TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİDİR TÜRKÇENİN MATEMATİĞİ HZ.ADEM TÜRKÇE Mİ KONUŞUYORDU? İNSANLIK ASYA'DAN MI YAYILDI?

Türkolog-Yazar: Fatih Mehmet Yiğit TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİDİR:

Türkçe Ural/Altay dil gurubunu oluşturan Dünyanın en eski ve en kadim Coğrafi yayılma itibari ile en geniş dilidir.Bununla birlikte Türkçe yapısı itibari ile matematiksel bir dildir.

Günümüzde Ural-Altay dil ailesi ile birlikte, bu dil ailesini Altay dilleri ve Ural dilleri olarak ikiye ayırılması da sıklıkla kabul görmektedir.

Bu ailenin Altay kolu Azerice, Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca'dır. Macarca, Fince ve Estonca ise bu ailenin Ural kolundandır. Korece ile Japonca'nın da Ural-Altay dil ailesine ait olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)

Günümüzde çoğu dil bilimci Ural ve Altay ailelerindeki benzerlikleri "tarihsel orijin" veya "yakınsama" ile sonuçlanmış karşılıklı etkileşim ile açıklamaktadır. Ural ve Altay dil aileleri arasında ünlü uyumu, sondan eklemelilik, cümlede özne-nesne-yüklem sıralaması ve dillerin dilbilgisel olarak cinsiyetsiz olması gibi güçlü yapısal benzerlikler vardır.

Ural Altay Dil Ailesi Bölümleri

Ural/Altay dil ailesi konuşanların sayısı 750 milyonu bulur. Ural kolunda (dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 50 milyon, Altay koluna (veya dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 700 milyonu bulur.

Ural Kolu

Ural dil ailesi üç ana gruptan oluşmaktadır. a. Fin/Ugor dilleri b.Samoyed dilleri c. Yukagir dilleri.

Ural Kolu dilleri üç ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar, Fin/Ugor dilleri, Samoyed dilleri ve Yukagir dilleri. Ural dilleri günümüzde yaklaşık 50 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.

1. Fin/Ugor dilleri

Fin/Ugor dilleri kendi arasında iki gruba ayrılır: a. Fin dilleri: Bu diller dört grupta incelenir. Yandaki alanda görülen haritada mavi alan bu grubun yayıldığı coğrafi alanı göstermektedir:

1. Perm dilleri: Komi, Komi-Permyak, Udmurt. 2. Finno/Volga dilleri: Mari, Erzya, Moksha, Merya, Muromian, Meshcherian. 3. Fin/Baltık dilleri: Fince (şive ve lehçeleri: Meänkieli, Kvencr ve Dış İngrî), Karelce, Lude, Olonets Karelce, Livonca, Veps, Võro, Votî ve Estonca. 4. Sami dilleri: Sami/Lâpon lehçelerinden oluşur. Bunlar: Güney Sami, , , , Kuzey Sami, Kainuu Sami, , , , , , . b. Ugor dilleri: Macarca, Hantıca, Mansice Bu dillerin yayıldığı coğrafi alan yeşil ile gösterilmiştir. 1.Samoyed Dilleri İki dilden oluşmaktadır: Kuzey Samoyedçe ve Güney Samoyedçe. Konuşulduğu alan yandaki haritada turuncu renkte gösterilmiştir. Kuzey Samoyedçenin lehçeleri; Enets, Nenets, Yurak, Nganasan, Tavgy/Tawgi, ve Yurats'tır. Güney Samoyedçe lehçeleri ise Kamasça/Kamas, Mator ve Selkup. 2.Yukagir Dilleri İki lehçeden oluşmaktadır. Kuzey Yukaghir ve Güney Yukaghir. Konuşulduğu alan pembe renkte yandaki haritada gösterilmiştir.

Altay dilleri Altay dil ailesi

Altay kolu dillerini konuşan insanların sayısı 700 milyonu bulur ve Ural dağlarının güneyinden Japon denizine kadarki bölgede konuşulur. Bu dil ailesi üç ana gruba ayrılır. Türk dilleri, Moğol dilleri ve Tunguz dilleri. Tartışmalı olmakla birlikte Japonca ve Korecede bu kola dahil edilir. Fakat son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, Japonca ve Korecenin bu gruba girdiğini göstermiş ve bu tartışmalı durum ortadan kalkmıştır.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)başta olmak üzere uzman dilcilerce teyid edilmiştir.

2008 yılında Washington Üniversitesi'nden Edward Vajda ve Alaska Yerli Dil Merkezinin yapmış olduğu akademik çalışmalar sonucu Athabascan-Eyak-Tlingit (Dene) dil gurubunun Ural-Altay/Türkçe Yenisey dili ile akraba olduğu aynı dil gurubundan olduğu tespit edilmiştir.Bu dil gurubu Kuzey Amerika'nın batıdaki güneyinden Meksika sınırına kadar uzanan Amerikan yerlilerinin en büyük dil ailesidir Türkçenin bir kolu olan bu dil gurubuna Denesey ya da Dene-Yenisey dilleride denmektedir. 1.Türk dilleri:

a. Bulgar grubu: Çuvaşça. b. Kıpçak grubu: Karaimce, Kumukça, Karaçayca, Balkarca, Kırım Tatarcası, Tatarca, Başkırtca, Nogayca, Karakalpakça, Kazakça, Kırgızca, Urumca, Mişerce, Barabaraca,Bereberece c. Oğuz grubu: Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagavuzca, Horasan Türkçesi, Kaşgayca, Aynullu, Salarca, Afşarca, Songori, d. Uygur grubu: Özbekçe, Uygurca, Yugurca, Aynuca, Tarançi,Ili Turki, Lop. e. Sibirya grubu: Yakutça, Dolganca, Tuvaca, Tofalarca, Hakasca, Altayca, Şorca, Çulimce, Fuyü Gırgıs. f. Argu grubu: Halaçça.Galaçça-Xalac 2.Moğol dilleri b. Moğol oluşur: Khalkha (Halha Moğolcası) Mongolian, Urdus, Oirat (Kalmyk), Darkhat, Buryat, Khamnigan Mongol, Dagur veya Daur, Monguor, Kangjia, Bonan, Dongxiang, Doğu Yugur (Shira Yugur), ve Moghol. 3.Tunguz dilleri c. Tunguz dilleri: Evenki (Tunguzca), Solon, Manegir, Nanai, Akani, Birar, Kile, Samagir, Orok, Ulch, Oroch, Udege, Mançuca ve Şibe dili. 4.Japon ve Kore dilleri

Japon dili ve Kore dilinin de Altay grubuna dahil olduğu da bilim çevrelerinde kabul görmektedir. Samuel Martin ve Miller'ın 1960'lardan sonraki çalışmaları sonucunda Japonca Altay dilleri arasında gösterilir.

Japon dilleri: Japonca, Amami, Okinawan, Miyako, Yaeyama, Yonaguni Kore dili. 5.Amerika Kıtası:Denesey ya da Dene-Yenisey dilleri

Ayrıca Prof. Dr. Günay Karaağaç Dünya dillerindeki Türkçe kökenli sözcüklerin 35-40 bin civarında olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bilimsel araştırmaya göre Türkçe:

Çinceye ………...... 307, Farsçaya ……...... 2545, Urducaya……...... 227, Arapçaya……...... 941, Rusçaya………...... 1500, Ukrayncaya …...... 747, Ermeniceye…….....4262, Macarcaya …...... 1500, Finceye………...... …118, Rumenceye…...... 1700, Bulgarcaya…...... 3500, Sırp-Hırvatçaya....8742, Çekçeye………...….248, İtalyancaya…….....146, Arnavutçaya….....3000, Yunancaya ……....3000, Almancaya…….....166, İngilizceye………...470 kelime vermiştir. TÜRKÇE MATEMATİKSEL DİLDİR

Türkçe yapısı bakımından sondan eklemeli ve sözcük türetmeli bir dildir. Temel özelliği kök sözcük bir veya birden fazla heceye sahip kelimelere çeşitli ekler getirilerek yeni kelimeler türetilmesidir. Bu ekleme esnasında köklerde herhangi bir değişiklik olmaz. Ayrıca ekler bazı dillerde kelimenin başına, bazı dillerde ise sonuna gelebilir. Türkçede meşhur “göz” örneği: göz, göz-lük, göz-lük-çü, göz-lük-çü-lük gibi.Yine Türkçe; az sözcük ile çok şey anlatabilen matematiksel bir dildir! Türkçe dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçede anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler.

Türkçenin bu yapısı ile ilgili Max Muller : "Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz. "Demiştir.

Türkçenin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0'dan 9'a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir. (Ahmet Okar)

Konu ile ilgili Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu ise şunları söylemektedir:

“Türk dilinin yapısı matematik. Dünya üzerinde böyle bir dil daha yok. Türkçe, matematik gibi bir dil. Bunu ben değil, Alman dilbilimciler söylüyor. Sanki birtakım matematikçiler oturmuşlar, şöyle matematiksel yapısı olan, kuralı düzgün bir dil icat edelim diyerek Türkçeyi bulmuşlar. Halbuki bu dil en az 10 bin senelik. Şimdi iddia ediyorum ki, eğer Türkçe bilim yapar, yanımıza da bilgisayar teknolojisinin inanılmaz imkanlarını alırsak, matematik gibi olan bu dille harikalar yaratırız” (Ortadoğu, 08.01.1995).

Belçikalı dil-bilimci Johan V. Walle 1983 yılında Türkçenin matematiksel olduğunu, her harfin karşılığı bir rakama tekabül ettiğini, BEN demek için 011, SEN demek için 010, O demek için 000 demenin kafi olacağını, ama Türkçe den başka hiç-bir dilde matematik olmadığını belirtmiştir.

Alman Dil Bilgini Friedrich Max Müller (1823-1900), 1854 yılında yayımlandığı kitabında, “Türkçenin bilimselliğini” vurgularken, “bu dili yaratan insan zekasına sonsuz hayranlık duyduğunu” belirtmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Yabancı kelimelerden arındığında Türkçe kadar kolay, rahat anlaşılan ve zevk verici pek az dil vardır.

Türkçenin başka dillerde olmayan birçok özelliği vardır. Bunlardan biri de Türkçenin çok zengin bir “devrik cümle” olanağına sahip olmasıdır. Cümlenin ögelerini cümle içinde istediğiniz yere koyabilirsiniz. Oluşan yeni cümle yine anlamlı olmaya devam edecektir. Üstelik cümle yeni anlamlar ve nüanslar kazanacaktır. Çok az dilde vardır bu esneklik. Örnek vermek gerekirse (Araştırmacı Sinan İPEK'in çalışması):

Son zamanlarda sık sık duyduğumuz bir cümleden seçilen örnek cümle kombinasyonu:

Gerçek İslam bu değil.

Normalde dört elemanlı bir kümenin 24 permütasyonu vardır. Bunların listesi aşağıda…

{a, b, c, d} | {a, b, d, c} | {a, c, b, d} | {a, c, d, b} | {a, d, b, c} | {a, d, c, b} | {b, a, c, d} | {b, a, d, c} | {b, c, a, d} | {b, c, d, a} | {b, d, a, c} | {b, d, c, a} | {c, a, b, d} | {c, a, d, b} | {c, b, a, d} | {c, b, d, a} | {c, d, a, b} | {c, d, b, a} | {d, a, b, c} | {d, a, c, b} | {d, b, a, c} | {d, b, c, a} | {d, c, a, b} | {d, c, b, a}

Şimdi bu cümleyi farklı permütasyonlarda yeniden yazalım, gereken yere virgülü de koyalım ve her defasında anlamlı bir cümle oluşup oluşmadığına bakalım. Ben bu cümle için tam olarak 23 tane anlamlı permütasyon oluşturabildim. (Virgülün de yardımıyla tabii.)

Şimdi her birini teker teker inceleyelim:

Gerçek İslam bu değil. Gerçek İslam değil bu. Gerçek bu, İslam değil. Gerçek bu değil, İslam. Gerçek değil, İslam bu. Gerçek değil bu, İslam. İslam gerçek, bu değil. İslam, gerçek değil bu. İslam bu, gerçek değil. İslam, bu değil gerçek. İslam değil, gerçek bu. İslam değil, bu gerçek. İslam değil bu, gerçek. Bu, gerçek İslam değil. Bu gerçek, İslam değil. Bu gerçek değil, İslam. Bu İslam gerçek değil. Bu İslam değil, gerçek. Bu değil gerçek İslam. Bu değil, İslam gerçek: Değil gerçek İslam bu: (Biraz fazla zorlama) Değil gerçek bu İslam: Anlamlı değil Değil İslam gerçek bu: Anlamlı değil Değil İslam bu gerçek: Anlamlı değil Değil bu gerçek İslam. (Biraz devrik ama yine de anlamlı) Değil bu İslam gerçek: (Fazla devrik ama anlamlı) Şansımızı fazla zorlamadan ve virgülün de yardımıyla 26 cümle oluşturduk ama bunlardan üçü anlamsız olduğundan (ya da kulağı tırmaladığından) onları çıkarırsak, tam 23 tane anlamlı cümleye ulaşıyoruz.

Yani dört sözcükle tam 23 anlamlı cümle yapabiliyoruz.

İşte Türkçenin olağanüstü, şaşırtıcı özelliklerinden biri daha.

HZ.ADEM TÜRKÇE Mİ KONUŞUYORDU? İNSANLIK ASYA'DAN MI YAYILDI?

Bu gün Evrim teorisi ilk insanın homo gurubu Atası olan maymunların 1.8 milyon yıl içerisinde evrimleşerek Anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıktığu ve modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuştuğunu iddia etmekte Evrim Teorisine göre bundan yaklaşık 1.8 milyon yıl önce dik duran Homo erectus türü ortaya çıkmıştır.Daha sonra Homo erectus M.Ö.200 bin -300 bin yıllarına geldiğinde Homo neanderthalensise evrilmiş son 50 bin yıldada evrimleşme sonucu bu günkü insanların Atası olan Homosapiensler dönemi başlamış bu tür günümüze değin İnsan olarak varlığını devam ettirmektedir. Daha önce Türklerin Atalarının Gökyüzünden geldiğini ifade etmiştik. Peki Homo Erectus ve Neanderthaller kimdir.İlk insan bunlarmı yoksa Homo sapiensler midir? Daha önceden bahsettiğimiz üzere Kambriyen patlaması olarak bilim tarafından kabul gören görüşe göre türler belirli zaman diliminde bir anda ortaya çıkmıştır.

Homo Erectus ve Neanderthaller değişik zaman dilimlerinde ortaya çıkan bu günkü insan olan Homo Sapienslerden farklı türlerdir. Aralarında evrimsel bir bağ yoktur. Ancak homosapienslerle Neanderthaller arasında temas olmuş Gökten gelen Bilge Homosapiensler Neanderthalleri eğitmiş ve onları medenileştirmiştir. Homosapiens dediğimiz bugünkü İnsanların Atası (Adem) Gökyüzünden yeryüzüne Asya'ya Türklerin anayurduna inmiş Ademoğulları yani Homosapiens Atalarımız Asyadan dünyaya yayılmıştır.Bu olaydan Türklerin en eski Destanı Uluhan Ata Bitiq ile Altay ve Yakut Türk Destanları bahsetmektedir.Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur. Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.

Atatürk'ün savuna geldiği ve ilmi çalışmalar yürütülen Güneş Dil teorisine göre tüm diller Türkçeden doğmuştur. Kanaatimizce bu doğru olup Adem Ata Türkçe dili konuşmaktaydı zira Avrupa dillerinden Amerika yerli dillerine kadar hemen hemen tüm dillerde ve en eski büyük medeniyet dillerinde Türkçe kök sözcükler bulunmaktadır. Nitekim Atatürk'ün Meksika ya büyükelçi olarak atadığı Tahsinmayatepek yaptığı araştırmada Amerikan yerlileri ile onların Ataları Maya ve Aztek uygarlıklarında çok sayıda Türkçe eş anlamlı sözcük tespit etmiş çalışmalarını rapor halinde Türk Dil Kurumuna sunmuştur.

Türk inanç sisteminde canlılık belirli türlerde, belirli zaman dilimlerinde, bir anda ortaya çıkmış (yoktan var OL(muş) daha sonra yeryüzünde hazırKIL(ınmıştır). Evrim teorisindeki gibi bir türden başka bir türe evrimsel geçişle ilgili Türklerde bir kavram bulunmamaktadır. Ancak bir türün kendi içerisinde tekamülü ile ilgili kavram olan "Türemek" kavramı dilimizle eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır.Hatta bazı Türkologlar Türk kelimesinin Türemek kelimesinden türetildiğini ifade etmektedirler. Eski Türk inanç sistemi kapsamında üste mavi gök altta yağız yer yaratıldığında kişioğlu olarak tabir edilen insanın yeryüzünde kılındığı insanın yeryüzünde yaratıldığına değil yeryüzünde hazır kılındığına işaret etmektedir. Gök-Türk yazıtlarında geçen Gök-Tanrı gibi gökte "olmak" tabiri İlk insanın Gökte yaratıldığına ve gökyüzünden yeryüzüne indirildiğine hazırKIL(ındığına), yeryüzündeki insanoğlunun Türeyerek çoğaldığına, işaret etmektedir. İslami kaynaklarda İlk insan olan Ademin karabalçıktan yaratıldığı eşi ile Cennetten yeryüzüne indiridiği Kuran'da bildirilmektedir. Türklerin inanç sistemi bu görüşle aynı paralelliktedir.(Altay ve Yakut Yaratılış Destanları ilk insanın topraktan ve Gökyüzünde Ol emri ile yaratıldığı yazmaktadır.Kaynak:Prof.Dr.Bahattin Ögel Türk Mitolojisi) Yapılan bilimsel araştırmalara göre insanın doğuştan sahip olduğu tek korku düşme korkusudur. Buda İnsanın gökten indirildiğinin kanıtlarından birisidir.

Gök-Tanrı inancındaki Türklerin diğer semavi dinlerdeki Tevrat,Zebur,İncil,Kuran gibi Kutsal kitapları mevcuttu Türkler kutsal kitaplarına "Bitik" demekteydi. En eski Türk Destanlarından olan Alıp Manas destanında Alıp Manaşın Bitik adlı kutsal kitabı okuduğundan ve bu kitapta geçmiş ve gelecekten haberler verildiği bildirilmektedir. Türklerin en eski destanlarından olan “Ulu Hân Ata Bitikci”de anlatılana göre; Hakk Te’âlâ Sıbın beldelerinin yukarı tarafında bir dağ yaratır, bu dağın adı “Ulu Kara Tağcı”dır. Öylesine yüksektir ki, etekleri karanlıklar içinde kalmıştır. Bu dağ yaratılmamış olsa, güneşin yakıcılığı nedeniyle yeryüzünde bitki, hayvan ve canlı nâmına hiçbir şey kalmayacaktır.

Bir gün çok şiddetli yağmurlar yağmaya başlar ve her taraf balçıklarla dolar. Bu balçıklar akarak, Ulu Kara Tağcı’nın üzerindeki yüksek bir mağarada toplanır. Bu mağaraya aşağıdan yukarıya doğru uzanan bir yoldan, ancak yedi günlük bir mesâfe aşılarak ulaşılır. Mağaranın türlü cevher ve incilerle süslü, kırmızı altından bir de kapısı vardır. Mağaranın içindeki kayalar yarıktır, yarıkların bâzıları âdetâ insanı anımsatır, akan çamurlar gelip bu insan şekline benzeyen yarıkları doldururlar. Uzun bir süre sonra çamurlar su ile olgunlaşıp karârını bulur, güneş Saratan burcuna gelir ve ışık saçar, yarıkların içine dolan balçıkları kurutur. Mağaranın içi tıpkı bir kadının rahmi gibidir. Kuruyan balçıkların üzerinde dokuz ay boyunca rüzgârlar eser ve ortaya çıkan insan şeklini kemâle erdirir. Böylece ateş, hava, toprak ve rüzgârdan ibâret olan dört unsur birleşerek bir insan sûreti ortaya çıkar, nihâyetinde canlanır ve hareket etmeye başlar. Onun adı Türk dilinde “Ulu Ay Atacı”dır.. Ulu Ay Atacı gökten indirilip suyu berrak ve tatlı, havası lâtif ve serin bir yere konar. Tanrı ona bir eş yaratmayı murâd edince bu kez mağarayı tekrar çamurla doldurur ve aynı şeyler gerçekleşir, güneş Sünbüle burcunda iken sıcağın harâretiyle balçıklar kıvâmını bulur, canlanır ve ortaya bu kez bir kadın çıkar. Ona Türkler “Ulu Ay Anacı” dedikleri gibi; ay gibi beyaz ve güzel yüzlü olduğu için “Ay-va” da derler. Ulu Ay Atacı, Ay-va ile birleşir ve yarısı erkek, yarısı dişi kırk tane çocukları olur. Bunlar çaprazlama eşleştirilirler ve Ulu Ay Atacı’nın sulbünden insan nesli çoğalmaya başlar. Sonunda Ulu Ay Atacı ile Ulu Ay Anacı’nın (Ay-va) ecelleri gelir, her ikisi de ölür ve çocukları tarafından Ulu Kara Tağcı üzerindeki mağaraya defnedilirler. Çocukları mağaranın önüne, onları anımsatan altından birer sûret yaptırır ve etrâfını çiçeklerle donatırlar, artık bütün Türkler kalabalık gruplar hâlinde gelip orayı ziyâret etmeye başlarlar.

Bu Türk Destanında açıkça İlk insan Hz.Adem Ulu Ay Atacı eşi Hz.Hava ise Ulu Ay Anacı olarak tanımlanmakta, topraktan yaratılıştan bahsetmekte ve bunların yeryüzüne indirildiğinden bahsedilmektedir. Türklerde Ulu kelimesi tıpkı Evren/Evran kelimesinde olduğu gibi Ejderha anlamına gelen "lu" kelimesinin bir türevidir. Yani Göksel bir tabirdir.

Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur. Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.

Uygurların Türeyiş destanında da Bögü Tekin ve kardeşleri Gökten yeryüzüne ağaca ışık düşmesiyle uzay gemisini andıran bir çadır içerisinde bulunarak Türklerce yetiştirilmiş ve Dünyaya hakim olmuşlardır.Burada ağaç 9 katlı gökyüzünü sembol eden hayat ağacı motifidir.Yani Böğü Tekin ve kardeşlerinin 9 katlı gökten geldiğini anlatmaktadır.Böğü Tekinin her dili konuşması, üstün yeteneklere sahip olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Atatürk'ün savuna geldiği ve ilmi çalışmalar yürütülen Güneş Dil teorisine göre tüm diller Türkçeden doğmuştur. Kanaatimizce bu doğru olup Adem Ata Türkçe dili konuşmaktaydı zira Avrupa dillerinden Amerika yerli dillerine kadar hemen hemen tüm dillerde ve en eski büyük medeniyet dillerinde Türkçe kök sözcükler bulunmaktadır. Nitekim Atatürk'ün Meksika ya büyükelçi olarak atadığı Tahsin Mayatepek yaptığı araştırmada Amerikan yerlileri ile onların Ataları Maya ve Aztek uygarlıklarında çok sayıda Türkçe eş anlamlı sözcük tespit etmiş çalışmalarını rapor halinde Türk Dil Kurumuna sunmuştur. Prof. Dr. Günay Karaağaç Dünya dillerindeki Türkçe kökenli sözcüklerin 35-40 bin civarında olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bilimsel araştırmaya göre Türkçe:

Çinceye ………...... 307, Farsçaya ……...... 2545, Urducaya……...... 227, Arapçaya……...... 941, Rusçaya………...... 1500, Ukrayncaya …...... 747, Ermeniceye…….....4262, Macarcaya …...... 1500, Finceye………...... …118, Rumenceye…...... 1700, Bulgarcaya…...... 3500, Sırp-Hırvatçaya....8742, Çekçeye………...….248, İtalyancaya…….....146, Arnavutçaya….....3000, Yunancaya ……....3000, Almancaya…….....166, İngilizceye………...470 kelime vermiştir.

Son zamanlarda, bir Letonyalı araştırmacı, filolog ve dilbilimci Galina Şuke'nin kitabı İngilizce ve Rusça "Letonyalılar Türk müydü?" yayınlandı.

Çalışmalarında, bilimsel veriler sağlayarak, araştırmacı Letonya dilindeki toprak ve su isimlerinin, insanların isimlerinin, gelenek ve göreneklerinin ve diğer pek çok nosyonun eski Türk dili ile aynı olduğunu kanıtlamıştır.

Galina, "Dilbilimi alanındaki son araştırmaların sonuçlarına dayanarak, tüm dünya halkının eski Türk dilini konuştuğu varsayılabilir. Bu, insanlığın ebeveynlerini tanımlamayı mümkün kılar ..."

Galina Shuke " Latvians, Were They Turks?" 2010

*Fatih Mehmet Yiğit

Konu ile ilgili ayrıntılı makalem: https://yazarfatihmehmetyigit.blogspot.com.tr/2018/03/gok-tanri-inancina-sahip-eski-turklerd e.html?m=1 Çin’de Bulunan Kafatası İnsan Kökenini Baştan Yazıyor

Bundan önce, Homo Sapiens kalıntıları için kabul edilen en eski tarihin Etiyopya’daki Omo Kibish alanında 195.000 ve yine Etiyopya’daki Herto’da 160.000 yıl öncesine dayandığı söylenmişti Türümüzün kökenlerinin tartışan çoğu insan Homo Sapiens’in yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika’ya dayanabileceğini öne sürer. Ancak, artan bulguların sayısı bu yaygın inanışta bir kusur olabileceğini öne sürer. Çin’den toplanan 260.000 kafatasının son analizi hikayeyi yeniden yazmaya yardım ediyor.

Bundan önce, Homo Sapiens kalıntıları için kabul edilen en eski tarihin Etiyopya’daki Omo Kibish alanında 195.000 ve yine Etiyopya’daki Herto’da 160.000 yıl öncesine dayandığı söylenmişti. Ancak yeni araştırma olayların çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Aslında farklı insan popülasyonları arasında genel olarak kabul edilenden daha fazla karışım olduğu ve insan atalarının 200.000 yıl öncesine kadar Avrupa’da yaşadıkları görülmüştür.

‘’Dali kafatası’’ 1978’de Çin’in Shaanxi eyaletinde bulunduğunda araştırmacılar, onun bir Homo Erectus’un çoğunlukla el değmemiş bir kafatası olduğuna inanmışlardır. Ancak American Journal of Physical Anthropology (Fiziksel Antropoloji Amerikan Dergisi) ‘deki bir yayın, günümüz Çin’indeki Buzul Çağı Homo Sapiens’inin bir örneği olduğunu öne süren daha güncel bir araştırma sunmuştur. Beijing’teki Chinese Academy of Sciences(Çin Bilim Akademisi)’dan Xinzhi Wu, bu fiziksel özelliklerin Homo Sapiens DNA’sını Homo Erectus’la en çok paylaşılanlar olduğunu ortaya koymuştur.

Texas A&M University (Teksas Tarım ve Mekanik Üniversitesi) araştırma yardımcı yazarı Sheela Athreya Mail Online’a şu sözleri aktardı:

‘’Bu şaşırtıcıydı çünkü Dali’nin sadece diğer Çin numunelerine özellikle de Homo Erectus’dan öncekiler ve Homo Sapiens’den sonrakilere benzer özellikler göstermesini beklemiştik. Ancak araştırma, hepsi ilk Homo Sapiens olarak sınıflandırılan Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz Bölgesi’nden bu fosillere daha çok benzer olmalarıyla sonuçlandı.’’

Özellikle güncel makalenin yazarları Dali kafatası hakkında şunları yazmışlardır:

‘’Dali kafatası Çin Homo sapiens kökeninde daha merkezi bir rol oynayan popülasyonu temsil ettiği görülüyor. […] Çin’deki Buzul Çağı popülasyonlarının belirli zamanlarda yerli menşeler içerisindeki izole edilmiş evrim değişimleri periyodu tarafından şekillendirildiğini ve yerli soylar arasındaki gen akışı ya da Doğu ve Batı Avrasya ve diğer zamanlarda Afrika, farklı zamanlarda farklı bölgelere farklı kapasitelerde yapılmış katkılarla sonuçlanmıştır.’’

Kafatasının Homo erectus’a ait olduğu ilk öngörüsü, büyük ölçüde kalıntıların çok eskiye dayanmasındandı. Ancak, Fas’da 300.000 yıldan 350.000 yıl öncesine dayanan diğer insan kalıntılarının güncel yayını, araştırmacıların Dali kafatasını yeniden incelemelerine sevk etmiştir.Newsweek’in belirttiğine göre, Dali kafatasının Homo eretus’dan ziyade Homo erectus’ta daha yaygın olduğu fikri onlarca yıllardır süregelmektedir, ancak ana akım bilim insanları tarafından sürekli imkansız olduğu için reddedilmektedir.

Ancak Dali kafatasının yeni analizi ve Fas’a özgü Homo sapiens kalıntıları sadece yaygın görüşten ziyade insan kökenleri üzerine daha geniş bir perspektiften bakmaya teşvik etme konusunda birbirini destekliyor. Texas A&M University’den Sheela Athreya’nın New Scientist’e şu sözleri aktarmıştır ‘’ Ben gen akışının çok yönlü olduğunu düşünüyorum, bu yüzden Avrupa ve Afrika’da görülen özelliklerin bazıları Asya’da meydana gelmiş olabilir.’’

İlk insan kalıntıları ve Fas’tan eserlerin incelenmesi aynı zamanda kalıntıların yeniden değerlendirilmesiydi. Ancient Origins’in daha önce belirttiği gibi bu keşif, türlerimizin kökenleri için Doğu Afrika’nın Büyük Rift Vadisi etrafındaki alanda genel araştırma yapmayı yeniden düşünmemiz gerektiğini öne sürer. Dali kafatası araştırma alanını daha da genişletiyor.

Fas’ın JebelIrhoud köyündeki keşiflerden bazıları: Soldaki, merkez önalandaki parçalı bir kafatasını gösteren görüntü (beyaz ok) ve merkez arka alandaki bir uyluk (sarı ok). Sağdaki ise alanın ek kazı sonrası görünüşü. Parçalı kafatası (beyaz ok) ve uyluğun (sarı ok) yanı sıra bir sağ diş dizisi parçası mevcut (kırmızı ok) Bunlar insan evrimi araştırmaları için heyecan verici zamanlar çünkü yeni analiz teknikleri, insan etkileşimleriyle ilgili daha fazla detay sağlayarak ve en eski atalarımızın olası göç güzergahlarını keşfederek kökenlerimizle ilgili alternatif hipotezlere kapılar açıyor. https://nereye.com.tr/amp/cinde-bulunan-kafatasi-insan-kokenini-bastan-yaziyor/ Yoksa “İnsanlık” Bu Dünya’da Doğmadı Mı? Uzmanlara göre, insanlar muhtemelen başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden, uzak geçmişte modern insanlara doğum yaparak melezlenmişlerdi.

Arkeologlar, eski Sümer kenti Kish’in olduğu eski günümüz Irak-Uhaymir’de, gezegenin en eski eski belgelerinden birini, M.Ö. 3500 yılına tarihlendiğine inanılan Kish tabletini buldular.

Sümer kral listesinde, Jushur’dan başlayarak tufandan sonra Keşe’nin kral olması için ilk şehrin Kish olduğunu belirtiyor.

Jushur’un halefine Kullassina-bel denir, ancak bu aslında Akkad’ta “Hepsi de efendim” anlamına gelen bir cümledir. Böylece, bazı bilim adamları, bunun bir süre Keşmede bir merkezi otoritenin yokluğunu belirtmek için tasarlanmış olabileceğini öne sürmüşlerdir.

Bu eski belgenin, Sümerlerin çiviyazili yazısından ve neredeyse yüz yıldır Mısır hiyeroglifinden önce geldiğine inanılıyor.

Düşünceleri yazılı bir dille ifade edebilme yeteneğinin geliştirilmesi, insanın hayvan krallığından farklılaşmasının ilk yollarından biridir.

Beş bin yıldan beri insanlar elektrik üretiyor, atomu bölüyor, bilgisayar geliştiriyor ve aya insan götürüyordu. Dünyadaki hiçbir başka tür bu eşsiz kazanımları bu kadar kısa bir sürede atfedemez. İlginçtir, dünyanın diğer türleriyle karşılaştırıldığında, ‘evrimimiz’ nispeten kısa nitelikte.

Kısa süreyle, büyük olasılıkla ilk hominidin Dünya’da yürümesinden bu yana birkaç milyon yıl geçti. Kesinlikle bu, tüm zamanların en büyük bilimsel sorularından biridir: Neden sadece bizim türümüz bu gerçekten gelişmiş teknolojik zeka düzeyinde ortaya çıktı?

Belli ki, Dünya üzerindeki gezegenlerden daha ileri bir şey yoktur.

Dünyada farklı ‘akıllı’ türler varken, hiçbiri bizim gibi teknolojiyi kullanmıyor.

İnsanlığın ormana dönmesini ve orada hayatta kalması için neler yapabileceğini bir saniyeliğine hayal et. Birçok uzman, çoğunun çok uzun süre ayakta kalamayacağını kabul ediyor.

Pek çok bilim adamı, insanların zekâlarına ek olarak çok çeşitli ortamlarda yer alamayacaklarına da inanırlar. Başka bir deyişle, gezegenimiz söz konusu olduğunda çok sınırlıyız.

Biyologlar, büyüleyici istihbaratımızın yanı sıra, insan fizyolojisi ile yeryüzündeki diğer hayvanların zıtlıklarını fark ettiler. Birçok bilim adamı, yeryüzündeki diğer türlere kıyasla insanların oldukça tuhaf olduğunu kabul etmektedir. Örneğin, doğduğunda bebek at neredeyse bağımsız yürüyebilir ve işlev görebilir, ancak bunu bir insan bebeği yapamaz, bu da bizi tamamen çaresiz yapar. Bir başka deyişle, nörolojik olarak yaşam için hazır olmadan önce doğarız.

Birçok araştırmacı, zekamıza eşlik eden birçok güvenlik açığı olduğuna katılıyor.

Yeryüzündeki insanlar nihayetinde iki uçlu hale geldi, bu da üstün uç noktalarımızı boşaltarak nesneleri manipüle etmemize, araç yaratmamıza ve daha pek çok şey yapmamıza izin verdi. Lomber ağrı, birçok uzmana göre türümüz hakkında bize çok şey anlatabilecek bir işaret. İlginçtir ki, dünyadaki diğer hayvanlarda bu problem yoktur. Sanki sadece insanlar bu problemlerden etkilenmiş gibi.

Peki tüm bunlar ne demek? Bir uzmana göre, bunun anlamı hep birlikte aradığımız uzaylıların “biz” olduğumuz anlamına geliyor.

Ellis Silver tarafından önerilen yeni bir teori, insanoğlunun dünyadaki diğer yaşam biçimlerinin yanısıra insanların gelişmediğini gösteren birkaç anlatım işareti bulunduğunu belirtiyor.

‘İnsanlar Dünya’dan değil: kanıtların bilimsel bir değerlendirmesi’ olarak adlandırılan kitap, temel olarak Dünya üzerindeki insanlığın evrimine karşı ve çoğunlukla buna karşı gelen teorilerin bir özgeçmişi. Kitapta önde gelen çevreci ve ekoloji uzmanı Dr. Ellis Silver, on üç önde gelen hipotezin değerlendirilmesini ve insanlığın Yeryüzünden Olmadığını öneren on yedi faktörden geçiyor.

İnsanoğlu, gezegende en gelişmiş tür, ancak şaşırtıcı derecede çevreye zararlı ve kötü donanımlı: güneş ışığı, doğal olarak oluşan gıdalardaki hoşnutsuzluk, gülünç derecede yüksek kronik hastalık oranları .

Peki nereden geldik? Dr. Ellis’e göre, Neandertaller büyük olasılıkla başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden uzak geçmişte, modern insanlara doğum yaparak melezleşmişti.

Ellis’e göre dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan Dünya’ya ait olmadığını hissetmektedir.

Dr. Ellis açıklıyor: “Bu, bana göre en azından insanlığın farklı bir gezegende evrimleşmiş olabileceğini ima ediyor ve burada oldukça gelişmiş bir tür olarak getirilmiş olabiliriz. Bunun bir sebebi … Dünya’nın bir hapishane gezegeni olabileceğidir, çünkü doğal olarak şiddet içeren bir tür gibi görünüyor ve biz kendimizi tutturana kadar buraya geldik. ”

Ellis, insanlığın o belirli yaşam türünün evrimleşmediğini, ancak başka yerlerde evrimleştiğini ve 60.000 ila 200.000 yıl önce Dünya’ya (tamamen evrimleşmiş Homo sapiens’in) nakledildiğine karar verdi.

Ayrıca, Robert Sepher’in de belirttiği gibi, modern DNA dizilimine göre, insanlığın bildiğimiz şekliyle yalnızca Afrika’da aynı atadan gelen tek bir ‘ırk’ değil, uzaktaki bir melezleştirilmiş tür olduğunu gösteriyor. Rh negatif kan tartışmasıyla ilgili birçok soru gündeme getirildi. İnsanlık, aslında, karşılıklı bir eski Afrika atasından evrimleştiyse, kuramlar herkesin kanının uyumlu olabileceğini ancak maalesef böyle olmadığını açıkladı. Bu, bilimin tek başına tam olarak cevap veremediği sayısız soruyu gündeme getirmektedir. Rh-negatif kan nereden geldi? Rh pozitif çocuklarını taşıyan bir Rh negatif annesi neden kendi yavrularını reddetmeye çalışıyor? Bunun tartışmalı bir teori ile açıklanması mümkün müdür? İnsanlığın aslında bir ırktan değil, melezleşmiş bir tür olduğunu ileri süren bir teori.

Robert Sepehr’in yazdığı, Amnesia’lı Cinsler : Yasaklı Tarihçe kitabında gizemli kan Rh-negatif hakkında bize daha fazla bilgi vermektedir. Amnezi’yle birlikte olan Türler, aslında insanlığın melezleşmiş bir tür olduğunu değil, aynı zamanda hibridleşmiş bir tür olduğunu yazar, önümüzde de dünyada, sadece büyük bir küresel felaketle yıkılmak için, gizemli bir şekilde geçmişten de anlaşılacağı üzere, son derece gelişmiş medeniyetlerin bulunduğunu ileri sürüyor.

İspanya ve Fransa’daki Bask halkı Rh negatif kan yüzdesinde en büyük paya sahiptir. Yaklaşık% 30’unda (rr) Rh negatif ve yaklaşık% 60’ı bir (r) negatif gen taşır.

“Uluslararası Doğa Konuşma Birliği (IUCN) tarafından tanınan 612 primat türü ve alttür vardır ve biri Rh negatif kan içermez”. – Robert Sepehr, Amnezi Olan Türler: Yasak Tarihimiz http://www.galaksiarsivi.com/yoksa-insanlik-bu-dunyada-dogmadi-mi/

Türk Irkının 40 Bin Yıllık Atası; DENİSOVA İNSANI Ön Türkler üzerinde bugüne değin elde edilen bulgular Türk/Turan tarihini birkaç yıl önceye kadar 16.000 Yıl öncesine kadar götürmekteydi. Ama Altay dağlarında yapılan kazı çalışmalarında keşfedilen DENİSOVA MAĞARASI’nda elde edilen bulgular sayesinde Türk Tarihini 40.000 yıl öncesine kadar indirgemek ve genişletmek teknik olarak gayet mümkün o l m u ş t u r . Türklerin bugün için en eski atası, altay dağlarında denisova mağarasında keşfedilen ve günümüzden 40.000 yıl önce evrimini tamamlamış olan bir hominid/hominidae türü. şüphe yoktur ki bu hominid türü turan ırkı’nın en büyük atasıdır… Bunu rahatça söyleyebiliyoruz, zira mö 5000’lere ışık tutan aynı Altay bölgesindeki afanasiyevo kültürü‘nde elde edilen bulgular ile Denisova mağarası bulguları fevkalade benzerlikler taşıyor.

Örneğin, Denisova mağarasındaki svastika çizimi ile Afanasiyevo Kültürü’nde elde edilen svastika tamgası birebir aynı…

Denisova mağarasında elde edilen en önemli bulgulardan biri de 50.000 yıllık at dnasıdır ki, bu dahi Denisova’da bulunanların Türkler ile bağlantısını kuvvetlendirecek önemli bir f a k t ö r d ü r . http://www.abroadintheyar…a-found-in-denisova-cave/ Denisova mağarası ve buradaki buluntuları ön plana çıkaran asıl keşif ise dünyanın en eski dna izi ile alakalı. Rus arkeologlar, Denisova mağarasında bulunan ve Denisova kızı’na ait olduğu saptanan 20 yaş dişinin 80 bin yıllık olduğunu açıkladıktan sonra 2008’de İspanya’nın kuzeyinde yapılan çalışmalarda elde edilen dna bulgusunda Denisova mağarasında bulunan dna örneği ile benzer ama bu kez 400.000 yıllık bir başka dna örneğinin tespit edilmesiyle, evrim teorisine dair, insanlığın evrimine dair bilinen silsile alt üst oldu.

İnsanlığın evrimi bilim çevrelerince ilk insanların atasının çıkış noktası Afrika olarak kabul ediliyordu, lakin gerek Denisova, gerek İspanya’da elde edilen bu dna bulguları insanların atasının çıkış noktasının Afrika değil, Altaylar-Sibirya olduğunu resmen belgelemiştir. http://www.allvoices.com/…ings-made-25000-years-ago Türk tarihi, Türk destanları yüzlerce yıldır aynı konuyu işliyor olmasına rağmen, bilim adamlarının elde ettiği bu son bulgu Türk tarihi, Ön Türkler ile ilgili şimdilik elimizdeki en önemli bulgudur. Bunu daha önce de söyledik. Özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından Orta Asya’da arkeolojik ve bilimsel çalışmalar yapmanın daha da kolaylaşması, Türk kültürünün derinliklerine inme açısından ve dolayısıyla insanlık tarihine dair önemli bulgular elde etme açısından hız kazandı. Orta Asya’daki arkeolojik alanlarında her geçen gün yeni bulgu ve belgeler ortaya çıkıyor. SSCB döneminde 5000 yıl ile sınırlanan Türk tarihi, SSCB’nin dağılmasından sonra önce 16.000 yıla, Denisovan Kültürünün ortaya çıkmasıyla da 40.000 yıla kadar çıkmıştır. Denisova Mağarasında elde edilen bulgular, Denisova Kültürü’nün bize gösterdikleri ve anlattıkları ATATÜRK’ün TARİH TEZİ’nin haklılığının belgesidir. https://tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2014/04/10/turk-irkinin-40-bin-yillik-atasi-denisov a - i n s a n i /

Tüm Dünya Dillerinin çıkış yeri Altay-Sibirya olarak belgelenmiştir. Denisova mağarası ve buradaki buluntuları ön plana çıkaran asıl keşif ise dünyanın en eski dna izi ile alakalı. Rus arkeologlar, Denisova mağarasında bulunan ve Denisova kızı’na ait olduğu saptanan 20 yaş dişinin 80 bin yıllık olduğunu açıkladıktan sonra 2008’de İspanya’nın kuzeyinde yapılan çalışmalarda elde edilen dna bulgusunda Denisova mağarasında bulunan dna örneği ile benzer ama bu kez 400.000 yıllık bir başka dna örneğinin tespit edilmesiyle, evrim teorisine dair, insanlığın evrimine dair bilinen silsile alt üst oldu. İnsanlığın evrimi bilim çevrelerince ilk insanların atasının çıkış noktası Afrika olarak kabul ediliyordu, lakin gerek Denisova, gerek İspanya’da elde edilen bu dna bulguları insanların atasının çıkış noktasının Afrika değil, Altaylar-Sibirya olduğunu resmen belgelemiştir. . Mağara döşeme katmanları, mağaranın 282.000 yıldır insanlar tarafından kullanıldığını göstermektedir. Bilim adamları, Denisovan'ın 170.000 yıl öncesine dayandığına inanıyor. . Bilezik 2008'de keşfedildi ve bilim adamları o zamandan beri Denisovalıları Ev sahipliği veya Neandertallere göre daha teknolojik olarak ilerlettiğini gösterdiğini öne sürdü. Bilim adamları, bilezik parçasının bir kısmında, günümüzde kullanılanlara benzer yüksek devirli bir matkapla yapılabilecek kadar hassas bir delik açıldığını keşfettiler. http://siberiantimes.com/science/casestudy/news/n0711-worlds-oldest-needle-found-in-siberia n-cave-that-stitches-together-human-history/

Uzmanlar tarafından gözden geçirilen yeni bilimsel kanıtlar, erken insanların becerileri ve karmaşıklığı hakkında yeni bilgiler veriyor.

Dünyada bilinen en eski taş bilezik olarak bilinen bu eser, eski Homo Sapiensler tarafından değil, soyu tükenmiş erken insan türü olan Denisovalılar tarafından yapılmıştı ve daha önce 40.000 ila 50.000 yıllık olduğuna inanılıyordu.

Bilezik, 2008 yılında Sibirya’nın Altay bölgesinde, dünyaca ünlü Denisovalı mağarası olarak bilinen Stratum 11’de bulundu. Yeni bulgular bileziğin 65.000 ila 70.000 yıllık olabileceğini gösterdi, yani eski insanların böyle olağanüstü objeler yapabilmeye yetenekli oldukları düşünülen zamandan uzun zaman ö n c e .

Novosibirsk Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nden araştırmacı Maksim Kozlikin’e göre uzmanlar, bileziğin yaşı hakkında olağanüstü sonuçlar elde ettiler.

“İlk sonuçlar, bileziğin 65.000 ila 70.000 yaşında olduğunu gösteriyor. Yani tahmin edilenden çok daha eski döneme tarihlendiriliyor.”

Bileziğin, sadece özel günlerde çok önemli bir kadının veya çocuğun taktığı düşünülüyor.

Bilim insanları, bu bileziğin tarih öncesi insan türlerinden Denisovalılar tarafından yapıldığı sonucuna vardı ve bu insanların düşünülenden çok daha gelişmiş olduğunu gösteriyor.

Enstitünün eski müdürü Profesör Anatoly Derevyanko, “Bilezik oldukça çarpıcı, güneş ışığında ışınlarını yansıtıyor.” diyor. “Bir günlük bir takı olarak kullanılma ihtimali düşük. Bu güzel ve çok kırılgan bileziğin sadece bazı istisnai anlar için takıldığına inanıyorum.”

Bilezik, Neandertallerden ve modern insanlardan genetik olarak ayrı bir insan türü olan homo altaiensis olarak da bilinen Denisovalıların yaşadığı Altay Dağlarındaki Denisova Mağarası’nın içinde bulundu.

Kloritten yapılmış olan bilezik, tarih öncesi insanlardan bazılarının kalıntılarıyla aynı tabakada bulundu ve bu yüzden onlara ait olduğu düşünülüyor.

Bu keşfi özellikle çarpıcı yapan şey, bu tür bir üretim teknolojisinin, Neolitik dönem gibi çok daha geç bir dönemde yaygın olması. Gerçekten de, Denisovaların bu bileziği, sahip oldukları yeteneklerle nasıl yapabildikleri henüz belli değil.

Dr Derevyanko, “2,7 cm genişliğinde ve 0,9 cm kalınlığında iki bilezik parçası bulundu. Buluntunun tahmini çapı 7 cm.” diyor.

(40.000 Yıllık Bilezik Denisovalıların Modern İnsandan Daha Gelişmiş Olduğunu Gösteriyor) Mikhail Shunkov, bu keşfin, günümüzde yok olmuş olmalarına rağmen Denisovalıların, Homo sapiens ve Neandertallerden daha gelişmiş olduğunu gösterdiğini belirtti.

Mağarada 2000 yılında bir genç bireye ait diş bulundu. Bileziğin bulunduğu 2008 yılında ise “X Kadını (X woman)” adı verilen çocuk bir Denisovalılaya ait bir parmak kemiği keşfedildi. Alanda yapılan incelemeler diğer buluntuların 125,000 yıl kadar eskiye gittiğini ortaya çıkardı.

Mağaranın yakınında klorit bulunamadı ve malzemenin zamanında ne kadar değerli olduğunu gösteren en az 200 km’lik bir mesafeden geldiği düşünülüyor.

Dr Derevyanko, kimi zaman çiziklerin zımparalanmış gibi görünse bile, görülebilen çizikler ve çarpmalar da dahil olmak üzere, bileziğin zarar gördüğünü söylüyor.

Uzmanlar ayrıca bilezik parçasının, onu daha güzel hale getirmek için başka süslemelere de sahip olduğuna inanıyor. http://arkeofili.com/denisovalilarin-yaptigi-bilezik-70-000-yillik-cikti/

Sibirya’da Denisovalılar tarafından yapılmış, 50.000 yıllık bilinen en eski iğne bulundu. Sansasyonel olarak nitelendirilen buluntu, Denisovalıların teknolojide tahmin edilenden çok daha ileri olduklarını gösteriyor.

Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.

Araştırmacılar, insanın kökenine dair önemli ipuçları içeren Altay Dağları’ndaki bir mağarada, iplik geçirmek için deliği de bulunan bir iğne buldu. Denisovalılar tarafından yaklaşık 50.000 yıl önce yapılmış olan iğne, günümüze kadar oldukça iyi korunabilmiş. İğnenin, henüz tanımlanamayan büyük bir kuş kemiğinden yapıldığı tahmin ediliyor.

Novosibirsk’teki Arkeoloji ve Etnografi Enstitüsü müdürü Prof. Mikhail Shunkov, söz konusu iğneyi sansasyonel olarak yorumluyor. Shunkov: “Kemikten yapılmış olan bu iğne bugüne kadar bulunan en eski iğne olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık 50.000 yaşında.”

Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.

Bulunan iğne, binlerce yıl önce yok olmuş olan Denisovalıların düşünülenden çok daha sofistike oldukları görüşüne destek çıkıyor. Kemik iğne, Denisovalılar tarafından kloritten yapılmış modern görünümlü takıdan yaklaşık 10.000 yıl daha önceye tarihleniyor.

Denisova Mağarası’ndaki kazıların başında yer alan Dr. Maksim Kozlikin: “7 santimetre 7 milimetre boyundaki bu iğne, Denisova Mağarası’nda bulunmuş en uzun iğne. Daha önce de burada iğneler bulmuştuk fakat çok daha geç döneme tarihleniyorlardı.”

Bu iğneden önce, Denisova Mağarası’nda bulunmuş buna benzer objeler yaklaşık 40.000 yıl öncesine tarihleniyordu. Arkeologlar yeni bulunan iğnenin, Denisovalı kalıntılarının çıktığı tabakada bulunduğunu söylüyor.

Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.

Denisova Mağarası, bugüne kadar Denisovalılar hakkında birçok bilgi sağladı. 2008 yılında, 41.000 yıl önce yaşadığı düşünülen bir kadına ait bir parmak kemiği de bulunmuştu. Parmak kemiği üzerine yapılan analizler, bunun Neandertallerden ve Homo sapiensten farklı bir tür olduğunu gösteriyordu. 2010 yılında analiz edilen bir azı dişi ise, yine bir Denisovalıya ait ç ı k m ı ş t ı .

Mağaranın içindeki katmanlar, buranın 282.000 yıl boyunca insanlar tarafından iskan edildiğini gösteriyor. İspanyollara göre uzaylılar Türkçe konuşuyor! İspanya Gizli Servisi CNI'nin 2003 yılında UFO'lar ve uzaylıları kapsayan 'çok gizli' raporunda yer alıyor. Raporda uzaylıların Türkçe'ye benzer bir dil konuşulduğu belirtilmiş... İspanyollara göre uzaylılar Türkçe benzeri bir dil konuşuyor. 2010 yılında yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır dünyayı UFO'lar aracılığıyla ziyaret eden uzaylılar, güneşten 4,3 ışık yılı uzaklıktaki Alpha Centuari gezegen sistemi kökenliler ve çevredeki gezegenleri kolonileştirmeleriyle biliniyorlar. Raporda, dünyayı ziyaret eden uzaylıların iki cins oldukları, bunlardan birincilerin insana çok yakın özellikler taşıdıkları belirtiliyor. Bu cinsin çok ileri teknolojiye sahip olduğunun vurgulandığı raporda, uzaylıların telaffuzu Türkçe'ye çok benzeyen bir dil kullandıkları kaydediliyor.

CNI'nın raporunun özellikle ABD istihbarat kaynaklarına dayandıralarak hazırlandığı bildiriliyor. https://www.google.com.tr/amp/www.hurriyet.com.tr/amp/kelebek/keyif/ispanyollara-gore-uz aylilar-turkce-konusuyor-28554247

Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısı bulundu

En eski insan fosilleri ve taş alet kalıntıları haritası

Bilim insanları Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısını buldu. Çin'de bulunan taş aletler, ilk insanlar veya onların yakın bir akrabası tarafından yaklaşık 2 milyon 120 bin yıl önce yapılmış. Afrika'da bulunan en eski insan fosili Etiyopya'da 2,8 milyon yıl önceye, en eski taş alet ise Kenya'da 3,3 milyon yıl önceye ait. Ülkenin kuzeyindeki Şangçen'de bir platoda bulunan taş aletlerin tamamında kullanımdan kaynaklanan izler var. Aletlerde kullanılan kuvars ve kuvarsit taşların kökeninin ise kazı alanının 10 kilometre güneyindeki Çinling Dağları olduğu tahmin ediliyor. Taşların hangi insan türü tarafından yapıldığı ise bilinmiyor. Çinli ve İngiliz bilim insanları tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonucunda elde edilen bilgiler Nature dergisinde de yayımlandı .

Neden önemli? İnsanlar tarihlerinin pek çok döneminde Afrika'dan çıktı. Bugün Afrika dışında yaşayan insanlar kökenlerini 60 bin yıl önceki çıkışa götürüyor.

Fakat ilk insanların da Avrasya'da yaşadığına dair kanıtlar ortaya çıktı. Bunlar, ilk olarak Gürcistan'ın Dmanisi bölgesindeki buluntularla başladı.

Çin'de bulunan kalıntılar ise Dmanisi'de bulunan insan kemikleriyle aletlerden 270 bin yıl daha eski.

Nature dergisine yazan ve araştırma ekibinden olmayan palaeoantropolog John Kappelman, "Doğu Afrika'dan 14 bin kilometre uzağa, Doğu Asya'ya gerçekleşen yürüyüş dramatik bir menzil artışı" ifadelerini kullandı.

Afrika geleneksel olarak "insan evriminin motoru" olarak görülüyor.

Fakat bazı bilim insanları Asya'ya daha fazla önem atfediyor. Bu araştırmayla birlikte bazı araştırmacılar Asya'daki insan tarihinin ne kadar geriye gittiği üzerine kafa yormaya başlayacak.

Afrika'dan ayrılığı ne tetikledi? İngiltere'deki Exeter Üniversitesi'nden ve Natura'da yayınlanan araştırmanın yazarlarından Prof. Robin Dennell, bu sorunun cevabına dair ipuçlarının Etiyopya'da olduğunu düşünüyor.

İlk insanlar keskin taşlar yapmayı 2,6 milyon yıl önce öğrendi. BBC'ye konuşan Prof. Dennell, "Aslanlar ve sırtlanlar gibi daha büyük ve güçlü yırtıcılar tarafından kovalanmazdan önce leşlerin üzerindeki etleri almak için basit ama etkili bir araç edindiler. Bu onlara yeni bir dünya açtı" diyor.

Araştırmacılar platoda 1,3 milyon ile 2,1 milyon yıl önce insanlar bulunduğuna dair kanıtlara u l a ş t ı Afrika dışında daha eski kanıtlar da bulunabilir mi? Atalarımız iki milyon yıl önce Çin'de yaşamışsa, Afrika'dan çıkış noktası olan Batı Asya'da daha erken kanıtlar bulunabilir.

Robin Dennell, bununla ilgili "Asya'daki ilk insanlara dair bulgular 2,5-2,6 milyon yıl geriye, insanların taş aletler geliştirdiği döneme kadar gidebilir" diyor ve ekliyor:

"Bu bulgu Asya'nın insan evirimi için kesinlikle çok önemli olduğunu gösteriyor.

"Artık Avrasya'daki insan evrimine dair Avrupa merkezli bakış açısının ötesine geçiyoruz: İnsan evriminde Asya'daki kanıtlar da Afrika ve Avrupa'daki kadar büyüleyici ve karmaşık."

Çin'de bulunan 80 kadar alet iklimin sıcak ve nemli olduğu bir dönemde fosilleşen topraktan çıktı. Diğer 16 aletin geliştirildiği dönemde ise iklim daha soğuk ve kuruymuş.

Araştırmacılar ilk insanların bu platoda 800 bin yıl yasadığını düşünüyor. Bu süreç iklimin değişebileceği kadar uzun bir zaman. Bu insanlar Endonezya'da bulunan 'Hobbit'in ataları olabilir mi? Endonezya'nın Flores Adaları'nda 12 bin yıl önceye kadar yaşayan "Hobbit" lakaplı Homo Floresiensis türü 1,1 metre boyundaydı.

Bazı bilim insanları Hobbit'in, uzunca bir süre Afrika'dan ayrılan ilk insan türü olarak kabul edilen Homo Erectus'un küçülmesiyle gerçekleştiğini düşünüyor. Bu senaryoya göre Homo Erectus Flores'e yüz binlerce yıl önce geldikten sonra izolasyon nedeniyle boyu küçüldü.

Diğer bilim insanları ise Hobbit'in anatomisinin Homo Erectus'a göre çok ilkel kaldığını, bu nedenle kökeninin Homo Erectus olamayacağını söylüyor. Onlara göre Hobbit, Australopithecine denen insansıdan türemişti. Diğer primatlara daha çok benzeyen ve daha erken dönemde yaşayan bu tür Afrika'da bulunmuş, fakat kıta dışında hiç görülmemişti.

Robin Dennell, "Çin'de bulunan taş aletleri yapanların ilkel insanlar olduğunu, onların da Australopithecinelerden çok da farklı olmadığını düşünüyorum" diyor ve ekliyor:

"Bu bulgu Homo Floresiensis'in atalarının ilkel bir Australopithecine olabileceği tezini destekliyor. Tabii ki bunun için iskelet kanıtına ve aynı zamanda açık fikirlere ihtiyaç var: Bilmediğimiz çok şey var ve Şangçen'de bulunan kanıtlar karmaşık bir yapbozun sadece bir p a r ç a s ı . " https://www.google.com.tr/amp/s/www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-44806930 Bilim İnsanları, İki Farklı Soyu Tükenmiş İnsan Türü Melezine Ait Olan Bir Kemik Buldu Yazan Tanya Djaziri Köksür

Bundan 50 bin yıl önce vefat eden bir kadın, o dönemde çok meşhur birisi olmayabilir. Ancak 2012 yılında Rusya’daki Denisova vadisinde bir mağarada ele geçirilen kemiği bugün onu meşhur birisi haline getiriyor. Bilim insanları kemik üzerinde yaptıkları çalışmalarda bir kadına ait olduğu saptanan kemiğin soyu tükenmiş iki farklı insan türünün bir melezi olduğunu tespit etti. Soyu tükenen iki farklı inan türünün çocuğu olan bu melezin annesi bir Neandertal ve babası bir Denisovalıydı. Antik insanların bu gizemli iki grubundan bir çift birlikte olarak bir melez dünyaya getirdi. Diğer antik genomlara dayanarak araştırmacılar, Denisovalılar ileNeandertallerin ve modern insanın buz devrinde Avrupa ve Asya’da bir arada olduğunu düşünüyor. Bu tarih sahnesinden silinmiş iki türün genleri günümüzde Avrupa ve Asya’da yaşayan birçok kişide bulunuyor. Sibirya’daki mağarada bulunan diğer fosiller, her üç türün de farklı zamanlarda yaşadığını göstermişti. Ancak bu yeni bulguyla birlikte iki yok olmuş türün direkt melezi olan bir fosil ele geçirildi. Antik DNA analizini yapan Almanya’nın Leipzig şehrindeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde paleogenetikçi olan VivianeSlon, sonuçları görünce ilk tepkisinin sonuçların güvenirliğinden şüphe etmesi, olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle o ve meslektaşları deneyi birçok kereler tekrarladı ve aynı sonuçlara ulaştı. Araştırma ekibi iki türün Rusya’da bir mağarada bir araya gelerek özgürce kaynaştığını ifade ediyor. Ele geçirilen kemiğin bir Denisovali ile bir Neandartalin ilk nesli olabileceği ifade ediliyor. Elde edilen örnek toz haline getirilerek DNA incelendiğinde kemiğin bir kadına ait, en az 13 yaşında olduğu ve eşit miktarda Denisova ile Neandartel geni taşıdığı ortaya çıktı. Dahası, kromozom çiftlerinin farklı varyantlar içerdiği genlerin oranı (heterozigotalleller olarak adlandırılır), tüm kromozomlarda% 50’ye yakındı, bu da maternal ve paternal kromozomların doğrudan farklı gruplardan geldiğini düşündürdü. Maternalmitokondriyal DNA’sı kalıtsal olarak Neanderthal idi.Bu yüzden araştırmacılar onun Denisovan ve Neandertallerin ilk nesil melezi olduğu sonucuna vardılar.

K a y n a k : http://www.sciencemag.org/news/2018/08/ancient-bone-belonged-child-two-extinct-human-s p e c i e s http://beyinsizler.net/bilim-insanlari-iki-farkli-soyu-tukenmis-insan-turu-melezine-ait-olan-bir - -kemik-buldu/

30.000 Yıllık Kardeşlerin Yüzü Yeniden Canlandırıldı Yazar: Erman Ertuğrul Tarih: 14 Ekim 2017

Rusya’daki Sungir arkeolojik alanında bulunan Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden, 30.000 yıl önce yaşamış iki kardeşin suratları yeniden canlandırıldı.

30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşamış, 10 yaşında bir kız ve 13 yaşındaki erkek çocuğun 3 boyutlu rekonstrüksiyonları. F: Visual Science

Kendi türünün ve bizden önce nesli tükenmiş olan tüm insan türlerinin evrimiyle ilgilenen herkes için, bu insanların fiziksel görünüşünü, özellikle de yüzlerinin neye benzediği bilmek ilgi çekici olabilir. Bilimsel olarak doğru ayrıntıları ve gerçek örneği kullanarak yaratılmış yeni bir sanal gerçeklik animasyonu, Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden bazılarının (bugünkü Rusya’daki Sungir’de yaşayanların) neye benzediğini gösteriyor. Homo sapiens, ortaya çıktığı yer olan Afrika’yı terk ederek dünyanın başka yerlerine göç ettiği sırada, Avrupa da dâhil olmak üzere bazı yerlerde, Neandertaller gibi başka insan türleriyle karşılaştı. Bununla birlikte, 32.000 ila 28.000 yıl öncesine tarihlenen Sungir’deki yerleşim, kesinlikte Homo sapiens tarafından iskan edildi ve Avrupa’daki modern atalarımızın en eski kayıtlarından biri haline geldi. Bölgede ortaya çıkarılanlar arasında, 1955 yılında keşfedilen ve kardeş olabilecek iki çocuğun çok iyi korunmuş kalıntıları yer alıyor. Yaklaşık 13 yaşında olduğu düşünülen erkek çocuğun ve kendisinden 2-3 yaş daha küçük olan kız çocuğun kafatasları, Rus görselleştirme stüdyosu Visual Science ve Rus Bilim Akademisi Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü tarafından yüzlerinin neye benzeyeceğini yeniden yaratmak için kullanıldı. İki kafatası önce lazerle tarandı ve yüksek çözünürlükte fotoğrafları çekildi. Daha sonra veriler bir 3 Boyutlu modelleme programı kullanılarak işlendi. Yazılım, Sovyet arkeologu ve antropolog Mikhail Gerasimov tarafından geliştirilen kafatası temelli yüz iyileştirme tekniklerine dayanıyor. Videoda kullanılan metodoloji daha ayrıntılı biçimde açıklanıyor. Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsünde fiziki antropoloji bölümünün başında olan Sergey Vasilyev yaptığı açıklamada bir miktar daha bilgi verdi. “Gerasimov’un kullandığı anatomik ve radyografik araştırma yöntemleri, sadece yüz profil hattı boyunca yumuşak dokuların kalınlığı için standartlar belirlemelerinin yanı sıra, kafatası yüzeyinde morfolojik gelişimine bağlı olarak yumuşak dokuların kalınlığının dağılımındaki kalıpları ortaya koymalarına izin verdi. Belli yüz unsurlarının yapısı, kafatasının morfolojik özelliklerine göre belirlendi. Gerasimov’un ekibi, burun ve kulakları iyileştirmek için teknikler geliştirdiler. Rekonstrüksiyonun orijinalliğinin derecesi, yaşam boyu portreleri mevcut olan modern insanların kafataslarını kullanan birtakım yüz rekonstrüksiyon projeleri tarafından belirlendi. Metodoloji ağırlıklı olarak adli materyal üzerinde test edildi.”

30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşayan 10 yaşında bir kızın neye benzediğini gösteren 3B yüz yeniden yapılandırma sürecini gösteren resimler. F: Visual Science Mevsimlik av kampı olabilecek Sungir arkeolojik alanında elde edilen bulgular arasında; giyim, mücevherat ve boncuğun yanısıra, çok sayıda kültürel ve günlük kullanıma ait eşyalar da vardı. Bu bulgular aynı zamanda, rekonstrüksiyonu yapılan çocukların giyimlerine dair tahminler yapılmasına olanak sağladı. (İskoçya’da Bulunan 3700 Yıllık Kadının Yüzü Canlandırıldı) Sungir halkı muhtemelen bugün yaşayan kuzey ve doğu Avrupalıların atasıydı. Bununla birlikte, günümüz insan yüz özelliklerinin sadece yaklaşık 10.000 yıl önce geliştiği göz önüne alındığında, bugün yaşayan insanlarla Paleolitik atalarımız arasındaki fiziksel benzerliklerin olmaması sürpriz değil.

A r k e o f i l i http://arkeofili.com/30-000-yillik-kardeslerin-yuzu-yeniden-canlandirildi/

150.000 Yıllık Baigong Boruları Teknolojik Açıdan İleri Bir Medeniyetin Kanıtı Mı?

Borularda bulunan malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Gizemli borularının yaklaşık 150.000 yaşında olduğuna inanılıyor. Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi v e r i l d i .

Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’ndeki Astronomi ve Astrofizik ve Ekstrenstanlar ve Yaşanabilir Dünyalar Merkezi’nden Jason T. Wright tarafından bu son araştırma “Prior Indigenous Technological Species” başlığıyla yayımlandı. Ya uzak geçmişte, yüzlerce binlerce – belki de milyonlarca yıl önce – gelişmiş bir teknolojik tür güneş sistemimizde bir yerde varolduysa? Belki de Dünya’da? İnsanın, Güneş Sistemi’nde ortaya çıkmış olan ilk veya tek teknolojik tür olmadığı düşüncesi çok eskidir. İkinci yüzyılda Samosata’nın CE Lucian eseri akıllı varlıklar üzerine olup Αληθῆ διηγήματα (Gerçek Tarih) Ay’da akıllı olmayan insan yaratıklardan bahsedilen bir eserdir ve Voltaire’in (1752) (aynı zamanda hicivsel olarak) Satürn’de akıllı varlıkları yazdığı (hicivsel olarak) Micromegas eseri bulunmaktadır. Elbette Marslı yaratıklar bilimkurgu filmlerinin klişesi haline gelmişti; ancak (1895) en ünlüsü Lowell olup aynı zamanda son dönemde(1998) Shklovski˘ı & Sagan gibi isimler etrafında bilimsel çevrelerde bu konu konuşulmaktaydı. Wright, birçok araştırmacının cesaret edemediği bazı çok önemli soruları sorar. Karmaşık bir yaşama ev sahipliği yaptığı biliniyorsa da herhangi bir türden önceki türlerin en belirgin kaynağı yine Dünya’dır. Arkeoloji ve paleontoloji, böyle bir önceki tür veya teknolojisine ilişkin kanıt bulamamışsa, var olabileceği zamana ve teknosignalarının ömrüne güçlü kısıtlamalar getirdi demektir. Ancak bu kanıtın elde edilmesi ne kadar sürecek? Ne yazık ki, günümüz dünyasında, dünyada keşfedildiği söylenen ‘sahte eserler ve yapılan sahtekarlıklar’ miktarı, uzmanların bu konudaki düşüncelerinin ve yazdıklarının anlaşılmasını zorlaştırıyor. Her ne kadar ortaya sürülen sahte eserler, onları ortaya atan kişilerin hayal ürünlerinden ibaret de olsa bu milyon dolarlık soruyu sormamıza neden olacak keşifler var: Ya gerçekse? Böyle bir keşif, Çin’de, Baigong Dağı’nın yakınlarında, Çin’in batısındaki Çinghay şehrinde, neredeyse tamamen yaşamın olmadığı bir bölgede yapıldı. Araştırmacılar, borulara ilaveten bir tuz gölü kıyısında piramidal bir yapı keşfettiklerini iddia ediyorlar. Bazı Baigong borularının Baigong Dağı’ndaki üç mağara ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bu mağaraların Baigong Dağı’nın ön yüzünde yer aldığı rapor edilmiştir. İki küçük mağaranın ağzı çökmüştür. Sadece 6 metrelik (18 fit) yüksek mağaraya girilebiliyor. Baigong Dağı’nın tepesiyle bir piramit arasındaki belirsiz benzeşme, spekülasyonun odağı o l m u ş t u r . İlginçtir, en büyük mağaranın içinde iki adet boru benzeri yapılar bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi 40 cm (16 inç) çapındadır. En büyük mağaranın yukarısındaki Baigong Dağı’ndan yaklaşık 10 ila 40 cm (4 ila 16 inç) çapında dikdörtgen boru benzeri yapılar bulunmaktadır. Gizemli boruların, dinozor fosilleri arayan bir grup bilim insanı tarafından keşfedildiği söyleniyordu. Bilim insanlarının, oluşumları Delingha’daki yerel makamlara bildirdikleri söyleniyor. Bununla birlikte, olasılıkla Ye Zhou tarafından hazırlanan altı raporun Haziran 2002’de Henan Dahe Bao’da (河南 大河报 ‘Henan Büyük Nehir Haberleri’) başlığıyla yer almasına kadar borular dikkat çekmedi. Boruların yaşı, termoluminesans tarihleme adlı bir teknik kullanılarak Pekin Enstitüsü Jeolojisi tarafından belirlendi. Termoluminesans kristalin bir mineralin güneş ışığına veya ısınmaya ne kadar maruz kaldığını belirleyen bir tekniktir. Boru tarihi: yaklaşık 150.000 yıl. Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi verildi. Testlere göre borulardaki malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Boruların bileşiminin geri kalan kısmı demir oksit, silikon dioksit ve kalsiyum oksit içerir. Silikon dioksit ve kalsiyum oksit, demir ile çevreleyen kumtaşı arasındaki uzun etkileşimin ardından araştırmacılara boru devrini sağlayan ürünlerdir. Çin Deprem İdaresi (CEA) üyesi olan Zheng Jiandong, yerel bir gazeteye gizemli tüplerin radyoaktif belirtiler gösterdiğini söyledi. Jiandong demir açısından zengin mağaranın, yeryüzünün derinliklerinden yükselmiş olabileceğine, tüpteki demir çatlaklarını katılaştıracağına inanıyor. Peki bu esrarengiz borular nedir? Yapılma amaçları neydi? Yapay yapıları mı yoksa doğal bir oluşum mu? Yapay iseler onları 150.000 yıl önce kim inşa etti? Araştırmacılar, bu bölgede yaşayan ilk insanların 30.000 yıl önce yaşadıklarını ve bu metalürjiden habersiz insanların yaşam biçimlerinin bu tarz yapılar ve binalar bırakacak bir yaşam biçimi olmadığını belirtiyorlar. Peki göçebeler ve antik insanlar bu boruları yapmadılarsa kim yaptı? Konvansiyonel arkeologlar ve akademisyenler bu yapıların doğal bir fenomen olduğunu düşündüklerini açıkladı; ancak Çin Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacılarından Yang Ji, piramidin ve garip borularının akıllı varlıklar tarafından inşa edilmiş olabileceğine inanıyor. Xinmin Weekly’de 2003’te yer alan bir makaleye göre, atomik emisyon spektroskopisini kullanan Çinli bilim insanları, Baigong Boruları’nda bitki kökenli organik madde içeriği buldu. Buna ek olarak haberde, bu kaya oluşumlarının kesitlerinde ağaç halkalarının bulunduğunu ve bunun sonucunda bunların fosil ağaçları veya ağaç kökleri olarak değerlendirildiği belirtilti. Bununla birlikte, “Baigong borularının” diğer pek çok yönü gibi, bu haber raporu ya herhangi bir bilimsel yayın ya da bu bulguları ayrıntılı olarak tartışan ve belgeleyen diğer güvenilir birincil ya da ikincil kaynaklar tarafından desteklenmemektedir. K a y n a k l a r : https://www.ancient-code.com/150000-year-old-baigong-pipes-evidence-technologically-adva nced-civilization/?utm_content=social-yr2tx&utm_medium=social&utm_source=SocialMedi a&utm_campaign=SocialPilot http://www.news.cn/ http://en.people.cn/200705/25/eng20070525_378028.html

Çeviren: Bünyamin TAN