Türk Korsanları
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
A. Z. Kozanoğlu Türk Korsanları / 1 BĐRĐNCĐ KISIM KORSAN ORUÇ REĐS - Pruvada düşman var! Bir gök gürültüsünü andıran bu ses geminin içinde sanki bir fırtına kopardı. Yelkenler üzerinde bir rüzgâr esti. Güvertede, kasaraların üstünde, mizana ve tirenkete direklerinde sayısız korsan, kum deryaları gibi kaynaştı. Palabıyıklılar, kesik kollular, tahta bacaklılar, kelleleri kazınmışlar, tek gözlüler, tunç vücutlarında yaşlarından daha çok yara izi taşıyan genç leventler çabuk, fakat bir şaşkınlığa kapılmadan, yerlerine geçtiler. Geminin ön kasarasında, rüzgâr ve hülyalarla sarsılarak yedi telli sazı "lir"!1 göğsüne basıp bir duygu ve şaşkınlık kaynağı gibi kalbinden denize şelaleler döken Sinan Reis, denizle göğün öpüştüğü yerde yabancı bir geminin direklerini seçince, elindeki sazı, fırlatıp o korkunç narayı atmıştı. - Pruvada düşman var! Güvertede biriken korsanların arasında, gelen gemiyi seçeme-mekten doğan bir heyecan başlamıştı. - Allah bilir, gelen Sen Con (Saint-Jean) şövalyeleridir! - Onlar burada ne arar bre? - Yoksa Cenevizliler mi? 1 Lir, Midilli adasından çıktığı söylenen bir çeşit sazdır. 8 / Abdullah Ziya Kozanoğlu - Nereden geçiyoruz, babalık? Đki kalp beşliğe oynuyorum, Rodos hakimi ve Sen Con beyi Piyer de Busson'un korsanlan geliyor.2 Đçlerinden birisi, bu söz üzerine, uzun bir ıslık çaldı: - Çelebi'nin dediği doğru çıkarsa, iki kalp beşliği yanında ahrete götürecek, hadi hayırlısı... Bu gürültüler, bu şakalaşmalar arasında ortaya atılan en doğru söz bu oldu. Gelenler eğer Rodos şövalyeleri ise, genç gemici doğru söylemiş sayılırdı. Türklerin gemileri hem küçük, hem de içindekilerin sayısı azdı. Zaman geçtikçe mor denizin üstünde kocaman bir orman gibi büyüyen sayısız direklerden anlaşılıyor ki, yaklaşan donanmada en az sekiz on "galer" ve bir o kadar da "kadırga" vardı. Şimdi eller alınlarda, keskin bakışlar denizin gözleri kamaştıran sislerini delecek gibi süzüyor, yaklaşan düşman gemileri inceden inceye kontrol ediliyordu. Güverteden Kaptan Đlyas Reis'in sesi geminin içini inletti: - Alesta! "Rodoslu de Busson"un korsanlan geliyor! Kaptana çevrilen yüzler, küçük kardeşi Hızır'ı da Đlyas Reis'in yanında yalçın bir kaya, saldırmaya hazır bir aslan gibi taşkın ve yeleleri kabarmış olarak gördüler. Hızır, Barbaros Kardeşler adiyle denizlerde nam veren Eceova-lı bir sipahinin dört oğlunun en küçüğü idi. En büyüğü Oruç Reis namlı bir korsandı. Đshak Midilli adasında oturuyordu. Đlyas Reis: - Herkes yerine! dedi. Düşman pruvaya alınacak, orsa yaklaşacak. Sancakları indirin! Toplara bakın, atış sınırına girmeden kimse ateşlemesin! Ateş emrini ben vereceğim. Amiral gemisine dirise3 edeceğiz! Kaptanın emri bitince korsanlar, tırnaklarıyle palaların uçlarını tınlatıp keskinliğini denediler. Kimi uğraş kolay olsun diye gömleğini 2 O zamanlar Rodos adasını "Saint Jean" şövalyeleri ellerinde tutuyorlardı. Başlarına "Grand Maitre" derlerdi. Olayın geçtiği tarihte başlan Fransız "Pierre d'Aubusson de la Feuillade" idi. 3 Dirise etmek, bir gemiyi diğerine bindirmek. Türk Korsanlar; / 9 sıyırıyor, kimi sobrena, tirenkete, mizana direklerine tırmanıyor, birçoğu da dakikadan dakikaya yaklaşmakta olan kavganın coşkunluğundan doğan bir zevkle kahkahalarla gülüyor, birbirlerine Sen Jan şövalyelerine nasıl pala sallayacaklarını anlatmaktan hoşlanıyorlardı. Gemileri küçük, sayıları azdı. Gelen düşman tekneleri denizin üstünü kara bulut gibi kaplamıştı. Fakat Rodos şövalyelerinden kaçmak hiç kimsenin aklından geçmiyordu. Aslan gibi savaşacaklar, aslan gibi öleceklerdi. Hiçbir zaman yiğitlik şanına leke sürmeyeceklerdi. Hoş altlarındaki bu tekne, rüzgârı ardına almış olan bu donanma önünde kalamazdı da. Kaptan Đlyas Reis, düşmana karşı ölçülü bir yolla gidiyordu. Rodos şövalyelerinin gölgeleri seçilmeye başladı. Onların da sağa, sola koştukları görülüyordu. Đlk top Amiral gemisinden patladı. Fakat Reis'in gemisi Rodoslulan kendi top menziline almak için yavaş yavaş ve kurnazca ilerliyordu. Savaşın başladığı ilk anda bir aslan kükreyişi gibi patlayan Đlyas Reis'in emriyle Türk korsanları ilk topu savurdular. Gökyüzünü bir uzun duman bürüdü. Kara barutun havayı yırtan gümbürtülerine korsanların tekbir sesleri karışıyor, Türk denizcileri süzüle süzüle düşman gemisine yaklaşıyorlar, üzerine atılmak için sabırsızlanıyorlardı. Duman, ateş, kargaşalık arasında korkunç bir çatırdı işitildi. Đki gemi birden sarsıldı. Rampa!... Đlyas Reis, en önde, elinde parıltıları ölüm saçan palasıyle düşman gemisine atladı. Arkasından palabıyıklı koçyiğitler bir bir yet-tiler. Ok, kurşun vızıltıları, palaların birbirine çarpmasından çıkan vahşi ve yırtıcı uğultular, göğsü iman dolu kahramanların hançere-lerinden boşalan "Allah, Allah!" sesleri birbirine karışıyor, tüyler ürperten bu korkunç tablo içinde Rodos şövalyelerinin: - "Sen Jorj, Sen Jorj!" diye haykıran sesleri bir baykuş çığlığını andırıyordu. Türk korsanları bir, Rodoslular bin birdi. Đlyas Reis'in gemisinin çevresini sarmışlardı. Fakat Türk korsanları durmadan pala sallıyorlar, kol, bacak, kelle uçuruyorlardı. Bir Türk denizcisi devrilirken karşısındaki beş Rodosluyu da üstüne çekiyor, hep birden yere yuvarlanıyorlardı. Đlyas Reis, bir aralık, şimşek gibi kalkıp inen palasının kıvılcımları arasından çevresine bakındı. Yerler kan, kesik başlar, kopmuş 10 / Abdullah Ziya Kozanoğlu omuzlarla doluydu. Dört bir yanda korku ve şaşkınlıktan doğan geniş bir boşluk vardı. Kendi gemilerinin forsa ambarından kıç kasaraya doğru siyah koyu bir duman direk gibi yükseliyordu. Yanıyorlardı. Gemiler çatırdıyor, tahtalar boğuk sesler çıkararak ayrılıyordu. Kudurmuş bir kaplan gibi palasını sıyırdı. Olduğu yerde bir kere döndü. Şövalyelerin arasına daldı, fakat birdenbire irkildi. Arkasından iki küreğinin arasında keskin bir hışırtı ve soğuk bir demirin acılığını duydu, sarsıldı, elbisesi boydan boya yırtılmıştı. Canı yanarak arkasına döndü, fakat bu kez de arkasından zorlu bir topuz başına indi. Koca kahramanı dizlerinin üstüne yıktı. Ağzından, burnundan, iki küreği arasından oluk gibi kan akıyordu. Gözleri kararırken kulağını dolduran uğultular arasında dört bir yanını alan Rodoslulaıın kahkahalarla gülmekte olduklarını duydu. Ölmek bir şey değildi, fakat alaya alınmak gücüne gitti. Kalkmak, karşısında gülen edepsizin boğazına sarılmak istedi. Doğruldu, gücü yetmiyor, damarlarındaki kanın akışı ağırlaşıyor, kafasının içinde her şey siliniyordu. Đrkildi: - Allah!... diye bağırdı. Đlyas Reis'in ölüm titremeleri karşısında gülenler onun yerinden doğrulduğunu görünce korkularından gerilediler. Fakat koca korsan çok kan vermişti... Ölüyordu. Öleceğini, hem de bu kahpelerin kahkahaları ve sevinç sesleri kulaklarında çınlarken öleceğini anladı. Son bir gayretle haykırdı: - Hızır, yetiş! Rampa olan geminin kasarasından genç bir ses çınladı: - Geliyorum, ağam! Đlyas Reis artık son nefesini veriyordu. Bir kere daha titredi, sarsıldı. Ağzından, burnundan boşanan kan pıhtıları arasında katıldı kaldı. Fakat son bir kükreme ile: - Öcümü bu kahpelerde koma, Hızır! diye haykırabildi. Đlyas Reis'in son nefeste çağırdığı kardeşi Hızır, az ileride başka bir halkanın içinde sarılı, kükremiş bir aslan yavrusu gibi düşmanlarının üzerine atılıyordu. Dört yanını saran çemberi görünce delirmiş gibi sıçrayarak yanına atladı. Đlyas Reis'in üstüne kapardı Türk Korsanları /Đl ve aynı anda palasına sarılıp kardeşinin katillerinden öç almak kaygısıyle tekrar ayağa kalktı. Fakat bir anlık üzüntünün verdiği şaşkınlık içinde boş bulunmasından yararlanarak dört bir yandan çevrildiğini, kıskıvrak yakalanmış olduğunu gördü. - Bırakın, bırakın beni! diye bağırdı. Ağamın öcünü almaya bugün komazsanız, bir gün, çok daha amansız alacağım bu öcü, bırakın! Sipahizâde Yakup Bey'in oğlu, önce kahramanca dövüşüp kahramanca ölen Đlyas Reis'in; uzaklarda, ta uzak sularda doğuya, batıya nam salan Türk korsanlarının reisi Baba Oruç'un kardeşi Hızır, civa gibi delikanlı, kahpe Rodos şövalyelerine esir düşmüştü. Fakat bu cinayetin, bu tutukluluğun diyetini onlara ileride "Hızır Reis" yahut "Grand Senyör"ün Kaptan Paşası Barbaros Hay-reddin adı altında Avrupa'nın bütün Akdeniz kıyılarını baştan başa yakarak faiziyle ödetecek, bir daha hiçbir kavgada şehit olanlara acıyarak, kendinden geçip düşmanlarına aman vermeyecekti. HIZIR, ESĐR OLUP NĐCE ZAMAN CEZĐRE'DE KALDI 4 Dört duvarından pis sular, ıslak ölüm kokulan sızan bir zindanda Hızır, angaryadan dönüp de başını iki elinin içine alarak düşünmeye, kendi kendini dinlemeye başladığı zaman, içinde korkunç sesler işitiyor, gözünün önünden kanlı kavga olayları geçiyor, boğazına bir yumruk tıkanıyor, çıldıracak gibi oluyordu. Kardeşi Đlyas'ın öcünü alamamak onun beynini her gün bir kurt gibi kemiriyordu. Bu soğuk, loş, ıssız zindanda ne kadar kaldığını ölçemiyordu Günler, geceler bu ezici tutuklu yaşayışın acısını biraz daha çoğaltarak akıyor, günden güne bu acıyla Hızır'ın içindeki öç alma istekleri birleşip büyüyor, taşıyordu. O da büyük bir korsan olarak, Rodosluların gemilerini yakacaktı. Hızır, bu korkunç düşünceler ve kesin kararlar içinde, ateşle, fırtınalarla sarsılarak vakit geçirirken odasının kapısı açıldı. Dört 4 Tuhfetü'l-Kibar fî Esfârü'l-Bihar (Kâtip Çelebi). 12 / Abdullah Ziya Kozanoğlu yalınkılıç korsanla bir şövalye içeriye girdi. Gelip Hızır'ın kollarını yokladı, pazılarını ölçtü, eliyle göğsünü yumrukladı. Demir parmaklıklı küçük pencerenin önüne çekerek ışıkta yüzüne baktı, sonra arkasına dönerek korsanlara Lâtince: - iyidir, domuz gibi sağlam, bir şeyi yok, alın bunu da! diye emir verdi. Hızır, dışarıya çıkarılacağını anlamıştı. Hava, güneş, mavi gök altında geniş bir nefes alış, yüzünü göğe