Kirpinin Zarafeti, Fransa'da Büyük Ilgi Gördü, 1 Milyonu Aşkın Kopya Sattı Ve Birçok Edebiyat Ödülü Aldı
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
MURIEL BARBERY Muriel Barbery, 1969 yılında Kazablanka'da doğdu. Ecole normale superieur'den mezun olduktan sonra felsefe dalında doçent oldu. Saint-Lô Öğretmen Eğitim Enstitüsü'nde ders verdi. 2000 yılında yayınlanan ilk roma nı Une Gourmandise (Oburluk) on iki dile çevrildi. 2006 yılında yayınlanan ikinci romanı Kirpinin Zarafeti, Fransa'da büyük ilgi gördü, 1 milyonu aşkın kopya sattı ve birçok edebiyat ödülü aldı. 2008 yılında sanatçı rezidansı Villa Kujoyama'da çalışmaya hak kazandı. Halen eşiyle birlikte Kyoto'da yaşamak tadır. IŞIK ERGÜDEN 1960'da İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ndeki eğitiminin ardından Bo ğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Sosyolo ji, felsefe ve edebiyat alanında çok sayıda kitabın çevirisini yaptı. Ergüden'in ayrıca bir anlatı (Kurşunkalemle) ve bir deneme (Sessizliğin Anarşisi) kitabı bulunmaktadır. ÖZGÜN ADI L'elegance du herisson © Editions Gallimard, 2006 /Turkuvaz KitapçılıkYa yıncılıkA.Ş. (2008) Bu kitabın yayın haklan Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla alınmışhr. Her hakkı saklıdır. Tanıhm amaçlı kısa alınhlar dışında yaymanın yazılı izni olmadan hiçbir yolla çoğalhlamaz. Yayınevi: Barbaros Bulvan, No: 153, Cam Han, Kat: 8 34349 Beşiktaş / İstanbul Tel: 0212 354 30 00 Faks: 0212 288 50 67 www.turkuvazkitap.com.tr EDİTÖR Senem Tımuroğlu KAPAK Ayşe Nur Ataysoy GRAFİK Adem Şenel 1. BASIM Ekim 2008, İstanbul 2. BASIM Kasım 2008, İstanbul 3. BASIM Eylül 2010, İstanbul 4. BASIM Mayıs 2011, İstanbul GENEL YAYIN 179 EDEBİYAT90 lSBN 978-605-4069-22-4 BASILDICI YER Turkuvaz Matbaacılık Yay. A.Ş. (0216) 585 90 00 Turkuvaz Kitap bir TURKUVAZ MEDYA GRUBU kuruluşudur. Muriel Barbery KİRPİNİN ZARAFETİ Roman Çeviren Işık Ergüden Bu kitabı birlikte yazdığım Stephane'a Marx (Giriş) 1 Kim ki arzu eker ... "Marx dünya görüşümü tamamen değiştiriyor." Genellik le benimle tek kelime bile konuşmayan küçük Pallieres bu sabah bana bu açıklamada bulundu. Köklü bir sanayi hanedanlığının refah içindeki mirasçısı Antoine Pallieres, sekiz işverenimden birinin oğlu. Kötü alış kanlığı olmayan ve temiz hıklamalarla üreyen büyük ticaret burjuvazisinin son fırlatması. Keşfinden dolayı ışıl ışıldı yüzü. Farkında olmadan anlabyordu bana bunları, benim herhangi bir şey anlayabileceğimi hayal bile etmiyordu. Marx'ın eserinden emekçi yığınlar ne anlayabilir? Okuması güçtür, dil üst düzey, üslup incelikli, tez karmaşık. Az kaldı salak gibi kendimi ele verecektim. "Alman İdeolojisi'ni okumalısınız," diyorum ona, köknar yeşili gocuklu bu aptala. Marx'ı anlamak için, üstelik niçin haksız olduğunu anla mak için Alman İdeolojisi'ni okumak gerek. Yeni bir dünyaya yönelik bütün çağrıların inşa edileceği ve temel bir kesinliğin sabitleneceği antropolojik kaidedir o: Arzularını yitirmiş insanlar ihtiyaçlarıyla yetinmelidirler. Arzu hybris'inin* gem lendiği bir dünyada, mücadelelerden, baskılardan ve sağlığa zararlı hiyerarşilerden temizlenmiş yeni bir toplumsal örgüt lenme doğabilir. Sanki yalnızca kedim beni dinliyormuş gibi, "Kim ki arzu eker, baskı biçer," diye mınldanacaktım neredeyse. Ama embriyon halindeki iğrenç bıyığıyla kediye benzer hiçbir yanı olmayan Antoine Pallieres bana bakıyor, tuhaf İnsanlara çizili sınırın, ölçünün aşılması, haddini bilmezlik. (ed.n.) 9 sözlerim karşısında ne diyeceğini bilemez bir halde. Neyse ki kurtuluşumu, her zaman olduğu gibi insanların o minik zihinsel alışkanlıklarının çerçevesini havaya uçuran şeye inanmakta zorlanmasına borçluyum. Kapıcı dediğiniz Alman İdeolojisi'ni okumaz, dolayısıyla Feuerbach üzerine on birinci tezi söyleyemez. Üstelik, Marx okuyan bir kapıcının gözü ister istemez yıkıcılıktadır; CGT denen sendika şeytanına satılmıştır. Bu kapıcının kendi ruhunu yüceltmek için okuya bileceği hiçbir burjuvanın kafasından geçirmediği bir müna sebetsizliktir. "Annenize selamlarımı söyleyin," diye mırıldanıyorum kapıyı yüzüne kapatırken. İki cümle arasındaki tını farkının binlerce yıllık önyargılann gücüyle gizleneceğini umuyorum. 2 Sanatın mucizeleri Benim adım Rem�e. Elli dört yaşındayım. Yirmi yedi yıl dan beri Grenelle Sokağı 7 numaranın kapıcısıyım. İç avlusu ve bahçesi olan bir konut bu. Son derece lüks sekiz daireye bölünmüş, hepsinde oturuluyor, hepsi dev gibi. Ben dul bir kadınım. Ufak tefek, çirkin, tombul biriyim. Ayaklarımda nasırlar var. Kendi kendimi rahatsız ettiğim bazı sabahlara bakarsak, bir mamut gibi soluk alıp veriyorum. Eğitim gör medim. Kendimi bildim bileli yoksul, ölçülü ve önemsiz biri oldum. Kedimle birlikte yalnız yaşıyorum. Tembel, kocaman bir erkek kedi. Kayda değer özelliği kızdırıldığında patileri nin kötü kokmasıdır. Birbirimize benziyoruz; ikimiz de kendi hemcinslerimizin arasına katılmak için pek bir çaba sarf etmeyiz. Daima nazik olsam da ender olarak sevimlilik gös terdiğimden beni sevmezler, ama yine de bana hoşgörü gös terirler; çünkü ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyo- 10 rum: Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı döndüren sayısız çarktan biriyim. Üstelik kapıcıların yaşlı, çirkin ve huysuz oldukları bir yerlerde yazılı olduğundan, aynı salak gökkub benin alınlığına ateş rengi harflerle söz konusu kapıcıların tığ işi kılıflar içindeki minderler üzerinde bütün gün uyuklayan maymun iştahlı kocaman kedileri olduğu da kazılıdır. Yine aynı bölümde, kapıcıların kocaman kedileri uyuklar ken hiç durmadan televizyon seyrettikleri, bina girişinin de sebzeli sığır haşlaması, lahana çorbası ya da etli kuru fasulye kokması gerektiği söylenir. Benimse çok lüks bir konutta kapıcı olmak gibi görülmedik bir şansım var. Bu iğrenç yemekleri yapmak zorunda kalmak benim için öylesine aşa ğılayıcıydı ki ortak yaşamdan bu plebçe izleri kovmayı hedefleyen nazik ama sert karısının yetkilendirdiği birinci kattaki danıştay üyesi Bay De Broglie'nin müdahalesi benim içimi iyice rahatlattıysa da mecburen uyuyormuşum gibi yaparak kendi gerçeğimi elimden geldiğince gizledim. Bu, yirmi yedi yıl önceydi. O zamandan beri her gün kasa ba gidip bir dilim jambon ya da dana ciğeri satın alıp, filem deki makarnalarla havuçların arasına sıkıştırıyorum. Yoksul lara özgü bu erzakı kibarca sergiliyorum. Kokmuyor olmak gibi değerli bir özelliğe sahip olmaları onları güzelleştiriyor; çünkü ben hem genel geçer klişeyi hem de kedim Lev'i besle mek amacıyla zenginlerin evinde yaşayan bir yoksulum. Aslında benim yazgım olması gereken bu yemekler sayesinde yağ bağlayan Lev, şarküteri ürünlerini ve tereyağlı makarnayı da gürültüyle tıkınırken, ben koku alma düzeninde bozukluk lara yol açmadan ve gerçek yemek eğilimlerim konusunda kimseyi kuşkulandırmadan açlığımı giderebilirim. İşin daha çetrefilli kısmı televizyon sorunuydu. Rahmetli kocamın sağlığında bu konuda kendimi geliştirmiştim; çün kü televizyon seyretmekteki ısrarı beni işin can sıkıcı kısmın dan kurtarıyordu. Apartmanın girişinde aletin gürültüleri işitiliyordu ve bu da toplumsal hiyerarşiler oyununu sürdür- 11 meye yetiyordu. Lucien vefat edince zevahiri nasıl kurtaraca ğım diye kafa patlatmak zorunda kaldım. Sağlığında beni haksız yükümlülükten kurtarmıştı; öldüğünde ise beni baş kalarının kuşkularına karşı siper oluşturan kültürsüzlüğün den yoksun bırakmıştı. Bir düğmesiz mekanizma sayesinde çözümü buldum. Kızılötesi mekanizmaya bağlı bir çan sistemi, apartmana kimin girip kimin çıktığını bana bildiriyordu. Apartmanın girişine gelenlerin, ben onlardan çok uzaktayken bile kim olduklarını anlayabilmem için basmaları gereken düğmelere artık hiç gerek kalmamıştı. Bu sırada ben en dip odada olu yordum. Boş vakitlerimin en büyük bölümünü burada geçi riyor ve kapıcı olmamın bana dayattığı gürültü ve kokular dan korunarak dilediğimce yaşarken, kim giriyor, kim çıkı yor, yanında kim var, saat kaç gibi her nöbetçinin bilmesi gereken hayati bilgilerden de asla yoksun kalmıyordum. Böylece apartman girişinden geçen kat sakinleri de işittik leri boğuk seslerden bir televizyonun açık olduğunu anlıyor lar ve hayal güçleri yeterince gelişkin olmadığından alıcının önüne yan gelip uzanmış bir kapıcı kadın imgesi oluşuyordu kafalarında. Bense inime kapanmış, hiçbir şey işitmez ama birinin geçtiğini bilirdim. Bunun üzerine, yan odadan, merdi venlerin karşısına dek düşen gözpencereden, beyaz muslinin arkasına gizlenerek geçenin kimliğini gizlice araştırırdım. Sonra video kasetlerin oraya çıkışı, çok sonraları da DVD'nin tanrı gibi gelişi, durumu beni mutlu edecek yönde daha kökten değiştirdi. Bir kapıcının Venedik'te Ölüm karşı sında keyiflenmesine ve kapıcı odasından dışarıya Mahler'in sızmasına pek sık rastlanmadığından, güç bela biriktirdiği miz evlilik tasarrufunun bir bölümünü kullanarak yeni bir cihaz edinip gizli yerime yerleştirdim. Kapıcı odasındaki televizyon avaz avaz böğürürken ve ben de yumuşakçaların beyinlerine uygun o saçmalıkları işitmezken, yasadışılığımın güvencesi altında sanatın mucizeleri karşısında gözlerim yaşla dolarak kendimden geçiyordum. 12 Derin düşünce no: 1 Yıldızların peşine Düşenin sonu Kavanozdaki kırmızı balık olmaktır Belli ki yetişkinler zaman zaman durup yaşamlarının nasıl bir facia olduğunu düşünüyorlar. Ama o zaman da bir şey anlamadan sızlanıp duruyorlar ve hep aynı cama çarpan sinekler gibi, çırpını yor, ıstırap çekiyor, yıkılıyor, çöküyorlar ve kendilerini gitmek iste medikleri yere sürükleyen olaylar zinciri üzerine düşünüyorlar. Hatta içlerinden en zekileri bu sorgulamayı bir din haline bile getirirler: Ah şu burjuva yaşamının lanet olası değersizliği! Bu türün içerisinde, babalarının sofrasında yemek yerken, "Gençlik