybeder.

Ali, büyük şehre gidip sakin bir hayat ya şamayı, Fatma’ya kavu şmayı arzulamı ş; kan davasından, bu sebeple öldürüp ölmekten korkmu ştur. Ali de arzusunu gerçekle ştirememi ş; kan davası yolunda bir cana kıymı ş ve kendi canından olmu ştur.

2.1.2.4. Yönlendirici

“Verici” olarak da anılan yönlendirici ki şi, edebî eserdeki çatı şmayı âdeta yöneten, bir tür hakem görevi üstlenen kahramandır. Bourneur ve Quellet, yönlendirici kahraman hakkında şu açıklamayı yaparlar:

“Bir vericinin (en geni ş anlamda objenin ‘hedefi’ ile ilgili olarak etki yaratmaya kurulu her kahraman), yani aksiyonu yönlendiren ve hikâyenin sonunda dengeyi bir taraftan di ğer tarafa kaydıran ve bir çe şit hakem rolü oynayan bir kahramanın müdahaleleri sayesinde, var olan problemli durum çözüme kavu şmu ş olur” (Bourneur ve Quellet, 1989: 153). Keziban, eserde asıl kahraman olu şu yanında yönlendiricidir de. Torunu Ali’nin Kara Osmanlardan öçlerini almasını istemi ştir. Ali’ye sürekli, babası ile amcasının öldürülmesini hatırlatmı ş; onu da yalnızca intikam duygusuyla ya şatmak istemi ştir. 

 Ali’nin Kara Osmanlardan birini öldüremeyece ğini anlayınca kendisini torununa bo ğdurtarak intikam duygusunu tatmin etmeyi hedeflemi ştir. Ancak bu da gerçekle şmez. Oyunun ikinci sahnesinde, Keziban’ın yaptıklarının etkisi görülmü ş; Ali, Kara Osmanların Seyit’in karısı Elmas’ı da ğa kaldırmı ştır. Ali’nin Kara Osmanlardan Mehmet’i öldürmesi üzerine Keziban’ın intikamı yarı yarıya alınmı ştır. Torununun onlardan bir can daha almasını isterken Kara Osmanlar, Ali’nin cesedini getirirler Keziban’a.

Keziban, eserdeki vak’anın seyrine etki eden, torunu Ali’yi harekete geçiren, önce Ali’nin Kara Osmanlardan Mehmet’i öldürmesi, sonra da Ali’nin kendi canından olması sonucunu ortaya çıkaran etken bir kahramandır.

2.1.2.5. Alıcı

Edebî eserde, olayın sonucundan etkilenen, söz konusu olay sonucu kazanan ya da kaybeden durumunda bulunan, asıl kahramanın dı şındaki ki şidir. Alıcı ki şi, asıl kahramanın sergiledi ği eylemlerden etkilenir. Akta ş, alıcı kahramanı şöyle izah eder:

“Vakanın neticesinde, her zaman, birinci derecedeki kahraman, asıl kahraman kârlı çıkmaz, endi şe duymaz. Tesadüfen de olsa bu netice ba şkalarının i şine yarar, sebep olan arzulanan veya endi şe duyulan nesneden ba şkaları da müteessir olur. Asıl kahraman kendisi için oldu ğu kadar, ba şkaları için de endi şe duyabilir” (Akta ş, 1991: 154). Keziban piyesinde asıl kahraman olan Keziban, aynı zamanda alıcıdır da. Kin duygusunun eseri olan cinayet, Keziban’ı torunundan da etmi ştir. Di ğer asıl kahraman Ali’nin davranı şı, Keziban’ı bir anlamda tatmin etse de neticede onun zararlı çıkması sonucunu do ğurmu ştur.

Keziban oyunundaki Elmas da alıcı şahıs konumundadır. Eserdeki kin duygusu Elmas’ı da etkilemi ştir. Elmas, Kara Osmanların Seyit’in karısıdır. Kara Osmanlar kendi adlarına leke gelmemesi için Seyit yerine Elmas’ın kısır oldu ğunu yaydıkları için herkes Elmas’ı kısır zannetmektedir. Keziban’ın torunu Ali onu alıp da ğa kaçmı ştır. Ali Kara Osmanlarca öldürülünce Elmas da bundan zarar görmü ştür. Eserin sonunda Kara Osmanların Murat, Ali’nin cesediyle birlikte Elmas’ı da Keziban’ın kapısından içeriye itelemi ştir. Elmas’ın ki şilik özellikleri üzerinde durmamı ştır yazar. Gelin gitti ği ailenin Elmas’a kısır oldu ğu iftirası etti ğini görmekteyiz. Ali ile da ğa kaçmasından Elmas’ın



 kocasını sevmedi ği, Ali’de gönlü oldu ğu sonucunu çıkarabiliriz. Elmas, daha çok edilgen bir ki şi olarak sunulmu ştur.

Ailelerinden bir fert olan Mehmet’i kan davası u ğrunda kaybeden Kara Osmanları da alıcı saymak mümkündür. Bu ailede özellikle Murat, etkendir.

2.1.2.6. Yardımcı

Daha önce yer verilen ilk dört i şlevi yerine getiren kahramanlardan birinin ya da birkaçının harekete geçmek için muhtaç oldu ğu kahramana yardımcı ki şi denir (Akta ş, 1991: 155; Bourneur ve Quellet, 1989: 154).

Ali Kara Osmanların gelini Elmas’ı kaçırıp da ğa çıktıktan sonra Ali ile ilgili kahvede konu şulanları Keziban’a ileten, asıl kahraman Keziban’ın torunundan haberdar olmasını sa ğlayan “Çocuk” yardımcı şahıstır. Çocuk üzerinde de fazla durmamı ştır yazar, onu tip düzeyinde i şlemi ştir. Dolayısıyla, çocu ğun bir ki şilik geli şimi geçirdi ğini, çatı şma ya şadı ğını göremeyiz. Belli bir gücü de temsil etmez. Keziban ona, getirdi ği haberi ödüllendirmek adına şeker verir. Ali’nin yaptıklarını anlatmasındaki edadan Çocuk’un Ali’ye özendi ğini, onun gibi olmak istedi ğini dü şünmekteyiz.

2.1.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Edebî eserde, olayın geli şimine etkisi olmayan, yerel atmosferi aktarmak için esere yerle ştirilen kahramanlara dekoratif şahıslar adı verilir. Akta ş, bu ki şiler hakkında şu açıklamayı yapar:

“Tiyatro ve sinemada figüran rolündeki oyuncular gibi anlatma esasına ba ğlı edebî eserlerde, mahallî rengi aksettiren, dikkatlere sunulmak istenen vak’a veya vak’a parçasına ait tablonun gözler önünde daha iyi tecessümüne hizmet eden şahıslar da vardır. Bunların vak’a içinde yüklendikleri herhangi bir fonksiyon yoktur, eserde psikolojik hususiyetlerinden de söz edilmez” (Akta ş, 1991: 158). Oyunda sözü edilen kahvedeki ki şiler, olayların geli şimine yön vermemi şlerdir. Sadece, Ali ile Kara Osmanların Mehmet’in kavgasına şahit oldukları belirtilmi ştir.

Yine, yukarıda sözü edilen kavgada Kara Osmanların Mehmet, Ali’ye Deli Durdu’nun Fatma ile görü şmeyi bundan sonra yasaklamı ştır. Fatma’nın da sadece adını yer verilmi ştir. Vak’anın geli şiminde Fatma’nın herhangi bir rolü olmamı ştır.



 Đkinci sahnede esere dâhil olup koro i şlevini yerine getiren Ya şlı Kadınlar’ın da dekoratif unsur durumundaki kahramanlardan oldu ğunu söylemek mümkündür. Bunlar Keziban’a Ali’nin Elmas’ı kaçırdı ğı haberini getirirler. Kara Osmanların Murat Ali’nin cesedi ile Elmas’ı getirmeden önce de bu kadınlar Keziban’a bunu anlatmak istemi şlerdir. Kitabın sonunda Ya şlı Kadınlar Tanrı’nın Ali’yi ba ğışlaması için dua ederlerken Keziban torununun günahsız oldu ğunu söyleyerek onları kovar.

Piyesteki dekoratif kahramanların hiçbirinin psikolojik özellikleri üzerinde durulmamı ş, bu ki şiler derinlemesine ele alınmamı ştır. Kahvedeki insanlar ile Fatma sahnede görünmez; ancak Ya şlı Kadınlar görünür. Buna dayanarak, Ya şlı Kadınlar’ın di ğer dekoratif şahıslara nispeten daha etken oldu ğunu söyleyebiliriz. Yukarıda da belirtti ğimiz gibi, bunlar koronun rolünü üstlenmi şlerdir.

2.1.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunda altısı kadın, altısı erkek olmak üzere on iki kahraman sahneye çıkar. Keziban, I, II, III ve IV. Ya şlı Kadın, Elmas kadın kahramanlar; Ali, Murat, Mehmet, Seyit, Ramazan, Çocuk erkek kahramanlardır. Ali’nin sevdi ği olan Deli Durdu’nun Fatma, oyunda adıyla yer alır. Mehmet ile Ali’nin kavgasına tanıklık eden kahvedeki ki şiler de bu şekilde (Fatma’da oldu ğu gibi), oyuna yerle ştirilmi şlerdir. Ayrıca, Kara Osman, Ali’nin dedesi Kurt Süleyman ile babası ve amcası da kan davası yüzünden daha önce öldürülmü ş şahıslar olarak anılır.

Oyunda üzerinde en çok durulan şahıs, Keziban’dır. O, kin, intikam duygusunun sembolüdür. Gerçekçi bir biçimde sunulmu ştur, etkendir. Bir ihtiras u ğruna her şeyden vazgeçme, tüm varlı ğıyla onun için ya şamanın timsalidir. Eserde karakter boyutunda ele alınan tek kahraman Ali’dir. Di ğer ki şiler tip düzeyinde i şlenmi ştir.

Piyes, Oflazo ğlu’nun köy konulu üç oyunundan birisidir. Yazarın Kayseri’de ya şadı ğı bir iki yıllık bir köy hayatı döneminde edindi ği izlenimlerinin yansıması sayılabilir. Bu yönüyle oyunu otobiyografik sayabiliriz. Ancak, yazarı temsil eden bir kahraman metinde yer almaz. Sanatçı, kahramanlarının dı ş görünü şlerinden söz etmemi ş, onları psikolojik özellikleriyle sunmu ştur. Olumlu ve olumsuz kahramanlarına kar şı tarafsız davranmı ştır.



 2.2. Allah’ın Dedi ği Olur

2.2.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Allah’ın Dedi ği Olur 6, bir perde (dört sahne)den müte şekkil manzum komedyadır.

Birinci sahnede vakit gece, mekân Huri’nin evidir. Huri ile eve geç saatte dönen o ğlu Osman’ın konu şmalarına tanık oluruz. Huri’nin kocası ölmü ş, Osman yetim kaldı ğı için liseyi yarıda bırakmak zorunda kalmı ştır. Osman Habib A ğa’nın kızı Ay şe’yi sevmektedir. Osmanların bir tarlasını ve köyün di ğer tarlalarını yok pahasına eline geçiren Habib A ğa, fakir oldu ğu için kızını Osman’a vermek istemedi ğinden, Osman kızı kaçırmaya karar vermi ştir. Huri, ya şanacak tatsızlıklardan, sıkıntılardan söz ederek Osman’ı bundan vazgeçirir. Osman yatınca dü şünde Ak Sakallı’nın ö ğütlerini duyar.

Đkinci sahnede mekân köyün kahvesidir. Dört Köylü ve Osman ile arkada şı Durmu ş’un konuştuklarını görürüz. Bu sırada, Habib A ğa ile Satılmı ş gelir. Satılmı ş paraya ihtiyaç duydu ğu için A ğa’dan borç istemektedir. Habib A ğa ise, Gökkaya’daki tarlayı almayı gündeme getirir. Osman köylülere tarlalarını elden çıkarmamaları gerekti ğini ö ğütler. Habib A ğa sık sık, “ Ku ş uçsa, yaprak oynasa,/ o bilir./ Netsen neylesen boş,/ takdir yukardan gelir” (s. 61-65) demektedir. Kahvenin duvarındaki “ Allah’ın Dedi ği Olur” (s. 67) levhasını okur, köylüler de tekrar eder. Bu sırada Osman’ın beyninde şim şekler çakar. Đçinden, dü şünde gördü ğü Ak Sakallı’nın sesini duyar.

Üçüncü sahnede mekân Habib A ğa’nın evidir. Habib A ğa’nın karısı Dudu ona, kızlarının Osman’ı sevdi ğini söyleyince, Habib A ğa, e şini tekme tokat kovar ve yatar. Osman, Habib A ğa’nın damındadır, bacadan “ Ku ş uçsa, yaprak oynasa” (s. 74) gibi sözlerle ona seslenir. Habib A ğa, Tanrı’nın kendisiyle konu ştu ğunu sanır. Osman ona daha önce köylülerden aldı ğı tarlaları geri vermesini, Satılmı ş’ın tarlasını almaktan vazgeçmesini, kızını da Osman’a vermesini, aksi takdirde cehenneme gidece ğini söyler.

 6`C:



 

 Dördüncü sahnede Habib A ğa tüm köylüyü kahvede toplar ve herkesin tarlasını geri verdi ğini, kızını Osman’a verece ğini söyler. Đnsanlar sevinçten halay çekerken Osman Ay şe’nin yanına gitmektedir. Oyun burada sona erer. 

2.2.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.2.2.1. Asıl Kahraman

Oflazo ğlu’nun köy konulu oyunları arasında yer alan Allah’ın Dedi ği Olur ’un asıl kahramanı Osman’dır. Osman küçük ya şta yetim kaldı ğından okulu bırakmı ştır. Habib Ağa’nın kızı Ay şe’yle evlenmek ister.

Dul Huri’nin o ğlu Osman, oyunun birinci sahnesinde gecenin geç saatlerinde, Ay şe’yi kaçırma kararı almı ş olarak eve döner. Ancak, annesi Huri onu kızı kaçırmaktan vazgeçmeye ikna eder. Osman, Ay şe kendisini korkak bilecek diye endi şe içindedir.

Osman henüz askere gitmemi ş bir delikanlıdır. Oyunda fiziksel özelliklerinden söz edilmez. Psikolojik yönüyle sunulur. Üçüncü sahnede Habib Ağa’nın karısı Dudu, kocasına, kızları Ay şe’nin gönlünün, “Melek gibi o ğlandır” (s. 71) diye tanımladı ğı Osman’da oldu ğunu belirtince, Habib Ağa, Osman için “ He ya, bir kanadı eksik! Đş i gücü düzen bozmak, aykırı gitmek. Camiye ayak bastığını görmedim bugüne dek ” (s. 71) der.

Osman zeki bir gençtir. Habib Ağa’nın dindar, yardımsever görünerek halkı sömürmesini, tarlalarını almasını kabullenememektedir. Arkada şı Durmu ş’u Sulak Tarla’yı Habib’e sattı ğı için ele ştirir. Satılmı ş’ın da Habip’e borcunu ödeyemezse tarlasını satıp ödeyece ğini söylemesine kızar, onu tarlasını satarsa neyle geçinece ği konusunda uyarır.

Birinci sahnede, Osman uyuyunca dü şünde Ak Sakallı bir ihtiyarın kendisini uyardı ğını görür. Đkinci sahnede kahvede Durmu ş’la konu şurken yine bu Ak Sakallı’yı kar şısında görmü ş gibi olur. Habib Ağa’nın “ Allah’ın Dedi ği Olur ” levhasını okuyup köylünün bunu tekrarlamasının ardından Osman gülmeye ba şlamı ştır. Kafasından bir şeyler geçti ği bellidir. Bu esnada Ak Sakallı’nın Osman’a görünüp “ Dudakların görünmesin konu şmaya durursan, sözlerin gece dallarından dökülsün ” (s. 67) demesi, Osman’ın giri şece ği eylem konusunda zihninin durulmasını sa ğlar.

 

 Üçüncü sahnede Osman, Habib Ağa’nın bacasından gece vakti o uyurken kendisine seslenir. Habib, Tanrı’nın kendisiyle konu ştu ğunu sanır. Osman, Tanrı rolüyle, Habib Ağa’yı kızını Osman’a verme ve köylülerden aldı ğı tarlaları geri verme konusunda ikna eder. Oyunun sonunda Osman Ay şe’ye kavu şur.

Osman, oyundaki en önemli kahramandır. Tip olarak işlenmi ştir. Olumlu ki şilerden biridir. Okuyucu onu sever ve onda kendisinden bir şey bulabilir. Đnandırıcıdır. Yazar ona kar şı tarafsızdır, onu yargılamaz. Osman’ı, içinde bulundu ğu düzeni kabullenmek istemedi ğinden düzen kar şıtı tip ya da asi tip olarak adlandırabiliriz. Nitekim, Gürpınar Köyü’nde sıkı şan köylünün Habib A ğa’dan borç alması, borcunu ödeyemedi ği için de tarlalarını ona yok pahasına satması gelenekle şmi ştir. Osman buna şiddetle kar şı çıkar, köylüleri bundan vazgeçirmeye çalı şır ki, istedi ğini ba şarır. Harekete geçmesinde Ak Sakallı ve “ Allah’ın Dedi ği Olur ” levhası etkili olmu ştur. Ya şadı ğı dı ş çatı şmadan uygulamaya koydu ğu ba şarılı planı sayesinde kurtulur.

2.2.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu eserdeki hasım veya karşı güç konumundaki şahıs, Habib Ağa’dır. Habib fakirken, Huri’nin babasının kapısında çalı şırken Dudu’nun babasınca Dudu’ya e ş olarak içgüveysi alınmı ştır. Bundan sonra da kayınpederinin malını artırdıkça artırmı ş, âdeta köyün yarısına sahip olmu ştur.

Habib Ağa, Gürpınar köylülerince namazında niyazında, yardımsever biri olarak bilinmektedir [Đkinci sahnede Habi’in Satılmı ş’a yardım etmeyi kabul etmesi üzerine Üçüncü Köylü’nün “ Fakir babası bizim a ğa vesselâm! ” (s. 64) demesi buna örnek verilebilir.]. “ …Sen Ay şe’yi kaçırmaya kalkarsan, namus temizleyece ğim diye, vurdurur Habib seni, hiç ku şkun olmasın ” (s. 51) fikrinde olan Osman’ın annesi Huri bile, “Habib hayın adamdır, kincidir mincidir ya, sıkı şınca yardım eder fakire fukaraya ” (s. 53) der. Habib Ağa tespihini elinden dü şürmez; kahvede dudakları sürekli kıpırdamakta, dua okumaktadır. Habib Ağa “ Ku ş uçsa yaprak oynasa, o bilir. Netsen neylesen bo ş, takdir yukardan gelir” (s. 61) sözlerini oyunun farklı yerlerinde tekrarlayacaktır.

Habib Ağa, köylünün tarlasının yakla şık yarısını de ğerinden az paraya satın almı ştır. Büyük şehirde çalı şan kamyonlara sahiptir. “Osman kim benim kızımı almak kim?

 

 Dengini bilmeli herkes, açlı ğını mı bölü şmek ister kızımla?” (s. 48) dü şüncesiyle kızını köyün zenginlerinden olan Topal Hacı’nın Sıska Cemal’e vermek ister.

Habib Ağa, üçüncü sahnede uykudayken bacadan Osman’ın sesini duyması üzerine irkilir. Osman’la konu şurken Tanrı’yla muhatap oldu ğunu sanır. Bu olay Habib Ağa’nın de ğişmesinde etken olacaktır. Habib, köylülerin kendisince alınan tarlalarını geri vermeyi ve kızı Ay şe’yi Osman’a vermeyi vaat eder Tanrı zannetti ği Osman’a. Dördüncü sahnede bunları gerçekle ştirmek için tüm köylüyü kahveye ça ğırır. Bu esnada köyün imamına (Hoca) gece ya şadığını kurumlanarak anlatmak ister, Tanrı’nın kendisiyle konu ştu ğunu söyler. Hoca’nın bu ba ğlamda Habib’le ilgili söyledikleri dikkate de ğerdir: Habip’in Tanrı’nın kendisiyle arada bir şey olmadan konu ştu ğunu söylemesi dolayısıyla Hoca’nın “ Mûsa Efendimiz dayanamaz da sen dayanırsın, öyle mi, abdestini tutamayan herif! ” (s. 83) demesi gibi…

Oyunun sonunda Habib, kızını Osman’a verip tarlaları da köylüye geri vererek hora tepen köylülere karı şacaktır.

Habib A ğa, köy a ğasıdır. Sonradan zengin olup fakirleri dı şlayan ki şilerdendir. Dini istismar eden bir tiptir. Dindar, yardımsever, iyi bir insan görünüp halkı kandırmak, onun topra ğını elinden almak gayesindedir ki bunu önemli bir oranda yapmı ştır. Köylüyü sömüren a ğa tipinin bir örne ğidir. Bundan dolayı onu sosyal bir tip kabul edebiliriz. Olumsuz bir ki şidir; fakat yazar ona kar şı tavır almamı ş, kendisini yargılamamı ştır. Habib A ğa inandırıcıdır, geleneksel tavrının de ğişmesinde Osman’ın bacadan kendisine seslenmesi etkili olmu ştur. Etken bir ki şidir; olayın geli şmesinde rol oynamı ştır.

Habib A ğa’nın Ay şe’yi kendisine vermek istedi ği Sıska Cemal’i de Osman’a rakip olması dolayısıyla hasım güç saymak mümkündür. Cemal’in sahnede yer aldı ğını göremeyiz. Yalnızca, kendisinden söz edilir.

2.2.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Bu tiyatro eserinde arzu edilen nesne konumundaki şahsiyet Ay şe’dir. Ay şe, Habib Ağa’nın kızı ve Osman’ın sevdi ğidir. Ay şe’yi oyun boyunca sahnede bizzat görmeyiz. Di ğer kahramanlar kendisinden söz eder. Ay şe, Osman’ın kendisine sevgisi dolayısıyla

 

 eserde önemlidir. Birinci sahnede Ay şe’yi kaçırma kararı almı ş olarak sabaha kar şı eve dönen Osman, annesine Ay şe’nin kendisi için kıymetini şu şekilde ifade eder:

“O benim özledi ğim her şeydir, ana. Ay şe gitti mi, nasip de gider, sa ğanak inse tüm tarlalarına Gürpınar Köyü’nün, damlası dü şmez topra ğıma. Ay şe gitti mi, kırılır kolum kanadım, uçmaz olur dallarımdan ak ku şlarım bir daha, göksüz kalırım. Ay şe benim özledi ğim her şeydir” (s. 50-51). Üçüncü sahnede Dudu, Habib Ağa’ya Ay şe’ nin gönlü nün Osman’da oldu ğunu (s. 71), Topal Durmu ş’un Sıska Cemal’e verilece ği için yemekten içmekten kesildi ğini (s. 70) söyler.

Oyunun sonunda Habib Ağa tarafından, köylü kahveye toplanmı ştır. Dudu Osman’a Ay şe’ye gitmesini “ Yanına ko ş Ay şe’nin! Sarardı soldu senden uzakta, canına yetti özlemin. Yanına var da yüzüne kan gelsin ” (s. 93) şeklinde söyler.

Ay şe, oyundaki olumlu ki şilerden biridir. Fiziksel özelliklerinden söz edilmemi ştir. Osman’ı sevmesi ve onun tarafından sevilmesi yönüyle ele alınmı ştır. Edilgen bir kahramandır. Sevdi ğine kavu şmak için bir gayret sarf etti ği görülmez; ancak, Osman’dan kendisini kaçırmasını istemi ştir.

Allah’ın Dedi ği Olur oyunu için, köylünün Habib Ağa’ya geçen tarlalarının sahiplerine iade edilmesinin, Osman için daha arka plandaki arzu edilen nesne oldu ğunu söyleyebiliriz. Köylü içten içe bu tarlalar için üzülmektedir. Đkinci sahnede Osman’la diyalog hâlindeki Durmu ş’un “ Hey gidi Sulak Tarla hey… Ta ş eksen bu ğday biterdi ” (s. 59) deyi şi, manidardır. Ancak, içinde bulundukları zor ekonomik ko şullar köylülere tarlalarını sattırmaktadır. Tarlalara yok pahasına konan Habib Ağa’ya ise yine toz kondurmaya yana şmazlar. Fakir fukara babası, hayırsever bir adam oldu ğunu söylerler. Osman ise, “ Elde sürecek toprak kalmaz, her sıkı ştıkça tarla satarsak ” (s. 53) görü şündedir.

Eserin sonunda Habib Ağa dü şünün yönlendirmesiyle köylüden emanet olarak al dı ğını söyledi ği tarlaları sahiplerine geri verir. Osman da arzu etti ği iki farklı varlı ğa kavu şmu ş olur.

Ay şe de Osman’a kavu şmayı arzulamı ş, arzusuna vasıl olmu ştur. Osman’ın annesi Huri, oğlu ile ya şamayı arzu etmi ş, ona bir şey olursa, o ğlundan ayrı kalırsa diye korkmu ştur.

 

 2.2.2.4. Yönlendirici

Allah’ın Dedi ği Olur ’da asıl kahraman Osman’ı yönlendiren, Ak Sakallı bir ihtiyardır. Bu “ ak sakallı, ki şide öte duygusu uyandıran heybetli bir koca, derinlerden gelen bir sesle konu şur ” (s. 55). Ak Sakallı, birinci sahnede Osman sabaha kar şı uyuyunca onun dü şüne girer, onu şu şekilde uyarır:

“Osman! Osman! En iç gözünü aç, sıyrılsın görü şün uyku bulutlarından, anlam ku şlarının ardına dü şsün; ye şersin nasibin a ğaç a ğaç gelece ğin karanlık ormanlarında bütün. Osman! Osman! En iç gözünü aç, engel duvar çeker ya dört yanından, kaygılar elinde çırpınır ya gönlün, ba şına göre yıldız kakmalı bu taç tutarsan özleminle yukarları bütün. Osman! Osman! En iç gözünü aç, dudakların görünmesin konu şmaya durursan, sözlerin gece dallarından dökülsün; kendi do ğundan ı şıyan amaç aydınlı ğına çeksin yürekleri bütün. Osman! Osman!” (s. 55- 56). Đkinci sahnede Osman Durmu ş’la konu şurken Ak Sakallı Osman’ın kar şısında belirip ona telkinde bulunur. Yine bu sahnenin sonunda Habib Ağa’nın kahvedeki “ Allah’ın Dedi ği Olur” levhasını okumasının ardından köylüler de bunu tekrar edince Ak Sakallı, Osman’a görünüp “ Dudakların görünmesin konu şmaya durursan, sözlerin gece dallarından dökülsün ” (s. 67) der. Bu söz, Osman’ın zihnindeki kıvılcımı ate şleyecektir. Osman bundan sonra (üçüncü sahnede) Habib Ağa’nın damına çıkıp bacadan ona seslenecek, Habib Ağa da bu sesin Tanrı’ya ait oldu ğunu zannetti ği için sesin istediklerini yerine getirecektir. Osman’ın harekete geçmesinde Ak Sakallı’nın ciddî bir etkisi vardır.

Ak Sakallı, tasarlanmı ş bir ki şidir7. Gerçek hayatta bir kar şılı ğı yoktur. Halk hikâyelerindeki Hızır tipini andırır. Konu şmalarıyla sunulur. Osman’ın etken duruma geçmesinde önemli bir rol aynar. Đnandırıcı bir kahraman de ğildir. Olumlu oldu ğunu söyleyebiliriz.

Kahvede asılı duran “Allah’ın Dedi ği Olur” levhasını da yönlendirici kabul etmek mümkündür. Osman onu okuyunca zihninde şim şek çakacaktır.

Bu oyunda Osman’ın da bir tür yönlendirici oldu ğunu söylemek yanlı ş olmaz. Osman, Satılmış’ı tarlasını Habib Ağa’ya satmama konusunda uyarır: “ Satma tarlanı Satılmı ş

 >VJ1G1C$11M1JG@<87V 1J5?%`%CC:.7 QI:J V<*ICVIV VJ VI1 5@RVG17: 6 :&::7857J@85 5 8  8



 Emmi! Sonra nasıl bakarsın çocuklarına, ne yer ne giyer küçük Fazıl’ın, Elif’in? Toprak böyle dönüm dönüm elden gitti mi, çıkamaz karanlık sulardan gelece ğin, soyunu ellere u şak edersin. Tarlanı satma Satılmı ş Emmi! ” (s. 65). Aslında, Osman’ın uyarmak istedi ği bütün köylülerdir. Đkinci sahnede kahvehanede köylülerin masalarında dola şarak onların bulundukları durumdan silkinmelerini sağlamaya çalı şır. Ancak, hepsi Habib Ağa’nın cezbesinde oldu ğundan Osman’ın sözlerini i şitmezler.

Dördüncü sahnede Habib Ağa resmî bir anla şma yapmak ister köylülerle. Köylülerin işlerinde de Habib Ağa’nın traktörü ve biçerdöveri kullanılacak, bunun kar şılı ğında köylüler Habib Ağa’ya küçük bir hisse vereceklerdir. Köylü bunu hemen kabul etmek ister. Fakat Osman razı olmaz. “ Kendi yata ğında aksın herkesin ırma ğı, kendi yata ğında bulanıp durulsun. ” (s. 91) der. Ardından Durmu ş, Birinci, Đkinci ve Üçüncü Köylü de Osman’ın tarafına geçer. Derken tüm köylü Osman’ın fikrini benimsemi ştir. Habib Ağa da geri adım atar. Osman yönlendiricilik giri şiminde önce ba şarılı olamasa da sonradan köylüler üzerinde etkili olmu ş, onların Habib A ğa’nın önerisini kabul etmemesini sa ğlamı ştır.

2.2.2.5. Alıcı

Söz konusu oyunda Ay şe, alıcı konumundaki şahıstır. Ay şe oyun boyunca aktif bir rol oynamamı ştır. Daha önce de belirtildi ği gibi, edilgen bir kahramandır. Ancak, eserin sonunda kârlı çıkar. Hemen hiçbir çaba sarf etmeden Osman’a kavu ştu ğu söylenebilir. Onu dikkatlere sunan di ğer kahramanlardır. Birinci sahnede Osman’ın sözleri, üçüncü ve dördüncü sahnelerde Dudu’nun sözleri Ay şe hakkında bir fikir edinmemizi sa ğlar. Ay şe, olumlu bir ki şidir.

Yine bu tiyatro eserinde Durmu ş ve Satılmı ş ba şta olmak üzere köylüler alıcı şahıs konumundadır. Gürpınar köylüleri ba şları her sıkı ştı ğında Habib Ağa’ya tarlalarını gerçek fiyatının altında satmaktadırlar. Satılmı ş da zor durumda kalmı ş, Habib Ağa’dan borç istemektedir. Ödeyemezse tarlasını sataca ğını söyler. Osman Satılmı ş’ın şahsında tüm köylüyü tarlalarını satmamaları konusunda uyarır. Ancak Habib Ağa’nın etkisinde oldukları için Osman’ın sözlerini algıladıkları çok da söylenemez. Buna ra ğmen dördüncü sahnede Habib Ağa’nın tarlaları geri vermesi onları da olumlu yönde etkiler. Kendileri bir gayret göstermedikleri hâlde oyunun sonunda kazançlı çıktıkları için



 Durmu ş, Satılmı ş ve di ğer köylüler alıcı şahıstırlar. Bunlar genel olarak edilgendir. Cahil oldukları söylenebilir. Yazar tarafından sı ğ bir biçimde ele alınmı şlardır. Bir sosyal problemle ya şamı şlardır. Osman’ın üretti ği çözüm onları bu problemden kurtarmı ştır.

2.2.2.6. Yardımcı

Allah’ın Dedi ği Olur oyununda ba şlıca yardımcı şahsiyet Ak Sakallı’dır. Ak Sakallı birinci sahnede Osman’a dü şünde görünür. Đkinci sahnede de iki kez Osman uyanıkken kar şısında belirmi ş, sözleriyle onun kafasındaki şim şeği çaktırmı ş, Osman’ın eyleme geçmesini sa ğlamı ştır. Osman, Ak Sakallı’nın telkinleri do ğrultusunda hareket ederek hedefine ula şacaktır (Yönlendirici şahıs ba şlı ğı altında Ak Sakallı üzerinde geni şçe duruldu ğundan, bu bölümde ayrıntıya girilmeyecektir.).

Yine bu eserde Osman’ın annesi Huri’nin de yardımcı ki şi oldu ğunu söyleyebiliriz. Huri Osman’ı Ay şe’yi kaçırmaktan vazgeçirmi ştir.

Huri, kocası öldü ğü için o ğlu Osman’la kalmı ştır. Ayakta durabilmek için de zaman zaman Habib Ağa’ya tarla satmı ştır. Osman’ın yarı kalan okulunu tamamlaması için de birkaç dönüm tarla satmayı önerir. O da di ğer köylüler gibi Habip A ğa’nın yardımsever oldu ğu görü şündedir. “Habib hayın adamdır, kincidir mincidir ya, sıkı şınca yardım eder fakire fukaraya ” (s. 53) der.

Huri, geleneksel bir köy kadınıdır. Ayırt edici özellikleri yoktur. Olumlu bir ki şidir. Tip düzeyinde i şlenmi ştir. Bir ki şilik geli şimi geçirmemi ştir. Fedakâr, sevecendir. Đnandırıcı bir kahramandır, iç çatı şma ya şamaz.

Oyun ki şilerinden Osman’ın arkada şı olan Durmu ş’un da yardımcı bir şahıs oldu ğunu söylemek mümkündür. Durmu ş, Ay şe’yi kaçıracakken Osman’a destek olacaktır. Fakat Huri Osman’ı bundan vazgeçirince de Durmu ş, Huri’nin kararının daha do ğru oldu ğunu söyler.

Durmu ş’un di ğer köylülerden pek farklı bir yönü yoktur. O da Habib Ağa’nın dindar, hayırsever bir adam oldu ğu görü şündedir. Đkinci sahnede Durmu ş da öbür köylüler gibi Habib Ağa’nın etkisine girmi ştir. Ancak, dördüncü sahnede Osman Habib Ağa’nın traktör ve biçerdöver hakkındaki önerisine kar şı çıkınca, Osman’ın tarafına geçen ilk



 ki şi Durmu ş olur. O da bir tiptir. Olumludur. Etken oldu ğunu söylemek zordur. Fiziksel özelliklerinden söz edilmemi ştir.

2.2.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar

Allah’ın Dedi ği Olur oyununda köy imamı (Hoca) ile Birinci, Đkinci, Üçüncü, Dördüncü Köylü ve di ğer köylüler dekoratif ki şilerdir. Olayların seyrine etkileri söz konusu de ğildir. Hoca dördüncü sahnede görünür. Habib Ağa ona Tanrı’yla konu şmasını anlatır kahvede. Hoca, Habib Ağa’nın bu olayı kurumlanarak anlatmasını alaya alır. Habib’in Tanrı’nın kendisiyle arada bir şey olmadan konu ştu ğunu söylemesi dolayısıyla Hoca’nın “ Mûsa Efendimiz dayanamaz da sen dayanırsın, öyle mi, abdestini tutamayan herif! ” (s. 83) demesi buna örnek verilebilir. Yine Hoca’nın “ Habib gibi varyemezin biri nasıl toprak da ğıtır ona buna? Hastalı ğını vermez böyleleri ” (s. 86) biçimindeki sözleri, Hoca’nın iyi bir gözlemci oldu ğunu gösterir. O, olumlu bir tiptir. Kendisini din adamı tipi kabul edebiliriz. Habib A ğa’yı rahatlıkla ele ştirebildi ği için etken olduğunu dü şünebiliriz. Kendisinden fiziksel özellikleriyle söz edilmez. Onu konu şmalarıyla tanırız.

Birinci, Đkinci, Üçüncü, Dördüncü Köylü ve di ğer köylüler oyunun geli şiminde etkin de ğildirler. Bu şahısları kahvede görürüz. Habib Ağa’nın çekimindedirler ikinci sahnede. Dördüncü sahnede ise a şamalı biçimde Osman’ın tarafına geçeceklerdir. Eserde bu ki şilerin ruhsal ve fiziksel özellikleri üzerinde durulmamı ştır. Düzene boyun eğen, şartlarını kabul eden geleneksel tipler olduklarını söyleyebiliriz.

2.2.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Allah’ın Dedi ği Olur ’da sahnede Huri ve Dudu, kadın kahramanlar; Osman, Durmu ş, Habib A ğa, Ak Sakallı, Birinci, Đkinci, Üçüncü ve Dördüncü Köylü, Satılmı ş, Hoca erkek kahramanlar olmak üzere on iki kahraman yer alır. Di ğer köylüleri de sahnede görünen kahramanlara dâhil edebiliriz. Adından söz edilen kadın kahramanlar Ay şe ile Elif; erkek kahramanlar ise, Sıska Cemal, Sessiz Murtaza, Hüseyin A ğa, Fazıl ve Hur şit’tir.

Eserde en çok, Osman üzerinde durulmu ştur. Daha önce de de ğinildi ği üzere, Osman, en canlı ki şidir, tip olarak ele alınmı ştır, olumludur. Oyunun merkezinde yer alır. Ak



 Sakallı ile söz konusu levha sayesinde daha etken hâle geçmi ş, zekâsı yardımıyla amacına ula şmı ştır. Bir ki şilik de ğişimi geçirdi ğini söyleyemeyiz.

Oyun, yazarın üç komedisi ve üç köy konulu oyunundan birisi olması açısından önem arz eder. Ki şiler psikolojik yönleriyle ve daha çok konu şmalarıyla sunulmu ştur. Genel olarak gerçekçidirler. Yazar, olumlu ve olumsuz kahramanlarına kar şı objektif davranmı ştır. Oyun ki şileri tip boyutunda i şlenmi şlerdir. Piyes, a ğanın köylüyü sömürmesi, fakirin a şağılanması gibi sosyal sorunlara temas etmesi bakımından da Oflazo ğlu’nun oyunları arasında farklı bir yere sahiptir.

2.3. Deli Đbrahim

2.3.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Deli Đbrahim 8, A. Turan Oflazo ğlu’nun “iktidar üçlemesi” içinde yer alan tragedyalarından biridir. Ömer Atilâ’nın “Oflazo ğlu’nun oyunu, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nun on sekizinci padi şahı olan Sultan Đbrahim’in cinsel güçsüzlük ile politik güç arasındaki dengeyi kurma çabalarını; bu çabaların yarattı ğı ruhsal bunalmadan do ğan delilikle sava şını i şliyor ” (Atilâ, 1967: 17) yorumunu yaptı ğı oyun için Kaplan, “… Deli Đbrahim’in önem ve de ğeri sadece üzerinde durulması gereken psikolojik, politik ve sosyal muhtevasında de ğil, aynı zamanda kurulu ş ve üslûbundadır ” (Kaplan, 1982: 11) de ğerlendirmesinde bulunurken Erten, “… Bu oyun Türk kültüründen ziyade altı yüz yıldan fazla hüküm süren Asya, Afrika, Avrupa kıtalarına yayılan Osmanlı kültürünü yansıtmaktadır ” (Erten, 2004: 595) açıklamasını yapar. Asılyazıcı’nın eserle ilgili de ğerlendirmesi ise a şağıya alınmı ştır:

“Oflazo ğlu, tragedyalarda görülen olumlu kurgusunda oldu ğu gibi Deli Đbrahim’in tarihsel kesitine ele ştirel yakla şım getiriyor. Tarihsel akı şın içindeki bir olay yeni bir ba ğlam içerisinde de ğerlendiriliyor. Dramatik örgü içsel yaratmayı güçlü bir etkiyle ve akıcı bir dille kurguya dönü ştürüyor” (Asılyazıcı, 1981: 25). Oyun, üç perde; birincisi yedi, iki ve üçüncüsü sekizer olmak üzere yirmi üç sahneden meydana gelir. Birinci perdenin ilk sahnesinde Sultan Đbrahim’in Topkapı Sarayı’nda Kösem Sultan ve beraberindekilerce âdeta zorla Osmanlı tahtına oturtuldu ğunu görmekteyiz. Sultan Đbrahim, a ğabeyi IV. Murat’ın öldü ğüne bir türlü inanamamakta,  6`C:



 daha önce öldürülen karde şlerinin akıbetine u ğramaktan korkmakta, karanlık hücresine geri dönmek istemektedir. Ancak, sonunda, a ğabeyinin ölümüne inanıp Kösem’in de ısrarlarıyla padi şah tahtına oturmayı kabul eder. Bu sahnede Sultan Đbrahim’in Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın heybetinden ürkmesi, ileriki bölümlerde sık sık de ğinilecek bir durumdur. Yine burada, padi şahın tahtın önünde durarak kendisinin âdil olması ve devrinde herkesin mutlu olması için etti ği dua da son derece anlamlıdır.

Đkinci sahnede, tellâlın Sultan Đbrahim’in padi şah oldu ğunu ilân etmesi üzerine dört Đstanbullunun kendi aralarındaki diyaloglarına şahit oluruz. I. Đstanbullu “ Sultan Murat denen o kara dü ş” (s. 16) üzerlerinden kalktı ğı için sevinmektedir. Şakayla karı şık konu şurlarken, “Kösem Sultan’a gün do ğdu ğunu”, “ Sultan Murat gibi bir alıcıku ştan sonra / Sultan Đbrahim gibi bir uysal güvercin” (s. 18) geldi ğini söylerler. “ Ba şımızda biri bulunsun da, / ister akıllı olsun ister deli!” (s. 18) demeleriyle bu bölüm sona erer.

Üçüncü sahnede önce, Kösem’in, Đbrahim’in tahta çıkı şının kendisine iktidar yolunu açtığı için sevindi ğine; ardından ise, Sultan Đbrahim’in dindirilemez bir iç sıkıntısı oldu ğuna, cinsel anlamda yetersiz olmasının ona dayanılmaz bir ıstırap verdi ğine şahit oluruz.

Dördüncü sahnede bir sabah vakti, III. Đstanbullu’nun “saraydan bir kadının Molla Hüseyin’in evini kendisine sordu ğunu” söylemesinden sonra, Đstanbulluların Sultan Đbrahim’in cinsel yetersizli ği üzerine yorumlarda bulundu ğunu görüyoruz.

Be şinci sahnede Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın Sultan Đbrahim’e devlet i şlerinden bahsetti ğine, Sultan Đbrahim’inse kendi iç huzursuzlu ğu dolayısıyla bunlarla ilgilenemedi ğine tanık oluruz. Yine bu sahnede, hekimler çare bulamadı ğı için, Sultan Đbrahim’in derdine derman olaca ğı söylenen Cinci Hoca, Kösem ve Silahtar Yusuf A ğa eşli ğinde Đbrahim’in yanına gelir. Cinci Hoca saray mensuplarına çıkmalarını söyler, ilkel bir psikanaliz yöntemiyle Sultan Đbrahim’in cinsel gücüne kavu şmasına vesile olur.

Altıncı sahnede bir gece vakti yine Đstanbullular kar şımıza çıkar. Cinci Hoca’nın mahalleye dönmemesi ve Sultan Đbrahim’in derdiyle ilgili yorumlarda bulunurlar. Sultan Murat’ın fenersiz soka ğa çıkmama gibi yasakları artık olmadı ğı için mutludurlar.

Yedinci sahnede Sultan Đbrahim ile Turhan yer alır. Sultan Đbrahim, Turhan’a, “ Tahta onlar çıkardılar beni Turhan ama sen padi şah yaptın. Hadi şimdi” (s. 47-48) diyerek  

 onu, müjde verip elini öpmesi için Kösem Sultan’a gönderir. Böylelikle birinci perde sona erer.

Đkinci perdenin birinci sahnesinde cariyelerden Dilâşub’la Hüma’yı padi şahın has odasındaki vazolara çiçek koyarken görürüz. Kösem Sultan, o ğlunun zaaflarını kullanarak iktidar dümenini elinde tutmak istemektedir. Bunun için, Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına kendi adamlarından Mustafa A ğa’nın geçirilmesini ister. Sultan Đbrahim’i Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’ya kar şı kı şkırtıp onun sadrazamlıktan alınmasını sa ğlamaya çalı şır.

Đkinci sahnede önce Kara Mustafa Pa şa’nın padi şahın liyakatsizli ği ve kendi yararlılı ğı hakkındaki iç sesini duyuyoruz. Sonrasında, Silahtar Yusuf A ğa, Pa şa’ya, Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa’nın yaka paça Đstanbul’a getirildi ği ve hayatının tehlikede oldu ğu haberini getiriyor.

Üçüncü sahnede Faik Pa şa Bostancıba şı’na teslim edildikten sonra Kara Mustafa Pa şa Sultan Đbrahim’e âdil olması, i şleri hukuka uygun şekilde yapması gerekti ğini hatırlatır. bir şehzade dünyaya getirmi ştir. Bunun da etkisiyle Sultan Đbrahim kendini cinnete kaptırıp Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’yı “ Dün gece hamamın suları ısınmamı ştı pa şa, harem kâhyası kadına ferman etti ğim odun niçin verilmez? ” (s. 70) diyerek Bostancıba şı’na teslim eder. Kara Mustafa Pa şa’nın “giderilmesinde” Cinci Hoca da etkili olmu ştur. Pa şa’nın affedilmesi için Silahtar Yusuf A ğa’nın yakarı şları sonuçsuz kalır. Sultan Đbrahim, çılgınlıklarıyla cinneti bastırmaya çalı şmaktadır.

Dördüncü sahnede Sultan Đbrahim soytarı kılı ğında gece vakti Đstanbullularla beraberdir. Birlikte, Sultan Đbrahim’in yaptıklarını alaya alırlar, ya şananlarla ilgili ele ştirilerini dile getirirler.

Be şinci sahnede Sadrazam Mehmet Pa şa, padi şaha Đngiliz kızları ve samur kürk sunarak ondan Yeniçeri Oca ğı’nın ağalı ğına Mustafa A ğa’yı getirme konusunda “evet” cevabını almayı ba şarır. Kösem, Mehmet Pa şa ve Cinci Hoca padi şahın zaafından yararlanarak ona her dediklerini yaptırmaktadırlar. Sultan Đbrahim, Cinci Hoca’yı kazasker, onun altı ya şındaki o ğlunu da Şam valisi yapar.

Yedinci sahnede Kösem’in Sadrazam Mehmet Pa şa vasıtasıyla padi şaha Silahtar Yusuf Pa şa’yı öldürtmeye çalı ştı ğını görürüz. Amacı, padi şahı tahttan indirmektir. Bunu  

 kendisi yapmazsa, halk ile askerin el birli ği ile yapaca ğını söyler. Şehzade padi şah olunca da devleti istedi ği gibi yönetebilecektir. Yine bu sahnede Kösem Sultan, Hüma’ya kar şı uyanık olması lüzumunu anlar.

Sekizinci sahnede Sultan Đbrahim’in, gözdesi Hüma şah’a kötü davranan kız karde şlerine Hüma şah’a hizmet etmeleri emrini vermesi üzerine kar şısında annesi Kösem’i buldu ğuna şahit olmaktayız. Kösem, padi şahın emrine kar şı durdu ğu için Topkapı Sarayı’ndan uzakla ştırılarak Đskender Çelebi Kö şkü’ne gönderilir. Sadrazam Mehmet Pa şa’nın, Girit’in fethinden eli bo ş döndü ğü gerekçesiyle padi şahı Silahtar Yusuf Pa şa’ya kar şı kı şkırtması yüzünden Yusuf Pa şa Bostancıba şı’na teslim edilir.

Üçüncü perdenin birinci sahnesinde Kösem Đskender Çelebi Kö şkü’nde Yeniçeri A ğası Mustafa ile görü şür, i ş birli ği yaparlar. Kösem Topkapı Sarayı’na dönecektir. Padişahın cinneti doru ğa ula ştı ğı anda yeniçerilere haber verecek, böylelikle Đbrahim tahttan indirilip hücreye kapatılacaktır.

Đkinci sahnede Hüma şah’ın padi şaha cinsel anlamda kar şılık verdi ğine, üçüncü sahnede Đstanbulluların padi şahın çılgınlıklarına artık dur deme zamanının geldiğine dair yorumlarına tanık olmaktayız.

Dördüncü sahnede Sultan Đbrahim Hüma şah’a onun için Atmeydanı’nda yaptırmakta oldu ğu kö şkten bahsederken Kösem Sultan gelir, sahte sevgi gösterisinde bulunur. Padi şah, bu kö şkün dayanıp dö şenmesi için, Kösem’in önerisiyle, tüm Đstanbullulardan servetlerinin yarısını ister. Bu sırada Soytarı çıkagelir. Sultan Đbrahim, Soytarı’yı yeniçeri a ğası yapar zorla. Ardından, Osmanlı tahtını arz odasından has odasına getirterek Hüma şah’ı tahta oturtup padi şah yapar. Cinneti doru ğa çıkmı ştır.

Beşinci sahnede Đstanbullularla yeniçeri a ğalarının padi şahın yaptıklarından ho şnut olmadıklarını, buna artık dur demek gerekti ğini belirten konu şmaları yer alıyor.

Altıncı sahnede Kösem’in i şaretiyle, Şeyhülislâm’dan fetva alan yeniçerilerle birlikte halkın saraya girdi ğini, Kösem’in de oyun oynadı ğını görürüz. Sultan Đbrahim çocuklarını öldürmez, tahttan indirilip gözdesi Hümaşah’la birlikte karanlık bir hücreye kapatılır.

 

 Yedinci sahnede Đstanbulluların, Şehzade Mehmed’in tahta çıkarılması esnasında Sipahi Oca ğı’na danı şılmadı ğı için oca ğın hareketli oldu ğu, saraylıların Sultan Đbrahim’i karanlık hücreden çıkarmak istedikleri yönündeki düşünceleri verilmi ştir.

Sekizinci sahnede, Đbrahim’in hücreden kurtulması ihtimaline kar şı Şeyhülislâm’dan fetva ve padi şahtan ferman alınarak Đbrahim ve Hüma şah’ın bo ğdurulması söz konusudur. Eserin sonunda Kösem Sultan tarafından cellâtların da öldürülmesi gerekti ği söylenir.

2.3.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.3.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun asıl kahramanı Sultan Đbrahim’dir. “Deli Đbrahim’de Đbrahim çok derin ve inceliklerle i şlenmi ş bir şahsiyettir ” (Enginün, 2003: 222). Eserde Sultan Đbrahim’in âdeta zorla padi şah yapılmasından bo ğdurulmasına kadar geçen zamandaki ki şilik de ğişimini / geli şimini izleyebiliyoruz. “Deli Đbrahim saltanatı oyunla karı ştırmı ştır ” (Enginün, 2003: 222).

Oyunun ilk sahnesinde Kösem Sultan ve yanındakiler Sultan Đbrahim’i Osmanlı tahtına oturtmak isterler. Sultan Đbrahim, a ğabeyi IV. Murat’ın öldü ğüne bir türlü inanamamakta, daha önce öldürülen karde şlerinin akıbetine u ğramaktan korkmakta, karanlık hücresine geri dönmek istemektedir. Sadrazam Kara Mustafa Pa şayı da Sultan Murat sanıp heybetinden ürken Đbrahim, Kösem Sultan’ın ısrarları üzerine tahta oturmaya razı olur. Giydirilmi ş olarak tahta oturma merasimi için getirilen Sultan Đbrahim’in tahtın önünde “ Ya Rab! Bencileyin bir kulunu padi şahlı ğa lâyık gördün; dilerim, devrimde kimseler incinmesin. Halkım benden ho şnut olsun, ben halkımdan. Haksızlık edersem, ülkemi mutsuzlu ğa salarsam, cezasız bırakma, hemen kahreyle beni ya Rab! ” (s. 15) sözleriyle etti ği dua herkesi etkiler. Kendisine biat edilmesi esnasında asker ve saraylıların alkı şlaması Sultan Đbrahim’i ürkütür. O zamana kadar ya şadı ğı ko şullar Sultan Đbrahim’i ürkek, çekingen bir ki şi yapmı ştır. Yalnızdır o. Bu yalnızlı ğında cinsel güçsüzlü ğünün payı da büyüktür. Bu problemini hekimler çözemeyince üfürükçüler, hocalar aranması için saray halkı seferber edilir.

Sultan Đbrahim, ülkeye yabancı, hükümdarlık için yetersiz bir ki şidir. Bir süre sonra onda bir de ğişim / geli şim oldu ğunu gözlemleriz. Sadrazam ile artık, kendinden daha  

 emin biçimde konu şur: “ Her padi şah için sikke kesilirmi ş, benimki ne zaman kesilecek pa şa? ” (s. 34), “ Ülkemi bölmek isteyen, uyruklarımı birbirine dü şürmek isteyen olursa, giderilsin! ” (s. 35). Bu sözler, onun edilgenlikten etkenli ğe geçi şinin bir göstergesidir.

Kösem Sultan ile Silâhtar Yusuf A ğa’nın getirtti ği Cinci Hoca ilkel bir psikanalizle Đbrahim’in cinsel gücüne kavu şmasına yardımcı olur. Sultan Đbrahim’in erkekli ğine kavu şması onun âdeta yeniden do ğuşu anlamına gelir. “ Kaç bin me şaleyle aydınlandı bütün dehlizleri varlı ğımın ” (s. 48) sözü kendisinin duygularını yansıtmaktadır. Daha önceki durumunu “ Ben, Đbrahim, karanlıkta büyüdüm, korku benim dadım oldu; cellâdın o ya ğlı kemendini her an boynumda duyarak karanlıkta biçimlendi varlı ğım benim. Ve ‘Padi şahsın’ diye ı şığa çıkardıklarında yadırgadım dünyayı, kendimi yadırgadım… ” (s. 48) sözleriyle ifade eden padi şah, erkekli ğine kavu ştuktan sonra kendisine güven duymaya ba şlamı ştır: “ Ben padi şah Đbrahim, Sultan Đbrahim’im ben! (…) Ta derinlerden kaynayan erkekli ğim ça ğlayıp köpürecek sonuna dek! Ve herkes Đbrahim’i bundan sonra görecek ” (s. 49) biçimindeki sözleri kendisinde bundan sonra görülecek ki şilik de ğişimiyle ilgili ipucu verir. Sultan Đbrahim’in cinsel yeterlili ğe ula şması, kendisinin tahtın sahibi oldu ğu dü şüncesini benimsemesi sonucunu ortaya çıkarır.

Đkinci perdeden itibaren Sultan Đbrahim’in ini şli çıkı şlı (kimi zaman kendine güvenen, bazen de ba şta Kösem Sultan olmak üzere çevresindeki bazı ki şilerin iste ğini kabullenen) hükümdarlık günleri ba şlar. Kösem Sultan ile Cinci Hoca Đbrahim’e her gece farklı bir cariye sunar. Kösem Sultan, o ğlunun durumundan faydalanıp kendi iktidarını sürmek ister. Cinci Hoca da Sultan Đbrahim’in nüfuzunu kullanıp sarayın nimetlerinden olabildi ğince faydalanmak ister. Kösem Sultan, Đbrahim’i dayanaksız bırakmak için yararlı insanları ortadan kaldırtmak, kendi adamı Mustafa A ğa’yı Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına geçirtmek ister. Đlk yok edilmesini istedi ği ki şi Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’dır. Kösem Sultan, Mustafa Pa şa ve di ğer yararlı devlet adamlarına çe şitli iftiralar atarak onları idam ettirtir.

Sultan Đbrahim artık zalimle şmi ştir. Sudan bahanelerle önemli devlet adamlarını cellâda teslim etmekte, padi şahın diledi ğini öldürebilece ğini öne sürmektedir. Kendisini bundan men etmeye çalı şan, ele ştiren biri olursa bunu kendinden emin olmak zorunda kaldı ğı için, ruh sa ğlı ğını korumak amacıyla yaptı ğını söylemektedir. Turhan’dan bir  

 şehzadesinin dünyaya gelmesinin ardından şu sözler, onun âdeta ölümsüzlük iste ğini dile getirir:

“Aferin Turhan! Ama olmaz, bir çiçekle bahar gelmez. Her odasında sarayımın bir çocu ğum gülmeli, be şik gıcırtılarıyla yankılanmalı duvarlar. Belirsiz yüzleriyle çocuklarım kayna şıyor kasıklarımda, ordu ordu ço ğalmak istiyorum, ço ğalmak ölüme kar şı, yoklu ğa kar şı!” (s. 68). Sultan Đbrahim bir ara, soytarı kılı ğında Đstanbulluların arasına karı şmı ştır. Hem halkın kendi icraatlarına nasıl baktı ğını ö ğrenecek, hem de soytarı rolünde Sultan Đbrahim’i (kendisini) taklit ederek öz ele ştiride bulunacaktır. Bu ba ğlamda, I. Đstanbullu’nun “Padi şahlı ğını bilecek ki padi şah, kul da bilsin kullu ğunu. Ama diyeceksiniz, deli padi şahın kulu veli olur mu? ” (s. 74) sözü halkın gözünde Sultan Đbrahim’in nasıl algılandı ğına i şaret eder. Soytarı kılı ğındaki padi şah, a şağıdaki sözlerle soytarının ağzından kendisini ele ştirir:

“Tanrı mıdır, sonsuzda mı barınır bu Sultan Đbrahim, onun da bir sınırı olmalı benim bildi ğim. (…) Baka lala! Atalarım yıllarca altın göndermiş, mücevher göndermi ş Mekke’ye Medine’ye. Hepsini geri getirtip hazineme katasın, Sultan Đbrahim’in gür yıldızı daha da parlasın diye! (…) Gene mizacımızda bir miktar keder vaki oldu a ğa. Haremi hümayun sefere hazır olsun bu gece! Bizim ordu geri kalmamalı Yusuf Pa şanınkinden. Eski surlarını bilinmeyenin, yeni hazlarla vuralım; içimizde açılan şu bo şlu ğu dolduralım” (s. 74-75). Soytarı rolündeki Đbrahim’in, Sultan Đbrahim’in üst benli ği oldu ğunu dü şünmek mümkündür.

Di ğer taraftan, Cinci Hoca, Sultan Đbrahim’in cinsel iste ğini sürekli körükler. Sultan Đbrahim’in kendisinin bile, sınır tanımayan cinsel yaşamından memnun olmadı ğını Cinci Hoca’ya söyledi ği “ Birden boy atan arzuma ayak uyduramaz oldum; dörtnal giden bir katırın kuyru ğuna ba ğlıyım sanki. Bir ba şka nefes etsen de, şunu dizginlesek mi? ” (s. 77) sözlerinden anlarız.

Son olarak Yusuf Pa şa’yı da kendisini ispatlamak için ödürten Sultan Đbrahim, büyük bir buhran içindedir. Ruhunda kasırgalar kopmaktadır. Istırabını dindirmek için safahate sı ğınır, şehevî yönünü besler.

Oğlu tarafından daha önce Đskender Çelebi Kö şkü’ne gönderilmi ş olan Kösem Sultan burada Yeniçeri A ğası Mustafa ile görü şür. Ona Đbrahim tahttan indirilmedikçe suların



 durulmayaca ğını söyler ve askerin deste ğini ister. Askerin saraya dayanması için “Đş areti padi şahın cinneti verecek ” (s. 99)tir.

Sultan Đbrahim iyice zıvanadan çıkmı ş, şehvetinin kölesi olmu ştur. Hem kendisi yo ğun bir ıstırap içindedir, hem de bu krizle etrafına sözlü ve fiziksel anlamda saldırıda bulunmaktadır.

Padi şah, Hüma’sından ba şka hiçbir şey dü şünmez hâldedir. Onun için, Atmeydanı’nda yeni bir saray yaptırmaktadır. Venedikliler in Çanakkale Bo ğazı’nı kapama ları, dü şman ın Bosna’ya gir ip Klis Kalesi’ni al ması umurunda de ğildir. Yangına körükle git me kararı almı ş olan Kösem Sultan, Đbrahim’e Hüma şah’ın sarayının samurla dö şenmesini salık verir. Osmanlı hazinesi bu samur için yeterli gelmez diye, yine Kösem Sultan’ın önerisiyle, Sultan Đbrahim sadrazama, şu buyru ğu gönderir:

“Đstanbul’un bütün evlerinde, dükkânlarında ne kadar samur varsa toplanacak ve büyük mal sahipleri, para babaları, sarraflar, pa şalar, bezirgânlar, yeniçeri a ğaları, irili ufaklı bütün esnaf, servetlerinin gerçekte padi şahın öz malı oldu ğunu hatırlayıp yarısını ona arma ğan edecekler” (s. 107). Diledi ğini padi şah bile yapa ca ğını söyleyen Sultan Đbrahim, Hüma şah’ı padi şah yapmak için arz odasından tahtının getirilmesini ister. Hüma şah buna dirense de fayda vermez. Đbrahim saray ahalisini de ça ğırarak Hüma şah’ı tahta oturtur. Ona hayran hayran bakar.

Samur vergisini de sindiremeyen Đstanbullularla yeniçeri a ğaları saraya yürürler. Kösem Sultan’ın emriyle sarayın kapıları açılır. Saray halkı korkudan saklanır. Sultan Đbrahim, saltanatını sürdürmek için o ğullarını öldürtmez. Kösem Sultan, çocuk padi şah IV. Mehmet a ğzından babası Đbrahim için ölüm fermanı yazdırıp padi şaha imzalatır. Yeniçeri a ğalarının tehdidiyle cellâtlar Sultan Đbrahim ile Hüma şah’ı bo ğarlar.

Sultan Đbrahim zorla tahta oturtuldu ğunda ürkek, çekingendir. Derin bir ıstırap, huzursuzluk, yalnızlık içindedir. Edilgendir. Cinci’nin psikanalizinden sonra cinsel gücüne kavu şur, âdeta yeniden do ğmu ş gibi olur. Bundan sonra şehvetinin kurbanı olacak, herhangi bir i şte adalet adına kendine aykırı bir şey söyleyen devlet adamlarını eski günleri hatırladı ğı için öldürterek zalimle şecek, derin acılarına katlanmak için cümbü şler düzenletecek; cinneti doru ğa çıktı ğında ise Osmanlı tahtına sevgilisi



 Hüma şah’ı oturtacaktır. Bir dalgalanıp bir durulan ruhu, Kösem’in ve yeniçeri ağalarının zoruyla cellâtlarca bedeninden ayrılacaktır.

Sultan Đbrahim, yazar tarafından karakter olarak i şlenmi ştir. Hem iç çatı şma, hem dı ş çatı şma yaşar. Çeli şkiye dü ştü ğü ki şilerden gerçekte kendisinin yararına hareket edenleri ortadan kaldırarak bu durumdan kurtulmak ister. Kendisini yok etmeye çalı şanlara kar şı dirayetli bir tavrı genel olarak sergileyemez. Padi şah, en büyük sava şı cinnetine kar şı verir, sonuçta da yenilgiye u ğrar. Cinnetine yenilmemek için çe şitli çılgınlıklar yapar. Yararlı devlet adamlarını öldürtmek, lâyık olmayanları önemli makamlara yükseltmek en fazla yaptı ğı çılgınlıklardır. Đcraatlarda bulunurken aklıyla hareket etmek yoluna gitmez. Cinci Hoca’nın ilkel tedavisiyle cinsel güce kavu şması ve bir şehzadesinin do ğması ondaki ki şilik de ğişimini ortaya çıkaran en önemli etkenlerdir. Ancak, padi şahın ki şili ği tutarlı de ğildir. Olumsuz eylemlerde bulunsa da Sultan Đbrahim, iyi bir insan, kahramandır. Gerçek bir şahsiyettir, inandırıcı bir biçimde ele alınmı ştır. Devlet otoritesini temsil eder. Kendisini her şeye egemen saymı ş, her istedi ğini yapabilece ğini sanmı ştır. Şüpheci ve korkaktır. Yazar onu hem davranı şlarıyla, hem konu şmalarıyla sunmu ş; psikolojik boyutuyla i şlemi ştir. Kendisine kar şı olumsuz bir tavır takınmamı ş, onu Osmanlı tarihinde verilen Sultan Đbrahim’den çok daha üstün bir ki şilik olarak ele almı ş, yüceltmi ştir. Oflazo ğlu tarafından ba şarıyla sunulan Sultan Đbrahim’in sonu trajik olmu ştur.

2.3.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu oyunda Sultan Đbrahim’in “cinnet”ini, Kösem Sultan, Şeyhülislâm ve yeniçeri ağalarını hasım veya kar şı güç kategorisine dâhil edebiliriz.

Cinnet: Sultan Đbrahim a ğabeyi IV. Murat ölene kadar karanlık bir hücrede her an öldürülmek korkusuyla ya şadı ğı için cinnete yakalanmı ştır. Ömrü boyunca da onunla ya şayacaktır. Cinnet, Sultan Đbrahim’in hayatına yön verecektir. Örne ğin Sultan Đbrahim, Turhan ilk şehzadeyi dünyaya getirince ani bir biçimde sadrazamı öldürtme kararı alır. Padi şahın Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın idamı emrini vermesi üzerine Silâhtar Yusuf A ğa sadrazamın affını diledi ğinde padi şah, kararından dönemeyece ğini belirtip Yusuf’a, cinnetiyle birlikte nasıl ya şaması gerekti ğini aşağıdaki sözlerle ifade eder:



 “Ah bu gö ğü kapayan esmer ku şları hüznün(…) Hayır, bu ku şlar gö ğümü kapasın istemiyorum artık! O karanlık odamın ku şları benim onlar, kanımla besledim her birini, yüre ğimin özüyle! Yadırgıyorum her şeyi Yusuf, ü şüyorum, donuyorum. Yangına vermeliyim ki bu yüre ği, birazcık ısınayım. Böyle bir ya şamayı denk getirmi ş yıldızlar bana; yo ğun gürültülerle yo ğun sessizlikler arasında denge sa ğlamayı ruhuma, yaka yana, yaka yana. (…) Đş te açık denizden uyanmı ş geliyor cinnet yeli, daha önce davranıp daha yaman esmeliyim ondan, o fırtınaysa ben kasırga olmalıyım ve hep böyle, cinnetimden daha çılgın, oynamalıyım hayatı ben iyiden iyiye bilincin ak gülü solup gitmesin diye” (s. 71). Sultan Đbrahim cinnet içinde ani kararlarla sevdi ği canları söndürmekte, bundan da derin ıstırap duymaktadır. Cinnet her safhada biraz daha güçlenerek onu yıkıma götürür. Sevgilisi Hüma şah için Atmeydanı’nda yaptırdı ğı kö şk için Đstanbul’daki tüm samurların toplanması ve esnaflar ile ileri gelenlerin servetlerinin yarısına el konması için Sultan Đbrahim’in emir vermesi, cinnetinin ba şka bir örne ğidir. Yine, dalkavukların iste ğini kendisine iletmek için gelen Soytarı’yı yeniçeri a ğası yapması padi şahın çılgınlı ğının ba şka bir yönünü te şkil eder. Sultan Đbrahim cinnetinin doru ğuna ula şarak sevgilisi Hüma şah’ı arz odasından getirtti ği tahta oturtur. Bu, onun çılgınlı ğının son noktasıdır.

Kösem Sultan: Bir ba şka hasım veya kar şı güç konumundaki şahsiyetin Kösem Sultan oldu ğunu yukarıda belirtmi ştik. Kösem Sultan, iktidar tutkusunun sembolüdür. O, oyunun ba şında neredeyse zorla, Đbrahim’i Osmanlı tahtına oturtur. Sultan Murat’ın ölüp Đbrahim’in padi şah yapılması Kösem Sultan’ın da iktidar dümenini ele geçirmesi anlamına gelir. Birinci perdenin ikinci sahnesinde Đstanbullular bu durumu, “ Gün do ğdu anası Kösem Sultan’a! Öbür o ğlu Sultan Murat saltanatı payla şmak istemezdi, bu yüzden borusunu öttüremedi bir süre ” (s. 18) biçiminde yorumlarlar. Üçüncü sahnede de Kösem Sultan’ın, Sultan Murat’ın ölümünün kendisine yeniden iktidar yolunu açtı ğını ve bu iktidarı elinde tutmak için bir an önce Sultan Đbrahim’in bir şehzadesinin do ğması gerekti ğini açıklayan şu monolo ğuna şahit oluyoruz:

“Çok çektirdin bana Murat, çok! Yine de cennet olsun dura ğın(…)Sözüm geçmez olmu ştu Osmanlı sarayında; ben, kaç saltanat görmü ş Kösem, emekliye ayrılan bir cariyeye dönmü ştüm. Böyle bir kö şeye atılmak, iktidardan uzak kalmak, diri diri gömülmekti benim için. Yerin cennet olsun ya, senin ölümün ikinci bir do ğuş oldu bana da, Đbrahim’e de. Az kalsın ona da kıyacaktın, tahtın tek varisine de. Ne çektim elinden kurtarıncaya dek. Çocukca ğız nasıl da alı şmı ş karanlık hücresine… Işıktan ürküyordu gözleri. Đyi olmadı vezirlerin o hâlde görmeleri. Hele sadrazam! Neler fısılda şıyorlardı aralarında? Tuttu ğunu koparan bir adam sadrazam, kudretli adam. Ya tahta göz dikerse, ya ‘Padi şah mecnunun biridir, yeterli de ğildir saltanat sürmeye’ diye fetva alırsa Şeyhülislâm’dan, son verirse hanedana? Bir şeyler



 yapmalı gecikmeden. Bütün haremi, gerekirse bütün ülkeyi, Atlas Denizi’nden Hint Denizi’ne, Rus ovalarından Habe şistan yaylarına dek bütün Osmanlı ülkesini seferber etmeli, bir an önce döl almalı yeni padi şahtan…” (s. 19). Burada Kösem Sultan’ın ruhsal boyutu sunulurken iç konu şma 9 tekni ğinden yararlanılmı ştır.

Đkinci perdenin birinci sahnesinden itibaren Kösem Sultan’ın iktidarını rahat bir şekilde yürütebilmek için önemli görevlere kendi adamlarını getirtmeye çalı ştı ğını görürüz. Devlet için yararlı adamları da ortadan kaldırtmaya çalı şır. Böylelikle padi şahı dayanaksız bırakıp kendi emellerini gerçekle ştirmesi mümkün olacaktır. Kara Mustafa Pa şa ile Yusuf Pa şa’yı haklarında iftiralar uydurarak hükümdara öldürtür. Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa’nın da yardımıyla kendi adamı Kara Mustafa A ğa’yı Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına geçirtir. Bir ara Sultan Đbrahim tarafından Topkapı Sarayı’ndan kovulsa da sonra buraya geri döner. Yeniçeri a ğalarıyla i ş birli ği yapıp Sultan Đbrahim’i tahttan indirterek bir hücreye hapsettirir. Sonra da, oradan kurtulma ihtimalini göz önünde bulundurup, kurallara uygun bir ferman hazırlatıp o ğlunu öldürtür.

Kösem Sultan’ın Đskender çelebi Kö şkü’nde bulundu ğu sırada kendi kendine “…Đktidar yolunu tıkayan her engeli yok edece ğim, ne olursa, kim olursa olsun, yok edece ğim! (…) Bu ülkede do ğudan batıya, kuzeyden güneye, yalnız benim buyru ğum yürüyecek, yalnız benim, benim, benim! ” (s. 100) şeklinde konu şması, ondaki iktidar hırsının boyutunu göstermesi bakımından anlamlıdır.

Kösem Sultan, insanları çok iyi tanır. Bundan dolayı kimi, nasıl saf dı şı bırakaca ğına zorluk çekmeden karar verir. Zeki ve tecrübeli olu şu kendisine entrikalarını gerçekle ştirmede kolaylık sa ğlar. Duygu ve dü şüncelerini rahatlıkla gizleyebilecek bir yapıdadır. Đktidar tutkusunu tatmin etmek için kendi çocuklarını bile feda etmekten çekinmez. Ona göre, çevresindeki herkes, kendisinin iktidar arzusuna hizmet eden birer araçtır sadece. O, iktidar tutkusunun sembolüdür. Tuttu ğunu koparan, entrikalarla özde şle şmi ş bir ki şili ğe sahiptir. Kendisinin şahsiyetinde iktidar tutkusunun bir insana, bir kadına neler yaptırabilece ğine tanık oluruz.

 >VJ1G1C$11M1JG@<87V 1J5?%`%CC:.7 QI:J V<*ICVIV VJ VI1 5@RVG17: 6 :&::7857J@85 5 8  R 8



 Kösem Sultan tarihî bir şahsiyettir. Yazar tarafından inandırıcı bir biçimde i şlenmi ş, karakter olarak ele alınmı ştır. Psikolojik boyutuyla; hem konu şmalarıyla, hem de hareketleriyle sunulmu ştur. Hükümdarlı ğın nüfuzunu kendi çıkarına kullanmak için çalı şması, şehzadelerin tahta çıkaca ğına onun karar vermesi Kösem Sultan’ı düzen kar şıtı bir ki şi olarak görmemize sebep olur. Onun çatı şması kendisinin dı şındakilerle olmu ştur. Olumsuz bir kahramandır, yazar tarafından yerilmemi ştir. Ba şarılı bir şekilde sunuldu ğu için okuyucu üzerinde etki bırakmakta, okur bir annenin bu kadar canavarla şması kar şısında Kösem Sultan’a öfke duymaktadır.

Şeyhülislâm: Bu oyundaki Şeyhülislâm ayırt edici şahsî özelliklere sahip de ğildir. Kalıpla şmı ş şeyhülislâm tipine uygun davranır. Birinci perdenin birinci sahnesinde Đbrahim zorla padi şah yapılırken tahttan ve Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın heybetinden ürkmü ştür. Bu noktada Şeyhülislâm, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’ya “Tahttan ürken nasıl oturur tahta? Hem bizim dinimize göre, aklı yerinde bir çocuk saltanat sürebilir, ama aklı dengesiz bir ergin ki şi hak kazanamaz ülkeyi yönetmeye ” (s. 13) der. Sadrazam da ba şka seçenek olmadı ğından, ülkenin da ğılmaması için buna mecbur olduklarını belirtir. Şeyhülislâm’ın sözleri, akl-ı selimin dile geli şidir burada.

Birinci perdenin üçüncü sahnesinde Kösem, monolo ğu sırasında sadrazamdan çekincesini “ Ya tahta göz dikerse, ya ‘Padi şah mecnunun biridir, yeterli de ğildir saltanat sürmeye’ diye fetva alırsa Şeyhülislâm’dan… ” (s. 19) sözleriyle dile getirir. Burada bahsi geçen Şeyhülislâm’da da yine bu mertebedeki herkesin yapabilece ği bir eylem görülebilir. Dolayısıyla Sultan Đbrahim aleyhinde kasıtlı olarak bir faaliyette bulundu ğunu söyleyemeyiz. Ama bu güç her şeyhülislâmda oldu ğu gibi, Deli Đbrahim oyununun Şeyhülislâm’ında da potansiyel olarak vardır.

Oyunun geli şim kısmında kendisini sahnede görmeyece ğimiz Şeyhülislâm, üçüncü perdenin altıncı sahnesinde yeniçeri a ğalarıyla birlikte saraya yürüyenler arasındadır. “Akıl dengesi yerinde olmayan ergin ki şinin saltanatı dinimize aykırıdır, ama akıl dengesi yerinde olan çocu ğunki uygundur ” (s. 123) biçimindeki fetvasını okur. Böylelikle, Sultan Đbrahim’in tahttan indirilip Şehzade Mehmet’in tahta çıkarılmasında dinsel dayana ğın kayna ğı durumunda yer almı ştır Şeyhülislâm.

 

 Oyundaki Şeyhülislâm tip olarak ele alınmı ştır, kendisini din adamı tipi kabul edebiliriz. Devlet otoritesinin yetersiz birine kalmasından endişe duyar. Sultan Đbrahim tahttan indirildi ğinde padi şahlı ğa liyakatin Şehzade Mehmet’e ait oldu ğu görü şüne dinsel dayanak te şkil eden fetvayı verir. Yazar, Şeyhülislâmın fizikî özelliklerinden söz etmemi ş, psikolojik açıdan da onu derinle ştirmemi ştir. Şeyhülislâm, dinin gücünü temsil eder. Bulundu ğu makamı göz önünde bulundurdu ğumuzda onun aydın tipi oldu ğunu da ileri sürebiliriz. Đnandırıcı buldu ğumuz Şeyhülislâm, yazar tarafından yargılanmaz.

Yeniçeri A ğaları: Yeniçeri a ğaları aktif padi şah isterler, hızlı hareket etmeyen ya da padi şahlı ğına sahip çık amayan padi şahlar için potansiyel anlamda tehlike kayna ğıdırlar.

Kara Mustafa A ğa: Kösem Sultan’ın adamıdır. Kösem onu Yeniçeri Ocağı’nın ba şına geçirtmek için Sultanzade Mehmet Pa şa’dan yardım alır.

Mustafa A ğa’yı bizzat üçüncü perdenin ilk sahnesinde görürüz. Đskender Çelebi Kö şkü’nde Kösem Sultan’la görü şmektedir. Di ğer yeniçeri a ğalarıyla devletin içinden bulundu ğu durumdan kurtulması için neler yapılabilece ğini isti şare ettiklerini şu sözlerle ifade eder:

“Devlet çarkının ne ellere kaldı ğını biliyoruz sultanım. Bekta ş, Muslihiddin ve Kara Murat, bütün ileri gelen a ğaları Yeniçeri Oca ğı’nın, toplanıp ba ş ba şa veriyoruz sık sık, çözüm yollarını dü şünüp tartı şıyoruz. (…) Hanedandan biri gerek davamızı benimseyecek, bir i şaret bekliyoruz sultanım, bir i şaret. Yalnız, kan dökülsün istemiyoruz bu i şler yürürken; Genç Osman’ın anısı pek taze daha” (s. 97-98). Buradan anla şılıyor ki, Mustafa A ğa’nın da dâhil oldu ğu ocak a ğalarının amacı da Sultan Đbrahim’i tahttan indirmektir. Mustafa A ğa bu görü şmeden “Asker sizden i şaret bekleyecek sultanım, i şareti tam vaktinde vermek gerek ” (s. 99) sözleriyle ayrılır. Yalnız kalan Kösem “ Yeniçeri Oca ğı avucumun içinde artık!” (s. 100) diyerek sevincini dile getirir.

Üçüncü perdenin be şinci sahnesinde bir taraftan Đstanbullular, di ğer taraftan yeniçeri ağaları padi şahın son olarak da Hüma şah’ı Osmanlı tahtına oturtması üzerine homurdanmakta, Sultan Đbrahim’in yaptıklarına dur demenin vaktinin geldi ğini söylemektedirler. Onlarla aynı görü şte olan Mustafa A ğa da “ Tanrı mıdır, sonsuzda mı barınır bu Sultan Đbrahim, onun da bir sınırı olmalı benim bildi ğim ” (s. 119) der.

 

 Altıncı sahnede yeniçeri a ğaları, askerler, halk, önde gelenler saraya yürürler. Kösem Sultan’ın emriyle kapılar açılmı ştır. Mustafa A ğa, “ Ba ş üryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda nice ba şlar kesilir, kimse soramaz ” (s. 123) biçiminde öncü konu şandır. Di ğer yeniçeri a ğaları da onun dediklerini tekrarlarlar. Şeyhülislâm fetvayı okur. A ğalar ile Kösem Sultan danı şıklı oyun gere ği, söylemeleri gerekenleri söylerler. Sultan Đbrahim tahttan indirilip Şehzade Mehmet tahta oturtulur. Oyunun sonunda Mustafa Ağa öbür yeniçeri a ğalarıyla birlikte Sultan Đbrahim’i öldürtür.

Mustafa A ğa önceleri padi şahın çılgınlı ğına kar şı önlem alanlardanmı ş gibi görünse de Kösem’in buyru ğuyla hareket eden bir ki şidir. Sultan Đbrahim’in öldürülmesinde rol oynayanlardandır.

Bekta ş, Kara Murat ve Muslihiddin a ğalar:

Bekta ş, Kara Mustafa ve Muslihiddin a ğalar Sultan Đbrahim’in özellikle son çılgınlıklarını ele ştirir. Kara Murat A ğa Sultan Đbrahim’i şu sözlerle tenkit etmektedir:

“Daha ne bekliyoruz a ğalar? Gemi azıya aldı yıkım! Mallarının yarısını arma ğan etsinler bana, tümünün benim oldu ğunu hatırlasınlar da, diyormu ş. Venedikliler Çanakkale Bo ğazı’nı tutuyorlar, dı şarı adım attırmıyorlar da donanmamıza, ‘Çanakkale buraya bir aylık yol’ diyormu ş” (s. 116). Sultan Đbrahim’in tahttan indirilmesinde aktif rol alan yeniçeri a ğaları, Đbrahim’i öldürtme konusunda tedirgin, endi şelidirler. Bekta ş A ğa ve Muslihiddin A ğa hükümdarın öldürülmesine taraftar de ğildir. Kara Murat ise işi yarım bırakmanın do ğru olmadı ğını söyleyerek arkada şlarını ikna etmeye çalı şır. Đnfazı gerçekle ştirmek istemeyen cellâtlara Kara Murat’ın “ Sanki bu i şe yeni ba şlıyorsunuz çıfıt! Hadi durma, yerine getir buyru ğu! (…) Ferman var elimizde, köpek! Ne haddine padi şaha kar şı gelmek! (…) Hadi ulan, pis çingene! Bırak bu masumlu ğu da, takın bakalım kanlı yüzünü! ” (s. 129-130) demesi, yeniçeri a ğalarının ne kadar insafsızla ştı ğını, Sultan Đbrahim’in öldürülmesi için ne kadar çaba harcadıklarını ortaya koyar.

Zulme dur demek için yola çıktı ğını söyleyen yeniçeri a ğaları bir ba şka zalimlik örne ği sergilemi ş olurlar Sultan Đbrahim’i bo ğdurtarak. Altıncı sahnede ba şları dik, mert olarak algıladı ğımız a ğalar oyunun sonunda zorla adam bo ğazlatan birer korkunç varlı ğa dönerler. Kösem Sultan’ın ma şaları olmu şlardır.

 

 Yeniçeri a ğaları tip olarak ele alınmı ş, psikolojik boyutlarıyla sunulmu şlardır. Onları konu şmalarından ziyade hareketleriyle tanırız. Askerî gücü temsil ederler. Dı ş çatı şma ya şarlar. Ki şilik de ğişimi geçirmezler. Tarihî şahsiyetlerdir, inandırıcıdırlar. Olumsuz ki şiler olduklarını söyleyebiliriz. Yazar tarafından dışlanmamı şlardır.

2.3.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Oyunun asıl kahramanı Sultan Đbrahim için “bilinç”, “cinsel yeterlilik”, “taht”, “Hüma şah” ve “Soytarı” arzu edilen nesne konumundaki şahıslardır.

Bilinç: Sultan Đbrahim, Sultan Murat ölünceye kadar ömrünü karanlık bir hücrede her an öldürülmek korkusuyla geçirdi ği için ruh sa ğlı ğı bozulmuştur. Cinci Hoca’nın ilkel psikanaliziyle cinsel gücüne ula şan hükümdar, yetersizlik duygusunu nispeten de olsa yener. Ancak, tamamen alt etmeyi ba şaramaz. Bundan dolayı da ömrünü gelgit içerisinde geçirecektir. Gücünü ispatlamak için zaman zaman suçsuz insanları öldürtecektir. Đlk öldürttü ğü, heybetinden ürktü ğü Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’dır. Kara Mustafa Pa şa’nın affını rica eden Silâhtar Yusuf’a, “ Olmaz Yusuf! Ne çabalara mal oldu bu karar bana, de ğiştiremem; kendime inanmak zorundayım. Üsteleme sakın” (s. 71) şeklinde verdi ği yanıt, padi şahın niçin böyle bir karar aldı ğını ortaya koymaktadır. Sultan Đbrahim bilincini yitirmemek için iç sava ş ya şamakta, bu korkuyla bilinçli çılgınlıklar yapmaktadır.

Sultan Đbrahim, Kara Mustafa Pa şa’ya nasıl bir hiç u ğruna kıyıldı ğını unutamadı ğını gerekçe göstererek sadrazamlık mührünü kabul etmeyen Yusuf Pa şayı da “ Biri hayır dese, olmaz dese kar şımda, birden o karanlık hücrede buluyorum kendimi ” (s. 94) diyerek Bostancıba şı’na teslim eder. Çekti ği ıstırabı da “ Yusuf, Yusuf’um benim, ölümün ağır bir hale gibi ku şatıyor yüre ğimi. Kendim bir türlü kılıç olamıyorum ya, telef ediyorum bana kılıçlık edenleri de. Ne karı şık yasalarla i şliyorsun, yıkım! ” (s. 94-95) biçiminde ifade eder. Padi şah, cinnete yenilmemek için kendini daha cani davranmak zorunda hissetmektedir. Bu çılgınlıklar Sultan Đbrahim’i yıkıma sürüklemi ştir.

Cinsel yeterlilik: Sultan Đbrahim tahta oturtuldu ğunda bu anlamda yetersizdir. Kösem Sultan tarafından yanına gönderilen her kız dokunulmamı ş olarak geri döner. Bunun üzerine ülkedeki üfürükçülerden yararlanılması için saray seferber edilir. Neticesinde, Molla Hüseyin (Cinci Hoca) saraya getirilir. Onun ilkel psikanalizi sayesinde Sultan

 

 Đbrahim cinsel gücüne kavu şur. Yedinci sahnede Turhan ile gerde ğe girmi ş olan Sultan Đbrahim, Turhan’a, “ Tahta onlar çıkardılar beni Turhan ama sen padi şah yaptın. Hadi şimdi” (s. 47-48) diyerek onu, müjde verip elini öpmesi için Kösem Sultan’a gönderir. Sultan Đbrahim’in erkekli ğine kavu şması onun âdeta yeniden do ğuşu anlamına gelir. “Kaç bin me şaleyle aydınlandı bütün dehlizleri varlı ğımın ” (s. 48) sözü kendisinin duygularını yansıtmaktadır. Padi şah, erkekli ğine kavu ştuktan sonra kendisine güven duymaya ba şlamı ştır: “ Ben padi şah Đbrahim, Sultan Đbrahim’im ben! (…) Ta derinlerden kaynayan erkekli ğim ça ğlayıp köpürecek sonuna dek! Ve herkes Đbrahim’i bundan sonra görecek ” (s. 49) biçimindeki sözleri kendisinde bundan sonra görülecek ki şilik de ğişimiyle ilgili ve cinsel hazzın onun ya şamının âdeta biricik nedeni olaca ğına dair ipucu verir.

Sultan Đbrahim’in hayatına hükmeden aslî unsur bundan sonra cinsel haz olacaktır denebilir. Onun bu zaafından da çevresindekiler yararlanmayı bileceklerdir. Kösem Sultan, oğlunun hızını tatlı tatlı keserek iktidar dümenini kendi elinde tutmaya çalı şacaktır. Zaman zaman da kendi yaptıramadı ğını Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa sayesinde elde edecektir. Yine Cinci Hoca da Sultan Đbrahim’in cinselli ğini sürekli körükleyecektir. Bunun için ona sık sık çördük yutturur, sütte pi şmi ş incir yedirtir. Sultan Đbrahim’in geceyi birlikte geçirece ği kıza da tepeden tırna ğa amberler, güzel kokular sürülür.

Sultan Đbrahim, eski karanlık günlerine dönmemek için, kendisine hayır diyenleri öldürtmekte, bundan duydu ğu acıyı bastırmak için de safahate sı ğınmaktadır. Sultan Đbrahim’in cinselli ği bir süre sonra zapt edilmez bir hâl alıp âdeta onu yutacaktır.

Taht: Oyunun ba şında Đbrahim tahta zorla oturtulur. Cinsel gücüne ula şıncaya dek de taht pek umurunda de ğildir. Yalnız, kendisiyle devlet i şlerini konu şmaya gelen Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’ya “ Her padi şah için sikke kesilirmi ş, benimki ne zaman kesilecek pa şa? ” (s. 34) deyi şi, Sultan Đbrahim’in tahtı benimsedi ğini ve bunun geleneksel anlamda belirtilmesini istedi ğini gösterir. Birinci perdenin yedinci sahnesinde, Turhan’la gerde ğe girmi ş olan Sultan Đbrahim’in “ Tahta onlar çıkardılar beni Turhan ama sen padi şah yaptın ” (s. 47-48) deyi şi de söz konusu dönüm noktasına kadar Sultan Đbrahim’in tahtı çok umursamadı ğını ortaya koyar.

 

 Đkinci perdenin birinci sahnesinde Kösem Sultan, kendi adamlarından Kara Mustafa’yı Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına geçirtmek ister Sultan Đbrahim’e. Đbrahim’in de sadrazamın buna kar şı çıkabilece ğini belirtmesi üzerine Kösem Sultan ona, “ Ne istesem onu çıkarırsın kar şıma! Sen padi şah de ğil misin? ” (s. 56-57) der. Bu söz hükümdarın bilinçaltına yer edecektir. Herhangi bir meselede kendisine kar şı duran oldu ğunda “Yoksa ben padi şah de ğil miyim? ” (s. 60) diyecektir hep.

Eserin sonlarına do ğru yeniçeri a ğaları, askerler, ileri gelenler ve halk Kösem Sultan’la anla şmalı olarak saraya yürürler. Sultan Đbrahim tahtın yine tek sahibi kalmak için çocuklarını öldürme yoluna gitmez. Sonsuzlu ğu saydı ğı o ğullarını tahtına tercih edecektir.

Hüma şah: Hüma’yı ilk kez ikinci perdenin birinci sahnesinde padi şahın has odasındaki vazolara Dilâ şub’la birlikte çiçek koyarken görürüz. Kösem Sultan’ın iste ği gerçekle şmi ş, Đbrahim Hüma’yı fark ederek ona adını sormu ştur. Bundan sonra yedinci sahneye kadar Hüma şah’tan söz edilmeyecektir. Yedinci sahnede Turhan Sultan Kösem Sultan’a padi şahın vefasızlı ğından söz ederken “ Aklı fikri hep Hüma’da şimdi, Hüma şah’ında! (…) Hüma kendini tutmayı becerdi, böylece de ğeri yükseliverdi Hünkâr’ın gözünde. O ğlunuz onun en ufak arzularına ko şulu şimdi ” (s. 84) biçiminde konu şur Hüma şah’la ilgili olarak. Kösem Sultan da yalnız kalınca, “ Sıradan bir cariye de ğilmi ş me ğer Hüma, kendini tutmanın güç sa ğladı ğını biliyor. Ona kar şı uyanık olmalı bundan böyle ” (s. 85) der.

Hüma şah çok güzel ve hakikaten uyanık bir cariyedir. Tevazu gösterip padi şahın dikkatini üzerinde tutmaktadır. Böylelikle de ona istedi ğini yaptırabilmektedir. Hüma şah’ın “ Kız karde şleriniz insan yerine komazlar beni; ne zaman haremde görseler, kıs kıs gülerler, alay ederler bütün cariyelerin önünde, en baya ğı i şlere ko şarlar beni ” (s. 87) demesi üzerine Sultan Đbrahim kız karde şlerinin gözdesine hizmet etmesini ister. Kösem Sultan buna kar şı çıktı ğı için o ğlunca saraydan kovulur. Bu durum Hüma şah’ı kaygılandırır. O, Sultan Đbrahim’den daha sa ğlıklı dü şünebilen bir şahsiyettir. Hükümdarı yaptı ğı hatalar konusunda uyarır; ancak onu bunlardan alıkoyamaz. Sultan Đbrahim’in son ve en büyük hatası Hüma şah’ı tahta oturtmasıdır. Bu, ikisinin de hayatına mal olacaktır. Hüma şah padi şaha o ğullarını öldürüp tahtın yine tek sahibi kalması gerekti ğini söylese de bu kez de sözü dinlenmeyecektir. 

 Hüma şah hükümdarla birlikte olma hususunda a ğırba şlı davranarak hükümdarın hayranlı ğını kazanmı ş, sonra da onun çılgınlıklarını durdurmak için u ğra şmı ş güzelli ğiyle ünlü bir cariyedir. Padi şahın çılgınlıklarını engellemeyi ba şaramamı ş, onunla birlikte ölüme sürüklenmi ştir. Yazar tarafından psikolojik boyutuyla sunulmu ş, çok güzel oldu ğu ba şka kahramanlar tarafından da vurgulanmı ştır. Zekidir de. Đç çatı şma ya şamaz. Gözlenebilir bir de ğişim sergilemez. Tarihî ki şidir. Kösem Sultan’ın güçlü olmasından korkar. Konu şmaları, davranı şlarıyla kendisini tanırız. Oflazo ğlu onu tarafsız şekilde ele almı ştır.

Soytarı: Sultan Đbrahim ikinci perdenin dördüncü sahnesinde soytarı kılı ğına girerek Đstanbul’u dola şıyor, kendi icraatlarıyla e ğleniyordu. Asıl Soytarı’yı üçüncü perdenin dördüncü sahnesinde görürüz. Soytarı dalkavukların isteklerinin yazılı oldu ğu bir dilekçeyi padi şaha sunmak için huzura gelir. Bu dilekçede dalkavuklu ğun belli yasalara ba ğlanması istenmektedir. Sultan Đbrahim’in Soytarı’ya dalkavukların ne i şe yaradı ğını sorması üzerine Soytarı, dalkavuk ve dalkavuklukla ilgili olarak “ Dalkavuk, padi şahım, çevresinde parayla nöbet tutan hünerli bir dev aynasıdır devletli ki şinin. Dalkavuk, insanın cılız benli ğine kürkler giydirip onu heybetli gösterir kendi gözüne ” (s. 109) açıklamasını yapar. Sultan Đbrahim’in üstadım dedi ği Soytarı, marifetini göstererek Yavuz Selim ile Fatih’in taklidini yapar oracıkta. Dalkavukların isteklerini kabul eden padi şah, “ …Sen eşsiz bir ba şbu ğ olabilirsin; yeniçeri a ğası yaptım seni. Tez i şinin ba şına geç ” (s. 112) diyerek yeniçeri a ğası yapar onu. Soytarı buna “ Aman padi şahım, esirgeyin bu ba ğışı benden! Soytarıdan yeniçeri a ğası olur mu hiç? (…) Yeniçeri kulların paralar beni Hünkârım! ” (s. 112) sözleriyle kar şı çıkarsa da padi şah ona aldırmaz.

Oyundaki Soytarı i şini ba şarılı bir şekilde yapan bir şahsiyettir. O da Sultan Đbrahim’in bir çılgınlı ğının kurbanı olmu ştur. Padi şahın kendisini yeniçeri a ğası yaptı ğında diretmesinden sonra Soytarı’yı bir daha sahnede görmeyiz. Soytarı, bir tiptir. Sözlerinin yanında hareketleriyle de tanırız kendisini. Đç çatı şma ya şamaz. Hâkim bir pozisyonu yoktur; ancak dalkavukların temsilcisi sayılabilir. Fiziksel özellikleri söz konusu edilmemi ştir. Olumlu bir kahramandır. Ki şilik de ğişimi göstermez.



 Hasım güç Kösem Sultan da iktidarı, bir anlamda tahtı arzulamaktadır. Ancak, tahttan aynı zamanda korkmaktadır. Tahta oturtaca ğı küçük şehzade dolayısıyla tahtın dolaylı yoldan sahibi olacaktır.

2.3.2.4. Yönlendirici

Oyundaki yönlendirici şahsiyetler Kösem Sultan ile Cinci Hoca’dır.

Kösem Sultan üzerinde daha önce ayrıntılı biçimde duruldu ğundan bu bölümde ondan geni şçe söz edilmeyecek, yönlendiricili ğinin ön plana çıktı ğı birkaç nokta vurgulanacaktır.

Kösem Sultan, oyunun ba şında Đbrahim’i âdeta zorla Osmanlı tahtına oturturken yönlendiricili ğinin en önemli yanını ortaya koymu ş olur. Sultan Đbrahim, o zamana kadar öldürülen karde şlerinin akıbetine u ğramaktan korkmakta, karanlık hücresine geri dönmek istemektedir. Kösem’in şu sözleri üzerine Đbrahim tahta oturmaya razı olur ki, bu durum Kösem Sultan’ın Đbrahim üzerindeki tahakkümüne örneklik te şkil eder:

“Peki, dön öyleyse zindanına! Dön de, bo ş kalsın bu şanlı taht! Son bulsun yüzyıllardır süren Osmanlı hanedanı! Tahta çıkacak sergerdeler yüzünden halk birbirine dü şsün, parçalansın koca ülke! Sen de o karanlık hücrende çürü! Tabiî sa ğ bırakırlarsa tahtın yeni sahipleri” (s. 13). Birinci perdenin be şinci sahnesinde Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın namesine Sultan Đbrahim kar şılık yazar. Padi şahın ifadelerini be ğenmeyen Kösem Sultan, “ Oğlum, sen padi şahsın, dilekte bulunamazsın, sen buyurabilirsin ancak. Sadrazam senin kulundur, dileklerine buyrukla kar şılık vermelisin. Sen ça ğır, o gelsin. Al şu nameyi de, ‘siz’leri ‘sen’ yap, ‘hareme gel’ diye yaz ‘buyurun’ yerine ” (s. 28) diyerek Sultan Đbrahim’e nameyi düzelt tirir ve onun “ Sadrazamı burda bekliyorum, Silâhtar A ğa” (s. 28) demesi sonucunu ortaya çıkarır.

Kösem Sultan kendi iktidarını yürütmek için adamlarını önemli görevlere getirtmek istemektedir. Bunun için Kara Mustafa A ğa’yı Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına geçirtmek ister. Padi şah sadrazamın buna kızaca ğını söyleyince de Kösem Sultan Kara Mustafa Pa şa’ya iftira ederek hükümdarı ona kar şı kı şkırtır. Aynı yöntemi Yusuf Pa şa için de kullanmak ister. Sultan Đbrahim’i do ğrudan yönlendiremedi ği durumlarda Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa vasıtasıyla bunu dolaylı yoldan yapar.



 Kösem Sultan daha önce de yine Sadrazam Mehmet Pa şa vasıtasıyla kendi adamı Kara Mustafa A ğa’yı yeniçeri a ğası yaptırtmı ştı padi şaha.

Đskender Çelebi Kö şkü’nden Topkapı Sarayı’na dönmü ş olan Kösem Sultan, o ğlundan intikam alacaktır. Bunun için de üçüncü perdenin dördüncü sahnesinden itibaren ona çılgınlıklar önerecek, Đbrahim’in çılgınlıklarını körükleyerek onu uçurumdan a şağı atacaktır. Sultan Đbrahim Kösem’e, Hüma şah için Atmeydanı’nda yaptırdı ğı saraydan söz edince Kösem bu sarayın samurla dö şenmesini önerir ve Đstanbullular ile ileri gelenlerden samur ya da servetlerinin bir bölümünün istenmesi teklifinde bulunur bunun yapılabilmesi için. Sultan Đbrahim de hemen söz konusu öneriyi ferman olarak buyurur. Dolayısıyla, sona iyice yakla şır.

Üçüncü perdenin altıncı sahnesinden itibaren Kösem Sultan, Şeyhülislâm’dan fetva alan yeniçerilerle halkın yönlendiricisidir. Artık, elbirli ğiyle Sultan Đbrahim ortadan kaldırılır.

Cinci Hoca: Sultan Đbrahim’in derdine hekimler çare bulamayınca ülkenin her tarafında üfürükçüler aranmaya ba şlanır. Namı duyulmu ş olan Molla Hüseyin’e (Cinci Hoca) de bu vesileyle ula şılır. Remil atıp kayıp altın kesesini buldu ğu söylenen Cinci Hoca’yı bulmaya giden saray mensubu Hobyar isimli kadın, onunla kar şıla şmasını ve intibalarını şu şekilde anlatır Sultan Đbrahim ve beraberindekilere:

“Ba şıma bir dolama sarıp vardım hocanın dura ğına. Gördüm ki, dünya saltanatını bir pula almayan, gönlün sonsuz hakanlı ğını süren o kutlu ki şi yalın, yoksul bir odada barınmaktadır. Ne dese be ğenirsiniz beni görür görmez? ‘Sen kendin için de ğil efendin için geldin buraya; iyi ettin de geldin; nicedir ça ğrılmayı beklerim.’ Bu sözleri duyar duymaz bayılıvermi şim. Derken nasıl oldu bilmem, sanki bir dü şe uyandım… Kevser şarabıyla dolu havuzun ba şındayım, cennet yeli ok şar tenimi tepeden tırna ğa; çevremde tı ğ gibi leventler fır döner, her biri ayrı bir ı şık katar sevincime. Dedim bir ömür feda bunun bir tek anına!” (s. 37). Cinci Hoca’nın uyguladı ğı ilkel psikanaliz vasıtasıyla Sultan Đbrahim cinsel gücüne kavu şur. Cinci Hoca Sultan Đbrahim’in gerde ğe girece ği kız olan Turhan’ın ıtrı şâhi ve amber sürünmesini, padi şahın da çördük yut masını önerir. Kendisine iltifat eden Yusuf Ağa’ya da “ Aman devletlim! Gözümüz yok bizim dünya saltanatında, bize ilmimiz yeter ” (s. 45) yanıtını vererek sözde tokgözlülük eder.

Cinci Hoca’nın yaptı ğı i ş kendisini sarayda önemli bir konuma getirir, ona güç sa ğlar. Artık, devlet imkânlarından olabildi ğince yararlanmak için elinden geleni yapmaya 

 ba şlar. Adamı olan Sofya Kadısı Sencarlı Mehmet’e, Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa’yı saraya şikâyet ettirir. Đddiaya göre Faik Pa şa, halka zulmetmektedir. Sultan Đbrahim de Faik Pa şa’yı idam ettirir. Cinci Hoca Sultan Đbrahim’in cinsel arzusunu sürekli körükleyerek saraydaki yerini sa ğlamla ştırmaktadır. Ona “ Yeni hazlar yeni vücutlardan kaynar ancak, yeni hazlarla yenilenir ya şamak” (s. 65) biçiminde tavsiyelerde bulunarak Sultan Đbrahim’in cinselli ğin kölesi olmasına sebep olur. Cinci Hoca’nın “Faik Pa şa’ya indirece ğiniz darbe sadrazamın heybetini kısacaktır efendimiz” (s. 65) sözleri de, kendi yoluna engel çıkaran, haksız çıkarlarına göz yumulmasına kar şı duran Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın da devre dı şı bırakılmasını sa ğlamaya çalı ştı ğını gösterir. Sultan Đbrahim hemen o anda olmasa da, Turhan’ın ilk şehzadeyi dünyaya getirdi ği haberini alınca sadrazamı öldürtür. Böylelikle, Cinci biraz daha söz sahibi olmu ş olur.

Bir süre sonra Sultan Đbrahim’in kendisi de şehvetinin kölesi olmaktan yorulur. Ancak, Cinci Hoca yine devreye girerek onu dü şüncesinden alıkoyar. Çünkü, Cinci’nin bu i şten vazgeçmesi, yerinin sarsılmasına yol açabilir. Tutarsız hareket etmekte olan Sultan Đbrahim, Cinci’yi kazaskerli ğe terfi ettirir, altı ya şındaki o ğlunu da Şam valisi yapar. Kösem Sultan’ın kendi kendine “ Şu Cinci kâfiri de amma kuruldu dümenin ba şına ha… ” (s. 84) deyi şi de Cinci’nin padi şah üzerinde, iktidarda ne kadar söz sahibi oldu ğunu ortaya koyar.

Sultan Đbrahim’in şehvetinden ötürü kriz geçirdi ği bir sırada Hüma şah Cinci Hoca’yı saraydan kovar. Böylelikle, Cinci Hoca’nın saraydaki ikbali sona ermi ş olur.

Cinci Hoca’ya, Sultan Đbrahim’in derdine hekimlerin çare bulamaması üzerine ula şılmı ş, kendisi saraya getirilmi ştir. O, ilkel bir psikanaliz yöntemiyle padi şahın cinsel yetersizli ğini tedavi ettikten sonra sarayda önemli bir yer edinmi ştir. Âdeta iktidara ortak olmu ştur. Yerini sarsmamak, sa ğlamla ştırmak için de padi şahın cinsel iste ğini hep körüklemi ştir. Sonunda padi şah şehvet krizine girer. Bu zamana kadar hep yükseli şte olan, para ve mevki elde etmi ş olan Cinci Hoca, Hüma şah tarafından saraydan kovulur.

Cinci Hoca, dini istismar eden bir tiptir. Psikolojik boyutuyla i şlenmi ştir. Sultan Đbrahim’in cinsel yeterlili ğe ula şmasında rol alsa da olumsuz ki şilerden biridir. Dinin gücünü kendi çıkarları adına, iktidarını yürütmek amacıyla kullanmı ştır. Bir ki şilik



 geli şimi göstermez. Daha çok konu şmalarıyla sunulmu ştur. Çıkarları söz konusu oldu ğunda ba şkalarını idam ettirmek için hükümdarı kı şkırtmaya çalı şmı ş, bunda da ba şarılı olmu ştur.

2.3.2.5. Alıcı

Sadrazam Kara Mustafa Pa şa: Sultan Murat’ın sadrazamlı ğını yapmı ş olan Kara Mustafa Pa şa’nın heybeti, tahta oturmak yerine karanlık hücresine dönmek isteyen Đbrahim’i ürkütür. Đbrahim cülûs için hazırlanmaya götürüldü ğünde Mustafa Pa şa’nın kendi kendine söyledi ği “ Hey gidi Sultan Murat! Yalnız şu küçük koltu ğu de ğil, bütün ülkeyi doldururdu senin varlı ğın” (s. 13) sözleri, sadrazamın, Đbrahim’in padi şahlık için yetersiz oldu ğunu dü şündü ğünü gösterir.

Kara Mustafa Pa şa güçlü bir şahsiyettir. Bu da Kösem Sultan’ı dü şündürür. Kösem’in ikinci sahnedeki “ Tuttu ğunu koparan bir adam sadrazam, kudretli adam. Ya tahta göz dikerse, ya ‘Padi şah mecnunun biridir, yeterli de ğildir saltanat sürmeye’ diye fetva alırsa Şeyhülislâm’dan, son verirse hanedana?” (s. 19) sözleri, bu endi şesini dile getirir.

“Kara Mustafa Pa şa aklı temsil etmektedir ” (Enginün, 2003: 223). Đyiden, do ğrudan yana bir insandır. Oyunun ilk kısımlarında rahatsızlı ğından söz eden Sultan Đbrahim’e fiziksel anlamda çalı şmasını, silâh talimi yapmasını önerir. Pa şa aynı zamanda ülkesini seven, görevine ba ğlı biridir. Sultan Đbrahim divan toplantılarına katılmadı ğı için, sadrazam padi şaha devlet i şleriyle ilgili bilgi vermek için hareme gider. O, Osmanlı yönetim anlayı şını, saray örfünü de iyi bilir. Sultan Đbrahim, onun sa ğlıklı karar verebilece ğini bilir, “ Sen gere ği gibi davranırsın lala ” (s. 34) der.

Kara Mustafa Pa şa, padi şahın örfe aykırı isteklerine kar şı çıkar.

Kara Mustafa Pa şa’nın adaletten yana, i şini hakkıyla yapan bir devlet adamı oldu ğunu yukarıda belirtmi ştik. Ancak, her şeyden önce o da insandır. Kendisinin de ğerli bir varlık oldu ğunu bilir, yararlılı ğının farkındadır. Sultan Đbrahim’in de hükümdarlık için yetersizli ği gün gibi ortadadır. Bu zıtlık ister istemez onu düşündürür. Đkinci perdenin ikinci sahnesinde Kara Mustafa Pa şa kona ğında gizledi ği tahta oturmu ş, iç sesine kulak vermektedir:



 “Mustafa Pa şa! Mustafa Pa şa! Đran ordusunu dize getiren sadrazamı Sultan Murat’ın… Kim koymu ş bu saçma, bu kör yasayı böyle! Tarla miras kalır, para miras kalır, ama devlet miras kalır mı hiç? Đktidar denen yosmayı bilek, yürek ve kafa gücüyle kazanmak gerek; tahtı doldurmayı bilenin olmalı taht. (…) Sultan Murat’a da babasından kalmı ştı saltanat, do ğru, daha bir karı ş çocukken. Fakat o, yi ğitler yi ğidi, büyür büyümez bir kö şeye itebildi anası Kösem Sultan’ı, öz gücüyle yeniden kazandı tahtı, devlet olabildi. Onun varlı ğı kutlu bir a ğırlıktı senin üstünde; ona hizmet, kendi boyutlarına uygun bir ya şamaydı senin için; büyük efendiye hizmet ederken büyür ki şi, bilirsin. Oysa bu yeni efendin, bu sözde padi şah, tahtına zorla oturtulan bu hükümdar tasla ğı, nasıl yönetir en büyük devletini yeryüzünün, kendini bile çekip çeviremezken? Mustafa Pa şa! Mustafa Pa şa! Sava şta varlı ğını her askerin yüre ğinde duyuran ba şbu ğ, ey devlet çarkını döndürmek için do ğmu ş er ki şi, lâyık ol yüre ğinin en gizli, en soylu özlemine, lâyık ol, lâyık ol, lâyık ol!” (s. 62). Sadrazam bu dü şüncelerden ürker. Burada iç konu şma yönteminden faydalanılmı ştır. Kara Mustafa Pa şa’da da iktidar arzusu vardır. Ancak o, iktidarı ele geçirmek için herhangi bir i şe giri şmez.

Silâhtar Yusuf A ğa gelmi ştir. Cinci Hoca’nın adamı Sofya kadısı şikâyet etti ği için, Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa padi şahça gizlice Đstanbul’a getirtilmi ştir; Faik Pa şa’nın hayatı tehlikededir. Yusuf A ğa sadrazamın hâl çaresi bulmasını ister. Kara Mustafa Pa şa’nın bunun üzerine söyledi ği “ Sanırım, bozulup koku şmayan bir siz kaldınız Topkapı Sarayı’nda. Ben padi şahla konu şurum yarın sabah. Evet, bir şeyler yapmalı, canımız pahasına olsa da! ” (s. 64) sözleri, kendisinin dürüstlü ğünü, do ğruyu ortaya çıkarmak için ölümü göze alabilece ğini gösterir.

Kara Mustafa Pa şa Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa’nın yok yere öldürülmesine tepkisini dile getirmekten, padi şahın olumsuz eylemlerini sert bir dille ele ştirmekten çekinmez. Yüce bildi ği de ğerlerden taviz vermemek adına bulundu ğu makamdan ayrılmak ister. Hükümdar buna müsaade etmez. Fakat kısa bir süre sonra onu da idam ettirir.

Kara Mustafa Pa şa güçlü, dirayetli, heybetli, adil, görevine ba ğlı, fedakâr bir şahsiyettir. Devletin ayakta kalabilmesi için elinden geleni yapmaya çalı şmı ştır. Kendi iktidarları yolunda sadrazamı kendilerine rakip gören Kösem Sultan ile Cinci Hoca padi şahı hep ona kar şı kı şkırtmı şlardır. Sultan Đbrahim de onun heybetinden ürktü ğü, kar şısında hep zayıflık hissetti ği için, ilk şehzadesinin dünyaya te şrifinin de sarho şlu ğuyla kendini cinnete kaptırarak Kara Mustafa Pa şa’yı öldürtür.

Yazar, Kara Mustafa Pa şa’yı psikolojik boyutuyla sunmu ştur. Mustafa Pa şa, düzen taraftarı, geleneksel bir devlet adamı tipidir. Hükümdar adına ülkeyi yönetme yetkisine 

 sahiptir. Kendisine güç sa ğlayan kaynak olan padi şahta eksiklik gördü ğünde bunu ifade etmekten çekinmeyecek bir yapıdadır. Bir ki şilik de ğişimi geçirmez. Olumlu bir şahsiyettir. Daha çok konu şmalarıyla onu tanırız. Tarihî bir ki şidir, inandırıcıdır.

Silâhtar Yusuf A ğa: Silâhtar Yusuf padi şahın dert orta ğıdır oyunun ba şlarında. “ Bin canım olsa da yansa Hünkârım içinizi aydınlatmak için ” (s. 27) sözleriyle padi şaha muhabbetini dile getiren Yusuf A ğa’yı Sultan Đbrahim, “ Eksik olma Yusuf, senin sevgin en de ğerli mücevheridir hazinemin ” (s. 27) biçiminde taltif eder. Yine bir defasında Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’ya Sultan Đbrahim, “ Ben silâhtarımı çok severim lala, sen de sevesin isterim Yusuf’u ” (s. 32) der. Silâhtar Yusuf A ğa tarafından Hobyar’a buldurulan Cinci Hoca, padi şahın sorununu çözer.

Yusuf A ğa, Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa’nın hayatının tehlikede oldu ğu haberini getirdi ği sadrazama şöyle der:

“Bir şeyler yapmalı sadrazam pa şa! Ülkemizde artık pek azalan birkaç dürüst devlet adamından biridir Faik Pa şa, ne yapıp yapıp kurtarmalı. Devletin direkleri bir bir yıkılıyor düzenbazlar eliyle, bu koca yapı sallanıyor artık, bir şeyler yapmalı pa şa, bir şeyler yapmalı pa şa! Omuz verip önleyelim bu çökü şü, önleyelim pa şa!” (s. 63-64). Yukarıdaki sözler de gösteriyor ki, Yusuf A ğa ileri görü şlüdür, duyarsız de ğildir. Ülkenin içinde bulundu ğu durumdan kurtulması için bir şeyler yapılması gerekti ğine inanmaktadır ve bunun için kendi payına dü şeni yerine getirmeye hazırdır. Bu noktada sadrazamın “ Eksik olmayın Yusuf A ğa. Sanırım, bozulup koku şmayan bir siz kaldınız Topkapı Sarayı’nda ” (s. 64) deyi şi, Yusuf A ğa’nın dürüstlü ğünün Kara Mustafa Pa şa’ca da bilindi ğini ortaya koyar. Yusuf A ğa, devlet adamlı ğında liyakate de ğer verir. Mevkide gözü yoktur. Sultan Đbrahim sadrazamın öldürülmesi emrini verdi ğinde Silâhtar Yusuf A ğa sadrazam pa şanın ba ğışlanmasını dilerse de bundan sonuç alamaz.

Sultan Đbrahim’in silâhtarı Yusuf A ğa’yı bir süre sonra Yusuf Pa şa olarak görürüz. Yusuf Pa şa Girit’e ba ğlı bir kale olan Hanya’yı fethetmi ştir. Kösem Sultan, o ğlunu dayanaksız bırakmak için Yusuf Pa şa’yı da ortadan kaldırtmayı kurmaktadır. Ma şa olarak kullandı ğı Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa’dan bunun için de faydalanır. Onun aracılı ğıyla padi şahı Yusuf Pa şa’ya kar şı kı şkırtır. Sultan Đbrahim sadrazamı kovsa da Yusuf Pa şa, kendisini ele ştirdi ği, Kara Mustafa Pa şa’nın akıbetine u ğramaktan çekindi ğinden sadrazamlı ğı kabul etmedi ği için padi şahça idam ettirilir.



 Yusuf önceleri silâhtardır, padi şahın dert orta ğıdır. Âdeta onun için ya şar. Do ğrudan, adaletten yanadır. Gün geçtikçe yapılan yanlı şları görür, elinden geldi ğince padi şahı bunlardan alıkoymaya çalı şır. Özellikle Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’nın yok yere öldürülmesi onda derin bir iz bırakır. Yusuf A ğa bir süre sonra Yusuf Pa şa olur, emrine ordu alarak Girit’i fethetmeye gider. Şartların zorlu ğu, Đstanbul’un ça ğrıya duyarsız kalması yüzünden sadece Hanya Kalesi’ni fethederek ba şkente döner. Yine de şikâyetçi de ğildir. Ancak, sadrazamın ya ğma yapılmamasını Yusuf Pa şa aleyhine kullanmak istemesi üzerine Yusuf Pa şa bildiklerini hiç korkmadan anlatır, sadrazam ve hükümdara ele ştirilerini sıralar. Son ele ştirisi kendisini ipe götürmü ştür.

Yusuf Pa şa da düzenden yana, âdil bir devlet adamı tipidir. Olumlu ki şilerden biridir. Tarihî bir ki şidir, gerçekçi bir biçimde ve psikolojik boyutuyla sunulmu ştur. Etken bir yapısı vardır. Ki şilik geli şimi göstermez. Bir pa şa olarak devletin gücünü temsil vasfıyla Girit’e sefere çıkmı ştır. Dı ş çatı şma ya şamı ş, olumsuz ki şilerin iftirasına u ğramı ştır. Yazar, onu daha çok konu şmalarıyla dikkatlere sunmu ştur. Yusuf Pa şa’nın sonu da trajik olmu ştur.

Turhan Sultan: Sultan Đbrahim’in öldürülmesi üzerine kendisi dul, çocu ğu da yetim kaldı ğı için Turhan Sultan alıcı şahıs sayılmı ştır.

Turhan’ı ilk kez birinci perdenin üçüncü sahnesinde bir cariye olarak görürüz. Kösem Sultan ondan Silâhtar Yusuf A ğa’yı ça ğırmasını ister. Bu esnada Kösem onu tepeden tırna ğa süzer. Turhan’la ilgili olarak kendi kendine “ Şeytan kız! Nasıl da anladı maksadımı. Kalçaları bir ba şka türlü kımıldamaya ba şladı padi şah için baktı ğımı anlayınca. Ah ke şke! Ke şke sen çözsen o ğlanın dü ğümünü de, birinci hasekisi olsan Hünkârın! ” (s. 22) biçiminde konu şur. Buradan, tüm cariyeler gibi Turhan’ın da padi şahın hasekisi olup sarayda seçkin bir yer edinmek istedi ği sonucunu çıkarabiliriz.

Be şinci sahnede Cinci Hoca söz konusu yöntemiyle Sultan Đbrahim’i cinsel gücüne kavu şturur. Onun ilk birlikte olması gereken kızı da Kösem Sultan’a “ Hünkârın hiç görmedi ği bir kız gerek sultanım, altın saçlı, gök gözlü, teni süt gibi ak! ” (s. 44) sözleriyle betimler. Kösem’in yanıtıysa “ Kız hazır hocam merak etme: Rus dönmesi, on be şinde var yok, bir tomurcuk daha, açılmak için sabırsızlanan. Adı Turhan ” (s. 44) biçimindedir. Buradan, Turhan’ın çok güzel oldu ğunu anlıyoruz.



 Yedinci sahnede Turhan ile Sultan Đbrahim gerde ğe girmi ştir. Sultan Đbrahim onu, “Tahta onlar çıkardılar beni Turhan, ama sen padi şah yaptın. Hadi şimdi” (s. 47-48) diyerek gece vakti, müjde vermesi için Kösem Sultan’a gönderir. Ancak, bir süre sonra Turhan’ın Sultan Đbrahim’i özellikle Hüma şah’tan kıskandı ğını görürüz. Turhan aynı zamanda, Şehzade Mehmet’i dünyaya getirir. Unutulmu şlu ğu sineye çekmesinin yanında padi şah için de endi şelenir. Şu sözlerle ifade eder kaygılarını Kösem Sultan’a:

“Padi şahın o tuhaf hâlleri de üzüyor beni sultanım; ne de olsa kocam, o ğlumun babası. Hele o soytarıyla şakala şmaları yok mu! (…) Adam kendi evine girer gibi giriyor Hünkârın odasına. ‘Sen benim ustamsın güldürücüba şı’ diyormu ş soytarıya, ‘Sadrazamdan ilerisin katımda.’ Kılık de ğiştirip soka ğa çıkıyormu ş geceleri. Ba şına bir i ş gelecek diye korkuyorum” (s. 85). Yazar tarafından bir tip olarak ele alınan Turhan Sultan hem fizikî, hem psikolojik boyutuyla sunulmu ştur. Olumlu ki şilerdendir. Ki şilik geli şimi sergilemez. Tarihî bir ki şidir, gerçekçi bir biçimde yansıtılmı ştır. Dı ş çatı şma ya şamı ş, di ğer haseki ve cariyelerle rekabet etmek zorunda kalmı ş, Sultan Đbrahim’i onlardan kıskanmı ştır. Yazar tarafından yargılanmamı ştır. Oflazo ğlu’nun tarih konulu ilk piyesinin Deli Đbrahim oldu ğunu göz önüne aldı ğımızda Turhan Sultan’ın da yazarın var etti ği ilk haseki tipi oldu ğunu öne sürebiliriz.

Sultan Mehmet: Yeniçeriler ve ileri gelenlerin Kösem’le i şbirli ği yapması sonucunda Sultan Đbrahim’in tahttan indirilerek yerine o ğlu Şehzade Mehmet’in padi şah yapılması ve yeni hükümdara atfedilen bir fermana dayanılarak Sultan Đbrahim’in bo ğdurulması dolayısıyla Sultan Mehmet alıcı şahıslardan biri kabul edilmi ştir.

Eserde Sultan Mehmet’in karakter özellikleri üzerinde durulmaz. Đkinci perdenin üçüncü sahnesinde Şehzade Mehmet Sultan Đbrahim’in ilk şehzadesi olarak dünyaya gelir. Do ğuşu, davul zurna çalınarak kutlanır. Sultan Đbrahim Cinci Hoca’ya Şehzade Mehmet’ten “ Nur topu gibi bir aslan yavrusu hocam! ” (s. 68) diye bahseder.

Đkinci perdenin yedinci sahnesinde Kösem Sultan, adabıyla Đbrahim’i tahttan indirmezse asker, ulema ve halkın elbirli ğiyle bunu yapaca ğını söyler. Bu yolla iktidarı da elinde tutabilecektir. Tahta çıkarılacak şehzade de oldu ğunu dü şünür. Bu şehzade Şehzade Mehmet’tir.

Üçüncü perdenin altıncı sahnesinde yukarıda sözü edilen hareket ba şlatılır. Asker ile ileri gelenler Kösem’in yönlendirmesi altında saraya yürür, Sultan Đbrahim’i tahttan 

 indireceklerdir. Kızlara ğası Sultan Đbrahim’e “ Şehzade Mehmet’i tahta çıkaracaklarmı ş efendimiz ” (s. 120) der. Saraya gelmi ş olanlardan Yeniçeri A ğası Mustafa A ğa, “Şehzademiz tahta lâyıktır sultanım, Şeyhülislâm’ın fetvası buna tanıktır ” (s. 125) diyerek yedi ya şında bir çocuk olan Şehzade Mehmet’in tahta oturtulaca ğını söyler Kösem Sultan’a, beraberindekilerle aynı görü şte olarak. Böylelikle Şehzade Mehmet tahta çıkarılır ve Sultan Mehmet olur.

Oyunun son sahnesinde Kösem Sultan, Đbrahim’in hapsedildiği yerden kurtulup kendisi ve yeniçeri a ğalarını ortadan kaldırması ihtimaline kar şı Đbrahim’in resmî belgeye dayanılarak bo ğdurulmasını ister. “ Babam Đbrahim Han, kendi havasına uyan birtakım ki şilerle fitne ve fesat hazırlamaktadır. Varlı ğı, devlet ve millet güvenli ği için büyük bir tehlike durumuna girmi ştir. Bu tehlike ortadan kaldırıla ” (s. 128) şeklinde bir ferman hazırlatır. Bu fermandaki yalnızca imza Sultan Mehmet’e aittir. Böylelikle Sultan Đbrahim bo ğdurulur.

Şehzade Mehmet tip olarak ele alınmı ştır. Fizikî ve psikolojik özelliklerinden söz edilmez. Henüz küçük bir çocuktur. Edilgendir. Büyüklerin yönlendirmesiyle hareket eder. Olumludur. Tarihî ki şilerden biridir, gerçekçi olarak sunulmu ştur. Yazar tarafından yansız bir şekilde ele alınmı ştır. Hükümdar olunca devlet otoristesinin temsilcisi olmu ştur.

Cellâtlar (Kara Ali ve Hamal Ali): Cellâtları oyunun son sahnesinde Sultan Đbrahim ile Hüma şah bo ğdurulaca ğı zaman görürüz. Onlar bu i şi yapmak istemezler. Kaçma giri şiminde bulunurlar. Fakat, yeniçeri a ğaları buna izin vermezler. Kara Murat’ın “Hadi ulan, pis Çingene! Bırak bu masumlu ğu da, takın bakalım kanlı yüzünü! Yoksa ben takarım ha! ” (s. 130) şeklindeki hakaretiyle hançer baskısı altında hücreye sokulup Sultan Đbrahim ile Hüma şah’ı bo ğmak zorunda kalır Kara Ali ile yama ğı Hamal Ali.

Oyunda cellâtların şahsiyetleri i şlenmez. Kara Ali’nin sözlerinden, görevleri gere ği, birçok infazda bulunduklarını ö ğreniriz. Ancak, hiç istememelerine ra ğmen, can korkusuyla, Sultan Đbrahim ile gözdesini de bo ğmak zorunda kalırlar. Bunu yapmaları da canlarını kurtarmalarına yetmez. Kösem’in emri doğrultusunda, Đbrahim’in nasıl öldürüldü ğü duyulmasın diye öldürüleceklerdir.



 Cellâtlar tip düzeyinde verilmi ştir. Psikolojik özelliklerinden (padi şahı öldürme dü şüncesinden deh şet duymaları) kısmen söz edilmi ştir. Đnsanları öldürme görevini yerine getirdikleri için etken olduklarını söyleyebiliriz. Olumsuz ki şiler olarak görülseler de insanlıklarını, acıma ve korku duygularını yitirmemi şlerdir. Ki şilik de ğişimi geçirdikleri gözlemlenmemi ştir.

2.3.2.6. Yardımcı

Hobyar: Hobyar saraylı kadınlardan biridir. Oyunda onun kişili ği tahlil edilmez. Kösem Sultan hekimlerden çare gelmedi ğini söyleyip Silâhtar Yusuf A ğa’dan üfürükçü hoca bulmasını istedi ğinde bu görevle yükümlendirilenlerdendir Hobyar. O, Cinci Hoca’yı bulmu ştur. Cinci Hoca, Sultan Đbrahim’in sorununun çözecektir. Hobyar’ın oyun içerisindeki rolü bu kadardır.

Hobyar, bir tiptir. Herhangi bir çatı şma ya şadı ğı, yazar tarafından yargılandı ğını söyleyemeyiz. Yazar tarafından sunumu yüzeyseldir. Gördü ğü hizmet Sultan Đbrahim lehine oldu ğu için olumlu bir kahraman sayılabilir.

Kızlara ğası: Oyunda Kızlara ğası’nın karakteri üzerinde durulmamı ştır. Görevini yapmaya çalı şan bir ki şiliktir. Ayırt edici özellikleri söz konusu de ğildir. Oyunun ilk sahnesinde Sultan Đbrahim’i zorla tahta oturtmak isteyenler arasında Kızlara ğası da yer alır. Sonraki kısımlarda da bazen sahnede görünür.

Kızlara ğası kendine biçilen ödevi yerine getirmi ştir. Bu uzun süreç boyunca zaman zaman padi şahtan, Turhan, Hüma’dan azar i şitmi ştir. Hünkârın şehvetine hizmet etmek durumunda kalmı ştır.

Üçüncü perdenin altıncı sahnesinde saray kapılarının Kösem Sultan’ın emriyle isyancılara nasıl açıldı ğını Sultan Đbrahim’e Kızlara ğası söyler. Şehzade Mehmet’in padi şah yapılaca ğını, isyancıların sarayda aşama a şama ilerleyi şini de Kızlara ğası bildirir. Sona do ğru da ona, şehzadeleri öldürüp tahtını korumasını önerir. Hüma şah da tela şla aynı şeyleri söylerken Kızlara ğası sessizce kaybolur.

Kızlara ğası son ana kadar efendisine sadık bir köle gibi hizmet etmi ş, kendince gördü ğü kurtulu ş yolunu salık vermi ştir. Yapabilece ği ba şka bir şey kalmadı ğını görünce, belki canını kurtarabilmek için, ortadan kaybolmu ştur. O, bir tiptir. Fizikî özelliklerinden söz



 edilmemi ştir. Psikolojik açıdan da i şlenmedi ğini söyleyebiliriz. Đnandırıcı bir biçimde yansıtılmı ştır. Kendisini davranı şlarıyla tanırız. Padi şahın cinsel arzularının gerçekle şmesi yolunda hizmet etmek zorunda kalmı ş olsa da onu olumlu ki şilerden biri olarak kabul ederiz. Ki şilik geli şimi göstermez.

Bostancıba şı: Bostancıba şı da görevini eksiksiz yerine getirmeye çalı şmaktadır. Eserde Bostancıba şı’na Kızlara ğası kadar da yer verilmez. Padi şahın emriyle bir ki şi idam edilece ği zaman söz konusu ki şi, cellâtlara verilmek üzere Bostancıba şı’na teslim edilir. Üçüncü perdenin altıncı sahnesinde isyancılar saraya yürürken Bostancıba şı Kösem Sultan’ın emriyle Bâbıhümayun’u açar.

Bostancıba şı, bir tiptir. Fiziksel ve psikolojik boyutu ayrıntılı biçimde i şlenmez. Herhangi bir çatı şma ya şamaz. De ğişim / dönü şüm geçirmez. Đnsanları cellâda teslim etmek gibi bir görevi olsa da efendisine sadık olmak zorunda oldu ğundan onu olumlu ki şilerden biri kabul ederiz. Đnandırıcı bir şekilde ele alınmı ş, yazarca yargılanmamı ştır. Heybetli oldu ğu belirtilir.

Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa: Mehmet Pa şa Kösem Sultan’ın iste ğiyle sadrazam olmu ştur. Đkinci perdenin dördüncü sahnesinde Đstanbullular kendi aralarında Kösem Sultan hakkında konu şurlarken Sultanzade Mehmet Pa şa’yla ilgili de yorum yaparlar: “Đstedi ği adamı da sadrazam yaptırdı, kolayca yular takacak birini buldu kendine. Sadrazam olacak adam mıydı Sultanzade Mehmet Pa şa? ” (s. 72).

Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa karaktersizdir; dalkavuk, kendi çıkarları için iftira etmekten çekinmeyen bir ki şili ğe sahiptir. Sultan Đbrahim’e “Siz halifesiniz, Tanrı’nın yeryüzüne dü şen gölgesisiniz, sizden yanlı ş çıkar mı hiç? Aykırı görünen i şleriniz derin anlamlı i şaretlerdir birer, kullarınıza onları anlamak dü şer ” (s. 75) demesi, kendisinin dalkavukluktaki derecesini göstermesi bakımından anlamlıdır. Ula ştı ğı yerden olmamak için padi şahın şehvetini körükler. Devletin çıkarları umurunda de ğildir. Padi şaha her şeyin yolunda oldu ğunu söyler. Lâyık olmadı ğı hâlde sadrazam olmasını sa ğlayan Kösem Sultan’ın ma şası durumundadır. Kösem Sultan, adamı Mustafa A ğa’yı kendisi Yeniçeri Oca ğı’nın ba şına geçirtemeyince bunu Mehmet Pa şa’yı kullanarak yapar. Mehmet Pa şa söz konusu i şi ba şarabilmek için padi şahın kadına olan zaafını kullanmı ştır. Mehmet Pa şa’nın sadrazamlı ğı Kösem Sultan’ın i şine geldi ği için ve



 Yusuf’un saf dı şı bırakılması Sultan Đbrahim’in dayanaksız kalmasına sebebiyet verece ğinden Kösem Sultan, Mehmet Pa şa vasıtasıyla Yusuf Pa şa’yı ortadan kaldırtmak istemi ştir. Ancak, bu i şin sonucu umdukları gibi olmaz. Sadrazam yerinden olmu ş, saraydan kovulmu ştur.

Mehmet Pa şa, yazar tarafından tip olarak, psikolojik boyutuyla sunulmu ştur. Olumsuz ki şilerden biridir. Tarihî bir şahsiyettir, inandırıcı bir şekilde verilmi ştir. Ki şilik geli şimi göstermez. Tek boyutludur. Sadrazam oldu ğu dönemde padi şah adına ülkeyi yönetme yetkisini kullanır. Çıkarlarının tehdit altına girdiği durumlarda dı ş çatı şma ya şar. Konu şmaları ve davranı şlarıyla tanıtılır. Geleneksel devlet adamı tipinden ayrı özellikler ta şıdı ğı için onu dejenere bir tip kabul edebiliriz.

Sadrazam Ahmet Pa şa: Sultan Đbrahim Yusuf Pa şa’yı Bostancıba şı’na teslim ettikten “Kim sadrazam yapılacak şimdi? ” (s. 94) diye sorunca Hüma şah “ Aslanım tatlı canını üzmesin bunun için. Ahmet Pa şa diye biri vardır kullarınız arasında, bu i şi ondan iyi becerecek ki şi yoktur. Siz biraz dinlenip keyfinize bakın, ben mührü gönderirim Ahmet Pa şa’ya ” (s. 94) şeklinde cevap verir. Ahmet Pa şa böylelikle sadrazam olmu ştur, bu i şe lâyık ba şka biri bulunamadı ğı için.

Üçüncü perdenin birinci sahnesinde Đskender Çelebi Kö şkü’nde Kösem Sultan’la görü şmekte olan Yeniçeri a ğası Mustafa A ğa, Sadrazam Ahmet Pa şa’yla ilgili olarak “Bu yeni sadrazam Ahmet Pa şa Mehmet Pa şa’yı aratır oldu dalkavuklukta, i şi gücü padi şahın şehvetine u şaklık etmek ” (s. 97) şeklinde konu şur.

Yukarıda sözü edildi ği durumlar dı şında Sadrazam Ahmet Pa şa’yı sahnede bizzat görmeyiz. Onu yardımcı şahıslar arasına dâhil edi şimizin sebebi, padi şahın şehvetine hizmet etmesidir.

Kendisinden söz edilen kısımlardan anladı ğımıza göre, Ahmet Pa şa dalkavuk, çıkarcı, bunun için de padi şahın şehvetini körükleyen bir ki şili ğe sahiptir. Kendisini tip sayabiliriz. Fizikî özelliklerinden söz edilmemi ştir. Tek boyutlu bir ki şidir. Olumsuzdur. Ki şilik de ğişimi göremeyiz onda. Geleneksel devlet adamı tipine aykırı davrandı ğı için onu dejenere bir tip sayabiliriz.



 2.3.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Deli Đbrahim oyununun ba şında Đbrahim zorla tahta çıkarılırken Bâbüssaade önünde bulunan kalabalı ğı te şkil edenler dekoratif kahramanlardandır. Kubbealtı vezirleri, Kapıa ğası, Enderunlular bu kalabalıkta yer alanlardandır.

Đlk kez birinci perdenin ikinci sahnesinde kar şımıza çıkan I, II, III ve IV. Đstanbullular da dekoratif şahıslar arasındadır. Đstanbullular di ğer dekoratif ki şilere göre sahnede daha çok görülür. Ancak, her birinin ki şili ği ayrı ayrı i şlenmemi ştir. Bunlar Sultan Đbrahim’in tahta geçi şi ve cinsel yetersizli ği, Cinci’nin saraydan dönmeyi şi, Kösem Sultan’ın iktidar hırsı, padi şahın çılgınlıkları hakkında kendi aralarında konu şur, yorum yaparlar. Đkinci perdenin dördüncü sahnesinde Sultan Đbrahim soytarı kılı ğına girip gece vakti şehirde dola şarak kendi icraatlarına dı şarıdan nasıl bakıldı ğını anlamak istedi ğinde Đstanbullular çıkar kar şısına. Soytarı rolündeki padi şah, Sultan Đbrahim, Sadrazam Mehmet Pa şa, Kızlara ğası gibi ki şilerin taklidini yapar. Đstanbullular da ba ğlama göre yorumlarda bulunur. Böylece kar şılıklı şakala şıp gülü şürler.

Đstanbullular di ğer dekoratif kahramanlardan biraz farklıdır. Yazar onlara “koro”nun işlevini yüklemi ş denebilir. Sultan Đbrahim’in, son çılgınlı ğı olarak, Hüma şah’ı Osmanlı tahtına oturtması üzerine, üçüncü perdenin be şinci sahnesinde Đstanbulluların “ Tahtına oturmayanın bahtına otururlar ” (s. 115), “ Tanrı mıdır, sonsuzda mı barınır bu Sultan Đbrahim, onun da bir sınırı olmalı benim bildi ğim ” (s. 118-119) sözlerini yinelemeleri, Sultan Đbrahim’in tahttan indirilece ğini bize haber verir.

Sultan Đbrahim’in hasekileri olan Dilâ şub ve Muazzez de dekoratif şahıslardır. Dilâ şub’u ikinci perdenin birinci sahnesinde Hüma ile birlikte padi şahın has odasındaki vazolara çiçek koyarken görürüz. Burada Hüma ve Dilâşub haremdeki cariyelerdendir henüz. Kösem Sultan göndermi ştir onları, hükümdarca fark edilsinler diye.

Đngiliz kızları ve di ğer cariyeler: Đkinci perdenin be şinci sahnesinde Sadrazam Mehmet Pa şa Sultan Đbrahim’e Đngiliz kızlarıyla samur kürk getirmi ştir. Sultan Đbrahim bunlara dokununca âdeta sarho ş olur. Ba ştan beri hareminde Đngiliz kızı olmadı ğından şikâyet eden Sultan Đbrahim bu kızlara dokunduktan sonra Cinci’ye “ Gerçekten beyaz bir ipek gibi tenleri, hocam! Bakalım alevleri hangi dereceden ” (s. 79) der.



 Đspanyol, Đtalyan, Yunan, Arap, Çerkez, Gürcü gibi hemen her ırktan cariye bulunur Sultan Đbrahim’in hareminde.

Di ğer saray halkı ve askerler: Bunlar da sahnede bizzat yer almaz. Askerlerle, yeniçeriler kastedilir. Saray halkından da üçüncü perdenin altıncı ve yedinci sahnelerinde bahsedilir. Sultan Đbrahim, isyancılara saray halkıyla beraber kar şı koyaca ğını söyledi ğinde Kızlara ğası hepsinin korkudan ortadan kayboldu ğunu belirtir. Yedinci sahnede de Đstanbullular saray halkıyla Sipahi Oca ğı’nın birlikte hareket edip Sultan Đbrahim’i hapsedildi ği hücreden kurtarabilece ği yorumunu yapar.

Eserdeki dekoratif kahramanlar ortamı yansıtmak, bağlamı okuyucunun / seyircinin gözünde canlandırmak için var edilmi şlerdir. Ki şiliklerinin ayrıntılı bir biçimde işlenmesi söz konusu de ğildir. Sı ğ şekilde de ğinilmi ştir kendilerine. Onları olumlu veya olumsuz olarak de ğerlendirmek de mümkün görünmemektedir. Ki şilik geli şimi sergilemezler. Dilâ şub, Muazzez gibi ki şiler, tarihî şahsiyetlerdir. Koro i şlevi üstlendikleri yukarıda da belirtilen Đstanbulluları halkın sesi kabul edebiliriz.

2.3.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Piyeste on dokuzu erkek, be şi kadın olmak üzere yirmi dört kahramanı sahnede görürüz. Sultan Đbrahim, Şeyhülislâm, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa, Silâhtar Yusuf A ğa, Cinci Hoca, Kızlara ğası, Sadrazam Sultanzade Mehmet Pa şa, I, II, III ve IV. Đstanbullu, Soytarı, Mustafa A ğa, Bekta ş A ğa, Kara Murat A ğa, Muslihiddin A ğa, Cellât Hamal Ali ve Kara Ali, Bostancıba şı erkek kahramanlar; Kösem Sultan, Turhan Sultan, Hüma şah, Dilâ şub ve Hobyar kadın kahramanlardır. Muazzez, Sadrazam Ahmet Pa şa, Rumeli Beylerbeyi Faik Pa şa, Sofya Kadısı Sencarlı Mehmet, Venedik elçisi de adı anılan kahramanlardır.

Eserde en çok Sultan Đbrahim üzerinde durulmu ştur. Kendisi cinnetin simgesi olmu ştur. Tarihî bir ki şidir. Oyunun Oflazo ğlu’nun tarih konulu ilk eseri oldu ğunu dü şündü ğümüzde Sultan Đbrahim’in yazarın ortaya koydu ğu ilk hükümdar karakteri oldu ğunu söyleriz. Sultan Đbrahim karakter boyutunda i şlenmi ştir. Cinnetine yenilmemek için yaptı ğı çılgınlıklarla verilmi ştir. Önce edilgen, korkaktır. Zamanla ki şilik de ğişimi / dönü şümü geçirir. Daha etken olacak, ama zalimle şecektir de. Birçok insana bir hiç u ğruna kıyacaktır. Hem iç, hem dı ş çatı şma ya şar. Olumsuz pek çok



 eylemi olsa da yazar ona kar şı tavır almamı ş, kendisini yüceltmi ştir. Osmanlı tarihi kitaplarında çizilen Deli Đbrahim portresinden daha üstündür Oflazo ğlu’nun Sultan Đbrahim’i. Sultan Đbrahim’in sonu trajik olmu ştur.

Deli Đbrahim , yazarın tarih konulu oyunlarının ilki, tragedyalarından biridir. Sultan Đbrahim’in dı şında daha pek çok tarihî ki şi bulunur bu piyeste. Kösem Sultan, Turhan Sultan, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa gibi şahıslar oyundaki tarihî ki şilerdendir. Yazar bunları i şlerken inandırıcı bir yol tutmu ş, kendilerini ba şarıyla sunmu ştur. Sultan Đbrahim ve Kösem Sultan’ı karakter olarak, di ğer ki şileri tip düzeyinde i şlemi ştir. Kahramanları psikolojik boyutlarıyla ele almı ştır. Đyi ve kötü kahramanları övme ya da yerme yoluna gitmemi ştir.

2.4. Sokrates Savunuyor

2.4.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Sokrates Savunuyor 10 , A. Turan Oflazo ğlu’nun iki perde (iki + dört sahne)den meydana gelen tragedyasıdır.

Birinci perdenin ilk sahnesinde, Atina’da açık bir alanda sabah vakti Sokrates’i Atinalıları uyandırmaya, dü şündürmeye çalı şırken görürüz. Sokrates, aklı her şeyin üstünde tutmak gerekti ğini, yüre ği akılla e ğitme zorunlulu ğunu dile getirir. Kötü niyetli Anitos ve Meletos adlı ki şiler, Sokrates’in hükûmet aleyhine konu ştu ğu, dü şmanları Sparta ve Persleri övdü ğü, eski ozan ve tanrılarını inkâr etti ği, bu tür dü şüncelerle de gençleri zehirledi ği iddialarıyla iki asker e şli ğinde oraya gelirler.

Đkinci sahnede herkese açık mahkemede Sokrates yargılanmaktadır. Savcı’nın Sokrates aleyhinde oldu ğu, hükûmetin savunucusu oldu ğu görülmektedir. Anitos ile Meletos da onun aleyhinde şahitlik etmektedir. Sokrates, hakkında söylenenleri çürütmekte, davayı kazanır gibi olmaktadır. Đç Ses’i ona, davayı kazanırsa, dü şünceleri u ğruna ölmezse adının bir gün kaybolaca ğını, ancak bu yolda öldürülürse “ adının ölümsüzlü ğün tunç levhasına kazınaca ğını” söylemektedir. Bunun için, Sokrates bile bile açık verir. Mahkemeyi istedi ği yöne çeker ve oy çoklu ğuyla ölüm cezasına çarptırılır.

  6`C:



 Đkinci perdenin birinci sahnesinde Sokrates zindanda, Đç Ses’i ve Tekeler Korosu ile birliktedir.

Đkinci sahnede dostları Kriton ve Apollodoros Sokrates’i zindandan kaçırmaya gelmi şlerdir, Gardiyan’ın izin vermesiyle içeri girerler. Ancak, Sokrates onları kaçmaması gerekti ğine ikna eder.

Üçüncü sahnede Sokrates zindanda son gecesini karısı Ksantipe ile beraber geçirir.

Dördüncü sahnede Sokrates önce, dostları ve Gardiyan ile oyun oynar, şairli ğe özenir; ardından, baldıran zehrini içerek ölür.

2.4.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.4.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun aslî kahramanı Sokrates’tir. Sokrates eserde yetmi ş ya şlarında beyaz saçlı, kalın dudaklı, dinç bir adam olarak tanıtılır. Sokrates, som dü şünce demektir. Atinalıların uyanıp dü şünmelerini sa ğlamak için var gücünü seferber etmi ştir.

Büyük filozof, aklı her şeyin üstüne koymu ş, âdeta gö ğe çıkarmı ştır. “ Aklın tartı şılmaz egemenli ği altına alınmalı her şey, böyle derim ben. Şimdiye dek korktu ğu her şeyin efendisi olmalı insan, böyle derim ben. Alınyazısı diye bir şey varsa, bu yazıyı kendi eliyle yazmalı insan, böyle derim ben ” (s. 44-45) biçiminde konu şur. Benli ği, duyguları akılla terbiye etmek, ihtiraslara yenilmemek gerektiğini savunur. Ki şi böylelikle kendisini tanıyacak, ondan sonra da dü şmanı tanıyıp ona kar şı güçlü olma yollarını arayacaktır.

Sokrates yönetimdekileri de ele ştirir, onların da iyiyi kötüyü bilmediklerini dü şünür. Kötülüklerden uzak durmak için bilgili olmak gerektiğini savunur.

Sokrates kendini dü şünmeye, yurtta şlarını aydınlatmaya, uyandırmaya adadı ğı için işsizdir. Bunun için de refah düzeyi yüksek de ğildir. Karısı Ksantipe sürekli alacaklılarla bo ğuşmak, onları savu şturmak zorunda kalır. Sokrates sürekli dü şündü ğü için şüpheci bir insandır. Dogmaları sorgulamak gerekti ği görü şündedir.

“Düzen kar şıtı” olarak suçlanan Sokrates, kendisini, öz benli ğini kurtarmak için savunmayacaktır. Zira o, dü şünceleri u ğruna ölümü göze alabilecek yüreklilikte bir 

 şahsiyettir. Mahkemede “ Kendim için savunmayaca ğım kendimi. Çünkü zerrece korkmuyorum ölümden. (…) Sizler için, Atinalılar için savunaca ğım kendimi ” (s. 33-34) der. Ünlü bilge, Tanrı’nın varlı ğını kabul etmekte; ancak, mitolojiyi, tragedyayı reddetmektedir. Tragedyada büyük yalanlar, abartılar, olumsuz örnekler oldu ğu için tragedya yazarlarının tavrını tasvip etmez.

Sokrates, dü şman devlet Sparta’yı güçlü kılan yönlerin kendilerine yani Atinalılara örnek te şkil etmesi gerekti ğini savunur. Hayata bilimsel bir bakı ş açısıyla yakla şılması gerekti ği dü şüncesindedir; tümevarım yöntemiyle varlı ğın anlamlandırılabilece ğini, böylelikle evren üzerinde hâkimiyet kurulabilece ğini ileri sürer. “Sokrates dü şünmenin son amacı olarak bilimin do ğaya kar şı egemenli ğini savunur ” ( Şener, 1969: 268). Bunu şu şekilde ifade eder:

“Aklın kılavuzlu ğunda, tek tek durumların özüne i şleyip, derinde yatan kavramları çıkarmalıyız bilinç aydınlı ğına. Ancak o zaman tanımaya ba şlarız, kendimizi de, do ğayı da, do ğaüstü varlıkları da. (…) Kavramlara ermek, bilimi kazandırır bize; bilimi kazanmaksa, her şey üstüne egemen kılar bizi” (s. 43-44). O güne kadar böyle bir şey yapılmadı ğı için tüm atalarının ve kendisinin hiçbir şey bilmedi ğini söyler.

Sokrates aslında Atina’nın sa ğduyusu, üst benli ğidir. Ama, dü şünmeyen Atinalılar bunu kolaylıkla algılayamazlar ve rahatlıkla hemen görmezden gelebilirler. Geç de olsa, kendisinin ülke için yararlılı ğının anla şılması üzerine ona önemli devlet görevleri teklif edilmi ş, Sokrates bunların hiçbirini kabul etmemi ştir. Böyle davranacak kadar da tokgözlü, erdem sahibi bir şahsiyettir. Maddî çıkarlar pe şinde de ğildir. Ülkesine, do ğruya adamı ştır kendisini.

“Gerçi en büyük sevgiler, yi ğitlikler bile ölümle taçlanmadıkça eremezler ölümsüzlü ğe… ” (s. 65) görü şünde olan Sokrates, dü şünceleri u ğruna öldürülüp adını sonsuzlu ğun tunç levhasına ölümsüzlü ğün elmastan harfleriyle kazdırmak ister. Böylece, öldürülmek yoluyla ölümsüzle şecek, “dü şünce”nin sembolü olacaktır. Onun için de mahkemeyi kendi istedi ği yöne çeker.

Sokrates, zindanda kendiyle yüzle şecek, bastırdı ğı duygularıyla bo ğuşacaktır. Tekeler Korosu onun bu duygularını, bastırılmı ş arzularını sembolize eder. Sokrates önceleri hakir, baya ğı gördü ğü şeylere zindanda ra ğbet eder; bu, onun kendisiyle çeli şmesi



 anlamına gelse de. Hakikati dejenere etti ği için kızdı ğı tiyatro, bunlardan biridir. Son geceyi karısıyla geçiren Sokrates, fikirleriyle buradaki hareketlerinin çeli şkili oldu ğunu itiraf eder. Đç Ses’i şöyle demektedir:

“Ters yüz oldu varlı ğın, Sokrates! Aklı Tanrı katına çıkarmı ştın, içgüdülerin buyru ğuna girdin zindanda. (…) Şiiri kötülerdin, tiyatroyu yererdin; ozanlık tasladın, oyunculu ğa özendin burada. (…) Öğrettikleriyle çeli şen bir ö ğretmen oldun çıktın, sen içmeyesin de kimler içsin baldıran zehirini! (…) Şimdi, Sokrates, kendine kar şı savunmalısın kendini; içinde çatı şan güçleri mutlak uzla ştırmalısın, yarın dengeli bir ruhla çıkmalısın dostlarının kar şısına!” (s. 87). Sokrates, kendisiyle barı şık olarak ölmek istemektedir. Bu sözler, yazar tarafından karakter olarak i şlenen Sokrates’in bir ki şilik de ğişimi geçirdi ğini ortaya koymaktadır.

Büyük filozof, “… Dostlarım, ölüme gidece ğim ama yine gelece ğim ben. Canlılar arasında görünece ğim ça ğ ça ğ, her seferinde daha güçlü, daha sa ğ!” (s. 94) şeklinde konu şarak ölümünün yok olması de ğil, aksine dü şüncelerinin, gerçeklerinin âdeta zaman ve mekânlar üstü bir konuma yükselmesi anlamına gelece ğini ortaya koymu ş olur.

Oflazo ğlu’nun daha çok psikolojik boyutuyla ele aldı ğı Sokrates, tarihî bir ki şidir. Dü şünceleri u ğruna öldürülerek “dü şünme”nin, aklın simgesi olmu ştur. Oyundaki en önemli ki şi ve karakter olarak ele alınan tek kahramandır. Etken bir konumdadır. Ölüm cezasına çarptırılsa da bu sonucu bile bile ortaya çıkardı ğı için faal durumdadır. Sokrates’in anla şmazlı ğı kendi dı şındaki güçlerledir daha çok. Ancak, zindanda kaldı ğı kısa dönemde aklı ile içgüdüleri arasında gelgitler ya şaması kısa süre de olsa kendisiyle çeli şti ği anlamına gelir. Davranı şları inandırıcı olan Sokrates, olumlu bir ki şidir. Yazar tarafından yansız bir biçimde alınır.

2.4.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Meletos ve Anitos: Meletos’la Anitos, kötü niyetli kişilerdir. Sokrates’in Atinalılarla konu şmasını dinlemeye maksatlı gelmi şlerdir. Amaçları, onun açı ğını yakalamak, dolayısıyla ceza almasını sa ğlamaktır. Sokrates bunun bilincindedir. Onun için, Atinalılarla konu şurken zaman zaman onların gözlerinin içine bakar ve onlara da seslenir. Bu iki ki şi, Sokrates’in söylediklerini kendi anlamak istedikleri biçimde yorumlarlar birbirlerine. Bir süre sonra da beraberlerinde gelen iki askere Sokrates’i gösterip sıvı şırlar. Mahkemede de Sokrates aleyhine tanıklık ederler. Anitos’a söz hakkı



 verilince, Sokrates’in dostu Apollodoros “ Kiralık bir a ğzın i ğrenç kokusu tuttu ortalı ğı! Sayın yargıçlar, sanı ğa dü şman oldu ğu herkesçe bilinen birinin tanıklı ğına bel ba ğlamak olur mu? ” (s. 40) diyerek Anitos’un iktidarın çıkarları için hareket etti ğini, maksatlı birinin tanıklı ğının objektif olamayaca ğını ifade eder.

Gerek Apollodoros’un, gerek Ksantipe’nin, gerekse Sokrates’in sözlerinden Anitos ile Meletos’un iktidarca kiralandı ğını, çıkar u ğruna Sokrates’in ceza almasını istediklerini anlıyoruz. Onlar inançları, saygı duydukları yüce değerler için mücadele etmemekte, menfaatleri kar şılı ğında büyük bilgeyi mahkûm ettirmeye çalı şmaktadır. Bu iki kahraman, olumsuz ki şilerdendir. Tip düzeyinde ele alınmı ş ve psikolojik boyutlarıyla sunulmu şlardır. Sokrates’in mahkeme sonucunda ölüm cezasına çarptırılması, bu iki ki şinin nispeten de olsa etken bir konumda oldu ğunun göstergesi sayılabilir. Đnandırıcı bir biçimde ve daha çok, konu şmalarıyla verilmi ştir Meletos ve Anitos. Yazar, onlara kar şı yansız durmu ştur.

Hükûmet / Đktidar, Savcı ve Ba şyargıç: Sokrates iktidarın yanlı ş uygulamalarını ele ştirmekte, Atinalıları dü şündürmeye gayret etmektedir. Bundan dolayı iktidar da Sokrates’ten rahatsızlık duydu ğu için onu bertaraf etmeye çalı şmaktadır. Savcı ve Ba şyargıç, iktidar adına bu i şi me şru şekilde yapacaklardır.

Sokrates iktidardakileri, “ Yeter ki, bizi yönetenler… attıkları her adımda herkes için en iyi olanı istesinler her şeyden önce. (…) Đsteyebilmeleri için iyinin ne oldu ğunu bilmeleri gerek her şeyden önce. (…) Bilseler, ö ğretirlerdi bize de, size de! ” (s. 20) diyerek, dü şünmedikleri için iyiyle kötüyü birbirinden ayıramamakla suçlar. Yine Sokrates şu sözleriyle, kendisinin iktidarın çıkarcılı ğına göz yummadı ğı için sanık sandalyesinde oldu ğunu ifade eder:

“Şu son seçimlerden sonra iktidar koltu ğuna oturanlar, neden i şe kendi aylıklarını artırmakla ba şladılar, şimdi anlıyorsunuz, de ğil mi? Dı ş dünyanın bakırına tamah ettiler de, içlerindeki altından oldular. Ve ben var gücümle buna kar şı durdum diye, kendilerini kendilerine kar şı korudum diye, bana dü şman kesildiler. Onun için kar şınızdayım şu an, sayın yargıçlar, hepiniz biliyorsunuz bunu” (s. 45). Mahkeme duru şmaya ara verdi ğinde Savcı Ba şyargıç’a “ Bütün a ğırlı ğınızı ortaya koymazsanız, a ğır bir darbe yiyebilir devletin yetkisi. (…) Büyüklerimizi dü şünün bir, hepsinin gözü bizim üzerimizde; onları hayal kırıklığına u ğratmak, bize pek pahalıya mal olabilir ” (s. 53-54) deyince, Ba şyargıç da “ Bütün yargıçları bizden yana çekmek



 çok güç. Sokrates’i sevenler, onu suçsuz görenler bir hayli aramızda. (…) Kaçınmalıyız ölüm cezasından. Sürgünle filan geçi ştirmeye bakalım. Burdan kısa bir süre uzakla şsın, halk da, gençlik de unutuverir kendisini ” (s. 54) biçiminde kar şılık verir ona. Bu sözler de gösteriyor ki, iktidar Sokrates’i devreden çıkarmak istemekte, bunu da me şru bir zemine oturtmak için Ba şyargıç ve Savcı’yı kullanmaktadır. Bu iki şahıs, iktidarın çıkarına hizmet etmekte, kendi menfaatleri için u ğra şmaktadır. Özellikle Savcı, bu konuda var gücünü ortaya koymakta, ulu bir çınar konumundaki Sokrates’in öldürülmesini, menfaat temin etti ği efendilerinin beklentileri gerçekle şsin diye istemektedir.

Bir lâf ebesi olan Savcı, iktidarın çıkarlarını korumakla görevlendirilmi ş, düzenin bekçisi olan bir ki şidir. “Savcı hem kurulu düzeni, hem de yöneticilerin baskısını temsil etmektedir ” ( Şener, 1969: 268). Kendisine yüklenen bu görevleri yerine getirebilmek için her şeyi yapar, Sokrates’in suçlu ya da suçsuz oldu ğunu umursamaz. Onun için aslolan, iktidarın arzusunun yerine getirilmesidir. Savcı, Sokrates’i vatan hainli ği, tanrıları inkâr, tragedyayı reddetme kısacası “düzene başkaldırma” ile itham eder. Onun hakkında ölüm cezası ister.

Ba şyargıç, Savcı’ya göre daha tarafsızdır, konumu gereği de olsa. Yukarıda de ğinildi ği üzere, iki oturum arasında Savcı’yla konu ştukları dı şında Ba şyargıç Sokrates’e kar şı daha ılımlı yakla şmı ştır. Kendisine itham edilen suçlara ne diyece ğini sorar Sokrates’e. Savcı Sokrates için haddini a şan sözler söyledi ğinde onu uyarır. Ksantipe, Apollodoros Sokrates’e saldırı manasını ta şıyan söz i şittiklerinde söz hakkı almaksızın konu şurlar. Ba şyargıç onlara müdahale eder. Duru şmanın sonunda da yargıçlar kurulunun ölüm kararı verdi ğini açıklar.

Sokrates ölüm cezasını almı ş, hasımların istedi ği olmu ştur. Fakat, bu sonu Sokrates kendisi istemi ş, mahkemeyi bile bile aleyhine çekmi ştir. Böylelikle sonsuza kadar adını ya şatacak, ça ğlar boyu insanlar arasında kendisinden söz ettirecektir. Zaferi hasımlar kazanmı ş gibi görünse de Sokrates kendi arzusuna ula şmı ştır.

Savcı ve Ba şyargıç, olumsuz ki şilerdir. Tip düzeyinde ele alınmı şlar, psikolojik boyutlarıyla ve daha ziyade konu şmalarıyla sunulmu şlardır. Yazar, onları reddetme yoluna gitmemi ştir. Gerçekçi bir biçimde verilmi şlerdir. Ki şilik geli şimi sergilemezler.



 Tekeler Korosu ve Koroba şı: Daha önce içgüdüleri reddeden, onların akıl ve düşünce yoluyla kontrol altına alınmasını savunan Sokrates, zindandayken kendisiyle yüzle şecek, içgüdüleriyle / bastırdı ğını sandı ğı arzularıyla mücadele edecektir. Tekeler Korosu onun bu içgüdülerini, bastırılmı ş arzularını simgeler. Bundan dolayı, Tekeler Korosu ve Koroba şı “hasım veya kar şı güç” grubuna giren şahsiyetler içinde de ğerlendirilmi ştir.

Zindanda uyumak isteyen Sokrates, birden kar şısında Tekeler Korosu ve Koroba şı’nı görür. Tekelerin her birinin yüzünde Sokrates’in farklı renkte bir maskesi bulunmaktadır. Sokrates kim olduklarını sordu ğunda Tekeler Korosu ve Koroba şı “Sen! ” (s. 66-67) der. Sokrates, içgüdülerinden kurtulamadı ğını “ Nice ki ben gözlerimi yumuyorum – çarpık yaratıkları ruhumun ey!- yalnız sizi biçimliyor korkum ” (s. 67) sözleriyle ifade eder. Koroba şı ve Tekeler Korosu dans edip “ Biz tepinip tepinip hey hey diyende (…) Katılır sofrada ka şık tutan eller, donar gülü şler solan benizlerde birden. (…) Cümbü şte en bildik ezgiyi şaşırır teller. Öksüz yürek yabanı anıp anıp titrer! ” (s. 67) diyerek insanlar üzerindeki tahakkümlerini anlatır. Sokrates “ Buyruk altına almadım mı sizi ruhumun kovuklarına tıkadı ğımda? ” (s. 67) diye şaşkınlı ğını belirtince, “Yok mu sayılsın arka yüzü ayın karanlıkta diye hep? Sakın ha… ” (s. 67) diyerek içgüdülerin varlı ğının inkâr edilemeyece ğini kesin bir dille ifade eder Koroba şı ve Tekeler Korosu. Ardından da “ Evrenin uçsuz bucaksız gecesini hortlatan ezgilerdi senin dü şüncelerin, Sokrates! (…) Aklın zorbalıklarına sahne olacak dünya senin dü şüncenin uğursuz solu ğundan ” (s. 68-69) diyerek Sokrates’in aklı Tanrı katına çıkarıp içgüdüleri yok saymasını sert bir dille ele ştirirler. Aşağıdaki sözlerle de insan üzerinde buyruk yürütme güçlerinin ne kadar büyük oldu ğunu ortaya koyarlar, akılla içgüdüler arasında denge kurmak istemeyenleri tehdit ederler:

“O sonradan görme akla ne oyunlar oynarız, yerden keser aya ğını türkülerimiz! (…) Hey hey diye tepindikçe biz! (…) Yasak sularla yüklü kaynakları bir bir çözece ğiz (…) Yıkım dalgaları a şacak bütün köprülerinizden hey hey diye tepindikçe biz! (…) Ey bizimle uzla şmayı bilmeyenler (…) Sakının bizden!” (s. 69-70-71). Daha önce de belirtildi ği gibi, Tekeler Korosu ve Koroba şı, Sokrates’in içgüdülerini sembolize eder. Sokrates her ne kadar onlara tamamen gem vurdu ğunu sansa da bunu tamamen ba şardı ğı söylenemez. Kendi(leri)ni ayın arka yüzü olarak de ğerlendiren Tekeler Korosu ve Koroba şı, aklı rakip olarak görür kendi(leri)ne ve bu rakibe sonsuz 

 bir egemenlik tanınarak kendi(leri)nin ortadan kaldırılmak istenmesi durumunda insanda nasıl ciddî bir sarsıntı meydana getirebilece ğini belirtir. Nitekim bunda, kısmen de olsa, ba şarı sa ğlamı ştır(lar). Sokrates zindanda içgüdülerinin buyru ğuyla hareket edip ozanlı ğa ve oyunculu ğa özenir, cinsellik duygularını tatmin eder.

Tekeler Korosu ve Koroba şı, tasarlanmı ş ki şiler kabul edilebilir. Olumsuz kahramanlardır; zira Sokrates’in kendisiyle çeli şmesine sebep olmu şlardır. Yine bu sebepten onları etken ki şiler sayabiliriz.

2.4.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Aklı kullanmak (Dü şünmek ve sorgulamak): Sokrates akıl vasıtasıyla dü şünülerek her şeyin sorgulanması gerekti ğini, böylelikle evrensel kavramlara ula şılaca ğını, dolayısıyla insanın evrendeki her şeye hükmedebilece ğini savunur. Kendisini dü şünmeye, sorgulamaya ve yurtta şlarının da dü şünüp sorgulamasını sa ğlamak için onları uyandırmaya adamı ştır. Şöyle der Atinalılara:

“Bin bir tehlikeyle çevrili insan! Neyin ne oldu ğunu ö ğrenmeliyiz artık; bütün gelenekleri, görenekleri yeni ba ştan incelemeliyiz bir bir bütün yasaları, inançları, tanrıları! (…) Her şeye kar şı uyanık olmak gerek, dü şünmek gerek bunun için de, yurtta şlarım (…) Dü şünmek… dü şünmek” (s. 26), “Aklın kılavuzlu ğunda, tek tek durumların özüne i şleyip, derinde yatan kavramları çıkarmalıyız bilinç aydınlı ğına. Ancak o zaman tanımaya ba şlarız, kendimizi de, do ğayı da, do ğaüstü varlıkları da. (…) Kavramlara ermek, bilimi kazandırır bize; bilimi kazanmaksa, her şey üstüne egemen kılar bizi. (…) Aklın tartı şılmaz egemenli ği altına alınmalı her şey, böyle derim ben. Şimdiye dek korktu ğu her şeyin efendisi olmalı insan, böyle derim ben. Alınyazısı diye bir şey varsa, bu yazıyı kendi eliyle yazmalı insan, böyle derim ben” (s. 43-44-45). Aklı hayatın her alanına hâkim kılmak ister Sokrates. Onu âdeta Tanrı katına çıkarır. Đçgüdülerin akıl vasıtasıyla bertaraf edilebilece ği görü şündedir.

2.4.2.4. Yönlendirici

Sokrates’in Đç Ses’i: Đç Ses, Sokrates’in sa ğduyusudur. Ona, durumlar kar şısında nasıl davranması gerekti ğini ö ğütler. Kendisinin, iyiyle kötüyü birbirinden ayırmasını sa ğlar. “Yolumun gerektirdi ği şeyleri yapmaktan hiç mi hiç geri duramam ki ben. Öyle buyuruyor içimdeki ses ” (s. 24) diyen Sokrates, Đç Ses’ini “ Đçimde do ğruyu e ğriden ayırandır, yapmam gerekeni bana buyurandır ” (s. 25) şeklinde tanımlar. Sokrates’in hasımlarıysa Đç Ses’i, i şlerine öyle geldi ği için, “tanrı” olarak yorumlamı şlar, Sokrates’i



 yeni bir tanrı icat etmekle suçlamı şlardır. Sokrates Đç Ses’inden söz ederken Meletos Anitos’a “ Dikkat! Đçimde tanrı var, demek istiyor ” (s. 25) der.

Sokrates, Đç Ses’ini dinlerken hareketsiz, dalgın durur. Duru şma Sokrates lehine cereyan ederken Đç Ses devreye girer. Şöyle der Sokrates’e:

“Davayı kazanıyorsun ama Sokrates ölümsüzlük gidiyor elden! Bırak diledi ği gibi konu şsun tanık. Savcı’ya açık ver bile bile, hatta kı şkırt onu elinden geldi ğince! Senin için ne bulunmaz fırsat sonsuzlu ğun tunç levhasına kazdırmak adını ölümsüzlü ğün elmastan harfleriyle! Bunca tanık önünde hem, Sokrates!” (s. 52). Sokrates, Đç Ses’ini şöyle tanıtır: “ Tanrı’yla benim aramda bir köprüdür. En iç sesimdir o benim. Hiç yanılmaz. Her şey, yerde gökte ne varsa, kim varsa, yanılabilir; ama yanılmaz o! En çetin, en karı şık durumlarda, do ğru yolu o gösterir bana, yalnız o! ” (s. 55). Đç Ses aslında hakikatin sesidir, âdeta zaman ve mekânlar üstü gerçekleri dile getirir. Sokrates zindanda içgüdülerinin buyru ğuna girdi ğinden, Đç Ses onu şu sözlerle ele ştirir; ona serzeni şte bulunur ve ölürken kendisiyle barı şık olmasını buyurur:

Ters yüz oldu varlı ğın, Sokrates! Aklı Tanrı katına çıkarmı ştın, içgüdülerin buyru ğuna girdin zindanda. (…) Şiiri kötülerdin, tiyatroyu yererdin; ozanlık tasladın, oyunculu ğa özendin burada. (…) Öğrettikleriyle çeli şen bir ö ğretmen oldun çıktın, sen içmeyesin de kimler içsin baldıran zehirini! (…) Şimdi, Sokrates, kendine kar şı savunmalısın kendini; içinde çatı şan güçleri mutlak uzla ştırmalısın, yarın dengeli bir ruhla çıkmalısın dostlarının kar şısına!” (s. 87). Sokrates Đç Ses’inin emri do ğrultusunda hareket ederek baldıran zehrini içer.

Yukarıda da belirtti ğimiz gibi, Đç Ses, Sokrates’in vicdanının sesi, akl-ı selimidir; hatta “hakikatin sesi” demek mümkündür onun için. Đç Ses, kendisini Sokrates’e tiz bir şekilde duyurarak, onu ele ştirmi ş, yönlendirerek onun do ğru hareket etmesini sa ğlamı ştır. Daima Đç Ses’ine kulak veren Sokrates, mahkemeyi istedi ği yöne çekmi ş, dü şünceleri dolayısıyla öldürülerek ölümsüzlü ğe vasıl olmu ştur.

2.4.2.5. Alıcı

Ksantipe: Ksantipe Sokrates’in karısıdır. Sokrates’in öldürülmesi üzerine dul kaldı ğından alıcı şahıs olarak görülmü ştür.

Sokrates tarafından “ gem almaz tayım benim” (s. 22), “ deli kısrak ” (s. 83), “ tatlı şirretim ” (s. 85) diye nitelendirilen Ksantipe, pervasız, sözünü sakınmayan bir ki şili ğe sahiptir. Alacaklılar kendisini bunalttı ğı için Sokrates’e “ Hani bu ak şam da eli bo ş



 gelirsen, eve almam seni Sokrates, bilesin! ” (s. 22) der. Sokrates iktidarı ele ştirdi ği için ba şına kötü bir şey gelmesinden kaygılanır karısı. Sokrates’e hâlâ âşık, hayrandır. Onun söz ve tavırlarıyla Atinalıları etkilemesinden gurur duyar.

Ksantipe haksızlı ğa tahammül edemeyen bir ki şili ğe sahiptir. Düşüncelerinden çok duygularıyla hareket eden bir kadındır. Huysuz, geçimsiz biridir ve kendisi de bunun farkındadır.

Ksantipe bir tiptir ve eserdeki tek kadın kahramanadır. Psikolojik boyutuyla ve konu şmalarıyla sunulmu ştur. Olumlu bir ki şidir. Olayın geli şimine do ğrudan katkısı olmadı ğı için edilgen bir ki şi sayılabilir. Đnandırıcı bir biçimde ele alınmı ştır. Bir ki şilik de ğişimi geçirmemi ştir.

Sokrates’in o ğlu: Bu o ğlana sadece Sokrates’in zindanda kaldı ğı son gecede Ksantipe ile konu şması sırasında de ğinilir. Kocasını bencillikle suçlayan Ksantipe’ye Sokrates “Seni de dü şünürüm tatlı şirretim, küçük o ğlumuzu da ” (s. 85) der. Bu çocu ğun “alıcı şahıs” grubuna sokulmasının sebebi, Sokrates’in akıbetinin onu da ilgilendirmesi, bundan sonra yetim kalacak olmasıdır.

2.4.2.6. Yardımcı

Kriton ve Apollodoros: Bu iki şahıs Sokrates’in dostlarıdır. Vefa timsalidirler. Đyi ve kötü günde dostları Sokrates’in yanındadırlar. Mahkeme esnasında bu iki sadık dost, Sokrates’in karısı Ksantipe ile birlikte süreçteki bütün gerilimi, heyecanı ya şar.

Savcı, Sokrates’in i şsiz güçsüz oldu ğunu söyleyip bazı söylentilere dayanarak onu Spartalılardan yardım görmekle itham eder. Bu noktada Sokrates’in imdadına Kriton ko şar, söz hakkı isteyerek şunları söyler mahkemeye:

“Bu kentin en varlıklı ailelerinden birinin ba şı oldu ğum herkesçe bilinir. Biricik dost ve kılavuz bildi ğim Sokrates’i ilk gördü ğüm gün, her şeyimi kendisiyle bölü şebilece ğimi söylemi ştim. Bugün de benim olan her şeyi onun u ğruna elden çıkarmaya hazırım. (…) Bunları böyle herkesin önünde söylemek zorunda kaldı ğım için, gönlü yüce dostumdan beni ba ğışlamasını dilerim” (s. 39). Apollodoros da “Ben de hazırım! ” diye Kriton’a katılınca Atinalılardan biri “ Böyle dostları olanın sırtı yere gelir mi hiç! ” (s. 39) diyerek gıpta eder bu dostlara. Kriton ile Apollodoros kendilerine rehber ve dost bildikleri Sokrates’in yolunda tüm varlıklarından gönül rahatlı ğıyla olabileceklerini söyleyerek ona ba ğlılıklarını ifade 

 etmi şlerdir. Bunu uluorta söyleyerek Sokrates’in -nispeten de olsa- gururunun kırılmasına sebep olmak mecburiyetinde kaldıkları için de üzgündürler. Sokrates’i çok de ğerli bir varlık olarak görürler ve onun incinmesine gönülleri asla razı olmaz.

Apollodoros ile Kriton Sokrates’i zindandan kaçırmak isterler. Onların arzuladı ğı, kılavuzlarının kurtulmasıdır, bu yolda ba şlarına gelecekleri hesaplamak akıllarına bile gelmez. Ancak, Sokrates bunu kabul etmez. Dostları allak bullak olmu ştur. Sokrates’ten kaçmaması gerekti ğine kendilerini ikna etmesini isterler. Sokrates de oynadıkları bir oyun vasıtasıyla bunu yapar.

Sokrates’in dostları Apollodoros ile Kriton, onu kendilerine rehber bilmi şler, canlarından çok sevmi şler; kendisi u ğruna maddî ve manevî hiçbir fedakârlıktan çekinmemi şleridir. Her anında ona destek olup ba ğlılıklarını ortaya koymu şlardır. Onun ölüm cezasını bilerek almasına engel olamamı şlar, zindandan kaçmaya da kendisini ikna edememişlerdir. Bundan sonra kendilerine dü şen vazifeleri yapacaklardır; cenazenin defnedilmesi, karısı ve çocu ğunu gözetmek gibi. En önemlisi de bu tarihten sonra Sokrates’in istedi ği do ğrultuda ya şayacak olmaları ve onun dü şüncelerini nesilden nesle ula ştıracak olmalarıdır. Bu iki kahraman olumlu ki şilerdir, tip olarak ele alınmı şlar ve psikolojik boyutlarıyla sunulmu şlardır. Olumlu kahramanlardır. Đnandırıcı bir biçimde hareket ederler. Hem davranı şlarıyla, hem hareketleriyle tanıtılmı şlardır. Tarihî ki şilerdir. Ki şilik de ğişimi geçirdikleri görülmez.

Aristofanes: Aristofanes, oyunda, Sokrates’in ça ğda şı bir komedya yazarıdır. Tiyatroyu tasvip etmeyen Sokrates’i “ Bulutlar” adlı oyununun kahramanı yaparak onun halk arasında yanlı ş tanınmasına sebebiyet vermi ştir. Sokrates Aristofanes için “ Đnsan olarak severim kendisini ” (s. 59) der; tiyatro yazarı olarak ise, “ Gerçe ği çarpıtanlardandır ” (s. 59) de ğerlendirmesini yapar. Söz hakkı duru şmayı izleyenler arasında bulunan Aristofanes’e verilir. Ona “ Bulutlar ” adlı oyunu niçin yazdı ğı soruldu ğunda, iyi sanatçının eserini zihninden dı ş dünyaya yansıtmayınca rahat edemeyece ği yanıtını verir Aristofanes. Bu oyunun kahramanlı ğı için niçin Sokrates’i tercih etti ği sorulunca da şu açıklamayı yapar:

“Söylemek istedi ğim şeyler için en uygun araç Sokrates’ti de ondan. Herkesin tanıdı ğı biriydi. Dikkati çeken hırpanili ği, çapaçullu ğu, hele ço ğu kez yalınayak gezmesi, önüne geleni sorguya çekip aya ğını yerden kesercesine dü şündürmesi, zaman zaman soka ğın ortasında durup, bazan saatlerce durup dalması, kendi 

 deyimiyle, iç sesini dinlemesi, kentimizin belki de en ünlü ki şisi yapmı ştı onu. Yani benim için biçilmi ş kaftandı Sokrates” (s. 60-61). Sanatçının bilindik ki şi ya da nesneleri kendisine simge edinmesi gerekti ği görü şündedir Aristofanes. Kendi oyunundaki Sokrates’in itibarî âlemde var oldu ğunu, onun eylemlerinin gerçek hayattaki Sokrates’e mal edilemeyece ğini söyler. “Bu oyunun Sokrates’i zor durumda bırakaca ğı aklına gelseydi yine de onu yazar mıydı” sorusuna da “evet” yanıtını verir Aristofanes ve “hakikatin güzel bir şekilde çarpıtılmadan ciddî bir sanat eseri ortaya konamayaca ğını” ileri sürer.

Yargıçlar kurulu oy kullanırken Aristofanes Sokrates’e, dostça şunları söyleyip takdir etti ği Sokrates’i kendince uyararak oradan uzakla şır:

“Bak dostum, demin açmak istemedim, ama şimdi söylemeden edemeyece ğim: Tâ ba ştan beri hep fazla ileri gittin bence. (…)Akıl üstüne en büyük uzman olarak kabul et ki, kendisine mutlak yetki verilen, her durumda dedi ği dedik bir akıl, bin ba şlı canavardır” (s. 63-64). Ayata’nın da belirtti ği gibi, Aristofanes, yazarın sözünü emanet etti ği şahıstır (Ayata, 2009: 318). Yazar ona, akılla içgüdüler arasında denge kurma, sanatçının konu ve kahramanlarını seçerken nasıl davranması gerekti ği yönündeki dü şüncelerini söyletmi ştir. Aristofanes, tarihî ve olumlu bir ki şidir. Đnandırıcı bir imaj ortaya koymu ştur. Tip düzeyinde ve psikolojik boyutuyla ele alınmı ştır.

Gardiyan: Gardiyan’ı oyunda Sokrates zindana koyulduktan sonra görmekteyiz. Gardiyan, alı şık oldu ğumuz gardiyan tipinden farklı özelliklere sahiptir. Kriton ve Apollodoros’un Sokrates’i kaçırmak istemelerine Gardiyan da destekçidir. Böyle bir riski göze alacak kadar cesurdur. Sokrates’i zindana sokan yasalara cephe alır. Đşinin acımasız yönü vicdanını sızlatacak kadar yufka yürekli bir insandır.

Baldıran zehrini getirmeye giden Gardiyan a ğlamaktadır. Sokrates “ Ne ince duygulu adam şu gardiyan! ” (s. 95) der onun için. Zehri içmi ş olan Sokrates’e ölümün daha çabuk olması için yapması gereken şeyleri söyler Gardiyan ve en sonunda yüzünü örter Sokrates’in.

Gardiyan, mahkûmun kaçırılmasına izin verecek kadar cesur, yasaları reddedecek ve işinden nefret edecek kadar özgürlü ğe dü şkün bir şahsiyettir. Sokrates’i n bilgeli ğine hayrandır. Alı şık oldu ğu öldürülme olaylarına duyarsızla şmamı ştır; öldürülecek mahkûma samimî şekilde a ğlayacak kadar yufka yürekli, duygulu bir insandır. Olumlu 

 bir ki şidir. Tip boyutunda ele alınmı ş, psikolojik boyutuyla i şlenmi ştir. Geleneksel gardiyan tipinden farklı özelliklere sahiptir. Ki şilik de ğişimi sergilemez. Đnandırıcı bir biçimde; hem davranı şları, hem de konu şmalarıyla sunulmu ştur. Yazar tarafından yansız bir şekilde verilmi ştir.

2.4.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu kategoriye giren kahramanlar ba şta I, II ve III Yurtta ş olmak üzere yurtta şlar yani Atinalılar, askerler ve yargıçlar kuruludur.

Askerler (iki asker) Meletos ve Anitos’la birlikte gelip Sokrates’i tutuklayarak mahkemeye götürmü şlerdir. Bu askerlerin sahnede yer aldı ğından, Sokrates zehir içece ği zaman da söz edilir. Daha fazla de ğinilmez kendilerine.

Yargıçlar kurulunun da duru şma boyunca mahkemenin yapıldı ğı yerde oldu ğu belirtilir. Yargıçlar kurulunun Savcı’nın bazı sözlerini ho ş kar şılama dı ğı söylenir. Duru şma sonunda da yargıçlar kurulu, istenen ölüm cezası için oy kullanmı ş, Sokrates’in öldürülmesi kararına varmı ştır.

Atinalılardan I,II ve III Yurtta şlar daha öne çıkarılmı ştır di ğerlerine göre. Oyunun ba şlarında Sokrates, uyuyan yurtta şları uyandırmaya, dü şündürmeye çalı şır. Dürtükler onları, “ Seçmek nedir? ” (s. 15) biçiminde sorular sorar onlara. Atinalılar oyunun ba şında âdeta bir i şsiz güçsüzler toplulu ğu imajı uyandırır zihnimizde. Ksantipe Sokrates’e eve eli bo ş dönmemesini söyledi ğinde bu üç yurtta ş Sokrates’e muzipçe şeyler söylerler. Ksantipe’nin bu noktada “ Sizi gidi aylaklar, bo ş gezenin bo ş kalfaları sizi! Amma da azıyorsunuz i şsizlikten. Şöyle ba ş edilmez bir taun, doymak bilmez bir sava ş ister size, ancak öylesi paklar hepinizi! ” (s. 22) deyi şi, Atinalılarla ilgili genel bir de ğerlendirme niteli ği ta şır.

Duru şma halka açık oldu ğu için Atinalılar duru şmanın yapıldı ğı mekânda bulunmaktadırlar. Kim etkili konu şursa onu desteklemekte, kar şı tarafın kahrol ması yönünde slogan atmaktadırlar. Bu da onların belli bir fikirleri olmadı ğını, rüzgâr hangi yönden eserse kar şı tarafa do ğru gittiklerini gösterir. Sokrates şöyle der onlara:

“Ah Atinalılar! Sizi bir bekçi kollamazsa, hemen sıvı şıyor aklınız, bakıyorum da” (s. 48), “Demin Savcı, şatafatlı sözlerle beni suçlayınca, kendinizden geçtiniz; karanlık i ştahlarınız bulandırdı aklınızı, beni kahretmeye kalktınız. Sonra beni



 dinlediniz, Savcı u ğradı hı şmınıza. Bu ne mene i ştir Atinalılar? Ayıp de ğil mi size! Sizde utanma diye, arlanma diye bir şey yok mudur? Şimdi söyleyin bana yurtta şlarım, bel ba ğlamak olur mu sizin yargınıza?” (s. 50-51). Sokrates’in idam edilecek olması yurtta şların tepkisine yol açmı ştır. Đktidar da bunun için Sokrates’in cezasının tez vakitte infazını ister. Yurtta şlar sokaklarda toplanıp “Ülkemizin ı şığı bo ğulamaz karanlı ğa! (…) Sokrates zindanda kalamaz! (…) Üç be ş zorba boyunduruk vuramaz akla! ” (s. 74) biçiminde sloganlar atmaktadırlar.

Sokrates’in öldürülece ği gün yurtta şlar kendi aralarında konu şurlar. Bu konu şmalardan anlıyoruz ki, Atinalılar geç de olsa Sokrates’in değerini anlayabilmi şlerdir. Kendilerinin hatalar içinde bocaladıklarını kabul edip öz ele ştiri yapabilmektedirler.

Sokrates zehri içmeden önce yıkanmaya gidince Atinalılar infazı izlemek üzere sahneye gelirler. Stres içerisindedirler. Kriton a ğlayan Apollodoros ile Gardiyan’a “ Sıkalım di şimizi dostlar. Ba şka bir şey gelmiyor elimizden. (…) Törenden sonra bol bol a ğlarız. Onun diledi ği gibi ya şayaca ğız ondan sonra da, böylece aramızda ya şayacak, bizde ya şayacak o. (…) Ku şaktan ku şağa aktaraca ğız onu ” (s. 95-93) der. Atinalılar bu noktada âdeta koro i şlevini üstlenir. Kriton’un sözlerini tekrarlarlar. Sokrates’in kendilerinde ya şayaca ğını, onu nesilden nesle aktaracak larını ifade ederler böylece. Sokrates öldükten sonra da I Yurtta ş hüzünlü yurtta şları sars arak Sokrates’in sözleriyle seslenir onlara: “ Uyanıp dü şünmek gerek yurtta şlarım uyanıp dü şünmek! ” (s. 98). Di ğer Atinalılar da Sokrates’in bu tür sözlerini hep birlikte söylemeye ba şlarlar: “ Uyanıp dü şünmek! (…) Dü şünüp uyanmak! (…) Uyanmak! Uyanmak! Uyanmak! ” (s. 98).

Sokrates Atinalıları uyandırmak, dü şündürmek için çok çabalamı ştır sa ğken. Ama en çok, dü şünceleri yolunda ölerek etkilemi ştir onları. Yurtta şlar artık hatalarını anlamı şlar, onun istedi ği do ğrultuda ya şamaya, kendisinin görü şlerini ku şaktan ku şağa aktarmaya karar vermi şlerdir. Onların böylelikle, güdüme muhtaç bilinçsiz bir toplulukken artık, dü şünmeyi ilke edinen ülkücü bir cemiyet olma yoluna girdiklerini söyleyebiliriz. Atinalıların ki şilikleri yazarca ayrıntılı şekilde i şlenmez.

2.4.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Piyeste biri kadın olmak üzere on üç kahraman vardır. Ksantipe, kadın kahraman; Sokrates, I,II ve III. Yurtta ş, Apollodoros, Kriton, Anitos, Meletos, Ksantipe, Başyargıç, Savcı, Aristofanes, Gardiyan erkek kahramanlardır. Sokrates’in o ğlundan da söz edilir. 

 Askerler, di ğer yurtta şlar, Yargıçlar Kurulu, Tekeler Korosu da gölge şahısları te şkil eder.

Oyunda en çok Sokrates’in üzerinde durulmu ştur. O, dü şünceleri u ğruna ölerek dü şüncenin sembolü olmu ştur. Bu yönüyle, yazarın onu yüceltti ği söylenebilir. Sokrates, kendi sonunu trajik kılmı ştır. Eserde karakter boyutunda ele alınan tek ki şidir. Tarihî bir ki şidir. Ba şarılı bir biçimde sunulmu ştur. Batılı bir kahraman olu şu dolayısıyla Oflazo ğlu’nun di ğer tarihî ki şilerinden biraz farklılık gösterir. Olayı istedi ği yöne çekebildi ği için Sokrates faal bir şahsiyettir.

Sokrates Savunuyor , Oflazo ğlu’nun tarihî konulu oyunlarından biri olup eski Yunan tarihiyle ilgilidir. Yazar, oyunda kendisinin sözcüsü olan bir kahramana yer vermi ştir. Ki şileri genellikle tip düzeyinde ele almı ş, psikolojik boyutlarıyla sunmu ştur. Olumlu ve olumsuz kahramanlara kar şı yansız davranmı ştır. Koronun rolünü, ço ğu oyununda oldu ğu gibi, dekoratif ki şilere vermi ştir ki bu oyunda Atinalılar bu görevi üstlenmi şlerdir.

2.5. IV. Murat

2.5.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

IV. Murat 11 , yazarın üç perde (be ş + yedi + be ş sahne)den olu şan tragedyasıdır. Bu oyun, “iktidar üçlemesi” içinde yer alır. Sultan IV. Murat’ın otoriteyi sa ğlamak için büyük çaba sarf edi şi ve iktidarı tam elde ettikten sonra zalimle şmesi i şlenir eserde.

Birinci perdenin ilk sahnesinde, padi şahı Topkapı Sarayı’nda ayak divanında görürüz. Asiler, azledilen sadrazam Hüsrev Pa şa’yı övüp padi şahtan Şeyhülislâm Yahya Efendi, Defterdar Mustafa Paşa, Yeniçeri A ğası Hasan Halife, padi şah nedimlerinden Musa Çelebi, Sadrazam Hafız Pa şa’nın kendilerine teslim edilmesini isterler. Đkinci vezir Topal Recep Pa şa asilerin tarafını tutmaktadır. Asilerin isteklerine rıza göstermezse, kendisinin de a ğabeyi Genç Osman’ın akıbetine u ğrayabilece ğini Sultan Murat’a hatırlatır. Sultan Murat, çaresiz, bunları kabul eder. Şeyhülislâmın Ahizade Hüseyin Efendi ve sadrazamın Topal Recep Pa şa olmasına razı olmak zorunda kalır. Topal Recep Pa şa’nın da asilerin eleba şısı oldu ğunu anlar.   6`C:



 Đkinci sahnede Đstanbullular arasındaki konu şmalara tanık oluruz. “ Düzenli tek şey, karga şa”dır (s. 28) ülkede. Derken, Sultan Murat da Bostancıba şı’yla beraber kılık de ğiştirmi ş olarak onların yanına gelir. Ba ğdat’ın kaybedilmesinden duyulan üzüntü bu sırada dile getirilir. Bundan sonra sırayla dört e şkıya gelip halktan haraç alır. Đstanbullular, “ Yavuz Sultan Selim gibi biri” (s. 31), “demir yumruklu” bir padi şah istemektedir. Sultan Murat, intihar etmek üzere olan Dilfigâr’a rastlar. E şkıyalar Dilfigâr’ın evini basarak çocuklarını öldürmü ş, namusunu kirletmi ştir. Kocası tarafından kapıya konunca da kadın, canına kıymak ister. Padi şah onu alarak saraya götürür.

Üçüncü sahnede önce Kösem Sultan’la Topal Recep Paşa arasındaki konu şma yer alır. Sultan Murat kendisine yapılanı unutmayaca ğı için onu sürekli baskı altında tutmak gerekecektir. Bunun için de yeniçeri ve sipahilerin yeniden tepkisini çekmesi amacıyla padi şaha eski sadrazam Hüsrev Pa şa’yı idam ettirmek isterler. Bu sahnede padi şahla Şair Nef’î’yi de görürüz. Padi şaha, eyleme geçmesi yolunda telkinlerde bulunur Nef’î. Sultan Murat her seferinde daha büyü ğünü getirtti ği topuzla güç denemesi yapmaktadır. Ülkesini bulundu ğu durumdan kurtarmaya karar verir.

Dördüncü sahnede dört Đstanbullu arasındaki konu şmaları dinleriz yine. Hüsrev Pa şa’nın kellesi, ibret alınması için Topkapı Sarayı’nın halkın görebilece ği bir yerine asılmı ştır. Şehirde karga şa hüküm sürmektedir. Halk padi şahın artık bu gidi şe dur demesini istemektedir.

Be şinci sahnede önce Kösem’le Recep Pa şa Kösem’in odasında konu şurlar. Kösem, oğlundan korkmakta, Recep Pa şa ise onun cesaretini kırmak gerekti ğini söylemektedir. Bu sahnede yine Nef’î de yer alır. Daha sonra isyancılar yine, padi şahı ayak divanına ça ğırırlar. Sadrazam Hafız Pa şa, çocuklarını padi şaha emanet ederek onlara teslim olur. Pa şanın uzun çı ğlı ğı padi şahın yüre ğini da ğlar. Kendisine güç vermesi için Tanrı’ya dua eder Sultan Murat. Asiler, istedikleri olmazsa Şehzade Bayazıt’ı padi şah bileceklerini söylerler. Bu sırada padi şahın şehzadeleri öldürttü ğü söylenir. Topal Recep Pa şa ve Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi’nin kefil olması üzerine isyancılar şehzadeleri görmekten vazgeçerler. Onların padi şahtan ant içmesini istemeleri üzerine Sultan Murat, karga şaya meydan vermeyece ğine dair ant içer.



 Đkinci perdenin birinci sahnesinde Kösem’le Topal Recep Pa şa, Sultan Murat tahttan indirildikten sonra kimin padi şah olaca ğını tartı şmaktadırlar. Đsyancılar Şehzade Bayazıt’ı istemekte, Kösem’se kendisinden oldu ğu için Şehzade Kasım’ı uygun görmektedir. Dilfigâr bu tuza ğı Sultan Murat’a bildirir. Bu sefer padi şah isyancıları ayak divanına ça ğıracaktır. Köse Mehmet Pa şa’yı asker ocaklarını düzene sokup işaretini beklemekle görevlendirir. Ayak divanı öncesi çok sıkı tedbirler alır.

Đkinci sahnede Çığırtkan Đstanbulluların kula ğına padi şahın kendilerini yanında, sarayında görmek istedi ğini fısıldar.

Üçüncü sahnede Topal Recep Pa şa idam edilir, Kösem’e Harem’den dı şarı çıkmak yasaklanır.

Dördüncü sahnede mekân Sinanpa şa Kö şkü’dür. Sultan Murat sava ş kılı ğında ortaya çıkar, Kur’an’dan çe şitli ayetler okur. Çok geç olmadan kendilerine gelmelerini ister halk, ulema ve askerden. O zamana kadarki kendi iktidar döneminin ele ştirisini (öz ele ştiri) yapar. Bu üç tabakadan ba ğlılık sözü alır, kendi yaptıklarını destekleyeceklerine dair herkese yemin ettirir. Kendisi de onlara cihangir olaca ğı sözünü verir.

Be şinci sahnede Çığırtkan Revan Kalesi’nin alındı ğını duyurur. Halkın helâl dairesinde eğlenmesi emredilir. Şehzade Süleyman ile Bayazıt öldürülür.

Altıncı sahnede Bostancıba şı ile Nef’î şehri peri şan eden yangını hatırlatır padi şaha sürekli. O ise, atlarının hazırlanmasından, avdan dem vurur. Bir süre sonra yangının söndürülmesi için emir verir. “Ne denli büyük olursa halkın u ğradı ğı yıkım, o denli gür geli şir benim yasaklarım” (s. 109) sözleri, Nef’î’nin irkilmesine sebep olur, Sultan Murat’ın zalimle şmeye ba şladı ğının göstergesidir. Nef’î’nin kendisini uyarması üzerine, “Kurdu ğum düzen u ğruna, şair , her şeyi göze alabilirim ben, gerekirse bütün halkı yok edebilirim” (s. 110) der. Tüm kahvehanelerin yıkılmasını emreder. Padi şah Makyevelli’nin Hükümdar ’ını okumaktadır. Kahvehanelerden sonra meyhanelerin de yıkılması emredilir, içki ve uyu şturucu maddeler yasaklanır. Sultan Murat, Nef’î’nin hiciv yazmasına kızmaktadır. Yine bu sahnede Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi’yi idam ettirir.

Yedinci sahnede Sultan Murat, Bostancıba şı ve cellâtla birlikte kılık de ğiştirmi ş olarak Bekri Mustafa’nın içti ği gizli meyhaneye gider. Hep birlikte içerler. Bekri Mustafa 

 padi şahın yasaklarını ele ştirir, yakalanmaktan çok korkmaktadır. Padi şah, “ Bekri Mustafa ne denli diri kalırsa, o denli gerekir benim içki yasa ğım da” (s. 130) diyerek onu öldürtmez. Bu sahnenin sonunda Đstanbullular, “tüm e şkıyaları ortadan kaldıran bir tek e şkıyanın ortadan kaldırdıklarının hepsinden korkunç oldu ğunu” (s. 130) söylemektedir.

Üçüncü perdenin birinci sahnesinde yine Sultan Murat’ın yasakları ve insanları öldürtmesi göze çarpar. Gördü ğü kâbusta asilerin Şehzade Bayazıt’ı padi şah istemeleri üzerine Murat, onu öldürtür. Đnsanların bir arada bulunmasını, gece fenersiz sokağa çıkılmasını yasaklar. Silâhtar ile Đranlı Emirgûneo ğlu Yusuf Han sazlı sözlü e ğlenceler düzenleyerek Sultan Murat’a sürekli içirmektedirler. Kar şısına silahlı çıktı ğı gerekçesiyle askerden sorumlu Köse Mehmet Pa şa’yı idam ettirir padi şah. Kayseri, Sivas yörelerindeki me şhur e şkıya Destursuz Ali’yi Sivas valisine öldürtür.

Đkinci sahnede Đstanbullular içkiyi halka yasaklayıp kendisi su gibi tüketen Sultan Murat’ı gıyabında ele ştirir. Padi şah için şunu söylerler: “Özüyle yüzüyle tam bir yabancıdır o! Ye şili yanmı ş, yoklu ğa kanmı ş kara bir da ğ yamacıdır o!” (s. 144-145). Yine bu sahnede evlerine çok yakın olan caminin kapısını kapatmak için gece soka ğa fenersiz çıkan delikanlıyı kendisine getirtti ği iple bo ğdurması söz konusudur. Sultan Murat Đstanbul sokaklarına deh şet salar.

Üçüncü sahnede Silâhtar ve Emirgûneo ğlu padi şaha çok içirdi ği için padi şahı tedavi etmek Hekimba şı’na dü şmü ştür. Padi şah Şehzade Đbrahim dı şındaki tüm şehzadeleri öldürttü ğü için Kösem onu uyarmaktadır. Şair (Nef’î), içkiyi yasaklayıp kendisi tüketti ği ve halka zulmetti ği için padi şahı hicvetmi ştir. Bunun üzerine o da idam ettirilir.

Dördüncü sahnede Ba ğdat Seferi’ne çıkılır. Yol üstünde bulunan Eski şehir, Konya, Halep gibi yerlerdeki e şkıyalar da ortadan kaldırılır. Silahtar, padi şaha Hekimba şı’nın afyon yuttu ğunu söyler. Padi şah satranç oyunu sırasında Hekimba şı’na koynundan çıkan afyonun tamamını yutturdu ğu için Hekimba şı ölür. Bu sahnede Girit’e sefer düzenlemekten de söz edilir.

Be şinci sahnede önce, Ba ğdat zaferinin kazanıldı ğı ve halkın yedi gün, yedi gece eğlenmesi duyurulur. Sultan Murat, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa’yla konu şur, ona



 gördü ğü dü şten söz eder. Hastadır. Kösem’le Kara Mustafa Pa şa Şehzade Đbrahim’in öldürülmesini engeller. Padi şah içkiye devam eder. Eski Hekimba şı padi şahtan intikam almak için yaptı ğı tüm ilaçları yok etti ği için, padi şah kıvranmaktadır. Padi şah seferdeyken de Kösem Dilfigâr’ı zehirletmi ştir. Sultan Murat’ın psikolojisi bozulmu ştur, annesinin yüzünü görmeye bir an dahi tahammül edemez. Bu sırada yine Şehzade Đbrahim’in öldürülmesi için ba ğırmaktadır. Tahtını ve topuzunu getirtir. Savurdu ğu topuz yava ş yava ş inerken Sultan Murat tahta yı ğılır ve ölür.

2.5.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.5.2.1. Asıl Kahraman

Bestelenerek opera biçimine konan ve bu şekli hakkında Mehmet Kaplan’ın “ IV. Murat operası, bir mabet veya sarayı aydınlatan büyük bir âvize gibi Osmanlı tarihinin bir kö şesini, de ğişik bir ı şık içinde gözler önüne serdi ” (Kaplan, 2004a: 344) yorumunu yaptı ğı IV. Murat oyununun asıl kahramanı Sultan Murat’tır12 . Oflazo ğlu, oyunun ba şında yer alan de ğerlendirmesinde 13 tarihî ki şilik olan Sultan IV. Murat için, “…Bamba şka bir adamdır o. Düzen için, hele kendi kurdu ğu düzen için her şeyi göze alan bu adam, geleneklere, töreye körü körüne kulluk etmez; atalarından ayrı giyinir, ba şka türlü davranır, kendi üslûbuna göre ya şar ” (Oflazo ğlu, 1970) tespitinde bulunmu ştur.

IV. Murat oyunundaki Sultan Murat, oyunun ba şlarında yeterli bir padi şah de ğildir ve kendisi bunun farkındadır. Kösem Sultan ve i ş birlikçisi Topal Recep Pa şa’nın güdümündeki yeniçeri ve sipahiler ikide bir kazan kaldırıp padi şahtan istediklerini almaktadırlar. Ülkede rü şvet, yolsuzluk hat safhadadır. Adalet adına yapılan bir şey bulmak âdeta imkânsızdır. Sultan Murat bu durumdan son derece mustariptir; ancak harekete geçememektedir.   #8 &%`: ;:JQ]V`:0V VCV01<7QJ`1CI1G1M1ICV`1J1JRV&V`CVJR1`IV 11M1J%7:<:C:`:G:@:C:G1C1`7

8VI%`5D8D% :`:7>817: `Q1CV

7@VJ$1J5:.7:7>C8D%`: ;:J**JR*`R*@CV`1?5 &1CC4 *C *` 57J@:`:5G85%85):<1`:J 5 8 8

 +%7:<:R:.: QJ`::7`:H:7:7:IC:JI: :`76`C:C8D%`: ?5 V0CV 17: `Q% 57J@:`:5%8  5@@1I 5 8R 8



 Sultan Murat zaman zaman tebdil-i kıyafet edip halk arasında dola ştı ğı için Đstanbulluların da e şkıyadan çekti ğini, kendisinden padi şahça davranması gerekti ği beklentisi içinde olduklarını görmü ştür. Şair Nef’î de harekete geçmesi yönünde padi şaha telkinde bulunmaktadır. Kösem Sultan ile Topal Recep Pa şa’nın padi şaha eski sadrazam Hüsrev Pa şa’yı öldürtmek istemeleri üzerine Sultan Murat artık eyleme geçmesi gerekti ğini anlar. Hüsrev Pa şa’yı öldürterek kafasını herkesin görebilece ği bir yere astırması Sultan Murat’ın iktidarı ifa etmesindeki ilk önemli adımdır. Sultan Murat topuzuyla yaptı ğı güç denemeleriyle, dinledi ği musikiyle yürek ve bedenini zorbalara kar şı dayanıklı olma konusunda e ğitir uzun bir süre. Sarayın içi ve dı şındaki önemli görevlere güvendi ği ki şileri getirdikten sonra Sinanpa şa Kö şkü’nde askeri ayak divanına ça ğırır. Bu toplantıya halk ve ulema sınıfı da katılır. Sultan Murat’ın burada Kur’an’dan ayetler okuyarak orada bulunanlara ba ğlılık yemini ettirmesi dönüm noktasını te şkil eder. Onun bundan sonra iktidar erkine tam manasıyla sahip oldu ğunu görürüz. Sultan Murat, iktidarı bütünüyle ele geçirdikten sonra onu elinden çıkarmamak için âdeta her yola ba şvurur. Birçok şeyi yasaklar. Đstanbul’un neredeyse yarısını yok eden yangın boyunca kendisinin buna uzun süre duyarsız kalması ve yangına müdahale edilmesi emrini verdikten sonra “Ne denli büyük olursa halkın u ğradı ğı yıkım, o denli gür geli şir benim yasaklarım” (s. 109) ve “Kurdu ğum düzen u ğruna, şair , her şeyi göze alabilirim ben, gerekirse bütün halkı yok edebilirim” (s. 110) demesi, ondaki olumsuz de ğişimin ilk göstergesidir. Padi şahın âdeta zalimle şti ğini söylemek mümkündür artık. Düzenin korunması için her şeyin mübah sayılması fikrinin onda olu şmasında Makyavelli’nin Hükümdar ’ının önemli rol oynadı ğını öne sürebiliriz.

Sultan Murat büyük bir çabayla elde etti ği iktidarı elinde tutmak için her şeyi yok etmeyi göze alabilir. Tahta geçti ğinden o zamana kadar olan süreçte ya şadı ğı kâbuslar Sultan Murat’ı her an tetikte bulunmaya itmi ştir. Aldı ğı çok sıkı tedbirlerle karga şayı önlemi ştir. Buna kar şın, her şeyi yasaklaması, çok katı bir yönetim ortaya koyması halkın yine kendisinden memnuniyetsizli ği sonucunu do ğurur. “ Murat güçlü dü şmana kar şı güçlü iktidar olmak zorundadır, fakat iktidarı ele geçirirken, iktidar tutkusunun esiri olur ” (Enginün, 2003: 225). Padi şah tütün, içki ve iki ki şiden fazlasının sokakta bir arada bulunmasını, gece dı şarıya fenersiz çıkılmasını yasaklar; kahvehaneler ile meyhaneleri yıktırır. Đstanbullular arasında geçen a şağıya aldı ğımız diyalog, Sultan Murat’ın halk tarafından nasıl de ğerlendirildi ğinin en karakteristik göstergesidir: 

 “I ĐSTANBULLU (salona do ğru): Eşkıya bindi… II ĐSTANBULLU (I’in yanında yer alarak): Bire indi. III ĐSTANBULLU (II’nin yanında): Ve hepsini ortadan kaldıran… IV ĐSTANBULLU (III’ün yanında): Hepsinden korkunç şimdi!” (s. 130) Ancak, bu algılayı ş hükümdarın umurunda de ğildir. Onun için önemli olan, bastırdı ğı karga şanın yeniden hortlamaması, iktidarı kimseyle payla şmamaktır.

Sultan Murat’ın oyun boyunca sergiledi ği çıkı şlı ini şli çizgiyi normal da ğılım e ğrisine benzetebiliriz. O, oyunun ba şlarında pasif konumdadır. Askerler, Kösem Sultan ve Topal Recep Pa şa’nın da kı şkırtmasıyla sık sık kazan kaldırmakta, padi şahtan her istediklerini almaktadırlar. Sultan Murat bu durum kar şısında kıvranmakta; ancak korkmaktadır. Zamanla beden ve yüre ğini e ğiterek zorbaları alt eder. Tebaadan ba ğlılık sözü alır. Ancak, iktidara tam hâkim olduktan sonra gözümüzdeki de ğeri giderek dü şer. Çünkü birçok uygulaması zulüm sınırları içerisindedir. Yasakların sayısı her gün artar. Her bahaneyle adam öldürtür. Halkın daha önce şahlanmasını, kötü gidi şe dur demesini istedi ği padi şah bunları ba şarmı ş; fakat bu sefer de kendi kurdu ğu düzen için her şeyi, tüm halkı yok etmeyi göze almı ştır. Sultan Murat Revan ve Ba ğdat zaferlerini de kazanır hükümdarlı ğı süresince. Halka yasak etmesine ra ğmen kendisi bol miktarda içki tüketir. Safahate dalar. Koynunda afyon ta şıyan Hekimba şı’na bu afyonun tamamını yutturmasıyla Sultan Murat kendi kuyusunu kazmı ş olur. Safahat gecelerinden sonra girdi ği krizden onu Hekimba şı’nın yaptı ğı ilaç kurtarmaktadır zira. Böyle bir geceden sonra a ğır hastalanan ve Şehzade Đbrahim’in öldürülmesini haykıran, annesine tahammül edemeyen Sultan Murat, hayalî dü şmanlara kar şı tahtını savunmak için topuzunu savururken ölür.

Yazar tarafından karakter olarak i şlenen Sultan Murat, iki kez ki şilik de ğişimi geçirmi ştir. Önce edilgenlikten sıyrılarak harekete geçmi ş, düzen ve adaleti sa ğlamı ş; dolayısıyla okuyucunun / seyircinin gözünde yücelmiştir. Bu hâliyle olumlu bir ki şidir. Ancak, zirveye ula ştıktan sonra zorbala şmı ş, gereksiz yere birçok cana kıydırmı ştır.



 Kendisini bu durumda olumsuz bir ki şi sayabiliriz. Önceleri ürkek olan Sultan Murat sonradan son derece sert, acımasız bir mizaçla kar şımıza çıkmı ştır. Hükümdarlı ğı boyunca iktidarı kaybetme, her an kazan kaldırılması endi şesiyle ya şamı ştır. Bu dı ş çatı şma onda şüpheci bir ki şilik olu şturmu ştur. Đktidar gücünün temsilcisi olan Sultan Murat, her şeye hâkim bir kahramandır. Yazar tarafından psikolojik boyutuyla; hem davranı şlarıyla, hem konu şmalarıyla sunulmu ştur. Tarihî bir şahsiyet olup inandırıcı bir şekilde verilmi ştir. Sonu trajik olan Sultan Murat, Oflazo ğlu tarafından yansız bir biçimde ele alınmı ştır.

2.5.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Eserdeki hasım ki şiler Kösem Sultan, Topal Recep Pa şa, yeniçeri ve sipahilerdir.

Kösem Sultan, Sultan Murat’ın annesi olmasına ra ğmen iktidarı kendi elinde bulundurmak adına damadı Topal Recep Pa şa ile i ş birli ği yapmakta, yeniçeri ve sipahileri harekete geçirerek istemedi ği devlet adamlarını ayak divanı yoluyla Sultan Murat’tan alıp öldürtmektedir. Topal Recep Pa şa da sadrazam olabilmek için Kösem Sultan’la aynı yolu izlemektedir. Hem Kösem Sultan, hem Topal Recep ikiyüzlü, muhteris ki şilerdir. Bir yandan askere Sultan Murat’ın icraatlarını kötüleyerek onların kazan kaldırmasına sebep olmakta; di ğer yandan da askerin sevdi ği Hüsrev Pa şa’yı padi şaha öldürterek onu sürekli askerin baskısı altında tutmayı arzulamaktadırlar. Kendi çıkarları için her şeyi kolayca feda edebilmektedirler. Aynı zamanda, Sultan Murat’tan çekinmektedirler. Sultan Murat, yükseli şe geçti ği sırada Topal Recep Pa şa’yı öldürterek onu saf dı şı bırakır. Annesini hareme hapsederek hareket sahasını daraltır. Ancak, Sultan Murat’ın ölümüyle Kösem Sultan iktidarı yeniden elde etme şansını bulacaktır.

Kösem Sultan ile Topal Recep Pa şa, olumsuz ki şilerdir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik özellikleriyle ve daha çok konu şmalarıyla sunulmu şlardır. Tarihî ki şilerdir, inandırıcı ve tarafsız bir biçimde verilmi şlerdir. Çatı şmaları, Sultan Murat iledir. Ki şilik de ğişimi göstermezler. Kösem Sultan, iktidar hırsının timsalidir. Kösem Sultan ve Recep Pa şa, devletin esenli ği için çalı şmak ve hükümdarı desteklemek yerine iktidarı ele geçirmek için entrikalar çevirmeleri dolayısıyla, geleneksel ve devlet adamı tiplerinden farklı özellik sergilediklerinden, çıkarcı, muhteris tipler kabul edilebilir. Bunlar, oyunun ba şında padi şaha dahi söz geçirebildikleri için etkendirler.



 Ancak, padi şah bir süre sonra Topal Recep Pa şa’yı idam ettirerek, Kösem Sultan’ı da hareme hapsettirerek onları saf dı şı bırakmı ş olur.

Yeniçeri ve sipahiler özellikle oyunun ba şında çapulcu bir sürüyü andırmaktadır. Ho şlarına gitmeyen bir davranı ş gördüklerinde hemen kazan kaldırmakta, istedikleri her şeyi Sultan Murat’tan almaktadırlar. Kösem Sultan ile Topal Recep Pa şa’nın onların yanında yer alması da güçlerini artırmaktadır. Asker, güdüme muhtaç bir topluluk görünümündedir. Sultan Murat’ın “ o arsız köpekler ” (s. 44) diye nitelendirdi ği yeniçeri ve sipahiler, padi şahça Sinanpa şa Kö şkü’nde kendilerinden ba ğlılık sözü alınıncaya dek bu sevimsiz, asalak hâllerini sürdürürler. O dönüm noktasından sonra bu algılayı şımız de ğişir, onları sahnede birinci planda görmez oluruz. Padi şah onlarla Revan ve Ba ğdat zaferlerini kazanmı ştır. Ancak kendisinin bilinçaltında onların her an kazan kaldırabilece ği korkusu vardır. Oyunun sonlarında Sultan Murat’ın kriz hâlindeyken haykırdı ğı şu sözler onun bu korkusunun çok iyi bir şekilde ortaya koyar: “ Gelsinler, daha kalabalık gelsinler, daha! Dalga dalga dolu şsunlar sarayıma, ulu şsunlar o kara isyan köpekleri yine! (…) O kuzgunlar, çaylaklar, o le ş kargaları ü şüşsünler… “ (s. 173-174). Yeniçeri ve sipahiler belli bir zamandan sonra hükümdara hasımlık edecek güçten yoksun kalsalar da Sultan Murat’ın zihninde bıraktıkları izler, hükümdarı ömrü boyunca rahatsız etmeye yetmi ştir. Yukarıda sözü edilen dönüm noktasından sonra yeniçeri ve sipahiler olumsuz ki şi olmaktan çıksalar da padi şah, onların kendi bilinçaltına yerle ştirdi ği korkudan kurtulamamı ştır. Bir grup olarak kar şımızda durur yeniçeri ve sipahiler; tek tek alınmamı şlardır.

2.5.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Sultan Murat ve annesi Kösem Sultan için arzu edilen nesne, iktidarı elde bulundurmak; korku duyulan nesne, iktidarı kaybetmektir. Đki kahraman da bütün varlıklarını iktidarlarını korumak u ğruna ortaya koyarlar. Me şru şartlar iktidarı Sultan Murat’a vermektedir. Ancak, Kösem Sultan öyle bir kö şeye çekilip hayatını idame ettirecek bir yaratılı şa sahip de ğildir. Osmanlı’da ’dan itibaren görmeye ba şladı ğımız haseki veya valide sultanların iktidar erkini elde bulundurmak isteyi şi durumunu Kösem Sultan’da da gözlemleriz. Kösem Sultan, kendi saltanatını sürdürmek u ğruna o ğluna kar şı damadıyla i ş birli ği yapar, askeri o ğluna kar şı kı şkırtır. Sultan Murat’ın tahttan indirilmesi için plan yapar. Bu yolda çok sayıda insanın öldürülmesi onun vicdanını 

 sızlatmaz. Sultan Murat güçlendikten sonra iktidarı annesiyle payla şmaz. Onun haremden çıkmasına müsaade etmez. Padi şah, eyleme geçtikten sonra iktidarını güçlü bir şekilde sürdürmü ş; bu durumu korumak için gerekirse bütün tebaanın yok olmasını göze almı ştır. Şehzade Đbrahim dı şındaki karde şlerini de iktidarı kendisinden alabilecekleri dü şüncesiyle öldürtmü ştür. Ancak, iktidarın kaybolabilece ği korkusunu daima içinde ta şımı ştır.

Đkinci Vezir Topal Recep Pa şa, sadrazam olmayı arzular. Bunun gerçekle şebilmesi için askerin kazan kaldırmasından faydalanmak ister. Di ğer taraftan da Sultan Murat’a bu azgın sürünün önünde durulamayaca ğını, istediklerini vermenin akıl kârı olaca ğını söyler; yani ikili bir tavır takınır. Padi şahı koruyormu ş gibi görünür. Asilerin sadrazam olarak Topal Recep’i istemeleri gibi durumlar Sultan Murat’ın gerçe ği anlamasını sa ğlar. Topal Recep çevirdi ği entrikalarla sadrazamlık makamına ula şsa da burada uzun boylu kalamayacaktır. Zira, Sultan Murat güçlendikten sonra Topal Recep Pa şa’yı öldürtecektir.

2.5.2.4. Yönlendirici

Asıl kahraman Sultan Murat için yönlendirici şahıs, Şair Nef’î’dir. Nef’î, Sultan Murat’ın harekete geçmesi için ona telkinlerde bulunur. Nef’î ‘nin “ Âferin ey yenilmez orduların ba şbu ğu! Đndir artık lûtfet, indir göklerde sonsuz büyüyüp güçlenen yumru ğu! ” (s. 36) ve “ Günden güne artan gücünüz, padi şahım, kendisini nasıl kullanmanız gerekti ğini elbette ö ğretecektir size. Fettan durumları kollayın, onlar ortaya çıkar çıkmaz, elhak, göz kırpacaklardır size!” (s. 38) şeklindeki sözleri, Sultan Murat’ın eyleme geçmesinde şairin nasıl bir role sahip oldu ğunu ortaya koyar.

Nef’î, son derece dürüst bir ki şi, şairdir. Adaletsizlikleri şiirle yerer. Yanlı ş hareket eden pa şa, devlet adamları hatta padi şahı hicveder. Bu korkusuz tavrı onu canından eder. “Söz, uyandırdı ğı Eylem’in kurbanı olur ” (Oflazo ğlu, 1970: 5). Sultan Murat Nef’î ‘yi idam ettirir. Büyük şair, do ğru bildi ği yolda canından olmayı göze alacak bir yaratılı şa sahiptir. Ayata’nın da i şaret etti ği üzere, Nef’î, yazarın sözcüsü konumundaki şahıstır (Ayata, 2009: 191). Oflazo ğlu, IV. Murat dönemiyle ilgili eksiklikleri Nef’î’nin diliyle verir. Şairin, Sultan Murat’ın hatalarını bile korkusuzca ele ştirmesi buna örnek verilebilir.



 Oflazo ğlu’nun karakter olarak ve psikolojik boyutuyla ele aldı ğı Nef’î, tarihî bir ki şidir. Olumlu ki şiler arasında yer alır. Hem tavır ve davranı şlarıyla, hem de konu şmalarıyla tanıtılır. Sözleriyle padi şahı eyleme sevk etmesi dolayısıyla Nef’î’yi, nispeten de olsa, etken bir şahıs kabul edebiliriz. Yazar onu ba şarılı, inandırıcı bir şekilde yansıtmı ş, ona kar şı objektif davranmı ştır. Nef’î, harekete geçirdi ği Sultan Murat ile bir süre sonra çatı şma ya şamaya ba şlamı ştır. Zira, padi şahın eylemleri adalet mefhumu ile çeli şmektedir. Nef’î de gördü ğü eksiklikleri dile getirmekten çekinmemektedir. Bu sebeple sonu trajik olmu ştur.

Hasım konumundaki Kösem Sultan ile Topal Recep Pa şa yeniçeri ve sipahiler için yönlendiricidir. Yeniçeri ve sipahiler bu iki ki şinin güdümünde kazan kaldırıp Sultan Murat’ı ayak divanına ça ğırırlar. Kösem Sultan ve Recep Pa şa üzerinde daha önce duruldu ğu için burada kendilerinden kısaca söz ediyoruz.

2.5.2.5. Alıcı

Alıcı konumundaki şahıslar; Topal Recep Pa şa, Nef’î, Hafız Pa şa, Hekimba şı, Dilfigâr, Yeniçeri A ğası Köse Mehmet, Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi’dir. Bu ki şilerin hepsi asıl kahramanın eylemlerinden etkilenmi ş; olaylar esnasında hepsi ölmü ştür. Bunlardan Sadrazam Hafız Pa şa ile Dilfigâr’ın ölümü Sultan Murat’ı derinden etkilemi ştir. Hafız Pa şa büyük bir sadrazam, padi şahına ba ğlı bir devlet adamıdır. Oyunun ba şlarında asilerin iste ğiyle Sultan Murat Hafız Pa şa’yı azletmek zorunda kalır. Ancak, isyancılara onu teslim etmez. Bu soylu davranı şa mukabelede bulunmak için Hafız Pa şa, çocuklarını hükümdara emanet ederek kendi iste ğiyle isyancılara gider ve onlarca parçalanır. Hafız Pa şa, hükümdarı u ğruna kendi canını hiçe sayabilecek bir asalete, ruh inceli ğine sahiptir. Yazar tarafından tip düzeyinde, psikolojik yönüyle ele alınır. Olumlu ve aynı zamanda tarihî ki şilerdendir. Geleneksel devlet adamları gibi davranıp gerekti ğinde canını feda eder. Daha çok, davranı şlarıyla tanıtılır. Üzerinde çok durulmaz. Sonu trajiktir.

Dilfigâr, e şkıyalarca çocukları öldürülmü ş ve namusu kirletilmi ş bir kadındır. Bu sebeple kocasınca kapı önüne kondu ğu için canına kıymak istedi ği sırada Sultan Murat tarafından bulunup saraya götürülmü ştür. Dilfigâr, kendisine yapılan iyili ği hiçbir zaman unutmamı ş, efendisine sonuna kadar ba ğlı kalmı ştır. Kösem Sultan’ın özel



 hizmetini görme bahanesiyle onun sürekli yanında bulunmakta, dolayısıyla Kösem’in planlarını gün yüzüne çıkarmaktadır. Kösem ile Topal Recep Pa şa’nın Sultan Murat’ı tahttan indirme planını bu görevi dolayısıyla ö ğrenen Dilfigâr, padi şaha büyük hizmette bulunmu ştur. Sultan Murat’ın seferde bulundu ğu sırada Kösem Sultan bu fırsattan yararlanıp Dilfigâr’ı zehirleterek öldürtmü ştür. Dilfigâr da olumlu kişilerdendir. Tip düzeyinde, ruhsal boyutuyla ele alınmı ştır. Daha ziyade davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik de ğişimi göstermemi ştir. Đnandırıcı bir biçimde yansıtılmı ştır. Eşkıyaların tecavüzüne u ğraması, Kösem Sultan’la aralarındaki münasebete bakarak dı ş çatı şma ya şadı ğını söyleyebiliriz. O da sonu trajik kahramanlardandır.

Topal Recep Pa şa üzerinde daha önce durulmu ştu. O, padi şaha dü şmanlık etmi ştir. Padi şah otoriteyi sa ğlayınca onu ortadan kaldırmı ştır. Ahizade Hüseyin Efendi de Recep Pa şa’nın öldürülme sebebine benzer bir sebeple ortadan kaldırılmı ştır. Asilere kar şı, Topal Recep Pa şa gibi, Ahizade Hüseyin Efendi de padi şaha kefil olmu ştur. Ayrıca, Şeyhülislâm Yahya’nın azlinden sonra isyankârlar Ahizade’nin şeyhülislâmlı ğını istediklerinden Sultan Murat onu idam ettirmi ştir. Yazar, onun üzerinde fazla durmaz. Ahizade’yi tip kabul edebiliriz. Tarihî bir şahıstır. Kösem Sultan, Topal Recep Pa şa kadar Sultan Murat’a dü şmanlı ğı görülmese de o da olumsuz ki şilerdendir. Yansız bir şekilde ele alınan Ahizade Hüseyin Efendi’nin sonu da trajik olur.

Nef’î, Hekimba şı ve Yeniçeri A ğası Köse Mehmet’in hükümdara faydaları dokundu ğu hâlde, Sultan Murat onlarla çatı ştı ğı anda kendilerini dünyadan silme yoluna gitmi ştir. Nef’î üzerinde daha önce durulmu ştu. Hekimba şı, Nefî’ye göre daha masumdur Sultan Murat’a kar şı. O, bulundu ğu konumu hak eden, i şini lâyıkıyla yapan bir ki şidir. Hükümdar safahat gecelerinden sonra krize girdi ğinde Hekimba şı’nın etkili tedavisi onu kendisine getirmektedir. Hekimba şı, padi şahı uçuruma sürükledikleri için Silâhtar ve Emirgûneo ğlu’na kızmaktadır. Hekimba şı’nın zaafı zaman zaman afyon yutmasıdır. Bu durumu Silâhtar tarafından Sultan Murat’a gammazlandı ğı için Sultan Murat ona fazla miktarda afyonu bir seferde yutturur. Hekimba şı da hükümdardan intikam almak için, kendisi ölmeden önce, yaptığı etkili ilaçları imha eder. O, tip olarak, psikolojik boyutuyla ele alınır. Olumlu ki şilerdendir. Alanında uzman olu şuyla algılanır okuyucu / seyirci tarafından. Yazar onu tarafsız, inandırıcı bir biçimde sunar. Hekimba şı bir ki şilik de ğişimi geçirmez. Kendini çekemeyenler oldu ğu, bundan dolayı da hükümdar



 kendisine kasdetti ği için onun dı ş çatı şma ya şadı ğını söyleyebiliriz. Hekimba şı da trajik bir son ya şar.

Yeniçeri A ğası Köse Mehmet, padi şahın otorite sa ğlamasında ona yardımcı olmu ştur. Yeniçerileri hizaya getirmi ştir. Günün birinde padi şah katına silâhla çıktı ğından idam ettirilir. Köse Mehmet, tarihî bir ki şidir. Tip olarak, psikolojik boyutuyla verilir. Olumlu bir kahramanadır. Ki şilik de ğişimi sergilemez. Davranı şlarıyla tanıtılır. Askeri yeniçeri ağalarına ra ğmen hizaya getirdi ği, sonunda da Sultan Murat tarafından ortadan kaldırıldı ğı için dı ş çatı şma ya şadı ğını ileri sürebiliriz. Trajik bir sona u ğrar.

2.5.2.6. Yardımcı

Bu kategoride yer alan ki şi sayısı azımsanmayacak kadardır. Bostancıba şı, Cellât Kara Ali, Silâhtar, Dilfigâr, Nef’î, Hafız Pa şa, Hekimba şı, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa yardımcı şahıslardır. Dilfigâr, Nef’î, Hafız Pa şa, Hekimba şı üzerinde daha önce duruldu ğu için burada kendilerine kısaca yer verilecektir. Bu ki şiler Sultan Murat’ın ya yükseli şe geçmesinde ya ülkeyi lâyıkıyla yönetmesinde ya da sa ğlı ğını korumasında rol almı ş, ona bir şekilde yardımda bulunmu ş ki şilerdir. Özellikle Bostancıba şı ile Cellât Kara Ali, Sultan Murat’ın yanında en çok bulunan kişilerdir denebilir. Padi şah geceleyin tebdil-i kıyafet edip bu ki şiler e şli ğinde şehri dola şır, yasaklarına uyulup uyulmadı ğını denetler. Gerek Bostancıba şı’nın, gerekse Kara Ali’nin karakter olmasını sa ğlayacak özellik yoktur. Bunlar geleneksel bostancıbaşı ve cellât tipine uygun hareket eden ki şilerdir. Efendilerinin emirlerini yerine getirirler. Tip düzeyinde ele alınırlar. Psikolojik özellikleri üzerinde durulmaz. Tarihî kişilerdir. Đnsanların öldürülmesinde rol alsalar da efendilerine sadık kaldıkları için onları olumlu kahramanlar kabul edebiliriz. Davranı şlarıyla sunulurlar. Ki şilik de ğişimi göstermezler.

Sultan Murat’ın Silâhtar’ı farklı bir ki şili ğe sahiptir. Efendisine sadık gibi görünse de onun kuyusunu kazmakta, sonunu hazırlamaktadır. Silâhtar eski Đran beylerinden Emirgûneo ğlu Yusuf Han ile i ş birli ği hâlindedir âdeta. Bu iki ki şi Sultan Murat’a sürekli içki içirmekte, ona sefih geceler hazırlamaktadırlar. Hekimba şı’nın “ Silâhtar kendi çıkarına ba ğlıdır yalnız ” (s. 148) şeklinde de ğerlendirdi ği Silâhtar, aynı zamanda gammaz bir ki şiliktedir. Hekimba şı’nın afyon kullandı ğını Sultan Murat’a o söylemi ştir. Tip olarak, ruhsal yönüyle sunulan Silâhtar, olumsuz bir kahramandır. Bulundu ğu



 mevkiye uygun hareket etmemesi, kendi kazancını ön planda tutması sebebiyle onu çıkarcı bir tip kabul edebiliriz. Đnandırıcı bir şekilde, daha çok davranı şlarıyla tanıtılır.

Sadrazam Kara Mustafa Pa şa oyunun sonlarına do ğru sahnede yer alır. Sultan Murat’a ba ğlıdır. Đdealisttir; Girit’e düzenlenecek sefer için yapılması gereken hazırlıkları gündeme getirir. Dürüst, açık sözlü bir ki şilik sahibidir. Yetkisine kimsenin ortak edilmemesi gerekti ğini açıkça belirtir padi şaha. Sultan Murat kriz hâlindeyken tahtın tek varisi kalan Şehzade Đbrahim’in de öldürülmesi emrini verir. Kara Mustafa Pa şa devletine ba ğlı oldu ğundan, Sultan Murat’tan sonra tahtın bo ş kalmaması için bu emri yerine getirmi ş gibi görünür. Şehzade Đbrahim’i Kösem Sultan’la beraber saklarlar.

Kara Mustafa Pa şa, tarihî bir ki şidir. Tip düzeyinde, ruhsal yönüyle ele alınmı ştır. Olumlu kahramanlardandır. Ki şilik de ğişimi göstermemi ştir. Geleneksel devlet adamı tipine uygun hareket edip ülkesinin gelece ğine katkıda bulunmak için çalı şmı ştır. Hem konu şmalarıyla, hem de davranı şlarıyla, inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur.

2.5.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Çı ğırtkan, I ve II Yeniçeri, I ve II Sipahi, I, II, III ve IV Đstanbullu, I, II, III, IV E şkıya, Bekri Mustafa, Bir Bilgin bu grupta yer alan ki şilerdir.

Çı ğırtkan Sultan Murat’ın buyruklarını halka iletmekle yükümlü ki şidir. Đş ini co şkuyla yaptı ğı söylenebilir. Bazen verdi ği haberin deh şetinden kendisinin de ürktü ğü gözlemlenebilir. I ve II Yeniçeri ile I ve II Sipahi içinde bulundukları toplulu ğun birer numunesi durumundadır. Mensubu oldukları ocaklardaki lâkayıtlı ğı, çıkar dü şkünlü ğünü, saygısızlı ğı onlarda da görürüz. I, II, III ve IV Đstanbullu halkı temsil etmektedir. Bunlar önceleri Sultan Murat’ın kötü gidi şe dur demesini, Yavuz gibi davranmasını, harekete geçmesini isterler. Sonra Sultan Murat’ın yasaklarından memnuniyetsizliklerini dile getirirler, onun kazandığı zaferlerle sevinirler; saldı ğı deh şetten ürkerler. I, II, III, IV E şkıya da ayırt edici özelliklere sahip de ğildir. Hepsi tek tek gelip halktan haraç alır. Bir Bilgin, ulema sınıfının temsilcisidir. Sultan Murat’ın Sinanpa şa Kö şkü’nde yaptı ğı ayak divanında sınıfı adına konu şur. Onun da farklı bir özelli ği söz konusu edilmemi ştir.

Bekri Mustafa di ğer dekoratif kahramanlara göre daha ayrıntılı i şlenmi ştir. Bu ki şi içkinin, sarho şlu ğun sembolüdür. Sultan Murat’ın yasa ğına Sultan Murat’tan çok saygı 

 duymaktadır, gizli gizli içse de. Bekri Mustafa’nın eserde yer alması, Sultan Murat’ın içki yasa ğının gereklili ğini ortaya koymak içindir. Sultan Murat’ın “ Bekri Mustafa ne denli diri kalırsa, o denli gerekir benim içki yasağım da ” (s. 130) sözü bu ba ğlamda önemlidir. Bekri Mustafa aynı zamanda söz ustası biridir, içki meclisinde mevzun sözler söyler. O, tip olarak, psikolojik boyutuyla ele alınan bir kahramandır. Tarihî ki şilerden olup inandırıcı şekilde sunulur. Daha çok, konu şmalarıyla tanıtılır. Ki şilik de ğişimi sergilemez. Sultan Murat’ın içki yasa ğına uymasa da onu olumsuz bir kahraman saymak güçtür.

2.5.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunda ikisi kadın, yirmi altısı erkek olmak üzere yirmi sekiz kahraman bulunur. Kösem Sultan ile Dilfigâr, kadın kahramanlar; Sultan Murat, Sadrazam Topal Recep Pa şa, Hafız Pa şa, Nef’î, Silâhtar, Bostancıba şı, Cellât Kara Ali, Çı ğırtkan, Yeniçeri Ağası Köse Mehmet, Şeyhülislâm Ahizade Hüseyin Efendi, Bekri Mustafa, Hekimba şı, Sadrazam Kara Mustafa Pa şa, I, II, III ve IV Đstanbullu, I ve II Yeniçeri, I ve II Sipahi, Bir Bilgin, I, II, III ve IV E şkıya, erkek kahramanlardır. Ki şiler listesinin altında “(E şkıyalar, Yeniçeri ve Sipahi zorbalarını oynayanlarca oynanacak.) ” notu yer alır.

Eserde üzerinde en çok durulan şahıs, Sultan Murat’tır. Sultan Murat, bin bir güçlükle iktidara tam sahip olduktan sonra iktidar tutkusunun esiri olur. Karakter olarak i şlenen iki şahıstan biridir. Tarihî bir ki şidir. Kendisindeki ki şilik de ğişimine sebep olan faktörler inandırıcı bir biçimde verilmi ş, Sultan Murat ba şarıyla sunulmu ştur. Edilgenlikten etkenli ğe do ğru bir ki şilik geli şimi sergilemi ştir. O, her şeye hâkim bir şahıs olmu ştur. Bu süreçte Kösem Sultan, Topal Recep Pa şa, yeniçeri ve sipahilere kar şı verdi ği dı ş mücadele onun ruhunda tahribat olu şturmu ş, bu da kendisinin şüpheci bir yapıya sahip olması sonucunu ortaya çıkarmı ştır. Bu şüpheci yan, Sultan Murat’ın günahsız insanları da öldürtmesine sebep olur. Bu noktada ona olumsuz bir kahraman nazarıyla bakmak da mümkündür. Yazar, Sultan Murat’ın sonunu trajik kılarak onu yüceltmi ştir.

IV. Murat , Oflazo ğlu’nun tarihî oyunlarından biri olup Osmanlı tarihiyle ilgilidir. Oyunda yazarın sözünü emanet etti ği bir şahıs yer alır. Sanatçının Osmanlı tarihiyle ilgili di ğer oyunlarında oldu ğu gibi, bu eserde de koronun i şlevini dekoratif



 kahramanlar olan Đstanbullular üstlenmi ştir. Oflazo ğlu ki şilerini ruhsal yanlarıyla ele almı ş, tip olarak yansıtmı ş; onlara objektif yakla şmı ştır.

2.6. Genç Osman

2.6.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Genç Osman 14 üç perdelik bir tragedyadır. Bu eserle “ Đktidar Üçlemesi”, “ Đktidar Dörtlemesi” olmu ştur.

Birinci perdenin ba şında Genç Osman’ın öldürülmesiyle ilgili bir a ğıt bulunur. Ardından, yeniçerilerle sipahilerin egemenlik, büyüklük söylemlerine şahit oluruz. Derken, sahneye Padi şah Hocası Ömer, Sultan Osman, Sadrazam Dilâver Pa şa çıkar. Dilâver Pa şa padi şaha askerin durumu, iç ve dı ş siyasetle ilgili rapor verir. Ömer Efendi de sultanı harekete geçmesi konusunda yüreklendirir. Yeniçeriler talimden, askerlikten ba şka her şeyi yapar olmu şlardır. Hayat pahalılı ğı söz konusudur. Ömer Efendi ve Sultan Osman ça ğa ayak uydurmak gerekti ği görü şündedirler. Ömer Efendi padi şahı dördüncü vezir Davut Pa şa’ya kar şı dikkatli olması konusunda uyarır. Lala Süleyman gelerek Sultan Osman’a, karde şi Mehmet’in ihanetiyle ilgili bir mektup verir. Bu sırada Mehmet de gelir. Padi şah sefere çıkarken ardında şüpheli bir durum bırakmamak için Fatih Kanunnamesi’ne dayanarak karde şini cellâda teslim eder. Hattat Mehmet’in bu sıradaki bedduası çok anlamlıdır. Onun idamının ardından Đstanbullular çe şitli yorumlar yapar. Đstanbullular, “ Padi şahla halk yan yana yürüdü mü / ya padi şah halk olur, ya da halk padi şah ” (s. 27) görü şündedir.

Daha sonra mekân, Şeyhülislâm Esat Efendi’nin kona ğıdır. Esat Efendi’nin kızı Akile, cariyesi ile sohbet ederken Osman gelir. Akile çok şaşırmı ştır. Beraberce, şiir okuyup şiirden söz ederler ve Osman Akile’ye evlilik teklifinde bulunur. Akile onu kimseyle payla şamayaca ğını söyleyince de Sultan Osman artık, harem hayatına son verece ğini belirtir, tek karısı olaca ğına dair Akile’ye söz verir. Ömer Efendi ile Esat Efendi’nin de gelmesinden sonra, Ömer Efendi Esat Efendi’den Akile’yi Sultan Osman’a ister. Şeyhülislâm Esat Efendi bunun sakıncalarından söz eder, harem dı şından evlenmenin geleneklere aykırı oldu ğunu dile getirir. Bu sırada da Sultan Osman’ın “kul yerine halk   6`C:



 istedi ğini” görürüz. Şeyhülislâm Esat Efendi Akile ile Osman’ın nikâhını kıyarken bu perde sonlanır.

Đkinci perdede Topkapı Sarayı’nda Ömer ve Esat Efendi devletin içinde bulundu ğu durumu konu şmaktadır. Anadolu ihmal edilmi ştir; orada artık can ve mal güvenli ğinden, hatta mal varlı ğından söz etmek pek mümkün de ğildir. Osman da konu şmaya katılır. Lehistan, Eflak ve Bo ğdan’ın iç i şlerine karı şmakta, Osmanlı askerleri söz dinlememektedir. Orada bulunanlar ayrıldıktan sonra Süleyman A ğa, padi şaha gelip Nevhayal isimli çok güzel bir cariye olduğunu, ona bakmamanın günah sayılaca ğını söyler. Israr etmesi üzerine Osman cariyenin elinden şerbet içerken Akile çıkagelir. Akile durumu anlamı ştır. Osman ülkenin tahtı için şehzade gerekti ğini, kendi çocuklarının ya şamadı ğını söyler. Daha sonra, yeniçeri ve sipahilerin Đstanbul’da meddahlık, soytarılık ettiklerini ve Lehistan’da nasıl ba şarısız olduklarını halka if şa ettiklerini görmekteyiz. Bu sırada onların meddahlık etti ği yere cellâtla beraber Sultan Osman da gelir. Hepsini kı şlalarına yollar.

Yine bu bölümde Valide Sultan (Sultan Osman’ın amcası Sultan Mustafa’nın annesi) ile Nevhayal’in konu şmalarına tanık olmaktayız. Valide Sultan’ın Osman’ı tahttan indirme planı vardır. Bunun için Nevhayal’den yararlanır. Sultan Osman Nevhayal’e tutkundur. Valide Sultan ise, Nevhayal’e kendisinin sultanlı ğa lâyık oldu ğunu, odalık olarak kalmanın kendisine yakı şmayaca ğını, o ğlu padi şah olursa bunun gerçekle şece ğini söyleyip kızdan sarayda olanları kendisine bildirmesini ister. Valide Sultan’ın suç orta ğı daha önce de suçlar i şlemi ş olan Davut’tur. Davut askeri Sultan Osman’a kar şı kı şkırtır, Sultan Osman’ın kendilerini ortadan kaldıraca ğını söyleyerek. Bu esnada Anadolu’nun sesi duyulur. Sultan Osman’la Ömer Efendi Anadolu ile birle şerek güç birli ği etme konusunda hemfikirdirler.

Üçüncü perdede Topkapı Sarayı’nda Akile ile Nevhayal’in Kafkas kızlarının Đstanbul hayali ve Sultan Osman üzerine konu ştuklarını görürüz. Bu sırada Sultan Osman gelir, Akile’yi Nevhayal sanınca i şler sarpa sarar. Bundan sonra Sultan Osman’ın hac seferi için bir ferman çıkardı ğını görmekteyiz. Bazı devlet adamlarını ülkenin güvenli ğini sa ğlamak için görevlendirirken bazı önde gelenleri de beraberinde götürece ğini açıklar. Sadrazam Dilâver Pa şa padi şahı arkasında dü şman bırakarak hacca gitmemesi konusunda uyarır. Ömer Efendi de Anadolu’nun herhangi bir şehrinin payitaht



 yapılabilece ğini, Şeyhülislâm Efendi’nin bu sefere razı olmadı ğı için yeniçerilerin ondan fetva alabilece ğini, bunun için, gidilmeden şeyhülislâmın de ğiştirilmesi gerekti ğini söyler. Osman rüyasında Kur’an okurken Hz. Muhammed’in gelip Kur’an’ı elinden, zırhı üzerinden aldı ğını ve ona bir tokat atarak kendisini tahtından devirdi ğini görmü ştür. Bu rüyayı Üsküdar Şeyhi Aziz Mahmut Hüdaî Efendi olumsuz, Ömer Efendi ise olumlu yönde, yani sefere çıkılması yönünde yorumlar. Bir taraftan da askerler padi şahın hac seferine olumsuz bakmakta, kendilerinin gözden çıkarılmalarının padi şaha pahalıya mal olaca ğını söylemektedirler. Bu sırada köylüler de gelir, Đstanbul’a sı ğınmak ister. Çünkü Anadolu ürün alma zamanı e şkıyalar tarafından soyulmaktadır. Köylüler Osman’a padi şahı görmek istediklerini söyledi ğinde, Osman onlara padi şahın kendileriyle görü şmesinin bazılarının dikkatini çekece ğini, dileklerini kendisinin padi şaha iletece ğini, Anadolu elden çıkarsa Đstanbul’un da yok olaca ğını söyleyip onları köylerine (Tokat’a) dönmeye ikna eder. Esat’la Ömer, padi şahın sefere çıkması konusunda tartı şırken Osman gelir, Esat hükümdara bundan vazgeçmesini tavsiye eder. Saray yeniçeri ve sipahilerce ku şatılmı ş, kazan kaldırılmı ştır. Askerler elçilerini padi şaha yollarlar. Şeyhülislâmdan da fetva almı şlar, bazı devlet adamlarının azledilip kendilerine verilmesini istemi şlerdir. Sultan Osman hacca gitmekten vazgeçti ğini, ancak devlet adamlarını ne kendilerine verece ğini, ne de azledece ğini söyler. Askerler padi şahı ayak divanına isterler. Sultan Osman bunu kabul etmez. “ Sultan Mustafa’yı isteriz! ” (s. 122) sesi gelir dı şarıdan. Dilâver’le Süleyman sezdirmeden gitmi şlerdir. Ömer Efendi, “Đnsanlı ğın üstün bir anlayı şa yükselmesi ancak büyük birinin batmasıyla olur bazen. Halkın gecesine Tanrı’nın uzattı ğı yeni tutu şmu ş bir me şaledir bu ölüm ” (s. 122) diyerek Sultan Osman’ı yüreklendirir. Sonra sahneye kolunda askerler ve üstünde gecelik, arkasında bilginler ve Şeyhülislâm Esat Efendi’yle Sultan Mustafa gelir. Bir asker, bilginlerden birinin cübbesini padi şaha giydirir. Esat Efendi askerleri bu i şten vazgeçmeleri için uyarır. Sultan Mustafa’nın aklî dengesi yerinde olmadı ğı için padi şahlı ğının şer’an do ğru olmadı ğını, Sultan Osman’ın yapmak istediklerinin sadece niyette kaldı ğını, tahttan indirilmesi için ortada fetva olmadı ğını söyler. Yeniçerilerden biri palasını çekerek bilginlere fetva için bir sebep bulmalarını söyler. Bu sırada Mustafa, aklî dengesi yerinde olmadı ğı için, tuhaf davranı şlarda bulunmakta, sözler söylemektedir. Valide Sultan, “Padi şah erdi ği için böyle yapıyor. Tanrı cezbesi derler buna, a ğa” (s. 125) demektedir. Padi şahın bu hâllerini unutturmak için Davut ile Valide



 Sultan askerlere sürekli altın saçarlar. Sultan Osman sarayda olaca ğı için, Sultan Mustafa yeniçeri kı şlasına götürülecek; Yedikule zindanlarındaki tüm mahkûmlar salıverilecektir. Askere para yeti ştirmek için Valide Sultan yeni sadrazam Davut’a ayarı bozuk akçe basmasını söyler.

Yine bu bölümde Osman Akile’yi babasının kona ğına gönderir. Kendisi yeniçeri kı şlasına gidecektir, devleti için alçalmayı göze alacaktır. Sultan Mustafa’nın tuhaf hâllerini gören asker yaptı ğına pi şman olur, ancak artık geri dönemezler. Bu sahnede Sultan Mustafa’nın Davut’a “e şek” muamelesi yapması seyirciyi güldürmektedir. Osman’ın gelmesiyle Mustafa ona sı ğınır ve kendisini kurtarmasını ister. Sultan Osman yeniçerileri tazirler, onlar da suçlanır. Bu noktada Davut devreye girer, padi şahın yaptı ğı ve yapaca ğı yenilikleri korkunç birer şey, Đslâmiyet’e aykırı durumlar olarak gösterir. Sürü psikolojisine sahip olan askerler ona inanırlar. Davut Sultan Mustafa’nın ağzından, “ Sevgili ye ğenim Sultan Osman bundan böyle Yedikule’de a ğırlansın” (s. 146) der. Đstanbullular, “ Hep sonradan gelir bizim aklımız, i ş i şten geçtikten sonra ” (s. 147) diyerek öz ele ştiride bulunur. Davut Osman’ı cellâtlarla hücreye sokar. Ancak, Osman’ı bo ğmayı ba şaramadıkları için her seferinde cellât sayısı iki katına çıkarılmaktadır. Sabaha kadar bo ğuşma sonunda Osman öldürülür. Sipahiler, yeniçeriler, Đstanbullular, Anadolu köylüleri sahneye gelip “ Asilere do ğru hınçla bakarak yere tükürürler ” (s. 149). Yeniçerilerden biri cellâda Osman’ı bo ğdu ğu kemendi aldırıp Davut’u Osman’ın bo ğuldu ğu hücreye sokarken oyun sona erer.

2.6.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.6.2.1. Asıl Kahraman

Sultan Genç Osman, eserin merkezinde yer alan, olayların kendisi etrafında te şekkül etti ği şahıstır. O, idealist bir hükümdardır. Devralmı ş oldu ğu devlet te şkilâtının ne kadar hantalla ştı ğının farkındadır. Atak yapısıyla, gençli ğiyle bu te şkilâtı yenilemek niyetindedir. Zeynep Oral’ın Genç Osman’la ilgili yerinde yaptı ğı de ğerlendirmeyi aşağıya alıyoruz:

“Turan Oflazo ğlu’nun oyununda (…) Genç Osman, güçlülü ğü ve güçsüzlü ğüyle, deneysizli ği, tutkuları ve zaaflarıyla, dü şünceleri ve eylemleriyle, tüm çeli şkileriyle çok boyutlu bir insandır. Hükümdardır, çocuktur, ö ğrencidir, sevgilidir, kocadır, sevaplarıyla ve günahlarıyla ya şayan bir insandır” (Oral, 1981: 46).



 Sultan Osman, devlet te şkilâtında ciddî anlamda reformun gerçekle ştirilebilmesi için asker ocaklarının ve adalet mekanizmasının düzeltilmesi gerekti ğine inanmaktadır. Bu sebeple, artık iyice yozla şmı ş durumdaki Yeniçeri Oca ğı ile Sipahi Oca ğı’nı kaldırıp bunların yerine Anadolu’daki Türkmenlerden te şekkül edecek bir ordu kurmayı planlamaktadır. Sultan Osman’ın şu sözleri onun adalet mefhumuna ne kadar önem verdi ğini ortaya koyar ve öz ele ştiri niteli ğindedir:

“Yeryüzünün en güçlü devleti, en zengin ülkesiyiz sözde. Açlıktan ölenlerin bulundu ğu bir ülkede şölenler düzenlenip tıka basa yeniyorsa, çıplakların so ğuktan titre şti ği bir yerde kürklere sarınanlar olabiliyorsa ve bütün bunlardan sorumlu olan ki şiye cihan padi şahı diye alkı ş tutuluyorsa yazıklar olsun o padi şaha da ona alkı ş tutanlara da!” (s. 12). Yukarıda da de ğinildi ği üzere, Sultan Osman ve hocası Ömer Efendi, ça ğın gerisinde kalındı ğının, ça ğa uygun ya şanmazsa yok olmanın kaçınılmaz oldu ğunun idrakindedirler. Sultan Osman, saray dı şından evlenen ilk padi şah olarak bir gelenek de ğiştirir. Şeyhülislâm Esat Efendi’nin kızı ve çocukluk arkada şı olan Akile’yi kendisine e ş seçer, harem hayatı ve çok e şle evlili ğe son verece ğini söyleyerek.

Sultan Osman iyi niyetli, atak, yenilikçi, “kul” yerine “halk” isteyen, sadeli ği seven bir hükümdardır. “ Giyini şte olsun, dü şüncede, inançta olsun gereksiz a ğırlıklardan kurtulmalıyız artık; atabildi ğimiz kadar safra atmalıyız hayatımızdan. Her gün yeni bir hız kazanmalıyız ” (s. 53) dü şüncesinde olan padi şah, yapaca ğı i şlerin devleti içinde bulundu ğu durumdan kurtarmasını, atalarının zamanındaki gibi güçlü kılmasını, adalet mekanizmasını iyi i şletmesini, herkesin görevini hakkıyla yerine getirmesini sa ğlamasını istemi ştir. Ordu ve ulema sınıfı iyice çı ğırından çıkmı ştır. Bunlar gerçek görev alanlarında yetinmek ve yetkin olmak yerine, ba şka, kendilerine daha fazla dünyalık kazandıracak me şgaleler içinde bulunmaya ba şlamı şlardır. Đçten zayıflayan bir devletin dı ş dü şmanlara kar şı güçlü olması da söz konusu olamayaca ğı için, iç ve dı ş huzursuzluklar ba ş göstermi ştir. Sultan Osman, gerçekle ştirece ği reformlarla bunların üstesinden gelip devletin yeni bir hayat bulmasını istemi ştir. Ne var ki, acemili ği, toylu ğu, fazla açık sözlü olu şu yapmak istedi ği hemen her i şin yarım kalmasına ve kendisinin bu giri şimlerini hayatıyla ödemesine sebep olmu ştur.

Tam bir eylem adamı, idealist, reformcu Sultan Osman, dü şüncelerini fiile dönü ştürürken kar şısına çıkacak olumsuzlukları önceden hesaba katamamış, toyca



 hareket etmi ştir. Bu da kendisinin, hasımları tarafından ortadan kaldırılması sonucunu do ğuracaktır. Aynı zamanda şair olan Sultan Osman’ı yazarın sözcüsü konumundaki ki şi olarak da alabiliriz. Sultan Osman Esat Efendi’nin kona ğına Akile’yi istemeye gitti ğinde onunla kar şılıklı şiir okurlar. Akile’nin duru Türkçeyle yazdı ğı şiir üzerine Sultan Osman’ın söyledi ği “ Bütün şairlerimiz böyle, ya şanan Türkçeyle ve Türk edasıyla yazınca, ancak o zaman bulmaya ba şlayaca ğız kendimizi ” (s. 34) sözleri, Oflazo ğlu’nun şiir diliyle ilgili görü şüdür.

Sultan Osman, tarihî bir ki şidir. Yukarıda da belirtildi ği gibi, idealist, olumlu bir kahramandır. Di ğer ki şilerden çok farklı olu şunun vurgulanması, radikal de ğişimler istemesi, kendisinden önceki padi şahlardan farklı olması dolayısıyla onu karakter olarak kabul edebiliriz. Ancak, bir ki şilik de ğişimi geçirdi ğini söylemek zordur. O, psikolojik boyutuyla ele alınmı ş; hem davranı şlarıyla, hem de konu şmalarıyla sunulmu ştur. Sultan Osman devletin gücünü simgelemesine ra ğmen her şeye hâkim bir ki şi olamaz. Deneyimsizli ği, a şırı gözüpekli ği sebebiyle gerçekle ştirmek istediklerini yapamamı ştır. Sonu trajik olmu ştur. Tek e şle evlili ği savunmasına ra ğmen Nevhayal’e kar şı zaafı, padi şahın kendisiyle çeli şti ğini gösterir. Yapmak istedikleri yeniçeri, sipahiler, Davut ve Valide Sultan’ın çıkarlarıyla çatı ştı ğı için Sultan Osman’ın dı ş çatı şma ya şadı ğını söyleyebiliriz.

2.6.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu grupta yer alan ki şilerin sayısı çoktur.

Sultan Mustafa’nın annesi Valide Sultan, hasım güçlerin ba şında gelmektedir. Amacı, aklî dengesi yerinde olmadı ğı için daha önce tahttan indirilen o ğlu Sultan Mustafa’yı yeniden padi şah yaptırmaktır. O ğlu padi şah olursa Valide Sultan da kendi iktidar arzusunu tatmin edecektir. O ğlunu tahta yeniden geçirmek için her yolu mübah sayar. Öncelikle, Sultan Osman’ın gözdesi Nevhayal’den yararlanır. Ona odalık olarak kalmak yerine sultan olmanın çok daha kendisine yakı şaca ğını ve Sultan Mustafa padi şah olursa bunun gerçekle şece ğini vaat eder. Nevhayal bu vaade kandı ğı için ona Topkapı’da olup bitenlerin haberini getirir.

Valide Sultan, damadı Davut Pa şa vasıtasıyla askeri Sultan Osman’a kar şı kı şkırtır. Oğlunu askere, padi şah yaptırır. Sultan Mustafa’nın tuhaf hâllerini görüp pi şman



 olduklarını görünce de o ğlunun o anda cezbe içinde bulundu ğunu söyler ve bunun fark edilmemesi için sürekli altın saçtırır. Hazineler iflâs edece ği için bu durumda, ayarı bozuk akçe bastırmasını söyler Davut Pa şa’ya.

Valide Sultan’ın tek emeli iktidar açlı ğını doyurabilmektir. Ülkenin kaderinin bir delinin eline kalmasına onun için bu kadar can atar. Ülke, millet onun umurunda de ğildir. Cahil, çıkarcı bir tiptir. Ki şilik de ğişimi göstermez. Tarihî bir ki şidir, olumsuz ki şiler arasında yer alır. Psikolojik özellikleri yönüyle ele alınıp daha çok, konu şmalarıyla tanıtılır. Entrikalara ba şvurmasıyla sebebiyle onu etken bir kahraman sayabiliriz.

Davut Pa şa, Valide Sultan’ın damadı ve Sultan Osman’ın dördüncü veziridir. Sadrazam Dilâver Pa şa huzura çıkarken Davut da her seferinde onun yanındadır. Ömer Efendi ona kar şı padişahı “ Đki kez a ğır suç i şleyen üçüncü kez de i şleyebilir, hem öncekilerden talimli oldu ğu için daha kolay i şler daha a ğır bir suçu. (…) Gizli tertipleri oldu ğu su götürmez; bunları bir an önce siz açı ğa çıkarıp ezin ba şını! ” (s. 15) diyerek uyarır ki, ileride Ömer Efendi’nin ne kadar haklı çıkaca ğını görürüz.

Daha önce iki kez büyük kabahat i şledi ği hâlde Sultan Osman tarafından affedilen Davut Pa şa, sunturlu bir hain, alçaktır. Sultan Osman’ın veziriyken, kazan kaldırılmadan önce, sürekli dalkavukluk yapar padi şaha. Gözü hep yükseklerdedir. Bulundu ğu yer kendisini tatmin etmez. Bunun için, eline geçen fırsatları de ğerlendirir. Kayınvalidesi ile i şbirli ği yapıp askeri Sultan Osman’a kar şı kı şkırtır. Yeniçeri ve sipahilere “ Sultan Osman’ın sizi ne kadar sevdi ğini gördünüz; padi şahınızın kim olması gerekti ğini de anladınız artık ” (s. 87) deyip birer kese altın verir. Onların kazan kaldırmalarına sebep olur. Nitekim bu yolla Sultan Mustafa’yı padi şah yaptıkları için kendisi de sadrazam olur. Asker Sultan Mustafa’nın dengesiz davranı şlarını görünce pi şman olmu ştur yaptı ğından. Sultan Osman’a kar şı mahcuptur. Ancak, Davut’un asker üstünde yönlendirme gücü vardır. Bu sebeple onların da ğılmasına engel olur ve i şi Sultan Osman’ı öldürtünceye kadar sürdürür. Onu ortadan kaldırtmı ş, amacına ula şmı ştır. Fakat kendisinin sadrazamlı ğı da uzun sürmez. Oyunun sonunda askerler Davut Pa şa’nın da Sultan Osman’ın öldürüldü ğü hücrede bo ğulması emrini verir cellâda.



 Çok zeki, hırslı, acımasız, vefasız, kötü mizaçlı biri olan Dördüncü Vezir Davut Pa şa, çevirdi ği entrikalarla (Sultan Osman’ın söz konusu asker ocaklarının kökünü kazıyaca ğını söylemesi, padi şahın ba şta dinî konulardakiler olmak üzere yenilikçi fikirlerini korkunç birer şey gibi göstermesi onun ba şlıca entrikalarıdır.) Sultan Osman’ı ortadan kaldırıp sadrazam olmayı ba şarmı ştır. Ne var ki, bu oyunuyla kendi sonunu da hazırlamı ş olur. Davut Pa şa, tarihî, olumsuz bir ki şidir. Yazar tarafından tip düzeyinde, ruhsal özellikleriyle ele alınmı ş; konu şma ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik de ğişimi sergilemez. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. Çıkarcı, muhteris bir tiptir. Giri şti ği entrikanın Sultan Osman’ı ölüme götürmesi dolayısıyla Davut’u etken bir kahraman kabul edebiliriz.

Yeniçeri ve sipahiler de Sultan Osman’a hasımlık etmi şlerdir. Bu askerler artık, kurulu ş ve yükselme dönemlerinin muzaffer askerleri de ğildir. Ocakları koku şmu ştur. Đkide bir isyan etmekte, kazan kaldırmaktadırlar. Tahta çıkan her padi şahtan bah şiş almaktadırlar. Askerlikten ba şka her i şi yaparlar. Talim yapma onlar için olmayacak i ş durumundadır. Sultan Osman bu askerlerle Lehistan üzerine sefere çıkar. Ancak, asker, kahramanlık göstermek şurada dursun, âdeta kaçar dü şmandan. Sonra da Đstanbul’da bu yaptıklarını orta oyuncuları, meddahlar gibi anlatırlar. Bu sefer, Sultan Osman’a iki oca ğı da kat’î olarak kaldırma kararını aldırmı ştır. Ancak, Davut Pa şa, el altından bu askerleri padi şaha kar şı kı şkırtmı ş, hükümdarın kendilerinin kökünü arıtaca ğını söylemi ştir. Sultan Osman’ın, yanına bir miktar asker ve devlet adamı alıp hacca giderek dönü şünde Anadolu’da yeni bir ordu kurmak niyetiyle eyleme geçece ği sırada askerler kazan kaldırır. Sultan Osman hac fikrinden vazgeçer, ancak ayak divanına çıkmaz ve istedikleri adamları yollamaz. Onlar bundan sonra Sultan Mustafa’yı zorla padi şah yaptıklarında onun tavırlarını görünce bundan pi şmanlık duyarlar. Di ğer taraftan, Davut Pa şa’nın saçtı ğı altınlar gözlerini kama ştırmaktadır. Sultan Osman kı şlalarına gelince utanırlar; ancak, Davut Pa şa’nın üzerlerindeki nüfuzundan dolayı geri adım at(a)mazlar. Onlar yüzünden Sultan Osman öldürülür. Bu suçun altında ezildikleri için Davut Pa şa’yı da onlar öldürtür.

Yeniçeri ve sipahiler oyun boyunca serke şlik eder, ba şıbozuk bir sürü imajı uyandırırlar. Yapılması istenen yeniliklere kar şı çıkarlar, sava ştan kaçarlar neredeyse. Sonunda da



 padi şahın ba şını yerler. Tip düzeyinde ele alınmı şlardır. Psikolojik özellikleri ayrıntılı biçimde verilmez. Olumsuz kahramanlardır, daha çok, tavırlarıyla verilmi şlerdir.

Şeyhülislâm Esat Efendi’nin de bir ara Sultan Osman’a hasımlık etti ğini dü şünmekteyiz. Yazarın bu konudaki tavrı açık de ğildir. Asiler şeyhülislâmdan fetvanın alındı ğını söylerler. Şeyhülislâm da Sultan Osman’ın yapmak istediklerinin sadece niyette kaldı ğını, padi şahlı ğını geçersiz kılacak fetvanın olmadı ğını belirtir.

Esat Efendi, Hoca Sadettin Efendi’nin o ğlu, Sultan Osman’ın kayınpederidir. Eserin ba şından sonuna kadar gelenekçi ki şili ğini sürdürecektir. Padi şahın yapmak istedi ği her yenili ğe şüpheyle bakar, risk almayı sevmez. Herkesin yürüdü ğü yolda yürümenin daha emin oldu ğunu savunur. Çok e şle evlili ğin kaldırılmasına ve padi şahın saray dı şından evlenmesine sıcak bakmaz, yadırganmaktan korkar hep. Padi şahın kul yerine halk istemesi de onu ürkütür. Sultan Osman’a “ Padi şah hiçbir yerde hiçbir zaman unutmamalı padi şah oldu ğunu ” (s. 44) der. Sultan Osman’ı çıkmak istedi ği hac yolculu ğundan alıkoymaya çalı şır, “ Padi şahım, fırtına kopmak üzere. Denize açılmaktan vazgeçin ” (s. 113) diyerek. Ömer Efendi’nin kendisi hakkında padi şaha, “Şeyhülislâm bu Hac seferine razı de ğil. Yeniçeriler ondan fetva alabilirler. Onun için şeyhülislâmı de ğiştirseniz yola çıkmadan, davamıza inanmı ş birini getirseniz yerine ” (s. 98) dedi ği Esat Efendi, asiler Sultan Mustafa’yı padi şah yaparken bu işin yanlı şlı ğını onlara şu sözleriyle ifade etmi ştir:

“Yolda şlar, vazgeçin bu i şten, sonra pi şman olursunuz. Sultan Mustafa yine eski yerinde dursun. Padi şahlı ğı dinimizin buyruklarıyla ba ğda şamaz. Bundan önce neden indirilmi şti, bir dü şünün. O, padi şah oldu ğunu dahi bilmeyecektir. (…) Sultan Osman ne yaptı ki istemezsiniz? (…) Yapmak istedikleri niyet hâlinde kalmı ştır. Tahttan indirilmesi için ortada fetva yoktur. (…) Fetva için ortada hiçbir sebep yoktur” (s. 123-124). Şeyhülislâm Esat Efendi, her adımı çok iyi hesaplayarak atmak isteyen, gelenekçi, yeniliklerden çekinen, radikal giri şimleri onaylamayan bir ki şili ğe sahiptir. Bundan dolayı Sultan Osman’ın gerçekle ştirmek istediklerine temkinle yakla şmı ş, onu hac seferinden alıkoymak istemi ştir. Bu sefere çıkılaca ğı sırada kazan kaldırılır. Sultan Osman’ın tahttan indirilmesi için gerekli fetvayı onun verip vermedi ği net de ğildir. Bu isyanı yatı ştırmak için çaba sarf etti ğine tanık oluruz. Fetvada rolü olmasa bile padi şahın yapmak istediklerine şüpheyle yakla şması ve aksi yönde telkinde bulunması, kendisini hasımlar içinde de ğerlendirmemize zemin hazırlar. Bu sebeple, onu olumsuz 

 bir kahraman sayabiliriz. Tarihî bir ki şi, gelenekçi din adamı tipidir. Ruhsal açıdan ele alınmı ştır. Herhangi bir ki şilik gelişimi göstermez. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. Dinin gücünü temsil eder. Şüpheci bir ki şili ğe sahiptir.

Nevhayal, Sultan Osman’ın gözdesidir. Akile’yi çok sevmesine ve ona ba şka biri olmayaca ğına dair söz vermesine ra ğmen, Sultan Osman Nevhayal’in güzelli ğine dayanamaz. Çerkez asıllı bir cariyedir Nevhayal. Çok güzel, ama saftır. Valide Sultan’ın Sultan Mustafa padi şah olursa kendisinin odalık olmaktan sultanlı ğa yükselece ği vaadine inanarak Topkapı’daki haberleri ona iletir, Akile Hatun hakkında “ Beni el üstünde tutan birinin kuyusunu kazmak, nasıl söyleyeyim, tedirgin ediyor beni, üzüyor ” (s. 85) dese de.

Nevhayal, bir tiptir. Fizikî özellikleri çok olmasa da vurgulanmı ştır. Olumsuz bir kahraman sayılabilir. Ki şilik de ğişimi geçirmez. Konu şmalarıyla tanıtılır. Geleneksel bir cariye tipi, aynı zamanda çıkarcı bir tip oldu ğunu söyleyebiliriz.

Cellât da hasımlar arasında de ğerlendirilebilir. O, önceleri Sultan Osman’ın emrinde ve beraberinde onunla sokak sokak dola şarak Đstanbullulara ve askerlere padişahın iste ğiyle onun gücünü gösterse de oyunun sonunda Yedikule’de Davut Pa şa Sultan Osman’ı bo ğması için cellâda hücreye girmesini söyledi ğinde cellât, âdeta bu i şi yapmaya hazır gibi, hiç mukavemet etmeden girer oraya. Tek ba şına ba şaramasa da çok sayıda cellâtla Sultan Osman’ı öldürürler. Cellât bir tiptir, konu şmaz. Psikolojik ve fiziksel özellikleri üzerinde durulmaz. Đnsanları öldürmesi dolayısıyla etken oldu ğunu savunabiliriz. Ki şilik de ğişimi geçirdi ğini, bir çatı şma ya şadı ğını da söyleyemeyiz. Davranı şlarıyla tanıtılır.

2.6.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Oyunun asıl kahramanı olan Sultan Osman’ın ba şlıca iki arzusu söz konusudur. Bunlardan biri Akile’ye kavu şmak, di ğeri devlet te şkilâtında reform gerçekle ştirmektir. Akile’ye kavu şur. Akile, Şeyhülislâm Esat Efendi’nin kızı ve Sultan Osman’ın çocukluktan arkada şıdır. Akile çok güzel bir kızdır. Duru bir Türkçeyle şiir yazmaktadır. Sultan Osman Akile’ye evlenme teklif etti ği zaman, Akile onu saraydaki bütün kadınlara kar şı her seferinde yeniden kazanmak zorunda kalaca ğı endi şesini dile getirir. Padi şah, harem hayatına son verece ğini ve tek e şinin Akile olaca ğını vaat etti ği



 için Akile saraya gelin gelir. Akile’nin arzusu da Sultan Osman’ın tek e şi kalmak, onu kimseyle payla şmamaktır. Onun geleneksel padi şah e şlerine göre modern, e şini kıskanan bir ki şili ğe sahip oldu ğunu söyleyebiliriz. Ancak, Akile de arzusuna sahip olamamı ştır. Nitekim Sultan Osman’ı Nevhayal’le payla şmak zorunda kalır.

Tarihî ve olumlu bir ki şi olan Akile, tip olarak ele alınmı ş, psikolojik boyutuyla sunulmu ş, güzelli ği de vurgulanmı ştır. Daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Sultan Osman’ı Nevhayal’le payla şmak zorunda kalması, kendisinin dı ş çatı şma ya şadı ğını gösterir. Akile, kıskanç bir kadın tipidir.

Sultan Osman, di ğer arzu etti ği şey konumundaki devlet te şkilâtında reformu tam anlamıyla gerçekle ştirmek için birçok alanda yenilik yapmak zorundadır. Bu alanların ba şlıcaları asker ocakları ile adalet sistemidir. Bunlar eski i şlerliklerini kazanırsa di ğer pek çok saha da bundan olumlu etkilenecektir. Asker ocakları iyice bozuldu ğu, askerler talim yapmayıp askerlikten ba şka her i şi yaptıkları, sürekli kazan kaldırdıkları için ordu çökmü ştür. Bu bozulma, devletin dı ş siyasetine de yansır. Sava şlarda ba şarısızlıklar ortaya çıkar. Ulema sınıfı da çı ğırından çıkmı ş, bilginler daha fazla dünyalık elde etmek ve her şeyi bir bayram vesilesi saymak derdine dü şmü şlerdir. Padi şah onların da arpalık larını kesmek niyetindedir. Di ğer taraftan, Anadolu’da e şkıya ba şını almı ş yürümü ştür. Hasat zamanı köylünün ürününü talan etmektedir. Rü şvet de di ğer sorunlardandır. Gelir da ğılımında büyük bir adaletsizlik söz konusudur. Çok eşle evlilik, şatafat da bir yandadır. Sultan Osman, i şte tüm bu sorunları çözmek arzusundadır. Đlk olarak orduyu düzeltmek için eyleme geçmek ister. Yeniçeri ve Sipahi Oca ğı’nın düzelmeyece ğini anladı ğı için bir miktar devlet adamı ve askerle hacca gidip dönü şünde Anadolu’da kalarak oradaki Türkmenler den yeni bir ordu kurmayı, onunla da yeniçeri ve sipahileri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ancak, bu sırada asker kazan kaldırıp Sultan Mustafa’yı tahta çıkardı ğı için Sultan Osman arzusuna ula şamaz. Hatta bu dolabın devamında canından olur.

Eserin di ğer kahramanlarının da arzuladıkları ve korktukları şeyler mevcuttur. Yeniçeri ve sipahiler, asker olarak görünüp askerlikten ba şka her i şi yapma ve bol kazanç elde etme biçimine çevirdikleri düzenlerinin sürmesini isterler ve bunun ortadan kaldırılmasından korkarlar. Zaten bu u ğurda padi şah katili olmu şlardır. Bu düzenleri

 

 hemen o zamanda olmasa da kısa bir süre sonra yok edilecektir. Yani, onlar da korktukları dü şten öleceklerdir.

Valide Sultan, o ğlu Sultan Mustafa’nın yeniden padi şah olmasını arzular, bunun gerçekle şmemesinden korkar. Đktidar açlı ğını dindirece ği için, bu u ğurda devletin tüm kaynaklarını gözden çıkaracak kadar çılgınla şır. Ancak Sultan Mustafa’nın devri de kısa sürece ği için, Valide Sultan da korktu ğuna u ğrar. Damadı Davut Pa şa ise, daha yüksek bir makam olan sadrazamlı ğa ula şma arzusundadır. O da bu yolla kendini tatmin edecektir. Entrikayla sadrazam olsa bile bu görevi çok kısa bir süre yürütebilecektir. Zira, o da Sultan Osman’ı bo ğdurttu ğu iple bo ğdurulur aynı gün.

Sultan Osman’ın gözdesi olan Nevhayal odalık olmaktan kurtulup sultan olmayı arzulamı ştır. Bunun için, Topkapı Sarayı’nda cereyan edenleri Valide Sultan’a ula ştırma gibi çirkin bir görevi üstlenir. Fakat sultan olamaz.

2.6.2.4. Yönlendirici

Bu kategorideki ki şiler de azımsanmayacak sayıdadır. Sultan Osman’ı en çok yönlendiren ki şi, hocası Ömer Efendi’dir. Ömer Efendi, Şeyhülislâm Esat Efendi’nin zıddına yenilikçi bir şahıstır. Hantalla şmı ş bir gövde konumunda olan devlet te şkilâtına gençli ği ile Sultan Osman’ın yeni bir hayat verece ğini ileri sürer.

Hep yeniliklerden yana olan ve yenile şmenin hızlı bir biçimde gerçekle ştirilmesini isteyen Ömer Efendi üç kadınla evlidir. Đleri görü şlüdür. Devlet kurumlarındaki koku şmu şluk bir an önce temizlenmezse, ça ğa ayak uydurulmazsa ve devleti do ğuran Anadolu ile birle şilmezse, onun sesine duyarsız kalınırsa yıkımın kaçınılmaz oldu ğunun farkındadır. Ömer Efendi padi şahı yapmak istediklerinde destekler, yüreklendirir, onu çabucak eyleme geçirmeye çalı şır. Hac seferine Esat Efendi kar şı çıkarken Ömer Efendi bu seferi destekler. O, Davut Pa şa tehlikesi ve hac seferi sırasında kendisinden fetva alınabilece ği dü şüncesiyle şeyhülislâmın de ğiştirilmesi konusunda padi şahı uyarır. Ömer Efendi’nin oyunun ba şlarında söyledi ği “ Ça ğ de ğişiyor, hünkârım, de ğişiyor ça ğ. Dünü ya şatan kurallar bugünü bo ğmakta. Yapı aynı yapı elbette, ama bakın tavanda delikler var, duvarlarda çatlaklar… Temelde sarsıntılar var da ondan. Yapıyı yeniden kurmak gerek ” (s. 13) biçimindeki sözleri, ça ğa ayak uydurulamadı ğı için devlet

 

 te şkilâtının bozuldu ğunu ortaya koyar. Yine Ömer Efendi’nin şu sözleri de devletin içinde bulundu ğu durumu çok iyi bir biçimde betimler:

“Devletin dı şa kar şı kudreti askerle, askerin ayakta durması da hazineyledir; hazinenin geliri halkla, halkın ayakta durması da adaletledir. Şimdi âlem harap, halk peri şan, hazine noksan; memleket göz göre göre elden gitmekte. Tedbiri görülmez, ilâcı sorulmaz; sefalet artar, eksilmez. Bu gaflet ne gaflettir? Sonunda kazandı Bizans” (s. 47). Ömer Efendi tarihî bir ki şidir. Tip düzeyinde, ruhsal yönüyle ele alınmı ş; konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Yenilikçi, idealist bir tiptir. Olumlu kahramanlar arasında yer almı ştır. Ki şilik de ğişimi sergilememi ş, inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur.

Sadrazam Dilâver Pa şa da Sultan Osman’ı yönlendiren şahıslardandır. O da Sultan Osman’ın temkinli hareket etmesini önermi ştir hep. Kazan kaldırılıncaya dek padi şahın yanında, destekçisidir. Asker ocaklarının bozuldu ğunun farkındadır. Hükümdara, iki oca ğı birden kar şısına almamasını, birini di ğerine kar şı kalkan olarak kullanmasını tavsiye eder. Ömer Efendi’nin şeyhülislâm konusundaki endi şesini Dilâver Pa şa da payla şır. Yalnız, o da Süleyman A ğa ile birlikte, asker Sultan Mustafa lehine yaygarada bulunurken ortadan sıvı şmı ş, hükümdarı yalnız bırakmı ştır. Bu, birinci vezirlik rütbesine yükselmi ş bir pa şaya yakı şan bir davranı ş de ğildir. Tarihî ki şilerden biri olan Dilâver Pa şa, olumlu bir kahramandır. Tip olarak, psikolojik açıdan ele alınmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ş, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Sadrazam oldu ğunu göz önünde bulundurursak, yürütme gücünü temsil etti ğini söyleyebiliriz.

Şeyhülislâm Esat Efendi de Sultan Osman’ı yönlendirmek istemi ştir. Onun son derece gelenekçi bir ki şili ğe sahip oldu ğunu önceden de vurgulamı ştık. O, daha önce denenmi ş yollardan yürünmesini tavsiye etmi ştir hep. Çok e şle evlili ğin yasaklanması, padi şahın saray dı şından evlenmesi, “kul” yerine “halk” mefhumunun yerle ştirilmek istenmesi, hac seferine çıkılması gibi konularda Esat Efendi padi şahı kendi fikirleri do ğrultusunda hareket ettirmek istemi ştir. Bu radikal düşüncelerin kar şısında bulunmu ştur kendisi.

Süleyman A ğa, kızlara ğasıdır. Ayırt edici bir özelli ği söz konusu de ğildir. Geleneksel, efendisine ba ğlı bir tiptir. Bir seferinde bir mektup getirir padişaha telâ şlı bir şekilde. Bu mektupta Osman’ın karde şi Şehzade Mehmet’in tahtta gözü oldu ğu yazılıdır. Sultan Osman, karde şini çok sevmesine ra ğmen, Lehistan seferine çıkaca ğından, arkasında şüpheli bir durum bırakmamak için karde şini cellâda teslim eder. Ba şka bir defasında da

 

 Akile Hatun babasının evine gitti ğinde, Süleyman A ğa, Sultan Osman’a Nevhayal’in güzelli ğini över ve onun elinden bir bardak şerbet içmesi konusunda ısrarcı olur. Nevhayal bundan sonra padi şahın gözdesi olacaktır. Sultan Osman’ı, karde şini öldürtmek ve karısını aldatmak eylemlerine te şvik etti ği için Süleyman A ğa olumsuz bir ki şidir. Psikolojik ve fiziksel özellikleri üzerinde durulmaz. Davranı şları ve konu şmasıyla sunulur. Hükümdar onun önerisini dikkate aldı ğı için Süleyman A ğa, etken bir ki şi sayılabilir. Ki şilik de ğişimi göstermez.

Akile Hatun da Sultan Osman’ı, padi şahın tek kadınla evli olması yolunda yönlendirmi ştir. Ondan tek karısı olaca ğı sözünü aldıktan sonra saraya gelin gitmeye razı olmu ştur. Bunu padi şaha “ Kesin söz isterim: Tek karın olacak, tabiî, o ben olacaksam ” (s. 37) şeklinde ifade etmi ştir.

Đstanbullular, yeniçeri ve sipahiler, Anadolu köylüleri de söz ve davranı şlarıyla Sultan Osman’ı planladı ğı yenilikleri yapmaya te şvik etmi ştir. Đstanbullular padi şahın halktan biri gibi sokakta yürümesini ve kul yerine halk istemesini, tek e şle evlili ği yerle ştirmek istemesini garip bulurlar. Bu, Sultan Osman’ın söz konusu meselelerin bir an önce çözümlenmesi gere ğini duymasını sa ğlar. Yeniçeri ve sipahilerin zorbalıkları, talim yapmamaları, askerlikten ba şka her i şle u ğra şmaları, Lehistan seferi sırasındaki ciddiyetsizlikleri, padi şaha bu ocakların kesin olarak ortadan kaldırılması kararını aldırır. Anadolu köylülerini yazar “Tokatlılarla” sembolize etme yolunu seçmi ştir. Önce “Bir Ses” Anadolu’nun feryadını dile getirir, “ Đmdat! Dinsiz Mehmet kasıp kavurmakta burayı ” (s. 48) der. Bu tür çı ğlıklara Đstanbul’dan yardım gelmeyince bu sefer köylüler Đstanbul’a gidip hâllerini padi şaha arz etmek isterler. Sultan Osman, herhangi bir Đstanbullu gibi kar şılar onları ve dertlerini padi şaha iletece ğini söyleyip onlara geri dönmelerinin uygun olaca ğını belirtir. Anadolu köylüleri, Anadolu’yu e şkıyanın kasıp kavurdu ğunu, namuslarına tecavüz edildi ğini, hasadı e şkıyanın talan etti ğini duyurur padi şaha. Bu da Sultan Osman’ı bir an önce Anadolu ile birle şmek, adaleti sa ğlamak dü şüncesine yönlendirir. Bu kalabalık ki şi kadrosu inandırıcı bir biçimde sunulur. Psikolojik ve fiziksel özellikleri üzerinde durulmaz. Bazıları olumlu, bazıları olumsuz kahramanlardır. Onları tip kabul edebiliriz.

 

 Di ğer taraftan, hasımların da yönlendiricili ği söz konusudur. Valide Sultan, Davut Pa şa ve Nevhayal’i; Davut Pa şa da yeniçeri ve sipahilerle Đstanbulluları yönlendirmi ştir. Bu te şvikler Sultan Osman’ın öldürülmesine yol açacaktır.

2.6.2.5. Alıcı

Sultan Osman ba şta olmak üzere eserdeki bütün ki şileri alıcı saymamız mümkündür. Sultan Osman hayatını kaybederek olayların geli şiminden en çok etkilenen ki şi olmu ştur. Onu sevenler hem üzüntüye bo ğulmu ş, hem de mevkilerini yitirmi şlerdir. Hasım güçlerden Davut Pa şa hemen oracıkta canından olmu ş, di ğerleri de çok sürmeden saltanatlarını yitirmi şlerdir. Sultan Mustafa’nın padi şahlı ğı yine çok kısa sürecektir. Đstanbulluların akılları ba şlarına yine geç gelmi ştir. Anadolu köylüleri padi şahlarından yardım alamamı ştır. Kısacası, Sultan Osman’ın öldürülmesi herkesi bir biçimde etkilemi ştir.

2.6.3.6. Yardımcı

Asıl kahraman Sultan Osman’ın ba şlıca yardımcıları hocası Ömer Efendi ile Sadrazam Dilâver Pa şa’dır. Bunun yanında, eserin genelinde, gelenekçi görü şleriyle padi şahın yenilikçi fikirlerine kar şıt bir tutum sergileyen Şeyhülislâm Esat Efendi, Sultan Mustafa tahta çıkarıldı ğında, bunun do ğru olmadı ğını, Sultan Osman’ın tahttan indirilmesi için fetva ve gerekçe olmadı ğını söylemi ştir. Askerlerin elçi olarak gönderdi ği bilginler de Sultan Osman’a ayak divanına çıkıp onlara istediklerini vererek padi şah kalmasını önerdikleri için yardımcı şahıslar sayılabilir. Di ğer taraftan, Valide Sultan ile Davut Pa şa’nın emeline hizmet eden yeniçeri ve sipahilerle Sultan Osman yeniçeri kı şlasına giderken onun üstünü ba şını paralayan Đstanbulluları da yardımcı ki şiler kabul edebiliriz. Yazar bu ki şiler üzerinde durmaz.

2.6.3.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu kategoride çok sayıda ki şi yer almaktadır. Sultan Osman’ın karde şi Şehzade Mehmet bunlardandır. Bir mektup üzerine canından olmu ştur o. Kendisi ana olaydan etkilenmedi ği için bu grupta de ğerlendirilmi ştir. Ortamı vermek için oyuna yerle ştirilmi ştir Şehzade Mehmet, kanaatimizce. O, bir yazı ustasıdır. Sultan Osman’ın padi şah olmasından o mektubun geldi ği zamana kadar Sultan Osman’ın tu ğrasını hazırlamaya harcamı ştır vaktini. Đki karde ş arasındaki konu şmadan Şehzade Mehmet’in  

 Arapçasının da çok iyi oldu ğunu ö ğreniriz. Tarihî ve olumlu bir ki şi olan Şehzade Mehmet, bir tiptir. Konu şmalarıyla tanıtılmı ş, psikolojik açıdan ele alınmı ştır. Đnandırıcı bir biçimde sunulan şehzadenin sonu trajik olmu ştur.

Ba şka bir dekoratif kahraman Sultan Mustafa’dır. Kendisinin aklî dengesi yerinde de ğildir. Daha önce indirildi ği tahta yine zorla çıkarılmı ştır. Padi şahlı ğını hiçbir zaman bilmeyecektir. Yeniçeri ve sipahilerce zorla sahneye getirildi ğinde üzerinde gecelik vardır. Bilginlerden birinin cübbesi giydirilir kendisine. Kalabalıktan ürkmektedir. Davut Pa şa’ya e şek muamelesi yapması ve ensesine tokat indirmesi seyirciyi güldürür. Onun tavırlarını gören asker, yaptı ğına pi şman olmu ştur. Annesi Valide Sultan, o ğlunun cezbe içerisinde oldu ğu için böyle davrandı ğı yalanını söyler. Sultan Mustafa’nın hâlinin çok dikkat çekmemesi için sürekli altın saçılır. Sultan Osman kı şlaya geldi ğinde, amcası Sultan Mustafa ona sı ğınıp kendisini bunlardan kurtarmasını ister. Onun bir mecnun tipi oldu ğunu dü şünebiliriz. Tarihî bir ki şidir. Aklî dengesinin yerinde olmayı şını yazar ba şarılı bir şekilde yansıtır.

I ve II. Yeniçeri ile di ğer yeniçeriler, I ve II. Sipahi ile öteki sipahiler, I ve II. Köylü ile di ğer köylüler, I, II, III ve IV. Đstanbullu, cellâtlar, I, II, III ve IV. Bilgin ile Akile’nin cariyesi di ğer dekoratif kahramanlardır.

2.6.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunun şahıs kadrosu kalabalıktır. Akile Hatun ve Cariyesi, Nevhayal, Valide Sultan, kadın kahramanlar; I ve II. Yeniçeri, I ve II. Sipahi, Ömer Efendi, Sultan Osman, Sadrazam Dilâver Pa şa, Davut Pa şa, Darüssaade A ğası Süleyman, Şehzade Mehmet, I, II, III ve IV. Đstanbullu, Cellât, Şeyhülislâm Esat Efendi, I ve II. Köylü, I, II, III ve IV. Bilgin, Sultan Mustafa, yeniçeriler, sipahiler, köylüler, cellâtlar, erkek kahramanlardır.

Eserde üzerinde en çok durulan kahraman, Sultan Osman’dır. O, karakter boyutunda işlenen tek kahramandır. Yazar, onu, gerçekle ştirmek istedi ği şeyler u ğruna öldürerek yüceltir. Sultan Osman tarihî bir ki şi, bir hükümdardır. Etken, atik bir ki şili ğe sahiptir. Đdealist bir kahramandır. Hem iç, hem dı ş çatı şma ya şar. Yazar onu etkileyici bir biçimde sunar.

Genç Osman , Oflazo ğlu’nun tarih konulu tragedyalarından biridir. Eserde Sultan Osman’ın yanında Sultan Mustafa, Ömer Efendi, Şeyhülislâm Esat Efendi, Davut Pa şa 

 gibi pek çok tarihî ki şi yer alır. Yazar, yalnızca Sultan Osman’ı karakter boyutunda, di ğer ki şileri tip düzeyinde i şler. Kahramanları verirken inandırıcı olma yoluna gider. Sanatçı bu oyunda Sultan Osman’a sözünü emanet eder, şiir diliyle ilgili görü şünü ona söyletir. Tarih konulu hemen bütün oyunlarında olduğu gibi bunda da Đstanbullulara koronun i şlevini yüklemi ştir.

2.7. Elif Ana

2.7.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Elif Ana 15 iki perde (6 + 4 sahne)den olu şan bir tragedyadır. Özçelik, Elif Ana ’ya tragedya demenin do ğru olmayaca ğı görü şünde olup oyunu gerçekçi bulmamaktadır (Özçelik, 1981a: 46). Gündo ğdu da oyunun inandırıcılı ğı noktasında Özçelik’le birle şmekte, “ … Ki şiler ‘tek boyutlu’… ” (Gündo ğdu, 1981: 134) demektedir.

Birinci perdenin ilk sahnesinde, Elif Ana Zeynep’i Şükrü’den o ğlu Yakup’a ister. Şükrü ise elli bin lira ba şlık ister. Đlerleyen kısımda Şükrü’nün büyük o ğlu Seyfi eve gelir. Seyfi, Saf Durmu ş’un (Elif Ana’nın) büyük o ğlu Fazıl’ın Almanya’dan yakında dönece ğini, getirece ği otobüsle köyle kasaba, kasabayla şehir arasında ta şımacılık yapaca ğını söyler. Bu ise, Seyfi’nin minibüsünün ra ğbetten dü şece ği anlamına gelir. Seyfi bu durumu asla sindiremeyecektir.

Đkinci sahnede mekân Elif Ana’nın evidir. Gelini Behiye yayık yayarken olmayan çocu ğu için ninni söylemektedir. Behiye ile Yakup köse oyunu oynarlar. Yakup, Seyfi ile çeki şmelerini içeren bir dü ş görmü ştür. Bu sırada Fazıl Almanya’dan gelir. Elif Ana Behiye’nin çocu ğu olması ve Zeynep ile Yakup’un kavu şması için dua eder.

Üçüncü sahnede Yakup’la Zeynep’in Perili Ma ğara’da bulu şmaları söz konusudur.

Dördüncü sahnede Şükrü’nün kapısı önünde Seyfi Zeynep’e çatar, Yakup’la bulu ştu ğunu sezdi ği için. Burada Şükrü ile küçük o ğlu Şefik de bulunmaktadır.

Be şinci sahnede tarlaya gitmek üzere olan Yakup ile Behiye arasındaki konu şmalara tanık oluruz. Çocukları oldu ğunda birbirlerinin adlarını vereceklerdir onlara. Fazıl da

  6`C:



 bunları duyar. Sonra Behiye, kocasından kendisini büyük şehirlere, uzman doktorlara götürmesini ister, çocu ğu olabilece ği dü şüncesiyle.

Altıncı sahnede kahvedekiler Fazıl’a Almanya, orada ya şadıkları hakkında soru sorarlar. Bu sırada Seyfi, Behiye ile Yakup arasında gayrime şru bir ili şki oldu ğunu ima eder.

Đkinci perdenin birinci sahnesinde Fazıl kayı şını Yakup’un bo ğazına takmı ş, Seyfi’nin söylediklerinin ne anlama geldi ğini sorgulamaktadır. Behiye Yakup’u kurtarmaya çalı şırken Elif Ana yeti şir ve Yakup’u Fazıl’ın pençesinden kurtarmayı ba şarır. Sonra Fazıl’ın inanması için Yakup ile Behiye’ye yemin ettirir.

Đkinci sahnede Yakup kahvede Seyfi’yi öldürür. Şükrü Yakup’a kan davası güdüp kızını mutsuz etmeyece ğini, kendisi bu olayı örtbas edinceye kadar Yakup’un saklanması gerekti ğini, ona saklandı ğı Perili Ma ğara’da çok iyi bakaca ğını söyler. Çünkü bir ta şla iki ku ş vurmayı planlamaktadır. Suçu Fazıl’ın üstüne atacak, Yakup’u da saklandı ğı yerde vuracaktır. Hur şit ve Đsmail’i yalancı şahit tutacaktır.

Üçüncü sahnede duru şma vardır. Hur şit’le Đsmail yalancı şahitlik etmektedir. Fazıl Seyfi’yi kendisinin öldürmedi ğini belirtmekte, ancak karde şinin öldürdü ğünü söylememektedir. Köylü ise, Şükrü’den çekindi ği için gerçe ği açıklayamamaktadır. Yine bu sahnede Elif Ana’nın isyan içeren konu şmalarına şahit oluruz.

Dördüncü sahnede, kendisini etkisiz hâle getirmek için Perili Ma ğara’nın önüne gelen Đsmail ve Hur şit’e, Yakup erken davranıp silahını do ğrultur, onları uzakla ştırır. Ma ğara’da Zeynep de vardır. Bir süre sonra Şükrü Đsmail’le Hur şit’i yeniden suç orta ğı etmek isterse de onlar buna yana şmaz. Şükrü bu defa kendi o ğlu Şefik’ten yardım ister, ondan da olumsuz yanıt alır. Şefik babasını bu sevdadan vazgeçiremeyece ğini anlayınca babasını vurur. Bu sırada Elif Ana, Behiye de olay yerine gelmi ştir. Yakup Elif Ana’ya gelini Zeynep’i emanet eder ve teslim olmaya gider.

2.7.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.7.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun asıl kahramanları Elif Ana, Zeynep ve Yakup’tur. Olaylar bu kahramanlar etrafından geli şmektedir.



 Elif Ana, Fazıl ile Yakup’un annesidir. Saf Durmu ş lâkabıyla anılan e şi ölünce dul kalmı ştır. Đki o ğlunu büyütmü ş, büyük o ğlu Fazıl’ı gurbete yollamı ştır. Elif Ana, son derece dürüst, yalan dolandan ho şlanmayan, mal mülke de ğer vermeyen, güçlü, soylu bir kadın, annedir. Do ğruyu söylemekten sakınmaz. “ Onu bunu aldataca ğıma kendim aldanırım daha iyi ” (s. 12) deyi şi, onun ya şam felsefesini, dürüstlü ğe verdi ği de ğeri en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Çocuklarını büyütürken çok yoksulluk çekmi ştir. Ama yılgınlık göstermemi ştir. O ğlu Yakup’un sevdi ği Zeynep’i istemek için Zeynep’in babası Şükrü’nün evine gider, ondan hiç ho şlanmasa da. Bu da onun fedakârlı ğına örnektir. “ Oyun, Elif Ana’nın şahsında temel insanlık de ğerlerinin bozulmadan korunması u ğruna sembolle şen annenin çabasını i şler ” (Enginün, 2003: 218). “ … Oyun, tâ ba ştan beri türlü biçimlerde sürüp gelen iyi ile kötünün çatı şmasıdır, insanların ya şamını büyük çapta belirleyen bu iki gücün açık ve örtülü diyalo ğudur bir anlamda ” (Oflazo ğlu, 2001b: 5). Bu çatı şmada Elif Ana ve ailesi iyinin, Şükrü ile o ğlu Seyfi kötünün temsilcisi durumundadır. Elif Ana, hayatta türlü çileler çekilerek olgunla şılaca ğını ö ğrenmi ştir. “ Ate ş çemberinden geçmeden insan olunmaz… ” (s. 109) der. O, zaman zaman, Tanrı’ya serzeni şte bulunmaktan da kendini alamaz.

Elif Ana, eserin ba şından sonuna kadar güçlü, dürüst ki şili ğini sürdürür. Davranı şları do ğaldır, erdemlidir. Yaptı ğı i şin do ğru olması onun için ilk sırada gelir. O, “ Đnsan namusu için ya şar.” düsturunun sembolü kabul edilebilir. Đnsan neslinin soylulu ğunu koruması Elif Ana için çok önemlidir.

Yakup, Elif Ana’nın küçük o ğludur. Küçük ya şta babasız kaldı ğı için, a ğabeyini babası bilmi ştir âdeta. A ğabeyi gurbetteyken Yakup, annesi ve yengesiyle ya şamı ştır. Ailesine büyük de ğer verir. Atik, hareketli bir yapısı vardır. Đyi niyetli, do ğal davranan bir ki şili ğe sahiptir. Dolambaçlı yollara sapmayı sevmez. Şükrü’nün kızı Zeynep’e kavu şmak en büyük iste ğidir. Bu yola ba şını koymu ştur. Meyus olsa da annesini Zeynep’i istemeye gönderir. Yakup ile Şükrü’nün küçük o ğlu Seyfi arasında çocukluktan beri devam eden bir rekabet vardır sanki. Yakup’un bütün oyunlarda galip gelmesi Seyfi’de eziklik, kıskançlık duyguları yaratmı ştır. Yakup inandı ğından vazgeçmeyen, tuttu ğunu koparan bir ki şidir. Ancak, öfkesine yenilmek gibi bir zaafı vardır. Yengesiyle kendisi arasında bir münasebet bulundu ğunu ima eden Seyfi’yi öldürmekten kendisini alamaz. Bu da onun, namus mefhumuna ne kadar önem verdi ğini



 ortaya koyar. Seyfi’nin öldürülmesi suçunun Şükrü’nün çevirdi ği entrika sonucu Fazıl’ın üzerine yıkılması Yakup’a büyük ıstırap verir. A ğabeyi, yengesi, annesi gözünde de ğerinin be ş paralık olaca ğını dü şünür. Yi ğit, cesur, sevecen, vefalı bir yüre ğe sahip olan Yakup, eserin sonunda teslim olarak bu duruma son verir.

Zeynep, Şükrü’nün kızıdır. Annesinin ölmesinden sonra evin sorumlulukları ona kalmı ştır. Bunun için babasının gözünde di ğer karde şlerine göre daha de ğerlidir. Güzel, saf, iyi niyetli, zeki, sevecen olan Zeynep Yakup’la evlenmek istemektedir. Bu u ğurda serden geçmeye hazırdır. “ Yakup’tan ba şkasının evine benim ancak ölüm gelin gider ” (s. 21) der. Elif Ana’nın Şükrü’ye söyledi ği “ Senin kızın çok iyidir, pek ho ştur, pek çok güzeldir, elmas parçasıdır, sözün kısası ” (s. 14) sözleri, Zeynep’i tanımlamaktadır. Yakup’a sevgisi dolayısıyla a ğabeyini öldüren adama vardı dedikodularına katlanmayı göze alacaktır Zeynep; ancak, kaynı Fazıl’ın yıkımı üzerine yuva kurmak ona göre de ğildir. Babasının kendisini büyük miktarda ba şlık parası ile tartması, Zeynep’in yüre ğini acıtmakta, ona mal yerine kondu ğu hissini vermektedir. A ğabeyi Seyfi’nin kötü muamelelerine de maruz kalan Zeynep, di ğer a ğabeyi Şefik’ten de ğer görmü ştür. Şefik, kız karde şinin sevdi ğine kavu şması için de babasını öldürecektir. Mal mülke tamah etmesi sebebiyle kendisinden utandı ğı babası öldü ğünde Zeynep, onun günahlarının ba ğışlanmasını ister. Bu da kendisinin duygululu ğunu ortaya koyar.

Elif Ana, Yakup ve Zeynep olumlu ki şilerdir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik yönleriyle sunulmu şlardır. Daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı şlar, inandırıcı şekilde ortaya konmu şlardır. Mücadeleleri Şükrü ve Seyfi’yle oldu ğu için dı ş çatı şma ya şadıklarını öne sürebiliriz. Kişilik de ğişimi göstermemi şlerdir. Bu ki şileri köylü tipi kabul edebiliriz. Elif Ana ile Yakup, Zeynep’e göre daha etken kahramanlardır. Ölmeseler de trajik bir durum ya şamı şlardır.

2.7.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Hasım güçler Şükrü ve o ğlu Seyfi’dir. Çatı şmaya, olayların dü ğümlenmesine onlar sebep olmaktadır.

Şükrü Çavu ş; Şefik, Seyfi ve Zeynep’in babasıdır. Gençli ğinde Elif Ana ile evlenmek istemi ş, para hırsı dolayısıyla Elif Ana bunu kabul etmemiştir. Şükrü paragöz, düzenbaz, kurnaz, babalık duygusu körelmi ş, her kötülü ğü yapabilecek bir ki şidir. “ Bu



 dünyada i şini yürütmeyi bileceksin. Malın birse bin etmeye bakacaksın… ” (s. 13) deyi şi, kendisinin mal mülk hırsını gösterir. Kızı Zeynep’i Yakup’a vermek için elli bin lira ba şlık isteyi şi de buna örnek verilebilir. Elif Ana’nın büyük o ğlu Fazıl Almanya’dan döndü ğünde, onunla iyi geçinmek ister. Nitekim, Fazıl ba şlık parasını verecek ekonomik düzeydedir. Şükrü, o ğlu Seyfi’nin öldürülmesinden bile çıkar sa ğlamayı dü şünebilecek bir karakter dü şüklü ğüne sahiptir. Bu cinayeti Fazıl’ın üstüne yıkıp Yakup’u daha sonra öldürerek bir ta şla iki ku ş vurmayı planlamaktadır. Böylelikle rakiplerin ikisi de devre dı şı bırakılmı ş olacaktır. Ancak, i şler planladı ğı gibi sonuçlanmaz. Cinayeti Fazıl’ın üstüne yalancı şahitlerle yıktırmak, insanların zaaflarından yararlanmaktan geri kalmaz. Hur şit ile Đsmail’e ekonomik vaatlerde bulunarak onlara yalancı tanıklık ettirir. Şükrü, açgözlülü ğü ve düzenbazlı ğının gere ği olarak planladı ğı entrika sonucunda Yakup’u öldürtecekken kendisi ölür.

Seyfi, Şükrü’nün kendine benzeyen o ğludur. Onun gibi açgözlü, kıskanç bir yapısı vardır. Geceleri eve sarho ş olarak gelir. Minibüsüyle köyle şehir arasında ta şımacılık yapmaktadır. Küçüklü ğünden beri Yakup’un kendisinden üstün oldu ğunu görmekte, bunun ezikli ğini duymaktadır. Kız karde şinin onunla evlenece ği dü şüncesine katlanamamaktadır. Yakup’un fakir olması da onun için iticidir. Fazıl’ın bir otobüs alıp köyle şehir arasındaki ta şımacılı ğı ele geçirerek kendisini devre dı şı bırakabilece ği dü şüncesi onu çileden çıkartmaktadır. Kötülü ğün sembolü olan, karde şlerince de sevilmeyen Seyfi, insanlara çirkef atmaktan, iftira etmekten de kaçınmaz. Đftirası dolayısıyla Yakup tarafından kamayla öldürülmü ştür.

Şükrü ve Seyfi, tip düzeyinde i şlenen, olumsuz kahramanlardır. Psikolojik boyutlarıyla ele alınmı ş, daha ziyade, konu şmalarıyla tanıtılmı şlardır. Çıkarcı, muhteris tiplerdir. Seyfi ayrıca, kıskanç bir tiptir. Đkisinin de çatı şması Elif Ana’nın ailesiyledir. Ki şilik de ğişimi göstermemi şlerdir. Yazar, onları tarafsız bir biçimde ortaya koymu ştur. Şükrü, Seyfi’ye nispeten daha etken bir kahramandır. Nitekim, Seyfi’nin öldürülmesinden sonra Yakup’un ya şayacaklarını o planlamı ş ve bunarın bir kısmını uygulamaya koyma fırsatı da bulmu ştur. Đkisi de bu olumsuz davranı şlarının bedelini hayatlarıyla ödemi şlerdir.

 

 2.7.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Oyunun genelinde Yakup ile Zeynep’in evlenmesi arzulanmaktadır. Şükrü ile Seyfi dı şındaki tüm şahıslar bunu ister. Elif Ana bunun yanında büyük o ğlu Fazıl ile gelini Behiye’nin bir çocu ğu olmasını arzu etmektedir. Aynı arzu Yakup, Fazıl ve Behiye için de geçerlidir. Yakup için Zeynep arzu edilen, Zeynep için Yakup arzu edilendir. Fazıl alaca ğı otobüsle köy ve kent arasında ta şımacılık yaparak aileyi yoksulluktan kurtarmak ister. Şükrü ile Seyfi mal mülklerinin artmasını arzularlar. Şükrü, Seyfi’nin öldürülmesi suçunu Fazıl’ın üzerine yıkmayı, Yakup’u da öldürüp iki karde şten kurtulmayı arzular. Yine Seyfi ile Şükrü, Fazıl’ın otobüsünün kendi minibüslerini saf dışı bırakmasından korkmu şlardır. Elif Ana, Yakup, Fazıl, Behiye, Zeynep, Şefik i şlerin iyice sarpa sarmasından, Yakup ve Zeynep’in evlenememesinden korku duymu şlardır. Özellikle Behiye, bir çocu ğunun olmaması ihtimalinden deh şete kapılmaktadır.

2.7.2.4. Yönlendirici

Bu gruba Seyfi, Şükrü ve Fazıl’ı almaktayız. Fazıl’ın Almanya’dan dönü şü Şükrü ve Seyfi’yi kaygılandırmı ş; özellikle Seyfi’yi ondan kurtulma yolunda harekete geçirmi ştir. Seyfi “ Ödlekte bahane çoktur. Isıracak köpek havlamaz, kuru sıkıya karnımız toktur ” (s. 66), “ Erkek gibi davranmak için sapına kadar erkek olmak gerek! ” (s. 67) biçimindeki sözlerle Yakup’u kı şkırtmı ş, ardından da Yakup’la yengesi Behiye arasında çirkin bir ili şki oldu ğu iftirasını etmi ştir. Bunlar, bu iftirayı Fazıl’ın ciddiye alıp Yakup ve Behiye’den şüphe etmesi, Yakup’un Seyfi’yi öldürmesi sonucunu doğurmu ştur. Seyfi’nin Yakup tarafından öldürülmesinden sonra Şükrü bu olaydan kendi çıkarı yönünde yararlanmak için harekete geçmi ş, olayın seyrini de ğiştirmek istemi ştir. Đsmail ve Hur şit’i yalancı tanıklık etme konusunda yönlendirmi ş, yine onları Yakup’u öldürme yolunda kullanmak istemi ştir. Yakup’un onları etki altına alması sonucunda Şükrü bu kez ba şarılı olamaz. Bunun üzerine, o ğlu Şefik’i kı şkırtarak Yakup’u ona öldürtmek istemi ş, ancak kendisi ölmü ştür.

Fazıl, Elif Ana’nın büyük o ğludur. Almanya’da çalı şmaya gitmi ş bir i şçidir. Köyüne döndü ğünde otobüsle ta şımacılık yapmak istemektedir. Sevecen, iyi niyetli bir ki şili ği vardır. Almanya’da ahlâkî bir çöküntü geçirmemi ş, karısına kavu şup ailesini feraha erdirmeyi ümit etmi ştir. O da bir çocu ğunun olmasını arzular. Seyfi’nin iftirasına

 

 kanması ve bunun için karde şiyle e şine zulmetmesi onun zaafıdır. Hatasını anlayınca ailesinden özür dileme erdemini gösterir. Fedakârdır, karde şine babalık etmi ştir. Seyfi’yi kendisi öldürmedi ği hâlde karde şini ele vermemi ş, hapishanede uzun süre kalmayı göze almı ştır. Bu durumda çocukları olamayaca ğı için karısının kendisinden ayrılma ihtimaline de kendisini hazırlamı ştır. Ancak, Behiye böyle bir talepte bulunmayacaktır asla.

Fazıl, Anadolu köyünden kalkıp yurt dı şına giden bir i şçi tipidir. Gitti ği yerde de ğerlerine ba ğlı kalmı ş, dejenere olmamı ştır. Tip düzeyinde ele alınmı ş, ruhsal özellikleriyle sunulmu ştur. Hem konu şmalarıyla, hem davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Seyfi’nin iftirası üzerine Yakup’a i şkence etmesi cinayete yol açaca ğı için Fazıl’ı etken bir ki şi sayabiliriz. Fazıl, olumlu bir kahramandır. Ki şilik de ğişimi geçirmemi ştir. Kendi içinde çeli şki ya şamadı ğı için bir iç çatı şması oldu ğunu söyleyemeyiz.

2.7.2.5. Alıcı

Seyfi, Şükrü ve Şefik alıcı şahıslardır. Seyfi, asıl kahraman Yakup tarafından kamayla öldürülmek suretiyle hayatını kaybederek vak’adan etkilenmi ştir. Şükrü’nün akıbeti de Seyfi’den farklı olmamı ştır. Seyfi’nin Yakup’u kı şkırtmasına benzer şekilde Şükrü de Şefik’e hareket edip onu kı şkırtmı ş, dolayısıyla kendisini o ğluna öldürtmü ştür.

Elif Ana ve ailesine dü şmanlık etmek bir yana, onları sevip takdir etti ği hâlde olayların seyrinden en çok etkilenenlerden biri Şefik olmu ştur. Şefik, Şükrü’nün büyük o ğludur. Çocuklu ğunda hayran kaldı ğı babasını büyüdükçe tanımı ş, ona benzememek için çokça çaba sarf etmi ştir. Babası ve e şinin babasınca kendisini sevmeyen bir kadınla evlendirilmi ştir. Karısının ba şka birini sevdi ğini anlayınca kendi eliyle gönderir onu sevdi ğine. Bu durum Şefik’in, babası ve Seyfi tarafından a şağılanmasına sebep olmu ştur. Şefik, iyi yürekli ama pısırık bir ki şidir. Kendini ortaya koymaya muvaffak olamaz. Babasının gölgesinde ezilir. Karde şi Zeynep’i sever. Fazıl’ın mahkemede sergiledi ği soyluluk, cinayeti karde şinin i şledi ğini söylememesi Şefik’i derinden etkilemi ş, ondan bir de ğişim meydana getirmi ştir âdeta. Şefik, Fazıl’ın suçsuz yere hapishanede çürümesini engellemek, kız karde şi ile Yakup’un kavu şmasını sa ğlamak için babasının baskı ve hakaretlerine de dayanamayıp babasını öldürür.

 

 Şefik, olumlu bir ki şidir. Karakter olarak ele alınmı ştır. Konu şmaları, davranı şlarıyla ortaya konmu ştur. Psikolojik boyutuyla verilmi ş, fiziksel özellikleri üzerinde durulmamı ştır. Şefik önceleri korkak bir ki şili ğe sahiptir. Özellikle babası kar şısında eziklik hissetmi ştir. Ancak, Fazıl’ın mahkemedeki soylu davranı şı, karde şini ele vermemesi, ondaki de ğişimin ba şlıca nedeni olmu ştur. Bu noktadan itibaren pasif duru şundan sıyrılıp etken bir konuma yükselmeye ba şlamı ştır. Babasının tahrikleri ondaki dönüm noktası olmu ştur. Kız karde şi ve Yakup’un kavu şmaları için babasını öldürmü ştür. Yazar, ondaki de ğişimi inandırıcı biçimde vermi ştir.

2.7.2.6. Yardımcı

Şefik, Fazıl, Hur şit, Đsmail, Behiye bu grupta de ğerlendirilebilir.

Şefik, Seyfi ile Şükrü’nün entrikalarına kar şı çıkmı ş, onları bu olumsuz eylemlerinden caydırmaya çalı şmı ştır. Bunda ba şarılı olamaz. Oyunun sonlarında hakaretlerle kendisini kı şkırtan babasını öldürüp suçsuz Fazıl’ın kurtulmasını sa ğladı ğı, Zeynep’le Yakup’un evlenmesinin önündeki seti yok etti ği için Şefik yardımcı ki şilerden de biri olmu ştur.

Asıl kahramanlar “ Elif Ana ve Yakup, Fazıl’ın yardımıyla şahsiyetlerini ifade etme fırsatı bulurlar ” (Ayata, 2009: 68). Fazıl, onları yoksulluktan kurtarmak için uzun yıllar gurbette kalmı ştır. Fazıl’ın Seyfi’nin iftirasına kanarak Yakup ve Behiye’ye i şkence etmesi de Yakup’un Seyfi’yi öldürmek için harekete geçmesi sonucunu do ğurmu ştur.

Hur şit ve Đsmail fakir köylülerdir. Ezilen, sömürülen insanın temsilcisidirler. Bunlar Şükrü’ye borçludurlar. Şükrü onlara borçlarını silece ğini, kendilerini mal mülk sahibi yapaca ğını, Đsmail’in görme engelli olan o ğlunun gözlerini ameliyat ettirece ğini söyleyerek kendilerini yalancı tanık yapmı ştır. Hatta daha ileri giderek Perili Ma ğara’da saklı Yakup’u öldürebilmesi için ele geçirmelerini istemi ştir. Bu noktada Hur şit ve Fazıl’ı hasım gücün yardımcısı kabul etmekteyiz. Perili Ma ğara’ya vardıklarında Yakup onları öldürmek fırsatı bulmu şken ailelerine ba ğışlar. Kendisi ve ailesine bir daha yan gözle bakmamaları konusunda onları tehdit eder. Hurşit ile Fazıl ihtiyaç içinde bulunmalarından dolayı kötülük yapmaya yönlendirilebilen ki şiler olmakla birlikte Yakup’un tehdidiyle de olsa Şükrü’ye kar şı gelmi şlerdir sonunda.

 

 Hur şit ve Fazıl, tip düzeyinde ele alınıp psikolojik boyutuyla verilen kahramanlardır. Đçerisinde bulundukları şartlar onları kötü bir eyleme sürüklemi şse de tam anlamıyla olumsuz ki şiler olduklarını söylemek zordur. Daha çok, davranışlarıyla tanıtılmı şlardır. Şükrü ve Yakup’tan çekindikleri için korkak tipler kabul edilebilirler. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu şlardır. Ki şilik de ğişimi göstermemi şlerdir. Mahkemedeki tanıklıkları dı şında etken bir yapılarının oldu ğunu söyleyemeyiz.

Behiye, Fazıl’ın karısıdır. Fazıl Almanya’dayken yolunu özlemle, sabırla gözlemi ştir. Bir çocuk hasretiyle yanıp tutu şmaktadır. Yayı ğı be şik sallar gibi sallar. Büyük şehirlerde doktorlara gitmek ister çocu ğunun olabilmesi için. Kayın biraderi Yakup’u karde şi gibi sever. Dürüst, namuslu, e şine son derece vefalı bir kadındır. Fazıl hapishanedeyken e şine istemesi hâlinde kendisinden ayrılabilece ğini söylese de Behiye böyle bir şeye kat’iyyetle kar şı çıkar. Behiye çalı şkan, fedakâr, çileke ş bir Anadolu kadını tipidir. Kom şu kadınların her söyledi ğine inanması onun zaafı kabul edilebilir. Olumlu kahramanlardan biridir. Psikolojik yönüyle, tip düzeyinde ele alınmı ştır. Daha çok, konu şmalarıyla takdim edilmi ştir. Ki şilik geli şimi sergilememi ş, inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur.

2.7.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Yargıç ve köylüler dekoratif ki şilerdir.

Yargıç, sesiyle yer alır oyunda. Fazıl mahkemede adaletin tecellisini istedi ğinde Yargıç, adaletin tanıklarla i şleyebilece ğini, adalet istiyorsa adalete yardımcı olması gerekti ğini söyler ona. Yargıç’ın psikolojik ve fiziksel özelliklerine de ğinilmez.

Köylüler kahvehanede ve mahkemede yer alırlar. Mahkemede Elif Ana ve Behiye, Seyfi’yi Fazıl’ın öldürmedi ği konusunda onlardan şahitlik yapmalarını istemi ş; köylüler, Şükrü’nün kendilerine zararı dokunaca ğı dü şüncesiyle buna yakla şmamı şlardır. Kalabalık bir kitle olarak verilmi şlerdir. Bireysel özellikleri, ki şilikleri i şlenmemi ştir.

2.7.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

 

 Oyunda üçü bayan, sekizi erkek olmak üzere on bir kahraman bulunur. Elif Ana, Behiye, Zeynep, kadın kahramanlar; Şükrü, Şefik, Seyfi, Yakup, Fazıl, Hur şit, Đsmail, Yargıç (ses olarak), erkek kahramanlardır. Ayrıca, köylüler de mevcuttur.

Eserde üç asıl kahraman bulunsa da en çok, Elif Ana üzerinde durulmu ştur. O, dürüstlü ğün, metanetin timsalidir. Fedakâr, çileke ş bir köylü kadın tipidir. Yazar tarafından yüceltilmi ştir. Bununla birlikte, eserde karakter boyutuyla ele alınan tek ki şi Şefik’tir.

Elif Ana , yazarın köy konulu oyunlarının üçüncü ve sonuncusu, tragedyalarından birisidir. Yazarın çocukken ya şadı ğı köy hayatının ilham etti ği bir oyundur. Ki şiler psikolojik yönden, genellikle tip olarak ele alınmıştır. Sunulu şları genellikle inandırıcıdır. Oflazo ğlu’nun hemen hemen bütün oyunlarında koro görevini üstlenen ki şi / ki şilere bu eserde yer verilmemi ştir.

2.8. Bizans Dü ştü – Fatih

2.8.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Yazar, Bizans Dü ştü-Fatih ’te 16 Đstanbul’un fethedili ş sürecini oyunla ştırmı ştır. “Oflazo ğlu piyesinde ba şarılması son derece güç bir i şi yapmı ş, destanî bakı ş ile trajik bakı şı birle ştirmi ştir ” (Kaplan, 2002: 466). Eser üç perde (yedi + dört + dört sahne)den olu şmaktadır. “Eseri ba şarılı kılan ilk unsur, şahısların canlandırılmasında kullanılan ölçüdür. Yazar, kullandıkları kelimelerle, kısacık konu şmalarla, Bizans ve Osmanlı asker ve devlet adamlarının iç dünyalarını, endi şelerini, planlarını ve mizaçlarını aksettirmeyi bilmi ştir” (Enginün, 1981: 42) 17 .

Birinci perdenin birinci sahnesinde Bizans Đmparatorluk Sarayı’nda Françez, Notaras ve Đmparator Konstantin arasındaki konu şmalara tanık olmaktayız. Osmanlı Sultanı Mehmet’in kendi şartlarını kabul etmesini ummaktadırlar. Kendi ellerinde bulunan Şehzade ’ı tehdit unsuru olarak kullanacaklardır. Bu konu şmalardan Sultan

  6`C:

 @ V`1J :.JVCVJIV 17CV1C$1C1G1`RV&V`CVJR1`IV1M1JG@<8H+1<:J * *?5 VR1 V]V 5< 85G8 5%8 56H:@ 5 8 8



 Mehmet’in sadrazamı Çandarlı Halil Pa şa’nın dü şmanla i şbirli ği yapan bir hain oldu ğunu ö ğreniyoruz.

Françez, “ Sultan Mehmet Karaman Beyi’yle u ğra şırken binelim dalına! Türk’ten ne koparırsak kârdır ” (s. 12) dü şüncesindedir. Notaras ise, “ Hiç de ğilse, şu seferin sonucunu ö ğrensek. Padi şahın ba şarıp ba şarmayaca ğı önemli ” (s. 12) demektedir. Françez ile Konstantin hâlâ âdeta bir Haçlı seferi, Bizans için dirili ş umudu hayal etmektedir. Notaras daha sa ğduyulu dü şünmekte, Türklerin “ girdikleri pek çok ülkede kurtarıcı olarak kar şılanmakta ” (s. 13) olduklarını savunmaktadır.

Đkinci sahnede mekân, Bursa dolaylarındaki Türk ordugâhı civarıdır. Bizans elçisiyle Halil Pa şa konu şurken Sultan Mehmet ve Za ğanos Pa şa da gelir. Bizans elçisi Bizans’ta barınan Osmanlı şehzadesi Orhan için ödenen üç yüz bin akçenin iki katına çıkarılmasının istendi ğini iletti ğinde Sultan Mehmet, “ Đmparatora saygımızı göstermek için kendimiz getirece ğiz istenilen parayı ” (s. 17) der ve bunun sebebini, “ Bizi güçsüz sansınlar da güçlenmeye kalkmasınlar” (s. 17) şeklinde açıklar Za ğanos Pa şa’ya. Bu sırada yeniçeri a ğası ve yeniçeriler gelir padi şah huzuruna. Padi şahın ilk seferi gerçekle ştirildi ği için bah şiş istemektedirler. Sultan ise bah şişin Edirne’ye dönüldü ğünde verilece ğini söyler. Israrcı oldukları için Sultan Mehmet, yeniçeri a ğasına askerlerin önünde yüz sopa vurulmasını buyurur.

Üçüncü sahnede Bizans Đmparatorluk Sarayı’ndayız. Sultan Mehmet’in Bizans’ın isteklerini kolayca kabul etmesi tartı şılmaktadır. Françez bunu sultanın kendileriyle iyi geçinmek isteyi şine yormaktadır. Notaras, Đstanbul’u koruyan surların uzun zamandır onarılmadı ğını belirtmektedir. Đmparator Konstantin ise, “ Bizans’ın eski ihti şamı, ba şımın belâsı o güzel, büyük, kutsal geçmi şi Bizans’ın… Yalnız o ya şıyor içimde artık, o; onun u ğruna rahatça ölebilirim ” (s. 21) biçiminde dü şünmektedir.

Dördüncü sahnede mekân Edirne’deki Osmanlı Sarayı’dır. I Bilge gerçe ğe ula şma yolunda Đbn-i Sina’nın görü şünü benimseyip “aklı” ileri sürmekte, II Bilge ise Gazalî dü şüncesini takip edip “inancı” savunmaktadır. Sultan Mehmet de akılla inancın bir arada ele alınması gerekti ğini belirtip “ En iyisi ya şamak Tanrı’yı; birtakım tartı şmalarla elimizden kaçırmaktansa ahenkli çabalarla içimizde alıkoymak ” (s. 25) görü şünde oldu ğunu dile getirir. Za ğanos e şli ğinde gelen Urban Usta, ki daha önce



 Bizans için toplar dökmü ştür, Đstanbul’un fethedilmesi için gereken topları dökecektir. Derken, Kadı ile Mimarba şı gelir. Mimarba şı, kollarını kestirdi ği için devrin padi şahından şikâyetçidir. Padi şah sefere çıkarken, Mimarba şı’ya, istedi ği ulu camiyi dönü şüne kadar tamamlamasını tembihlemi ştir. Dönü şte Sultan Mehmet bir mescitle kar şıla ştı ğı için Mimarba şı’nın kollarını kestirmi ştir. Mimarba şı ise, padi şahın seçti ği zeminin ancak böyle bir mabedi kaldırabilece ğini, mesle ğini kimsenin kendisine öğretemeyece ğini savunarak haklı bulunmu ştur. Adalet gere ği padi şahın kollarının da kesilmesi gerekmektedir; ancak suçun kabullenilmi ş olması Mimarba şı için yeterlidir. Padi şah Mimarba şı’nın tüm ihtiyaçlarını ömür boyu kar şılamakla mükellef kılınmı ştır.

Be şinci sahnede Konstantin, Françez ve Notaras Türk tehlikesi kar şısında alınması gereken tedbirleri görü şmektedir. Kendisinden yardım istenen Katolik Roma, “En büyük Ortodoks kilisesi olan Aya Sofya’da yapılacak bir ayinde, papanın adı anılarak Katolik Kilisesinin üstünlü ğü açıkça belirtilirse ” (s. 29) Avrupa dünyasının Bizans’ın yardımına gelece ğini, aksi takdirde tehlikeyi tek ba şlarına kar şılamak zorunda kalacaklarını belirtmektedir. Françez, Katolik Kilisesi’nden gelebilecek yardımı; Notaras ise, tehlikeyi kendi güçleriyle kar şılamayı benimsemektedir. Yine Notaras, Türklerin hiçbir ulusun dil, din, özgürlü ğüne müdahale etmedi ğini dile getirir.

Bizans sokaklarında Bizanslılar, Türk askerlerinin Bo ğaz’ın Avrupa kıyısına ta ş ta şıması, Bizans surlarını ölçmesi üzerine fikir beyan etmekte; Galatalı tüccarlara ate ş püskürmektedirler. Bu sırada beliren Rahip Gennadiyos, Roma Kilisesi’nin üstünlü ğünü kabul etmekle Tanrı’nın öfkesine u ğrayacaklarını belirtir. Halk, Gennadiyos’tan yardım dilemektedir. Bu sahnenin sonunda Bizans halkı asıl dü şmanın Sultan Mehmet de ğil, Roma’daki papaz oldu ğuna karar verir.

Altıncı sahnede Galatalı tüccarların para tutkularını dile getiri şleri söz konusudur. “Gündüz Türklere satı ş yaparız; karanlık basınca, Bizanslılara ” (s. 39) dü şüncesindedirler.

Yedinci sahnede Edirne’de Sultan Mehmet ve ileri gelenler Đstanbul’un alınması hakkında görü şlerini ortaya koymaktadır. Sadrazam Halil Pa şa, “ uzun bir barı ş dönemi gerek ”ti ği (s. 40) gerekçesiyle ku şatmaya kar şı çıkmaktadır. Za ğanos ile Ak şemsettin ise, şehrin alınması gerekti ği dü şüncesindedir. Ak şemsettin oyun boyunca Hz.



 Muhammed’in hadisini de hatırlatarak padi şaha sürekli olumlu yönde telkinde bulunacaktır. Sultan Mehmet beraberindeki pa şalarla Bo ğaz kıyılarını incelemektedir. Yeniçeriler de civardadır. Sultan Mehmet Anadolu Hisarı’nın kar şısında yer alacak şekilde Rumeli Hisarı’nın kurulaca ğı yeri belirler. Bu sırada Bizans elçisi gelir, Sultan Mehmet’e aralarındaki anla şmaların Bo ğaz’ın söz konusu yakasında hisar kurmalarına olanak tanımadı ğını söyler. Sultan Mehmet’se ülkesinin birazının Asya’da, birazının Avrupa’da olması sebebiyle burada bir hisar in şasının kaçınılmaz oldu ğunu, kendisinin babası Sultan Murat’ın vasiyetini yerine getirdi ğini belirtir. “Kös vuru şlarıyla Rumelihisarı kurulmaktadır” (s. 46). Bizans elçisi Halil Pa şa’ya yalvarıp tek umutlarının kendisi oldu ğunu söyledi ğinde Halil Pa şa, artık padi şahı desteklemek, burçlardan birinin kurulmasını üzerine almak zorunda kaldı ğını dile getirir. Za ğanos’un yanındaki Bizans köylüleri Sultan Mehmet’e ekonomik ve sosyal durumlarından söz ettiklerinde padi şah kendi ülkesinde bu tür adaletsizliklerin bulunmadı ğını belirtir.

Hisar’ın civarında Sultan Mehmet, pa şalar, Bizans elçisi yer almaktadır. Elçi, Şehzade Orhan için alınan paraların geri verilece ğini, Konstantin’in çe şitli arma ğanları oldu ğunu söyledi ğinde Sultan Mehmet, ülkesinin bütünlü ğünü bozan, “ gövdesinden ayrı dü şmü ş bir ba ş” (s. 50) niteli ğindeki Bizans’ı kurtarmaya, yenilemeye geldi ğini ifade eder. Kendisi Karaman seferindeyken Bizans’ın onu güç durumda bırakmak istedi ğini belirtip buna hiçbir biçimde mukabelede bulunmamanın dü şmanı önemsememek anlamına gelece ğini söyler. Elçi Hisar’ın kuruldu ğu yerin Galatalı Frenklere ait oldu ğunu, bu durumun Frengistan’ın dü şmanlı ğını uyandıraca ğını belirtti ği zaman padi şah, bunun Bizans’ı de ğil, Frenkleri ilgilendirdi ğini dile getirir. Tamamlanan Hisar’ın Halil Pa şa’ya ait burcuna Urban Usta’nın döktü ğü toplar yerle ştirilir. Karadeniz’den gelen Venedik gemisi verilen i şarete ra ğmen durmayınca Urban Usta’nın döktü ğü toplar için denenme imkânı ortaya çıkmı ş olur. Deneme ba şarıyla sonuçlanmı ştır. Padi şah, Urban’dan, “ Devlet batıran, ça ğ batıran! ” (s. 53) toplar ister.

Đkinci perdenin birinci sahnesinde Bizans Sarayı’nda mehter sesleri her yönden bütün şiddetiyle duyulmaktadır. Türk elçisi Bizans Đmparatoru Konstantin’e şehrin kapılarını açarsa barı şın sa ğlanaca ğını söyler. Konstantin de şehrin kapılarının kapalı kalaca ğını belirtir. Elçinin ayrılı şından sonra Konstantin savunma için görev da ğılımı yapar. Ba şkomutan tayin edilen Đtalyan asıllı Jüstinyani ile Konstantin en önemli savunma



 noktası olan Aya Romano Kapısı’nda sava şacaktır. “ Üst üste top atı şları” (s. 60), korkunç patlamalar olmaktadır. Herkes görev yerine gider. Haliç surları zincirle kapatılmı ştır.

Đkinci sahnede “ Macaristan Naibi Hunyadi’nin elçisi ” (s. 62) Sultan Mehmet’e hükümdarının ku şatmanın kaldırılmasını istedi ğini bildirir. Top seslerinden deh şete kapılmı ştır.

Üçüncü sahnede Bizans kara surlarının siperinde Bizans askerleri Türklerin top atı şlarını izlemekte; o toplara hayran kalmakta, kendi toplarının yetersizli ğinden söz etmektedir. Bu sırada Cenoa kadırgaları Marmara’da göründü ğü için sevinç çanları çalmaktadır. Deniz surlarında dört Cenoa kadırgasıyla Türklerin yaptı ğı sava şı Bizanslılar izlemektedir. Bu sava şta Türk donanması yenilir. Bizans önde gelenleri hâlâ “Türkleri geldikleri yere kovalamak ” (s. 66) ümidindedir. Ancak, herkes bu sava şta özellikle Sultan Mehmet’in atıyla birlikte denize atlayı şına hayran kalır.

Dördüncü sahnede Sultan Mehmet deniz sava şındaki performansını be ğenmedi ği Kaptan Pa şa’nın boynunun vurulmasını isterse de Za ğanos’un araya girmesiyle onu azletmekle yetinir. Mehmet o güne kadar sürekli Bizans’ı ele geçirmeyi hayal etmi ştir. Bunu gerçekle ştirmeden huzura kavu şamayacaktır. Derken, Halil Pa şa Bizans elçisinin sözcüsü olarak padi şaha Konstantin’in mesajını iletmek için gelir. “ Padi şah ordusunu çekerse, imparator onun bütün şartlarını kabul edecektir ” (s. 69). Padi şahın cevabı ise, “Ben Bizans’ı hiçbir fiyata satamam” (s. 69) şeklindedir. Halil Pa şa çe şitli bahanelerle Sultan Mehmet’i emelinden vazgeçirmek ister. Bu esnada gelen Ak şemsettin, mücadeleyi destekleyen şeyler söyler yine. Sultan, Bizanslıların “ Gemiler pupa yelken karada yol almadıkça ta ş çatlasa dü şmez Bizans” (s. 70) söylemini dü şünürken gerekli takti ği bulur. “Gemiler karada pupa yelken yol alacaktır.”

Sabaha kadar donanma Bo ğaz’dan Đçdeniz’e ula şır. Bizans Sarayı’nda mehter ezgileri ve her taraftan Mehmet’in sesi duyulmaktadır. Konstantin ise tedirginlik içinde oradan oraya gitmektedir. Birkaç Bizanslı “ Al bakalım! Ovadaymı ş gibi at ko ştur denizde. Dalgalar üstündeymi ş gibi da ğlardan a şır donanmanı. Ee, bunlardan iyi kıyamet belirtileri olur mu birader? ” (s. 72) biçiminde Sultan Mehmet’in ola ğandı şı sava ş taktiklerini konu şurken Bizantina ve meczup bir papaz, kalabalık grup e şli ğinde gelir.



 Meczup Papaz imparatorluk sarayının kapısına varacak Türklerin Tanrı’nın gönderece ği bir melek tarafından cezalandırılaca ğını söyledi ğinde oradakiler gülü şür. Kalabalık, Katolik Kilisesi’nin üstünlü ğünü kabul etmekle Sultan Mehmet’in yönetimine girmeyi tartı şır. “ Katolik putperestli ğine do ğru yozla şmaktansa, Sultan Mehmet’in sa ğlayaca ğı rahat ve sıcak güvenlik içinde, kendi Tanrı’mıza kendi bildi ğimiz yoldan yönelmek daha iyi de ğil mi? ” (s. 77) görü şüne varırlar. Sava ş bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bizantina “ üzerindeki kılı ğı atınca, altından Türk giyimi çıkar: Gö ğsünde Mehmet’in altın i şlemeli tu ğrası. Mehter ezgileriyle oynamaya ba şlar. Kalabalık tempo tutarak ona koroluk eder ” (s. 77-78).

Kara surlarında Bizans askerleri arasında ciddiyetsizlik vardır. Pe şin para almadan sava şmayaca ğını söyleyen asker de mevcuttur. Đmparator ise, şehrin kapılarının kendili ğinden açıldı ğını görüp üzülmektedir.

Be şinci sahnede Galatalı tüccarların hem Türk, hem Bizanslılara doya doya satı ş yapabildikleri için mutluluklarını dile getiri şleri, artık ölseler de gam yemeyecekleri görülür.

Altıncı sahnede gece vakti yeniçerilerin kendi aralarında konu şmaları söz konusudur. Sanki Halil Pa şa a ğzından konu şmaktadırlar. Sultan Mehmet ile Za ğanos bütün şiddetiyle süren sava şı izlemekte, konuyla ilgili konu şmaktadırlar. Halil Pa şa’nın ihaneti apaçık olsa da “ Irma ğı geçerken at de ğiştirmek ” (s. 84) olmayaca ğı için “ Onun defterini Bizans’ın fethi dürecek ”(s. 84)tir. Kazılan lâ ğımların bazılarından da (yer altından) surlar a şılmı ştır. Toplar da sürekli patlamaktadır. Padi şahın “ Tohum çatlayacak!” (s. 84-85) diye haykırı şı her yandan, yer altından bile duyulmaktadır. Bu ses Bizans askerlerini deh şete dü şürmü ştür. Sesin geldi ği yeri tespit edebilmek için oradan oraya ko şuşurlar. “ Üst üste patlamalar ve ‘Hurra’ haykırı şları ” (s. 86). Konstantin Türk esirleri bir burcun tepesinden attırır. Sultan Mehmet’e göre Konstantin kendisini Bizans’la birlikte tutmaktadır. Ancak, onun bu inancı halk tarafından benimsenmedi ği için söz konusu inanç Bizans’ın yok olmasını önleyemeyecektir. Padi şah Bizans esirlerini serbest bırakır. Onlar da bu soylu davranı ş kar şısında hükümdarın önünde yere kapanırlar.

 

 Üçüncü perdenin birinci sahnesinde Đmparator Konstantin Bizans’ta “ savunulmaya de ğer hiçbir şey ” (s. 91) olmadı ğını, “ Bizanslılara ra ğmen ” (s. 91) Bizans’ın savunulmakta oldu ğunu dü şünür. Jüstinyani ise, “ Bizans diye bir şey yok artık. Ama Bizans Đmparatoru hâlâ var ” (s. 91) görü şündedir. Askerlerin Konstantin’e söylediklerinden, Bizans’ta açlık oldu ğunu ö ğreniyoruz.

Bizantina, Bizans taht, taç ve asasını bedestende açık artırma ile satar.

Đkinci sahnede Türk ordugâhında Sultan Mehmet, Za ğanos ve Halil Pa şa’yı dinlemektedir. Halil Pa şa Macar ordusu ve Venedik donanmasının yakla ştı ğını söyler, ku şatmanın kaldırılmasını ister. Za ğanos ise, “ hiçbir Avrupa devleti ”nin “ bir ba şka devlet için ” “ kendini ate şe” atmayaca ğını (s. 97-98) belirtir. “ Cihanı düzene sokmak isteyen kendini cihanın tümüyle tartmak zorunda ” (s. 99) oldu ğundan, bu ku şatmayı hiç kimse kaldıramayacaktır. Ak şemsettin yine herkesi yüreklendirir. “ Halil’in yanındaki pa şalar Za ğanos’un yanında yer alırken ”, “ ordu tekbir getirir ” (s. 99). Sultan Mehmet bu yoldan dönmeyece ğine dair yemin eder. Ordunun tekbirleri Bizans Sarayı’nı ku şatmakta, Türk elçisi padi şahın iste ğini Konstantin’e tebli ğ etmektedir. “ Đmparator Bizans’ı teslim ederse kendisine şimdiki ülkesinden kat kat geni ş topraklar ba ğışlayacaktır padi şah ” (s. 103). Đmparator, bu teklifi ve Françez’in onun şehirden ayrılıp güvenli bir yerde sava şı sürdürebilmesi önerisini reddeder. Konstantin, “Kaybedece ğimizi bile bile sava ştı ğımız için biz de kazanmı ş olaca ğız bir bakıma ” (s. 104) görü şündedir.

Üçüncü sahnede Galatalı tüccarların şişkin keselerini hayran hayran seyredip ona övgüler ya ğdırması söz konusudur. “ Çıkmadık candan umut kesilmez. Türklere barut satalım, Bizans’a umut ” (s. 105) fikrini ileri sürerler.

Dördüncü sahnede gece vakti Sultan Mehmet zırhını kuşanmı ş olarak, “ Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama hasmım da nasibini almalı zaferimden. Đmparatorla kar şıla şan kıyasıya vuru şacak ama tutsak almayacak onu, pa şa; hiç kimse tutsaklı ğı tattıramayacak büyük hasmıma. Ne alçalırım, ne de alçaltırım ben ” (s. 106-107) der Za ğanos’a.

Türklerin yaktı ğı ate ş büyür, “ mehter de şiddetle çalar . Parıltılar ve sesler doru ğuna vardı ğında, birden ate şler söner, mehter susar ” (s. 108). Sultan Mehmet askerinin

 

 zaferini kutlar ve pa şalar arasında görev da ğılımı yapar. Son hücum ba şlar. Đki taraf da kıyasıya sava şır. Jüstinyani ölümcül yara almı ştır. Şehir dü şmü ş, bir burca Türk bayra ğı asılmı ştır. Buna inanmak istemeyen Đmparator Konstantin, “ kılıcını çekip surlara do ğru haykırarak ko şar ” (s. 111).

Türk ordugâhında Sultan Mehmet şeyhi Ak şemsettin’e, “ Ulubatlı Hasan’a kalırsa, dü ştü Bizans. Ama Konstantin… ayakta ” (s. 112) der ve şeyhinin açılan kapıdan girmesini diler. Ak şemsettin’in cevabı ise, “ Bizim işimiz burada biter, sultan. Konstantin’in şehrini alan ba şbu ğa ne mutlu, ne mutlu onun askerlerine! Murat o ğlu Mehmet daima muzaffer, daima Fatih daima! ” (s. 112) şeklindedir. Ak şemsettin çıkar. Sultan Mehmet etraftaki Türk ve Bizanslılara yönelip, “ Bizans kurtarılmı ştır! Herkes dü şüncesinde, inancında serbesttir. (…) Açılan ça ğ kutlu olsun insanlı ğa! ” (s. 112) der. “Oflazo ğlu’nun piyesine (…) Bizans’ın çökü şü ile Fatih’in yani bir insanın, yeni bir dünya görü şünün do ğuşu hâkimdir ” (Kaplan, 1999: 452).

2.8.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.8.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun asıl kahramanı Sultan Mehmet’tir. “Oflazo ğlu, Fatih’i, bu eserinde büyük idealini gerçekle ştirir, ülkesinin içinde bir çıbanba şı gibi duran Bizans’ı yok ederken anlatır. Fatih burada sürekli bir hareketin içindedir ” (Enginün, 1981: 41). O, çok büyük bir hükümdar, askerdir. Đlme de ğer verir, bütün bilginleri sarayına toplamak ister. Âdildir, Mimarba şı’nın kolunu haksız yere kestirdi ğini kabullenip onun ihtiyaçlarını ömür boyu kar şılamayı kabul eder.

Sultan Mehmet’in çocuklu ğundan beri özlemi Đstanbul’u almaktır. Đstanbul alınmadı ğı sürece Do ğu’ya da, Batı’ya da güven içinde ilerleyemeyecektir o. Ülkesinin bütünlenebilmesi için Đstanbul’un alınması şarttır. Đstanbul alınınca, köhne Bizans, ihya edilmi ş olacaktır. Bizans elçisine şu şekilde belirtir bunları Sultan Mehmet:

“Beni, sanki ölçülmü ş gibi, tam ortadan ikiye böler Bizans. Benim bütünlenmem gerek özlemlerine uygun ya şayabilmem için. Bütün can damarlarından yoksun, gövdesinden ayrı dü şmü ş bir ba ş Bizans; yani çoktan ölmü ş ya da ölmek üzere. Onu gençli ğimin dinç sularıyla diriltip doludizgin ya şamamla yenilemek hakkımdır benim. Yani ben Bizans’ı kurtarmaya geldim” (s. 50).

 

 Sultan Mehmet son derece zeki, siyasî manevraları bilen bir padi şahtır; ileri görü şlüdür. Rum köylülerini çoktan uyru ğu olarak görmektedir. Dil, ırk ayrımı gözetmeksizin Müslümanlara gösterdi ği ho şgörüyü, adaleti onlara da gösterecektir.

Sultan Mehmet, “ Gemi batıran de ğil… ”, “ Şehir batıran! ”, “ Devlet batıran, ça ğ batıran! ” (s. 53) toplar döktürür. Ardından Bizans Đmparatoru Konstantin’e şehrin kapılarını açması ça ğrısında bulunur. Bu yapılmadı ğı için sava ş ba şlar. Sultan Mehmet kahramanca sava şır. Atını denize sürmesi, gemileri karadan Haliç’e indirmesi kendisinin dâhiyane sava ş taktiklerindendir. Sadrazam Halil Pa şa’nın ihaneti, bazı yeniçerilerin de sadrazam gibi dü şünmesine ra ğmen o bu zorlu ku şatmayı kaldırmaz. Sava şta alınan Bizans esirlerini de özgür bırakarak insancıllı ğını ve büyüklü ğünü bir kez daha ortaya koyar, Konstantin’in Türk esirlerini öldürmesine ra ğmen.

Sultan Mehmet Bizans’ı tarih sahnesinden silecektir; ama Đmparator Konstantin kesinlikle esir alınmayacak, alçaltılmayacaktır. Yapıcı bir yıkım olacaktır bu. Padi şah, dü şmanının bile alçalmasına, zillete dü şmesine kesin bir biçimde kar şı çıkacak kadar yüce bir ahlâk duygusuna sahiptir; insana de ğer vermektedir. Şöyle der Za ğanos Pa şa’ya:

“Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama yaratan bir yıkım olmalı bu. Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama sahibi yükselmeli Bizans dü şerken. Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama hasmım da nasibini almalı zaferimden. Đmparatorla kar şıla şan kıyasıya vuru şacak ama tutsak almayacak onu, pa şa; hiç kimse tutsaklı ğı tattıramayacak büyük hasmıma. Ne alçalırım, ne de alçaltırım ben” (s. 106-107). Hücum ba şarıyla tamamlanmı ş, Đstanbul şehri açılmı ştır. Ak şemsettin şöyle der: “Konstantin’in şehrini alan ba şbu ğa ne mutlu, ne mutlu onun askerlerine! Murat o ğlu Mehmet daima muzaffer, daima Fatih daima! ” (s. 112). Sultan Mehmet de ula şılan sonucu şöyle özetler: “ Bizans kurtarılmı ştır! Herkes dü şüncesinde, inancında serbesttir. (…) Açılan ça ğ kutlu olsun insanlı ğa! ” (s. 112).

Sultan Mehmet genç olmasına ra ğmen tecrübesizliklerle bo ğuşmamı ştır. Küçüklü ğünden beri özlemi olan, topraklarının bütünlü ğünü sağlayacak, Do ğu’ya ve Batı’ya gözü arkada kalmadan gitmesini sa ğlayacak, cihangirli ğine zemin te şkil edecek olan Đstanbul’un fethini gerçekle ştirir. Büyük, âdil, atik bir hükümdardır Sultan Mehmet. Ho şgörülüdür, birle ştiricidir, yapıcıdır. Bizans’ı ortadan kaldırarak huzuru götürür Rum halkına. Đleri görü şlü, tedbirli, hesaplı ve dâhice sava şmayı bilen bir

 

 askerdir o. Đnsana büyük de ğer verir, dü şmanı küçümsemez. Askerin zaman zaman gev şemesine göz yummamı ş, olumsuzluklardan yılmamı ştır. Böyle üstün niteliklerle donanmı ş bir hükümdar, bir komutanın Đstanbul’u fethetmesi ça ğ kapayıp yeni bir ça ğ açan vak’a olmu ştur.

Sultan Mehmet’in oyunda bir ki şilik geli şimi sergiledi ği görülmese de çok yönlü ki şili ği, dâhi bir hükümdar, komutan oldu ğu vurgulandı ğı için kendisinin karakter boyutunda ele alındı ğını dü şünmekteyiz. O, tarihî bir ki şidir, bir Osmanlı hükümdarıdır. Ruhsal boyutuyla ele alınmı ş; hem tavır ve davranı şlarıyla, hem de konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Olumlu bir ki şidir. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. Devletin gücünü temsil eder, her şeye hâkim bir konumdadır. Yüzyıllardır alınamayan Đstanbul şehrini beyin, yürek, bilek gücüyle alarak inancın, azmin sembolü olmu ştur. Ça ğ kapatıp ça ğ açan bir liderdir o. Yazar tarafından yüceltilmi ştir.

2.8.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Sultan Mehmet’in kar şısında Bizans Đmparatoru Konstantin bulunmaktadır. Bununla beraber Sadrazam Halil Pa şa’yı da bu kategoride ele alırız.

Halil Pa şa, Bizans’la i şbirli ği yapan bir hain oldu ğundan bu grupta yer almaktadır. Onun, oyunun başından itibaren Đstanbul’un ku şatılmasını baltaladı ğını, buna engel olamayınca da (ku şatmanın uzaması üzerine) ablukanın kaldırılmasını istedi ğini görürüz.

Sadrazam Halil Pa şa bir yandan da asker içinde fitne çıkarmaktadır. Diğer taraftan padi şah ile Za ğanos Pa şa her şeyin farkındadır. Za ğanos Pa şa’nın “ … Fesat çoktan ba şladı ötmeye. Sadrazam bo ş durmuyor. (…) Đhanet apaçık ” (s. 84) sözleri bunu ortaya koyar. Sultan Mehmet de sava ş esnasında sadrazam de ğiştirmenin sa ğlıksız sonuçlar do ğurabilece ğini şu sözlerle belirtir: “ Irma ğı geçerken at de ğiştirmek olmaz. Onun defterini Bizans’ın fethi dürecek ” (s. 84).

Bir Osmanlının çıkabilece ği en yüksek makama çıkmı ş bulunan Halil Pa şa bununla yetinip ülkesinin çıkarları için çalı şmak yerine dü şmanla i şbirli ği yapmayı tercih etmi ştir. Dü şmanın vaat etti ği şeyleri elde edebilmek için önce Đstanbul’un ku şatılmasını türlü bahanelerle engellemeye çalı şmı ş, bunda ba şarılı olamayınca asker arasında karı ştırıcılık yapmaya ba şlamı ştır. Abluka uzayınca yine çe şitli sebepler öne sürerek  

 ku şatmanın kaldırılmasını istemi ştir. Fakat bu iste ği de yerine gelmez. Halil Pa şa eserin ba şından sonuna kadar bir hain olarak kalmı ştır. Đhaneti bilen padi şah onu, fetih tamamlanınca cezalandırma kararı almı ştır.

Tarihî bir ki şi olan Sadrazam Halil Pa şa, olumsuz bir kahramandır. Yazar tarafından tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik yönüyle sunulmu ştur. Hem konu şmalarıyla, hem tavır ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Yürütme makamının gücünü temsil eden Halil Pa şa bu mevkinin gereklerine aykırı hareket eder. Geleneksel, ülkesi için çalı şan devlet adamı tipine uygun bir kahraman de ğildir; çıkarcı, hain bir tiptir. Kendisinin çıkmazları Sultan Mehmet’le oldu ğu için Halil Pa şa’nın dı ş çatı şma ya şadı ğını söyleyebiliriz. Ki şilik de ğişimi göstermemi ş, inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur.

Bizans Đmparatoru Konstantin: Konstantin, oyunun ba şlarında Sultan Mehmet’ten koparmayı umdukları paranın kendilerine epeyce ferahlık sa ğlayaca ğını dü şünmektedir. “Gerçekten diriliyor mu ne Bizans… ” (s. 13) biçiminde dü şünür. Ba şmabeyinci Françez’in de etkisiyle hâlâ bir Haçlı ordusunun Osmanlıları Rumeli’den çıkarabilece ğini, Anadolu’dan da “ … Geldikleri yere, tâ yaban bozkırlarına Asya’nın! ” (s. 13) sürebilece ğini dü şlemektedir. Sultan Mehmet’in Şehzade Orhan için istenen parayı kendilerinin getireceklerini söylemesi Konstantin’i kaygılandırır. Đmparator, “Sultanın bu kadar cömert davranması garip ” (s. 20) der. Konstantin, yorgundur, maziyi içinde ya şatmakta, geçmi şe özlem duymaktadır; gelecek için pek ümitli de ğildir.

Türklerin Đstanbul’u ku şataca ğını gören Bizans Đmparatoru Konstantin, istemeyerek de olsa Batı’dan yardım talebinde bulunacaktır. Bizans halkı istemese de dü şmanı ülkeye buyur etmeyecek, şehrini korumak için sava şacaktır. Bu da Konstantin için manevî değerlerin önemli oldu ğunu ortaya koyar. Sava şın bir bölümünde Osmanlılar yenilir; ancak, Sultan Mehmet dâhiyane sava şmı ştır. Konstantin hasmını takdir edecek kadar erdemli bir hükümdardır.

Bizans’ta açlık ba ş göstermi ştir. Bazı askerler pe şin para almadan sava şmak istemez. General Jüstinyani Konstantin’e “ Kurtulmak istemeyenleri kurtarmak imkânsız mı ne, Ha şmetlim? ” (s. 79) deyince, Đmparator Konstantin şu yanıtı verir: “ Galiba, general. Ama bir yerden sonra kurtarmayı, kurtulmayı dü şünmeden dayanmak gerek sonuna dek. Gerçek sava şın de ğişmez yasasıdır bu ” (s. 79). Bu da gösteriyor ki, Konstantin,



 kazanma, kurtulma ümidi olmasa da, savunulanlar savunmaya de ğer olmasa da sava şı sonuna kadar götürmeyi borç saymaktadır. Bu da onun sava ş kurallarına uygun davranan, hükümdarlı ğının gere ğini yerine getiren bir ki şilik yapısına sahip oldu ğunu ispatlar. Ancak, bir süre sonra Konstantin’in zalimle şti ğini görmekteyiz. Lâ ğımlardan ilerleyen Türk askerleri esir alınıp burca çıkarılmıştır. Konstantin esirleri buradan attırarak öldürtür. Savunmasız canlara kıymı ştır. Đmparatorun kaybedece ği bir şey olmadı ğından artık, gözü dönmü ştür.

Đmparator Konstantin, para almadan sava şmayan askerler yeniden sava şsın diye, taç ve tahtını açık artırmada satılması için vermi ştir. Đmparatorlu ğun görünü şle de ğil, yürekle ve bilekle sergilenece ğinin bilincindedir; aynı zamanda, Bizans’ta savunulmayı hak eden hiçbir şeyin kalmadı ğının da farkındadır. Jüstinyani ona şu cevabı verir: “ Bizans diye bir şey yok artık. Ama Bizans Đmparatoru hâlâ var” (s. 91). Bizans savunulmaya artık lâyık olmasa da Bizans Đmparatoru savunulmaya de ğmektedir. Đmparator, a şağıya aldı ğımız sözleriyle, kaybedeceklerini bile bile sonuna kadar bulundu ğu yerde kalıp sava şaca ğını, böyle dü şünenlerin kendisine yolda ş olmasını dile getirir:

“… Kendi kendimi ayıplarım diye ayrılamam buradan. Çünkü burada, ne de olsa sürdürebiliyorum sava şımı. Ya gitti ğim yerde bu imkânı bulamazsam? O zaman pek kurnazca kaçmı ş olmaz mıyım? (…) Bu sava şı kazanırsak… diyemiyorum, çünkü yok denecek kadar az kazanma ihtimali. Kaybedersek, ki büyük ihtimalle öyle olacak, kaybedece ğimizi bile bile sava ştı ğımız için biz de kazanmı ş olaca ğız bir bakıma. Zaferin böylesini benimseyenler en yakın akrabalarımdır benim. Ba şka türlü dü şünenler varsa… tâ yürekten güle güle! (…) Bütün de ğerler hayattan do ğar. Ona sahip çıkabilenlere ne mutlu” (s. 104). Bu sözler etrafındaki komutanları olumlu yönde etkilemi ştir. Đmparator Konstantin, kaçma, sava ştan çekilme yolunu de ğil, kaybedece ğini bile bile onuruyla sonuna kadar sava şmayı, vatan topra ğını savunmayı seçer, belki bu yolda ölecek olsa da. Sultan Mehmet’in, daha önce de i şaret etti ğimiz şu sözleri Đmparator Konstan’in de ğerini takdir eden, onun zillete dü şürülmemesi buyuran sözlerdir:

“Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama yaratan bir yıkım olmalı bu. Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama sahibi yükselmeli Bizans dü şerken. Ben Bizans’ı dü şürece ğim, ama hasmım da nasibini almalı zaferimden. Đmparatorla kar şıla şan kıyasıya vuru şacak ama tutsak almayacak onu, pa şa; hiç kimse tutsaklığı tattıramayacak büyük hasmıma. Ne alçalırım, ne de alçaltırım ben” (s. 106-107). Đstanbul Türklerce alınmı ştır. Bir Bizans askeri “ Şehir dü ştü! Şehir dü ştü! ” (s. 111) diye ba ğırır. Đmparator ona inanmak istemez; “ Sus köpek! Uydurma! ” (s. 111) der. Sonra da



 “Hayır, ayakta Bizans, ayakta, ayakta! ” (s. 111) diyerek kılıcı elinde, surlar tarafına ko şar çıldırmı şçasına.

Bizans Đmparatoru Konstantin Bizans’ın sona geldi ğinin ba ştan beri farkındadır. Ancak, Françez’in de etkisiyle ba şlarda, Türkleri Rumeli’den, hatta Anadolu’dan çıkarma hülyasına dalar. Sultan Mehmet’in, Şehzade Orhan için istenen parayı kendi getirece ğini söylemesi üzerine Konstantin ku şkulanmı ştır. Ku şatmayı engellemek için, ku şatmanın kaldırılması için elinden geleni yapar. Bunda ba şarılı olamayınca şehri sonuna kadar savunur. Ba şlarda, Avrupa’nın deste ğinin alınabilmesi için, Papa’nın iste ği üzerine, Ayasofya’da Katolik Kilisesi’nin üstünlü ğünü kabul etmek zorunda kalır. Ancak bu da Avrupa’nın yardıma gelmesini sa ğlamamı ştır. Yalnızca dört Cenoa kadırgası yardıma gelmi ştir. Konstantin, Sultan Mehmet’in daha geni ş topraklar verece ğini belirtip şehri teslim etmesi iste ğini ve kendisine ba ğlı ki şilerin kendisine şehri terk edip sava şı ba şka bir yerden devam ettirmesi önerisini reddederek, onurlu saydı ğı sava şmayı sürdürmü ştür. Ancak, hasımdan alınan esirleri özgür bırakacak kadar yüce ahlâk duygusuna sahip de ğildir. Bizans’ta savunulmaya lâyık hiçbir şey olmadı ğı, kaybedece ğini bildi ği hâlde savunmayı sonuna kadar sürdürmü ştür. Şehir dü ştü ğünde ise, sa ğduyuyla hareket edemez, âdeta bir çılgın gibi davranır.

Bizans Đmparatoru Konstantin, tarihî bir ki şidir. Sultan Mehmet’in kar şısında yer alsa da sergiledi ği eylemler dolayısıyla onu olumsuz bir kahraman saymak güçtür. Yazar tarafından tip düzeyinde ele alınır, ruhsal özellikleriyle verilir. Kazanma umudu olmadı ğı hâlde sava şır, kaçma yoluna gitmez. Yazar, onu yüceltmi ştir. Etken bir ki şili ğe sahip olan Konstantin, hem konu şmalarıyla, hem davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Devletin geçmi şi ile o günkü durumunun çok zıt olması onda çeli şkiler yaratmı ştır. Đmparator, bir anlamda iç çatı şma da ya şamı ştır. Bir ki şilik de ğişimi göstermemi ş, Oflazo ğlu tarafından inandırıcı, ba şarılı bir şekilde sunulmu ştur.

2.8.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Ba şkahraman Sultan Mehmet Đstanbul’u fethetmeyi arzular. Çocuklu ğundan beri en büyük özlemidir o. Kendisiyle birlikte o özlem de büyümü ştür yüre ğinde. Bunu şu şekilde ifade eder:

“Daha bir karı ş şehzadeyken Manisa’da Bizans’ı ku şbakı şı resmederdim avucuma; silindikçe yeniden çizerdim, silindikçe çizerdim. Hocam Molla Gürânî ders 

 anlatırken sık sık avucumun içine bakar bakar bakardım. Öyle ki, şu an rahatça gezinebilirim Bizans’ın bütük sokaklarında, alanlarında; imparatorluk sarayını elimle koymu ş gibi bulabilirim. Öylesine içimde Bizans…” (s. 67-68). Đstanbul fethedilirse Bizans tarihe karı şacak, Sultan Mehmet’in ülkesi bütünlenecektir. Đstanbul alındıktan sonra cihangir hükümdarlık yolunda rahatlıkla ilerleyebilecektir Sultan Mehmet.

Mehmet Han, Đstanbul’u açabilmek, Bizans’ı dü şürebilmek için Anadolu Hisarı’nın kar şısına gelecek biçimde Rumeli Hisarı’nı kurdurur. Büyük toplar döktürür. Bizans imparatoruna şehrin kapılarını açarsa kan dökülmeyece ğini söyler. Bu yapılmadı ğı için şehri sava şarak alacaktır. Sadrazamın ihaneti, ku şatmanın uzun sürmesi gibi nedenler padi şahı yıldırmaz. Donanmayı da ğlardan a şırarak Haliç’e indirmek gibi dâhice sava ş teknikleri, akıl ve inanç gücüyle fethi gerçekle ştirir. Büyük emeline böylelikle ula şmı ş olur.

Kar şı güç Bizans’ın arzusu, Türkleri önce Rumeli’den Anadolu’ya, sonra da oradan Asya steplerine sürmektir. Bu, Avrupa’nın gelenekselle şmi ş Haçlı zihniyetidir aynı zamanda. Sultan Mehmet’in Karamao ğulları ile mücadele hâlinde olmasından faydalanmayı ummaktadır Bizans önde gelenleri. Avrupa da yardımlarına gelirse Türkleri ana vatanlarına göndermek mümkün olabilecektir görü şündedirler. Bu, Bizans’ın eski ihti şamına dönmesi yolunda ümitlendirir onları. Bizanslılar, daha önce de belirtildi ği üzere, Türk tehlikesine kar şı Avrupa’dan yardım istemi ştir. Kendileri Ortodoks olmalarına ra ğmen, Ayasofya’da Katolik Kilisesi’nin üstünlü ğünü kabul ederler. Bizans’ın yardımına sadece dört Cenoa kadırgası gelmi ştir. Macar Naibi Hunyadi, Sultan Mehmet’le barı ş hâlinde olmasına ra ğmen ona elçi gönderip ku şatmayı kaldırmazsa Bizans’ın yardımına ordu göndermek tehdidinde bulunmu ştur; ancak bu ordu gelmez. Bizans dü şürülür. Böylelikle Bizans’ın arzusu ve Haçlı zihniyetinin gere ği gerçekle şmez.

2.8.2.4. Yönlendirici

Sultan Mehmet’i yönlendiren asıl ki şi şeyhi Ak şemsettin’dir. Ak şemsettin Sultan Mehmet’e daima manevî güç telkin eder. “Oyunda ilim ve tekni ği bir Avrupalı olan Urban, imanı ise Ak şemsettin temsil eder ” (Kaplan, 1999: 456). Ak şemsettin, Hz. Muhammed’in bilinen hadisine, Fetih Suresi’ne sürekli göndermede bulunur. Ku şatma



 ba şlamadan önce “ Konstantin’in şehrini alacak ba şbu ğa ne mutlu, ne mutlu onun askerlerine! (…) Ey Tanrı ordusu, kalk, atlan ve zaferin elleriyle yaz! (…) Ça ğın alnında beyaz bir nur gibi parlayan ve günlerin sayfasına güzellik olan bu fetih sana kutlu olsun! ” (s. 40-41-43) şeklinde sözler söyleyerek Sultan Mehmet’i harekete geçirmeye çalı şır. Nitekim bunda ba şarılı olur.

Ku şatma uzadıkça uzamakta, Sadrazam da aykırı şeyler söylemektedir. Ak şemsettin yine, “ Oklar yaylarından uçtular… Zırhlar arzuyla gerilmi ş vücutlara yapı ştılar ve ‘Açık Fetih Sûresi okunmadan vücutlarından ayrılmayaca ğız’ diye haykırdılar” (s. 70) biçiminde konu şarak Sultan Mehmet’e ve onun şanlı ordusuna destek verir, metanet sa ğlamaya çalı şır. Ak şemsettin beyaz giysiler içinde dola şmaktadır. Herkes ona kar şı büyük bir saygı ve hayranlık besler. Sultan Mehmet “Şeyhimin yüre ği bizden yaman sava şır ” (s. 70) diyerek ona gıpta eder. Ak şemsettin’in Türk ordusu ve Sultan Mehmet’e yönelik olarak söyledi ği şu sözler çatlak sesleri susturur, herkesi galeyana getirir:

“Ey kapalı kapıları açmaya gelenler! Bilin ki yerde kımıldayan küçücük böceklerden gö ğün ı şıltılı kocaman yaratıklarına dek bütün varlıkların maceralarını kararla ştıran altın harflerle şöyle yazdı o gizli levhasına: ‘Konstantin’in şehrini, o şehirler şehrini Sultan Mehmet’in askerleri alacaktır ve bu fetih ıssız bo şlu ğu donatan Zaferler Burcu’nun en parlak yıldızı olacaktır.’ Kim ki bundan şüphe eder ne bu dünyada yeri vardır ne de öbür dünyada! (…) Ey Tanrı’nın eliyle bilenmi ş kılıç! Ey seçilmi ş ba şbu ğu seçilmi ş askerlerin! Seni tâ yüzyılların ötesinden müjdeleyeni, ‘Konstantin’in şehrini alacak ba şbu ğa ne mutlu’ diyeni unutma! Yeryüzüne bir hayırlı devlet arma ğan eyleyeni, ‘ Đstanbul’u aç da gülbahçesi yap’ diyeni unutma! Bu ulus ku şaklar boyu özlemi ştir seni, unutma! Ulusun pek çok beklemi ştir Fatih’ini, unutma!” (s. 99-100). Fetih ba şarıyla tamamlanmı ş, Türk bayra ğı burca asılmı ştır. Sultan Mehmet “ Buyurun, hocam, açtı ğınız kapıdan! ” (s. 112) diyerek önce, şeyhin şehre girmesini sa ğlamak ister. Ak şemsettin de “ Bizim i şimiz burada biter, sultan. Konstantin’in şehrini alan ba şbu ğa ne mutlu, ne mutlu onun askerlerine! Murat o ğlu Mehmet daima muzaffer, daima Fatih daima! ” (s. 112) diyerek kendi misyonunun tamamlandı ğını belirtir ve Sultan Mehmet’i kutlar. Sonra kaybolur.

Ak şemsettin Đstanbul’un alınması gündeme geldikten sonra daima, Sultan Mehmet’in yanında olmu ş, onu ve ordusunu bu i şi ba şarmaya Kur’an ve hadisi de hatırlatarak yöneltmeye çalı şmı ş; bunu da ba şarmı ştır. Manevî nüfuza sahip saygıde ğer bir insandır.



 Ak şemsettin’i geleneksel din adamı tipi kabul edebiliriz. O, tarihî ve olumlu bir ki şidir. Ruhsal boyutuyla ele alınmı ş, daha çok, konu şmalarıyla sunulmu ştur. Ki şilik de ğişimi göstermemi ş, inandırıcı bir biçimde ortaya konmu ştur. Ak şamsettin’i yüceltilmi ş bir tip kabul etmek mümkündür.

Sultan Mehmet’i yönlendirmek isteyen ba şka bir ki şi de Sadrazam Halil Pa şa’dır. Halil Pa şa padi şahı olumsuz yöne yöneltmek ister. Kendisi bir hain oldu ğundan, Bizans’ın iste ği do ğrultusunda, Sultan Mehmet’i ku şatma dü şüncesinden alıkoymaya çalı şır. Bunu ba şaramaz. Ku şatmanın iyice uzaması üzerine Sultan Mehmet’e ablukayı kaldırma dü şüncesini benimsetmek ister; ancak bunda da ba şarılı olamamı ş, padi şahı kendi kafasına göre yönlendirememi ştir.

2.8.2.5. Alıcı

Eserde ilk sıradaki alıcı Sultan Mehmet’tir. Sultan Mehmet, arzu etti ği fethi gerçekle ştirerek Bizans’ı dü şürmü ş, topraklarını bütünlemi ştir. Artık, cihangirlik yolunda kendinden çok daha emin adımlarla yürüyebilecektir. Sultan Mehmet, Đstanbul’un ve ulusunun Fatih’i olmu ş; şehir, devlet, ça ğ batır mı ş ve yeni bir ça ğ açmı ştır. Kendi adaletini, ho şgörüsünü getirmi ştir Rum halkına.

Oyunun bir di ğer alıcısı Bizans Đmparatoru Konstantin’dir. Đstanbul’un fethinden en olumsuz etkilenen o olmu ştur. Kendisinin devleti, dolayısıyla imparatorlu ğu tarihe karı şmı ştır.

Bizanslıları da alıcı sayabiliriz. Onlar, Latinlerin güdümüne girmektense Sultan Mehmet’in sa ğlayaca ğı âdil ve güvenli ortama sı ğınıp serbestçe ya şamanın kendileri için daha onurlu olaca ğına kanaat getirmi şlerdir. Açlık ve adaletsiz bir sosyal düzenin söz konusu oldu ğu Bizans halklı ğından adalet, ho şgörü ve i şbirli ğinin hüküm sürdü ğü Sultan Mehmet / Osmanlı uyru ğu olma derecesine yükselmi şlerdir. Bizanslılar tip düzeyinde ele alınmı şlardır. Ki şilikleri, psikolojik özellikleri üzerinde durulmaz. Sultan Mehmet’e kar şı mukavemet etmedikleri için onları olumlu, edilgen kahramanlar sayabiliriz. Kendilerini daha çok konu şmalarıyla tanırız.

2.8.2.6. Yardımcı

Sultan Mehmet’e yardımcı olan şahıslar Za ğanos Pa şa, Ak şemsettin ve Urban Usta’dır.

 

 Ak şemsettin, daha önce de i şaret edildi ği üzere, telkinleriyle Sultan Mehmet’i ve askerlerini bu fethi gerçekle ştirmeye yöneltmi ş, sözleriyle onlara yardımcı olmaya çalı şmı ştır. Sultan Mehmet, şeyhinin manevî deste ğini hep yanında hissetmi ştir.

Za ğanos Pa şa da eserin ba şından itibaren Sultan Mehmet’in yardımcısıdır. Pa şa, devletine ba ğlı, görevinin yüceli ğinin bilincinde olan bir ki şili ğe sahiptir. Sultan Mehmet’in isabetli kararları ve uygulamalarında birinci dereceden destekçisidir. Onun güven ve sevgisini kazanmı ştır. Halil Pa şa’nın fethi baltalamaya yönelik sözleri kar şısında Za ğanos Pa şa “ Sınırlarımızın en iyi bekçileri kazanaca ğımız yeni zaferlerdir ancak ” (s. 40) vb. sözlerle ku şatmayı destekler. Halil Pa şa’nın hainli ğinin farkındadır; Sultan Mehmet’e, “ … Fesat çoktan ba şladı ötmeye. Sadrazam bo ş durmuyor. (…) Đhanet apaçık ” (s. 84) der. Halil Pa şa’nın geri dönme ça ğrısına kar şın Za ğanos Pa şa şu biçimdeki sözleriyle bu giri şimi sonuna kadar desteklemi ş; bu yolda maddî ve manevî tüm çabasını sarf etmi ştir:

“Hiçbir Avrupa devleti, padi şahım, kendini ate şe atmaz bir ba şka devlet için. Hem, şu anda çe şitli çıkarlar u ğruna birbirinin kuyusunu kazmaktadır onlar. (…) Avrupa’nın bütün güçleri bir araya gelse yine ba ş edemez bizim ahenkli gücümüzle. (…) Atalarınız, padi şahım, Halil Pa şa gibi her adımı böyle sakınarak atsalardı atlayamazlardı Asya’dan Avrupa’ya” (s. 97-98). Za ğanos Pa şa, tarihî bir ki şidir. Olumlu kahramanlar arasında yer alır. Tip düzeyinde ele alınmı ş, ruhsal özellikleriyle sunulmu ştur. Geleneksel devlet adamı tipine sokulabilir. Daha ziyade, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Her konuda Sultan Mehmet’in destekçisi olması dolayısıyla etken bir ki şili ğe sahip oldu ğunu savunabiliriz. Đnandırıcı bir biçimde ele alınmı ştır. Devlet haini olan Halil Pa şa ile fikir çatı şması ya şamı ştır. Ki şilik de ğişimi sergilememi ştir.

Urban Usta’yı da yardımcı ki şiler arasına katabiliriz. Onun döktü ğü “ Şehir batıran! ”, “Devlet batıran, ça ğ batıran! ” (s. 53) toplar sayesinde Bizans’ın surları yıkılmıştır. Urban Usta, Sultan Mehmet’ten önce Bizanslılar için de toplar dökmü ştür; ancak, i şinin kar şılı ğını hakkıyla alamayaca ğını bildi ğinden “ … Yarım gönülle yapılmı ştır o i şler ” (s. 23). “ … Silâh dedi ğiniz daha çok, kullanan elden alır marifeti ” (s. 24) görü şünde olan Urban, döktü ğü topların i şe yarayaca ğından emindir. Aksi takdirde kendilerine ne vaat et ti ğini soran Sultan Mehmet’e, “ Sizin toplardan birinin a ğzına ba ğlanıp geri

 

 yollanmayı geldi ğim yere ” (s. 52) yanıtını verir. Urban’ın döktü ğü toplar gerçekten, i şe yaramı ştır.

Urban Usta da tip düzeyinde ele alınan ki şilerdendir. Olumlu bir kahraman olup inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. Psikolojik yönü kadar i şini yapmadaki ustalı ğıyla da ön plana çıkarılmı ştır. Konu şmaları ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Döktü ğü toplar fethin gerçekle ştirilmesinde önemli bir rol oynadı ğından, Urban’ı etken bir ki şi sayarız.

Kar şı güç Konstantin’in yardımcıları Ba şmabeyinci Françez, Grandük Notaras ve General Jüstinyani’dir.

Françez, hayalci bir ki şidir. Şehzade Orhan’ın ellerinde bulunması sebebiyle Sultan Mehmet’ten büyük paralar alabilecekleri, onun Karamano ğulları ile mücadele hâlinde olmasından faydalanarak sıkı ştırılması gerekti ği, Avrupalılar da kendi yardımlarına gelirse Türkleri Rumeli’den çıkarabilecekleri dü şüncesindedir. Françez, aynı zamanda ileriyi göremeyen, sı ğ dü şünen bir ki şili ğe sahiptir. Osmanlılara kar şı Batı’dan yardım almak gerekti ğini ileri sürer; “ Kurtulu ş Batı’dan gelecek bize ” (s. 31) der. Françez sonuna kadar efendisine sadık kalan bir ki şidir.

Grandük Notaras, daha sa ğduyulu dü şünen bir ki şidir. Yeterince hâkim olmadı ğı bir konuda ahkâm kesmez. Tedbirli hareket etmeyi, durum de ğerlendirmesini önemseyen bir ki şilik sahibidir. Sultan Mehmet’in Karaman seferini kastedip “ Hiç de ğilse, şu seferin sonucunu ö ğrensek. Padi şahın ba şarıp ba şaramayaca ğı önemli ” (s. 12) görü şünü ileri sürer, Şehzade Orhan için yollanması dü şünülen elçi gönderilmeden önce. Sultan Mehmet istenen parayı kendi getirece ğini söyledikten sonra Notaras Konstantin’e “ … Bizans’ın gerçek durumunu da biliyordur Osmanlı sarayı. (…) Bir an önce onarılması gerek surların ” (s. 20-21) diyerek ku şatmaya kar şı önlem almayı teklif eder. Avrupa’dan yardım isteme konusu tartı şılırken de kendi öz güçleriyle hareket etmeleri gerekti ğini, Avrupa’nın kendi çıkarı söz konusu olmaksızın kimseye yardım etmeyece ğini belirtir ki, bunun isabetli bir öngörü oldu ğunu ileride göreceklerdir. Yine bu tartı şmada Notaras, Bizans’a Avrupalıların gelmesinden Türklerin gelmesinin çok daha hayırlı olaca ğını şu sözleriyle ortaya koyar: “ Hiçbir ulusun dinine, töresine karı ştı ğı görülmü ş, duyulmu ş mudur onların? Türklerin dünyaya getirdikleri yeni düzen

 

 bizi biz yapan her şeyi koruyacaktır. (…) Bizans’ta Lâtin şapkası görünece ğine Türk sarı ğı görünsün daha iyi! ” (s. 31).

Sava ş ba şlayınca Đmparator Konstantin Đtalyan asıllı General Jüstinyani’yi ba şkomutan tayin eder. Notaras, ba şka bir ırka mensup bir insanın kendi ülkeleri için canı pahasına sava şmayaca ğını belirtmi ştir: “ Ölüm kalım sava şında kurtulu ş ölümü göze almakla olur ancak. Yabancı bir ba şkomutan, Ha şmetlim, ölümü göze aldıramaz hiçbir askere; çünkü hiçbir yabancı ba şkomutan ölümü göze almaz yabancı bir ülke için ” (s. 61).

Notaras, Đstanbul dü şene kadar görevine ve hükümdarına ba ğlılı ğını sürdürmü ştür.

Genaral Jüstinyani, Đtalyan asıllı bir askerdir. Jüstinyani’yi oyunun ikinci perdesinden itibaren sahnede görürüz. Adamlarıyla beraber, Konstantin’e yardıma gelmi ştir. Ona büyük bir saygı beslemektedir. Đmparator da sava şta ba şkomutanlı ğı Jüstinyani’ye verir. Jüstinyani bütün olumsuzluklara ra ğmen sava şı sürdürmeye çalı şır; zira kimi Bizans askerleri yemek yemeye gider sava ş anında, kimi pe şin para verilmezse sava şmayaca ğını söyler. Jüstinyani yine de, Konstantin’e “ Kendi iste ğimle geldim, Ha şmetlim; kendi iste ğimle kalıyorum burada ” (s. 80) diyerek sava ştan ayrılmaz. Bizans’ta Đmparator Konstantin’den ba şka savunmaya lâyık birinin kalmadı ğını anlamı ştır; ancak, sırf onu savunmak için de görevini sürdürecektir. Đmparatora “ Bizans diye bir şey yok artık. Ama Bizans Đmparatoru hâlâ var ” (s. 91) der. Eserin sonunda, Đstanbul dü ştü ğünde, Jüstinyani ciddî bir yara almı ştır.

General Jüstinyani yabancı biri de olsa Đmparator Konstantin’in hizmetine girdikten sava şın biti şine kadar onun yanında yer alır, ona sadık kalır. Tüm olumsuzluklara, savunulanların savunmayı hak etmemelerine ra ğmen o, sava şmayı sürdürür. Bu tavır da onun vefa, dostluk, saygı gibi ahlâkî de ğerlere önem verdi ğini ortaya koymaktadır.

Françez, Notaras ve Jüstinyani Sultan Mehmet’in hasmının yardımcıları olsa da olumsuz ki şi sayılamazlar. Nitekim onlar, mensup oldukları safa sonuna kadar ba ğlılıklarını sürdürmü şlerdir. Tip düzeyinde, psikolojik boyutlarıyla ele alınmı ş; daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı şlardır. Bizans’ın yüksek rütbeli askerlerini, devlet adamlarını temsil ederler. Hem birbirleriyle, hem de dı ş dü şman olan Sultan Mehmet’le uyu şmazlık ya şarlar. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu şlardır. Sava şta üstlendikleri roller

 

 göz önüne alındı ğında Notaras ve Jüstinyani’nin Françez’e göre çok etken oldu ğu söylenebilir. Bu kahramanlar bir ki şilik geli şimi göstermezler.

2.8.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu grupta yer alan kahramanların sayısı fazladır. Bunlar; (görünmeyen) Türkler Korosu, I., II. ve III. Bizanslı, Bizans Elçisi, Gennadiyos, Bizantina, I., II. ve III. Galatalı Tüccar, Bir Köylü, Macar Elçisi, I. ve II. Bizans Askeri, Bir Rahip, (konu şmayan) Johannes Grant, I. ve III. Yeniçeri, Yeniçeri A ğası (II. Yeniçeri), I. ve II. Bilge, Kadı, Mimarba şı, Türk Elçisi, pa şalar, yeniçeriler, Bizanslı subaylar, askerler, şehirliler, köylülerdir. Burada sözü edilen ki şiler ana vak’anın gerçekle şmesi esnasındaki sosyal, siyasî, psikolojik, ekonomik vb. durumu ortaya koymak, esere çok seslilik getirmek adına oyuna yerle ştirilmi şlerdir.

Bilgeler, Sultan Mehmet’in ilme; Kadı ve Mimarba şı, adalete ne kadar de ğer verdi ğini göstermek için eserde yer almı ştır. Bizanslılar, Bizantina, Gennadiyos, Bir Rahip, Bizanslı şehirli ve köylüler; Avrupa’nın buyru ğuna girmektense Türklerin sa ğlayaca ğı ho şgörü ve güven ortamına müdahil olmanın daha akıllıca oldu ğunu göstermek, Bizans’ta sosyal ve ekonomik düzenin âdil olmadı ğını ve çöktü ğünü ortaya koymak, halkın Sultan Mehmet’e sempati duydu ğunu göstermek için eserde yer almı şlardır. Galatalı tüccarlaraysa, canları pahasına da olsa satı ş yapmanın onlar için önemli oldu ğunu, onların âdeta paraya taptıklarını belirtmek için yer verilmi ştir. Elçilerse sava ş ve barı ş dönemi siyasetinin vazgeçilmez yüzleridir. Devletler, uluslar arasındaki ileti şimi sa ğlarlar.

Bu ki şileri tip sayabiliriz. Psikolojik ve fiziksel açıdan derinlemesine i şlenmezler. Bunlar için olumlu / olumsuz kahraman de ğerlendirmesinde bulunmak da do ğru olmaz. Bazıları tavırlarıyla, bazıları konu şmalarıyla sunulur.

2.8.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Eserde yeniçeriler, pa şalar, Bizanslı subaylar, askerler, şehirliler ve köylüler dı şında biri kadın, otuz biri erkek olmak üzere otuz iki kahraman yer alır. Bizantina, kadın kahraman; Ba şmabeyinci Françez, Đmparator Konstantin, Grandük Notaras, General Jüstinyani, I, II ve III. Bizanslı, Bizans Elçisi, Gennadiyos, I, II ve III. Galatalı Tüccar, Bir Köylü, Macar Elçisi, I ve II. Bizans Askeri, Bir Rahip, Johannes Grant (konu şmaz),  

 Sadrazam Halil Pa şa, Sultan Mehmet, Za ğanos Pa şa, Yeniçeri A ğası (II. Yeniçeri), I ve II. Bilge, Urban, Kadı, Mimarba şı, Ak şemsettin, Türk Elçisi, I ve III. Yeniçeri, erkek kahramanlardır.

Oyunda en çok, Sultan Mehmet üzerinde durulmu ştur. Sultan Mehmet, inanç ve azminin gücüyle yüzyıllardan beri farklı medeniyetlerin ele geçirmek istedi ği Đstanbul şehrini fethederek bir ça ğı kapayıp yeni bir ça ğ açmı ş, tarihe yön vermi ştir. Eserde karakter düzeyinde i şlenen tek kahramandır. Ba şarılı bir biçimde sunulmu ş, yüceltilmi ştir. Tarihî bir ki şidir, eylem adamıdır.

Bizans Dü ştü – Fatih oyunu da yazarın tarih konulu oyunlarından biridir. Konusunu Osmanlı tarihinden alır. Oflazo ğlu bu piyesteki kahramanları genellikle tip olarak ele almı ş, psikolojik boyutlarıyla işlemi ştir. Kar şı güç konumundaki kahramanları da yermemi ştir. Bir kahramana kendi sözcülü ğünü yaptırmı ştır. Sultan Mehmet, gerçe ğe / Tanrı’ya ula şma yolunda akıl ve inancın bir arada bulunması gerekti ğini savunmu ştur ki, bu dü şünce yazarın görü şüdür.

2.9. Kösem Sultan

2.9.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Kösem Sultan 18 , yazarın her biri yedi sahneden olu şan üç perdelik bir eseridir; “iktidar üçlemesi” içinde yer alır. Bu eserde, Kösem Sultan’ın torunu Mehmet’in tahta oturmasından Kösem’in, gelini Turhan’ın adamlarından Ku şçu Mehmet tarafından bo ğulmasına kadar geçen süreç i şlenir.

Birinci perdenin ilk sahnesinde mekân Topkapı Sarayı’nda arz odası dır. Çocuk padi şah Mehmet tahtında oturmaktadır. Büyük Valide Kösem Sultan’ın buyru ğuyla Sultan Mehmet, yeniçeri önde geleni Kara Murat’ı sadrazam yapar. Kösem Sultan, Osmanlı gelene ği gere ği, Eski Saray’a çekilmek istemektedir sözde. Yeniçeri a ğaları Kösem’in Eski Saray’a gitmesini istemezler. Turhan Sultan’la padi şahın Kösem’in bilgisinden, görgüsünden yararlanmaları gerekti ği dü şüncesindedirler. Turhan Kösem’in “ şimdilik”, Topkapı’da kalmasına rıza göstermek zorunda kalır. Kösem’le Bekta ş A ğa yalnız kalınca Kösem gerçek benli ğiyle konu şur. Gönlünden Bekta ş’ı sadrazam yapmak geçse   6`C:



 de onu daha güvenli bir yerde bulundurmak için, yeniçeri a ğası olarak kalmasını uygun görür (s. 19). Kösem’in “ Davamızı sonuna dek yürütebilmemiz için… ” (s. 19) ifadesi, Kösem Sultan ile Yeniçeri Oca ğı arasında gizli bir şeyler oldu ğunun göstergesidir. Kösem Sultan ile Bekta ş arasındaki konu şmalardan valiliklerin, devlet kurumlarının rü şvetle da ğıtıldı ğını, Bekta ş’ın Kösem’e â şık oldu ğunu, Kösem’in iktidar hırsının ne kadar büyük oldu ğunu ö ğreniyoruz.

Đkinci sahnede Đstanbullular Kösem’in genç ya şta dul kalı şının kendi öz o ğlunu bo ğduracak kadar iktidar çılgınlı ğına yol açtı ğını, e şkıyanın can, ırz ve mal güvenli ği bırakmadı ğını; ülkenin, padi şahı katledenler ortadan kaldırılmadıkça düzene giremeyece ğini dile getirmektedir (s. 21-22).

Sipahiler Sultan Genç Osman ve Đbrahim’in öldürülmesinden yeniçerileri sorumlu tutup bunun hesabını onlardan sormak isterken Kethüda Bey gelip iki tarafı ayırır.

Üçüncü sahnede Sultan Mehmet, Süleyman A ğa ile yazı yazma talimi yapmaktadır. Çocuk oldu ğu için, padi şahlı ğı bir oyun sanmaktadır. Turhan gelince Süleyman çıkar. Turhan, o ğluna büyükannesi yüzünden babasız kaldı ğını söyler. Turhan’ın sözlerinden Kösem Sultan ile yeniçeri a ğaları yüzünden ülkede karga şanın hüküm sürdü ğünü, bu kötü gidi şe Sultan Mehmet’in son vermesini istedi ğini anlıyoruz. Sultan Mehmet babasını kimin öldürdü ğünü sorunca Turhan konuyu de ğiştirmek istercesine, insanlara her gün bir can kar şılı ğında su veren ejderhanın günün birinde de padi şahı alıp yuttu ğu masalı anlatmaya ba şlar. Mehmet bu masaldaki ejderhaya okunu saplama talimi yaparken Kösem gelir. Padi şah, bahçede ok atma talimi yapmak için gider. Kösem’le Turhan birbirlerine sahte sevgi gösterisinde bulunmaktadır. Kösem’in içinden geçirdi ği “Gözlerindeki kurnaz parıltı derinliklerime i şliyor, onda kendimi görür gibi oldukça yüre ğim ürküp kabu ğuna çekiliyor sanki ” (s. 34) biçimindeki fikirlerle açıktan söyledi ği “…Beni Đbrahim’in ölümünden daha çok üzen ölümünü benden bilmeleridir. (…) Masallarda anlatılan o, do ğurduklarıyla beslenir canavar mıyım ben? ” (s. 34) ifadeleri ve Turhan’ın “ (…) Hem de kaç ba şlı canavar! (…) Bendeki Kösem alt edecek Kösem’i. Onun bundan haberi yok, benim üstünlü ğüm burada. Çünkü kötülük, iyili ğe yardımcı olsun diye dü şünülmü ş yukarda ” (s. 35) şeklindeki iç sesi, ikisi arasındaki dü şmanlı ğı, çatı şmayı ortaya belki de en iyi koyan bölümlerdir.



 Dördüncü sahnede Kethüda Bey yeniçeri kı şlasında askerlere hatalarını anlatır, ele ştirilerini dile getirir, onları düzeni korumak için ikna etmeye çalı şır. Yeniçeriler Kösem Sultan’ın Topkapı’da kalmasına kar şıdırlar ve padi şahı öldürenlerin kesinlikle cezalandırılmasını isterler.

Be şinci sahnede askerler Đbrahim’in öldürülmesini unutmadı ğı ve katilleri cezalandırmakta kararlı oldu ğu için, Kösem Sultan yeniçerilerin lideri Bekta ş ve Mustafa’yı azarlar. Sipahilerin, Sultan Đbrahim’in ba şına kar şılık kendi ba şını isteme olasılıkları kar şısında, kendisini askerlere unutturmak için, iki asker oca ğını birbirine dü şürecek bir yangın planlar. Bunu Kösem “Bize kar şı olan yeniçerilerden birini öldürüp sipahi oca ğının önüne atıvermek, sonra da ‘Bir yolda şımız sipahiler elinde can verdi. Yeniçerinin namusunu kurtarma günüdür. ’ demek pek mi zor gelir benim yi ğitlerime?” (s. 41) sözleriyle dile getirir. O, iki ocak çatı ştı ğında Yeniçeri Oca ğı’nın galip olaca ğına inanmaktadır.

Altıncı sahnede Đstanbullular almı ş ba şını giden rü şvetin Kösem Sultan ile yeniçeri ağalarının kesesini şişirdi ğini, makamlar ın açık artırmayla satıldı ğını belirtirken Meddah Tıflî sahneye çıkar. Onun sözlerinden de rü şvetin hat safhada oldu ğunu, her şeye zam yapıldı ğını ö ğreniyoruz. Derken silah ve ba ğrı şma sesleri i şitilir. Đstanbullulardan birinin söyledi ğine göre, Kösem’in saçtı ğı fitne tohumu Sultanahmet’te ate şi yakmı ş, sipahilerle yeniçeriler bo ğazla şmaktadır. Yeniçeriler üstün durumdadır.

Yedinci sahnede Đngiliz Elçisi Sadrazam Murat Pa şa’yı ziyarete gelmi ştir. Girit’te sava şan Osmanlı askerine cephane ve erza ğı kendilerinin ta şıyabileceklerini belirtir. Elçinin sözlerinden Osmanlı hazinesinin güç durumda oldu ğunu, Batı’dan bazı yönlerden geri kalı şın bu dönemde de görüldü ğünü, Anadolu sipahilerinin ba şı Gürcü Abdünnebi’ nin kırk bin ki şilik bir orduyla Đstanbul üstüne yürüyü şe geçti ğini (s. 45) öğreniyoruz. Elçi, Murat Pa şa ile Kösem’e hediyeler getirmi ştir. Sadrazam, kendisine getirilenlerin de Kösem’e verilmesini ister. Girit’e gidecek erzak ve cephanenin Đngiliz gemileriyle ta şınmasını kabul eder. Elçi çıkınca Bekta ş’la Mustafa hı şımla girerler (s. 48). Halep kadılı ğı Bekta ş’ın kendisine sattı ğı Amansız Hüseyin Efendi’den ba şkasına verildi ği için Bekta ş ate ş püskürmektedir. Bu noktada Murat Pa şa, kendilerinin daha önce Sultan Đbrahim’in zulmüne isyan ettikleri hâlde otorite kazandıklarında aynı yolu tuttuklarını belirtir. Onun sözleri kendisi ve askerin durumuyla ilgili ele ştiri niteli ği 

 ta şır, ülkenin içler acısı durumu hakkında bilgi verir. Bu sırada gelen Kethüda Bey, Gürcü Abdünnebi’nin kırk bin sipahiyle Üsküdar’a ula şıp Đstanbul’u tehdit eder duruma geldi ğini haber verir. Abdünnebi Đstanbul’da öldürülen sipahilerin öcünü almaya gelmi ştir padi şah ordusu nu Anadolu’da üst üste bozguna uğrat tı ğını söyledi ği ordusuyla (s. 52). Şeyhülislâm ve di ğer suçluları padi şahtan isteme amacındadır. Bu sırada Kösem Sultan gelir ve ona meydan okur. Abdünnebi devletin asıl sahibi Sultan Mehmet ile valide sultan Turhan’ın Üsküdar Sarayı’nda kendileriyle birlik oldu ğunu söyler. O ğlu Mehmet’le gelen Turhan Sultan, devlete asi olanlarla birlikte hareket edemeyeceklerini belirtir. Üsküdar Sarayı’na gitme konusunda Turhan’la Kösem’in tartı şması Abdünnebi’yi yüreklendirir. Turhan’ın i şareti üzerine Sultan Mehmet “Sipahiler dahi makbul kullarımdır benim; asi durumuna dü şürülmesinler, buna asla rızam yoktur ” (s 57) deyince, Abdünnebi de bundan sonra Anadolu’nun kendilerinin, Rumeli’ninse sarayın oldu ğunu belirtir. Bunun üzerine Kösem Sultan, saltanat gelini nin payla şılmayı kabullenmeyece ğini, Hz. Muhammed’in kutsal sanca ğı altına tüm halkı toplar sa Abdünnebi’yi ordusuyla beraber yok edece ğini ifade eder. Abdünnebi çekilirken Bekta ş, Kösem’e devleti kurtar dı ğını söyler (s. 57).

Đkinci perdenin birinci sahnesinde Kösem’in dairesinde Melekî ile Turhanlılardan Ku şçu Mehmet birbirlerine sevgilerini dile getirirken ses duyuldu ğu için Ku şçu Mehmet kaçar. Gelen Kösem, durumu bilmektedir. Melekî’yi torunu Şehzade Süleyman’ın koynuna sokmak ister, torununu onunla kendi avucu içinde tutabilece ği dü şüncesiyle. Kız bunu kabul etmedi ği için saçlarını fahi şe saçları gibi kestirip onu kırbaçlattıracaktır. Bu esnada Bekta ş’la Mustafa gelir. Kara Murat’ın sadrazamlı ğı, Kethüda Bey’in yeniçeriden destek alması, Turhan’ın padi şahtan destek alması i şlerine gelmemektedir. Bundan dolayı, Sultan Mehmet’in dü şürül mesiyle Mehmet, Turhan, Kara Murat ve Kethüda Bey’in gücü devre dı şı kalacaktır. Bo şalan tahta da Şehzade Süleyman oturtulacaktır, annesi Dila şup Sultan’ ın meczup bir kadın olu şu dolayısıyla Turhan gibi saltanat davasına kalkı şmayaca ğı için (s. 66).

Đkinci sahnede Đstanbullular, Kösem Sultan’ın, “ çar şıda pazarda, kahvehanelerde, meyhanelerde hep Kösem Sultan’ın hayır i şleri konu şulmalı” (s. 66) dü şüncesiyle yaptırdı ğı binaları konuşurken, Meddah Tıflî davul çalarak bazı hamamların o gün bedava oldu ğunu duyurur.



 Üçüncü sahnede mekân Turhan’ın dairesidir. Murat Paşa padi şah tu ğralı, “ ba şını keserim” biçiminde biten bir name almı ş, bunu yazdı ğını dü şündü ğü Süleyman’a sebebini sormaktadır. Bu sırada Turhan’la Sultan Mehmet gelir. Nameyi yazdıran Kösem’dir. Murat Pa şa kendisi dı şında da sadrazamlar olmasından ötürü de görevinden ayrılmak istemektedir. Turhan Sultan, ondan hiç de ğilse Mehmet’in sünnet dü ğünü bitinceye kadar bu makamda kalmasını ister.

Dördüncü sahnede Şeyhülislâm Bahayi, kona ğında, Siyavu ş’la birliktedir. Şiir okumaktadır. Onu şeyhülislâmlı ğa Siyavu ş önermi ştir. Bu diyalogdan Bahayi Efendi’nin, dolayısıyla da yazarın şiir diliyle ilgili görü şünü ö ğreniyoruz. “Konu şulan dille şiir yazma” dü şüncesindedir Bahayi. Bu, aynı zamanda dönemin şiir diline ele ştiri niteli ği ta şımaktadır. Đkisi arasındaki konu şmalardan o dönemde devlet adamı olmanın çok zor oldu ğunu, Bahayi Efendi’nin tütünün haram olmadı ğına dair fetva verdi ğini, alı şılmı şın dı şındaki konu şma ve uygulamalarıyla insanları kendisine dü şman edebilece ğini ö ğreniyoruz. Derken, Đngiliz Elçisi getirilir. Bahayi, Osmanlı ülkesinden dü şman Venedik için tonlarca bu ğday alan Đzmir’deki Đngiliz konsolosunun Đzmir kadısınca yargılanırken kadıya saygısızlık yapması ve Elçi’nin konsolosu görevinden almaması sebebiyle Đngiliz Elçisi’ne ba ğırıp ça ğırır, onu yaka paça gönderir. Sadrazamdan onu hapsetmesini ister. Fatihlerin, Yavuzların, Kanunîlerin döneminde diledi ğini kral yap an, diledi ğini tahtından indir en bu devlet in merkezinde şimdi Avrupa’nın elçileri zart zurt etmek tedirler (s. 77-78). Bu sırada Bekta ş’la Mustafa hı şımla gelir. Hiçbir şeyhülislâm ın şimdiye kadar kona ğında elçi hapsetme di ğini söylerler (s. 78). Şeyhülislâm Bahayi Efendi’nin burada söyledikleri, ülkenin siyasî, sosyal ve daha pek çok alanda yıkıma gitti ğini ortaya koyar.

Be şinci sahnede Kösem’in dairesinde Kösem ile Meleki aşkları hakkında konu şmaktadırlar. Kösem, Ku şçu Mehmet Turhanlılardan oldu ğu için onlara dokunmayı şimdilik uygun bulmamakta, sevgilerini takdir ediyormu ş gibi görünmektedir. Turhan’la Sultan Mehmet gelir. Sahte sevgi, saygı gösteri şleri… Mehmet, Silahtar A ğa’nın kendisinin eşsiz bir avcı olaca ğını söyledi ğini belirtir (s. 85). Kösem’in “ Esen yelden, do ğan aydan korumaya çalı şırım seni. Hele sünnet mürüvvetini de göreyim… ” (s. 86) deyi şi, sünnet merasiminde olacaklar hakkında sezdirme niteli ğinde kabul edilebilir. Bu ba ğlamda Turhan, sünnet dü ğününün tarihini birlikte



 kararla ştırmak için geldiklerini belirtir. Denizde, karada şenlikler düzenlenecek; Avrupa, Asya bu törenden haberdar edilecektir.

Altıncı sahnede Meddah Tıfli, Đstanbulluları sünnet dü ğününe ça ğırmak için çı ğırtkanlık yapar.

Yedinci sahnede Topkapı Sarayı’nın bahçesinde dü ğün için hazırlıklar yapılmaktadır. Sünnet edilen Mehmet, yata ğındadır. Çe şitli gösterilerden sonra Meddah Tıflî, anlattı ğı hikâyeyle devrin ele ştirisini yapar. Bu hikâyeye “rü şvet” damgasını vurmu ştur. Hikâyedeki rü şvetçilerin ba şını Sultan Mehmet öldürmek için okunu çekti ğinde onu annesi durdurur. Đbrahim A ğa, köçekler in oynamasını seyreden padi şah üzerine yorgan örtme bahanesiyle ona yakla şır. Amacı, padi şahı öldürmektir. Kan belirince durum anla şılır. Murat Pa şa mührünü teslim eder ve istedi ği Budin valili ği kendisine verilir. Turhan Sultan, Kösem’le artık kıyasıya bo ğuşaca ğına, onu bitirece ğine dair kendisine söz verir (s. 95).

Üçüncü perdenin birinci sahnesinde arz odasında Turhan Sultan Kethüda Bey’e sadrazamlık teklif eder. Kethüda Bey ise, yeniçerilerin kendisi hakkında yukarılarda gözünün oldu ğunu dü şüneceklerini söyleyerek bunu kabul etmez. Yetkisini tek ba şına kullanaca ğına ve kanunla yargılanaca ğına dair tam güvence alan Siyavu ş sadrazam yapılır.

Đkinci sahnede Đstanbullular devlet hazinesi ve kendi keseleri bomboşken kimin hazinesinin dopdolu oldu ğunu sorarken Meddah Tıfli ortaya çıkar ve Kösem Sultan’ı korkusuzca yerer.

Üçüncü sahnede Meleki Kösem’in dairesini düzenlerken Ku şçu Mehmet gelir. Birbirlerine sarılırlar. Meleki saçlarının olmayı şından ötürü üzgündür. Mehmet’ten gitmesini ister, Kösem’in canlarına okuyaca ğı dü şüncesiyle. Meleki de artık Turhanlılardandır. Kösem tarafında ne olursa Turhan’a ula ştıracaktır. Mehmet gider. Kösem Helvacıba şı Üveys A ğa’yla birlikte gelir. Ondan padi şahın iftar şerbetine zehir koymasını ister, kar şılı ğında Mısır valili ğini verecektir.

Yalnız kalan Kösem’in söz ve dü şüncelerinden, onun iktidar hırsının derecesini, bu yolda tüm yakınlarını gözünü kırpmadan yok edebileceğini çarpıcı biçimde anlıyoruz.

 

 Kösem Sultan, Bekta ş ile Mustafa’yı saraya ça ğırtmı ştır. Đkisi gelir. Aralarındaki konu şmalardan Osmanlı ülkesinde Kösem’le birlikte yeniçeri a ğalarının hükmünün geçti ğini, Mustafa’nın can kaygısı ta şıdı ğını, Bekta ş’ın Kösem’e tutkun oldu ğunu öğreniriz. Kösem gelir. Ülkenin her yerinde üst üste olaylar ın çıkması gerekti ğini söyler onlara (s. 110). Yeniçeriler sarayın kapısına dayanacak; Kethüda Bey, Siyavu ş Pa şa, Turhan Sultan, Sultan Mehmet öldürülecektir. Şehzade Süleyman tahta oturtulursa saltanat Kösem ile yeniçeri a ğalarına kalacaktır. Kösem Sultan ayrıca, yeni padi şah tahta oturtuldu ğu zaman askere bah şiş da ğıtmak zorunda oldukları için “kalpazanlık” yapılmasını ister.

Dördüncü sahnede Đstanbullular piyasaya ayarı bozuk akçe sür enlere ate ş püskürmektedir. Bekta ş ve Mustafa yanlısı yeniçeriler gelip dükkânını açmayan esnafın öldürülece ğini söyler. Đstanbullular ise bu defa kararlıdır, durumlarını padi şaha iletmek için saraya yönelirler.

Be şinci sahnede Bekta ş, Mustafa ve taraftarları padi şahı ayak divanına ça ğırmı şlar; Süleyman, Reyhan ve Đsmail a ğaları istemektedirler. Bu esnada Đstanbullular ba şlarında Şeyhülislâm Bahayi Efendi ile gelirler. Padi şahın yetkisine ortak olanlar ortadan kaldırılmadıkça buradan ayrılmayacaklarını belirtirler (s.116-117). Bekta ş ağız de ğiştir erek kendilerinin (askerin) devletin kurulmasında önemli görev üstlendi ğini, kar şıda yer alan toplulu ğun (halkın) asiler oldu ğunu söyler. Ancak, Siyavu ş bunu yalanlar. Halkı ülkenin durumunu birlikte görü şüp, birlikte karar almak için sabah vakti bekledi ğini söyleyerek da ğıtır.

Altıncı sahnede gece vakti Kösem kâbuslar içinde uyanır. O ğlu Đbrahim onu yanına ça ğırmaktadır. Kösem’in kendi kendine söyledikleri Đbrahim’i öldürtmesinin psikolojisini alt üst etti ğini, canili ğinin kendisine musallat oldu ğunu ortaya koymaktadır. Ancak yine de kendini, “ Elbette, elbette ona geldi sıra, o ğluna! Madem iktidarla benim arama giriyor… ” (s. 122) demekten alamaz. Gelen Bekta ş’la el ele tutu şurlar. Ona, kimi zaman bir padi şah yerine kendisine benzer birine çocuklar do ğurmu ş olmayı istedi ğini söyler. “Yarın”ın kendileri için dönüm noktası oldu ğunu belirtip kendisini can kula ğıyla dinle mesini ister.

 

 Yedinci sahnede Turhan’ın dairesinde Turhan, Sultan Mehmet ve Siyavu ş Pa şa ya şananlarla ilgili konu şurken Süleyman A ğa padi şahın şerbetiyle birlikte haberler de getirir. Kösem’in bir cariyesi Eski Saray’daki Dilaşup Sultan’la görü şmü ştür. Helvacıba şı Üveys, zehir şişesini kırıp kayıplara karı şmı ştır.

Kösem, Bekta ş’a sahurdan sonra kendi adamlarının kapıları açaca ğını, sarayı basıp padi şahı, anasını ve onlara ba ğlı herkesi yok etmelerini; bu durumda devletin yalnız ikisine kalaca ğını söyler (s. 128). Bu konu şmayı duyan Meleki, Turhan Sultan’a haber verir. “ Gece yarısına varmadan canavarın i şi bitirilecek ”tir (s. 128).

Turhan Sultan, padi şaha Kösem Sultan’ın ortadan kaldırılması fermanını yazdırır. Ferman tüm Turhanlılara gösterilecektir.

Kösem heyecanla beklerken Turhanlılar kılıçlarıyla gelirler. Kösem saçtı ğı mücevherlerle Turhanlıların ço ğunun gözünü kama ştırsa da Ku şçu Mehmet onu bırakmaz. Uzun bir bo ğuşmadan sonra Kösem Ku şçu Mehmet tarafından bo ğulur. Karga şa ejderinin en büyük ba şı ezil mi ştir (s. 131). Düzenden yana olanlar (s. 131) saray önündeki tahtında bulunan padi şaha biat edecekler, düzen kar şıtları ortadan kaldırılacaktır.

2.9.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.9.2.1. Asıl Kahraman

Đlk a şamada Kösem Sultan’ın aslî kahraman oldu ğunu dü şünsek de Sultan Mehmet ile annesi Turhan Sultan asıl kahramandırlar. Ayata da bu görü ştedir: “ Esere adını veren Kösem Sultan, asıl kahraman gibi görünse de eserin birinci dereceden kahramanları Sultan Mehmet ve Turhan Sultan’dır ” (Ayata, 2009: 209). Kösem Sultan’ı hasım güçler arasında ele almak daha isabetli bir de ğerlendirme olacaktır.

Sultan Mehmet, babası Sultan Đbrahim’in tahttan indirilmesinden sonra hükümdar yapılmı ştır. Henüz çocuktur. Çocuksu özellikleriyle ön plana çıkartılmı ştır yazarca. Bu özelliklerinin ba şında da masala dü şkünlük gelir. Annesi Turhan Sultan, ona masal anlatmakta, masal vasıtasıyla Sultan Đbrahim’in Kösem Sultan tarafından öldürüldü ğünü kendisine ö ğretmektedir. Sultan Mehmet, avcılı ğa dü şkünlü ğü ile kar şımıza çıkmaktadır. Okuyla, kendisine anlatılan masaldaki ejderhayı da öldürmek istemektedir.

 

 Ya şının küçüklü ğüne ra ğmen onun ileride bir eylem adamı olaca ğını bu tavrından sezmek mümkündür.

Sultan Mehmet, bir karar vermek durumunda kaldı ğında annesine bakar hep. Padi şah oldu ğunun farkındadır, emrinin yerine getirilece ğini bilir; ancak yine de tek ba şına kararlar alamamaktadır. Oyun boyunca Sultan Mehmet’in ki şili ğinde ciddî bir de ğişim / dönü şüm gözlemleyememekteyiz. Ba şlarda babaannesinin de dost oldu ğunu sanan küçük padi şah, annesinin özellikle masal yoluyla kendisini e ğitmesi sonucu Kösem Sultan’ın, babasının katili oldu ğunu ö ğrenmi ştir. Üç kez öldürülme tehlikesiyle kar şıla şan Sultan Mehmet’in iste ği, babasının katillerini cezalandırmaktır.

Turhan Sultan, o ğluna göre daha karma şık bir ruh hâline sahiptir. Kösem Sultan’ın Sultan Đbrahim’i öldürtmesi Turhan’ı Kösem’e dü şman etmi ştir. Turhan Sultan oyunun ba şlarında genç ve tecrübesizdir. Kime güvenebilece ğini bilemez. Devletin içinde bulundu ğu içler acısı durumu görmekte, bundan büyük bir kaygı duymaktadır. Bu endi şesini onun “ Devlet bir kadının elinde can çeki şir yıllardır, bense devleti bir kadının elinden kurtarmaya çalı şan bir ba şka kadın ” (s. 28) şeklindeki sözlerinde görürüz. Turhan, Kösem Sultan’ın iktidar ihtirası yüzünden halkın ne kadar mustarip oldu ğunu bilmekte, o ğlunun bir an önce büyüyerek bu duruma son vermesini istemektedir. Yine Kösem’in Sultan Mehmet’i de öldürebilece ği korkusuyla ya şamaktadır.

Eserin ilk kısımlarında Kösem Sultan’ın Topkapı’da kalmasına razı olmak zorunda kalan Turhan Sultan, Sadrazam Murat Pa şa’nın, Kethüda Bey’in de yardımıyla giderek güçlenir. Eserdeki temel çatı şmanın Turhan ve Kösem Sultan arasındaki iktidar mücadelesine dayandı ğını söyleyebiliriz. Turhan Sultan devletin içinde bulundu ğu kötü durumdan kurtarılıp eski gücüne kavu şturulmasını istemektedir. Kösem Sultan’sa kendi buyru ğunun yürümesi için her şeyi me şru saymakta, herkesi gözden çıkarabilmektedir. Bunun için, Turhan Sultan’ı “iyi”nin, Kösem Sultan’ı “kötü”nün simgesi kabul edebiliriz. Bu konuda Parlatır’ın dü şüncesi “ Kösem Sultan’da olayların kurgusu, düzenin yıpratılması üzerine kurulmu ş; bu düzenin yozla ştırılması saraydan orduya, haremden halka, devlet kurumlarına ve dı ş ili şkilere kadar uzanıyor. Bu karga şayı yaratmak isteyenlerin ba şında Kösem Sultan geliyor ” (Parlatır, 1985) biçimindedir. Kösem Sultan’ın Turhan ve ona destek çıkanları saf dı şı bırakmak için torunu Sultan  

 Mehmet’i sünnet dü ğünü esnasında öldürtmek istemesinin ortaya çıkmasından sonra Turhan Sultan Kösem’le kıyasıya mücadele etme kararı alır, onun maskesine bürünerek. Bu vak’anın Turhan’da ciddî bir etki yarattı ğını, Kösem’i devreden çıkarmak için kendisini kesin olarak eyleme geçirdi ğini söyleyebiliriz. Bu noktadan sonra Turhan Sultan daha güçlü, kendine güvenen, rakibi yenmekte kararlı bir karakter olarak kar şımıza çıkar. Çok sayıda entrika çevirmi ş olan Kösem Sultan, di ğer planları Sultan Mehmet ve çevresindekileri ortadan kaldırmakta yeterli olmayınca Bekta ş ve Mustafa ile onlara ba ğlı yeniçerilerin gece vakti sarayı basmasını tasarlamı ştır. Bunun öğrenilmesinden sonra Turhan Sultan daha hızlı hareket edip Kösem Sultan’ı padi şah fermanıyla öldürtmü ştür, “ Seni ku şandım, Kösem, sana kar şı; kanlı fırılda ğını tersine döndüreyim de gör! ” (s. 129-130) diyerek. Böylece, “ karga şa ejderinin en büyük ba şı ezil ”mi ştir (s.131).

Turhan Sultan’ın ki şili ğindeki de ğimi sürekli yükselen bir grafiğe benzetebiliriz. O, ba şta güçsüz, yetersiz, güvensiz, deneyimsizken ya şadı ğı pek çok olayın etkisiyle metanet, güç kazanmı ş; sonunda da rakibini alt etmeyi ba şarmı ştır. Karakter olarak ortaya konan Turhan Sultan, yukarıda da belirtildi ği gibi, bir ki şilik geli şimi göstermi ştir. Başlarda, hareketleri pasiftir. Ya şadıkları, gördükleri onda etkiler bırakarak daha etken tavır takınmasını sa ğlamı ştır. Turhan ve Sultan Mehmet tarihî, olumlu ki şilerdir. Sultan Mehmet çocuk da olsa alınan kararlar o onaylamadan yürürlü ğe konamadı ğı için etken bir kahraman sayılabilir. Đkisi de ruhsal boyutlarıyla sunulmu ştur. Turhan Sultan daha ziyade, konu şmalarıyla, Sultan Mehmet hem konu şmaları, hem davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Đki kahraman da ba şta Kösem Sultan olmak üzere, düzen kar şıtlarıyla çatı şma ya şamı şlardır. Ortaya konulu şları inandırıcı biçimdedir. Sultan Mehmet, hükümdar oldu ğu için iktidar gücünü temsil eder.

2.9.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Hasım güçlerin ba şında Sultan Mehmet’in büyük validesi Kösem Sultan gelmektedir. Yazarca “karakter” olarak i şlenen Kösem Sultan son derece muhteris, iktidar sürme / hükmetme ate şiyle yanan bir ruh yapısına sahiptir. Tarihî bir kişilik olan Kösem Sultan hakkında Enginün “ Yeniçeri zorbalarına dayanarak saltanat süren Kösem Sultan sayesinde, Kara Murat A ğa sadarete yükselir, Bekta ş A ğa ticareti avucuna alır, Muslihiddin A ğa büyük bir kudret kazanır… ” (Enginün, 2001e: 70) de ğerlendirmesinde  

 bulunur. Kösem Sultan bir oyun kahramanı olarak da torunu Sultan Mehmet’in arkasında saltanat sürmek ister. Önceleri bunda ba şarılı da olur. Devletin tüm ticareti Kösem Sultan ile onun i ş birlikçileri olan yeniçeri a ğaları elindedir. Her şeye sürekli zam yapmaktadırlar. Rü şvet, yolsuzluk ba şını almı ş gitmi ştir. Kösem Sultan ve yolda şları devlet makamlarını parayla satmaktadırlar. “Kösem için devlet idaresi entrikalar düzenlemekten ba şka bir şey de ğildir ” (Enginün, 2003: 221).

Zaman geçtikçe Turhan Sultan güçlenir. Kösem iktidarı kimseyle payla şmak istemedi ği için Turhan’ı saf dı şı bırakmak ister. Bunun yolu da Sultan Mehmet’in öldürülmesinden geçmektedir. Sultan Mehmet’in yerine Şehzade Süleyman’ı padi şah yapacaktır Kösem; zira Şehzade Süleyman’ın annesi “ Dila şup Sultan meczup saf bir kadındır, Turhan gibi saltanat davasına kalkı şmaz ” (s. 66). Kösem Sultan, torununu öldürmek için üçüncü giri şimi gerçekle ştirece ği sırada kendisi öldürülür.

Eserin ba şından sonuna kadar Kösem Sultan söz konusu iktidar tutkusunun esiridir. Bu uğurda kar şısına çıkanları ezip geçmek ister, daha önce o ğlu Sultan Đbrahim’i yok etti ği gibi. Oyun boyunca Kösem’in “ do ğurduklarıyla beslenir canavar ”a (s. 35), ejderhaya benzetildi ğini görüyoruz (s. 30, 31, 108). O, “ kutsal çılgınlı ğı” (s. 108) saydı ğı iktidar arzusuna kim engel olmaya kalkı şırsa onu yok edece ğini söyler. O ğlu Sultan Đbrahim’i bunun için öldürtmü ştür. Ancak, bu katil, onun psikolojisini bozmu ştur, onu sürekli rahatsız etmektedir. Sultan Đbrahim kâbuslarına girmektedir. Kösem Sultan’ın, böyle bir kâbustan sonra söyledi ği a şağıdaki sözler kendisinin bu durumunu açıkça ortaya koymaktadır:

“Seni mezarına gömerken sanki ruhum gebe kaldı sana. Dölyata ğımda ta şırken dahi içimde de ğildin böylesine. Bu kez nasıl do ğuraca ğım seni, o ğlum! (…) Sanki yalnız bedenimi de ğil, ruhumu da parçalayıp çıkacaksın dı şarı. (…) Kim bilir kaç ağızla emiyorsun varlı ğımın özünü… Seni öldürmekle, ne yaman bir oyun oynamı ş ne şaşmaz bir tuzak kurmu şum kendime, o ğlum!” (s. 121-122). Kösem Sultan oyun boyunca bu olumsuz özellikleriyle kar şımıza çıkacaktır. Oflazo ğlu’nun kahramanları –kanaatimizce- hem iyi hem kötü yönleri olan ki şilerdir. Yazar, tamamıyla “ifrit” tipler yaratmak yerine insanî özellikleri ta şıyan, yani erdem ve zaafları bir arada bulunduran şahıslar ortaya koymayı tercih etmi ştir. Ancak, Kösem Sultan’ı bu şahıslardan saymak zor olacaktır. Eserde onun tek olumlu özelli ği görülmez. Hayır i şlerini halk kendisini hayırsever olarak ansın, Sultan Đbrahim’i onun

 

 öldürttü ğünü unutsun diye yapar. Daha önce de belirtildi ği üzere, kendi buyru ğunun yürümesi, ülkenin tek hâkimesi kalabilmesi için rü şvet alır, her şeye zam yaptırır, yeniçeri a ğalarıyla i ş birli ği yapar. Bu i ş birli ği sırasında zaman zaman kadınlı ğını kullanır (s. 20, 122- 124). Kösem Sultan’ı, çökü şü gördü ğü hâlde buna dur demek yerine bu durumdan yarar sa ğlamayı istedi ği, kendi hırsı yüzünden suçsuz asker ve halkı rahatça öldürttü ğü / öldürtebilece ği, ülkeyi hiçe saydı ğı için “vatan hainli ği” ile itham edebiliriz. Onun “ Madem kaçınılmaz, durdurulmaz bir yıkılı ş bu, yapının altında kalmamaya bakalım; isterse bütün dünya kalsın altında! ” (s. 19) ve “ Ortalı ğı bir güzel karı ştırmak gerek, a ğalar, her şey öylesine karmakarı ş olmalı ki ancak biz çıkabilelim içinden. Gayret günüdür! Ülkenin çe şitli yerlerinde, hatta her yerinde olaylar patlak vermeli üst üste… ” (s. 110) şeklindeki sözleri, bu yönünü, pervasızlı ğını, acımasızlı ğını, hayatının entrikaya endeksli oldu ğunu gösterir.

Olumsuz ki şilerin ba şında gelen Kösem Sultan, tarihî bir ki şidir. Psikolojik özellikleri ile sunulmu ş; hem davranı ş, hem konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Yazar ona kar şı bir tavır almamı ştır. Kösem, inandırıcı bir biçimde ortaya konmu ştur. Bir taraftan, iktidarını engellemeye çalı şan Turhan ve taraftarlarıyla çatı şma ya şamakta; di ğer yandan, daha önce öldürttü ğü o ğlu Sultan Đbrahim’in hayaliyle bo ğuşmakta, vicdanı tarafından rahat bırakılmamaktadır. O, çıkarcı, muhteris bir valide sultandır. Ki şilik geli şimi göstermese, ba ştan sona kadar olumsuz özelliklerini sürdürse de çok farklı, kendine özgü bir ki şili ği oldu ğu, daha önceki valide sultanlara benzemedi ği için Kösem Sultan’ı karakter kabul edebiliriz.

Yeniçeri a ğaları Bekta ş ile Mustafa da hasım güçler arasındadır. Bu iki şahıs Kösem Sultan’ın buyru ğuyla hareket etmekte, onun entrikalarına ortak olmaktadırlar. Mustafa Ağa’nın Kösem Sultan’ı kastederek Bekta ş’a söyledi ği “… Đkimiz de uysal birer köpek kesiliyoruz kar şısında. ” (s. 110) sözü, iki a ğanın karakterini ortaya en iyi şekilde koymaktadır. Bekta ş ve Mustafa, Kösem Sultan’la yaptıkları i ş birli ği sonucu ülkenin bütün ticaretini ellerine geçirmi ş, zengin olmu şlardır. Haksız yere kazanç elde etme, rü şvetle makamları satma bu iki şahsın da özelli ğidir. Efendileri Kösem Sultan’a son derece ba ğlıdırlar. Onun istedi ği her şeyi yerine getirmeye hazırdırlar. Bu yolla kendileri de kazanç sa ğlamaktadırlar, daha önce de belirtildi ği gibi. Bu u ğurdaki alçalmalar umurlarında de ğildir. Ülkenin gelece ğini karanlı ğa sürüklemek istedikleri,

 

 ki şisel çıkarlarını ülke çıkarlarının üzerinde tuttukları için Yeniçeri Oca ğı’nın bu iki önemli a ğasını hain saymak isabetli bir karar olacaktır.

Oyunun ilerleyen kısımlarında Mustafa A ğa Kösem kendilerini saraya ça ğırdı ğı vakitlerde tedirgin olur; can korkusu ta şımaya ba şlamı ştır, Turhanlılar tarafından saldırıya u ğrayabilecekleri dü şüncesiyle. Bekta ş A ğa Kösem Sultan’a â şıktır. Onun için, Kösem Sultan’ın her iste ğini hiç dü şünmeksizin yapmaya hazırdır. Bekta ş, Kösem Sultan’a dalkavukluk yapma konusunda daha ileri gitmektedir Mustafa A ğa’ya göre. Bu iki ki şi, kendilerini devlet yönetimine o kadar ortak görmektedirler ki, Sadrazam Murat Pa şa ve Siyavu ş Pa şa’ya, Şeyhülislâm Bahayi Efendi’ye icraatları dolayısıyla hesap sorabilmektedirler. Yönetilme vasıflarının yanı sıra liderlik yapabilme de Bekta ş ve Mustafa a ğaların ortak özelli ğidir. Onlar, yeniçerilerin bir bölümünü istedikleri do ğrultuda hareket ettirebilmektedirler. Đki şahısta da eserin ba şından sonuna de ğin bir ki şilik geli şimi / de ğişimi gözlenmez.

Mustafa A ğa ve Bekta ş A ğa, tarihî ki şilerdir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutlarıyla verilmi şlerdir. Olumsuz kahramanlardır. Tavırlarıyla ve konuşmalarıyla tanıtılmı şlardır. Kösem Sultan ve kendi çıkarları için, Turhan Sultan taraftarları ve askerlerin ço ğuyla çatı şma ya şamaktadırlar. Mustafa A ğa, sarayda öldürülme korkusu da ta şımaktadır. Bu iki kahramanı, kendi çıkarları adına düzeni yoprattıkları için düzen kar şıtı, çıkarcı, hain tipler sayabiliriz.

Saray mensuplarından Đbrahim A ğa’yı da hasımlar arasına dâhil etmekteyiz. Đbrahim Ağa, Kösem Sultan’ın buyru ğu do ğrultusunda, sünnet dü ğünü esnasında yorganı padi şah üzerine örtme bahanesiyle onu öldürmek ister. Ancak bunda ba şarılı olamaz. Sahnede kısa bir süre yer alan Đbrahim A ğa hiç konu şmaz. Kendisi üzerinde de uzun boylu durulmaz. Padi şahı öldürmeye te şebbüs etmesi dolayısıyla kötü yaratılı şlı biri oldu ğunu dü şünmekteyiz. Đbrahim A ğa, olumsuz bir ki şidir. Tip kabul edilebilir.

Yeniçerilerin bir bölümü de hasımlar grubundadır. Oyunun ba şlarında sipahiler Genç Osman ve Sultan Đbrahim’in öldürülmesinden yeniçerileri sorumlu tutmaktadır. Đki ocak birbirine girer âdeta. Kethüda Bey’in nasihatleri, ele ştirileri yeniçerilerin ço ğunu etkilemi ştir. Onlar, hatalarını anlarlar ve kendilerine çeki düzen vermeyi kabul ederler. Ne var ki, bunların bir kısmı Bekta ş ve Mustafa a ğaların buyru ğundadır. Kösem

 

 Sultan’ın iste ğiyle, kendi çıkarlarına ters dü şen yeniçerilerden biri öldürülüp bu olay sipahiler üzerine atılmı ş, böylece iki ocak birbirine dü şürülmü ştür. Yine hasım yeniçeriler, Bekta ş ve Mustafa’nın yönlendirmesiyle ayarı bozuk parayı protesto eden esnafa zor kullanır. Đstanbullular saraya dertlerini anlatmaya gittiklerinde bu iki a ğa ve emirlerindeki yeniçeriler, bazı devlet adamlarını isterler padi şahtan. Halkın ve iyinin temsilcisi devlet adamlarının üstün gelece ğini gördüklerinde ise, padi şahtan yetki isterler onları yok etmek için. Hasım yeniçerilere yazar tip olarak yer vermi ş, ki şiliklerini ayrıntılı şekilde i şlememi ştir. Bunlar bir kalabalık olarak sunulmu ştur.

Kösem Sultan oyununda hasım güçlerin hiçbiri arzusunu tam anlamıyla gerçekle ştirememi ştir.

2.9.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Asıl kahramanlardan Sultan Mehmet, babası Sultan Đbrahim’i öldürenleri cezalandırmayı arzulamaktadır. Turhan Sultan ise, oğlunun da Sultan Đbrahim’in akıbetine u ğramamasını, bunun sa ğlanması ve ülkenin kötüye gidi şinin ortadan kalkması için Kösem Sultan’ın devre dı şı bırakılmasını arzu etmektedir. Kösem Sultan’ın arzusu Sultan Mehmet’i öldürerek yine kendi hükümranlı ğını sürdürmektir. Sadrazam Murat Pa şa, sekbanba şı iken kazandı ğı şan ve şerefi kaybetmemek için sadrazamlıktan ayrılıp Budin valisi olmayı arzular. Meleki ile Ku şçu Mehmet, Kösem Sultan engelini a şarak birbirlerine kavu şmayı istemektedirler. Burada sayılabilecek arzuları artırmak mümkündür, önde gelen şahısların arzularına de ğinmekle yetiniyoruz. Oyunun kahramanları için korku duyulan nesne, arzularının gerçekle şememesi; yani isteklerinin olumsuz şekilde sonlanmasıdır.

2.9.2.4. Yönlendirici

Sultan Mehmet’i annesi Turhan Sultan ve büyük validesi Kösem Sultan çe şitli yerlerde yönlendirmi şlerdir. Oyunun ba şında Kösem’in iste ğiyle padi şah, mührünü Murat Ağa’ya verir, annesinden de onay alarak. Gürcü Abdünnebi vak’asında Sultan Mehmet annesinin yönlendirmesiyle konu şur. Đlerleyen kısımlarda Kösem Sultan’ın padi şah üzerindeki etkisi azalacaktır. Kösem Sultan, Bekta ş ve Mustafa a ğalar için de yönlendirici şahsiyettir. O, a ğaları istedi ği zaman ça ğırmakta, bir eylem için onlara emir vermektedir. Bekta ş ve Mustafa da yeniçerilerin bir bölümü için yönlendirici

 

 konumundadır. Onların buyru ğu ile hareket etmektedir bu yeniçeriler; Sipahi Ocağı ile savaşılması, esnafa zorla ayarı bozuk akçe da ğıtılması olaylarında oldu ğu üzere. Kethüda Bey de yeniçerilerin yönlendiricilerindendir. Onlara ö ğüt verir, yaptıklarının do ğru olmadı ğını söyler. Kendilerinin bekasının devletin bekasına ba ğlı oldu ğu, devletin devletin içinden yönetilece ği (padi şah dı şında padi şahlar olmaması gerekti ği) konusunda onları ikna eder. Kethüda Bey Siyavu ş Pa şa’nın sadrazamlı ğa lâyık oldu ğunu söyleyerek onun sadrazam yapılmasında Turhan Sultan’ı da yönlendirmi ştir.

Tarihî bir ki şi olan Kethüda Bey, olumlu kahramanlar arasında yer alır. Tip düzeyinde, ruhsal yönüyle ele alınmı ş; hem tavırlarıyla, hem de konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Kösem Sultan ba şta olmak üzere, düzeni yıpratmak isteyenlerle çatı şma ya şamı ştır. Sunulu şu, inandırıcıdır.

2.9.2.5. Alıcı

Bekta ş ve Mustafa a ğalar, Murat Pa şa ile ülke halkı bu grupta yer alır. Bekta ş ve Mustafa a ğalar, en büyük destekçileri, yönlendiricileri olan Kösem Sultan’ın öldürülmesinden etkilenirler. Bu, onların çıkarlarına zarar verecektir. Oyunun sonunda Turhan Sultan düzen taraftarlarının padi şaha biat etmesini, düzen kar şıtlarınınsa ortadan kaldırılması emreder zira.

Murat Pa şa yeniçeri a ğasıyken Kösem Sultan’ın iste ğiyle sadrazam yapılmı ştır. Kösem bunu özellikle yapmı ştır, çünkü Murat Pa şa’yı ortadan kaldırmak niyetindedir; nitekim o, “ …Birini harcamak mı istiyorsun, sadrazam yapacaksın onu… ” (s. 19) görü şündedir. Murat Pa şa sekbanba şıyken büyük kahramanlıklar göstermi ş biridir. Yi ğitlikleri Sultan Đbrahim döneminde herkesin dilindedir. Ancak, sadrazam yapıldıktan sonra Murat Pa şa dü şüşe geçer âdeta. Kendisine hesap sormaya gelen Bekta ş ve Mustafa’ya “ Ülkenin bütün ticareti elinizde. Erzurum’dan, öbür Anadolu illerinden, sürü sürü koyun getirilir sizin paranızla, etin okkası sekiz akçeyken on üç akçeye yükselir buyru ğunuzla, sesimi çıkarmam ” (s. 48) deyi şi bunun göstergesidir. Fakat, Murat Pa şa onların her iste ğine boyun e ğecek, her dediklerini kabullenecek yapıda bir insan de ğildir. Halep Kadılı ğı’nı, Bekta ş’ın daha önce Amansız Hüseyin Efendi’ye satmı ş olmasına itibar etmeyerek lâyık birine verir. Murat Pa şa, Abdünnebi’ye onun istedi ği hain devlet adamlarını vermeyerek devletin gücüne halel getirmedi ği için gözümüzde yücelir, erdem kazanır. Sadrazam

 

 Murat Pa şa, bu makamda bulunmanın kendisine, daha do ğrusu bir askere uygun olmadı ğını anlamı ştır. Onun için bir an önce buradan ayrılmak istemektedir, bu makamda uzun süre kalmasının onuruna zarar verece ğini dü şünmektedir. Padi şahın sünnet dü ğününden sonra mührü Turhan Sultan’a vermi ş, istedi ği Budin valili ğini almı ştır. Turhan Sultan ona padi şahın kendisinden sonra kimi sadrazam yapmasını sordu ğunda Murat Pa şa’nın verdi ği “ Yeniçeri oca ğından birini yapmasın da kimi yaparsa yapsın. Vezirlerin en kötüsü oca ğın en iyisinden iyidir ” (s. 71) cevabı, ironik bir ton ta şır; yeniçerilerin ne kadar bozulmu ş oldu ğunu çarpıcı biçimde açıklar.

Murat Pa şa, görevine ba ğlı, kahraman ruhlu, ülke ve halkını seven; haksızlıklara, yolsuzluklara göz yummak istemeyen bir ki şili ğe sahiptir. Sadrazamlık makamındayken bir iki defa öldürülme tehlikesi atlatır. Bu tehlikeleri yaratan Kösem Sultan’dır; çünkü, Murat Pa şa onların çıkarlarına hizmet etmemektedir. Olumlu kahramanlar arasında yer alan Murat Pa şa, tarihî bir ki şidir. Ruhsal açıdan ele alınmı ş, tip düzeyinde i şlenmi ştir. Konu şmalarıyla ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. O da düzen kar şıtlarıyla çatı şmı ştır. Đnandırıcı bir biçimde yansıtılmı ş; ciddî bir ki şilik geli şimi göstermemi ştir. Sadaret makamının gücünü temsil etmi ştir.

Kösem Sultan’ın öldürülmesinden etkilenen ülke halkını da alıcılar grubunda de ğerlendirebiliriz. Oyunda halkın Đstanbullular vasıtasıyla temsil edildi ğini görüyoruz. Halk, Kösem Sultan’ın kendilerini kasıp kavurmasından mustariptir. Rü şvet, yolsuzluk, zamlar, i şine gelmeyen ki şilerin hatta kitlelerin Kösem Sultan tarafından rahatça harcanabilmesi halka yönelen ba şlıca tehlikelerdir bu ba ğlamda. Kösem Sultan’ın öldürülmesinden sonra bu olumsuzluklar ortadan kalkacak, dolayısıyla halk feraha erecektir. Halk, bir kalabalık grup te şkil eder. Onu olu şturan bireyler tek tek ele alınmaz.

2.9.2.6. Yardımcı

Eserin asıl kahramanları Sultan Mehmet ile Turhan Sultan’a yardımcı olan ki şiler Kethüda Bey, Sadrazam Murat Pa şa, Siyavu ş Pa şa, Süleyman A ğa, Şeyhülislâm Bahayi, Gürcü Abdünnebi, Ku şçu Mehmet, Meleki ve Üveys Ağa’dır.

Kethüda Bey, yeniçeri ileri gelenlerindendir. Turhan Sultan’ın, iyinin yanındadır. Karga şanın ortadan kalkması için çalı şır. Yeniçeriler üzerinde nüfuz sahibidir.

 

 Yeniçeriler sipahilerle birbirine girdi ğinde onları ayırır. Yeniçerileri bu ba şıbo şlu ğa, aymazlı ğa son vermeleri konusunda uyarır. Düzenin ortadan kalkmasının onları da yok edece ğini öngörecek kadar ileri görü şlüdür. Aynı zamanda, alçakgönüllüdür. Kendisine sadrazamlık teklif edildi ğinde, bu makamı kabul ederse, yeniçerilerin kendisini gözü yukarılarda biri olarak dü şüneceklerini ifade eder. Sadrazamlık için Turhan Sultan’a Siyavu ş Pa şa’yı önermi ş, Turhan Sultan da bu do ğrultuda hareket etmi ştir. Kethüda Bey’in oyun boyunca ki şilik de ğişimi / dönü şümü geçirdi ğine tanık olmayız.

Sadrazam Murat Pa şa yardımcı şahıslar arasında da yer alır. O, Sultan Mehmet ile Turhan Sultan’a devlet yönetiminde yardımcı olmu ştur. Yeniçeri a ğaları ve dolayısıyla Kösem Sultan’ın çıkarlarına elinden geldi ğince hizmet etmemeye, engel olmaya çalı şmı ştır. Gürcü Abdünnebi isyanında Abdünnebi’nin bu davranı şından vazgeçmesinde önemli rol oynamı ştır.

Siyavu ş Pa şa önce vezirdir. Şeyhülislâm Bahayi’nin dostudur. Siyavu ş’un önerisiyle Bahayi şeyhülislâm yapılmı ştır. Siyavu ş Pa şa iyiden yana, devletine ba ğlı, a ğırba şlı, şiir sever, ilkeli, bulundu ğu makamın yetkilerini ba şkasıyla payla şmak istemeyen, yaptı ğı işte kararlı, asil, ince bir ki şili ğe sahiptir. Kendisine sadrazamlık teklif edildi ğinde “yasalar ”, “ töreler ”le yargılanması ko şuluyla bu görevi kabul eder. Kösem Sultan taraftarı yeniçeri a ğalarını yetkilerine ortak etmez. Esnaf ve di ğer Đstanbullular saraya yürüyüp padi şahtan karga şanın ortadan kaldırılması yönünde söz istediklerinde bir yangın patlak vermeden Siyavu ş Pa şa onlara kendilerinin sabah vakti dinlenece ği sözünü vererek kalabalı ğın da ğılmasını sa ğlar. Kösem Sultan’ın ortadan kaldırılması sırasında saray dı şının sorumlulu ğunu yerine getirme görevi de Turhan Sultan tarafından Siyavu ş Pa şa’ya verilmi ştir (s. 129). Siyavu ş Pa şa, tarihî ve olumlu bir ki şidir. Daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı ş, tip düzeyinde ele alınmı ştır. Ruhsal boyutuyla yansıtılmı ştır. Özellikle Kösem’in ortadan kaldırılması sırasında saray dı şının sorumlulu ğunu üstlendi ği için kendisini etken bir ki şi sayabiliriz.

Süleyman A ğa, Sultan Mehmet’e yazı, name yazmayı ö ğretir. Oyunun sonlarında Kösem Sultan’ın şerbete zehir koydurtma planının bo şa çıktı ğı haberini Turhan Sultan’a o getirmi ştir. Süleyman A ğa Kösem Sultan’ı öldürmek için eyleme geçen Turhanlılar tarafında da yer alarak asıl kahramanlara yardımcı olmu ştur. O, geleneklere, padi şaha ba ğlı bir ki şidir. Đnandırıcı bir biçimde, tip olarak verilmi ştir. Konu şma ve  

 davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Etken bir şahsiyeti oldu ğunu söyleyebiliriz. Olumlu bir kahramandır.

Şeyhülislâm Bahayi, korkusuz bir ki şili ğe sahiptir. Onu şeyhülislâmlık makamı için öneren ki şi Siyavu ş Pa şa’dır. Bahayi şairdir. Şiirle ilgili görü şlerini “ Ne diye konu ştu ğumuz dille yazmıyoruz şiiri? (…) Bulanıklı ğı derinlik sanmak ne budalalık! ” (s. 72) biçimindeki sözlerle dile getirir ki bu noktada onu “yazarın sözünü emanet etti ği şahıs” olarak kabul edebiliriz. Yazar, Bahayi vasıtasyla şiir dili konusundaki dü şüncesini belirtmi ş; şiir dilinin konu şma dili temeline oturtulmasını, sade olmasını savunmu ştur. Bahayi, inandı ğı de ğerler u ğruna her tehlikeyi göze alır, ba şına gelebilecek hiçbir kötülükten yılmaz. Millî duyguları kuvvetli, ülkesine ba ğlı bir şahsiyettir o. Osmanlı ülkesinin sava ş hâlinde oldu ğu Venediklilere Đzmir’deki Đngiliz konsolosu Türklerden alınan bu ğdayın satılmasına izin verdi ği ve bu konuda yargılanırken kadıya saygısızlık etti ği için Bahayi ona ate ş püskürür. Konsolosu görevden almadı ğı gerekçesiyle de Đngiliz Elçisi’ni yaka paça sorguya çeker, hapset mesi için sadrazama gönderir. Bu konuda kendisini hesaba çekmek isteyen Bekta ş ve Mustafa’ya sert çıkı şır, onları yanından kovar. Onlara söyledi ği “ De ğerleri öylesine bozup çürüttünüz ki, nerdeyse burnumun direği kırılacak ortalı ğı tutan pis kokudan… ” (s. 79) sözleri, Bahayi’nin iyi bir gözlemci olduğunu, ülkenin içinde bulundu ğu durumdan büyük bir rahatsızlık duydu ğunu ortaya koyar. Şeyhülislâm Bahayi tütünün haram olmadı ğına dair fetva da vermi ştir. Siyavu ş Pa şa’nın ona “ … Senin gibi şeyhülislâm gelmemi ştir bu ülkeye. Đslâm’ın ba şı oldu ğuna bin tanık ister. ” (s. 73) demesi, Bahayi’nin geleneksel din adamı tipinden farklı oldu ğunu gösterir. Bahayi Efendi tütüne de dü şkün biridir. Kalenderane bir ki şili ği vardır. O, Đstanbulluların ba şında padi şah huzurunda “ Fesatçılar cezalandırılmadan, adım atmayız buradan ” (s. 117) diyerek karga şacıların saf dı şı bırakılmasını istedi ğini ortaya koyar. Sultan Mehmet ile Turhan Sultan’ın istedi ği de rakiplerin yok edilmesidir. Olumlu kahramanlardan biri olan Bahayi, tarihî bir şahsiyettir. Bir ki şilik de ğişimi göstermese de kendinden önceki şeyhülislâmlardan çok farklı oldu ğunun vurgulanması dolayısıyla onun karakter düzeyinde ele alındı ğını öne sürebiliriz. Bahayi, psikolojik boyutuyla, davranı ş ve konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Etken bir yapıdadır. Din krumunun gücünü temsil eder.

 

 Gürcü Abdünnebi, Anadolu’daki sipahilerin önderidir. Anadolu’da Đstanbul’un kuvvetlerini yenilgilere u ğratmı ştır. Emrindeki kırk bin sipahiyle Đstanbul’a gelmesinin nedeni, Kösem Sultan ile Bekta ş ve Mustafa’nın çevirdi ği entrika sonucu gereksiz yere öldürülen sipahilerin intikamını almak, onların ölümüne sebep olanları cezalandırmaktır. Bunun için padi şahla görü şmek niyetindedir. Bu olaya sebebiyet veren yeniçeri önde gelenleriyle Şeyhülislâm’ı istemektedir Sadrazam Murat Pa şa’dan. Sonra da Sultan Mehmet ile Turhan Sultan’ın kendileriyle birlikte hareket etti ğini söyler. Abdünnebi’ye istedi ği ki şiler verilmez. Kendisi Anadolu’ya dönmek zorunda kalır, Turhan ve Kösem Sultan’ın sözleri üzerine. Gürcü Abdünnebi isyanı devletin varlı ğından çok sipahilerin yok yere öldürülmesine yönelik olsa da Abdünnebi’nin hükümdar ailesine “ Bundan böyle Anadolu bizim, Rumeli sizin! ” (s. 57) demesi, onun devletin parçalanmasını istedi ğini gösterir. Turhan Sultan’ın Kösem Sultan kar şısında daha güçlü oldu ğunu öncelikle bu olay sırasında görürüz. Bu isyan esnasında Turhan Sultan’ın valide sultanlı ğının özellikle vurgulanması onun iktidarını sa ğlamla ştırmı ştır. Abdünnebi, yi ğit, emrindekilere söz geçirebilen bir ki şili ğe sahiptir. Onu, nispeten olumlu bir kahraman sayabiliriz. Etken bir yapısı vardır. Davranı şlarıyla ve konu şmlarıyla tanıtılmı ş, tip düzeyinde ve ruhsal yönüyle ele alınmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ştir. Anadolu sipahilerinin gücünü temsil eder. Emrindeki sipahilerle beraber, Anadolu’daki hükümdar ordusunu yenecek kadar güçlüdür.

Ku şçu Mehmet zülüflülerdendir. Turhan Sultan tarafını tutar. Cesur, yi ğit bir karaktere sahiptir. Kösem Sultan’ın daire hizmetlerini gören Meleki’yi sevmektedir. Kösem’den korkmadan, sevdi ğini görmek için Kösem Sultan dairesine sızmaktadır zaman zaman. Kösem’in Meleki’nin saçlarını kestirmesi ve onu kırbaçlatması, Ku şçu Mehmet’in büyük valide sultana iyice di ş bilemesine sebep olur. Kösem’in öldürülmesi sırasında Ku şçu Mehmet aktif rol almı ş, Kösem’i bo ğan ki şi olmu ştur. Bu sebeple etken bir ki şidir. Đnsan öldürmek gibi bir eylem sergilese de Kösem Sultan’ın ortadan kaldırılması, ülkedeki kötü gidi şe sebep olan temel ki şinin yok edilmesi anlamına geldi ğinden olumlu yönde bir davranı ş kabul edilebilir. Dolayısıyla, Ku şçu Mehmet, olumlu bir kahraman sayılabilir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutuyla sunulmu ştur. Hem davranı şlarıyla, hem konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Kösem Sultan’la çatı şma ya şamı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ştir.

 

 Meleki, daha önce de belirtildi ği üzere, Kösem Sultan’ın özel hizmetlerini gören cariyedir. Kösem onu sevmekte, üzerinden çıkar da sağlamak niyetindedir. Kösem, Meleki’yi torunu Şehzade Süleyman’ı avucunda tutmak için kullanacaktır. Bu yol Meleki’ye refah düzeyi yüksek bir hayat sa ğlayacaktır; ancak o, maddeye de ğer veren bir yapıya sahip de ğildir. Onun katında sevgi önde gelmektedir. Ku şçu Mehmet’i sevdi ği için Kösem’in bu teklifini kabul etmez. Bundan dolayı saçlarını kaybeder, işkenceye u ğrar. Bu olay onun Kösem Sultan’a kin beslemesi, ondan intikam almak için beklemesi sonucunu do ğuracaktır. Meleki, oyunun sonlarında, Kösem’in son entrikasını Turhan Sultan’a haber verecek, bu da eserin sonucunu etkileyecektir. Kösem taraftarları Sultan Mehmet, Turhan Sultan ve onlara ba ğlı olanları yok edecekken Kösem’in kendisi Turhanlılarca ortadan kaldırılır. Meleki olumlu bir kahramandır. Psikolojik yönüyle, tip olarak ele alınmı ş; inandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. O da konu şmaları ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Kösem Sultan’la çatı şma ya şayan ki şilerden biridir. Ki şilik de ğişimi sergilememi ştir.

Üveys A ğa, sarayın helvacıba şısıdır. Kösem Sultan onun vasıtasıyla da Sultan Mehmet’i öldürtmek istemi ştir. Bu cinayet kar şılı ğında ona Mısır valili ğini vaat etmi ştir. Ancak, Üveys A ğa, padi şahın şerbetine zehir katmak yerine zehir şişesini kırarak sırra kadem basmı ştır. Eserde hiç konu şmayan Üveys A ğa, asıl kahramanlara bizzat yardımcı olmamı ş; fakat rakibin entrikasını bo şa çıkararak asıl kahramanların dolaylı yoldan, kazançlı çıkmasını sa ğlamı ştır. Olumlu bir kahraman ve tip kabul edebilece ğimiz Üveys A ğa, yazar tarafından ayrıntılı şekilde i şlenmemi ştir.

Hasım güç Kösem Sultan’ın yardımcıları Bekta ş, Mustafa ve Đbrahim a ğalardır. Bu ki şilerin özellikleri üzerinde daha önce durulmu ştu. Bekta ş ve Mustafa, Kösem Sultan’ın buyru ğunu yürütmek için her türlü alçalı şı göze almı şlardır. Onun her iste ğinin gerçekle ştirilmesi için çalı şırlar. Đbrahim A ğa da yine Kösem’in emriyle sünnet dü ğünü esnasında Sultan Mehmet’i öldürmek istemi ş; ancak bunda ba şarılı olamamı ştır.

2.9.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu grupta yer alan kahramanlar I, II, III ve IV. Đstanbullu; I, II, III, IV. Yeniçeri ve di ğer yeniçeriler, I, II Sipahi ile öteki sipahiler, Tıfli, Đngiliz Elçisi, esnaf, zülüflüler, bostancılardır.

 

 Đstanbullular ve esnaf, halkın temsilcisidir. Đstanbullular ülkenin içinde bulundu ğu durumu gözlemlemekte; zamlar, rü şvet, yolsuzluklara ate ş püskürmektedir. Kösem Sultan’ın göz boyamak için yaptı ğı hayırları konu şurlar kimi zaman. Esnaf kendisine zorla, ayarı bozuk akçe da ğıtıldı ğı için dükkânını açmaz. Sonra da yeniçeri tehdidine direnip saraya yürür.

Yeniçeriler oyunun ba şlarında sipahilerle kavgaya tutu şmu şlardır; zira sipahiler onları Sultan Đbrahim’in ve Genç Osman’ın öldürülmesinden sorumlu tutmaktadır. Bir süre sonra Kethüda Bey yeniçerilere hatalarını anlatır, onlar da bu konu şmadan etkilenir. Bir ara, Kösem’in planları do ğrultusunda yeniçeriler sipahilerle Sultanahmet Meydanı’nda bo ğazla şır. Bu sırada çok kan akar. Bundan sonra yeniçerilerin bir bölümü Kethüda Bey’in sözünü dinleyenler, di ğerleri Bekta ş ve Mustafa’nın buyru ğunu yerine getirenler olmak üzere ikiye ayrıldı ğını görüyoruz.

Yukarıda da de ğinildi ği gibi, sipahiler oyunun ba şlarında yeniçerileri padi şah katili olarak görmektedirler. Đki ocak birbirine girince sipahilerden de çok sayıda can söner. Bunun üzerine Anadolu sipahileri Gürcü Abdünnebi buyru ğunda Đstanbul’a gelerek karde şlerine yapılanın hesabını sormak isterler. Valide Sultanların direnmesi üzerine Abdünnebi beraberindeki kırk bin sipahiyle Đstanbul’dan ayrılır.

Đstanbullu ve sipahiler, daha çok, olumlu tavırlar sergilerken yeniçeriler olumsuz davranı şlarda bulunurlar. Özellikle askerler, bir kalabalık olarak kar şımıza çıkar. Onlara tip demek mümkündür. Psikolojik yanları derinlemesine işlenmemi ştir.

Tıfli, meddah olması dolayısıyla söz ustasıdır. Mevzun sözlerle rü şvet, yolsuzluk ve zamları ele ştirir. Bu noktada onun “koro” i şlevi yerine getirdi ğini söyleyebiliriz. Zaman zaman sarayın buyru ğunu halka iletmek için çı ğırtkanlık yapar. Meddahlık yetene ğini Sultan Mehmet’in sünnet dü ğününde de gösterir. Zeki, sivridilli bir ki şili ğe sahiptir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, tarihî bir ki şidir. Olumlu kahramanlar arasında yer alır. Ruhsal boyutu ve meddahlıktaki ustalı ğı ile i şlenmi ştir. Geleneksel bir meddah tipidir. Đnandırıcı bir biçimde sunulmu ştur. Ki şilik de ğişimi geçirdi ği gözlemlenmemi ştir.

Đngiliz Elçisi, devletinin çıkarlarına son derece bağlı biridir; bunun için her şeyi mübah sayar. Osmanlı Devleti’nin içinde bulundu ğu gerçek durumu bilir. Venedik’le sava ş hâlinde olan Osmanlı’nın yüklerinin kendi gemileriyle ta şınması konusunda Sadrazam

 

 Murat Pa şa’yı ikna eder. Daha önce de belirtildi ği üzere, Đngiliz konsolosunun söz konusu davranı şı üzerine Đngiliz Elçisi Şeyhülislâm Bahayi tarafından sorguya çekilmi ştir. Ondan hakaret de görür. Elçi bir tiptir. Yalnız kendi devletinin çıkarlarını dü şünen bir diplomat örne ği te şkil eder. Psikolojik yönü üzerinde kısaca durulmu ş, daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ştir.

Esnaf, yapılan kalpazanlık üzerine Bahayi önderli ğinde saraya yürür. Zülüflüler ve bostancılar üzerinde hiç durulmamı ştır yazar tarafından. Bunlar ba ğlamı vermek için oyuna yerle ştirilmi şlerdir. Kalabalık gruplar te şkil ederler. Olumlu ki şiler sayılabilirler.

2.9.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunda üçü kadın, yirmi dördü erkek olmak üzere toplam yirmi yedi kahraman yer alır. Kösem Sultan, Turhan Sultan ve Meleki, kadın kahramanlar; Sultan Mehmet, Bekta ş Ağa, Mustafa A ğa, Kethüda Bey, Murat Pa şa, I, II, III ve IV. Đstanbullu, I ve II. Sipahi, I, II, III ve IV. Yeniçeri, Süleyman A ğa, Meddah Tıfli, Đngiliz Elçisi, Gürcü Abdünnebi, Ku şçu Mehmet, Đbrahim A ğa (konu şmaz), Üveys A ğa (konu şmaz), Şeyhülislâm Bahayi ve Siyavu ş A ğa erkek kahramanlardır. Esnaf, sipahiler ve yeniçeriler, zülüflüler bostancılar, kalabalık te şkil eden erkek kahramanları olu şturur.

Eserde üzerinde en çok durulan kahraman, Kösem Sultan’dır. O, iktidar tutkusunun, iktidarı elde bulundurmak adına çevrilebilecek tüm entrikaların sembolüdür. Karakter boyutunda ele alınan üç kahramandan biridir. Tarihî bir şahıstır. Başarılı bir şekilde sunulur. Kösem Sultan için, yazarın en iyi yansıttığı valide sultan denebilir. Oyundaki tüm entrikaları planlayan Kösem Sultan oldu ğu için kendisi etken bir ki şidir.

Kösem Sultan , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu oyunlarından ve tragedyalarından biridir. “ Đktidar üçlemesi” içinde yer alır. Oyunda yazarın sözcülü ğünü yapan (Şeyhülislâm Bahayi) ve koro i şlevini üstlenen şahıslar (Meddah Tıfli, Đstanbullular) bulunur. Kahramanlar genel olarak tip boyutunda i şlenip psikolojik yönleriyle yansıtılmı ştır. Olumlu ve olumsuz ki şilere objektif bir şekilde yakla şılmı ştır.

2.10. III. Selim Kılıç ve Ney

2.10.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

 

 Yazarın III. Selim Kılıç ve Ney19 isimli tiyatro eseri üç perdeden olu şmaktadır. Osmanlı Sultanı III. Selim’in padi şahlı ğı ile bestekârlı ğı arasındaki bölünmü şlü ğünü konu edinir.

Birinci perdede mekân önce Topkapı Sarayı’dır. Mihriban’ın Tab’î Mustafa Efendi’nin Bayatî A ğır Semai’sini söyleyen sesi duyulur. Selim Musahip’le gelir, şarkıdan ho şlanmı ştır. Musahip, Mihriban’ın Mısır valisinden hediye oldu ğunu söyler Sultan Selim’e. Selim’le Mihriban’ı ba ş ba şa bırakır. Mısır ve di ğer eyaletlere eski adalet, asayi ş artık götürülemediği için Sultan Selim üzgündür. Selim’le Mihriban birbirlerine tutulmu ştur. Bu esnada Musahip eşli ğinde Nesim Efendi, Đbrahim Efendi, Köse Musa Pa şa ve Topal Ataullah Efendi gelir. Bu şahıslar Osmanlı ordusunun Avusturya ve Rusya cephesinde yenik durumda oldu ğunu bildirirler. Rus cephesinde dü şmanla kar şı kar şıya gelmeden kaçan yeniçeriler, ordunun da ğılmasına yol açmı şlardır. Buza’da Osmanlı kuvvetlerini yenen Ruslar Bükre ş’e, Avusturyalılar da Belgrad’a girmi şlerdir. Đsmail Kalesi de kaybedilmi ştir. Sultan Selim Avrupa’ya benzememiz, ça ğa uymamız lâzım geldi ğini söyler, yok olmamamız için. Yeniçeri Oca ğı’nın kaldırılması gerekti ğini anlamı ştır. Uzun zamandan beri, Yeniçeri Oca ğı’na kaydolanların ne idü ğü belli de ğildir. Ocak artık, devletin ba şına büyük bir derttir. Nazırlar Nesim ve Đbrahim Efendi’nin de kendisinden yana oldu ğunu gören Sultan Selim, yeni bir asker oca ğı açmaya karar verir ve Üsküdar Sarayı’nın Nizam-ı Cedid kı şlası yapılmasını emreder. Köse Musa bazılarının Yeniçeri Oca ğı’nın ıslah edilmesini ve eski adaletin yeniden sa ğlanmasını istedi ğini belirtir. Bu olursa, devletin eski güçlü dönemine yeniden ula şılabilece ğine inanıldı ğını belirtir. Ataullah Kur’an’ı şahit göstererek yenili ğin farz oldu ğunu söyler. Musa da onaylar.

Sultan Selim ilân etti ği yeni düzen (Nizam-ı Cedid) içre Ataullah’ı şeyhülislâm, cephedeki sadrazama vekil olarak da Musa’yı tayin eder. Ekonomideki sıkıntıyı hatırlatarak onların buna göre davranmasını ister. Musa ile Ataullah, dinin tüm gücünün ve devleti yönetme erkinin kendilerine geçti ğini söyleyip mutlu olurlar.

Yeniçeriler, Sultan Selim’in Nizam-ı Cedid askeri olu şturmasına homurdanırlar. Derken Musa ile Ataullah gelerek onları “Yeni Düzen” ve onun talimli askerlerine kar şı

  6`C:

 

 kı şkırtırlar. Ataların köklü gelene ğinin bir tarafa bırakılamayaca ğını, askerî okullarda Kur’an ve hadis yerine Batılı dillerden çevrilen kitapların okutuldu ğunu söylerler. Musa ile Ataullah’a düzen kar şıtlarının eleba şları demek mümkündür.

Bo ğaz’daki bir sarayda Sultan Selim ney çalar, Mihriban raks eder, vals yapar. Musiki alanında da yenilik gerekti ğini belirten Sultan Selim, iç ve dı ştan devletin yıkıldı ğını gördükleri hâlde kendisi ve ülkesi insanlarının e ğlenebildi ğini, bunun ne anlama geldi ğini bilemedi ğini dile getirince, gelen Musahip, padişahın tek şehzadesini kaybettikten sonra onun yoklu ğuna katlanabilmek için kendini e ğlenceden e ğlenceye vermesi masalını anlatır. Sultan Selim’inse vârisi bile yoktur; kendisini musiki ve Mihriban’la avutmaya çalı şmaktadır.

Padi şah önemli i şlerini rüyalarının yönlendirmesine göre ayarladı ğını söyler Mihriban’a. Bu tavrı bestelerinde ba şarıyı getirirken, sadrazam ve di ğer önemli atamalar gibi devlet i şlerinde hükümdarı hayal kırıklı ğına u ğratmaktadır. Mihriban, sanat için gerekli ince duyarlı ğın devlet i şlerinde i şe yarayıp yaramadı ğını bilmedi ğini söyler. Sultan Selim o kadar dürüsttür ki, onun yanında, yaratılı şına uygun hareket eden hiç kimse, yalan söyleme ihtiyacı hissetmez. Musahip tarafından Sultan Selim’e takdim edilen Sadullah A ğa, harem ve Mihriban’a musiki hocası tayin edilir.

Mekân Topkapı Sarayı’dır. Musa ile Ataullah, Mısır’ın Fransızlar tarafından i şgal edilmesinden olabildi ğince yararlanmak gerekti ğini dü şünürler. Şeyhülislâm Ataullah, yeniçeriler yakın zamanda sefere çıkaca ğı için hemen onları kı şkırtmak gerekti ğini savunur. Köse Musa Pa şa ise yeniçerilere ba ğlı olan yamaklardan yararlanılabilece ği görü şündedir. Đstanbul’da çıkarsa bastırılması kolay olacak isyanın ba şkente uzak bir yerde ba şlatılmasından yanadır. Zira, Đstanbul’a ula şana kadar isyan büyüyecek, bastırılması güçle şecektir. Derken, Fransız Elçisi Sebastiyani gelir ve Sultan Selim’e Fransa’nın asıl niyetini anlatmak amacında oldu ğunu belirtir. Fransa’nın Mısır’ı i şgali, padi şahı hayal kırıklı ğına u ğratmı ştır. Sebastiyani ise, Hindistan yolunu güven altında bulundurmak için Mısır’ı almayı dü şünen Đngiltere’ye kar şı Mısır’ı korumak için, Fransa’nın burayı geri vermek üzere aldı ğını dile getirir. Fakat, Rus donanması Do ğu Akdeniz adalarına girmi ş, Đngiliz donanması da Đskenderiye açıklarına demirlemi ştir. Onlar da Mısır’ı Fransa’ya kar şı korumak için geldiklerini söylerler. Bu durumda, hangi ülkenin dostlu ğuna güvenilmelidir? Yine Sebastiyani, Türk’le Fransız i şbirli ği yaparsa  

 onlara hiçbir ulusun kar şı koyamayaca ğını belirtir. Osmanlı hem dı ş, hem de iç dü şmanlarla kar şı kar şıyadır. Dı ş dü şmanlar içerideki hainlerden destek almaktadır. Bosna, Sırbistan isyanlarının yanı sıra Mora’da Tepedelenli Ali, Suriye’de Cezzar Ahmet Pa şa, Rumeli’de Pazvando ğlu isyanları vardır. Bunların bastırılmasında Fransa silah ve bilgi yardımında bulunabilecektir.

Yeniçeri kahvesinde Benli Halime adlı kadın çaldı ğı ba ğlama e şli ğinde söyledikleriyle Sultan Selim’i kötülemekte, yeniçerileri isyana te şvik etmektedir. Topkapı Sarayı’nda ise Sultan Selim veliaht olarak gördü ğü Şehzade Mahmut’a şiddetli bir tepkiyle kar şıla şmamak için yeniliklerin yava ş yava ş yapılması gerekti ğini söyleyince, Mahmut, yeniçeri kazanının kaynamaya ba şladı ğı, yapılması gerekenlerin çok hızlı yapılması gerekti ği yanıtını verir. Selim’in eli tahtın üstündeki kılıç yerine neye gitmi ştir. Şehzade Mahmut’sa kılıcı alır, Nizam-ı Cedid askerine kar şı söz konusu olan direnmeleri gündeme getirir, isyancıların tamamının bir an önce yok edilmesi gerekti ğini belirtir. Musa Pa şa’nın insana güven vermekten uzak oldu ğunu, gizli i şler çevirdi ğini belirtir. Sultan Selim’se, sadrazamın tüm yetkilerini verdi ği bu adamın suçlanma sebebini sorar, suçunun açıkça ortaya çıkmasını beklemeyi teklif eder. Bu süreçte çok geç kalınabilecektir.

Sultan Selim Musa’ya, Rumeli’de Nizam-ı Cedid’e homurdananların Şehzade Mustafa’ya övgüler ya ğdırdı ğını söyler. Musa bunun Şehzade Mustafa’nın adının çıkarılması için yapıldı ğını iddia edince, Mahmut da Edirne bostancıba şısıyla Nizam-ı Cedid’in Babaeski’deki zahire alıcısının Nizam-ı Cedid aleyhtarlarınca katledildi ğini hatırlatır. Musa, Şehzade Mahmut’un devleti koruyan tavrından sözde etkilenmi ştir. Ufak tefek hâdiseleri söyleyip padi şahı huzursuz etmek istemedi ğini, ayrıca, böyle küçük vak’aların ciddiye alınması durumunda büyüyüp Nizam-ı Cedid’in geli şmesini kesintiye u ğratabilece ğini söyler. Selim onun bu tavrına kanmı ştır neredeyse. Musa, Bu ğdan beylerinin görevden alınmasının Rusların topraklarımıza giri şini körükledi ğini belirtip ne yapılaca ğını sorar. Şehzade Mahmut, net bir tavırla, Bu ğdan beylerinin devlete ihanet etti ğini ve Ruslarla sava şmaktan ba şka yol olmadı ğını ifade eder. Musa, Đngiltere’nin de Rusya’nın dostu oldu ğunu söyleyecek olursa da Mahmut, ona kulak verilmesine müsaade etmez.

 

 Yeniçeri kahvehanesinde yeniçeriler kendilerinin Rus cephesine yollandıklarını söyleyip Nizam-ı Cedid askerlerinin niçin Đstanbul’da kalaca ğını sordu ğunda Musa, yeniçerilerden bo şalan kı şlaları alacaklarını belirtir. Ataullah ise, Frenk esvabı ve şapka giyilece ğini söyler. Yeniçeriler cepheye gitmemeyi dü şünürken bu iki eleba şı, davayı kendilerine emanet ed erek gitmelerini, aksi takdirde şüphe uyandıracaklarını ifade eder.

Mihriban, Dilhayat ve di ğer cariyelerin katılımı, Sadullah A ğa’nın yönetimiyle Sultan Selim’in Sûzidilârâ Yürük Semai’si ilk defa icra edildikten sonra Sultan Selim, Sadullah ve Mihriban musikiyle ilgili görü şlerini dile getirler, onun ruhumuzu ta şıması gerekti ği noktadan söz ederler. Musahip Đngiliz donanmasının Đstanbul’a geldi ğini söyler. Top seslerini duyan Selim hayret içinde kalmı ştır. Đngilizler Osmanlı donanmasının bir süre için kendilerine verilmesini ve Ruslarla hemen barış yapılmasını, Fransa ile dostlu ğun bitirilmesini istemektedir. Sultan Selim bir günlük mühletin üç güne çıkarılmasını ister. Đngilizler Fransız Elçisi Sebastiyani’nin sınır dı şı edilmesi ko şuluyla bunu kabul ederler. Şehzade Mahmut, fethedildi ğinden beri ilk defa dü şmanın tehdidi altına giren Đstanbul’un savunulması için Nizam-ı Cedid askerinden yararlanılmasını ister. Sebastiyani ise sarayda Đngilizlerle i şbirli ği yapan ki şilerin oldu ğunu, Đngilizleri buraya gövde gösterisi yapmaya onların davet etti ğini belirtince Nizam-ı Cedidciler tedirginlik duyar. Yine Sebastiyani eski Osmanlı’nın de ğil be ş on gemiye ba şkenti teslim etmek, tüm Avrupa’yı titretti ğini söyleyince, Sultan Selim, Türk’e kendi gücünü hatırlatan Sebastiyani’ye minnettar oldu ğunu belirtir. Sebastiyani ayrıca Sultan Selim’e imparatoru Napolyon’dan gelen mektubu sunar. Napolyon, Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya kar şı sava şmasını istemektedir. Kendisi de di ğer taraftan Ruslara sava ş açacaktır. Đstanbul’un tüm Marmara kıyılarına toplar yerle ştirilir, Nizam-ı Cedid askerleri de savunma konumuna geçerler.

Đkinci perdede Topkapı Sarayı’nda Sadullah ile Mihriban’ın muhabbetine şahit olmaktayız. Sadullah Sultan Selim’i aldattı ğı dü şüncesiyle büyük bir günah duygusuna kapılmı ştır. Mihriban da kendisini suçlu hissetmekle birlikte sevdi ğini teselli etmeye çalı şır. Şeyh Galip ölmü ştür. Bu noktada Galip’in kimi dizeleri söz veya anlam açısından anılır. Şeyh Galip kimi zaman dergâhın tamiriyle ilgili, bazen de yeni şiirlerini takdim için saraya gelirmi ş. Ancak, Sultan Selim’in kız karde şi Beyhan Sultan’a â şık oldu ğu da bilinmekteymi ş.

 

 Nesim Efendi Musahip’e, Musa’nın şahsında eskiyi yerer. Nesim şeklen de Avrupalı gibi olmayı savunmaktadır. Đngiliz donanması gece vakti şehirden ayrılmı ş, Çanakkale’ye do ğru gitmektedir. Sebastiyani Osmanlı donanmasının Đngilizleri kovalamasını önerir. Sultan Selim ve Musahip aynı düşüncede de ğildir. Napolyon’un Sultan Selim’e mektubu vardır yine. Bu mektuptan bir de resmi çıkar, Sultan Selim’e hediyesidir.

Đbrahim, Ruslara kar şı tedbir amacıyla Nizam-ı Cedid askerinin bir bölümünün Bo ğaz çıkı şındaki kaleler etrafına yerle ştirilmesini önerir. Burada bulunan Karadenizli yamaklar Nizam-ı Cedid askeriyle yakınlık kurunca onun formasını da giymek isteyecektir. Musa sinsice sevinip münasip bir tavırla onlara şapka giydirmenin bile mümkün olaca ğını söyler. Tereddüt içindeki padi şaha cepheden dönmelerinden sonra tüm yeniçerilere Nizam-ı Cedid esvabı giydirilece ğini ifade eder. Musahip ise durumdan endi şelidir.

Me şk odasında Mihriban’la Dilhayat’ın konu şmalarından Dilhayat’ın Mihriban’ı kendisine rakip gördü ğünü, onu kıskandı ğını anlıyoruz. Dilhayata göre Mihriban önce Sultan Selim’i kendisinin elinden almı ştır, şimdiyse Sadullah’a â şıktır. Onlar tartı şmayı sürdürürken Sadullah ile di ğer cariyeler gelir. Mihriban Sadullah’a mesafeli davransa da Sadullah’ın ona şevki daha da artar.

Dilhayat Sultan Selim’e Mihriban ile Sadullah’ın birbirlerine zaaflarını ima eder. Hükümdar ise şaşırmı ştır, Dilhayat’a ate şle oynadı ğını söyler. Dilhayat çıktıktan sonra gelen Musahip, yenicilerin Avrupalılardan çok Avrupalı kesildiklerinden, ama gerçek kimliklerini gizlediklerinden şikâyet eder. Eskiciler de yeniye ya şam hakkı tanımadıkları için Musahip hiçbirinden hazzetmemektedir. Halk da eskiciler ve yeniciler olmak üzere ikiye bölünmü ş durumdadır.

Nesim ile Musa gelmi ştir. Nesim, Tekirda ğ’da Nizam-ı Cedid te şkilâtı kurulması için gönderilen emre itaat edilmesini belirten hâkimin oradaki yeniçerilerce parçalandı ğını söyler. Đsyan anlamına gelen bu tavrın ülkeye yayılmasını engellemek için Yeniçeri Oca ğı’nın kaldırılmasını teklif eder. Selim’in bakı şını yöneltti ği Musa ise, birkaç ki şinin suçunun tüm oca ğa mal edilmesinin do ğru olmadı ğını savunur. Nesim Tekirda ğ yeniçerilerinin Đstanbul’dan desteklendi ğini iddia eder. Musa da Tekirda ğ’daki küçük

 

 bir vak’anın geni ş çaplı bir ayaklanma hareketine döndürülmemesini, Oca ğın zaten suçluları cezalandıraca ğını söyler. Nesim, yumu şak tavrın, kararsızlı ğın asileri güçlendirece ğini ifade edip o Oca ğı yok etmeyi önerir. Musa, her zaman oldu ğu gibi, araya girip iki oca ğın birbirine dü şürülmesinin Nizam-ı Cedid ve yöneticilerini karalayaca ğını iddia eder. Selim Han, tebdil-i kıyafet edip sokakta dola şırken insanların açlıktan söz ettiklerini duydu ğunu belirtip karaborsa yapan esnafın oracıkta idam edilmesini emreder.

Mahmut, yenilik hareketlerinin parça parça yapılmasının çok i şe yaramayaca ğını, yeni insan modelinin her yanıyla ortaya konması gerekti ğini ifade eder. Yenilik hareketlerinde gev şek davranmanın iyi sonuçlar do ğurmayaca ğını savunup Yeniçeri Oca ğı’nın derhâl söndürülmesini talep eder. Sultan Selim devlet i şlerinde yeterince ba şarılı olamadı ğının farkındadır ve bundan üzüntü duymaktadır. Şehzade Mahmut ise kendisinin gurur kayna ğıdır.

Sultan Selim, içinde “Mihriban” adı geçen bir güfte yazmı ş ve bunun bestelenmesini, Mihriban’a talim ettirilmesini Sadullah A ğa’dan istemi ştir. Böylelikle Mihriban’la Sadullah A ğa arasında gerçekten bir şey olup olmadı ğını anlayacaktır.

Rumelikava ğı’nda Musa ile Ataullah Karadenizli yamaklara, yeni askerin kıyafetini giyip kâfir olmamalarını, Nizam-ı Cedid yöneticilerinin Đngiliz ve Ruslardan destek alarak Yeniçeri Oca ğı ve ba ğlılarını ortadan kaldıraca ğını, bunun için iki ulusu Marmara’ya ça ğırdıklarını söyleyerek onları devlet yönetimine karşı kı şkırtmaktadır. Cepheye giden yeniçerilerin davayı yamaklara emanet et tiklerini belirtip zamanı geldi ğinde onlardan Đstanbul’a gelmelerini isterler.

Sözlerini Sultan Selim’in yazdı ğı ve Sadullah A ğa’nın Bayatî Araban makamında besteledi ği şarkının icrası sırasında Sadullah A ğa şarkıyı yarım bırakıp huzurdan ayrılır. Mihriban ise tek ba şına ve korkusuzca bitirir şarkıyı. Sultan Selim Sadullah’ın bo ğularak idam edilmesini, Mihriban’ınsa, kendisine karşı gelme cesaretini gösterebildi ği için, haremin zindanındaki en karanlık hücreye kapatılmasını emreder.

Üçüncü perdede Rumelikava ğı’nda Kabakçı Mustafa’nın çevresindeki yamaklar, Benli Halime’nin çaldığı kemençe e şli ğinde oynarlar. Nizam-ı Cedid subayı Halil, Kabakçı Mustafa’ya Nizam-ı Cedid elbiseleri giymeleri gerekti ğini söyler. Kabakçı ise,

 

 kendilerinin kâfir olmaya niyetleri olmadı ğını belirtti ğinde Halil Haseki parlar. Yamaklar Halil’in üzerine yürüyüp onu öldürürler. Kabakçı kılıcını yere koyup yamakları onun üzerinden geçirerek birlikte isyan için yemin ettirir. Beliren Musa da Đstanbul’a yürünmesini ö ğütler.

Sultan Selim hem yamakların ba şkaldırısı hem de Sadullah’ı öldürttü ğü dü şüncesiyle azap içerisindedir. Derken, Nesim, Đbrahim ve Musa gelirler. Nesim, Nizam-ı Cedid subayı Halil Haseki’nin isyancılar tarafından öldürüldü ğünü haber verir. Musa ise, yamakları yeni askerin elbisesini giymeye ikna ettiğini, ancak Halil Haseki’nin genç erkeklere dü şkün olması dolayısıyla Karadenizli yamakların onu öldürdü ğünü belirtir. Nesim Musa’ya aynı taifenin niçin Bo ğaz Nazırı Mahmut Efendi’yi de öldürdü ğünü sorar. Musa buna da bir sebep bulup Mahmut Efendi’nin kendilerini padi şaha ispiyonlayaca ğını dü şündükleri için onu öldürdü ğünü ifade eder. Yine Musa, padi şaha, olayı büyütmemek gerekti ğini, Halil’i öldürenleri kendisinin tanıdı ğını ve onların ortadan kaldırılaca ğını söyler. Ayrıca, kendilerine gönderilecek birkaç ya şlı yeniçerinin nasihati sayesinde hem toplulu ğun da ğılaca ğını, hem de Nizam-ı Cedid giysilerini giyeceklerini belirtir. Selim yeni esvap konusunda dayatmaya gerek olmadı ğını söyleyince Musa bu yeni düzenin padi şahça gerekli görüldü ğünü, buna herkesin uyması gerekti ğini ifade eder. Oyunu o kadar iyi oynamaktadır ki, Sultan Selim ona rahatlıkla inanmaktadır. Şehzade Mahmut’sa Musa’nın asilerin eleba şı, destekçisi oldu ğunu ifade edip hükümdardan onu hemen ortadan kaldırmasını ister. Sultan Selim ise, belli bir suçunun olmadı ğını, ihaneti kesinle şince o zaman Musa’yı ortadan kaldıraca ğını dile getirir.

Rumelihisarı’nda yamaklar ve Kabakçı Mustafa korku içindedirler. Yamaklar pi şmandırlar, izlerine kaybettirmeyi dü şünmekte, Kabakçı’ya kızmaktadırlar. Bu esnada Musa ile Ataullah gelir. Din ve devlet elden gitmeden harekete geçmek gerekti ğini söylerler onlara. Yamaklar ile liderleri Kabakçı Mustafa akıl ve gönüllerinin onlarla birlikte oldu ğunu ifade ederler. Kabakçı’nın Büyükdere çayırında dört yüz ki şilerken Yeniköy’de dört bine, Rumelihisarı’na vardıklarında ise on dört bin ki şiye ula ştıklarını söylemesi, ne kadar i şsiz güçsüz, ba şıbozuk varsa yol boyunca bu isyancılara katıldı ğını gösterir. Düzenli Nizam-ı Cedid askerlerinden korkmaktadırlar. Ancak düzenli asker üstten emir almadan hareket etmeyece ği için telâ şlanmaları için sebep yoktur.

 

 Musahip, Sultan Selim’in Sadullah A ğa için verdi ği idamı infaz ettirmemi ştir. Selim’in ne kadar üzgün oldu ğunu bir zaman gözlemledikten sonra Sadullah’ı huzura getirir. Sadullah, padi şahtan af dileyen dizeler okumaktadır. Hükümdarın ayağına kapanır. Selim önce afallar, ardından onu yerden kaldırıp öper. Mihriban’ı da getirtip iki â şığı kavu şturur.

Kabakçı ve beraberindeki binlerce isyancı Tophane’ye gelmi şlerdir. Topçu Oca ğı ve Nizam-ı Cedid askerlerinden korkmaktadırlar yine. Musa ise, düzenli askerin kendisinden komut almadan harekete geçemeyece ğini söyleyip asilerden sarayın kapısına dayan malarını ister. Benli Halime de yine kemençesi ve söyledikleriyle isyancılara destek vermektedir. Di ğer taraftan, Topkapı Sarayı’nda Nesim, Nizam-ı Cedid ordusunun bu isyanı bastırmasını ister. Selim kabul edecek olur. Bu sırada Musa, yeni askerin devlet in tek güvencesi oldu ğunu söyleyip, orduyu bu isyanı bastırmak için kullanmanın Müslüman’ı Müslüman’a kırdır mak olaca ğını savunur. Onların hükümdarla davalarının olmadı ğını, daha çok yeni düzenin temsilcilerini istemediklerini belirtir. Yeni düzen padi şahın emriyle kurulmu ş, bunu Musa da dâhil olmak üzere orada bulunan herkes desteklemi ş veya öyle görünmü ştür. Musa ise, do ğrulu ğu kesin bilgilerin, yamaklara “Yeni esvabı giymeyen padi şahın askeri olamaz ” (s. 147) dendi ğini, bu tavrın da onları isyana sevk etti ğini iddia eder. Selim Han buna şaşırmı ştır. Nesim ve Đbrahim de böyle bir şeyin olabilece ğine ihtimal vermemektedir. Đbrahim topçu askerinin bile onları da ğıtmaya muktedir olaca ğını belirtir. Musa topçu ve kalyoncuların da isyancılara katıldı ğını, asilerin sayılamayacak derecede olup ortalı ğı doldurduklarını söyler. Sultan Selim nasihatçi gönderilece ğini hatırlatınca Musa, gönderildi ğini, ancak onların dertlerini kendilerinin anlatmak istediklerini duydu ğunu ifade eder. Sultan Selim içinden “ Sanki bir yengeç pençesini geçirmi ş beynime. Şu herifin ba şını koparsam, şeyhülislâmın da sarı ğını dolayıp boynuna, assam; yeni askerimin ba şına geçip da ğıtsam sürüyü…” (s. 149) biçiminde dü şünür; ancak harekete geçemez.

Kabakçı Mustafa’nın beraberindekilerin sayısı oldukça ço ğalmı ştır. Ancak, onları rahatça da ğıtabilecek düzenli ordu amirden yani Musa’dan komut almadıkça hareket edemeyecekleri için Kabakçı taraftarları zaman kazanacaklardır. Eleba şları Musa, Aksaray’da, Et Meydanı’nda bulu şacaklarını söyler. Padi şaha da halk ve kolluklardaki

 

 yeniçerilerin de asilere katıldı ğını ve bunların yakla şmakta oldu ğunu; fakat padi şahın tek bir i şaretini bekleyen Nizam-ı Cedid askerinin onları çil yavrusu gibi da ğıtacak güce sahip oldu ğunu, ancak, bunun Nizam-ı Cedid’in adına kara çalacağını söyler. Sultan Selim de askerleri çarpı ştırıp büyük bir günaha giremeyece ğini belirtip Musa’ya “ Var bildi ğin gibi yap ” (s. 151) der.

Etmeydanı’nda isyancılar korku ve tedirginlik içindedir. Nizam-ı Cedid askerleri de vur emri beklemektedir. Derken Musa ile Ataullah gelir. Musa bu durumdan sıyrılmayı dü şünmektedir; ancak Ataullah kendi fetvasının onu ortadan kaldıraca ğını, dönü şün artık mümkün olmadı ğını söyleyerek onu durdurur. Musa koynundan çıkardığı mektuba bakarak, padi şah a ğzından, Nizam-ı Cedid Oca ğı’nın kaldırıldı ğını, kı şlalarına kilit vurulaca ğını söyler. Nizam-ı Cedid askerleri üzülüp silahlarını bırakırlar. Yamaklar çılgınca sevinir. Kabakçı yüksekçe bir yere oturtulur, divanı ba şlatır. Đste ği olan onu Kabakçı’ya arz edecektir. Dilekçeler Benli Halime’ye verilecek, o da Kabakçı’ya iletecektir bunları. Musa Nizam-ı Cedid’i kuranlar ya şadıkları sürece yeniden kurmaları ihtimali oldu ğu için, verdi ği listede adı yazılı olanları padi şahtan istemesini söyler Kabakçı Mustafa’ya. Listede Đbrahim ve Nesim Efendi’nin yanı sıra pek çok ki şi vardır.

Musa Topkapı Sarayı’na gidip listeyi Sultan Selim’e verir. Padi şah listede niçin Musa’nın adının olmadı ğını sorar. Musa isyancıların ne yapacaklarının belli olmayaca ğını belirtip Nizam-ı Cedidcilerin ülkeye soktukları dü şüncelerle halkı ikili ğe sevk ettiklerini, onları ortadan kaldırmanın iyi bir şey olacağını savunur. Selim Han isyancıları ortadan kaldırmaya razı olmamı ştır. Şimdi kendisinden en çok de ğer verdi ği devlet adamlarını ölüme yollaması istenmektedir. Sultan Selim, Şehzade Mahmut’tan kendi gerçekle ştiremediklerini gerçekle ştirmesini ister.

Etmeydanı’nda Benli Halime’nin çaldı ğı kemençe e şli ğinde yamaklar çılgınca oynarken ve Kabakçı divanı sürerken Musa ile Ataullah gelir. Kabakçı’ya kendisi ve beraberindekiler için yüksek makamlar talep etmesini isterler yeni padi şahtan. Sultan Selim’in hem kısır olması, hem de bu ya şananlar dolayısıyla artık onlara padi şahlık yapamayaca ğını söylerler. Kabakçı Mustafa Ataullah ya da Musa’dan birinin saraya gidip durumu padi şaha bildirmesini söyler. Musa, padi şahın saray halkıyla birlikte direnme ihtimaline kar şı, kendisinin önceden gidip sarayda gerekli tedbirleri alması

 

 gerekti ğini söyler. Musa’dan sonra Ataullah’ın yanına da iki bin ki şi verip onu da saraya gönderir Kabakçı.

Musa Topkapı Sarayı’ndadır. Görevini lâyıkıyla yapamayaca ğını söyleyip ondan ayrılmak istedi ğini bildirir. Padi şahsa artık ona kanmaz. Bu esnada Ataullah görünür. Sultan Selim ona ne istedi ğini sorar. Ataullah Musa’dan yardım ister. Musa Ataullah’ın elindekini alıp okumaya çalı şıyor gibi yaparken Sultan Selim fetvayı alır. Musa sezdirmeden uzakla şır. Fetvada “ Sultan Mustafa Osmanlı tahtına oturmadıkça meydanları dolduran asker da ğılmayacaktır ” (s. 175) yazmaktadır. Sultan Selim Mustafa’nın saltanatının mübarek olmasını diler.

Taht yerine bir sedirin üstünde yine Sultan Selim’in kılıç ve neyi asılıdır. Sadullah’la Mihriban Sultan Selim’in yanına gelmi şlerdir. Konu şurlarken dı şarıdan ba ğrı şmalar ve silah sesleri i şitilir. Mihriban ne oldu ğunu haremdeki kızlardan ö ğrenmek için gider. Sadullah, Alemdar Mustafa Pa şa’nın, Rumeli ordusuyla birlikte Đstanbul’a ula şmadan, yolladı ğı askerlere Bo ğaz nazırı yapılan Kabakçı Mustafa’nın ba şını tam da onun gerdek gecesi kestirdi ğini haber verir. Mihriban gelip Alemdar Mustafa Pa şa’nın Sultan Selim’i yeniden tahta oturtmak için Bâbüssaade’yi zorladı ğını söyler. Nasıl ki Alemdar’ın Sultan Selim için yapmayaca ğı yoksa Sultan Mustafa’nın da tahtta kalmak için giri şmeyece ği i ş olmaz. Sultan Selim Mustafa’nın bunun için kendisini ve Şehzade Mahmut’u öldürmek isteyece ğini anlamı ştır. Mihriban’la Sadullah’ın gitmelerini ister. Onlar kalmak isteseler de Selim Han buna izin vermez. Bu sırada Şehzade Mahmut da Selim’in odasına gelmi ştir. Selim onun da hemen gitmesini ister. Musahip de sözleriyle Selim’in sözlerini desteklemekte, eserin ba şından beri koro i şlevini üstlenmektedir. Sultan Selim kılıcını Mahmut’un beline takar; ülkeyi, saltanatı ona emanet eder. Selim Han devletin mazisi, Mahmut ise atisidir. Sultan Selim, Mahmut’a oradan ayrılmasının padi şah emri oldu ğunu söyleyip onu dı şarı çıkarır.

Selim neyiyle özlemli ezgiler çalarken Sultan Mustafa’nın adamları gelip onun üzerine saldırır. Sultan Selim kendisini neyle savunurken ölür.

2.10.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.10.2.1. Asıl Kahraman

 

 III. Selim Kılıç ve Ney oyununun asıl kahramanı Sultan Selim’dir. Oyunun adından da anla şıldı ğı üzere, Sultan Selim “kılıç” ve “ney” arasında ikiye bölünmü ş durumdadır. “Onun dramı, eylem yetene ğiyle sanat yetene ği arasındaki çatı şmadan do ğuyor… ” (Oflazo ğlu, 1983: 4). Kılıç ve neyin sembolik de ğeri hakkında Oflazo ğlu “ Kılıç eylemi, Ney ise sanatçı duyarlı ğını, sanatı simgeliyor. ” (Oflazo ğlu, 1990a: 9) açıklamasını yapmaktadır. Sultan Selim devletin iç ve dı şta çok zor durumda oldu ğu bir dönemde hükümdar olmu ştur. Đçinde bulundu ğu şartlar ondan çok hızlı kararlar alıp bunu hemen eyleme dönü ştürmesini, ha şin bir tabiata sahip olmasını, hataları affetmemesini beklemektedir. Hâlbuki, Sultan Selim’in bunun aksine bir ki şilik yapısı söz konusudur. O, son derece yumu şak huylu, kibar, romantik, insanları kırmaktan çekinen, sanatkâr ruhlu bir karaktere sahiptir. Bulundu ğu konum kendisinden eylem adamlı ğı beklerken o, içedönük şahsiyetiyle pasif bir tavır takınmaktadır ki bu tavrını oyunun sonuna kadar sürdürür.

Sultan Selim, şiir ve musiki seven, besteler yapan bir ki şidir. Aynı zamanda neyzendir. Devletin içinde bulundu ğu çöküntü, Batılı devletlerin topraklarımıza saldırması, askerin bozulmu şlu ğu, şehzadesinin olmayı şı onu karamsar etmektedir. Bu gerçeklerden Mihriban’ın a şkına ve sanata sı ğınarak kaçmak istemektedir. Bir taraftan da Batılı yeniliklerin kaçınılmaz oldu ğunun farkındadır. Yeniliklerin sindirilerek gerçekleştirilmesi durumunda kalıcı olaca ğını dü şünür. Özellikle askerî alandaki yeniliklerin elzem oldu ğunu bilir. Bunun için Nizam-ı Cedid Ordusu’nu kurar ve Yeniçeri Oca ğı’nı kaldırmak ister. Batılı yeniliklerin emin adımlarla gerçekle ştirilmesi konusunda Sultan Selim’in çok kararlı bir şekilde hareket edemedi ğini, âdeta irade zaafı gösterdi ğini gözlemliyoruz. Onda yaptı ğı i şten bir türlü emin olamayan insanın hâli vardır sanki. Sultan Selim rüyalarına göre davranan bir hükümdardır. Bu tavrı onu sanat / musiki alanında ba şarıya götürmekle birlikte idare alanında daima hayal kırıklı ğına uğratmaktadır. “ Ney çalmakta, beste yapmakta usta olmakla beraber, devleti idare etmekte, adam seçmekte mahir de ğildir ” (Kaplan, 1983: 26) 20 . Devlet yönetiminde ba şarısız olmasının sebeplerinden biri de şehzadeli ği döneminde sanca ğa çıkıp yönetim konusunda tecrübe sahibi olamamasıdır. Kendisi, ba şarısız bir hükümdarlık sergiledi ğinin

  +%7:<: V`H*I:J $:CCC8%VC1I::C:M0V?V7?5 V`H*I:J 5 88 8

 

 farkındadır. Onu teselli eden, arkasında ye ğeni Şehzade Mahmut gibi bir veliaht bırakması, büyük şair Şeyh Galip ile büyük bestekârlar Sadullah A ğa ve Đsmail Dede Efendi’nin kendi döneminde ya şamı ş olmasıdır.

Daha önce de dikkat çekildi ği üzere, Sultan Selim’i kötü sona sürükleyen ba şlıca amil, devlet i şlerinde hep tereddütlü hareket etmesi, devlet ricalini atarken rüyalarına göre hareket etmesi dolayısıyla önemli görevlere liyakatsiz ki şileri getirmesi, asileri ortadan kaldırmakta gev şek davranmasıdır. “ Felâketi hazırlayan Selim’in tereddüdüdür ” (Enginün, 2001a: 266). Sultan Selim, isyancıları ortadan kaldırmazken onlar yüzünden en de ğerli devlet adamlarını gözden çıkarmak zorunda kalır; hatta bu gev şekli ği kendi hayatına mal olur.

Sultan Selim’in sahip oldu ğu iyilikseverlik, vefa, ho şgörü, sanatkârlık özellikleri onu bir hükümdar olarak ba şarıya ula ştırmaya yetmemi ştir. Bir hükümdarda bu özellikler ikincil sırada bulundu ğunda, onun eylem gücünün bütünleyicisi oldu ğunda çok daha manidar olur. Ancak, Selim eylem gücünden yoksun oldu ğu için kötü akıbet kendisi için kaçınılmaz olmu ştur. Ba şta da sözünü etti ğimiz gibi o bir sanatkârdır. Konumu, kendisinden, bir sanatkârın sergileyebilece ğinin zıddı yönünde, yani bir eylem adamının gerçekle ştirebilece ği icraatlar gerektirmektedir. Sultan Selim a şırı iyi bir insan olmasının bedelini ödemi ştir, hainlerin entrikalarına müdahale etmeyerek. Musahip’in tanımlamasıyla, Sultan Selim “ Kanatlarını yiyip gökten dü şen kartal. ” (s. 175) olmu ştur.

Tarihî bir ki şi olan Sultan Selim, olumlu kahramanlardandır. Çok belirgin bir ki şilik geli şimi göstermese de kendine özgü, bir hükümdar yerine sanatkârda bulunabilecek bir ruh yapısına sahip oldu ğu için kendisini karakter kabul edebiliriz. O, ruhsal boyutuyla sunulmu ş; hem davranı şlarıyla, hem de konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Kurmak istedi ği yeni düzene muhalif olanlarla çatı şma ya şamı ş, onlara kar şı gerekli iradeyi gösteremedi ği, edilgen bir ki şi oldu ğu için kendisiyle iç hesapla şmada da bulunmu ştur. Đktidar erkine sahip olan Sultan Selim bu yetkisini gerekli biçimde kullanamadı ğı için duruma hâkim olamamı ştır. Bu yetersizli ği sebebiyle sonu trajik olmu ştur.

2.10.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Sultan Selim’in üç temel hasmı vardır. Bunların ikisi onun çok yakınındadır; sadrazam vekili tayin etti ği Köse Musa Pa şa ile şeyhülislâm yaptı ğı Topal Ataullah Efendi. Di ğer

 

 büyük hasım ise saray dı şındaki Kabakçı Mustafa’dır. Musa Pa şa ile Ataullah Efendi eskinin, gelene ğin savunucularıdır. Bütün yeniliklerin kar şısındadırlar; ancak bunu açıkça dile getir(e)mezler. Göreve getirildikleri andan oyunun bitimine kadar Sultan Selim’in yapmak istedikleri yeniliklerin, Nizam-ı Cedid’in aleyhinde çalı şıp bunu destekliyor gibi görüneceklerdir; yani saman altından su yürütmek bu iki zatın ba şta gelen özelli ğidir. Köse Musa ile Ataullah yeniçeri ve onlara ba ğlı yamakları hükümdar ve onun kurmaya çalı ştı ğı “Yeni Düzen”e kar şı kı şkırtırlar. Hükümdara ise her şey yolundaymı ş gibi gösterirler. Sultan Selim’in gev şekli ği, yapmak istedi ği şeyin ısrarla üzerine gitmemesi bu iki ki şiye gün do ğmasına yol açar. Musahip ile Şehzade Mahmut onların tekin ki şiler olmadı ğını bilirler, Sultan Selim’i onları ortadan kaldırması konusunda uyarırlar; ancak Sultan Selim bu konuda da aktif hareket edemez. Sadrazam vekili ve şeyhülislâm, Nizam-ı Cedid askerlerinin ço ğaldı ğını ve o askerin talimli oldu ğunu, askerlere dinî ilimler yerine Batılı dillerden çevrilen askerlik mesle ğiyle ilgili kitaplar okutuldu ğunu, bunun yeniçerileri ortadan kaldıraca ğını ve dinsizlik belirtisi oldu ğunu söyleyerek yeniçerileri; özellikle yeni askerin üniformasının kendilerine giydirilece ğini söyleyip bunun kâfirlik belirtisi oldu ğunu, cepheye giden yeniçerilerin dava yı kendilerine emanet ettiklerini söyleyerek de Karadenizli yamakları hükümdara, Nizam-ı Cedid ve onun savunucularına kar şı kı şkırtırlar. Padi şah katındaysa “Yeni Düzen”in taraftarıymı ş gibi görünüp tam bir ikiyüzlülük örne ği sergilerler. Köse Musa Pa şa ile Ataullah Efendi geleneksel şeyhülislâm ve sadrazam tipine uygun hareket eden kahramanlar de ğildir. Onlar hükümdarı gerçek anlamda destekleyip, devlet idaresinin en iyi şekilde gerçekle şmesine yardımcı olmak yerine düzen kar şıtlarını örgütleyerek vatan hainli ği ederler. Sadrazam Vekili Musa Pa şa’nın bu noktada Bizans Dü ştü-Fatih ’teki Sadrazam Halil Pa şa ile birle şti ğini söyleyebiliriz; zira Halil Pa şa da dü şmanla i ş birli ği yapan bir haindir. Yine, Ataullah Efendi ile Genç Osman ’daki Şeyhülislâm Esat Efendi arasında bir ilgi kurulabilir. Đkisi de geleneklere a şırı ba ğlıdır, ikisi de padi şahın tahttan indirilmesi için fetva vermi ştir. Ancak, Esat Efendi’nin Ataullah Efendi kadar mutaassıp oldu ğunu, padi şah dü şmanlı ğı etti ğini söylemek mümkün de ğildir. Esat Efendi, denenmi ş yoldan sapılmaması konusunda ısrarcıdır. Musa Pa şa ile Ataullah ise ba ğnaz, hatta yobazdırlar. Musa Pa şa’ya yazar, Ataullah’a göre daha geni ş yer vermi ştir oyunda. Musa Pa şa, durumları padi şaha her seferinde çarpıtarak bildirmi ştir. Musahip’in onun hakkında söyledi ği “ Ba ğnaz ama kurnaz, yanar döner düzenbaz, Tanrı birdir dese

 

 hayra yorulmaz ” (s. 133) sözleri, Musa Pa şa’yı çok isabetli tanımlamaktadır. Eserin sonunda Sultan Selim devre dı şı kaldı ğı için bu hasımlar galip gelmi şlerdir.

Olumsuz ki şiler olan Köse Musa Pa şa ile Topal Ataullah Efendi, aynı zamanda tarihî ki şilerdir. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutlarıyla sunulmu şlardır. Mutaassıp, gerici tiplerdir. Bulundukları makamların gerektirdiği özellikleri ta şımadıkları, ona uygun hareket etmedikleri için dejenere tipler olarak da kabul edilebilir. Yamakları dinî de kullanarak isyana sevk ettikleri için, kendilerini dini istismar eden tipler olarak görebiliriz. Çıkmazları, Sultan Selim ve yeni düzeni savunan devlet adamlarıyladır. Ki şilik de ğişimi sergilememi şler, inandırıcı biçimde sunulmu şlardır. Ataullah Efendi, din kurumunun; Musa Pa şa, sadaret kurumunun gücünü temsil etmi ştir.

Di ğer önemli hasım Kabakçı Mustafa, yamakların lideridir. O, isyanın ba şlamasında etkili olmu ştur. Tabiî, kendi ülküsünü gerçekle ştirmek için giri şmemi ştir bu i şe. Köse Musa ve Ataullah, Kabakçı ile yamakları, özellikle yeni esvabı giymenin kâfirlik oldu ğunu, buna engel olmak gerekti ğini söyleyerek isyana te şvik ederler. Kabakçı da yamakları Benli Halime’nin kemençesi üzerinden atlatıp bir tür ant içtirerek otoriteye kar şı örgütler. Kabakçı öncülü ğündeki asiler yol boyunca sürekli katlanarak Etmeydanı’na ula şırlar. Kabakçı Mustafa’nın isyanı ba şarıya ula şmı ş, kendisi Bo ğaz nazırlı ğını elde etmi ştir; ancak, gerde ğe girece ği gece Alemdar Mustafa Pa şa’nın adamlarınca öldürülür. Kabakçı Mustafa yamakları yönetebildi ği için liderlik vasfına sahiptir. Kaba saba, patavatsız bir ki şili ğe sahiptir; ama içtendir. Musa ile Ataullah gibi içten pazarlıklı de ğildir. Cahildir; muhakeme, dü şünme yetisini kullanmaz. Kabakçı’nın, günlüklerine yirmi akçe zam isteyen yamaklara “ Sava ş içindeyiz efendi. Hazinenin durumuysa bzim gibi cahillerce dahi bilinmektedir. Devleti güç duruma dü şürmek istemeyiz ” (s. 170) demesi, onun hainli ğinin Musa ile Ataullah’tan a şağıda oldu ğunu, hatta kendisinin millî duygularının oldu ğunu gösterir. Tip düzeyinde ele alınıp psikolojik yönüyle yansıtılan Kabakçı Musatafa, tarihî bir ki şi olup olumsuz kahramanlar arasında yer alır. Konu şmaları ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Kendi içinde bir çatı şma ya şamaz. Ki şilik geli şimi sergilemez.

Yeniçeri ve yamakları da hasım güçler arasına sokabiliriz. Bunlar talim yapmayan, bozulmu ş askerlerdir. Sava şmadan cepheden kaçtıkları için sava şlar ba ştan yenilgiyle sonuçlanmaktadır. Đbrahim Efendi’nin “ Ba şta devlet içindi ocak, şimdiyse devlet ocak  

 için ” (s. 9) deyi şi, Yeniçeri Oca ğı’nın devletin ba şına artık belâ oldu ğunu, yararının görülmesi bir yana sürekli devleti zarara u ğrattı ğını ortaya koymaktadır. Yeniçeriler Nizam-ı Cedid askerlerinin artması kendi sonlarını getirece ği için ve Musa ile Ataullah’ın dolduru şuyla düzene ve yöneticilerine kar şıdırlar. Ancak, isyan sırasında yeniçeriler Rus cephesine gittikleri için vak’ada rolleri görülmez. Onlar kalabalık bir grup olarak verilmi ştir. Tek tek ki şilikleri i şlenmemi ştir.

Karadeniz yamakları sırf hareketten mürekkeptir denebilir. Dü şünmek onlara göre de ğildir. Kabakçı’nın yönlendirmesiyle hareket ederler. Benli Halime’nin kemençe çalarak söyledi ği şarkılar e şli ğinde sürekli oynar, çılgınca dans ederler. Halil Haseki’nin Nizam-ı Cedid esvabı giymeleri hâlinde aylıklarının katlanaca ğı sözünü duyunca hemen razı olacak olurlar. Ancak, Kabakçı’nın güdümünde hareket ettikleri için Halil Haseki’yi öldürme yoluna giderler. Đsyan süresince korku içerisindedirler. Bir ara izlerini kaybettirmeyi bile dü şünürler. Tek ba şlarına bir hiçtirler. Fakat, bir araya geldiklerinde grup psikolojisiyle hareket ettiklerinden zararlı olmaktadırlar. Enginün’ün oyundaki musiki unsuru ba ğlamında yaptı ğı a şağıdaki yorum, yamakların muvazenesizliklerinin derecesini de gösterir:

“Đsyan, ihanet, entrika, dü şmanlık ve kıskançlık ile iyi niyet, sadakat, güven ve sevginin her satırda çatı ştı ğı bu eserde, sarayın her unsuruna sinmi ş olan ölçülülük ile, Kabakçı Mustafa’nın adamlarının ba şıbo ş ölçüsüzlü ğü, müzik e şli ği de hatırlanırsa, âdeta bir orkestranın zengin seslerini olu şturmaktadır” (Enginün, 2001a: 262). Benli Halime’yi de hasım şahıslar içinde ele almaktayız. Nitekim o, musiki aleti eşli ğinde söyledikleriyle yeniçeri ve yamakları düzene kar şı kı şkırtır, galeyana getirir; Sultan Selim’i yerer. Bu kadın kahraman üzerinde çok durmamı ştır yazar. Yeniçeri ve yamaklarla senli benli olu şundan ötürü pek namuslu bir kadın olmadı ğını dü şünmekteyiz. Benli Halime, olumsuz bir kahramandır. Psikolojik boyutuyla, tip düzeyinde yansıtılmı ştır. Yamakları harekete geçirdi ği için etken bir ki şi oldu ğunu söyleyebiliriz. Konu şma ve davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ştir.

Oyunda sadece sesleriyle yer alan Đngiliz Elçisi ile Fransız Đmparatoru Napolyon da hasımlardandır. Đngiliz Elçisi’nin sesi, Đngiltere Đngiliz donanması Osmanlı ülkesine gözda ğı vermek için Marmara açıklarına demirledi ğinde duyulur. Elçi, Đngiltere’nin dileklerini dile getirir. Sesinden, Đngiliz Elçisi’nin devletine ba ğlı oldu ğunu, devletinin

 

 çıkarları için dostluk, vefa gibi de ğerlere itibar etmedi ğini çıkarmaktayız. Bu ses, tehdit eden, kendine güvenen bir sestir. Fransa Đmparatoru Napolyon’u hasım ki şi almamızın sebebi, Fransa’nın Mısır’ı i şgal etmesidir. Napolyon Sultan Selim’e name yollamaktadır. Bu mektuplarla Osmanlı’nın Rusya’ya güneyden saldırmasını, Suriye Valisi Cezzar Ahmet Pa şa’nın görevden alınmasını istemekte; Sultan Selim’e Osmanlı ülkesini tanımasını önermekte, Osmanlı ülkesinde yapılacak Batılı yenilikler konusunda “bilgi” ba şta olmak üzere her çe şit yardım yapabileceklerini belirtmektedir. Napolyon’un sesinden onun atik, saldırgan, kendine güvenen, liderlik vasfı yüksek bir insan oldu ğunu anlamaktayız.

Mihriban ile Sadullah A ğa birbirlerine â şık olmu şlardır. Ancak, Sultan Selim’e ihanet etme duygusu ikisinin de içini kemirmektedir. A şka engel olmak onların elinde olmasa da bunu bir hasımlık saymak mümkündür. Sultan Selim durumu anlayınca onları cezalandırır. Fakat bir süre sonra hatasını anlamı ştır. Đki sevgiliyi kavu şturur. Bunun dı şında Mihriban da, Sadullah A ğa da Sultan Selim’in dostları kalmı şlardır.

2.10.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Oyunun asıl kahramanı Sultan Selim Mihriban’ın daima kendisinin olmasını arzular ve onu kaybetmekten korkar. Bunu Mihriban’a “ Seni yitirirsem her şeyden olurum, devlet, memleket, dünya elden gider, dahası bütün anlamlar iflâs eder ” (s. 50) sözleriyle ifade eder. Sultan Selim korktu ğu dü şten ölmü ş, Mihriban’ı bu anlamda yitirmi ştir. Ancak bir süre sonra onu affedecek, dost kalacaklardır. Mihriban, Mısır valisinin hükümdara gönderdi ği bir cariyedir. Çok güzel bir kadın olan Mihriban, güzel sesiyle şarkılar söyler, raks eder. Zeki ve muhakeme gücü geli şmi ş, kendine güvenen bir kadındır. Aynı zamanda cesurdur. Sultan Selim Mihriban ile Sadullah’ın a şkını anlamak için yazdı ğı güfteyi Sadullah’a bestelettikten sonra icrasını istedi ğinde, Sadullah eseri bitiremeden huzurdan ayrıldı ğı hâlde Mihriban büyük bir kararlılıkla şarkıyı sonuna kadar söyler. O, ba şta Sultan Selim’e tutuldu ğunu sanmı ş; ancak Sadullah’ı tanıdıktan sonra gerçekten sevebilece ğinin Sadullah oldu ğunu anlamı ştır. Efendisine ihanet duygusu Mihriban’ı da rahatsız etmi ştir. Vefa da mevcuttur Mihriban’da. Mihriban’da bir ki şilik de ğişimi gözlenmez. Bundan ötürü kendisini tip kabul edebiliriz. Fizikî ve ruhsal boyutuyla dikkatlere sunulmu ş, konu şma ve tavırlarıyla tanıtılmı ştır. Sevgisini cesurca savunabildi ği için kendisini etken bir ki şi sayabiliriz.  

 Musikiyi de Sultan Selim’in arzuları arasında zikredebiliriz. Selim, daima musiki ile ya şadı ğı, güfteler yazıp besteler yaptı ğı hâlde kendisinin bu konuda ba şarılı olup olmadı ğından tereddüt içerisindedir. Çevresindekilerin kendisini gerçekten mi ba şarılı bulduklarından, hükümdar oldu ğu için mi kendisini takdir ediyor göründüklerinden emin de ğildir. Bunu bilen Musahip, devrin büyük bestekârı Sadullah A ğa’yı saraya getirir. Sadullah A ğa, Sultan Selim’in musiki konusundaki gerçek de ğerini ona göstermeye vesile olmu ştur. Musiki Sultan Selim için aynı zamanda bir kaçış yeridir. Hükümdar hayatın kaba gerçe ğinden kaçmakta, siyasî ve sosyal bozgunların acısını musikinin ı şıklı evrenine sı ğınarak dindirmeye çalı şmaktadır.

Sultan Selim’in arzu etti ği ba şka bir şey Batılı yenilikler yapmaktır. Bu yeniliklere Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) adını vermi ştir. Her alanda yenilik yapılması gerekti ğine inanır padi şah. “ Avrupa’ya benzemeliyiz bir an önce. Onlara ayak uyduramazsak, ayak altında kalaca ğız ” (s. 8) görü şünü savunmaktadır. Yenilikler konusundaki öncelikli alan, askeriyedir. Yeni usule göre asker yeti ştirilmeye ba şlanır. Sultan Selim korktu ğuna uğramı ş, Köse Musa ve Ataullah’ın kı şkırtmasıyla ba şlayan isyan onun Nizam-ı Cedid adına yaptı ğı yenilikleri ortadan kaldırmı ştır. Sultan Selim, kan dökülmesi nden (s. 148), Nizam-ı Cedid askerleriyle isyancıların birbirini kırmasından da korkmu ştur.

Sultan Selim’in hasımlarının (Mihriban ile Sadullah A ğa’yı buraya almıyoruz.) arzuladı ğı şey, Nizam-ı Cedid’in / Batılı yeniliklerin ortadan kalkmasıdır. Bunun için el ele verip hareket ederler. Sonunda amaçlarına ula şırlar.

2.10.2.4. Yönlendirici

Eserdeki temel yönlendirici, iyinin yönlendiricisi Musahip’tir. Musahip “koro”nun görevini yerine getirir, akl-ı selimin simgesidir. “…Oyunun iç yönetmeni gibidir Musahip ” (Oflazo ğlu, 1990a: 10). O, hükümdarın sohbet arkada şıdır aynı zamanda, dostudur. Oyun boyunca Sultan Selim’i aktif olması, kötülere fırsat vermemesi konusunda uyarır. Ona hisseler çıkaraca ğı kıssalar anlatır, mevzun sözler söyler. “ Kendini kollamayan iyilik yok olmaya mahkûmdur ” (s. 133), “ Şâh vâkıf gerektir ahvâle / vükelâya kalırsa vay hâle! ” (s. 83) der. 

Musahip, güvenilir, sadık, vefalı, ileri görü şlü bir ki şili ğe sahiptir. Cesurdur da, gözünü budaktan esirgemez. Sadullah A ğa’nın cezasını infaz ettirmez, bunun hükümdar emrine

 

 kar şı gelmek oldu ğunu bilmesine ra ğmen. O, a şırı gelenekçileri de, Batı taklitçilerini de sevmez. Đtidalden yanadır. Olumlu kahramanlar arasında bulunan Musahip’e tip düzeyinde yer verilmi ştir. Musahip, psikolojik boyutuyla sunulmu ş, daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermez.

Kötünün yönlendiricisi şahıslar Köse Musa Pa şa ile Ataullah Efendi’dir. Onlar, yeniçeri ile yamakları padi şah ve onun yapmak istedi ği Batılı yeniliklere kar şı ayaklanmaları konusunda yönlendirmi şler, onlara akıl hocalı ğı yapmı şlardır. Kabakçı Mustafa’yı da yamaklar ve daha sonra isyana katılanlar için yönlendirici sayabiliriz.

2.10.2.5. Alıcı

Bu grupta Sultan Selim, Đbrahim ve Nesim Efendi ile di ğer Nizam-ı Cedid savunucuları, Şehzade Mahmut, Halil Haseki yer alır. Bunlardan sadece Şehzade Mahmut’un akıbeti ölüm olmamı ştır. Sultan Selim, gev şekli ğinin bedelini pahalı öder. Çıkan isyan sonucu hem Nizam-ı Cedid ortadan kalkmı ş, devam eden süreçte de Sultan Selim hayatından olmu ştur.

Đbrahim Efendi, bahriye nazırı; Nesim Efendi, sadaret kethüdasıdır. Bu iki kahraman “yeni talim, yeni düzen ” (s. 8)den yanadır. Yeni bir ordu kurulmasını, devletin tüm kurumlarında yeniden yapılanma gerekti ğini, Yeniçeri Oca ğı’nın kaldırılmasını savunurlar. Özellikle Nesim Efendi Đngiliz hayranıdır. Bu hayranlı ğını alafranga züppeli ği savunmaya (Batı’yı şeklen taklit etmeye) kadar götürür. Yazar, Nesim Efendi üzerinde daha çok durmu ştur. Đbrahim ve Nesim Efendi de Nizam-ı Cedid askeriyle yamakların çıkardı ğı ayaklanmanın kolayca bastırılabilece ği hususunda Sultan Selim’i harekete geçirmeye çalı şmı şlar, bunda ba şarılı olamamı şlardır. Đsyancılar bu iki şahıs ile Nizam-ı Cedid taraftarı di ğer devlet adamlarını Sultan Selim’den alıp öldürmü şlerdir. Đbrahim ve Nesim Efendi, tarihî ki şiler olup olumlu kahramanlar arasında yer alır. Tip düzeyinde ele alınmı şlardır. Özellikle Nesim Efendi Batı’nın a şırı hayranı oldu ğu için onları alafranga tipler sayabiliriz. Daha çok, konuşmalarıyla tanıtılmı ş, psikolojik boyutlarıyla işlenmi şlerdir. Ki şilik geli şimi sergilememi şlerdir. Nizam-ı Cedid’in isyanı bastırmasını savunurlarsa da Sultan Selim buna izin vermedi ği için, bu iki kahramanı

 

 tam anlamıyla etken ki şiler sayamayız. Zira, kendilerini bir eylemi do ğrudan gerçekle ştirirken göremeyiz.

Şehzade Mahmut tam bir eylem adamı yaratılı şlıdır. Nitekim Sultan Selim’in eli tahtın üzerindeki “ney”e giderken o, “kılıç”ı alır. Mahmut, amcasını Nizam-ı Cedid’e kar şı çıkan ayaklanmalar konusunda uyarır, hızlı hareket edilmesini önerir. Đyi bir gözlemcidir, Köse Musa Pa şa’nın çevirdi ği dolapları anlar. Onun ortadan kaldırılmasını savunur. Vefalıdır, devletine ba ğlıdır. Düzen kar şıtlarının a ğabeyi Şehzade Mustafa etrafında toplandıklarını gördü ğü için onun yok edilmesini gündeme getirir. Bir hükümdarda olması gereken bütün özellikler Şehzade Mahmut’ta mevcuttur. Sultan Selim, Mahmut’u “ulusun gelece ği” olarak görür. Tarihî bir ki şi olan Şehzade Mahmut, ideal bir şehzade tipidir. Olumlu kahramanlardandır. Psikolojik yönüyle ele alınmı ş, daha çok, konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Etken bir ki şili ği vardır.

Halil Haseki, Nizam-ı Cedid subayıdır. Yamaklara yeni esvap giydirmek için onların yanında bulundu ğu sırada, kâfir gibi giyinenin kâfir olaca ğını iddia eden Kabakçı Mustafa’ya çıkı ştı ğı için yamaklar tarafından öldürülmü ştür. Kendisine sadece bu kadar yer verilmi ştir eserde. Bu sahneden onun cesur, kararlı bir ki şili ğe sahip oldu ğunu çıkarabiliriz. Yazar, onun ki şili ğini ayrıntılı şekilde i şlemez. Tip oldu ğunu söyleyebiliriz.

2.10.2.6. Yardımcı

Nesim ve Đbrahim Efendi, Batılı yenilikleri gerçekle ştirmek konusunda Sultan Selim’e yardımcı olmu şlardır. Onların “Yeni Düzen” taraftarı oldu ğunu daha önce de vurgulamı ştık.

Fransız Elçisi General Sebastiyani de bu grupta ele alınabilir. Bunun sebebi, Đngilizler donanmayla Marmara’ya demir attıklarında onların şehri i şgal edebilece ğinden korkan Sultan Selim’e Sebastiyani’nin Türk’ün gücünü hatırlatmasıdır. Sebastiyani devletine ba ğlı, ulusuyla ilgili i şleri özel hayatının üzerinde tutan, siyasî manevraları bilen bir diplomattır. Tip düzeyinde ele alınmı ştır. Batılı bir tiptir. Psikolojik açıdan, konu şmalarıyla sunulmu ştur. Olumlu kahramanlar arasında yer alır.

Mihriban ile Sadullah A ğa’yı da yardımcı şahıs sayabiliriz. Mihriban ba şlarda Sultan Selim’in gözdesidir, onu hayata daha çok ba ğlar, güfte ve bestelerine ilham kayna ğı  

 olur. Sadullah A ğa, Musahip’in dostudur. Musahip onu saraya getirir. Sadullah A ğa haremin ve Mihriban’ın musiki hocası tayin edilir. O, musikide bir zirvedir. Sanatından ödün vermez. Sultan Selim onun sayesinde kendi icra etti ği musikinin de ğerinden emin olabilir, ondan güç alır. Sadullah A ğa iyi yürekli, efendisini seven ve sayan, onun gözdesine â şık oldu ğu için kendisine kızan, alçakgönüllü bir yapıya sahiptir. Hatasından dolayı af dilemeyi bilir. Kibar, vefalı, duygulu bir ki şili ği vardır. Ki şilik geli şimi göstermez. Kendisi bir sanatkâr tipidir. Olumlu kahramanlar arasında yer alır. Tarihî bir ki şidir.

Köse Musa Pa şa ile Topal Ataullah Efendi hasımların yardımcılarıdır. Onlar fitneyi önce uyandırmı şlar, ardından da büyük bir yangın hâlini alıp Sultan Selim, Nizam-ı Cedid ve savunucularını yutmasına yardımcı olmu şlardır.

2.10.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Dilhayat Kalfa dekoratif kahramanlardan biridir. O, Mihriban’ın ses, güzellik ve güçlülü ğünün daha belirgin biçimde ortaya konması için oyuna yerle ştirilmi ştir. Dilhayat, kaliteli besteler yapan bir müzisyendir. Önceleri o, Sultan Selim’in gözdesiyken Mihriban gelince kendisi gözden dü şmü ştür. Sadullah A ğa saraya geldikten sonra Dilhayat Sadullah’a gönlünün kaydı ğını hissetmi ş, bu sefer de Sadullah Ağa ile Mihriban’ın birbirlerine â şık olduklarını görmü ştür. Bundan dolayı Mihriban’ı kıskanmaktadır. Onu kıskanç bir kadın tipi kabul edebiliriz. Olumsuz bir kahraman sayılabilir. Konu şma ve tavırlarıyla tanıtılmı ş, ruhsal açıdan ele alınmı ştır.

Yeniçeri, yamaklar ve Nizam-ı Cedid askerleri de dekoratif kahramanlardır. Yeniçeriler oyunun ba şlarında görünürler daha çok. Hükümdar ve yeni askere homurdanmakta, Musa ile Ataullah’ın istedi ği şekilde, onlara di ş bilemektedirler. Sonradan, Ruslarla sava şmaya giderler. Onların devlete büyük bir yük oldukları daha önce vurgulanmı ştı. Karadenizli yamaklar yeniçerilere göre çok daha hareketli olarak kar şımıza çıkar. Onlar Kabakçı Mustafa’nın güdümündedirler, Musa ve Ataullah’ın yönlendirmesiyle de hareket ederler. Çapulcu görünümü arz ederler. Nizam-ı Cedid askeri eser boyunca gölgede kalmı ştır. Cezzar Ahmet Pa şa’nın, emrindeki bir grup yeni askerle Akkâ Kalesi’ni Fransızlara kar şı ba şarıyla savundu ğu görülür. Bu asker yeni usullere göre sava şmayı bildi ğinden ba şarı kazanacak niteliktedir. Ne var ki, emir almadan hareket

 

 etmedi ği için oyun boyunca pasif kalacaktır. Oyunun sonlarında Musa, padi şahtan emir oldu ğunu belirterek Nizam-ı Cedid Oca ğı’nın kaldırıldı ğını söyler.

2.10.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Eserde üçü kadın, yirmi biri erkek olmak üzere yirmi dört kahraman bulunur. Mihriban, Dilhayat Kalfa ve Benli Halime kadın kahramanlardır. Sultan Selim, Musahip, Şehzade Mahmut, Köse Musa Pa şa, Topal Ataullah Efendi, Nesim Efendi, Đbrahim Efendi, I, II, III ve IV. Yeniçeri, Sadullah A ğa, General Sebastiyani, Napolyon Bonaparte (sesi), Đngiltere Elçisi (sesi), Kabakçı Mustafa, Halil Haseki, I, II, III ve IV. Yamak erkek kahramanlardır. Arka planda Nizam-ı Cedid askerleri, di ğer yeniçeri ve yamaklar da bulunur.

Oyunda üzerinde en çok durulan şahıs, Sultan Selim’dir. Sultan Selim, eser boyunca kılıç ile ney arasında hep gidip gelmi ş, her seferinde “ney”i tercih etmi ştir. Nitekim kendisi, sanatkâr yaratılı şlı bir insandır. Bir türlü kılıca uzanamayı şı onu trajik sona sürüklemi ştir. O, piyeste karakter olarak ele alınan bir iki ki şiden biridir. Tarihî bir ki şidir, bir Osmanlı padi şahıdır. Sunulu şu ba şarılıdır. Edilgen bir ki şi görünümündedir.

III. Selim Kılıç ve Ney , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihiyle ilgili oyunlarından biri olup tragedya tarzında kaleme alınmı ştır. Eserde koronun i şlevini Musahip yerine getirir. Oyun, bu bakımdan, yazarın di ğer oyunlarından farklılık gösterir. Di ğer oyunlarda bu görevi ya Đstanbullular ya da Keziban oyunundaki Ya şlı Kadınlar örne ğinde oldu ğu gibi, bir grup te şkil eden kahramanlar icra ederler. Oyun ki şileri genellikle tip düzeyinde ele alınmı ş, ruhsal yönleriyle yansıtılmı şlardır. Yazar, kahramanlarına kar şı nesnel bir tavır sergilemi ştir. Yine Bir Gülnihal oyununda oldu ğu gibi, bu eserde de klasik Türk musikisi geni ş bir yer tutar.

2.11. Güzellik ile A şk

2.11.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Güzellik ile A şk21 , Oflazo ğlu’nun iki bölümden olu şan müzikli oyunudur. Oflazo ğlu eserini Şeyh Galib’in Hüsn ü A şk mesnevîsinden faydalanarak kaleme almı ştır. Oyunun ba şına Galib’in “ Gele bir devr ki bu Gâlib’i yâd eyleyeler / Fırsat-ı sohbeti ahbâb   6`C:

 ganîmet bilsin ” beytini almı ş, “Sungu” ba şlı ğını ta şıyan ve gazel biçiminde kafiyelenmi ş altı beyitlik bir şiirden sonra oyuna geçmi ştir.

Oyunda Koro vardır. Koro, Sevgio ğulları oyma ğının ulularından olu şmu ştur. Koroba şı Koro ile konu şur, Güzellik ile A şk’ın hikâyesini anlatırlar. Sevgio ğulları oyma ğında bir gece tuhaf şeyler olur. Gök cisimleri normal dı şı hareket eder. Gürültüler, karartılar görülür. Đş te o gece, iki çocuk dünyaya gelir. Kıza “Güzellik”, o ğlana “A şk” adı konur. Sevgio ğullarının uluları Güzellik ile A şk’ın birle şmelerine karar verirler. Bu iki çocuk, be şikte acı çekmeye ba şlarlar. Sevgio ğullarının uluları yine toplanıp bu iki çocu ğun amaca ula şması için bilgi ve hüner edinmeleri, bunun için de Edep adlı okula gitmeleri gerekti ği sonucuna varırlar. Güzellik ile A şk Edep okulunda Çılgınlık Bilgesi’nden ders alırlar. Çılgınlık Bilgesi, Güzellik ile A şk’ın birbirlerine yönel melerini ister. Bundan sonra Güzellik ile A şk yalnız bırakılır. Güzellik A şk’tan muhabbet ister. A şk ise hayrettedir. Güzellik’i etkiler. Güzellik, A şk’ın ba şkasına â şık olmasından endi şe duymaktadır. A şk’a sokulur. A şk ise, onunla birle şmeden daha çok aydınlanmak ister. Güzellik A şk’a dokununca A şk uzakla şır. Birle şmeden ayrılırlar. Güzellik acı çekerek daha da güzelle şecektir.

Đçinde Bolluk havuzunu bulunduran Anlam Bahçesi’ne ula şır Güzellik ile A şk. Yine, Aşk uzakla şmakta, Güzellik ona ula şmaya çalı şmaktadır. Bu sırada Söz gelir Anlam Bahçesi’ne. Söz, Güzellik’in A şk’ı izlemesinin yanlı ş oldu ğunu belirtir. Đki sevgiliyi bulu şturur sıkı aralıklarla. Herkese rolünü ö ğretir. Güzellik ile A şk bir arada, mutludurlar. Oymak mensuplarından Hayret, Güzellik ile A şk’ı ayırır. Güzellik çekti ği ahlarla Hayret’in evini yıkmak isterken Söz gelir. Söz, Güzellik’e Hayret’in A şk’ın aynası oldu ğunu; Hayret’e zarar vermenin A şk’a zarar vermek anlamına gelece ğini söyler. Güzellik’in yazdı ğı mektubu a şka ula ştıracaktır Söz. Güzellik, mektubunda, Aşk’tan, kendisine kavu şabilmesi için ah çekmesini ister; ahı i şiten oymak ulularının kendisini A şk’a verece ğini belirtir. A şk, ah çekmeye razıdır; ancak, oymak ulularını küçümser. Söz bu kez de A şk’ın mektubunu Güzellik’e ula ştırır. Güzellik’in dadısı Đffet, Güzellik’in derdini anlamı ştır, ona yol göstermek ister. Đffet Güzellik’e sırrını saklamasını, derdini if şa etmemesini önerir. Zaten A şk da ahı yalnızca kendisi çekmek istemektedir; Güzellikten vefa bekler yalnızca. Söz de A şk’a kılavuzluk eder; sevgiliye hasretini artırmasını, ayrılık acısına dayanmasını öğütler. A şk, hayret ve ıstırap

 

 içerisindedir. Umutsuzlu ğu iyice artınca Gayret isimli lalası imdadına gelir. A şk, Gayret’in yardım teklifini kabul etmez önce. Gayret A şk’a sevgiliyi gerçekten isteme si gerekti ğini benimsetir. Đkisi beraber bu yola girince Çılgınlık Bilgesi “ Güzellik u ğruna çarpı şmak gerek! ” (s. 34) fermanını çıkarır. A şk, kılıç ve kalem le çarpı şaca ğını sanmı ş, bu sınavı kazanaca ğını söylemektedir. Sevgio ğullarının uluları A şk’ın üslûbunu kaba bulurlar. Zira, Güzellik’e giden yol uzun, incedir. A şk, gizli cevheri (s. 37) bulmalıdır Güzellik’e kavu şmak için. Gizli cevher , gönül ülkesindedir. Buraya giden yolda çok büyük engeller vardır, a şılması gereken. A şk, kabul eder şartları. Yoldaki engeller şunlardır:

1. Bin ba şlı bir ejder.

2. Ate ş denizinde mumdan gemiler.

3. Bin yıllık yol.

4. Sonu gelmez keder.

5. Acılar.

6. Saçının her teli bir yılan olan bir cadı.

7. Bir yaman çölde devler, periler…

8. Aslan, kaplan, sırtlan gibi her türlü yaban hayvanı.

9. Her yeri dolduran bin bir kılıkta ki cinler.

10. Uzun mu uzun geceler karanlı ğında şim şekler gibi haykırı şan hayaller.

11. Bo ğunç mu bo ğunç bir hava.

12. Kimi zaman ate ş, kimi zaman nakı şlı engerekler ya ğan bir çöl (s. 37-39).

Aşk, bu zorlu çölü aşıp gönül kentinden su iç erek gizli cevher e ula şırsa Güzellik’le vuslata erecektir (s. 39).

Oyunun ikinci bölümünde A şk ile Gayret’in zorlu yolculu ğu söz konusudur. Gönül ülkesine giderken daha yolun ba şında dipsiz bir kuyuya dü şerler. Dipte I Dev onları askerleriyle kar şılar. A şk korkmu ş, Gayret ona metaneti önermi ştir (Yoldaki di ğer

 

 tehlikelerde de böyle olacaktır. A şk ümitsizli ğe kapılınca Gayret onu yüreklendirecektir hep.). I Dev A şk ile Gayret’i tutsak alır. Bu esnada Söz onların imdadına yeti şir. Kuyunun dibinde bir ip oldu ğunu, onun vasıtasıyla kurtulabileceklerini belirtir. A şk ile Gayret kuyudan kurtulurlar. Sonra Keder Yıkıntıları’nı geride bırakırlar. Bir çölden sonra zorlu bir kı ş gecesiyle kar şıla şırlar. Ardından korkunç bir cadıya rastlarlar, do ğurduklarını yiyen. Cadı Aşk’ı çarmıha gerdirir. A şk Tanrı’ya seslenince Söz gelir yine. A şk, Güzellik’i bir an için aklından çıkardı ğı için cadıdan korkmu ştur. Güzellik, Söz vasıtasıyla A şk’a elmas bir kılıç ve bir at göndermi ştir. A şk, bunlarla ula şacaktır Gönül Kenti’ne. A şk ata biner, Gayret’le yola çıkarlar. Gam çölünü geçerler. Önlerine çıkan devleri A şk, kılıcıyla yok etmekte, böylece Acılar Sarayı’nı da a şmaktadırlar. Sonra, ate ş denizinde içi devlerle dolu mumdan gemilere rastlarlar. A şk, atını mahmuzlar ve bu tehlikeyi de atlatırlar. Anlam Bahçesi’ni andırır bir yere gelmi şlerdir. Söz, papa ğan biçiminde belirir. A şk’ı Akılçelen’e kar şı uyarır. Söz kaybolunca Akılçelen gelir perilerle. Akılçelen, Güzellik’in aldatıcı görünü şüdür. Akılçelen A şk’a muhabbetini sunar, şarap içirir, kılıcını alır. A şk aldanmı ştır. Söz bu defa sülün biçiminde belirmi ştir. A şk’a, Akılçelen’in kendisini Görüntüler Kalesi’ne götürebilece ğini, bunun çok kötü oldu ğunu söyler. Söz kaybolunca Akılçelen yine gelir. Aşk yine aldanmaktadır, Gayret’in uyarılarına aldırmaz. Akılçelen’le Görüntüler Kalesi’ne gider. Akılçelen onları kaleye kapatır. Burada aldatıcı tasvirler, resimler vardır. A şk atına biner. Çok uzun yol almalarına ra ğmen Görüntüler Kalesi’nden kurtulamamı şlardır daha. Söz bu defa da bülbül şeklinde görünür. A şk’a kaleyi yakarsa gizli hazineyi bulaca ğını, yoksa bedbaht olaca ğını söyler. A şk kaleyi yakar. Yine, türlü tehlikelerle dolu yollardadırlar. A şk iyice ümitsizle şmi ştir, attan dü şer. Ölümü dü şünmektedir. Söz, Đhtiyar olarak görünür. A şk’ı selamlar. Ona, kendisiyle birlikte gönül sarayına gidip hâlini gönül sultanına arz ederse sa ğalaca ğını, gizli cevherin burada oldu ğunu belirtir. Gönül sultanı, Güzellik’tir. A şk, âdeta yeniden hayat bulmu ştur. Gayret ve Söz’le Güzellik’in huzuruna gitmektedir. Gönül sarayına gelmi şlerdir. A şk yine hayrete dü şmü ştür. Gönül sarayına girerler. Binlerce asker vardır burada. Görkemli bir yerdir gönül sarayı. Gönül sultanının kö şküne yakla şırken A şk farklı heyecanlar ya şar. Đhtiyar kaybolur. Gayret ile Đffet A şk’ı selamlar. Söz ile Çılgınlık Bilgesi de gelir. Söz her şeyin artık geride kaldı ğını belirtip “ Bu garip bir sırdır, sı ğ akılla arayanlara saklıdır. (…) Çarpık bir görü ş yol açtı bütün bu olanlara.

 

 Aşk Güzellik’tir, Güzellik de A şk” (s. 69-70) der. Kılavuzların rolü burada bitmi ştir. Hayret devreye girer. A şk’ı vuslat perdeleri nden içerilere götürürken oyun sona erer.

2.11.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.11.2.1. Asıl Kahraman

Enginün’ün “ Bu eser iradenin yüceltilmesidir desek de olur ” (Enginün, 1987a: 59) yorumunu yaptı ğı oyunun asıl kahramanları Güzellik ve A şk’tır. Vak’alar bu şahıslar çevresinde olu şur. Bu iki kahraman ola ğanüstü bir gecede aynı anda dünyaya gelirler. Güzellik bayan, A şk erkektir. Sevgio ğullarının uluları onların birle şmelerine karar verir. Edep mektebinde onlar Çılgınlık Bilgesi’nden ders alırlar. Güzellik A şk’a vurulur. Ba şlarda Güzellik A şk’ı kovalıyor, A şk kaçıyor gibidir. Bir süre sonra Güzellik’in dadısı Đffet Güzellik’e bunun do ğru olmadı ğını söylemi ş, kıza nazlanmasını önermi ştir. Güzellik bundan sonra daha sakin hareket edecek, nazlanacak; A şk’tan kendisi için acı çekmesini, özlemini büyütmesini, zorlukları a şmasını isteyecektir. Duyguları güçlü bir kadındır Güzellik. Onları saklama gere ği duymaz önceleri. Ancak, Đffet’in nasihatleri onda bir de ğişim meydana getirmi ştir. O, artık kovalayan de ğil, kaçan; arzulayan de ğil, arzulanan konumundadır. Duygularını belli etmemeye çalı şması Güzellik’i daha da güzelle ştirir.

Güzellik, gönül ülkesinin sultanıdır, hâkimesidir. Her şey, herkes Güzellik’in emrindedir. Güçlüdür, güzeldir, eri şilmezdir Güzellik. Ona ula şmak çok büyük zorluklar a şmayı, serden geçmeyi gerektirir.

Aşk, ba şlarda utangaç, çekingendir. Söz, onun de ğişmesine vesile olacaktır. Zira, a şkın kuralı ma şukun kaçıp âşığın kovalamasını gerektirmektedir. A şk, sevgiliden ilgisizlik, naz beklemekte; kendisi kovalayan durumuna geçmek istemektedir. Bu da onun zorluklardan yılmayan biri oldu ğunu ortaya koyar. O, sevgili yolunda gam çekecek; böylece olgunla şacak, aydınlanacaktır. A şk, zoru istemekle birlikte darbo ğaza girdi ğinde güçsüzle şmekte, karamsarlı ğa kapılmaktadır. Bu da onun iradesindeki zafiyeti gösterir. Böyle durumlarda Söz, A şk’ın yardımına gelmektedir. Gayret A şk’ın daima yanındadır. Sevgiliye ula şma yolunda A şk’ın Akılçelen’e aldanması, onun güçsüzlü ğüne ba şka bir örnektir. Ba şlarda duygularını saklayan A şk, sonradan bunu gizlemeye gerek görmemi ştir. Nitekim o, Çılgınlık Bilgesi’nden ders almı ştır. Bir

 

 anlamda, a şk çılgınlıktır. A şk sevgiliye ula şma yolundaki engelleri a şıp gönül sarayına ula şır.

Güzellik ile A şk birbirinden ba ğımsız, ayrı varlıklar de ğildir. A şk, Güzellik; Güzellik, Aşk’tır. Bu sırrı, sı ğ akılla anlamak mümkün de ğildir. A şk, bunu ba şta idrak edemedi ği için zorlu yollardan geçmek zorunda kalmı ştır. Güzellik ile A şk, tasarlanmı ş ki şilerdir. Karakter olarak ele alınmı ş, konu şma ve davranı şlarıyla tanıtılmı şlar, daha çok, ruhsal boyutlarıyla sunulmu şlardır. Ba şlarda Güzellik etken, A şk edilgen iken sonradan, durum tersine dönmü ştür. Söz’ün ve Đffet’in nasihatleri bu konuda etkili olmu ştur.

2.11.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu gruba Hayret, Akılçelen, I. Dev, II. Dev, Cadı ve yoldaki di ğer engelleri dâhil edebiliriz.

Hayret, Sevgio ğulları oyma ğındandır. Ülkede buyruğunu yürüten bir ki şidir. Güzellik ve A şk üzerinde de hükmünü göstermek istemi ş, onları ayırmı ştır. Güzellik bunun üzerine, çekti ği ahla onun varını yo ğunu kül etmek istemi ş; Söz, Güzellik’e engel olmu ştur. Çünkü, Hayret Aşk’ın aynası , “ … A şkın i şleyi şidir. Olaylara verdi ği görüntü, ola ğanüstülük a şkın devamıdır ” (Ayata, 2009: 278). Hayret’i daha sonra gönül sarayında A şk’ı Güzellik’in huzuruna çıkarmak için ona rehberlik ederken görürüz. Hayret bir ara, engel gibi görünmü şse de vuslat için vazgeçilmezdir. O da tasarlanmı ş bir ki şidir. Tip düzeyinde ele alınmı ştır. Psikolojik özellikleri üzerinde fazla durulmamı ştır. Davranı şlarıyla tanıtılmı ştır. Ba şta olumsuz bir kahramanmı ş gibi algılansa da A şk’ın Güzellik’e ula şması için vazgeçilmezdir. Bu sebeple, kendisini olumlu bir ki şi sayabiliriz. Önce, Güzellik ile A şk’ı ayırmaya muktedir oldu ğu için onu etken bir ki şi sayabiliriz.

Akılçelen, periler padi şahının kızı olup Güzellik’in aldatıcı görünü şüdür. A şk onu Güzellik sanıp yolundan geri kalır bir zaman. Akılçelen A şk’a şarap içirir, kılıcını elinden alır onun. Sonra da Görüntüler kalesi’ne kapatır A şk ile Gayret’i. A şk’a içirdi ği şarap, çokça hükümdarın kanından mürekkeptir. Kötü bir ki şili ğe sahiptir Akılçelen. Aşk, Görüntüler Kalesi’ni yakarak Akılçelen’in etkisinden kurtulmu ştur. Oyundaki di ğer ki şiler gibi Akılçelen de tasarlanmı ş bir ki şidir. Olumsuz kahramanlar arasında yer  

 alır. Tip düzeyinde ele alınmı ş; güzelli ğinden ve kötülü ğünden söz edilmi ştir. Davranı ş ve konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Ki şilik geli şimi göstermemi ştir.

Zorlu yolculu ğun ba şında A şk ile Gayret dipsiz kuyuya dü ştüklerinde I. Dev onları ele geçirmi ş; yerken daha çok lezzet almak için semirme leri amacıyla onları kapattırmı ştır. I. Dev kaba saba, yamyamdır. II. Dev de ate ş denizindeki mumdan gemilerde bulunur. O da A şk’ı aldatıp ona zarar vermek için A şk’ı gemiye ça ğırır. Ancak, A şk atıyla uzakla şır oradan. Devler ve Güzellik’in yolundaki di ğer engeller masal yaratıklarıdır. Cadı da bunlardan biridir. Tiksindirici bir görüntüye sahiptir. Kendi do ğurduklarını yer. Bunlar, tasarlanmı ş kahramanlardır. Üzerlerinde fazla durulmamı ştır.

2.11.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Aşk, Güzellik’e ula şmayı, Güzellik de A şk’a kavu şmayı arzular. A şk, vuslata ermek için gerekli olgunlu ğu kazanmak ister. Bu da ona özlemin büyütülmesinden geçmektedir. Sevgilinin ilgisizli ği, kendi ahlarının çoklu ğu, A şk’ın özlemini büyütecektir. Güzellik’in arzusunu onun A şk’a yönelik söyledi ği “ Ya ben sana kavu şur nasibimi alırım, ya bu yolda ölür, adımı ya şatırım! ” (s. 27) sözlerinde görürüz. Eserde iki sevgilinin birbirine kavu şamamasından korkulur ki bu olmamı ştır. Güzellik ile A şk vuslata erer.

2.11.2.4. Yönlendirici

Birinci dereceden yönlendirici Söz’dür. Onun de ğişik bir hâli olan Đhtiyar ile Sevgio ğulları oyma ğının uluları, Çılgınlık Bilgesi, Đffet de yönlendirici şahıslardır.

Söz, Güzellik ile A şk arasındaki ileti şimi sa ğlayan ki şidir / kavramdır. Söz kendini “Hem Tanrı kitabı, hem mucize, hem peygamberim ben. (…) Yolunu yitirmi şlere kılavuz, kimsesizlere padi şahım… ” (s. 23) biçiminde tanıtır. Güzellik’e nazlanması, A şk’a da özlemini büyütmesi gerekti ğini Söz belletmi ştir. A şk zor duruma dü ştü ğünde Söz bazen kendisi olarak, kimi zaman da bülbül, sülün, papa ğan şekillerine girerek onun imdadına yeti şir; yapması gerekeni söyler A şk’a. Đhtiyar, Söz’ün ba şka bir biçimidir. Kendisi hakkında “ Ben zamanın hekimiyim ” (s. 64) tanımlamasını yapar. Pir, bilge bir ki şidir. Aşk’a, Güzellik’e artık kavu şaca ğını, Güzellik’in gönül ülkesinin hâkimesi oldu ğunu Đhtiyar haber verir. Tasarlanmı ş ki şilerdendir Söz de, Đhtiyar da. Olumlu kahramanlar arasında yer alır. Kılavuzluk görevi dolayısıyla etken sayılabilir.  

 Sevgio ğulları oyma ğının ulularını Güzellik ile A şk’ın birle şmeleri ne, bir anlamda kaderlerine karar verdikleri için yönlendirici kabul edebiliriz. Koro ve Koroba şı ile temsil edilir onlar oyunda. Bunlar Güzellik ile A şk’ın Edep mektebinde yeti şmelerini de kararla ştırmı şlardır. Sevgio ğulları her zaman ve mekânda tanınır; nitekim sevgi evrenseldir. Dertliler onlara yönelir.

Çılgınlık Bilgesi, Güzellik ile Aşk’ın Edep mektebindeki hocalarıdır. O, A şk’ın dilini çözdü ğü, Güzellik ile A şk’ın birbirine yönelme sini istedi ği, A şk’ın Güzellik’e ula şmak için zorlu yolu a şmasını öne sürdü ğü için yönlendiricidir. Çılgınlık Bilgesi, “ En tedbirli ki şilere akıl verenim ben! ” (s. 15) der kendisi hakkında. Onun i şi gönülledir, akıl yanından bile geçmez. Son derece güçlü, tüm duyular üzerinde hâkimiyet sahibidir o.

Đffet, Güzellik’in dadısıdır. Güzellik’e bir anne sevgi ve şefkatiyle yakla şmı ştır. Yüre ği sevgi, merhamet dolu bir kadındır. Güzellik’i iyi tanımaktadır. Hâllerinden A şk’a tutkun oldu ğunu anlar. Güzellik’e ö ğüt verir. A ğırba şlı olmayı, iffetini korumayı, a şk sırrını iyi saklamasını, A şk’a kar şı nazlanmasını tavsiye eder ona. Onun için, Đffet’i yönlendirici şahıs kabul etmekteyiz. Onun bu tavsiyeleri Güzellik üzerinde etkili olmu ştur.

2.11.2.5. Alıcı

Eserdeki vak’alardan en çok etkilenen, oyunun sonunda vuslata eren A şk ve Güzellik oldu ğu için bu iki kahramanı temel alıcılar kabul edebiliriz. Oyundaki di ğer kahramanlar Güzellik ile A şk için var olduklarından, tüm şahısları da alıcı saymak mümkündür.

2.11.2.6. Yardımcı

Öncelikli yardımcı şahıs Gayret’tir. Gayret, A şk’ın lalasıdır. Güzellik’e ula şmak uğrundaki uzun ve ince yolculukta Gayret A şk’ın yanında bulunmu ştur daima. Onun tüm sıkıntılarına ortak olmu ş; sözleriyle A şk’ı yüreklendirmi ş, onu karamsarlıktan kurtarmaya çalı şmı ştır. Gayret, güçlü, zorluklardan yılmayan bir şahıstır. Tüm tehlikeleri göze alarak A şk’a yolda ş olmu ştur. Gayret, “ Aşk’ın direnen yönüdür ” (Ayata, 2009: 282).

Aşk’ın Dadısı, Güzellik’in A şk’a yolladı ğı küheylân ve elmas kılıç da yardımcı unsurlar kabul edilebilir. A şk’ın Dadısı, A şk be şikteyken onu büyütür. Söyledi ği ninnilerde

 

 dünyanın mihnet dolu oldu ğunu belirtir. Küheylân ile kılıç da zorlu yolculuktaki engelleri a şmakta A şk’a yardımcı olmu ştur. A şk, kılıcını Akılçelen’e kaptırır.

2.11.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Edep mektebindeki ö ğrenciler, Akılçelen’in yanındaki periler alayı, mumdan gemilerdeki devler, gönül sarayındaki askerler dekoratif kahramanlardır. Olaylara yön vermemi şlerdir. Bu kahramanlar yazarca ayrıntılı i şlenmez.

2.11.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunun şahıs kadrosu on üç kahramandan olu şmaktadır. Dev, cadı gibi masal yaratıklarında kadın, erkek ayrımı yapamadı ğımız için bu eserin kahramanları arasında cinsiyet belirtme yoluna gidilmemi ştir. Koro (Sevgio ğulları oyma ğının uluları), A şk’ın Dadısı, Çılgınlık Bilgesi, Güzellik, A şk, Söz, Đffet (Güzellik’in dadısı), Gayret (A şk’ın lalası), I. ve II. Dev, Cadı, Akılçelen (Güzellik’in aldatıcı görünü şü), Đhtiyar (Söz’ün de ğişik görünü şü) piyesin kahramanlarıdır.

Eserde en çok A şk üzerinde durulmu ştur. Güzellik, A şk’tan ba ğımsız, ayrı bir varlık olmadı ğı için hem Güzellik, hem A şk üzerinde çok durulmu ştur diyebiliriz. Güzellik ve Aşk, karakter boyutunda i şlenmi ştir. Tasarlanmı ş ki şilerdir. Ba şarılı bir biçimde sunulmu şlardır. Aşk, çekti ği çileler sonucu Güzellik’e ula şmı ş, bu açıdan yüceltilmi ştir.

Güzellik ile A şk, Oflazo ğlu’nun sembolik oyunlarından biridir. Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk mesnevîsinden yararlanılarak yazılmı ştır. Oyun, tasavvuf felsefesi ile de yorumlanabilir niteliktedir. Konu soyut oldu ğu için kahramanlar da tasarlanmı ş ki şi olarak kar şımıza çıkmaktadır. Ki şilerden ço ğu tip düzeyinde ele alınmı ş, ruhsal boyutlarıyla sunulmu şlardır.

2.12. Cem Sultan

2.12.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

 

 Cem Sultan 22 , yazarın iki perdelik tragedyalarındandır. A ğabeyi II. Bayazıt’ın hükümdarlı ğına isyan edip uzun yıllar onunla sava şan, Rodos, Mısır, Fransa, Roma gibi yerlere sı ğınmak zorunda kalan Fatih’in küçük o ğlu Cem Sultan’ın macerasını anlatır.

Birinci perdedeki ilk mekân, Baron de Sasanage’ın Fransa’daki şatosudur. Maskeli baloda Cem’le Baron de Sasanage’ın kızı Helen’in dans ettiklerini görürüz. Cem bu kıza tutkundur. Kız, ertesi gün erkenden rahibeler manastırına gidece ğini söyler. Baron ile Şövalye Guy Blanchefort’un amacı da Cem’i bu kız vasıtasıyla elde tutmak, binlerce Venedik altınını elde etmektir. Ayrıca, Hıristiyanlığa hizmet etmi ş olmak da vardır. Derken, Sinan, Frenk Süleyman ve Cem’in di ğer adamları gelir. Süleyman Fransa’ya eğlenmeye gelmediklerini söyledi ğinde geriye dönü ş yöntemiyle Bursa’da ya şananların hatırlatılması söz konusudur. Cem Konya’dan Bursa’ya geçmi ş ve burada, adına hutbe okutup para bastırmak suretiyle hükümdarlı ğını ilân etmi ştir. Bu sırada Karaman Beyi Kasım da Cem’e yardım etmi ştir. Bu noktada Sultan Bayazıt’ın nemene bir afyon müptelâsı , topra ğı molla takımına hacı hocaya da ğıtmak niyetinde (s. 13) şeklinde vasıflandırıldı ğını görmekteyiz. Sultan Bayazıt, saltanat davası süren karde şi Cem’le sava şmak için Fatih’in ordusuyla Bursa Ovası’na gelmi ştir. Şehri ku şatmak de ğil, açıkta sava şmak istemektedir. Cem’in buna kar şılık, Rumeli’nin a ğabeyinde kalmasını hazmedece ğini söyledi ğini, Anadolu’nun kendisine bırakılmasını istedi ğini görürüz. Bayazıt bu teklifi kabul etmedi ği için Cem sava şı göze almak zorunda kalır. Ancak, Cem’in lalası Yakup Bey, onun ordusunun büyük bölümünü yanına alıp Đstanbul ordusuna katılmı ştır. Cem beyninden vurulmu şa döner. Son Karamano ğlu Kasım Bey ise, Cem’i hâlâ kı şkırtmakta, ona güney sınırına ula şıp Mısır’a geç mesini, kendisinden haber beklemesini ö ğütlemektedir. Karamano ğlu Kasım Bey ve di ğer bazı Avrupalı önderler Cem için dünyanın farklı görünü şleridir. Önce Karamano ğlu Kasım Bey, sözü edilen nasihatten sonra Cem’e, “ Ülke çok, dünya tek ” (s. 17) der. Bu söz eser boyunca çe şitli yerlerde tekrarlanacaktır. Cem’in adamlarından Sinan’ın kimi sözleriyse onun bir tür “koro” i şlevi üstlendi ğini dü şündürmektedir.

Işık ve Fransız ezgileriyle (s. 17) geçmi şten hâlihazıra dönülür. Cem’in sözleri, Bursa’daki sava şın ardından Konya’ya gidip karısı, annesi, öbür çocuklarını alarak   6`C:

 

 sınıra do ğru ilerledi ğini; ancak, babası Fatih’in sa ğlı ğından beri Đstanbul’da kalan oğlu Oğuzhan’ın hayatta kalması konusunda endi şesinin oldu ğunu anlatmaktadır. Cem Macaristan’a gitmek ister; fakat Şövalye Blanchefort kraldan izin gelmeden bunun mümkün olmadı ğını belirtir. Bu sırada Helen gelmi ştir. Birbirlerine a şklarından söz ederler. Cem tahta geçince Helen’i de alacaktır. Helen ayrılırken Sinan Cem’e Mısır’da bıraktı ğı ailesini hatırlatır. Bu noktada yine geriye dönü ş tekni ğiyle Mısır’da ya şananlar anlatılır.

Mısır Sultanı Kayıtbay ile veziri konu şmaktadır. Kayıtbay, Kâbe’yi ziyaretten dön en Cem’in, Fatih’in devletine kar şı bir silâh olarak kullanılabil ece ği (s. 23) dü şüncesindedir. Cem Kayıtbay’a tahtı eline geçirirse sürekli dost kalacakları sözünü verir. Karamano ğlu Kasım Bey ile Ankara’ya hâkim Mehmet Bey’in kendisini Anadolu’ya çağırdıklarını söyleyip ondan askerî destek ister. Kayıtbay, bunun Osmanlı’ya sava ş açmak anlamına gelece ğini söyleyerek mümkün olmadı ğını, ancak, sınırda onun için asker bulunduraca ğını, Cem’in ailesinin Mısır ülkesinde güven içinde kalabileceklerini belirtir. Mısır sultanı, “ Đki karde ş çeki şirken bölünecek Osmanlı, o zaman en güçlü biz olaca ğız yine ” (s. 25) diyerek gerçek amacını ortaya koyar.

Şehzade Cem’i Anadolu’ya ça ğıran Ankara beyi daha ilk çatı şmada bozguna uğratıl mı ş; Karamano ğlu Kasım Bey ise bir yandan, bahtsız şehzadeyi umutsuz bir sava şa kı şkırt makta, bir yandan da onunla ilgili her haberi Sultan Bayazıt’a yolla maktadır (s. 25). Bayazıt, karde şine, “ Bu bo ş, bu töreye aykırı tutumdan vazgeçersen padi şah gibi ya şatırım seni. (…)Kudüs’e git, o kutsal diyarda kal, ama saltanat davasına kalkmayaca ğına yemin et ” (s. 25-26) der. Ancak, Kasım’ın kı şkırtmasıyla, Cem, saltanatın kendi hakkı oldu ğunu, Bayazıt’la devletin büyüyemeyece ğini, pazarlık kabul etmedi ğini söyler. Bundan sonra Bayazıt şu emri verir:

“Güney Đtalya fatihi Gedik Ahmet Pa şa’ya buyru ğumdur: Töreye saldıran, düzene ba şkaldıran karde şimi bir güzel ele geçirip incitmeden huzura getire. Ve dahi, vardı ğı yerlerde sorup soru şturup ö ğrene; karde şimize saygısızlık edenler, en küçük bir küstahlıkta bulunanlar olmu şsa, onları en büyük cezaya u ğrata! Çünkü bir Osmanlı’yı ancak bir Osmanlı cezalandırabilir” (s. 27). Anadolu’da umdu ğunu bulamayan Cem’e Sinan, Mısır’a dönme teklifinde bulunur. Fakat, Karamano ğlu Kasım Bey Cem’in iktidar arzusunu sürekli körüklemekte,

 

 Rumeli’ye geçip Macar kralından da destek almasını, Rodos şövalyeleri vasıtasıyla Rumeli’ye geçebilece ğini söylemektedir. Burada, geriye dönü ş sona erer. Süleyman’ın Frenkli ği ba ğlamında Rodos şövalyelerinin Osmanlı gemilerine verdi ği zarardan söz edilmesinin ardından yeniden geriye dönü ş söz konusudur. Cem ve adamlarının Rodos’a geçtiklerini ö ğreniriz. Cem Sultan Rodos’tan Macaristan’a, oradan da Rumeli’ye geçmeyi istemektedir. Rodos şövalyelerinin kendisine yardım etmesi durumunda onlara vereceklerini sıralar. Rodos şövalyelerinin ba şrahibi, Cem’in bir an önce adalarından uzakla ştırılması gerekti ği, ancak o ayrılana kadar Osmanlı Sultanı Bayazıt’tan ne kadar altın koparılabilirse bunun kâr olaca ğını dü şünmektedir. Sultan Bayazıt’sa Şehzade Cem’i barındıran ülkeye ödenecek yıllık kırk be ş bin altının Avrupa ülkelerini birbirine dü şürüp onlara Osmanlı’yı unutturaca ğını öngörmektedir. Bunu duyan Ba şrahip’in Bayazıt’ın cesur olmadı ğını, Osmanlı’yı Avrupa’dan çıkarmak için bu fırsatın çok iyi kullanılması gerekti ğini söylemesinden sonra geriye dönü ş sona erer. Cem Blanchefort’a avlanmak, Nis şehrinin sokaklarında gezinmek istedi ğini söyledi ğinde Blanchefort ona birkaç ki şiyi daha Paris’e yollamak gerekti ğini belirtir. Cem oyalandı ğının, Osmanlı Devleti’nin kendisi yüzünden “Rodos’un deniz hırsızlarına haraç vermek zorunda” (s. 34) oldu ğunun farkındadır. Bu esnada Helen gelir, â şıkane sohbet ederler. Cem’in sılaya özlemi doruktadır. Bayazıt da elçi yollamı ştır. Cem’den Kudüs’e gitmesini, saltanat davasından vazgeçmesini ister. Cem bunu kabul etmeyecektir. Bundan sonra mekân Đstanbul’dur. Sadrazam ile Bayazıt arasındaki konu şmalara şahit oluruz. Sadrazam Şehzade Cem’in ortadan kaldırılmasının Fatih Kanunnamesi’ne uygun oldu ğunu belirtir. Cem’in o ğlu O ğuzhan’ın öldürülece ğini de bu konu şmadan sezeriz. Ardından, Cem ve Blanchefort’u Fransa’da Cem Kulesi’nde görürüz. Blanchefort, Cem ve adamlarına kuleyi gezdirmektedir. “ Rodos şövalyelerinin ba şı D’Aubusson hazretlerinden şanlı prense bir küçük arma ğan ” (s. 46) olarak Cem Sultan’a, kendisine “Sohbetî” adı konacak papa ğan sunulur. Đstanbul’dan yine elçi gelmi ştir, Cem’in sa ğ oldu ğunu görüp bir mektup vererek uzakla şır. Cem adamlarıyla yalnız kalınca Sinan, elçinin getirdi ği mektubu okur. Bu mektupta Cem’in Đstanbul’daki oğlu O ğuzhan’ın öl(dürül)dü ğü de yazmaktadır. Cem çıldıracak hâle gelir; ancak oğlunun kendi hatası dolayısıyla öldürüldü ğünün farkındadır.

Sasenage Şatosu’nda Blanchefort, Baron ve Helen arasındaki konu şmadan Helen’in yaptı ğından pi şman ve Cem’e â şık oldu ğunu ö ğrenmekteyiz.  

 Cem Kulesi’nde Cem’in adamlarının kaçmayı planladıklarını görürüz. Bu plan şövalyeler tarafından ö ğrenildi ği için Blanchefort Sinan’ı öldürmek ister, Cem buna izin vermez. Blanchefort’un, “ Siz devletlerarası bir sorun oldunuz artık. Sizi hem karde şinizin gizli adamlarına hem de Avrupa krallarına karşı korumak Rodos şövalyelerinin harcı de ğil bundan böyle. Onun için Roma’ya gitmeniz gerekiyor. ” (s. 62) şeklindeki sözleri, Cem’in bundan sonraki rotası hakkında bilgi vermektedir. Helen’in görevi sona ermi ştir. Cem’in gazabından “ deh şete kapılan Blanchefort’la öbür şövalyeler süklüm püklüm çıkarken ” (s. 63) perde kapanır.

Đkinci perdede Cem Sultan Roma’dadır. “ Vatikan Sarayı Cem’i olabildi ğince görkemli bir törenle, şenlikle kar şılamakta ” (s. 67)dır. Şehzade Cem, Papa’nın elini, aya ğını öpmez. Önünde e ğilmeyi de reddetti ği sırada Mısır Sultanı Kayıtbay’ın elçisi Cem’in ayaklarını öper. Papa Cem’e Avrupa ordusunun ba şında Bayazıt’a kar şı sava şmayı teklif etti ğinde Cem Sultan bunu kabul etmez. Büyük hata etti ğinin farkındadır. Tek emeli, Mısır’a ailesinin yanına gitmektir. Hiçbir koşulda kendi halkının yüzüne bakmaya cesareti olmadı ğını söyler. Çekti ği çileler, ya şadıkları Cem’i olgunla ştırmı ştır. Bu sırada Şövalye Blanchefort Cem’in ruh yüceli ği kar şısında onun önünde e ğilir. Cem Sultan’ın hazinesi ona hiçbir arma ğan veremeyece ği kadar bo ştur. Bunun üzerine yüzü ğünü hediye eder.

Đstanbul’da Bayazıt ile Sadrazam, Cem meselesi ve dış geli şmelerle ilgili isti şarede bulunmaktadır. Cem’i ülkesinde güven içinde barındırana hem ekonomik destek hem de siyaset deste ği sa ğlanacaktır. Endülüs’teki kültür ve can katliamına kar şı Osmanlı Devleti önlem alacak; Đspanyollardan kaçan Müslüman Araplar istedikleri yere, Yahudilerse Osmanlı ülkesine ta şınacaktır.

Roma’da Cem Sultan ile adamları Sinan ve Süleyman Osmanlı ordusu ve Sultan Bayazıt’ın icraatlarını konu şurken Papa gelir. Görülmemi ş bir Avrupa ordusunun Cem’in gösterece ği hedefe yönelmek için hazırlandı ğını, Cem’in Hıristiyanlar üzerinde daha etkili olabilmesi için Hıristiyan olması ya da en azından öyle gözükmesi gerekti ğini söyler. Cem bunu kabul etmez. Yaptıklarına çok pi şmandır, elinden bir şey gelmez. Sılaya özlem doludur.

 

 “Vatikan’da bir salon ” (s. 80)da Papa resminin yapılması için poz vermekte, kardinallere Cem’in durumu, Bayazıt’ın tutumu, Avrupa devletlerinin Cem’i ele geçirmek için birbirleriyle yarı şmaları hakkında açıklama yapmaktadır. Yanına gelen Cem’e resim yapılmasıyla ilgili görü şünü sorar. Ressama birlikte poz verirler, kadeh kaldırırlar. Papa Cem’e niçin Đran yerine Rodos’a sı ğındı ğını sordu ğunda Cem bunu Rumeli’ye gitmek için yaptı ğını belirtip Papa’dan Mısır’a geçme yolunda yardım diler. Papa’nın cevabıysa, “ Mısır’a gitmek saltanat davasından vazgeçmektir. Biz sizi Macaristan’a gönderece ğiz uygun bir zamanda, oradan şerefle Rumeli’ye geçer, hakkınızı alırsınız ” (s. 83) şeklindedir. Cem yine dünyaya aldanmı ştır. Đkisi arasındaki diyalog sürerken Cem’in, “ Dü şündü ğünüz sefere bensiz çıkılacak Papa hazretleri. (…) O tahtı [Osmanlı tahtını] karde şim tam bir yetkiyle doldurmakta. Bunu ben anlamı ş bulunuyorum, siz dahi bir an önce anlarsanız iyi olur sizin için ” (s. 85) yolundaki yanıtı, kendisinin saltanat davasından vazgeçti ğinin açık göstergesidir. Yine bu konu şmada Papa’nın sözlerinden, Đspanya’daki Müslümanların Hıristiyanlar tarafından sindirilmesi dolayısıyla Avrupa’da şenlikler düzenlendi ğini ö ğreniriz. Cem’le Papa Müslüman-Hıristiyan siyasî üstünlü ğünü tartı şırken Fransa Kralı Charles Roma’yı ku şatmı ştır. Papa ile Cem San Angelo Kalesi’ne sı ğınırlar. Cem kendinden çok adamlarının durumuna üzülmekte, artık ölümü arzulamaktadır. Papa ğan Sohbetî’nin bu ba ğlamda ve oyun boyunca söyledikleri, onun bir çe şit koro i şlevi üstlendi ğini dü şündürmekte bize. Bu esnada Helen çıkagelir, Cem’e hep ba ğlı kaldı ğını söyler. Onu Fransa kralı beraberinde getirmi ştir. Kralla Papa Cem’in ziyaretine gelir. Fransa kralı Cem’i ülkesine götürmek istemektedir. Cem Fransa’da yıllarca kaldı ğı hâlde kralı göremeyi şinden söz etti ğinde Charles de bunun kendisine farklı aksettirildiğini söyler. Kötü aracılar, Papa suçlanır. Bu sırada “ Papa sıvı şırcasına çıkar ” (s. 98).

Đstanbul’da Bayazıt ile Sadrazam’ın konu şmalarından, Fransa Kralı Charles’ın Osmanlı deste ğiyle Roma’yı ku şattı ğını ö ğreniyoruz. Bu kadar yeterli bir hükümdar’ın Şehzade Cem’i elinde bulundurması Osmanlı Devleti için tehlike arz edece ği için Bayazıt Cem’in öldürülmesi için Papa’ya na ğme yollayıp cenazeyi hemen istedi ğini belirtir. Aksi takdirde Đtalya kıyıları yakılacaktır. Öldürülece ği haberini Blanchefort Cem’e iletir. Cem adamlarıyla ümitsizce konu şurken “ Papa bir kardinalle belirir, kardinalin elindeki tepside bir kadeh şerbet vardır. Cem onları görünce garip bir sevinçle gözleri parlar ” (s. 105). Papa şerbeti Cem Sultan’a sunacakken Sinan kadehi alır. Sinan’ın içip  

 kontrol etmesine fırsat vermeden Cem şerbet kadehini ondan alır ve bir diki şte içer. Papa sıvı şır. Helen gelmi ştir. Sinan ve Süleyman ikisini yalnız bırakır. Đkisi bir süre yine dans eder. Helen Cem’den hamiledir. Cem, a ğabeyi Bayazıt’a adamları ve ailesini koruması, ho ş tutması yolunda vasiyette bulunur. Kral Charles gelmi ştir Cem’e serbest oldu ğunu söylemeye, durumu görür. Cem, “ Diledi ğim yere gidiyorum ben ” (s. 111) diyerek ölür.

2.12.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.12.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun asıl kahramanı Cem Sultan’dır. O, “ Saltanat benim hakkım ” (s. 13) diyerek kendisinin Osmanlı tahtına a ğabeyi Bayazıt’tan daha lâyık oldu ğunu, kendisi hükümdar olursa devletin daha çok büyüyüp geli şece ğini dü şündü ğü için Bayazıt’ı hükümdar olarak tanımak istememi ş, ona kar şı isyan etmi ştir. Önce Bursa’da hükümdarlı ğını ilân eder. Sultan Bayazıt Bursa’ya Cem’le sava şmaya gelmi ştir. Bu noktada Cem, Bayazıt’a “Rumeli mülkünü gözden çıkardım, senin olsun. Devletimiz çok büyük, sana da yeter bana da ” (s. 15) demi ştir. Bu sözler, Cem’in hükümdarlı ğa lâyık olmadı ğını gösterir; gerçek bir hükümdar, ülkesinin bölünmesini de ğil teklif etmek, aklından dahi geçirmez.

Cem Sultan a ğabeyine Bursa’da yenilmi ştir. Ancak, Karaman Beyi Kasım, Cem’in iktidar arzusunu körükler; ona Mısır’a gidip kendisinden haber beklemesini, tahtı kendi gücüyle ele geçirmesini söylemi ştir. Cem Sultan ona inanır ve ailesini de alıp Konya’dan Mısır’a geçer. Kasım Bey bir süre sonra Cem’i Anadolu’ya ça ğırır; diğer taraftan da onu Bayazıt’a gammazlamaktadır. “Cem, Karamano ğlu Kasım Bey'in tahriklerine kapılınca yanlı ş dü şünmeye ba şlar. Basiretsizlikle ilk bulu şması bu noktadadır. Bundan sonra ba şlayacak mücadele fikri sabit hâle gelince çevresine verece ği zararları ve kayıpları göremez ” (Töre, 1996: 1329). Mısır Sultanı Kayıtbay da iki karde şin çeki şmesinin Osmanlı ülkesini yıprataca ğını, dolayısıyla bunun kendilerine yarayaca ğını dü şünmektedir. Kayıtbay olsun, Kasım olsun, Cem Sultan’ın a ğabeyine isyanından kendileri yararlanmaya çalı şmakta, onun üzerinden çıkar sa ğlamaya çabalamaktadırlar.

Cem bir ara hacca da gitmi ştir. A ğabeyi Bayazıt ona, Kudüs’e gidip saltanat iste ğinden vazgeçerse kendisini çok iyi ya şataca ğını, bu gelene ğe aykırı ba şkaldırıdan

 

 vazgeçmesini söyler. Fakat, Cem Sultan yine, Kasım Bey’in Rodos şövalyeleri yoluyla Macaristan’a ve oradan da Rumeli’ye geçip tahtı ele geçirmesi önerisini dikkate almı ş, dünyaya aldanmı ştır. Cem’in “ Hey Tanrı’m! Benim için ya şamak sürekli aldanmak mı olacak böyle? ” (s. 35) demesi, kendisinin devamlı olarak kandırıldı ğını, dünyanın albenili şeylerince hüsrana u ğratıldı ğını ortaya koyar. Cem Sultan’ı bundan sonra Rodos şövalyelerinin muhafızlı ğında Rodos’tan Fransa’ya geçmi ş olarak görürüz. Sultan Bayazıt, Cem’e yine elçi göndermi ş, bu davadan vazgeçmesini söylemi ştir. Cem bunu yine kabul etmeyecektir. Ancak, Cem Sultan şövalyelerce oyalandı ğını, hatasını da anlar. Tutsak oldu ğunun farkındadır. Kendisi için yaptırılan Cem Kulesi’ne kapatılmı ştır. Rodos şövalyelerinin lideri D’Aubusson, Cem’e bir papa ğan göndermi ştir. Cem papa ğana yönelik olarak “ Ho ş geldin, Sohbetî. Kafes içinde bir ku ş… Timsalimiz de var şimdi, ona bak bizi gör ” (s. 47) deyip kendi esirli ğini nasıl algıladı ğını, ağabey inin kendisini Avrupa’ya hapset ti ğini ortaya koyar. Devleti onun yüzünden Rodos şövalyelerine, onu barındıran Avrupa devletine vergi ödemektedir. Kendisini suçlar. “ Nice büyük devletleri vergiye ba ğlayan devletim Rodos’un deniz hırsızlarına haraç vermek zorunda benim yüzümden. Kırk be ş bin duka altını! ” (s. 35) der. Cem, küçük o ğlu O ğuzhan’ın öldürülmesinin de kendi isyanından kaynaklandı ğının farkındadır. “ … Ben öldürdüm seni, ben. Amcanın ne günahı var? O bir yasayı yürütüyor sadece. Bense… ” (s. 50) diyerek acısını dile getirip öz ele ştiride bulunur.

Cem Sultan ba şka bir memlekette bulundu ğu için üzgündür, sılasına özlem doludur. “Yurdum, ulusum! ” (s. 37) diye iç geçirir. Ayrıca malikânesinde kaldı ğı Baron’un kızı Helen’e de â şık olmu ştur. “ Garipli ğimiz yetmezmi ş gibi, bir de â şık olduk ” (s. 55) der. Fransa hükümdarından kendisi için beklenen haber bir türlü gelmez. Adamı Sinan, kaçma planı yapmı ştır. Plan sezilir. Bundan sonra Cem’i Vatikan’a, Papa’nın yanına gelmi ş olarak görürüz. Cem Sultan son derece ma ğrur bir Osmanlıdır. Kendisinden Papa’nın önünde e ğilmesi istendi ğinde etrafındakilere şöyle der: “ Ben ömrümde ancak bir kez e ğildim, dünyaya ba ş e ğdiren pederimin, Fatih Sultan Mehmet’in önünde ” (s. 67). Cem ne denli büyük bir hata yaptı ğını iyice anlamı ştır. Çekti ği acılar kendisini olgunla ştırmı ştır. A ğabeyi Bayazıt’ın hiç sava şmadan Avrupalılarla nasıl oynadı ğını, kendisi için ödedi ği altınlarla onları nasıl birbirine dü şürdü ğünü görüp onu takdir eder. Tahta kendisi oturmu ş olsa belki onun kadar ba şarılı olamayaca ğını dü şünür. Artık ülkesine dönmeye, halkının yüzüne bakmaya cesareti yoktur. Emeli Mısır’a, ailesinin  

 yanına gitmektir. Kendisine Papa tarafından, büyük bir Avrupa ordusunun ba şına geçerek Bayazıt üstüne yürümesi teklif edilir; Cem bu teklifi reddeder. Şunları söyler Papa’ya:

“Hıristiyan âleminin bir silâhı mı olaca ğım ben kendi dünyama kar şı? De ğil Osmanlı tahtı bütün yeryüzü saltanatı verilse, olmaz. Utancım yeterince büyük zaten. Gerçi Tanrı’nın affı sonsuzdur, bütün günahları örtecek kadar büyüktür, ama Tanrı’nın sabrını kötüye kullanamam. Tek dile ğim Kahire’ye gitmek; validemin, haremimin ve sa ğ kalan çocuklarımın yanına. (…) Ne olursa olsun tahtı ele geçirmek amacını gütmüyorum ben. A ğabeyime kar şı çıktıysam, halkıma, yurduma ondan daha yararlı olaca ğıma, evet, ulusumu en yüksek yere benim çıkaraca ğıma inandı ğım içindir, efendim” (s. 69-74). Ancak, Cem Sultan yine dünyaya aldanmı ş; Papa’nın tahttan vazgeçmemesi, kendilerinin ona yardım edece ği sözüne inanmı ştır. Papa’ya “ Ne zaman geçebilirim Macaristan’a? ” (s. 83) diye sorar. Fakat kısa süre sonra yine yanıldı ğını fark eder. Cem Sultan gerçe ği tam anlamıyla anlamı ş, Sultan Bayazıt’ın yeterli bir hükümdar oldu ğunu kavrayıp saltanat davasından vazgeçmi ştir. Artık ölmeyi arzulamakta; kendisine inanıp güvenen ailesine ve adamlarına yazık oldu ğunu dü şünmektedir. Sinan ve Süleyman’a “Biliyor musunuz, kendi durumumdan çok sizin hâliniz üzüyor beni. Tanrı artık acısa da yeterli bulsa çektiklerimi, defterimi dürüp sizleri de kurtarsa ” (s. 91) der. Kendisinin ortadan kaldırılması için düzenlenen planı öğrendi ği için zehirli şerbeti bir diki şte içip ölür.

Cem Sultan özünde iyi yürekli, temiz bir insandır. Mısır Sultanı Kayıtbay Cem’i şöyle tavsif eder: “ Mutsuzlu ğa mahkûm bir genç o zavallı, çünkü fazla saf, fazla iyi, fazlaca insan” (s. 23). Cem Sultan ülkenin, kendisi hükümdar olursa daha çok büyüyece ği, geli şece ği dü şüncesine kapıldı ğı için a ğabeyi Bayazıt’a kar şı ba şkaldırıp hükümdarlık davasına dü şer. Tahta oturabilmesi için yabancı devletlere sı ğınır, a ğabeyinin kendisine bundan vazgeçip ülkesine dönmesi ça ğrılarını olumsuz yanıtlar. Bu arada yıllarca oyalanmı ş olur sı ğındı ğı Rodos şövalyeleri ve yabancı hükümdarlarca, Papa tarafından. Bu uzun serüveni süresince resme olumsuz bakmadı ğı, içki içebildi ğini ve şair oldu ğunu ö ğrendi ğimiz Cem Sultan, ülkesine kar şı bir silâh olarak kullanılmakta, yurdu onun yüzünden zarar görmektedir. Ailesi Đstanbul’dan uzak bir diyarda kalmı ştır. Kendisini seven adamları da telef olmaktadır. Fransa’da ba şka bir kadına da â şık olur. Helen’e, “ Benim yüzümden çok ki şi felâkete u ğradı. Sana da u ğursuzluk getirmekten öyle korkuyorum ki ” (s. 21) deyi şi, kendisi yüzünden çok insanın yıkıma gitti ğinin ve

 

 Cem’in bundan ıstırap çekti ğinin göstergesidir. Çekti ği çileler onu olgunla ştırmı ştır; ancak, artık ülkesine dönme yüzünü bulamaz kendisinde. Mısır’a, ailesinin yanına gitmek istemektedir. Gurbet elde ya şamaktan, tutsaklıktan bıkmı ştır. Artık kendisi için ölümden ba şka çare göremedi ği bir sırada a ğabeyinin ölüm fermanını verdi ğini ö ğrenir, zehri sevinerek içip ölür. Bu ba ğlamda Kuvan’ın Cem Sultan’la ilgili de ğerlendirmesine atıfta bulunmak yerinde olacaktır:

“Yazar, Cem Sultan’ı bir iktidar öyküsünün merkezine oturtmanın ötesinde, tarih kitaplarının bize sunmadı ğı ölçüde çok boyutlu, ya şayan bir karaktere dönü ştürüyor. Cem Sultan’da tutku ve dü şmanlık, ihanet ve ba ğlılık, nefret ve özlem gibi birbiriyle çeli şen pek çok duygu bir arada ya şıyor” (Kuvan, 1995: 63). Cem Sultan’ın adamı Sinan’ın şu sözleri Cem Sultan’ı çok iyi tanımlamaktadır: “Güçlüydü, gösteri şliydi, üstün yeteneklerle donanıp öyle gelmi şti dünyaya; bir var ki dünyayı yeterince tanımıyordu ve tanımadı ğı dünyaya birden sahip olmaya kalkmı ştı; fakat de ğişen ve akıl çelen yüzleriyle dünya zaman zaman şaşırtıyordu onu ” (s. 73). Bu noktada şu konuya temas etmek yerinde olacaktır: Oyunun ba şında ki şiler listesinde Baron De Sasenage, Karamano ğlu Kasım Bey, Sultan Kayıtbay, Ba şrahip Pierre D’aubusson ve Papa’nın kar şısında parantez içinde “Dünya” yazmaktadır. Bu ki şiler dünyanın Cem’e görünen farklı yüzleridir. Ki şiler listesinin altında bir de “ Dünya’nın Cem’e görünü şleri olan ki şileri aynı oyuncu oynayacak” notu yer alır. Bu sözü edilen ki şilerin hepsi Cem’i hayal kırıklı ğına u ğrattıklarında ona, “ Ülke çok, dünya tek ” (s. 17, 25, 31, 62, 107) der.

2.12.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Eserde Cem Sultan’ın kar şısına Sultan Bayazıt yerle ştirilmi ştir. Bayazıt, Fatih Sultan Mehmet’in büyük o ğlu, Cem’in a ğabeyidir. Fatih’in ölümünden sonra Bayazıt Osmanlı tahtına oturmu ş, Cem onun hükümdarlı ğını tanımayarak kendisine başkaldırmı ştır.

Sultan Bayazıt, tam bir hareket adamı de ğildir. Ancak aklını çok iyi kullanabilen bir hükümdardır. Fatih’in kılıçla yaptı ğını o, akıl gücüyle ba şarabilen bir padi şahtır. Bayazıt Han, karde şi Cem Sultan’a isyanının haklı olmadı ğını, töreye göre büyük o ğlun tahta geçti ğini, bu anlamsız davadan vazgeçmesini, vazgeçti ği takdirde kendisini hükümdarca ya şataca ğını defalarca söyler. Ona, “ Bu bo ş, bu töreye aykırı tutumdan vazgeçersen padi şah gibi ya şatırım seni ” (s. 25) der. Ancak, Cem buna hep olumsuz yanıt verir. Bayazıt bir ara Gedik Ahmet Pa şa’nın Cem’i bulup ülkesine getirmesini,  

 ona saygısızlık edenler varsa bunları cezalandırmasını ister. Zira Bayazıt’a göre, bir Müslüman Türk’ü yine aynı toplumdan biri cezalandırmalıdır.

Bayazıt bundan sonra, karde şini barındıran Avrupa ülkesine binlerce altın, bazısına da aynı zamanda siyaset deste ği verir. Bu, Avrupa devletlerini birbirine dü şürmeye yeter. Osmanlı Devleti de onların bu durumundan yararlanıp daha güçlenir. Bunu Sultan Bayazıt’tan şu biçimde dinleriz: “ Batılı toplumlar öylesine çeki şmekte öyle kıyasıya bo ğuşmakta ki, kırk be ş bin altın için birbirlerine girecekler yakında, bizi de bir süre unutmu ş olacaklar; bu arada biz daha da güçlenip dallarına binece ğiz onların ” (s. 32).

Karde şini Fatih Kanunnamesi’ne dayanarak ortadan kaldırmak Sultan Bayazıt için i şten bile de ğildir; ancak o, hem babasının Cem’e dü şkün olmasından, hem de Cem karde şi oldu ğu için bunu yapamaz . Cem’in bu asili ğinden vazgeçmeyi şinin onu kötü bir sona sürükleyece ğini tahmin edecek kadar tecrübeli, ileri görü şlüdür. Sadrazamına söyledi ği şu sözler bunu ortaya koyar: “ … Şimdilik ya şaması gerek onun, hem babamın hatırı için hem de… Ya şamak Cem’in aleyhine oldu ğundan. (…) Fakat ya şadıkça öyle durumlara dü şecek ki, yalnız halk de ğil, Cem’in kendisi dahi so ğuyacak Cem’den; öyle ki, karde şim kendisi isteyecek ölmeyi ” (s. 43). Sonunda çaresiz kaldı ğından, Papa vasıtasıyla Cem’in öldürülmesi kararına varmak zorunda kalır. Çok güç durumdadır. Đçinde bulundu ğu psikolojiyi şöyle ifade eder: “ Çok güç bu kararı vermek, çok. (…) Ke şke karde şimden önce gelmeseydim dünyaya, ke şke hiç do ğmasaydım. (…) Her şeyi gören Tanrı da tanıktır ki, karde şim Cem’in yıkımı benim elimden olmuyor” (s. 100).

Sultan Bayazıt karde şini yok etmemek için elinden gelen her şeyi yapmı ş, buna muvaffak olamayınca da devletin bekası için, Cem’in Avrupa’daki hayatı da çekilmez hâle geldi ğinden karde şini gözden çıkarmı ştır.

Karamano ğlu Kasım Bey tarafından “ nemene bir afyon müptelâsı ” (s. 13) olarak nitelendirilmi ştir Bayazıt Han. Önceleri a ğabeyi için “ … Topra ğı molla takımına hacıya hocaya da ğıtmak niyetindedir Bayazıt ” (s. 13) de ğerlendirmesinde bulunan Cem Sultan, uzun macerası süresince, Sultan Bayazıt’ın yeterli bir hükümdar oldu ğunu, aklı sayesinde Avrupalılarla oynadı ğını algılayacak düzeye gelir. Şöyle takdir eder onu: “Âferin Bayazıt! Kedi fareyle oynar gibi oynuyor Avrupa’yla. Ne dersin Sinan, ben onun gibi olabilir miydim acaba? Yukarıdaki biliyor i şini ” (s. 72).



 Cem’in rakibi konumundaki Sultan Bayazıt, karde şini yok etmemek için onca çaba sarf etmi ş, karde şine çok defa ba şkaldırıdan vazgeçmesi ça ğrısında bulunmu ş; bu yapılmadı ğı için ülkesinin gelece ğini dü şünmek adına onu ortadan kaldırmı ştır.

Karamano ğlu Kasım Bey’i de kar şı güç olarak dü şünmek mümkündür. Kasım Bey, bir taraftan Cem Sultan’ı Bayazıt’a kar şı isyanda desteklemekte, onun iktidar arzusunu körüklemekte; di ğer yönden ise onun yaptı ğı ve yapaca ğı her şeyi Sultan Bayazıt’a gammazlayarak ikili bir tavır sergilemektedir. Amacı, iki karde şin kavgasından kendi çıkarları yönünde yararlanmaktır. Kasım Bey çıkarcı bir ki şili ğe sahiptir. Cem’e önce, Bursa’ya geçip orada hükümdarlı ğını ilân etmesini; Cem Bursa’daki sava şta yenilince de Mısır’a gidip kendisinden i şaret beklemesini, ardından da Rodos şövalyeleri vasıtasıyla Macaristan’a ve dolayısıyla Rumeli’ye geçmesini söyler. Kasım Bey’in gerçek niyeti Cem Sultan’a söyledi ği şu sözlerde görülmektedir:

“… Sultanım, verdi ğiniz sözü unutmayın padi şah oldu ğunuzda: Karaman ülkesini sahibine geri vereceksiniz, bana, son Karamano ğlu’na. (…) Şimdi Sultan Bayazıt benim umutlarıma kar şı da sava şmak zorunda. Hemen güney sınırına ula şıp Mısır’a geçin ve haber bekleyin benden. Ülke çok, dünya tek” (s. 16-17). Karamano ğlu Kasım Bey eserde kar şısında “Dünya” yazan ilk ki şidir, dünyanın Cem Sultan’a olan görünü şlerinden birini sembolize eder. Cem’i aldatır.

2.12.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Asıl kahraman Cem Sultan’ın iste ği, a ğabeyinden daha çok lâyık oldu ğunu dü şündü ğü Osmanlı tahtına sahip olmaktır. Cem tüm mücadelesini bu u ğurda vermi ştir. Ancak, uzun bir süre sonra a ğabeyinin tahtı hakkıyla doldurdu ğu, kendisinin artık de ğil tahta oturmak, Osmanlı halkının yüzüne dahi bakmaya hakkı olmadı ğı dü şüncesine ula şır. Bundan dolayı taht emelinden vazgeçer. Mısır’a ailesinin yanına dönmek ister artık. Cem Sultan’ın Papa’ya söyledi ği a şağıdaki sözler, söylediklerimize tanık gösterilebilir:

“Hıristiyan âleminin bir silâhı mı olaca ğım ben kendi dünyama kar şı? De ğil Osmanlı tahtı bütün yeryüzü saltanatı verilse, olmaz. Utancım yeterince büyük zaten. (…)Tek dile ğim Kahire’ye gitmek; validemin, haremimin ve sa ğ kalan çocuklarımın yanına.” (s. 69), “… Ne olursa olsun tahtı ele geçirmek amacını gütmüyorum ben. A ğabeyime kar şı çıktıysam, halkıma, yurduma ondan daha yararlı olacağıma, evet, ulusumu en yüksek yere benim çıkaraca ğıma inandı ğım içindir, efendim” (s. 74), “Osmanlı tahtı kaybedilmiş de ğil efendim. O tahtı karde şim tam bir yetkiyle doldurmakta. Bunu ben anlamı ş bulunuyorum, siz dahi bir an önce anlarsanız iyi olur sizin için. Ho ş, siz bunda geç kalırsanız, yakında kendisi anlatır size karde şim” (s. 85). 

 Cem korktu ğuna u ğramı ş, tahtın sahibi olamadan ölmü ştür.

Bayazıt’ın arzusu, karde şinin taht mücadelesinden vazgeçerek Kudüs’e gitmesidir. Cem’e rafakat eden Avrupalıların (Baron de Sasenage, Ba şrahip Pierre D’aubusson, Papa, Fransa Kralı Charles) arzuladı ğı, Bayazıt’tan gelen paralara sahip olmak, bir anlamda, Hıristiyanlı ğa hizmet etmi ş olmaktır. Helen, Cem’e kavu şmayı arzu etmi ştir. Karamano ğlu Kasım Bey, kaybetti ği toprakları geri almayı, Mısır Sultan’ı Kayıtbay, bu mücadelenin Osmanlı ülkesini bölmesini arzular.

2.12.2.4. Yönlendirici

Cem Sultan’ı Helen, Karamano ğlu Kasım Bey, Baron De Sasenage, Mısır Sultanı Kayıtbay, Ba şrahip Pierre D’aubusson, Papa, Fransa Kralı Charles gibi geni ş bir ki şi kadrosu yönlendirmi ştir.

Helen, Baron’un kızıdır. Kraliçenin nedimesi olarak tanıtılır. Helen, babası Baron ve Şövalye Blanchefort’un iste ğiyle Cem Sultan’la beraber olur, Cem’in kendisine âşık olmasını sa ğlar. Böylelikle, onun Macaristan’a geçmesine engel olup Fransa’da kalmasına sebep olur. Fakat Helen bir süre sonra yaptı ğı hatayı anlar. Kendisi de Cem’e âşık olmu ştur. Çirkin bir oyunun içinde yer aldı ğı için üzgündür. Bu i şin Hıristiyanlı ğa hizmet oldu ğu kendisine söylendi ğinde Helen, “ Bir insanı böyle çirkin bir şekilde aldatmayı nasıl över Đsa’nın temsilcisi? ” (s. 51) diyerek aldatmanın bir dince övülemeyecek kadar yakı şıksız bir davranı ş oldu ğunu belirtir. Ardından da “ Babacı ğım, kadın açlı ğı çeken bir erke ğin yanına nasıl gönderiyorsunuz öz kızınızı? ” (s. 51) sözüyle bunun kendi namusu, ahlâk açısından da do ğru olmadı ğını ifade eder. Helen’in şu sözleri de Cem’e â şık oldu ğunu ortaya koyar: “ Beni etkilemeye ba şladı bu adam. Böyle biriniyse asla aldatamam ben. Bu yüz kızartıcı durum hepimizi kirletmez mi? (…) Pek temiz, soylu bir insan… Onu seviyorum ” (s. 51).

Helen istemese de bu oyuna devam etmek zorunda kalmıştır. Ancak, bir süre sonra, Fransa Kralı Charles ile birlikte o da Roma’ya, sevdi ği Cem’in yanına gelir



 etrafındakilere aldırı ş etmeyerek. Cem’den bir bebek beklemektedir. Cem onunla dans ettikten sonra ölür.

Helen ba şlangıçta bir oyuna girse de soylu bir kız oldu ğu için bir insanı, hele de sevdi ği bir insanı aldatmanın yanlı ş oldu ğunu idrak eder. Bu oyundan vazgeçmek istemi ş; ancak çevresi buna müsaade etmemi ştir. Cem Roma’ya gittikten bir süre sonra Fransa Kralı Charles orayı ku şatmaya giderken Helen de çevresini hiçe sayarak sevdi ğinin yanına gitmi ştir. Cem’i ba şka biriyle aldatmamı ş, ona ba ğlı kalmı ştır. Ahlâk de ğerlerine ba ğlı bir kahramandır Helen.

Karamano ğlu Kasım Bey: Kasım Bey de Cem Sultan’ın iktidar hırsını sürekli körüklemek yönünde onu yönlendirir. Daha önce de değinildi ği üzere, Cem’e Bursa’da padi şahlı ğını ilân edip vergi toplamasını, yenilginin ardından, Mısır’a gitmesini, Rodos şövalyelerinin yardımıyla Macaristan yolundan Rumeli’ye geçmesini söyler. Cem de onun önerisi do ğrultusunda hareket ederek hep hüsrana u ğrar. Kasım Bey de Cem’e dünyanın aldatıcı görünü şlerinden biridir. O da kendi çıkarları için Cem’in isyanından yararlanma yolunu tutmu ştur. Kasım Bey’in ikiyüzlü bir ki şili ğe sahip oldu ğu daha önce belirtilmi şti.

Baron: Baron, Helen’in babası, bir Fransız soylusudur. Cem Sultan uzun süre onun Nis şehrindeki malikânesinde kalır. Helen, babasına Cem’i daha fazla aldatamayaca ğını söyledi ğinde Baron “ Kızım, sen bilirsin ” (s. 52) diyerek kızının fikrine saygı duyacak gibi olsa da Şövalye Blanchefort’un “ Altınları dü şünün baron, altınları! ” (s. 52) demesi üzerine o, “ Görev, görevdir kızım ” (s. 52) diyerek Helen’in bu oyunu sürdürmesini ister. Baron katında da para, ahlâktan önde gelir. Baron De Sasenage kazanaca ğı parayı dü şünerek kendi kızını uzun süredir kadın yüzü görmeyen bir adamın yanına göndermekten çekinmez. Ancak, Cem Roma’dan ayrılırken Helen’i sordu ğunda Baron “Sizin buradaki süreniz doldu ğuna göre kızımın görevi de sona ermi ş oluyor ” (s. 62) demi ş, Cem’i aldatmı ştır. Baron da dünyanın Cem’e ayrı bir görünü şüdür.

Kayıtbay: Kayıtbay, Mısır hükümdarıdır. Cem Sultan ona sı ğınınca o da bundan kendi ülkesi adına faydalanmak ister. Cem Anadolu’ya giderken ondan yanına asker istemi ş, Kayıtbay da bunun Osmanlı Devleti’ne sava ş açmak anlamına gelece ğini söyleyerek sınırda Cem için asker bulunduraca ğını vaat etmi ştir. Kayıtbay da Cem’e dünyanın



 ba şka bir görünü şüdür, o da “ Ülke çok, dünya tek ” (s. 25) diyenlerdendir. Cem’in ailesi Kayıtbay’ın ülkesi Mısır’da kalır. Gerçekte Sultan Kayıtbay da Cem isyanının Osmanlı’yı yıpratmasından memnundur, hatta bunu çok istemektedir. Vezirine söyledi ği şu sözler onun gerçek yüzünü gösterir: “ … Cem (…) bir silâh olarak kullanılabilir Fatih’in devletine kar şı, en azından bir kalkan olarak. (…) Đki karde ş çeki şirken bölünecek Osmanlı, o zaman en güçlü biz olacağız yine ” (s. 23-25).

Ba şrahip: D’aubusson Rodos şövalyelerinin reisi dir. Cem Sultan Rodos’a ula şınca onu kar şılar. Dalkavuk bir ki şili ğe sahiptir. Aynı zamanda paragözdür; Cem ondan yardım gördü ğü takdirde hükümdar oldu ğunda Rodoslulara neler verece ğini söyledi ği zaman Ba şrahip’in gözü fal ta şı gibi açılır. Ba şrahip hem Cem Sultan için Bayazıt tarafından ödenecek altınları arzulamakta, hem de Cem’in Rodos’ta bulunmasının kendileri için ne kadar tehlikeli oldu ğunu idrak etmektedir. Zeki bir ki şidir. Dü şüncelerini şöyle belirtir:

“Sultan Cem bir an önce ayrılmalı Rodos’tan. Fakat bu arada Bayazıt’tan koparabildi ğimiz kadar altın koparalım. Hayır, Cem kalmamalı burada, çünkü Rodos Türkiye’ye pek yakın; Đstanbul’daki padi şah ‘Cem’i derhal isterim’ diye tutturacak olursa, biz de vermezsek, sava şın ortasında buluruz kendimizi; o zaman yalnız Cem’den de ğil, adamızdan da oluruz” (s. 32). Ba şrahip de hâlâ, bir Haçlı ordusuyla Türkleri Avrupa’dan çıkarma hayali kurmaktadır. O da dünyanın Cem’e görünü şlerinden biri olup Cem’i aldatmı ştır.

Papa: Papa, Katolik Kilisesi’nin lideridir. Cem Sultan’ı Roma’da törenle kar şılar. O da Cem Sultan’ın emrindeki bir Haçlı ordusunun Osmanlıları yenece ği hayaliyle i ştigal eder. Cem Sultan’a Hıristiyan olması veya en azından öyle görünmesini teklif eder. Bu da Papa’nın yeterince samimî bir din adamı olmadı ğını gösterir.

Papa kendini dünyanın merkezinde görmekte, bir din adamından beklenen olgunlu ğu, tevazuu göstermemektedir. Kendisi için söyledi ği şu sözler bunu ortaya koymaktadır: “Ölmü şlerin bile günahlarını bir sözümle silerim ben. Bu dünyada ben Tanrı’ya nasıl vekâlet ediyorsam öbür dünyada da Tanrı beni temsil etmekte. Demek ki, bu dünyada rahat etmek isteyen de beni kollamalı, öbür dünyada keyif çatmayı özleyen de ” (s. 77). Bunun üzerine Cem Sultan’ın Papa hakkında “ Tanrı’nın vekili de ğil, şeytanın kendisi bu ” (s. 77) deyi şi, Papa için yerinde bir de ğerlendirmedir. Papa son derece kurnaz bir ki şidir.



 Papa da Cem Sultan’dan yararlanan di ğer ki şiler gibi, onun sayesinde hem Osmanlı dünyasına kar şı bir silâh sahibi olduklarını, hem de gelir kayna ğı elde ettiklerini dü şünür.

Fransa Kralı Charles Roma’yı ku şataca ğı zaman onun için korkunç diyen Papa, Charles şehri ku şattıktan sonra kendisinin yanında, Cem’e hitaben “ Batı dünyasının bu büyük kralı sizi tahtınıza oturtmak niyetiyle geldi buraya, gurbet hayatınız artık sona erecek. Majestenin niyetine de güvenebilirsiniz, gücüne de ” (s. 96) diyerek ikiyüzlülük eder.

Sultan Bayazıt Papa’dan Cem’in öldürülüp cenazesinin Đstanbul’a gönderilmesini isteyince Papa sevincinden dört kö şe olmu ştur. Bu yolla hem maddî çıkar elde edecek, hem de Kral Charles’dan intikamı alınacaktır. Papa Cem’i öldürmek için bir kadeh zehirli şerbet getirir. Cem Sultan bu şerbeti bile bile içer ve Sinan’ın şerbeti denemesinin Papa’ya güya, hakaret anlamına gelece ğini alaylı bir dille şöyle belirtir: “Papa hazretlerine kar şı güvensizlik olur bu, saygısızlık olur, hakaret olur(…) ’Alçak! Düzenbaz! Namussuz! Hain!’ demek olur bu. (…) Ev sahipli ğini pek güzel ba şardı Papa hazretleri, bunun için heykeli dikilse yeridir… ” (s. 107). Aslında, bu söyledikleri, Cem Sultan’ın gerçek dü şünceleridir ve Papa’yı çok iyi tavsif eder.

Daha önce de ifade edildi ği gibi, düzenbaz, kurnaz, ikiyüzlü, dalkavuk bir kişili ğe sahip olan Papa, Cem Sultan’a dünyanın aldatıcı görünü şlerinden biri olmu ş, maya sına uygun davran mı ştır.

Fransa Kralı Charles: Kral Charles Sultan Bayazıt’ın iste ğiyle Roma’yı ku şatmı ştır. Helen Charles hakkında şunları söyler: “ Herkes gibi o da kendi çıkarlarını dü şünür gerçi, ama soylu ki şilere, yüce duygulara saygı duymasını da bilir bizim kral ” (s. 93).

Charles Cem Sultan’a “ Yurdunuza göndermek, orda yitirdiklerinizi yeniden kazanmanıza yardımcı olmak için davet ediyorum sizi yurduma ” (s. 97) diyerek onu kendi ülkesine götürmeye çalı şır.

Sultan Bayazıt’ın a şağıdaki sözleri Fransa Kralı Charles’ın yetenekli, etkili bir hükümdar oldu ğunu, Cem Sultan’ın onun yanında bulunmasının Osmanlı dünyası için tehlike te şkil edebilece ğini ortaya koyar:

“Fransa’nın genç kralı pek atakmı ş me ğer, deste ğimizi alır almaz yola çıkıyor ve Papa’yı dize getiriyor Roma’da. Onun bu i şi bu denli kolay ba şaraca ğını tahmin  

 etmemi ştim. Demek ki yeterli bir hükümdar bu delikanlı, Cem’i elinde bulundurması sakıncalı olabilir” (s. 99). Şövalye Blanchefort: Blanchefort, Cem Sultan’ı Rodos’tan Fransa’ya götürür. O da Baron gibi, Cem’in Nis şehrinden ayrılıp Macaristan’a gitmesine engel olmu ştur. Baron ve Blanchefort, her seferinde, krala gönderilen adamların daha haber getirmedi ğini, kralınsa ba şkentte bir Türk görmeye dayanamayaca ğını söyleyip Cem’i Helen sayesinde de Nis şehrinde alıkoymu şlardır.

Blanchefort’un şahsında o dönem Batı insanının (genelleme yanlı ş olabilir diye, hiç de ğilse bir bölümünün), temizli ğe önem vermedi ğini görürüz. Kendisi için yaptırılan Cem Kulesi’nde hamam olup olmadı ğını soran Cem Sultan’a, Blanchefort’un bu noktada verdi ği yanıt dikkate de ğerdir: “ Yine kirlenecek olduktan sonra, prens, temizlenmenin ne gere ği var? ” (s. 45).

Şövalye Blanchefort da Cem Sultan’a saygı duymaktadır. Onun hakkında “ Do ğrusu, ben de saygı duyuyorum… ” (s. 51) deyi şi, buna tanık gösterilebilir. Ancak, Blanchefort, Helen’in Cem Sultan’ı aldatmaktan vazgeçmesini Baron’a “ Papa’nın buyru ğuna kar şı gelmek aforoz edilmeyi göze almaktır(…) Altınları düşünün baron, altınları! ” (s. 52) diyerek engellemi ştir.

Sinan’ın Nis şehrinden kaçmaları için yaptı ğı plan ortaya çıkınca Blanchefort Sinan’ı cezalandırmak istemi ş; ama Cem Sultan buna izin vermemi ştir.

Blanchefort, Cem Sultan’ı Fransa’dan Roma’ya getirmiş, görevini tamamlamı ştır. Beraber geçirdikleri süreç boyunca Blanchefort Cem’in ne kadar soylu bir ki şi oldu ğunu ya şayarak görmü ştür. Şövalyenin a şağıya aldı ğımız sözleri, onun Cem’deki ruh asaletini takdir edi şini ve kendisinin nasıl buna tezat te şkil eden ruha sahip oldu ğunu, yani öz ele ştiri içerir:

“Đster en yüksek kuleye kapatılsın isterse demirden bir kaleye, sizinki gibi yüce bir ruh hapsedilemez. (…) Yüre ğimden ta şan bir sevinç duyuyorum hizmet etti ğim ki şi hizmete lâyıkmı ş, hatta çok fazlasına lâyıkmı ş diyerek. (…) Sizin gibilerin varlı ğı insanlık için büyük güvence, bizim gibi alçaklar içinse büyük tehlike ya da, kim bilir, büyük bir umut” (s. 70). Blanchefort bir süre sonra Cem Sultan’a Bayazıt’ın iste ğiyle kendisinin Papa tarafından öldürülece ği haberini getirmi ş; Cem’e vefa borcunu, bir nebze de olsa, ödemek

 

 istemi ştir. Blanchefort’un Cem’e söyledi ği şu sözler, kendisinin de içinde bulundu ğu Rodos şövalyelerinin ya şam tarzı ve Cem için alınan kararı ortaya koyar:

“Roma’yla Rodos arasında mekik dokuruz biz. Bu gidiş geli şler sırasında ö ğrendim ki yeni bir karara varılmı ş hakkınızda. (…) Ayrıntıları pek bilmiyorum, fakat öğrendi ğime göre üç yüz bin altın geliyor Roma’ya Đstanbul’dan. (…) Bizlere kar şı pek soylu davrandınız, ödemek istedim bir parça olsun” (s. 102-103). Bu sözler de gösteriyor ki, Şövalye Blanchefort Cem Sultan’la bir arada ya şadı ğı zaman boyunca onun asil ruhundan etkilenmi ş, onun yanında kendisinin ne kadar baya ğı oldu ğunu anlamı ş, dolayısıyla bir de ğişim geçirmi ştir.

Sadrazam: Sadrazam, Sultan Bayazıt için yönlendirici durumundadır. Sadrazam, geleneksel, devletine ba ğlı, devletinin çıkarlarını bireysel çıkarlardan üstün tutan devlet adamı tipine uygun bir ki şidir. Cem’in Rodos’a geçi şinden itibaren Sadrazam onun ortadan kaldırılmasını savunacaktır. Cem’in Batılıların elinde bulunması ülke için tehlike te şkil etmektedir. Bunun için Cem’in bertaraf edilmesi gerekli ve kanuna uygundur. Sadrazam’ın “ Şehzade Cem için uygun tedbir alınması devlet güvenliği için şart olmu ştur hünkârım. (…) Şehzadenin giderilmesi her bakımdan uygundur yasaya, cennetlik pederinizin koydu ğu yasaya ” (s. 43) biçimindeki sözleri, Sultan Bayazıt’ın Cem Sultan’ı öldürtmesini sa ğlamaya yöneliktir. Sultan Bayazıt, Sadrazam’ın bu telkinlerini uzun bir süre eylem sahasında kullanmaz. Fakat, Fransa Kralı Charles’ın çabucak Roma’yı ku şatarak Cem’e ula şması onun yetkinli ğini ortaya koydu ğundan, Cem Sultan’ı Osmanlı ülkesi aleyhinde de kullanabilece ği ihtimaline kar şın Cem’i yok etme kararını aldırır Bayazıt’a. Yine Sadrazam’ın şu sözleri de bu karara varılmasında rol oynamı ştır: “ Giderilmesi şart oldu padi şahım. Pek ate şli bir adam bu Fransa kralı, bütün Avrupa’yı pe şine takıp Sultan Cem’i de yanına aldı mı… Şehzade sa ğ kaldıkça ortalık durulmayacaktır. (…) Padi şahlık güç meslektir ” (s. 100).

2.12.2.5. Alıcı

Cem Sultan’ın öldürülmesinden birinci derecede Papa kârlı çıktı ğı için öncelikli alıcı şahıs olarak Papa’yı ele alıyoruz. Đstanbul’da Cem Sultan’ın ortadan kaldırılması kararının alınması en çok Papa’nın i şine yarar. Cem Sultan öldürülünce Papa hem Sultan Bayazıt’ın gönderece ği üç yüz bin altına sahip olacak, hem de kendisini dize getiren Fransa Kralı Charles’dan intikamını almı ş olacaktır. Papa üzerinde daha önce ayrıntılı biçimde duruldu ğundan burada kendisine geni şçe yer verilmeyecektir.  

 Sultan Bayazıt Cem’i ülkesinde barındıran Avrupa ülkesine ekonomik ve siyasî destek verece ğini açıkladı ğından, Cem’i ele geçirerek bu nimetlerden yararlanmak isteyen Avrupa kralları da alıcı ki şiler kategorisinde de ğerlendirilebilir.

Baron ile Şövalye Blanchefort’u da alıcı ki şilerden kabul ediyoruz. Bu kahramanlar da Cem Sultan’a hizmet etmek ve onu oyalamak kar şılı ğında maddî çıkarlar sa ğlamı şlardır.

Di ğer taraftan Sultan Bayazıt, Helen gibi şahısları da bu grupta dü şünmek mümkündür. Sultan Bayazıt, Cem Sultan’ı bertaraf ederek ülkesini tehditten kurtarmı ş; ancak, karde şini yitirmi ştir. Bu kararı almak için yıllarca beklemi ş, sonunda ba şka çıkar yol bulamamı ştır. Helen Cem’in, daha önce de sıkça vurgulandı ğı üzere, sevgilisidir. Cem ölünce Helen sevgilisini yitirir. Helen’in dünyaya getirece ği bebe ği babasını hiçbir zaman tanıyamayacaktır.

Cem Sultan’ın adları anılan, ancak sahnede görmedi ğimiz aile fertlerini de alıcı ki şiler kabul edebiliriz.

2.12.2.6. Yardımcı

Karamano ğlu Kasım Bey, Mısır Sultanı Kayıtbay, Ba şrahip, Şövalye Blanchefort, Baron, Papa gibi ki şiler Cem Sultan’ın asilik mücadelesi süresince ona hizmet etmi şler, kendisini barındırmı şlar veya kendisine yardım ettikleri intibaını uyandırmı şlardır. Cem Sultan, macerasının ilerleyen dönemlerinde hata ettiğini, bu ki şiler tarafından kullanıldı ğını, onlara alet oldu ğunu anlamı şsa da burada sözü geçen ki şiler Cem’e, davasında kendisine yardımcı olduklarını / olacaklarını belirtmi şler; Cem’in Osmanlı tahtına bir gün sahip olma umudu içinde bulunması sonucunu ortaya çıkarmı şlardır. Bundan dolayı, söz konusu kahramanları yardımcı şahıslar kategorisinde ele alıyoruz. Bu ki şiler üzerinde daha önce duruldu ğundan kendileriyle ilgili ayrıntıya burada yer verilmeyecektir.

Uzun serüveni boyunca Cem Sultan’a asıl yardımcı olan ki şiler, kendi adamları Sinan ve Süleyman’dır. Bu iki kahraman oyunun ba şından sonuna kadar Cem Sultan’a sadık kalacak, bir nebze de olsa onun acılarına merhem olacaklardır.

Sinan, sa ğduyunun sembolüdür; onun bir tür koro i şlevi üstlendi ğini söyleyebiliriz. Sinan, Cem Sultan’ın kapıcıba şısıdır. Onun özel hizmetinde bulunur, sözleriyle

 

 olumluyu telkin eder, ona yönelebilecek tehlikeyi önceden gö ğüslemeye çalı şır. Örne ğin, Cem Sultan Papa ile kadeh kaldıraca ğı zaman şarabı önce Sinan yudumlayıp zehirli olup olmadı ğı konusunda içkiyi test eder. Sinan zaman zaman da Cem Sultan’ın durumuyla ilgili, seyirciye yorum yapar. Söz gelimi, oyunun ba şında Helen’e â şık olmu ş durumdaki Cem hakkında “ Tutsaklı ğını zaman zaman unutmak daha kalın duvarlı bir zindana geçmesini sa ğlıyor ” (s. 22) der, seyirciye yönelik olarak. “Bundan dolayı Sinan gerçe ğin sesi, yakla şan sonu, kısaca kaderi ifade eden bir koro durumunu kazanır ” (Enginün, 1987c: 46).

Sinan Nis şehrinden kaçabilmeleri için Savoie dükü ile i şbirli ği yapar. Cem Sultan bu planı ciddiye almayınca Sinan ona Kur’an’dan bazı ayetler hatırlatarak kendisini harekete geçirmeye, uyarmaya çalı şır. Bu plan ortaya çıkınca Blanchefort Sinan’ı cezalandırmak için götürmek isterse de Cem buna izin vermez. O ğuzhan’ın öldürülmesine Sinan ve Süleyman da çok üzülmü ştür. Yine Sinan ve Süleyman kimi oyunlar icat ederek Cem Sultan’ın hayalde de olsa hükümdarlık yapmasını, anlık da olsa sıkıntılarından sıyrılmasını sa ğlarlar.

Şövalye Blanchefort Cem’e öldürülece ği haberini getirdikten sonra Cem umutsuzluk içinde konu şmaktadır. Onun kadar acı çeken Sinan, Cem’i hükümdar saydı ğı için ona ba ğlanıp bu u ğurda ya ölen veya hâlâ ıstırap çekenleri hatırlatır. Cem’e “ Hükümdar gibi davrandı ğınız sürece hükümdar sayılırsınız. Osmanlı olarak dünyaya gelmek pahalı bir lûtfudur Tanrı’nın ” (s. 105) diyerek onu teselli eder. Seyirciye yönelerek söyledi ği “Üstün bir amaç u ğruna ya şamak övülesi bir şeydir elbette; ancak gerekti ğinde, aynı amaç u ğruna ölebilmek de üstün hayatın bir şekli de ğil midir? ” (s. 105) sözleri de Cem’in sonunu haber verir ve bu durumun da yüce bir eylem oldu ğunu ortaya koyar niteliktedir.

Kapıcıba şı Sinan, oyunun ba şından sonuna de ğin vefalı bir adam, bir dost olarak Cem’e ba ğlı kalmı ş, ona do ğruyu tavsiye etmi ştir. Papa’nın zehirli şerbetini de kendisi içip test etmek istemi ş, ancak Cem Sultan “ Sinan! Tamam, sen yaptın görevini ” (s. 106) diyerek buna imkân bırakmamı ştır.

Bir Rodos şövalyesiyken din de ğiştiren Frenk Süleyman da Cem Sultan’a hep vefa göstermi ştir. Uzun ve çileli serüven boyunca onun yanından ayrılmamı ş, hizmetinde

 

 bulunmu ştur. Bir ara Sinan’a “ Acaba ne zaman dolar çilemiz? ” (s. 90) diyerek durumundan yakınsa da bundan büyük bir üzüntü duyar çok kısa bir süre sonra. “ Ama ben ne de olsa eski bir Rodos şövalyesiyim, mayamdaki bozukluk kendini açı ğa vuruyor bazan. Uzun süre onun, efendimizin hizmetinde kaldığım hâlde alçaklıktan kurtulamamı şım demek ki ” (s. 91) sözleriyle yaptı ğından utanır, öz ele ştiride bulunur. Cem Sultan’a da “ Dövün beni efendimiz, yüzüme tükürün, tekmeleye tekmeleye gebertin beni! ” (s. 91) diyerek kendisini cezalandırmasını ister ondan.

Oyunun sonunda zehirli şerbeti içmi ş olan Cem Sultan, Bayazıt’a iletilmek üzere, Sinan ve Süleyman ba şta olmak üzere adamlarına iyi muamele edilmesini vasiyet eder. Sinan’a da cenazesini onun yıkamasını vasiyet etmi ştir.

Sinan ve Süleyman, oyun süresince Cem Sultan’a hep yardım etmi ş, onun buyru ğu ve hizmetinden ayrılmamı şlardır.

Cem Sultan oyununda bir de kendisine “Sohbetî” adı konan bir papa ğan yer almaktadır. Papa ğan Ba şrahip D’aubusson’dan hediye olarak Cem Sultan’a gelmi ştir. Cem papa ğana “Sohbetî” adını verir ve bu kafesteki ku şu kendisinin timsal i olarak görür. Sinan ve Süleyman Sohbetî’ye “ Evet sultanım ” (s. 89), “ Ço ğu gitti azı kaldı ” (s. 90) sözlerini ö ğretirler. Cem ve adamları zaman zaman gerçekten kurtulup özlemlerini dile getirdikleri zaman Sohbetî kendisine ö ğretilen sözleri tekrar ederek, kli şele şmi ş ifadeyle, duygularına tercüman olur, hislerini ortaya koyar. Cem Sultan Roma’dayken iyice canından bıkıp hizmetindekilerin durumuna üzüntüsünü Sinan ve Süleyman’a, “Biliyor musunuz, kendi durumumdan çok sizin hâliniz üzüyor beni. Tanrı artık acısa da yeterli bulsa çektiklerimi, defterimi dürüp sizleri de kurtarsa ” (s. 91) biçiminde dile getirdi ğinde Sohbetî “ Az kaldı sultanım ” (s. 91) diyerek sona dair dü şündürür bizi. Bu, âdeta bir öngörüdür. Şövalye Blanchefort Cem’e öldürelece ği haberini ula ştırdı ğında Cem sıkıntılı bir bekleyi ş dönemine girmi ştir. Bu noktada Papa ğan’a yönelerek “ Yolun sonuna çok var mı daha? (…) Çok var mı daha? ” (s. 104) sorularını sorar. Sohbetî’nin bu sorulara “ Az kaldı sultanım ” (s. 104) yanıtını vermesi yine oyunun sonunu sezdirme olarak yorumlanabilir.



 2.12.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu kategoride yer alan ki şiler çok sayıdadır; ancak hiçbiri yazar tarafından işlenmemi ştir. Cem Sultan’ın Sinan ve Süleyman dı şındaki adamları, Bayazıt’ın elçisi ve ulak, Kayıtbay’ın veziri, Rodos şövalyeleri, kardinaller, ülkelerin elçileri, Đtalyan soyluları, ressam, orta oyuncuları, cambazlar, dansçılar, soytarılar bu grupta ele alınmaktadır.

2.12.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Eserdeki tek kadın kahraman, Helen de Sasenage’dır. Cem Sutan, Şövalye Guy Blanchefort, Kapıcıba şı Sinan, Frenk Süleyman, Sultan Bayazıt, Sadrazam, Vezir, Baron de Sasenage (Dünya), Karamano ğlu Kasım Bey (Dünya), Sultan Kayıtbay (Dünya), Ba şrahip Pierre D’aubusson (Dünya), Papa (Dünya), Fransa Kralı VIII. Charles’dan olu şan on üç erkek kahraman vardır. Bir de kendine “Sohbetî” adı konan papa ğan yer alır. Ayrıca, arka planda Cem Sultan’ın adamları, şövalyeler, kardinaller vb. ki şiler de söz konusudur.

Eserde en çok Cem Sultan üzerinde durulmu ştur. Osmanlı tahtının kendi hakkı oldu ğunu dü şünen Cem Sultan, a ğabeyine kar şı isyan edip ba şka ülkelere sı ğınmı ş, zamanla yaptı ğının hata oldu ğunu, ülkesine zarar verdi ğini anlamı ş, pi şman olmu ştur; ancak ülkesine de dönememi ştir. Kendi sonunun trajik olmasına sebebiyet vermi ştir. Yazar ona büyük acılar çektirip bunlara katlanmasını sa ğlayarak onu yüceltmi ştir. Cem Sultan, tarihî bir ki şi, bir Osmanlı şehzadesi, Fatih’in o ğludur. Hükümdar olamamı ş, ancak hükümdar gibi ölmü ştür. Özünde hareket, eylem adamlı ğı bulunan Cem, isyanı boyunca edilgen bir tavır takınmı ş, kendisini yönlendirenlerin güdümüyle hareket etmi ştir, rüzgârın önüne takılan kuru bir yaprak gibi. Đdealist bir ki şi oldu ğu, ülkesini ağabeyinin ta şıyabilece ği noktadan daha zirveye yükseltece ğine inandı ğı için isyan etmi ştir. Ya şadıkları, ondaki bu yönü ortadan kaldırmı ştır. Cem Sultan, eserde karakter boyutunda i şlenen tek kahramandır. Yaptıklarının do ğru olmadı ğını anlaması, her gün biraz daha batması, onda iç çatı şma da do ğurmu ştur. Kendisinin sunumu, etkileyicidir.

Cem Sultan , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu tragedyalarından biridir. Oyunda Cem Sultan’ın yanında Sultan Bayazıt, Sultan Kayıtbay, Karamano ğlu Kasım Bey, Fransa Kralı VIII. Charles gibi ba şka tarihî ki şiler de bulunmaktadır. Karakter



 boyutunda sadece Cem Sultan ele alınmı ş, di ğer ki şiler tip olarak verilmi ştir. Kahramanların sunulu şu inandırıcıdır, ruhsal açıdandır. Bu eserde de koronun i şlevini yerine getiren kahramanlar vardır (Sinan, “Sohbetî” adı konan papa ğan).

2.13. Sinan

2.13.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Sinan 23 , A. Turan Oflazo ğlu’nun iki bölümden olu şan, Süleymaniye Camii’nin Mimar Sinan tarafından vücuda getirili şini anlatan oyunudur. Bu oyunda hem koro vardır, hem de koro / meddah i şlevini yerine getiren Mustafa Sai Çelebi adlı ki şi.

Birinci bölümde ilk mekân Topkapı Sarayı’dır. Sadrazam Rüstem Pa şa Sultan Süleyman’a özellikle dı ş geli şmelerle / siyasetle ilgili rapor verir. Sultan Süleyman, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye Fatih Kanunnamesi’ni esas alıp yeni bir te şkilât kanunu koymayı hedefledi ğini bildirir. Ardından Süleyman, Mimarba şı Sinan’ı huzuruna kabul eder. “ Bütün o zaferlere, dahası, ya şadı ğıma/ tanık istiyorum Sinan, elle tutulur bir şey. / Benim bu dünyadaki maceram sana emanet ” (s. 5) diyerek Sinan’dan Süleymaniye Camii’ni yapmasını ister.

Sinan, caminin sa ğlam temele oturmasını sa ğlamak, küçük bir sarsıntıda zarar görmesini engellemek için tek parça zemine / kayaya ula şılıncaya kadar temeli kazdırır. Tabiî, Süleymaniye Camii tek ba şına in şa edilmeyecektir; etrafında imarethane, darü şş ifa, medrese gibi kurumlardan olu şan külliye yer alacaktır.

Bir süre sonra Sinan’ın karısı Gülruh’u, Mihrimah’ın Sultantepe’deki kö şkünde ona ud çalarken görmekteyiz. Gülruh Mihrimah’ın cariyesiyken Mihrimah onu, kendi sevdi ği ama annesi Hurrem Sultan tarafından kavu şmasına izin verilmeyen Sinan’la evlendirmi ştir.

Sinan yeniçeriyken Do ğu ve Batı’daki seferlere katılmı ş, oralarda mimarî ile ilgili dikkate de ğer ne gördüyse ondan ibret almı ş, bunları kendi inancı, dehasıyla birle ştirmi ştir. Sinan’ın en önemli kalfaları Sedefkâr Mehmet, Davut, Harun’dur. “Kubbe kemerlerini ta şıyacak somakî sütunların ” (s. 19) biri Eski Saray’dadır, di ğeri

  6`C:



 Kızta şı semtinden, biri Đskenderiye’den, bir ba şkası ise Şam’daki Baalbek harabelerinden getirtilecektir. “ Cami temelinin oturmasını beklerken ” (s. 21) Ferhat Pa şa Sarayı bitirilecektir. Sinan Davut’a o zaman da mevcut olan plansız binaları yıkmasını söyler. Di ğer kalfaların her birini de önemli bir i şle görevlendirir mimarba şı. Harun’un tuhaf hâlleri dikkat çekmektedir.

Bundan sonra, Topkapı Sarayı’nda Rüstem Pa şa’yı Sultan Süleyman’a, Fransa Kralı Henri’nin sava şmakta oldu ğu imparator Şarlken’e kar şı yardım istedi ği mektubu okurken görüyoruz. Süleyman, kendisinden kim yardım isterse ona destek olaca ğını belirtir. Sultan Süleyman Đran seferine çıkar. Bu sırada Tahtakale semtinde Osmanlı ülkesindeki ilk kahvehane kurulur. Şah Tahmasb sava şı göze alamadı ğı için Sultan Süleyman ülkesine sava şmadan muzaffer olarak dönerken, yolda gördü ğü de ğerli ta şları ve mermer sütunları da beraberinde getirir. Bunlar Süleymaniye’nin in şasında kullanılacaktır. Süleyman’ın ya şı ilerlemi ş oldu ğu için zaman zaman sa ğlık sorunları görülmektedir. Ancak o, Süleymaniye tamamlandı ğında bir o kadar daha ya şayaca ğına inanmaktadır. Süleymaniye’nin duvarları gayret, inançla örülmektedir. Bu sırada Đstanbul’da büyük bir susuzluk söz konusudur. Alibeyköyü’ndeki su şehre ula ştırılıp dört bir tarafına da ğıtılacaktır. Süleyman sık sık Sinan’a baskı yapmakta, caminin niçin geciktirildi ğini sormaktadır. Sinan’sa duvarların oturmasını beklemektedir; o, in şaatın emrindedir artık.

Bundan sonra Mihrimah’ı Sinan’ın evinde, Gülruh’un çaldı ğı udu dinlerken ve onunla sohbet ederken görmekteyiz. Gülruh’u Sinan’la, Mihrimah evlendirmi ştir. Mihrimah bunu hatırlatır, sonra pi şman olur. Mihrimah da Sinan’a â şıktır genç kızken. Ancak, annesi Hurrem Sultan, ma şa olarak kullanabilece ği için, kızını Rüstem’le evlendirmi ştir. Mihrimah zaman zaman öksürmekte, bu da çevresindekilerin dikkatini çekmektedir.

Daha sonra Sinan’ın i şli ğine gidip, Sai ve di ğer kalfaların konu şmalarına tanıklık ediyoruz. Sai, insanlık kadar eski olan rü şvetin, geli şip bir düzene girmesini Rüstem Pa şa’ya borçlu oldu ğunu söylüyor. Rü şvetin, düzeni temelinden kemiren gizli bir kurt (s. 55) oldu ğu belirtiliyor. Bu bölümde ve neredeyse eser bitene kadar Rüstem Pa şa cami in şaatı ve di ğer mimarî eserlerin giderlerini kar şılama konusunda cimri davranacak, bundan ötürü padi şahın azarıyla kar şıla şacaktır. Burada Rüstem Pa şa



 Harun’a, “ Yakın hizmetime girer, ayak uydurursan bana az zamanda yükselir, amacına eri şirsin ” (s. 59) der.

Sonraki kısımda Topkapı Sarayı’nda Sai, Süleyman ve Sinan’ı konu şurken görüyoruz. Sai, co ğrafî ke şiflerin “eski dünya” diye adlandırılan devletlerin ekonomilerini olumsuz etkiledi ğini belirtmektedir. Đstanbul’a Kırkçe şme suları getirilecek, şehrin her yerine ula ştırılacaktır. Halkın, “ Su, su! ” (s. 61) diye sesleni şi duyulur. Bu ba ğlamda, Bâkî ve Fuzulî gibi büyük şairlerin Sultan Süleyman zamanında ya şamasından duyulan gurur dile getirilir. Ardından, Rüstem Pa şa gelir ve Đran Şahı Tahmasb’ın mektubunu okur. Tahmasb, Süleymaniye Camii’nin erken bitmemesini “darlı ğa dü şülmü ş olabilece ği” şeklinde alaycı bir biçimde yorumlamı ş ve Süleyman’a bir torba mücevher yollamı ştır. Sultan Süleyman buna çok sinirlenir, Sinan’a sitem eder. Mücevherler minarelerden birinin harcına konacaktır. Padi şah sadrazama veliaht şehzadeyle ilgili haber olup olmadı ğı sorunca sadrazam şu cevabı vererek Şehzade Mustafa’nın şahın kızıyla evlenmek istedi ğini iddia eder:

“Şehzade Mustafa’yla Đran şahı arasında yollanan birtakım mektuplar ele geçirilmi ş bulunuyor. Bunlardan anladı ğımıza göre hünkârım, şehzadeniz Đran Şahı Tahmasb’a yakla şarak onunla birle şme yollarını arıyor, daha do ğrusu, şahın onu elde etmek için kurdu ğu tuza ğa dü şmeye can atıyor âdeta” (s. 67). Rüstem, şehzadenin Đstanbul’a gelmek istedi ğini belirten mektuplar yolladı ğını, oraya gelip yeniçerilere görünmek istedi ğini savunur. Hurrem ve Rüstem’in amacı, Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’dan kalkıp yeniçerilerle birle şerek babası II. Bayazıt’ı tahttan indiri şini hatırlatarak Sultan Süleyman’ın Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırmasını sa ğlamaktır. Bu ise, Hurrem ve Rüstem’in iktidar arzularını tatmin etmelerini sa ğlayacaktır. Bu mesele “Kanunî Süleyman” adlı oyunda geni şçe ele alınacaktır. Sultan Süleyman şehzadeyi ortadan kaldırır. Yeniçeriler bunu protesto eder. Harun da protesto teklifinde bulunur, ancak Sinan bunu kabul etmez. Harun’a kubbe için gereken tu ğlaları yaptırmasını tembihler. Söz konusu dönemde de çarpık yapılar, kentle şme görüldü ğü için Sinan, kalfalardan bu uygunsuz yapıların yıkılmasını ister. Yorucu Do ğu seferinden dönen padi şah önce cami in şaatına u ğrar, Şehzade Mustafa’nın acısını da tüm benli ğinde ya şamaktadır. Ya şadı ğına tanıklık edecek yapının bir an önce tamamlanmasını istemektedir.



 Đkinci perdede mekân önce Topkapı Sarayı’dır. Mihrimah, kocası Rüstem’e her şeyi vergiye ba ğladı ğı, Sinan’a kar şı cimri davrandı ğı için çıkı şmaktadır. Bu sırada Süleyman da gelir. Padi şah, Ta şlıcalı Yahya’nın yanı sıra Sâmî’nin de Şehzade Mustafa’nın öldürülmesini kendisine cesurca sordu ğunu belirtir. Mihrimah babasına, şehzadeyle ilgili söylenenler ve belgelerin yalan olabilece ğini, bir kez de Mustafa’yı dinlemeyi denemedi ğini söyledi ğinde Sultan Süleyman, “ Ben daha ya şarken, onu benim yerimde görmeye ba şlamı ştı ordum ve halkım ” (s. 85) yanıtını verir. Mihrimah, öksürük krizi geçince, “ Selim sizden sonra yetkinize sahip olur olmaz ba şını yiyecektir karde şinin, ondan çok daha de ğerli, her bakımdan daha üstün Beyazıt’ın ” (s. 85) der. Đki karde şin bo ğazla ştı ğını annesinin de görmesini arzulamaktadır. Çünkü, Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırtıp bu gelecek yıkıma sebebiyet veren, Hurrem Sultan’dır.

Bir gece Sinan’ın o ğlu ate şler içinde yanmaktadır. Sinan camiyle, maketiyle o kadar me şguldür ki, karısının söylediklerini kolay algılayamaz. Hekimba şıyı da Ayasofya’yı gözlemledikten sonra ça ğıracaktır. Đş likte Harun, ustası Sinan’ın arkasından konu şur. Sedefkâr ve Davut onu uyarır. Harun, kimsenin ula şamayaca ğı yere tek ba şına varmak istedi ğini (s. 96) belirtir, gözünü hır bürümü ştür. Sarho ş Đbrahim’le Sinan gelir. Đbrahim pencerelere nakı ş i şler. Bu esnada Sultan Süleyman’la Şeyhülislâm Ebussud Efendi de gelir. Süleyman yine caminin ne zaman bitece ğini sorar, Sinan onlara camiyi gezdirir ve mimarî özelliklerini anlatır. Kubbeye nak şedilecek yazıları Karahisarî yazmı ştır.

Rüstem Harun’a camiyi tamamlarsa kendisini mimarba şı yapaca ğını söyler. Đkisi, sahte belgelerle Sinan’ın suçlu oldu ğunu öne sürerler. Davut’sa ustası Sinan’ı Harun’un dolaplarına kar şı uyarır. Yine Davut ve Sedefkâr, Harun’un yaptıklarını akla aykırı bulur. Harun tu ğlalarda hile yaptı ğı için in şaat yine uzayacaktır. Sahte belgelerden dolayı Sinan, şeyhülislam, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri tarafından yargılanır. Suçsuz oldu ğu ortaya çıkar. Düzenbaz Harun’u yine savunur, ona iyi örnek olamadı ğını söyler. Bundan sonra orta kubbe örülmeye ba şlanır, iki ay sonra cami namaz kılınabilecek hâle gelecektir.

Đlerleyen kısımda Mihrimah Sinan’ı Sultantepe’deki köşküne ça ğırır. Ondan, hayratına bir yenisini eklemek için bir mabet daha ister. Bu cami, Edirnekapı’ya yapılacaktır.

 

 Sonunda cami tamamlanır. Sinan, caminin altın anahtarını Süleyman’a sunar. Dualarla birlikte cami ibadete açılır. Oyun, böylelikle sona ermektedir.

2.13.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.13.2.1. Asıl Kahraman

Eserin ön sözünde Oflazo ğlu’nun “ Sinan oyunu, insan kültürünü olu şturan, geli ştiren iki gücün, eylem iradesiyle biçim verme iradesinin çatı şması üzerine kurulmu ştur ” (s. IV) açıklamasını yaptı ğı oyunda asıl kahraman Mimar Sinan’dır. Sinan, Sai tarafından “… Güzellikler âlemine sultan / cihan mimarlarıyla mühendislerine ba ş olan / yaptıklarıyla gerçe ğimizi ölümsüz kılan / Abdülmennan o ğlu Koca Sinan! ” (s. 3) olarak tanıtılır. Sinan aslen Kayserilidir. Yeniçeri Oca ğı’na mensupken Do ğu ve Batı seferlerine katılmı ş, orada gördü ğü mimarî eserlerden esinlenmi ş, gözlemleriyle sanatçı dehasını birle ştirerek mimarî alanında bir doruk olmu ştur. Kırk dokuz ya şındayken Yeniçeri Oca ğı’ndan ayrılır ve mimarba şı yapılır. Yine o ya şta Gülruh isimli bir cariye ile evlendirilmi ştir. Bir çocukları vardır. Đstanbul’un her tarafını binalar, suyollarıyla bayırdır hâle getirmektedir. Sultan Süleyman tarafından kendisine ısmarlanan Süleymaniye Camii’ni vücuda getirmek için yıllarını harcar. Sanatını çok sevmekte, o uğurda büyük özveri göstermektedir. Bu mabedin tamamlanması sürecinde onunla yatıp onunla kalkar. Rüyalarında bile onunladır. Sultan Süleyman camiyi çabuk bitirmesi konusunda Sinan’ı sıkı ştırır; ancak, mimarba şı taviz vermez. Zira, çabuk eskiyecek, basit bir sarsıntıda yıkılabilecek bir mabet kurmak istemez. Sultan Süleyman’a “ Çabuk çökmeye mahkûm bir Süleymaniye’ye razı olabilir Sultan Süleyman; fakat Mimar Sinan asla! ” (s. 122) diyebilecek kadar cesur, ma ğrur, öz güveni geli şmi ş bir şahsiyettir Sinan. Büyük bir azim ve sanat gücüyle bina etmektedir Süleymaniye ve di ğer eserlerini. Ayasofya’yı tema şa eder sık sık. Ondaki eksikliklerden ders almakta, aynı hatalara dü şmek istememektedir. Đş ini son derece büyük bir titizlikle yapmaktadır. Fark etmedi ği bir şey oldu ğunda kendisini sorgulamaktadır bu eksikliği konusunda. Merhamet duygusu çok geli şmi ştir. Kendisine ihanet eden Harun’u ele vermez. Yine ho şgörüyle yakla şır ona. Đyilik, güzellikten yanadır. Teknik bilginin yanında inanç gücünün de kurdu ğu eserlerde etkili oldu ğunu dü şünür. Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’la birbirlerine â şıktırlar. Hurrem Sultan yüzünden Mihrimah Rüstem Paşa’yla

 

 evlendirildi ği için ikisi kavu şamamı ştır. Sinan, a şkını saklamaya çalı şmaktadır. Eserin sonunda Sinan, Süleymaniye’yi tamamlayıp anahtarını Sultan Süleyman’a sunar.

2.13.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Rüstem Pa şa ve Harun hasım güçlerdir.

Rüstem Pa şa, sadrazam, Mihrimah Sultan’ın e şidir. Sinan’ın kalfalarından Harun’un ki şili ğini çözdü ğü için ona i ş birli ği teklif eder. Đkisinin de amacı, Sinan’a zarar vermek, padi şahın katında onu kötü göstermektir.

Rüstem, cimrili ği ve rü şveti sistematik hâle getirmesiyle ünlüdür. Sai bunu “ Belki insanlık kadar eskidir rü şvet ama geli şip bir düzene konmasını Rüstem Pa şa’ya borçludur bu devlet ” (s. 54) sözleriyle dile getirir. O, Hurrem Sultan’la danı şıklı şekilde Şehzade Mustafa’ya, tahtta gözü oldu ğu ve bunun için Đran şahı ile i ş birli ği içinde oldu ğu yönünde iftira ederek padi şahın şehzadeyi ortadan kaldırmasına sebep olmu ştur. Duyguları körelmi ştir. Đnsanlara iftira etmekten çekinmez. Kendi çıkarı u ğruna her şeyi ayakaltına alabilen bir ki şili ğe sahiptir Rüstem. Harun’a “ Bana öyle geliyor ki, senin mayan alt katlarda pineklemeye razı de ğil. Yakın hizmetime girer, ayak uydurursan bana az zamanda yükselir, amacına eri şirsin ” (s. 59) dedi ğinde Harun temennada bulunur âdeta. Harun’un hırçın bir yapısı vardır. Hiçbir şeyden memnuniyet duymaz. Gözü yükseklerdedir. A şırı hırslıdır. “ Kimsenin varamayaca ğı yere tek ba şına ula şmak” (s. 96) istemektedir. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi olayına tepki göstermeyi önerir ustasına. Kıskançtır. Tu ğlalara hile karı ştırıp caminin tamamlanma süresinin uzamasına yol açar. Sinan’ın yolsuzluk yaptı ğı yönünde asılsız belgeler düzerek bunları Rüstem’e verir. Bu iki şahıs Sinan’ın gereksiz yere yargılanmasına sebep olmu şlardır. Ancak, Sinan aklanır. Onlar da amaçlarına ula şamazlar. Sinan, Harun’u affetme büyüklü ğünü göstermi ştir yine de. Harun da, Rüstem gibi, kendi çıkarları için her şeyi me şru sayan ki şilik yapısına sahiptir.

2.13.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Süleymaniye Camii’nin tamamlanması arzu edilen, tamamlanmaması korku duyulandır. Özellikle Sultan Süleyman ve Sinan, Süleymaniye’nin bitece ği günü görmek için ya şamaktadır âdeta. Arzu edilen nesneye kavu şulur oyunun sonunda. Eserin genelinde kahramanlar unutulmaktan korkmakta, unutulmamayı arzulamaktadırlar. Bunu Sultan  

 Süleyman “ … Ya şadı ğıma tanık istiyorum Sinan, elle tutulur bir şey. Benim bu dünyadaki maceram sana emanet ” (s. 5) biçiminde ifade ederken Sinan, “ Öldükten sonra unutulmak istemiyorum, hiçli ğin koynunda son bulmak istemiyorum. Biri benim ya şadıklarıma tanık olsa, adım yeryüzünde hep taze kalsa ” (s. 7) sözleriyle dile getirmektedir. Bundan ba şka, Harun hızla yükselmeyi; Harun ve Rüstem, Sinan’ı saf dı şı bırakmayı arzu eder. Ancak, onların bu istekleri gerçekle şmez.

2.13.2.4. Yönlendirici

Eserde birden fazla şahıs yönlendiricilik yapmaktadır. Rüstem, Sultan Süleyman’ı Sinan ve Şehzade Mustafa’ya kar şı kı şkırtmakta, onları bulundukları yerden ettirmeyi amaçlamaktadır. Di ğer taraftan Mihrimah, babasını Sinan’ın suçsuz olduğu ve yargılanmaması konusunda yönlendirme çabasındadır. Davut, Sedefkâr kalfalar ile Sai, Sinan’ı Harun’un kötülüklerini ortaya koyması, ona kar şı dikkatli olması konusunda uyarmaktadırlar. Buna kar şın Sinan da onları böyle şeylere ra ğbet etmemeleri, iyilik, güzellikle ilgilenmeleri konusunda yönlendirmeye çalı şmaktadır.

Mihrimah, Sultan Süleyman’ın biricik kızıdır. Babasıyla birbirlerini çok sevmektedirler. Mihrimah Sinan’a â şıktır. Ancak, annesi Hurrem Sultan onu, kendisine maşa olarak kullanabilece ği Rüstem Pa şa’yla evlendirmi ştir. Bundan dolayı Mihrimah’ın içinde hep bir burukluk vardır. Cariyesi Gülruh’u Sinan’la evlendirmi ştir. Kocasını sevmez ve Sinan’a kar şı cimrilik etmemesi, dikkatli davranması konusunda uyarır. Mihrimah, Şehzade Mustafa olayından da ıstırap duymakta, kendisini suçlu hissetmektedir. Entrikasından dolayı annesine ate ş püskürmekte, ön gördü ğü taht mücadelesi yolunda karde şlerinin birbirini yok etti ğini annesinin de görmesini istemektedir. Đstanbul’un her tarafını hayratla doldurtmu ş hayırsever bir kadındır. Sevecen, duyguludur. Zaman zaman öksürük krizine girmesi verem oldu ğu konusunda bizi dü şündürmektedir.

Davut ve Sedefkâr Mehmet, Sinan’ın kalfalarıdır. Onun izinde gitmekte, kendisini takdir ve hayranlıkla izlemektedirler. Đş lerini sever ve en iyi şekilde yapmaya çalı şırlar. Do ğrudan yanadırlar. Harun’u, Sinan’a kar şı dürüst olması, hırsla hareket etmemesi konusunda uyarırlar. Harun Rüstem’le i ş birli ği yapınca Sinan’ı onun yaptıklarını yanına bırakmaması yönünde harekete geçirmeye çalı şmı şlardır. Ancak, Sinan do ğru bildi ğini yapar.

 

 Sai Çelebi’nin saray mensubu oldu ğunu dü şünmekteyiz. Kendisi hakkında bilgi verilmemi ştir. O âdeta gözlemci figür konumundaki anlatıcıdır. Eserin ba şında Sultan Süleyman ve Sinan’ı o takdim eder. Sai “koro” i şlevini yerine getirmektedir. Daima do ğruyu söyleyen, bunun için gözünü budaktan sakınmayan, cesur bir ki şili ğe sahiptir.

2.13.2.5. Alıcı

Eserdeki en önemli alıcı şahıs, Sultan Süleyman’dır. O, oyunun sonunda adını sonsuzca ya şatacak olan Süleymaniye Camii’ne kavu şur. Eserin ba şında Sai, Sultan Süleyman’ı “Karaların denizlerin sultanı / do ğuların batıların kuzeylerin güneylerin hakanı / dünya iktidarını elinde tutan / Selim Han o ğlu Süleyman Han! ” (s. 1) sözleriyle takdim eder. O, dünyaya hükmeden cihangir hükümdar, askerdir. O zamana kadar birçok ba şarı kazanmı ştır; ancak, bunların gün geçtikçe unutulaca ğından endi şe içindedir. Kendisini unutturmayacak eserler ister Sinan’dan ki, bu eserlerin en büyü ğü Süleymaniye Camii olacaktır. Sultan Süleyman, adil olu şu, büyük bir hükümdar olu şu, kızı Mihrimah’a dü şkünlü ğü ile gündeme getirilmi ştir daha çok. Şehzade Mustafa’ya kıyması ve ardından büyük bir yasa bürünmesi de söz konusudur. Oyun boyunca Sultan Süleyman’ın caminin çabuk bitirilmesi konusunda Sinan’ı sıkı ştırdı ğını, hatta sıkbo ğaz etti ğini görüyoruz. Caminin kendi sa ğlı ğına yeti şememesinden endi şe duymaktadır o. Zira altmı ş ya şına gelmi ştir artık ve kimi hastalıklardan şikâyet etmektedir.

Süleymaniye Camii’nin tamamlanmasını isteyen di ğer bütün şahısları da alıcı saymak mümkündür.

2.13.2.6. Yardımcı

Gülruh, Mihrimah, Sedefkâr Mehmet, Davut, Sarho ş Đbrahim’i bu gruba dâhil edebiliriz.

Gülruh, Sinan’ın sadık, sevecen, vefalı e şidir. On sekiz ya şındayken kırk dokuz ya şındaki Sinan’la evlendirilmi ştir. Bundan şikâyetçi olmak bir yana, son derece mutludur. Aynı zamanda Sinan’ın o ğlunun annesidir. Mihrimah’ın cariyesiyken onun tarafından Sinan’la evlendirilmi ştir. Mihrimah’ın Sinan’ı içten içe sevdi ğini bilir ve bunu saygıyla kar şılar. Mihrimah’a minnettar hisseder kendini. Ud çalma yetene ğine de sahiptir. E şine destek olur hep.

 

 Mihrimah, Sinan’ın zan altında bırakıldı ğı zaman onu babasına kar şı savundu ğu, ona manevî destek sa ğladı ğı için bu grupta de ğerlendirilmi ştir.

Sedefkâr Mehmet ve Davut’un Sinan’ın kalfaları olduğunu daha önce de ifade etmi ştik. Bu şahıslar, caminin yapımı esnasında çalı şarak, ustalarına manevî anlamda da destek vererek ona yardımcı olmu şlardır. Sarho ş Đbrahim, çini i şlemecisidir. Hem içki içip hem de öyle güzel sanat eserlerini nasıl ortaya çıkardığı konusu di ğer kahramanları şaşırtmaktadır. Biraz kalender bir yapısı vardır Đbrahim’in. Aynı zamanda alanında uzman, sanat dehasına sahip bir ki şidir. Sinan’ın yaptı ğı Süleymaniye’yi muhte şem çinilerle süsledi ği için onu da yardımcı şahıs olarak ele aldık.

2.13.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Ebussuud Efendi, Anadolu Kazaskeri ile Rumeli Kazaskeri, vezirler, bostancılar, i şçiler, Đstanbullular vb. dekoratif kahramanlardır.

Ebussuud Efendi, şeyhülislâmdır. Sultan Süleyman’ın kanunlarını “ Kur’an’la ba ğda ştıran ”dır (s. 10). Geleneksel din adamı tipine uygun bir kimliktedir. Padi şahın yanında yer alıp onu destekler. Đyiden, do ğrudan yanadır. Anadolu Kazaskeri ile Rumeli Kazaskeri, Sinan’ın yargılanması esnasında görünür. Kendilerinin ki şilik yapıları üzerinde durulmamı ştır. Delillerden Sinan’ın suçsuz oldu ğu sonucuna varmı şlar, yansız bir yargılamada bulunmu şlardır.

2.13.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Piyeste ikisi kadın, on biri erkek olmak üzere on üç kişi bulunmaktadır. Mihrimah Sultan ve Gülruh, kadın kahramanlar; Sinan, Sai Çelebi, Sultan Süleyman, Rüstem Pa şa, Sedefkâr Mehmet, Davut, Harun, Sarho ş Đbrahim, Ebussuud Efendi, Anadolu Kazaskeri ve Rumeli Kazaskeri, erkek kahramanlardır. Bunların dı şında vezirler, bostancılar, i şçiler, Đstanbullular, koro (görünmez) da oyunda yer alır.

Eserde en çok Mimar Sinan üzerinde durulmu ştur. Sinan, Osmanlı dönemi mimarîsinin sembolü, Türk mimarîsinin doruk noktasıdır. Sanattaki dehasını iman gücüyle birle ştirerek muhte şem eserler ortaya koymu ştur. Bu eserlerin en büyü ğü Süleymaniye Camii’dir oyunda. Sinan, belli bir ki şilik geli şimi göstermese de hiç kimseye



 benzemeyi şi, çok farklı bir mizaca sahip olu şu dolayısıyla karakter boyutunda i şlenmi ş bir kahraman kabul edilebilir. Konu şmaları ve tavırlarıyla tanıtılmı ştır. Tarihî bir ki şidir.

Sinan , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu oyunları arasında yer alır. Mimar Sinan’ın dı şında Sultan Süleyman, Mihrimah Sultan, Rüstem Pa şa, Ebussuud Efendi gibi ba şka tarihî ki şiler de oyuna dâhil edilmi ştir. Eserdeki şahısların ço ğu tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutlarıyla sunulmu şlardır. Yazar, kahramanlarına kar şı nesnel davranmı ş, onları ba şarılı bir biçimde sunmu ştur. Piyeste görünmeyen bir koro vardır. Mustafa Sai Çelebi de sözleriyle, bir tür “koro” işlevi yerine getirmi ştir.

2.14. Gardiyan

2.14.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Gardiyan 24 , yazarın iki perdeden olu şan altı ki şilik bir oyunudur. Eser, bir hapishanedeki bir gardiyan ile be ş mahkûm arasında ya şanan yarı oyun, yarı hayale dayalı canlandırmaları içerir. “Bu oyunda gerçek ile dü ş çatı şma hâlindedir ” (Enginün, 1989: 640).

Birinci perdede mahkûmlar parmaklı ğın sa ğ tarafında otururken salon yönünden ı şık görünce şaşırıp ı şığa bakarlar ve “Güne ş! Güne ş!” (s. 11) derler. Gardiyan kırbacını şaklatarak gelmektedir. Onu duymayan mahkûmlar yine “Güne ş! Güne ş!” (s. 11) diye ba ğırmaktadırlar. Gardiyan kırbacını daha hızlı şaklatınca mahkûmlar ürperip gözlerini kırpı ştırırlar. Gardiyan mahkûmlara, “Güne şe fazla bakarsanız öyle, hiçbir şey göremezsiniz bir daha! ”; seyirciye de “ Bizim burada mahkûmların hayal edebildikleri daha büyük, daha gösteri şli zindanlardır ancak ” (s. 11) der. Gardiyan bu şekilde zaman zaman seyirciye de hitap ederek bir tür meddah görevini üstlenecektir. Gardiyan mahkûmlara arkalarını dönmelerini ister. Kar şı yakaya mahkûmların gölgesi dü şer. Gardiyan böyle kısa bir süre onlara “ileri, geri” emri verir, onlar da bu buyruk do ğrultusunda hareket ederler. Gardiyan tempo tutarak “Ben yokum gölgem var! ” (s. 12) der. Mahkûmlar da tempoya uyarak Gardiyan’ın dedi ğini tekrarlayıp gölgeleriyle bir süre dans ederler. Gardiyan, seyircilere hitaben, mahkûmların gölge diye diye gölge olup gölgelerinde kaybolduklarını (s. 13) belirtir. Onlara da “ Herkes sırasıyla bir dü ş   6`C:



 oynasın da gerçek bir ki şilik kursun kendine şu gerçek duvarlar arasında. (…) Đş imiz yeniden yaratmak insanı, yok olmu ş insanı; i şimiz, önemli yani. (…) Evet, bo şalmı ş kalıplar, sizleri dolduralım yine, dolduralım ta şasıya! ” (s. 13) der. Parmaklı ğı bir kenara çekip mahkûmların arasına geçtikten sonra seyircilere, eski a şk hikâyeleri, mesnevî anlatanların hikâyeye ba şlamalarında oldu ğu gibi, “ Haber verenler, eser nakledenler rivayet ederler ki… ” (s. 14) der. Oyun ba şlamı ştır. I Mahkûm “ şık”, Gardiyan da “Sevgili”dir. Bu kısımda â şık için “Mecnun”, sevgili için “Leylâ” benzetmesi yapılmı ştır.  şık, Sevgili’ye vurulmu ştur. Ona ula şmak için a şılacak zorlu yolda  şık’a sadık bir dost gerekmektedir. Bu rolü, Arkada ş rolünü de III Mahkûm üstlenir.  şık, Sevgili için şiirli bir dil kullanmaktadır. Arkada ş’ıyla birlikte Sevgili’yi aramaya ba şlarlar. Sevgili’nin evinin yanına gelir.  şık bir oyun planlamı ştır. Buna göre, Arkada ş, Sevgili’nin penceresinin altında ıslık çalarak dola şacak, ona bakacaktır. Bu esnada  şık da Arkada ş’a saldıracaktır. Planı uygulamaya koyarlar. Arkadaş gerçekten, Sevgili’ye ba ştan çıkarıcı hareketler yapmakta, ondan kar şılık görmektedir. Âşık, Arkada ş’a hızlı bir tokat atınca Arkada ş da onu yere serer.  şık’ı yerden kaldırır Arkada ş ve Sevgili’nin evine varırlar. II Mahkûm kız babası olmu ştur.  şık, söylemek istediklerini kafiyeli sözlerle dile getirmektedir, Baba buna anlam veremez; hatta biraz kızar. Kızını neyle besleyece ğini sorar ona.  şık’ın ise sevgisinden başka varlı ğı yoktur. Derken Sevgili gelir.  şık yine şairane söylemlerine devam eder. Sevgili kendisine o kadar yakla ştı ğı hâlde,  şık onun göklerde, eri şilmez oldu ğunu söyler. Sevgili bir çiçektir, onu koklarsa solaca ğını dü şünür. Sevgili bu duruma daha fazla katlanmak istemez ve Arkada ş’ın koluna girerek uzakla şır.  şık şiir söylemeye devam eder. Sevgili farklı ki şilerin kolunda  şık’ın yanına gelir arada.  şık, Sevgili’yi kendisinin ula şamayaca ğı kadar yücelere çıkarmı ştır. Ancak, Sevgili’yi ba şkaları harabeye döndürmü ştür.  şık sevgisini ölümsüzle ştirmek için ya ölmeyi ya öldürmeyi amaçlamı ştır. Sevgili’yi öldürmek için bo ğazına sarılır. Müdahale eden Gardiyan, oyunun bitti ğini söyler. Parmaklı ğı yerine yerle ştirip kırbacını şaklatır.

Mahkûmlar canları sıkkın şekilde dola şırken birdirbir oynamaya ba şlamı şlardır. Bu sırada V Mahkûm, parmaklı ğın engel olmadı ğını söyler. Đsterse parmaklı ğı a şabilece ğini belirtir. II Mahkûm ise, istemenin zor oldu ğunu ifade eder. V Mahkûm aniden parmaklı ğın di ğer tarafına atlar. Arkada şları şaşkınlık içindeyken V Mahkûm geriye atlar. Sebebi soruldu ğunda, içinden geldi ğini söyler. I Mahkûm, bunu V Mahkûm 

 dı şında kimsenin ba şaramayaca ğını, V Mahkûm’un da parmaklı ğı a şsa bile geri dönece ğini, sonuna dek bulundukları yerde kalacaklarını ifade eder. Gardiyan gelmi ştir. Ardından su şırıltısı i şitirler. Onlar zevk duyarken Gardiyan kırbacını şaklatıp su sesinin kendilerine dereyi, derenin ırma ğı, ırma ğınsa denizi dü şündürece ğini söyler. Mahkûmlar özlemle “ Deniz! Deniz! ” (s. 25) diye inlerler. Gardiyan denizin güvenilir olmadı ğını belirtir. Mahkûmlar bu defa da salon yönünden gelen ı şığa bakarak “ Güne ş! Güne ş!” (s. 25) diye seslenirler. Gardiyan mahkûmlara sabırlı olmalarını, güne şi ve denizi göreceklerini söyler. Bu noktada mahkûmların “ Artık gözbebeklerimizdedir bu parmaklık, nereye baksak onu görürüz artık ” (s. 25) ve Gardiyan’ın seyircilere yönelik “Az sonra, tabii, içlerinde yer alacak o parmaklık; dı şarıdaki de onun simgesi olacak ” (s. 25) deyi şi, eserin ana fikri ile aynı yöndedir.

Her mahkûm yanındakine af çıkaca ğını, bu parmaklıklardan kurtulacaklarını söyler. Đlk mahkûm bir yıl içinde af çıkaca ğından dem vururken bu iddia son mahkûma gelindi ğinde bir sonraki güne kadar getirilir. Derken Gardiyan parmaklı ğı kaldırarak çıkmalarını ister. Mahkûmlar şaşırırlar, parmaklı ğın yerine do ğru bir iki adım atsalar da dı şarı çıkamayıp geri dönerler. Bu ba ğlamda Gardiyan’ın, “ Bunu geçseler bile, neye yarar? Đçerdekini a şamazlar ki… ” (s. 27) deyi şi anlamlıdır. Gardiyan kendisinin mahkûmlar üzerindeki tahakkümünden söz ederek ortalığı gerer. Bir süre sonra parmaklı ğı kenara çekip mahkûmlar arasına girer, II Mahkûm’dan oyuna ba şlamasını ister. Di ğer mahkûmlar birbirlerine saldırırlar. II Mahkûm yani Önder onları yatı ştırır. Niçin kavga ettiklerini sorar, her biri hiç akla gelmeyecek korkunçlukta bir şey anlatır. Önder tüm bu anlatılanlardan şaşkına dönmü ş, kötülü ğün ne yaman bir şey oldu ğuna tanık olmu ştur. Yine de, kötülü ğe ma ğlûp olmamak ve nereden ba ş verirse o ba şı ezmek gerekti ğini öne sürer. Tüm insanların bir tek yaratıcının elinden çıkma, aynı dünyayı payla şmak zorunda olan ki şiler oldu ğunu; kendilerine hayvan de ğil, insan dedi ğini belirtir. Mahkûmlar kendilerinin ne oldu ğunu sorar. Önder de onların insan oldu ğunu belirtir ve kendilerine insanız biz sözünü tekrarlatır. Mahkûmlar bu sözü bir süre yineledikten sonra hayvan demeye ba şlarlar. Bu kez Önder sinirlenip onlara hayvanlar der. Onlar da, Karagöz gibi, Önder’in her söyledi ğini tekrar eder. Önder onlara insan olduklarını söyletebilir sonunda. Bu şekilde devam ederse insanların birbirini yok edip Tanrı’yı yalnız bırakaca ğını, buna ise haklarının olmadı ğını savunur. Mahkûmlar da ona hak verir. Önder, insanlarla hayvanlar arasına kesin sınırlar koyup anla şmazlıkları 

 çözmek için kanunlar gerekti ğini ve bunları kendisinin en kısa zamanda bulup hizmete sunaca ğını ifade eder. Ancak, onlardan, kendisi dönünceye dek sapıtmama larını ister. Onlar da bunu kabul eder. Önder gitmi ştir. Mahkûmlar biraz bekler, sonra sıkılırlar. Gardiyan hayat ın bekleme yece ğini fısıldar. Derken, mahkûmlar eski davalarına döner. Kendilerine yön verecek birini aramaktadırlar. Gardiyan isti ğna ile arkaya dönmü ştür. Mahkûmlar onun varlı ğını anımsamı ştır. Gardiyan dönerken onlar da etrafında dönerler. Gardiyan’ı yüksekçe bir yere oturttuktan sonra etrafında hep beraber dans edip ona tapınırlar. Bir süre sonra her mahkûm sırasıyla tanrı yerine koydu ğu Gardiyan’ı yüceltip ondan, kendisini her şeye üstün kılması, kendileri dı şındaki varlıkları ezmek /yok etmek için niyazda bulunur. Bu esnada dilekte bulunan mahkûm dı şındakiler de onun sözlerini tekrarlayarak bir çe şit koro i şlevi görür. I Mahkûm da Gardiyan’ı tutup tahtından aşağılara fırlatmayı dilemi ştir. Gardiyan irkilmi ştir. Mahkûmlar onun etrafında dönerler yine. Di ğer yandan Önder’in ba şı üstünde birkaç defa şim şek çaktı ğı görülür. Bir ses Önder’e, “ Đnsancıkların ihanet ettiler bak sana da, bana da! Haydi şimdi benim öfkeme bürün, benim hı şmımı ku şan da dön aralarına! ” (s. 41) der. Önder insanların yanına gelip onlara serzeni şte bulunur, “hayvan” vs. diyerek ba ğırır. Mahkûmlar bo ş durmanın ürkütücü oldu ğunu söyledi ğinde Önder, tapmak için ba şka birini mi bulamadıkları biçiminde yanıt verir. Mahkûmlar Gardiyan kendilerine çok benzedi ği için ona tapmı şlardır. Mahkûmlar ayrıca, Önder’e çok gecikti ğini söylerler. Önder de insanın puta tapmayaca ğını, hatta hiç tapmayaca ğını iddia edip insanın aslını araya araya insan olaca ğını savunur ve mahkûmları bunu gerçekle ştirmeye davet eder. Kendilerini bu yoldan döndürmemesi için de, kendi yarattık ları put olan Gardiyan’ı kırmayı, parçalamayı önerir. Mahkûmlar ona hak verip Gardiyan’ın üzerine yürürken Gardiyan, putlara haksızlık et tiklerini söyler. Çünkü, putlar yok edilirse insan aklı bo şlu ğa dü şecektir. Ancak, Önder’in te şvikiyle mahkûmlar Gardiyan’ı parçalamak için üzerine yürürken Gardiyan oyunun bitti ğini belirtir. Parmaklı ğı eski yerine koyar. Kar şıdan kırbacını şaklatıp gider. Mahkûmlar bir süre amaçsızca gezindikten sonra birdirbir oynarlar tekrar. Bu esnada dere sesi duymaya ba şlamı şlardır. Dereye, suya özlemlerini ifade ederler. Dere şırıltısı ırmak sesine dönmü ştür. Irma ğın da denize ula şaca ğını bilirler, özlem doludurlar. Irmak sesi yerini deniz u ğultusuna bırakmı ştır. Irma ğın denizi duydukça ta şmak istemesi ni dü şünmeleri onları heyecanlandırır. V Mahkûm parmaklı ğın üzerinden atlayıp onlara el sallayarak ilerler. Kalan mahkûmlar onun



 kurtulmasına sevinip Gardiyan’ı dü şünerek gülerler. Derken Gardiyan gelir, V Mahkûm’un yoklu ğunu fark etmi ştir, hissettirmez. Onlara denizi çok özlemi ş olduklarını söyler. Ardından da V Mahkûm’un nerede oldu ğunu sorar. Mahkûmlar anlamazdan gelir. Bahar tasviri içeren bir masal giri şi yaparlar. Gardiyan V Mahkûm’a yönelik olarak “ Dön! ” (s. 48) der. Bu ses yankılanarak her tarafı doldurur. V Mahkûm usulca gelip arkada şlarının yanına geçer. Gardiyan’ın bu noktada “ Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi ” (s. 48) deyi şi dikkate şayandır. Yine Gardiyan’ın “ Canım zindan güzel zindan! ” (s. 48) sözü, mahkûmların ona tempo tutup halka olu şturarak dönmelerini sa ğlar. Bazen Gardiyan mahkûmların sözlerini, kimi zaman da mahkûmlar Gardiyan’ın sözlerini tekrar ederek dönmeyi sürdürürler. Bu sözler, hapishanenin mahkûmları dı ş dünyanın her çe şit tehlikesine kar şı korudu ğu, burada en olmaz hayallerin geli şerek insanlı ğın gerçekli ği oldu ğu yönündedir. Derken, deniz u ğultusu işitilir. Gardiyan denizcilik oyununu ba şlatır. Kendisi kaptandır. Dört mahkûm parmaklı ğın iki tarafında bulunup kürek çekme görevini yerine getirecek, di ğer mahkûm da gözcülük yapacak ya da yelken açma gibi i şleri görecektir. Umutlarına yelken açıp denizin sırlarını avlama (s. 50) sevdasındadırlar. Açıklara gideceklerdir. “(Deniz: sesler, görüntüler)” (s. 50). Mahkûmlar bilinmezin pe şindedirler. Gardiyan da onlara parmaklı ğın iki yanının da farksız oldu ğunu kanıtlama gayesindedir. Gardiyan uğradıkları ilk yerin Hind diyarı oldu ğunu belirterek masalın dünyaya buradan yayıldı ğını ifade eder. Ancak buranın artık olmadı ğını söyledi ğinde mahkûmların umudu kırılır. Sonraki menzil gökte maytaplar, çakıntılar la (s. 51) Çin’dir. Burada kalınamayacaktır; çünkü buranın da hükmü geçmi ştir. Denizde ilerlemeyi sürdürürken üst üste büyük patlamalar olur, ardından sessizlik ba ş gösterir. Burası da eski insanı dünyasıyla birlikte yok eden dü şünce azmanlarının boy attı ğı (s. 51) Avrupa’dır. Ancak, Avrupa da yoktur artık. Tekne onları özlemin yarattı ğı kıyılara götür melidir (s. 51). Yolda zümrüt saraylar, altın kakmalı tahtlar, gönül alıcı kızlar gibi birçok masal unsuruna rastlarlar. Fakat bunlara aldanmayıp açıklara gitmelidirler. Özlemlerinin altın uçurumlarının derinliklerine dal arlarken (s. 53) perde kapanır.

Đkinci perdede alacakaranlıkla Gardiyan ve mahkûmlar dönme kararı alırlar. Sahne gittikçe aydınlanmaktadır. Demir atarlar. Artık dönmü şlerdir. Gardiyan parmaklı ğın önü ve ardının aynı oldu ğunu birlikte gördüklerini söyler. Mahkûmlar da ona hak verir. Parmaklı ğı yerine koyup ona iltifat etmeyi de unutmazlar Gardiyan’la birlikte. Yine  

 bazen Gardiyan mahkûmların sözlerini, kimi zaman da mahkûmlar Gardiyan’ın sözlerini tekrar ederek, hapishanenin mahkûmları dış dünyanın her çe şit tehlikesine kar şı korudu ğunu, burada en olmaz hayallerin geli şerek insanlı ğın gerçekli ği oldu ğunu (s. 56) dile getirirler. Mahkûmlar halka şeklinde dönmektedirler. Gardiyan çıkarken dönmeyi bırakıp bakakalırlar. Gardiyan’ın dı şarıdan gelen sesine uyup birdirbir oynamaya ba şlarlar. Kısa bir süre sonra III Mahkûm Đstanbul’un dünyanın en güzel şehri oldu ğunu söyleyip onu övmeye ba şlayınca IV Mahkûm her defasında “ Paris’ten sonra!” (s. 57) der. III Mahkûm iyice sinirlenmi ş, di ğerine saldırmaya hazırlanırken di ğer mahkûmlar da sözleriyle ortalı ğı kızı ştırmaktadır. Bu sırada Gardiyan kırbacını şaklatarak gelir. III ve IV Mahkûm’a Đstanbul’u ve Paris’i görüp görmediklerini sorar. Đkisi de görmemi şlerdir. Gardiyan onlara böyle şeylerle u ğra şmamalarını söyleyerek yine, bu eserle ilgili aklımızda kalması gereken en önemli birkaç cümleden ikisini telâffuz eder: “ Đş imiz yeniden yaratmak insanı, yok olmu ş insanı; i şimiz önemli ” (s. 58). Gardiyan bu noktada da, oyunun ba şında oldu ğu gibi, “ Ben yokum gölgem var! ” (s. 58- 59) der ve mahkûmlar bunu bir süre tekrarlar. Gardiyan onlara “Đleri, geri! Đleri, geri! ” (s. 58) emri verdikçe hareketlerinin olu şturdu ğu dinamik gölgeleriyle dans ederler.

III Mahkûm “ Heeeyt! ” (s. 59) biçiminde nâra atmı ştır. I ve IV Mahkûm onu Sezar’a benzetip dünyaya hükmeder gösterirler. III Mahkûm yani Kabadayı da kendini övüp kimseye benzemedi ğini vurgular. Ardından I Mahkûm’a II Mahkûm’dan ne şikâyeti oldu ğunu sorar. O da II Mahkûm’un rüzgârına mâni oldu ğunu söyler. Kabadayı yanına yakla şınca II Mahkûm ona “ Âbimsin” (s. 60) der. Kabadayı da asayi şi sa ğladı ğını belirtip I Mahkûm’dan bunun kar şılı ğı olarak haraç aldıktan sonra II Mahkûm’a gidip I Mahkûm’dan niçin şikâyetçi oldu ğunu sorar. O da, I Mahkûm’un suyunu keserek topra ğının, dolayısıyla hayatının çorakla şmasına yol açtı ğını iddia eder. Kabadayı I Mahkûm’a gider. I Mahkûm da onun büyüklü ğünü tasdikler. Suyu bundan sonra daima akacak olan II Mahkûm’dan da haraç alır Kabadayı. Bundan sonra IV Mahkûm’un yanına varıp mahkûmların hangisinden şikâyetçi oldu ğunu sorar. IV Mahkûm’un üslûbunu be ğenmedi ği için onu uyarır. IV Mahkûm bir süre dü şünmenin ardından V Mahkûm’dan şikâyetçi oldu ğunu ifade eder. Kabadayı köprüyü rahat rahat geç ebilece ğini (s. 62) belirtti ği IV Mahkûm’dan da haraç alır. Sıra V Mahkûm’a gelmi ştir. O, şikâyetinin yanı sıra her soruya “ Yok ” (s. 62-63) yanıtını vermektedir. Kabadayı sinirlenir. V Mahkûm’dan, yok olmayı istemiyorsa kendisine acilen bir  

 şikâyet mevzuu bulmasını ister. V Mahkûm yine herhangi birinden şikâyetçi olmaz, ondan kendisini rahat bırakmasını ister. Bu defa Kabadayı V Mahkûm’dan şikâyetçidir ve di ğerlerini V Mahkûm’un üzerine salmak ister. V Mahkûm pes etmi ştir, hepsinden şikâyetçi oldu ğunu belirtir. Kabadayı ondan haracı alıp di ğer mahkûmlara ba ğırdıktan sonra herkes eski yerine geçer. Kabadayı’nın ortada çalımla gezinerek söyledi ği “Şeytan azapta gerek! Sizdeki huzursuzluk huzurdur bana ” (s. 64) biçimindeki sözler, onun ya şam felsefesi üzerine çarpıcı şeyler dü şündürmektedir. Kabadayı bu şekilde konu şurken herkes suspus şekilde onu dinlemektedir. Bu durum da Kabadayı’yı rahatsız eder. Onlardan hareketlenmelerini ister. Mahkûmlar kıpırdamaya ba şlarlar. Önce yava ş yava ş, sonra hızlı olarak Kabadayı’nın etrafında dolanırlar. Ba şı dönen Kabadayı zorlukla onları durdurur. Yine bu kez de sessizlikten sıkıntı çöreklenmi ştir içine. Mahkûmların bir şey söylemesini ister yeniden. Ama onlardan çıt çıkmaz. Derken, önce yava şça, sonra hızla etrafında dönerler. Gardiyan’ın “ Đleri, geri! ” emriyle onları hareket ettirmesi gibi, Kabadayı da “Dalgalan, durul! ” (s. 65-66) komutuyla mahkûmları bir süre yönetir. Sonra durmalarını i şaret eder. Şimdi de babasından dem vurmakta, onun yoklu ğundan söz etmektedir. Bir dostuna (IV Mahkûm’a) “ Nasılsın anam babam? ” (s. 67) demi ş, dostu da “ Hangi baban? ” (s. 67) dedi ği için kan beynine sıçramı ştır. Babasızlı ğını fark etti ğinden beri böyle peri şan hâldedir, babasını aramaktadır. Şimdi de V Mahkûm’a babasını tanıyıp tanımadı ğını sorar. O da babasını en iyi annesinin bilece ği yanıtını vermi ştir. Annesinin i şe karı ştırılmasına kızan Kabadayı babasını babasının bilece ğini söyleyince yine V Mahkûm “ Hangi baban? ” (s. 67) der. Kabadayı iyice zıvanadan çıkmı ştır. Di ğer mahkûmlar V Mahkûm’u onun elinden kurtarırlar. Kabadayı yine nâra atıp tehditler savurduktan sonra sırasıyla I ve II Mahkûm’a gidip babaları olup olmadı ğını sorar. Onlar da babasız insan olmayaca ğını belirtirler. Kabadayı, babası olmadı ğı için hayvan mı oldu ğunu sormu ştur. V Mahkûm hayvanın dahi babası oldu ğunu ifade eder. Kabadayı kendisinin babası olmadı ğını söyler ve mahkûmlardan kendisi için içlerinden geçeni söylemelerini ister. Israrcıdır. Onlar da “Piç de ğilsin” (s. 71) deyip yemin eder. Kabadayı kükremi ş gibi deh şet saçarken birden Gardiyan’ı görür. Gardiyan onların tarafına geçmi ştir. Kabadayı babasını buldu ğunu dü şünüp Gardiyan’ı hayranlıkla seyrederek ona yakla şmaya ba şlar. Gardiyan uzakla şmakta, Kabadayı da pe şinden gitmektedir. Bir kovalamacadır ba şlamı ştır. Gardiyan’a durmasını söyler Kabadayı. Gardiyan babası olmadı ğını dile getirir. O, bunu

 

 kabul etmez. Babasına özlemini ifade edip Gardiyan’dan babası oldu ğunu itiraf etmesini söyler. Gardiyan bunu kabul etmi ş görünür. Kabadayı Gardiyan’ı öpüp babası oldu ğunu mahkûmların da i şitece ği biçimde söylemesini ister ondan. Gardiyan dedi ğini yapar. Kabadayı bir taraftan da “ Özlemim bo ğacak seni! Alçak seni, korkak seni! ” (s. 73) gibi sözlerle onu bo ğmaya çalı şır. Gardiyan Kabadayı’nın elinden kurtulmayı ba şarır ve kırbacını şaklatıp parmaklı ğın di ğer tarafına geçerek oyunun bitti ğini söyler.

Gardiyan mahkûmlara, “ Bana bakın! Bütün dünya, bütün hayat burada gördü ğünüz burada duydu ğunuz kadar sanıyorsanız; bu duvarların ardında içerdekilerden farklı şeyler yok sanıyorsanız… ” (s. 73) diyerek onların dikkatini çeker. Sonra, “dere, ırmak, deniz, güne ş olmadı ğını zannediyorsanız” deyip her defasında cümlesini yarım bırakır. Duyulmaya ba şlayan dere şırıltısı, Gardiyan’ın sözlerine paralel olarak ırmak sesi, deniz uğultusuna dönü şür. Mahkûmların sözü edilen do ğa unsurlarına özlemi doru ğa çıkmı ştır; “ Kaldır şunu! Deniz! Güne ş!” (s. 74) biçiminde parmaklı ğa saldır ırlar. Gardiyan parmaklı ğı kaldırır; ancak mahkûmlar dı şarı çıkamaz. Gardiyan parmaklı ğı eski yerine bıraktıktan sonra onlara, dı şarıyı hayal etmenin parmaklı ğın arkasında durmayı güçle ştirdi ğini söyleyerek kendilerini ele ştirir. Ardından da hapishanede aç ve susuz olmadıklarını, parmaklıkların onları dı ş dünyanın her çe şit tehlikesine kar şı korudu ğunu söyler ve mahkûmlardan onun söylediklerine onay gelir. Parmaklıkların onları bahara kar şı da koruyup korumadı ğını sorar Gardiyan mahkûmlara. Mahkûmlar, “Bahar! Bahar! ” (s. 76-77) diye inlerler. Gardiyan’ın bundan sonra mahkûmlara söyledi ği “ Đç tehlikeler konusunda bir şey diyemem ” (s. 76) cümlesi, yazarın bu eserle bize dü şündürmek istedi ği şeylerdendir. Gardiyan gitmi ştir. Mahkûmlar onun ne demek istedi ğini anlayamamı şlardır. Kısa bir süre sonra birdirbir oynamaya ba şlamı şlardır. Bu esnada I Mahkûm’un çiçeklerin uçtu ğunu, III Mahkûm’un ku şların açtı ğını (s. 77) söylemesi, hâlâ baharı dü şündüklerini göstermekle birlikte ilginçtir. Zaman zaman birdirbir oynamayı sürdürseler de konu şurlar da. Ancak bu konu şmalar birbirinden kopuk şekildedir, birbiriyle alâkasızdır. Her biri kendi kendine konu şmaktadır âdeta. Derken, II Mahkûm I Mahkûm’un kula ğına bir şey fısıldar. O, buna ihtimal vermez. Di ğerleri de ne oldu ğunu sorar. “Gidiyormu ş. (…) Ayrılıyormu ş artık ” (s. 78) gibi sözlerle Gardiyan’ı ima ederlerken Gardiyan gelir. Gardiyan’ın “ Özlemek kavu şmaktır oynarken. Oyun dı şında biz yokuz. Oyun, her şeyden önce oyun! ” (s. 79) biçimindeki sözleri üzerine, IV Mahkûm bir yükselti üzerine oturarak “suçlunun getirilmesini” ister.  

 Gardiyan parmaklı ğın mahkûmlar tarafına geçip Yargıç’ın kar şısına dikilir. Yargıç’ın Gardiyan’ın mesle ği ve suçunu sorması üzerine Gardiyan ikisine de “ Gardiyanlık ” (s. 79) cevabını verir. Gardiyanlı ğın suç oldu ğunun kanıtlanması dolayısıyla suçunun gardiyanlık oldu ğu dü şüncesindedir. Yargıç “suçlu” deyince Gardiyan her seferinde “sanık” diye düzeltir. Mahkûmlar da Gardiyan’dan yanadır. Yargıç Gardiyan’a niçin sanık sandalyesinde oldu ğunu bilip bilmedi ğini sorar. Gardiyan ba şından beri orada oldu ğunu belirtir, mahkûmlar da buna şahitlik eder. Yargıç Gardiyan’a onun, mahkûmların ve kendisinin neden orada bulundu ğunu sorar. Gardiyan geçmi şi bırakmayı önerir. Yargıç da o insanların yalnızca geçmi şi oldu ğunu ifade eder. Gardiyan’sa mahkûmların parmaklıklar arkasında bir gelece ğinin oldu ğunu iddia eder. Parmaklı ğı açtı ğı hâlde mahkûmların çıkmadı ğını söyler. Yargıç mahkûmlara niçin çıkmadıklarını sormu ştur. Mahkûmlar bulundukları yeri sevdiklerini ifade ederler. Gardiyan mahkûmları oraya kendisinin getirmedi ğini, ancak onları burada tutmanın kendi vazifesi oldu ğunu savunur. Kendisinin de onlardan çok farklı bir hayatı olmadı ğını, zaman zaman da parmaklı ğın mahkûmlar tarafına geçti ğini belirtir. Yine mahkûmlar ona hak verir. Gardiyan hâlâ niçin kendisini yok etmek istediklerini anlamadı ğını dile getirir. Yargıç da bunun normal oldu ğunu söyleyince Gardiyan da gardiyansız mahkûm olmayaca ğını dile getirir. Mahkûmlar her ikisini de onaylar. Yargıç da buna kızar. Mahkûmlar her şeyin hakkını vermek istediklerini (s. 83) söylerler. Yargıç mahkûmlara kimi alkı şladıklarının farkında olmadıklarını belirtir. Mahkûmlar Gardiyan’ın görevini ba şarıyla yaptı ğı, kendisinde görev duygusu (s. 84) oldu ğu dü şüncesindedirler. Yargıç sinirlenmi ştir, gitmek için kalkar. Gardiyan’ın i şaret etmesi üzerine mahkûmlar Yargıç’ın duru şmayı sürdürmesini istediklerini ifade ederler. Yargıç Gardiyan’ın kırbacının ne i şe yaradı ğını sorar. Mahkûmlar titremeye ba şlamı şlardır. Gardiyan kırbacını birkaç defa şaklatıp âdeta musikiyi andırır sesler çıkarır onunla. Yargıç, mahkûmların ürkütücü bir esirlik içinde bulunduklarını beyan eder. Gardiyan onların özgür oldu ğu görü şündedir. Yargıç durumun de ğişece ğini (s. 86) söyler. Mahkûmlar özgür, insan olacaklardır Yargıç’a göre, yani bir tür gardiyan. Bu durumda, Gardiyan’ı da mahkûm yapacaklardır. Gardiyan onca gardiyana bir mahkûm dü şmesinin gerçekle ba ğda şmayaca ğını belirtip, mahkûmların dört duvar ardında oldukları için ba ğımsızlı ğı, özgürlü ğü en iyi algılayan ve dolayısıyla ona en çok sahip ki şiler oldu ğunu, dı şarıdaki insanın özgürlü ğün bilincinde olmadı ğını savunur.

 

 Mahkûmlar da kendisini co şkunca alkı şlar. Yargıç mahkûmları kendilerinden kurtarmanın imkân dâhilinde olmadı ğını anlamı ştır; onlara “ Ey özgürlü ğe dikilen e şsiz anıtlar! ” (s. 90) biçiminde hitap edip kendilerine daha çok özgürlü ğün yara şaca ğını (s. 90) belirtti ğinde mahkûmlar onu alkı şlar, Gardiyan’a benzer şekilde konu ştu ğunu dü şündükleri için de takdir ederler. Yargıç Gardiyan’a mahkûmlardan niçin vazgeçmedi ğini sorar. Gardiyan’sa onların varlı ğının bir açıdan kendisinin yalnızlı ğını besledi ği, di ğer bakımdan da kendisini yalnızlı ğa kar şı korudu ğu (s. 91) yanıtını verir. Kendisini hem gardiyan, hem mahkûm olarak görmektedir. Đkisinin de ortadan kalkması durumunda oyunun sonlanaca ğını belirtip bunu kimsenin arzulamayaca ğını savunur. Mahkûmlar da ona hak verir. Yargıç mahkûmlardan, onları bu ebedî esirlikten kurtarabilmesi için kendisine yardımda bulunmalarını ister. Gardiyan da yine onlara kendisini yargılayabilme hakkına dahi malik olduklarını ifade eder. Mahkûmlardan tekrar onay almı ştır. Gardiyan kendisinin de onlarla birlikte her şeyi payla ştı ğını, sıkıntılara hep birlikte gö ğüs gerdiklerini, onları bir arada tutabilmek için bin cefaya katlanan kendisinin bir gün olsun, bu fedakârlı ğından ötürü , taraflarından sorulmadı ğını öne sürer (s. 93). Mahkûmlar ona acımı şlar, gardiyanlı ğın kolay i ş olmadı ğına (s. 93) karar vermi şlerdir. Gardiyan’ı suçlamaya çalı şan Yargıç’a aldırı ş etmezler. Mahkûmlar Gardiyan’a kendisinin kıymetini daima bildiklerini ve bileceklerini dile getirirler. Gardiyan mahkûmları şimdi de duru şmanın soylu havasına uygun bir tavır (s. 94) sergilemeye davet etmektedir. Yargıç zavallı mahkûmlar (s. 94) dedi ği için Gardiyan itiraz etmi ş; kader ortakları, kendisinden birer parça olarak gördü ğü insanlar için kullanılan bu ifadenin kendisini sonsuz bir kedere mahkûm etti ğini (s. 95) belirterek geri alınmasını talep etmi ştir. Bu noktada da mahkûmlardan destek görmü ştür. Yargıç bu ifade yerine neyi kullanmasının teklif edildi ğini sordu ğunda Gardiyan ve mahkûmlar, Gardiyan’ın kader ortakları veya Gardiyan’ın can yolda şları (s. 96) sözünün kullanılmasını istediklerini beyan etmi şlerdir. Yargıç’ın mahkûm ve suçlu sözlerini kullanmasına da kar şı çıkıp sanık ifadesinin uygun oldu ğunu belirtmi şlerdir. Yargıç Gardiyan’a kader ortakları dedi ği ki şilerin bu acıklı hâllerinin vicdanını sızlatıp sızlatmadı ğını (s. 97) sormu ştur. Gardiyan Yargıç’a konuya ön yargıyla yakla şarak i şi içinden çıkılmaz bir hâle sokmaması gerekti ğini (s. 97) söyledi ği için, Yargıç ona, yargıçlık görevini de onun üstlenmesini önerir. Gardiyan bunun duru şmanın soylu havasına aykırı oldu ğunu (s. 97) belirtir ve soruya yanıt verir. Kader ortaklarının buraya



 ba ğlı olmasına kendisi sebep olmamı ştır ve bunu ara ştırmak kendi gücünün üstündedir. Ondan beklenen, bu hâli sürdürmesidir. Mahkûmlar bunu da takdirle kar şılar. Ardından, Yargıç bu kötü durum demi ş, söz konusu ifade Gardiyan tarafından “gerçek durum” olarak de ğiştirilmi ştir (s. 98). Yargıç Gardiyan’a böyle gerçek bir duruma son vermesini salık verir vermez, mahkûmlar araya girip Yargıç’ın düzenin bekçisi olmak yerine karga şadan yana oldu ğunu (s. 99) söylerler. Gardiyan Yargıç’a durumu tersten ele almak yerine bütün yönleriyle içeriden kavrayarak ona çözüm üretmeyi teklif eder, aksi takdirde bunun herkesin sonu olaca ğını (s. 99) söyler. Mahkûmlar yine Gardiyan’dan yana tavır içindedirler. Gardiyan birçok defa parmaklı ğı kaldırdı ğını söyler söylemez mahkûmlar atılıp, kendilerinin çıkmadıklarını bildirirler. Yargıç da onların dı ştaki engelleri a şmaya çalı ştıkları için çıkamadıklarını, hâlbuki içlerindeki engel le mücadelenin çok daha güç oldu ğunu (s. 100- 101) ifade eder. Gardiyan Yargıç’ın doğru tespitte bulundu ğunu belirtir. Yargıç mahkûmlara, kendilerini parmaklık ardına atan Gardiyan olmasa bile parmaklı ğı onların içine yerle ştirenin Gardiyan oldu ğunu heyecanlı bir şekilde dile getirir. Mahkûmlar bu defa Yargıç’ın söyledi ğine hak verirler. Yargıç Gardiyan için idam kararı verir. Mahkûmlar bir süre dü şünüp kendi aralarında görü ş alı şveri şinde bulunduktan sonra bunu istemediklerini belirtirler. Çünkü, Gardiyan’ın yoklu ğu kendi yoklukları anlamına gelmektedir (s. 102). Yargıç Gardiyan’ın korkunç (s. 103) oldu ğunu söyleyince Gardiyan da yalnızca gerçe ğin dile geldi ğini ifade eder. Mahkûmlar da aynı fikirdedir. Yargıç mahkûmları kendilerine kar şı korumu ş (s. 103), ancak ba şarılı olamamı ştır. Onun için, dava dü şmü ştür (s. 103). Yargıç’ın rolü bu noktada bitti ğinden, IV Mahkûm di ğerlerinin yanına gider. Gardiyan da parmaklı ğı yerle ştirip kendisi öbür tarafına geçip “ Kader ortaklarım benim, can yolda şlarım! Oyun, her şeyden önce oyun! ” (s. 103) der. V Mahkûm ani bir hareketle, Gardiyan gibi, “ Kader ortaklarım benim !” (s. 103) der. Di ğer mahkûmlar da kısa bir durgunlu ğun ardından “ Gardiyan! ” (s. 103) derler. V Mahkûm “ Can yolda şlarım benim! ” (s. 103) derken onlar da “ Gardiyan! Gardiyan! ” (s. 103) diyerek etrafında dönmektedirler. V Mahkûm, Gardiyan’ın yaptı ğı gibi, tempoyla “Ban yokum gölgem var! ” (s. 103) biçiminde ba şlayan söylemi dile getirir. Mahkûmlarsa onun dedi ğini tekrarlar. Gardiyan şaşırmı ştır, V Mahkûm’un kendisini taklit etmede ba şarılı oldu ğunu söyler. V Mahkûm dere, ırmak, deniz zincirlemesindedir. Gardiyan mahkûmlara seslenir; mahkûmlar, cezbedeymi şçesine, V Mahkûm’un etkisinde oldukları için onu



 hissetmezler. Gardiyan mahkûmların kendisini tanımamalarının kötü (s. 104) oldu ğunu dü şünür. V Mahkûm “deniz, güne ş” faslındadır. Di ğer mahkûmlar da “Güne ş! Deniz! Güne ş! Deniz! ” (s. 105) diye deniz ve güne şe özlemlerini dile getirmektedir. Bu sırada I Mahkûm, kendilerini güne şten ayırana ölüm (s. 105) gerekti ğini haykırır. Di ğerleri de “Ölüm! ” (s. 105) diye ba ğırıp Gardiyan’ı canlandıran V Mahkûm’un üzerine çullanırlar. Asıl Gardiyan parmaklı ğı kenara çekip kırbacını şaklatınca öteki mahkûmlar ürper ip V Mahkûm’u bırakırlar. V Mahkûm Gardiyan’a “ Bende seni gördüler sadece ” (s. 105) der. Elini kırbaç şaklatıyormu ş gibi yapınca öbür mahkûmlar kırbaç darbesi yemi ş gibi ürper mektedirler. Artık lüzumu olmadı ğını belirtti ği parmaklı ğı sahnenin dı şına iter V Mahkûm. Gardiyan da kırbacını dı şarıya do ğru fırlat mı ştır. V Mahkûm yani Gardiyan’ı canlandıran, oyunun başlayaca ğını haber verir. Hayalî bir kırbacı şaklatır gibi yapınca di ğer mahkûmlar bu kırbacı vücutlarında hissetmi şçesine ürperirler. Aynı his asıl Gardiyan’da da uyandı ğı için o da mahkûmlar arasına katılır. Yeni Gardiyan “ Kader ortaklarım benim, can yolda şlarım! Can yolda şlarım! ” (s. 106) demeye ba şlar. Asıl Gardiyan’la di ğer mahkûmlar onun etrafında inleye ürpere dönerken (s. 106) perde kapanır.

2.14.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

Gardiyan oyunu, yazarın di ğer piyeslerinden biraz farklılık gösterir. Eserde bir gardiyan ve be ş mahkûm olmak üzere altı ki şilik oyuncu kadrosu bulunur. Oyuna bütüncül açıdan yakla ştı ğımızda Gardiyan’ın “yönlendirici”, aynı zamanda hem “arzu edilen nesne” hem de “korku duyulan nesne”; Gardiyan’ın zaman zaman hitap etti ği seyircilerin “dekoratif unsur durumundaki ki şiler” oldu ğunu söylemek mümkündür. Hem “arzu edilen nesne” hem de “korku duyulan nesne” olarak zindanı da alabiliriz. Yine, Gardiyan’ın kırbacı da “korku duyulan nesne”dir.

Bu tiyatro metni içerisinde be ş farklı oyun vardır. Ayrıca, ilk oyunun öncesinde ve di ğer oyunlar arasında geçi ş kısımları yer alır. Söz konusu geçi ş kısımlarında bazen bir durum ya da kavram söz konusu edilirken bazen de birden çok durum veya kavram üzerinde



 durulur. Geçi ş kısımlarında bu sözü edilenlerin yanı sıra mahkûmlar genellikle birdirbir oyunu oynarlar.

Yukarıda oyunun genelinde Gardiyan’ın “yönlendirici”, bunun yanı sıra hem “arzu edilen nesne” hem de “korku duyulan nesne” oldu ğunu söylemi ştik. Önce Gardiyan’ın bu rolleri üzerinde durup onun şahsiyetini yansıtmaya çalı şaca ğız. Sonra, bahsetti ğimiz oyun içindeki be ş farklı oyun için ayrı ayrı şahıs kadrosu tespitinde bulunaca ğız. Gardiyan bu oyunların her birinde de yer almaktadır. Alt oyunlarda Gardiyan’a kısaca de ğinilecektir. Yine yukarıda seyircilerin “dekoratif unsur durumundaki ki şiler” oldu ğunu belirtmi ştik. Seyircinin hiçbir şekilde oyna dahli söz konusu de ğildir. Gardiyan birkaç yerde mahkûmların hareketleriyle ilgili seyirciye yorum yapar.

Oyunun bütününde “yönlendirici” konumundaki Gardiyan, mahkûmlara geçi ş kısımlarında genellikle “ileri, geri” emri verir, onlar da bu buyruk do ğrultusunda hareket ederler. Gardiyan tempo tutarak “ Ben yokum gölgem var! ” (s. 12) der. Mahkûmlar da tempoya uyarak Gardiyan’ın dedi ğini tekrarlayıp gölgeleriyle bir süre dans ederler. Birinci alt oyunun öncesinde Gardiyan mahkûmlara, “ Herkes sırasıyla bir dü ş oynasın da gerçek bir ki şilik kursun kendine şu gerçek duvarlar arasında. (…) Đş imiz yeniden yaratmak insanı, yok olmu ş insanı; i şimiz, önemli yani. (…) Evet, bo şalmı ş kalıplar, sizleri dolduralım yine, dolduralım ta şasıya! ” (s. 13) der. “Mahkûmlar birer gölgeden ibarettir” (Enginün, 1989: 641). “Gardiyan onlara sırasıyla dü şlerini oynatıyor ve her mahkûm, ancak dü şünü oynarken, özleminin görüntüsünü eylemle sunarken bireyle şiyor, ki şilik kazanıyor(…). Ve her mahkûmun dü şü, özlemi, gardiyanı yok etmeye yöneliyor sonunda ” (Oflazo ğlu, 1976: 105). Gardiyan için, “gerçek” olan, zindandır. O, oyun boyunca mahkûmların, deniz ve güne ş özlemlerine dayanabilmelerini sa ğlamak için yaptı ğı dü şünülebilir, zindana, “gerçe ğe” katlanabilmeleri için, “ Önü de bir ardı da. (…) Canım zindan güzel zindan! ” (s. 55) der. Mahkûmlar da zindanın kendilerini dı ş dünyanın so ğuğu, rüzgârı gibi tehlikelerden korudu ğunu söylerler. “Gardiyan’ın onlara sürekli hâkimiyeti Gardiyan’ı bir çe şit ‘kader’ hâline sokmaktadır” (Enginün, 1989: 639).

Dördüncü oyunun öncesinde Gardiyan, “ Oyun, her şeyden önce oyun! Dı ş dünyayı bütün zenginli ğiyle içeri alır bizim oyunumuz. Özlemek kavu şmaktır oynarken. Oyun dı şında biz yokuz. Oyun, her şeyden önce oyun! ” (s. 79) diyerek onları yeni bir oyuna 

 yönlendirir. Dördüncü oyunda Gardiyan sanık rolündedir, Yargıç tarafından yargılanır. Mahkûmların zindana giri şinden Gardiyan sorumlu de ğildir. Onun görevi mahkûmları burada tutabilmektir. Bunun için de (hapishanenin nispeten de katlanılabilir bir yer olabilmesi için) yarı oyun, yarı hayale dayalı canlandırmalar ortaya konmasını sa ğlamaktadır. Bu açıdan dördüncü oyunda sanık Gardiyan’ın şu sözleri önemlidir:

“Karde şlerim acaba bir gün olsun derler mi: ‘Bu adam, zaman zaman şu duvarların ardına ta şmamızı sa ğlayan dü şleri, umutsuzlukların yaylasında buz keserek ve güçlüklerin çora ğında ecel teri dökerek hazırlar bize!’ Bir gün olsun der misiniz: ‘Bizim için neler neler çeker bu adam!’ “ (s. 93). Gardiyan her oyunun sonunda asıl kahraman arzu ettiği veya korku duydu ğu nesneyi öldürmeye, yok etmeye kalktı ğı zaman, ki bu roldeki Gardiyan’dır, müdahale edip oyunun bitti ğini söyler. Parmaklı ğı yerine koyup parmaklı ğın öbür tarafına geçer, kırbacını şaklatır. Mahkûmlar ürperir. Bu tür durumlarda kırbaç ve Gardiyan “korku duyulan nesne”dir. Đkinci oyunun öncesinde Gardiyan’ın şu şekilde konu şabilmesi, kendisinin mahkûmlar üzerindeki tahakküm edebilme gücünü gösterir:

“Gerçi gönlüm nasıl diler, keyfim nasıl buyurursa öyle davranabilirim size kar şı, ama (…)Ama ben de sizler gibi zavallı bir ölümlüyüm alt tarafı. Biraz fazla sert esecek bir rüzgâr dalımdan dü şürür beni de. (…) Beni de avucunda oynatan, bana da diledi ğini yapacak biri var. Yani benim de büyü ğüm, üstüm, benim de şahım, Allah’ım var! Đsterse canıma okur benim! (…) Đsterse köpek gibi ezer, gebertir beni! (…) Ama(…) Ama yok öyle biri! (…) Diyelim ki öyle biri var. Ve bir şeyden dolayı kızıyor bana. (…) O bana bir şey yapacak olsa, size neye mal olur bu, bilir misiniz? O beni şöyle bir azarlayacak olsa, öyle bir ha şlarım ki sizi… O bana bir fiske vuracak olsa, yok mu(…) Bununla daha da dar ederim size burayı! Dua edin ki, öyle biri … yok! (s. 27-28). Gardiyan’ın kötü bir muameleye u ğrayabilece ği ihtimali mahkûmları sevindirir. Yine bu sözler “kırbaç”ın da korku duyulan nesne oldu ğunu ortaya koyar.

Gardiyan’ın “arzu edilen nesne” de oldu ğu daha önce ifade edilmi şti. Đkinci oyunda Önder insanlar arası ili şkileri düzenleyecek yasaları bulmaya gitti ği zaman mahkûmlar Gardiyan’a tapınmaya ba şlamı şlardır. Dönen Önder, onlara çok kızar. Đlle de tapacaklarsa niçin Gardiyan’ı seçtiklerini sorar. V Mahkûm “ Bize çok benziyor da ” (s. 42) yanıtını verir. Mahkûmlar Gardiyan’da kendilerini görmektedirler.

V Mahkûm’un zaman zaman parmaklı ğın öbür tarafına atlasa da orada kalamayı şı, yine eski yerine dönmesi, bazen de Gardiyan parmaklı ğı kaldırdı ğı hâlde mahkûmların



 bulundukları konumu de ğiştirmemeleri, Gardiyan ve zindanın arzu edilen nesne oldu ğunu gösterir.

Dördüncü oyunda Yargıç Gardiyan’ı yargılamaktadır. Yargıç’ın her sözüne Gardiyan’la birlikte mahkûmlar da itiraz etmektedirler. Mahkûmlar Gardiyan’ın avukatıdır âdeta. Gardiyan’ın sözlerini de alkı şlarlar. V Mahkûm’un Gardiyan’a yönelik olarak “ …Biz senin de ğerini her zaman bildik! ” (s. 94) sözü bu açıdan manidardır.

“Peki ama nedir gardiyan? (…) Ça ğımızdaki türlü zorbalıkları simgeliyor desek? (…) ‘Gardiyan ça ğda ş bir mittir’ demek, yazarın ho şuna gider herhalde ” (Oflazo ğlu, 1976: 105-106). Kaplan “ Gardiyana yarattı ğı hayal ve hayaletleri oynayan bir tiyatro yazarı hüviyeti de verilebilir ” (Kaplan, 2004b: 349) görü şündedir. Enginün de Gardiyan’ı şu şekilde tefsir eder:

“Gardiyan bu eserde nedir? Onu mistik açıdan yorumlayabilecekler çıkabilece ği gibi, özlemlerini yasaklarla çevirmi ş insanların ortak mahkûmiyeti diye de yorumlamak mümkün. Veyahut özlemlerimizin elinde oyuncak olarak onun bedelini ödemenin oyunu saymak da mümkün” (Enginün, 1989: 640). Daha önce belirtildi ği üzere, zindan da hem korku duyulan nesne, hem de arzu edilen nesnedir. Mahkûmlar zindanda denizi, güne şi özlerler. Dı şarıda baharın olu şu onları daha da kederlendirir. Ancak, zindanı kanıksamı şlardır. Hatta, ikinci perdenin ilk sayfalarında oldu ğu gibi, “ Önü de bir duvarın ardı da. (…) Canım zindan güzel zindan! (…) Sensin bizi koruyan! ” (s. 55) görü şündedirler. “Piyeste söz konusu olan hapishane, Eflatun’un ‘ma ğara’sıdır. Mahkûmlar insano ğullarıdır ” (Kaplan, 2004b: 345).

1. Oyun

2.14.2.1.1. Asıl Kahraman

Bu oyunda asıl kahraman I Mahkûm, yani  şık’tır.  şık Mecnun’a benzetilmi ştir. O, Sevgili’ye vurgunlu ğunu şiirle dile getirmektedir. Çok yakınında bulunan Sevgili’yi göklerde aramaktadır. Onu bulmak için Arkada ş’la yola dü şerler.  şık hayalperest bir ki şili ğe sahiptir. Onun bu özelli ğini özellikle, Sevgili’yi Baba’sından isterken söylediklerinde görürüz.  şık söyleyeceklerini şiirle ifade eder. Baba buna kızar. “Benim derdim bülbül derdi, bülbülün derdiyse… gül derdi. (…) Ah, âleme â şikâr oldu sırrım, dökül gözya şım dökül! (…) Kafesten ku ş uçurdum! ” (s. 17), Âşık’ın kız isteme esnasında söyledi ği sözlerdendir. Baba  şık’ın sözlerine anlam veremez. Kızı, yani  

 Sevgili gelir. Baba belki onun,  şık’ın dilinden anlayaca ğını dü şünür. Sevgili  şık’ın önündedir. Ancak,  şık “ Aranırım aranırım bulamam, göklerdedir ba şın senin ” (s. 19) der.  şık, solmasını istemedi ği için Sevgili’yi koklama maktadır. Bunun üzerine Sevgili Arkada ş’la gider.  şık şiirler söyler yine. “ Onu böyle görmek, Tanrı’m, sevinçlere do ğru ne çetin yolculuk! O yokken yalnızım ya, varken (…) daha yalnızım! Ama onu görmek yitik sevinç bahçesine yolculuk! ” (s. 21) biçimindeki sözlerdir bunlar. Sevgili her defasında kolunda ba şka biriyle önünden geçer. “ O gittikçe… daha da güzelle şiyor. (…) Geldikçe… delirtiyor beni daha da! Ah, yanıyorum, yanaca ğım, ama yakaca ğım da! ” (s. 21) diyerek “ Seven ya da sevilen ölecek ya da öldürülecektir ” (s. 22) dü şüncesiyle Sevgili’yi bo ğmak ister. Bu noktada, Sevgili rolündeki Gardiyan oyunun bitti ğini söyler.

2.14.2.1.2. Hasım veya Kar şı Güç

1.oyunda III Mahkûm, yani Arkada ş yardımcı konumunun yanında zaman zaman da hasım veya kar şı güç durumundadır. Arkada ş, Â şık “ bu çetin yolda tek ba şına yürü ”yemeyece ği (s. 14) için ona yolda ş olmu ştur. Â şık’ın planı gere ği Arkada ş, Sevgili’nin penceresi önünde “ıslık çalar ” (s. 16). Fakat, bununla yetinmeyip Sevgili’ye “ ba ştan çıkarıcı i şaretler yapar ” (s. 16). Baba’dan kız istenir. Â şık’ın aya ğı yere basmayan sözleri dolayısıyla Arkada ş, “ O bülbül, kızınız da gül! ” (s. 17) diyerek Âşık’ın kıza talip oldu ğunu ifade eder. Â şık önünde duran Sevgili’yi göklerde aradı ğı için Sevgili, “Ama hoyrat eller de var. Onu bir gün koparırlar! ” (s. 20) sözleriyle Arkada ş’ın koluna girip onunla gider. Sevgili her seferinde kolunda ba şka biriyle Âşık’ın önünden geçer. Onu bazen de Arkada ş’la görürüz.

Arkada ş, hem  şık’ın can yolda şı gibi görünür, hem de fırsat buldu ğunda onun Sevgili’sine kendi sevgilisiymi ş muamelesi yapar.

Sevgili’nin kolunda zaman zaman  şık’ın önünden geçen di ğer rakipler de hasım veya kar şı güç olarak dü şünülebilir. Ancak, bunları dekoratif unsur durumundaki şahıslar olarak görmek daha isabetli olacaktır.

2.14.2.1.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

1.oyunda kendisi için Leylâ benzetmesi yapılan Sevgili’nin ve a şkın arzu edilen veya korku duyulan nesne oldu ğu söylenebilir.  

 Âşık tarafından “ Đş te ba ğrımdaki yangından açan en güzel, en görkemli çiçek!” (s. 14) diye nitelendirilen Sevgili ona, “ Benimle her yer sana yurt olur! ” (s. 19) dese de penceresi önünde kendisine “ ba ştan çıkarıcı i şaretler ” (s. 16) yapan Arkada ş’a mukabele etmekten de geri durmaz. Sevgili’nin  şık’ın uzansa dokunaca ğı yerde bulunmasına ra ğmen  şık onu göklere yükseltti ği için uzaklarda aramaktadır. Sevgili bu tavır kar şısındaki duygularını “ Gerçi o beni sevdi ği günden beri sanki en güzel çiçe ğiyim yeryüzünün. Ama bir de koklamayı bilse! ” (s. 20) sözleriyle dile getirir. Sevgili  şık’ın bu hayalperest duru şundan usandı ğı için Arkada ş’ın koluna girip gider. Kimi zaman kolunda de ğişik ki şilerle, şiir söylemeye devam eden  şık’ın önünden geçer. Onun bu tavrı sevdi ğine sadık olmadı ğını gösterir. Sevgili tam anlamıyla “Leylâ” de ğildir. Bununla birlikte  şık’tan da vazgeçemez. Ona söyledi ği “ Sen hayalinle oyalan bakalım, bahçe târümar, ne çiçek kaldı ne tomurcuk! (…) Sevginle yücelttin beni ya, gücünü a şan yerlere çıkardın; bu yüzden yanıma gelemedin bir türlü. Ben de yapayalnız kaldım oralarda, sevginin ıssız, sarp doruklarında ” (s. 21-22) biçimindeki sözler bunun göstergesidir. Sevgili, “ Sevginin yasası kesin ve tek ” (s. 22) oldu ğundan  şık tarafından bo ğulacaktır. Sevgili rolündeki Gardiyan bu noktada oyunun sona erdi ğini söyler.

Aşk kavramının da burada arzu edilen nesne oldu ğunu yukarıda ifade etmi ştik. Â şık Sevgili’nin değil, “a şk”ın müptelâsıdır. Bundan dolayı, “ Her kim gerçekten severse, sevgisini mutlaka ölümsüzle ştirecektir ” (s. 22) dü şüncesiyle Sevgili’yi bo ğmak ister.

2.14.2.1.4. Yönlendirici

Bu küçük oyunda temel bir yönlendirici oldu ğunu söylemek zordur. Arkada ş’ın bu rolü kısmen üstlendi ği dü şünülebilir. Kız Baba’sı Â şık’a soru sordu ğunda Arkada ş’ın onu yönlendirmesi buna örnek verilebilir.

2.14.2.1.5. Alıcı

Yine bu oyunda bir alıcı oldu ğunu kolaylıkla söyleyemeyiz. Altı ki şilik bir oyuncu kadrosu vardır Gardiyan oyununun. Bunun için, şahıs kadrosunu olu şturan yedi unsurun hepsinin kar şılı ğını oyunda rahatlıkla bulamıyoruz. Ancak, Sevgili asıl kahraman olmayıp oyunun sonunda bo ğulmak istendi ği için onun bu rolü kısmen üstlendi ğini söylemek mümkündür.

2.14.2.1.6. Yardımcı  

 Oyundaki yardımcı şahıs Arkada ş’tır. “ Bu çetin yolda tek ba şına yürümek ” (s. 14) kimsenin harcı olmadı ğı için Arkada ş, Â şık’a yolda ş olmu ştur. Onun bu özelli ği yanında bazen de rakip (hasım veya kar şı güç) oldu ğunu daha önce belirtmi ştik.

Arkada ş,  şık’ın planındaki görevini yerine getirir, ama ileri giderek Sevgili kendi sevgilisiymi şçesine hareket eder. Kız isteme i şinde  şık hep şiirli konu ştu ğu için Baba’ya maksadı Arkada ş anlatır. Arkada ş’ın “ O bülbül, kızınız da gül! (…) Ama herkes için güzel şeyler dü şünür o, herkesin iyili ğini kurar. (…) Servetim a şkımdır demek istiyor ” (s. 17-18) gibi sözleri bu açıdan de ğerlendirilebilir.

2.14.2.1.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu kategoride IV Mahkûm ile II Mahkûm de ğerlendirilebilir.

II Mahkûm Baba’dır.  şık’la Arkada ş kızı ondan ister. Baba  şık’ın hayalci oldu ğunu anlamı ştır. Anla şabilecekleri dü şüncesiyle söz hakkını kıza (Sevgili’ye) verir. II Mahkûm’un bunun dı şında bir etkinli ği söz konusu de ğildir.

IV Mahkûm’un da, Sevgili’nin her defasında farklı birinin kolunda  şık’ın önünden geçmesi dü şünülürse bunlardan biri olabilece ği çıkarılabilir.

2. Oyun

2.14.2.2.1. Asıl Kahraman

Đkinci oyunda asıl kahraman II Mahkûm, yani Önder’dir. Di ğer mahkûmlar tekme tokat birbirlerine girmi şlerdir. Önder III Mahkûm’a niçin kom şusuyla bozu ştu ğunu sorar. III Mahkûm kom şusunun yani IV Mahkûm’un tarlasını almak istedi ğini söyler. Önder IV Mahkûm’a niçin bunu yaptı ğını sorar. O da tarlanın daha önce kendisinin oldu ğunu, ancak III Mahkûm’un tarlayı kendisinden aldı ğını ifade eder. III Mahkûm da kom şusunun tarlayla ilgilenmedi ğini, tarlayı yabanî otların kapladı ğını; kendisinin tarlayı ürün verecek duruma getirdi ğini, şimdi ona vermeyece ğini söyler. Önder bundan sonra, V Mahkûm’a karde şini niçin bo ğmaya çalıştı ğını soracaktır. V Mahkûm da karde şinin yani I Mahkûm’un kendisine ters baktı ğını söyler. I Mahkûm da V Mahkûm’un da kendisine o şekilde baktı ğını iddia eder. Önder iki mahkûma da

 

 bakı şların anlamını sorar. V Mahkûm, I Mahkûm’un bakı şından, onun kendisini ıssız bir yerde paramparça edip etini akbabalara, kemiklerini de uzun süre aç bırakılmı ş köpeklere sunup onun da zevkten dört kö şe şekilde bunu izleyece ği anlamını çıkarmı ştır. I Mahkûm’sa V Mahkûm’un bakı şından, kendisi çölde uzun bir zaman susuz kaldıktan sonra bulabildi ği bir kaynaktan doyasıya içmek için e ğildi ğinde onun yırtıcı bir ku ş olup kendisini havaya kaldırarak içebildi ği bir yudumcuk suyu kusturup kalabalık bir ormanda tüm hayvanların hücumuna u ğrayacak şekilde bırakaca ğı ve kar şısına geçip iştahla seyredece ği manasını çıkarmı ştır. Tüm bu i şittiklerinden deh şete kapılan ve “ Kötülük nerden uyanırsa –en çarpıcı, en vazgeçilmez hazların derinliklerinden ba ş versin isterse- ba şı ezilmeli hemen, onu üreten bütün kaynaklar amansızca kurutulmalı! ” (s. 31) görü şünde olan Önder, insanların birbirini yok edip Tanrı’yı yalnız bırakmaya haklarının olmadı ğını savunarak insanlarla hayvanlar arasına a şılmaz bir duvar çekecek, davranı şları en güzel, en iyi, en yüce amaçlara yöneltecek kurallar, insanı insan yapacak yasalar bulmak (s. 35) için gider. Kendisi yokken sapıt mamalarını söyler mahkûmlara.

Önder yasaları getirmekte gecikince Gardiyan’ı fark eden di ğer mahkûmlar onu yüksekçe bir yere oturtarak kendisine tapınmaya, etrafında dönmeye ba şlarlar. Bir ses Önder’e, “ Đnsancıkların ihanet ettiler bak sana da, bana da! Haydi şimdi benim öfkeme bürün, benim hı şmımı ku şan da dön aralarına! ” (s. 41) der. Önder insanlara sitem eder. “Bir şeye tapmak, hiç tapmamaktan daha iyi ” (s. 42) dü şüncesindeki mahkûmlar, Gardiyan kendilerine çok benzedi ği için ona tapmı şlardır. “ Puta tapmaz insan! (…) Tapmaz insan, tapmaz! (…) Her şeyden önce insan olmaya bakar insan! Bunun için de, aslını arar hep. Aslını araya araya insan olur insan. Aslımızı arayalım karde şlerim! ” (s. 43) söylemleriyle Önder, bu yolda kendilerine ayakba ğı olmasın diye, kendi yarat tıkları put olan Gardiyan’ı parçalama yı, ortadan kaldırmayı telkin eder. Mahkûmlar Gardiyan’ın üzerine gelirken Gardiyan oyunun bitti ğini söyler.

Önder, insanlar arasındaki çeki şmeleri ortadan kaldırmak, huzur sa ğlamak, dünyayı ıssız ve Tanrı’yı yalnız bırakmamak için yasalar bulmak ister. Đnsanı kendi kendisinin tanrısı yapmak için putları parçalamak gerekti ğini dü şünür. Bunun için de önce Gardiyan’ın yok edilmesini ister. Bu noktada o, kendisiyle çeli şir. Kötülü ğü, şiddeti ortadan kaldırmayı savunurken kendisi de böyle bir yola ba şvurmu ş olur.

 

 2.14.2.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Söz konusu oyunda “insanlar arasındaki çeki şme, anla şmazlık” ile Gardiyan bu i şlevi yerine getirmektedir.

Önder, “insanlar arasındaki çeki şme, anla şmazlık”ı ortadan kaldırmak, onları düzene kavu şturmak için yasalar getirip bunu insanların hizmetine sunmak ister. Ancak bu yolda önce Gardiyan’ı parçalatmak istemesi de yine bir karga şa örne ğidir.

Gardiyan da hasım veya kar şı güç konumuyla kar şımıza çıkar. Önder yasaları bulmak için giderken mahkûmlardan sapıt mamaları istemi ştir. Ancak, o gecikince Gardiyan, “Hayat bekler mi? ” (s. 36) diyerek onlara Önder’in dedi ğinin tersini yapmaları konusunda telkinde bulunur. Bu noktada Gardiyan, Önder için hasım veya kar şı güç durumundadır. Önder bu yasalar yolundaki en önemli engel gördü ğü put Gardiyan’ı parçalatmak ister mahkûmlara önce. Yine, Önder yasaları almak için gittikten bir süre sonra her mahkûm sırasıyla tanrı yerine koydu ğu Gardiyan’ı yüceltip ondan, kendisini her şeye üstün kılması, kendisi dı şındaki varlıkları ezmek /yok etmek için niyazda bulunur. I Mahkûm da Gardiyan’ı tutup tahtından a şağılara fırlatmayı dilemi ştir. Bu da, en güçlü varlık olma yolunda I Mahkûm için Gardiyan’ın hasım veya kar şı güç olu şunun göstergesidir.

2.14.2.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Oyunun asıl kahramanı Önder için insanlar arasındaki anla şmazlıkları çözecek, onların haklarını belirleyecek ve kötülü ğün kökünü kazıyacak olan “yasalar”, arzu edilen nesnedir.

2.14.2.2.4. Yönlendirici

Oyunda mahkûmlar için yönlendirici Önder’dir. Önder onlara “ … Sizler hayvan de ğil, insansınız! Đnsan olacaksınız! Đnsan olmanız gerek! Tekrar edin ” (s. 33) diyerek mahkûmların bu bilinci edinmelerini sa ğlamak ister. Onların Gardiyan’a tapındıklarını görüp kendilerine serzeni şte bulunduktan bir süre sonra, arzulanan yasalar yolundaki en büyük engel addetti ği Gardiyan’ı parçalamaları için onları harekete geçirmeye çalı şır.



 Gardiyan’ın yönlendirici rolünde oldu ğu durumlar da söz konusudur. Önder mahkûmlara insan oldukları bilincini a şılamaya çalı ştı ğı sırada Sokrates’in soru cevap yöntemini kullanırken onlara “ Neymi şsiniz? ” (s. 32) der. Ne diyece ğini bilmeyen mahkûmlara Gardiyan, “ Đnsan! ” (s. 32) diye fısıldar . Onlar da bunu tekrarlar.

Daha önce de sözü edildi ği gibi, Önder yasaları almaya gitti ğinde sapıt mamaları gereken mahkûmlara Gardiyan “Hayat bekler mi? ” (s. 36) diyerek onları Önder’in söyledi ğinin aksini yapma konusunda yönlendirir.

2.14.2.2.5. Alıcı

Bu küçük oyunda II Mahkûm yani Önder dı şında kalan mahkûmların alıcı şahıslar oldu ğunu söylemek mümkündür. Yasaları almaya giden Önder’dir. Yasalara ula şılması için yok edilmesi gereken Gardiyan’ı mahkûmlar ortadan kaldıracaktır.

2.14.2.2.6. Yardımcı

Önder arzuladı ğı yasaları bulmaya gitti ği zaman mahkûmlar sapıt ıp Gardiyan’a tapınmaya ba şladıklarında, arkası dönük biçimde diz çökmü ş konumdaki Önder’e “Đnsancıkların ihanet ettiler bak sana da, bana da! Haydi şimdi benim öfkeme bürün, benim hı şmımı ku şan da dön aralarına! ” (s. 41) diyen “Bir Ses” yardımcı şahıstır ki, bunun Tanrı’ya ait oldu ğunu dü şünebiliriz.

2.14.2.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu altı ki şilik oyunda dekoratif şahıslar bulundu ğunu söylemek zordur. Ancak, nispeten, Gardiyan ile II Mahkûm yani Önder dı şındaki mahkûmların dekoratif kahramanlar oldu ğunu dü şünebiliriz. Bu mahkûmlardan her biri, Gardiyan’ı tanrı yerine koyup ondan dilekte bulunma esnasında, Gardiyan’ın kendisini her şeye üstün kılması, kendileri dı şındaki varlıkları ortadan kaldırmak için temennada bulunur.

3. Oyun

2.14.2.3.1. Asıl Kahraman



 Üçüncü oyunun asıl kahramanı Kabadayı, yani III Mahkûm’dur. “ Heeeyt! ” (s. 59) biçiminde bir nâra atarak oyuna ba şlar. Kabadayı kendini şöyle tanıtır:

“Kara yılan olup koynunuza akarım, kızıl şim şek olup tepenizde çakarım! Bana derler… Ben derler bana! Tepeden tırna ğa Ben! Bir benzeri varsa konulsun yanına! Kendimi bildim bileli, anladın mı, ba şımı gökte tutar, yere sıkı basarım. –Sıkıysa basma bu âlemde!- Đki gözüm uykudaysa, üçüncüsü uyanıktır; bir hava esmeye görsün aleyhimde, ânında çakarım! –Sıkıysa çakma bu âlemde!- Sa ğ gösterip sol vurulmaz bana. Çünkü ben, anladın mı, bir anda hem sa ğa hem sola bakarım! – Sıkıysa bakma bu âlemde!- Heeeyt! Bana derler… Ben derler bana! Tepeden tırna ğa Ben! Bir benzeri varsa konulsun yanına!” (s. 59-60). Bundan sonra, her mahkûma sırasıyla, kimden şikâyetçi oldu ğunu sorup sudan sebepler işitecek, asayi şi sa ğladı ğını söyleyerek hepsinden haraç alacaktır. Kabadayı, yaşam felsefesini aşağıdaki sözlerle dile getirir:

“Bu i ş gayet basit anam babam! O sana dü şman olacak sen ona, şeytan azapta gerek! Sizdeki huzursuzluk huzurdur bana. Gayet basit gayet anam babam! Sana yan mı baktı şu adam? Sen dostumsun, o dü şmanım! Diyelim ki sen yan baktın ona. O kurtuldu, sense yandın canım! Şeytan azapta gerek. Sizdeki huzursuzluk huzurdur bana” (s. 64-65). Kabadayı babasını tanımamakta, onun özlemiyle yanmaktadır; zira, dünyaya gayrime şru gelmi ştir. Herkes de her defasında bunu ona hissettirmi ştir. Bu durum, Kabadayı’nın ruhunda ciddî bir yara olu şturmu ş; onu davranı ş bozuklu ğuna, kötülü ğe itmi ştir. Kabadayı ile mahkûmlar arasında “babasızlık hakkındaki bu kısır döngü” devam ederken Gardiyan belirir. Kabadayı onu hayranlıkla izler, babasına özlemini Gardiyan’a anlatır ve ondan babası oldu ğunu mahkûmların duyaca ğı bir sesle söylemesini ister. Gardiyan ister istemez razı olur. Bu esnada Kabadayı “ Ulan baba! Alçak baba! Bir bulursam seni, yok mu… Özlemim bo ğacak seni! Alçak seni, korkak seni! ” (s. 73) sözleriyle Gardiyan’ı hem öper, hem de bo ğmaya u ğra şır. Gardiyan onun elinden kurtulup oyunun bitti ğini söyler.

Kabadayı’ya kendini bildi bileli bu şekilde muamele yapıldı ğı için o da zorbala şmı ş, insanlara kar şı acımasız davranma yoluna gitmi ştir. Böylelikle bir tür intikam almaktadır insanlardan.

2.14.2.3.2. Hasım veya Kar şı Güç

Kabadayı için hasım veya kar şı güç “babasının bilinmeyi şi”dir. Đnsanlar da bunu özellikle yapıyormu ş gibi, “ Hangi baban? ” yanıtını verirler onun kimi sorularına. Bu



 söz onu çileden çıkarmaktadır. Dolayısıyla böyle diyenlere deh şet saçar. Ancak, “ Hangi baban? ” diyen ki şilerin özellikleri üzerinde durulmamı ştır eserde.

2.14.2.3.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Kabadayı babasını bilmek istemekte, yıllardır bu hasretle yanmaktadır. Her seferinde babasının bilinmeyi şinin yüzüne vurulması onu zalimle ştirmi ş; babasına özleminin yanında kinini de artırmı ştır.

Kabadayı I ve II Mahkûm’a babaları olup olmadı ğını sormu ş, onlar da babasız insan olmayaca ğını belirtmi şlerdir. V Mahkûm da hayvanların bile babası oldu ğunu eklemi ştir. Kabadayı böyle huzursuzken kar şısında buldu ğu Gardiyan’ı babası görür. “Dur, gitme! Beni yine berbat etme! Bulur bulmaz elden çıkarmayayım seni. Gitme, babasızlı ğa mahkûm etme beni! ” (s. 71) der ona, babasına duydu ğu özlemi ifade eder ve babası oldu ğunu yüksek sesle söylemesini ister Gardiyan’dan. Gardiyan bunu kabullenir. Kabadayı babasını onu bo ğacak kadar arzuladı ğı için, “ Özlemim bo ğacak seni! Alçak seni, korkak seni! ” (s. 73) sözleriyle Gardiyan’ı bo ğmaya çalı şır.

Metinde babanın kendisinden çok “babasızlı ğın Kabadayı”yı bu hâle getiri şi, onda davranı şsal bozukluklar ortaya çıkarı şı üzerinde durulmu ştur. Hatta, Kabadayı’nın gerçek babası oyunda görünmez.

2.14.2.3.4. Yönlendirici

Oyundaki asıl kahraman Kabadayı için bir yönlendirici oldu ğunu söylemek zordur. Bununla birlikte, Kabadayı di ğer mahkûmlar için yönlendirici görevini üstlenir. Onun iste ği üzerine mahkûmlar birbirlerinden şikâyetçi olurlar. Onun “ Durul! Dalgalan! Durul! Dalgalan! ” (s. 66) biçimindeki komutlarıyla hareketlenip sessizle şirler.

2.14.2.3.5. Alıcı

Kabadayı’ya haraç vermek zorunda kalan, onun hakaretlerini i şiten di ğer mahkûmların (I, II, IV ve V Mahkûmlar) alıcı şahıslar oldu ğunu söylemek mümkündür. Yine, Kabadayı’nın kendi babası olarak gördü ğü Gardiyan’ı bir yandan öpmesi, di ğer taraftan da bo ğmaya çalı şması dolayısıyla Gardiyan’ı da alıcı sayabiliriz.

2.14.2.3.6. Yardımcı



 Ki şi kadrosu çok sınırlı olan bu oyunda yardımcı şahıs bulundu ğunu söylemek zordur. Ancak, “ Heeeyt! ” (s. 59) biçimindeki ilk nârasından sonra Kabadayı’yı “ Sezar! (…) Đş te sana ülkeler, kıt’alar! (…) Yut yutabildi ğin kadar! ” (s. 59) biçiminde dikkatlere sunan II, I ve IV Mahkûmların nispeten yardımcı şahıslar oldu ğunu söyleyebiliriz.

2.14.2.3.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu metinde hiçbir etkinli ği olmayan oyuncu yoktur aslında. Ama, zorlamayla, Kabadayı ile Gardiyan dı şındaki ki şilerin, yani di ğer mahkûmların dekoratif kahramanlar oldu ğunu da dü şünebiliriz.

4. Oyun

2.14.2.4.1. Asıl Kahraman

Bir mahkeme sahnesine dayanan bu oyunda asıl kahraman IV Mahkûm, yani Yargıç’tır. Yargıç, Gardiyan’ı yargılamaktadır. Yargıç’ın söyledi ği her şey Gardiyan tarafından düzeltilir. Mahkûmlar da Gardiyan’ın avukatı durumundadırlar âdeta. Yargıç “ Sizi bu adamdan kurtarmak belki mümkün, ama sizi sizden kurtarmak… ” (s. 90) diye çaresizli ğini dile getirdi ği mahkûmlara, “ Ey özgürlü ğe dikilen e şsiz anıtlar! ” (s. 90) biçiminde hitap edip kendilerine daha çok özgürlü ğün yara şaca ğını belirtti ğinde mahkûmlar onu alkı şlar. Yargıç Gardiyan’a mahkûmlardan niçin vazgeçmedi ğini sorar. Gardiyan kendisini hem gardiyan, hem mahkûm olarak görmektedir. Đkisinin de ortadan kalkması durumunda oyunun sonlanaca ğını belirtip bunu kimsenin arzulamayaca ğını savunur. Mahkûmlar da ona hak verir. Yargıç mahkûmlardan, onları bu ebedî esirlikten kurtarabilmesi için kendisine yardımda bulunmalarını ister. Gardiyan da yine onlara kendisini yargılayabilme hakkına bile sahip olduklarını belirtir. Yargıç Gardiyan’a kader ortakları (s.97) dedi ği ki şilerin bu acıklı hâllerinin vicdanını sızlatıp sızlatmadı ğını (s. 97) sormu ştur. Gardiyan Yargıç’a konuya ön yargıyla yakla şarak i şi içinden çıkılmaz bir (s. 97) hâle sokmaması gerekti ğini söyledi ği için, Yargıç kendisine, yargıçlık görevini de onun üstlenmesini önerir. Gardiyan bunun duru şmanın soylu havasına aykırı (s. 97) oldu ğunu belirtir.

Yargıç mahkûmların dı ştaki engelleri a şmaya çalı ştıkları için çıkamadıklarını, hâlbuki içlerindeki engel le (s. 100-101) mücadelenin çok daha güç oldu ğunu anlamı ştır. Yargıç mahkûmlara, kendilerini parmaklık ardına atan Gardiyan olmasa bile parmaklı ğı onların 

 içine yerle ştirenin Gardiyan oldu ğunu (s. 101) heyecanlı bir şekilde dile getirir. Mahkûmlar bu defa Yargıç’ın söyledi ğine hak verirler. Yargıç Gardiyan için idam kararı verir. Mahkûmlar bir süre dü şünüp kendi aralarında görü ş alı şveri şinde bulunduktan sonra bunu istemediklerini belirtirler. Çünkü, Gardiyan’ın yoklu ğu kendi yoklukları (s. 102) anlamına gelmektedir. Yargıç mahkûmları kendilerine kar şı korumu ş (s. 103), ancak başarılı olamamı ştır. Onun için, dava dü şmü ştür (s. 103).

2.14.2.4.2. Hasım veya Kar şı Güç

Oyunun asıl kahramanı Yargıç’ın hasmı Gardiyan’dır. Gardiyan sanık sandalyesindedir. Yukarıda da belirtildi ği üzere, Gardiyan Yargıç’ın her söyledi ğini düzeltmekte, bu yönde de mahkûmlardan destek görmektedir.

Gardiyan mahkûmların hapishaneye konmasından sorumlu de ğildir. Onun görevi, onları burada tutabilmektir. Mahkûmlar Gardiyan’ın görevini ba şarıyla yaptı ğı, kendisinde görev duygusu (s. 84) oldu ğu dü şüncesindedirler. Yargıç, mahkûmların ürkütücü bir esirlik içinde bulunduklarını beyan eder. Gardiyan onların özgür oldu ğu görü şündedir; mahkûmların dört duvar ardında oldukları için ba ğımsızlı ğı, özgürlü ğü en iyi algılayan ve dolayısıyla ona en çok sahip ki şiler oldu ğunu, dı şarıdaki insanın özgürlü ğün bilincinde olmadı ğını iddia eder. Gardiyan, mahkûmları iyi tanıması ve hitabet gücü sayesinde onları kendi tarafına çekmi ş, Yargıç’ın kendisine atfetti ği her suçu tekzip etmi ş; davanın dü şmesini sa ğlamı ştır.

Gardiyan kendisine verilen görevi en iyi biçimde yerine getirmeye çalı şan bir şahıs olarak dikkatlere sunulmu ştur eserde. Zindanda tuttu ğu mahkûmlar bile ondan ho şnuttur. Aslî kahraman istemese de dava Gardiyan’ın lehine sonuçlanmı ştır.

2.14.2.4.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Yargıç dı şındaki mahkûmlar için Gardiyan ve hapishane, hem korku duyulan nesne, hem de arzu edilen nesne konumundadır. Gardiyan, yargılanırken Yargıç’ın her söyledi ğine müdahale edip onu düzeltir. Bu tür durumlarda mahkûmlar hep Gardiyan’ın tarafını tutarlar. Onu co şkunca alkı şlarlar. Bir ara, Yargıç “ Bu adam zindana kapatmadı sizi, do ğru! Ama (…) Ama zindanı sizin içinize soktu! ” (s. 101) dedi ğinde, Yargıç’tan yana olsalar da genel tavırları Gardiyan lehinedir. Gardiyan onları kader ortakları, can yolda şları olarak nitelendirmektedir. Hapishaneden de Gardiyan zaman zaman  

 parmaklı ğı kaldırdı ğı hâlde çıkamamı şlardır. Hapishane onları dı şarının rüzgârından, tehlikelerinden korumaktadır.

2.14.2.4.4. Yönlendirici

Oyunun aslî kahramanı Yargıç’ı yönlendiren bir şahıs yoktur. Ancak, mahkûmlar için Gardiyan ve Yargıç, yönlendirici durumundadır, daha çok da Gardiyan. Yukarıda da de ğinildi ği üzere, Yargıç, Gardiyan’ın hapishaneyi mahkûmların yüreklerine yerle ştirdi ğini söyledi ğinde mahkûmlar Yargıç’ın istedi ği gibi davranırlar. Di ğer durumlarda Gardiyan onlar için yönlendirici ki şidir. Gardiyan ne derse onlar da aynı şeyi talep ederler, onu hayranlıkla alkı şlarlar. Gardiyan duru şmanın soylu havasına (s. 94) uygun biçimde hareket etmeye davet eder mahkûmları. Onlar da hemen Gardiyan’ın iste ği üzerine davranı ş sergilerler.

2.14.2.4.5. Alıcı

Oyunun sonunda davanın dü şmesi, Gardiyan’ın sanık sandalyesinden kurtulması asıl kahraman Yargıç ile Gardiyandan ba şka, di ğer mahkûmları da ilgilendirdi ği, hatta sevindirdi ği için bu dört mahkûmu alıcı şahıslar kabul edebiliriz. Ancak, onların karakterleri ayrıntılı olarak i şlenmemi ştir. Hepsi a ğız ve gönül birli ği etmi şçesine Gardiyan’dan tarafa konu şur. Onun suçsuzlu ğunu ispatlamaya gayret eder.

2.14.2.4.6. Yardımcı

Oyunun asıl kahramanı Yargıç’ın “ Karde şlerim, ne olur, yardım edin bana; yardım edin de kurtarayım sizi bu adamdan, bu sonsuz tutsaklıktan! ” (s. 91) sözlerine ra ğmen mahkûmlar bunun zıddına, Gardiyan’a yardımcı olurlar. Onun görev bilincine sahip oldu ğunu, parmaklı ğı kaldırdı ğı hâlde kendilerinin çıkmadı ğını söylerler. Yargıç’ın Gardiyan için dü şündü ğü idam kararına kar şı çıkarlar. Böylelikle de dava dü şer.

2.14.2.4.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu oyunda seyircileri dekoratif kahramanlar olarak alabiliriz. Ancak, seyircinin hiçbir şekilde oyuna dahlinin söz konusu olmadı ğını daha önce ifade etmi ştik. IV Mahkûm

 

 buldu ğu yükselti üzerine oturup “ Suçlu getirilsin! ” (s. 79) dedi ğinde Gardiyan seyircilere göz kırp arak (s. 79) sanık konumuna geçer.

5. Oyun

2.14.2.5.1. Asıl Kahraman

Bu son oyunun asıl kahramanı Yeni Gardiyan, yani V Mahkûm’dur. Dördüncü oyunun ardından Gardiyan “ Kader ortaklarım benim, can yolda şlarım! Oyun, her şeyden önce oyun! ” (s. 103) demi ş; ardından da V Mahkûm “ Kader ortaklarım benim! (…) Can yolda şlarım benim! ” (s. 103) diyerek onu taklit etmeye ba şlamı ştır. V Mahkûm, Gardiyan’ın yaptı ğı gibi, tempoyla “Ban yokum gölgem var! ” (s. 103) biçiminde ba şlayan söylemi dile getirir. Mahkûmlarsa onun dedi ğini tekrarlar. V Mahkûm artık, dere, ırmak, deniz zincirlemesine gelmi ştir. Gardiyan mahkûmlara seslenir; mahkûmlar, cezbedeymi şçesine, V Mahkûm’un etkisinde oldukları için onun söylediklerini algılamazlar. V Mahkûm “deniz, güne ş” faslındadır. Di ğer mahkûmlar da “Güne ş! Deniz! Güne ş! Deniz! ” (s. 105) diye deniz ve güne şe özlemlerini dile getirmektedir. Bu sırada I Mahkûm, kendilerini güne şten ayırana ölüm (s. 105) ister. Öbürleri de “Ölüm! ” diye ba ğırıp Gardiyan’ı canlandıran V Mahkûm’un üzerine çullanırlar. Asıl Gardiyan parmaklı ğı kenara çekip kırbacını şaklatınca öteki mahkûmlar ürper ip V Mahkûm’u bırakırlar. V Mahkûm’un bu noktada asıl Gardiyan’a “Bende seni gördüler sadece ” (s. 105) demesi anlamlıdır. Bundan sonra V Mahkûm, yani Yeni Gardiyan, Gardiyan’ın daha önceki söz ve hareketlerini taklit edecek, di ğer mahkûmlar da onun etkisinde kalarak sözlerini tekrarlayacak, etrafında döneceklerdir. V Mahkûm’un taklit, tiyatro yetene ği vardır; kendisini ba şkasının yerine koyabilir.

2.14.2.5.2. Hasım veya Kar şı Güç

V Mahkûm Yeni Gardiyan olarak deniz ve güne şle ilgili sözleri söylerken I Mahkûm, kendilerini güne şten ayırana ölüm ister. Öbürleri de “Ölüm! ” diye ba ğırıp Gardiyan’ı canlandıran V Mahkûm’un üzerine çullanırlar (s. 105). Bu noktada, mahkûmları “güne şten ayıran” Gardiyan’ın ve dolayısıyla V Mahkûm’un öbür mahkûmlar için hasım veya kar şı güç oldu ğunu söylemek mümkündür.

2.14.2.5.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

 

 Oyunun arzu edilen veya korku duyulan şahsiyeti Gardiyan’dır. Gardiyan âdeta onların içine yer etmi ştir. V Mahkûm Gardiyan’ın sözlerini ve hareketlerini taklit etmeye ba şlayınca di ğer mahkûmlar da onun söylediklerini tekrarlayıp etrafında dönmeye ba şlarlar. Yeni Gardiyan’ın cezbesinde oldukları için asıl Gardiyan’ın kendilerine sesleni şini i şitmezler. Gardiyan bunu “ Tanımadılar beni! Kötü, çok kötü bu! ” (s. 104) biçiminde de ğerlendirir.

2.14.2.5.4. Yönlendirici

Bu oyunun yönlendiricisi V Mahkûm, yani Yeni Gardiyan’dır. Onun söz ve tavırları do ğrultusunda hareket etmektedir di ğer mahkûmlar. V Mahkûm, Gardiyan’ın yaptı ğı gibi, tempoyla “Ban yokum gölgem var! ” (s. 103) biçiminde ba şlayan sözleri dillendirdi ğinde di ğer mahkûmların onun dedi ğini tekrarlaması bu duruma örnek verilebilir.

V Mahkûm Yeni Gardiyan olarak deniz ve güne şle ilgili sözleri söylerken I Mahkûm, kendilerini güne şten ayırana ölüm ister. Öbürleri de “Ölüm! ” diye ba ğırıp Gardiyan’ı canlandıran V Mahkûm’un üzerine çullanırlar (s. 105). Bu durumda I Mahkûm’un di ğer mahkûmlar için yönlendirici oldu ğunu dü şünmek mümkündür. Asıl Gardiyan parmaklı ğı kenara çekip kırbacını şaklatınca öteki mahkûmlar ürper ip V Mahkûm’u bırakırlar. Bu noktada da asıl Gardiyan’ın mahkûmları yönlendirdi ğini söyleyebiliriz.

2.14.2.5.5. Alıcı

Bu metin parçasında Yeni Gardiyan’ın yaptıkları asıl kahraman dı şındaki mahkûmları da etkiledi ğinden, öbür mahkûmlar için “alıcı şahıslar” de ğerlendirmesinde bulunuyoruz. Metinde di ğer mahkûmların karakterleri ayrıntılı i şlenmemi ştir.

2.14.2.5.6. Yardımcı

Özellikle, di ğer mahkûmlar kendilerini güne şten ayırana ölüm isteyip Yeni Gardiyan’ı öldürmek üzere üzerine çullan dıkları (s. 105) zaman, di ğer mahkûmları yatı ştıran gerçek Gardiyan’ın asıl kahraman V Mahkûm için yardımcı şahıs oldu ğunu söyleyebiliriz.

 

 2.14.2.5.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Gardiyan seyircilere yönelik olarak “ Eyvah! Gitti bizimki! ” (s. 105) dedi ği için seyirciyi bu ba şlık altında ele almak yerinde olacaktır. Ancak, seyircinin olay örgüsüne dahlinin söz konusu olmadı ğı daha önce de ifade edilmi şti.

2.14.3. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Eserde altı erkek kahraman bulunmaktadır. Bunlar; Gardiyan, I Mahkûm (Â şık), II Mahkûm (Önder), III Mahkûm (Kabadayı), IV Mahkûm (Yargıç) ve V Mahkûm (Yeni Gardiyan)’dur. Ayrıca, seyirciler dekoratif kahramanlar olarak yer almaktadır.

Oyunda üzerinde en çok durulan kahraman, Gardiyan’dır. Gardiyan’ın neyi simgeledi ği konusunda de ğişik yorumlar yapılabilir. Đnsanın kaderi, Tanrı, insanın tutsa ğı oldu ğu özlemleri Gardiyan’ın tekabül edebilece ği kavramlar olabilir. Gardiyan bir ki şilik geli şimi göstermese de geleneksel gardiyanlar gibi davranmadı ğı; ho şgörülü, insancıl, sempatik bir yapıya sahip oldu ğu için kendisini karakter kabul edebiliriz. Konu şmaları ve davranı şlarıyla tanıtılmı ş, psikolojik boyutuyla sunulmu ştur. Hapishaneyi idare etmesi, mahkûmların dü şlerini kendi istedi ği yerde sonlandırması dolayısıyla onun her şeye hâkim bir ki şi oldu ğunu öne sürebiliriz. Dolayısıyla, o, etken bir ki şidir. Genel olarak, gardiyanlar mahkûmların kar şısında yer alsa da bu oyundaki Gardiyan için olumsuz bir kahraman de ğerlendirmesini yapamayız.

Gardiyan , Oflazo ğlu’nun sembolik oyunları arasında yer alır. Komedi sayılabilir. Ki şiler genel olarak tip düzeyinde ele alınmı ş, ruhsal boyutlarıyla sunulmu ştur. Bu oyunda koroya veya koro i şlevi yüklenen kahraman / kahramanlara yer verilmemiştir. Bu piyes, geleneksel Türk tiyatrosunun izlerini ta şır. I Mahkûm’un dü şünün oynanmaya ba şlanaca ğı sırada Gardiyan’ın “ Haber verenler, eser nakledenler rivayet ederler ki…” (s. 14) demesi, bunun göstergesidir.

2.15. Atatürk

2.15.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

 

 Oflazo ğlu’nun Atatürk ’ü 25 ; Atatürk Kurtulu ş Sava şı’na Ba şlıyor , Atatürk Ankara’ya Geliyor ve Anıtkabir olmak üzere üç oyundan meydana gelmektedir.

Atatürk Kurtulu ş Sava şı’na Ba şlıyor

Bu kısa oyunun ba şlangıcında Koro, ülkenin Kurtulu ş Sava şı öncesinde içinde bulundu ğu durumu çok özlü şekilde ortaya koyar: Girilen sava ş yenilgiyle sonuçlanmı ştır. Bundan sonra yapılacak olan, yenilgiyi zafere çevirmektir (s. 9) .

Şişli’deki evde Mustafa Kemal, Karabekir, Ali Fuat, Rauf durum de ğerlendirmesi yapmaktadır. Karabekir’in emrindeki 15. Kolordu ve Ali Fuat’ın emrindeki 20. Kolordu’nun Mustafa Kemal’in buyru ğunda oldu ğu belirtilir. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmesi gerekmektedir. Đstanbul’a dü şman donanmasının demir atmı ş olması da bunu gerekli kılmaktadır. Zira, Mustafa Kemal’in tutuklanma ihtimali vardır. Ordu da ğıtıldı ğı için herkes bir ordu gibi davranmak zorundadır. Bu ki şilere de bir ba ş lâzımdır. Ancak Anadolu kurtulursa vatanın di ğer parçalarının da kurtulması mümkün olacaktır. Dü şman donanmasının padi şah sarayının tam kar şısına demirlemi ş olması, Osmanlılı ğın biti şi anlamına gelmektedir. Dü şmanların yurttan çıkarılmasından sonra yeni bir düzenin ortaya konması gereklidir (s. 10).

Genelkurmay’da Ba şkan Cevat Pa şa, Samsun ve dolaylarında hâdise yaratıp Türkleri öldürenlerin Rumlar olmasına ra ğmen, Türklerin töhmet altında bırakıldı ğını ve onlara ceza vermesi için yöreye bir Türk komutanının gönderilece ğini ifade eder. Mustafa Kemal de yetkisinin geni ş olmasını talep eder. Artık bir şeyler yapılmalıdır. Đngiltere’nin deste ğiyle Yunanlılar da Đzmir’i i şgal etmektedir. Mustafa Kemal, yıllardır sava şmaktan yorulmu ş ulusu bu i şgalin aya ğa kaldıraca ğını dü şünmektedir.

Mustafa Kemal Samsun’a varmı ş, şehir halkının ezikli ğini fark etmi ştir. Refet ona Đzmir’in i şgali, çevredeki Pontus çeteleri, Đngiliz askerlerinin Türkleri böyle ürkek ve çekingen yaptı ğını söyler. Rumlarsa alabildi ğince ta şkınlık içerisindedir. Mustafa Kemal millî bilinçten yanadır, ba ğımsız Samsun’un ba ğımsız Türkiye ko şuluna ba ğlı oldu ğu görü şündedir ve halkın bunu fark etmesi gerekti ğini savunur.

  6`C:

 

 Mustafa Kemal, Pa şa Erzurum’daki On Be şinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Pa şa ile Ankara’daki Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Pa şa, Trakya’daki Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey, Konya’daki Ordu Müfetti şi Mersinli Cemal Pa şa’ya telgrafla seslenerek, ülkeye borçlu oldukları vicdan görevini yakından ve birlikte çalı şarak ba şarabileceklerine inandı ğı için kabullendi ğini dile getirir (s. 13).

Havza’da “ Da ğ ba şını duman almı ş” ezgileri duyulur. Mustafa Kemal Havzalılara Yunanlıların Đzmir, Manisa, Urla, Aydın’ı i şgal etti ğini söyleyerek onları millî birli ğe ça ğırır. Dü şmanı yenebilmek için Türk olarak birlikte hareket etmenin şart oldu ğunu ifade eder.

“Da ğ ba şını duman almı ş” ezgileri Amasya’dan duyulmaktadır. Mustafa Kemal gücümüzün son sınırına kadar vatanı savunmayı, yenilmemiz durumunda çöl gibi bir topra ğı dü şmana bırakmayı ö ğütlemektedir. Beraberce ant içmeyi teklif eder. Her ko şulda ba ğımsız kalmak ye ğlenecektir.

Mekân, Sivas’tır. Sivas Valisi Reşit Pa şa, Mustafa Kemal’in Amasya Genelgesi’yle Đstanbul’un Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmak isteyen buyru ğu arasında kalmı ştır. Durumu Elazı ğ Valisi Ali Galip’e açınca o, Mustafa Kemal’i tutuklayıp Đstanbul’a gönderme önerisinde bulunur. Re şit Pa şa bunu uygun bulmaz.

Mustafa Kemal Erzurum’dayken telgraf ba şına ça ğrılmı ştır. Bir Ses ona Đstanbul’a dönmesi, olmadı, Erzurum’dan ayrılması ça ğrısında bulunur. Mustafa Kemal ise bunu kabul etmez. Telgrafla her yere, resmî görev ve sıfatlarından vazgeçti ğini, bundan böyle yalnız milletinin deste ğine güvenerek onun davası u ğruna çalı şaca ğını bildirir. Mustafa Kemal’in çalı şma arkada şları ona ba ğlılıklarının zedelenmedi ğini gösterirler. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar millî olma özelli ği gösterecek, yani tüm vatan için geçerli sayılacaktır. Millet iradesine dayanan bir hükümet kurulacaktır.

Sivas Kongresi’nde manda ve himayeyi savunanlar olmuştur. Vasıf Bey, Bekir Sami Bey, Refet Bey, Macit Bey de manda ve himayeci taraftandır. Tartı şmada manda taraftarları üstünken kürsüye çıkan Raif Hoca onlara sitem eder. O zaman niçin bu davaya giri ştiklerini sorar. Bizi himaye edeceklerin de üzerimizden çıkar sa ğlayaca ğını belirtir. Bir Genç de kendisinin Türk gençli ğini temsil etti ğini bildirip güdüm tartı şmaya gelmedi ğini, ba şka bir devletin himayesini isteyen her kim olursa olsun, Türk

 

 gençli ğinin onu affetmeyece ğini ifade eder. Bu noktada ulusun parolası “ Ya istiklâl ya ölüm! ” olarak belirlenmi ştir.

Mustafa Kemal General Harboard’a “ Đş imize karı şmasın Amerika; davamıza gönül yakınlı ğı duysun yeter” (s. 18) deyip niyetlerinin millî birlik ve ba ğımsızlı ğı sa ğlayıp Birle şmi ş Milletler’e bu şekilde katılmak oldu ğunu açıklar. Yine Mustafa Kemal bu görü şmede, Türk milletinin büyük mazisine lâyık bir gelecek tesis etmek için ölebilece ğini, bir milletin ancak kendi gayretiyle kurtulabilece ğini, Türklerin bu atılımlarının zulme u ğramı ş di ğer milletler için de örnek te şkil etti ğini belirtir.

Ankara’ya gelinmi ştir artık. Manastırlı Hamdi Đstanbul’un i şgalini bildirmektedir. Đngilizler Şehzadeba şı Karakolu’nu basıp Türk askerini şehit ettikten sonra şehri i şgale ba şlamı şlardır. Harbiye Nezareti, Tophane i şgal edilir. Mebuslar Meclisi basılıp mebuslar tutuklanır. Yüz elli kadar mebus da sürgüne gönderilir. Đngilizlerin Đstanbul’u işgali, TBMM’nin Đstanbul’da toplanamayaca ğını ispatlamı ş olur. Meclis bunun yerine, Ankara’da toplanacaktır.

Meclis açılmı ştır. Đstanbul yönetiminin Mustafa Kemal, Kara Vasıf Bey, Ali Fuat Pa şa, Dr. Adnan Bey ve Halide Hanım için çıkardı ğı idam ve mallarının haczi kararı telgraftan duyulur. Đsmet Pa şa bu kararın millîciler tarafında ve onlara katılmaya meyilli olanlar arasında olumsuz sonuç do ğuraca ğını belirtir, Đstanbul gazetelerini Anadolu’ya sokmamayı teklif eder. Mustafa Kemal ise, herkesin, hangi tarafın nasıl eylemler sergiledi ğini ö ğrenmesi açısından bunu reddeder.

Meclis’te düzenli ordu mu, çete mi tartı şması vardır. Bazı milletvekilleri çeteleri ve Çerkez Ethem’i savunmaktadır. Avrupa’ya kar şı diplomasi yoluna ba şvurulmasını önerenler de bulunmaktadır. Mustafa Kemal Çerkez Ethem’in Meclis’i dikkate almadı ğını söyler. Ethem’in karde şi Re şit, Çerkez Ethem’in neyle itham edildi ğini sordu ğunda Mustafa Kemal, pek çok ispatın oldu ğu, ancak kendisini (Mustafa Kemal’i) Ankara’ya gelince Meclis önünde asaca ğını söylemesinin en önemlisi oldu ğu yanıtını verir. Re şit, Ethem’in emir almayaca ğını belirtir, Mustafa Kemal de Batı Cephesi Komutanı Đsmet Pa şa’ya düzeni tanımayanların cezalandırılmasını buyurur.

Çerkez Ethem’i etkisiz hâle getiren Đsmet Pa şa, Türk ordusuna I. ve II. Đnönü zaferlerini kazandırmı ştır. Meclis’te Kütahya- Eski şehir- Afyon sava şlarının kaybedilmesi üzerine

 

 tartı şmalar ya şanmaktadır. Bursa’nın Yunanlılarca i şgali dolayısıyla Meclis kürsüsüne kara örtü örtülecektir. Ankara da risk altında olduğu için Meclis’in bir ba şka şehre ta şınmasını önerenler de vardır. Ba şka bir milletvekili Ankara’da kalıp dü şmanı alt etmenin yollarını aramak gerekti ğini öne sürer. Mustafa Kemal Pa şa’nın niçin cepheye gitmedi ğini sorgulayanlar da mevcuttur. Mustafa Kemal Pa şa cepheye ula şmı ştır. Ordunun Sakarya’nın do ğusuna çekilmesini ister. Çünkü toparlanıp dü şmanla sava şacak kuvvete gereksinim vardır. Bu yolla ayrıca, düşmanın sava ş üslerinden ayrılıp dağılması sa ğlanacak; toplu hâldeki Türk ordusunun Yunan askerlerini yok etmesi kolayla şacaktır.

Polatlı Karargâhı’nda dı şarıdan gelen top tüfek sesleri altında Mustafa Kemal ile Halide konu şmakta, Pa şa Halide’ye durum hakkında bilgi vermektedir. Bu esnada gelen subay Çal Tepe’nin dü ştü ğünü haber verir. Getirdi ği raporları do ğru yorumlayamamı şlardır. Subay, bunun için, kötü durumda oldu ğumuzu söyler. Türk istihbaratı yanılmakta dır. Savunma hatlarımız ın yarıl dı ğını söyleyen subaya yönelik olarak Mustafa Kemal tarihî sözünü söyler: “ Savunma hattı yok, savunma alanı vardır; bu alan bütün vatandır. Tepelere, siperlere ba ğlanmadan, geni ş bir alan üstünde adım adım eritmek dü şmanı... ” (s. 26).

Fevzi Pa şa, Yunan kuvvetlerinin kaçı ştı ğını, Haymana’nın hemen tamamının kurtuldu ğunu Mustafa Kemal Pa şa’ya telefonla haber vermektedir.

Sakarya Meydan Muharebesi yirmi iki gün yirmi iki gecede kazanılmı ştır.

TBMM toplanmı ştır. Muhalif milletvekilleri Sakarya’da dü şman yenilgiye u ğratıldıktan sonra niçin ordumuzun onları izlemedi ğini sorar. Mustafa Kemal ise en az dü şman kadar bizim askerimizin de yorgun oldu ğunu belirtir. Çünkü, savunmanın da, taarruzun da gerçekle ştirilmesi farklı ko şullarda olmaktadır.

Kocatepe’de Mustafa Kemal Fevzi’ye, “ Kesin sonuç Afyon’un güneyinde, Kalecik, Belen ve Tınaz tepelerin bulundu ğu kesimde alınacak ” (s. 27) der. Mustafa Kemal Pa şa’ya Zübeyde Hanım’dan mektup vardır. O ğlunun ayrılı ş nedenini anlamı ştır. Ona, ba şarmadan dönme mesini ö ğütlemektedir (s. 27). Mustafa Kemal’in “ Anam ba şarmamı istiyor (…) Benim derinliklerimden atalarım uyanıyor (…) Türk orduları bir tek ordu olmu ş emrimi bekliyor benim ” (s. 28) gibi sözleri, taarruzun artık ba şlayaca ğını haber

 

 verir niteliktedir. Mustafa Kemal Fevzi’den saatin be ş otuz oldu ğunu ö ğrenmi ştir. Büyük Taarruz’un ba şlaması emrini verir.

Büyük Taarruz zaferle sonuçlanmı ştır.

Mekân Mustafa Kemal’in karargâhıdır. Yunan ba şkomutan, beraberindekilerle, Mustafa Kemal tarafından kabul edilmeyi beklemektedir. Fevzi ve Đsmet dü şmanın köylerimizi yakıp yıkarak genç ya şlı demeden insanları katletti ğini, kadın ve kızların namusunu kirletti ğini belirtip onların huzura kabul edilmemesini önerir. Mustafa Kemal Pa şa ise, alçalmı şları daha çok alçaltmanın kendilerine yakı şmayaca ğını belirtir.

Halide Mustafa Kemal’e Đzmir’in alınmasından sonra onun dinlenebilece ğini söyledi ğinde Pa şa, Halide Hanım’a asıl amacın zafer kazanmak olmadığını, bundan sonra yapılması gerekenlerin daha me şakkatli oldu ğunu belirtir. Koro da Mustafa Kemal’i destekler.

Atatürk Ankara’ya Geliyor

Dikmen sırtlarındaki büyük bir düzlükte yanan ate ş etrafında seymenler, çocuk seymenler, kadınlar, Müftü Rifat Efendi, dervi şler, esnaf loncaları, askerler toplanmı ş olup Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelmesini beklemektedirler. Kadınlar Korosu “Ankara’nın ta şına bak ” mar şını söylemektedir. Namık Kemal’in “ Vatanın ba ğrına dü şman dayamı ş hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini ” (s. 35) diyen sesi, derinlerden duyulur. Uzaktan da “ Da ğ ba şını duman almı ş” ezgileri gelmektedir. Etraftaki sesler “ Geliyor! Geliyor! ” (s. 35) biçiminde, Mustafa Kemal’in geli şini bildirir. Erkekler Korosu da “ Da ğ ba şını duman almı ş” mar şını okumaktadır. Oradakiler de bu mar şa e şlik etmeye ba şlarlar.

Mustafa Kemal’i ta şıyan araba gelmi ştir. Ali Fuat Pa şa ve Yahya Galip Bey de Mustafa Kemal’i kar şılayanlar arasındadır. Ali Fuat, Pa şa’yı ho şlar. Paşa kalabalı ğı gösterip Ankaralılar mı oldu ğunu sordu ğunda, Ali Fuat, görünen kalabalı ğın mazi ve atisiyle Türk milleti oldu ğunu belirtir. Mustafa Kemal böyle bir milleti oldu ğu için kıvanç duymakta, Ali Galip de bu milletin, Mustafa Kemal gibi bir evlâdı oldu ğu için onur duydu ğunu ifade etmektedir. Mustafa Kemal Ankara manzarasına bakarak, Namık Kemal’in sesine yanıt verir biçimde, “ Vatanın ba ğrına dü şman dayasın hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” (s. 36) der. Ali Fuat’a da Heyet-i  

 Temsiliye’nin merkezi olmaya en uygun yerin Ankara oldu ğunu söyleyerek kalabalı ğa do ğru yava şça ilerlemeye ba şlar. Kadınlar Korosu Ba şı ona, “ Yaslı ba ğrıma ho ş geldin ça ğlar boyu en büyük o ğlum Mustafa Kemal… ” (s. 36) der, orada bulunanlar da (di ğerleri /”Birlikte” diye anılan) “Ho ş geldin! ” (s. 36-37) der. Mustafa Kemal de kendisi ve büyük milleti oldu ğu için bozgunun yeniden zafere çevrilece ğine dair yemin eder. Kadınlar Korosu Ba şı Mustafa Kemal’i över, onun büyüklü ğünü dile getirir, vatanın ba şına geleni terennüm eder. Di ğerleri de söylenenleri tekrarlar. Mustafa Kemal de kendine söylenenlere mukabelede bulunur, ulusunun büyüklü ğünü dile getirir. Kar şılıklı biçimde, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkı şı, Amasya, Erzurum, Sivas’ta alınan karalara temas edilip Ankara’ya gelmesine söz getirilir. Türk milletinin zafer ve matem zamanlarında daima Mustafa Kemal’le bölünmez bir bütün oldu ğu vurgulanır.

Seymenler davul ve zurnayla, ate ş etrafında sinsin ve kılıç- kalkan oyunları oynamaya ba şlamı şlardır. Mustafa Kemal onlara önemlerini hatırlatıp, kendilerinin şimdiden sonra da millet için çok önemli bir ba şarıya katkıda bulunacaklarına, güzel gelece ğe inancını ifade eder. Yine, Kadınlar Korosu Ba şı Çanakkale’de dü şmanı yenilgiye u ğratan Mustafa Kemal yönetimindeki ordunun bundan sonra da muzaffer olaca ğını belirtir. Di ğer ulusların da bizi örnek alaca ğını, böylelikle barı ş günleri idealine ula şılaca ğını ifade eder. Oradakiler de Kadınlar Korosu Ba şı’nın söylediklerini yinelerler.

Mustafa Kemal çocuk seymenlere yakla şmı ştır. Onlara, bir milletin büyük atalarla büyük olaca ğını; ancak, o atalar gibi büyük çocuklarla daha da büyüyece ğini söyler. Çocuklar Korosu Ba şı, “ Bize yön veren atamız ardınca olaca ğız… ” (s. 41) der ve Çocuklar Korosu bunu yankılar. Mustafa Kemal iri yapılı bir seymenin elindeki sanca ğın ucunu öpünce, Müftü Rifat Efendi’nin “ Senin büyük geçmi şinde, ulus yeni bir ba ş edinir, yeni bir devlet olu ştururken, hep bu törenlerle kutlanmı ştır Türk’ün yeni düzeni… ” (s. 41) deyi şi, Mustafa Kemal ve beraberindekilerin (Heyet-i Temsiliye’nin) Ankara’ya gelmesinin, bir açıdan, yeni bir devletin kurulu şu olarak algılandı ğını gösterir. Müftü Rifat Efendi ayrıca, milletin Mustafa Kemal’e verdi ği de ğere Đstanbul’daki yönetim de dâhil olmak üzere hiç kimsenin halel getiremeyece ğini belirtir. Sultanın desteksiz bırak maya çalı ştı ğı Mustafa Kemal’e Ulus Ana kucak açmı ştır. Mustafa Kemal bundan sonra esnaflara seslenerek onların barı ş zamanında ya şamımız için gerekli üretimi yaptıklarını, şimdi de sava şı kazanmamız için üretim yapacaklarını

 

 söyler. Esnaf Korosu Ba şı çalı şacaklarını belirtir. Di ğerleri de onun söyledi ğine destek verir. Bu noktada Müftü Rifat Efendi ellerini açıp duaya ba şlar. Tanrı’dan Türkleri unutmamasını, kendisi u ğruna sava şanlara ma ğlûbiyeti tattırmamasını diler. Orada bulunanlar da bu duaya i ştirak etmi ştir. Mustafa Kemal de seymenin elindeki palayı alıp Türk milletinin esir alınmayaca ğına dair yemin eder. Di ğerleri de katılır ona. Seymenler Korosu Ba şı Ankara burçlarında dalgalanan yabancı bayrakları Mustafa Kemal izin verirse parçalayacaklarını belirtti ğinde, Mustafa Kemal, kazanacakları zafer kar şısında söz konusu yabancı bayrakların utanıp kendiliklerinden inece ğini ifade eder ve ülkeyi dü şmandan temizleyip hasmı bir daha yurda sokmamaya ant içer. Orada bulunanlar da bu yemini payla şır.

Anıtkabir

Oflazo ğlu Anıtkabir ’i kaleme alırken Atatürk’ün 1921 tarihinde söylediği ve kendisinin de oyunun ba şına koydu ğu “ En korkunç bir yok olu şla son bulurken, çocuklarını tutsaklık ba ğına kar şı ayaklanmaya ça ğıran ataların sesi yüreklerimiz içinde yükseldi ve bizi son kurtulu ş sava şına davet etti ” (s. 49) sözünden etkilenmi ş olmalıdır.

Anıtkabir , Türkler Korosu, kimi zaman Koro’dan bir ya da birkaç ki şi, O ğuz Ka ğan, Bilge Ka ğan, Alparslan, Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Kanunî, Atatürk’ün konu şmalarından olu şmu ştur. Eser bazen bir önderin kendisi dı şındakilere hitabı biçiminde ilerlerken bazen de Atatürk ile Türkler Korosu’nun birbirine yönelik diyalogları biçiminde sürmektedir. Kimi yerlerde de Eski Önderler birlikte, Türkler Korosu ve Atatürk’e yönelik konu şmaktadır.

Eser, Türkler Korosu’nun Türklerin Asya’dan dünyanın dört bir tarafına yayılıp gittikleri yerlerde büyük uygarlıklar kuran kahraman karakterlerini ortaya koyan cümleleriyle ba şlar. “Tek” biçiminde ifade edilen ki şi, bu cümlelerden ve Koro’nun her Türk devletini anımsatan sözlerinden sonra “ Hatırla! ” (s. 51-52) der. Koro Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Attila vasıtasıyla Avrupa Hunları, Hazarlar, Kıpçak ve Kumanlar, Selçuklular, Timur Devleti, Osmanlıları anar. Ardından da Türk milliyetçili ği vurgulanıp Türklerin liderlerine ba ğlılıkları ve dünyayı düzene soku şları gündeme getirilir. Sonrasında O ğuz Ka ğan konu şup Kendisinin Tanrıkut Mete, ülkesinin çok geni ş sınırlara sahip oldu ğunu belirtip O ğuz Ka ğan Destanı’na temas ettikten sonra

 

 “Türklerim için nöbetteyim! ” (s. 53) diyerek sözünü bitirir. Koro da önderlerinin yetersizli ği yüzünden ellerindeki her şeyin dü şmanın oldu ğunu belirtip kendilerine lâyık liderin nerede oldu ğunu sorgular. Bilge Ka ğan da, Orhun Abideleri’nde yer aldı ğı üzere, “Üstten gök çökmedikçe alttan yer delinmedikçe ülkenizi törenizi kim bozabilir sizin? ” (s. 53) der. Koro, Bilge Ka ğan’la ve sonrasında konu şacak; liderlerle övündüklerini, liderin sözünü bitiri şinden sonra ifade edecektir. Bilge Ka ğan da nöbette dir. Bundan sonra sözü Alparslan alır. Dü şmanın kendilerinden sayıca çok fazla olmasına ra ğmen inançla onları yok etmek gerekti ğini, Anadolu’nun kapılarını Türklere kendisinin açtı ğını, Anadolu’yu güven altına aldı ğını dile getirip nöbette oldu ğunu hatırlatır. Koro, ba şsız kaldıklarını söyleyip yine kendilerine lâyık liderin nerede oldu ğunu sorgular. Söz sırası Osman Gazi’dedir. Rüyasında gö ğsünde biten a ğaçtan söz edip o a ğacı ye şertti ğini ve nöbette oldu ğunu belirtir (s. 54). Konu şma sırasını alan Fatih, ülkesinin Asya ve Avrupa’da kalmı ş topraklarını birle ştirmek için Bizans’la ölüm kalım sava şı vererek Đstanbul’u fethedip gitti ği her yere adalet götürdü ğünü vurgular. Fatih de nöbette dir. Koro Fatih’le bu topraklara kök saldıklarını ifade eder (s. 54). Yavuz da yeryüzündeki milletlerin kalıcı bir barı şa ula şması için sürekli sava ştı ğını, sert oldu ğunu söyler; nöbette dir. Saltanat burcu yıldızlarla donanmı ş olan, dünyanın Muhte şem dedi ği Sultan Süleyman’a Türkler yalnızca Kanunî de mi ştir (s. 55); çünkü o, koydu ğu kanunlarla karga şayı bertaraf etmi ştir. Kanunî de nöbette dir. Koro Kanunî döneminin ihti şamına de ğindikten sonra Viyana bozgunu sonrasında dü şüşün ba şladı ğını, Karlofça, Pasarofça, Kaynarca antla şmalarının ülkeyi daralttı ğını belirtip “Bittik mi tükendik mi biz? ” (s. 55) diye sorar. Konu şma sırasını alan Atatürk, vapur kaptanına daha hızlı gitmesini söyleyerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ğını (s. 55), Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Sava şı’nda yenilip Mondros gibi a ğır bir ate şkes anla şması imzaladı ğını ve bu sava şın milletin yorgun ve fakir dü şmesinde sebep oldu ğunu ifade eder; nöbette dir . Koro yine “Bittik mi tükendik mi biz? ” (s. 56) diye sorar. Bundan sonra Atatürk Mondros’tan sonraki süreci anlatır: Devleti sava şa sokanlar ortadan kaybolmu şlardır. Dü şmanlar her taraftan yurdu i şgal etmeye ba şlamı şlardır ve i şgal her gün ilerlemektedir. Koro da söyledikleriyle Atatürk’ün söylediklerini desteklemekte, üzücü durumdan kederlenmektedir. Atatürk “ En korkunç yıkımla son bulurken ulus yükseliyor içimizin tâ derinliklerinden ataların, ulu ataların sesi ” (s. 57) dedi ği anda, Eski Önderler söz alıp, “ Ya şamak için sava şmayı göze alanlar, ancak onlar ya şamaya hak

 

 kazanırlar. Nöbetteyiz! Nöbetteyiz! ” (s. 57) der. Atatürk de ya şamanın mücadele etmek, vuru şmak anlamına geldi ğini belirtti ğinde Koro’yu olu şturanlar tek tek neyle, ne şekilde mücadele edilece ğini sorup bizi büyük devletlerin himaye etmesi fikrini öne sürerler. Atatürk de bunun ba şka bir tür esaret oldu ğunu ifade eder. Koro’dakiler bu defa da bölgesel direni şi önerir. Atatürk ise, birlikte ya şamayı veya birlikte ölmeyi savunur. Koro, kar şısındaki dü şmanın büyüklü ğünden çekinip ba şaramamak tan korkmaktadır. Atatürk de “ Kim oldu ğunu hatırla! ” (s. 57) diyerek millete (Koro’ya) tarihten güç almayı telkin etmektedir. Koro Atatürk’ün asırlardan beri beklenen büyük lider mi oldu ğunu dü şünür. Atatürk “ Ya ba ğımsızlık, ya ölüm! ” (s. 58) düsturunu tekrarlamaktadır. Koro Atatürk’te kendini görmektedir, ondan kendisine ba ş ol masını ister. Atatürk Erzurum ve Sivas kongrelerine ve önemlerine de ğinirken Koro “ Dü ş önümüze, ba ş ol bize! ” (s. 58) demeyi sürdürür. Atatürk şimdi de Ankara’dan millete hitap etmekte, eski yapının çöktü ğünü (s. 58) bildirmektedir. Koro dü şmanın devamlı ilerlemesinden yakınırken Atatürk, millî bilinçle hareket edip kendi yazgımız üzerine kendi kararımızı vermeyi öne sürer. TBMM açılmı ş, hâkimiyetin millete ait oldu ğu ilân edilmi ştir. Ankara civarında sava ş olmakta, Türk ordusu zaman zaman toprak kaybı veriyor görünmektedir. Atatürk bu noktada “Hatt-ı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır… ” manasındaki tarihî emrini verir. Türk’ün son toprağını elde tutmak için ba şarması gerekti ğinin bilincindedir. Eski Önderler de “ Nöbetteyiz! Nöbetteyiz! ” (s. 59) diyerek ona dayanak sa ğlamaktadır. Koro Viyana bozgunuyla ba şlayan geri çekili şin Sakarya Meydan Muharebesi ile sona erdi ğini ifade ettikten sonra Koro’dakiler Sakarya zaferinden sonra niçin taarruza geçilmedi ğini sorgular. Atatürk hazırlanıldı ğını belirtip hazırlıkların gizli yürütülmesini ister. “ Ordular! Đlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! ” (s. 60) biçimindeki tarihî emrini vermi ştir. Koro’dan zaferin kazanıldı ğını haber alırız. Atatürk aslî vazifenin şimdiden geri ba şladı ğını ifade edip hayata yeni bir yön vermek gerekti ğini dile getirir.

“Cumhuriyet” rejimi kurulmu ş, Mustafa Kemal Pa şa oylamaya katılan milletvekillerinin tümünün oyunu alarak cumhurba şkanı seçilmi ştir. Sıra ça ğa ayak uydurmak anlamına gelen “inkılâplar”dadır. Kadın-erkek e şitli ği sa ğlanmı ştır. Türk milleti her yönüyle yeni olacaktır. Devlet kendi varlı ğıyla ömrünü sürdürecek, ülke bayındır hâle getirilecektir.

 

 Türk milleti kendisini tüm milletlerin mutlulu ğuna adamı ştır. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” sözünü kendisine düstur edinmi ştir (s. 61). Türk milleti her şeyiyle Türk olan Mustafa Kemal Pa şa’ya “Atatürk” soyadını vermi ştir. Atatürk “10. Yıl Nutku”nda Türk milletine seslenmektedir. Kısa zamanda ba şarılan en büyük i ş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Koro, Mustafa Kemal’de yine kendini görmekte, onu yüceltmektedir. Bu noktadan sonra Atatürk’ün tarihe geçen özlü sözleri ve Koro’nun o sözlere ili şkin söyledikleri yer almaktadır eserde. Atatürk’ün bahsi geçen sözleri şunlardır:

“Ne mutlu Türk’üm diyene! (…) Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. (…) Ey Türk gençli ği! Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’nin ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. (…) Ey Türk istikbalinin evlâdı! Muhtaç oldu ğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” (s. 61-62). Koro, Mustafa Kemal’in aramızdan ayrılmasından ıstırap duymaktadır. Ancak, onun şafak olmasını her zaman hatırlayacak, darda kaldıkça kendisini kurtaraca ğını bilecektir. Mustafa Kemal di ğer mazlum milletler için de me ş’ale görevini üstlenmi ştir ve hep böyle kalacaktır. Türk milleti öylesine Türk olan Mustafa Kemal’e Atatürk adını vermi ştir. Atatürk ile Eski Önderler, Türkler ve bütün insanlık için nöbette dir. Aynı biçimde, Koro yani Türk ulusu da nöbette dir (s. 62-63).

2.15.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.15.2.1. Asıl Kahraman

Şahıs kadrosu incelememizde üç oyunu birlikte ele almak yerinde olacaktır. Atatürk oyununda asıl kahraman Mustafa Kemal Pa şa’dır ( Anıtkabir ’de Atatürk diye anılır.). Yalnızca onun ki şili ği irdelenmi ş, di ğer şahıslar ayrıntılı i şlenmemi ştir. Mustafa Kemal Pa şa, büyük bir asker, komutandır. Birinci Dünya Sava şı sırasında özellikle Çanakkale muharebelerinde sava ş dehasını ortaya koymu ş, milletine kendisini ispat etmi ştir. Vatan iç ve dı ş tehlikelerle bo ğuşmaktadır. Umumî Sava ş yıkımla sonuçlanmı ş, dü şman ülkeler topraklarımızı i şgale ba şlamı ştır. Bu durumda öncelikle yapılması gereken, tüm ulusu birle ştirip vatan topra ğını i şgalden kurtarmaktır. Mustafa Kemal bu noktada kendisinin misyonunun ne kadar büyük oldu ğunun farkındadır. Ulus bir araya gelmek için bir lidere ihtiyaç duymaktadır. Bu liderlik vasfı Mustafa Kemal’de mevcuttur. Mustafa Kemal Pa şa, büyük amaç için önce resmî görevle yola çıkmı ş, Đstanbul’un kendisini devreden çıkarmak istemesi üzerine tüm resmî yetki ve unvanlarından

 

 sıyrılarak Millî Mücadele’yi ba şlatmı ştır. Güçlü, kararlı, azimli, atak, çevik, sevecen, sabırlı, sava ş taktiklerini iyi bilen, iyimser, ileri görü şlü bir ki şi, komutandır. Sorumluluklarının bilincindedir, zorluklardan yılmaz. Bu olumlu özellikleri ve gayretleri sayesinde Samsun, Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas’ta ulusal güçleri bir araya getirip Heyet-i Temsiliye’nin olu şmasını sa ğladıktan sonra onunla birlikte Ankara’ya gelmi ş; düzenli orduyu kurmu ş, sava şı adım adım kazanmı ştır. O, daima muzafferdir. Ülkemizi yakıp yıkarak, halkın mal ve namusuna tecavüz ederek topraklarımızı terk eden dü şmanın alçaklı ğına erdemle mukabele eder. Bundan sonra, yeni Türk devletinin ça ğa ayak uydurması ve uluslar arası barı şa katkıda bulunması için gerekenler yapılacaktır.

2.15.2.2.Hasım veya Kar şı Güç

Hasım güç bir tane de ğildir. Bir ki şiyi tam anlamıyla kar şı güç saymak da mümkün olmamaktadır âdeta. Millî Mücadele sürecinde bazı fikir ve tavırlarıyla Mustafa Kemal’e muhalefet edenleri bu grupta de ğerlendirmekteyiz. Elâzı ğ Valisi Ali Galip, Mustafa Kemal’in tutuklanarak Đstanbul’a gönderilmesini istedi ği için hasımdır. Mustafa Kemal’i Millî Mücadele yolundan alıkoymak için onu Đstanbul’a ça ğıran veya en azından Erzurum’dan ayrılmasını isteyen Bir Ses’in sahibi de karşı güçtür. Sivas Kongresi’nde Kara Vasıf, Bekir Sami, Refet, Macit Bey manda ve himayeyi savundukları için bu davranı şları hasımlık kabul edilmi ştir. Çerkez Ethem’in karde şi Re şit Bey, Çerkez Ethem’in kendi ba şına buyruklu ğunu savundu ğundan hasım güç sayılmaktadır. Bazı milletvekilleri Meclis’te zaman zaman Mustafa Kemal’in eylem ve dü şüncelerinin aksini iddia etmi şlerdir. Düzenli ordu yerine çete direni şini, sava şmak yerine diplomatik giri şimleri savunmak, savunma ve taarruz yerlerine muhalefet etmek bu milletvekillerinin kar şıt görü şleridir.

2.15.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Mustafa Kemal içte ve dı şta ba ğımsız bir Türk devletinin kurulmasını arzulamı ştır. O, bu yüce amacı General Harboard’a “ Ülkeyi birle ştirmek ve uluslar toplulu ğuna tam ba ğımsız bir üye olarak katılmak ” (s. 18) sözleriyle ifade etmi ştir. Eserde, bu amacın gerçekle ştirilememesinden korkulmu ştur. Millî beraberlik sa ğlanarak dü şman yurttan atılır. Egemenlik halka geçer. Ça ğda ş uygarlık düzeyine yükselmek ve uluslar arası

 

 barı şa katkıda bulunmak için inkılâplar gerçekle ştirilir, çalı şmalar yapılır. Zira “ Hiçbir zafer amaç de ğildir… ” (s. 29). Böylelikle, arzu edilene ula şılmı ş olur.

2.15.2.4. Yönlendirici

Birinci dereceden yönlendirici Mustafa Kemal’dir. O, büyük kumandanlık, liderlik dehasıyla mücadeleyi ba ştan sona ustalıkla yönlendirir. Manda ve himaye savunanların çıkması üzerine milletvekillerine serzeni şte bulunup onların bundan vazgeçmelerini sa ğlayan Raif Hoca ile tıbbiyeli Bir Genç de bu anlamda yönlendirici kabul edilebilir. Mustafa Kemal Kocatepe’deyken ona name yollayıp kendisinden ba şarmadan dönme mesini isteyen Zübeyde Hanım da bir anlamda yönlendirici sayılabilir. “ Vatanın ba ğrına dü şman dayamı ş hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtıkara maderini” (s. 35) diye yankılanıp Türk ulusunu mücadele etme konusunda harekete geçirmek isteyen Namık Kemal’in Sesi’ni de yönlendirici saymak mümkündür. Türk tarihine yön vermi ş büyük hükümdarlar O ğuz Ka ğan, Bilge Ka ğan, Alparslan, Osman Gazi, Fatih, Yavuz ve Kanunî’yi de yönlendirici kabul etmek yerinde olacaktır.

2.15.2.5. Alıcı

Ba şta Mustafa Kemal olmak üzere oyunun bütün ki şilerini alıcı sayabiliriz. Mustafa Kemal yapmak istediklerini büyük bir istikrarla gerçekle ştirerek muzaffer olmu ştur. Oyundaki di ğer ki şiler de ortaya çıkan şanlı, şerefli tarihin birer unsuru, ferdi oldu ğu için alıcı kabul edilmi ştir.

2.15.2.6. Yardımcı

Bu gruptaki şahıslar giri şilen büyük davada Mustafa Kemal’e yardım eden, destek çıkan yakınları ile asker ve aydınlardır. Annesi Zübeyde Hanım, karde şi Makbule, Emir Eri Cevat Abbas, Đsmet ve Fevzi Pa şalar, 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Pa şa, 15. Kolordu Komutanı Karabekir Pa şa, Rauf Bey, Genelkurmay Ba şkanı Cevat Pa şa, Müftü Rifat Efendi, Sivas Valisi Re şit Pa şa, Manastırlı Hamdi, Halide Edip yardımcı şahıslardır. Eserde bu ki şiler üzerinde de ayrıntılı durulmaz. Zübeyde Hanım, hastadır. Ancak, güçlü, o ğluna inanıp güvenen bir kadındır. Makbule, a ğabeyinden ayrılmak istemez.  

 Büyük komutanların hepsi Mustafa Kemal Pa şa’ya inanan, güvenen, her şeyleriyle ona destek çıkan şahıslardır. Vatansever, korkusuzdurlar. Yine vatanperver olan Manastırlı Hamdi, Đstanbul’un Đngilizler tarafından i şgal edili şini haber verir Mustafa Kemal’e.

2.15.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Şahıslar

Koro, Türkler Korosu, General Harboard, milletvekilleri, subaylar, askerler, Bir Subay, Bir Yaver, Kadınlar Korosu Ba şı, Çocuklar Korosu Ba şı, Seymenler Korosu Ba şı, Esnaf Korosu Ba şı, kadınlar, erkekler, çocuklar bu gruptaki şahıslardır. Bu ki şiler zemini vermek için vardır, ayrıntılı i şlenmemişlerdir.

2.15.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Atatürk Kurtulu ş Sava şı’na Ba şlıyor ’da dekoratif ki şilerin dı şında yirmi be ş ki şi bulunmaktadır. Koro, Mustafa Kemal Pa şa, Ali Fuat Pa şa, Karabekir Pa şa, Rauf Bey, Cevat Pa şa, Refet Pa şa, Re şit Pa şa, Fevzi Pa şa, Ali Galip, Cevat Abbas, Vâsıf, Macit, Bekir Sami, Raif Hoca, Bir Genç, General Harboard, Manastırlı Hamdi, Đsmet Pa şa, Re şit, Bir Subay, Bir Yaver, erkek kahramanlardır. Kadın kahramanlar, Zübeyde, Makbule, Halide Edip’tir. Ayrıca, milletvekilleri, subaylar, askerler de oyunda yer almaktadır.

Atatürk Ankara’ya Geliyor ’da dekoratif kahramanlardan ba şka sekiz şahıs rol almaktadır. Namık Kemal (ses olarak), Mustafa Kemal Pa şa, Ali Fuat Pa şa, Müftü Rifat Efendi, Seymenler Korosu Ba şı, Çocuklar Korosu Ba şı, Esnaf Korosu Ba şı, oyundaki erkek kahramanlardır. Kadınlar Korosu Ba şı ise kadın kahramandır. Bunun dı şında oyunda kadınlar, erkekler, çocuklar, askerler de bulunur.

Anıtkabir ’de dokuz kahraman yer almaktadır. Bunlar; Türkler Korosu, O ğuz Ka ğan, Bilge Ka ğan, Alparslan, Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Kanunî, Atatürk’tür.

Atatürk piyesinde en çok, Mustafa Kemal Atatürk üzerinde durulmu ştur. O, Türk milletinin ba ğımsızlık mücadelesinin sembolüdür. Ki şilik geli şimi göstermese de liderlik, büyük komutanlık gibi birçok vasfı kendinde toplayan çok yönlü ki şili ği dolayısıyla kendisini karakter kabul edebiliriz. Tarihî bir ki şi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurba şkanıdır. Etken bir ki şili ğe sahiptir, bir eylem adamıdır. Tavır ve konu şmalarıyla tanıtılmı ş, ruhsal boyutuyla sunulmu ştur.

 

 Atatürk , Oflazo ğlu’nun tarih konulu eserlerinden biri olup Millî Mücadele’yi konu edinir. Oyun, Mustafa Kemal dı şında Refet Pa şa, Ali Fuat Pa şa, Karabekir Pa şa, Cevat Pa şa, Zübeyde, Halide Edip, General Harboard gibi pek çok tarihî ki şiyi barındırır. Yalnızca Mustafa Kemal karakter boyutunda i şlenmi ş, di ğer ki şiler tip düzeyinde ele alınmı ştır. Ki şiler inandırıcı biçimde sunulmu ştur. Eserde koroya yer verilmi ştir.

2.16. Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe

2.16.1. Eserin tanıtımı ve Özeti

Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe 26 , yazarın iki perdeden olu şan komedyasıdır. “Eserde kendisini oyun boyu hissettiren geleneksel seyirlik oyunlarımızın tesiri, oyunun şahıs ve yürüyü şüne bütünüyle sindirilmi ştir ” (Enginün, 1992: 840).

Birinci perdede önce Mazlum’la Şahin kol kola sahneye gelirler, birbirlerinden ayrılırlar. Bir oyun oynadıklarını açıkça belirtmektedirler. Seyircinin tiyatroya niçin (ö ğrenmek, dü şünmek için mi ya da a ğlamak, gülmek için mi) geldi ğini tartı şırlar. Ardından oyuna ba şlarlar. Bu noktada Şahin’in, “ Demin kol kola girerken tek varlık gibiydik. Ayrıldık, sanki ikiye böldük insanı ” (s. 4) demesi, eserin iletisiyle örtü şmektedir. Şahin kendi adını ve Mazlum’un adını belirler.

Artık, sahnede Hicran, Nâlân, Canan ve Suzan da vardır. Şahin Mazlum’a bu kadınların kendilerinin “av”ları olaca ğını söyler. Đkisi seyircilere hitap eder: Mazlum, “ Düzen dedikleri hep benim üstüme kurulur ” (s. 6); Şahin, “ Düzen dedikleri hep benden sorulur ” (s. 6) der. Kadınlar sırasıyla kendilerini tanıtırlar. Hicran Bereket Hanım, ölen Ziraat Müdürü Adem Bey’in (dul) e şidir. Nâlân, Canan ve Suzan ise kızlarıdır. Hicran, eşinin ölümünden sonra dünyaya küsmü ştür âdeta. E şinin hediyesi olan kaktüsü sular sık sık. Kaktüsle konu şur, onda kocasının sesini bulur sanki. Nâlân dinlendirici, güven veren, bankada çalı şan kızdır. Canan güzel, biraz kendini be ğenmi ş, so ğuk, akademi öğrencisidir. Suzan ise ate şli, tutkulu, sıcakkanlı bir kızdır.

Mazlum Şahin’den kendisine yol gösterme sini, avı nasıl ele geçirece ğini ö ğretmesi ni; Şahin’in deyimiyle, metot ve taktik (s. 8) istemektedir. Mazlum kızların birinin kendisinin olmasını diler, Şahin’se ona, kendisini sınırladı ğı için çıkı şır. Avcı “ Kaçana   6`C:

 

 kaplan uçana do ğan. Ne kaçan kurtulmalı ne uçan ” (s. 10-11) görü şündedir. Şahin Mazlum’u kadınlara “kendisinin gelece ğini” söylemesi için gönderir. Adem’in sesi, Hicran’ı, “ Çöl büyümekte… Avuç içi kadar da olsa, henüz canlı bir toprak parçası bulun… ” (s. 17) şeklinde, dünyanın bozulmu şlu ğuna, güvenilmezli ğine kar şı dikkatli olmaları konusunda uyarır. Mazlum’dan sonra kadınların yanına gelen Şahin, kendini, “Yeni do ğa elçisiyim bendeniz ” (s. 18) diyerek tanıtır. Ne i ş yaptı ğı soruldu ğunda, “Çalı şanlar çoook(…) Bendeki anahtar her kapıyı açar. (…) Đş im merak konusuysa her tarakta bezim vardır ” (s.19-20) gibi cevaplar verir. Kızlar mutfakta kahve hazırlarken Mazlum onlara Şahin’den söz etmi ş, Hicran’la Şahin de kendi aralarında konu şmu şlar, Ahmet Ha şim’in bazı dizelerini zikretmi şlerdir yeri geldi ğinde. Kahve içildikten sonra Şahin herkesin falına bakar. Bu fasıl epeyce sürer ve sonunda Mazlum’a, “ Çıkarma ba şarılı oldu, Mazlumcu ğum, köprüba şı tutuldu. Hadi, i şin i ş kâfir! ” (s. 39) der, ardından da şu yönde sözler ekler: “ Mademki sen bir mazlumsun artık fırtına eksilmez denizinde, ufkunda belirmez ı şık mı şık ” (s. 40). Bundan sonra her yönüyle Mazlum’a benzeyen ki şiler (s. 41) sahneye gelir ve halay çekerler, mazlumlardan, özelliklerinden söz ederler. Sözcüleri Mazlum’dur. Şahin de kendi temsilcisi oldu ğu kesimin özelliklerini, “ Bizler pek kalabalık de ğiliz. Yutanlar yutulanlardan azdır. (…)Evrensel düzendir bu, tanrısal. (…) Şahin’i daha da mâmur eder Mazlum’un yarattı ğı her masal. Böyle gelmi ş düzen böyle gider ” (s. 41-42) yönündeki sözleriyle dile getirir, Mazlumlar çevresinde dolanırken. “Eser boyunca ‘iştihasına sınır tanımayan’ Şahin ile sınırlı saadet pe şinde ko şan Mazlum'un temsil ettikleri doymazlık ve tevazu çatı şması dile gelir ” (Enginün, 1992: 841).

Hicran kaktüsünü sularken Adem’in sesi onu, “ Pek yakında ‘Mahvolduk’ diyen bile olmayacak, çünkü mahvoldu ğumuzu anlayan kalmayacak ” (s. 43) biçiminde uyarmaktadır. Bu esnada Şahin gelir. Söz arasında Mevlâna’nın Mesnevi’sinin ilk iki beyti anılır. Đkisi eski, yeni şair meselesi üzerinde konu şurken kızlar da gelir. Artık tek sesli- çok sesli musikinin etkilili ği tartı şılmaktadır. Şahin her kadına bir musiki aleti olma görevini vermi ş, kendisi de şef olmu ştur. Kadınların “ Şahin!” deyi şinden ondan ne kadar etkilendikleri anla şılmaktadır. Hepsi de onu arzulamaktadır. Şahin’in Mazlum ve seyirciden alkı ş istemesiyle perde kapanır.

 

 Đkinci perdede Hicran iyice büyümü ş olan kaktüsünü sularken Adem’in sesini duymaktadır. Ses, “ Görkemli kentlere gömülmekte görkemli do ğa uygun adım ilerleyen bilimle teknikle ” (s. 52) biçimindeki sözlerle ailesini Şahin / avcı tehlikesine kar şı uyarmaktadır. Şahin yine gelir. Söz oyunlarıyla ve hareketleriyle kadını kendine müptelâ etmektedir. Derken Suzan gelir. Şahin onu ba ştan çıkarmaya çalı şırken Nâlân gelir. Bu defa da aynı muameleyi ona yaparken Mazlum çıkagelir. Mazlum’un elinde bir paket vardır, içinde Nâlân’a aldı ğı bluz bulunan. Bu paketi kıza vermesini Şahin’den ister. Yüzü arkaya dönüktür. Nâlân hediyeyi Şahin’in aldı ğını sanır, Şahin ona sarılır. Kızı dudaklarından öpecekken Suzan geldi ği için yanaklarından öper. Sırada Suzan vardır. Bu sefer de ona aynı çekici şeyleri söyler ve dans ederler. Canan ve Hicran da gelir. Şahin ondan ona, birinden di ğerine giderek hepsiyle dans etmekte, kadınları âdeta uçurmaktadır. Mazlum’un hiçbirini dansa kaldırmasına fırsat vermez. Bu noktada yine Mazlum ve Şahin cinsinin özelliklerinden söz eder iki kahraman. Mazlumlar sahneye dolu şur, rolleri de ğişelim derler. Şahin bunu kabul etmez, “ Böyle gelmi ş düzen böyle gitsin ” (s. 72) der. Kadınlar Şahin ve Mazlum hakkında konu şurlar. Hicran, Şahin tehlike sinin genel (s. 74) oldu ğunu anlamı ştır. “ Ortak savunma şart ” (s. 74) görü şündedir. Bundan sonra Şahin sırasıyla Suzan, Nâlân, Canan’a kur yapar, onları ba ştan çıkarmaya çalı şır. Kızlar birbirlerini rakip görmektedirler. Bu arada, Mazlum, adını, adın ki şili ği yansıttı ğı teziyle, de ğiştirmek ister. Şahin, bunun uygun olmayaca ğını belirtir. Şahin’in seyircilere yönelik olarak söyledi ği şunun gibi sözler, yazarın vermek istedi ği mesajla aynı do ğrultudadır:

“Bana öyle geliyor ki, Mazlum oldukça Şahin de olacak. (…) Lâf aramızda, hepiniz Mazlum’a acırsınız, ama hepiniz benim gibi olmak istersiniz. (…) Neyleyim ki, içimde ya şayan Đkinci, daha do ğrusu, Birinci Şahin, asıl ya şayan Şahin, çok ba şka türlü dü şünüyor bu konuda. (…) Ona göre, tam geli şebilmek için, bütün içgüdülerin tam bir ahenkle uyandırılması, tam bir ahenkle co şturulup dünyaya salınması şart. (…) Đmdi, sorarım: Đçindekini susturabilen var mı aranızda?” (s. 93). Şahin’in Hicran’a söyledi ği şu sözler de yine yazarın iletisiyle örtü şmektedir:

“Kapıyı eylem, o altın anahtar açacak. Dünyada ilk ölenle son do ğan de ğil mi ki mekânda ştır, öyleyse Adem’le Şahin ça ğda ştır zamanda ştır anda ştır evrende, yani senin Adem’le yitirdi ğin bendedir alabildi ğine bende; bende olansa, Hicran, sendedir elbet, alabildi ğine sende!” (s. 95). Şahin Hicran’ı överken kızlar ezgiler e şli ğinde girer. O, bir kadından di ğerine ko şar, her defasında yanında oldu ğu kadını över. Kadınlar onun etrafında bir dörtgen olu şturmu ş,  

 dönmektedirler; Şahin’e, “ Benimsin! Benimsin! Benimsin! Benimsin! ” (s. 98) derler. Bu dönme ve Şahin’in kimi sözlerini tekrarlama bir süre devam eder. Derken, kadınlar sahneden ayrılır. Şahin kendi kendine konu şmakta, bazen de iç sesine kulak vermektedir. Đç sesi, “ Onlara yakla şırken saçtı ğın kıvılcımlar bo şlukta sönmediler, büyük gelece ğin tohumları olarak sokuldular yüreklerine birer birer. (…) Uyandılar ve uyandırdılar, aydınlandılar ve aydınlattılar ” (s. 99) şeklinde fısıldamaktadır Şahin’e. Bu sırada Mazlum gelir. Yine Mazlumluk- Şahinlik üzerine konu şurlar. Şahin’in, “…Mazlum’un olan da Şahin’indir, elbette onundur… Bu en güzel oyundur! ” (s. 103) deyi şi dikkat çekicidir. Kadınlar tekrar sahneye gelir. Hep birlikte dönüp sırayla Şahin’le dans ederler. Her kahraman belli fikirler ortaya atmaktadır ba ğlama uygun olarak. Mazlum’dan alkı ş ister Şahin. Hâlâ gözü doymadı ğı için be şinci, altıncı kadını aramaktadır. Kadınlar onu çemberin içine sıkı ştırırlar. Mazlum, seyirciye onun durumuyla ilgili yorum yapar. Mazlumlar da sahneye dolu şur. Şahin, Mazlum’un sözleri ve di ğerlerinin bu sözlerin bir kısmını koro hâlinde tekrarlamalarıyla oyun sona erer. Şahin’in, “ Dünyadan maksat bu ha? Gözya şıyla kahkaha demek besin Allah’a? Helâl sana Yaradan! (…) Senden sadece taslak, bizdense tamamlamak, o zaman kurulacak gerçek dünya diyorsan…” (s. 108) sözleri, oyunun temasını ortaya koyan cümlelerdendir.

2.16.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından De ğerlendirilmesi

2.16.2.1. Asıl Kahraman

Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe oyununun, Gardiyan ’da oldu ğu gibi, yazarın di ğer eserlerinden de ğişik bir görüntüsü vardır. Kahramanlardan Şahin ile Mazlum, oyunun ba şında sahneye kol kola gelirler. Oyun oynamak için sahnede olduklarını, seyircilerin de kendilerini izlemek için orada bulunduklarını söylerler.

Bu oyunun asıl kahramanı Şahin’dir. Yazar tarafından “tip” olarak i şlenen Şahin, Mazlum’a “Mazlum Aheste”, kendisine de “Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe” adını koyar. Şahin, çalı şmadan geçinen, zayıfı ezen, ona tahakküm eden, kendisini bile av, lokma olarak görebilen insanı; aynı zamanda insanın içgüdülerini, doymak bilmeyen yanını sembolize eder. Şahin, kadınları “ Avımız ” (s. 5) olarak görür. Kendisini seyirciye şöyle tanıtır Şahin: “ Ben Şahin Çakırpençe, Dörtba şımâmur, / Her zaman her yerde

 

 mutlaka alt eden. / Arabamın a şamayaca ğı da ğ yoktur. / Ve benim yoruldu ğum yerde han kurulur. / Kursa ğıma göredir en iri lokma bile, / Düzen dedikleri hep benden sorulur ” (s. 6). Görülüyor ki, Şahin, her nimeti , her fazlı kendisi için algılamakta, kendisini her şeye egemen saymaktadır. Ba şka bir yerde de şu şekilde konu şur: “ Bizler pek kalabalık de ğiliz. Yutanlar yutulanlardan azdır. (…) Evrensel düzendir bu, tanrısal. (…) Şahin’i daha da mâmur eder Mazlum’un yarattı ğı her masal. Böyle gelmi ş düzen böyle gider ” (s. 41-42).

Şahin, arkada şı Mazlum’a avı nasıl elde edece ğini, gösterme yöntemiyle ö ğretecektir. Mazlum’a, bununla ilgili olarak, “ Yani metot ve taktik istiyorsun, bilim ve teknik istiyorsun ” (s. 8) dedi ğinde, ondan, “ Dostluk, i şbirli ği… ” (s. 9) yanıtını alır ve ekler: “Ortaklık, çıkarbirli ği, yani geni ş çapta dı ş yardım ” (s. 9).

Yukarıda da de ğinildi ği gibi, Şahin, Mazlum’a yöntem göstermek için yola çıkmı ştır. Böyle oldu ğu hâlde, Mazlum kadınların sadece birinin kendisinin olmasını istemesine ra ğmen, Şahin, bütün kadınlara sahip olmak ister. Bunu ba şarmı ştır. Fakat bu bile kendisi için yeterli de ğildir. Be şinci, altıncı kadını arzulamaktadır. Kadın, Şahin için amaç de ğil, kaba i ştahlarını tatmin etmesi için araçtır. Bu açıdan onu, doymak maksadıyla yemek yemek yerine, sırf yeme ğin lezzetini sürekli dama ğında tutmak için sürekli yemek yiyen birine benzetebiliriz. Kendisine “ Bu i ştah, dostum, nasıl yatı şır ne zaman diner? ” (s. 68) sorusunu soran Mazlum’a, Şahin’in verdi ği şu yanıt buna tanık gösterilebilir: “ Dindirilen i ştaha i ştah denir mi? Her şey yutulup sindirilmeden ‘Elhamdülillâh’ denir mi? ” (s. 68). Yine Şahin’in Mazlum’a yönelik olarak söyledi ği şu sözler, kendisinin hayat felsefesini çok çarpıcı biçimde yansıtmaktadır:

“Senin duman duman ahın benim artan refahımdır. Dertlerinin cömert gecesinden süzülüp damıtılan benim görklü görkemli som altından sabahımdır. Đş tahımdır avımı alımlı beni çalımlı kılan avımın tadını yalımlı beni kalımlı kılan her şeye kadir iştahımdır, i ştahım Allah’ımdır” (s. 71). Şahin, hazcı, nihilist bir ki şidir. Kendisi için, içgüdülerin doyurulması önemlidir. Ahlâk kuralları onu ilgilendirmez. Üç kız karde şin hepsine ve annelerine aynı anda cinsel obje olarak bakabilmekte, kadınların biri onu di ğerine bu açıdan yakla şmakla suçladı ğında rahatlıkla bir yalan uydurabilmektedir. Şahin’in seyircilere yönelik olarak söyledi ği aşağıdaki gibi sözler, hem onun içgüdülerine teslim olmuşlu ğunu, içgüdülerini tatmin için ya şadı ğını, hem de insanın do ğasının bu temayülde oldu ğunu ortaya koyar:

 

 “Bana öyle geliyor ki, Mazlum oldukça Şahin de olacak. (…) Lâf aramızda, hepiniz Mazlum’a acırsınız, ama hepiniz benim gibi olmak istersiniz. (…) Neyleyim ki, içimde ya şayan Đkinci, daha do ğrusu, Birinci Şahin, asıl ya şayan Şahin, çok ba şka türlü dü şünüyor bu konuda. (…) Ona göre, tam geli şebilmek için, bütün içgüdülerin tam bir ahenkle uyandırılması, tam bir ahenkle co şturulup dünyaya salınması şart. (…) Đmdi, sorarım: Đçindekini susturabilen var mı aranızda?” (s. 93). Şahin’in “ Bu dünya yalnız Mazlum’la Şahin’indir ” (s. 102) deyi şi, dünyada sadece ezen ve ezilenin oldu ğunu kabul edi şi biçiminde yorumlanarak kendisinin materyalist bir dünya görü şüne sahip oldu ğu öne sürülebilir.

Yukarıda sözü edilen olumsuz yönlerine ra ğmen Hicran Hanım ve üç kızı Şahin’i şiddetle arzulamaktadır. Bu da, onun kadınlara hassas noktalarından yakla şmayı bilmesinden, kadınların da böyle serbest erkeklerden ho şlanmasından ileri gelir.

2.16.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Şahin’in kar şısına Mazlum yerle ştirilmi ştir, Şahin’in özelliklerinin daha belirgin görülmesi için. Oyunun ba şında ikisi kol kola sahneye gelmi ş, sonradan ayrılmı şlardır. Şahin “ Demin kol kola girerken tek varlık gibiydik. Ayrıldık, sanki ikiye böldük insanı ” (s. 4) der. Buradan da anlıyoruz ki, bu iki kahraman insanın iki farklı ama birbirini bütünleyen yönünü simgeler. Şahin, insanın yırtıcı, gem almaz yönünü; Mazlum ezilen, hükmedilen yönünü sembolize etmektedir.

Ölen Ziraat Müdürü Adem Bey’in kâtibi olan Mazlum, bir “tip” olarak çizilmi ştir. Daha önce de de ğinildi ği üzere, Mazlum, ezilen, emeği çalınan, çok çalı şıp az tüketen insanı; insanın köreltilen, güdük bırakılan tarafını temsil eder. Aynı zamanda, kendisi gibi olanların (di ğer mazlumların) sözcüsü durumundadır. Eserin ba şlarında Mazlum, kendisini şu şekilde tanıtır: “ Ben Mazlum Aheste, kim vurduya giden. Ama dü şe kalka yoluna devam eden. Ben omuzlamasam yükselebilir misiniz? Ben a ğlamasam gülebilir misiniz? Ben Mazlum Aheste, okkanın altına giden. Düzen dedikleri hep benim üstüme kurulur ” (s. 6).

Oyunun di ğer ki şileri için de söz konusu oldu ğu gibi Mazlum’un adı ki şili ğini yansıtmaktadır. Mazlum, aheste hareket eden, çekingen, sünepe, beceriksiz bir kahramandır. Öz güveni yoktur. Kızlardan hangisini istedi ğini bilmez, herhangi birine razıdır. Bu da onun seçici olmadı ğını, kararsızlı ğını gösterir. Kızlara arkada şlık teklif

 

 etmeye cesareti yoktur. Şahin’den avı nasıl ele geçirece ğini kendisine öğretme sini ister. Nâlân’a aldı ğı bluzu bile kendisi vermeye muktedir olmadı ğı için bunu Şahin’den ister, Şahin’e “ Ben Mazlum olmayı kabul etti ğim için sen Şahin oldun. Benim eserimsin sen. Mürüvvetini görmeyeyim mi? ” (s. 60) diyerek. Böylelikle, hep yönetilmeye mahkûm eder kendisini.

Şahin avların hepsine sahip olmak istedi ğinden, Mazlum’a hiçbir şekilde fırsat vermez. Onun kızlardan birini dansa kaldırmasına olanak tanımaz. Mazlum’a, “ Mademki sen bir mazlumsun artık fırtına eksilmez denizinde, ufkunda belirmez ı şık mı şık ” (s. 40) diyerek, onun hep olumsuz şeyler ya şayaca ğını öngörür. Bu noktada, Mazlum da umutsuzlu ğunu şöyle ifade eder:

“Dalgalar her yandan yüklendikçe sı ğınacak yer arayacaksın teknen açıkta sürüklendikçe. Oysa liman miman haram sana. Mademki sen bir mazlumsun artık budur bu, felekten ikram sana: Hem kurtulmaya çalı şacaksın, hem de kurtulu ş olmadı ğına ne yapıp yapıp alı şacaksın” (s. 40). Mazlum her açıdan kendisine benzeyen ki şilerle (mazlumlarla) sahnede dans eder. Mazlumluktan kurtulmak isterler hep birlikte. Yine Mazlum, bir ara adının ki şili ğine yön verdi ğini dü şünerek farklı bir isim arar kendisine. Ancak, Şahin bunun yerinde olmayaca ğını söyler.

Mazlum, zaman zaman mazlumluktan kurtulmaya çabalasa, adını de ğiştirmeye kalksa da oyun boyunca edilgenli ğinden kurtulamaz. “Tip” olarak kalmı ştır.

2.16.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Eserin aslî kahramanı Şahin, bütün kadınları av olarak gördü ğünden, Hicran, Canan, Nâlân ve Suzan’ı arzulamaktadır. Mazlum, kızların herhangi birinin kendisinin olmasını ister, ancak hangisini istedi ğinden emin de ğildir. Daha çok, Nâlân’a meyyal görünür. Hicran Hanım, önceleri, e şi Adem’le tüm ya şama sevincini gömdü ğü intibaını uyandırmaktadır. Fakat, sonra o da Şahin’in çekimine girer. Üç kız karde ş ve anneleri Şahin’in olmayı arzu etmektedirler.

Şimdi, tip olarak i şlenen bu dört kadın kahraman üzerinde duralım:  

 Hicran Hanım: Rahmetli Ziraat Müdürü Adem Bey’in dul e şidir. Hicran, e şinin ölümüyle ya şama iste ğini kaybetmi ştir neredeyse. Adem Bey’den arma ğan olan kaktüsü sular sık sık. Kaktüsle konu şmaktadır, onda kocasının sesini bulur âdeta. Hicran oyunun ba şlarında kendini şu sözlerle tanıtır: “ Ben Hicran, ana dedikleri, do ğuran; do ğurdukça hem ço ğalan hem azalan, hele erke ği koyup gidince apansız güne şi tutulan, yani dul yani yapayalnız bo şaltılmı ş şehir gibi ıssız kalan. Sevdi ğiyle gülen sevdi ğiyle ölen ” (s. 6). Ba şka bir yerde de dul kalmadan önceki hâli hakkında “… ‘Karlar altında nevbahar ‘ olan bir yürek vardı bende ” (s. 22) der. Evin sorumlulu ğunu bir erke ğin gö ğüslemesi için kızlardan birinin Şahin’le evlenmesi gerekti ğini dü şünmektedir. Ancak, Şahin onu da etkilemeyi ba şaracaktır. Hicran da Şahin’in kendisinin olmasını isteyecektir. Şahin’e tutkulu bir biçimde söyledi ği şu sözler bunu ortaya koyar:

“Ölüp de dirilmek ne güzel! / Öldür beni, içimde tutsak ezgiler / bu zindanı parçalamadan güldür beni / katmerli sevdalarla öldür / zincirleme çılgınlıklarla güldür beni / güldüre güldüre öldür / öldüre öldüre güldür beni / öldür beni güldür beni / öldür beni!” (s. 58). Hicran Hanım bir süre sonra Şahin’in gözünün hepsinde oldu ğunu anlar. Kızlara “ Bana kalırsa, tehlike genel. (…) Onun gözü herkeste. (…) Ortak savunma şart ” (s. 74) der. Eserin sonunda dört kadın Şahin’i çember içine alıp parçalamaya çalı şır.

Nâlân: Nâlân, Hicran’ın büyük kızıdır. Sahneye ilk geldi ğinde kendisini şöyle tanımlar: “Annemin ilk kızıyım, / içinde bir sızıyım, / okuyanlar anlamaz / kırık dökük yazıyım ” (s. 7). Önce babasını, sonra da ni şanlısını kaybetti ği için bahtsız oldu ğuna kanaat getirmi ştir. Ailenin geçimine katkıda bulunmak için bankada çalı şmaktadır. Yumu şak huylu, duygusaldır. Bir yuva kurup anne olmak ister. Şahin ona da pençesini atar do ğal olarak. Mazlum da daha ziyade Nâlân’a meyillidir. Kendi aldı ğı kaza ğı bile Şahin’in vermesini ister Nâlân’a. Nâlân, hediyeyi Şahin’in aldı ğını sanır. O da Şahin’in avlanma iste ğinden nasibini alacaktır. Şahin Nâlân’ı da ele geçirmekte zorlanmaz.

Canan: Canan ortanca kızdır. Şöyle der kendisi için: “ Ben ortanca kızıyım, / sarp burcun yıldızıyım, / kimseler okuyamaz / çetrefil bir yazıyım ” (s. 8). Canan, so ğuk, kendini be ğenmi ş, özellikle küçük karde şine burun kıvıran, akademi ö ğrencisi, ama güzel bir kızdır. Önce Şahin onu ilgilendirmez gibi davranır. Fakat biraz zor da olsa Şahin onu da çekimine almayı ba şaracaktır.

 

 Suzan: Suzan en küçük kızdır. Adından da anla şılaca ğı üzere, yakıcıdır, güzeldir. O da şöyle tanıtmaktadır kendisini: “ Ben en küçük kızıyım, / çılgın elin sazıyım; / okuyan kör de ğilse / okunaklı yazıyım ” (s. 8). Özellikle Suzan ilk andan itibaren Şahin için can atmaktadır.

Hicran Hanım, Şahin’in hangi kızınca kendisine damat yapılaca ğı hakkında kendi kendine konu şurken kızlarının özelliklerini ortaya koyar, onları bize tanıtır. Kızların karakterinin daha iyi kavranabilmesi için, bu monoloğu buraya alma ihtiyacı hissediyoruz:

“Acaba kızlardan hangisi onu damat yapacak bana? Đlk göza ğrım Nâlân mı? (… ) Önce babasını, sonra da ni şanlısını kaybedince, dünyası karardı kızca ğızın. Yavrum, ne iyi, ne ince ruhludur, sanki bütün duygumu almı ş benim. (…) Hayır, olmaz! (…) Nâlân, Şahin’in elinde fazla örselenir. (…) Canan gerçi onu pe şinden sürüklemesini bilir, elde etmesini becerir. (…) Ama kazanmak yetmez. Elden çıkarmamak da gerekli. Canan, evet, alımlıdır, çekimlidir. Hiçbir erke ğin bakı şları ona yan çizemez. Hiçbir erkek onun bakı şlarından kaçınamaz. (…) Nedir ki, Canan biraz, nasıl söyleyeyim, şeydir… yani, kendini be ğenmi ştir, hatta biraz so ğuktur açıkçası. Babasında böyle bir hâl yoktu. Allah için. Bendeyse, böyle bir şey, ne münasebet! Belki halası… evet, evet. O da öyleydi. Güzeldi; güzel de ne söz, âfetti. Ne var ki, biraz so ğuktu, kuzeye dönüktü. Neyse ki, halasının burcu tam etkilememi ş onu. Eh, ne de olsa benden do ğma. Sözün kısası, Canan Şahin’i yakalayabilir, ama kaçırabilir de. Suzan’a gelince… en çok onun gözü Şahin’de. Şahin de ona yönelmi ş gibi. (…) Birbirine tutkun oldukları apaçık. Bizimki her hâliyle ‘Gel’ diyor sanki. O ğlan da âdeta ‘Geliyorum’ diye haykırmakta. Şahin, Canan’da bulamayaca ğını Suzan’da bol bol bulabilir. Ben geni ş çapta Suzan’a geçmi ş gibiyimdir, öylesine benim kızımdır o. Ama kendini tutmayı, malını satmayı bilmez. Do ğruya do ğru, e ğriye e ğri. Güzeldir, kadınsıdır, di şidir, yangındır, gelgelelim, bütün sermayesi vitrindedir. Varını yo ğunu birden kaptıracak diye ödüm patlıyor” (s. 43-44). Hicran Hanım kendini de tanıtmı ş olur böylelikle. O, üç kızının sentezidir âdeta. Duygulu, güzel, kadınsı, açık sözlü ve çabuk teslim olan bir kadındır Hicran.

2.16.2.4. Yönlendirici

Asıl kahraman Şahin, aynı zamanda yönlendirici ki şidir. Mazlum olsun, Hicran olsun, kızlar olsun, hep Şahin’in iste ği do ğrultusunda hareket ederler. Şahin, bu kahramanlardan istedi ğini kendine çekmeye muktedirdir. Canan’ı yönlendirmek di ğerlerine nispeten daha zor olur onun için. Daha önce Şahin üzerinde geni şçe duruldu ğundan burada kendisine bu kadar yer verilecektir.

 

 Şahin’in içgüdülerini (I. Şahin’i) de bu kapsamda düşünebiliriz. Şahin, içgüdülerinin buyru ğuna uyarak sürekli av pe şinde ko şmaktadır. Şahin’in seyircilere yönelik olarak söyledi ği ve daha önce de de ğindi ğimiz şu sözler, onun bu yanını ortaya koymaktadır:

“Lâf aramızda, hepiniz Mazlum’a acırsınız, ama hepiniz benim gibi olmak istersiniz. (…) Neyleyim ki, içimde ya şayan Đkinci, daha do ğrusu, Birinci Şahin, asıl ya şayan Şahin, çok ba şka türlü dü şünüyor bu konuda. (…) Ona göre, tam geli şebilmek için, bütün içgüdülerin tam bir ahenkle uyandırılması, tam bir ahenkle co şturulup dünyaya salınması şart. (…) Đmdi, sorarım: Đçindekini susturabilen var mı aranızda?” (s. 93). Şahin’in Đç Sesi, oyunun sonlarına do ğru dört kadının Şahin’i çember içine alıp ona kendilerinin oldu ğunu söyleyerek bir süre etrafında dönmelerinden sonra, şu şekilde dile gelerek, ula şılan sonucu yorumlar:

“Onlara yakla şırken saçtı ğın kıvılcımlar bo şlukta sönmediler, büyük gelece ğin tohumları olarak sokuldular yüreklerine birer birer. (…) Seninle uyandılar, seninle aydınlandılar. (…) Al bizi’ diyorlardı sana, / ‘Kurtar bizi kendimizden / çürümü ş ve çirkin olanı at bizden!’ (…) Uyandılar ve uyandırdılar, aydınlandılar ve aydınlattılar” (s. 99). 2.16.2.5. Alıcı

Yukarıdaki son paragraftaki alıntı, “ Şahin’in Đç Sesi”nin söyledikleri, Şahin’in bu av hastalı ğından Hicran, Nâlân, Canan ve Suzan’ın yanında Şahin’in de etkilendi ğini ortaya koyar. Eserin sonunda, birbirleriyle aldatıldıklarını iyice fark eden kadınlar, Şahin’i çemberlerinde sıkı ştırıp onu parçalamaya çalı şırlar. “ (Perde kapanmaya ba şlarken Şahin güçlükle kurtulur, kadınlardan birinin elinde şapkası, birinde gömle ği, birinde fanilâsı kalır...) ” (s. 107). Kadınlar Şahin’e av olmu şlardır, ama gözü doymayan avcının da akıbetinin iyi olmayaca ğı ortaya konmu ştur.

Mazlum’u da alıcı şahıs sayabiliriz. Mazlum, kızlardan birinin kendisinin olmasını arzulamı ştır hep. Ancak, beceriksizli ği, Şahin’in aç gözlülü ğü yüzünden Mazlum, kızların hiçbirine sahip olamamı ştır.

2.16.2.6. Yardımcı

Asıl kahraman Şahin bir yardımcıya ihtiyaç duymayacak kadar kudret sahibidir. Aklı, vücudu ona yardımcıdır. Mazlum için Şahin’in yardımcı şahıs oldu ğunu dü şünmek mümkündür. Eserin ba şlarında, Şahin, Mazlum’un Bereket ailesinin kızlarından birini alabilmesi için Mazlum’a “ taktik ” ve “ metot ” göstermek için yola çıkar.

 

 Hicran tarafından duyulan Adem’in Sesi de ailesini Şahin / avcı tehlikesine kar şı uyarır. Onlara, av olmama konusunda yardımcı olmaya, özellikle Hicran’ı sa ğlıklı dü şündürtmeye çalı şır. Adem’in Sesi şu şekilde belirerek, dünyanın koku şmu şlu ğuna, itimat edilmezli ğine kar şı dikkatli olmaları konusunda onları uyarır:

“Çöl büyümekte… Avuç içi kadar da olsa, henüz canlı bir toprak parçası bulun…” (s. 17), “Pek yakında ‘Mahvolduk’ diyen bile olmayacak, çünkü mahvoldu ğumuzu anlayan kalmayacak” (s. 43), “Görkemli kentlere gömülmekte görkemli do ğa uygun adım ilerleyen bilimle teknikle.” (s. 52). Daha önce her kahramana verilen ismin onların ki şiliklerini yansıttı ğını belirtmi ştik. “Adem” de böyle olmakla birlikte iki manada yorumlanmaya müsaittir. Adın kısa “a” ile (“ayın”lı) okunması durumunda bu “yokluk” anlamına gelir ki, Adem Bey bu dünyadan yok olmu ş, uhrevî âleme çekilmi ştir. Yine aynı ismi uzun “a” (â) ile okudu ğumuzda, ki bizim kültürümüzde daha çok bu mevcuttur, “âdem”, “insan” anlamına gelir. Âdem Bey’in konu şması tüm insanlı ğın dile gelmesi olarak algılanabilir bu durumda.

2.16.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Eserdeki mazlumlar dekoratif ki şilerdir. Ayırt edici bir rolleri söz konusu de ğildir. Mazlum kesiminin çok oldu ğunu ortaya koymak adına esere yerle ştirilmi şlerdir. Zaten her açıdan Mazlum’a benzer bunlar. Mazlum’la birlikte dans ederler sahnede.

Seyircileri de dekoratif kahraman kabul etmek mümkündür. Seyircinin eserde sahnede yer alması söz konusu de ğildir. Ancak oyuncular seyircilerden söz ederler. Oyunun ba şında Şahin ile Mazlum, seyircilerin tiyatroya niçin gelmiş olabileceklerini tartı şırlar kendi aralarında. Yine, ilerleyen bölümlerde özellikle Şahin, seyirciye hitaben konu şur.

2.16.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunda ikisi erkek, dördü kadın olmak üzere altı şahıs vardır. Şahin ile Mazlum, erkek kahramanlar; Hicran, Nâlân, Canan ve Suzan, kadın kahramanlardır. Ayrıca, mazlumlar da dekoratif kahramanlardır. Şahin zaman zaman seyirciye hitaben konu ştu ğu için, seyircileri de dekoratif kahramanlar saymak mümkündür.

Oyunda en çok, Şahin üzerinde durulmu ştur. O, insanın içgüdülerini sembolize eder. Tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutuyla i şlenmi ştir. Tavır ve konu şmalarıyla

 

 tanıtılmı ştır. Her şeye hâkim bir ki şi konumundadır. Đstedi ğini zorlanmadan elde eder. Bunun için, etken bir ki şidir.

Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe , Oflazo ğlu’nun sembolik oyunlarının sonuncusudur. Komedi tarzında kaleme alınmı ştır. Ki şiler tip olarak ele alınmı ş, ruhsal boyutlarıyla yansıtılmı şlardır. Konu şmaları ve tavırlarıyla tanıtılmı şlardır. Yazar, kahramanlarına kar şı tarafsız davranmı ştır. Eserde koroya yer verilmemi ştir. Bu açıdan, sanatçının birçok oyunundan farklılık gösterir. Oyun, geleneksel Türk tiyatrosundan yansımalar ta şır. Eserin ba şında Şahin ile Mazlum’un kol kola sahneye gelerek birbirleriyle konu şmaları, Karagöz ile Hacivat’ı dü şündürür bize. Piyes bu yönden, Gardiyan ’la ortaklık gösterir.

2.17. Kanunî Süleyman – Hem Kanunî Hem Muhte şem

2.17.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Kanunî Süleyman 27 iki perdelik bir tragedyadır.

Birinci perdede önce, Sultan Süleyman tahtında acı içinde otururken, gelen Rüstem’e Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi hakkında dı şarıda neler söylendi ğini sorar. Bu sırada Ta şlıcalı Yahya ve yeniçerilerin dı şarıdan, yaslı, a ğıt söyleyen sesleri duyulur. Yahya ile Süleyman konu şur. Süleyman “Kanunî” olmanın bedelini ödemektedir. Babasının dedesine yaptı ğını o ğlunun da kendisine yapaca ğı korkusuyla o ğlunu ortadan kaldırmı ştır.

Bundan sonra geriye dönü şle, Şehzade Mustafa’nın öldürülü şüne kadarki süreç anlatılacaktır.

Mustafa ailesiyle vedala şır, “sanca ğa çıkmak” için Manisa’ya gidecektir. Süleyman’ın kambur o ğlu Cihangir, a ğabeyine çok dü şkündür, onunla gitmek ister. Ancak, babası buna izin vermez. Cihangir’in, “ Sana yönelen yıldırım benim ba şımı bulsun. (…) Seni sokmaya çalı şan yılan benim ba ğrıma bo şaltsın zehrini ” (s. 18) şeklindeki sözleri, ağabeyinin sonuna dair ipucu vermektedir. Sanki, annesinin planını sezinlemi ştir Cihangir. Şehzade Mustafa Manisa’ya gider. Hurrem Sultan yapmacık üzüntülerde,   6`C:

 

 telâ şlardadır. Her defasında, Süleyman’a Mustafa’nın, dedesi Yavuz Selim’e benzedi ğini söyleyecek; Yavuz’un, babası II. Bayezid’in elinden Osmanlı tahtını nasıl aldı ğını dile getirecek ya da ima edecektir.

Süleyman arz odasında Fransa elçisiyle Uzak Do ğu Müslüman devletlerinin temsilcileri ni kabul eder. Fransa Kralı Fransua’nın annesi, o ğlu, Đspanya Kralı Şarlken’e esir dü ştü ğü için yardım istemektedir. Uzak Do ğu Müslümanlarının elçileri ise, Kanunî’ye ba ğlılıklarını bildirmeye gelmi şlerdir. Sultan Süleyman, dünyanın neresinden olursa olsun, kendisinden yardım dileyenin padi şahı oldu ğunu belirtir. Derken, arz odasına zorla bir kadın girer. Kadın uyurken evi soyulmu ştur. Hâlini padi şaha arz eder. Zararı padi şahın kesesinden karşılanır.

Hurrem Sultan yatak odasında Sultan Süleyman’a Fatih Kanunnamesi’ni de ğiştirmesini, yoksa Süleyman’dan sonra çocukların birbirine dü şece ğini söyler ve ondan kendi ölümünden sonra daha güzel hiçbir kadına el sürmeyece ği konusunda söz alır.

Daha sonraki kısımda Rüstem’i yeniçerileri, “ Devletin ba şı genç ve dinç oldukça devlet ve millet dahi genç kalır, dinç kalır ” (s. 42) diyerek kı şkırtırken görüyoruz. Rüstem bir süre sonra Hurrem’in odasına gider, ikisi Şehzade Mustafa’nın Yavuz Selim’e benzerli ğinden yararlanıp onu ortadan kaldırma konusunda plan yaparlar. Yeniçerilerse kendi aralarında Süleyman’ın kocadı ğını, kendilerine yeni bir ba ş gerekti ğini, Yavuz’un babasını tahttan indiri şini, kendilerine Şehzade Mustafa’nın ba şbu ğ olması gerekti ğini konuşurlar. Rüstem hem Oca ğı kı şkırtmakta, hem de askerin Mustafa’yı istedi ğini, onun için destanlar düzdü ğünü padi şaha söyleyerek Süleyman’ı Mustafa’ya kar şı doldurmaktadır. Süleyman, Mustafa’nın Manisa’dan Amasya’ya gönderilmesine karar verir. Manisa da, Şehzade Selim’e emanet edil ecektir. Mihrimah annesini a ğabeyine kar şı haksızlık yaptıkları konusunda uyarınca Hurrem ona, Yavuz’un, babası II. Bayazıt’a yaptı ğını hatırlatır ve Süleyman için şunu ekler: “ Mustafa’yı ortadan kaldırmak için şöyle kurallara, adalete uygun bir bahane çıkarsa ortaya, kendisinin açıktan açı ğa sahip çıkmayaca ğı bir sevinç kopacaktır varlı ğının tâ derinliklerinden ” (s. 55).

Şair Yahya Đstanbul’dan Manisa’ya gitti ğinde Şehzade Mustafa ona, yeniçeriyi kendi adına kimin hareketlendirdi ğini, kimin kendisini dillere dü şürdü ğünü sorar. Yahya bunu

 

 Hurrem ve Rüstem’in yaptı ğını belirtir, şehzadeye babasına mektup yazıp Amasya’ya gönderili şinin sebebini sormasını tavsiye eder. Sultan Süleyman’ın cevabı ise, “ Đran Şahı Tahmasp Do ğu sınırlarımızda ku şkulu davranı şlarda bulundu ğundan, Đran’a Manisa’dan daha yakın olan Amasya daha uygun görüldü senin için, gerekti ğinde duruma çabucak el koyasın diye ” (s. 58) biçimindedir. Şehzade Mustafa Amasya’ya gider. Sinan da Hurrem için bir cami yapacaktır. Mihrimah da Sinan’dan kendisi adına hayrat yapmasını ister. Süleyman, Rüstem’i Sinan’a kar şı cimri davranmaması konusunda uyarır. Cihangir de kendisi için bir cami yapılmasını ister. Kamburlu ğu onu son derece rahatsız etmektedir. A ğabeyi Mustafa’ya dü şkünlü ğü ve onun hakkında söyledikleri, Mustafa’nın sonunu haber verir niteliktedir.

Đkinci perdenin ilk kısmında mekân Topkapı Sarayı’nda arz odasıdır. Ülkede Yunus Emre şiirleri Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından yasaklanmı ştır. Padi şah bunun sebebini sordu ğunda şeyhülislâm, “ Padi şahım, tam uyanmamı ş, yarım yamalak aydınlar, hele bunların güdümüne kolayca girebilecek bilgisizler toplulu ğuna ‘Cennet, cehennem yok’ dediniz mi bir daha zapt edemezsiniz onları; içinden cehennem korkusunu atan insan her türlü kötülü ğü rahatça i şleyebilir ” (s. 71) yanıtını verir. Rüstem’le birlikte, bizde adaletin nasıl i şledi ğini inceleyerek kendi ülkelerinde yeni, sa ğlıklı bir adalet düzeni kurmak amacıyla Đngiltere’den gelen hukuk bilginleri (s. 72) arz odasına gelir. Süleyman bunun için, kadıların sevindirilmesi emrini verir.

Şair Yahya Amasya’daki konaktadır, Şehzade Mustafa’ya saltanatın onun hakkı oldu ğunu hatırlatır ve harekete geçmesi konusunda telkinlerde bulunur. Hurrem’se, buna pek ihtimal vermedi ğini belirtse de, Şehzade Mustafa ile Đran şahı arasında bir yakınla şma oldu ğunu söyleyerek Süleyman’a Đran’a sefere çıkmasını söyler. Padi şah da, Hint Müslümanları nın Portekiz’e kar şı kendisinden destek istedi ğini dile getirir. Süleyman’ın ya şı ilerledi ği için, sa ğlıkla ilgili şikâyetleri de söz konusudur. Meddah padi şaha hikâye anlatır, Rüstem Pa şa’yı rezil eder. Sultan Süleyman Rüstem’e sefer hazırlı ğı için emir verir. Bu, Hurrem’le Rüstem’i sevindirir.

Süleyman Đran seferine çıkmı ş, ancak şahı bulamamı ştır. Dönü şte Şehzade Mustafa’nın Amasya’daki kona ğına u ğrar. Ona, baba olarak kendisi için canını feda edebilece ğini, hükümdar olarak ise, gerekti ğinde kendisini gözden çıkarabilece ğini (s. 91) söyler. Bu sırada “ Baba! ” (s. 91) sesini duyar. Bunu Mustafa söylememi ş, hükümdar bunu  

 yüre ğinden duymu ştur. Bu da, olacakları önceden hissettirme olarak yorumlanabilir. Yahya da Mustafa’yı, iyi dü şünmesi, babasının o ğlu gibi davranması konusunda uyarır.

Hurrem, Mihrimah, Süleyman haremde konu şurken Rüstem gelir ve Đran Şahı Tahmasp’la sava şa giden Sokullu Mehmet Pa şa’nın emrindeki ordunun Tokat’ta “Şehzade Mustafa ba şımıza geçmezse bir adım atmayız ” (s. 96) dedi ğini, di ğer asker ocaklarının da yeniçerilerin bu dü şüncesinde oldu ğunu söyler. Süleyman küplere binmi ştir. Rüstem, “Şehzade Mustafa dahi, kırkında padi şah olup dedesinin yarım kalan i şini tamamlayarak bütün cihanı ele geçirecekmi ş” (s. 98) şeklinde konu şarak yangını iyice körükler. Hurrem’se onun hain oldu ğuna inanamadı ğını söyleyerek sahte iyi üvey anne rolünü sürdürmektedir. Rüstem Süleyman’a Đran şahıyla Mustafa arasında oldu ğunu belirtti ği sahte mektuplar sunar. Sultan Süleyman, Rüstem’i büyük bir ordunun ba şına geçirip durum de ğerlendirmesi yapması için Amasya’ya gönderir. Rüstem Pa şa Şehzade Mustafa’ya, kendisinin ve Yeniçeri Oca ğı’nın Mustafa’dan yana oldu ğunu, kendisinin padi şah katında onun masumiyeti konusunda şahitlik edebilece ğini söyler. Mustafa bu çirkin teklif kar şısında eni ştesinin yüzüne tükürür, onu kovar. Şair Yahya da olanlara tanıktır. Yahya Mustafa’ya bir kez daha, padi şah olabilece ğini hatırlattı ğında Mustafa’dan, “ Hayır Yahya, sevgili şairim, bana göre de ğil bunlar. Ben babamı tahtından indirerek padi şah olamam, bütün de ğerleri ayaklar altına alarak ya şayamam ben ” (s. 106) yanıtını alır.

Şehzade Bayazıt bulundu ğu sancaktan Đstanbul’a gelmi ş, Hurrem’i olacaklar konusunda uyarmakta, bencilli ğinden vazgeçmeye davet etmektedir. Mihrimah da ona destek verir. “…Devletin dı şında birinin devlete bu denli hâkim olması son derece sakıncalı…” (dır) (s. 111) Bayazıt’a göre. Hurrem de Selim’in ayya şlı ğı bildi ğini, Bayazıt’ın tahta geçmesi için gücünü seferber edece ğini söyler. Bayazıt bunu kesin bir dille reddeder.

Şair Yahya arz odasında Süleyman’a haber kaynaklarının do ğrulu ğunu sorgulamasını, Mustafa’nın suçsuz oldu ğunu ve bir de şehzadeyi dinlemesi gerekti ğini söyler. Bayazıt, ağabeyinin suçsuz oldu ğunu babasına da söyler. Sultan Süleyman’sa ona görevli oldu ğu sanca ğa dönmesi ve babasının adaletine güvenmesini buyurur. Ebussuud Efendi’ye bezirgân örne ğini verip ona ihanet eden u şak için şeriatin ne hüküm verdi ğini sorar, Ebussuud Efendi de padi şahı hata yapmaması konusunda uyarır ve u şağın suçunun ölüm oldu ğunu söylemek zorunda kalır. Bu noktada Yahya, “ Hünkârım, tarafsızlı ğınızı  

 bozmaktan mı korkuyorsunuz, yoksa Şehzade’nin masum oldu ğunu ö ğrenmekten mi? ” (s. 119) sorusunu sormaktan çekinmez. Bu tanıklı ğa daha fazla katlanamayaca ğını (s. 120) belirtip Süleyman’ı yalnız bırakır.

Amasya’daki şehzade kona ğına gitti ğimizde Mustafa’nın karısı Sayinur’u kocasına gördü ğü rüyayı anlatırken görüyoruz. Rüyasında fırtına kona ğın damını uçurmakta, gökten inen karaku ş o ğulları Mehmet’i havaya uçurmakta; fırtına, çocu ğun çı ğlıkları ve Sayinur’un sesi Mustafa’yı uyandıramamaktadır. Yahya, bu dü şün Mustafa için yol gösterici oldu ğunu, onu, padi şah olması için dedesi Yavuz Selim gibi davranması gerekti ği konusunda uyardı ğını belirtiyor. Sayinur’un uzaklara kaçalım önerisine kar şın Mustafa, “ Ben pederimin gözünde suçluysam, kaçıp saklanacak yer yok benim için. Bekleyece ğiz ” (s. 122) cevabını verir. Yahya da ya kaçmalarını ya da Mustafa’dan dedesi gibi davranmasını ister.

Süleyman, Đran seferine çıkaca ğı, Mustafa’yı askeriyle birlikte Konya Ere ğlisi’nde ordusuna bekledi ği haberini yollar. Bir yandan da “ Gelmese de, sahip çıksa gelece ğe” (s. 126) dü şüncesindedir. Mustafa babasını tahttan indirmek istemedi ği için Konya Ere ğlisi’ne gider. Babasına, öldürülece ğini bile bile geldi ğini, ancak suçsuz oldu ğunu söyler. Cellât Mustafa’yı bo ğar. Süleyman, “ Ya şamak denilen macerayı bir tek ölümle atlatanlara ne mutlu. Bundan sonra sen kim bilir kaç kez öleceksin ey Süleyman… ” (s. 128) der. Yeniçeriler ve Şair Yahya’nın dı şarıdan a ğıt / mersiyeye ba şlamasıyla oyun sona erer.

2.17.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.17.2.1. Asıl Kahraman

Kanunî Süleyman oyununun aslî kahramanı Sultan Süleyman’dır. Bir “karakter” olarak ele alınan Süleyman, Cihan Devleti’nin hükümdarı, adaletiyle hüküm salmı ş büyük bir hünkârdır. Son derece dirayetli, metin, heybetlidir; ama, aynı zamanda sevgi dolu, hemen yumu şayıveren yüre ğe sahip bir ki şili ği vardır.

Esere, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi üzerine Sultan Süleyman’ın çekti ği büyük ıstırapla ba şlanmı ştır. Bundan sonra maziye dönü ş tekni ğiyle Mustafa’nın ilk defa sanca ğa çıkmasından idamına kadarki süreç i şlenecektir.

 

 Süleyman bütün çocuklarını çok sevmektedir. Şehzade Mustafa’nın son seferdeki ba şarısı, bütün askerlerde oldu ğu gibi Süleyman’ın da gö ğsünü kabartmı ştır. Şehzade Mustafa’nın, dedesi Yavuz Selim’e benzemesi hem asker, hem de Süleyman’ı gururlandırmaktadır. Fakat yine bu benzerlik, Süleyman’ın bilinçaltında hep bir endi şenin bulunmasına da sebep olmaktadır. Zira, Yavuz Selim, ya şlanan babasını tahttan indirip kendisi padi şah olmu ştur. Süleyman da bu akıbete u ğramaktan içten içe korkar hep.

Avrupalıların “Muhte şem Süleyman” dedikleri Sultan Süleyman o kadar âdildir ki, kendisi “Kanunî” olarak anılmaktadır. Şair Yahya onun için “ Hazreti Ömer benzeri âdil bir hükümdar… ” (s. 7), “ Hem Kanunî hem Muhte şem. ” (s. 12) nitelemelerinde bulunur. Süleyman kendisini dünyanın adaletinden, düzeninden sorumlu tutmaktadır. Şöyle der Sadrazam Rüstem Pa şa’ya:

“Đmdi, dünyanın neresinde bir suç i şlenir, denge bozulursa, onu düzeltmek Sultan Süleyman’ın boynunun borcudur. (…) Đster Asya’nın do ğusunda ister Avrupa’nın batısında olsun, her kim ‘Padi şahım imdat’ diye seslenirse bana, bilinsin ki, onun padi şahıyım ben. Allah’ın bütün kulları bana emanet” (s. 22-23). Sultan Süleyman, yukarıda da görüldü ğü gibi, büyük sorumluluk sahibi bir hükümdardır. Uyurken evi soyulan bir kadın, huzuruna gelip “ O kadar derin uyuduysam ey padi şah, senin uyanık oldu ğuna inandı ğımdandır ” (s. 26) diyerek ona derdini anlatınca hükümdar bu kadın için, “ … Yeni bir evde yeni bir hayat bulsun. Ama devlet hazinesinden de ğil padi şahın kesesinden kar şılansın masraflar. Madem padi şahın kendisi suçlanmakta… ” (s. 27) buyru ğunu verir.

Sultan Süleyman Hurrem’e yıllardır â şıktır. Bundan dolayı, onun her türlü kaprisine boyun e ğer. Aynı zamanda şair olan, Şair Muhibbî olan Sultan Süleyman, Hurrem’e tutkusunu şu şekilde dile getirir:

“Seni dü şündü ğüm, hele gördü ğüm an bütün kadınlar siliniyor yeryüzünden; sana bakarken ölümsüzlük suyundan içer gibiyim ve hep şiir söylemek geliyor içimden. Sıradan sözler beni senden uzakla ştırıyor sanki; sana, bu esrarlı varlı ğa, beni ben yapana ancak şiirle yakla şabiliyorum” (s. 29). Hurrem, Süleyman’ın kendisine olan zaafından yararlanarak ona Fatih Yasası’nı kaldırtmak ister. Süleyman da bunu yapamayaca ğını ifade eder. Yine Hurrem, kendisi öldükten sonra hiçbir kadına dokunmayacağına dair yemin ettirir Süleyman’a.

 

 Sultan Süleyman’ın insan tanımı da kendine has ve dikkat çekicidir: “ … Đnsan olmak, Tanrı’nın söylediklerini do ğru anlayabilmektir, evreni kendi içinde uyandırmak ” (s. 39).

Hurrem Sultan’ın iste ğiyle Rüstem Pa şa yeniçerileri Sultan Süleyman’a kar şı gizliden kı şkırtır, Şehzade Mustafa’yı öne çıkararak. Sultan Süleyman, oğlunun böyle bir şey yapaca ğına ihtimal vermese bile zihni bulanır yine de. Ocağa birilerinin nifak tohumları ekti ğinin farkındadır. Yeniçerileri kastederek Sadrazam Rüstem Pa şa’ya şöyle der:

“… Beni o ğlumla vurmaya kalkarlarsa, yok mu… Ben dedem Sultan Bayazıt de ğilim. O ğlum bana ba ş kaldırırsa… Rabbim, Mustafa’mın yoldan çıkmasına göz yumma. Bak Rüstem, bu Oca ğı karı ştıran bir el var, o eli bul bana, bul bana! (…) Yoksa seni de tepelerim Rüstem, o eli bul bana, bul, bul!” (s. 49). Padi şah, Şehzade Mustafa’nın Manisa’dan Amasya’ya gönderilmesi ve göz hapsinde tutulması emrini verir. Hurrem ile Rüstem, Süleyman’ın en can alıcı noktasını yakalamı şlardır. Süleyman’ın içini kemiren endi şe her gün biraz daha büyüyecektir.

Sultan Süleyman bir taraftan da Mimarba şı Sinan A ğa’ya hayratlar yaptırtmakta, Đstanbul’u mabetlerle donattırmaktadır. Sinan’a sevgisi, saygısı, takdiri çok büyüktür. “Güne ş do ğar, temiz, kirli demez / aydınlatır her şeyi, eksilmez ” (s. 62) dizelerini kastederek Sinan’a, “ Ben o mısraları okurken seni dü şünüyordum Sinan ve bütün büyük sanatçıları, Meragalı besteci Abdülkadir’i, Ba ğdatlı şair Fuzulî’yi, Đstanbullu Bakî’yi… ” (s. 62) der. Bu sözler de gösteriyor ki, Sultan Süleyman, şair olsun, mimar olsun, musiki şinas olsun, her büyük sanatkârı büyük bir aydınlık kayna ğı olarak görmekte, onlara kar şı derin bir saygı beslemektedir.

Şehzade Cihangir, kamburlu ğuna son derece üzülmektedir. Onun bu ıstırabı Süleyman’a daha çok elem vermektedir. Süleyman şöyle diyerek ıstırabını dile getirir, öz ele ştiride bulunur; oğlunun bu durumda yaratılmasının belki de kendi bir günahının bedeli oldu ğunu dü şünür:

“Tanrı benimle alay etmek ya da bütün gücüme ra ğmen, aslında ne kadar zavallı oldu ğumu sürekli hatırlatmak için vermi ş onu bana. O ğlunun sırtındaki bir kamburla bile ba ş edemedikten sonra dünyayı dize getirmi ş, Cihan Padi şahı olmu şsun, neye yarar!” (s. 66). Hurrem Sultan sürekli olarak Şehzade Mustafa hakkında senaryolar üretmektedir. Đran şahının kızıyla Şehzade Mustafa’nın evlenmek istedi ğini, ittifak yaptıklarını söyler. Rüstem’i ma şa olarak kullanmaktadır bu i şte. Sultan Süleyman, Đran seferi dönü şünde

 

 Şehzade Mustafa’nın Amasya’daki kona ğına u ğrar. Ona, babalıkla hükümdarlık rolleri arasında seçim yapmak zorunda kalırsa hükümdarlı ğının a ğır basaca ğını söyler. Hurrem Sultan ve Rüstem’in i şbirli ğiyle Süleyman’a askerin, ba şlarında Şehzade Mustafa olmadan sava şa gitmedi ği, Şehzade ile Đran şahı arasında gönderilen gizli mektupların oldu ğu söylenir. Süleyman, Rüstem’i durum de ğerlendirmesi yapması için Amasya’ya gönderdi ğinde, Rüstem, ikiyüzlülük eder, Mustafa’ya, kendisini padi şah katında savunaca ğını söyler. Bunu hazmedemeyen Mustafa, onu kovar. Bunun üzerine Süleyman, o ğlunu öldürtmeye karar verir. Onu Đran seferine çıkaca ğını söyledi ği ordusuna katılması için Konya Ere ğlisi’ne ça ğırır. Bir yandan da “ Gelmese de, sahip çıksa gelece ğe” (s. 126) diye dü şünmektedir. Ancak, Şehzade Mustafa babasını çi ğnemek istemedi ği için istenilen yere gider ve babasınca bo ğdurulur.

Sultan Süleyman, daha önce de belirtildi ği gibi, âdil, büyük bir hükümdardır. O ğlunun cengâverli ği gö ğsünü kabartmakta, ülkesinin gelece ğinden emin olmasını sa ğlamaktadır. Ancak, Şehzade Mustafa’nın, dedesi Yavuz Selim’e benzemesi ve Yavuz’un, babası II. Bayazıt’a yaptı ğı Süleyman’ı içten içe korkutmaktadır. Tahta kendinden do ğma şehzadenin geçmesini isteyen Hurrem Sultan, Rüstem’le danı şıklı şekilde, Süleyman’ın bu endi şesini körükler hep. Çe şitli dolaplarla Şehzade Mustafa’yı hain gösterirler. Babalık ve hükümdarlık rolleri arasında kalan Süleyman, hükümdarlı ğını öne alıp o ğluna kıyar. Sonra da bu acıya katlanmak zorunda kalır. Tragedya da burada ba şlamaktadır.

2.17.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu kategoriye giren ki şiler Hurrem Sultan ile Sadrazam Rüstem Pa şa’dır. Hurrem Sultan Süleyman’ın hasekisi, yıllardır â şık oldu ğu e şidir. Ancak, bu, Hurrem için yeterli de ğildir. Cihan imparatorunun sevgisi onu doyurmaz. Hurrem, kendinden do ğan şehzadenin Sultan Süleyman’dan sonra tahta geçmesini istemektedir. Bunu sa ğlamak için elinden geleni yapacak, birçok entrika çevirecektir. Bu yolda da damadı Rüstem Pa şa’yı ma şa olarak kullanacaktır.

Sultan Süleyman’ın Hurrem’e körkütük â şık olması, Hurrem’in kendini zirvede görmesi sonucunu do ğurur. Kösem Sultan için oldu ğu gibi, Hurrem için de iktidar bir hırstır,

 

 kendini tatmin etme vasıtasıdır. Kendinden do ğma şehzadenin tahta geçmesini belki de bunun için istemektedir. Fakat bunun önünde Şehzade Mustafa engeli vardır. Şehzade Mustafa büyük şehzadedir. Tahta geleneksel olarak büyük şehzade oturur. Fatih Kanunnamesi tahta oturan şehzadeye, ülkenin bekası için karde şlerini öldürme yetkisi tanımaktadır. Bundan dolayı, Hurrem, Süleyman’a bu yasayı kaldırtmak ister. Bunun için de kendi hükmünün geçti ği yer olan yatak odasını silâh olarak kullanır. Orada Süleyman’a “ Herkes kendi e şref saatini kollar; benim etkili saatim, güçlü ânım da bu. (…) Sözümü dinletebilece ğim tek durum bu. (…) Şimdi padi şah benim! ” (s. 32-33) demesi bunun göstergesidir. Hurrem Sultan’ın, kızı Mihrimah’a söyledi ği şu sözler, onun iktidar tutkusunu en iyi şekilde ortaya koyar:

“En yukarıda biri varsa, ondan da yukarda olmalıyım ben. Doru ğa çıkmayı özlemek herkesin hakkıdır elbette; bir var ki doru ğa çıkmak pek az kimseye vergidir. (…) Gerçi bugün yeryüzünde, Sultan Süleyman’dan üstün, ondan daha büyük, ondan daha güçlü hiç kimse yok(…) Peki, Sultan Süleyman ‘Ba şımın tacı, gönlümün sultanı’ diyorsa Hurrem’e, ne demektir bu? (…) Yasalar sıradan insanlar içindir kızım; gerçek büyüklerse, yasaya göre davranmazlar; onların yaptıkları yasa olur” (s. 94-95). Şehzade Bayazıt’ın, annesine şu biçimde söyledikleri de yine Hurrem’in iktidar tutkusunu göstermeye yöneliktir: “ Bana öyle geliyor ki, senin asıl derdin evlâtlarını korumak filan de ğil, dünyanın en güçlü adamını oyununa getirerek iktidar açlı ğını dindirmek ” (s. 112).

Hurrem Sultan’ın kendi şehzadesini tahta geçirmek için entrikalar çevirdi ğini yukarıda belirtmi ştik. Bu entrikalar Şehzade Mustafa’nın ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Hurrem Sultan, Şehzade Mustafa’nın ilk kez sanca ğa çıkmak üzere Manisa yolculu ğuna çıkaca ğı andan itibaren onun kuyusunu kazmaya ba şlar. Ona kar şı iyi üvey anne rolü oynar, “ Uzaklara gidiyorsun, bizleri üzüntü ve kaygılar içre bırakarak. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur derler. Sen, Mustafa’m, bunun do ğru olmadı ğını kanıtlayarak örnek ol herkese ” (s. 15) ve “… Şehzade Mustafa ile Đran Şahı arasında yakınla şma varmı ş; gerçi ben buna pek ihtimal vermiyorum ya ” (s. 75) örneklerinde görüldü ğü üzere. Şehzade Mustafa’nın, dedesi Yavuz Selim’e benzemesini her fırsatta vurgulayarak, Şehzade Mustafa’nın da Yavuz’un babasına yaptı ğını kendi babasına yapabilece ğini ya söyler ya da ima eder. Zeki bir kadındır. Hedefi nereden vuraca ğının farkındadır. Ancak, aynı zamanda acımasızdır; hatta canidir. Şehzade Bayazıt’a söyledi ği şu sözler onun bu yönünü göstermektedir: “ … Mustafa’nın varlı ğı, benim  

 do ğurduklarımın yoklu ğu demektir. Nerde olursa olsun, onun soluk aldı ğını dü şündüm mü, nefesim daralıyor; kalp atı şlarım yava şlıyor onun yürek vuru şundan ” (s. 108). Hurrem, ba şkasının ya şam hakkına saygı duymayacak kadar bencildir, sa ğlıklı olmayan bir dü şünce yapısına sahiptir. En sevdi ği insan oldu ğunu söyledi ği Süleyman’ı, kendi oğluyla vurarak sürekli şüphe, ıstırap içinde bırakmaktan kaçınmaz. Sultan Süleyman’ın “Bazen kötülük kumkuması oluyorsun Hurrem, seni tanımakta güçlük çekiyorum. (…) Đran Şahı’yla, Avrupa krallarıyla dala şmak kadınlarla u ğra şmaktan daha kolay. Đyisi mi yeni bir sefere çıkmalı, Do ğu’ya ya da Batı’ya, nereye olursa! ” (s. 58-59) biçiminde konu şması, Hurrem’in karı ştırıcılı ğını, bozgunculu ğunu, kendisine o kadar â şık olan kocasını bıktıracak kadar ısrarcı oldu ğunu ortaya koyar.

Hurrem Sultan, damadı Rüstem Pa şa vasıtasıyla Yeniçeri Oca ğı’nı karı ştıracak, askerin Mustafa’yı istedi ğini belirterek Süleyman’ı kı şkırtacak, hem de Mustafa’nın böyle şeyler yapmayaca ğını inandırıcı olmayan bir şekilde söyleyerek tam bir ikiyüzlülük örne ği sergileyecektir. Hurrem Sultan, iste ğine a şamalı olarak kavu şacaktır. Şehzade Mustafa önce Manisa’dan Amasya’ya gönderilir. Ancak, Şehzade Mustafa’nın yakasını yine bırakmazlar. Bu kez de Đran Şahı Tahmasp ile i şbirli ği yaptı ğını, mektupla ştıklarını yalan delillerle ispatlayıp onu idam ettirirler.

Sadrazam Rüstem Pa şa, Mihrimah Sultan’ın kocasıdır. Çıkarı için, ne kadar baya ğı, çirkin i ş varsa ona bula şmaktan çekinmez. Hurrem Sultan onu iyi tanıdı ğı için, kızını sevdi ği Sinan yerine ona vermi ştir. Çünkü, Rüstem Hurrem’in çıkarları için ma şa olarak kullanılmaya müsait bir ki şiliktedir. Mihrimah Sultan’ın annesine söyledi ği şu sözler Sinan ile Rüstem’i kar şıla ştırır ve Rüstem’in ki şili ği hakkında bizi fikir sahibi yapar: “Sinan’ın yanında Rüstem adam tasla ğı bile sayılamaz. (…)Rüstem daha yararlı size; Sinan’ı kötü i şleriniz için kullanamazdınız, oysa Rüstem size ma şa olmaya hazır, de ğil mi? ” (s. 52). Hurrem Sultan’ın Şehzade Mustafa konusundaki fikrini sorması üzerine Rüstem’in ona verdi ği şu yanıt, Rüstem’in dalkavuklu ğuna i şaret eder: “ Ben birini ne denli be ğenirsem, nice sayarsam sayayım, o ancak sultanımdan sonra gelir ” (s. 44).

Rüstem de Hurrem Sultan gibi ikiyüzlüdür. Yeniçerileri padi şah ya şlandı, Şehzade Mustafa ba şa geçmeli diye harekete geçirir. Di ğer taraftan da Süleyman’a gidip askerin Mustafa’yı istedi ğini söyler. Mustafa’nın Đran Şahı Tahmasp ile birlikte hareket etti ği, onun kızına talip oldu ğu, ikisi arasında yazılan mektuplar bulundu ğu yönünde, vicdanı  

 sızlamadan rahatlıkla iftira edebilir. Yine askerin, ba şlarında Şehzade Mustafa bulunmadı ğı sürece Đran seferine gitmek istemedi ğini iddia ederek Süleyman’ı buna inandırır. Sonra, Süleyman tarafından durum de ğerlendirmesinde bulunması için ordunun ba şında Amasya’ya gönderilir. Rüstem yine ikiyüzlülük ederek, Şehzade Mustafa’ya, babası huzurunda onun lehine şahitlik edebilece ğini söyler. “ Yeniçeri Oca ğı da sizden yana, padi şahın mührünü ta şıyan sadrazam da. (…) Gerçi padi şah sizi mahkûm etmi ş bulunuyor, ama yine de kurtulabilirdiniz, sayemde ” (s. 104-105) der. Tabiî, Mustafa böyle çirkin bir şeyi kabul etmeyip onu kovdu ğu için idam ettirilir babası tarafından.

Rüstem Pa şa eserde cimrili ği ile de vurgulanmı ştır. Süleyman ona, Mimarba şı Sinan’ın kuraca ğı binalar için gereken harcamalardan kısmamasını tembihler. Yine Rüstem, şairleri sevmemekte, onları gereksiz bulmaktadır. Bunun üzerine Sultan Süleyman ona, “Baka Rüstem, şairler için bir daha böyle konu şursan, içindeki çirkefi bir daha ta şırırsan böyle, seni silerim yeryüzünden, bilesin… ” (s. 9) der. Aslında, Rüstem’i hanedan ailesinde Hurrem Sultan dı şında kimse sevmez. Rüstem’in Hurrem’e söyledi ği şu sözler de bunun göstergesidir: “ Padi şah Efendimiz benim varlı ğımdan tedirgin sanki. Ben huzura çıkar çıkmaz bir tehlikeyle kar şıla şmı ş gibi dikkat kesiliyor, huylanıyor benden ” (s. 88).

Yalancı, düzenbaz şahıslar olan Hurrem Sultan ile Rüstem Pa şa el birli ği ile Şehzade Mustafa’yı haksız yere öldürterek hedeflerine ula şırlar. Hurrem Sultan’ın yazar tarafından karakter olarak i şlenmesine kar şın, Rüstem tip olarak ortaya konmu ştur. Rüstem Hurrem Sultan’ın bir nevi u şağıdır. Görevini ba şararak efendisine sadakatini göstermi ştir diyebiliriz kendisi için.

2.17.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Eserin asıl kahramanı Sultan Süleyman, iktidarını ve adaletli yönetimini sürdürmek ister. Kendisinin bu yönetiminin, Müslüman Osmanlının dünyaya tam anlamıyla hâkim olmasını arzular, bunun ütopik oldu ğunu bilse de. Bu dü şünceyi, Sultan Süleyman’ın Rüstem Pa şa’ya söyledi ği şu sözlerde görüyoruz:

“Aynı ülküye do ğru tek bir yürek gibi çarpan uyumlu bir insanlı ğı hayal etmek bile güzel. Yeryüzünde tek devlet gerçekle şmese bile insanlık için hayırlı birçok güzel

 

 şeyin do ğmasına yol açabilir bu dü şünce. Bir gün böyle bir devlet yer alacaksa dünyada, onu kuran elbette biz olmalıyız…” (s. 23). Sultan Süleyman’ın korktu ğu, Şehzade Mustafa’nın, Yavuz Selim örne ğinde oldu ğu gibi, kendisine ba şkaldırıp yönetimi ele geçirmesidir. Süleyman, adaletinin sekteye uğramasından da korkar. Gerçekte, Şehzade Mustafa ona ba şkaldırmamı ş, ancak kar şı güçlerin tuza ğı sonucu Süleyman durumu böyle görmü ş, o ğlunu dinlerse babalık duygularıyla adaletinden taviz verece ğini dü şündü ğü için buna yana şmayıp o ğlunu öldürtmü ştür. Yani, Sultan Süleyman, korktu ğu dü şten ölür.

Hurrem Sultan, kendinden do ğan şehzadenin tahta oturmasını arzular. Bu şehzadenin Selim oldu ğunu dü şünürüz önceleri. Ancak, Selim ayya ş biridir. Hurrem Sultan’ın Şehzade Bayazıt’a şu şekilde söyledikleri, taht için Bayazıt’ı lâyık gördüğünü ortaya koyar: “ Belki sen olursun padi şah… Çünkü Selim’e benim de güvenim yok. (…) Sen padi şahlık fikrine alı ştır kendini aslanım. Babanın üstündeki etkimi ve olanca gücümü bu i ş için seferber ederim ” (s. 111). Hurrem’in korkusunun Şehzade Mustafa’nın tahta geçmesi oldu ğu daha önce de vurgulanmı ştı.

Rüstem’in arzusu, kayınvalidesine yaranmaktır. Mustafa’yı ortadan kaldırtarak buna ula şır o.

Esere bütüncül açıdan yakla ştı ğımızda, herkesin arzusu, güvenilir Şehzade Mustafa’nın babasından sonra tahta oturmasıdır. Yine herkes, Hurrem Sultan’ın ülkenin yönetimine müdahale etmesinden, Sultan Süleyman’a istedi ğini yaptırmasından korkar. Şehzade Bayazıt’ın Hurrem’e yönelik olarak söyledi ği şu sözler, söylediklerimize tanık gösterilebilir:

“Sen Şehzade Mustafa’nın kuyusunu kazarken kendine de, bana da, karde şlerime de nasıl kötülük etti ğinin farkında de ğilsin valide. (…) Tanrı gecinden versin, babam sonsuzlu ğa göçer de Mustafa a ğabeyim hakkı olan Osmanlı tahtına çıkarsa, Fatih yasasını aklından bile geçirmez, inan, senin do ğurduklarının kılına hata gelmez. (…) Oysa yine hissediyorum ki, senin do ğurdu ğun Selim, padi şah oldu ğu gün, senin do ğurdu ğun Bayazıt’ı, yani beni, cellâda teslim edecektir” (s. 108-109), “Devlet çarkına böyle sinsice el sokman devleti çökertebilir zamanla. Devlet devletin içinden yönetilir, dı şından de ğil. Bu i şlerden vazgeç, çek elini devletten!” (s. 112). Yine, Mihrimah Sultan’ın aşağıdaki sözleri de aynı yöndedir:

“… Şehzade Selim’e, o sinsi yılana ben de güven duymuyorum öz karde şim oldu ğu hâlde” (s. 109), “A ğabeyim Şehzade Mustafa’ya kar şı çok büyük bir günah  

 işlemekteyiz; tabiî, ba şta siz. (…) Ağabeyim Şehzade Mustafa, de ğil karde şlerine, suçsuz hiç kimseye kıyamaz, hele bana” (s. 50). 2.17.2.4. Yönlendirici

Oyunda ba şkahraman Süleyman için öncelikli yönlendirici, Şair Yahya’dır. Yahya Sultan Süleyman’a haber kaynaklarını sorgulaması gerekti ğini söyler, telâfi edilemez bir yanlı ş yapabilece ği konusunda onu uyarır. Şehzade Mustafa’yı dile dü şürenlerin sorgulanması gerekti ğini belirtir. Sultan Süleyman’a şöyle diyerek onu do ğruya yönlendirmeye çalı şır, akl-ı selim ile dü şünmesini sa ğlamaya çaba sarf eder:

“O kaynakların hepsine güvenilir mi acaba? Meselâ mektuplar, onları Şehzade Mustafa ile Đran Şahı mı yazdı gerçekten, yoksa düzmece mi? (…) Ya o ğlunuzun masum oldu ğunu bir gün anlarsanız, i ş i şten geçtikten sonra?” (s. 113-114), “Hünkârım, tarafsızlı ğınızı bozmaktan mı korkuyorsunuz, yoksa Şehzade’nin masum oldu ğunu ö ğrenmekten mi?” (s. 119). Bu son soruya Sultan Süleyman “ Yani ben onun suçlu olmasını mı arzulamaktayım? ” (s. 119) biçiminde soruyla kar şılık verince Yahya şöyle konu şur: “ Arzuluyorsunuz diyemem; ancak, suçlu görünmesi ya da kurallara göre suçlu olması i şinizi kolayla ştırmakta belki de. Hemen bir cevap beklemiyorum sizden. Bunu kendinize bir sorun, yeter ” (s. 119). Bununla, Süleyman’ın öz ele ştiri yapmasını, vicdanını sorgulamasını sa ğlamaya çalı şır.

Şair Yahya Şehzade Mustafa açısından da yönlendirici şahıstır. Ona, kendisi adına Yeniçeri Oca ğı’nı Hurrem Sultan ile Rüstem’in karı ştırdı ğını söyler. Padi şahın emri gere ği Amasya’ya gitmesini ö ğütler. Şehzade Mustafa’yı edilgenli ğinden kurtarmaya; kendisine, masumiyetini babasına anlattırmaya, onu dedesi Yavuz Selim gibi hareket ettirmeye çalı şır. “ Siz bir şey yapmazsanız, ba şkaları yapar ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız ” (s. 73), “ Babanıza lâyık olun, yani Sultan Süleyman’ın oğlu gibi davranın gerekti ğinde ” (s. 93) der ona. Ancak, Şehzade Mustafa’nın babasını ortadan kaldırarak hükümdar olamayaca ğını kesin olarak ifade etmesi üzerine ona hayranlı ğını, saygısını şöyle dile getirir: “ Her şeye ra ğmen padi şah olmak istemeyi şiniz de ğişik, bamba şka umutlar uyandırdı bende. Yeni bir a şama bu, yeni bir de ğerin şafa ğı. Şimdi daha büyük bir saygı duyuyorum size ” (s. 106).

Şair Yahya son derece dürüst, kendinden emin, do ğruyu canı pahasına da olsa söylemekten kaçınmayan bir ki şili ğe sahiptir. Oyunun ba şında acılar içindeki Süleyman

 

 ona, “ Sen benim ikinci benli ğim gibisin, en dürüst adamısın bu ülkenin ”(s. 10) der. Şair Yahya, Süleyman’a, objektiflikten ayrılmak mı yoksa Mustafa’nın suçsuzlu ğunu öğrenmekten mi korktuğu sorusunu sorarken “ Sonuçlarına razıyım ” (s. 119) diyerek gözü pekli ğini gösterir.

Yahya hem Sultan Süleyman’ın âdilli ğini takdir etmekte, hem de suçsuz yere katledilen soylu Şehzade Mustafa’ya derin bir sevgi beslemektedir. Şehzade Mustafa için “ Hatası belli de ğil, tanık yok günahına. / Beraber yanalım o mazlumlar şahına, / şehitler sultanına ” (s. 8) biçiminde a ğıt yakar / mersiye söyler; onun için, “ Gelecek u ğruna ölerek gelece ği fethetti Şehzade ” (s. 12) der. Sultan Süleyman’a, “ Kanunî olmanın bedelini ” (s. 11) öde di ğini söyleyerek onun hakkında seyirciye, “ Hem Kanunî hem Muhte şem ” (s. 12) der.

Ba şka bir yönlendirici şahıs, Hurrem Sultan’dır. O, kötüye yönlendirici olarak kar şımıza çıkar. Sultan Süleyman’ı istedi ği yöne çekmi ş, Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırtmı ştır. Bunda, hem kadınlık yönünü kullanmı ş, iyi üvey anne rolüne bürünmü ş; hem de Rüstem ile sa ğlam bir plan yapmı ştır. Yönlendirdi ği di ğer ki şi Sadrazam Rüstem Pa şa’dır. Kirli i şlerinde Rüstem'i bir ma şa olarak kullanmaktan kaçınmamı ştır. Zaten, Rüstem’in bu tür i şlere meyyal bir karakteri oldu ğunu daha önce de belirtmi ştik.

Rüstem Pa şa’nın da yeniçeriler için yönlendirici oldu ğunu söyleyebiliriz. Rüstem devletin genç bir padi şaha ihtiyacı oldu ğunu söyleyerek askeri Sultan Süleyman’a kar şı kışkırtmaktadır Hurrem Sultan’la planları gere ği. Kona ğına ça ğırdı ğı yeniçerilere “Devletin ba şı genç ve dinç oldukça devlet ve millet dahi genç kalır, dinç kalır. Öyle mi yolda şlar? ” (s. 42) diyerek onları isyana te şvik eder.

2.17.2.5. Alıcı

Sultan Süleyman oyundaki alıcı şahıslardan biridir. Adaletle çeli şmek korkusuyla günahkâr sandı ğı (hasımlarınca dü şmanla da i şbirli ği yapmı ş bir hain olarak gösterilen) oğlunu öldürtmü ş, sonra da bu acı içinde kıvranmaya ba şlamı ştır. Eser de bu noktada tragedya olur zaten. Şehzade Mustafa’nın idamından sonra Süleyman’ın söyledi ği şu sözler onun elemini çok iyi yansıtmaktadır: “ Ya şamak denilen macerayı bir tek ölümle atlatanlara ne mutlu. Bundan sonra sen kim bilir kaç kez öleceksin ey Süleyman… ” (s. 128).

 

 Şehzade Mustafa eserdeki entrikadan en çok etkilenen şahsiyettir. Hurrem ile Rüstem’in işbirli ği sonucunda canından olmu ştur.

Şehzade Mustafa, Süleyman’ın ilk şehzadesidir. Suçu da budur, bir de Hurrem’den do ğma olmayı şı. Şehzade Mustafa gürbüz, cengâver, dürüst, sevgi dolu yüre ğe sahip biridir. Karde şlerince de çok sevilmektedir. Herkes ona ülkenin güvenli gelece ği olarak bakar. Son sava şta da herkesin gözünü doldurmu ştur. Onun, dedesi Yavuz Selim’e benzemesi dikkat çekicidir. Sultan Süleyman’ın bilinçaltında da bu benzerlik bir ku şku do ğurmu ştur hep: Süleyman, babasının dedesine yaptı ğını Şehzade Mustafa’nın da kendisine yapabilece ğinden korkmu ştur sürekli.

Şehzade Mustafa’nın Manisa’ya sanca ğa çıkmak için hazırlandı ğı andan itibaren üvey annesi Hurrem Sultan, hep onun kuyusunu kazacaktır. Mustafa, görevini yapar. Ancak, kendi do ğurdu ğu şehzadenin tahta oturabilmesi için, Hurrem Sultan onu ortadan kaldırmayı kafasına koymu ştur. Bunu ba şarana dek de Rüstem Pa şa’yla beraber hareket edecektir.

Şehzade Mustafa Manisa’dayken Hurrem Sultan’ın buyruğuyla Rüstem Pa şa, yeniçeriler arasında fesat çıkarır. Onlara, yeni, genç bir padi şahın ülke için daha yararlı olaca ğını söyleyerek askeri Sultan Süleyman’a kar şı kı şkırtır. Bir taraftan da hükümdara askerin Şehzade Mustafa’yı övdüğünü ifade eder. Mustafa’nın aklı bunu bir türlü almaz. Sultan Süleyman, tedbir olarak Mustafa’nın Amasya’ya gitmesini buyurur. Şair Yahya’nın önerisiyle babasına mektup yazarak bunun sebebini sordu ğunda, ondan Đran Şahı ile olabilecek bir sava ş durumunda Amasya’nın Đran’a daha yakın oldu ğu cevabını alır. Şehzade Mustafa Amasya’ya gönderilince de hasımları yine bo ş durmaz. Bu sefer de Şehzade Mustafa ile Đran Şahı’nın ittifakı yalanına ba şvururlar. Şair Yahya onu harekete geçmesi konusunda uyarır. Şehzade Mustafa önlem alsa bunun da babasına yanlı ş yansıtılaca ğını dü şünür ve çaresizli ğini şu şekilde dile getirir: “ Alaca ğım her türlü tedbir tehdit olarak yorumlanır. Onunla görü şmek için yola çıksam, Şehzade Mustafa ordu düzüp Đstanbul’a yürüyormu ş diye yansıtırlar babama. Şaşırdım kaldım. En iyisi, hiçbir şey yapmamak, hiçbir şey ” (s. 74). Sultan Süleyman Đran seferi dönü şünde Amasya’ya, Şehzade Mustafa’nın yanına u ğrar. Ona, “ Baba olarak, gerekti ğinde yavrum, senin için canımı gözden çıkarabilirim. (…) Oysa… Hükümdar olarak, gerekti ğinde gözden çıkarabilirim seni ” (s. 91) der. Şehzade Mustafa bu  

 sözlerden “ Hükümdar olmak için, ben de babamı, gerekirse ortadan kaldırmalıyım, öyle mi? ” (s. 92) sonucunu çıkarır ve “ Tanrım! Böyle bir şeyi ya şatma bana ” (s. 93) diye dua eder. Di ğer taraftan Rüstem Pa şa Sultan Süleyman’a, Đran Şahı Tahmasp’la sava şa giden Sokullu Mehmet Pa şa’nın emrindeki ordunun Tokat’ta “ Şehzade Mustafa ba şımıza geçmezse bir adım atmayız ” (s. 96) dedi ğini belirtir. “Şehzade Mustafa dahi, kırkında padi şah olup dedesinin yarım kalan i şini tamamlayarak bütün cihanı ele geçirecekmi ş” (s. 98) iftirasını da ekler buna. Ardından, Süleyman’a, Tahmasp ile Mustafa arasında oldu ğunu iddia etti ği sahte mektuplar verir. Bunun üzerine, Sultan Süleyman, Rüstem’i büyük bir ordunun ba şına geçirip durum de ğerlendirmesinde bulunması için Amasya’ya gönderir. Rüstem Pa şa Şehzade Mustafa’ya, kendisinin ve Yeniçeri Oca ğı’nın Mustafa’nın tarafını tuttu ğunu, kendisinin hükümdar huzurunda onun suçsuzlu ğu konusunda tanıklıkta bulunabilece ğini ifade eder. Mustafa bu çirkin teklif kar şısında eni ştesinin yüzüne tükürür, onu kovar. Şair Yahya Mustafa’ya padi şah olabilece ğini bir sefer daha anımsattı ğında Mustafa ona, “ Hayır Yahya, sevgili şairim, bana göre de ğil bunlar. Ben babamı tahtından indirerek padi şah olamam, bütün de ğerleri ayaklar altına alarak ya şayamam ben ” (s. 106) yanıtını verir. Karısı Sayinur, “gerçe ği haber veriyor” diye yorumlanabilecek bir rüya görmü ştür. Rüyasını anlatır ve kaçalım der. Mustafa da “ Ben pederimin gözünde suçluysam, kaçıp saklanacak yer yok benim için. Bekleyece ğiz ” (s. 122) biçiminde kararını belirtir. Padi şah onu Konya Ere ğli’sine ça ğırır, Đran seferine çıkan ordusuna katılması bahanesiyle. Amacı, o ğlunu idam ettirmektir. Şehzade Mustafa istenilen yere gitmi ştir. Babasına şunları söyleyerek boynunu cellâdın kemendine uzatır:

“Bana ne yapılaca ğını bile bile geldim baba, sana saygımdan, devletime ba ğlılı ğımdan geldim; ama ben gerçe ğe ba ğlılı ğımı da bildirmek zorundayım. Suçsuzum baba, suçsuzum, suçsuzum! (…) Canım devlete ya da sana gerekiyorsa, buyur! Onu zaten sana borçlu de ğil miyim ben?” (s. 127). Şehzade Mustafa sonuna kadar dürüst davranmı ştır. Đtaatkârdır. Dedesi gibi davranıp babasını tahttan indirerek padi şah olmak ona göre de ğildir. Kaçsa da kurtulamayaca ğını bilir, hem kaçmak onun tarafından tasvip edilen bir eylem de ğildir. Bir hükümdar için gerekli bütün özelliklere sahiptir, haksızlık kar şısında ne pahasına olsa harekete geçmek dı şında. Babasına, ülkesine saygısı dolayısıyla bile bile ölümü göze alır, padi şah olma giri şiminde bulunmaz. Bu da kendisinin ne kadar yüce bir ahlâk anlayı şına sahip oldu ğunu ortaya koyar. Şair Yahya bu âli ahlâk algısını, daha önce de de ğinildi ği üzere,  

 şu sözlerle takdir eder: “ Her şeye ra ğmen padi şah olmak istemeyi şiniz de ğişik, bamba şka umutlar uyandırdı bende. Yeni bir a şama bu, yeni bir de ğerin şafa ğı. Şimdi daha büyük bir saygı duyuyorum size ” (s. 106). Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi Yahya’nın sözcülü ğünde yeniçerileri a ğıtlar söylemeye yöneltir. Herkes derin bir mateme bürünmü ştür. Şair Yahya’nın “ Hatası belli de ğil, tanık yok günahına. / Beraber yanalım o mazlumlar şahına, / şehitler sultanına ” (s. 8), “ Gelecek u ğruna ölerek gelece ği fethetti Şehzade ” (s. 12) biçimindeki sözleri Şehzade Mustafa’ya duyulan saygı ve sevgiyi, öldürülmesinin insanları ne derecede etkiledi ğini gösterecek niteliktedir.

Bir di ğer alıcı ki şi, Şehzade Mustafa’nın e şi Sayinur’dur. Sayinur’a Mustafa’nın sonu malûm olur. Rüyasında kona ğın damını büyük bir fırtınanın uçurdu ğunu görmü ştür. Çı ğlık çı ğlı ğa çocu ğunu bulur ama gökten inen karaku ş çocu ğu kaptı ğı gibi yükselir. Kendisinin ve çocu ğun çı ğlıkları derin uykudaki Mustafa’yı uyandırmaya yetmez. Bu dü şü kocasına anlatır ve kaçmayı önerir. Ancak, Mustafa kaçmayıp belli sona yürüyünce, Sayinur kocasını kaybeder. Bu şahıs üzerinde geni şçe durmamı ştır yazar.

Mihrimah Sultan: Mihrimah, Süleyman ile Hurrem’in kızıdır. Babası ve Şehzade Mustafa tarafından çok sevilir; onları pek sever ve sayar. Mimarba şı Sinan’a â şıktır; ancak, Mihrimah, annesinin iste ğiyle, kendisinden ba şka kocası olmadı ğı için “ Ne yazık ki ” (s. 51) dedi ği Rüstem Pa şa ile evlendirilmi ştir. Rüstem Pa şa’nın Sinan ile kıyaslanamayacak kadar ki şiliksiz oldu ğunu “ Rüstem ondan daha genç, ama Sinan’ın kesip attı ğı tırnak olabilir mi? ” (s. 52) sözüyle dile getirir.

Mihrimah Sultan, annesinin çevirdi ği entrikalardan rahatsızlık duyar. “ Ağabeyim Şehzade Mustafa’ya kar şı çok büyük bir günah i şlemekteyiz; tabiî, ba şta siz. (…) Ağabeyim Şehzade Mustafa, de ğil karde şlerine, suçsuz hiç kimseye kıyamaz, hele bana. O beni senden daha çok sever valide ” (s. 50) diyerek, Şehzade Mustafa’nın hükümdar olunca da de ğişmeyece ğini, kendisine haksızlık ettiklerini belirtir annesine. “ Babamla konu şaca ğım. (…) Uyaraca ğım onu ” (s. 53) sözüyle, Şehzade Mustafa’ya kurulan tuza ğı babasına anlatmak niyetinde oldu ğunu ifade eder. Ancak, Hurrem Sultan, aşağıdaki sözlerle Mihrimah’ı bundan alıkoyar:

“Mustafa, gittikçe büyüyen bir çı ğ gibi geliyor babanın ardından. Yaman bir ku şku temelinden kemirmekte babanın varlı ğını. (…) Deden Yavuz Selim, ya şlanan babasını indirivermi ş ya tahtından; sonra da günahı boynuna, Dimetoka Sarayı’na dinlenmeye giden Sultan Bayazıt’ı zehirletmi ş ya, öz babasını. (…) Baban da artık  

 ya şlanıyor, kızım. (…) Evet! Ve ya şlandıkça, içindeki ku şku büyümekte. (…)Mustafa’yı ortadan kaldırmak için şöyle kurallara, adalete uygun bir bahane çıkarsa ortaya, kendisinin açıktan açı ğa sahip çıkamayaca ğı bir sevinç kopacaktır varlı ğının tâ derinliklerinden” (s. 53-54-55). Mihrimah “Ne çok şey biliyorsun anneci ğim ” (s. 55) diyerek kararında ayak diretip bunu eyleme geçiremez. Mihrimah Sultan saftır, toydur.

Rüstem Pa şa’nın hükümdara sahte mektuplar göstermesi üzerine Mihrimah, a ğabeyini savunur, onun böyle bir şey yapmayaca ğını dile getirir. Bu dü şüncesinden de vazgeçmeyecektir.

Mihrimah, öz karde şi Şehzade Selim’i sevmez ve ona güvenmez. “ … Şehzade Selim’e, o sinsi yılana ben de güven duymuyorum öz karde şim oldu ğu hâlde ” (s. 109) der.

Şehzade Bayazıt: Bayazıt oyunun sonlarına yakın, sahnede görünür. Görevli bulundu ğu sancaktan Đstanbul’a, annesini uyarmaya, babasıyla konu şmaya gelmi ştir. O da sa ğduyuyla dü şünen ki şili ğe sahiptir. Mustafa a ğabeyini çok sever, ona güven duyar. Đçki sofrasından kalkmadı ğını söyledi ği öz a ğabeyi Selim’den ise nefret eder. Annesini olacaklar konusunda uyarır. Onun iktidar ihtirasını sert bir dille ele ştirir; kendisine, yönetime karı şmamasını söyler. Şehzade Bayazıt’ın a şağıya aldı ğımız sözleri, söylediklerimizi desteklemektedir:

“Sen Şehzade Mustafa’nın kuyusunu kazarken kendine de, bana da, karde şlerime de nasıl kötülük etti ğinin farkında de ğilsin valide. (…) Şehzade Mustafa’yı sen do ğurmadı ğın hâlde kanım kaynıyor ona, güven duyuyorum; oysa senin do ğurdu ğun Şehzade Selim, yalnız gördü ğüm zaman de ğil, dü şündü ğüm zaman da midemi bulandırıyor(…) Tanrı gecinden versin, babam sonsuzlu ğa göçer de Mustafa a ğabeyim hakkı olan Osmanlı tahtına çıkarsa, Fatih yasasını aklından bile geçirmez, inan, senin do ğurduklarının kılına hata gelmez. (…) Oysa yine hissediyorum ki, senin do ğurdu ğun Selim, padi şah oldu ğu gün, senin do ğurdu ğun Bayazıt’ı, yani beni, cellâda teslim edecektir. (…) Ama ben, Selim’in padi şahlı ğını hiçbir zaman tanımayaca ğım. Buysa ülkede kan gövdeyi götürecek demektir” (s. 108-109), “Bana öyle geliyor ki, senin asıl derdin evlâtlarını korumak filan de ğil, dünyanın en güçlü adamını oyununa getirerek iktidar açlı ğını dindirmek. (…) Devlet çarkına böyle sinsice el sokman devleti çökertebilir zamanla. Devlet devletin içinden yönetilir, dı şından de ğil. Bu i şlerden vazgeç, çek elini devletten!” (s. 112) Oyunun ba şından beri Hurrem Sultan’ın Selim’in tahta geçmesini arzuladı ğını sansak da o, Bayazıt’ı dü şünmektedir taht için, Selim’e güven beslemedi ği için. Şöyle der Bayazıt’a: “ Belki sen olursun padi şah… Çünkü Selim’e benim de güvenim yok. (…) Sen

 

 padi şahlık fikrine alı ştır kendini aslanım. Babanın üstündeki etkimi ve olanca gücümü bu i ş için seferber ederim ” (s. 111). Bayazıt bunu kesin bir biçimde reddeder.

Şehzade Bayazıt babasını “ Devletli pederim, büyük, çok büyük bir haksızlık i şlenmek üzere size ve devletinize kar şı” (s. 115) diye uyarır. A ğabeyinin niçin töhmet altında oldu ğunu babasından dinledikten sonra onu şöyle savunur: “ Bu suçlamalar bana yöneltilse, eh, olabilir; ama Şehzade Mustafa söz konusu oldu ğunda suçlayanlar ya çıldırmı ş ya da haindir ” (s. 116). Ancak, Sultan Süleyman, ona, babasına güvenmesini ve sanca ğına dönmesini söyler. O da çaresiz bunu kabullenir.

Şehzade Bayazıt, gerçe ğin ortaya çıkması, adaletin yerini bulması ve annesinin devlet yönetiminden elini çekmesi için üzerine dü şeni yapmı ştır. Fakat, geli şmeler zıt yönde olur.

Şehzade Cihangir: Şehzade Cihangir’in eserde âdeta koro rolünü üstlendiğini söyleyebiliriz. Cihangir, Mustafa a ğabeyini çok sever, çok dü şkündür ona. Kendisiyle birlikte Manisa’ya gitmek ister; ancak, babası buna izin vermez. Cihangir, a ğabeyine kurulacak tuza ğı önceden sezinlemi ş gibidir. Ona “ Sana yönelen yıldırım benim ba şımı bulsun. (…) Seni sokmaya çalı şan yılan benim ba ğrıma bo şaltsın zehrini ” (s. 18) deyi şi, bunun göstergesidir.

Mimarba şı Sinan A ğa, Şehzade Cihangir adına da bir cami kuracaktır. Cihangir, kambur yaratıldı ğı için üzgündür, niçin böyle yaratıldı ğını, hangi günahın bedelini ödedi ğini sorgular. Babasına “ Niçin böyle yaratılmı şım ben? Nasıl bir suç, nemene bir günah işledim de, sırtımdaki bu yükle cezalandırılmaktayım? (…) Siz bana böyle a şırı ilgi gösterince bu kamburu daha şiddetli hissediyorum efendim. Büyük bir haksızlık bu! ” (s. 63) der, âdeta isyan eder. “ … Devletinin devamı için o ğul gerek babamıza, o ğul; ama benim gibi çarpık çurpuk bir insan bozuntusu de ğil, Mustafa a ğabeyim gibi dörtba şı mamur bir o ğul. Tanrı saklasın, ona bir şey olursa, (…) ben ya şayamam, ya şayamam ben! ” (s. 65) sözleriyle yine Mustafa a ğabeyine saygısını, hayranlı ğını ifade eder; onun sonuna dair bizi dü şündürür. “ Đsim kıtlı ğı mı vardı da Cihangir koydunuz adımı? Bu hörgüçle nasıl fethederim cihanı ben? Dü şman ordusu beni görünce ürküp kaçsın diye mi dü şünüldü acaba? ” (s. 66) diyerek de yine, kamburundan duydu ğu elemi dile getirir. Onun bu durumu Sultan Süleyman’ı çok üzmektedir.

 

 2.17.2.6. Yardımcı

Asıl kahraman Sultan Süleyman için yardımcı şahıs, Şair Yahya’dır. Yahya, Süleyman’ı Şehzade Mustafa’ya çamur atanlara götürmek ister; Mustafa’ya haksızlık yapıldı ğını görmesini sa ğlamaya çalı şır padi şahın. Sordu ğu sorularla onu dü şündürmeye çalı şır.

Şair Yahya, aynı zamanda Şehzade Mustafa’nın da yardımcısıdır. Ona, masumlu ğunu ispatlaması gerekti ğini söyler. Sultan Süleyman son kararı verince de Yahya, Mustafa’ya ya kaçmasını ya da dedesi Yavuz Selim gibi davranmasını ö ğütler. Böylelikle onun zor durumdan kurtulmasını arzular. Ancak, trajik son ortadan kalkmayacaktır.

Eserdeki kar şı güç olan Hurrem Sultan’ın yardımcısı ise Rüstem Paşa’dır. Hurrem, planlarını uygulamada Rüstem’i ma şa olarak kullanır; amacına onun vasıtasıyla ula şır.

Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’yi de yardımcı şahıs saymak mümkündür. Ebussuud, ülkenin adaletli yönetilmesinde hükümdarın yanındadır. Ebussuud Efendi, ileri görü şlü bir âlimdir. Yunus Emre’nin şiirlerine kendisi hayrandır ama cahil insanların söz konusu şiirleri yanlı ş yorumlayarak zıvanadan çıkabilecekleri dü şüncesiyle Yunus şiirlerini yasaklayan fetva verir. Şu sözlerle buna açıklık getirir:

“Padi şahım, tam uyanmamı ş, yarım yamalak aydınlar, hele bunların güdümüne kolayca girebilecek bilgisizler toplulu ğuna ‘Cennet, cehennem yok’ dediniz mi bir daha zapt edemezsiniz onları; içinden cehennem korkusunu atan insan her türlü kötülü ğü rahatça i şleyebilir” (s. 71). Ebussuud Efendi tasavvuf felsefesini takdir eder, ancak herkesin bunu anlamayaca ğını savunur. Sultan Süleyman, Şeyhülislâm’ın zekâsını, bilgisini takdir etmek için “Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin padi şahı olmak hiç de kolay de ğil ” (s. 72) der.

Oyunun sonlarına do ğru Sultan Süleyman Ebussuud Efendi’ye efendisine ihanet eden uşak örne ğini verir ve u şak için şeriatin ne hüküm verdi ğini sorar. Ebussuud meselenin ehemmiyetinin farkındadır; “ Padi şahım, az bulunur bir insan o ğlunuz, bir yanlı şlık olmasın, vebali büyüktür ” (s. 118) diyerek padi şahı uyarmaya çalı şır. Ancak, hükümdar ısrarcı davranınca “ Ölüm ” (s. 119) biçiminde fetva verir.

2.17.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

 

 I, II, III, IV Yeniçeri ile di ğer yeniçeriler, cariyeler, öbür saraylılar, cellât, Sinan, Ya şlı Kadın ve Meddah’ı bu grupta ele alabiliriz.

Yeniçeriler genç ve dinamik Şehzade Mustafa’ya hayrandırlar. Sadrazam Rüstem Pa şa bunu kullanarak onları hükümdara kar şı kı şkırtır. Şehzade Mustafa’nın idam edilmesinin ardından yeniçeriler, Şair Yahya ile birlikte onun için a ğıt söylerler.

Mimarba şı Sinan, Osmanlı ülkesini mabetlerle donatmaktadır. Hükümdar ailesindeki herkes için ibadethane in şa edecektir. Büyük bir sanatkâr olarak görülür Sultan Süleyman tarafından. Sinan ayrıca, Mihrimah Sultan’ın kendisine â şık olmasıyla da gündeme getirilir. Mihrimah Sultan, ülkedeki hiçbir gencin Sinan’ın seviyesine ula şamayaca ğını belirtir.

Evi soyuldu ğu için her şeyini kaybeden Ya şlı Kadın, hükümdarın ne kadar âdil oldu ğunu ortaya koymak için oyuna yerle ştirilmi ştir. Ya şlı Kadın’a, padi şahın özel hazinesinden kar şılanmak ko şuluyla yeni bir ev ve e şyalar ba ğışlanacaktır.

Meddah, Sultan Süleyman’ı e ğlendirmek için çe şitli rollere bürünür, Şarlken’i, Đran Şahı’nı taklit eder. Rüstem Pa şa’yı da bu canlandırmalar esnasında rezil eder. Meddah’ı yazarın sözcüsü de sayabiliriz. Meddah, şu yöndeki sözlerle sosyal bir yaraya parmak basar, dönemiyle ilgili ele ştiride bulunur; yazarın görü şlerini ifade eder:

“Padi şah mührü ta şımak her babayi ğidin harcı de ğildir. (…) Padi şah mührü ta şıyanlar, padi şah olmadıkları hâlde allem edip kalem edip ne yollar bulurlar, sonunda padi şahtan zengin olurlar. Padi şah olmayanlar padi şah gibi davranınca(…) Đş ler çı ğırından çıkar, sapla saman birbirine karı şır. (…)Rü şvet dahi usulünce alınmakta bu ülkede” (s.84-85-86-87). 2.17.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Eserde, dekoratif ki şiler dı şında dördü kadın, on üçü erkek olmak üzere on yedi ki şi yer almaktadır. Sultan Süleyman, Sadrazam Rüstem Pa şa, Şair Yahya, Şehzade Mustafa, Cihangir, Ebussuud Efendi, Sinan, Meddah, Şehzade Bayazıt, I, II, III ve IV Yeniçeri, erkek kahramanlar; Mihrimah Sultan, Hurrem Sultan, Sayinur ve Ya şlı Kadın, kadın kahramanlardır. Cariyeler, di ğer saraylılar, yeniçeriler, cellât vb. oyundaki öbür ki şilerdir.

Piyeste en çok, Sultan Süleyman üzerinde durulmu ştur. O, adaletin simgesidir. Âdil olmak adına o ğlunu öldürtmü ş, sonra da bunun ıstırabına katlanmak durumunda  

 kalmı ştır. Bu açıdan, yazar onu yüceltmi ştir. Sultan Süleyman, tarihî bir ki şi, Osmanlı Devleti’nin en uzun süre saltanat süren hükümdarıdır. Karakter boyutunda ele alınmı ş, ruhsal yönüyle i şlenmi ştir. Hem tavır ve davranı şlarıyla, hem de konu şmalarıyla tanıtılmı ştır. Şehzade Mustafa’yı bo ğdurma emrini o verdi ği, ülkedeki her mekanizmaya işlerlik kazandırdı ğı için kendisini etken bir ki şi sayabiliriz. Oğlunu öldürterek kendini trajik bir duruma dü şürmü ştür.

Kanunî Süleyman – Hem Kanunî Hem Muhte şem , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu bir tragedyasıdır. Oyunda Sultan Süleyman’ın yanında Rüstem Pa şa, Şehzade Mustafa, Bayazıt, Cihangir, Mihrimah Sultan, Hurrem Sultan, Şair Yahya gibi çok sayıda tarihî ki şi bulunmaktadır. Kahramanlar genellikle tip düzeyinde ele alınmı ş, psikolojik boyutlarıyla i şlenmi şlerdir. Hem konu şmaları, hem davranı şlarıyla tanıtılmı şlardır. Yazar, ki şilere kar şı nesnel davranmı ş, onları ba şarılı bir biçimde sunmu ştur. Eserde yer alan Meddah, Oflazo ğlu’nun oyununu yazarken geleneksel Türk tiyatrosundan yararlandı ğını gösterir. Meddah, yazarın sözünü emanet etti ği şahıstır. Meddah, dönemindeki sosyal aksaklıkları, özellikle rü şveti yererek Oflazo ğlu’nun görü şlerini aktarmı ştır. Şehzade Cihangir de koronun i şlevini yerine getirmi ştir.

2.18. Yine Bir Gülnihal

2.18.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Yine Bir Gülnihal 28 , iki perdeden olu şan müzikli bir oyundur. Yazar, bu eserinde, Türk musikisinin büyük üstatlarından Đsmail Dede Efendi’nin II. Mahmut devrindeki ya şamını ve iki kadın arasındaki bir tür bölünmü şlü ğünü konu edinir. “Bu eserde de Turan Oflazo ğlu öteki eserlerindeki gibi ölümlünün sanat ile ölümsüzlü ğe ula ştı ğı temasına a ğırlık vermektedir ” (Enginün, 1998a: 502).

  6`C:

 

 Birinci perdede Yenikapı Mevlevîhanesi’nde Dede Efendi’nin Nevâ Âyini’nin ardından Sultan Mahmut, Şeyh ile Dede’ye kendisinden bir istekleri olup olmadı ğını sordu ğunda, Dede, dergâhın tamire muhtaç oldu ğunu belirtir. Sultan Mahmut, Dede Efendi’ye Akbıyık semtinde kendisi için bir konak yaptırdı ğını söyler. Dede, benli ğinin şımarabilece ğini söyleyerek mahcup olur. Dede’nin padi şahtan iste ği, sarayda da ba şındaki Mevlevî sikkesini çıkarmamaktır. Đste ği kabul edilir. Mahmut ayrılınca Dede, Şeyh’e, “ Sarayda kaldı ğım zamanlar, şeyhim, Mevlevîli ğe ihanet ediyormu şum gibi bir duygunun sultasına giriyorum; bu dünyanın padi şahını, öbür dünyanın padi şahına tercih edermi ş gibi oluyorum ” (s. 4) der.

Dede evine geldi ğinde e şi I Gülnihal’in U şş ak Şarkı’yı söyleyerek hırka ördü ğünü görür. E şi, o ğulları Salih’in öldü ğünü bir türlü kabullenememektedir. Dede’yi onu unutmakla bir nevi itham edince Dede o ğluna a ğıt niteli ğindeki Beyâtî Beste’sini okur. I Gülnihal pi şman olur. Hamiledir. Dede henüz anne karnındaki bebek için gayriihtiyarî “kızımız” der. “Karısını ok şarken çapkınla şır ” (s. 9). Derinden ney ve kudüm den Rast Kâr-ı Nev’in ezgisi duyulunca Dede neyini alıp biraz üfler, bu bestenin ba şını okur (s. 11) . Biraz evvelki ate şli hâl iyle hiçbir alâkası yok gibi dir şu anki durumunun. Bu ezgiler âdeta göklerde dola şmaktadır (s. 11). Đkisi birlikte bu besteyi söylemeye ba şlar. Derken şarkı, korodan duyulmaya ba şlar (s. 13) .

Topkapı Sarayı’nda Şakir A ğa ile Sultan Mahmut yeniçerilerin devletin ba şına belâ olu şlarını, askerî alanda ülkenin sürekli ma ğlûp olmasına sebep olduklarını konu şmaktadırlar. Sultan Mahmut yeniçerileri yakında tamamen ortadan kaldıraca ğını belirtir. Askere, devre uygun sava ş sanatını ö ğretmek gerekti ği dü şüncesindedir. Dede de gelince Sultan Mahmut, yeniçeri belâsıyla u ğra şmanın yanında büyük bestekârlarla ülfetin, onların kendi devrinde ya şamasının kendisini dinlendirdi ğini, bu zorbaların sıkıntısı kar şısında kendisine destek oldu ğunu ifade eder. Mustafa Çavu ş’un Hisar Bûselik Şarkı’sı koro tarafından icra edilmeye ba şlar (s. 15) . Sultan Mahmut Sultan Ahmet, Damat Đbrahim Pa şa, Nedim, Mustafa Çavu ş’un devirlerine özendi ğini belirterek Dede Efendi ile Şakir A ğa’ya eski bestekârları nasıl bulduklarını sorar. Onların yanıtından sonra kendilerinin daima de ğerli olacaklarını dile getirir. Mahmut’la Şakir’in ayrılı şından sonra Dede Mustafa Çavu ş’un Şehnaz Bûselik Şarkı’sını ba şlatır (s. 18). Koronun şarkıyı sonlandırmasının ardından II Gülnihal korodan ayrılıp

 

 Dede’nin yanına gelir. Harem a ğası müdahale etmek isteyince hocasına soru soraca ğını söyler. Dede’ye şarkının meyanında zorlandı ğını belirtir, “Dede’nin gözlerinin içine baka baka ve anlamlı bir biçimde vurgulayarak ‘ Đnkâr etme sevdim seni.’ “ (s. 18) biçimindeki dizeyi telâffuz eder. “ Şarkıyı okurken aralarında bir şey geçti ği belli olur, özellikle ‘Sevdim seni’ ve ‘Gönül ayrılmıyor senden’ derken pek co şarlar. (…) Kız çıkar. Dede büyülenmi şçesine bakakalır ardından ” (s. 21).

Dede Mevlevîhane’de iki Gülnihal arasında kaldı ğını söyleyip Şeyh’ten yardım ister. Şeyh ise ona, zor bir imtihandan geçti ğini belirtip Mevlânâ’nın kapısını çal masını tavsiye eder. Dede Mevlânâ’ya “Yeti ş!” deyince “derinden ezgiler duyulur, Mevlânâ özel, mavi bir dü ş ı şığında sema ederek girer” (s. 26). Dede’ye, çekti ği acıları musikiye döndürmesini, iki Gülnihal’in de üstüne yükselerek (s. 27) Tanrı’ya vâsıl olmaya gayret ederek ayakta kalmasını önerir. Mevlânâ kaybolur.

Dellâlzade, Dede’nin yanına gelerek ona, Musahip Şakir A ğa’nın kendisini kıskandı ğı için Ferahnâk makamından bir fasıl besteleyerek padi şah huzurunda kendisini sessiz kalmaya zorlamayı (s. 31) ümit etti ğini belirtir. Dede ise kendisinin de o makam ile Şakir A ğa’ya kar şılık verece ğini dile getirir.

Dede’nin evinde karısı Gülnihal dantel e şli ğinde be şikteki kızına ninni söylemektedir. Dede eve gelmi ştir. O gün Dede’nin evinde sazlı sözlü helva sohbeti olacaktır. Dede gidince kom şu kadınlar gelir. Birlikte şarkı, türkü söyleyip oynarlar, Gülnihal’in kızı Hatice’nin do ğumunu kutlarlar.

Sarayda Sultan Mahmut’un bir yanında Dede ile arkadaşları, di ğer yanında Şakir ve yardımcıları bulunmaktadır. Önce bize has oyun havaları e şli ğinde çengiler dans edip çıkar. Daha sonra Avrupalı tarzda giyinmi ş dansçılar “ Şehzade Abdülmecit’in piyanoyla çaldı ğı ezgiler e şli ğinde biraz acemice vals yaparak girerler, bir süre dans edip çıkarlar ” (s. 47). Sultan Mahmut Avrupalıların böyle kadınlı erkekli dans etmelerine imrenmektedir. Batı müzi ği ile bizim musikimizin kar şıla şmasından yeni şeyler ortaya çıkaca ğına inanmaktadır. Derken, Mahmut uzun süredir dinlemedi ği makamlardan parça dinlemek istedi ğini söyleyince, Dede, kendisini zor durumda bırakmayı hedefledi ği faslı kastederek, Şakir A ğa’nın yeni bir makam icat etti ğini, bundan nasiplen menin uygun olaca ğını dile getirir. Şakir faslın tamamlanmadı ğını söylerse de

 

 padi şah buyru ğu kar şısında çaresiz icra eder hazır kısmı. Ardından da Dede, kendi bestesini okur ve Şakir’e üstün gelir.

“Dede dalgın gezinirken II Gülnihal görününce, Dellâlzade sessizce çıkar. Hanendeler korosu dı şarıdan Dede’nin Ferahfezâ Şarkı’sını okur ” (s. 54). Şarkının ardından Dede kıza ismini sorar, “Gülnihal” oldu ğunu ö ğrenir, onu “Ferahfezâ” olarak ça ğırmak ister. Đkisi Ferahfezâ Şarkı’sını co şarak söylerler. Hanendeler korosu gelince de hepsi birlikte Ferahfezâ makamından çe şitli eserler icra ederler.

Đkinci perdede Muzıka-i Hümâyûn Bandosu Batı ezgilerinin ardından Sultan Mahmut için Mahmudiye Mar şı’nı çalar. Ardından padi şah Muzıka-i Hümâyûn’un kurucusu Donizetti Pa şa ile Türk bestekârlarını tanıştırır. Bundan sonra resmî daireler ve asker ocaklarında bu mar şın dinlenece ğini ifade eder. Dede’nin Mehterhane’ye üzülmesi üzerine padi şah, yeni askerin eski müzi ği dinlerken eskiye imrenmesinden, dolayısıyla yenile şmeye zarar gelmesinden koktu ğunu belirtir. Muzıka-i Hümâyûn Bandosu çıkınca Dede padi şah için ortaya koydu ğu Sultânî Yegâh makamından ezgileriyle onu co şturur. Hicaz Yürük Semâi icra edilir. Oradakiler çıkınca II Gülnihal Dede’nin yanına gelir, son şarkının dizelerini terennüm eder. Dede ise, onun yalnızca bir şarkı oldu ğunu söyler. Bundan sonra ikisi birlikte birbirlerine tutkularını dile getiren şarkılar okurlar. II Gülnihal duygularını tamamen açı ğa çıkarınca “Dede gözlerini yumar, allak bullaktır ” (s. 67). Mevlânâ’ya seslenir. Yunus’un “ Ben yürürüm yâne yâne ” diye ba şlayan ilâhisini okurken “ Mevlânâ kendi ı şığında sema ederek girer ” (s. 68). Mevlânâ Dede’ye bugünü tam anlamıyla ya şars a dün ve yarın ı kurtar abilece ği, üst bilinc e ula şabilece ği öğüdünde bulunarak uzakla şır (s. 69).

I Gülnihal ortalı ğı temizlerken Dellâlzade Đsmail Efendi gelir ve Dede’yi sorar. Bu esnada Dede de gelmi ştir. Dellâlzade, padi şahın Dede’den bir Ferahfezâ Âyin istedi ğini iletmeye gelmi ştir. Dellâlzade ayrıca, Dede’ye Mevlânâ, Şeyh Galip, son zamanlardaki yenilikler hakkındaki dü şüncelerini sorar. Dellâlzade’nin gitmesinden sonra “Ferahfezâ”nın ne oldu ğunu sorar karısı Dede’ye. Dede bu makam hakkında geni ş açıklama yapar. Karısı sıkılmı ştır. Kendisinin hangi makamdan oldu ğunu sorunca “Bûselik” cevabını alır. Bu kez de bu iki makamdan hangisinin güzel oldu ğunu sorar. Dede de karısının gerçekte, “Ferahfezâ”nınsa hayalde, şarkılarda oldu ğunu belirtir. Ardından ikisi birlikte Dede’nin şarkısını söylerler.  

 Dede ile Dellâlzade kahvehanededir. Meddah, Đsmail ile Gülnihal’in Önlemez A şkı ’nı anlatacaktır. “Dede donakalır ” (s. 82). Meddah Dede’nin Mahur Beste’sini bozuk düzen okudu ğu için Dede ona sert bir üslûpla müdahale eder. Hikâyeyi anlatır meddah. Konu şma esnasında Dede’ye kim oldu ğunu sorar. Ö ğrenince de çok şaşırır. Derken sarho ş bir tulumbacı gelir ve Gül’izâr Şarkı’yı okur. Meddah ve tulumbacının söylemlerinden Dede’nin bestelerinin halk arasında yaygınla ştı ğı, be ğenildi ği sonucuna varırız.

Dede ekibiyle Sultan Mahmut’a Sultânî Yegâh Đkinci Beste’yi sunar. Hükümdar, Dede’ye tasvîr-i hümâyûn ni şanı takar. Bu sırada Sultan Mahmut öksürmektedir. Halk tarafından “gâvur padi şah” diye anılsa da onun yararına olan şeyleri gerçekle ştirmede kararlı oldu ğunu dile getirmektedir. “ Avrupa’ya benzemezsek Asya’ya çekilmemizden ba şka çare yok. Onlar gibi olmazsak, nasıl ba ş ederiz onlarla? ” (s. 95) dü şüncesindedir. Kendi gerçekle ştirdi ği yeniliklerden söz eder. Devlet dairelerine foto ğrafı asılacaktır. Đlk defa nüfus sayımı yapılmı ştır. Gazete çıkarılmaya ba şlanmı ştır. Yapmayı tasarladığı şeylerden de söz eder. Dede’ye Ferahfezâ Âyin’in ne zaman tamamlanaca ğını sorar. Yine öksürür, sa ğlı ğı iyi de ğildir. Dede yalnız kalınca II Gülnihal gelir. II Gülnihal aşkının fark edilmesinden korkmaktadır. Dede sevmenin günah olmadı ğını, edep ve hayayı unutmayacaklarını ifade eder. Dede nefsine uymaktan korkmaktadır. Ayak sesleri duyulunca II Gülnihal “Dede’yi çabucak öpüp kaçarcasına gider ” (s. 100). Dede, “Yine bir gülnihal aldı gönlümü” (s. 100) der.

Mevlevîhane’de Ferahfezâ Âyin’in icrasından sonra II. Mahmut Dede ile konu şur ve kendisinin ne kadar büyük bir sanatçı oldu ğundan söz eder. Sultan Mahmut bu ayini izlemeye çok hasta oldu ğu için güçlükle gelebilmi ştir. Buradan ayrılırken söyledi ği “ Bu bir kervansaraydır dedem, konan göçer ” (s. 103) sözü, padi şah için veda niteli ğindedir. Đlerleyen kısımda Sultan Mahmut’un öldü ğünü anlarız.

Sarayda Abdülmecit piyanoyla Batı müzi ği icra etmektedir. Bundan sonra Avrupalılar gibi ya şanaca ğını, esir ticaretinin yasaklandı ğını, Batı tiyatrosunun ülkemize gelmesi gerekti ğini belirtir. Her sahada, özellikle de müzikte yenilikler yapmanın kaçınılmaz oldu ğunu söyler. Avrupa’nın bizden ileride oldu ğunu artık kabul etmemiz gerekti ği görü şündedir. Dede ile Türk musikisi- Batı müzi ği / tek sesli müzik- çok sesli müzik tartı şması yaparlar. Abdülmecit zaman zaman Batı kökenli kelimeler kullanarak Dede  

 ve arkada şlarının dikkatini çekmektedir. Dede’nin Sultan III. Selim ve II. Mahmut’un Türk musikisini çok sevdiklerini belirtmesi üzerine Sultan Abdülmecit gücü yetti ği takdirde atalarının yarıda bıraktıkları i şleri sonlandırmak istedi ğini, Batı’dan gel ecek ışık la bizi bo ğan karanlı ğın ortadan kalkaca ğını, Avrupa’dan alaca ğımız bilinç ışığının mazimizi daha iyi görmemiz i ve kendimizi daha iyi tanımamız ı sa ğlayaca ğını (s. 106- 108) dile getirir.

Dede ile arkada şları padi şah huzurunda “ Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü ” (s. 109) dizesiyle ba şlayan Rast Şarkı’yı icra ederler. Bitiminde, Donizetti Pa şa şarkının notalarını görmek ister. Dede bizim kültürümüzde notaya gerek duyulmadı ğını söyleyince Donizetti bu durumda, eserlerin kaybolmasının kaçınılmaz oldu ğunu ifade eder. Dede de notanın şart oldu ğunu kabul eder.

Herkes çıkmı ştır, Dede yalnızdır. II Gülnihal gelir. Dede ona kalbinin artık kendisi için çarpıp çarpmadı ğını sorar. Kız onu hâlâ sevmektedir; ancak kavu şmalarının mümkün olmadı ğını anlamı ştır. Padi şahın hareminden kaçsa kavu şmalarının mümkün olup olmadı ğını sordu ğunda Dede, buna kendisinin izin vermeyece ğini belirtir. Bir şarkı mırıldanırlar. II Gülnihal, şarkılarda ya şamanın güzel oldu ğunu söyleyerek uzakla şır.

Mevlevîhane’de Dede kendisinin yeterince pi şmedi ğini dü şündü ğünü ifade edince Şeyh, “Hiç kimse için tam pi şmi ştir denemez. Amaç, benli ği yok etmek de ğil, buyruk altına almaktır ” (s. 114) der. Dede, II. Mahmut’ta buldu ğu Türk musikisine kar şı muhabbeti Sultan Abdülmecit’te bulamadı ğını belirtir. Đş in eski tadı nın kalmadı ğını, buralarda bunal dı ğını (s. 115) söyler. Dellâlzade ise, halkın yabancılara kar şı kendilerini destekleyece ğini belirtir.

Dede ile Dellâlzade yalnız kalmı ştır. Dede Yunus’un “ Yürük de ğirmenler gibi dönerler ” (s. 116) ilâhisini terennüm etmektedir. Son beste sinde Yunus’a lâyık olmak (s. 116) istedi ğini söyleyince Dellâlzade niçin son dedi ğini sorar. Dede şaşırır, yine şiiri mırıldanmaktadır. “ Bu da, öncekiler de sana, sizlere emanet. Nota şart, ada şım, nota şart ” (s. 116) der. “ Dellâlzade saygıyla e ğilir, geri geri çekilerek uzakla şır. I şık azalır. Mevlânâ kendi ı şığıyla girer ” (s. 116). Koro Mevlânâ’nın geldi ğini söyler. “ Ferahfezâ Âyin’in ezgileri duyulur, Mevlânâ semaya durur, Dede hayran, onu izler ” (s. 116). Mevlânâ semayı tanımlayan, semaya durma sebebini belirten şiir okumakta, koro da



 “Uyduk sana, uyduk sana! ” (s. 117-118) demektedir. Mevlânâ döne döne giderken Dede onun çekimine girer (s. 118). Mevlânâ, “ Ona gidiyoruz Đsmail, ona! Kendimizi bulmaya, kendimiz olmaya! ” (s. 118) der. Oyunun bundan sonraki kısmını yazarın cümleleriyle şöyle verebiliriz.

“Mevlânâ ile Dede yüksekçe bir yere çıkarlar. (…) Bir dolunay do ğar. Dede ile Mevlânâ dolunayda bulu şurlar. (…) Semazenler sahneye dolarak uçarcasına dönerler bir süre. Derken perde kapanır; tekrar açıldı ğında, bütün oyuncular girerek ‘Yine bir gülnihal’i okumaya ba şlarlar. (…) Seyirciler de oyunculara katılarak şarkıyı birlikte okurlar” (s. 118-119). 2.18.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.18.2.1. Asıl Kahraman

Yine Bir Gülnihal oyununun asıl kahramanı büyük bestekâr Đsmail Dede Efendi’dir. Dede, Sultan III. Selim devrinden beri ünlüdür, Sultan II. Mahmut’un musahibidir. Aynı zamanda Mevlevî dervi şidir. Dergâha gider sık sık. Sultan Mahmut da dergâhı ziyaret edenlerdendir. Sultan Mahmut Dede için Akbıyık semtinde bir ev yaptırmı ştır. Dede o kadar alçakgönüllü, nefsine uymaktan o kadar korkan bir benli ğe sahiptir ki, hükümdarın bu arma ğanı kar şısında “ Efendimiz, Mevlevîhane’de çile doldurarak güç belâ terbiye edilen benli ğim şımarmasın? (…) Yunus gibi kırk gün kazanda kaynatılsam, korkarım, çi ğ kalır bu fakir yine de ” (s. 2) der.

Đsmail Dede, saraya gitti ği zamanlarda da Mevlevî sikkesini ba şından çıkarmamak ister. Sultan Mahmut’un buna “ Sen büyük bestekâr Đsmail Dede Efendi’sin; ba şında ya da sırtında olan hiçbir şey de ğiştiremez bunu. (…) Onu her zaman ba şında ta şıyabilirsin. Senden gelecek güzelliklerden beni mahrum etme de… ” (s. 3) şeklinde verdi ği yanıt, padi şahın Đsmail Dede’yi ne kadar be ğendi ği, kendisine ne kadar de ğer verdi ğini ortaya koyar. Đsmail Dede’nin bu iste ği Şeyh’i dü şündürür. Şeyh ona sebebini sordu ğunda Dede, “ Sarayda kaldı ğım zamanlar, şeyhim, Mevlevîli ğe ihanet ediyormu şum gibi bir duygunun sultasına giriyorum; bu dünyanın padi şahını öbür dünyanın padi şahına tercih edermi ş gibi oluyorum ” (s. 4) biçiminde izah eder bunu. Dede öylesine büyük bir mutasavvıftır ki, gönlünün bu dünyaya meyletmesi ihtimaline kar şı her an diken üzerindedir. Şeyh de kendisine, “ Saray, şöhretinin bütün ülkeye yayılmasını sa ğlar. Dergâh için de iyidir böylesi. Sen nasıl olsa, her yerde Mevlevî kalmayı ba şaracak çapta bir ruha sahipsin. Sen ne denli ünlenirsen, Mevlevîli ğin şanı da o denli artar. (…)



 Sultan Mahmut dahi Mevlevî’dir, unutma ” (s. 4) sözleriyle telkinde bulunur. Bu sözler Đsmail Dede’nin Mevlevîlik ho şgörüsüyle süslenmi ş engin bir ruha sahip oldu ğunu gösterir.

Dede’nin karısının ismi Gülnihal’dir. Gülnihal, o ğulları Salih’in bu dünyadan ayrılı şını bir türlü kabul edememektedir. “ Öldü Salih’im, öldü, öldü, öldü! ” (s. 6) diyerek çocu ğunu kaybedi şine âdeta isyan eden e şine, Dede’nin “ Sus, tövbe de! ‘Canlar ölesi de ğil, canlar ölesi de ğil.’ “ (s. 6) deyi şi, onun mistik görü şünü ortaya koyar. Karısının onu çocuklarını unutmakla suçlaması üzerine Dede, daha önce karısından gizledi ği a ğıt niteli ğindeki Beyatî Beste’sini okuyarak a ğlar. Büyük bir sanatçı, bir dervi ş olmasının yanında insandır aynı zamanda. O da mutlu olur, hüzünlenir, acı çeker. Sanatına, ya şadıklarını da konu edinir.

Dede ile e şi bir bebek beklemektedirler. Derinden ney ve kudüm sesleri duyul unca Dede neyini alıp “Gözümde dâim hayâl-i cânâ / Gönülde her dem cemâl-i cânâ“ (s. 11) dizeleriyle ba şlayan Rast Kâr-ı Nev’in ezgisi ni üfler. I Gülnihal’in, Dede’nin her insan gibi do ğal davranmasıyla bu ezgilerin çok farklı oldu ğunu, bu ezgiler in göklerde dola ştı ğını söylemesi üzerine Dede, “ Bu dünyada bulunan her şey, çiçek, böcek, ku ş, yıldız, Tanrı’dan gelme oldu ğu için Tanrı’ya götürebilir insanları .” (s. 12) der. Bu da, mutasavvıfların algılayı ş tarzı gibidir nesneyi.

Dede ile Musahip Şakir A ğa musiki üstadıdırlar. Sarayda Sultan Mahmut huzurunda hanende ve sazendelerle musiki icra ederler. Yine böyle bir günde Sultan Mahmut ile Şakir A ğa çıktıktan sonra Dede Mustafa Çavu ş’un “ Küçüksu’da gördüm seni” (s. 18) dizesiyle ba şlayan Şehnaz Bûselik Şarkı’sını ba şlatır. Koro şarkıyı tamamladıktan sonra II Gülnihal Dede’ye şarkının “ Đnkâr etme sevdim seni. ” (s. 18) şeklinde olan meyanında zorlandı ğını söyler. Şarkıyı birlikte me şk ederler. “ (Şarkıyı okurken aralarında bir şey geçti ği belli olur, özellikle ‘Sevdim seni’ ve ‘Gönül ayrılmıyor senden’ derken pek co şarlar.) ” (s. 21). Bu, âdeta bir a şk ilânıdır.

Dede dergâha geldi ğinde şu sözlerle, Şeyh’e ba şka birine â şık oldu ğunu belirtir:

“Ne yapaca ğımı şaşırdım şeyhim. (…) Sultan Selim’in yüce hatırı için çilemi vaktiyle tam doldurmadan dergâhı terk etti ğimden mi nedir(…) Đkiye bölünmü şlü ğüm helâlimle, ömrünü bana adamı ş hatunumla onun(…) Şeyhim veya Hazret-i Pîr ya da yüceler yücesi Rabbim fakire sahip çıkmazsa şeytanın pençesine dü şmek üzereyim” (s. 21-22-23). 

 Şeyh, sevilenin saraydan oldu ğunu anlar. Dede’ye kendisinin Tanrı tarafından imtihandan geçiriliyor olabilece ğini söyleyip ona Mevlâna’nın kapısını çalma yı önerir. Mevlâna Dede’ye, “ Ezgilere çevir çekti ğin acıyı; o zaman hem sen rahatlarsın, hem de acın insanlar için zevk kayna ğına döner. (…) Đkisinin de üstüne yükselerek, sevgililer sevgilisine ula şmaya çabalayarak ” (s. 27) ayakta kalabilirsin ö ğüdünü verir.

Đsmail Dede ile I Gülnihal’in sözü çok kadınla evliliğe gelmi ştir. I Gülnihal bunun Avrupa’da olmadı ğını duydu ğunu belirtince Dede “ Nicedir Batı’ya dönük ya şıyoruz. Padi şahımız da yeniliklerden yana. Bakarsın bu da düzelir ilerde. ” (s. 40) biçiminde konu şur. Bu da Dede’nin sosyal ve siyasî geli şmelerden haberdar oldu ğunu, hayatın içinde yer aldı ğını gösterir.

Dede’nin yapılacak yenilikler konusunda da güvendi ği Sultan Mahmut Dede’ye Batı musikisi hakkında ne dü şündü ğünü sorunca Dede “ De ğişik, efendimiz, zevkli, ne şeli ” (s. 48) dedikten sonra “ Batı, zorlu, kar şı konulmaz bir sel gibi dalga dalga geliyor üstümüze; bu selin sularında bo ğulmayız in şallah ” (s. 48) yorumunu yaparak, Batılıla şma hareketleri konusundaki çekincesini dile getirir.

Sultan Mahmut yerli musiki isteyince Dede, “ Efendimiz, yeni bir makam icad etmi ş Şakir A ğa kulunuz. Hepimiz merak içindeyiz. Ferman buyursanız da, bu yeni güzellikten nasip almakta geç kalmasak ” (s. 49) diyerek Şakir A ğa’yı kendi kazdı ğı kuyuya dü şürür. Şakir şarkısının besteledi ği kadarını okumak zorunda kalır. Dede, onun bestesini “ De ğme ustaları imrendirecek kadar… ” (s. 51) güzel bulur. Ardından Dede, aynı makamdaki bestesini okur, Şakir’e üstün gelir. Sultan Mahmut “ Şakir, Şakir! Dede musikide bir canavardır, sen onunla güre şemezsin. Yıldızların ahengini sa ğlayan ezgilerle doldurmu ş onun ruhunu; bir dokunsan şarkılar fı şkıracak her yerinden ” (s. 52) sözleriyle Dede’yi över, onun bestekârlı ğına hayranlı ğını ifade eder. Dede o kadar rakik bir kalbe sahiptir ki, bu canavar benzetmesi ona hoş gelmez. Yine Dede, Şakir’i alt etti ği için mutlu olmamı ştır. Şakir’in bestesi de çok güzeldir. Bir de, Sultan Selim devrinde ö ğrencisi oldu ğunu söyledi ği Şakir’in sesini, okuyu şunu kıskandı ğını belirtir Dellâlzade’ye. Bu sırada II Gülnihal görünür. Dellâlzade kaybolur. Dede adını sordu ğunda II Gülnihal’e, onun yanıtı “ Adımı siz koysaydınız, ne derdiniz bana? ” (s. 55) şeklinde olur. Dede “Ferahfezâ” olarak ça ğırmak ister onu, “ Bir Gülnihal yeter ” (s. 55) diyerek. Đkisi birlikte Ferahfezâ Şarkı’yı okurlar. Dede, II Gülnihal’in sürekli gözlerinin 

 içine bakarak söylemesinden heyecanlanmı ştır. Tam bu sırada koro gelir. O gün icra edilecek şarkılar Ferahfezâ makamından olacaktır. Musiki icrası sırasında, koroyu te şkil eden kızlar Dede ile II Gülnihal arasında bir şey oldu ğunu fark eder.

Đkinci perdede, Muzıka-i Hümayun’un icra etti ği Mahmudiye Mar şı’nın bundan sonra resmî törenlerde yer alaca ğını Sultan Mahmut belirtince Dede, “ Mehterhane’ye yazık olacak efendimiz ” (s. 61) diyerek hayıflanır. Dede, öz musikimizin hayranı, takipçisidir. Batı’dan gelen unsurlar onu, benli ğimizi kaybedebilece ğimiz dü şüncesiyle endi şeye salar.

Dede, Sultan Mahmut için “Sultanî Yegâh” makamını bulmu ş, bu makamda beste yapmı ştır. Mahmut Dede Efendi’ye sevgisini, övgüsünü “ Yüceler yücesi Rabbime şükürler olsun ki aynı ça ğda ya şıyoruz seninle (…) Gö ğün en yüksek katlarına çıkardı ezgilerin beni. Buralardan nasıl inece ğim yeryüzüne? (…) Uzun, verimli ve rahat ya şa. Benim sa ğlı ğımda sıkıntı çekmene katlanamam ” (s. 63) sözleriyle ifade ederek gider. Gelmi ş olan II Gülnihal bu şarkının ve Hüzzam Şarkı’nın sözlerini terennüm ederek bunların kendisi için yazıldı ğını belirtir. Dede her ne kadar “ O yalnızca bir şarkı, efendim ” (s. 64) diyerek itiraf etmekten önce kaçınsa da ikisi birlikte Hüzzam Şarkı ve Hicaz Şarkı’yı söylerler. Sonra Gül’izâr Köçekçe’ye geçilir, II Gülnihal raksa ba şlamı ştır. Bundan sonra kız a şk itirafında bulunur, Dede de a şkını gizleyemez. II Gülnihal Dede’ye yakla şıp “ Sizin şarkılarınızı dinlerken(…) Size dokunmu ş gibi oluyorum. (…) Daha do ğrusu(…) Siz bana dokunmu ş gibi(…) Beni kucaklar, bütün varlı ğımı sarar gibi … ” (s. 67) sözlerini kesik kesik söyleyip hızlıca çıkar. Dede sarsılır, “Aklım sana emanet yâ Rabbi! ” (s. 67) der. Bu noktada Mevlâna Dede’ye mesaj verecektir yine.

Dellâlzade, Dede’ye onun sanatı, büyük mutasavvıflar, Batılı yeniliklerle ilgili görü şünü sorar. Đsmail Dede “kaç beste yaptı ğı” sorusuna “ Her an daha da hızlı ko şmak istiyorsan, / daha yüksek engeller a şmak istiyorsan / geriye bakıp ba şardıklarını sayma / varılmaz hedefe ula şmak istiyorsan ” (s. 72) sözleriyle yanıt verirken, “Mevlâna ve Şeyh Galip hakkında ne dü şündü ğü” sorusunu “ Kendi nefisleri üzre sultanlar geçti. / Bize bizden haber veren canlar geçti. / Özlenen varlı ğa kavu şabilmek için / da ğları yerinden oynatanlar geçti ” (s. 72) biçiminde cevaplar. Batılı yenilikler konusunda da “Yeni bir yol açmak, her alanda zordur, gerçek. / Akılla beceri ister, daha çok da yürek. 

 / Ama en zoru, asıl ustalık gerektiren, / herkesçe yürünen yolda kendince yürümek. (…) Kendince yürümek, ada şım, kendince yürümek ” (s. 73) der. “ Beste yapmaya nasıl ba şla dı ğı” sorusuna yanıtı da şöyledir: “ Ötelerden gelip sessizce dallarıma konar / hiç görmedi ğim, adını bilmedi ğim ku şlar; / yoklu ğun sinsi ça ğrısından içim ürperince / hepsi karanlıkta renk renk ötü şmeye ba şlar ” (s. 73).

Dede ile Dellâlzade kahveye Meddah’ı izlemeye gitmiştir. Bu ba ğlamda Đsmail Dede’nin halka mal oldu ğunu, bestelerinin herkesçe be ğenildi ğini ö ğreniriz.

Dede Serdap Kasrı’nda Sultan Mahmut huzurunda Sultanî Yegâh Đkinci Beste’yi sazende ve hanendelerle icra eder. Sonrasında padi şah, Dede’nin yakasına “tasvîr-i hümâyûn ni şanı”nı “ Bu, en büyük devlet adamlarına takılan ni şandır, sen de en büyüklerden birisin ” (s. 94) diyerek takar. Dede bu sembolle de onurlandırılmı ş olur. Bu sırada Sultan Mahmut’un öksürü şü, Dede’yi telâ şlandırır. Padi şah bu ba ğlamda Batılı anlamda yaptı ğı yeniliklerden söz ederken “ Onlar gibi olmazsak, nasıl ba ş ederiz onlarla? ” (s. 95) demi ştir. Dede yine endi şeye kapılır, özümüzü yitirece ğiz diye. Ancak, sultanın kastetti ği “ça ğa uygun davranmak”tır. Bu konu şma süresince Sultan Mahmut hep öksürür. Dede’ye Ferahfezâ Âyin’i sorar. Dede “Her nefesi bu i ş için alaca ğım, bu iş için yiyece ğim her lokmayı, bu i ş için ya şayaca ğım, padi şahımı sevindirmek için ” (s. 97) sözleriyle cevap verir. Di ğer taraftan II Gülnihal’in yine a şk ezgileri terennüm edi şi Dede’nin ate şle dansını devam ettirir; zira Dede hem onu sevmekte, hem de günahtan korkmaktadır.

Mevlevîhane’de Dede’nin öncülü ğünde Ferahfezâ Âyin son derece görkemli bir şekilde Sultan Mahmut’a sunulur. Çok hasta olan Sultan Mahmut “ Dede’yi mahfile ça ğırır ” (s. 101). Ona şunları söyleyerek, kendisine besledi ği derin muhabbeti, sanatına olan takdirini, Ferahfezâ Âyin’e duydu ğu hayranlı ğı ifade eder:

“Senin musikini dinlerken âhenge dönü şüyor içimizdeki çatı şmalar, en köklü kaygılar en büyük umutlara çevriliyor; ölümlü varlığımızın tâ üstüne yükselerek Tanrı’yla kar şı kar şıya gelir gibi oluyoruz. (…) Ben kimseyi bo ş yere övmem. Şeyh Galib’le Đsmail Dede yeni burçları oldular gö ğümüzün. (…) Bana öyle geliyor ki, Đsmail Dede, sen nasıl bir mucizeyi ba şardı ğının farkında de ğilsin; yaptı ğın i şe dı şardan bakmıyorsun daha; Ferahfezâ’nın ı şık saçan kulelerinden seyredemiyorsun kendini, dünyayı, bütün evreni. Ferahfezâ… sonsuz saltanatı göklerin! Ölmeden cennette ya şattın beni” (s. 101-102).

 

 Padi şahın “ ‘Kimi varmı ş diyâr-ı vahdete tekrârdan gelmi ş’ diyor muhte şem Mevlevî Şeyh Galib. Madem birlik diyârına varmı ş, neden geri geliyor? Oraya varmak de ğil mi amaç? ” (s. 102) sorusu üzerine Dede, “ Amaç, önce oraya varmak elbette; ancak orda kalmak de ğil, oranın zenginli ğini olabildi ğince aktarmak buraya, gelgeç varlı ğımızı mutlak varlıkla temellendirmek ” (s. 103) biçiminde konu şarak tasavvufî dü şünceyi yorumlar, bir nevi kendisinin Mevlevîlik algısını ortaya koyar.

Sultan Mahmut ölmü ş, yerine o ğlu Abdülmecit geçmi ştir. Dede, Dellâlzade ve Şakir Ağa yeni padi şah huzurundadırlar. Sultan Abdülmecit “ Bundan böyle (…) Avrupalı gibi ya şanacak, yani uygarca. (…) Her alanda yenilik şart, müzikte de, hele müzikte…” (s. 103-104) der. Batı müzi ğinin bizim musikimize üstün oldu ğunu ileri sürer. Dede de şu şekilde konu şarak yerli musikinin Batılıla şma konusunda engel te şkil etmeyece ğini, eski musikinin de ğersiz görülmemesi gerekti ğini savunur:

“Bir musiki eseri, tek sesliyken de güzel olabileceği gibi, çok sesli bir musiki eseri, çok sesli oldu ğu hâlde güzel olmayabilir pekâlâ. (… )Sultan Mahmut Hazretleri, pek severdi bizim musikimizi; ondan sonra yetim kaldı bizim sanat. (…) Sultan Selim de severdi bizim musikimizi. (…) Anlardı bu işten. Fakat o da, şanlı pederiniz de Avrupa’ya hiç de kapalı de ğildi, yeniliklerden yanaydı ikisi de” (s. 105-106). Dede, aşırı Batı hayranlı ğının bizi biz olmaktan çıkarıp köksüz bir millet gibi ara yerde bırakabilece ği yolunda endi şe ta şımaktadır. Sultan Abdülmecit’in konu şma esnasında Batılı kelimeler kullanması Dede, Dellâlzade ve Şakir A ğa’nın dikkatini çeker, onlara garip gelir bu durum. Dede “ Sultan Fatih’in, Kanunî’nin, Selim Han’ın, Hazret-i Mevlânâ’nın, Yunus’un, Fuzuli’nin, şairler sultani Baki’nin, Şeyh Galib’in, mimarlar mimarı Koca Sinan’ın, Itrî’nin, Tab’i Mustafa Efendi’nin torunlarına demek bugün yetmiyor kendi ı şıkları. Demek o muhte şem güne ş battı” (s. 107) diyerek hayıflanır, Batı’ya muhtaç oldu ğumuza üzülür. Bir Batılı olan Donizetti Pa şa Dede’yi notanın kaçınılmaz oldu ğuna ikna eder.

Dede yalnız kalınca II Gülnihal gelir, kız rahatlamıştır. Dede’ye durumunu sorunca Đsmail Dede, “ Rahatlamak bana haram. Hep böyle olmak zorundayım ben. (…) Harlı ate ş üstünde. (…) Beni sev, yeter ” (s. 111) der. Zaten sev di ğini belirten II Gülnihal “Sevgiyi o kadar yücelten Mevlânâ karısından ba şka hiçbir kadına gönül kaydırmadı mı acaba? ” (s. 112) sorusunu yöneltir Dede’ye. Dede buna “ Hazret-i Pîr çok sevmi ştir, çok; ama her kimi sevdiyse, takılıp kalmamı ş ona, Tanrı’ya açılmayı bilmi ştir daima ”  

 (s. 112) sözleriyle kar şılık verir. Karısının kurala uygun oldu ğunu, II Gülnihal’inse gönlü ne aykırı olmadı ğını belirten Đsmail Dede’ye II Gülnihal “ Şarkılarda olmak ne güzel! (…) Şarkı olmak ne güzel! ” (s. 114) diyerek “ Eliyle öpücük yollayıp çıkar ” (s. 114).

Dede dergâha gelmi ştir, Şeyh’e “ Şeyhim, ben yeterince pi şmedim anla şılan. Dervi ş Yunus gibi hâlâ dünya kokmaktayım. Bu benlik şehrini alt üst etmek gerek ” (s. 114) der. Hedefin nefsi ortadan kaldırmak de ğil, ona söz geçirmek oldu ğunu söyleyerek Şeyh ona kılavuzluk eder. Çıkagelen Dellâlzade Sultan Abdülmecit’i nasıl bul duklarını sorar. Dede yeni padi şahın anlamadan, sanki babasının hatırı için kendilerine saygı göster di ğini belirttikten sonra “ Bu i şin tadı kaçtı, tadı kaçtı bu i şin. Buralarda bunalmaya ba şladım. (…) Ay gören, minnet etmez yıldıza ” (s. 115) diyerek hüznünü, öz musikiye gelecekte de ğer verilmeyece ğini öngörmenin melankolisini ifade eder. Toplumun kendilerini ya şataca ğını ileri süren Dellâlzade’ye “ Halk önemli bir güvence; ne var ki, üst tabakanın, sarayın tavrı daha önemli, halkı yönlendiren orasıdır çünkü ” (s. 115) sözleriyle ümitsizli ğini yineler. Dede söz arasında Dellâlzade’ye “ … Bu son bestemde ” (s. 116) der. Ardından da “ Bu da, öncekiler de sana, sizlere emanet. Nota şart, ada şım, nota şart ” (s. 116) sözlerini ekler. Dellâlzade çıkmı ştır.

Mevlâna özel ı şığıyla belirir. Dede, Mevlâna’nın çekimine girer oyunun sonunda. “Bir dolunay do ğar. Dede ile Mevlânâ dolunayda bulu şurlar ”(s. 119).

Đsmail Dede Efendi Sultan Selim döneminden beri ünlü bir bestekâr, büyük bir Mevlevî dervi şidir. Saraydaki itibarı büyüktür. Sultan Mahmut ona, eserlerine büyük bir muhabbet besler.

Saraydaki cariyelerden biri olan II Gülnihal, uzaktan dinledi ği musiki üstadı Dede’ye âşık olmu ştur. Bir vesile yaratıp bunu Đsmail Dede’ye if şa eder, onu da yangına sürükler. Ba ştan beri sarayda çok rahat olmayan, içi “bu dünyanın padi şahını öbür dünyanın padi şahına tercih edermi ş gibi bir duygu”yla burkulan Đsmail Dede, bundan sonra allak bullak olur. Bir tarafta karısı I Gülnihal, di ğer yanda ona körkütük â şık II Gülnihal… Dede, her ikisini de çok sevmektedir. Bu noktada önce Şeyh’e müracaat eder, onun yönlendirmesiyle de Mevlâna’ya yönelir. Mevlâna, Dede’ye “sevmenin

 

 günah olmadı ğını”, “çektiklerini musikiye dönü ştürmesini”, “fani bir varlı ğa takılıp kalmayarak bu sevgi vasıtasıyla Tanrı’ya yönelmeyi” ö ğütler. Dede de bunu ba şarır.

Di ğer taraftan, Dede’nin besteleri halka mal olmu ş, halkça benimsenmi ştir.

Dede Efendi, son derece hızlanmı ş olan Batılıla şma hareketleri kar şısında endi şelidir. Aşırı Batı hayranlı ğının bizi biz olmaktan çıkarıp kendine, kültürüne yabancı bir topluluk hâline getirece ğinden korkar.

Sultan Selim ve Sultan Mahmut’a kar şı, musikiden anlamaları dolayısıyla da, büyük bir sevgi besleyen, onlardan büyük muhabbet ve iltifat gören Dede, a şırı Batı hayranı Sultan Abdülmecit’i yadırgar. Yeni padi şah, Batı’yı her şeyiyle alma derdindedir. Bizim musikimizin Batı müzi ği yanında “teksesli” oldu ğunu söylemesi de onu Dede’ye bir kat daha yabancı gösterir. Dede artık zamanlarının geçtiğini hüzünlü ve özlemli bir edayla itiraf eder.

Dede benli ğine yenilmemi ş, sonunda, Mevlâna’nın da rehberli ğiyle “Leylâ’dan Mevlâ’ya” ula şmayı ba şarabilmi ştir.

2.18.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Yine Bir Gülnihal oyununda Đsmail Dede Efendi’nin tam anlamıyla bir hasmının oldu ğunu söyleyemeyiz. Kendinden ba ğımsız olmayan “ şeytan ya da benli ğine yenik dü şme” korkusunu, kendisiyle sürekli bir mücadele ya şadı ğı için, ilk sıradaki kar şı güç olarak aldık. Yine Dede’nin, dünya görü şü dolayısıyla, birilerine kar şı kin besleme, ili şkilerini dondurma gibi bir özelli ği olmadı ğından Şakir A ğa’yı da aslında tam bir hasım sayamayız. Şakir A ğa’yı bu kategoride ele almamızın sebebi, onun Dede’ye kar şı bir tuzak hazırlamı ş olmasıdır. Yoksa, Dede onu bir musiki üstadı olarak takdir eder. Sultan Abdülmecit’i bu gruba dâhil edi şimizin nedeni ise, onun Türk musikisini Batı müzi ğine göre a şağıda görmesi, Batı’yı her şeyiyle benimsemesi, Dede ve arkada şlarına sanki bir zorunluluk duygusuyla saygı göstermesidir. Bunun dı şında, yeni padi şahın Dede’ye kar şı hiçbir kastı söz konusu de ğildir.

Đsmail Dede’nin “ şeytan ya da benli ğine yenik dü şme” korkusu: Đsmail Dede oyunun ba şından itibaren bu korku içerisinde ya şar. Önceleri korkusu sarayın ihti şamına kapılıp dervi şlikten taviz verme biçiminde yansıyan Dede, Şeyh’e şöyle der: “ Sarayda kaldı ğım

 

 zamanlar, şeyhim, Mevlevîli ğe ihanet ediyormuşum gibi bir duygunun sultasına giriyorum; bu dünyanın padi şahını öbür dünyanın padi şahına tercih edermi ş gibi oluyorum ” (s. 4).

Dede Efendi bir süre sonra padi şahın haremindeki cariyelerden II Gülnihal’e vurulur. Nefsine kar şı zorlu bir mücadele dönemine girmi ş olur böylece. Durumunu Şeyh’e şu şekilde anlatır:

“Sultan Selim’in yüce hatırı için çilemi vaktiyle tam doldurmadan dergâhı terk etti ğimden mi nedir(… ) Đkiye bölünmü şlü ğüm helâlimle, ömrünü bana adamı ş hatunumla onun(…) Şeyhim veya Hazret-i Pîr ya da yüceler yücesi Rabbim fakire sahip çıkmazsa şeytanın pençesine dü şmek üzereyim” (s. 23) . Ba şka bir gündeki musiki icrasının ardından II Gülnihal Dede’ye yakla şıp aşkını ifade eden sözler söyler. Dede sarsılır, “ Aklım sana emanet yâ Rabbi! ” (s. 67) diyerek çaresizli ğini, gönlünün ikiye bölünmü şlü ğünü anlatır.

II Gülnihal günahları fark edilirse öldürüleceklerini belirtti ğinde Dede, “… Öyle bir günah hiçbir zaman i şlenmeyecek aramızda. (…) Günah i şlersem, kellemi kaybetmekten daha a ğır bir şey vardır benim için. (…) Kendime saygımı kaybetmek” (s. 98-99) sözleriyle benli ğine hâkim olaca ğını, kararlılı ğını vurgulamak ister. Ancak, kız sokul arak a şk ezgileri terennüm edince Dede “ Yapma! Her türlü denetim üzerimden kalkmak üzre. (…) Kastin mi var bana? Dergâhtaki çilem bo şa mı gitsin istiyorsun? ” (s. 99) diyerek hâlâ benli ğine yenilme korkusunun oldu ğunu, aklıyla duyguları arasında kaldı ğını ortaya koymu ş olur. Bocalama devri sona ermemi ştir.

Bir süre sonra, rahatlamı ş olan II Gülnihal Dede’ye durumunu sorunca Đsmail Dede, “Rahatlamak bana haram. Hep böyle olmak zorundayım ben. (…) Harlı ate ş üstünde ” (s. 111) diyerek, dervi şin ya şam macerasını, nefsiyle sürekli yarı ş içinde olması gerekti ğini belirtmi ştir. Mevlâna için de “ Hazret-i Pîr çok sevmi ştir, çok; ama her kimi sevdiyse, takılıp kalmamı ş ona, Tanrı’ya açılmayı bilmi ştir daima ” (s. 112) şeklinde konu şarak, aslında kendisinin de ne yapması gerekti ğini ifade etmi ştir.

Đsmail Dede, zaman zaman imdada ça ğırdı ğı Mevlâna gibi, yukarıda da söylendi ği üzere, “… Her kimi sevdiyse, takılıp kalmamı ş ona, Tanrı’ya açılmayı bilmi ştir…” (s. 112). Özel ı şığında beliren Mevlâna, “ Ona gidiyoruz Đsmail, ona! Kendimizi bulmaya,

 

 kendimiz olmaya! ” (s. 118) diyerek menzile do ğru yol aldıklarını ifade etmi ştir eserin sonunda.

Dede Efendi, benli ğiyle hep mücadele içinde olmu ş, onu kontrol altında tutabilmeyi ba şarmı ş, sonunda vuslata ermek için Mevlâna’ya uymu ştur.

Şakir A ğa: Şakir A ğa, Sultan Mahmut’un musahibi, büyük bir bestekâr, ses sanatçısıdır. Dede’nin sözlerinden ö ğrendi ğimize göre, Đsmail Dede’nin ö ğrencisidir.

Sultan Mahmut, Dede’nin yanında Şakir A ğa’ya da muhabbet besler. Üçü birlikte Yeniçeri Oca ğı’nın artık katlanılamaz oldu ğundan söz ederken Sultan Mahmut, bestekârlara şunu söyler: “ Tanrı i şini biliyor do ğrusu; bir yandan yeniçeri belâsını sarıyor ba şıma, bir yandan da, onlara katlanabilmek, dahası, onlarla u ğra şabilmek için sizlerin dehasıyla destekliyor beni ” (s. 15). Bu sözler bestekârların ikisini de takdir etti ğinin göstergesidir.

Şakir A ğa benlik derdine dü şmü ş, Đsmail Dede’ye tuzak kurmu ştur. Bir gün Dellâlzade, Đsmail Dede’yi dergâhta bularak ona, “ Musahip Şakir A ğa sizi kıskandı ğından(…) Ferahnâk makamından bir fasıl besteleyerek padi şahın huzurunda sizi sessiz kalmaya zorlamayı umuyor ” (s. 30-31) der. Dede önce, “ Ada şım, günahını alma kimsenin. Kendisi çok güzel besteler yapan biri, neyini kıskanacak fakirin? ” (s. 30) diyerek buna ihtimal vermezse de Dellâlzade’nin açıklamasından sonra daha önce gördü ğü bir durumu hatırlayıp söylenenin gerçek olaca ğını şu sözlerle tasdikler: “ Enderun ko ğuşlarından birinin önünden geçiyordum birkaç gün önce, içerden bazı ezgiler duyup kulak verdim: Ferahnâk besteler çalınmaktaydı. Demek bunun hazırlı ğındaymı ş. Đlâhi Şakir A ğa… ” (s. 31). Dede, onun böyle dü şmanca bir şey pe şinde olmasına kızar. Aynı yöntemle onu kendi kazdı ğı kuyuya dü şürece ğini aşağıdaki sözlerle belirtir:

“Güzellik alanında yarı şmak iyidir, iyidir de(…) Hasmını seçerken dikkat etmek gerekir, senin yücelmene de yol açabilir hasım(…) Ezilmene de! (…) Demek Ferahnâk… Öyle olsun, Şakir A ğa! (…) Sevgili ada şım, sen de hazır ol, Çilingirzade Ahmet A ğa da hazır olsun. Aynı makamdan zincir usulünde bir Murabba ile bir A ğır Semâî besteleyip sizlere me şk edece ğim yakında” (s. 32). Bu sözler de gösteriyor ki, Đsmail Dede küçük hesapların insanı de ğildir; ancak kendisini hedef alan tasarıyı da kar şılıksız bırakmayacaktır. Hasmı kendi silâhıyla vuracaktır.



 Günün birinde Sultan Mahmut uzun süredir yer verilmeyen bir makamdan musiki icra edilmesini ister. Dede, “ Efendimiz, yeni bir makam icad etmi ş Şakir A ğa kulunuz. Hepimiz merak içindeyiz. Ferman buyursanız da, bu yeni güzellikten nasip almakta geç kalmasak ”(s. 49) diyerek Şakir A ğa’nın yapmayı planladı ğını yapar. Sultan Mahmut Şakir A ğa’ya “ Ne bekliyorsun Şakir? Eserini bize sunmaya kıyamıyor musun yoksa? ” (s. 49) deyince Şakir “ Bütün varlı ğım ve ondan üreyen her şey efendimizindir. Bir var ki(…) Đsmail Dede’nin sözünü etti ği fasıl tamamlanmadı daha. Eser tamamlandı ğında, efendimize sunmak ömrümün en büyük ödülü olacaktır ” (s. 49-50) sözleriyle faslın henüz tamamlanmadı ğını belirtir. Padi şahın bu noktadaki cevabı “ Sen efendine haksızlık ediyorsun Şakir. (…) Sen sunulmaya hazır olanları ortaya koyarsan, eksik olanları tahmin edemeyecek biri miyim ben? ” (s. 50) şeklindedir. Şakir Dede’ye kinle bakıp eserin tamamlanmı ş kısmını icra eder. Sultan Mahmut “ Pek güzel Şakir, pek güzel! ” (s. 50) sözleriyle takdir eder onu. Dede’nin fikrini de “ Sen ne dersin, dedem? Ustaca, de ğil mi? ” (s. 50) diyerek sorar. Dede be ğenisini “ De ğme ustaları imrendirecek kadar, padi şahım ” (s. 51) sözleriyle dile getirir. Sonra Dede icra eder bestesini. Sultan Mahmut Şakir A ğa’ya “ Şakir, Şakir! Dede musikide bir canavardır, sen onunla güreşemezsin ” (s. 52) diyerek, Şakir’e haddini bilmesini söyler. Yarışı Dede kazanmı ştır, ama o buna sevinemez. Hem Şakir’in bestesi de çok güzeldir, hem de Şakir A ğa üzül mü ştür. Dede “Aslına bakarsan, ada şım, ben onu kıskanırım yıllardır. (…) Sultan Selim zamanında fakir hocaydım Enderûn Mektebi’nde, Şakir’e hayli me şk ettim; senin anlayaca ğın, hocasıydım onun ” (s. 53-54) diyerek onunla münasebetini ve ona karşı duygularını ifade eder. Şakir A ğa’yı incitmek ten müteessir olan Dede, “ Sesini, okuyu şunu ” (s. 54) kıskandı ğını söyledi ği eski ö ğrencisini, “ Bu bakımdan üstüne yoktur Şakir’in ” (s. 54) diyerek takdir eder.

Şakir A ğa bundan sonraki kısımlarda zaman zaman musiki icra edilirken kar şımıza çıkacaktır.

Şakir A ğa, padi şahın musahibi derecesine yükselebilmi ş, bestekârlı ğı ve sesiyle devrin hükümdarı ile musikide zirve olan Đsmail Dede’yi kendisine hayran bırakacak kadar bu alanda söz sahibi olmu ş bir şahsiyettir. Ancak o, benli ğine yenik dü şüp, belki de Đsmail Dede’den daha büyük bir musiki erbabı oldu ğunu ispatlamak için, onu padi şah



 huzurunda zor durumda bırakmak ümidiyle bir plan hazırlama yoluna gitmi ştir. Fakat, bunda ba şarılı olamaz. Kazdı ğı kuyuya kendi dü şer, Dede’ye ma ğlûp olur.

Sultan Abdülmecit: Sultan Abdülmecit aynı zamanda bir müzisyendir. Piyano e şli ğinde Batı ezgileri çalar zaman zaman. Kendisinin Batı hayranlı ğı yönü öne çıkarılmı ştır eserde. Kendi iktidarının ba şladı ğı dönemi ölçüt alarak “ Bundan böyle Avrupalı gibi yenip içilecek, Avrupalı gibi giyinip e ğlenilecek; sözün kısası, Avrupalı gibi ya şanacak, yani uygarca ” (s. 103) der. Bu da gösteriyor ki, Sultan Abdülmecit Batı’nın her yönüyle örnek alınmasını istemektedir; ona göre ça ğda şla şmak Avrupalılar gibi ya şamaktır. Yine Sultan Abdülmecit’in “ … Yasaklıyorum esir ticaretini(…)Tiyatronun, Batı tiyatrosunun yurduma gelmesini dört gözle bekliyorum. (…) Her alanda yenilik şart, müzikte de, hele müzikte… ” (s. 103-104) şeklindeki sözleri, onun özellikle hangi alanlarda yenilik yapmak istedi ğini ortaya koyar.

Yeni padi şah, Dede ve arkada şlarıyla konu şurken “ Ne magnifique, de ğil mi? ”, “Naturellement! ”, “ Sans doute! ” (s. 104-105-106) gibi Fransızca sözler kullanmaktadır. Bu da onun garipsenmesindeki alafranga tavırlardandır.

Sultan Abdülmecit “ Bizim tek sesli musikimize kar şılık onlarınki polifonik(…) Bizim musiki tek kanatlı bir ku şsa, onların müzi ği iki, dört, hatta daha çok kanatlı bir ku ş. Uçuşları da ona göre olacak tabii” (s. 105) diyerek Batı müzi ğinin bizim musikimize üstün oldu ğunu ileri sürer.

“Ardına kadar Batı’ya açaca ğım bütün kapıları, onları güçlü ve üstün kılan ne varsa gelsin, girsin ülkeme. Bizi bo ğan karanlı ğımızı Batı’dan gelen ı şık da ğıtacak ” (s. 106) sözleriyle Avrupalının her şeyini benimsemek niyetinde oldu ğunu, kurtulu şumuzun tek çaresi olarak Batı’ nın ışığını gördü ğünü ifade eder Sultan Abdülmecit. Batılı anlamdaki yenilikler gerçekle ştirilebilirse, geçmi ş ve bugünün hakkının verilebilece ğini belirtir. “… Batı’dan alaca ğımız bilinç aydınlı ğı geçmi şimizi daha iyi görmemize, kendimizi daha iyi tanımamıza yol açacaktır ” (s. 108) der.

2.18.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

II Gülnihal: II Gülnihal, haremdeki cariyelerden biridir. Önceleri hazır olmadı ğı dü şünülerek me şkhaneye alınmadı ğı için Dede’nin musikisini uzaktan dinlemek zorunda kalmı ştır. Sonradan bunu Dede’ye şu sözlerle anlatır: “ Me şkhaneye 

 alınmadı ğım zamanlar sık sık gelir, kapı önünde sizi dinlerdim. Sesiniz sıcak bir nehir gibi dolardı içime. Öyle mutlu olurdum ki, hiç ölmeyecekmi şim gibi gelirdi bana ” (s. 66).

II Gülnihal koroya katıldıktan sonra Dede’ye yakla şma imkânını bulur. Bir gün musiki icrası bitince Harema ğası’ndan izin alarak Dede’ye şarkıyla ilgili soru sormak ister. Bu yolla a şkını itiraf etmek istemektedir. Bunda da ba şarılı olur. Dede’yi çekimine alır.

Dede, karısını kastedip II Gülnihal’e “ Sana Ferahfezâ diyece ğim karı şmamanız için ” (s. 56) dedi ğinde, II Gülnihal ona “ Merak etmeyin hocam, ben kimseyle karı şmam. (…) Onunla beni karı ştırmaktan korkuyorsunuz bana kalırsa ” (s. 56) şeklinde kar şılık vererek kendine güvenini, “nev’i şahsına münhasır” bir ki şili ğe oldu ğunu ortaya koymu ş olur.

Dede’ye sırılsıklam â şık olan II Gülnihal, Dede’nin sesini kastederek kendine “ Bu sesi dinledikçe ölüm yok sana Gülnihal ” (s. 66) biçiminde telkinde bulundu ğunu belirtir. Söyledi ği şarkılar ve şuhça hareketleriyle Dede’yi etkiler. Dede çaresizliğini “ Kastin mi var bana? Dergâhtaki çilem bo şa mı gitsin istiyorsun? ” (s. 99) diyerek dile getirir.

II Gülnihal, a şklarının padi şahça fark edilmesi durumunda ya şatılmayaca ğını bile bile Dede’yi arzulamaktadır. Kendilerine olan saygılarını yitirmenin ölümden daha büyük bir ceza olaca ğını söyleyen Đsmail Dede’ye de “ Ben bunları anlayacak durumda de ğilim ne yazık ki. Sıradan bir kadınım ben ” (s. 99) biçiminde yanıt vererek kendisi için de ğerlendirmede bulunur, a şkının ferman dinlemeyece ğini belirtir.

Haremden kaçmasının bile Dede’ye kavu şmak için yetersiz oldu ğunu ö ğrenen II Gülnihal, onun şarkılarında yer alaca ğı için mutlu olur. Bundan sonra kendisini o şekilde teselli edecektir. “ Şarkılarda olmak ne güzel! (…) Şarkı olmak ne güzel! ” (s.114) sözleriyle Dede’nin yanından uzakla şır.

Tanrı: Oyunda Tanrı’nın nitelikleri üzerinde durulmamı ştır. Ancak, Dede’nin Tanrı’ya ula şma yolunda çektikleri gündemde tutulmu ştur. Onun için, Đsmail Dede’nin bu türden kimi dü şünce ve eylemlerine yer verilecektir.

Đsmail Dede’nin asıl amacı ya şarken Tanrı’ya ula şmak, yani vahdete ermektir. Bunun için kendisi Mevlevî dervi şi olmu ş, çile doldurmu ştur.



 Oyunun ba şında Dede, Şeyh’e, saraya gitti ği zaman kendisini dünyevî padi şahla uhrevî padi şah arasında seçim yapmak zorunda kalmı ş da dünyevî padi şahı tercih etmi ş gibi hissetti ğini söyler. Bunun için de, saraydayken de Mevlevî sikkesini ba şından çıkarmak istemez.

Dede “ Bu dünyada bulunan her şey, çiçek, böcek, ku ş, yıldız, Tanrı’dan gelme oldu ğu için Tanrı’ya götürebilir insanları” (s. 12) dü şüncesindedir. Dede’nin nesneyi algılayı ş tarzı mutasavvıflarınkine benzer.

Dede II Gülnihal’le ülfetinden sonra Tanrı’dan yardım ister vahdete ula şma yolundan sapmamak için. “ Aklım sana emanet yâ Rabbi! ” (s. 67) der.

Đsmail Dede mutasavvıf ki şinin hedefinin vahdete ula ştıktan sonra oranın (vahdet ülkesinin) zenginli ğini bu dünyaya ta şımak oldu ğunu Sultan Mahmut’a cevap verme ba ğlamında şu şekilde dile getirir: “ Amaç, önce oraya varmak elbette; ancak orda kalmak de ğil, oranın zenginli ğini olabildi ğince aktarmak buraya, gelgeç varlı ğımızı mutlak varlıkla temellendirmek ” (s. 103).

Eserin sonunda Đsmail Dede, Mevlâna’nın kılavuzlu ğunda vuslata erer, Tanrı’ya ula şır.

Musiki: Oyunda musiki iki yönüyle kar şımıza çıkar. Dede ve arkada şları yerli musiki sever ve icra ederler. Donizetti Pa şa’nın maiyetindeki Muzıka-i Hümâyûn Bandosu ve Sultan Abdülmecit Batı müzi ğini temsil eder. Bu eserde musikiye ayrıca, “a şkın iletilmesinde kanal”lık i şlevinin yüklendi ğini söyleyebiliriz. II Gülnihal ile Dede birbirlerine kar şı duygularını ezgiler vasıtasıyla dile getirirler. II Gülnihal Harema ğası’ndan izin alıp soru sorma bahanesiyle Dede’nin yanına gitti ğinde ona şarkının “ Đnkâr etme sevdim seni ” (s. 18) dizesinde zorlandı ğını söyler. Amacı, duygularını dile getirmektir. Yine, “ Bendeyim ben sana / Merhamet kıl bana ” (s. 55), “El benimçün seni sarmı ş biliyor / Bu yalan kuluna pek güç geliyor ” (s. 56), “ Ey gül-i ba ğ-ı edâ / Sana oldum müptelâ ” (s. 64) gibi şarkı dizeleri de bu fonksiyonda kullanılmı ştır.

Dede büyük bir musiki şinastır, bestekârdır. Onun hamuru musiki ile yo ğrulmu ştur sanki. Karısının Dede’ye “ Ruhum benim, hangisi daha önemli sence? Musiki mi, ben mi? ” (s. 12) sorusunu sorması, Dede’nin musiki ile yekpâre oldu ğunu gösterir.



 Dede’nin ezgileri göklerde dola şır. Sultan Mahmut, Dede ve musikisiyle ilgili olarak “Yıldızların ahengini sa ğlayan ezgilerle doldurmu ş onun ruhunu; bir dokunsan şarkılar fı şkıracak her yerinden ” (s. 52) demektedir.

Dede’nin iki kadını da sevmesi ona acı çektirecek, bu da onun bestelerine yansıyacaktır. “Kanımı içime akıttım, kendi kendime yanıp durmaktayım sadece ” (s. 23) sözleriyle derdini ima eden Dede’ye Şeyh’in “ Demek ki çok güzel şeyler dinleyece ğiz dervi ş karde şimizden. Her şeyin bir bedeli vardır… ” (s. 23) şeklinde verdi ği kar şılık da bunu göstermektedir.

Dede’nin imdadına gelen Mevlâna Dede’ye “ Ezgilere çevir çekti ğin acıyı; o zaman hem sen rahatlarsın, hem de acın insanlar için zevk kayna ğına döner ” (s. 27) ö ğüdünü verir ve “ Korkun ne denli büyük olursa o denli büyük olur ne şenin kanatları da ” (s. 27) diyerek bu ikircikli hâlin Dede’nin musikisini besleyece ğini belirtir.

Sultan Mahmut öz musikimizden pek haz duyar, onu anlayarak sever. Đsmail Dede ile Şakir A ğa’ya söyledi ği “ Bu i şten anlarım ben, biliyorsunuz; yani kül yutmam kolay kolay. Beste yaparken ona göre davranın. Daima en iyisini isterim sizlerden, ben ya şarken de, benden sonra da ” (s. 17) sözleri buna tanıktır. Yine Sultan Mahmut, Türk musikisi ile Batı müzi ğinin çok yeni bir sentez ortaya çıkaraca ğı görü şündedir. Bunu “Batı musikisi bizimkiyle kar şıla ştı ğında yepyeni şeyler do ğacaktır mutlaka ” (s. 48) sözleriyle ifade eder.

Eserde, Sultan Selim’in de Türk musikisi hayranı ve bestekâr oldu ğu vurgulanmı ştır.

I Gülnihal: I Gülnihal Đsmail Dede’nin karısıdır. Yufka yürekli, evlât acısı çekmi ş, rikkatli bir kalbe sahip, kocasını seven bir kadındır. Musikiye yatkınlık onda da vardır. Dede’yle ve helva sohbetinde evine gelen misafir hanımlarla birlikte şarkı söylemesi buna örnek gösterilebilir.

Dede hem karısını sevmektedir, hem de II Gülnihal’e â şık olmu ştur. Bu, arada kalmı şlık onu diken üstünde tutar. Dede bu durumunu Mevlâna’ya şöylece anlatır:

“Bir gönülde iki sevda barınır mı, Pîr’im? Karım Gülnihal’i ilk günkü gibi seviyorum, fakiri varlı ğıyla da sevindirdi o, do ğurdu ğu çocuklarla da. Ancak, Tanrı’nın bildi ğini nasıl saklarım, onu da seviyorum, Đkinci Gülnihal’i de. Đki sevgi arasında kaldım, ikiye bölündüm. Böyle nasıl kalabilirim ayakta?” (s. 27).

 

 Oyunun ba şında I Gülnihal o ğulları Salih’in ölümünü kabullenmek istemez. Ancak, Dede onu ikna eder. Sonradan Hatice’yi dünyaya getiren I Gülnihal, onun üzerine titrer. Kızının do ğuşunu kom şu kadınlarla e ğlence yaparak kutlarlar.

I Gülnihal Dede’nin musiki ile bütünlü ğünü bildi ğinden ona “ Ruhum benim, hangisi daha önemli sence? Musiki mi, ben mi? ” (s. 12) sorusunu sorar. Bu da I Gülnihal’in musikiyi âdeta kendisine rakip gördü ğünü ortaya koyar.

I Gülnihal’in Dede’ye “Ferahfezâ”yı sorması, Dede’nin verdi ği cevaplardan tatmin olmaması, onun sanki II Gülnihal’den haberdar oldu ğunu ya da II Gülnihal’in varlı ğını sezinledi ğini dü şündürür bize.

I Gülnihal tek e şle evlili ği savunur. Okumu ş kadınlardan Batı’da çok e şle evlili ğin yasak oldu ğunu ö ğrenmi ştir.

I Gülnihal, II Gülnihal’e göre geleneksel tipte bir kadındır. Sadık bir e ş, annedir. Đçinde ya şadı ğı toplumun de ğerlerine ba ğlıdır, onlara uygun hareket eder. II Gülnihal nispeten serbest bir kadındır. Gelenekler onu çok ilgilendirmez. Dede kabul etse, haremden kaçmayı, bu yolda ölmeyi göze alabilir. Bu da onun daha özgür iradeli oldu ğunu ortaya koyar.

Hatice: Hatice Dede ile I Gülnihal’in do ğumunu merak ve hasretle bekledikleri kızlarıdır. Onun dünyaya gelmesi üzerine annesi, helva sohbeti adlı bir e ğlence düzenler kom şu kadınlarla beraber. Annesinin ninnileriyle be şikte uyuyan Hatice, eserde geni şçe ele alınmamı ştır.

2.18.2.4. Yönlendirici

Đsmail Dede’ye yol gösteren Mevlâna ile Şeyh oyundaki yönlendirici şahsiyetlerdir.

Şeyh: Şeyh Mevlevîhane’de çıkar hep kar şımıza. Bulundu ğu konumun da gere ği olarak pi şmi ş, sa ğlıklı dü şünebilen bir ki şidir. Dede zor durumda kalınca Şeyh’inin kendisine rehberlik etmesini ister.

Oyunun ba şında Dede’nin saraydayken de ba şındaki Mevlevî sikkesini çıkarmak istemeyi şinin sebebini açıklaması üzerine Şeyh ona “ Saray, şöhretinin bütün ülkeye yayılmasını sa ğlar. (…) Sen nasıl olsa, her yerde Mevlevî kalmayı ba şaracak çapta bir

 

 ruha sahipsin. Sen ne denli ünlenirsen, Mevlevîli ğin şanı da o denli artar ” (s. 4) diyerek kendisini sakinle ştirir. Sarayın tarikatleri için zararlı olmadı ğını, hatta gerekli oldu ğunu ortaya koyar.

Şeyh, yukarıda da de ğinildi ği gibi, olgun bir ki şili ğe sahiptir. Tevazu da onun özelliklerinden biridir. II Gülnihal’e vurulan Dede tekkeye gelip Şeyh’e şaşkınlık içerisinde oldu ğunu belirtince Şeyh’in ona “ Kendisi muhtaç bir dede nerde kaldı ba şkasına yardım ede ” (s. 22) biçiminde verdi ği yanıt, kendisinin alçakgönüllülü ğüne örneklik te şkil eder. Dede’nin, ikiye bölünmü şlü ğünü “ Kanımı içime akıttım, kendi kendime yanıp durmaktayım sadece ” (s. 23) sözleriyle anlatması üzerine Şeyh ona, “Demek ki çok güzel şeyler dinleyece ğiz dervi ş karde şimizden. Her şeyin bir bedeli vardır ve inceden incedir erenler yolu. Benlikle sava ş sava şların en büyü ğüdür, bu sava şı kazananlarsa fatihlerin en yücesi ” (s. 23) şeklinde telkinde bulunur. Đnsanları içten kavrayacak bir musikinin gerçekten ya şanan duyguların mahsulü oldu ğunu, vuslata ermenin / ilâhî sevgiliye kavu şmanın da çok çetin bir yolun sonuna ula şma ba şarısını göstermekle mümkün olaca ğını ortaya koymu ş olur böylece. “ Đnci ele geçmez denize dalmadıkça. (…) Ki şi yaktı ğı çera ğa pervane olmak gerek ” (s. 24) gibi sözleri de yine bu ba ğlamda söyler Şeyh. Dede “ Pîr a şkına şeyhim, ı şık tutun yoluma! ” (s. 25) diye yalvarınca Şeyh, durumun vahimli ğini ve a şka bakı şını “ Bu durumda şeyhin ne yapsın? Hem kimin elinden ne gelir bu durumda? Kolay kolay kafese girmeyen, yırtıcı, vah şî bir hayvandır a şk. Öte yandan, kolay zaptedilen a şka da a şk denmez ki be Đsmail’im ” (s. 25) sözleriyle dile getirir. Sonra da “ Aşkın ya şanması ya şanmamasından iyidir, Dedem. Senden önce Şeyh Galib de tutulmu ştu böyle bir sevdaya. Tanrı seni sınavdan geçiriyor, belli ki. (…) En iyisi, Hz. Pîr’in kapısını çalmak, suyu kayna ğından içmek ” (s. 26) diyerek Đsmail Dede’ye öneride bulunur, onu Mevlâna’ya yönlendirir.

Şeyh Mevlevîhane’deki ayinleri yönetir. Dervi şlere “ Tekkeyi bekleyen çorbayı içer derler, ama dergâha kapılanıp ekmek elden su gölden hesabı ya şamak da gerçek dervi şe yakı şmaz. Deve hacı olmaz gitmekle Mekke’ye, e şek dervi ş olmaz su ta şımakla tekkeye ” (s. 114) diyerek nasihatte bulunur, yapılacak i şte liyakatin önemli oldu ğunu vurgular, her i şin hakkını vermek gerekti ğini belirtir.

II Gülnihal dolayısıyla “ Şeyhim, ben yeterince pi şmedim anla şılan. Dervi ş Yunus gibi hâlâ dünya kokmaktayım. Bu benlik şehrini alt üst etmek gerek ” (s. 114) diyen Đsmail  

 Dede’ye Şeyh “ Hiç kimse için tam pi şmi ştir denemez. Amaç, benli ği yok etmek de ğil, buyruk altına almaktır. Benli ği yok edersen, neyle varacaksın üst benli ğe, özlenen varlı ğa? ” (s. 114) sözleriyle dervi şlikte uç noktalarda dola şmanın tehlikeli olaca ğını söyler. Đnsanın nefsini ortadan kaldırmasının mümkün olmadı ğını, zaten bunun do ğru bir şey olmayaca ğını belirtir. Đradesi olmayan insanın vuslata eremeyece ğini vurgular.

Mevlâna: Mevlâna zaman zaman özel ı şığıyla Đsmail Dede’ye görünse de bütün oyun onun etkisinde denebilir. Đsmail Dede’nin her hareketinde Mevlâna’nın gizli nüfuzu vardır. Mevlâna Mevlevîli ğin piri, Đsmail Dede’nin âdeta kontrolörüdür. Dede, yaptı ğı işte bir tereddüt içine dü ştü ğünde Mevlâna’yı hatırlar hep, onun fikrini merak eder. Saraydayken kendisini Mevlevîli ğe ihanet ediyormu ş gibi hisseden Đsmail Dede, Şeyh’e Hz.Pîr ’in bununla ilgili olarak ne dü şün dü ğünü sorunca, Şeyh ona “ Sarayın seni istemesi, onun, Hz. Pîr’in sayesindedir ancak. O uygun görmese, saray benimser miydi seni? ” (s. 4) yanıtını verir.

Şeyh, Dede’ye sevilen in kim oldu ğunu sorunca Dede, Mevlâna’nın sözlerine sı ğınır: “Bazan şarap adını taktım ona, bazan kadeh; bazan potadan sızdırılmı ş altın dedim ona, bazan ham gümü ş. Bazan yem dedim, bazan av, bazan tuzak; bütün bunlar adını açı ğa vurmamak için ” (s. 24). Şeyh durumun zorlu ğunu tasdik edip Dede’yi Hz. Mevlâna’ya yönlendirir.

Dede ça ğırınca “Gönülden ça ğrılınca, geldik. Bize bir adım yakla şana, iki adım varırız biz ” (s. 26) diyerek gelen Mevlâna, Dede’ye “ … Ben kendini daha iyi ya şaman, daha kendin olman için varım. Yoksa beni sevmek zarar verir sana ” (s. 27) şeklinde konu şarak kendisinin Mevlevî dervi şlerinin gönüllerinde bulunu ş sebebini açıkladıktan sonra, “ Aşk ya şanabilecek en büyük mutluluktur; â şıklıksa, çıkılabilecek en yüce mertebe. Ezgilere çevir çekti ğin acıyı; o zaman hem sen rahatlarsın, hem de acın insanlar için zevk kayna ğına döner ” (s. 27) sözleriyle ona yol gösterir. Böylelikle âşık hem en büyük saadeti tadacak, hem de insanların kendi besteleri sayesinde göklere yükselmesini sa ğlayacaktır. Đki kadını da sevdi ğini söyleyen Dede’ye Hz. Pîr, “ Đkisinin de üstüne yükselerek, sevgililer sevgilisine ula şmaya çabalayarak ” (s. 27) ayakta kalabilir sin, ö ğüdünü verir. Dede’ye “Leylâ”lara takılıp kalmayarak “Mevlâ”ya ula şması yolunu i şaret eder.

 

 Mevlâna musikiye büyük de ğer verir. Onu vuslata ermede bir araç olarak görür. Đsmail Dede’yi de bu araçla ilâhî sevgiliye yürümeye kılavuzlamak ister. Şöyle der ona: “Tanrı’ya ula şmanın en güvenli, en şaşmaz yollarından biridir musiki. Tanrı niye verdi bu yetene ği sana? Kendisine yükselmen, O’na kavu şman için ” (s. 28).

Mevlâna, Dede’ye a şkın alevleri içinde yanmadan, büyük zorluklar a şmadan olgunla şmanın, dolayısıyla vahdet diyarına ula şmanın mümkün olmadı ğını şu sözlerle belirterek görünmez olur: “ Doru ğa varılmaz yamaçlara tırmanmadan. / Ruhun olgunla şamaz kederlere kanmadan. / Ezgilerin ba şka gönüllere kor dü şürmez / Kerem gibi kendi alevlerinle yanmadan ” (s. 29).

Bir süre sonra, II Gülnihal’e takılıp vuslata erme yolundan ayrılabilece ğinden yine kaygılar içreyken Dede, yeniden Mevlâna’yı imdada çağırır. Mevlâna Đsmail Dede’ye şunları söyleyerek, aşktan kaçmanın anlamsız oldu ğunu, ilâhî sevgiliye ula şmak için a şk ate şiyle iyice pi şmek gerekti ğini tekrar söyler:

“Arıtan ate şte yanmamak olmaz. / Kutsal acıya katlanmamak olmaz. / O canlar canına a ğmaksa konu / Zümrüdüanka’yı anmamak olmaz. (…) Güzele giden yolu bilerek uzatmalı. / Varmak için de geceyi gündüze katmalı. / Bu ölümlü dünyada verilenle yetinip / ölümsüzlü ğü kendi çabanla tatmalı. (…) Tanrı’nın soluğu vardır hayatın her ânında. / Bugünü tam ya şarsan, dün de kurtulur, yarın da. / Bütün yıldızlarından alkı ş tutarsın kendine / perdeyi kaldırıp üst bilince uyandı ğında” (s. 69). Eserin sonunda koro, “ Mevlânâ geliyor, yana yana geliyor, / yürekleri kaygıdan arıtmak için / dünyayı saran karanlı ğı da ğıtmak için / Mevlânâ geliyor, sana bana geliyor! ” (s. 116) diyerek Mevlâna’nın geli ş sebebini, dolayısıyla manevî i şlevini belirtir. Sema eder hâldeki Mevlâna da “ Sema, göklere yoldur, kapıdır; / can ku şuna koldur, kanattır sema. / Dört yanda pusuya yatanı gördüm, / meyveyi çürüteni kökleri kurutanı gördüm; / i şe dönmeyen âvâre dü şlerde / dü şten uzak kısırla şan i şlerde gördüm, / onun için semaya durdum. ” (s. 117) sözleriyle semanın ne oldu ğunu belirten tanımlayan, kendisinin sema etme sebebini açıklayan dizeler söyler. Sonra da “ Ona gidiyoruz Đsmail, ona / altın olmayanı altın yapana, / altının tükenmez kayna ğına! (…) Ona gidiyoruz Đsmail, ona! Kendimizi bulmaya, kendimiz olmaya! ” (s. 118) diyerek Đsmail Dede’yi çekimine alır. Đkisi birlikte gö ğe a ğarlar, vuslata ko şarlar.

 

 Mevlevîli ğin pîri olan Mevlâna, vahdet diyarına ula şmak isteyen bir sâlik konumundaki Đsmail Dede’ye bu zorlu yolculuk boyunca kılavuzluk etmi ş, sonunda onun vuslata ermesine vesile olmu ştur. Böylelikle i şlevini yerine getirmi ştir.

2.18.2.5. Alıcı

Sultan Mahmut: Sultan Mahmut, Dede’nin bestelerini büyük bir zevkle dinledi ği, gönlünü onun besteleriyle besledi ği için alıcı şahsiyetler içinde de ğerlendirilmi ştir.

Sultan Mahmut, bilindi ği üzere, Osmanlı hükümdarıdır. Bununla birlikte bir Mevlevî, sanatseverdir. Özellikle yerli musikimize pek dü şkündür. Onu anlayarak sever. Ça ğda şı Đsmail Dede Efendi musikide bir zirve oldu ğu için, onun kendi devr inde sıkıntı çek mesinin kendisini vebal altında bırakaca ğını dü şünür. Dede için Akbıyık isimli bir yerde bir konak yaptırmı ştır. Ona “Güle güle otur, bol bol beste yap. Bahçıvan bir gül için bin dikene hizmet eder ” (s. 2) der. “Sultânî Yegâh” makamını ortaya koymuş ve bu makamda besteler yapmı ş olan Đsmail Dede’yi “ Aslan Dede! Cihan bestekârı! ” (s. 62) olarak nitelendirir ve “ Yüceler yücesi Rabbime şükürler olsun ki aynı ça ğda ya şıyoruz seninle ” (s. 63) diyerek onun ça ğda şı olmaktan duydu ğu ta şkın sevinci ifade eder.

Sultan Mahmut güçlü bir padi şahtır. Yeniçeri belâsını artık defedip devre uygun sava şmayı bilen bir ordu kurmak istemektedir. Yeniçerileri kastederek “ Yakında kazıyaca ğım onları yeryüzünden. (…) Đlk fırsatta yok edece ğim onları ” (s. 14-15) demektedir. “ Sava ş fennini, bu ça ğa uygun sava ş sanatını… ” (s. 14) ö ğrenecek yeni bir ordu kurmayı arzular.

Sultan Mahmut yenilikçi bir padi şahtır. Hemen her alanda devrim yapmak ister. Kadınla erke ğin bir arada oynamasını ister örne ğin. “ Kadınla erkek insan denilen e şsiz, ola ğanüstü varlı ğın birbirini bütünleyen iki parçasıdır; birlikte yaşadıklarına göre, neden birlikte oynamasınlar efendim? ” (s. 47) der bu ba ğlamda.

Sultan Mahmut Batı müzi ğine de ilgi duymakta, bizim musikimizle yeni bir sentez olu şturaca ğını dü şünmektedir. “ Batı musikisi bizimkiyle kar şıla ştığında yepyeni şeyler do ğacaktır mutlaka ” (s. 48) sözleri kendisinin bu görü şünü ortaya koymaktadır. Dede’nin de Batı müzi ği hakkındaki görü şlerini sorar.



 Donizetti Pa şa’ya Muzıka-i Hümâyûn Bandosu’nu kurdurması ve o grubun icra edece ği Mahmudiye Mar şı’nın artık resmî kurumlarda dinlenecek olması da Sultan Mahmut’un yeniliklerindendir.

Artık üzerinde hastalık belirtileri görülen Sultan Mahmut, Dede’den bir Ferahfezâ Âyin ister. Ona, “ Bu, en büyük devlet adamlarına takılan ni şandır, sen de en büyüklerden birisin ” (s. 94) diyerek “tasvîr-i hümâyûn ni şanı”nı takar.

Yaptı ğı yeniliklerden ötürü “gâvur padi şah” olarak anılan Sultan Mahmut, “ Avrupa’ya benzemezsek Asya’ya çekilmemizden ba şka çare yok. Onlar gibi olmazsak, nasıl ba ş ederiz onlarla? ” (s. 95) görü şündedir. “ Onlar gibi olmak” tan kastı, “ Onlar gibi, ça ğla oturup ça ğla kalkmak, ça ğla birlikte soluk almaktır ” (s. 95). Padi şah, böylelikle Avrupa’yı körü körüne taklitten yana olmadı ğını, onu güçlü kılan tarafları benimsememiz gerekti ğini ortaya koymu ş olur. Artık, Sultan Mahmut’un foto ğrafı resmî kurumlara asılacaktır. Đlk kez nüfus sayımı yapılmı ş, gazete çıkarılmaya ba şlanmı ştır. Tiyatro, opera, operet, tıbbiye, harbiyenin de ülkemize gelmesi onun döneminde olmu ştur.

Sultan Mahmut Yeniçeri Oca ğı’nı kaldırmı ş, onun yerine kurdu ğu orduda bir kumandan gibi görev yapmı ştır. Bunu “ Yeni ordunun kurulmasında, inan olsun, ba ştan beri bir albay gibi çalı ştım ve çalı şaca ğım; kar, ya ğmur, çamur demeyip askerin ba şında talime çıktım ve çıkmaya devam edece ğim… ” (s. 96) sözleriyle dile getirir.

Hükümdar, devletin içinde bulundu ğu durumun kaygı verici oldu ğunun farkındadır. Đmparatorluk çökerse kötü şeyler olaca ğını bilir. Bir yandan da yenilik hareketlerinin kalıcı olması için elinden geleni yapar. Bunları Dede ve beraberindekilere şu şekilde anlatır:

“Bizim i şimiz çok zor, çok; çünkü yalnız kendimizi de ğil, şanlı atalarımızı da kurtarmak zorundayız biz. Bu devlet yıkılır, millet tutsak olursa, sorarım size, Süleymaniye’de, Selimiye’de, Sultanahmet’te nasıl namaz kılar Müslümanlar? Ben Müslüman’ı camide, Hıristiyan’ı kilisede, Musevî’yi havrada tanıyorum. (…) Bundan böyle, bana kar şı gelenler bile benim dü şmanım olarak de ğil, hayır, kurulan yeni düzenin dü şmanları olarak yargılanacak. Gömlek de ğiştirmek gerek. Yenile şmezsek, çürüyüp yok olaca ğız” (s. 96). Ferahfezâ Âyin’i dinleme şerefine eri şen Sultan Mahmut Dede’nin dehasını takdir eder. Artık ölüme yakla ştı ğını anlamı ştır. “ Gönüldür bu, her zaman ölümsüzlük özler. /



 Ölümse gece gündüz pusuda yol gözler. / Hangi soylu hazlar pe şinde ko şarsan ko ş… / En güzel şarkıyı bile sessizlik izler. (…) Bu bir kervansaraydır dedem, konan göçer ” (s. 103) Dede’ye söyledi ği son sözlerdir. Đzleyen kısımda padi şahın öldü ğünü anlıyoruz.

Sultan Mahmut, iradeli, gözü pek, yenilikçi, şanlı geçmi şini özleyen ve ona saygı duyan bir ki şili ğe sahiptir. Sanat zevki incelmi ştir, Dede’ye ve musikisine büyük de ğer verir. Batılı anlamda birçok kurum olu şturmu ş, devletin ba şına belâ durumundaki Yeniçeri Oca ğı’nı kaldırarak ça ğa uygun sava şmayı ö ğretebilece ği yeni bir ordu kurmu ştur. Ömrünün müsaade etti ği derecede devleti çökü şten kurtarmak için çaba sarf etmi ştir.

Đstanbullular: Đstanbullular da Dede’nin muhte şem bestelerini duyma lütfuna erebildikleri için kısmen de olsa bu kategoriye dâhil edilmi ştir. Đstanbullular ayrıntılı olarak i şlenmemi ştir eserde.

II Gülnihal: II Gülnihal’e bu grupta da yer verilmesinin sebebi, Dede’nin kimi şarkılarına ilham kayna ğı olması dolayısıyla şarkılarda yer alması, adının duyulmasıdır. “Yine bir gülnihal aldı bu gölümü. ” şarkısı bunlardan biridir.

II Gülnihal daha önce ayrıntılı biçimde incelendi ğinden burada üzerinde çok durulmayacaktır.

2.18.2.6. Yardımcı

Dellâlzade Đsmail: Dellâlzade de bir musiki şinastır, Dede’nin ö ğrencisidir. Hep Dede’nin yanında yer almı ş, onu desteklemi ştir. Şakir A ğa’nın Dede aleyhine bir tuzak kurdu ğu haberini Đsmail Dede’ye Dellâlzade getirir. “ Ustalık, güzellik ve belâgat bakımından ” (s. 53) Dede’nin bestelerini Şakir A ğa’nınkilerden üstün bulan Dellâlzade, Dede’ye hayranlı ğını, “ Sizin gibisi kolay gelmez dünyaya. (…) Sizdeki kudret hangi nefiste bulunsa, doruklara çıkar mutlaka ” (s. 30) sözleriyle belirtir.

Dellâlzade ba şka bir sefer de Sultan Mahmut’un bir Ferahfezâ Âyin istedi ği haberini iletir Đsmail Dede’ye. Bu vesileyle Đsmail Dede’ye onun sanatı, büyük mutasavvıflar, Batılı yeniliklerle ilgili dü şüncesini sorma imkânı bulur.

Dellâlzade, Đsmail Dede’yle birlikte Meddah’ın hikâyesini de dinlemi ştir. Bu esnada zaman zaman kan beynine sıçrayan Dede’yi Dellâlzade teskin eder.



 Dellâlzade “Yeni padi şahımızı nasıl buldunuz? ” (s. 114) diyerek Dede’nin Sultan Abdülmecit hakkındaki fikrini sorar. Dede’nin karamsarlı ğına kar şın Dellâlzade daha olumlu dü şünmektedir, “ Gerçi piyano çalıyor, Avrupalı bestecileri tercih ediyor bize; ama bizi de dinliyor, bize de saygılı, hocam ” (s. 115) der. “ Halk bizden yana olacak daima, bizi yabancılara tercih edecek ” (s. 115) sözleriyle halka olan inancını dile getirir, Batı müzi ği kar şısında öz musikimizin kaybolmayaca ğını söyler.

Dede oyunun sonunda son ilâhisini kastederek “ Bu da, öncekiler de sana, sizlere emanet. Nota şart, ada şım, nota şart ” (s. 116) diyerek bestelerini muhafaza etmesini ister ondan. Böyle önemli bir ödevi yerine getirmekle yükümlendirir Dellâlzade Đsmail’i.

Sultan Mahmut: Sultan Mahmut, Dede’nin muhte şem bestelerine yenilerini katması için ona daha fazla olanak sa ğlaması dolayısıyla bu grupta da ele alınmı ştır. Hükümdar Đsmail Dede için saray yakınındaki Akbıyık semtinde güzel bir konak yaptırmı ştır. Ona “Güle güle otur, bol bol beste yap. Bahçıvan bir gül için bin dikene hizmet eder. ” (s. 2) der. Yine kendisine sanat alanındaki hizmetinden dolayı “tasvîr-i hümâyûn ni şanı”nı takar. Görü ştü ğü her seferde onun sanatına duydu ğu saygıyı, kendisini takdirini sözlü olarak da ifade eder.

Sultan Mahmut daha önce ayrıntılı olarak incelendi ği için, burada, Dede’nin musikisini beslemek için çaba sarf etti ği birkaç noktaya de ğinilmi ştir sadece.

Donizetti Pa şa (Maestro Donizetti): Donizetti, Đsmail Dede’yi nota kullanmanın gerekli oldu ğuna ikna etmesi, dolayısıyla onun eserlerinin kalıcı olmasına nispeten de olsa katkıda bulunması sebebiyle yardımcı şahıslar içinde ele alınmı ştır.

Donizetti Pa şa Đtalyan asıllı bir subaydır. Sultan Mahmut’un emriyle Muzıka-i Hümâyûn Bandosu’nu kurmu ş, Mahmudiye Mar şı’nı bestelemi ştir. Bundan sonra orduda, devlet dairelerinde mehter ezgileri yerine bu mar ş dinlenecektir. Donizetti Pa şa “Mehter müzi ği çok de ğişik, etkileyici ” (s. 61) diyerek onu be ğendi ğini belirtir.

Donizetti’nin “ Dede’ye kar şı çok kibar ” (s. 109) oldu ğu belirtilir eserde. Donizetti, Dede’nin “ Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü ” (s. 109) dizesiyle ba şlayan Rast Şarkı’sını çok be ğenir, şarkıyı “ Çok güzel, çok! Batı… nasıl diyorsunuz, havasında. Dinlerken dans etmek istiyor insan. (…) Gerçekten güzel. Gerçekten ” (s. 109) sözleriyle 

 de ğerlendirir. “ Eserin notasını görmek isterdim ” (s. 109) deyince bizim kültürümüzde notanın olmadı ğı belirtilir. Ancak o, Dede’ye hitaben “ Kim bilir kaç güzel eseriniz kayboldu şimdiye kadar… ” (s. 110) şeklinde konu şarak nota nın şart oldu ğuna ikna eder Dede’yi.

Eserde Donizetti Pa şa’nın şahsiyeti daha ayrıntılı olarak i şlenmemi ştir.

Meddah: Meddah, hikâyesi sırasında Dede Efendi’nin bestelerini okuyarak bunların halk arasında yayılmasını sa ğladı ğı için yardımcı şahıs kabul edilmi ştir.

Meddah son derece şakacı, i şini iyi yapan, seyirciyi e ğlendiren, ba ğlama özgü beyitleri, dizeleri bulup gedi ğine koyan, söz oyunlarında ba şarılı, hazırcevap bir şahıstır. Aynı zamanda bir rint edasına sahiptir. “ Harabat ehline hor bakma sakın, defineye malik vîrâneler vardır ” (s. 85) der. Seyircileri oyuna hazırlamak için genel bir giri ş yaptıktan sonra Dede’nin Mâhûr Beste’sini okur. “ Eseri bozuk düzen okudu ğundan ” (s. 82) Dede ona çıkı şır. Biraz münaka şa etmelerinden sonra Meddah, “ Đsmail ile Gülnihal’in Önlenemez A şkı” isimli hikâyesini anlatır. Herkesi kırıp geçirir. Dede ona Mâhûr Beste’yi çok mu sev di ğini sorunca Meddah “ Onu bestelemi ş olmak için, inan olsun, ömrümün yarısını verirdim; onu do ğru dürüst okuyabilmek için de ömrümün dörtte birini ” (s. 88) cevabını verir. Bu da kendisinin Dede’ye, onun ı şıklı eserine ne kadar hayran oldu ğunu, besteyi ne kadar takdire şayan buldu ğunu gösterir.

Meddah, kar şısındakilerin Đsmail Dede ile Dellâlzade oldu ğunu ö ğrenmi ştir. Dede’ye “Muhte şem eserine haksızlık etti ğim için ba ğışla beni, yâ Hazret-i Mevlânâ! ” (s. 88) diyerek ondan özür diler. Đsmail Dede de “Hâ şâ Hazret-i Mevlânâ de ğilim ben, onun yolunda bir fakir Mevlevî’yim ” (s. 88) dedi ğinde Meddah’ın kar şılı ğı “ Her Mevlevî biraz Mevlânâ’dır üstadım ” (s. 89) olur. Onun bu sözleri Mevlevîli ğe bakı şını, sempatisini, Mevlâna ve Đsmail Dede’yi ne kadar yüce algıladı ğını ortaya koyar. Dede’ye “ Üstadım, şarkını okumama kızman şaşırttı beni do ğrusu. Tersine, halka mal olmu ş eserim diyerek sevinmen gerekmez miydi? Halkın diline geçmek, gönüllere girmek az şey mi? ” (s. 89) diyerek, ona hayranlı ğını dile getirir yine, Dede’nin ne kadar sevildi ğini göstermi ş olur. “ Halktan şaşma Dedem, haddim olmayarak ” (s. 90) sözüyle de ona bir öneride bulunmu ştur. Dede de Meddah’a, “ Halkı ihmal etmek ne haddimize! Onun fakiri benimsemesi en büyük özlemim; ama beni oldu ğum gibi, yanlı şsız,



 çarpıtılmadan tanıyıp sevsin isterim ” (s. 90) şeklinde yanıt verir. Meddah hikâyesinde gerçe ğe aykırı şeyler oldu ğunu kabul edip “ Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz ” (s. 89), “ … Hikâyenin do ğrusundan de ğil, güzelinden ho şlanır halk, yani kendisinin güzel buldu ğundan. (…) O hikâyeyi tuttu bunlar ” (s. 91) sözleriyle savunur kendisini.

Tulumbacı: Tulumbacı da yine Dede açısından, Meddah’a benzer bir i şlev yüklenmi ştir. O da Dede’nin bestelerinin dillerde dola şmasını, ö ğrenilmesini sa ğlar. Meddah hikâyeye ba şlamadan önce Dede’nin Mâhûr Beste’sini bozuk düzen okur. Eserinin bu hâle getirilmesine kızan Dede, Meddah’a “ Kiminle me şk ettin, kim geçti bu besteyi sana? ” (s. 83) diye sorar. Meddah da eseri Tulumbacı’dan ö ğrendi ğini söyler ve ekler: “ Güzel okuyordu ama. Bir dinleyi şte kaptım şarkıyı… ” (s. 83).

Söz konusu Tulumbacı Meddah, Dede ve Dellâlzade ile konu şurken oradan geçmektedir. O da rint bir ki şili ğe sahiptir. O anda içkilidir. Dede’nin “ Bîvefâ bir çe şm-i bîdâd ne yaman aldattı beni ” (s. 92) biçiminde ba şlayan Gül’izâr Şarkı’sını söylemekte, “Cihar attım şeş oynadım yine felek yendi beni ” (s. 92) dizesini tekrarlamaktadır. Meddah ona “ Okudu ğun şarkı kimin aslanım? ” (s. 92) diye sordu ğunda Tulumbacı “Benim, Allah’ıma! ” (s. 92) cevabını verir. Meddah “ Nasıl senin? ” (s. 92) şeklinde ısrar edince Tulumbacı “ Bunun nasılı olur mu abici ğim? Benim demek, benim demektir, anladın mı(…) Benim yüre ğimden kopup geliyor bu ezgiler, ba şka kimin olabilir, Allah’ını seversen? ” (s. 92) şeklinde yanıt verir. Bu da gösteriyor ki, Đsmail Dede’nin besteleri halka mal olmu ş, gönüllere girmi ştir. Herkes bu besteleri severek okumakta, hatta benimsemektedir.

2.18.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Saraydaki musiki grubunu te şkil eden hanende ve sazendeler, dansçılar, Mevlevîhane’deki semazenler, I Gülnihal’in sazlı helva sohbetine gelen kom şu kadınlar, saraylılar, meddahın seyircileri ve oyunun genelinde sözü edilen, eserin sonunda sahneye dolu şan seyirciler ( Đstanbullular) ve Harem A ğası bu grupta yer alan kahramanlardır. Eserde bunlarla ilgili ayrıntı yoktur. Hanende ve sazendeler musiki icrasında görev alırlar. Dansçılar ezgiler e şli ğinde oynar. Kom şu kadınlar da I Gülnihal’le beraber ne şeli şarkılar söyleyip oynarlar. Saraylılar, Sultan Mahmut rahatsızlanınca yanına ko şarlar. Harem A ğası haremdeki cariyelerden sorumludur, II

 

 Gülnihal ondan izin ister, Đsmail Dede’ye soru soraca ğını söyleyerek. I Gülnihal ile Dede’nin yer aldı ğı sahnelerin birinde I Gülnihal seyircilere yönelik olarak “ Çevir kazı yanmasın ” (s. 75) der. Meddah’ın seyircileri onun hikâye anlatması esnasında ara sıra söze karı şırlar.

2.18.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Piyeste dekoratif şahıslar dı şında altısı kadın, on üçü erkek olmak üzere on dokuz ki şi bulunmaktadır. Đsmail Dede Efendi, Sultan II. Mahmut, Şeyh, Şakir A ğa, Dellâlzade Đsmail Efendi, Mevlâna, Harem A ğası, Donizetti Pa şa, Meddah, Tulumbacı, I ve II Seyirci, Sultan Abdülmecit, erkek kahramanlar; I Gülnihal, I, II, III ve IV Kadın ile II Gülnihal, kadın kahramanlardır. Bunların dı şında oyunda, hanendeler, sazendeler, saraylılar, kom şu kadınlar, Đstanbullular da yer almaktadır.

Eserde üzerinde en çok durulan ki şi, Đsmail Dede Efendi’dir. Dede Efendi, karakter olarak ele alınmı ş, psikolojik ve bestekârlık yönüyle yansıtılmı ştır. Tavırlarıyla ve konu şmalarıyla sunulmu ştur. Tarihî bir ki şi, klasik Türk musikisinin zirvedeki bestekârlarından biridir. Musiki ile dervi şli ği şahsında birle ştirmi ştir. Đki kadını aynı anda sevdi ği hâlde onlara takılıp kalmamı ş, onlar vasıtasıyla Tanrı’ya yükselmeyi bilmi ş, Mevlâna’yı izleyerek vuslata ula şmı ştır. Bu açıdan, yazar tarafından yüceltilmi ştir. Dede’nin sunulu şu, etkileyicidir.

Yine Bir Gülnihal, Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu oyunlarından biridir. Müzikli bir oyundur. Eserde klasik Türk musikisi geni ş bir yer tutar. Bunun yanında, halk ezgilerine de yer verilmi ştir. Piyeste Dede Efendi’den ba şka, Sultan Mahmut, Sultan Abdülmecit, Dellâlzade Đsmail Efendi gibi ba şka tarihî ki şiler de bulunmaktadır. Yazar, kahramanlarını genellikle tip olarak ele almı ş, psikolojik boyutlarıyla sunmu ştur. Onlara kar şı objektif bir yakla şım içerisinde olmu ştur. Oyunda Meddah’ın bulunması, yazarın geleneksel temaşa sanatlarımızdan faydalandı ğını ortaya koyar. Meddah, aynı zamanda yazarın sözünü emanet etti ği şahıstır; sanatçının eserlerinin halka mal olması, Dede Efendi’nin bestelerinin çok de ğerli olması konusunda Oflazo ğlu’nun dü şüncesini yansıtmı ştır.

2.19. Korkut Ata

2.19.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti  

 Korkut Ata 29 iki perdelik bir oyundur.

Birinci perde: Korkut, dü şünde Azrail’in kendisi için mezar kazdı ğını görmü ştür. Deh şet içinde uyanır. Azrail’e kendisinden kurtulu ş olup olmadı ğını (s. 1) sorar. Azrail de ona gerçe ği bildi ğini belirtir. Korkut topuzunu kaldırmı ştır Azrail’e. Azrail de onu ayıplar ve daha ince bir yol (s. 2) bulmasını tavsiye eder. Azrail gittikten bir süre sonra Korkut’un elinde topuz yerine kopuz vardır. Topuzu bırakıp kopuzu aldı ğını, bu iki aracın nasıl yapıldı ğını ve özelli ğini terennüm eder. Azrail de gelip onu izlemeye koyulur. Korkut kendi ezgilerinden dolayı mutludur. Bu ezgilerde, önceden her şeyin kendisine ölümü hatırlattı ğını, ölümden uzakla şmaya çalı şırken ölümle sürekli kar şı kar şıya geldi ğini, ancak şimdi ölüm dü şüncesini yendi ğini, ölümü korkutan ol du ğunu, şimdiden geri kopuzu e şli ğinde güzel ya şamı anlataca ğını, kendisinin ya şamın bekçisi olaca ğını dile getirir (s. 3-4). Azrail Korkut’u alkı şlayınca Korkut ürperip saz ve sözüne ara verir. Azrail na ğme ve anlatıları sürdü ğü müddetçe kendisine dokunmayaca ğını söyler Korkut’a. Korkut kopuzunu alıp O ğuz boylarına seslenerek onlar için de çaldı ğını söyler. Kadın ve erkeklerden müte şekkil kalabalık bir grup gelmi ştir. Hepsi birlikte Korkut Ata’nın kopuz çalmasını, kopuz çalarak korkuyu korkutmasını isterler. Bir süre halay çektikten sonra Korkut’u çevreleyerek oturup onu dinlemeye ba şlarlar. Korkut kopuzu e şli ğinde do ğanın, gelmi ş geçmi ş ataların ve çocukların, kopuzuyla dile geldi ğini, musikisinin dünyaya renk kattı ğını, ya şama sevincini artırdı ğını söyler (s. 5- 6). “Birlikte” olarak anlatılan kadınlı erkekli grup her seferinde “ Çal Korkut, çal! ” (s. 4- 5-6) der. Korkut O ğuz boylarına seslenerek onlara birkaç çe şit kadın oldu ğunu söyler. Korkut’tan erkeklerden de söz etmesi istenir. Korkut da Bayındır Han’ın yılda bir defa düzenledi ği şölenden söz eder. Bayındır Han gelir; bir yere ak, bir yere kızıl, bir yere de kara ota ğ kurdurur. O ğuz beylerinden o ğlu olan ak ota ğa, kızı olan kızıl otağa, çocu ğu olmayan da kara ota ğa oturtulacaktır. Dirse Han’ın o ğlu da, kızı da yoktur. Kendisinin kara ota ğa oturtulmasını ister Bayındır Han, Tanrı’nın hor gördü ğünü kendilerinin de hakir kabul edeceklerini ifade eder. Bunun üzerine Dirse Han, karısı Tomur Hatun’a hitap edip Bayındır Han’ın neden böyle davrandı ğını sorar. Onu aya ğını altına alıp çi ğneyece ğini söyler. Korkut olaya müdahale edip kadını suçlamaması gerekti ğini söyler Dirse Han’a ve aç doyurmak, çıplak giydirmek, borçluya yardım etmek gibi bir

  6`C:

 

 hayır i şinde bulunup bulunmadı ğını sorar. Korkut’un da yönlendirmesiyle Tomur Hatun Dirse Han’ın bir şölen vermesini ister. Tanrı’nın, bir a ğzı dualının duasını duyup kendilerine nur topu gibi bir o ğul verebilece ğini (s. 14) dü şünmektedir.

Tanrı bunların sesini duymu ş, ikisine bir o ğlan vermi ştir. O ğlan on be ş ya şına geldi ğinde yi ğit mi yi ğit bir delikanlı olmu ştur. Arkada şlarıyla oynarken bir bo ğa peyda olur. Arkada şları kaçar, o ğlan bo ğayı alt eder. Korkut da Dirse Han’a o ğlana beylik vermesini söyler, oğlanın adını “Bo ğaç” koyar. Ancak, Bo ğaç, bey olunca sadece kendi adamlarıyla görü şüp konu şur olmu ş; babasının adamlarına aldırmaz olmu ştur. Hikâyeyi anlatan Korkut Ata, Azrail’i görünce irkilir ve ona i şinin henüz bitmedi ğini söyler. Azrail gider. Korkut da hikâyesini anlatmaya devam eder. Bo ğaç Han’ın bu davranı şını babasının adamları Dirse Han’a abartarak anlatırlar, Bo ğaç’ın öldürülmesini isterler. Babanın öfkesini artırmak için o ğlun şarap içip annesiyle sohbet eyledi ğini, üstelik Bo ğaç’ın bu hareketlerinin Bayındır Han’a da iletildi ğini söylerler. Dirse Han küplere binmi ştir. O ğlunu ça ğırır ve birlikte ava çıkacaklarını, o ğlunun nasıl avlandı ğını görmek istedi ğini belirtir. Beraberce ava çıkarlar. Dirse Han okunu o ğlunu iki kürek kemi ği arasına saplamı ştır. Bo ğaç’ın annesi Tomur Hatun, kocasına oğlunun nerede oldu ğunu sorar. Dirse Han susmaktadır. Beylerinden biri o ğlanın avda, sa ğ oldu ğunu söyler. Kadın inanmamı ştır. Kızlarla birlikte Bo ğaç’ı aramaya giderler. Bo ğaç’ın yarasını iyile ştirirler. Bunu ö ğrenen beyler, Dirse Han’ın kendilerini öldürmesinden korktukları için onu yakalayarak uzak bir yere bırakırlar. Tomur Hatun, o ğlundan Dirse Han’ı bulmasını ister. Bo ğaç zorlu bir çarpı şmadan sonra babasını kurtarıp yi ğitleriyle gelir. Oğuz insanları oyun havaları eşli ğinde (s. 23) hep birlikte halay çekmi şlerdir bir süre. Đnsanlar uzakla şırken Azrail Korkut’un arkasında belirir. Đrkilen Korkut Azrail’e ne istedi ğini sormu ştur, onun niyetini bildi ği hâlde. Azrail Korkut’a birlikte gitmeyi önerir, o da çok i şi oldu ğunu söyleyip kopuzunun tellerine dokunarak ezgiler yükseltmeye ba şlar. Dua eder. Di ğerleri “ Amin! ” (s. 24) der.

Korkut Ata, Bayındır Han’ın yine şölen verdi ğini söyler. Bay Büre Bey yüksek sesle ağlamaktadır şölende. Bayındır Han ona niçin a ğladı ğını sorunca Bay Büre Bey, o ğlu olmadı ğı için a ğladı ğını dile getirir. Bayındır Han ve şölene katılan O ğuz beyleri onun bir o ğlu olması için el açıp Tanrı’ya yakarırlar. Bay Biçen de Tanrı’dan kendisi için de

 

 bir kız dilenmesini ister. Bay Biçen’in kızı olması için de dua edilir. Bay Biçen bir kızı olursa, Bay Büre Bey’in o ğluna be şik kertme yavuklu (s. 26) yapaca ğını belirtir.

Bay Büre Bey’in o ğlu on be ş ya şına gelmi ştir. Bir gün bezirgânlar gelir. Bay Büre’ye oğlanın kendi mallarının Gürcistan’a zorla götürülmesini sava şarak engelledi ğini dile getirirler. O ğlanın ba şarısı kendisine ad konacak kadar büyüktür. Korkut Ata o ğlanın adını “Boz aygırlı Bamsı Beyrek” koyar.

Bir gün Bamsı Beyrek bir geyi ğin ardından giderken bir çadıra rastlamı ştır. Beyrek yüzü örtülü olarak ota ğa girip bunun kime ait oldu ğunu sorar. Ota ğ, Bay Biçen’in kızı Banı Çiçek’indir. Beyrek, Kısırca Yenge’ye ota ğın kime ait oldu ğunu sorar, o da cevap verir. Banı Çiçek’in iste ği üzerine Kısırca Yenge Beyrek’e gitmemesini söyler. Banı Çiçek Beyrek’e kim oldu ğunu sorar. O da kendini tanıtır ve Bay Biçen Bey’in kızını görmeye geldi ğini ifade eder. Banı Çiçek, Bay Biçen Bey’in kızının dadısı oldu ğunu söyleyip ona birlikte ava çıkmayı önerir. Birlikte at ko şturacak, ok atacak, güre şeceklerdir. Beyrek bu üç yarı şta dadıya üstün gelirse Banı Çiçek’e de üstün gelmiş olacaktır. Beyrek bunu kabul eder. Üçünü de Beyrek kazanır ve parma ğındaki yüzü ğü kızın parma ğına geçirerek bunun ni şanları olaca ğını dile getirir.

Bay Büre ve karısı Karaca Hatun o ğullarının yolunu gözlemektedir. Beyrek gelir, kendisini evlendirmelerini ima eden söz söyler. Kendisine alınmasını istedi ği kız, aynı zamanda kendisiyle boy ölçü şebilecek niteliklere sahip olmalıdır. Anne ile baba bu kızın Banı Çiçek’ten ba şkası olmadı ğını anlar. Ancak, Banı’nın Deli Karçar adındaki karde şi, kızı isteyeni öldürmektedir. Bay Büre O ğuz beylerini kızı istemeye göndermeyi gündeme getirdi ği esnada Korkut Ata’nın kopuzu tıngırdattı ğı duyulur. Bay Büre kızı Korkut Ata’nın isteyece ğini ifade eder.

Korkut Ata Deli Karçar’ın yanına gitmi ştir, kızı ister ondan. Karçar da di şi deve görmemi ş bir erkek deve, kısra ğa temas etmemi ş bir aygır, koyun görmemi ş bir koç ve kuyruksuz, kulaksız bir köpek, bin pire yi (s. 38-39) kendisine vermeleri ko şuluyla kızı verece ğini bildirir.

Karçar di ğer istediklerini be ğenmi ş, köpek ve pirelerden, özellikle de pirelerden vazgeçmeyece ğini ifade etmi ştir. Bunun üzerine Korkut, evvelâ pirelerin sunulacağını belirtip onu pireli bir yere sokar. Şalvar ve gömle ğini çıkarttırır. Karçar, Korkut’un

 

 gösterdi ği yere girince feryat edip kendini dövmeye ba şlar; zira, pirelerin hücumuna uğramı ştır. Korkut Ata’dan pi şmanlık içinde af diler ve kendisini kurtarmasını ister. Korkut da bu tür deliliklere tövbe (s. 41) etmesi ko şuluyla kendisini bırakaca ğını belirtir. Karçar bunu kabul edince Korkut onun kapısını açarak kendisini dereye atmasını (s. 41) tavsiye eder. Gençler halay çeker. Banı ile Beyrek gider. Bir süre sessizli ğin ardından ba ğrı şmalar duyulur. Bayburt Beyi’nin adamları Beyrek ve adamlarını kaçırmı ştır. Bunlar Bayburt Beyi’ne, Bay Biçen’in ona vereceği kızını Beyrek’e verdi ğini söylemi şlerdir. Banı Çiçek dövünerek a ğlar. Bu esnada annesi ile babası gelir.

Bamsı Beyrek’in kaçırılmasının üzerinden on altı yıl geçmi ş, ondan hâlâ bir haber alınamamı ştır. Deli Karçar bir gün Bayındır Han divanında, Beyrek’in diri oldu ğu haberini getirene altın akçe, ölü oldu ğu haberini getirene ise kız karde şini verece ğini söyler. Yalancı o ğlu Yalancık, bir zamanlar Beyrek’in kendisine hediye etti ği gömle ği kana bulanmı ş olarak gösterip Beyrek’in Karadervent’te öldürülmüş oldu ğunu söyler. Karçar karde şini Yalancık’a verir. Bay Büre Bey’in iste ği üzerine bir süre ni şanlı kalmalarına karar verilir. Bay Büre bezirgânlardan oğlunu arayıp ölü ya da diri olu şu hakkında kendisine haber getirme lerini (s. 44) ister.

Mekân, Bayburt Hisarı’dır. Beyrek e ğlenenlerle birlikte görülse de orada hapis hayatı ya şamaktadır. Gördü ğü bezirgânlara, ailesini sorar. Onlar da Banı dı şındaki herkesin sa ğ ancak üzüntü içinde olduklarını, Banı’nın da yakın bir zamanda Yalancık’la evlenece ğini belirtirler. Oradan kurtulup Banı’nın evlenmesine izin vermemesini tavsiye ederler.

Bezirgânların ayrılmasından sonra Bayburt Beyi’nin kızı Gökçe Beyrek’e niçin bu derece mutsuz oldu ğunu sorar. Beyrek de esareti yanında ailesine hasretli ğinden, yavuklusuna sevgisinden ve Banı’nın Yalancık’a verilecek olu şundan söz eder ona. Kız Beyrek’ten onu buradan kurtarması kar şılı ğında kendisini helâlli ğe almasını (s. 49) ister. Beyrek bunu kabul eder. Gökçe Beyrek’in kurtulmasını sa ğlamı ştır.

Beyrek uzunca bir süreden sonra çoban kıyafetiyle memleketine ula ştı ğında dü ğün derne ğe rastlar. Bu, Banı’nın dü ğünüdür. Beyrek yıkılmı ştır. Bu esnada iki kız yanına gelir. Bunlar onun kız karde şleridir aslında. Ona, Beyrek’ten bir haberi olup olmadı ğını



 sorup kendisini a ğabeylerine benzettiklerini söylerler. Bayındır Han gelip dü ğünü izlemeye ba şlar. Bayındır Han’ın yanına giden Beyrek onu ve beraberindeki beyleri esenleyip över. Bayındır Han ona, kendisinden istediği her şeyi dileyebilece ğini ifade eder. Beyrek de kendi çaldı ğı kopuz e şli ğinde gelinin oynamasını ister. Korkut’tan aldı ğı kopuzu çalmaya ba şlar. Burla Hatun, asıl gelin yerine Kısırca Yenge’nin oynamasını ister. Beyrek onun gelin olmadı ğını söyleyince Kısırca Yenge oynamaktan vazgeçer. Burla Hatun bu kez de Bo ğazca Fatma’nın oynamasını ister. Beyrek onun da kim oldu ğunu bildi ğini ifade edip yerine otur mazsa bütün ayıplarını (s. 53) sayıp dökece ğini söyler. Fatma Banı’ya oynamasını söyleyerek kendisi yüzünden rezil olduklarından şikâyet eder. Banı oynamaya kalkar. Beyrek kopuz e şli ğinde Banı’ya sitem eder. Kızın parma ğındaki yüzü ğün kendisine ait oldu ğunu söyler. Kız ikna olmayınca tanı ştıklarında yaptıkları üç yarı şmayı hatırlatır. Đkisi birbirine sarılır. Bay Büre Bey’le karısı da gelmi ştir. Bayındır Han Bay Büre’yi tebrik eder. Beyrek anne- babasına sarılır. Yalancık da Beyrek’in aya ğına kapanarak af diler. Bay Büre’nin de iste ğiyle Beyrek Yalancık’a bir şey yapmaz. Ortalıkta şölen havası belirmi ştir yine. Đkinci perde: Korkut bir kenarda oturmakta, üzülmektedir. Kopuz çalıp destan düzmedi ği zamanlar içine sıkıntı çöreklendi ğini, ya şamdan tat almadı ğını, ölüm e benzer bir şey hissetti ğini söylemektedir. Hemen Azrail belirip ona işinin galiba sona erdi ğini söyler. Korkut Ata derhâl kopuzunu alıp işin ba şında sayıldı ğını ifade edip kopuzunu çalmaya ba şlar. Đçinden uyanıp ya şayan insanlar derinliklerinden dile geldikçe kendisinin sonsuzca ya şadı ğını söyler Azrail’e (s. 58-59). Azrail çıkar.

Korkut Ata Kanlı Koca ile onun o ğlu Kan Turalı’nın hikâyesini anlatmaya ba şlar. Kanlı Koca bir gün o ğluna onu evlendirmek istedi ğini, nasıl bir kız istedi ğini sorar. Kan Turalı da bir yi ğitte bulunacak özelliklere sahip bir kız istedi ğini belirtir. Kızı bulmak vazifesi Kan Turalı’nındır. Kan Turalı bir süre O ğuz illerini dola şarak kız arar, ancak bulamaz. Babası da servetini ona emanet edip kendisi kız arama yoluna dü şer.

Kanlı Koca Đç ve Dı ş O ğuz’da aradı ğı gibi bir kız bulamayınca Trabzon’a varır. Trabzon Tekfuru’nun kızında, istedi ği özellikleri görür. Ancak, Trabzon Tekfuru, biri kükremi ş aslan, biri kara bo ğa ve sonuncusu kara bu ğra olmak üzere üç canavarı yenene kızını verecektir. Bunlarla ba şa çıkamayan idam edilmektedir. Kanlı Koca, Korkut Ata’dan yol göstermesini ister. Korkut Ata da durumu Kan Turalı’ya bildirmesini



 söyler. Kanlı Koca o ğluna dilerse bundan geri dönmesini teklif eder. Korkut da bilgelik gerektiren bu yolda ilerlemenin asıl yi ğitlik oldu ğunu, zoru ba şarmanın önemli oldu ğunu söyler. Kan Turalı bu kıza ula şmak üzere babasıyla vedala şıp gider.

Kan Turalı Trabzon Tekfuru’nun huzuruna varıp durumu arz eder. Üç canavarı da alt ederek kıza kavu şur. Kızla birlikte O ğuz ülkesine dönerken Kan Turalı yolda uyur. Ayak sesleri duyulmaktadır. Selcen, kendine â şık birçok ki şi bulundu ğu için onların gelip uykudaki Kan Turalı’yı öldürmemesi için nöbet tutmaya ba şlar. Yakla şan sesleri duymu ştur. Kan Turalı’ya seslenir, onu uyandırmaya çalı şır. Bu esnada Korkut kopuzunu hızla çalmakta, Kan Turalı’nın uyanmasını istemektedir. Kan Turalı zor belâ uyanıp ne oldu ğunu sorar. Selcen durumu anlatıp onun dü şmanla sava şmasını ister. Đkisi de dua edip dü şmanla sava şmak üzere beklemeye ba şlarlar. Dü şmanı haklayıp kucakla şırlar. Korkut Ata’dan destanı dinleyenler ne şeye bürünür.

Korkut Ata, kuru bir çayın üstüne köprü kurup buradan geçenden otuz akçe, geçmeyenden zorla kırk akçe alan Duha Koca o ğlu Deli Dumrul hikâyesini anlatmaya ba şlamı ştır. Deli Dumrul bunu yi ğitli ğini ispatlamak, ününün yedi düvele yayılması amacıyla yapmaktadır. Derken, kimi adamlar belirir. Deli Dumrul otuz akçe ister bunlardan. I. Adam parayı verip geçer. II. Adam onun köprüsünden geçmeyece ğini, çayın di ğer tarafında i şinin olmadı ğını ifade eder. II. Adam, Dumrul’dan kurtulmak için parayı gönülsüzce verir. III. Adam hissettirmeden köprüden geçmek ister. Dumrul onu fark edip ücreti ister. III. Adam parası olmadı ğını söyleyip borç sayılmasını ister geçi şinin. Dumrul faiz ko şuluyla bunu kabul eder.

IV. Adam Dumrul’un köprüsü hakkında söylenmektedir. Dumrul ona kızar. IV. Adam da kırk akçe uzatır geçmeyece ği için. Dumrul köprüsü be ğenilmedi ği için ondan elli akçe ister. Derken köprüde yo ğunluk ba şlar. Kimileri birçok kez geçer buradan. Bu sırada gelen Korkut Dumrul’a, kaba gücün bir i şe yaramayaca ğını, asıl gücün kimi güçlüklere çözüm üretmekle elde edilece ğini belirtir ve “ Bak şu a ğlayarak gelenlere! ” (s. 79) diyerek, a ğlayan birtakım insanları gösterir. Dumrul a ğlayan kadınlara bunun nedenini sorar. Onlar da bir yi ğidin öldü ğünü, onun için a ğladıklarını ifade ederler. Dumrul ölümün sebebini sorunca kadınlar ölümün gerçekli ğini vurgulayıp Azrail’in yi ğidin canını aldı ğını söylerler. Dumrul Azrail’e meydan okumaya ba şlar. “ Yi ğitsen çık meydana ey Azrail, çık da Deli Dumrul denilen yi ğidi bil, tanı! ” (s. 80) biçiminde sözler 

 sarf ederken Azrail belirir. Azrail ona yakla şırken Dumrul titremeye ba şlamı ştır. Yine benzer sözler söylerken Azrail üzerine e ğilir, Dumrul yerde çırpınmaya ba şlar. Azrail ona ba şkalarının canlarını dü şünmesinin olumlu bir şey oldu ğunu söylerken Korkut Ata Dumrul’a bu i şin kaba kuvvetle halledilemeyece ğini, ince bir yol ke şfetmesi gerekti ğini ifade eder. Dumrul bunun nasıl olaca ğını sorunca Korkut Ata kopuzuna davranır. Azrail Dumrul’u kısmen serbest bırakır. Dumrul’un Korkut Ata’nın terennümüyle içi ısınmı ştır. Üslûbunu yumu şatarak Azrail’e, o üzerine e ğilince nasıl bir korku ya şadı ğını söyler; ancak yine de kendisinin en güçlü oldu ğunu iddia eder. Azrail Korkut’a, Dumrul’un Korkut’a müte şekkir olması gerekti ğini belirttikten sonra uzakla şır. Dumrul kabarıp Azrail’i korkuttu ğunu, bir dahaki sefere Azrail’in kendisinden kurtulamayaca ğını iddia etmeye ba şlar. Korkut Ata gitmi ştir. Đyice azıt an Dumrul Azrail’e ısrarla meydan okur. Azrail gelir, Dumrul yine sarsılır. Azrail ona, yalnız oldu ğu, Korkut Ata olmadı ğı için şimdi giderek güçsüzle şti ğini belirtir (s. 81-82). Dumrul Korkut Ata’dan gıyabında yardım ister. Azrail’den de af diler, canını almamasını ister. Azrail kendisine yalvardı ğı için onu azarlar, ba ğışlanmayı Tanrı’dan dilemesini söyler. Dumrul da Azrail’den, Tanrı’yla arada kimse olmadan konu şmak istedi ğini belirtip, aradan çekilmesini ister. Azrail kenara çekilmi ştir. Korkut’un kopuzunu duyan Dumrul biraz rahatlamı ştır. Dumrul Tanrı’dan, canını alacaksa kendisinin almasını, araya Azrail’i sokmamasını diler. Bir Ses, “ Madem Deli Dumrul benim birli ğimi bildi, birli ğime şükür kıldı; canının yerine bir can bulsun, kendi canı kurtulsun.” (s. 85) der. Dumrul buna şaşırır, niçin bunları ya şadı ğını sorgular. Korkut Ata da ona önce olgunla şması gerekti ğini söyler. Bundan sonra da yaptıklarından ibret almasını tavsiye eder. Dumrul Azrail’le kar şıla şmasa ya şamın bu denli de ğerli oldu ğunu anlayamayacak, ya şam üzerine fikir yürütmeyecekti. Ölümden tam bir kurtulu ş olmadı ğını belirten Korkut Ata, ölüm korkusunu kopuzuyla yendi ğini söyler (s. 88). Ona can bulabilmesi için ya şlı anne babasının yanına gitmesini, bir de köprüyü yıkıp insanlardan zorla aldı ğı paraları geri vermesini tavsiye eder.

Deli Dumrul önce babası Duha Koca’dan, sonra da annesi Döndü’den can ister. Onlar oğullarına sevgilerini belirtseler de tatlı canlarından vazgeçemezler. Azrail, belirerek, anne- babanın can vermeyi kabul etmeleri hâlinde bile kendisinin onların canını almayacak oldu ğunu söyler. Çünkü onların canlarını feda etmesi do ğal bir durumdur. Dumrul niçin kendi anne ve babasının buna yakla şmadı ğını sordu ğunda Tanrı’nın bir 

 bildi ği ol aca ğını söyler. Bu esnada kopuzuyla beraber Korkut Ata gelir. Dumrul da karısıyla vedala şması için kendisine izin vermesini ister Azrail’den. Dumrul Aysu’dan çocuklarını öksüz bırakmamasını ister, ona istedi ğiyle evlenmesini söyler. Aysu, kocası için kendi canını feda etmek ister. Azrail; Aysu, Korkut ve insano ğlunu kutlayarak gider. Bu esnada halk gelir. Korkut “ Ancak vermeyi bilen almaya hak kazanır. Övgüler, alkı şlar insan yüre ğinin görkemli çabasına! (…) Ya şamak çabadan ba şka nedir acaba? ” (s. 104) biçimindeki sözleriyle yine bilgece konuşur. Halk da Aysu ve Dumrul’la beraber uzakla şır. Korkut ölümün kaçınılmazlı ğından söz ederken Azrail belirir. Korkut ondan biraz beklemesini ister, kendisiyle birlikte gidecektir. Azrail şaşır mı ştır. Korkut Ata kopuzunu münasip bir yere asarak Azrail’in arkasından yürür. Kopuz kendi kendine çalmaya ba şlamı ştır. Azrail hayret içinde Korkut ve kopuza bakar. “Korkut gururla gülümser. (…) Azrail önde, Korkut arkada çıkarlarken, kopuzun ezgileri gittikçe yükselmektedir ” (s. 105).

2.19.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.19.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun asıl kahramanı Korkut Ata’dır. Korkut Ata, Oğuzların bilgesidir. Darda kalındı ğında kendisi yardıma ça ğrılır, ona akıl danı şılır. “…Oflazo ğlu, varlı ğı ve sanatıyla göçebelikten yerle şik medeniyete geçi ş günlerinde Türk varlı ğının niteliklerini sonraya aktaran hikâyeleri anlatan Korkut Ata'yı, oyununda ölümsüzlü ğün anahtarını arayan sanatçı ki şi olarak ele almı ştır ” (Enginün, 1998b: 408). Korkut Ata kopuzuyla ortaya koydu ğu ezgiler ve anlattı ğı hikâyelerle ölüm korkusunu yenmi ştir. Azrail ona “Ezgilerin, öykülerin devam ettikçe yakla şmayaca ğım sana, Korkut ” (s. 4) der. Korkut, eser boyunca bu ozan, bilge kimli ğiyle kar şımıza çıkar. O ğuz insanına hikâye anlatır. Onların bu anlatılarla duygulanmalarını sa ğlar. Hem hikâyeleri anlatan, hem de anlattı ğı hikâyelerde ki şi olarak yer alan bir kahramandır o. Destansı hikâyelerdeki kahramanlara yol gösterir. O ğuz insanı Korkut Ata’nın saz ve sözüyle korkulardan kurtulmak ister. Korkut Ata kendi i şlevini “ Güzellikler şöleninde insanın yüceliklerini kutlamak, Tanrı’ya yakınlı ğını duyurmak insanlara benim görevim. (…) Đnsanı dar kafesinden kurtarıp büyük zamana açmak… Budur benim görevim, bu! ” (s. 73) sözleriyle dile getirmi ştir. Bu görevini ba şarıyla tamamladıktan sonra Azrail rehberli ğinde ölüme gider. Korkut Ata, sanatı yücelten, iyili ği tavsiye eden, kötü davranı şı aynı yolla etkisiz 

 hâle getiren bir şahıstır. Deli Dumrul Azrail’le kar şıla şmasını hazmedemezken Korkut Ata ona köprü vasıtasıyla insanlar üzerinden haksız kazanç sa ğladı ğını, insana zulmetti ğini söyleyerek onu bu konuda dü şündürür. Kız karde şini evlendirmek için erkek tarafından pire isteyen Deli Karçar’ı pirelere ısırtarak onun ders almasını sa ğlar.

Korkut Ata’nın anlattı ğı hikâyelerde yer alan Dirse Han, Bo ğaç, Bamsı Beyrek, Kan Turalı, Deli Dumrul’u da asıl kahraman sayabiliriz. Dirse Han, Bayındır Han’ın meclisinde bulunan bir beydir. Bayındır Han çocuksuz olan beyi kara ota ğa oturtmak istemi ş, bu da çocu ğu olmayan Dirse Han’ı son derece mustarip etmi ştir. Korkut Ata ve Tomur Hatun’un iste ğiyle şölen veren Dirse Han’ın bir o ğlu olur. Çocuk on altı ya şına geldi ğinde bir bo ğayı öldürdü ğü için kendisine Bo ğaç adı verilmi ştir. Dirse Han beylik verdi ği o ğluyla ma ğrurdur. Ancak, Bo ğaç babasının adamlarını yeterince önemsemedi ği için onların iftirasına u ğrar. Dirse Han, o ğlunu dinlemeden, adamlarının kı şkırtmasıyla onu öldürmek istemi ştir. Bu, onun karakterindeki zaaftır. Fakat Bo ğaç ölmez. Bu kez Dirse Han’ı kaçırır adamları, öldürülmekten korktukları için. Bo ğaç, babasının kötü muamelesine aynı biçimde tekabül etmemi ş, onu kurtarmı ştır. Dirse Han da Bo ğaç da yi ğit, korkusuz, sava şçı şahıslardır.

Bamsı Beyrek, Bay Büre ile Karaca Hatun’un o ğludur. Onun dünyaya gelmesi için Bayındır Han’ın meclisinde dualar edilir. Bu şölende Bay Biçen’in de kızı olması için dua edilir. Bay Biçen kızı olursa onu Bay Büre’nin oğluna verece ğini vaat eder. Bamsı Beyrek on be ş on altı ya şlarına geldi ğinde bezirgânları dü şman elinden kurtardı ğı için kendisine ad konur, beylik verilir. Beyrek be şik kertme sözlüsü Banı Çiçek’e kavu şmak için onun iste ği do ğrultusunda güre ş, ok atma gibi yarı şmalarda Banı’yı yener. Ancak Bayburt Beyi’nin adamlarınca kaçırılır sevdi ğine kavu ştu ğu gece. On altı yıl Bayburt Hisarı’nda esir kaldıktan sonra Gökçe’nin yardımıyla oradan kurtulup memleketine döner ve Banı’yı Yalancık’ın almasına engel olur. Đki hasretli vuslata erer. Bamsı Beyrek ata binme, ok atma, güre ş tutmada ustadır. Sevdi ğine ba ğlıdır. On altı yıl esir hayatı ya şadı ğı için cefakârdır. Kopuz çalabilmekte oldu ğundan kendisinde ozanlık yetene ği oldu ğunu da dü şünürüz. Yalancık’ı cezalandırmaması, Beyrek’te affetme büyüklü ğü, merhamet duygusu oldu ğunu da gösterir.

Kan Turalı, Kanlı Koca’nın yi ğit o ğludur. Babası o ğlunu evlendirmek ister. Kan Turalı kendisi gibi cesur, marifetli biriyle evlenmek istemektedir. Böyle bir kız O ğuz ülkesinde  

 bulunmaz. Trabzon Tekfuru’nun kızı Selcen Kan Turalı’nın aradı ğı özelliklere sahiptir. Ancak, babası üç canavarı birden alt edebilene verecektir kızını. Kan Turalı bu canavarları ustalıkla alt eder. Sevdi ğini alıp diyarına dönerken dü şman baskınına u ğrar. Selcen’le beraber korkusuzca kırarlar dü şmanı. Kan Turalı yi ğit, cesur, aklını kullanabilen, az be ğenen bir şahıstır. Sevdi ği u ğruna ölümü göze alabilir.

Deli Dumrul, dünyada kendisinden daha güçlü , daha bahadır kimse olmadı ğını kanıtlamak için kuru bir çay üzerine köprü yapmı ş; bu köprüden geçenden otuz akçe, geçmeyenden zorla kırk akçe almaktadır. Bu azgınlı ğını Azrail’e meydan okuyacak boyuta ula ştırdı ğı için Tanrı Azrail’den onun canını almasını ister. Dumrul hatasını anlayınca Tanrı, canı yerine bir can buldu ğu takdirde onun canını ba ğışlayaca ğını bildirir Azrail’e. Dumrul, anne ve babasından can ister, kendi canını kurtarmak için; ancak olumlu yanıt alamaz onlardan. Bunun üzerine Azrail’le gidecektir çaresiz, karısıyla vedala ştıktan sonra. Karısı Aysu, kendi canını verebilece ğini söyler. Tanrı Dumrul’un canını ba ğışlar. Deli Dumrul patavatsız, çabuk parlayan bir ki şili ğe sahiptir. Ya şadı ğı bu olay sonucu olgunla şır, insanların bilmedi ği bazı yönlerini ö ğrenir.

2.19.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Azrail, Deli Karçar, Bayburt Beyi, Yalancı o ğlu Yalancık, Dirse Han’ın adamları bu grupta ele alınabilir.

Azrail birinci dereceden hasımdır. Korkut Ata ondan kaçmak istemi ş, ancak ba şaramamı ştır bunu. Azrail, daha önce de de ğinildi ği üzere, ezgi ve öyküleri devam ettikçe onun canını almayacaktır. Buna kar şın, Korkut Ata ne zaman “ölüm” diyecek olsa Azrail’in solu ğunu ensesinde hisseder. Azrail, oyunun ba şından sonuna kadar varlı ğını ona duyuracaktır. Azrail Dedi Dumrul’un da hasmıdır. Köprüsünün yanında ağlayanlardan, bir yi ğidin canını aldı ğını işitti ği Azrail’e söylenir, hatta kafa tutar Dumrul. Bunun sonucunda Azrail, Tanrı’nın emriyle onun canını almak ister. Dumrul Azrail korkusuyla ya şar bir süre. Duha Koca ve Döndü Hatun için de Azrail kar şı güç sayılabilir.

Deli Karçar, Banı Çiçek’in a ğabeyidir. Patavatsızlı ğı, garip davranı şları, tersli ğiyle bilinir. Onun için, Banı’yı Karçar’dan yalnızca Korkut Ata’nın isteyebilece ğine karar verilir. Karçar, karde şini vermek için tuhaf taleplerde bulunmu ştur. Kuyruk ve kula ğı

 

 kesik köpek ile pireler ister. Korkut Ata onun pirelerin hücumuna u ğramasını sa ğlayarak evlili ğe razı olmasına vesile olmu ştur. Karçar, Beyrek’ten on altı yıl haber çıkmayınca onun ya şadı ğını söyleyene arma ğanlar, öldü ğü haberini getirene ise Banı’yı verece ğini söyler.

Bayburt Beyi, Bamsı Beyrek’i kaçırtmı ştır. Zira adamları ona, onun almak istedi ği Banı’yı Beyrek’in aldı ğını söylemi şlerdir. Bayburt Beyi Beyrek’i tam on altı yıl esir tutar. Buradan onun insafsız bir ki şi oldu ğunu çıkarabiliriz.

Yalancık, Deli Karçar’ın yukarıda sözü edilen vaadi üzerine, Beyrek’in ya şarken kendisine verdi ği bir gömle ği kana bulayarak gelir ve onun öldü ğünü söyler. Banı ile dü ğünleri olurken Beyrek geldi ği için saf dı şı kalmı ştır Yalancık. Beyrek’in ayaklarına kapanarak ondan af diler. Adından da anla şıldı ğı üzere, Yalancı yalancı bir kahramandır, mert de ğildir.

Dirse Han’ın adamları Bo ğaç’ı kıskanıp ona iftira ederek o ğlanın babasınca öldürülmesine yol açmak isterler. Bu olmayınca kendi canlarını kurtarmak dü şüncesiyle Dirse Han’ı ba ğlayıp uzak bir diyara götürürler. Ancak, Bo ğaç onları yenilgiye u ğratıp babasını ellerinden kurtarır. Bu adamlar, kıskançlıklarından dolayı yalan söylemek, iftira etmekten çekinmezler. O ğlun babasınca öldürülmesini isteyecek kadar körelmiştir duyguları.

2.19.2.3.Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Ba şta Korkut Ata olmak üzere, eserdeki kahramanların genel olarak arzusu, ölüm dü şüncesini yenmek ve ya şamın süreklili ğinin sa ğlanmasıdır. Dirse Han ve Tomur Hatun ile Bay Büre’nin arzusu o ğullarının olmasını arzularken Bay Biçen, kızının olmasını ister.

Bamsı Beyrek, Banı Çiçek’e kavu şmak için arzu duyar. Banı Bay Biçen’in kızıdır. Güzeldir, yi ğittir. Erkek gibi dövü şür. Beyrek’le kavu ştukları gece Beyrek kaçırılır. Banı, sevdi ğini on altı yıl bekler. Vefalıdır, sadıktır. Ancak, ağabeyi Karçar’ın sözü üzerine Yalancık’a varmak zorunda kaldı ğı sırada Beyrek gelerek onu kurtarır.

Kan Turalı Selcen’le evlenmeyi arzular. Selcen, Trabzon Tekfuru’nun kızıdır. Çok güzeldir. U ğruna nice delikanlılar hayatını yitirmi ştir. Kan Turalı da ölümü göze alıp

 

 Selcen için canavarlarla bo ğuşup onları öldürür. Đkisi birlikte O ğuz ülkesine dönerken dü şman saldırısına u ğrarlar. Selcen yi ğitçe sava şıp erke ğine yardımcı olur.

2.19.2.4. Yönlendirici

Öncelikli yönlendirici şahıs Korkut Ata olmak üzere Bayındır Han ve Tomur Hatun da yönlendirici kabul edilebilir. Korkut Ata’nın bilge oldu ğu, insanların ona fikir danı ştı ğı daha önce de belirtilmi şti. Korkut Ata’nın Deli Dumrul’a insanlardan haksız yere aldı ğı paraları geri vermesini söylemesi üzerine Dumrul’un bunu yerine getirmesi, Korkut’un yönlendiricili ğine örnek verilebilir.

Bayındır Han, O ğuz’un ileri gelenidir. O ğuz beylerini toplayıp şölen verir. Şölende herkesin derdi dinlenir, bir tür yardımla şma sa ğlanır. Bayındır Han’ın iste ğiyle çocu ğu olmayan için birlikte dua edilir. Bayındır Han’ın iyi taraflarına, önderlik yönüne kar şın bir de zaafı vardır. Verdi ği bir şölende o ğlu olanı ak ota ğa, kızı olanı kızıl ota ğa, çocuksuz olanı da kara ota ğa oturtur. Bu, adil bir tavır de ğildir. Nitekim bu davranı ş Dirse Han’ın sarsılmasına neden olmu ştur. Verilen şölenlerden Bayındır Han’ın cömert bir şahıs oldu ğunu da çıkarabiliriz.

Tomur Hatun Dirse Han’ın karısıdır. Dirse Han, çocuklarının olmayı şından e şini sorumlu tutmaya çalı şırken Tomur Hatun Korkut Ata’nın da deste ğiyle kocasından bir şölen verip açları doyurmasını, çıplakları giydirmesini, borçlulara yardımcı olmasını ister. Bu şölende dua edilmi ş, sonradan bir o ğulları olmu ştur. Dirse Han’ın, o ğlunu öldürmek isteyip bunda ba şarılı olamayarak kendi adamlarınca kaçırılması üzerine de Tomur Hatun devreye girerek o ğlundan babasını kurtarmasını ister. Tomur Hatun sevecen, vefalı, güçlü bir kadındır.

2.19.2.5. Alıcı

Bu gruba Tomur Hatun, Banı Çiçek, Bay Büre, Karaca Hatun ve Aysu’yu dâhil etmekteyiz.

Tomur Hatun, daha önce de belirtildi ği üzere, Dirse Han’ın karısıdır. Bo ğaç’ın do ğmasıyla anneli ği tadar. Babasının Bo ğaç’ı öldürmek istemesi ve Dirse Han’ın kendi adamlarınca kaçırılması onu zor durumda bırakmı ş; fakat yıldıramamı ştır. Bo ğaç,

 

 babasını kurtarmı ş, bu da Tomur Hatun’u mutlu kılmı ştır. E şi ve çocu ğuna yeniden sahip olur Tomur Hatun âdeta.

Banı Çiçek uzun yıllar ayrılık çektikten sonra, ba şka birine varacakken, Bamsı Beyrek esaretten kurtulup gelir. Banı böylelikle sevdi ğine kavu şmu ş olur.

Bay Büre ve Karaca Hatun e ştirler. Bayındır Han’ın şöleninde bir o ğulları olması için dua edildikten sonra o ğulları dünyaya gelir. Yi ğitlik gösterip Beyrek adını alan o ğul, Bayburt Beyi’nin tutsaklı ğından kurtulup on altı yıl sonra anne ve babasını da sevince gark eder.

Aysu, Deli Dumrul’un karısıdır. Deli Dumrul canı yerine can bulamayınca Azrail’e teslim olmaya karar verdi ği sırada Aysu kocası için kendi canını vermeye razı oldu ğunu belirtir. Bunun üzerine Tanrı Dumrul’un canını ba ğışlar. Aysu e şini kaybetmemi ş olur. Vefalı, fedakâr bir ki şi, e ştir o.

2.19.2.6. Yardımcı

Bu kategoride yer alan şahısların sayısı çoktur. Tomur Hatun, Bay Büre, Bay Biçen, Gökçe, Selcen, Duha Koca, Döndü Hatun, Karaca Hatun, Burla Hatun, Kısırca Yenge, Bo ğazca Fatma, Kanlı Koca yardımcı ki şilerdir.

Tomur Hatun e şi Dirse Han ve o ğlu Bo ğaç’a her zaman destek olmu ş, hep onların yanında yer almı ştır. Bundan ötürü kendisini yardımcı şahıs saymaktayız. Bay Büre, Beyrek’in babası; Bay Biçen, Banı’nın babasıdır. Bunlar çocuklarının dünyaya gelmesi için dua ettirirler, sonra da onların kavu şması için çaba sarf ederler. Gökçe, Bayburt Beyi’nin kızıdır. Güzel, güçlü bir kadındır. Beyrek’e â şık olmu ştur. Beyrek’in Banı için acı çekti ğini görünce ondan özgür kalınca kendisini de nikâhlayaca ğı sözünü alarak Beyrek’i esaretten kurtarır. Merhametli, fedakâr bir şahıstır. Selcen, yukarıda da de ğinildi ği gibi, Trabzon Tekfuru’nun kızıdır. Kan Turalı onu aldıktan sonra yolda uykuya dü ştü ğünde dü şman baskınına u ğramı ştır. Bu çarpı şmada Selcen, kocasıyla beraber sava şıp onun dü şmanı alt etmesinde rol oynar.

Duha Koca, Dumrul’un babası; Döndü Hatun, annesidir. Bu iki şahıs o ğulları için her şeyi yapacak yapıdadırlar; ancak, canlarını vermeye razı olamazlar. Karaca Hatun, Beyrek’in annesidir. O ğlunun dünyaya gelmesi ve ondan sonra da mutlu olması için

 

 çaba sarf etmi ştir. Fedakâr bir annedir. Burla Hatun, Kısırca Yenge ve Bo ğazca Fatma, Banı’nın çevresindeki kadınlardır. Beyrek kendi çaldı ğı ezgiler e şli ğinde gelinin oynamasını istedi ğinde Burla Hatun önce Kısırca Yenge’nin, sonra Bo ğazca Fatma’nın oynamasını ister Beyrek’in gelini tanımadı ğını sanarak. Onlar bu şekilde, Banı’ya yardımcı olmak istemi şlerdir. Fakat Beyrek onların gerçek gelin olmadı ğını bilir ve ayıplarını ortaya dökece ğini söyleyerek oturmalarını ister kendilerinden.

Kanlı Koca, Kan Turalı’nın babasıdır. O ğlu, O ğuz ülkesinde kendisine uygun kız bulamayınca Kanlı Koca, varlı ğını Kan Turalı’ya emanet eder ve kız aramaya kendisi çıkar ki Selcen’i bulmu ştur.

2.19.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bezirgânlar, Beyrek’in kız karde şleri, erkekler, kadınlar, genç kızlar, delikanlılar, beyler ile Kazan o ğlu Uruz, Kazılık Koca o ğlu Bey Yigenek, Kara Göne o ğlu Kara Budak dekoratif kahramanlardır. Bezirgânlar ticaret yapmak için kom şu illere giderler, Beyrek onları dü şman saldırısında savundu ğu için ad almı ştır. Kadın, erkek ve gençler Korkut Ata’nın çaldı ğı kopuz e şli ğinde oynarlar, sevinirler, merakla onun anlatılarını dinlerler. Kazan o ğlu Uruz, Kazılık Koca o ğlu Bey Yigenek, Kara Göne o ğlu Kara Budak ise şölende Bayındır Han’ın etrafında oturmaktadırlar. Bu şahıslardan yalnızca bu kadar söz edilmi ştir.

2.19.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Oyunda onu kadın, on üçü erkek ve bir de Azrail olmak üzere yirmi dört kahraman bulunur. Korkut Ata, Bayındır Han, Dirse Han, Bo ğaç, Bay Büre, Bay Biçen, Bamsı Beyrek, Deli Karçar, Yalancık, Kanlı Köse, Kan Turalı, Deli Dumrul, Duha Koca, erkek kahramanlar; Tomur Hatun, Banı Çiçek, Kısırca Yenge, Karaca Hatun, Gökçe, Burla Hatun, Bo ğazca Fatma, Selcen, Döndü Hatun ve Aysu, kadın kahramanlardır. Ayrıca kadınlar, erkekler, delikanlılar, genç kızlar, beyler ve bezirgânlar da yer alır.

Oyunda en çok Korkut Ata üzerinde durulmu ştur. O, O ğuz insanının bilgesi, efsanevî bir ozandır. Psikolojik yönüyle sunulmu ştur. Kendisini “alp tipi” kabul edebiliriz. Hem



 konu şmalarıyla, hem de tavırlarıyla tanıtılmı ştır. Yapıcı, etken bir ki şilik sahibidir. Ba şarılı bir biçimde sunulmu ştur.

Korkut Ata , Oflazo ğlu’nun tarih konulu oyunlarından biridir. Dede Korkut Destanî Hikâyeleri’nden esinlenilerek yazılmı ştır. Eser, eski Türk kültürünün izlerini ta şır. Bütün kahramanlar hareket adamıdır. Tip olarak ele alınmı ş, psikolojik yönleriyle işlenmi şlerdir. Azrail, yazarın ender olarak var etti ği ola ğandı şı kahramanlardandır. Ki şiler destansı bir hava içinde sunulmu ştur.

2.20. Yavuz Selim

2.20.1. Eserin Tanıtımı ve Özeti

Yavuz Selim 30 , A. Turan Oflazo ğlu’nun iki perdelik tragedyasıdır. “Bu eser Oflazo ğlu'nun iktidar temasını i şledi ği oyunlarından biridir ” (Enginün, 2002: 402). I. Selim’in Osmanlı tahtına oturma süreci ve kısa saltanat hayatı boyunca yaptı ğı büyük sava şları konu edinir.

Birinci perdede mekân önce Trabzon’daki Şehzade Sarayı’dır. Selim, o ğlu Süleyman ve karısı Hafsa bir aradadır. Süleyman üzgündür. Çünkü, amcası Şehzade Ahmet önce onun Şebinkarahisar sancak beyi, ardından Bolu sancak beyi olmasına muhalefet etmi ştir. Süleyman şimdi ise Kırım’daki Kefe sancak beyli ğine gönderilecektir. Selim Kefe sancak beyli ğinin kendileri lehine oldu ğunu belirtir. Trabzon’u çok sevmekte, ancak Đstanbul’a sesini duyurmak çok zor oldu ğu için bundan rahatsızlık duymaktadır. Selim, Đran şahının Do ğu Anadolu’da karı şıklık çıkararak devleti çökertmeye çalı ştı ğını, babası II. Bayazıt’ın ya şlı ve yorgun olu şu dolayısıyla “ devlete yeni bir ba ş gerek” ti ğini (s. 5) de söyler. Sultan Bayazıt ve çevresindeki çıkarcılar, “ onu kolay çekip çevirecekleri ” (s. 4) dü şüncesiyle, Osmanlı tahtına Şehzade Ahmet’in oturmasını istemektedir Selim’e göre. Yine Selim’in sözlerinden, ta o dönemde önemli kurumların yozla ştı ğını, düzensizlik ve yıkımın ortaya çıktı ğını ö ğreniyoruz. Selim bir şiir parçası okur, Süleyman bunun Firdevsî’nin Şehnamesi’nden oldu ğunu bilir. Şehzade Selim, Süleyman’ın şiir yazdı ğını ö ğrendikten sonra ondan şiir dinlemek ister. Süleyman’ın “Muhibbî” mahlâsını kullanması ho şuna gitmi ştir. Süleyman ile annesi Hafsa Kefe

  6`C:



 yoluna çıkınca Selim divana oturur. Kar şısında özel elbisesiyle ba ştan çıkarıcı şekilde dans eden rakkaseyi görür. Rakkase ona, “ Đstanbul’a! Đstanbul’a! ” (s. 8) diyerek uzakla şır. [Rakkase, Selim’in özlemlerini ifade eden bir semboldür. Arzuladı ğı her önemli şeyden önce onu görür, hayran hayran seyreder.]

Mekân artık Do ğu Anadolu’dur. Şah Đsmail saz e şli ğinde şiir söylemeye ba şlar. Koro semah yapar. Đsmail, cezbe hâlindeki koro mensuplarına, “ Şimdi de, ‘ Şah, Şah’ diyerek açın Anadolu’nun kapılarını; ve Şah’ın gerçe ğini yayın dört bir yana! ” (s. 11) der.

Selim Trabzon’dan, babasını Şah Đsmail tehlikesine kar şı tekrar uyarır. Sadrazam Ali Pa şa, Selim’in telâ şının yersiz oldu ğunu belirtti ğinden Bayazıt Selim’e, devlete dü şman olanların sayısını artırmamasını söyler. Sultan Bayazıt yoruldu ğunun farkındadır, Ali Pa şaya tahta kimi lâyık gördü ğünü sordu ğunda, ondan “ Şehzade Ahmet” yanıtını alır. Selim’in bunu kabullenmeyece ğini, asker ocaklarının da Selim’den yana oldu ğunu bilir. Sadrazam Ali Pa şa Amasya’daki Şehzade Ahmet’e padi şahın tercihinin de ondan yana oldu ğunu bildirdi ğinde, Şehzade Ahmet’ten ömür boyu sadrazam kalaca ğı sözünü alır. Şehzade Ahmet ilk fırsatta Selim’i ortadan kaldırmak istemektedir.

Yeniçeri Oca ğı’nda Sinan ile Yeniçeriler padi şahın artık ya şlandı ğını dü şünmekte, şehzadeleri konu şmaktadır. Asker, “ Sultan Fatih gibi bir padi şah ” (s. 19) olacak Şehzade Selim’i istemektedir.

Kefe’de Süleyman ile Hafsa konu şurken Selim gelir. Selim, “ Şehzade Ahmet Đstanbul’a girmeden ” (s. 24) Kefe’den Edirne’ye, oradan da Đstanbul’a ula şacaktır. “ Müthi ş bir çatı şma ” (s. 25) olaca ğının farkındadır. Tahtı kendi gayretiyle ele geçirmenin yolundadır. Kendisine bir şey olursa, i şi tamamlamanın Süleyman’a dü şece ğini söyler.

Şehzade Selim’in Kefe’ye varmasını haber alan saray henüz bunu sindirememi şken Selim’in Edirne’ye ula ştı ğını duyar. Bayazıt, Ali Pa şa’nın Selim Đstanbul’a ula şmadan onu yolda kar şılama teklifini kabul etmez. Şehzade Ahmet ile Korkut da pederleri izin verirse Selim’i durdurmak istediklerini bildirirler. Ancak, Bayazıt buna rıza göstermez ve Selim’e ne istedi ğini sorar. Ona Trabzon yerine Semendire sanca ğı verilir. Selim buna ra ğmen bulundu ğu yerden kıpırdamaz, Anadolu’daki durumu babasına bildirmek istemektedir. Anadolu’nun do ğusunu Şahkulu denen biri karı ştırmaktadır. Şehzade Selim, Şahkulu ortadan kaldırılıp güvenlik sa ğlanmadan, tüm devlet hainleri yok



 edilmeden hiçbir yere gitmeyece ğini belirtir. Bunun üzerine Bayazıt’ın emrindeki Osmanlı ordusu ile Selim’in küçük ordusu Edirne yakınlarındaki Sırtköy’de sava şır. Selim bu sava şı kaybetse de, Osmanlı askerinin gözünü doldurur, onu kendine iyice hayran eder.

Topkapı Sarayı’nda sadrazam Bayazıt’a Şehzade Şehen şah’ın öldü ğü haberini verir. Bayazıt Selim’in tahta lâyık oldu ğunu bilir, ancak ondan çekinmektedir. Ali Pa şa, Bayazıt’a tahtı Şehzade Ahmet’e bırakmasını önerir. Amasya’daki Şehzade Ahmet’e de ordusunu alıp Đstanbul’a gelmesi yolunda haber gönderir. Şehzade Yeniçerileri kendi safına çekmek için bolca hediyeler verse de onların gönlü Selim’den yanadır. Sinan’la Yeniçerilerin konu şmasından Şehzade Ahmet’in Maltepe’ye gelip Đstanbul’a davet edilmeyi bekledi ğini ö ğreniyoruz. Fakat Yeniçeriler kendisini hiçbir şekilde Đstanbul’a sokmaya razı de ğildir. Kendilerini “ serhatlere uçuracak ” (s. 41) Şehzade Selim’i istemektedirler.

Topkapı’da Sinan Pa şa Bayazıt’a Đstanbul’a kabul edilmeyen Şehzade Ahmet’in Konya’da saltanatı ilân edip padi şahın elçisini öldürttü ğünü söyler. Sultan Bayazıt’sa tahtı ona bırakmadı ğı için sevinçlidir. “ Kamunun dile ği” (s. 43) kendisinden yana oldu ğu için tahta Selim’i oturtur. Ondan karde şlerine kıymamasını ister. Selim de onlar “devleti tehlikeye sokacak i şlere kalkı şmadıkça” “hiçbirinin kılına hata ” (s. 44) gelmeyece ğine söz verir. Bayazıt o ğluna dua edip “ son günleri ni Yaradan’la geçirebilmek için Dimetoka sarayına çekilmek ” (s. 44) üzere ayrılır. Yavuz Yeniçerilere kendisinin padi şahlı ğını niçin bu kadar çok istediklerini sorar ve cevabı da kendisi verir. Yeniçeriler cihan devletini Selim’le kurabileceklerinin farkındadırlar. Selim, kendi devrinin “ hareket devri ” (s. 48) olaca ğını, cihan devleti kurulup tüm insanlar bir tek düzende birle ştirilinceye dek sava şılaca ğını, bunları göze alamayanlarla i şinin olmadı ğını, akılları zevk ve sefadaysa bunu açıkça belirtmeleri gerekti ğini ifade eder. Kendisinin tahtı bıraktı ğında birçok ki şinin buraya talip oldu ğunu belirtir. Yeniçeriler sonuna kadar padi şahla birlikte olacaklarını söylediklerinde, devlet ileri gelenleri ve askerler Sultan Selim’e biat ederler.

Şehzade Korkut tahtı ele geçirmek için vezirlerden yardım istedi ği, Şehzade Ahmet’in bir o ğlu Bursa’yı i şgal etti ği ve iki o ğlunu da Şah Đsmail’den yardım almaya gönderdi ği için Sultan Selim karde ş ve ye ğenlerini ortadan kaldırmaya karar verir. Devletin 

 güvenli ği tehlikededir. Sultan Selim Şah Đsmail’in üzerine giderken arkada dü şman bırakmamak zorundadır.

Şehzade Süleyman amcaları ve kuzenlerinin idam edilmesini anlayamamaktadır. Annesi Hafsa bu duygunun o ğlunda hep bulunmasını temenni eder. Onun şu sözü, Kanunî Süleyman ’da görece ğimiz Şehzade Mustafa’nın ortadan kaldırılması olayını önceden hissettirir niteliktedir: “ Bir yanda devletin, öbür yanda sevdi ğin bir varlık yer alırsa bir gün… ” (s. 53).

Mekân Kubbealtı’dır. Selim ileri gelenlerle Đran’ın izledi ği politikayı isti şare etmektedir. Şah Đsmail bütün Đran’ı ve çevredeki eyaletleri yönetimine geçirmi ş, Osmanlı üstüne do ğru ilerlemektedir. Geç kalınırsa Timur gibi bir sorun yaratabilir. “Müslüman Osmanlı’ya kar şı Đsmail Hıristiyan Avrupa devletleriyle gizli antla şmalar kurmakta” dır (s. 56). Sultan Selim bu gerekçeleri sıralayınca Müftü Şah Đsmail’le sava şmanın gereklili ğine dair ruhsat verir. Kimi vezirler kimi bahaneler ileri sürse de Selim sefer hazırlıklarına ba şlanması için emir verir. Yalnız kaldı ğında yine rakkaseyi görür. Rakkase Đran’a i şaret etmektedir.

Şah Đsmail cezbeyle dönmeyi kesen adamlarına, Anadolu’da kendi inançlarının propagandasının yapılmasını, Mısır hükümdarının Osmanlı tehlikesine kar şı uyarılmasını, “ Osmanlı ordusunun konaklayabilece ği yerlerdeki mahsul ve meskenler ”in, “ tam bir çöl ortasında ” (s. 60) kalmaları için tamamen yakılmasını buyurur.

Birkaç aydır süren sefer dolayısıyla asker bitkin düşmü ştür. Şah Đsmail sava ş alanına çıkmamakta, saklanmaktadır. Asker geri dönmek ister. Derken Karaman Valisi Hemdem Pa şa Selim’in huzuruna gelir, pa şaların dile ğini iletmek için. Dü şman ortada olmadı ğından, co ğrafî şartların elveri şsizli ği, yiyecek sıkıntısı dolayısıyla geri dönmeyi teklif eder. Sultan Selim, Hemdem Pa şa’yı idam ettirir. Ardından Yeniçerileri önüne toplar ve onlara serzeni şte bulunur. “Kutsal amaç” yolunda kar şına çıkanları ortadan kaldıraca ğını, aralarında hiç yi ğit yoksa tek ba şına da yola devam edece ğini belirtir. Yeniçeriler hatalarını anlayıp padi şahtan af dilerler. Derken, Şah Đsmail’in Çaldıran’a do ğru geldi ği haberi alınır.



 Sava ş meclisi toplanmı ştır. Defterdar Pirî Efendi, Osmanlı ordusunda Şah Đsmail taraftarı bulunabilip bunların dinlenme esnasında Đran safına katılabilece ği dü şüncesiyle hiç beklenmeden sava şılmasını önerir. Đran ordugâhında ise, Şah Đsmail, askerlerine zafer telkininde bulunur. Osmanlı’dan alınan esir Đsmail’e Osmanlı ordusunu tanıtır. Ordu yakla şmaktadır. Đki taraf kar şıla şır. Kıran kırana bir sava ş olmaktadır. “ Mirza Sultan Ali adında bir komutan ‘ Şah benim, teslim oluyorum.’ “ (s. 76) dedi ği için Osmanlı askerleri onunla u ğra şırken Şah Đsmail kaçar. Đsmail’in maddî varlı ğı ve yakınlarıyla birlikte bir şiiri de ele geçer. Selim, bu şiirle Şah Đsmail’in “ şiirin doruklarına çıktı ğı” nı (s. 77) söyler. Ayrıca, zaferinin Osmanlı’nın yanı sıra Đslâm ve Avrupa dünyasına da yazılı olarak bildirilmesini ister.

Đkinci perdede mekân önce Topkapı Sarayı’dır. Sultan Selim Tebriz’den getirdi ği Hasan Can’ın pe şrevini dinlerken rüya motifi devreye girer. Hasan Can’ın anlattı ğına göre, Kapıa ğası Hasan A ğa rüyasınsa Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman’ı görmü ş, bu zatlar Hasan A ğa’ya kendilerini Hz. Muhammed’in gönderdi ğini ve “ Mekke ile Medine’nin hizmeti ”nin Selim’e “ ısmarlan ”dı ğını (s. 81) söyler. Selim sevinir. Hasan Can’dan Tevarih-i Âl-i Osman’dan Yıldırım Bayazıt hakkındaki kısmı okumasını ister. Sultan Selim’in amacı, “ Timur’un tâ Semerkant’tan kalkıp Anadolu’ya gelmesi, ba şkentinden o kadar uzakla şmayı nasıl göze aldı ğı” (s. 82) gibi uygulamalarından sonuçlar çıkarıp bunu kendisinin uygulamak isteyi şidir. Özel ı şıkta beliren rakkase bu kez de Mısır’a işaret eder.

Mısır elçisi Kubbealtı’nda Sultan Selim’le görü şmek için geldi ğinde silâhını çıkarmak istemeyi şi Selim tarafından sava ş tehdidi olarak algılanır. Elçi, Mısır Sultanı Kansu Gavri’nin Osmanlılarca ele geçirilen veya i şgal edilen Do ğu ve Güneydo ğu Anadolu, Kuzey Irak, Kuzeydo ğu Suriye, Dulkadiro ğulları Beyli ği gibi yerleri geri istedi ğini ifade eder. Selim bunu reddeder ve elçinin çıkmasını i şaret eder. Bu noktada Sultan Selim yine, cihan devleti kurmak zorunda olduklarını tekrarlar.

Kazasker Cafer Çelebi gelmi ştir. Đran seferindeki ayaklanmalardan kendisinin de sorumlu oldu ğunu söyleyip idam cezası ister. Ceza infaz edilir.

Do ğu Akdeniz Havzası elde edilmedikçe Osmanlı’nın Asya’daki hâkimiyeti kesinle şemeyece ği (s. 89) için Sultan Selim ordunun Mısır seferine hazırlanmasını

 

 emreder. Disiplinsiz davranan askerlerin öldürüleceğini söyler. Lâubalili ğe tahammülü yoktur. Đki vezir yine sefere taraftar de ğildir. [Vezirler seferlere genellikle muhaliftir. Ancak, Sinan Pa şa ile Pirî genellikle hükümdarla aynı dü şünmektedir.]

Yeniçeri Oca ğı’nda askerler, Đran seferinden kendi hataları yüzünden Đran ortadan kaldırılmadan Đstanbul’a dönüldü ğünü kabul edip Mısır seferini onaylarlar.

Mekân Topkapı Sarayı’dır. Selim, o ğlu Süleyman’a, Murat Han tarafından Mercimek Ahmet’e çevirtilen Kabusname’den bölümler okutup burada söylenenler do ğrultusunda öğütler verir. [Kabusname’nin “ aydınlık bir Türkçe ” (s. 93) ile çevirtilmesi, yazarın dille ilgili görü şü hakkında bize ipucu vermektedir.] Sultan Selim ülkeyi o ğluna emanet ederek “ Kızıl Elma ” (s. 97) diye nitelendirdi ği Mısır’a, kutsal topraklara do ğru sefere çıkar. Mercidabık Sava şı’nda Mısır Sultanı Kansu Gavri’ye inme inince Mısır ordusu da ğılır, Osmanlı ordusu muzaffer olur. Suriye, Lübnan, Filistin, Mekke, Medine ve birçok yer Osmanlı’nın eline geçer. Ancak, Selim Mısır’ı elde etmek niyetindedir. Çünkü, asıl hedef olan Avrupa’ya yönelinirken arkada dü şman bırakılmamalıdır. Yine muhalif tavır takınan iki vezir idam edilir. Geçilmeyece ği söylenen çöl a şılır. Ridaniye zaferi kazanılır. Sava ş sırasında Sultan Selim sanılan Sadrazam Sinan Pa şa şehit edilmi ş; Kahire’yi sonuna kadar savunan Mısır Sultanı Tumanbay ele geçirilmi ştir. Tumanbay kendini halkına sevdirmi ş de ğerli bir hükümdardır. Ancak, “ Mısır halkı onun yakalandı ğını kabul etmiyor; onun bir yerlerde saklandı ğına, bir gün Mısır’ı kurtaraca ğına inanıyor; ve sık sık toplanarak övgüler düzüyorlar onun için” (s. 112) biçiminde ifade edilen sebep dolayısıyla, onun için Sultan Selim şu hükmü verir: “Tumanbay bir katıra bindirilip dokuz kez dola ştırılsın Kahire sokaklarında; tutsak oldu ğu halka ispatlandıktan sonra şehrin en i şlek bir yerinde idam edilsin; ve ceset birkaç gün dara ğacında kalsın ki, halk gözüyle görsün gerçe ği” (s. 113). Aksi takdirde Mısır’da ayaklanmaların ardı arkası kesilmeyecektir.

Sultan Selim, Kahire’de gölge oyunu oynatılan bir yer de (s. 113) Hayalci’nin oyun kahramanları Rikkim ve Mukaddem olarak Selim’in Tumanbay’ı ortadan kaldırı şını oyununa ta şımasını izlemektedir. Selim gölge oyuncularıyla beraber ba şka de ğerli sanatçıları da Đstanbul’a getirir.

 

 Padi şahın Hasan Can’dan Hindistan’la Çin’in do ğru dürüst bir haritasını iste mesinden (s. 120), hedefte buraların oldu ğunu çıkarıyoruz.

Osmanlı ordugâhında Ozan’ın Yeniçerilere saz çalıp türkü söyledi ğini görüyoruz. Yeniçeriler Ozan’a e şlik ederek Đstanbul’a sevgi ve özlemlerini dile getiren şiirler söylemektedirler.

Đki yıldan uzun süren Mısır seferi dönü şünde Selim Han Pirî’yi sadrazam yapar. Cezayir Hükümdarı Hızır Bey gönderdi ği elçi vasıtasıyla Osmanlı’ya ba ğlılık bildirmektedir. Sultan Selim Mısır’dayken Macarların Bosna’ya saldırması, Papa Leon’un Osmanlı’ya kar şı ittifak sa ğlamaya çalı şması Batı’ya sefer için uygun gerekçe lerdir (s. 126). Selim’le Pirî devlet i şlerini görü şürken Hafsa ile Süleyman gelir. Süleyman Manisa’ya gidecektir. Babasına yeni bir sefer yapılaca ğını hisseder gibi oldu ğunu söyledi ğinde babası bunu onaylar. Batı’ya mı, Hint ve Çin’e mi yapılaca ğı henüz kararla ştırılmamı ş olan bu sefere Süleyman da katılmak istemektedir. Ancak, Selim, bunun için acele etmemesi gerekti ğini belirtir. O ğlunu Hafsa’ya emanet eder. Süleyman’a da şiirle uğra şmasını ö ğütler. Süleyman ile Hafsa gider. “ Hasan girerken Selim’in yüzü birden buru şur, eli sırtına gider ” (s. 141) [Bu durum, Selim’in ölümüne yol açacak çıbanın göstergesidir.]. Hasan Selim’in sırtına bakmak ister, ancak Selim önemsiz bir şey oldu ğunu söyleyip buna fırsat vermez. Selim Hasan’a babası Sultan Bayazıt Amasya’da sancak beyiyken sarayının kapısına gelen yoksul bir dervi şin (s. 132) kehanetinden söz eder. Dervi şin di ğer söyledikleri çıkmı ştır. Son söyledi ği de gerçekle şirse Selim’in padi şahlı ğı kısa sürecek tir (s. 134). Bunun için, Sultan Selim bir an önce nereye gidece ğine karar verip sefere çıkmak ister. Selim yalnız kaldı ğında rakkase tekrar belirir ve Batı’ya i şaret eder.

Sefere hazırlanılmaktadır.

Topkapı Sarayı’nda padi şah Pirî Pa şa’ya, “ Rakibin ölmesine çare yoktur / Me ğer vezir ola Sultan Selim’e ” (s. 136) şeklinde şiir söyleyebilen şairler bulunabildi ğine göre, hiç kimsenin ülkede özgürlük olmadı ğını iddia edemeyece ğini söyler. Bu sırada yine eli sırtına gider. Pirî’ye kendisinden bir dile ği olup olmadı ğı sordu ğunda Pirî, geni şleyen ülkenin sorunlarıyla ba şa çıkmada Çoban Mustafa Pa şa’yı kendisine yardımcı tayin etmesini rica eder. Sultan Selim’se söz konusu ki şinin ileride Pirî’nin aya ğını

 

 kaydırmaya çalı şabilece ğini ifade edip sadrazamına “ Senin vezirin olsun Çoban Mustafa” (s. 140) der. Pirî’ye yeni bir tersanenin kurulmasını emreder. Pirî çıkarken gelen Hasan Can’dan sırtına bakmasını ister. Kendisi küçük, tehlikesi büyük (s. 142) olan bu çıbanın olgunla şmadan zedele nmemesi (s. 142) gerekmektedir. Hasan çıbanı cerraha göstermenin isabetli olaca ğını, seferi bir süre ertelemenin yerinde olaca ğını belirtti ğinde Selim, “ Ne pahasına olursa olsun, ordu yola çıkacak Edirne’ye do ğru ” (s. 143) cevabını verir.

Batı seferine çıkılmı ştır. Edirne yolunda Yeniçeriler kendi aralarında konu şurlar. Selim’in a ğrısı dayanılmaz hâle gelmi ştir. Çünkü, yola çıkmadan önce saraydaki hamamda tellaklardan birine sıktırmı ştır (s. 146). Selim’in sırtındaki çıban yanıkara (şirpençe)dır. Patlatıldı ğı için azmı ştır.

Selim Sırtköy’de, babasıyla çatı ştı ğı yerde, sedirine uzanmı ştır. Hastalı ğı ilerlemi ş durumdadır. Hasan Can padi şah için çok kaygılanmakta, a ğlamaktadır. Rakkase bu kez de ölüme ça ğırır Selim’i. Selim ölür. Hasan, Pirî ve Yeniçeriler üzüntülerini dile getirir. “(Sahne kararırken Rakkase yine girer, üzerindeki yıldızlı mavi tülü çıkarıp Selim’in üstüne örterken perde a ğır a ğır kapanır.) ” (s. 151).

2.20.2. Eserin Şahıs Kadrosu Açısından Đncelenmesi

2.20.2.1. Asıl Kahraman

Oyunun aslî kahramanı Yavuz Selim’dir. Sancak beyliği göreviyle Trabzon’da bulunan Şehzade Selim, o ğlu Süleyman’ın Kırım’daki Kefe’ye gönderilmesine sevinmi ştir. Zira, Do ğu Anadolu’yu Đran’ın kı şkırttı ğı Şahkulu karı ştırmaktadır. Đstanbul duruma pek de duyarlı de ğildir. Zeki bir ki şi olan Şehzade Selim, o ğlu için kötü bir yer gibi görünen Kefe yoluyla Edirne’ye gelir. Babası Sultan Bayazıt’tan Semendire Sancak Beyli ği’ni almayı ba şarır, Rumeli’de sancak verilmesi gelene ğe aykırı oldu ğu hâlde. Ancak, bu onun için yeterli de ğildir. Babasına Şahkulu’ndan söz eder, ayaklanmayı bastırmak için yetki ister. Sultan Bayazıt, kendisinin durumla ilgilenece ğini söyler. Selim bulundu ğu yerden ayrılmayınca Bayazıt, ordusuyla gelip Selim’le Sırtköy’de sava şır. Şehzade Selim yenilmi ştir; fakat yeniçerilerin gönlünü fethetmi ştir. Ustaca sava şan bir kahramandır o. Sultan Bayazıt, di ğer şehzadelerin tahta lâyık olmadıklarını ortaya koymaları sonucu, tahtı Selim’e teslim eder.

 

 Sultan Selim tahta çıktı ğında, cihan devletini kurmak için, kendisi önderli ğinde sava ştan sava şa ko şmaya söz alır yeniçerilerden. Öncelikli i şi rahat durmayan karde şlerini bertaraf etmek olur. Ardından Şahkulu’nu destekleyen, Osmanlı aleyhine Hıristiyan Avrupa devletleriyle anla şmalar imzalamaktan kaçınmayan Đran Şahı Đsmail’e yönelir. Zor ko şullar altında uzun bir sefer dönemi söz konusudur. Şah Đsmail Selim’in kar şısına çıkmaz, saklanır. Di ğer taraftan asker ve pa şalar seferden dönme taraftarıdır. Ancak, Sultan Selim “ Ölmek var, dönmek yok ” (s. 64) der. Đsmail sonunda sava ş meydanına çıkar. Çetin sava şta Đsmail yerine bir ki şi teslim olurken Şah Đsmail kaçar. Çaldıran Sava şı kazanılmı ş, önemli topraklar ele geçirilmi ş olur böylece. Ancak Đran’ın tamamı alınamaz.

Sultan Selim Đran’dan sonra Mısır’ı hedef alır. Yine bu sefer de mesafenin uzaklı ğı, çölün zorlu ğundan dem vurulsa da padi şah kararlıdır. Mercidabık Sava şı Mısır Sultan’ı Kansu Gavri’ye inme inmesi sonucu ordusunun da ğılmasıyla Osmanlı lehine sonuçlanır. Bundan sonra Mısır sultanı olan Tumanbay’la da Ridaniye Sava şı yapılır. Mısır ele geçirilmi ştir.

Selim Han bundan sonra Çin ve Hindistan’a yönelme fikrindedir; ancak sonradan Batı’ya sefere çıkma kararı alır. Bu sefere çıkarken Edirne civarındaki Sırtköy’de, babasıyla sava ştı ğı yerde, sırtındaki şirpençe dolayısıyla ölür.

Sultan Selim son derece dirayetli, kararlı, atak bir ki şidir. “ Eylem için yaratılmı ştır Selim… ” (s. 18). Bu özellikleri sayesinde kısacık hükümdarlı ğı sırasında büyük sava şlar kazanıp ülkesini büyütür. Tanrı tarafından bu dünyaya vazifeyle gönderildi ğine inanmı ştır Sultan Selim. Bu inançla durmadan çalı şır, sava şır. Ailesiyle birlikte olmaya vakit bulamaz. Aylar, yıllar süren seferlerde yer alır. Büyük bir komutan, sava şçı oldu ğu için ta ba şta, asker onu ister hükümdar olarak, kendilerini zaferden zafere ko şturacak olanı.

Sultan Selim kutsal saydı ğı amaca ula şma, cihan devletini kurma ülküsünü gerçekle ştirme yolunda önüne çıkan engelleri bir bir ortadan kaldırmaktadır. Kendisine mukavemet etmek isteyenleri veya öyle görünenleri gözünü sakınmadan ortadan kaldırır. Düzen u ğruna karde şlerini, ye ğenlerini feda edebilecek yürekliliktedir. Bireysel anlamda gönlü buna müsaade etmese de devletini ki şileri sevdi ğinden ziyade sevdi ği

 

 için böyle davranır. Tahta geçtikten sonra karde şleri rahat durmadı ğı için Sadrazam Sinan Pa şa’ya şu emri verir: “ Önce Şehzade Korkut kaldırılsın ortadan, sonra Şehzade Ahmet ve o ğulları. Đçim yanıyor, çok a ğlayaca ğım, evet, ama ülkemin güvenli ği daha önemlidir benim gözya şlarımdan. Ülkede üç gün yas ilân edilsin ” (s. 52). Padi şahın askerin ciddiyetsizli ğine, disiplinsizli ğine de tahammülü yoktur. Mısır seferine karar verdi ğinde askerlerin hemen sava ş düzenine girmesini “ Sava ş erleri ve silâhlar bir an dahi geciktirilmeden hazırlana! Kendim görece ğim her şeyi. Ba şı tolgasız olanın ba şı, kolu kolçaksız olanın kolu kesilecek; silâhsız olan askerler ânında öldürülecektir ” (s. 90) sözleriyle ister.

Selim Han yukarıda sözünü etti ğimiz ha şin mizacı yanında rikkatli bir kalbe, ince bir duyarlılı ğa da sahiptir. Karısı ’a kar şı son derece mü şfiktir. Şiire büyük de ğer verir ve o ğlu Süleyman’ın şiir yazmasını ö ğütler. Đyi bir babadır, Süleyman’a sava şçılık, duyarlılık, e ğitim gibi iyi meziyetler kazandırmak ister; onu bunlara yönlendirir. Sultan Selim, aydınlık Türkçe den söz eder ki, bu noktada onun “yazarın sözünü emanet etti ği şahıs ” oldu ğunu da söyleyebiliriz. Selim Han aynı zamanda, bilim ve sanata da önem verir. Fethetti ği yerlerdeki âlim ve sanatkârları ba şkente getirir. Đran’dan getirilen bestekâr Hasan Can ve Mısır’daki Hayalci bunlara örnek verilebilir.

Sultan Selim o kadar sert mizaçlı, bazen de acımasız bir insandır ki, herkes ondan korkmaktadır. Birine sinirlenen ki şi, muhatabının padi şaha vezir olmasını dilemektedir. Bu korkuyu açıkça dile getiren şairlerin bulunması da Sultan Selim’in ho şgörüsünü ortaya koyar. Sultan Selim’in kendisi de ne kadar haşin bir yapıya sahip oldu ğunun farkındadır. Böyle olu şunun dünyaya görevle gönderilmesinden, misyonunun bunu gerektirmesinden kaynaklandı ğını ortaya koyar, hükümdarın kendi ölümüne yakın söyledi ği a şağıdaki sözler ki, aynı zamanda öz ele ştiri niteli ğindedir:

“Zorba diyorlar, kanlı zalim diyorlar benim için. Gerekti ğinde öyleyimdir gerçekten. Ama kimlerdir benim ortadan kaldırdıklarım? Ya görevlerinde kusurlu olanlar, ya büyük amaca kar şı çıkanlar ya da ülke bütünlü ğünü tehlikeye sokanlar. Herhalde kendi amacına uygun olarak böyle yarattı beni Tanrı. Benim yaptıklarımın yapılabilmesi için, benim gibi biri gerekiyordu mutlaka” (s. 148). Selim Han, her şeyin hakkını veren bir ki şili ğe sahiptir. Mısır Sultanı Tumanbay, onun dü şmanıdır; ancak o, dü şmanının kahramanca sava şmasını, halkına kendisini çok sevdirmesini takdirle kar şılar. Tumanbay’la görü şmesi esnasında Mısırlıların sava şı

 

 niçin kaybetti ğini tartı şırlarken söyledi ği şu sözler, Sultan Selim’in gerçekle ştirilen eylemlerle gelece ğe katkıda bulunmak, insanlı ğın ilerlemesi için çaba sarf etmek ülküsünde ileriye dönük ya şayan büyük bir hükümdar oldu ğunu gösterir: “ Tartı şmada ortaya çıkan gerçek bizden sonrakilerin, dahası, bütün insanların i şine yarayabilir pekâlâ. Her davranı şımızla insan denilen varlı ğı da kollamamız gerekir, yoksa yalnızca kendimiz için ya şamı ş oluruz ” (s. 111).

Sultan Selim’in felsefesi “olmak ya da olmamak / ya hep ya hiç”tir. Orta yola tahammülü yoktur. Cihan devletini Osmanlı kuramazsa bu devletin ezilmeye mahkûm oldu ğu kanaatindedir. Onun devlet ileri gelenlerine söyledi ği şu sözler bunu çok bariz biçimde ortaya koyar:

“Sapa, ücra bir yerde de ğil, bütün dikkatlerin ı şığıyla aydınlanan bir yol üstünde bulunmaktayız biz. Büyüyüp güçlenerek ve güçlenip büyüyerek kendimizi kabul ettiremezsek dünyaya, buradan geçenlerin ayakları altında kalabiliriz. Büyük olamazsak, küçük olmaya da bırakmazlar bizi, ezip yok ederler. Büyük olmak, yazgımız bizim” (s. 86). 2.20.2.2. Hasım veya Kar şı Güç

Bu kategoride kalabalık bir şahıs kadrosu bulunmaktadır. Selim’in alt etmek zorunda kaldı ğı babası, karde şleri ve di ğer devletlerin hükümdarları ile sefer kar şıtı olan pa şa ve askerleri bu grup içinde de ğerlendiriyoruz.

Selim’in babası Sultan Bayazıt, devletin sorunlarıyla onlarca yıl u ğra şmaktan bitkin dü şmü ştür. Selim, babasını Şahkulu, dolayısıyla Đran tehlikesine kar şı uyarır; ancak, Sadrazam Ali Pa şa, Selim’in gereksiz kaygılar içre oldu ğunu söyler padi şaha. Sultan Bayazıt, yoruldu ğunun farkındadır. Tahtı bırakmayı dü şünmektedir. Şehzade Şehen şah hastadır, Korkut’un o ğlu olmaz, Selim’in de bir tek o ğlu vardır. Bunun için, Şehzade Ahmet’e tahtı bırakmanın daha do ğru olaca ğını dü şünür; fakat, Selim’in bunu kabul etmeyece ğinin de farkındadır.

Selim Kefe yoluyla Edirne’ye gelir. Babası ona Semendire’yi verir; fakat Selim Şahkulu ve di ğer hainler yok edilmeden devlet merkezinden uzaklara gitmeyece ğini ifade edince Sultan Bayazıt, karde şi Cem’den sonra o ğluyla da sava şmak zorunda kalır. Sultan Bayazıt bu savaşta o ğlunu ma ğlûp eder; ama Selim, özellikle askerin gönlünü fethetmi ştir. Aslında Bayazıt, Selim’in tahta lâyık oldu ğunun bilincindedir. Ne var ki, ondan korkar. Ali Pa şa’ya söyledi ği şu sözler buna tanıktır: “ Do ğrusunu söylemek  

 gerekirse Ali Pa şa, tahta yakı şan Selim’dir elbette, devleti geli ştirip büyütecek olan odur. Ama, yine do ğruyu söylemek gerekirse, çekiniyorum Selim’den; açıkçası, ondan korkuyorum ” (s. 34).

Di ğer şehzadeler tavırlarıyla tahta lâyık olmadıklarını ortaya koyduklarından ( Şehen şah ölmü ştür, Korkut’un o ğlu yoktur, Ahmet de Konya’da kendi saltanatını ilân eder.) Sultan Bayazıt, “ Kamunun dile ği kimden yanaysa o çıksın Osmanlı tahtına. Artık biz dahi alkı ş tutarız o ğlumuz Selim’in yücelen bahtına ” (s. 43) diyerek tahtı Selim’e devreder. Selim’den karde şlerini ortadan kaldırmamasını isteyerek Dimetoka Sarayı’na inzivaya çekilir.

Sultan Bayazıt üzerinde geni şçe durulmaz eserde. Otuz yıldır devlet problemleri ve uzun bir süre isyanda kalan Cem’le u ğra şmanın onu yordu ğu gündeme getirilmi ştir. Devlet i şlerinin artık büyük ölçüde sadrazama kaldı ğını ve sadrazamın da padi şaha her şeyi güllük gülistanlık gösterdi ğini, ülkenin do ğusundaki büyük tehlikeyi ondan sakladı ğını anlıyoruz. Sultan Bayazıt, dünyevî tahtı artık bırakmak niyetindedir. Ba ştan beri, Selim’in taht için yaratıldı ğının idrakindedir; ancak, ondan korkması dolayısıyla di ğer şehzadeler için de durum de ğerlendirmesinde bulunur. Zaman da Selim’in liyakatini ortaya koyunca Bayazıt tahtı o ğluna bırakır. Bunca yıl padi şah kalmanın Bayazıt’a devlet yönetimi alanında önemli tecrübeler kazandırdı ğını görüyoruz. Bayazıt’ın yine Ali Pa şa’ya yönelik olarak söyledi ği “ Babasını zorla tahtından indirebilecek bir Selim karde şinin saltanatını tanır mı sanıyorsun? Babasına kar şı ayaklanan, dinler mi karde şini? ” (s. 35) sözleri, bunun ve o ğlu Selim’i iyi tanıdı ğının göstergesidir.

Şehzade Korkut Manisa’da sancak beyidir. O da Osmanlı tahtını ele geçirme dü şüncesindedir. Selim Edirne’ye geldi ğinde Korkut, Bayazıt’a “ Sultan babam isterse, Manisa’dan ordumla gelip karde şim Selim’i durdurayım ” (s. 27) der. Bu da kendisinin babasının gözünden dü şmesine sebep olur. Her ne kadar bilgin, musiki şinas, şair olsa da oğlu olmadı ğı için zaten ba ştan elenmektedir Şehzade Korkut. “ Osmanlı Hanedanı serpilip geli şemez onunla ” (s. 43).

Sultan Selim tahta çıktı ğı zaman ona itaat edece ğini söyleyen Şehzade Korkut, kısa zaman sonra ordusunu büyütme giri şiminde bulunur. Yavuz Selim’in kimi pa şalara

 

 karde şini denemek maksadıyla yazdırdı ğı mektuplara Korkut olumlu yanıt verince (Tahtı ele geçirmek için bu pa şalardan yardım istemektedir.), kendi ölüm fermanını imzalamı ş olur. Yavuz onu ortadan kaldırır.

Şehzade Ahmet, Amasya’da bulunmaktadır. O ğlu çok oldu ğu için Sultan Bayazıt onu tahta oturtmak ister en çok. Şehzade Ahmet, Sadrazam Ali Pa şa ile de i ş birli ği içerisindedir. Tahta kendisi çıkarsa Ali Pa şa’nın devleti ömrü süresince istedi ği gibi yönetebilece ğini vaat eder ona. Selim Edirne’ye geldi ğinde Şehzade Ahmet de Korkut gibi davranmı ştır. Yine Ali Pa şa’nın yönlendirmesiyle Maltepe’ye gelip Đstanbul’a ça ğrılmayı bekler. Bekledi ği olmayınca Konya’da hükümdarlı ğı ilân eder. Babasının elçisini de öldürtmü ştür. Bu yaptıkları kendi aleyhine sonuçlanır; kendisinin tahta lâyık olmadı ğını ortaya koymu ş olur böylelikle.

Selim padi şah olduktan sonra Şehzade Ahmet’in rahat durmadı ğını Sadrazam Sinan Pa şa’nın “ Şehzade Ahmet’in o ğlu Alaettin de Bursa’yı i şgal etmi ş. Ayrıca, Şehzade Ahmet iki o ğlunu yollamı ş Şah Đsmail’e Đran’dan size kar şı destek almak için ” (s. 51) biçimindeki sözlerinden anlamaktayız. Tüm bunlar üzerine, Yavuz Selim Şehzade Ahmet ve o ğullarının bu dünyadaki serüveninin sonlandırılması emrini verir.

Şehzade Ahmet tahta lâyık bir ki şili ğe sahip de ğildir. Babası ya şarken kendi hükümdarlı ğını bir ba şka yerde duyurma ve elçiyi haksız yere öldürme cüretini göstermi ştir. Tahta oturamayınca da karde şine kar şı ba şka entrikalara ba şvurur. Oğullarını dü şman bir devletle i ş birli ği yapmak için göndermesi onun vatanına yeterince ba ğlı olmadı ğını ortaya koyar.

Şah Đsmail, Đran hükümdarıdır. Đran, eskiden beri Osmanlı Devleti’nin dü şmanıdır. Şah Đsmail ülkemizin topraklarına göz dikmi ştir. Şahkulu’nu Do ğu Anadolu’da isyan çıkarması için kı şkırtır. Ayrıca, Hıristiyan Avrupalılarla gizli anlaşmalar yapmaktadır Osmanlı Devleti’ne kar şı.

Şah Đsmail aynı zamanda şairdir. Saz e şli ğinde söyledi ği şiirleriyle kendine ba ğlı bir toplulu ğu trans hâline geçirir. Onlara “ … ‘ Şah, Şah’ diyerek açın Anadolu’nun kapılarını ve Şah’ın gerçe ğini yayın dört bir yana! ” (s. 11) emrini verir. Şiîlik propagandası yaptırmaktadır. Osmanlı ordusunun kendisiyle sava şmak için yola çıktı ğını haber alınca “ Osmanlı ordusunun konaklayabilece ği yerlerdeki mahsul ve

 

 meskenler yakılsın tümüyle, tam bir çöl ortasında kalsınlar ” (s. 60) buyru ğunu verir. Sultan Selim ve ordusu aylardır Đran topraklarında bulunmakta; ancak, Şah Đsmail saklanmakta, sava şı göze alamamaktadır. Osmanlı’ya dost oldu ğunu söylemektedir bir taraftan da. Bir de bir kutu afyon (s. 63) gönderir Sultan Selim’e. Sultan Selim’in Đsmail’e söyledi ği “ Bir hükümdarın topra ğı, onun nikâhlısı gibidir. Erkek ve mert olan, nikâhlısına el de ğdirmez. Oysa ben aylardır ordumla çi ğnemekteyim senin ülkeni ” (s. 63) sözleri, Đsmail’in ki şili ği hakkında bizi dü şündürür. Şah Đsmail, dü şmanla sava şı kolay göze alabilecek bir cesurlu ğa sahip de ğildir. O daha çok saman altından su yürütmeyi, gizli i şler çevirmeyi ye ğlemektedir.

Çaldıran Sava şı’nda bir komutanın, Şah Đsmail oldu ğunu söyleyip teslim olması esnasında Şah Đsmail sava ş alanından kaçıp kaybolur. Osmanlı askerleri Đsmail’in hazineleriyle en çok sevdi ği karısını ve bir şiirini zapt eder. Sultan Selim’in Şah Đsmail’in söz konusu şiiri hakkında yaptı ğı yorum, Đsmail’in büyük bir şair oldu ğunu ortaya koyar.

Mısır Hükümdarı Kansu Gavri de Sultan Selim’in hasmı olan bir ki şidir. Ancak Kansu Gavri sahnede görülmez. Sava ş sırasında kendisine inme indi ği ve bunun sonucunda askerlerinin da ğılmasının Osmanlı’nın zaferini kolayla ştırdı ğı söylenir.

Tumanbay, Kansu Gavri’den sonraki Mısır hükümdarıdır. Yavuz’un kendisine itaat etmesi ça ğrısına olumsuz yanıt verir ve onunla sava şacaktır Tumanbay. Bu sava şta Tumanbay yenilse de kahramanca ülkesini savunmasıyla Sultan Selim ve askerlerinin gözünü doldurur. Tumanbay kendisini halkına o derecede sevdirmi ştir ki, Mısırlılar onun esir alındı ğına inanmamakta, bir gün ortaya çıkıp Mısır’ı kurtaraca ğına inan maktadır (s. 112). Mısır halkının isyandan alıkonması ve Tumanbay’dan ümidini kesmesi için böylesine de ğerli bir ki şi de olsa kendisinin öldürülmesi kararı alınır. Ülkesini ve halkını çok seven Tumanbay’ın gölge oyunundan da haz aldı ğını Hayalci vasıtasıyla ö ğreniyoruz.

Tumanbay mert bir hasımdır ve hükümdarca sava şmı ştır.

Hemdem Pa şa, Karaman valisi ve Sultan Selim’in çocukluk arkadaşıdır. Đran seferi esnasında Hemdem Pa şa Sultan Selim’e pa şaların ve kendinin iste ğini bildirir. Ortada olmayan bir dü şmanla sava şılamayaca ğını, ülkenin kaynaklarının böyle nafile yere

 

 harcanmasının do ğru olmadı ğını söyler. Sultan Selim’i büyük amaca ula şma yolundan alıkoymaya çalı ştı ğı için Sultan Selim onu idam ettirir. Hemdem Pa şa’nın ki şili ği yazarca ayrıntılı i şlenmemi ştir.

II Vezir de hem Đran hem Mısır seferini baltalamaya çalı ştı ğı için Sultan Selim tarafından idam ettirilmi ştir. Onun üzerinde de pek durmaz yazar.

Cafer Çelebi kazaskerdir. Đran seferinden Đstanbul’a dönüldükten sonra Cafer Çelebi yargılanmak istedi ğini söyleyerek padi şahın huzuruna gelir. Ku şatmanın kaldırılmasını isteyenlerden biri de odur. O zaman bunu iyi örtbas etti ğinden idam edilmemi ştir. Bulundu ğu makam gere ği Sultan Selim kendi cezasına kendisinin karar vermesini söyler. Cafer Çelebi di ğer suçlulara uygulanan cezanın kendisi için dahi geçerli oldu ğunu beyan eder. Sultan Selim “ Bu kadar dürüst bir insan nasıl suç i şler, Allah aşkına? ” (s. 89) diyerek cezanın infazını emreder.

Kazasker Cafer Çelebi ba şta suçunu örtbas etse, bulundu ğu makama lâyık davranamasa da sonradan vicdanının sesini dinleyerek suçunu kendisi ortaya koymu ş, son derece dürüst davranmı ştır.

Ali Pa şa Sultan Bayazıt’ın sadrazamıdır. Çıkarcı, dalkavuk bir ki şili ğe sahiptir. Şehzade Selim babasını Trabzon’dan Şahkulu tehlikesine kar şı uyardı ğında Ali Pa şa Selim için Sultan Bayazıt’a “ Yersiz bir telâ şla i ş açmak ister devletin ba şına. ” (s. 12) der ve “ Siz yormayın yüce gönlünüzü hünkârım, kulunuz gere ğini yapar. ” (s. 12) diyerek de dalkavukluk eder, bu tehlike yokmu ş gibi davranır, yani gerçe ği gizlemeye çalı şır. Ali Pa şa şehzadelerden Ahmet’i desteklemekte, Sultan Bayazıt’ı Şehzade Ahmet’i veliaht tayin etmeye yönlendirme gayretinde bulunmaktadır. Di ğer taraftan da Đstanbul’da olanları Ahmet’e bildirmekte, ona Đstanbul’a gelmesini ö ğütlemektedir. Ondan da “Ömür boyu sadrazam olacaksın pa şa” (s. 16) sözünü almı ştır.

Sultan Bayazıt, Ali Pa şa’nın da önerisiyle o ğlu Selim’le Sırtköy’de sava şır.

Ali Pa şa tecrübeli bir sadrazamdır. Bir var ki, devlet için de ğil, kendi çıkarı için çalı şır. Bu sebepten Şahkulu ayaklanmasını padi şahtan gizler. Şehzade Selim aleyhine olan şeyleri destekler. Onun rakibi Şehzade Ahmet’in tahta geçebilmesi için bütün gücünü seferber eder; fakat sonuç onun istedi ği gibi olmamı ştır.

 

 I Vezir ve yeniçeriler de Đran seferini baltalamaya çalı şmı şlardır; onların bu davranı şını da hasımlık kategorisine dâhil edebiliriz. Fakat daha sonra bu tutumlarından vazgeçmi şlerdir.

2.20.2.3. Arzu Edilen veya Korku Duyulan Nesne

Şehzadeler Ahmet, Korkut ve Selim için Osmanlı tahtını ele geçirmek arzu edilen nesnedir. Tahta sahip olabilmek için üçü de birbiriyle ve babalarıyla sava şmayı gündemlerine getirmi ştir. Ancak şartlar ve daha etkili mücadele edi şi tahtı Selim’e kazandırır.

Sultan Selim’in bundan ba şka iki arzusu daha vardır. Bunlardan biri devletin düzenini sa ğlamak ve korumak, di ğeri bir cihan devleti kurmak, yani Osmanlı Devleti’ni cihan devleti hâline getirmektir. Bu iki arzu birbiriyle ba ğlantılıdır. Selim, tahta oturdu ğu zaman yeniçerilere yönelik olarak şu konu şmayı yapar ve onlardan bu konuda söz alır: “… Benim devrim hareket devri olacak. Bir seferden zaferle dönünce, yan gelip yatmak yok; yeni seferler için, yeni zaferler için yani, durmadan çaba harcanacak, durmadan… Asıl amaca ula şıncaya dek, cihan devletini kuruncaya dek! Bütün insanları tek düzende birle ştirinceye kadar sava şaca ğız; sürekli barı şı, huzuru sa ğlayıncaya kadar en çetin, en kanlı sava şlardan dahi kaçınmayaca ğız. Bunları göze alıyor musunuz a ğalar? ” (s. 48-49).

Đran seferi sırasında oyunbozanlık edenlerden biri olan Hemdem Pa şa’yı Sultan Selim, “Düzen. Düzenin bozuldu ğu yerde hiçbir şey barınamaz. Sevgi bile ” (s. 68) diyerek idam ettirir. Yeniçerilere de “ Büyük amaca, cihan devletinin kurulmasına katkıda bulunan herkes makbuldür katımda. Ancak, bu amaca doğru ilerlerken kar şıma çıkanı, kim olursa olsun, hiç duraksamadan yok edece ğim. Kutsal amaç yapılanları haklı çıkaracaktır ” (s. 68) der. Bu sözler de gösteriyor ki, Sultan Selim, cihan devletini kurmak için ya şamakta, bu yolda kendisine engel te şkil edebilecekleri hiç çekinmeden ezip geçmektedir.

Sinan Pa şa’nın “ Đran seferi de, Mısır seferi de aynı amaç için gerekti, Avrupa’ya daha güçlü yönelmemiz için. Biz Batı’ya do ğru ilerlerken Đran arkamızdan vurabilirdi bizi, Mısır da güneyimizden. Đran da, Mısır da bizim gibi ba şa güre şen devletler ” (s. 100- 101) şeklindeki sözleri ve buna mukabil Sultan Selim’in “Onları saf dı şı bıraktık mı,

 

 Avrupa’yı dize getirmek kolayla şacak; gerçek cihan devletini kurmamıza hiçbir engel kalmayacak o zaman ” (s. 101) biçiminde söyledikleri, asıl hedefin Avrupa’yı zapt etmek oldu ğunu, Do ğu ve Güney seferlerinin Osmanlı Devleti Avrupa’yla sava şırken arkada dü şman bırakılmaması için gerçekle ştirildi ğini ortaya koyar.

Sultan Selim Cihan devletini kurma yolunda Đran ve “ Kızıl Elma ” (s. 97) diye nitelendirdi ği Mısır’ı saf dı şı bırakmayı ba şarmı ştır. Emeline ula şmak için Avrupa’ya sefer düzenleme yolundayken Sırtköy’de ölmü ştür.

Eserin asıl kahramanı Selim, Đran’ın destekledi ği Şahkulu isyanının Anadolu’da yeni bir “Fetret Devri”ne yol açmasından korkar. Timur’la Yıldırım Bayazıt arasında ya şananların tekerrür etmesi ihtimali onu diken üstünde tutar. Sultan Selim’in şu sözleri buna tanık gösterilebilir:

“… Do ğumuzda kaygı verici durum; çünkü Đsmail bütün Đran’ı sultasına aldıktan sonra Gence, Şirvan, Geylân, Mâzenderân, Taberistan, Cürcan ve Gürcistan gibi yerleri ele geçirip çı ğ misali büyümü ştür üstümüze do ğru. Biz onu durduracak güçteyiz şimdilik ama geç kalırsak, Tanrı saklasın, ikinci bir Timur belâsıyla kar şıla şabiliriz” (s. 55). Eserin di ğer bütün kahramanları Sultan Selim’den çekinmekte, korkmaktadır. Sultan Bayazıt’ın “ … Çekiniyorum Selim’den; açıkçası, ondan korkuyorum” (s. 34) deyi şi; Şehzade Süleyman’ın, annesine “ Biliyor musun, babamın yanındayken, gece pusulasız bir gemideyim sanki, gök kapalı, yön belirsiz, her an bir yıldırım dü şecek gibi ” (s. 21) demesi ve buna mukabeleten Hafsa Sultan’ın “ Do ğrusu, ondan korkmuyorum diyen yalan söyler mutlaka ” (s. 22) deyi şi bunun göstergesidir.

2.20.2.4. Yönlendirici

Sultan Selim için öncelikli yönlendirici şahıs, Rakkase’dir. Rakkase, Selim’in özlemlerini dile getirir. Rakkase’yi oyun boyunca altı kez sahnede görürüz. Üzerinde mavi renkte, yıldızlarla bezenmi ş bir elbise vardır. Yüzünde de şeffaf siyah bir örtü bulunmaktadır. Selim’in bir şeye kar şı özlemi, ki genellikle bir yöne sefere çıkmaktır bu, doru ğa çıktı ğında, Selim yalnızken Rakkase pek şuh bir şekilde dans ederek gelir ve Selim’e gitmesi gereken yeri i şaret eder. Oyunun ba şında Selim’in tahtı ele geçirme arzusu hat safhadayken Rakkase ona görünerek “ Đstanbul’a! Đstanbul’a! ” (s. 8) der. Sultan Selim Rakkase’ye kar şı duygularını bu sahnede “ Sen yokken seni dü şünmek taç ve taht sahibi olmaktan güzel. Hele görmek seni, görmek… Her iki dünyaya bedel! ” (s.  

 8) sözleriyle ifade eder. Sonraki kısımlarda Rakkase “ Đran’a! Đran’a! ” (s. 59), “ Mısır’a! Mısır’a! ” (s. 83), “ Batı’ya! Batı’ya! ” (s. 135) diyerek Selim’e sefere çıkması gereken yönleri göstermi ş, onun kararsızlıktan uzakla ştırmı ş olur. Oyunun sonunda Selim ölece ği zaman Rakkase yeniden görünür; yüzündeki siyah örtüyü çıkardıktan sonra eliyle, Selim’e “ gel i şareti yapar ” (s. 150). Bu sefer ölüme ça ğırmı ştır Selim’i. Selim de ölür. En sonda Rakkase tekrar belirip “ üzerindeki yıldızlı mavi tülü çıkarıp Selim’in üstüne örterken ” (s. 151) oyun sonlanır.

Sultan Selim’i yönlendiren bir ba şka şey Kapıa ğası Hasan’ın rüyasıdır. Bu rüya Sultan Selim’i Mısır seferine çıkmaya yönlendirir. Hasan Can söz konusu rüyayı padi şaha şöyle nakleder: “ Arap’a benzer, nur yüzlü ki şiler ellerinde sancaklarla gelmi şler sarayın kapısına; içlerinden biri Hasan A ğa’ya buyurmu ş ki (…) Bizi Tanrı Elçisi gönderdi, selâm etti Selim Han’a. (…) O kutlu ki şi buyurmu ş ki: ‘Ben Ali bin Talip, bunlar da Peygamberimizin yolda şlarındandır; en önde gördüklerin de Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman. (…) Buyurmu ş ki: ‘Var git Selim Han’a haber ver, Mekke ile Medine’nin hizmeti ona ısmarlandı.’ “ (s. 81). Sultan Selim bu rüyanın, kendisine, kutsal yerleri fethetmeyi i şaret etti ğine inanmı ştır.

2.20.2.5. Alıcı

Oyundaki öncelikli alıcı Sultan Selim’in kendisidir. Selim Han kısacık hükümdarlı ğı döneminde bir kasırga gibi esmi ştir. Şehzadeyken tahtı elde eder öncelikle. Bundan sonra Đran ve Mısır’ı hizaya getirir. Batı’ya yönünü do ğrulttu ğu sırada da bu dünyadan ayrılır. Yavuz’un eylemleri öncelikle kendi ülküsünü gerçekle ştirmeye yöneliktir. Bunun da hükümdar olduktan sonra düzeni sa ğlamak, korumak ve bir cihan devleti kurmak oldu ğunu daha önce de ifade etmi ştik. Sultan Selim cihan devletini kurma yolunda çaba harcarken bu dünyadaki serüvenini tamamlamı ş olur. Sa ğlı ğını önemsemez. Sırtındaki yaraya zaman ayırmak lüzumunu görmez. Bu yara onun ölüm sebebi olmu ştur.

Sultan Selim’in icraatları herkesi ilgilendiği için tüm şahısları alıcı sayabiliriz. O ğlu Şehzade Süleyman babasını büyük gayretleri sonucunda büyük bir ülkeyi miras aldı ğı için, seferlere kar şı duran pa şalar ve di ğer önde gelenler canlarından oldukları için, Sultan Bayazıt ve Sultan Selim’in karde şleri ile ye ğenleri, dü şman devletlerin

 

 hükümdarları Sultan Selim’e yenildiklerinden, yeniçeriler onun sayesinde zaferden zafere ko ştukları için alıcı şahıs sayılır. Yine, Hasan Can ve Hayalci ba şkente geldikleri için bu kapsamda de ğerlendirilebilir. Örnekleri artırmak mümkündür.

2.20.2.6. Yardımcı

Pirî, Sinan Pa şa, Müftü, Şehzade Süleyman, Hasan Can, Hafsa Sultan bu grupta ele alınabilir.

Pirî, önce defterdardır. Sinan Pa şa’nın Mısırlılarla sava ş sırasında şehit dü şmesinden sonra sadrazam yapılmı ştır. Pirî defterdar iken de, sadrazam oldu ğunda da hep padi şahın destekçisidir. Bazı önde gelenler Şah Đsmail ile sava şmak için bir gece beklenmesi gerekti ğini söylerken Pirî, bu zamanın bazı askerlerin dü şman tarafa geçmesi sonucunu do ğurabilece ğini “ … Az da olsa, Şah’a yakınlık duyanlar bulunabilir ordumuzda; bunlar gece dinlenirken Şah’ın saflarına geçmeyi dü şünebilirler. Erken davranmak zaferi yakla ştırır bize ” (s. 72) sözleriyle öngörür. Bunun üzerine Sultan Selim de onun takdirini “ Đş te iyi görü şlü, sa ğlıklı dü şünen bir adam ” (s. 72) biçiminde ifade eder.

Mısır seferi hakkındaki isti şarede de yine Pirî, aleyhte konu şanlara ra ğmen olumlu yönde fikir beyan etmi ştir. Daha önce de belirtildi ği üzere, Sinan Pa şa şehit olunca Pirî sadrazamlık görevine getirilmi ştir. O, ba şarılı bir sadrazamdır; ancak Sultan Selim’in sadrazamı olmak kolay olmadı ğından, kendisini ne zaman ortadan kaldıraca ğını bildirmesini ister Selim Han’dan. Hem bu bekleyi ş sona erecek, hem de uhrevî yönde hazırlık yapacaktır Pirî Pa şa. Devlet iyice büyüdü ğünden sorunlar da artar. Sadrazam, kendisine yardımcı olması için Çoban Mustafa Pa şa’nın yanına tayin edilmesini ister padi şahtan. Sultan Selim söz konusu ki şiyi sevmese de sadrazamına izin verir.

Pirî Pa şa Sultan Selim öldü ğünde de yanındadır onun. “ Öbür hükümdarlar taç ve tahtlarıyla övünürler. Taç ve taht onunla övünürdü ” (s. 150) sözleriyle Sultan Selim’i anar. Pirî Pa şa ba ştan sonuna kadar devlet ve hükümdarına ba ğlı kalmı ş; inançlı, azimli, akıllıca hareket eden bir devlet adamıdır.

Sinan Paşa, Sultan Bayazıt zamanında bir devlet adamıdır. Yeniçerilere Şehzade Selim’i anlatır, Şehzade Ahmet’in olumsuz yönlerinden söz eder. Bu noktada onun yeniçeriler için “yönlendirici” oldu ğunu dü şünebiliriz. Sinan, Şehzade Ahmet’in Konya’da kendi  

 hükümdarlığını ilân edi şi ve ba şkentin elçisini öldürü şü konusunda Sultan Bayazıt’ı da haberdar eder.

Sultan Selim döneminde sadrazam olan Sinan, Pirî gibi, Đran’a ve Mısır’a düzenlenecek seferleri destekler. Onun, “ Đran seferi de, Mısır seferi de aynı amaç için gerekti, Avrupa’ya daha güçlü yönelmemiz için. Biz Batı’ya doğru ilerlerken Đran arkamızdan vurabilirdi bizi, Mısır da güneyimizden. Đran da, Mısır da bizim gibi ba şa güre şen devletler ” (s. 100-101) şeklindeki sözleri, kendisinin ilerigörü şlü oldu ğunu ortaya koyar. Pirî gibi, devletine son derece ba ğlı, ileri görü şlü, hükümdarını daima seven ve destekleyen, sava ş tekniklerini iyi bilen Sinan Pa şa, Mısırlılarla yapılan ikinci sava ş sırasında Sultan Selim sanılarak şehit edilmi ştir.

Müftü’yü iki kez görürüz sahnede. O, verdi ği fetvalarla padi şahın arkasında, destekçisidir. Olumlu bir rol sergiler oyunda. Bunun dı şında, kendisinin ki şisel özellikleri üzerinde durmaz yazar.

Şehzade Süleyman da Selim’in yardımcılarındandır. Selim, Süleyman’ın gönderildi ği yer olan Kefe vasıtasıyla Edirne’ye geçer. Şehzade Süleyman gitti ği yerlerde devlet yönetimini ö ğrenmektedir. Bu da babasına güven verir, gelece ğe yönelik yatırımdır. Süleyman, Selim’in planladı ğı son sefere katılmak ister; ancak babası onu Manisa’ya gönderir. Sultan Selim, kendisi seferdeyken ülkesini o ğluna emanet eder, gözünün arkada kalmayaca ğından emindir. Şehzade Süleyman ayrıca, kuyumculu ğu, şairli ği, babasından korkmasıyla da gündeme getirilmi ştir. O, sava şçılı ğının kuyumculu ğundan üstün oldu ğunu belirtir.

Hasan Can, Đran’dan Đstanbul’a getirilen musiki şinastır. Sultan Selim onun sanatına de ğer verir. Hasan Can, aynı zamanda Sultan Selim’in bir nevi hasodaba şısıdır; onun özel hizmetini görür. Mısır seferine padi şahı yönlendiren rüyayı Sultan Selim’e Hasan nakleder. Yine, Mısır halkının olası isyanının önlenmesi için Tumanbay’ın ortadan kaldırılması gerekti ğini ileri sürenlerden biri de Hasan’dır. Hasan Can, Sultan Selim’in sırtındaki şirpençeyi de ilk görendir. Padi şaha bunun şakaya gelmeyece ğini, tedavi edilmesi gerekti ğini söyler; ancak, Selim Han bununla vakit kaybetmeyi gereksiz görmü ştür. Hamamda yarayı sıktırdı ğı için hastalık azar. Hasan Can, Avrupa seferinin

 

 ertelenmesini önerir padi şahın sa ğlı ğını dü şünerek. Ancak bu da Selim Han’ı alıkoyamaz. Hasan’ın nezareti altında Sultan Selim dünyaya gözlerini kapar.

Đran’dan getirilen Hasan Can, Sultan Selim’in hizmetine girmi ş, ona hep ba ğlı kalmı ştır. Duygulu bir mizacı vardır Hasan’ın.

Hafsa Sultan, Selim’in e şidir. Oyunun ba şından sonuna kadar söz ve tavırlarıyla hep eşinin arkasındadır. Ona güven telkin eder. Süleyman’la birlikte, onun gitti ği sanca ğa gider. O ğlunu e ğitir, ö ğüt verir ona. Sultan Selim’in eylemlerinin do ğru oldu ğuna inanır ve bunların tefsirini yapar âdeta o ğluna. Süleyman’a, gelece ğin hükümdarı oldu ğunda Sultan Selim gibi hareket etmesini tavsiye eder. O da, herkes gibi, Sultan Selim’den korkmaktadır. Fakat, aynı zamanda kocasına derin bir sevgi ve saygı beslemektedir. Tanrı tarafından Sultan Selim’in e şi olmak gibi büyük bir vazifeyle yükümlendirildi ğine inanır Hafsa Sultan. Bunu Sultan Selim’e, “ Siz nasıl büyük bir görevle geldiyseniz bu dünyaya, ben de büyük bir görevle geldim: sizin kadınınız ve çocuklarınızın anası olmak ” (s. 131) sözleriyle ifade eder. Sultan Selim, aylar hatta yıllar süren seferleri dolayısıyla e şiyle vakit geçirmeye zaman bulamamı ştır pek. E şine bunu, “ Benim iyi yürekli, temiz ruhlu hatunum, pek beraber olamadık seninle ” (s. 129) biçiminde söyleyen Sultan Selim, onun için “ Dünya güzeli, dünya iyisi kadınım benim… ” (s. 130) nitelendirmesinde bulunur.

Yukarıda da vurgulandı ğı üzere, Hafsa Sultan, güze, duygulu ve iyi bir kadın, vefalı bir eş ve annedir. Erdemli bir kadın olarak ortaya konmu ştur.

2.20.2.7. Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar

Bu kategoride kalabalık bir şahıs kadrosu bulunmaktadır. Tutsak ( Şah Đsmail’in elindeki Osmanlı tutsak), Mısır Elçisi, Sultan Selim tarafından Đstanbul’a getirilecek olan Hayalci, Ozan, Đranlı komutanlar, Mısır Kölemen beyleri, sazendeler, baltacılar, yeniçeriler, Mısırlılar vb. dekoratif kahramanlardır. Tutsak, sava ş alanına yayılmı ş Türk ordusu hakkında Şah Đsmail’e bilgi verir. Mısır Elçisi, Kansu Gavri’nin isteklerini Sultan Selim’e iletmek için gelmi ştir, silâhlıdır. Hayalci, gölge oyunu oynatır, Tumanbay’ın Mısır halkınca ne kadar sevildi ğini ortaya koyar. Ozan, yeniçerilerin Mısır’da bulundukları sırada Đstanbul’a ne kadar özlem duyduklarını sazı ve sözüyle dile getirir.

 

 2.20.2.8. Eserin Şahıs Kadrosuna Toplu Bir Bakı ş

Piyeste dekoratif şahıslardan ba şka ikisi kadın, on yedisi erkek olmak üzere on dokuz kahraman yer alır. Hafsa Sultan ile Rakkase, kadın kahramanlar; Sultan Selim, Şehzade Süleyman, Şehzade Korkut, Şehzade Ahmet, Sultan Bayazıt, Ali Pa şa, Şah Đsmail, Sinan Pa şa, Müftü, Hemdem Pa şa, Tutsak, Hasan Can, Mısır Elçisi, Kazasker Cafer Çelebi, Sultan Tumanbay, Ozan, Hayalci, erkek kahramanlardır. Vezirler, yeniçeriler, baltacılar, sazendeler, Đranlı komutanlar, Mısırlılar, Mısır Kölemen beyleri, di ğer kahramanları olu şturur.

Eserde en çok Sultan Selim üzerinde durulmu ştur. O, bir eylem adamıdır. Cihanı düzene sokmak, cihan imparatorlu ğu kurmak u ğrunda çalı şmı ş, kısa saltanatı sırasında bunda ba şarı sa ğlamı ştır. Son derece ha şin bir mizaca sahiptir. Ki şilik geli şimi göstermese de kimseye benzememesi, kendine özgü bir şahsiyete sahip olması dolayısıya onu karakter kabul edebiliriz. Ruhsal boyutuyla sunulmu ştur. Konu şmaları ve daha çok davranı şarıyla tanıtılmı ştır. Đktidar gücünü temsil eder ve her şeye hâkim bir konumdadır. Son derece etken bir ki şili ğe sahiptir. Tarihî bir ki şi, bir Osmanlı hükümdarıdır.

Yavuz Selim , Oflazo ğlu’nun Osmanlı tarihi konulu piyeslerinden biridir. Tragedya tarzında yazılmı ştır. Oyunda Sultan Selim’den ba şka Sultan Bayazıt, Şehzade Süleyman, Şehzade Ahmet, Şehzade Korkut, Şah Đsmail, Sultan Tumanbay gibi pek çok tarihî ki şi yer alır. Kahramanlar genel olarak tip düzeyinde verilmi ş, ruhsal boyutlarıyla işlenmi şlerdir. Rakkase, tasarlanmı ş bir ki şidir. Esere Hayalci’nin yerle ştirilmesi, yazarın gölge oyunundan da yararlandı ğının göstergesidir.

 

 SONUÇ

Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren şiirleriyle edebiyat dünyasında görünmeye ba şlayan A. Turan Oflazo ğlu, ilerleyen dönemlerde tiyatro eserleri ve incelemeler de kaleme almı ş, çeviriler yapmı ştır.

Oflazo ğlu daha çok oyun yazarlı ğı ile tanınan bir isimdir. Oyunları genel olarak üç gruba ayrılmaktadır. Birinci grupta köy hayatını konu alan oyunları bulunmaktadır. Keziban , Allah’ın Dedi ği Olur , Elif Ana yazarın köy konulu oyunlarıdır. Đkinci grupta yer alan oyunları tarih konulu piyeslerdir. Bunlar sayıca di ğer kategorilerdekilere göre çoktur. Yazar, eski Yunan tarihinden ba şlayıp Türkiye Cumhuriyeti tarihine kadar uzanan geni ş bir zamana yayar oyunlarını. Bu oyunlar içinde de Osmanlı tarihiyle ilgili olanlar hayli fazladır. Osmanlı tarihi içerikli piyesleriyle yazar, Osmanlı co ğrafyası, saray hayatı ve gelenekleri, musikisi vb. unsurları canlı tablolar hâlinde günümüze ta şımı ştır. Deli Đbrahim, Sokrates Savunuyor, IV. Murat, Genç Osman, Bizans Dü ştü- Fatih, Kösem Sultan, III. Selim Kılıç ve Ney, Cem Sultan, Sinan, Kanunî Süleyman, Yine Bir Gülnihal, Korkut Ata, Sultanahmet Camii Ses ve Işık Gösterisi, Atatürk , sanatçının tarih konulu eserleridir. Üçüncü gruptaki oyunlar ise sembolik oyunlar adıyla anılmaktadır. Gardiyan, Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe ve Güzellik ile A şk, sembolik oyunları te şkil etmektedir.

Yazarın seçti ği konular kahramanlarına da yön vermi ş durumdadır. Sanatçı, köy hayatını konu alan oyunlarda Anadolu köylülerini kahraman yapmı ş; onlar vasıtasıyla “kan davası”, “ba şlık parası”, a ğanın köylüyü sömürmesi”, “dürüstlük” gibi temalar işlemi ştir. Sanatçının tarihî konulu eserlerinin ço ğunun ba şkahramanı Osmanlı hükümdarlarıdır. Hükümdarların yanı sıra haseki ve valide sultanlar ile büyük sanatkârlara da oyunlarında yer vermi ştir. Ele aldı ğı hükümdarların güçlü özelliklerinin yanında onların zaaflarına ve tutkularına da yer vermi ş; mücadele ettikleri şeyler uğrunda –genellikle onları öldürerek- tragedya kahramanları yapmı ştır. Bu oyunlarda en çok i şlenen tema, “iktidar tutkusu”dur. Sanatçı, sembolik oyunlarında insanların birbiriyle ve kendi içlerinde olan çeli şkilerini, mücadelelerini ele almı ştır.

Oflazo ğlu’nun kahramanları arasında karakter olarak i şlenenler, tip olarak i şlenenlere göre sayıca azdır. Yazar, ki şilerini en belirgin yönleriyle vurgulamayı tercih etmi ştir. Onları bazen konu şmalarıyla, bazen davranı şlarıyla, bazen de hem tavır hem  

 konu şmalarıyla tanıtma yoluna gitmi ştir. Olumlu ve olumsuz kahramanlarına kar şı nesnel davranmı ş, tavır almamı ştır. Ki şileri bazen sadece dı ş çatı şma ya şar; özellikle, karakter boyutunda ele alınan ki şileri dı ş çatı şmayla beraber iç çatı şma da ya şar. Karakter olarak verdi ği kahramanlar genellikle bir ki şilik geli şimi gösterir. Ki şileri ba şarılı bir biçimde sunmu ş, inandırıcı olabilmi ştir. Kahramanlarının davranı şlarına yön veren dı ş / çevresel faktörleri de göz önünde bulundurmu ştur. Daha çok, tarih konulu oyun ki şileri belli bir gücü temsil eder. Bu da genellikle iktidar ya da herhangi bir devlet kurumunun gücüdür.

Oflazo ğlu’nun şahıslarının daha ziyade, tip görünümü arz etti ğini yukarıda belirtmi ştik. Alp tipi (Korkut Ata, Bamsı Beyrek), hükümdar tipi (Kanunî Sultan Süleyman, Yavuz Selim), din adamı tipi (Ak şemsettin, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi), bestekâr / müzisyen tipi ( Đsmail Dede Efendi), devlet adamı tipi (Kara Mustafa Pa şa, Za ğanos Pa şa), yeniçeri tipleri, saray halkı tipleri (Hobyar), valide sultanlar (Kösem Sultan), haseki sultanlar (Hurrem Sultan), çıkarcı, muhteris tipler (Kösem Sultan, Cinci Hoca), aydın tipleri ( Şeyhülislâm Bahayi Efendi, Sokrates), köylü kadını tipleri (Keziban, Elif Ana), köy a ğası tipi (Habib A ğa), yoksul köy delikanlısı tipi (Osman) gibi toplumun farklı devir ve tabakalarında görülen hemen her tipi yazar, tiyatro eserlerine aksettirmi ştir.

Komedya türündeki piyeslerinde geleneksel Türk tiyatrosundan önemli ölçüde faydalanan sanatçının oyunları daha çok, tragedya tarzındadır. Ba şta Đnci Enginün olmak üzere, birçok edebiyat ara ştırmacısı Oflazo ğlu’nun bir Türk tragedyası var etti ği fikrindedir. Tragedya insanı yücelten bir sanattır. Tutku ve zaafları arasında kalan insan acı çekerek olgunla şır, eylemlerinin sonuçlarına katlanır. Bu da bir tür e ğitim yöntemidir. Oflazo ğlu oyunlarıyla, en genel manada, insano ğlunun zaaf ve tutkuları arasında bocalamasını vermek ister.

 

 KAYNAKÇA

AKENG ĐN, Yahya (1981), “IV. Murat’ın Dü şündürdükleri”, Millî Kültür , C:3, S:1, Haziran, s. 55.

AKTA Ş, Şerif (1991), Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Giri ş, 2.basım, Akça ğ Yayınları, Ankara.

ASILYAZICI, Hayati (1981), “Deli Đbrahim”, Varlık , S: 891, Aralık, s. 25.

AT ĐLÂ, Ömer (1967), “Deli Đbrahim”, Hisar , S: 47, Kasım, s.17.

AYATA, Yunus (2009), Turan Oflazo ğlu’nun Oyunları, 1.basım, Akça ğ Yayınları, Ankara.

BOUREUR, Roland ve Real Quellet (1989), Roman Dünyası ve Đncelemesi , Kültür Bakanlı ğı Yayınları, Ankara.

ÇALI ŞLAR, Aziz (1995), Tiyatro Ansiklopedisi, T.C. Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

ÇET ĐN, Nurullah (2006), Roman Çözümleme Yöntemi , 4.basım, Edebiyat Ota ğı Yay., Ankara.

ENG ĐNÜN, Đnci (2003), “Oyun Yazarları”, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı , 3.basım, Dergâh Yay., Đstanbul, s. 152-236.

ENG ĐNÜN, Đnci (2002), “Yavuz Selim Konulu Piyes”, Türk Dili , C: 84, S: 608, Ağustos, s. 400-404.

ENG ĐNÜN, Đnci (2001a), “III. Selim Kılıç ve Ney”, Yeni Türk Edebiyatı Ara ştırmaları, 4.b., Dergâh Yay., Đstanbul, s. 262-267.

ENG ĐNÜN, Đnci (2001b), "Turan Oflazo ğlu ve Türk Halk Kültürü”, Yeni Türk Edebiyatı Ara ştırmaları, 4.b., Dergâh Yay., Đstanbul, s. 357-367.

ENG ĐNÜN, Đnci (2001c), ,"Turan Oflazo ğlu ve Divan Şiiri", Yeni Türk Edebiyatı Ara ştırmaları, 4.b., Dergâh Yay., Đstanbul, s. 368-379.

ENG ĐNÜN, Đnci (2001d), “Tiyatro Eserlerinde Fatih”, Yeni Türk Edebiyatı Ara ştırmaları, 4.b., Dergâh Yay., Đstanbul, s. 445-450.  

 ENG ĐNÜN, Đnci (2001e), “Kösem Sultan’ın Đki Edebî Eserdeki Yorumu”, Yeni Türk Edebiyatı Ara ştırmaları, 4.b., Dergâh Yay., Đstanbul, s. 69-76.

ENG ĐNÜN, Đnci (1998a), “Yine Bir Gülnihal”, Türk Dili , S: 564, Aralık, s. 500-502.

ENG ĐNÜN, Đnci (1998b), “Korkut Ata Üzerine…”, Türk Dili , C: 1998/II, S:563, Kasım, s. 408-411.

ENG ĐNÜN, Đnci (1992), “Değerlendirmeler: Turan Oflazo ğlu: Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe” (Kitaplar – Tenkit), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, Mart 1992, C: 1992/I, S: 483, s. 839-842.

ENG ĐNÜN, Đnci (1989), “Gardiyan”, Erdem AKM Dergisi , C: 5, S: 14, Mayıs, s. 639- 641.

ENG ĐNÜN, Đnci (1987a), “Güzellik ve A şk”, Millî Kültür , S: 57, Mayıs, s. 59.

ENG ĐNÜN, Đnci (1987b), “ De ğerlendirmeler: A. Turan Oflazo ğlu: Sevgi Hakanı” (Kitaplar – Tenkit), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , C: LIII, S: 422, Şubat, s. 110-112.

ENG ĐNÜN, Đnci (1987c), “Cem Sultan”, Millî Kültür , S: 56, Mart, s. 45-47.

ENG ĐNÜN, Đnci (1981), “Bizans Dü ştü – Fatih”, Millî Kültür , S: 1, Haziran, s.42-43.

ERTEN, Asalet (2004), “Kültürler Arası Etkile şim ve Deli Đbrahim Oyununun Çevirisi”, Türk Dili , S: 634, Ekim, s. 594-602.

FUAT, Memet (1961), Ba şlangıcından Bugüne Türk ve Dünya Tiyatro Tarihi , Varlık Yay., Đstanbul.

HAZER, Gülsemin (2005), Rıfat Ilgaz’ın Romanları Üzerine Bir Đnceleme , Basılmamı ş Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

KAPLAN, Mehmet (2004a), “Muhte şem Bir Türk Operası: IV. Murat”, Edebiyatımızın Đçinden , 3.baskı, Dergâh Yay., Đstanbul, s. 342-344.

KAPLAN, Mehmet (2004b), “Gardiyan”, Edebiyatımızın Đçinden , 3.basım, Dergâh Yay., Đstanbul, s. 345-352.

 

 KAPLAN, Mehmet (2002), “Fatih”, Türk Edebiyatı Üzerinde Ara ştırmalar 2, 5.basım, Dergâh Yay., Đstanbul, s. 450-467.

KAPLAN, Mehmet (2001), Türk Edebiyatı Üzerinde Ara ştırmalar 3 Tip Tahlilleri , 4.basım, Dergâh Yay., Đstanbul.

KAPLAN, Mehmet (1983), “III. Selim”, Şehir Tiyatrosu , S: 437, Aralık, s. 26-27.

KAPLAN, Mehmet (1982), “Deli Đbrahim (Bir Bunalım ve Đktidar Bo şlu ğu Trajedisi)”, Türk Edebiyatı , S: 104, Haziran, s. 10-11.

KONYALI, Bekir Şakir (2004), A.Turan Oflazo ğlu’nun Üç Trajedisinde Dilsel Yapı ve Eğitim Unsurları, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Samsun.

KUNDERA, Milan (2009), Roman Sanatı , Afa Yay., Đstanbul.

LUKACS, George (2007), Roman Kuramı, Say Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (2002), Deli Đbrahim, Đz Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (2001a), Keziban – Allah’ın Dedi ği Olur, Đz Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (2001b), Elif Ana , Đz Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (2001c), Gardiyan , Đz Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1998a), Korkut Ata , AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1998b), Yavuz Selim , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1997a), Kanunî Süleyman – Hem Kanunî Hem Muhte şem , AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1997b), Yine Bir Gülnihal , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1994a), Genç Osman , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1994b), III. Selim Kılıç ve Ney , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

 

 OFLAZO ĞLU, A.Turan (1994c), Mütarekeden Büyük Taarruza , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZOĞLU, A.Turan (1994d), “Sözkonusu olan Türk tiyatrosuna ihanettir”, Türk Edebiyatı , S.243, Ocak, s.8-9.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1994e), “Dil ve Kimlik”, Türk Dili , S.507, Şubat, s. 163-170.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1994f), “Kanunî’nin Huzurunda”, Türk Dili , C: 1994/II, S.516, Aralık, s.451-455.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1993), “ Şair Sözü”, Türk Dili , C: 1993/II, S:500, A ğustos, s.94-107.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1992a), Topkapı , AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1992b), “Dünya Tiyatro Günü”, Türk Dili , S:484, Nisan, s.910-911.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1992c), “Güldüren”, Türk Dili , S:488, A ğustos, s.85-102.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1992d), “Apollon, Dionysos ve Cem şid”, Türk Dili , C: 1992/II, S:490, Ekim, s. 275-284.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1991a), Güzellik ile A şk, AKDTYK AKM Yayını, Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1991b), Dörtba şımamur Şahin Çakırpençe , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1991c), “ Đçimizdeki Çocuk”, Türk Dili , C:1991/I, S.472, Nisan, s. 204-206.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1991d), “Ferhad Đle Şirin ya da Sevgi ve Toplumculuk”, Türk Dili , C: 1991/I, S:473, Mayıs, s.261-264.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1991e), “Gelenekten Yararlanma Sorunu”, Türk Dili Aylık Dil Dergisi, Temmuz 1991, C: 1991/ II, S: 475, s. 110-112.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1991f), “Manzum Oyun Üstüne”, Türk Dili , S:477, Eylül, s.161-166.

 

 OFLAZO ĞLU, A. Turan (1991g), “Tiyatroda Evrensellik”, Türk Dili, S:479, Kasım, s.331-345.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1990a), “III. Selim Üzerine Bir Söyleşi”, Türk Dili , S.463, Temmuz, s.8-12.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1990b), “Tiyatroda Düşüncenin Yeri”, Türk Dili , S:460, Nisan, s.137-149.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1990c), “Her Şeyden Önce Oyun”, Türk Dili , S: 462 , Haziran, s.265-267.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1990d), “ Şenlik” (Oyun), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Ekim 1990, C: 1990/II, S: 466, s. 213-223.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1990e), “Ça ğrı” (Oyun), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Aralık 1990, C: 1990/II, S: 468, s. 332-335.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1989), “Tiyatroda Anlam”, Türk Dili , S.456, Aralık, s.273- 276.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1988), Sinan , Kültür ve Turizm Bakanlı ğı Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1987a), Atatürk , AKDTYK Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1987b), “Olimpiyat”, Bale, (Oyun), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Mart 1987, C: LIII, S: 423, s. 147-162.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1987c), “Tragedya Sanatı”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Aralık 1987, C: LIV, S: 432, s. 275-291.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1986a), Cem Sultan , AKDTYK Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1986b), “Kaplan Hocayla Son Görü şme”, Türk Dili , S:411, Mart, s.249-250.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1985a), “Tarih ve Tiyatro”, Türk Dili , S:397, Ocak, s.1-14

 

 OFLAZO ĞLU, A.Turan (1985b), “Mihriban” (Oyun), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Şubat 1985, C: XLIX, S: 398, s. 87-94.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1986c), “Duyarlık ve Bilinç”, Türk Dili , S:413, Mayıs, s. 353- 358.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1985d), “ Sultan Ahmet Camii Ses ve I şık Gösterisi” (Oyun), Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi , Haziran 1985, C: XLIX, S: 402, s. 539-550.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1985e), “Dil ve Tiyatro”, Türk Dili , S:408, Aralık, s.407-413.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1982), Kösem Sultan , Adam Yay., yyy.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1981), Bizans Dü ştü – Fatih , Cem Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1976), “Gardiyan”, Türk Tiyatrosu , S: 422, Ekim, s. 105-106.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1971a), “Keziban ve Tragedya Üstüne”, Devlet Tiyatrosu , S:50, s. 23.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1971b), Sokrates Savunuyor , Varlık Yay., Đstanbul.

OFLAZO ĞLU, A.Turan (1970a), IV. Murat , Pınar Yayınları, Ankara.

OFLAZO ĞLU, A. Turan (1970b), “lV. Murat”, Devlet Tiyatrosu , S.49, Ekim, s.4-6.

ORAL, Zeynep (1981), “Genç Osman”, Milliyet Sanat , S:28, Temmuz, s. 46.

ÖZÇEL ĐK, Tahir (1981a), “ Đnandırıcılıktan Uzak Bir Elif Ana”, Milliyet Sanat , S: 25, Haziran, s. 46.

ÖZÇEL ĐK, Tahir (1981b), “Deli Đbrahim”, Milliyet Sanat , S: 34, Ekim, s. 343.

ÖZÇEL ĐK, Tahir (1974), “Bizans Dü ştü”, Yeditepe , C:24, S: 207, Ocak, s. 5.

PARLATIR, Đsmail (1985), “Kösem Sultan”, Türk Dili Aylık Dil Dergisi , C: L, S: 406, Ekim, s. 87-94.

SARAÇ, Hüseyin (1997), A.Turan Oflazo ğlu Hayatı-Sanatı-Eserleri, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Şanlıurfa.

 

 SEYHAN, Gökhan (2006), A.Turan Oflazo ğlu Oyunlarından “IV.Murat-Deli Đbrahim- Kösem Sultan” Karakterlerinin Birbirleri Arasındaki Đktidar Sava şları , Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

SOFRONOVA, L.V. (1994), “Turan Oflazo ğlu”, Çeviren: Muvaffak Duranlı, Türk Dili , S: 511, Temmuz, s. 60-64.

ŞENER, Sevda (1972), Ça ğda ş Türk Tiyatrosunda Đnsan , A.Ü. DTCF Yay., Ankara.

ŞENER, Sevda (1969), “Sokrates’in Savunması”, Türk Dili , S: 213, Haziran, s. 267-270.

TEMUR, M. Mustafa (1984), “Tiyatro ile Đlgili Temel Birka. Sözden IV. Murad Operasına Ordan da Rocky’ye”, Türk Edebiyatı , S:23, Ocak, s. 84-85.

TÖRE, Enver (1996), “Güzel Bir Tragedya Örne ği: Cem Sultan”, Türk Dili , S: 584, Haziran, s. 1326-1338.

YALÇIN, Alemdar ve Gıyasettin Ayta ş (2005), Tiyatro ve Canlandırma , 3.b., Akça ğ Yay., Ankara.

 

 ÖZ GEÇM ĐŞ

Hatun Türkmen 20.05.1982’de Giresun’un Dereli ilçesine ba ğlı Hapan Köyü’nde do ğdu. 1989-1990 döneminde Hapan Köyü Đlkokulu’nda ba şladı ğı ilkokulu ve ortaokul ile liseyi Bursa’nın Gemlik ilçesinde tamamladı. 2002 yılında girdi ği Uluda ğ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü 2006’da ikincilikle bitirdi. Eylül 2006’da ba şladı ğı Uluda ğ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Orta Ö ğretim Sosyal Alanlar E ğitimi Türk Dili ve Edebiyatı Ö ğretmenli ği Tezsiz Yüksek Lisans programını 17 A ğustos 2007’de tamamladı. 22 A ğustos 2007’de Sakarya’nın Adapazarı Đlçesine ba ğlı Sakarya Lisesi adlı kuruma kadrolu ö ğretmen olarak atandı. Yine aynı gün Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda yüksek lisans yapma hakkını kazandı. Sakarya’da iki yıl çalı ştıktan sonra zorunlu hizmet kapsamında Karabük ili Yenice ilçesi Yenice Çok Programlı Lisesi’ne tayini çıktı. Hâlen bu kurumda çalı şmaktadır.