A. Z. Kozanoğlu Türk Korsanları / 1 BĐRĐNCĐ KISIM KORSAN ORUÇ REĐS Pruvada dü man var! Bir gök gürültüsünü andıran bu ses geminin içinde sanki bir fırtına kopardı. Yelkenler üzerinde bir rüzgâr esti. Güvertede, kasaraların üstünde, mizana ve tirenkete direklerinde sayısız korsan, kum deryaları gibi kayna tı. Palabıyıklılar, kesik kollular, tahta bacaklılar, kelleleri kazınmı lar, tek gözlüler, tunç vücutlarında ya larından daha çok yara izi ta ıyan genç leventler çabuk, fakat bir a kınlığa kapılmadan, yerlerine geçtiler. Geminin ön kasarasında, rüzgâr ve hülyalarla sarsılarak yedi telli sazı "lir"!1 göğsüne basıp bir duygu ve a kınlık kaynağı gibi kalbinden denize elaleler döken Sinan Reis, denizle göğün öpü tüğü yerde yabancı bir geminin direklerini seçince, elindeki sazı, fırlatıp o korkunç narayı atmı tı. Pruvada dü man var! Güvertede biriken korsanların arasında, gelen gemiyi seçeme mekten doğan bir heyecan ba lamı tı. Allah bilir, gelen Sen Con (Saint Jean) övalyeleridir! Onlar burada ne arar bre? Yoksa Cenevizliler mi? 1 Lir, Midilli adasından çıktığı söylenen bir çe it sazdır. 8 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Nereden geçiyoruz, babalık? Đki kalp be liğe oynuyorum, Rodos hakimi ve Sen Con beyi Piyer de Busson'un korsanlan geliyor.2 Đçlerinden birisi, bu söz üzerine, uzun bir ıslık çaldı: Çelebi'nin dediği doğru çıkarsa, iki kalp be liği yanında ahrete götürecek, hadi hayırlısı... Bu gürültüler, bu akala malar arasında ortaya atılan en doğru söz bu oldu. Gelenler eğer Rodos övalyeleri ise, genç gemici doğru söylemi sayılırdı. Türklerin gemileri hem küçük, hem de içindekilerin sayısı azdı. Zaman geçtikçe mor denizin üstünde kocaman bir orman gibi büyüyen sayısız direklerden anla ılıyor ki, yakla an donanmada en az sekiz on "galer" ve bir o kadar da "kadırga" vardı. imdi eller alınlarda, keskin bakı lar denizin gözleri kama tıran sislerini delecek gibi süzüyor, yakla an dü man gemileri inceden inceye kontrol ediliyordu. Güverteden Kaptan Đlyas Reis'in sesi geminin içini inletti: Alesta! "Rodoslu de Busson"un korsanlan geliyor! Kaptana çevrilen yüzler, küçük karde i Hızır'ı da Đlyas Reis'in yanında yalçın bir kaya, saldırmaya hazır bir aslan gibi ta kın ve yeleleri kabarmı olarak gördüler. Hızır, Barbaros Karde ler adiyle denizlerde nam veren Eceova lı bir sipahinin dört oğlunun en küçüğü idi. En büyüğü Oruç Reis namlı bir korsandı. Đshak Midilli adasında oturuyordu. Đlyas Reis: Herkes yerine! dedi. Dü man pruvaya alınacak, orsa yakla acak. Sancakları indirin! Toplara bakın, atı sınırına girmeden kimse ate lemesin! Ate emrini ben vereceğim. Amiral gemisine dirise3 edeceğiz! Kaptanın emri bitince korsanlar, tırnaklarıyle palaların uçlarını tınlatıp keskinliğini denediler. Kimi uğra kolay olsun diye gömleğini 2 O zamanlar Rodos adasını "Saint Jean" övalyeleri ellerinde tutuyorlardı. Ba larına "Grand Maitre" derlerdi. Olayın geçtiği tarihte ba lan Fransız "Pierre d'Aubusson de la Feuillade" idi. 3 Dirise etmek, bir gemiyi diğerine bindirmek. Türk Korsanlar; / 9 sıyırıyor, kimi sobrena, tirenkete, mizana direklerine tırmanıyor, birçoğu da dakikadan dakikaya yakla makta olan kavganın co kunluğundan doğan bir zevkle kahkahalarla gülüyor, birbirlerine Sen Jan övalyelerine nasıl pala sallayacaklarını anlatmaktan ho lanıyorlardı. Gemileri küçük, sayıları azdı. Gelen dü man tekneleri denizin üstünü kara bulut gibi kaplamı tı. Fakat Rodos övalyelerinden kaçmak hiç kimsenin aklından geçmiyordu. Aslan gibi sava acaklar, aslan gibi öleceklerdi. Hiçbir zaman yiğitlik anına leke sürmeyeceklerdi. Ho altlarındaki bu tekne, rüzgârı ardına almı olan bu donanma önünde kalamazdı da. Kaptan Đlyas Reis, dü mana kar ı ölçülü bir yolla gidiyordu. Rodos övalyelerinin gölgeleri seçilmeye ba ladı. Onların da sağa, sola ko tukları görülüyordu. Đlk top Amiral gemisinden patladı. Fakat Reis'in gemisi Rodoslulan kendi top menziline almak için yava yava ve kurnazca ilerliyordu. Sava ın ba ladığı ilk anda bir aslan kükreyi i gibi patlayan Đlyas Reis'in emriyle Türk korsanları ilk topu savurdular. Gökyüzünü bir uzun duman bürüdü. Kara barutun havayı yırtan gümbürtülerine korsanların tekbir sesleri karı ıyor, Türk denizcileri süzüle süzüle dü man gemisine yakla ıyorlar, üzerine atılmak için sabırsızlanıyorlardı. Duman, ate , karga alık arasında korkunç bir çatırdı i itildi. Đki gemi birden sarsıldı. Rampa!... Đlyas Reis, en önde, elinde parıltıları ölüm saçan palasıyle dü man gemisine atladı. Arkasından palabıyıklı koçyiğitler bir bir yet tiler. Ok, kur un vızıltıları, palaların birbirine çarpmasından çıkan vah i ve yırtıcı uğultular, göğsü iman dolu kahramanların hançere lerinden bo alan "Allah, Allah!" sesleri birbirine karı ıyor, tüyler ürperten bu korkunç tablo içinde Rodos övalyelerinin: "Sen Jorj, Sen Jorj!" diye haykıran sesleri bir bayku çığlığını andırıyordu. Türk korsanları bir, Rodoslular bin birdi. Đlyas Reis'in gemisinin çevresini sarmı lardı. Fakat Türk korsanları durmadan pala sallıyorlar, kol, bacak, kelle uçuruyorlardı. Bir Türk denizcisi devrilirken kar ısındaki be Rodosluyu da üstüne çekiyor, hep birden yere yuvarlanıyorlardı. Đlyas Reis, bir aralık, im ek gibi kalkıp inen palasının kıvılcımları arasından çevresine bakındı. Yerler kan, kesik ba lar, kopmu 10 / Abdullah Ziya Kozanoğlu omuzlarla doluydu. Dört bir yanda korku ve a kınlıktan doğan geni bir bo luk vardı. Kendi gemilerinin forsa ambarından kıç kasaraya doğru siyah koyu bir duman direk gibi yükseliyordu. Yanıyorlardı. Gemiler çatırdıyor, tahtalar boğuk sesler çıkararak ayrılıyordu. Kudurmu bir kaplan gibi palasını sıyırdı. Olduğu yerde bir kere döndü. övalyelerin arasına daldı, fakat birdenbire irkildi. Arkasından iki küreğinin arasında keskin bir hı ırtı ve soğuk bir demirin acılığını duydu, sarsıldı, elbisesi boydan boya yırtılmı tı. Canı yanarak arkasına döndü, fakat bu kez de arkasından zorlu bir topuz ba ına indi. Koca kahramanı dizlerinin üstüne yıktı. Ağzından, burnundan, iki küreği arasından oluk gibi kan akıyordu. Gözleri kararırken kulağını dolduran uğultular arasında dört bir yanını alan Rodoslulaıın kahkahalarla gülmekte olduklarını duydu. Ölmek bir ey değildi, fakat alaya alınmak gücüne gitti. Kalkmak, kar ısında gülen edepsizin boğazına sarılmak istedi. Doğruldu, gücü yetmiyor, damarlarındaki kanın akı ı ağırla ıyor, kafasının içinde her ey siliniyordu. Đrkildi: Allah!... diye bağırdı. Đlyas Reis'in ölüm titremeleri kar ısında gülenler onun yerinden doğrulduğunu görünce korkularından gerilediler. Fakat koca korsan çok kan vermi ti... Ölüyordu. Öleceğini, hem de bu kahpelerin kahkahaları ve sevinç sesleri kulaklarında çınlarken öleceğini anladı. Son bir gayretle haykırdı: Hızır, yeti ! Rampa olan geminin kasarasından genç bir ses çınladı: Geliyorum, ağam! Đlyas Reis artık son nefesini veriyordu. Bir kere daha titredi, sarsıldı. Ağzından, burnundan bo anan kan pıhtıları arasında katıldı kaldı. Fakat son bir kükreme ile: Öcümü bu kahpelerde koma, Hızır! diye haykırabildi. Đlyas Reis'in son nefeste çağırdığı karde i Hızır, az ileride ba ka bir halkanın içinde sarılı, kükremi bir aslan yavrusu gibi dü manlarının üzerine atılıyordu. Dört yanını saran çemberi görünce delirmi gibi sıçrayarak yanına atladı. Đlyas Reis'in üstüne kapardı Türk Korsanları /Đl ve aynı anda palasına sarılıp karde inin katillerinden öç almak kaygısıyle tekrar ayağa kalktı. Fakat bir anlık üzüntünün verdiği a kınlık içinde bo bulunmasından yararlanarak dört bir yandan çevrildiğini, kıskıvrak yakalanmı olduğunu gördü. Bırakın, bırakın beni! diye bağırdı. Ağamın öcünü almaya bugün komazsanız, bir gün, çok daha amansız alacağım bu öcü, bırakın! Sipahizâde Yakup Bey'in oğlu, önce kahramanca dövü üp kahramanca ölen Đlyas Reis'in; uzaklarda, ta uzak sularda doğuya, batıya nam salan Türk korsanlarının reisi Baba Oruç'un karde i Hızır, civa gibi delikanlı, kahpe Rodos övalyelerine esir dü mü tü. Fakat bu cinayetin, bu tutukluluğun diyetini onlara ileride "Hızır Reis" yahut "Grand Senyör"ün Kaptan Pa ası Barbaros Hay reddin adı altında Avrupa'nın bütün Akdeniz kıyılarını ba tan ba a yakarak faiziyle ödetecek, bir daha hiçbir kavgada ehit olanlara acıyarak, kendinden geçip dü manlarına aman vermeyecekti. HIZIR, ESĐR OLUP NĐCE ZAMAN CEZĐRE'DE KALDI 4 Dört duvarından pis sular, ıslak ölüm kokulan sızan bir zindanda Hızır, angaryadan dönüp de ba ını iki elinin içine alarak dü ünmeye, kendi kendini dinlemeye ba ladığı zaman, içinde korkunç sesler i itiyor, gözünün önünden kanlı kavga olayları geçiyor, boğazına bir yumruk tıkanıyor, çıldıracak gibi oluyordu. Karde i Đlyas'ın öcünü alamamak onun beynini her gün bir kurt gibi kemiriyordu. Bu soğuk, lo , ıssız zindanda ne kadar kaldığını ölçemiyordu Günler, geceler bu ezici tutuklu ya ayı ın acısını biraz daha çoğaltarak akıyor, günden güne bu acıyla Hızır'ın içindeki öç alma istekleri birle ip büyüyor, ta ıyordu. O da büyük bir korsan olarak, Rodosluların gemilerini yakacaktı. Hızır, bu korkunç dü ünceler ve kesin kararlar içinde, ate le, fırtınalarla sarsılarak vakit geçirirken odasının kapısı açıldı. Dört 4 Tuhfetü'l Kibar fî Esfârü'l Bihar (Kâtip Çelebi). 12 / Abdullah Ziya Kozanoğlu yalınkılıç korsanla bir övalye içeriye girdi. Gelip Hızır'ın kollarını yokladı, pazılarını ölçtü, eliyle göğsünü yumrukladı. Demir parmaklıklı küçük pencerenin önüne çekerek ı ıkta yüzüne baktı, sonra arkasına dönerek korsanlara Lâtince: iyidir, domuz gibi sağlam, bir eyi yok, alın bunu da! diye emir verdi. Hızır, dı arıya çıkarılacağını anlamı tı. Hava, güne , mavi gök altında geni bir nefes alı , yüzünü göğe kaldırarak göğsünü ka barta kabarta ciğerlerini temiz hava ile i irmek... Bunlar Hızır'ın çoktandır görmediği, bulamadığı eylerdi. Sevindi. Hiç ses çıkarmadan, övalyelerin arkasında, bilmediği bir yere doğru yürüdü. Küflü, tozlu, karanlık merdivenleri çıkmaya ba ladılar. Hızır bu merdivenleri bir kere de zindana atılırken görmü tü. Aydınlığa kavu tular. Kalenin avlusuna gelmi lerdi. Burada, kendisi gibi, her biri ba ka bir zindandan çıkarılmı olan otuz kırk ki ilik bir kalabalık, yalınkılıç zindancıların arasında bekle i yorlardı. Hızır da bunların yanına getirildi. Yeni arkada larının uzun bir zincirle birbirlerine bağlanmı olduklarını gördü. Bu zincirin bir halkasını da Hızır'ın koluna taktılar. Sonra bekçilerin saklayan kırbaçlan arasında kalenin avlusundan dı arıya çıkarıldılar. Kalenin yıkılan duvarlarını tamir edeceklerdi. Bu duvarları Osmanlı Padi ahı Fatih Sultan Mehmet'in 1480 yılında adayı saran ordusu yıkmı tı. imdi Rodoslular yıkılan duvarları Türk tutsaklarına onartacaklardı. Angarya günlerce sürdü. Tutsaklar her sabah zindanlarından çıkarılıp büyük zincirlerle birbirlerine bağlanıyor, buraya getirilince ta ta ımak için zincirleri çözülüyor, bekçilerin küfür sesleri, kırbaç akırtıları altında yorgunluktan canları çıkıncaya kadar çalı tırılıyorlar, sonra, gece olunca yeniden zindanlarına bırakılıyorlardı. Zindanda iken çalı mıyor, yorulmuyordu, fakat buna rağmen, Hızır dı arıda parlak güne altında, temiz hava ile ciğerlerini doldurarak geçen bu günleri daha çok sevmi ti. Güne i, mavi göğü görüyordu. Çalı an kolları ve bacakları pekle iyordu. Bir gün ta lan küfesine doldururken arkada larından biri yanına yakla tı, çıplak kolunu tuttu, baktı. Türk Korsanları / 13 Hızır: Kolumun gücünü mü ölçersin? diye sordu. Kolunu kastı, i irdi, damarlarını kabarttı. Kar ısındaki gülerek cevap verdi: Ona bakmam, delikanlı! Uzat u kolunu hele bir daha öyle... u pazının üstündeki kiri bir kaldırabilsem, kolundaki dövmeyi okumak isterim. Hızır, bu sözler üzerine, kar ısındakine dikkatle baktı. Fakat tanıyamadı. Bu yabancı ne istiyordu? Hızır'ın kolunun üstünde bir dövme vardı. Ölen karde i Đlyas Reis'le Akdeniz'in dört bucağına nam vermi olan ağası, korsanların piri Oruç Reis'in de kollarında bu e dövme vardı. Babalan çentmi ti. Bu yabancı, yoksa kendisini tanıyor muydu? Hızır bunları dü ünürken o, tırnağıyle, kolundaki kiri kazıyordu. Hah, buldum! diye bağırdı. Dövme meydana çıkmı tı. Yabancı: Sen Hızır değil misin? diye kısık ve kalın sesiyle sordu: Oruç Reis'in karde i... Sen Hızır Barbaros'sun! Hızır, gurbette bir tanıdıkla kar ıla manın uyandırdığı büyük sevinç içinde haykırdı: Benim, dedi. Korsan Baba Oruç'un karde i Hızır benim. Ya sana kim derler? Yabancı: Bana eytandöven Aydın Reis derler, dedi. Baba Oruç'un yolda larındanım. Senin ağan bizim pirimizdir. Seni u kadarcık ken bir kere görmü tüm. Büyümü , koca, gürbüz bir delikanlı olmu sun. Buraya dü tün demek?. Đkisi de kendilerini kaybetmi lerdi. Gözlerinden sevinç ya lan akarken ellerinden ta küfelerini "güüüüür..." diye atarak birbirlerine sarıldılar. Fakat bu sırada havada, yılan ıslığı gibi, bir ses i itildi. Bir kırbaç ikisinin ortasında sakladı. 14 / Abdullah Ziya Kozanoğlu — Kendinize gelin! Burası düğün evi değil. Gözünüzü patlatırım ha!... Aydın Reis, bir yumrukla ezip suyunu çıkarabileceği sıska bekçiye yan yan baktı. "Ya sabır!" diye mırıldanarak küfesini omuzla yıp uzakla tı. Hızır da kendi ta larını yükleniyordu. Fakat içinde büyük bir sevinç ı ığı doğmu , göğsündeki sıkıntı kalkmı tı. Ağasının bir yolda ıyle burada bulu mak, kendisi gibi dü ünen, kendisi gibi duyan, kendisiyle birlikte çalı acak olan bu gibi i lerde bilenmi biriyle kar ıla mak, çok büyük bir kazançtı. Günler geçiyordu. Hızır'la Aydın Reis birbirlerini uzaktan görüyor, fakat kendilerini gözleyen bekçileri ku kulandırmamak için Aydın Reis, Hızır'dan uzak duruyordu. Bir ak am angaryadan zindana dönü te, zincire vurulurken Aydın Reis, bir yolunu bulup Hızır'ın yanma dü tü. Beraber zincire vuruldu. Yolda ba ka yerlere bakarak, sanki ona söylemiyormu gibi mırıldandı: Hazır ol, delikanlı! Burada bir kayıkçı tanırım, kendisiyle uzla tık, yarın kaçacağız. Hızır'ın kalbi göğsünün altından fırlayacakmı gibi çarptı, titredi gözleri ya ardı: Hazırım, Reis dedi. Di lerini kenetleyerek sustular. Kollarındaki zincirin ağırlığı bileklerini acıtırken gözlerini yumdular. Buradan kurtulduktan sonra zindancılarından çıkaracakları öcün tatlılığını dü ünmeye ba ladılar. Tabur sallana sallana, zincirlerini akırdatarak, ağır ağır ilerliyordu. KURTULU Hızır, o gece, zindanda sabaha kadar uyuyamadı. Ağası Oruç Reis'e Türk korsanlarının babası deniliyordu. Eğer u yolda ı Aydın Reis sözünün eri olur da buradan çıkabilirlerse, doğru ağasının yanına gidecek, beraber korsanlık edecekti. Đ te o zaman ellerinde yıllarca tutsak kaldığı Rodos övalyelerinin, bu kahpe zindancıların, ağası Đlyas Reis'in katillerinin tepesinde yıldırımlar yağdıracak, im ekler çaktıracak, kara günler ya atacaktı. Türk Korsanları / 15 Zindanın demir parmaklıklı küçük penceresinden içeriye sızan ilk ı ık, Hızır'ı küçük ta odanın içinde sinirli adımlarla dola ırken buldu. Çok sinirli idi. "Ya kaçarken yakalanırsak?" Böyle bir ey aklına gelince, "adam sen de," diyerek omuzlarını silkiyordu. Böyle köpek gibi ya amaktansa kaçarken ölmek hayırlıydı. Kapı açıldı, her zamanki gibi dı arıya çıkarıldı.. Avluya gelince ba ka bir zindandan çıkarılmı olan Aydın Reis'i kalabalığın içinde gözleriyle arayıp buldu. Aydın Reis'in duru undan bir ey anla ılmıyordu. Koca korsan aptal denilebilecek, kendisinden hiçbir ey beklenilmeyecek donuk bakı larıyle bulutlan sayarak sıraya giriyordu. Fakat keskin bir göz, onun pek ustaca bir salaklık yaparak adım adım gerilediğini, zincire beraber vurulmak için Hızır'ın yakla masını beklediğini anlamakta gecikmezdi. Bekçinin kamçısı Aydın Reis'in omzunda sakladı: Sıraya gir, aptal, önüne bak! Bu sırada Hızır da yakla mı bulunuyordu. Yan yana ikisini bir zincire bağladılar. Tabur yürümeye ba ladı. Aydın Reis gökteki bulutları saymaktan bıkıp usanmıyordu. Ba ını havaya kaldırmı , anlamsız gözlerle göklere bakıyor, fakat mırıldanıyordu: Hazır mısın, evlât? Bugün kaçacağız. Hızır, yüreğine kadar titreyerek, cevap verdi: Evet, Reis! Aydın Reis ancak duyulabilecek sesiyle: Đyi, dedi. Beni gözden kaçırma. Zincir çözüldükten sonra çaktırmadan pe imden gel. O gün öğleye kadar bir daha bir tek kelime konu madılar. Hızır'ın kalbi kabarıyor, daha sık çarpıyordu. Bekledikleri an gittikçe uzuyor, Aydın Reis, hiçbir ey yokmu gibi, ta lan küfesine dolduruyor, küfeyi omzuna yükleyerek götürüp bo altıyor, yeniden geliyor, gidiyordu. Öğle oldu. Dağıtılan yavan ekmeklerle karınlarını doyurdular. Bekçiler onları teker teker saydı. 16 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Hızır, Aydın Reis'in imdiye kadar neden kaçmadığını anlamakta gecikmedi. Eğer kaçmı olsalar, ekmek dağıtılırken öğle yoklamasında anla ılacak, gündüz gözüyle pe lerine takılacaklardı. Öğle yoklaması geçti. Tekrar çalı maya ba ladılar. Hızır, gözünü Aydın Reis'ten ayırmıyordu. Bir aralık onun kıyıda kumun üstünde yürürken kaybolduğunu gördü. Yüreği çarparak çevresine bakındı. Bekçiler öte yanda birbirleriyle akala ıyorlardı. Bir yanı alabildiğine deniz, öte yanı alabildiğine kumsal olan kıyıdan esirlerin böyle göz göre göre kaçabilmeleri olacak ey değildi. Hızır, çevresine bir kere daha baktıktan sonra, ta küfesini olduğu yerde usulcacık bıraktı. Yava ça süzülerek Aydın Reis'in arkasında kaybolduğu kayalığa yakla tı, dola tı. Dalgalann altını oyduklan bu kocaman ta ın bir kö esine kumlar kaldırılarak küçük bir mağara yapılmı tı. Aydın Reis buraya sinmi ti. Hızır da yanına çömeldi: Reis, buraya geldik ama bekçiler her yeri görebilecek yüksek bir kayanın üstünde duruyorlar. Nasıl kaçarız? Aydın Reis, yan gözle ona bakarak gülümsedi: Evlât, biz bu kafayı kalyon forsasında büyütmedik. Ne kaçması?... Elbette burada oturacağız. Đstersen, bir de uyku çek. Anladım, onlar gidince çıkacağız. Hah öyle! Onlar imdi hava kararırken bizim delikanlıları toplayıp götürürler. Biliyorsun ya, ak am yoklaması zindana girerken yapılacak. Biz de o zamana kadar, in allah, denize açılmı oluruz. Benim gemide Cenevizli bir kürekçi vardı. Bir gün bana yalvardı, yakardı, memleketinde ni anlısı varmı , onu çok severmi , kendisini bırakmam için elimi ayağımı öptü. Çokluk olmaz a ma, benim de kötü bir günüme geldi i te... Biraz da içmi tim. Adamlarıma: "Atın u keratayı denize!" dedim. "Yüze yüze gidebilirse, varsın, karaya çıksın, yavuklusuna kavu sun." Bunu der demez, herifi cumbadak denize boci ettiler. Ben bunu unutmu gitmi tim. Köpoğlusunun denizde boğulduğunu sanıyordum. Gel zaman git zaman, bu itoğulları bir gün bizim gemiye saldırdılar. Bizim gemiler hep küçük kırlangıç, kadırga... Onlarınki hep kalyon, bastarda. Palalara el attık ama, bu sıcağa kar mı dayanır? O canım aslan gibi leventlerim hep gözümün önünde teker teker denize Türk Korsanları / 17 döküldüler. Beni de kıskıvrak yakalayıp buraya getirdiler. Kaçmak için dokuz doğururken bizim Cenevizliyi burada görmeyeyim mi? Meğer Rodosluların gemi tezgâhlarında çalı ıyormu . Bir gün sırasını bulup yanına gittim. "Aman, buradan kurtulmanın bir çaresi..." dedim. Herif kafasını ka ıdı, yakalanırsa ba ına geleceğini dü ündü ta ındı, fakat gene yüreği temiz bir gâvurmu , "Ağam, dedi. Sen beni ni anlıma kavu turdun, bu iyiliğini unutamam, sana bir sandal vereyim, ba ka eye karı mam, kaçabilirsen kaç." Herif bana evini de gösterdi. Nah u kumsalın ucunda gördüğün beyaz badanalı kulübe. Hani önünde yelken açmı kırlangıçlar, filikalar var ya... imdi ak am olur da bir kere kapağı oraya atarsak kurtulduk gitti demektir. Hızır, bu tatlı hayalle kurtulu saatinin gelip çatabileceğini dü ünerek titredi. Ak ama kadar ba ka bir ey konu madılar. Yalnız Hızır bir defa Aydın Reis'e sordu: Ağam Oruç nerededir, nasıldır acep? Aydın Reis'in gözleri parladı: Ya sen bilmez misin? Ona imdi Baba Oruç derler... Yavuz ba buğ oldu. Namı yedi denize yayıldı. imdi gazasını Cezayir sularında yapar, gemilerini orada dinlendirir.5 Gâvur elleri onun adından tir tir titrer. Cezayir Sultanı serhadd i bahrisini ona bekletir. Çünkü Đspanyol kâfirine ancak onun gücü yeter." Hızır'ın sevincinden gözleri ya ardı. Yumruklarını sıktı, kendisini tutamadı, haykırdı: Ya, ağam bunca yavuz reis olmu da ben hâlâ böyle kaya kovuklarında sıçan gibi pineklerim. Hele bir Tanrı gün göstersin, uradan kaçalım, elbette ben bu kahpelerin bütün gemilerini birbirine bağlayıp cayır cayır yakar, öcümü komaz, alırım. Güne ağır ağır denize gömülmeye ba lamı tı. Ufukta durgun suların üstü kan kırmızı bir renk almı tı. Kırbaç akırtılarını, yolda larını toplayan bekçilerin seslerini i ittiler. Son gürültüler yava yava uzakla tı. Görünürlerde kimseler yoktu. 5 Hacı Halife (Tuhfetü'l Kibar) sayfa 43. 18 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Aydın Reis: Haydi vira! dedi. Đki arkada tabanları kaldırıp beyaz kulübeye doğru ko maya ba ladılar. Tutsaklar zindana doğru ağır, sessiz adımlarla yürürlerken garip bir ey bekçilerden birisinin gözüne çarptı. Zincirin halkalarından ikisi bo olarak sallanıyordu. Yakla ıp sordu: Burada kim vardı, ne oldu, zincir yerde sürükleniyor? Esirlerin hiçbiri diğeriyle konu turulmuyor, kimse kimseyi tanımıyordu ki bu soruya kar ılık verebilsinler. Bekçi daha sert, daha yüksek sesle, yeniden sordu: Nerede bunlar? Bekçinin yakla ıp onlarla konu maya ba ladığını gören iki övalye i i sezer gibi oldu. Sayın unları! diye emir verdi. Saydılar. Sayı bitince ağır bir küfür savurdu: eytanın boynuzu, ikisi eksik... Rodos övalyeleri, tutsakların adadan kaçmamaları için her eyi dü ünmü lerdi. Đçlerinden birisi yakındaki yüksek bir kayaya çıktı. Borusunu dört kere keskin, sürekli, gürültülü öttürdü. Bu, aralarında bilinen bir i aretti. Sesi i iten her övalye ada içinde ara tırma yapacaktı. Aramaya ba ladılar. Adanın dört yanından boru sesleri geliyor, sesi duyan daha ilerilerdeki arkada larına boruyla i i bildiriyordu. Dört yanı denizle çevrili bu kara parçasında hiçbir tutsak hiçbir yere kaçıp gidemezdi. Yakalanacaklar, cezalarını bulacaklardı. Boru seslerini i iten övalyeler oldukları yerden dı arıya çıkıyorlar, ara tırmaya ba lıyorlardı. Adayı karı karı tarıyorlardı. Aydın Reis, i in bu kadar çabuk anla ılacağını ummamı tı. Boru seslerini i itince canı sıkıldı. Durdu, dört bir yanlarını, karaları, denizleri, gözleriyle taradı. Kafasını ka ıdı: Vay canına! dedi. Pazarlık uymadı, zindana girmeden saydılar. Arkamızdan dört köpek yavrusu geliyor. Türk Korsanları / i 9 Hızır, e bir sıkıntı içinde, Aydın Reis'in gösterdiği yana baktı. Dört karaltının hızlı hızlı kendilerine doğru yakla makta olduğunu gördü: Vay kahpeler vay, diye söylendi. Aydın Reis, onu kolundan tutup silkti: Hele u kayalara bir ula alım, bakalım ne olacak? Tabanları yağla, delikanlı! Burada ashnhk sökmez. Tav an olmaya bak. imdi artık övalyelerin ellerine geçmek, en kısa bir zamanda, korkunç i kenceler altında ölmek demekti. Bunu Aydın Reis de biliyordu. Alaca karanlıkta adımlarını sıkla tırdılar, ko maya ba ladılar. Borularını öttüre öttüre çemberlerini gittikçe daraltan övalyelerle kaçakların arkalarından ko an bekçiler kayboldukları kayaların arkasında birbirleriyle kar ıla tılar. Birisi bağırdı: Đ te burada kayboldular. Sen Jorj hakkı için aramızdan bir sinek bile geçmedi. Haydi diyelim ki kaçaklar saklandı, ya bekçiler nerede? Đ te burada, vay canına!... Hep birden bu son sözü söyleyen övalyenin yanına ko tular. a kınlık ve korku içinde bağırdılar: Ah Sakrablö, eytanın piçleri!... Dört bekçi yerde yüzükoyun cansız yatıyordu. Ko mu lar, kaçaklara yeti mi ler, fakat tam tutacakları sırada öldürülmü lerdi. övalyeler ölülerin üstüne eğilip kalplerini dinlediler. Dördü de artık bir daha geri dönmemek üzere yedinci kat göğe, Hazreti Đsa'nın yanına gitmi lerdi. Ayağa kalktılar. Đçlerinden biri bağırdı: Bu katiller cin bile olsalar gene kaçamazlar, elbette burada bir yere saklandılar! Arayalım, bulalım, burunlarını, kulaklarını, ağızlarını kesip yakalım. Kazığa vurup ate te kızartalım. Sağdan, soldan, karanlıkların içinden övalyeler boru seslerini i itip meydana çıkıyorlar, dört Rodoslunun ölüsü ile kar ıla tıkça köpüniyor, bağırıp çağırıyorlardı: 20 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Yakalar yakalamaz canlarını çıkartalım! Nefes aldırmamak bu melunlara... Heriflerdeki güce bak, silâhlı dört bekçiyi yumruklarıyle haklamı lar. Bir de tutsaklara iyi bakmadığımızı söylerler. Đyi bakılmayan tutsaklarda böyle fil gücü olur mu? Burada da yoklar. Bunlar yer yarılıp da yere mi geçtiler? Dört yanı arıyorlardı. Đ te kar ılıklı iki yandan gelen övalyeler, esirlerin bu kayanın arkasına döndüklerini görmü ler, sonra dört bekçi buraya yeti ip girmi ti. Bekçilerin cesetleri ortada, fakat esirler nerede? Ne ileri, ne geri gidemezlerdi. Öyleyse ne oldular? Birisi bağırdı: Sakın denize girmesinler? Kıyıya yakla tılar, yeni doğan ay ı ığının, gümü rengi içinde deniz, alabildiğine görülüyordu. Üzerinde değil insan gölgesi, ufak bir kırı ıklık bile yoktu. Bir çar af gibi düz ve kırı ıksız... övalyelerin canı sıkılmaya ba ladı: Ey, nereye gitti bunlar? Đ te hepimiz kendi gözlerimizle gördük ki buraya girdiler. Hazreti Meryem'e secde eder gibi yüzükoyun yatan bu bekçiler de anlatıyor ki biz doğru gördük. Bunlar göğe uçmadılar ya.. Sakın u fıçıya girmi olmasınlar? Ba lar sevinçle çevrildi, fakat sevinçle gerilen yüzler tekrar büzüldü. Haydi oradan, aklını mı kaçırdın? Kıyıda küçük bir arap fıçısı bata çıka yüzüyordu. O kadar ufaktı ki değil iki adam, bir çocuk bile içine sığamazdı. Kendisine, aklını mı kaçırdın, demelerine sinirlenen övalye: Neden a canım? diye cevap verdi. Biz her yanı arayalım da içimizde kurt kalmasın. Ben bu fıçıyı çekip içine bakacağım. Fakat övalyenin fıçıyı yakalamak için çizmelerini çıkarıp denize girmesine fırsat kalmadı, o, kendiliğinden hafif bir dalga sallanı ıyle döndü, bu kuruntulu adama içini gösterdi. Bombo tu. Bir umuda bile benzemeyen bu son kuruntuları da böylece sönüp gidince, Türk Korsanları / 21 övalyeler üzgün ve yorgun adımlarla yava yava uzakla mağa ba ladılar. Birisi: Kim bilir hangi cehenneme gittiler, dedi. Đ te burada yok, gidip ba ka yerleri arayalım. Ama ben gözümle gördüm, yahu! Bu herifler eytan mıdır yoksa? Ah bir kere elime geçirsem i kembelerini çıkarıp köpeklere ölenle yedireceğim. Derilerinden dümbelek yapıp kırk gün kırk gece çalacağım. * * * 1 Kıyıdaki fıçı sarsıldı. Altındaki deliğe ağzını koyup nefes alan Aydın Reis'in soğuktan mosmor kesilmi yüzü suyun dı ına zıp diye çıktı. Vay canına, dedi. Ağzını fıçının deliğine dayayıp nefes almak amma da zormu . Ne ise... Buna da bin ükür.. Ya karada yakalanıp da ıslık sıçanı gibi kuyruğu ele verseydik?... Herif de u söylediklerini yapmaya kalksaydı, incecik derilerimize bakmadan bizi dümbelek yapacaklardı. Aydın Reis bunları söylerken, bir yandan da suyun içinden çıkıyordu. Karada üstünden ba ından sızan sulara bakarak: Bununla beraber fena.bir dü ünce değil... Elime geçecek ilk övalyenin derisinden bir davul yapayım. Bakalım hangi tarafı iyi ses verecek? Fıçının ba ka bir deliğine ağzını dayayıp nefes alarak denizin dibine çömelmi olan Hızır da ayağa kalkarak suyun içinden çıktı: Onu bilmem, ama, dedi, kazıklayıp ate te yakmak da pek kötü değil hani?... Sen fıçıyı tam sırasında çevirmeseydin hapı yutmu tuk, Reis! Aydın Reis'in yüzü buru tu: Herifin aklına fıçı geldi ama bizi içinde sandı. Altından nefes aldığımızı, bir balık gibi su altında yüzdüğümüzü nereden bilecek? Kırk sene dü ünselerdi, gene bunu bulamazlardı. Heriflerdeki kafa değil kilise çanı... 22 / Abd'.ılhh Ziya Kozar.oğlu Sahilde kar ı kar ıya, elbiselerini sıkıyorlar, sularını akıtıyorlardı. Uzaktan bir boru sesi kulaklarına çalındı, hâlâ aranıyorlardı. Aydın Reis: Haydi bakalım, palamarı çözelim, delikanlı, dedi. Bu sefer kar ıla ırsak, karada içine girecek fıçı bulsak bile, bu soğuğa dayanamayız. Salamuramızı çıkarırlar. Đki arkada üstlerinden sular sızarak yola dü tüler, adımlarını sıkla tırdılar, beyaz eve doğru ko maya ba ladılar. Cenevizlinin kendileri için ayırdığı sandal evin önünde duruyordu. Aydın Reis, Hızır'la birlikte, içine atladı. Küreklere asıldı. Hızır, dümene geçmi ti. Delikanlı arkasına yaslanmı tı. Ay ı ığı yüzüne vuruyor, yakı ıklı, soylu erkek yüzü uzaklarda kararan sulara çevrilmi , sanki kazanılmı uğra lar, dünyaya gelmi , gelecek deniz kaptanlarının en ünlüsünün bayrağı, umutlarla dolu geleceğini denizin kırı ıkları içinde görüyordu. Yaramaz roman kahramanları gibi çil yüzlü, kızıl sert saçlı ve mavi gözlü idi. Bu küçük sandal, ileride denizleri titretecek, Akdeniz kıyılarını ba tan ba a ate e vererek bir uçtan öbür ucuna kadar nam salıp kendi denizi yapacak, yalnız gale ruvayyallere, denizlere değil, tarihlere sığmayacak kahramanı almı , namını ve ününü yayacak denizlere doğru götürüyordu. LEVENT TURGUT Filika adaya yakla ınca çıkmak için kıyıda kimsesiz bir yere çektiler. Önce Aydın Reis dı arıya atladı. Arkasından Hızır sıçradı. Uzakta liman gözüküyordu. Đki arkada tutsak çullarıyle limana girmeyi uygun bulmadılar. Aydın Reis elini alnına koyup baktı: Limanda Rodosluların iki büyük gemileri var, dedi. Ama bizim korsanların ufak tefek parçalan da gözüküyor. Bunlar nasıl oldu da böyle isimsiz bir adada dala madan duruyorlar, a da kal?! Hızır, senelerden beri uzak kaldığı Türk gemilerini görmek için Reis'in gösterdiği yere baktı, daldı, kaldı. Gözleri doldu, bağrında o sönmü alev yeniden dalgalandı. Öç almak, köklerini kurutana kadar ağasının katillerine acımamak. Türk Korsanları / 23 Aydın Reis, onun kafasından geçenleri anlamakta güçlük çekmedi. Hızır, Türk gemilerini gözleriyle içiyor gibiydi. Koca korsan, derin bir göğüs geçirdi. Sonra delikanlının kolundan tutup onu daldığı rüyadan uyandırdı. Yürü bakalım! Önce üstümüze giyecek bir çaput bulalım. Öcünü, gemini sonra dü ünürüz. Yürümeğe ba ladılar. Yürüdükçe ta evler sıkla ıyordu. Kar ılıklı damların birbirine değdiği dar ve karanlık sokaklara giriyorlardı. Aydın Reis sağını, solunu hesaplayarak yürüyor: Hızır görmediği, bilmediği bu kasabada Aydın Reis'in götürdüğü yere gidiyordu. Bir Yahudinin evinde iki yolda giyindiler. Đki u ak gelip saçlarını, sakallarını taradı, temizledi. Bellerine kamaları sokup kılıçları ku anınca Aydın Reis a kın gözleriyle Hızır'a baktı: Sen bayağı yaman bir adammı s^ı, yahu! dedi. Bu elbiselerle öyle heybetlisin ki, korkarım, ağandan da yavuz bir korsan olacaksın. Tanrı alkı versin. Hızır, Aydın Reis'in bu sözlerine kar ı saygı ile gülümsüyordu. Belki o da içindeki korsan a kının kendisini nerelere kadar yükselteceğini seziyordu. Ve bir ey olmak istiyordu. Đki arkada yürüye yürüye limana yakla tılar. Denizin üstünde Rodos övalyelerinin galerleriyle üzerlerindeki ye il ay gözüken kızıl bayraklı kadırgalar yan yana yatıyordu. Kıyıya uzanan meydanda, büyük çınarın altında arı kovanı gibi bir kalabalık kayna ıyor, kavga oluyormu gibi sesler meydanda yükseliyor, kasabaya yayılıyordu. Aydın Reis, adımlarını sıkla tırdı. Kalabalığa yakla tılar. Ba tan a ağıya kadar zırhlara bürünmü , göğüslerinde mavi dört haç bulunan övalyeler, Türk gemicileriyle zorlu bir tartı maya dalmı lardı. Aydın Reis, Türklerden birine sordu: Ne oluyor delikanlı, kavga mı var? Türk gemici, onu ba tan a ağıya süzdükten sonra: Biz bu limanda sulanıyorduk.6 Rodosluların galerleri gelip çattı, aramızda alıp verecek bir ey yok. Kavga çıkmasın diye biz 6 Sulanmak deyimi o devirden kalmı tır. Su almak, dinlenmek, gemileri yağlamak, eğlenmek demektir. 24 / Abdullah Ziya Kozanoğlu tınmadık. Sözde korsanlarla Sulanma Kanunu ile bir anla mamız var. Demin de urada u koca çınarın altında oturuyorduk. Onlar da gelip kar ımıza oturdular. Bizimle hır çıkarmak istiyor kahpe oğulları. Bizden çokluklar, ama nasıl olsa onlarla ba a çıkarız. Hele ayağımız karadayken... Gemicinin atılgan sözleri, Aydın Reis'in ho una gitti: Evelallah! diye gülümsedi, kar ısındakinin omuzunu ok adı. Delikanlı, sözünü bitirdi: Ya... Đçlerinden biri bir aralık yakla ıp da bizimkilerden birisinin kavuğunu ba ından alarak alaya ba lamaz mı? Bizimkiler kızdı. Anadolu u ağı bu, alay ettirir mi? Tokadı kaldırdığı gibi herifin yüzüne aplatıverdi. Herifin suratından ate çıktı sandık. Sırt üstü yere yıkıldı. Hızır, Aydın Reis'in yanıba ında olayları co mu dinliyordu: Yavuz delikanlıymı , diye mırıldandı. Elbette, meğer tokadı yiyen Rodosluların amiralinin oğluy mu . imdi amiral gelmi , bizim Reis'le vuru mak istiyor. "Đkimiz vuru alım bu kadar adamın kanına girmeyelim, yabancı bir adadayız, korsanlığın sulanma kanununu bozmayalım" diyor. Bu bizim de i imize gelir ama... Ama da ne?... Reis'iniz çıksın. Çıksın ama burada yok. O, bizi açıkta üç parçayla bekliyor. Biz ba kasını çıkaralım dedi, amiral de onu beğenmedi. Ya niçin beğenmez? Kahraman kendisine güvendikten sonra... Daha çocuk, hem de ne idüğü belirsiz bir levent parçası... "Ben kendi ayarımda bir ba buğla dövü ürüm" diyor. Çınarın altındaki meydanda ba ını mendille sarmı , yırtık gömlekli, siyah ku aklı, baldırı çıplak, on sekiz on dokuz ya larında bir çocuk, elinde kaması, avaz avaz bağırıyordu: Gidi kahpenin oğlu! Kendisine güveniyorsa meydana gelsin. Elbette o amiral ise ben de bir Türk korsanıyım. Ne demek beğenmem?!... Kim kime denk değilmi ? Asıl o bana denk değil. Sukur bağsı, yılan kuyruğu. Türk Korsanları / 25 Gencin meydan okuyu u, Aydın Reis'in ho una gitti: Yaman delikanlı! Kimin nesi acaba? dedi. Arkada ları gencin çevresini sarmı lar, onu co turuyorlardı: Ya bre Turgut! Doğru, kendisine güvenen ortaya gelir. Pala i i bu... Amirale mamirale bakar mı? Var ol, Turgut! Ya a Turgut! Atla, vur! Turgut da bir gün amiral olacak elbette. Turgut denilen genç, arkada larının alkı ları ile büsbütün kaba nyordu. Keskin bakı larından, sivri kamasını sabırsızlıkla sıkan kalın pazılı kollarından pek de öyle yabana atılacak bir korsan olmadığı anla ılıyordu. Denizlerde yıllar boyu kavga etmi yüzlerce korsanın aralarından bu çocuğu seçmeleri de pek bo olmasa gerekti. Turgut her yerde bulunur, her yerde kar ılanır erkeklerden değildi. Bu delikanlıda gözle görülür, sezilir bir büyüklük vardı. Amiral, gürültünün çoğaldığını göjünce, yava ça meydana çıkmı tı. Onu dinlemek için sustular. Ağır ağır, tane tane söylemeye ba ladı: Ben ünlü Rodos Kralı Sir Pierre de Bousson'un yeğeniyim. Gemimde üç bayrak, iki fener ta ırım. Armam altın yaldızlıdır. Böyle siyah ku aklı baldırıçıplak bir çocukla vuru amam. Hem ya ı küçük, hem de bir reis bile değil. Turgut bu sözlere, büsbütün köpürmü bağırıyordu: Çocuk diyorsun, ama karnını de tiğimde ağzını açacak halin mi kalır sanırsın? Benim de babam belirsiz değil. Ben piç miyim? Ben de dayım Durmu Ağanın yeğeniyim. Türk oğlu Türküm ben! Sen bizim Reis'e nasıl kar ı çıkarsın? O, sizin yüz amiralinize bedeldir. Hem bu sözleri Lâtince söylüyordu. Rodoslu: Ya soylu, denizlerde ün salmı bir ba buğ kar ıma çıkar ya adamlarım hep birden üzerinize saldırır! diye sözü kesti. Ortalıkta korkunç bir kabarma vardı. Kavga ba layacaktı. Gürültü yükseldi. Türkler bağırıyorlardi: Köpekler çok hırladılar. Haydi çocuklar, ya devlet ba a, ya kuzgun .le e... Ya a Turgut Atıl u moruğun üzerine... Haklayalım hepsini... Vur! Davran! 26 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Palalar sıyrılmı , kavuklar tartılmı , övalyelerin üzerine saldıracaklar; belki de yenilip hep birden her eyi elden çıkaracaklardı. Aydın Reis Hızır'a baktı: Kendini göstermenin yolu gözüktü, dedi. Bu, Tanrının i i... Nasıl, becerebilir misin? Hızır, kanı kaynıyor, yerinde duramıyordu. Ya sen bilmez misin ki ben Oruç Reis'in karde iyim, dedi. Bu nasıl söz? Elbette beceririm. Aydın Reis, kalabalığı yarıp meydana çıktı: Durun, susun bakayım! Susmuyorlardı. Aydın Reis, ka larını çatıp haykırdı: Susun diyorum bre! Kapatın çenenizi!... Aydın Reis'in sesindeki ton, duru undaki beylik, ba ta Turgut olmak üzere, bütün korsanları susturdu. Gürültü sindi. Kayna ma durdu. Aydın Reis ağır, tok, hor görür bir sesle Rodoslu amirale döndü: De Busson'un yeğeni! Sen kendine denk bir kavgacı istiyordun. Elbette burada öyle bir reis var. Tanımak ister misin? Adını duyunca korkmaz mısın? Bu sözü i itenler büyük bir a kınlık içinde Aydın Bey'e baktılar. Amiral de a ırmı tı. Sesine yapma bir ağırlık ve aldırmazlık vererek sordu: Sana kim derler? Dövü ecek adam sen misin? Aydın Reis, cevap vermeden önce, dört bir yana bakındı. Ortaya atacağı adının bir gülle gibi patlayacağını biliyordu. Birdenbire gürledi: Bana eytandöven Aydın Reis derler. Sizin diyarlarda Ka a diyablö diye anılırım. ^ Reis'in adı duyulur duyulmaz büyük bir uğultu koptu: Ya a Aydın Reis! Yüce Türk korsanı... Ya a! Ya asın anlı Reisimiz! 7 Fransızlar, Aydın Reis'e Ka adiyablö, Đtalyanlar Diyable, Đspanyollar Diyavolos derlerdi. Türle Korsanları / 27 Aydın Reis bu sefer de amirale döndü: Sen kendine denk dövü çü arıyordun, değil mi? dedi. Burada öyle bir adam bulundu, sözünde duruyor musun? Amiral hâlâ yüksekten atıyordu: Sen misin? Seninle dövü ürüm. Senin adın ve değerin bize yeter. Hayır! Benden daha değerli biri var. Senden de mi değerli? Bu soruyu amiral a kınlık içinde sorarken Türk leventleri de büyük bir sevinç içinde ortaya atılacak adın patlatacağı korkuyu beklediler. Aydın Reis, sesini yükseltmeden: Evet, dedi. Baba Oruç Barbaros'un karde i Hızır Reis Barbaros. Nerede? Aydın Reis, Hızır'ı omuzlarından çekip ileriye itti: Đ te burada!... Amiral, Hızır'a baktıktan sonra yüzünü buru turdu... Bu sözlere inanmamı tı: Baba Oruç'un karde i Barbaros bizim zindanlarda tutsaktır. Nereden belli bu gencin bir Barbaros olduğu? Hızır, omuzundaki cepkeni sıyırdı attı. Geni damarlı, iri kaslı kolunu sıvadı, amirale gösterdi. Barbaros karde lerin arması olan çapraz kılıç resmi üzerine dağlanmı "Barbaros" kelimesi açıkça okunuyordu. Bundan belli, dedi. Ama kavga ba larsa kılıcımdan da belli olur. Ben Hızır Barbaros'um ve sizin zindanlardan kurtuldum. Amiralin adamlarıyle birlikte Türk gemicileri de yakla mı lardı. Barbaros forsunu görür görmez korkunç bir gürültü kopardılar. Ada alkı tan, sevinçten, küfür seslerinden inim inim inledi. Vur! Öldür! Ya asın Reis! Baba Oruç'un karde i, e siz korsan var olsun! Amiral, adamlarına döndü: 28 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Bu i in sonunda hangimiz ölürsek ölelim, sizden hiç kimse kavgaya tutu mayacak. Herkes yemin etsin, dedi. Amiral bu kavgada kendi gitse bile, kavuk hırsızı oğlunu kurtarmak istiyordu. Türkler hep bir ağızdan "Vallahfyi bastırdılar. Ben de bakir Meryem'in oğlu Mesih'in kutsal adına yemin ederim. Sağ kalırsam adamlarımı alıp çekileceğim, bir kılınıza bir ey olmayacak. Türk korsanları bağırdılar: Bu yemini tutamayacaksın, sağ kalamazsın, sen gebereceksin? Meydan açıldı. Đki ba buğ birbirlerinin üzerine atıldılar. Çelikler havada parlıyor, geni tekerlekler çiziyor, meydandakilerin gözleri hiçbir atılı ı kaçırmamak için dört açılıyor, fıldır fıldır dönüyor, çeliklerin parıltısını çok zorlukla izleyebiliyorlardı. Bir hoca Türk gemicilerinin arkasından yere çömelmi Kur'an ı Kerim'den Fatiha suresini okuyor, Rodoslular da Sen Jorj adına bağıra bağıra Lâtince dualar okuyorlardı. Turgut yere çömelmi , yan gözle kavgayı izlerken elinde deli çomağı gibi oynatmakta olduğu kamasının ucuyle yerdeki kumlara sihirli resimler çiziyordu. Bir büyücüden öğrendiği bu sihirli resimle Hızır'a kavgasında yardım edecekti. Hızır'la amiralin silâhlan çatı mı tı. Çeliklerin çarpı masından çıkan korkunç sesler insanın içine ürperti veriyor, iki kavgacının ölçülü, güçlü vuru ları ve saldırı ları, kendilerini koruyu ları amiralin de Hızır'ın da pek yabana atılacak kavgacı olmadıklarını gösteriyordu. Hızır'ın saldırı ları keskin, kuvvetli, ataktı. Fakat tecrübeli amiral de pek ustalıklı kar ı geliyordu. Bir aralık birdenbire, Hızır'ın ayağı kaydı, delikanlı yere dü er gibi oldu. Amiral, bundan yararlanarak atıldı. Seyirciler korku ve a kınlık içinde irkildiler. Turgut yakası açılmadık bir küfür savurarak kamasıyle kumsalın üstüne çizdiği bütün sihirli resimleri bir çırpıda sildi, attı. Hoca, okuduğu Fatiha'yi yarıda bıraktı. Sen Jorj'a dua eden övalyeler, onlarla alay ederek pa , paz ölüsü kaldıran korsanlar birden sustular. Her ey bitmi ti. Hızır, doğrulmazsa, ölmü sayılmalıydı. Fakat hepsinin korku, a kınlık, sevinçle açılan gözleri önünde Hızır'ın palasını alttan ileri doğru Türk Korsanları / 29 uzattığı görüldü. Amiral, bu tuzağa dü tü, bütün hızıyle bu palaya saplandı, kolları havaya kalktı, olduğu yerde bir kere döndü, sonra karnında Hızır'ın palası, sırt üstü yuvarlandı, katıldı kaldı. Hızır ince bir zekâya, korkunç bir kuvvete, kendi güvenine dayanan bu manevrasına önem vermiyormu , sanki hiçbir ey olmamı gibi belini geriye attı, bir silkini te ayağa kalktı, palasını döndürdü, amiralin göğsünden çekip aldı. Tüyler ürpertici bir hı ırtı i itildi. övalyelerin benizleri sapsarı olmu tu. Hepsi amiralin yerde boylu boyunca yatan ölüsü kar ısında tir tir titriyorlar, yakla mayı da göze alamıyorlardı. Turgut, sevincinden, kavuğunu havaya atıp tutuyordu. Ha a Hızır Reis! diye bağırıyordu. Çelebiyi alttan yukan öyle bir dürttün ki kuyruğunu üç kere titrettiğini gözümle gördüm, vallah ! Ko tu, yerinden yeni doğrulan Hızır'ın elini öptü. Öbür korsanlar da çevresini sarmı lar, sevinç gösterileri içinde omzunu sıvıyor, elini öpüyorlardı. Turgut, Hızır'a: Destur, Reis! dedi. Destur ver de u keratanın kafasını kopara yım. Er meydanında soylu ki iliğin, yann kaç para ettiğini öğrensin. Hızır, gülümseyerek onun çenesini ok adı. Sonra sert bir sesle Rodoslulara haykırdı: Alın amiralinizi, reisiniz De Busson'a götürün, armağanım olsun. Kendisine söyleyin! Yıllar doldu, karde ini öldürttüğü Hızır, zindanlarından çıktı. Akıllarına koysunlar, böyle bilsinler, gemilerini denizlere bırakmasınlar. Büyük olan Allah'ın adına yemin ettim, yoluma dü en bir tek Sen Jorj övalyesine aman vermeyeceğim. Gemilerini cayır cayır yakmadan bırakmayacağım. Rodos adasını onlara zindan edeceğim. Akdeniz'de bir tek Rodoslu bırakmayacağım. Haydi, defolun! Rodoslular a ırmı lardı. Avanak avanak birbirlerine bakıyorlardı. Hızır: Daha durursanız, imdi amiralinize verdiğim sözü unutup sizi de temizleyeceğim! diye gürledi. 30 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Rodoslu övalyeler, göğüslerini kaplayan çelik zırhların kalınlığı altında tir tir titrediklerini duydular. Yava ça amirallerini aldılar, çekilip gittiler. Tek kaldıkları meydanda Türk korsanları kavuklarını, havaya fırlatıyor, horan teperek oynayıp arkı söylüyorlardı. HIZIR ÖCÜNÜ ALIYOR O gece sessiz, uzun bölgelerin çabuk ve sık kımıldanı larından limanda büyük bir i ba arıldığı görülüyordu. Kaç gündür açıkta yelkenlerini toplamı , kasaralarında belleri palalı, ba ları sarıklı leventler dola an on sekiz oturaklı bir gemi demir atmı , heybetle bekliyordu. Siyah üzerine kırmızı aylı sancak çeken bu geminin Türk korsanlarının forsunu ta ıdığını herkes biliyordu. Fakat hangi reisin? Osmanoğullanndan Antalya Valisi ehzade Korkut'un bu korsanlara Akdeniz'de dü man gemilerini yağma etmek üzere Antalya kıyılarında sulanmalarına izin verdiği, gemilerin bu gece enginlere açılacağı ağızdan ağıza dola ıyordu. Anadolu Türk u akları, Đstanbul'da oturan Rum karıları koynunda büyümü , Osmanoğul larından çok kendi arasından çıkıp yıllardır Akdeniz'i titreten bu leventleri tutuyordu. Fatih'in oğlu Beyazıt babası gibi çıkmamı , karde i Cem Sultan'ı zehirletmi , sakalını daha Türkçe bile bilmeyen dönme vezirlerin eline vermi , Türk milletinin sevmediği bir padi ahtı. Ertesi sabah Türk gemilerinin gidi ini görmek için bütün Antalyalılar kıyıya toplandılar. Dikili adasından Rodos övalyeleri ağır yaralı amirallerini alarak gittikten sonra adadaki Türk korsanlarına Aydın Reis, açıktaki gemide bekleyen reislerinin kim olduğunu sormu tu. Turgut, babasını beğenen her çocuk gibi övünmü tü: Ona Sinan Reis derler. Senin kadar yavuz bir kahramandır. Hızır, bu adı i itince titredi. Demek yıllar önce ağasının gemisinde kahramanlığına herkesi â ık eden Sinan Reis, o korkunç" baskında öldü sandığı Sinan Reis sağdı. Bir filikaya binerek adadan açıldılar. Enginde bekleyen gemiye, kırlangıç gibi süzülüp, dalgaların üstünden a arak vardılar, yana tılar. Sinan Reis, Hızır'ı sağ Türk Korsanları / 31 ve kurtulmu kar ısında bulunca ta kın bir sevince dü tü. Sarıldılar, kucakla tılar, öpü tüler. Sinan, adada amiralle geçen kavgayı öğrenince: Bulunamadığıma canım sıkıldı, amma da yavuz i olmu . Tanrının yardımı ve bize tuttuğu bir ı ıktır bu, dedi. Sinan Reis'in gemisi Dikili adasından Antalya'ya gidecekti. Hızır'la Aydın Reis'i beraber aldılar. Antalya'ya vardılar. Sinan Reisle birlikte ehzade Korkut'un konağına gittiler. Korkut, kahramanları seven, babayiğitlikten ho lanan Fatih Sultan Mehmet'in torunuydu. Hızır'ın uğra larını dnle yip onun Baba Oruç'un karde i olduğunu da öğrendikten sonra kendisini ağırladı. Armağanlar verdi. Akdeniz'de korsanlık ederken Anadolu limanlarına sığınabilmeleri için ellerine fermanlar verdi. Sinan Reis, eski ağasının kahraman karde ini ba buğ olarak tanımı , gemiyi, adamlarını Hızır'ın buyruğuna vermi , kendisi de yanında canla ba la çalı maya ant içmi ti. Hızır Reis artık yanında Sinan gibi, Aydın gibi namı da Đspanya kıyılarına kadar korku salmı babayiğitlerle Akdeniz'e açılarak korsanlık edecek, yedi düvele ün salacaktı. ehzade Korkut'un sarayından üç kahraman gemilerine gitmek için kıyıya inerek bir kayığa bindiler. Küçük tekne, suları yararak, gemiye doğru uzakla tı. Hızır Reis, geminin pruvasında kavuğunu çıkarmı , ba ına korsan mendilini sarmı , ehzade Korkut'un armağan ettiği kılıca dayanmı , kızıl cepkeniyle, ava çıkan bir aslan gibi bacaklarını germi , ayakta duruyordu. Kıyıda toplanan halk, birbirine sormaktaydı: Kim bu? Bu bahadır kim? Bak, ne korkunç bir duru u var? Đki sarho , halkın arasında sendeleye sendeleye yakla ıyorlardı. Birisi halkın gösterdiği sandala baktı, sonra yanındakine döndü: Bak, Kelle karında ! diye bağırdı. Reis perkendeye gidiyor, biz hâlâ palamarı çözmedik, iskeleyi almadık. Bu halimiz nedir? Halk, bu sözler üzerine, uzakla an sandaldaki kahramanın korsanların reisi olduğunu anlayınca hep birden, bağırmaya, haykırmaya, alkı lamaya ba ladı. Arada bazıları hâlâ soruyorlardı: 32 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Adı ne bu reisin, kim bu reis? Sarho lardan biri, yere dü memek için, kollarını terazileyip kendisini kantarlamaya çalı arak ağzını çarpıttı: Kim mi? Vay canına? Kim diye soruyorlar. Onu her budala tanır... Korsan Hızır Reis derler ona... Baba Oruç'un karde i Barbaros Hızır... Hızır Reis gemiye gelmi ti. Üç boru sesi öttü. Gemide ba döndürücü bir ko u ma ba ladı, yelkenler fora edildi, demirler alındı. Yava yava açılmaya ba ladılar. Zincirler sakırdıyor, halatlar geriliyor, yelkenler i iyor, kabarı yordu. Kürekçilerin ba ındaki vardiyan, her kürek çeki te indirdiği çeki leri gittikçe sıkla tırıyordu. Enginlere, ta enginlere, uzaklara açıldılar. Her güçlü, giri kin insana gülen felek, Hızır Reis'e de gülüyordu. Yoksulların adına kahpe, kendine güvenen zorluların büyük felek dedikleri ans amansız dü manını kar ısına çıkardı. Uzakta denizin bittiği yerde yabancı korsanların gemilerinin direkleri belirdi. Hızır Reis, geminin pruvasında kollarını sıvamı tı.8 Çevresinde ellerinde yatağanları, gözleri sislerde üç yüz korsan bekliyordu. Türkler üç yüz ki iyle gemileri, yedi yüz ki iyle Cezayir'i, bin be yüz ki iyle Mısır'ı, üç bin ki iyle Macaristan'ı basıyorlardı. Böyle cesur, bilgili, amansız bir kuvvet otmu lardı. Hızır Reis sağındaki korsana döndü: Gelenler Rodoslulardır, dedi. imdi yıllar geçti. Gene böyle olmu tu. Fakat bugün kartal biziz, tav an onlar. Leventler çevresini sarmı lar, Hızır Reisin sözlerini dinliyorlardı. Gözümüzü açalım. Hiç birine aman vermeyecek, yalnız ağamı öldürten amirallerini diri diri tutacaksınız. Onu hiç biriniz benden önce öldürmesin. Ressamlarımızın padi ahtan ve kaptan pa aları uğra meydanlarında ipekli kavuk ve samur kürklerle göstermeleri yanlı tır. Bugün Paris'te Luvr müzesinde Barbaros'un yağlı boya bir tablosu vardır. Türk Korsanları / 33 Hızır Reis, bir aralık, gene yanındaki korsana döndü: Baka Karafakı, dedi. Demin sen bir ey söyledin. Bir delikanlı vardı hani.. Turgut... O Antalya'da mı kalmı ? Kar ısındaki cevap verirken kendini tutamadı, güldü: Beli, Reis! Yolda larla karaya çıktığımızda Kelle Bekir, Turgut'u bir meyhaneye götürmü . Turgut'u kandırmı . "Bu aslan sütüdür, içersen aslan olursun! deyu delikanlıya arap içirmi . Geminin kalkacağını, kalkı saatinin deği tiğini, çabuk dönmelerini söyledim ama aklı kafasından kaçan Turgut: "Biz senin kadar bilmiyor muyuz, bizim gözümüz kör, kulağımız sağır, bacağımız kötü rüm mü ki?" dedi. "Sarho olur, kendinizi unutursunuz, gelin bu kötü yoldan dönün, beraber gidelim" dedim. Turgut kızdı: "Ben bu meyhanedeki bütün bu aslan sütlerini kafama döker, yıkanırım da gene mizana direği gibi dimdik, yalpa vurmadan gelir, gemiye girerim" dedi. Beni kovdular. "" Levent, Turgut'un sözlerini anlatırken Hızır Reis'le beraber diğer arkada ları gülüyorlardı. Levent: Sonra bir kere yolda rastladım, dedi. Sallana sallana deniz kenarına doğru geliyorlardı. "Turgut, gemi neredeyse kalkacak, kurusıkı top atıldığını duymadın mı, yollarda ne eğlenirsin?" dedim. "Onu her budala biliyor, senin kadar biz dö biliriz!" diye ce ¦ vap verdi ve beni savdı, ama gelip gemiye yeti emediler. Hızır Reis, çocuk Turgut'un Kelle Bekir yüzünden dü tüğü a ; kın durumu gözünün önüne getirdikçe kahkahalarla gülüyordu. Reislerinin ne esini, güldüğünü gören korsanlar da alaya, eğlenceye daldılar. Bu kaygısızlar sanki birkaç dakika sonra zorlu bir dü manla çarpı acaklarını, belki de içlerinden birkaçının öleceğini bilmiyor gibiydiler. Hızır Reis sordu: Lostromolar yerli yerinde mi? Bu gülü en, oyna an, eğlenen kalabalık birden sert, yalçın bir kaya gibi toplanıp gürledi: Lostromolar aleste, Reis! 34 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Kalambralar, ne yapacağınızı biliyor musunuz? Kalambralar dolu, Reis! Fıçılar ağızlarına kadar fograjuva9 dolu ve mancınıkların yanında mı? Evet, Reis! Mizana ve tirenketedeki okçular bekler mi? Beli, Reis! Cenge dirise ile ba layacağız. Güverteye kum dökülsün. Yaralanan gazilerin kanlan yerlere bulanıp dövü enlerin yüreğine dokunmasın! Öyle olacak, Reis! Hangi arkada ımız vurulur, ehit olursa ambara indirilip üstü örtülsün. Böyle olacak, Reis! On yüzgeç ayrılsın, kıç kamaradan denize atlayıp Rodoslula rın galerini dibinden delsinler. Ya a, Hızır Reis! Bu son buyruğu yeni duyuyorlardı. Korsanların pek keyiflerine gitmi ti. Ba tan yenilenen emirleri artık ezberlemi lerdi. Sevinçle haykırıyorlardı. Onlar bu i leri bilirlerdi. Fakat Türk komutanları da Türk askerlerini biliyorlardı. Buyruğu yeniletmek, yapılıp yapılmadığını kollamak, yapılmı sa yapanı övmek gerekti. Türk eri verdiği buyruğun pe inden gelmeyen komutanla kavgaya giremezdi. Hızır Reis: Baka leventler, dedi. Ben "Alarga" diye bağırınca bu emri duyan yenilesin. Öyle ki, emrimle birlikte övalyelerin gemisinden sıyrılmı olalım. Hızır, gözlerini onlardan ayırıp sulara çevirdi. Rodosluların galeri kendisine bu denizlerde hiçbir korsan gemisinin yakla amayacağını bilmekten doğan bir yerinde övüntü ile suları yararak geliyordu. Rodoslular da suyun üstünde Hızır'ın perkendesini seçmi lerdi. Açık denizde bir av bulduk sevinciyle üzerine doğru dümen kırıp saldırdılar. 9 Rum ate i; denizde sönmez, yanar. Türk Korsanları / 35 Sinan Reis: Tanı ınca görecekler, bakalım kim kime saldırıyor? Đkinci Barbaros da doğdu. Akdeniz'de sırtlanlar ya ayamaz. Aslan yuvasıdır gayri... Hızır, yeni bir kumanda vermemi ti. övalyelerin galeri rotasını onların perkende ortasına çevirmi yarıp geçmeyi tasarlayarak ilerliyordu. Kar ı yanda ne kaçmaya, ne de kavgaya, korunmaya benzer bir uğra ma göremiyordu. Felek, Hızır'ın kar ısına, Reis olduktan sonraki bu ilk gazasında yıllarca önce ağası Đlyas Reis'i öldürmü olan amirali, u Hızır'ın zindanda aklına getirdikçe kırmızı suratına bütün gücüyle zorlu bir tokat indirmek için tutu tuğu namlı, anlı amirali çıkarmı tı. Rodoslu, kar ısındakinin kim olduğunu aklından bile geçirmi yordu. Bir elini gözlerinin üstüne koymu , Türk korsanlarının per kendelerini gözleriyle tarıyordu. Yanındaki övalye: Bunlar pek acemi çaylaklar, dedi. Ya bizim kim olduğumuzu bilmiyorlar yahut, akıllarınca, kurnazlık ediyorlar. Fakat böyle ufacık bir perkendeyle ne kurnazlık edilebilir? Belki de, dövü üp ge bermektense tutulup zindanlarda ta ta ımayı ho görüyorlar: Bu sırada genç leventlerden birisi Sinan Reis'e sordu: Rodoslular Đtalyan mıdırlar, Reis? Hayır, evlât! Đspanyol mudurlar? Hayır evlât! Ya nedirler? Ba belâsı, Allah'ın lanetlediği, Müslüman dü manı gâvurlardır. Cenevizli midirler? Burada her milletten korsan vardır. Đsa dinindedirler. Sultan Selâhattin Eyyûbî bunları Kudüs ve Beyrut'tan kovana kadar dünya i lerinden el çekip Müslüman öldürmekle övünürlerdi. Sonunda bu Rodos adasına sığındılar. Korsanlıkla geçinirler. Frenkler bunlara Sen'Jan övalyeleri derler. Aslında korsan Andelot Gentili Đtalyanların, Brenger de Lioncel Provans kâfirlerin, Sir William 36 / Abdullah Ziya Kozanoğlu VVhaston Đngilizlerin, Francisco de Carreras Đspanyolların, Von Waldner Almanların, Don Juan de Barberan Castillilerin ba ıdır. Sekiz dilde sekiz millet bu Rodos korsanlarıdır. Ba larına Üstâd ı âzam derler ki imdi Willer de d'isle Adam'dır. Ve cumhuriyetle idare olunurlar. Bunca kâfiri ve adlarını nasıl bildin, Reis? Bizim Rodos'ta yalvaçlarımız vardır. Rodoslular bizi küçümser, gücümüzü bilmezler. Biz, onlarda bir köpek geberse ve illa dokuz yavru doğursa bilir ve sayarız. Bir Türk milleti bunca sekiz dil konu an korsan milletine kar ı durur mu, Reis? Ya sen kar ı durduklarını görmez misin? Bu Rodoslu korsanlar yeryüzünden kalkacaksa bunları elbette Türk korsanları kaldıracaktır. Hangi kuvvetle? Sinan Reis, Hızır Reis'i gösterdi: Barbaros karde lerin gücü bu sekiz millete yeter de artar bile... Hızır'ın kuvvetiyle!... dedi. Bu sırada Rodoslular da, artık iyiden iyiye, yakla mı lardı. Ro dosluların amirali, perkendelerin ön ve kıç kasaralarında dola an mizana ve tirenketedeki ba lan mendilli erleri seçebildi. Vay, vay! diye ku kulandı. Bunlar Türk korsanlarıymı . Amma zorlu dü mana çattık. Yaman korsanlardır, iyi dayanırlar ve zorlu dövü ürler. Sonra aralarındaki yolun birdenbire kısalmı olduğunu gördü. Türkler ne dü ünüyorlardı? Hiçbir a kınlık veya kavga hazırlığı yoktu. Bugün ba ka bir hava çalıyorlar, dedi. Niye böyle sessiz duruyorlar? Bunları gören dövü memeye yeminli sanacak. Amiral görünü te sessiz olan geminin içindeki kahramanların göğüslerinde kopan fırtınayı görebilse, korsanların dövü memeye değil, kendisini öldürmeye yemin ettiklerini anlardı. Hızır, avının süzülü ünü kolluyordu. Kısık bir sesle, gürültüsüz, parıltısız tek bir emir verdi. Perkende yava ça döndü. Türk Korsanları / 37 Bir emir daha... Kürekler gıcırdadı, yelkenler sakladı, i ti, Bir emir daha... Koca amiral, senelerce denizlerde korsanlık edip nam salmı Rodoslu deniz kurdu galerinin perkendeyi ortasından yarıp geçeceğini sanırken Türk gemisinin ustaca ve çabucak bir manevra ile kendi galerine rampa ettiğini görüverdi. Bu ilk ustalıklı manevra Türk kaptanının, küçük teknesine göre, çok büyük olduğunu belirtiyordu. En önde Hızır, arkada Aydın Reis ile Sinan Reis ve yüz elli serdengeçti galerin içerisine bir tırpan gibi girdiler. Senelerden beri biriken öçlerin acısı kollarına o kadar büyük bir kuvvet, yüreklerine ve kafalarına öyle amansız bir öç alma ate i doldurmu tu ki sayılarının çokluğuna, kuvvetlerine, kavga bilgilerine güvenen Rodos övalyeleri, yarım saat geçmeden, can korkusuyle geminin ambarlarına doğru ko up saklanmaya can attılar. Bir kısmı da ümitsiz, a kın, keskin palalar altından kurtulmak gayesiyle kendisini kaldırıp,"artık rengi dökülen kanlardan kızarmaya ba layan denize atıyorlardı. Rodoslular imdiye kadar böyle korkunç, birden beliren bir baskın kar ısında kalmamı lardı. Hızır'ın ve Hızır'ı seven korsanların göğüslerinde yıllardan beri biriken, bilenen, keskinle en kin, büyük dağlardan heybet ve azametle yuvarlana yuvarlana gelen, kar ısına çıkanı yutan, silen, alıp götüren bir çığ gibi olmu tu. Bir an geldi ki direk diplerinde, küpe te kenarlarında dövü en birkaç inatçı korsandan, yerlere serilip inleyen ölüm halindeki yaralılardan ba ka meydanda kimseler kalmadı. Bu ölüm dolu bo luk içinde Hızır, bir aralık kendisini beynini yakan saldırma hırsından kurtarıp iki yanına bakınca, Sinan ve Aydın Reis'lerin amirali, iki eli arkasına kıstırılmı olarak, sürükleye sürükleye getirdiklerini gördü. Amiral, kendisini, palasından kan damlayan, üstü ba ı yırtık, henüz avdan dönmü aslan yavrusu gibi, hırçın bir kurt gibi korkunç Hızır'ın kar ısında bulunca, titreyerek, ayaklarına kapandı, af diledi. Korkakları merhametsizce avlayan sırtlan, cesur aslan kar ısında titriyor, af diliyordu. Hızır .da, Aydın Reis de, Sinan Reis de senelerce korsanlık edip kahraman tanınmı bir adamın ölüm kar ısındaki bu alçaklığını 38 / Abdullah Ziya Kozanoğlu görünce iğrenip ürperdiler. "Hiç olmazsa bir erkek gibi ölmeliydi" diye dü ündüler. Amiral Hızır'ın ayaklannı öperek yalvarıyordu: Çocuklanm yolumu bekler benim, canımı bağı la, sana ölünceye kadar köle olayım! Ağırlığımca altın diyet ödeyeyim! Hızır'ın kin ve garazı sönmemi , fakat tiksintisi çoğalmı tı. Ağırba lılığını elden bırakmıyordu. Yava , ama duyanların tüylerini ürpertecek kadar korkunç, boğuk bir sesle mırıldandı: Bırakın kollarını! Aydın ve Sinan Reis'ler, amiralin kollarını bırakıp iki adım geriye çekildiler. Hızır yakla ıp onun pazılarını tuttu: Bre köpek, dedi. Sen bu cılız kollarınla, dü man kar ısında ağlayan, bir karıya bile yakı mayan bu iğrenç yürekle benim kar ıma nasıl çıktın? Sen bir övalye olamazsın. Sen kendini güçlü gördüğün zaman ısıran, kendinden güçlüsünü görünce kuyruk sallayan bir köpeksin! Amiral, bu sözlerin kendi ağzından çok seneler önce söylendiğini bilemedi, inledi: Bana acıyın! Hızır, gözlerinde eski öcün alevi yanarak amiralin senelerce önce kendisine söylemi olduğu bir sözü tekrar kullandı: Sen bu kollarını biraz daha sertle tir de öyle kar ımıza çık! Anlayamadım, Reis! Ya adın? Rodos'taki büyük korsanlık kazançları getirenlerin, büyük deniz sava ları kazananların levhasına yazılmadı mı? Ne yazar orada? Kaç sene önce yazıldın bu eref levhasına? Adım altın levhaya çok yazıldı, Reis! Hangisini sorarsınız? Ben senin adını oradan belledim, Bergenger! Beni tutsak ettiğin gün kazılan yazıyı sorarım! Ben sizi bilemedim, Reis! Ağamı öldürdüğün gün de bilememi tin. Bana acı, tanıdığın erefime acı! Türle Korsanları / 39 Yok, ismin gene eref levhasına yazılacak, ama bu sefer öldürenler, tutsak getirenler değil, ölenler, Hazreti Đsa'ya kavu anlar arasına yazılacaksın! Sonra arkada larına döndü: Böyle köpek heriflere acımak günahtır. Asın unu mizanaya! Aydın Reis, emri yerine getirmek için davrandı. Amiral, Hızır'ın ayaklarına sarılmı , bırakmıyordu: Bana acıyın. Đhtiyarlığıma acıyın, bilemedim sizi! Hızır, gök gürültüsüne benzeyen bir sesle: Bu adamı denize atın, yüzebilirse canını kurtarsın, dedi. Sinan Reis, bu emri sanki duymamı tı. Hızır Reis'in hain dü manına acımasını yersiz buluyordu. Hızır, artık ihtiyar amirale bakmıyordu. Buyruğunun yerine getirilmediğini görünce: Sinan Reis! Kulaklarını aç! Amirali denize at diyorum! diye gürledi. Sinan Reis ilerledi. Buradan kurtulduktan sonra yüzerek kıyıyı tutacağına yemin edebileceği amirali iki eliyle yakalayıp havaya kaldırdı. Boğuk bir çığlık i itildi. Sonra denizde bir hı ırtı... Sular köpüklendi, karı tı. Amiral dalgaların arasına gömüldü gitti. Aydın Reis'ten ba ka kimse i in içyüzünü sezememi ti. Hızır'ın kendi kamarasına doğru dü ünceli, küskün uzakla tığını görünce, Aydın Reis, Sinan Reis'e yakla ıp sordu: Niçin öldürdün? Sinan, bu suali anlayamamı gibi, Aydın'ın yüzüne baktı: Bana Hızır Reis onu denize at dedi, attım. Yüzemeyip öldüy se bana ne? Peki ama niçin Reis'in emrini dinlemedin de öldürdükten sonra attın? Sinan Reis, amirali kollan arasında denize atarken avcunun içinde sakladığı hançerini Rodoslunun küreği arasına saplamı tı. Yoksul amiral de çığlığı onun için basmı tı. 40 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Sinan, Aydın Reis'in i i anladığını görünce, eliyle omzuna vurdu: Arkada , dedi. Sen bu kahpenin bizim gemiyi bundan senelerce önce vurup da Reis'in karde ini parça parça ettikten sonra denize attığını gördün mü? Hayır! Öyleyse bu herifi niçin öldürdüğümü sorma, onu ben bilirim! Ona acıyacağına bizim Bursalı Ali Usta i i gümü hançerin de köpeğin sırtında kaynadığına yan! Aydın Reis, Sinan'ın yüzüne a kınlık içinde bakıyordu. Hızır yufka yüreklidir. Belki acır, ho görür. Fakat ben asla! Bak dinle! Sinan Reis, artık i yapamayacak kadar parçalanan, içinde bir tek canlı Rodos övalyesi kalmayan dü man gemisinde bulduklan değerli e yayı kendi gemilerine aktaran gazilerin hep bir ağızdan yanık sesle söyledikleri türküyü dinliyordu. Aydın Reis de kulak kabarttı: Göz yumup gazaya biz bel bağlarız, Nice yıllar bu denizde çağlarız, Dü manda öcümüz komaz, alırız, Bize kara bayrak Barbaroslu derler. TURGUT, REĐS OLUYOR Doğru söyle, Kelle! Gemi mi sallanıyor, yoksa bana mı öyle geliyor? Korkunç bir fırtına var, Turgut! Gönlüm bulanıyor. Ayağımın altında perkendenin kaydığını seziyorum. Đ te o kadar... Bana bak, Kelle! Söyle, bre Turgut! Dinim hakkı için, bütün kulağım sende. Sen benim canımsın, sen korsanların en edepsizi, sen korsanların en kabadayısı, sen... Kelle, bana vira demir borusu ötüyor gibi geldi. Biz hâlâ ti renkedeki yelkeni fora etmedik. Hızır Reis de hâlâ gemiye gelmedi mi nedir? Kulaklarımı sağır edecek kadar dik çıkan sesini duyamıyorum. Türk Korsanlar) / 41 Fakat zurna, davul seslerini de mi duymuyorsun? Gemi kalktı. Kelle!... Söyle dedik ya... Levent Turgut, Kelle Bekir'in kolunu tuttu: Kelle!... Söyle bre imanım!... Kelle! Kelle! Anladık ne olmu ? Biz imdi neredeyiz biliyor musun, Kelle? Gemideyiz. Haydi oradan budala. Biz imdi gemide filan değiliz. Ya neredeyiz? Bunu her budala bilir. Biz karadayız, karada. Gemi enginde.. Biz karada, ayağımız karada.. Ve sen aslan sütü içiyoruz diye kandırıp domuzun sütünü içirdin... •¦ Süt aslan sütü idi, ama sen ölçüyü kaçırdın Turgut. Peki, biz gemide değiliz de bu ayağımızın altında sallanan ne? Ayağımızın altında sallanan bir ey yok. Bu serin rüzgâr yava yava beni ayıltıyor. Sallanan biziz. Bu sırada ayaz çıkmı , yerler takır takır donmu tu. Đki sarho un durumu köpekleri de ilgilendirdiğinden havlayarak çevrelerini sardılar. Kelle Bekir, eğilip, titreyen elleriyle yeri yokladı. Soğuk ve kirli ta ları avuçladı, donan ta ları koparamadı. Sonra yüzü sapsarı ayağa kalktı: Allah kahretsin! Ne uğursuz memleket, ta ları bağlamı köpekleri koyuvermi ler. Ho t! Kelle n'oluyorsun? Kalk borusu öttükte gemide bulunmayan levendin cezası neydi, onu dü ünüyorum. Bu sefer Turgut'un yüzü ye il bir renk aldı: Bunu her budala bilir. Elbette forsada kırk gün kürek çekilecek, kanun böyle... Oh!... Bütün korsanların önünde de kırk gün değnek yenilecek. 42 / Abdullah Zıya Kozanoğlu Oh, oh!... Korkunç bir ey bu, Kelle, korkunç bir ey... Ben bir daha dünya sarsılsa, gemiye dönemem. Sana uyup aslan sütü, diye domuz sütü içtim, gençlik ve bilgisizliğime kurban oldum. Kırk gün forsada kürek çekmek neyse, ama bütün arkada ların önünde kırk gün değnek yiyip rezil olmak, geç, Kelle! imdi ver u elini. Çünkü dünya gözüme kırbaç yedikçe dönen bir topaç gibi gözüküyor. Ba a ağı gezmeyi hiç sevmem. Birbirimize dayanalım, u yanda bir han yardır, sahibini tanırım, gidip orada yatalım. Sabaha da Allah kerim... Ya deve, ya deveci... Kelle Bekir'le levent Turgut, birbirine dayanarak, omuzlarında cepkenleri, yerleri süpüre süpüre, arkalarında pe lerini bırakmayan aç köpekler, hanın önüne geldiler. Levent Turgut, gemideki yerinden olmu tu. Ama hayatta bizi yıkacağını sandığımız öyle kötülükler vardır ki, bzi ba arıya götürecek iyiliklerin kapısını açar. Turgut, Kelle'yi kolundan çekerek, hanın kapısını yumrukladı. Hey, canı çıkasıca, kör olasıca hancı! Çin tavuğu gibi böyle ak am ezanı okunmadan hanının içine çekilip kapıyı kapamaya sıkılmıyor musun? Bilmez misin ki biz sokaktayız ve sokak bizden korkar, kurtulmak ister. Kelle mırıldandı: Ve biz de bu köpeklerden kurtulmazsak bizi yerler. Fakat, ne yazık ki, ak am ezanı bir yana, neredeyse sabah ezanı okunacağından, içeriden hiçbir ses gelmedi. Turgut yeniden kapıyı yumrukladı: Hey, tepeni e ek arıları soksun, uğru kılıklı herif! Benim geldiğimi duymuyor musun? Kapıyı aç, yoksa, ben bilirim yapacağımı... Hancıyı korkutmak için atılan bu kurusıkı sözler de para etmeyince. Kelle ile Turgut omuz omuza verdiler, akortsuz, biçimsiz bir arkı tutturdular. Arada bir de arkının en acıklı yerinde, davul çalar gibi kapıyı yumruklamayı da unutmuyorlardı: Đ te geldik gene a k meydanına, Söyleyelim ilk önce hancı hayvanına! Hiç bir madik atılmaz Türk korsanlarına, Türk korsanları kahraman erler. Türk Korsanları / 43 Ortaya çıkan gürültü bir ölüyü bile mezarından fırlatacak zorlu bir durum alınca, bütün kom ular pencereleri sürdüler. Hancı da, ister istemez, homurdana homurdana kapıya geldi. Onlarınkinden daha korkunç daha baskın bir sesle haykırdı: Kimdir o, bre? Burası it ahin mı? Kapıyı ne diye tekmelersiniz? Turgut, kahkahalarla güldü: Gözünü iyi aç, babalık! Tekmelerimiz sonra karnını de mesin. Sanırım, tanıyamadın. Kimsin? Turgut! Hangi Turgut? Köpoğlusu, u beyaz köpüklü mavi sular, deniz olduğundan beri yalnız bir Turgut gördü, kıyamete kadar da gene bir Turgut görmü olacak. Bu pis kapıyı kirli tırnaklı" ellerinle sen kendin açacak mısın, yoksa, kapıyı ba ına geçirerek, ben mi açayım? Bu sözler, hancıya, çaldığı sazı deği tirtti. Kapı ardına kadar açıldı. Kırmızı burunlu, davul kadar iri karınlı hancı, yerlere kadar eğilerek, iki korsanı içeriye aldı. Đçeriye girmeleriyle birlikte, hemen oracıkta, bir ot yığını üzerinde Kelle ile Turgut, geleceğin, denizleri ve Avrupa'yı titretecek olan bu iki namlı kahramanı dünya, deniz tarihindeki altın yaldızlı yerlerinden habersiz, sızıp kaldılar. * * * Bu gürültü, bu patırtı, hele bu amata?... Bu ne edepsizlik, herkesin uyuyacağı bir saatte?... Bu ne kepazelik?... Turgut, gözlerini oğu turarak, homurdana homurdana doğruldu: Bre, bu ne gürültü?... Sanırsın ki dağda ne kadar aç çakal varsa, elbirliğiyle toplanıp ulumak için buraya gelmi . Vay, vay!... Neredeyse kulaklarımızın zarı patlayacak. Hey, delikanlılar, kendinize gelin! Burada bunca Müslüman milleti sabah uykusuna yatmı . Babanızın evinde ölmü e ek postu mu payla ıyorsunuz? 44 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Fakat bizim Kelle'nin de bu kadar gürültüyü iplemeyip gözünü açmamasına ne demeli?... Di lek Mustafa denilen korsanla Torlak Memi kar ı kar ıya gelmi ler, ellerinde hançerleri, kan çanağı gibi kızaran gözleriyle birbirlerini süzüyorlardı. Aralarında zorlu bir kavga ba ladı. Genç Turgut, artık iyiden iyiye kızmı tı. Kavuğunu tartaklayıp ku ağını düzelterek, bir sıçrayı ta, ayağa kalktı. Hâlâ kıvrıldığı yerde horlaya horlaya ekerleme yapan Kelle Bekir'e ustalıklı bir tekme atıp uyandırdıktan sonra gürültüyü çıkaran kalabalığa yakla tı. Yirmi otuz kadar korsan toplanmı , ellerinde bıçakları, dumanı üstünde bir ağız kavgasını bitirmeye çalı ıyorlardı. Turgut, iyiden iyiye yana tı. Korsanlar ikiye ayrılmı , durmadan haykırıyorlardı. Ya a Di lek Mustafa! Reis Di lek Mustafa olacaktır! Hayır! Di lek Mustafa bu i in ehli değildir, ya asın Torlak Memi! Torlak Memi Reis olacak! Turgut iyi kavramı tı. Korsanlar ölen veya herhangi bir olay sonu aralarından çekilen reislerinin yerine bir yenisini seçmek istiyorlardı. Bu yüzden aralarında kavga ba lamak üzereydi. Fakat böyle kabadayıca i olur da Turgut alargada durur mu? Hem bu kavga sonunda bir reislik ile gemiyi ele geçirmenin yolu da gözüküyordu. Ka larını çatıp haykırdı: Hey, Galata miçosu kılıklı keratalar! Sabahın bu vaktinde, karga pisliğini yemeden, bağırıp çağırarak bunca Müslüman uykusunu kaçırmak için size kim destur verdi? Bu atak, kendini beğenmi dik ses bütün korsanların bakı larını a kınlık ve kızgınlıkla Turgut'a çevirtti. "Bu küçük, daha tüyü tüsü yeni biten çocuk da kim oluyordu acep? Kanına susamı !" Turgut, sanki onların kızgınlıkla karı ık a kınlıklarının nedenini anlayamamı gibi, ellerini ku ağının arasına sokarak sallana sal lana sorup duruyordu: Türk Korsanları / 45 Size sorarım, çelebiler, bu ne gürültü? Ahırda saman mı kapı ıyorsunuz? Bu ne edepsizlik? Kendinizi tavlada mı sandınız? Gürültünüzden uykumuzun kaçtığını görmez misiniz? Bu ne saygısızlık! Korsanlar yan gözle ona bakıp homurdandılar: " Bu çocuk da kim? " Bu hacıyatmaz kılıklı herif de nereden çıktı? " Ölümüne susamı galiba... Sırtı ka ınıyordur." Turgut, kabadayı biçimini bozmadan, korsanların reis yapmak istedikleri Di lek Mustafa ile Torlak Merni'nin arasına girip çenesine bir yumruk çaktı: Daha hâlâ patırtı edecek mi? Yoksa, kollarımı sıvayıp ikinci yumrukta çeneni dağıtarak kirli di lerini sana leblebi niyetine yedi reyim mi? Yalnız bu sözler bile, Di lek Mustafa gibi senelerden beri denizde korsanlık etmi , nice bahadır övalyeleri temizlemi bir erkeği deli etmeye yeterdi. Hem de bunları yirmi otuz arkada ının içinde, daha yirmi ya ına basmamı bir delikanlıdan i itiyordu. Korkunç gözlerini döndürüp Turgut'u süzdü: Oğlan, ya aklını kaçırdın, ya beni tanımıyorsun? Turgut, bu sözlere kahkahalarla güldü: Geç, yiğitim, geç! O ağzı sen git de babanın ölmü e eğine oku. u çocuklara Reis olacağım diye benimle ba a çıkabileceğini sanırsan aldanırsın. Sen bizi böyle ufacık tefecik görüp de Karamürsel sepeti mi sandındı? Biz de, evvelallah, senelerden beri u denizde pala sallamı , Levent Turgut diye nam almı ız. Canını seviyorsan, çok söylenmeden, topla kuyruğunu... Yoksa, alimallah, bir kere tepem atarsa, biçimsiz suratını ikinci yumrukta çökertirim. Hem unutma! Sarı kirli di lerini de leblebi niyetine yiyeceksin. Bu kabadayıca sözler, yalnız kuvvet ve cesaretin para ettiği o yıllarda yüzlerce kalbi kendisine bağlamaya yeterdi. Bütün korsanlar imdi, a kınlıklarına alkı larını da ekleyerek, bu cesur delikanlıyı süzüyorlardı. Đlk önce onu adam yerine koymazken, imdi Di lek Mustafa da kar ısındakinin kalın pazılı kollarını, birer kartal bakı ını andıran kara gözlerini seçmi ti. Bu kadar ağır sözler kullanmaktan korkmayan bu çocuğun neye güvendiğini kestiremiyor, fakat nereye 46 / Abdullah Ziya Kozanoğlu gitmek istediğini anlıyor, üzerine atılmaya cesaret edemiyordu. Bu yumurcak Torlak Memi'nin bir adamı olabilirdi. Kendisini yormak için ileri sürmü lerdi. Fakat Turgut, cin gibi gözleriyle, onun bu çekingenliğini sezmi ti. Kahkahalarla gülüp korsanlara döndü: Yazık be! Siz bu sersemi kendinize reis mi yapacaksınız? Yuf, yuf olsun! Eğer kendisine güveniyorsa, i te meydan okuyorum. Çıksın kar ıma! Çıkmaz, çünkü di siz kalacak... Kocakarıdan reis, di siz çakaldan da tazı olmaz. Sonra Di lek Mustafa'ya döndü: Öyle değil mi? dedi. Çenen sızlıyor, sevgili di lerimi kaybederim diye korkuyorsun? Di lek Mustafa homurdandı; korsanlar haykırdılar: Evet! Bizim reisimiz her gün kuvvetli olmalıdır. Vur! unca küçük oğlancığa bu kötü sözleri söyletme! Ya vur, reis ol, ya sa vul, defol! Korsanlar, hep birden, arkada larını zorluyorlardı. Kavganın önü alınamazdı. Di lek Mustafa hançerini çekip Turgut'un üzerine atıldı. Fakat çevik levent, birdenbire, kendini yere attı. Ayaklarını uzattı, Mustafa'ya bir çengel attı. Di lek Mustafa, önüne çıkan bu etten engele takılıp, yüzükoyun yere uzanıverdi. Birbirlerine sarılıp boğu maya ba ladılar. Mustafa, yüzlerce korsanın içinde, acı kuvveti, zorlu kavgasıyle nam salmı tı. Eğer Turgut onu yenerse, bütün bu korsanların reisi olmak i ten bile değildi. Reislik hatır i i değil, değer i iydi. Her ikisinin de zorlu kavgacı oldukları görülüyordu. Torlak Memi, leventler, hancı, diğer konuklar toplanmı , çevrelenip bo lukta bıraktıkları bu iki dövü çünün ne yapacaklarını bin bir co kunluk ve kuruntu içinde bekliyorlardı. Hanın penceresine de birçok küçük çapkın tırmanmı , kim bilir hangi iç duygu suyle sanki onun kazanacağını bilmi gibi, Turgut'u alkı lıyorlardı: Vur, ağabey, vur! Çenesine vur da otuz iki di ini leblebi niyetine yesin kerata... Vur! Türk Korsanları / 47 Bu sırada her ikisi de ayağa kalkmı lar, kesik kesik soluklarla nefes alarak birbirlerini süzüyorlardı. Tekrar atıldılar. Di lek Mustafa, birdenbire Turgut'un sağ elini bileğinden, leblebi olmaya a day kirli di leriyle kapıverdi. Bütün kuvvetiyle ısırıyordu. Di lerini geçirdi. Koca levent sapsarı kesildi, canı çok yanmı tı. Hançeri elinden dü tü. Silâhsız kalmı tı. Korsanlar sevinçle haykırdılar. Pencereden kavgayı seyreden çapkınlar, büyük bir üzüntü içinde, yere tükürdüler. Kelle Bekir gözlerini yumdu. Silâhsız kalan Turgut için ölüm gelip çatmı tı. Fakat o, birdenbire atıldı. Dirseğiyle, Mustafa'nın hançerli elini, bir vuru ta havaya fırlattı. Kolunu indirirken, yumruğuyle çenesine öyle bir yüklendi ki Mustafa'nın kirli di leri çatırtadı. Ağzı horoz gagası gibi açılıverdi. Turgut, onu gırtlağından ve paçasından kavradı. Đnledi. Damarları i mi , morarmı tı. Pazıları kabardı. Bir silkini te, koca korsanı havaya kaldırdı. Sonra hepsinin a kınlık ve alkı la açılan gözleri önünde, bütün gücüyle, yere çarptı. Boğuk bir ses i itildi. Mustafa birkaç kere titredi, çırpındı, parmakları büzüldü, ağzından birkaç di i, köpüklü kanlarla birlikte, döküldü, katıldı, kaldı. Çapkınlar ıslık çalıp külahlarını havaya fırlatarak Turgut'u alkı ladılar: Ya a ağabey! Var ol!.. Köpoğlusunu yakapaça edip nasıl da yere çaldın?! Var ol! Gördün mü reis olacak levendi? Bir dediğini iki etmedi. Herifin çenesini bir yumrukta dağıttı. Korsanların gözünde yerde yatan Di lek Mustafa'nın artık hiçbir değeri yoktu. Bu yeni arkada hepsinden kuvvetli, cesur ve atılgandı. Turgut ka larını çatıp onlara döndü: Var mı içinizde ba ka reis olmak isteyen? Korsanların hiçbiri bu korkunç soruya kar ılık veremedi. Kelle, Torlak Memi'ye yana tı: Sana soruyor. Đstersen senin de di lerini yoklasın, diye sırıttı. 48 / Abdullah Z\ya Kozanoğlu Torlak, ehlâ gözleriyle, Kelle'yi süzdü, sulu sulu sırıttı. O zaman Turgut kükredi. Yok değil mi? Đyi, öyleyse, ben size reis olmak erefini lütfediyorum. Adım Levent Turgut'tu. imdiden geri Turgut Reistir. Buyruklarımdan ta ra çıkanın kulaklarını keserim. Kavgadan kaçanın di lerini sökerim. Kavga meydanında kimselere acımadığımı her budala bilir. Korsanlar, hep birden, bağırdılar: Ya asın Turgut Reis! Islıklar çalınıyor, palalar parlıyordu. Đ te böylece Levent Turgut, Barbaros leventliğinden korsan reisliğine bir han kavgasında çıkıverdi. Fakat bütün korsanlar için bir bayram günü olan bugün, Avrupa'yı yıllarca tir tir titretecek, Rodos övalyelerinin ba larına Tanrı belâsı kesilecek olan Dragut'u da kendi ba ına buyruk denizlere salmı oluyordu.10 ORUÇ REĐS Bana bak, karga korkuluğ\ı, görünürlerde hâlâ bir av yok mu? Geminin mizana çanaklığında gözleri ufka takılmı , ayakta uyuklayan Kef Kemal silkinerek cevap verdi: Ne diyorsun, ahçıba ı? Kabahat seni buraya nöbetçi koyan baba palamutta. Düzta ban herif! Bir kere çanaklığa ayak bastın mı artık avın, kısmetin kökünü kuru+ursun. Görünürlerde bir ey yok mu, diyorum, uğursuz, kısmetsiz herif! Kef Kemal, o zaman dîdeban dedikleri en yaman gözcülerinden biriydi. Ahçıba ıya kızdı: Var, diye homurdandı. Ya? Ne var acep? Çabuk söyle, ne var. Demin bir di i köpek balığı ağzını açmı , "ille de ahçıba ıyı isterim!" diye bağıryordu. "O imdi ayıbalığına gönül verdi, gelmez, var i ine git" diyip savdım namussuzu... 10 Avrupalılar Turgut Reise Dragut, bazen de Dragon= Ejderha derlerdi. Türk Korsanları / 49 Mizananın çanaklığından Kef Kemal bunları söyledikten sonra, bir kaza olmu gibi, bir atı ta pabucunu ahçının kafasına dü ürdü. Aldığı kar ılığa da hırslanan ahçıba ı, pabucu da ba ına yiyince, i man gövdesiyle çanaklığa çıkıp bu çapkın korsana haddini bildirmek isterken, birdenbire, gür bir ses gemiyi çınlattı: Mizanada nöbetçi kimdirrür! Đkisi de oldukları yerde, oldukları biçimde, zoka yutmu kanal balıkları gibi, donup kaldılar. Korsan, yüksek sesle cevap verdi: Benim, Reis! Larendeli Kef Kemal! Aynı gür ses, bu sefer ba ka birisine buyurdu: Ba loestremo Karakadı! Levent Kef Kemal'e kırk değnek vur! Nöbet sırasında ahçıba ıyla yarenlik edip pupadan bir av geçtiğini görmedi. Ayrıca, vardiyana seksen değnek vur! Kef Kemal'i uğursuz, kısmetsiz, dalgacı olduğunu bildiği halde, onu av sırasında çanaklığa gözcü koydu. Kaç kere söyledim? Kef Kemal yalnız uğra a girerken gözcü konacak. Kef Kemal olduğu yerden kaydı, daha çocuk denecek ya ta bir levent idi. Reise selâm verdi: Değnekçi burada yok, Reis! Öyleyse git, bul, söyle, sopayı atsın. Yoksa bu uğursuzluğunu ba ka türlü gideremezsin. Kef Kemal, soldan geri etti. Hak ettiği dayağı yemeğe gidiyordu. Fakat birdenbire geri döndü: Avı imdi gördüm, Reis! Boruyu öttüreyim mi? Geni omuzlu, aslan yapılı, kızıl saçlı, posbıyıklı, sert bakı lı reis otuz be ya larında kadar gözüküyordu. Gülümsedi. Kemal'in yanağına hatırı sayılır bir tokat atarak iki adım geri sekmesini sağladıktan sonra: Daha duruyorsun, dedi. Dayağı benden yemi ol, çabuk, boruyu öttür! Soğuk bir boru sesi üç kere dalgalandı. Geminin içinde bir kayna ma koptu. Herkes, bir solukta, yerini almaya gidiyordu. Đki dakika içinde leventler yerlerini almı bulundular. 50 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Reis kısa, keskin bir sesle gürledi: Vira demir! Gemi demirini büyük bir gürültü ile alırken Reis yeniden sordu: Pupadaki dü man seçildi mi? Evet Reis! Papa Đkinci Jülyus'un kendi bandırasını ta ıyan, yolunu beklediğimiz kadırgalardan biri. Ardından bir tane daha gelecek. Đkisi de bizim kırlangıcın iki büyüklüğünde... Ben sana gemilerin büyüklüğünü değil, bayrağını sordum. Sorduğumdan ba ka eyleri sıralayıp durma! Kulaksız gezersin sonra...Đçerisinde ne var bu kadırgaların? Reis'in yanına yana an ba ka bir korsan yüksek sesle anlattı. Yakla an gemilerin içindekini saymakla korsanların uğra güçlerini yağlamı oluyordu. Bunların buradan geçeceğini önceden öğrenmi tik. Đçerisin dekiler bizi senelerce ya atacak değerde altın, gümü , kuma ve değerli kurtulu akçesi ödeyecek esirler. Öyleyse, toplanın. Bu gemilere rampa edeceğim. Bakalım kısmetimiz ne olacak? Korsanlar a ıp kalmı lardı. Bir gale ruvayyale ufacık ebek diye adı bile alay konusu olan bir kırlangıcın saldırmak değil ya, dayandığını bile imdiye kadar deniz tarihi yazmamı tı. Bu bir uskumrunun bir balina balığına saldırı ına benziyordu. Reis, korsan Salih Reis'in önüne bakıp ba ını ka ıdığını görünce: Salih, gözünü patlatırım, buyruğumu duymadın mı? Rampa edeceğiz! diye bağırdı. Salih: Reis, buyruğun ba üstüne, ama böyle bir uğra imdiye kadar görülmü bir ey midir, sonumuz nice olur? Ya denizler imdiyecek böyle korsanlar ve böylesine bir Salih Reis görmü müdür? Reis'in kar ılığı çok sertti. Ama içinde yüreklerini pekleyen, öven sözler vardı. Bütün korsanlar, Reis'i "Baba" bilirler ve ondan Türk Korsanları / 51 hem çekinir, hem sayarlardı. Ona inanıyorlardı. Hep birden susup önlerine bakarken Salih: Anla ıldı, rampa edeceğiz, dedi. A ağıda, benim kamarada bir levham var, oldu olanlar, bari gidip onu getireyim de mizanaya asalım. Bütün korsanlar gülmeye ba ladılar. Reis de beraber gülüyordu. Salih Reis'in levhası ün salmı tı. Bunun üstünde düzgün bir talik yazı ile Arapça "Tevekkeltü alellah Allaha dayandık" yazardı. Đ Allah'a kalınca, korsanlar, büyük bir imanla "Allaha inandık" derler ve yürürlerdi. Sava larda dı güç kadar iç gücün, imanın da büyük bir önemi vardı. Reis, tarihlerde aklaban diye anılan Salih'e döndü: Salih! Buyur, Reis! Levhayı direğe sonra gene asarsın, imdi daha zorlu bir i var. Git, forsada ne kadar kürek varsa, hepsini denize at. Elbette bu leventler, ya ölmek, ya kafir gemisini almaktan gayri çıkar yol olmadığını gözleriyle de görmek isterler. ?!... Ne duruyorsun? Đ itmedin mi? Kürekleri denize at diyorum. Buyruklarımı ikide bir yeniletirsen bir i e yaramayan kulaklarını keseceğim. Reis'in akası yoktu. Salih, soldan geri, sert adımlarla uzakla tı. Kulaklarını iki eliyle sımsıkı kapatmı tı. Az sonra leventler tek kurtulu aracı olan küreklerin birer birer denize atıldığını gördüler. Hızır'ın ağabeyisi Oruç Reis, Hıristiyanların "Barbarose" dedikleri kahraman, yüzyıllarca sonra Napolean Bonapart'a sürgün yeri olacak Elbe adasında günlerden beri bu kısmeti bekliyordu. Tanrı, kar ısına büyük, zengin bir gemi çıkarmı tı, ki artık önünden kaçılması bile zor olan bu gemiyi ele geçirirse, uzun seneler için korsanları cesaret ve ba arısı yüzünden kendisine bağlayacak, namını ve ününü uzak diyarlara götürecek bir yol sağlamı olacaktı. Yalnız bu e siz uğra ı deniz tarihinde bir daha hiçbir korsanın ba aramayacağını bilemiyordu. 52 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Korsanlar, son küreğin de denize atılıp suların üstünde uzakla tığını görünce, kollarını kavu turup gittikçe yakla an gale ruvayya le bakakaldılar. Oruç Reis, sol elinin tersiyle bıyıklarını düzeltti. Sonra ağır, temkinli bir sesle arkada larına giri ecekleri uğra ın önemini belirtti: Arkada lar! dedi. Biliyorum, hepiniz erkek yürekli, cesur, benim buyrklarım uğrunda kavgaya gözlerinizi bile kırpmadan girecek Anadolu u aklarısınız. Yurdunuzu bırakıp bu yabancı denizlere atılırken kellenizi koltuğunuza aldığınızı da biliyorum. Ben de dü manın kuvvetli olduğunu, hiç olmazsa, sizin kadar biliyorum ve görüyorum. Bu kavgalar elbette ki her zaman kazanılmayacak, arada bir de biz kaybedeceğiz. Ama ben sizin bilmediğiniz bir eyi de biliyorum. Dü man bizi bu sularda beklemiyor. Kar ısında Türk korsanlarını görünce korkusundan imanı sarsılacak, dayanma gücü yıkılacak... Biz de eğer korkmadan, acımadan, geri dönmeden vurursak bu uğra ı kazanmı olacağız. Bu kavganın kazanılması, yeni anla tığımız Tunus Hakimini de a ırtacak. Bizim, eski anla tığı Đspanyol ve Portekizli korsanlardan daha zorlu olduğumuzu görecek. Bize güvenecek ve bugünden sonra bizimle kar ıla an her filo gemimize değil bayrağımıza bakıp korkacak. Kürekleri bunun için denize attım. Kaçmak yok. Ya öleceğiz ayağını yere vurdu ya u küçük ebek yakla an u bastardaya bayrak indirtecek. Aslanlarım, yılmayacağınıza ve ölünceye kadar vuru acağınıza yemin ediniz. Bu korkunç, kendine güvenen sesin tonu, imanı korsanların yüreğini kabarttı: Öleceğiz, dönmeyeceğiz, vallahi, billahi! uğultusu denizleri sardı. aklaban Salih'le arkada ları, gayri mizanaya asacakları levhayı çoktan unutmu lardı. Palalarını birbirine toku turarak bilemeye çabalıyorlardı. Oruç Reis, yakla an dü man gemisinden gözlerini ayırmıyordu. Gale ruvayyal yakla tıkça büyüyor, o büyüdükçe kendi altlarındaki ebek küçülüyordu. Oruç Reis, gözleri dü man gemisinde, seslendi: Türk Korsanları / 53 Salih! Buyur, Reis! Kanca personları gözlerini açsınlar, rampa edeceğiz. Git, demin söylediğin levhayı getir, mizanaya as, belki uğur getirir. Allah, yardımcımız olsun! * * * Papa'nın kendi amiralleri ve övalyeleri ile değerli hazinesini ta ımaktan doğan bir gururla ağır ağır yol alan birinci gale ruvay yaldeki kahramanlar, imdiye kadar, bu'sularda görünmeyen Türk korsanlarını akıllarına bile getirmiyorlardı. Uzaktan gördükleri parmak kadar kırlangıç, olsa olsa, bir Arap korsan gemisi olabilirdi. Eğer önlerinden kaçmazsa, bu yoksul tekneyi ezip geçeceklerdi. Akdeniz'e mahsus Sirok dedikleri batı yeli de kendilerine yardım ediyordu. Pruvadaki nöbetçinin ba ına bir sürü övalye, subay, yolcu toplanmı tı. Nöbetçi: Đ te önümüzde korsanlığa heves etmi bir küçük balıkçı teknesi, diye anlatıyordu. Fakat zavallılar o kadar beceriksiz, bilgisiz bir kaptanın elindeler ki ne bizi, ne bayrağımızı tanımıyorlar bile... Önümüzden kaçabileceklerini sanmıyorum. Ne diye bu sulara gelirler? Ne diye ayak altında dola ırlar bu salyangozlar? Gale ruvayyalin kaptanı deniz tarihine adının geçeceğini aklına bile getirmeyen Paolo Victor, gevrek gevrek güldü: Onların bu bilgisizliği olmazsa biz nasıl eğleniriz?! Akdeniz Đtalyanların, Atlas denizi Đspanyollarındır. Bu yoksul Arap denizcileri de: bizim küreklerimizi çekmek için Tanrı'nın yarattığı forsalar... Sonra adamlarına emir verdi: Orsa alabanda, çektirmenin üstüne! Tamam! Tam karnının ortasından yarıp geçeceğiz. Yanındaki misafirlerine döndü: Üstünden geçip ikiye ayıralım da akılları ba larına gelsin kerataların... Öğrensin sularımızda böyle a kın kazlar gibi gezmenin ne demek olduğunu... Dünyada ne salyangozlar var!? 54 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Gemideki süslü elbiseli, güzellikte, zenginlikte e siz kadınlardan biri kuruntu ve üzüntü içinde sordu: Kaptan, ya bu teknenin üstünden geçerken bizim geminin karnı yarılır da devrilirsek?... Kaptan, i man göbeğini, dört be kere indirip kaldırarak hoplata hoplata güldükten sonra cevap verdi: Markiz, siz bu manevrayı burada mı deneyeceğimizi sanıyorsunuz? Ben, değil böyle bir kırlangıç, bunun kaç misli büyüğü olan nice kadırgaları ikiye biçip üstünden geçtim. Değil mi Anriko? Kaptanın "Anriko" dediği adam, ince, sivri burunlu, zeki bakı lı, tilkiye benzer bir gençti. Herkesin cevap beklediğini görünce a aladı: Ne buyurdunuz Paola Victor? diye tekrar sordu. Sinyorinalar, bizim bu gemiyi ikiye bölüp bölemeyeceğimizi soruyor, ne dersin? Vallahi, kar ımızdaki gemiyi ikiye bölüp bölemeyeceğimizi bilmem, ama herhalde, bu i i uygun bir rüzgârda bu ahane gemiyle usta kaptanlar ba arırlar. Fakat, belki siz unuttunuz, bir gün kar ımıza bir köpekbalığı çıkmı tı da korkunuzdan dü üp bayılmı tınız. Ne yaman balıktı o! Kaptan, bu cevap kar ısında homurdandı: Haydi oradan zevzek. Köpek de sensin, balık da sen. Sonra, i i akaya vurmak kaygısıyle: Sen hiçbir zaman alay etmekten geri kalmaz, yeryüzünde hiç bir i e yaramazsın, dedi. Sen gemiden, kaptandan ne anlarsın? Anriko, kahkahalarla gülüyordu. Sinyorinalardan biri sordu: Kaptan, bunlara niçin Arap korsanı diyorsunuz? Korsanlardan hiç korkmaz mısınız? Kaptan, Anriko'ya canı sıkılmı olmakla beraber, gene güzel Sin yorinaya tatlı ve süzgün bir göz i areti yapmaktan kendini alamadı: Sinyorina, bunlar korsan morsan, her ne karın ağrısıysa, unu biliniz ki. münasebetsiz Anriko'nun gevezeliğine metelik vermeyen bizim gale ruvayyal, esen yelin de yardımıyle, önünden çekilmeyen u tekneyi imdi iki parça edecek. Çoğu gitti, azı... Türk Korsanları / 55 Kaptan sözünü bitiremeden Anriko, sapsarı bir yüz, yuvasından dönen gözleri ile, yerinden fırladı: Aman kaptan, bunlar?!... Kaptan, umursamaz bir dudak kırı ı ile ona döndü: Kim?.. Cehennem zebanileri mi? Anriko, sesi titreyerek cevap verdi: Ke ke zebani olsalar... Ne yazık ki daha korkuncu... Bunlar, Türk korsanları, bayrak çektiler. Hazreti Mesih bizi korusun. Sarıklarını görüyorum. Bu sularda yeni türediler, fakat bunlar Tanrı belasıdır. Saldıracaklar. Bayrak çekmeleri bunu belirtir. Kendilerine güveniyorlar. Kaptan, kendisi kadınlarla konu urken dalga geçip unuttuğu ve artık iyiden iyiye yakla mı olan kırlangıca baktı. Pruvasında birçok sarıklı ba ların kımıldadığını, ate buyruğunu bekleyen ince uzun namlulu topların ağızlarını gale ruvayyale doğru açmı olduklarını gördü. Canı sıkılmı tı. Türklerin topçuluktaki ustalıklarını, toplarının uzun ate güçlerini biliyordu. Kendi gemisinin ağır topları Türk topları kadar uzağı dövemezdi. Kaptan Paolo Victor: Sinyorinalar, hiç ummadığımız bir dü manla kar ıla ıyoruz, dedi. Bunlar Türk korsanlarıdır. Yani göz koydukları avı ele geçirirler, yahut kaptanlarından en küçük erlerine kadar teknelerinin tah talan üstünde can verirler. Asıl korkuncu da böyle sessiz, gürültüsüz durmalarıdır. Kendilerine çok güvendikleri için, önemli bir tuzak kurarlarsa, sırtlanlar gibi, böyle sessiz ve sinsi dururlar. Kim bilir nasıl bir manevrayla bizim gemiye birdenbire rampa edecekler? Kerem edin Sinyorinalar, a ağıya ambara... Ve herkes silâh ba ına... Gemideki güveni ve imanı besleyecek yerde kaptan, bu sözleriyle daha uğra a ba lamadan adamlarının dayanma gücünü kırmı , yok etmi ti. Kadınlar, tiz çığlıklar atarak, ağlayıp bağırarak ambara doğru ko uyorlardı. Karga alık içinde kaptanın sesi i itilmekteydi: Mar !... Dikkat!... Boci alabanda tiremola!... Ate leri bizi tutmasın, dümeni kınn! Ne kadar ağır gidersek o kadar iyi manevra yaparız. Silâh ba ına, herkes sancak bordosuna dizilsin, mar ! Mar ! 56 / Abdullah Z\ya Kozanoğ/u Kamaradan silâhını alıp kaptanın emrini yerine getirmeye ko anlar arasından Anriko'nun, sessiz adımlarla, kadınların arasından ambara doğru dümen kırdığı Victor'un gözüne ili ti: Anriko, nereye? Ben, her erkek silâh ba ına, dedim. Ah kaptan, dü man çok yaman!... Size kurtarıcı meleklerini göndermesi için, Mesih'e dua etmeye gidiyorum. Alçak, kaçıyorum, desene! Ağzımdan çıkaramadığım bu sözleri benim adıma konu tuğunuz için size te ekkür ederim, kaptan! Fakat kılıcımı çekip böyle bir dü mana rezil olmaktansa, namusumla tutuklanmayı daha erkekçe buluyorum. Size de ben öğüt vereyim: Benim gibi yapınız. Korkudan ağlayacağınıza sancak indirip canınızı ve gemidekilerin de canlarını kurtarınız. Kaptan, kendisiyle her zaman alay eden Anriko'dan, böyle bir sebeple öç alabilirdi: u pis korsanların i ini bitireyim, seni mizana direğine, kadife pantolonlu bacağından, kendi elimle asacağım! diye bağırdı. Anriko güldü: Onu hiçbir gün yapamayacaksınız. Birdenbire bir yaylım ate i, arkasından bir çatırdı ortalığı sarstı, birbirine karı tırdı. Kaptan Victor, Anriko ile uğra ırken manevrayı, dümeni unutmu , iki gemi birbirine rampa edivermi ti. Kaptan, Anriko'yu bıraktı. Sersem sersem arkasına döndü. Oruç Reis, yürekler titreten: Allah, Allah! narasını attıktan sonra, en önde gale ruvayyalin kıç kasarası üstünde bir gülle gibi patladı. Hemen çevresini saran Papa'nın erleri, zorlu ve çabuk dört be pala vuru unu görünce, Reis'in öyle yanına yakla ılması kolay bir aslan olmadığını anladılar. Soluk aldırmadan, Oruç Reis'in dü man gemisine atladığını, gören serdengeçti Türk leventleri, hançerleri ağızlarında, kollan sıvalı, palalarını sağ ellerinde fırıl fırıl döndürerek gökten yağmur yağar gibi gale ruvayyale dü meye ba ladılar. Türk Korsanları / 57 Papa'nın gemicileri, birden, neye uğradıklarını anlamadılar. Kar ıdan toplar atılacak, uzaktan kavga naraları gelecek, yava yava kızı ıp co ulacak, birbirlerine yakla ılacak, dü man gemisi ortasından ikiye bölünüp ezilecek, kendileri de göğüs göğüse gelmekten kurtulacaklar sanmı lardı. Böyle tepeden inme silleyi beklemiyorlardı. Bununla birlikte, i ba a geldikten sonra, çaresiz, kar ı koyup kendilerini korumaktan geri kalmadılar. Đtalyan gemisinin içi kızıl ve korkunç bir renk almı tı. Çarpı an kılıçların çıkardığı tunç sesler, gemiyi ba tan ba a saran ölüm kasırgasının üstünde dola ıyor, kan gövdeyi götürüyordu. Kısa bir zaman içinde küpe te titreyen, can çeki en, inleyen yaralı insanlarla dolmu tu. Her gövde bir çe me, her göğüs bir fıskiye olmu , kan fı kırıyordu. Papa'nın erlerinin yanında vuru arak gözlerini dünyaya kapayan Türk korsanları da yatıyordu. Gale ruvayyalin kaptanı telâ ve korkunun verdiği sersemlik içinde, bir tek kılıç sallamadan, yediği ilk palanın altından mizana direğinin dibinde kıvrılıp kalmı tı. Ölenler ve yaralananlar geminin daracık güvertesi üstünde kaldıklarından, değme babayiğidin yüreği bu kanlı, korkunç görünü e dayanamazdı. Bir an geldi ki, kendi gemilerinde geziyorlarmı gibi ellerini kollarını sallayarak gale ruvayyalin ambarına dalan Türk korsanları, buradaki değerli hazineyi, paha biçil mesi zor e yaları, konulduğu gibi sapasağlam toplamaya ba ladılar. Ambardaki kadınlar arasında yakalanan Anriko, korsanlara Türk diliyle, reislerini görmek istediğini söylemi , yakapaça edilip Oruç Reis'in kar ısına çıkarılmı tı. Anriko, Reis'in görünü üne çıkınca, korsanların elinden kurtularak yere yattı. Baba yürekli Oruç'un ayaklarına kapandı, kötü aksanlı bir Türkçe ve kendi milletine vergi gösteri li el, kol sallamaları arasında: Büyük kahraman! dedi. Sizin gibi bir Reis'in kar ısına çıkmamasını bizim sersem Victor'a yüz kere söyledim, fakat dinletemedim. Canı cehenneme gitti. Kendini beğenmi liğinin cezasını buldu. Sizin büyüklüğünüzü, sizin gücünüzü, sizin... Oruç Reis, onun sözünü kesti: Sen kimsin? 58 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Anriko, ellerini havaya kaldırdı: Anriko kulunuz... Uzun yıllar Đstanbul'da bulundum. Papa'nın balyozu idim. Güzel dilinizi orada öğrendim. Bütün Türk Akdeniz'ini saran adınızı anınızı bilirim, önünüzde eğilirim. Hizmetinize girmek için ricacıyım. Tenezzül eder de ho görürseniz, eref duyarım, ümit ederim ki sizin i inize de yararım. Çünkü bunların birçok i lerini, dalaverelerini hazinelerini sakladıkları yerleri, güçlerini, güçsüzlüklerini, her hallerini bilirim. Anriko, oldukça temiz bir Türkçeyle konu arak Türk korsanlarının gönlünü çekmi ti. Her sözü alttan alı ı, dalkavukluğa bayılan korsanları kendisine acındırmı tı. Oruç Reis: Ayağa kalk, hokkabaz! dedi. Buyruğu alır almaz, Reis'i yalancı çıkartmamak için bir hacıyatmaz gibi, Anriko yerinden fırladı. Reis, sert bir ok gibi insanın yüreğini delen keskin bakı larıyle, onu süzdü: Ağzın çok kalabalık... Bakalım i e yarar ba ka bir marifetin var mı? imdilik canını bağı lıyoruz. Ama bir kötülüğünü görürsem mavna küreği gibi yassı kafanı koparırım. Bunu böylece bilesin. Anriko titredi: Muhammed a kı için vallahi sadık kalacağım. Reis'in buyruğuna uyarak Anriko'nun kollarını bıraktılar. Bu sırada ikinci gale ruvayyal de, uzaktan görünmü tü. Oruç Reis, birinciyi nasıl kendi inanı ve görünü üne güvenerek basıp aldıysa, ikincisini de basmayı o anda aklına koydu. Aklına koyduğu eyi de hemen yaptı. Kendi gemisi küçük bir kırlangıçtı. imdi üstünde bulunduğu galer dedikleri kalyon sapasağlam ellerine geçmi ti. Arkadan gelen dü man birincinin ba ına geleni görünce, uzaktan dövü e ba layarak gözünü dört açacaktı. Kumandayı hemen verdi. Kendi gemilerinde di e dokunur, i e yarar ne varsa, gale ruvayyale ta ıdılar. Đçinde canlı cansız hiçbir ey kalmayınca, küçük kırlangıç ate e verildi. Türk korsanları, Reis'in eski gemilerini bırakıp yeni kalyonuyle Tunus'a döneceğini sanıyorlardı. Uzaktan Türle Korsanları / 59 yakla an ikinci galerdekiler, bir korsan gemisini arkada larının ele aeçirip yaktığını sanmı lardı. Ho , ba ka ne olabilirdi de?... Ahçıba ı, mutfakta ne varsa, yanma yamak aldığı Anriko'nun sırtına yüklemi , yeni geminin mutfağına yerle mek için sağa sola a kın ve ta kın ko up duruyordu. Reis'in kendisini çağırdığını görünce ko tu. Buyur, Reis! aklaban Salih, Baba Oruç'un arkasında duruyordu. Ele geçirdikleri kalyon kaptanının cesedi yanı ba larında yere serilmi , davul gibi karnı havaya dönmü yatıyoVdu. Baba Oruç, Salih'e döndü, cesedi gösterdi. u herifin elbiselerini soy, ahçıba ıya giydir, dedi. Ahçıba ı, bu emri anlamamı , aptal aptal bakmıyordu. Af buyrun, Reis, dedi. Ya ben ne köpek oluyorum da siz dururken bu gemiye kaptan oluyorum? Oruç Reis kızdı: Eski kaptan da senden hırlı bir ey değildi. Çabuk giyin! Gemiye kaptan oldun. Salih Reis, Oruç Reis'in emrine kar ı duramazdı. i man kaptanın ölüsüne yakla tı. Sırmalı elbisesini sıyırdı, çıkardı. Oruç Reis, ahçıba ıya emretti. Hele giy bu elbiseleri, bakalım yakı acak mı? Ahçıba ı, gemi kaptanlığını Reis'in kendisine sadaka ettiğini sandı. Belki cayar korkusuyle bir solukta eski kaptanın elbiselerini sırtına geçirdi. Birden, kendisini sahicikten gemi kaptanı olmu sanarak gemide kollarını kabarta kabarta leventleri kötü kötü süzmeye ba ladı. Aslında, i man vücuduyle, eski kaptana çok benzemi ti: Ben Oruç Reis'e benzemem, faka basmam, gönül hatır bilmem; yiyeceklere öğün dı ı kimse el sürmeyecek, tayın dı ında azık, arap a ırmak yasak; gözünüzü patlatırım! diye bar bar bağınyordu. Oruç Reis, acı acı gülümsedi, Salih Reis'i çağırdı: Sen de kadın elbisesi giyersin elbette, dedi. unlar da levent elbisesi.giyer, unlar da bezirgan elbisesi.. Kaptanın çevresi tamam olsun. 60 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Salih Reis, a kınlıkla Reis'e baktı. Reis kızdı: Salih, bugün her buyruğuma kar ı durursun, uğra yerinde yaptığın bu i nedir? Benim emirlerim böyle askıda mı kalır? Kerem et, Reis aptalla tım. Sen bizim en akıllımızdın. Gayri akıl filan kalmadı, Reis! Sen beni bile aptalla tırdın! Uğra sırasında yerli yersiz konu ursun, seni ba ka bir yarar i e korum. Nasıl olsa imdi buyruğuna uyarak karı kılığına girdik. Elbet imdi de buyurursan göbek atıp oynarım. Ben seni oynatacak yeri bilirim. imdi oyunumuz sava tır. Dediklerimi yap. Đkinci gemi bizi dost sanıp yakla sın. Kan dökmeden basıp alıverelim. Bu sefer Reis'in emri iki ettirilmedi. Bu yeni bulu , ataklığa, akla sığmaz uğra lara bayılan korsanları co turdu. Salih, ambara doğru kaydı. Esir edilen kadınlardan birini soydu, elbiselerini giyindi. Bu kıyafetle güverteye çıktığı zaman korsanlar gülmekten kırılıyorlardı. Salih, ahçıba ının koluna girdi. Onu kırıtarak, cilvele erek kaptan köprüsüne götürdü. Be on dakika içinde bir tiyatro dekorundan daha çabuk ve daha ustalıkla, korsanlar gemiyi yeniden Pa pa'nın patrona gemisine benzettiler. Oynanacak oyun gülünç olduğu kadar korkunç; kazanıhrsa da bir Türk gemicisini leventlikten sultanlığa yükseltecek kadar da değerliydi. Güverteler cesetlerden temizlendi. Bo kalan elbiseleri Türk korsanları giydiler. Genç Reis'in atılganlığı, yerinde ve hızlı görü tü, hemen i e koyulusu korsanları ona bağlıyor, co turuyordu. Ate e verdikleri eski kırlangıçları, koyu dumanlar çıkararak yanıyor, suyun üstünde canlı bir fener gibi dola ıyordu. Bu eğlenceyi görmek hevesi içinde, ikinci gale ruvayyal de hızını artırmı , artık iyiden iyiye yakla mı tı. Đkinci gale ruvayyal kapitanna gemisiydi. Her iki geminin de komutanı ve Papa'nın en değerli amirali "Juan Bosia" bu gemide bulunmaktaydı. Bu amiral, yabancı deniz tarihlerine bir kırlangıca bayrak indirten ilk ve son filo komutanı olarak geçeceğini bilemiyordu. Ahçıba ı, sırmalı kaptan elbisesi içinde, yeni yamağı Anriko'nun Türk Korsanları / 61 yardımıyle, i i idare etmeye çalı ıyordu. Kurusıkı bir top atarak Türk korsanları ikinci gale ruvayyali selâmladılar, o da kendilerine kar ılık verdi. Gemiler yava yava birbirine yakla tılar. Neredeyse çarpı acaklardı. Öbürlerin hâlâ akıllarından kötü bir ey geçmiyordu. aklaban Salih, kadın elbiseleri içinde kırıtıyor, ahçıba ı sırmalı elbiseleri içinde burnu havada kabarıyor, Anriko Lâtince emirler veriyordu. Gemiler birbirine rampa edince, Türk korsanları hep birden ikinci gale ruvayyale palalarını sıyırıp atladılar. Kendi elbiselerinin e ini giyen bu korsanları Papa'nın erleri birbirine karı tırıyor, fakat korsanlar birbirlerini tanıdıkları için kime vuracaklarını çok iyi biliyorlardı. Koca geminin bayrak indirmesi birkaç dakika içinde oldu bitti. Gale ruvayyal kan dökülmeden alınmı , içindekiler ba tan a ağıya tutsak edilmi ti. Oruç Reis'in yurdundan çok uzak denizlerdeki bu küçük ba arısı dillere destan oldu. Papa hazretlerinin iki büyük ve zengin galerine bir Türk korsanı, korku bilmeyen, bilgi ve keskin görü ünün yardımıyle bir kırlangıç üstünde bayrak indirtmi ti. Bu korsan, artık bir sultandı.11 SALĐH REĐS AVA ÇIKIYOR Gocuğunu omzundan dolayan iri kavuklu, gösteri li bir gölgenin arkasından, elleri göğsünde bağlı üç adam kıyıya doğru ilerliyorlardı. Deniz kıyısına gelince durdular. Öndeki ıssız ormanlarda dola an bir aslan gibi iri gövde, arkasına döndü: Göreyim seni, Salih! u i i elbette ba arıp gelesin, dedi. Biliyorum, bu, bizim açık denizde av beklememize benzemez. Fakat sana güvenirim. Sende bu kurnazlıkla bu kahramanlık varken, evelallah, her i in hakkından gelirsin. Hele yanında böyle iki yolda da oldu mu... 11 Bu satırları okurken sinema senaryosu yazdığım aklınızdan geçmi olabilir. Bizim tarihlerin sayfalarına geçiremedikleri veya haber bile alamadıkları bu inanılmaz'olaylar gerçekten olmu . Đspanyol tarihçisi Haydo'dan alarak Đngiliz deniz tarihi yazarı Leon Pool yukarıdaki satırları aynen kendi kitabına geçirmi tir. 62 / Abdullah Z\ya Kozanoğlu Salih'in yanında Aydın Reis'le Anriko da Reis'in elini öpüp kırlangıca sıçradılar. Yelkenler fora edildi. Leventler küreklere asıldılar. Sulan yararak, iki yana beyaz köpüklü dalgalar yayarak, ay ı ığının yıldızlı yakamozlarına onlar da altın ı ıklardan dizilmi yeni yapraklar ekleyerek uzaklara doğru süzüldüler. Salih Reis, kırlangıcın ba ına kurulmu , geminin denizi yararken saçtığı köpüklere bakıyor, kulağına bir müzik sesinden güzel gelen suların apırtısını dinliyordu: Söyle bakalım, Anriko, yeni hayatını beğeniyor musun? dedi. Soruyor musun, Reis? Baka çelebi, çün bizi beğenirsin, neye adın deği tirmezsin? Niçin Salihçiğim? Benim adımdan sana ne? Diline dolanır? Sana ne olur mu, yahu? Bunca Müslüman adı Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin de seninki Anriko... Köpek yavrusu çağırır gibi bir ey... Anrik, Anriko, An... riko... Anriko, homurdanarak sustu. Salih yeniden tazeledi: Anriko, yahu, gel seni sünnet edelim ha? O ne demek öyle? Yani Müslüman yapalım diye bir yerini keselim. Ya, ille Müslüman olacağım diye bir yerimi kesmek mi gerek? Bu sevda nereden uyandı sende? Din ba ka, i ba ka. Sen beni Müslüman yapacağına, bu i i alnının akıyle ba ar. Allah'ın daha çok gözüne girersin. Cenabıhak kendi evinde yere yüz sürenleri belki, fakat kendine güvenenleri yüzde yüz tutar ve sever. Bu sırada, ötede birkaç levent birikmi , birbirlerine masal anlatıyorlardı. Geminin küpe te, nden dalgaları gözleyen Aydın Reis'i gördüler, ko tular, çevresi>; aldılar: Bize bir eyler anlat, Reis! dediler. Bir kavga, bir pehlivanlık hikâyesi... Reis, çevresini saran korsanların isteği kar ısında gülümsüyordu: Đyi ama ne anlatayım? Kerem ile Aslı'yı bilmem. Arap Üzen gi'yi beceremem. Türk Korsanları / 63 Ya Kemal ile Burak Reis'lerin uğra larını da bilmez misin? Evet, Kemal Reis'i anlatsın. Peki, oturun da anlatayım. Hep birden yere bağda kurup Reis'in dört yanına dizildiler. Gemi, bütün yelkenleri fora etmi , denizi yararak kulaklarını ok ayan, tatlı akırtılar arasında süzülüyor. Deniz; sanki imdi bin bir kahramanlıklarını dinledikleri eski sevgili korsanını, senelerce üstünde gezdirdikten sonra, nasıl göğsüne çekip aldığını bir kere de Aydın Reis'in ağzından dinlemekle övünüyordu. Korsanlığın hikayesiydi bu. Denizlerde an ve erefle kavga etmek... Deniz sularını kendine kefen diye sarıp, er meydanında ölmek... KEMAL VE BURAK REĐSLER Aydın Reis, çubuğunun dumanlannı savurarak, anlatmaya ba ladı: öyle parmak kadar küçük bir çocuktum. O zamanlar Akdeniz'de yüzlerce yıldır korsanlık eden Larendeli, Antalyalı Türk gemilerinde çalı ırdım. Bu deniz kavgalarına, Padi ah Bayezit'in, kâfirler elinde tutsak bulunan karde i Cem Sultan'ı bırakmalarından korkması yüzünden Osmanlı gemileri giremez olmu tu. Bir gün duyduk ki, 20 kalyon, 67 mavna, 93 kadırga, 63000 askerle Venedik diyarlarındaki Đnebahtı üzerine yürünmesini dilemi . Biz de Anadolu u ağıyız. Osmanlı ordusunda bizim değerimizde korsan yok. Bizim Karamanlı Burak Reis'ten yardım istediler, katıldık kervana... öyle birkaç yüz kadar olmu tuk. Bu üç yüz geminin içinde sanki birer kule gibi gökleri delen, suları karartan Đstanbul tersanelerinde yapılmı iki "köke" vardı. Her birinin uzunluğu eh, yetmi er zira' vardı, geni liği de, eh, otuzar zira'.12 Seren direği birkaç ağaçtan örülmü tü, kalınlığı dört zira'dan çoktu. Çanaklık çevresinde kırk ki i otururdu. Bu gemilerin iki kayalığı vardı. Biri kalyon kayalığı, öteki mavna kayalığı... Her birinin yanlarında, adet üzere, iki er de görme, yani top lombozları vardı. Batarya toplarından ba ka yalnız pruvada sekizer tane balyemez topu vardı. 12 Zira' = Eskiden kullanılan bir uzunluk ölçüsü, 65 santimetre. 64 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Bu sırada, toplantıya yeni karı an ahçıba ı sözünü kesti: Yahu, Reis, Rodos kalesini anlatırsın gibi... Ahçıba ıyı kolundan tutup çekerek susturdular, ona da aralarında bir yer verdiler. Aydın Reis gözlerini yummu , sanki o dü mana korku salan "köke"leri hayalinde canlandırıyordu: Đ te bu gemilerin sancak fırkasına Kemal Reis, iskele fırkasına Buras Reis kaptan oldu. Böyle namlı kahraman Türk korsanları elinde, hep birden tekbir alarak zurna, nakkare çalıp yola dü tük. Đnebahtı komutanı "Zoanumorti" derler, bir Frenkmi . Kendisine "Ya kaleyi verin ya ba ını!" diye haber gönderildi. Komutan cevap vermi : "Venedik donanması kande ise gelecek. Eğer Ve nedikten gelen donanmayı yenecek kadar güçlü iseler, kaleyi korumadan kendilerine veririm. Đlla kendilerinin denizde kayna ıp gittiğini buradan gözlerim! Neyse, bekledik; ama uzun sürdü. Açlık çektik, susuz kaldık. Kendimize yiyecek bulmak için Navarin'e gitmek üzere bir gün fora yelken ettik. Bu sırada Venedik donanması da yüz elli parça gemiyle, Amiral Antonyo Grimni komutasında çıkageldi. Arkasından Kıbrıs'tan Amiral Lorendano13 kocaman bir köke ile çıktı geldi. Bizim gemilerdeki Đstanbul'dan dev irme erlerin çoğu denizden anlamaz Osmanlı yeniçerileriydi. Bir de Padi ah ordusuna, karadan kim duyduysa yazılıp yağmaya gelmi ti. Bunlar dü manı bizden çokluk gördüler. Kavgaya girmek istemediler. Fakat biz, korsanlar takımı, ba ımızda Kemal ile Burak Reis'ler oldukça üst geleceğimize inanıyorduk. Önce uzaktan pruva ba topları atıldı. Uzaktan dövü üldü. Sonunda Sapyanca adası dolaylarında akın ba ladı. Aydın Reis, doğrulmu , çubuğunu çekiyordu. Etrafındaki korsanlar, hikâyenin en zorlu yerine geldiğini anlamı lar, nefes bile almıyorlardı. Aydın Reis devam etti: Dü man, o sırada, borda düzenindeydi. Biz de onlara borda düzeni alarak bir sıraya dizildik. Bu eski bilinen bir sava düzeni idf. Ortada Kaptan ı Derya Ahmet Pa a, sağ kanatta Kemal Reis, sol 13 Kızıl Kadırga'da bu Amiralin oğullarının ve Kıbrıs'ın sonuna okuyacaksınız. Türk Korsanları / 65 kanatta Burak Reis'in bindiği büyük köke yelkenlerinin çokluğu yüzünden rüzgâra kapılıp hız aldı, bizden ayrıldı, öyle bir ileri çıktı. Bunu görünce, dü manın öncü takımı kolba ısı Amiral Arme yo, fırsat bu fırsat deyip bir köke, bir mavna, bir parça ile Burak Reis'in çevresini sardı, üzerine çullandı. Biz uzaktan, yerimizde titreyerek, olayları gözlüyorduk. Reis, geminin pruvasında kılıcını çekmi , gür sesiyle bağırıyor, emir veriyor, koca deniz inim inim inliyor, toplar dört bir yana ate saçıyordu. Kahraman Reis, dü man mavnasıyle parçasını çıra gibi tutu turmu , içindekileri denize dökmü tü. Bir gemi, kendisini saran dört gemiyi haklamı tı. Bu durumu görünce, Amiral Lorendano kocaman gösteri li kökesiyle sava yerine yeti ti. Ben, bizim parçanın yan lombozunda "Acep ne olacak?" diye tir tir titriyordum. Saatlerce uğra tıktan sonra, uzaktan, top ate iyle Burak Reis'in hakkından gelemeyeceklerini kâfirler de anlayınca, onlar da kökesine rampa ettiler. Bu sırada, bütün donanma da dü manla uğra a giri mi ti. Sava kızı tıkça kızı tı. Ben, küçük çocuk olduğum için, ambarın penceresinden izliyordum. Bizim gemide, yukarıda boyuna vuru uyorlar, yaralarından kanlar sızan gazileri a ağı ambara, benim olduğum yere getirip yatırıyor, üstlerine yelken bezi örtüyorlardı. Deniz sava ları kara uğra larına benzemez. Yaralılar ölüler göz önünde durursa, her yerden bir kol, bacak parçası sarkar, değme babayiğidin yüreği bunu kaldıramaz. Bu yüzden, bizdeki kara askerlerinin gözleri yılmı , neredeyse kendilerini suya atacak duruma gelmi lerdi. Burak Reis'in kökesi üstünde aslanca dövü tüğünü görüyordum. Gözlerim dört açılmı tı. Ta kınlığımdan boğazım tıkanıyordu. Gene de bakmaktan kendimi alamıyordum. Burak Reis, akla sığmayacak kadar güzel, zorlu, ustalıklı vuru uyordu, fakat gemisi iki yandan da sımsıkı sarılmı tı. Bir aralık çevrelerini saran dü mandan ba ka türlü kurtulamayacaklarını anlamı lardı. Bizimkiler hem iskelelerindeki, hem sancaklarındaki dü man gemilerini ate e verdiler. Bu kendileri için de kötü sonuçlar verecek bir oyundu. Kendi gemileri de dü man gemileriyle birlikte yanabilirdi. Fakat anla ılan çaresiz kalmı lar, "Laçka!" Bizimkiler kendilerini bağlayan kancaları koyverdiler. Yanan gemilerin arasından sıyrılıp çıkmak istiyorlardı. Fakat üç gemi birbirine o kadar kenetlenmi ti ki, Burak Reis'in gemisi bir türlü 66 / Abdullah Ziya Kozanoğh kurtulup aradan sıyrılamadı. Tüylerimi dikenle tiren bir çatırtı ve "Hurrr!" diye gök gürültüsünü, volkan fı kırmasını andıran bir ses i ittim. Kulaklarım sağır oldu sandım. Koyu siyah, kıvılcımlı bir duman hortumu göğe doğru yükseliyordu. Koca Burak Reis, çevresindeki dü man gemileriyle birlikte havaya uçtu. Gökyüzünde kafa, kol, bacak parçaları yanan tahtalarla birlikte denize yağmur gibi iniyordu. Tüylerim diken diken olmu tu. Kendimi kaybetmi gibiydim. Bundan sonra hayatımda çok kanlı dövü ler gördüm, lâkin bu kadar üzüldüğümü, bu kadar yandığımı bilmem. Aydın Reis sustu. Gözleri ya armı tı. Kendisini dinleyenler derin ve acı bir co kunluğun içine dalmı lar, sanki kahraman Burak Reis'in kan ve ate içinde havada uçtuğunu görüyorlardı. Ahçıba ı, içini çekerek, hafifçe mırıldandı: Allah ahrette yerini cennet eylesin. Yavuz ermi . Đki dü man Amiralini öldürmek için kendi canına kıyan kahraman... Aydın Reis, elinin tersiyle, gözündeki ya ı sildikten sonra avuçlarını açtı. Kahraman korsanın ruhuna hep birden bir Fatiha gönderdiler. Anriko bile co mu , bir an önce sonunu öğrenmek istiyordu: Yaman kahramanmı , sonra ne oldu, Reis? Aydın Reis, içini çekerek, devam etti: O ya ımda hırsımdan elime bir pala geçirip yukarıya fırladım. Bu, benim ilk kavgamdı. Ba ta Kemal Reis olmak üzere, bütün Türk leventleri gördükleri bu korkunç kan ve yangın yağmurundan, koca Burak Reis'in arkada lanyle birlikte havaya uçu undan kudurmu gibiydiler. Dü mana geyik sürüsüne dalan aslanlar gibi saldırdık. Gemilerin yandığı, göklere duman, kıvılcım ve alevlerin savrulduğu yere yeti tik. Ne çare ki Burak Reis, Yeniçeri Mirlivası Kemal Bey ve Kara Hasan'la be yüz dilaver o vartada ehit dü mü lerdi. Denize dü en gazileri kayıklara aldık. Öç çıkarmak hır sıyle denizde ne kadar sağ kalmı Venedikli varsa, üzerlerine saldırarak hepsini kesip doğradık. Dü manın iki namlı amiralini tek ba ına Burak Reis, canı pahasına temizlediğinden, dü man ba sız kalmı tı. Bu sırada bir kalyon onlara yardıma geliyordu. Onu da basıp içindekileri kılıçtan geçirdik. Dü man iki amiralinin öldüğünü, bizim de zorlu saldırı ımızı görünce dayanamayıp, korkusundan Türk Korsanları / 67 kaçtı. Yenilmez sanılan üç yüz yıllık Venedik donanması ilk kez Türk denizcilerinin önünden o gün kaçtı, arka çevirdi, yenildi. Đ te böyle •• Bu tarih, bizim Akdeniz'de kendimizi gösterip var olduğumuzu bildiren ilk ba arılı sava ımızın tarihidir. Aydın Reis'in anlattıklarını dinlerken hayli yol almı lar, amaçla nna yakla mı lardı. Bu, Anriko'nun isteğiyle giri ilmi bir vurgundu; Baba Oruç'a yana an yeni yolda . Papa'nın galerinden tutsak edilenler arasında bir zengin dükün çocuğunun da bulunduğunu, babasının krallar gibi varlıklı olduğunu, çocuğu ileri sürüp yüklü bir kurtulu parası kopartabileceğini anlatmı tı. Oruç Reis, Salih ile Aydın Reis'i ve Anriko'yu bu i le ödevli kılmı tı. Onlar zengin Đtalyan kontunun oğlunu kırlangıcın ambarına kapadıktan sonra on be leventle yol çıkmı lar, Anriko'nun gösterdiği kıyılara gelmi lerdi. Anriko, Salih Reis ile çizdiği plana göre karaya çıktı. Doğruca zengin Đtalyan'ın kalesine gitti. ANRĐKO ALDANIYOR Evet, senyör, Türk korsanları sevgili ve sayın oğlunuzu, bütün üzüntülerime, acılarıma ta basarak konu mak zorundayım ki, ellerinde bulunduruyorlar. Anriko, ünlü Dük hazretlerinin kar ısında saygı içinde eğiliyordu. Sinirlenip kızan, olduğu yerde duramayan, sivri sakalını avuçlayıp ağzına götüren, di leri arasında ezen Dük, bir sıra odayı ba tan ba a dola tıktan sonra gelip Anriko'nun kar ısında durdu: Bana bak, Anriko! Buyurun, senyör! Söyle o korsanlara, oğlumu bıraksınlar. Ben Venedikliyim. Akdeniz'i kendilerine zindan ederim. Anriko, boynunu büktü: Kaç kere söyledim, kaptanlarına yalvardım, fakat bir türlü inandıramadım. "Hem artık Venediklilerin (Bizim deniz) sözü bayatladı" diyorlar. "Akdeniz Türklerin bir gölü oldu. Kılıcına güvenen 68 / Abdullah Ziya Kozanoğlu denizlere çıksın" diyorlar. Çok edepsiz eyler, durmadan atıp tutuyorlar. Peki, oğlum orada kalırsa ne yaparlar? Hiç, efendimiz... Ne yapacaklar?... Sadece gözünü oyarlar. OooohL Kulaklarını keserler. Oh, oh! Dilini koparmak i i en sonra gelir. Oh, oh, oh! Ve belki de sonra, gömünüzün bulunduğu yeri kendisine zorla söyletirler. Oğlum ölür de gene söylemez. Ölünce elbet söylemez. Ya ölmemek için söyleyiverirse? Dük, odanın içinde yeniden gidip geldi: Peki, be münasebetsiz.. Evet, münasebetsizim, senyör! Sana değil, a canım, kendime söylüyorum. Be münasebetsiz herif, hiç insan, kendi oğluna paralarını sakladığı yerin nerede olduğunu bildirir mi?... Ne büyük belâ! Demek, hazinenin yarısını istiyorlar! Çok üzülüyorum. Fakat böyle, senyör! Parayı beraber mi kazandık ki?... Haklısınız. Fakat bunlar söz dinler mi? Korsan! Peki, ama bu bir alçaklıktır. Evet, senyör! Allah bunu cezasız bırakmaz. Benim gibi bir fakirin parasını almak bir cinayettir. Yarın, ahrette, cehennemde yanarlar. Bakire Meryem'in önünde onlardan hesap sorarım. Öyledir efendimiz. Fakat bunlar Müslüman... Zaten, nasıl olsa cehennemde yanacakları için ahreti, Bakire Meryem'i, yanmayı, yakılmayı pek o kadar ipledikleri yok. Hazır elimiz değmi ken dünyada ya ayalım. Ahret nasıl olsa Hıristiyanların diyorlar. Türk Korsanları / 69 Anriko, aklına bir kurtulu çaresi, bir eytanlık gelmiyor mu? Aman efendimiz, bu herifler, eytanın ta kendisi... Hiç onlara kar ı bendenizin eytanlığı para eder mi?... Reislerinin, amirallerinin adı bile Ka adiyavlos. Kuvvetle kar ı koysam, hazinemin çevresini askerle koru sam?.. Olamaz, senyör! Onlar güçlerini, cesaretlerini büyük Papa hazretlerinin donanmasına kar ı bile gösterdiler. Bu adamlar insan değil mi canım? Neden ba a çıkamayalım? Biraz oyalayalım, elbet bir çare bulunur... Fakat efendim, eğer bu ak am tepeden ı ıkla kendilerine i lerinin yolunda olduğunu bildirmezsem, gemilerinde bulunan oğlunuzu küçücük bacağından seren direğine asacaklar. Ne fecaat!... Öyle efendimiz. Ne olursa olsun, yaparlar mı dersin? Hiç umutlanmayın. Bir daha söyle u sözleri. Ne diyorlardı? imdi bayılacağım. Nasıl oldu u i , bir daha anlat? Biz Papa hazretlerinin iki gale ruvayyaliyle Cenevre'den geliyorduk. Herifler o kadar eytan, kurnaz ki, ufacık ebek adlı tekneleriyle bizim birer yüzen kaleye benzeyen gale ruvayyallerimize bayrak indirttiler. Vay canına?... Sonra?... Bizi ambara kapattılar. Bu arada oğlunuz da vardı. Hepimizi sorguya çektiler. Oğlunuz kim olduğunu söyledi. Meğer korsanlar, sizin saklı bir hazineniz olduğunu biliyorlarmı . Nereden de biliyor keratalar, değil mi? Beni gözüm bağlı olarak getirip bu kıyıya çıkardılar. Size haberci geldim. Hazinenizin yarısını bunlara vermezseniz, oğlunuzu öldürecekler. Fakat yalan, azizim Anriko, yalan! Bende para, hazine filan yok! Vallahi, bu sözleri kendilerine siz söyleyin, efendimiz! Bilmem, onlar nereden biliyorlar? Onlara kim söylemi ? 70 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Dük, odanın içinde birkaç kere daha gidip geldi. Gene durdu: Pekâlâ, Anrikocuğum... Onları bu ak am mı çağıracaksın? Evet senyör, ate le... Öyleyse ben de ak ama kadar dü ünürüm. Siz bilirsiniz. Peki, ama bu edepsiz çocuk niçin bunlann elinden kaçamıyor? Nasıl kaçsın efendimiz, nasıl kaçsın?!... Parmak kadar çocuk! Dük, elindeki küçük çekiçle önündeki gümü çana vurdu. Bir u ak içeriye girdi. Senyör Anriko'nun karnını doyurup dinlenmesine yardım ediniz. Te ekkür ederim, efendimiz, diyerek Anriko, Dük'ün yanından ayrıldı. * * * Karnını güzel yemeklerle tıka basa doyurmu , arada bir i e yıllanmı nefis Kıbrıs arabını da devirmi olan Anriko, Dük'ün Venedik körfezi kar ı kıyılarında özel atosunun bahçesinde çiçek tarhları arasında airane keyif çatıyordu. Birkaç kere biraz yüksekçe tepelere çıkıp enginlere baktı. Aydın ve Salih Reis'lerin kırlangıcı gökle denizin birle tiği yerde bir karaltı halinde dola ıyordu. Ak am olup da bahçeye^ağaçların dallarından koyu, karanlık, siyah gölgeler dü meye ba ladığı sırada Dük meydana çıktı: Aklım yattı, Anriko. Neye senyör? Oğlumu kurtarmaya.. Hazinenizi vererek mi? Evet. Ne felaket?! Felaket, ama ba ka yapacak bir ey yok. Yalnız bir artım var. Nedir, efendimiz? Türk Korsanları / 71 Önce oğlumu göreyim. Bunun için korsanlar kıyıya yakla sınlar. Yakla mazlar, senyör. Bo una uğra mayın. Peki ama, ya oğlum onların elinde tutsak değilse?... Gözümle gördüm, senyör! Ben de gözümle görmek isterim. Bu hem kolaydır da... Sen imdi ate le bildirirsin. Buraya bir sandal gönderirler. Gider, oğlumu görürüz, olur mu? Bu olur, efendimiz. Dük, sabırsızlıkla mırıldandı: Haydi, çabuk ol! Anriko, sevincinden, titriyordu. Bir ta la iki ku vurmu olacaklardı. Artık bütün hazine kendilerinin sayılırdı. U aklar bir me ale getirdiler. Anriko tepeye çıktı, üç kere salladı durdu. Đki kere daha salladı, sonra Dük'e döndü: Bir sual, efendimiz. Eğer adamlarınız imdi gelen korsanları tutmak isterlerse?... Ey, ne olur? Çok kötü bir ey olur. Ne gibi? Gemiciler hemen oğlunuzu ipe çekerler. Ben de buraya gelenleri ipe çekerim. Efendimiz, daha önce de açıkladım, bu korsanlar, hiç tuzağa dü mezler. Buraya gönderecekleri birtakım ipsiz sapsız serserilerdir ki hayatlarının değerini bile bilmezler. Hem sizin böyle bir tuzak kurduğunuzu anlarlarsa denize atlayıp balık gibi yüzerek kaçarlar da serseriler... Ya, demek balık gibi yüzerler?... Öyle, efendimiz, balık gibi yüzerler. Peki., sen üzülme, adamlarım onlara bir ey yapmayacaklar. Đ te geliyorlar, senyör. 72 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Kayık yakla tı. Anriko, kayaların üzerinden sıçrayarak kıyıya indi: Buyurunuz, senyör! Kayıktan gür bir ses geldi: Ne haber, Anriko? Senyör oğullarını kendi gözleriyle görmek istiyorlar, kayıkla gemiye kadar gelecekler. Aynı gür bir ses homurdandı: Gelsin bakalım. Zevrak denilen gemi sandalı yana tı. Dük, büyük bir kolaylıkla korsanların kayığına sıçradı. Küçük tekne sallandı, düzeldi. Enginde duran korsan gemisine doğru açıldılar. Aydın Reis, Salih Reis sandaldaydılar. Eğer Dük, Anriko'nun sözlerine kanmayıp, gelenleri yakalatsaydı, enginde gezen korsan gemisi ba sız kalacaktı. Dük zeki bir adam olsaydı, kendisi için, bunu sezmek de pek güç olmazdı. Sandalın önünde iki gösteri li levent hiç kımıldamadan oturuyorlardı. Bunların duru larından ba oldukları belliydi. Zervaktan kırlangıca çıkacakları sırada, bu iki ki i, aynı zamanda gemiye atlamı , korsan gemisindekiler'gelenleri saygıyla kar ılamı lardı. Dük, gemiye çıkınca, çevresine bakındı. Hayatında ilk defa bir Türk korsan gemisine giriyordu. Sağında, solunda dola an kocaman kavuklu, palabıyıklı, iri cüsseli, kolları, bacakları sakat adamların görünü ü içine bir ürperti verdi. Korktu, i itmi olduğu bir sözü hatırladı: "Türk korsanları korkunç adamlardır, fakat verdikleri sözde dururlar, mertlik gösterirler." Dük de buraya tutsak olarak değil, dönmek üzere ve oğlunu görmek için gelmi ti. Gelirken zevrakta sessiz oturan iki ki iden biri, adamlanna emretti: Ambardaki tutsağı getirin! Biraz sonra Dük, oğlunu kar ısında gördü. Atılıp boynuna sa , rılmak istedi. Fakat Aydın Reis: Rahat dur, ihtiyar, dedi. Önce paralan sökül, sonra oğlunu göğsünde suyu çıkıncaya kadar sıkarsın. Türk Korsanları / 73 Dük, üzüntülü, bitkin ba ını eğdi: Pekâlâ, dönelim. Anriko, sevinçle titreyip sordu: Hazineyi bölü meye mi, efendimiz? Evet. Anriko, gizlice Salih Reis ile Aydın Reis'e göz kırptı, sonra Dük'e cevap verdi: Yola çıkalım diyorlar, senyör. Kırlangıçtan zevraka indiler. Önce" Dük, arkasından korsanlann ba buğu olduğu belli birkaç ki i, Anriko, kıyıya doğru kürek çektiler. Dük, kayığın burnunda oturuyordu. Anriko, her türlü kurnazlığın önüne geçmi olmak için mırıldandı: Efendimiz, bakınız, korsanlar ne djyorlar? Ne diyorlar? Doğru, hazinenizin bulunduğu yere yana alım, diyorlar. Dük hazretlerini kayığa aldıkları yeri beğenmemi ler. Pekâlâ, öyleyse sağa dönsünler. Dük, bunları söylerken ba ını sağa çevirmi ve içini çekmi ti. Anriko da çok üzülmü gibi içini çekti: Sağa dönelim. Zevrak sağa döndü. atonun duvarları boyunca kıyıdan gidiyorlardı. Sık ağaçlı bir koruluğun önüne gelmi lerdi. Dük, Anriko'ya: Sahile dümen kırsınlar, dedi. Sahile dümen kıralım. Anriko, Dük'ün ba ına gelenlerden çok üzülmü gibi, sesine acıklı bir yayvanlık vermi ti. Zevrak sahile dümen kırdı. Kısa bir zaman sonra tekne bir yere çarpmı gibi sarsıldı. Kuma oturmu lardı. Dük: Çıkalım, dedi. Aydın Reis önde, Dük ile Anriko ortada, diğer dört korsan da arkada olmak üzere sahile çıktılar. Daha ağaçların içine girmemi lerdi ki nereden fırladıkları belli olmayan otuz kırk silâhlı adam 74 / Abdullah Ziya Kozanoğlu çevrelerini sardı. Đlk önce göz açan Salih Reis oldu. Palasını sıyırıp yıldırım gibi döndü, haykırdı: Vay akıllı Anriko vay! Tuuuuh! Bizi Đstakoz gibi sepete dü ürdün. Salih Reis, hızla atıldı, palasını salladı. Fakat silâhlı adamlar kum gibi çoğalıyorlardı. Yandan, tepeden, önden, arkadan geliyorlardı. Bunlarla ba a çıkılamazdı. Bo yere ahreti boylamak vardı hesapta... Birden döndü, denize atladı. Arkasından, suya, yağmur gibi ok yağdırıldı. Fakat Reis bir daha denizin yüzüne çıkmadı. Aydın Reis ile dört korsan sımsıkı yakalanmı lardı. Anriko önce sapsarı kesildi, sonra kendisini topladı, durumu çok beğenmi gibi: Ne ba arı, senyör, ne ba arı! diye haykırdı. Anriko, zoraki bir gülümsemeyle, yağcılık yapıyordu. Fakat Dük gülmedi. Adamlarına Anriko'yu gösterdi. Yakalayın u haini de, dedi. Pek acemi aktörmü . Anriko o anda tutuldu. Dük, esirlerine baktı, altısını da süzdü. Aydın Reis'i artık tanıyordu. Onunla Anriko'yıı gösterdi: Bu adamla u haini zindana atın! Ötekilerin de imdi kafalarını koparın! Aydın Reis sapsarı kesildi. Di leri arasından, aynı lisanla: Arkada larımızı öldürteceksin ama, sonra öcümüz pek yaman olur! diye tiksinti içinde Dük'ün yüzüne tükürür gibi bağırdı. Dük'ün keyfi yerindeydi: Haydi canım! diye alay etti. Siz onu ha metlû Papa hazretlerine yutturun. Benim atom Papa hazretlerinin gale ruvayyali değil... Yanıma bile yana amazsınız. unu iyi bilin ki, bütün Türk korsanları hep bir araya gelseler ba a çıkamayacakları bir Venedikli vardır, ki o da benim. Yok bilmem küçük bir kayıkla iki gale ruvayyali almı lar... Bana sökmez. Vurun heriflerin kafalarını! Korsanlar kurtulmak ve kollarını tutanlara saldırmak için çabaladılar, fakat ba a çıkamadılar. Aydın Reis, hırstan kuduruyordu. Haykırdı: Senin de oğlunu öldürürler! Elimde sen varsın, bir ey yapamazlar! Türk Korsanları / 75 Kaleni topa tutarlar, ta üstünde ta bırakmazlar! Bir ey yapamazlar, elimde sen varsın! Sen, onlar için oğlumdan hatta tekmil dünya hazinelerinden daha değerlisin. Sana bir fiyat biçtim, benim hazinemin iki katını ödeyecekler ve oğlumu da bırakacaklar. Dük, Aydın Reise bu cevabı verdikten sonra, adamlanna döndü: Daha ne duruyorsunuz? Dük'ün adamlarından birkaçı korsanların ba larını kavradılar. Bıçakları havada parladı. Aydın Reis, .kendi ba ı vuruluyormu gibi, acılar içinde inleyerek di ini sıktı. Yolda larının korkunç sonlarını görmemek için gözlerini kapadı. Fakat kulaklarında boğuk çığlıkları çın çın çınladı: Öcümüzü bu kahpelerin yanında koma, Reis! Sonra tüyler ürpertici dört çığlık... Arkasından bir hı ırtı, havaya fı kıran kanların sesi... Aydın Reis, gözlerini açıp, yolda larının yerde çırpınan ölü gövdelerine son bir defa daha baktı, ba ını çevirdi. Dük, bu gördükleri kar ısında, hırsından titriyordu. Anriko çoktan bayılmı , kendinden geçmi ti. Dük, kendisini toplayarak, adamlarına emir verdi: Götürün bu ikisini zindana!... Gözünüzü açın, kaçmasınlar! Aydın Reis, son bir defa daha arkada larına baktı. Ba sız gövdelerinden koyu, pıhtıla mı , pelte gibi bir kan sızıyordu. Bu ölü vücutlar hâlâ titriyor, sanki ona öçlerini unutmamasını anlatıyordu. Aydın Reis di lerini gıcırdattı, gözlerini yumdu, yürüdü. ey tandöven, bu öcü Dük'ün yanına komazdı. ANRĐKO ALDATIYOR Ey, Anriko, sen hep böyle ahla vahla mı ömür tüketeceksin? r Đ te tamam, o zaman biz de arkada larımızın yanına gideriz. Ne yapabiliriz, Reis? Buradan kurtulabilir miyiz? Ne yapabiliriz? , Elbette kurtuluruz. Ben, Rodos zindanlanndan bile kurtuldum. C 76 / Abdullah Ziya Kozanoğh Ah, Reis, sen bu Dük'ün ne koca tilki, ne kurnaz bir sansar olduğnu bilmezsin. Bizim buradan ölümüz çıkar, dirimiz çıkmaz. Ben kafamı kırmayayım da kim kırsın? Anriko bunları söyledikten sonra kafasını çarpmak için duvara yakla tı. Elleriyle duvarı yokladı, sonra ba ının acıyacağını dü ünerek vazgeçti. Kendi kendine mırıldandı: Tuh! Ben onun ne kadar kurnaz olduğunu eskiden de bilmez miydim? Ne dedim de bu akla uydum, onun bu dolmayı yutacağını sandım? Aldanmaz, o, aldanmaz hiç... Yutmadı. Aydın Reis, kızarak homurdandı: Sus be! Hep böyle zır zır söyleneceğine, otur da buradan kurtulmaya bir çare dü ün. Bu herifi ben bir atlatayım da bak, aldanır mı, aldanmaz mı, gör! Olmaz Reis, olmaz! Ah, en sevgili arkada larımız öldü. Salih Reis öldü. Hay çenen tutulsun! Susacak mısın, herif? Geceleyin Dük'ün adamları tarlalar içinde gezip duruyorlar. Nereden, nasıl kaçacağız, onu dü ünelim. Peki, dü ünelim Reis! Dü ünelim. Bir ey buldun mu, Reis? Hayır, sus dedik ya! Fakat ben buldum... Aydın Reis'in gözleri parladı: Gizli bir kapı mı? Hayır, daha iyisi... Söyle bakalım, Bizim zindancıyı kandırmak. Aydın Reis, yüzünü ek iterek, uzakla tı: Haydi oradan!... Ben de seni akıllı bir ey sanırdım. Gerçekten Đtalya'dan artist çıkıyor, ama akıllı çıkmıyor. Ne dedik de senin aklına uyup buralara geldik?!.. Türk Korsanları / 11 imdi Đtalyan aklını görürsün. Bir dinle hele... Böyle çocukça i olur mu? Hiç zindancı, efendisine hainlik eder de bizi kaçırır mı? Neye kaçırmasın? Önce, bizi kaçırsa, onun eline bir ey geçmeyecek. Cebimizde metelik bile yok... Sonra, biz kaçınca, efendisi onu yakalayıp hesap soracak. Geç, Anriko, geç!... Anla ıldı, senden bir ey çıkmayacak. Anriko, soğukkanlılıkla sordu: Sen benim ne dü ündüğümü biliyor musun? Hayır! Öyleyse niçin alay ediyorsun? Bir kere dur bakalım. Ben, zindancıyı kandıralım, dedim; fakat nasıl kandıracağımızı söyledim mi? Bak nasıl kandıracağız: Önce kendisine, kazanacağımız hazineden verilmek üzere, on be kese altın ayırdığımızı söyleyeceğiz. Ne hazinesi?.. Rüya mı görüyorsun? Denizlerde tutacağımız balıklardan pay versen daha sağlam olur. Dur, sözümü kesme. Önce on on be kese verelim diyeceğiz, fakat bunu yüz keseye kadar çıkaracağız. Fakat, can cümleden aziz olduğundan, ortada bulunmayan bu hazine hesabından verdiğimiz yüz kese için zindancı senin sözlerine uymayacak, can yolda ım. Ya sus, sonuna kadar dinle ya da ben susacağım. Peki, dinleyeceğim. Söyle bakalım, Anriko! Zindancıya diyeceğim ki: "Biz buradan kaçmayacağız, fakat bizim arkada larımıza bir haber uçuracaksın. Artık buralarda dola ıp canlarını tehlikeye sokmasınlar. Varsın bizi bırakıp gitsinler." Oh! Arkada lara gelince, imdi bizim ne olduğumuzu bilmediklerinden, sahilleri kolluyorlardır. Balık gibi denize dalan Salih Reis de ölmemi tir, yüzüp kurtulmu tur belki... Geminin komutasını ele almı tır. Oh, oh, ne güzel de rüyaların var! 78 / Abdullah Zıya Kozanoğlu Zindancı gidip Salih Reis'e "Buradan kaçın!" diye haber verecek. Bu yeni kuruntuların eskilerini de bastırdı. Salih Reis i i çakacak, bizim buradan kaçacağımız saatte karaya arkada ları çıkaracak. Kalenin askerlerine ummadıkları bir dakikada baskın verip oldukları yerde kilitleyeceğiz. Sonra, Anrikom? Sonrası, yalnız kalan Dük hazretlerini kulağından tutup, hazi neleriyle birlikte, gemiye götürüp yelken açacağız. Aydın Reis, önüne baktı. Sustular., sonra: Anriko, bu i olur, ba ka yapacak olmadıktan sonra... dedi. Elbette olur. Eh, haydi öyleyse, ilk manevraya ba la bakalım. Vira demir! Đki tutsak yerlerinden kalktılar. Anriko önemli bir söz söylemeye hazırlanan kilise zangoçları gibi bir iki öksürdü, testiyi kafasına dikti. Önünü kavu turdu. Kapıyı yumrukladı: Hey senyör, biraz zahmet!... Zindancı, kapının üstündeki küçük demir parmaklıklı pencereden gözüküp homurdandı: Ne istiyorsun? Seni zengin etmek. Ben efendime ihanet edemem. Bu sözü bir daha söylersen... Ben sana, efendine ihanet et, demedim sevgili dostum. Sadece, seni zengin etmek istediğimi söyledim. Hem de buna kar ılık senden hiçbir ey istemiyorum. Biz nasıl olsa öleceğiz. Bari hazinelerimiz bir insan eline geçsin. Zindancı, pencereden ku kulu bakı larla süzdüğü Anriko'ya sordu. Sen beni nasıl zengin edersin, bu kapandığın yerden? Evet, Anriko, bu kapatıldığı yerden zindancıyı nasıl zengin edeceğini kendisi de öğrenmek istiyordu. Elinden geldiği kadar yüzüne tatlılık vermeye çalı arak mırıldandı: Türk Korsanları / 79 Sana on kese altın vereceğim! On kese mi? Đstersen on be olsun. Zindancı, a kınlık ve korku arasında bocalarken, terleyen alnını elinin tersiyle silerek seslendi: On be mi? Belki de yirmi... Fakat buna kar ılık bize küçük bir iyilik... Arkada larımıza bizden küçük bir kâğıt götüreceksin. Önce, efendin bunu, hiçbir gün duymayacak, sonra da, bu bir nankörlük değildir. Çünkü sen ödevini yapıyor, bizi burada koruyorsun, bizi ka çırmıyorsun ki... Bize iyi baktığın için ölmeden önce sana ufak bir armağan vermek istedik. Hazreti Meryem beni korusun, yapamam! Yirmi be kese altın!.. Zindancı birden co up titremeye ba lamı tı. Đçinde para hırsıy le korku, birbiriyle çarpı ıyordu. Ya... pa... Yapamam! Otuz kese... Zindancı dayanamayarak pencereyi kapattığı gibi kaçtı. Homurdanarak uzakla tığını duydular. Efendisine körü körüne boyun eğmeye alı mı , ondan izin almadan uyumayan, yemek yemeyen bu adam, otuz kese altın gibi önemli bir parayı geri çeviriyordu. Fakat korsanlara bir kâğıt parçası götürmekle de, hani, çok bir ey kaybedecek değildi. Çok çok, korsanlar, onu hapsederlerdi. Zindanda ömür geçecek olduktan sonra ha içinde, ha dı ında, ne kaybederdi? Bu sıra Anriko: Yutturamadık, diye mırıldandı. Aydın Reis cevap verdi: • Yutacak, otuz kese altın bu... Halini görmedin mi? Yoksa Çıldırır. Bir süre sustular. Sonra, yakla an bir ayak sesi duydular. 80 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Kapıda zindancının sararmı yüzü gözüktü, boğuk sesi titredi: Kâğıda ne yazacaksınız? Hiç... Hayatta fakat ölmek üzere olduğumuzu, vasiyetlerimizi gizli hazinemizin yerini, bize Kur'an ı Kerim göndermelerini... O nedir? Muhammed'in kitabı... Đncil gibi bir kitap, okumadan ölmek istemiyoruz. Ba ka bir ey? Asla!... Sen de oku, Lâtince yazacağız. Aydın Reis, lafa karı tı: Nasıl yazmayacağız? eyi yazmayacak mıyız? Anriko, ona dik dik baktı. Sonra zindancıya dönüp cevap verdi: Ben biliyorum, ba ka bir ey yazmayacağız. Bak, sen de oku. Lâtince yazacağım, oldu mu? Bir de sana para vermelerini yazacağız elbette... Kaç kese verecekler? Otuz! Otuz ha? Eğer kâğıdı yerine verir, arkada larımızın da gözüne girersen belki de kırk olur. Onlar da cabadan on kese verirler. Kırk ha?... Peki, uydum, verin! Zindancının co an yüreği, gerilen sinirleri yüzünden gözleri büyümü , sesi garip bir hal almı tı. Vücudu titriyordu. Bu kırk kese ile bu zindan bekçiliğinden bir soylu ki i konağına konabilirdi. Sesi heyecanlıydı: Çabuk yazın! Sonra cebinden çıkararak uzattı: Đ te size kâğıt, kalem de getirdim. Anriko, hemen kâğıtla kalemi kapıp u satırları Lâtince sıraladı: "Salih Reis e, o yoksa gemideki ba ka bir arkada ımıza... Türk Korsanları / 81 "Hayattayız. Bu gece idam olacağız. Bu kâğıdı size zindancımız getiriyor. Hazinemiz (!) bu mektubu getiren adamın gemiye ayak bastığı yerdedir. Gözünüzü açın. Zindancıya otuz kese altın verin. Đ in sonunu getirmek dirayetinize kalmı tır, vesselam. Anriko" Zindancı, kâğıdı alıp baktı. Okuyormu gibi göz gezdirdi: Hazinenin yeri yazılı değil, dedi. Anriko, acı acı güldü. Herif okumak bilmiyordu: Bu satırlar arasında hazinenin yeri gizli olarak yazılı, onlar anladı: Cevap istemez. Biz onların cevabını buradan duyabiliriz. Kâğıdı alır almaz, sana parayı vereceklerdir. imdi asıl i in zorluğu, senin onları bulabilmekliğindir. Kimleri? Bizim gemideki arkada larımızı... Zindancı göz kırptı: Zor değil. Niçin? Yoksa, nerede olduklarını biliyor musun? Sade ben değil, herkes biliyor. Onlar, kaç gündür açıklarda dola ıyorlar. Geceleri de, zaman zaman, burnumuzun dibine kadar yakla ıp kaleyi topa tutuyorlar. Geceleyin, bir sandalla gider, yanlarına yakla ırım. Yalnız, bana bir parola söyleyin. Aydın Reis mırıldandı: Oruç Reis'in levendi gönderdi dersin, yeter... Haydi, uğurlar olsun! Zindancı, ko a ko a uzakla tı. Aydın Reis ile Anriko birbirlerinin yüzüne baktılar. imdi bütün i , kâğıdı ve kalenin bütün gizli yollarını bilen zindancıyı ele geçirecek olan Salih Reis'in, büyük bir kurnazlıkla, Đtalyanları kapana dü ürmesine kalıyordu. 82 / Abdullah Ziya Kozanoğlu SALĐH REĐS KALEYĐ ALIYOR Salih Reis, Dük'ün adamlarının oklarından kurtulmak için kendisini denize attıktan sonra, Anriko'nun hesapladığı gibi, suyun altından yüzerek kendi gemilerine çıkmı tı. Orada, i i arkada larına anlattı. Aydın Reis ile yanlarındaki dört korsanın pusuya dü tüğünü söyledi. Gemideki bütün korsanlar, bu haberi i itince, hemen kıyıya çıkıp kaleye girilerek, arkada larının kurtarılmasını istemi lerdi. Fakat bu, pek kolay olacak bir ey değildi. Salih Reis, elindeki kozun son olduğunu biliyordu. Yanlı atılan bir adım hem kendilerini, hem de arkada larını yok ederdi. Daha onlar karaya ayak basmak istedikleri anda, Dük, oraya asker yığacak, önce arkada larını, sonra da onları temizleyecekti. Salih Reis, av bekleyen bir sansar gibi, dü manı uykuda basmak için gemiyi geceleri sahile yakın dola tırıyor, arada sırada kaleyi topa tutuyordu. Elbette bir eyler olacak, bir çürük yer bulacaktı. Bir gece, gemi kalenin çevresinde dolanırken, vardiyadaki nöbetçinin sesi i itildi: Bir sandal yakla ıyor, Reis! Hey, kimdir o?... Salih Reis, heyecanla pruvaya ko tu. Eğilip denize baktı. Hafif su çırpıntıları çıkaran ürkek ve a kın rotalı bir sandalın karanlıkta suları yararak yakla tığı görülüyordu. Beklediği " ey!" olmu tu. Salih Reis bağırdı: Dur! Kimsin? Sandaldan yabancı, titrek bir ses Lâtince cevap verdi: Oruç Reis'in levendi gönderdi. Salih Reis'in yanında denize uzanmı kuruntu içinde kıvrılan korsanlar, titrediler. Bu yabancı ülkede büyük kaptanlarının adını i itmek onları a ırttı. Salih Reis de yanındaki arkada larıyle birlikte bu yüce adı i itmekle bir tatlı ürpertinin co kunluğunu duydu. Bununla beraber, bu yabancının urada, biraz ileride, karada tutsak yolda ı Aydın Reis'ten gelmekte olduğu da akla gelen en yakın eydi. Yakla ! diye bağırdı. Türk Korsanları / 83 Sandal yakla tı. Korsanlar, zindancıyı, geminin güvertesine aldılar. Salih Reis'in kar ısına diktiler. Zindancı, koynundan Anriko'nun mektubu çıkarıp, titreyen elleriyle, Salih Reis'e verdi. Salih Reis, kâğıda göz gezdirdi. Bir boy dü ündü. Anriko, iki "küçük satırın içine birçok ey sığdırmı tı. Önce bu adamın zindancı olduğu yazılıydı. Demek ki bu adam, kendisini, arkada lannın kapalı bulunduğu yere götürebilirdi. Anriko, i in sonunun getirilmesini istiyordu. Bundan, kalenin eldeki korsanlarla alınabileceği anlamı çıkıyordu. Aynı zamanda, böyle açıklarda dola maktan ba ka yapılacak i leri olduğu da belirtiliyordu. Salih Reis, ba ını kaldırdı. Kendi ayağıyle gelen bu ava tatlılıkla baktı. Anriko ne yazarsa yazsın, Salih Reis bu avı beklemekle iyi etmi ti. Zindancı genç bir adamdı. Yaptığı i in önemini ve korkunç sonucunu biliyormu gibi titriyordu. Seni kim gönderdi, delikanlı? Zindandaki arkada larınız... Hem bu kâğıdı alır almaz bana otuz kese altın... Kaç kese, kaç kese?... Otuz... Oh, oh!.. Sonra?... Bana otuz kese altın vereceğinizi ve benim yakamı bırakacağınızı söylediler. On kese de siz ayrıca vereceksiniz. Doğru söylemi ler. Yalnız, adamlarım kırk kese altını istif edinceye kadar bekleyeceksin. Gemideki hazineden verseniz... Gemideki hazineyi efendin çaldı. Bir gün mü, bir sene mi, on sene mi, kısmetine göre... Yeniden kazanmamızı bekleyeceksin. Zindancı, üstüne inme iniyor sandı. Bütün gücü yıkılmı , gözleri a kın ve korku içinde falta lan gibi açılmı tı. Beni aldattılar! Bana, onların hazinesinden para vereceksiniz, diye inledi. Salih Reis cevap verdi: 84 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Üzülme canım! Biz sözümüzü yerine getireceğiz. Arkada larımız sana otuz kese altın mı vereceklerdi? Evet, namusum üzerine yemin ederim ki otuz kese vermeye söz verdiler. O kadar büyük yemine lüzum yok. Ben senin namusuna inanıyorum. Arkada larımızın sözünü yerine getireceğiz. Zindancının gözlerinde yeni umut aydınlıkları belirdi. Salih Reis, sözünü bitirdi: Yalnız... Yalnız?... Yanımızda otuz kese değil, bir tek bile altın yok! Efendin hepsini çaldı. Zindancı can kaygısına dü mü tü. uradan sağlıkla bir çıksa, hani belki üste para vermeyi de göze alacaktı. Ziyanı yok, borcunuz olsun. Ben gideyim, diye cevap verdi. Yooo... Bak, biz borç altında ya amayız. Biz korsanlıkla geçiniriz. Allah bin bir bereket versin, kazancımız yolunda gidiyor. Sanırım ki öyle yedi sekiz seneye kadar bu parayı biriktirebiliriz. Ziyanı yok efendim, ben beklerim. Fakat bu parayı biriktirip borcumuzu ödeyinceye kadar seni gemide alıkoyacağız, yanımızdan ayırmayacağız. Ya çocuklarım, ya karım ne olacak? Ha, bak, i te o olmadı. Çocukların ne ise, ama karını yurdunda bırakacaksın. Biz gemiye di i tavuk bile sokmayız. Zindancı sarardı, kızardı, renkten renge girdi. Senelerce bu gemide korsanlar elinde, uzak diyarlarda dola mak... Karısından, ço luğundan çocuğundan uzak... Lâkin, bu benim iyiliğime kar ılık yapılan bir kötülük. Bu, haksızlıktır, haksızlıktır bu... diye kekeledi. Boğulacak gibiydi. Salih Reis hesaplı, ölçülü kelimelerle zindancıyı avutmaya çalı tı: Peki, sen imdi memleketinden ayrılmamak mı istiyorsun? Evet, et/et... Türk Korsanları / 85 Eh, bu da kolay... Öyleyse bizim borcumuz olan otuz keseyi çabuk verebilmekliğimiz için arkada ların hazinesini bulmamıza yardım et. Nasıl? Hani, senin efendinin gizli bir hazinesi var ya, biz onu elde edeceğiz. Çünkü bizim hazineyi de efendin çaldı, aynı yere sakladı. imdi bir kılavuz gerek. Sen bizi sahilin nöbetçi bulunmayan tenha bir kö esine çıkar. Dur, acele etme, böyle kafanı sallama. Sonra pi man olursun. Biz bir kere sahile çıkalım, sen de arkada larımızın kapalı oldukları yeri bize gösterirsin. Sonra kolay... Nasıl, uyu tuk mu? Hazinelerine ve canına kavu an arkada larımız borçlarını elbette öderler. Zindancı, içinden çıkılmaz bir ağa dü tüğünü anlamı tı. Kızgınlığını saklamaya çalı an bir sesle cevap verdi: Hayır, uyu amadık, uyu amayız da... Niçin? Efendimi aldatamam. Pazarlıkta bu yoktu. Budala! Sana, "Efendini aldat" diyen kim? Sen, yalnız bize yol göstereceksin. Olmaz! Eh, pekâlâ... Ne yapalım? Biz, uysal adamlarız, vazgeçeriz. Hemen imdi yola çıkacağız. Đstersen memleketine, uradan en son bir kere daha bak. Artık yıllarca dönmeyiz buralara... Bu sözleri i itince, zindancının aklı ba ından gitti. Delicesine bir isteğe uyarak denize atlayıp kaçmak istedi. Fakat aynı saniye içinde, korkunç bakı lı, kalın pazılı bir levent, demir gibi elleriyle, zindancının gırtlağına yapı tı: Salih Reis: Rahat dur, canım, dedi. Keyfine bak. Yorgun gözüküyorsun. Denizde ne i in var? Balık mısın mübarek adam? Sonra adamlarına döndü: Atın unu forsaya! Vira demir, gidiyoruz! 86 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Korsanlar, Reis'in emrini yerine getirmek için atıldılar. Yoksulu j sürüklediler. Zindancı titriyordu: Durun! diye bağırdı. Salih Reis i aret etti. Korsanlar durdular. Zindancı kekeledi: Durun, bir ey söyleyeceğim. Söyle! Sizi sahile çıkarırım, fakat ba ka hiçbir i inize karı mam. Buna kar ılık... Buna kar ılık ne istiyorsun? Sahile çıkar çıkmaz, beni ba ıbo bırakacaksınız. Hay hay... Eğer otuz keseyi almak istemezsen, karaya ayak basar basmaz, bizi bırakır gidersin. Yok, parayı almak istersen, biz hazineyi ele geçirinceye kadar misafirimiz olursun. Bizim sözümüz sözdür. Ne vakit çıkacaksınız? Orasını sana bırakıyoruz. Đstersen, hemen imdi. Olur... Sahilin, tepesinde orman görünen a ağısı çıplak u kıyıyı bo bıraktılar, arkası kayalık ve orman diye... Oradan çıkabiliriz. Hay hay.. Yalnız, adamlarımdan iki ki i, senin koluna girip ta ıyacaklar. Eğer bizi yanlı yola götürecek olursan, seni hemen, oracıkta, domuz i ler gibi i lerler. Zindancı titredi, gövdesinde, ürpertiler duydu: Bana inanabilirsiniz. Eh, orası öyle ama, haberin olsun da i te... Biz de bir ikinci defa kapana dü meyelim. Dünya bu, belki sen de efendine çek mi sindir. Salih Reis, zindancıya bunları söyledikten sonra, kendi adamlarına döndü: Gemide yalnız bir ki i kalacak. Herkes kılıç ve fitilli muskalarını14 alıp sandallara... Yava yava sahile çıkacağız. Gürültü yok 14 Türk korsanları, Frenklerin "Mousquet â meche" dedikleri tüfekler kullanırlardı. Türk Korsanları / 87 sessiz, gürültüsüz... Dük'ten ba ka kim olursa olsun, önünüze gelenin hemen kafasını koparacaksınız. Bu keratalara acımaya gelmez. Dük'ü sapasağlam kar ımda isterim. Korsanlar, Salih Reis'in sözlerini can kulağıyle dinliyorlardı. Reis, en zorlu sözünü söylemekte olduğunu belli eden bir yava lıkla, sesini kıstı: Bu gece ya hepimiz öleceğiz ya da arkada larımızı kurtaracağız! Üstelik, zengin olmamız da caba... Kısa bir zaman içinde, Salih Reis'in emri yerine getirildi. Sandallar denize indirildi. Korsanlar silâhlanıp hazırlandılar. Elleri yatağan lannda, gözleri havaya uçurmak için yola çıktıklan zengin kale surla nnda, gecenin sessizliği içinde sahile doğru yol almaya ba ladılar. Zindancı, Salih Reis ve diğer iki aslan leventle birlikte, en öndeki sandaldaydı. Onun gösterdiği yana yakla ıldı. Önce Salih Reis karaya atladı. Arkasından korsanlar çıktılar. Sandallar karaya bağlansın! Ba ına bir korucu bırakın! Haydi, yürüyün! Reis'in emri yerine geldi. Korsanlar, atoya doğru yürümeye ba ladılar. Bütün güçlerini bir yere yığmı lardı. Gemiyi ve sandalları bir ki i bekliyordu. Ancak birkaç adım atmı lardı ki, yaptığı i in kalbine verdiği acıyla sarsılmakta olan zindancı yürürken durdu: Benim i im bitti, artık gideceğim, dedi. Nereye? Evime... Kıyıya çıkar çıkmaz beni bırakmayacak mıydınız? Salih Reis kızdı, zindancıya cevap vermedi. Yanındaki adamlara döndü: Yürütün unu!.. Đki levent, zindancının kıçına birer tekme yapı tırdılar. Zindancı, durdukça tekme yiyeceğini anlayarak yürüdü. Salih Reis sordu: Askerlerin oturduğu kule ne yanda? Hangi askerlerin? 88 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Kaledeki askerlerin. Bilmiyorum. Salih Reis, tekrar leventlerine döndü: Söyletin unu!... Đki levent, ellerindeki kamalann keskin ve sivri ucunu zindancının kaba etine, hatırı sayılır ekilde, sokarak bu emri yerine getirdiler. Zindancı: Aman, aman! diye inledi. Arkamdan geliniz. Askerler kulede değil, u orman içindeki ağaçlar arasında gizli kö kte oturuyorlar. Baskından korkuyorlar. Korsanlar, zindancının gösterdiği yere yürüdüler. Birkaç dakika sonra kö kün dört bir yanı sarıldı. Bütün kapılar kapatıldı. Đçeride kiler, sarıldıklarını anlamı lardı. Fakat i i ten geçmi ti. Pencereden veya diğer herhangi bir kö eden ba ını dı arıya çıkarmak isteyen üç be ki inin kafalarına hemen fitilli muskanın kur unları gömülüyordu. Korsanlar, bütün delikleri tutmu lardı. Bu sırada çıkan gürültü, yava yava dört bir yana yayılmaya ba lamı tı. Dı arıdaki u aklar, sahilde gezen karakol erleri, ne olup bittiğini anlamak için atoya doğru ko uyorlardı. Az sonra i anla ılacak, Dük, dı arıdaki askerlerle birlikte yeti ip gelecek ve kanlı bir kavga ba layacaktı. Salih Reis, yeni bir emir verdi: Herkes ağaçlara... Dalların arasına saklanacağız. Dük'ün askerleri tam ortamıza gelince ben "Yallah" diye bağıracağım. O zaman hep birden tüfenkleri ate leyecek ve yere atlayıp önünüze geleni gırtlaklayacaksınız. Haydi bakalım, herkes yerine... Bu kapana tıktıklarımız, artık yalvarsan dı arıya çıkamazlar. Đne girmi ayı yavrularına döndüler. Birkaç dakika içinde bütün korsanlar ağaçlara tırmanmı lar, a ağıda, meydanda kimsecikler kalmamı tı. Dük, adamlarıyle birlikte, ormana birkaç saniyede yeti ti. Gürültünün ne olduğunu anlamaya çalı ıyordu. Bir aralık, a kın a kın çevresini ara tırırken birden Salih Reis'in sert, hırçın, tüyler ürpertici sesi ormanı çınlattı: Türk Korsanları / 89 Yallah! Korkunç bir cayırtı ile patlayan yaylım ate i çevreyi barut dumanına boğdu. Ağaçlann gölgesi altına giren Dük ile adamları, neye uğradıklarını anlayamadılar. Tüfenk atı larından kurtulanlar, kafalarına, kollarına, enselerine yapı an yatağanlarını kavramı insanların bir anda gökten dü er gibi ağaçlardan atlayıp çevrelerini sardığını gördüler. Salih Reis, gür sesiyle: Vurun ha! Vurun! Birini diri komayın! Vurun! diye bağırdı. Korsanlar bir ağızdan tekbir alarak, ormanı ba tan ba a saran inilti içinde saldırdılar. Venedikliler, sonsuz bir a kınlık içinde, dağılıverdiler. Kimi istavroz çıkarıyor, kimi silâhını yere atmı , kar ısına çıkan korsanın önünde diz çöküyordu. Kendini korumaya kalkı an tek tük birkaç Venedikliyi yere sermek güç olmadı. Birkaç dakika sonra Dük'ün adamlarından ayakta kalabilenler de birer birer yakalanarak ağaçlara bağlanmı lardı. Venedikliler, gökten yağan bu eytanların daha kaç tane olduğunu bile anlamadan silâhları indirdiler. Salih Reis, Dük'ün yanına güçlü kuvvetli dört levent bıraktı. Uğra ın en zorlu kısmı a ılmı sayılırdı. Salih Reis, zindancıyı zorlayarak, arkada larıyle birlikte, Aydın Reis ile Anriko'nun kapatıldıkları yeri öğrendi. Zindancı kapıyı açtı. Aydın Reis ile Anriko kurtuldular. Anriko, sevincinden çıldıracaktı. Bağırıyor, çağırıyor, önüne gelenin boynuna sarılıyor, bu i i ancak Salih Reis'in yapabileceğini anlatıyordu. Aydın Reis, gerilmi kin ve öç alma arzularını bo altmak istiyormu gibi, ta kın bir sesle gürledi: Bana bir kılıç!.. Ne yapacaksın, Reis? Kavga çoktan bitti. Dük'ün askerlerini temizleyeceğim! Salih Reis keyfinden kahkahalarla gülüyordu: Biz onlan sıçan yavrusu gibi tutup ayrı ayrı ağaçlara bağladık. 90 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Geç kaldın, Reis! Kavga çoktan bitti. Aydın Reis, ka larını çatmı , sordu: Ya, hâlâ ya ıyorlar mı? Elbette beni oraya götüreceksin! Aydın Reis'in emri o kadar kesindi ki Salih Reis tartı maya girmeden bu emre uydu. Zindanın karı ık dehlizlerinde yürümeye ba ladılar. Yolun ortasında Salih Reis durdu. Aydın Reis'e: Seni oraya götürürüz ama, dedi, öteki arkada larımızı kurtaramadık. Hangi arkada larımızı? Sizinle beraber yakalananları... Onların ne olduklarını, beni Dük'ün yanına götürünce öğrenirsiniz. Dü önüme bakalım. Salih Reis, öteki arkada larını Dük'ün öldürtmü olabileceğini anladı. Yüreği sızladı. Fakat korkunç homurtularla solumakta olan Aydın Reis'i daha çok üzmemek için gözlerindeki ya lan sakladı. Ba ını öbür yana çevirdi. Ormana girdikleri zaman orada beklemekte olan arkada ları sevinçle bağınp çağırmaya ba ladılar: Ya asın Aydın Reis! Aydın Reis'in gerilen sinirleri yüzünden yüreğinin kabardığı, büyük bir acının yüzünü buru turduğu görülüyordu. Tok, dolgun bir sesle: Durun çocuklar, dedi. Daha gülmenin bayram etmenin sırası değil. Dük'ü getirin! Korsanlar, Dük'ü yakapaça ettiler, ite kaka Reis'in önüne getirdiler. Dük titriyordu: Bütün hazinelerimi vereceğim! Canıma kıymayın, köpeğiniz olayım! diye ağlamaya ba ladı. Yarısını istemi tiniz, hepsini vereceğim. Yerini söyle, biz alırız! Anriko bilir... Çağlayan mağarasında istavroz i aretli ta kapağın altındaki yoldan gidilir. Dük, bu sözleri kekelerken, çenesini hamam nalını gibi titretiyordu: Türk Korsanları / 91 Canımı bana bağı layın, bütün varlığımı size bağı layacağım. Hazinemde size yıllarca yetecek altın var. Ya kıymetli e yalanm?... Yakutlanm? Zümrütlerim? Canımı bana bağı layın, hepsini alın! Aydın Reis ağırba lı, erkek sesiyle cevap verdi: Sana bir ey yapmayacağım. Sen de benim canıma dokun mamı tın. Fakat, tıpkı benim yolda larıma yaptığın gibi, ben de senin adamlarının hepsinin kafalarını senin gözünün önünde kopartacağım. Aydın Reis, yeleleri kabarmı bir aslan gibi, bekle en Türk leventlerine döndü: u kerataların hepsini tavuk keser gibi teker teker boğazlayın! Öğrensinler, bağlı adam boğazlamak neymi ?! Buyruk çok korkunç ve iğrenç, kan kokan bir buyruktu. Dük, sararmakla beraber, kendi canı kurtulduğu için sevindi. Salih Reis ve arkada ları, emir verildiği halde, duruyorlardı. Aydın Reis, gözlerini açtı: Ya emrimi duymadınız mı? Hepsinin kafalarını kopann! dedim. Salih Reis: Bunlar kendilerini koruyamaz yoksullardır. Bizim kılıcımız bunlara kar ı nice kalkar? Biz katil mi olduk, Reis? diye mırıldandı. Aydın Reis, kıpkırmızı olmu tu. Đçindeki öç almak hıncı ile acısı birbirine yarı ıyordu. Kafası i lemiyor, kulakları uğulduyor, bu uğultunun içinde yürekler parçalayıcı bir ses, elleri, ayakları bağlandıktan sonra kendilerini koruyamaz, yoksul, çaresiz boğazlanan arkada larının sesi: " Öcümüzü bu kahpelerde koma, Reis!" diye inliyordu. " Öcümüzü al, Reis!" Aydın Reis, zindanda iken, bu iniltiyi hiçbir zaman unutmamı tı. Fakat asıl imdi kurtulduğu, kumandayı eline aldığı ve öç almak için beklediği u sırada bu sesi daha kuvvetli olarak ta ruhunun içinde yakan, kavuran, çıldırtan bir ate halinde duyuyordu: " Öcümüzü al, Reis!" 92 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Aydın Reis titredi, sarardı, ba ını bir aslan yelesi gibi gerdi, doğrulttu. Saçları, sakallan diken diken olmu tu: Ba lan kopanlan arkada larımızın sesi beynimi yakıyor! Bu köpekleri yeryüzünde sağ bırakırsam, Tann bana lanet eder! Tanrı'nın ulu adına ahdettim: Onların öcünü bu kahpelerde bırakmayacağım. Aydın Reis dört bir yanına ate saçan bir volkan gibiydi. Yanındaki levendin elinden palasını almı , Dük'ün adamlarını bir çırpıda temizlemek için saldırmak üzeydi. Kimsede kar ı koyacak hal kalmamı tı. O zamana kadar ses çıkarmayan Anriko, birden, cesur ve atak bir hareketle atıldı: Reis, bir söz!... Aydın Reis homurdandı: Söyle! Salih Reis arkada larımızın nasıl boğazlandıklarını görmediği için bunların suçundan geçebiliyor. Ben hepsini bir çuvala tıkıp denize atmayı mertliğimize daha çok yakı tırıyorum. Bu köpeklerin kanlarıyle ellerimizi kirletmeyelim. Kurtulabilirlerse çuvalları delip yüze yüze karaya çıksınlar, cehennem olup gitsinler. Korsanlar, Anriko'nun ortaya koyduğu çözüm yolunu pek beğendiler. Hep bir ağızdan bağırıyorlardi: Dük hazretleri! Balıkların imparatoru köpekbalıklarına bizden selâm söylemeyi unutma! Anriko, korsanların önüne geçti; onları doğru Çağlayanlı mağaraya götürdü. Kö edeki istavrozlu ta kapağı bulup kaldırdılar. Burada yosunlu bir ta merdiven vardı. Merdivenden inerek büyükçe bir ta odaya girdiler. Yan yana konmu sandıklar altın, gümü , mücevherler, basılı yedi devlet parası ile dolu idi. Korsanların sevinçlerinin sonu yoktu. Bunların hepsini, güle oynaya, sandallarla gemilerine götürdüler. Sonra atoya dönüp onu da yağma ettiler. Her ey bittikten sonra Aydın Reis emir verdi: Keratanın atosuna verin çırayı, yansın! Az sonra korsanların gemisi yelken açmı , vira demir, bu kıyılardan uzakla ırken yanan atonun, tutu an ormanın alevleri gökyüzünü ba tan ba a sarmı , denize kızıl akisler dü ürüyordu. Türk Korsanları / 93 Gemi yol alırken gür, güçlü gırtlaklarından fı kıran türküler dalgaların ıpırtılarına karı ıyordu: Bu denizlerde yıllar var ki gezeriz, Dü manı rüzgârından sezeriz, Kılıç, topuz kafasını ezeriz, Bize Karabayrak Türk korsanı derler, Ta ınan bu hazine sıradan bir korsan reisi olan Oruç Reis'i devrin krallarıyle denkle tiriyor, zenginlikte onlara e it yapıyordu. ANRĐKO YÜKSELĐYOR Oruç Reis cihat yoluna girdi, gaza bayrağını açtı, bütün Türk leventlerini, Anadolu u aklarını yanına çağırdı. Kendilerine Akdeniz'de ticaret yaptırmayan Rodos kâfirlerinden öç alacaklar, köklerine kibrit suyu ekecekler. Sultan Bayezit öldü; yerine geçen Yavuz Sultan Selim, karde i ehzade Korkut Sultan'in adamlarıdır ve aynca Venedikli ile de hır çıkmasın diye bizi, Türk Korsanlannı Antalya kıyılarına sokmuyor. Hangi amirali yeneceğiz öyle ise? Bu sefer sava denizde değil... Becaye kalesini Đspanyolların elinden almaya gideriz. Konu ma küçük Cerbe adasının koyunda demirleyen gemilerden birisinin güvertesinde geçiyordu. Hızır Reis'in on sekiz oturaklı bir tekneyle denize açıldığı günden beri sekiz yıl geçmi ti. Bu geçen günler içinde iki karde Hızır ile ağası Oruç birle mi ler, Barbaros Karde ler15 namı altında doğudan batıya kadar olan yerleri elde etmek için uğra mı lardı. Tunus sultaniyle bir anla ma yapmı lardı. Bu anla maya göre, bütün Tunus limanları kendilerine açık bulundurulacak, Frenklerin "Guleta" dedikleri Halkelvaad kalesi kendilerine sığınak olarak verilecek, buna kar ılık, Oruç ile Hızır'ın kazandıkları ganimetlerin be te biri Tunus hakimine ait 15 Oruç ve Hızır Reis'lere Avrupalılar "Barbarossa Karde ler" derlerdi. Lâtincede "kızıl sakallı" demektir. Yunanlılar "Varvaros", Đspanyollar "Barbarojas Fransızlar "Barberausse" derler. 94 / Abdullah Ziya Kozanoğlu olacaktı. O devirde her devlet korsanlarını korur, buna kar ılık, kazançlarından yüzde üzerinden bir hisse alırdı. Yavuz Sultan Selim Hızır'ı karde i Korkut'un adamı sanarak, yardım etmiyordu. Oruç Reis, sahilde Aydın Reis ile Anriko'yu yanlarındaki leventlerle birlikte, Dük'ün hazinelerini yağmaya gönderdikten sonra kendi de bo durmamı , karde i Hızır ile beraber iki gemi donatarak enginlere açılmı tı. Bu uğra ları sırasında birçok dü man gemisine sancak indirtmi ti. Aydın ve Salih Reis'ler, Dük'ün değerli hazinesiyle birlikte gelip Cerbe limanına demir attıklarında, adanın önünde kendi gemilerinden ba ka daha dokuz güzel korsan gemisinin yatmakta olduğunu görmü ler, arkada larının da kendileri gibi zorlu i ler ba ardıklarını anlamı lardı. Korsanlar, Cerbe limanında pek çok eğlenmediler. Đspanyollar Endülüs Müslümanlarını Đspanya'dan atmı lar, ba ta Aydın Reis olmak üzere Türk Korsanları Đspanyol kılıcı altından kurtardıkları bu göçmenleri Afrika kıyılarına ta ımı lardı. Đspanyollar hınçlarını alamamı lar, onlar da göçmenlerin arkasından Afrika kıyılarına geçmi lerdi. Üç sene önce memleketinden kovulan Becaye hakimi, Đspanyollar elinden kaleyi kurtarabilirse bütün limanları Türk korsanlarına açacağına, Barbaros karde leri sultan tanıyacağına söz vermi ti. Oruç Reis, gemisine cephane, ağır toplar, yiyecek yüklemi , aslan yolda ları, gürbüz leventleriyle birlikte Đspanyolların elinden Becaye kalesini almaya gidiyordu. Gemi bir yandan yol alırken, kıyılar da gittikçe bulanık bir sis altına gömülür gibi kaybolmaya ba ladılar. Salih Reis, güvertede yanında duran Anriko'nun omzuna vurdu: Yürek nasıl, hacı baba? Kötü zanaat, değil mi? Memleketinden uzaksın; yurdunun padi ahı, sana baba yurdunu, baba denizlerini yasaklamı ... Sana yabancı ve dü man gözüyle bakan insanlar. Anriko'nun Salih Reis'e kar ılık vermesine kalmadan elindeki balık tavası ile, güverteye fırlayan kadırganın ahçıba ısını kar ılarında gördüler. Ahçıba ı, Anriko'yu orada görünce, artık hıncını alabileceğini dü ünerek sevinmi , ko up yanlarına gelmi ti. Türk Korsanları / 95 Yooo! Artık buna dayanamam. Bu pis gâvuru bana yamak diye mi verdiniz, yoksa ambardan sıçan gibi öteberi a ırıp size ta ısın diye mi?... Ahçıba ı, Anriko'nun kulağına yapı mı tı: Ulan, senin burada i in ne?... Gemi kaptanı mısın, yoksa ah çı yamağı mı?... Seni gemiye, bana yardım etsin diye mi aldılar, voksa boy gösteresin de benim yemeklerimle göbek yapasın diye mi?... Dü önüme, yoksa Allah bilir seni forsaya attırırım! Anriko, kulağının acısından, kollarını ensesinden yakalanmı bir yengeç gibi havada açıp kaldırıyor, gözleriyle Salih Reis'ten yardım dileniyordu, Salih Reis de yakla an Oruç Reis'e baktı. Emri o verecekti. Oruç Reis güldü: Gene ne oldu, ahçıba ı?... Ahçıba ı, Reis'in geldiğini yeni görmü tü. Anriko'yu bırakıp Reisi saygıyla selâmladı. Oruç Reis sordu: Bu adamın kulağına ne diye yapı tın? Ahçıba ı, önce a alamı , susmu tu. Bu ikinci soru üzerine, kendisini topladı: Bu adamı benim yanıma ahçı yamağı olarak siz vermediniz mi idi? Kendisinin bir gün mutfağa indiğini görmedim. Fakat kilere uğramadığı bir gün de yok. Bu herif ya ödevinin ba ına gelsin, ya forsaya çakılsın. Bu adam ahçı olamaz. Sonra Arıriko'ya döndü: Sen söyle, kâfir! Ahçı olabilir, benim yerime geçebilir misin? Bu sıska gövdenle sen ahçı olup da pilav pi irebilir misin? Anriko, sıska karnını yumrukladı: Olamam, dedi. Karnım bile bu i i beceremeyeceğini anlatıyor. Reis, gülerek, ahçıba ıya döndü: Peki, imdi ne olacak? Kollarını sıvayıp mutfağa insin, bula ık yıkasın. Đyi ama, o, imdi benim kâhyamdır. Gemilerin bütün erzak ' Đerini, cephanelerini, giderlerini, gelirlerini o sayıp hesaplayacak. Ahçıba ı olamadı, ama iyi kâhya olacağa benziyor, ne dersin? 96 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Ahçıba ı, Reis'in bu sözü kar ısında sersemledi. Kendi kendine: "Daha u dün gelen gâvur mu?" diye sordu. Ahçıba ı, Anri ko'nun ba ardığı i leri bilemiyordu. Oruç Reis, onun a kın a kın yüzüne baktığını görünce: Yani artık o sana değil, sen ona bağlısın. Kâhyadan destur almadan harcamalara giremezsin. O, canı sıkılır da barut vermezse gemiler bile top atamaz. Anriko, yeni ödevini böylece öğrenmi oldu. Đsa'nın doğduğu günden beri 1522 sene geçmi . Ağustos ayının sonundayız. Becaye kalesi önlerine yarım ay bayraklı Türk gemileri birer birer sıralanıyordu. Bütün yelkenlerini açmı lar, rüzgâra kanat sallayarak gösteri li ve ezici büyüklükleri ile ileri geliyorlardı. Oruç Reis ile anla ıp kendisini kurtarmaya çağıran ehrin eski hakimi sahilde üç bin Berberi ile bekliyordu. Korsan gemilerinin deniz üstündeki yürek kabartan görünü ü kar ısında sevinç içinde tekbir aldılar. Ye il bayraklarını sallayarak denizdeki din karde lerini selâmladılar, Endülüs'te Đspanyolların elimle parçalanmaktan kendilerini bu Türk korsanları kurtarmı tı. Gemide Anriko ate gibi ko uyor, bütün topçulara dağıtılan barutu kontrol ediyor, bir yandan da sıkı sıkı kulaklarını büküyordu: Đdareli kullanın! Kale duvarlarında delik açılmadan barutu bitirmek yok... Ayazda kalırsınız sonra... Korsanlar kızıyorlardı: Hesapla top atılır mı? Bu Venediklilerin hepsi bezirgan... Kim koydu ba ımıza? Biz atarız. Tükenirse bize ne? Barutu bulmak sana dü er. Salih ve Aydın Reis'ler, uğra ta sağ ve sol kanadın önünde vu ru acaklardı, harıl harıl palalarını bilemeye uğra ıyorlardı. Salih Reis ı ıldayan koca palasını güne e doğru tuttu: Hey gözünü sevdiğim, dedi. Benim bile sununla vurulacağım geliyor... Kız gibi mübarek: Gemiler kalenin önüne sıralanmı lardı. Bastardada yalınkılıç, Oruç Reis'in sesi gürledi: Arya!.. Türk Korsanları / 97 Yelkenler hemen gıcırtılı seslerle indi. Leventler, çekirge gibi sekerek yelkenleri, ipleri topladılar. Biraz sonra Reis'in ikinci emri i itildi: Funda!... Gemiler bir kere sarsıldılar. Kuru bir gürültü ile zincirler kaydı, denize demir atıldı. Ba tan, kıçtan birbirine sımsıkı bağlanan gemilerde korsanlar sıra olmu , Reislerinin ağzından çıkacak üçüncü emri top ve mancınık ba ında bekliyorlardı. Oruç Reis, gemisinin güvertesinde tunçtan bir heykel gibi yükselmi ti. Kar ısındaki kaleye baktı. Đspanyolların kumandanı Kont Don Petro Alvaro, askerini kaleye saldırı olursa dü üncesi ile daha önceden ördürdüğü, iç kaleye çekmi ti. Oruç Reis, top ba ındaki leventlerine: Kalambura personeli, kalede gedik açılacak, ate !... Barut bitinceye kadar ate i kesmeyeceksiniz, diye buyurdu... Toplar kaleyi dövmeye ba ladı. Arada bir mancınıkların savurduğu Rum ate i dolu fıçılar yer yer yangınlar çıkarıyordu. Anri ko'nun bezirgan dü üncesiyle hareket edilmiyor, baruta kıyıyorlardı. Anriko, Türk korsanlarının gerek toplarının, gerek topçularının Đspanyollardan üstünlüğünü gördü. O gün ak ama kadar ate kesilmedi. Đspanyol kalesi üstüne yağan güllelere göğüs geriyordu. Ate ertesi gün, bir ertesi gün daha sürdü. Sonunda kalede bir gedik açılmı tı. Açılan bu ilk umut kapısı kar ısında Oruç Reis, karaya asker döktü. Tekbir alarak, dört bir yana yıldırımlar saçarak ilerliyorlardı. Türk gemilerine menzili kısa olduğundan ate açamayan kaleden imdi gaziler üstüne gülle, ate , ok yağıyor, duman karartısından gökyüzü görünmüyordu. Günlerden beri susan kale imdi kendisini korumak için sanki ate ve kan kusuyordu. Oruç Reis ile arkada ları yürüyorlardı. Bağıran, haykıran, vurulup dü en sayısızdı. Kaleye yakla mı lardı. Yürüyorlardı. Ate e, ölüme bakmadan yürüyorlardı. Birdenbire, korkunç bir gürültü koptu. Siyah bir duman, yakıcı bir alev sütunu, toz, toprak, kol, bacak, kafa, gövde bir arada havaya kalktı. Çığlıklar, iniltiler, küfürler birbirine karı tı. Bu arada bir ses yükseldi: 98 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Reis?... Reis ne oldu?... Reis havaya uçtu! Reis!.. Babamız!.. Reis öldü, kayboldu! Koca Türk aslanı Baba Oruç geni bir kan lekesi içinde yere yıkılmı tı. Ate ve ölüm yağmuru altında korsanlar, her zaman önde giden Reislerinin çevresine toplanmı lar, ağla ıp sızlanıyorlardı. Bir türlü gözlerine inanamıyorlardı. Denizlerin e ini bir daha görmediği bu cesur, bu korkunç, ölümün bile korktuğu, topların, kur unların, . bıçakların i lemediği Reislerini yere yıkacak kuvvete inanamıyorlardı. Bir mucize oldu. Öldü sandıkları Oruç Reis, ayağa kalkıverdi. Fakat sol kolu parça parça olmu , sallanıyordu. Yüzü yemye ildi. Kızıl sakalları diken diken olmu , gözleri dönmü tü. Kendisini toplamaya çalı ıyor, yaralı bir aslan gibi kükreyen bir sesle inliyordu: Ne ağlıyorsunuz? Toplanın! Hücum durmayacak! Bir pis gülleyle yıkılır mıyım ben? Yürüyün, durmayın!... Sesi gittikçe zayıflıyordu: Haydi, ne duruyorsunuz?.. Korsanlar, aralarında büyük bir bo luk seziyorlardı, üzüntüler içinde birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. A2 önce yıldırım gibi ko up atlayan bu kahramanlar, sanki ta kesilmi lerdi. Birdenbire, bu kalabalık yarıldı: Ağam nerede, ağama ne oldu? diye haykıran Hızır'ın ko arak geldiği görüldü. Oruç Reis, aldığı korkunç yaraya dayanamayarak bayılmı tı. Hızır, ağasını kucağına aldı. Saldırı yarım kalmı tı. Reis'in hayatını kurtarmak daha önemli bir olaydı. Korsanlar, büyük bir üzüntü içinde, geri döndüler. Oruç Reis'i gemiye ta ıdılar. Salih Reis, elinin tersiyle, alnında biriken ter damlalarını silerek: Yazık oldu! Reissiz biz bir hiçiz, dedi. Aydın Reis: O, tek kolla da i görecektir. Aslan yaralanmakla aslanlıktan çıkmaz! Öyle bir devirde ya ıyoruz ki Anadolu, her gün yeni bir canavar salıyor bu kahpe Akdeniz'e, diye onu avutmak istedi. Türk Korsanları / 99 KELLE BEKĐR EĞLENĐYOR Senyör Dragut! ansın açık, bileğin güçlü, yüreğin geni , gecelerin cümbü lü olsun. Fukaraya bir sadaka vermez misin? Korsan Turgut, küçük bir filika ile, erzak almak için kâfir kıyılarına çıkmı tı. Kendisini bu kılıkta bile tanıyan dilenciye durup bir metelik attıktan sonra sordu: Sen beni nereden tanırsın? Ben tebdil gezerim. Dilenci, takla atarak, gelen parayı yere dü ürmeden havada kaptıktan sonra sırıttı: Senyör Dragut'u kim tanımaz, efendim? Aslan kedi postu giymekle tanınmaz mı? Paksi adasında hiçbir gemi var mıdır ki Senyör onu yakalayıp da içerisindekileri tutsak edip dayak atmamı olsun? Dragut'u biz ellerinden tanırız. Dayak yediğimiz pençelerinden!... Turgut Reis, ellerine baktı, yüzünü buru turdu: Peki, ne olacak yani? Olacağı u ki, sayın efendimiz, i te ben kulunuz, daha önce bu gemilerden birisinin içerisinde bulunmak uğursuzluğuna uğradım. Tokatlarınızı da yedim, ekmeğinizi de... Forsanızda üç sene kürek, üç sene de çile çektim. Turgut gürledi: Bre donguz! Demek ki sen bizim gemilerden kaçtın, ha? Ya sen bilmez misin ki, ben gemiden diri adam kaçırtmam? Aldım canını geri!.. Dilenci, korkuyla iki adım geriledi; bir istavroz çıkardı: Hazreti Đsa adına yemin ederim ki, ben kaçmadım, bizimkiler beni kurtarmak için size kurtulu parası ödediler. Diyetini ödeyecek kadar zengindin de imdi neye dilenirsin bre donguz? Diyeti'efendimize verince biz de bu hale dü tük. Kelle Bekir ile Kurtoğlu Muslihiddin Turgut'un arkasından geliyorlardı. Turgut seslendi: Kelle, tut u keratayı!... Bizim forsadan kaçmı , yalan söyler... 100 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Kelle Bekir, atılıp dilenciyi yakaladı. Dilenci titriyordu: Acıyın, efendimiz! Ku çuk canıma acıyınız! Sonra Kelle Bekir'e döndü: Beni tanımadınız mı? diye sordu. Hani, kimi günler dertle irdik. Kelle baba? Kelle durakladı: Ha, tanır gibi oldum. Sen bana gizli bir gömü anlatırdın. Dilencinin gözleri parladı, sonra gene eski sönük durumunu aldı: Gördünüz ya efendimiz, bende yalan yok. Kelle hazretleri de beni tanıdılar. Gömü de hâlâ saklı olduğu yerde!... Kelle, dilenciyi gırtlağından tutup sarstı: Elbette yerini imdi söylersin. Buraya yakın mı? Yakın, efendimiz. Çabuk söyle, bre!... Aman efendimiz, boğazımı biraz daha yava sıkınız! Dilencinin yüzü kızarmı , morarmı , sararmı , renkten renge girmi ti. Söyle diyorum! Söyleneceğim efendimiz. Yalnız gırtlağımı bırakınız ki ağzımdan laf çıkabilsin! Kelle, dilencinin boğazını bıraktı. Herif, eliyle çenesini, boynunu, ensesini oğu turmaya ba ladı. Sonra: Burası Paksi adası, bunun kar ısı Antipaksi adası... Eh, bunu biliyoruz. Bize denizcilik dersi mi vereceksin, don guz oğlu?... Đ te iyi ya, efendim. Paksi adası kar ısında Antipaksi adası üstünde "Plaka kayalıkları" denilen yerde define saklıydı. Korsanlar birbirlerine baktılar. Turgut kızdı: Forsa gemiye çakılır! Kelle, unu al, lafı kısa kes! Serseride define olsa böyle dilenir mi? Türk Korsanları / 101 Forsada tutsak olan bir arkada ım ölürken bu sırrı bana söylemi ti, senyör! Bana inanmazsanız Kelle Bekir hazretlerine inanınız! Peki, sen gemiden kaçtıktan sonra ne diye gidip o gömüyü almadın? Değil mi, Kelle? Kelle, Turgut'u inandıracak kadar yerinde bir cevap vermedi: Belki korkmu tur, dedi. Dilenci, önceden hazırlanmı gibi, güzel bir cevap verdi: Fakat hazineyi masallardaki ejderhalar gibi hayaletler değil, sizin gibi ka lı, gözlü, silâhlı bekçiler koruyor. Onlar beni pi mi patates gibi ezerler. Kaç ki i bu ka lı, gözlü kahramanlar?... Be ! Korsanlar birbirlerine tekrar baktılar. Kelle mırıldandı: Gidelim, Reis: Bu sözle birlikte dilenciyi doğrultup arkasına bir de tekme yerle tirmi ti: Dü önümüze!... Hemen imdi mi? Dü önümüze diyorum! Fakat onlar bizi kayalara yakla tırmazlar. Çok laf istemez, dü önümüze! Dilenciyi aralarına alarak deniz kenarına geldiler, filikaya atladılar. Gemileri açıkta volta vuruyordu. Dilenci de tanıdı: Bizim, yani sizin gemi uzakta duruyor, dedi. Koca KARA CEHENNEM direğinin ucunu be yüz milden görsem tanırım. Korsanlar cevap vermediler. Turgut sandalda dümeni tutuyor, Kurtoğlu ile Kelle Bekir kürek çekiyorlardı. Antipaksi adasının kö esini kıvrıldılar. Kayalar gözüktü. Adanın tepesinde sık ağaçlar deniz kenarlarına doğru seyrekle iyor, a ağılarda damı saman kaplı birkaç ev gözüküyordu. Dilenci: Sağa doğru gidelim, o kö ede kimseler dola maz, dedi. 102 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Filika sağa dümen kırdı. Önce Kelle Bekir dı arıya fırladı. Arkasından Turgut ile Kurtoğlu sıçradılar. Daha sonra da dilenci korka korka kumlara atladı. Turgut'un canı sıkılıyordu: Ne yana gideceğiz? Bu heriften gelecek defineden hayır çıkmaz ya, diye burnundan soludu... Dilenci öne geçti: Arkamdan gelin. Fakat sakın gürültü etmeyin. Turgut ile arkada ları palalarını yarıladılar. Dilencinin arkasından, tedbiri elden bırakmadan, yürümeye ba ladılar. Ormana yakla mı lardı. Dilenci durdu: Ben artık yürüyemem. Niçin? Siz öne geçiniz. Đ te gömünün bulunduğu yer... Đleride ta duvarlı bir dam gözüküyordu. Turgut, dilenciyi ko luyle itip öne geçti: Sen ardımızdan gel! Damın kapısına vardılar. Ortalıkta nöbetçi filan yoktu. Turgut, iri kaslı omzuyle kapıyı bir kere tarttı. Fakat kapı kilitli değildi. Küt diye ardına kadar açıldı. Turgut içeriye yuvarlandı. Kurtoğlu ile Kelle Bekir arkasından daldılar. Burası karanlık bo bir odaydı. Her üçü de birer adım daha attılar. Vay canına, diye söylendiler. Đçeride kimseler yok. Acaba anladık mı? Dı arıdan alaylı bir ses kahkahalarla cevap verdi: Senyör Dragut! Yeni evinizde gönül rahatlığı ile uyuyunuz. Buradan ancak ölünüz çıkacaktır! Üçü birden arkalarına döndüler. Kapı büyük bir gürültüyle üzerlerine kapanmı tı. Sıçradılar. Turgut kapıyı omuzladı. Korkunç bir küfür savurdu: Bana mısın bile demiyor, demirden yapılmı . Dilenci, dı ardan bağırıyordu: Türk Korsanları / 103 Senyör Dragut! Uğra manız bo una gider. Güzel kollarınıza yazıktır. Burası size uzun zamanlardan beri hazırlanmı bir kapandır. Kapıyı zorlamayın, açamazsınız. Eh, Allah bilir ama, bizim arkada lar da o zamana kadar yeti seler gerek... Buraya arada bir uğrayarak yiyecek ve su aldığınızı bilerek bu kapanı hazırladık. Kelle Bekir, yırtıcı bir sesle bağırdı: Aç bre! Sonra karı mam! Turgut, hırsından yumruğunu sıkıyordu: Ah, budala Kelle! Beni dilencilere kepaze ettin! Bu ikinci uğursuzluğun. Kelle'nin bu i e canı sıkılıyordu. Turgut'un sözüne de büsbütün kızdı: Niçin seni kepaze ediyorum? Senin aklın neredeydi? Hem her kötülüğün sonu iyi gelir. Birincisinde leventliği kaçırıp Reis oldun. Bugün de kapana kısıldın... Turgut çenelerini kilitledi. Fare olacağım. Kelle, hırsından ayağını yere vurdu: Ah, u serseriyi bir kere elime geçirsem, ne yapacağımı ben bilirim! Turgut kızdı: Ne yapacağını eline geçirdiğin güne bırak! imdi buradan nasıl kurtulacağımızı dü ün, sersem herif! Öte yandan, onlara bu tuzağı kuran serseri de sara ko mu , önüne geleni yoldan çevirmi . Dragut'u yakaladığını herkese yaymı tı. Bir an içinde kiliselerin çanları çalmaya ba ladı. Turgut'a kar ı tükenmez bir kin besleyen, adı Yako olan bu serseri kollar üzerinde arda gezdirildi. Sarın hakimine bir adam ko tu. Dragut'un yakalandığını haber verdi. Yako'nun i i i ti. Artık bütün Avrupa'da onun namı anılacak, adı kiliselerde aziz levhalarına yazılacaktı. 104 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Đmparatorların, kralların, övalyelerin kendisine ni anlar, armağanlar vereceklerini dü ünüyor, sevincinden kabına sığamıyordu. Aklına koyup üzerinde senelerce emek verdiği bir i , ba arıyla sona ermi ti. Adada bu haber duyulunca, dükkânını kapayan, evinin kapısını vuran sokağa fırladı. ehir, ba tan ba a, büyük bir sevinç içinde çalkalanıyordu. Her kafadan bir ses çıkıyordu: Dragut yakalandı? Dragut tuzağa dü tü! Ne duruyoruz? Hemen gidelim öldürelim! Önce kulaklarını keselim! Kurt, kapana girdi! Hayır, önce gözlerini oyalım! Gözleri görürse eytanı bile kandırır, bizden öç alır! Gözlerini oyalım! Kısa bir zaman içinde ada halkı silâhlanmı , kıyılara dolmu , Antipaksi adasındaki tuzağa doğru yol alıyorlardı. Ellerinde türlü türlü silâhlarla Turgut'u parçalamaya ko anlar, dama yakla ınca, a kınlıktan donup kaldılar. Đçinden kaçılmaz sandıkları damın tepesinde üç kavuklu Türk korsanının gezindiği görülüyordu. Yako, zorlu bir küfür savurdu: Tuh! Bu i te eytanın parmağı var... Bunlar dama nasıl çıktılar? Yürüyün, kaçırırsak bir daha ele geçiremeyiz. Kaçırırsak Avrupa'ya yazık olur. Kaçırırsak bizim adaya yazık olur. TURGUT KAÇTI MI? Turgut, Kelle Bekir, Kurtoğlu dama nasıl çıkmı lardı? Damın üstü sağlam kavak ağaçları dö eli, üstüne de saman ve toprak ya yılıydı. Dam iki insan boyunda yüksekti. Buraya kapatılan adamın kapıyı kıramayacağı, tavana yeti emeyeceği için kaçabilmesi imkansızdı. Fakat Turgut ile arkada ları gibi korsanlıktan yeti mi , gemilerin en yüksek yerlerine birkaç dakikada fırlayıp çıkmaya alı mı leventler için birbirine omuz verip tavana yeti mek pek öyle a ılacak bir ey değildi. Kurtoğlu Muhlis, ayaklarını açıp omuz verdi. Turgut, üzerine çıktı. Daha üste de Kelle Bekir fırladı. Güllelerin, palaların yaramadığı Türk Korsanları / 105 kellesiyle tavana dayandı. Damarları gerildi. Dayandı, kasları sıkla tı, çenesi kabardı. A ağıdan Kurtoğlu'nun boğuk sesi geliyordu: Aman, gözünü seveyim Turgut, yava !... Kaburgalarım birbirine geçiyor! Bu sırada, yukarıda zorlu bir çatırtı i itildi. Kelle Bekir'in kafası tavanı yarıp samanların arasından yukarıya geçti. Dama çıktı. Sonra ayaklarını tavandaki kavaklara takarak ba ı a ağıya sallandı. Önce Kurtoğlu'nu, sonra da Turgut'u yukarıya çekti. Dama çıkınca, Kelle, çevresine bakındı, mırıldandı. Vay canına be, çok yüksekmi ! Ama ben, suçumu affettirdim. imdi sıra sizde... Kurtoğlu, birdenbire, eliyle onları dürttü: Eyvah! Hapı yuttuk! Geliyorlar! Ne de çabuk toplandılar? Onları damda gören ada ahalisi' elleriyle korkunç i aretler yaparak bağıra çağıra üstlerine doğru sel gibi geliyordu. Turgut: Atlayalım! dedi. Elleriyle damın pervazlarını tutarak yere sıçradılar, ko maya ba ladılar. Önde Yako, arkasında bütün ada ahalisi, bağıra çağıra geliyordu. Birdenbire, Kelle irkildi: Vay anam! Turgut durdu: Ne oldu? Hiç. Kelle, elini ayağına götürmü tü. Turgut eğilip baktı. Arkada ının ayağına bir kur un saplanmı tı: Ne oldun? Vuruldun, ha? Dur, seni omzumuza alalım. Kelle'nin yüzü sararmı tı: Beni bırakın! diye inledi. Siz kurtulun, bırakın beni! Arkalarından kur unlar, oklar vızlayıp duruyordu. 106 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Turgut ile Kurtoğlu, Kelle'yi omuzlarına aldılar. Bir kayalığın arkasına sindiler. Kurtoğlu, ba ını uzatıp baktı: Geliyorlar! dedi. Turgut, kafasını ka ıyordu: Bir kere de Hızır ile Aydın Reis'i Rodos övalyeleri böyle sıkı tırmı tı. Bir fıçının altına girip kurtulmu lar; sonra gelip bize anlattılar. Kurtoğlu dudağını büktü: Her yerde bir fıçı bulunmaz. Hem fıçı hikâyesi artık ek idi. Ba ka çare yok. Kurtulmak için böyle bir yerde ne yapabiliriz? Đtlerin iki tanesi be dakikaya kadar buraya gelecekler. Pek ileride ko uyorlar. Bu ikisi galiba en edepsizleri... * * * Paksi adasının, sevinçle Turgut'u yakalamaya ko an ahalisi deniz kenarında a kın ve korkak toplanmı lardı. Biraz önce kayalıkların arkasından döndüğünü gördükleri Yako ile arkada ı, yerde kan içinde, yüzükoyun yatıyorlardı. Turgut ile Kurtoğlu kaybolmu lardı. Adanın her yanını aradılar. Turgut ile Kurtoğlu bulunamadı. Sanki denize girmi , dibinden yürüyerek gitmi lerdi. Kelle Bekir de yaralı, bitkin, yerde yatıyordu. Đçlerinden biri: Bu Dragut, eytanın kendisidir, diye söyleniyordu. Yaralı Kelle'yi bağlayıp yanlarına aldılar. Ölüleri de orada bırakarak, Turgut'la Kurtoğlu'nu adanın her yerinde aramak hırsıyle dolanıp durdular, ak amı ettiler, ölülerini unuttular. Paksi adası ahalisi ertesi sabah uyandıkları vakit, Goya limanının önünde Turgut'un yirmi dört oturaklı gemisinin demirlemi olduğunu gördüler. Seren direğinde, korsanın kırmızı beyaz çizgiler üstünde mavi yarım aylarla süslü sancağı dalgalanıyordu. Kızdığı zaman önüne gelen memleketi yakıp yıkan Turgut, bir gün önce ellerinden kaçıp deniz kenarından kaybolan Turgut, demek kar ılarında... Bir Türk Korsanları / 107 gün önce bayram canlan çalan kiliseler, bugün felâket canlan çalmaya ba ladı. Paksi adasının son günü gelmi ti. Belâyı ba larına kendileri çağırmı lardı. Uyuyan aslanı kendi elleriyle uyandırıp üzerlerine çekmi lerdi. Biraz sonra gemiden iki top atıldı. Gülle, ann ortasına dü tü, iki dükkânı yerle bir etti. Bu bir uyarma idi. Herkes biliyordu: Dragut, nasıl olsa elinden kaçamayacağını bildiği avıyla eğlenir; önce bir haberci top gönderir; biraz bekler, eğlenir; sonra vakur, korkunç, amansız bir ekilde saldınr, an veya dü man gemisini yakardı. Gemiden bir filika indi, sahile 'doğru yakla tı. Đçinde bir tek ki i vardı. Paksi adası ahalisi, merakla, sahile ko u tular. Turgut'un safi yakmaktan ba ka bir dü üncesi olmalıydı. Filikanın içinde Turgut'un forsa tutsaklarından biri vardı. Dü ünceli davranarak, kendi adamlarını göndermemi ti. Gelen haberci: Senyör Dragut bana dedi ki... diye söze ba layınca çevresini sarmı olan ahali, birden hayret ve deh etle sordular: Dragut gemide mi, sen gördün mü? Turgut'un gönderdiği forsa, bir gün önce olanları bilmediği için, bu sorunun nereye varabileceğini anlamadı. Aptal aptal bakarak cevap verdi: Elbette... Đ te geminin ön kasarasında palasına dayanmı duran iri kavuklu adam Dragut!... Dün gemide değil miydi?... Dün ak am, sular kararırken, bir arkada ıyle yüzerek geldi. Nasıl yüzer? Biz denizde yüzen adam görmedik! Denizin dibinden yürümü ?!... Yürürken gördün mü? Hiç kimse, bu olamaz, diyemiyordu. Artık Dragut'u insan üstü öyle korkunç ve ba ka bir ey sanıyorlardı ki, isterse, denizin dibinden pekâlâ yürüyebilirdi de... Paksi adası ahalisi, bir gün önce kaçırdıkları bu korkunç korsana baktılar ve inandılar. Gemi yakla mı , içindeki gölgeler artık seçilmeye ba lamı tı. Pruvada iri yapılı bir kavuklu dimdik duruyordu. 108 / Abdullah 2\ya Kozanoğlu Etrafında, bir emriyle adaya atlayıp hepsini kılıçtan geçirmeye hazır Türk leventleri sıralanmı , bekliyorlardı. Dragut sana ne dedi? Burada yaralı bir yolda ı kalmı , onu hemen imdi geri gön dermezseniz, adayı topa tutacak. Ta üstünde ta bırakmayacak. Sonra karaya çıkıp, hepinizi kılıçtan geçirecek. Đ te böyle dedi... Halkın arasındaki heyecan son dereceyi bulmu tu. Ya bu adamı bıraktığımız halde gene bizi topa tutarsa?... diye bağırıyorlardı. Gelen forsa, u cevabı verdi: Dragut sözünde durur. Yolda ını gönderirseniz bir ey yapmaz, çekilip gider. Türk yalan bilmez. Dinlerinde yalan büyük günahtır. Hayır, vermeyelim. O da bizim karde lerimizi öldürdü. Yako ile Yerasime ne oldu? Vermeyelim! Nasıl vermeyiz? Bizi uçurur! Paksi adası ahalisi, hem korkuyor, hem de kabadayılığa toz kondurmak istemiyordu. Onlar böyle deniz kenarında lafla vakit geçirirlerken, gemiden ikinci bir topun patladığını, adanın büyük kilisesine çarparak çan kulesini uçurduğunu gördüler. Bu sefer ba ka ahenkte, ba ka nağmeler i itilmeye ba ladı: Adayı uçuracak! Ne de edepsiz ey!... Söylediğini yapar, ha!... Merhametsizin biridir. Nereden çattık bu Dragut'a. Ah, hep o melun Yako'nun i i bu... Dragut'u bizden ba ka tutsak alacak kahraman kalmadı mıydı yeryüzünde? Neyse, o da belâsını buldu ya.. Geberdi gitti. im ek, duman, gürültü... Üçüncü bir gülle, atonun burçlarından birini uçuracak! Çabuk olun! Neredeydi o dün yakaladığımız adam?... Getirin, çabuk! Türk Korsanları / 109 Sarın hakimi yaralı korsanı versin! Halk, sarın hakimine haberci yolladı. Yaralı Kelle Bekir, filikaya bindirilip, gemisine gönderildi. Turgut'un elçi olarak gönderdiği forsa da, tabii, ömrünün sonuna kadar kürek çekmek arzusunda olmadığından, fırsatı ganimet bildi ve adada kaldı. Az sonra kurusıkı bir top savurarak Paksi adası ahalisiyle alay e den gemi, yava yava , yeni bir kısmet aramak üzere, ba ka ufuklara doğru süzüldü. Adayı yakmak istememi veya baruta acımı tı. Kelle Bekir, gemiye çıkar çıkmaz, Turgut ile sarma dola olmu , öpü mü , adadan nasıl kaçtıklarını sormu tu. Turgut, ehemmiyetsiz, alelade bir i yapmı gibi, gayet tabii bir eda ile anlattı: Sen canının acısından bayılmı tın. Seni yanımızda götüreme yeceğimizi anladık. Bize tuzak kuran herif, bir arkada ıyle, kar ımıza çıkıverdi. Kurtoğlu, büyük bir hırsla, serserileri tutup kafalarından birbirine çarptı. Bir çırpıda canlarını cehenneme yolladı. Ölüleri soyduk. Elbiselerini biz giyindik. Kendi elbiselerimizi bellerine bağlayıp ayaklarına birer ta takarak fırlattık kayaların dibinden denize... Sonra, kendimiz de yüzükoyun yere yattık. Paksi adası ahalisi yeti ip geldiği zaman, yerde kan lekeleri içinde yatan bizi öldürülmü arkada ları sandılar. Seni alıp, ba ka tarafları da aramak üzere, gittiler. Bundan istifadeyle biz de denize atladık, yüze yüze gemiye geldik. TURGUT'LA HIZIR Hızır Reis'in kadırgası, arkasında sürüklediği dü man gemilerini ipe dizmi , suları yararak ilerliyordu. Ay yoktu. Üstelik, gökyüzünü ba tan ba a koyu bir bulut tabakası kaplamı tı. Reis, geminin pupasında, dü ünceli, ka larını çatmı , tunçtan bir heykel gibi durmaktaydı. Karde i Oruç'u yatağında hırsından Çirpınırken bırakıp denizlere açılmı tı. Salih Reis ile Anriko, geminin kıç kasarasında leventleri topla m' , her zamanki gibi, hora tepmekteydiler. Nöbetini deği tirip 110 / Abdullah Ziya Kozanoğlu vardiyadan gelen levent, kovaladıkları bir avı karanlık yüzünden kaçırdıklarını söyledi. Salih Reis kızdı: Tuh, dedi. Kim bilir içinde neler vardı? Anriko, onu avutmak için: Aldırma canım Reisim, dedi. Biz yıllarca doyacak ve silsilemizi de doyuracak kadar yüklüyüz. Tanyeri ağarmaya ba lamı tı. Nöbetçinin borusu gemiyi inletti. Arkasından Reis'in kumandasını duydular: Pupada iki gemi!... Personlar güverteye!... Korsanlann kimseden korktukları yoktu. Kendi ayağıyle önlerine gelen yeni avı görmek için iti e kakı a ön kasaranın üstüne yığıldılar. Hızır Reis, elini alnına koymu bakıyordu. Çanaklıktaki dide ban'a seslendi: Gelen gemiler seçildi mi? Gelenler Türk korsanlarıdır, bizimkiler diye seslendi gözcü. Kim, Reisleri kim? Bayrakları gözüküyor mu? Yakla ıyorlar. Hey, bakın bize selâm topu atıyorlar. Hızır Reis: Biz de selâm verelim, dedi. Onlar, herhalde, bizi tanıyorlar. Ne yazık, biz onların bayrağını tanımıyoruz. Hızır Reis'in korsanları aralarında böyle konu urlarken, yakla an öteki geminin sereninde kırmızı beyaz çizgili bir bayrağın üstünde mavi ayların dalgalandığını gördüler. Hızır Reis, a kın ve kuruntulu: Bu bayrak hangi ba buğun? diye sordu. Hiç kimse bilemiyordu. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Anriko, yeti ti, onları üzüntüden kurtardı: Ben tanıyorum! Kim? Kimin? Ünlü korsan Dragut'un sancağıdır. Dragut mu? Bu, bir Türk adı değil... Nasıl değil? Halis Türktür o... Türk Korsanları / 111 Hızır Reis: Neyse, dedi. Anla ılan, geçek adını bilmiyorsun. ' Salih Reis: Tamam, dedi. Đ te bir kayık indirdiler. Bizim gemiye adam gönderecekler. Bir filika inmi , dört çifte kürekle suları yararak geliyordu. Đçinde iri boylu, geni omuzlu, gösteri li, genç bir Reis dirseğini dizine dayamı , kendilerine bakıyordu.. Aydın Reis, sevinçli ve a kın, bağırdı: Vay canına! Bu gelen, sizin küçük Turgut!.. Turgut, levent Turgut!... Fakat artık küçük Turgut değil... Hey, ho geldin Turgut! Merhaba, merhaba!.. Turgut'u çocukluğundan tanıyanlar bağırıp çağırmaya, uzaktan selamlamaya ba lamı lardı. Hızır Reis bile onu unutmamı tı. Elinde olmayarak, gülümsedi. Turgut'un kendinden geçip gemiyi kaçırdığı aklına gelmi ti. Hani u, biz Antalya'dan uğra a çıkarken karada kalan Turgut değil mi bu? Ne kadar da büyümü koca delikanlı... Bu sırada Turgut ne eli, sevinçli, taze bir yüzle geminin güvertesine doğru kendini çekiyordu. Hızır Reis, onu kucaklamak için kollarını açarken bir yandan da emir verdi: Salih, levent Turgut'u üç ay forsaya at!... Uğra a giderken Antalya'da gemiyi kaçırmı tı. Salih güldü: Her bir gün için on altın verirse forsadan kurtulur. Sonra kahkahalar, alkı lar... Turgut'un dört yanını aldılar. Kahraman korsan, onlara ba ından geçenleri olduğu gibi anlattı: Mente e sancağının Serozlu16 köyünde çiftçi Veli'nin oğluyuz amma, Türkçünde hangi er çifti ba ında kaldı ki?... Benim dalarlarımda gemici kanı varmı demek... Antalya'da biz mi sizi, 16 Bugün adını sinesinden çıkan oğlundan alıyor: Turgutlu. 112 / Abdullah Zıya Kozanoğlu Türk Korsanları / 113 yoksa siz mi bizi ektikten sonra, beni sizden ayıran Kelle ile beraber, yeniden denizlere açılmayı dü ündük. Fakat doğrusu, sizin yanınıza gelmeye yüzümüz yoktu. O üç ay forsa cezası yok mu?.. Đ te bu, gözümüzü yıldırıyordu. Neyse, bir pundunu dü ürüp, kendi . mizi ba buğsuz bir tekneye Reis yaptık. Hemen ertesi gün mü? Turgut'un eski arkada ları a kınlık içinde sormu lardı. Turgut cevap verdi: Elbette... Bunda a ılacak ne var? Bunu her budala yapar. Korsanların a makta haklan vardı. Çünkü onlar o zaman Turgut'u henüz genç bir çocuk olarak bırakmı lardı. Bir çocuktan bir günde bir korsan reisi çıkarmı tı Turgut. Turgut, ba ından geçen olayları anlattı. Hele, Selanik'ten buğday yükleyip denize açılan iki büyük Venedik gemisini Hanya burnu açıklarında zorla ardına bağlayarak çekip götürü ünü anlatırken, korsanlar kahkahalarla gülüyorlardı. Hızır Reis, Turgut'un arkasını sıvadı: Aferin oğlum Turgut, dedi. Görülüyor ki büyük bir Reis olmu sun. Gençlikte yapılan bir yanlı lığı çabuk ve ustalıkla iyiliğe çeviri in ilerisi için de bizi sevindiriyor. Seninle her Türk gibi, ben de övünüyorum. Biz de senden ayrıldıktan sonra, ba ımızdan çok eyler geçti. Tunus hakimiyle uyu tuk. Halkulvaad kalesini bize verdi. Kı geçip gaza zamanı geldi. Đki gemi donanıp Halkulva ad'dan çıktık. Cenevizden buğday yüklü bir gemi gelirdi. Teklifsiz aldık. Birazdan kale örneği bir kalyon gördük. Çuha yüklemi , bir tacir gemisiymi . Göz açtırmayıp onu dahi aldık. Tunus'a dönüp kazancı bölü tük. Tunus hakimine be te birini verdik. Gerisini aramızda üle ip yeniden kâfirler yakasına saldırdık. Đspanya'dan bir parça yelken açıp gelirken sarılıp yedeğe çektik. Đçinde bir kâfir beyi vardı. Çok uğra tırdı bizi, sonunda forsaya çakıldı. Sonraları Halkulvaad bize dar geldi. Cerbe adasına el koyup yerle tik. Bir süre sonra, Đspanyollar tarafından memleketinden kovulan Becaye hakimi ağamla benim katıma gelip yüz sürdü. Đspanya'yı Mağribi, yani Batılı denilen Araplardan temizleyen kâfir kralı imdi de Afrika kıyılarına bir bir el koyuyordu. Đspanyolları memleketinden çıkardığımızda, limanı bize vereceğini bildirdi. Dört gemiyle çıkıp Trablus semtindeki Becaye hisarına vardık. Tam bu sırada Đspanya donan rnası bizi bastı. Uğra a sarıldık. Allah'ın yardımıyle, sava ı kazandık. Đki gemi alıp kalanını kaçırdık. Ağam Oruç Reis, gemilerden birisini topla batırdı. Sonradan kaleyi topa tutup bir gedik açtık. Saldırıya geçip içeriye girmek istedik. Kaleden sersem bir gülle gelip ağamın sol kolunu aldı götürdü. Çaresiz, kolunu kestik. Çevresinde toplanan korsanlar, Hızır Reis'i üzüntü içinde dinliyorlardı. Turgut olayları dinlerken4 co mu tu. Gözleri ya ardı. O da her korsan gibi, denizlerin e ini bir daha yeti tiremediği cesaret ve kahramanlığın piri Oruç'a â ıktı. Yüce Reis!... Demek, imdi bir kolu kesiktir! Hızır, içini çekerek, önüne baktı. Salih Reis: Oruç Reis bir kolunu verdiyse, öteki kolu sağlamdır. Tez vakitte, öcünü komaz, alır. Aslan kol vermekle çakallara meydan mı kalır? dedi. Diğer korsanlar da co up bağrı tılar: Öcümüzü komamalıyız! Vakit gelince, o kaleyi bak nasıl yakacağız?! Turgut, Hızır'ı daldığı acıdan sıyırmak için sordu: Sonra, Reis?... Ağamı Tunus'a tımar için gönderdik. Ben denize açıldım. Minorka adasını bastık. Esir ve mal aldık. Korsika amirali, sekiz pare kadırga ile üzerimize gelip uğra isteyince, kaptan gemisine sarılıp aldık. Hayli kavga olup çok ehit verdik. Sonunda, önceden el koyduğumuz iki gemiyi de batırarak Tunus'a geldik. Ağam Oruç Reis, hasta olmakla emekliye ayrılıp, yeniden denize açıldık. Bir ay geçmeden üç bin sekiz yüz tutsak ve yirmi bir pare gemi elde ettik. Tutsakları alıkoyduk. Mallan arkada larla üle tik. Baharda bir ar basıp bin sekiz yüz tutsak aldık ve on iki bin altın haraç ke S'P döndük. Gece fener yakıp tek ba ıma giderken dört kâfir gemisi ardımıza dü mü , sabah olunca farkına vardık. Dümen çevirdik 114 / Abdullah Ziya Kozanoğlu ve sarılıp dördünü de aldık. Bunlar çuha gemileriymi . Bu gece de imdi senin yakaladığın u gemiyi kovalarken karanlıkta kaybettik. Kısmet seninmi ."17 Turgut gülümsedi: Kısmet gene senindir, Reis! Sana armağan ettim, var, ne istersen yap. Ahçıba ı, Anriko'nun kulağına eğilmi , mırıldanıyordu: Ambarını bana verdikten sonra armağan edeydi ben de zengin olurdum. KOLUNU ARAYAN KORSAN Oruç Reis'in gemileri, Ceycil ( er el) kalesi önünde zincir alıp Becaye'ye doğru tekrar dümen kırdılar. Yol üzerindeki er el kalesi, Becaye'nin yolunu, kapıyordu. Kaleyi top ate iyle almı , içindeki yüz Đspanyol'u zincire vurmu , içine levent koyup Becaye'ye doğru yürüyü e geçmi lerdi. Kesik koluyle bastardanın pupasında dola an Oruç Reis'in, bu, öç alma uğra ıydı. Gözlerinde yıldırım gibi çakan ı ıkları, hıncı görenler onu, kalenin önünde bıraktığı kolunu geri almaya giden bir aslana benzetirlerdi. Kaleye yakla mı lardı. Leventler, Reis'in yüzünün alacağı sava tanrılarına vergi kutsal ululuğu görmek için çevresini sarmı lar, ona hayatta, kavgada, ölümde beraber olduklarını anlatmak istiyorlardı. Fakat o, kayıtsız olarak isteyen gözlerden kaçırdığı bakı larıyle kara ta lı kale duvarlarını süzüyor, di leriyle kızıl bıyıklarının tellerini ısırıyordu. Deniz kenarına yana ınca tıpkı eski günlerini andıran gök gürültüsü sesiyle, küpe teden denize eğilerek bağırdı: Mayna sara! Yelkenler indirildi, sarıldı, ikinci emir i itildi: Hisa! 17 Bu satırlar, Hızır Reis'in Murat Çelebi 'ye anlattığı "Gazavât ı Hayreddin Reis" kitabından aynen alındı. Türk Korsanları / 115 Kürekler kalktı. Sonra denize atıldı. Oruç Reis arkasına döndü: Funda peremece! Gemiler sallandı. Demir çapa güverteye çıktı. Büyük bir gürültü ile denize kaydı. Korsanlar, Đtalyan ve Đspanyol gemicilerinden daha üstündüler. Kürekleri gemiden atmakla da, imdi bo alacak olan gemide yalnız kalmaları gereken forsaların kaçmalarını önlemi oluyorlardı. Reis, tek kalan kolunu kaleye çevirip buyurdu: Ate !... Toplar gürledi. Gökleri kaplayap im ek, duman arasında korsanlar tam dört gün dört gece, aralıksız, kaleyi dövdüler. Dördüncü gün Oruç Reis, palasını sağ eline aldı. Kaplan gözleriyle delmek istiyormu gibi kaleyi bir kere daha süzdükten sonra arkada larına dönüp son buyruğunu verdi: Bu kere kafam bile kopsa dönmeyeceksiniz! Haydi tekbir alalım ileri!... Kopan kolum, bu kaleyi almaya değer! Karaya çıkan korsanlar, "Allah, Allah!" diye haykırarak kara kaleye saldırdılar. Kale aslan saldırısına uğramı domuz ağılı gibi, toza, dumana büründü. Top ate iyle açılan deliklerden içeriye daldılar. Đçeride ne kadar Đspanyol varsa, hepsini, kılıçtan geçirdiler. Sava bittiği zaman Oruç Reis'in kızıl saçlarından kan ve ter birbirine karı arak sızarken bir kavga ve sava tanrısı gibi, tek koluyle kaldırdığı bayrağı kale burcuna batırdığı görülüyordu. Çevresini büyük bir kalabalık sarmı tı. Her yerde yeneni alkı lamaya alı ık yerli Berberi erleri, kulakları sağır eden gulguleli sesleriyle, yeni komutanı selâmlıyorlardı. Oruç Reis, arkasına döndü. Kendisine yardım eden bu yabancıları ho nut etmek kaygısıyle: Kalede ne bulursanız alınız, size verdim, dedi. Bu emrin üstünden çok geçmeden, Araplar, pahada ağır, yükte hafif ne buldulursa kapı tılar; sokaklara döküldüler. Sokaklarda, kavga dövü payla tılar. Dı kale dü mü , asıl iç kale hâlâ dayanıyordu. Bu duvarlarda daha bir gedik bile açılmamı tı. Oruç Reis'in adamları, topları iç kaleye getirdiler. Yeniden bombardımana ba ladılar. Yirmi gün geçti. Leventler, zaman zaman, açılan gediklere saldırıyorlar, içeriye girmeye çalı ıyorlardı. 116 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Bir gün Kâhya Anriko, Oruç Reis'e kötü bir haber verdi: Barut bitmek üzeredir, Reis! Oruç Reis, önüne baktı. Dü ündü. Sonra ba ını kaldırdı: imdi bir beygire atla, yanına kırk elli levent al, Tunus hakimine git, barut iste... Bu i çok çabuk olmalıdır! Oruç Reis, buyruğunu bitirdikten sonra, Anriko'nun yerinden bile kıpırdamadığını gördü. Kâhyanın böyle bir zamanda durması onu a ırttı: Haydi, bas! Buyruğumu duymadın mı? Bundan birkaç gün önce barutun bitmeye yakla tığını görünce, sizden buyruk almadan, Tunus hakimine haber göndermi tim, Reis! Oruç Reis'in gözleri parıldadi: Aferin Anriko! Üstüne aldığın i i zamanında dü ünmü , yapmı sın. Demek imdi barut fıçıları yolda... Hayır, Reis! Tunus hakimi, bize barut yardımı yapamayacağını söyleyerek i i kesip attı. Oruç Reis, kendisini tutarak, tekrar önüne baktı. Kızıl bıyıklarını ağzına alarak ısırdı: Kim varsa topla, kavgaya girelim, dedi. Barutsuz da kazanırız elbet!... Hangi askerle Reis! Berberi erler, dı kaleyi yağma ettikten sonra, yeter malı ele geçirdiler, "iç kalede yağma edilecek mal yoktur" diye burada durmayı yersiz buldular. Çekip gitmi ler. H'.çbiri meydanda yok... Oruç Reis, yerinden kalktı. Deliliğe yakın bir kızgınlık içinde, parmaklarıyle saçlarını yolarak bağırıyordu: Kahpeler, alçaklar, korkaklar! Bu kedi ruhlu millet, tutsak olmaktan ba ka i e yaramaz. Sonra kendi leventlerini dü ündü. Böyle bir tuzağa dü eceğini aklı almıyordu. Salih Reis, onun bu hali kar ısında titreyerek sordu: Ne yapalım, Reis? Emret! Türk Korsanları / 117 Yapacak ey kalmı mı be adam? Deniz kenarını tutup ölünceye kadar vuru acağız! Hangi kıyıya yığılacağız, Reis? Kıyıda imdi Đspanyol gemilerinin karaya döktüğü on bin ki ilik kuvvet, üzerimize doğru yürüyor. Dı kaleyi sarıp dü ürdüğümüzü Berberilerden haber almı geliyorlar. Oruç Reis durdu. Salih, aslanın dönen gözlerinden korkarak, yava yava geriledi. Fakat Oruç Reis, birden kendine geldi. Korsanların kafası, gücü o idi. OT yılamazdı. Deniz kenarına doğru döndü. Baktı, baktı, sonra Anriko'ya döndü: Oğlum, çabuk Reislere söyle! Boru çalsınlar. Gemilerimize binip döneceğiz. Kısmette bu da varmı . Fakat, Anriko, gene duruyordu. Oruç Reis sordu: Ne o?... Neye duruyorsun? Gemilerimiz yüzecek bir halde değil, Reis! Karada biz uğra ırken gemileri bir dere içine sokmu tuk. Bir aya yakın zamandır uradayız. Huyunu bilmediğimiz sular çekilmi , gemiler karada kalmı . Bahar gelmeden yüzemezlermi . Oruç Reis'in yerinde bir ba kası olsaydı çıldırırdı. Bir a ağı bir yukarı gidip geldikten sonra: Pekâlâ, dedi. Gemilerin hepsine ate verin! Kazandığımız malları ve esirleri alın! Yürüyerek, içine yedek kuvvet koyduğumuz er el hisarına çekileceğiz. Tanrının dileği böyleymi . On bin Đspanyol'un kovalamayı göze alamadığı Türk korsanları, yarım saat sonra, omuzlarında kazandıkları mallar, en önde bir kolu kopuk Reisleri, Anadolu türküleri söyleyerek, sanki hiçbir ey olmamı gibi altmı mil uzaktaki er el hisarına doğru karadan yürüyü e geçtiler. Yıllardan beri üstünde dola ıp kavga ettikleri gemileri, arkalarında kendi çıralanyle cayır cayır yanarak gökyüzünü ba tan ba a kızıl bir renge boyamı tı. Sanki bugün gökler de aynı renge boyanarak kızıl sakallı Barbaros Karde lere umut, güven vermek istiyordu. O, kaybın hiçbir ekli kar ısında yılmıyordu. Bir gün elbette kazanacaktı. 118 / Abdullah Z\ya Kozanoğlu TURGUT'A MEKTUP Kurtoğlu Muslihiddin Reis, Anriko'yu sonunda bir biçimine getirip kar ısına oturtabilmi ti. Fakat Anriko, i i çok olduğundan, kaçmak istiyordu. Bırak Allahını seversen, Kurtoğlu!... Eğlencenin sırasını bilmezsin. imdi i im var. Reis, karnındaki buyruklarının, daha ağzından çıkmadan yerine getirilmi olduğunu görmek ister. Çok dırlanma, otur uraya! Sana diyeceğim var, çızıktırıver. Sen kendin yaz. O zaman okuyabilmeleri için benim de birlikte gitmem gerek. Ne yazdıracaksın? Turgut'a mektup... Kurtoğlu söyledi, Anriko yazmaya ba ladı: "Karde im, can yolda ım, ba belâm Turgut Reis'e: Anriko "belâ" sözüne parmak bastı: Đmdi, bu belâ sözüne kızar, yazmam. Yaz, yahu! Yazmam dedik ya. Đ sorgu suale gelince "ben söylemedim, Anriko yazdı" der, i in içinden sıyrılırsın. Pekâlâ, belâsız yaz. "Bizden ayrıldıktan sonra Oruç ve Hızır Reis tekrar on parça gemi donatıp Becaye seferine çıkmı lar. Önce yol üzerinde Frenklerin Ceycil dediği er el hisarını sarıp almı lar, içinde olanları kesmi ler. Arkadan Becaye kalesine varıp, kan döküp, top çıkarmı lar. Ta ra kalesini sarıp, dördüncü günü ele geçirmi ler. Bundan sonra Oruç Gazi dalga geçip, kendisiyle kaleyi saran yirmi bin Berberi'ye kale mallarını yağma ettirmi . Onlar da kazanç mallarını alınca sırra kadem basmı lar. Bu esnada kâfir donanması gelip hisara asker dökünce yolda larımız kuruda kalan ke tilerini18 yüz düremediklerinden, çaresiz ate e verip karadan Ceycil hisarına gelmi ler. Oruç Reis handa kalmı . Ben Hızır Reis'i Tunus'ta buldum. 18 Gemilerini. Türk Korsanlar, / 119 geis, dört yeni gemi satın almı tı. Kendi yirmi dört oturak kadırgası da sağ ve salim olduğundan, birlikte sefere çıktık. Ceneviz burnunda buğday yüklü sekiz parça görüp, Hızır Reis sancağını çekip kendisini tanıtınca kavgaya girmeyi göze alamayarak aman dileyip gemileri verdiler. Ordan dönüp gelirken on iki parçaya rast gelip yabancı malı sayılmaz diyerek onları da aldık. Bunlar çuha yüklü idi. Reis, bunları benimle Tunus'a gönderip, kendisi, ağası Baba Oruç'un yanına gitti. imdi ben Tunus'tayım. Cümlemiz sıhhat ve afiyette olup Aydın Reis selâm eder..." Mektubu kısa kestik, Reis. Niçin, daha yazacak ne var? Haberin yok mu? Oruç Reis, Cezayir'i almaya gider... Yok, deme yahu!... Öyleyse bilmi olasın, bunu da ben yazıyorum. Anriko, "Aydın Reis selâm eder" cümlesini yaladı, u satırları kamı kalemini cızırdatarak mektuba ekledi: " imdi öğrendiğimize göre, Oruç Reis Cezayir'e gitmi . Senin de bildiğin gibi Đspanyollar, Cezayir kalesi kar ısındaki adacık üzerinde bulunan kaleye yapı ıp ehir halkını dar limanın içine esir edip kapayarak elleri altında tutarlardı. Cezayirliler çaresiz kalıp onlara senede bir miktar vergi verirlerdi. Đspanyolların dil ve eli altında ya amak canlarına tak edince Oruç Reis'e mektup ilettiler, yardıma çağırdılar. Mektup Ceycil'e varıp okundukta, Oruç Reis gaza kaydına dü üp, Ceycil hisarına karde i Hızır'ı koyup Cezayir'e gitti.19 Bunu da öyle bilmi olasın. Baki, Aydın Reis selâm eder. Anriko Kâhya selâm eder. Bütün leventler selâm eder. Sen gibi bir kahraman korsana Cenabıhaktan zafer dilenirler." "Tahriren fî evâhir i ehr i rebîü'1 âhir sene i erbain ve isneyn vetes'amie".20 Mektup, denize açılan korsanlarla Turgut'a gönderilirken, Cezayir'den "aceledir" kaydıyle ve gizli olarak gelen bir buyrukla Anriko Cezayir'e, Oruç Reis'in yanına çağrılıyordu. Böylece, Turgut Reis'e bildirdiği yeni kavgaya Anriko'nun kendisi de karı mı oluyordu. 1" Katip Çelebi'den aynen. 20 Tarihleri Arapça atarlardı. 120 / Abdullah Ziya Kozanoğlu SALĐH REĐS Vay, sen misin Salih? Yaman tilkisin! Ooo... Ho geldin, benim sevgili sansarım! Anriko ile Salih Reis, Cezayir limanında kar ıla ınca, birbirlerine sarıldılar. Anriko, merakla sordu: Reis beni niçin buraya aldırdı? Salih, gözünü kırptı: Gene gözdesin, koca gâvur. Yapılacak kurnazca bir i var. Reis tilkileri beğenmiyor, tavukları boğacak sansar arıyor. Haydi, imdi yürüyelim. Reis, seni bekler. Sokaklarda yerli Berberiler, kavuklu Türkleri a kın ve alkı layan bakı larıyle süzüyor, durup yol veriyorlardı. Anriko, kuruntu içinde sordu: Buraya hiç uğra madan mı girdiniz? Pek öyle bildiğin gibi değil... Đspanyollar, Endülüs Müslüman larını Đspanya adasından kovduktan sonra arkalarından buraya gelmi ler, limanı kapayan bu ada üzerindeki kaleyi yapmı lar. Sonra içerisine top koymu lar. Senin anlayacağın, limanın ağzını tıkamı lar. Cezayirlilerin korsanlık etmelerine engel olmu lar, Halbuki bu mübareklerin bizim gibi korsanlıktan ba ka ekmek kazanacak bir zanaatları yok. Gemileri böyle kumsallar üstünde yatmaktan çürüdükçe, arda açlık almı yürümü . Ba larına, yakın kabile beylerinden eyh Selim'i getirmi ler ama para etmemi . imdi bizim Reis'i çağırdılar, Sultan yaptılar. Ne diye? Đspanyollar mallarına, ırzlarına saldırıyorlar, rahat vermiyorlar. Hatta camilerde ezan okunsa, topla minarelerini yıkıyorlarmı Onları kurtaralım diye... Reis de, bu çağrı üzerine kalktı geldi. Đspanyollar Reis'i görünce ne yaptılar? Hadlerine mi dü mü ? Kollarımızı sallaya sallaya sara girdik. El üstünde geziyoruz... Kolay değil baba, Oruç Reis'in leventleriyiz! Ardımızda, buğday tarlası gibi her gün yeni bir aslan çıkaran, koca Anadolu var. Türk Korsanları / 121 Canım, sen lafı dola tırdın. Hani, niçin beni çağırdığınızı söyleyecektin. Patlama! Đ te Reis'in oturduğu saray bu... Bak, yakla ıyoruz. Kapısında yalınkılıç iki levent duruyor. Gördün mü? Artık Reis'e eskisi gibi, korsan selâmı çakma. Sultan oldu, ama Reis hâlâ baba.. O. aldırmaz. Yalnız biz Sultanımızı bilelim, çevremize de gösterelim... Biz sayalım ki yabancılar da saysın. Sarayın kapısından birçok kimseler girip çıkıyor, kapının önünde iki levent göğüslerini i irmi , nöbet bekliyorlar, tanıdıklarına destur veriyorlardı. Anriko sordu: Limanda on altı çektirme vardı. Đçinde ne kadar yolda ımız var? On altı bin! Âlâ... gerekirse, Cezayir'in bir ba ından girer, öbür ba ından çıkarız. Kapıdaki nöbetçiler, Salih Reis'in geldiğini görünce, kalabalığı dağıttılar, yol açtılar, selâm durdular. Đki yolda , kalabalığın arasından geçip, artık herkesin Cezayir sultanı bilip saydığı, fakat korsanların hâlâ babası olan Oruç Reis'in katına çıktılar. Reis'in kar ısında dört be yerli Berberi eyh, ellerini birbirine bağlamı lar, secde edip kalkarak yalvarıyorlardi: Yüksek ve temiz kalbinize sığındık. Kâfirin liman ağzına kurduğu kaleyi ancak sizin gibi bir kahraman yıkıp alabilir. Endülüs'ten kurtardığınız karde lerimiz gibi bizi de kurtarın. Oruç Reis, cevap veriyordu: Biz yapacağımız i i biliriz. imdilik, top atan, yol kesen yok... Rahatınıza bakınız. Elbet saati gelir, kale de alınır. Kabile Reisleri ricalarını tekrarlıyorlardı: Hiç olmazsa, kalenin komutanına bir haber gönderseydiniz, bundan böyle bu yerlerin sizin kanadınız altına sığındığını bilmi olsa... Oruç Reis'in canı sıkıldı: 122 / Abdullah Zıya Kozanoğlu Haber gönderdik... Ne dostçasına, ne de dü manca, zorlayarak yapacağımız konu maların kendisine kâr etmeyeceğini bildirdi. Kavga etmek gerek... Elbet bunun da zamanı gelir. Kavga gününü bırakın, kavgayı yapacak olanlar seçsin... Oruç Reis ayakta idi. Sözlerini bitirince arkasını döndü. Böylece, konu masının bittiğini anlatmı oluyordu. Berberi beyleri geri geri yürüyerek çıkıp gittiler. Oruç Reis, Anriko'nun geldiğini göz ucuyle görmü tü. Yava , fakat kesin bir sesle buyurdu: Herkes dı arıya çıksın! Odada bulunan yerli Berberiler, eyhlerinin arkasından teker teker dı arıya çıktılar. Oruç Reis, Salih ve Anriko kar ı kar ıya kaldılar. Reis'in arkasından, altın sırma i lemeli, kızıl bir cepken, o nun üstünde de bir kaplan gocuğu vardı. Belindeki kamalar, tabancalar altın ve yakut i lemeliydi. Bir kö ede bir ressam yerle mi , Reis'in bu kılıkta resmini yapmaya çalı ıyordu. Yoksul ressam bu tablonun 400 yıl sonra Paris'te Luvr Müzesi'nin eref salonunu süsleyeceğini aklına bile getirmiyordu. Ho geldin, Anriko! dedi. Allah ömürler versin, kahraman sultanım! Oturun öyle... Salih ile Anriko, yan yana, bağda kurup oturdular. Oruç Reis bir süre onlara baktı. Sonra, Beni öldürmek istiyorlar, dedi. Salih Reis ile Anriko, yıldırımla vurulmu a döndüler. Anriko, bu beklenmedik sözden a ırmı , kekelemeye ba lamı tı. Salih Reis: Sana kalkacak el önce bizef çarpar Reis! diye bağırdı. Böyle bir eyi ancak deliler aklına getirebilir. Oruç Reis, ba ını salladı: Beni öldürmek istiyorlar. Hepimiz uğrunuza can, ba veririz, Reis! Sana vuracak el nasıl yakla ır? Türk Korsanları / 123 Canınızı daha önemli bir kavgada verirsiniz. imdi beni dinleyin! Salih ile Anriko, gözlerini ona diktiler. Reis yüreklerine kadar i leyen keskin bakı larıyle onları süzüyordu: Beni siz kurtaracaksınız, dedi. Ben sizin zekânıza ve eytana ta çıkartacak kadar yaman olan kurnazlığınıza güveneceğim. Bir i e girdik, deniz korsanlığından kara sultanlığına dü tük. Artık kılıç elde saldırmayacakları için, bir kancık silâhla arkadan vuracaklar. Korsan kavgası bitti. Sultanların kahpe silâhlan i liyor. Siz beni, silâhlara kar ı koruyacaksınız. Allah ömürler versin, Reis! imdi ikinize de bir daha buraya girmek yok... Kılığınızı deği tirip yerlilerin arasına karı acaksınız. Her ak am bir adamım gelip sizi görecek. Ne yaptığınızı ona her gün bildireceksiniz. Yapacağınız i i söyleyeyim: Burada, demin en önde duran sıska, kuru bir adam vardı. Gemi zincir atar gibi takır takır konu uyordu: Evet, Reis! Ona Đbni Sarraçlardan Halit derler. Bu herifler, bizi buraya kendilerini kurtarmaya değil, aylıklı ırgat gibi yanlarında çalı tırmaya çağırmı lar. "Size para verelim, Đspanyolları kovunuz! Ondan sonra bırakın, halkı, biz soyup soğana çevirelim diyorlar. Bilmezler ki bizim tek bir kaptanımız bile, onlardan zengindir. Ahlâksızlık bu keratalarda; dedikodu, kötülük bu heriflerde; birbirlerinin canına, malına, ırzına göz dikmek bunlarda... Kaleyi canımız pahasına aldıktan sonra ellerine verip gideceğimizi, yahut bizi kendi ahlâksızlıklarına alı tıracaklarını sanıyorlar. Hep kaleyi bir an önce almamız için zorluyorlar. Canımız bu uğurda yok olacak. Allah saklasın, Reis! Neyse, uzun sözün kısası... Benim anladığım, bu herifler, bana kar ı bir tuzak kuruyorlar. Amaçlarına kavu unca, bizi arkadan vuracaklar. Cezayir beyliğini tekrar ele alacaklar. Siz bu i in arkasına dü üp bana haber salacaksınız. Ben ikinizi de bilirim, ikinize de inanırım. Salih'le Anriko, sevinçli bakı larla, birbirlerine baktılar. 124 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Oruç Reis devam etti: Đbni Sarraç Halit, Develi mahallesi denilen yerde oturur, dedi. Đ te yerini haber veriyorum. Artık gerisi size dü er... Oruç Reis, ayağa kalkmı tı. Odanın içinde bir ileri bir geri yürüyordu. Bir aralık, aklına yeni bir ey gelmi gibi, durdu: Ha, unu söyleyeyim: ehrin hakimi eyh Salih de bu i in içinde! dedi. Artık konu muyordu. Salih ile Anriko da ayaklanmı lardı. Dı arıya çıkmak için Oruç Reis'in iznini bekliyorlardı. Odanın içinde sinirli adımlarla yürümekte olan Oruç Reis, birdenbire, Anriko'nun önünde durdu: Bana bak, çelebi! diye bağırdı. Anriko, Reis'in böyle sert bir buyruğuna alı mı değildi. a ırdı: Buyur, Reis! diye kekeledi. Oruç Reis, aynı sert davranı la sordu: Senin adın neydi? Anriko, bu soru kar ısında, büsbütün a ırdı: Anriko değil miydi, sultanım? diyebildi. Bu bir gâvur adı... Senin bu adı deği tirmen gerek... Köpek çağırır gibi gülünç bir adın var, diyorlar. Emredersiniz, Reis! Bu i emirle olmaz, kendiliğinden yapmalısın. Ba üstüne, Reis! Bizim dinimizi, ahlâkımızı, adetlerimizi gördün. Sizinkilerin de yaptığını görüyorsun. Zaten dört dinin de temeli birdir. Yeter ki Allah'ı tanısınlar. Nasıl olur, Reis? Bizim peygamberimiz Hazreti Đsa, sizinki Muhammed, Yahudilerinki Musa... Adımı deği tireyim, ama... Yok, sana zorla Đslâm ol diyen yok. Đstersen... Bizde her ey istekledir. Sadece unu söyleyeyim ki biz, Hazreti Đsa'yı da peygamber olarak tanırız. Tanı anız, bize kâfir demezsiniz. Türk Korsanları / 125 _ O söz cahil sözüdür. Biz Hazreti Meryem'i de biliriz. Kitabımız Kur'an'da Hazreti Meryem için koca bir sure var, fakat sizin kitapta bizimkiler yazılı değildir. Bunu bilmiyordum. Aralarında onlardan ba ka ad, ba ka imanla dola ırken leventlere söz geçiremezsin. Hem Hıristiyanlıkta ne bulmu sun ki?... Görmüyor musun? Đsa'nın ümmetleri Katolik, Protestan, Ortodoks diye birbirlerini öldürüyorlar. Hazreti Đsa kan dökülmesini; kurban kanı bile akıtılmasını sevmez. "Sana bir tokat atana öbür yanağını çevir" demi tir. Hıristiyan dini acıma dinidir. Ne diye öbür yanağını çevirtiyor? Dü manını iyilikle utandırmak... Zoru ne? Dü manını iyilikle utandırmak... Gülünç bir utandırma yolu... Đlk tokadı atıncaya kadar utanmayan eloğlu, öbür yanağını da çevirdiğini görürse... Anriko, telâ landı: Tokat atmaz, dedi. Evet, belki atmaz, ama ısırıverir. Bak, Hazreti Muhammed ne der! Sen de ona vur mu, der? Daha sağlamı... Tokadı yemeden önce yanağına zırh kapla, dü man yakla ırken, sen ondan önce davran, tokadı yapı tır, der. Peki, bu Araplar sonra neden böyle bozuldu öyleyse?... Bir kere bunlar Arap değil. Arapça konu an, sonradan Đslâm olmu Berberiler, Mısırlılar, Suriyeliler. Arabi da çorabı da. Kötülüklerden milletler değil, Müslümanlık yolunda gideceklerine, peygamberimizin zoruyle girdikleri insanlık yolundan vazgeçip tekrar miskinlik yoluna gidenler sorumlu. Siz Türkler, peygamberinizin yolundasınız ve onu çok seviyorsunuz. 126 / Abdullah Zıya Kozanoğlu Bir gün bu sevgiden ayrılırsak, biz de gerçek dini bırakıp yo bazla ırsak biz de onlar gibi çökeriz. Gel sen de bizden ol! Anriko, "Olayım mı?" diye gözleriyle Salih Reise sordu. Salih Reis, bu gâvuru Müslüman etmeyi çoktan beri aklından geçiriyordu. Fakat arkada lığı bozmaktan çekindiği için, damdan dü er gibi, isteyememi ti. Kendisinin uzun zamandan beri yapmak istediği eyin imdi, Oruç Reis'in diliyle bir çırpıda yapıldığını görünce, sevindi. Oruç Reis'i destekledi: Öyle ya!... Ben bir sarıklı hocadan duydum: Aslında hep dinler birmi . Sonradan hocalarla papazlar, kendilerine ekmek çıksın diye, ayırmı lar. Haydi be Anriko, uzun etme... Gel, adını deği tir, bir kelime i ehadet getir de bize karde ol! Anriko, yutkunarak önüne bakıyordu. Sonunda elini uzattı: Herkesin içindeki peygamber kim olursa olsun, Allah bir ol ' duktan ve biz de korsanlıktan Allah'a kulluk etmeye vakit bulmadıktan sonra... Koy ki Müslüman olmu um, Hazreti Đsa bu alı veri ten pek fazla bir ey kaybetmeyecek, dedi. Adını Sansar Hüseyin koydular. * * * Salih'le Anriko, Đbni Sarraç Halit'in evinin arkasını gören bir hana yerle mi lerdi. Salih, birkaç dakika, Đbni Sarraç Halit'in yalnız arka duvarları gözüken evine baktı, sonra: Ba ka yapacak i yok, dedi. Bir pundunu kollayıp içeriye sallanacağız. Yalnız, bana kalırsa, birkaç gün di imizi sıkalım. Evin, öyle pencerelerden olsun iç bölümünü, yolunu, merdivenini filan kavrayalım. Sonra bir yanlı i yaparız, ki tavan arasında dola tıklarını gördüğüm sıçanlar bile halimize gülerler. Sen bilirsin, Salih. Tilki, sansardan iyi dü ünür. Salih kızdı: Ama sansar da boğazına bir yapı tı mı zavallı pilici, yallah öbür dünyaya... Đki arkada , geceyi erken yatıp uyumak suretiyle geçirdiler. Anriko, yol yorgunluğunu çıkardı Ertesi gün, sabahtan ak ama kadar Türk Korsanları / 127 pencerenin kenarında hurma, fıstık yiyerek, bekle ip dola arak vakit geçirdiler. Fakat ancak evin orta penceresi önünden bir merdiven geçtiğini öğrenebildiler. Ba ka hiçbir ey görünmüyor, öteki kafesler de açılmıyordu. Birkaç gün daha böyle fındık, fıstık, hurma yemekle geçti. Sansar Hüseyin ile Salih Reis, mide fesadına uğradılar. Sonunda, dördüncü günün ak amı, sular iyice karardıktan sonra, Salih Reis ile Sansar Hüseyin, önceden hazırladıkları bir ipi odalarının penceresinden dı arıya sarkıttılar. Gece vakti merdivenden inip göze çarpmak istemiyorlardı. Önce Salih Reis, belindeki hançerin yerinde olup olmadığını yokladıktan sonra, ipe tutunup kayarak a ağıya indi. Arkasından Sansar Hüseyin sallandı. Đki kafadar, bacakları yere değdikten sonra, ayaklarının ucuna basarak yürümeye ba ladılar. Yerini iyice belledikleri konağın bahçe kapısının önüne geldiler. Kapıyı bıçaklarıyle açıp girdiler. Sabaha kadar orada kaldılar*. Gün doğarken konaktan çıkmı lar, Oruç Reis'in oturduğu sarayın önünde bitivermi lerdi. Kapının önündeki iki nöbetçi, onları selâmladı. Đki arkada içeriye girdiler. Herkes uyuyordu. Sansar, Salih Reis'e sordu: Uyandıralım mı? Reis'i mi? Elbette... Ahçabı ıyı değil ya, Reis'i uyandıracağız. Kızmaz mı dersin? Ne diye kızsın? Đ in akaya gelir tarafı var mı? Yukarıya çıktılar. Oruç Reis'in yattığı odanın kapısında iki nöbetçi daha duruyordu. Salih Reis, kapıyı itip içeriye girdi. Oruç Reis, gürültüyü duymu , yatağından doğrulmu tu: Ne haber?... Ne de çabuk i bitiriyorsunuz, dedi, tamam mı? Hazreti Muhammed, "Önce siz vurun" demi ti ya... Sansar Hüseyin, bu sözleri söylerken, ba ardıkları i ten sevinç duyduklarını da bildirmi oluyordu. 128 / Abdullah Z\ya Kozanoğlu Reis, kalkmı tı. Me in gömleği de arkasına takarak giyinmesini bitirdikten sonra sedire çıktı: Neler öğrendiniz, söyleyiniz bakalım? Hazreti Muhammed kimi vurmanızı emrediyor? Aldanmamı sınız, Reis! Vurulacak yeri siz de biliyordunuz. Bu cevap, "Evet, sizi öldüreceklerdi" anlamına da geliyordu. Reis, kar ısında hiç kımıldamadan duran arkada lanna baktı. Aynı zamanda sağ eliyle, kesik kolundan sarkan elbisesinin yenini düzeltti: Anlatınız öyleyse, dedi. Salih Reis anlattı: Konağın içine girip kapıdan gözetledik. Odada, Cezayir'de ağalık ve beylik edip halkı köle diye kullanan Berberi ağalarının hemen yarısı toplanmı tı. Ba kö ede sarın hakimi Salim Đbni Ömer vardı. Hepsi de bir halka gibi yere bağda kurmu lardı. Sansar ile ben... Salih, sözünün bu noktasında arkada ına baktı. "Görüyorsunuz ya artık onu Anriko diye çağırmıyoruz" demek istiyordu. Sonra devam etti: Evet, Sansar ile ben, söylenen lakırdılardan hiçbirini kaçırmadan dinlemeye koyulduk. Hepsi de Reis'imizi küçük dü ürmek için söylenen bu yersiz sözleri bir de bizden dinlemekle ne çıkar? Özü u ki... Salih sustu. Sıkıldığı anla ılıyordu. Biraz önce Oruç Reis ayağa kalkmı , odanın içinde bir a ağı bir yukarı gezinmeye ba lamı tı. Salih Reis'in sustuğunu görünce sordu: Neye sustun? Söyleyeceğim, Reis, söyleyeceğim. Evet, i in özü u ki, bunlar sizin enayi olduğunuzu... Oruç Reis kızacak diye bekliyorlardı. Fakat Reis güldü: Aferin, çok derin görü leri varmı ! Doğru, ben enayiyimdir.^ Aman, Reis nasıl olur? Bunca i leri ba aran siz denizlerin kahramanı, siz korsanların ahı, siz Avrupa'yı titreten kaptan... Türk Korsanları / 129 Her kahraman biraz enayidir, Salih! Đyi kestirmi ler. Sen sıkılma sonra daha neymi im?... Đ te, sözde size koltuk vermi ler, sözlerine kanıp gelmi , onları Đspanyollara kar ı korumu sunuz. Bu i iniz bitince hemen buradan gitmeli, bu sarayları, bu kaleleri, bu ehri ve Đspanyollardan alınan hazineleri onlara bırakmalıymı sınız. Bu halk, yalnız onlara hizmet edermi . Sebep? Babalarından onlara kalmı bjr hakmı bu... "Ölüm hak, miras helal" diyorlar. Eh, bana babamdan kuvvet ve cesaretten ba ka bir ey miras kalmadı. Çarpı ırız, kimin babasının sözü geçerse, Cezayir'e o sultan olur. Helal olan mirası ben alıyor, ölüm olan hakkı onlara bırakıyorum. Cumartesi günü burayı basacak, bizi gafil avlayıp hepimizi öldürecekler. Bu arada, yalnız sizin için on gönüllü ayırdılar. Oruç Reis, gezinmeyi bırakıp durdu. Sağ eliyle gene sol kolunun yenini düzeltti, dü ündü ve sordu: Peki, siz bunu i itince ne dü ündünüz, benim yerimde olsaydınız ne yapardınız? Tabii, enayiliği artık bırakacaksınız. Đki arkada , bu soru kar ısında, a kın a kın birbirlerine baktılar. Sessizliği önce Sansar bozdu: Hazreti Đsa'ya göre mi, Hazreti Muhammed'e göre mi, hüküm vereceğiz! Salih Reis, ka larını çattı: Hazreti Muhammed, öldürülmemek için, ilkin kendisi vururdu. Oruç Reis, iki arkada ının sözlerini dinledikten sonra: Đyi, dedi. Kararı siz verdiniz. Cezalarını görecekler öyleyse... Ben onlardan önce vuracağım. Heriflerin baskın yapacakları gün hazırlanır, hiçbir eyden haberimiz yokmu gibi gelmelerini bekleriz. Olmaz ey değil. 130 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Sansar mırıldandı: Aklıma bir ey geldi ama Reis! Bilmem, Hazreti Muhammed ne der? Söyle! Yarın cumadır. Evet! Bunların hepsi de camida cuma namazında toplanacaklar. Evet, sonra?.. Camiyi sarıp hepsini yakalarsak hem masum asker ve kulların kanı dökülmemi olur, hem hiçbiri kaçamaz. Asıl önden vurmak buna derler. Güzel dü üncen var. Aferin Sansar, gözüme girdin. Đ avlanmaya gelince, sansar gibi kafan i liyor. Yalnız, haber verin, leventler hazırlansınlar. Her cuma olduğu gibi camiye gitsinler. Namaz bitince ben i aret veririm. O zaman hep birden atılırlar, herifleri kıskıvrak bağlarlar. Bu i ten sonra adamları bir yoklarız. Öyle körü körüne yüzlerce Müslüman canına kıymak doğru değildir. Belki içlerinde bu i te günahı olmayanlar da vardır. Onları bağı larız. Cuma geldi. Vakit öğle oldu. Babadan kalma beyliklerini elden kaçırmamak için, kendilerini ve beyliklerini iki kere Đspanyolların elinden kurtaran Oruç gibi bir kahramanı öldürerek, sonunda memleketlerini, içindeki karde leriyle birlikte din dü manlarıyle payla mayı bile göze alan Berberi beyleri gelip toplandılar. Cami gittikçe kalabalıkla tı. Bu sırada leventler de sanki sofulukları tutmu gibi, teker teker içeriye geliyor beylerin aralarında birer iki er bağda kurup oturuyorlardı. Aynı zamanda, Salih Reis ile artık Müslüman olan Sansar Hüseyin de eyh Salih'i bir tesadüf eseriy mi gibi, aralarına alıp oturdular. Müezzin minareye çıktı. Ezan okumaya ba ladı. O dakikada, Oruç Reis, kapının önünde göründü. Yanında Aydın Reis ile birkaç levent vardı. Sakin bir halde geçip bir kö eye çömeldiler. Türk Korsanları / 131 Cezayir beyleri, ertesi gün yapacakları baskının rüyasına dala lar, güya çok seviyorlarmı gibi sırıtık bakı lanyle Türklere irin görünmeye çalı ıp duruyorlardı. Namaz ba ladı. Bir dırıltı çıkmadan tamamlandı. Fakat son rekat kılınıp sağa sola selâm verilir verilmez, Oruç Reis ayağa kalktı. Böyle bir yerde. Allah'ın evinde hiç duyulmamı sert ve yüksek bir sesle kısa bir buyruk verdi: Bağlayın u kerataları! Cezayirliler, çar ıdan geçerken, .Oruç Reis'i her zaman tatlı, sakin görmeye alı mı lardı. Fakat o, imdi birdenbire deği mi ti. Yüzünde yeni bir uğra a girmek üzere dü man kadırgalanna atladığı zamanki korkunç hal belirmi ti. Yerli beyler a ırdılar, sapsan kesildiler. Verilen buyruğu ilk kez yerine getiren Sansar Hüseyin oldu. Bir an içinde ba ındaki sarığı çıkarmı , bir ip gibi kullanarak Sa lim'in üzerine atılmı kımıldamasına bile meydan vermeden, herifi kıskıvrak bağlayıvermi ti. Oruç Reis'in ayağa kalkıp, sert bir duru la: "Bağlayın u kerataları!" buyruğunu vermesinin üzerinden ba dakika geçmemi ti ki, mimlenen beylerin en azılıları bağlanmı tı. Öbürleri de, kapıları önceden leventler tarafından tutulmu olan caminin içinde, yarım ay biçiminde bağda kuran Türk korsanları arasında sarılıp kalıvermi lerdi. Leventler, ellerinde yatağanları, ka ları çatık, bakı ları donuk, Reis'lerinin: Vurun! buyruğunu bekliyorlardı. Fakat Oruç Reis, bu buyruğu vermedi. Yava yava minbere çıktı. Ağır, oturaklı bir sesle: Ey müslümanlar! diye ba ladı. Bir Tanrı evi olan u kutsal yerde yapmı olduğumuz hareketten dolayı, önce Cenabıhakk'ın kudsiyet ve merhametine sığınırız. Biz bu olayların olmasını hiç istemedik. Fakat içinizde bulunan memleket sevgisinden uzak, din karde liğinden habersiz, tek amaçları hâlâ yoksul halkı ezmek olan bir topluluk, beni öldürmeye karar verdi. 132 / Abdulhh.Ziva Kozahoğlu uradan buradan, bu suçu çirkin gördüğünü belirtir, birkaç mı . rıltı i itildi. Fakat Reis'in gür sesi, hiçbir eyi dinlemeden devam ediyordu: Bana kar ı kurulan tuzakları nasıl duydum bilir misiniz? Her eyi gören iki arkada ım var. Yanılmayacak kadar açık görü lü, hiç kimseyi de iyi bilmeden suçlandırmayacak kadar dürüst, temiz vicdanlı iki arkada . Bazı hainler de arkada larımın kanı pahasına, kâfirleri buradan kovmamı isteyenler, yalvaranlar, yarın beni öldürmek istiyorlar. Benim, Türk korsanlarının kanı pahasına kazandığın! bu yurdun ba ına geçmek istiyorlar. Bu olayları öğrenen ve bana bildiren arkada larım burada... Kendilerini görmek ister misiniz? Bakınız! Baba Oruç, Salih ile Sansar'ı gösteriyordu. Bütün bakı lar iki arkada a döndü. Onlar utangaç iki okul çocuğu gibi, gözlerini önlerine dikmi ler, kıpırdamadan duruyorlardı. Ba ta eyh Salih ile Đbni Sarraç olmak üzere bütün hainler sapsarı kesildiler. Korkudan titriyorlardı. Oruç Reis, sözüne devam etti: Size, hepimizi gören ve yaptıklarımızı kendi terazisinde ölçen Cenabıhakk'ın huzurunda soruyorum: Bu iki arkada ım yalan mı söylüyorlar? Bu kadar insan arasından bir kabadayı çıkıp "hayır!" diyemedi. Caminin içinde bir çıt çıkmıyordu. Berberi eyhleri, ba larına geleceği dü ünerek, önlerine bakıyorlardı. Reis bir dakika hainleri süzdükten sonra, ba ını kaldırdı. Gürleyen bir sesle devam etti: Susan suçlanandır, derler. Öyleyse suçluların idam edileceklerini size bildiriyorum. Kapıları açınız! Önce Salih ile Hüseyin çıksınlar, sonra içeride bulunanlar çıkacak. Bunların arasında Salih ile Hüseyin'in gösterdikleri adamların kafalarını alın! Çünkü bu adamlar dün gece, bugün beni öldürmek için söz birliği eden alçaklardır. Đlk önce eyh Salim çıkarıldı; Salih Reis'in küçük bir i areti üzerine, iri vücutlu bir levent, üstüne atıldı, kafasından tuttu. Kıh cıyle bir vuru ta, bu sersem kafayı gövdesinden ayırdı. Bunu, öteki hainlerin teker teker cezalarını görmeleri izledi. Türk Korsanları / 133 ANRĐKO'NUN ĐKĐNCĐ VAFTĐZĐ Kardinal Eskicin'in büyük emekler harcayıp meydana getirdiği "Giriarmada"21 Amiral Don Diyego dö Verra'nın komutası altında ilerliyordu. Đspanyollar Oruç Reis denilen bir Türk korsanının ufacık bir tekneden yalnız bilgi ve cesaretine dayanarak kısa bir zamanda koca bir Cezayir sultanlığına yükselmesini çekemiyorlar, bu donanma ile korkunç korsanın nasıl olsa üstesinden geleceklerine inanıyorlardı. Gemi içinde herkes çok sevinçli idi. Büyük sava ın kazancını pe in kutluyor, erefine içiyor, zıplıyor oynuyorlardı. Donanma imdi, Berberiyye kıyılarını sancak yönüne almı ilerliyordu. 40 parça çektirmeleri, 140 parça perkendeleri vardı. Bu büyük filoda uğra ın bütün inceliğini bildiğini sanan zırhlara bürünmü on be bin Đspanyol eri bulunuyordu. Denizde bir sandal var! Bütün bu saydığımız gemilerden yüzlerce ba küpe telere ü ü tü. Denizde çalkana çalkana ilerleyen bir sandal gördüler. Đçindeki' adam elleriyle, kollarıyle kendilerine bir eyler anlatmak istiyordu. Đspanyollar birbirleriyle ağız akasına giri tiler: Bu kim olabilir?. Belki bir melâikedir. Bu sava ı nasıl kazanacağimızı görmek için sava yıldızı Merih'ten dü mü tür. Belki de kazaya uğramı bir Rodos övalyesi... Ne kazası canım?... Görmüyo» musunuz, deniz sütliman.. Kaç gündür fırtına gördün mü?... Ortada kavga artıkları da yok... Öyleyse bir forsa kaçkınıdır. Kaçtığı belli, ama denizde çok kalıp aklını da kaçırmamı sa... Bakalım hangi ulustan? Bu sırada sandal, kendisine gösterilen yoldan Amiral gemisine yana mı ve içinden saçı sakalına karı ık, paçavralara sarılmı bir adam çıkmı , doğruca Amiralin yanına götürülmü tü. 21 Gria armada = Büyük donanma. 134 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Don Diyego dö Verra, çevresini saran mağrur bakı lı övalyelerin ortasında bütün gösteri ve görkemiyle oturuyordu. Kar ısındaki adamın bir Hıristiyan olduğunu ilk bakı ta anladı: Nereden geliyorsun, Mesih'in kulu? diye sofdu. Bitkin yolcu gözlerini açarak, inler gibi bir sesle cevap verdi: Türk korsanı Barbaros'un forsasından senyör! Her ağızdan a kınlık ve alkı la karı ık bir ses çıktı. a ıp kalmı lardı. Çünkü bu adam, Barbaros'un forsasından kaçmı tı. Kim bilir ne uğra lar görmü , ne korkunç hikâyeler duymu tu? Amiral kar ısında duran adamı bir süre süzdükten sonra sordu: Ne zaman tutsak oldun? Oruç Barbaros, Papa Đkinci Julyus cenaplarının iki gale ru vayyalini vurduğu zaman ben de bu gemilerin içinde idim. Kitabımızın ba ında anlattığımız bu uğra tan sonra Oruç Reis Hıristiyan yurtlarında o kadar büyük bir ün kazanmı tı ki, olayı hatırlayan övalyeler yabancı yolcuya daha çok sokuldular. Demek o uğra ı ba tan sona kadar gördün? Evet, ba tan sonuna kadar... Bu i i bir insan ba aramaz. Bir kırlangıç, iki gale ruvayyale nasıl sancak indirtir? Bu, bir masala benziyor. eytanlığının, aynı zamanda korkmazlığı, gücü ve soğukkanlılığının yardımı ile korsan, bu i i ba ardı. Pöki, sen nasıl kaçtın? Yava yava bana inanmaya ba ladılar. Kendi limanlarından birine vardık mı, beni az çok ba ı bo bırakırlardı. Cezayir'e yerle tikleri zaman bundan yararlandım. Bir sandal buldum, atlayarak denize açıldım. Peki, imdi Barbaros ne haldedir? Cezayir'de bulunuyor. Yerli beyleri bir camiye kapatarak cezalandırdığı günden beri Cezayir'in, Tunus'un, Fas'ın sultanıdır. Kendi adına para bastırdı. Cami yaptırdı. Đsimsiz küçük bir korsan kısa zamanda nasıl bir sultan olur? Türk Korsanları / 135 Türklerde bilen, çalan, vuran kazanır. Hiç kimseye babasından bir ey kalmaz. Herkes ansında, değerinde varsa amacına kavu ur. Sultan olur, has olur, dervi olur, dilenci olur. Bunları da beceremezse kepaze olur, geberir gider. Senin adın ne? Anriko. Armadanın komutanı gözlerini açarak: Ha, diye mırıldandı. Aldanmıyorsam, Papa cenaplarının eski yaveri ve Đstanbul balyozu... Yabancı yolcu, tanınmı olmaktan sıkıldı Evet efendimiz diye kekeledi. Denizin ortasında küçük bir sandal içinde yalnız bulunan bu yolcu, Anriko, yeni adiyle Sansar Hüseyin'di. Amiral, Barbarossa'yı yakından görmek erefini kazanmı olan bu kahraman, balyoz eskisini yanına oturur. Bir sefer, bir amiralle denk sayılırdı. Anriko: Oruç Reis, dedi, donanmanızın tam iki gün sonra sabaha kar ı Cezayir'e varacağını bilmektedir. Bu hesaba göre hazırlandı. Đ lerini, erlerini düzeltti. Amiral, bu açıklamayı duyar duymaz korkunç bir küfür savurdu: eytan boynuzu kendi kursağını delsin! Đ te bu kötü... Biz onu uykuda bastıracak, bize casusluk eden Đbni Haldun'un askeriyle bizim askerimiz arasında eziverecektik. Anla ılıyor ki bu olmayacak. Fakat., küreklere asılarak Barbarossa'nın önüne bizi beklediği günden daha önce varsak... Ansızın suyunu çıkarsak... Anriko, bu yeni, kötü uğra planını (!?) kesinlikle beğenmedi. Aman senyör, siz bu Türkleri bilmiyorsunuz! Eğer bir gün sonra ba layacak uğra ı bekleyerek uyuduklarını sanıyorsanız aldanırsınız. Peki ne yapalım? Uyumuyorlar, bizi bekliyorlar diye vaz mı geçelim? 136 / Abdullah Ziya Kozanoğlu Bence, Cezayir'e bir gün önce varmak için uğra maktansa, birkaç gün geç varmak daha iyidir. O da neden sanki?... Daha iyi toplansınlar diye mi? Yok, efendimiz, yok... Sizi bekledikleri günde göremezlerse Türklerin hızları kırılır, hevesleri azalır. Belki de bu uğra tan vaz geçtiğinizi dü ünürler, eğlenceye dalarlar. Aldıkları haberin yanlı olduğunu sanırlar. Siz, Türkleri bilmezsiniz. Hiçbir ulus bir i e onlar gibi dört elle sarılıp ba layamaz. Fakat bir i in sonunu da görmediler mi onlar gibi hemen ba ka i e dümen kıran da bulunmaz. Casusları aldanmı sanırlar. Yani dire mezler mi? Kararsız mıdırlar? Tamam, efendimiz! Çok iyi buldunuz, kararsızdılar. Hemen bo anırlar. Kırk yıllık karılarını bile, canları sıkılınca, "bo ol!" der, ıp diye bo arlar. Bu sözler Amiralin ho una gitti. Kahkahayı bastı: Bak bu, doğru bir dü ünce... Bir iki gün geç kalmaktan bir ey çıkmaz. Hem dostumuz olan Berberiler de belki gecikmi lerdir. Böylece, Türklerin iki ate arasında kalmaları daha hesaplı bir güne rastlayacak. Katolik mezhebinde bo anmak olmadığına göre biz gev emeyiz. Anriko, Đspanyol donanması komutanının bu son dü üncesini pek beğendi: Evet, Amiral hazretleri, evet... Bu çok doğru bir dü üncedir. Geç gitmekle dostumuz Berberilerin uğra yerine yeti melerini de garantiye almı oluruz. Amiral, adamlarına döndü: Sen de bize anlat bakalım yahu, u Barbarossa denilen korsan nasıl adamdır? Bana kalırsa kendini beğenmi , kıyıcı, kan dökücü bir serseri olacak... Elbette efendimiz, elbette... Bir Avrupalı amiralde bulunan soyluluğun köyden yeti me bir Türk korsanında bulunacağını nasıl dü ünebilirsiniz? öyle bir gözünüzün önüne getirin. "Kıpkırmızı saçlar... Kavga gelip çattı mı, bu saçlar ve bıyıklar bir kirpi gibi diken Türk Korsanları / 137 diken olur... Đri bir gövde, her Türk komutanında olduğu gibi, bir pehlivan gövde ve gösteri i... Adamı tuttu mu, tek koluyle havaya kaldırıp yere çalan bir fil kuvveti... Sol kolunun kesik olmasına kar ılık, sağ eli yatağanından ayrılmaz. Öyle gözüpek, öyle atılgan ki, ilk atılı ın hep ondan geldiğini görürsünüz. Kendisine yeti mek, yenilmenin acısını tattırmak kimsenin harcı değil... Bir aslan, demeyeceğim, fakat bir kaplan nasıl koyun sürüsünün içine girer de tek di i bile kanamadan dı arıya çıkarsa, o da dü man gemileri arasına öyle dalar, en belâlı yerlere sokulur. Fakat sonunda kavgadan kılına bile ziyan gelmeden çıktığını görürsünüz. Onun için, denizde fırtına, kasırga, soğuk, aç kalmak olağan i lerdendir. Bütün bunları ho görür. Bir limanda iken bile bizim gemileri altüst eden fırtınalarda o, denizin ortasındadır. Dalgalardan dalgalara sıçrayarak avını arar, bulur, parçalar."22 Onun için üzerine atılmaktan korkulacak dü man dünyada yoktur. Amiral, ka larını çattı: Anriko! Kâfir serseriyi, kutsal bir Hıristiyan, bir Malta
<<