<<

T.C. ERC İYES ÜN İVERS İTES İ SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ TAR İH ANAB İLİM DALI YEN İÇA Ğ TAR İHİ B İLİM DALI

OSMANLI MERKEZ-TA ŞRA İLİŞ KİLER İ ÇERÇEVES İNDE XVII. YÜZYILDA KAYSER İ SANCA ĞI

Hazırlayan Emine GÜLDÜO ĞLU

Danı şman Doç. Dr. Özen TOK

Doktora Tezi

Eylül 2011 KAYSER İ T.C. ERC İYES ÜN İVERS İTES İ SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ TAR İH ANAB İLİM DALI YEN İÇA Ğ TAR İHİ B İLİM DALI

OSMANLI MERKEZ-TA ŞRA İLİŞ KİLER İ ÇERÇEVES İNDE XVII. YÜZYILDA KAYSER İ SANCA ĞI (Doktora Tezi)

Hazırlayan Emine GÜLDÜO ĞLU

Danı şman Doç. Dr. Özen TOK

Bu çalı şma; Erciyes Üniversitesi Bilimsel Ara ştırma Projeleri Birimi tarafından SOBT-07-216 kodlu proje ile desteklenmi ştir.

Eylül 2011 KAYSER İ

BİLİMSEL ET İĞ E UYGUNLUK

Bu çalı şmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde edildi ğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranı şların gerektirdi ği gibi, bu çalı şmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardı ğımı ve referans gösterdi ğimi belirtirim.

Emine GÜLDÜO ĞLU

ii

YÖNERGEYE UYGUNLUK ONAYI

“Osmanlı Merkez-Ta şra İli şkileri Çerçevesinde XVII. Yüzyılda Kayseri Sanca ğı” adlı Doktora tezi, Erciyes Üniversitesi Lisanüstü Tez Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ne uygun olarak hazırlanmı ştır.

Tezi Hazırlayan Danı şman Emine GÜLDÜO ĞLU Doç. Dr. Özen TOK

Tarih ABD Ba şkanı Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI

iv

ÖN SÖZ

Osmanlı Devleti’nin idari yapısı, merkez ve ta şra te şkilatlarından olu şmaktaydı. Devlet merkezi dı şında yer alan ta şra idaresindeki birimler; , sancak veya liva, , nahiye ve köylerdir. Bu birimlerin en büyü ğü olan eyaletler, beylerbeyiler tarafından idare edilmekteydi. Beylerbeyiler, ta şra idaresinde padi şahın otoritesini temsil eden en yüksek idareci olup, padi şahın eyaletteki mutlak vekili konumundaydı. Kaza ve sancaklar ise, ta şra idaresinde en fazla yer tutan idari birimlerdi. Sancaklar kanunlar çerçevesinde sancak beyleri tarafından idare edilirdi. Kazalarda yöneticiler arasında; kadı, alay beyi ve suba şılar da bulunmaktaydı. Tez çalı şmasının kapsadı ğı XVII. yüzyıl içerisinde, Karaman eyaletine ba ğlı bir sancak konumunda olan Kayseri, Konya’dan sonra eyaletin ikinci büyük sanca ğıdır. Kayseri idari olarak nefs tabir edilen şehir merkezi ve kendisine ba ğlı nahiyelerden olu şmaktadır. Çalı şmada; XVII. yüzyılda Kayseri’nin bir ta şra şehri olarak devlet merkezi ile olan ili şkileri ele alınmı ştır. Osmanlı tarihçileri, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı’nın klasik devrinde bazı de ğişimlerin ya şandı ğı konusunda hemfikirdirler. Klasik düzendeki de ğişimlerin etkileri, Kayseri şehrinde de görülmü ştür. Anadolu co ğrafyasının önemli merkezlerinden biri olan Kayseri, do ğu-batı ve kuzey- güney yönündeki ticaret yollarının kesi şti ği bir noktada kurulmu ştur. Devletin do ğu yönünde yaptı ğı seferlerde ordunun toplanma yeri olması dolayısıyla siyasi önemini koruyan şehir, ticari olarak da yo ğun bir faaliyete sahne olmu ştur. Tez dört bölümden olu şmaktadır. I. Bölüm’de Osmanlı Devleti’nin idari te şkilatı içerisinde Karaman eyaletinin ve eyalete ba ğlı Kayseri sanca ğının konumu hakkında bilgi verilmektedir. II. Bölüm’de, XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğının idari durumu ve şehirde görev yapan ulema ve ümera sınıfından idareciler ele alınmaktadır. III. Bölüm’de askerî bakımdan sanca ğın merkez ile ili şkileri içerisinde, devletin düzenledi ği seferlerde sanca ğın konumu ve sancaktan talep edilenler, ayrıca e şkıyalık hareketlerinin Kayseri’deki etkileri ve alınan tedbirler incelenmektedir. IV. Bölüm’de ise, mali açıdan sanca ğın merkez ile ili şkileri ve bu çerçevede sancakta vergi tahsili ile ilgili uygulamalar ele alınmaktadır. Bu bölümlere ilaveten tezde; bir “Giri ş” kısmı, bibliyografya, indeks, örnek belgelerin yer aldı ğı “Ekler” kısmı ve sonuç yer almaktadır. Tezde; XVII. yüzyılda Kayseri’nin merkez ile olan idari, mali, askerî ve adlî ili şkileri ara ştırılarak, devrin kaynakları ı şığında sanca ğın durumu izah edilmeye v

çalı şılmı ştır. Devlet merkezinde alınan kararların, bir ta şra şehri olan Kayseri’ye nasıl yansıdı ğı ve yapılan uygulamalar örnekleriyle verilmi ştir. Çalı şmada kaynak olarak Kayseri’ye ait şer’iye sicilleri, ar şiv belgeleri ve konu ile ilgili tetkik eserlerden faydalanılmı ştır. XVII. yüzyıl Kayseri örne ği bazında Osmanlı Devleti’nde merkez- ta şra ili şkilerinin incelendi ği bu çalı şmanın, alanına katkıda bulunması ve bu alanda çalı şan ara ştırmacılar için bir nebze de olsa faydalı olması temenni edilmektedir. Tez konusunun seçilmesi ve çalı şmanın hazırlanması a şamalarında eme ğini esirgemeyen danı şman hocam Doç. Dr. Özen TOK’a, Prof. Dr. Mehmet İNBA ŞI, Prof. Dr. Şefaettin SEVERCAN, Prof. Dr. Mustafa KESK İN, Doç. Dr. Süleyman DEM İRC İ, Prof. Dr. Ali AKTAN ve Tarih Bölümü’ndeki bütün hocalarıma te şekkür ediyorum.

Emine GÜLDÜO ĞLU Ağustos 2011 / Kayseri

vi

OSMANLI MERKEZ-TA ŞRA İLİŞ KİLER İ ÇERÇEVES İNDE XVII. YÜZYILDA KAYSER İ SANCA ĞI

Emine GÜLDÜO ĞLU Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Eylül 2011 Danı şman: Doç. Dr. Özen TOK

KISA ÖZET

Osmanlı ta şra te şkilatındaki en büyük idari ünite olan eyaletlerin ba şında beylerbeyiler bulunurdu. Eyaletlere ba ğlı sancaklar ise, mirliva veya mutasarrıf olarak da bilinen sancak beyi tarafından idare edilmekteydi. Tezin kapsadı ğı XVII. yüzyılda Kayseri, Karaman eyaletine ba ğlı bir sancaktı. Kayseri, eyaletin en büyük sanca ğı olan Konya’dan sonra ikinci büyük sancak konumundaydı. Söz konusu tarihlerde Karaman eyaletinde Kayseri ile birlikte toplam sekiz sancak mevcuttu. Tezde; XVII. yüzyıl boyunca Kayseri’nin bir ta şra kenti olarak devlet merkezi ile olan ili şkileri; merkezde alınan kararların şehre ne şekilde yansıdı ğı, örnekleriyle ortaya konulmaya çalı şılmı ştır. Kayseri sanca ğı, belirtilen yüzyılda Osmanlı Devleti’nde meydana gelen siyasi, idari, mali de ğişikliklerden, isyanlardan ve uzun süren sava şlardan etkilenmi ştir. Özellikle de Celâli isyanları ve Girit Seferi’nin yansımaları Kayseri şehrinde gözlenmektedir. Kayseri’de ya şayan Müslüman ve gayrimüslimler, herhangi bir mesele hakkında mahkemeye ba şvurabilmi ş, hatta şikâyetçi oldu ğu konuyu devlet merkezine iletebilmi ştir. Ba şvurular üzerine devlet merkezinden sancaktaki idarecilere gönderilen fermanlarla, kanunlara göre hareket edilmesi ve kimseye haksızlık yapılmaması emredilmi ştir. Devlet merkezi ile sancaktaki görevliler arasında yapılan resmî yazı şmaların bir sureti şer’iye sicillerine kaydedilmekteydi. Merkezle ta şra arasında yazı şma konusu olan meselelerin ço ğunlukla; sancaktaki çe şitli birimlere görevli tayini; vergi tahsili; sefer organizasyonu; asker, mühimmat ve ia şe temini, halkın farklı konular hakkındaki şikâyet ve talepleri vs. ile ilgili oldu ğu görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kayseri; Ta şra; Osmanlı Devleti; Sancak; Merkez.

vii

KAYSER İ SANJAK WITHIN THE FRAMEWORK OF CENTRE- RELATIONS IN THE 17 th CENTURY

Emine GÜLDÜO ĞLU Erciyes University, Graduate School of Social Sciences PhD Thesis, September 2011 Supervisor: Doç. Dr. Özen TOK

ABSTRACT

Governor was at the head of which were the supreme administrative unities in Ottoman provincial organization. The sanjaks that were dependent on provinces would be ruled by sanjak governor who was also known as mirliva or mutasarrıf. The thesis consists of 17 th century when Kayseri was a sanjak dependent on Karaman Province. Kayseri was the second biggest sanjak after Konya which was the supreme sanjak of the province. There were eight sanjaks in Karaman Province on the date in question. Kayseri was one of these sanjaks. In the thesis, it has been tried to illustrate how Kayseri’s relation as a provincial city with state center was, how applications in state center reflected the city during 17 th century. Kayseri Sanjak was affected by political, administrative, financial changes occurred in in stated century. Especially the reflections of Jelali Revolts and Crete Cruise were observed in Kayseri. Muslims and Non-Muslims could go to law about any subject; even they could convey their problems to the state center. Because of the applications, in the royal decrees, it was ordered to behave according to the laws and not to wrong do to anyone. A copy of official correspondences between state center and sanjak officials would be recorded in judical records. It is seen that the subject of correspondences between center and province was mostly about appointment of officials to different units in sanjak; tax collection; excursion organization; supply of soldier, munitions and food, complaints and demands of society about different subjects etc.

Key Words: Kayseri; Provincial; Ottoman Empire; Sanjak; Center.

viii

İÇİNDEK İLER

OSMANLI MERKEZ-TA ŞRA İLİŞ KİLER İ ÇERÇEVES İNDE XVII. YÜZYILDA KAYSER İ SANCA ĞI

BİLİMSEL ET İĞ E UYGUNLUK ...... i YÖNERGEYE UYGUNLUK ONAYI ...... ii KABUL VE ONAY SAYFASI ...... iii ÖN SÖZ ...... iv KISA ÖZET ...... vi ABSTRACT ...... vii İÇİNDEK İLER ...... viii KISALTMALAR ...... xiii TABLOLAR L İSTES İ……………………………………………………………….xiv GİRİŞ ...... 1

1. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞI VE İDAR İ TAKS İMATI

1.1.Kayseri’nin Co ğrafi Konumu ve Önemi ...... 12 1.1.1. Kayseri Şehrinin Fiziki Yapısı...... 14 1.1.1.1. Kale ...... 14 1.1.1.2. Yerle şim Düzeni ve Mahalleler ...... 17 1.1.1.3. Nüfus ...... 25 1.2. Osmanlı Devleti’nde İdari Te şkilat...... 29 1.2.1. Eyalet Yönetimi ve Karaman Eyaleti...... 31 1.2.1.1. Karaman Eyaletine Defterdar Tayini ...... 37 1.2.2. Sancak Yönetimi ve Osmanlı Hâkimiyetine Girişinden XVII. Yüzyıla Kadar Kayseri Sanca ğı ...... 38 1.2.3. XVII. Yüzyılda Kayseri Sanca ğının İdari Taksimatı...... 40 1.2.3.1. Kayseri Sanca ğındaki Yerle şim Birimleri...... 42

ix

2. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ İDAR İ DURUMU

2.1. Ehl-i Örf Taifesi...... 45 2.1.1. Sancak Beyi ...... 46 2.1.1.1. Sancak Beyine Müdahale Edilmesi...... 49 2.1.1.2. Sancak Beyi Hakkında Halkın Şikâyetleri ...... 50 2.1.2. Mütesellim ...... 50 2.1.2.1. Mütesellim Hakkında Halkın Şikâyetleri ...... 54 2.1.3. Yeniçeri Serdarı ...... 57 2.1.3.1. Yeniçeri Serdarına Müdahale Edilmesi...... 61 2.1.3.2. Yeniçeri Serdarı Hakkında Halkın Şikâyetleri ...... 61 2.1.4. Kethüdayeri...... 64 2.1.4.1. Kethüdayerine Müdahale Edilmesi ...... 67 2.1.5. Suba şı ...... 67 2.1.5.1. Şuba şılar Hakkında Halkın Şikâyetleri ...... 75 2.1.6. Şehir Kethüdası...... 76 2.1.6.1. Kethüdalar Hakkında Halkın Şikâyetleri...... 81 2.1.7. Esnaf Taifesi ...... 86 2.1.8. Çavu şlar ...... 89 2.2. Ehl-i Şer’ Taifesi...... 90 2.2.1. Kadı ...... 90 2.2.2. Muhzırba şı ve Muhzırlar ...... 94 2.2.3. Müftüler ve Mahalle İmamları...... 97 2.2.4. Nakibü’l-eşraf Kaymakamı...... 98 2.2.5. Mahkeme Kâtipleri...... 100

x

3. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ ASKERÎ BAKIMDAN MERKEZ İLE İLİŞ KİLER İ

3.1. Menzil Te şkilatı...... 101 3.2. İkmal ve Ula ştırma...... 103 3.3. Personel İkmali ...... 107 3.3.1. La ğımcı Temini...... 107 3.3.1.1. Görev Yerine Gitmeyen La ğımcılar...... 112 3.3.1.2. La ğımcı Temini İçin Ahalinin Vekil Tayin Etmesi ...... 115 3.3.1.3. La ğımcılara Ücretlerinin Verilmesi ...... 116 3.3.2. Beldar Temini ...... 118 3.4. Asker Sevki...... 120 3.5. Mühimmat ...... 125 3.5.1. Güherçile Temini ...... 126 3.5.2. Barut Tabyalarının Yenilenmesi ...... 130 3.5.3. Keçe ve Me şin Temini...... 131 3.6.1. Deve Temini...... 133 3.6.2. Peksimet Temini...... 134 3.6.3. Sürsat Zahiresi Temini ...... 135 3.6.3.1. Sürsat Bedelinin Tahsil Edilmesi...... 139 3.6.4. Nüzul Temini ...... 148 3.6.4.1. Nüzul Bedelinin Tahsil Edilmesi ...... 151 3.6.4.2. Nüzul Bakayasının Tahsil Edilmesi ...... 156 3.6.4.3. Nüzul Bedelinde İndirime Gidilmesi ...... 156 3.7. Seferler ...... 157 3.7.1. Do ğu Seferleri...... 159 3.7.2. Girit Seferleri ...... 162 3.7.3. Tımarların Düzenlenmesi ...... 166 3.7.4. Kı şlakçı Zahiresi ve Vergisinin Alınması ...... 168 3.8. E şkıyalık Hareketleri ve Kayseri Sanca ğındaki Yansımaları...... 170 3.8.1. E şkıyalık Hareketlerinin Önlenmesi İçin Alınan Tedbirler...... 173 3.8.2. Celâli İsyanları...... 175 xi

3.8.2.1. Celâli E şkıyasının Halka Verdi ği Zararlar ve Alınan Tedbirler ...... 179 3.8.2.2. Kayseri’de Celâlilere Katılan E şkıya ...... 181 3.8.2.3. E şkıyanın Mallarının Mirî İçin Satılması ...... 182 3.8.3. Sarıca Taifesinin Kayseri’deki E şkıyalık Hareketleri...... 188 3.8.4. Türkmen Taifelerinin Kayseri’deki E şkıyalık Hareketleri...... 190 3.8.5. Kayseri’deki Di ğer E şkıyalık Hareketleri ...... 192 3.8.6. E şkıyadan Kaçarak Köylerini Terkeden Ahali ...... 193

4. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ MAL İ BAKIMDAN MERKEZ İLE İLİŞ KİLER İ

4.1. Vergi Düzeninin İş leyi şi ve Vergiler ...... 198 4.2. Gelir Kaynakları...... 199 4.2.1. Zirai Üretim ...... 199 4.2.1.1. Zeamet ve Tımar Topraklar ...... 200 4.2.1.2. Vakıf Topraklar...... 206 4.2.1.3. Mülk Topraklar ...... 207 4.2.2. Mukataalar ...... 207 4.2.3. Vergi Gelirleri...... 210 4.2.3.1. Cizye Gelirleri...... 210 4.2.3.1.1. Kayseri Sanca ğındaki Gayrimüslimlerden Cizye Tahsil Edilmesi ...... 211 4.2.3.1.2. Cizye Hanelerinin Yeniden Tahrir Edilmesi...... 216 4.2.3.1.3. Perakende Zimmîlerden Yave Cizyesinin Tahsili...... 217 4.2.3.1.4. Fakir Halkın Cizye Miktarında İndirim Yapılması...... 221 4.2.3.1.5. Cizyeden Muaf Olma...... 222 4.2.3.1.6. Cizye Ödeme Konusunda Ortaya Çıkan Anla şmazlıklar ...... 224 4.2.3.1.6.1. Köy veya Mahalle De ğişikli ği Sebebiyle Ortaya Çıkan Anla şmazlıklar .. 224 4.2.3.1.6.2. Cizyenin Tekrar veya Fazladan Talep Edilmesi İle İlgili Anla şmazlıklar. 232 4.2.3.1.6.3. Cizye Anla şmazlı ğı Sonucu Şahıslar Arasında Ya şanan Olaylar ...... 233 4.2.3.1.6.4. Devlet Merkezine İntikal Eden Cizye Anla şmazlıkları...... 234 4.2.3.1.7. Sefer Mühimmatı Harcamalarının Cizye Akçesinden Kar şılanması ...... 235 4.2.3.1.8. Görevlilerin Ücretlerinin Cizye Akçesinden Verilmesi ...... 236 xii

4.2.3.2. Gayrimüslimlerden Haracın Tahsil Edilmesi...... 238 4.2.3.3. Gayrimüslimlerden Tahsil Edilen Di ğer Vergiler...... 239 4.2.3.4. Avarız Gelirleri ...... 242 4.2.3.4.1. Kayseri’de Hane Sayılarının Tahriri ve Düzenlenmesi...... 245 4.2.3.4.2. Fakir Halkın Avarızhane Sayısında İndirim Yapılması ...... 249 4.2.3.4.3. Avarız Vergisinin Tahsil Edilmesi...... 253 4.2.3.4.4. Avarızdan Muaf Olma ...... 256 4.2.3.4.5. Yerlerini Terkeden Ahalinin Eski Yerlerine Döndürülmesi...... 259 4.2.3.4.6. Ahali Arasında Avarız Konusundaki Anla şmazlıklar ...... 260 4.2.3.4.7. Avarızhane Vakıfları ...... 266 4.2.4. Vakıf Gelirleri...... 273 4.3. Kayseri’de Esnaf Grupları...... 274 4.4. Üretim ve Ticaret ...... 276 4.5. Para ve Fiyatlar ...... 278 SONUÇ...... 281 KAYNAKLAR...... 290 İNDEKS ...... 309 EKLER...... 317 ÖZ GEÇM İŞ ...... 388

xiii

KISALTMALAR bk. : Bakınız BOA : Ba şbakanlık Osmanlı Ar şivi C. : Cilt çev. : Çeviren DİA : Türkiye Diyanet İş leri Vakfı İslâm Ansiklopedisi EÜ. : Erciyes Üniversitesi H. : Hicri hzl. : Hazırlayan İA : İslâm Ansiklopedisi KAYTAM : Kayseri ve Yöresi Tarih Ara ştırmaları Merkezi KBB : Kayseri Büyük şehir Belediyesi KŞS : Kayseri Şer’iye Sicili M. : Miladi MEB : Millî E ğitim Bakanlı ğı MHM : Mühimme Defteri s. : Sayfa S. : Sayı TDV : Türkiye Diyanet İş leri Vakfı TTK : Türk Tarih Kurumu vb. : ve benzeri vd. : ve devamı vs. : ve saire Yay. : Yayını

xiv

TABLOLAR L İSTES İ

Tablo 1.1. Kayseri Sanca ğındaki Mahalleler...... 19 Tablo 1.2. Kayseri’de Tespit Edilen Camiler ...... 22 Tablo 1.3. Kayseri’de Tespit Edilen Mescitler ...... 22 Tablo 1.4 . Kayseri’de Tespit Edilen Tekke ve Zaviyeler...... 23 Tablo 1.5 . Kayseri’de Tespit Edilen Vakıflar………………………………………23 Tablo 1.6 . Kayseri’de Tespit Edilen Medreseler ...... 25 Tablo 1.7 . Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Taife ve Cemaatler ...... 28 Tablo 1.8. Kayseri Sanca ğındaki Nahiyeler ...... 43 Tablo 1.9. Kayseri Sanca ğındaki Köyler...... 43 Tablo 1.10. Kayseri Sanca ğındaki Mezralar...... 44 Tablo 3.1 . 1078/1668’de Kandiye Kalesi Fethi İçin Kayseri’den Giden La ğımcı Sayıları ...... 111 Tablo 3.2. Ba ğdad Seferi İçin 1638 Senesinde Kayseri’den Yapılan Harcamalar ... 126 Tablo 3.3. 1078/1667-1668 Yılı Kayseri Kazası Sürsat Bedelleri...... 141 Tablo 3.4. 1078/1667-1668 Yılı Karahisar ve Yahyalı Kazaları Sürsat Bedelleri ...142 Tablo 3.5. Şaki İbrahim’in Mirî İçin Satılan E şyalarının Listesi...... 187 Tablo 4.1. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Mukataalar ...... 210 Tablo 4.2. Kayseri Sanca ğındaki Esnaf Grupları ve Taifeler ...... 275 Tablo 4.3. Kayseri Şehrinde Tespit Edilen Çar şılar...... 278

GİRİŞ

Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altına aldı ğı yerleri, bu yerlerin özelliklerine göre, çe şitli idare tarzları uygulayarak yönetmi ştir. Devletin idari te şkilatı; merkez ve ta şra te şkilatı olmak üzere iki kısımdan olu şmaktadır. Osmanlı Devleti’nde ta şra te şkilatı; yukarıdan a şağıya do ğru eyalet, sancak (liva), kaza, nahiye ve karye (köy) den olu şmaktaydı. Kendisine ba ğlı köylerle birlikte nahiyelerin birle şmesiyle kazalar, kazaların birle şmesinden sancaklar, sancakların birle şmesinden de eyaletler ortaya çıkmı ştı. Ancak, Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında eyalet, , liva, kaza ve nahiye tabirlerinin birbirinin yerine kullanıldıkları görülmektedir. Osmanlı idari te şkilatında, sancakların birle şmesiyle te şekkül eden eyaletler ise, beylerbeyiler tarafından idare edilirdi. Osmanlılar’da beylerbeyi, ta şra birliklerinin, özellikle de tımarlı sipahilerin bulundu ğu eyalet denilen bölgenin ba şında bulunan askerî valiydi. Beylerbeyi, eyalette padi şahın mutlak vekili olup otoritesini temsil eden en yüksek idareciydi 1. İdari te şkilatta en fazla yere sahip birimler ise, kaza ve sancaklardı. Kazalarda yönetici sınıf olarak kadı , alay beyi ve suba şılar bulunurdu. Bunlardan kadılar, askerî olmayan şer’i ve hukuki hususlardan sorumluydu. Bunlar ayrıca kazanın ia şesinin temini, belediye, adliye i şleri, hükûmet tarafından merkezden istenilen şeylerin temin ve tedariki ile de görevliydiler. Suba şılar, kazanın asayi şini sa ğlamakla yükümlüydü; askerî meseleler de alay beyinin yetkisinde idi. Beylerbeyine ba ğlı kazalarda ise, inzibat ve askerî idare tımar suba şısına aitti. Kazaların birle şmesiyle te şekkül eden sancaklar, sancak beyi tarafından ve nizamlar çerçevesinde idare edilirdi 2. Osmanlı tarihçileri, XV. yüzyılın ortalarından XVI. yüzyılın sonlarına kadar olan devreyi Osmanlı “klasik devri” olarak tanımlarlar. Bu yüzyıldan sonraki dönemde ise düzenin de ğişti ği konusunda hemfikirdirler. Klasik düzende de ğişikliklerin ortaya

1 Yusuf Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Te şkilâtı ve Sosyal Yapı , 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1998, s. 7, 83, 85-86. 2 Halaço ğlu, s. 83. 2

çıktı ğı fikri, XVI. yüzyılın son çeyre ğinden itibaren kaleme alınan nasihatname ve ıslahat layihalarında da vurgulanmı ştı. XVI. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan bu yeni durumun mahiyeti hakkındaki görü şler, Batı tarih yazıcılı ğındaki yeni e ğilimlerin de etkisiyle de ğişerek, “buhran” ve “dönü şüm” terimleri sık sık kullanılmaya ba şlamı ştır 3. XVI. yüzyılın son yirmi yılı Osmanlı Devleti için mali, siyasi, ekonomik ve demografik sıkıntılarla dolu bir dönemdi. Mali krizin bir belirtisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın uzun saltanatı (1520-1566) boyunca az çok istikrarlı bir gümü ş oranına sahip olan akçede 1584-1586’da meydana gelen devalüasyon oldu. Bu, bir yandan da dikkate de ğer siyasi sonuçlar do ğurdu4. XVII. yüzyılın son yarısına ba şlandı ğında, Osmanlı Devleti’nin birçok yerinde de ğişiklikler ba şladı. Bu de ğişiklikler, genellikle siyasi yapı ve ülkenin sosyal yapısını etkisi içine almı ştı 5. XVII. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nde ya şanan de ğişim konusunda tarihçiler hemfikir olmakla birlikte, bu de ğişimi ifade etmek için farklı kelimeleri kullanmı şlardır. Halil İnalcık, Osmanlı kurumlarındaki de ğişimi “transformation” (dönü şüm) olarak tanımlar. Suraiya Faroqhi’ye göre ise bu dönem, “crisis and change” (krizler ve de ğişim) dönemi olup, siyasi ve sosyo-ekonomik alanların ikisinde de de ğişim ya şanmaktaydı. Rhoads Murphey de, hükûmetin uygulamalarının “re- assesment” (yeniden de ğerlendirme) ve yenile şme sürecinde oldu ğunu ifade etmektedir 6. XVII. yüzyılda hem Osmanlı Devleti’ndeki hem de Batı Avrupa’daki devlet geli şimi süreçleri, zıt yönlü yolları takip etse de, iyice merkezîle şmi ş bir otoritenin do ğuşuyla sonuçlandı. Osmanlı Devleti ise, ba şlangıçta atanmı ş görevlilerin do ğrudan denetimine dayanan merkezîle şmi ş bir yapıya sahipken, denetimin merkez ile çevre arasında payla şıldı ğı bir ara dönem geçirdikten sonra, dolaylı denetimin yerel âyanlar üzerinden sürdürülmesine dayanan bir sistem geli ştirdi. Osmanlı devleti ile toplumu, XVII. yüzyılın ba şlarında hem klasik dönemden kalma özelliklere hem de dünya sisteminde son zamanlarda ya şanan de ğişimlere uyum sa ğlamak için kazandı ğı birtakım

3 Mehmet Öz, Osmanlı’da Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları (XVI. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıl Ba şlarına) , 2. Baskı, Dergâh Yay., İstanbul 2005, s. 37-38. 4 Suraiya Faroqhi, “Krizler ve De ğişim: 1590-1699”, Osmanlı İmparatorlu ğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi: 1600-1914 , C. II, Editörler: Halil İnalcık, Donald Quataert, (çev.: Ay şe Berktay), 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 2006, s. 563. 5 Osmanlı’da ya şanan de ğişim ve sonuçları hakkında bk. Halil İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire, 1600-1700”, AO (Archivum Ottomanicum) , VI, 1980, s. 283 vd. 6 Bk. İnalcık, s. 283-337; Faroqhi, s. 545-743; Rhoads Murphey, “Continuity and Discontinuity in Ottoman Administrative Theory and Practice during the Late Seventeenth Century”, Poetics Today , 14, 1993, s. 419-443. 3

yeni özelliklere sahipti. Bir taraftan; devlet-toplum ili şkilerinin temelleri ile merkezdeki ve ta şradaki Osmanlı yönetiminin yapısı dönü şmekteydi; diğer taraftan ise, devlet, merkezîle şme idealine sadık kalmaya çalı şıyor, bunu gerçekle ştirmek için yeni yollar arıyordu. Hem devlet hem de toplum yeni dönü şüm kanalları icat etmek için ko şullara uyum sa ğladı, merkezî ve yerel kurumlar, devletin yapmakta usta oldu ğu, kaynaklara ula şmak, ordular kurmak ve toplumu denetleyecek mekanizmalar yaratmak gibi işleri, daha iyi yapabilmek için yeniden yapılandırıldı 7. Merkezde vezir vb. üst düzey yöneticilerle kapı kullarının ve ta şrada ise ümeranın etkinli ğinin artması, bunların gelirlerini artırmak için vergilendirme düzeninde iltizam usulünün yaygın hâle gelmesi, bu de ğişikliklerin önemli bir boyutunu te şkil etmektedir 8. Askerî düzende meydana gelen de ğişiklikler, yeni ve a ğırla ştırılmı ş vergiler, reayayı zor durumda bıraktı ğı gibi, yeterli ücret alamayan veya sava ş sonrasında terhis edilen sekban ve sarıca birliklerinin e şkıyalı ğa ba şvurmaları da Anadolu’da toplum ya şantısını olumsuz yönde etkileyen faktörler olmu ştur. XVI. yüzyılın sonlarıyla XVII. yüzyılın ba şlarında özellikle Anadolu’yu olumsuz yönde etkileyen ve pek çok köyün terk edilmesine sebep olan Celâli isyanlarında bu sekban-sarıca topluluklarının faal rol oynadı ğı bilinmektedir. Bu süreçte tımarlı sipahiler de Celâli kadroları arasında yer almı şlardı. Böyle bir ortamda gelir kaynakları tahrip olan devlet, bir yandan isyanları bastırmaya çalı şırken, di ğer taraftan da adaletnameler çıkararak eyaletlerde düzeni sa ğlamaya çalı şmı ştır. Osmanlı klasik düzenindeki de ğişimin sebeplerini Osmanlı ıslahatçı müellifleri daha çok içeride aramı şlardır. Modern tarihçiler, daha ziyade Amerikan gümü şünün yol açtı ğı fiyat artı şı, sava şlarda ate şli silah kullanımının yaygınla şması vs. gibi sebepleri vurgulamı şlardır. Bir kısım modern tarihçiler ise, nüfus artı şı, köylünün a şırı vergilendirilmesi gibi sebepler üzerinde durmu şlardır. Mali idaredeki de ğişim ise, büyük oranda askerî sistemdeki de ğişikliklerle birlikte, 1578- 1606 arasındaki İran ve Avusturya cephelerinde devam eden sava şlardaki harcamalar yüzünden ortaya çıkmı ştır. Dolayısıyla Osmanlı klasik düzenindeki bu de ğişimde, iç ve dı ş dinamiklerin etkisi bulunmaktadır 9.

7 Karen Barkey, Eşkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezile şmesi , (çev.: Zeynep Altok), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 2, 25. 8 Öz, s. 49. 9 Öz, s. 52-54. 4

XVII. yüzyıldaki risaleciler, çözülmenin temel sebeplerinden biri olarak tımar sisteminin ihmal edilmesini göstermi şlerdir. Halbuki, tımar sistemi de ğişen dünya şartlarında eskiden yerine getirdi ği fonksiyonları artık ifa edemez hâle gelmi şti. Layihacıların tımar sisteminin ihya edilmesi yönündeki ısrarlarına ra ğmen, Osmanlı yöneticileri bu fikirlere itibar etmeyerek, hazinenin nakit ihtiyacını temin edebilmek amacıyla iltizamı yaygınla ştırdılar ve olumsuz etkilerini bertaraf etmek için de XVII. yüzyıl sonlarında malikâne sistemini ihdas ettiler 10 . Osmanlı Devleti, XVII. yüzyılın sonlarından itibaren gerileyerek, hızlı bir çökü şe gitmeye ba şlamı ştır. Bu dönem, Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) son dönemlerinden ba şlayarak II. Selim (1566-1603), III. Murad (1574-1595) ve III. Mehmed (1595-1603) zamanında ortaya çıkan sosyal çözülmenin, devrin yönetici ve dü şünürleri tarafından fark edilmeye ba şlandı ğı tarihlerdir. Özellikle Kanuni döneminden sonra çıkan Celâli isyanları bu bunalım ve buhranı hızlandırmı ştır. Bu tarihten itibaren uzun süren sava şların tesiriyle devletin gelir kaynakları azalırken, ihtiyaçları da artmı ştır. Osmanlı hâkimiyeti dı şında yeni ticaret yollarının ke şfedilmesi ile birlikte ticaret yollarının yön de ğiştirmesi, Osmanlı için önemli bir gelir kayna ğının ortadan kalkmasına sebep olmu ştur. Harp ganimetlerinin azalması, fethedilen yerlerin gelir getirmek yerine masrafları artırması, rü şvet ve kaçakçılı ğın yaygınla şması gibi sebepler, devlet gelirlerinde azalmaya, buna kar şılık giderlerin ço ğalmasına yol açmı ş, bu durum da enflasyona sebep olmu ştur. Paranın de ğerinin dü şmesi, fiyatların yükselmesi, orduda maa şlı askerlerin fazlalı ğı, ordunun ihtiyaçlarını sa ğlamada güçlükler ortaya çıkması, Osmanlı Devleti’ndeki gerilemenin göstergeleri olarak ortaya çıkar 11 . Naîma Mustafa Efendi’nin kısaca “Tarih-i Na’îma” adlı eseri, III. Murad’dan IV. Mehmed’e kadar sekiz Osmanlı padi şahının dönemini içine almaktadır. Bu dönem, Osmanlı siyasi ve idari tarihinde en büyük çalkantı ve sarsıntıların ya şandı ğı, kurumların bozuldu ğu; ilmiye, seyfiye ve kalemiye ricalinin yıpratıcı bir şekilde siyasi olay ve tertiplerin içerisinde yer aldı ğı sancılı bir dönemdir. Bu dönem aynı zamanda, Osmanlı ıslahat risalelerinin en çok kaleme alındı ğı bir dönemdir. Naîma olaylara şahit olmamı ştır ancak, di ğer tarihî kayıtları inceleme ve bazı şifahi kaynaklardan olayların

10 Öz, s. 123-124. 11 Zeki Arslantürk, Naîma’ya Göre XVII. Yüzyıl Osmanlı Toplum Yapısı , Ayı şığı Kitapları, İstanbul 1997, s. 19. Celâli isyanları, Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve sosyal durumu hakkında geni ş bilgi için bk. Mustafa Akda ğ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celalî İsyanları , Barı ş Yay., Ankara 1999. 5

aslını bizzat dinleme fırsatı elde ederek bu dönemi çok canlı ve etkili bir şekilde yazmı ştır 12 . Naîma, reaya tabirini özel anlamda köylü, genel anlamda ise devlete vergi veren halk anlamında kullanmaktadır. Ona göre devlet, yöneten (askerî) ve yönetilenlerden (reaya) olu şan iki sınıfın organik bir ba ğ içerisinde vücut bulmasından ibarettir. Naîma’ya göre ilk de ğişim ve bozulma, idareci sınıfta meydana gelmi ş ve bu da Osmanlı Devleti’nin çökü şünü hazırlamı ştır. Naîma, Anadolu’daki Celâliler ve yaptıkları zulümler üzerinde çok geni ş olarak durur. Kara Yazıcı, onun karde şi Deli Hasan ve Katırcıo ğlu ayaklanmaları hep bu türden isyanlardır 13 . XVII. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde “layihalar” devridir. Bu yüzyılda layiha sunanların en ünlüsü Koçi ’dir. Onun IV. Murad ve Sultan İbrahim’e sundu ğu “Risalesi”, duraklama devrinin en önemli belgelerinden biridir 14 . Koçi Bey ilk risalesini 1631 yılında hazırlayarak, Sultan IV. Murad’a (1623-1640) rapor olarak sunmu ştur. XVII. yüzyıl Osmanlı tarihinin önemli kaynak eserlerinden biri olan eser, devlet idaresindeki bozuklukları ve bunları gidermenin yollarını gösteren pendnâme türündendir 15 . Koçi Bey Risalesi’nde, belirtilen dönemde mevcut bulunan ulufeli kul taifesinin isimleri ve sayıları hakkında bilgiler verilmi ştir. Buna göre Sultan Murad tahta geçtiğinde, kul taifesinin mevcudu “Mukaddemâ Ulûfeye Mutasarrıf Olan Tevâifin Ne Mikdar Oldu ğu Beyân Olunur” ba şlı ğı altında; 124 dergâh-i âli müteferrikaları, 290 çavu şân-i dergâh-i âli, 2.210 Cemaat-i Ebnâ-i Sipahiyân, 2.127 Cemaat-i Silahdârân, 13.599 Cemaat-i Yeniçeriyân ve Sekbân ve Piyadegân ve Za ğarcıyân, 625 Cemaat-i Cebeciyân, 1.099 Cemaat-i Topcıyân, 54 Cemaat-i Suyolcıyân ve Korucu olmak üzere toplam olarak 36.153 neferden olu şmaktadır 16 . Defter emini Aynî Ali’nin 1017/1608-1609’da kaleme aldı ğı “Kavanin-i Âl-i Osman der Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Divan” isimli me şhur risalesinde, XVI.

12 Naîma Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ , IV Cilt, (hzl.: Mehmet İpşirli), TTK Yay., Ankara 2007, s. IX. 13 Naîma, İbn Haldun gelene ğine ba ğlı bir Osmanlı tarihçisi ve vakanüvistir. XVII. yüzyıldan sonraki bütün Osmanlı tarihçilerinin, bu gelene ğe ba ğlı kaldıkları söylenebilir. Arslantürk, s. 20, 100, 118. 14 Kâtip Çelebi de bu konuda İbn Haldun nazariyesine uygun bir rapor hazırlamı ştır. Tarihçi Ali, Şeyhülislâm Kara Çelebizâde Abdülaziz, Şair Veysi, Defterdar Sarı Mehmed Pa şa ve birçokları bu konuda birtakım raporlar hazırlamı şlar, bazıları bu raporları ayrı birer risale hâline getirmi şler, bazılarının ise görü ş ve dü şünceleri eserlerinde kalmı ştır. Arslantürk, s. 119. 15 Dönemin birçok kayna ğına göre daha sade bir dil ile kaleme alınan Koçi Bey Risalesi, IV. Murad ve I. İbrahim’e sunulan raporlardan olu şmaktadır. Sultan İbrahim tahta çıktı ğında Koçi Bey’den kendisine de lâyiha sunmasını istemi şti. Bk. Yılmaz Kurt, Koçibey Risalesi (Eski ve Yeni Harflerle) , 2. Baskı, Akça ğ Yay., Ankara 1998, s. IX-X, 1-4. 16 “Hâlen Mevcûd Olan Ulûfeli Tevâif Beyânındandır.” ba şlı ğı altında, daha önce sayısı verilen ulufeli kul taifesinin günden güne arttı ğı belirtilerek yeni sayı toplamda 92.206 olarak verilmi ştir. Bk. Kurt, s. 29-30, s. 51-52. 6

yüzyılın sonlarına do ğru tımar kadroları rakamları hakkında bilgiler verilmektedir. Buna göre; Karaman’da 7 liva, 116 zeamet, 1.504 tımar, 1.620 kılıç ve cebelüleriyle beraber asker miktarı 4.600 idi. Aynî Ali, bu rakamları ilk defa risalesinde vermi ş olup, bunları defter emini oldu ğu sırada, tımarlara ait kayıt ve tescil işlemlerinin yapıldı ğı dairenin resmî kayıtlarından çıkartmı ştır 17 . Eski tımar sisteminin XVI. yüzyılın sonlarına do ğru büsbütün bozularak devlet idaresinde büyük bir buhrana sebep oldu ğu; devrin askerî, siyasi ve içtimai bozukluklarının mahiyeti ve ıslah çareleri hakkında yazılmı ş olan risalelerde ortaya konmu ştur. Defter emini Aynî Ali Efendi’nin Risalesi’nde de bu konu işlenmi ştir. Risalenin IV. Bölümü’nde tımar sisteminin bu derece bozulmasının sebepleri de ara ştırılmaktadır. Müellif, bozuklu ğun belli ba şlı sebepleri arasında, merkezî devlet bürolarında tımar kayıtlarının son derece karı şık bir hâle dü şmesi üzerinde ısrarla durmaktadır 18 . XVII. yüzyıl ba şlarında, devlet nizamındaki bozukluklar ve bunların kökenlerinin Koçi Bey’den önce tespit edildi ği eserlerden biri de, müellifi bilinmeyen Kitâb-i Müstetâb isimli eserdir. Kitabında ismini bildirmeyen müellifin hayatı hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır 19 . Sultan II. Osman’a sunuldu ğu bilinen Kitâb-ı Müstetâb’da çe şitli konulara dair de ğerli bilgiler bulunmaktadır. Mesela; Kanuni devrinden sonra yeniçerilerin sayısı ço ğalmı ştır, yeniçeri olarak defterde kayıtlı olanların ço ğu bir yolunu bularak sefere gitmez olmu şlardır. Yeniçeriler ve di ğer kapıkulunun nizamı bozuldu ğundan, seferler de ba şarısızlıkla sonuçlanmı ştır 20 . Eserde ulufeli kapıkulundan ba şka tımar ve zeâmet tasarrufu konusuna da temas edilmektedir. Anadolu, Rumeli ve Arabistan’da tımar ve zeâmet tasarruf edenlerin sayısının ikiyüzbin askerden fazla oldu ğu, ancak bütün tımar ve zeâmetler, vüzerâ ve ekâbirin tasarrufunda

17 Ömer Lütfi Barkan, “Timar”, İA, MEB Yay., C. XII/I, Eski şehir 1997, s. 289-290. 18 Barkan, s. 319-320. 19 XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devlet ve toplum düzenindeki bozulmayı köklerine inerek ortaya koyan ve XVII. yüzyıla ait önemli bir kaynak olan Kitâb-i Müstetâb’ın, devrinin kendisinden sonra gelen ıslahatçı yazarları Koçi Bey’e ve hatta Kâtip Çelebi’ye kaynaklık etmi ş olması ihtimali yüksek görünmektedir. Eser, kısa bir giri ş, 12 bölüm ve zeylden olu şmaktadır. Ya şar Yücel, Osmanlı Devlet Te şkilâtına Dair Kaynaklar , TTK Yay., Ankara 1988, s. XIX-XXIII, 54-55. 20 Bu durum eserin 5. Bölümü’nde şöyle ifade edilmektedir: “Ve kanûna muhâlif olan bir madde dahi budur ki, yeniçeri kulları kadîmî onikibin nefer iken şimdi hemân korucu ve tekâüd nâmında yedibin neferden ziyâde olmu ştur. Lâkin ihtiyar ve amel-mânde ve seferlerde sakat olanlar ancak bin nefer mikdarı vardır ve sâirleri mücerred sefer-i hümâyûna varılmamak içün şunlar ki mün’im ve mütemevvil yarar namdâr olan yeniçeriler akça kuvvetiyle ekserî korucu ve tekâüd nâmında deftere kayd ettirilmi ştir…” Bk. Yücel, s. XXIV-XXV, 9. 7

oldu ğundan zuemânın ocaklarının söndü ğü ifade edilmektedir. Sonuçta, beylerbeyi, sancak beyleri ve di ğer tımar sahiplerinin cebelü sayısı gittikçe azalmıştır 21 . Sözü edilen dönemde, üzerinde durulması gereken eserlerden biri de “Kitâbu Mesâlihi’l-Müslimîn ve Menâfii’l-Mü’minîn” dir. Mesâlihi’l-Müslimîn müellifi, İstanbul’un ia şesi gibi ekonomik konulardaki gözlemlerini aktarmakta; eserinde İstanbul’un sosyo-ekonomik sorunlarının yanı sıra ta şradaki reayanın durumuna da de ğinmekte ve önerilerde bulunmaktadır. Eserde, ta şrada meydana gelen olumsuz durumun bir bakıma denetim yoklu ğundan kaynaklandı ğı dile getirilmektedir 22 . Risâle-i Hırzü’l-Mülûk da, dönemin önemli kaynak eserleri arasındadır 23 . Müellif eserinde; beylerbeyiler, ümera ve asâkir-i İslâm’la ilgili bilgiler vermektedir. Buna göre; beylerbeyiler atandıkları vilayete gittiklerinde önce kadıların ve beylerin durumunu yoklamalı, reayaya ve fakirlere zulmedenleri padi şaha bildirmeyi görev bilmeli, zulmün giderilmesine çalı şmalıdır 24 . XVII. yüzyılda ana hatlarıyla gelenekçi bir söyleme sahip ıslahatçılar arasında önemli bir mevkide bulunan Kâtip Çelebi, devlet düzenindeki de ğişmeyi idari, mali ve ahlaki boyutlarıyla bir bütün olarak ele almı ş ve devletin daha önceki belalarda oldu ğu gibi bu bunalımı da atlataca ğını söylemi ştir 25 . XVII. yüzyılın yegâne Türk

21 Bu durum, eserin 7. Bölümü’nde şu cümlelerle ifade edilmektedir: “Ulûfeli kapukulundan ma’adâ Anadolu ve Arabistan ve Rûm-ili memleketlerinde zeâmet ve tımar tasarruf edenler ikiyüzbin askerden ziyâde idi… Husûsâ Rûm-ili zuemâsının ekseri sefer-i hümâyûna memur olduklarında otuzkırk nefer kostaniçelü yarar cebelü âdemleriyle sefer ederlerdi ve bu minvâl üzere nice bin asker-i İslâm hîn-i mahalde cem’ olunurdu ve kangi cânibe müteveccih olsalar idi bi-inâyeti’llâhi Teâlâ feth ve fütûh ve fursat ve nusret olagelmi ştir ve selefte olan selâtin-i izâm memâlik-i mahsûsada olan bunca kılâ’ ve şehirleri ve Arab ve Acem ve Rûm’da olan memleketleri bu asker ile feth edegelinmi ştir… Şimdi ise tımar ve zeâmet bunca bin kılıç iken hâlâ berâtlarda isimleri var ve lâkin resmleri yok. Hemân sefer oldukça yalnız kapukuluyla bî-ma’ni ve bî-fâide her yıl bir seferdir gider ve bu sebeb ile hem kul tâifesi emre mahkûm olmayıp ve hem memleket ve reâyâ ve hazine elden çıktı…” Bk. Yücel, s. XXV, 15. 22 Eserde; 24, 25, 26. ve 45. Bâblar bu konulara ayrılmı ştır. Büyük bir ihtimalle ilmiye sınıfına mensup olan müellif kitabında ismini bildirmemi ştir.. Eserin 1643-1644’te telif edildi ği ve veziriazam Kemanke ş Kara Mustafa Pa şa’ya sunulmu ş olabilece ği tahmin edilmektedir. Bk. Yücel, s. 55, 57, 61, 67, 81-82. 23 8 bölümden olu şan eserin müellifi hakkında bir bilgiye rastlanmamıştır. Hırzü’l-Mülûk , devletin bütün bölümlerindeki uygulamaları konu edinen, klasik düzene aykırı i şlemlerden şikâyet eden ve gözlemlere dayalı bilgiler veren bir eser niteli ğine sahiptir. Bk. Yücel, s. 147, 149. 24 Beylerbeyiler, reaya ve berayanın huzurlu olmalarını amaçlamalı, yol kesicileri ele geçirip, fesât ehline izin vermemeli, e şkıyayanın haklarından gelinmesini ve memleketin güven içinde olmasını sa ğlamalıdır. Sonra mal mutasarrıfı olan eminlerin durumunu yoklamalı, bunlar e ğer reayanın malını zorla almı şlarsa bu malları sahiplerine geri vermeli, kanuna ve padişah emrine aykırı i ş ettirmemelidir. Ayrıca tımar ve zeâmet sahiplerinin durumunu da yoklamalıdır. Yücel, s. 158. Padi şahın, reayaya zulüm ve haksızlık yapılmasını önlemek ve ülkede adaleti sa ğlamak için ba şvurdu ğu ba şlıca tedbirlerden biri olarak yayınladı ğı adaletnameler hakkında bk. Halil İnalcık, “Adâletnâmeler”, Belgeler , C. II, S. 3-4, Ankara 1965, s. 49-145. 25 Kâtip Çelebi’nin devlet düzeninde meydana gelen değişmelerle ilgili tespitleri için bk. Kâtip Çelebi, Fezleke , II Cilt, İstanbul 1268; Düstûrü’l-Amel li Islâhi’l-Halel , İstanbul 1280; Mizânü’l-Hakk fî 8

seyyahı sayılan Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi, diğer kaynaklar arasında ayrı bir özelli ğe ve kıymete sahiptir. Evliya Çelebi’nin yazdı ğı seyahatnamede, Karaman eyaleti ve Kayseri sanca ğı hakkında bilgilere ula şmak mümkündür. Osmanlı tarihi alanında bugüne kadar yapılmı ş olan çalı şmalar, askerî ve siyasi tarih konularını kapsamaktadır. Özellikle son yıllarda, Osmanlı tarihi ara ştırmalarının mahallî tarih alanında yo ğunla ştı ğı görülmektedir. Ayrıca, Osmanlı idaresinin genellikle sancakları temel idari birim olarak ele alması ve tahrirleri de sancak bazında yapması sebebiyle, yapılan ara ştırmalarda daha ziyade sancak ve kazalar esas alınmaktadır 26 . Bu sebeple, tez çalı şmasına konu olarak, Anadolu’da Osmanlı ta şra te şkilatının tipik bir örne ğini te şkil eden Kayseri sanca ğı seçilmi ş ve konu XVII. yüzyıl ile sınırlandırılmı ştır. XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğının, nüfus ve ekonomik potansiyeliyle, tabi oldu ğu Karaman eyaleti bünyesinde oldu ğu kadar Osmanlı ta şra te şkilatının Anadolu bölümünde de önemli bir yer tuttuğu görülmektedir 27 . Osmanlılar zamanında Kayseri’nin sosyal, iktisadi ve idari tarihi ile ilgili olarak hazırlanmı ş tetkikler ve lisansüstü çalı şmalar mevcuttur. XVI.-XVIII. yüzyıllarda Kayseri’nin tarihi ilgili yapılmı ş çalı şmalardan ilki, Ahmed Nazîf’in “Mir’ât-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi”adlı eseridir. Kitap Mehmet Palamuto ğlu tarafından hazırlanarak 1987 yılında Kayseri’de basılmı ştır. Ahmed Nazîf’e ait bir di ğer eser de, “Kayseri Me şhurları (Kayseriyye Me şâhiri)” dır. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz tarafından hazırlanan çalı şma, 1991’de Kayseri’de yayınlanmı ştır. Mehmet İnba şı’nın “XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri” adlı çalı şması da 1992’de Kayseri’de basılmı ş olup, bize Kayseri ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Halil Edhem (Eldem) tarafından hazırlanan “Kayseriye Şehri” adı eser, Kayseri’de yer alan tarihî âbideler ve Türk-İslâm eserleri incelenmek suretiyle yazılmı ş olup, Türkiye Selçukluları ve Beylikler devri Kayseri’deki yapılar incelenerek, Kayseri tarihinin bir bölümünün aydınlatılmasına

İhtiyâri’l-Ehakk , İstanbul 1306; Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi , Kültür ve Turizm Bakanlı ğı Yay., Ankara 1986; Öz, s. 98-101. 26 Osmanlı idaresindeki sancak ve kazaların farklı yüzyıllardaki statülerinin incelendi ği çalı şmalardan bazıları şunlardır: Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sanca ğı (1518-1566), TTK Yay., Ankara 1989; İsmet Miro ğlu, Kemah Sanca ğı ve Erzincan Kazası (1520-1566) , TTK Yay., Ankara 1990; Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sanca ğı, TTK Yay., Ankara 1991; Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sanca ğı, TTK Yay., Ankara 1999; Turan Gökçe, XVI ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı , TTK Yay., Ankara 2000; Osman Gümü şçü, XVI. Yüzyıl Larende (Karaman) Kazasında Yerle şme ve Nüfus , TTK Yay., Ankara 2001; Özer Ergenç, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa , TTK Yay., Ankara 2006; Fatma Acun, Karahisar-ı Şarkî ve Koyluhisar Kazaları Örne ğinde Osmanlı Ta şra İdaresi (1485- 1569) , TTK Yay., Ankara 2006; Hülya Ta ş, XVII. Yüzyılda Ankara , TTK Yay., Ankara 2006. 27 Karaman eyaletinin pa şa sanca ğı olan Konya, XVI. yüzyılın sonlarına kadar, eyaletin daima en zengin sanca ğı ve merkezi olarak kalmı ştır. Konya sanca ğından sonra, Karaman eyaletinin ikinci büyük sanca ğı Kayseri olmu ştur. 9

katkı sa ğlanmı ştır. Halil Edhem, eserinin “Giri ş” bölümünde, Kayseri’nin co ğrafi ve tarihî durumunu genel olarak ele almı ş; Büyük Selçuklular ve Beyliklerden kısaca bahsederek; Türkiye Selçukluları, Eratnao ğulları, Kadı Burhaneddin Ahmed, Dulkadiro ğulları ve Karamano ğulları devirlerinden Osmanlı Devleti zamanına kadar Kayseri’deki olayları anlatmı ştır 28 . Osmanlı Devleti’nin resmî yazı şmaları, merkez te şkilatı dairelerinin ar şiv malzemesi, bugün İstanbul’da Ba şbakanlık Devlet Ar şivleri Genel Müdürlü ğü Osmanlı Ar şivi Daire Ba şkanlı ğı’nda muhafaza edilmektedir. Merkezî devlet dairelerinde belgelerin saklanmasında ve korunmasında görülen arşivcilik anlayı şı; ta şrada, eyalet beylerbeyleri ve mahallî kadılardan da istenmi ştir. Ta şra te şkilatı görevlilerine, karar ve işlemlerini defterlere kaydetmeleri ve bu defterleri muhafaza etmeleri emredilmi ştir 29 . Kadılar, verdikleri kararları defterlere kaydetmek ve bu defterleri bir sonraki kadıya devir ve teslim ederek muhafaza etmekle mükellef tutulmu şlardır. Kadıların defter tutma usulünde tabi olaca ğı hususlar kanun metinlerinde zikredilmi ştir. Buna göre kadı, deftere mahkeme kararlarını muntazam şekilde kaydedecek ve bu defteri saklayacak, azledildi ği takdirde de bunu kendisinden sonra gelen kadıya devredecekti.

28 Bk. Kemal Göde, “Halil Edhem [Eldem] ve Kayseriye Şehri Adlı Eserinin Önemi”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 206-207. Kayseri tarihi ile ilgili olarak hazırlanan di ğer çalı şmalar ise şu şekildedir: Yasemin Demircan (Özırmak) tarafından yüksek lisans tezi olarak 1992’de hazırlanan “Tahrir ve Evkaf Defterlerine Göre Kayseri Vakıfları” adlı çalı şmada 906/1500 tarihli evkaf defteri incelenmi ştir. Bu çalı şma, daha sonra Vakıflar Bölge Müdürlü ğü tarafından kitap olarak da yayınlanmı ştır. Erciyes Üniversitesi’ne ba ğlı olarak Kayseri tarihi ile ilgili faaliyetlerde bulunan KAYTAM tarafından ilki 1997 yılında olmak üzere düzenlenen Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumları’nda çok sayıda akademisyen tarafından hazırlanan bildiriler kitap hâlinde basılmak suretiyle ara ştırmacıların istifadesine sunulmu ştur. XVIII. yüzyılın ilk yarısında Kayseri sanca ğının durumu ile ilgili olarak, şer’iye sicillerinden faydalanmak suretiyle Ayhan Öztürk’ün hazırladı ğı “ Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı (1738-1749)” çalı şma, 2000 yılında Erciyes Üniversitesi yayını olarak basılmı ştır. Mustafa Keskin tarafından hazırlanan “Kayseri Nüfus Müfredat Defteri (1831-1860)” adlı eser ise 2000’de Kayseri Büyük şehir Belediyesi Kültür Yayınları arasında basılmı ştır. Mustafa Keskin ve M. Metin Hülagü’nün farklı tarihlerde yayınlanmı ş makalelerinden olu şan “Geçmi şteki İzleriyle Kayseri” adlı çalı şma da üniversite yayını olarak basılmı ştır. Mehmet Çayırda ğ’ın çe şitli dergilerde yayınlanmı ş makalelerinin toplandı ğı, “Kayseri Tarihi Ara ştırmaları” adlı çalı şma da Kayseri Büyük şehir Belediyesi Kültür Yayınları arasında 2001’de basılmı ştır. KAYTAM’ın yayın faaliyetleri arasında 2008’de yayınlanan ve Özen Tok tarafından hazırlanan “Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Para Vakıfları” ve aynı tarihte Hava Selçuk tarafından hazırlanan “ Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı ve Girit Seferi’ne Katkısı (1645-1669)” ba şlıklı çalı şmalar da Kayseri tarihi ara ştırmalarına önemli katkılar sa ğlamaktadır. Kayseri tarihi alanında son dönemlerde hazırlanmı ş önemli çalı şmalardan biri de Süleyman Demirci’nin hazırladı ğı ve 2009’da İstanbul’da basılan “The Functioning of Ottoman Avârız Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery” ba şlıklı eseridir. Mehmet İnba şı tarafından hazırlanan “M. 1484, 1500, 1570 Tarihli Kayseri Tapu-Tahrir Defteri”, Refet Yinanç ve Mesut Elibüyük’ün ortak çalı şması olan üç ciltlik “M. 1563, 1575, 1584 Tarihli Kayseri İli Tahrir Defterleri, Seyit Ali Kahraman tarafından hazırlanan iki ciltlik “M. 1589-1590 Tarihli Kayseri Sanca ğı Timarları” ve aynı müellifin iki ciltlik “XVI. Yüzyıl Ba şlarında Karaman Vilâyeti Vakıfları” isimli çalı şmaları da 2009’da Kayseri Büyük şehir Belediyesi Yayını olarak basılmı ştır. 29 Halaço ğlu, s. 29 vd. 10

Osmanlılar zamanında kadılar tarafından kaydedilen ve zamanımıza kadar ula şabilen siciller arasında, Kayseri’ye ait 289 defter mevcuttur 30 . Şer’iye sicillerindeki kayıtlar; kadılar tarafından yazılan hüccetler, ilamlar, maruzlar, müraseleler ve di ğer kayıtlar ile kadıların kendilerinin in şa etmedikleri, belki kendilerine hitaben gönderildi ği için sicile kaydedilen fermanlar, beratlar, buyruldular ve di ğer hüküm çe şitleridir. Hüccetlerle ilamlar arasındaki fark; hüccetlerde hâkimin kararının bulunmaması ve mahkemenin hukuki durumu oldu ğu gibi kayıt altına almasıdır. İlamlarda ise, hâkimin kararı bulunmaktadır. Hâkim, yargılamayı tamamladıktan sonra mevcut dava dosyasını esas alarak şer’i hükümlere göre verdi ği kararı, taraflara sözlü olarak bildirdikten sonra, verilen kararın gerekçelerinin de bulundu ğu bir ilam tanzim ederdi. Davacıya ve gerekirse davalıya bu ilamın birer suretini verir, bir suretini de sicile kaydederdi 31 . Mahkemenin sicile kaydetti ği ve bir nüshasını taraflara verdi ği belgelerin düzenlenmesi ve yazılmasında sakk-ı şer’i denilen bir usul takip edilmekteydi 32 . Şehirlerin mahallî tarihleri yazılırken, şer’iye sicilleri veya kadı sicilleri olarak bilinen kayıtlar, kaynak olarak birinci derecede öneme sahiptir. Şer’iye sicilleri, Türk kültür

30 XV. yüzyılın ilk yarısı ile XX. yüzyılın ilk çeyreği arasındaki zaman dilimine ait kadı sicilleri 1991’de Millî Kütüphane koleksiyonuna katılmı ş, mikrofilmeleri çekilmek suretiyle yok olmaları engellenerek ara ştırmacıların kullanımına açılmı ştır. Millî Kütüphane bünyesindeki 8.934 adet defter 2005 yılında imzalanan bir protokolle, İstanbul’da bulunan Ba şbakanlık Devlet Ar şivleri Genel Müdürlü ğü’nün ar şivine devredilmi ştir. Kadı sicilleri arasında Kayseri’ye ait 289 defter bulunmaktadır. Özellikle Erciyes Üniversitesi ö ğrencileri tarafından, yine üniversite bünyesinde bulunan KAYTAM’da fotokopi ve mikrofilmleri bulunan sicillerin bir kısmı günümüz harflerine çevrilerek de ğerlendirmesi yapılmı ştır. Ayrıca Kayseri’yi sosyal, iktisadi ve idari açılardan inceleyen ve XVIII. yüzyılı kapsayan doktora tezleri hazırlanmı ştır. Bu tezlerden ilki, Mehmet Karagöz tarafından “XVIII. Asrın Ba şlarında Kayseri (1700- 1730)” ba şlı ğıyla 1993 yılında doktora tezi olarak savunulmu ştur. Aynı yüzyılın ikinci yarısını kapsayan “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri (1750-1775)”, ba şlıklı doktora tezi Muhammet Karaka ş tarafından 1997 yılında hazırlanmı ştır. Yüzyılın son çeyre ğini inceleyen “XVIII. Yüzyılın Son Çeyre ğinde Kayseri (1770-1800)” ba şlıklı tez ise 1998’de Ahmet Gündüz tarafından doktora tezi olarak hazırlanmı ştır. Sicillerdeki belgeler; kadıların ifadesiyle kaleme alınan çe şitli konulara ait belgeler ve merkezden gelerek sicile kaydedilen belgelerden oluşmaktadır. Merkezden gelen belgeler daha çok, defterin son kısmında kayıtlı olup; vakıflar, çe şitli vergilerin tahsil edilmesi, görevlilerin tayin ve azli, tımar tevcihi, ticari faaliyetler, asayi şin bozulması ve temini, sefer düzenlenmesi dolayısıyla alınacak tedbirler çerçevesinde sancaktan istenen mühimmat, zahire vs. hazırlıklar gibi konulara aittir. Tezde, daha ziyade, merkezden gönderilerek sicile kaydedilen farklı konularla ilgili belgeler incelenip de ğerlendirilmi ştir. 31 Ahmet Akgündüz, “ İslâm Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”, Türkler , C. X, Bölüm 56, s. 59-60. 32 Şer’iye sicillerindeki kayıtlar sakk-ı şer’i olarak ifade edilen usule göre, düzenlenip deftere yazılmaktaydı. Bu usulde, mahkemenin sicile kaydetti ği veya yazılı olarak taraflara verdi ği belgelerin düzenlenmesi ve yazılmasında belli bir yol takip edilmekteydi. Ba şta hüccet ve ilamlar olmak üzere, bütün kayıtların nasıl tanzim edilece ğini gösteren numuneler yazılarak sakk kitapları telif edilmi ş, böylece sicillerdeki kayıtların düzenlenmesi ve yazılması meselesi belli bir kaideye ba ğlanmı ştır. Bk. Ahmet Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, Toplu Katalo ğu ve Seçme Hükümler , C. I, Kısım I, Türk Dünyası Ara ştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1988, s. 18; Akgündüz, “ İslâm Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”, s. 57. 11

tarihi, askerî tarih, hukuk tarihi, içtimai yapı ve idari te şkilat bakımından önemli kaynaklardır. Bir mahallin siyasi, idari ve sosyal tarihini yazarken; kadıların devlet merkezi ile yaptıkları yazışmaları, halkın şikâyet ve dileklerini, mahallî idarelere ait hukuki düzenlemeler olarak kabul edilen ferman ve hükümleri, ait oldu ğu mahallin sosyal ve iktisadi yapısını yansıtan mahkeme kararlarını ihtiva eden şer’iye sicillerinin incelenmesi gereklidir 33 . Tez çalı şmasında, XVII. yüzyılda, Kayseri’deki merkez-ta şra ili şkileri idari, mali, askerî ve adli yönleriyle ara ştırılıp, Kayseri’nin bu yüzyıldaki durumu, kaynakların ı şığında ortaya konulmaya çalı şılmı ştır. Devlet merkezindeki bürokratik işlemlerin Kayseri sanca ğına hangi boyutlarda ve hangi düzen içinde ula ştı ğı, sürecin işleyi şi ve yansımaları örneklemelerle tespit edilerek; teorik ile pratik arasında ne gibi farklılıklar olu ştu ğu konusu üzerinde durulmu ştur. Devlet merkezi ile ta şranın ili şkilerini, önemli bir yerle şim merkezi olan Kayseri örne ğinde ele almaktaki amaç; merkezin uygulamalarının ta şrada hangi süreçte i şledi ğini, devlet merkezindeki yeni düzenleme ve uygulamaların ta şraya ula şma düzenini, Kayseri sanca ğının merkeze kar şı yükümlülüklerini ve merkeze göre konumunu, dönemin kaynakları çerçevesinde inceleyebilmektir. Tez hazırlanırken kullanılan malzemeler, ar şiv belgeleri ve konu ile ilgili yazılmı ş tetkik eserlerden olu şmaktadır. Kayseri’ye ait olup, tezin kapsamı dâhilinde olan XVII. yüzyıla ait şer’iye sicilleri incelenerek, ilgili kayıtlar tespit edilmi ştir. Tezde, özellikle merkez ve ta şra arasındaki ili şkilerle ilgili belgeler tespit edilip, tasnife ve incelemeye tabi tutulduktan sonra de ğerlendirilmiştir. Ayrıca, tez konusu ile ilgili Ba şbakanlık Osmanlı Ar şivi’nde bulunan bir kısım malzemeden de istifade edilmi ştir.

33 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, …” , s. 12-14.

12

1. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞI VE İDAR İ TAKS İMATI

1.1. Kayseri’nin Co ğrafi Konumu ve Önemi

Erciyes Da ğı’nın kuzey etekleriyle, da ğın kuzeyindeki ovanın birle şti ği yerde, İç Kale ve surların etrafında kurulmu ş olan Kayseri şehri, do ğu-batı ve kuzey-güney yönündeki ticaret yolları ve menzil güzergâhı üzerinde yer almaktaydı. Antik dönemde Mazaka 34 , Romalılar zamanında Caesarea, İslâm fethinden ve Türkler’in hâkimiyetine geçtikten sonra Kayseriyye olarak adlandırılmı ştı. Kayseri şehri, XI. yüzyılın ortalarında Anadolu’ya yapılan Türkmen akınları esnasında Türkler’in hâkimiyetine girdi. Dâni şmendiler idaresinde kalan ve önemli bir merkez hâline gelen Kayseri’yi, Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan Selçuklu topraklarına kattı. 1243’teki Köseda ğ Sava şı’ndan sonra Mo ğollar’ın eline geçen ve büyük bir tahribata u ğrayan şehir, 1343’te Emir Eratna’nın eline geçti. Daha sonra Kadı Burhaneddin’in hâkimiyetinde olmu ş ve vefatı üzerine Yıldırım Bayezid tarafından 1398’de Osmanlı topraklarına katıldı. XV. yüzyılda birkaç defa el de ğiştiren Kayseri’de, 1474’te Osmanlı idaresi tesis edildi 35 . İçinde bulundu ğu Anadolu co ğrafyasında çok sayıda kavmin yerleşim ve ticaret merkezi olan Kayseri şehri; ilkça ğlarda Asur, Hitit, Pers ve Roma gibi devletlerin önde gelen kentlerinden biri olmu ştur. Bizans, Emevî ve Dani şmendli hâkimiyetlerinden sonra Selçuklu idaresine giren şehir, bu dönemde de ticarî olarak önemli bir noktada bulunuyordu. Kayseri’nin ticarî olarak önemli kılan unsurlardan biri,

34 Kayseri şehri (Kaisareia-Mazaka) , klasik ça ğlarda Kappadokia olarak adlandırılan bölgedir. Kayseri’nin ilka ğlardan günümüze kadar önemli bir şehir olmasını sa ğlayan etkenlerin ba şında, şehrin yüzyıllar boyunca belli ba şlı ticari ve askerî yolların kav şak noktasında yer alması gelmektedir. Batı Anadolu, Karadeniz kıyıları, Fırat yöresi ve Kilikia’dan gelen yolların bulu ştu ğu kav şak noktası buradaydı. Henüz Kayseri (Kaisareia-Mazaka) önem kazanmadan önce, Kayseri ovasında önemli bir merkez olan Kültepe (Kani ş) bir ticaret yoluyla Asur’a ba ğlıydı. Ovanın kuzeydo ğusunda yer alan Kültepe-Kani ş, Karahüyük köyünün güneyindeydi ve erken ça ğlarda ovanın ba şş ehriydi. Kaisareia- Mazaka, Kültepe’nin önemini kaybetmesinden sonraki tarihlerde önem kazanmaya ba şlamı ştır. Bk. Nezahat Baydur, Kültepe ve Kayseri Tarihi Üzerine Ara ştırmalar , İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul 1970, s. 13, 19-20, 29. 35 Mehmet İpşirli, “Kayseri”, DİA, C. XXV, Ankara 2002, s. 96-97. 13

bulundu ğu konumdur 36 . Kayseri şehri, Anadolu’nun merkezinde ve tarihi İpek Yolu üzerindedir. Güney sahillerine ve Suriye’ye, Arabistan’a ula şabilmek için Kayseri’den geçildi ği görülmektedir 37 . Selçuklular zamanının siyasi hayatında önemli bir rol oynayan Karaman sahası, Sivas ve Kayseri üzerinden geçen ticaret yollarına sahip oldu ğundan, kervan ticaretinden epeyce faydalanan bir bölgeydi. Bununla birlikte, Anadolu’daki Mo ğolların istilası ve tahakkümü sebebiyle, memleketin iktisadi ve ticari düzeni bozulmu ş, karı şıklık ve buhran dönemi ba şlamı ştır 38 . Selçuklu hükümdarları sürdürdükleri ticari politikanın gere ği, eski anayolları tamir ettirdikleri gibi, yaptırdıkları yeni yollar üzerinde konak konak kervansaraylar da in şa ettirmi şlerdi. Selçuklular Anadolu’yu milletlerarası ticaret sahası içine dâhil etmek için iki anayola dikkat göstermi şlerdi: Batı-do ğu ve kuzey-güney yolu. Bunlardan batı- do ğu yolu; Antalya’dan ba şlayarak, Burdur, Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri gibi önemli konakları geçtikten sonra Sivas’ta kuzey-güney yolu ile birle şiyor, oradan da Erzurum’a gidiyor ve Erzurum’dan Tebriz’e ula şıyordu. Kayseri’den önemli bir yol da Göksun-Mara ş üzerinden Haleb’e giden yol olup, üzerinde kervansaraylar in şa edilmi şti. Kayseri-Elbistan-Malatya ile Kayseri-Sarız yahut Kara Kilise-Hurman- Elbistan-Akça Derbend-Göynük-Delük-Haleb yolları da en önemli yollardan sayılıyordu. Özellikle bu sonuncusu en i şlek yol olup, gerek askerî ve gerekse ticari olarak çokça kullanılıyordu. Kuzey-güney yolu ise; Sinop limanından ba şlayarak Tokat’tan geçip Sivas’ta batı-do ğu yolu ile birle ştikten sonra Malatya üzerinden devrin büyük bir ticaret şehri olan Haleb’e ula şıyordu. Buradan ve di ğer yollardan geçen ticaret kervanları Diyarbekir, Musul ve Ba ğdad gibi şehirlere de gidiyorlardı. Kuzey ülkelerinden gelen tacirler, yolun her bakımdan müsait olması dolayısıyla Sivas’tan Kayseri’ye, Yabanlu Pazarı’na ve hatta Konya’ya kolayca ula şabiliyorlardı 39 .

36 Sezgin Güçlüay, “Selçuklular Dönemi Kayseri’nin Ticarî İmkânları”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 103-105. Anadolu’nun önemli şehirlerinden olan Kayseri, insanlık tarihiyle birlikte birçok kavmin yerle şerek ticaret merkezi olarak de ğerlendirdi ği bir şehirdir. Şehrin ilkça ğlardaki ticari önemi, Ortaça ğda da artarak devam etmi ştir. Bk. Şaban Bayrak, “18-19. Yüzyılda Kayseri’nin Ticari Hinterlandı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 73. 37 Hamiyet Sezer, “ Şer’iyye Sicillerine Göre III. Selim Dönemi Kayseri Şehri”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 464. 38 Mehmet İnba şı, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı ve Esnaf Te şkilâtı”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 131. 39 Yabanlu Pazarı hakkında Faruk Sümer’in tespitleri şöyledir: Mevlana Celâleddin-i Rûmî’nin Mesnevisi’nde bir beyit olmakla birlikte, en ayrıntılı bilgi veren müellif, “Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l- İbâd” adlı eserin sahibi Zekeriyâ b. Muhammed el-Kazvinî (ölümü 1283) dir. el-Kazvinî eserinde, fuarın milletlerarası önemi ve orada yapılan ticaret hakkında bilgiler vermektedir. Yabanlu Pazarı, “ba şka ülkelere mensup olanların pazarı, yani yabancılara mahsus pazar, yabancıların katıldı ğı pazar” 14

Kayseri, Karaman beylerbeyinin zaman zaman ikâmet etti ği idari bir şehir olmasının yanında, ticari bir güzergâh üzerinde bulunması sebebiyle ticarî hayatı çok canlı olan bir şehirdir 40 . Kayseri, Osmanlılar’ın Anadolu’ya hâkim olup beylikten imparatorlu ğa geçtikleri XV. yüzyıl ortalarında, ticari ve iktisadi önemini devam ettirmi ştir. Kayseri şehrinin ekonomik geli şmesi XVII. yüzyılda da devam etmi ştir 41 .

1.1.1. Kayseri Şehrinin Fiziki Yapısı 1.1.1.1. Kale

Bir şehrin fiziki yapısında kalelerin önemli bir yeri vardır. Çünkü kaleler, şehrin görünümünde sadece bir ta ş yı ğınından ibaret de ğildirler. Kaleler, idari merkez olma özelli ğinden, yerle şim düzeni ve kültürel unsurların şekillenmesine kadar pek çok özellik arz ederler. Daha önceki devirlerde oldu ğu gibi, Osmanlı Devleti zamanında da Anadolu’daki şehirlerde ilk göze çarpan yapı şehrin kalesi ile surları ve şehre girilen kapılardır. Kayseri şehrinin en önemli eserleri arasında, İç Kale kalıntılarının hâlâ ayakta oldu ğu kale yapısı yer almaktadır. Birçok Anadolu şehrinde de görüldü ğü gibi, Kayseri Kalesi de iç ve dı ş surlardan olu şmaktadır. Bu sebeple, iç ve dı ş surlar esas alınarak, kale için “ İç Kale” ve “Dı ş Kale” ifadeleri kullanılmaktadır 42 . Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kayseri Kalesi ile ilgili bilgiler mevcuttur. Seyahatnamede “E şkal-i İç Kale-i Kayseriyye” ba şlı ğı altında kale ve çevresi ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır: Kalenin, şehrin kuzey tarafındaki Erciyes da ğı eteklerinde in şa edildi ği, sonraları Dani şmendliler tarafından Rumlardan alınıp geni şletilerek imar edildi ği, fakat yeni Kayseri şehrinin eski Kayseri şehrinden 8.000 adım uzakta bir şehir oldu ğu, Sivas şehrinin ise Kayseri’nin do ğu tarafında 5 menzil mesafede yer aldı ğı, Kayseri’deki İç Kale kapısının kemeri üzerinde kar şı kar şıya ve yan yana birer arslan ve kaplan suretlerinin bulundu ğu, bu kapıdan içerideki zahire ambarlarında darı, bu ğday,

anlamında kullanılmı ş olmalıdır. Pazar Ören kasabasının da eski Yabanlu Pazarı üzerinde kuruldu ğu anla şılmaktadır. Pazar Ören, Kayseri-Pınarba şı yolu üzerinde bir kasaba olup, güneyinde 2 km. mesafede Zamantı Irma ğı bulunmaktadır. Pazar Ören’in 8 km. kuzeydo ğusundaki yer alan Zamantı Kalesi de fuarın emniyetini sa ğlamaktadır. Bk. Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı: Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar , Türk Dünyası Ara ştırmalar Vakfı Yay., İstanbul 1985, s. 2-5; 11-24. 40 M. Akif Erdo ğru, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Kayseri Zimmîleri”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 73. 41 İnba şı, s. 132, 137. 42 Mehmet Karagöz, “XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Şehrinin Fizikî Görünümü ve Mahallelerinin Durumu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1998, s. 246-247. 15

pirinç ve peksimet, para, silah ve cephanenin eskiden beri muhafaza edildi ği belirtilmektedir 43 . Kayseri şehrinin İç Kalesi’ne, Anadolu’daki di ğer şehirlerde oldu ğu gibi, “Ahmedek” denilmektedir. Kale, do ğu-batı yönünde uzanmakta olup, do ğusundaki kapıya “Dizdar Kapı” denilmektedir. Kalenin asıl giri şi ise, güneyde yer alan kapıdan yapılmaktadır 44 . Kayseri surları hakkında ilk bilgiler Roma İmparatoru III. Gordianus zamanına (MS. 238-244) ait olan sikkelerde bulunmaktadır. Kayseri surları ilk defa III. yüzyıl ortalarında in şa edilmi ş, VI. yüzyıl ortalarında da daraltılmı ş ve tamir edilmi ştir. VI. yüzyıldan, şehrin Türklerin eline geçti ği XI. yüzyıla kadar surlara mühim bir müdahalenin oldu ğuna dair bir kayıt bulunmamaktadır 45 . Kayseri Kalesi’nin dı ş surları, Bizanslılar zamanında Justinianus döneminde, eski surlar daraltılmak suretiyle meydana getirilmiştir. Fakat bugünkü hâliyle surların büyük bir bölümü ortadan kalkmı ş durumdadır. Dı ş kalenin büyük bir kısmı, Dani şmendliler zamanında yapıldı ğı gibi, Selçuklular zamanında da kısmen geni şletilerek in şa ve tamir edilmi ştir. Surlarda şehre giri şin yapıldı ğı; Sivas Kapısı, Yeni Kapı, Meydan Kapısı, Boyacı Kapısı ve Kiçi Kapı adlarında be ş kapı bulunmaktadır 46 . Türkler devrinde Kayseri’de belli ba şlı ilk sur yapımı, Türkiye Selçuklu hükümdarı I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220) zamanındadır. Sultan, zamanında do ğuda zuhur eden Cengiz tehlikesi vs. gibi sebeplerle kalenin önemini ve eksiklerini görerek bu i şe giri şmi ştir. Keykâvus, zamanımıza kadar gelmi ş olan ve üzerinde kitabesi bulunan Yo ğun (büyük, muhkem) Burç ismi ile anılan burcu yaptırmı ş, bu faaliyetler sırasında surun ihtiyaç gösteren di ğer kısımlarını da tamir ettirmi ştir. Dı ş surların güney-do ğu kö şesinde bulunan bu yapı, Roma ve Bizans surlarının birle şti ği yerde, şehri güney ve do ğu yönlerinden gelecek akınlara kar şı korumak üzere yapılmı ştır.

43 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap, (hzl.: Seyit Ali Kahraman, Yücel Da ğlı), Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999, s. 106. Osmanlı şehirlerinde kaleler çok yönlü bir fonksiyona sahip olmu şlardır. Gerekti ğinde şehir halkının ve sefer için gerekli malzemenin muhafazası kalelerde yapılmaktaydı. Özellikle sefer zamanlarında halktan vergi olarak toplanan sürsat zahiresi, Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmi ş, ihtiyaç duyuldu ğunda orduya ula ştırılmı ştır. Dolayısıyla Kayseri Kalesi zahire ambarı olarak da kullanılmı ştır. Bk. Hava Selçuk, Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı ve Girit Seferi’ne Katkısı (1645-1669) , EÜ. KAYTAM Yay., Kayseri 2008, s. 28. 44 Karagöz, s. 247. 45 Mehmet Çayırda ğ, “Kayseri Şehri’nin Kurulu ş Yeri ve Kalesinin Tarihi De ğişimi”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 3-4. 46 Karagöz, s. 247. 16

Kayseri’de surlar sürekli olarak, do ğudan gelecek akınlar için in şa ve tahkim edilmi ştir. Nitekim, ilk yapılı ş gayesi de budur 47 . Kayseri surları üzerindeki en büyük ilave ve tamiri, Türkiye Selçukluları hükümdarı I. Alaeddin Keykubat (1220-1237) yaptırmıştır. Alaeddin Keykubat, yakla şan Mo ğol tehlikesine kar şı Konya ve Sivas surlarını yaptırdı ğı gibi, Kayseri surlarını, bilhassa İç Kale’yi yeni ba ştan yaptırmı ş ve buralara ilavelerde bulunmu ştur 48 . Selçukluların ardından Dulkadiro ğulları, Karamano ğulları ve Osmanlılar zamanında da kale tamir edilmi ştir. Osmanlılar zamanında ise artık şehrin müdafaa ihtiyacı olmadı ğından, İç Kale’ye mahalleler kurulmu ştur. Evliya Çelebi de seyahatnamesinde mahallelerden bahsetmektedir. XVI. yüzyılın sonlarında ise, halkın rahat giri ş çıkı şı için kale kapılarında geni şletme ve onarım faaliyetleri yapılmı ştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında İç Kale bo şaltılmı ş ve hapishane olarak kullanılmı ştır. Otuzlu yıllardan itibaren de pazar yeri olarak kullanılmı ştır. Daha sonraları içerisi tekrar bo şaltılarak Belediye tarafından buraya sarraflar çar şısı in şa edilmi ştir 49 . Kayseri Kalesi, XVI. yüzyılın hemen ba şlarında önemli bir tamir geçirmi ştir. 1507 yılındaki bu ilk tamiratla ilgili müstakil bir tamir defteri bulunurken, 1553’teki ikinci büyük tamirle ilgili olarak hükümler yazılmıştır. Merkezden gelen yardım ile kale tamiri içi gerekli malzemeler temin edilmi ş ve kalan miktarla tamir i şinde çalı şanlara ücretleri ödenmi ştir. 8 Mayıs-8 A ğustos 1507 tarihleri arasındaki 90 günlük tamir süresince toplam 1.282 ki şi çalı şmı ştır. Devlet merkezinden gönderilen 57.980 akçenin büyük bir kısmı tamir i şinde çalı şanlara verilmi ştir. 1553’te kalenin bazı surlarının yıkılmı ş ve bunun üzerine şehir halkı surların tamiri için devlet merkezine müracaat ederek 1.000 i şçi verilmesini teklif etmi şlerdir. Kayseri Kalesi’nin bu tamirlerden sonra uzun bir süre daha askerî bir merkez olarak hizmet etti ği anla şılmaktadır. Kale, sonraki dönemlerde de askerî ve stratejik önemini korumu ştur. Günümüzde dı ş kalenin surları yıkılmı ş olmasına ra ğmen, iç kısmı ayakta durmaktadır 50 . Osmanlı Devleti zamanında, di ğer şehirlerde de görüldü ğü gibi, Kayseri şehri yöneticileri de genellikle kalelerde oturmaktaydılar. XVI. yüzyılın ba şlarında Kayseri İç

47 Çayırda ğ, s. 8; Mehmet Çayırda ğ; “17. Asır Ortalarına Ait Kayseri İle İlgili Bazı Kayıtlar”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 308-309. 48 Çayırda ğ; “Kayseri Şehri’nin Kurulu ş Yeri …”, s. 9. 49 Çayırda ğ, “Kayseri Şehri’nin Kurulu ş Yeri …”, s. 11. 50 Mehmet İnba şı, “Kayseri Kalesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Ara ştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM) , S. 11, Ankara 2000, s. 829, 841-842. 17

Kale’de bir dizdar, bir kethüda ve 96 mustahfız bulunmaktaydı. Kaledeki idarecilerin sayısı fazla de ğişmeden XVIII. yüzyılın ortalarına kadar devam etmi ştir 51 . Kayseri Kalesi, şehre ait kadı sicillerinde, “Kal’a-i Kayseriyye” şeklinde pek çok yerde zikredilmektedir 52 .

1.1.1.2. Yerle şim Düzeni ve Mahalleler

Osmanlı şehirlerinde mescit, mahallenin merkezi konumunda olmu ştur. Mahalle ise, birbirlerini tanıyan, sosyal dayanı şma içinde bulunan ve belli bir ölçüde birbirinin davranı şlarından sorumlu ki şilerden olu şan toplulu ğun ya şam alanıdır 53 . Kom şu evlerin birbirlerine do ğrudan bakan pencerelerinin bulunmadı ğı, bahçelerinin etrafı yüksek duvarlarla çevrilmi ş bu hanelerde en küçük toplumsal birim olan aileler ya şamaktadır. Mahalleler ne kadar iç içe girmi ş, mahallelerin sınırları birbirine biti şik evlerin arasından geçmi ş olsa da, şehirdeki mahallelerin sınırları bellidir ve ilgililerin bilgisi dâhilindedir 54 . Cami veya kilise çevresinde biçimlenmi ş olan Osmanlı mahallesi, özellikle de vakıflar yoluyla e ğitim ve alt yapı gibi konularda kendi kendine yetebilirdi 55 . Osmanlı şehri, kültürel ve fiziki özelliklerini kendinden önceki Türk-İslâm şehirlerinden almı ş ve bu özellikleri geli ştirerek bir Osmanlı tarzı vücuda getirmi şlerdir. Bir İslâm şehir tipinde; cami, pazar ve hamam olmak üzere, üç temel unsur kabul edilmektedir. Dinî vazifelerin yapıldı ğı ve sosyal ili şkilerin geli ştirildi ği temel yapı olan caminin hemen yanında ise pazar yerleri ve hanlar yer almı ştır. Bu merkezlerin etrafında şekillenen mahalleler, şehrin temel fiziki yapısının ne önemli kısmını olu ştururlardı. Mahalle, birbirini tanıyan, bir ölçüde birbirinin davranı şların sorumlu, aynı cami ve mescitte ibadet eden cemaatin ya şadı ğı yerdir 56 . Aynı mesle ğe mensup olanların, meslek adlarıyla anılan mahallelerde oturdukları da olurdu. Bir mahallede en yetkili ki şi, hükûmet temsilcisi olarak

51 Karagöz, s. 248. 52 Kayseri Kalesi’ndeki sınırları belirtilmi ş yedi adet evin payla şımı ve satı şı hakkındaki anla şmazlı ğa ve miras taksimine ait belge bunlardan bir tanesidir. Bk. K ŞS 13, 12/89. 53 Özer Ergenç; “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin İş lev ve Nitelikleri Üzerine”, Osmanlı Ara ştırmaları , C. IV, İstanbul 1984, s. 69; Özer Ergenç; “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, Osmanlı , C. IV, Ankara 1999, s. 33. 54 Ergenç; “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin…”, s. 73; Ergenç; “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine…”, s. 33. 55 Ahmet Tabako ğlu, “Osmanlı İktisadî Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı , C. III, Ankara 1999, s. 27. 56 Ergenç, “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin …”, s. 69; Karagöz, s. 249-250. 18

imamlardı. Bunlar, padi şah fermanlarını halka duyururlar, mahalle halkının kendi aralarındaki anla şmazlıklarını çözerlerdi. Mahallenin asayi ş, temizlik ve su gibi i şleri, imamın ba şkanlı ğında yardımcıları tarafından yapılırdı 57 . Osmanlı şehir örgütlenmesi içinde mahallenin özel bir konumda yer alması ile mahalle imamlı ğı önemli bir görev olarak öne çıkmı ştır. Mahalle imamı, Tanzimat’a gelinceye de ğin, devleti temsil etmek üzere mahallenin önde gelen sorumlusu olmu ştur. Belirli bir kontrol altında bulunan imamlar, görevleri sırasında kadılar tarafından tefti ş edilirlerdi; haklarında ahalinin şikâyeti onların azledilmelerine ve cezalandırılmalarına sebep olabilirdi. Kadıların yerine getirmesi gereken birçok i şte onların tabii yardımcısı konumundaki imamlar, mahallelerinde ikamet edenler hakkında tam bilgi sahibi olmalıydılar 58 . Kayseri’nin ilk kurulu ş yeri, bugün Eski Şehir olarak bilinen bölgedir. Bölgede bugün o devirlerden kalma sur kalıntısı (Kale-i Atik) bulunmaktadır. Romalılar zamanında şehir ovaya inmi ş ve ovada bugünkü yerinde yeni surlar in şa edilmek suretiyle mahalleler te şekkül etmi ştir. Bizans devrinde surları küçültülen ve yenilenen şehir, Müslüman Türklerin eline geçtikten sonra Selçuklular zamanında yeniden in şa edilmi ştir. Şehrin bu ikinci yerinde mahalleler iki kısımda te şekkül etmi ştir: Dı ş Kale (surlar) ve İç Kale içerisindeki şehir veya halk dilinde İçeri Şar ile surlar dı şındaki şehir ta şrası. Şehrin merkezini olu şturan surların içinde ve dı şında meydana gelen mahallelerin bir kısmı tarihî isimleriyle zamanımıza kadar gelmi ş, istimlak edilerek yenilenen mahalle ve sokakların isimleri de ğiştirilmi ş ve bazı mahalleler birle ştirilmi ştir. Mesela yenilenen Cumhuriyet Mahallesi’nin yerinde eskiden Emir Sultan, Hürrem Çavu ş, Tac-ı Kızıl, Sasık gibi mahalleler bulunmaktaydı. İç Kale’nin iç kısmı Roma, Bizans ve Selçuklular zamanında idare merkezi ve saray yeri oldu ğu hâlde, Osmanlılar zamanında şehir sarayı (Pa şa Kona ğı, Mirliva Sarayı) dı şarı çıkarılarak, şimdiki Vilayet Kona ğı yerine ta şınmı ş, kale içine halk yerle şerek mahalleler te şkil edilmi ştir. Kale Mahallesi gibi. 1950’den sonra istimlak ile buradaki evler kaldırılarak, belediye tarafından pazar yeri hâline getirilmi ş, bugün ise içerisine yeni çar şı in şa edilmi ştir 59 . Kayseri’nin mahallelerini belirleyen ilk tahrir, Fatih Sultan Mehmed zamanında 881/1476’da yapılmı ştır. Fatih’in o ğlu II. Bayezid zamanında 906/1500

57 Karagöz, s. 250. 58 Kemal Beydilli, “ İmam”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXII, İstanbul 2000, s. 181. 59 Mehmet Çayırda ğ, “Kayseri’nin Mahalleleri”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 370. 19

senesinde yapılan ikinci tahrire göre, Kayseri’deki dı ş kalenin dört kapısı ve Lala (Lale) Camii isimleri ile anılan be ş semti ve bu semtlerde yer alan 35 mahallesi bulunuyordu 60 . XVI. yüzyıldan zamanımıza kadar isimleri de ğişmeden gelen Kayseri mahalleleri şunlardır: Alaca Mescid, Baldöktü, Eski Bezzazistan (Selçuklular zamanından kalma eski bedesten binası bu mahallede evler arasında idi), Gülük, Hacı Kılıç, Hacı Mansur, Hasinli (Hisayunlu), İsa A ğa, Kiçi Kapı, Lala Pa şa, Merkepçi, Taceddin, Tavukçu, Tos, Tutak, Yalman, Yenice 61 . Bizanslılar zamanında sur içindeki kesimden olu şan Kayseri şehri, XII. yüzyılın ortalarından itibaren sur dı şında yeni mahalleler kurulmak suretiyle büyümeye ba şlamı ştır. Sur dı şında kurulan ilk mahalle, Gülük Mahallesi’dir. Gülük Mahallesi’nde ya şayanların Ulu Cami civarındaki şehir kesimi ile, yani Osmanlı belgelerinin dili ile “içeri şehir ve ta şra şehir” arasındaki, irtibat Boyacı Kapısı’ndan sa ğlanıyordu 62 . 906/1500 tarihli tahrir kayıtlarına göre; Kayseri’de 34 mahalle varken, 950/1543’te mahalle sayısı 56’ya çıkmı ştır. XVI. yüzyılın sonlarına do ğru ise mahalle sayısı, meydana gelen göçlerle daha da artmı ştır. Jennings, mahalle sayısının 72’ye ula ştı ğını ifade etmektedir. Ona göre 1583’te Kayseri’de 50 Müslüman, 13 gayrimüslim ve 9 da karı şık olmak üzere 72 mahalle vardır ve mahallelerin nüfus ortalaması 15’tir 63 . XVII. yüzyıldaki Kayseri mahalleleri hakkında Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bilgi verilmi ştir. Ancak Evliya Çelebi, 1634'te Kayseri mahallelerinden sadece birkaçının adını saymaktadır 64 . Mahkemede görülen muhtelif konulara ait davaların şer’iye sicillerine kaydedilmesi sırasında, tarafların yerle şim birimlerinin belirtilmesi bir zaruret oldu ğundan, sicillerde bu hususa dikkat edilmi ştir. Bu kayıtlar incelenerek, Kayseri’deki mahalle ve di ğer birimlerin isimlerini tespit etmek mümkündür. Kayseri’de mahallelerin adlandırılmasında; ki şi isimlerine göre, Eslem Pa şa, Musa Gazi, Hasbek, Hasan Fakih, Hacı Kasım, Hacı Arap; dinî mahiyette cami ve mescit isimlerine göre Cami-i Kebir, Huand; meslek gruplarına göre Kapan, Oduncu,

60 Çayırda ğ, “Kayseri’nin Mahalleleri …”, s. 370-371. 61 Çayırda ğ, “Kayseri’nin Mahalleleri …”, s. 378. 62 Ahmet Ak şit, “Kayseri’de Sur Dı şı İskân: Külük/Gülük Mahallesi”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 5. 63 Ronald C. Jennings, “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century: A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and, Erzurum”, International Journal of Middle East Studies , VII, Cambridge University Press, 1976, s. 32-33; Karagöz, s. 251-254 . 64 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap, s. 141; Karagöz, s. 254-255. 20

Eski Bezzazistan, Tavukçu; etnik isimlere göre ise Rumiyan vs. gibi isimler verildi ği görülmektedir 65 . XVII. yüzyıla ait Kayseri şer’iye sicillerinden tespit edilen mahalle isimleri Tablo 1.1’de verilmi ştir:

Tablo 1.1. Kayseri Sanca ğındaki Mahalleler Ahi İsa Alaca Mescid Arakil Aydo ğdu Bezzazistan Baldöktü Batman Bekta ş Dader Bozatlu Cafer Bey Cami-i Kebir Dibecik Dani şmendli Debba ğlar Deliklita ş Eslem Pa şa Düvenönü Emir Sultan Eski Bezzazistan (Bezzazistan-ı Atik) Hacet Fırıncı Gülük Gürcü Hacı Kasım Hacı Abdullah Hacı Arap Hacı İvaz Hadım Çavu ş Hacı Kılıç Hacı Mansur Hacı Saki Hasbek Hamurcu Harput Hasan Fakih Hürrem Çavu ş Hisayunlu Hristos Huand Kapan Karabet Kalenderhane Kalkancık Kebe İlyas Kethüda Karakeçi Karakürkçü Konaklar Köse Dani şmendlü Kılıç Kiçikapu Lala Mansur Köyyıkan Kürtler Mermerli Mescid Mumcu Halil Merkepçi Mermerli Nesibe Hatun Oduncu Musa Gazi Mükremin Sayeci Selaldı Rumiyan Sasık Sınıkçı Sisliyan Selman Seydiyargazi Şehreküstü Şeyh Ömer Ba ğçevani Sultan Hamamı Şarkiyan Şuturban Tac-ı Kızıl Şeyh Taceddin Şiremenli Tavukçu Tos Ta şkıncık Tatır Yalman Yenice Tutak Varsaklar

Kayseri’de cami, medrese, han ve hamam gibi dinî ve sosyal kurumlar oldukça fazladır. Bunların ço ğunlu ğu vakıflara ba ğlı olarak idare edilmekte; cami, mescit ve medrese tarzındaki din ve e ğitim kurumlarının masrafları vakıflar tarafından kar şılanmaktadır. Hayır sahibi ki şilerce tesis edilen vakıfların hangi şartlarda idare edilece ği ve gelirlerini nereden sa ğlayaca ğına dair vakfiyelere şer’iye sicillerinde sık sık

65 Karagöz, s. 256. 21

rastlanmaktadır. Sayıları oldukça fazla olan bu dinî yapılar, genellikle camiyi in şa ettiren ki şinin adı ile anılmakta ve hatta bulundukları mahallelere de adını vermektedirler. Mesela; Cami-i Kebir Mahallesi gibi. Camiler dı şındaki dinî yapılar arasında mescitler bulunmaktadır. Bu dönemde hamamlar da genellikle cami ve mahalle isimlerini ta şımaktadır 66 . Kayseri’de yapılan ilk caminin Dani şmendliler zamanında Mehmed Melik Gazi (1134-1143) tarafından yapılan Ulu Camii (Cami-i Kebir, eski adı ile Sultan Camii) oldu ğu bilinir 67 . Kayseri’deki ilk fetihlerden itibaren her mahalle ve sokakta cami ve mescitler in şa edilmi ştir. İlk mahalleler genellikle in şa edilen bu cami ve mescitlerin isimleri ile anılmı ştır. Sultan Camii Mahallesi, Lala Camii Mahallesi gibi. Bunlar; saray erkânı, idareciler, şehrin ileri gelenleri ve halk tarafından yaptırılan dinî yapılardır. Bu yapıların bir kısmı bugün mevcut olup, bir kısmı dernekler vasıtasıyla yıkılarak yenilenmi ş, bir kısmı istimlak edilen mahallelerde terk edilmi ş ve bakımsız hâlde kalmı ş, bazıları da tamamen ortadan kalkmı ştır. Eski kayıtlarda varlı ğı bilinen bazı mühim cami ve mescitlerin bugün yerleri bile belli de ğildir. Pervane Bey Mescidi, Osman Pa şa Camii gibi. Bunun yanında yeni kurulan mahallelerde de birçok cami in şa edilmi ştir 68 . Kayseri’de ehl-i şer’(ulema) görevliler dı şında; cami, mescit, zaviye, tekke ve türbelerde görevli olan imam, müezzin, hatip, vaiz, cüzhan ve vakıf kurumlarını yöneten mütevelliler de bulunmaktadır. Bunlar naibin ilamı ve padi şah beratı ile tayin edilmekteydiler. Bu görevlilerin aldıkları ücret için “vazife” veya “cihet” tabirleri kullanılmaktaydı 69 . XVII. yüzyılda şer’iye sicillerinden tespit edilen Kayseri’deki yapılar Tablo 1.2, Tablo 1.3, Tablo 1.4, Tablo 1.5, Tablo 1.6’da verilmektedir. Bu yapılar; cami, mescit, tekke ve zaviye, mederese, han ve hamamlardan olu şmaktadır.

66 Sezer, s. 464-466. 67 Mehmet Çayırda ğ, “Kayseri’nin Cami, Mescid ve Namazgâhları”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 364. 68 Çayırda ğ, “Kayseri’nin Cami, Mescid …”, s. 365. 69 Sezer, s. 468. Ayrıca bk. Beydilli, s. 181-182. 22

Tablo 1.2. Kayseri’de Tespit Edilen Camiler Ahmed Pa şa Camii Alaca Mescid Camii Arslan Bey Camii Battal Gazi Camii Cami-i Kebir Cami-i Sultan Çardak Camii Debba ğ Camii Gülük Şemseddin Camii Emir şah Camii Gülük Camii Hacı İbrahim Pa şa Vakfı Camileri Gürcü Osman Pa şa Camii Hacı Hasan Camii Han Camii Hacı Kara Camii Hacı Kılıç Camii Hoca Mukbil Camii Hatıro ğlu Camii Hisar Camii Karakilise köyü Camii Huand Camii Hürrem Çavu ş Camii Lala Camii Kayseri Kalesi Camii Kebe İlyas Camii Merhum Osman Pa şa Camii Mehmed Pa şa Camii Melik Arslan Camii Şeyh Camii (Ambarviran köyünde) Silahtar Mustafa Pa şa Vakfı Şeyh Abdurrahim Efendi Camii Camii Talas Camii Ulu Camii

Tablo 1.3. Kayseri’de Tespit Edilen Mescitler Akçakaya Mescidi Alaeddin Mescidi (Bürüngüz Alaca Mescid köyünde) Alameddin Mescidi Arslan Bey Mescidi (Mancusun Baldöktü Mescidi köyünde) Bayram Bey Mescidi Bezirciler Mescidi Bostancıba şı Mescidi Cırlavuk Mescidi Çardak Mescidi Dani şmendli Mescidi Debba ğlar Mescidi Dede Halil Çerçi Mescidi Deliklita ş Mescidi Ebulhayr Mescidi Emir Sultan Mescidi Esedo ğlu Mescidi Eslem Pa şa Mescidi Gesi Mescidi Gürcü Mescidi Hacet Mescidi Hacı Arap Mescidi Hacı Hasan Mescidi Hacı İvaz Mescidi Hacı Kılıç Mescidi Hacı Turgut Mescidi Halef Mescidi Hamurcu Mescidi (Dibecik Hisayunlu Mescidi Mahallesi’nde) Hürrem Çavu ş Mescidi Hüseyin Fakih Mescidi İmam Abbas Hoca Mescidi İnce Mescid Kalaycızâde Mescidi Kale Mescidi Kalenderhane Mescidi Kebe İlyas Mescidi (Sunullah Kulaklı Mescidi Mescidi) Kürtler Mescidi Merkepçi Mescidi Muradiye Mescidi Mükremin Mescidi Osman A ğa Mescidi (Bozatlu Sasık Mescidi Mahallesi’nde) 23

Seydiyargazi Mescidi Seyfullah Efendi Mescidi Seyyid Kethüda Mescidi Şarklar Mescidi (Kürtler Şeyh Abdünnebi Mescidi Şeyh Ömer Ba ğçevani Mescidi Mahallesi’nde) Şeyh Ömer Mescidi Şeyh Taceddin Mescidi Tacirler Mescidi Talas Mescidi Tavukçu Mescidi Tos Mescidi Uzun Han Mescidi Yalman Mescidi Yazıcı Mescidi

Tablo 1.4. Kayseri’de Tespit Edilen Tekke ve Zaviyeler Ahi Ali Zaviyesi Ahi Bedreddin Zaviyesi Ahi Evran Tekkesi Akça Koca Zaviyesi Ali Cafer Zaviyesi Battal Gazi Zaviyesi Bostancı Çelebi Zaviyesi Bostancıba şı Zaviyesi Darsiyak Zaviyesi Ebulhak Alemdar Zaviyesi Hacı Bulam Zaviyesi Hacı Bulam Tekkesi Hacı Emir Davud Pa şa Zaviyesi Hacı Üveys Zaviyesi Hamam Altı Zaviyesi (Kayseri hisarı dı şında Gülük Camii civarında) Hatuniye Bukası Hatuniye Zaviyesi Helvacı Ömer Zaviyesi Hoca Hasan Bukası Hoca Münir Zaviyesi Hoca Vatan Zaviyesi Höbek Şeyh Zaviyesi Hüseyin Bey Zaviyesi İnayetüddin Türbesi İzzeddin Pa şa Zaviyesi Kabak Şeyhi Zaviyesi Kabak Tekkesi (Mevlevihane) Melik Eratna Zaviyesi Mirahor Zaviyesi Nur-i Nah şî Zaviyesi Omuzugüçlü Zaviyesi Pehlivangazi Tekkesi Pehlivangazi Zaviyesi Saraceddin Lala Bukası Seyyid Burhaneddin Türbesi Seyyid Şeyh İbrahim Tennurî Tekkesi Suyakanmı ş Hatun Zaviyesi Şadgeldi Zaviyesi Şeyh Çoban Dede Zaviyesi Şeyh Ebu İshak Zaviyesi Şeyh Kapan Tekkesi Yalıncık Zaviyesi Zeynelabidin Zaviyesi

Tablo 1.5. Kayseri’de Tespit Edilen Vakıflar Abdulhay Efendi Vakfı Abdullatif Şeyh Vakfı Abdüsselam Efendi Vakfı Ahi Bedreddin Vakfı Alaeddin Mescidi Vakfı Ali Bedreddin ibn-i Ali Vakfı Ali Cafer Zaviyesi Vakfı Ashab-ı Kehf Vakfı Battal Gazi Camii Vakfı Bayram Pa şa Vakfı Bereket Hatun Vakfı Bezirci Vakfı Bezircio ğlu Vakfı Bostancı Baba Vakfı Bostancı Çelebi Vakfı Boyacı Abdi Vakfı Cami-i Kılıç Vakfı Çardak Mescidi Vakfı Dadır Mescidi Vakfı Davud Pa şa Vakfı Dede Halil Çerçi Mescidi Vakfı 24

Ecza-yı Şerife Vakıfları Emir Sultan Mescidi Vakfı Emir Sultan Vakfı Emir şah ve Hatıro ğlu Camii Esat Efendi Vakfı Eski Kadı Hamamı Vakfı Vakfı Eslem Pa şa Vakfı Gülük Camii Vakfı Gülük Şemseddin Camii Hacet Mescidi Vakfı Hacı Ahmed Pa şa Camii Vakfı Hacı Ahmed Pa şa Vakfı Hacı Arap Mescidi Vakfı Hacı Bekir Vakfı Hacı Bulam Tekkesi Vakfı Hacı Davud Pa şa Vakfı Hacı Ferhad Bey Vakfı Hacı Halil Vakfı Hacı Hamza Vakfı Hacı Hasan Vakfı Hacı İbrahim Pa şa Vakfı Hacı Kasım Vakfı Hacı Kılıç Camii Vakfı Hacı Mehmed Nasrullah Vakfı Hacı Mukbil Camii Vakfı Hacı Mustafa Dede Vakfı Hacı Pa şa Vakfı Hacı Seyyid Vakfı Hacı Turgut Vakfı Halil Çelebi Vakfı Hamam Altı Zaviyesi Vakfı Hamurcu Mescidi Vakfı Hasan Ali Hoca Vakfı Hatıro ğlu Camii Vakfı Hızır Efendi Vakfı Hızır İlyas Kilisesi Vakfı Hisar Camii Vakfı Hoca İlmüddin Kayser Vakfı Huand Hatun Medresesi Vakfı Huand Medresesi Vakfı Hümayunzâde Halil Vakfı Hüseyin Bekir Efendi Vakfı Hüseyin Bey Vakfı Hüseyin Bey Zaviyesi Vakfı İmam Abbas Hoca Vakfı İnayetullah Efendi Vakfı Kalaycızâde Muhammed A ğa Kale Camii Çera ğ Vakfı Mescidi Vakfı Kale Camii Vakfı Kale Mescidi Vakfı Kapan-ı Dakik Vakfı Kara Mustafa Pa şa Vakfı Karakilise köyü Camii Vakfı Kayseri Kalesi Vakfı Kepçeci Çe şmesi Vakfı Kilikras Vakfı Kö şk Medresesi Vakfı Küçük Ahmed Vakfı Lala Camii Vakfı Lala Mustafa Pa şa Vakfı Marziye Hatun Vakfı Meczumin Vakfı Meczumlar Fukarası Vakfı Medine-i Münevvere Vakfı Mehmed Efendi Vakfı Mehmed Pa şa Camii Vakfı Mehmed Pa şa Vakfı Mehterzâde Vakfı Melik Arslan Camii Vakfı Melik Mehmed Gazi Vakfı Merhum Abdulhay Efendi Vakfı Merhum Çerkes Bey Vakfı Merhum Küçük Ahmed Vakfı Merhum Mahmud Kadı Vakfı Merhum Osman Pa şa Camii Vakfı Merhum Piri Pa şa Hanı Vakfı Merhum Silahdar Mustafa Paşa Meryem Ana Kilisesi Vakfı Vakfı Me şhedin Vakfı Mevlevihane Vakfı Muradiye Mescidi Vakfı Muzaffer Çelebi Vakfı Nur Bah şi Dede Vakfı Oduncuo ğlu Çe şmesi Vakfı Pehlivangazi Tekkesi Vakfı Pervane Bey Medresesi Vakfı Pir Mehmed Pa şa Vakfı Rıdvanullah Vakfı Sahabiye Medresesi Vakfı Said Mehmed Pa şa Vakfı Seyfullah Efendi Mescidi Vakfı Seyyid Halil Şeyh Vakfı Seyyid Kethüda Mescidi Vakfı Seyyid Mahmud Vakfı Seyyid Mehmed Pa şa Vakfı Sultan Eratna Vakfı Suyakanmı ş Hatun Zaviyesi Şarklar Mescidi Vakfı Şadgeldi Pa şa Vakfı Vakfı 25

Şadgeldi Zaviyesi Vakfı Şeyh Abdünnebi Vakfı Şeyh Ali Vakfı (Boyacıkapısı’nda) Şeyh Camii Vakfı Şeyh İbrahim Tennurî Vakfı Şeyh Lütfullah Vakfı Şeyh Ömer Ba ğçevani Şeyh Ömer Ba ğçevani Mahallesi Şeyh Ömer Ba ğçevani Mahallesi Mahallesi Çe şme Vakfı Hane-i Avarız Vakfı Mescidi Vakfı Şeyh Taceddin Mescidi Vakfı Şeyh Taceddin Vakfı Şifaiye ve Gıyasiye Evkafı Talas Camii Vakfı Talas Mescidi Vakfı Tos Mahallesi Mescidi Vakfı Valide Sultan Vakfı Zeynelabidin Zaviyesi Vakfı

Tablo 1.6. Kayseri’de Tespit Edilen Medreseler Çifte Medrese Gıyasiye Medresesi Hatuniye Medresesi Hoca Hasan Medresesi Kasım A ğa Medresesi Kepçeci Medresesi Kö şk Medresesi Küçük A ğa Medresesi Mehmed Pa şa Medresesi Melik Eratna Medresesi Melik Mehmed Gazi Medresesi Pervane Bey Medresesi Sahibiye Medresesi Sıraceddin Lala Medresesi Şarabsalar Medresesi Şifaiyye Medresesi

1.1.1.3. Nüfus

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Osmanlı’daki nüfus hacmini gösterecek rakamlar elde bulunmamakla birlikte; Celâli isyanları, e şkıyalık hareketleri ve sava şlardan dolayı özellikle genç erkek nüfusun sayısında azalmalar olmu ş, nüfusta bir dura ğanlık ortaya çıkmı ştır 70 . Osmanlı Devleti yayılma döneminde, Selçuklular’ın da uyguladı ğı, hâkimiyeti peki ştirecek bir iskân politikasını takip etmi şlerdir. Ba şlangıçta, dervi şler zaviye kurarak Anadolu ve Balkanlar’ın Türkle şme-İslâmla şmasında önemli bir rol oynamı şlardır. Bunlar; ziraat ve hayvancılıkta ilerleyerek bulundukları bölgelerin kültür ve güvenlikle ilgili ihtiyaçlarını temin etmi şler, bu hizmetlerine kar şılık olarak da bazı örfi vergilerden muaf tutulmu şlar, vakıflarla te şvik edilmi şler ve ihya ettikleri yerlerin mülkiyeti kendilerine verilmi ştir. Zaviye adı verilen e ğitim merkezleri bir iskân metodu olarak kullanılırken zamanla yaygın e ğitimle ilgilenen kurumlar hâline gelmi ştir 71 .

70 Ahmet Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı , C. IV, Ankara 1999, s. 21. Kayseri ve genel olarak Osmanlı Devleti’ndeki nüfus hareketleri ile ilgili olarak bk. Barkey, s. 152 vd. 71 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının …”, s. 26. 26

Kayseri şehri, XVI. yüzyılın ba şlarından itibaren, nüfusu hızla artan Anadolu şehirlerinden biridir. Tahrir defterlerinde kayıtlı vergi hanesi rakamları, Anadolu’daki di ğer şehirlerdeki hane rakamlarıyla kıyaslandı ğında, Kayseri’nin Bursa şehrinden sonra Anadolu’nun en kalabalık şehri oldu ğu görülür. Kayseri’de nüfusun büyüme hızı 1523 yılına kadar yava ş olmasına ra ğmen, kısa bir süre sonra, Osmanlı-Dulkadir ve Safevi anla şmazlıkları çözüldü ğünde nüfus hızla artmaya ba şlayacaktır. Ronald C. Jennings’in ara ştırmalarına göre, Kayseri nüfusunun vergi hanesi sayısı 1500 yılında 2.287, 1584 yılında ise bu sayı 8.251’dir. Aynı tarihlerde, cemaatler de dâhil olmak üzere, mahalle sayısı 37’den 72’ye çıkmı ştır. Etraf kaza ve köylerin nüfusu hariç olmak üzere, 1500- 1584 yılları arasında şehirli nüfus 8.000 ki şi iken 29.000 ki şi olmu ştur. Suraiya Faroqhi ise, askerîleri de ilave ederek, nüfus sayısını 35.000 ki şi olarak vermektedir. Bu tarihlerde, Do ğu ve Güneydo ğu Anadolu taraflarından Orta Anadolu’daki şehirlere do ğru meydana gelen göçler, konargöçer taifelerin şehirlere yerle şmesi ve köyden şehre göç olaylarının, Kayseri şehrindeki nüfus artı şı üzerinde etkili oldu ğu anla şılıyor 72 . XVI. yüzyılın sonlarında, Konya, Bey şehir, Kayseri, İçel, Tarsus, Ni ğde, Aksaray, Kır şehir ve Ak şehir sancaklarından olu şan Karaman eyaleti içinde, sayısal olarak en fazla zimmî nüfusun bulundu ğu sancak Kayseri idi. Kanuni Sultan Süleyman’nın tahtta bulundu ğu 1522 yılında Kayseri livasında 11.637 Müslüman ve 3.070 gayrimüslim olmak üzere toplam 14.707 hane bulunuyordu. 1584 yılında ise nüfusun %78’lik kısmı Müslüman-Türk iken, kalan %22’lik kısmı gayrimüslimlerden olu şuyordu 73 . Kayseri, Yavuz Sultan Selim zamanında 1515’te kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmı ştır. III. Murad döneminde 992/1584’te yapılan tahrir (sayım) sonucunda tutulan deftere göre Kayseri’de 10 nahiye vardı. Bunlar; Sahra Koramaz, Cebel-i Ali, Kenar-ı Irmak, Karakaya, Karata ş, Malya, İslâmlı, Köstere ve Dani şmendli

72 Erdo ğru, s. 71-72. Jennings’in tespitlerine göre 1500 senesinde Kayseri nüfusunun % 86’sı Müslüman, % 14’ü ise gayrimüslimlerden olu şmaktaydı. 1583’te ise bu rakamlar; % 78’i Müslüman, % 22’si ise gayrimüslim olarak de ğişmi ştir. Bk. Jennings, s. 21-57. İlk olarak 1470-1471 yılında evkaf ve emlak yönünden tahrir edilen Kayseri 1476’da ikinci kez tahrir edilmi şti. Ancak bölge hakkındaki ilk bilgiler, elde mevcut olan 1484 yılına ait defterde mevcuttur. 1523 yılına ait defterden, do ğudan ve Sis bölgesi tarafından yo ğun miktarda Ermeni nüfusunun Kayseri’ye geldi ği anla şılmaktadır. Bu göç olayının sebebi, Sultan II. Bayezid döneminde ya şanan Osmanlı-Memlûk anla şmazlı ğı ve do ğuda ortaya çıkan Osmanlı- Safevî mücadelesidir. 1584’te ise, Ermeni nüfusun yerle şti ği mahalleler ilk defa zikredilmi ştir. Bu dönemde Müslüman nüfus ile birlikte gayrimüslimlerin aynı mahallelerde oturdukları anla şılmaktadır. Gayrimüslimler yo ğun olarak Şehreküstü, Bekta ş, Oduncu, Tatur ve Tavukçu mahallelerinde yerle şmi şlerdir. Bk. Mehmet İnba şı, “Nüfus ve Ekonomik Yönden XVI. ve XVII. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri , C. III, EÜ. Yay., Kayseri 2007, s. 12-13, 15. 73 Erdo ğru, s. 72. 27

nahiyeleri idi. Şehir merkezi ise, 68 mahalleden olu şuyordu. Bunların 6’sı cami, 20’si de mescit adını ta şıyordu. Defterde, mahallelerde oturan ve vergi veren ki şilerin isimleri tek tek kaydedilmi ştir. Buna göre; 1584’te Kayseri’de 6.573 Müslüman ve 1.976 gayrimüslim olmak üzere toplam 8.549 vergi nüfusu mevcuttu. Her vergi nüfusu ortalama 5 ki şi olarak kabul edildi ğine göre, XVI. yüzyıl sonlarında Kayseri’de yakla şık 40.000-45.000 nüfus vardı. Nüfusun yakla şık 1/4’ü (10.000 kadarı) gayrimüslim idi. Bunların 3.375 kadarı da Ermenilerden olu şuyordu 74 . XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğının avarızhane sayısına bakıldı ğında; 1064/1653-1654 senesinde merkez kaza, Karahisar ve Yahyalı ile birlikte hane sayısı 509 iken 75 ; 1067/1656-1657’de 506 76 ; 1078/1667-1668’de 512,5 77 ; 1089/1678-1679’da 424 78 ; 1093/1682’de 419 79 ; 1099/1687-1688’de ise 499’dur 80 . Söz konusu yüzyılda sanca ğın hane sayısında çe şitli sebeplerle birlikte artı ş ve azalmalar meydana gelmi ştir. Avarızhane sayısı ortalama olarak 500 hane kabul edilirse, yakla şık olarak yapılacak nüfus tahminine göre, bu tarihlerde sanca ğın nüfusu 25.000 ila 35.000 arasında de ğişmektedir 81 . XVII. yüzyıl Kayseri’sinde şehir nüfusunun ço ğunlu ğunu Müslümanlar olu şturmakla birlikte şehirde Ermeni ve Rumlar da ya şamaktaydı. Belgelerde gayrimüslim tebaa genellikle “zimmî” olarak ifade edilmi ş, az da olsa “taife-i Ermeniyan” ve “taife-i Rumiyan” şeklinde belirtildi ği de olmu ştur 82 . Osmanlı’ya ait tarihî vesikalarda, Kayseri’deki gayrimüslimlerden pek ço ğunun Türk-Müslüman özel ismini şahıs adı olarak kullandıkları görülmektedir.

74 Refet Yinanç, “XVI. Yüzyıl Sonlarında Kayseri Mahalleleri ve Nüfusları”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 363. 75 K ŞS 60/2, S. No: 146, B. No: 474 (14 Şevval 1064/28 A ğustos 1654). Kayseri kadı sicillerinden bir kısmı Erciyes Üniversitesi ö ğrencileri tarafından lisans, yüksek lisans ve doktora tezi olarak hazırlanmı ştır. Çalı şma esnasında faydalandı ğımız bu tezlerin isimleri tezin sonundaki bibliyografya kısmında verildi ği için, dipnotlarda tekrar yazılmasına gerek görülmemi ştir. Bundan sonraki dipnotlarda sayfa ve belge numaraları kısaltılarak verilecektir. 76 K ŞS 66/2, 134/364. (8 Rebiülevvel 1067/25 Aralık 1656) 77 K ŞS 78/3, 263-264/623. (8 Şevval 1078/22 Mart 1668) 78 K ŞS 88, 123/289. (2 Zilhicce 1089/15 Ocak 1679) 79 K ŞS 91/3, 293/566. (2 Şevval 1093/4 Ekim 1682) 80 K ŞS 96, 13/38. (16 Rebiülevvel 1099/20 Ocak 1688) 81 Avarızhanesi yöntemiyle yapılan bir nüfus tahmini; 1656’daki avarız kayıtları esas alınarak yapılmı ştır. Buna göre; Kayseri şehir merkezinde 197, köylerde ise 313 avarızhanesi bulunmaktaydı. Avarızhane sayısıyla gerçek hane sayısının çarpılması sonucunda elde edilen toplam rakam 6.094 (2.620+3.474) olmaktadır. Nüfus tespiti için bu rakam 5 ile çarpılarak yakla şık bir sayı tespit edilmi ştir. Buna göre XVII. yüzyılın ortalarında Kayseri’nin yakla şık nüfusu 30.472 olarak verilmi ştir. Bu rakam, Kayseri’nin mahalle ve köylerinde oturan nüfusu ifade etmektedir. Bk. Selçuk, s. 37. 82 İlgili belgede; “Mahmiyye-i Kayseriyye muzâfâtından karye-i Talas’ta taife-i Ermeniyan’dan zimmî … taife-i Rumiyan’dan…” şeklinde yazılmı ş ve bir zimmînin âkil-bâli ğ oldu ğu için Rum despotlu ğundan çıkarak Ermeni despotlu ğuna dâhil oldu ğu ve nikâhlandı ğı kaydedilmi ştir. Bk. K ŞS 13, 18/147. 28

Ya şama şekli ve mekânlar açısından da Müslümanlarla gayrimüslimler arasında çok fazla bir ayırım yapılmamı ştır. Gayrimüslimler, cemaat, zimmî ve taife gibi isimlerle, Müslüman nüfusla karı şık olarak mahallelerde oturabilmi şlerdir. XVI. yüzyıl sonlarında, Karaman eyaleti içerisinde, Ermeniler Kayseri, Ni ğde ve Tarsus şehirlerinde ya şıyorlardı. Ermenilerin ba şpiskoposluk makamı ise Kayseri’deydi. Kayseri’deki ba şpiskoposlu ğun Ni ğde, Konya ve Isparta üzerinde velayeti vardı. Söz konusu Ermenilerin ço ğunlu ğu, Osmanlı vesikalarında da belirtildi ği gibi, Kayseri’ye Sis şehrinden (-Kozan) göç etmi şlerdi. 1584’te Kayseri şehir nüfusunun % 2.4’lük kısmı ise Rumlardan olu şmaktaydı. Rum ba şpiskoposu da Kayseri’de oturmaktaydı 83 . XVII. yüzyılda Kayseri’de yer alan ve şer’iye sicillerinde taife ve cemaat adı ile zikredilen topluluklar Tablo 1.7’de verilmiştir:

Tablo 1.7. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Taife ve Cemaatler Acem taifesi Ali Hacılı cemaati (Türkmen Arap Kethüda cemaati taifesinden) Arap taifesi Aşayirli cemaati (konargöçer) Av şar cemaati (konargöçer) Bozdo ğan Türkmeni Civan şer cemaati Dani şmendli taifesi (konargöçer) Ekrat taifesi Emir cemaati (konargöçer) Ermeni cemaati Etrak taifesi Günde şli cemaati Hacılar cemaati İlbeyli taifesi (konargöçer) İsa Hacılı cemaati Kafirkıran cemaati Kızılkoyunlu cemaati (Likvanik Kürt Mahmudlu cemaati Likvanik cemaati (konargöçer) Türkmenlerinden) Mamalu Türkmeni Recebli Af şarı cemaati Rumyan cemaati Salarlı cemaati Sarıca taifesi Sultan cemaati Tatar Şeyhli cemaati Turasanlı taifesi (konargöçer) Türkmen Abdullah cemaati (konargöçer Türkmen cemaati) Türkmen Şıhlı cemaati Türkmen Tabanlı cemaati Türkmen taifesi (konargöçer Türkmen cemaati) (konargöçer Türkmen cemaati) Yahya Kethüda cemaati Yeniil reayası (Türkmen Yoz Türkmeni cemaati (Türkmen taifesinin Kürt taifesinden) Mahmudlar kabilesinden) Zimmiyan taifesi

83 Erdo ğru, s. 73. Kayseri’ye gelerek yerle şen Ermeni nüfusla ilgili olarak, XVII. yüzyıla ait cizye defterlerinde bilgiler mevcuttur. Gelenler arasında en önemlisi “Cemaat-i Ermeniyân-ı Sisliyân der Enderûn ve Birûn ” şeklinde kayıtlı olan ve Sis/Kozan bölgesinden gelen Ermeniler’dir. Bunlar şehir içinde ve dı şında yerle şmek suretiyle ikâmet etmi şlerdir. Kırsal kesimden şehir merkezlerine büyük göçler ya şanmasının en önemli sebebi, surları ve savunma merkezleri olan şehirlerin Celâlilere kar şı daha güvenli bir ortam sa ğlamı ş olmasıdır. Kayseri’ye gelip yerle şen di ğer gayrimüslim grup da “Cemaat-i Şarkiyân-ı zimmî ” ba şlı ğı ile deftere kaydedilenlerdir. Bk. Mehmet İnba şı, “Nüfus ve Ekonomik Yönden XVI. ve XVII. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler”, s. 17. 29

1.2. Osmanlı Devleti’nde İdari Te şkilat

Osmanlı Devleti’nin merkez te şkilatında, idarede bütün yetki padi şahta ve dolayısıyla da padi şahı temsil eden divan ın elinde toplanmı ştı. Bütün meselelerin divanda görü şülerek bir karara ba ğlanması ve padi şahın onayına sunulması, mutlak bir merkezî otoriteyi meydana getirmi ş, bütün devlet görevlilerinin tayin ve azledilmeleri ile ilgili i şlemler merkezin bilgisi çerçevesinde yapılmı ştır. Birinci ve ikinci derecede yer alan i şler dı şındaki idari, mali ve kazai meseleler ise veziriazam ve divanlarında görü şülmü ştür 84 . Birinci derecedeki devlet i şlerini görü şmek üzere bizzat padi şahın ba şkanlı ğında toplanan divana Divân-ı Hümâyun adı verilmi ştir 85 . Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar divan toplantıları, bugünkü Kubbealtı denilen binanın bulundu ğu yerin arkasında yer alan Divanhane ’de yapılmaktaydı. Divanda alınan kararlar, Osmanlı hukuk sistemi gere ğince kanun sayılmı ştır. Bu şekliyle divan, kanun yapıcı olarak Osmanlı Devleti’nin en önemli yürütme organı niteli ğini ta şımaktaydı. İlk ve orta devirlerde Divân-ı Hümâyun toplantıları çok önemli olup; birinci ve ikinci derecede bulunan idari, siyasi, askerî, adli, mali vs. meseleler ile şikâyet ve davalar divanda görü şülerek karara ba ğlanırdı 86 . Divanda görülen i şler ve alınan kararlar; Mühimme , Ahkâm , Tahvil , Ruûs, Ahidname vs. gibi defterlere kaydedilip, Defterhane ’de muhafaza edilirdi. Divan toplantılarına veziriazam, vezirler, kazaskerler, defterdarlar ve ni şancı asli üye olarak katılırken; reisülküttap, kapıcılar kethüdası ve çavu şba şı da divan toplantılarına i ştirak ederdi 87 . Divân-ı Hümâyun’daki i şler, reisülküttap ve onun idaresindeki beylikçi nin nezaretinde görülürdü. Bunlara ba ğlı kalemlere ise Divan Kalemleri denilmekte olup, Beylikçi veya Divan , Tahvil , Ruûs, Âmedî kalemleri bunlardandır 88 . Veziriazamlar ilk zamanlarda Divân-ı Hümâyun’da neticelendirilemeyen meseleleri kendilerine ait konakta pazartesi, çar şamba, cuma, cumartesi ve pazar günleri ikindi zamanı topladıkları divanda görü şürlerdi ki, bu divana İkindi Divanı denirdi. Bu

84 Halaço ğlu, s. 7-8. 85 İ. Hakkı Uzunçar şılı, Osmanlı Devleti Te şkilâtına Medhal , 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 138 vd; Halaço ğlu, s. 8. 86 Halaço ğlu, s. 8-9. 87 Halaço ğlu, s. 10; divan toplantıları ve üyeleri hakkında ayrıca bk. Necati Gültepe, “Osmanlılarda Bürokrasi: Merkezin Yönetimi”, Osmanlı, C. VI, Ankara 1999, s. 241; devlet te şkilatı hakkında ayrıca bk. Ahmet Halaço ğlu, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilâtı”, Genel Türk Tarihi , C. VI, Ankara 2002, s. 149-224; Ahmet Halaço ğlu, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilatı”, Türkler , C. IX, s. 795-838. 88 Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda …, s. 20. 30

divanda görü şülen davalar veziriazamın halledece ği bir i şse hemen yapılır, e ğer padi şaha arz edilmesi gerekiyorsa Divân-ı Hümâyun’a havale edilirdi 89 . Osmanlı Devleti’nin ta şra te şkilatına baktı ğımızda ise; Osmanlı Devleti’nde ta şra idaresinin a şağıdan yukarıya do ğru karye (köy) , nahiye , kaza , sancak (liva) ve eyalet şeklinde te şkilatlandı ğı görülmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında eyalet, vilayet, liva, kaza ve nahiye tabirlerinin birbirlerinin yerine kullanıldı ğı da olmu ştur. İdarî te şkilatta kaza ve sancaklar, en fazla yere sahip olan birimler idi. Kazalardaki yönetici sınıf arasında kadı , alay beyi ve suba şılar bulunurdu. Kadılar askerî olmayan şer’i ve hukuki konulardan, kazanın ia şesinin temini, hükûmet tarafından merkezden istenen şeylerin temin ve tedariki, belediye ve adliye i şleriyle; alay beyi askerî meselelerle, suba şı ise asayi şi sa ğlamakla sorumluydu. Kazaların birle şmesinden te şekkül eden sancaklar ise, sancak beyi tarafından idare edilirdi 90 . Sanca ğın en büyük idarecisi olması dolayısıyla sancak beyinin, ba şlıca askerî ve idari olmak üzere geni ş yetki ve sorumlulukları vardı 91 . Osmanlı Devleti’nde beylerbeylik terimi a ğırlıklı olarak XVII. yüzyılın ba şlarına kadar kullanılmı ş, daha sonraki tarihlerde ise yerini tedricen eyalet terimine bırakmı ştır. Fakat bu de ğişim bir anda olmamı ş; XVI. yüzyılda vilayet ve eyalet tabirlerine; XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise beylerbeylik terimlerine hâlâ rastlanmaktadır 92 . Osmanlı toplumu; padi şahın otoritesini temsil eden ve askerîler denilen, her kademedeki yönetici, asker, ilmiye mensupları ve devlet dairesinde çalı şan kâtiplerden olu şan yönetici tabaka ile reaya olarak adlandırılan, üretim yapan ve devlete vergi ödemekle mükellef olan tabakadan olu şmaktaydı 93 .

89 İ. Hakkı Uzunçar şılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Te şkilâtı , 3. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 138; Gültepe, s. 241. 90 Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 83. İncelenen döneme ait olan Kayseri kadı sicillerinde, Kayseri dı şındaki yerle şim birimlerinin isimleri de zaman zaman zikredilmi ştir. Mesela; “…kasaba-i Ni ğde sâkinlerinden olup…” gibi. K ŞS 13, 2/29; K ŞS 13, 2/31. 13 numaralı sicilde Ni ğde Kazasına ba ğlı Bor Kasabası’ndan bahsedilmektedir. K ŞS 13, 65/501. Yine belgelerden birinde Develi kazası ve Develi kadısı ifadelerine rastlamaktayız. K ŞS 13, 3/34. İnceledi ğimiz dönemde sancak statüsünde bulunan Kayseri bazı belgelerde kaza olarak zikredilmektedir. Örne ğin bk. K ŞS 13, 71/543. 91 Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 84. 92 Orhan Kılıç, “Klasik Dönem Osmanlı Ta şra Te şkilâtı: Beylerbeylikler-Eyaletler, Kaptanlıklar, Voyvodalıklar, Meliklikler (1362-1799)”, Türkler , C. IX, s. 888. 93 Ya şar Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıl Edebî Metinlerde Rastlanan Osmanlı Devlet Yapısı ve Toplum Düzenine Ait Bazı Görü ş ve Bilgiler”, Belleten , LI/200, Ankara 1987, s. 897; aynı yazarın, askerî sınıfın şer’iye sicillerindeki kayıtlar ı şığında ta şradaki durumları hakkındaki çalı şmasından örnekler için bk. Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında Ta şra Ümerasının Yerine Dair Dü şünceler”, Belleten, XLI/163, Ankara 1977, s. 495-506. 31

Osmanlı Devleti’nin ta şra te şkilatının temel idare birimi olan sancaklarda bulunan kazalar ise nahiyelerden meydana gelmekteydi. Nahiye tabiri, co ğrafi özelliklerin sınırlarını belirledi ği bir bölgeyi ifade etmek için kullanıldı ğı gibi, idari bir terim olarak ise birtakım köy ve mezralar grubunu anlatmak için de kullanılmaktaydı 94 . Devletin ilk devirlerinden itibaren Osmanlı sultanları her idari birime, askerî sınıftan olan ve sultanın yürütme yetkisini temsil eden bir bey (beylerbeyi veya sancak beyi) ile padi şahın hukuki yetkisini temsil eden ve ilmiye sınıfından olan kadı tayin ederlerdi. Bey, kadının hükmü olmaksızın ceza veremedi ği gibi, kadı da bulundu ğu kazada kendili ğinden bir yaptırım faaliyetinde bulunamazdı, karar verirken kanuna dayanmak zorundaydı. Kadı, sultandan emir alır, sultana arzda bulunabilirdi 95 . Osmanlı ta şra idaresi, XVII. yüzyıl sonlarından itibaren kısmen de ğişikliklere uğramı ştır. 1695 tarihinden sonra uygulanan iltizam usulü ile bazı mukataalar, geliri önceden alınmak üzere şahıslara devredilmeye ba şlamı ş, mültezimler de bunları malikâne olarak hayatları süresince ellerinde tutmu şlardır. Böylece de çe şitli yerlerde idarede âyan adı verilen nüfuzlu şahısların etkisi görülür 96 . Beylerbeyiler uzun seferlere iştirak ettiklerinden yerlerine bıraktıkları mütesellim adlı görevliler ta şra i şlerini idare ederler. Böylece beylerbeyi ve sancak beyi haricinde, merkezden gönderilen fermanlarda hitap edilen yöneticiler arasında mütesellim de yer alır. Bunun sonucunda vilayetlerde meydana gelen anar şi ortamını önlemek için sıklıkla adaletnameler yayınlanmı ş, halkın ba şka yerlere göç etmesinin önüne geçilmeye, emniyet ve asayi şin teminine çalı şılmı ştır 97 .

1.2.1. Eyalet Yönetimi ve Karaman Eyaleti

Osmanlı Devleti’ndeki beylerbeylik kurumunun nereden alındı ğı konusunda farklı görü şler mevcuttur. Fransız Türkolo ğu Jean Deny’ye göre, Selçuklular’dan Türkiye Selçuklu Devleti’ne, Mısır’da Memluklu Devleti’ne ve di ğer Müslüman-Türk devletlerine geçerek, Osmanlılar’da mir-i miran ve beylerbeyi hâline gelmi ştir. Fuad

94 M. Ali Ünal, “Osmanlı Devleti’nde Merkezî Otorite ve Ta şra Te şkilâtı”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 121. 95 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorlu ğu, Klâsik Ça ğ (1300-1600) , (Çev. Ru şen Sezer), 3. Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2004, s. 108-109; Nejat Göyünç, “Osmanlı Devleti’nde Ta şra Te şkilatı (Tanzimat’a Kadar)”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 77. 96 Özcan Mert, “Âyan”, DİA, C. IV, İstanbul 1991, s. 196; Göyünç, s. 86. 97 Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Âyânlık , TTK Yay., Ankara 1994, s. 78-80; Göyünç, s. 86. 32

Köprülü de Deny’nin görü şüne katılarak eski Türk-İslâm devletleriyle yoluyla beylerbeylik kurumunun Osmanlı Devleti’ne geçti ği fikrini savunur 98 . Türkiye Selçukluları’nda ordunun ba şkomutanı demek olan beylerbeyi veya di ğer adıyla melikü’l-ümera , hükûmet merkezinde veya merkeze yakın kendi ikta bölgesinde oturarak sava ş esnasında cepheye giderdi 99 . Osmanlı Devleti’nin ta şra te şkilatında sancakların birle şmesiyle te şekkül eden eyalet ler (beylerbeylik), beylerbeyi ler veya buna e şit de ğerdeki mir-i miran lar 100 tarafından idare edilirdi. XIV. yüzyıl boyunca beylerbeyi, ta şra kuvvetlerinin kumandanı ve çe şitli sancaklardaki beylerin amiri konumundaydı 101 . Osmanlı Devleti, I. Murad ve müteakip dönemlerde özellikle de I. Bayezid zamanında, merkezî devlet yapısının yerle şmesini sa ğlamı ş ve bu da ele geçirdikleri bölgelerde merkezin denetimindeki bir idari yapıyı gerekli kılmı ştır. Böylece beylerbeylik sistemi getirilerek 1362’den sonra Rumeli Beylerbeyli ği kurulmu ş ve Lala Şahin Pa şa ilk Rumeli beylerbeyli ğine tayin edilmi ştir 102 . Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde beylerbeylik sayısı tek idi ve beylerbeyi ordunun bütün i şlerinden sorumluydu. Osmanlılar’ın ilk beylerbeyi ise, Orhan Gazi’nin oğlu şehzade Süleyman idi 103 . Rumeli’de fethedilen yerlerin artmasıyla beylerbeylik, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyli ği olarak ikiye çıkarıldı. XV. yüzyılda bunlara Rum (Sivas-Amasya) ve Karaman beylerbeylikleri de eklenmi ş ve beylerbeylik sayısı dörde

98 M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 1981, s. 46-54; Göyünç, s. 78. Köprülü’nün, bir makalesindeki tespiti şöyledir: Oryantalistler ve tarihçiler arasında, bir İslâm feodalizminin mevcut oldu ğu fikri vardır. Ancak bu feodal sistemin mahiyeti, men şei ve teamülü üzerinde tesirli olan âmiller hakkındaki görü şler birbirinden farklıdır. Örne ğin Von Hammer’e göre, Türk-İslâm feodalitesinin te şekkülünde İran tesiri birinci derecede önemlidir. Köprülü ayrıca C. H. Becker’ın İslâm feodal sistemi hakkındaki tetkiklerini şöyle açıklamı ştır: Becker tetkiklerinde, XI. yüzyıldan ba şlayarak İslâm dünyasında göze çarpan askerî feodalizm sisteminin nasıl te şekkül etti ğini, ondan önceki devirlerin özellikle de Abbasiler’in içtimai, iktisadi ve siyasi şartlarıyla izah etmeye çalı şarak, ikta sisteminin Büyük Selçuklular’ın kurulu şunun ardından ne şekilde Eyyubiler’de ve Memlukler’de bir askerî feodaliteye dönü ştü ğünü anlatmı ş ve bunun garp feodalitesi ile hiçbir alakası olmadı ğını da açık bir dille söylemi ştir. Toprak meselesi ile ilgili di ğer görü şler ve yazarın yorumları hakkında ayrıntılı bilgi için bk. M. Fuad Köprülü, “Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi”, Belleten , V/19, 2. Baskı, Ankara 1995, s. 319-334. Osmanlı Devleti’nde beylerbeylik kurumu ve nereden alındı ğı konusunda ayrıca bk. Kılıç, s. 888 vd. 99 Uzunçar şılı, Osmanlı Devleti Te şkilâtına Medhal , s. 99; Ünal, s. 112. 100 Mir-i miran kelimesi, Farsça miran ve Arapça emir kelimesinden gelmekte olup; amir, reis, ba ş ve bey anlamındadır. Mirahur, miralay, mirliva, mirmiran vs. bu şekilde meydana gelmi ştir. Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî , 7. Baskı, Ça ğrı Yay., İstanbul 1996, s. 1441. 101 Halil İnalcık, “Eyalet” , EI², C. II, Leiden, s. 723; Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda ... , s. 85. 102 Kılıç, s. 887. 103 Ünal, s. 112. 33

çıkmı ştır 104 . Rum Beylerbeyli ği’nden sonra uzun bir süre yeni beylerbeylik kurulmamı ştır. II. Bayezid zamanında ise Karaman Beylerbeyli ği kurulmu ştur 105 . Beylerbeylik sayısı zamanla 34’ü bulmu ştur 106 . Yavuz Sultan Selim zamanında 1515’te Diyarbekir, 1516’da Haleb, 1517-1520 yılları arasında da Şam ve Mısır Beylerbeylikleri kurulmu ş; Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktı ğında 8 olan beylerbeylik sayısı saltanatı sonunda iki katına çıkmı ş, II. Selim ve III. Murad devirlerinde beylerbeylik sayısı 34 olmu ştur 107 . Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 yıl devam eden saltanatı süresince hızla artan eyalet sayısı 1595 yılında 40’a yakla şmı ştır 108 . Beylerbeyileri ba şlangıçta eyaletin askerî i şleri ile mesul iken, zamanla hem askerî hem mülki amir konumuna gelmişler, ancak XIX. yüzyıla de ğin askerî yönleri ön planda olmu ştur. Eyalet içerisindeki tımarlı sipahilerin amiri durumundaki beylerbeyi, kendi kapı halkı ve sefere memur olan sipahilerle birlikte sava şa i ştirak ederdi 109 . Beylerbeyiler, kendi bölgelerindeki i şlerde hükümdarın temsilcisi olmak, beylerbeyi divanında askerî konulara ait meseleleri halletmek, bölgesinde güvenli ği sa ğlamak, tımar tevcihi ve terakkilerini yürütmek gibi görevlerle mükelleftiler. Ayrıca bölgelerindeki sancak beyleri ve tımarlı sipahilerle birlikte orduya katılmak suretiyle sefere memur olan beylerbeyine, mütesellim 110 denilen bir ki şi vekâlet ederdi 111 . Beylerbeyi, eyaletin merkez sanca ğında otururdu ki, buna Pa şa Sanca ğı denilmekteydi. Beylerbeyinin ba şkanlı ğında toplanan ve eyalet içerisindeki tımar anla şmazlıkları gibi çe şitli meselelerin görü şüldü ğü, Divân-ı Hümâyun benzeri bir beylerbeylik divanı vardı 112 . Beylerbeyilerin oturdu ğu ve resmî görev yeri olarak da kullandıkları binaya Pa şa Sarayı denirdi. Pa şa Sarayı, beylerbeyli ğin merkez sanca ğında ve iç kalede yer alırdı 113 . Anadolu Beylerbeyli ğinin merkezi Kütahya, Rumeli Beylerbeyli ğininki ise

104 Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 85; Anadolu Beylerbeyli ği hakkında geni ş bilgi için ayrıca bk. M. Çetin Varlık, “Anadolu Eyaleti (Kurulu ş ve Geli şmesi)”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 123-129. 105 Kılıç, s. 887. 106 M. Akif Erdo ğru, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, Osmanlı Ara ştırmaları-The Journal of Ottoman Studies , C. XII, İstanbul 1992, s. 426. 107 Göyünç, s. 77. 108 Kılıç, s. 887. 109 Ünal, s. 112. 110 Arapça bir kelime olan mütesellim in anlamı; teslim olunan şeyi ahz ve kabul eden; bir idare memuru tarafından verginin toplanmasına memur olan ki şi, tahsil memuru, muhassıldır. Şemseddin Sami, s. 1277. 111 Halaçoğlu, , XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 85; Beylerbeyilerin tayinleri ve görevleri hakkında ayrıca bk. Göyünç, s. 78-79. 112 Ünal, s. 112; beylerbeyi divanı ve divan üyeleri hakkında ayrıca bk. Göyünç, s. 79. 113 Göyünç, s. 82. 34

Manastır şehrindeydi 114 . Rütbe farkı dikkate alınmazsa beylerbeyiler arasındaki te şrifat, eyaletlerin fethedilme tarihine göre olur, hangi eyalet daha önce fethedildiyse te şrifatta o eyaletin beylerbeyi üst sırada yer alırdı 115 . Derece itibariyle en büyü ğü Rumeli beylerbeyi idi 116 . Osmanlı Devleti’nin idari te şkilatında eyaletler belli bir sıra dâhilinde Sancak Tevcih Defterleri’ne kaydedilmi şlerdir. Bu defterlere eyaletler kaydedilirken; öncelikle Rumeli eyaleti ile Rumeli’deki di ğer eyaletler yazılır, ardından Anadolu eyaleti ile Asya ve Afrika’daki eyaletler kaydedilir; sonra voyvodalıklar ve meliklikler yazılırdı 117 . Beylerbeyi, atandı ğı eyalette kendisi için tahsis edilen ve defterde yazılı olan hasları tasarruf ederdi. Sefere katılırken de haslarının her 5.000 akçesi için bir cebelü götürürdü 118 . Fatih Kanunnamesi’nde beylerbeyi haslarının yani kendilerine verilen arazi ve vergi gelirlerinin 800.000 ila 1.200.000 akçe arasında olabilece ği belirtilmektedir. Gelirleri sadece haslardan olmayıp; tımar tevcihleri ile ilgili belgelerden sa ğladıkları gelirler, gümrük gelirleri vs. de bunlar arasındaydı. Giderleri ise sadece kendi şahsi giderlerinden olu şmuyor, kapı halkının masraflarını da kapsıyordu 119 . XVII. yüzyılın ortalarından itibaren vali veya beylerbeyiler, eyaletlere bir yıl süre ile tayin edilip bu süre sonunda ba şka bir eyalete tayin edilebildi ği gibi, görevlerinde ipka edilerek bir yıl daha görevde kalabiliyorlardı 120 . Beylerbeyiler, tımar da tevcih ederlerdi ki, bunlara tezkiresiz tımar denirdi. Bunlar ilk defa tevcih edilen tımarlar olmayıp, Rumeli ve Do ğu Anadolu’daki beylerbeyliklerde 6.000, Anadolu Beylerbeyli ği’nde 5.000, Karaman, Zülkadriye ve Rum beylerbeyliklerinde ise 3.000 akçeden az olurdu. Bu miktarlardan fazla olan tımarlar ise padi şah beratına dayanan beylerbeyi tezkiresi ile tevcih edilirdi 121 . Beylerbeyileri, çe şitli eyaletlerde görev yaptıktan sonra terfi ederek kubbe veziri ve zamanla da veziriazam olabilirlerdi 122 . Eyaletin askerî amiri olan beylerbeyiler zamanla eyaletin idari ve mülki amiri hâline gelince, eyalete ba ğlı sancakların da en üst

114 İ. Hakkı Uzunçar şılı, Osmanlı Tarihi , C. II, 5. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 582; Halaço ğlu, XIV- XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 86. 115 Ünal, s. 113. 116 Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 86. 117 Kılıç, s. 888-889. 118 Ünal, s. 112-113. 119 Göyünç, s. 81. 120 Kılıç, s. 890. 121 Göyünç, s. 79. 122 Ünal, s. 113. 35

yöneticisi olmu şlar ve böylece XVI. yüzyıla do ğru Osmanlı’nın eyalet te şkilatı klasik şeklini almı ş oldu. Fatih Sultan Mehmed zamanından sonra eyalet sayısındaki artı şla birlikte, XVI. yüzyılın sonlarında eyalet sayısı 40’a yakla ştı 123 . XVI. yüzyıl ortalarına do ğru istikrarlı bir şekil alan Osmanlı eyaletleri, iki kısımdan olu şmaktaydı: Has ile idare edilenler yani salyanesiz (yıllıksız) ve salyaneli (yıllıklı) olanlar. Has ile idare edilen eyaletler sayıca daha fazla olup; Rumeli, Anadolu, Karaman, Sivas, Erzurum, Diyarbekir, Haleb, Şam, Budin, Trablusşam eyaletleri bunlardandı. Bunların mahsulatı has , zeamet ve tımar olarak ayrılmı ş olup, hazine ve defterhaneden idare edilmekteydiler 124 . Yani salyanesiz eyaletlerde, di ğerlerinden farklı olarak, tımar sistemi uygulanıyor ve yapılan tahrir esnasında eyaletin geliri has, zeamet, tımar olarak dirliklere ayrılıyordu. Salyaneli eyaletlerde ise tımar sistemi uygulanmıyordu 125 . Salyaneli eyaletlerin mahsulatı do ğrudan hazine tarafından yıllık olarak tahsil edilirdi. Mısır, Habe ş, Ba ğdad, Yemen, Basra ve Kaptanpa şa eyaletlerindeki bazı sancaklar ile Trablusgarp, Tunus ve Cezayir eyaletleri de salyaneli eyaletler arasında yer almaktaydı 126 . Osmanlı Devleti’nin ta şra idaresinde yer alan voyvodalıklar, her yıl devlete ödedikleri belirli miktarlardaki haraca kar şılık olarak kendi kanun ve nizamlarına göre padi şahın onaylaması şartına ba ğlı olarak seçtikleri voyvoda adlı prensleri tarafından yönetilmekte olup, iç i şlerinde serbest bir statüde yer alıyorlardı 127 . İç i şlerinde muhtariyete sahip olan voyvodalar, sava ş zamanı ordu ile beraber sefere katılırlar ve her yıl hazine-i hümayuna vergilerini öderlerdi 128 . Kırım Hanlı ğı, Fatih zamanında 1475’teki sefer ile Osmanlı’ya ba ğlanmı ştır. Kırım’ın süvari ordusu,

123 Ünal, s. 113; Orhan Kılıç’ın çalı şmasındaki tespitlerine göre, Osmanlı’nın klasik döneminde farklı tarihlerde olmakla beraber; 60 eyalet, 5 kaptanlık, 3 voyvodalık, 4 meliklik bulunmaktadır. 1527-1799 tarihleri arasında eyalet sayısı 8 ila 42 sayısı arasında de ğişkenlik göstermektedir. Devletin zayıflaması ile beraber elden çıkan yerler dolayısıyla eyalet sayısında azalma olmu ştur. III. Selim döneminde yapılan düzenleme ile eyalet sayısı 28-30 arasında tutulmu ştur. 1799’da ise eyalet sayısını 30 olarak tespit etmi ştir. Geni ş bilgi için bk. Kılıç, s. 894 vd. 124 Ahmet Tabako ğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi , Dergâh Yay., İstanbul 1985, s. 45-49; Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 86-87. 125 Ünal, s. 113. 126 Tabako ğlu, Gerileme Dönemine Girerken …, s. 59 vd; Halaço ğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda … , s. 87. 127 Kılıç, s. 891. 128 Mihai Maxim, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Eflâk-Bo ğdan’ın Osmanlı İmparatorlu ğu’na Kar şı İktisadî ve Malî Mükellefiyetleri Hakkında Bazı Dü şünceler”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri , C. II, Ankara 1973, s. 557; Ünal, s. 114. 36

XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı’nın batı ve do ğu yönündeki birçok seferine i ştirak etmi ştir 129 . XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı Devleti’nin idari te şkilatlanmasında Orta Anadolu ve Do ğu Karadeniz’i içine alan bölge Karaman eyaleti olarak adlandırılmı ştı. Eyalet, adını Karamano ğulları’nın kurucusu olan ’den almı ştı 130 . Karaman eyaletinin kurulu ş yılı 1481, merkezi ise Konya’dır131 . Karaman eyaleti ba şlangıçta co ğrafya esasına göre yapılan idari taksimata göre; Toros da ğlarının güneyindeki kısmı içine alan İçel ile kuzeyde yer alan ve da ğlık olan Ta şeli (veya Dı şel) bölgelerinden olu şmaktaydı. Osmanlılar, Karaman eyaletini kontrolleri altına aldıktan sonra bu idari taksimatı daha da geli ştirmi şler ve bölgeyi daha küçük idari birimlere bölerek merkezî denetimi kuvvetlendirmi şlerdir. Topkapı Sarayı Ar şivi’ndeki 1513 tarihli belgeye göre, Karaman eyaleti 25 kazadan (adli bölge olarak) olu şmaktaydı. Bunlar; Konya, Larende (Karaman), Ni ğde, Ere ğli, Kayseri, Karahisar, Aksaray, Koçhisar, Gülnar, Ak şehir, İshaklı, Belviran, Bey şehir, Ilgın, Seydi şehir, Ermenek, Çemeneli, Mud, Ortaköy, Ürgüp, Karıta ş, Eskiil, Turgutili, Alada ğ ve Zengicek idi. Çe şitli tarihlerde bu kazalara yenileri eklendi ğinden tam bir sayı vermek pek mümkün de ğildir. XVI. yüzyıl boyunca Karaman Beylerbeyli ğinin de ğişmeyen sancakları şöyleydi: Konya, Bey şehir, Ak şehir, Ni ğde, Aksaray ve Kayseri. Farklı dönemlerde Kır şehir, Bozok, Mara ş, İçel ve Tarsus da Karaman Beylerbeyli ğine ilave edilmi ştir 132 . Karaman eyaleti XVIII. yüzyılın ilk yarısında yedi sancaktan olu şmakta olup, pa şa sanca ğı Konya’dır. Eyalete ba ğlı di ğer sancaklar ise; Kayseri, Aksaray, Ni ğde, Ak şehir, Bey şehir ve Kır şehir’dir. Karaman eyaleti, co ğrafya olarak devletin siyasi hareketlilik arz etmeyen bir bölgesinde bulundu ğundan idari taksimat açısından pek bir de ğişiklik ya şamamı ştır 133 .

129 Ünal, s. 114. 130 Erdo ğru, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, s. 425. 131 Osmanlı Devleti’ndeki bazı beylerbeyliklerin kurulu ş tarihleri ve merkezleri hakkında bk. Göyünç, s. 77; Kılıç, s. 892-894. 132 Erdo ğru, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, s. 425-427. 133 Orhan Kılıç, “XVII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin Eyalet ve Sancak Te şkilâtlanması”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 93. 37

1.2.1.1. Karaman Eyaletine Defterdar Tayini

Kayseri’nin de tabi oldu ğu Karaman eyaletine tayin olunan defterdarlar ile ilgili fermanların da kadı sicillerine kaydedildi ği görülmektedir. Mesela; 5 Zilhicce 1018/1 Mart 1610 tarihinde Karaman defterdarlı ğına atanma ile ilgili olarak devlet merkezinden 134 yazılan ferman suretinde, eyalete defterdar olarak tayin edilen şahsın yükümlülükleri ve görevleri, dikkat etmesi gereken hususlar ayrı ayrı ifade edilmektedir 135 . “Suret-i emr-i şerif Karaman defterdarı” başlı ğıyla sicile kaydedilen ve daha önce Karaman hazinesi defterdarlı ğı görevinde bulunmu ş olan Yakub’a yazılan fermanla, 5 Zilkade 1049/27 Şubat 1640 tarihinde Karaman hazinesi defterdarlı ğının kendisine tevcih olundu ğu bildirilmi ş, arpalık olarak Karaman hazinesi defterdarlı ğını tasarruf edece ği ifade edilmi ştir 136 . Daha önce Trabzon beylerbeyli ği görevinde bulunmu ş olan Hüseyin’e gönderilen fermanla; 3 Receb 1065/9 Mayıs 1655 tarihinden itibaren Karaman defterdarlığının kendisine tevcih edildi ği, hazineye ait malın cem ve tahsiline memur oldu ğu söylenmektedir 137 . Devamında kayıtlı belgeden ise; kendisine Karaman defterdarlı ğı tevcih edilen Hüseyin Pa şa’nın, 27 Şaban 1065/2 Temmuz 1655’te gelip göreve ba şladı ğını öğreniyoruz. 138 . Daha önce Adana beylerbeyli ği yapmı ş olan Hasan’a gönderilen fermandan; 10 Şevval 1067/22 Temmuz 1657 tarihinden itibaren, Karaman defterdarlı ğı görevinin verildi ğini 139 , yine eskiden sipahiler a ğası olan Murad’a gönderilen fermandan ise; 3 Ramazan 1084/12 Aralık 1673 tarihinden itibaren, “hazine-i âmire Karaman cânibi defterdarlı ğı” görevinin kendisine verildi ğini anlıyoruz 140 . Yukarıda örnekleri verilen ferman kayıtlarından da görüldü ğü üzere, daha önce ba şka eyaletlerde beylerbeylik vazifesinde bulunmu ş olanların, padi şah tarafından gönderilen bir ferman ile yeni Karaman beylerbeyi tayin edildikleri tespit edilebilmektedir. Karaman beylerbeyi tayini ile ilgili emirler, Kayseri kadısı ve eyaletteki kadılara da gönderilmi ştir. Buna dair, Kayseri kadısı ve Karaman eyaletindeki kadılara

134 Belgelerde devlet merkezi için; Dersaadet, Âsitâne-i saadet ve Kostantiniyye gibi ifadeler kullanılmaktadır. 135 K ŞS 13, 83/610. 136 K ŞS 42/2, 132/277. 137 K ŞS 60/2, 175/538. 138 K ŞS 60/2, 175/539. 139 K ŞS 65, 88/231. 140 K ŞS 81, 60/126. 38

hitaben yazılan fermanla; eskiden Anadolu beylerbeyisi olan ve seferde görevli olan Yahya’ya, 11 Ramazan 1019/27 Kasım 1610 tarihinde Karaman eyaletinin tevcih edildi ği, buna dair ferman gönderildi ği ve kimsenin müdahale etmemesi gerekti ği söylenmi ştir 141 . Önceden Kanije beylerbeyisi olan İbrahim’e gönderilen bir fermanla, do ğu seferinde yararlılı ğı görüldü ğünden 14 Ramazan 1027/4 Eylül 1618 tarihinde Karaman beylerbeyli ğinin kendisine tevcih edildi ği bildirilmi ş olup; eyalete vekilini göndermek suretiyle, kendisinin askerleri ile birlikte doğu seferinde -ı ekreme katılması emredilmi ştir 142 .

1.2.2. Sancak Yönetimi ve Osmanlı Hâkimiyetine Girişinden XVII. Yüzyıla Kadar Kayseri Sanca ğı

Sancak kelimesi, Türkçe bir kelime olup, “ucu sivri direk üzerinde olan bayrak” anlamına gelmektedir 143 . Başlangıçta sava şlarda hükümdar adına, hükümdarı temsil eden askerî komutanlar, sancak beyleri ve beylerbeyiler tarafından ta şınabilen ve hükümdarın hâkimiyetinin sembolü olan sancak, sonradan co ğrafi ve idari olarak belirli bir bölgeyi ifade eder olmu ştur 144 . Sancak Osmanlı devlet te şkilatının temel idari birimi olarak kabul edilmi ş, devlet te şkilatının düzenlenmesinde ve ta şra ordusunun yeti ştirilmesinde sancaklara ve sanca ğın idare edilmesine önem verilmi ştir. Ayrıca tımar düzeninin yerle ştirilmesi, reayanın toprak tasarrufunun belirlenmesi ve vergi gelirlerinin tespiti için yapılan tahrirlerde de ço ğunlukla sancaklar esas alınmı ştır. Sancak beyi, köken olarak tımarlı sipahilerin komutanı oldu ğu için, sancaklar idari açıdan tımarın uygulandı ğı bölgelerde ortaya çıkmı ştır 145 . Osmanlılar’ın ilk zamanlarında sancak beyli ği askerî bir özellik ta şırken, zamanla idari ve mülki bir yönetici olarak temayüz etmeye ba şlamı ştır. İdarî ve mülki

141 K ŞS 15/2, 275/1150. 142 K ŞS 20/2, 66/1199. 143 J. Deny, “Sancak”, İA, MEB Yay., C. X, Eski şehir 1997, s. 187; Ünal, s. 114; Şemseddin Sami, s. 737. 144 Deny, s. 188; Ünal, s. 115. Osmanlı sultanı bir sanca ğın idaresine bazen çocuklarını memur ediyor veya emekli olan beylerbeyi ve vezirlerine sancak tahsis ediyordu. Tayin edilen sancak beyi veya mir- livaların ellerinde bulundurdukları bölgelerin üzerinde yalnız tasarruf hakları vardı ve kendilerine verilen bölgelerin mutasarrıfı konumunda bulunuyorlardı. XVII. yüzyıla kadar çıkan bu tabir sonraları idarede belirli bir dereceye alem olmu ştur. Bk. Deny, s. 188. 145 İlber Ortaylı, Türkiye İdare Tarihi , Türkiye ve Orta Do ğu Âmme İdaresi Enstitüsü Yay., Ankara 1979, s. 185; Ünal, s. 115. 39

yetkilerin sancak beylerine geçmesi kadıların yetki alanlarının daralmasına ve sadece adli ve kazai meselelere münhasır hâle gelmi şlerdir. Ancak sancak beyi, klasik dönem boyunca askerî yönü a ğır basan bir amir olmu ştur 146 . Sancak beyleri, has gelirlerinin her 5.000 akçesi için yeti ştirdikleri cebelü 147 denilen zırhlı ve donanımlı askeri sefere çıkarken beraberinde götürürlerdi 148 . Sancak beyinin, idaresindeki sanca ğın tımarlı sipahilerinin komutanı olarak, kendi kapı halkı, sanca ğındaki ve cebelülerle emredilen seferlere katılması, asli göreviydi. Sanca ğın emniyetini ve düzenini sa ğlamak için tedbirler almak, sancak merkezi olan şehrin asayi şini temin etmek de idari görevleri arasındadır 149 . Sancak beyinin bir görevi de, mukataa gelirlerinin toplanmasının iltizama alınmasıdır. Sancak beyleri, en az 200.000 akçeden başlayarak, 500.000-600.000 akçeye kadar varan hasları tasarruf etmekteydiler 150 . Sancaktaki resmî görevliler arasında; kadı, kadı naibi, alay beyi, dizdar, kale muavini, suba şı, çeriba şı, kale müstahfızları, azaplar, mehterler, cizye emini, zaim ve sipahiler yer almaktadır. Sancak beyinin yardımcısı olan görevliler ise; kethüda, kapıcıba şı, mir-i ahur, ça şnigirba şı ve kâtipler ile kapı halkını olu şturanlardır 151 . Kayseri şehri, Yıldırım Bayezid tarafından 1398’de Osmanlı topraklarına katılmı ştır. XV. yüzyılda birkaç defa el de ğiştiren Kayseri’de, 1474’te Osmanlılar’ın Karamano ğulları’nı ortadan kaldırmasından sonra Osmanlı idaresi tesis edilmi ştir 152 . Kayseri sanca ğının tahriri ilk olarak 1476’da yapılmı ştır, ancak bu tahrir defteri mevcut de ğildir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar Karaman eyaletine ba ğlı bir sancak olarak kaydedilen Kayseri’nin 1500 tarihli ayrı bir kanunnamesi vardır. Kanunnamede

146 Ünal, s. 115-116. 147 Cebelü kelimesi lügatte; tımar sahibinin yedek olarak götürdükleri silahlı ve zırhlı asker; kâfileyi muhafaza ile görevli süvari olarak ifade edilmektedir. Şemseddin Sami, s. 470. 148 Cebelüler, tam teçhizatlı olarak sefere katılacak olan zırlhlı arkerlerdi. Fatih Kanunnamesi’ne göre cebelü askerler; mızrak, kılıç, ok, yay ve kalkan gibi silahlar ta şır, süvari olarak sefere katılırdı. Cebelü asker sayısı, tımar sahibinin geliriyle do ğrudan ilgili oldu ğundan, sayıları bu gelirlere göre tespit edilmi ştir. Cebelü miktarları Fatih Kanunnamesi ile standart hâle getirilmesine ra ğmen, Fatih dönemine ait bazı tahrir defterlerinde farklı rakamlara rastlanmaktadır. (s. 188) XVI. yüzyılda askere olan ihtiyacın XV. yüzyıla nispeten biraz daha artması ile cebelü sayısı da fazlala şmı ştır. XVII. yüzyılın ba şlarına ait bir yoklama defterine göre; tımar, zeamet sahipleri ve cebelülerinin sayısı Anadolu’daki eyaletlerde 373.890, Rumeli’deki eylaletlerde ise 127.883 idi. Feridun Emecen, “Cebelü”, DİA, C. VII, İstanbul 1993, s. 188- 189; Ayrıca bk. Göyünç, s. 83. 149 Ya şar Yücel, “Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten , XXXVIII/152, Ankara 1974, s. 666; Ünal, s. 116. 150 Ünal, s. 116. 151 Göyünç, s. 83-84. 152 İpşirli, s. 96-97. 40

Kayseri’ye ba ğlı köyler ile cemaatler zikredildi ği gibi, kazanın sınırları da kaydedilmi ştir 153 .

1.2.3. XVII. Yüzyılda Kayseri Sanca ğının İdari Taksimatı

Karaman eyaletinin pa şa sancağı Konya olmu ştur, ancak Kanuni Sultan Süleyman devrinin ba şlarında Kayseri de zaman zaman pa şa sanca ğı olmu ştur. Kayseri sanca ğı idari taksimatta; Sahra, Koramaz, Kenar-ı Irmak, İslâmlı, Malya, Karata ş, Köstere, Cebel-i Erciyes, Cebel-i Ali ve Karakaya olmak üzere toplam 10 nahiyeden olu şmaktadır 154 . XVI. yüzyılda Kayseri kazasının durumuna baktı ğımızda; 1584 yılında 67 mahalle, 10 nahiye, 73 köy, 86 cemaat ile, 9.780 Müslüman ve 3.900 gayrimüslim nüfusu olup, kaza itibariyle vergi geliri ise 1.553.445 rakamı ile ifade edilmekteydi 155 . XVII. yüzyılda merkez ve ta şra idaresi klasik şeklinden ayrıldı. Birçok sancak, bey ve pa şalara “arpalık” olarak tevcih edildi 156 . Osmanlı idarecileri bu idari birimleri düzenlerken bölgenin co ğrafi yapısını göz önünde tutarak hareket etmi şler; da ğ, göl, yol, sahra gibi co ğrafi şekilleri dikkate almı şlardır. Örne ğin; Konya, Kayseri, Ni ğde ve Aksaray gibi sancaklarda yer alan bozkır nitelikli topraklar sahra nahiyesi olarak adlandırılmı ştır. Ayrıca şahıs, a şiret ve cemaat isimleri ile hisar, höyük ve şehir isimlerinin de nahiye isimleri olarak verildi ği

153 Mehmet İnba şı, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , İl Kültür Müdürlü ğü Yay., Kayseri 1992, s. 32. Kayseri ve İçel’de Osmanlı hâkimiyeti Sultan II. Bayezid’in saltanatının ilk yıllarında sa ğlanmı ştır. 1500 tarihli Karaman eyaletine ait evkaf defterindeki kayıtlardan Kayseri ve İçel’in Karaman’a ba ğlı birer sancak oldu ğu anla şılmaktadır. Erdo ğru, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, s. 426. 154 Erdo ğru, “Karaman Vilayetinin …”, s. 428. Osmanlı idaresinde, kadıların sorumluluk alanında bulunan kazalar, nahiyelerin birle şmesi ile meydana gelmi şti. XVII. yüzyılın ortalarında Kayseri, merkez kaza ile Karahisar ve Yahyalı kazalarından olu şmaktaydı. Selçuk, s. 14, 17. XVIII. yüzyılın ilk yarısında ise Kayseri sanca ğında, nefs-i kaza, Yahyalı ve Karahisar kazaları ile birlikte, nefs-i Kayseri’ye ba ğlı olmak üzere İslâmlı, Köstere, Sahra, Koramaz, Cebel-i Ali, Cebel-i Erciyes, Karakaya ve Kenar-ı Irmak nahiyeleri bulunmaktadır. Mehmet Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı İdarî Taksimatı İçerisinde Kayseri’nin İdarî Durumu”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 142. Kayseri, Karaman Eyaletinde Konya sanca ğından sonra ikinci sırada pa şa sanca ğı konumunda olmu ştur. Nitekim 1520’de Karaman beylerbeyi olan Hüsrev Pa şa Kayseri’de ikamet etmi ştir. İnba şı, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , s. 157. 155 İnba şı, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı ve Esnaf Te şkilâtı”, s. 137. 1520 senesinde Karaman Eyaletine ba ğlı kaza olarak kaydedilen Kayseri’de; biri nefs yani şehir merkezi olmak üzere, Sahra, Koramaz, Cebel-i Ali, Cebel-i Erciyes, Kenar-ı Irmak, Karakaya, Malya, Karata ş ve Bozatlu nahiyeleri; 86 köy, 278 mezra ve 121 cemaat yer almaktaydı. İnba şı, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , s. 33. 156 Nedim İpek, “Müstakil Sancaktan Vilâyete Kayseri’nin İdarî Taksimatı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 297; Rıfat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara , Ankara 1986, s. 136-148. 41

oluyordu 157 . Kayseri sanca ğında da Sahra ismini ta şıyan bir nahiye bulunmaktadır 158 . Kayseri sanca ğı, co ğrafi mekân olarak devletin siyasî hareketlilik tespit edilemeyen bir bölgesinde yer aldı ğından, idari taksimat açısından fazla bir de ğişikli ğe maruz kalmamı ştır 159 . Kayseri sanca ğındaki kadıların tayini ve bazı kadılıkların sanca ğa dâhil olması veya sancaktan ayrılması ile ilgili kayıtlara sicillerde rastlamak mümkündür. Mesela; Kayseri kadısına yazılan Evâsıt-ı Muharrem 1019/4-14 Nisan 1610 fermandan; daha önce devlet merkezine adam göndererek bundan önce Karahisar, Develi ve Yahyalı kadılıklarının, kadıasker tarafından kendisine tevcih edilmi şken, bir yolunu bularak ayrıldı ğı ve ba şka kadılar oldu ğundan bahsedilerek, kendisine haksızlık oldu ğunu bildirdi ğini, mutasarrıf olması için emr-i şerif verilmi şken, di ğerlerinin buna kanaat etmeyerek anla şmazlık çıkardıklarını ö ğreniyoruz. O tarihte filen kadıasker olan Mevlana Kemaleddin tarafından verilen mektup gere ğince, 27 Zilhicce 1018/23 Mart 1610 tarihinden itibaren adı geçen üç kadılı ğın Kayseri kazasına dâhil edildi ği ve yeniden kadı’nın tasarrufunda olması, anla şmazlık çıkaranların müdahale ettirilmemesi emredilmektedir 160 . Devamındaki kayıtta ise aynı konuya de ğinilerek, daha önce Karahisar, Develi ve Yahyalı kadılıkları Kayseri kazasına dâhil edilmi şken, eski kadıasker zamanında kazadan ayrıldı ğı için kadıya fazlasıyla haksızlık oldu ğundan bahisle, 27 Zilhicce 1018/23 Mart 1610’da yeniden eskisi gibi Kayseri kazasına dâhil edildikleri bildirilmi ştir 161 . 1027/1617-1618 yılında fiilen Kayseri kadısı olan Mevlana İbrahim’e gönderilen Evahir-i Rebiülahir 1027/16-25 Nisan 1618 tarihli fermandan ise; Karahisar ve Yahyalı nahiyelerinin eskiden beri Kayseri kazasının mülhakatından oldu ğu ve ayrılmı ş olsa bile, kazaya ba ğlı olarak idare edilmesinin emredildi ğini görmekteyiz. Bir

157 Farklı sancak ve nahiyelere verilen bu türden isimlerden örneklemeler için bk. Erdo ğru, “Karaman Vilayetinin …”, s. 429. 158 K ŞS 65, 80/214, 82/218, 85/225, 86/228, 96/245-2, 102/252; K ŞS 70, 146/344, 148/350, 151/353, 182/410, 183/411, 184/412, 184/414; K ŞS 75, 32/79. 159 İpek, s. 297; Kılıç, “XVII. Yüzyılın İlk Yarısında …”, s. 90-93. 160 “Mevlânâ Kayseriyye kadısı -zîde fezâilihû- tevki’-i refi’-i hümâyun vâsıl olıcak mâlum ola ki, südde-i saâdetime âdem göndererek bundan akdem Karahisar, Develü ve Yahyalu nâm kadılıklar kadıaskerim tarafından sana tevcih olunup mutasarrıf iken birer tarik ile ifrâz olunup ba şka kadılar olma ğla, sana küllî gadr olundu ğu bildirdikte, ilhâk olunup mutasarrıf olmak için emr-i şerifim verilmi şken kanat olunmayıp girü nizâ üzere oldukları ecilden, … buyurdum ki, zikrolunan kadılıklar mü şârunileyh kadıaskerim tarafından verilen mektup mûcebince girü sen mutasarrıf olup ve iânesine ahkâm-ı şer’iye eyleyip min ba’d ol vechile şirâ edenleri dahl ve taarruz ettirmeyesin, e ğer bundan sonra kanaat etmeyip girü nizâ eden olursa min ba’d dahl ettirmeyip mü şârunileyh kadıaskerim mektûbu mûcebince üslûb-ı sâbık üzere sen mutasarrıf olup şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimâd kılasın …” KŞS 13, 86/617. 161 K ŞS 13, 86/618. 42

şekilde kaza idaresinden ayrılan bu nahiyelerde mutasarrıf olanların, söz konusu nahiyelere ve kadıya müdahale etmelerine engel olunması istenmektedir 162 . Ayrıca Yahyalı Nahiyesi’nin Kayseri kadılı ğına dâhil edilmesi için de devlet merkezinden Gurre-i Şaban 1027/24 Temmuz 1618 tarihli bir emr-i şerif gönderilmi ş ve deftere kaydedilmi ştir 163 . Kayseri kadısı ve Kayseri sancak beyine gönderilen Evâsıt-ı Zilhicce 1018/6- 16 Mart 1610 tarihli fermandan; kadı’nın merkeze mektup göndererek; Ni ğde sâkinlerinden Kel Ali o ğlu olarak bilinen İbrahim adlı şahsın; Karahisar ve Yahyalı nahiyelerini ayırmak suretiyle Develi kazasına dâhil ettirip, bir yolunu bularak temessük alıp zaptetti ğini bildirmesi üzerine; kadı’nın daha önce oldu ğu gibi bu nahiyelerde mutasarrıf olmasının, İbrahim ve ba şkası bir yolunu bularak mektup ibraz ederlerse, bu gibilerin kadıya müdahale ettirilmemesinin emredildi ği anla şılmaktadır 164 . Görüldü ğü gibi idari taksimatta yapılan de ğişikliklerin yansımaları sicillerdeki kayıtlarda gözlenmektedir.

1.2.3.1. Kayseri Sanca ğındaki Yerle şim Birimleri

Mahkemeye intikal eden davalarda tarafların oturdukları yerle şim birimleri genellikle yazıldı ğı için, XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğında bulunan nahiye, köy ve mezra isimlerinin büyük ço ğunlu ğunu aynı yüzyılda kaydedilen şer’iye sicillerinden öğrenmek mümkündür. Bu şekilde söz konusu yüzyıla ait Kayseri şer’iye sicillerinden tespit edildi ği şekliyle, şehirde bulunan nahiyeler Tablo 1.8, köyler Tablo 1.9. ve mezralar Tablo 1.10’da verilmi ştir.

162 “… bi’l-fiil Kayseriyye kadısı olan Mevlânâ İbrahim –zîde fezâilihû- tevki’-i refi’-i hümâyun vâsıl olıcak mâlum ola ki, Karahisar ve Yahyalu nâhiyeleri kadîmden Kayseriyye kazasının mülhekâtından olma ğla, ifrâz olunmu ş ise girü ilhâk olunup min ba’dihi ifrâz olmamak üzere sen mutasarrıf olmak bâbında ferman-ı âli şânım sâdır olmu ştu, buyurdum ki vusûl buldukta sâdır olan emr-i celîlü’l-kadrim üzere kaza-i mezbûr zikrolunan Karahisar ve Yahyalu nâhiyeleri ile min ba’dihi ifrâz olunmamak üzere mutasarrıf olup, bir tarikle ifrâz dahi ederlerse dahl ve taarruz ettirmeyip şöyle bilip, alâmet-i şerife itimâd kılasın…” KŞS 20/2, 47/1102. 163 “Nâhiye-i Yahyalu’nun Kayseriyye kadılı ğına ilhâkı emr-i şerifi âsitâne-i saâdetten geldi. Hurrire fi gurre-i Şaban sene 1027” K ŞS 20/2, 58/1158. 164 K ŞS 13, 86/619. 43

Tablo 1.8. Kayseri Sanca ğındaki Nahiyeler

Akyazı Be ğendikli Belardı Belba şı Billur Cebel-i Ali Cebel-i Erciyes Ça ğlayanba şı Ça ğş ak Çaldıryan Çay Dip İnecikler Eğribucak Gediris Gürle Hasanda ğı Haymana İncesu İnecik İslâmlı Karacaviran Karahisar Karakaya Karata ş Kayadibi Kenar-ı Irmak Kızıltepe Koramaz Kös Köstere Kulaklı Kulaklıkaya Kumarlı Küçük Süleymanlı Mahrumlar Malya Merdivenli Merkeb Meydanı Palas Sahra Sakar Yahyalı

Tablo 1.9. Kayseri Sanca ğındaki Köyler Ağırnas (Gesi Akçakaya Akin Nahiyesi’ne ba ğlı) Akkaya Ambarviran Argıncık Aşağı Pusatlı Av şarviran Bâlâ Gesi Barsama Bayram Hacılı Be ğendik Be ğendikli Bekta şlı Belviran Boyacı Bozatlu Bürüngüz Cırgalan Cırlavuk Çivril Çördük (Bozca) Çöten (Köstere Nahiyesi’ne ba ğlı) Çukur Çukur Kı şla Dada ğı Dadasun Darsiyak Dö ğer Ebiç Efkere Eğrice Elagöz Emmiler ( İslâmlı Endürlük Nahiyesi’ne ba ğlı) Erkilet (Sahra Eymürdad Fara şa Fenese Nahiyesi’ne ba ğlı) Gergeme (Köstere Germir Gesi (Köstere Gökçe Eymür Nahiyesi’ne ba ğlı) Nahiyesi’ne ba ğlı) Gömeç Gömeçhisar Gümülgen Gürlevik Güzelcein Hacılar Hasanalp Hasanarpa Hırka Hisarcık Hisartepe Hocaviran Horsana Höbek Hristos Isbıdın İkizce Oyluk Fakılı ( İslâmlı İmaret İncesu Nahiyesi’ne ba ğlı) İsbile İstefana Kalkancık ( İslâmlı Kaman 44

Nahiyesi’ne ba ğlı) Karacaviran Karahöyük Karakilise Karasu Kemer Keykubat Kıranardı Kızık Kızılcain Kızılviran Kiçibürüngüz Koyulhisar Kozca ğız Kurugöl Kuruköprü Ku şçu Güllü Mahzemin Mancusun Mehmed Fakihli (Karahisar Nahiyesi’ne ba ğlı) Me şhedin (Sahra Mirbad ( İslâmlı Molu Niziye Nahiyesi’ne ba ğlı) Nahiyesi’ne ba ğlı) Obruk Ortaköy Oymaa ğaç Sakaltutan Sakar Salkoma Salur Saraycık Sarımsaklı Sazyurtan So ğanlı Sosun Sultanhanı Süksün Süleymanlı Sürtme Şeyh Barak Şeyh Çoban Taf Ta ğar Talas Ta şan ( İslâmlı Tavlusun Tomarza Nahiyesi’ne ba ğlı) Tuzhisarı Ulubürüngüz Üskübü Vekse Venk Virancık Yazı Çepni Yazır Yemliha Yuvalı Yüre ğir Zincidere

Tablo 1.10. Kayseri Sanca ğındaki Mezralar Ahikapı Akçain Akseki Ambarviran Av şar Canbaz Cüneydviran Çalıpalma Çobansalar Çokviran Depesidelik Derecik Dinek Dostviran Eğriin Ferddamlı Gökçea ğıl Göynük Gümü şdeniz Güneya ğıl İkiyolarası İncirlik İshacık Kabaklı Kalına ğıl Karacaviran Katıra ğılı Kazgancık Kemerci Kızıla ğıl Kızılcain Kozluca Kurtini Kuyucak Ömerli Samanlı Sarı Ömerli Sarıgedik Sarıgül Sıçanlı Sultana ğılı Ulucak Uzuna ğıl Viran Ya ğdı Yalnız Öküz

2. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ İDAR İ DURUMU

2.1. Ehl-i Örf Taifesi

Hukuki bir terim olarak örf, padi şahın hüküm ve icra otoritesi anlamına gelmektedir. İçtimai münasebetleri düzenleyen kanunla şmı ş kurallar anlamında örf ve âdetler, Osmanlılar’da âdet veya örf-i maruf tabirleri ile ifade edilmi ştir. Ehl-i örf ise, padi şahın icra otoritesini temsil eden ve ulema sınıfı dı şında yer alan memurlar idi. Osmanlılar’da vilayet tahriri esnasında padi şahlar belirli bir bölgedeki tespit ettikleri örf ve âdetleri tadil ederek veya aynı şekilde tasdik ederek kanun hâline getirirlerdi ki, bu hükümler kanunname olarak mufassal tahrir defterlerinin ba ş kısmında ne şir ve ilan edilirdi. Örfi kanunnamelerin uygulanması, şer’i ahkâm ile beraber kadıların sorumlulu ğunda olup, kadıların verdi ğini hükümlerin icrası ise mutlaka padi şahın icra otoritesinin temsilcisi olan ehl-i örfe aitti 165 . Osmanlı Devleti’nin ta şra idaresinde hükümdarın otoritesini temsil eden ve askerî ler olarak tanımlanan yönetici sınıf; ta şra idaresinin her kademesinde görev alan yöneticiler, askerler ve ulema yani ilmiye mensuplarından olu şuyordu. Bu askerî sınıf; ümera ve ulema olarak iki kola ayrılmaktadır 166 . Askerî sınıfa dâhil olan ve belirli süreler için farklı bölgelerde görevlendirilen bir kapıkulu, do ğacak bazı sakıncaları önlemek amacıyla, bazen bir mansıba atanmayarak fakat statülerinde de bir de ğişiklik olmaksızın mazuliyet zamanı nda yeniden görevlendirilmeyi beklerdi. Askerî sınıf mensubunun ço ğu, bu mazuliyet dönemlerinde, birikimleri olan şahsi servetlerini ticaret gibi faaliyetlerde

165 Halil İnalcık, “Örf “, İA, C. IX, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 480 166 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında Ta şra Ümerasının Yerine Dair Dü şünceler”, s. 495-496. 46 kullanmaktaydılar. Zamanla geli şen ekonomik güçleri, merkeze tam anlamıyla kul olma özelli ğinden uzakla ştırmakta idi. XVII. yüzyıldan itibaren ta şra te şkilatında vazgeçilmez kuvvet hâline gelen ailelerin ço ğunlu ğunun kökeni, yukarıda bahsedilen, kuvvet ve otoriteleri ile birlikte ekonomik güçlerini de kuvvetlendirmi ş şahıslardan gelmekteydi 167 . Bunlara, görev ve sorumluluklarına kar şılık olarak devlet gelirlerinden önemli mebla ğlar tahsis edilmi şti. Bu mebla ğın bir kısmını sarf etme zorunlulu ğu olmasına ra ğmen, servet sahibi olma imkânlarının oldu ğu da anla şılmaktadır 168 .

2.1.1. Sancak Beyi

Kazaların birle şmesinden meydana gelen sancakların ba şında idareci olarak “sancak beyi” bulunurdu. XVII. yüzyıldan itibaren sancak beylerine “mutasarrıf” denilmeye ba şlanmı ştır. Osmanlı idari te şkilatının temeli olan sancakların ba ğımsız kanunnameleri oldu ğu gibi, sancak beylerinin de geni ş yetkileri vardı 169 . Padi şah onayıyla tayin edilen mutasarrıflar için her yıl tevcihat defterleri hazırlanır, ibkâ, azil ve yeni tayin muameleleri gerçekle ştirilirdi. Birden fazla sanca ğı tasarruf eden mutasarrıflar yerlerine merkezî hükûmetin onayıyla mütesellim gönderebilirdi. Mutasarrıf tayinleri yapılırken atama yapılacak bölgenin özel şartları, sanca ğın güvenli ği, mutasarrıfın önceki görevinde gösterdi ği ba şarılar ve halka kar şı sergiledi ği tavır dikkate alınırdı 170 . Sancak beyi atanırken, bu durum kendisine ve atandığı sanca ğın kadılarına bir ferman ile bildirilirdi 171 . Sanca ğın en büyük idarecisi olan sancak beyinin tayin edildi ğine dair, Kayseri’ye ait kadı sicillerinde kayıtlara rastlanmaktadır. Örne ğin;

167 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında …”, s. 496. 168 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında …”, s. 497. Yazar makalesinde, desantralizasyon yani merkezî sistemlilikten ki şiselli ğe do ğru geçi şi izah etmi ştir. Burada kastedilen durum, ta şrada oturan ümeranın servet sahibi birer unsur hâline gelmeleri sürecidir. 169 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı İdarî Taksimatı İçerisinde Kayseri’nin İdarî Durumu”, s. 142. Mutasarrıf unvanı, Osmanlı ta şra te şkilatında sancak veya livânın mülki âmiri için kullanılmaktaydı. Bu tabir, Osmanlı idarî te şkilatında “herhangi bir makam, görev veya memuriyeti elinde bulunduran, tasarruf eden” ki şi anlamına gelmekteydi. Ayrıca unvan sahibi ile vekilini birbirinden ayırmak; malikâne, has ve tımara sahip olanları ifade etmek için de sıkça kullanılmı ştır. İlmiye te şkilatında kadılı ğa bilfiil getirilenler de mutasarrıf adıyla anılmı şlardır. Mutasarrıf kelimesi, XVII. yüzyıl ba şlarından itibaren meydana gelen geli şmelerle birlikte “sanca ğa veya livâya gönderilen idareci” anlamını kazanmaya ba şlamı ştır. Devlet idaresindeki sosyo-ekonomik de ğişimler, ta şradaki idari yapının büyük ölçüde farklıla şmasına, yönetimde mutasarrıf, mütesellim, muhassıl, voyvoda ve âyan gibi, yönetim silsilesinin olu şmasına zemin hazırlamı ştır. Bk. Ali Fuat Örenç, “Mutasarrıf”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXI, İstanbul 2006, s. 377. 170 Mutasarrıf veya mütesellimin tayin emri, yörenin önde gelenlerine okunur ve mahkeme siciline kaydedilirdi. Bk. Örenç, s. 377. 171 Karagöz, , “XVIII. Asrın İlk Yarısında …”, s. 144. 47

“Kayseriyye sancak beyi olan Bekta ş Bey’in emridir” ba şlı ğıyla deftere kaydedilen emr-i şerifte; Kayseri kadısı Mehmed Efendi’nin mektup göndererek, daha önce Kayseri sancak beyi olan Hamza Bey’in hasat vakti gelmeden önce livadaki mahsulü alarak sanca ğı bıraktı ğı ve ne tarafa gitti ğinin bilinmedi ğini söylemi ş ve 10 Cemaziyelâhir 1020/20 A ğustos 1611 tarihinde Kayseri sanca ğının Bekta ş Bey’in tasarrufuna verildi ği bildirilmi ştir 172 . Görüldü ğü gibi Kayseri kadısı, sancak beyinin görevini layıkıyla yerine getirmedi ğini ve şehri terk etti ğini merkeze bildirmi ş ve bunun üzerine yerine yeni bir sancak beyi tayin edilmi ştir. XVII.-XVIII. yüzyıllarda vezir rütbeli ki şilerin ço ğalması nedeniyle, bunlara uygun görev tevcihi mümkün olmadı ğından, yürüttükleri bir göreve ilaveten kendilerine bir veya birkaç sancak tevcih ediliyordu. Kayseri de bu uygulamaya sahne olan sancaklardandı. Yani muhafızlık şartı ile bu göreve ek olarak, bir veya birkaç sancak arpalık olarak vezir rütbeli pa şalara veriliyordu. Söz konusu dönemde Kayseri daha çok Rumeli muhafızlarına arpalık olarak verilmekteydi 173 . Ataması yapılan sancak beyi vazifeye kendisi gidebildi ği gibi, yerine kapı kethüdası nı 174 veya vekilini gönderebilirdi. Bu tayin ise bir buyruldu ile yapılırdı. Osmanlı Devleti genelinde görüldü ğü gibi, XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğı da mutasarrıflara “ber-vech-i arpalık” olarak tevcih edilmi ştir 175 . Osmanlılar zamanında hükûmet saraylarındaki idareciler, şehirlerin en yetkili memurları olmu ştur. Bu idareciler, önceleri sancak beyi sonradan da mutasarrıf olarak bilinen ki şilerdir. Mutasarrıflar aynı zamanda evleri olarak hükûmet sarayında oturmaktaydılar. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren mutasarrıflar, genellikle görev yerlerine çe şitli sebeplerle gitmeyerek, yerlerine kendilerine vekil olarak mütesellimler

172 K ŞS 15/2, 223/983. Mutasarrıflar maa ş ve personel giderlerini, sancak ahalisinden tahsil ettikleri imdâd-i hazariyye , imdâd-i seferiyye ve aidât-i muayyene gibi vergilerden kar şılarlardı. Ancak bazen belirlenenden fazlasını toplayarak zulmetmeleri ahalinin şikâyetine sebep olurdu. Tayin edilen mutasarrıfın hemen görev yerine gitmesi istenir, ihmali görülenler hakkında ise soru şturma açılırdı. Bk. Örenç, s. 377. 173 Sezer, s. 467. XVII. yüzyılda merkezî idare ile birlikte eyalet ve sancak yönetimi de klasik şeklinden farklıla şmaya ba şladı. Tımar sistemi önemini yitirip merkezdeki vezir sayısı artınca sancakların arpalık olarak vezirlerin tasarrufuna verilmesi usülü uygulamaya ba şladı. Buna paralel olarak beylerbeyilik ve sancak beyli ğine Enderun halkından olanların tayin edilmesi usulünün gev şemesiyle birlikte, ta şra idaresinde yerli âyanın etkisi daha da arttı. Bu süreçte merkezdeki vezirler, tasarruf ettikleri sancaklara kendileri gitmeyerek yerlerine vekil olarak mütesellim/ göndermeye ba şlamı şlardır. Söz konusu sistem, XVIII. yüzyılda daha da yaygınla şmı ştır. Bk. Örenç, s. 377. 174 Beylerbeyi ve sancak beylerinin maiyetlerindeki kethüdalardan ba şka, birimleriyle ilgili i şleri takip etmek ve onları Bâb-ı âli’deki geli şmelerden haberdar etmek amacıyla İstanbul’da ikâmet eden ve “kapı kethüdâsı” denilen özel yardımcıları bulunurdu. Mehmet Canatar, “Kethüda”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 333. 175 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı İdarî Taksimatı …”, s. 145. 48 tayin etmi şlerdir. Kayseri şehrindeki Hükûmet Sarayı, Sivas Kapısı dâhilinde ve şimdiki adıyla Hürrem Çavu ş Mahallesi’ndedir. Mahkeme Sarayı da, Hükûmet Sarayı yakınında ve aynı mahallededir 176 . Sancak beyleri, ellerinde bulundurdukları bölgelerin üzerinde mülkiyet de ğil, sadece tasarruf hakkına sahip bulunuyorlardı. XVII. yüzyıla kadar çıkan bu tabir, sonraları idarede muayyen bir dereceyi ifade etmeye ba şlamı ştır. Seferberlik hâlinde sancak beyleri, kumandan sıfatı ile tabileri veya memurları tarafından toplanmı ş olan bölüklerin ba şında, belirlenmi ş olan toplanma mahalline giderlerdi 177 . Mutasarrıfların öncelikli görevleri, asayi şi temin etmek ve vergileri toplamaktı. Sanca ğı idare etmek, şenlendirmek, halka iyi muamelede bulunmak, bölgesini dü şmandan korumak ve sefer durumunda maiyetiyle birlikte sava şa katılmak da görevleri arasındaydı 178 . Sancak beyinin gitmedi ği sancaklarda onun vekili olan mütesellim görev yapmakta ve sancak beyini bütün hak ve yetkilerine sahip olmaktaydı 179 . Örne ğin; Kayseri kadısı, kethüdayeri, yeniçeri serdarı, âyan-ı vilayet ve i ş erlerine gönderilen buyrulduda, 25 Zilhicce 1099/21 Ekim 1688’de tayin edilen Kayseri sancak beyinin kendisine vekil olarak bir mütesellim nasbederek sanca ğa gönderdi ği ifade edilmektedir 180 . XVII. yüzyılda Kayseri’de sancak beyi olarak görevli olan mutasarrıfların vezir veya beylerbeyi rütbeli oldukları, Kayseri Şer’iye Sicilleri’nden tespit edilebilmektedir 181 . Mesela; Kayseri sancak beyi Bekir’e gönderilen Evâsıt-ı Receb 1027/3 Temmuz 1618 tarihli fermanla; 1618 senesinde fiilen Karaman beylerbeyi olan İbrahim’e daha önce arpalık olarak verilen sanca ğın, bundan böyle Bekir’in tasarrufunda olaca ğı bildirilmi ş; beylerbeyi İbrahim’in yeni sancak beyine müdahale etmesine izin verilmemesi gerekti ği belirtilmi ştir 182 . Daha önceki bir tarihte Şehr-i Zor Beylerbeyli ği görevinde bulunan Mehmed’e gönderilen 10 Rebiülahir 1095/27 Mart 1684 tarihli fermanla, belirtilen tarihten itibaren Kayseri sanca ğının arpalık olarak kendisine verildi ği bildirilmi ştir 183 .

176 Karagöz, “XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Şehrinin …”, s. 248-249. 177 Deny, s. 188; Ayhan Öztürk, Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı (1738-1749) , EÜ. Yay., Kayseri 2000, s. 22. 178 Örenç, s. 377. 179 Öztürk, s. 22-23. 180 K ŞS 96, 85/220. 181 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı İdarî Taksimatı …”, s. 142. 182 K ŞS 20/2, 60/1165. 183 K ŞS 92, 120/225. 49

2.1.1.1. Sancak Beyine Müdahale Edilmesi

Görevini devam ettirdi ği sırada sancak beyine di ğer görevliler tarafından müdahale edildi ğine dair kayıtlar da sicillerde mevcuttur. Mesela; Kayseri sancak beyi Ebubekir’e gönderilen Evahir-i Rebiülahir 1027/16-26 Nisan 1618 tarihli fermanda; Kayseri livası fiilen tasarrufunda iken mir-i miran tarafından sanca ğa ve sancak beyine müdahale edildi ğinin merkeze bildirilmesi üzerine, sancak beyinin sancaktaki görevinin devam etmesi için emredildi ği ve adamları ile birlikte sefere gelip hizmet etmeleri gerekti ği ifade edilmektedir 184 . Kendisine eyaletlerle birlikte sanca ğın tasarrufu verilen beylerbeyine, hiçbir alakası olmadı ğı hâlde müdahale eden ki şiler de olmu ştur. Mesela; Karaman beylerbeyi İbrahim’e gönderilen Evahir-i Rebiülahir 1027/16-26 Nisan 1618 tarihli fermandan; beylerbeyinin devlet merkezine mektup gönderdi ğini ve Karaman eyaletinin Kayseri sanca ğı ile birlikte, hizmeti kar şılı ğında kendisine verildi ğini, ancak dı şarıdan Veli Bey adlı ki şinin, “Kayseri sanca ğı serdar-ı ekremim tarafından bana verilmi ştir.”diyerek kendisine müdahale etti ğini bildirdi ğini anlamaktayız. Osmanlı Devleti, beylerbeyi ve sancak beyi gibi idarecilere görevleri esnasında başkaları tarafından yapılan müdahalelere izin vermemi ştir. Beylerbeyinin mektubu üzerine gönderilen söz konusu ferman ile, eskiden oldu ğu gibi sancak ile eyaletin beylerbeyinin tasarrufunda kalması emredilmi ştir 185 . Devamında da aynı konuyla ilgili olarak, Karaman beylerbeyi İbrahim’e Kayseri sanca ğı tasarrufunun hizmeti kar şılı ğında arpalık olarak verildi ği, dı şarıdan müdahale ederek söz konusu tarihteki mahsulden almı şlarsa bunun geri alınması için sancaktaki kadılara bir ferman gönderilmi ştir 186 . Zaman zaman önceki mirlivanın da, sanca ğın idaresine müdahale etti ği olmu ştur. Daha önce 20 Zilhicce 1026/19 Aralık 1617 tarihinde Karaman eyaleti ve

184 “… Kayseriyye sanca ğı beyi olan Ebebekir -dâme izzuhû- tevki’-i refi’-i hümâyun vâsıl olıcak mâlum ola ki, mektup gönderip livâ-i mezbûr bi’l-fiil senin üzerinde olup vâki olan hizmet-i hümâyunumda bezl-i iktidâr üzere iken, mîr-i mîrân tarafından sanca ğına dahl ve taarruz olundu ğu ilâm olunma ğın, imdi livâ- i mezbûr bi’l-fiil senin üzerinde olma ğın, kemâkân zabt ve tasarruf eylemek bâbında ferman-ı âli şânım sâdır olmu ştur. Buyurdum ki, emrim üzere livâ-i mezbûra kemâkân sen mutasarrıf olup, hıfz ve hırâsette mecd ü say’ olup, müretteb ve mükemmel yarar adamlarınla sefer-i hümâyuna gelip hizmet edip, min ba’dihi liva-i mezbûra âherden bir ferdi dahl ve taarruz ettirmeyesin…” KŞS 20/2, 44/1091. 185 K ŞS 20/2, 46/1099. 186 K ŞS 20/2, 46/1100. XVI. yüzyılın sonlarına ait (1005-1005/1595-1596) mühimme defterinde Kayseri sancak beyi Ali Bey’e gönderilen hüküm yer almaktadır. Karaman muhafazasında görevli olan Nuh Pa şa’nın devlet merkezine arzuhal sunarak, Kayseri sancak beyi Ali’nin sanca ğı dı şındaki i şlere ve görevi sırasında kendisine müdahale etti ğini bildirdi ği ifade edilmektedir. Sancak beyine gönderilen 17 Zilkade 1004/13 Temmuz 1596 tarihli hükümde, sancak beyinin yetkisi dı şındaki i şlere müdahale etmemesi, bu gibi i şleri Nuh Pa şa’ya havale etmesi istenmektedir. Söz konusu hükmün Mehmed Çavu ş’a verildi ği belirtilmektedir. BOA, MHM 74, 55/177. 50

Kayseri livası arpalık olarak verildi ği hâlde, eski mirliva Ebubekir Bey’in, livanın serdar-ı ekrem tarafından kendisine verildi ğini söyleyerek tasarruf etmek istedi ği ifade edilmi ş ve gönderilen 12 Cemaziyelevvel 1027/7 Mayıs 1618 tarihli emir ile eski mirlivanın sanca ğa müdahalesinin engellenmesi istenmi ştir 187 . Görüldü ğü gibi; sancak beyine zaman zaman mir-i miran, eski mirliva veya dı şarıdan bazı ki şiler müdahil olmak istemi şlerdir. Ancak, devlet merkezinden gönderilen emirler ile bunun önüne geçilmek istenmiş ve bu ki şilere izin verilmemi ştir.

2.1.1.2. Sancak Beyi Hakkında Halkın Şikâyetleri

Sancak beyinin görevini layıkıyla yapmadı ğı durumlarda, halk durumu devlet merkezine ileterek şikâyetini dile getirebilmi ştir. Örne ğin; daha önce beylerbeyi olan Dilaver’e gönderilen Evail-i Receb 1062/8-18 Haziran 1652 tarihli fermanla, o tarihlerde fiilen Kayseri sancak beyi olan Mustafa’nın halka ve fakirlere zulm etti ğinden, livada oturan fakir halkın şikâyetçi olduklarından bahisle, sanca ğın altı yıl Girit’te hizmet eden Dilaver’e arpalık olarak verildi ği bildirilmi ştir 188 . XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğı mutasarrıflı ğı görevinde bulunan sancak beylerinden tespit edilenler eklerde Tablo 2.1’de verilmi ştir.

2.1.2. Mütesellim

Mütesellim; kelime anlamı olarak, Arapça seleme kökünden gelip, teslim olunan şeyi ahz ve kabul eden, bir idare memuru tarafından vergi ve rüsumun kabzına memur adam, tahsil memuru, muhassıl olarak ifade edilmektedir 189 . Terim olarak ise; eskiden kendisine büyük idari mansıplar tevcih olunanların o makamı kendi adlarına teslim almaya ve kendileri gelinceye kadar idare etmeye memur ettikleri kimselere bu

187 K ŞS 20/2, 47/1101. 188 “… hâliya Kayseriyye sanca ğı beyi olan Mustafa reâyâ ve fukarâya ziyâde zulm ve teaddi üzere oldu ğunu livâ-i mezbûrda sâkin olan reâyâ fukarâsı şikâyet eylediklerin ve senin için yarar ve devlet-i aliyyenin emekdâr ve nâmdârı oldu ğundan gayrı altı sene Girid ceziresinde nice hizmet ve emekleri sebk edip müstehakk-ı inâyet ve sezâvâr-ı atife oldu ğu ecilden … hatt-ı hümâyun-ı saâdet-makrûnumla zikrolunan Kayseriyye sanca ğın ber-vech-i arpalık sana tevcih ve inâyet edip ilâm için tayin olunmu ştur. Buyurdum ki, bir an ve bir saat te’hir ve tevakkuf etmeyip varıp, livâ-i mezbûra ber-vech-i arpalık mutasarrıf olup, hıfz ve hırâset ve reâyâ ve berâyânın himâyet ve siyânetinde ve memur oldu ğu hizmet-i hümâyunda mecd ü say’ olasın, şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimâd kılasın …” K ŞS 59, 72/207. Halka zulmeden veya herhangi bir şekilde haksız muamele yaptı ğı için halkın şikâyetçi oldu ğu mutasarrıflar devlet tarafından görevden alınmakta ve yerine yeni bir mutasarrıf tayin edilmekteydi. Kayseri sanca ğına mutasarrıf olan Mustafa, kendilerine zulmetti ğine dair halkın şikâyeti üzerine görevinden alınarak yerine Dilaver Pa şa tayin edilmi ştir. Bk. Selçuk, s. 19. 189 Şemseddin Sami, s. 1277. 51 isim verilirdi. Keza, sefere gittikleri zaman yerlerine vekil olarak bıratıkları kimselere de mütesellim denirdi 190 . XVII. yüzyılda az sayıda görülen mütesellimlik görevi, XVIII. yüzyılda çok yaygın olup, muhassıllık, voyvodalıkla yönetilen sancakların dı şındaki bütün sancaklar mütesellimlerle yönetilmektedir. Mutasarrıf, mütesellim tayinini bir buyruldu ile, kazadaki kadılara, kethüdayerlerine, yeniçeri serdarlarına, âyan-ı vilayete ve i ş erlerine duyururdu. Mütesellimlerin, e şkıyanın ortadan kaldırılması, ahaliyi zulümden koruyabilmesi vs. için kuvvetli ve halkın istedi ği ki şiler olmasına özen gösterilirdi 191 . Kayseri sancak beyinin, kendisine vekil olarak mütesellim ataması ile ilgili olarak sicillerdeki kayıtlarda bilgi vardır. Mesela; arpalık olarak Kayseri sanca ğına mutasarrıf olan Mehmed devlet merkezine arzuhâl sunup, sanca ğın kendisine vekâleten müteselim tarafından tasarruf edilebilmesi için gerekli temessük verilmesine dair emr-i şerif rica etmesi üzerine, Kayseri kadısına gönderilen Evail-i Muharrem 1100/26 Ekim- 4 Kasım 1688 tarihli fermanla; verilen temessük gere ğince mütesellimin tayin edildi ği bildirilerek, mütesellime müdahale edilmemesi, mahsul ve vergilerin kanun ve defter gere ğince tahsil ettirilmesi emredilmi ştir192 . Mütesellimin seçilmesi ve tayini a şamasında, öncelikle mutasarrıf tarafından devlet merkezine durum arz edilmekte, bunun üzerine kadılara padi şah fermanı gönderilerek mahsulün ve vergilerin mutasarrıf adına mütesellim tarafından zaptedilmesi emredilmekteydi. Mütesellim tayin edilen ki şinin eline mektup verilmekteydi (Evâsıt-ı Ramazan 1078/23 Şubat-4 Mart 1668)193 . Ayrıca Kayseri kadısına, sanca ğın mutasarrıfı tarafından gönderilen buyruldu ile, Kayseri sanca ğına mütesellim tayin edilen ki şinin mahsul ve verginin toplanması için görevlendirildi ği duyurulmaktaydı (Rebiülevvel 1095/ Şubat-Mart 1684) 194 .

190 Midhat Serto ğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı , 2. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, s. 235. 191 Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Ya şantısı , Ankara 1985, s. 196-197; Öztürk, s. 24. Beylerbeyi veya sancak beyinin tayin edece ği mütesellimin bir fermanla İstanbul’dan onaylanması gerekti ğinden; kapı kethüdası vasıtası ile bir dilekçe gönderilerek mütesellim tayin edilecek şahıs İstanbul’a bildirilir ve ferman talebinde bulunulurdu. Daha sonra buyruldu ile mütesellim tayin edilen ki şi sancak görevlilerine bildirilirdi. Yücel Özkaya, “Mütesellim”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXII, İstanbul 2006, s. 203. 192 K ŞS 96, 74/199. Görevlerine ilaveten sanca ğın tasarrufu kendilerine arpalık olarak verilen görevliler, vekil olarak bir mütesellim tayin etmi şlerdir. Revan Seferi sırasında yararlılı ğı görülen Dilaver Pa şa’ya Van muhafızlı ğı göreviyle birlikte 1635’te Kayseri sanca ğının tasarrufu arpalık olarak verilmi ş, o da o ğlu İsmail Bey’i mütesellim olarak tayin etmi ştir. Ahmed Nazîf, Mir’at-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi , hzl.: Mehmet Palamuto ğlu, Kayseri Özel İdare Müdürlü ğü ve Kayseri Belediyeler Birli ği Yay., Kayseri 1987, s. 137 vd. 193 K ŞS 77/2, 196/399. 194 K ŞS 91/3, 319/616. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-23. 52

Mütesellim, tayin edildikten sonra, mahkemeye başvurarak, görevine fiilen ba şladı ğının sicile kaydedilmesini isteyebilmektedir. Mesela; Arslan Bey, mahkemeye gelip, Gurre-i Şaban 1027/24 Temmuz 1618 tarihinde, fiilen Kayseri sancak beyi olan Ebubekir Bey’in mütesellimi oldu ğunu belirterek, görevini yerine getirdi ğinin sicile kaydedilmesini istemi ş ve bu talebi yerine getirilerek durum sicile kaydedilmi ştir 195 . Bir ki şi birkaç defa mütesellim olarak tayin edilebilmekteydi. Daha önce mütesellim olarak görev yapmı ş ki şinin yeniden aynı göreve tayin edildi ğine dair Cemaziyelâhir 1062/Mayıs-Haziran 1652 tarihli bir buyrulduda; mutasarrıfın daha önce mütesellimi olan Hüseyin A ğa’nın tekrar mütesellim tayin edildi ği ve kendisine vekâleten örfi vergilerin tahsili vs. konularda mütesellime kimsenin müdahale etmemesi gerekti ği belirtilmi ş ve tayin edildi ğine dair temessükün sicile kaydedilmesi istenmi ştir 196 . Sefere giden mutasarrıf, yerine vekâleten mütesellim tayin etmi ştir. Kayseri sanca ğını arpalık olarak tasarruf eden Mustafa Pa şa’nın mütesellimi olan Konyalı Mustafa A ğa, Pa şa sefere gidece ğinde di ğer Mustafa’yı azledip, vekil ve sanca ğa mütesellim olarak kendisini tayin etti ğini mahkeme huzurunda ifade etmi ş, livada kendisinden önce mütesellim olarak görev yapan Saçlızâde Mustafa A ğa’nın muhasebesinin görülmesi için gönderilen ferman gereğince bakıldı ğında, Saçlızâde’nin zimmetinde para olmadı ğı tespit edilerek deftere kaydedilmi ştir (Evahir-i Ramazan 1067/2-12 Temmuz 1657) 197 . Devamında kayıtlı olan konuyla ilgili 3 Şevval 1067/15 Temmuz 1657 tarihli mektupta da eski mütesellimin muhasebesinin görülmesi, zimmetinde para varsa aldırılarak, merkeze hızlı bir şekilde gönderilmesi gerekti ği bildirilmektedir 198 . Mütesellimin takip etti ği konular arasında, kimsesiz olarak ölen şahısların geride bıraktıkları mülklerinin devlet adına zaptedilmesi i şi de vardı. Mesela; Kayseri’de bulunan ve Gön Hanı 199 olarak bilinen handa vefat eden Hacı Mehmed’in vârisi olmadı ğından, mülkleri mirliva Ebubekir Bey’in mütesellimi olan Ali Çelebi tarafından zaptedilmi ştir (Evail-i Receb 1027/24 Haziran-3 Temmuz 1618) 200 .

195 K ŞS 20/1, 83/369. 196 K ŞS 59, 84/231. 197 K ŞS 66/2, 101/199. 198 K ŞS 66/2, 120/295. 199 Kayseri’de Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kapalı Çar şı içinde, Pirî Mehmed Pa şa Hanı (Gön Hanı) yapılmı ştır. Bk. Çayırda ğ, “17. Asır Ortalarına Ait Kayseri İle İlgili Bazı Kayıtlar”, s. 308-309. 200 K ŞS 20/2, 43/1088. 53

Herhangi bir olayı yerinde görmek için mütesellim veya kendisine vekil olarak görevlendirdi ği ki şi, di ğer bazı şahıslarla birlikte ke şfe gitmekteydiler. Örne ğin; Kayseri muzafatından Kızılviran köyü sâkinlerinden Üveys b. Mehmed mahkeme huzurunda, hasta kâfilesini gidece ği yere ula ştırmak için kendi atına yükleyerek ta şıdıkları hastanın ba ğları yakınına geldiklerinde öldü ğünden bahsederek, ke şifle bu durumun tespit edilip kayıt altına alınmasını istemi ş, Kayseri mütesellimi Yusuf A ğa’nın görevlendirdi ği Murat Bey ve bazı Müslümanlar ile ke şfe gidildi ğinde, “ba şı şişip, yüzü kararıp, gözleri dı şına çıkıp, rayihalanmı ş oldu ğu” görülmü ş ve durum deftere kaydedilerek belgenin bir sureti de Üveys’e verilmi ştir (3 Şevval 1063/27 A ğustos 1653)201 . Mütesellim, sancaktaki mahsulün zabt edilmesi için de memur edilmekteydi. Mesela; 10 Şaban 1078/25 Ocak 1668’de fiilen arpalık olarak tasarruf etti ği Kayseri sanca ğındaki mahsulün zabtı için mutasarrıf Hızır Pa şa tarafından, Mustafa A ğa’nın mütesellim tayin edildi ği ve kimseye müdahale ettirilmemesi ifade edilmi ştir. Eski mütesellim Osman zimmetinde kalan mahsul varsa alınıp yeni mütesellim Mustafa Ağa’ya verilmesi istenmi ştir (11 Şaban 1078/26 Ocak 1668 ) 202 . Mutasarrıf Dilaver Pa şa tarafından Kayseri kadısına gönderilen buyruldu ile; fiilen mutasarrıf oldu ğu Kayseri sanca ğı mütesellimli ğine 20 Rebiülevvel 1095/7 Mart 1684 tarihinde Veli A ğa’nın tayin olundu ğu, mahsulün ve vergilerin eskiden beri uygulanan usullere göre toplanması için gerekenin yapılması istenmektedir 203 . Mütesellim tayinleri genellikle bir yıllık sürelerle yapılmaktaydı. Ancak bir ki şinin birkaç defa mütesellim tayin edildi ği de olmu ştur. Mesela; Kayseri mutasarrıfı tarafından kadıya gönderilen buyruldu ile; arpalık olarak mutasarrıf oldukları Kayseri sanca ğının daha önce mütesellimi olan Ali A ğa’nın azledilerek yerine, Rebiülevvel 1099/Ocak-Şubat 1688’den itibaren bir yıllı ğına, Mehmed A ğa’nın tayin edildi ği bildirilmi ştir 204 . Devamındaki buyruldu ile; daha önce azledilen Ali A ğa’ya Zilkade

201 K ŞS 63, 26/99-1. Mütesellimin kendi yerine vekil olarak birini bıraktı ğı da olurdu. Ayrıca mütesellimin görevinde bir yıl süreyle kalması kural oldu ğu hâlde, buna ço ğunlukla uyulmazdı. Birkaç ay görevde kalan mütesellimler oldu ğu gibi, yıllarca aynı sanca ğın mütesellimliğini yapanlara da sıkça rastlanmaktaydı. Özkaya, “Mütesellim”, s. 203. Mahkemede görülen davanın takibi ve tefti şi için mütesellim tarafından bir müba şir görevlendirilmesi uygulaması, Ankara sanca ğında da görülmektedir. Mesela; 25 Ramazan 1065/29 Temmuz 1655 tarihli kayda göre, Aya ş kazasına ba ğlı Bayram köyü ahalisinden Abdi bin Abdulkerim’in e şini dövdü ğüne dair davanın takip ve tefti şi için, Ankara sancak beyi Ömer Pa şa’nın mütesellimi Yusuf A ğa tarafından Ali Be şe adlı şahıs müba şir olarak görevlendirmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Ankara Şer’iye Sicili 41, 22; Hülya Ta ş, XVII. Yüzyılda Ankara , TTK Yay., Ankara 2006, s. 82. 202 K ŞS 77/2, 165/329. 203 K ŞS 91/3, 326/631. 204 K ŞS 96, 51/141. 54

1099/A ğustos-Eylül 1688’den itibaren bir yıl süre ile mütesellimlik görevinin tekrar verildi ği ve eski mütesellim ile dı şarıdan kimselere müdahale ettirilmemesi istenmektedir 205 .

2.1.2.1. Mütesellim Hakkında Halkın Şikâyetleri

Kayseri sanca ğındaki bazı mütesellimler, di ğer ehl-i örf yöneticiler gibi, halka zulmetmekten geri kalmamı şlardır 206 . Sancak beyinin kazadaki vekili olan mütesellimin görevini kötüye kullandı ğının örnekleri şer’iye sicillerinde mevcuttur 207 . Bu belgelerden biri, sefer zamanı mütesellimin devre çıkarak 208 görevi suistimal etmesi ile alakalıdır. Bu konuyla ilgili olarak, devlet merkezine ula şan bir şikâyet veya duyum üzerine bunun için gerekli tedbir alınmak üzere ferman yazılıp gönderilmi ştir. Evâsıt-ı Receb 1027/3- 13 Temmuz 1618 tarihli ferman, kapıcıba şılarından Hacı Mustafa’ya ve umumen kadılara hitaben yazılmı ştır. Seferde olan beylerbeyi ve sancak beylerinin mütesellimlerinin, halkın üzerine devre çıkma bahanesi ile çe şitli vergiler şeklinde her köyden hâllerine göre akçeler toplayıp kanuna aykırı hareket ettiklerinin duyulması üzerine, bu türden sancak beyi veya mütesellimlerine izin verilmeyip haklarından gelinmesi emr edilmi ştir. Emre ra ğmen bunlardan itaat etmeyenler olursa haklarından gelinmesi, kapıcıba şı ve kapıcıların devre çıkan mütesellimlere köy ve mahallelerde

205 K ŞS 96, 53/148. 206 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 147. Anadolu’nun kuzey-güney ve do ğu-batı do ğrultusundaki yol güzergâhlarının kav şağı durumunda bulunan Mara ş eyaletinde Divan’a en çok şikâyet edilen ehl-i örf idarecileri arasında beylerbeyi ve sancak beyleri yer almaktaydı. 1616’da beylerbeyi olan, çe şitli zulüm ve eziyette bulunan Yusuf Bey, bu duruma örnek verilebilir. Halka zulmedenler arasında sancak beyleri, suba şılar, mütesellimler, alay beyleri, voyvoda, çavu ş ve kethüdalar da yer almaktaydı. Bütün bu zulümler kar şısında devlet, ço ğu zaman mahallî kadılara gönderdi ği emirlerle bu tür kanunsuz uygulamaların tekrarlanmamasını, mütesellim ve alay beylerinin haksız olarak aldıkları akçeleri sahiplerine geri vermelerini istemi ştir. E şkıyalık hareketlerinin Mara ş eyaleti örne ğinde incelendi ği çalı şmada yer alan di ğer örnekler için bk. Süleyman Demirci ve Hasan Arslan, “E şkıyalar ve Osmanlı Devleti: Mara ş Eyaleti’nde E şkıyalık Faaliyetleri ve Bunların Merkez-Ta şra Yazı şmalarındaki Yansımaları 1590-1750”, XVI. Türk Tarih Kongresi Tebli ğleri , TTK Yay., Ankara 2010, s. 2-7. (Baskıda) 207 Divan’da mezalimin dinlenmesi, memlekette umumi tefti şler yapılarak zulüm ve haksızlıkların tespiti gibi, adaletname yayınlanması da, hükümdarın, ülkesinde adaleti sa ğlamak için ba şvurdu ğu ba şlıca tedbirlerden biridir. Adaletname, devlet otoritesini temsil edenlerin, reayaya kar şı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını; kanun, hak ve adalete aykırı tutumlarını ola ğanüstü tedbirlerle yasaklayan bir padi şah hükmüdür. Adaletnameler, reayadan kanuna aykırı olarak alınan tekâlif gibi yaygın hâl alan birtakım haksızlıkları, padi şahın yasakladı ğını halka ve görevlilere bildiren umumi bir beyanname niteli ğindedir. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 49-52. 208 Görevlilerin kanunsuz salgunlar salması, kalabalık bir maiyetle köyleri devre çıkarak kendilerini ve hayvanlarını besletmeleri, adaletnamelerin ve kanunların şiddetle yasakladı ğı en yaygın suistimal şekilleridir. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 69. Salgunlar veya salmaların uygulanı şı ve hükûmetin bu konuda yayınladı ğı adaletnameler için ayrıca bk. İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire, 1600-1700”, s. 306. 55 rastladıklarında salb ve siyaset 209 edilmeleri emredilmi ştir. Kapıcıba şı ve kadılara bu yönde tenbih edilerek, rastlandı ğı yer ve zamanda salb edilen mütesellimin malının mirî için zabt edilmesi söylenmi ştir 210 . Halk, zaman zaman kendilerinden haksız yere para talep etti ğini söyledikleri mütesellim hakkında şikâyetçi olabilmekteydiler. Örne ğin; Kayseri kadısına gönderilen Evâsıt-ı Şaban 1078/25 Ocak-4 Şubat 1668 tarihli fermandan; kaza halkının devlet merkezine mektup göndererek kendilerinden çe şitli adlarla para alınmamasına dair fakir halkın elinde fermanlar varken, hâlâ Kayseri mütesellimi olan Osman, şehir kethüdası Ali ve Yusuf ile İslâmlı Nahiyesi kethüdaları ve nahiyeden bazı ki şilerin, köy köy gezerek fakir halkın parasını alarak zulmettiklerini söyleyip davacı olduklarında bu ki şilerin fermana uymadıklarını bildirdiklerini görüyoruz. Bunun üzerine gönderilen çavu şlardan Hızır Çavu ş hükümle birlikte kazaya vardı ğında, kanuna aykırı olarak kimseye bir iş yaptırılmaması için gerekenin yapılması emredilmi ştir 211 . Mütesellimler de kendilerine vekil tayin etmi şlerdir. Mütesellimin vekil tayin etti ği ki şinin, miras konusunda ba şkalarına müdahale etmesiyle konunun mahkemeye intikal etti ği de olmu ştur. Mesela; Sayeci Mahallesi’nden Nazlı bt. E şen Hatun adlı gayrimüslim kadın, arpalık olarak Kayseri sanca ğı mutasarrıfı olan Hızır Pa şa’nın mütesellimi Osman A ğa’nın vekili olan Davud Bey b. Mustafa’dan davacı olmu ştur. Kendisi, Selaldı Mahallesi’nden ölen Gülüm şah bt. Artin adlı kadından miras kalan malları zaptetmek istedi ğinde, mütesellimin buna engel oldu ğunu söylemi ş, Davud Bey ise cevabında Nazlı adlı kadının mirasçı oldu ğunu inkâr ederek, söz konusu malları beytülmal için almak istemi ş; Nazlı’dan delil getirmesi istenmi ş, iki gayrimüslim Nazlı’nın durumuna şahit olduklarını ifade etmeleri üzerine, mirası Nazlı’nın almasına

209 Arapça’da salb kelimesi asma, asarak idam etme; siyaset kelimesi de ceza, mücâzât, idam cezası anlamlarına gelmektedir. Şemseddin Sami, s. 754, 830. “Salb ve siyaset” , prensip olarak padi şah otoritesini temsil eden beylere ait oldu ğundan, umumi kaide şudur ki, idam ve uzuv kesilmesi gibi siyaset cezaları söz konusu oldu ğunda, kadının hükmü her yerde mutlak surette sancak beyi veya onun suba şısı tarafından yerine getirilirdi. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 82. 210 K ŞS 20/2, 70/1223. 211 K ŞS 77/2, 185/391. Yetkililerin kanuna ve devlet menfaatine aykırı olarak kendi özel çıkarları için halktan bir şeyler alması, Osmanlı Devleti’nde büyük bir suç sayılmı ştır. Fakat kanunun tanıdı ğı aidatla rü şvet arasındaki çizgiyi çizmek genellikle kolay olmaz. Nihayet, kanun eskiden beri âdet olmu ş birtakım hediyelerin alınmasını caiz görmü ştür. Kanun-i Osmanî geldikten sonra da, görevliler ekseriya “Eskiden beri verilmi ştir.” diyerek eski hizmetleri ve vergileri isterlerdi. Genellikle Osmanlı Devleti’nde âdetlere ve kanun-i kadîme olan ba ğlılık ve saygı da bu duruma yardım etmekteydi. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 52. 56 ve Davud Bey’in müdahalesine izin verilmemesine karar verilmi ştir (19 Zilhicce 1077/12 Haziran 1667)212 . Zaman zaman mutasarrıf ile vekili olan mütesellim arasında da anla şmazlıklar meydana gelmi ştir. Mütesellim, zimmetindeki parayı vermedi ğinde, mutasarrıf bunu devlet merkezine bildirerek gerekli i şlemin yapılmasını istemi ştir. Mesela; Kayseri mutasarrıfı Ebubekir, devlete arzuhâl gönderip eski mütesellim olan kendi adamlarından Saçlızâde Mustafa’nın zimmetinde livaya ait oldu ğunu söyledi ği parayı istedi ğini, ancak onun vermedi ği bildirmi ş ve Saçlıo ğlu Mustafa’nın devlet merkezine ça ğırılması için emr-i şerif istedi ğini ifade etmi ştir. Bunun üzerine Kayseri kadısı, Kayseri sanca ğı mütesellimi, kethüdayeri, yeniçeri serdarı ve sair âyan-ı vilayete gönderilen Evahir-i Cemaziyelevvel 1079/26 Ekim-5 Kasım 1668 tarihli fermanla; mutasarrıf ile birlikte eski mütesellim Mustafa’nın İstanbul’a getirilerek durumlarının Divân-ı Hümâyun’da görülmesi emredilmi ştir 213 . Adı geçen mütesellimin, İstanbul’a götürmek üzere, kapıcıba şlarından Ömer A ğa’ya teslim olunması gerekti ği söylenmektedir (10 Cemaziyelâhir 1079/15 Kasım 1668)214 . Ölen mutasarrıfın geride bıraktı ğı malların mirî için zaptedilmesinde mütesellimin ihmali görülürse müba şir görevlendirilmek suretiyle durumun yerinde görülmesi istenmekteydi. Bununla ilgili; Kayseri kadısına 11 Safer 1095/29 Ocak 1684 tarihli bir ferman gönderilerek; daha önce Kayseri sanca ğına mutasarrıf iken ölen Dilaver Pa şa’nın mallarının mirî için alınması emredildi ği hâlde, ölen mutasarrıfın mütesellimi olan Zülfikar’ın, bir seneden fazla süredir malları zaptederek, mutasarrıfa ait olan vergiler ve mahsullerin hesabını yapmayarak zimmetinde kaldı ğı ifade edilmi ş; durumun yerinde görülmesi ve tefti şi için görevlendirilen müba şirin ile birlikte mütesellimin devlet merkezine gönderilmeleri emredilmi ştir 215 . XVII. yüzyılda görev yapan ve şer’iye sicillerinden tespit edilebilen mütesellimlerin isimleri eklerde Tablo 2.2’de verilmektedir. Bazı belgelerde mütesellimi ifade etmek için kaim-i makam tabiri kullanıldı ğı da görülmektedir.

212 K ŞS 74/1, 26/57. 213 K ŞS 78/3, 291/678-1. 214 K ŞS 78/3, 292/679. 215 K ŞS 91/3, 315/609. Devamındaki kadıya hitaben yazılan belgede aynı konuya de ğinilmekte ve mütesellimin devlet merkezine ula ştırılıp durumun görü şülmesi istenmektedir. K ŞS 91/3, 316/610. 57

2.1.3. Yeniçeri Serdarı

Türk-İslâm devletlerinde genellikle ordu kumandanı anlamında kullanılan serdar kelimesi, “bir zümrenin ba şı” anlamında da kullanılmı ştır. Yeniçeri a ğası tarafından küçük yerlerde asayi ş ve inzibatın sa ğlanması için görevlendirilen, daha ziyade “korucu” ve “oturak” denilen kıdemli ve emekli yeniçerilerin önde gelenlerine de yeniçeri serdarı denilmi ştir 216 . XVI. yüzyılın ortalarından sonra, ba şta İstanbul şehri olmak üzere, şehirlerin emniyet i şlerinin sa ğlanmasında yeniçeri serdarları da görev almaya ba şlamı şlardır. Bu maksatla, bu yüzyılın sonlarına do ğru yeniçeriler ve altı bölük halkı şehirlerde garnizonlar şeklinde te şkilatlanmı şlardır. Sancaklarda yeniçeri serdarının tayini, yeniçeri a ğasının mektubu ile olmaktaydı. XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğında yeniçeri serdarı, eski kanunlar gere ği, oca ğın emektarları arasından seçilmektedir. Sancaklardaki suçluların tutuklanması ve hapsi gerekti ği durumlarda bu i şlem kazada yeniçeri serdarı marifetiyle yapılmaktaydı 217 . Yeniçeri serdarı, herhangi bir sebeple devlet merkezinden uzakta bulunan yeniçerilerin o bölgedeki en büyük amirlerine verilen isimdi. Bunlar aynı zamanda bulundukları yerlerdeki gönüllülerin ve gönüllü yeniçerilerin de amiriydi 218 . Sancakta ve şehirde garnizonlar hâlinde bulunan kapıkulu sipahilerin ba şına tayin edilen serdar veya yeniçeri zâbiti ile sipahilerin ba şına tayin edilen kethüdayeri adlı komutanlar, şehirdeki üretim faaliyetlerine katılarak ve ticaretle u ğra şarak mal, mülk ve servet sahibi olmu şlardır. Şer’iye sicillerindeki kayıtlardan; ta şra ümerasından olan beylerbeyi ve sancak beyinden sonra gelen kısmı, merkez askerlerinin barı ş zamanlarında tımarlı sipahiler gibi normal hayatlarına devam ettikleri anla şılmaktadır ve hatta devlet de bu faaliyetleri ola ğan kar şılamaktadır 219 . Yeniçeri serdarının seçilmesi ve atanması ile görev ve sorumlulukları hakkında bilgi edinilebilecek kayıtlar sicillerde mevcuttur. Mesela; Kayseri kadısına hitaben gönderilen Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1020/21-31 Temmuz 1611 tarihli yazı ile; kazaya ba ğlı olan Develi Karahisar adlı yere İslâm askerleriyle geldiklerinde, sâkin olan

216 Abdülkadir Özcan, “Serdar”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXVI, İstanbul 2009, s. 552. Serdar kelimesi, Farsça’da “ba ş tutan” , “ba ş mevkii i şgal eden” demektir ve genellikle kabile reisi, rehber ve kumandan anlamlarında kullanılmı ştır. Osmanlı Devleti’nde şehirler arası yolların güvenli ğine memur edilenlere de kır serdarı denilmi ştir. Bk. T. W. Haig, “Serdâr”, İA, MEB Yay., C. X, Eski şehir 1997, s. 513. 217 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 148-149. 218 Serto ğlu, s. 368. 219 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında …”, s. 501. 58 yeniçeri yolda şlarının gelip kendilerine, orada oturan yolda şlardan birinin “serdar” seçilmesi ve tayin edilmesini istedikleri ve 56. bölükten Kadri Hüseyin’in serdar tayin edilerek, mektup tahrir olundu ğu bildirilmektedir. Mektup ula ştı ğında, serdarın görevde istihdam edilerek, yeniçeri yolda şlarının adı geçen şahsı serdar bilmeleri ve onun sözünden çıkmamaları, inat ve muhalefet edenlerin ve sefere gitmeyip kendi havalarında olanların isim, resim ve bölüklerinin yazılıp bildirilmesi ve dirliklerinin kat olunması için tenbih edilmektedir. Ayrıca levend taifesinden bazı e şkıyanın dahi; burma astar, yakalı tulum, ya ğmurluk giyerek; tüfek ta şıyıp yeniçeri ve acemi o ğlanı tavrında ve şeklinde gezip fukaraya zulmedenlerin de serdarca ahz ettirilip haklarından gelinmesi istenmektedir 220 . Görüldü ğü üzere yeniçeri serdarları, yeniçeri a ğası 221 tarafından gönderilen mektup ile tayin edilir, mektubun bir sureti de sicile yazılırdı 222 . Kaza ve köylerde bulunan topçular üzerine bir serdar tayin edilmektedir. Mesela; Kayseri şehir merkezinde sâkin olan topçu yolda şlarından Ahmed, kazadaki ve köylerdeki topçulara serdar olarak seçilip tayin edilmi ştir. Fakir halka zulmedenlerin yola getirilmesi ve tenbih edilmesi ile, topçu olmadı ğı hâlde topçu tertibatı ile gezenlerin ve bunu bahane ederek halka zulmedenlerin engellenmesi istenmiştir 223 . Aynı şekilde, kazadaki cebeciler üzerine de bir serdar tayin edildi ği görülmektedir. Kayseri kadısına gönderilen Gurre-i Ramazan 1067/13 Haziran 1657 tarihli mektupla; kazada sâkin cebecilerin zabtı ve görülmesi gereken i şleri için, yine

220 K ŞS 15/2, 231/1006. 1024-1025/1615-1616 yıllarına ait mühimme defterinde yeniçeri serdarı tayinine dair kaydedilen hükümde; kazada oturan yeniçeriler üzerine serdar olan Ahmed’in azledilerek yerine emektarlardan olan 44. bölükte Korucu Ali adlı şahsın serdar tayin edildi ği Kayseri kadısına bildirilmektedir. Serdarın sözüne itaat etmeyen yeniçerilerin isim ve bölükleriyle devlet merkezine bildirilece ği ve bunların dirliklerinin ellerinden alınaca ğı ifade edilerek, levend taifesinden olup da yeniçeri ve acemi o ğlanı gibi gezerek fakirlere zulmeden e şkıyanın yakalanıp hakkından gelinmesi emredilmi ştir. Ayrıca yeniçeri ve acemi o ğlanlarından olup ba şka şehirlerden Kayseri’ye gelip şehirde vefat edenler oldu ğunda bunların geride bıraktıkları malların sûk-i sultanîde satılarak hasıl olan paranın keselenerek serdara teslim edilmesi istenmektedir. BOA, MHM 81, 259/587. 221 Yeniçeri a ğası, yeniçeri oca ğının amiri ve en büyük komutanı olup, devlet tarafından güvenilen ki şiler bu makama getirilirdi. A ğaların 400 akçe yevmiyesi ve koyun emininden yılda 8.000 akçe geliri vardı. Yeniçeri a ğası terfi ederse; beylerbeylik, vezirlik veya kaptanpa şalık verilirdi. XVII. yüzyıldan sonra, ağalıktan sadrazamlı ğa getirilen de olmu ştur. Serto ğlu, s. 366. Yeniçeriler, Osmanlı ordusunun daimî ve hazineden ulufe alan kapıkulu askerlerinin en mühim sınıfıdır. Yeniçeri oca ğı, padi şahın hassa kuvveti olup, seferde onun emir ve kumandası altında bulunurdu. Yeniçeri Oca ğı’nın ba şı olan yeniçeri a ğasının Divân-ı Hümâyun’un asli üyeleri arasında oldu ğu kanunnamelerede tespit edilmi ştir. Yeniçeriler, hazarda ve seferde padi şahın maiyetinde bulunarak hizmet etmi şlerdir. Bk. Mücteba İlgürel, “Yeniçeriler”, İA, MEB Yay., C. XIII, Eski şehir 1997, s. 385, 388, 395. 222 Bk. K ŞS 15/2, 268/1126. Belgede; Kayseri’de oturan yeniçerilere daha önce serdar olan, Haydar bölükba şının, serdar seçilmesi ve tayinine dair, yeniçeri ağası Mehmed A ğa’nın mektubunun geldi ği ve sicile kaydedildi ği ifade edilmektedir. 223 K ŞS 15/2, 254/1080. 59 cebeciler zümresinden olup oca ğın eski emektarlarından olan Şuayb Be şe’nin serdar seçilip tayin edildi ği ve bu mektubun yazıldı ğı belirtilmi ş; kethüda vs. görevlilerin yeniçeri serdarının i şlerine karı şmamaları tenbih edilmi ştir 224 . Yeniçeri serdarı tayini ile ilgili kayıtlarda; serdar tayinin “üslüb-ı sabık üzere” yani eski tarihlerden beri uygulanan usullerle yapıldı ğı ifade edilerek, yeni serdarın görev ve sorumlulukları belirtilmi ştir. Mesela; kadıya gönderilen 5 Zilhicce 1065/6 Ekim 1655 tarihli mektupla; kazada bulunan yeniçeri serdarının azledilerek, yerine 22. cemaatten Süleyman adlı yolda şın seçilerek tayin olunarak, bu mektubun yazıldı ğı ifade edilmi ştir. Mektup yerine ula ştı ğında, Süleyman’ın serdarlık i şlerinde görevlendirilerek, kimsenin müdahale ettirilmemesi; yeniçeri, acemi o ğlanı, topçu ve cebecilerin Süleyman’ı serdar bilip sözüne itaat etmeleri, taifeden ölen ve mirîye ait malları olanların mülklerinin alınıp sattırılarak, elde edilen nakit paranın imzalı ve mühürlü müfredat defteriyle birlikte merkeze gönderilmesi istenmektedir 225 . Yeniçeri, topçu, acemi o ğlanı ve cebeci taifeleri üzerine serdar tayininin, yeniçeri a ğasının mektubu ile yapıldı ğına dair sicillerde kayıtlı belgeler mevcuttur. Yeniçeri serdarı tayini için Kayseri kadısına gönderilen padişah fermanları da görülmektedir. Mesela; Kayseri kadısına hitaben gönderilen Evâsıt-ı Rebiülevvel 1066/7-17 Ocak 1656 tarihli fermanda; 79. cemaat yolda şlarından Kerim’in serdar seçilip tayin edildi ği; bununla ilgili olarak, yeniçeri a ğası olan Mehmed A ğa’nın mühürlü mektubuna göre hareket edilmesinin emredildi ği görülmektedir 226 . Yeniçeri serdarı tayinleri sicillerde ço ğunlukla, eskisinin azledilerek yerine yeni serdarın tayini şeklinde olmakla beraber; mevcut serdarın görevinde bırakılarak görev süresinin uzatıldı ğı durumlar da kayıtlarda görülebilmektedir. Mesela; kadıya gönderilen Ramazan 1061/Ağustos-Eylül 1651 tarihli mektupla, o tarihte kazada fiilen yeniçeri serdarı olan, 70. cemaatten Ahmed’in serdarlı ğının yenilendi ği ve bu mektubun yazılarak gönderildi ği belirtilmi ştir 227 . Bir belgede ise; “Abdülkerim Çelebi’nin

224 K ŞS 66/2, 121/299. Devamında ise; Kayseri kadısına gönderilen fermanda; aynı husus dile getirilerek; fiilen cebeciler a ğası Osman A ğa tarafından verilen mühürlü mektup ile cebecilere serdar tayin edilen Şuayb Be şe’nin cebecilerle ilgili i şlerine kethüdayeri vs. görevlilerin karı şmaması ifade edilmi ştir. 66/2 KŞS, 121/300. ( Evâil-i Ramazan 1067/13-23 Haziran 1657) 225 K ŞS 60/2, 131/442. Aynı defterde, serdar tayini ile ilgili di ğer belgeler için bk. 128/432-2; 137/455. 226 K ŞS 60/2, 145/472. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-8. 227 K ŞS 61/2, 136/436. Metnin orijinali ve çevirisi için bk. Ek-12. Mektubun devamında; bu mektup gere ğince emr-i şerif yazıldı ğı ve sicill-i mahfuza kaydedildi ği belirtilmektedir. K ŞS 61/2, 137/437. (Evâhir-i Ramazan 1061/6 Eylül 1651) 60 serdarlık mektubu” şeklinde der-kenar olarak belirtilmi ştir. Buradan da anla şıldı ğı üzere, serdar tayininde, yeniçeri a ğasının mektubu ile i şlem yapılmaktadır 228 . Kayseri kadısına gönderilen Evail-i Safer 1068/8-18 Kasım 1657 tarihli fermanda ise; o tarihlerde Kayseri’de fiilen serdar olan Abdülkerim’in görevinin “kemâkan ibkâ ve mukarrer” oldu ğu belirtilerek; yeniçeri, acemi o ğlanı, do ğancı ve cebecilerin zabtı, taifeden ölenlerin geride bıraktıkları mallarının satılmasından elde edilen nakit paranın serdara teslim edilerek merkeze ula ştırılması gibi i şler için, İstanbul’daki yeniçeri a ğası tarafından verilen mühürlü mektuba göre hareket edilmesi emredilmektedir229 . Kayseri kadısına gönderilen Evâsıt-ı Ramazan 1073/18-28 Nisan 1663 tarihli mektupta ise; mevcut yeniçeri serdarının azl edilerek yerine 70. cemaatten emekli olan Mehmed Be şe’nin serdar tayin edildi ği ifade edilerek; serdardan kazadaki nahiye ve köylerdeki yeniçerilerin serhadlere ve isimlerinin yazılı oldu ğu görev yerlerine gitmeleri; korucu, oturak, acemi o ğlanı, kul o ğlanı ve emekli olan topçu, cebeci neferlerinin de memur oldukları mahallere gitmeleri için, sıkı sıkı tenbih edilmesi ve duyurulması kadıdan istenmektedir. Bundan sonra kazaya adam gönderildi ğinde, emre ra ğmen görev yerine gitmeyerek asker kıyafetiyle gezen biri görülürse haklarından gelinece ği de ifade edilmektedir 230 . Yeniçeri serdarının görevleri arasında, mirasçısı olmadan vefat eden yeniçerilerin mallarının mirî için zaptedilmesi bulunmaktadır. Konuyla ilgili 25 Şevval 1073/2 Haziran 1663 tarihli bir ilamda; Salur köyünden Ahmed b. İbrahim’in, serdar Mehmed Be şe b. Abdi’den davacı oldu ğu görülmektedir. Davasının sebebi; aynı köyden iken vefat eden Abdi Be şe ibn-i Osman’ın geride kalan mallarını, beytülmal için almak yetkisine sahip olan serdarın, kendisinin mirastaki hakkını almasına izin vermemesidir. Davacı; ölenin, kendisinin akrabası oldu ğu ve verasetinin kendisine ait olması gerekirken, serdarın buna engel oldu ğunu söyleyerek sorgulanmasını istemi ştir. Serdar ise cevabında, ölenin bilinen bir vârisi olmadı ğı için mirasını beytülmal için zaptetti ğini söyleyerek iddiacının hısımlı ğını inkâr etmi ştir. Ahmed’den delil getirmesi istenmi ş; şahitli ğine güvenilir Müslümanlardan, biri Merkepçi Mahallesi’nden di ğeri de Güllüce köyünden, iki ki şi de Ahmed’in ölen ki şinin nesebinden oldu ğuna dair şahitlik edince,

228 K ŞS 65, 77/207. 229 K ŞS 66/2, 142/416. 230 K ŞS 75, 127/307. 61

Ahmed’in ölenin mirasını zabtetmesine ve serdarın müdahalesinin engellenmesine karar verilmi ştir 231 . Yeniçerilerin sefere katılımının sa ğlanması için, serdarın gerekli tedbirleri alması istenmi ştir. Mesela; fiilen Kayseri sanca ğındaki ve sanca ğa ba ğlı olan nahiyelerdeki cebecilere serdar olan 4. bölükten Ömer Be şe’ye hitaben gönderilen Cemaziyelâhir 1078/Kasım-Aralık 1667 tarihli yazı ile; devam eden sefer için gerekli olan askerlerin temini için; etrafta sâkin olan yolda şları yerlerinden kaldırarak bahardan önce, kendi nizamı ve bayraklarıyla bir an önce orduya katılmaları için gerekenin yapılması istenmi ştir 232 .

2.1.3.1. Yeniçeri Serdarına Müdahale Edilmesi

Önceden yeniçeri serdarlı ğı yapmı ş olan ki şiye müdahale edildi ği yönünde devlet merkezine yapılan ba şvurularda, durum tefti ş edilmekte ve bildirildi ği gibi ise buna izin verilmemesi için emredilmektedir. Bununla ilgili olarak; Kayseri kadısına gönderilen 25 Şaban 1049/21 Aralık 1639 tarihli fermanda; dergâh-i mualla yeniçerilerinden olup eski yeniçeri serdarı olan Mehmed’in devlet merkezine arzuhâl sunarak, daha önce öldürülen vezir Ahmed Pa şa’nın 30.000 altını vardır diyerek isnad edilen haberin tefti ş sonunda asılsız oldu ğu anla şıldı ğından, Mehmed’in bu husus için rencide olunmamasına dair bu fermanın yazıldı ğı; beylerbeyi, mirliva, yeniçeri a ğaları ve zâbitleri tarafından bu hususa müdahale ettirilmemesi ve tekrar şikâyet konusu edilmemesinin emredildi ği ve hüküm yerine ula ştı ğında buna göre hareket edilmesi gerekti ği bildirilmi ştir 233 .

2.1.3.2. Yeniçeri Serdarı Hakkında Halkın Şikâyetleri

Halktan bazılarının, yeniçeri serdarından davacı oldukları olaylar da meydana gelmi ştir. Örne ğin; Kayseri halkından olan debba ğlar yi ğitba şısı Seyyid Ahmed Çelebi ve di ğer bazı Müslümanlar; yeniçeri serdarı olan Durmu ş Be şe, o ğlu Veli ve kölesi Rıdvan’dan davacı olmu şlardır. Şikâyetçi oldukları durum, adı geçen ki şilerin,

231 K ŞS 75, 66/168. 232 K ŞS 77/2, 161/322. 233 K ŞS 42/2, 137/289. Devamındaki ferman da Kayseri kadısına devlet merkezinden yazılmı ş olup; yukarıda adı geçen Mehmed’in belirtilen hususta rencide edilmemesi için emr-i şerif rica etti ği; gönderilen emre göre Mehmed’e bu hususta beylerbeyi, mirliva, yeniçeri a ğaları ve zâbitleri tarafından müdahale ettirilmemesi istenmi ştir. K ŞS 42/2, 137/290 (Evâhir-i Şaban 1049/16-26 Aralık 1639). 62 ekmekçilik yaparak, o bahane ile dı şarıdan gelen zahire arabalarını ve develerini kar şılayıp, kendi kârları için alıp, ayrıca kendi havasında olan bazı gayrimüslimlerden rü şvet alarak, bütün halka lazım olan zahireyi gayrimüslimler için aldıklarını ve bunun gibi birçok konuda halka huzur vermeyip, çar şı ve pazarda yerli halka ve dı şarıdan gelen fakirlere zulmetmekten geri durmadıklarını söyleyerek, Veli’nin zararlı oldu ğunun kaydedilmesini istemi şler ve durum deftere kaydedilmi ştir (5 Ramazan 1067/17 Haziran 1657) 234 . Yukarıdaki olayda adı geçen ki şi hakkında müslim ve gayrimüslim vatanda şların şikâyetine de rastlanmaktadır. Kayseri’deki Müslüman ve gayrümüslim halktan bazıları; Kayseri sâkinlerinden olup daha önce yeniçeri serdarı olan Durmu ş Be şe ibn-i Yusuf adlı yeniçerinin, kendi işleri için İstanbul’a gitti ğinde i şlerini tamamlayabilmek için kendileri hakkında iftira ettiğini, bazı ki şileri tahrik etmek suretiyle, kendilerinin devlet merkezine götürülmelerine sebep olarak zarar verdi ğini bildirerek; durumlarını devlete bildirdiklerinde gerekenin yapılması için emr-i şerif verildi ğini söylemi şlerdir. Davacılar, Durmu ş Be şe’nin huzura getirilerek sorgulanmasını istemi şlerdir. Bunun için görevlendirilen Çukadar Ömer Be şe ve yanındaki görevliler iki defa gelip, Durmu ş Be şe’nin evine ve yakınındaki yerlere bakılmı ş, ancak kaçtı ğından huzura getirilmesinin mümkün olmadı ğı anla şılmı ş; durumu şehir halkından birkaç Müslüman, âyan-ı vilayetten bazı ki şiler ve şehir kethüdası Abdülbaki Çelebi’den sorulmu ş, “mezbur Durmu ş Be şe ve o ğulları kendi havalarında olup fitne ve fesaddan ve Müslüman ve kefere taifesine hilaf-ı şer’i zarar ve teaddiden hâli de ğillerdir.” şeklinde onların kötü hâllerini haber vermi şler ve Durmu ş Be şe’nin durumu deftere kaydedilmiştir (10 Şevval 1067/22 Temmuz 1657) 235 . Aynı konuyla ilgili olarak, Kayseri kadısına ve yeniçeri serdarına da ferman gönderilmi ştir. Evail-i Ramazan 1067/13-23 Haziran 1657 tarihli fermanda; daha önce serdar olan Durmu ş adlı yeniçerinin, Kayseri’de oturan birkaç Müslümanın üzerlerinde “mal-ı mirî” oldu ğunu söyleyerek bu ki şilerin devlet merkezine ça ğırılmasına sebep oldu ğu belirtilerek, ifade edilen ki şilerin eline verilen emr-i şerif gere ğince kendi hâlinde olmayan Durmu ş, bunları rahatsız ederse durumun yazılı olarak merkeze iletilmesi ve bu şekilde davranan di ğerlerine ibret olması için hakkından gelinmesine

234 K ŞS 66/1, 27/63. 235 K ŞS 66/1, 61/132. 63 dair; yeniçeriler a ğası kaymakamı Ebubekir tarafından mühürlü mektup verildi ği ve hüküm ile vardı ğında, bu mektuba göre hareket edilmesi emredilmektedir 236 . Yeniçeri serdarının kendisine vekil tayin etmek suretiyle, i şlerinin görülmesi için İstanbul’a adamını gönderdi ğini görmekteyiz. Serdar ile vekili arasında zaman zaman anla şmazlıklar ya şandı ğına dair şer’iye sicillerinde kayıtlar bulunmaktadır. Mesela; önceleri Kayseri’de yeniçeri serdarı olan Süleyman A ğa ibn-i Sefer Bey, şehirden Hacı Mustafa Çelebi b. Mahmud’dan davacı olarak; tahminen 5 ay önce Ahmed Be şe’yi vekil tayin ederek bir i şi halletmek üzere İstanbul’a gitmesi için 25 kuru şu kendine harçlık ve hizmeti görmek şartı ile de mülkü olan atını emaneten verip gönderdi ğini, atın hâlen Hacı Mustafa Çelebi’de bulundu ğunu söyleyerek sorgulanmasını ve atının alınmasını istemi ştir. Mustafa ise cevabında; atı Konya’da Ahmed Be şe’den 18 esedi kuru şa satın aldı ğını, Süleyman’ın kendi mülkü olan atını Ahmed Be şe’ye emanet verdi ğinden haberi olmadı ğını söyleyerek inkâr etmi ştir. Süleyman’dan delil istenmi ş, iki Müslüman şahıs, Süleyman’ın söyledikleri yönde şahitlik etmi şler; atı Ahmed’e hibe veya ba şka bir yolla vermedi ğine dair Süleyman’ın yemin etmesi istenmi ş, o da yemin edince, atın Süleyman’a teslimi için Hacı Mustafa’ya tenbih edilmesine karar verilmi ştir (8 Zilkade 1067/18 A ğustos 1657)237 . Merkeze intikal eden olaylar arasında, bir yeniçeri serdarının, halktan bir şahsa ait köleyi haksız olarak tutması yer almaktadır. Kayseri kadısına gönderilen Evâsıt-ı Zilhicce 1094/30 Kasım-10 Aralık 1683 tarihli fermanda; Kayseri’de yeniçeri serdarı olan Mahmud’un, Topçuo ğlu Ali Be şe adlı ki şinin İvaz adlı kölesini zorla tuttu ğu için, daha önce kölenin alınması için müba şir ile emr-i şerif gönderildi ği hâlde, itaat etmedi ği bildirildi ğinden, serdar ile kölenin İstanbul’a getirilmesi için Üveys’in müba şir tayin olundu ğu ve bunun için, yeniçeri a ğası kaymakamı Hasan tarafından mühürlü mektup verildi ği bildirilerek, bu mektuba göre hareket edilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması emredilmektedir 238 . XVII. yüzyılda görev yapan yeniçeri serdarlarından şer’iye sicillerinde adı tespit edilenler eklerde Tablo 2.3’te verilmiştir.

236 K ŞS 66/2, 123/309. Müteakip belgede de; o tarihte Kayseri sancak beyili ği görevinde bulunan ki şiye gönderilen mektup ile; aynı şekilde eski serdar Durmu ş Be şe ve bunun gibilerin haklarından gelinmesi için mektuba göre hareket edilmesi gerekti ği bildirilmektedir. (9 Şevval 1067/21 Temmuz 1657) 237 K ŞS 66/1, 92/192. 238 K ŞS 91/3, 314/606; K ŞS 91/3, 314/607. (15 Zilhicce 1094/5 Aralık 1683) 64

2.1.4. Kethüdayeri

Kethüdayeri, terim olarak, herhangi bir kethüdaya vekâlet veya muavinlik eden kimseye verilen isimdir. En me şhuru, yeniçeri oca ğında kethüdabeye vekâlet edendir. Bundan ba şka, devlet merkezinden hariç yerlerde bulunan kapıkulu süvarisinin o mıntıkadaki en büyük amirine de kethüdayeri denilirdi 239 . Kethüdayerinin vazifeleri arasında; şehrin huzur ve güvenli ğini sa ğlamak, fakir ve zayıf olanları e şkıyadan korumak, asayi şi sa ğlamak vb. geliyordu. Altıbölük halkı üzerine zâbit olan kethüdayeri, altı bölük a ğalarının ortak imzalı “kethüdayerilik mektubu” ile tayin olunmaktaydı. Aynı zamanda altıbölük halkının uygunsuz hareketlerinden de kethüdayeri sorumluydu. Bunların toplanarak sefere sevk edilmesi işi, kethüdayerine aitti. Altıbölük halkından olup seferden kaçanların isimlerinin tespit edilerek cezalandırılmaları ile kethüdayeri ilgilenirdi 240 . Kayseri’ye ait kadı sicillerinde tespit edilen kethüdayeri, kapıkulu süvarilerinin en büyük amiri olup, belgelerde sıklıkla geçmektedir. Kayseri şehir merkezi, nahiye ve köylerinde oturan altıbölük halkı üzerine kethüdayeri tayin edilmesinin, “mutâd-ı kadîm” oldu ğundan bahsedilerek, zâbit ve kethüdayeri seçimi ve tayini için, kadı sicillerinde kaydedilmi ş çok sayıda belge bulunmaktadır. Mesela; Kayseri’nin kaza merkezi ve etrafında oturan altıbölük halkına kethüdayeri nasb ve tayin edilmesinin mutâd-ı kadîm oldu ğundan bahisle, silahtarlar zümresinde 9. bölükten, günlük 40 akçe ulufeye mutasarrıf olan Mustafa’nın, zümrenin eski emektarlarından oldu ğu ve bu i şe kadir oldu ğu belirtilerek, kethüdayeri tayin olundu ğu bildirilmi ştir. Altıbölük halkının herhangi bir mesele için mahkemeye vardıklarında önemli i şlerinin görülmesinden sorumlu tutulan kethüdayerine muhalefet edilmemesi istenmi ştir 241 . Yani kethüdayeri, Kayseri’deki altı bölük halkı yolda şlarının i şlerini görme konusunda onların vekili konumundadır. “El-Hac Müsli Bey’in kethüda oldu ğunu gösterir” ba şlığıyla kaydedilen Evail- i Muharrem 1050/23 Nisan-2 Mayıs 1640 tarihli belgeye göre; Kayseri ve köylerinde oturan altıbölük yolda şları üzerine, kethüdayeri olarak sipahilerden 32. bölükten günlük 65 akçe ulufeye mutasarrıf olan Müsli’nin tayin edildi ği bildirilerek, dı şardan kimseye

239 Serto ğlu, s. 183. Askerî te şkilatta kethüda unvanını ta şıyan görevlilerin en önemlileri, İstanbul’da bulunan kul kethüdası ile onun yardımcısı ve vekili durumundaki kethüdayeri idi. Bir de ta şradaki yeniçerilerin ba şında görev yapan yeniçeri kethüdaları vardı. Bk. Canatar, s. 333. 240 Özkaya, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Âyânlık , s. 42; Öztürk, s. 25; Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 150. 241 K ŞS 15/2, 220/975. 65 müdahale ettirilmemesi istenmi ştir. Davaları kethüdayeri marifetiyle görmeleri istenen halktan, kanunlara itaat etmeyenlerin isim ve bölükleriyle yazılıp arz edilmesi istenmektedir 242 . Kadıya hitaben gönderilen Şevval 1065/Ağustos-Eylül 1655 tarihli yazıyla; Kayseri’ye ba ğlı olan yerler ve nahiyelerde bulunan altıbölük yolda şları üzerine zâbit ve kethüdayeri olarak, sipahilerden 135. bölükten günlük 30 akçe ulufeye mutasarrıf olan Yusuf’un, yeniçerilerin ihtiyarı, dindar ve emektarı oldu ğundan, kaza kethüdayerili ğinde istihdamı için mektup yazıldı ğı, mektup ula ştı ğında altıbölük yolda şlarına ait dava ve anla şmazlıkların, kethüdayerinin marifetiyle görülüp, dışarıdan bir ki şinin müdahalesine izin verilmemesi istenmi ştir. Altıbölük halkından, Yusuf’u zâbit ve kethüdayerleri bilmeleri, davalarını Yusuf marifetiyle gördürmeleri; kethüdayeri Yusuf’tan ise o taraftaki yoldaşları zaptetmesi, davalarını mahkemede görüp, itaat etmeyenleri isim ve bölü ğü ile yazıp arz etmesi tenbih edilmi ştir. Ayrıca, Kayseri civarında, leventlerin sipahi adıyla bayrak ve mızrak ta şıyıp fakir halka ve çar şı esnafına zararı dokunanların ele geçirilip haklarında ne gerekiyorsa yapılması tenbih edilmektedir 243 . Evahir-i Cemaziyelevvel 1087/31 Temmuz-10 A ğustos 1676 tarihli belge ile, Kayseri’de oturan altıbölük yolda şları üzerine, silahtarlar zümresinden 37. bölükte günlük 25 akçe ulufeye mutasarrıf olan Mustafa, ocağın emekrarı oldu ğundan, kethüdayeri seçilerek tayin edilmi ştir. Yazılan mektup gere ğince, Mustafa’nın görevinde istihdam edilmesi, dı şarıdan kimseye müdahale ettirilmemesi, halkın ve kethüdayeri Mustafa’nın buna göre hareket etmeleri tenbih edilmi ştir 244 . Cebecilerin zaptı ve meselelerinin görülmesi i şinden kethüdayeri sorumlu olmu ş ve bu konularda kethüdayeriye kimsenin müdahale etmemesi istenmi ştir. Kayseri kazasındaki nahiyelerdeki kadılara gönderilen 28 Şevval 1065/31 A ğustos 1655 tarihli mektup ile; kazada oturan cebecilerin zaptı ve lazım gelen işlerinin görülmesi görevini sipahilerden kethüdayeri Yusuf’a verilmi ştir. Cebecilerin işlerinin kethüdayeri tarafından görülüp, dı şarıdan müdahale ettirilmemesi ve cebecilerin de kethüdayeri Yusuf’u üzerlerine zâbit bilip sözünden dı şarı çıkmamaları söylenmi ştir 245 .

242 K ŞS 42/2, 146/312. 243 K ŞS 60/2, 130/438. Belgenin orijinal metni ve günümüz harflerine çevirisini görmek için bk. Ek-6. 244 K ŞS 84, 176/410. 245 K ŞS 60/2, 130/440. Daha sonraki tarihlerde de; kethüdayeri olan Yusuf A ğa’ya, cebeci yolda şlarının zaptı ve görülmesi gereken i şlerinin takibi görevinin verildi ğine dair mektup gönderilmi ştir. K ŞS 67/2, B. No: 426. (Evâhir-i Cemaziyelevvel 1068/23 Şubat-5 Mart 1658) 66

Kayseri’deki kadılara gönderilen 10 Receb 1068/13 Nisan 1658 tarihli bir mektup ile; kazada sâkin olan cebecilerinin zaptı ile görülmesi gereken meselelerinin takibi için sipahilerden kethüdayeri olan İbrahim A ğa’nın görevlendirildi ği bildirilmektedir 246 . Evail-i Şaban 1091/27 A ğustos-5 Eylül 1680 tarihli bir mektupta ise; Kayseri’ye ba ğlı nahiyelerde oturan cebecilerin zaptı i şinin, kethüdayeri olan Ahmed Ağa’ya verildi ğini görmekteyiz. Mektupta, devlet tarafından verilmi ş mühürlü tezkiresi olmayıp da cebecilik iddiasında bulunanlara, kethüdayerinin asla sahip çıkmaması; serhatlileri serhatlerine, sefere memur olanları da görev yerlerine yollayarak şehirde kalmamaları istenmektedir 247 . Kethüdayeri, halkın vergilerini tahsil için vekil olarak tayin edilebilmekteydi. Zile perakendesinden gelip Kayseri sanca ğında ve köyerinde oturan halkın, 1067/1656- 1657 senesine ait vergilerinin tahsili için kethüdayeri Yusuf A ğa vekil seçilerek, eline temessük verildi ği belirtilmektedir (17 Muharrem 1068/25 Ekim 1657)248 . Kethüdayerinin uhdesine verilen i şler arasında, mahsulün alınması da yer almaktaydı. Mesela; mezra mahsulünün zaptını gerekti ği gibi yerine getirmeyece ği anla şılan ki şi men edilerek, mezranın kethüdayerine verilmesi uygun görülmü ştür. Daha önce, eski veziriazam Said Mehmed Pa şa evkafında, kazadaki Ambarviran adlı mezranın, 1065 Martı’ndan itibaren zapt etmek üzere Mehmed Çavu ş’a verilerek mektup yazıldı ğı, fakat vakfın bazı arazisini kanuna aykırı olarak tasarruf ederek, vakfa öşür vermeyen ki şileri engellemeye gücü olmadı ğından, vakıf mahsulüne zarar gelece ği anla şılmı ş ve Mehmed Çavu ş men edilerek; mezranın 1065 Martından itibaren kethüdayeri Yusuf A ğa’ya verilmesi kararla ştırılmı ştır. Mahsule, Mehmed Çavu ş ve dı şarıdan ki şilerin müdahalesine verilmemesi tenbih edilmi ştir. Bu belgeden de anla şıldı ğına göre; kethüdayeriler zeamet ve tımar mahsulünü almak için de vekil tayin edilmekteydirler. 249 . Bununla ilgili kadı siciline kaydedilen bir ba şka belgede; Kayseri sâkinlerinden olup kethüdayeri olan Hacı Hüseyin Bey b. Abdullatif, mahkemede, dergâh-i âli müteferrikalarından Abdulbaki A ğa’nın adamı kâtip Üveys b. Ali ve kendi adamı Abdülkerim huzurunda ikrar ederek; Kuruköprü köyünden 40.000 akçe zeametin

246 K ŞS 67/2, 175/460. 247 K ŞS 90, 79/158. 248 K ŞS 66/2, 138/392. 249 K ŞS 60/2, 180/549. 67

Abdülbaki A ğa ile müteferrikalardan Mahmud A ğa arasında anla şmazlık konusu oldu ğunu, zeametten 1035/1625-1626 senesinin Mart mahsulünü toplama ve tahsil etme işi için kendisini vekil seçtiklerini, kendi adamı olan Abdulkerim ile Abdulbaki A ğa’nın adamı Üveys gönderildi ğinde zeametin mahsulünden 2.000 akçe nakit ve 18,5 esedi kuru ş tahsil edip, kendisine teslim ettiklerini, bu ki şilerle ve köy halkıyla bir alakasının kalmadı ğını ifade etmi ştir 250 .

2.1.4.1. Kethüdayerine Müdahale Edilmesi

Mehter taifesinin zaptı i şi kethüdayerine verildi ği hâlde, serdarın kanuna aykırı olarak kethüdayerine müdahale etti ğine dair şikâyetle, mehter taifesinden bazı ki şiler mahkemeye ba şvurmu şlardır. Kayseri sâkinlerinden olup, mehter taifesinden olan bazı ki şiler; mahkemeye ba şvurarak, mehter taifesinden olup kasaba ve köylerde sâkin olanların zaptı, eskiden beri kethüda kullarına verildi ği hâlde; Kayseri serdarının kanunlara aykırı olarak, kendilerine müdahaleden geri kalmadı ğını söyleyerek, durumlarını devlet merkezine bildirmi şlerdir. Babüssaade a ğası Gazanfer A ğa, hayme-i hassa a ğası Mehmed A ğa’nın mehterleri kethüdayeri Yusuf A ğa’nın zaptı için verdiği mektuba bakılarak hareket edilmesini talep ederek mektubu mahkemeye sunmu şlardır. Mektup sözlerine uygun oldu ğundan, taifenin kanunlara göre eskiden oldu ğu gibi kethüdayerleri tarafından zaptedilmesi için Yusuf Ağa’ya tenbih edilmi ştir (14 Cemaziyelevvel 1061/5 Mayıs 1651) 251 . Kethüdayeri, görev yerinde bulunamayaca ğı zamanlarda yerine bir kaymakam tayin edebilmi ştir. Mesela; Kethüdayeri Ali Bey b. Ahmed, mahkemeye gelip, sefere gidece ğini ve bundan dolayı sipahilerden Arslan Bey b. Abdullah’ı yerine kaymakam tayin etti ğini ifade etmi ş ve durum sicile kaydedilmi ştir 252 . XVII. yüzyılda Kayseri’de görev yapan kethüdayerilerin şer’iye sicillerinden tespit edilenleri eklerde Tablo 2.4’te verilmiştir.

2.1.5. Suba şı

Orta Asya kökenli olan sü kelimesi, ordu, asker anlamındadır. Sülemek kelimesi ise, ordu sevketmek, sefer etmek demek olup, suba şı da ordu komutanı

250 K ŞS 27/1, 6/59. 251 K ŞS 61/1, 11/32. 252 K ŞS 20/1, 64/269. 68 anlamına gelmektedir. Selçuklular’da da görülen bu tabir, Osmanlı devrine suba şı şeklinde gelmi ştir 253 . Sancak beylerinin yönetiminde bulunan önemli görevliler arasında suba şılar da yer almaktadır. Asayi şin temini ile görevli olan suba şılar, asayi şin sa ğlanması konusunda kadılardan sonra gelirler. Suba şılar üçer aylık sürelerle atandıkları için, aynı ki şi birkaç defa bu vazifeye atanırdı. Köylerde de asayi şle ilgili i şleri suba şılar yürütürdü 254 . Suba şı, bir şehrin ve bilhassa küçük kasabaların inzibat i şlerinin amiri; acemi ocaklarında küçük rütbeli zâbit, kapıkulu süvarileri arasında sefer zamanları inzibat işleri için ve sulh zamanlarında vergi tahsili maksadıyla seçilen kimsedir 255 . Şehirdeki nizam ve asayi şten sorumlu valiler konumunda bulunan suba şılar, aynı zamanda vilayetin askerî kumandanı olup sefer zamanında beylerbeyinin emrinde ordunun toplanma yerlerine giderlerdi. Gelirlerini şehrin zâbıta vak’alarından ve örfi vergilerden temin eden suba şılar, do ğrudan do ğruya divan tarafından tayin edilirlerdi. Bunlar iktalara karı şmazlardı. Küçük şehirlerde, kasaba ve köylerde suba şının nâibleri görev yaparlardı 256 . Osmanlılar’ın ilk zamanlarında suba şılar, ulufe alırlar, inzibattan sorumlu olurlar, askerî kuvvetleri kumanda ederlerdi. Büyük şehirlerde suba şılar önemli şahsiyetler arasından tayin edilirlerdi 257 . Fatih Kanunnamesi’ne göre suba şılık iki türlüdür: Mirî ve tımar suba şılı ğı. Bunlardan kadı’nın emrinde olan mirî suba şının görevi, şehir ve kasabalardaki belediye, zâbıta ve asayi ş i şlerine bakmaktır 258 . Tımar suba şısı ise, sancak beyinden sonra

253 Ünal, s. 121. Suba şı, Osmanlılar’da şehirlerin güvenli ğini sa ğlayan görevliye denilmekteydi. Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinde kelime sü-ba şı olarak geçer. Osmanlılar ilk zamanlarda aynı imlayı korumu şlarsa da XVI. yüzyılın ba şlarından itibaren kelimenin imlası suba şı olarak de ğişmi ştir. Suba şı Osmanlılar’ın ilk devirlerinde şehir muhafızı konumundaydı. Bir şehir fethedildikten sonra kadı ve dizdar tayin edilirken suba şı da görevlendirilirdi. Mücteba İlgürel, “Suba şı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXVII, İstanbul 2009, s. 447. 254 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 151. Hükûmet merkezindeki çavu ş te şkilatının görevlerini sancak, kaza, nahiye ve köylerde suba şılar yapmaktaydı. Bk. Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, Toplu Katalo ğu ve Seçme Hükümler , s. 74. 255 Serto ğlu, s. 318. Osmanlı Devleti’nde köy ve kasabalarda görev yapanları il suba şıları , sancaklarda ve di ğer büyük merkezlerde görevli olanları ise şehir suba şısı olarak adlandırılırdı. Bunlar, kadıların emri altında çalı şmaktaydılar. Serbest dirliklerde dirlik sahibi tarafından tayin edilen suba şı, serbest olmayan dirliklerde ise sancak beyince tayin edilirdi. Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 74. 256 J. H. Kramers, “Sü-ba şı”, İA, C. XI, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 79. 257 Mustafa Akda ğ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453) , C. I, Barı ş Yay., Ankara 1999, s. 324 vd; Kramers, s. 79. 258 Ünal, s. 121. Asayi şin sa ğlanmasından sorumlu suba şıların görev ba şında bulunması, “kol gezmek” tabiri ile ifade edilirdi. Bk. İlgürel, “Suba şı”, s. 448. 69 sipahilerin en önemli amiri olup, serbest dirlik tasarruf ederler ve sefer zamanı cebelüleri ile birlikte sefere giderlerdi 259 . Kendileri de tımar sahibi olan suba şılar, di ğer sipahilerin ve kendilerine tevdi edilen idari bölgenin ahalisi arasında asayi şi korumakla vazifeliydiler. İdari olarak sancak beyine ba ğlı alay beyinin emri altında idiler. Ta şra eyaletlerine göre farklılık gösterebilen imtiyazlara sahip olan suba şılar; vergilerden ve halktan nakdî olarak alınan cezalardan belli miktarlarda alma hakkına sahiptiler 260 . Yanında kolluk kuvvetiyle şehri dola şan suba şı, kamu düzenini korumakla sorumluydu. Geceleri çarşı ve mahalleleri koruyan görevliler ise, asesler (yatakçılar) idi 261 . 1546-1549 yılları arasına ait mahkeme tutanaklarına göre, il suba şısı veya haric-i Kayseri suba şısı denilen ki şi, ehl-i örf zümresinden yeterince yetkili ve etkili bir asayi ş görevlisi olarak görülmektedir. Kayseri şehri etrafındaki köylüler ve konargöçer cemaatler arasında meydana gelen bütün adi davalara haric-i Kayseri suba şısı bakmı ştır. Kayseri’deki konargöçerler ile köylüler birbirleriyle sık sık kavga etmektedirler. Kayseri nahiye suba şısı böyle kavga durumlarında, şikâyet olsun ya da olmasın, her iki tarafı da mahkemeye celbetmek suretiyle davayı çözümlemekle görevli olmu şlardır 262 . Jennings’e göre, şehir için bir suba şı ( şehir suba şısı) ve Kayseri kazasının nahiyelerine birer suba şı, sancak beyi veya vekili tarafından atanmaktadır. Ona göre, sancak beyi suba şıları tayin etmekte ve suba şılardan sorumlu olmaktadır. XVII. yüzyılda Kayseri suba şıları Kayseri sancak beyi tarafından tayin edilmi ş ki şilerdir. Muhzır davayı resmen ba şlatma yetkisine sahip de ğilken, suba şı bazen tutuklanan ki şilere kar şı davaya ba şlayabilirdi. Ancak suba şı, duru şmalara sık sık katılmazdı. Suba şı, mahkemenin verdi ği hapis cezasıyla ilgilenmedi ğinden, muhzırın yetkisinden daha geniş bir asayi ş yetkisine sahipti. Ayrıca suba şı, sancakbeyi veya saray emretti ği zamanlarda de ğişik vergi ve paraları toplama i şini de uhdesine alırdı. Jennings’e göre, bütün subaşıların

259 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ğü, C. III, s. 259-261; Ünal, s. 121. Osmanlılar’da suba şının görev ve yetkileri kanunname ve yasaknamelerle tayin edilmi ştir. Ehl-i örf taifesinden olan suba şılar, mahallî konularda, kanun ve nizamların uygulanmasında söz sahibidir. Suba şı, suçluyu arayıp bulur, mahkeme huzuruna götürür, gerekti ğinde tefti ş görevini de yerine getirirdi. 1487’de düzenlenen Hüdâvendigâr Livası Kanunnamesi’nden sonra suba şının görevlerine yeni bir düzenleme getirilerek, daha ziyade asayi ş i şlerine yönlendirilmi şlerdir. İlgürel, “Suba şı”, s. 447. 260 Kramers, s. 79. 261 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 34. 262 M. Akif Erdo ğru, “Haric-i Kayseri Suba şısı ve Cemaatler”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 1998, s. 140. 70 görev süreleri kısadır. XVII. yüzyılda görev süreleri 2 aydan daha azdır. Bu yüzden, aynı ki şinin aynı görevi birçok kere yaptı ğı görülmektedir 263 . Suba şı, şüpheli olan ki şileri tutuklama ve gerekti ğinde bu ki şileri mahkemeye zorla celbettirme yetkisine sahipti. Suba şı, reayanın şikâyeti üzerine şüpheli ki şiyi mahkemeye getirirdi. Herhangi bir suç soru şturması yapmak için mahkemece görevlendirilen naip ve Müslümanlar ile birlikte suba şı da sancak beyinin temsilcisi olarak bulunurdu. Soru şturma bir suç özelli ğinde de ğilse, Müslümanlarla birlikte naip tek ba şlarına soru şturmayı yürütürlerdi. Asayi ş görevlisi olarak suba şılar, suçların ispatı için şahit olarak da mahkemeye sık sık ça ğırılmı şlardır 264 . Kayseri şer’iye sicillerinde suba şılık görevine tayin edilme hakkında kayıtlar bulunmaktadır. Örne ğin; Gurre-i Safer 1019/8 Mayıs 1610 tarihli bir belgeye göre, Kayseri’de mirliva olan Mehmed Bey tarafından verilen mektupla şehir suba şılı ğı görevine Kurt Ali Bey atanmı ştır 265 . Kayseri’nin nahiyelerine de yine mirliva tarafından suba şıların tayin edildi ği bilinmektedir. Buna göre aynı tarihlerde Sahra ve Köstere Nahiyelerine Ali A ğa’nın suba şı olarak tayin edildi ğine dair mirliva mektubunun kaydedildi ği belirtilmi ş; İslâmlı Nahiyesi’ne ise Cuma A ğa suba şı olmu ştur 266 . Aynı yılın Muharremi’nde Sahra Nahiyesi suba şılı ğına Mehmed A ğa tayin edilmi ştir 267 . Bu atamalar dönemin mirlivası Mehmed Bey tarafından gönderilip sicile kaydedilen

263 Erdo ğru, “Haric-i Kayseri Suba şısı ve Cemaatler”, s. 144; Ronald C. Jennings, “, Court, And Legal Procedure in 17 th C. Ottoman Kayseri: The Kadi and the Legal System”, Studia Islamica , XLVIII, Paris 1978, s. 165-168. Jennings’in Kayseri ile ilgili muhtelif çalı şmaları için bk. Jennings, “The Offıce of Vekil (Wakil) in the 17 th Century Ottoman Sharia Courts”, Studia Islamica , XLII, Paris 1975, s. 147-169; “Limitations of the Judicial Powers of the Kadi in 17 th C. Ottoman Kayseri”, Studia Islamica , L, Paris 1979, s. 151-184; “Loans and Credit in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XVI, s. 168-216; “Women in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XVIII, s. 53-114; “Zimmis (Non-Muslims) in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XXI, s. 225-293. 264 Erdo ğru, “Haric-i Kayseri …”, s. 144-145. Şehirdeki asayi ş ve güvenlikten sorumlu olan suba şı, birçok olayın soru şturulmasını do ğrudan talep edebilmekte, bu olaylarla ilgili zanlıları mahkemeye çıkarabilmekteydi. Yaralama, cinayet, hırsızlık gibi kamuya ait davaların takibinden veya içki içerek etrafı rahatsız edenlerin mahkemeye çıkarılmasından da suba şılar sorumluydu. Bk. Ta ş, s. 84. 265 K ŞS 13, 84/613. Daha önceki belgelerde Kayseri sanca ğını arpalık olarak tasarruf eden Mehmed Bey’in adamı olarak zikredilen Kurt Bey, bu defa şehir suba şısı olarak görevlendirilmi ştir. Bu ve benzeri di ğer kayıtlardan anlıyoruz ki, suba şıları tayin etme yetkisi mirliva veya sancak beyi de denilen mutasarrıfların elindedir. Nitekim yukarıda verilen belgede de suba şının, mirliva tarafından verilen mektup ile atandı ğı belirtiliyor. 266 K ŞS 13, 84/614. 267 K ŞS 13, 92/632. 71 mektuplar ile gerçekle ştirilmi ştir. Sonraki tarihlerde ise; Sahra, Köstere ve İslâmlı nahiyelerine suba şı olarak Hamid ve Hasan atanmı şlardır 268 . Suba şının tayin şekli ve görevleri hakkında, sicil kayıtlarından bilgi edinebilmekteyiz. Bir belgede; 20 Zilhicce 1027/8 Aralık 1618 tarihinde şehir merkezi için sipahilerden Murad Bey’in suba şı seçildi ği, her ne hizmet buyurulur ise yapması; bir mesele ortaya çıktı ğında kanunlara müracaat ederek, bunun dı şında i ş yapmaması; şehrin zaptı ve korunmasında gayret göstermesi, cezalandırılacak ki şiler olursa tescil ettirip suretiyle devlet merkezine göndermesi ve bu şekilde suçlu ki şilerin hakkından gelinmesi istenmektedir 269 . Kayseri şehir merkezinde suba şı seçilmesinin “mutâd-ı kadîm” oldu ğu belirtilerek; 17 Cemaziyelâhir 1062/9 Mayıs 1652’de Mataracıba şı İbrahim Çelebi’nin suba şı seçilmesi için mektup yazıldı ğı ve gönderildi ği; “cürm-i cinayet”, “bâd-ı hevâ” ve sair vergilerin suba şı tarafından tahsil ettirilerek, dı şarıdan kimselerin müdahale etmesine izin verilmemesi istenmektedir 270 . Kayseri kaymakamı Seyyid Ömer imzalı ve 3 Şaban 1068/6 Mayıs 1658 tarihli bir belgede; “mesalih-i müslimîn” için şehir suba şılı ğına bir ki şinin tayininin lazım oldu ğu ve Mehmed Bey’in mektupla tayin edildi ği; bu ki şinin suba şılık hizmetinde istihdam edilerek, eskiden olageldi ği üzere zapt ettirilip dı şarıdan kimsenin müdahale etmemesi istenmektedir 271 . Alay beyinin kethüdası olan şahsın, şehirdeki vergi tahsili, tımar vs. i şlerle ilgilenmek üzere, suba şı olarak tayin edildi ğine dair 29 Şevval 1078/12 Nisan 1668 tarihli bir kayıtta; 1668 senesinde alay beyisinin kethüdası olan Hacı Şaban’ın, eskiden beri uygulandı ğı şekliyle, suba şı seçilerek tayin edildi ği ve görev yerine vardı ğında öşür, mahlul, gedik, cürm her ne olur ise Hacı Şaban’a teslim edilip, muhalefet edilmemesi istenmektedir 272 . Gurre-i Şaban 1087/9 Ekim 1676 tarihli bir belgede geçen, “haliyen nefs-i Kayseriye’ye mah-be-mah suba şı tayin olunmak mutâd-ı kadîm olma ğla” ifadesinden, şehir merkezi için aydan aya bir suba şının tayin edilmesinin gelenek oldu ğu anla şılmaktadır 273 .

268 K ŞS 13, 104/669. 269 K ŞS 20/2, 68/1216. 270 K ŞS 59, 82/225. 271 K ŞS 67/2, 170/446. 272 K ŞS 78/3, 248/591. 273 K ŞS 84, 184/429. 72

Kayseri mütesellimi olan Ömer imzalı bir belgede, “hâlen Medine-i Kayseriye’ye mah-be-mah valiler tarafından suba şı tayin olunmak mutâd-ı kadîm olma ğla” , a ğalardan İmirze A ğa’nın, Evahir-i Ramazan 1087/26 Kasım-6 Aralık 1676’da suba şı seçilip tayin olunarak buna dair mektup yazıldı ğı ifade edilmekte; mektup ula ştı ğında belirtilen tarihteki vergilerin suba şı tarafından tahsil ettirilip, kanuna aykırı olarak kimseye zulmedilmemesi istenmektedir 274 . Sadece şehir merkezi, nahiye ve köylerdeki ahali üzerine suba şı tayin edilmemi ş; göçerli taifesinin i şleri için de bir suba şı tayin edilmi ştir. Konuyla ilgili 25 Cemaziyelevvel 1027/20 Mayıs 1618 tarihli bir belgede; kazada bulunan Tekir adlı yaylasındaki Göçerli taifesi için, gelenek oldu ğu üzere subaşı tayininin gerekli oldu ğu ve İskender A ğa’nın suba şı seçildi ği, mektubunun yazılarak gönderildi ği kayıtlıdır. Bundan önce suba şı olanlar nasıl zapt edegelmi şler ise aynı şekilde hareket edilmesi ve taifenin adı geçen ki şiyi kendilerine suba şı bilmeleri, ilgili i şlerde suba şılarına müracaat edilmesi ve suba şıya muhalefet edilmemesi istenmektedir 275 . Burada göçerli taifesi ile kastedilen, yaylalardaki konargöçer Türkmen taifeleri olsa gerektir. Suba şılar, gerektiği durumlarda ki şilerin “keyfiyet-i hâlleri” ni ara ştırmakla da sorumlu olmu şlardır. Bu tür davalar, genellikle hırsızlık, gasp, yaralama, adam öldürme vs. konularla ilgili olmu ştur. Mesela hırsızlık olayının ara ştırılması ile ilgili 18 Şevval 1048/22 Şubat 1639 tarihli bir davada; Kayseri sancak beyi Merdan Ali Bey’in mütesellimi Mehmed A ğa’nın suba şısı; mahkemede Huand Mahallesi’nden olan ve hırsızlık şüphesiyle ça ğırılan üç Müslümanın huzurunda bu olayla ilgili olarak; mahalle dı şında bir sarho ş zimmînin bir miktar parasının alındı ğı için ba ğırdı ğını ve parayı bu üç şahsın aldı ğını duydu ğunu söylemi ş; bunların sorgulanarak durumlarının mahalle halkından sorulmasını istemi ştir. Davalı üç ki şi ise cevaplarında bu konudan asla haberlerinin olmadı ğını söylemi şler, hâlleri mahalle ahalisinden sorulmu ş, aralarında imamın da bulundu ğu birkaç Müslüman; Mehmed, Halil ve Hüseyin adlı kişilerin iyi hâllerine şahitlik ettiklerini bildirmi şlerdir. Suba şı, parayı bulmadıklarına veya bir şekilde almadıklarına dair yemin etmelerini teklif etmi ş, bunun üzerine her biri “ala vefki’l-mes’ul halfün billahi’l-aliyyü’l-azim” şeklinde yemin edince, durum deftere geçirilmi ştir 276 .

274 K ŞS 84, 189/443. 275 K ŞS 20/2, 45/1096. 276 K ŞS 41/2, 118/409. 73

Kayseri’de şehir suba şısı olan Zülfikar Bey, Huand Mahallesi’nden Hamdi b. İbrahim adlı ki şinin çaldı ğı bazı e şyalar için sorgulanmasını istemi ş; Hamdi ise cevabında çaldı ğı e şyaları mahalleden Hızır b. Bali’ye verdi ğini söylemiş, Hızır bunu inkâr edince, Hızır’ın durumu mahalle ahalisinden soruldu ğunda, kendi hâlinde olup, şimdiye kadar kötü hâline şahit olmadıklarını söyleeyrek 277 iyi hâlini haber vermi şler ve bu husus için bir fetva sunmu şlardır. Bunun üzerine şehir suba şısı, Hızır’a müdahaleden men edilmi ştir (28 Şevval 1063/21 Eylül 1653) 278 . Keyfiyet-i hâlin ara ştırılması ile ilgili davalarda şehir suba şı tarafından mahkeme huzuruna getirilen ki şilerin durumları mahalle ahalisine sorulmakta ve bunların kötü hâllerinin tespit edildi ği durumlarda mahalleden ihraç edilmelerine karar verilmekteydi. Bununla ilgili bir belgeyi inceleyecek olursak; Kayseri’de şehir suba şısı olan Musli Bey, Bozatlu Mahallesi’nden Ay şe bt. Cafer ve büyük kızı E şe Ana adlı kadınları, mahkemeye getirerek, “mezbûretânın ecanibden ictinab ve ihtirazları olmama ğın, gece vaktinde kapılarına na-mahrem kimesneler gelip gitti ğinin istima olundu ğu” nu söyleyerek, durumlarının mahalle ahalisinden sorulmasını istemi ştir. Mahalleden; aralarında imamın da bulundu ğu bazı ki şiler bu duruma şahitlik olduklarını, hatta Ay şe’ye tenbih bile ettikleri hâlde buna uymadıklarını söyleyerek anne ve kızının kötü hâlini bildirmi şlerdir. Bunun üzerine ki şilerin mahalleden ihraç edilmelerine karar verilmi ştir 279 . Kayseri mütesellimi olan Ömer A ğa tarafından şehir suba şısı tayin edilen Mustafa Bey, Yenice Mahallesi’nden Saliha bt. Ömer adlı kadını mahkemeye getirerek, “Saliha’nın ecanibden kimesneler ile ıhtılatı olma ğla, tarih-i kitaptan bir gün mukaddem mezbure Saliha’yı gece ile menzilinden ihrac ve sahraya götürüp fiil-i şen’i eylediler deyü” duyuldu ğundan bahsederek; Saliha’nın durumunun mahalle ahalisinden olan ve mahkemede bulunan birkaç ki şiden sorulmasını istemi ş, bu ki şiler cevabında, “mezbure Saliha’nın bu ana gelinceye de ğin, su-i hâlini ve zemm-i ef’alini görmedik ve

277 “Hızır kendi ırzı ile mukayyed olup, bu ana de ğin su-i hâline vâkıf olmadık deyü her biri…” 278 K ŞS 63, 42/159. 279 K ŞS 84, 78/163. (14 Cemaziyelâhir 1087/24 A ğustos 1676) Resmî soru şturmaların ve hazırlanan resmî belgelerin imza ve mühür sahipleri arasında imamlar da vardı. İmamların görevlerinin din i şleriyle sınırlı olmadı ğı ve genellikle mahallenin yönetimiyle ilgili sorumluluklarının daha a ğırlıklı oldu ğu söylenebilir. Köylerde ise ahali üzerinde etkili olmalarından dolayı, köy hayatının ve idaresinin önde gelen simaları ve nüfuzlu şahsiyetleri arasında yer almı şlardır. İmamların yönetim a ğırlıklı bu konumu, Tanzimat dönemine kadar de ğişmemi ştir. Bk. Beydilli, s. 182. 74 işitmedik, kendi hâlinde ırzı ile mukayyed eyü hatundur” şeklinde Saliha’nın iyi hâlini bildirmi şler ve durum deftere kaydedilmi ştir (7 Rebiülahir 1087/19 Haziran 1676) 280 . Suba şı, şehir ve civarındaki çe şitli asayi ş olaylarından sorumlu oldu ğundan, tespit etti ği veya kar şıla ştı ğı farklı vakaları mahkemeye götürmek suretiyle bu gibi olayların tespitini sa ğlamı ştır. Mesela; suba şının buldu ğu bir köleyi mahkeme huzuruna getirerek sorgulanmasını talep etmesi, bu türden vakalar arasındadır. Konuyla ilgili 10 Rebiülahir 1079/17 Eylül 1668 tarihli belgeye göre; Kayseri mütesellimi olan Mustafa Ağa tarafından şehir suba şısı tayin edilen Ömer A ğa; orta boylu, sarı ka şlı, gök gözlü, Rus asıllı Şahin b. Abdullah adlı köleyi mahkemeye getirerek, kaçan kölenin Kayseri’ye tabi Karasu köyünde bulundu ğunu söylemi ş ve sorgulanmasını talep istemi ştir. Şahin ise, Sis kazasında Sosun köyünde oturan Himmed adlı kimsenin kölesi olup kaçtı ğını itiraf etmi ş, sahibi ortaya çıkana kadar kölenin, mütesellimin vekili olan suba şı Ömer Bey’e teslim edilmesine karar verilmi ştir 281 . Kayseri’deki yöneticiler ve halk, zimmîlere adaletle muamele etmi şlerdir. Zira, suba şı, muhtesip, muhzır, sipahi, alay beyi, kethüda, çavu ş vs. mahallî memurlarla zimmîler arasında zaman zaman bazı olaylar da meydana gelmi ş ve bu olaylar mahkemeye intikal etmi ştir. Zimmîler de, herhangi bir mesele hakkındaki şikâyetlerini mahkemeye veya İstanbul’a kolaylıkla iletebilmi şlerdir. Hatta, zimmîler kendi aralarındaki davaların çözüme kavu şturulması için de mahkemeye ba şvurmu şlar ve bu davalarda İslâm hukukuna göre karar verilmi ştir 282 . Mesela; ticaret ile gelip Kayseri’de kaldı ğı sırada ölen bir şahsın geride kalan mallarına müdahale etti ği söylenen suba şı ile ölenin mirasçısı olduklarını ifade eden ki şiler arasında anla şmazlık çıktı ğına dair 6 Rebiülahir 1068/1 Ocak 1658 tarihli davaya göre; Sis kasabası sâkinlerinden Toma v. Şahin adlı zimmî, Kayseri’nin şehir suba şısı ve beytülmal emini olan Halil Bey’den davacı olmu ştur. Toma, kasabadan ticaret ile gelip, Gön Hanı’nda kalıp, hastalı ğından dolayı ölen Arayene adlı zimmînin kendisinin karde şi oldu ğunu, veraseti kendisine kalmı ş iken suba şı Halil Bey’in, kanuna aykırı olarak kalan mallara el koydu ğunu söyleyerek sorgulanmasını talep etmektedir. Halil Bey cevabında, bu durumu inkâr

280 K ŞS 84, 11/19. 281 K ŞS 78/2, 162/211-1. 282 Erdo ğru, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Kayseri Zimmîleri”, s. 75. Zimmîlerin merkeze arz ettikleri konular arasında kilise tamiri konusu da yer almaktaydı. Kayseri kazasına ba ğlı Köstere Nahiyesi’nin Efkere köyü zimmîleri orduya giderek, köyleri yakınındaki terk edilmi ş manastırın bazı kısımlarının tamire ihtiyacı oldu ğunu ifade etmi şler ve manastırın durumunun ke şf olunması için emr-i şerif rica etmi şlerdir. (Evâsıt-ı Ramazan 1101/17-27 Haziran 1690) BOA, MHM 100, 31/95; 33/101. 75 edince, Toma’dan delil getirmesi istenmi ş, kasabadaki şahitli ğine güvenilir bir Müslüman ve birkaç zimmî; Toma ile Arayene’nin karde ş olduklarını, babasının Şahin ve annelerinin İnci adında ki şiler oldu ğunu ve verasetin Toma’ya kaldı ğına şahit olduklarını bildirince, Halil Bey’in kalan mallara müdahale etmemesine karar verilmi ştir 283 .

2.1.5.1. Şuba şılar Hakkında Halkın Şikâyetleri

Suba şıların da aralarında yer aldı ğı devlet görevlilerinin ahaliye zulmederek ellerinden gıda, para vs. aldıkları yönünde, ahalinin devlet merkezine şikâyette bulundu ğuna dair kayıtlar da sicillerde yer almaktadır. Kayseri kazasında bulunan Kızık köyünün ahalisinin devlet merkezine arzuhâl sunarak, şimdiye kadar köylerine dı şarıdan hiç kimse müdahale etmemi şken; beylerbeyi, sancak beyi adamları ve suba şılarının her üç ayda bir çe şitli şekillerde köylerinde oturdukları evlerine gelip, arpa, saman, bal, ya ğ, koyun, kuzu, tavuk, odun, kerpiç ve buna benzer şeyleri aldıkları gibi, çe şitli bahanelerle paralarını alıp, oturdukları yere odun, kerpiç ve saman getirmeleri için evlerine adam bırakıp daima zulmeden bu görevlilerin durdurulmaları için emr-i şerif talep etmi şlerdir. Bunun üzerine Kayseri kadısı ve sancak beyine gönderilen Evail-i Şevval 1027/21-30 Eylül 1618 tarihli fermanda; çavu şlardan biri elinde hükümle geldi ğinde; bu köyün ahalisine zarar vermemeleri için adı geçen memurlara tenbih edilmesi ve buna ra ğmen zulmederlerse isimlerinin yazılıp merkeze arzedilmesi emredilmi ştir 284 . Şehir suba şılarının kanunen gerekmedi ği hâlde zimmî ahaliden kahve talep ettiklerine dair mahalle yi ğitba şıları tarafından yapılan şikâyetle ilgili hüccet sicilde kayıtlıdır. “Hüccet-i bey-i bid’at-i kahve” ba şlıklı ve selh-i Cemaziyelâhir 1062/7 Haziran 1652 tarihli belgede; Kayseri’deki zimmî mahallelerinin yi ğitba şılarından bazı zimmîler; şehir suba şısı olan Mataracı İbrahim A ğa’dan davacı olarak, gelenek olmadı ğı ve kanunen alınması gerekmedi ği hâlde, şehir suba şıları yenilendi ğinde, bu yeni suba şıların kanuna aykırı olarak, her mahalleden bir vukiyye 285 kahve aldıklarını söyleyerek durumlarını devlet merkezine bildirmi şlerdir. Bunların durdurulması için emr-i şerif verildi ği hâlde, bununla yetinmeyerek, yine kahve talebiyle kendilerini

283 K ŞS 67/1, 38-39/117. 284 K ŞS 20/2, S65/1195. 285 Vukiyye, Arapça’da 400 dirhemlik vezin demektir. Şemseddin Sami, s. 1497. Vukiyye veya kıyye, okka adlı eski a ğırlık ölçüsün di ğer ismi olup, 400 dirhemden ibaretti. Serto ğlu, s. 186. 76 zorladıklarını söylemi şlerdir. Emre bakıldı ğında, halka zulmedilmesine kesinlikle rıza gösterilmeyece ği, suba şı olanlara kahve talep etmemeleri için tenbih edilmesinin söylendi ği görülmü ş, âyandan da bu hususun usule uygun olmadı ğı haber verilmi ş oldu ğundan, suba şının kahve talebiyle zimmîlere baskı uygulamasının engellenmesine karar verilmi ştir 286 . Benzer bir anla şmazlık da şehir suba şısı ile kürkçü taifesi şeyhleri arasında ya şanmı ştır. 28 Şevval 1067/9 A ğustos 1657 tarihli belgede ifade edildi ğine göre anla şmazlık, ham derileri i şleyen taifeye suba şının haksız ithamda bulunarak müdahale etmesinden kaynaklanmaktadır. Buna göre; Kayseri’de bulunan kürkçü taifesinin şeyhleri olan Hacı Hızır, di ğer Müslümanlar ve zimmîler; şehir suba şısı olan Ömer A ğa b. İbrahim’den davacı olmu şlardır. Şimdiye kadar bazı kimselerin kürk yapılmaya müsait ham derileri çar şılarına getirip kendilerine satarak, kendilerinin de bunları alıp işleyerek, kürk yapıp sattıklarını, ancak Ömer A ğa’nın bu kürklerin üretiminin uygun olmadı ğını söyleyerek kendilerine baskı yaptı ğını söyleyerek, zikrolunan derinin üretiminin caiz oldu ğuna dair ellerindeki fetvayı mahkemeye sunmu şlardır. Fetvada, debba ğcılıkta hınzır (domuz) dı şındaki diğer hayvanların derilerinin işlenmesinin caiz oldu ğu ve buna şer’an bir engel bulunmadı ğı belirtilmi ştir. Bunun üzerine Ömer Ağa’nın, kürkçü taifesine haksız yere müdahale etmemesine karar verilmi ştir 287 . XVII. yüzyılda Kayseri’de göreve yapan ve çe şitli sebeplerle mahkemeye yansıyan dava kayıtlarında tespit edilen suba şıların isimleri eklerde Tablo 2.5’te verilmi ştir.

2.1.6. Şehir Kethüdası

Farsça bir kelime olan kethüda; bir daire ve kona ğın veyahut bir nevi umurun idaresine memur olan güvenilir adam, emin, vekil-i umur, esnaf kethüdası (kahyası), esnafı reisi gibi anlamlara gelmektedir 288 . Osmanlı te şkilat tarihinde bu isimle anılan

286 K ŞS 59, 45/124. 287 K ŞS 66/1, 82/175. Konuyla ilgili zikredilen fetva şöyledir: “Kürkçü san’atında olan Zeyd, beledî kedinin cildini debâgât edip kürk yapsa, Zeyd’i ehl-i örf muâheze edip ‘Mücerred kedi derisi kürk ettin.’ deyü ta ğrime ve cerîme alma ğa kâdir olur mu? El-cevap: Olmaz. Debâgâtta hınzır ve âdeminin ma’dâsının derileri zâhir ve istimali caiz olur, şer’an men’ yoktur.” 288 Şamseddin Sami, s. 1145. Pehlevîce’den geldi ği belirtilen kelime Farsça’da “kedhudâ” şeklini almı ş, Türkçe’de hem bu şekilde ve hem de bundan gelen “ kâhya” biçiminde kullanılmı ştır. Kâhya ve kethüda ço ğunlukla e ş anlamlı olarak kullanılmakla birlikte, devlet hizmetlerini yerine getiren kethüdanın daha eski oldu ğu, sivil kurulu şlardaki hizmetlilerin unvanı olan kâhyanın ise çok sonra Osmanlılar zamanında ortaya çıktı ğı veya en azından resmî devlet hizmeti için pek kullanılmadı ğı anla şılmaktadır. Türkiye Selçukluları’nda ve daha sonra Osmanlılar’da bölge, yer ve zaman farklılı ğı göstermek üzere kethüda ve 77 pek çok memuriyet vardır. Geni ş manada, daima bir kimsenin maiyetinde ve onun direktifiyle çalı şan, şahsına itimat edildi ği için teferruatlı i şlerin idaresi kendisine terkolunmu ş bulunan kimse anlamını ifade eder. Te şkilat tarihinde bu unvan, hemen daima gördü ğü işle birlikte anılırdı: hazine kethüdası, defter kethüdası vs. gibi 289 . XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kaza yöneticileri arasında kethüdalar önemli bir yere sahipti. Şehirlerde sancak müteselliminin fonksiyonunu icra eden voyvodaların da kethüda denilen yardımcıları vardı. Şehir kethüdası veya şehir âyanı olarak da bilinen bu şahıslar halkın i şlerini görmek üzere seçilirdi. XVII. yüzyılda şehir kethüdası, tüccar ve seçkin esnaf arasından seçilebildi ği gibi, askerî sınıf üyeleri ve şehir âyanı arasından da seçilebiliyordu. Bir de şehirlerin dı şındaki yerle şim birimlerinin temsil görevini yerine getiren ve vergi toplamada mahallî otoriteye yardımcı olan köy kethüdaları bulunurdu 290 . Âyanlı ğın kar şılı ğı olan şehir kethüdası veya şehir emini, sancaklara gönderilen fermanlarda, “âyan-ı vilayet” şeklinde yazılmı şlardır 291 . Belgelerden anladı ğımıza göre ise; ahalinin vergi vs. i şlerini takip etmek üzere vekâleten bir kethüda tayin edilmekteydi. Kethüdanın vergi i şleri dı şında ahaliye ait di ğer i şleri takip etti ği de görülmektedir. Mahalle ahalisinin vergi tahsili vs. konulara ait işlerini yürütmek üzere bir kethüdanın seçilmesi ve tayin edilmesi zarureti ortaya çıktı ğında; mahalleli kethüda tayin edilmesi talebinde bulunmu ştur. Hatta bunun için devlet merkezine arzuhâl de sunmu ştur. Mesela; bu konuyla ilgili olarak, 13 Rebiülevvel 1062/23 Şubat 1652 tarihli ve “emr-i şerif şehir kethüdası el-Hac Abdi” ba şlıklı bir ferman Kayseri kadısına gönderilmi ştir. Fermanda, Kayseri mahallelerinin ahalisinin, merkeze adam göndererek, şehir kethüdalarının olmaması sebebiyle, vergi tahsili vs. konularda i şlerini görecek kimse olmadı ğından vergilerini ödeyemediklerini ve bu sebeple aralarında anla şmazlık çıktı ğını bildirerek, kendi rızalarıyla Hacı Abdi’yi vekil ve şehir kethüdası olmak üzere seçtiklerini ve buna dair eline hüccet verildi ği; hüccete aykırı olarak dı şarıdan kimseye müdahale ettirilmemesi için emr-i şerif rica ettikleri belirtilmektedir. Ahalinin ba şvurusu üzerine yazılan fermanda;, Abdi’nin elindeki hüccete bakılıp, durum

kâhya kar şılı ğı olarak şeyh , emin , ba ş, bey ve muhtar tabirleri ile de kar şıla şılmaktadır. Canatar, s. 332. Kâhya için ayrıca bk. Cl. Huart, “Kâhya”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 101. 289 Serto ğlu, s. 183. 290 Canatar, s. 333. Toplumu temsil kabiliyeti ile birçok konuda merkeze kar şı reayanın temsilcisi konumunda oldu ğu ifade edilen şehir kethüdası ve Ankara sanca ğındaki uygulalamalar için bk. Ta ş, s. 83. 291 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 151-152. 78 belirtildi ği gibiyse Abdi’yi şehir kethüdalı ğı hizmetinde istihdam ettirip, hüccete aykırı olarak dı şarıdan müdahalenin önlenmesi emredilmektedir 292 . Ahalinin önemli i şlerini takip etmesi için Müslüman ve zimmî mahallelerine veya köylerine ayrı ayrı kethüdalar tayin edilmi ştir. Müslüman mahallelerine tayin edilen kethüda ile ilgili 2 Rebiülahir 1087/14 Haziran 1676 tarihli bir kayıtta; mahalle isimleri tek tek yazılmı ştır. Buna göre; Hisayunlu, Hasan Fakih, Karakürkçü, Seydiyargazi, Musa Gazi, Hamurcu, Kalenderhane, Yenice, Bozatlu, Cami-i Kebir, Konaklar, Kürtler, Şeyh Taceddin, Lala, Huand, Kapan, Gülük, Ta şkıncık, Baldöktü, Hacı Kılıç, Hacı Abdullah, Hasbek, Kebe İlyas’tan bazı Müslümanlar; kethüdaları olmadı ğından önemli i şlerini görmesi için Hacı Ali Çelebi b. Halil’in kethüda seçilip tayin olunmasını talep etmi şlerdir 293 . Zimmîlere kethüda tayini ilgili bir belgede zimmîlerin oturdu ğu köyler belirtilmi ştir. Buna göre; Mancusun, Efkere, Bâlâ Gesi, Tavlusun, Mancusun, Gesi, Talas, Üskübü, Venk, Germir, Molu, Erkilet, Endürlük, Darsiyak ve İstefana’den bazı zimmîler, kethüdaları olmadı ğını söyleyerek bir kethüdaya ihtiyaç duyduklarını bildirmi şler, Arslan Kalfa v. Hacet’i kendilerine kethüda seçilmesi ve tayin edilmesini istemi şler, adı geçen ki şi kethüda tayin edilmi ş ve deftere yazılmı ştır (2 Rebiülahir 1087/14 Haziran 1676) 294 . Mahalle kethüdaları gibi köy kethüdaları da ahalinin vergi vs. i şlerini vekâleten yürütmek üzere ahali tarafından tayin edilmi ştir. Hatta birkaç köyün kethüdası, tüm köylerin ahalisini temsil etmek üzere bir veya iki kethüdayı vekil tayin edebilmi ştir. Mesela; aralarında Bâlâ Gesi, Darsiyak, Niziye, A ğırnas, Gesi, Tavlusun, Molu, Mancusun, İstefana, Kiçi Bürüngüz, Ulu Bürüngüz, Gergeme, Sarımsaklı, Isbıdın, Çukur, Tomarza, Gürgürün, Sarı Mehmedli gibi köylerin bulundu ğu yerlerin kethüdası olan zimmîler; Horasan Kethüda ile Mancusun köyü kethüdası Mı ğırdıç’ı, köylerinin halkının ödemesi gereken vergilerden kendilerine ait kısmının ödenmesi gibi i şleri yerinde görüp takip etmek üzere, vekil olarak seçtiklerin bildirmi şler, adı geçen şahıslar da vekâleti kabul etmi ştir (13 Ramazan 1061/30 A ğustos 1651) 295 . Kayseri’deki bazı köylerin kethüdalarının isimleri ayrı ayrı verilerek, bunların kendileri için bir kethüdayı vekil tayin ettikleri görülmektedir. Efkere, Mancusun, Bâlâ

292 K ŞS 59, 80/222. 293 K ŞS 84, 15/30. 294 K ŞS 84, 22/41. 295 K ŞS 61/2, 100/327. 79

Gesi, Darsiyak, A ğırnas, Vekse, Gesi, Tavlusun, Talas, Zincidere, Endürlük, Erkilet, Molu, İstefane, Üskübü, Ulu Bürüngüz, Kiçi Bürüngüz, Gergeme, Sarımsaklı, Isbıdın, Çukur, Tomarza, Gürgürün, Sarı Mehmedli köylerindeki zimmî kethüdalar; mahkemede, Germir köyünden Horasan v. Hacı adlı zimmîyi, köylerinin işlerini takip etmesi için kethüda olarak seçtiklerini ifade etmi şler, Horasan da kethüdalı ğı kabul etti ğini belirtmi ştir (Evail-i Ramazan 1061/18-28 A ğustos 1651) 296 . Aynı konuyla ilgili 1062/1651 yılına ait bir hüccet kaydında da; Kayseri’ye ba ğlı köylerden 297 Müslüman ve gayrimüslimler, Horasan v. Hacı’yı kethüda seçtiklerini, kethüdalara ait işleri yürütmak üzere tayin edilmesini istemi şler ve Horasan kethüda olarak tayin edilmi ştir 298 . Şehir kethüdasının sadece, vergiler ilgili i şleri de ğil, aynı zamanda mahalle veya köy ahalisi arasında payla ştırılarak tahsil edilecek masrafların toplanması konusunda da sorumlu oldu ğunu tespit ediyoruz. Mesela; Kayseri’de o tarihte şehir kethüdası olan Mahmud Be şe b. İsmail, kethüda seçildikten sonra, Karaman defterdarı olan Ali Pa şa’nın önemli bir i ş için birkaç adamla Kayseri’ye gelirken konaklamaları için yapılan harcamalar ve emredilen güherçile harcı bakayası için mahalle yi ğitba şıları marifetiyle harcanan 127 kuru şun mahallelerdeki hanelere arasında payla ştırıldı ğında her haneye birer kuru ş ve birer sümün dü ştü ğü ve bunu mahallelerden toplamak için, kethüda Mahmud Be şe’ye izin verildi ği kaydedilmi ştir (10 Zilkade 1078/22 Nisan 1668) 299 . Kadı sicillerinde sadece kethüda tayini ile ilgili işlemleri de ğil aynı zamanda azledildiklerine dair kayıtları da görmek mümkündür. Mesela; Müslüman mahallelerinden 300 bazı şahıslar, daha önce şehir kethüdaları olan Uzun Veli ve Mustafa’nın, kethüdalıktan azledilerek yerlerine; Huand, Kürtler, Kalenderhane, Bozatlu, Gülük, Hacı Kılıç, Hisayunlu, Ba ğçevani, Kebe İlyas, Dibecik mahallelerinin kethüdası olan Hacı Mehmed’i vekil tayin ederek, şehre ait vergilerin masraflarını kabul ettiklerini, hepsinin oyuyla adı geçen ki şiyi daimi olarak istihdam ettiklerini ve onun da

296 K ŞS 63, 58/217. 297 Köyler arasında; Darsiyak, Germir, Akçakaya, Talas, Ulu Bürüngüz, Efkere, Venk, A ğırnas, Mancusun, Erkilet, Bâlâ Gesi, Kiçi Bürüngüz, Gergeme bulunmaktadır. Sadece Akçakaya köyünden bir Müslümanın adı geçmektedir. 298 K ŞS 63, 57/216. 299 K ŞS 78/3, 225/344; K ŞS 78/3, 219/333. 300 Mahalleler arasında; Eski Bezzazistan, Gülük, Bağçevani, Kalenderhane, Bozatlu, Huand, Dibecik, Kürtler, Hacı Kılıç, Hacı Abdullah, Hisayunlu, Taceddin, Lala, Musa Gazi, Hasbek, Hasan Fakih, Hamurcu, Cami-i Kebir, Merkepçi vardır. 80 di ğerlerinin haberi olmadan bir akçe bile harcamayaca ğını ifade etmi şler ve durum deftere kaydedilmi ştir (3 Cemaziyelevvel 1069/27 Ocak 1659) 301 . Görevini layıkıyla yerine getiremeyen kethüda yerine yenisinin tayin edildi ğine dair kayıtlar yer almaktadır. Örne ğin; Kayseri kadısı Mevlana Halil’in devlet merkezine mektup göndererek şehirde kethüda olan İsrail adlı zimmînin hizmetini layıkıyla yerine getirmemesi sebebiyle, taifenin kethüdalı ğının Murad adlı zimmîye verilmesini rica etti ğinden, merkezden gönderilen berat ile şehir kethüdalı ğı görevine Murad tayin edilmi ştir (Evail-i Cemaziyelâhir 1065/8 Nisan 1655) 302 . Zimmîlerde de aynı şekilde ve aynı sebeple eski kethüda azledilerek, yerine daha önce kethüda olan ki şi atanmı ştır. Mesela; Emir Sultan, Mumcu Halil, Mermerli, Eslem Pa şa, Kiçikapı, Gürcü, Şarkiyan, Sultan, Sayeci, Tavukçu, Fırıncı, Yalman, Rumiyan, Sınıkçı, Sisliyan, Köyyıkan, Bekta ş, Karabit, Aydo ğdu, Şehreküstü’den bazı zimmîler, kethüda olan Murad v. Agob’u yukarıda açıklanan sebeple ihraç ederek yerine daha önce kethüdaları olan Veled v. U ğur’un tayinini istemi şlerdir (27 Zilkade 1067/6 Eylül 1657) 303 . Yine aynı sebeple; Huand, Kürtler, Hacı Kılıç, Baldöktü, Karakürkçü, Kalenderhane, Bozatlı, Dibecik, Gülük’ten bazı Müslümanlar; şehir kethüdası olan Osman b. Hacı Mehmed’i azlederek, daha önce şehir kethüdası olan Uzun Veli b. Yusuf’un, Osman’ın yerine kethüda tayin edilmesini talep etmi şlerdir. Buradan da anlıyoruz ki, daha önce kethüdalık hizmetinde bulunan bir ki şi, farklı tarihlerde tekrar kethüda seçilip tayin edilebilmi ştir (Evahir-i Receb 1068/23 Nisan-3 Mayıs 1658) 304 . Kayseri’deki zimmî mahallelerinden bazıları ise; kethüdaları olan Murat’ın kendilerine zararı oldu ğunu söyleyerek, azledilmesini ve yerine Veled Kethüda’nın tayinini istemi şlerdir (9 Cemaziyelâhir 1069/4 Mart 1659) 305 . Zimmî mahallelerinin kethüdasının azledilerek yerine yenisinin tayini hakkında kaydedilen belgeden anladı ğımıza göre; zimmî mahallelerinden oldu ğu belirtilen Şarkiyan, Eslem Paşa, Kiçikapu, Sultan, Mermerli, Rumiyan, Gürcü, Emir Sultan, Harput, Köyyıkan, Selaldı, Tavukçu, Sayeci, Karakeçi, Oduncu, Bekta ş, Batman, Aydo ğdu, Arakil, Karabit, Sisliyan, Dader, Fırıncı’dan zimmîler; Rumye v. Simyon

301 K ŞS 69, 45/132. 302 K ŞS 60/2, 160/505. 303 K ŞS 66/2, 107/226. 304 K ŞS 67/2, 127/351 305 K ŞS 69, 80/234. Belgenin orijinal metni ve günümüz harflerine çevirisi için bk. Ek-17. 81

Ke şiş’i kethüdalıktan azlederek, mahallelerin ittifakıyla yerine Allahverdi v. Dırader’in kethüda tayin edilmesini talep etmi şlerdir (10 Muharrem 1090/21 Şubat 1679) 306 . Yukarıda kethüdalı ğa atandı ğı belirtilen Allahverdi v. Dırader azledilerek, yerine Müslüman olan Hacı Ahmed b. Hasan kethüda olarak atanmı ştır. Mahallelerin ittifakıyla kethüdalık işlerini takip etmesi için tayininin talep edildi ği belirtilmi ştir (12 Rebiülevvel 1090/23 Nisan 1679). Buradan Allahverdi’nin ne kadar süre ile mahallelerin kethüdalık görevini yürüttü ğünü tespit edebiliyoruz. Tarihlerden anla şıldı ğına göre Allahverdi, 2 aylık bir süre ile görevde kalmı ştır (10 Muharrem-12 Rebiülevvel/21 Şubat 1679-23 Nisan 1679). Ayrıca görüyoruz ki, tamamı zimmî mahallesi olan birimlere, Müslüman bir ki şi, üstelik mahalle ahalisinin ittifakıyla kethüda tayin edilebilmi ş; zimmî olma şartı aranmamı ştır. Aynı durum, Müslüman mahallelerine zimmî bir kethüdanın tayin edilmesi şeklinde de vuku bulabilmi ştir. Bu da bize, ahali arasında, müslim-gayrimüslim ayrımı olmadı ğı; görevlendirme ve tayinlerde liyakat esasına bakıldı ğını göstermektedir 307 . Köy kethüdasının firar etti ği ve durumun sicile geçti ği durumlar da meydana gelmi ştir. Mesela; Boyacı, Çivril, İmaret, Dada ğı, Kızık, Yazır, Sarımsaklı, Erkilet, Argıncık, Gemerek, Tomarza, Sarı Mehmedli ve Gürgürün’den bazı Müslüman ve gayrimüslimler; daha önce kethüdaları olan Horasan adlı zimmînin, la ğımcı ve bedeli hususlarındaki i şlerini görmesi için davet edildi ğinde firar etti ğini söyleyerek, yerine Kavanis adlı zimmînin, bedelleri her köyün hane ve mahallerine göre da ğıtmak üzere, kethüda tayin edilerek eline hüccet verilmesini talep etmi şlerdir. Kavanis de bu tayini kabul edince tayin i şlemi deftere kaydedilmi ştir (28 Receb 1068/1 Mayıs 1658) 308 .

2.1.6.1. Kethüdalar Hakkında Halkın Şikâyetleri

Mahalle veya köy ahalisinin rıza ve ittifakıyla nasb ve tayin edilen kethüdalar hakkında, yine ahali tarafından çe şitli sebeplerle bazı şikâyetler vuku bulmu ş ve bunun ço ğunlu ğu da şikâyet edilen kethüdanın azledilerek, yerine yenisinin tayini şeklinde sicillere yansımı ştır. Genellikle ahalinin kethüdalar hakkında şikâyetçi oldukları sebepler arasında, fakir halka defalarca zararlarının dokunması; haksız yere fazla para tahsil etmek istemeleri veya zimmetlerinde ahaliye ait para kalması yer almaktadır.

306 K ŞS 88, 26/59. 307 K ŞS 88, 64/157. 308 K ŞS 67/2, 118/329. 82

Mesela; Eski Bezzazistan, Kürtler, Bozatlı, Kebe İlyas, Dibecik, Hasan Fakih, Hamurculu, Gülük, Ta şkıncık, Huand, Hisayunlu, Hacı Arap, Lala, Şeyh Ba ğçevani, Konaklar, Hacı Abdullah, Mükremin, Musa Gazi’den Müslümanlar; şehir kethüdası olan Abdülbaki ibn-i Abdülkerim’in fakir halka zararının defalarca görülmesi üzerine azledilerek, daha önce şehir kethüdası olan Osman Çelebi b. Hacı Mehmed’in onun yerine şehir kethüdası tayin edilmesini talep etmi şlerdir (27 Zilkade 1067/6 Eylül 1657) 309 . Herhangi bir şikâyet olmadı ğı durumlarda da kethüda azledilip yerine yenisi tayin edilebilmi ştir Mesela; bazı Müslüman mahallelerindeki şahıslar; kethüdaları olan Hacı Ali b. Halil’in muhasebesini görüp, kethüdalıktan azlederek, yerine Hacı Ahmed b. Hasan’ı kethüda tayin etmek istemi şlerdir (10 Şaban 1087/18 Ekim 1676) 310 . Muhasebesi görülen kethüdanın hıyaneti görüldü ğünde kethüdalıktan azledilerek yenisi tayin edilmi ştir. Mesela; gayrimüslim mahallelerindeki zimmîler; bundan önce vekil ve kethüdaları olan Toman’ın 13 ayda kendilerinden aldı ğı parayı sorarak muhasebesini gördüklerinde, 15 kese ile 25 kuru ş oldu ğu ve masraflara harcandıktan sonra kethüdanın zimmetinde 900 kuru ş çıkınca ve hıyaneti anla şılınca, kethüdalıktan azledilerek yerine Rumye v. Simon Ke şiş’i vekil tayin etmi şlerdir (9 Şaban 1087/17 Ekim 1676) 311 . Ahali, kendilerinden gereksiz yere para alan kethüdayı devlet merkezine şikâyet etmi ştir. Örne ğin; kaza sâkinleri 312 kethüda Osman’ın kendilerinden usulsüz olarak 3.000 kuru ş aldı ğını merkeze bildirerek hüküm rica etmi şlerdir. Ahalinin ba şvurusu üzerine merkezden Kayseri kadısına gönderilen ferman ile; durumun tefti ş edilerek, bildirildi ği gibi ise, paranın sahiplerine verilmesi emredilmiştir. Ayrıca fermanda, daha önce bir defa görülüp üzerinden 15 sene geçmemi ş olan davaların tamamının tefti ş edilip görülmesi istenmektedir 313 . Müslüman ve gayrimüslim ahalinin vekilleri konumunda bulunan kethüdaların da, ahaliden gerekmedi ği hâlde akçe alan şahıslardan davacı oldukları görülmektedir. Örne ğin; Kayseri’deki Müslüman ahalinin kethüdası olan Hacı Ali b. Halil, gayrimüslimlerin kethüdası olan Toman v. Arslan ile köylerin kethüdası olan Arslan v. Hacet; mahkemede, Germir köyünden bazı Müslüman ve gayrimüslimlerinden davacı

309 K ŞS 66/2, 107/225. 310 K ŞS 84, 128/280. 311 K ŞS 84, 123/269; K ŞS 84, 128/281. (10 Şaban 1087/18 Ekim 1676) 312 Şahısların ismi verilmemi ş olup, ve ve ve –falan falan- diye belirtilmi ştir. 313 K ŞS 84, 2/2. 83 olmu şlardır. Köy zimmîlerinden olup İstanbul’da oturan İnci v. İnebek, Delmid v. Yasef, Dede Bali v. Yandem’in birkaç zimmî ile birlikte, İstanbul’a giden görevlilerden vekil olmadıkları hâlde kendileri adına birer iki şer kese akçelerini alarak göndermediklerini, hatta kendileri için kullandıklarını söylemi şlerdir. Bu üç ki şinin durumlarının köy ahalisinden sorulmasını istemi şler; ahali ise bunların köye gelmeyip, cizye, avarız vs. vergileri bile vermeyip, daima İstanbul’da oturduklarını, İstanbul’a giden görevlilerden ahali için para talep etmeyi alı şkanlık hâline getirdiklerini söyleyerek yaramaz kimseler olduklarını, bu duruma rızalarının olmadıklarını söyleyerek bu şahısların kötü hâllerini ifade etmi şlerdir (15 Rebiülahir 1087/27 Haziran 1676) 314 . Mahalle veya köy ahalisinin i şlerini görmek kar şılı ğında belli bir ücret alan kethüdalar, bazen ahali ile ücret konusunda anla şmazlı ğa dü şmü şlerdir. Mesela; Köyyıkan Mahallesi’nde sâkin olan Kaplan v. Sultan adlı zimmî, birkaç zimmîden davacı olup, zimmîlerin bir yıl hizmet kar şılı ğında salyane almamak üzere kendisini kethüda tayin ettiklerini, görevini yaptı ğı hâlde ücretini ödemek istemediklerini bildirerek alınmasını talep etmi ştir. Zimmîler ise cevabında; Kaplan’ı kethüda tayin ettiklerini inkâr edince, iddiacı olan Kaplan’dan delil istenir. Delil getiremedi ğinden, adı geçen zimmîlere yemin teklif edilir. Onlar da “ala vefki’l-mes’ul halfün billahillezi enzele İncile alâ İsa aleyhisselam” şeklinde yemin etmi şler, böylece Kaplan müdahaleden men edilmi ştir (11 Ramazan 1063/5 A ğustos 1653) 315 . Şer’iye sicillerinde sadece kethüdalar hakkındaki şikâyet ve azledilmeler yer almamı ş, bazı kethüdaların iyi hâllerinin haber verildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Örne ğin; Mancusun köyünün Müslüman ve zimmîlerinden bazıları, aynı köyden Allahverdi v. Bogos adlı zimmînin, daha önce iki yıl kethüdaları olup kendi hâlinde oldu ğunu, görevini layıkıyla yerine getirdi ğini ifade ederek, ahalinin bu güne kadar onun bir zararını görmediklerini söyleyerek iyi hâlini haber vermi şler ve durum kayda geçirilmi ştir (24 Şaban 1078/8 Şubat 1668) 316 .

314 K ŞS 84, 16/31. Aynı kethüdalar, Mancusun köyünden bazı Müslüman ve gayrimüslimlerden davacı olmu şlardır. Köyden olup İstanbul’da oturan dört zimmîden, aynı şekilde şikâyetçi olmu şlar ve kötü hâllerini haber vermi şlerdir. K ŞS 84, 16/32. 315 K ŞS 63, 21/81. 316 K ŞS 77/1, 95-96/190. Belgenin ba şında, mahallinde görülmek için, canib-i şer’den kâtip ve biri daha gönderilerek, isimleri yazılı denilen Müslüman cemaati ile Mancusun köyünde Hacı Hamza Bey’in odasında akd-i meclis yapıldı ğı yazılmaktadır. 84

Görevini yürütmekte olan kethüdaya dı şarıdan müdahale oldu ğunda, bundan rahatsız olan ahali, durumu devlet merkezine iletmiştir. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Rebiülahir 1084/4-13 A ğustos 1673 tarihli ferman suretinden; kazadaki zimmî halktan bazılarının orduya arzuhâl sunarak, eskiden beri vergi i şleri için kethüdaları olan Hacı Mehmed’den memnun oldukları hâlde; Limoncuoğlu olarak tanınan İbrahim adlı sipahinin kethüda olmadı ğı hâlde “Emrim vardır, kethüdanız oldum.” diyerek bunları rahatsız etmekten geri kalmadı ğını bildirmi ş ve engellenmesini talep etmi şlerdir. Hacı Mehmed’in kethüdalık görevinde devam etmesi ve kendisine müdahale edilmemesi için emr-i şerif rica eylediklerini görüyoruz. Bunun üzerine gönderilen fermanda, fakir halka zulmedilmesine kesinlikle razı olunmayaca ğı söylenerek, adı geçen sipahiye halkın kethüdanın i şlerine karı şmaması için tenbih edilmesi emredilmi ştir 317 . Ahalinin vekili olan kethüdanın hesabı görüldüğünde, eksik veya fazladan ortaya çıkan paranın durumu kadı sicillerine kaydedilmi ştir. Mesela; Erkilet, Gesi, Efkere, Mancusun, Niziye, Bâlâ Gesi, Venk, Tavlusun, Darsiyak, Üskübü, Keykubat, Molu’dan bazı zimmî ve Müslümanlar; ahalinin bazı işleri için, elindeki hüccet ile kethüdaları olan Hacı Mehmed b. Ali’nin, Anadolu vilayetinde ortaya çıkan e şkıya ve haramzâde tefti şine memur olan Hüseyin Pa şa’nın Kayseri’ye geli şi belirlenmi ş oldu ğundan, Kayseri’de sâkin âyan, e şraf ve ahalinin ittifakları ile yapılan masraflar için defterde kayıtlı olan mebla ğın hesabı yapıldı ğında 5.060 kuru şa yakla ştı ğını, yarısı olan 2.530 kuru şun Kayseri’nin köylerine isabet etti ğini, bunun hanelerden tahsil edilmesi için vekil tayin edildi ğini, Mehmed’in hesabı görüldü ğünde zimmetinde bir akçelerinin kalmadı ğını belirtmi şlerdir (10 Safer 1095/28 Ocak 1684) 318 . Kethüdanın harcadı ğı akçenin ahali tarafından tasdik edildi ğine dair kayıtlar da mevcuttur. Örne ğin; kethüdanın durumun kaydedilmesini talep etmesi üzerine, Kayseri şehri âyanından birkaç Müslüman; şehir kethüdası olan Osman Çelebi ibn-i Hacı Mehmed’in, elindeki defterde olan borçların hepsinin ahalinin rızasıyla yapıldı ğını ifade etmi şlerdir ve durum kayıt altına alınmı ştır (4 Ramazan 1055/24 Ekim 1645) 319 . Eski kethüdaya ait olup ahalinin zimmetinde kalan paranın kethüdaya teslim edilerek durumun sicile kaydedildi ği de görülmektedir. Örne ğin; Kayseri’deki Ba ğçevani, Kürtler, Hacı Abdullah, Mükremin, Hacı Arap, Cami-i Kebir, Gürcü,

317 K ŞS 81, 40/84. 318 K ŞS 91/2, 205/407. 319 K ŞS 55/2, 154/398. 85

Huand, Hasan Fakih, Lala, Eski Bezzazistan, Merkepçi, Hasbek, Hacet, Köse Dani şmendli, Emir Sultan, Tac-ı Kızıl’dan bazı Müslümanlar; 6 ay süreyle kethüdaları olan Hacı Ali b. Halil’in, hesabı görüldü ğünde ahali zimmetinde kalan 200 kuru ş alaca ğını, hâlen kethüdaları olan Hacı Ahmed b. Hasan’ın tahsil ederek, eski kethüdaya ödedi ğini söylemi şler ve bundan ba şka ahali zimmetinde bir akçe kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (13 Şaban 1087/21 Ekim 1676) 320 . Zimmetinde ahaliye ait para bulunan ve bunu vermekten kaçınan kethüdadan, paranın mütesellim marifetiyle alınarak ahaliye teslim edilmesi yoluna gidilmi ştir. Konuyla ilgili belgeden ö ğrendi ğimize göre; Kayseri’de naip ve liva mütesellimi Ömer Ağa’ya gönderilen 13 Rebiülahir 1087/25 Haziran 1676 tarihli buyruldu ile; Kayseri halkının devlet merkezine durumunu arzederek, daha önce şehir kethüdası Osman’ın ahaliden 6 kese akçe ve 1.300 kuru ş alıp vermekten kaçındı ğı ifade etmeleri üzerine, mütesellim marifetiyle bu hususun görülüp akçenin Osman’dan alınarak ahaliye teslim ettirilmesi istenmektedir. E ğer halledilemezse mütesellim marifetiyle Osman’ın merkeze gönderilmesi söylenmektedir 321 . Bahsedilen dava ile ilgili olarak ahalinin ba şvurusu üzerine Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Cemaziyelâhir 1087/30 Ağustos-8 Eylül 1676 tarihli fermanda; hüküm Kayseri’ye ula ştı ğında, hüccete bakılıp, durum söylendi ği gibiyse, alınan akçenin ahaliye teslim edilmesi emredilmi ştir 322 . Ahaliye vekâlet eden kethüda sayısı birden fazla da olabiliyordu. Defterlerde, ahali ile kethüdaları olan şahıslar arasında alacak anla şmazlı ğı çıktı ğına dair kayıtlar bulunmaktadır. Mesela; Erkilet köyünden Müslüman ve zimmîler, vekil ve kethüdaları olan Hacı Mehmed ve Osman Bey b. Ebubekir adlı şahıslardan davacı olarak; iki sene köyde kethüdaları olan şahısların bu sürede ahaliden 10.100 kuru ş tahsil ederek masrafları için harcadıktan sonra, aralarında hesapladıklarında masraflarından fazla para tahsil ettiklerini iddia ederek bu paranın kethüdalardan alınmasını talep etmi şlerdir. Onlar ise cevaplarında bu mebla ğı nereye harcadıklarını tek tek açıkladıktan sonra, bunu ahalinin borçları için verip zimmetlerinde bir akçelerinin kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (12 Receb 1087/20 Eylül 1676) 323 . Ahaliden tahsil edilen vergi vs. türünden akçenin keselenerek kalede muhafaza edilmesi için kale kethüdasına emanet edildi ğini görmekteyiz. 1061/1650-1651 senesi

320 K ŞS 84, 143/321. 321 K ŞS 84, 155/359. 322 K ŞS 84, 185/434. Devamındaki ferman da aynı konuyla ilgilidir. K ŞS 84, 185/435. (Evâil-i Recep 1087/9-19 Eylül 1676) 323 K ŞS 84, 104/221. 86 perakende reayasının vergilerini tahsil eden Mahmud A ğa, daha önce kendi mührü ile mühürlü 10 kese akçeyi Kayseri Kalesi’nde muhafaza etmesi için, Kale Kethüdası olan Hidayetullah Çelebi’ye emanet etti ğini ve bunları Hidayetullah Çelebi elinden tamamen alıp, onun eline temessük verdi ğini, kendisi ile alakasının kalmadı ğını ifade etmi ştir. Dizdar Hasan ve Kale İmamı Ali Efendi huzurunda ikrar edilen bu durum deftere kaydedilmi ştir (5 Zilhicce 1067/15 A ğustos 1657) 324 . XVII. yüzyılda Kayseri’de kethüdalık görevinde bulunan ve isimleri şer’iye sicillerinden tespit edilen ki şiler eklerde Tablo 2.6’da verilmi ştir.

2.1.7. Esnaf Taifesi

Osmanlılar’da esnaf birlikleri genel olarak “ehl-i hiref” adıyla da anılırdı. Bütün esnaf kurulu şları, ham madde temini, imalât, fiyat belirleme, pazarlama ve satı ş aşamalarında devletin denetimi altında bulunurdu. Hiyerar şik yapıda te şkilatlanmı ş olan Osmanlı esnaf sisteminde yer alan; esnaf şeyhi, esnaf kethüdası, yi ğitba şı, usta, kalfa ve çırakları görev, yetki, sorumluluk ve sahip oldukları haklar geleneklere ve nizamnâmelere göre düzenlenmi şti. Her esnaf birli ğinin ayrı bir idare heyeti bulunurdu. Esnaf birliklerinde bazı de ğişiklikler görülmekle birlikte idare heyeti genellikle; şeyh, kethüda, yi ğitba şı, nakib, duacı ve ihtiyar ustalarından olu şmakta, heyetin ba şında bulunan da “şeyh” unvanıyla anılmaktaydı 325 . Anadolu’da XIII. yüzyıldan beri, sanat sahiplerinin kendi aralarında muntazam bir te şkilat ve birlik kurdukları görülmektedir. Lonca reisi olan şeyh ten sonra, yi ğitba şları ve esnaf kâhyaları gelirdi 326 . Yi ğitba şı, esnaf te şekküllerindeki vazife sahiplerinden birinin adıdır. Kethüdalardan sonra gelen ve her esnaf tarafından ayrı ayrı olarak kendi aralarından seçilen yi ğitba şılar, kethüdalarla esnaf arasında emir ve haber verip almak vazifesiyle mükellef oldukları gibi esnafa ait te şkilat ve nizamları takip ile de vazifeli idiler. Ehl-i hibre lik (bilirki şilik) de yaparlardı. Yi ğitba şılık son zamanlara kadar devam etmi ştir 327 .

324 K ŞS 66/2, 108/228. 325 Ahmet Kal’a, “Esnaf”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XI, İstanbul 1995, s. 423-424. 326 Serto ğlu, s. 200-201. Esnaf kethüda veya kâhyalarının ba şlıca görevleri arasında; loncayı hükûmete kar şı temsil etmek ve hükûmetin emirlerini üyelere bildirerek bunların uygulanmasını sa ğlamak, esnaf arasındaki anla şmazlıkları çözmek, narhların belirlenece ği toplantılara katılarak esnafın belirlenen narhlar üzerinden satı ş yapmasını sa ğlamak, haksız rekâbete girilmemesi için tedbir almak vardır. Esnaf kâhyaları seçimle göreve gelmekteydi. Bunlar, kötü tutum ve davranı şları görülmedikçe ömür boyu i ş ba şında kalabilirler, ölüm veya görevden ayrılmaları durumunda yerlerine yenisi seçilirdi. Bk. Canatar, s. 333. 327 Pakalın, C. III, s. 637. 87

Kayseri’de mevcut bulunan taifelere (esnaf gruplarına) şeyh veya yi ğitba şı tayin edilmesi ile ilgili kayıtlar kadı sicillerinde yer almaktadır. Mesela; Arpacı Mahmud’un, arpacı taifesine yi ğitba şı tayin edildi ği ve yi ğitba şılı ğı kabul etti ği sicile kaydedilmi ştir 328 . Taifelerin çe şitli i şlerini görmek için kendilerine yi ğitba şı tayin edilmesini talep ettiklerini sicillerdeki kayıtlarda görmek mümkündür. Mesela; Kayseri’deki bazı Müslüman ve gayrimüslimler, mahkemede, şeyh ve yi ğitba şıları olan Abdünnebi b. Hamza ve muhtarları olan Hacı Ahmed b. Yusuf Be şe huzurunda ikrar ederek; Abdünnebi’nin şeyh ve Hacı Ahmed’in de yi ğitba şı seçilmesi ve tayin edilmesini talep etmi şlerdir. Onlar da bunu kabul etmi ş ve durum sicile kaydedilmi ştir (14 Receb 1061/3 Temmuz 1651) 329 . Esnaf gruplarının i şlerini takip etmekle görevli yiğitba şıdan farklı olarak, müslim ve gayrimüslim mahalle halkına vekâletle i şleri takip eden ve görevi kethüdaya kar şılık gelen şahıslar da yi ğitba şı olarak adlandırılmı ş ve seçilip tayin edilmesiyle ilgili kayıtlar sicillerde yer almı ştır. Bunların ahali adına takip ettikleri işler arasında, vergilerin tahsili dikkati çekmektedir. Mesela; Köyyıkan Mahallesi’nden zimmîlerinden bazıları; mahkemede takrir ederek, mahallelerinin vermesi gereken vergiyi aralarında payla ştırdıklarında bunu tahsil etmek ve sair i şleri için yi ğitba şıları olmadı ğından bahisle, Serkis v. Karakoç adlı zimmînin yi ğitba şı seçilmesini talep etmi şlerdir. O da yi ğitba şılı ğı kabul edince durum deftere kaydedilmi ştir (28 Şaban 1061/16 A ğustos 1651) 330 . Bekta ş Mahallesi’nden bazı zimmîler, mahkemede takrir-i kelam ederek, Veled v. U ğurlu’nun yi ğitba şı tayin edilmesini talep etmi şler, Veled yi ğitba şı bunu kabul etmi ş ve durum deftere kaydedilmi ştir (8 Ramazan 1061/25 A ğustos 1651) 331 . Bazen önceki yi ğitba şının yeniden tayin edildiği de olmu ştur. Mesela; Bozatlu Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, mahkemede takrir ederek, mahallenin yi ğitba şısı olan Veli Himmed’in bundan önce yi ğitba şısı oldu ğundan bugüne kadarki sürede görevinde liyakatle çalı ştı ğı görüldü ğünden, mahalle halkının ondan razı olduklarını

328 K ŞS 20/1, 85/392. 329 K ŞS 61/1, 57/176. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-11. 330 K ŞS 61/2, 92/300. 331 K ŞS 61/2, 97/316. 88 ifade ederek, yeniden mahalle yi ğitba şısı olmasını talep etmi şlerdir. O da bunu kabul edince tayin i şlemi deftere kaydedilmi ştir (14 Cemaziyelevvel 1078/1 Kasım 1667) 332 . Mahalle ahalisinin i şlerini görmek için seçilip tayin edilen yi ğitba şına müdahale edildi ği durumlar da olmu ştur. Mesela; Köyyıkan Mahallesi zimmîlerinden bazıları, mahkemede, mahallenin ödemesi gereken vergiden, 17 eve isabet edenini aralarında mülklerinin durumuna göre payla ştırıp tahsil etmek için, ba şka yi ğitba şı seçilmesinin fakir halk için daha yararlı olca ğını bildirerek, bu husus için aralarında yi ğitba şı tayin edilmesini talep ettiklerinde, mahalleden birkaç zimmînin buna engel olduklarını söyleyerek sorgulanmalarını istemi şlerdir. Zimmîlerin cevapları olmadı ğından, bahsedilen 17 eve yi ğitba şı tayin edilmesi için mahalle zimmîlerinin istediklerini kethüda seçebilmelerine hükmedilmi ştir (Cemaziyelevvel 1061/Nisan- Mayıs 1651) 333 . Mahalle ahalisinin yiğitba şından davacı oldukları durumlar da dikkatimizi çekmektedir. Bununla ilgili Evail-i Zilkade 1048/6-16 Mart 1639 tarihli bir belgede; Gülük Mahallesi ahalisinden bazı zimmîler, mahallenin yi ğitba şısı olan Mehmed b. İsmail adlı şahıstan davacı olup, mahalleden bazı kadınlara iftira etti ğini söyleyerek sorgulanmasını talep etmi şlerdir. Mehmed bunu inkâr edince, iddiacılardan delil talep edilmi ş, ancak delil getiremeyince; iddiacılara ve kadınlara iftira etmedi ğine dair yemin etmesi teklif edilmi ş ve oda yemin etmi ştir 334 . Aynı konu ile ilgili Evail-i Zilkade 1048/6-16 Mart 1639 tarihli belgede ise; Kayseri sancak beyi Merdan Ali Bey’in mütesellimi Mehmed A ğa’nın suba şısı Mustafa Bey; mahalle yi ğitba şısı Mehmed’in mahalledeki ahalinin kadınlarına me şru olmayan sözler söyledi ğinin duyulması üzerine, sorgulanmalarını talep etmi ştir. Ahali cevabında Mehmed’in; bu duruma kendilerinin de şahit olduklarını; davacı olup ispat edemediklerinden, Mehmed’in yemin etti ğini, ancak bu hususta yeminin geçerli olmadı ğına dair ellerinde fetva oldu ğunu söylemi şlerdir. Fetvaya davacı şahısların haklılı ğı görüldü ğünden suba şının bunlara müdahaleden men edilmesine karar verilmi ştir 335 . Yi ğitba şı, kötü hâlini gördü ğünü ifade etti ği ki şinin durumunun ara ştırılmasını talep ederek, mahkemeye ba şvurabilmektedir. Örne ğin; Oduncu Mahallesi’nin yi ğitba şısı olan A ğya v. Tatır adlı zimmî, Drader v. Sultan’dan davacı olmu ştur.

332 K ŞS 77/1, 2/3. 333 K ŞS 61/1, 23/66. 334 K ŞS 41/2, 132/444. 335 K ŞS 41/2, 137/456. 89

Drader’in mahallede sâkin olup, kötü hâlinin zuhur etti ğini söyleyerek, durumunun sorgulanmasını ve mahalleden ihracını talep etmi ştir. Üç zimmî, Drader’in kötü hâlini haber verince, Drader’in mahalleden ihraç edilerek ba şka yerde oturmasına karar verilmi ştir (Evail-i Şaban 1055/22 Eylül-1 Ekim 1645) 336 .

2.1.8. Çavu şlar

XI. yüzyılda Selçuklular’da çavu ş ismi ve te şkilatının varlı ğı bilinmektedir. Anadolu beyliklerinde de mevcudiyeti devam eden çavu ş te şkilatı Osmanlılar’a bir Selçuklu mirası olarak girmi ştir. Fatih Kanunnamesi’nde çavu şlarla ilgili açık kayıtlar bulunmaktadır. Osmanlı sarayının ihti şamına paralel olarak çavu şluk te şkilatı da XVI. yüzyılda çok geni şlemi ştir. “Dergâh-i âlî çavu şları” diye de anılan Divân-ı Hümâyun çavu şlarının görevleri arasında; padi şah veya veziriazam tarafından verilen bir emrin tebli ği, idam hükümlerinin icrası, ikametgâhlarında tutulan sefirlere nezaret etme gibi işler vardı. Osmanlı Devleti’nde Divân-ı Hümâyun çavuşlarından ba şka, kapıkulu ocaklarında da çe şitli rütbelerde çavu şlar kullanılmı ştır. Aynı şekilde “altı bölük” de denilen kapıkulu süvari bölüklerinin her birinde çavu şba şı adıyla anılan zâbitler bulunurdu. Sava ş sırasında askerin gerilemesine veya kaçmasına engel olmak için ordu etrafında görev yapan elleri topuzlu birçok süvari çavu şu bulunurdu 337 . Şer’i mahkemelerden sadır olan ilamların icrası, hukuken kesinle şen nakdî ve bedenî cezaların infazı gibi görevleri yerine getiren çavu şların Osmanlı adli te şkilatında önemli bir yeri vardır. Hükûmet merkezinde hizmet gören ve Divân-ı Hümâyun’a ba ğlı olan çavu şlar, atlı bir sınıftırlar. Selçuklular’da ve Memlûklüler’de de görülen bu te şkilat, Osmanlı Devleti’nin ilk devirlerinden itibaren mevcuttur. Divan çavu şları vefat etti ğinde gedikleri o ğullarına verilirdi. Hükûmet merkezinde ceza ve hukuk davalarının icra memurları olan Divân-ı Hümâyun çavu şlarının ba şında bir çavu şba şı bulunurdu. Hazine ve defterhanenin mühürlenmesi görevini üstlenen çavu şba şılar, Fatih devrinden beri Osmanlı devlet ricali arasında önemli bir yere sahip olmu ştur. Halkın dilekçe ve arzuhallerini Divan’a takdim eden çavu şba şı, divanın müba şirli ğini yapar, divanın tertip ve nizamından sorumlu olurdu 338 .

336 K ŞS 55/1, 64/168. 337 Orhan F. Köprülü, “Çavu ş”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. VIII, İstanbul 1993, s. 237. Ayrıca bk. M. Fuad Köprülü, “Çavu ş”, İA, MEB Yay., C. III, Eski şehir 1997, s. 367. 338 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 73. 90

Ta şra idaresinde görevli ümera arasında sancak beylerinden sonra en önemli görevliler olarak dergâh-ı âli çavu şları, kapıkulu süvarileri ve yeniçeriler gelmektedir. Ta şra şehirlerindeki garnizonda veya sancak beyinin kapısında görevli olan; beytülmal, ihzariye, yaya ve kaçgun vs. gibi emanetleri tasarruf eden dergâh-ı âli çavu şlarının ço ğu ta şra şehirlerinde yerle şerek bazıları da üretime katılmak suretiyle sanat veya ticaretle me şgul olmu şlardır. Dergâh-ı âli çavu şları arasında da servet sahibi olanları bulunmaktadır 339 . XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğında bulunan ve şer’iye sicillerinden tespit edilen çavu şların ismi eklerde Tablo 2.7’de verilmi ştir.

2.2. Ehl-i Şer’ Taifesi 2.2.1. Kadı

Osmanlılar fethettikleri yerleri adli ve askerî olarak iki kısımda ele almı şlardır. Bunlardan adli topraklar kaza ve nahiye olarak, askerî topraklar ise beylerbeylik ve liva (sancak) olarak isimlendirilmi şti. Kadı, adli bölgelerde Osmanlı hukukunun uygulayıcısıydı. Beylerbeyliklerinin sancaklara, sancakların da kaza ve nahiyelere bölündü ğü bu taksimatın esası, vergi ve asker toplamanın amaçlandı ğı tımar sistemi ne dayanmaktaydı. Bu türden yerler do ğrudan do ğruya merkezî hükûmetin idaresi altında olup, idarecileri olan beylerbeyi ve sancak beyleri İstanbul’dan tayin edilirdi 340 . İdarî bir birlik olarak kaza, ticari ve kültürel üstünlü ğü ile çevrenin merkezi hâline gelmi ş bir şehir veya kasaba ile merkezi çevreleyen köylerden olu şmaktadır. Kazalar, iktisadi, içtimai, co ğrafi ve kültürel birtakım ko şulların belirledi ği bir süreç içerisinde do ğmu ştur. Kaza merkezi olan şehirler ço ğunlukla bölgenin siyasi, iktisadi ve kültürel yönden merkezi konumunda olan yerlerdir 341 . Adli te şkilat açısından birçok kaza bölgesine ayrılan Osmanlı Devleti’nde, her kaza birimi do ğrudan merkeze (Divân-ı Hümâyun) ba ğlıdır ve eyalet-sancak şeklindeki askerî te şkilattan ayrı olarak sivil karakterli bir de kaza idaresi mevcut olmu ştur 342 . Sancakta bulunan kaza sayısınca kadı bulunurdu. Kazalar da alt birimleri olan nahiyelerden olu şmaktaydı 343 .

339 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında Ta şra Ümerasının Yerine Dair Dü şünceler”, s. 499. 340 Erdo ğru, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, s. 425-426. 341 Ünal, s. 118. 342 Akda ğ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453) , s. 210 vd; Ünal, s. 118. 343 Göyünç, s. 86. 91

Osmanlılar’da şer’i ve örfi davaların görüldü ğü yer, resmî yazı ve kanunnamelerde mahkeme veya meclis-i şer’ olarak ifade edilmektedir 344 . Kadı, kaza idaresinin ba şı olarak genellikle kazanın merkezi olan ve nefs kelimesi ile ifade edilen şehirde otururdu. Kaza bölgesi içindeki köylerin davaları meclis-i şer’ denilen mahkemede görülürdü. Meclis-i şer’, ço ğunlukla kadının evinde veya merkez camiinin yanında toplanırdı 345 . Bir yerde mahkemenin te şekkül etmesi için padi şah beratı ile tayin edilen bir kadı ve kadının niyabetini haiz bir ki şinin bulunması gerekiyordu. Kadılar sadece kendi kadılı ğındaki davalara bakabiliyordu. Osmanlı’da sancaklar müteaddit kadılıklara ayrılmı ştı. Mahkemenin toplandı ğı yerler ise şehir ve kasabalardı. İlk devirlerde kaza dairesi suba şılık bölgesine tekabül etmekteydi 346 . Kazada güvenilirli ği ile tanınmı ş ileri gelenlerden seçilen bir heyet her duru şmada hazır bulunurlardı ve bir nevi jüri olan bu şahıslar şuhûdü’l-hâl olarak kaydedilirdi. Bu heyette yer alanların sayısı de ğişken olup, bazen 20-30 ki şiye kadar çıkabilmi ştir. Kadı, tereddüt etti ği mahallî örf ve âdetlerle ilgili hususlar için bu heyettekilere, fıkhî konularla ilgili de kaza müftüsü nün görüşüne ba şvurabilir veya şeyhülislâmdan fetvâ alabilirdi 347 . Kadı tayini, yüksek dereceli bir medreseyi bitirmi ş ve belli bir süre , Konya, Sivas ve Ba ğdad gibi büyük şehirlerde dâni şmend yani bir nevi stajyer olarak hizmet etmi ş ki şiler arasından yapılırdı. Atanan kadının 2 yıl süreyle görev yaptıktan sonra İstanbul’a giderek mülâzamet te beklemesi yani maa şsız hizmet etmesi gerekiyordu 348 . Kaza kadılarının görev süreleri ile ilgili olarak İ. H. Uzunçar şılı’nın bazı kaynaklara istinaden verdi ği bilgi şöyledir: XVI. yüzyıl ortalarında kaza kadılarının görev süreleri 2 yıldan fazla ve 3 yıl, XVII. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyıl ba şlarında ise 20 ay süre ile görev yapmaktadırlar 349 . Osmanlılar’da mahkemeler divanda do ğrudan iki kazaskere ba ğlıydı. Kadılıklardaki de ğişiklikler, kadıların tayin ve azledilmeleri, hüküm verdikleri sahaların tahdit veya kaldırılması gibi yetkiler kazaskere ait olup, padi şaha arz etti ği buyruldu ve aldı ğı hüküm ile olurdu 350 .

344 Halil İnalcık, “Mahkeme”, İA, C. VII, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 149. 345 Ünal, s. 119. 346 İnalcık, “Mahkeme”, s. 149. 347 Ünal, s. 120. 348 Akda ğ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453) , s. 98; Ünal, s. 119. 349 İ. Hakkı Uzunçar şılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Te şkilâtı , Ankara 1965, s. 94; Varlık, s. 127. 350 İnalcık, “Mahkeme”, s. 149. 92

Osmanlılar’da ta şra idaresinde hükümdar otoritesini temsil eden askerîlerin ümeradan sonra önemli bir kolu da ulema yani ilmiye mensupları idi. Toplumu yönetmek, e ğitmek ve aydınlatmakla sorumlu olan ve padi şahın beratı ile tayin edilen kadılar ekonomik olarak merkezden kopuk olup devlet kadılara hazineden para ödememekte idi 351 . Osmanlı’da üretici tabaka olan reaya ile merkezi otorite arasında yer alan yönetici kadroya tanınan yetki, XVII. yüzyıldan itibaren bölgesel güçlerin lehine olan yeni bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmu ştur 352 . Kadıların oldukça geni ş hukuki, askerî, beledî ve örfi görev ve yetkileri bulunmaktaydı. Anla şmazlıklar ve cezai uygulamayı gerektiren suçlar meclis-i şer’ denilen mahkemede görülür, kadı’nın hükmü olmaksızın hiç kimse cezalandırılamazdı. Ehl-i örf ile reaya arasındaki anlamazlıklar kadı tarafından halledilir, ayrıca ilmiye sınıfına mensup olan müderris, mütevelli ve vakıf görevlilerinin tayin ve azilleri de kadı’nın arzı ile yapılırdı 353 . Kadı, kendi kaza dairesinde askerî ve idari makamlardan, suba şı, sancak beyi ve beylerbeyinden müstakil olup; ceza ve vergi sahası ile şer’i ve örfi kanunların uygulanmasında kadının hükmü gereklidir. Kadının hükmü olmaksızın ceza ve cerime almak kesin olarak men edilmi şti. Kadılar birçok idari ve mali yetki ve görevleri oldu ğundan, kadılık zamanla sancakların idari taksimatına esas olmu ştur. Kadı, padi şahın hususî bir hükmü ile di ğer bir kadılı ğın i şine bakabilir; kendi aralarında veya askerî-mülki makamlar ile do ğrudan muhabere edebilirlerdi. Ancak kadı, mahkeme merkezini keyfî olarak de ğiştiremezdi 354 . Kadı, şehrin belediye i şlerinin yürümesinden mesul en üst amir olup, şehir kethüdası , esnaf kethüdaları , pazarba şı, mimarba şı, çöpçüba şı ve muhtesip gibi görevlilerden olu şan bir nevi belediye meclisinin de ba şkanı konumundaydı 355 . Mahkeme i şlerinde kadıya yardımcı olan memurların ba şında naip geliyordu. Bunların; kadının bulunmadı ğı durumlarda duru şmaları idare etmek, köylerdeki davaların yerinde görülmesi için olay yerine gitmek gibi görevleri vardı. Kadıya naip

351 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında Ta şra Ümerasının Yerine Dair Dü şünceler”, s. 503’te yazar, gündelikleri itibari bir mebla ğ olan kadılara bu parayı devletin ödememekte oldu ğunu, ekonomik yönden ba ğışlanan bu yetkinin desantralizasyonu hızlandıran etkenlerden biri oldu ğunu belirtmektedir. 352 Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı …”, s. 506. 353 Yücel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Desantralizasyona Dair …”, s. 667; Ünal, s. 119; kadı’nın görevleri hakkında ayrıca bk. İnalcık, “Mahkeme”, s. 150; Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 22. 354 İnalcık, “Mahkeme”, s. 149. 355 Akda ğ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453) , s. 96; Ünal, s. 119. 93 dı şında yardımcı olan görevliler arasında; suba şı, muhzırba şı, muhzırlar , asesba şı ve ases ler, mukayyid vs. de vardı. Kadıların aynı zamanda bulundu ğu kazanın asayi şinden de sorumluydu. Asayi şin temini suba şı ve ases ler ile yürütülürdü. Bugünkü noterler gibi, her türlü tasdik i şi de kadıya aitti 356 . Devlet merkezinden ta şradaki birimlere gönderilen ferman ve beratlar öncelikle mahallin kadısına gönderilir, kadı tarafından görülerek sahte olup olmadı ğı belgenin arkasına kadının mührü ile belgelendikten sonra ilgili görevliye verilir, bir sureti de kadı tarafından şer’iye sicili denen deftere yazılırdı. Defterin bir tarafında belgeler, di ğer kısmında da mahkemeye intikal eden davalar kaydedilirdi 357 . Mahkemede kaydedilen sicil defteri veya ba şka bir ifadeyle sicil-i mahfuz da; bütün vesikalar, merkezden gelen hükümler, şehrin narh listeleri kayıtlı olup, resmî bir defter mahiyetinde bu siciller itinayla saklanarak kadıdan kadıya devrederdi. Defterdeki kayıt veya emirler, mahkeme kararlarına esas te şkil ederek; kadı, bu kayıtlara göre suret ve hüccet verirdi 358 . Kadı tayini ilgili kayıtlar genellikle sicilin ilk sayfasında yer almaktadır. Mesela; Mevlana Abdünnebi Efendi’nin Kayseri şehri kadılı ğına tayin edildi ği, sicilin ilk sayfasında kaydedilmi ştir (Gurre-i Şevval 1049/25 Ocak 1640) 359 . Kadıya tabi memurların ba şında naip gelmektedir. Naip tayinine yetkili olan kadılar, kendi kadılıklarındaki her nahiyeye bir naip tayin ederlerdi. Ayrıca büyük merkezlerde görevli olan kadılar da, i şlerinin çoklu ğu durumunda, belirli i şleri görmeleri için naip tayin etmi şlerdir 360 . Kadıların kendi yerlerine davalara bakmak üzere görevlendirdikleri naiplerin tayini, kadılar tarafından kaleme alınan müraselelerle yapılmaktaydı. Naipler sahip oldukları yargı yetkisine göre iki kısma ayrılıyordu. Bunlardan yargı yetkili naipler, hâkimin yetki verdi ği bütün sahalarda karar verebiliyordu. Yargıya yetkili olmayan naipler ise, daha çok ke şif, ilk soru şturma, şahitler hakkındaki güvenilirlik soru şturması gibi hususları yerine getirmek suretiyle hâkime yardımcı olurlardı 361 . Kadı tayininde oldu ğu gibi, onun vekili olan naibin tayini de deftere kaydedilmi ştir. Mesela; Seyyid Hüseyin ibn-i Seyyid Mehmed’in, Gurre-i Şevval

356 Ünal, s. 119-120. 357 Göyünç, s. 81. 358 İnalcık, “Mahkeme”, s. 150. 359 K ŞS 42/1, 1/1. 360 İnalcık, “Mahkeme”, s. 150. 361 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 72. 94

1049/25 Ocak 1640’tan itibaren Kayseri şehri kadı naibi olarak göreve ba şladı ğı, defterin ilk sayfasında kaydedilmi ştir 362 . Kayseri kadısı Ali imzalı belgede, Gurre-i Cemaziyelevvel 1979/7 Ekim 1668’den itibaren Kayseri kazası naipli ğinin Seyyid Osman Efendi’ye verildi ğine dair bilgi bulunmaktadır 363 . Seyyid Osman Efendi’ye hitaben yazılan yazı ile, Cemaziyelevvel 1079/Ekim-Kasım 1668’den itibaren mutasarrıf oldu ğu Kayseri kazasının, naipli ği görevinin kendisine verildi ği bildirilmektedir. Belgede Kayseri kadısı oldu ğu belirtilen Hafız Şaban’ın imzası vardır 364 . Kadılar kendi yetkileri dı şındaki kadılıklara müdahale edemezlerdi. Ancak Kayseri kadısına Palas kadısının müdahil oldu ğuna dair bir belge tespit edilmi ştir. Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Zilhicce 1083/8-18 Nisan 1673 tarihli fermanla; Hazrin? köyü ahalisinin devlete arzuhâl sunarak, köyün Kayseri kazasına eskiden beri ba ğlı oldu ğu ve şimdiye kadar şer’i i şlerinin Kayseri kadısı tarafından görüldü ğü hâlde, Palas kadısı olan şahsın, “Elbette umur-ı şer’iyyenizi ben görürüm.” diyerek muhalefetle kazaya müdahale etti ğini bildirip, engel olunması için emr-i şerif rica ettiklerinden bahsedilmi ş, “… karye-i mezbure Kayseri kazasının tevabi-i kadîmesinden olma ğla, kadîmü’l-eyyâmdan berü umûr-i şer’iyeleri Kayseri mahkemesinde görülüp sonradan emr-i şerifimle veyahud kadıaskerim mektubu ile Palas kazasına ilhâk olmu ş de ğil ise…” denilerek, eskiden beri uygulandı ğı şekliyle, şer’i muamelelerinin Kayseri kazasınca yapılması ve Palas kadısının müdahale etmemesi emredilmi ştir 365 . XVII. yüzyılda Kayseri’de görevli olan ve şer’iye sicillerinden isimleri tespit edilebilen kadıların isimleri eklerde Tablo 2.8’de verilmiştir.

2.2.2. Muhzırba şı ve Muhzırlar

Mahkemede kadıların yardımcılarından birisi de muhzırba şı ve muhzırlardır. Muhzırba şılar, mahkemeye getirilmesi gereken ki şi veya ki şileri mahkemeye getirirlerdi 366 . Arapça “huzur” kelmesinden gelen muhzır kelimesi, alakadar olanları mahkeme huzuruna götürmeye yani celbe memur mahkeme hademesi, müba şir,

362 K ŞS 42/1, 1/2. 363 K ŞS 78/3, 286-287/669. 364 K ŞS 78/3, 287/670. 365 K ŞS 81, 59/125. 366 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 158. 95 mahkeme-i şer’iye muhzırı olarak ifade edilmektedir 367 . Müddeilerle (davacılar) müddei aleyhleri (dava olunanlar) mahkemeye ça ğıran memur hakkında kullanılan bu tabire mukabil hukuk ve ceza mahkemelerinde “müba şir” denilir. Muhzır; Arapça ihzar edici, eden, huzura getiren demektir. Kazasker mahkemeleri gibi muhzır sayısı çok yerlerde onların ba şı makamında “muhzırba şı” da bulunurdu. Adli görevliler arasında özellikle muhzırlar ve muhzırba şı önemli bir yere sahipti 368 . Muhzırlar, mahkemenin bulundu ğu yerin ahalisi arasından özellikle de daha önce bu görevi yapmı ş ki şilerden veya bir şekilde devlet görevi almı ş askerî grupların mensupları arasından seçilirdi. Sivil halktan muhzır tayin edilemezdi. Muhzırları tayin ve azil yetkisi kadılara aitti. Kadı muhzırlık için uygun gördü ğü ki şiyi merkeze arz eder ve tayin merkezden beratla yapılırdı. Büyük kadılıklarda birden fazla muhzır bulunur, bu gibi yerlere bir de muhzırba şı tayin edilirdi 369 . Muhzırba şılar da berat ile tayin edilmekte ve bir yıl süreyle görev yapmaktaydılar. Bazen, eski muhzırba şı bu görevini tekrar üstlenirdi 370 . Kayseri kadı sicillerindeki pek çok belgede muhzırba şı ve muhzırların adı geçmektedir. Muhzırlar daha ziyade jüri ve hakem kurulu da denilebilecek nitelikteki şahitler kısmında yer almı şlardır. Ço ğunlukla baba isimleri yazılmaksızın sadece isimleri ile ifade edilmi şlerdir: Muhzır Abdi, Muhzır Mehmed gibi 371 . Muhzırba şını ifade ederken ise, muhzırba şı, sermuhzır veya sermuhzırân ifadeleri kullanılmı ştır 372 .

367 Şemseddin Sami, s. 1302. 368 Pakalın, C. II, s. 572. Mahkeme kâtipli ğine ihtiyaç duyulmayan küçük kadılıklarda da muhzır bulunur, kitâbet i şini kadı veya muhzır yapardı. Mahkemede hazır bulunması istenen ki şiye kadı tarafından bir celb kâ ğıdı (mürâsele) çıkarılarak, ilgili şahıs muhzır tarafından mahkemeye ça ğırılırdı. Muhzırın görevleri arasında, muhâkeme sırasında asayi şin temin edilmesi de yer alıyordu. Recep Ahıskalı, “Muhzır”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXI, İstanbul 2006, s. 85. 369 Ahıskalı, s. 85. 370 Öztürk, s. 30-32. 371 Mahkeme kayıtlarında ço ğunlukla muhzırların sadece kendi isimlerinin yazılması ile yetinilmi ştir. Bir belgenin şahitler listesinde muhzır Musa b. Abdullah adı zikredilmektedir. Baba adının Abdullah olması, kesin olmamakla birlikte şahsın muhtedi olabilece ği ihtimalini akla getirmektedir. K ŞS 13, 62/480. Müslüman olan zimmîlerin baba adı yerine Abdullah isminin yazılmasının gelenek hâline geldi ğini farklı tarihli belgelerde görmek mümkündür. Buna dair ev satı şı ile ilgili bir belgede; zimmiye oldu ğu belirtilen Hatun bt. Mıgırdıç adlı kadının o ğlunun adı Mehmed Be şe ibn-i Abdullah olarak yazılmı ştır. Annesi zimmî olan ve baba adı Abdullah olarak yazılan şahsın mühtedi olma ihtimali yüksek görünmektedir. Bk. KŞS 18, 2/16. Dinlerini de ğiştirerek Müslüman olan erkek veya kadınların çe şitli sebeplerle sicillere kaydedilmesi mecburiyeti olu şunca, kendilerinden “muhtedi” olarak bahsedilmesi gelenek hâline gelmi ştir. Devrin hukuki mevzuatı gere ğince, Müslüman ve gayrimüslimlerden olu şan Osmanlı tebaası hukuki olarak farklı statülere sahip olduklarından, Müslüman olanların statü de ğişikliklerinin belirtilmesi gere ği hukuki bir zorunluluk olarak ortaya çıkmı ştır. Dolayısıyla da muhtedilerin babalarının adı yerine sadece Abdullah adı kullanılarak, sicillere bu şekilde kaydedilmeleri gelenek olmu ştur. Bk. Osman Çetin, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472-1909) , TTK Yay., Ankara 1994, s. 7, 35-37. XVII. yüzyıl boyunca nüfusu Türkler, Ermeniler ve Rumlar’dan olu şan Kayseri’nin bazı yerle şim birimlerinde Müslümanlar ve gayrimüslimler hep birlikte yan yana ya şamaktaydılar. XVII. yüzyılda Kayseri ve çevresinde toplam 63 ki şi ihtida etmi ştir. Bk. Hava Selçuk, “XVII. Yüzyılda 96

Kadıya tabi görevlilerden olan muhzırların, mahkemeye celbi gereken şahısları gerekti ği hâllerde zorla getirmeye yetkileri bulunmaktaydı 373 . Ayrıca muhzırlar yargılama sırasında mahkemede emniyet ve asayi şi sa ğlamakla da mükelleftiler. Muhzırların ücretleri maa ş şeklinde de ğildi. Bunlar taraflardan ve ilgililerden belli bir ücret alırlardı. Muhzırların sayısı mahkemenin ihtiyacına göre tespit ediliyordu. Bunlardan birisi vefat etti ğinde yerine oğlu, yoksa i şinin ehli biri tayin edilirdi. Berat ile tayin edilen muhzırlar, genellikle altıbölük halkından seçilirlerdi 374 . Kadı sicillerinde, mahkemede görevli muhzırların da içinde bulundu ğu yaralama hadisesi ile ilgili belgeler bulunmaktadır. Mesela; muhzır Mikail b. Şeref mahkemede, muhzır olarak vardı ğında Abdi Be şe ibn-i Ali’nin kendisine vurup küfretti ğini söylemi ş, sorgulanmasını talep etmi ş, Abdi bunu inkâr etmi ş, iki şahit Mikail’i do ğrular ifade verince, durum kayda geçirilmi ştir 375 . Muhzır tayin edildi ğine dair, kadı sicillerinde kayıtlar bulunmaktadır. Mesela; Hacı Hasan b. Bakkal Hüseyin’in, mahkemede hizmet etmek için muhzır tayin olundu ğunun muhzırba şı huzurunda kaydedildi ği belirtilmektedir (3 Receb 1027/26 Haziran 1618) 376 . Sonraki tarihlere ait bir kayıtta ise; muhzırba şının o ğlu Kara Ali adlı ki şinin 6 Cemaziyelevvel 1073’te muhzır tayin edildi ği kaydedilmi ştir 377 . XVII. yüzyılda Kayseri mahkemesinde görev yapan ve şeri’ye sicillerinde genellikle şahitler kısmında isimleri tespit edilebilen muhzır ve muhzırba şıların isimleri eklerde Tablo 2.9’da verilmiştir.

Kayseri’de Ya şayan Ermenilerin Sosyal Ya şantıları Üzerine Bazı De ğerlendirmeler”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri, C. II, EÜ. Yay., Kayseri 2007, s. 317-318, 321. 372 Kayıtlı bir belgede; A ğırnas köyü için muhzır oldu ğunu belirten Mikail adlı muhzırın, muhzırlık ücretine kar şılık alaca ğı mercime ği alamadı ğı için bir zimmîden davacı oldu ğu yazılıdır. Bk. K ŞS 13, 29/239. 373 İnalcık, “Mahkeme”, s. 150. 374 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 73. Mahkemece alınan harçlar davaların konusuna göre de ğişmekle birlikte, XVI. ve XVII. yüzyılda sonuçlanmı ş bir davadan muhzırlar yüzde iki akçe ihzâriye alıyorlardı ve bu miktar kanunname ile belirlenmi şti. XVII. yüzyılda mahkeme hüccetleri, nikâh akdi, sicile kayıt, tasdik ve arzlardan, muhzırların da yer aldı ğı mahkeme hademeleri için 5 akçe tahsil ediliyordu. Bk. Ahıskalı, s. 85. 375 K ŞS 25/1, 29/155. 376 K ŞS 20/1, 65/276. 377 K ŞS 72/1, 1/4. 97

2.2.3. Müftüler ve Mahalle İmamları

Halledilmeye muhtaç olan fıkhi bir mesele hakkında sorulan suale selahiyet sahibi olanın verdi ği cevaba “fetva”, ilmî selahiyete dayanarak cevap verene de “müfti” denilir. Fetva; şifahî (a ğızdan sorma) oldu ğu gibi tahrirî (yazılı) de olur. Şeyhülislâm tabiri gibi müfti tabirine de ilk olarak Fatih Kanunnamesi’nde rastlanmaktadır. O zamanlarda ve hatta çok sonralara ait eserlerde müftü tabiri kullanılmı ş, bilahare Kanuni’den sonra bu tabir terk edilerek şeyhülislâm kullanılmaya ba şlamı ştır. Müftüler ve daha sonraları şeyhülislâmlar devletin resmî i şleriyle alakadar de ğillerdi. Divanda dâhil bulunmamaları buna delalet eder. Ancak müftülerin divanda bulunmamaları, onların memleket i şleriyle alakadar olmadıkları anlamına da gelmez. Harp ilanı gibi önemli i şler zuhurunda memleketin di ğer uleması ve divan dı şındaki erkânı gibi müftü ve şeyhülislâmlar da davet edilir, görü şleri alınırdı. Şeyhülislâm unvanının kabulünden sonra da isteyenlere fetva vermek aynı zamanda ilmî ve idari i şlerle de me şgul olmak üzere vilayet, liva ve kazalarda “müftü” unvanıyla memurlar istihdam olunmu ştur 378 . Kadının mahkeme i şlerinde naipten ba şka en büyük yardımcısı da kaza müftüsü idi. Kadı müftünün görü şüne uymak zorunda olmamakla birlikte, tereddüt ettiği bazı hususlarda müftüye müracaat ederek onun görü şünü alıyor, bu da kadıya bir meselenin halli konusunda kolaylık sa ğlıyor ve me şruiyet kayna ğı oluyordu 379 . Kazalarda kadılardan sonra gelen ehl-i şer’ yöneticiler, müftülerdir. Müftüler, şeyhülislâm tarafından tayin edilirlerdi. Müftülük, fetva makamıdır 380 . Kazalarda şeyhülislâmın temsilcisi olarak müftüler görev yapıyordu. Bulundukları yerlerdeki sosyal huzursuzluklarda mutasarrıf, mütesellim ve naiplere yardımcı oluyorlardı. Tayinleri, şeyhülislâmın yazdı ğı bir mektupla yapılmaktaydı 381 . En küçük idari birim olan mahallelerin ba şında imamlar bulunmaktaydı. Kadı tarafından tayin edilen imam, mahallenin yöneticisi ve temsilcisi olarak görev yapardı. Muhtar ise, ba şlangıçta, imama vekâlet edebilecek cami cemaatinin seçkin ki şisini ifade etmektedir 382 . Şehrin fiziki yapısını olu şturan mahalle, genellikle bir cami veya mescit etrafında meydana gelirdi. Bu anlamıyla mahalle, aynı cami veya mescitte ibadet eden

378 Pakalın, C. II, s. 599-601. 379 Ünal, s. 120. 380 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 160. 381 Sezer, s. 468. 382 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 27. 98 cemaatin aileleriyle birlikte oturdukları yerle şim birimidir. XVII. yüzyılda mahalle imamları ile ilgili oldukça fazla atama beratı sicillerde bulunmaktadır. Aynı dönemdeki kayıtlardan, imamlık vazifesine dı şarıdan birçok müdahalenin oldu ğu da anla şılmaktadır 383 . İmamlar, padi şah beratı ile göreve tayin edildiklerinden Osmanlı devlet sisteminde “askerî” den sayılmaktaydılar. Berat sahibi imam ve hatipler, görev süreleri boyunca raiyyet rüsumu ve avarızdan genellikle muaf tutulmu şlardır. İmamlar, görev yaptıkları mescit ve camilerin vakıflarından vazife (maa ş) almaktaydılar. Tayinleri genellikle vakıf mütevellisinin teklifiyle gerçekle şirdi 384 . XVII. yüzyılda Kayseri’deki görev yapan müftüler, imamlar ve di ğer din görevlilerinden isimleri tespit edilebilenler eklede Tablo 2.10 ve 2.11’de verilmi ştir.

2.2.4. Nakibü’l-eşraf Kaymakamı

Yıldırım Bayezid Han devrinde (1389-1402) tesis edildi ği bilinen Nikâbet Nezareti’ni Fatih Sultan Mehmed, Sâdât Nezareti’ni kendi saltanatı devrinde ikinci sadât nâzır ve zâbiti Seyyid Zeynelabidin Efendi’nin ölümü üzerine lağvetmi ş, daha do ğrusu nikâbet makamına bir ba şkası tayin edilmemi ştir. II. Bayezid devrinde yeni şekliyle nikâbet te şkilatı ihdas edildi ğinde (900/1494) ilk nakib Seyyid Mahmud’a “nakibü’l-eşraf” unvanı verilmi ş, bu unvan adı geçenin nikâbet beratına da yazılmı ştı. Nakibü’l-eşraf olacak zatların sadâttan olmaları gerekirdi. Osmanlı Devleti’nde de nakibü’l-eşraflar ilmiyeye mensup olurlardı. Nakibü’l-eşrafların görevleri arasında, seyyidli ği sabit olanlara hüccet vermek, böylece seyyid olanla olmayanları ayırt edebilmek, seyyidlerin tekâlif-i divaniye ve avarızdan muafiyetlerini sa ğlamak vardır. Osmanlılar’da genellikle siyâdet hüccetlerinin verilmesi, özellikle de bir şüphe ve şikâyet üzerine neseblerinin ara ştırılmasına hassasiyet gösterilmi ştir 385 . Nakibü’l-eşraf kaymakamları İstanbul’daki nakibü’l-eşraf tarafından yazılan mektupla atanmaktaydı. Kayseri’de de bir nakibü’l-eşraf kaymakamı bulunmaktaydı 386 . Kaymakam, İstanbul’da bulunan nakibü’l-eşraf tarafından bir mektup ile atanırdı 387 .

383 Ergenç, “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin İş lev ve Nitelikleri Üzerine”, s. 69; Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 152. 384 Beydilli, s. 181. 385 Murat Sarıcık, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Nakîbü’l-Eşraflık Müessesesi , TTK Yay., Ankara 2003, s. 51-52, 57, 121,126, 128, 137-138. 386 Sezer, s. 468. 387 Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 161. İlk nakibü’l-eşraf vekili uygulamasının nakibü’l-eşraf Muhammed Muhterem nikâbetinde (941-980/1534-1572) ihdas edildi ği söylenebilir. 99

Nakibü’l-eşrafın cezalandırma yetkisi, eyaletlerde nakibü’l-eşraf kaymakamlarına verilmi şti. Ba şta Abbasiler olmak üzere di ğer İslâm devletlerinde oldu ğu gibi, İstanbul’da bulunan nakibü’l-eşrafın neredeyse bütün meskûn yerlerde vazifelerini görecek vekilleri yani kaymakamları olurdu. Seyyidleri muhakeme, hapis ve cezalandırma yetkisi İstanbul’da nakibü’l-eşrafın, ta şrada ise kaymakamlarının elindeydi. Ta şradaki seyyid ve şeriflerin kanun ve âdetlere aykırı hareketlerini o yerin nakibü’l-eşraf kaymakamı cezalandırırdı 388 . Kayseri’de kaymakam oldu ğunu belirtilen Seyyid Mehmed Efendi’ye gönderilen 28 Safer 1068/5 Aralık 1657 tarihli buyruldu ile; Ürgüp, Develi, Zamantı ve Palas kazalarındaki sadât-ı kiramın i şlerinin Kayseri’deki kaymakam tarafından takip edilece ği belirtilmektedir 389 . Evâsıt-ı Rebiülevvel 1090/21 Nisan-1 Mayıs 1679 tarihli mektup ile, Kayseri kazası ve nahiyelerindeki sadât-ı kiram üzerine Seyyid Abdüsselam Çelebi’nin kaymakam seçilip tayin edildi ği belirtilmektedir 390 . İstanbul’da bulunan nakibü’l-eşraf tarafından gönderilen Gurre-i Zilkade 1099/28 A ğustos 1688 tarihli mektup ile, Kayseri kazasında mevcut olan seyyidler üzerine, Seyyid Emrullah Efendi’nin nakibü’l-eşraf kaymakamı tayin edildi ği belirtilmekte; elinde kadı hücceti ve kaymakam temessükü olanların durumlarını mahkemede ispat etmeleri için konunun kendilerine tebli ğ edilmesi ve şer’i hukukun uygulanması esnasında dı şarıdan müdahalelere engel olmaları, bu konularda ihmal ve müsamaha göstermemeleri söylenmektedir 391 . Kayseri’deki seyyidler üzerine kaymakam tayin edilen ve şer’iye sicillerinden tespit edilen nakibü’l-eşraflardan bazıları; Abdulkadir Efendi 392 , Muharrem Efendi 393 , Seyyid Abdi Çelebi 394 , Seyyid Mustafa Efendi 395 ’dir.

Nakibü’l-eşraf kaymakamları, İstanbul nakiplerinin sadrazama mektupla arzları üzerine tayin edilirdi. Bk. Sarıcık, s. 156. 388 Sarıcık, s. 145, 155. 389 “Kayseriyye’de kâim-i makam olan es-Seyyid Mehmed Efendi … inhâ olunur ki, Ürgüb ve Develü ve Zamantı ve Palas kazaları dahi size ilhâk olunmu ştur, gerektir ki zikrolunan kazalarda sâkin sadât-ı kirâm umûrlarıyla dahi olageldi ği üzere yedinizde olan mektup mûcebince akd eyleyip ihtimâm eyleyesiz ve’s-selâm …” K ŞS 66/2, 143/428. 390 K ŞS 88, 127/299. 391 K ŞS 96, 55/154. Sancak ve kazalarda, İstanbul nakibinin tam yetkili vekilleri olan kaymakamlar, sadâtın bütün ahvalinden sorumlu oldukları gibi, seyyidlerin de onlara tabi olmaları gerekiyordu. Onların azilleri yerlerine bir ba şkasının tayini ya da kendi infisalleri gibi sebeplerle olurdu. Sarıcık, s. 157-158. 392 K ŞS 13. (1608-1610) 393 K ŞS 20/1. (1618-1619) 394 K ŞS 20/1. (1618-1619) 395 K ŞS 84. (1676) 100

2.2.5. Mahkeme Kâtipleri

Osmanlı ta şra bürokrasisi, merkezdekine paralel bir biçimde örgütlenmi şti. Beylerbeyi divanlarında çalı şan kâtipler, hem eyalet içerisindeki yazı şmaları hem de eyaletin merkezle olan yazı şmalarını gerçekle ştirmekteydiler. Nezaretler öncesi klasik Osmanlı bürokrasisindeki daireler, aynı zamanda kendi memurunu yeti ştiren birer okul durumundaydı. Yetenekli çocuklar 8-10 ya şlarında iken kalemlere şâkird (çırak) olarak alınır, dairenin kıdemli kâtiplerinden birinin yanına verilerek, burada kitâbet, in şâ, yazı çe şitleri, hesap ve defter tutma usullerini ö ğrenirlerdi. Merkeze gelen arz, arzuhâl, mazhar türü belgelerin üzerine ilgili defterlerden kayıt çıkarmak (derkenar), ferman, berat, tezkire türü belgeleri hazırlamak gibi i şler ço ğunlukla kâtipler tarafından gerçekle ştiriliyordu 396 . Mahkemelerde en önemli görevlilerden olan kâtiplerin seçilmesinde; güvenilir ve sa ğlam ki şiler olmasına dikkat ediliyordu. Kâtiplerin, davaları tutana ğa geçirmede ve ilâmları tanzim usulünde yetenekli olması; tarafların iddia ve savunmalarını, şahitlerin beyanlarını do ğru olarak zapta geçirmeleri gerekiyordu 397 . Mahkemede kadının maiyetinde görev yapan kâtipler, sicillerin yazılması ve vesikaların tanzimi gibi önemli vazifeleri yerine getirmekteydiler 398 . Mahkeme kâtipleri, kadıların “arz” ı ile tayin edilirlerdi 399 . Kâtiplerin görev süreleri oldukça uzundu. Kâtipler ba şka bir göreve geçmedikleri veya emekli olmadıkları sürece dairelerinde ölene kadar çalı şırlardı. Kâtiplikten ni şancılık, resülküttâblık, defterdarlık, sadaret kethüdalı ğı gibi önemli görevlere yükselenler oluyordu. Ulufeli kâtipler, hizmet yılına ve ba şarısına göre de ğişen miktarlarda günlük olarak hesaplanan gelirlerini hazinenin nakit para durumuna göre 3 ayda bir alırlardı. Kâtiplerin en önemli gelirleri ise, kalem harçları idi 400 . Şer’iye sicillerinde tespit edilen kâtipler eklerde Tablo 2.13’te verilmi ştir.

396 Erhan Afyoncu ve Recep Ahıskalı, “Kâtip”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 53. 397 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 75; Selçuk, s. 36. Osmanlı bürokrasisindeki i şlerin yürütülmesinde en önemli rol kâtiplerindi. Devlet yazı şmaları kâtiplerin elinden çıktı ğı ve devletin her türlü sırrına vâkıf oldukları için, kâtiplik mesle ğine büyük önem verilirdi. Bk. Afyoncu ve Ahıskalı, s. 53. 398 İnalcık, “Mahkeme”, s. 150. 399 Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, … , s. 75; Karagöz, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 159. 400 Afyoncu ve Ahıskalı, s. 54-55.

3. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ ASKERÎ BAKIMDAN MERKEZ İLE İLİŞ KİLER İ

3.1. Menzil Te şkilatı

Arapça “nüzul” den gelen menzil veya menâzilin kelime anlamı, seyir ve seyahat esnasında gece nüzul olunan yer, konak demektir. Terim olarak ise; iki konak arası, bir konak yol, merhale; posta tatarı beygirlerinin bulundu ğu mahal, tatar kona ğı anlamlarına gelmektedir 401 . Menziller esas itibariyle tatarlar ve di ğer ulaklara aitti. Buralardan yararlanarak ücretsiz beygir temin etmek için ellerinde bu durumlarını kanıtlayan senetlerinin bulunması gerekirdi 402 . Hareket hâlinde bulunan bir ordu veya kervan, bir günlük yol gittikten sonra bir menzile varırdı. Burası ekseriya bir kasaba veya köy, bu olmadı ğı takdirde muhafazalı bir kervansaray olurdu. Menzillerin birbirine mesafesi, arazinin vaziyetine göre de ğişir ve en seyrek yerlerde yaya olarak bir günde yürünebilecek mesafeden, yakla şık olarak ise 49-53 km’den fazla olmazdı. Rumeli ve Anadolu’da ise, hudut boylarına giden Osmanlı ordularının muayyen ve nizami menzilleri vardı. Ordu harekete geçmeden evvel bu menzillerin bulundu ğu yerlerdeki idari ve kazai amirlere merkezden hükümler gönderilerek, rayiç üzerinden zahire tedarik edip asker için menzillerde hazır bulundurmaları bildirilirdi. Böyle zamanlarda, köylü zahiresini mutlaka menziller için satmaya mecburdu. Buna sürsat usulü denirdi. Sonraları bu

401 Şemseddin Sami, s. 1414. Menzil, hareket hâlinde olan bir şahıs veya bir toplulu ğun ilk hareket noktasından itibaren bir günlük yürüyü şten sonra ula ştı ğı ve istirahat edece ği yer anlamına gelmekteydi. Varı ş noktasına kadar birçok menzilden geçilirdi. Bk. Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorlu ğunda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul Üniversitesi Yay., İstanbul 1964, s. 69. 402 Mehmet Esat Sarıcao ğlu, Malî Tarih Açısından Osmanlı Devletinde Merkez Ta şra İli şkileri (II. Mahmut Döneminde Edirne Örne ği) , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara 2001, s. 141. 102 mecburiyet kar şılı ğında alınmaya ba şlanan vergiye ise sürsat akçesi denmi ştir. Menzillerde alınan zahireyi hazır bulunduran memura nüzul emini denilmekteydi 403 . Osmanlı Devleti’nde do ğu-batı yönünde evrensel bir yol şebekesine ba ğlı olan yol a ğı üzerinde yer alan menziller arasındaki mesafelerin belirleyici unsuru atın ortalama hızı idi. Buna göre, en fazla uzaklık at hızı mesafesiyle 18 saati geçmiyordu. Uzak mesafede olan menziller arasında katır ve deve kervanları için ikinci derecede bulunan durak yerleri meydana getirilmi şti. Devlet, resmî haberle şmede güven ve hız sa ğlamak için her menzilin çevresindeki bazı köy ve şehirleri, belirlenen yerde dinlenmi ş at bulundurmak ve habercilerin a ğırlanmasını sa ğlamak yükümlülü ğü kar şılı ğında onları bazı ola ğanüstü vergilerden muaf tutmu ştur. Ana yollar ise derbentçi adı verilen görevlilerin gözetiminde bulunurdu. Yol güzergâhlarında güvenlik konusunda problem olu şabilecek veya do ğal afetlerden zarar görebilecek yerlerin çevresindeki köyler de yolların bakımı ve güvenli ği ile yükümlü tutularak, kar şılı ğında avarız vergisinden muafiyet tanınmı ştır 404 . Bir yerin derbent olması için, oranın yolların kav şak noktasında ve merkezî bir durumda olması gerekliydi. Daha da önemlisi, o yerin resmî vesikalarda geçen şekliyle “mahûf ve muhâtara” , “ kutta-ı tarik ve haramîden hâli” olmayan yerler vasfını ta şıması gerekirdi. Ayrıca, bir yerin derbent kabul ve tayin edilebilmesi için, mirîye ve reayaya faydası olup olmayaca ğına bakılırdı. Eyalet ve kaza kadıları derbent olması lüzumlu olan yerleri merkeze arz ve ilam ederlerdi. Vilayet muharrirlerinin tahkikatı olumlu sonuç verirse, söz konusu yerler avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiye vergilerinden muafiyetleri kabul edilerek Mevkufat Kalemi’ndeki deftere kaydedilirdi. Bu hususta civar kadılara ve sancak beyine birer hüküm gönderilerek, derbentçi tayin edilen kimselerin ellerine de buna dair bir vesika verilmekteydi 405 . Menzil örgütü yollar üzerindeki resmî haberciler için binek hayvanı ve barınacak yer sa ğlarken; yollar üzerindeki şehir ve kasabalarda esnaf örgütü kuralları çerçevesinde ta şımacılık mesle ğini yerine getiren mekkâri 406 taifesi de özel ula şım ve

403 Serto ğlu, s. 221-222. 404 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 33. 405 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Derbend Te şkilâtı , 2. Baskı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1990, s. 11-12. 406 Arapça bir kelime olan ve mekâri şeklinde yazılan mekkâri kelimesi sözlükte; e şya ve levazım nakli için kira ile tutulan hayvan; kira hayvanlarına yükletilmi ş e şya ve levazım anlamlarına gelmektedir. Yani mekkâri, kelime olarak hem yükü ta şıyan hayvanları, hem de ta şınan e şyayı ifade edebilmektedir. Şemseddin Sami, s. 1394. Askerî te şekküllerde ordu a ğırlıklarının nakli için at, deve, katır gibi hayvanlar bulunduruldu ğu gibi, ordu birliklerinin bir yerden bir yere nakilleri sırasında ve daha ziyade sava ş 103 ticari mal nakli görevini yerine getirmekteydiler. Kadı’nın denetiminde bulunan mekkâriler, tüccarın malını ta şırken kadı sicillerinde de kaydedilen sözle şmeler yaparlar, ta şıdıkları malları yerlerine eksiksiz olarak ula ştırmakla mükelleftiler, aksi takdirde cezalandırılırlardı. Böylece tüccar, şehirlerde belli süreler duraklayarak satı ş yapabilir veya mallarını istedi ği ticaret merkezine ula ştırmaya olanak bulabilirdi. Bu yüzden de, neredeyse her şehrin ticaret kesiminde ba şka yerlerden gelen tüccarlara rastlamak mümkündü 407 .

3.2. İkmal ve Ula ştırma

Osmanlı Devleti’nde yollar boyunca sıralanmı ş olan menziller, zamanın posta te şkilatı olarak faaliyette bulunuyordu. Menzil te şkilatı XVI. yüzyılda sadrazam Lütfi Pa şa tarafından, ulak hükmü denen ve halkı baskı altında bırakan usulün ıslah edilmesi suretiyle yeni bir şekil verilerek ihdas edilmi şti. Devlete ait haberle şme ve hazinenin nakli için memurlara gerekli olan binek atları, yollar üzerindeki menzilhanelerden temin ediliyordu. Bu i şle görevli olan menzilciler, ulak hayvanı beslemek ve bunları menzillere u ğrayan ulakların emrine vermekle görevliydi. Resmî işlere ait muhaberâtı yerine ula ştırma i şi tatar veya ulak denen kimseler tarafından yapılırdı. Menzillerdeki hayvan sayısı söz konusu yerin önemine göre de ğişik miktarda olurdu. Yolcu götüren ulaklardan ücret alınır, fakat elinde ferman olan ve resmî i şle görevli olan ulaklardan bu ücret alınmazdı 408 . Menzil beygirleri, devlet habercilerinin süratle yol alabilmeleri için menzillerde daima hazır olarak bulundurulan atlardır. Haberciler bu atlarla iki menzil arasını a şar, orada atını de ğiştirerek yenisine biner, eskisi öbür menzile iade olunurdu 409 . Kayseri kadı sicillerine; yollar üzerindeki devlet görevlilerine gidecekleri yerlere yolculukları esnasında verilecek beygirlerin 410 temin edilmesi ve gerekli

zamanlarında halkın hayvanları satın alınır ve bazı vakitler geçici bir süre için ordu hizmetine alınarak sahiplerine mahallerince tayin olunan ücretler verilirdi. Sefer hâlinde ordudaki nakil i şlerinde kullanılmak üzere bulundurulan at, katır, deve gibi hayvanlarla ta şıt i şlerini görenler hakkında kullanılan tabir ise mekkârecidir. Ba şlarına ise, mekkâreciba şı denirdi. Halka ait e şya ve levazım nakli için hayvan işletenlere de bu ad verilirdi. Pakalın, C. II, s. 451-452. 407 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 33. 408 Orhonlu, s. 42-43. 409 Serto ğlu, s. 222. 410 Farsça bâr (yük) ve giriften (tutmak, kaldırmak) kelimelerinden olu şan bargir kelimesi; yük tutucu, yük kaldıran, yük ta şıyan anlamına gelmekte olup, Türkçe telaffuzu beygir şeklindedir. Gerek yük, gerek binek ve gerekse ko şu için kullanılan at demektir. Şemseddin Sami, s. 262. Lügatın “beygir” maddesinde ise; binek, yük, araba, bostan, de ğirmen beygiri denilerek; kelimenin Farsça bargirden geldi ği, ancak o imla ile yazma külfetine gerek olmadı ğı ifade edilmektedir. Ula şımda kullanılan binek hayvanı olan beygir, belgelerde bargir şeklinde ifade edilmektedir. 104 kolaylıkların sa ğlanması için zaman zaman padi şah tarafından sanca ğın kadısına hitaben yazılarak gönderilen emr-i şerifler kaydedilmi ştir. Bu belgelerden birinde; Osman Bey ve üç adamına ulak beygirleri verilmesi için emr-i şerif geldi ği yazılıdır 411 . Özellikle de doğu yönüne yapılan seferlerde, Kayseri sanca ğı güzergâh üzerinde bulundu ğundan, ordu için gerekli mühimmat vs. nin zarar görmeden ula ştırılması için önemli bir nokta konumunda olmu ştur. Mesela; Konya’dan Diyarbekir’deki orduya varıncaya kadar yol üzerindeki kadılardan; Karaman ve Ankara mukataası malını ve satın alınan top arabası beygirlerinin gönderilmesi ve orduya teslimi için kethüda Mehmed Bey’in görevlendirildi ği, hangi kazaya gelir ise oradaki menzilde yanlarına kılavuzlar verilip güvenli bir şekilde ula şımın sa ğlanması istenmektedir (27 Cemaziyelevvel 1027/22 Mayıs 1618) 412 . Sefer esnasında orduya katılmak üzere yola çıkan devlet memurlarının önde gelenleri ile maiyetlerinde bulunan adamlarına lazım olacak beygirlerin temini için, yol üzerinde bulunan kadılara hitaben emr-i şerifler gönderilmi ştir. Bununla ilgili, kadı sicillerinde çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Defterde “menzil bargiri” veya “ulak bargiri” şeklinde ifade edildi ğini görmekteyiz. Mesela; devlet merkezinden Diyarbekir’e varıncaya kadar yol üzerindeki kadılara hitaben yazılan 8 Cemaziyelâhir 1027/2 Haziran 1618 tarihli emr-i şerifle, dergâh-ı âli çavu şlarından Abdülkerim, Mehmed, Mahmud ve Şaban Çavu şlara ve adamlarına ulak beygiri verilmesi söylenmi ştir 413 . Kendilerine beygir verilen devlet görevlileri arasında; çavu şlar, müteferrikalar, dergâh-i âli suba şısı, dergâh-i âli yayaba şıları, bölükba şları, dergâh-i âli sipahileri, dergâh-i mualla kapıcıba şıları yer almaktadır. Devlet merkezinden Kayseri’ye gelinceye kadarki yol üzerinde bulunan kadılara yazılan Evâsıt-ı Şevval 1061/26 Eylül-6 Ekim 1651 tarihli fermanla, önemli bir husus için o taraflara gönderilen ulaklara, ellerinde hükümle hangi kazaya u ğrarlarsa menzil beygirleri tedarik ederek, gerekirse yanına kılavuzlar verilerek, emin ve salim bir şekilde gidecekleri mahalle gitmeleri için bu ulakları kadıların birbirlerine ula ştırmaları emredilmi ştir 414 .

411 K ŞS 13, 110/695. 412 K ŞS 20/2, 47/1103. 413 K ŞS 20/2, 47/1106. 414 K ŞS 61/2, 134/427. 105

Mara ş’a kadar yol üzerinde bulunan kadılara yazılan Evahir-i Şevval 1067/1- 10 A ğustos 1657 tarihli ferman ile, ulakların elindeki hüküm ile her kimin kazasına varırsa, ulaklara menzil beygiri verilmesi, bulunmayan yerlerde ise yolcunun yükünü yıktırmayarak, ancak kimseye zulmedilmeden yerli halktan yarar ve tuvânâ415 beygir tedarik edilmesi, tenha yerlerde ise kılavuzlar ile birlikte kadıların birbirlerine ula ştırmaları emredilmi ştir 416 . Girit Seferi mühimmatı için gönderilen ulak hüküm ile kazaya vardı ğında, Karaman eyaletinden Ba ğdad’a kadar yerdeki kadılıklar tarafından beygir verilmesi emredilmi ştir. Di ğer belgelerde oldu ğu gibi, yüklerini yıktırmayıp, tenha yerlerde yanlarına mutemet adamlar verip güvenli bir şekilde gidecekleri mahalle ula ştırılmaları istenmektedir (Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1078/28 Ekim-7 Kasım 1667) 417 . Belgelerde farklı güzergâhlar üzerindeki kadılara hitaben fermanlar veya yazılar gönderildi ği olmu ştur. Mesela; bunlardan biri merkezden Van’a kadar yol üzerindeki kadılara 418 ; Mara ş’a kadarki kadılara, mütesellimlere, kethüdayerlerine ve yeniçeri serdarı ile i ş erlerine 419 ; Edirne’den Haleb’e kadar olan kadılara 420 ; Sivas’a kadar olan kadılara, kethüdayeri, yeniçeri serdarı ve sair i ş erlerine 421 ; ordudan Trablus şam’a kadar yol üstündeki kadılara 422 ve merkezden Kayseri’ye kadar olan kadılara 423 hitaben yazılan emirler dikkatimizi çekmektedir. Eşkıyalık hareketlerinin haber verilip gereken tedbirlerin alınması için yazılan buyruldunun ulakla birlikte ve üç adamla gönderildiğinden bahsedilerek; Sivas eyaletindeki kadılar, kethüdayeri, yeniçeri serdarına hitaben yazılan Gurre-i Rebiülevvel 1079/9 A ğustos 1668 tarihli yazıdan, Sivas eyaletinde zuhur eden yol kesici e şkıyanın derhal ele geçirilmesi için tedbirler alındı ğını ö ğrenmekteyiz. Gönderilen ulak ve adamlara beygirler verilerek, güvenli bir şekilde birbirlerine ula ştırılması, kazalardaki yol ve derbentlerin korunması için dikkat edilmesi istenmektedir 424 .

415 Farsça’da güçlü, kuvvetli anlamına gelmektedir. Bu sıfat, insan için kullanılabildi ği gibi, hayvanlar için de kullanılabilmekteydi. Şemseddin Sami, s. 447. 416 K ŞS 66/2, 133/359. 417 K ŞS 77/2, 148/303. 418 K ŞS 78/3, 225/346. 419 K ŞS 78/3, 273/642; 78/3 K ŞS, 274/643. 420 K ŞS 78/3, 231/357; 78/3 K ŞS, 231/358. 421 K ŞS 78/3, 232/563. 422 K ŞS 84, 176/408. 423 K ŞS 78/3, 243/581. 424 K ŞS 78/3, 257/612. 106

Devlet merkezinden Malatya’ya kadar olan yol üstündeki kadılara gönderilen Evâsıt-ı Zilhicce 1094/30 Kasım-10 Aralık 1683 tarihli fermanla; gönderilen bir ulağa, bir adet beygir verilmesi emredilmi ştir 425 . Görüldü ğü gibi, yol üzerindeki kadılardan, kaç ulak gönderiliyorsa ona göre sayı beliritilerek beygir istenmektedir. Sayı genelde 2- 3 arasında olmu ştur. Yani kalabalık kafileler hâlinde gidilmedi ği anla şılmaktadır. Ulak taifesine beygir temini sırasında şehirdeki fakir halka zulmetmekten kaçınılması gerekti ği hususuna fermanlarda yer verildi ğini görmekteyiz. Ancak buna ra ğmen şehirdeki görevlilerin hâlâ fakirlere zulmettikleri durumlar da sicillerde gözlenmektedir. Örne ğin; Kayseri’de şehir kethüdaları olan Hacı Mehmed, Mahmud b. İsmail ve Ali b. İsmail adlı şahıslar, mahkemede, arpalık olarak Kayseri sanca ğına mutasarrıf olan Hızır Pa şa’nın mütesellimi Mustafa A ğa tarafından şehir suba şısı olan Ömer A ğa huzurunda takrir ederek; eskiden beri şehre gelip giden ulaklara beygir lazım oldu ğunda şehir suba şıları, bulunan yerlerden beygir tutup ulaklara verirlerken, şimdi şehir suba şılarının bu konuda ihmal göstererek beygir temini işini şehirdeki fakir halkın üzerine havale ettiklerini söyleyerek durumu devlet merkezine ilettiklerinde ellerine ferman verildi ğinden buna göre hareket edilmesini talep ettiklerini bildirmişlerdir. Mahkemeye sunulan fermana bakılmı ş, Kayseri sâkinlerinden birkaç Müslüman sorgulanmı ş ve beygirlerin temini konusunda “Nefs-i şehirliye tekâlif olunagelmemi ştir.”şeklinde cevap vermeleri üzerine durum sicile kaydedilmi ştir (12 Cemaziyelevvel 1079/18 Ekim 1668) 426 . Kayseri kazasında şehir kethüdaları olan Hacı Mehmed ve Uzun Mahmud adlı ki şiler ve bir zimmî, İstanbul’a adam göndererek durumlarını arz etmi şlerdir. Bunlar; kasabalarında belirli bir menzil olmadı ğından bazı mahallere ulak geldi ğinde, eskiden beri şehir suba şısı olanların beygir tedarik ederek, kendilerinin de tekâlif i şlerine hizmet ettiklerini söyleyip, şimdiye kadar müdahale edilmemi şken, gelen ulaklara beygir tedarik ettiklerini söyleyerek kendilerine rahatsız eden şehir suba şılarının engellenmesi için emr-i şerif rica etmi şlerdir. Bunun üzerine Kayseri kadısına gönderilen 2 Muharrem 1079/12 Haziran 1668 tarihli fermanda; konuyla ilgili hüküm ula ştı ğında, emre göre hareket edilip, eskiden beri uygulandı ğı şekilde ulaklara beygir temin edilmesi ve şehir

425 K ŞS 91/3, 304/585; 91/3 K ŞS, 305/588. 426 K ŞS 78/2, 179-180/247. 107 kethüdalarının rahatsız edilmemesi emredilmi ş, bu konu için bir daha merkeze şikâyet gelmemesi tenbih edilerek, hükmün şehir kethüdaları elinde kalması istenmi ştir 427 .

3.3. Personel İkmali

Osmanlı Devleti’nin Girit’i almak için yaptı ğı sefer hazırlıkları esnasında eyaletlerdeki beylerbeyiler ve di ğer görevlilere gönderilen fermanlarla, eyalet ve sancaklardan sefere katılmaları için asker vs. personel temin edilerek görev mahalline ula ştırılmaları istenmekteydi. Mesela; Karaman beylerbeyi Şaban’a hitaben yazılan Evail-i Rebiülahir 1065/8-18 Şubat 1655 tarihli fermanla; denize açılacak donanma gemileri için; yarar, dilaver, sava şa kadir 100 tüfekçi ile birlikte beylerbeyinin sefere memur edildi ği, şimdiden hazır olmaları, levazım ve mühimmatı tamamlanan 100 tüfekli asker ile bizzat beylerbeyinin devlet merkezine gelip sefer hizmetinde bulunması emredilmi ştir. Geç gelerek donanma gemilerinin geç çıkmasına sebep olunursa, beylerbeyinin sorumlu olaca ğı ve ona göre hareket etmesi gerekti ği dile getirilmi ştir 428 .

3.3.1. La ğımcı Temini

Sava şlarda, muharip kuvvetlerin yanı sıra orduya lojistik deste ğin sa ğlanmasında yardımcı birlikler de görev yapmaktaydılar. Bunlar, sava ş zamanlarında ordunun ula şım, beslenme, silah ve teçhizat ikmali gibi ihtiyaçlarının kar şılanmasında önemli görevler üstlenmi şlerdir. Söz konusu yardımcı birlikler, maa şlı ve kadrolu memurlar ile birlikte, geçici statüdeki görevliler olarak ordunun lojistik hizmetlerinde çalı şmı şlardır. Yardımcı birlikler arasında en etkin rol oynayan kuvvetlerden biri la ğımcılardır 429 . Osmanlı askerî te şkilatında geri hizmet kıtalarından biri olan la ğımcı oca ğı, yeraltında tüneller açmak ve kaleleri yıkmakla görevli askerî sınıf olup, adını “yeraltı tüneli” anlamına gelen la ğım kelimesinden alır. Tarih boyunca kale ku şatmalarında sıkça kullanıldı ğı anla şılan bu yönteme Osmanlılar dı şındaki Türk-İslâm devletlerinde de rastlanmaktadır; ancak özellikle kale ku şatmalarında oldukça uzmanla şmı ş olan

427 K ŞS 78/3, 270-271/636. 428 K ŞS 60/2, 153/486-2. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-9. 429 Mehmet İnba şı, Ukrayna’da Osmanlılar, Kamaniçe Seferi ve Organizasyonu (1672) , Yeditepe Yay., İstanbul 2004, s. 121-124; Selçuk, s. 63. 108

Osmanlılar’da askerî te şkilatın önemli bir parçasını olu şturmu ş ve ku şatmalarda etkili bir şekilde kullanılmı ştır430 . Sefer zamanında talep edilen personel arasında, siper kazmakla görevli olan lağımcıların 431 bulundu ğu görülmektedir. La ğımcı temini hususunda, Kayseri sanca ğı ile devlet merkezi arasındaki yazı şmalar, sicillere kaydedilm ştir. Mesela; Kayseri’de şehir kethüdası olan Hacı Budak b. Sefer mahkemede takrir ederek, 1027/1617 senesinde emr-i şerif ile Kayseri’den la ğımcı temin etmek için gelen müba şire toplam 15 la ğımcıyı teslim etti ğini söylemi ş, müba şir de bu la ğımcıları defter gere ğince mahalline gönderilmek üzere kethüda elinden aldı ğını ifade etmi ş ve durum kaydedilmi ştir (Evail-i Cemaziyelâhir 1027/26 Mayıs-4 Haziran 1618) 432 . Aynı konuyla ilgili olarak kaydedilen hüccette ise; gönderilmesi istenen lağımcı taifesinden birkaç Müslüman ve zimmînin mahkemede şehir kethüdası Hacı Budak huzurunda ikrar ederek, görev mahalline gidip hizmet etmek üzere her birinin adam ba şına 6.000 akçe olan ücretlerini kethüda Hacı Budak elinden tamamen aldıklarını söylemi şlerdir 433 . Kayseri sanca ğı mutasarrıfı, Karaman defterdarı ve Kayseri kadısına hitaben yazılan 18 Cemaziyelevvel 1068/21 Şubat 1658 tarihli fermanda; bahardan önce Rumeli tarafına düzenlenecek seferde ihtiyaç duyulan la ğımcıların tedarikinin ehemmiyetli oldu ğundan bahsedilerek, her birine devlet tarafından 3.000 akçe ücret verilmek üzere, acele olarak Kayseri sanca ğından 400 nefer la ğımcı gönderilmesi istenmi ş, bunların kefillerinin deftere yazılıp, her 10 la ğımcıya bir yi ğitba şı tayin edilip kaydedilen defter ile birlikte orduya ula ştırılması ve teslim edilmesi emredilmi ştir. Konuyla ilgili olarak müba şir Mehmed ile gönderilen ferman yerine ula ştı ğında buna göre hareket edilmesi, la ğımcılar gönderilirken yanlarına güvenilir adamlar verilmesi ve la ğımcı temini konusunda ihmal gösterilmemesi gerekti ği de eklenmi ştir. Fermanda, “…bilcümle la ğımcı hususu, sefer-i hümayunumun ziyade ehemm-i mühimmatıdır. Saire kıyas

430 Abdülkadir Özcan, “La ğımcı Oca ğı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXVII, Ankara 2003, s. 49. 431 La ğımcı, kaleleri dü şürmek veya dü şman ordugâhına zarar vermek amacıyla la ğım kazanlar ve bu maksatla dü şman tarafından yapılan şeyleri etkisiz hâle getirmekle görevli bulunanlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar aynı zamanda ordunun muhafazası için istihkâmlar yaptıklarından, sonradan yerlerine kurulan te şkilata istihkâm adı verilmi ştir. Bu i şleri görmek üzere kurulan te şkilata La ğımcılar Oca ğı, ba şlarına da la ğımcıba şı denilmi ştir. Pakalın, C. II, s. 347. Osmanlılar’da La ğımcı Oca ğı’nın ilk olarak ne zaman kuruldu ğu bilinmemekle birlikte. Çelebi Mehmed ve II. Murad dönemlerinde la ğımcıların var oldu ğuna dair bilgiler bulunmaktadır. İstanbul’un ku şatılması sırasında etkili rol oynayan la ğımcıların fetihten sonra ocak şeklinde te şkilatlandırıldıkları muhtemeldir. Bk. Özcan, “La ğımcı Oca ğı”, s. 49. 432 K ŞS 20/1, 60/251. 433 Buna göre 90.000 akçe (15x6.000 akçe), Kayseri’den söz konusu tarihte istenen la ğımcılara ödenen toplam para demektir. Bk. K ŞS 20/1, 62/263. 109 eylemeyip, bir gün evvel irsal ve ordu-yu hümayunuma isal eyleye…” denmesi, konunun önemini göstermesi açısından önemlidir 434 . Sancaktaki idarecilere devlet merkezinden gönderilen fermanlarla, la ğımcıların acilen gönderilmesi istenmektedir. Kayseri kadısına ve la ğımcı gönderilmesi için memur olan görevliye gönderilen 20 Receb 1068/23 Nisan 1658 tarihli bir fermanla, sefer için gönderilmesi emredilen la ğımcıların, daha önce yazılan emr-i şerifler gere ğince acilen gönderilerek bir an önce orduya yeti ştirilmesi istenmektedir. Belgede, “la ğımcılara ait isti’cal emridir” denilmekte ve bu konudaki hüküm yetkililerin eline ula ştı ğında, emre göre hareket edilmesi istenmektedir 435 . 1068/1658 senesinde Kayseri kazasındaki 300 la ğımcının isimleri, mahalle veya köyleri, fiziki özellikleri, kefili olan ki şi veya ahali, ayrı ayrı kaydedilmi ştir. Bu kayıtlara bakıldı ğında, lağımcılara genellikle kendi mahallesi halkının kefil oldu ğu, ba şka bir mahalleden kefil olan ki şilerin azınlıkta kaldı ğı dikkat çekmektedir. Ayrıca her mahallenin kaç hane oldu ğu ve mahallede kaç la ğımcı mevcut bulundu ğu da kaydedilmi ştir. La ğımcılar arasında hem Müslüman hem de gayrimüslim ahalinin isimleri yer almaktadır (Evâsıt-ı Şaban 1068/13-23 Mayıs 1658) 436 . XVII. yüzyılda Kayseri şehrinde, Girit ve Lehistan seferleri, Abaza Hasan isyanı gibi olaylar sebebiyle birtakım sıkıntılar ya şanmı ştır. Uzun yıllar devam eden Girit seferi esnasında Kayseri, ordunun ihtiyacı olan asker ve mühimmatın temini noktasında önemli bir merkezdi. Girit Seferi sırasında askerî zümre dı şında devletin belirledi ği ücretler kar şılı ğında Kayseri’den bazı ki şiler la ğımcı olarak görev yapmı şlardır. 18 zeamet ve 200 adet tımarı bulunan Kayseri’de oturan tımarlı sipahiler, bir taraftan Girit Seferi için orduya katılırlarken, di ğer taraftan da Rumeli tarafında yapılan Erdel Seferi için Edirne’de toplanan orduya dâhil olmaktaydılar. Kayseri’deki yeniçeriler de, İstanbul’un muhafazasında görevlendirilmi şlerdi 437 . Kayseri sanca ğındaki ehl-i şer’ ve örfe mensup idarecilere gönderilen 8 Receb 1078/24 Aralık 1667 tarihli ferman ile; vezir ve serdarıekrem Ahmed Pa şa ile altıbölük halkı, yeniçeriler, topçu, cebeci vs. askerin Girit sava şında fethi lüzumlu olan Kandiye Kalesi için çok sayıda la ğımcı tedarik edilmesi gerekti ğinden acele olarak gönderilmesinin önemli oldu ğu ifade edilerek; Anadolu’da bulunan yerlerin her 10

434 K ŞS 67/2, B. No: 436. 435 K ŞS 67/2, 177/464. 436 K ŞS 67/2, 178/466-1. La ğımcılık ordunun geri hizmetlerinden oldu ğu için, müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmaksızın bütün Osmanlı tebaası bu görevde yer almı ştır. Bk. Selçuk, s. 67. 437 K ŞS 66, K ŞS 70; Selçuk, s. 5. 110 avarızhanesinden bir nefer güçlü ve kuvvetli la ğımcının, gönderilen mevkufat defteri sureti gere ğince, her birinin isimleri, kefilleri ve oturdukları yerle şim birimleri yazılarak defter şeklinde gönderilmesi emredilmi ştir. 1078/1667-1668 yılına mahsup olmak üzere, livadaki 512,5 avarızhanesinin ve küsür olan hanelerin her 10 hanesinden 1 nefer la ğımcının alınarak ve her 10 nefere bir onba şı tayin edilerek mahalline götürmek üzere memur olanlara teslim edilmesi söylenmi ş, ayrıca la ğımcı teminine memur olan müba şirin masrafı için her haneden “müba şiriye” akçesi olarak 15 akçe alınaca ğı, bunun haricinde bahane ile ahaliden para alınmaması emredilmi ştir438 . Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen Şaban 1078/Ocak-Şubat 1668 tarihli fermanda; veziriazam, serdarıekrem ve askerler ile Girit adasındaki Kandiye Kalesi’nin fethine giri şildi ğinden, kale mühimmatı için gerekli la ğımcıların ula ştırılmasının emredildi ği, ancak devlet merkezindeki la ğımcıların ço ğunun Kayseri kazasına kaçtı ğı belirtilerek, kazanın la ğımcılarından olmak üzere, gönderilen defterde mevcut belirtilen miktardaki la ğımcıların isimleri, kefilleri, oturdukları yerle şim birimleri ile birlikte, her 25 la ğımcıya bir bölükba şı tayin edilerek defterleriyle merkeze ula ştırılmaları istenmektedir. Ayrıca, gönderilecek la ğımcıların hasta, çocuk ya şta, ya şlı, akli dengesi bozuk ki şilerden olmamasına; güçlü ve kuvvetli olan la ğımcıların gönderilmesine dikkat edilmesi gerekti ği belirtilmektedir 439 . Gurre-i Şaban 1078/16 Ocak 1668 tarihli kayıtta gönderilen 124 la ğımcının yerle şim birimleri ve sayıları Tablo 3.1’de verilmiştir 440 . Buna göre;

438 K ŞS 77/2, 156/318. La ğımcı sayısı belirlenirken genellikle avarızhane sayısı esas alınmaktaydı. Devletin o andaki ihtiyacına göre her 10 haneden 1 la ğımcı istenmi ştir. Kayseri, 1077/1666-1667 senesinde 510 avarızhanesi olan bir sancaktı. Buna göre, Kayseri’den 51 la ğımcının orduya derhâl gönderilmesi gerekiyordu. Bk. K ŞS 77; Selçuk, s. 66-67. 439 K ŞS 77/2, 165/330. Belgede; “Kayseri kazasında nefs-i Kayseriye’de ve kurâlarda sâkin olup sefer-i hümâyun için âsitane-i saadete gelmesi lâzım gelen la ğımcıların esâmileridir ki zikrolundu.” denilmektedir. 440 K ŞS 77/2, 166/331. Girit seferi boyunca Kayseri’den 200, 400, 340, 100, 51 ve 124 olmak üzere toplamda 1.215 ki şi la ğımcılık görevi yapmı ştır. Bk. Selçuk, s. 67-68. 111

Tablo 3.1. 1078/1668’de Kandiye Kalesi Fethi İçin Kayseri’den Giden La ğımcı Sayıları 441 Yerle şim Birimi La ğımcı Sayısı Nefs-i Kayseriye 16 nefer Germir köyü 10 nefer Tavlusun köyü 13 nefer Denkir? köyü 10 nefer Talas köyü 8 nefer İstefana köyü 4 nefer Gesi köyü 6 nefer Bâlâ Gesi köyü 8 nefer Mancusun köyü 11 nefer Efkere köyü 6 nefer Niziye köyü 16 nefer Darsiyak köyü 7 nefer Isbıdın köyü 4 nefer Vekse köyü 3 nefer Üskübü köyü 3 nefer Toplam 124 nefer

Girit’teki sava ş esnasında Kandiye Kalesi kuşatması için gerekli la ğımcıların temini maksadıyla, aynı tarihlerde Kayseri kadısına gönderilen ferman ile; usta la ğımcılar tedariki için Kayseri merkezden 100 nefer güçlü, kuvvetli, yarar la ğımcı seçilerek, her birine 100 esedi kuru ş ücretinin müba şirce verilerek, kalan 50 kuru şun da adaya vardıklarında ordu hazinesinden verilmek üzere, la ğımcılık i şlerini bilir usta la ğımcıların her birinin birer kefillerini yazıp, sâkin oldukları yerler kaydedilip defterleriyle, her 20 la ğımcıya bir bölükba şı tayin edilerek, müba şirle birlikte İzmir iskelesinde hazır olup, gemiler ile Girit’e gönderilmeleri emredilmektedir 442 . Girit seferi için, Kayseri kazasındaki her 10 haneden bir la ğımcı gönderilmesinin emredildi ği

441 K ŞS 77/2, 166/331. 442 K ŞS 77/2, 169/332. Hendese bilgisinin gerekli oldu ğu la ğımcılık te şkilatı, en mükemmel şekline XVI. yüzyılda ula şmı ştır. 1669 yılında Kandiye ku şatması sırasında Kayseri, Sidrekapsa, Samakov, Silistre, Ni ğbolu ve İstanbul taraflarından 700 la ğımcı ça ğrılmı ştı. La ğımcılar son büyük hünerlerini Kandiye ku şatmasında göstermi şler ve Girit’in tamamen fethedilmesinde büyük rol oynamı şlardı. Burada uygulanan Türk istihkâm tekni ği zamanla Avrupa’ya yayılmı ştır. Daha sonra ihmal edilen te şkilat bozulmu ş, dirlikleri ehil olmayanlara geli şigüzel verilen la ğımcıların sayısı gittikçe azalmı ştır. Özcan, s. 49. Ayrıca bk. Orhonlu, s. 84. 112 belirtilmekte, toplam olarak şehir ve nahiyelerden gönderilen la ğımcıların, isimleri, fiziki özellikleri, köy ve kefilleri de yazılmaktadır (25 Şaban 1078/9 Şubat 1668) 443 .

3.3.1.1. Görev Yerine Gitmeyen La ğımcılar

Devlet merkezi tarafından çağırıldı ğı hâlde görev yerine gitmeyen la ğımcılar için sancaktaki kadılara ferman gönderildi ğini görmekteyiz. Kayseri sanca ğındaki kadılara gönderilen 28 Rebiülahir 1027/24 Nisan 1618 tarihli fermanla, daha önce sefer için gerekli 20 la ğımcı ve 10 nefer bakâyanın gönderilmesi için bölükba şı Ömer ile sanca ğa emr-i şerif gönderildi ği hâlde, bazı hanelerden la ğımcı gönderilmedi ği belirtilerek, bir an evvel adı geçen miktardaki la ğımcının orduya ula ştırılması istenmektedir 444 . La ğımcı olarak kaydedildi ği hâlde, görevine gitmedi ği ve ücretini aldı ğı iddia edilen ki şi hakkında, köy kethüdasının mahkemeye arzı söz konusu olabilmi ştir. Mesela; Mancusun köyünün kethüdası olan Babek Kethüda adlı zimmî mahkemede, Yeni Saraycık köyü sâkinlerinden Hüseyin b. Halil’in, sefer için la ğımcı gerekti ğinde adı geçen köyden de la ğımcı istendi ğinden, 90 kuru ş ücret ile la ğımcı olarak yazıldı ğını ve gönderildi ğini, ancak la ğımcılık görevini yerine getirmeden geri döndü ğü için tekrar talep edilmesi ihtimaline kar şılık bir kefil istemi ştir. Hüseyin ise cevabında, yolda “sahib-i fira ş” oldu ğundan yerine bedel tutarak Kayseri’ye geldi ğini ve ücretini aldı ğını itiraf etmi ş, aynı köyden biri karde şi olmak üzere iki ki şi kefil olmu ş ve durum deftere kaydedilmi ştir (20 Şevval 1048/24 Şubat 1639) 445 . Kaydedildi ği hâlde geri dönen la ğımcılarla ilgili bir ba şka belgede ise; Sisliyan Mahallesi’nden Artun v. Sayeci adlı zimmî, Selman Mahallesi’nden Vartan v. Bogos adlı zimmînin, sefer için Kayseri kazasından la ğımcı istendi ğinde kaydedildi ğini ve kendisinin de ona kefil oldu ğunu, fakat “Sahib-i fira ş446 oldum.” diyerek hizmet etmeden yoldan dönüp geldi ğini söyleyerek, kefil talep etmi ştir. Vartan ise yolda yerine

443 K ŞS 77/2, 170/334. Kayseri’den gönderilen la ğımcılar genellikle ücretli la ğımcılardı. Ücretlerinin bir kısmı kendi sancaklarındayken, geri kalanı da la ğımcılar orduya dâhil olduktan sonra veriliyordu. Böylece la ğımcıların ücretlerini alıp kaçmalarının önüne geçilmi ş oluyordu. Buna ra ğmen kaçan la ğımcıların ücretleri ise kefillerinden talep edilmekteydi. K ŞS 57, K ŞS 66, K ŞS 67, K ŞS 69, K ŞS 77; Selçuk, s. 67. 444 K ŞS 20/2, 45/1095. 445 K ŞS 41/2, 110/388. 446 Fira ş, Arapça’da dö şek, yatak demektir. Esir-fira ş, yata ğa yatacak, kalkamayacak kadar hasta anlamıa geldi ğine göre, sahib-i fira ş da benzer bir anlama gelmekte olup, hastalanmak manasında olsa gerektir. Şemseddin Sami, s. 986. 113 bedel tutup geldi ğini söylemi ş; karısı, o ğlu ve Seydiyargazi Mahallesi’nden bir şahıs Vartan’a mahkemede kefil olmu ş, e ğer ortadan kaybolursa malına karısı ve o ğlunun kefil oldu ğu kaydedilmi ştir (Evahir-i Şevval 1048/24 Şubat-5 Mart 1639) 447 . Lağımcı olarak gidip Birecik’te gemilere kaydedildikleri hâlde firar edenler hakkında, onları tefti şe memur olan Osman Pa şa’nın adamı Süleyman A ğa tarafından 18 Şaban 1048/25 Aralık 1638 tarihli bir mektup gönderilmi ş ve Kayseri sanca ğından gönderilen la ğımcılardan sefere gelen, gelmeyen, firar eden, yolda ölen vs. 24 la ğımcının kefillerinin yazılması istenmi ştir. La ğımcıların isimleri ve mahalleleri yazılmı ş, e ğer sahib-i fira ş olmu şsa, kefili yazılıp, yerine köyden gönderilen ki şinin adı belirtilmi ştir. La ğımcı firar etmi şse ismi verilerek, yerine kimin görevlendirildiği kaydedilmi ştir. Firar eden la ğımcının yerine kefili gitmektedir. Sefere gelmeye gücü olmayanın yerine yine köy ahalisinden tayin edilen vekilleri gönderilmi ştir 448 . Bazen firar eden la ğımcının yerine gönderilen kefili de firar edebilmi ş ve kefilin bulunamadı ğı durumlar olmu ştur 449 . Firar eden la ğımcıların yeniden devlet merkezine gönderilmesi ile ilgili olarak; Kayseri’deki ehl-i şer’ ve ehli örf idarecilere gönderilen 10 Şaban 1078/25 Ocak 1668 tarihli fermandan; daha önce İstanbul’da bulunan la ğımcı taifesinden bazılarının Kayseri’ye firar ettiklerini ö ğrenmekteyiz. Bunların, isim ve adresleri ile deftere kaydedilip devlet merkezinde görevli mimarba şı ile gönderildi ği ve âcilen yeniden İstanbul’a getirilmeleri emredilmektedir 450 . Sefere katılmayan la ğımcıların tefti şi ve görevini yerine getirmeyenlerden mirî için alınacak bedel için devlet tarafından memurlar görevlendirilmi ştir. Mesela; 1048/1638-1639’da sefere gönderilen la ğımcıları tefti ş ve hizmet etmeyenlerin akçelerini devlet adına tahsile memur olan Rıdvan Ağa ve Solak Ali A ğa; Kayseri ahalisinin i şlerine vekil olan kethüdaları ile ahalisi huzurunda, 440 la ğımcıdan hizmet etmeyenlerinin, emr-i şerif ve defterde belirlendi ği üzere bazısından 10.000, 35.000, 45.000 akçe tahsil edip, sava şta öldü ğü şahitlerle ispatlananlar dı şındaki ahaliden toplam 36 yük 83.000 akçeyi tamamen aldıklarını belirtmi şler ve buna dair alakalarının kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (29 Ramazan 1049/25 Aralık 1639) 451 .

447 K ŞS 41/2, 124/422. 448 K ŞS 41/2, 209/536. 449 K ŞS 41/2, 209/537. 450 K ŞS 77/2, 179/383. 451 K ŞS 42/1, 5/9. 114

Kayseri sanca ğı mutasarrıfı ve Kayseri kadısına gönderilen 25 Cemaziyelâhir 1068/30 Mart 1658 tarihli fermanda, sefer mühimmatı için daha önce Kayseri sanca ğından 400 la ğımcının talep edildi ği, ancak bedel-i nüzul ve bedel-i beldar akçelerinin alınması emredildi ği hâlde ödemeye tahammülleri olmadığı için, 100 neferden 10.000 akçe hesabı üzere 10 yük 452 akçe bedel alınması, kalan 300 neferin ücretleri için ise 4.000’er akçeden 12 yük akçe olan paranın 10 yük akçesinin bedel-i la ğım akçesinden, 2 yük akçesi de livanın bedel-i beldar akçesinden verilmesi emredilerek, hüküm ile müba şir vardı ğında, emre göre hareket edilip, la ğımcıların isimleri ve kefilleriyle deftere yazılıp orduya ulaştırılması ve la ğımcıların da zamanında görev yerlerine gitmeleri istenmiştir 453 . Firar eden la ğımcıların bedeli, bunlara kefil olan mahalle ahalisinden tahsil edilmekteydi. Konuyla ilgili 5 Cemaziyelevvel 1069/29 Ocak 1659 tarihli bir belgede; Kayseri’deki gayrimüslim mahallelerinden oldu ğu belirtilen Sultan Hamamı, Tavukçu, Rumiyan, Batman, Harput, Sayeci, Eslem Paşa, Arakil, Bekta ş, Şarkiyan, Aydo ğdu, Mermerli, Fırıncı, Oduncu, Emir Sultan, Kiçikapı, Selman, Selaldı, Şehreküstü, Köyyıkan’dan zimmîler mahkemede, Murad Kethüda v. Yagob huzurunda ikrar ederek, la ğımcılara kefil olduklarından; mütesellim Seyyid Hamza A ğa’dan 233 esedi kuru ş, firar eden bir la ğımcı için 132 esedi kuru ş, mütesellimin ula ğına verilen bir at ve Murteza Pa şa geldi ğinde verilen araba için 96 esedi kuru ş, pa şanın ula ğına verilen bir at için 35 esedi kuru ş olmak üzere toplam 592 esedi kuru ş ve ayrıca bazı kimselerden borç alarak mahallenin vergi giderlerine harcanan 508 esedi kuru şun hesabı görüldü ğünde, 150 esedi kuru ş borç ortaya çıktı ğından, mahallelerin tamamındaki 74 hane hesabı üzerinden payla ştırıldı ğında her haneye 16,5 esedi kuru ş dü ştü ğünü, Murad Kethüda’nın bu parayı toplayıp sahiplerine ödemesine razı olduklarını bildirmi şler, kethüda da bu durumu onaylamı ştır 454 . Sefere memur olan ve her köy ahalisi adına ücretleri kar şılı ğında kefilleri yazılarak kaydedilen la ğımcılar; zaman zaman sefere gitmemi şler, firar etmi şler, yerlerine bedel tutarak geri gelmi şler, sefer esnasında ölmü şler veya sahibi-i fira ş olmu şlardır. La ğımcı sefere katılmadı ğı takdirde, tefti şle görevli memurlar, kefil olanı sefere ça ğırmı şlar, bedelini nerede kaydedildiyse o yerin ahalisinden tahsil etmi şlerdir.

452 Yük, 100.000 akçeye verilen isimdir. Bunun yarısı, mirî muhasebede bir kese itibar olunurdu. Serto ğlu, s. 371. Öyleyse, belgelerde de ifade edildi ğini gördü ğümüz kese, 50.000 akçe tutarında demektir. 453 K ŞS 67/2, B. No: 441-1. 454 K ŞS 69, 48/141. 115

Ayrıca bu bedellerin tahsili ile ilgili, ki şiler ile köy halkı arasında zaman zaman birtakım anla şmazlıklar çıkmı ş ve halledilebilmesi için mahkemeye ba şvurular olmu ştur 455 . Mesela; Germir köyünden Gülmurad veled-i Yoseb adlı zimmî la ğımcının vekili olan babası, 1048/1638-1639’da Kayseri’den alınan la ğımcıların ba şı olan Sefer v. Makdar’dan davacı olmu ştur. O ğlunun la ğımcı olarak sefere gidi şi esnasında, Diyarbekir’e vardıklarında Sefer’in o ğluna, “Yerine bedel tutayım.” diyerek ondan her adedi 100 akçeye denk 50 kuru ş aldı ğını fakat yerine bedel tutmadı ğı için, tefti şe gelen Rıdvan A ğa’nın ferman ile 10.000 akçeyi kendisinden aldı ğını söylemi ş ve 50 kuru şu talep etmi ştir. Sefer inkâr edince, babasından delil istenir. Bir şahit de bu yönde ifade verince, Sefer bu parayı aldı ğını itiraf etmi ş ve mahkeme parayı Sefer’in geri vermesine karar vermi ştir (21 Rebiülahir 1049/21 A ğustos 1639) 456 .

3.3.1.2. La ğımcı Temini İçin Ahalinin Vekil Tayin Etmesi

La ğımcıların toplanması ve orduya gönderilmesi i şleri için şehir halkı kendilerine vekil tayin edebilmi şlerdir. Mesela; 1068/1657-1658 yılına ait la ğımcı ihracı sırasında, Kayseri şehir halkından ço ğu, mahkemede, şehrin kethüdası olan Veli b. Yusuf’u, Kayseri’den emr-i şerif ile gönderilmesi istenen 300 la ğımcıyı, la ğımcıların müba şiri olan Mehmed A ğa ile birlikte orduya teslim ederek, temessük almak üzere kendilerine vekil ve naip tayin ettiklerini bildirmi şlerdir (Gurre-i Ramazan 1068/2 Haziran 1658) 457 . 1068/1657-1658 yılına ait la ğımcı ihracı sırasında da, Kayseri’deki Oduncu, Harput, Tatır, Karakeçi, Sayeci, Tavukçu, Eslem Pa şa, Emir Sultan, Sultan Hamamı, Şarkiyan, Kiçikapı Mahalleleri’nden bazı zimmîler, Bekta ş Mahallesi’nden Yahtar v. Hubyar’ı lağımcıların gönderilmesi i şlerini takip etmesi için kendilerine vekil ve naip tayin etmi şler; Köstere, Sahra, İslâmlı’ya ba ğlı köylerden olan Hisarcık, Salur, Gesi, Efkere’den bazı zimmîler ise Darsiyak köyünden Köstendil v. Yıvan’ı la ğımcıların gönderilmesi için kendilerine vekil ve naip tayin ettiklerini ifade etmi şlerdir (Gurre-i Ramazan 1068/2 Haziran 1658) 458 .

455 Görevlerini ifa ettiklerine dair ellerinde ni şanlı ve mühürlü tezkire olması gerekiyordu. 456 K ŞS 42/1, 41/91. 457 K ŞS 67/2, B. No: 394-1. 458 K ŞS 67/2, B. No: 395. 116

3.3.1.3. La ğımcılara Ücretlerinin Verilmesi

1068/1657-1658 yılında devlet merkezince talep edilen ve yukarıda bahsedilen 300 la ğımcının ücretlerinin verilmesi için, Kayseri kadısına ve sancakta beldar toplanmasına memur olan görevliye gönderilen 26 Cemaziyelâhir 1068/31 Mart 1658 tarihli ferman ile, la ğımcılara verilecek 2 yük akçe ücretlerin livanın beldar akçelerinden kar şılanması emredilmi ş, hüküm sanca ğa ula ştırıldı ğında emre göre hareket edilip, ücretin la ğımcı tedarik eden memurlara teslimi edilmesi ve buna dair temessük alınması tenbih edilmiştir 459 . Kiralanan la ğımcıların ücretlerini almaları ile ilgili de sicillerde kayıtlara rastlamaktayız. Mesela; Girit’teki Kandiye Kalesi mühimmatı için emr-i şerifte tayin edildi ği şekliyle mirîden 150’ şer kuru ş kira ile Kayseri’den gönderilmesi istenen lağımcılardan 9 ki şi mahkemede, la ğımcı i şleri için müba şir tayin edilen Cafer Çavu ş’tan 100’er kuru şlarını aldıklarını ve kalan 50’ şer kuru şu da görev yerlerinde almaya razı olduklarını ifade etmi şlerdir (5 Ramazan 1078/18 Şubat 1668) 460 . Lağımcılara müba şir olan Cafer Çavu ş b. Ahmed Bey de, kiralanan la ğımcılar huzurunda bu durumu kabul ederek, la ğımcıların kalan ücretlerini Girit’te kendilerine ödeyece ğini taahhüt etmi ştir (Gurre-i Ramazan 1078/14 Şubat 1668) 461 . Seferlerde mevcut bulunup, çe şitli hizmetlerde bulunan la ğımcılar ve beldarlara hizmetleri kar şılı ğında ücretleri devlet hazineden verilmi ştir. Kadı sicillerinde buna dair, belgelere rastlamak mümkündür. Mesela; “Taife-i La ğımcıyan-ı Kayseriyye, Ramazan sâkin an-mahalle-i Huand, yalnız bir neferdir” kaydıyla yazılan 29 Şevval 1048/5 Mart 1639 tarihli tezkerede; Ba ğdad Kalesi muhasara edildikten sonra kalenin tamiri esnasında hizmet eden 69 beldar arasında yer alan, Huand Mahallesi’nde sâkin Ramazan adlı ki şiye hazineden 35 kuru şun ödendi ği ve kalanın da daha sonra ödenece ği söylenmektedir 462 . Lağımcı ücretinin cizye akçesinden ödendi ği de görülmektedir. Bunun için devlet merkezince, kazadaki kadı ve cizye memuruna ferman gönderilmi ştir. Kayseri kadısı ve cizye memuruna gönderilen 21 Cemaziyelâhir 1078-8 Aralık 1667 tarihli fermanla, daha önce Kandiye Kalesi fethi için gönderilmesi istenen 100 la ğımcının ücreti için, 1078/1667-1668 senesine mahsup olmak üzere, cizye akçesinden 4.000 esedi

459 K ŞS 67/2, B. No: 443. 460 K ŞS 77/2, 101/203. 461 K ŞS 77/2, 102/204. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-19. 462 K ŞS 41/2, 210/543. 117 kuru şunun havale edildi ği belirtilmi ş, hükme göre hareket edilip, paranın verildi ğine dair temessük istenmesi emredilmektedir 463 . Girit Seferi’nde mahalleden la ğımcı tayin edilen ki şi yerine, ba şka şahıslar kira ile gönderilmi ş, kefilleri kaydedilmi ş, ancak bunlar da di ğerleri gibi firar edebilmi şlerdir. Hatta bu konuyla ilgili olarak birkaç sene geriye dönük davalar da görülmektedir. Bu şekilde yerine bedel tutma ile alakalı davada; Hasbek Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, Mustafa b. Mehmed Bey’den mahkemede davacı olmu şlardır. Davacılara göre 13 sene önce Girit adasına gönderilmesi istenen la ğımcılardan mahallelerine dü şen la ğımcılar için Rıdvan b. Abdullah’ı 86 kuru ş ile kiralayıp adaya gönderdiklerinde Mustafa kefil olmu ştur. Rıdvan hizmet etmeyip firar etmi ş, aldı ğı ücreti geri ödemesi için devlet merkezinden emr-i şerif gönderildi ğinde, kefili oldu ğu için mebla ğın Mustafa tarafından ödenmesine hükmolundu ğu hâlde ödemekten kaçındı ğını söylemi şlerdir. Mustafa bunu inkâr edince, mahalleliden delil getirmeleri istenmi ş, iki ki şinin mahkemede mahalleli lehine şahitlik yapması üzerine, söz konusu parayı Mustafa’nın ödemesine karar verilmi ştir (26 Receb 1069/19 Nisan 1659) 464 . Tavlusun köyünden bazı zimmîler de, Kayseri sâkinlerinden Kirkor v. Somlek adlı zimmî huzurunda ikrar ederek, 1048/1638-1639’da la ğımcı olarak sefere giden Kirkor’a verilen 9.100 akçeyi kendisine teslim ettikten sonra, Ba ğdad’a giden Kirkor’un elinde seferde hizmet etti ğine dair ni şanlı ve mühürlü defterdar tezkiresi bulunmadı ğından, tefti ş için memur olan Rıdvan A ğa ile Solak Ali A ğa’nın köy ahalisinden 10.000 akçe aldı ğını söylemi şlerdir. Ahali, daha önce Kirkor’a verdikleri 9.100 akçeyi tamamıyla aldıklarını, Kirkor zimmetinde bir akçelerinin kalmadı ğını belirtmi ş, Kirkor da bu durumu onaylayınca, durum sicile kaydedilmi ştir (26 Zilkade 1049/19 Mart 1640) 465 . La ğımcı tefti şi sırasında meydana gelen anla şmazlık durumlarında gerekirse “La ğımcıyan Defteri” ne bakılarak hüküm verildi ği de oluyordu. Bu sebeple, sicillerde tutulan kayıtlar büyük önem arz etmekteydi. Mesela; Sayeci Mahallesi’nden bazı zimmîler, mahkemede, Bekta ş Mahallesi’nden Zeki Kethüda v. Arakil adlı zimmîden davacı olmu şlardır. İddialarına göre, Zeki Kethüda, 1048/1638-1639 yılındaki tahrirde la ğımcı kaydedilen Şehreküstü Mahallesi’nden Yoseb v. Kirekos’a “kefil bi’l-mal” olmu ş, devlet tarafından verilen 9.000 akçe Yoseb’e verildikten sonra sefere gidip

463 K ŞS 77/2, 181/386. 464 K ŞS 69, 99/284. 465 K ŞS 42/1, 106/235. 118 hizmet etmedi ğinden, la ğımcı müba şiri Rıdvan A ğa ve Solak Ali A ğa, Yoseb için mahalleliden 10.000 akçe almı ştır. Kefil oldu ğu için mahalle halkı 9.000 akçenin Zeki Kethüda’dan alınmasını talep etmi şlerdir. Zeki ise cevabında, Yoseb’e kendisinin ve mahalle ahalisinin, umumen kefil oldu ğunu ve paranın tevzi edilerek kendi hissesine dü şen kısmını ödemeye razı oldu ğunu söylemi ştir. Bunun üzerine sicill-i mahfuzda kayıtlı la ğımcıyan defterine bakılmı ş, burada Zeki ve Sayeci Mahallesi ahalisinin kefil oldu ğunun yazılı oldu ğu görüldü ğünden, 9.000 akçenin mahalleli ve Zeki Kethüda arasında payla ştırılmasına hükmolunmu ştur (Evahir-i Şevval 1049/13-23 Şubat 1640) 466 . Bizzat seferde la ğımcılık hizmetinde bulunup ücretini alanlar dı şında, bir de sefere katılmayıp sadece kale tamiri gibi hizmetlerde bulunanlar da vardır. Mesela; Endürlük köyünden Yusuf b. Ramazan’ın la ğımcılar taifesinden oldu ğu, Ba ğdad Kalesi muhasarasında mevcut bulunmayıp kalenin fethinden sonra geldi ği, kale tamiri hizmetinde bulunan 69 beldar arasında yer alan Yusuf’a hazineden 35 kuru ş ödendikten sonra ücretinin kalanını daha sonra alması için tezkire verildi ği kaydedilmi ştir 467 . Ba ğdad Kalesi muhasarasında mevcut olanlar, hizmet ettikleri için deftere kaydedilip, ellerine tezkire verilmi ştir. Buna gerek duyulmasının sebebi, lüzumlu hâllerde ilgili kayıtlara bakılarak, görevine gidip gitmedi ğinin ö ğrenilmesi ve anla şmazlık durumlarında ispat kayna ğı olarak ba şvurulması ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Mesela; Talas köyünden Mustafa b. Hamza’nın kalenin fethinde olup, hizmetini yaptı ğı ve eline tezkire verildi ği kaydedilmi ştir (25 Şevval 1048/1 Mart 1639) 468 .

3.3.2. Beldar Temini

Beldarlar özellikle muhasaralarda top çekmek, icap eden yerleri kazmak ve geri emniyeti sa ğlamak gibi i şlerde çalı şırlardı. Seferlerde her bölgenin gönderece ği beldar sayısı, merkezden tespit edilmekteydi Beldar bedelleri de ait oldukları kazanın

466 K ŞS 42/1, 95/214. 467 Özellikle 42/2 numaralı şer’iye sicilinde, Ba ğdad Seferi ve Ba ğdad Kalesinin muhasarasında görevli olan la ğımcı, beldar veya sadece kale tamirinde çalı şanların isimleri, oturdukları yerle şim birimleri, kaç ki şi oldukları ve verilen ücretler hakkında kayıtlar bulunmaktadır. K ŞS 42/2, 184/425-2. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için Bk. Ek-3. 468 K ŞS 42/2, 185/429-3. Adı geçen defterde, Ba ğdad Kalesi muhasarasında la ğımcı veya fetih sonrası kalenin tamirinde beldar olarak çalı şan 69 neferin künyeleri tek tek verilmi ştir. 119 idarî bölümlerine e şit şekilde tevzi edilir ve bedellerin tahsili büyük bir titizlikle yapılırdı 469 . Seferlerde la ğımcılara ihtiyaç olduğu kadar, beldarlara da ihtiyaç duyulmu ş ve . sefere gidecek personel arasında yer almı şlardır. Mesela; Ba ğdad Seferi için beldar tedarik edilmesi konusunda, “La ğımcı hususunda vârid olan emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla kaydedilen ve sefere gidecek beldarların a ğasına gönderilen 6 Rebiülevvel 1048/18 Temmuz 1638 tarihli fermanla; Ba ğdad’a gidecek orduya beldar lâzım oldu ğu ifade edilerek, mevcut beldarlardan 1.000 ki şinin, mir-i miran Osman’a ula ştırılarak teslim edilmesi ve Ba ğdad’a vardıklarında beldarlık hizmetinde bulunacakları ifade edilmi ştir. Beldarların teslim edildi ğine dair, mir-i mirandan mühürlü temessük alınması da tenbih edilmi ştir 470 . Seferler öncesinde Kayseri sanca ğından la ğımcılarının yanı sıra beldarlar da talep edilmi ştir. Bunun için devlet merkezinden kadılıklara hitaben fermanlar gönderilmi ştir. Mesela; 18 Cemaziyelâhir 1068/23 Mart 1658 tarihinde yazılarak Kayseri sanca ğındaki kadılara gönderilen bir fermanda, bahardan önce Rumeli tarafına yapılması kararla ştırılan sefer için, beldar istenmi ştir. Belgede, “…Mukaddema vaki olan şark seferlerinde memalik-i Anadolu’da ve sair eyalette ve sancaklarda vaki avarızhanelerinin her yirmi hanesinden bir nefer beldar ihrac olunup reaya kendi mallarından her bir beldara 30.000 akçe ücret verip mahall-i mezbura irsal eyledikleri, hazine-i âmire defterlerinde mestur ve mukayyed bulunma ğın…” denilerek, dü şman elinde bulunan kalenin fethi esnasında toprak sürmek ve la ğım kazıp kollar açmak için çok sayıda beldar tedarik edilmesi gerekti ğinden bahsedilerek, Kayseri livasındaki kadılıkların her 20 avarızhanesinden bir nefer beldar gönderilmesi emredilmi ş, ancak mesafe uzak oldu ğundan zamanında ula şmamaları ihtimaline dayanarak, fethin yapılaca ğı bölgeye yakın yerlerden beldarların temin edilmesi yoluna gidilerek, bunun dı şındaki uzak mesafelerde yer alan bölgelerde beldar bedellerinin halktan tahsil edilmesi kararla ştırılmı ştır. Livadaki kadılıkların 509,5 avarızhanelerin her 20 hanesinden bir beldar üzerinden hesaplanarak her beldar için 10.000 akçeden olmak

469 Orhonlu, s. 84-85. 470 K ŞS 41/2, 208/532. Muharebe zamanlarında ordunun geri hizmetlerinde kullanılan beldarlar, özellikle 1638’de Ba ğdad Seferi’nde muhasara i şlerinde yararlı olmak üzere Anadolu’nun her tarafından sefere davet edilmi şlerdi. Sefere i ştirak etmeyenlerin duru şmaları mahallin kadısı huzurunda yapılır, almı ş oldukları ücret bunlardan geri istenirdi. Beldarlar, vilayetten bir a ğa marifetiyle toplanmaktaydı. Bunların bakayası için ayrıca bir şahıs memur edilirdi. Beldar olarak hizmete gidemeyenler, harcını ödemek zorundaydılar. Bk. Orhonlu, s. 83-84. 120

üzere alınaca ğı, ancak bu sene için her haneden 500 akçe beldar bedelinin, mevkufat defteri gere ğince acilen tahsil edilerek ordu hazinesine teslim edilmesi emredilmi ştir. Hükmü getiren Ömer vardı ğında, buna göre hareket edilmesi söylenmi ştir. Livada olup avarız halkına ve avarızhanesine dâhil olmayıp muaf ve müsellem olanlar, tahrirden sonra gelip oturanlar ve hariç ez-defter olanların bu sene için bu uygulamanın dı şında tutulacakları söylenmi ş; bunlar dı şında kalanlardan ise bedellerin tahsil edilip ordu hazinesine gönderilmesi istenmi ştir 471 . Karaman eyaletindeki sancakların kadılarına gönderilen Evail-i Cemaziyelâhir 1078/18-28 Kasım 1667 tarihli ferman ile; Girit seferinde önemli bir yeri olan Kandiye Kalesi muhasarası için gerekli beldar taifesinin toplanarak Girit adasına acele olarak götürülmesi gerekti ğinden bahsedilmi ş, kadılara gönderilen emr-i şerif gere ğince, beldarlar toplanana kadar, gerekti ğinde tayin edilen müba şirin her adamına bir beygir verilip, kadıların güvenli bir şekilde ulakları birbirlerine ula ştırmaları emredilmi ştir 472 . 1078/1667-1668 senesinde, Kayseri kazasının 512,5 ve rub’ hanesi oldu ğu ve her 10 hanesinden bir beldar alınmak suretiyle, kadı’nın vekili olan Bekir adlı ki şi tarafından Kayseri’den toplanan 51 beldarın İzmir’e götürülüp teslim edildi ği ve beldarları teslim etti ğine dair eline mühürlü temessük verildi ği kaydedilmi ştir. Buradan anla şıldı ğına göre; Kayseri’den toplanan beldarlar devlet merkezine teslim edildikten sonra görevli ki şiye verilen temessük, dönü şünde şer’iye siciline kaydedilmektedir (Şevval 1078/Mart-Nisan 1668) 473 .

3.4. Asker Sevki

Sefer esnasında, malikâne tasarruf edenler, yeti ştirdikleri eşkinci cebelülerle birlikte sefere katılmakla yükümlüydüler. Konuyla ilgili kadı sicillerinden tespit etti ğimiz bir berat kaydında; Kayseri sanca ğında Köstere Nahiyesi’ndeki Kayalı Mezraası malikânesine ortakla şa mutasarrıf olan Ömer, Halil ve di ğerlerinin, sefer oldu ğunda iki e şkinci cebelü ile sefere katılmak için, defter-i atik gere ğince berat ibraz ederek, tahrir esnasında tezkire almadıklarından, ortakları ile birlikte beratlarının yenilenmesini talep ettiklerini bildirmi şler, deftere bakıldı ğında iki cebelü ile sefere

471 K ŞS 67/2, B. No: 441. 472 K ŞS 77/2, 165/328. 473 K ŞS 78/3, 228/351. 121 eşmelerinin 474 kayıtlı oldu ğu görüldü ğünden, eskiden oldu ğu üzere mutasarrıf olmaları için kendilerine defter-i cedidden 6.084 akçe malikâne verilmi ş ve Karaman beylerbeyisi Mehmed’in tezkiresi gere ğince layık görüldü ğü kaydedilmi ştir 475 . Sefere katılım için, sancaktaki tımar ve zeamet sahiplerinden istenen askerler haricinde ayrıca, sancaktan ilave asker talep edildi ği görülmektedir. Örne ğin; Kayseri sancak beyine gönderilen Evâsıt-ı Safer 1027/6-16 Şubat 1618 tarihli bir fermanla; bundan önce kendisine defalarca emr-i şerif gönderilerek livadan züema, tımar erbabı ve tüfekli atlı adamlarıyla nevruz zamanı veziriazam ve serdarıekrem Halil Pa şa’nın ordusuna katılması istendi ği belirtildikten sonra, şimdi ilave olarak, dirlik tasarruf edenlerden ba şka, 60 atlı ve tüfekli adamı tedarik edip, nevruzda serdarıekrem yanına göndermesi emredilmektedir. Çavu şlardan Mustafa Çavu ş vardı ğında emre göre hareket edilmesi tenbih edilmi ştir 476 . Zaman zaman seferdeki orduya katılmayarak memleketlerine geri dönen askerler olmu ş; bunların tekrar orduya gönderilmesi için kadılara fermanlar yazılmı ştır. Mesela; “Sefere tenbih emridir” ba şlı ğıyla sicile kaydedilen ve Kayseri kadısına gönderildi ğini anladı ğımız Evahir-i Cemaziyelevvel 1027/15-25 Mayıs 1618 tarihli fermanda; İslâm askerleriyle birlikte serhatlere gitmek üzere etraftan askerler orduya gelmekteyken, asker halkından bazılarının “Zâbitlerimizden icazet almı şızdır.” diyerek geri dönüp vilayetlerine gittikleri bildirildi ğinden, gelenlerin vilayetlerine dönmelerine asla izin verilmeyip tekrar orduya gönderilmeleri emredilmi ştir. Asker halkından sipahi ve yeniçerilerden ellerinde izinli olmaları için verilmi ş tu ğralı emirleri bulunanlar dı şındakilerin geçirilmemesi emredilmektedir 477 . Sefere katılacak askerlerin temin edilmesi ile ilgili olarak, kapıcıba şılardan Mustafa’ya hitaben gönderilen Evail-i Receb 1027/24 Haziran-3 Temmuz 1618 tarihli fermanla, sefere memur olan askerlerden emre muhalif olarak geç gelenler ile hiç gelmeyenlerin acele olarak orduya gönderilmesi, gelmekte inat edenlerin haklarından gelinmesi emredilmi ş; asker halkından her kim olursa olsun yeniçeri, sipahi, müteferrika ve çavu ş denilmeden orduya gönderilmeleri istenmi ştir.

474 Bu türden belgelerde sıklıkla ifade edilen sefere e şmek tabiri, sefere cebelülerle birlikte katılmayı ifade etmektedir. Eşmek kelimesi, bir hizmetin ifasına ve özellikle sefer ve gazaya katılmak anlamına gelmektedir. Şemseddin Sami, s. 119. 475 K ŞS 20/2, 41/1078. Devamındaki kayıtta ise, adı geçen malikâneye engel olunmaması tenbih edilmektedir. Bk. 20/2 K ŞS, 41/1079. 476 K ŞS 20/2, 38/1062. 477 K ŞS 20/2, 53/1125. 122

Fermanda, “Seferden bila-emr avdet eden her kim olur ise olsun, sözlerine itibar etmeyip, geri gönderip, ziyade ihtimam eyleyesin…” denmektedir 478 . Sefere katılmayanların, halktan bazı ki şiler tarafından devlet merkezine arzedildi ği durumlar da sicillere yansımı ştır. Mesela; Kayseri’de Erkilet köyünden birkaç Müslüman, asker taifesinden olup şimdiye kadar evlerinde oturmak suretiyle memur oldukları sefere katılmaktan kaçınan ve fermana itaat etmeyen ki şileri devlet merkezine bildirmi şlerdir. Bunun üzerine, Kayseri kadısı ve mütesellimine hitaben gönderilen 22 Şaban 1094/16 A ğustos 1683 tarihli buyrulduda, sefere katılmaktan kaçınanlar hakkındaki ferman gere ğince bu buyruldunun gönderildi ği ve mahalline ula ştı ğında, adı geçen ki şilerin nerede ise ele geçirilip kalebent cezasına çarptırılıp, isimlerinin yazılıp merkeze gönderilmesi istenmi ştir 479 . Kadı ve yeniçeri serdarlarına ferman gönderilmek suretiyle, sancaklardaki askerlerin isimleri ve yevmiyelerine ait bilgilerin düzenlenmesi istenmi ştir. Anadolu’nun orta kolundaki kadılar ve kazalardaki yeniçeri serdarlarına hitaben gönderilen fermanla; kaza, kasaba ve köylerde oturan yeniçeriler, acemi o ğlanları, topçu ve cebeci taifesinden olan askerlerin, yevmiye ve isimlerinin düzenlenmesi için ferman ula ştı ğında, bunların devlet merkezine gelmeleri için tenbih edilmeleri emredilmi ş, gelmeyenler olursa dirliklerinin ellerinden alınarak bu dirliklerle alakalarının kalmayaca ğı ve kulluk iddiasında bulunamayarak, reaya zümresine dâhil olacakları ifade edilmi ştir (2 Cemaziyelâhir 1095/17 Mayıs 1684) 480 . Ölen yeniçerilerin geride kalan mal varlıkları devlet adına alınarak beytülmale intikal ediyordu. Mesela; Kayseri’deki yeniçerilerden ölenlerin mallarını zapt için yeniçeri a ğası mektubu ile gelen yeniçeri serdarı Mehmed Bey b. Cafer mahkemede,

478 K ŞS 20/2, 70/1222. 479 K ŞS 91/3, 291/560. 480 K ŞS 92, 120/226. Sefere memur olan askerlerin gönderilmesi için Kayseri naibi ve yeniçeri serdarına yazılan hükümde; yapılması kararla ştırlan sefer için yapılan yoklama esnasında mevcut bulunan dergâh-ı mualla yeniçerilerinin isimlerinin yer aldı ğı defterin iki nüsha olarak kazaya gönderildi ği bildirilmektedir. Yeniçeri serdarından, kazadaki mahalle ve köylerde oturan yeniçerilerin kayıtlı oldu ğu defter suretine göre ve emr-i şerif gere ğince zamanında Edirne ovasında mevcut olmalarının sa ğlanması istenmi ştir. Konuyla ilgili olarak, yeniçeri a ğası Mustafa A ğa tarafından yazılan mektuba göre hareket edilmesi için bu hükmün yazıldı ğı ifade edilmektedir. (Evâsıt-ı Ramazan 1103/26 Mayıs-5 Haziran 1692) BOA, MHM 102, 107/451. Belgenin orijinal metni için bk. Ek-27. Aynı yıla ait mühimme defterinde, Karaman Eyaletindeki alay beylerinin bayrakları altında sefere katılacak cebelülerin sayısı verilmektedir. Buna göre livalardan sefere katılacak alay beyleri ve cebelüleri; Konya livasından 140 nefer (miralay Mustafa), Ni ğde livasından 175 (miralay Zeynelabidin), Yeni şehir livasından 120 (miralay Mehmed), Kayseri livasından 100 (miralay Ali), Kır şehir livasından 80 (miralay İskender), Ak şehir livasından 55 (miralay Hasan) ve Aksaray livasından 85 (miralay Mehmed) nefer olarak kaydedilmi ştir. BOA, MHM 102, 96/415. Belgenin orijinal metni için bk. Ek-26. 123

Ebubekir b. Yezid huzurunda takrir ederek, yeniçerilerden olup Trablus’ta ölen Ahmed Be şe’nin mallarının Ebubekir tarafından zaptedildi ğini söyleyip eşyaları beytülmal için talep etmi ştir. Ebubekir cevabında, Ahmed’in daha az e şyası oldu ğunu, debba ğcılık sanatıyla u ğra şan Ahmed’in vefat etti ğini de bilmedi ğini söylemi ştir. Ancak iki şahit, onun Trablus’ta öldü ğünü bildirince, Mehmed e şyaları beytülmal için zaptetmi ş, Ahmed Be şe’nin daha fazla malı olmadı ğına dair Ebubekir’e yemin ettirilmesini istemi ş ve durum deftere kaydedilmi ştir. Burada Ebubekir’in yalan söyledi ği anla şıldı ğından, mallar beytülmale verilmek üzere yeniçeri serdarı olan Mehmed’e teslim edilmi ştir 481 . Sefere giden askerlerin e şkıyalardan korunması için de sanca ğa emirler gönderildi ğini görmekteyiz. Tosya sancak beyi Seyyid Mehmed’e yazılan Evahir-i Safer 1084/6-16 Haziran 1673 tarihli fermanda; Karaman ve Sivas eyaletlerinin mir-i miran, ümera ve asker taifesinin bizzat sefer için memur tayin olundu ğu ve muhafaza hizmetine memur edildikleri belirtilerek; yol kesen e şkıyası ortaya çıktı ğından bu e şkıya taifesinin ele geçirilip hapsedilmesi emredilmi ş; bu bahane ile hiç kimsenin elinden malının alınmaması ve kanuna aykırı olarak kimseye zulmedilmemesi tenbih edilmi ştir 482 . Sefere katılacak askerlerin tefti şi için şehre gelen memurların masrafları şehrin mahalle ve köyleri arasında payla ştırılarak kethüdalar vasıtasıyla toplanmı ştır. Mesela; Kayseri’deki köylerden; Tavlusun, Horsana, Molu, Oymaa ğaç, Karakaya, Kızılviran, Saraycık, Erkilet, Mahzemin, Ta şan, Cırgalan, Isbıdın, Kepez, Keykubat, Kumarlı, Bostanlı, Ta ğar, Yazır, Akin, Hasanarpa, Hacılar, Cırlavuk, Üskübü, Boyacı, Hisarcık ve Sarımsaklı’dan Müslümanların bazıları; yine Kayseri’deki Efkere, Darsiyak, Germir, Bâlâ Gesi, Zincidere, Mancusun, Endürlük, İstefane, Gesi, Talas, Tomarza ve Venk köylerinden isimleri verilen zimmîlerin bazıları mahkemede, köylerin ahalisinin i şlerini görmek için elindeki hüccet ile vekil ve kethüdaları olan Kasım b. İbrahim huzurunda ikrar ederek, 1109/1697-1698 senesinde Anadolu’nun orta kolundaki sefere memur olan askerlerin tefti şine memur olan Mehmed Pa şa Kayseri kazasına geldi ğinde köylerdeki dört günlük konaklarına harcanan masrafları ve şehir merkezine tayin edilen a ğanın masrafları Kethüda Kasım’ın hesapladı ğını, köylerdeki 188 hanenin her birine 3’er

481 K ŞS 25/1, 26/132. 482 K ŞS 81, 17/36. 124 kuru ş ve 4’er sümün isabet etti ğini, bu harcamalara dair kethüda olan Kasım elinde bir akçelerinin kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (20 Zilkade 1109/30 Mayıs 1698) 483 . Kayseri’nin mahallelerinden olan Konaklar, Emir Sultan, Yenice, Lala, Hacı Kılıç, Merkepçi, Dibecik, Hisayunlu, Baldöktü, Huand, Hacı Arap, Hacı Abdullah, Kalenderhane, Rumiyan, Seyyid İlyas, Hamurcu, Ba ğçevani, Musa Gazi, Eski Bezzazistan, Bozatlı, Tac-ı Kızıl, Battal Gazi mahallelerinden Müslümanlar mahkemede; şehir merkezindeki Müslümanların i şlerini görmek üzere elindeki hüccet ile vekil ve kethüdaları olan Hacı Mehmed ibn-i Ali, 1109/1697-1698 senesinde Anadolu’nun orta kolunda olup sefere memur olan askerlerin tefti şine memur olan Mehmed Pa şa Kayseri kazasına geldi ğinde köylerdeki 4 günlük konaklama masraflarının ve şehir merkezine tayin olunan a ğanın masrafını kethüda Hacı Mehmed’in hesap etti ğini, buna göre şehir merkezindeki Müslüman mahallelerinin 105 ve 3 rub’ hanenin her hanesine 2’ şer kuru ş birer rub’ isabet etti ğini ve bu miktarın toplanıp mahalline ula ştırılması için kethüdaya izin verildi ğini ve kethüda elinde paraları kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (20 Zilkade 1109/30 Mayıs 1698) 484 . Görüldü ğü gibi, devletin merkezinin itina ile takip etti ği konular arasında, seferlere katılması gereken askerlerin tefti ş edilmesi ve herkesin zamanında görev mahallinde hazır bulunmasının sa ğlanması yer almaktadır 485 . Bunun için sancak idarecilerine fermanlar gönderildi ği gibi, askerlerin tefti şi için de bir heyet gönderilmi ştir. Gönderilen heyetin Kayseri’de konakladıkları süre zarfındaki masrafları, mahalle ve köylerin ahalisi arasında payla ştırılmak suretiyle hane ba şına dü şen miktarlar kethüdalar tarafından toplanıp mahalline ula ştırılmı ştır. Gönderilen

483 K ŞS 104, 42/94. Kitâbu Mesâlihi’l-Müslimîn adlı eserin 45. Bâbı’nda ta şrada ortaya çıkan olumsuz durumun bir bakıma denetimsizlikten kaynaklandı ğını dile getiren müellife göre; merkezden ta şraya zaman zaman ba şarılı müfetti şler gönderilmi ş olmasına kar şın, denetime gidenler ço ğunlukla ba şarılı olamadıkları gibi halka da yük olmu şlardır. Örne ğin; XVII. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya tefti ş için görevlendirilmi ş olan İsmail Pa şa geni ş yetkilerle donatılmı ştı. Ancak tefti ş için merkezden gönderilen görevliler halktan ve yöneticilerden “ pi şke ş” almaktan geri kalmamı şlardı. Yine 1095-1096/1684-1685’te Konya kazası halkı, müfetti şlerin ve merkezden gelen çavu şların masrafı için yakla şık olarak 6.000 kuru ş harcamı ştı. Bk. Kurt, s. 82-83. 484 K ŞS 104, 45/99. 485 1106/1695 senesinde yapılacak olan sefer için fazla sayıda piyade asker gerekti ğinde, Karaman Eyaletindeki kazalarda bulunan yeniçeri serdarlarından bazılarının görevli oldukları sefere birkaç senedir gelmedikleri ifade edilerek, eyaletteki bütün serdarlar üzerine Konya kazasının yeniçeri serdarı olan Abdülfettah Çavu ş’un tayin edildi ği bildirilmi ştir. Kazalardaki yeniçeri serdarlarının sefer zamanında Edirne ovasında hazır bulunulması için yeniçeri a ğası tarafından yazılan mektup gere ğince, söz konusu hükmün Karaman Eyaletindeki kadılara ve yeniçeri serdarlarına gönderildi ği belirtilmektedir. (Evâsıt-ı Cemaziyelâhir 1106/26 Ocak-5 Şubat 1695) BOA, MHM 105, 119/488. 125 fermanlarda, sefere memur oldukları hâlde memleketlerinde oturdukları tespit edilen tımar ve zeamet sahiplerinin dirliklerinin ellerinden alınaca ğı da ifade edilmektedir.

3.5. Mühimmat

Sava ş zamanlarında hareket hâlindeki ordunun ihtiyaçlarını kar şılamak ve daha sonra da cephede bulunan kuvvetlere lojistik destek sa ğlamak amacıyla top, top mermisi, havan, barut, kur şun, fi şek, çadır vb. mühimmat nakledilmekteydi. Böyle durumlarda, İstanbul’dan ordunun bulundu ğu kı şlaya veya kalelere kadarki yol üzerinde bulunan kazalar, bu e şyaları kendi bölgelerinden di ğer kazanın sınırına kadar ta şımak zorundaydı. Gerek kalelerin mühimmatı ve gerekse nöbet de ğiştiren askerlerin menzillerdeki ihtiyaçları, bölge halkı tarafından sa ğlanmak zorundaydı 486 . Ayrıca, İstanbul’a ça ğrılmak suretiyle veya ordugâha gönderilmek amacıyla beygirler veya develer kiralanmaktaydı. Kiralanan bu araçlar, her kazanın tahammülüne göre taksim ediliyor ve ta şımacılı ğın yapılaca ğı bölgelere gönderiliyordu. Bu görevlendirme tahakkuk ettirilemezse, kira bedellerini kar şılayacak mebla ğ, bölgenin halkından talep ediliyordu. Bu nakil hayvanlarının sahiplerinin, görev yerlerine zamanında gitmelerinin mahalli idarecilerce sa ğlanması gerekti ği hâlde, bazen ihmallerin ya şandı ğı ve hayvan sahiplerinin zamanında girmedikleri, hatta bazılarının görevlerini terk ederek kaçtıkları da oluyordu. Böyle durumlarda, görevlileri ikaz için fermanlar gönderiliyor ve bu konuda gerekli tedbirlerin alınması isteniyordu 487 . Kayseri do ğuya yapılan seferlerde güzergâh üzerinde yer alması ve ordunun ihtiyaç duydu ğu levazımın tedariki bakımından önemli bir konumda yer almaktadır. Ordu Amasya’ya kı şla ğa giderken gerekli levazım için Kayseri’den birtakım harcamalar yapılmı ştır 488 . Ba ğdad Seferi için 1638 senesinde Kayseri’den yapılan harcamalar Tablo 3.2’de şu şekilde verilmektedir:

486 Sarıcao ğlu, s. 134. 487 Sarıcao ğlu, s. 135-136. 488 K ŞS 41/2, B. No: 519. 126

Tablo 3.2. Ba ğdad Seferi İçin 1638 Senesinde Kayseri’den Yapılan Harcamalar Harcama Yapılan Yerler Verilen Miktar

Asker ihracı için Şahbaz A ğa’ya verilen 10.824 akçe 489

Asker ihracı için dergâh-i âli kapıcıba şısı Ali A ğa’ya verilen 5.292 akçe 490

Asker ihracı için verilen 12.420 akçe 491

Vilayet ahalisinin sair levazımı için 58.130 akçe 492

İş tira ve sürsat nakli için 47.279 akçe 493

Sair levazım için 239.655 akçe 494

Vezir Hüseyin Pa şa için 15.436 akçe 495

Hazine tahsildarı Mehmed A ğa’ya verilen 20.000 akçe 496

TOPLAM 439. 006 akçe

3.5.1. Güherçile Temini

Siyah barutun üç unsurundan en önemlisi olan ve büyük bir kısmını olu şturan, külçe hâlindeki madenî bir maddeden meydana gelen güherçile, eskiden barut yapımında kullanılmaktaydı. Barut, özellikle sava şlar sırasında en çok ihtiyaç duyulan ve barı ş dönemlerinde ise üzerinde hassasiyetle durulan bir madde olmu ştur. Bu öneminden dolayı, güherçile konusu devlet için en mühim konulardan biri idi. Devlet, güherçile i şinde görevli olanlardan, bu konuya son derece hassasiyet göstermelerini ve ihmalkârlık yapmamalarını istemi ştir. Bunun aksi yönde davranan, üretimine engel olmaya çalı şanların şiddetle ikaz edilerek, ikaza uymayanların cezalandırılaca ğı bildirilmi ş, bu konuda özen göstermeyen idareciler hakkında da i şlem yapılaca ğı belirtilmi ştir 497 . Barut, temel ham maddesi olan güherçile ile kükürt ve odun kömürünün belli oranlarda karı ştırılması ile elde edilirdi. Barutun ilk imalinden itibaren, zaman

489 K ŞS 41/2, B. No: 520. 490 K ŞS 41/2, B. No: 521. 491 K ŞS 41/2, B. No: 522. 492 K ŞS 41/2, B. No: 519. 493 K ŞS 41/2, B. No: 519. 494 K ŞS 41/2, B. No: 523. 495 K ŞS 41/2, B. No: 524. 496 K ŞS 41/2, B. No: 525. 497 M. Metin Hülagü, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri Güherçile Fabrikası”, EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi-Journal of Social Sciences , Sayı: 11, Kayseri 2001, s. 74-75. 127 içerisinde birçok çe şitleri bulunmu ş ve bunlar ate şli silahların geli şiminde büyük bir rol oynamı ştı 498 . Osmanlı topraklarının birçok yerinde baruthane mevcut olmakla beraber, bunlar içinde en önemlisi İstanbul’da kurulan ve “Baruthane-i Âmire” olarak adlandırılanı olmu ştur. Ta şrada çıkarılan güherçile, i şlendikten sonra genelde İstanbul’a gönderilmi ş, buradaki Tophane kârhanesinde çe şitli ihtiyaçların temini için kullanılmı ştır. İstanbul’daki baruthaneye Anadolu’dan güherçile temin eden ocak ve kârhanelerin ba şında; Ankara, Aksaray, Konya, Ak şehir, Karahisar-ı Sahip (Afyon), Aydın, Kayseri vs. şehirlerdeki kârhaneler vardır 499 . Kayseri, Osmanlı topraklarında güherçilenin do ğal olarak bol miktarda hasıl oldu ğu yerlerin ba şında geliyordu. Dolayısıyla Kayseri ve Zamantı’ya ba ğlı köylerde bol miktarda bulunan güherçile, buralarda tesis edilen güherçile kârhanelerinde işlenmi şlerdir. Kayseri’den elde edilen güherçileler, Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmi ştir 500 . İlk dönemlerde barut kalelerde ve askerî birliklerin bulundu ğu kı şlalarda basit bir karı ştırma i şlemi ile yapılabilmekteydi. Bundan dolayı baruttan ziyade güherçile temini daha fazla önem kazanmı ştı. Saf güherçile elde edebilmek için güherçile kalhanelerinde birçok yıkama ve dinlendirme i şleminin yapılması gerekmekte, bu işlemler oldukça emek alıcı ve uzun bir süre içinde olmaktaydı. Dolayısıyla da “kâl-i hâlis” olarak adlandırılan i şlenmi ş güherçile temin edildikten sonra barut imaline ba şlanabilmekteydi 501 .

498 Birol Çetin, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Barut Sanayi, 1700-1900 , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara 2001, s. 5. 499 Semavi Eyice, “Baruthane”, DİA, C. V, İstanbul 1992, s. 94-96; Hülagü, s. 78. Atmeydanı ve Şehremini baruthanelerinin yangında harap olması ve çok sayıda can kaybına sebebiyet vermesi nedeniyle, baruthanelerin meskûn mahaller dı şında in şa edilmesi daha uygun görülmü ş, yapılan incelemeler neticesinde bugünkü Bakırköy ve Ye şilköy arasındaki sahada bir baruthanenin yapılmasına karar verilmi ştir. İnşaatına 1110/1698’de ba şlanmı ş olan İstanbul Baruthanesi, 1112/1700’de tamamlanmı ştır. İstanbul’da faaliyette bulunan baruthaneler; İstanbul’un ilk tespit edilen baruthanesi olan Atmeydanı Baruthanesi , Ka ğıthane Baruthanesi, Şehremini Baruthanesi, Baruthane-i Âmire ( İstanbul Baruthanesi) ve Azatlı Baruthanesi’dir. İstanbul’de mevcut söz konusu baruthaneler ve İstanbul Baruthanesi’nde imal edilen barut için gerekli güherçilenin kar şılandı ğı yerler hakkında bk. Birol Çetin, s. 20-29. 500 Hülagü, s. 82-85. Barut imalinde kullanılan önemli bir ham madde olan güherçile, Kayseri ve civarında yo ğun bir şekilde i şlenmekteydi. Bk. Mehmet İnba şı, “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri ve Civarında Meydana Gelen Olaylar”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2000, s. 247. İhtiyaç duyulan güherçilenin bir bölümü Kayseri’den kar şılanmaktaydı. Adi ve gayr-i adi olarak sınıflandırılan güherçilenin fiyatları da ihtiyaca ve miktara göre de ğişiklik göstermektedir. Bk. Sezer, s. 471. 501 Birol Çetin, s. 9. 128

Kayseri halkı, güherçilenin topraktan alınarak i şlenip saf hâle getirilerek Bor’daki baruthaneye gönderilmesine kadarki bütün aşamalarda hizmet görmekteydi. Toplanan güherçileler, Kayseri’nin çe şitli bölgelerindeki kalhanelere 502 getiriliyordu. Söz konusu üretim a şamalarında gerekli olan odunlar yine halk tarafından temin ediliyordu. Kalhanelerdeki kazanlarda halis hâle getirilen güherçile, hasırlara ve çuvallara konularak yüklenen develerle birlikte Bor’daki baruthaneye gönderiliyordu. Devlet, Kayseri’deki Cırlavuk köyü gibi, bazı köylerin ahalisini sadece güherçile temini ile vazifelendirmi şti. Odun temini için görevlendirilen köyler ise; Efkere, Tomarza ve Kiçibürüngüz’dü 503 . Güherçile üretiminde gerekli odun vs. malzemelerin temini konusu devlet için önemli bir yere sahipti. Ancak bunların temini sırasında halka zulmedilmemesi ve çevre düzeninin korunması konusunda devlet gerekli hassasiyeti göstermi ştir. Siyah barut 504 imali sırasında gerekli olan odunun temini için, bazen Kayseri’de ba ğ ve bahçelerde dikili meyve a ğaçlarının kesilmesi yoluna gidildi ği, sicillerdeki kayıtlardan anla şılmaktadır. Ancak merkezden gönderilen fermanla, bu i şlemin önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınması emredilmi ştir. Kayseri, Ni ğde ve Bor kadıları ile eyaletteki kadılıklara hitaben gönderilen 21 Zilhicce 1087/24 Şubat 1677 tarihli fermanda; eyalet bünyesindeki siyah barut kârhanesinde güherçile imali için lazım olan odunun kasaba ve köylerdeki ahalinin bahçelerindeki meyve a ğaçları kesilmek suretiyle temin edildi ği ifade edilmektedir. Ayrıca toprak ve odun temini bahanesiyle zulümle ahaliden paralarının alındı ğının merkeze bildirilmesi üzerine, eyaletteki söz konusu kârhanenin kapatılarak yeniden tahrir edilmesi emredilmi ş ve bu i ş eski Karaman defterdarı Abdulkerim’in uhdesine verilmi ştir 505 . Seferde lazım olan barutun yapımında kullanılan güherçile, sava şlarda önemli bir yere sahip mühimmattandır. Kayseri sanca ğı, sefer zamanında siyah barut için lüzumlu olan güherçilenin temin edilmesi hususunda önemli bir merkez konumunda

502 Kalhane ; daha çok altın, gümü ş gibi madenlerin eritilip külçe hâline getirilmesi ve bunların döküme hazırlanmasına mahsus ocaklı yerlere denilmekteydi. Türkçesi, dökümhanedir. Bk. Pakalın, C. II, s. 151. 503 Selçuk, s. 61. 504 Barut-i siyah (kara barut) olarak adlandırılan barut çe şidine top barutu da denmekteydi. Kara barutta genel olarak; %75 saf güherçile, %12,5 kükürt ve %12,5 odun kömürü bulunmaktaydı. Ortaça ğın ba şlarından beri bilinen kara barut, önceleri havai fi şek yapımında kullanılmaktaydı. XIV. yüzyıldan itibaren ate şli silahlarda da kullanılmaya ba şlanmı ştı. Bk. Birol Çetin, s. 6. 505 K ŞS 84, 164/379; Özen Tok, “Osmanlı Şehrinde Mülkün Kullanımında Çevre Düzeni ve Kamu Hukukuna Riayet (XVII. Yüzyıl Kayseri Örne ği)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 508. Stratejik öneminden dolayı güherçilenin tedariki, ba şlangıçtan beri devlet kontrolünde te şkilatlandırılmı ş; kalhanelerin in şası, güherçile madenlerinin i şletilmesi gibi i şler her zaman devletin öncülü ğü ve denetimi ile yapılmı ştır. Bk. Birol Çetin, s. 50. 129 olmu ştur. Merkezden farklı tarihlerde gönderilen fermanlarla, de ğişen miktarlarda güherçile ham maddesi talep edilmi ştir 506 . Mesela; Kayseri’deki ehl-i şer’ ve örf idarecilere gönderilen Gurre-i Cemaziyelâhir 1078/18 Kasım 1667 tarihli bir fermanla, Girit harbinde fethi önemli olan Kandiye Kalesi muhasarası için, çok miktarda barut tedarik edilmesi gerekti ği için, Osmanlı topraklarındaki her kazadan, 1079/1668-1669 senesine mahsup olmak üzere, gönderilen mühürlü ve ni şanlı mevkufat defteri gere ğince acil olarak, barutun toplanması ve nakline memur olanlara teslim edilmesi emredilmi ş, Kayseri’deki 512,5 ve rub’ avarızhanelerinin her birinden alınan 600 akçe bedel-i nüzullerinden, her hane için 100 akçeye karşılık 4’er vukiyye hâlis güherçilenin tedarik ettirilip, güherçile bulunmayan kazaların da di ğer kadılıklardan bulup mahalline nakil ve teslim etmeleri istenmi ştir 507 . Barut üretimi için gerekli olan kerestenin temini ve nakledilmesi için de kadılara ferman gönderilmi ştir. Kadılara hitaben gönderilen 26 Safer 1048/4 Ekim 1630 tarihli fermanda; Karaman defterdarı Yakub’un orduya gönderildi ği ve Karaman eyaletindeki barut-i siyah kârhanesi mühimmatı için kereste lâzım oldu ğu belirtilip, bir önceki senede kereste ve tahta kesenlerin ücretleri devlet tarafından verilmek üzere bunları kârhanelere eskiden uygulanan usulle nakletmeleri için emredilmi ştir. Fermanda, kârhaneye lâzım olan mühimmatın tedarikinin önemli oldu ğu ifade edilmektedir 508 . Sava şlarda lüzümlu mühimmat arasında yer alan ve top imalatında gerekli barutun temini konusuna devlet önem vermi ş ve bu konuda merkez ile Kayseri sanca ğı arasında önemli yazı şmalar olmu ştur. Siyah barut masrafı için hazineden bütçe ayrılması bildirilmi ştir. 1065/1654-1655 senesinde, eski Adana beylerbeyi olup Karaman defterdarı olan Murad’a hitaben gönderilen 3 Rebiülevvel 1065/11 Ocak 1655

506 Güherçile temini ile ilgili olarak 1038-1040/1628-1630 yıllarına ait mühimme defterinde kayıtlı hükümde; Karaman vilayetinde bulunan güherçile kârhanelerinin epey zamandan beri hâli ve muattal kaldı ğından bahsedilmekte ve seferde gerekli mühimmattan olan barutun temini için Kayseri sancak beyinin memur edildi ği ifade edilmektedir. Zeamet ve tımar erbabının da sefere memur olarak alay beyi ile birlikte acil olarak görev yerlerine gönderilmesi emredilmi ştir. BOA, MHM 84, 41/79. 507 K ŞS 77/2, 158/319. Güherçilelerin barut hâline getirildikten sonra, sava ş meydanlarına gönderilmesi gerekiyordu. Ula şım problemi de yine bölge halkının katkılarıyla sa ğlanmaktaydı. Güherçile ve barut yüklü çuvallar develere yüklenerek istenilen bölgelere gönderiliyordu. Cephane-i âmireye gidecek barut için kiralık develer temin edilmesi istenmekteydi. Bu hizmetler, bazen hizmet bedeli olan paranın ödenmesi suretiyle, bazen de avarız ve nüzul vergisinin kar şılı ğı olarak Kayseri halkı tarafından yerine getirilmekteydi. Selçuk, s. 62. Anadolu vilayetlerinden çıkartılan güherçilenin büyük bir kısmı deve kervanları ile Limanı’na ula ştırılarak buradan gemi ile İstanbul’a nakledilmekteydi. Nakil için kullanılan bir ba şka güzergâh ise, Eski şehir yoluyla Karamürsel İskelesi ve buradan da yine gemi vasıtasıyla İstanbul’du. Bk. Birol Çetin, s. 71-72. 508 K ŞS 41/2, 198/501. 130 tarihli bir fermanda; defterdarın orduya arz göndererek siyah barut masrafı için hazineden bir miktar akçe tayin olunması gerekti ğini bildirilerek, Karaman’a ba ğlı Ni ğde ve Kayseri sancaklarının 1065/1655 senesinde toplanması gereken bedel-i tımar akçesinden, Karaman’a ba ğlı Esbke şan mukataasından ve kârhaneye mühimmat için gelen bakırlar füruht edilerek, toplamda 320.000 akçenin siyah barut masrafına sarfedilmesi emredilmekte ve barutun vaktinde gönderilmesine dikkat ve ihtimam gösterilmesi istenmektedir 509 . Devlet merkezinden gönderilen ve barut-i siyah talebiyle yazılan fermanlardan biri de orduya gerekli barut için e şkin mukataasından talep edilen akçe ile alakalıdır. 15 Cemaziyelevvel 1099/18 Mart 1688 tarihinde Kayseri kadısına yazılan ve Eşkin Mukataası eminine gönderilen ferman sureti kadı siciline kaydedilmi ştir. 1099/1687- 1688’deki sefer mühimmatı için Bor kârhanesinde hazırlanması emredilen barut-i siyah mühimmatı için lâzım olan 892.900 akçenin, aynı senenin e şkin mukataası malından tayin edildi ği ifade edilerek, hüküm ellerine ula ştı ğında eminin buna göre hareket etmesi gerekti ği, “Akçe vermem ben, güherçile veririm.” diyerek emre kar şı gelmemesi istenmi ştir. Ayrıca teslim etti ğine dair temessük alıp, muhafaza etmesi de tenbihlenmi ştir 510 .

3.5.2. Barut Tabyalarının Yenilenmesi

Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilen barut tabyaları ve bunların yenilenmesi ile ilgili de sicillere bilgiler yansımı ştır. Mesela; 12 Muharrem 1050/4 Mayıs 1640 tarihli bir kayıtta; Kayseri’deki tabyaların yenilenip, siyah barut kârhanesine gönderilmesi Karaman defterdarı Yakub Pa şa’nın divan tezkiresiyle buyrulmu ş oldu ğundan, Kayseri Kalesi’nde bulunan köhne tabyalara, 50 vukiyye miktarındaki yeni bakırlar katılarak yenilendikleri belirtilmektedir. Yenilenen tabyalar Karaman defterdarının gönderdi ği Ali adlı görevliye teslim edilmi ştir 511 . Yukarıda zikredilen köhne tabyaların tamir edildi ği ve di ğerlerinin ise şehir kethüdası tarafından Ali’ye teslim edilerek kârhaneye gönderildi ği kayıtlıdır. Böylece Karaman defterdarı Yakub Pa şa’nın adamı Ali tarafından, Kayseri’deki kazancı taifesinden birkaç zimmî şahıs huzurunda Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilen 46 adet

509 K ŞS 60/2, 156/493. 510 K ŞS 96, 17/49. Barut imalatının finansmanında kullanılan gelirler ve muafiyetler hakkında geni ş bilgi için bk. Birol Çetin, s. 146-171. 511 K ŞS 42/2, 144/307. 131 barut tabyasının, yine kalede bulunan 50 vukiyye bakır ve demir ile yenilenip, 50 adet barut tabyasnın teslim alındı ğı anla şılmaktadır (14 Muharrrem 1050/6 Mayıs 1640) 512 .

3.5.3. Keçe ve Me şin Temini

Devlet merkezi tarafından Kayseri sanca ğından talep edilen mühimmat arasında, barut hâricinde keçe ve me şin de yer almaktadır. Mesela; Evâsıt-ı Rebiülevvel 1066/7-17 Ocak 1656 tarihinde İstanbul’dan gönderilen tezkirede; Kayseri kadısına hitap edilmekte ve merkezden gönderilen emr-i şerif gere ğince âcilen 1.000 kantar barut-i siyahın mahalline ula ştırılması ve mühimmat için kadılıktan alınacak olan 200 adet keçe ve 1.000 adet me şinin eskinden beri uygulanan usulle temin edilip parasının Karaman hazinesi malından verilmesi istenerek, bunun için Hasan A ğa’nın mübaşir olarak görevlendirildi ği, alınan keçe ve me şinlerin Karaman’a ula ştırılması emredilmektedir 513 . Zaman zaman Kayseri Kalesi’ndeki mevcudun ve cephanenin yoklanması için de sanca ğa yazı gönderildi ği olmu ştur. Mesela; Kayseri Kalesi dizdarı ve neferlerin ağasına hitaben gönderilen Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1065/18 Mart 1655 tarihli bir kayıtta; kaledeki neferlerin, barut-i siyah ve cephanenin, yine kalede muhafaza edilen imzalı ve mühürlü defter gereğince yoklanıp, defter suretinin Karaman’a gönderilmesi için a ğalardan Hüseyin A ğa’nın müba şir tayin edildi ğine dair mektup ellerine ula ştı ğında; mevcut olmayan neferlerin isimlerinin yazılarak müba şir eliyle gönderilmesi istenmektedir 514 . Kadı sicillerinde farklı tarihlerde kaledeki cephanenin yoklanmasının yanı sıra kaledeki neferlerin yoklanması için de devlet merkezi tarafından memurların görevlendirildi ğine dair kayıtlara rastlıyoruz. Mesela; 1090/1679-1680’de Kayseri Kalesi dizdarına yazılan yazı ile Kayseri Kalesi’nde bulunan neferler ve cephanenin eskiden beri uygulandı ğı şekliyle yoklanması için Mahmud A ğa’nın müba şir tayin edildi ği bildirilmekte ve yoklamadan sonra durumun defter sureti gönderilerek merkeze iletilmesi istenmektedir 515 . Ordunun mühimmatı için mahallinde harcanan mebla ğın ahali arasında payla ştırılarak ödenmesinin taahhüt edildi ği ve bunun sicile kaydedildi ği de olmu ştur.

512 K ŞS 42/2, 145/308. 513 K ŞS 60/2, 142/465-2. 514 K ŞS 60/2, 155/490. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-10. 515 K ŞS 88, 111/258. 132

Mesela; 16 Receb 1069/9 Nisan 1659 tarihli bir kayıtta Kayseri’deki bezzaz taifesinden birkaç Müslümanın mahkemede, taifenin şeyhleri olan İsmail b. Hacı Ömer huzurunda ikrar edip, daha önce Murtaza Pa şa Kayseri’ye geldi ğinde, ordu mühimmatı için taifelerinden aldı ğı birkaç adet çadırlara ve sair levazıma Hacı İsmail’in şeyhleri olarak harcadı ğı 177 riyalî kuru şu aralarında payla ştırarak tahsil edip vermeye razı ve müteahhit olduklarını bildirmi ş olduklarını görmekteyiz 516 . Sancaktaki meslek erbabının vermesi gereken ordu akçesini, taifeden bazılarının vermekte ihmal göstermesi üzerine, durumun devlet merkezine bildirildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen 24 Ramazan 1066/16 Temmuz 1656 tarihli bir fermanda, kazadaki ehl-i hiref taifesinden bazarba şı Kanber ve Kasaplar şeyhi Hacı Handan’ın İstanbul’a gidip arzuhâl sunarak, “Biz ehl-i hiref taifesinden olup, sefer-i hümayun vaki oldukta asakir-i İslâm mühimmatı için ordu ihracı ferman olunup tevzi olundukta içlerimizde kâr ü kesb edenlerden kazancılar ve bezzaz ve penbeciler ve kalaycılar ve tacirler lâzım gelen orduların bizimle maan vermekte taallül ederler, mutâd-ı kadîmden bizim ile maan eda eyledikleri üzere, yine maan eda ettirilmesi babında emr-i şerif verilmek rica ederiz.” dedikleri belirtilerek, bunun üzerine gönderilen hüküm ellerine ula ştı ğında, ordu akçesi vermekten kaçınanlar oldu ğu tespit edilirse, di ğerleri ile birlikte ödemelerinin sa ğlanması emredilmektedir 517 .

3.5.4. Emtia ve İaşe Temini

Sefere giden askerin ihtiyaçlarının kar şılanması için, güzergâh üzerinde olan veya olmayan yerlerin kadılıklarından koyun, deve, beygir, kılavuz, sava ş mühimmatı, top, top arabası, barut için güherçile ham maddesi, me şaleciler, çıra, peksimet, zahire (şaîr 518 , dakik 519 , revgan-ı sade 520 , asel 521 , odun, saman), bakır, demir vs. talep edilmi ştir. Mesela; Evail-i Rebiülevvel 1018/4-14 Haziran 1609 tarihinde, Diyarbekir’den Üsküdar’a varıncaya kadar yol üzerindeki beylerbeyi, kadılar ve sancak beylerine yazılan fermanla, Diyarbekir muhafazasındaki vezir Nasuh Pa şa’nın askerleri için 6.000 koyun tedarik edilip, sadrazam ve serdarıekrem tarafından kapıkullarından İbrahim ve Yusuf ile birlikte gönderildi ği, hüküm ile hangi yere gelirlerse, belirtilen

516 K ŞS 69, 93/266. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-18. 517 K ŞS 60/2, 140/462-2. 518 Arpa 519 Un 520 Sade ya ğ 521 Bal 133 sayıdaki koyunun yanına yeterli miktarda adamlar verilerek birbirlerine ula ştırmaları emredilerek, yolda koyunların zayi ve telef olmamasına itina gösterilmesi gerekti ği ve telef olursa kendilerine tazmin ettirilece ği söylenmektedir 522 . Kayseri sanca ğından talep edilenler arasında; deve, peksimet, sürsat zahiresi vs. yer almaktadır. Bu çerçevede ahaliden tahsil edilen sürsat ve nüzul bedelleri ile ilgili bilgiler de a şağıda verilmektedir.

3.5.5. Deve Temini

Seferde memur yeniçerilerin ve cephanenin yüklenmesi için gerekli develerin temini hususunda da Karaman eyaletine emirler gönderildi ği görülmektedir. Düzenlenecek do ğu seferinde memur olan yeniçerilerin ve cephanenin yüklenmesi için ihtiyaç duyulan miktardaki devenin temin edilmesi konusunda Karaman beylerbeyine ferman yazılarak, 20 katar devenin satın alınıp nevruzdan önce Diyarbekir’e ula ştırılması emredilmi ştir. Bununla ilgili hüküm Hasan ile gönderilmi ş ve fermana göre amel edilmesi istenmi ştir. Ücretinin ise Karaman eyaleti mukataasından verilmesi ve mukataa müfetti şleri yanında muhafaza edilen ruznamçe defterine kaydedilmesi söylenmi ştir (10 Rebiülahir 1020/22 Haziran 1611) 523 . “Deve için gelen emr-i şeriftir.” şeklinde kayıtlı, Konya ve Kayseri kadıları ile Karaman eyaletindeki kadılara hitaben gönderilen 25 Şevval 1020/31 Aralık 1611 tarihli ferman ile; daha önce sefer mühimmatı için lâzım olan develerin eyaletteki avarızhanesinin her 20 hanesinden bir mekkâri devenin alınarak, 20 katar devenin nevruzdan önce Diyarbekir’e teslim edilmesi konusundaki hüküm yerine ula ştı ğında, bir an önce gönderilmesi için Karaman defterdarı Mehmed’e emredilmi ştir. Yalnız develerin yük çekmeye kadir, güçlü, kuvvetli olmasına ve sakat olmamasına dikkat edilmesi istenmi ştir. Ayrıca bazı ahali, devletin i şine yarayacak develeri olup da kendilerinden istendi ğinde altıbölük halkı, yeniçeri veya askerî taifesinden olduklarını söyleyerek vermekten kaçınsalar bile, defterde kayıtlı oldu ğu şekliyle alınıp kimsenin muhalefet etmesine izin verilmemesi söylenmektedir 524 . Sefer esnasında kı şlaması emredilen deve katarlarının Kayseri’de konakladı ğı ve zahire için tayin olunan miktarın kaza halkına ödendi ği belgelerden anla şılmaktadır.

522 K ŞS 13, 104/668. 523 K ŞS 15/2, 260/1099. Yol üzerindeki beylerbeyi, sancak beyi ve kadılara, temin edilmesi istenen develer için görevlendirilen alay beyi İbrahim kethüdanın yanına yeteri kadar adam verilip, İstanbul’a gönderilmesi hususunda yazılan ferman metni için bk. K ŞS 13, 105/671. (Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1018/11-21 A ğustos 1609) 524 K ŞS 15/2, 263/1106. 134

Mesela; Kayseri’deki Müslümanların kethüdası olan Osman Çelebi Hacı Mehmed ve zimmîler kethüdası Murad, köylerin kethüdası Horasan adlı ki şiler, Karaman defterdarı olan Murad Pa şa’nın vekili o ğlu Ali Bey huzurunda ikrar edip 1065/1654-1655 senesinde satın alınan ve Kayseri’de kı şlaması emredilen 11 katar devenin yulafı için tayin olunan zahirenin parasını Ali A ğa elinden eksiksiz olarak aldıklarını söylemi şler ve durum deftere kaydedilmi ştir 525 .

3.5.6. Peksimet Temini

Kayseri sanca ğından ordu için talep edilen zahire arasında peksimet 526 de bulunmaktadır. Mesela; peksimet talebiyle ilgili bir kayıtta; Kayseri’de askerler için peksimet teminine memur olan yayaba şılarından Mehmed mahkemede; tereke emini Mustafa’nın vekili olan nüzul kâtibi Saçlı huzurunda, 1018/1609-1610’da tahsil edilmesi emredilen sürsat zahiresinden Kayseri’de ambarlarda muhafaza edilen zahireden 1.900 İstanbul kilesi unu, peksimet yapımı için Saçlı’dan aldı ğını ikrar etmiştir 527 . 1018/1609-1610’da peksimet talebi ile ilgili olarak, Kayseri kadısına gönderilen emr-i şerif ile baharda do ğu tarafına yapılacak sefere memur olan yeniçerilerin zahireleri için 7.000 kantar peksimetin hazırlanıp İstanbul’a gönderilmesi için yayaba şlarından Mehmed’in görevlendirildi ği ve Karaman defterdarı Mehmed’e emr-i şerif verildi ği, e ğer onun hareketi geç kalırsa, fermanın yerine getirilmesi için çavu şlardan Emrullah Çavu ş ula ştı ğında emre göre hareket edilerek, peksimet için gerekli akçenin, İstanbul’da toplanan cizyeden kar şılanması emredilmi ştir (5 Zilhicce 1018/30 Ocak 1610) 528 . Kayseri sanca ğının şehir ve köylerindeki kadılara da 25 Zilkade 1018/19 Şubat 1610 tarihinde bir ferman gönderilerek, do ğu yönüne düzenlenecek seferde askerlere lâzım olacak zahire için Kayseri’den 2.000 kantar peksimet pi şirilmesi emredilmi ş, bu peksimetin de ğirmene nakli ve odun ta şınmasına lâzım olan yük hayvanlarının tedarik

525 K ŞS 60/1, 18/62. 526 Peksimad şeklinde yazılan kelime; katı ekmek, seferde dayanması ve hafif olması için özellikle çok pi şirilen ekmek, galeta anlamına gelmektedir. Şemseddin Sami, s. 357. 527 K ŞS 13, 77/579. 528 K ŞS 13, 81/604. İstanbul’un ia şesi, Osmanlı idarecilerinin daima ilgilenmek zorunda kaldıkları bir alandı. İstanbul, devletin ba şkenti olarak barındırdı ğı geni ş askerî ve bürokratik kadroların yanı sıra, bulundu ğu konum itibariyle de büyük nüfus kitlelerinin toplanmasına imkân veren bir yapıya sahipti. Sarıcao ğlu, s. 101. 135 edilmesi istenmi ş, hüküm ile sanca ğa gelen yayaba şılarından Mehmed suba şı geldi ğinde emre göre hareket edilmesi tenbih edilmi ştir 529 . Temin edilmesi istenen peksimetin ücreti için, şehrin cizyesinden bir kısmının tahsis edildi ği görülmektedir. Mesela; Kayseri’deki kadı ve şehirdeki gayrimüslimlerin 1019/1610-1611 senesine ait cizyelerini toplamaya memur olan ki şiye hitaben gönderilen 7 Zilhicce 1018/3 Mart 1610 tarihli ferman ile; seferdeki askerlerin zahiresi için lâzım olan 1.000 kantar peksimetin pi şirilerek hazırlanması ve bunun için gerekli olan 319.526 akçe ücretin şehrin cizyesinden verilerek, peksimetlerin mahzenlerde muhafaza edilmesi ve bunların fiilen dergâh-i mualla yeniçerileri peksimetlerinin pi şirilmesi i şine memur olan Mehmed’e verilmesi istenmektedir 530 . Do ğu seferinde askerler için gerekli olan zahireden olan peksimetin talep edilmesi ile ilgili bir ferman ise; Ni ğde ve Bor kadısı olup Karaman eyaletinde mukataa müfetti şi ve muhassıl olan ki şi ile Aksaray, Kayseri, Kır şehir ve Ni ğde sancaklarındaki kadılara hitaben gönderilmi ştir. Do ğu seferi için gerekli zahireden eski Karaman defterdarı Mehmed’in toplayıp hazırladı ğı 2.000 kile bu ğdayı daha sonra defterdar olan İbrahim tarafından muhafaza edildi ğinden bahsedilerek, Kayseri ve Ni ğde’den 2.000 kantar peksimetin pi şirilmesi ve yayaba şılardan Mehmed suba şı hükümle oraya vardı ğında, peksimetlerin gönderilmesi emredilmekte, gerekli akçenin ise Karaman eyaleti mukataası mahsulünden verilip deftere kaydedilmesi ve adı geçen peksimetin 1019 yılı Saferinin (14-24 Mayıs 1610) sonuna kadar yeti ştirilip, Ni ğde ve Kayseri şehir merkezinde uygun görülen bir yerde muhafaza edilmesi istenmektedir 531 . Kayseri kadısına gönderilen 28 Rebiülevvel 1018/1 Temmuz 1609 tarihli bir fermanda ise; daha önceki tarihlerde Kayseri taraflarından istenen peksimetin pi şirilip hazırlanarak Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmesinin emredildi ği dile getirilip, peksimetin temini ve muhafazası konusunda gerekli itinanın gösterilmesi istenmektedir 532 .

3.5.7. Sürsat Zahiresi Temini

Hareket hâlinde bulunan orduların yol boyunca ia şesini sa ğlamak üzere halktan alınan ayni mükellefiyete sürsat denilmekteydi. Nüzul her meskûn yerin avarızhanesi

529 K ŞS 13, 88/622. 530 K ŞS 13, 90/626. 531 K ŞS 13, 92/635. 532 K ŞS 13, 106/675. 136 miktarına göre ve belirli nispette un ve arpa olarak tevzi edildi ği hâlde; sürsat meskûn yerlerin ve sürsata muhatap olan kazanın yekûn avarızhane sayısı göz önünde tutulmadan tevzi edilmekteydi. Harbe hazırlık emirleri verilirken merkez ve ta şrada sürsat olarak ordunun ia şesi için her kazanın ihraç edece ği sürsat nev’i, miktarı ve sevkedilece ği menziller kadılara gönderilen emirlerde belirtilmekteydi 533 . Şer’iye sicillerinde “ sürsat zahiresi” , “sürsat terekesi” veya “sürsat bedeli” olarak geçen sürsat; ordunun seferde bulundu ğu sırada farklı yerlerdeki ahaliden temin edilen, uzak yerlerde ise bedel olarak alınan akçe demektir 534 . Tanzimat’tan önce sava ş zamanlarında halktan tekâlif-i harbiye suretinde alınan şeyler hakkında kullanılan bir tabirdir. Alınan maddeler; hayvan, bu ğday, mısır, yulaf gibi şeylerdi. Ordugâha civar olan yerler birtakım mıntıkalara ayrılır, alınacak şeyleri tedarik etmek için her mıntıkaya birer memur gönderilirdi. Tanzimat’tan sonra di ğer birçok vergi gibi bu da kaldırılmı ştır 535 . Bu vergi türünde satın alınan mallara ödenen bedeller mirî olarak tanımlanan resmî ve sembolik fiyatlarla yapılmakta, böylece piyasa fiyatı ile mirî fiyat arasındaki fark kadar bir vergi tahsil edilmi ş olmaktaydı. Bu uygulamanın asıl amacı, vergi toplamaktan ziyade, ordunun sefere giderken kullanaca ğı güzergâh boyunca askerlerin ihtiyaçlarının kar şılanmasıdır. Ayrıca, bu yolla sava ş masraflarının finansmanına da katkı sa ğlanmı ş oluyordu. Özellik itibariyle mal olarak toplanan bir vergi olmasına kar şın, bazı durumlarda bedel olarak da tahsil edilmekteydi 536 . Kaza halkı adına kadılar veya mekkâriler tarafından menzillere getirilip orduya teslim edilen sürsat zahiresine devletçe ödenen bedel için Osmanlı mali mevzuatında, “sürsat akçesi” terimi de kullanılmı ştır. Halkın menzillere getirip orduya teslim etti ği erzakın bedeline esas olan fiyatları, devlet tespit etmekte ve bunları uzun müddet sabit tutmaktaydı 537 . Asker için temin edilmesi istenen zahire veya bunun bedeli, kadı sicillerinde sürsat zahiresi ve sürsat bedeli olarak ifade edilmektedir. Sürsatla ilgili Kayseri ve çevresindeki kazalardan, sancaklardan birtakım zahire temin edilmesi için ilgili kadılıklara yazılar gönderildi ğini görüyoruz. Kayseri kadı sicillerinde; Kayseri, Ni ğde,

533 Güçer, s. 93-95. 534 Ordu sefere giderken civar köyler halkı ordunun geçece ği yollara zahire getirmek ve bunu rayiç fiyat üzerinden satmak ile mükelleftiler. Sonraları bu mükellefiyete bedel olmak üzere, kendilerinden belirli bir vergi alınmakla yetinildi. Sattıkları zahireye sürsat zahiresi, verdikleri paraya ise sürsat bedeliyesi denirdi. Sürsat muameleleriyle, Mevkufat Kalemi ilgilenirdi. Serto ğlu, s. 319. 535 Pakalın, C. III, s. 300. 536 Sarıcao ğlu, s. 111-112. 537 Güçer, s. 104. 137

Develi gibi yerlerden sürsat zahiresi veya bedeli tahsil edilmi ştir. Bu zahireler tahsil edildikten sonra şehirlerdeki mahzenlerde muhafaza edilmi ştir. Bu durum belgelerde, “mahzende der-anbar” olması şeklinde ifade edilmi ştir. Kayseri’den farklı tarihlerde, farklı miktarlarda sürsatın toplandı ğını tespit etmekteyiz. Mesela; Ni ğde kasabasına ba ğlı oldu ğu belirtilen Develi kazasından 1018/1609-1610’da 1.500 kile sürsat zahiresinin toplandı ğı ve mahzenlerde muhafaza edildi ği, bunun 42 kilesi ahali zimmetinde kaldı ğı için, 1.458 kile zahire hasıl oldu ğunu, 42 kile zahire için de ahaliden 66 vukiyye ya ğ alındı ğını ve ellerine selh-i Receb 1018/29 Ekim 1609 tarihli temessük verildi ğini öğrenmekteyiz 538 . 1018/1609-1610’da Kayseri ve Develi’den sürsat zahiresi talep edilip tahsil edildi ğini görmekteyiz. Nüzul emini oldu ğu belirtilen Mustafa Efendi tarafından gönderilen Safer 1019/Nisan-Mayıs 1610 tarihli emr-i şerif ile, toplanan zahirenin kaydedildikten sonra ambarda gere ği gibi muhafaza edilmesi istenmi ştir. Kayseri kazasından istenen sürsat zahiresinden 1.000 kile un, 3.000 kile arpa; Develi kazasından ise 300 kile un ve 1.300 kile arpa; Ürgüp kazasından da 500 kile un, 1.000 kile arpa, toplam olarak 1.800 kile un ve 5.300 kile arpanın Kayseri’de Atpazarı’ndaki handa muhafaza edilmesi ve hazır tutulması, nüzul emini Mustafa Efendi tarafından gönderilen nüzul kâtibi Hasan Çelebi’ye teslim edildikten sonra, adı geçen zahirenin korunması i şinin âyandan bazı ki şilere verildi ği belirtilmi ştir 539 . Ürgüp kazasından alınan 500 kile un ve 1.000 kile arpanın (toplam 1.500 kile) kadı Mevlana Ali Efendi elinden alınıp, Kayseri menzilinde mahzene konuldu ğu ve kadıya temessük verilmesi için tezkirenin yazıldı ğı anla şılmaktadır (Evâsıt-ı Muharrem 1019/4 Nisan 1610) 540 . Zaman zaman sürsat zahiresinin tahsilinde, yerel idareciler veya ahaliden kaynaklanan aksaklıklar oldu ğunu, devlet merkezinden konuyla ilgili olarak gönderilen emirlerden anlıyoruz. Mesela; ordunun nüzul emini olan Mustafa Efendi’ye gönderilen 5 Muharrem 1019/30 Mart 1610 tarihli ferman ile; daha önce seferdeki memur askerlerin ihtiyacı olan sürsat zahiresinin toplanarak menzillere ula ştırılması için emr-i şerif gönderildi ği hâlde; bazı kazalardan toplandı ğı, fakat bazı kadıların “reaya ile ve vilayetin e şkıyası ile yekdil ve yekcihet müttefik olup” bir yolunu bularak devlet merkezinden fermanlar almak suretiyle zahirenin mahalline zamanında ula şamadı ğından bahsedilerek, hüküm vardı ğında emre göre kadıların zahirelerin

538 K ŞS 13, 3/34; K ŞS 13, 3/35. 539 K ŞS 13, 69/532. 540 K ŞS 13, 80/600. 138 toplanması ve menzillere tesliminde sorumlu oldukları bildirilmi ştir. Bazı kasaba ve köy halkı sürsat zahirelerini verme imkânları varken, Celâli ve e şkıya mallarına zarar verdiklerini söyleyerek bahane göstermelerine izin verilmemesi ve ahaliden ödeme gücü olanlardan sürsat zahiresinin tahsil edilmesi için nüzul eminine tenbih edilmektedir 541 . 1019/1610-1611 senesinde Kayseri’deki Karahisar ve Yahyalı nahiyelerinden tahsil edilen sürsat zahiresi miktarları şöyledir: -Kayseri kazasından ve nahiyesinden 2.200 kile 542 arpa 1.000 kile un -Karahisar Nahiyesi’nden 400 kile arpa -Yahyalı Nahiyesi’nden 400 kile arpa -Toplamda 4.000 kile (3.000 kile arpa+1.000 kile un) zahire tahsil edilmi ştir. Tahsil edilen bu zahireyi kadı naibinin getirilip âyan marifetiyle alındı ğı ve Kayseri’de mahzenlerde saklandı ğına dair temessük verilmesi için tezkire yazılmı ş ve kadıya verilmi ştir (Gurre-i Safer 1019/25 Nisan 1610) 543 . Kayseri haricindeki civar sancak ve kazalardan da ordu için zahire temin edildi ğine dair belgeler, Kayseri şer’iye sicillerine kaydedilmi ştir. Mesela; Mara ş ve Ni ğde’ye ba ğlı kadılıklara hitaben yazılan 5 Safer 1019/29 Nisan 1610 tarihli fermanla; bu tarihte yapılacak seferde askerlere çok sayıda koyun ve sade ya ğ lâzım olaca ğı söylenip, sürsat için 600 koyun ve 600 vukiyye sade ya ğ talep edilmektedir. Hüküm ile birlikte, görevlendirilen Osman bölgeye ula ştı ğında fermana göre hareket edilmesi emredilmi ştir 544 .

541 K ŞS 13, 86/616. 542 Keyl, Arapça bir kelime olup, lügatte hububat ölçmeye mahsus ölçü, ölçek, kile olarak ifade edilmektedir. Şemseddin Sami, s. 1226. Keyl kelimesi Türkçe’ye “ kile” şeklinde geçmi ştir. Farklı zaman ve mekânlara ait de ğişik ölçekleri ifade eden keyl, keyle, keylece ve kile kelimelerinin birbirinin yerine kullanıldı ğı da olmu ştur. Cengiz Kallek, “Kile”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 568. Kile, hacim ölçüsü için kullanılan umumi bir tabir iken, sonraları zahire, hububat gibi kuru maddelerin ölçüsünü ve nihayet belirli bir hacim ölçüsünün muhtevasını ifade etmek için kullanılmı ştır. Osmanlı Devleti’nde, “kile” şeklinde telaffuz edilen bu hacim ölçüsü hububat alışveri şinin resmî ölçüsüydü ve İstanbul kilesi tahminen 35 litrelik bir hacme sahipti. Bununla birlikte, her ticaret merkezinin genellikle normal kile den çok farklı olan mahallî bir kilesi olurdu. E. V. Zambaur, “Keyl”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 663-664. Kile, muhtelif yerlerde farklı kıymette olur ve birbirini tutmazdı. Ayrı memleketler arasındaki alı şveri şlerde aradaki fark, İstanbul kilesine göre düzenlenirdi. Bu kile, bu ğday ile dolduruldu ğu zaman 400 dirhemlik 20 İstanbul okkası gelirdi. Kilenin ¼’ü ise şinik diye adlandırılırdı. Serto ğlu, s. 187. Osmanlılar devrinde bu ğday ve un ticaretinde İstanbul kilesi 20 okka=25,656 kg. olarak geçerliydi. Kile, arpa ticaretinde de yakla şık olarak 22,25 kg. üzerinden i şlem görürdü. Buna kar şılık XVII. yüzyılda pirinçte 1 kile sadece 10 okka=12,828 kg. idi. Resmî İstanbul kilesi yanında Anadolu’da birtakım mahallî kile ölçüleri de kullanılırdı. Bk. Walther Hınz, İslâm’da Ölçü Sistemleri , (çev.: Acar Sevim), Marmara Üniversitesi Yay., İstanbul 1990, s. 51. 543 K ŞS 13, 91/630. 544 K ŞS 15/2, 237/1026. 139

Ordunun ihtiyacı için zaman zaman Türkmen taifesinden de koyun talep edilmi ştir. Mesela; Bozdo ğan Türkmeni taifesinin oturdu ğu yerlerin kadılarına gönderilen 28 Zilkade 1026/27 Kasım 1617 tarihli fermanla, 1027/1617-1618 senesi için taifeden sürsat olarak 2.000 koyun toplanıp orduya nevruzdan önce getirip teslim etmek için, 171. bölükten günlük 10 akçe ulufeye mutasarrıf olan Küçük Mirza’nın gönderildi ği bildirilmi ş ve bu konuda gerekli ihtimamın gösterilmesi istenmi ştir 545 . Farklı tarihlerde nakledilen sürsatın türü ve miktarını kayıtlarda görebiliyoruz. Mesela; 1048/1638-1639’da Çiftehan ve Tekirbeli menzillerine gönderilen sürsat zahiresi ve menzillerde kullanılan zahirenin miktarı Evâsıt-ı Safer 1048/23 Haziran 1638 tarihli belgede zikredilmekredir. Sürsat zahiresi arasında tavuk, so ğan, tavuk için kira katırı, odun, koyun ve kuzu, tuz, süt, yumurta, çıra, yo ğurt, piliç, arpa, çam, çay olup; bunların toplam mebla ğ 47.279’dur. Zahire ifade edilirken kullanılan ölçü birimleri; tavuk, koyun ve kuzu, yumurta için adet şeklinde; so ğan vs. için ise vukiyye-i Osmaniye ile ifade edilmi ştir. Mesela; 400 vukiyye so ğan 800 mebla ğ de ğerindedir. Odun, 550 mebla ğdır 546 . 1068/1657-1658’de ise sürsat zahiresi olarak Kayseri’den alınanlar şehir merkezi ile Karahisar ve Yahyalı’dan olmak üzere; arpa, un, bal ve sade ya ğdan olu şmakta, şehir merkezi için 181.000, Karahisar ve Yahyalı için ise 551.000 olmak üzere toplam 236.100 akçedir 547 .

3.5.7.1. Sürsat Bedelinin Tahsil Edilmesi

Sürsat zahiresinin ayni olarak alınmasının zor ve me şakkatli oldu ğu uzak yerlerden, sürsat zahiresine kar şılık olmak üzere, nakdî olarak bedellerinin tahsil edilmesi yoluna gidilmi ştir. Örne ğin; Kayseri sanca ğındaki ehl-i şer’ ve ehl-i örf idarecilere gönderilen 5 Ramazan 1067/17 Haziran 1657 tarihli fermanda; önceleri her haneden 300’er akçe bedel-i nüzul alındı ğı ve fermanlar gere ğince hazineye gönderildi ği ifade edildikten sonra; veziriazam ve serdarıekremin karadan ve deryadan sefere memur olan askerler için gerekli zahirenin gönderilmesinin lüzumlu oldu ğu ifade edilerek, daha önceki do ğu seferlerinde Rumeli ahalisinden alındı ğı üzere Anadolu eyaletlerindeki avarızhanelerinin her hanesinden 600’er akçe, “bedel-i mekkâri” olarak

545 K ŞS 20/2, 45/1093. 546 K ŞS 41/2, 205/519. 547 K ŞS 66/2, 128/335. 140 bilinen “bedel-i nüzul” alınması icap etti ği ifade edilmektedir. 1067 senesine mahsup olmak üzere lâzım olan bedel-i mekkâri için 3.000 akçe bedel-i nüzul mukabelesinde sürsat zahiresi gönderilmesi, ancak uzak mesafelerdeki hane-i avarıza ba ğlı olan veya olmayan muaf ve müsellem ahalinin hepsinin eşit seviyede olmak üzere, hazinedeki mühürlü mevkufat defterinde belirlendi ği şekliyle sürsat zahiresi bedellerinin tahsil edilerek ordu hazinesine gönderilip teslim edilmesi istenmi ştir. Fermanda yazılan sürsat bedelleri tahsil edilirken alınacak miktarlar şöyledir: Arpanın kilesi için 40 akçe, unun kilesi için 80 akçe, koyunun her biri için 160 akçe, sade ya ğın vukiyyesi için 30 akçe, balın vukiyyesi için 20 akçedir. Bu miktarlar üzerinden toplanan paranın, müba şir ve güvenilir adamlar ile ordu hazinesine ula ştırılması konusunda gecikme ve aksaklık olmaması için dikkatli olunması da tenbih edilmektedir. Ayrıca, muaf olan veya olmayan ahalinin hepsinin bu bedeli durumlarına uygun olarak ödemesi gerekti ği, ahaliye ödeyebileceklerinden fazlasının yüklenmemesi gerekti ği; aralarında ala, evsat ve edna itibariyle payla ştırılıp, ahaliye zulmetmekten kaçınılması gerekti ği hatırlatılmı ştır 548 . Sürsat zahiresi bedeli tahsil edilirken esas alınacak zahire fiyatları yıllara göre de ğişiklik göstermektedir. Kayseri sanca ğındaki idarecilere yazılan 12 Ramazan 1069/3 Haziran 1659 tarihli fermanda; söz konusu tarihte Anadolu tarafına yönelerek Bursa ovasına gelinece ğinden bahsedilerek; kapı kulları ve di ğer askerler için gerekli sürsat zahiresinin eski kanunlar gere ği gönderilerek menzillerde hazır tutulması için emirler gönderildi ği ancak, Kayseri uzak mesafede oldu ğundan zahirenin ayni olarak naklinin halka zor gelece ği ifade edilerek, bedellerinin tahsil tahsil edilmesinin ahali için daha uygun oldu ğu dile getirilerek; bu bedeller için gönderilen mühürlü ve ni şanlı mevkufat defterine göre; arpanın her İstanbul kilesi 50 akçe, unun kilesi 100 akçe, sade ya ğın vukiyyesi 30 akçe, balın vukiyyesi 20 akçe, samanın kantarı 30 akçe, odunun arabası 80 akçe üzerinden hesaplanarak toplanan bedellerin acilen hazineye gönderilmesi emredilmi ştir. Bedellerin keselenip, mühürlenip, tayin edilen müba şir Ahmed ve güvenilir adamlar ile hazineye gönderilmesi istenmektedir. Muaf olan veya olmayan ahalinin de bu bedelleri durumlarına göre ödemeleri gerekti ği; vakıf reayası, şahinci,

548 K ŞS 66/2, 128/336. Sürsat mükellefiyetinin nakden ödenmesine karar verildi ği durumla için bk. Güçer, s. 106. 141 do ğancı, köprücü, derbentçi vs. hizmet kar şılı ğında muaf oldu ğunu söyleyenlerin muhalefet etmemelerin sa ğlanması ve halka zulmedilmemesi emredilmektedir 549 . Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen 4 Zilhicce 1078/16 Mayıs 1668 fermanda, Girit adasındaki kalelerin fethi için sefer düzenlenece ğinden bahsedilerek, sefere memur edilen kapı kulları ve di ğer askerleri için menzillerde lâzım olan zahire kar şılı ğında 1078/1667-1668 senesinde Kayseri’den tahsil edilecek bedellerin hesaplanmasında esas alınacak de ğerler şu şekilde belirlenmi ştir: Arpanın her İstanbul kilesi 60 akçe, unun kilesi 120 akçe, koyunun her biri 220 akçe, sade ya ğın vukiyyesi 40 akçe, balın vukiyyesi 20 akçe, samanın kantarı 30 akçe, odunun heybesi 80 akçe üzerinden hesaplanarak bedellerin acilen tahsil edilerek İstanbul’a ula ştırılıp hazineye teslim ettirilmesi emredilmi ştir. Ayrıca, “…akçe verdiklerinde halisü’l-ayar akçe verdirip, kırık verilip, kırkık akçe verdirmeyesiz…” denilerek, de ğeri dü şük olan akçelerin alınmaması tenbih edilmektedir. Bedellerin tahsili sırasında müba şirin mai şeti için bedelin her 1.000 akçesinden 100’er akçe alınması, bunun haricinde ahaliden para alınmaması gerekti ği söylenmektedir 550 . 1078/1668 yılında, Kayseri’den alınacak sürsat bedelinin rakamları Tablo 3.3 ve Tablo 3.4’te verilmi ştir:

Tablo 3.3. 1078/1667-1668 Yılı Kayseri Kazası Sürsat Bedelleri 551 Sıra No Ürünün Adı Miktarı Birim Fiyatı Toplam 1 Arpa 3.500 kile 60 akçe 210.000 2 Un 350 kile 120 akçe 42.000 3 Koyun 200 re’s 220 akçe 44.000 4 Sade ya ğ 200 kile 4 akçe 800 5 Bal 100 kile 20 akçe 2.000 6 Saman 200 kantar 30 akçe 6.000 7 Hatap (odun) 50 heybe 80 akçe 4.000 Toplam 308.800 akçe

549 K ŞS 70, 169/386. 550 K ŞS 78/3, 280-282/656. 551 K ŞS 78/3, 280-282/656. 142

Tablo 3.4. 1078/1667-1668 Yılı Karahisar ve Yahyalı Kazaları Sürsat Bedelleri 552 Sıra No Ürünün Adı Miktarı Birim Fiyatı Toplam 1 Arpa 1.200 kile 60 akçe 72.000 2 Un 150 kile 120 akçe 18.000 3 Koyun 50 re’s 553 220 akçe 11.000 4 Sade ya ğ 50 kile 4 akçe 200 5 Bal 30 kile 20 akçe 600 6 Saman 120 kantar 554 30 akçe 3.600 7 Odun 30 araba 80 akçe 2.400 Toplam 107.800 akçe Genel 416.600 akçe Toplam

1084/1673-1674 yılında Kayseri ve civarındaki sancaklardan talep edilen sürsat zahiresi bedeli hakkında Konya, Kayseri, Ak şehir, Kır şehir, Ni ğde, Aksaray, İçel ve Bey şehir sancaklarındaki kadılara gönderilen 22 Safer 1084/8 Haziran 1673 tarihli fermanda; sefere memur kapı kulları ve di ğer askerler için “menâzil zahiresi” nin önemli oldu ğundan bahisle, menzillere yakın kadılıklardan ayni olarak, uzak olanlardan ise bedellerinin tahsili şeklinde alınacak olan zahire bedellerinin; arpanın kilesi 40 akçe, unun kilesi 90 akçe, koyun 200 akçe, sade ya ğın vukiyyesi 30 akçe, balın vukiyyesi 20 akçe samanın kantarı 30 akçe, odunun arabası 70 akçe üzerinden, gönderilen mühürlü ve ni şanlı mevkufat defteri suretine göre hesaplanarak, acilen tahsil edilerek hazineye

552 K ŞS 78/3, 280-282/656. 553 Arapça’da ba ş, kafa, ser anlamlarına gelen re’s kelimesinin buradaki anlamı; canlı şey adedi demektir. Şemseddin Sami, s. 654. 554 Kantar , eski a ğırlık ölçülerinden biri biri olup, 44 okkaya bedeldi. Serto ğlu, s. 171. A ğır şeyleri tartmaya mahsus vezin âleti olan ve 44 okkadan ibaret olan kantar, mahalle göre de de ğişen bir a ğırlık miktarıdır. Şemseddin Sami, s. 1085. Kantarla tartılan şeylerden alınan resme kantariye , bu resmin mültezimine kantar a ğası , tartım i şlemini yapan ki şiye ise kantarcı adı verilirdi. Di ğer ölçü birimleri gibi, kantar da yer, zaman ve tartılan şeyin cinsine göre de ğişiklik göstermi şse de de ğeri genellikle 100 rıtl a eşit olmu ştur. İslâm co ğrafyasında birbirinden farklı a ğırlıklarda kantarlar kullanılmı ştır.Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar’da İstanbul kantarının a ğırlı ğı her biri 176 dirhem olan 100 lodra ya veya her biri 400 dirhemlik 44 okkaya e şitti. Siirt ve Kayseri kantarı ise 180 okkaya veya 30 batmana e şitti. Bk. Cengiz Kallek, “Kantar”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXIV, İstanbul 2001, s. 317, 319. E. V. Zambaur, bu ölçünün a ğırlık de ğeri hakkında mevcut bilgiler arasında en çok kullanılanı ve kelime manasına en uygun olanının 1 kantar=100 rıtl oldu ğunu, fakat bunun da pek sarih olmadı ğını belirtmektedir. Bk. E. V. Zambaur, “Kantar”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 165. Ritl, rotl veya ratl olarak da telaffuz edilen rıtl ise, en çok kullanılan a ğırlık birimlerinden biri olup, Anadolu’da tespit edilen birçok rıtl a ğırlı ğı içinden İstanbul rıtlı XVIII. yüzyılda 876 dirhem yani 2,8 kg. ederdi. Bk. Hınz, s. 39. 143 gönderilmesi emredilmektedir 555 . Bu tarihte sürsat bedeli; Kayseri kazasında toplam 226.000 akçe, Karahisar ve Yahyalı kazalarında da 82.600 akçe olmak üzere toplam 308.600 akçedir (19 Safer 1084/5 Haziran 1673) 556 . 1100/1689-1690 yılında Mora taraflarına düzenlenecek seferde askerleri için gerekli zahirenin temin ve tedariki için, Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen 10 Rebiülahir 1099/13 Şubat 1688 tarihli fermanda; düzenlenecek sefer için, müba şir eline verilen mevkufat defteri gere ğince; arpanın kilesi 50 akçe, unun kilesi 100 akçe, koyun 200 akçe, sade ya ğın vukiyyesi 30 akçe, balın vukiyyesi 20 akçe, odunun arabası 30 akçe, samanın kantarı 30 akçe üzerinden hesaplanarak, livadaki kadılıklardan 3.243 ve sülüs sürsat bedellerinin acilen toplanıp hazineye teslim edilmesi emredilmektedir. Kayseri kazasından 265.500, Karahisar ve Yahyalı’dan ise 91.300 akçe olmak üzere toplam 359.800 akçe sürsat bedeli tahsil edilmi ştir 557 . 1100/1689-1690 senesi Kayseri ve di ğer sancakların sürsat bedelleri 558 ; Konya, Kayseri, Ak şehir, Kır şehir, Ni ğde, Aksaray, İçel, Bey şehir sancaklarındaki idarecilere gönderilen 7 Muharrem 1100/1 Kasım 1688 fermanda şöyle kayıtlıdır: -Konya sanca ğı 12.658 esedi kuru ş ve 1 rub’ -Ak şehir sanca ğı 3. 936,5 esedi kuru ş ve 1 sülüs -Kayseri sanca ğı 3.243 esedi kuru ş ve 2 sülüs, -Kır şehir sanca ğı 2.117 esedi kuru ş, -Ni ğde sanca ğı 5.828,5 esedi kuru ş ve 1 rub’, -Aksaray sanca ğı 1.380,5 esedi kuru ş, -İçel sanca ğı 2.523 esedi kuru ş, -Bey şehir sanca ğı 3.662 esedi kuru ş ve 1 rub’ -Toplam 35.350 esedi kuru ş ve 1 rub’ Sürsat bedelinin ödenmesi ile ilgili i şlerinin takibi için, mahalle ahalisi kendilerine bir kethüda tayin etmi şlerdir. Örne ğin; Kayseri’den Ba ğçivani, Bozatlı, Huand, Yenice, Gülük, Ta şkıncık, Hacı Kılıç, Dibecik, Hasan Fakih, Kürtler, Musa Gazi, Baldöktü’den bazı ki şiler, mahkemede, mahallelilerin ahalisinin bazı i şlerini yürütmek üzere, vekil ve kethüdaları olan Hacı Halid b. Hacı Hasan huzurunda takrir ederek, 1100/1688 senesinde Kayseri’ye dü şen 2.413 kuru ş ve 2 sülüs bedel-i sürsat

555 K ŞS 81, 23/46. 556 K ŞS 81, 23/46-1. 557 K ŞS 96, 48/132. 558 K ŞS 96, 77/205. 144 malından, Kayseri şehir merkezindeki Müslüman hanelerine isabet eden 603 kuru ş ve 83 akçe ile Anadolu’da e şkıya tefti şi ile görevli Hüseyin Pa şa’nın masraflarına harcanan 3.000 kuru ştan kendilerine dü şen 750 esedi kuru ştan olu şan masraflar dâhil toplam 1.511,5 borcu 112 hane 3 rub’ olan Müslüman haneleri arasında hesapladıklarında, her haneye 13 kuru ş 5,5 sümün isabet etti ğini ve Hacı Halid’in bu mebla ğı mahallelerden toplaması için kethüda tayin ettiklerini bildirmi şlerdir (20 Safer 1100/14 Aralık 1688) 559 . Ahaliden alınan sürsat zahiresinde bazen indirim de yapılmı ştır. Zahire miktarının indirilmesinin sebebi, genellikle halkın kar şılama gücünün yeterli olmamasıdır. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen 15 Cemaziyelevvel 1018/16 A ğustos 1609 tarihli bir fermanla; daha önce sürsat zahiresi için kazadaki 2.000 hanenin her hanesinden İstanbul kilesi ile, 2 kile arpa, 1 kile un ve 5 haneden 1’er ba ş koyun ve 1 vukiyye sade ya ğ gönderilmesi için emr-i şerif gönderilmi şken ahalinin bunları tedarik etmeye hâli olmadı ğı bildirildi ğinden; koyun ve ya ğ alınmayarak her haneden 2 kile arpa ve 1 kile unun alınması emredilmi ş; nüzul kâtibi olan Musa hükümle geldi ğinde, zikredilen miktardaki zahirenin ahali tarafından menzile götürülüp zahire alımına memur olanlara teslim ederek temesük almaları emredilmi ştir 560 . Avarızhanelerinden fazladan sürsat zahiresi talep edilmemesi ile ilgili zaman zaman ahalinin merkeze bav şurarak, emr-i şerif talep ettikleri olmu ştur. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen 10 Cemaziyelâhir 1026/17 Nisan 1617 tarihli fermanda; Ulubürüngüz köyü ahalisinin İstanbul’a adam ve arzuhâl gönderdi ğinden bahsedilerek, defterde 4 avarızhane kayıtlı olduklarına dair ellerinde hazineden verilen mühürlü ve ni şanlı defter oldu ğunu söyleyip, her sene ödedikleri avarız-ı divaniye, nüzul, sürsat ve sair tekâlifin 4 haneden fazla talep olunmaması için emr-i şerif rica ettikleri ifade edilmektedir. Ahalinin ba şvurusu üzerine, bu tekâlifi toplamaya memur olanlara, ahaliden deftere muhalif olarak bir hane fazla talep etmemeleri ve tekrar bu konuda şikâyet gelmemesi emredilmi ştir 561 . Bakaya kalan sürsat zahiresinin tahsil edilerek ordu hazinesine teslimi istenmi ştir. Bununla ilgili olarak, Ürgüp kadısı olan Mevlana Alaeddin’e gönderilen fermanla; daha önce Karaman eyaletindeki kadılıklardan 1018/1609-1610 senesine mahsup olmak üzere, gönderilmesi emredilen sürsat bakayalarının tahsil ettirilip, ordu

559 K ŞS 96, 109/243. 560 K ŞS 13, 100/656. 561 K ŞS 20/2, 37/1059. 145 hazinesine teslimi için Karaman defterdarı olan Mehmed’in tayin olundu ğu, ni şanlı ve mühürlü bakaya defteri ve emr-i şerif ile gönderildi ği ve hüküm ellerine ula ştı ğında emre göre hareket edilmesi gerekti ği söylenmi ştir 562 . Ahaliden toplanan sürsat zahiresi Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmi ştir. Devlet, muhafaza edilen zahirenin eksiltilmemesi konusuna önem vermi ş, bu konuyla ilgili olarak idarecilere ferman göndermi ştir. Kayseri kadısına gönderilen 8 Şevval 1018/4 Ocak 1610 tarihli ferman ile; Kayseri Kalesi dizdarı Abdürrezzak’ın devlet merkezine arz göndererek, geçmi ş senede Celâli üzerine serdar olan pa şa Kayseri’ye geldi ğinde yanındaki kapı kullarına, kalede muhafaza edilen sürsattan 1.170 kile kadı tarikiyle aldırıp yerine konulması için emr-i şerif verildi ği hâlde henüz zahirenin kaleye gelmedi ğinin bildirilmesi üzerine, acilen belirtilen miktardaki bu ğdayın kaledeki ambara konulması emredilmi ştir. Çavu ş Mehmed hükümle oraya vardı ğında, kadının emre göre hareket ederek, belirtilen miktardaki bu ğdayı, kalede muhafaza edilen sürsat zahiresine ilave etmesi ve dizdardan mühürlü tezkire alması istenmi ştir. Fermanda, “Kal’anın zahiresi noksan üzere oldu ğuna rıza-yı şerifim yoktur.” denerek, bu ğdayın her kimin zimmetinde zuhur ederse acilen alınıp yerine konması hususuna itina gösterilmesi emredilmi ştir 563 . Yerlerini terkeden ahalinin de, üzerlerine dü şen sürsat bedelini ödemeleri istenmi ştir. Mesela; Kayseri’ye ba ğlı Karahisar’da ahalinin vekili olan Dervi ş b. Hacı İbrahim, mahkemede, Hacı Kılıç Mahallesi’nden Üveys ve İlyas ibn-i Müslim adlı iki karde şten ziraat ettikleri Hacılar köyünü terk ederek adı geçen yere oturmaları sebebiyle davacı olarak, Karahisar Nahiyesi’ne dü şen sürsat bedelinden ödemelerini gereken kısmını talep etmi ştir. Karde şler ise cevaplarında; deftere kayıtlı olmadıklarını ve tekâlif icap eder mülklerinin bulunmadı ğını söylemi şlerdir. Üzerlerine dü şen sürsat bedelini ödemeleri ve usulsüz olarak akçe talebi ile Dervi ş tarafından rahatsız edilmemelerine karar verilmi ştir (19 Şevval 1084/27 Ocak 1674) 564 . Zaman zaman bahaneler ileri sürerek sürsat bedelini vermek istemeyen ahali olmu ş, ancak bunlardan da sürsat bedelinin tahsil edilmesi emredilmi ştir. Konuyla ilgili olarak; Karaman eyaletindeki idarecilere gönderilen 18 Cemaziyelevvel 1099/21 Mart 1688 tarihli ferman ile; 1099/1688 senesinde Karaman eyaletinin sürsat bedelinin tahsili işinin Ali’ye verildi ği ve ahalinin “Bu sene sefer yoktur, sürsat ferman olunmamı ştır.”

562 K ŞS 15/2, 263/1108. 563 K ŞS 13, 99/651. 564 K ŞS 81, 49/102. 146 diyerek türlü bahaneler ile sürsat malının tahsilinde gecikmeye sebep oldukları ifade edilmi ş ve daha önce gönderilen emir ve defter gere ğince tahsil edilerek ula ştırılması istenmişti 565 . Zahire vermekten kaçınanlar yüzünden zahire temininin gecikti ği hâller de meydana gelmi ştir. Mesela; Üsküdar’dan Kayseri’ye varıncaya kadar yol üzerindeki kadılıklardaki altıbölük kethüda sipahileri, yeniçeri süvarilerine gönderilen 23 Cemaziyelâhir 1018/23 Eylül 1609 fermanla; daha önce nüzul emini Cafer Mustafa, sefere memur askerlerin zahirelerinin gönderilmesi ile görevli olup, emr-i şerif gere ğince görevini yaparken, bazı reayanın “Biz sipahi ve yeniçeri akrabasıyız.” diyerek vermediklerinden zahirenin vaktinde tedarik edilememi ş oldu ğunun duyuldu ğu ifade edilerek, bunların men edilmesi için hüküm ile varıldı ğında fermana göre hareket edilmesi gerekti ği ve gerekli tedbirlerin alınması emredilmektedir 566 . Sürsat zahiresinin tahsili sırasında birtakım anla şmazlıklar da çıkmı ştır. Örne ğin; Develi kasabası ve bazı köylerin ahalisi mahkemede, Hacı Ferhad b. Yakub huzurunda ikrar edip, 1018/1609-1610’daki sürsat zahiresi için kendilerinden 200 kile arpa ve 90 kuru ş alan Ferhad ve karde şi Mustafa Efendi’den talep ettiklerinde, aralarında anla şmazlık çıktı ğını ve ispat edeceklerken anla şmaları için aralarına Müslümanların girdi ğini, sulh bedeli olan parayı Ferhad’dan alarak aralarında anla şmazlık kalmadı ğını ifade etmi şlerdir (21 Muharrem 1019/15 Nisan 1610) 567 . Askerlerin sefere gönderilmesi için memur olanların Kayseri’de konaklamaları esnasında yapılan masraflar hakkında da defterlerde bilgi mevcuttur. Örne ğin; Kayseri’deki ehl-i hiref taifesinden olan bazarba şı, ekmekçiler şeyhi, kasaplar şeyhi, arpacılar yi ğitba şısı ve di ğer esnaf taifesi mahkemede, askeleri sefere göndermek için memur olan vezir Hacı Mahmud Pa şa’nın vekili olan Ali A ğa’nın, sürsat zahiresi için 5 gün şehir merkezi ve 2 gün de Mancusun köyünde ve Gesi konaklarında olmak üzere toplam 7 gün kaldıkları zaman zarfındaki zahirenin ve levazımın parasını Ali A ğa elinden tamamıyla aldıklarını ifade etmi şlerdir. Fermana göre; 2 ekmek 1 akçe olmak üzere günlük 3.000 ekmek, vukiyyesi 3 akçeye 300 vukiyye koyun eti, vukiyyesi 10 akçeye 50 vukiyye bal, vukiyyesi 20 akçeye 50 vukiyye sade ya ğ, vukiyyesi 5 akçeye 100 vukiyye pirinç, vukiyyesi 5 akçeye 70 vukiyye un, 27 kuzu, 145 tavuk, kilesi 12

565 K ŞS 96, 48/133. 566 K ŞS 13, 82/607. 567 K ŞS 13, 58/466. 147 akçeye günlük 300 kile arpa olmak üzere 7 gün boyunca yapılan masraflar kaydedilmi ştir 568 . Yukarıda izah edilen masraflarla ilgili olarak; Kayseri’deki Kalenderhane, Hacı Kılıç, Hacet, Bozatlı, Kebe İlyas, Hasan Fakih, Huand, Kürtler, Hisayunlu, Dibecik, Gülük, Ta şkıncık, Hacı Mansur, Baldöktü, Lala, Şeyh Taceddin, Musa Gazi, Hacı Arap, Hacı Abdullah, Mükremin ve Kapan Mahallelerinden bazı ki şiler mahkemede, Vezir Mahmud Pa şa şehre geldi ğinde elindeki emr-i şerif gere ğince tayin edilen et, ekmek, koyun, kuzu, ya ğ, bal, arpa, saman, odun ve buna benzer levazım için 5 günde harcanan zahire i şleri ile ilgili olarak Kayseri’deki Müslümanların kethüdası olan Yusuf Çelebi b. Ahmed’in kethüdalık hizmetine devam edece ğini bildirmi şlerdir (26 Zilhicce 1077/19 Haziran 1667) 569 . Kayseri ahalisi köy veya mahallelerinden talep edilen sürsatı develer kiralayıp yükleyerek, emredilen menzillere naklettirmi ştir. Bu nakil i şini, ahaliye vekâleten kethüdalar ve kadının görevlendirdi ği naipler de yapabilmi ştir. Nakledilen her kile için tayin edilen “kira akçesi” nin ahali arasında payla ştırılması ve tahsilinde birtakım anla şmazlıklar çıktı ğı görülmektedir. Mesela; Evâsıt-ı Şevval 1048/14 Şubat 1639 tarihli bir ilamda; Çukur Kı şla köyünden iki şahıs ile Argıncık köyü ahalisi arasında, sürsatın nakli esnasında kira akçesi sebebiyle anlaşmazlık çıktı ğı belirtilmektedir. Belgede; sürsatın Çiftehan ve Tekirbeli isimli menzillere develerle ula ştırıldı ğı kaydedilmi ştir. Nakledilen 120 kile arpanın kira bedeli olarak her 8 kilesine 7 rub’ kuru ş ücretin talep edildi ği davada; nakil sırasında Salur, Çivril ve Ta şan köyleri ahalilerinin arpalarının develerle ta şındı ğı anla şıldı ğından, kira akçesinin bu üç köy ahalisinin zimmetlerinde oldu ğu ve Argıncık ahalisinin arpalarının kadı naibi marifetiyle nakledildi ği anla şıldı ğından, bu konuda Argıncık ahalisine müdahale edilmemesine karar verilmi ştir 570 . Kayseri’ye etraftan getirilen zahireler ve unun, asker taifesi tarafından yolda kar şılanarak, kapan denilen yerlere getirilmeden alıp satıldı ğının duyulması ve konunun ara ştırıldı ğına dair 23 Receb 1087/1 Ekim 1676 tarihli bir belgeye göre; Kayseri sâkinlerinden olup nakibü’l-eşraf kaymakamı olan Mustafa A ğa ve yeniçeri serdarı Mahmud A ğa adlı ki şiler mahkemede, Kayseri mütesellimi olan Ömer A ğa huzurunda ikrarla, “…etraf-ı erbaadan medine-i mezbureye gelen zehair ve unu askerî taifesi

568 K ŞS 74/1, B. No: 26. 569 K ŞS 74/1, B. No: 70. 570 K ŞS 41/2, 114/399. Benzer bir anla şmazlık için bk. K ŞS 41/2, 155/501-1. 148 medine-i mezbure hâricinde kar şı varup bey’ ve şira etmekle, kapan’a gelmeyip muzayaka vaki oldu ğu mesmuumuz olma ğla…” diyerek, bunu yapanları mütesellimin hapsettirip haklarından gelinen ki şilerin kendilerinden olmadı ğını, dı şarıdan zahire ve un getirenlerden akçe talep edenlerden kendileri ve ahalisinin davacı olacaklarını söylemi şlerdir 571 .

3.5.8. Nüzul Temini

Devletin şer’î hukuk ve örfî vergilere ilaveten ola ğanüstü zamanlarda ba şvurdu ğu vergilere tekâlif-i örfiye veya divanın kararıyla toplanmasına karar verildi ği için de avârız-ı divaniye ismi verilmekteydi. Örfî tekâlif, devlet hazinesine ba ğlı muhtelif saymanlıklar adına tahsil edilmekteydi. Bunlardan olan nüzul; un ve arpa; sürsat ise un, ekmek, arpa, koyun, ya ğ, bal, odun ve saman olarak alınmaktaydı. Nüzul, devlet tarafından herhangi bir ücret ödenmeden halktan talep edilen bir fedakârlık oldu ğu için gerçek anlamda bir vergi iken; sürsat, devletçe tespit edilmi ş mirî fiyatlar kar şılı ğında orduya belirli miktarlarda zahire temini mükellefiyetiydi 572 . “Konaklama yeri, misafir için hazırlanan yiyecek” anlamlarına gelen nüzul kelimesi Osmanlı maliyesinde terim olarak, sefere çıkan ordunun yiyecek ihtiyacını kar şılamak üzere bu ğday ve arpa gibi hububattan ayni olarak alınan vergiyi ifade etmekteydi. Nüzul vergisi, sava ş zamanlarında ordunun ia şesini temin etmek için belli menzillerde istenen un ve arpanın hazırlanması gayesiyle ortaya çıkmı ştır. Nüzulün da ğıtılması ve toplanması, “avarızhane” nin tespiti için yapılan tahrirlere göre olurdu. Eyaletlerin durumuna göre her avarızhanenin kaç kile un ve arpa vermesi gerekti ği, kaza idarecilerine bildirilirdi. Nüzulün toplanması, nakliye için gerekli malzemenin ve nakliyecilerin temini, gerekti ğinde nüzul zahiresinin orduya kadar götürülüp teslimi kadıların uhdesindeydi. Ancak zaman zaman nüzulün merkezden görevlendirilen ki şilerce de tahsil edildi ği olurdu 573 . Kadılar kazalardan ihraç ettikleri nüzulü, temin ettikleri hayvanlara yükleyerek, bizzat nakliye kervanının ba şına geçip, tayin edilmi ş olan yere kadar götürür ve orada alakalı kimselere teslim ederlerdi. Her kazanın ödemekle mükellef bulundu ğu nüzulün miktarı, kazalara ait olan müfredat defterlerinin hazırlanması ve liva esası üzerinden bir araya getirilerek merkez maliye te şkilatı

571 K ŞS 84, 111/237. 572 Güçer, s. 67-68. 573 Ömer İş bilir, “Nüzül”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXIII, İstanbul 2007, s. 311. 149 mevkufat kaleminde toplanması ile tespit edilmekte, nüzulün tahsili de bu mevkufat defterlerine göre tahakkuk ettirilmekteydi 574 . Sefer esnasında ahaliden tahsil edilen nüzul, un ve şaîrden (arpa) olu şmaktaydı. Nüzul tahsili hususunda merkez ile sancak arasındaki yazı şmalar, konunun mahiyeti hakkında bize yeterli bilgiyi vermektedir. Mesela; Kayseri kadısına Gurre-i Zilkade 1018/26 Ocak 1610 tarihinde gönderilen fermanla; doğu seferinde ordunun ihtiyacı olan zahire için, kazadaki 3.967 avarızhanesinin her 10 hanesinden zahirenin 1/4’ü (20 İstanbul kilesi) un, kalanı da arpa olmak üzere tedarik edilip yine ahalinin hayvanlarına yüklenip, yanlarına naipler tayin edilerek reaya ile birlikte nüzulün orduya ula ştırılması emredilmektedir. Nüzul orduya ula ştırıldı ğında tu ğralı temessük almaları, müba şir olan memurun mai şeti için her haneden 2’ şer akçe alınması, bundan ba şka reayadan akçe alınmaması emredilmektedir 575 . Kayseri, Karahisar, Develi ve Yahyalı kadılarına hitaben yazılan bir fermanla, do ğu tarafına yapılacak sefer için nüzul lâzım oldu ğundan bahsedilerek, Kayseri kazasındaki 2.589; Karahisar, Develi ve Yahyalı kazalarındaki 1.098 avarızhanesinin her 10 hanesinden İstanbul kilesi ile 1019/1610-1611 yılına mahsup olmak üzere, dörte biri un ve kalanı arpa olmak üzere orduya ula ştırılması için, mahallinde nüzul eminine teslim edilip tu ğralı temessük alınması emredilmi ştir (27 Muharrem 1020/11 Nisan 1611) 576 . Nüzulün, kiralanan develere yüklenerek mekkâriler tarafından mahalline ta şındı ğı görülmektedir. Mesela; “Nüzul tezkeresi kaydıdır” ba şlı ğıyla yazılan Evail-i Şaban 1020/9-19 Ekim 1611 tarihli bir kayıtta; 1020/1611-1612’de vaki olan nüzulde mekkâri olan Hasan Bey’in 4 devesi oldu ğu, her deveye 4 hanenin nüzulünün yüklendi ği, deve ba şına İstanbul kilesi ile 8 kile nüzul oldu ğu, toplamda arpa ve un olarak 32 kile zahire oldu ğu ve mahallinde Hasan Bey eliyle görevlilere teslim edilerek temessük alındı ğı belirtilmektedir 577 . Kadı’nın nüzul ile birlikte orduya gelip mekkâri elinde hane ba şına 300 akçe bedel-i mekkâri ve 200’er akçe bedel-i nüzul olmak üzere; 344 hane üzerinden teslim

574 Güçer, s. 73, 77-78. 575 K ŞS 13, 95/641. Nüzul zahiresi olarak kazalardan istenen arpanın miktarı una göre daha fazla olurdu. Arpanın una nispeten fazla tahsil edilmesi, ordudaki binek ve yük hayvanlarının arpa ihtiyaçlarından kaynaklanmaktaydı. İş bilir, s. 311. 576 K ŞS 15/2, 269/1129. 577 K ŞS 15/2, 206/945. 150 edilerek mevkufata kaydedildi ğini görmekteyiz (Evahir-i Şaban 1020/28 Ekim-6 Kasım 1611) 578 . 1020/1611-1612’de Kayseri kazasından emr-i şerif gere ğince askerler için tahsil olunup orduya gönderilen nüzul zahiresi, 22 mekkârinin adı ve oturdukları yerle şim birimleri, kefilleri ile zahire bedelleri kaydedilmi ştir. Buna göre; toplamda 86 adet deve, 344 adet camız, 516 kile arpa ve 172 kile dakik-i hınta; 688 kile arpa ve un olmak üzere nüzul zahiresi tahsil edildi ği anla şılmaktadır (Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1020/21-31 Temmuz 1611) 579 . Devlet merkezinden Karaman beylerbeyine, nüzulü göndermesi için Evail-i Zilhicce 1020/4-14 Şubat 1612 tarihli bir emr-i şerif gönderilmi ştir. Daha önce, eyaletin nüzulünü bazı kimselerin alarak ahaliye zulmettiklerinin bildirilmesi üzerine, bu ki şilerin engellenerek eyaletin nüzulünün toplanıp teslim edilmesi için beylerbeyi görevlendirilmi ştir 580 . Nüzulün tahsili ve ne şekilde mahalline ula ştırılaca ğı ile ilgili de fermanlar gönderilmi ştir. Mesela; Karaman beylerbeyi ve eyaletteki kadılara hitaben gönderilen 2 Cemaziyelevvel 1020/13 Temmuz 1611 tarihli fermanla; daha önce 1019/1610-1611 senesine mahsup olmak üzere, eyaletten gönderilmesi emredilen nüzulün, acele olarak mekkârilere yüklenerek mahallindeki memura ula ştırılması ve teslimi emredilmi ştir. Fermanda; vezir ve serdarıekrem Murad Çavu ş’un Gurre-i Rebiülevvel 1020’de (14 Mayıs 1611) Amid ovasına çıktı ğı belirtilip, bu sebeple geceyi gündüze katarak nüzulün acil olarak teslim edilmesi için çalı şılması istenmektedir 581 . Nüzulün mahalline teslim edildi ğine dair kayıtlar da tespit edilebilmektedir. Mesela; gönderilmesi istenen nüzulden, 350 hanenin nüzulünün 1/4’ü un, kalanı arpa olmak üzere, 175 kile un ve 525 kile arpanın teslim edilip, ellerine nüzul emini Mustafa imzalı temessük verildi ği kaydedilmi ştir (20 Zilkade 1019/3 Şubat 1611) 582 . Kayseri’de 1028/1618-1619 yılına mahsup olmak üzere, 1027/1617-1618’de nüzul gönderilmesine emr-i şerif ile memur olan ki şinin, Karaman eyaleti defterdarı olan Mehmed Pa şa oldu ğunu ö ğreniyoruz. Nüzul ihracı için, defterdarın tarafından

578 K ŞS 15/2, 206/947. 579 K ŞS 15/2, 229/1004. K ŞS 15/2, 235/1021. Nüzul tahsil edilen mahalleler arasında; Kalenderhane, Hasbek, Gürcü, Hacı Sultan, Yenice, Bozatlu, Eski Bezzazistan, Karakeçili, Dibecik, Sisliyan vardır. 580 K ŞS 15/2, 267/1121. K ŞS 15/2, 268/1123; K ŞS 15/2, 268/1124; K ŞS 15/2, 268/1125. 581 K ŞS 15/2, 255/1083. 582 K ŞS 15/2, 282/1164. 151 verilen mektup ile gelen ve Kayseri’de oturan kethüdayeri Ali Bey b. Ahmed’in adı geçiyor 583 . Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Safer 1027/16-26 Şubat 1618 tarihli emr-i şerifle, sefer mühimmatı için 1026/1617 senesine mahsup olmak üzere Karaman eyaletindeki her avarızhanesinden birer İstanbul kilesi arpanın alınıp mekkârilere yüklenerek mahallinde nüzul eminine teslim ettirilmesi emredilmi ş; Kayseri kazasının 361 hanesinden birer kile zahire ve mekkâri bedelini toplanıp, kefillerinin yazılıp gönderilmesi ve bunun için de Ali Bey’in müba şir tayin edildi ği ifade edilmi ştir 584 .

3.5.8.1. Nüzul Bedelinin Tahsil Edilmesi

Nüzul vergisi ba şlangıçta sadece sava ş zamanlarında ve ola ğanüstü durumlarda alınmak üzere ihdas edilmesine ra ğmen, XVI. yüzyılın sonlarıda ba şlayan ve XVII. yüzyılın ilk çeyre ğine kadar devam eden uzun sava şlar ve iç karı şıklıkların sonucu olu şan zaruretler sebebiyle her yıl istenen bir vergi hâline gelmi ştir. Nüzul vergisi, XVI. yüzyılın sonlarına do ğru nakit olarak tahsil edilmeye ba şlandı. Ana merkezlerden uzak yerlerdeki uzun süreli askerî harekâtlarda olu şan zahire ihtiyacı, nüzul tevzi edilen bölgelerin geni şletilmesi zaruretini ortaya çıkardı. Nakliye ücretlerinin yüksek olu şu ve taşıma masraflarının halk için külfetli olması sonucunda, nüzul vergisinin uzak bölgelerden bedel şeklinde toplanmasına ve ihtiyaç maddelerinin ordu güzergâhına yakın yerlerden satın alınma yoluyla temin edilmesine ba şlandı. Nüzul bedelleri çe şitli para birimleriyle tahsil edilebilirdi. Nüzul akçesinin miktarı, zamana, bölgeye ve duruma göre değişiklik arzederdi. XVII. yüzyıl ba şlarında ordu hazinesi gelirlerinin önemli bir kısmını nüzul bedelleri te şkil etmekteydi 585 . Bedel olarak tahsil edilen bu vergi, avarız gibi hane hesabı üzerinden tahsil edilmekteydi 586 . Kayseri sanca ğındaki kadılara hitaben gönderilen 20 Rebiülahir 1065/27 Şubat 1655 tarihli ferman ile; sefere memur askerler için, 1066/1655-1656 senesine mahsup olmak üzere, livadaki 514 avarızhanenin her hanesinden 300’er akçe nüzul bedelinin, gönderilen mevkufat defteri suretine göre tahsil edilerek hazineye

583 K ŞS 20/1, 47/186; K ŞS 20/1, 51/206. 584 K ŞS 20/2, 36/1055. 585 İş bilir, s. 311-312. Osmanlı devlet maliyesinin geçirdi ği en kapsamlı dönü şümlerden biri, hizmet ve ayni ödemeler şeklindeki vergilerden, nakit olarak tahsil edilen vergilere geçilmesi oldu. XVII. yüzyıla özgü bir geli şme olmamakla birlikte, bu nakde dönü ştürme süreci XVI. yüzyıl sonunda ve XVII. yüzyılda hızlandı. Nakit ödemenin örnekleri olan nüzul, avarız, cizye, vs. hakkında bk. Faroqhi, s. 657-661. 586 Sarıcao ğlu, s. 100. 152 teslimi, ayrıca müba şirin mai şeti için her haneden 25 akçe alınıp, bundan ba şka akçe alınmaması emredilmi ştir 587 . 1066/1657’de Karaman eyaleti içinde Kayseri’ye ait bedel-i nüzul miktarı, 1656-1657 yılı için olmak üzere, 300 akçe idi. Kayseri, 25 akçe de müba şiriye olmak üzere toplamda 325 akçe ödüyordu. Takip eden yıldaki bedel-i nüzul rakamı, 1067/1657 yılı için, 300 akçe nüzul bedeli ve 20 akçe müba şiriye şeklindeydi. 1069/1659’da Kayseri livasında bu miktar, 1070/1660 yılı için alınmak üzere, her haneden 600 akçe nüzul bedeli ve 30 akçe müba şiriye şeklindeydi. Kayseri’de 1664 ve 1671 arasında ise bedel-i nüzul miktarı 600 akçe idi 588 . Karaman eyaletindeki sancaklarda kayıtlı nüzulhanelerden tahsil edilecek bedel-i nüzul miktarları ayrı ayrı kaydedilmi ştir. Mesela; Karaman eyaletindeki; Konya, Ni ğde, Bey şehir, Kayseri, Ak şehir, Aksaray, Kır şehir, İçel’deki kadılara gönderilen 2 Zilhicce 1089/15 Ocak 1679 tarihli ferman suretinde; hazinedeki defterlerdeki kayıtlara göre sancakladaki nüzulhane sayıları şöyledir: -Konya sanca ğı 820 ve buçuk -Ni ğde sanca ğı 410 ve bir rub’ -Bey şehir sanca ğı 485 -İçel sanca ğı 201 ve bir rub’ -Kayseri sanca ğı 424 ve buçuk rub’ -Aksaray sanca ğı 253 -Kır şehir sanca ğı 185 -Toplam 3.163 bir buçuk rub’ Yukarıda verilen sancaklardan, 1090/1679-1680 senesine mahsup olmak üzere bedel-i nüzullerinin mevkufat defterine göre tahsili emredilmi ştir. Müba şirle gönderilen

587 K ŞS 60/2, 133-134/447. Karaman eyaletine dâhil olan Ni ğde livasının bedel-i nüzulünü tahsil etmek üzere merkez İstanbul’dan görevliler tayin edilmekteydi. Ni ğde’nin nüzul bedeli ile ilgili olarak kadıya gönderilen yazıda; 1036/1626’da livanın her avarızhanesinden Cafer Mustafa tarafından, elindeki mevkufat defterine göre 600 akçe tahsil edilmesinin emredildi ği ifade edilmektedir. Bk. K ŞS 27/3; Süleyman Demirci, “Collection of Avâriz and Nüzul Levies in The Otoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, Belleten, TTK Yay., LXIX/256, Ankara, Aralık 2005, s. 900-901. Ayrıca bk. Süleyman Demirci, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in The Avâriz-Tax System: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study of Kayseri, 1618- 1700”, Journal of The Economic and Social History of The Orient (JESHO) , 46/4, Leiden 2003, s. 444- 445. 1036/1626’da Karaman eyaletindeki yerlerde de, bedel-i nüzul miktarı 600 akçe idi. Bk. K ŞS 27/3; Süleyman Demirci, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, Belleten , LXX/258, Ankara A ğustos 2006, s. 576-577. 588 Bk. K ŞS 65; K ŞS 66; K ŞS 70; Demirci, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, s. 577-579. 153 hüküm vardı ğında, her haneden 600’ar akçe bedel-i nüzulün tahsil edilip gönderilmesi ve müba şirin mai şeti için her haneden 30’ar akçenin aldırılması istenmi ştir 589 . Kayseri kadısı ve Karaman’daki kadılara gönderilen 2 Şevval 1093/4 Ekim 1682 tarihli fermandan; 1094/1682-1683 senesine ait nüzulhane sayılarını ve her sanca ğın hane sayılarını öğrenebilmekteyiz. Fermanda; Karaman eyaletindeki kadılıkların 3.126,5 ve buçuk rub’ nüzulhaneleri oldu ğundan ve bunların bedel-i nüzullerinin tahsili gerekti ğinden bahsedilerek, gönderilen mevkufat defterine göre; sancakların nüzulhane sayıları verilmi ştir: -Konya sanca ğı 810,5 -Ak şehir sanca ğı 384 -Kayseri sanca ğı 420,5 ve buçuk rub’ -Kır şehir sanca ğı 185 -Ni ğde sanca ğı 410 ve bir rub’ -Aksaray sanca ğı 230 -İçel sanca ğı 201 -Bey şehir sanca ğı 485 Defterde kayıtlı nüzulhanelere göre, sancaklardaki hanelerden 600’ar akçenin tahsil edilip, müba şir için ise her haneden 30 akçe aldırılması, bundan ba şka bir akçe alınmaması emredilmektedir 590 . Konya, Kayseri, Ni ğde, Ak şehir, Kır şehir, Aksaray, İçel ve Bey şehir sancaklarındaki kadılara gönderilen 16 Rebiülevvel 1099/20 Ocak 1688 tarihli ferman suretinden, 1099 senesine ait nüzulhane sayıları ve bedel-i nüzul miktarları verilmektedir. Hazinedeki mevkufat defterlerinde kayıtlı olan nüzulhane sayıları önceki yıllarla kıyaslandı ğında birbirine yakın rakamlara sahiptir. Bazı sancakların nüzulhane sayısı ise de ğişmemi ştir. Buna göre; -Konya sanca ğı 810,5 ve bir rub’ -Ak şehir sanca ğı 374 ve bir rub’ -Kayseri sanca ğı 503 ve bir buçuk rub’ -Kır şehir sancağı 185 -Ni ğde sanca ğı 408 ve bir rub’ -Aksaray sanca ğı 230

589 K ŞS 88, 125/292. 590 K ŞS 91/3, 293/567. 154

-İçel sanca ğı 201 ve bir rub’ -Bey şehir sanca ğı 482,5 -Toplam 3.195 ve bir buçuk rub’ 1099/1687-1688 senesine mahsup olmak üzere, nüzul bedellerinin tahsil olunması i şinin, müba şir olarak Ahmed ve İbrahim’e mü şterek olarak verildi ği, ellerindeki mevkufat defterine göre her haneden 600’ar akçe, müba şirlerin mai şeti için de her haneden 30 akçe aldırılması emredilmektedir 591 . Görüldü ğü gibi XVII. boyunca Karaman eyaletindeki sancakların nüzulhane sayılarında çok büyük de ğişiklikler olmamı ştır. Sancaklardaki nüzulhanelerde her haneden alınması emredilen nüzul bedeli ise ço ğunlukla de ğişmemi ş ve 600 akçe alınması şeklinde devam etmi ştir. XVII. yüzyılda Kayseri livasındaki vergi mükelleflerinden tahsil edilen nüzul bedeli 156.850 akçe (1068/1658’de) ile 307.650 akçe (1078/1668’de) arasında de ğişmekteydi. Aynı tarihlerde, ödenen nüzul bedeli rakamlarının en yüksek oldu ğu liva Konya olup, ikinci sırada Kayseri yer almaktaydı. Konya’dan tahsil edilen nüzul bedeli ise, 246.375 akçe (1068/1658’de) ile 492.900 akçe (1076/1666, 1078/1668 ve 1081/1671’de) arasında de ğişmektedir 592 . Ahali, nüzul akçesi i şlerinde kendisine vekâlet etmesi için bir kethüda tayin edebiliyordu. Örne ğin; Kayseri’ye ba ğlı köylerden Mancusun, Efkere, Bâlâ Gesi, Tavlusun, Gesi, Talas, Üskübü, Venk, Germir, Molu, Erkilet, Darsiyak, İstefane, Endürlük’ten zimmîler ve di ğer köy ahalileri mahkemede, 1086/1675-1676’da devlet merkezinden gönderilen emr-i şerif ile toplanan nüzul akçesi ve Karaman beylerbeyi Ahmed Pa şa’nın Kayseri’nin köylerinde konaklaması sırasındaki masraflarını aralarında hesapladıklarında, her köye 10 kese 593 akçe dü ştü ğünü, işlerini görmek için kethüdaları

591 K ŞS 96, 13/39. 1626 senesinde Karaman Eyaletinde tahsil edilen bedel-i nüzul 600 akçe idi. Bu rakam, 1628’de de de ğişmemi ştir. 1645 senesinde, eyalet bünyesindeki livaların her avarızhanesinden 400 akçe nüzul bedeli ile 10 akçe müba şiriye alınması emredilmi ştir. 1656-57 senesinde Kayseri livasında tahsil edilen nüzul bedeli 300 akçe, müba şiriye ücreti ise 25 akçe olmu ştur. 1659’da ise Kayseri livasındaki her avarızhanesinden 600 akçe nüzul bedeli ve 30 akçe müba şiriye alınması emredilmi ştir. Geni ş bilgi için bk. Süleyman Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , The Isis Press, İstanbul 2009, s. 105-107. 592 Kayseri’den tahsil edilen nüzul bedeli oranları, % 14,1 ila % 18,5 rakamları arasında de ğişmektedir. Livadaki vergi mükellefi nüfustan tahsil edilen nüzul bedeli 1628’de 237.000 akçe iken, 1699 senesine gelindi ğinde bu miktar 282.796 akçe olmu ştur. 1628-1699 yılları arasında Karaman Eyaletindeki livalardan tahsil edilen nüzul bedeli rakamları ile bunlara dair istatistikler için bk. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 112, 113 vd. 593 Kese , Osmanlı Devleti’nde belirli bir miktardaki altın veya gümü ş paranın konuldu ğu me şin torbaya verilen isimdir. Sonradan muayyen bir para ünitesine alem olmu ştur. Bu ünite ise, zaman zaman de ğişmi ştir. Fatih devrinde 30.000 akçe, Kanuni devrinin ortalarında 20.000 akçe bir kese itibar olunmu ştur. Bu sırada, 1 kuru ş 80 akçe idi, böylece 500 kuru ş 1 kese ediyordu. 2 kese 1 yük itibar olunur 155 olan Arslan Kalfa v. Hacet adlı zimmî kethüdanın vekâleti hasebiyle bu parayı ahaliden tahsil etti ğini, kethüdanın hesabını gördüklerinde zimmetinde bir akçelerinin kalmadı ğını bildirmi şlerdir (20 Rebiülahir 1087/2 Temmuz 1676) 594 . Karaman eyaletinin nüzul bedelini toplayan görevli firar edince, bu mebla ğın devlet adına, kaçanın kendi malından kar şılanmasına karar verilmi ştir. Kayseri’ye ba ğlı Köstere Nahiyesi’ndeki Bozatlı köyünden Hacı Kalender b. Mehmed mahkemede, o ğlu Halil Bey’in, 1068/1657-1658 senesine mahsup olmak üzere Karaman eyaletinin bedel-i nüzulü için Karahisar tarafından 280.000 akçe topladıktan sonra firar etti ğinden, Halil’in malından bu mebla ğın devlet adına tahsil edilmesi konusunda defterdar İbrahim Pa şa’nın a ğalarından Mustafa A ğa b. Hüseyin emr-i şerif ile müba şir oldu ğundan, Halil’in mallarını tefti ş edip; bir köle, bir köhne çadır ve bir köhne e ğeri aldı ğını ve alaca ğının kalmadı ğını ifade etmi ştir (25 Zilkade 1069/14 A ğustos 1659) 595 . Kapıkullarına verilen “re şen mevacibi” 596 için gerekli akçenin temini gerekti ğinde, eyaletlerdeki kadılıklardan “bedel-i nüzul akçesi” nden bir kısmının talep edildi ğini görüyoruz. Mesela; Karaman vilayetinin 1069/1658-1659 yılı bedel-i nüzul küsürü ile 1070/1659-1660 senesi nüzulünü toplamaya memur olan ki şiye gönderilen Şaban 1069/Nisan-Mayıs 1659 tarihli emr-i şerif ile; kapukullarına verilecek “re şen mevacibi” için çok miktarda akçe lazım oldu ğundan tedariki için emr-i şerif yazıldı ğı, bedel-i nüzul malından bunun için çok acele olarak 15 kese akçenin, mevacip

ve maliye hesaplarında 100.000 akçe kar şılı ğında bu tabir kullanılırdı. Kese usulü, 1877 tarihine kadar devam edip, sonra bu ünite terkolunarak onun yerine kuru ş kullanılmı ştır. Serto ğlu, s. 182. 594 K ŞS 84, 21/40. 595 K ŞS 70, 61/154. 596 Re şen , hicri-kameri aylardan 7, 8 ve 9. olan Receb, Şaban ve Ramazan aylarının üçüne birden verilen isimdir. Bu üç aylara ait, kapıkulu askerlerinin ulufesi ise re şen mevacibi diye anılırdı. Serto ğlu, s. 284. Ulufe terimi de mevâcib kelimesi ile aynı anlama gelmektedir. Mevâcib tabiri, Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinde de geçmektedir. Osmanlılar’da devlet görevlilerinin mevâcibleri günlük olarak hesaplanır ve ödemeler üç ayda bir yapılırdı. Ancak kazaskerlerin maa şları aylık olarak verilirdi. Mevâcib hicri yıla göre her üç ayın sonunda ödenirdi ve bu ödemelere “kıst” denirdi. Her bir kıst, ilk ay Muharrem’den ba şlamak üzere üçer aylık dönemler için Masar , Recec , Re şen ve Lezez olarak ifade edilirdi. Memurların ve çe şitli devlet görevlilerinin yevmiyeleri, kıdemlerine veya gösterdikleri yararlılıklara göre de ğişmekteydi. Mesela kâtiplerin ulufeleri günlük olarak ortalama 15-20 akçe civarındaydı. Yeniçerilerin yevmiyeleri de zamanla de ğişiklik göstermi ştir. Üst seviyedeki devlet görevlilerinin mevâcibleri ise makamlarına göre de ğişirdi. Bazı kale muhafızlarının maa şları, bir bölgeden tahsil edilerek olu şturulan gelir kayna ğından (ocaklık) sa ğlanırdı. Gümrük ve mukâtaalardan “vazife” adıyla verilen maa şlarla ilgili i şlemleri Anadolu muhasebesi kalemi yapardı. Erhan Afyoncu, “Mevâcib”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXIX, Ankara 2004, s. 419. 156 verilmesinden önce güvenilir adamlarla ve mühürlenen keseler içinde devlet merkezine ula ştırılıp hazineye teslim ettirilmesi istenmi ştir 597 .

3.5.8.2. Nüzul Bakayasının Tahsil Edilmesi

Gerek rayiç gerekse mirî olarak tevzi edilen miktarların bazen tamamen tahsil edilemeyip “bakaya” kaldı ğı da olmu ştur. Bu gibi durumlarda yeniden emirler gönderilerek, bakaya kalan miktarlar o yıl içinde veya bir sonraki senenin mahsulünden tahsil edilmeye çalı şılmı ştır 598 . Nüzul bedelleri bakayasının acilen tahsil edilip, mühürlü defterle birlikte hazineye teslim edilmesi istenmi ştir. Bununla ilgili olarak; Kayseri, Bey şehir, Ak şehir, Konya, Kır şehir, Aksaray ve İçel sancaklarındaki kadılara gönderilen 27 Receb 1049/23 Kasım 1639 tarihli fermanla; 1049/1639-1640 senesine mahsup olmak üzere, ahalinin bedel-i nüzullarını toplamaya memur olanların teslim ettikleri dı şındaki “bedel-i nüzul bakayası” nın deftere kaydedilip mühürlenip gönderilmesi emredilmi ştir. Bakaya defteri gere ğince, zimmetlerinde kalan bedel-i nüzul bakayasının acilen güvenilir adamlar ile orduya gönderilerek hazineye teslim ettirilmesi emredilmektedir 599 .

3.5.8.3. Nüzul Bedelinde İndirime Gidilmesi

Fakir durumda olan ahalinin nüzul bedeli indirilmi ştir. Ahalinin nüzul bedelini ödemeye gücü olmadı ğından bahsedilerek, bakayasının tahsiline karar verilmi ştir. Karaman eyaletinden 1018/1609-1610 senesine mahsup olmak üzere, 1019/1610-1611 senesinde gönderilmesi emredilen nüzul için 400 haneden, bazı köylerin harap ve halkının peri şan ve perakende olması sebebiyle, sadece 207 hanesinden tahsil edilebildi ği, do ğu tarafına yapılan seferde mahalline kadı tarafından bizzat teslim edildiği, mekkârilerden bazısının firar etmesiyle mekkâri defterinde 30 kile bakayanın kaldı ğı ve devlet için buna kar şılık olarak 10.000 akçenin alındı ğı bildirilmektedir (Evahir-i Safer 1020/4 Mayıs 1611) 600 .

597 K ŞS 70, 180/406. Söz konusu emr-i şerif gere ğince sadrazamın gönderdi ği mektup da kaydedilmi ştir. KŞS 70, 181/407. (17 Rebiülahir 1069/12 Ocak 1659) Ayrıca bk. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 108. 598 Sarıcao ğlu, s. 110-111. 599 K ŞS 42/2, 125/260. 600 K ŞS 15/2, 264/1110-1. 157

Benzer şekilde; Kayseri’deki kadılara gönderilen 12 Cemaziyelâhir 1069/7 Mart 1659 tarihli fermanla, daha önce sefer mühimmatı için sancaklarda bulunan avarızhanelerinin her birinden, 1070/1659-1660 yılına mahsup olmak üzere, 600’er akçe olarak bedel-i nüzullerin alınması ve hazineye teslimi emredildi ği, ancak Celâli e şkıyası yüzünden bu miktarın fakir halka fazla geldi ği ifade edilerek, 150’ şer akçesinin indirilerek her haneden 450’ şer akçenin devlet için acilen tahsil edilmesi ve hazineye gönderilmesi; bundan fazla akçe istenerek fakir durumdaki halka baskı uygulanmaması emredilmi ştir 601 . Fakir halktan haksız yere nüzul bedeli alındı ğına dair, ahalinin merkeze şikâyeti görülmektedir. Örne ğin; Kayseri kadısı ve e şkıya teftişine memur olan Hüseyin’e gönderilen Evâsıt-ı Receb 1091/6-16 A ğustos 1680 tarihli fermandan; Kayseri’deki fakir halkın devlet merkezine arzuhâl ve adam göndererek, Kayseri sâkinlerinden Pa şa Efendi olarak tanınan Abdulkerim adlı ki şiden şikâyetçi olduklarını öğrenmekteyiz. Şikâyetlerinin sebebi; adı geçen ki şinin deftere ve emre aykırı olarak bedel-i nüzul tahsilinde, hanelerin bazısından 25-30 kuru ş ve bazısından da 32 kuru ş aldı ğı; bunlardan ba şka kanun ve deftere aykırı olarak akçelerini alıp ahaliye haksızlık etti ğidir. Ahalinin talebi, bunların şahıstan geri alınmasıdır. Gönderilen ferman ile, zulmen alınan ne varsa fakir halka tekrar verilmesi emredilmi ştir. Ayrıca fermanda, daha önce görülüp de üzerinden 15 sene geçen hususların tamamının tefti ş edilerek görülmesi söylenmi ştir. Yani mahkemedeki davalarda dikkate alınacak zaman a şımı süresi 15 yıl olarak belirlenmi ştir 602 .

3.6. Seferler

XVII. yüzyılda Osmanlı tahtına geçen padi şahlar ve saltanat yılları şu şekildedir: III. Mehmed (1003-1012/1595-1603), I. Ahmed (1012-1026/1603-1617), I. Mustafa (ilk saltanatı-1026-1027/1617-1618), II. Osman (Genç Osman-10271031/1618- 1622), I. Mustafa (ikinci saltanatı-1031-1032/1622-1623), IV. Murad (Ba ğdad Fatihi- 1032-1049/1623-1640), Sultan İbrahim (Girit/Kandiye seferi yılları. 1049-1058/1640-

601 K ŞS 70, 181/408. Aynı konuyla ilgili olarak bk. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 107. Celâlilerin çıkardı ğı isyanın bastırılmasına memur olan altı bölük halkı ve dergâh-ı mualla yeniçerileri gibi kapıkulları için gerekli harcamalarda lüzumlu oldu ğu belirtilerek, 1070 senesine mahsup olmak üzere her avarızhanesinden 600 akçe nüzul bedeli ile 30 akçe müba şiriye ücretinin gönderilen mevkufat defterine göre alınması emredilmi ştir. K ŞS 70; aynı müellif, s. 108. 602 K ŞS 90, 80/159; K ŞS 90, 80/160. 158

1648), IV. Mehmed (Girit seferi devam ediyor. 1058-1099/1648-1687), II. Süleyman (1099-1102/1687-1691), II. Ahmed (1102-1106/1691-1695), II. Mustafa (1106- 1115/1695-1703) 603 . Yüzyıl boyunca devleti me şgul eden en önemli olaylar arasında Ba ğdad’ın IV. Murad zamanında fethi, Sultan İbrahim’in saltanatı yıllarına denk gelen ve IV. Mehmed zamanında da devam eden Girit adası ve Kandiye kalesine düzenlenen seferler ve uzun yıllar süren Celâli hareketleri dikkati çekmektedir. Osmanlı Devleti’nde bir sefer düzenlenece ği zaman tımar sahipleri sefere katılmakla yükümlü tutulmu şlardır. Bununla ilgili kadı sicillerinde çok sayıda belge yer almaktadır. İhtiyarlık sebebiyle sefere katılamayacak durumda olan ve emeklili ğini talep eden ki şiye, emekli edildi ğine dair berat verilmi ştir. Örne ğin; 137. bölükte günlük 36 akçe ulufeye mutasarrıf olan Mehmed adlı şahıs, Kalendero ğlu Muharebesi’nde hizmetleri görülmü ş, ancak “pir ve ihtiyar olma ğla, sefere e şme ğe iktidarı olmadı ğı ecilden” emeklili ğini rica etmi ş ve eskiden beri aldı ğı ulufenin 21 akçesi hazineye kalmak üzere günlük 15 akçeyi Kayseri cizyesinden almak üzere Receb 1017/Ekim- Kasım 1608’den itibaren emekli edilip eline berat verilmi ş ve kendisine engel olunmaması için hüküm gönderilmi ştir (3 Receb 1018/2 Ekim 1609) 604 . Osmanlı Devleti’nin yaptı ğı seferler için gerekli ordupazarın kurulması konusunda devlet merkezinden kaza merkezlerine zaman zaman fermanlar gönderilmi ştir. Bununla ilgili olarak kadı sicillerinde kayıtlı, merkezden gönderilen emr-i şerif ile birlikte “...asakir-i İslâm ile bilâ-tehir kalkıp serdar hazretlerine dâhil olasız…” deniyor. 22 Rebiüevvel 1020/4 Haziran 1611’de, sefer düzenlenece ği ve sefer için toplanan askerlere “…kanun-i kadîm üzere ordupazar lâzım ve mühim” oldu ğu söylenerek, kazada bulunan kasap, ekmekçi, arpacı, nalbant vs. gibi kayıtlı sanat ehlinden askerlere lâzım olan kısmı gönderilerek ve Karaman ordusuna katılmaları için İsa A ğa tayin olunmu ş ve gönderilmi ştir. Ayrıca her sene kazadan gönderilen ordu mallarının toplanarak orduya gönderilmesine ihtimam gösterilmesi istenmi ştir. Görüldü ğü gibi, sefere katılan askerlerin ihtiyaçlarının temini konusuna önem verilmektedir ve kazalardan da bu konuda gerekli özeni göstermeleri talep edilmektedir (Rebiülevvel 1020/Mayıs-Haziran 1611) 605 .

603 İsmail Hami Dani şmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi , C. III, Türkiye Yay., İstanbul 1972. 604 K ŞS 13, 82/608. 605 K ŞS 15/2, 265/1115. 159

3.6.1. Do ğu Seferleri

Sefer için gerekli tedbirlerin alınması ve hazırlıkların yapılması için sancaklara fermanlar gönderilerek haber verilmi ştir. Mesela; padi şah tarafından Karaman beylerbeyine hitaben gönderilen ve idaresinde bulunan yöneticilere de gönderilmesi istenen Evâsıt-ı Zilhicce 1019/23 Şubat-5 Mart 1611 tarihli bir fermanda konumuz açısından aydınlatıcı ve ilgi çekici önemli bilgilere yer verilmi ştir. Buna göre; serdar 606 ve veiziriazam olan Murad Pa şa’nın “…yanında olan asâkir-i İslâm ile bu kı ş Diyarbekir’de kı şlayıp in şaallahu teala hemen havalar elverdi ği gibi mukaddema dergâh-ı muallam yeniçerileri ve altı bölük halkı oğulları ve sair mansıb ve dirlik tasarruf edenler ile dü şman üzerine…” hareket edece ğinden bahsedilerek; eyaletteki ümera, zeamet ve tımara mutasarrıf olanlar, topçu, cebeci, çeriba şıların cebelüleri ile şimdiden hazır olmaları istenmektedir. Ferman ellerine ula ştı ğında, belirtilen hususlar do ğrultusunda hareket edip, eyalete ba ğlı olan ümeraya beylerbeyi tarafından şimdiden mektup ve adamlar gönderilerek tenbih ve duyurularak sefere memur olanların da cebelüleriyle birlikte hazır olmalarının sa ğlanması istenmi ştir. Emre aykırı davrananlar hakkında ceza verilece ği şöyle ifade edilmi ştir: “Bu babda sâdır olan ferman-ı celilü’l- kadrim mucebince amel edip hilafına zahib olanlara ceza verilir, bilmem demeyeler…” tımar ve zeamet sahiplerinden olup da sefer sırasında orduya katılmayanlar görüldü ğünde ibret için haklarından gelinece ği belirtilmekte ve “Bundan sonra bir daha emr-i şerifim gönderilmesin.” diyerek sefere katılım konusunda ihmalkârlık gösterilmemesi tenbih edilmektedir 607 .

606 Padi şahın bizzat katılmadı ğı seferlerde ba şkumandan olan veziriazamlar “serdar-ı ekrem” unvanıyla anılırdı. Serdar- ekremin maiyetindeki bazı yüksek rütbeli devlet ricali ve orduyla birlikte sefere çıkılırdı. Sefere çıkmadan önce bizzat padi şah tarafından serdar-ı erkeme sancak-ı şerif teslim edilirdi. U ğurlama törenleri, batıya yapılan seferlerde Davud Pa şa sahrasında, do ğuya yapılan seferlerde Do ğancılar Meydanı’nda yapılırdı. Serdar sıfatıyla sefere çıkan veziriazamların yetkisi artar, sefer süresince tayin, tevcih, azil kararlarını merkeze sormadan verebilirler, ordu kı şlakta iken zaman zaman divan toplarlar, bazı önemli kararları burada alırlardı. Sefer esnasında yapılan tayinleri merkezden yapılan tayinlerden ayırmak için, “Ordudan tayin edilmi ştir.” ifadesi kullanılırdı. Özcan, “Serdar”, s. 552. Serdarın maiyetinde bir mikdar yeniçeri, cebeci, topçu ve süvari; mali i şlerini görmek üzere bir defterdar veya bir hazine kâtibi bulunurdu. Bk. Haig, s. 513. 607 K ŞS 15/2, 267/1122. Tımar ve zeamet sahiplerinin cebelüleri ile sefere katılımı konusuna Koçi Bey Risâlesi’nde temas edilmi ştir. “Zeâmet ve Tımar Erbâbına Tevzi’i ve Züemâ ve Erbâb-ı Tımarın Zuhûr ve Tashihi İş bu Mahalde Beyân ve Ayân Olunur” ba şlı ğı altında, “ve bi’l-cümle her eyalette ne mikdar zeâmet ve tımar var ise beylerbeyiler tevcih edip, tezkireleri mûcebince umûmen tecdîd-i berât olunma ğa fermân-i hümâyûn sudûr ede. Ve her birinin berâtında tımar ve zeâmetleri olan sancakta sâkin olmak ve yarar cebelüleri ile bayrakları altında sefere e şmek üzere tasrih olunup, bundan sonra âher yerde sâkin olanların ve kânundan eksik cebelü ile sefer-i hümâyuna varanların dirlikleri âhere verile ve her birinin aslı ve cinsi ve sâkin oldu ğu kasaba ve karyenin ismi ve sinn ü sâli ve dirli ği ne ise mufassal e şkâliyle berâtı verile. Bu tarik ile zabt olunma ğa ihtimâm oluna…” denilmektedir. Bk. Kurt, s. 93-96. 160

“Sefer için gelen emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla deftere kaydedilen Evail-i Zilhicce 1019/14-24 Şubat 1611 tarihli ferman, Karaman eyaletindeki kadılara hitaben yazılmı ştır. Emirde; do ğu tarafına düzenlenecek sefer için emir verildi ği, askerlere serdar olan veziriazam Murad Pa şa’nın askerler ile Diyarbekir’de kı şlayıp bahar olup havalar elverdi ği gibi gidilmesi gerekti ği hâlde, yeniçeri taifesinden sefere gelenlerin bazılarının kendi vatanlarına gitti ği, bazılarının ise gelmeyip kendi havalarında oldukları bildirildi ğinden, kazada çar şı, pazar ve önemli mahallerde tenbih ve duyurularak, bunların hazırlanarak vaktinde gelip mevcut bulunmaları istenmekte, emre ra ğmen sefere gelmeyenlerin isim ve sâkin oldukları köyleri ile yazılıp merkeze arzedilmeleri, bunların haklarından gelinmesi ve kadılardan da ihmal gösterenler görülürse haklarından gelinece ği söylenmi ştir. Yeniçeri a ğası Mehmed A ğa tarafından mühürlü mektup verildi ği ve yeniçerilerin bu mektuba göre hareket etmesi gerekti ği bildirilmiştir 608 . Kayseri sancak beyine gönderilen Evâsıt-ı Rebiülahir 1028/27 Mart-6 Nisan 1619 tarihli bir fermandan; Kıbrıs adasına sefer düzenlenece ğini ö ğrenmekteyiz. Kıbrıs adası üzerine dü şman kuvvetlerinin yöneldi ği haberi ula ştı ğından Kıbrıs beylerbeyinin ihtiyatlı davrandı ğı ve kendisine yardım edilmesi ihtimali oldu ğundan, Kıbrıs tarafına düzenlenmesi plânlanan sefer için Karaman beylerbeyi İbrahim’e ümerası ve askerler ile hazır bulunması için mektup ula ştı ğında eyalet askeri ile acilen varıp hizmette bulunması için emr-i şerif gönderilmi ş, Kayseri sanca ğının da askeri ile şimdiden hazır olup mir-i miran İbrahim’den mektup geldi ğinde sanca ğın askeri ile iki kona ğı609 bir edip beylerbeyinin yanına varıp hizmette bulunması istenmi ştir 610 . Osmanlı’ın sefere i ştirak konusuna verdi ği önemi defterlerdeki kayıtlarda görmemiz mümkündür. Yukarıda verdi ğimiz emr-i şeriflerde ısrarla söylendi ği hâlde sefere katılmak istemeyenler hakkında beylerbeyi ve sancak beylerine yeniden fermanlar gönderilerek gerekenin yapılması konusunda ikaz edilmi şlerdir. Mesela; Anadolu, Karaman, Şam, Haleb ve Trablus şam eyaletleri mutasarrıfları olan beylerbeyiler ve sancak beylerine ve askerlerin gönderilmesine memur olan Hacı Mustafa’ya hitaben, Evail-i Rebiülevvel 1027/26 Şubat-7 Mart 1618 tarihli bir ferman gönderilmi ştir. Fermanda açıklandı ğı üzere; zikredilen eyaletlerde dirlik tasarruf eden

608 K ŞS 15/2, 271/1139. 609 Burada konak ile kastedilen şey, yollar üzerinde bulunan menzillerdir. “ İki kona ğı bir edip” sözü ile, yolda çok fazla oyalanmadan, gerekirse konaklamadan yola devam edilerek istenilen yere ula şılması istenmektedir. 610 K ŞS 20/2, 22/992. 161 müteferrika, çavu ş, kâtip, alay beyileri, çeriba şılarının nevruzda orduya katılmaları için 4-5 defa emr-i şerif gönderildi ği hâlde asker halkının yerlerinde oturup henüz hareket etmedikleri duyuldu ğundan, bir an önce hareket etmeleri gerekti ği, emre itaat etmeyenlere her kim olursa olsun asla aman verilmeyip kapıları önünde salb ve siyaset edilmeleri emredilmi ş; bu konuda evlerinde olanları himaye etmemeleri için kadılara da tenbih edilmi ş; sefere gitmeyenlerin evlerinden ihraç edilerek doğu seferine gönderilmesi ve inat edenlerin yazılıp devlet merkezine arz edilmesi istenmi ştir 611 . “Sefer için gelen emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla sicile kaydedilen Evahir-i Muharrem 1027/17-27 Ocak 1618 tarihli ferman ise; Konya ve Kayseri kadıları ile Karaman eyaletindeki kadılara hitaben yazılmı ştır. Do ğu seferinde Diyarbekir’de kı şlandı ğı ve yeniçerilerin Revan seferine gidip gelmelerinin ardından Erzurum’da kı şladıkları belirtilerek, yeniçeri a ğası olan Hüseyin Erzurum’dan kalkıp serdarıekremin yanına Diyarbekir’e geldi ğinden; kazalardaki yeniçerilerin de nevruzda orduya katılarak yeniçeri a ğasının yanında mevcut bulunmaları için mektup verildi ği, buna göre hareket edilmesi ve şimdiden tenbih edilmeleri emredilmi ştir 612 . Karaman eyaletindeki kadılara gönderilen Evail-i Muharrem 1027/29 Aralık 1617-7 Ocak 1618 tarihli mektupta ise, yeniçeri ocağı halkının Erzurum’dan kalkıp 26 Şevval 1027/16 Ekim 1618’de Diyarbekir’e varıp serdarıekreme katıldıkları ifade edilerek; tenbih edildi ği hâlde sefere gelmeyen yeniçeriler hakkında alınacak tedbirlerden bahsedilmektedir. Bunun için sefere gelmeyen yeniçerilerin mahkemeye çıkarılıp mektubun ve fermanın okunarak sefere ça ğrılmaları, aksi takdirde dirliklerinin ellerinden alınması ve haklarından gelinmesi emredilmi ştir 613 . “Sefer-i hümayun için gelen emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla kaydedilen, Anadolu ve Karaman eyaletlerindeki kadılara ve kadılıklardaki altıbölük kethüdalarına hitaben gönderilen Evahir-i Safer 1027/16-26 Şubat 1618 tarihli ferman suretinde; düzenlenecek do ğu seferinde görevli olan altıbölük halkının, Diyarbekir’de bulunan serdarıekreme

611 K ŞS 20/2, 32/1042. 1004-1005/1595-1596 yıllarına ait mühimme defterinde kayıtlı hüküm; Anadolu, Karaman, Rum ve Zülkadriye beylerbeyilerine ve bu beylerbeyliklerdeki kadılara gönderilmi ştir. Hükümde; söz konusu kadılıklarda sefere memur olan dergâh-ı mualla yeniçerilerinden birço ğunun memur oldukları yere gitmedikleri, korucu olanların hizmetlerini yapmadıkları ve yanlarına bazı e şkıyayı da alarak, yeniçeri ve acemi o ğlanı kisvesi giydirerek reayaya zulmettikleri, yolları bastıkları ve daha birçok zararları oldu ğunun ö ğrenildi ğinden bahsedilerek, bu şahısların haklarından gelinmesi emredilmektedir. Mektupla birlikte İsmail Çavu ş kadılıklara geldi ğinde, fesat ehli olan yeniçeri ve acemi oğlanları ile onların kisvesini giyerek ahaliye zararı dokunanların haklarından gelinmesi için gerekenin yapılması istenmi ştir. BOA, MHM 74, 87/302. 612 K ŞS 20/2, 34/1050. 613 K ŞS 20/2, 34/1051. 162 katılmaları için nevruzda orada olmalarının sa ğlanması emredilmektedir. Verilen mektup ve emr-i şerife aykırı bir şekilde sefere gitmeyenlerin haklarından gelinece ği, mal varlıklarının devlet adına alınaca ğı söylenmektedir 614 . Anadolu, Karaman ve Haleb eyaletlerindeki altıbölük halkının kethüdayerlerine hitap edilerek yazılan 16 Safer 1027/12 Şubat 1618 tarihli yazıda; altıbölük halkının nevruzdan önce Diyarbekir’den kalkacak olan serdarıekremin do ğu seferine katılmalarının kararla ştırıldı ğı ve bu eyaletlerdeki sefere memur olanları sormak için kapıcıba şılardan İbrahim A ğa ve bölük çavu şlarından Ahmed Çavu ş’un mektup ile sancaklara gönderildi ği bildirilmektedir. Bu konuda gerekenin yapılması için kethüdalara tenbih edilmi ş ve ihmal etmemeleri söylenmi ştir. Fermanda sefere itina gösterilmesi konusunda sık sık tenbih ifadelerinin kullanılması, devletin do ğu seferine verdi ği önemi göstermektedir 615 . Sefere katılım konusunda askere tenbih için gönderilen mektup ve emr-i şerifler biri, “Askere tenbih için yeniçeria ğası mektubudur” ba şlı ğı ile deftere kaydedilmi ştir. Bu mektupta Anadolu ve Karaman eyaletindeki kadılara hitap edilerek, yeniçeri yolda şlarının serdarları ile birlikte nevruzda Diyarbekir’de bulunmaları için daha önce gönderilen fermanların ve mektupların varlı ğından bahsedilmi ş, bu tenbih mektubu ile yeniçerilerin sefere katılımın sa ğlanması istenmi ştir (2 Cemaziyelâhir 1027/27 Mayıs 1618) 616 .

3.6.2. Girit Seferleri

Do ğu Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonra en büyük adası olan ve Ege Denizi’nin kilidi konumunda bulunan Girit, yakla şık olarak 8.618 km² yüzölçümüne sahiptir 617 . Osmanlı Devleti, Akdeniz’de mevki olarak önemli bir konumda yer alan Girit Adası’nın fethi için uzun yıllar mücadele etmi ş ve 1645 yılında adaya çıkan Osmanlı ordusu Hanya Kalesi’ni fethetmi ştir. Müteakip seferlerle Girit’teki di ğer adalar da fethedilerek, 1715 Mora seferi sırasında Girit’in fethi tamamlanmı ştır 618 . Girit eyaletinin üç sanca ğı vardır ve pa şa sanca ğı da Kandiye’dir 619 .

614 K ŞS 20/2, 50/1113. 615 K ŞS 20/2, 50/1114. 616 K ŞS 20/2, 50/1116. 617 Cemal Tukin, “Girit”, İA, C. 4, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 791; Selçuk, s. 45. 618 Tukin, s. 793-794; Kılıç, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 92-93. Girit’in fethi hakkında geni ş bilgi için bk. Ersin Gülsoy, Girit’in Fethi ve Osmanlı İdaresinin Kurulması (1645-1670) , Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul 2004; “Girit Seferleri Dolayısı İle Akdeniz’de Osmanlı-Venedik Donanma 163

Girit Seferi’nde görevlendirilenlerin bir an önce yerlerine gitmeleri ile ilgili olarak Anadolu ve Rumeli’deki kadılıklara dolayısıyla Kayseri kadılı ğına da birçok ferman gönderilmi ştir. Askerlerin sefer mahalline varmalarında zaman zaman birtakım aksamalar olmu ş, askerlerden bazısı zamanında orduya dâhil olmamı ş veya bir kısım asker firar etmi ştir. Bunun yanı sıra, ku şatma süresi uzadı ğında ordunun lojistik ihtiyaçları arttı ğından, bu ihtiyaçların kar şılanması için merkezin talepleri de artmı ştır. Bundan dolayı, bu konularla ilgili olarak merkezî hükûmet tarafından kadılıklara fermanlar gönderilmekteydi 620 . Osmanlı Devleti’nin düzenledi ği seferler arasında 24 yıl devam eden Girit Seferi (1645-1669) önemli bir vaka olarak Kayseri sanca ğını da etkilemi ş ve bunun yansımaları kadı sicillerinde yer almı ştır. Di ğer seferlerde oldu ğu gibi, Girit seferi öncesi ve esnasında da eyaletlerdeki sancakların idarecilerine hitaben fermanlar gönderilmi ştir. Örnek olarak; Karaman eyaleti mutasarrıfı Mustafa Pa şa’ya yazılan Evâsıt-ı Şevval 1055/29 Kasım-9 Aralık 1645 tarihli fermanda, baharda yapılacak sefer için, Karaman eyaletindeki sancak beyleri ve alay beylerinin, züema ve tımar erbabı ile birlikte memur olup şimdiden gerekli levazım ve mühimmat için gere ği gibi tenbih edilmeleri, gönderilen adamlar ile sancak beylerinin sefere memur olduklarından haberdar edilmeleri ve bahardan önce Girit adası yakınındaki iskeleye varıp hazır bulunmaları emredilmi ştir 621 . 1645-1669 yılları arasında devam eden Girit seferleri esnasında, farklı yıllarda Anadolu ve Rumeli’deki sancaklardan asker talep edildi ğine dair fermanlar gönderilmi ştir. Daha sonraki yıllarda muhasaranın devam etmesi üzerine Kayseri de dâhil Anadolu ve Rumeli’deki 42 sancaktan eyalet askerlerinin gönderilmesi istenmi ştir. 1655 senesinde 94 asker ve 17 harçlıkçı 622 olmak üzere toplam 111 eyalet askeri Kandiye muhasarasına katılmı ştır 623 .

Sava şları (1645-1669)”, CIEPO XIV. Sempozyum Bildirileri , TTK Yay., Ankara 2002; M. Metin Hülagü, “1897 Türk-Yunan Harbine Kadar Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO XIV. Sempozyum Bildirileri , TTK Yay., Ankara 2002. 619 Kılıç, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı …”, s. 93. 620 Selçuk, s. 53. 621 K ŞS 55/2, 221/537. Uzun süre devam eden Girit seferi, Osmanlı vatanda şlarını olumsuz olarak etkilemi ş, devlet uzun süreler sava ş hâlinde bulundu ğu için halka çok sayıda vergi yüklenmi ştir. Fakat neticede Girit’in alınmasıyla Akdeniz, Osmanlı Devleti için güvenilir hâle gelmi ştir. Osmanlı donanmasının ve gemilerinin Akdeniz sularında rahat hareket edebilmesi, Girit seferleri sonucunda mümkün olmu ştur. Selçuk, s. 50. 622 Harçlıkçı, sava şta bulunanlara harçlık getirmek için izinle memleketlerine gidenlere denilmekteydi. Sefer ba şlayıp da ordunun sınır boylarında kı şlaması gerekti ğinde, her sanca ğın sipahisi içlerinden 5-10 adam seçerek memleketlerine gönderirdi. Orduda kalanlara harçlık tedarik etmek için memleketlerine 164

Anadolu’daki kadılara hitaben yazılmı ş olan Evail-i Safer 1062/13-23 Ocak 1652 tarihli fermanda, 1062/1652’de donanma ile dü şman üzerine sefer düzenlenece ğinden bahsedilerek, kadılıklara ba ğlı köylerde sâkin olan yeniçeri, do ğancı ve cebecilerin gönderilmeleri; korucu vs. nin “kanun-ı kadîm üzere” ba şlarında serdarları ve bayrakları ile birlikte İstanbul’a gelmeleri; korucu ve oturak olanların devlet merkezinin muhafazasında ve nefer olanların da donanmaya gitmek üzere gönderilmeleri, bunun için her vilayette duyurulup serdarlara tenbih edilmesi gerekti ği emredilmi ştir. Kendi havalarında olanların veya “Kı ştır, badehu giderim.” diyerek bahane gösterenlerin haklarından gelinmesi söylenmiştir. Ayrıca yine asker taifesinden ölenlerin mirîye ait olan mallarının satılıp hasıl olan paranın defteriyle birlikte merkeze gönderilmesi istenmi ştir. Levent taifesinden olup, taifeden gibi kıyafetler giyerek gezip fakir halka zarar veren e şkıyanın haklarından gelinmesi için, İstanbul’da yeniçeri ağası olan Süleyman Pa şa tarafından mühürlü mektup verildi ği bildirilmekte; padi şahın emri ve mektup gere ğince hareket edilmesi istenmektedir 624 . 1078/1668 yılında Anadolu vilayetinin orta kolundaki kadılara ve kazalardaki yeniçeri serdarlarına hitaben gönderilen Evahir-i Şevval 1078/3-13 Nisan 1668 tarihli fermanla; sefer düzenlenmesi kararla ştırıldı ğından kazalardaki nahiye ve köylerdeki askerlerin yeniçeri serdarlarıyla “kanun-ı kadîm üzere” İstanbul’un muhafazasına, korucu ve oturakların sefere, serhatli olanların da serhatlere gitmeleri emredilmekte, yeniçeri a ğası İbrahim Pa şa tarafından yazılıp, yeniçeri çavu şlarından Bayram tarafından getirilen mektup gere ğince hareket edilmesi istenmektedir. Fermanın duyurulmasının ardından görev yerlerine gitmeyenlerin isimlerinin merkeze bildirilmesiyle, dirliklerinin ellerinden alınmasıyla yetinilmeyerek haklarından gelinece ği ifade edilmi ştir 625 . Anadolu’nun orta kolundaki kadılara ve kadılıklardaki yeniçeri serdarlarına hitaben gönderilen Evail-i Şevval 1078/15-25 Mart 1668 tarihli fermanda ise; Venedik üzerine yapılacak sefer düzenlenmesinin kararla ştırıldı ğı dile getirilerek, sefere katılması gereken askerlerin görev yerlerine zamanında ula şmaları için yeniçeria ğası

giden harçlıkçılar, kalanların ailelerine sıhhat haberlerini ula ştırdıkları gibi, görülecek i şleri varsa onları da takip ederlerdi. Pakalın, C. I, s. 739. 623 Selçuk, s. 50-51. 624 K ŞS 59, 80/221. 625 K ŞS 78/2, 143-144/177. 165 kaymakamı olan Ahmed ile mühürlü mektup gönderildi ği ve buna göre hareket edilmesi gerekti ği emredilmi ştir 626 . Venedik üzerine düzenlenecek sefer ile ilgili olarak, Anadolu’da e şkıya tefti şine memur olan vezir Mehmed Pa şa’ya gönderilen Evâsıt-ı Zilkade 1078/22 Nisan- 2 Mayıs 1668 tarihli ferman ile; Anadolu, Sivas, Karaman, Adana, Mara ş ve Haleb’teki züema ve tımar erbabının, yeniçeri, cebeci, topçu ve top arabacılarının memur oldukları Girit adasına gönderilmeleri; Ankara, , Kastamonu ve Hüdavendigar sancaklarında istihdam olunanlar ile ulufeli dergâh-i mualla müteferrikaları ve çavu şları, kapıcıları ve emekli olan altıbölük halkından dirlik sahibi olanların sefere acil olarak gönderilmesi emredilmektedir 627 . Bütün bu yazılan emirlere ra ğmen hâlâ sefere memur olanlardan gelmeyenler oldu ğu tespit edilince, Anadolu’nun orta kolundaki kadılara ve yeniçeri serdarı olan ki şiye hitaben yazılan Evâsıt-ı Safer 1079/20-30 Temmuz 1668 tarihli bir yazıda, ferman gönderildi ği hâlde serdarların ihmali yüzünden taifeden bazılarının memur oldukları mahalle gitmediklerinden onları tefti ş için 25. bölükten İsmail Çavu ş’un görevlendirildi ğine dair yeniçeri a ğası kaymakamı olan Ahmed’e mühürlü mektup verildi ği belirtilmekte ve buna göre hareket edilmesi istenmektedir 628 . Anadolu’nun e şkıya tefti şi i şine memur olan vezir Hüseyin Pa şa’ya gönderilen Evâsıt-ı Safer 1090/23 Mart-2 Nisan 1679 tarihli bir ferman ile; 1090 yılında gerçekle ştirilmesi kararla ştırılan sefer için Anadolu’da sefere memur olan ümera ve di ğer askerleri idare etmek için Hüseyin Pa şa’nın görevlendirildi ği, Anadolu’daki ümera, alay beyisi, züema ve erbab-ı tımarın sefer için memur oldukları mahallelere ula ştırılması için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği, serasker vezir Mehmed Pa şa yanında rûz-i hazarda İsakçı ovasında mevcut orduya katılmaları emredilmi ştir. Uymayanların gerekli cezaya çarptırılacakları da ilave edilmektedir 629 . Kayseri şer’iye sicillerinde bazen yakın sancak ve kazalarla ilgili, fakat Kayseri’yi ilgilendiren belgeler de kaydedilmi ştir. Mesela; Evahir-i Rebiülahir 1099/23 Şubat-3 Mart 1688 tarihli ferman, kendisine arpalık olarak tevcih edilen Konya sanca ğı mutasarrıfı Ahmed’e gönderilmi ştir. Fermanda; baharda yapılması kararla ştırılan sefer

626 K ŞS 78/3, 228-229/352. 627 K ŞS 78/3, 239/574. 628 K ŞS 78/3, 266/627; 267/628. 629 K ŞS 88, 121/285. Sefer düzenlenece ği zamanlarda sancak beyleri, kumandan sıfatı (mir-liva) ile, kendilerine tabi memurlar tarafından toplanmı ş olan bölüklerin ba şında belirli toplanma mahalline giderlerdi. Mesela Rumeli’de İsakçı ovası gibi. Bk. Deny, s. 188. 166 için, Anadolu’da sefere memur olan veziriazam, mir-i miran, ümera, dergâh-i mualla müteferrikaları, çavu şları, Divân-ı Hümâyun ve defter-i hakanî kâtipleri ve şakirdleri, alay beyleri, züema ve erbab-ı tımarın, altıbölük halkının, yeniçeri, cebeci, topçu ve top arabacıları ile 1-100.000 arasındaki dirlik sahiplerinin, evlerinden ve yerlerinden ihraç edilerek sefere katılımın sa ğlanması istenmi ştir 630 . 1099/1688’de düzenlenecek seferin Mora taraflarına yapılaca ğı anla şılıyor. Mektupta; Anadolu’nun orta kolundaki kadılar ve kethüdayerlerine hitaben, dü şman kuvvetlerinin serhatler üzerine gelmeleri anla şıldı ğından bahsedilerek, serhatlerdeki İslâm askerine serasker olan vezirin yanına eskiden olageldi ği üzere İslâm askeri tayin olundu ğu, sipahi ve silahtar yolda şlarının hazır bulunup, bundan sonra “ne yüzden fermanım sâdır olur ise ona göre hareket edeler…” denilerek, gönderilen mektuba göre hareket edilece ği, sipahi oca ğı çavu şlarından Mahmud Çavu ş ile silahtar oca ğından Hüseyin Çavu ş’un tayin edildi ği, daha önce kethüdayerleri, altıbölük yolda şları ve ağalarının bayraklarıyla Mora taraflarındaki serdarıekrem vezir Halil Pa şa yanına ula şmaları emredilmi ş ve tenbih olunmu ştur (7 Şaban 1099/7 Haziran 1688) 631 . Gönderilen fermanlarla, sancaklardan sefere katılımın sa ğlanması için gerekenler istenmi ştir. Örne ğin; yeniçeri a ğası Hüseyin A ğa imzalı, Anadolu’nun orta kolundaki Konya, Kayseri, Tokat ve Sivas kazasına varıncaya kadar yol üzerindeki kadılar ve kazalardaki yeniçeri serdarlarına gönderilen Evail-i Receb 1099/2-12 Mayıs 1688 tarihli mektup ile, kazada sâkin yeniçeri, cebeci ve topçuların toplanarak serhatlere, sefere ve İstanbul’a ula ştırılması için ferman gönderildi ğinden bahisle, bu mektubun yazıldı ğı ve yeniçeri çavu şlarından 15. bölükten İbrahim Çavu ş’un tayin edilerek gönderildi ği belirtilmektedir. Mektup sancaklara ula ştı ğında, askerlerin evlerinden toplanarak görevli oldukları mahallere ula ştırılması ve kimsenin vilayetlerindeki evinde kalmaması istenmektedir 632 .

3.6.3. Tımarların Düzenlenmesi

Sefer zamanı geldi ğinde, tımarların yoklanarak yeniden düzenlenmesi ve tımar tasarruf edenlerin sefere i ştiraki talep edilmi ştir. Mesela; Karaman eyaleti mutasarrıfı vezir Ahmed Pa şa’ya yazılan Evail-i Cemaziyelevvel 1068/4-14 Şubat 1658 tarihli

630 K ŞS 96, 6/16. 631 K ŞS 96, 26/82; Aynı konuyla ilgili Anadolu eyaletindeki kadılar ve kethüdayerlerine gönderilen bir ferman da sicile kaydedilmi ştir. Bk. K ŞS 96, 27/83. 632 K ŞS 96, 31/92. 167 ferman ile, Edirne’de kı şlayıp baharda dü şman üzerine yürünmesi plânlandı ğından, hazırlıkların şimdiden yapılması gerekti ği belirtilip, Anadolu’daki eyalet askerlerinin Edirne’ye gelmeleri gerekti ği söylenmi ş; eski ve yeni beratlarıyla gerek Girit’te mevcut olanlar gerekse mevcut olmayanların, sepet tımarı 633 olup eskiden beri davalı olan zeamet ve tımar sahiplerinin hepsinin Edirne ovasına gelip, yoklama mahallinde hazır bulunmaları emredilmi ş; öncelikle sancaklara emr-i şerif sureti ile adamlar gönderilerek, Edirne ovasındaki yoklamada mevcut bulunanlardan kim önce yoklanıp berat alırsa ona itibar olunup bir daha ba şkasına verilmeyece ği ve bu bahane ile kimseden bir akçe alınamayaca ğı söylenmi ştir 634 . “Suret-i Emr-i Şerif-i Ahmed Pa şa” ba şlı ğıyla yazılan ve aynı konuya ait Evail-i Cemaziyelevvel 1068/4-14 Şubat 1658 tarihli yazı; Karaman eyaleti mutasarrıfı vezir Ahmed Pa şa’ya hitaben yazılmı ştır. Burada; Anadolu eyaletindeki sancakların defterhanesinin Girit’ten çıkarılıp rikab-ı hümayunda umumi yoklama yapılmasının emredildi ği; tımarı Girit’ten alınanlar veya evvelinde nizalı olanların ve tımar isteyen sipahizâdelerin Edirne ovasına gelip yoklamada bulunmak üzere hazır olmaları istenmi ştir 635 . Bununla ilgili bir Evail-i Cemaziyelevvel 1068/4-14 Şubat 1658 tarihli bir ferman da Kayseri sanca ğı mutasarrıfı Ahmed’e gönderilmi ş; Edirne’de kı şlayan ordunun bahardan önce dü şman üzerine hareketi sebebiyle, hareketten 10 gün önce askerler ile birlikte Edirne ovasında toplanılaca ğı, bu konuda gerekli ihtimam gösterilmesi gerekti ği belirtilmi ştir 636 . Sefer düzenlenece ği kararla ştırıldı ğında, zeamet ve tımarların ço ğunun sepet ve kiminin de nizalı olup, sanca ğı askeri ile alay beyleri bayra ğı altında az kimse mevcut olup askere ihtiyaç oldu ğundan, Karaman eyaletindeki zeamet ve tımar tasarruf edenlerin yoklanıp müstehak olanlara zeamet ve tımarların, sancakta sâkin olup alay beyleri bayra ğı altında “sefere e şmek” şartıyla yeniden tevcih olunması için ferman gönderilmi ştir. Fiziki özellikleri tarif edilen (orta boylu, karagözlü, kara ka şlı) Hüseyin’in bundan önce yararlı ğını devlet merkezine arz etti ğini; Kayseri sanca ğında İslâmlı Nahiyesi’nde Karakilise köyünden 2.000 akçe tımara mutasarrıf olan Receb, 1056/1646-1647’den beri memur oldu ğu Girit seferine varmayıp tımarı mahlul

633 Sepet tımarı , münhal bulunan tımarlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Serto ğlu, s. 311. Sahibinin bir müstehak bırakmaksızın ölümüyle mahlul olmu ş ve tevcih edilmeyerek sahipsiz kalmı ş olan tımarlara verilen bu isim, tımarların kaldırılması üzerine tarihe karı şmı ştır. Pakalın, s. 175. 634 K ŞS 66/2, 147/449. 635 K ŞS 67/2, B. No: 416. 636 K ŞS 67/2, B. No: 419. 168 oldu ğundan, tımarın Evâsıt-ı Rebiülevvel 1068/16-26 Aralık 1657’de Girit seferinde Hüseyin’e verildi ği, tımarı tahvil ettirerek mutasarrıf oldu ğu ve müstehak olup, fermanla emredilen yoklamada mevcut bulundu ğundan, sâkin oldu ğu sanca ğın alay beyisi bayra ğı altında sefere katılmak şartıyla tımarın kendisine verilmesi için Evail-i Receb 1069/25 Mart-3 Nisan 1659 tarihli hüküm verildikten sonra tezkiresinin gönderildi ği kaydedilmi ştir (29 Ramazan 1069/20 Haziran 1659) 637 . Sefer zamanında tımar ve zeametlerin ço ğunun sepet tımarı veya nizalı tımar oldu ğundan sefere az kimsenin katıldı ğından bahisle; Karaman eyaletinde zeamet ve tımar sahiplerinin yeniden yoklanıp sefere katılım şartıyla yeniden tevcihi emredilmi ştir. Mesela; Kayseri’de Karata ş Nahiyesi’ndeki Boran köyünden 2.000 akçe tımarın Osman adına “sepet tımarı” oldu ğu ve 1056/1646-1647’den beri Girit seferinde tımarda kimsenin mevcut olmadı ğı ve mahlul oldu ğu için bundan önce yararlı ğı arz olunan orta boylu, ela gözlü, açık ka şlı Mehmed’e verilmesini merkeze arz eden liva alay beyisi Seyyid Mustafa’nın ba şvurusu üzerine, tımarın oldu ğu sancakta sâkin olup alay beyisi bayra ğı altında sefere katılmak şartıyla tevcih olunmak için Evahir-i Şevval 1069/11 Temmuz 1659’da hüküm verildi ği ifade edilerek beratının gönderilmesi emredilmi ştir 638 . Aynı usulle tımar tevcih edildi ğine dair defterlerde çok sayıda berat bulunmaktadır 639 . Mesela; Sahra Nahiyesi’nde Dadasun köyünden 600 akçe sepet tımarı tasarruf eden Mahmud hizmette bulunmadı ğından, alay beyi Seyyid Mustafa ricası ile daha önce 3.000 akçe tımarı tasarruf etmesi için emr-i şerif verilen Mehmed’e 3.000 akçe olmak üzere yeniden verildi ğine dair Evahir-i Şaban 1069/13-22 Mayıs 1659 tarihli hüküm gönderilmi ştir (Selh-i Ramazan 1069/21 Haziran 1659) 640 .

3.6.4. Kı şlakçı Zahiresi ve Vergisinin Alınması

Kı şlakçı zahiresi ve resminin reayadan temin edildi ğine ve eksiksiz teslim alındı ğına dair sicillerine kayıtlı belgeler bulunmaktadır641 . Mesela; Gülük Mahallesi’nden Hüseyin Dede b. Hacı Bayram ve di ğer Müslümanlar mahkemede Musa b. Ba ğcı huzurunda takrir ederek, Musa’nın mahallelerinde oturdu ğunu ve üzerine

637 K ŞS 70, 145/342. 638 K ŞS 70, 145/343. 639 K ŞS 70 K ŞS’deki orijinal metinler için bk. B. No: 346, 347, 350, 351, 352, 353, 354, 356, 357, 360, 361, 362, 365, 369, 375, 376, 388, 389, 394, 409, 410, 412, 414, 415. 640 K ŞS 70, 146/344. 641 25/1 numaralı sicil, bu türden kayıtların yo ğun oldu ğu bir defterdir. 169 dü şen kı şlakçı harcını talep ettiklerini ifade etmi şler, Musa ise cevabında İkizce köyünden olup harcını oradaki ahali ile verdi ğini söylemi ş, durum güvenilir Müslümanlardan sorulmu ş onlar da bunu do ğrular yönde şahitlik yapınca, iddiacılar Musa’ya müdahaleden men edilmi şlerdir (Gurre-i Rebiülevvel 1034/12 Aralık 1624) 642 . Kı şlakçı zahiresinin silahtarlar tarafından ahaliden eksiksiz olarak alındı ğı da sicillere ayrı ayrı kaydedilmi ştir. Örne ğin; dergâh-i âli silahtarlarından Hacı Mustafa Bey b. Üveys mahkemede, Oduncu Mahallesi ahalisi huzurunda ikrarla, alınması emredilen zahireyi mahalle halkından emr-i hümayun gere ğince eksiksiz aldı ğını, bir alakasının kalmadı ğını ifade etmi ş ve bu durum sicile kaydedilmi ştir (Gurre-i Rebiülevvel 1034/12 Aralık 1624). Bu türden belgelerin sicile kaydedilmesi, gerekti ğinde kayıtlara ba şvurulması ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Ta şradaki uygulamalar sırasında ahali arasında meydana gelecek muhtemel bir anla şmazlık veya şikâyetle mahkemeye ba şvurular oldu ğunda bu kayıtlara bakılmak suretiyle durum anla şılabiliyor, sicillerde kayıtlı belgeler davaların mahkemede görülmesi esnasında bir nevi ispat vasıtası oluyordu 643 . Kayseri’de kı şlakçı olan silahtarlara kethüdayeri olan Dilaver A ğa mahkemede Rumiyan Mahallesi ahalisi huzurunda, ahalinin kendisine kı şlak tayin olundu ğunu ve alınması emredilen zahireyi emr-i hümayun gere ğince ahaliden alıp alakasının kalmadı ğını ifade etmi ş ve ahali de bunu tasdik edince durum deftere kaydedilmi ştir 644 . Kı şlakçı olan silahtarlara kethüda olan Dervi ş Bey’in de Venk köyü 645 , Tavukçu Mahallesi 646 , Rumiyan Mahallesi 647 ve A ğırnas köyü 648 ahalisinden kı şlak zahiresini aldı ğı kaydedilmi ştir. Kı şlakçı zahiresinin ahaliden toplanması sırasında birtakım anla şmazlıklar ortaya çıkmı ştır. Mesela; fiilen Kayseri sanca ğının kaymakamı olan Memi A ğa mahkemede, Kayseri sâkinlerinden olan Müslüman ve zimmîlerden birkaç ki şi huzurunda takrirle, Mancusun köyünden gelerek şehre yerle şen ahalinin ödemesi gerekli kı şlakçı resmini kanun gere ği talep etmi ştir. Ahali ise cevabında, Mancusun’dan gelip muharrir tarafından şehre kaydedildiklerini ve harçlarını da oturdukları mahalle halkına

642 K ŞS 25/1, 25/119. 643 K ŞS 25/1, 25/121. 644 K ŞS 25/1, 27/137. 645 K ŞS 25/1, 28/142. 646 K ŞS 25/1, 28/143. 647 K ŞS 25/1, 28/144. 648 K ŞS 25/1, 28/146. 170 verdiklerini ifade ederek, şehre kaydedildiklerine dair ellerinde defter sureti oldu ğunu bildirmi şlerdir. Kendilerine ahaliden kimsenin müdahale etmemesi ve kı şlak alınmaması için emr-i hümayun ve fetva yazılmı ş oldu ğundan mahkemece, Memi Ağa’nın ahaliden kı şlak resmi alamayaca ğına karar verilmi ştir 649 . Kayseri’de fiilen mütesellimlik görevini yerine getiren ki şi, köy halkının kendi hissesine dü şen kı ş zahiresini ödemedi ğinden bahisle, köy halkından mahkeme huzurunda davacı olmu ştur. Kayseri mütesellimi Hamza A ğa’nın vekili Hacı Ahmed Bey, Sahra Nahiyesi’ne ba ğlı Köseahmedli köyü ahalisinden bazı Müslümanları mahkemeye getirerek, “mutâd-ı kadîm üzere” vilayet ahalisi marifetiyle Kayseri’nin köyleri arasında da ğıtılan kı ş zahiresinden köylerine isabet eden zahireyi vermekten kaçındıklarını bildirerek ahaliden davacı olmaktadır. Köy halkından bazıları cevaplarında, köylerinin “perakende ve peri şan” oldu ğunu ve köyleri yakınındaki derbent olan Boran (di ğer adıyla İncesu) köyünde oturduklarından, vergi istenerek derbent reayasının rencide edilmemesi için devlet tarafından köyleri üzerindeki yarım avarızhanenin azaltılarak, kar şılı ğında her yıl devlete 500 akçe vermek üzere, muaf ve müsellem reayaya dâhil edildiklerini söyleyerek buna dair emr-i şerif ve mevkufat defteri suretini mahkemeye sunmu şlardır. Böylece mütesellimin vekili Hacı Ahmed Bey’in ahaliye müdahale etmemesine hükmedilmi ştir (21 Muharrem 1069/19 Ekim 1658) 650 .

3.7. E şkıyalık Hareketleri ve Kayseri Sanca ğındaki Yansımaları

Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyılın sonlarından itibaren ba şlayan de ğişikliklerle birlikte, tımar sisteminin ortadan kalkması devletin yönetim biçimini sarsan idari, mali, askerî ve sosyal birtakım de ğişikliklere sebep olmu ştur. XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın askerî düzeni büyük bir de ğişim geçirecektir. Bütün bunlar olurken Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri kar şısında belirgin bir gerileme sürecine ba şlayacaktır. XVIII. yüzyılda bu de ğişimler belirginle şmeye ve kurumsalla şmaya ba şlamı ştır. Bu yüzyıl aynı zamanda dünyada da büyük geli şmelerin görüldü ğü bir dönemdir. 651 . XVIII. yüzyılda Osmanlı’nın geleneksel özelliklerindeki

649 K ŞS 25/1, 74/394. 650 K ŞS 69, 8/22. 651 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 36-37. Çalı şmada, XVII-XVIII. yüzyıllarda Avrupa devletlerinin durumu, özellikle de Avusturya ve Rusya’nın ticaret alanındaki etkin konumları, Avusturya’nın geli şen ekonomisin bir sonucu olarak Osmanlı ülkesinin ham 171 de ğişikliklerle beraber, merkezî yönetim biçimi önemli ölçüde desantralize olma yönünde e ğilim göstermeye ba şlayacak; kapıkulu ve tımar sistemleri yerlerini farklı uygulamalara bırakmaya ba şlayacaktır 652 . Devlet otoritesinin eski gücünü kaybetmesi ile beraber, Osmanlı müesseselerinde ba şlayan bozulma her yıl biraz daha artarken, bu hâl, ordunun sava ş alanlarında ba şarısızlı ğa u ğramasına sebep olmaktaydı. Avrupa devletleri silah teknolojisinde yapılan geli şmelere ayak uydururken, Osmanlı ordusu bu hususta gelenekçi bir tutum içindeydi. 1590’dan itibaren ate şli silahlarla donatılmı ş sekbanlar önem kazanmaya ba şladı. XVII. yüzyılda sekbanlar yeniçerilerin yanında devletin ba şlıca kuvveti olmu ştu. Fakat bu durum, devlet için ba şka olumsuz etkileri de meydana getirmekteydi. Kapısı geni şleyip büyüyen valiler herhangi bir hadise kar şısında hükûmete ba şkaldırabildi. Bu durum devlet otoritesinin daha da zayıflamasına ve Anadolu’da yeni güçlerin meydana çıkmasına sebep oldu. Devletin Avusturya ve İran ile mücadeleye giri şti ği devrede (1596-1610) Anadolu tam bir karga şa yuvası hâline geldi. Asi lideri Karayazıcı Abdülhalim’in, etrafına topladı ğı 20.000 ki şi ile yaptı ğı isyan hareketleri sonucunda halk şehirlere akın etti, hatta bir kısım halk İstanbul’a ve Balkanlar’a göç etti ği görüldü 653 . Osmanlı Devleti’nde e şkıyalık olaylarına karı şan ya da ba şka bir deyi şle eşkıyalı ğı besleyen temel insan kaynakları; suhteler, levendler, paralı askerler ve a şiret mensupları olarak görülmektedir. Vezir veya beylerbeyilerin yanlarında bulundurdukları kuvvetler sekban, sarıca, levend tabiriyle de anılmı ştır 654 . Levendler, gerek devlet ordularında do ğrudan, gerekse yerel güç sahiplerince dolaylı olarak istihdam edilerek paralı askerlere dönü şerek, devletin askerî çerçevesi içinde örgütlendiler. Osmanlı Devleti’nin 1550-1650 yılları arasındaki döneminde e şkıyalık, en çok köy ve madde kayna ğı ve pazar olması, iki ülke arasındaki ticaretin boyutları vs. hakkında ayrıntılı bilgi bulmak mümkündür. 652 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine …”, s. 38. 653 Mücteba İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, İÜEFTD , C. 26, S. 32, İstanbul 1979, s. 308-309. 654 Mehmet Emin Üner, Aşiret, E şkıya ve Devlet , Yalın Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 91, 101. Paralı askerler, sekban, sarıca, levend ve e şkıyalık hk. bk. aynı eser, s. 101-106. Tarihçi ve iktisatçı Eric J. Hobsbawm, e şkıyalık olgusunu şöyle tanımlamaktadır: “Kanun ve otoritenin kolunun uzanamadı ğı da ğlar ve ormanlarda şiddete ba şvurarak ve silahlı olarak ya şayan erkekler (onların arasında kadınlara geleneksel olarak nadiren rastlanır), kendi iradelerini kurbanlarına zora ba şvurarak, mal ve paralarını soyarak ya da ba şka yollarla dayatırlar. E şkıyalar bu yolla, iktidarı ellerinde tutanlar ya da iktidar üzerine hak iddia edenlere, aynı zamanda hukukun i şleyi şinin ve kaynak da ğıtımının denetimini ellerinde bulunduranlara meydan okumalarıyla ekonomik, toplumsal ve siyasal düzene de kafa tutmaktadırlar.” Bk. Eric J. Hobsbawm, Eşkıyalar , (çev.: Osman Akınhay), Agora Kitaplı ğı, İstanbul 2011, s. 8. Yazarın Celâli de ğerlendirmesi için bk. s. 15, sosyal e şkıyalık tanımı için bk. s. 24 vd. 172 kasabalarda ya şayan ahaliye zarar vermi ş ve devlet, ülkenin iç i şlerine dair tasarılarını yeniden gözden geçirmeye ve ülke içinde meydana gelen karga şayı dengelemeye mecbur olmu ştu. E şkıyalık faaliyetlerinin yo ğunla ştı ğı 1590-1611 ile 1623-1648 dönemleri, belirgin benzerlikler ta şımaktaydı. Yüzyıl boyunca, i şe alınmayı bekleyen levend ve sekban toplulu ğu, eksilip ço ğalmadan varlı ğını korumu ştu 655 . Osmanlı Devleti’nin, XVI. yüzyılın ba şlarında Yakındo ğu ve Balkanlar’da hâkimiyet kurmasıyla birlikte; toprak mülkiyeti, iktisadi hayat ve şahıslarla devlet arasındaki hukuki ili şkiler ayrıntılı olarak düzenlenmi ştir. Ancak devlet XVII. yüzyıl ba şlarından itibaren idari, sosyal ve iktisadi açılardan yeni birtakım şartlarla yüzyüze gelmi ştir. Kaynaklar bu devrenin ba şlangıcının Kanuni devrine kadar gitti ği ve III. Murad’ın saltanatında kesin olarak belirlendi ği konusunda bilgi vermektedirler. Devlet en geni ş sınırlarına III. Murad saltanatında ula şmı ş olsa bile, XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir sosyal ve siyasi düzen içerisinde yer almaya ba şlamı ştır. Belirtilen yüzyılda bir yandan Osmanlı’nın kendi bünyesinde görülen nüfus artı şı, iktisadi bunalım, merkez ve ta şra te şkilatındaki bo şluklar, Celâli hareketleri gibi önemli olaylar ve bir yandan da o dönemin dünyasındaki şartlar devletin aleyhine olan büyük geli şmeler göstermeye ba şlamı ştır 656 . Osmanlı Devleti’nin iç düzeni çe şitli sebeplerle bozulmaya ba şlamı ş, özellikle de XVII. yüzyıldan itibaren söz konusu bu bozulma ileri boyutlara ula şmı ştır. Osmanlı Devleti’nin devlet ve toplum hayatının bozulmasında a şiretler de etkili olmu ştur 657 . Osmanlı Devleti, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ço ğunlukla otorite bo şlu ğundan kaynaklanan e şkıyalık hareketleri ile me şgul olmu ştur. Hangi gerekçelerle meydana gelmi ş olursa olsun, bu tür hareketlere “Celâliler Hareketi” adı verilmi ştir. A şiretler de bu umumi isimlendirmenin içinde mütalaa edilmi ş görünmektedir. XVII. yüzyılın sonlarında eşkıyalık hareketlerinin ülkenin her tarafında artması üzerine, Osmanlı Devleti e şkıyalık hareketlerini önlemek amacıyla, sık sık fermanlar yayınlamı ştır. Kayseri’deki a şiretlerin e şkıyalık hareketleri sadece şehrin civarını etkilememi ş,

655 Barkey’e göre; bu grubun temel özelliklerinden biri de, bu ki şilerin ço ğul ve de ğişken kimlikler edinmeleriydi. Bunlar; köylülerken, topraksız levendlere, askerlere, sekbanlara ve e şkıyalara dönü şüyorlardı. Bk. Barkey, s. 181, 202 vd. Sarıca, sekban ve levendler hakkında ayrıca bk. İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire, 1600-1700”, s. 292-311. 656 Bu hususla ilgili bunalımlar edebî eserlere de yansımı ştır. Yücel, “XVI.-XVII. Yüzyıl Edebî Metinlerde Rastlanan …”, s. 898. 657 Mustafa Keskin, “Kayseri Yöresindeki A şiretlerin İskânı Hakkında”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 1997, s. 193. 173 bunlardan bazı topluluklar şehrin merkezine kadar gelerek, şehir halkının asayi ş ve huzurunu da bozmu ştur 658 . Osmanlı Devleti’nde e şkıyalık hareketlerinin görülmesinin birçok sosyal ve ekonomik sebepleri bulunmaktadır. Bölgesel olarak birtakım farklılıklar görülmekle birlikte, e şkıyalı ğın temelinde yatan sebep ço ğu zaman benzerdir ve hep olumsuzdur. Devletin siyasi ve ekonomik gücünün azalması, bu tür olaylara zemin hazırlamı ştır. Yani bu türden asayi şsizlik olaylarının temelinde sosyo-ekonomik sebepler yatmaktadır 659 . Eşkıyalık hareketlerinin devlete ve halka verdi ği zararları ve bunun kayıtlara yansımasını devrin kaynaklarında oldu ğu gibi şer’iye sicillerinde de görmekteyiz. Mesela; Osman Pa şa Camii vakfının e şkıya istilasında harap oldu ğu, caminin hâli kaldı ğı, müezzinlik, farra şlık ve devirhanlıkların muattal kaldı ğı ifade edilip, vakfın yeniden imar edilmeye muhtaç durumda oldu ğu belirtilmi ş ve günlük 2 akçe ile Hacı Hüseyin b. Ali’nin mutasarrıf olup, vâkıfın ruhu için dua ile me şgul olup kimsenin ona engel olmaması dile getirilmi ştir (1018/1609-1610)660 .

3.7.1. Eşkıyalık Hareketlerinin Önlenmesi İçin Alınan Tedbirler

Eşkıyanın durdurulması için tedbir alınması gerekti ğine dair devlet merkezi tarafından pek çok ferman yazılarak sancak idarecilerine gönderilmi ştir. Mesela; Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerindeki kadılara gönderilen Cemaziyelevvel 1084/A ğustos-Eylül 1673 tarihli yazı ile; bu eyaletlerde zuhur eden e şkıya ve yol kesen haramzâdelerin 661 verdi ği zararların ortadan kaldırılması amacıyla emr-i şerif gönderildi ği ve kazalarındaki e şkıyanın tefti şi için emr-i şerif gere ğince mektup

658 Keskin, s. 194-196. 659 Üner, s. 89-91. 660 K ŞS 13, 11/84. Kayseri’de e şkıyalık yaparak ahaliye zarar veren ve şehirde sâkin oldu ğu belirtilen Abdülkerim b. Mehmed adlı şahsın, fakirlerin evlerine girip e şya ve erzaklarını alarak, pek çok Müslümanı öldürmeye kastetti ği, kayıtlardan anla şılmaktadır. Bu şahıs, memur oldu ğu hâlde emre itaat etmeyerek sefere gitmedi ğinden, Şevval 1009/Nisan-Mayıs 1601 tarihinde ulufesi alınarak defterden ismi bile çıkarılmı ş, buna ra ğmen hâlâ fakirlere zulmetmekten geri kalmamı ştır. Hatta öldürmek kastıyla, Kayseri sâkinlerinden Za ğarcı Ali Suba şı adlı ki şinin üzerine yürüdü ğü ifade edilmektedir. Yeniçeriler zâbiti tarafından şakinin yakalanarak hakkından gelinmesi için, Kayseri kadısının gerekeni yapması bildirilmi ştir. BOA, MHM 75, 195/392. 661 Yol kesicilik, dâr-ı İslâm’da Müslümanların veya zimmîlerin mallarını ellerinden tagallüben ve mücahereten almak, hayatlarına kastetmek, halkı korkuya dü şürmek için birtakım kimselerin veya kuvvet ve şevket sahibi bir şahsın yolları tutmasıdır. Bu yüzden halk, gidip gelmekten çekinerek yollar kesilmi ş olur. Buna “kat’-ı tarik ve hırâbe” denir. Nassın mallarını böyle mugalebe suretiyle ellerinden almak üzere yol kesicilik eden şahsa da “kâtı’-ı tarik” , “muharib” adı verilir. Ço ğulu, “kutta-ı tarik” tir. Bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu , C. III, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1968, s. 288 vd. 174 yazılarak, a ğalardan birinin müba şir tayin edilip kazalara gönderildi ği belirtilmektedir. Müba şir marifetiyle ele geçirilen e şkıyanın devlet merkezine gönderilerek gerekenin icra edilece ği bildirilmektedir 662 . Türkmen-i Haleb voyvodalı ğı uhdesinde olan Mara ş valisi vezir Hüseyin Pa şa’ya gönderilen Evahir-i Zilhicce 1099/16 Ekim-25 1688 tarihli ferman ile; bundan önce gönderilen fermanda da belirildi ği üzere, Anadolu vilayetinde sâkin olanların, eyaletteki vüzera, mir-i miran, sancak beyleri, mütesellimler, voyvodalar ve di ğer zâbitlerin, ticaret için di ğer memleketlerden gelen tüccar taifelerinin emin bir şekilde olmaları için gayret göstermeleri gerekti ği; Anadolu’da yol kesen e şkıya sebebiyle bazı mahallerde yolların güvenli ğinin olumsuz etkilendi ği ve ayrıca Türkmen taifesinin de ço ğunun isyan etmek üzere oldu ğu belirtilerek; askerî taifesi ve fakir halkın sâkin oldukları yerlerde e şkıya yüzünden rahat ve emin bir hâlde olmadıkları, tüccar taifesinden bazılarının Konya’da e şkıya sebebiyle bir yere hareket edemediklerinin duyuldu ğu ifade edilmi ştir. Üsküdar’dan Ba ğdad’a varıncaya kadar olan memleketlerde askerîler, halk ve tüccarlara zarar veren eşkıyanın haklarından gelinece ğinin duyurulması ve tenbih edilerek gerekli tedbirlerin alınması i şinin adı geçen vezire verildi ği bildirilmi ştir 663 . Adana, Karaman, Kütahya, Eski şehir, Bursa ve İznikmid’e varıncaya kadar yol üzerinde bulunan kadılar, mütesellimler, köy zâbitleri, voyvodalar, zeamet suba şıları, kethüdalar ve yeniçeri serdarlarına yazılan buyrulduda; şehir, kasaba, köyler etrafında zuhur eden yol kesen e şkıyası yüzünden kervan ile gelen gidenler ve ulakların güvenli olarak yolculuk etmekten geri kaldıkları için, bu gibi e şkıyayı i şittikleri yerde, da ğ ve beldede üzerlerine gidilerek ele geçirilmesi ve yolcuların güvenli olarak seyahat etmelerinin sa ğlanmasına dair ferman gönderildi ğinden bahisle, kapıcıba şlarından bir ağanın bu i ş tayin edilerek gönderildi ği ifade edilmektedir (15 Cemaziyelevvel 1087/26 Temmuz 1676) 664 .

662 K ŞS 81, 18/37. Aynı konuyla ilgili olarak; Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen 4 Ramazan 1087/10 Kasım 1676 tarihli buyruldu ile; livaya ba ğlı kaza ve köylerin tefti ş edilerek meydana gelen yol kesen e şkıyanın men edilerek, e şkıyanın merkeze gönderilmesi ve haklarından gelinece ği bildirilmektedir. K ŞS 84, 190/449. 663 K ŞS 96, 72/195. Karaman eyaletinin e şkıya tefti şine ve Anadolu’da çıkan e şkıya ve haramzâde taifesinin bastırılmasına Hüseyin Pa şa’nın memur edildi ğini görmekteyiz (5 Şaban 1091/31 A ğustos 1680). K ŞS 90, 10/21; K ŞS 91/2, 205/407. 664 K ŞS 84, 170/391. Sonraki tarihlerde de yol kesen e şkıyasının ahaliye zarar vermekten geri kalmadı ğı anla şılmaktadır. 1713 senesinde Kayseri mütesellimi Yusuf, Kayseri’nin çe şitli mahallelerinde kat-ı tarik eşkıyasının ortaya çıktı ğını, gidip gelen insanların yollarına çıkarak onları katledip mallarını gasp ettiklerini devlet merkezine yazmı ştır. Bk. Keskin, s. 196. 175

Eşkıyalık hareketleri kar şısında alınacak tedbirlerle ilgili olarak; Anadolu’nun orta kolundaki idarecilere gönderilen Evâsıt-ı Receb 1099/11-21 Mayıs 1688 tarihli fermanda; Anadolu’da 5.000-10.000 kadar e şkıyanın toplanarak ahaliye zulmettikleri, tenbih edildikleri hâlde ahaliye zarar vermeye devam ederek zulümlerini günden güne artırdıklarından bahsedilerek; e şkıyanın tedibi için tayin olunan Karaman beylerbeyi Mirza Mehmed’in sözüne muhalefet edilmemesi; asker, halk ve süvari piyadeleri ile birlikte e şkıyayı takip ederek ve birbirleriyle haberle şmek suretiyle e şkıyanın hakkından gelinmesi emredilmi ştir 665 .

3.7.2. Celâli İsyanları

XVI. yüzyılda Anadolu’da önemli bir nüfus artı şı olmu ş, fakat zirai alanlardaki artı ş bu nüfus artı şına cevap verememi şti. Söz konusu nüfus artı şı, Anadolu’da yersiz yurtsuz bir kalabalı ğın meydana gelmesine yol açtı. Toprakların yetmemesi sonucunda çift bozan olan gruplar, devlet ve ümera kapısında “kapı halkı” olmaya ba şlıyordu. Osmanlı ekonomik hayatındaki bozulmalar da Celâli isyanlarının ortaya çıkıp geni şlemesinde önemli rol oynadı. XVI. yüzyılın sonlarına do ğru Osmanlı Devleti’nin içine dü ştü ğü ekonomik bunalım ve artan enflasyon, halkı olumsuz yönde etkiledi. Çar şı ve pazarlar, “züyuf akçe” olarak bilinen ayarı dü şük parayla doldu ve piyasadaki dengeler bozuldu. Reayanın bir kısmının ziraati terk etmesiyle ortaya çıkan tehlikelerden biri de kıtlıktı. Di ğer taraftan devlet görevlilerinin baskıları, devlet düzeninde bozulmaya sebep olan bir ba şka önemli husustu. Bir taraftan idarecilerin baskısına, di ğer taraftan e şkıya saldırılarına gö ğüs germek zorunda kalan ahalinin ço ğu ya köylerini terk ederek daha emin yerlere gidiyor veya Celâli gruplarına katılıyordu. Özellikle 1596’dan sonra binlerce insan Celâli saldırılarından kurtulmak için civardaki emniyetli şehir ve kasabalara, İstanbul’a, hatta Rumeli’ye kaçmı ştı. Bütün bu ekonomik ve sosyal sebepler, e şkıyalı ğın giderek yayılmasına yol açtı 666 . Anadolu’da isyan eden Celâli önderlerinin en tanınmı şlarından olan Karayazıcı’nın ordusu, gücünü denetim altına almaya çalı şan hemen her Osmanlı giri şimini bo şa çıkardı. Karayazıcı’nın do ğal nedenlerden ölümünden sonra, Celâliler

665 K ŞS 96, 30/91. 666 Mücteba İlgürel, “Celâlî İsyanları”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. VII, İstanbul 1993, s. 253. Anadolu’nun kırsal kesimi, XVI. yüzyılın sonlarından XVII. yüzyılın ortasına kadar “Celâli” denen ve devletin iki ayrı sınırda sava şıyor olmasından faydalanarak köylere, küçük topluluklara ve hatta büyük kasabalara saldıran bu e şkıyaların tahribatına maruz kalmı ştır. Bk. Barkey, s. 157. 176 birkaç kola ayrıldı. Karayazıcı’nın karde şi Deli Hasan, kendi idamına kadar sava şmaya devam etti. Özellikle Deli Hasan’dan sonra, hükûmet Celâlilerin adalet önüne çıkarılmaları için sancak beylerine gereken talimatı verdi ve isyanı bastırmak üzere merkezî hükûmetin ordularını görevlendirdi. Halebli Canbulado ğlu Ali Pa şa’ya kar şı çıkılan seferin ba şarıyla sonuçlanması Anadolu’da isyan tehdidini ortadan kaldırmadı. Tavil Halil’in Batı Anadolu’dan 1014/1605’te ayrılmasından sonra Kalendero ğlu en önemli Celâli önderi durumuna geldi. Kuyucu Murad Pa şa’nın Celâlilerle yaptı ğı sava şlar neticesinde Celâliler yenilgiye u ğradı. 1019/1610’dan sonra Anadolu’ya hiç alı şılmamı ş bir dinginlik çöktü. Celâlilerin yenilgiye u ğratılmasından sonra Osmanlılar eski geleneksel düzenlerine dönmeye çalı ştılar. Kuyucu Murad Pa şa, bütün Osmanlı sistemini gözden geçirme çalı şmalarının temelini olu şturmak üzere tahrir çalışmalarını ba şlatmı ş, bu a ğır görevi defter emini Aynî Ali’ye vermi şti. Sonuçta ortaya, eyaletlerde ya şanan sorunların istatistik dökümü ve tanımlarını içeren geni ş bir veri toplamı çıktı 667 . XVII. yüzyıl ba şlarında devletin iktisadi durumu iyi de ğildi. İstanbul’un vaziyeti böyle iken, Anadolu’nun hâli de ondan pek farklı de ğildi. Celâli e şkıyasının def’i, İran muharebesinin sona ermesi ortalı ğı sükûna kavu şturduysa da bu isyanlar kesin olarak ortadan kaldırılamamı ştı. Anadolu’daki valilerden bazıları kendi ba şlarına hareket etmekteydiler. Bunlar içerisinde en önemlilerinden biri Erzurum valisi Abaza Mehmed Pa şa’nın isyanıydı 668 . Celâli isyanlarının devamı niteli ğindeki Abaza isyanlarının çıkı ş sebebi farklı olmakla birlikte, aynı olumsuz şartları olu şturmu ştur. Abaza Mehmed Pa şa, isyanına

667 Defter Emini Aynî Ali, yazdı ğı “Kavanin-i Âl-i Osman” adlı eserinde, Osmanlıların Celâli isyanları sırasındaki askerî ve parasal gücünü anlatmı ştır. Celâli isyanları hakkında geni ş bilgi için bk. William J. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611 , (çev.: Ülkün Tansel), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2000, s. 19-38, 127-138, 164-188 vd. 668 İ. Hakkı Uzunçar şılı, Osmanlı Tarihi , C. III/I, 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988, s. 148-150; Selahattin Dö ğüş, “Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iyye Siciline Göre Şehrin Sosyo-Ekonomik Hayatı ve Abaza Mehmed Pa şa İsyanının Şehre Tesirleri”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1998, s. 113. Canbulado ğlu Ali Pa şa isyanı, ate şli silahların bilhassa tüfe ğin zaman zaman binlerle ifade edildi ği, devrin bariz örnekleri arasındadır. Ancak Sadrazam Murad Pa şa, Oruç ovasında Canbulado ğlu Ali Pa şa’yı hezimete u ğratmı ştı. Buradaki şiddetli çarpı şmalarda Osmanlı ordusu tüfek mermisinden çok müteessir olmu ş, ma ğlubiyet ihtimali belirmi ş iken, sadrazam ve askerin son bir gayreti ile zafere ula şılmı ştı. Devletin zayıf durumundan istifade edip, Anadolu’da 20.000 ki şilik ordusu ile dola şarak baskınlar ve soygunlar yapan Kalendero ğlu da önemli miktarda tüfe ğe sahip bulunuyordu. Mara ş civarında Göksun ovasında Murad Pa şa tarafından ma ğlup edilmi ş ise de İran’a kaçmasına engel olunamamı ştı. (1017/1608) Bk. İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, s. 309- 310. 177 sebep olarak yeniçerilerin yaptıkları katli gösterdi ği için, birçok yeniçeriyi öldürmekle işe ba şlamı ştır 669 . XVI. ve XVII. yüzyıllar arasında Anadolu’daki isyanları “Celâli İsyanları” olarak tanımlayan Mustafa Akda ğ, 1603-1607 arasındaki isyanları “Büyük Kaçgunluk” olarak nitelendirmi ş, IV. Murad zamanındaki ayaklanmaları ise, “zorba isyanları” olarak tarif etmi ştir 670 . Celâli isyanları sırasında çe şitli olaylara karı şan altı bölük halkı (kapıkulları), Abaza Mehmed Pa şa’nın isyan hareketlerine ba şlamasında önemli bir etken olmu ştur. XVII. yüzyılın ilk çeyre ğinde Anadolu’daki karı şıklıkların sebepleri arasında yeniçerilerin çıkardıkları problemler önemli bir yer tutar. Bu problemlerin sebepleri arasında, iktisadi dengenin bozulmu ş olması da yer almaktadır. Abaza Mehmed Pa şa’nın isyanı bütün Anadolu’yu sarsmı ş, bundan en çok etkilenen şehirlerden biri de Kayseri olmu ştur. Bu arada, ba şta Sivas, Kayseri, Ankara, Konya ve Mara ş halkı olmak üzere bütün Anadolu halkı Abaza’nın şekâvet olayları ile mücadele ederken, bir yandan da tekrar ba şlayan İran seferinin maddi yükünü çekmek ve gerekli insan gücünü kar şılamak zorunda kalmı ştır. Bu sırada Ba ğdad elden çıktı ğından, Abaza isyanı ikinci plana dü şmü ş ve Abaza Mehmed Pa şa da bu durumdan yararlanmı ştır. 1624-1625 tarihine gelindi ğinde, Anadolu ve özellikle Kayseri, Celâli isyanlarının devamı niteli ğindeki Abaza isyanlarından ve e şkıyanın zulmünden kurtulmu ştu. Bu tür eşkıyalık olayları sonucunda şehrin ticareti de olumsuz yönde etkilenmi ştir. Kuyucu Murad Pa şa’nın harekatı sonucunda Anadolu’daki Celâli isyanları bastırılmı ş, Abaza eşkıyası da ortadan kaldırıldıktan sonra Ba ğdad seferine karar verilmi ştir. Kayseri, İran askerî yolu üzerinde bulundu ğu gibi, aynı zamanda yeniçerilerin de kı şlak merkezlerinden biriydi 671 . XVII. yüzyılda uzun süre Osmanlı’yı me şgul eden Celâli isyanlarının etkileri Kayseri sanca ğında da görülmü ş, bunun sonucunda isyanlarla ilgili bilgiler şer’iye

669 Dö ğüş, s. 113. Abaza Hasan Pa şa, elinden memuriyeti alındı ğı için, hak arama bahanesiyle isyan eden ve kısa zamanda yanında binlerce asiyi toplayabilen bir sipahi lideridir. Abaza Hasan, maiyetinde 30 kadar vali, sancak beyi vs. yüksek dereceli devlet memuru bulundurdu ğu gibi 30.000 ki şilik bir orduya da sahipti. Bk. İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, s. 311. 670 Mustafa Akda ğ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celalî İsyanları , s. 455 vd; Dö ğüş, s. 114. 671 Dö ğüş, s. 114-123. Murtaza Pa şa’nın giri şimiyle 1069/1659’da bastırılan isyanlar, yer yer devam etmekteydi. Anadolu’nun her tarafında hâlâ ba şıbo ş e şkıya bakıyeleri dola ştı ğı gibi, bazı mahallî isyanlar henüz bastırılamamı ştı. Hükûmet, Anadolu’da sükûneti sa ğlamak için, geni ş çapta bir tefti şin gerekti ğine inanmı ş ve bunun için, İstanbul kaymakamı İsmail Pa şa geni ş yetkilerle tüfek tefti şine görevlendirilmi şti. Üsküdar’dan Arabistan’a kadar isyan ile alakalı olanların tefti şi ile görevlendirilen İsmail Pa şa; asker olmadı ğı hâlde askerlik iddiasında bulunan çift bozanları tespit, tefti ş ve reaya zümresine dâhil etmekle görevliydi. Bk. İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, s. 313. 178 sicillerine de yansımı ştır. Kayıtlı belgeler; Celâli e şkıyasının verdi ği zararlar, e şkıyanın tedibi için alınacak önlemler, e şkıya baskısından dolayı yerlerini terk eden halkın tekrar eski yerlerine döndürülmesi672 , isyanın bastırılması esnasında öldürülen eşkıyanın eşyalarının mirî için alınması ve e şkıyadan olmadı ğı hâlde malları alınan ki şilere haksızlık yapılmaması gibi konularla ilgilidir. Celâlilere katılıp, isyanların bastırılması sırasında devlet tarafından öldürülen e şkıyanın mirî için tahsil edilen malları ile ilgili kayıtlar sicillere yazılmı ştır. Celâli isyanları ile ilgili Kayseri’de meydana gelen meseleler devlet merkezine intikal etmi ş, bunun sonucunda Kayseri kadısı ile sancak beyine, eşkıya ile ilgili alınacak tedbirlere dair fermanlar gönderilmi ştir 673 . Naîma Tarihi’nde, Karayazıcı adlı e şkıyanın tedibi ile ilgili kayıtlar bulunmaktadır. Burada; Yazıcı ve karde şi Deli Hüseyin’in ele geçirilmesinin ferman olundu ğu yazılıdır. Bunların hakkından gelmek üzere; Hacı İbrahim Pa şa (serasker) ve Hasan Pa şa’nın (serdar) görevlendirildi ği belirtilmektedir. Hacı İbrahim Pa şa, yanındaki askerler ile birlikte Kayseri ovasında e şkıya ile kar şı kar şıya gelmi ştir. Celâlilerin sayısı 20.000 kadardır. Bu kar şıla şmada Hacı Pa şa’nın hezimete u ğradı ğı ve kaçarak Kayseri hisarına güçlükle ula ştı ğı, kaleye ula şanlar dı şında dı şarıda kalanların ço ğunun e şkıya tarafından katledildi ği belirtilmektedir (1009/1600-1601)674 .

672 Göç eden halkı yeniden eski ikametgâhlarına iskân etmek için yapılan tüm resmî giri şimlere ra ğmen, birçok Anadolu kent ve kasabası XVII. yüzyıl ortalarında hâlâ çok ciddi sıkıntılar içerisindeydi. 1640’larda yapılan vergi mükellefi kentli nüfus sayımı belirli sayıda kent ve kasabayı kapsamı ştı. 1570 ve 1580’ler ile kar şıla ştırıldı ğında, Kayseri ve Amasya’da vergi ödeyen nüfusun neredeyse yarısı azalmı ş, Samsun müstahkem bir köy konumuna inmi şti. XVII. yüzyıl ba şına ve ortasına ait mali kayıtlar, genellikle toplanan vergi miktarında çarpıcı bir düşüş oldu ğunu göstermektedir. Dönemin yetkilileri bu durumu köylülerin yerlerini terk edip ba şka yerlere kaçmasına ba ğlamı şlardı. Bk. Faroqhi, s. 569-572. 673 Kayseri’deki âyanların, Celâli e şkıyasına katılarak şehirde zararlı faaliyetlerde bulunan şahıslar hakkında şikâyetle devlet merkezine ba şvurdukları görülmektedir. “ Nefs” olarak ifade edilen şehir merkezinde oturan tımar erbabından Bekir Çavu ş o ğlu olarak tanınan Fazlullah adlı ki şinin, daima fitne ve fesat içinde oldu ğu, Celâli e şkıyası ile gezip insanları katletti ği ve e şyaları aldıkları, elde ettikleri sahte mühürlerle hüccet ve sicil ibraz ederek livada tımar sahibi oldu ğu, hatta kendi hâlinde olan Cafer Çavu ş adlı ki şinin tımarına giderek zorla ve fuzulen mahsulünden aldı ğı ve buna benzer pek çok zararları oldu ğunu ifade etmi şlerdir. Söz konusu şahsın hakkından gelinmesi için defalarca emr-i şerifler gönderildi ği hâlde ele geçirilemedi ği, her defasında bir şekilde kurtuldu ğu ve verdi ği zararların gün geçtikçe arttı ğı hususu arz edilince; hakkından gelinmesi için hatt-ı hümayun ve ferman gönderilmi ş, şakinin yakalanarak gerekenin yapılması emredilmi ştir. Hükmün birer sureti, Anadolu’da e şkıyanın bastırılmasına memur olan vezir Nasuh Pa şa’ya ve Karaman beylerbeyi Ömer Pa şa’ya gönderilmi ştir. BOA, MHM 75, 44/61. (1011-1013/1602-1604) Belgenin orijinal metni için bk. Ek-24. Aynı konuyla ilgili olarak Kayseri kadısı ve sancak beyine 17 Zilhicce 1013/6 Mayıs 1605 tarihli hüküm gönderilmi ştir. Şahsın Kayseri, Aksaray ve civar yerlerdeki zeamet ve tımarlara müdahale etti ği, sahte mühürler hazırlayarak vefat eden beylerbeyiler adına tahvil mektupları ve tezkireler ibraz ederek, kendisi ve ba şkaları adına berat ettirmek suretiyle, ço ğu Müslümanın dirliklerinin ellerinden gitmesine sebep oldu ğu, ele geçirilip hapsedilmi şken her defasında bir yolunu bularak kaçtı ğı belirtilmiştir. BOA, MHM 75, 96 /164. 674 Naîma Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ , C. I, hzl.: Mehmet İpşirli, TTK Yay., Ankara 2007, s. 173. 179

Naîma Tarihi’nde; Kalendero ğlu ve yanındaki e şkıyanın iltica etmeyi kabul etmelerinin ardından, Kalendero ğlu isyanını bastırmakla görevli serdarıazam Murad Pa şa’nın (olayın tarihi 1017/1608-1609) Kayseri ve Sivas taraflarına gelip, Çubuk ovası adlı sahrada 10 gün kadar kaldıkları, oraya Ba ğdad’dan gelen adamların, Mustafa b. Tavil adlı şakinin fitnesinin Cı ğalazâde Mehmed Pa şa tarafından def edildi ğini bildiren mektubu getirdikleri ifade edilmektedir 675 .

3.7.2.1. Celâli E şkıyasının Halka Verdi ği Zararlar ve Alınan Tedbirler

Naîma Tarihi’nde, Celâlilerle Kayseri’de yapılan muharebeden de bahsediliyor: Abaza Pa şa’nın sava şa karar vererek Kayseri’ye geldi ği, Gurre-i Zilkade 1034/15 A ğustos 1624’te serdarın da Ere ğli’ye varıp cenge karar verildi ği yazılıdır. Evail-i Zilkade 1034 /15-24 A ğustos 1624’te Develi Karahisar’dan göçülüp Kayseri sahrasının batısında Karasu köprüsüne varınca, sahrada Celâlilerle yeniçeriler arasında muharebeler oldu ğu, Abaza Pa şa’nın kaçtı ğı ve atsız kalıp da kaçamayan ço ğu Celâlinin de öldü ğü anla şılmaktadır. Kaçanlar takip edilerek kimi öldürülmü ş kimisi de esir edilmi ştir. Serdar-ı ekrem Mehmed Pa şa bundan sonra orduya dönmü ş, e şkıyaya aman verilmeyerek boyunları vurulmu ştur 676 . Celâliler hakkında Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde de bilgiler bulunmaktadır. Buna göre; 1033/1623-1624’te Mehmed Pa şa’nın Abaza üzerine serdar olup, Revan tarafına gitti ği, aynı yıl Kayseri altında Abaza’yı hezimete u ğrattı ğı, Abaza’nın Erzurum kalesine vardı ğı ifade edilmektedir 677 . Ayrıca Sultan Murad’ın Abaza’yı affederek Erzurum eyaletini kendisine tevcih etti ği, daha sonra Ahıska imdadına memur olan Di şlek Hüseyin Pa şa’yı ve di ğerlerini katledip mallarını ya ğma ve talan ederek Halil Pa şa ile sava şarak kaleyi teslim etmedi ği de görülmektedir 678 .

675 Naîma Mustafa Efendi, C. II, s. 347. 676 Naîma Mustafa Efendi, C. II, s. 552-555. 677 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, hzl.: Orhan Şaik Gökyay, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1996, s. 93. 678 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, s. 95. Celâli e şkıyası hakkında Koçi Bey Risalesi’nde verilen bilgiler için bk. Kurt, s. 17-18. 1621’de Erzurum beylerbeyili ğine tayin edilen Abaza Mehmed Pa şa isyan ederek, emrindeki kuvvetlerle Kayseri’ye geldi. 1624’te yapılan sava şta Abaza kuvvetleri bozguna uğratıldı. Affedilen Abaza Mehmed Pa şa, isyan etmemek ve itaat etmek şartıyla yeniden Erzurum valili ğine tayin edildi. Ancak 1626’da yeniden isyan hareketlerine giri şen Abaza’ya kar şı önce veziriazam Halil Pa şa, sonra da Hüsrev Pa şa görevlendirildi. 1628’de teslim olan ve affedilen Abaza Mehmed Pa şa, Sultan IV. Murad tarafından Bosna valili ğine tayin edildi. Ancak 1634’te yeniden isyan etmek niyetinde oldu ğunun duyulması üzerine idam edildi. Bk. Mehmet İnba şı, “Abaza Mehmed Pa şa İsyanı”, Kayseri Ansiklopedisi , KBB Kültür Yay., C. I, Kayseri 2009, s. 20. 180

Eşkıyanın ahaliye verdi ği zararlar ile ilgili Selh-i Muharrem 1034/12 Kasım 1624 tarihli bir belgede; Argıncık köyü sâkinlerinden olan yeniçeri Muslu Be şe b. Dede Bey, mahkemede aynı köyden Hüseyin’in daha önce köylerine Abaza adlı Celâlilerin adamı geldi ğinde, Hüseyin’in önüne durarak, yeniçeri evi vardır diyerek köydeki kendisine ait evleri yakıp yıktırdı ğını ifade ederek Hüseyin’in sorgulanmasını ve gereken cezanın verilmesini talep etmi ştir. Hüseyin inkâr edince; iki Müslüman, köylerine Abaza adlı eşkıyanın adamı gelip “Bana yeniçeri evin gösterin.” dedi ğinde, Hüseyin’in “Ben size yeniçeri evin göstereyim.” diyerek Muslu’nun evini gösterdi ğini ve eşkıyanın evleri yakıp yıktıklarına şahit olduklarını söylemi şlerdir 679 . Haleb eyaletinde mutasarrıf olan vezir Mahmud Pa şa’ya gönderilen Evahir-i Zilhicce 1068/18-28 Eylül 1658 tarihli fermanla; e şkıyadan olan Abaza Hasan ve Boyacıo ğlu Ahmed’in, sefere memur olarak gelenlerden bazılarını yanına alıp, altıbölük halkı ve di ğer asker taifesini zorla yanlarına getirip, varmayanların mallarını ellerinden alıp, ev ve çiftliklerini yaktıkları, bahaneler ileri sürerek halkın paralarını aldıklarının duyuldu ğu belirtilerek; tenbih edildiklerinde kanaat etmeyerek zulümlerini artırdıkları ve isyan ettikleri ifade edilmektedir. Şeyhülislâm, müftü ve di ğer ulemadan bunların katledilmelerinin caiz oldu ğuna dair fetva verilmi ştir. Fetva ve ferman üzerine, eyaletlerde eşkıyanın toplandı ğı yerlerin da ğıtılıp, memleketin eşkıyadan temizlenmesi emredilmi ştir 680 . Celâlilerin yolda giderken topra ğa gömdükleri topların merkeze ula ştırılması için ferman gönderilmi ştir. Kayseri sanca ğı mutasarrıfı ve kadısına gönderilen Evail-i Şevval 1069-22 Haziran-1 Temmuz 1659 tarihli fermanda; Celâli Abaza Hasan’ın daha önce Mara ş üzerine giderken Kayseri yakınında Kuruçay adlı yerde topra ğa gömdü ğü on adet topun Kayseri Kalesi’ne nakledilip muhafaza edilmesi için kadıya daha önce tenbih edildi ği belirtilerek, ele geçirilen topların bulunarak kalede muhafaza edilmesi emredilmiştir681 .

679 K ŞS 25/1, 12/62. 680 K ŞS 68, 28/72. Celâlilik faaliyetleri, bozuk ortam dolayısıyla her zaman pek çok taraftar buluyor, bölgenin e şkıyası ile asi ruhlu i şsiz güçsüz taifesi ve çift bozan reaya da bu kalabalı ğa katılıyordu. Bk. İlgürel, “Celâlî İsyanları”, s. 255. 681 K ŞS 70, 158/367. Aynı konuyla ilgili olarak; serdar Murtaza Pa şa’nın, e şkıya üzerine giderken Kayseri ovasında ele geçirdi ği 6 adet topu liva mütesellimine teslim etti ği ve onun da Kayseri Kalesi’ne nakletti ği belirtilmektedir. K ŞS 70, 159/368. (18 Şevval 1069/9 Temmuz 1659) Asiler gerek meydan sava şlarında, gerek kale ku şatmalarında ve müdafaalarda tüfe ğin yanı sıra top da kullanmı şlardır. Osmanlı Devleti tarihindeki büyük isyan hareketinin lideri olan Abaza Hasan Pa şa da ordusunda top bulunduruyordu. Ilgın muharebesinde top kullandı ğı muhtemel olan Abaza’nın, galip gelip Mara ş’a giderken Kayseri civarında Kuruçay bölgesinde toprağa gömdürdü ğü ve daha sonra bulunarak Kayseri 181

Kayseri sâkinlerinden bazılarının Celalîlere tabi oldu ğu, hatta bir şahsın nüzul bedeli toplamakla görevli oldu ğu görülmektedir. Bu şahsın zimmetinden kalan akçenin alınması ile ilgili olarak Kayseri kadısına hitaben gönderilen 4 Şevval 1069/25 Haziran 1659 tarihli fermanda; Kayseri sâkinlerinden olup daha önce 1068’de Karaman vilayeti bedel-i nüzulü toplamakla görevli Kalendero ğlu Halil’in Celâlilere katılıp firar etti ği bildirildi ğinden, zimmetinde kalan nüzul malından 2 yük 80.000 akçenin devlet tarafından tahsil edilmesi için müba şir gönderildi ği belirtilerek, zikredilen paranın Halil’in malından tahsil edilip hazineye teslim edilmesi emredilmi ştir 682 . Celâli e şkıyasının tedibi için alınacak tedbirlerle alakalı olarak; Karaman beylerbeyi Hasan’a gönderilen Evâsıt-ı Safer 1066/9-19 Aralık 1655 tarihli fermanda; Haleb Kalesi’ne musallat olan Seydi Ahmed, Abaza Hasan ve İbşir Pa şa’nın ve bunlara ba ğlı e şkıyanın tedibi için, 15 Safer 1066/14 Aralık 1655 tarihinden sonra Karaman eyaletinde vezirlik ile mutasarrıf olması için Hasan’ın tayin edildi ği belirtilerek, eyaletteki askerleri bir an önce Adana’ya göndermesi, Adana’daki askerlerle birlikte acele olarak Haleb imdadına yeti şmeleri emredilmektedir 683 .

3.7.2.2. Kayseri’de Celâlilere Katılan E şkıya

Kayseri’de Celâlilere katılarak ele geçirilen ve katledilmesi emredilen şahıslar arasında yer alan Boyacı Ahmed adlı eşkıya ile ilgili kayıtlar şer’iye sicillerinden tespit edilmektedir. Kayseri’de yakalanıp öldürülen e şkıyanın geride bıraktıkları mallar, devlet adına satılarak hazineye teslim edilmi ştir. Boyacı Ahmed’in mallarının satılması ile görevli olan defterdar İbrahim Pa şa’nın a ğalarından Mustafa A ğa b. Hüseyin; şakinin

Kalesi’ne nakledildi ği kaydedilen toplar hakkında bk. İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, s. 314-315. Kayseri Kalesi askerî bir garnizon olmasının yanı sıra, suçluların hapsedildi ği ve şehirdeki devlete ait kıymetli e şyaların muhafaza edildi ği yer olarak da kullanılmaktaydı. Bk. İnba şı, “Kayseri Kalesi”, s. 842. Kalelerde muhafaza edilenler arasında cephane de yer almaktaydı. XVI. yüzyılın sonlarında ate şli silahların sava ş meydanlarında kullanılması ve öneminin artmasıyla beraber barutun da önemi artmı ştı. Güherçilenin çokça bulundu ğu Kayseri ve çevresinden elde edilen güherçile ham maddesi i şlenerek barut hâline getirildikten sonra Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmekteydi. Sadece barut de ğil, aynı zamanda top ve top arabaları da kalede muhafaza edilen mühimmat arasında yer alıyordu. Bk. Selçuk, s. 28. 682 Fermanda şöyle denmektedir: “…mebla ğ-ı mezkûru i şbu emr-i şerifim vardı ğı gibi, firar eden merkum Celâli Halil’in emval ve erzakından marifet-i şer’ ile, mirîye olan deyni için, mirîye olan deyn miktarı tahsil ettirip, keseleyip ve mühürleyip, müba şir-i mezbur ve mutemedünaleyh adamlarla ve muaccelen ordu-yı hümayunun hazinesine irsal ve teslim ettirip, zimmetine bir akçe baki kodurmayasız…” K ŞS 70, 177/351-3. 683 K ŞS 60/2, 139/462-1. 182 ahali zimmetindeki paralarından toplam 111.100 akçeyi alarak devlet adına zaptetmi ştir (24 Zilkade 1069/13 A ğustos 1659) 684 . Boyacı Ahmed’in mallarının satı şı ile ilgili olarak Kayseri kadısı ve bu malların mirî için alınmasına memur olan Mustafa’ya gönderilen ferman ile gönderilen 4 Şevval 1069/25 Haziran 1659 tarihli bir fermanda; Celâli e şkıyasına katılıp öldürülen Boyacı Ahmed’in Kayseri’deki emval, erzak, emlak, eşya, nakit ve ba şkalarının zimmetinde olan parasının devlet tarafından alınmasının emredildi ği ve hükümle sanca ğa ula şıldı ğında şehirde maktulün nesi varsa müba şir marifetiyle türü ve adedi yazılarak mirî için alınması, nakli mümkün olmayan e şyaların müzayede ile duyurulup de ğerinde satılması ve hasıl olan akçenin müba şir ve güvenilir adamlarla birlikte orduya teslimi emredilmi ştir 685 . Celâli hareketlerinin devlet tarafından bastırılması esnasında hapsedilen Boyacıo ğlu Ahmed ve di ğer e şkıyanın haklarından gelinmesi ile ilgili ferman ve fetva bulunmaktadır. Kayseri Kalesi’nde hapsedilen Celâli e şkıyasından olan Boyacıo ğlu Ahmed ve Ki şio ğlu Yusuf’un; yazılan ferman ve fetva gere ğince haklarından gelinmesi gerekti ği; bunlardan ba şka haklarında fetva verilen eşkıyadan ele geçirilenlerin hapsedilerek aman verilmemesi ve haklarından gelinmesinin emredildi ği ifade edilmi ş; fakat bu bahane ile kendi hâlinde olan Müslümanların rahatsız edilmemesi gerekti ği belirtilmi ştir (20 Şevval 1069/11 Temmuz 1659) 686 .

3.7.2.3. Eşkıyanın Mallarının Mirî İçin Satılması

Devlet tarafından ele geçirilerek öldürülen eşkıyanın mahsul ve geride kalan eşyalarının mirî için alınması ile ilgili olarak ara ştırma yapılmı ş ve tespit edilen mal varlıklarıne devlet tarafından el konulmu ştur. İsyan eden Abaza’ya ba ğlı e şkıyanın mal

684 K ŞS 70, 59/150. Öldürülen Boyacı Ahmed’in, Camikebir Mahallesi sâkinlerinden oldu ğu anla şılıyor. Onun mallarını mirî için satmaya memur Mustafa A ğa b. Hüseyin; Boyacı Ahmed’in; aynı mahalledeki evini, Gürle Nahiyesi’ndeki ba ğını, Salur ve Horsana köyündeki çiftliklerdeki hayvanlar, ziraat aletlerini, evlerini vs. e şyasını müzayede ile 161.500 akçeye, es-Seyyid Abdulhay Efendi ibn-i es-Seyyid Abdurrahim Efendi’ye satmı ştır. K ŞS 70, 61/155. (Zilkade 1069/Temmuz-Ağustos 1659). Malları satın alan Abdulhay Efendi de Camikebir’dendir. Bk. K ŞS 70, 62/156. (26 Zilkade 1069/15 A ğustos 1659) Öldürülen Boyacı Ahmed’in yukarıdakilerden ba şka; Şah Bali v. İbad adlı zimmîye, memur olan Mustafa tarafından 40 esedi kuru şa satılan evi de bulunmaktadır. K ŞS 70, 63/160. (25 Zilkade 1069/14 A ğusots 1659) 685 K ŞS 70, 177/351-2. 686 K ŞS 70, 166/380. Konuyla ilgili, Kayseri sancak beyine gönderilen Evâil-i Şevval 1069/22 Haziran-1 Temmuz 1659 tarihli ferman için bk. K ŞS 70, 165/379. Osmanlı şehirlerindeki kalelerin i şlevlerinden biri de hapishane olarak kullanılması olmu ştur. Birtakım suçlar sebebiyle tutuklananlar veya isyan edenler, cezalarını kaledeki hapishanede çekmekteydiler. Kayseri Kalesi de söz konusu tarihlerde hapishane işlevini yerine getimekteydi. Bk. Selçuk, s. 28. 183 varlıkları tefti ş edilerek, satılması için ferman çıkarıldı ğı anla şılmaktadır. Mesela; isyan üzere olup hezimete u ğratılan Abaza eşkıyasının mallarını satmak için müba şir tayin edilen Mustafa Çelebi mahkemede, Mahmud b. Ali Bey’in eni ştesi olan Mehmed b. Rıza Mehmed’in Abaza eşkıyasından olup Mahmud’da eni ştesine ait bir şey bulunamadı ğını belirterek, bu hususa dair Mahmud’a yemin teklif edilmesini istemi ştir. Mahmud, kendisinde Mehmed’e ait mal olmadı ğına dair yemin etmi ş, Müslümanlardan bazıları da buna şahitlik edince durum Mustafa Çelebi’nin talebiyle sicile kaydedilmi ştir 687 . Eşkıyanın geride bıraktı ğı malların tefti ş ve satı şına memur olan Mustafa Çelebi, Kayseri’de e şkıyaya katılan Şeyh Abdurrahim’in karısı Ay şe Hatun ibn-i Hacı İsa’da kocasına ait mallar olması ihtimaline dayanarak kadının sorgulanmasını talep etmi ştir. Kadın cevabında; kocasının bütün mallarının yağma ve talan olundu ğu hiçbir şeyinin kalmadı ğını, ancak bu konuda baskıya maruz kalmamak için babası malından bir şeyler tedarik ederek mirîye verece ğini söylemi ştir 688 . Celâlilerden olup ele geçirilerek öldürülen e şkıya arasında, Gesi köyünden olan Kör Hüseyin de yer almaktadır. Celâli Abaza Hasan’a tabi olup öldürülen ve firar edenlerin mallarının mirî için satılmasına memur olan, kapıcıba şılardan Yusuf A ğa mahkemede; şakinin köydeki mal varlı ğının sûk-i sultanîde 689 müzayede ile satı şa çıkarıldıktan sonra, aynı köydeki o ğullarına 11.200 akçeye satıldı ğını ifade etmi ştir (15 Zilkade 1069/4 A ğustos 1659) 690 . Firar eden veya öldürülen e şkıyanın mallarını mirî için satmakla görevli Yusuf Ağa’nın vekili ise, Halil Bey b. İshak’tır. Halil Bey mahkemede, Darsiyak köyünden iken Celâli Abaza Hasan cemiyetine varıp firar eden İbrahim adlı şakinin mallarının duyurularak müzayede ile e şkıyanın karısı Hatun bt. Kocabey ve kızı Fahriye adlı kadınların vekili olan, Hatun’un karde şi Seyyid Mehmed Bey aracılı ğıyla 8.000 akçeye

687 K ŞS 25/1, 5/26. 688 Ay şe Hatun’un cevabı aynen şu cümlelerledir: “Şeyhin cümle emval ve erzakı ya ğma ve talan olundu, bir nesnesi yoktur, nihayet rencide olmamak için babam malından bir nesne tedarik edip, mirîye teslim olunsun, nefsimi tahlis edeyim, meram bilarz taciz olunmasın, rencide etmesinler.” KŞS 25/1, 8/38. Kayseri kadı sicillerinde özellikle de 1069 yılına ait 70 numaralı defterde, Celâlilerden olup devlet tarafından katledilerek veya firar ederek kaybolanların mallarının mirî için tahsili hakkında epeyce belge bulunmaktadır. 689 Sûk kelimesi Arapça’da çar şı, pazar, alım satım yeri anlamlarına gelmektedir. Sûk-i sultanî ile de mezat yeri ifade edilmekteydi. Ferit Devellio ğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat , 12. Baskı, Aydın Kitabevi Yay., Ankara 1995, s. 962. 690 K ŞS 70, 48/126. 184 satıldı ğını 691 ve mebla ğı kadınlardan devlet adına tahsil etti ğini ifade etmi ştir (18 Zilkade 1069/7 A ğustos 1659) 692 . Celâli Hasan cemiyetine varıp sonra da firar eden yeniçeri taifesinin mülklerinin mirî için satılmasına emr-i şerif ve a ğa mektubu ile müba şir tayin edilen yeniçeri çavu şu Bekir Çavu ş mahkemede; Bozatlı Mahallesi’nden iken Celâlilere katılıp firar eden Çakırzâde Ahmed Be şe’nin mahallede bulunan ve sınırları bilinen evini satı şa çıkarmak için, hanımı Ballı Kadın bt. Ahmed’den istedi ğinde kadının buna engel oldu ğunu söyleyerek, sorgulanmasını istemi ştir. Ballı kadın ise cevabında; evin arsasının kocası Ahmed Be şe’ye ait oldu ğu ancak kendisinin 30 esedi kuru şa kocasından satın alarak yeniden tamir ettirdi ğini, kocasının alakası olmadı ğını söylemi ştir. Ballı kadın inkâr edince, kendisinden delil talep edilmi ştir. 6 Müslüman kadının durumuna şahitlik edince, Bekir Çavu ş’un kadına müdahale etmemesine karar verilmi ştir (Evâsıt-ı Zilkade 1069/30 Temmuz-9 A ğustos 1659) 693 . Şakilerin e şyaları satılırken daha ziyade, aile fertlerinden karısı, o ğlu veya kızına satı şı yapılmı ş; fakat akraba olmayan ki şilere de satıldı ğı olmu ştur. Mesela; eşyaları satılan şakiler arasında; Kayseri sâkinlerinden olup firar eden Çukurluo ğlu Mehmed’in e şyaları Halil Bey tarafından müzayede ile Ali, Ahmed ve Mahmud adlı şahıslara, 1.500 akçeye satılmı ş694 ; Kayseri sâkinlerinden olup firar eden Hacı Abdünnebi adlı şakinin mülkleri müzayede ile Halil Bey tarafından 16.000 akçeye, Seyyid Abdulgaffar Çelebi b. Seyyid Hacı Sefer’e satılmı ş695 ; yine Kayseri sâkinlerinden olan ve firar eden Hacı Mehmed o ğlu Şaban adlı şakinin malları Ömer ve Osman’a 4.000 akçeye satılmı ş696 ; firar eden Macido ğlu Halil adlı şakinin, Hisayunlu Mahallesi’ndeki sınırları bilinen evi, Halil Bey tarafından 12.800 akçeye Mustafa Bey ibn-i Musa’ya satılmı ş697 ; firar eden Hacı Seyyid Abdurrahim’in Kapan Mahallesi’ndeki sınırları bilinen evi, Ay şe bt. Mustafa adlı kadına, 500 esedi kuru şa Halil Bey tarafından satılmı ş698 ; firar eden Kara Said adlı şakinin malları, Halil Bey tarafından şakinin o ğlu Şaban ve kızları Hatice, Cennet ve Nesli’ye 12.800 akçeye satılmı ş699 ; firar eden

691 Bu durum, “Ziyade ile tâlib-i ahar olmama ğın” şeklinde ifade edilmektedir. 692 K ŞS 70, 51/129-1. 693 K ŞS 70, 52/133; K ŞS 70, 53/135. (Evâsıt-ı Zilkade 1069/30 Temmuz-9 A ğustos 1659) 694 K ŞS 70, 52/132. (18 Zilkade 1069/7 A ğustos 1659) 695 K ŞS 70, 53/134. (18 Zilkade 1069/7 A ğustos 1659) 696 K ŞS 70, 56/140. (18 Zilkade 1069/7 A ğustos 1659) 697 K ŞS 70, 56/141. (20 Zilkade 1069/9 A ğustos 1659) 698 K ŞS 70, 57/144. (20 Zilkade 1069/9 A ğustos 1659) 699 K ŞS 70, 60/153. 185

Hasbek Mahallesi’nden Ahmed’in aynı mahalledeki evi, Elagöz köyündeki çiftli ği, içindeki hayvanlar ve a ğaçları ile birlikte Rabia bt. Hacı Ahmed’e, Yusuf Ağa tarafından 92.000 akçeye satılmı ş700 ; öldürülen Sefer adlı şakinin malları ve tarlaları Yusuf A ğa tarafından, Hacı Mustafa’ya 8.000 akçeye satılmı ş701 ; Huand Mahallesi’nden Kadri adlı şakinin aynı mahalledeki evi, Horsana köyündeki çiftli ği ve bütün e şyaları Yusuf A ğa tarafından, birkaç ki şiye 38.000 akçeye satılmı ştır 702 . Kapıcıba şlarından Yusuf’a gönderilen 16 Şevval 1069/7 Temmuz 1659 tarihli fermanda; kendisinin Karaman, Kayseri ve Ni ğde’nin köylerindeki Celâli e şkıyasının mallarının devlet için satılmasına memur oldu ğu ifade edilmektedir. Celâli Abaza Hasan’a tabi olup öldürülen ve firar üzere olanların mirî için alınan mallarının ayrı ayrı kaydedilip mühürlenerek, alınan e şyalardan nakli mümkün olmayanlarının müzayede ile de ğerinde satılarak hasıl olan akçelerin keselenip, nakli mümkün olan mallarla birlikte orduya ula ştırılması; kendi hâlinde olup Celâliden olmayanların e şyalarına müdahale edilmemesi emredilmektedir 703 . Celâlilere katılanlar arasında yeniçerilerin de oldu ğunu görmekteyiz. Celâlilere katılan yeniçerilerin emvalleri de devlet adına zaptedilmi ştir. Mesela; Kayseri kadısı ve yeniçeri serdarına gönderilen fermandaki; “…Bundan akdem katlolunan Celâli Abaza Hasan’ın refiklerinden olup nefs-i Kayseriyye ve tevabilerinde olan yeniçerilerin…” ifadesinden yeniçerilerinde Celâli hareketine katıldı ğını anlıyoruz. Fermanla müba şir tayin edilen Yusuf marifetiyle alınan yeniçerilere ait malların teslimi için yeniçeri çavu şlarından Be şir’in tayin edildi ği, şakilerin alınan mallarının müfredat defteriyle birlikte merkeze teslimi için de yeniçeri a ğası Mustafa A ğa tarafından mühürlü mektup

700 K ŞS 70, 94/230. (Evâil-i Zilhicce 1069/20-29 A ğustos 1659) 701 K ŞS 70, 95/231. (Evâil-i Zilhicce 1069/20-29 A ğustos 1659) 702 K ŞS 70, 95/232. (Evâsıt-ı Zilhicce 1069/8-18 Eylül 1659) Müteakip kayıtlarda, kapıcıba şılardan Yusuf Ağa’nın vekili Ahmed Bey ibn-i Ebubekir’in, şakilerin mallarının satı şı için memur oldu ğu görülmektedir. Bk. K ŞS 70, 60/152. (24 Zilkade 1069/13 A ğustos 1659) 703 K ŞS 70, 167/382. Müteakip kayıt da aynı konuyla ilgili olup, kapıcıba şı Yusuf A ğa’nın bu i ş için emr- i şerifle tayin edildi ği, bu mektubun yazılarak gönderildi ği ifade edilmi ştir. K ŞS 70, 167/383. (25 Şevval 1069/16 Temmuz 1659) E şkıyanın mallarını devlet adına satmakla görevli olan memurların şahıslara haksız yere müdahale etti ğine dair 14 Zilkade 1069/3 A ğustos 1659 tarihli bir davada; Hacı Arap Mahallesi’nden iken Celallilere katılıp firar eden Hacı Burak Be şe’nin karısı Emine bt. Abdünnebi adlı kadın, firar edenlerin mallarını satmaya memur olan Bekir Çavu ş’tan davacı olmu ştur. Davasının gerekçesi; aynı mahalledeki sınırları bilinen ev kendi elindeki hüccet gere ğince mülkü iken, kocasının mülküdür denilerek evin Bekir Çavu ş tarafından satılmak istenmesidir. Çavu şun sorgulanmasını isteyen kadın, elindeki Şaban 1061/Temmuz-Ağustos 1651 tarihli hücceti mahkemeye sunmu ş, Bekir Çavu ş bu hücceti inkâr edince, Emine’den beyyine talep edilmi ş, 2 Müslüman da buna şahitlik edince, Bekir Çavu ş’un kadının evine müdahale etmemesine karar verilmiştir. K ŞS 70, 59/148. 186 verildi ği; emir ve mektuba göre hareket edilmesi gerekti ği söylenmektedir (26 Şevval 1069/17 Temmuz 1659) 704 . Celâlilere katılan ve bütün malları mirî için zaptedilen şakiler arasında; Burunsuz Hüseyin A ğa ve Saçlı Sefero ğlu adlı şahıslar da yer almaktadır. Bunların mallarını zaptetmek için emr-i şerif ile, Mehmed A ğa tayin edilmi ştir 705 . Bu konuyla ilgili olarak Kayseri sanca ğındaki kadılara hitaben gönderilen 10 Şevval 1069/1 Temmuz 1659 tarihli fermanda; daha önce Anadolu vilayetinde zuhur etti ği belirtilen Celâli Abaza Hasan ve yanında Celâlilik üzere olup öldürülenlerle firar üzere olanların hepsinin mallarının mirî tarafından alınmasının emredildi ği; Kayseri’de sâkin Burunsuz Hüseyin ile Saçlı Sefero ğlu adlı şahısların da Celâli’nin yanında oldu ğundan bahsedilerek, bunlara ait mallardan nakli mümkün olmayanların satılarak hasıl olan akçeler, ba şkası zimmetindeki akçeleri ve nakli mümkün e şyalarının müba şir ile birlikte orduya ula ştırılması emredilmektedir 706 . Eşkıyanın satılan malları listeler hâlinde şer’iye sicillerine kaydedilmi ştir. Mesela; Kayseri’de Dadır Mahallesi sâkinlerinden olup Celâli Abaza Hasan cemaatine vardı ğı için öldürülen Kethüdayeri Yusuf adlı şakinin malları, kapıcıba şı Yusuf A ğa’nın müba şirli ğinde kaydedilerek, karısı Esma bt. Malkoç adlı kadına satılmı ş, satılan bu mallar bir liste hâlinde kaydedilmi ştir (Evâsıt-ı Zilkade 1069/30 Temmuz-9 A ğustos 1659) 707 . Darsiyak köyü sâkinlerinden olup Celâlilerden oldu ğu belirtilen İbrahim adlı şakinin e şyasını, Yusuf A ğa’nın mirî için sattı ğı belirtilerek, e şyaların ismi, adedi ve kıymeti listelenmi ştir. Bunların kime satıldı ğı kaydedilmemi ştir. Kullanılan e şyalar ve bunların devlet adına satı şı esnasındaki kıymetleri açısından bir fikir vermesi için, eşyaların listesi Tablo 3.5’te verilmi ştir 708 :

704 K ŞS 70, 173/391. Kayseri’deki yeniçeri serdarına hitaben gönderilen mektupta da aynı konuya temas edilerek, Celâlilerden olan bazı yeniçerilerin mallarının yeniçeri beytülmalına ait oldu ğu ifade edilmi ştir. Mektupta, Celâli Abaza Hasan’dan “maktul reis-i e şkıya olan Abaza Hasan” şeklinde bahsedilmektedir. Bk. K ŞS 70, 173/392. (26 Şevval 1069/17 Temmuz 1659) 705 Gönderilen mektup için bk. K ŞS 70, 178/402. (8 Zilkade 1069/28 Temmuz 1659) 706 K ŞS 70, 179/404. 707 K ŞS 70 N9K ŞS, 188/419. Satılan e şyalar arasında; aynı mahallede ev hissesi, Şehreküstü Mahallesi’nde ev, Akyazı Nahiyesi’nde harabe ba ğ, Şahin isminde bir köle; sahan, tencere, le ğen, kazan, sini, kilim, yorgan, yastık, gü ğüm, ıbrık, tabanca, tüfek, inek, öküz, camız, topal kısrak vs. bulunmaktadır. Mallarının kıymeti ise toplam olarak 10.000 akçedir. 708 K ŞS 70, 189/421. 187

Tablo 3.5. Şaki İbrahim’in Mirî İçin Satılan E şyalarının Listesi Sıra Eşyanın İsmi Adedi Kıymeti Numarası (akçe)

1 Fevkani oda, tahtani ahır - 1.200 2 Harabe ba ğ 1 1.400 3 Ba ğçe 1 1.500 4 Tarla (Talas köyünde) 2 800 5 Yonca tarlası (Köprüaltı’nda) 1 1.000 6 Öküz 3 500 7 Ayaksız sahan 6 300 8 Tencere 2 150 10 Tabak 1 20 11 Le ğen ve ıbrık 1 180 12 Köhne dö şek 1 50 13 Köhne yemeni yorgan 2 150 14 Köhne yastık 2 50 Toplam 8.000 akçe

Celâlilere katılıp da öldürülenlerin daha önce alınan e şyalarından çadır vs. gibi bazı e şyaların İstanbul’a gönderilmesi için ferman yazılmı ştır. Mesela; Karaman defterdarına ve Konya kadısına gönderilen 9 Ramazan 1078/22 Şubat 1668 tarihli fermanla; bundan önce öldürülen Abaza Celâli Hasan’ın tabilerinden olup öldürülenlerin mallarından muhafaza edilmekte olan çadır ve dö şemelerden kullanımı mümkün olanların devlet merkezine getirilmesi için müfredat defterine göre mekkârilere yüklenerek, defteri ile birlikte müba şire verilmesi ve acilen merkeze ula ştırılarak mehterhaneye teslim ettirilmesi, mekkâri ücretinin ise defterdar tarafından eyaletin mukataasından ödenmesi emredilmi ştir 709 . Celâli Hasan’a tabi olan Salaro ğlu Mustafa Pa şa’nın 10 sene önce Kayseri sâkinlerinden merhum Çerkez Ali Ağa’nın evinde emanet koydu ğu çerge ve çadırların mirî tarafından alınması için, Karaman defterdarı Ali Pa şa’ya hitaben emr-i şerif gönderildi ğinden bahsedilmekte; adı geçen e şyaların isimleri ile kaydedilerek

709 K ŞS 78/3, 217/331. 188 mehterlerden Mehmed, Muslu Bey ve defterdarın adamlarından Abdulkadir Bey’e teslim edildi ği belirtilmektedir 710 . Kayseri ahalisinden olup, Celâlilere tabi olarak katledilmesi emredilen şahıslardan biri de Kalaycızâde Murtaza’dır. Onun mallarını mirî için almakla görevli ki şi, kapıcıba şılardan Yusuf A ğa’dır 711 . Yenice Mahallesi’nden iken daha önce vefat eden Kalaycızâde Mehmed A ğa’nın büyük o ğlu Murtaza’nın Celâli’ye tabi olup firar etti ğini ö ğrenmekteyiz. Onun malları kapıcıba şlarından Yusuf Ağa tarafından mirî için talep edildi ğinde kız karde şi Ay şe ile ortak oldukları miras hissesinden Murtaza’ya ait 2.167 kuru şluk hissenin mirî için alındı ğı anla şılmaktadır (14 Zilkade 1069/3 A ğustos 1659) 712 . Celâlilere katılarak firar eden şahıslar arasında bir zimmî de bulunmaktadır. Kayseri’de Selaldı Mahallesi’nden iken Celâlilere katılıp firar eden Aynehan o ğlu Murad adlı şakinin malları kapıcıba şı Yusuf A ğa’nın müba şeretiyle, müzayede ile satılmı ştır 713 .

3.7.3. Sarıca Taifesinin Kayseri’deki E şkıyalık Hareketleri

Kayseri’de e şkıyalık olaylarına karı şanlar arasında sarıca taifesi veya sarıca eşkıyası olarak ifade edilen şahıslar da bulunuyordu. Konuyla ilgili 22 Cemaziyelevvel 1062/1 Mayıs 1652 tarihli bir belgede; Erkilet köyünden bazı Müslüman ve gayrimüslimler; 6 sarıca eşkıyasının bir gün önce köylerine gelip kendilerine zulmettiklerinden ba şka, içlerinden birinin Ferhad v. Arzman adlı zimmîyi balta ile yaraladıklarını, köy halkı sarıca e şkıyasının durdurulması için mutasarrıfa ba şvurduklarında, mutasarrıfın sarıca taifesini durdurmadı ğı gibi kendilerini darp

710 K ŞS 78/3, 218-219/332. 711 K ŞS 70, 94/229. (29 Zilhicce 1069/17 Eylül 1659) Adı geçen Murtaza’nın babasının Yenice Mahallesi’nden iken vefat eden Kalaycızâde Mehmed, kızkarde şinin ise Ay şe oldu ğu kayıtlıdır. Belge, Mehmed’in mirası ile alakalıdır. K ŞS 70, 99/241. (Evâsıt-ı Zilhicce 1069/29 A ğustos-8 Eylül 1659) 712 K ŞS 70, 48-49/128. Yusuf A ğa tarafından mirî için şaki Murtaza’nın satılan malları arasında yer alan ve toplamda 68.000 akçe de ğerindeki mallar; Yenice Mahallesi’nde Murtaza’nın oturdu ğu ev ve aynı yerde bir ba şka ev; Bakkalba şı’nda dükkânlar, Bezzazistan yakınında bazı dükkânlar, Uzunçar şı’da dükkân hissesi, Yuvalı ve Bayramhacılı köyünde malikâne hissesi, Ambarviran’da tarlalar, Erkilet köyünde ba ğlar ve evler, Sarımsaklı köyünde de ğirmen olmak üzere, Faki bt. İbrahim adlı kadına, vekili olan Ali Çavu ş b. Hasan Be şe aracılı ğıyla satılmı ştır. K ŞS 70, 100/242. (Evâsıt-ı Zilhicce 1069/29 Ağustos-8 Eylül 1659) Yine Murtaza’ya ait olan çe şitli yerlerdeki malikâne hissesi, tarlalar, bahçe olmak üzere toplam 144.000 akçe de ğerindeki mülkleri satılmı ş ve mirî için tahsil edilmi ştir. K ŞS 70, 102/246. (Evâsıt-ı Zilhicce 1069/29 A ğustos-8 Eylül 1659) 713 K ŞS 70, 137/323. (Evâsıt-ı Zilkade 1069/30 Temmuz-9 Ağustos 1659) Murad’ın satılan malları liste hâlinde verilmi ştir. Buna göre; Selaldı Mahallesi’nde oturdu ğu ev, Köyyıkan ve Aydo ğdu Mahallelerinde birer ev; Merkeb Meydanı’nda ba ğ, ev e şyaları (sahan, tencere, le ğen, köhne kilim, köhne perde vs.) ve bazı şahıslar zimmetindeki akçelerinin toplam de ğeri 45.440 akçedir. 189 etti ğini söyleyerek, Ferhad’ın mahkemeye gelmeye gücü olmadı ğından araba ile mahkeme kapısına getirilerek darp edildi ğinin ke şf olunmasını istemi şlerdir. Bakıldı ğında Ferhad’ın yaralandı ğı görülmü ş ve durumu tespit edilmi ştir 714 . Sarıca e şkıyasının ahaliye verdi ği zararların önlenmesi amacıyla devlet merkezi tarafından emirler gönderilmi ştir. Yanlarında sarıca e şkıyası istihdam eden memurlar oldu ğunun duyulması üzerine gönderilen fermanlar ile; sarıca e şkıyasından olanların hizmette istihdam edilmemesi için görevlilere tenbih edilmi ştir. Mesela; Karaman beylerbeyi Şaban’a gönderilen Evâsıt-ı Şaban 1065/15-25 Haziran 1655 tarihli fermanda; beylerbeyiler ve sancak beylerinin bir süredir yanlarında saruca adında e şkıya istihdam ederek fakir halka zulmettikleri ve bunların yeniçerilerin i şlerine karı şıp, üzerlerine müba şir adıyla gelip kanuna aykırı olarak müdahale ettiklerinin duyuldu ğu ifade edilmektedir. Bu duyumlar üzerine gönderilen fermanda; “...mezbur beylerbeyiler ve sancak beyiler, sarıca namında bir ferdi istihdam etmeyip, o makule sarıca namında olanlar varıp her biri kadîmi yerlerinde çift ve çubu ğu ile mukayyed olup kendi hâllerinde olmak babında ferman-ı ali şanım sadır olmu ştur … yanında ne miktar sarıca namında hizmetkârın var ise cümlesin reddedip, bir daha sarıca namında bir ferdi istihdam etmeyip ve her birine muhkem tenbih ve te’kid eyleyesin ki sarıca namını üzerlerinden gönderip varıp çift ve çubukların görüp kendi hâllerinde sair reaya ile raiyyetliklerinde olalar…” denilerek, bunun için gerekli tedbirlerin alınması emredilmi ştir 715 . Şer’iye sicillerinde “sarıca tabir olunan kat’-ı tarik e şkıyası” olarak bahsedilen sarıca e şkıyasından bazı ki şilerden, Kayseri’de sâkin ve sipahiler zümresinden olan Abdüsselam A ğa ibn-i Hacı Ferhat davacı olmu ştur. Kendisinin, Köstere Nahiyesi’ne ba ğlı Harmancı adlı menzilde o ğlu ve hizmetkârları ile çadırlarında iken 23 eşkıya ile çadırını basıp bir hizmetkârını katledip, erzaklarını ve 13 atını alarak kaçtıklarında, kendisinin de atlarını almak için arkalarından gitti ğini, aralarında çatı şma çıktı ğını ancak eşkıyanın atlarını alarak kaçtıklarını söylemi ş ve eşkıyaların sorgulanmasını istemi ştir. Sarıca Ali b. Mehmed ve di ğerleri cevabında; yaptıklarını

714 K ŞS 59, 20/53. 715 K ŞS 60/2, 175/540-1. Eyaletlerdeki e şkıyalık hareketleri içerisinde de ğerlendirilebilecek gruplar arasında kapıkulları, sekban ve levendlerin kanunsuz faaliyetleri yer almaktaydı. “Sarıca-sekban” tabiri, Anadolu’da ço ğalan itaatsiz askerler hakkında kullanılmı ştır. XVI. yüzyılın sonları ile XVIII. yüzyılın ortalarını kapsayan tarihlerde Mara ş eyaletinde e şkıyalık yapan gruplar arasında yeniçeriler de yer almaktaydı. Zaman zaman yeniçeri olmadıkları hâlde yeniçerilik iddiasında bulunarak asayi şi bozanlar da ortaya çıkmaktaydı. Bk. Demirci ve Arslan, s. 9-10. 190 itiraf edince 716 , itirafları Abdüsselam’ın iste ğiyle deftere kaydedilmi ştir (Gurre-i Receb 1061/20 Haziran 1651) 717 . Kendi i şleri için Zamantı kazasına giderken kazaya tabi olan Güllüceviran köyünde 9 sarıcanın Ahmed Bey b. Hüseyin Çavu ş adlı ki şinin yolunu keserek yanında olan malına ve atına kastederler iken aralarında çıkan çarpı şma sırasında, eşkıyanın Ahmed Be şe’yi kasten tüfek ile vurup öldürdüklerini söyleyen karısı, kızları, karde şinin oğulları e şkıyadan davacı olmu şlardır. Eşkıyalar bunu inkâr etmi şler, davacılardan iddialarına uygun delil getirmeleri istenmi ş, 2 Müslüman de bu duruma şahitlik edince, söz konusu e şkıya gere ğinin yapılması için, kasaba mütesellimi olan Murad A ğa’ya teslim edilmi şlerdir (5 Şevval 1066/27 Temmuz 1656) 718 . Sarıca e şkıyası, kervan ile ba şka şehirlerden gelen kafile hâlindeki kervanlara yol üzerinde baskın yaparak, bazı şahısları yaralayıp ölümlerine sebep olmu şlardır. Mesela; Şehreküstü Mahallesi’nden Mihayil v. Karaki adlı zimmî, o ğlu Simyon’un 719 kervan kafilesiyle İstanbul’dan gelirken Muslukgedi ği adlı mevziye geldiklerinde seher vaktinde üzerlerine yol kesici e şkıyasının geldi ğini, kafile ahalisi ile aralarında çıkan çatı şmada o ğlu Simyon’un ba şının sa ğ tarafından ok ile vurulup evine geldi ği gün öldü ğünü bildirmi ştir (15 Şaban 1061/3 A ğustos 1651) 720 . Seydiyargazi Mahallesi’nden olup ba şka bir şehirde ticaretle me şgul olan Mustafa Bey ibn-i Daver Bey de kervan ile İzmir’den gelirken yollarına inen sarıca e şkıyası tarafından öldürülmü ştür (Gurre-i Zilkade 1066/21 A ğustos 1656) 721 .

3.7.4. Türkmen Taifelerinin Kayseri’deki Eşkıyalık Hareketleri

Osmanlı toplumunu olu şturan önemli kısımlardan birini olu şturan a şiretlerin ço ğu, yarı göçebe hayatı ya şadıklarından “konargöçer” olarak adlandırılmı şlardır.

716 Sarıca e şkıyasının “… Bu ana gelinceye de ğin kat-ı tarik ve ahz u mal ve katl-i nefs ederdik.” şeklinde itirafta bulundukları yazılıdır. 717 K ŞS 61/1, 49/154. 718 K ŞS 65, 24/66. XVI. yüzyılda tüfe ğin devlet eliyle imali ve kullanımı artarken, patlak veren isyan hareketleriyle tüfek asilerin ellerine de geçmi ş bulunuyordu. Tüfe ğin reaya eline geçmesiyle, di ğer silahlara olan üstünlü ğünden dolayı, devlet bu konuda tedbir almakta gecikmedi. Devlet önceleri, vilayet ve sancak merkezlerine gönderdi ği fermanlarla, sınırlar dâhilinde reayanın tüfek taşımasını kesin surette yasaklıyordu. Müteakip devirlerde, özellikle XVI. yüzyılın sonları ve XVII. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da tüfe ğin iyice yaygınla şması, devleti ba şka tedbirler almaya sevketti. Yayınlanan fermanlarda ve tefti ş emirlerinde özellikle tüfe ğin üzerinde duruldu ğu görülmektedir. Bk. İlgürel, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, s. 301-302. 719 Belgede Simyon’dan “emred” olarak bahsedilmesi, onun çocuk ya şta oldu ğunu ifade etmektedir. 720 K ŞS 61/2, 84/274. 721 K ŞS 65, 42/119. Belgenin orijinal metni ve tercümesi için bk. Ek-15. K ŞS 65, 42/120. 191

Genellikle hayvancılıkla u ğra şan bu a şiretler; kı şın, konar hâle gelecekleri zamanlarda, genellikle çadırlarını şehir ve kasabalar yakınındaki eski iskân merkezlerinin bulundu ğu alanlarda kurarlar, yazın ise otlakların bulundu ğu daha serin yerlere göçerlerdi. Konargöçerlerin bu hayat tarzı, göçebe hayat ya şayan di ğer a şiretlerden farklılıklar göstermekteydi. Devlet bu a şiretleri ba şıbo ş bırakmamı ş; boy beyi, kethüda, voyvoda, naip gibi göreviler tayin etmi ştir 722 . Osmanlı Devleti’nde sekban, sarıca ve levendlerden ba şka, e şkıyalı ğın bir ba şka insan kayna ğını da a şiretler te şkil etmi ştir. XVII. yüzyılın ikinci yarısında, iskânı bir türlü mümkün olmayan “göçer” a şiretler de hükûmeti me şgul eden ba şlıca sorunlardan biri olarak görülmektedir. Devlet bir taraftan sava şırken, di ğer taraftan da aşiretlerle u ğra şmak zorunda kalmı ştır 723 . Şer’iye sicillerinde Türkmen taifesinin cemaatleri arasındaki e şkıyalık hareketlerine dair kayıtlar bulunmaktadır. Mesela; Türkmen taifesinin Eymür cemaatinden Kalender b. Hüsnü, Pehlivanlı cemaatinden olan di ğer Kalender b. Ebiderda adlı şahıstan davacı olmu ştur. Daha önce 3 Zilhicce 1060/27 Kasım 1650 tarihinde Arabistan vilayetinde Hama şehri ile Seleme kasabası arasında kabilesi ile sâkin olurken, cemaatin atlıları ile birlikte üzerlerine gelip mallarını ya ğma ve talan ettiklerinde, kendisinin 12 devesini alıp kaçtıklarını söyleyerek sorgulanmalarını talep etmi ştir. Di ğeri ise cevabında atlılar ile üzerlerine vardıklarını kabul etmi ş ancak develerini aldı ğını inkâr etmi ştir. Kalender’den delil istenmi ş, şahitler de onu do ğrulayınca, di ğerinin zararı ödemesi için tenbih edilmi ştir (8 Receb 1061/27 Haziran 1651) 724 . Eymür cemaatinin kethüdaları olup öldürülen Asef b. Ali’nin küçük o ğlu Mehmed’in vasisi olan Seyfi b. Mustafa, yukarıdaki davada adı geçen Kalender’den davacı olmu ştur. Söz konusu tarihte ve yerde Pehlivanlı cemaati ile birlikte ve 800 silahlı atlı ile evlerini basan Kalender’in, Asef’in bindi ği kısra ğı ve Asef’i mızrakla arkasından vurarak öldürdü ğünü söyleyerek sorgulanmasını istemi ştir. Kalender ise cevabında, cemaat ile birlikte ya ğma ve talan etti ğini kabul etmi ş, ancak Asef’i öldürmedi ğini söylemi ştir. İddiacıdan delil istendi ğinde, şahitler onu do ğrulamı şlar ve durum sicile kaydedilmi ştir (8 Receb 1061/27 Haziran 1651) 725 .

722 Üner, s. 30. 723 Üner, s. 106. 724 K ŞS 61/1, 52/161. 725 K ŞS 61/1, 52/162. 192

Türkmen taifesi cemaatlerinden olan birkaç şakinin ele geçirilmesi emredildi ği hâlde cemaatin, eşkıyaların tedibine muhalefet ettikleri görülmektedir. Vilayetteki kadılar, mütesellimler ve voyvodalarına hitap edilen 7 Cemaziyelâhir 1079/12 Kasım 1668 tarihli belgede; Bozulus Türkmeninden birkaç şakinin ele geçirilmesi için ferman gönderildi ği hâlde, bunları eleverme konusunda cemaatin muhalefet ederek, civardaki mahalleri korumadıklarının voyvoda ve kadı tarafından bildirildi ği, bu şakiler hangi kazaya gelirlerse zâbitler marifetiyle ele geçirilerek huzura getirilmesi için buyruldu yazıldı ğı ve Ebubekir A ğa’nın müba şir tayin edilerk bölgeye gönderildi ği bildirilmektedir 726 . Türkmen taifesinden olan a şiretlerin e şkıyalık hareketleri kar şısında alınacak tedbirler için yazılan fermanların yanı sıra, e şkıya tefti şine memur olan görevliler tarafından da buyruldular gönderilmi ştir. Mesela; Kayseri sanca ğı idarecilerine gönderilen 4 Muharrem 1100/29 Ekim 1688 tarihli buyrulduda; Türkmen e şkıyasının isyan hareketlerinin artması sebebiyle haklarından gelinmesinin gerekli oldu ğu, ağalardan birinin gönderildi ği söylenerek, bunun için gerek halktan gerekse askerîden silah kullanan kim varsa gelip Kır şehir menzilinde olmaları istenmektedir 727 .

3.7.5. Kayseri’deki Di ğer E şkıyalık Hareketleri

İsyan ederek ahaliye ve devlete zarar veren e şkıya arasında, belgelerde ismi zikredilen Kürt Mehmed de vardır. İsyan eden Kürt Mehmed’in tedibi için gerekli tedbirlerin alınması istenmi ştir. Yanındaki 2.000 kadar sarıca ve sekban e şkıyası ile birlikte, kale ve şehri muhasara ederek, asker ve sairden 50’den fazla günahsız Müslümanı katlederek kalede bulunan malları gaspetti ği, ahalinin ev ve harmanlarını yaktı ğından bahsedilmektedir (3 Şevval 1061/19 Eylül 1651)728 . Kayseri’deki yeniçeri taifesinden bazı şahıslar mahkemede, daha önce isyan etti ğinden hakkından gelinmesi için ferman gönderilen Kürt Mehmed’in, yeniçeri taifesi ile di ğer Müslüman ve

726 K ŞS 78/3, 283-284/661. 727 K ŞS 96, 76/203. Ürgüp ve Kayseri sanca ğındaki kadılara, Hacı Bekta ş kadısına, Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen 15 Safer 1100/9 Aralık 1688 tarihli buyruldu ile; Türkmen taifesinin isyan ettiği, adı verilen bazı şakilerin havalarına tabi e şkıya ile firar ederek kimin kazasına gelirlerse, tüfekli olan vilayet ahalisi ile üzerlerine varılarak ele geçirilmeleri istenmi ştir. K ŞS 96, 79/209. 728 K ŞS 61/2, 101-102/329. Kürt Mehmed adlı ki şi, Kayseri’ye gelerek Kayseri Kalesi’ni 50 gün boyunca ku şatma altında tutmu ştur. Kalede bulunan idari ve askerî görevliler ile halktan bazıları kendilerini koruyabilmi ş, ancak kale dı şındaki yerle şim yerlerindeki ki şiler can ve mallarını koruma konusunda sıkıntı çekmi şlerdir. Kayseri halkı, bir yandan bu türden şekâvet olayları ile mücadele ederken, bir yandan da devam eden Girit ve Lehistan seferlerinde gerekli insan gücünü ve seferlerin maddi yükünü kar şılamak durumunda kalmı ştı. Bk. Selçuk, s. 5; K ŞS 66; K ŞS 70. 193 gayrimüslimlere zarar verdi ğini, kendilerini korumak için verdikleri 750 riyalî kuru şun yeniçeri taifenin borcu oldu ğunu ve ödenmesi konusunda taifeden şehirde oturan birkaç ki şinin vekil tayin edildi ğini belirtmi şlerdir (Evail-i Şevval 1061/17-27 Eylül 1651) 729 . Kürt ve levent taifesinden olup yol kesen ve e şyaları gasp etti ği duyulan 7 eşkıyadan 4’ünün kaçtı ğını mahkemede ifade eden mütesellim Osman A ğa, bunların sorgulanmasını talep etmi ştir. E şkıyalar ise cevaplarında; İslâmlı Nahiyesi’ne ba ğlı Muslukgedi ği adlı mevzide yüklü develerle gelen kâfilenin önüne geçerek iki beygir üzerindeki e şyayı gaspettikten sonra köye geldiklerinde mütesellimin adamlarının kendilerini tutukladı ğını ve 4 adamlarının kaçtı ğını itiraf etmi şlerdir (22 Cemaziyelâhir 1078/9 Aralık 1667) 730 .

3.7.6. Eşkıyadan Kaçarak Köylerini Terkeden Ahali

Naîma Tarihi’nde “Ahval-i sürgün ve tahrir der-İstanbul” ba şlı ğında; Kayseri vs. Anadolu etrafında olan köylerin erbabının Celâli istilası zamanında peri şan olup, padi şah Revan seferine gitti ğinde o havaliyi hali ve harabe görüp sual etti ğinde Celâlilerden dolayı peri şan oldu ğunu, ço ğunun İstanbul’a gidip orada oturduklarını haber vermeleriyle, 40 senedir terk-i vatan eden reayanın eski yerlerine döndürülmesi için Bayram Pa şa’ya hüküm gönderildi ğini, onun da Hüseyin A ğa’yı müba şir tayin ederek birkaç ay İstanbul mahallelerini tefti ş için görevlendirildi ği kayıtlıdır. Fakat bundan netice alınamadı ğı da ilave edilmektedir 731 .

729 K ŞS 61/2, 138/442. XVII. yüzyılın sonlarına ait mühimme defterinde kayıtlı, Evâhir-i Safer 1103/12- 21 Kasım 1691 tarihli hükümde; kazaya ba ğlı Yahyalı Nahiyesi ahalisinin merkeze arzhâl göndererek, Ni ğde kazası sâkinlerinden Kürt Mehmed A ğa olarak tanınan şahsın, Ni ğde’ye gelip yanına aldı ğı 40-50 kadar e şkıya ile köy köy gezip ahaliden 40-50’ şer kuru ş para, at ve katırlarını alarak zulmetti ğini, daha önceki bir tarihte kazaya gelmemesi için emr-i şerif verildi ği hâlde, zulmetmekten geri kalmadı ğını ifade ettikleri kaydedilmi ştir. Ahali, kendilerine zarar vermeye devam eden bu şahsın durdurulması için hükm-i hümayun rica etmi şlerdir. Bunun üzerine Kayseri naibi ve mütesellimine gönderilen söz konusu hüküm ile, durum arz edildi ği gibi ise şahsın ele geçirilerek Kayseri Kalesi’nde kal’abend edilmesi emredilmi ştir. BOA, MHM 102, 69/322. Belgenin orijinal metni için bk. Ek-25. E şkıyaya en sık uygulanan ceza, hapis cezasıydı. Mesela; Mara ş’taki bir hapis cezasının Mara ş Kalesi’ndeki zindanda uygulanması istenmi şti. Bu dönemde şehirlerin hapishaneleri genellikle kalelerde bulundu ğundan, hapis cezasına çarptırılanlar kalelerde tutulurdu. Kal’abendlik de hapis cezasının bir nevi uygulaması niteli ğinde olup, uzun süreli hapis cezası olarak algılanabilir. Bk. Demirci ve Arslan, s. 44. 730 K ŞS 77/1, 47/102. 731 Naîma Mustafa Efendi, C. II, s. 808-809. Celâli hareketleri, memleket içinde aralıklı olarak halkın yerlerini terk ederek göç etmelerine sebep olmu ştur. Bu göçler sonucunda çok sayıda kasaba ve köy harap olmu ştur. Uzun süren sava şların devletin mali gücünü yıpratmasının tesiriyle yeni vergilern getirilmesi ve önceki vergilerin artırılması, reayanın ekonomik olarak zayıf dü şmesine yol açmı ş, buna Celâlilerin baskısı da eklenince, halk yerlerini terk etmeye ve büyük şehirlere göç etmeye ba şlamı ştır. Bu durum kar şısında devlet, reayayı tekrar eski yerlerine yerle ştirme te şebbüsünde bulunmu ştur. Memleketlerini terk ederek İstanbul’a göçen reayaya müsaade edilmemesi için emirler verilmi ştir. Bk. Yusuf Halaço ğlu, 194

Şer’iye sicillerinde e şkıyaların verdi ği zararlar, halkın bunları devlet merkezine şikâyeti ve alınacak tedbirler ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Bu kayıtlardan anla şıldı ğına göre, eşkıya zulmünden kaçan halk özellikle de köylerdeki ahali, nefs olarak ifade edilen ve daha güvenli oldu ğu anla şılan şehir merkezlerine veya ba şka yerlere yerle şmi ştir. Mesela; Kayseri kadısına bu konuyla ilgili olarak gönderilen Evahir-i Şaban 1020/28 Ekim-6 Kasım 1611 tarihli fermanda; Abdüsselam adlı sipahinin durumunu arz ederek, berat ile mutasarrıfı oldu ğu Argıncık köyü halkından bazılarının eşkıya zulmünden kaçarak Kayseri şehir merkezinde oturduklarından, köylerinin hâli ve harabe kaldı ğını ve sefere gitmeye gücü olmadığını bildirerek, gidenlerin eski yerlerine gönderilmeleri için emr-i şerif talep etti ği belirtilmektedir. Şehre gitmesinin üzerinden 10 yıl geçen halkın kanunlar gere ği eski yerlerine gönderilmesi, 10 yıldan fazla olanların ise oturdukları yerde kalmaları emredilmiştir 732 . Yerlerini e şkıya zulmünden dolayı terkeden ahali, e şkıya tehlikesi geçip güvenlik sa ğlandı ğında bazen eski yerlerine dönmek istemi şlerdir. Bununla ilgili Kayseri kadısına gönderilen Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1020/21-31 Temmuz 1611 tarihli hükümde; Kayseri kazası ahalisi tarafından devlet merkezine durumlarının arz edilerek, daha önce zuhur eden e şkıyanın zulmünden dolayı eski yerlerinden kalkan ahalinin farklı yerlere gittikleri, ancak eski yerleri güvenli hâle geldi ğinde köylerine gelip ev, ba ğ, bahçe, de ğirmen, tarla, çayır ve harman yerlerini alıp eskiden oldu ğu şekliyle tasarruf etmek istediklerinde; sancak beyi, kadılar, müderrisler, çavu şlar, zeamet ve tımar erbabı, altıbölük halkı, yeniçeri, cebeci, topçu, mehter vs. taifeden bazı şahısların, “Sahib-i arzdan resm-i tapu ile aldık.” diyerek kendilerine engel olduklarını bildirmi şlerdir. Belgenin devamında; “… İmdi bunlar karyelerinden ihtiyarları ile gidip sahib-i arza gadreylemi şler de ğillerdir. E şkıyanın zulm ve teaddisi ile celâ-yı vatan etmi şlerdir. Bunların zikrolunan emlakı satılmaz, mucebü’l-şer’ü’l-kanun tapuya müstehak olmaz…” denilmektedir. Bunun üzerine, Anadolu’daki söz konusu ahaliden

XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorlu ğu’nun İskân Siyaseti ve A şiretlerin Yerle ştirilmesi , 3. Baskı, TTK Yay., Ankara 1997, s. 34-35. E şkıyalık hareketlerinin sebep oldu ğu göçler sonucunda bazı Mara şlıların da eşkıyadan kaçarak Şam, Tokat, Kayseri ve ’ya göç etmeleri ile ilgili bk. Demirci ve Arslan, s. 48- 52. Anadolu’daki halkın köylerden kentlere göçü ile ilgili olarak ayrıca bk. Griswold, s. 39 vd. 732 K ŞS 15/2, 205/941. Osmanlı Kanunnameleri’ndeki iskân kanunu ile ilgili hüküm gere ğince, yerlerini terk eden ahali 10 yıl içinde yakalandı ğı takdirde, tekrar eski yerlerine iade edilmeliydi. Bu şekilde tespit edilen pek çok ki şi eski yerlerine yerle ştirilmi ştir. Ancak, ba şka yere yerle şerek oranın vergi hanesine kaydedilmi ş olan reaya yerlerinden kaldırılamazdı. Bu kanun, evkaf ve derbent reayasında uygulanmamı ştır. Onların eski yerlerine nakli için zaman sınırlaması konmayarak, eski yerlerine gönderilmeleri öngörülmü ştür. Bk. Halaço ğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorlu ğu’nun İskân Siyaseti ve A şiretlerin Yerle ştirilmesi , s. 35, 77-78. 195

Gurre-i Muharrem 1018/6 Nisan 1609 tarihinden itibaren 3 yıla içinde eski yerlerine gidip oturanların, mülklerinin tapusunu alarak eskiden oldu ğu gibi tasarruf etmeleri emredilmi ş; bu yerleri tapu ile alanların ise sahib-i arzdan akçelerini almaları söylenmi ştir 733 . Eski yerlerine dönen ahalinin durumları düzelinceye kadar vergiden muaf tutuldukları görülmektedir. Karaman beylerbeyi Zülfikar Pa şa ile Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Cemaziyelâhir 1018/20-29 Eylül 1609 tarihli fermanda; Konya kazasından bazı şahısların orduya arzuhâl sunarak, kazanın ahalisi Celâli zulmünden dolayı yerlerine gidemeyip peri şan oldukları için, eski yerlerine dönen ahaliden köyleri mamur hâle gelinceye kadar tekâlif alınmaması için hüküm rica ettikleri belirtilmi ştir. Ahaliden tekâlif almak isteyenlerin engellenmesi, ahaliye bu konuda zulmedilmemesi emredilmi ştir 734 . Celâli e şkıyasından kaçan ve ba şka yerlere yerle şen ahalinin eski yerlerinde ziraat etmesi ile ilgili Evail-i Rebiülahir 1018/4-14 Temmuz 1609 tarihli bir ferman da; Kayseri kadısı ve sancak beyine gönderilmi ştir. Buna göre; kazadan iki ki şi, devlet merkezine gidip durumlarını arz etmi şler, kazaya ba ğlı Efkere köyü sâkinlerinin Celâli zulmünden kaçarak ba şka yerlere yerle ştikleri, fakat artık memleketlerinde güvenlik sa ğlandı ğından köylerine gidip, eskiden mutasarrıf oldukları yerleri ziraat etmek istediklerinde buna engel olundu ğunu bildirmi şlerdir. Bunun üzerine padi şah tarafından; bu şekilde Celâli baskınından kaçan ve daha sonra yerlerine tekrar dönerek ziraat etmek isteyen ahalinin, eskiden oldu ğu gibi yerlerinde ziraat etmeleri ve dı şarıdan kimseye müdahale ettirilmemesi emredilmi ştir 735 . Celâlilerden kaçarak ba şka şehre yerle şen zimmî kadın, 50 sene sonra, annesinden kendisine intikal etti ğini söyledi ği, Kayseri’deki evin hissesini talep etmi ştir. 23 Ramazan 1063/17 A ğustos 1653 tarihli belgeye göre; Kayseri’deki Selman Mahallesi’nden Akgül bt. Sefer adlı nasraniye kadın, aynı mahalleden Karakeçi olarak bilinen Sefer v. Agob adlı zimmîden davacı olarak; mahalledeki sınırları belli, birer sofası, tabhanesi, kileri, ahırı, su kuyusu, örtmesi ve havlusu olan evin yarı hissesinin 50 sene önce annesi Gülzâde’nin mülkü olup Celâli istilasında annesi ile birlikte yerlerini terk ederek Ankara’da oturduklarını söylemi ş, annesinin öldü ğünü ve ev hissesinin de kendisine intikal etti ğini ifade ederek hisseyi talep etti ğinde, Sefer’in vermekten

733 K ŞS 15/2, 230/1005. 734 K ŞS 13, 101/659. 735 K ŞS 13, 96/642. 196 kaçındı ğını söylemi ştir. Sefer sorgulandu ğunda, evin Şaban b. Abdullah’ın mülkü olup 13 sene önce 220 kuru şa kendisine sattı ğını ve bu süre boyunca evde oturdu ğu söyleyerek hüccet ibraz edip, Akgül’ün iddiasını inkâr etmi ştir. Bu durumda, Akgül’den iddiasına uygun delil istenmi ştir. İspat edemeyince Sefer’e, evin yarı hissesinin Gülzâde’nin oldu ğunu bilmedi ğine dair yemin teklif edilmi ş, yemin edince Akgül’ün eve müdahale etmemesine karar verilmi ştir 736 . Celâlilerden kaçan Müslüman ve gayrimüslimler ba şka yerlere yerle ştiklerinden, cizye vs. vergilerin tahsili için ahalinin yeniden tahrir edilmesi gere ği ortaya çıkmı ştır. Celâlilerden kaçan ahalinin peri şan oldu ğu ve yeniden tahrir edilmeleri ihtiyacının hasıl oldu ğu, kadı sicilleri kayıtlı belgelerden anla şılabilmektedir. Mesela; cizye tahriri için, hazinenin eski Karaman defterdarı olan Mehmed’e gönderilen 23 Şevval 1020/29 Aralık 1611 tarihli bir fermanda, Karaman eyaletindeki zimmîlerin bir kısmının Celâli istilasında öldürüldü ğü ve bir kısmının da ba şka yerlere gidip perakende ve peri şan olduklarından bahsedilerek, yeniden tahrir yapılmasına ihtiyaç oldu ğu dile getirilmektedir. Hüküm ula ştı ğında, Mehmed’in eyaletteki kadılıklara giderek, mevcut bulunan ve hariç ez-defter olan ahaliyi kaydetmesi, temessük defterini kadılara imzalatıp mühürleterek hazineye teslim etmesi emredilmektedir 737 . “Hane tahriri için emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla kaydedilen ve Konya, Kayseri kadıları, eski Karaman defterdarı Mehmed ve Karaman eyaletindeki kadılara gönderilen 17 Şevval 1020/23 Aralık 1611 tarihli fermanda; eyaletteki kadılıklar ahalisinden bazılarının e şkıya zulmünden öldü ğü, kaçtı ğı veya ba şka yerlere yerle şti ğinden bazı köylerin ahalisinin azaldı ğı, bazılarında ise üzerlerine tahammüllerinden fazla hane kaydedildi ği belirtilerek; bunların adaletli bir şekilde yeniden tahrir edilmesi için eski defterdar Mehmed’in eyalette avarızhanesi muharriri tayin edilerek; her köy ve mahallenin mevcut olan üç haneleri bir avarızhanesi olmak üzere tahrir edilmesi 738 , kaydedilen defterlerin mühürleyerek ordu hazinesine teslim edilmesi emredilmektedir 739 .

736 K ŞS 63/2, 25/95. 737 K ŞS 15/2, 261/1101. 738 Bu husus, fermanda; “… eyalet-i mezburede vaki kadılıklara bizzat varıp, … her bir mahallede ve karyede ne denlü hane mevcut bulunur ise üç kâmil haneye bir avarızhanesi deyü deftere kayd idüp…” şeklinde ifade edilmektedir. 739 K ŞS 15/2, 262/1103. XVII. yüzyıla ait cizye defterlerinde Kayseri’ye gelerek yerle şen Ermeni nüfusla ilgili bilgiler bulunmaktadır. 1021/1612 tarihli cizye defterinden, Kayseri’de 1.800 nefer gayrimüslimin cizye verdi ği anla şılmaktadır. 1052/1642 yılı avârız defterine göre, şehir merkezinde yerle şen gayrimüslimlerin sayısı; 74 nefer Rum ve 1.890 nefer Ermeni olmak üzere toplam 1.964’tür. 1057/1647 yılına ait cizye defterinden; şehirdeki Ermeniler’in Müslüman mahallelerinde yerleşmeye ba şladıkları anla şılmaktadır. 13 Recep 1103/23 Mart 1692 tarihli Kayseri kazasına ait cizye defterinde, ilk defa 197

Peri şan olan ahalinin nüzul bedelinin, avarızhanelerinden tahsili ile ilgili kayıtta da, ahalinin e şkıyalık hareketlerinden olumsuz olarak etkilendi ği görülebilmektedir. Konuyla ilgili olarak; Karaman defterdarı Mehmed, Kayseri kadısı ve Kayseri sanca ğındaki kadılara gönderilen 15 Ramazan 1027/5 Eylül 1618 tarihli fermanda; do ğu seferine memur olan askerlerin mühimmatı için 1026/1617 senesine mahsup olmak üzere Kayseri sanca ğındaki kadılıklardaki avarızhanelerin her hanesinden İstanbul kilesi ile 1,5 kile nüzulün alınması emredilmi şken; adı geçen kadılıklardaki ço ğu hanenin, Celâli istilasından ve e şkıya zulmünden dolayı perakende ve peri şan olarak 340 hanelerinin kaldı ğı ifade edilmi ş; emir gere ğince nüzulün, ordu hazinesinden verilen ni şanlı ve mühürlü mevkufat defterine göre cem ve tahsil edilerek mekkârilerle getirilip nüzul eminine teslim edilmesi emredilmektedir 740 . Eşkıya tedibi için harcanan mebla ğlar devletin üzerinde mali bir yük te şkil etmi ştir. Bunun için, avarızhanelerden tahsil edilen bedel-i nüzullere zam yapılması yoluna gidilmi ştir. E şkıya tedibi için gerekli akçenin bedel-i nüzulden kar şılanması ile ilgili olarak; Kayseri sanca ğındaki idarecilere gönderilen 17 Rebiülahir 1069/12 Ocak 1659 tarihli fermanla; Anadolu’da zuhur eden Celâli e şkıyasının bastırılması için, sefere memur olan altıbölük halkı, yeniçerileri ve sair kapı kullarının ihtiyaçları için hazine tedariki gerekti ğinden; avarızhanelerinden eskiden beri toplanan 300 akçe bedel-i nüzullerine ilaveten, sefer mühimmatı için 300’er akçe olmak üzere toplam 600’er akçenin, kazadaki 509,5 avarızhanelerinin her hanesinden, gönderilen mevkufat defteri gere ğince tahsil edilerek acilen hazineye ula ştırılması emredilmi ştir 741 .

Yahudi cemaatinden bahsedilmektedir. Kayseri kazasında cizye mükellefi olanlar, toplam 4.429 nefer olarak kaydedilmi şlerdir. XVII. yüzyılda Kayseri’de nüfus yönünden bir hareketlilik ya şandı ğı anla şılmaktadır. XVII. yüzyılın ba şlarında, İstanbul’a göçlerin ya şanmı ş olması sebebiyle şehirdeki gayrimüslim sayısında önemli dü şüşler olmasına ra ğmen, yüzyılın ortalarına do ğru yeniden belli bir artı ş meydana gelmi ştir. Şehirdekine benzer bir nüfus hareketlili ği kırsal alan için de söz konusudur. Ayrıntılı bilgi için bk. Mehmet İnba şı, “Nüfus ve Ekonomik Yönden XVI. ve XVII. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler”, s. 18-19, 21-22. 740 K ŞS 20/2, 71/1228. 741 K ŞS 70, 180/405.

4. BÖLÜM: KAYSER İ SANCA ĞININ MAL İ BAKIMDAN MERKEZ İLE İLİŞ KİLER İ

4.1. Vergi Düzeninin İş leyi şi ve Vergiler

Osmanlı şehirlerinde mahalle sâkinleri; imam, yi ğitba şı, avarız akçesi vakfı mütevellisi gibi görevlileriyle örgütlenen şehrin temel unsurunu olu şturmaktaydı. Mahalle sâkinleri birbirlerini tanırdı, mahalleye yeni gelen biri mali yükümlülükleri üstlendi ği gibi, eski sâkinlerin de onayını almalıydı 742 . Köylünün topra ğını bo ş bıraktı ğı durumlarda zarara u ğrayan has, zeamet ve tımar sahipleri; e ğer köylü ba şka bir tımarda çalı şmı ş ise yeniden ö şür ve çift resmi almak, köylü ziraati terk etmi şse, ba şka mesleklere atılan çift bozanlarda oldu ğu gibi çift bozan veya levendlik akçesi adı altında bir tazminat almak suretiyle zararını telafi edebilirdi. Has, zeamet ve tımar sahiplerinin zararlarını tazmin için uygulanan bu mali tedbirlerin yanı sıra; kanunnamelerde, mazeretsiz üç sene üst üste topra ğını bo ş bırakan köylülerin topraklarının ellerinden alınıp ba şkasına verilmesi ve daha zorlayıcı bir tedbir olmak üzere firar eden köylülerin, firar tarihinden itibaren 10 yıl içinde olmak kaydıyla gittikleri yerlerden kaldırılıp önceki topraklarının ba şına getirilmesini emreden hükümler yer almaktaydı. Bu son tedbirle, memlekette ekilebilen toprakların mümkün oldu ğu kadar fazla i şlenip hububat üretiminin artırılması gibi ekonomik gayeler de gerçekle ştirilmek istenmi şti 743 .

742 Ergenç, “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin İş lev ve Nitelikleri Üzerine”, s. 75; Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 33-34. 743 Güçer, s. 50. Tımar sahibinin kendi reayasının defterlerde üzerine kayıtlı toprakları i şlemekten vazgeçip, çiftini bozarak tımarı terk etmesi ve ba şka i şlerle me şgul olmak isteyi şi hâlinde, onları zorla tarlasının ba şına getirebilmesi veya çift bozan resmi adı altında bir tazminat ödemeye mecbur etmesi hakkında bk. Barkan, s. 306-307.

199

4.2. Gelir Kaynakları 4.2.1. Zirai Üretim

Çe şitli toprak mahsüllerinden devlet adına ö şür veya a şar adı ile tahsil edilen vergiler, fıkıh kitaplarında bahsi geçen ve dinî vecibe mahiyetindeki şer’i ö şür den mahiyet ve nispet olarak farklı özelliklere sahiptir 744 . Osmanlı tahrirlerinde, yani vergi kayıtlarını ihtiva eden defterlerde, vergi-nüfus sayımı, hane hesabı ile tespit ediliyordu. Osmanlı Devleti’ndeki mirî toprak rejimi, devlete bütün köylü sınıfını ve tarım ekonomisini kontrol ve düzenleme yetkisi veriyordu. Devletin rakabesini (mutlak mülkiyet hakkını) elinde tuttu ğu mirî arazi, bütün tarım topraklarını kapsamazdı. Mirî arazi, yalnız hububat ziraati yapılan, tarla olarak kullanılan arazidir. Ba ğ ve bahçeler bunun dı şında kalır. Büyük kitlelerin geçimi, ordunun ve şehirlerin ia şesinin sa ğlanması hububat özellikle de bu ğday ve arpa ekimine dayandığı için devlet, tarla ziraatini ve hububat ekimini kontrol altında tutmak gere ğini duymu ştur 745 . Mirî mukataalı arazilerde ise, devlet tarafından belirli bir gelir kayna ğı bir özel şahsa belli bir bedel kar şılı ğında kiralanmaktadır. Bu sistem, genel anlamda bir iltizamdır. Bu tür topraklarda, tapu rejiminin kuralları uygulanmazdı. Kira bedeli, devletle ki şi arasında, toplu bir miktar para olarak, bir sözleşme ile belirlenirdi. Köylü aileler, tapu rejimi kuralları çerçevesinde, bir çift öküzle i şleyebilecekleri kadar topra ğı tasarruf ettikleri sistem içerisinde temel üniteyi olu şturmaktaydı. Bu ünite aynı zamanda devlet bürokrasisi için de bir vergi ünitesini te şkil ediyordu. Burada hane, ailenin üretici ünitesi olup, bu bakımdan vergilendirmeye esas kabul edilmi ştir. Alınan çift resmi de bu temel ünitenin vergilendirilmesidir 746 . Raiyyet rüsumu, reayaya mahsus, reayanın ödedi ği vergilerdir. Askerî sınıf mensupları bu vergilere tabi de ğildir. Ulufe ve tımar alan bütün hizmet sahipleri, saray halkı, ümera ve ulema bu vergiden muaf olmu şlardır. Emekli sipahiler de resm-i çift, bennâk, caba bennâk ve avarız gibi vergilerden muaf olmu şlardır ve defterlere reayadan

744 Ömer Lutfi Barkan, “Ö şür”, İA, C. IX, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 485. 745 Halil İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 3-4. 746 İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 5-7. 200 ayrı olarak kaydedilmi şlerdir. Padi şah beratıyla bazı hizmetler yüklenen zümreler (mesela do ğancılar) raiyyet rüsumundan ve avarızdan tamamıyla muaf oluyorlardı 747 . Raiyyet rüsumu sistemindeki kademelenmeye göre; ilk sırada çiftler yani çiftlik sahibi köylü aileleri gelir, sonra bu toprakların yarısı kadar araziye sahip olan nim-çiftler, ardından aile eme ği esas alınarak belirlenen çiftçiler yani bennâklar, sonra evli olmayan fakat gelir kayna ğı bulunan bekârlar yer alır. Bu sonuncular, mücerred, kara veya caba adıyla anılan köylülerdir. Sistem, uygulamada bürokrasinin istedi ği gibi kusursuz i şlememi ştir. Devletin kanunlarında ve defterlerde belirtilen ideal düzen ile kır toplumunda ya şanan geli şmeler arasında bazen esaslı farklar ve çatı şmalar ortaya çıkmı ştır. Bu çatı şmaların giderilmesi için devlet yeni kanunlar çıkarma gere ğini duymu ştur 748 . Osmanlı vergi sisteminde bennâk, evli reaya demektir. Evlilik, reayanın vergi mükellefiyetinde esaslı bir de ğişikli ğe sebep olurdu. Yani mücerred evlenince, bennâk adı altında vergi mükellefiyeti açısından de ğişikli ğe u ğrardı. Ekinli ve caba bennâklar, tahrir-i vilayet esnasında deftere kaydedilerek, sipahinin yazılı raiyyeti olurlardı. Bennâk da mücerred gibi tımar arazisini terk edip ba şka yerlerde çalı şabilirdi, ancak raiyyet rüsumunu nereye giderse gitsin kayıtlı olduğu sipahiye ödemek zorundaydı 749 . Osmanlı Devleti’nde uygulanan mirî arazi şeklindeki idare tarzında, çiftçiler mülkiyeti devlete ait olan topraklarda daimî ve irsî bir kiracı durumunda olduklarından, her yıl mahsulden bir hisseyi ö şür adı ile devlete vergi olarak ödemekte idiler. Öşür miktarı; mahsulün nispeti, sulama şartları, topra ğın verimi, ziraat çe şitleri ile mahallî örf ve âdetlere göre de ğişmekte; her bölge için ayrı ayrı tayin edilebilmekteydi 750 .

4.2.1.1. Zeamet ve Tımar Topraklar

Hz. Peygamber döneminde ikta olarak adlandırılan uygulama sonraları tımar sistemi olarak devam etmi ştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerle ştirdi ği küçük ikta sistemi, Osmanlı tımar sisteminin esasını te şkil ederek XIX. yüzyıla kadar varlı ğını

747 Halil İnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 49-50. 748 İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 8-10. 749 İnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, s. 44-45. 750 Barkan, “Ö şür”, s. 485. 201 sürdürmü ştür. Fatih Sultan Mehmed (1451-1481), tımar sistemine son hâlini veren Osmanlı padi şahı olmu ştur 751 . Mirî arazinin en önemli bölümü sava şlarda yararlılı ğı görülen ki şilere verilen zeamet ve tımar lardır. Dirlik adı verilen bu tür topraklar gelirleri açısından çoktan aza do ğru üç gruba ayrılmaktadır. Mirî arazinin padi şah için gelir olarak ayrılan kısmına havass-ı hümayun denirdi. Bu topraklar, mukataa ve iltizam yoluyla idare edilirdi. Yıllık geliri 100.000 akçe ve üzerinde olanlarına has, 20.000 ile 100.000 akçe arasında yıllık geliri olanlar zeamet, yıllık geliri 1.000 akçeden ba şlayarak 19.999 akçe olan dirli ğe ise tımar adı verilirdi 752 . Her sancaktaki zeamet ve tımarların büyüklü küçüklü dağılı ş şeklinin ve kadro mevcutlarının aynı kalmasını temin etmek için birtakım tedbirler alınmı ştı. Tımarlar, “kılıç” tabir edilen ve hiç de ğişmeyen bir çekirdek kısmı ile, bu kısma zamanla ilave edilmi ş olan hisselerden te şekkül etmektedir. Söz konusu kılıçların adedi ve yerleri de ğiştirilemezdi. Her tımar sahibinin bir kılıç yerine tayin edilmi ş olması lâzımdı 753 . Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, Karaman eyaleti ve eyalete ba ğlı sancaklardaki zeamet ve tımar sayılarının kaydedildi ğini görmekteyiz. Seyahatnamede “Anadolu canibinde olan eyaletleri ve sancakları ve zeamet tımarları ve muaf ve müsellemleri beyan eder” ba şlı ğı altında; eyaletlerin isimleri, kaç sanca ğının oldu ğu, tımar/zeamet sayıları verilmektedir. Buna göre; 30 eyalet içerisinde Karaman eyaletinin 7 sanca ğı, 68 zeameti ve 2.211 tımarı bulunmaktadır. Anadolu eyaletinde, 14 sancak, 294 zeamet ve 15.589 tımar; Sivas eyaletinde ise, 7 sancak, 108 zeamet ve 12.699 tımar vardır. “Her beylerbeyinin ne miktar hassı vardır anı beyan eder” denilerek, hass-ı Karaman’ın 660.071 akçe oldu ğu belirtiliyor. Anadolu hassı on kere 100.000 akçe yani 1.000.000 akçedir. Sivas hassı ise 9 kere 100.000 akçe yani 900.000 akçedir. “Her eyalette ne kadar sancak var ise anı esmaları ile beyan eder” ba şlı ğı altında şu bilgiler verilmektedir: Karaman eyaleti yedi sancaktır; hazine defterdarı, defter kethüdası, defter emini, tımar defterdarı, çavu şlar kethüdası, emini ve alay beyisi, çeriba şısı vardır. Pa şa sanca ğı Konya’dır. Di ğer sancakları, Kayseri, Ni ğde, Bey şehir, Kır şehir, Ak şehir ve Aksaray’dır 754 .

751 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 18. 752 Halaço ğlu, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilâtı”, s. 807-808. 753 Barkan, “Timar”, s. 316. 754 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, s. 71-73. 202

“Her sancak beyinin ve defter kethüdalarının ve tımar ve defterdarlarının ne denlü hasların oldu ğun beyan eder” denilerek; der eyalet-i mirliva-i hass-ı Karaman ba şlı ğı altında şu rakamlar verilmektedir: Evvela Kayseri hassı 250.000, Ni ğde hassı 350.000, Bey şehir hassı 390.000, Aksaray hassı 350.000, Ak şehir hassı 310.000, Kır şehir hassı 267.540, hass-ı defterdar-ı Karaman 65.000, hass-ı kethüda-yı defter-i Karaman 35.000, hass-ı defterdar-ı tımar 65.000’dir755 . “Kanunname-i Süleyman Han üzere her sancak beyinin kanunlarını beyan eder” ba şlı ğı altında Anadolu ve Rumeli’deki sancakların tımar ve zeamet rakamları ifade edilirken; Karaman eyaletindeki sancaklar arasında Kayseri’nin de rakamları verilmektedir. “Der-eyalet-i Karaman 1.620 kılıçtır. 110’u zeamettir, madası tezkireli tımardır. Ümera ve züema ve erbab-ı tımarı kanun üzere cebelüleri ile 4.600 asker olur ve zeamet ve tımarları ne vechile oldu ğun beyan eder.” Buna göre; Konya livası 13 zeamet, 512 tımar; Kayseri 12 zeamet, 200 tımar; Niğde 14 zeamet, 255 tımar; Bey şehir 12 zeamet, 244 tımar; Ak şehir 9 zeamet, 22 tımar; Kır şehir 4 zeamet, 130 tımar; Aksaray 13 zeamet, 228 tımardır 756 . Sava ş hâlinde askerleri ile birlikte sefere katılmak göreviyle padi şah tarafından verilen berat ile kendilerine has, zeamet ve tımar tevcih edilen kimseler, kendilerine tahsis edilmi ş olan arazi üzerinde çalı şan çiftçilerden devlete ait bütün resim ve vergileri tahsil ederlerdi. Tahsil ettikleri mali gelirin toplamı, onların yıllık maa şını te şkil ederdi. Osmanlı mali mevzuatında her meskûn bölgenin etrafındaki ekilebilen arazisi ile birlikte dirlik sahibinin çe şitli mali kaynaklardan temin etti ği yıllık gelire “hasıl” denilmekteydi. Hasıla dâhil gelirlerin içerisinde hububat ile do ğrudan do ğruya alakalı olanları, öşür ve salariye vergileriydi 757 . Tımarlı sipahiler, cebelü adındaki yeti ştirdikleri askerlerle beraber sefer zamanında orduya katılırlardı. Bunlar devletten maaş almazlar bunun yerine dirliklerinden kendilerine tahsis edilen gelirler ile geçimlerini temin ederlerdi. Sava şa iştirak etmeyip görevlerini yerine getirmediklerinde ise tazminat ödemek gibi yaptırımlarla cezalandırılırlardı 758 .

755 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, s. 77. 756 Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, s. 80. 757 Güçer, s. 51. 758 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 22. Mesela; 1595-1596 yıllarına ait mühimme defterinde kayıtlı 13 Zilkade 1004/9 Temmuz 1596 tarihli hükümden ö ğrendi ğimize göre; daha önce gönderilen emr-i şerif gere ğince Kayseri livası muhafazasında bulunan tımar sahipleri, tımarlarının ellerinden alınması ihtimalinden çekindiklerini belirterek, tımarlarının alınmaması için hüküm rica 203

Tımar ve zeamet sahipleri, sefer zamanı alay beyi bayrağı altında orduya katılmak şartıyla kendilerine tevcih edilen toprakları tasarruf edebilmekteydiler. Tasarruf edilen bu tımarlar, sahipleri tarafından herhangi bir sebeple bo ş bırakıldı ğı zaman ellerinden alınır ve belgelerde “mahlul tımar” olarak tabir edilen bu topraklar ba şkalarına tevcih edilirdi. Bunun için merkezden “tevcih beratı” gönderilir ve deftere kaydedilirdi 759 . Defterde genellikle tımarların bo ş kaldı ğı durumlar; sahibinin sefere katılmaması, seferden firar etmesi 760 , tımarı tasarruf etmemesi veya ölüm gibi hâllerde meydana gelmekteydi. Ayrıca özellikle de Girit seferine katılmayan veya sefer esnasında firar edenler hakkında kadı sicillerinde çok sayıda belge kaydedilmi ştir. Tevcihle ilgili kayıtlarda tımarın daha önce kimde oldu ğu, neden mahlul kaldı ğı, kaç akçelik tımar oldu ğu, tımarın eski mutasarrıfının adı, nahiye ve köyü, ayrıca fiziki özellikleri tek tek açıklanmı ştır. Belgelerde tımarı tarif ederken daha ziyade “sepet tımarı” tabiri kullanılmı ştır. Mesela; İslâmlı Nahiyesi’nde Karakilise köyünde 2.000 akçe tımara mutasarrıf olan Receb, 1056/1646-1647’den beri memur oldu ğu Girit seferine varmadı ğından, tımarı mahlul olup, Evâsıt-ı Rebiülevvel 1068/16-26 Aralık 1657’de Girit seferinde kendisine tımar tahvil ettirerek mutasarrıf olan, orta boylu, kara gözlü, kara ka şlı Hüseyin durumunu arz etmi ş ve sefere alay beyi ile katılmak şartıyla Evail-i Receb 1069’daki (25 Mart-3 Nisan 1659) hükümle Hüseyin’e 2.000 akçelik adı geçen tımar verilmi ştir (29 Ramazan 1069/20 Haziran 1659) 761 . etmi şlerdir. Bunun üzerine Kayseri sancak beyine gönderilen söz konusu hüküm ula ştı ğında, tımarları 3.000 akçeye kadar olan tımarların sahipleri elinde kalması emredilmi ştir. BOA, MHM 74, 268/701. 759 Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde; Karaman eyaletinde hazine defterdarı, defter kethüdası, defter emini, çavu şlar kethüdası ve çavu şlar emininin oldu ğu, eyaletin 7 sanca ğının oldu ğu, Konya’nın pa şa tahtı sanca ğı oldu ğu; di ğer livaların ise Kayseri, Ni ğde, Bey şehir, Kır şehir, Ak şehir, Aksaray oldu ğu ifade edilmektedir. Karaman eyaletinde kılıç zeamet 68, kılıç tımar 2.111, hass-ı defterdar-ı hazine-i Karaman 65.000, hass-ı kethüda-yı defter-i Karaman 65.000, hass-ı defterdar-ı tımar-ı Karaman 65.000 rakamları verilerek; eyaletin alay beyi, çeriba şısı ve yüzba şılarının oldu ğu ifade edilmektedir. Ayrıca tımar ve zeamet tevcihleri usulü ile ilgili olarak; Karaman eyaletindeki tımar ve zeamet sahiplerinin sefer zamanında kanun üzere cebelüleri ve pa şası askerleri ile toplam 12.000 güzide kılıç asker oldu ğunu kaydedilerek, seferde bir tımar erbabının mevcut olmadı ğı durumlarda alay beyinin arzıyla sahib-i tımarın arzını bozarak tımarının ba şkasına tevcih edildi ği ve bunun kanun oldu ğu belirtilmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap, s. 18. 760 Kanun hükümlerine göre bir sipahinin cebelüsü yolda firar ederse, sipahi onun yerine bedel olarak bir ba şkasını göndermek mecbiyetindeydi. Sipahi, cebelüsünü genellikle tımar topra ğındaki köy ahalisinden seçerdi. Köylerde özellikle bennâk kayıtlı, evli ve çok az topra ğı olan veya hiç topra ğı bulunmayan ki şiler cebelü olarak tercih edilirdi. Sipahiler gelirleri kar şılı ğı cebelü çıkartmazlarsa, kendilerinden “bedel-i cebelü” adı altında vergi talep edilirdi. Cebelü bedeliyesi uygulaması, hazinenin paraya olan ihtiyacı sebebiyle XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yaygınla ştırılmı ştır. Yeni sava ş tekniklerinin ortaya çıkması ve tımar sisteminin giderek bozulmasıyla birlikte, bu askerî te şkilat zamanla önemini kaybetmi ştir. Bk. Emecen, s. 189. 761 K ŞS 70, 145/342. 70 numaralı defterde konuyla ilgili belgelerde alay beyi olarak Seyyid Mustafa ve Mehmed adları zikredilmektedir. Tımar usulü, belirli bir arazinin tevcihi veya araziye ait bazı hakların verilmesinden ziyade, bazı vergilerin havalesinden ibarettir. Vergi gelirleri, belirli kanunlara göre merkezî 204

Kimsenin üzerinde olmayan tımarın ba şkasına verildi ği de olmu ştur. Mesela; Koramaz Nahiyesi’ndeki Efkere köyünde mevcut 3.000 akçelik tımar kimsenin üzerinde olmayan sepet tımarı oldu ğundan mahlul olan bu tımar, kendisine verilmesini talep eden orta boylu, ela gözlü, çatık ka şlı Abdi’ye sefere katılmak şartıyla Evâsıt-ı Receb 1069/3- 13 Nisan 1659’da tevcih edilmi ş ve hüküm verilmi ştir (5 Şevval 1069/26 Haziran 1659) 762 . Ölüm durumunda bo ş kalan tımar tevcihi ile ilgili bir kayıtta; Sahra Nahiyesi’nin Horsana köyünden 6.600 akçe tımarın mutasarrıfı olan Seyyid Sadi, Girit adasında şehid oldu ğundan; Girit seferinde o ğlu Seyyid Ebussaid’e verilip cebelüsü Girit’te hizmette iken, küçük ya şta oldu ğu için amcası Abdülhekim tımarı alıp berat ettirerek mutasarrıf olmu ştur. Evail-i Şaban 1069/24 Nisan-3 Mayıs 1659’da tımar Seyyid Ebussaid’e yeniden tevcih edilmi ştir (10 Şevval 1069/1 Temmuz 1659) 763 . Sahra Nahiyesi’nde Alaca köyünde 2.000 akçe tımara mutasarrıf olan Ahmed ölünce mahlul olan tımarı; ela gözlü, çatık ka şlı, orta boylu Osman’a, devlet merkezine arzı üzerine beratla tevcih edilmi ş ve yoklamada mevcut oldu ğundan Gurre-i Ramazan 1069/23 Mayıs 1659’da verilen hükümle tımarın tasarrufu kendisine verilmi ştir (7 Zilkade 1069/27 Temmuz 1659) 764 . Tımarla ilgili olarak durumu alay beyi Mehmed’in devlet merkezine gönderdi ği mektupla bildirdi ğine dair bir belgeden, Kenar-ı Irmak Nahiyesi’nde Akçakaya köyünde 2.000 akçe tımara mutasarrıf olan Murtaza’nın 1066/1655-1656’da memur oldu ğu Girit seferinden firar etmesi üzerine tımarın 1068/1657-1658’de İsmail’e tevcih edildi ğini, ancak harçlıkçı tayin edilen İsmail vilayetinde öldü ğünden, bu defa mahlul tımar, elinde 3.000 akçe tımar için emri bulunan orta boylu, kara gözlü, kara ka şlı Mehmed’in ricasını arz etmesi üzerine, 25 Cemaziyelâhir 1069/20 Mart 1659’da tımarın kendisine tevcihi için hüküm verildi ğini ö ğrenmekteyiz (11 Şevval 1069/2 Temmuz 1659) 765 .

idare tarafından mahallinde yapılan nüfus ve gelir tespiti demek olan tahrirle belirlenerek, hizmet ve hak sahiplerine bu verginin belli bir kısmı tahsis ve bizzat tahsili havale edilmi ştir. Tımar sahibinin kendisine tahsis edilen vergi gelirini nasıl ve kimlerden alaca ğı ise icmal defterlerinde ayrı ayrı belirlenmi ştir. Padi şah tarafından tımar tevcihine dair verilen vesika, bir nevi devlete ait vergi gelirini toplama yetkisini veren havale belgesidir. Halil İnalcık, “ İslâm Arazi ve Vergi Sisteminin Te şekkülü ve Osmanlı Devrindeki Şekillerle Mukayesesi”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 27. 762 K ŞS 70, 147/347. 763 K ŞS 70, 151/353. 764 K ŞS 70, 184/412. 765 K ŞS 70, 152/354. 205

Osmanlı Devleti’nde toprak mahsulleri vergilerinin büyük bir kısmının cibayeti hakkı, askerî ve idari vazifeleri kar şılı ğında dirlik olarak tımarlı sipahilere tevzi edilmi şti. Bu idare tarzında, mahsulden devletin alaca ğı hisseyi devleti temsilen kendi hesaplarına tahsil etmek yetkisi elde eden sipahiler bu dirlikleri hayatları boyunca ellerinde tutabildikleri gibi, ölümlerinden sonra bir kısım gelirini erkek evlatlarına da geçirebiliyorlardı. Ancak zamanla, merkeziyetçi bir devlet idaresi ve ücretli bir merkez ordusunun artan ihtiyaçlarını kar şılamak için mali kaynaklar aranırken, tımar gelirleri sipahilerin elinden yava ş yava ş alınarak, merkezî bütçenin gelirini artırmak gayesiyle padi şah veya vezir hasları hâline getirilmi ştir. Bu gelirlerin tahsili i şinin mültezimler eliyle yapıldı ğı iltizam usulü ve a şar vergisi cibayeti usulünden vazgeçilerek kısa bir süre resmî memurlar olan muhassılların sorululu ğunda yer almı ştır. Fakat ehliyetli ve güvenilir memurun zamanında tedarik edilememesi, ayni şekilde alınan hububatın muhafazasının zorlu ğu gibi birtakım sebepler dolayısıyla birkaç yıl uygulandıktan sonra iltizam usulüne tekrar dönülmü ştür. Ancak bütün tecrübe ve ara ştırmalara ra ğmen, aşarın tahsili için her bakımdan yeterli bir usul tatbik edilememi ştir 766 . Osmanlı Devleti’nin esas ordusunu olu şturan, eyaletlerdeki tımarlı sipahilerdi. Ancak XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, hükûmet otoritesinin zayıflamasından istifade eden saray halkı ve ekâbir, tımar ve zeametleri kendi tasarruflarına almı şlar ve bu da sipahi ailelerinin dirliksiz kalmasına sebep olmu ştur. Bu durum birtakım önemli sonuçları beraberinde getirmi ştir: Devletin kapıkulu sayısını ço ğaltmak zorunda kalması ile merkezî hazinenin yükü artmı ş ve mali sıkıntı ortaya çıkmı ştır. Asker olmaya özenen reaya topra ğı bırakınca üretim azalmı ştır. Bu gibi sebeplerden dolayı merkezî hazinenin yükü artmı ş ve bu da artan vergi oranlarıyla reayayı olumsuz etkilemi ştir. Bütün bunlar levend, sekban ve Celâlilerin ortaya çıkmasına sebep olmu ştur 767 . Tımar ve zeamet tasarrufunda zaman zaman anla şmazlık çıkmı ştır. Mesela; Dibecik Mahallesi’nden Emine bt. Osman A ğa adlı kadının iki şahitle vekili olan Yusuf Ağa mahkemede, kadının kocası olup zeamet erbabından olan Arnavut Mehmed Ağa’nın 1095/1683-1684 tarihindeki seferde dü şman eline esir dü şüp hayatta oldu ğu bilinmekteyken, Kayseri’de E şkinciyan Mukataası emini olan Seyyid Mehmed A ğa’nın, kadının kocasının öldü ğünü söyleyerek zeamet köylerin mahsulünden Emine’ye ait mahsülü zaptetti ğini, bu hareketinin me şru olmadı ğına dair fetva bulundu ğunu

766 Barkan, “Ö şür”, s. 487-488. 767 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 35-36. 206 söyleyerek fetvayı mahkemeye sunmu ş, Arnavut Mehmed A ğa ile birlikte seferde olup durumunu bilen ve mahkemede hazır bulunan tımar erbabından birkaç Müslümanın dinlenmesini istemi ştir. Fetvaya bakıldı ğında, “Zeyd sipahi sefer-i padi şahîde iken mevtinden bir iki ay mukaddem hasad vaki olup vekâlesi tımar karyelerin te’ şir edip mahsulü kabz edip vakt-i hasaddan bir iki ay sonra Zeyd’in mevti haberi vaki olma ğla emin, Zeyd’in vârisine intikal eden mahsulü ahza kâdir olur mu?: Olmaz… Kat’an ne şer’an ne kanunen.”şeklinde buyurulmu ş oldu ğu görülmü ş ve ifadelerine ba şvurulan Müslümanlar da ki şinin seferde esir olup ölmedi ğine şahit olduklarını bildirmi şlerdir (24 Safer 1095/11 Şubat 1684) 768 .

4.2.1.2. Vakıf Topraklar

İslâm hukukuna göre araziler, topra ğın sahipleri bakımından 3 kısma taksim edilmi ştir. Bunlardan; Müslümanlara ait olan arazi-i ö şriyye, zimmîlere ait olan arazi-i haraciyye ve fetihle alınarak idare edilen topraklar ise arz-ı emiriyye yani miriyye ’dir. Osmanlı kanunnamelerinde toprak 5 kısımdan olu şmaktadır: arazi-i memlûke, arazi-i mevkufe, arazi-i metruke, arazi-i mevat, arazi-i emiriyye. Arazi-i mevat, hiçbir i şe yaramayan topraklardır ve terk edilmi ş topraklar gibi bunlar da mirî arazi içerisinde kabul edilirdi. Arazi-i emiriyye ise mülkiyeti devlete ait olan topraklardı. Bu topraklar, vergisinin miktarı ve hizmete göre birtakım parçalara bölünmü ştü. Üzerinde ya şayan insanlar topra ğın sahibi olmayıp, bir nevi kiracı durumundaydılar. Arazi-i mevkufe , vakıf arazilerdir. Arazi-i metruke, terk edilmi ş topraklar olup, mirî arazi içinde mütalaa edilirler, mülkiyet veya tasarruf hakkına konu edilemezlerdi 769 .

768 K ŞS 91/2, 221/436. Osmanlı hukukunda kadınların yasal haklarını korumada vekâlet kurumunun önemli bir i şlevi vardır. İslâm-Osmanlı hukukuna göre kadınlar, tayin ettikleri erkek vekilleri aracılı ğıyla yasal haklarını kullanabilmi şlerdir. Kadınlar belirli bazı konularda erkeklere vekâlet vererek, mahkemeye kendileri gelmemi şlerdir. Kadınlar, “ikrar ve itiraf” durumunda ve padi şahın icra otoritesini temsil eden sancak beyinin emretti ği durumlar dı şında, zorunlu olmadıkça Kayseri mahkeme binasına ça ğrılmamı şlardır. Kadınların erkeklere daha çok, ticari konularda, nafaka bedeli, mehir tahsili, tereke tahsili ve bo şanma vs. konularda vekâlet vermekteydiler. Ticari konularda vekâletin ise iki yeti şkin Müslüman erkek ile şahitlendirilmesi gerekmekteydi. Uzun yıllar, en azından be ş yıl süreyle kocasından haber alamayan kadınlar, hayatlarını yeniden düzenlemek amacıyla, şer’i mahkemeye ba şvurabilirlerdi. M. Akif Erdo ğru, “Onaltıncı Yüzyılda Kayseri Şer’i Meclisi ve Kayserili Kadınlar”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2003, s. 191-193. 769 Halaço ğlu, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilatı”, s. 806-807. Arazi-i ö şriye , vaktiyle Müslümanlar tarafından fethedilerek mücahitlere veya sair Müslümanlara temlik edilmi ş olan araziyi; arazi-i haraciye , Müslümanlar tarafından zapt ve fethedildi ği hâlde, gayrimüslim ahali elinde bırakılan, hariçten getirilen gayrimüslim ahaliye temlik edilen veya sulhen fethedilip de bir vergi vaz’ıyla gayrimüslim ahalisine terk olunan araziyi; arazi-i memlûke , beytülmale ait iken bilahare bir bedel mukabilinde hükûmetten satın alınmı ş olan araziyi ifade etmektedir. Bunlara sırf mülk arazi de denir . 207

4.2.1.3. Mülk Topraklar

Mirî arazi, yalnız hububat ziraati yapılan, tarla olarak kullanılan arazidir. Ba ğ ve bahçeler bunun dı şında kalır. Mirî arazi rejiminde devlete ait topraklar; tapulu arazi ve mukataalı arazi olmak üzere iki kısma ayrılmaktaydı. Tapu rejimine göre tapulu araziler; tasarruf edilen fakat satılamayan, hibe ve vakfedilemeyen, tasarruf hakkı babadan o ğula intikal edebilen raiyyet çiftlikleridir. Köylü bu toprakları i şlemek ve üretim i şini kendisi düzenlemek zorundadır 770 . Arazi-i memluke , tasarruf hakkı tamamen sahiplerine ait olan mülk topraklardı. Bütün mal ve e şyalar gibi satılabilir, hibe edilebilir, rehin bırakılabilir, vakfedilebilir veya miras bırakılabilirdi 771 .

4.2.2. Mukataalar

Osmanlı Devleti’nde eyaletler, idari ve iktisadi olarak tasarruf edilmeleri açısından has ve salyaneli olmak üzere iki kısma ayrılmışlardı. Eyaletlerin has olarak tasarruf edilmesi uygulaması, XVIII. yüzyılın ba şlarından itibaren kademeli bir şekilde kaldırılarak, yerine iltizam ve malikâne usulü uygulanmaya ba şlamı ştır. Eyalet ve sancak tasarrufunda has uygulamasının kaldırılması ve özellikle de hazinenin ihtiyacı olan nakit paranın temin edilmesi amacıyla, bu bölgeler mirî mukataa hâline getirilmek suretiyle, ço ğunlukla da iltizam ve malikâne veya arpalık olarak tevcih edilmi şlerdir. Bunun bir sonucu olarak, aynı anda birden fazla sanca ğı tasarruf edenler fiilen hepsinde bulunamadıklarından; vergilerin tahsili ve bölgenin idaresi için bir görevli gönderilmesi veya buraların vergilerinin mültezimlere devredilmesi yoluna gitmi şlerdir 772 . Osmanlı’da topra ğın mirîlik düzeni kaybolup, devlet ile topra ğı i şleyen köylü arasına sahibi de girdi ği zaman ise, mahsulden bir hisse olarak tahsil edilen vergiler

Arazi-yi mevat ise, mevat denilen yerlerden olup da veliyyü’l-emrin izniyle ihya edilen arazidir. Bk. Bilmen, C. IV, s. 73. 770 İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 3-4. Tarlaların tasarruf hakkı ve bu hakkın di ğer ki şilere devredilmesi hakkında Halil İnalcık’ın de ğerlendirmesi şu şekildedir: Mirî arazi, yalnız hububat ziraati yapılan, tarla olarak kullanılan arazidir. Ba ğ ve bahçeler bunun dı şında kalır. Toprak olarak vârisler arasında payla şılan sadece ba ğ ve bahçelerdir. Bununla beraber, Osmanlı hukuku reayaya, tarlasını veya çiftli ğini fera ğ (transfer) hakkı tanımaktadır. Bu da ancak sipahinin izni ile mümkündür. Bir köylü hayattayken tapulu topra ğını yeti şkin ya ştaki o ğullarına veya bir ba şkasına fera ğ edebilir. Bu i şlem için, kadı sicillerinde satma (bey’ ve şira) tabirinin kullanılması sebebiyle birçok ara ştırıcı yanlı ş genellemeler yapmı şlardır. İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 3-4, 14. Buna göre, ba ğ ve bahçelerden farklı olarak tarla satı şlarında mülkiyet hakkı de ğil sadece kullanım hakkı, bedeli kar şılı ğı di ğer tarafa devredilmektedir. 771 Halaço ğlu, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilatı”, 806-807. 772 Kılıç, “Klasik Dönem Osmanlı Ta şra Te şkilâtı: …”, s. 889-890. 208 karı şık bir şekil almakta ve arazi sahibi kabul edilen vakıf veya şahıslar ile devletin temsilcisi olan memurlar arasında farklı nispetlerde payla şılmaktaydı 773 . Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde yapılan uygulamalar, sistemin bütünü ile ilgili yapısal de ğişiklikler niteli ğinde olmamı ştır. Yapısal ve köklü de ğişiklikler daha çok Tanzimat döneminde meydana gelecektir 774 . Osmanlı Devleti mali bunalım döneminde gelir kaynaklarını artırmak için, tımar dirliklerini do ğrudan merkezî hazinenin kontrolü altına almak suretiyle mirî mukataalar hâline getirerek iltizama vermi ştir 775 . Osmanlı nizamında, daha kurulu ş devirlerinde beliren ve devletin büyümesi ile paralel olarak gittikçe önem kazanan faaliyetler bütünü olarak iltizam sistemi, Osmanlı Devleti’ndeki bir zaruret sonucunda ortaya çıkmı ştır. Devletin geni ş co ğrafyasında yüzlerce kilometre uzakta bulunan bölgelerinden toplanacak ayni vergileri do ğrudan do ğruya ve münferit olarak tahsis ederek yönetmek neredeyse imkânsız oldu ğundan, vergilerin nakit olarak alınması veya nakde çevrilerek merkezî bir hazineye gönderilmesi, oradan da zümrelere maa ş şeklinde ödenmesi zarureti ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin bu zarurete cevap vermek üzere, tımar sistemi dı şında ihdas ettiği ikinci usül iltizam sistemi olmu ştur 776 . Mukataa terim olarak, devlet tarafından i şletilen ve devlete ait bir gelir tahsilidir. Devletin uygun gördü ğü her türlü zirai ve ticari kurulu ş, mukataa olarak verilebiliyordu. Bir veya birden fazla bölgeyi kapsayan mukataalar, ilk olarak Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanından itibaren uygulanmaya ba şlamı ştır. Bazı mukataaların gelirleri devlete ait oldu ğu gibi, vakıflara ve ulufe kar şılı ğı olarak devlet görevlilerine “hass” olarak da verilebiliyordu. Mukataalar, merkezden gönderilen müfetti şlerce denetlenirdi. 1695’ten sonra “kayd-ı hayat şartıyla” malikâne usulü ihdas edilmi ş ve bu usul 1839’a kadar mali yapının önemli bir parçası olarak devam etmi ştir 777 .

773 Barkan’ın aktardı ğına göre; mesela Karaman ve di ğer bazı do ğu vilayetlerinde bir ö şür malikâne (vakıf veya şahıslar) hissesi olarak alındıktan sonra, di ğer bir ö şür de divanî (devlet) olarak alınmaktadır. Di ğer şehirlerden örnekler için bk. Barkan, “Ö şür”, s. 486. 774 Kılıç, “Klasik Dönem Osmanlı Ta şra Te şkilâtı: …”, s. 896. 775 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 36. 776 Mehmet Genç, “Osmanlı Maliyesinde Malikâne Sistemi”, Osmanlı İmparatorlu ğunda Devlet ve Ekonomi , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 2002, s. 100. 777 Muhammet Karaka ş, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Mukataaları”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 253. 209

İltizam usulü diye bilinen bu özel te şebbüs mahiyetindeki faaliyet içindeki mali birim, muhteva veya mekân olarak birbirine yakın bir veya birkaç vergi kayna ğının birle şimini temsil eden, maliye nazarında yıllık nakit gelirler toplamı olarak kıymetlendirilen mukataalardır. Yıllık gelirinin asgari de ğeri genellikle maliye tarafından tespit edilmi ş olarak hazine defterlerinde yer alan mukataaların, belirli bir yıl için temin edebilece ği de ğeri de müzayede ile belirlenirdi. Mültezimler, müzayede konusu olan mukataanın geliri, masrafları ve bırakaca ğı kârı tahminen hesaplayarak, devlete yıllık olarak ödeyebilecekleri miktarı teklif ederlerdi. Hazine, bu telifler arasından en yüksek teklifi yapan mültezime, “tahvil” adlı ve genellikle de 1-3 yıl arasında de ğişen süreler için söz konusu mukataayı vergilendirme hakkını devrederdi. Böylece mültezim, devletin sa ğladı ğı idari, mali ve adli kolaylıklardan faydalanarak ve kanunun çizdi ği sınırlar dâhilinde, bir müte şebbis gibi hareket ederek, hasılatın müzayede ile tespit edilmi ş kısmını hazineye ödedikten sonra kalan kısmını kendi şahsi kârı olarak alırdı. Bu usul ile devlet, zamanın şartlarına göre çok masraflı bir maliye te şkilatı gerekmeksizin, kanunlarda genellikle ayni olarak tespit edilmi ş olan vergi gelirlerini, nakit olarak ödenmesi geren bütçe harcamaları ile irtibatlandırmak imkânını elde ediyordu 778 . XVII. yüzyıl sonlarındaki bütçe açıklarının tesiriyle bu süreç yo ğunluk kazanarak malikâne usulüne do ğru gitmi ştir. Bu sistemin gayesi ise, sık sık de ğişen mültezimlerin fazla kâr sa ğlamak için tahrip etti ği vergi kayna ğını ihya ve idame etmek üzere de ğişmeyen bir mültezimin tasarrufuna vermekti. Malikâne sistemi, tımar sisteminin bir nevi ihyası veya tımar ve iltizam sistemlerinin bir terkibi gibi telakki edilebilir. Sahibi öldü ğünde malikâne, yeniden satı şa çıkarılabilece ği anlamında zamanın tabiri ile “mahlul” diye adlandırılıyordu. Ölen malikâne sahibinin yeti şkin o ğlu varsa, müzayede ile en yüksek teklifi vermek şartıyla babasından mahlul kalan mukataayı tercihli olarak alabilirdi. Malikâne sahibi, isterse elindeki mukataayı satma hakkına sahipti. Malikâne sahibi, devlete ödemeyi taahhüt etti ği vergileri zamanında ödeyemezse, mukataası elinden alınarak yeniden müzayede ile satılırdı. Vergi kayna ğını ve ona ba ğlı reayayı korumaya yönelik hedefini gerçekle ştirmede malikâne sistemi ba şarılı olamamı ştır. Bu durumu, sistemin uygulanmaya ba şlamasından kısa bir süre

778 Genç, s. 101. 210 sonra Osmanlı Divanı da tespit etmi ş ve aynı gerekçe ile 1715’te, bazı eyaletlerdeki istisnaları dı şında, aldı ğı bir kararla bütün malikâneleri la ğvetmi ştir 779 . XVII. yüzyılda Kayseri sanca ğında bulunan ve şer’iye sicillerinden tespit edilen mukataaların isimleri Tablo 4.1’de verilmi ştir:

Tablo 4.1. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Mukataalar Altın Özü Mukataası Boyahane Mukataası Cırlavuk Mukataası Eşkin Mukataası Eşkinciyan Mukataası Hatun Sarayı Mukataası İncesu ve Sazlık Mukataası Kahvehane Mukataası Kayseri ve Cırlavuk Mukataaları Kirpas Mukataası Kö şk Mukataası Sazyurtan Mukataası Damga Mukataası Yeni İl Mukataası

4.2.3. Vergi Gelirleri

Osmanlılar vergi tahsili için karar alma a şamasında iken; mahallî şartları dikkate alarak, bölgeden tahsil edilecek geliri en yüksek düzeye çıkarmak istemi şlerdir. Uzun vadede dü şünerek, bir kerede fazla vergi tayin edip böylece tahsil edilen vergileri götürmek yerine; tam tersi bir politikayla halkın gücüyle orantılı bir vergi politikası takip etmi şler, hatta gerekti ği durumlarda vergi muafiyetleri tanımı şlardır 780 .

4.2.3.1. Cizye Gelirleri

İslâm ve Osmanlı hukukuna göre zimmîler, cizye vergisi ödemek şartıyla, devletin himayesi altına alınmı şlardır. Karaman kanunnamesinde, Kayseri de dâhil Karaman eyaletindeki zimmîlerin ödemekle mükellef oldukları cizye vergisinin zamanla de ğişip bozuldu ğundan yeniden düzenlenmesi gerekti ği açıkça belirtilmi ş, düzenlenmesi i şi vilayet kadılarına verilmi ştir. Kanunnameye göre, zimmîlerin mal ve mülk sahibi olan zenginlerinden her yıl 60-90 akçe, orta hâllilerinden 30-60 akçe ve fakirlerinden ise 30 akçe cizye talep edilmektedir. Kanunnamede, her yıl zimmîlerin durumlarının incelenerek, özellikle fakir olan zimmîlerden fazla vergi talep edilmemesi gerekti ği belirtilmi ştir. Vergi muamelesinin kadılar tarafından iki ayrı defter şeklinde

779 Genç, s. 103-113. 780 Fatma Acun, “Osmanlı Ta şra İdaresine Sistem Yakla şımı: Karahisar-ı Şarkî Sanca ğı Örne ği”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 153-161. 211 kaydedilerek defterlerden birinin İstanbul’a gönderilmesi istenmi ştir. Osmanlı Devleti, Kayseri’deki zimmîlerin cizyelerinin düzenli olarak tahsil edilmesine çalı şmı ştır. Devlet, bedenen sakat, topal, kör olanlardan, papazlardan ve geçimini sa ğlayamayan fakirlerden cizye vergisi talep etmemi ştir. Fakat bazı zimmîler de cizye ödememek için zaman zaman hilelere ba şvurarak, vergi tahrir ve tahsili sırasında evlerini terk edebilmi şlerdir 781 .

4.2.3.1.1. Kayseri Sancağındaki Gayrimüslimlerden Cizye Tahsil Edilmesi

XVII. yüzyılda, zimmîlerden tahsil edilecek vergilerin toplanması için bir emin ve bir de kâtip tayin edilmekteydi. Bu görevliler, ellerine verilen tu ğralı haraç defterindeki kayıtlara göre, miktarı belli olan vergiyi her mükelleften tahsil ederdi. Tahsil i şi bittikten sonra, tuttukları maliye defteriyle birlikte bir keseye yerle ştirip, ağzını mühürledikten sonra hazineye teslim ederlerdi. E ğer defterde kayıtlı bulunmayan yeni vergi mükellefleri (hariç ez-defter) çıkarsa, deftere kaydederek onların cizyeleri de toplanırdı. Cizyelerin süresinde tahsil edilmesinden haraççılar (emin ve kâtip) sorumlu idi ve kadıların da haraççıların i şlerini kolayla ştırmaları gerekiyordu. Ancak haraççıların, reayadan fazla akçe almaları yasaklanmı ştır 782 . 1019/1610-1611 senesinde Kayseri’deki gayrimüslimlerin cizyelerini toplamak için, sipahilerden olan Ahmed Bey emin ve Dervi ş Mehmed Bey de kâtip olarak görevlendirilmi ştir. Cizyeyi devlet için almak üzere emir ve mektup ile gelen dergâh-ı âli çavu şlarından Emrullah Çavu ş783 mahkemede, toplam olarak Osmanî hesabı üzere 214.773 akçeyi vekâleten adı geçen emin ve kâtipten aldı ğını ifade etmi ş, Ahmed Bey ve Mehmed Bey de bunu tasdik etmi şlerdir (18 Safer 1019/12 Mayıs 1610) 784 . Kayseri kazasından cizye tahsil edilirken, kazadaki kadılara hükümler gönderilmek suretiyle, cizyenin ve haracın ne şekilde, kim tarafından, ne kadar miktarla toplanaca ğı belirtilerek bununla ilgili gerekli uyarılar yapılmı ştır. “Cizye için gelen emr-

781 Erdo ğru, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Kayseri Zimmîleri”, s. 74. Cizye, gayrimüslimlerin mükellef olan erkeklerinden seneden seneye alınan şahsi bir vergi olup, buna “haracü’r-rüûs” da denilir. İmam-ı Âzam’a göre: Cizyenin bir şahıstan tahsil edilebilmesi için; akıl, bülû ğ, zükûret, hürriyet, sıhhat ve selamet şarttır. Cizye, şer’an mukateleye muktedir olan gayrimüslimler üzerine dü şen bir mükellefiyettir. Mecnunlar, çocuklar, kadınlar, köleler, âmâlar, topallar, ihtiyarlar ve sene içinde altı aydan fazla süreyle hasta olanlar; mukateleye ehil sayılmadıklarından cizyeye tabi olmazlardı. Bk. Bilmen, C. IV, s. 97-98. 782 Ali Aktan, “Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri’deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 24. 783 Emrullah Çavu ş’un cizye tahsili konusunda devlet tarafından vekil tayin edildi ği sicilde belirtilmektedir. K ŞS 13, 81/605. 784 K ŞS 13, 77/581. 212 i şeriftir” ba şlı ğıyla sicile kaydedilen 19 Şevval 1018/15 Ocak 1610 tarihli ferman, Kayseri kadısı ve perakende reayanın oturdu ğu yerlerin kadılarına gönderilmi ştir. Fermanda 1019/1610-1611 senesi cizyesi için Kayseri’deki gayrimüslimler üzerine dü şen miktarların tahsil edilerek hazineye teslim edilmesi için sipahilerden Ahmed’in emin ve Mehmed’in de kâtip olarak tayin edildi ği ifade edilerek, bunlar hüküm ile birlikte Kayseri’ye geldiklerinde, gönderilen defter suretine göre her ki şiden 174’er akçenin tahsil edilerek, bunların deftere kaydedilmesi ve toplanan akçe ile birlikte hazineye teslim edilmesi emredilmektedir. Ayrıca, kasaba ve köylerde oturan gayrimüslimlerin cizyelerinin köy kethüdası tarafından de ğil, bizzat kendileri tarafından getirilip memur olan kişilere teslim edilmesi tenbihlenmektedir 785 . Kayseri kazasından 1020/1611-1612 senesine mahsup olmak üzere tahsil edilecek cizye için gönderilen 23 Receb 1020/1 Ekim 1611 tarihli fermanda ise, sipahi oğlanları cemaatinden günlük 30 akçeye mutasarrıf olan Mehmed Hasan ile aynı cemaatten günlük 12 akçe ulufeye mutasarrıf olan Dilaver Abdullah adlı şahısların kâtip olarak tayin ve irsal edildi ği; bunlar hüküm ile vardıklarında, tu ğralı ve ni şanlı haraç defteri gere ğinde her ki şiden 174’er akçenin memurlar tarafından tahsil ettirilmesinin sa ğlanması ve hasıl olan akçenin keselenip mühürlenip olu şturulan defterle birlikte güvenilir adamlarla orduya gönderilmesi istenmektedir 786 . “ Cizye için hükümdür” başlı ğıyla kaydedilen ve Kayseri kazasına ba ğlı olan yerlerin kadılarına gönderilen aynı tarihli belgede de, Kayseri’deki gayrimüslimlerden bazılarının kazada mevcut oldukları hâlde aksini söyleyerek; bazılarının papaz, ke şiş ve rahip olduklarını ileri sürerek ve bazılarının da 10 yıldan fazladır Kayseri ve etrafında oturdukları hâlde cizyelerini vermediklerinden bahsedilmektedir. Gönderilen hükümle, Kayseri’deki zimmîlerin cizyelerinin, gönderilen memurların eline verilen tu ğralı defter ve emir gere ğince mevcutlardan tahsil ettirilmesi; papaz, ke şiş ve rahip olduklarını ileri sürerek cizyelerini vermek istemeyen zimmîler varsa bunlardan da adı geçen miktardaki cizyenin tahsil edilmesi, ancak bunların halk ile alım-satım, ziraat vs. gibi konularda alakası olmayıp bir kö şede ibadetle me şgul olanlarından cizye talep edilmemesi emredilmi ştir. Emre muhalefet edenlere müsaade edilmemesi, muhalefet ederek emre itaat etmeyenlerin isimleri ve köyleri ile yazılarak devlet merkezine bildirilmesi, tu ğralı cizye defterinde Kayseri’ye ba ğlı iken ba şka kasaba veya köylere yerle şenlerden cizyelerini vermek

785 K ŞS 13, 98/948. 786 K ŞS 15/2, 207/949. 213 isteyenler oldu ğunda, ismi defterde Kayseri’ye kaydedilen zimmîlerden devlet için cizyelerinin eksiksiz tahsil edilmesi istenmektedir787 . Cizyeyi tahsil edecek görevlilerin tayini ve cizyenin tahsili için devlet merkezinden gönderilen beratlar da sicillerde yer almaktadır. Mesela “Mustafa Bey’in Cizyeci Beratıdır” şeklinde kaydedilen 15 Zilkade 1027/3 Kasım 1618 tarihli belgede; Kayseri’deki zimmîlerden 1029/1619-1620 senesine mahsup olarak toplanacak olan cizye için, sipahilerden 3. bölükte günlük 51 akçe ulufeye mutasarrıf olan Mustafa Sinan ile yine sipahilerden 22. bölükte günlük 12 akçe ulufeye mutasarrıf olan Mustafa’nın, ellerine verilen tu ğralı defter gere ğince cizye tahsili için beratla görevlendirildi ği ifade edilmekte ve Kayseri’nin 2.808 cizyehanesinin her birinden 210’ar akçe toplanması, bu akçelerin keselenip, imzalı ve mühürlü olarak defterle birlikte hazineye teslim edilmesi istenmektedir 788 . Aynı konuyla ilgili olarak “Berat-ı Cizye” ba şlı ğıyla kaydedilen 20 Rebiülahir 1027/16 Nisan 1618 tarihli belgede ise; Kayseri vilayeti defterine ba ğlı zimmîlerin, 1028/1618-1619 senesine mahsup olmak üzere ödemeleri lâzım gelen cizyelerinin tahsil ederek hazineye teslim edilmesi için, silahtarlar zümresinden 96. bölükte 23 akçe ulufeye mutasarrıf olan Hüseyin Mustafa’nın emin ve sipahilerden 98. bölükte günlük 17 akçe ulufeye mutasarrıf Süleyman’ın kâtip olarak tayin edildi ği, ellerine ordu hazinesinden tu ğralı defter verilerek vilayete gönderildikleri belirtilmektedir. Defter gere ğince vilayetteki gayrimüslimlerin 2.808 cizyehanelerinin her hanesinden cizye için 200’er akçe ve cülus akçeleri için de 10’ar akçe olmak üzere toplam 210’ar akçe tahsil edilerek ordu hazinesine teslim edilmesi emredilmektedir 789 . Kayseri’deki köylerin ahalisinin cizyeyi bizzat devlete ödediklerine dair belgeler sicile kaydedilmi ştir. Mesela; Kiçi Bürüngüz köyü reayasının, 1018/1609-1610 senesinde 35 ki şinin cizyesini kendilerinin getirip hazineye teslim ettikleri ve buna dair ellerine tezkere verildi ği kaydedilmi ştir 790 . Kayseri’nin köylerinden tahsil edilmesi

787 K ŞS 15/2, 207/950. 788 K ŞS 20/2, 20/977. 15 Rebiülevvel 1028/2 Mart 1619 tarihli fermanda ise; sipahilerden Mustafa’nın, 1029 senesi cizyesinin toplanması ve tahsili için, daha önce ordudan gönderilen tu ğralı defter ve emre ilave olarak, devlet merkezinden de emir talep ettiğinden bahsedilmi ş; bunun üzerine konuyla ilgili olarak Kayseri kadısı ile Kayseri cizyesi defterine ba ğlı yerlerin kadılarına söz konusu fermanın gönderildi ği kaydedilmi ştir. K ŞS 20/2, 20/978. 789 K ŞS 20/2, 46/1098. Bazı vergiler köyün ortakla şa sorumlulu ğunu gerektirmektedir. Avarız ve cizyenin toplanmasında, özellikle XVI. yüzyıldan sonra köy bir cemaat olarak, tayin edilen mebla ğdan toptan olarak sorumlu tutulmu ştur. Osmanlı köyü, tarlaları ve otla ğı ile sınırlandırılmı ş, şer’iye sicillerinde varlı ğı tespit edilmi ş idari bir ünitedir. İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 13. 790 K ŞS 15/2, 264/1110-2. 214 gereken cizyenin tahsil edilerek hazineye teslim edildi ğine dair temessükler de sicillerde tespit edilmektedir. Köy halkı durumunu devlet merkezine arzederek, cizyesinin tahsil edildi ğine dair ellerine temessük verilmesini talep etmi ş, böylece kendilerinden tekrar cizye tahsil edilmesi ihtimalini ortadan kaldırmak istemi ştir. Mesela; Kayseri kadısına hitaben gönderilen 24 Ramazan 1027/14 Eylül 1618 tarihli fermandan; Kayseri’ye ba ğlı Molu köyünün gayrimüslimlerinin orduya adam ve arzuhâl gönderdiklerini, 1028/1618- 1619 senesi için ödemeleri gereken cizye için 16.910 akçeyi 25 Receb 1026/29 Temmuz 1617 tarihinde hazineye teslim ettiklerini ve ellerine tu ğralı temessük belgesi verildi ğini öğrenmekteyiz. Ahali, kendilerinden cizye tahsildarlarının tekrar cizye talep etmemesi için emr-i şerif verilmesini rica etmi ştir. Bunun üzerine, cizye tahsiline memur olanların, ödedikleri hâlde ahaliden tekrar cizye talep etmemesi ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması emredilmi ştir 791 . 1049/1639-1640 senesinde ise; Kayseri vilayeti defterine ba ğlı zimmîlerden tahsil edilecek cizyelerin tahsili i şi, daha önce Karaman defterdarı Yakub’un uhdesinde iken, fiilen orduda kuyut emini olan Şaban’a sipari ş edilmi ştir. Eline verilen ni şanlı ve mühürlü defter sureti gere ğince, 3.062 hanenin her hanesinden 2,5 kâmil kuru ş cizyenin tahsil edilmesi emredilmi ştir (27 Cemaziyelâhir 1048/5 Kasım 1638) 792 . Kayseri’ye ba ğlı Köstere, Sahra ve di ğer nahiyelerdeki gayrimüslimlerin, 1068/1657-1658 senesine mahsup olarak ödemesi gereken cizyesinin tahsili i şi ise Mehmed adlı memurun uhdesine verilmi ştir. 6 Zilkade 1066/26 A ğustos 1656 tarihli fermanla; Mehmed’in elindeki mühürlü ve ni şanlı cizye defteri sureti gere ğince, 80 hanesinden 235’er akçe ve 2.947 hanesinin her hanesinden 270’er akçenin tahsil edilmesi, müba şirin mai şeti için ise her haneden 40’ar akçe tahsil ettirilmesi, ahaliden belirtilenden az veya fazla akçe aldırılmaması emredilmektedir 793 . 1069/1658-1659 senesine mahsup olmak üzere, Kayseri’deki gayrimüslimlerden gerekli cizyenin deftere göre tahsil edilmesi için de kadılara emredilmi ştir. 4 Rebiülevvel 1068/10 Aralık 1657 tarihli fermanla kadılardan; Kayseri gayrimüslimlerinin 3.027 cizyehanesinin her hanesinden 270’er akçe, 80 hanesinden 235’er akçe ve 2.947 hanesinden 270’er akçenin cizye defterine göre vaktinde tahsil edilerek hazineye teslim edilmesi, müba şirin mai şeti için de her haneden 40 akçe

791 K ŞS 20/2, 54/1136. Köy halkının belirtilen miktar cizyeyi Dervi ş adlı ki şi eliyle hazineye teslim etti ği ifade edilmektedir. K ŞS 20/2, 54/1135. (26 Recep 1026/30 Temmuz 1617) 792 K ŞS 41/2, 215/554. 793 K ŞS 67/2, 177/465. 215 alınarak, reayadan eksik veya fazla akçe alınmamasının sa ğlanması istenmi ştir. Ayrıca söz konusu senede genel olarak “nevyafte” uygulaması yapılaca ğının emredildi ğinden bahsedilerek; deftere ba ğlı gayrimüslimlerden ölenlerin, çocuk ya ştakilerin ve hariç ez- defter olanların defter-i cedide kaydedilerek, her 10 haneden bir nevyafte akçesinin tahsil edilmesi emredilmektedir 794 . Kayseri defterine kayıtlı gayrimüslim ahaliden cizye defteri suretine göre, 1079/1668-1669 senesine mahsup olmak üzere, 3.028 cizyehanesinin 2.948 hanesinden 270’er akçe ve 80 muaf hanelerinden 235’er akçenin tahsil edilmesi, buna ilaveten müba şirin mai şeti için her haneden 40 akçe aldırılması emredilmektedir (18 Receb 1078/3 Ocak 1668) 795 . Gurre-i Ramazan 1087/7 Kasım 1676-Şaban 1088/Eylül-Ekim 1677 tarihleri için Kayseri’deki gayrimüslimlerden, 3.032 cizyehanesinin 2.967 hanesinden 270’er akçe ve 65 hanesinden 235’ şer akçe tahsil edilmesi ve zamanında hazineye teslim edilmesi emredilmektedir. Ayrıca bu tarihte, genel olarak gayrimüslimler için nev-yafte uygulamasının emredildi ği belirtilerek; deftere kayıtlı köylerdeki gayrimüslimlerden küçük ya şta olanlar ve cizye ödemekle mükellef olanların defter-i cedide kaydedilmesi, her 10 haneden bir nev-yafte akçesinin tahsil edilmesi istenmektedir (12 Zilhicce 1087/15 Şubat 1677) 796 . Gurre-i Ramazan 1094/26 Temmuz 1683-Şaban 1095/Temmuz-Ağustos 1684 tarihlerine mahsup olmak üzere Kayseri’deki gayrimüslimlerden tahsil edilecek cizye için, 4.235 cizyehanesinin 4.132 hanesinin her birinden 270’er akçe ve Ahmed Pa şa Vakfı’nın 103 hanesinin her birinden 235’er akçenin cizye defteri suretine göre tahsili ve hazineye teslim edilmesi emredilmektedir (24 Şevval 1094/16 Ekim 1683) 797 .

794 K ŞS 70, 160/370. 795 K ŞS 78/3, 289-290/674. 796 K ŞS 84, 186/436. Nev-yafte akçelerinin tahsil edilmesi sırasında memur ile halk arasında birtakım anla şmazlıklar çıkabilmi ştir. Mesela; 1033/1623-1624 senesinde elindeki berat, emir ve defter gere ğince Kayseri’deki zimmîlerden cizyenin tahsiline memur olan Mehmed b. Abdullah, zimmîlerden devlet için cizyelerinin tahsil edildi ğine dair tezkere verdi ğini, ancak nev-yafte akçelerini ahaliden almadı ğını ifade ederek tahsili için zimmîlerden davacı olmu ştur. Zimmîler ise cevabında; cizye ve nev-yafte akçelerini Mehmed Bey’e verdiklerini, bir akçe bile alakalarının kalmadı ğını söylemi şlerdir. Zimmîlerden buna dair delil istenmi ş, şahitliklerine güvenilir Müslümanlar da bunları do ğrulayınca, durum deftere kaydedilmi ştir. K ŞS 25/1, 18/92. (Evâhir-i Safer 1034/2-12 Aralık 1624) 797 K ŞS 91/3, 302/579. Aynı konuyla ilgili olarak; es-Seyyid Sunullah İstanbul’a arzuhâl sunarak, 1094/1682-1683 senesine mahsup olmak üzere tahsili uhdesine verilen cizye için, elinde berat ve cizye defteri sureti oldu ğunu ifade ederek, emr-i şerif verilmesini talep etmi ştir. Bunun üzerine Kayseri kadısına 2 Şaban 1094/27 Temmuz 1683 tarihli bir ferman gönderilmi ştir. Fermanda, eskiden beri uygulandı ğı şekliyle, müba şir olarak görevlendirilen Sunullah eliyle cizyenin zamanında tahsili emredilmi ştir. K ŞS 91/3, 303/582. 216

4.2.3.1.2. Cizye Hanelerinin Yeniden Tahrir Edilmesi

Devlet tarafından zimmî ahaliden tahsil edilecek cizyenin kanunlara göre muntazam bir şekilde tahsil edilmesine itina gösterilmi ştir. Tahrir esnasında deftere kaydedilmeyen reayanın yeniden tahrir edilerek, hiç kimsenin defter dı şında bırakılmamasına dikkat edilmi ş, eksiksiz bir şekilde cizyelerinin tahsil edilmesi istenmi ştir. Cizye hanelerinin yeniden tahrir edilerek cizyelerin tahsil edilmesi hakkındaki bir belgeye göre; Kayseri ahalisinden olup altıbölük halkına kethüdayeri olan Dilaver A ğa mahkemede, şehir merkezinde ve aralarında Talas, Sarımsaklı, Tavlusun, Efkere, Mancusun, A ğırnas, Endürlük, Vekse, Germir’in bulundu ğu köylerde oturan gayrimüslimlerden bazıları huzurunda, bunların cizyelerinin yeniden tahrir edilmesi için padi şah emri ile kendisinin memur oldu ğunu söyleyerek, bu emrin adı geçen zimmîlere okunmasını ve takrirlerinin kaydedilmesini istemi ştir. Emr-i şerifte; Kayseri’deki gayrimüslimlerin cizyelerinin yeniden tahrir ve tashih edilmeye ihtiyacı oldu ğu ve 1034/1624-1625 senesinde toplanacak cizye için kayıtların adaletli bir şekilde tashih edilerek, defterde kayıtlı olmayan reayanın da deftere dâhil edilmesinin istendi ği görülmektedir. Tahrir sonunda defterin bir nüshasının kadılara imzalatılarak mahkemelerde muhafaza edilmesi, bir suretinin de orduya getirilmesi istenmi ştir. Zimmîler sorgulandı ğında onlar da, emir gere ğince Dilaver Ağa’nın cizyelerini yeniden tahrir etmesine razı olduklarını ikrar etmi şler ve Dilaver A ğa’nın cizyeleri yeniden tahrir etmesine hükmedilmi ştir 798 . Tahrir ile birlikte deftere kaydedilen zimmî reayadan bazıları mahkemeye ba şvurarak, durumlarını sicile kaydettirme gere ği duymu şlardır. Mesela; Yalman Mahallesi’nden Bekli v. Hudbek adlı zimmî mahkemeye gelip, cizye tahririne memur Dilaver A ğa’nın kendisini mahalleye kaydederek eline mühürlü defter sureti verdi ğini söylemi ş, durumunun sicill-i mahfuza kaydedilerek ayrıca temessük verilmesini talep etmi ştir 799 . Hacet Mahallesi’inden Panos v. Moses’in de, aynı taleple mahkemeye ba şvurdu ğunu ve eline temessük verildi ğini görmekteyiz 800 .

798 K ŞS 25/1, 57/319. Tahrir-i vilayet , umumi bir tefti ş demekti. Hazine için vergi kaynaklarında meydana gelen de ğişiklikleri tespite yaradı ğı gibi, aynı zamanda il-yazıcısı ’nın gördü ğü ve padi şaha bildirdi ği kanuna aykırı bidatler ve haksızlıkların da özel bir fermanla kaldırılmasına vesile olurdu. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 51. 799 K ŞS 25/1, 61/335. 800 K ŞS 25/1, 61/336. 217

4.2.3.1.3. Perakende Zimmîlerden Yave Cizyesinin Tahsili

Perakende kelimesi ile kastedilen, mahalle veya köyün cizye defterine kayıtlı olmayıp, ticaret, seyahat vs. gibi sebeplerle bir süreli ğine şehirde bulunan zimmîlerdir. Bu durumdaki zimmîlerden “yave cizyesi” adıyla bir vergi tahsil edilmekteydi. Yave cizyesinin tahsili için memurlar tayin edildi ğine dair devlet merkezinden eyaletlerdeki kadılara fermanlar gönderilerek, kadılara bu konuda gerekeni yapmaları emredilmi ştir. 1068/1657-1658 senesine mahsup olmak üzere, perakende Ermeni ve yave zimmîlerin cizyelerinin toplanması için memur olan Ahmed İstanbul’a arzuhâl sunarak, livadaki kadılıklarda yave cizyesinin tahsiline muhalefet edildi ğini ve bir iki senedir verginin tahsil edilemedi ğini bildirerek bunun için emir istemi ştir. Hazine-i âmirede bulunan ba ş mukataa defterlerine bakıldı ğında, bunların cizyedarın iltizamına dâhil oldu ğunun kayıtlı oldu ğu görülmü ştür. Bunun üzerine, Kayseri kadısı ve Karaman eyaletindeki kadılara gönderilen 12 Şaban 1067/26 Mayıs 1657 tarihli fermanda; “liva-i mezbûrede vâki kadılıklara tahrir-i cedidden sonra etraf ve eknaftan tımarı ve kar u kesbi olmadan gelip, müceddeden cizyehanesine kayd ve tahrir olmayan perakende Ermeni ve Medine- i Münevvere evkafı reayasının ve Anadolu Rumu olanlar” dan belirtilen tarihe mahsup olmak üzere, 360’ar akçe ve mai şet ücreti ile birlikte toplamda 426’ şar akçenin tahsil edilerek kimsenin müdahalesine izin verilmemesi emredilmi ştir 801 . 12 Şevval 1084/20 Ocak 1674 tarihli fermanla; Gurre-i Ramazan 1084/10 Aralık 1673-Ramazan 1085/Kasım-Aralık 1674 tarihi için, Karaman eyaleti perakende defterine kayıtlı gayrimüslimlerin ödemeleri gereken cizyenin tahsili i şinin Mustafa adlı memura verildi ği ifade edilerek, elindeki cizye defterine göre, toplam 2.019 cizyehanesinin her hanesinden 250’ şer akçe ve mai şeti için de her haneden 40 akçenin tahsil edilmesi emredilmi ştir 802 . 1090/1679-1680 senesi cizye tahsili ile ilgili olarak kaydedilen 22 Safer 1089/15 Nisan 1678 tarihli bir fermandan ö ğrendi ğimize göre; ba şka memleketlerden

801 K ŞS 66/2, 143/429. 802 K ŞS 81, 69/143. Gurre-i Ramazan 1089/17 Ekim 1678-Şaban 1090/Eylül-Ekim 1679 tarihi için ise; eyaletin perakende defterine kayıtlı gayrimüslimlerin 2.019 cizye hanesinden 250’ şer akçe cizyenin tahsil edilmesi emredilmektedir (3 Muharrem 1089/25 Şubat 1678). K ŞS 88, 105/249. Alınan kâmil riyali kuru şun 118 akçeye ve esedi kuru şun 108 akçeye verdirilmesi, akçe şeklinde alındı ğında hâlis akçe olmasına dikkat edilmesi tenbih edilmi ştir. Avarız, cizye vs. gibi vergilerin tahsili ile ilgili fermanların ço ğunda; vergi tahsili esnasında zayıf ve eksik akçe alınmaması konusunda tenbih edildi ği görülmektedir. Durum şöyle ifade edilmektedir: “… ve cizye için alınan kâmil kuru ş ve esedi kuru şu hazine-i âmireme alındı ğı üzere iki şer akçe noksanıyla aldırıp, ziyade ve noksan aldırmayasız ve akçe alındıkta hâlisü’l- ayar aldırıp züyuf, kırkık ve kızıl akçe aldırmayasız ve …” K ŞS 88, 105/249. 218 gelip kâr elde eden perakende Ermeni, Anadolu Rumu ve Medine-i Münevvere evkafı reayasından 3’er kuru ş yave cizyesinin tahsil edilmesi; 10 ya şındaki çocuklardan, bulu ğa ermeyen Ermeni ve Rum o ğlanlarından cizyenin yarısı kadar, 10 ya şından büyük olup cizye ödemekle mükellef olanlardan ise tam cizye tahsil edilmesi tenbih edilmektedir. Rumeli, Anadolu ve Adalardan ticaret ve kâr elde etmek amacıyla livaya gelen yave keferesinden 3’er kuru ş yave cizyesi alınması istenmektedir. Bu vergiyi vermek istemeyenler olabilece ğinden bahsedilerek, “Biz henüz geldik, geri gideriz.” sözlerine itibar edilmemesi, Kıpti taifesinin Müslüman olanlarından avarız bedeli olarak 1,5’ar kuru ş, gayrimüslimlerinden ise 3’er kuru ş alınması emredilmektedir 803 . 1095/1683-1684 yılına mahsup olmak üzere Kayseri kazasının yave cizyesinin tahsili i şini uhdesinde bulunduran Seyyid Mehmed İstanbul’a arzuhâl sunarak, elindeki temessük ve berat sureti gere ğince, kazada ticaretle kâr elde etmek amacıyla bulunan ve deftere kayıtlı olmayan yave zimmîlerin ödemesi gereken cizyenin tahsili için emir verilmesini talep etmi ştir. Talep üzerine Kayseri kadısına gönderilen 4 Safer 1094/2 Şubat 1683 tarihli fermanda, Ermeni cizyedarından deruhde etti ği yave cizyesi tahsili işinde, Mehmed’e kimsenin müdahale ve muhalefet etmemesi gerekti ği ifade edilmi ştir 804 . Cizye tahsili ile görevlendirilen ki şinin eline buna dair bir temessük verilmekteydi. Verilen temessüklerin bir nüshası da sicile kaydedilmi ştir. Mesela; 1100/1688-1689 senesine mahsup olmak üzere, Kayseri sanca ğının cizyesinin muhafazası i şinin Hasan A ğa’ya verildi ği, buna dair temessük yazıldı ğı, livadaki deftere kayıtlı olmayan Ermeni ve Rumların, berat ve ferman gere ğince eskiden beri uygulandı ğı şekliyle cizyelerinin vaktinde tahsil edilmesi gerekti ği ifade edilmektedir (Evail-i Zilkade 1099/28 A ğustos-6 Eylül 1688) 805 . Yave akçesinin tahsili sırasında birtakım anla şmazlıklar da meydana gelmi ştir. 1068/1657-1658 senesine mahsup olmak üzere, Karaman ve Adana eyaletlerinde bulunan zimmîlerin ödemesi gereken yave cizyesini toplamaya memur olan Ahmed A ğa b. Hasan, Medine-i Münevvere evkafından olan Kilikras’a 1068/1657-1658 senesinde berat ile mütevelli olan Mustafa A ğa b. Hasan’dan davacı olarak, Kilikras’ın perakende halkından yave cizyesinin tahsiline mütevellinin engel oldu ğunu ifade etmi ştir. Mustafa Ağa ise cevaben; mütevellili ğe ba ğlı köylerdeki halkın cizyelerini mütevelli olanlara

803 K ŞS 88, 108/252. 804 K ŞS 91/3, 311/599. 805 K ŞS 96, 72/194. 219 verece ği ve dı şarıdan kimsenin müdahale edemeyece ğine dair halkın elinde emr-i şerif ve hatt-ı hümayun oldu ğunu söyleyerek, 1061/1650-1651 tarihli ait emr-i şerif ve hatt-ı hümayunu mahkemeye sunmu ştur. Bunlar mütevellinin ifadesini do ğrular mahiyette olunca, Ahmed A ğa’nın men edilmesine hükmedilmi ştir (Selh-i Rebiülevvel 1068/5 Ocak 1658) 806 . Yave cizyesi tahsili esnasında, memur ile ahali arasında çıkan anla şmazlıklar da dava konusu olmu ştur. Mesela; 1079/1668 senesine mahsup olmak üzere, Kayseri’deki yave zimmîlerinin cizyesi için müba şir olan Hanefi Çavu ş ibn-i Hacı Osman, Medine-i Münevvere evkafı halkından olup Kayseri’nin mahallelerinde oturan zimmilerden bir kısmından davacı olmu ştur. Hanefi Çavu ş, “Taife-i mezbûrenin her biri mahallât defterinde kayıdlı olmayıp, haric-i kaza ve livadan gelip mütemekkin olmaları ile kendilerinden yave cizyesi talep eylediğimde teslimden imtina ederler, sual olunsun.” demi ş; zimmîler ise cevap olarak, Medine-i Münevvere evkafı reayası olup, bir süredir Kayseri’nin mahallelerinde oturduklarını, cizyelerini ve raiyyet vergilerini şimdiye kadar vakıf mütevellisine ödediklerini, kendilerine müdahale edilmemesi için ellerinde emr-i şerif ve hatt-ı hümayun oldu ğunu söyleyerek bunları mahkemeye sunmu şlardır. Belgelere bakıldı ğında; taifenin tahrirden önceki bir tarihten beri Kayseri’de oturdukları ve vakıf halkından oldukları görülmü ş, ellerindeki emir gere ğince, Hanefi Çavu ş müdahaleden men edilmi ştir (27 Rebiülevvel 1079/4 Eylül 1668) 807 . 1087/1676-1677 yılında zimmîlerden cizye toplamaya memur olan Hüseyin Ağa, Ürgüp kazasından birkaç zimmînin, Ni ğde sanca ğının ahalisinden olup Kayseri’ye kâr elde etmek için geldiklerini, kendilerinden yave cizyesi talep etti ğini söyleyerek zimmîlerden davacı olmu ştur. Zimmîler, kendilerinin Ürgüp kazasından olduklarını, köylerindeki zimmîlerin Karaman cizyesi perakendesine kayıtlı olup deftere göre cizyelerini memur olanlara ödediklerini söyleyerek ellerinde bulunan, “Yave

806 K ŞS 67/1, 37/111. Yave akçesinin tahsili ile ilgili bir sicil kaydında; Haremeyn-i Şerifeyn evkafından Kilikras’a ba ğlı oldu ğu belirtilen Bo şe taifesinden bahsedilmektedir. K ŞS 67/1, 41/123. (16 Rebiülahir 1068/21 Ocak 1658) Haremeyn-i Şerifeyn vakfı mütevellisi olan Receb A ğa tarafından; Karaman, Adana ve Mara ş eyaletlerindeki kadılara gönderilen Zilkade 1078/Nisan-Mayıs 1668 tarihli yazı ile; 1078 senesinde, Haremeyn-i Şerifeyn evkafından Kilikras’ın tevliyetini berat ile tasarruf etti ği, “üslûb-i sâbık üzere” vakfın Kayseri’deki Kilikras’a ba ğlı köylerindeki perakendelerinin cizye, cürm-i cinayet, resm-i arûsane vs. gibi vergilerinin Kilikras perakendesi kaydedildi ği ifade edilerek; kadılıklarda oturan Bo şyan taifelerinin vakfa ait vergilerinin tahsili i şinin Ahmed A ğa’ya verildi ği, elindeki emr-i şerif gere ğince taifeden alınacak vergilerin vakıf için tahsil edilece ği belirtilmektedir. K ŞS 78/3, 231-232/561. Yave cizyeleri, perakende Ermeni ve Rum taifelerinden alınacak vergilerle ilgili olarak bk. K ŞS 88, 106/251. (6 Zilkade 1089/20 Aralık 1678) 807 K ŞS 78/2, 145/179. 220 cizyedarları olanlar, yave cizyesi talebi ile rencide ve remide etmeyeler.” ifadesi bulunan fermanı mahkemeye sunmu şlardır. Fermana bakıldı ğında ifadelerinin do ğrulu ğu anla şıldı ğından, Hüseyin A ğa yave cizyesi talebiyle zimmîlere müdahaleden men edilmi ştir (2 Cemaziyelevvel 1087/13 Temmuz 1676) 808 . Yeniil Türkmeni reayasından bazı zimmîler, gerekmedi ği hâlde kendilerinden yave cizyesi talep edildi ğini devlet merkezine arz etmeleri üzerine, Kayseri kadısına konuyla ilgili bir ferman gönderilmi ştir. Zimmîler, pazarlarının Kayseri’ye yakın oldu ğundan bahisle, kendi ihtiyaçlarını kar şılamak için pazara geldiklerinde, kâr amacıyla şehre gelen yave zimmîlerinden olmadıkları hâlde, kazada yave cizyesini toplamaya memur olanların kanuna aykırı olarak kendilerinden cizye talep ettiklerini belirterek emr-i şerif talep etmişlerdir. Eğer bunlar ifade ettikleri gibi, Kayseri’deki pazara kâr için gelip oturan yave zimmîlerinden olmayıp, sadece masraflarını kar şılamak üzere pazara gelmi şlerse, memurlarca kanuna aykırı olarak cizye talep edilmemesi emredilmi ştir 809 . Ahaliden birkaçı, yave cizyesini ödemek istemedikleri gerekçesiyle bazı zimmîlerin mahkeme huzurunda sorgulanmasını istemi şlerdir. Mesela; Sisliyan Mahallesi’nden Malkoç ve Kevkes adlı iki zimmî mahkemede, Sisliyan perakendesinden olup cizyelerini şimdiye kadar veren Tanrıverdi, Ovdik ve Bali adlı üç zimmînin cizyelerini vermekten kaçındıklarını söyleyerek sorgulanmalarını istemi şlerdir. Onlar ise; ’a tabi Çerkâk ve Ali şar’a kayıtlı olduklarına dair ellerinde tezkere ve defter sureti oldu ğunu ifade etmi şler; davacılar ellerinde defter sureti olmadı ğından müdahaleden men edilmi şlerdir (12 Cemaziyelâhir 1027/6 Haziran 1618) 810 . Yave cizyesini ödemekten kaçınanlar hakkında devlet merkezinden gönderilen fermanla, verginin tahsili için gerekenin yapılması emredilmi ştir. Kayseri sanca ğındaki kadılara gönderilen 12 Zilhicce 1089/25 Ocak 1679 tarihli fermanda; bir yerden ba şka bir kadılı ğa kâr elde etmek için gelen perakende Ermeni, Anadolu Rumu ve perakende Medine-i Münevvere reayasının 1090/1679-1680 senesine mahsup olmak üzere yave zimmîlerinin cizyesini toplamaya padi şah emri ile memur olan Ahmed adlı ki şi İstanbul’a arzuhâl sunarak; bazı zimmîlerin cizyeyi vermediklerinini, bazılarının da “Biz yerli defterine kaydolunduk.” diyerek vermekten kaçındıklarını bildirerek, defterde

808 K ŞS 84, 35/70. 809 K ŞS 88, 95/229. 810 K ŞS 20/1, 57/236. 221 isimleri mevcut olmayanlardan cizyenin tahsil ettirilmesi için emir talep etmiştir. Bunun üzerine, ba şka yerlerden gelen hariç ez-defter zimmîlerin, yerlilerin kayıtlı oldu ğu defterde isimleri olmayanlarından cizyenin tahsili için gerekenin yapılması emredilmi ştir 811 . 1094/1682-1683 senesinde Kayseri’deki yave cizyesini toplamaya memur olan İbrahim A ğa ibn-i Ahmed A ğa tarafından vekil olan karde şi Mustafa A ğa, Selaldı Mahallesi’nden Sinan ve Laçin adlı zimmîlerin, Sis kasabasından olup Selaldı Mahallesi’nde oturdukları için yave cizyesi istedi ğinde mahalle ahalisinden bazı zimmîlerin buna engel oldu ğunu söyleyerek davacı olmu ştur. Mahalle zimmîleri cevaplarında; Sinan ve Laçin’in Sis kasabasından oldu ğunu, ancak ev satın alarak 20 yıldır mahallede oturduklarını ve daha önce Kayseri’de zimmîlerin cizyelerini tahrir eden Abdulkerim Efendi’nin yaptı ğı tahrirden beri cizyelerini mahalle halkı ile birlikte ödediklerini söylemi şlerdir. Cizye tahsiline vekil olan Mustafa A ğa da, bu iki zimmînin 20 yıldır mahallede oturduklarını, mahallede mülklerinin oldu ğunu kabul ve itiraf edince, zimmîlere müdahale edilmemesine karar verilmi ştir (28 Cemaziyelevvel 1094/25 Mayıs 683) 812 .

4.2.3.1.4. Fakir Halkın Cizye Miktarında İndirim Yapılması

Cizye ödemeye gücü olmayan zimmîler, durumlarını devlet merkezine bildirmi şlerdir. Devlet merkezine yapılan bu ba şvurular sonucunda kazadaki idarecilere gönderilen emirlerle, cizyehane ve ödenecek miktarlarda bazı düzenlemeler yapılması yoluna gidildi ği görülmektedir. Halkın ba şvurusu üzerine cizyehane miktarında indirim yapıldı ğına dair bir kayda göre; Ulubürüngüz köyü gayrimüslimleri İstanbul’a giderek durumlarını arzetmi şlerdir. Bunlar; cizyelerinin daha önce defterde 103 hane oldu ğu, ancak vermeye tahammülleri olmadı ğını bildirdiklerinden, 15 hanenin ödemeye gücü olan ba şka köylere da ğıtılarak bir sonraki sene (1028/1618-1619) cizyelerinin kalan 88 hane üzerinden alınması için ellerine hazine-i âmireden mühürlü ve ni şanlı defter sureti verildi ğini ifade ederek emr-i şerif istemi şlerdir. Bunun üzerine gönderilen fermanla,

811 K ŞS 88, 115/268. 812 K ŞS 91, 2/4. 222 zimmîlerden fazla akçe talep edilmemesi ve defter suretine bakılarak gerekti ği gibi hareket edilmesi emredilmiştir (13 Zilkade 1026/12 Kasım 1617) 813 . Cizye ve avarız gibi vergilerin tahsiline esas te şkil eden hane sayılarında ahalinin ödeme gücüne göre yapılan bazı düzenlemeler sırasında ahali arasında birtakım anla şmazlıklar çıkmı ştır. Mesela; Şehreküstü Mahallesi zimmîlerinin daha önce yi ğitba şıları olan Haçator v. Bahadır, aynı mahalleden İsa v. Kirkor adlı zimmîden davacı olmu ştur. İddiasına göre 12 sene önce Kayseri ahalisinin avarızhanesi ve cizyelerini tahrir için memur olan Kenan A ğa ve Cafer Efendi şehre geldi ğinde, mahalle zimmîlerinin ittifakları ile 7 avarızhane ve 60 nefer cizyelerinin hafifletilmesi ve indirilmesi için bazı kişilerden 500 esedi kuru ş borç alıp tahriri yapan Kenan A ğa’ya ödemesi için İsa’ya vermi ş, ancak hane ve cizyelerinde indirim yapılmamı ştır. İsa’dan davacı olup parayı istedi ğinde İsa’nın 300 kuru şu aldı ğını itiraf etti ğini ancak talep etti ğinde parayı vermedi ğini söylemektedir. İsa ise cevabında, kendisinin ahali adına Kenan A ğa’ya 300 kuru ş verdi ğini, ancak Haçator’dan bir akçe bile almadı ğını söyleyerek inkâr etmi ştir. Bu durumda Haçator’dan delil istenmi ş, iddialarını ispat edemeyince yemin etmi ştir. Mahalleden bazı zimmîlerden durum sorulmu ş, onlar da belirtilen mebla ğın İsa eliyle Kenan A ğa’ya teslim edildi ğini, Haçator’un hiçbir alakasının olmadı ğını söyleyerek onun fitne ve fesat bir ki şi oldu ğunu bildirmi şlerdir. Bunun üzerine daha önce mahallenin yi ğitba şısı olan Haçator’un iddialarının haksız oldu ğu anla şılmı ş ve ahaliye müdahale etmekten men edilmi ştir (3 Şaban 1065/8 Haziran 1655) 814 .

4.2.3.1.5. Cizyeden Muaf Olma

Zimmî reayanın cizye vs. vergileri ödemekle mükellef tutulabilmesi için; yeti şkin ya şta, erkek ve gelir getiren herhangi bir i şle u ğra şıyor olması; hasta, ihtiyar ve sakat olmaması gerekiyordu 815 .

813 K ŞS 20/2, 59/1159. Defterde, Ulubürüngüz köyünün hazine-i âmirede muhafaza edilen 1026/1617 tarihli defter suretindeki kayıtlar yer almaktadır. Burada, köydeki zimmîlerin isimleri verilmektedir. K ŞS 20/2, 59/1160. 814 K ŞS 60/1, 35/135. 815 Çocuk ya ştakilerden vergi talep edilemeyece ğine dair bir belgeye göre; Darsiyak köyünden birkaç zimmî, köylerine mutasarrıf olan zeamet sahibinden Mahmud Çavu ş ibn-i Osman Çavu ş’un, kendilerinin 5-6 ya şlarındaki küçük erkek çocuklarından caba resmi talep etti ğini söyleyerek, kanunnameye bakılıp tescil olunmasını istemi şlerdir. Mahmud Çavu ş ise, bu zimmîlerin 10 ya şından küçük olan çocuklarından caba vergisi almadı ğını ifade etmi ştir (Evâhir-i Rebiülevvel 1028/7-17 Mart 1619). K ŞS 20/2, 7/874. 223

Gayrimüslim ahaliden bazıları cizye vergisinden muaf tutulmu şlardır. Ki şilerin cizyeden muaf olabilmesi için birtakım gerekçelerinin olması gerekiyordu. Bunun için ahali zaman zaman devlet merkezine ba şvurarak durumlarını bildirmi ş ve muafiyet talebinde bulunmu ştur. Hatta cizyeden muaf olma konusunda ahali ile ki şiler arasında anla şmazlıklar çıkmı ş ve çözümü için mahkemeye intikal etmi ştir. Mesela; Eslem Pa şa Mahallesi sâkinlerinden bazı zimmîler, aynı mahalleden Arslan v. Dede’den ödemesi gereken cizyeyi istediklerinde Arslan’ın ödemekten kaçındı ğını söyleyerek davacı olmu şlardır. Arslan ise cevabında; “Mahalle-i mezkûre zimmîlerinin müddet-i medide hizmetlerinde bulunup ve birkaç seneden beri fakirü’l-hâl olup, kâr u kisbe iktidarım olmadı ğından gayri, pir ü fâni olma ğla cizye icap etmedi ğine hâlen yedimde fetva-yı şerife vardır, nazar olunsun.” diyerek, fetvayı mahkemeye sunmu ştur. Birkaç zimmî sorgulandı ğında, onlar da “Fi’l-hakika mezbûr Arslan pir ü fâni ve kâr u kisbe iktidarı olmayıp, amelmândedir.” şeklinde şahitlik edince, iddiacıların Arslan’a müdahale etmemelerine hükmedilmi ştir (27 Ramazan 1067/9 Temmuz 1657) 816 . Zimmîlerin din adamları da vergiden muaf tutulanlar arasında yer almaktadır. Kayseri’deki ke şiş taifesinden Agob, Bogos Ke şiş ve di ğerleri, mahkemeye gelerek, kendilerinin gelir getiren bir i şle me şgul olmayıp İncil-hân olan ke şiş taifesinden olduklarını, şimdiye kadar taifeden cizye vs. şeklinde vergi adıyla bir akçe bile talep edilmedi ği hâlde, oturdukları mahallelerin ahalisinin kanuna aykırı olarak kendilerinden cizye vs. vergi adıyla akçe istediklerini ifade etmi şler, bu konuda ellerinde bulunan emir ve fetvayı mahkemeye sunmu şlardır. Bunlara bakıldı ğında, “Zimmiyân taifesinde ke şiş ve papas olup, muhâlata-i nâs etmeyip, kâr u kisbe kâdir olmayıp, daima riyâzet üzere olanlardan cizye ve sair tekâlif talep olunmaya.” şeklinde buyuruldu ğu görülmü ş, emir ve fetva gere ğince, ke şişlerden vergi adıyla akçe alınmamasına hükmedilmi ştir (Evâsıt-ı Şevval 1055/29 Kasım 1645) 817 . Ke şişlerden mahalle ahalisinin vergi talebi ve ke şişin mahkemeye ba şvurusu ile ilgili dava kaydında ise; şehirdeki ke şiş taifesinden olan Martıros v. Kırız adlı ke şiş, oturdu ğu mahallenin ahalisinin kendisine cizye vs. vergi talebiyle baskıda bulunduklarını söyleyerek 818 , bundan men edilmeleri için verilen emir ve fetvayı

816 K ŞS 66/1, 43/99. 817 K ŞS 55/2, 126/334. Rahipler, i ş görmeye kadir oldukça cizye ile mükellef bulunurlardı. Çünkü bunlar da mukateleye ehil olan kimselerdendir. Ancak nas ile ihtilatta bulunmayan rahiplerden cizye alınmayaca ğına dair Hanefi kitaplarında bazı kayıtlar da bulunmaktadır. Bk. Bilmen, C. IV, s. 98. 818 “Ben kâr u kisbe kâdir olmayıp, İncil-hân olan ke şişlerden oldu ğumdan, bu ana de ğin ke şiş taifesinden cizye ve sair tekâlif talep olunagelmemi ş iken, hâlen sâkin oldu ğum mahalle ahalisi, hilâf-ı 224 sunmu ştur. Belgelere bakıldı ğında 819 durumun beyan etti ği gibi oldu ğu görülmü ş ve mahalle ahalisinin ke şişten vergi adıyla akçe talep etmemelerine karar verilmi ştir (3 Cemaziyelevvel 1068/6 Şubat 1658) 820 . Cizyeden muaf olanlar arasında taifeler de bulunmaktadır. “Muafnâme-i Boşe Taifesi” ba şlı ğıyla sicile kaydedilen ve Kocaeli sancak beyi ile sancaktaki kadılıklara hitaben gönderilen fermanda; darüsssade a ğası olup Harameyni’ ş-şerifeyn vakfı nâzırı olan Musa A ğa’nın İstanbul’a arz gönderdi ği belirtilmektedir. Musa A ğa arzında; vakıftan olan Kilikras perakendesi reayasından birkaç zimmînin bu kadılıklarda oturduklarını, vergilerini defter-i hakanî gere ğince vakıf için ödeyip dı şarıdan ki şilerce müdahale edilmedi ğini; avarız, nüzul vs. vergilerden muaf ve müsellem olduklarına dair ellerinde muafnâme ve defter-i hakanî sureti oldu ğu hâlde, Kocaeli’ndeki vergi tahsiline memur olanların, muafnâmelere ra ğmen zorla akçelerini alarak ahaliye zulmettiklerini söyleyerek men edilmeleri için emir talep etmektedir. Bunun üzerine gönderilen Gurre-i Rebiülevel 1027/26 Şubat 1618 tarihli fermanla, durum açıklandı ğı gibi ise, fazla vergi talep edenlerin men edilmesi, bununla yetinmeyenler olursa isimlerinin yazılıp İstanbul’a arz edilmesi emredilmi ştir 821 .

4.2.3.1.6. Cizye Ödeme Konusunda Ortaya Çıkan Anla şmazlıklar

4.2.3.1.6.1. Köy veya Mahalle De ğişikli ği Sebebiyle Ortaya Çıkan Anla şmazlıklar

Cizye ödemekle mükellef reayanın, vergisini oturdu ğu mahalle veya köy halkı ile birlikte ödemesi gerekmekteydi. Kayıtlı oldu ğu mahalleden kalkıp ba şka yerde oturan ve cizyesini ödemek istemeyen zimmîler hakkında mahalle ahalisi davacı olmu ş, haklarını talep etmek üzere mahkemeye ba şvurmu ştur 822 . Mesela; Yahyalı Nahiyesi’ne

şer’-i şerif ve mugâyir-i kânun, sair kefere gibi benden cizye ve sair tekâlif nâmı ile akçe talep edip, rencideden hâli olmayıp, bana külli hayf ve gadr ederler. Rencide olunmayıp, men ve def olunmak bâbında yedimde fetvâ-yı şerif ve emr-i âli-şân vardır.” K ŞS 67/1, 49/149. 819 “Zimmiyân taifesinden ke şiş ve papas olup, kâr u kesbe i ştigâli ve nâsla ihtilâtı olmayıp, riyâzât üzere olan ke şişlerden cizye ve sair tekâlif nâmıyla bir akçe ve bir habbe talep olunmaya.” şeklinde buyuruldu ğu kayıtlıdır. K ŞS 67/1, 49/149. 820 K ŞS 67/1, 49/149. 821 K ŞS 20/2, 56/1148. 822 Gayrimüslimler, Müslümanlarla i şleri oldu ğunda de ğil, bazen kendi aralarında çıkan ihtilaflar için de mahkemeye müracaat etmi şlerdir. Bu tür anla şmazlıklarla ilgili alınan kararlar kadı tarafından deftere kaydedilmi ştir. Osmanlı mahkemesinde Hanefi mezhebi esas alınmakla beraber, müddeinin iste ğiyle kadı davaya dört mezhepten birine göre bakmak zorunda idi. İnalcık, “Mahkeme”, s. 150-151. XV. yüzyılın ikinci yarısına ait Bursa şer’iye sicillerine göre gayrimüslimlerin mahkemeye ba şvurusu hakkında bk. aynı madde, s. 151. Kayseri’deki gayrimüslimler, istediklerinde kendileri ile ilgili meselelerin karara 225 ba ğlı Fara şa köyünden birkaç zimmî, şehir merkezi dı şındaki Selman Mahallesi ile mahlut olan Rumiyan Mahallesi sâkinlerinden Bahadır v. Kotsan adlı zimmîden davacı olmu ş; onun daha önce köylerinden oldu ğunu söyleyerek cizye vs. verginin alınmasını talep etmi ştir. Bahadır ise cevabında; 40 yıldan fazladır Kayseri’de oturdu ğunu, cizye tahriri yapan memurların kendisini Rumiyan Mahallesi’ne kaydetti ğini, vergilerini mahalle ahalisi ile ödedi ğini, daha önce köy ahalisi aynı taleple kendisinden davacı oldu ğunda men edildiklerine dair elinde hüccet oldu ğunu söyleyerek, 2 Rebiülahir 1048 tarihli ve Kayseri mahkemesinde eskiden nâibü şş er olan Mevlana İsmail Efendi imzalı hücceti sunmu ştur. Hüccette, zimmînin Rumiyan Mahallesi’nde kayıtlı oldu ğu görülmü ş, defter-i cedid-i hakanî sureti ve hüccet gere ğince iddiacılar men edilmi ştir (8 Şevval 1049/1 Şubat 1640) 823 . Tahrir yapıldı ğı sırada oturdu ğu mahallede deftere kaydedilen ki şinin, tahrir sonrasında ba şka mahalleye yerle şmi ş olsa bile cizyesini tahrirde kaydedildi ği mahallenin ahalisi ile ödemesi gerekiyordu. Mesela; Şehreküstü Mahallesi’nin yi ğitba şı olan Bedros v. Şahin, Karabit Mahallesi’nde oturan Vartan ve iki o ğlundan davacı olmu ştur. Bunların hane ve cizyelerinin tahrir-i cedidde mahalleleri zimmîlerinin defterine kaydedildi ği hâlde, mahalleden kalkıp Karabit’te yerle şerek mahallenin fakir halkına haksızlı ğa sebep olduklarını söylemektedir. Bu husus devlet merkezine bildirilmi ş; “Tahrir-i cedidden sonra kalkıp âher mahallede sâkin olan reayayı kaldırıp tahrir olundukları mahallelerine iskân ettirilmek” şeklinde emr-i şerif gönderilmi ştir. Emir ve defter sureti gere ğince, bu zimmîlerin kaydedildikleri mahalleye döndürülmeleri talep edilerek, emir ve defter sureti mahkemeye ibraz edilmektedir. Defterde, “Revnek v. Vartan” şeklinde isimlerinin kaydedildi ği görülmü ş, baba ve iki oğluna, tahrir edildikleri eski mahalleleri olan Şehreküstü’ye dönmeleri için tenbih edilmi ştir (7 Cemaziyelâhir 1065/14 Nisan 1655) 824 .

ba ğlanması için mahkemeye ba şvurmu şlardır. Mahkemeye ba şvuruların sıklıkla yapıldı ğı davalar arasında vergi tahsili, özellikle de cizye ile ilgili anla şmazlıklar yer almaktadır. 823 K ŞS 42/1, 16/37. 38 numaralı belgede ise, Bahadır adlı zimmî, adının mahalleye ait cizye defterinde kayıtlı oldu ğunu söylemi ş ve iddiacılar men edilmi şlerdir. K ŞS 42/1, 17/38. Benzer bir belgede; yine Yahyalı’ya ba ğlı Fara şa köyü ahalisinin vekili olan ve Develi voyvodası olan Ahmed Çelebi b. Osman Bey, Vasil v. Köstendil adlı zimmîden, cizye talebiyle davacı olmu ştur. Zimmî ise cevabında; babasının 40 yıldan fazladır Kayseri’de oturdu ğunu, kendisinin de Kayseri’de do ğdu ğunu, cizyesinin mahalleye ba ğlı oldu ğunu söylemi ş; vergilerini mahalle ahalisi ile verip, iddiacının bundan ba şka vergi talep etmeye hakkı olmadı ğına dair elindeki fetvayı mahkemeye ibraz etmi ş ve iddiacı men edilmi ştir (9 Şevval 1049/2 Şubat 1640). KŞS 42/1, 34/73. 824 K ŞS 60/1, 8/26. 226

Ba şka mahalleye yerle şen ki şinin yeni mahallesinin ahalisi de bazen bu ki şinin cizyesini eski mahallesi ile ödemesine engel olmak istemi şlerdir. Mesela; Selman Mahallesi’nin yi ğitba şısı olan Sefer adlı zimmî, tahrir-i cedidde iki mahallenin de cizye defterine kaydedilmeyen ve Sayeci Mahallesi’nde oturan Artiyun v. Panos’un cizyesini her sene kendileri ile ödedi ğini ancak buna Sayeci ahalisinin engel oldu ğunu söyleyerek, zimmî ahaliden davacı olmu ştur. Davalı zimmîler ise cevap olarak; Artiyun’un Sayeci’de oturdu ğunu ve tahrirde buranın cizye defterine kaydedildi ğini, defterde babasının ve kendisinin isminin kayıtlı oldu ğunu söylemi şlerdir. Davacı olan yi ğitba şı bunu inkâr edince, zimmîlerden cizye defteri talep edilmi ştir. Mahkemeye ibraz edilen tu ğralı ve ni şanlı cizye defterine bakılmı ş, Artiyun ve babası Arap’ın isminin Sayeci Mahallesi cizye defterine kayıtlı oldu ğu görülmü ş, ayrıca bu hususu bilen güvenilir Müslümanlara soruldu ğunda, iki Müslüman ki şi, Sayeci’nin cizye defterinde kayıtlı olan ki şinin Artiyun oldu ğunu ve babasının da Arap olarak tanındı ğını, kaydedildiklerinin kendilerince bilindi ğine şahitlik ettiklerini ifade etmi şlerdir. Mahkemenin verdi ği karar, Artiyun’un cizyesini kaydedildi ği Sayeci ahalisi ile ödemesi ve di ğer vergilerini de oturdu ğu Selman Mahallesi ahalisi ile ödemesi şeklinde olmu ştur (25 Şevval 1065/28 A ğustos 1655) 825 . Benzer bir davada; Sisliyan Mahallesi’nden Haçator v. Kirekos adlı zimmî, Mermerli Mahallesi’nden Ayan v. Agop’un, mahallenin eski reayasından olup, daha önceki tahrir-i cedidde mahallenin zimmîleri defterine kaydedilmi şken, Mermerli’den ev satın alarak gitti ğini ve cizyesini vermekten kaçındı ğını ifade ederek davacı olmu ştur. Ayan ise daha önce Sisliyan’da oturdu ğunu, ancak tahrirde zimmîlerin defterine kaydedilmedi ğini söyleyerek iddiayı inkâr etmi ştir. Deftere müracaat edilmi ş, burada Ayan ve babası Agob’un kaydı görülmedi ğinden cizyesini oturdu ğu Mermerli Mahallesi ahalisi ile ödemesine karar verilmi ş, Haçator cizye talebiyle Ayan’a müdahale etmekten men edilmi ştir (11 Şevval 1066/2 A ğustos 1656) 826 . Yerlerini bırakarak ba şka mahallelere yerle şen zimmî reayanın eski mahallelerine dönmeleri yönünde mahkeme tarafından karar verildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Mesela; Gülük Mahallesi’nin yi ğitba şısı Anasdas v. Kaplan ve di ğer bazı zimmîler; Kiçikapı Mahallesi’nde oturan birkaç zimmînin hanesinin tahrir esnasında mahallenin cizye defterine kaydedildi ği hâlde, gidip Kiçikapı’ya

825 K ŞS 60/1, 90/314. 826 K ŞS 65, 31/86. 227 yerle ştiklerinden mahallenin fakir halkına haksızlık olduğunu söylemi ş ve davacı olmu şlardır. Konu, devlet merkezine de bildirilmi ştir. Davacılar, “Tahrir-i cedidden kalkıp âher mahallede sâkin olan reayayı kaldırıp, tahrir olundukları mahallelerinde iskân ettirilmesi” yönündeki emr-i şerif ve defter-i hakanîyi mahkemeye sunduklarından, mahkemede zimmîlerin tahrir edildikleri eski mahalleleri Gülük’e dönmelerinin tenbih edilmesine hükmedilmi ştir (9 Cemaziyelâhir 1065/16 Nisan 1655) 827 . Kethüda Mahallesi zimmîlerinden bazıları, Karakeçi Mahallesi’nden Devlet v. Bali adlı zimmînin, daha önce kendi mahallelerinde otururken muharrir tarafından cizyesinin mahalleye kaydedildi ğini, Devlet’in mahalleden kalkıp Karakeçi’de oturdu ğunda cizyesini kendileri ile birlikte vermesine ra ğmen; avarız vs. vergisini birlikte ödemekten kaçındı ğını söyleyerek davacı olmu şlardır. Devlet ise cevap olarak; daha önceki tarihlerde mahallelerinde birkaç sene oturdu ğunu, cizyesinin de mahalle defterine kaydedildi ğini, ancak 16 sene önce mahalledeki evini satarak mahallede alakasının kalmadı ğını, cizyeden ba şka avarız vs. vergi ödemesinin gerekmedi ğine dair elinde şeyhülislâmdan alınmı ş fetva 828 ve emr-i şerif oldu ğunu söyleyerek, bunları mahkemeye ibraz etmi ştir. Fetva ile emre bakılmı ş ve cizyeden ba şka vergi talebiyle mahallelinin Devlet’e müdahale etmemesine karar verilmi ştir (27 Şevval 1067/8 Ağustos 1657) 829 . Sisliyan Mahallesi’nin yi ğitba şısı olan Derk v. İnebek ve diğer bazı zimmîler; daha önce kendi mahallelerinde oturup Harput, Tavukçu, Karakeçi, Selman, Rumiyan, Hisayunlu, Sınıkçı, Şiremenli, Eslem Pa şa, Emir Sultan ve Mermerli mahallelerine giden bazı zimmîlerden davacı olarak; bunların eskiden beri kendi mahalleleri zimmîlerinden oldu ğunu ve ba şka mahallelere gidince her birinin avarız, nüzul ve cizyesinin üzerlerine kaldı ğından kendilerinin haksızlı ğa u ğradı ğını ifade etmi şler; tahrir defteri gere ğince bunların eskiden oturdukları mahalleye gelmeleri için tenbih edilmelerini talep etmi şlerdir. Zimmîler ise cevaplarında; uzun süredir Sisliyan

827 K ŞS 60/1, 8/28. Konuyla ilgili emr-i şerifte; “Fi’l-vâki mezkûrlar bade’t-tahrir âher mahalleye naklolup ve kadîmi sâkin oldukları mahallelerde cizye ve hane-i avarızları olup, vermede teaallül eyledikleri vâki ise, min-ba’d teallül ettirmeyip kadîmi mahallelerine getirip iskân ettiresin…” denilmektedir. K ŞS 60/2, 158/497-1. (Evâil-i Rebiülevvel 1065/9-19 Ocak 1655). 828 Fetva şu cümlelerle ifade edilmektedir: “Bir mahallede sâkin olan Zeyd, mahalle-i mezbûrede avarıza ba ğlı olan mülk menzilini Amr’a bey’ edip, badehu kendi dahi bir âher mahallede sâkin olsa, hâlen mahalle-i evveli ahalisi Zeyd’den, ‘Mücerred bize avarız veregelmi ştin.’ deyü, alakası yok iken avarız akçesi alma ğa kâdir olurlar mı? El-cevap: Olmazlar.” KŞS 66/1, 81/173. 829 K ŞS 66/1, 81/173. 228

Mahallesi’nde oturduklarını, tahrir esnasında hane ve cizyelerinin Sisliyan zimmîleri defterine kaydedildi ğini ikrar ve itiraf etmi şlerdir. Bu husus için yazılan fetvada, “Kadîm sâkin oldukları mahalleden kalkıp âher mahallâtta sâkin zimmîlerin zimmetlerinde edası lâzım gelen hane-i avarız ve nüzul ve cizyelerini şer’an alma ğa kâdir olurlar” şeklinde buyruldu ğundan; takrirleri ve fetva gere ğince bunların eskiden oturdukları mahalleye dönmelerin için tenbih edilmesine karar verilmi ştir (10 Muharrem 1068/18 Ekim 1657) 830 . Aydo ğdu Mahallesi’nin yi ğitba şısı olan Allahverdi v. Orun ve di ğerleri, Gürgür v. A ğazır adlı zimmînin eskiden beri mahallelerinin zimmîlerinden oldu ğunu, ancak mahalleden kalkarak Sasık Mahallesi’ne gitti ğinden cizye ve di ğer vergilerinin kendi üzerlerine kaldı ğını söyleyerek; vilayetin tahrir defteri gere ğince di ğer kendi mahallelerine gelmesi için tenbih edilmesini talep etmi şlerdir. Gürgür ise; Aydo ğdu Mahallesi zimmîlerinden olup, mahalle halkı ile birlikte tahrir edildi ğini kabul etmi ştir. Tahrir defterinde de adı kayıtlı oldu ğundan, Gürgür’ün eskiden oldu ğu gibi Aydo ğdu’da oturmasına karar verilmi ştir (27 Muharrem 1068/4 Kasım 1657) 831 . Arakil Mahallesi zimmîlerinden bazıları mahkemede, Sefer v. Minnet’ten davacı olmu şlardır. Zimmîlere göre; Sefer daha önce kendi mahallelerinde otururken tahrir esnasında mahallenin cizye defterine zimmîler ile birlikte kaydedilmi şken, 10 sene önce mahalledeki evini satarak Kiçikapı Mahallesi’nde ev satın almak suretiyle gitmi ştir. Mahalle ahalisine göre Sefer, 1067/1656-1657 senesinde tahsil edilmesi emredilen avarız bedelini kendisinden istediklerinde ödemekten kaçınmaktadır. Sefer ise cevabında; evini satıp Kiçikapı’da ev satın aldı ğını, Arakil’de avarız ödemesini gerektiren mülkünün kalmadı ğını, daha önce aynı zimmîlerle iki defa mahkemelik olduklarında zimmîlerin kendisine müdahaleden men edildiklerini, cizyeyi Arakil Mahallesi ile, di ğer vergileri de oturdu ğu Kiçikapı Mahallesi ile ödemesi için eline hüccet verildi ğini söyleyerek, eski nâibü şş er Seyyid Abdulbaki Efendi imzalı, 8 Receb 1067/22 Nisan 1657 tarihli, di ğer nâibü şş er Abdülmuin Efendi imzalı, 18 Rebiülahir 1064/8 Mart 1654 tarihli iki hücceti mahkemeye ibraz etmi ştir. Daha önce mahalle ahalisi ile, kendisinden haraçtan ba şka vergi talep edilmemek üzere 40 esedi kuru şa sulh ettiklerine dair verilen hüccet ve fetva gere ğince yazılan emirde “...mahalle-i mezbûrede taht-ı tasarrufunda avarız icap eder emlâkı ve arazisi yo ğusa hâlâ sâkin

830 K ŞS 66/2, 116/268. 831 K ŞS 67/1, 5/17. 229 oldu ğu mahalle ahalisini ol vechile rencide ve remide ettirmeyesiz…” denmektedir. Zimmîler, Sefer’in mahallede avarız ödemesini gerektiren mülkü olmadı ğını itiraf ettiklerinden; cizyeyi Arakil Mahallesi, di ğer vergilerini ise oturdu ğu mahalle ahalisi ile ödemesi için Sefer’e tenbih edilmi ş; zimmîler de avarız talebiyle Sefer’e müdahale etmekten men edilmi şlerdir (29 Muharrem 1068/6 Kasım 1657) 832 . Selman Mahallesi’nde oturan yi ğitba şı Sefer v. Simavin ve iki zimmî, daha önce mahalle ahalisinden iken Rumiyan Mahallesi’ne yerle şen Sefer v. Asturni adlı zimmînin; tahrirde kendi mahalleleri cizye defterine kaydedildi ği, kendinin ve babasının adı defter-i cedidde kayıtlı oldu ğu hâlde; evini satıp Rumiyan’da ev satın alarak, cizyesini mahalleli ile ödemekten kaçındı ğını söyleyerek davacı olmu şlardır. Sava ise; Selman Mahallesi ile tahrir edildi ğini inkâr etmektedir. İddiacılardan defter-i cedid sureti talep edilmi ş, deftere bakıldı ğında Sefer v. Asturni şeklinde kayıtlı olmadı ğı görüldü ğünden; cizye ve di ğer vergisini Rumiyan Mahallesi ile birlikte ödemesine karar verilmi ştir (3 Receb 1068/6 Nisan 1658) 833 . Sayeci Mahallesi’nden bazı zimmîler; aynı mahalleden Sefer v. Kayser adlı zimmînin mahalledeki evinde oturdu ğunu, daha önce cizye tahririne memur olan Abdulkerim Efendi’nin, Sefer’in cizyesini deftere kaydetti ğini ve hâlen mahallede sâkin oldu ğunu ifade ederek cizye talebiyle davacı olmuşlardır. Ahali, defter suretini mahkemeye ibraz ederek, buna göre cizyesinin alınmasını istemektedir. Defterde; “Sefer v. Kayser Mahalle-i Sayeci” şeklinde kayıtlı oldu ğu görülmü ştür. Sefer ise cevabında; tahrirde mahallenin cizye defterine kaydedildi ğini, sonra Talas köyünün cizye defterine de kaydedildi ğini söylemi ştir. Sefer, daha önce mahallenin cizye defterine kaydedildi ğini ve mahalledeki evinde oturdu ğunu itiraf etmi ş, defter sureti gere ğince cizyesini mahalle ahalisi ile ödemesine hükmedilmi ştir (9 Şevval 1094/1 Ekim 1683) 834 . XVII. yüzyılda Kayseri’de çe şitli sebeplerle köyden şehre göç hadisesinin meydana geldi ği anla şılmaktadır. Köyden kalkarak şehir merkezine yerle şen aile ile tımar mutasarrıfı arasında cizye tahsilinde çıkan bir anla şmazlık dolayısıyla sicile kaydedilen bir belgeye göre; Kiçibürüngüz köyü tımarına mutasarrıf olan Hüseyin A ğa b. Piyale, Rumiyan Mahallesi’nden Yasef v. Apa ve Anasdas v. Boran adlı zimmîlerin, Arabdede köyünden kalkarak şehre gelip yerle ştiklerinden ödemeleri gereken cizyeyi

832 K ŞS 67/1, 8/24. 833 K ŞS 67/2, 91/266. 834 K ŞS 91/1, 105/238. 230 istedi ğinde bunların ödemekten kaçındı ğını söyleyerek davacı olmu ştur. Zimmîler ise cevaben; “Fi’l-hakika bizim cedlerimiz karye-i mezbûreden kalkıp gelip lâkin muharrir Ebu’l-Fazl hin-i tahrirde karye-i mezbûrenin zeamet defterinden ihraç ve mahalle-i mezbûrenin reaya defterine kaydeylemi ştir.” diyerek defter suretini mahkemeye sunmu şlardır. Defterde, zimmîlerin ifade ettikleri durum görüldü ğünden, tımar sahibinin bunlara müdahale etmemesine karar verilmi ştir (14 Receb 1069/7 Nisan 1659) 835 . Cizye ile ilgili olarak mahkemede çözüme kavu şturulmak istenen davalar; genellikle mahalle veya köy halkının, emlakı bulundu ğu hâlde vergisini ödemekten kaçınan ki şiler hakkında açılmı ştır. Sicillere yansıyan cizye anla şmazlıklarının büyük bir ço ğunlu ğu, bir ki şinin eskiden oturdu ğu mahalle ahalisinin vergi talep etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Belgelerde; mahalle ahalisi genellikle davacı oldukları ki şiler hakkında gerekçelerini ifade ederlerken, delil olarak tahrir esnasında kaydedilen cizye defteri veya defter-i cedid-i hakanî suretini mahkemeye ibraz etmi şlerdir. Bunlar, mahkemenin kararı için delil olarak kabul edilmekte; defterdeki kayıtlara göre, şahıslara vergilerini ödemeleri için tenbih edilmekte veya mahalle ahalisinin söz konusu ki şiye vergi talebiyle müdahale etmemesine hükmedilmektedir. İspat vasıtası olarak “yemin” in bu türden belgelerde çok fazla sayıda yer almadığını görmekteyiz. Zaman zaman mahalleden güvenilir ki şilerin, şahitlik yaptı ğı da olmu ştur. Ahali ile ki şiler arasında çıkan anla şmazlıklar genellikle, mahalledeki evini satarak ba şka mahalleye yerle şen ki şilerden vergi talep edilmesi ile ilgili olmu ştur. Mahalleli adına yi ğitba şı, davayı takip etmektedir. Mesela; Selman Mahallesi’nin yi ğitba şısı olan U ğurlu v. Kavlak ve mahalledeki di ğer zimmîler, U ğurlu v. Akit adlı zimmîden davacı olarak; muharrir Cafer Efendi ve Kenan A ğa’nın U ğurlu’yu kendi mahallelerinin avarızhanesine ve cizye defterine kaydettiklerini, vergilerini şimdiye kadar kendileri ile birlikte vermi şken, talep ettiklerinde vermekten kaçındı ğını söyleyerek, vergisini eskisi gibi kendileri ile ödemesini talep etmi şlerdir. U ğurlu, mahalleye kaydedildi ğini ancak borçlu oldu ğundan mahalledeki mülkünü Seyyid Musa Efendi’ye satarak, Sultan Hamamı Mahallesi’nde oturdu ğunu ve haracını da oturdu ğu mahalle ahalisi ile ödedi ğini söylemi ştir. Yi ğitba şı ve ahali, bu durumu inkâr etmi şler, Uğurlu’dan delil talep edilmesi üzerine, Mustafa Efendi’nin nâibi olan Mesud Çelebi imzalı hücceti mahkemeye sunmu ştur. Hüccetten Uğurlu’nun mahallede avarız ödemesini gerektirir mülkü olmadı ğı anla şıldı ğından, yi ğitba şı ve mahalle ahalisinin

835 K ŞS 69, 91/263. 231

Uğurlu’ya müdahale etmemesine karar verilmi ştir (Evahir-i Cemaziyelâhir 1055/13 Ağustos 1645) 836 . Yukarıda verilen örneklerden de anla şılaca ğı gibi; bir gayrimüslimin vergi yükümlüsü olabilmesi için bazı şartları ta şıması gerekmektedir. Bunlar; çocuk ya şta, ihtiyar ve hasta olmaması, kâr getiren bir i şinin bulunması, eskiden beri mahallede oturması ve evinin bulunması, tahrir esnasında mahallenin cizye defterine kaydedilmi ş olması, defterde dedesinin, babasının veya kendi adının kayıtlı olması vs. idi. Tahrirler esnasında sehven yapılan yanlı şlıklar da daha sonraki tarihlerde ki şiler arasında anla şmazlık konusu olmu ş ve düzeltilmesi için kadıya müracaat edilmi ştir. Mesela; cizye muharriri Abdulkerim Efendi tarafından Kayseri’deki gayrimüslimler tahrir edildiği sırada, muharririn Kaya v. Murad adlı zimmîyi sehven önceki mahallesi olan Eslem Pa şa’ya, sonra da yanlı şlıkla Arakil Mahallesi’ne kaydetti ği, şahısların mahkemeye ba şvurusu üzerine defter suretine bakılarak anla şılmı ştır. Arakil Mahallesi’nden Ovedik v. Saye Bali adlı zimmî mahalle ahalisi adına vekâleten, Eslem Pa şa Mahallesi’nin vekili Bogos v. Haçator huzurunda mahallenin ahalisinden davacı olmu ştur. Mahalleleri cizyesine kaydedilen Kaya’dan vergiyi talep ettiklerinde, Bogos’un buna engel oldu ğunu ifade etmi ştir. Bogos ise cevabında; tahrir esnasında Kaya’nın kendi mahallerinde oturdu ğu ve burada mülkü oldu ğundan cizyesinin mahallelerinin defterine kaydedildikten sonra, Arakil Mahallesi’nin defterine de kaydedildi ğini söyleyerek, defter suretine bakılmasını söylemiştir. Böylece kayıtlarda sehven hata yapıldı ğı anla şılmı ştır. İddiacı olan Ovedik, Kaya’nın eski tarihlerden bu yana cizyesini Eslem Pa şa Mahallesi’ne ödedi ğini itiraf etmi ş ve cizyesini yine Eslem Pa şa ahalisi ile birlikte ödemesine karar verilmi ştir (27 Zilkade 1094/17 Kasım 1683) 837 . Kâr getiren bir i şte çalı şan zimmîden, taifesi tarafından vergi talep edilmi ştir. Kayseri’de kazancı taifesinin ba şı olan Osman adlı ki şi, taifeden olup Kayseri’de oturan Bali ve Trabzonlu Yakob adlı zimmîlerin şehirde bakır satarak kazancılık yaptıklarından vergi talebiyle sorgulanmalarını istemi ştir. Zimmîler ise cevaben; “Biz Kayseri’de bakır iştirâ etmeyip, kâr ve kisb etmeyiz.” diyerek inkâr etmi şler, iddiacıdan delil istenmi ş, şahitli ğine güvenilir bir Müslüman ve bir zimmî, onların bakır satarak kazancılık

836 K ŞS 55/1, 31/82. 837 K ŞS 91/1, 138/295. 232 yaptıklarına ve bu i şten kâr elde ettiklerine şahit olduklarını ifade edince, zimmîlerin vergilerini ödemelerine karar verilmi ştir (3 Muharrem 1050/25 Nisan 1640) 838 . Gayrimüslim ahali arasında sadece cizye ile ilgili de ğil, di ğer vergilerin ödenmesi konusunda da anla şmazlıklar çıkmı ştır. Mesela; sur dı şı mahallelerinden oldu ğu kaydedilen Selman, Kethüda, Selaldı, Sisliyan, Köyyıkan mahallelerinden bazı zimmîler ile sur içinde bulunan Sasık ve Şarkiyan, Eslem Pa şa, Emir Sultan, Sultan Hamamı, Mermerli mahallelerinden bazı zimmîler arasında, bu konuda anla şmazlık çıkmı ştır. Sur dı şındaki mahallelerin ahalisi, içeri şehir diye de tabir edilen sur dâhilindeki zimmî mahallelerinin daha önceleri ödemesi gereken tekâlif-i şakka yı aralarında her birinin hâline göre da ğıtmı şken, bunların bazı kereler uygulamaya aykırı olarak hane hesabı ile payla ştırdıklarını ve bu uygulamanın mahallelerinin fakir halkına zararı oldu ğunu ifade etmektedirler. Davacılar, zimmîlerin sorgulanmasını ve ödemeleri gereken vergilerin aralarında eskiden beri uygulanan usulle payla ştırılmasını istemi şlerdir. Adı geçen zimmîler ise cevabında; iddiaları kabul ve itiraf etmi şlerdir. Vergilerin zimmîler arasında, bilinen ve itibar edilen şekliyle da ğıtılması uygun oldu ğundan, vergilerin zimmîlerin hâllerine göre payla ştırılıp hane hesabının uygulanmamasına hükmedilmi ştir (6 Cemaziyelevvel 1062/15 Nisan 1652) 839 .

4.2.3.1.6.2. Cizyenin Tekrar veya Fazladan Talep Edilmesi İle İlgili Anla şmazlıklar

Vergisini ödeyen halktan tekrar vergi talep edildi ği durumlara dair davalar da sicillere kaydedilmi ştir. Kayseri’de Medine-i Münevvere vakfı reayası olanlar, cizye vs. vergilerini vakfın mütevellisine vermekteyken; mahalledeki mülklerinden dolayı vermeleri gereken nüzul ve avarızı mahalle halkı ile birlikte ödemekteydiler. Vakıf reayasından olanlardan tekrar cizye talep etmek isteyen ki şiler mahkemeye ba şvurarak iddialarını ispatlamaya çalı şmı şlardır. Fakat davaların ço ğu vakıf reayası olanlar lehinde neticelenmi ştir. Mesela; vakıf reayasından olup Sayeci Mahallesi’nde oturan Bedros v. Musır adlı zimmî, aynı mahalleden Musır v. Sarab’ın kendisinden tekrar cizye istedi ğini söyleyerek davacı olmu ştur. Bedros, babası ve dedesinin eskiden beri vakıf reayası oldu ğunu dile getirerek, cizye ve rüsum-ı raiyyetlerini mütevelliye ödedi ğini, mahallede bir evi oldu ğu için nüzul ve avarızını mahalle ahalisine ödedi ğini, ancak Musır’ın “Hin- i tahrirde cizyeni mahallemize kaydettirdim.” diyerek gıyabında kendisinden tekrar

838 K ŞS 42/2, 174/395. 839 K ŞS 59, 4/9. 233 cizye talep etti ğini söylemektedir. Musır ise; Bedros, dedesi ve babasının vakıf reayası oldu ğunu bildi ğini, fakat tahrir esnasında cizyesi mahalleye kaydedildi ği için vergi talep etti ğini belirtmi ştir. Mahkemenin verdi ği karar, Medine-i münevvere reayasından olanların cizyesinin oturdukları mahalle ahalisi tarafından gıyaplarında mahalleye kaydedilmesinin, onların vakıf reayalı ğından çıkmalarına imkân vermeyece ği yönündedir. Bu sebeple Musır, vakıf reayası olan Bedros’a müdahaleden men edilmi ştir (Gurre-i Receb 1062/8 Haziran 1652) 840 . Sicillere sadece cizyenin fazla tahsil edilmek istenmesi ile ilgili şikâyetler yansımamı ş; cizyenin olması gerekenden daha az tahsil edildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Mesela; Kayseri’ye ba ğlı köylerdeki ahalinin kethüdası ve vekilleri olan Arslan v. Hacet adlı zimmî ile bu köylerden bazı zimmîler mahkemede, 1086 senesine mahsup olmak üzere ödemeleri gereken cizyelerini toplamaya memur olan Mustafa A ğa b. Sefer’in, cizyelerini tahsil esnasında, bazı ki şiler cizyenin fazla tahsil edildi ğini söylemelerine ra ğmen, kendilerinden geçen seneden fazla cizye almayıp aksine eksik miktarda tahsil etti ğini, Mustafa A ğa’dan bir şikâyetlerinin olmadı ğını ifade etmi şlerdir (15 Rebiülahir 1087/27 Haziran 1676) 841 .

4.2.3.1.6.3. Cizye Anla şmazlı ğı Sonucu Şahıslar Arasında Ya şanan Olaylar

Cizye ile ilgili anla şmazlıklar bazen ki şiler arasında kavgaya sebep olmu ş ve kavganın boyutu yaralamaya kadar gitmi ştir. Mesela; Selman Mahallesi’nden Agob v. Kirekos adlı zimmî, aynı mahallenin zimmîlerinden Murat’tan cizyesini istedi ğinde, karde şi olan Mehmed Be şe b. Abdullah’ın Atpazarı’nda kendisini yumruklayarak sakalını yoldu ğunu söyleyerek Mehmed Be şe’den davacı olmu ştur. Mehmed Be şe sorgulandı ğında, Agob’u dövdü ğünü kabul etmi ştir (11 Şevval 1066/2 A ğustos 1656) 842 . Cizye talebi sırasında şahıslar arasında meydana gelen bir ba şka olayda ise, davacı taraf şikâyetle mahkemeye ba şvurarak, mahkemeden gerekenin yapılmasını talep

840 K ŞS 59, 45/125. Devamındaki kayıt da aynı konuyla ilgilidir. Bedros, babası ve dedesinin eskiden beri vakıf reayası oldu ğuna dair ellerinde suret-i defter-i hakanî oldu ğunu ifade ederek mahkemeye ibraz etmi ş ve mahkemeden Bedros’a müdahale edilmemesi kararı çıkmı ştır. K ŞS 59, 46/128. (2 Recep 1062/9 Haziran 1652) 841 K ŞS 84, 19/37. Kayseri’deki zimmîlerin kethüdaları ve vekilleri olan Toman v. Arslan adlı zimmî ile çe şitli mahallelerde oturan zimmîler; aynı yıla ait cizyeyi tahsil etmeye memur olan Mustafa A ğa’nın zimmîlerden fazla para tahsil etti ğine dair bazı ki şilerin söylediklerinin iftira oldu ğunu, kendisinden bir şikâyetlerinin olmadı ğını ifade etmi şlerdir. K ŞS 84, 20/38. 842 K ŞS 65, 30/84. 234 etmi ştir. Sınıkçı Mahallesi’nden Serkiz v. Karagöz adlı zimmî, aynı mahalleden Artiyun v. Cihan’ın, mahalle zimmîlerinin cizyesini tahsil ederken kendisinden de cizye istendi ğinde ödemekten kaçındı ğı gibi küfretti ğini söyleyerek davacı olmu ştur. Davalı zimmî inkâr ile cevap verince, Serkiz’den delil istenmi ş, iki zimmî mahkemede bu duruma şahitlik etmi ştir (Selh-i Şaban 1065/4 Temmuz 1655) 843 .

4.2.3.1.6.4. Devlet Merkezine İntikal Eden Cizye Anla şmazlıkları

Cizye anla şmazlıkları devlet merkezine de bildirilmi ş ve gerekenin yapılması için kadılara ferman gönderildi ği durumlar meydana gelmi ştir. Mesela; Germir köyünden Murad adlı zimmî, orduya arzuhâl göndererek, köyde cizye hanesine kaydedildi ğini ve üzerine dü şen cizyeyi köy ahalisi ile ödedi ği hâlde, köyden olup şehirde oturan gayrimüslimlerin kendileriyle birlikte tekrar cizye ödemesini istediklerini ifade ederek, şehir merkezindeki gayrimüslimlerinin engellenmesi için emr-i şerif rica etmi ştir. Bunun üzerine, durumun ara ştırılması, Murad’ın cizyesini ödedi ği ve herhangi bir kusuru bulunmadı ğı hâlde, Kayseri şehri zimmîleri kanuna aykırı olarak ondan tekrar cizye talep etmi şse bunun önüne geçilmesi emredilmi ştir (27 Rebiülevvel 1078/16 Eylül 1667) 844 . Ahaliden bazıları; cizye vs. vergilerin tahsili için görevlendirilen memurların kendilerinden fazla miktarda vergi talep ettikleri veya vergilerini ödedikleri hâlde tekrar para talep ettikleri gibi şikâyetlerle mahkemeye ba şvurmu şlar veya devlet merkezine durumlarını arz etmi şlerdir. Mesela; Kayseri sanca ğı mutasarrıfı, kadısı ve müftüsüne hitaben gönderilen 26 Receb 1062/3 Temmuz 1652 tarihli fermanda, Kayseri şehir merkezinde oturan gayrimüslimlerin İstanbul’a adam ve arzuhâl gönderdikleri kayıtlıdır. İfadelerine göre; vilayet yeniden tahrir edildi ğinde Müslümanlar ile zimmîlerin ayrı ayrı tahrir edilip; avarız, bedel-i nüzul vs. vergileri ale’s-seviye verip kusurları yokken, mir-i miran ve mir-liva tarafından verilen emr-i şerif olmaksızın, Müslümanların vergileri ödemek istemediklerini söyleyerek, kendilerine haksızlık oldu ğunu devlet merkezine bildirdiklerinde, vergileri e şit olarak ödemeleri yönünde ellerine emr-i şerif verildi ğini ancak Müslümanların bununla kanaat etmeyerek bir

843 K ŞS 60/1, 47/179. 844 K ŞS 77/2, 164/327. 235 yolunu bulup emr-i şerif almak suretiyle 845 , kendilerini rencide ettiklerini bildirmi şlerdir. E şit ödenmesi konusunda ellerinde şeyhülislâm fetvasının bulundu ğunu belirterek, bu yönde emr-i şerif verilmesini rica etmi şlerdir. Ahalinin durumlarını bu şekilde padi şaha arz etmeleri üzerine; fetva, ellerindeki hüccet ve daha önce verilen emre göre, ayrı ayrı tahrir olunan Müslüman ve gayrimüslimlerin, vergilerini e şit seviyede ödemeleri emredilmi ştir 846 . Kayseri’de oturan Ermeniler de benzer bir şikâyetle, İstanbul’a adam ve arzuhâl göndererek, cizyelerini her sene deftere göre memurlara vermeye razı iken, cizyedarların ferman ve defter suretine göre cizyeyi tahsile kanaat etmeyerek fazla talep ettiklerini bildirerek, kendilerini rencide etmemeleri için emr-i şerif rica etmi şlerdir. Gönderilen 14 Şaban 1061/2 A ğustos 1651 tarihli fermanla, durum Ermenilerin beyan etti ği gibi ise, ferman ve deftere aykırı olarak hareket etmek isteyenlere müsaade edilmemesi emredilmi ştir 847 .

4.2.3.1.7. Sefer Mühimmatı Harcamalarının Cizye Akçesinden Kar şılanması

Sefer mühimmatı için sarfedilecek paranın, cizyeden kar şılandı ğı da olmu ştur. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen 2 Zilhicce 1078/14 Mayıs 1668 tarihli ferman ile; 1078/1667-1668 senesine mahsup olmak üzere, Kayseri vilayeti defterine kayıtlı gayrimüslimlerin cizyesinin sefer mühimmatı için gerekli oldu ğu ve âcilen tahsil edilerek gönderilmesi gerekti ği ifade edilmektedir 848 . Kayseri kadısına ve mütesellimine gönderilen 20 Zilkade 1099/16 Eylül 1688 tarihli fermanda ise; 1099/1687-1688 senesine mahsup olmak üzere Kayseri gayrimüslimlerinin cizyesini tahsil eden Hacı Ali Bey’in zimmetinde cizye malından 3.614 esedi kuru ş oldu ğuna dair hazine-i âmireden zimmet defteri verildi ği ve devlet merkezinde görülecek sefer mühimmatı masrafları için bu mebla ğın hazineye gönderilmesi emredilmektedir 849 .

845 Müslüman ahalinin, “Mücerred siz zimmî, biz Müslümanız. Vâki olan tekâlifi siz iki şer verin, biz birer kat veririz.” diyerek, ellerinde emr-i şerif oldu ğunu ifade ettiklerini bildirmektedirler. K ŞS 60/2, 142/467. 846 K ŞS 60/2, 142/467. 847 K ŞS 61/2, 130/418. 848 K ŞS 77/2, 150/309. 849 K ŞS 96, 59/168. 236

4.2.3.1.8. Görevlilerin Ücretlerinin Cizye Akçesinden Verilmesi

Sefer mühimmatı harcamaları dı şında cizye akçesinden kar şılanan masraflar arasında; berat ile mutasarrıf olunan ulufe, günlük ulufe ile emeklilik için tayin olunan vazife (ücret), Kayseri Kalesi’nin tamiri vs. yer almaktadır. Mesela; Kayseri sâkinlerinden Bogoz Kethüda mahkemeye gelerek, “Kayseriyye Kalesi’nin tamirini, Kayseriyye’de sâkin yave zimmîlerin cizyelerinden cem ve tahsil edip, sarf ve harc eyleyesiz.” şeklinde daha önce, cizye toplamaya memur olan Yusuf Çavu ş’a emr-i şerif verildi ği ve onun da kendisini vekil tayin ederek İstanbul’a gitti ğini, ancak Yusuf Çavu ş’un cizyeyi Malkoç adlı ki şiye verdi ğini, kendisinin parayı almadı ğını ve kalenin tamiri için gerekli 18.000 akçeyi kendi parasından harcadı ğını ifade etmi ştir. Bogoz Kethüda bu parayı Yusuf Çavu ş’tan alması için vekil olarak, İstanbul’da oturan Mevlana Seyyid Ömer Efendi ve Ahmed Efendi’yi tayin etmi ştir (Evahir-i Zilhicce 1018/16-26 Mart 1610) 850 . Vazifelerini Kayseri cizyesinden alacak ki şilere berat verilmesi ve bu belgelerin yenilenmesi gerekmekteydi. Bununla ile ilgili olarak Kayseri kadısına 25 Rebiülahir 1027/21 Nisan 1618 tarihli bir ferman gönderilmi ştir. Fermanda, Kayseri’de cizye toplamaya memur olanların, eskiden beri uygulandı ğı gibi beratlarının yenilenmesinin 851 emredildi ği, vazifeye tâlip olanlardan ellerinde yenilenmi ş beratları olmayanlara ücretlerinin verilmemesi bildirilmektedir 852 . “Emr-i şerif Çerkez Ali A ğa” ba şlı ğıyle kaydedilen 2 Cemaziyelevvel 1049/31 A ğustos 1639 tarihli ferman da aynı konuyla ilgili olarak Kayseri kadısına yazılmı ştır. Çerkez Ali A ğa orduya adam ve arzuhâl göndererek, 1047/1637-1638 senesine mahsup olmak üzere Kayseri gayrimüslimlerinin cizyesinin toplanmasına memur oldu ğunu, ismi yazılı birkaç ki şinin ellerindeki berat ile ücretlerini cizye akçesinden aldıklarını, ancak bunların ellerindeki beratlar orduda bulunan muhasebe defterlerinde kayıtlı olmadı ğından cizye akçesinden verilen paraların geri alınması için emr-i şerif rica etmi ştir. Bunun üzerine, söz konusu paraların şahıslardan alınarak Ali A ğa’ya tekrar verilmesi ve kanuna aykırı olarak kimsenin muhalefet etmesine izin verilmemesi emredilmi ştir 853 .

850 K ŞS 13, 34/278. 851 Metinde, tecdid-i berat olarak ifade edilmektedir. 852 K ŞS 20/2, 33/1048. 853 K ŞS 42/2, 135/285. Aynı sicilde kayıtlı 26 Zilkade 1049/19 Mart 1640 tarihlli belgeden, 1047/1637- 1638 yılına mahsup olmak üzere Kayseri gayrimüslimlerinin cizyesini toplamaya Çerkez Ali A ğa’nın memur oldu ğu, vekilinin ise Yusuf Bey oldu ğunu ö ğrenmekteyiz. Şehrin cizyesinden 7 akçe ücrete mutasarrıf olan Ahmed Mustafa adlı ki şi, bir yıllık ücreti için Çerkez Ali A ğa’dan 2.520 akçe almı ş, 237

Zeynelabidin adlı ki şi devlet merkezine durumunu arz etmi ş, Kayseri vilayeti gayrimüslimlerinin 1065/1654-1655 senesine mahsuben cizyelerinin tahsiline memur oldu ğunu, ancak ellerindeki berat ile cizye akçesinden ücretlerini alacaklardan, Anadolu muhasebesi tarafından verilen mühürlü ve ni şanlı defter suretinde isimleri olmayanlara ücretlerinin verilmemesi için emr-i şerif rica etmi ştir. Bunun üzerine Kayseri kadısına 2 Cemaziyelevvel 1065/10 Mart 1655 tarihli bir ferman gönderilerek, defterde isimleri olanlara ellerindeki berat gere ğince hak ettikleri ücretlerinin verilmesi ve ismi olmayanlara ise vazife adıyla bir akçe bile verilmemesi emredilmi ştir 854 . Ücretini cizye parasından alması için elinde beratı oldu ğu hâlde ücretini alamadı ğını söyleyen Emrullah adlı bir ki şi, durumu devlet merkezine giderek arz etmi ştir. Kayseri cizyesinden berat ile günlük 10 akçe ücreti oldu ğunu ve bunu talep etti ğinde kendisine “1061 senesi mirîye kalmı ştır.” denerek ücretinin verilmedi ğini ifade etmi ş ve bunun için emr-i şerif rica etmiştir. Ba şvuru üzerine, hazine-i âmiredeki Anadolu muhasebesi defterlerine bakılmı ş, ki şinin defterde kayıtlı oldu ğu görüldü ğünden, cizye toplayanların parayı vermemek için bahaneler göstermemesi için Kayseri kadısına hitaben 26 Ramazan 1061/12 Eylül 1651 tarihli emir gönderilmi ştir 855 . Osmanlı tahtındaki padi şah de ğişiklikleri esnasında beratların yenilenmesi işlemi, ücretini cizye parasından alacak görevliler için de yapılmaktaydı. Görevlilerin ücretinin cizyesi akçesinden kar şılanması ile ilgili olarak Kayseri kadısına gönderilen 2 Muharrem 1055/28 Şubat 1645 tarihli fermanda; dergâh-ı mualla müteferrikalarından günlük 20 akçe ulufeye mutasarrıf olan Seyyid Abdulfettah Said’in mutasarrıf oldu ğu müteferrikalık ulufesinin Kayseri gayrimüslimlerinin cizyesinden emeklilik parası olarak alması için daha önce emr-i şerif verildi ği ve padi şahın tahta cülusundan dolayı yeniden emr-i şerif rica etti ği ifade edilmektedir. Gönderilen hüküm ile, daha önceden

ancak elindeki beratın ordudaki muhasebe defterlerinde kaydı bulunmadı ğından, akçenin geri alınması için davacılar tarafından mahkemeye emr-i şerif sunulmu ştur. Davalı da ücreti için Ali A ğa’dan parayı aldı ğını ikrar ve itiraf etmi ş ve aldı ğı miktarı vekil Yusuf Bey’e ödemesine hükmedilmi ştir. K ŞS 42/2, 111/247. Vergi gelirlerinin, belirli bir hizmet karşılı ğında hizmet sahiplerine havalesi, Osmanlı maliyesinin temelidir. Mesela, devletin uzak bir bölgesinde nöbetçilik görevini yerine getiren bir garnizonun maa şları, in şa edilmekte olan bir köprünün masrafları, ordu ve saray için satın alınan maddelerin ücreti vs. bir havale verilerek ödenirdi. Bu havalenin verildi ği ki şi, devlete ait muayyen bir gelir kayna ğından belirli bir meblağı tahsil etmek yetkisini almı ş olurdu. Havale vesikalarında hangi gelirden ne kadar alınaca ğı belirtilmi ştir. İnalcık, “ İslâm Arazi ve Vergi Sisteminin Te şekkülü …”, s. 27- 28. 854 K ŞS 60/2, 153/487-1. 855 K ŞS 61/2, 137/438. Belgenin asıl metni ve günümüz harflerine çevirisi için bk. Ek-13. 238 olduğu gibi ücretini, cizyeyi her sene toplamakla görevli memurlardan alması istenmi ştir 856 .

4.2.3.2. Gayrimüslimlerden Haracın Tahsil Edilmesi

Gayrimüslimlerden tahsil edilen vergilerden biri de haraç tı. Haraç tahsili ile ilgili olarak ahali arasında çıkan anla şmazlıklar sicillere yansımı ştır. Mesela; Bekta ş Mahallesi’nden olan Saye adlı zimmî, Sefer v. İhtiyar’ın şimdiye kadar haracını kendilerine verdi ği hâlde artık vermekten kaçındı ğını söyleyerek alınması için gerekeni talep etmi ştir. Sefer ise, haracını Medine-i münevvere vakfına verdi ğini, daha önceleri haracını mahalleliye vermedi ğini söyleyerek iddiayı kabul etmemi ştir. Saye’den iddiasını ispat etmesi istenmi ş fakat delil getiremeyince, Sefer’den yemin etmesi istenmi ş, Sefer de “Merkum Saye’ye haracımı vermedim.” şeklinde yemin etmi ş ve mahkemece Saye haksız bulunmu ştur (Evail-i Ramazan 1027/22-31 A ğustos 1618) 857 . Şehir merkezinin dı şarılarında yer alan Sisliyan Mahallesi’nden Aziz v. Kırbe şe, İsa v. Kirkor ve Durmu ş v. Aziz adlı zimmîler mahkemede, Bali v. Yolad’ın 15 senedir haracını kendilerine verdi ği hâlde şimdi vermek istemedi ğini söyleyerek sorgulanmasını talep etmi şlerdir. Bali ise, haracını Rumiyan Mahallesi’ne verdi ğini söylemi ş, iddiacılardan delil getirmesi istendi ğinde, iki zimmî Bali’nin 15 senedir Sisliyan Mahallesi’nde haracını verdi ğini ifade etmi ş ve durum deftere kaydedilmi ştir 858 . Zimmî Kara Dülek de, Bogoz adlı zimmînin eskiden beri haracını kendilerine verirken artık vermekten kaçındı ğını söyleyerek mahkemeye ba şvurmu ştur. Bogoz bunu inkâr edince, Kara Dülek’ten delil getirmesi istenmi ş, o da “Şahidim yoktur, yemin eylesin.” demi ştir. Bogoz yemin etmi ş ve durum kayıtlara geçirilmi ştir (15 Receb 1027/8 Temmuz 1618) 859 .

856 K ŞS 55/2, 205/510-1. 857 K ŞS 20/1, 68/294. 858 K ŞS 20/1, 70/304. 859 K ŞS 20/1, 70/307. Kayseri’ye ait sicillerde di ğer sancaklardan toplanacak haraç ile kayıtlar da yer almaktadır. Mesela; Mara ş ve Elbistan kadılarına haraç toplanması ile ilgili olarak gönderilen defterdar tezkiresinde; 1019 senesinde Mara ş ve Elbistan’daki gayrimüslimlerden alınacak haraç için görevliler tayin edilerek gönderildi ği ve emr-i hümayun gere ğince her neferden Osmanî hesabı üzere 200’er akçe tahsil ettirilerek, haraç akçesi defteri ile birlikte hazineye teslimi istenmektedir. (Evâhir-i Zilkade 1018/14-24 Şubat 1610) K ŞS 13, 80/599. 239

4.2.3.3. Gayrimüslimlerden Tahsil Edilen Di ğer Vergiler

Gayrimüslimlerden tahsil edilen vergiler arasında resm-i bennak da yer almaktadır. Mesela; Kayseri’deki Hacı Ahmed Pa şa Camii vakıf köylerinden olan Tomarza’dan bazı zimmîler; köy reayasının ödemeleri gerekli resm-i bennaklarını şimdiye de ğin her sene kanuna göre vakfa ödedikleri hâlde vakıf mütevellisi ’in vekili olan Mirza Bey’in, fazla vergi talebiyle kendilerine baskı yapmaktan geri kalmadı ğını söyleyerek, sorgulanmasını ve engellenmesini talep etmi şlerdir. Mirza Bey ise, bunların babaları ve dedeleri üzerinde çiftlik oldu ğundan resm-i çift talep etti ğini söylemi ş ancak bunu ispatlayacak defter-i hakanî suretini ibraz edemedi ği için mahkeme tarafından haksız bulunmu ştur (26 Cemaziyelevvel 1062/5 Mayıs 1652) 860 . Vakıf köylerinde oturan gayrimüslim reaya; cizye, resm-i çift, resm-i bennak vs. vergilerini vakıf adına mütevelliye teslim etmekteydiler. Bu vergilerin tahsili sırasında çıkan anla şmazlıklar ile ilgili 14 Rebiülahir 1095/31 Mart 1684 tarihli bir belgede; merhum Şahruh Bey’in Bozok sanca ğında Akda ğ Kazası’na ba ğlı Emlak Nahiyesi’ndeki vakfına tahsis edilen Karaderesi köyündeki zaviyenin berat ile mütevellisi ve zaviyedarı olan ve Kayseri’de oturan Seyyid Ahmed b. Seyyid Bayezid’in mahkemede, Kayseri mahallelerinden Sisliyan, Sınıkçı, Kethüda, Oduncu, Eslem Pa şa ve Isbıdın köyünden bazı zimmîlerden davacı oldu ğu görülmektedir. Bu zimmîlerin, vakfedilen Karaderesi köyü defter suretinde kayıtlı raiyyet o ğullarından oldu ğunu, eski tarihlerden şimdiye kadar cizyelerini vakfa teslim ettiklerini, ancak resm-i çift, bennak, caba, âdet-i a ğnam vs. rüsum-i raiyetlerini talep etti ğinde vermek istemediklerini söyleyerek sual edilmelerini istemektedir. Zimmîler ise; her sene cizyelerini vakfa teslim ettiklerini itiraf etmi şler, fakat di ğer vergilerin vakıf defterlerinde kayıtlı oldu ğunu inkâr etmi şlerdir. Mütevelliden defter-i cedid-i hakanî sureti getirmesi istenmi ş, bakıldı ğında cizye, resm-i çift, resm-i bennak, âdet-i a ğnam, caba, resm-i arûs, öşr-i bostan vs. vergilerin vakfa hasılat kaydedildi ği görüldü ğünden, kanun ve defter sureti gere ğince zimmîlerin ödemeleri gerekli raiyyet vergilerini mütevelliye teslim etmeleri için tenbih edilmelerine karar verilmi ştir 861 . Patrikler, dinî, hukuki ve mali konulardaki giderleri kar şılamak üzere cemaatlerinden vergi toplamaktaydılar. Her cemaatin idare ve dinî i şleriyle ilgili giderleri bu vergilerle ödenirdi. Vergileri tahsil ederken patriklerin kendi cemaatlerini

860 K ŞS 59, 25/65. Belge, “hüccet-i dava-yı raiyyet” ba şlı ğı ile deftere kaydedilmi ştir. 861 K ŞS 92, 8/12. 240 ağır vergi yükü ile yıpratmamaları için patrikler devlet tarafından denetlenirlerdi 862 . Patrikhaneler, kendilerinin manevi otoritesini kabul etmi ş bulunan zimmî reayadan belirli esaslar dâhilinde her yıl bir defa toplama hakkına sahip oldukları patriklik rüsumunu, metropolitler veya onların vekilleri vasıtasıyla topluyorlardı 863 . Gayrimüslim din adamlarının, ba ğlı oldukları patrikli ğe ödedi ği vergi, sicillerde patriklik rüsûmu şeklinde ifade edilmektedir. Patriklik rüsumu ile ilgili olarak Kayseri kadısı, Zile ve Everek’in kadılarına gönderilen 3 Şaban 1065/8 Haziran 1655 tarihli fermanda; İstanbul ve ona ba ğlı yerlerdeki gayrimüslimlerin patri ği olan Banikobos adlı rahibin devlet merkezine adam ve arzuhâl göndererek, patrikli ğe dâhil olan adı geçen kadılıklarda oturan metropolit, papaz, ke şiş vs. zimmîlerin ödemeleri gereken senelik vergilerin defter ve mektup gere ğince eskiden beri uygulanan şekliyle tahsil edebilmesi amacıyla vekiller tayin edilerek getirilmeleri için emr-i şerif rica etti ği belirtilmektedir. Bunun üzerine, yukarıda bahsedildi ği şekliyle patriklik rüsumunun tahsil ettirilerek, kimseye müdahale ettirilmemesi için kadılara ferman gönderilmi ştir 864 . Patrik, kendisine ba ğlı olan zimmîlerin, her yıl devlete ödemesi gereken vergilerini, murahhasalar ve onların atadıkları vekiller vasıtasıyla cem ve tahsil ettirirdi 865 . Patriklik rüsumunun, tayin edilen vekille tahsil edildi ğine dair kayıtlar mevcuttur. İstanbul ve ona ba ğlı yerlerin gayrimüslimlerinin patri ği olan Kirekos adlı rahip, İstanbul’a adam ve arzuhâl göndererek, patrikhaneye ba ğlı olan ve zikredilen 866 kazalarda oturan metropolit, papaz ve ke şişler ile di ğer zimmîlerin ödemeleri gereken rüsûmun mühürlü defter ve mektup gere ğince eksiksiz tahsil ettirilmesi için Mihayil adlı rahibin vekil tayin edilip gönderilmesi için emr-i şerif rica etmektedir. Böylece gönderilen mektup ile; vekil olan rahip kazaya ula ştı ğında, yazılan ferman gere ğince hareket edilip, rahibin patrikli ğe ait kazalarda bulunan metropolit, papaz ve ke şişler ile

862 Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Geli şmelerin I şığı Altında Gayr-i Müslim Osmanlı Vatanda şlarının Hukukî Durumu (1839-1914) , TTK Yay., Ankara 1996, s. 31; Aktan, s. 11. 863 Aktan, s. 11. 864 K ŞS 60/2, 181/552. Patriklik rüsumunun tahsili ile ilgili olarak, 7 Rebiülevvel 1084/22 Haziran 1673 tarihli bir ferman; Kayseri, Develi, Hacı Bekta ş ve Ürgüp kadılarına gönderilmi ştir. Belgeden öğrendi ğimize göre; İstanbul ve ona ba ğlı yerlerdeki gayrimüslimlerin patri ği olan Edbu şyus adlı rahip, devlet merkezine arzuhâl sunarak, zikredilen kadılıklarda oturan gayrimüslimlerin mirî rüsum ve tasadduk akçelerinin tahsili için, metropolidleri olan Gilyöspös adlı rahibi vekil tayin ettiklerini söyleyerek; kazalardaki papaz, ke şiş ve di ğer zimmîlerden rüsumun tahsilinde kimsenin müdahil olmaması için emr-i şerif rica etmi ştir. Kadılıklara gönderilen söz konusu ferman ile, rüsumun tahsili esnasına kimsenin müdahale etmemesi ve gerekli tedbirlerin alınması emredilmektedir. K ŞS 81, 24/47. 865 Aktan, s. 11. 866 Ferman; Anadolu beylerbeyisi Hüseyin Pa şa; Karaman beylerbeyisi ve eskiden Mara ş beylerbeyisi olup fiilen Kastamonu sanca ğına mutasarrıf olan İbrahim; Konya, Kayseri, Kütahya ve Sivas kadıları ile Hamidiye, Ni ğde, Ankara ve Bolu sancak beylerine hitaben gönderilmi ştir. K ŞS 41/2, 216/555. 241 di ğer zimmîlerin rüsûmlarının tahsil edilerek, patri ğe vermesi için vekile eksiksiz teslim edilmesi ve dı şardan kimsenin müdahalesine izin verilmemesi emredilmi ştir (3 Rebiülahir 1048/14 A ğustos 1638) 867 . Kayseri’deki Rumlardan da patriklik rüsumu tahsil edilmi ştir. Mesela; Rumların papaz ve ke şişlerinin 1067/1656-1657 senesine mahsuben ödemeleri gerekli rüsumlarını mahallinden tahsile emr-i şerif ile memur ve müba şir olan Süleyman Be şe b. Abdünnebi, Rumların metropolidi olan Enitmos adlı rahipten davacı olarak, Rumların 40.000 akçelik rüsumunu metropolit olanlar ve vekilleri tahsil edegelmi şlerken, Enitmos’un şimdiye de ğin tahsil etmedi ğini, bunun 17.000 akçesini kendisinin mahallinden tahsil etti ğini, 23.000 akçesinin Rumların zimmetinde kaldı ğını, kalan miktarı Enitmos’tan talep etti ğinde tahsil ve teslimden kaçındı ğını ifade etmi ştir. Enitmos ise cevabında; mebla ğı 17 güne kadar mahallinden tahsil ederek müba şir Süleyman’a teslim etmeyi taahhüt etti ğini söylemi ştir (17 Ramazan 1067/31 Mayıs 1657) 868 . Kayseri’de vakfa ait köylerdeki zimmîlerin cizyesinden bir kısmı, vakfa gelir olarak tahsil edilmi ştir. Mesela; Hacı Ahmed Pa şa Camii vakfının köylerinden olan Tomarza ve di ğer vakıf köylerde oturan zimmîlerin cizyelerinden şimdiye de ğin ki şi ba şına vakfa 35’er akçe verilmi şken, köyler tahrir edilince birkaç senedir verilmedi ğinden vakfın imkânlarından faydalananlara zararı oldu ğundan bahsedilmektedir. Selman Mahallesi’nden Hacı Abdullah ibn-i Hacı Himmed adlı ki şi, vakfın mütevellisinin kaymakamı olan Osman Bey ibn-i Hüsrev tarafından kendisinin bu i ş için vekil tayin edildi ğini ve bu sebeple devlet merkezinde emr-i şerif ve defter sureti için harcadı ğı 130 riyalî kuru şu Osman Bey elinden tamamen aldı ğını ifade etmi ştir. Bu belge, mütevellinin talebiyle sicile kaydedilmi ş ve bir sureti de mütevelliye verilmi ştir (Zilkade 1055/Aralık 1645-0cak 1646) 869 .

867 K ŞS 41/2, 216/555. 868 K ŞS 66/1, 39/88. Aynı konuyla ilgili 21 Şevval 1067/2 A ğustos 1657 tarihli bir belgede, İstanbul’da patrik olanlara Kayseri’deki Rumların senede 14.000 akçe rüsum veregelmi şlerken, patri ğin vekili olan Süleyman’a akçeyi vermek istediklerinde Süleyman’ın buna kanaat etmeyerek, kendilerinden 40.000 akçe talep etti ği ve ahaliden mutad olarak alınan 14.000 akçeden fazla talep edilerek rencide edilmemeleri için emr-i şerif gönderildi ği ifade edilmektedir. Süleyman sorgulandı ğında, Kayseri ve ona ba ğlı yerlerdeki Rumlardan 1067 senesi için rüsum olarak 20.500 akçeyi tahsil etti ğini itiraf etmi ştir. K ŞS 66/1, 77/162. Bk. Aktan, s. 11-12. 869 K ŞS 55/2, 168/429. 242

4.2.3.4. Avarız Gelirleri

Osmanlı Devleti’nde ola ğanüstü durumlarda özellikle de sava ş zamanında masrafları kar şılamak amacıyla ve padi şahın emri ile halkın do ğrudan devlete vermeye mecbur tutuldu ğu her türden hizmet, e şya ve para gibi farklı şekillerde olup Tanzimat’ın ilanına kadar tahsil edilen tekâlife avarız veya avarız-ı divaniye denilmekteydi. Zaman içinde çe şitli usuller takip edilmi ş olmakla birlikte, bu devre ait vesikalarda avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiye adı altında zikredilen pek çok vergi mevcuttu. Avarız-ı divaniye denilen vergilerin belli ba şlıları; sefer zamanı askerin geçece ği yollar üzerinde tesis edilen menzil te şkilatına, özellikleri ve miktarı belli zahirenin götürülüp satılması (sürsat); ordunun ihtiyaç duydu ğu harp malzemesi, arpa ve samanın tedariki ve nakledilmesi; gerekti ğinde amele, araba ve hayvan tedariki; kürekçi, azap, cerahor, kavas gibi orduya yardımcı olan sınıfların temini, hisar yapılması, avarız akçesi veya avarız bedeli olan parayı ödemek suretiyle seferin masraflarının kar şılanmasına i ştirak idi 870 . Osmanlı Devleti, ola ğanüstü durumlarda ortaya çıkan masraflarını kar şılamak için gerekli tedbirlerin alınmasına karar verdi ğinde, devlete lüzumlu olan hizmet, e şya veya para miktarını tespit ederek bunları divanın elindeki birtakım defterlere göre çe şitli bölgelere taksim ederdi. Memleket nüfusu, avarızhane tabiri ile belirtilen birtakım vergi birliklerine bölünmü ştü. Avarız-hanelerin tayininde çe şitli esaslar dikkate alınır; bölgenin zenginli ğine, halkın şehirli, köylü, göçebe veya muhacir olup olmadı ğına, ev, dükkân, tarla miktarına ve zamanın gereklerine göre, vergi i şlerinde esas te şkil edecek olan avarızhaneleri olu şturulurdu. Avarızhanelerde 3, 5, 10 veya 15 evli kişi bulunabilirdi 871 . “Avarızhane” terimi, genellikle “vergi hanesi halkı” veya “vergi hanesi ünitesi” ni ifade etmekteydi. XV. yüzyıl ile XVI. yüzyıl başlarında bir avarızhane, sadece bir gerçek haneyi veya neferi içeriyorken, XVII. yüzyılda bu sistem de ğişikli ğe

870 Ömer Lutfi Barkan, “Avârız”, İA, C. II, MEB Yay,, Eski şehir 1997, s. 13-14. Avarız-ı divaniye uygulaması için ayrıca bk. İnalcık, “Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire, 1600- 1700”, s. 313-317. 871 Barkan, “Avârız”, s. 14-15. Avarız vergisinde, yerine ve vergisine göre, sayım birimi olan gerçek avarızhanenin dört ila elli hanesi bir avarızhaneyi olu şturuyordu. Avarız adı altında toplanan vergilerde 4- 5 gerçek hane bir avarızhanesi sayılırdı. Bunlar avarızhanelerine da ğıtılan vergiyi kendi aralarında payla şır ve öderlerdi. Bk. Halil Sahillio ğlu, “Avârız”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. IV, İstanbul 1991, s. 108-109. Faroqhi’nin kaydetti ğine göre; bir avarızhane 2-15 hane halkından olu şur, e ğer birimi olu şturan hane halkları varlıklı sayılıyorsa sayıları az tutulur, hane halkları yoksullardan olu şuyorsa da sayısı artırılırdı. Bk. Faroqhi, s. 659.

243 uğrayarak, neferler veya çe şitli gerçek haneler toplulu ğundan olu şan daha büyük bir avarızhane grubunu ifade etmeye ba şladı. Bir avarızhane ünitesindeki gerçekhanelerin sayısı, zamana ve bölgelere göre çe şitlilik arz etmekte; hükûmetin ihtiyaçları, bölgedeki vergi mükelleflerinin ekonomik güçleri gibi erkenlere göre de ğişmekteydi 872 . Avarızhanesi tespitine esas te şkil eden aile, karı-koca ve çocuklardan olu şan, bazen anne veya baba da bulunan çekirdek ailedir. Toplum hayatının temeli olan Osmanlı ailesi, askerî zümrede büyük aile şeklinde iken, reaya zümresinde geni şletilmi ş çekirdek aile şeklinde olmu ştur. Ortalama çocuk sayısı iki, dolayısıyla da bir ailenin nüfusu 4-5 civarındadır. Bu tabloya göre, klasik dönem Osmanlı ailesinin ortalama nüfusu 5 ki şiye bile ula şmamaktadır 873 . Devletin tespit etti ği ihtiyaçların toplamının memleketteki avarızhane sayısına taksim edilmesi ile, her yerin kadısına hükümler göndermek suretiyle bölgenin avarız- hanelerine göre hesaplanmı ş miktarda avarız-ı divaniyenin toplanması emredilirdi. Bu şekilde vergi tarh edilmesine, salmak veya salgun denilirdi. Köy ve mahalle halkı toplanarak üzerlerine salınmı ş olan para, hizmet, arpa, saman vs. ihtiyaçların teminine iktidar ve hâline göre ala, evsat ve edna olmak üzere i ştirak etmekteler, ödemeye iktidarı olmayanların hissesi ise zenginlerce temin edilmekteydi. Devlet, bölgelerdeki avarızhane sayısını azaltmak veya ço ğaltmak suretiyle vergi yükünü düzenlerdi 874 . Askerî sınıflar ile, ilmî ve dinî bazı mansıp sahipleri, derbentçi, tuzcu, çeltikçi, ortakçı, katrancı ve do ğancılar, bazı vakıfların reayası gibi, avarızdan muaf olmaları kar şılı ğında a ğır hizmet ve mükellefiyetleri bulunan sınıflar dı şında yer alan herkes, ödeme gücüne göre bu türden vergileri ödemekle yükümlü idi. Avarızdan muaf olma kar şılığında tersane için kereste, zift, yelken bezi, kürek, ok ve yay, barut ve demir; padi şah mutfa ğı için de ya ğ, bal, tavuk, fasulye, pirinç, nar, avcı ku şlar, çiçek, yeniçeriler için kuma ş temin eden köyler, bu türden ayni olarak vermekle mükellef

872 Demirci, “Collection of Avâriz and Nüzul Levies in The Otoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, s. 906. 1640-1699 yılları arasındaki 41 adet avarız ve nüzul defterinin incelendi ği çalı şmada, eyalet bünyesindeki Kayseri, Ni ğde ve Konya’da söz konusu vergilerinin tahsili ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Karaman eyaletinden tahsil edilen avarız ve nüzul vergilerine ait rakamlar Tablo 1’de verilmektedir. Bk. aynı makale s. 902-904. Avarız, avarızhane ve gerçek hane terimleri hakkında ayrıca bk. Süleyman Demirci, “Kanun-ı Kadimin İzinden Yeni Bir Sistemin Tesisine Osmanlı Mâli Sisteminde De ğişim: XVII. Yüzyıl Sivas Eyâleti Avârızhâne Sayıları Üzerinde Kar şılaştırmalı Bir De ğerlendirme (1640-1700)”, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri , C. I, Sivas 2007, s. 180; Demirci, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, s. 569; Demirci, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in The Avâriz-Tax System: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study of Kayseri, 1618-1700”, s. 443-444. 873 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 25. 874 Barkan, “Avârız”, s. 15. 244 oldukları eşyayı veya bedeli avarızhane esasına göre aralarında payla şarak ödemekteydiler 875 . Avarızhanesi tertibatı; kürekçi, azap, cerahor ve kavas gibi yardımcı askerî sınıfların tedariki konusunda da hesapların temelini olu şturmu ştur. Memleket halkına da ğıtılan avarız-ı divaniye arasında önemli bir yeri olan ve genellikle avarız akçesi ile karı ştırılan kürekçi bedellerinin daha do ğrusu kürekçilerin toplanması şekline baktı ğımızda; Osmanlı Devleti’nde gemilerde kürek çekecek olanlar, esirler veya mahkumlar arasından yahut bazen de ücret kar şılı ğı tedarik edilirdi. Tatbik edilen di ğer bir usul de, kürekçileri memlekette mecburi hizmetle mükellef tutarak toplamak şeklindeydi. Konu hakkındaki önemli noktalardan biri de, avarız-ı divaniye kapsamındaki hizmet ve mükellefiyetlerle avarız akçesi olarak toplanan nakit para arasındaki münasebettir. Bu konuda kesin hüküm vermek zor olsa da görülüyor ki; sava ş levazımı, zahire, menzil hizmeti ve yardımcı askerî sınıfların temini gibi mükellefiyetler asıl olmakta; bunlara ihtiyaç olmadı ğı zamanlarda da bu hizmetlerin bedeli olarak avarız akçesi toplanmaktadır. Mükellefiyetler paraya tahvil edildi ği gibi, avarız akçesi yerine hizmet teklif edildi ği de olmu ştur 876 . Eskiden beri ola ğanüstü zamanlarda askerî ihtiyaçları kar şılamak amacıyla avarız-ı divaniye adı ile zaman zaman halktan hizmet veya bedel olarak salma şeklinde tahsil edilen vergi, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren her yıl tahsil edilen ve oranı giderek artırılan sürekli bir vergi hâline getirilmiştir 877 . Bu türden vergiler, Tanzimat’la birlikte ola ğanüstü zamanlarda alınan muvakkat bir vergi olmaktan uzakla şarak daimi olarak alınan bir vergi hâline gelmi ştir. Eski vergiler avarız, bedel-i nüzul adları altında mevcut olmakla birlikte; devlet sava ş masraflarını kar şılamak için imdadiye-i seferiye gibi, bir memleketten geçecek veya konaklayacak bir pa şanın maiyeti ile birlikte görece ği yardımın türü ve miktarı belirlenerek, askerin ia şesinin temini memleket halkına yüklenmi ştir. Ayrıca devletin gönderdi ği müba şirlerin harcırahları, yol ve köprü tamirinin masrafları, büyük memurların kar şılanıp a ğırlanma masrafları da halktan kar şılanıyordu 878 . Bazı hayırseverler, mensup oldukları köy veya mahalle halkının ödemekte güçlük çektikleri avarız borçlarını kapatacak şekilde akar veya para vakfetmi şlerdir. Bu

875 Barkan, “Avârız”, s. 15-16. 876 Barkan, “Avârız”, s. 15-17. 877 Ergenç, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, s. 36. 878 Barkan, “Avârız”, s. 17. 245 tür vakıflarda vakfın mütevellisi ço ğunlukla köy veya mahalle halkının bizzat kendisi idi. Vakfa ait akarın geliri veya paranın faiziyle mahalle halkının bütününün veya içlerinden fakir olanlarının avarız vergisi borcu ödenirdi 879 .

4.2.3.4.1. Kayseri’de Hane Sayılarının Tahriri ve Düzenlenmesi

XVII. yüzyılda Kayseri’de de avarız vergisinin toplanması söz konusu olmu ş ve sanca ğa isabet eden avarız vergileri için birtakım tevziler yapılmı ştır. Avarız-ı divaniye türünden vergilerin tahsilinde esas olarak alınan hane sayıları, muhtelif tarihlerde yapılan tahrirlerle tespit edilmekteydi. Kayseri’ye ait şer’iye sicillerinde, yapılan tahrirler ve hane sayılarılarının kaydedilmesi ile ilgili bilgiler mevcuttur. Kayseri kazası ve nahiyelerine ba ğlı köylerden bazılarının emr-i şerif gere ğince yeniden tahrir edildi ği belirtilerek bazı köylerin hane sayısı kaydedilmiştir. Mesela; Köstere Nahiyesi’ne ba ğlı Gesi köyü 9 haneden 880 ; İslâmlı Nahiyesi’ne ba ğlı Bayram Hacılı köyü yalnız 1 haneden 881 ; Sahra Nahiyesi’ne ba ğlı Talas köyü 10 haneden 882 olu şmaktadır. Kayseri kazasının İslâmlı, Sahra, Köstere, Karahisar ve Yahyalı nahiyeleri ile birlikte hane sayısının toplam 350 olarak kaydedildi ğini görmekteyiz883 . 56 adet mahallede ise toplam olarak 107 hane kaydedilmi ştir. Mahalleler arasında hane sayısı en fazla olanlar; 7 hane ile Sultan Hamamı, Eslem Pa şa ve Tac-ı Kızıl; 6 hane ile Rumiyan Mahalleleridir. Kayseri’deki gayrimüslimlerin ise 100 hane oldu ğu ve 1019 senesinde üzerlerine dü şen cizyeyi 100 hane hesabıyla ödemeleri için ellerine tezkire verildi ği belirtilmektedir 884 . Kayseri kazası ve nahiyelerine ba ğlı köylerdeki hane sayıları, XVII. yüzyıl boyunca köyden şehre gelip yerle şenler, e şkıyalık hareketleri ve özellikle de Celâli isyanları sebebiyle ba şka memleketlere giden reaya, ödemeye gücü olamayan fakir durumdaki ahalinin hane sayılarında indirim yapılması vs. gibi muhtelif sebeplerle zaman içinde de ğişti ğinden, devlet merkezi tarafından gönderilen fermanlarla yeniden tahrir edilmek suretiyle düzenlenmi ştir.

879 Barkan, “Avârız”, s. 18. 880 K ŞS 15/2, 254/1074. (Evâhir-i Rebiülevvel 1020/2-12 Haziran 1611) 881 K ŞS 15/2, 255/1082-2. (Evâhir-i Rebiülevvel 1020/2-12 Haziran 1611) 882 K ŞS 15/2, 256/1085. 883 K ŞS 15/2, 277-279/1156-1,2,3,4,5,6,7. 884 K ŞS 15/2, 279/1157. 246

1064/1653-1654 yılına ait bir tahrir kaydında; Kayseri’deki avarızhane sayısı 885 şöyledir: Kayseri Kazası 422,5 hane 1 rub’, Karahisar Nahiyesi 40 hane, Yahyalı Nahiyesi 46 hane 0,5 rub’ olmak üzere toplam 509 haneden olu şmaktadır (14 Şevval 1064/28 A ğustos 1654) 886 . Karaman eyaletindeki kazaların avarızhane kaydı ile ilgili olarak ise; Konya, Ni ğde, Bey şehir, Aksaray, İçel, Kayseri, Ak şehir ve Kır şehir sancaklarındaki kadılara gönderilen 25 Zilkade 1099/21 Eylül 1688 tarihli fermanda; mevkufat defteri gere ğince Karaman eyaletindeki sancakların 3.190,5 ve 1,5 rub’ avarızhanelerinin her hanesinden, 1100/1688-1689 senesine mahsup olmak üzere 400’er akçe avarızın tahsil edilmesi, müba şirin mai şeti için her haneden alıncak 50’ şer akçe haricinde ahaliden bir akçe bile alınmaması emredilmektedir 887 . Reayanın vergi ile mükellef olması için, oturdu ğu mahalle veya köyde tekâlif ödemesini gerektirecek bir mülkünün olması gerekiyordu. Bunun için de avarızhaneye ba ğlı emlakın tespit edilmesi şarttı. Mesela; Mancusun köyündeki gayrimüslimler mahkemeye gelerek, köydeki Müslümanlar ve askerî taifesindekilerin avarızhaneye

885 K ŞS 60/2, 146/474. 886 Kayseri’nin mahalleleri, nahiyeleri ile bu nahiyelere ba ğlı olan köylerinin avarızhane sayılarını ihtiva eden 14 Aralık 1655 tarihli avarızhane kaydına göre; mahallelerde toplam 195 hane 1 sümün, Köstere Nahiyesi ve köylerinde 94 hane 1,5 rub’, Sahra Nahiyesi ve köylerinde 102,5 hane, İslâmlı Nahiyesi ve köylerinde 33 hane, Karahisar Nahiyesi ve köylerinde 39 hane, Yahyalı Nahiyesi ve köylerinde 47 hane bulunmaktadır. K ŞS 65, S. No: 96-99; Özen Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Para Vakıfları , EÜ. KAYTAM Yay., Kayseri 2008, s. 171-172; Özen Tok, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler İle İlgili Belgeler Üzerinde Bazı De ğerlendirmeler (H. 1065- 1070/M. 1655-1660)”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2000, s. 502-505; Selçuk, s. 39-41. 887 K ŞS 96, 68/189. 1621-1699 yılları arasında Karaman eyaleti bünyesindeki 8 liva içinde Kayseri’ya ait avarızhane sayıları şöyleydi: 1621’de 420 olan avarızhane sayısı, 1699’da 447.25’ti. En dü şük sayı 1640’ta 387.75 iken, en büyük sayı 1645’te 904.25’ti. 1643-1648 arasındaki rakamlarda meydana gelen yükseli ş ile birlikte sayının 550’den 900’ün üzerine çıktı ğı görülmektedir. Sonraki tarihlerde avarızhane sayısı, genelde 450-510 arasında de ğişmektedir. Karaman eyaleti livalarının avarızhane sayılarının verildi ği tablo için bk. Süleyman Demirci, “Diyarbakır Eyâletinde Ola ğanüstü Vergi Uygulamalarına Yönelik Gözlemler, 1645-1700”, II. Uluslararası Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri , Editörler: Bahaeddin Yediyıldız, Kerstin Tomenendal, C. II, Ankara 2008, s. 381-382. Söz konusu tarihlerde ba şka bölgelerdeki avarızhane sayılarına bakılacak olursa; 1641-1700 yılları arasında Sivas eyaletinin vergilendirmeye esas avarızhane sayılarının da muhtelif de ğişiklikler sergiledi ği görülür. Belirtilen tarihlerde 7 liva ve 59 kazadan olu şan eyaletin Sivas livasında ba şlangıç de ğeri 682.25 ile kapanı ş de ğeri olan 1236.25 arasında 554 hanelik bir artı şın oldu ğu görülmektedir. Eyaletteki toplam hane sayılarındaki artma ve azalma durumlarının bir kısmının, eyalet içindeki yer de ğiştirmelerden kaynaklandı ğı anla şılmaktadır. Sivas eyaletinde statik bir yapının olmadı ğı, Diyarbakır’da dura ğan bir yapının oldu ğu; aynı yüzyılda Karaman eyaletindeki 8 livadan sadece İçil’de avarızhane sayılarında statik bir durumun söz konusu oldu ğu görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Demirci, “Kanun-ı Kadimin İzinden Yeni Bir Sistemin Tesisine Osmanlı Mâli Sisteminde De ğişim: XVII. Yüzyıl Sivas Eyâleti Avârızhâne Sayıları Üzerinde Kar şıla ştırmalı Bir De ğerlendirme (1640-1700)”, s. 183-186. 1645-1700 yılları arasında Diyarbakır eyaletindeki 17 kaza içinde 8’inin hane sayılarında çok az de ğişiklik olmu ştur. Bu statik durumun Anadolu’nun de ğişik yerlerindeki idari birimler ile kar şıla ştırılması için bk. Demirci, “Diyarbakır Eyâletinde Ola ğanüstü Vergi Uygulamalarına Yönelik Gözlemler, 1645-1700”, s. 367, 370- 371. 247 ba ğlı emlaklarının tespit edilmesini talep etmi şler; kadı Mevlana Ali Efendi ve yeniçeri serdarı Ali A ğa tarafından tayin edilen iki çavu ş birlikte köye gelmi şler; ahalinin avarızhaneye ba ğlı emlak ve arazileri tahrir edilerek, bu mülkler için kendi rızalarıyla her sene köy ahalisine verecekleri mebla ğlar ve ki şilerin isimleri deftere kaydedilmi ştir (Gurre-i Zilhicce 1089/14 Ocak 1679) 888 . Ki şilerin köyden şehir merkezine gelerek yerle şmesi, hane sayısı esas alınarak tahsil edilecek vergiler konusunda ahali arasında birtakım anla şmazlıkların ortaya çıkmasına sebep olmu ştur. Mesela; Kayseri’ye ba ğlı Venk köyü perakendesinden olup Kayseri’de oturan Yagob v. Asvetatır ve Arzman v. Kirekos adlı zimmîler ve di ğerleri; Selman Mahallesi’nden Gücek v. Sefer adlı zimmîden davacı olmu şlardır. İddiacılar, 13 sene önce perakende üzerine buçuk avarızhane kaydedildi ğini, Gücek’in Kayseri’ye gelerek 5 senedir şehirde oturdu ğunu söyleyerek, ondan adı geçen buçuk hane için salyane talep etmi şlerdir. Gücek ise, Venk köyünden olup 5 senedir Kayseri’de Selman Mahallesi’nden ev satın aldı ğını, tekâlif ve cizyesini köy ahalisi ile, evin tekâlifini ise mahalleli ile ödedi ğini, ancak hem köy hem de mahalle ahalisi ile vergi vermeye gücü olmadı ğını ve iddiacılar üzerine buçuk hane tahrir olunduktan 8 sene sonra Kayseri’ye geldi ğini ifade etmi ştir. İddiacılar da onun tahrirden 8 sene sonra Kayseri’ye geldi ğini itiraf edince, Gücek’ün köydeki mülkünün salyanesi ve cizyesini köy ahalisi ile şehirdeki evinin salyanesini de mahalleli ile ödemesine karar verilmi ştir (27 Zilkade 1048/1 Nisan 1639) 889 . Tahrir esnasında hane sayısında yapılan yanlı şlıklar, genellikle ahalinin mahkemeye ba şvurusu sonucunda anla şılarak düzeltilmi ştir. Tahrir görevlisinin mahalle üzerine hane sayısını fazla yazdı ğı durumlarda, mahalle ahalisi durumunu kadıya arz ederek, gerekli düzenlemenin yapılmasını talep etmiştir. Mesela; Selman Mahallesi’nden bazı zimmîler mahkemeye gelerek durumlarını arz etmi şlerdir. Daha önce mahalleleri 2,5 hane iken hane muharriri Şerhi Mehmed Efendi’nin tahrir esnasında bazı kötü niyetli insanların yönlendirmesiyle mahalleyi cemaatlere ayırıp, Sınıkçı, Selaldı ve Köyyıkan şeklinde mahalleler tayin ederek, 2,5 haneli mahalleyi 4 mahalle hâline getirip, her mahalle üzerine ba şka haneler kaydetti ğini, kendi mahallelerine de 5,5 hane ve 1,5 rub’ kaydetti ğini ifade etmi şlerdir. Tahrirden beri mahalle halkının ço ğu fakir, perakende ve peri şan hâlde oldukları için tayin edilen

888 K ŞS 88, 99/238. K ŞS 88, 100/239. 889 K ŞS 41/2, 163/520. 248 miktardaki haneye dü şen avarızı ödemeye iktidarları olmadı ğı bildirilerek, durumlarının vilayetteki âyandan sorulmasını ve hane sayısının hâllerine göre yeniden düzenlenmesini talep etmi şlerdir. Âyandan bazıları da da ahalinin durumunun söylendi ği gibi oldu ğunu bildirmesi üzerine; 3,5 hane ve 1,5 rub’un şehirdeki 27 gayrimüslim mahallesinin üzerine yazılması ve mahalle üzerinde 2 hanenin kalmasına karar verilmi ştir (2 Ramazan 1065/6 Temmuz 1655) 890 . Tahrir esnasında hane sayılarının fazla kaydedildi ği durumlar fark edildi ğinde, bununla ilgili olarak devlet merkezinden gönderilen emr-i şerif ile kayıtlardaki hataların düzeltilmesi yoluna gidilmi ş ve bu düzenlemeler sicile kaydedilmi ştir. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen Selh-i Şevval 1066/20 A ğustos 1656 tarihli fermandan; Huand Mahallesi’nin tahrir sırasında 4,5 hane olarak kaydedildi ği ve ahali buna göre vergisini ödedi ği hâlde, Hasan Fakih Mahallesi’nden 1 hanesinin Huand’a yüklenerek vergisini 5,5 avarızhanesi üzerinden ödeyen mahalle halkına haksızlık oldu ğunun kaza kadısı Mevlana Abdullah tarafından devlet merkezine arz edildi ğini ö ğrenmekteyiz. Bunun üzerine merkezden gönderilen fermanla, mahalleliye yüklenen söz konusu 1 hanenin yeniden Hasan Fakih Mahallesi cemaati üzerine kaydedilmesi emredilmi ştir 891 . Ta şradan merkeze iletilerek i şlem gören konular arasında avarız vergileri ile ilgili meseleler de yer almaktadır. Özellikle XVII. yüzyılda yaygınla şan avarız vergisi uygulaması, büyük şehirlerde yeni kurulmu ş olan ve hane tahririnde yer almayan mahallelerdeki ahalisi arasında anla şmazlık konusu oldu ğundan, bu durum ta şra idaresi ve merkeze yansımı ştır 892 . Tahrir esnasında avarızhaneye kaydedilmeyip, “hariç ez-defter” 893 olanlar avarız vergisini ödemekle yükümlü de ğildiler. Ancak tahrirde avarızhaneye kaydedilmeyen bazı köy ahalisi, durumlarını devlet merkezine ileterek avarızhaneye kaydedilmeyi talep etmi şlerdir. Köy halkının ba şvurusu ile ilgili olarak Kayseri kadısına gönderilen 14 Zilkade 1068/13 A ğustos 1658 tarihli fermanda; kazaya ba ğlı Sakar Nahiyesi’nin Saraycık köyünün tahrirde harabe durumunda oldu ğundan deftere

890 K ŞS 60/1, 50/188. 891 K ŞS 65, 102/250. 892 Tok, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler İle İlgili …”, s. 494. 893 Hariç ez-defter , yeni arazi tahriri yapılırken eski tarihe nazaran fazla çıkan nüfus ve arazi hakkında kullanılan bir tabirdir. Hariç ez-defter olarak ortaya çıkan nüfus, bulundukları yerin sahib-i arzına 3 sene süreyle kı şlak resmi verdikten sonra bennâk sınıfına dâhil olurlardı. Bu şekilde çıkan arazi ise, hariç eminleri denilen kimseler tarafından zaptedilip mevkufat kalemine haber verilir ve burada el konurdu. Hariç ez-defter nüfusu, hariç ez-defter arazi üzerindeyse bu nüfusun vermekle mükellef bulundu ğu vergi de hariç eminleri tarafından alınıp mevkufat kalemine teslim edilirdi. Serto ğlu, s. 139. 249 kaydedilmedi ği, ancak daha sonra hariç ez-defter olan iki ki şinin köylerine gelip yerle ştikleri, üzerlerinde kayıtlı rub’ avarızhanesi olduğundan, kendi rızaları ile bu rub’ hanenin kaydedildi ği ifade edilmektedir 894 .

4.2.3.4.2. Fakir Halkın Avarızhane Sayısında İndirim Yapılması

Mahalle veya köy halkı; fakirlik, avarızhaneye ba ğlı ve kayıtlı oldu ğu mahalleden ayrılma, tahrir sırasında tahammüllerinden fazla avarızhane kaydedilmesi vb. sebeplerle, vergilerini ödemeye güçleri yetmediğinden, avarızhane sayılarının indirilmesini talep edebilmi şlerdir 895 . Özellikle de fakir durumda olan ahalinin avarızhane sayılarının ekonomik durumlarına göre yeniden düzenlenmesi ile ilgili olarak, devlet merkezine ba şvurular olmu ş ve mahallenin avarızhane sayısında de ğişiklik yapılması talep edilmi ştir. Devlet merkezi tarafından yapılan de ğişiklikler genellikle hane sayısında indirim yapılması şeklinde olmu ştur. Mesela; “Lala Mahallesi hanesi için gelen emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla deftere kaydedilen 11 Muharrem 1020/26 Mart 1611 tarihli ferman, Kayseri kadısına hitaben gönderilmi ştir. Lala Mahallesi’nin ahalisi İstanbul’a adamlarını göndererek, mahallenin avarız defterinde daha önce 3 hanesi oldu ğunu ancak mahallelinin ço ğu fakir olup ödemeye güçleri olmadı ğından 2 hanesinin azaltılarak hane sayısının yalnız 1 kaldı ğına dair ellerinde hazine-i âmireden mühürlü ve ni şanlı hüccet ile yeni defter sureti verildi ğini ifade ederek, buna göre hareket edilmesi için emr-i şerif rica ettiklerini bildirmi şlerdir. Hüccet ve defter suretine bakılarak, belirtildi ği 2 hane azaltılıp yalnız 1 hane kalmı ş ise, ahaliden ona göre avarız alınması, iptal edilen 2 hane için ahalinin avarız talebiyle rencide edilmemesi ve gönderilen hükmün bir suretinin ahaliye verilmesi emredilmi ştir 896 . Kazaya ba ğlı Kiçibürüngüz köyü ahalisi devlet merkezine adam ve arzuhâl göndererek daha önce 4 hane olan avarızhanelerini ödemeye tahammülleri olmadı ğını, 2

894 K ŞS 67/2, B. No: 442-1. 895 Tok, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler İle İlgili …”, s. 495. 896 K ŞS 15/2, 260/1097. Benzer bir durum, Kapan Mahallesi için de söz konusu olmu ştur. Sicile “Mahalle-i Kapan’ın hane hususudur” ba şlı ğıyla kaydedilen ferman, Kayseri kadısına gönderilmiştir. Mahalle ahalisi Divân-ı Hümâyun’a adam ve arzuhâl göndererek, mahallenin defterde yalnız bir hanesi kaldı ğına dair ellerine mühürlü ve ni şanlı mevkufat defteri sureti verildi ğini söyleyerek, buna göre hareket edilmesi için emr-i şerif talep etmi şlerdir. Gönderilen hükümle, avarız vs. vergi tahsiline memur olanların, yeni mevkufat defterinde kaydedilen haneden fazlası için ahaliden para talep etmemeleri emredilmi ş, hükmün bir örne ğinin ahali eline verilmesi istenmi ştir (20 Zilkade 1026/19 Kasım 1617). KŞS 20/2, 49/1110. 250 hane kaldıklarına dair ellerine mevkufat kalemineden defter sureti verildi ğini söyleyip, emr-i şerif ricasında bulunmu şlardır. Kayseri kadısına gönderilen ve sicile “Kiçibürüngüzlü’nün hanesinin fürunihâde 897 oldu ğu emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla kaydedilen 29 Rebiülevvel 1027/26 Mart 1618 tarihli ferman ile; köy ahalisinden 2 hane üzerinden avarızın tahsil ettirilmesi emredilmi ştir 898 . Kayseri kazasına ba ğlı Vekse köyü ahalisi de aynı şekilde İstanbul’a adam ve arzuhâl göndererek, çok fakir durumda olduklarından, üzerlerine kayıtlı 6 hanenin avarızını ödemeye tahammülleri olmadı ğını, bir kısmının di ğer bazı köylere yüklenerek üzerlerinde 4 hane kaldı ğına dair ellerine yeni mevkufat defteri sureti verildi ğini bildirmi şlerdir. Ahali, ellerindeki defter suretine göre hareket edilmesi için emr-i şerif rica etmektedir. Ahalinin ba şvurusu üzerine Kayseri kadısına hitaben gönderilen 21 Rebiülahir 1027/17 Nisan 1618 tarihli fermanda; ahalideki defter suretine bakılarak, avarız tahsiline memur olanlar tarafından köy ahalisinden 4 hane üzerinden avarız tahsil ettirilmesi emredilmi ştir 899 . Kayseri kadısına gönderilen ve “Karye-i Venk’in hane hususu içindir” ba şlı ğıyla sicile kaydedilen 4 Muharrem 1028/22 Aralık 1618 tarihli fermanda; Venk köyü ahalisinin devlet merkezine durumlarını arz ederek, defterde 4 hanelerinin kayıtlı oldu ğunu ancak fakir hâlde olduklarından belirtilen miktar hane üzerinden avarızlarını ödemeye tahammülleri olmadı ğını bildirdiklerinde hane sayısı 2’ye indirilerek ellerine mevkufat defteri sureti verildi ğinden, buna göre hareket edilmesi için emr-i şerif rica etmi şlerdir. Bunun üzerine padi şah tarafından gönderilen ferman ile, köy ahalisinin avarızlarının, ellerine verilen mevkufat defteri suretine göre aldırılması ve 2 haneden fazlası için avarız talep edilmemesi emredilmi ştir 900 . Kayseri kadısına gönderilen 21 Şevval 1061/7 Ekim 1651 tarihli ferman ile; 3,5 hane ve 1,5 rub’ hanesi olan Bekta ş Mahallesi halkının fakir oldu ğu için bir hanelerinin iptal edilerek, üzerlerinde 2,5 hane ve 1,5 rub’ avarızhanesi kaldı ğı, hazine-i âmireden

897 Fürunihâde kelimesi, Farsça birle şik bir kelime olup, tarh ve tenzil olunmu ş anlamına gelmektedir. Şemseddin Sami, s. 993. Belgelerde kullanılan bu tabirle, ahalinin mevcut avarızını ödeme güçlerinin yeterli olmaması vs. gibi durumlarda, üzerlerine kayıtlı avarızhane sayısının azaltılması hususu ifade edilmektedir. 898 K ŞS 20/2, 61/1174. 1618 senesinde Venk köyü halkı devlet merkezine adam göndererek durumlarını arz etmi şler ve köylerinin avarızhanesi sayısında indirim yapılmasını talep etmi şlerdir. Kadıya gönderilen emr-i şerif ile, köyün 4 olan avarızhane sayısında indirim yapıldı ğı ve sadece 2 hanesinin kaldı ğı bildirilmi ştir. K ŞS 20, 25/1005; Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 160. 899 K ŞS 20/2, 58/1156. “S uret-i emr-i şerif beray-ı fürunihâde Vekse” ba şlı ğıyla kaydedilmi ştir. 900 K ŞS 20/2, 25/1005. 251 ellerine mühürlü ve ni şanlı mevkufat defteri sureti verildi ği ve fazla vergi talebiyle halkın rencide edilmemesi gerekti ği bildirilmi ştir 901 . Kayseri kazasına ba ğlı Karahisar’ın mevcut olan 6,5 avarızhanesi, ahalinin fakirli ği sebebiyle ödemeye güçleri olmadı ğından 1,5 hane azaltılarak 5 haneye indirilmi ş ve ellerine buna dair defter sureti verilmi ştir. Avarızın ahaliden 5 hane üzerinden tahsil ettirilmesi için Kayseri kadısına 3 Şevval 1064/17 A ğustos 1654 tarihli ferman gönderilmi ştir 902 . Dibecik Mahallesi’ndeki Hüseyin Fakih Mescidi cemaatinin de avarızhane sayısında indirim yapılmı ştır. Cemaatin 4 avarızhanesinin oldu ğu, ancak fakir olup ödemeye tahammülleri olmadı ğı için bir hanelerinin azaltıldı ğı ve 3 hanelerinin kaldı ğına dair ellerine defter sureti verildi ği ifade edilerek, cemaatten 3 hane üzerinden avarız vs. tekâlifin tahsil edilmesi için Kayseri kadısına 4 Zilkade 1065/5 Eylül 1655 tarihli bir ferman gönderilmi ştir 903 . Kayseri’deki gayrimüslim mahallelerinin ve cemaatlerin avarızhane sayısında da zaman zaman indirimler yapılmı ştır. Mesela; Selman Mahallesi’ndeki Rumyan cemaatinin 4 ve rub’ avarızhanesinin 2 hanesi, ahalisinin ödemeye tahammülü olmadı ğı için indirilerek, 2 ve rub’ hanelerinin kaldı ğına dair ellerine defter sureti verilmi ş ve buna göre hareket etmesi için Kayseri kadısına 26 Şevval 1065/29 A ğustos 1655 tarihli ferman gönderilmi ştir 904 . Defterde 78 ve bir rub’ haneleri kayıtlı olan gayrimüslim mahallelerin 905 ahalisi peri şan oldu ğundan, ahali marifetiyle mahkemede 16 hane azaltılarak vergileri 62 hane arasında dağıtılmak üzere deftere kaydedilmi ştir 906 . Bununla ilgili benzer bir belgede; Kayseri’deki gayrimüslim mahallelerinden bazılarının ahalisinin fakir ve zayıf oldu ğundan tahammüle güçleri olmadı ğından, di ğer mahallelerin ahalisinin ittifakıyla fakir olan mahallelerin hanelerinden bir kısmı tahammüllerine göre kendi mahallelerine yüklenmi ş; ala, evsat ve edna itibariyle tahrir olunan hanelerin sayısı ve bulundu ğu

901 K ŞS 59, 87/236. 902 K ŞS 60/2, 148/480. 903 K ŞS 60/2, 131/441. Ferman sureti ve çevirisi için bk. Ek-7. 904 K ŞS 60/2, 131/443. 905 Belgede zikredilen 26 zimmî mahallesi şunlardır: Sultan Hamamı, Sasık, Harput, Dader, Sayeci, Tavukçu, Fırıncı, Batman, Eslem Pa şa, Selman, Selaldı, Sınıkçı, Köyyıkan, Rumiyan, Sultan, Şehreküstü, Kethüda, Aydo ğdu, Kiçikapu, Gürcü, Mermerli, Karakeçi, Oduncu, Bekta ş, Karabit, Erkilet. 906 K ŞS 84, 167/385. Burada ahali mahkemede bir araya gelerek, belirtilen mahallelerin fakir halkı peri şan oldu ğu için böyle bir ortak karar almı şlardır. Bu da Osmanlı toplumunu olu şturan bireyler arasındaki toplumsal duyarlılı ğın bir göstergesi olarak kabul edilebilir. 252 mahalleler ayrı ayrı kaydedilmi ştir. İsimleri zikredilen 24 mahallesindeki toplam hane sayısı 67 hane ve 1 rub’dur (4 Cemaziyelevvel 1095/19 Nisan 1684) 907 . Bazı köy ahalisi, avarızhane sayılarında indirim yapıldı ğı bahanesiyle avarız vs. vergiyi vermek istememi ştir. Mesela; kadı devlet merkezine arz göndererek, kazadaki Sasık ve Şarkiyan mahallesi ahalisinin 1099/1687-1688 senesinde hisselerine isabet eden avarız ve nüzul bedeli talep edildi ğinde, “Bizim mahallemizin hanesi 1092 senesinde fürunihâde olmu ştur.” diyerek vermek istemediklerinden, mahallenin hanelerinin di ğer mahalleler ahalisi üzerine yazıldı ğını ve haksızlık oldu ğunu bildirmi ştir. Bunun üzerine, Kayseri kadısına hitaben yazılan 5 Ramazan 1099/4 Temmuz 1688 tarihli fermanda; hazine-i âmiredeki mevkufat defterine bakıldı ğında, mahallenin 6 ve rub’ ve sümün avarızhanesi oldu ğu, daha önce 1092’de azaltılan avarızhane sayısının arttırıldı ğının kayıtlı oldu ğu görüldü ğünden, mahalle ahalisinin bahane göstermeden üzerine dü şen avarız vs. vergileri ödemesi emredilmi ştir 908 . Sasık ve Şarkiyan mahallelerinin 6 hane, bir rub’ ve bir sümün olan avarızhanesinin, 1092/1681-1682’de Kayseri kadısının arzı gere ğince fürunihade oldu ğu, daha sonra 1096/1684-1685’te yine avarız vermelerinin emredildi ği, ancak ahalisinin perakende ve peri şan oldu ğundan belirtilen miktardaki hane üzerinden vergi ödemeye iktidarlarının olmadı ğı kadı tarafından devlet merkezine bildirilmi ştir. Kayseri kadısına gönderilen 10 Zilkade 1099/6 Eylül 1688 tarihli ferman ile; mevkufat defterindeki kayıtlara göre hareket edilmesi ve avarız talebiyle ahalinin rencide edilmemesi emredilmi ştir 909 . Ödeme gücü olmadı ğı hâlde tahrir sırasında fakir ahali üzerine hane kaydedildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Mesela; Kayseri şehir merkezinde olan Mükremin Mahallesi sâkinlerinden Hasan, Mustafa ve Seyyid adlı ki şilerin mahkemeye gelip fakir oldukları ve bir avarızhaneye bile tahammülleri yokken vilayet muharririnin bir yolunu bularak üzerlerine 2 avarızhanesi kaydederek mahalleliye fazlasıyla haksızlık etti ğini söylemi şlerdir. Bunun üzerine kadı tarafından devlet merkezine arz gönderilerek, bu 2 hanenin bir kısmının civardaki köylere yüklenerek yalnız bir

907 Adı geçen zimmî mahalleleri; Eslem Pa şa, Kiçikapu, Gürcü, Sultan Hamamı, Mermerli, Boyacı, Batman, Tavukçu, Sınıkçı, Emir Sultan, Rumiyan, Köyyıkan, Seyyid İlyas, Bekta ş, Gülük, Karabit, Oduncu, Dader, Karakeçi, Harput, Selman, Şehreküstü, Aydo ğdu, Sisliyan’dır. K ŞS 92, 117/219. 908 K ŞS 96, 46/127. 909 K ŞS 96, 63/177. Şarkiyan Mahallesi halkının, ekonomik durumları iyi olmadı ğından avarızhanesi sayısında indirim yapılması talebiyle kadıya ba şvurmaları ve kadı’nın bu durumu devlet merkezine arz etmesi ile ilgili olarak bk. K ŞS 96, 63/175; Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 165. 253 avarızhanesinin mahalle üzerine yazılması için emr-i şerif rica edilmi ştir. Kayseri kadısı Mevlana Mustafa’ya merkez tarafından gönderilen 16 Safer 1027/12 Şubat 1618 tarihli emir ile; mahalle üzerine bir hane kaydedilip ahaliye zulmedilmemesi istenmi ştir 910 .

4.2.3.4.3. Avarız Vergisinin Tahsil Edilmesi

Avarız vergisi, her sancaktaki hane sayısına göre toplanırdı. Bu hane taksimatı ise, defter-i hakanîde kayıtlı olurdu. Tahsili ise, do ğrudan devlet tarafından gönderilen memurlar vasıtasıyla yapılmaktaydı. Memurlar, vergi tahsil ederlerken, maa şlarına kar şılık olarak her avarızhanesinden müba şiriye adıyla ayrı bir ücret daha talep ederlerdi 911 . Verginin tahsili esnasında müba şirin ahaliden alaca ğı ücret belirlenerek, bu yolla ahaliden fazladan para alınması önlenmi ştir. Karaman eyaleti bünyesindeki sancakların avarızhane sayıları ve tahsil edilen miktarlar sicillere kaydedilmi ştir. Bu dönemde sicillerde Karaman eyaletine ba ğlı olan ve aralarında Kayseri’nin de bulundu ğu 7 sanca ğın adı geçmektedir. Bunlar Konya, Ak şehir, Kırşehir, Ni ğde, Aksaray, İçel ve Bey şehir’dir. Söz konusu sancakların avarızhane sayıları ve sancaklardan tahsil edilecek miktarlar, merkezden kadılara gönderilen fermanlarda ayrı ayrı ifade edilmi ştir. Mesela; Kayseri sanca ğındaki kadılara gönderilen 4 Cemaziyelevvel 1064/23 Mart 1654 tarihli fermanda; livanın 514 avarızhanesinin oldu ğu, 1066 senesine mahsup olmak üzere avarızların mevkufat defterine göre tahsili i şinin, gümrük emini Hasan’a verildi ği ifade edilmi ş, her haneden 400 akçe avarız ve müba şirin mai şeti için 50’ şer akçe aldırılması emredilmi ştir 912 . Kayseri sanca ğındaki kadılara hitaben yazılan 8 Rebiülevvel 1067/25 Aralık 1656 tarihli fermanda; livanın 506 ve rub’ avarızhanesi oldu ğu ifade edilerek, 1067/1656-1657 senesine mahsup olmak üzere her hanesinden 400 akçe avarızın tahsili işinin daha önce verildi ği sipahilerden Ahmed tarafından tahsil edilerek hazineye teslim edildi ği ifade edilmektedir. Donanma mühimmatı için kürekçi temini emredildi ğinden,

910 K ŞS 20/2, 33/1047. 911 Sarıcao ğlu, s. 94. 912 K ŞS 60/2, 146/475. Kayseri’nin de içinde bulundu ğu Karaman Eyaletindeki sancaklardan alınacak avarız ve nüzul bedelleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 95-122. 1620-1700 yılları arasında Karaman eyaletinde livalarındaki vergi ödemekle mükellef nüfusun her hanesinden, genellikle 400 akçe alınmaktaydı. Bu rakamın, 1628-1700 arasında genellikle fazla de ğişmeden devam etti ği görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Demirci, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, s. 572. 254

1068/1657-1658 senesi avarızının mevkufat defterine göre tahsil edilmesi i şinin de Ahmed’e verildi ği belirtilerek, buna göre avarızın tahsil edilmesi istenmektedir 913 . Seferde gerekli olan mühimmat harcamaları için avarız ve nüzul vergisinin tahsil edilece ğine dair Karaman eyaletindeki kadılara fermanlar gönderilmi ştir. Bu şekilde eyaletteki kadılara hitaben gönderilen 6 Zilkade 1066/28 Temmuz 1656 tarihli fermanla; seferde gerekli mühimmat için kadılıklardaki 3.345,5 ve sümün avarızhanesinin her hanesinden 1067/1656-1657 senesine mahsup olmak üzere, 300 akçe nüzul bedeli alınması i şinin gümrük emini Hasan’a verildi ği bildirilerek, müba şirin mai şeti için her haneden 25 akçe alınaca ğı söylenmektedir 914 . 1068 senesine mahsup olmak üzere, Karaman eyaletindeki avarızhanelerden sefer mühimmatı için nüzul bedelinin tahsil edilmesine dair eyaletteki kadılara gönderilen 28 Şevval 1066/19 A ğustos 1656 tarihli fermanda ise; Karaman’da bulunan 3.146 ve 1,5 rub’ avarızhanenin her hanesinden nüzul bedeli olarak 300 akçenin mevkufat defterine göre tahsil edilerek, sefer mühimmatından olan peksimet harcamaları için hazineye teslim ettirilmesi, müba şirin mai şeti için her haneden 20 akçe aldırılması, bundan ba şka ahaliden bir akçe bile alınmaması emredilmi ştir 915 . Konya, Ak şehir, Kayseri, Kır şehir, Ni ğde, Aksaray, İçel ve Bey şehir sancaklarındaki kadılara gönderilen 8 Şevval 1078/22 Mart 1668 tarihli fermanda; geçmi ş senelerde sefer mühimmatı için tahsil olundu ğundan bahsedilerek aynı usulle, belirtilen sancakların avarızhanelerinden 600 akçe nüzul bedellerinin tahsil edilmesi emredilmektedir. Fermanda söz konusu sancakların nüzul bedeli tahsiline esas te şkil edecek olan avarızhane sayıları verilmi ştir. Buna göre; Konya sanca ğı 821,5 hane, Kayseri sanca ğı 512,5 ve buçuk rub’ hane, Bey şehir sanca ğı 485 hane, Ni ğde sanca ğı 404,5 hane, Ak şehir sanca ğı 385,5 hane, Aksaray sanca ğı 253 hane, İçel sanca ğı 201 ve 1 rub’ hane ve Kır şehir sanca ğı 185 avarızhanesinden olu şmaktadır. Eyaletin toplam hane sayısı ise, 3.248,5 idi. 1079/1668-1669 senesine mahsup olmak üzere sancaklardaki her avarızhanesinden güherçileye için tayin edilen 100’er akçeden ba şka,

913 K ŞS 66/2, 134/364. 914 K ŞS 65, 91/234. XVII. yüzyılda “müba şiriye” adıyla tahsil edilen ücretler şöyleydi: 1628’de, İçel 7 akçe, Bey şehir 10 akçe, Kır şehir 11 akçe, Kayseri 26 akçe müba şiriye ücreti vermekteydi. 1641’de ise bu akçenin miktarı; Konya, Bey şehir, Ak şehir, Kayseri, Aksaray, Kır şehir ve İçel’de 10 akçe; Ni ğde’de 19 akçeydi. Bu rakamlar; 1642’de Konya’da 39 akçe, Beyşehir’de 11 akçe olarak tahsil edilmekteydi. Karaman eyaletinden 1650’lerde alınan müba şiriye miktarlarının yer aldı ğı Tablo 1 ve 2 için bk. Demirci, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s- 1700”, s. 573-575. 915 K ŞS 66/2, 130/343. 255 nüzul bedeli olarak 500’er akçenin âcilen tahsil edilerek hazineye teslim edilmesi ve müba şirin mai şeti için her haneden 30 akçe aldırılması emredilmektedir 916 . 1089/1678-1679 yılında Karaman eyaletindeki Kayseri de dâhil 8 sanca ğın avarızhane sayıları ve tahsil edilecek avarız miktarlarını, sancaklardaki kadılara hitaben gönderilen 2 Zilhicce 1089/15 Ocak 1679 tarihli fermanda görmekteyiz. Buna göre; Konya 820,5 hane, Bey şehir 485 hane, Kayseri 424 ve buçuk rub’ hane, Ni ğde 410 ve 1 rub’ hane, Ak şehir 384 ve 1 rub’ hane, Aksaray 253 hane, İçel 200 ve 1 rub’ hane ve Kır şehir 185 avarızhanesine sahiptir. 1090/1679-1680 senesine mahsup olmak üzere, eyaletteki toplam 3.163 ve 1,5 rub’ avarızhanesinin her hanesinden 400 akçe avarız vergisinin tahsil edilmesi, müba şir için her haneden 50 akçe aldırılması emredilmi ştir 917 . Kayseri kadısı ve Karaman eyaletindeki kadılara gönderilen 2 Şevval 1093/4 Ekim 1682 tarihli fermanda; hazine-i âmirede muhafaza edilen mevkufat defterinde eyaletteki sancakların avarızhane sayılarının kayıtlı oldu ğu belirtilerek, hane sayıları verilmi ştir. Buna göre 1093/1682 senesinde sancakların hane sayıları şöyledir: Konya’nın 810,5 ve 1 rub’ hanesi, Ni ğde’nin 485 hanesi, Kayseri’nin 419 ve 1,5 rub’ hanesi, Ak şehir’in 384 ve 1 rub’ hanesi, Aksaray’ın 230 hanesi, İçel’in 201 ve 1 rub’ hanesi ve Kır şehir’in 185 hanesi mevcuttur. Eyaletin toplam avarızhane sayısı ise, 3.123 ve 1,5 rub’dur. Fermanda kadılıklardan 1094/1682-1683 senesine mahsup olmak üzere, her haneden 400 akçe avarızın tahsil ettirilmesi ve müba şir için her haneden 50 akçe aldırılması istenmektedir 918 . 1099/1687-1688 senesinde Karaman eyaletine ba ğlı sancaklardaki avarızhane sayılarını ve tahsil edilecek avarız miktarı, sancaklardaki kadılara hitaben gönderilen 16 Rebiülevvel 1099/20 Ocak 1688 tarihli fermanla bildirilmi ştir. Söz konusu tarihte;

916 K ŞS 78/3, 263-264/623. Söz konusu ferman metninin sonunda yer alan “be-yurd-i sahra-yı Kandiye” ifadesinden, fermanın Girit seferinin son yıllarında Kandiye’de sadır oldu ğunu anlıyoruz. Makam-ı ısdar (belgenin yazıldı ğı yer), fermanın sadır oldu ğu yani yazıldı ğı yeri gösteren formüldür. Belgenin yazıldı ğı yerin sabit veya geçici bir ikamet yeri olmasına göre, farklı tabirler kullanılmı ştır. Bu formüller, büyük merkezlerde ve geçici ikâmet yerlerinde yazılan vesikalar olmak üzere iki türlüdür. Vesika e ğer bilâd-ı selâsenin ( İstanbul, Edirne, Bursa) birinde yazılmı şsa, şehrin adı genellikle be-makam tabiriyle birlikte zikredilir; hükûmet merkezini veya padi şahın ikamet etti ği yerleri ifade ederdi. İstanbul’da yazılan vesikalardaki formüllerde daima Kostantıniyye adı kulanılmı ştır. Buna el-mahruse , el-mahmiye gibi sıfatlar eklenmi ştir. Vesikanın geçici bir ikamet yerinde yazıldı ğını belirtmek için ise formül, be-yurt veya be-sahra gibi kelimelerle ba şlardı. Vesika, ordunun sefer esnasında u ğradı ğı şehirlerden birinde yazılmı şsa formül, be-medine kelimesiyle ba şlardı. Ali Aktan, Osmanlı Paleografyası ve Siyasî Yazı şmalar , Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı Yay., İstanbul 1995, s. 137-139. Avarız tahsili ile ilgili olarak eyaletteki sancakların kadılarına gönderilen 8 Şevval 1078/22 Mart 1668 tarihli fermanda ise, 1079 senesine mahsup olmak üzere, mevkufat defterine göre her haneden 400 akçe avarızın tahsil edilmesi ve müba şir için hanelerden 50’ şer akçe aldırılması istenmektedir. K ŞS 78/3, 266/626. 917 K ŞS 88, 123/289. 918 K ŞS 91/3, 293/566. 256 sancaklar arasında hane sayısının çoklu ğu bakımından ilk sırada 810,5 ve 1 rub’ hane ile, eyaletin pa şa sanca ğı olan Konya gelmektedir. Kayseri sanca ğı 499 ve 1,5 rub’ hane sayısı ile ikinci sırada yer almaktadır. Bey şehir’in 482,5 hane, Ni ğde’nin 408 ve 1 rub’ hane, Ak şehir’in 374 ve 1 rub’ hane, Aksaray’ın 230 hane, İçel’in 200 ve 1 rub’ hane ve Kır şehir’in 185 hanesi bulunmaktadır. 1099 senesine mahsup olmak üzere, eyaletteki toplam 3.191 ve 1,5 rub’ avarızhanenin her birinden 400 akçe avarızın tahsil edilece ği, bu i şin Ahmed ve İbrahim’e verildi ği bildirilmi ştir. Avarız haricinde, müba şir için her haneden aldırılması gereken miktar ise 50 akçe olarak ifade edilmektedir 919 .

4.2.3.4.4. Avarızdan Muaf Olma

Reayadan bazıları, çe şitli hizmetler ve mükellefiyetler kar şılı ğında avarız vergisinden muaf tutulmuşlardır. Vergi muafiyeti olanlar arasında; güherçile üretiminde görev alanlar 920 , Medine-i Münevvere ve di ğer vakıf reayası, fakir durumda olanlar vs. bulunmaktadır. Muaf oldukları hâlde kendilerinden avarız talep edilen reaya, şikâyetle kadıya veya devlet merkezine ba şvurmu ştur. Mesela; Kayseri kadısına gönderilen ve deftere “Karasu’nun hanesi ref’ olundu ğu emr-i şeriftir” ba şlı ğıyla kaydedilen 25 Cemaziyelevvel 1027/20 Mayıs 1618 tarihli fermanda, avarızdan muaf olan ahalinin şikâyetle devlet merkezine ba şvurdu ğundan bahsedilmektedir. Kayseri’ye ba ğlı Karasu köyü ahalisi, eskiden beri Medine-i Münevvere reayası olduklarından avarızhaneye dâhil de ğillerken, tahriri yapanlar tarafından üzerlerine 1 avarızhane kaydederek tekâlif talebiyle kendilerine baskıda bulunduklarını merkeze bildirdiklerinde, söz konusu hanenin defterden çıkarılıp vakıf reayasının eskiden oldu ğu gibi bütün vergilerden muaf olduklarına dair ellerine defter sureti verildi ğini ifade etmi şlerdir. Ahalinin durumunu merkeze böylece arz etmesi üzerine kadıya yazılan fermanla, vakıf reayası olan köy

919 K ŞS 96, 13/38. Söz konusu tarihlerde Kayseri’de avarız ve nüzul bedeli tahsildarı Hacı Ebubekir A ğa olmu ştur. 1099-1100 tarihli buyruldu ile; Karaman eyaletinin sürsat bedelinin tahsili i şi de adı geçen tahsildara verilmi ştir. K ŞS 96, 78/206. Karaman eyaletindeki Konya, Kayseri ve Ni ğde livalarındaki avarızhane veya vergi ünitesi sisteminin incelendi ği çalı şmada; Kayseri livasının avarızhane sayısı yıllara göre şöyledir: 1621’de 420 hane, 1628’de 395 hane, 1640’da 387.75 hane, 1641’de 550 hane, 1643’te 901.25 hane ve 1645’te 904.25 hane idi. Kayseri’de 1654-1681 arasında kazadaki avarızhane sayısında büyük bir de ğişiklik yoktu. 1654-1688 yılları arasında Kayseri’deki avarızhane sayısı 412 ila 426.75 arasında de ğişiyordu. 1691-1699 arasında ise avarızhane sayısı 386.25 ila 402 arasında de ğişmekteydi. Kayseri livasındaki avarızhane sayıları için bk. Süleyman Demirci, “Demography and History: The Value of The Avârizhâne Registers For Demographic Research: A Case Study of the Ottoman Sub-Provinces of Konya, Kayseri and Ni ğde, 1620s-1700”, TURCICA , 38, 2006, s. 182, 189, 190, 203. 920 K ŞS 20/2, 38/1065. Osmanlı Devleti, güherçile hizmetinde çalı şan reayaya zulmedilmesini yasakladı ğı gibi, bu hizmete tayin edilen müsellemleri, hizmette bulundukları süre boyunca, sefere gitmekten muaf tutmak gibi birtakım yükümlüklerde muafiyet hakkı vermi ştir. Hülagü, s. 76. 257 halkının avarız vs. tekâliften muaf oldukları ve vergi talebiyle rencide edilmemesi emredilmi ştir 921 . Vakıf evladı olanların avarız ve di ğer vergilerden muaf tutulmaları ile ilgili 18 Cemaziyelevvel 1069/11 Şubat 1659 tarihli bir belgede; Bozatlı Mahallesi’nden bazı Müslümanların, Şeyh Tahir b. Şeyh İbrahim’in mahallede evi oldu ğundan kendisinden avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiye talep ettiklerinde ödemek istemedi ğini ifade ederek davacı oldukları belirtilmektedir. Tahir ise cevabında; ceddinin Şeyh Şami vakfının evlatlarından oldu ğunu ve tekâliften muaf olduklarına dair devlet tarafından ellerine muafnameler verildi ğini söylemi ş; muafname, defter sureti ve emr-i şerifi mahkemeye sunmu ştur. Belgelere bakıldı ğında, “Şeyh-i mumaileyhin evladları avârız-ı divâniye ve tekâlif-i örfiye ve bennâk ve resm-i a ğnam ve bunun emsali rüsûmlardan muaf ve müsellem olalar.” şeklinde kaydedildi ği görülmü ş, mahkemenin kararı mahalle ahalisinin Şeyh Tahir’den vergi talep etmemesi yönünde olmu ştur 922 . Hizmet kar şılı ğında avarızdan muaf olan çeşme görevlisi zimmîden, mahalle ahalisinden bazıları davacı olarak mahkemeye ba şvurmu şlardır. Selaldı Mahallesi’nde oturan birkaç zimmî, mahalleden Babük v. Arzman’ın hane tahriri esnasında muharrir tarafından mahallelerinin avarızhane defterine kaydedilmi şken, kendileri ile birlikte avarız ve nüzul ödemekten kaçındı ğını iddia etmi şlerdir. Babük ise; hane tahriri yapılırken mahallede oturdu ğunu ancak mahallenin avarızına kaydedilmedi ğinden “hariç ez-defter” oldu ğunu, durumunu İstanbul’a arz ederek avarızdan muaf olup, Kayseri’de Hacı Ahmed Çelebi’nin Kebe İlyas Mahallesi’nde icra eyledi ği çe şmeye meremmetçi 923 olarak kaydedildi ğini söylemi ş, mahkemeye buna dair defter sureti ve emr-i şerif sunmu ştur. Bu belgelerin onun sözlerini do ğrular nitelikte oldu ğu görüldü ğünden, Babük’ten avarız talep edilmemesine hükmedilmi ştir (9 Şevval 1067/21 Temmuz 1657) 924 .

921 K ŞS 20/2, 61/1170. 922 K ŞS 69, 56/160. 923 Meremmetçi, tamirci anlamına gelmektedir. Saray binalarının tamiri ile u ğra şan ocak efradı ve tersane halkından olup gemi tamiri gibi i şlerden sorumlu olanlar bu isimle anılırdı. Bunlardan ba şka; bir muafiyet, ücret veya mükellefiyet kar şılı ğında kale tamiri, yolların tesviye edilmesi gibi i şler için halktan toplanan şahıslar da aynı şekilde adlandırılırdı. Serto ğlu, s. 222. 924 K ŞS 66/1, 60/131. Belgenin orijinal metni ve çevirisi için bk. Ek-16. 15 Recep 1067/29 Nisan 1657 tarihli, Kayseri kadısına gönderilen bir fermandan; Kebe İlyas Mahallesi’nden Babük’ün ücretsiz olarak Hacı Ahmed Çe şmesi’ne tamirci olup bu hizmeti kar şılı ğında avarız-ı divaniyeden muaf olmak için İstanbul’a giderek ba şvurdu ğunu ve durumun mütevelli Ahmed tarafından merkeze bildirildi ğini öğrenmekteyiz. Söz konusu ferman, Babük’ün hizmeti kar şılı ğında avarızdan muaf tutulması için yazılmı ştır. K ŞS 66/2, 122/302. Daha sonraları mahallelinin Babük’ten avarız talebiyle tekrar davacı oldu ğuna dair tespit edilen 20 Cemaziyelevvel 1068/23 Şubat 1658 tarihli belgede; mahalle ahalisi tahrir-i 258

Yeniçeri ve kulo ğlu olduklarını iddia ederek vergiden muafiyet talebinde bulunan bazı şahıslarının avarızdan muaf olamayacaklarına dair emir ve fetvalar yayınlanmı ştır. Vergi ödemek istemeyen yeniçeriler hakkında ahaliden bazıları da mahkemeye ba şvurarak davacı olmu şlardır. Mancusun köyünden bazı zimmîler, köyden Ali b. Abdullah ve Osman b. Abdullah’ın burada avarızhaneye kayıtlı evlerinde oturduklarını ve evleri için 5 yıldır nüzul ve avarızı kendilerinden talep ettiklerinde, çadır mehteri ve kuloğlu olduklarını söyleyerek ödemek istemediklerini bildirmi şlerdir. Ali ve Osman’ın bu durumu itiraf etmesiyle, köy ahalisine 5 yıllık nüzul ve avarızlarını ödemeleri için tenbih edilmi ştir (14 Zilkade 1049/7 Mart 1640) 925 . Cırlavuk köyünden bazı Müslümanlar, köy sâkinlerinden di ğer ki şilerin köy nüzul ve avarızı gerektiren mülkleri oldu ğu hâlde vergiyi ödemekten kaçındıklarını söyleyerek, alınması talebiyle davacı olmu şlardır. Davalılar ise; “Bazısı cebeci ve bazıları kuloğullarıyız.” diyerek cevap vermi şlerdir. Bu hususta davacıların elinde, “Nüzul ve avarız icap eder emlâkları olan kimesnelerden nüzul ve avârızları alına.” şeklinde emr-i şerif oldu ğundan, emir gere ğince bunların üzerlerine dü şen salyanelerini ahali ile birlikte ödemeleri uygun görülmü ştür (25 Zilhicce 1055/11 Şubat 1646) 926 . Salkoma köyü ahalisi de benzer bir dava ile kadıya müracaat etmi ştir. Köyden bazı Müslümanlar, Hasan b. Sinan’ın muharrir Cafer Efendi tarafından tahrir esnasında kendileri ile birlikte haneye kaydedildi ğini, ancak Hasan’ın vergiyi ödemek istemedi ğini söyleyerek davacı olmu şlardır. Hasan ise; “Ben kulo ğluyum ve bu âna gelinceye de ğin mezbûrlara tekâlif nâmıyla bir akçe ve bir habbe salyane vermedim ve muharrir dahi beni karye-i mezbûrede haneye kaydetmi ştir.” demi ştir. İddiacılardan defter sureti talep edilmi ş, mahkemeye sunulan deftere bakıldı ğında Hasan’ın isminin defterde kayıtlı oldu ğu görülmü ştür. Hasan, padi şah emri ile gelen tekâlifi köy ahalisi cedidde Babük’ün mahallenin avarızhane defterine kaydedildi ğini iddia etmektedirler. Babük ise cevabında, önceki davada ifade etti ği hususları belirtmi ş ve hizmeti kar şılı ğında avarızdan muaf oldu ğunu söyleyerek; defter suretini, emr-i şerifleri, şeyhülislâm ve müftünün fetvalarını mahkemeye delil olarak sunmu ştur. Böylece mahkeme tarafından, mahalle halkının Babük’ten avarız vs. tekâlif talep etmemesine karar verilmi ştir. K ŞS 67/1, 58/177. Aynı örnekle ilgili olarak bk. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 180; Demirci, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in The Avâriz-Tax System: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study of Kayseri, 1618-1700”, s. 470. Avarız vergisinin tahsil edilmesi konusunda vergi mükellefi olan mahalle veya köylerdeki ahali arasında çıkan anla şmazlıklara dair davalar için bk. aynı müellif, s. 172-183. Ayrıca bk. Süleyman Demirci, “Ho şgörü Toplumu’nda Birlikte Ya şamak: Osmanlı Toplumunda Gayrimüslim Ermeni Vatanda şları ve Hukuk: Kayseri Örne ği”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri , C. IV, EÜ. Yay., Kayseri 2007, s. 319. 925 K ŞS 42/1, 74/162. 926 K ŞS 55/2, 183/461. 259 ile birlikte ödemeye razı oldu ğunu ifade etmi ş ve durum deftere kaydedilmi ştir (5 Muharrem 1056/21 Şubat 1646) 927 . Erkilet köyü ahalisi devlet merkezine ba şvurarak köy topraklarında avarız vs. tekâlif gerektiren mülk ve araziyi zapteden bazı kişilerden vergi talep ettiklerinde, “Biz yeniçeri ve kapıcı ve acemi o ğlanı ve mehter olduk.” diyerek vermediklerinde, “Mezbûrlar avârız ve sair vâki olan tekâliflerin vereler.” şeklinde daha önceki tarihlerde merkezden emr-i şerif gönderildi ği hâlde itaat etmezlerse İstanbul’a havale edilmeleri için hüküm rica etmi şlerdir. Ahalinin ba şvurusu üzerine, Karaman beylerbeyi ve Kayseri kadısına gönderilen Evail-i Şevval 1067/13-23 Temmuz 1657 tarihli fermanda; Mehmed Çavu ş hüküm ile geldi ğinde emre göre hareket edilmesi, ahaliden tekâlifin ala, evsat ve edna itibariyle tahammüllerine göre alınıp, buna muhalif davranmak isteyenlere izin verilmemesi söylenmi ştir 928 .

4.2.3.4.5. Yerlerini Terkeden Ahalinin Eski Yerlerine Döndürülmesi

Osmanlı kanunları, köylünün topra ğını bırakıp yer de ğiştirmesini önlemek amacıyla, kaçak köylüyü 10 veya 15 yıllık bir süre içinde kayıtlı oldu ğu köye geri döndürme yetkisini sipahiye vermi ştir. Topra ğın çölle şmesi ve verimlili ğini kaybetmesi, avarız sistemi içinde fazla hizmetler yüklenmesi, özellikle de a ğır vergiler konulması gibi sebeplerle, köylü topra ğını terk ederek ba şka taraflara göç edebilmi ştir 929 . Reayanın eski yerlerine iskân edilmesi ve avarız vergisinin tahsil edilmesi ile ilgili belgeler sicillerde tespit edilmi ştir. Mesela; Akdağ kadısı Mevlana Seyyid Mehmed devlet merkezine mektup göndererek, 82 hane olan reayanın yarısının çe şitli bahanelerle köylerinden kaçarak Kayseri’ye yerle ştiklerinden, avarız ve di ğer vergilerin kaza ahalisi üzerine kaldı ğını ve onların da ödemeye iktidarlarının olmadı ğını ifade ederek, kaçak köylülerin eski yerlerinde iskân ettirilmesi için ahalinin emr-i şerif rica etti ğini bildirmi ştir. Sivas beylerbeyi ve Kayseri kadısına gönderilen Evahir-i Rebiülahir

927 K ŞS 55/2, 184/464. 928 K ŞS 66/2, 131/346. Erkilet köyü ahalisi, üzerlerine dü şen avarız vs. tekâlifi hâllerine göre öderlerken içlerinden bazılarının, avarızhaneye kayıtlı oldukları hâlde “Biz yeniçeri ve kapıcı olduk.” diyerek vermek istemediklerini söyleyerek davacı olmu şlardır. Fakir halka zulmedilmeden vergilerini tahsili için emr-i şerif gönderilmi ştir. K ŞS 66/2, 131/348. Defterde konuyla ilgili fetva sureti kayıtlıdır. Fetvada; “Bir karyede sâkin olup avârıza ba ğlı emlak ve araziye mutasarrıf olan Zeyd’den, bir karye-i mezbûre ahalisi memuren avârız ve sair tekâlif talep eylediklerinde, Zeyd kul o ğluyum deyip vermeme ğe kâdir olur mu? Beyan buyurulup hesap oluna. El-cevap: Olmaz.” denmektedir. Böylece fetva makamının, yeniçeri ve kulo ğlu olduklarını söyleyerek avarız vermek istemeyen reayaya onay vermedi ği görülmektedir. Fetva için bk. K ŞS 66/2, 131/347. 929 İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 11. 260

1062/31 Mart-9 Nisan 1652 tarihli fermanla; kaçanlar ba şka yerde tahrir edilmedilerse, eski yerlerine iskân ettirilmeleri emredilmi ştir 930 .

4.2.3.4.6. Ahali Arasında Avarız Konusundaki Anla şmazlıklar

Avarız vs. vergiler mahalle veya köylerin tahriri sırasında kaydedilen ve muhafaza edilen defterlerdeki hane sayıları esas alınarak tahsil edilmekteydi. Avarız tahsil edilirken, hisselerine dü şen avarızın ödenmesi konusunda ahali arasında zaman zaman anla şmazlıklar ya şanmı ştır. Mesela; Erkilet köyündeki Müslümanlardan bazıları böyle bir şikâyetle mahkemeye ba şvurmu ştur. Köyleri daha önce 15 hane iken 3,5 hanesini Müslümanların, kalan kısmını da gayrimüslimlerin yüklendi ğini, ancak şimdi köyün 12 hane oldu ğunu, bunun 3 hanesini Müslümanların, 9 hanesini de gayrimüslimlerin yüklenmesi için ellerinde emr-i hümayun, fetva ve nâibü şş er Mevlana Şaban Efendi imzalı Evahir-i Cemaziyelevvel 1031 tarihli hüccet oldu ğunu ifade ederek gayrümüslimlerin sorgulanmasını istemi şlerdir. Davalılar hücceti inkâr edince, Müslümanlardan delil istenmi ş, iki Müslüman hücceti do ğrular şekilde şahitlik edince; Müslümanların 3, gayrimüslimlerin 9 haneyi yüklenmesine hükmedilmi ştir 931 . Avarız tahsili konusunda dı şarıdan ki şilerin halka müdahale etmesine izin verilmemi ştir. Mesela; Erkilet köyü ahalisi devlet merkezine durumlarını arz ederek, ödemeleri gereken avarız vs. vergiye ba şkalarının müdahale etmemesi gerekti ği ve bu ki şilerin ellerinde emirleri olmadı ğı hâlde baskı uyguladıklarını bildirmi şlerdir. Ahali ellerinde hüccet ve fetva oldu ğunu bildirerek devletten emr-i şerif verilmesini rica etmi ştir. Hüccet ve fetvaya bakılması, durum ifade edildi ği gibi ise; emr-i şerif, hüccet

930 K ŞS 59, 90/243. Belge; “Emr-i şerif-i beray-ı Bozok” ba şlı ğını ta şımaktadır. Emr-i şerifin orijinal metni ve tercümesi için bk. Ek-5. Eskiden beri oturdukları yerleri çe şitli sebeplerle terkederek ba şka yerlerde yerle şen avarızhaneye ba ğlı reayanın, eski yerlerine döndürülmeleri, e ğer gitmelerinin üzerinden 10 yıl geçtiyse yeni yerlerindeki avarızhaneye kaydedilmeleri istenmekteydi. Tok, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler İle İlgili …”, s. 495. Aynı konuyla ilgili olarak Sivas, Amasya, Çorum, Kır şehir ve Kayseri sancaklarındaki kadılara gönderilen Evâhir-i Zilkade 1065/21 Eylül-1 Ekim 1655 tarihli fermanla; Bozok sanca ğı reayasından ba şka yerlerde oturan reayadan; gittikleri yerlerde tahrir-i cedid esnasında hane-i avarıza kaydedilmesinin üzerinden 10 yıl geçmemi ş olanlarının eski yerlerine iskân ettirilmesi emredilmi ştir. K ŞS 60/2, 135/452. 931 K ŞS 25/1, 78/410. Kayseri’ye ait sicillerde farklı köy ve mahallelerdeki vergi mükellefi nüfustan gelen çok sayıda ba şvuru bulunmaktadır. Bu ba şvurular üzerine kadı, kanunlara göre karar vermekteydi. Demirci, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , s. 158. Avarız vergisinin tahsili konusunda ahali arasında çıkan anlamazlıklar, ahalinin mahkemeye veya devlet merkezine intikal eden şikâyetleri hakkındaki davaların tahlili için bk. aynı eser, s. 155-183. Avarızhane sayısı hakkındaki şikâyetler için ayrıca bk. Demirci, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in The Avâriz-Tax System: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study of Kayseri, 1618-1700”, s. 452-457. 261 ve fetvaya muhalif olarak ahaliye müdahale ettirilmemesi emredilmi ştir (Evâsıt-ı Şaban 1065/15-25 Haziran 1655) 932 . Emekli sipahilerin avarız ve nüzul talebiyle rencide edilmemeleri ile ilgili olarak devlet merkezinden emirler yazılmı ştır. Mesela; emekli sipahilerden olan Murad, Hasan ve Mahmud İstanbul’a giderek arzuhâl sunmu şlardır. Güherçile kârhanesi hizmetine tayin edilen emekli sipahi taifesinden olduklarını ve her sene güherçile rüsumunu memur olanlara verdiklerini söyleyen ki şiler; avarızhanesine kaydedilmeyip tasarruflarında avarız ödemeyi gerektiren mülkleri olmadı ğı hâlde, avarız ve nüzul bedeli toplamaya memur olanların kendilerine avarız vs. tekâlif talebiyle baskı uygulamaktan geri kalmadı ğını ifade ederek emr-i şerif talep etmi şlerdir. Kayseri kadısına gönderilen 22 Cemaziyelevvel 1066/18 Mart 1656 tarihli fermanda; defter-i cedid-i hakanîde kayıtlı güherçile hizmetine tayin edilen emekli sipahi taifesinden olup, her sene güherçile rüsumunu veren ve avarızhaneye kaydedilmeyip avarızı gerektiren evleri olmayanlardan tekâlif talep edilmemesi gerekti ğine dair hüküm gönderildi ği ifade edilmi ştir 933 . Avarız tahsili esnasında reayadan bazılarının çe şitli bahanelerle avarız vermek istemedi ği görülmektedir. Örne ğin; sipahilerden olan Ahmed İstanbul’a arzuhâl sunarak, vilayetin 1067/1656-1657 senesine ait avarızının tahsili kendisine verildi ğinden, elindeki emr-i şerif ve mevkufat defteri gere ğince vergiyi tahsil etmek istedi ğinde, bazı köylerin reayasının, “Bizim hanelerimiz 1066 senesinde fürunihâde olunmu ştur deyü, defterden noksan veririz.” diyerek ödemek istemediklerini söylemi ş ve emr-i şerif ricasında bulunmu ştur. Konya kadısı ve Karaman vilayetindeki kadılara gönderilen 12 Receb 1066/6 Mayıs 1656 tarihli ferman ile; avarızın zamanında ve eksiksiz olarak tahsil ettirilmesi emredilmi ştir 934 . Reayadan bazıları ise avarız ödemelerini gerektirecek mülkleri oldu ğu hâlde askerî taifesinden oldukları bahanesiyle vergi vermek istememi ştir. Mesela; Mancusun köyü ahalisi devlet merkezine durumlarını arz ederek, köy topra ğında avarız vs. tekâlif vermeyi gerektiren emlak ve araziyi tasarruf edenlerden hisselerine dü şen vergiyi istediklerinde vermemek için, “Biz ehl-i cihâd ve sair askerî taifesiyiz.” diyerek bahane gösterdiklerini, bunların hisseleri fakir halka yüklendi ğinden onlara haksızlık oldu ğunu bildirmi şlerdir. Kayseri kadısına gönderilen Evail-i Zilkade 1099/28 A ğustos-6 Eylül

932 K ŞS 60/2, 143/469. 933 K ŞS 65, 88/232-1. 934 K ŞS 65, 101/249. 262

1688 tarihli fermanda; kanuna göre hareket edilmesi için Hüseyin Çavu ş’un gönderildi ği bildirilerek, emlak ve arazi tasarruf edenlerden ala, evsat ve edna itibariyle ödeme güçlerine göre, hisselerine düşen vergilerin müba şir marifetiyle alınması, “Biz ehl-i cihâd ve emir ve sair askerî taifesiyiz deyü vermeyiz.”şeklinde bahane göstererek vermekten kaçınanlara izin verilmemesi emredilmi ştir 935 . Ahali arasındaki anla şmazlık konularından biri de, avarız bedelinin güherçile olarak verilmesi olmu ştur. Mesela; Kayseri’ye ba ğlı Cırlavuk köyü mukataasını berat ile tasarruf eden Seyyid İsmail Çelebi ibn-i Hacı Hüseyin, köyden bazı Müslümanlardan davacı olmu ştur. Köyün avarız ve nüzul bedelini her sene Kayseri ahalisi ile birlikte ödediklerini, şimdiye de ğin avarız bedeli olarak mukataayı deruhde edenlere her evden birer batman güherçile verirlerken köy halkından bunu talep etti ğinde ödemek istemediklerini ifade etmi ştir. Köy halkı ise, avarız ve nüzul bedelini memur olanlara verdiklerini, defter gere ğince avarız vergisinin 74 vukiyye hâlis güherçile kaydedildi ğini ve bu miktarı vermeye razı olduklarına dair defter suretini mahkemeye sunmu şlardır. Bunun üzerine, köyün avarız vergisi olarak 74 vukiyye güherçilenin ahaliden alınması ve fazla miktarda güherçile talebiyle ahalinin rencide edilmemesine karar verilmi ştir (2 Cemaziyelâhir 1109/16 Aralık 1697) 936 . Görüldü ğü gibi, bir köy mukataasının tasarrufu ki şi veya ki şilere berat ile verilmekte ve köy ahalisi avarız ve nüzul bedeli olarak defterde kayıtlı miktardaki güherçileyi şehir halkı ile birlikte ödenmek üzere, mukataayı deruhde eden ki şiye ödemekteydi. Ahalinin mukataayı tasarruf eden ki şiye ödeyece ği güherçile miktarları konusunda çıkan anla şmazlıklar çözüme kavu şturulmak üzere mahkemeye intikal ettirilmi ştir. Ahaliden alınacak güherçile miktarının tespitinde defterde kayıtlı rakamlar dikkate alınmı ş ve fazla miktarda güherçile tahsil edilmemesine hükmedilmi ştir. Avarız vergisini ödemeyen kişiden geçmi şe dönük olarak vergileri tahsil edilebilmi ştir. Seferde oldu ğu sürelerde avarız ödememi ş olan ki şiden avarızın tahsil edilmesi ile ilgili olarak Gesi köyünden bir Müslüman ve bazı zimmîler, köylerinden Mustafa adlı çadır mehterinin, köyde bulunan ve avarız gerektiren mülkünün nüzul ve avarızını 5 senedir vermedi ğini ve kaçtı ğını bildirerek davacı olmu şlardır. Mustafa ise cevabında, tasarrufunda nüzul ve avarız vermesini gerektiren mülkü oldu ğunu, ancak

935 K ŞS 96, 75/200. 936 K ŞS 104, 30/71. Osmanlı idaresi, güherçileyi temin etmek üzere iltizam usulüne ba şvurmu ş ve muayyen ki şilere zeamet tevcihinde bulunmu ştur. Kurulan kârhanelerde i şlenen güherçilenin miktarı defterlere kaydedilmi ş, talep edildiklerinde bu defterler devlet merkezine gönderilmi ştir. Hülagü, s. 77- 78. 263

1048/1638-1639 senesinde Ba ğdad Seferi’nde çadır mehteri oldu ğunu ve ödemesi gereken 5 senelik vergi miktarının kendi zimmetinde kaldı ğını itiraf etmi ştir. 5 yıllık nüzul ve avarızı hesaplanmı ş ve toplam olarak 30 kuru şu ödemesi için kendisine tenbih edilmi ştir (17 Zilkade 1049/10 Mart 1640) 937 . Avarız tahsili sırasında ki şilerin hangi yerle şim biriminin avarızhane defterine kaydedildi ği ve vergisini kimlerle birlikte ödemesi gerekti ği konusunda ki şiler arasında meydana gelen anla şmazlıklar mahkeye intikal etmekte ve bir karara varılmaktadır. Mesela; Süksün köyünden Mustafa b. Minnet bu türden bir anla şmazlıkla Dede b. İlyas’tan mahkeme huzurunda davacı olmu ştur. İddiası; Dede adlı ki şinin tahrir-i cedidde köyün avarızhanesine kaydedildi ği hâlde, vergisi talep edildi ğinde ödemekten kaçındı ğıdır. Dede ise, tahrirde kendisinin Kebe İlyas Mahallesi’nin avarız defterine kaydedildi ğini ve vergilerini de oturdu ğu mahallenin ahalisi ile birlikte ödedi ğini, isminin de mahallenin avarız defterinde kayıtlı oldu ğunu söyleyerek defter suretini mahkemeye sunmu ştur. Deftere bakıldı ğında 938 isminin yazılı oldu ğu görülmü ş ve Mustafa vergi talebiyle baskı uygulamaktan men edilmi ştir (3 Ramazan 1055/23 Ekim 1645) 939 . Avarız tahsili ile ilgili olarak ahalinin şikâyetine sebep olan bir di ğer konu, vergiden muaf olduklarını iddia eden ki şilerin avarızı ödemek istememeleridir. Mesela; Kabaklı köyünden birkaç Müslüman, köydeki tekke-ni şin taifesinden olup avarız topra ğında ziraat yapan bazı Müslümanlardan davacı olmu ştur. Bunların köyde oturup avarız topra ğında ziraat ettikleri hâlde, kendilerinden vergi talep edildi ğinde ödemekten kaçındıklarını iddia etmi şlerdir. Davalılar ise, avarız topra ğını ziraat ettiklerini ancak şeyhzâde olduklarını söylemi şlerdir. Köy ahalisinin mahkemeye sundu ğu emr-i

937 K ŞS 42/1, 81/183. 938 Örf ve kanunun açıkça belli etmedi ği hâllerde ve tamamıyla özel durumlarda son ba şvurulan kaynak, defter olmu ştur. O zaman defterde ne yazılmı ş ise, öyle hareket edilirdi. Böylece defter kayıtları, her çe şit anla şmazlıklarda ve davaların çözülmesinde örf ve kanundan daha önemli sayılmı ştır. Bk. İnalcık, “Adâletnâmeler”, s. 53. 939 K ŞS 55/1, 91/242. Konuyla ilgili sicilde kayıtlı fetva şu şekildedir: “ Zeyd, sâkin oldu ğu mahalleden kat’-ı alaka edip, kalkıp âher mahallede temekkün ve anda avârız vererek, mahalle-i mezbûr ahalisi Zeyd’den tekrar avârız alma ğa kâdir olur mu? El-cevap: Allahu âlem olmazlar.” K ŞS 66/2, 138/396. Di ğer bir fetvada ise şöyle denmi ştir: “… Zeyd evvela bir mahallede birkaç sene sâkin olsa, lâkin ol mahallede haneye kaydolunmayıp ve kat’an avârız icap eder emlakı olmayıp, kat’-ı alaka edip, âher mahallede temekkün ve cümle tekâliflerin sâkin olduğu mahalleye verirken, mahalle-i evveli mumâileyhten tekrar avârız ve tekâlif alma ğa kâdir olur mu? El-cevap: Allahu âlem olmazlar.” K ŞS 66/2, 138/397. 264

şerifte 940 ; avarız topra ğında ziraat edenlerin, kim olursa olsun vergilerini ödemeleri gerekti ği ifade edildi ği görülmü ştür. Böylece mahkeme, avarız topra ğında ziraatle uğra şan tekke-ni şin taifesindeki söz konusu ki şilerin vergilerini ödemelerine hükmetmi ştir (5 Ramazan 1055/25 Ekim 1645) 941 . Ahalinin avarız ile yükümlü olması için, oturdu ğu köy veya mahallede tekâlif ödemesini gerektirecek mülkünün olması ve tahrir esnasında avarızhaneye kaydedilmesi gerekiyordu. Köy veya mahallede mülkü bulundu ğu hâlde avarızı vermek istemeyen ki şiler olmu ştur. Ahali bu duruma razı olmamı ş, bu ki şiler hakkındaki şikâyetlerini mahkemeye ta şıyarak kadıya arz etmi şlerdir. Mesela; Kebe İlyas Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, mahallelerindeki birkaç Müslümandan mahkeme huzurunda davacı olmu şlar ve bunların mahallede evleri oldu ğu hâlde, tahsil edilmesi emredilen avarız vs. tekâlifi talep ettiklerinde mahalle ahalisi ile birlikte ödemekten kaçındıklarını ifade etmi şlerdir. Davalı ki şiler ise, mahallede evleri oldu ğunu ancak tahrir-i cedidde, Şeyh Ömer Ba ğçevani Mahallesi’nin fakirlerinden olduklarından hâllerine merhamet edilerek evlerinin haneye kaydedilmedi ğini, bu hususta ellerinde emr-i şerif bulundu ğunu söylemi şlerdir. Hazine-i âmirede muhafaza edilen mevkufat defterine müracaat edilmi ş, bu ki şilerin isminin defterde kayıtlı olmadı ğı görülmü ştür. Böylece mahkeme tarafından, defterde ismi kayıtlı olmayanlardan vergi talep edilemeyece ğine hükmedilmi ştir (Evail-i Zilkade 1055/19-29 Aralık 1645) 942 . Ki şinin oturdu ğu evin ve ziraatle u ğra ştı ğı topra ğın avarızhaneye kayıtlı olmadı ğı durumlarda söz konusu ki şi avarız ödemekle yükümlü tutulamıyordu. Mahkemeye ta şınan anlamazlıklarda tarafların; iddialarını defter sureti, emr-i şerif vs. resmî belgelerle veya güvenilir ki şilerin şahitliklerine ba şvurarak ispatlamaları gerekmekteydi. Mesela; Akçakaya köyünden birkaç Müslüman, Şerif Fazlı Çelebi’nin

940 Avarız topra ğında ziraatle me şgul olan herkesin vergi ödemesi gerekti ği, emr-i şerifte şöyle ifade edilmektedir: “E ğer emir ve e ğer sipahizâde, her kim ise, avârız topra ğı ziraat eden kimseler, vâki olan tekâlifi maan eda ederler.” KŞS 55/1, 92/246. 941 K ŞS 55/1, 92/246. 942 K ŞS 55/2, 149/386. Sicilde aynı konuyla ilgili olarak, Kayseri kadısına gönderilen 5 Muharrem 1055/3 Mart 1645 tarihli bir ferman kayıtlıdır. Kebe İlyas Mahallesi’nden birkaç Müslüman devlet merkezine hâllerini arz ederek, Şeyh Ömer Ba ğçevani Mahallesi fakirlerinden olduklarını ve avarızda alakaları yokken mahalle ahalisi tarafından avarız talebiyle rencide edildiklerini bildirmi şlerdir. Durumlarını şöyle arzetmektedirler: “Kayseriyye’de Şeyh Ömer Ba ğçevani kuddise sırruhu’l-azizin fukarasından olup, hin-i tahrirde muharrir-i cedid Kenan hâlimize merhameten hane-i avârıza kaydeylemeyip, avârızda alakamız yok iken, ahali-i mahalle kanaat etmeyip, bizden avârız ve sair tekâlif talep edip, rencide ederler. Men ve def’ olunmak bâbında emr-i şerif verilmek rica ederiz.” Hazine-i âmirede muhafaza edilen mevkufat defterine bakıldı ğında, Kebe İlyas Mahallesi’nde 216 nefere 14 avarızhane kaydedildi ği görülmü ş, söz konusu ki şilerin tahrirde avarızhaneye kaydedilmedikleri hâlde mahalle ahalisi tarafından tekâlif talebiyle rencide edilmemeleri emredilmi ştir. K ŞS 55/2, 215/528. 265 babası Abbas’ın köyün eski halkından olup, oturdu ğu ev ve tasarufundaki topra ğın hane-i avarız topra ğından oldu ğunu, ölümü ile bunların Fazlı’ya intikal etti ğini, ancak oğlunun ödemesi gerekli tekâlifi köylüler ile ödemekten kaçındı ğını söyleyerek davacı olmu ştur. Fazlı ise, oturdu ğu ev ve toprak için avarız vergisi ödemesi gerekmedi ğine dair fetva ve emr-i şerif getirmi ştir. Bakıldı ğında, “Tasarrufunda olan menzil ve toprak hane-i avârız topra ğından de ğil ise tekâlif-i mezkûr icap etmez.” şeklinde buyuruldu ğu görülmü ştür. Bunun üzerine köy ahalisinden, Fazlı’nın evinin ve topra ğının avarızhaneye kayıtlı oldu ğuna dair delil istenmi ştir. İki Müslüman mahkemede, Fazlı’nın evi ve i şledi ği topra ğın avarızhaneye dâhil oldu ğuna dair 943 şahitlik edince, Fazlı’ya köyün avarızına katılması için tenbih edilmi ştir (23 Zilkade 1063/15 Ekim 1653) 944 . Avarızı ödemekten kaçınanlar oldu ğu gibi, eksik ödeyenler de olmu ştur. Ki şilerden avarız vergisinin bir kısmını alan köy halkı, mahkemeye müracaatla geri kalanının alınması talep etmi ştir. Mesela; Karakaya köyünden bazı Müslümanlar, köylerindeki üç Müslümanın eskiden beri köyde oturduklarını, avarız gerektiren evleri ve tarlaları varken 7 senedir bunlardan avarızhane salyanesi adıyla bir miktar kuru ş aldıklarını, kalanının zimmetlerinde oldu ğunu ve vermekten kaçındıklarını söyleyerek, ellerindeki fetva ve emr-i şerifi mahkemeye delil olarak sunmu şlardır. Davalılar da bu durumu itiraf edince, avarızı köy halkı ile birlikte ödemelerine karar verilmi ştir (16 Şaban 1065/21 Haziran 1655) 945 . Gayrimüslim ahali arasında da avarız tahsili konusunda birtakım anla şmazlıklar çıkmı ştır. Mesela; Emir Sultan Mahallesi’nden bazı zimmîler ve di ğer ahali; Nikefor v. Serkiz adlı rahipten davacı olmu şlardır. Davalarının sebebi, mahallelerinde oturmakta olan Nikefor’un, tasarrufunda avarıza ba ğlı mülkü olması ve devlet tarafından tahsil edilmesi emredilen salyaneyi talep ettiklerinde ödemekten kaçınmasıdır. Nikefor ise, mahallede oturdu ğunu ve avarıza ba ğlı mülkü oldu ğunu itiraf etmi ştir. Ferman gere ğince, durumuna göre mahalle ahalisi ile vergisini ödemesi için Nikefor’a tenbih edilmi ştir (18 Ramazan 1094/10 Eylül 1683) 946 .

943 Şahitlerin ifadesi şu şekildedir: “Fi’l-hakika mezbûr Fazlı Çelebi’nin babası mezbûr Abbas, karye-i merkûmenin müddei-i raiyyeti ve raiyyeti o ğullarından olup, zabt ve tasarrufunda olan menzil ve toprak hane-i avârız evidir ve topra ğıdır. Ba’d-ı vefatihi o ğlu mezbûr Fazlı Çelebi’ye intikal etme ğin, hâlâ mezbûr Fazlı Çelebi’nin zabt ve tasarrufunda olan menzil ve toprak, hane-i avârız evi ve topra ğıdır. Biz bu hususa şahitleriz, şehâdet dahi ederiz.” K ŞS 63, 52/199. 944 K ŞS 63, 52/199. 945 K ŞS 60/1, 39/148. 946 K ŞS 91/1, 93/211. 266

4.2.3.4.7. Avarızhane Vakıfları

Mahalle veya köyün avarızının tahsili sırasında kullanılmak üzere, ahalisinden biri veya bir kaçı kendilerin ait olan akçe ve kuruş cinsinden nakit parayı veya eşya vakfetmi şlerdir 947 . Mahallede hayır sahiplerinin maddi katkısıyla ayakta duran, bütün mahallelinin de katılımının söz konusu oldu ğu avarız vakfı, bir nevi yardımla şma sandı ğı olarak imamın sorumlulu ğu altında muhafaza edilir, vakıfta toplanan para işletilir ve ortaya çıkan mebla ğ mahalledeki hastalar, fakirler, cenazelerin defnedilmesi, su yollarının, cami veya mescitlerin tamiri vb. için kullanılırdı 948 . Avarız vakfına ait gelirler, avarız vergisi için tahsis edilir, vakfın geliri yetmedi ği zamanlarda verginin geri kalan kısmını mahalle halkı kendi aralarında payla şarak öderdi. Vergi konmadı ğında ise, vakfın geliri kamu yararına kullanılırdı 949 . Genellikle mahallelere ait avarız vakıflarının olu ştu ğunu görmekteyiz. Bu vakıfların te şekkül etmesi, tabii ki mahalle ahalisinin ihtiyaçları sonucunda olu şmu ştur. Mahallelinin ödemesi gerekli avarız bedelleri, kurulan bu vakıflar yoluyla mahalle halkı adına ödenmi ştir. Kurulan avarız vakıflarının i şlerini idare etmesi için bir mütevelli seçilmi ş ve tayin edilmi ştir. Mütevellilerin görevlerini yerine getirmedikleri durumlarda ahali kadıya müracaat ederek, aralarındaki meselelerin hallini talep edebilmektedir. Mütevelliler ile ahali arasındaki anla şmazlıklar, genellikle vakfedilen paranın kullanımı konusunda çıkmı ştır. Avarızhane vakıfları kurulurken, parayı vakfeden kişi sadece mahallelinin ihtiyaçlarını gözetmemi ş, bazen vakfetti ği para kar şılı ğında evlatlarından avarız vergisi alınmamasını şart ko şmu ştur. Mesela; Kapan Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, Hacı Hüseyin’in babası Hacı Hasan’ın Kâbe’ye gitmeden önce hayattayken malını mahallelinin avarızhanesine vakfetti ğini, mahalledeki evinde öncelikle evladından olmak üzere kim oturursa avarız talep edilmemesini şart ko ştu ğunu, vefat etti ğinde mal varlı ğının 1/3’ünün toplam 2.800 akçe oldu ğunu ve bunu vakıf için talep ettiklerini

947 Vakfedilenler arasında genellikle nakit para bulunmaktadır. Ancak para ile birlikte e şya vakfedildi ği de görülmektedir. Mesela; Kayseri’deki Hisayunlu cemaatinin Deliklita ş Mescidi cemaatinden olan merhum Hacı Receb’in hayatta iken, vefat etti ğinde alınmak üzere malından 25 kuru ş ve bir ye şil çuka feraceyi cemaatin avarızhanesi için vakfetti ği anla şılıyor. Belgede, mütevellinin, vâkıfın kendisinden sonra vefat eden o ğlunun o ğlundan davacı oldu ğunu görüyoruz. Mütevelli, vârisi olan torunun adı geçen para ve çukayı teslim etmedi ğini ifade etmektedir. Mütevelli durumu şahitlerle ispat etti ğinden, mebla ğ ve feraceyi mütevelliye teslim etmesi için davalıya tenbih edilmi ştir. K ŞS 78/3, 201-202/291. (27Cemaziyelevvvel 1079/2 Kasım 1668) 948 Beydilli, s. 182. 949 Sahillio ğlu, s. 109. Ayrıca bk. Mehmet İpşirli, “Avârız Vakfı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. IV, İstanbul 1991, s. 109. 267 bildirmi şlerdir. O ğlu inkâr edince, iki Müslüman mahkemede bu duruma şahit olduklarını ifade etmi şlerdir (27 Muharrem 1019/21 Nisan 1610) 950 . Huand Mahallesi ahalisinin vekili ve kethüdası olan Abdulkadir b. Hamdullah ile mahalle ahalisinden bazı Müslümanlar, aynı mahalleden Ali Çelebi ibn-i İskender Bey adlı kulo ğlunun, mal varlı ğından 750 nakit akçeyi mahallenin avarızhanesine verip, her sene hasıl olan mebla ğın ribhinin, mahallenin nüzul ve avarızına harcanmasını kar şılı ğında, oturdu ğu ev için kendisinden ve evladından avarız, nüzul vs. vergilerin alınmaması için bu mebla ğı teslim etti ğini ve mahallelinin de bunu aldı ğını mahkemede ifade etmi şlerdir (7 Şevval 1049/31 Ocak 1640) 951 . Mahalle avarızhanesi için para vakfedenler, mütevelli tayin ettikleri ki şiye vakfettikleri parayı teslim etmi şler ve buna dair bilgiler sicile kaydedilmi ştir. Mesela; Hamurcu Mahallesi’nden Mustafa b. Hüseyin, hâlis malından ayırdı ğı 25 esedi kuru şu mahallenin avarızhanesine vakfetmiş, bu paranın mahallenin avarız masraflarına harcanmasını şart ko şmu ştur. Parayı, mütevelli seçti ği Sefer b. Hasan’a teslim etti ğini belirtmektedir. Mahalle ahalisinden Müslümanlar da, parayı vakfeden Mustafa ve evladından oturdu ğu ev için nüzul, avarız vs. vergileri istemeyeceklerini, e ğer kapılarına gidip vergi adıyla akçe talep ederlerse dikkate alınmaması gerekti ğini ifade etmi şlerdir (23 Safer 1068/30 Kasım 1657) 952 . Burada para vakfeden ki şi, mebla ğın mahallenin avarız masarafları için kullanılmasını istemi ştir. Vakfedenin herhangi bir talebi olmamasına kar şın, mahalle ahalisi bu para kar şılı ğında vâkıf ve evlatlarından avarız vs. vergi istemeyeceklerini bildirmi şlerdir. Mahalle avarızhanesi için para vakfedenler arasında gayrimüslimler de yer almaktadır. Selman Mahallesi’nden olup Mancusun köyünde oturan Ebrik v. Kaya adlı zimmî, 20 esedi kuru şunu mahallenin avarızhane ve nüzulüne vakfetmi ş; hasıl olan ribh ve neması mahallenin avarız ve nüzul masraflarına sarf edilmek üzere, mütevelli seçti ği Sefer v. Simaven’e parayı teslim etmi ştir. Mahalleden bazı zimmîler de, buna kar şılık olarak Ebrik’ten avarız vs. vergi talep etmeyeceklerini ifade etmi şlerdir (23 Rebiülevvel 1068/29 Aralık 1657) 953 .

950 K ŞS 13, 61/475. 951 K ŞS 42/1, 17/40. 952 K ŞS 67/1, 23/74. 953 K ŞS 67/1, 32-33/101. Osmanlı Devleti’nde gerek Müslümanlar ve gerekse gayrimüslimler arasında, muamele-i şer’iye uygulamasının yaygın oldu ğu söylenebilir. Para vakıflarının i şletilmesinde kullanılan bu yöntem, ki şiler arasında borç alıp vermede de kullanılmı ştır. Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 10. 268

Aynı mahallede oturan birden fazla ki şi mahallenin avarız giderleri için ayrı ayrı para vakfetmi şlerdir. Mesela; Kebe İlyas Mahallesi’nden 4 Müslüman, 25’er kuru ş vermek suretiyle toplam 100 kuru şu, mahallelerinin hane-i avarız ve nüzulüne vakfetmi şlerdir. Söz konusu mebla ğın, mütevelli seçtikleri Hacı Halil b. Hacı Mehmed eliyle irbah 954 edilerek, hasıl olan ribh ve nemanın mahalleye sarf edilmesi için mütevelliye teslim etmi şlerdir. Mahalle ahalisinden bazıları da, para vakfeden 4 ki şi ve evlatlarından, oturdukları ev için nüzul, avarız vs. vergi talep etmeyeceklerini ifade etmi şlerdir 955 . Mahalle avarızhanesine vakfedilen mülkler arasında evler de bulunmaktadır. Ancak ahaliden bazıları zaman zaman vakfa ait mülklere müdahale ederek mütevellinin zaptetmesine engel olmu şlardır. Böyle durumlarda, mütevelli mahkemeye ba şvurarak gerekenin yapılmasını talep etmi ştir. Mesela; Kebe İlyas Mahallesi’nin avarızhane vakfı parasının mütevellisi olan Salih ibn-i Hacı İsa, aynı mahalleden iken vefat eden Kara Hasan b. U ğurlu’nun 11 sene önce hayatta iken vakfetti ği, mahalledeki sınırları belirtilen evi mütevelli olması hasebiyle vakıf adına zaptetmek istedi ğinde, Halil adlı ki şinin engel oldu ğunu söyleyerek davacı olmu ştur. Halil ise, evin kendisine mirasla kaldı ğını, vakfedildi ğinden haberi olmadı ğını söyleyerek inkâr etmi ştir. Salih’ten delil getirmesi istenmi ştir. Üç Müslüman mahkeme huzurunda, Hasan’ın sa ğlı ğında evi vakfederek, hasıl olan kârın mahallenin avarızhane masraflarına harcanmasını şart ko ştu ğuna şahit olduklarını ifade etmi şler ve evin vakfa teslimine hükmedilmi ştir (15 Şaban 1061/3 A ğustos 1651) 956 . Daha önce vakfedilen para ve e şyaların, mirasa konu olan mallardan talep edildi ği durumlar da meydana gelmekteydi. Böyle durumlarda, vâkıfın mirasçısı olan yakınlarından mebla ğın talep edildi ği görülmektedir. Mesela; Hasbek Mahallesi’nden olan mütevelli, aynı mahallede iken vefat eden Hacı Abdülmü’min’in, 4 sene önce

954 Ribh veya ço ğulu olan irbâh ; Arapça’da kâr, fayda, temettü; faiz, nema, güze şte anlamlarına gelmektedir. Şemseddin Sami, s. 658. Osmanlı döneminde kurulan nakit para vakıflarının i şletilmesinde; vakfedilen parayı istirbah etme, nemaya verme, faydaya verme, gelire verme, kâra verme vb. tabirler kullanılmı ştır. Bu i şlemler sonucunda olu şan kâr için ise; ribh, güze şte, nema, fayda, galle, kâr, hasıl, semen gibi isim ve tabirler kullanılmı ştır. Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 10. 955 K ŞS 67/1, 67/203. 23 Cemaziyelevvel 1079/29 Ekim 1668 bir kayıtta ise, Mancusun köyünden bazı Müslümanlar, kendi rızalarıyla ortak mallarından 18 kuru şu vakfederek, mütevelli seçtikleri Abdi Bey’e teslim etmi şlerdir. Mütevelli eliyle her sene irbah edilmesini ve bundan hasıl olacak kâr ve nemanın, Dadasun köyünün avarızhanesine isabet eden salyaneden kendi tarlalarına dü şen kısmına harcanmasını şart ko şmu şlardır. Dadasun köyü ahalisinden birkaçı da, vâkıfın köydeki tarlaları için avarız vs. tekâlifi talep etmeyeceklerini söylemi ştir. K ŞS 78/3, 197-198/282. 956 K ŞS 61/2, 82/266. 269 hayatta iken, öldü ğü takdirde malının 1/3’ünden alınmak üzere vakfettiği 500 kuru şun ayrılarak, bunun 200 kuru şu mahallenin avarızhanesine, 300 kuru şu da mahalledeki “Kümbet Çeşme” olarak bilinen çe şmeye vakfedildi ğini, parayı vâkıfın mirasından talep etti ğinde, büyük o ğlu Osman’ın teslim etmedi ğini ifade ederek davacı olmu ştur. Osman, mütevellinin söylediklerini inkâr edince mütevelliden delil getirmesi istenmi ştir. İki Müslüman, vâkıfın belirtilen miktarı vaketti ğine şahit olduklarını söyleyince; paranın mirastan alınarak mütevelliye teslim edilmesine karar verilmi ştir (22 Cemaziyelâhir 1078/9 Aralık 1667) 957 . Kayseri’de Ba ğçevani Mahallesi’ndeki Şeyh Ömer Mescidi olarak bilinen vakfın, mahallenin avarızının ve mahallede bulunan Eski Bahçe adlı yerdeki çe şme vakıflarının mütevellisi olan Hanifi Çavu ş ibn-i Hacı Osman, mahalle sâkinlerinden iken daha önce la ğımcılık hizmetiyle Girit adasına gidip vefat eden Hacı Abdülkerim’in anne bir karde şi ve vârisi olan Ali b. Yusuf’un kayyumu olan Ali b. Hızır’dan davacı olmu ştur. Söyledi ğine göre, Abdülkerim hayatta iken malından 50 kuru şu ayırdı ğını, Girit’te eceliyle vefat ederse 10’ar kuru şunun mescidin mihrabına, mahallenin avarızhanesine, çe şmenin tamirine vakfedilmesini, 10’ar kuru şunun karısı Halime’ye ve ölen karde şinin kızına verilmesini vasiyet etmi ştir. Hanifi Çavu ş, mütevelli olması hasebiyle mebla ğı kayyumdan talep etti ğini, ancak teslim etmedi ğini ifade etmi ştir. Kayyum bunu inkâr ile cevap verince, mütevelliden delil getirmesi istenir. İki Müslüman buna şahitlik etmi şler ve kayyumun mebla ğı mütevelliye teslim etmesine hükmedilmi ştir (22 Şaban 1078/6 Şubat 1668) 958 . Mahalle avarızhanesine vakfedilenler arasında nakit para ve evden ba şka arsa da yer almaktadır. Arsanın vakfedildi ğini, mütevellisi ile ahali arasında, arsa üzerine mütevellinin in şa etmek istedi ği dükkânın civardaki ahaliye rahatsızlık verece ği dü şüncesi ile ilgili çıkan ve sicile kaydedilen 12 Rebiülahir 1087/24 Haziran 1676 tarihli ilamdan ö ğrenmekteyiz. Davanın yerinde görülmesi için tayin edilen Mevlana Mahmud Efendi b. Mehmed isimleri kayıtlı Müslümanlarla birlikte, Kayseri’de Hacı Abdullah Mahallesi’ndeki çe şmenin yakınındaki söz konusu arsaya giderek burada meclis akdetmi şlerdir. Mükremin Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, Hacı Abdullah Mahallesi’nin avarızı için vakfedilen nakit paranın mütevellisi olan Hacı Mehmed b. Himmed’in adı geçen arsayı Kayseri mütesellimi Ömer A ğa’dan tapulayarak, üzerine

957 K ŞS 77/1, 44/95. 958 K ŞS 77/1, 94-95/188. 270 vakıf için börekçi dükkânı yapmayı istedi ğini söyleyerek mütevelliden davacı olmu şlardır. Mahalleli, adı geçen arsanın etrafından geçen ve çe şmeden su alan kimselere zararı oldu ğunu iddia etmektedirler. Bunun üzerine, dükkânın etrafından umumi yol için 6’ şar ar şın mesafe bırakılarak, buradan su alan ahaliye zarar verilmemesi için mütevelliye tenbih edilmi ştir 959 . Mahallenin avarız, nüzul vs. vergilerle ilgili masraflarının kar şılanması gibi işlerini takip etmesi için, avarızhane vakıflarına birer mütevelli seçilerek tayin edilmektedir. Mütevelli tayin edilirken; seçilecek ki şilerin dindar, do ğruluktan şaşmayan, tevliyete ehil, göreve layık ve i şin üstesinden gelebilecek olmasına dikkat edilmi ş ve belgelerde bu husus ifade edilmi ştir. Mesela; Hacı Abdullah Mahallesi ahalisinin avarızhanelerine vakfedilen nakit paraya bir mütevelli lazım oldu ğu ifade edilerek, göreve layık olan Mehmed b. Himmed’in mütevelli olarak seçilip tayin edildi ği kaydedilmi ştir (22 Şevval 1061/8 Ekim 1651) 960 . Aynı şekilde; Ta şkıncık Mahallesi avarızhanesine vakfedilen nakit para için Musa b. Mehmed 961 , Kapan Mahallesi avarızhane vakfı için Seyyid Ahmed Çelebi b. Seyyid Ali Çelebi 962 , Bozatlı Mahallesi avarız vakfının nakit parasına Hacı Ahmed Be şe b. Hacı Osman 963 , Lala Mahallesi avarızhane vakfının parasına, Müslümanlarca tevliyete ehil oldu ğu bildirilen Yusuf b. Abdullah 964 , Gürcü Mahallesi’nin avarızhane vakfına Hacı Ahmed b. Cafer 965 mütevelli seçilerek tayin edilmi ştir. Vakfın eski mütevellisinin muhasebesinin görülerek, yerine yenisinin tayin edildi ğine dair kayıtlar da mevcuttur. Mesela; Baldöktü Mahallesi’nin avarız ve nüzulüne vakfedilen nakit paranın mütevellisi olan Molla Ali b. Hüseyin’in tevliyet i şlerinde ihmalkâr davrandı ğı ve tembellik etti ği belirtilerek, yerine mahalle ahalisinden Müslümanların seçimiyle Mustafa Çelebi ibn-i Ali’nin mütevelli tayin edildi ği ifade edilmektedir (27 Zilkade 1109/6 Haziran 1698) 966 . Mahallenin avarız vakfı için mütevelli tayin edilen ki şiye zimmet defteri verilmi ş ve buna dair bilgiler sicile kaydedilmi ştir. Mesela; Ta şkıncık Mahallesi

959 K ŞS 84, 29/55. Davanın şahitleri, di ğer belgelerden farklı olarak, “Şahid ahali-i mahalle” şeklinde kaydedilmi ştir. 960 K ŞS 61/2, 112/359. 961 K ŞS 61/2, 113/362. (21 Şevval 1061/7 Ekim 1651) 962 K ŞS 67/2, 115/322. (26 Recep 1068/29 Nisan 1658) Yukarıda tayin edildi ği kaydedilen mütevelli üzerine, Mehmed b. Abdulkadir nâzır tayin edilm ştir. K ŞS 67/2, 115/323. 963 K ŞS 77/1, 8/16. (20 Cemaziyelevvel 1078/7 Kasım 1667) 964 K ŞS 91/2, 225/442. (26 Safer 1095/13 Şubat 1684) 965 K ŞS 104, 25/59. (15 Ramazan 1109/27 Mart 1698) Mütevelli üzerine nâzır olarak aynı mahallede oturan Davud Çelebi ibn-i Hacı Mehmed’in tayin edildi ği kaydedilmi ştir. 966 K ŞS 104, 47/103. 271 cemaatinden bazı Müslümanların, mahallenin avarızhane vakfı parasının 578 kuru şluk zimmet defterini vakfın mütevellisi Hasan b. Süphanverdi’ye teslim ettikleri yazılıdır (7 Şevval 1084/15 Ocak 1674) 967 . Defteri alan mütevelli, görevini yerine getirmeyi taahhüt ederek, tevliyet hizmetini kabul etmi ş oluyordu. Mahallenin avarızhanesine vakfedilen nakit para veya e şyanın idaresinden sorumlu olan mütevelli ile di ğer ki şiler arasında bu paraların kullanımı konusunda zaman zaman anla şmazlıklar çıktı ğında, çözümü için kadıya ba şvurular olmu ştur. Mesela; Hacı Abdullah Mahallesi cemaatinin hane-i avarız vakfına ait nakit paranın mütevellisi olan Seyfi b. Kemal mahkemeye ba şvurarak, mahallede iken vefat eden Sarı Mehmed’in vârisi olan Seyyid Mahmud’dan davacı olmuştur. Mütevelli, ölen Sarı Mehmed’in vakfa 20 kuru ş borcu bulundu ğunu, bunu Müslümanlar huzurunda ikrar ve itiraf etti ğini, ancak vefat etti ğinden borcunu vârisi olan Mahmud’dan talep etti ğinde, vermekten kaçındığını ifade etmi ştir. Mahmud ise, bu hususta bilgisi bulunmadı ğını söylemi ştir. Mütevelliden delil istenmi ş, iki Müslüman “Fi’l-hakika müteveffâ-yı mezbûr hâl-i hayatında iken bizim huzurumuzda mahalle-i mezkûrenin hane-i avârızları vakfına 20 kuru ş deynim vardır deyü ikrâr ve itirâf eylemi şti, ikrâren biz şahidleriz, şehâdet dahi ederiz.” demi şler, bunun üzerine mütevellinin adı geçen mebla ğı, vefat edenin mirasından almasına karar verilmi ştir (22 Safer 1079/1 A ğustos 1668) 968 . Muamele-i şer’iyye yolu ile rehinli para alı şveri şi, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında geni ş bir uygulama alanı bulan bir usul olmu ştur 969 . Ki şiler avarızhane için para vakfettiklerinde, ço ğunlukla bu paranın mütevelli tarafından istirbah edilmesiyle hasıl olan kârın mahallenin avarız, nüzul vs. masraflarına harcanmasını şart ko şmu şlardır 970 . Mütevelliler ile di ğer ki şiler arasında, istirbah olunan akçenin bedeli konusunda birtakım anla şmazlıklar çıkabilmi ştir 971 . Mesela; Tos Mahallesi ahalisinin

967 K ŞS 81, 35/72. 968 K ŞS 78/2, 117/126. 969 Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 9. Muamele-i şer’iye meselesi, nakit para vakıflarının i şletilmesi probleminin çözümünü arama gayretleri sonucunda ortaya çıkmı ştır. Geni ş bilgi için bk. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, I. Kitap Osmanlı Hukukuna Giri ş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri , 2. Baskı, Osmanlı Ara ştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 2006, s. 238 vd. 970 Ko şul olarak kâr şartı olsun veya olmasın, vakıf paralarının borç verilmesi i şlemine idane denilmekteydi. Gerek idane ve gerekse muamele-i şer’iye i şlemleri, mütevelliler tarafından yürütülmekte ve yapılan bu i şlemlerin tescili şer’i mahkemelerde gerçekle ştirildikten sonra sicillere kaydedilmekteydi. Vakıfnamelerde kullanılan muamele-i şer’iyye , ribh, ilzam-ı ribh ve istirbah gibi hukuk terimleri incelendi ğinde, vakıf paranın ribh (kâr) getirecek bir usulle i şletilmek istendi ği anla şılmaktadır. Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 9-10. 971 Muamele-i şer’iyenin geçerli olabilmesi için, yapılan i şlemin tayin edilen şekillerde yapılması ve kadı’nın tescil etmesi gerekiyordu. Şer’i muamele olmaksızın yapılan i şlemlerde ilzam-ı ribh olmamı ş, 272 avarızhane vakfı parasına mütevelli olan Abdülkadir b. İlyas ile Hacı Kasım b. Hacı Bayram arasında bu konuda anla şmazlık çıkmı ş ve mütevelli, adı geçen ki şiden davacı olmu ştur. Mütevelli, iki sene önce Kasım’ın vakıf malından 25 esedi kuru şu istirbah yoluyla, bir senede 30 esedi kuru ş olmak üzere “devr-i şer’î ve ilzâm-ı ribh” eyledi ğini, bu para sene sonunda 36 kuru şa ula ştı ğından menfaatine olan kısmı talep etti ğinde ödemekten kaçındı ğını ifade etmi ştir. Kasım cevabında bunu kabul etmi ş ve mebla ğı mütevelliye ödemesi için kendisine tenbih edilmi ştir (24 Şevval 1061/10 Eylül 1651) 972 . Mütevellinin görev süresi bitti ğinde muhasebesi görülerek, zimmet defteri ahali tarafından teslim alınmakta, e ğer mütevellinin zimmetinde vakfa ait para kalmı şsa tahsil edilerek, eski mütevellinin zimmetinde para kalmadı ğı onaylanmaktadır. Mesela; Kapan Mahallesi’nden bazı Müslümanlar, mahallenin avarızhane vakfı akçesini her sene istirbah ederek hasıl olan kârı mahalleye dü şen vergilerin ödenmesi için kullanmak üzere mahallelinin rızasıyla, aynı mahalleden Abdülkadir b. Hacı Sefer Bey’i mütevelli seçerek 788 kuru şluk zimmet defterini kendisine teslim ettiklerini ve 5 sene boyunca mahallenin mütevellisi oldu ğunu ifade etmi şlerdir. Daha önce iki yılın masrafını hesapladıklarını ancak üç senenin muhasebesinin kaldı ğını; bu üç senede hasıl olan kârı ve mütevellinin mahalleye harcadı ğını hesapladıklarında 22,5 esedi kuru ş fazla çıktı ğını söylemektedirler. Mahalleli 810,5 (788+22,5 esedi kuru ştan) kuru şun zimmet defterini mütevelliden teslim alarak, bu hususta mütevelli ile bir alakalarının kalmadı ğını belirtmi şlerdir 973 . Görevi sona eren vakıf mütevellisi muhasebesinin görülmesiyle birlikte zimmetinde bulunan vakfa ait parayı teslim etmi ş ve bununla ilgili bilgiler sicile işlenmi ştir. Mesela; Baldöktü Mahallesi’nin avarızhane vakfı parasının mütevellisi olan Mustafa Çelebi ibn-i Ali, vakfın eski mütevellisi olan Molla Ali b. Hacı Hüseyin’in 13 sene mütevellilik yaptı ğını, mahallelinin seçimi ile kendisinin yeni mütevelli oldu ğunu, Ali’nin vakfa ait 330 kuru şu, isimleri kayıtlı Müslümanlar huzurunda kendisine teslim etti ğini, eski mütevelli zimmetinde para zuhur etmedi ğini ve bu konuda kendisiyle davalarının olmadı ğını ifade etmi ştir (5 Zilhicce 1109/14 Haziran 1698) 974 .

dolayısıyla da borçludan kâr talep edilememi ştir. Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 10. 972 K ŞS 61/2, 115/371. 973 K ŞS 91/1, 119/265. Belgenin orijinali ve çevirisi için bk. Ek-22. 974 K ŞS 104, 59/126. 273

4.2.4. Vakıf Gelirleri Osmanlı Devleti’nde mirî, mülk ve vakıf olmak üzere üç kısımdan meydana gelen arazilerden, mirî arazilerin mülkiyeti devlete ait olup, devlet veya devlet adına bazı şahıslar tarafından tasarruf edilmekteydi. Mülk ve vakıf arazilerin tasarrufu ise şahısların elinde bulunuyordu. Kayseri’nin de ba ğlı oldu ğu Karaman eyaletinde malikâne-divanî sistemi yaygın bir şekilde uygulanmı ştır. Kayseri’deki toprakların büyük bir kısmı mirî arazi statüsündedir ve tımarlara ayrılmı ştır. 1520’de vakıf olan köylerin sayısı 30’dan fazla olup, bunların gelirleri şehirdeki cami, mescit, medrese, türbe ve zaviye gibi çe şitli yerlere tahsis edilmi şti 975 . Kayseri Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra Osmanlılar, vakıfları ve bunlara ait mülkleri feshetmemi şlerdir. Kayseri’deki 100’a yakın vakıf mevcut statüsünü korumaya devam etmi ştir. XVI. yüzyılda Kayseri’de mevcut olan 77 köyün 50’sinin hissesi vakfa, 14’ü mülke ayrılmı ş, geriye kalan 13 köyün malikâne ve divanî hisseleri ise tımarlara tahsis edilmi ştir 976 . Divanî sisteme göre, vakıf veya mülk toprakları tasarruf edenler topra ğın kuru bir mülkiyet hakkına sahip olduklarından, bu toprakları işleyen köylüden sadece bir toprak kirası isteme hak ve yetkisine sahip olmaktadır. Divanî hissesi olarak adlandırılan bu kira genellikle hububat, ba ğ, bahçe, bostan ve kovan ö şürlerinin dâhil oldu ğu mahsulün be şte, yedide ve onda biri olarak kabul edilmi ştir 977 . Kayseri şer’iye sicillerinde vakıfların i şleyi şleri ilgili belgelerin kaydedildi ğini görmekteyiz. Vakıflarla ilgili belgeler defterin ayrılmı ş bir kısmına de ğil de di ğer belgelerle karı şık olarak kaydedilmi ştir. Bunlar arasında bazen Arapça vakfiye suretleri, mütevelli tayin beratları, para vakıflarının i şleyi şi, vakfa ait paraların muhasebesi,

975 İnba şı, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , s. 148-150; Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 26. 976 İnba şı, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , s. 148; Muhammet Karaka ş, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri (1750-1775)”, EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1997 (Yayımlanmamı ş Doktora Tezi), s. 166; Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 26. 977 Karaka ş, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri (1750-1775)”, s. 166-167. Vakfa ait mallara ve köylerin mahsulüne müdahale edildi ğine dair 1069-1071/1658-1660 yıllarına ait mühimme defterinde kayıtlı hükümde; yeniçeri a ğası Ahmed tarafından devlet merkezine arzuhâl sunuldu ğu ifade edilmektedir. Buna göre; kazada bulunan ve Hacı Ahmed Pa şa tarafından yaptırılan caminin vakıf köylerinden olan Tomarza ve di ğerlerinin Mart 1068 tarihinden bu yana bir senelik ö şür, di ğer vergiler ve mahsulatın zaptı vakıf evlatlarına me şruta iken, dı şarıdan Kalendero ğlu adlı ki şinin vakfa ait mahsule müdahale etmektedir. Kayseri sancak beyi ve kadısına, mahsule müdahale eden bu şahsa izin verilmemesi ve gerekenin yapılması emredilmi ştir. BOA, MHM 93, 34/185. 274 azledilen mütevelliler, vakıf parasının kullanılması konusunda çıkan anl şamazlıklara dair kayıtlar yer almaktadır 978 .

4.3. Kayseri’de Esnaf Grupları

Osmanlı iktisadi sistemi, talep yönlü de ğil arz yönlü olmu ştur. Klasik Osmanlı zihniyetinde insan verici olmalıdır. Di ğergam (altürist) insan tipinin olu şmasında ise ahi zihniyetinin önemi vardır. Osmanlı toplum ve ekonomisi büyük oranda ahilik zihniyeti tarafından yönlendirilmi ştir. Toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutan insan tipi, zamanla zayıflasa bile varlı ğını devam ettirmi ştir 979 . Ahiler, Anadolu’nun iktisadi hayatını, debba ğ denilen dericilerin temelini olu şturdukları esnaf önderli ğinde te şkilatlandıran gruplardır. Ahi te şkilatı, fütüvvet te şkilatının Anadolu’daki bir uzantısı olarak olu şmu ş, özellikle geçi ş döneminde olu şan otorite bo şluklarında, Ankara ve Konya’da oldu ğu gibi, geçici hükûmet kurmu şlar daha sonra ise bütün güçlerini Osmanlı Devleti’nin emrine vermi şlerdir 980 . Esnaf örgütlenmeleri, çok dar ve sınırlı zümreler hâlinde, her bir malın ham maddeden ba şlayarak nihai üretime hazır hâle gelinceye kadarki üretim a şamalarının her biri ayrı esnaf birimi olarak örgütlenirdi. Örne ğin dericilikte, hayvancılıktan ba şlayıp nihai tüketim malı olarak ayakkabı hâline gelinceye kadarki a şamaların her biri birbirinden ba ğımsız birer esnaf örgütlenmesi olmu ştur 981 . Esnaf toplulukları, meslekî faaliyetlerinde uyacakları özel kuralları, kendileri kararla ştırır ve bütün ustaların ortak kararı olarak onaylanmak üzere kadı’ya sunardı. Kadı, gerekli incelemeleri yaptıktan sonra teklifi Divan’a arz ederdi. Divan’ın onayından sonra, bu kurallar kendileri için ba ğlayıcı niteli ği olan bir belge hâline gelirdi. Bu kuralların uygulanması için gerekli icra kurulu, ileri gelen ustalardan olu şan bir idare heyeti ve heyetin ba şkanı durumunda olan kethüda ile yardımcılarından olu şurdu. Kethüdayı, esnaf seçerdi. Ustalar kethüda seçimi için adayla birlikte kadı huzuruna giderek seçim kararlarını sözlü olarak beyan ederler, kethüda adayı da seçimi kabul ederek görevini layıkıyla yapaca ğına söz verir, kadı buna dair hücceti deftere kaydeder ve bir örne ğini de esnafa verirdi. Seçim, ço ğu esnaf örgütünde belirli bir süre

978 XVII. yüzyılda Kayseri’deki para vakıfları hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Tok, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında … , s. 11 vd. 979 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 19. 980 Tabako ğlu, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, s. 20. 981 Mehmet Genç, “Osmanlı Esnafı ve Devlet”, Osmanlı İmparatorlu ğunda Devlet ve Ekonomi , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 2002, s. 293. 275 için, genellikle de bir yıl süre ile yapılır ve süre sonunda yenilenirdi. Kethüdanın yanında bulunan çe şitli görevliler vardı. XVIII. yüzyıldan itibaren her esnaf örgütünde bulunan ba şlıca görevli “yi ğitba şı” dır. Kethüda seçiminde izlenen usulle görevlendirilen yi ğitba şı, esnaf örgütü içinde kethüdanın yardımcısı olarak yönetimi yürütmekle sorumluydu 982 . Kayseri’deki tüccar ve esnafın, geni ş bir co ğrafya ile yo ğun olarak iktisadi faaliyet içerinde oldukları kaynaklara yansımı ştır. Tüccar ve esnaf, farklı şehirlerde bizzat kendileri veya ortakları vasıtasıyla ticari ili şkiler kurmu şlardır. Hatta ticaret amacıyla gittikleri şehirlerde vefat eden tüccar da vardır. Aynı zamanda di ğer şehirlerle ticarî ili şkiler kuran tüccarlar, sermayelerinin önemli kısmını buralara aktarmaktadırlar 983 . Kayserili tüccarın satın alıp getirdi ği veya yabancı tüccarın Kayseri’ye getirip sattı ğı mallar üretim merkezleri açısından incelendi ğinde, çok daha geni ş bir co ğrafya ile ba ğlantıları oldu ğu anla şılır. İngiltere, Fransa, Rusya, Amerika, Venedik, Trablus, Mısır, Kıbrıs, Girit, Sakız, Şam, Diyarbekir vs. ülke ve merkezlerde üretilen mallar Kayseri’ye getirilip satılmakta ve kullanılmaktadır 984 . XVII. yüzyılda Kayseri’de faaliyet gösteren esnaf gruplarından şer’iye sicillerinden tespit edilenleri Tablo 4.2’de verilmi ştir:

Tablo 4.2. Kayseri Sanca ğındaki Esnaf Grupları ve Taifeler Arabacı Arpacı Ba ğcı Bahçeci Bakkal Berber Bezirgân Bezzaz Bozacı Börekçi Cellah Çıkrıkçı Çoban Çuhadar Çulha Debba ğ Demirciler Dikici Dülger Ekmekçi Eskici Ferra ş Göncü Haddad Hallaç Hamamcı Hasırcı Hattat Hurdacı Kahveci Kalaycı Kapıcı Kasaplar Kassar Katırcı Kavurmacı Kazancı Kazzaz Keçeci Kelleci Koçgar Koyuncu

982 Genç, “Osmanlı Esnafı ve Devlet”, s. 296-297. 983 Ömer Demirel, “Tereke Defterlerine Göre Kayseri Tüccar ve Esnafı’nın Borç-Alacak İli şkileri”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 145-146. Ankara’da çok sık görülen Kayserili tacirler hakkında bilgi için bk. Ta ş, s. 123-124. 984 Demirel, s. 146-147. 276

Kullapçı Kundakçı Kuyucu Kuyumcu Külahçı Kürekçi Kürkçü Mataracı Me şaleci Mumcu Muytab Nalbant (Nalçacı) Oduncu Pazarcı Peksimetçi Penbeci Perdeci Sabuncu Sa ğrıcı Sarban (Kantarcı) Sarraç Tabip Tamgacı Tellal Terzi Ticaret simsarı (komisyoncu) Tüccar Tütüncü Uncu Urgancı Za ğarcı

4.4. Üretim ve Ticaret

Kayseri şehri, Konya ve Diyarbekir’de oldu ğu gibi, debba ğcılıkta (dericilik) epey mesafe katederek, deri i şletmecili ğinin ana merkezlerinden birisi hâline gelmi ştir. Buna paralel olarak Kayseri’de hayvancılık da geli şmi ştir. Kayseri bu dönemde pamuklu dokumalarıyla da Anadolu’nun önde gelen şehirlerinden biri olmu ştur. Kayseri’de ticari ürünler yanında zirai ürünler de büyük bir öneme sahipti. Kayseri’de üretilen en önemli mahsuller bu ğday ve arpa olup, bunları darı, mercimek, yulaf ve nohut takip etmektedir. Bu ğdayın en fazla üretildi ği nahiyeler, Sahra ve Koramaz’dır 985 . XVI. yüzyıl ba şlarında Kayseri şehri, iktisadi ve sosyal hayat açısından canlılık göstermektedir. Kanunnamelerde de belirtildi ği gibi, Kayseri’de en önemli ticari üniteler dericilik ve dokumacılıktır. Tahrir defterlerinde geçen önemli meslekler arasında; bezirci, çullah (çul dokuyan), terzi, hallaç (pamuk ve yüncü), merkepçi, muytab (keçi kılı dokuyan), nalbant, sabuncu, ta şçı, tellal vs. bulunmaktadır 986 . Kayseri’de üretimi ve ticareti yapılan ve sicillere sıkça yansımı ş bazı ürünler vardır. Bunlardan biri olan sahtiyan, ham deriden yapılan sarı renkte ve ayakkabı imalatında kullanılan bir deri çe şididir. İstanbul’un sahtiyan ihtiyacının büyük bir kısmı Kayseri’den kar şılanmaktadır. Kayseri’de deri i şletmecili ği oldukça geli şmi ştir. Kiraz derisi sahtiyanı, Sivas derisi sahtiyanı ve Arapkir derisi sahtiyanı olmak üzere üç çe şit sahtiyan üretimi yapılmaktaydı. Bunların fiyatlarındaki artı şları kontrol edebilmek amacıyla devlet, fiyatları fermanlarla belirleme yoluna gitmi ştir 987 .

985 İnba şı, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı ve Esnaf Te şkilâtı”, s. 132-133. 986 İnba şı, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı …”, s. 133-134. 987 Sezer, s. 471. 277

XV. ve XVI. yüzyıllarda kasabalara kadar yayılarak di ğer meslekler arasında önemli bir yer tutan dericilik, İstanbul, Edirne, Kayseri, Ankara, Bursa, Manisa, Tokat, Konya, Diyarbekir ve Urfa gibi şehirlerde ticari hayatta etkili olmu ştur. XVI. yüzyıldan itibaren Türk derilerinin Avrupa pazarlarında itibar görmesi, debba ğlık mesle ğinin yeniden önem kazanmasını sa ğlamı ştır. Deri, Osmanlılar zamanında sava ş malzemesi olarak kabul edildi ğinden, devletin izni olmadan derinin ihracı yasaklanmı ştır 988 . Şehir pazarlarındaki ham ve yarı ham mamul derinin alım satımı, “ehl-i hibre” denilen bir komisyonun belirledi ği narh üzerinden yapılmı ştır. Kayseri’de dericili ğin geli şmesinde di ğer etkenlerin yanı sıra, bölgenin hayvancılık bakımından zengin olması da önemli bir faktör olmu ştur. Bu mesleğe münhasır olarak, halk arasında bugün hâlâ “Tabaklarönü” olarak anılan, surların hemen dı şında Han Camii ile Döner Kümbet arasında bir çar şı vücut bulmu ştur. Debba ğlar Çar şısı’nın nüvesini, Ahi Evran’ın Kayseri’de tesis etti ği debba ğ atölyesi te şkil etmi ştir. Bu çar şıya ilaveten, Kayseri’de bir de Debba ğlar Mahallesi olu şmu ştur 989 . Kayseri’de XVII. yüzyıl boyunca varlı ğından haberdar oldu ğumuz çar şıların isimleri Tablo 4.3’te verilmektedir:

Tablo 4.3. Kayseri Şehrinde Tespit Edilen Çar şılar Abdünnebi Efendi Çar şısı Arpacılar Çar şısı Aselciler Çar şısı At Pazarı Kapısı Çar şısı Bakkallar Çar şısı Bedesten Berberler Çar şısı Bezzazlar Çar şısı Bıçakçılar Çar şısı Boyacı Kapısı Çar şısı Börekçiler Çar şısı Büyükçe şme Çar şısı Çe şmeönü Çar şısı (Sınıkçı Çilingirler Çar şısı Debba ğlar Çar şısı Mahallesi’nde) Eski Penbeciler Çar şısı Eskiciler Çar şısı Haffaflar Çar şısı Kalaycılar Çar şısı Kasaplar Çar şısı Kayseri Çar şısı Kazancılar Çar şısı Kürkçüler Çar şısı Mehmed Efendi Çar şısı Meydan Kapısı Çar şısı Penbeciler Çar şısı Sahaflar Çar şısı Sarraçlar Çar şısı Sirkeciler Çar şısı Sûk-i Tavil (Uzunçar şı) Tacirler Çar şısı Uncular Çar şısı Yeni Kapı Çar şısı Yorgancılar Çar şısı

988 M. Metin Hülagü, “Kayseri’de Sahtiyan Üretimi”, EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi-Journal of Social Sciences , S. 13, Kayseri 2002, s. 2. 989 Hülagü, “Kayseri’de Sahtiyan Üretimi”, s. 3-4. 278

4.5. Para ve Fiyatlar

Osmanlılar’ın kendi adlarına bastırdıkları ve “sultanî” veya “hasene-i sultaniye” adı verilen ilk altın sikkeler ise, ilk kez 882/1477-78’de İstanbul’da üretildi. Ağırlıkları ve altın içerikleri bakımından sultanîlerin düka dan ve Akdeniz çevresindeki di ğer devletlerin altın sikkelerinden farkı yoktu. XIX. yüzyıla kadar Osmanlı altın sikkelerinin sabit bir de ğeri olmamı ştır. Sultanîlerin ve onu izleyen altın sikkelerin akçe cinsinden ifade edilen de ğerleri piyasalarda belirlenmekte ve ayrıca devlete yapılan ödemelerde sultanîlerin hangi kur de ğeri üzerinden kabul edilece ği ayrıca ilan edilmekteydi. Sultanî üretimi Kanuni’nin saltanatı sırasında (1520-1566) önemli artı şlar göstermi ştir. Sultanînin XVI. yüzyıldaki yükseli şine kadar, yabancı sikkeler Osmanlı ülkesindeki uzun mesafeli ticarette de en önde gelen ödeme aracıydı. Sultanî ve düka, büyük parasal miktarların ifade edilmesinde de sık sık kullanılmaktaydı 990 . Tanzimat’a kadar olan dönemde Osmanlı Devleti’nde para olarak altın ve gümü ş madenlerinden darpedilen sikkeler kullanılmı ştır. Hâlis veya bakır vb. madenlerin az miktarda karı ştırıldı ğı bu madenî paraların de ğeri, karı şım oranlarına göre de ğişmekteydi. Gerek altınların kırpılmaması ve gerekse buna benzer yollarla de ğeri dü şen paraların piyasadan toplanmaması ve buna cesaret edenlerin cezalandırılması için birtakım çareler aranmı ştır 991 . Osmanlı para düzeninde gümü ş akçe temel hesap birimi ve yerel i şlemlerde en çok kullanılan ödeme aracıydı. Yüzyılın son çeyre ğine kadar akçe, günlük alı şveri şler için uygundu. Akçe aynı zamanda Balkanlar ve Anadolu’daki en önemli hesap birimiydi. Akçenin gümü ş içeri ği devletin uyguladı ğı ta ğş işlerle dü şürülebiliyordu. Altın sultanî ile gümü ş akçe arasında sabit bir kur de ğeri bulunmuyordu. Sultanînin akçe cinsinden ifade edilen kur de ğeri, akçenin gümü ş içeri ğine, altın ve gümüş oranındaki dalgalanmalara ba ğlı olarak piyasalar tarafından belirlenmekteydi. XVII. yüzyılda akçe ile sultanî arasındaki oranlar a şırı bir hâl almı ştı. Akçenin ta ğş işi nedeniyle, sultanînin kur de ğeri 120 ile 160 akçe arasında de ğişmekteydi 992 .

990 Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Paranın Tarihi , 4. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2007, s. 66-67, 70, 72. 991 Sarıcao ğlu, s. 79, 82. 992 Pamuk, s. 73, 76-77. 279

Kayseri’ye ait sicillerde para birimi olarak ço ğunlukla akçe ve kuru ş993 tabirleri yer almaktadır. Bununla birlikte “sikke-i floriye” 994 , arslanî kuru ş995 , sikke-i hasene 996 , ak altın 997 , akçe 998 , riyalî kuru ş999 , ayni riyal , dinar , esedî kuru ş1000 , dirhem vs. para birimleri de sicillerde geçmektedir. Osmanlı Devleti’nde alı ş veri şler narh olarak adlandırılan bir kontrol mekanizmasıyla yapılmaktaydı. Narh, mal ve hizmetlerin kar şılı ğında ödenebilecek en yüksek fiyatın resmî makamlar tarafından tespit edilmesi ile olu şmaktaydı. Üretim ve tüketimin ba şlangıç tarihleri gibi ola ğan; kuraklık, do ğal afetler, şiddetli kı ş şartları, sava ş ve paranın ayarının dü şürülmesi ile paranın de ğer kaybetmesi gibi ola ğan dı şı dönemlerde fiyat tespitleri yapılarak narh defterleri olu şturulurdu. Kadıların görevleri

993 “ Grossus ” kelimesinden geçen k uru ş, eskiden kullanılan kaba gümü ş akçeye denilmekteydi. Osmanlı Devleti’nin esas sikkesi olan akçe, Batı Asya’nın 1/2 ve 1/3 dirheminin geli şmi ş bir şekli olan küçük gümü ş sikke olup, a ğırlı ğı giderek azalmı ştı. XVII. yüzyılın sonunda basılmı ş olan akçeler ancak 0,13 gr. ağırlı ğındaydı. Altın sikke ile bakır sikke arasında olan bu kadar küçük bir sikke alı şveri ş için yeterli olmadı ğından, Osmanlı co ğrafyasında bütün Avrupa’nın gümü ş sikkeleri tedavül ediyordu. Avrupa’da gros lar tedavüle çıktıktan bir süre sonra bunlar Osmanlı ülkesine girmi ş olmalıdır; çünkü I. Bayezid’in 795 (1392) yılındaki bir berâtında “guru ş” kelimesi resmen kullanılmı ştır. Bu iri gümü ş sikkeyi kendi darphanesinde bastırmak kararını ilk olarak veren Osmanlı padi şahı ise II. Süleyman (1099-1102/1512- 1520) olmu ştur. Bu kuru ş, İstanbul vezni ile, 6 dirhem (19,24 gr.) olarak basılmı ştır. Bk. E. V. Zambaur, “Kuru ş”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 1025. 994 Filori, XI. yüzyıldan evvel Floransa’da basılan ve üzerinde zambak resmi bulunan altın paraya ve umumiyetle batı memleketlerinde basılan altınlara Osmanlılar tarafından verilen isimdir. Serto ğlu, s. 114. Filorinin geçti ği bir belge için bk. K ŞS 13, 29/229. 995 K ŞS 13, 49/456. 996 Para yerinde kullanılır bir tabirdir. Sikke; Osmanlılarda biri damga, di ğeri nakit yerinde olmak üzere iki şekilde kullanılırdı. Nakit yani do ğrudan para kastedildi ği zaman sikke-i hasene denilirdi. Pakalın, C. III, s. 220. Bu tabirin, sicillerde borç meselesi ile ilgili bir belgede kullanımı için bk. 13, 65/499. 997 K ŞS 13, 69/526. K ŞS 41/2, B. No: 395. 998 K ŞS 41/2, B. No: 453; 61/1, B. No: 6, 12, 14, 16, 20, 60, 62, 69, 78, 87 vd. 999 K ŞS 41/2, B. No: 478-2, 486-1. XVI. yüzyılda Osmanlı kaynaklarında çe şitli kuru şlar arasında herhangi bir ayrım yapılmazken, XVII. yüzyıla girildi ğinde biri İspanyol men şeli real (riyal) kuru ş, di ğeri Hollanda parası olan arslanlı kuru ş olmak üzere ayrılmaya ba şlamı ştır. Riyal, “kâmil kuru ş, tam kuru ş” adlarıyla da anılırdı. Arslanlı kuru ştan a ğır olan riyalin rayici, 10 akçe daha fazlaydı. Riyal kuru ş, XVII. yüzyılda genel olarak 80 akçe, arslanlı kuru ş ise 70 akçe de ğerindeydi. Bk. Halil Sahillio ğlu, “Esedî”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XI, İstanbul 1995, s. 368-369. 1000 Esedi , üstünde arslan resmi bulunan bir cins Flemenk parası olup, arslanlı da denirdi. Altın 120 akçe de ğerinde oldu ğuna göre, esedi kuru ş da 80 akçe de ğerindeydi. Serto ğlu, s. 101. Esedî kuru ş, Osmanlı Devleti tarafından özellikle de XVII. yüzyıldan itibaren kullanılan bir para birimiydi. Hollandalıların bastırdıkları gümü ş parayı, üzerinde arslan resmi oldu ğu için Osmanlılar “arslanlı kuru ş” veya “esedî” olarak adlandırmı şlardır. Bu para muhtemelen Orta Avrupa’dan, 25,58 gr. a ğırlı ğındaki Alman kuru şları olan Gülden Groschen lerle birlikte Osmanlı’ya geçmi ştir. Sonraki zamanlarda Hollandalılar’ın Akdeniz ticaretine etkin bir şekilde katılımları sonucunda kendileri tarafından do ğrudan Osmanlı co ğrafyasına getirilmeye ba şlanmı ştır. Ancak darphane hesaplarından, Osmanlılar’ın esedî kuru ştan çok, bunun 2/3 ağırlı ğında ve de ğerindeki zolota adıyla bilinen bir sikkeyi bastırdıkları, esedî kuru şu daha ziyade bir hesap parası olarak kullandıkları anla şılmaktadır. Zolota 6,25 dirhem (20,04 gr.) a ğırlı ğında ve % 40’ı bakır olan bir sikkeydi. Kuru şun tespit edilen rayici 120 akçe (40 para), zolotanınki ise 80 akçe (26 para 2 akçe) olup, bunların birbirine nispeti 2/3’tü. Bk. Sahillio ğlu, “Esedî”, s. 368-369. Muhtelif konulara ait belgelerde, esedi kuru şun kaç akçeye denk geldi ği ile ilgili de ğişik rakamların yer aldı ğı görülmektedir. Anla şılan, devrin piyasa şartlarına göre, esedi kuru şun de ğerinde birtakım de ğişiklikler meydana gelebilmektedir. 280 arasında yer alan narh, genellikle rûz-ı hızır denen Rumi yılın ilk ayından ve tüketimde belirli bir artı şın ya şandı ğı Ramazan aylarından önce yapılırdı 1001 . Esnafın sattı ğı ticari malları mevsimine göre fiyatlandırmak demek olan narh i şleri kadının görevleri arasındaydı 1002 . XVII. yüzyılın ortalarına do ğru Kayseri’deki bazı tüketim maddelerinin fiyatları, bize o tarihlerdeki paranın alım gücü ve de ğeri hakkında bir fikir verebilir. Buna göre; 1 adet kurbanlık koyun 150 akçe, 1 adet kuzu 100 akçe, ba şka bir belgede 1 adet kurbanlık koyun 180 akçe, 1 adet yumurta 0.5 akçe, sade ya ğın batmanı her adedi 60 akçeye rayiç olmak üzere 2 riyali kuru ş yani 120 akçe de ğerindeydi 1003 .

1001 Mübahat Kütüko ğlu, Osmanlı’da Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri , İstanbul 1983, s. 3; Sarıcao ğlu, s. 92. 1002 Ünal, s. 119. 1003 K ŞS 41/2, B. No: 518, 519, 544.

281

SONUÇ

Anadolu co ğrafyasında önemli bir ta şra şehri konumunda bulunan Kayseri, XVII. yüzyılda Karaman eyaletine ba ğlı bir sancaktı. Kayseri, eyaletin Konya’dan sonraki en büyük sanca ğıydı. Sanca ğın idaresinden, mirliva ve sancak beyi olarak da adlandırılan mutasarrıf sorumluydu. Belgelerde bu tabirlerin sık sık geçti ği görülmektedir. Mutasarrıf ile birlikte idarede görevli ümera arasında; mutasarrıfın vekil olarak atadı ğı mütesellim, yeniçeri serdarı, kethüdayeri, suba şı, şehir kethüdası ( şehir emini) ve esnaf yöneticileri vardı. Ulema arasında ise; kadı, bazı i şlerde ona vekâlet eden kadı naibi, muhzırlar ve muhzırba şı, mahalle imamları ve müftüler, kâtipler ve nakibü’l-eşraf kaymakamı bulunuyordu. Kayseri sanca ğı, belgelerde nefs olarak ifade edilen şehir merkezi ve nahiyelere ba ğlı köylerden olu şmaktaydı. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nin “klasik devri”nde meydana gelen bazı de ğişimler, Anadolu’nun önemli bir noktasında bulunan Kayseri’yi de etkilemi ştir. Devlet merkezi ile sancak idarecileri ve kadılar arasındaki muhtelif konulara ait resmî yazı şmalarda bu durumu görmemiz mümkündür. Özellikle de Celâli isyanları ve uzun yıllar devam eden seferlerin getirdi ği yükten, devletin di ğer co ğrafyalarındaki şehirler kadar Kayseri de etkilenmi ştir. Kayseri şehri, kuruldu ğu ilk ça ğlardan bu yana Anadolu’nun önemli merkezlerinden biri olmu ştur. Do ğu-batı ve kuzey-güney istikametindeki ticaret yollarının kesi şti ği noktada yer alan şehir, devletin özellikle de do ğu yönüne düzenledi ği seferlerde hareket hâlindeki ordunun güzergâhı üzerinde bulunması ve ordunun toplanma yeri olması dolayısıyla, siyasi önemini Osmanlı Devleti zamanında da korumu ştur. Hayvancılık, dericilik ve tarım gibi sahalarda üretim faaliyetlerine büyük katkıda bulunan şehir, Osmanlı döneminde ticari önemini de devam ettirmi ştir. XVII. yüzyılda Kayseri, nüfusu ve iktisadi potansiyele sahip bir şehir olması hasebiyle, Anadolu’da Osmanlı ta şra idaresinin tipik bir örne ğidir. XVII. yüzyılda, Osmanlı co ğrafyasında geçerli kanunların Kayseri şehrinde uygulanması ile ilgili olarak, devlet merkezi tarafından sancaktaki mutasarrıf, 282 mütesellim, kethüdayeri, alay beyi, kadı ve âyanlara hitaben fermanlar gönderildi ğini görmekteyiz. Ayrıca Kayseri’nin de ba ğlı bulundu ğu Karaman Eyaletini ilgilendiren konulara dair belgeler de sicillerde kayıtlıdır. Kayseri’de ya şayan reaya, Müslüman ve gayrimüslim ayrımı yapılmaksızın, herhangi bir mesele hakkındaki istek ve taleplerini, hatta idarecilerin yanlı ş uygulamalarına dair şikâyetlerini bizzat İstanbul’a giderek veya kendilerine vekil tayin ettikleri ki şileri göndermek suretiyle devlet merkezine arz edebilmi şlerdir. Bu ba şvurular üzerine meselenin ara ştırılarak çözüme kavu şturulması için bir müba şir tayin edilerek fermanla birlikte kazaya gönderilmi ş, kanunlara göre hareket edilmesi ve gerekenin yapılması emredilmi ştir. Devlet merkezindeki uygulamaların, Kayseri şehrindeki yansımalarını sicillerde görmek mümkündür. Devlet merkezindeki bürokratik i şlemlerin Kayseri sanca ğına hangi boyutlarda ve hangi düzen içinde ula ştı ğı belgelerden tespit edilebilmektedir. Teorik ile pratik arasında çok büyük farklılıklar yoktur denilebilir. Devlet, uygulamalarda kanunların dı şına çıkılmamasına azami dikkat ve itina göstermi ş, görevliler tarafından halka haksız muamelede bulunulmasına müsaade etmemi ştir. Hatta padi şah tarafından gönderilen fermanlarda görevlilere bu yönde sıkı tenbihlerin yapıldı ğı, kesin ve sert ifadelerle ikaz edildikleri görülmektedir. Erciyes Da ğı’nın kuzey eteklerinde ve ovada kurulan Kayseri şehri, kale civarından itibaren geni şlemeye ba şlamı ştır. XVII. yüzyılda Kayseri kazasının nahiyeleri ve köyleri ile birlikte nüfusu tahminen 25.000 ile 35.000 arasındaydı. Kayseri’nin merkeze kar şı birtakım yükümlülükleri vardı. Bunların ba şında mali yükümlülükler geliyordu. Osmanlı co ğrafyasında yer alan di ğer şehirlerde oldu ğu gibi, devlet merkezinin Kayseri’den de birtakım talepleri olmu ştur. Bunların ba şında avarız, cizye vs. gibi vergiler; sefer zamanında ordunun ihtiyacı olan mühimmat, zahire, ia şenin toplanması; merkezden evrak getiren ulaklara menzillerde at temini, konaklayan ordunun muhtelif ihtiyaçlarının kar şılanması vs. geliyordu. Osmanlı Devleti’nin menzil te şkilatı içerisinde Kayseri’nin yeri önemliydi. Ordunun geçece ği güzergâhta olması sebebiyle, Kayseri kazasındaki yetkili amirlere merkezden hükümler gönderilmek suretiyle asker için gerekli zahirenin temini istenmi ştir. Ayrıca resmî habercilerin menzillerde konaklaması gerekti ğinde onlara binek hayvanı olarak at ve kalacak yer temin edilmesi de kazadaki yetkililerden talep edilmi ştir. Seyahat edecek görevlilere yolculukları sırasında verilecek binek hayvanlarının temini ve gerekli kolaylıkların sa ğlanması için padi şah tarafından Kayseri 283 kadısına emr-i şerifler gönderildi ği görülmektedir. Özellikle de do ğu yönüne yapılan seferlerde Kayseri sanca ğı güzergâh üzerinde oldu ğundan, orduya gerekli mühimmat vs. nin zarara u ğramadan yerine ula ştırılması noktasında önemli bir konumda olmu ştur. Ayrıca ulaklara at temini sırasında şehirdeki fakir halka zulmedilmemesi için ferman gönderilmi ştir. Devlet tarafından bu konuya gerekli hassasiyet gösterilmesine ra ğmen görevliler tarafından halka zulmedildi ği durumlar da meydana gelmi ştir. Osmanlı Devleti’nin düzenledi ği seferlerde, eyalet ve sancaklardan sefere katılacak askerler vs. personelin temini ve görev yerlerine ula ştırılması konusunda, eyaletteki beylerbeyi ve di ğer görevlilere fermanlar gönderilmi ştir. Temin edilmesi istenen personel arasında la ğımcılar da yer almaktaydı. Bunlar, muharip kuvvetlerin yanı sıra orduya lojistik deste ğin sa ğlanmasında görev yapan yardımcı birliklerdi. Geçici statüdeki görevliler olarak çalı şan la ğımcılar, hizmetlerde etkin bir rol üstlenerek siper kazmakla görevli olmu şlardır. XVII. yüzyılda Kayseri’den la ğımcı temin edilmesi için devlet merkezi ile sancak idaresi arasındaki yazı şmalar sicillere kaydedilmi ştir. Bunun için yazılan emr-i şerifle birlikte şehre gelen görevli müba şir tarafından deftere göre toplanan la ğımcılar görev mahallerine gönderilmi şlerdir. Kayseri’den giden la ğımcılar arasında olan Müslüman ve gayrimüslim reayanın isimleri, oturdukları mahalle, fiziki özellikleri ve kefilleri, aldıkları ücret sicillere kaydedilmekteydi. Özellikle Girit Seferi ve Kandiye ku şatması sırasında çok sayıda la ğımcı ihtiyacı oldu ğundan, Anadolu’daki kazalardan la ğımcıların, mevkufat defterine göre alınarak gönderilmesi istenmi ştir. Mesela; 1078/1668’de Kandiye Kalesi fethi için Kayseri’den 124 la ğımcı gitmi ştir. Bunların ücretlerinin bir kısmı pe şin olarak, kalanı da görev yerlerine ula ştıklarında verilmekteydi. Devlet merkezinden ça ğrıldı ğı hâlde görev yerine gitmeyen la ğımcılar da olmu ştur. Bu gibi durumlarda, la ğımcının yerine kefil kaydedilen ki şi gitmekteydi. Bazen kefillerin de görev yerine gitmedi ği görülmektedir. Sefere katılmayan la ğımcılardan alınacak bedeller ve tefti ş için de, devlet tarafından memurlar görevlendirilmi ştir. Uzun yıllar süren sava şlar ve bunun getirdi ği mali yükün etkilerini Kayseri’deki reaya üzerinde görmek mümkündür. Sık sık ferman gönderilerek sefere katılımın emredilmesine ra ğmen hâlâ sefere gitmeyen veya firar eden asker, la ğımcı vs. nin olması, söz konusu tarihlerde devletin ya şadı ğı mali sıkıntıların ta şraya da yansıdı ğını göstermektedir. Yardımcı hizmetler sınıfında olup çe şitli görevlerde çalı şanlar arasında beldarlar da yer almaktadır. Özellikle de Ba ğdad Seferi sırasında 284 orduya lazım olacak beldarlar için Kayseri’den talepler olmu ş ve bununla ilgili olarak kadılara fermanlar yazılmı ştır. Sefer esnasında sancaktaki tımar ve zeamet sahiplerinin yeti ştirdikleri cebelülerle birlikte sefere katılmaları gerekiyordu. Bunun için Kayseri sancak beyine fermanlar gönderildi ği görülmektedir. Buna ra ğmen, seferdeki orduya katılmayanlar veya memleketlerine geri dönen askerler olmu ştur. Bunların tekrar orduya gönderilmesi, sefere katılımın sa ğlanması ve tenbih edilmeleri için sık sık fermanlar gönderilmi ştir. Devlet merkezinin itina ile takip etti ği konular arasında, seferlere katılması gereken askerlerin tefti şi ve herkesin zamanında görev yerlerinde hazır bulunmasının sa ğlanması geliyordu. Bu husus için, sancak idarecilerine fermanlar ve askerlerin tefti şi için de heyet gönderilmekteydi. Sava ş zamanlarında hareket hâlindeki ordunun ihtiyaçlarını kar şılamak ve cephede bulunan kuvvetlere lojistik destek sa ğlamak için; top, barut, kur şun, çadır vb. gibi mühimmatın nakledilmesi gerekti ğinden, kazaların her biri kendi bölgelerinden gönderilecek mühimmatı temin ederek orduya ula ştırmak ile yükümlüydü. Kayseri do ğu yönüne yapılan seferlerde güzergâh üzerinde yer aldı ğından, ordunun ihtiyacı olan levazımın tedariki açısından önemli bir konumda yer almaktaydı. Özellikle de barut, sava şlar sırasında en çok ihtiyaç duyulan mühimmat arasında yer almı ştır. Bu öneminden dolayı de barut yapımında kullanılan güherçile ham maddesi devlet için en mühim konular arasında yer almı ştır. İstanbul’daki baruthaneye Anadolu’dan güherçile temin eden ocak ve imalathanelerin arasında Kayseri de yer almaktadır. Kayseri’de do ğal olarak bol miktarda bulunan güherçile ham maddesi, tesis edilen imalathanelerde işlenerek Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmekteydi. İş lenerek hâlis hâle getirilen güherçile, develere yüklenerek Bor’daki baruthaneye gönderiliyordu. Güherçile üretiminde gerekli odun vs. malzemelerin temini konusu devlet için önemli bir yere sahipti. Devlet bunların temini esnasında halka zulmedilmemesi ve çevreye zarar verilmemesi konusunda gerekli hassasiyeti göstermektedir. Kayseri sanca ğı, sefer zamanında siyah barut için gerekli olan güherçile ham maddesinin temini konusunda önemli bir merkez konumunda olmu ştur. Merkezden farklı tarihlerde gönderilen fermanlarla, de ğişen miktarlarda güherçile maddesi talep edilmi ştir. Siyah barut masrafı için hazineden bütçe ayrılması uygun görülmü ştür. Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilen barut tabyaları ve bu tabyaların yenilenmesi için merkezden yazılar yazılmaktaydı. 285

Ayrıca kaledeki mevcut neferlerin ve cephanenin yoklanması için zaman zaman merkezin talepleri olmu ştur. Sefere giden askerin ihtiyaçlarının kar şılanması için kadılıklardan talep edilenler arasında; koyun, deve, at, klavuz, savaş mühümmatı, top, top arabası, barut için güherçile ham maddesi, peksimet, zahire ( şaîr, dakîk, revgan-ı sade, asel, odun, saman) bakır ve demir yer almaktadır. Ordunun seferde bulundu ğu sırada farklı yerlerdeki ahaliden ayni olarak temin edilen sürsat zahiresi, uzak yerlerde nakdî olarak yani bedel şeklinde alınmaktaydı. Bunlar; hayvan, bu ğday, mısır, yulaf gibi maddelerden olu şmaktaydı. Uygulamanın amacı, ordunun sefere giderken kullanaca ğı güzergâh boyunca askerlerin ihtiyaçlarının kar şılanmasıdır. Kayseri ve çevresindeki kazalardan sürsat zahiresi veya bedeli tahsil edilmi ştir. Kayseri’de ahaliden toplanan sürsat zahiresi, Kayseri Kalesi’nde muhafaza edilmiştir. Sefer esnasında ahaliden tahsil edilenler arasında nüzul de bulunmaktaydı. Nüzulün tahsil edilirken mahalline nasıl ula ştırılaca ğına dair Karaman eyaleti bünyesindeki kadılıklara fermanlar gönderilmiştir. Nüzul, bedel olarak avarızhane hesabı üzerinden tahsil edilebilmekteydi. Bununla ilgili olarak, Karaman eyaletindeki sancaklarda kayıtlı nüzul hanelerden tahsil edilecek nüzul bedelleri sicillere ayrı ayrı kaydedilmi ştir. Devlet merkezi ile ta şra idaresi arasındaki resmî yazı şmalarda yer alan önemli konular arasında devletin düzenleyece ği seferler de yer almaktadır. Sefer için gerekli tedbirlerin alınması ve hazırlıkların yapılması için sancaklara fermanlar gönderilmi ştir. Fermanlarda; eyalet bünyesindeki sefere memur olanların cebelüleriyle birlikte hazır olmalarının sa ğlanması emredilmi ştir. Osmanlı Devleti’nin sefere i ştirak konusuna verdi ği önemi sicillerdeki kayıtlarda görmek mümkündür. Gönderilen emr-i şeriflerde ısrarla ifade edildi ği hâlde, sefere katılmak istemeyenler hakkında beylerbeyi ve sancak beylerine yeniden ferman gönderilerek gerekenin yapılması konusunda ikaz edilmi şlerdir. Özellikle de uzun yıllar süren Girit Seferi (1645-1669) esnasında; seferde görevlendirilenlerin bir an önce yerlerine ula şmaları ile ilgili olarak Kayseri kadılı ğına birçok ferman gönderilmi ştir. Askerlerin sefer mahalline varmalarında bazen birtakım aksamalar meydana gelmi ş, askerlerden bazıları zamanında orduya katılmamı ş veya bir kısım asker firar etmi ştir. Ayrıca, ku şatma süresi uzadı ğı zamanlarda, ordunun artan lojistik ihtiyaçlarının kar şılanması için merkezin sancaklardan talepleri de artmı ş ve bunun için devlet merkezi tarafından kadılıklara fermanlar gönderilmi ştir. 286

Sefer zamanı geldi ğinde, tımarların yoklama yapılarak yeniden düzenlenmesi ve tımar tasarruf edenlerin i ştiraki talep edilmi ştir. Eyaletteki tımarların yoklanarak, şehirde oturup alay beyinin bayra ğı altında sefere katılmak şartıyla tımarların yeniden tevcih edilmesi ile ilgili olarak fermanlar gönderilmi ştir. Fermanlarda, tımar ve zeametlerin ço ğunun sepet tımarı veya nizalı tımar oldu ğu için sefere az sayıda kimsenin katıldı ğından bahisle, eyaletteki tımar ve zeametlerin yoklamalarının yapılması ve sefere katılım şartıyla yeniden şahıslara tevcihi emredilmi ştir. Osmanlı Devleti, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda e şkıyalık olayları ile me şgul olmu ştur. XVII. yüzyılın sonlarında e şkıyalık hareketlerinin artması üzerine, devlet eşkıyalık hareketlerini önlemek amacıyla sık sık fermanlar yayınlamı ştır. E şkıyalık hareketlerinin devlet ve halka verdi ği zararları ve bunların yansımalarını devrin kaynaklarında görmek mümkündür. Halka zarar veren eşkıyanın durdurulması için tedbir alınması gerekti ğine dair devlet merkezi tarafından pek çok ferman yazılarak, Kayseri sanca ğı idarecilerine gönderilmi ştir. Gönderilen fermanlarla; zuhur eden eşkıyanın tefti şi için bir müba şir tayin edilerek eyaletlerdeki kazalara gönderilmiş ve ele geçirilen e şkıyanın devlet merkezine gönderilerek gerekenin icra edilece ği bildirilmi ştir. XVII. yüzyılda uzun süre Osmanlı’yı me şgul eden Celâli isyanlarının etkileri Kayseri sanca ğında da görülmü ştür. Kayseri’de Celâlilere katılıp da devlet tarafından isyanların bastırılması sırasında ele geçirilerek öldürülen e şkıyanın malları mirî için müzayede ile satılarak hazineye teslim edilmi ştir. Celâli isyanları ile ilgili Kayseri’de meydana gelen meseleler, devlet merkezine intikal etmi ş, Kayseri kadısı ve sancak beyine, e şkıya ile ilgili olarak alınacak tedbirlere dair fermanlar gönderilmi ştir. Osmanlı Devleti, Kayseri’deki zimmîlerin cizyelerinin düzenli olarak tahsil edilmesine çalı şmı ştır. Devlet, bedenen sakat, topal, kör olanlardan, papazlardan ve geçimini sa ğlayamayan fakirlerden cizye vergisi talep etmemi ştir. XVII. yüzyılda, zimmîlerden tahsil edilecek vergilerin toplanması için bir emin ve bir de kâtip tayin edilmekteydi. Bu görevliler, ellerine verilen tu ğralı haraç defterindeki kayıtlara göre, miktarı belli olan vergiyi her mükelleften tahsil ederdi. Tahsil i şi bittikten sonra, tuttukları maliye defteriyle birlikte bir keseye yerle ştirip, a ğzını mühürledikten sonra hazineye teslim ederlerdi. E ğer defterde kayıtlı bulunmayan yeni vergi mükellefleri (hariç ez-defter) çıkarsa, deftere kaydederek onların cizyeleri de toplanırdı. Kayseri kazasından cizye tahsil edilirken, kazadaki kadılara hükümler gönderilmek suretiyle, cizyenin ve haracın ne şekilde, kim tarafından, ne kadar miktarla 287 toplanaca ğı belirtilerek bununla ilgili gerekli uyarılar yapılmı ştır. Gönderilen hükümle, Kayseri’deki zimmîlerin cizyelerinin, gönderilen memurların eline verilen tu ğralı defter ve emir gere ğince mevcutlardan tahsil ettirilmesi; papaz, ke şiş ve rahip olduklarını ileri sürerek cizyelerini vermek istemeyen zimmîler varsa bunlardan da adı geçen miktardaki cizyenin tahsil edilmesi, ancak bunların halk ile alım-satım, ziraat vs. gibi konularda alakası olmayıp bir kö şede ibadetle me şgul olanlarından cizye talep edilmemesi emredilmi ştir. Emre muhalefet edenlere müsaade edilmemesi, muhalefet ederek emre itaat etmeyenlerin isimleri ve köyleri ile yazılarak devlet merkezine bildirilmesi, tu ğralı cizye defterinde Kayseri’ye ba ğlı iken ba şka kasaba veya köylere yerle şenlerden cizyelerini vermek isteyenler oldu ğunda, ismi defterde Kayseri’ye kaydedilen zimmîlerden devlet için cizyelerinin eksiksiz tahsil edilmesi istenmektedir Cizyeyi tahsil edecek görevlilerin tayini ve cizyenin tahsili için devlet merkezinden gönderilen beratlar da sicillerde yer almaktadır. Devlet tarafından zimmî ahaliden tahsil edilecek cizyenin kanunlara göre muntazam bir şekilde tahsil edilmesine itina gösterilmi ştir. Tahrir esnasında deftere kaydedilmeyen reayanın yeniden tahrir edilerek, hiç kimsenin defter dı şında bırakılmamasına dikkat edilmi ş, eksiksiz bir şekilde cizyelerinin tahsil edilmesi istenmi ştir. Mahalle veya köyün cizye defterine kayıtlı olmayıp, ticaret, seyahat vs. gibi sebeplerle bir süreli ğine şehirde bulunan zimmîler, perakende kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu durumdaki zimmîlerden “yave cizyesi” adıyla bir vergi tahsil edilmekteydi. Yave cizyesinin tahsili için memurlar tayin edildi ğine dair devlet merkezinden eyaletlerdeki kadılara fermanlar gönderilerek, kadılara bu konuda gerekeni yapmaları emredilmi ştir. Cizye ödemeye gücü olmayan zimmîler, durumlarını devlet merkezine bildirmi şlerdir. Devlet merkezine yapılan bu ba şvurular sonucunda kazadaki idarecilere gönderilen emirlerle, cizyehane ve ödenecek miktarlarda bazı düzenlemeler yapılması yoluna gidildi ği görülmektedir. Gayrimüslim ahaliden bazıları cizye vergisinden muaf tutulmu şlardır. Ki şilerin cizyeden muaf olabilmesi için birtakım gerekçelerinin olması gerekiyordu. Bunun için ahali zaman zaman devlet merkezine ba şvurarak durumlarını bildirmi ş ve muafiyet talebinde bulunmu ştur. Cizye ödemekle mükellef reayanın, vergisini oturdu ğu mahalle veya köy halkı ile birlikte ödemesi gerekmekteydi. Kayıtlı oldu ğu mahalleden kalkıp ba şka yerde 288 oturan ve cizyesini ödemek istemeyen zimmîler hakkında mahalle ahalisi davacı olmu ş, haklarını talep etmek üzere mahkemeye ba şvurmu ştur. Sefer mühimmatı için sarfedilecek paranın, cizyeden kar şılandı ğı da olmu ştur. Sefer mühimmatı harcamaları dı şında cizye akçesinden kar şılanan masraflar arasında; berat ile mutasarrıf olunan ulufe, günlük ulufe ile emeklilik için tayin olunan vazife (ücret), Kayseri Kalesi’nin tamiri vs. yer almaktadır. XVII. yüzyılda Kayseri’de de avarız vergisinin toplanması söz konusu olmu ş ve sanca ğa isabet eden avarız vergileri için birtakım tevziler yapılmı ştır. Avarız-ı divaniye türünden vergilerin tahsilinde esas olarak alınan hane sayıları, muhtelif tarihlerde yapılan tahrirlerle tespit edilmekteydi. Kayseri kazası ve nahiyelerine ba ğlı köylerdeki hane sayıları, XVII. yüzyıl boyunca köyden şehre gelip yerle şenler, e şkıyalık hareketleri ve özellikle de Celâli isyanları sebebiyle ba şka memleketlere giden reaya, ödemeye gücü olamayan fakir durumdaki ahalinin hane sayılarında indirim yapılması vs. gibi muhtelif sebeplerle zaman içinde de ğişti ğinden, devlet merkezi tarafından gönderilen fermanlarla yeniden tahrir edilmek suretiyle düzenlenmi ştir. Reayanın vergi ile mükellef olması için, oturdu ğu mahalle veya köyde tekâlif ödemesini gerektirecek bir mülkünün olması gerekiyordu. Bunun için de avarızhaneye ba ğlı emlakın tespit edilmesi şarttı.Ki şilerin köyden şehir merkezine gelerek yerle şmesi, hane sayısı esas alınarak tahsil edilecek vergiler konusunda ahali arasında birtakım anla şmazlıkların ortaya çıkmasına sebep olmu ştur. Tahrir esnasında hane sayısında yapılan yanlı şlıklar, genellikle ahalinin mahkemeye ba şvurusu sonucunda anla şılarak düzeltilmi ştir. Tahrir görevlisinin mahalle üzerine hane sayısını fazla yazdı ğı durumlarda, mahalle ahalisi durumunu kadıya arz ederek, gerekli düzenlemenin yapılmasını talep etmiştir. Mahalle veya köy halkı; fakirlik, avarızhaneye ba ğlı ve kayıtlı oldu ğu mahalleden ayrılma, tahrir sırasında tahammüllerinden fazla avarızhane kaydedilmesi vb. sebeplerle, vergilerini ödemeye güçleri yetmediğinden, avarızhane sayılarının indirilmesini talep edebilmi şlerdir. Özellikle de fakir durumda olan ahalinin avarızhane sayılarının ekonomik durumlarına göre yeniden düzenlenmesi ile ilgili olarak, devlet merkezine ba şvurular olmu ş ve mahallenin avarızhane sayısında de ğişiklik yapılması talep edilmi ştir. Devlet merkezi tarafından yapılan de ğişiklikler genellikle hane sayısında indirim yapılması şeklinde olmu ştur. 289

Karaman eyaleti bünyesindeki sancakların avarızhane sayıları ve tahsil edilen miktarlar sicillere kaydedilmi ştir. Bu dönemde sicillerde Karaman eyaletine ba ğlı olan ve aralarında Kayseri’nin de bulundu ğu yedi sanca ğın adı geçmektedir. Bunlar Konya, Ak şehir, Kır şehir, Ni ğde, Aksaray, İçel ve Bey şehir’dir. Söz konusu sancakların avarızhane sayıları ve sancaklardan tahsil edilecek miktarlar, merkezden kadılara gönderilen fermanlarda ayrı ayrı ifade edilmi ştir. Reayadan bazıları, çe şitli hizmetler ve mükellefiyetler kar şılı ğında avarız vergisinden muaf tutulmu şlardır. Vergi muafiyeti olanlar arasında; güherçile üretiminde görev alanlar, Medine-i Münevvere ve di ğer vakıf reayası, fakir durumda olanlar vs. bulunmaktadır. Muaf oldukları hâlde kendilerinden avarız talep edilen reaya, şikâyetle kadıya veya devlet merkezine ba şvurmu ştur. Avarız vs. vergiler mahalle veya köylerin tahriri sırasında kaydedilen ve muhafaza edilen defterlerdeki hane sayıları esas alınarak tahsil edilmekteydi. Avarız tahsil edilirken, hisselerine dü şen avarızın ödenmesi konusunda ahali arasında zaman zaman anla şmazlıklar ya şanmı ştır. Mahalle veya köyün avarızının tahsili sırasında kullanılmak üzere, ahalisinden biri veya bir kaçı kendilerin ait olan akçe ve kuruş cinsinden nakit parayı veya e şya vakfetmi şlerdir. Genellikle mahallelere ait avarız vakıflarının olu ştu ğunu görmekteyiz. Bu vakıfların te şekkül etmesi, tabii ki mahalle ahalisinin ihtiyaçları sonucunda olu şmu ştur. Mahallelinin ödemesi gerekli avarız bedelleri, kurulan bu vakıflar yoluyla mahalle halkı adına ödenmi ştir. Kurulan avarız vakıflarının i şlerini idare etmesi için bir mütevelli seçilmi ş ve tayin edilmi ştir.

290

KAYNAKLAR

I. Ar şiv Kaynakları

1. Ba şbakanlık Osmanlı Ar şivi

a. Mühimme Defterleri

74 Numaralı Mühimme Defteri 75 Numaralı Mühimme Defteri 81 Numaralı Mühimme Defteri 84 Numaralı Mühimme Defteri 93 Numaralı Mühimme Defteri 100 Numaralı Mühimme Defteri 102 Numaralı Mühimme Defteri 105 Numaralı Mühimme Defteri

2. Kayseri Şer’iye Sicilleri

13 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1017-1018/1608-1609) 15 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1019-1020/1611-1612) 18 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1025/1616) 20 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1027-1028/1617-1618) 25 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1034/1624-1625) 27 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1035-1036/1625-1626) 41 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1048/1638-1639) 42 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1049-1054/1640-1644) 55 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1055/1645) 57 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1058-1059/1648-1649) 59 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1062/1652) 60 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1065/1655) 61 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1061/1650-1651) 63 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1063/1652-1653) 65 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1066-1067/1655-1656) 66 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1067/1657) 291

67 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1068/1658) 68 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1068/1658) 69 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1069/1658-1659) 70 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1069/1658-1659) 72/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1075-1076/1664-1666) 72/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1071-1073/1660-1663) 74 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1072-1078/1661-1668) 75 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1073-1074/1663-1664) 77 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078/1667) 78 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078-1079/1668-1669) 81 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1084/1673) 84 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1087/1676) 88 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1089-1090/1678-1679) 90 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1091/1680) 91 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1094-1095/1683-1684) 92 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1095/1684) 96 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1099-1100/1687-1689) 104 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1109-1110/1697-1698)

II. Tetkikler

1. Kitaplar

Acun, Fatma, Karahisar-ı Şarkî ve Koyluhisar Kazaları Örne ğinde Osmanlı Ta şra İdaresi (1485-1569) , TTK Yay., Ankara 2006.

Ahmed Nazîf, Kayseri Me şhurları (Kayseriyye Me şâhiri) , hzl.: Meserret Diriöz, Haydar Ali Diriöz, Kayseri 1991.

Ahmed Nazîf, Mir’ât-ı Kayseriyye veya Kayseri Tarihi , hzl: Mehmet Palamuto ğlu, Kayseri Özel İdare Müdürlü ğü ve Kayseri Belediyeler Birli ği Yay., Kayseri 1987.

Akda ğ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celalî İsyanları , Barı ş Yay., Ankara 1999.

Akda ğ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi (1243-1453) , C. I, Barı ş Yay., Ankara 1999. 292

Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, I. Kitap Osmanlı Hukukuna Giri ş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri , 2. Baskı, Osmanlı Ara ştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 2006.

Akgündüz, Ahmet, Şer’iye Sicilleri, Mahiyeti, Toplu Katalo ğu ve Seçme Hükümler , C. I, I. Kısım, Türk Dünyası Ara ştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1988.

Aktan, Ali, Osmanlı Paleografyası ve Siyasî Yazı şmalar , Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı Yay., İstanbul 1995.

Arslantürk, Zeki, Naîma’ya Göre XVII. Yüzyıl Osmanlı Toplum Yapısı , Ayı şığı Kitapları, İstanbul 1997.

Barkey, Karen, Eşkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet Merkezile şmesi , (çev.: Zeynep Altok), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999.

Baydur, Nezahat, Kültepe ve Kayseri Tarihi Üzerine Ara ştırmalar , İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul 1970.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu , C. III, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1968.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu , C. IV, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1969.

Bozkurt, Gülnihal, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Geli şmelerin Işığı Altında Gayr-i Müslim Osmanlı Vatanda şlarının Hukukî Durumu (1839-1914) , TTK Yay., Ankara 1996.

Çayırda ğ, Mehmet, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001.

Çetin, Birol, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Barut Sanayi, 1700-1900 , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara 2001.

Çetin, Osman, Sicillere Göre Bursa’da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları (1472- 1909) , TTK Yay., Ankara 1994.

Dani şmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi , C. III, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972.

Demirci, Süleyman, The Functioning of Ottoman Avâriz Taxation: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery , The Isis Press, İstanbul 2009. 293

Devellio ğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat , 12. Baskı, Aydın Kitabevi, Ankara 1995.

Ergenç, Özer, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa , TTK Yay., Ankara 2006.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 1. Kitap, hzl.: Orhan Şaik Gökyay, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1996.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap, hzl.: Seyit Ali Kahraman, Yücel Da ğlı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 1999.

Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorlu ğunda Devlet ve Ekonomi , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 2002.

Gökçe, Turan, XVI ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı , TTK Yay., Ankara 2000.

Gökyay, Orhan Şaik, Kâtip Çelebi , Kültür ve Turizm Bakanlı ğı Yay., Ankara 1986.

Göyünç, Nejat, XVI. Yüzyılda Mardin Sanca ğı, TTK Yay., Ankara 1991.

Griswold, William J., Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611 , (çev.: Ülkün Tansel), Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2000.

Güçer, Lütfi, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorlu ğunda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler , İstanbul Üniversitesi Yay., İstanbul 1964.

Gülsoy, Ersin, Girit’in Fethi ve Osmanlı İdaresinin Kurulması (1645-1670) , Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul 2004.

Gümü şçü, Osman, XVI. Yüzyıl Larende (Karaman) Kazasında Yerle şme ve Nüfus , TTK Yay., Ankara 2001.

Halaço ğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Te şkilâtı ve Sosyal Yapı , 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1998.

Halaço ğlu, Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorlu ğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerle ştirilmesi , 3. Baskı, TTK Yay., Ankara 1997.

Hınz, Walther, İslâm’da Ölçü Sistemleri , (çev.: Acar Sevim), Marmara Üniversitesi Yay., İstanbul 1990.

Hobsbawm, Eric J., Eşkıyalar , (çev.: Osman Akınhay), Agora Kitaplı ğı, İstanbul 2011. 294

İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi Üzerinde Ar şiv Çalı şmaları, İncelemeler) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996.

İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorlu ğu Klâsik Ça ğ (1300-1600) , 3. Baskı, (çev.: Ru şen Sezer), Yapı Kredi Yay., İstanbul 2004.

İnba şı, Mehmet, H. 888, 906, 976/M. 1484, 1500, 1570 Tarihli Kayseri Tapu-Tahrir Defteri , KBB Yay., Kayseri 2009.

İnba şı, Mehmet, Ukrayna’da Osmanlılar, Kamaniçe Seferi ve Organizasyonu (1672) , Yeditepe Yay., İstanbul 2004.

İnba şı, Mehmet, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Kayseri , İl Kültür Müdürlü ğü Yay., Kayseri 1992.

Kahraman, Seyit Ali, H. 997-998/M. 1589-1590 Tarihli Kayseri Sanca ğı Timarları , II Cilt, KBB Yay., Kayseri 2009.

Kahraman, Seyit Ali, XVI. Yüzyıl Ba şlarında Karaman Vilâyeti Vakıfları , II Cilt, KBB Yay., Kayseri 2009.

Kâtip Çelebi, Düstûrü’l-Amel li Islâhi’l-Halel , İstanbul 1280.

Kâtip Çelebi, Fezleke , II Cilt, İstanbul 1268.

Kâtip Çelebi, Mizânü’l-Hakk fî İhtiyâri’l-Ehakk , İstanbul 1306.

Keskin, Mustafa ve M. Metin Hülagü, Geçmi şteki İzleriyle Kayseri , EÜ. Yay., Kayseri 2006.

Köprülü, M. Fuad, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 1981.

Kurt, Yılmaz, Koçibey Risalesi (Eski ve Yeni Harflerle) , 2. Baskı, Akça ğ Yay., Ankara 1998.

Kütüko ğlu, Mübahat, Osmanlı’da Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri , İstanbul 1983.

Miro ğlu, İsmet, Kemah Sanca ğı ve Erzincan Kazası (1520-1566) , TTK Yay., Ankara 1990.

Naîma Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ , IV Cilt, hzl.: Mehmet İpşirli, TTK Yay., Ankara 2007. 295

Orhonlu, Cengiz, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Derbend Te şkilâtı , 2. Baskı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1990.

Ortaylı, İlber, Türkiye İdare Tarihi , Türkiye ve Orta Do ğu Âmme İdaresi Enstitüsü Yay., Ankara 1979.

Öz, Mehmet, Osmanlı’da Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları (XVI. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıl Ba şlarına) , 2. Baskı, Dergâh Yay., İstanbul 2005.

Öz, Mehmet, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sanca ğı, TTK Yay., Ankara 1999.

Özdemir, Rıfat, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara , Ankara 1986.

Özkaya, Yücel, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Âyânlık , TTK Yay., Ankara 1994.

Özkaya, Yücel, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Ya şantısı , Ankara 1985.

Öztürk, Ayhan, Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı (1738-1749) , EÜ. Yay., Kayseri 2000.

Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ğü, III Cilt, MEB Yay., İstanbul 1993.

Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Paranın Tarihi , 4. Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2007.

Sarıcao ğlu, Mehmet Esat, Malî Tarih Açısından Osmanlı Devletinde Merkez Ta şra İli şkileri (II. Mahmut Döneminde Edirne Örne ği) , Kültür Bakanlı ğı Yay., Ankara 2001.

Sarıcık, Murat, Osmanlı İmparatorlu ğu’nda Nakîbü’l-Eşraflık Müessesesi , TTK Yay., Ankara 2003.

Selçuk, Hava, Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri Sanca ğı ve Girit Seferi’ne Katkısı (1645-1669) , EÜ. KAYTAM Yay., Kayseri 2008.

Serto ğlu, Midhat, Osmanlı Tarih Lügatı , Düzeltilmi ş ve İlaveli İkinci Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986.

Sümer, Faruk, Yabanlu Pazarı: Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar , Türk Dünyası Ara ştırmalar Vakfı Yay., İstanbul 1985.

Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî , 7. Baskı, Ça ğrı Yay., İstanbul 1996. 296

Tabako ğlu, Ahmet, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi , Dergâh Yay., İstanbul 1985.

Ta ş, Hülya, XVII. Yüzyılda Ankara , TTK Yay., Ankara 2006.

Tok, Özen, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Para Vakıfları , EÜ. KAYTAM Yay., Kayseri 2008.

Uzunçar şılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Te şkilâtına Medhal , 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988.

Uzunçar şılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Te şkilâtı , Ankara 1965.

Uzunçar şılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Te şkilâtı , 3. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988.

Uzunçar şılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi , C. II, 5. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988.

Uzunçar şılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi , C. III/I, 4. Baskı, TTK Yay., Ankara 1988.

Ünal, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Harput Sanca ğı (1518-1566), TTK Yay., Ankara 1989.

Üner, Mehmet Emin, Aşiret, E şkıya ve Devlet , Yalın Yayıncılık, İstanbul 2009.

Yinanç, Refet ve Mesut Elibüyük, H. 971, 983, 992/M. 1563, 1575, 1584 Tarihli Kayseri İli Tahrir Defterleri , III Cilt, KBB Yay., Kayseri 2009.

Yücel, Ya şar, Osmanlı Devlet Te şkilâtına Dair Kaynaklar, TTK Yay., Ankara 1988.

2. Makaleler

Acun, Fatma, “Osmanlı Ta şra İdaresine Sistem Yakla şımı: Karahisar-ı Şarkî Sanca ğı Örne ği”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 153-161.

Akgündüz, Ahmet, “ İslâm Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”, Türkler , C. X, 56. Bölüm, s. 54-68.

Çayırda ğ, Mehmet, “17. Asır Ortalarına Ait Kayseri İle İlgili Bazı Kayıtlar”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 308-311.

Çayırda ğ, Mehmet, “Kayseri Şehri’nin Kurulu ş Yeri ve Kalesinin Tarihi De ğişimi”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 1-11. 297

Çayırda ğ, Mehmet, “Kayseri’nin Cami, Mescid ve Namazgâhları”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 364-369.

Çayırda ğ, Mehmet, “Kayseri’nin Mahalleleri”, Kayseri Tarihi Ara ştırmaları , KBB Kültür Yay., Kayseri 2001, s. 370-378.

Demirci, Süleyman, “Avâriz and Nüzul Levies in The Ottoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, Belleten , LXX/258, Ankara A ğustos 2006, s. 561-588.

Demirci, Süleyman, “Collection of Avâriz and Nüzul Levies in The Otoman Empire: A Case Study of The Province of Karaman, 1620s-1700”, Belleten , LXIX/256, Ankara Aralık 2005, s. 897-912.

Demirci, Süleyman, “Complaints About Avâriz Assessment and Payment in The Avâriz-Tax System: An Aspect of The Relationship Between Centre and Periphery. A Case Study of Kayseri, 1618-1700”, Journal of The Economic and Social History of The Orient (JESHO) , 46/4, Leiden 2003, s. 437-474.

Demirci, Süleyman, “Demography and History: The Value of The Avârizhâne Registers For Demographic Research: A Case Study of the Ottoman Sub-Provinces of Konya, Kayseri and Ni ğde, 1620s-1700”, TURCICA , 38, 2006, s. 181-211.

Erdo ğru, M. Akif, “Karaman Vilâyetinin İdarî Taksimatı”, Osmanlı Ara ştırmaları-The Journal of Ottoman Studies , C. XII, İstanbul 1992, s. 425-430.

Ergenç, Özer, “Osmanlı Klasik Düzeni ve Özellikleri Üzerine Bazı Açıklamalar”, Osmanlı , C. IV, Ankara 1999, s. 32-39.

Ergenç, Özer, “Osmanlı Şehrindeki ‘Mahalle’nin İş lev ve Nitelikleri Üzerine”, Osmanlı Ara ştırmaları, C. IV, İstanbul 1984, s. 69-?.

Faroqhi, Suraiya, “Krizler ve De ğişim: 1590-1699”, Osmanlı İmparatorlu ğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi: 1600-1914 , C. II, Editörler: Halil İnalcık, Donald Quataert (çev.: Ay şe Berktay), 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 2006, s. 545-743.

Genç, Mehmet, “Osmanlı Esnafı ve Devlet”, Osmanlı İmparatorlu ğunda Devlet ve Ekonomi , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 2002, s. 293-307.

Genç, Mehmet, “Osmanlı Maliyesinde Malikâne Sistemi”, Osmanlı İmparatorlu ğunda Devlet ve Ekonomi , Ötüken Ne şriyat, İstanbul 2002, s. 99-147. 298

Göyünç, Nejat, “Osmanlı Devleti’nde Ta şra Te şkilatı (Tanzimat’a Kadar)”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 77-88.

Gültepe, Necati, “Osmanlılarda Bürokrasi-Merkezin Yönetimi”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 241-255.

Halaço ğlu, Yusuf, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilâtı”, Genel Türk Tarihi , C. VI, Ankara 2002, s. 149-224.

Halaço ğlu, Yusuf, “Klâsik Dönemde Osmanlı Devlet Te şkilatı”, Türkler , C. IX, s. 795- 838.

Hülagü, M. Metin, “Kayseri’de Sahtiyan Üretimi”, EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi-Journal of Social Sciences , S. 13, Kayseri 2002, s. 1-18.

Hülagü, M. Metin, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri Güherçile Fabrikası”, EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi-Journal of Social Sciences , S. 11, Kayseri 2001, s. 73-93.

İlgürel, Mücteba, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Ate şli Silâhların Yayılı şı”, İÜEFTD , C. 26, S. 32, İstanbul 1979, s. 301-318.

İnalcık, Halil, “Adâletnâmeler”, Belgeler , C. II, S. 3-4, Ankara 1965, s. 49-145.

İnalcık, Halil, “ İslâm Arazi ve Vergi Sisteminin Te şekkülü ve Osmanlı Devrindeki Şekillerle Mukayesesi”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 15-30.

İnalcık, Halil, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 1-14.

İnalcık, Halil, “Mahkeme”, İA, C. VII, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 149-151.

İnalcık, Halil, “Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire, 1600- 1700”, Archivum Ottomanicum (AO) , VI, 1980, s. 283-337.

İnalcık, Halil, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı İmparatorlu ğu (Toplum ve Ekonomi) , 2. Baskı, Eren Yay., İstanbul 1996, s. 31-65.

İnalcık, Halil, “Örf”, İA, C. IX, MEB Yay., Eski şehir 1997, s. 480.

İnba şı, Mehmet, “Kayseri Kalesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Ara ştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM) , S. 11, Ankara 2000, s. 825-848. 299

İpşirli, Mehmet, “Kayseri”, DİA, C. XXV, Ankara 2002, s. 96-101.

Jennings, Ronald C., “Kadi, Court, And Legal Procedure in 17 th C. Ottoman Kayseri: The Kadi and the Legal System”, Studia Islamica , XLVIII, Paris 1978, s. 133-172.

Jennings, Ronald C., “Limitations of the Judicial Powers of the Kadi in 17 th C. Ottoman Kayseri”, Studia Islamica , L, Paris 1979, s. 151-184;

Jennings, Ronald C., “Loans and Credit in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XVI, s. 168-216;

Jennings, Ronald C., “The Offıce of Vekil (Wakil) in the 17 th Century Ottoman Sharia Courts”, Studia Islamica , XLII, Paris 1975, s. 147-169;

Jennings, Ronald C., “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century: A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and, Erzurum”, International Journal of Middle East Studies , VII, Cambridge University Press, 1976, s. 21-57.

Jennings, Ronald C., “Women in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XVIII, s. 53-114.

Jennings, Ronald C., “Zimmis (Non-Muslims) in Early 17 th Century Ottoman Judicial Records”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO) , XXI, s. 225-293.

Kılıç, Orhan, “Klasik Dönem Osmanlı Ta şra Te şkilâtı: Beylerbeylikler-Eyaletler, Kaptanlıklar, Voyvodalıklar, Meliklikler (1362-1799)”, Türkler , C. IX, s. 887-898.

Kılıç, Orhan, “XVII. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti’nin Eyalet ve Sancak Te şkilâtlanması”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 89-110.

Köprülü, M. Fuad, “Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi”, Belleten , V/19, 2. Baskı, Ankara 1995, s. 319-334.

Murphey, Rhoads, “Continuity and Discontinuity in Ottoman Administrative Theory and Practice during the Late Seventeenth Century”, Poetics Today , 14, 1993, s. 419- 443.

Tabako ğlu, Ahmet, “Osmanlı İçtimaî Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı , C. IV, Ankara 1999, s. 17-31. 300

Tabako ğlu, Ahmet, “Osmanlı İktisadî Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı , C. III, Ankara 1999, s. 17-31.

Ünal, M. Ali, “Osmanlı Devleti’nde Merkezî Otorite ve Ta şra Te şkilâtı”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 111-122.

Varlık, M. Çetin, “Anadolu Eyaleti (Kurulu ş ve Gelişmesi)”, Osmanlı , C. VI, Ankara 1999, s. 123-129.

Yücel, Ya şar, “Osmanlı İmparatorlu ğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten , XXXVIII/152, Ankara 1974, s. 657-708.

Yücel, Ya şar, “XVI.-XVII. Yüzyıl Edebî Metinlerde Rastlanan Osmanlı Devlet Yapısı ve Toplum Düzenine Ait Bazı Görü ş ve Bilgiler”, Belleten , LI/200, Ankara 1987, s. 897-925.

Yücel, Ya şar, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdarî Yapısında Ta şra Ümerasının Yerine Dair Dü şünceler”, Belleten , XLI/163, Ankara 1977, s. 495-506.

3. Ansiklopedi Maddeleri

Afyoncu, Erhan ve Recep Ahıskalı, “Kâtip”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 53-55.

Afyoncu, Erhan, “Mevâcib”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXIX, Ankara 2004, s. 418-420.

Ahıskalı, Recep, “Muhzır”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXI, İstanbul 2006, s. 85-86.

Barkan, Ömer Lutfi, “Avârız”, İA, MEB Yay., C. II, Eski şehir 1997, s. 13-19.

Barkan, Ömer Lutfi, “Ö şür”, İA, MEB Yay., C. IX, Eski şehir 1997, s. 485-488.

Barkan, Ömer Lütfi, “Timar”, İA, MEB Yay., C. XII/I, Eski şehir 1997, s. 286-333.

Beydilli, Kemal, “ İmam”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXII, İstanbul 2000, s. 181-186.

Canatar, Mehmet, “Kethüda”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 332-334.

Deny, J., “Sancak”, İA, MEB Yay., C. X, Eski şehir 1997, s. 186-189. 301

Emecen, Feridun, “Cebelü”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. VII, İstanbul 1993, s. 188-189.

Eyice, Semavi, “Baruthane”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. V, İstanbul 1992, s. 94-96.

Haig, T. W., “Serdâr”, İA, MEB Yay., C. X, Eski şehir 1997, s. 512-513. (Bu madde, Nejat Göyünç tarafından ikmâl edilmi ştir.)

Huart, Cl., “Kâhya”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 101.

İlgürel, Mücteba, “Celâlî İsyanları”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. VII, İstanbul 1993, s. 252-257.

İlgürel, Mücteba, “Suba şı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXVII, İstanbul 2009, s. 447-448.

İlgürel, Mücteba, “Yeniçeriler”, İA, MEB Yay., C. XIII, Eski şehir 1997, s. 385-395.

İnalcık, Halil, “Eyalet” , EI ( İng) , C. II, Leiden, s. 723.

İnba şı, Mehmet, “Abaza Mehmed Pa şa İsyanı”, Kayseri Ansiklopedisi , KBB Kültür Yay., C. I, Kayseri 2009, s. 19-20.

İpşirli, Mehmet, “Avârız Vakfı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. IV, İstanbul 1991, s. 109.

İş bilir, Ömer, “Nüzül”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXIII, İstanbul 2007, s. 311-312.

Kal’a, Ahmet, “Esnaf”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XI, İstanbul 1995, s. 423-430.

Kallek, Cengiz, “Kantar”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXIV, İstanbul 2001, s. 317-320.

Kallek, Cengiz, “Kile”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXV, Ankara 2002, s. 568-571.

Köprülü, M. Fuad, “Çavu ş”, İA, MEB Yay., C. III, Eski şehir 1997, s. 362-369.

Köprülü, Orhan F., “Çavu ş”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. VIII, İstanbul 1993, s. 236-238. 302

Kramers, J. H., “Sü-ba şı”, İA, MEB Yay., C. XI, Eski şehir 1997, s. 78-79. (Bu madde, İbrahim Kafeso ğlu tarafından tadil ve ikmal edilmi ştir.)

Mert, Özcan, “Âyan”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. IV, İstanbul 1991, s. 195-198.

Örenç, Ali Fuat, “Mutasarrıf”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXI, İstanbul 2006, s. 377-379.

Özcan, Abdülkadir, “La ğımcı Oca ğı”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXVII, Ankara 2003, s. 49-50.

Özcan, Abdülkadir, “Serdar”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXVI, İstanbul 2009, s. 551-552.

Özkaya, Yücel, “Mütesellim”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XXXII, İstanbul 2006, s. 203-204.

Sahillio ğlu, Halil, “Avârız”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. IV, İstanbul 1991, s. 108-109.

Sahillio ğlu, Halil, “Esedî”, DİA, Türkiye Diyanet İş leri Vakfı Yay., C. XI, İstanbul 1995, s. 368-369.

Tukin, Cemal, “Girit”, İA, MEB Yay., C. IV, Eski şehir 1997, s. 791-804.

Zambaur, E. V., “Kantar”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 165.

Zambaur, E. V., “Keyl”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 663-664.

Zambaur, E. V., “Kuru ş”, İA, MEB Yay., C. VI, Eski şehir 1997, s. 1025-1026.

4. Bildiriler

Ak şit, Ahmet, “Kayseri’de Sur Dı şı İskân: Külük/Gülük Mahallesi”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 1-5.

Aktan, Ali, “Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri’deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2000, s. 7-33.

Bayrak, Şaban, “18-19. Yüzyılda Kayseri’nin Ticarî Hinterlandı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 73-81. 303

Demirci, Süleyman ve Hasan Arslan, “E şkıyalar ve Osmanlı Devleti: Mara ş Eyaleti’nde Eşkıyalık Faaliyetleri ve Bunların Merkez-Ta şra Yazı şmalarındaki Yansımaları, 1590- 1750”, XVI. Türk Tarih Kongresi Tebli ğleri , TTK Yay., Ankara 2010, s. 1-57. (Baskıda)

Demirci, Süleyman, “Diyarbakır Eyâletinde Ola ğanüstü Vergi Uygulamalarına Yönelik Gözlemler, 1645-1700”, II. Uluslararası Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri , Editörler: Bahaeddin Yediyıldız, Kerstin Tomenendal, C. II, Ankara 2008, s. 363-385.

Demirci, Süleyman, “Ho şgörü Toplumu’nda Birlikte Ya şamak: Osmanlı Toplumunda Gayrimüslim Ermeni Vatanda şları ve Hukuk: Kayseri Örne ği”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri , hzl: M. Metin Hülagü, Şakir Batmaz, Süleyman Demirci, Gülbadi Alan, EÜ. Yay., C. IV, Kayseri 2007, s. 315-325.

Demirci, Süleyman, “Kanun-ı Kadimin İzinden Yeni Bir Sistemin Tesisine Osmanlı Mâli Sisteminde De ğişim: XVII. Yüzyıl Sivas Eyâleti Avârızhâne Sayıları Üzerinde Kar şıla ştırmalı Bir De ğerlendirme (1640-1700)”, Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri , C. I, Sivas 2007, s. 179-190.

Demirel, Ömer, “Tereke Defterlerine Göre Kayseri Tüccar ve Esnafı’nın Borç-Alacak İli şkileri”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 139- 150.

Dö ğüş, Selahattin, “Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iyye Siciline Göre Şehrin Sosyo- Ekonomik Hayatı ve Abaza Mehmed Pa şa İsyanının Şehre Tesirleri”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1998, s. 113-126.

Erdo ğru, M. Âkif, “Haric-i Kayseri Suba şısı ve Cemaatler”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1998, s. 139-147.

Erdo ğru, M. Âkif, “Onaltıncı Yüzyılda Kayseri Şer’i Meclisi ve Kayserili Kadınlar”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 187-195.

Erdo ğru, M. Âkif, “XVI.-XVII. Yüzyıllarda Kayseri Zimmîleri”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 71-77.

Göde, Kemal, “Halil Edhem [Eldem] ve Kayseriye Şehri Adlı Eserinin Önemi”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 203-207. 304

Güçlüay, Sezgin, “Selçuklular Dönemi Kayseri’nin Ticarî İmkânları”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 103-109.

Gülsoy, Ersin, “Girit Seferleri Dolayısı İle Akdeniz’de Osmanlı-Venedik Donanma Sava şları (1645-1669)”, CIEPO XIV. Sempozyum Bildirileri , TTK Yay., Ankara 2002.

Hülagü, M. Metin, “1897 Türk-Yunan Harbine Kadar Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO XIV. Sempozyum Bildirileri , TTK Yay., Ankara 2002.

İnba şı, Mehmet, “Nüfus ve Ekonomik Yönden XVI. ve XVII. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri , hzl: M. Metin Hülagü, Gülbadi Alan, Süleyman Demirci, Şakir Batmaz, EÜ. Yay., C. III, Kayseri 2007, s. 9-32.

İnba şı, Mehmet, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı ve Esnaf Te şkilâtı”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 129-138.

İnba şı, Mehmet, “XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri ve Civarında Meydana Gelen Olaylar”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 2000, s. 237- 251.

İpek, Nedim, “Müstakil Sancaktan Vilayete Kayseri’nin İdarî Taksimatı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 297-306.

Karagöz, Mehmet, “XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Şehrinin Fizikî Görünümü ve Mahallelerin Durumu”, II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1998, s. 245-257.

Karagöz, Mehmet, “XVIII. Asrın İlk Yarısında Osmanlı İdarî Taksimatı İçerisinde Kayseri’nin İdarî Durumu”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 139-163.

Karaka ş, Muhammet, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Mukataaları”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 253-268.

Keskin, Mustafa, “Kayseri Yöresindeki A şiretlerin İskânı Hakkında”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 193-205.

Maxim, Mihai, “XVI. Asrın İkinci Yarısında Eflâk-Bo ğdan’ın Osmanlı İmparatorlu ğu’na Kar şı İktisadî ve Malî Mükellefiyetleri Hakkında Bazı Dü şünceler”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri , C. II, Ankara 1973, s. 553-566. 305

Selçuk, Hava, “XVII. Yüzyılda Kayseri’de Ya şayan Ermenilerin Sosyal Ya şantıları Üzerine Bazı De ğerlendirmeler”, I. Uluslararası Sosyal Ara ştırmalar Sempozyumu Bildirileri , hzl: M. Metin Hülagü, Şakir Batmaz, Gülbadi Alan, Süleyman Demirci, EÜ. Yay., C. II, Kayseri 2007, s. 315-323.

Sezer, Hamiyet, “ Şer’iyye Sicillerine Göre III. Selim Dönemi Kayseri Şehri”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 463-472.

Tok, Özen, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler İle İlgili Belgeler Üzerinde Bazı De ğerlendirmeler (H. 1065-1070 / M. 1655-1660)”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2000, s. 487-511.

Tok, Özen, “Osmanlı Şehrinde Mülkün Kullanımında Çevre Düzeni ve Kamu Hukukuna Riayet (XVII. Yüzyıl Kayseri Örne ği)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 2003, s. 493-509.

Yinanç, Refet, “XVI. Yüzyıl Sonlarında Kayseri Mahalleleri ve Nüfusları”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri , Kayseri 1997, s. 363-366.

5. Tezler

Ertürk, Mustafa, 13 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1017-1018/1608-1609) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kaya, İsmail, 15/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1019-1020/1611-1612) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kaldı, Mehmet, 18 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1025/1616) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamış Bitirme Tezi)

Çördük, Selahattin, 20/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1027/1617) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Süslü, Mustafa, 20/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1027-1028/1617-1618) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Dö ğüş, Selahattin, 25 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1034/1624-1625) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi) 306

Gündüz, Ahmet, 27/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1035-1036/1625-1626) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kılıç, Mehmet Ali, 41/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1048/1638-1639) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2008. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Tarih Bölümü Ö ğrencileri, 42/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1049-1054/1640- 1644) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1999. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Çelik, Erdal, 42/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1049-1054/1640-1644) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Yılmaz, Mukaddes, 55/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1055/1645) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Deveci, Sefure, 55/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1055/1645) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Oğuz, Mustafa, 59 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1062/1652) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Do ğan, Mesude, 60/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1065/1655) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2001. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Akkan, Meltem, 60/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1065/1655) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2003. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Çapar, Ahmet, 61/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1061/1650) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Demir, Erdinç, 61/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1061/1651) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2001. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kozan, Berna, 62 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1062/1652) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 2000. (Yayımlanmamış Bitirme Tezi)

Tarih Bölümü Ö ğrencileri, 63 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1063/1652-1653) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 2001. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Özdemir, Ali, 64/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1066/1655-1656) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi) 307

Kalıpçıo ğlu, Muhammed Ali, 65 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1066-1067/1655- 1656) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1996. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Yurtlak, Rıdvan, 66/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1067/1657) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Tarih Bölümü Ö ğrencileri, 67 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1068/1658) , EÜ. Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1996. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Çalı şkan, Recep, 68 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1068/1658) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamış Bitirme Tezi)

Şen, Gültekin, 69 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1069/1658-1659) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1996. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Tarih Bölümü Ö ğrencileri, 70/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1069/1658-1659) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1998. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Tarih Bölümü Ö ğrencileri, 70/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1069/1658-1659) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1999. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Özçelik, Hüseyin, Kayseri 72/1 ve 72/2 Numaralı Şer’iye Sicili (1071-1078/1660-1668) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Bitirme Tezi)

Yılmaz, Adem, 74/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1077-1078/1667) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2000. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kalıpçıo ğlu, Zeynep, 75 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1073-1074/1663-1664) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1996. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Şahin, Hilal, 77/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078/1667), EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2006. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Akpınar, Deniz, 77/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078/1667), EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2006. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Sezer, Musa, 78/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078-1079/1668), EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2008. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

308

Alida ğı, Leyla, 78/3 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1078-1079/1668), EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2009. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Aslan, Nasi, 81 ve 84 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1084/1673 ve 1087/1676) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Doktora Tezi)

Özbek, Mehmet, 88 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1089-1090/1678-1679) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Temür, İlhami, 89/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1090/1680) , EÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamış Bitirme Tezi)

Duran, Orhan, 90 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1091/1680) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Aytekin, Hakan, 91 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1094/1683) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2006. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Aydo ğan, Muhittin, 91/1 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1094/1683) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Özmen, Cengiz, 91/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1094-1095/1683-1684) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Yıldırım, Abdurrahman, 91/3 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1095/1684) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2002. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Ünal, Ayhan Af şin, 92 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1095/1684) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1994. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Türkmen, Ay şe, 96 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1099-1100/1687-1689) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1998. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Yılmaz, Emel, 100/2 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1104/1692) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2010. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Kaplan, Ali, 104 Numaralı Kayseri Şer’iye Sicili (1109-1110/1697-1698) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1999. (Yayımlanmamı ş Yüksek Lisans Tezi)

Karaka ş, Muhammet, XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri (1750-1775) , EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1997. (Yayımlanmamı ş Doktora Tezi)

309

İNDEKS

Anadolu, iv, 3, 6, 8, 12, 13, 14, 25, 32, 35, 84, 86, 101, 109, 119, 122, 123, 124, 127, 139, 140, 144, A 160, 161, 162, 164, 165, 166, 167, 173, 174, 175, Abaza Hasan, 180, 181, 183, 185, 186 176, 177, 186, 193, 194, 197, 201, 202, 218, 237, Abaza Mehmed Pa şa, 176, 177 276, 343 Abdülbaki Çelebi ( şehir kethüdası), 62 Anadolu Beylerbeyli ği, 33, 34 Abdülbaki ibn-i Abdülkerim ( şehir kethüdası), 82 Anadolu Eyaleti, 34 Abdülmuin Efendi (naip), 228 Anadolu Selçuklu Devleti, 31, 200 Abdünnebi b. Hamza (esnaf şeyhi), 87 Anasdas v. Kaplan (yi ğitba şı), 226 Abdünnebi Efendi Çar şısı, 277 Ankara, 104, 127, 165, 177, 195, 274, 277, 347 Adana, 28, 129, 165, 174, 181, 218 Arabdede, 229 Adana Beylerbeyli ği, 37 Arabistan, 6, 13, 191 Afrika, 34 Arakil, 20, 80, 114, 228, 229, 231 Ağırnas, 43, 78, 79, 169, 216 Arapkir, 276 Ağya v. Tatır (yi ğitba şı), 88 Argıncık, 43, 81, 147, 180, 194 Ahıska, 179 Arpacılar Çar şısı, 277 Ahi Evran, 277 Arslan Bey (mütesellim), 52 Ahi İsa, 20 Arslan Bey Camii, 22 Ahikapı, 44 Arslan Kalfa v. Hacet (kethüda), 78, 155 Ahmed A ğa (kethüdayeri), 66 Arslan v. Hacet (kethüda), 82, 233 Ahmed Bey (cizye emini), 211 Aselciler Çar şısı, 277 Ahmed Nazîf, 8 Asur, 12 Ahmed Pa şa (Karaman beylerbeyi), 154, 166, 167 Asya, 34 Ahmed Pa şa (serdarıekrem), 109 Aşağı Pusatlı, 43 Ahmed Pa şa Camii, 22 At Pazarı Kapısı Çar şısı, 277 Ahmed Pa şa Vakfı, 215 Atpazarı, 137, 233 Akçain, 44 Avrupa, 170, 277 Akçakaya, 43, 204, 264 Av şar, 44 Akda ğ, 239, 259 Av şarviran, 43 Akdeniz, 162 Avusturya, 3 Akhisar, 43 Aydın, 127 Akin, 43, 123 Aydo ğdu, 20, 80, 114, 228 Akkaya, 43 Aksaray, 26, 36, 40, 127, 135, 142, 143, 152, 153, B 156, 201, 202, 246, 253, 254, 255, 256, 289, 337 Akseki, 44 Ba ğçevani, 79, 84, 124, 269 Ak şehir, 26, 36, 127, 142, 143, 152, 153, 156, 201, Ba ğçivani, 143 202, 246, 253, 254, 255, 256, 289 Ba ğdad, 35, 91, 105, 117, 119, 125, 126, 157, 158, Akyazı, 43 174, 177, 179, 263, 322, 323 Alaca, 204 Ba ğdad Kalesi, 116, 118 Alaca Mescid, 19, 20 Bakkallar Çar şısı, 277 Alaca Mescid Camii, 22 Bâlâ Gesi, 43, 78, 79, 84, 111, 123, 154 Alada ğ, 36 Baldöktü, 19, 20, 78, 80, 124, 143, 147, 270, 272 Ali A ğa (mütesellim), 53 Balkanlar, 25, 172 Ali A ğa (suba şı), 70 Barsama, 43 Ali A ğa (yeniçeri serdarı), 247 Basra, 35 Ali b. İsmail ( şehir kethüdası), 106 Batman, 20, 80, 114 Ali Bey b. Ahmed (kethüdayeri), 67, 151 Battal Gazi, 124 Ali Çelebi (mütesellim), 52 Battal Gazi Camii, 22, 385 Ali Efendi (Kayseri Kalesi imamı), 86 Bayram Hacılı, 43, 245 Ali Pa şa (Karaman defterdarı), 79, 187 Bedesten, 277 Allahverdi v. Bogos (kethüda), 83 Bedros v. Şahin (yi ğitba şı), 225 Allahverdi v. Dırader (kethüda), 81 Be ğendik, 43 Allahverdi v. Orun (yi ğitba şı), 228 Be ğendikli, 43 Altın Özü Mukataası, 210 Bekir Bey (sancak beyi), 48 Amasya, 32, 125 Bekta ş, 20, 80, 114, 115, 117, 238, 250 Ambarviran, 43, 44 Bekta ş Bey (sancak beyi), 47 Amerika, 275 Bekta şlı, 43 Amid, 150 Belardı, 43 Belba şı, 43 310

Belviran, 36, 43 Çardak Camii, 22 Berberler Çar şısı, 277 Çay, 43 Bey şehir, 26, 36, 142, 143, 152, 153, 154, 156, 201, Çemeneli, 36 202, 246, 253, 254, 255, 256, 289 Çe şmeönü Çar şısı, 277 Bezzazistan, 20 Çiftehan, 139, 147 Bezzazlar Çar şısı, 277 Çilingirler Çar şısı, 277 Bıçakçılar Çar şısı, 277 Çivril, 43, 81, 147 Billur, 43 Çobansalar, 44 Birecik, 113 Çokviran, 44 Bizans, 12, 15, 18 Çördük, 43 Bizanslılar, 15 Çöten, 43 Bolu, 165 Çubuk ovası, 179 Bor, 130, 135 Çukur, 43, 78, 79 Boran, 168, 170 Çukur Kı şla, 43, 147 Bostanlı, 123 Boyacı, 43, 81, 123 Boyacı Ahmed, 181, 182 D Boyacı Kapısı, 15, 19 Dada ğı, 43, 81 Boyacı Kapısı Çar şısı, 277 Dadasun, 43, 168 Boyacıo ğlu Ahmed, 180, 182 Dader, 20, 80 Boyahane Mukataası, 210 Damga Mukataası, 210 Bozatlı, 20, 43, 80, 82, 124, 143, 147, 155, 184, 257, Dani şmendli, 12, 20, 26 270 Dani şmendliler, 14, 15, 21 Bozatlu, 73, 78, 79, 87 Darsiyak, 43, 78, 79, 84, 111, 115, 123, 154, 183, 186 Bozdo ğan Türkmeni, 139 Debba ğ Camii, 22 Bozok, 36, 239 Debba ğlar, 20 Bozulus Türkmeni, 192 Debba ğlar Çar şısı, 277 Börekçiler Çar şısı, 277 Defterdar Sarı Mehmed Pa şa, 5 Budin, 35 Defterhane, 29 Bursa, 26, 140, 174, 277 Deliklita ş, 20 Bürüngüz, 43 Depesidelik, 44 Büyük Selçuklular, 9 Derecik, 44 Büyükçe şme Çar şısı, 277 Derk v. İnebek (yi ğitba şı), 227 Dervi ş Bey (kethüda), 169 C Dervi ş Mehmed Bey (cizye kâtibi), 211 Develi, 41, 57, 99, 137, 146, 149, 179 Cafer Bey, 20 Dı ş Kale, 14, 18 Cam i Kebir, 78 Dibecik, 20, 79, 80, 82, 124, 143, 147, 205, 251 Cami- i Kebir, 20 Dilaver A ğa (kethüdayeri), 169, 216 Cami-i kebir, 19 Dilaver Pa şa (sancak beyi), 53, 56 Cami-i Kebir, 22, 84, 384, 385 Dinek, 44 Cami-i Sultan, 22 Dip İnecikler, 43 Canbaz, 44 Divanhane, 29 Cebel-i Ali, 26, 40, 43 Divân-ı Hümâyun, 29, 33, 90, 380, 386 Cebel-i Erciyes, 40, 43, 320, 321 Diyarbekir, 33, 35, 104, 115, 132, 133, 159, 160, 161, Celalî, 181 162, 275, 276, 277 Celâli, vi, 3, 4, 25, 138, 145, 158, 172, 175, 176, 177, Dizdar Kapı , 15 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, Do ğu Anadolu, 34 188, 193, 195, 196, 197, 205, 245, 288 Do ğu Karadeniz, 36 Celâliler, 5 Dostviran, 44 Cezayir, 35 Dö ğer, 43 Cı ğalazâde Mehmed Pa şa, 179 Döner Kümbet, 277 Cırgalan, 43, 123 Dulkadir, 26 Cırlavuk, 43, 123, 258, 262 Dulkadiro ğulları, 9, 16 Cırlavuk Mescidi, 384 Durmu ş Be şe (yeniçeri serdarı), 61 Cırlavuk Mukataası, 210 Düvenönü, 20 Cuma A ğa (suba şı), 70 Cüneydviran, 44 E Ç Ebiç, 43 Ebubekir Bey (sancak beyi), 49, 52 Ça ğlayanba şı, 43 Edirne, 91, 105, 167, 277 Ça ğş ak, 43 Efkere, 43, 78, 84, 111, 115, 123, 154, 195, 204, 216 Çaldıryan, 43 Eğribucak, 43 Çalıpalma, 44 Eğrice, 43 311

Eğriin, 44 Güllüceviran, 190 Elagöz, 43, 185 Gülnar, 36 Emevî, 12 Gülük, 19, 20, 78, 79, 80, 82, 88, 143, 147, 168, 226, Emir Sultan, 18, 20, 80, 85, 114, 115, 124, 227, 232, 227 265 Gülük Camii, 22 Emir şah Camii, 22 Gülük Şemseddin Camii, 22 Emmiler, 43 Gümülgen, 43 Endürlük, 43, 78, 79, 118, 123, 154, 216, 320, 321, Gümü şdeniz, 44 322, 323 Güneya ğıl, 44 Eratnao ğulları, 9 Güneydo ğu Anadolu, 26 Erciyes Da ğı, 14 Gürcü, 20, 80, 84, 270 Ere ğli, 36, 179 Gürcü Osman Pa şa Camii, 22 Erkilet, 43, 78, 79, 81, 84, 85, 122, 123, 154, 188, Gürgürün, 78, 79, 81 259, 260 Gürle, 43 Ermenek, 36 Gürlevik, 43 Ermeniler, 27, 28, 235 Güzelcein, 43 Erzurum, 35, 161, 176, 179 Erzurum Kalesi, 179 Eski Bedesten, 19 H Eski Bezzazistan, 20, 82, 85, 124 Habe ş, 35 Eski Penbeciler Çar şısı, 277 Hacet, 20, 85, 147, 216 Eski Şehir, 18 Hacı Abdi ( şehir kethüdası), 77 Eskiciler Çar şısı, 277 Hacı Abdullah, 20, 78, 82, 84, 124, 147, 269, 270, Eskiil, 36 271 Eski şehir, 174 Hacı Ahmed b. Hasan (kethüda), 81, 82, 85 Eslem Pa şa, 19, 20, 80, 114, 115, 223, 227, 231, 232, Hacı Ahmed b. Yusuf Be şe (yi ğitba şı), 87 239, 245, 385 Hacı Ahmed Pa şa Camii, 239, 241 Eşkin Mukataası, 210 Hacı Ali b. Halil (kethüda), 82, 85 Eşkinciyan Mukataası, 210 Hacı Ali Çelebi b. Halil (kethüda), 78 Everek, 240 Hacı Arap, 19, 20, 82, 84, 124, 147 Evliya Çelebi, 8, 16, 19, 179, 201 Hacı Budak b. Sefer ( şehir kethüdası), 108 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 14 Hacı Halid b. Hacı Hasan (kethüda), 143 Eymür cemaati, 191 Hacı Hasan b. Bakkal Hüseyin (muhzır), 96 Eymürdad, 43 Hacı Hasan Camii, 22 Hacı Hüseyin Bey b. Abdullatif (kethüdayeri), 66 F Hacı İbrahim Pa şa (serasker), 178 Hacı İbrahim Pa şa Vakfı Camileri, 22 Fara şa, 43, 225 Hacı İvaz, 20 Fatih Kanunnamesi, 34, 68, 97 Hacı Kara Camii, 22 Fatih Sultan Mehmed, 18, 35, 201, 208 Hacı Kasım, 19, 20 Fenese, 43 Hacı Kılıç, 19, 20, 78, 79, 80, 124, 143, 145, 147, 385 Ferddamlı, 44 Hacı Kılıç Camii, 22 Fırıncı, 20, 80, 114 Hacı Mahmud Pa şa (vezir), 146 Fransa, 275 Hacı Mansur, 19, 20, 147 Hacı Mehmed (kethüda), 84 Hacı Mehmed ( şehir kethüdası), 106 G Hacı Mehmed b. Ali (kethüda), 84 Gediris, 43 Hacı Mehmed ibn-i Ali (kethüda), 124 Gemerek, 81 Hacı Saki, 20 Gergeme, 43, 78, 79 Hacılar, 43, 123, 145 Germir, 43, 78, 79, 82, 111, 115, 123, 154, 216, 234 Haçator v. Bahadır (yi ğitba şı), 222 Gesi, 43, 78, 79, 84, 111, 115, 123, 146, 154, 183, Hadım Çavu ş, 20 245, 262, 385 Haffaflar Çar şısı, 277 Girit, vi, 9, 50, 105, 107, 109, 110, 111, 116, 117, Hafız Şaban (kadı), 94 120, 129, 141, 157, 158, 162, 163, 165, 167, 168, Haleb, 33, 35, 105, 160, 162, 165, 180, 181 203, 204, 269, 275 Haleb Kalesi, 181 Göçerli taifesi, 72 Halil Bey ( şehir suba şısı), 74 Gökçe Eymür, 43 Halil Pa şa (serdarıekrem), 121 Gökçea ğıl, 44 Halil Pa şa (vezir), 166 Gömeç, 43 Hama, 191 Gömeçhisar, 43 Hamurcu, 20, 78, 124, 267 Gön Hanı, 52, 74 Hamurculu, 82 Göynük, 44 Hamza A ğa (mütesellim), 170 Güllü, 44 Hamza Bey (sancak beyi), 47 Güllüce, 60 Han Camii, 22, 277 Hanya Kalesi, 162 312

Harput, 20, 80, 114, 115, 227 İbrahim A ğa (kethüdayeri), 66 Hasan Çelebi (nüzul kâtibi), 137 İbrahim A ğa ( şehir suba şısı), 75 Hasan Fakih, 19, 20, 78, 82, 85, 143, 147, 248 İbrahim Bey (Karaman beylerbeyi), 48, 49 Hasan Pa şa (Karaman beylebeyi), 181 İbrahim Çelebi (suba şı), 71 Hasan Pa şa (serdarıekrem), 178 İbrahim Pa şa (defterdar), 155, 181 Hasanalp, 43 İbrahim Pa şa (Karaman beylerbeyi), 160 Hasanarpa, 43, 123 İbrahim Pa şa (yeniçeri a ğası), 164 Hasanda ğı, 43 İbşir Pa şa, 181 Hasbek, 19, 20, 78, 85, 117, 185, 268, 386 İç Kale, 14, 16, 17, 18 Hatıro ğlu Camii, 22 İçel, 26, 36, 40, 142, 143, 152, 153, 154, 156, 246, Hatun Sarayı Mukataası, 210 253, 254, 255, 256, 289 Haymana, 43 İçeri Şar, 18 Hırka, 43 İkiyolarası, 44 Hızır Pa şa (sancak beyi), 53, 55, 106 İkizce, 43, 169 Hidayetullah Çelebi (Kayseri Kalesi kethüdası), 86 İmaret, 43, 81 Hisar Camii, 22 İmirze A ğa (suba şı), 72 Hisarcık, 43, 115, 123 İncesu, 43, 170 Hisartepe, 43 İncesu ve Sazlık Mukataası, 210 Hisayunlu, 19, 20, 78, 79, 82, 124, 147, 184, 227 İncirlik, 44 Hisayunlu Mescidi, 384 İnecik, 43 Hitit, 12 İngiltere, 275 Hoca Mukbil Camii, 22 İpek Yolu, 13 Hocaviran, 43 İran, 3, 176, 177 Horasan v. Hacı (kethüda), 79 İsa A ğa, 19 Horsana, 43, 123, 185, 204 İsakçı ovası, 165 Höbek, 43 İsbile, 43 Hristos, 20, 43 İshacık, 44 Huand, 19, 20, 72, 73, 78, 79, 80, 82, 85, 116, 124, İshaklı, 36 143, 147, 185, 248, 267 İskender A ğa (suba şı), 72 Huand Camii, 22, 384 İslâmlı, 26, 40, 43, 44, 55, 70, 115, 167, 193, 203, Hüdavendigar, 165 245 Hükûmet Sarayı, 48 İsmail b. Hacı Ömer (esnaf şeyhi), 132 Hürrem Çavu ş, 18, 20, 48 İstanbul, 7, 9, 10, 56, 57, 83, 90, 98, 99, 106, 113, Hürrem Çavu ş Camii, 22 127, 131, 132, 134, 140, 141, 144, 149, 151, 164, Hüseyin A ğa (mütesellim), 52 166, 176, 190, 193, 197, 217, 218, 220, 221, 224, Hüseyin A ğa (yeniçeri a ğası), 161, 166 234, 235, 236, 240, 249, 250, 261, 277, 280, 347 Hüseyin Fakih Mescidi, 251 İstefana, 43, 78, 111 Hüseyin Pa şa (vezir), 165 İstefane, 79, 123, 154 İzmir, 190 I İznikmid, 174 I. Ahmed, 157 J I. Alaeddin Keykubat, 16 I. Bayezid, 32 Justinianus, 15 I. İzzeddin Keykâvus, 15 I. Murad, 32 I. Mustafa, 157 K II. Ahmed, 158 Kabaklı, 44, 263 II. Bayezid, 18, 33 Kadı Burhaneddin Ahmed, 9 II. Mustafa, 158 Kahvehane Mukataası, 210 II. Osman, 157 Kalaycılar Çar şısı, 277 II. Selim, 4, 33 Kalaycızâde Murtaza, 188 II. Süleyman, 158 Kalenderhane, 20, 78, 79, 80, 124, 147 III. Gordianus, 15 Kalendero ğlu, 179 III. Mehmed, 157 Kalendero ğlu Halil, 181 III. Murad, 4, 26, 33, 172 Kalına ğıl, 44 Ilgın, 36 Kalkancık, 20, 43 Isbıdın, 43, 78, 79, 111, 123, 239 Kaman, 43 Isparta, 28 Kandiye, 157, 162 IV. Mehmed, 4, 158 Kandiye Kalesi, 109, 110, 111, 116, 120, 129, 158 IV. Murad, 5, 157, 158, 177 Kanuni, 4, 6, 97, 172 Kanuni Sultan Süleyman, 4, 26, 29, 33, 40 İ Kapan, 19, 20, 78, 147, 184, 266, 270, 272 Kaptanpa şa, 35 İbn Haldun, 5 Kara Yazıcı, 5 313

Karabet, 20 Kızılviran, 44, 53, 123 Karabit, 80, 225 Kiçi Bürüngüz, 78, 79, 213 Karacaviran, 43, 44 Kiçi Kapı, 15, 19 Karahisar, 27, 36, 41, 43, 44, 57, 138, 139, 142, 143, Kiçibürüngüz, 44, 229, 249 145, 149, 155, 179, 245, 246, 251 Kiçikapı, 80, 114, 115, 226, 228 Karahisar-ı Sahip, 127 Kiçikapu, 20, 80 Karahöyük, 44 Kirpas Mukataası, 210 Karakaya, 26, 40, 43, 123, 265 Ki şio ğlu Yusuf, 182 Karakeçi, 20, 80, 115, 227 Kitâb-i Müstetâb, 6 Karakilise, 44, 167, 203 Kitâbu Mesâlihi’l-Müslimîn, 7, 124 Karakilise Köyü Camii, 22 Kocaeli, 224 Karakürkçü, 20, 78, 80 Koçhisar, 36 Karaman, vii, 13, 34, 35, 40, 104, 107, 121, 123, 129, Koçi Bey, 5, 6 130, 131, 133, 150, 153, 155, 158, 159, 160, 162, Koçi Bey Risâlesi, 5, 159 165, 173, 174, 181, 185, 187, 201, 202, 218, 219, Konaklar, 20, 78, 82, 124 254, 259, 261, 320, 321, 334, 335, 337 Konya, iv, vi, vii, 8, 14, 16, 26, 28, 36, 40, 63, 91, Karaman Bey, 36 104, 124, 127, 133, 142, 143, 152, 153, 156, 161, Karaman Beylerbeyili ği, 33 165, 166, 174, 177, 187, 195, 196, 201, 202, 246, Karaman Beylerbeyli ği, 36 253, 254, 255, 256, 261, 274, 276, 277, 289 Karaman eyaleti, 163, 167, 196 Konyalı Mustafa A ğa (mütesellim), 52 Karaman Eyaleti, iv, vi, 8, 26, 28, 36, 40, 49, 105, Koramaz, 26, 40, 43, 204, 276 120, 129, 133, 135, 144, 145, 150, 151, 152, 153, Koyulhisar, 44 154, 155, 156, 160, 161, 162, 166, 167, 168, 181, Kozan, 28 196, 201, 202, 210, 217, 246, 253, 254, 255, 289 Kozca ğız, 44 Karamano ğulları, 9, 16, 36 Kozluca, 44 Karasu, 44, 74, 256 Kös, 43 Karasu köprüsü, 179 Köse Ahmedli, 170 Karata ş, 26, 40, 43, 168, 324, 325 Köse Dani şmendli, 85 Karayazıcı, 178 Köse Dani şmendlü, 20 Kars, 220 Köstere, 26, 40, 43, 70, 115, 120, 155, 189, 214, 245 Kasaplar Çar şısı, 277 Kö şk Mukataası, 210 Kasım b. İbrahim (kethüda), 123 Köyyıkan, 20, 80, 83, 87, 88, 114, 232, 247 Kastamonu, 165 Kubbealtı, 29 Katıra ğılı, 44 Kulaklı, 43 Kâtip Çelebi, 5, 7 Kulaklıkaya, 43 Kayadibi, 43 Kumarlı, 43, 123 Kayseri, 28, 46, 47, 213, 318, 320, 322, 326, 328, Kurt Ali Bey ( şehir suba şısı), 70 330, 332, 336, 338, 340, 342, 344, 350, 352, 354, Kurtini, 44 362, 363 Kuruçay, 180 Kayseri Çar şısı, 277 Kurugöl, 44 Kayseri Kalesi, 14, 15, 86, 127, 130, 131, 135, 145, Kuruköprü, 44 180, 182, 236, 288, 385 Ku şçu, 44 Kayseri Kalesi Camii, 22 Kuyucak, 44 Kayseri ve Cırlavuk Mukataaları, 210 Kuyucu Murad Pa şa, 177 Kazancılar Çar şısı, 277 Küçük Süleymanlı, 43 Kazgancık, 44 Kümbet Çe şme, 269 Kebe İlyas, 20, 78, 79, 82, 147, 257, 264, 268, 385 Kürkçü taifesi, 76 Kebe İlyas Camii, 22 Kürkçüler Çar şısı, 277 Kemer, 44 Kürt taifesi, 192 Kemerci, 44 Kürtler, 20, 78, 79, 80, 82, 84, 143, 147, 385 Kenar-ı Irmak, 40, 43, 204, 344, 345 Kütahya, 33, 174 Kepez, 123 Kethüda, 20, 227, 232, 239 Keykubat, 44, 84, 123 L Kıbrıs, 160, 275 Lala, 20, 78, 82, 85, 124, 147, 249, 270 Kılıç, 20 Lala Camii, 22 Kıpti taifesi, 218 Lala Pa şa, 19 Kıranardı, 44 Lala Şahin Pa şa, 32 Kırım, 35 Larende, 36 Kırım Hanlı ğı, 35 Kır şehir, 26, 36, 135, 142, 143, 152, 153, 156, 192, 201, 202, 246, 253, 254, 255, 256, 289 M Kızık, 44, 75, 81 Mahkeme Sarayı, 48 Kızıla ğıl, 44 Mahmud A ğa (yeniçeri serdarı), 147 Kızılcain, 44, 344 Mahmud b. İsmail ( şehir kethüdası), 106 Kızıltepe, 43 314

Mahmud Be şe b. İsmail ( şehir kethüdası), 79 Musa Gazi, 19, 20, 78, 82, 124, 143, 147 Mahmud Pa şa (vezir), 147 Musli Bey ( şehir suba şısı), 73 Mahrumlar, 43 Muslukgedi ği, 190, 193 Mahzemin, 44, 123 Mustafa A ğa (mütesellim), 53, 74, 106 Malatya, 106 Mustafa A ğa (nakibü’l-eşraf kaymakamı), 147 Malya, 26, 40, 43 Mustafa A ğa (yeniçeri a ğası), 185 Manastır, 34 Mustafa Bey (sancak beyi), 50 Mancusun, 44, 78, 83, 84, 111, 112, 123, 146, 154, Mustafa Bey ( şehir suba şısı), 73 169, 216, 246, 258, 261, 267 Mustafa Efendi (kadı), 230 Manisa, 277 Mustafa Efendi (nüzul emini), 137 Mansur, 20 Mustafa Pa şa (Karaman beylerbeyi), 163 Mara ş, 36, 105, 138, 165, 174, 177, 180 Mustafa Pa şa (sancak beyi), 52 Mehmed A ğa (mütesellim), 53, 72, 88 Mükremin, 20, 82, 84, 147, 252, 269 Mehmed A ğa (suba şı), 70 Mehmed A ğa (yeniçeri a ğası), 160 Mehmed Be şe (yeniçeri serdarı), 60 N Mehmed Bey (sancak beyi), 70 Naîma, 5 Mehmed Bey (suba şı), 71 Naîma Mustafa Efendi, 4 Mehmed Bey ( Şehr-i Zor beylerbeyi), 48 Nasuh Pa şa (vezir), 132 Mehmed Bey b. Cafer (yeniçeri serdarı), 122 Nesibe Hatun, 20 Mehmed Efendi (kadı), 47 Ni ğde, 26, 28, 36, 40, 42, 130, 135, 136, 137, 138, Mehmed Efendi Çar şısı, 277 142, 143, 152, 153, 185, 201, 202, 219, 246, 253, Mehmed Fakihli, 44 254, 255, 256, 289 Mehmed Melik Gazi, 21 Niziye, 44, 78, 84, 111 Mehmed Pa şa (Karaman defterdarı), 134, 145, 150, 196, 197 Mehmed Pa şa (Karman defterdarı), 135 O Mehmed Pa şa (serdar), 179 Obruk, 44 Mehmed Pa şa (vezir), 165 Oduncu, 19, 20, 80, 88, 114, 115, 169, 239 Mehmed Pa şa Camii, 22 Orhan Gazi, 32, 38 Melik Arslan Camii, 22 Orta Anadolu, 26, 36 Memluklu Devleti, 31 Ortaköy, 36, 44 Merdan Ali Bey (sancak beyi), 72, 88 Osman A ğa (mütesellim), 55 Merdivenli, 43 Osman b. Hacı Mehmed ( şehir kethüdası), 80 Merhum Osman Pa şa Camii, 22 Osman Bey b. Ebubekir (kethüda), 85 Merkep Meydanı, 43 Osman Çelebi b. Hacı Mehmed ( şehir kethüdası), 82 Merkepçi, 19, 20, 60, 85, 124 Osman Çelebi ibn-i Hacı Mehmed ( şehir kethüdası), Mermerli, 20, 80, 114, 226, 227, 232 84 Mermerli Mescid, 20 Osman Pa şa Camii, 21, 173 Mesud Çelebi (naip), 230 Osmanlı, iv, vi, 1, 3, 4, 8, 17, 19, 26, 27, 28, 29, 30, Me şhedin, 44 35, 38, 40, 46, 90, 101, 127, 129, 157, 160, 162, Mevlana Abdullah (kadı), 248 170, 172, 177, 198, 199, 200, 201, 206, 207, 208, Mevlana Abdünnebi Efendi (kadı), 93 210, 237, 243, 259, 274, 304 Mevlana Alaeddin (Ürgüp kadısı), 144 Osmanlı Devleti, iv, vi, 1, 4, 5, 9, 10, 14, 16, 25, 29, Mevlana Ali Efendi (kadı), 137, 247 30, 31, 32, 34, 35, 45, 47, 49, 90, 102, 107, 158, Mevlana Halil (Kayseri kadısı), 80 162, 163, 170, 172, 199, 200, 205, 207, 208, 211, Mevlana İbrahim (kadı), 41 242, 244, 274, 278, 279, 286, 296 Mevlana İsmail Efendi (naip), 225 Osmanlılar, 1, 14, 16, 18, 31, 32, 36, 38, 45, 47, 68, Mevlana Mustafa (kadı), 253 90, 91, 210, 277 Mevlana Seyyid Mehmed (Akda ğ kadısı), 259 Oyluk Fakılı, 43 Mevlana Şaban Efendi (naip), 260 Oymaa ğaç, 44, 123 Meydan Kapısı, 15 Meydan Kapısı Çar şısı, 277 Mısır, 31, 33, 35, 275 Ö Mikail b. Şeref (muhzır), 96 Ömer A ğa (mütesellim), 73, 85, 147, 269 Mirbad, 44 Ömer A ğa ( şehir suba şısı), 74, 76, 106 Mirza Mehmed Pa şa (Karaman beylerbeyi), 175 Ömer Be şe (yeniçeri serdarı), 61 Molu, 44, 78, 79, 84, 123, 154, 214 Ömerli, 44 Mora, 143, 162, 166 Mud, 36 Mumcu Halil, 20, 80 P Murad Bey (suba şı), 71 Murad Pa şa (Karaman defterdarı), 134 Palas, 43, 94, 99 Murad Pa şa (serdar), 179 Pehlivanlı cemaati, 191 Murad Pa şa (serdarıekrem), 159, 160 Penbeciler Çar şısı, 277 Murad v. Agob (kethüda), 80 Pers, 12 315

Pervane Bey Mescidi, 21 Sirkeciler Çar şısı, 277 Sis, 28, 74, 221 Sisliyan, 20, 80, 112, 220, 226, 227, 232, 238, 239 R Sivas, 13, 14, 16, 32, 35, 91, 105, 123, 165, 166, 173, Revan, 161, 179, 193 177, 179, 201, 259, 276, 326, 327 Risâle-i Hırzü’l-Mülûk, 7 Sivas Kapısı, 15, 48 Roma, 12, 15, 18 So ğanlı, 44 Romalılar, 18 Sosun, 44, 74 Rum, 28 Sûk-i Tavil (Uzunçar şı), 277 Rumeli, 6, 32, 34, 35, 101, 108, 119, 139, 202, 218 Sultan, 80 Rumeli Beylerbeyli ği, 32, 33 Sultan Hamamı, 20, 114, 115, 230, 232, 245 Rumiyan, 20, 80, 114, 124, 169, 225, 227, 229, 238, Sultan II. Bayezid, 40 245 Sultan II. Osman, 6 Rumlar, 14, 27, 241 Sultan IV. Murad, 5 Rumye v. Simon Ke şiş (kethüda), 82 Sultan İbrahim, 5, 157, 158 Rumye v. Simyon Ke şiş (kethüda), 81 Sultan Murad, 5 Rus, 74 Sultana ğılı, 44 Rusya, 275 Sultanhanı, 44 Suriye, 13 Süksün, 44, 263 S Süleyman A ğa ibn-i Sefer Bey (yeniçeri serdarı), 63 Saçlızâde Mustafa A ğa (mütesellim), 52 Süleyman Pa şa (yeniçeri a ğası), 164 Safevi, 26 Süleymanlı, 44 Sahaflar Çar şısı, 277 Sürtme, 44 Sahra, 26, 40, 41, 43, 44, 70, 115, 168, 170, 204, 214, 245, 276 Ş Sakaltutan, 44 Sakar, 43, 44, 248 Şaban Pa şa (Karaman beylerbeyi), 189 Sakız, 275 Şair Veysi, 5 Salkoma, 44, 258 Şam, 33, 35, 160, 275 Salur, 44, 60, 115, 147 Şarkiyan, 20, 80, 114, 115, 232, 252 Samanlı, 44 Şehreküstü, 20, 80, 114, 117, 190, 222, 225 Saraycık, 44, 123, 248 Şehr-i Zor Beylerbeyli ği, 48 Sarı Mehmedli, 78, 79, 81 Şehzade Süleyman, 32 Sarı Ömerli, 44 Şeyh Abdurrahim Efendi Camii, 22 Sarıca taifesi, 188 Şeyh Ba ğçevani, 82 Sarıgedik, 44 Şeyh Barak, 44 Sarıgül, 44 Şeyh Camii, 22 Sarımsaklı, 44, 78, 79, 81, 123, 216 Şeyh Çoban, 44 Sarraçlar Çar şısı, 277 Şeyh Ömer Ba ğçevani, 20, 264, 384 Sasık, 18, 20, 228, 232, 252 Şeyh Ömer Mescidi, 269 Sayeci, 20, 55, 80, 114, 115, 117, 118, 226, 229, 232 Şeyh Taceddin, 20, 78, 147 Sazyurtan, 44 Şeyhülislâm Kara Çelebizâde Abdülaziz, 5 Sazyurtan Mukataası, 210 Şiremenli, 20, 227 Selaldı, 20, 55, 80, 114, 188, 221, 232, 247, 257 Şuayb Be şe (yeniçeri serdarı), 59 Selçuklular, 13, 15, 18, 19, 25, 31 Şuturban, 20 Selman, 20, 112, 114, 195, 225, 226, 227, 229, 230, 232, 233, 241, 247, 251, 267 T Serkis v. Karakoç (yi ğitba şı), 87 Seydi şehir, 36 Tabaklarönü, 277 Seydiyargazi, 20, 78, 113, 190 Taceddin, 19 Seyyid Abdulbaki Efendi (naip), 228 Tac-ı Kızıl, 18, 20, 85, 124, 245 Seyyid Abdüsselam Çelebi (nakibü’l-eşraf Tacirler çar şısı, 277 kaymakamı), 99 Taf, 44 Seyyid Emrullah Efendi (nakibü’l-eşraf kaymakamı), Ta ğar, 44, 123 99 Talas, 44, 78, 79, 111, 118, 123, 154, 187, 216, 229, Seyyid Hamza A ğa (mütesellim), 114 245 Seyyid Hüseyin ibn-i Seyyid Mehmed (kadı naibi), Talas Camii, 22 93 Tanzimat, 136, 242, 244, 278 Seyyid İlyas, 124 Tarihçi Ali, 5 Seyyid Mustafa (alay beyi), 168 Tarsus, 26, 28, 36 Seyyid Osman Efendi (kadı naibi), 94 Ta şan, 44, 123, 147 Sıçanlı, 44 Ta şeli, 36 Sınıkçı, 20, 80, 227, 234, 239, 247, 277 Ta şkıncık, 20, 78, 82, 143, 147, 270 Silahtar Mustafa Pa şa Vakfı Camii, 22 Tatır, 20, 115 316

Tavlusun, 44, 78, 79, 84, 111, 117, 123, 154, 216 Veled v. U ğur (kethüda), 80 Tavukçu, 19, 20, 80, 114, 115, 169, 227 Veled v. U ğurlu (yi ğitba şı), 87 Tekir, 72 Veli A ğa (mütesellim), 53 Tekirbeli, 139, 147 Veli b. Yusuf ( şehir kethüdası), 115 Tokat, 166, 277 Veli Himmed (yi ğitba şı), 87 Toman v. Arslan (kethüda), 82 Venedik, 164, 165, 275 Tomarza, 44, 78, 79, 81, 123, 239, 241 Venk, 44, 78, 84, 123, 154, 169, 247, 250 Toros Da ğları, 36 Vilayet Kona ğı, 18 Tos, 19, 20, 271 Viran, 44 Tosya, 123 Virancık, 44 Trablus, 123, 275 Trablusgarp, 35 Trablus şam, 35, 105, 160 Y Trabzon Beylerbeyli ği, 37 Ya ğdı, 44 Tunus, 35 Yahyalı, 27, 41, 43, 138, 139, 142, 143, 149, 224, Turgutili, 36 245, 246 Tutak, 19, 20 Yakındo ğu, 172 Tuzhisarı, 44 Yakub Pa şa (Karaman defterdarı), 130, 214 Türkiye Selçukluları, 8, 16, 32 Yalman, 19, 20, 80, 216 Türkler, 10, 296 Yalnız Öküz, 44 Türkmen, 72, 192 Yavuz Sultan Selim, 26, 33 Türkmen taifesi, 139, 174, 190, 191, 192 Yazı Çepni, 44 Yazır, 44, 81, 123 U Yemen, 35 Yemliha, 44 Uğurlu v. Kavlak (yi ğitba şı), 230 Yeni İl Mukataası, 210 Ulu Bürüngüz, 78, 79 Yeni Kapı, 15 Ulu Cami, 19 Yeni Kapı Çar şısı, 277 Ulu Camii, 21, 22 Yenice, 19, 20, 73, 78, 124, 143, 188 Ulubürüngüz, 44, 144, 221, 385 Yeniil Türkmeni, 220 Ulucak, 44 Yusuf A ğa (kethüdayeri), 66, 67 Uncular Çar şısı, 277 Yusuf A ğa (mütesellim), 53 Urfa, 277 Yusuf Çelebi b. Ahmed (kethüda), 147 Uzun Veli b. Yusuf ( şehir kethüdası), 80 Yuvalı, 44 Uzuna ğıl, 44 Yüre ğir, 44

Ü Z Ürgüp, 36, 99, 137, 144, 219 Zamantı, 99, 127, 190, 341 Üskübü, 44, 78, 79, 84, 111, 123, 154 Zengicek, 36 Üsküdar, 132, 146, 174 Zile, 66, 240 Zincidere, 44, 79, 123 Zülfikar Bey ( şehir suba şısı), 73 V Zülfikar Pa şa (Karaman beylerbeyi), 195 Van, 105 Zülkadriye, 34 Varsaklar, 20 Vekse, 44, 79, 111, 216, 250

317

EKLER

318

EK-1a *

Eskiden beri Kayseri ahalisinden, her kovan ba şına iki şer akçe vergi alınagelmi ş oldu ğu hâlde, sipahilerin bu vergiye kanaat etmeyerek, ö şür talebiyle ahaliye haksızlık yaptıklarına dair, ahalinin devlet merkezine durumlarını arz etmesi üzerine, sipahilerin bu davranı şının caiz olmadı ğı ve men edilmeleri gerekti ği hakkında, Kayseri kadısına hitaben yazılan emr-i şerif sureti. (Evahir-i Zilhicce 1029/16-25 Kasım 1620)

* K ŞS 15/2, 205/942. 319

EK-1b

Kovan hususuna gelen emr-i şeriftir.

Akdâ kudâti’l-müslimîn evlâ vülâti’l-muvahhidîn mâdinü’l-fazl-ı ve’l-yakîn hüccetü’l- hakk ale’l-halk-ı ecmaîn vâris-i ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn el-muhtassı bi-mezid-i inâyeti’l-meliki’l-muîn mevlânâ Kayseriyye kadısı zide fezâilehû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, dârendegân-ı ferman-ı hümâyûn kaza-i mezbur ahalisi dergâh-ı muallama adam gönderip, bunlar kadîmden her kovan ba şına iki şer akçe resm veregelmi şler iken hâlâ sipahileri kovan ba şına iki şer akçe resmine kanaat etmeyip ö şür talep edip teaddi ederler imi ş. Ol-bâbda hükm-i hümâyûnum talep eyledikleri ecilden buyrudum ki, hükm-i şerifimle vardıkta … … hak üzere göresin. Bunlar kadîmden tasarruflarında olan kovanlardan her (beher) kovan ba şına iki şer akçe resim veregelmi şler iken hâlâ iki şer akçe resmine kanaat etmeyip ö şür talep ederler ise câiz de ğildir. Men de def edip kovan ba şına iki şer akçe resimlerin aldırıp ö şür talep ettirmeyesin. …. …… muhtac-ı arz olanı yazıp bildiresin. Tekrar şikâyet olunmalı eylemeyesin. Şöyle bilesin ve ba’de’n-nazar bu hükm-i şerifimi ellerinde ibkâ edip, alâmet-i şerifeme itimad kılasın. Tahriren fî evâhir-i şehr-i Zilhicceti’ ş-şerife sene tis’a ve i şrîn ve elf. İbare-i nebeviye aleyh-i efdâlü’t-tahiyye.

Be-makâm-ı Kostantiniyye

320

EK-2a *

Kayseri sanca ğında Cebel-i Erciyes Nahiyesi’nde Endürlük köyündeki 5.640 akçelik tımarın daha önce beratla kendisine verildi ğini ifade eden Ahmed Çavu ş o ğlu Mustafa’ya, Fazlı ve Mustafa adlı şahısların müdahale etti ği ve tımarı yeniden Ahmed Çavu ş o ğlu Mustafa’nın zabt ve tasarruf etmesi için Karaman beylerbeyi ve Kayseri kadısına gönderilen ferman sureti. (Evâsıt-ı Zilkade 1027/ 29 Ekim-8 Kasım 1618)

* K ŞS 20/2, 70/1227.

321

EK-2b

Emirü’l-ümerâi’l-kirâm kebirü’l-küberâi’l-fihâm ilâ âhir Karaman beylerbeyi İbrahim dâme ikbalehû akdâ kudâti’l-müslimîn evlâ vülâti’l-muvahhidîn ilâ âhir mevlânâ Kayseriyye kadısı zidet fezâiluhû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, Ahmed Çavu ş o ğlu dârende-i ferman-ı hümâyûn Mustafa ordu-yı hümâyûnuma gelip Kayseriyye sanca ğında Cebel-i Erciyes Nahiyesi’nde Endürlük nâm karye ve gayriden 5.640 akçe tımar bundan akdem müteveffâ Abdülkerim tahvilinden kendiye verilip berat ettirip tasarruf etme ğin, siz ki Mustafa Fazlı nâm kimesneler bize dahi verilmi ştir deyü dahl edip lâkin tımar-ı mezbûr ile bu defa Edel muharebesi ilgârında? küllî yolda şlıkta bulunup tımar-ı mezbûr her vechile müstehak oldu ğun bildirip mukarrer olmak bâbında inâyet ricâ etme ğin, hâlâ ordu-yı hümâyûnumdan düstûr-i Ekrem mü şir-i efhâm nizâmü’l-âlem vezir-i azâmım ve serdar-ı erkemim huzurunda mezkûr hissemi Fazlı ve di ğer Mustafa ile murâfaa olduklarında tımar-ı mezbûr her vechile Ahmed Çavu ş o ğlu mezkûr Mustafa’nın hakkı olma ğla hin-i murâfaada mukarrer kılınıp kemâkân zabt ettirilmek fermanım olmu ştur. Buyurdum ki ferman-ı celilü’l-kadrim üzere tımar-ı mezbûru mezkûr Ahmed Çavu ş o ğlu Mustafa’ya, elinde olan beratı mucebince kemâkân zabt ve tasarruf ettirip minba’di mezkûrân Hızır ve di ğer Mustafa ve âheri dahl ve taarruz ettirmeyesin ve dahl edip tahviline dü şenden nesnesin almı ş ise ba’de’s-sübût geri alıveresin, kanaat etmeyip murâfaadan sonra geri dahl etmek isterse minba’di istima etmeyip kemâkân merkûm Mustafa’ya zabt ve tasarruf ettiresin. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Tahriren fî evâsıt-ı şehr-i Zilkade sene seb’a ve işrîn ve elf.

Be-yurd-i sahra-yı Erdebil

322

EK-3a *

Ba ğdad Kalesi muhasarasından sonra kale tamiri hizmeti için Kayseri sanca ğından giden 69 beldardan olan, Endürlük köyünden Yusuf bin Ramazan’a bu hizmeti kar şılı ğında hazineden verilen paranın 35 akçesinin teslim edildi ği, kalan miktarın ise daha sonra alaca ğına ve kimsenin müdahale etmemesi için temessük verildi ğine dair kayıt. (29 Şevval 1048/5 Mart 1639)

* K ŞS 42/2, 184/425-2.

323

EK-3b

Taife-i La ğımcıyân-ı Kayseriyye Yusuf bin Ramazan sâkin-i karye-i Endürlük Yalnız bir neferdir.

Ba ğdad’ın kalesi muhasara olundukta mevcut bulunmayıp ba’de’l-feth gelip sâkin, kale tamiri hizmetinde mevcut bulunan altmı şdokuz neferden Endürlük nâm karyeden Yusun nâm beldâra hazineden verilen akçeden otuzbe ş kuru şu mirî için teslim eyledikten sonra mâdası âhirine mahsup olunmu ştur. Âherden dahl olunmaya deyü temessük verildi. Fi 29 Şevval sene 1048.

Bâ-ni şan-ı Mehmed Pa şa el-defterî

324

EK-4a *

Karata ş Nahiyesi’nde beratla tasarruf edilen tımar köylerinden Sürtak köyünün, defterde kayıtlı raiyyetlerinden bazılarının köylerinden gidip 30-40 yıldır şehirde oturarak, resm- i bennâk vermek istememeleri sebebiyle tımar mahsulüne zararı oldu ğundan bahseden tımar erbabından Hüseyin’in, durumu devlet merkezine arzı üzerine gönderilen emr-i şerif sureti. (Evahir-i Receb 1055/11-21 Eylül 1645)

* K ŞS 55/2, 213/525.

325

EK-4b

Emr-i şerif-i Hüseyin

Akdâ kudâti’l-müslimîn evlâ vülâti’l-muvahhidîn mâdinü’l-fazl-ı ve’l-yakîn hücceti’l- hakk ale’l-halk-ı ecmaîn, vâris-i ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn, el-muhtassu bi-mezîd-i inâyeti’l-meliki’l-muîn mevlânâ Kayseriyye kadısı zide fezâilühû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, erbâb-ı tımardan dârende-i ferman vâcibü’l-iz’an Hüseyin südde-i saadetime arz-ı hâl edip Karata ş Nahiyesi’nde berat-ı şerifimle mutasarrıf oldu ğu tımarı karyelerinden Cemaat-i İvaz Hacılı nâm-ı di ğer Sürtak nâm karyenin defter-i cedid-i hakanîde mukayyed raiyyet ve raiyyetleri o ğullarından bazılar mezbûr karyelerden kalkıp taht-ı kazanda otuz ve kırk sene mikdarı şehirde sâkin oluruz ve resm-i bennâk vermeziz deyü teallül ve inad etmeleriyle bunun mahsulüne küllî gadr eylediklerin bildirip ol bâbda emr-i şerifim rica eyledi ği ecilden buyurdum ki, hükm-i şerifimle vardıkta husus-ı mezbûra hakk ve adl üzere mukayyed ve südde-i saadetimden ihraç olunmu ş mühürlü sahih? suret-i defter-i cedid-i hakanî talep edip göresin. Mezbûrlar tahrir-i cedideden on yıl mukaddem şehirde ve karyelerde sâkin bulunma ğla muharrir-i vilâyet şehirli ve izn-i raiyyet kaydetmi ş olmayıp fi’l-vâki bunun defter-i cedidde mukayyed raiyyet raiyyet ve raiyyet o ğullarından ise kanun ve defter mucebince evvelden resm-i bennâk versin kâr ve kesbe kâdir olan mücerredlerinden resmî hüküm zimmîden her sene … alıverip min-ba’d şer-i şerif ve kanun-ı defter ve emr-i hümâyûnuma muhâlif kimesneye i ş ettirmeyesin. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Tahriren fi evâhir-i şehr-i Recebü’l-mürecceb sene hamse ve hamsîn ve elf.

Be-makâm-ı Kostantiniyye el-mahrûse

326

EK-5a *

82 haneden olu şan Akda ğ kazası ahalisinin yarısının birer bahane ile karyelerinden firar edip ba şka yerlerde oturarak, avarız ve di ğer tekâlifin Akda ğ kazasına ahalisine yüklendi ği, onların da bunu çekmeye güçlerinin olmadı ğından, bu reayanın eski yerlerine oturtulmaları için Akda ğ kadısının devlet merkezine gönderdi ği mektup dolayısıyla, Sivas beylerbeyi ve Kayseri kadısına gönderilen emr-i şerif sureti. (Evahir-i Rebiülahir 1060/22 Nisan-1 Mayıs 1650)

* K ŞS 59, 90/243.

327

EK-5b

Emr-i şerif-i berây-ı Budak

Emirü’l-ümerâi’l-kirâm, kebirü’l-küberâi’l-fihâm, zü’l-kadri ve’l-ihtirâm, sâhibü’l-izzi ve’l-ihti şâm, el-muhtassu bi-mezîdi inâyet-i melikü’l-âla Sivas beylerbeyisi (bo ş) dâme ikbâlehû ve akdâ kudâti’l-müslimîn evlâ vülâti’l-muvahhidîn, mâdinü’l-fazli ve’l-yakîn, hüccetü’l-hakki ale’l-halki ecmaîn, vârisü ulûmi’l-enbiyâi ve’l-mürselîn, el-muhtassu bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-muîn, mevlânâ Kayseriyye kadısı zidet fezâilühû ve kıdveti’l-kudât ve’l-hükkâm, mâdinü’l-fedâilü ve’l-kelâm (bo ş) ve (bo ş) kadısı zidet fazlühûma tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, Akda ğ kadısı mevlânâ Seyyid Mehmed zide fazlühû südde-i saadetime mektup gönderip kaza-i mezbûr ahalisi meclis-i şer-i şerife varıp mezburlar seksen iki hane reayasının nısfı mikdarı birer bahane ile karyelerinden kalkıp firar edip varıp taht-ı kazanızda sâkin olmalarıyla avârız ve tekâlifleri bunlara tahmil olunma ğla bunların dahi çekme ğe iktidarları olmayıp ziyade teaddi ve zulm oldu ğun bildirip ol makûle firar eden reaya kaldırılıp kadîmi karyelerine iskân ettirilmek bâbında emr-i şerifim ricasına arz eyledi ği ecilden âher yere tahrir olmu ş de ğil ise kadîmi yerlerine iskân ettirilmek emrim olmuştur. Buyurdum ki hükm-i şerifimle vüsul buldukta bu bâbda sâdır olan emrm üzere amel edip dahi ol makûle firar eden reaya âher yere tahrir olmu ş de ğil ise kadîmi yerlerine iskân ettirip bir vechile teallül ve inad ettirmeyesiz, şer-i şerife ve emr-i hümâyûnuma muhâlif kimesneye i ş ettirmeyip tekrar emrim varmalı eylemeyesiz, şöyle bilesiz, alâmet-i şerifeme itimad kılasız. Tahriren fi evâhir-i şehr-i Rebiülâhir li-sene sittin ve elf. Vüride fi 12 Cemaziyelevveli sene 1062.

Be-makâm-ı Kostantiniyye el-mahrûse

328

EK-6a *

Kayseri’deki altı bölük yolda şları üzerine zâbit ve kethüdayeri olarak Yusuf Hasan’ın nasb ve tayin edildi ğine dair mektup sureti. (19 Şevval 1065/22 A ğustos 1655)

* K ŞS 60/2, 130/438.

329

EK-6b

İzzetlü ve faziletli efendi hazretlerinin huzur-ı şerif ve vâcibü’t-te şriflerine i ğzâz-birle dürer-i davat-i safiyat ve gurer-i sena-yı kafiye ibla ğından sonra ilâm-ı muhibbâne oldur ki, taht-ı kaza-i adâlet-şiârları olan Kayseriyye ve tevâbi ve nevâhisinde vâki olan altı bölük yolda şları üzerine zâbit ve kethüdayeri olmak mutâd-ı kadîm olma ğın, ebnâ-ı sipahiyândan yüz otuz be şinci bölükte yevmî otuz akçe ulufeye mutasarrıf olan kıdvetü’l-emâsil ve’l-akrân Yusuf Hasan yeniçeri zide kadrühû oca ğın ihtiyarı ve dindâr ve emekdârı olma ğın kaza-i mezbûr kethüdayerli ği mezbûra istihdâm ettirilmek için mektub-ı hüccet? tahrir ve izz-i huzurları kılındı. İnde’ ş-şerefü’l-vüsul altı bölük yolda şlarına müteallik olan dava ve niza’ların şer-i şerif ile mezbûrun marifetiyle görüp âherden bir ferdi dahl ettirmeyesiz ve siz ki altı bölük yolda şlarısız, mezbûru üzerinizde zâbit ve kethüdayeri bilip dü şen dava ve niza’larınızı mezbûr marifetiyle şer’le görülüp âhere itaat eylemeden be-gâyet ihtirâz eyleyesiz ve sen ki kethüda olan zide kadrühûsun ol tarafta olan yolda şları hüsn-i zindegâne üzere zabt ve rabt edip dahi dü şen dava ve niza’ların şer’le görüp itaat üzere olmayıp eslemeyeni isim ve bölü ğü ile yazıp arz edesiz ve ol tarafta levendât taifesi, sipahi nâmıyla bayrak ve mızrak götürüp reaya fukarasın ve ehl-i sûk taifesin rencide ederler ise ânın gibileri ele getirip mûcebü’ ş-şer üzerlerine lâzım olanı icra edesin ki sâire mûceb-i ibret ve sebeb-i nasihat olup herkes âsûde-i hâl üzere devam-ı ömr ve devlet ve padi şahîye müdâvim olalar. Tahriren fi şehr- i Şevval 19 li-sene hamsîn ve sittin ve elf.

330

EK-7a *

Kayseri sanca ğında Dibecik Mahallesi’nde bulunan Hüseyin Fakih Mescidi Cemaati’nin 4 avarızhânesinin oldu ğu, ancak fukara oldukları için bir hanelerinin azaltılarak 3 haneye tenzil edildi ğine dair Kayseri kadısına gönderilen emr-i şerif suretidir. (4 Zilkade 1065/5 Eylül 1655)

* K ŞS 60/2, 131/441.

331

EK-7b

Akdâ kudâti’l-müslimîn, evlâ vülâti’l-muvahhidîn, mâdinü’l-fazli ve’l-yakîn, vâris-i ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn, hücceti’l-hakki ale’l-halki ecmaîn, el-muhtassu inâyeti’l- meliki’l-muîn mevlânâ Kayseriyye kadısı zidet fezâilühû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, kaza-i mezbûra tâbi Dibecik Mahallesi’nde vâki Mescid-i Hüseyin Fakih Cemaati’nin dört avârızhaneleri olup lâkin cemaat-i mezbûre fukaradan olup tahammülleri olmama ğla yalnız bir haneleri ref olunup üç haneleri kaldığına ellerine mühürlü ve ni şanlı mevkufât defteri sureti verilme ğin, mûcebince amel olunmak emrim olmu ştur. Buyurdum ki, hükm-i şerifim vardıkta bu bâbda sâdır olan emrim üzere amel edip dahi cemaat-i mezkûrenin vâki olan avârız ve sâir tekâlifleri üç haneden aldırıp ref olunan bir haneleri için hilâf-ı suret-i defter, avârız ve sâir tekâlif talebiyle rencide ve remide ettirmeyesiz, şöyle bilesiz ve ba’de’n-nazar bu hükm-i hümâyûnumu mezbûrların elinde ibkâ edip alâmet-i şerife itimad kılasız. Tahriren fi’l-yevmü’r-râbi min-şehr-i Zilkade li-sene hamsîn ve sittîn ve elf.

Be-makâm-ı Kostantiniyye el-mahrûse

332

EK-8a *

Kayseri sanca ğındaki yeniçeri, acemi o ğlanı, topçu ve cebeci taifeleri üzerine, yetmi ş dokuz cemaati yolda şlarından Kerim’in, yeniçeri serdarı nasb ve tayin olundu ğuna dair, Kayseri kadısına gönderilen emir sureti. (Evâsıt-ı Rebiülevvel 1066/7-17 Ocak 1656)

* K ŞS 60/2, 145/472. 333

EK-8b

Akdâ kudâti’l-müslimîn, evlâ vülâti’l-muvahhidîn, mâdinü’l-fazli ve’l-yakîn, hücceti’l- hakki ale’l-halki ecmaîn, vârisü ulûmi’l-enbiyâi ve’l-mürselîn, el-muhtassu bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-muîn mevlânâ Kayseriyye kadısı zide fezâilühû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, kaza-i mezbûrda olan yeniçeri serdarı ref olunup yerine üslub-ı sâbık üzere yetmi ş dokuz cemaatinin yolda şlarından kıdvetü’l-emâsil ve’l-akrân Kerim zide kadrühû serdar nasb ve tayin olunup ol cânibde olan yeniçeri ve acemi oğlanı ve topçu ve cebeci taifesin zabt edip ve tevâif-i mezbûrdan fevt olup mirîye aid olan metrukâtı akz ve kabz ve sûk-i sultanîde füruht ettirip hâsıl olan nükudu mümzâ müfredât defteri ile âsitâne-i saadetime irsâl eyleyesin. Hilâf-ı şer’ ve kanun bir ferde rencide ve remide ettirmeyesin deyü bi’l-fiil yeniçerilerim a ğası olan iftihârü’l-umerâ ve’l-ekâbir Mehmed A ğa dâme uluvvühû tarafından mühürlü mektup verilmekle mûcebince amel olunmak emrim olmu ştur. Buyurdum ki, hükm-i şerifimle vüsul buldukta bu bâbda a ğaları mü şârunileyh tarafından verilen mühürlü mektup mûcebince amel edip min-ba’d hilâfına rızâ ve cevâz gödtermeyesin. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Tahriren fi evâsıt-ı şehr-i Rebiülevvel li-sene sitte ve sittîn ve elf. Vüride fi 13 Rebiüssâni sene 1066.

Be-makâm-ı Kostantiniyye el-mahrûse

334

EK-9a *

H. 1065 senesi sonunda hareket etmesi kararla ştırılan donanma gemilerinden memur olmak üzere, 100 nefer tüfekli, dilaver ve harbe kâdir tüfekçi ile gelip bizzat orduya katılması için, Karaman beylerbeyi Şaban’a gönderilen ferman sureti. (Evail-i Rebiülahir 1065/27 Şubat-8 Mart 1655)

* K ŞS 60/2, 153/486-2.

335

EK-9b

Emirü’l-ümerâi’l-kirâm, kebirü’l-küberâi’l-fihâm, zü’l-kadri ve’l-ihtirâm, sâhibü’l-izzi ve’l-ihti şâm, el-muhtassu bi-mezîdi inâyeti’l-melikü’l-âla bi’l-fiil Karaman beylerbeyisi olan Şaban dâme ikbâlühû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, in şallahü teâlâ bu sâl bitiminde i ştimâlde derya yüzüne çıkarılacak donanma-yı hümâyûnum gemileri sâir senelerden evvel çıkmak için … hümâyûnum ve avk ve inâyetullahi ve mukârinet-i hazret-i risalet-penâhi berekâtıyla a’da-yı din ve küffâr-ı hâksâr ve dalâlet- karine gere ği gibi gu şmâl verilip intikâm almak emr-i hümâyûn murad-ı kuva? ve saadet-makrunum olup sen dahi yarar ve dilâver, cenk ve harbe kâdir yüz nefer-i tüfenk- endâz bahadır-ı güzide tüfenkçi ile donanma-yı hümâyûn seferine memur olma ğla heman şimdiden hazır ve müheyyâ olup ve levâzım ve mühimmâtın görp zikr olunan yüz nefer yarar tüfenk-endâz ile bizzat kendin kalkıp âsitâne-i saadetime gelip donama- yı hümâyûnum gemileri memur oldu ğun üzere hüdemât-ı hümâyûnumda bulunup bezl-i makdûr e sa’y-i mevhûr eylemek bâbında ferman-ı âli-şânım sâdır olmu ştur. Buyurdum ki, vüsul buldukta bu bâbda sâdır olan ferman-ı celilü’l-kadrim mûcebince amel edip memur oldu ğun üzere hemen şimdiden hazır ve müheyyâ olup ve tedârik ve levâzımın görüp yüz nefer yarar dilâver, cenk ve harbe (kâdir) tüfenkçi ile kendin bizzat kalkıp vakit ve zamanıyla âsitâne-i saadetime gelip memur oldu ğun üzere donanma-yı hümâyûnum seferinde iktizâ eden hidemât-ı hümâyûnumda bezl-i kudret ve sarf-ı miknet edip ihmâl ve müsâhele ve teallül ve tereddüdden be-gâyet ihtirâz eyleyesin. Şöyle bilesin, emr-i şerifimin hilâfına mezâhib olma ğla, geç gelmek ile donanma gemilerinin mukaddem çıkmamasına bâis ve sebeb-i te’hir olasın, bir vechile gadr ve çerânın? hayftan? olmayıp mesul ve muateb olman/k mukarrerdir, âna göre nusret üzere olasın. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Tahriren fi evâil-i şehr-i Rebiülâhir li-sene hamse ve sittin ve elf. Vüride fi 21 Cemaziyelevveli sene 1065.

Be-yurd-i sahra-yı İznikmid ( İzmit)

336

EK-10a *

Kayseri Kalesi’nde bulunan neferler, barut-ı siyah ve cephanenin, yine kalede muhafaza edilen deftere göre yoklanıp, bu yoklama defterinin imzalı ve mühürlü olarak, görevlendirilen müba şir ile birlikte gönderilmesi için kale dizdarı ve neferlerin a ğasına hitaben yazılan mektup sureti. (Evâsıt-ı Cemaziyelevvel 1065/18-28 Mart 1655)

* K ŞS 60/2, 155/490.

337

EK-10b

Faziletli ve rif’atli efendi hazretlerinin meclis-i şeriflerine arz-ı ikrâr-ı muazzam ve envâ-i tabir? olunur kıdvetü’l-kudât ve’l-müstahfızîn Kayseriyye Kalesi dizdârı ve neferât a ğası zide kadrihûm inha olunur ki, kale-i mezbûre neferâtının mevcûd nâ- mevcûdu ve barut-i siyah ve cebehanesi yine kale-i mezbûrede mahfûz olan mümzâ ve mahtûm defter mûcebince yoklanmak lâzım ve umur-ı mühimmeden olma ğla vech-i me şrûh üzere yoklanıp, suret-i defterin imzalayıp ve mühürleyip bu cânibe irsâl eylemeniz için a ğalarımızdan kıdvetü’l-emâsil ve’l-akrân Hüseyin A ğa zide kadrühû mübâ şir tayin olunup mektub-i divân tahrir ve ısdâr olunmu ştur. Vüsulünde gerektir ki, kale-i mezbûre neferâtını tecdid-i beratları ile ve barut ve cebehanesin yine kale-i mezbûrede mahfûz olan atik ve cedid mümzâ ve mahtûm mühimmât-ı kıla’ defteri mûcebince bi’l-cümle yerli yerinden mübâ şir-i mezbûra yoklatıp suret-i defteri bu cânibe irsâl ve hizmette tekâsül üzere olup nâ-mevcud olan neferât-ı kıla’ın dahi ismi resimleri ile arz ve mümzâ ve mahtûm suret-i defterlerin mübâ şir-i mezbûr ile maan divân-ı Karaman’a irsâl eyleyesin. Tahriren fi evâsıt-ı Cemaziyelevveli sene 1065.

Be-yurd-i sahra-yı Aksaray?

338

EK-11a *

Kayseri sanca ğındaki hayat ve zimmî taifelerinin ba şvurusu ve onların rızası ile; Abdünnebi adlı şahsın şeyh, Hacı Ahmed’in de yi ğitba şı nasb ve tayin edildi ğine dair hüccet sureti. (13 Receb 1061/2 Temmuz 1651)

* K ŞS 61/1, 57/176.

339

EK-11b

Mahmiye-i Kayseriyye’de vâki hayat? taifesinden Ali bin Abdullah ve Osman bin İsa ve Mehmed bin Abdi ve Himmed ve Hüseyin bin Mustafa ve zimmiyân taifesinden Bogos veled-i Devlet ve Kani veled-i İsa ve İsa Bali veled-i Kirkor ve Merican veled-i Tatır ve Yagob veled-i Merkad ve Torsat ve Ba ğcı ve Bedros veled-i Tab nâm kimesneler ve sâirleri meclis-i şer’de taife-i mezbûrden hâfizu’l-kitab Usta Abdünnebi bin Hamza ve el-Hac Ahmed bin Yusuf Be şe nâm kimesneler mahzarlarında her bri ikrâr ve takrir-i kelâm edip hâlâ şeyhimiz ve yi ğitba şımız olmama ğın, mezbûrân Abdünnebi ve El-Hâc Ahmed muhtarımız olma ğla cümlemizin rızâsıyla kıbel-i şer’den mezbûr Abdünnebi’yi şeyh ve merkûm El-Hâc Ahmed yi ğitba şı nasb ve tayin olunmak matlûbumuzdur dediklerinde hâkimü’l-mevkii’l-kitab ve tûbâ-leh ve hüsn-i meâb hazretleri dahi merkûm Abdünnebi’yi taife-i mezbûra şeyh ve merkûm El-Hâc Ahmed’i yi ğitba şı nasb ve tayin eylediklerinde mezbûrân Abdünnebi ve El-Hâc Ahmed husus-ı mezbûru kabul ve hizmet-i lâzimelerini edâya taahhüd ve iltizâm etme ğin mâ-vak’a bi’t-taleb ketb olundu. Hurrire fi 13 min şehr-i Recebü’l-mürecceb li-sene ihdâ ve sittîn ve elf.

Şühûdü’l-Hâl:

Arslan bin el-Hac Ahmed Mustafa Be şe ibn-i Abdullah Osman Çelebi ibn-i El-Hâc Mehmed El-Hâc Ali bin İlyas Abdi ser-muhzırân Ali bin Mehmed

340

EK-12a *

Kayseri sanca ğındaki yetmi şinci cemaatten Ahmed adlı yolda şın serdarlık görevinin ipka edildi ğine dair gönderilen mektup sureti. (Ramazan 1061/A ğustos-Eylül 1651)

* K ŞS 61/2, 136/436.

341

EK-12b

İzzetli ve faziletli efendi hazretlerinin meclis-i şerif-i şeriat-şiâr ve mahfil-i münifa ma’delet-ri şâd savbına dürer-i necât-ı safiyat ve gurer-i teslimât-ı vâfiyat ithaf ve ihdâ kılındıktan sonra inha ve ilâm-ı muhibb-i muhlisâne olunan budur ki, haliyâ taht-ı hükûmet-şiârınız olan mahrûse-i Kayseriyye ve Zamantı’da? olan yeniçeri serdarı olan yetmi şinci cemaatten kıdvetü’l-emâsil Ahmed nâm yolda şın serdarlı ğı tarafımızdan ibkâ ve mukarrer kılınma ğın, i şbu mektub-ı meveddet-i me şhût tahrir olunup irsâl-i izz-i huzurları kılındı. Lede’l-vüsûl mezbûru kemâkân serdarlık umurunda istihdâm buyurup âheri dahl ve taarruz ettirmeyesiz ve ol cânibde vâki olan yeniçeri ve acemi o ğlanı ve topçu ve cebeci, mezbûru üzerlerine serdar bilip sözünden ta şra ve hariç vaz’ etmeyip muti ve münkadi şer-i şerife itaat ve inkıyâd üzere olalar ve tevaif-i mezbûreden fevt olup mirîye aid ve râci olan metrukâtı merkûma ahz ve sûk-i sultanîde füruht ettirip hâsıl olan nükudu müfredât defteri ile mümzâ ve mahtûm bu cânibe ettirtesiz ve lâkin hilâf-ı şer-i şerif ve mugâyir-i kânun-ı münif bir ferde rencide ve remide ettirmemek bâbında sa’y-i cemilleri buyuruldu. Bâki hemineddir? müstecâre-i şeriat-i müstedam bad. Tahriren fi Ramazanü’l-mübarek li-sene 1061. Vüride fi selh-i Şevlali’l-mükerrem.

Muhlis-i muhibbi Hüseyin dergâh-i âli

342

EK-13a *

Vazifesini (ücret) Kayseri cizyesi malından alacak şahsın, elindeki berata ra ğmen ücretini alamadı ğını devlet merkezine bildirmesi üzerine ve şahsa verilecek ücretinin, cizye toplamaya memur olanlardan alınmasının emredildi ğine dair Kayseri kadısına gönderilen ferman sureti. (26 Ramazan 1061/12 Eylül 1651)

* K ŞS 61/2, 137/438.

343

EK-13b

Akdâ kudâti’l-müslimîn, evlâ vülâti’l-muvahhidîn, mâdinü’l-fazli ve’l-yakîn, hücceti’l- hakki ale’l-halki ecmaîn, el-muhtassu bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-muîn, mevlânâ Kayseriyye kadısı zidet fezâilühû tevki-i refi-i hümâyûn vâsıl olıcak malum ola ki, Emrullah nâm kimesne hâlen dersaadetime gelip arz-ı hâl edip Kayseriyye cizyesinden almak üzere berat-ı şerif ile yevmî on akçe vazifem olup elime verilen berat-ı şerif mûcebince müstehak oldu ğum vazifemi talep eyledi ğimde bin altmı ş bir senesi mirîye kalmı ştır deyü vermekte teallül ederler. Berat-ı şerif mûcebince müstehak oldu ğum vazifemi bi’t-tamam alıverilmek bâbında emr-i şerif verilmek rica ederim deyü bildirme ğin, hazine-i âmiremde mahfûz olan Anadolu muhasebesi defterlerine nazar olundukta mezbûrun Kayseriyye keferesi cizyesinden almak üzere yevmî on akçe vazifesi oldu ğu mestûr ve mukayyed bulunma ğın imdi beratı mûcebince amel olunup ol vechile câmi-i cizye olanlara teallül ettirilmemek emr edip buyurdum ki, hükm-i şerifim vardıkta bu bâbda sâdır olan emrim üzere amel edip dahi mezbûrun, Kayseriyye keferesi cizyesinden almak üzere yevmî on akçe vazifesi olma ğla elinde olan berat-ı şerifim mûcibince müstehak oldu ğu vazifesin cizye-i mezbûre cem’ine memur olanlardan alıverip bir akçe ve bir habbesin bâki kodurmayasın ve bi’l-cümle mirîye kalmı ştır deyü ol bahane ile teallül ve muhâlefet ettirmeyesin. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Hurrire fi sâdis ve’l-işrîn min Ramazanü’l-mübarek li-sene ihdâ ve sittîn ve elf. Vüride fi gurre-i Zilkade sene 1061.

Be-makam-ı Kostantiniyye el-mahrûse

344

EK-14a *

Kayseri sanca ğında Kenar-ı Irmak Nahiyesi’nde Kızılcain köyündeki, sahibi öldü ğü için bo ş kalan 1.500 akçelik tımarın, Hüsrev o ğlu Ali adlı şahsa tevcih edildi ğine dair. (17 Receb 1066/11 Mayıs 1656)

* K ŞS 64/2, 173/510.

345

EK-14b

Ni şân-ı şerif-i âli-şân-ı sâmi-i mekân-ı sultan ve tu ğra-yı garra-yı cihan-sitân-i hakanî hükmü oldur ki, Hüsrev o ğlu ela gözlü, açık ka şlı, orta boylu râfi-i tevki-i refiü’ ş-şân-i hakanî Ali ordu-yı hümâyûnuma gelib mukaddema yararlı ğı arz olundukta ibtidadan üç bin akçe tımara emr-i şerifim verilip ve Kayseriyye sanca ğında Kenar-ı Irmak Nahiyesi’nde Kızılcalin nâm karye ve gayriden 1.500 akçe tımara mutasarrıf olan Yakub fevt olub tımarı mahlûldür deyü kendiye verilme ğin bâbında inâyet ricâ etme ğin, tımarı oldu ğu sancakta sâkin olub alay beyisi bayra ğı altında sefere e şmek şartıyla tevcih olunmak için hamse ve sittîn ve elf Şevvali’nin üçüncü gününden hükm-i şerifim verilme ğin, zikr olunan 1.500 akçe tımar vech-i me şrûh üzere müteveffâ-yı merkûm Yakub tahvilinden istihkâk bedelinden noksan ile ber-vech-i tekmil üç bin akçelik üzere Hüsrev o ğlu mezkûr Ali’ye tevcih olunup, Girit ceziresinde asâkir-i nusret-ma şerim serdarım olan düstûr-i mükerrem mü şir-i müfehham nizâmü’l âlem vezirim Hüseyin Pa şa edamellahû teâlâ iclâlehû’nun tezkeresi mûcebince lâyık görüp verdim ki zikr olunur .Ve buyurdum ki, ba’de’l yevm taht-ı yedinde olup mutasarrıf kalıp şöyle ki vezâif-i hidemât-ı mezbûre ve mevfûre ve mesai-i meşkûre ve asâkir-i mansûredir. Mûceb-i defter-i hakânî bî-kusur mer’i ve müeddâ kala. Ol bâbda hiç ahadd-ı mani olmaya, şöyle bileler, alâmet-i şerife itimad kılalar. Vuride fi 17 Recebü’l-mürecceb sene 1066.

346

EK-15a *

Ticaret için gitti ği yerden kervan ile gelirken İzmir’de sarıca e şkıyası tarafından yolları kesilerek öldürülen şahsın verâseti için, karde şi Süleyman Be şe’nin vekil ve kaymakam nasb ve tayin edildi ğine dair hüccet sureti. (Gurre-i Zilkade 1066/21 A ğustos 1656)

* K ŞS 65, 42/119. 347

EK-15b

Medine-i Kayseriyye’de Seydiyargazi Mahallesi sâkinlerinden olup lâkin âher diyarda ticarette olma ğla tahminen tarih-i kitaptan kırk gün mukaddem kervan ile medine-i İzmir’den gelirken yollarına sarıca e şkıyası inip zulmen ve tagallüben şehid eyledikleri Mustafa Bey ibn-i Davud Bey’in verâseti zevce-i metrûkesi Şerife bint-i Mustafa ve sulbiye-i kebire kızı Şakire nâm hatunlar ile sulb-i sagir o ğlu Davud’a ve sulbiye kızı Tayyibe’ye münhasır oldu ğu şer’an zâhir ve mütebeyyin oldukdan sonra mezbûretân Şerife ve Şakire müteveffâ-yı mezbûrun muhallefâtından mahrûse-i İstanbul’da ve Bursa’da ve medine-i İzmir’de ve Ankara’da ve Beypazarı’nda bazı kimesneler zimmetlerinde olan nakid akçeden irs-i şer’le kendilere intikâl iden hisse-i irsiyyelerini mahallinden ahz ve kabz ve kendilere izâle ve ahz ve kabza mütevakkıf olan umûrun küllisine müteveffâ-yı mezbûrun li-ebeveyn karında şı olan i şbu hâfız-ı haze’l-vesika Süleyman Be şe’yi bizim huzurumuzda her biri taraflarından vekil ve kaimmakam nasb ve tayin eyledi deyü mahalle-i mezkûre sükkânından Murad Bey bin Mehmed ve Ne şed Ali Bey ibn-i El-Hâc Abdülaziz nâm kimesneler şehâdet-i şer’iyye eylediklerinde mezbûr Süleyman Be şe dahi vekâlet-i merkûmeyi kabul ve hizmet-i lâzımesini edâya taahhüd ve iltizâm itme ğin mâ-hüve’l-vâki bi’t-taleb ketb olundu. Gurre-i Zilkade sene 1066.

Şühûdü’l-Hâl:

Çakırzâde Ahmed Çelebi Mevlevizâde Süleyman Çelebi Gürçzâde el-Hac Ali Şabân Be şe ibn-i Seydi Gazi Ramazan Bey ibn-i El-Hâc Mehmed Mehmed bin İbrahim

348

EK-16a *

Selaldı Mahallesi’nden zimmîlerin, aynı mahalleden Babuk adlı zimmîden avarız ve nüzul talebiyle davacı olmaları üzerine, Babuk’un hane tahriri sırasında kaydedilmeyip, hariç ez-defter oldu ğuna ve avarızdan muaf olarak çe şmede meremmatçı olarak kaydedildi ğine dair defter sureti ve emir ibraz ederek durumunu ispatladı ğı ilam sureti. (9 Şevval 1067/21 Temmuz 1657)

* K ŞS 66/1, 60/131.

349

EK-16b

Medine-i Kayseriyye’de Selaldı Mahallesi’nden Sefer veled-i Ke şiş ve Minas veled-i Yagob ve Murat veled-i Mıgırdıç nâm zimmîler ve sâirleri mahfil-i kazadas yine mahalle-i mezbûreden hâmil-i hâze’l-vesika Babuk veled-i Arzman nâm zimmî muvâcehesinde üzerine dava ve takrir-i kelâm edip bundan akdem ferman olunan hane tahririnde muharrir-i hane mezbûr Babuk’u bizim mahallemizin hane-i avârız defterine kayd ve tahrir etmi ş iken hâlâ mezbûr Babuk’tan avârız ve nüzul talep eyledi ğimizde bizim ile teslimden imtinâ eder, sual olunsun dediklerinde, gıbbe’s-sual mezbûr Babuk cevabında mukaddimen hane tahririnde ben mahalle-i mezbûrede sâkin olup ve lâkin mahalle-i mezkûre defterine kayd ve tahrir olunmayıp hariç ez-defter olma ğın, âsitâne-i saadete varıp ahvâlimi arz eyledi ğimde hane-i avârızdan muâf olup, medine-i mezbûrede sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât El-Hâc Ahmed Çelebi’nin Kebe İlyas Mahallesi’nde ihraç ve icrâ eyledi ği çe şmeye meremmatçı olmak üzere kayd ve tahrir eyledi deyü takrir-i me şrûhuna muvâfık suret-i defter-i cedid-i hakanî ve mûcebince müekked emr-i şerif vardır deyü ibrâz edip, bi’l-muvâcehe feth ve kıraat olundukta mazmûn münifleri mezbûr Babuk’un takrir-i me şrûhuna muvâfık olma ğın, ber-mûceb-i defter-i hakanî ve emr-i şerif-i âli-şân zimmiyûn-i mezbûrûn, mezbûr Babuk’u hane-i avârız talebiyle rencide eylememek üzere tenbih-i şer’î birle, mâ-hüve’l-vâki bi’t-talep ketb olundu. Tahriren fi’l-yevmi’t-tâsi min şehr-i Şevvali’l-mükerrem sene 1067.

Şühûdü’l-Hâl:

Seyyid Mustafa Çelebi el-imam Musa bin Kalender Seyyid Ahmed bin Yunus Mustafa bin Hüseyin Kasım bin Bali Hüseyin bin Ali Osman bin Halil İsa bin Abdullah ve gayruhüm.

350

EK-17a *

Kayseri sanca ğındaki zimmî mahallelerinin, kendilerine zararı oldu ğu ifade ederek azledilmesini istedikleri kethüdalarının yerine Veled adlı zimmînin kethüda olarak nasb ve tayin olunmasını telep ettiklerine dair hüccet sureti. (9 Cemaziyessâni 1069/4 Mart 1659)

* K ŞS 69, 80/234.

351

EK-17b

Medine-i Kayseriyye’de zimmiyân mahallâtından Harput Mahallesi’nden İhtiyar veled-i Yosef ve U ğurlu veled-i Musa ve mahalle-i Şehreküstü’den Bali veled-i Mihayil ve Artiyon veled-i Ba ğdeser ve mahalle-i Karakeçi’den Kirkor veled-i Arzman ve Minnet veled-i Kirkor ve mahalle-i Mermerli’den Kaya veled-i Artiyon ve Bali veled-i Sefer ve mahalle-i Eslempa şa’dan İvaz veled-i Ohan ve Tadır veled-i Kirkor ve mahalle-i Sasık’tan Kaya veled-i U ğurlu ve Anderyas veled-i Şatıryo ve mahalle-i Bekta ş’tan Anasdas veled-i Nikol ve Pazıt veled-i Dezyat ve mahalle-i Rumiyan’dan Bavlos veled- i Pi şeh ve Anasdas veled-i Yosef ve mahalle-i Tadır’dan Murad veled-i U ğurlu ve Zeki veled-i Toros ve mahalle-i Selaldı’dan Handan veled-i Mıgırdıç ve Şani veled-i Tavid ve mahalle-i Sultanhamamı’ndan Murad veled-i Devlet ve mahalle-i Tavukçu’dan Haçadır veled-i Haçik ve mahalle-i Sınıkçı’dan Haçler veled-i Serkis ve Hızır şeh veled- i Karakoç ve mahalle-i Kiçikapı’dan İnebek veled-i Sefer ve Devlet veled-i Kesikba ş ve mahalle-i Aydo ğdu’dan Haçadır veled-i Bahadır vef A ğya veled-i Zeki ve mahalle-i Selman’dan Sefer ve mahalle-i Köyyıkan’dan Sefer ve Melek?, mahalle-i Batman’dan Menas ve mahalle-i Sayeci’den Masar ve mahalle-i Emirsultan’dan (Hocabali ve Şehimir ve mahalle-i Gürcü’den) Simon nâm zimmîler ve sâirleri meclis-i şer-i şerif-i lâzımü’t-te şrifte hâmil-i hâze’l-vesika Veled Kethüda nâm zimmî mahzarında her biri ikrâr ve itirâf edip, kethüdamız olan Murat’ın bize zararı vardır, azl olunup yerine merkûm Veledi kethüda nasb ve tayin olunmak cümlemize her vech ile evlâ ve ensebdir dediklerinde zimmiyûn-i mezbûrûn talepleriyle merkûm Murad kethüdalıktan azl olunup mezbûr Veledi yerine kethüda nasb ve tayin olundukta, mezbûr Veled dahi kethüdalı ğı kabul ve hizmet-i lâzimesini edâya taahhüd ve iltizâm etme ğin, mâ-hüve’l- vâki bi’t-taleb ketb olundu. Tahriren fi’l-yevmi’t-tâsi min şehr-i Cemaziyessâni sene 1069. Şühûdü’l-Hâl: Emirü’l-umerâi’l-kirâm Arablı Ahmed Pa şa Hazretleri Fahrü’l-emâsil ve’l-akrân Seyyid Hamza A ğa Fahrü’l-eşbâh Halil A ğa, suba şı Cafer Bey (bin) Abdullah Osman Be şe bin Ömer Be şe ve gayrühum. 352

EK-18a *

Kayseri’deki bezzazlar taifesinden bazılarının, mahkeme huzurunda, daha önce şehre gelen Murtaza Pa şa’nın ordusunun mühimmatı için taifeden aldı ğı birkaç çadır vs. levazım için, kendilerinin emriyle, şeyhleri olan Hacı İsmail tarafından 177 riyalî kuru ş harcandı ğını ikrar etmeleri ve buna razı olduklarını bildirmeleri ile ilgili hüccet sureti. (16 Receb 1069/9 Nisan 1659)

* 69 K ŞS, 93/266.

353

EK-18b

Medine-i Kayseriyye’de Bezzazlar taifesinden Ebu Bekir Çelebi ve El-Hâc İbrahim ve Sarı Mustafa ve Abdülalim ve Molla Ali ve El-Hâc Receb ve El-Hâc Hızır ve Mesud Çelebi ve El-Hâc Mehmed ve Abdülfettah nâm kimesneler ve sâirleri meclis-i şer’de bezzazlar şeyhi olan hâfız-ı haze’l-kitap El-Hâc İsmail ibn-i El-Hâc Ömer mahzarında her biri ikrâr edip, bundan akdem izzetli serdar-ı saadet-şiâr Murtaza Pa şa hazretleri medine-i mezbûreye geldikte ordu-yı hümâyûn mühimmâtı için taifeden aldı ğı birkaç aded çadırlara ve sâir levâzıma mezbûr El-Hâc İsmail şeyhimiz olma ğla emrimizle harc ve sarf etti ği yüzyetmi şyedi aded riyalî kuru şu beynimizde tevzi ve tarh ve tahsil edip verme ğe her birimiz râzı ve taahhüd etmi şizdir dedikleri gıbbe’t-tasdikü’l-vicahi bi’t- taleb ketb olundu. Hurrire fi 16 Receb sene 1069.

Şühûdü’l-Hâl:

Mustafa bin Alaeddin Abdülbaki Be şe (bin) Abdülkerim Mahmud Be şe bin İsmail Muhzırba şı ve gayrühum.

354

EK-19a *

Girit adasındaki Kandiye Kalesi fethi mühimmatı için Kayseri sanca ğından ihracı ferman olunan la ğımcılara ücretlerinin bir kısmının verildi ği, kalanının da Girit’te ödenece ğine dair la ğımcıların müba şiri olan Cafer Çavu ş’un ikrarına dair hüccet sureti. (29 Ramazan 1078/13 Mart 1668)

* K ŞS 77/2, 102/204.

355

EK-19b

İş bu sene-i mübarekede cezire-i Girit’te vâki Kandiye Kalesi fethi mühimmâtı için mirîden yüzelli şer kuru ş ücretleri ile medine-i Kayseriyye’den ihracı ferman olunan la ğımcıların mübâ şiri olan fahrü’l-emâsil ve’l-akrân Cafer Çavu ş ibn-i Ahmed Bey meclis-i şer’î isticâr olunan la ğımcılardan El-Hâc Ali bin Abdülkerim ve El-Hâc Halil ibn-i İsmail ve Ömer bin Hızır ve Bekta ş ibn-i Mehmed ve Murad bin Yusuf ve Bayezid bin Sefer ve di ğer Murad bin Sefer nâm kimesneler ve sâirleri muvâcehelerinde ikrâr-ı şer ve takrir-i kelâm edip ve yedimde olan emr-i şerifle tayin ve tasrih olundu ğu üzere, taife-i mezbûra yüzelli şer kuru ş isticâr edip icâre-i mezbûreden ferman-ı şerif mûcebince yüzer kuru ş-ı aynî kendilere edâ ve teslim eyledim. Elli şer kuruş dahi cezire- i merkûmede cânib-i mirîden kendilere alıverilme ğe mukarrer ve iltizâm eyledim dedikte, mübâ şir-i mezbûrun vech-i me şrûh üzere câri olan kelâmını vicâhen ve şifâhen tasdik etme ğin, mâ-hüve’l-vâki bi’t-taleb keb olundu. Hurrire fi 29 şehr-i Ramazani’l- mübarek li-sene 1078.

Şühûdü’l-Hâl:

Sâbikûn

356

EK-20a *

Edirne’den gönderilen ulaklara, menzil beygiri bulunan yerlerde iki nefere iki beygir verilmesi ve gidecekleri mahalle rahatlıkla ula şabilmeleri için gerekli tedbirlerin alınması yönünde, yol üzerindeki kadılıklara gönderilen emir sureti. (Evail-i Safer 1090/14-23 Mart 1679)

* K ŞS 88, 125/293.

357

EK-20b

Mefâhirü’l-kudât ve’l-hükkâm mâdinü’l-fezâyili ve’l-kelâm Edirne’den ve Zile ve Ağraz ve A ğraz ve Re şvan ve Yukalara? varıp gelince vâki olan kadılar zide fazlühum tevki-i refi-i hümâyûn vâki olıcak malum ola ki, ula ğla irsâl olunmu ştur. Buyurdum ki, hükm-i şerifimle her kangınızın taht-ı kazasına varıp dâhil olur ise menzil bargiri bulunan yerlerde yalnız iki nefer eden yalnız iki re’s menzil bargiri verilip ve bulunmayan yerlerde yolda yolcu yükün yıktırmayıp yerliden yarar ve tuvânâ ulak bargirleri tedârik ve ihzâr olunup ve mahuf ve muhâtara olan mahallerde yanına yarar kılavuzlar ko şup emin ve sâlim birbirinize irsâl ve ber-vech-i ta’cil mahall-i memura isâl edip avk ve tehirden ve ihmâl ve müsâheleden ve hilâf-ı şer-i şerif kimesneye zulüm ve teaddi ve tecâvüzden be-gâyet ihtirâz eyleyesin. Şöyle bilesin, alâmet-i şerife itimad kılasın. Tahriren fi evâyil-i şehr-i Saferi’l-hayr li-sene tis’in ve elf.

Be-makâm-ı Edirne el-mahrûse

358

EK-21a *

Altıbölük yolda şları üzerine zâbit ve kethüdayeri nasb ve tayini gerekti ğinden; altmı ş altıncı bölükten İbrahim’in kethüdayeri tayin edildi ğine dair mektup sureti.

* K ŞS 88, 124/304.

359

EK-21b

İzzetli ve faziletli efendi hazretlerinin meclis-i şeriflerine davat-ı vâfire olan altı bölük yolda şları üzerine zâbit ve kethüdayeri nasb ve tayin olunmak daib?-i kadîm olma ğın ebna-i sipahiyândan altmı ş altıncı bölükte yevmî dokuz akçe ulufesi olan kıdvetü’l- emâsil ve’l-akrân İbrahim İsmail Hamza Belgradî zide kadrühu? emekdar ve hizmet- güzâr olup mahall ve müstehak olma ğla kethüdayeri nasb olunma ğın, mektup tahrir ve irsal olunmu ştur. Vüsulünde gerektir ki, merkûmu hizmet-i mezbûrede istihdam edip âheri dahl ettirmeyesiz ve siz ki ol cânibde olan yolda şlarsız, mezbûru kethüdayeri bilip vâki ahvâllerinizi izn-i şer’le ve marifet-i merkûmla gördürüp muhâlefetten ihtirâz eyleyesiz ve sen ki kethüdayerisin ol cânibde olan yolda şları hüsn-i zindegâni üzere zabt ve rabt ve vâki olan davaların mukteza-yı şer’-i kadîm üzere gördürüp, muhâlefet üzere olanları isim ve resmi ve bölükleriyle yazıp arz eyleyesin. Bazı levendât taifesinden ol cânibde sipah nâmıyla mızrak ve bayrak götürüp reaya fukarasın rencide eden var ise dikkat birle ele getirip şer’le üzerlerine lâzım gelen ahkâm-ı şer’iyyeyi icrâ edip, sen ki saire mûcib-i ibret olup herkes devam-ı ömr ve devlet-i şehriyâriyle âsûde-hâl olalar.

360

EK-22a *

Kapan Mahallesi avarızhanesi vakfına ait paranın mütevellisi olan Abdulkadir’in hesabının görülmesi ve hesaplamalar sonucunda fazla çıkan para oldu ğuna dair hüccet sureti.

* K ŞS 91/1, 119/265.

361

EK-22b

Medine-i Kayseriyye mahallâtından Kapan Mahallesi sükkânından fahrü’l-eşbâh Seyyid Abdüsselam A ğa, ahühû Seyyid Emrullah A ğa ibn-i Halil A ğa ve Seyyid Ahmed Çelebi ibn-i Seyyid Mehmed Çelebi ve Seyyid Yahya Çelebi ibn-i Seyyid Ahmed Çelebi ve Seyyid İbrahim Çelebi ibn-i Seyyid Ahmed Çelebi ve Mustafa Çelebi ibn-i Ahmed Çelebi ve Ahmed? Çelebi ibn-i Abdullah nâm kimesneler ve sâirleri bi-ecmâihim meclis-i şer-i hatir-i lâzimü’t-tevkirde, yine mahalle-i mezbûre sükkânından bâisü’l- vesika Abdülkadir b. El-Hâc Sefer Bey nâm kimesne mahzarında her biri ikrâr-ı tâm ve takrir-i kelâm edip, tarih-i kitaptan beş sene mukaddem mahalle-i mezkûrun hane-i avârızı nükud-ı mevkûfesini beher sene irbâh edip, hâsıl olan ribhini mahalle-i mezbûreye vârid? olan tekâlif-i padi şahîyi edâ için … rızâ ve ittifakımızla mezbûr Abdülkadir’i mütevelli nasb edip, nükud-ı mevkûfenin yediyüzseksensekiz kuru ş zimem defterine teslim edip, ol dahi ahz ve kabz edip, be ş sene müstemiren, mahalle-i mezkûreye mütevelli olup, bundan akdem iki senede irad ve mesârifin hesap edip, üç senenin muhasebesi bâki kalmı ş idi. El-hâletü hazihi zikr olunan üç senede mebla ğ-ı mezbûrun bi’l-cümle hâsıl olan ribhini ve mütevelli-i merkûm Abdülkadir’in üç senede mahalle-i mezbûreye harc ve sarfını bi’l-cümle beynimizde hesap ve kitap eyledi ğimizde yirmiiki buçuk kuru ş izdiyâd zuhur edip, asl-ı mâl-ı mevkûfe cem olundukta bi’l-cümle sekizyüzon buçuk esedî kuru ş olma ğla, mebla ğ-ı mezbûr sekizyüzon buçuk esedî kuru şun ale’l-esâmi zimem defterini mütevelli-i merkûm yedinden ahz ve kabz edip, husus-ı mezbûra müteallik cemi’ deâviden merkûm Abdülkadir’in zimmetini ibrâ ve iskât eyledik dediklerinde gıbbe’t-tasdikü’ ş-şer’î mâ- hüve’l-vâki bi’t-taleb ketb olundu. Tarih-i mezbûr.

Şühûdü’l-Hâl:

Seyyid Mehmed ibn-i Seyyid Hasan Mustafa Be şe ibn-i Ahmed? El-Hâc Abdurrahim bin El-Hâc Sefer Bey Seyyid Bekir Çelebi

362

EK-23a *

Kayseri sanca ğına, a ğalardan olan Mustafa A ğa’nın mütesellim nasb ve tayin olundu ğuna dair, Kayseri kadısına hitaben yazılan buyruldu sureti. (Rebiülevvel 1095/ Şubat-Mart 1684)

* K ŞS 91/3, 319/616.

363

EK-23b

Faziletli Kayseri mollası efendi hazretleri ba’de’t-tahiyyet inhâ olunur ki, haliyâ inâyet-i aliyye-i şehriyarîden inâyet ve ihsân buyurulan Kayseriyye sanca ğına a ğalarımızdan kıdvetü’l-emâsil ve’l-akrân Mustafa A ğa zide kadrühû mütesellim nasb ve tayin olunup zabt ve rabtı için buyuruldu ısdârıyla verilmi ştir. Lede’l-vüsul sanca ğ-ı mezbûrda ağamız mezbûr mütesellim olup zabt ve rabt-ı vilâyet ve himâyet ve siyânet-i raiyyet bâbında mecd ü sa’y olma ğla rüsûmât-ı mukannine ve avayidât-ı muayyinesin ve sâir bâd-ı hevâ ve hayrâtından cüz’î ve küllî her ne ise hâsıl olanı sene-i sâbıkalarda verilegeldi ği minval ahz ve kabz ettirip mûtad-ı kadîm olan mahsulâtta hilâf-ı şer ve’l- kânun bir ferde def ve hareket ve inad ve muhâlefet ettirmeyip mazmûn-ı ferman-ı şerif- i mûcib buyrulduyla amel oluna deyü. Vüride fi Rebiülevvel sene 1095.

364

EK-24a *

Kayseri’de Celâlilere katılarak halka zarar veren tımar erbabından Bekir Çavu ş o ğlu olarak bilinen Fazlullah’ın ele geçirilerek hakkından gelinmesi için Kayseri kadısı ve sancak beyine yazılan hüküm sureti.

* BOA, MHM 75, 44/61.

365

EK-24b

Kayseriyye kadısına ve Kayseriyye sanca ğı beyine hüküm ki,

Südde-i saadetime mektuplar gönderip, mahmiye-i Kayseriyye âyânı meclis-i şer’e gelip, nefs-i Kayseriyye’de sâkin erbab-ı tımardan Bekir Çavuş o ğlu demekle maruf Fazlullah için daima şirret e şekâvet ve fitne ve fesad üzere olup ve daima Celâli eşkıyasıyla gezip katl-i nüfus ve gâret-i emvâl eyleyip ve müzevvir mühürler peyda etmekle … hüccet ve siciller ibrâz edip ve liva-i mezbûrda tımarı olup kendi hâlinde olan Cafer Çavu ş’un zorba ile tımarına varıp fuzûlen mahsulün kabz edip, bunun emsali teaddisine nihayet ve zulüm ve fesadına gâyet olmayıp, hakkından gelinmek için defaatle evâmir-i şerife vârid olmu ş iken ele gelmeyip her birinden bir tarikle halâs olup fesad ve şekâveti günden güne ziyâde olup şöyle ki, bu defa ele getirilip hakkından gelinmezse şehri fesada verip bir azim fitneye bâis ve bâri ve sebeb-i … olmak mukarrerdir deyü tazallum eylediklerin arz eyledi ğin pâye-i serîr-a’lâma arz olundukta, hakkından geline deyü hatt-ı hümâyun-ı saadet-makrûnumla ferman-ı âli şânım sâdır olma ğın, ferman-ı şerifim mûcebince hakkından gelinmek emredip buyurdum ki, vüsûl buldukta asla tehir ve terâhi eylemeyip şaki-i mezbûru her ne vechile mümkünse hüsn-i tedbir ve tedârikle ele getirip hatt-ı hümâyumun ve ferman-ı şerifim mûcebince hakkından gelesin. Ahz ve celb-i sebep ile … olunmaktan ziyade ihtiraz edesin.

Bir sûreti, eyalet-i Anadolu’da e şkıya def’ine memur olan vezir Nasuh Pa şa’ya ve Karaman beylerbeyisi Ömer Pa şa’ya.

366

EK-25a *

Kayseri kazasına ba ğlı Yahyalı Nahiyesi ahalisinin, Ni ğde kazası sâkinlerinden olup köylerde ahaliye zarar veren Kürt Mehmed A ğa olarak tanınan şahıs hakkında devlet merkezine arzuhâl göndermesi üzerine, gerekli tedbirlerin alınması için Kayseri naibi ve mütesellimine yazılan hüküm sureti. (Evahir-i Safer 1103/12-21 Kasım 1691)

* BOA, MHM 102, 69/322.

367

EK-25b

Kayseriyye nâibine hüküm ki ve Kayseriyye sanca ğı mütesellimine dahi,

Kayseriyye kazası muzâfâtından Yahyalı Nahiyesi ahalisi dergâh-i muallâma arz u hâl edip Ni ğde kazası sâkinlerinden Kürd Mehmed A ğa demekle maruf kimesne kaza-i mezbûra tâbi Madalzı? nâm karyeye gelip, havasına tâbi kırk elli miktarı e şkıya ile kalkıp karye karye gezip nicelerin … ahz ve kabz, kırkar elli şer kuru şların ve nicesinin dahi bargirin ve katırların alıp zulüm ve teaddi etmekle, bundan akdem kazalarına gelmemek üzere emr-i şerif verilip teaddisin men’ olunmu ş iken memnû olmayıp, sâkin olan fukaraya teaddi ve tecavüzden hâli olmadı ğın bildirip ol-bâbda hükm-i hümâyunum rica eylediklerin ecilden mezkûr Kürd Mehmed’in fi’l-vâki teaddisin ve zulmen aldı ğı vâki ise ahz ve Kayseriyye Kalesi’nde kal’abend olunup … … dersaadetime arz olunmak emrim olmu ştur. Evahir-i Safer 1103.

368

EK-26a *

1103/1692 senesinde yapılacak sefere Karaman eyaletindeki livalardan alay beyleri ile birlikte katılacak cebelü sayıları.

* BOA, MHM 102, 96/415.

369

EK-26b

Karaman eyaleti alay beyleri … cebelüleri bayrakları altında e şmek üzere ve taraf-ı mirîye zabt olunan zeamet tımarları yine kendilerine verilmek üzere in şaallah-ı teâla evvel-i baharda bayrakları altında mevcut ettirme ğe deruhde eyledikleri askerdir.

Liva-i Konya, nefer 140, miralay Mustafa, yalnız yüzkırk neferdir, Konya

Liva-i Ni ğde, nefer 175, miralay Zeynelabidin, yalnız yüzyetmi şbe ş neferdir, Ni ğde

Liva-i Yeni şehri, nefer 120, miralay Mehmed, yalnız yüzyirmi neferdir, Yeni şehri

Liva-i Kayseri, nefer 100, Ali miralay, yalnız yüz neferdir, Kayseri

Liva-i Kır şehri, nefer 80, İskender miralay, yalnız seksen neferdir, Kır şehri

Liva-i Ak şehri, nefer 55, miralay Hüseyin, yalnız ellibe ş neferdir, Ak şehri

Liva-i Aksaray, nefer 85, Mehmed miralay, yalnız seksenbe ş neferdir, Aksaray

370

Tablo 2.1. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Sancak Beyleri Sancak Beyinin Adı Görev Yılı Gönderdi ği Mütesellim Sicil/Belge Numarası Mehmed Pa şa 1608-1610 Hüseyin A ğa, Kurd Bey b. Abdullah 13; 29, 90, 206 (kethüdası), Mustafa Bey Hasan Bey 1616 Osman Bey ibn-i Hacı Mehmed Bey 18; 35 İbrahim Bey 1618-1619 - 20/2; 993 Seyyid Ali Kasım 1618-1619 - 20/2; 1149 Mahmud Bey 1618-1619 - 20/2 Mehmed Ebubekir 1618-1619 - 20/2 Zeynelabidin Pa şa 1624-1625 Memi Bey, Himmed Bey 25/1; 87, 240, 250 Bekta ş Bey 1625-1626 - 27/1 Merdan Ali Bey 1638-1639 - 41/1; 17, 37, 76, 77, 142, 155 Merdan Ali Bey 1638-1639 Mustafa A ğa 41/2; 508 Merdan Ali Bey 1640-1644 Yusuf A ğa, Suba şısı Mehmed Bey, 42/2; 245, 376, Suba şısı İbrahim Yakub Bey 1640-1644 Mehmed A ğa, Ahmed Çavu ş 42/2; 307 Dilaver Pa şa 1645 Şehir Suba şısı Mehmed Bey b. 55/1; 138, 152, 271 Abdullah, Hüseyin A ğa ibn-i 55/2; 170, 463, 478, Mustafa 479, 491, 492, 523 Mustafa Pa şa (önce) 1652 - 59; 10, 21, 53, 155, 176 Dilaver Pa şa (sonra) 17 Haziran İsmail A ğa, 59; 176, 219, 223 1652’de Siyavu ş A ğa ibn-i Abdullah, atandı. Hüseyin Bey, Ahmed A ğa, Mehmed A ğa Dilaver Pa şa 1655 Murad Bey 60/1; 45, 99, 133, 158, 170, 176, 188, 225, 241, 269, 270, 277, 278, 279 Dilaver Pa şa 1651 Yusuf A ğa, 61/1; 127, 166, 179, İsmail A ğa Dilaver Pa şa 1651 Şehir suba şısı Zülfikar A ğa b. 61/2; 356, 396, 424 Abdullah Dilaver Pa şa 1652 - 62; 28 Can Mirza Pa şa 1653 - 63/1 371

Arslan Dilaver Pa şa 1655-1656 - 65; 198 Mustafa Pa şa 1657 Konyalı Mustafa A ğa (önce), 66/1; 193, 205 Saçlızâde Mustafa A ğa (sonra) 66/2; 199, 294, 295, 303, 306, 324, 336 Ahmed Pa şa 1658 Hamza A ğa 67/1 Ahmed Pa şa 1659 - 70 Hızır Pa şa 1667 Osman A ğa (vekili ise Davud Bey b. 74/1; 57 Mustafa’dır.) Hızır Pa şa 1667-1668 Osman A ğa 77/1; 20, 21, 64, 79, 102, 103, 170, 171, 176 Hızır Pa şa 1668 Mustafa A ğa 78/2; 247 Hızır Pa şa 8 Eylül 1668 Kaymakamı Mustafa A ğa (2 Ekim- 78/3; 335, 585, 632 14 Kasım 1668), Kaymakamı Osman A ğa Musli Pa şa 1673 - 81 Mehmed Pa şa 1676 Ömer A ğa 84 Yusuf Pa şa 1676 Ömer A ğa 84 Dilaver Pa şa 1678-1679 - 88 Dilaver Pa şa 1680-1681 - 90 Dilaver Pa şa 1683 Zülfikar A ğa 91; 14, 15, 19, 36, 111, 117, 140, 172 Dilaver Pa şa 1683 - 91/1; 252 Dilaver Pa şa 1683-1684 Zülfikar A ğa (önce), 91/2; 364, 388, 403, Seyyid Mehmed A ğa (sonra) 429, 450 Dilaver Pa şa 1684 Veli A ğa 91/3; 543 Seyyid Mehmed Pa şa 6 Nisan 1684 Veli A ğa 92; 53, 69, 109, 225 Mehmed Pa şa 1687-1689 Mehmed A ğa, Ali A ğa 96; 199 Kurt Mehmed Bey 1697 Hüseyin A ğa (vekili olan kethüdası) 104; 7

372

Tablo 2.2. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Mütesellimler Mütesellimin Adı Görev Yılı Tabi Oldu ğu Sancak Sicil/Belge Beyinin Adı Numarası Hüseyin A ğa 1608-1610 Mehmed Bey 13; 29 Kurt Bey b. Abdullah 1608-1610 Mehmed Pa şa 13; 90, 117 (kethüda-yı mirliva) Mustafa Bey 1608-1610 Mehmed Pa şa 13 Osman Bey ibn-i Hacı 1616 Hasan Bey 18; 33, 60 Mehmed Bey (mirliva kaymakamı) Memi Bey 1624-1625 Zeynelabidin Pa şa 25/1; 394, 395 Himmed Bey 1624-1625 Zeynelabidin Pa şa 25/1; 322 Ali Kulu Bey 1625-1626 - 27/1; 32 Mehmed A ğa 1638-1639 Murad A ğa 41/1; 37, 76, 77, 137-2, 142, 155 Mustafa A ğa 1638-1639 Merdan Ali Bey 41/2; 39, 451, 456 Yusuf A ğa 1640-1644 Merdan Ali Bey 42/2; 245 Mehmed Bey (suba şısı) 1640-1644 Merdan Ali Bey 42/2; 331-1 İbrahim (suba şısı) 1640-1644 Merdan Ali Bey 42/2 Mehmed A ğa 1640-1644 Yakub Bey 42/2; 360 Ahmed Çavu ş 1640-1644 Yakub Bey 42/2; 397 Mehmed Bey b. 1645 Dilaver Pa şa 55/1 Abdullah ( şehir suba şısı) Hüseyin A ğa ibn-i 1645 Dilaver Pa şa 55/1 Mustafa İsmail A ğa 17 Haziran 1652 Dilaver Pa şa 59; 176 Siyavu ş A ğa ibn-i 17 Haziran 1652 Dilaver Pa şa 59; 63 Abdullah Hüseyin Bey 17 Haziran 1652 Dilaver Pa şa 59; 21 Ahmed A ğa 17 Haziran 1652 Dilaver Pa şa 59; 21 Mehmed A ğa 17 Haziran 1652 Dilaver Pa şa 59; 104, 108 Murad Bey 1655 Dilaver Pa şa 60/1; 255 Yusuf A ğa 1651 Dilaver Pa şa 61/1; 24 İsmail A ğa 1651 Dilaver Pa şa 61/1; 86 Zülfikar A ğa b. 1651 Dilaver Pa şa 61/2; 356, 396, 424 Abdullah ( şehir suba şısı) 373

İsmail A ğa 1651 Dilaver Pa şa 62; 8, 11, 35 (Mütesellimin adamı Siyavu ş A ğa ibn-i Abdullah) Zülfikar A ğa ( şehir 1651 Dilaver Pa şa 62; 28 suba şısı) Konyalı Mustafa A ğa 1657 Mustafa Pa şa 66/1; 193, 205 (önce) Saçlızâde Mustafa A ğa 1657 Mustafa Pa şa 66/2; 199, 294, 295 (sonra) Hamza A ğa 1658 Ahmed Pa şa 67/1 Osman A ğa (vekili 1667 Hızır Pa şa 74/1; 64, 104 Davud Bey) İbrahim A ğa 1663-1664 - 75 Osman A ğa 1667-1668 Hızır Pa şa 77/1; 20, 21, 46, 64, 93, 102, 103 Mustafa A ğa (vekili 1668 Hızır Pa şa 78/2; 89, 116, 138, 154, 15, Mustafa Bey) 164, 181, 194, 209, 210, 233, 247 Mustafa A ğa 2 Ekim-14 Kasım Hızır Pa şa 78/3; 335, 585 1668 Osman A ğa 8 Eylül 1668 Hızır Pa şa 78/3; 632 Ömer A ğa 1676 Mehmed Pa şa 84 Ömer A ğa 1676 Yusuf Pa şa 84 Siyavu ş A ğa 1676 - 84 Zülfikar A ğa 1683 Dilaver Pa şa 91; 14, 15, 19, 36, 111, 140, 172 Zülfikar A ğa 1683 - 91/1; 210, 252, 311, 331 Zülfikar A ğa (önce) 1683-1684 Dilaver Pa şa 91/2; 364, 388, 403 Seyyid Mehmed A ğa 1683-1684 Dilaver Pa şa 91/2; 429, 450 (sonra) Veli A ğa 1684 Dilaver Pa şa 91/3; 543 Mustafa A ğa 1684 - 91/3 Veli A ğa 1684 Seyyid Mehmed Pa şa 92 Mehmed A ğa 1687-1689 Mehmed Pa şa 96; 141 Ali A ğa 1687-1689 Mehmed Pa şa 96; 148

374

Tablo 2.3. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Yeniçeri Serdarları Yeniçeri Serdarının Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Süleyman Bey 1608-1610 13; 45, 203 Mustafa Bey 1611-1612 15/2; 898 Mustafa A ğa (yeniçeri a ğası) 1616 18; 36 Hüseyin Pa şa (yeniçeri a ğası) 1618-1619 20/2 Mehmed A ğa 1638-1639 41/2; 406, 446 Mehmed Be şe ( şahitlerde) 1640-1644 42/2; 244, 257-1 Mehmed A ğa ( şahit olarak) 1640-1644 42/2 Musa Pa şa (yeniçeri a ğası) 1645 55/2; 523 Süleyman Pa şa (yeniçeri a ğası) 1652 59 Ahmed A ğa 1655 60/1; 66, 90, 260 Dervi ş A ğa 1655 60/2; 432 Durmu ş Be şe 1655 60/2; 455 Kerim Be şe 1655 60/2; 471 Süleyman A ğa 1655 60/2 Abdülkerim b. Ali Bey 1655-1656 64/2; 445 Durmu ş Be şe 1657 66/1; 11, 34, 63 Abdulkerim Çelebi 1657 66/1; 96, 99, 108 Süleyman A ğa 1657 66/1; 184, 195 Ali (yeniçeri a ğası) 1657 66/2; 309, 352, 416, 432 Ebubekir (yeniçeri a ğası) 1657 66/2; 309, 352, 416, 432 Mustafa (yeniçeri a ğası) 1657 66/2; 309, 352, 416, 432 Durmu ş Be şe 1657 66/2; 309 Abdulkerim Çelebi 1657 66/2; 211, 352, 416, 417 Süleyman Çelebi 1658 67/1 Mustafa A ğa (yeniçeri a ğası) 1659 70 Abdülkerim Çelebi 1667 74/1; 87 Mehmed Be şe 1663-1664 75; 307 Abdülkerim Çelebi ( şahitlerde) 1667-1668 77/1; 127, 180, 186 İbrahim Pa şa (yeniçeriler a ğası) 1668 78/2; 177 Mehmed A ğa 1668 78/3; 634 Mahmud A ğa 1676 84 Mahmud Pa şa 1684 91/3 Ali A ğa 1684 92

375

Tablo 2.4. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Kethüdayeriler Kethüdayerinin Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Ali Bey 1608-1610 13; 39, 85, 270 Kurt Bey 1608-1610 13; 331 Halil Bey ( şahit olarak) 1611-1612 15/2; 850 Ali Bey 1611-1612 15/2; 927 Mehmed Bey 1616 18; 61 Ahmed A ğa 1618-1619 20/1 Dilaver A ğa 1624-1625 25/1; 325 Hacı Hüseyin Bey 1625-1626 27/1 Hasan Bey 1645 55/1; 50, 80, 155, 278, 292 Yusuf A ğa b. Hasan Bey ( şahitlerde) 1645 55/1 Yusuf A ğa 1645 55/2 Yusuf A ğa 1652 59; 44 İsmail A ğa 1655 60/1; 203, 207, 225, 248, 270, 277, 293 Yusuf Hasan 1655 60/2; 438, 440 İsmail A ğa 1655-1656 64/2; 551 İsmail A ğa 1655-1656 65; 198 Yusuf A ğa 1657 66/1; 45, 59, 76 Muharrem Bey 1657 66/2; 242 Yusuf A ğa 1657 66/2; 392 Dervi ş A ğa 1667-1668 77/1; 173 180, 183 Mahmud Be şe 1668 78/3; 281 Çavu ş Kethüdayeri Ahmed Bey 1668 78/3; 286 Ali b. Mustafa (önce) 1683-1684 91/2; 339 Yusuf A ğa (sonra) 1683-1684 91/2; 377 Hasan Be şe ( şahitlerde) 1684 92; 143 Mehmed Abdulgani 1687-1689 96; 105

376

Tablo 2.5. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Suba şılar Suba şının Adı Görev Yılı Tayin Edildi ği İdari Birim Sicil/Belge Numarası Kurd Ali Bey (Mirliva Mehmed 1608-1610 Şehir suba şısı 13; 613 Bey tarafından tayin edilen) Ali A ğa 1608-1610 Sahra ve Köstere Nahiyesi 13; 614 Cuma A ğa 1608-1610 İslâmlı Nahiyesi 13; 614 Mehmed A ğa 1608-1610 Sahra Nahiyesi 13; 632 Hamid ve Hasan 1608-1610 Sahra, Köstere ve İslâmlı 13; 669 Nahiyesi Murad Bey 1618-1619 Kayseri suba şısı 20/1 Yusuf Bey 1618-1619 Suba şı 20/1 Mehmed A ğa 1618-1619 İslâmlı Nahiyesi 20/2 Mustafa Bey 1638-1639 Kayseri suba şısı 41/2; 391, 456, 555 Mehmed Bey 1640-1644 Suba şı 42/2; 398 Mehmed Bey 1645 55/1; 271 Kadirkulu 1645 Suba şı 55/2; 329, 375, 508 Zülfikar A ğa 1655 Şehir suba şısı 60/1; 209-1 Şahin A ğa 1651 Kayseri suba şısı 61/1; 68, 92, 95, 127, 129, 166, 169, 194, 222 Zülfikar A ğa b. Abdullah 1651 Suba şı 61/2 Zülfikar A ğa 1655-1656 Suba şı 65; 123 Ömer A ğa ibn-i İbrahim 1657 Şehir suba şısı 66/1; 33, 5, 121 Mustafa A ğa 1657 Şehir suba şısı 66/1; 12 Ali A ğa 1657 Şehir suba şısı 66/1; 46 Halil Bey 1658 Şehir suba şışı (aynı 67/1 zamanda Beytülmal Emini) Halil Bey 1659 Suba şı 70 Muslu Bey 1659 Suba şı 70 Ömer A ğa 1667 Suba şı 74/1; 204 Mehmed A ğa 1663-1664 Şehir suba şısı (Mütesellim 75; 181 İbrahim A ğa tarafından) Veli Çelebi 1667-1668 Suba şı 77/1; 46 Hasan A ğa 1667-1668 Suba şı 77/1; 74 Ömer A ğa 1667-1668 Suba şı 77/1; 149, 170, 377

171 Sefer Bey ibn-i Hasan 1668 Şehir suba şısı 78/2; 191 Mustafa A ğa 1668 Şehir suba şısı 78/2; 204 Ömer A ğa 1668 Şehir suba şısı 78/2; 211-2, 247, 250 Ömer A ğa 1668 Suba şı 78/3; 320 Ahmed A ğa 1673 Şehir suba şısı 81 İsmail Be şe 1676 Şehir suba şısı 84 Musli Bey 1676 Şehir suba şısı 84 Mustafa Bey 1676 Şehir suba şısı 84 İbrahim Bey 1676 Suba şı 84 Bekta ş A ğa 1678-1679 Suba şı 88 Süleyman Bey 1680-1681 Suba şı 90

Tablo 2.6. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Kethüdalar Kethüdanın Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Şaban Çelebi (kethüda-yı şehir) 1608-1610 13; 40, 89, 102 Murad Be şe (kethüda-yı sâbık, şahitlerde) 1608-1610 13; 455 Ali Bey (kethüda-yı şehir) 1608-1610 13; 463 Ali Bey b. Hamdullah (sipahi kethüdası) 1618-1619 20/1 Hacı Budak ( şehir kethüdası) 1618-1619 20/1 Şükrullah A ğa (mir-i miran kethüdası) 1618-1619 20/1 Ali Bey 1618-1619 20/2 Hidayetullah Çelebi (Kayseri Kalesi kethüdası) 1625-1626 27/1 Ahmed Bey ( şehir kethüdası) 1625-1626 27/1 Yusuf b. Mustafa 1638-1639 41/1; 203 Hidayetullah Çelebi (Kayseri Kalesi kethüdası) 1638-1639 41/2; 493 Yusuf b. Mustafa ( şehir kethüdası) 1638-1639 41/2; 399, 480 Babuk Kethüda (Mancusun köyü kethüdası) 1638-1639 41/2 Hacı Musli A ğa (Kethüda-yı sâbık) 1640-1644? 42/1 Yusuf Çelebi (kethüda-yı şehir) 1640-1644 42/2; 243, 252-1 Musa Çelebi (kethüda-yı şehir) 1640-1644 42/2; 354 Osman Çelebi b. Hacı Mehmed (kethüda-yı şehir) 1645 55/1; 15, 24, 69, 82, 83, 130 Osman Çelebi (kethüda-yı şehir) 1645 55/2; 303, 305, 309, 32, 348, 367, 398, 431, 440, 512 378

Hacı Abdi Bey ( şehir kethüdası) 23 Şubat 1652 59; 222 tarihli emr-i şerifle tayin edilmi ştir. Osman Çelebi ( şehir kethüdası) 1655 60/1; 28 Osman Çelebi 1651 61/1; 19 İsa Hasan A ğa 1651 61/1; 29 Yusuf A ğa 1651 61/1; 32 Asef b. Ali 1651 61/1; 162 Murat v. Agob (zimmî kethüdası) 1651 61/1; 170 Hacı Abdi Bey ( şehir kethüdası) 1655-1656 64/2; 390 Yasef v. Anasdas (Arakil Mahallesi kethüdası) 1657 66/1; 90 Mehmed Çavu ş (kadı kethüdası) 1657 66/1; 76, 156 Abdülbaki Çelebi ( şehir kethüdası) 1657 66/1; 128, 133, 134 Hidayetullah Çelebi (kale kethüdası) 1657 66/2; 225, 227, 228, 232, 234, 260, 388 Üveys b. Veli ( şehir kethüdası) 1659 69 Yusuf Çelebi (kethüda-yı şehir) 1667-1668 77/1; 68, 71, 192 Ali (kethüda-yı zimmiyan-ı şehir) 1667-1668 77/1 Kamil A ğa (kale kethüdası) 1667-1668 77/1 Dervi ş A ğa 1667-1668 77/1 Hüseyin Kethüda 1667-1668 77/1 Halil A ğa 1667-1668 77/1 Mustafa A ğa 1667-1668 77/1 Mustafa Çelebi ibn-i Mehmed (kadı kethüdası) 1668 78/2; 90 Mahmud Çelebi ibn-i İsmail ( şehir kethüdası) 1668 78/2; 89, 101, 121, 127, 140, 157, 166, 242, 247, 255 Ali b. İsmail ( şehir kethüdası) 1668 78/2; 126, 129, 140, 166, 242, 247, 261 Ahmed ( şehir kethüdası) 1668 78/2; 195 Hacı Mehmed (köy, kasaba kethüdası) 1668 78/2; 157, 247 Halil ve Mahmud (kale kethüdaları) 1668 78/2 Mahmud Be şe ( şehir kethüdası) 1668 78/3; 312, 333, 344 Hacı Mehmed ( şehir kethüdası) 1668 78/3 Uzun Mahmud ( şehir kethüdası) 1668 78/3; 618, 636 Ali Kethüda b. İsmail 1668 78/3; 281, 285, 287, 295, 308, 312, 319, 344 379

Mahmud 1668 78/3; 308 İsmail 1668 78/3; 305 İbrahim 1668 78/3; 309 Süleyman 1668 78/3; 565 Hüsnü 1668 78/3; 608 Ali b. İsmail (zimmî kethüdası) 1673 81 Hacı Mehmed 1673 81 Mahmud Çelebi 1673 81 Ali Çelebi (Kayseri ahalisi kethüdası) 1676 84 Arslan (Zimmî kethüdası) 1676 84 Hacı Ahmed 1676 84 Hacı Ali 1676 84 Osman (Kayseri kethüdası) 1676 84 Toman veled-i Arslan (zimmî kethüdası) 1676 84 Mustafa Çelebi (kethüda emini) 1678-1679 88 Ahmed Mustafa A ğa (kethüda emini) 1680-1681 90 Mehmed A ğa 1683 91; 14, 19, 36, 111, 140, 172 Salih Bey b. İbrahim 1683-1684 91/2 Halil A ğa (kale kethüdası) 1684 92 Seyyid Hüseyin A ğa (kethüda vekili) 1697 104; 69

Tablo 2.7. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Çavu şlar Çavu şun Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Mehmed Çavu ş 1608-1610 13; 61 Kasım Çavu ş 1608-1610 13; 81 Hasan Çavu ş 1608-1610 13; 89, 168 Seyyid Mehmed Çavu ş 1608-1610 13; 449 Osman Çavu ş 1611-1612 15/2; 872 Hüseyin Çavu ş 1611-1612 15/2; 911 Cuma Çavu ş 1616 18; 44 Hasan Çavu ş 1616 18; 46 Cuma Çavu ş 1624-1625 25/1; 372, 375 Hüseyin Çavu ş 1624-1625 25/1; 372, 375 Mustafa b. Ömer Çavu ş 1624-1625 25/1; 372, 375 Hızır Bey 1657 66/1; 129, 134, 149 380

Ahmed Çavu ş 1657 66/1; 190 Mehmed A ğa 1657 66/1; 86 İbrahim Çavu ş (Divân-ı Hümâyun 1668 78/2; 233, 238 çavu şu) Bayram Çavu ş (Dergâh-ı âli yeniçeri 1668 78/2; 177, 178 çavu şu) Ebubekir (Dergâh-ı mualla çavu şu) 1668 78/3; 348 İsmail Çavu ş 1668 78/3; 627 İbrahim Çavu ş 1668 78/3; 639, 640

Tablo 2.8. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Kadılar Kadıların Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Hacı Hamza Efendi ( şahitlerde) 1608-1610 13; 284 Abdünnebi Efendi b. İshak 1608-1610 13; 270 Ömer Efendi ( şahitlerde) 1608-1610 13; 285 Mevlana Ömer Efendi Ürgübî 1608-1610 13; 333 Muslihiddin Efendi 1608-1610 13; 333 Yusuf b. Şeyh Mehmed 1608-1610 13; 380 Ebulkasım Efendi b. Sefer Çelebi 1608-1610 13; 564 Abdullah Çelebi Efendi b. Abdurrahman (Küçük 1618-1619 20/1 Süleymanlı kadısı) İbrahim Bey 1618-1619 20/2; 851 Seyyid Mahmud Efendi b. Salih Efendi 1624-1625 25/1; 262, 275, 276 Seyyid Mahmud Efendi ibnülmerhum Seyyid Salih Efendi 1625-1626 27/1; 13 Ahmed Efendi 1625-1626 27/1; 69 Abdünnebi Efendi 1638-1639 41/1; 2 Seyfullah Efendi (önceki) 1638-1639 41/2; 461 Abdünnebi Efendi (sonraki) 1638-1639 41/2; 461 Abdünnebi Efendi ibn-i İshak 1640-1644 42/2; 243, 249-2, 261 Mehmed Efendi ibn-i Mustafa Efendi 1645 55/1; 94 Abdünnebi Efendi 1645 55/2; 329 Seyyid Hüseyin Efendi 1645 55/2; 402 Abdülbaki Efendi 1652 59; 206, 212, 235 381

Seyyid Abdülmecid Efendi 8 Temmuz 1652 59; 199 tarihli ferman ile tayin edilmi ştir. Halil Efendi 1655 60/2; 430, 431, 445, 446, 504, 501, 512, 530 Seyyid Salih Efendi 1651 61/1; 79 Şeyh Mehmed ibn-i Şeyh Dervi ş 1651 61/1; 79 Numan Efendi 1651 61/1; 124, 126 Abdulbaki Efendi (önce) 1655-1656 65; 206 Tarsusî Mehmed Efendi (Trablus şam kadılı ğından tayin 1655-1656 65; 237 edilmi ştir.) Muhtarzâde Mustafa Efendi (Kudüs’te mür şid kadısı iken 4 Haziran 1657’de 66/1; 27, 142, Kayseri’ye Abdullah Efendi’nin yerine atanmı ştır.) atandı. 176, 202 Abdülbaki Efendi 1657 66/1; 203 Şerhî Mehmed Efendi 1657 66/1; 79 Halil Efendi 1657 66/1; 135 Fazıl Mehmed Efendi 1657 66/2; 211, 329, 439 Seyyid Abdülbaki Efendi 1657 66/2; 376 Mustafa Efendi 1657 66/2; 408, 423 Abdurrauf Efendi 1658 67/1 Cafer Efendi 1658 67/1 Muhtarî Mustafa Efendi 1658 67/1 Ali Efendi 1667 74/1; 178, 179 Mehmed Efendi 1663-1664 75; 310 Seyyid Mehmed Efendi 1667-1668 77/1; 28 Ali Efendi 1668 78/2; 89, 90, 127, 225 Mahmud Efendi 1668 78/2; 191 Abdullah Efendi 1668 78/2; 215 Mahmud Efendi 1668 78/3; 562 Ali Efendi 1668 78/3; 647, 648 Abdülvahab Efendi 1673 81 Mustafa Efendi 1673 81 Abdurrauf Efendi 1676 84 Ahmed Efendi (eski Kayseri kadısı) 1676 84 Ali Efendi 1676 84 382

Mahmud b. Süleyman (eski Kayseri kadısı) 1676 84 Seyyid Mustafa Efendi 1678-1679 88 Hüseyin Bey 1680-1681 90 Seyyid İbrahim Efendi 1683 91/1; 193 İsmail Efendi 1683 91/1; 239 Hafız Şaban Efendi 1683 91/1; 242 Sunullah Efendi 1684 91/3; 582 Ataullah Efendi 5 Nisan 1684-8 92; 215, 224 Mayıs 1684 Ahmed Efendi 1684 92 Mehmed Efendi 1684 92 Seyyid Hasan Efendi 1684 92 Seyyid Mehmed Efendi 1684 92 Mehmed Abdülkerim 1687-1689 96; 27, 41, 43, 57, 62, 96, 111, 118, 128, 131, 145, 156 Mustafa Efendi 1687-1689 96; 121 Ali Efendi b. Abdurrauf Efendi 1697 104; 114

Tablo 2.9. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Muhzır ve Muhzırba şılar Muhzırın Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Sefer (muhzırba şı); Ali A ğa (muhzırba şı); Kasım 1608-1610 13; 81, 82, 84, 85, (muhzırba şı); Osman, Hüdaverdi, Kasım, Ali, Hamza, 164, 165, 169, 170, Abdi, Veli, Mehmed, Hüseyin, Mikail, Ali Be şe, 172, 183, 207, 236, Mustafa, Musa b. Abdullah, Satılmı ş ( şahitlerde) 239, 254, 269, 357, 480, 567 Hamza (muhzırba şı); Mehmed, Abdi, Kasım, Ali, Hamza, 1611-1612 15/2; 802, 804, 806, Mikail, Hüseyin, Ebubekir, Sefer, Hasan Efendi, 811, 850 Hüdaverdi, Mustafa Hüseyin 1616 18; 18 Satılmı ş, Ali 1618-1619 20/2; 830, 837 Kasım (muhzırba şı); Hacı Mustafa b. Hacı Kemal, Kasım, 1624-1625 25/1 Mikail Abdi, Kasım, 1640-1644 42/1 Mikail (muhzırba şı); Kasım, Hasan, Abdulbaki 1640-1644 42/2; 337, 356, 358 383

Mehmed Bey (muhzırba şı); Abdi Bey (muhzırba şı); 1645 55/1; 14, 28, 39, 94, Mustafa b. Ahmed (muhzırba şı); Ali b. Mehmed 143, 190, 200, 207, (muhzırba şı); Mustafa b. Abdi ( şahitlerde), Hasan, İbrahim 216, 233, 243 b. Hüseyin, Ali Abdi Bey (muhzırba şı) 1645 55/2 Ali, Mahmud, Hasan, Ramazan, Yusuf, Halil, Ahmed 1652 59; 27, 43, 50, 60, 68, 70, 73, 74, 77, 78, 81, 102, 132, 157, 160, 189, 191, Abdi Bey (mıhzırba şı), Hasan, Mehmed 1655 60/1; 116, 122, 136, 179, 180, 186, 189, 191, 193, 205, 216, 270 Abdi Bey (muhzırba şı); Hasan, Halil, Yusuf 1651 62; 3, 11, 23, 27, 42, Mahmud, Hasan 1655-1656 65; 51, 165 Abdi Bey (mıhzırba şı); Ahmed, Hasan, Mahmud, 1657 66/1; 14, 24, 71, 87, Ramazan 91, 157, 158, 192 Mahmud, Mehmed, Osman 1657 66/2; 254 Abdi Bey (muhzırba şı) 1658 67/1 Abdi Bey (muhzırba şı) 1659 70 Osman (muhzırba şı) 1667 74/1 Abdi Bey (muhzırba şı) 1663-1664 75; 176, 177, 185 Abdi Bey (muhzırba şı); Ömer (muhzırba şı); Ahmed 1667-1668 77/1; 5, 8, 12, 25, 37, 52, 97, 160, 177 Abdi Bey (muhzırba şı); Osman b. Halil, Mustafa, Ali 1668 78/2; 88, 101, 117, 130, 163, 189, 193, 196, 233, 234, 254, Abdi Bey (muhzırba şı); Ali 1668 78/3; 290, 297, 304, 305, 311, 314, 320, 327 Ebubekir Bey (muhzırba şı) 1678-1679 88 Ebubekir Bey (muhzırba şı) 1680-1681 90 Ebubekir 1684 92; 109, 156, 162, 170 Osman 1684 92; 109, 156, 162, 170 Abdi 1684 92; 109, 156, 162, 170 İbrahim 1684 92; 109, 156, 162, 170 Osman Bey 1697 104; 87

384

Tablo 2.10. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Müftüler Müftünün Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Mustafa Efendi 1608-1610 13; 549 Seyyid İnayetullah Efendi 1638-1639 41/2; 421 Seyyid İnayetullah Efendi 1640-1644 42/2; 282, 309-2 Seyyid İnayetullah Efendi ( şahitlerde) 1645 55/1; 14 Seyyid Mehmed Efendi 1655 60/1; 170, 182, 188, 207, 210, 225, 228, 248, 270, 273, 274, 277 Seyyid Fazıl Mehmed Efendi 1657 66/1; 109, 116 Seyyid Fazıl Mehmed Efendi 1658 67/1 Seyyid Mehmed Efendi (Kayseri müftüsü) 1658 67/1 Seyyid Mehmed Efendi (Kayseri müftüsü) 1668 78/2; 127 Seyyid Mehmed Efendi 1668 78/3; 630 Seyyid Mehmed Efendi b. Şaban Efendi 1676 84 (Kayseri müftüsü) Ali Efendi 1683-1684 91/2; 460

Tablo 2.11. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen İmam, Müezzin ve Hatipler Görevlinin Adı Görev Yılı Görev Yaptı ğı Yer Sicil/Belge Numarası Ebubekir Halife ibn-i Abdullatif 1608-1610 Hisayunlu Mescidi İmamı 13; 87 Halife ( şahit olarak) Ahmed Halife ( şahitlerde) 1608-1610 - 13; 149 İbrahim Halife b. Hacı Ömer 1638-1639 Cırlavuk Mescidi İmamı 41/2; 261 Abdulhay Efendi 1640-1644 Cami-i Kebir hatibi 42/2 Mehmed Bey, Molla Abbas, 1645 - 55/1 Mahmud Dede Molla Mahmud 1645 Huand Camii müezzini 55/2 Mustafa Halife, Hacı Musa Halife, 1652 - 59; 24 Abdüsselam Halife, Mehmed Halife, Hüseyin b. Mahmud Halife, Hacı Hasan, Mustafa, Ramazan Halife ibn- i Şaban, Hacı Osman, Abdülgaffar Halife, Mahmud Halife Abdüssettar Halife 1657 Şeyh Ömer Ba ğçevani 66/1; 11 385

Mahallesi imamı Hacı Ahmed Halife 1657 Kürtler Mahallesi imamı 66/1; 142 Bali Halife 1657 Kebe İlyas Mahallesi imamı 66/1; 70 Abdurrahman Halife, Abdülbaki, 1657 Mahkeme imamları 66/1; 2, 53, 66, Abdulvahhab Halife, Ahmed Halife, 68, 81, 82, 83, Ali Çelebi, Arap Ahmed Halife, 96, 98, 105, Hasan b. Takyeci Hacı Mustafa, 141, 167, 188, Mahmud Halife, Mehmed Halife, 190 Molla Yusuf, Müezzin Abdurrahman, Müezzin Molla Ali, Müezzin Molla Mustafa Ali Efendi 1657 Kale imamı 66/2 Ali Efendi 1658 Cami-i Kebir imamı 67/1 Ali Efendi 1658 Kale İmamı 67/1 Mahmud Halife 1659 - 70 Ali Efendi 1667-1668 Kayseri Kalesi İmamı 77/1; 17, 157 Abdurrahim Efendi 1667-1668 Hatip 77/1 Hacı Ali Efendi 1667-1668 Kale imamı 77/1 Molla Ahmed 1667-1668 Müezzin 77/1 Ali Efendi 1668 Kaledeki mescidin imamı 78/2; 182, 190, 200, 235, 248, 252 Ömer Efendi 1668 Hacı Kılıç Mahallesi’ndeki 78/2; 124, 127 caminin hatibi Mustafa Halife 1668 Hacı Kılıç Mahallesi’ndeki 78/2; 124, 127 caminin imamı ve müezzini Ali Halife 1668 Battal Gazi Camii hatibi ve 78/2; 149 evkafı mütevellisi Molla Ahmed 1668 Battal Gazi Camii müezzini 78/2; 149 Hacı Ali Halife 1668 Cami-i Kebir hafızı 78/2; 237, 238 Ömer Halife 1668 Cami-i Kebir hatibi 78/2; 238 Mustafa Halife 1668 Cami-i Kebir müezzini 78/2; 238 Bali Halife 1668 Kebe İlyas Mahallesi’ndeki 78/2; 268 Sunullah Mescidi’nin imamı Süleyman Halife 1668 Eslem Pa şa Mahallesi’ndeki 78/2; 258 mescidin imamı Abdurrahman Halife ve 1668 Ulubürüngüz köyündeki 78/2; 154 Osman Halife caminin imamları Şaban Halife 1668 Gesi’deki caminin imamı 78/2; 237, 238, 386

239 Mustafa Halife 1668 Gesi’deki caminin müezzini 78/2; 237, 238, 239 Hacı Hasan Halife 1668 Hasbek Mahallesi’ndeki 78/2; 99 caminin imamı Abdurrahman Halife ibn-i Nasuh 1668 Hatip 78/3; 307 Halife Molla Mustafa, Şeyh İbrahim 1668 İmam 78/3; 635, 637 Hasan Dede, Mehmed 1668 Müezzin 78/3; 332, 338 Mehmed Halife 1676 İmam 84 Ali Efendi b. Tarsusî, Hüseyin, 1683-1684 İmam 91/2 Mehmed Efendi, Sefer Efendi b. Ali Hacı Numan Efendi 1683-1684 Hatip 91/2 Abdurrahman 1684 Müezzin 92 Hüseyin Efendi 1684 Hafız 92 İsmail Halife 1684 İmam 92 Kasım, Molla Ali, Molla Mehmed, 1684 Müezzin 92 Mustafa, Veli

Tablo 2.12. Kayseri Sanca ğında Tespit Edilen Kâtipler Kâtibin Adı Görev Yılı Sicil/Belge Numarası Halil Efendi (kâtib-i mahkeme) 1608-1610 13; 592 (şahitlerde) Seyyid Ebussuud Efendi (Divân-ı 1618-1619 20/1 Hümâyun kâtibi) Ahmed Çavu ş 1624-1625 25/1; 127 Mehmed Bey ( şahit olarak) 1640-1644 42/2; 336, 358 Seyyid Musa Çelebi 1640-1644 42/2; 336, 348, 356 Ali Çelebi b. Hacı Şaban (kâtib-i 1645 55/1; 94 mahkeme-i Kayseriye) ( şahitlerde) İsmail Efendi ibn-i Cuma Çavu ş, Kasım 1657 66/1; 47, 111, 114, 118, Efendi, Mehmed Çavu ş, Ali Halife, İsmail 127, 184, 202 Efendi, Molla Mustafa, Mustafa Çelebi Ali Çelebi 1658 67/1 Mustafa Efendi, Ömer Çelebi 1659 70 Ali Efendi, Kasım Efendi, Mustafa Çelebi 1668 78/2; 113, 192, 204, 276 387

b. Ali Ebubekir Efendi 1683-1684 91/2 Mustafa Efendi 1683-1684 91/2 Mahmud Efendi 1684 92

388

ÖZ GEÇM İŞ

KİŞİ SEL B İLG İLER

Adı, Soyadı: Emine GÜLDÜO ĞLU Uyru ğu: Türkiye (TC) Do ğum Tarihi ve Yeri: 16 Eylül 1979, Kayseri Medeni Durumu: Evli Tel: +90 352 437 93 42 Faks: +90 352 437 93 43 e-mail: [email protected] [email protected] Yazı şma Adresi: Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 38039 Talas/KAYSER İ

EĞİ TİM

Derece Kurum Mezuniyet Tarihi Yüksek Lisans Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2004 Lisans Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 2001 Lise Şeker Lisesi 1996

İŞ DENEY İMLER İ

Yıl Kurum Görev 2002-Hâlen Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ara ştırma Görevlisi

YABANCI D İL İngilizce

389

YAYINLAR 1. Güldüo ğlu, Emine , “Kayseri Şer’iye Sicilleri I şığında Hacılar Karyesi (M. 1650- 1675)”, I. Hacılar Sempozyumu Tebli ğleri, Kayseri 2007, s. 251-266.

2. Pakalın, Mehmet Zeki, Sicill-i Osmanî Zeyli , Cilt VII, Yay. Haz.: Emine Güldüo ğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2009.

3. Pakalın, Mehmet Zeki, Sicill-i Osmanî Zeyli , Cilt XII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2009. (ortak yayın)

4. Güldüo ğlu, Emine , “ Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri’de Mülk Satı şları Üzerine Bir De ğerlendirme (1678-1679)”, History Studies , Sayı: 2/2, Ankara 2010, s. 71-84.