Gurur Ve Önyargı
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
Gurur ve Önyargı Jane Austen İngilizce aslından çeviren: Hamdi Koç Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Genel Yayın: 925 Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet dâvamız için müessir bellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemiyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleri ile beş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüpanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamıyacaktır. 23 Haziran 1941 Maarif Vekili Hasan Ali Yücel Sunuş Elinizde tam iki yüz yıllık bir büyü tutuyorsunuz. Bu kadar eski olduğu halde bugün hala bu kadar popüler olan başka bir roman bilmiyorum. Gurur ve Önyargı'dan daha önce ya da daha sonra yazılmış ve ondan besbelli daha sarsıcı ya da yenilikçi olan ya da başlıbaşına simge haline gelmiş başka büyük klasikler var elbette, mesela Mobydick, Tristram Shandy, Don Quixote, Robinson Crusoe, Madam Bovary, ama hiçbiri Gurur ve Önyargı'nın bugünün okurunun kalbinde edindiği yeri edinemedi. Bütün klasikler bir yana, Gurur ve Önyargı bir yana. Tuhaf, ama öyle. Tuhaflığı, biraz, bunun baştan beri zor açıklanır bir durum olmasından, biraz da romanın çok doğal bir biçimde hayatımızın bir parçası olmuş ve öyle kalmış olmasından geliyor. O kadar ki İngilizce konuşulan ülkelerde Jane Austen birçok okur için bizim Jane'dir, evden, aileden biridir. Zaten anlattığı da o evin, ailenin hayatından ya da o hayatın yakınından bir bölümdür. Jane Austen'ın roman tarihinin ilk büyük (ve sahici) kültü olduğunu en baştan söyleyebiliriz. İngiltere'de bugün çok ciddi bir Jane Austen turizmi var, acentalar, turlar, rehberler, hediyelik eşyalar filan. 'O' uzun süredir bir karakter olarak da önemli. Jane Austen'ın hayatı hakkında fazla bir bilgimiz yok. Hayatını evinde geçirdi; mektupları ve bir iki tanıklık dışında birinci elden pek az belge var. Arkasında cevabı olmayan çokça soru kalmış. Mesela hangi hastalıktan öldüğünü bilmiyoruz. Addison's Disease denen ve bugün yüz binde dört kişide görülen bir tür salgı bezi hastalığından öldüğü şeklinde bir tahmin var. Zaten çok genç ölmüş, 42 yaşında (1775-1817), ki devir yazarların genç ölmekle ünlü oldukları bir devir değil, Defoe'nun 71, Richardson'ın 72, daha sonra Eliot'ın 61 sene yaşadığını düşünürsek. Gözlerden uzak, bir kır evinde, evlenmeden, hatta besbelli aşkın tatlarını bile tanıyamadan geçirilen kapalı hayat, genç yaşta ölüm, o ölümün ardından kalan hanım hanımcık bir iki portre ve bütün muhtemel depresif görüntüsüne rağmen o hayattan çıkarılan mizah, zeka ve sevecenlik dolu romanlar –hem de tüm sadeliklerine rağmen, daha gösterişli birçok romandan daha uzun yaşayan, daha çok insanı etkileyen romanlar. Austen kült olmayı elbette hakediyordu. Bu kült olma hali üzerinde maksatlı olarak duruyorum. Çünkü bu aynı sebepten, Austen çatıkkaşlı edebiyat çevrelerinde sık sık kayıtsız kalınan, biraz hafife alınan, çokça da ihmal edilen, hesapta genç kızların sevgisine terkedilen bir yazar olmuştur. Bilhassa, kendileri hayatta bir şey ortaya koyamayıp da beğenmeme yoluyla itibar kazanmaya eğilimli ya da toplumsallık takıntılı eleştirmenler tarafından. Ama şunu söylemeliyim ve rahatça söyleyebilirim: bir yazarın değerini en iyi bir başka yazar anlar ve anlatır. Jane Austen için de böyle oldu. Austen yirminci yüzyılda akademik edebiyat dünyasında kendi gerçek eleştirmenlerini buluncaya kadar önemli tarihsel değerlendirmelerini hep meslekdaşlarından aldı: önce Trollope, ki az buz bir adam değildir, onun Shakespeare ayarında bir yazar olduğunu söyledi, sonra hem yazar hem de edebiyat düşünürü olarak Virginia Woolf ve E. M. Forster Austen'a hakkını teslim ettiler. Forster üslubunun inceliklerini örnek gösterdi; Woolf ise Austen'ın "tüm büyük yazarlar içinde büyüklüğü en zor yakalanacak yazar" olduğunu söyledi. Woolf'un tarifi Austen'la ilgili 'anahtar' gerçeği ifade etmesi bakımından hepsinden önemli: o da yukarıda sözünü ettiğim 'büyü'. Austen sözkonusu olunca gerçeği büyü ile açıklamak zorunda kalıyoruz. Bu büyü Austen'ı dayanılmaz ölçüde çekici, o ölçüde taklit edilemez yapan, aynı zamanda tarif edilmesini, sınıflandırılmasını da imkansız kılan 'okuma tadı'dır ve Austen'ı bugün hala bir edebiyat esrarı olarak yaşatmaktadır. Bu esrar, "nasıl oluyor da edebiyatçılara da halka da aynı zevki veriyor?" sorusunda gizlidir. Austen'ın romanlarına şöyle bir baktığınız zaman, ortada sadelikten başka bir edebiyat süsü yoktur; yazarın hiçbir şekilde okuru etkilemeye çalıştığını hissetmezsiniz; anlatılan kişiler istisnai özellikleri ya da trajik kaderleri olan, enteresan işlere girişen, başka dünyadan gelmiş gibi konuşan kişiler değildir; olaylar aşk ve evlilik girişimleri, hayal kırıklıkları, kendini tanıma gibi, olay bile denemeyecek durumlardır – gelinir, gidilir, oturulur konuşulur, kadere boyun eğilir, beklenir vs. Ama roman elden bırakılamaz. Açıklaması gerçekten zor; açıklamak, herhalde Austen'ın üslubunun kendisi kadar incelikli bir çaba istiyor. Tabii, bu anlattığım sahnedeki en şanslı taraf, aynı zamanda en etkili taraf, okur. Okurun iyi olanı seçme ve yaşatma içgüdüsü olmasaydı, hangi edebiyatçı ne telkin ederse etsin, şişirsin ya da karalasın, Jane Austen iki yüz sene sonra hala burada olmazdı. Bu örnek, roman - okur ilişkisinin, arada hiçbir başka ihtiyaç olmadan, sadece ikisinin birbirini yaratma ve yaşatma ortaklığının harikulade bir örneği olması bakımından da önemli. Okur için bir şey ifade etmek: her romanın böyle bir mecburiyeti var. Gurur ve Önyargı okur için hayati şeyler ifade eden, zamanın üstesinden gelmiş, kalbin gücüne ve ölümsüzlüğüne ait az sayıdaki romandan biridir. Hamdi Koç Birinci Kitap Bölüm I Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır. Böyle bir erkek yeni bir muhite ilk adımını atarken ne hissediyor, ne düşünüyor, kimse bilmez, ama bu gerçek civardaki ailelerin aklına öyle yerleşmiştir ki onu kızlarından birinin ya da diğerinin tapulu malı sayarlar. "Duydun mu Mr. Bennet, şekerim," dedi eşi bir gün, "Netherfield Korusu nihayet tutulmuş." Mr. Bennet duymadığını söyledi. "Ama tutulmuş," diye devam etti eşi; "Mrs. Long az önce buradaydı, bana her şeyi anlattı." Mr. Bennet cevap vermedi. "Kim almış, merak etmiyor musun?" diye haykırdı karısı sabırsızca. "Söylemek istiyorsan itiraz etmem." Bu kadar davet ona yeterdi. "Valla, şekerim, bunu dinlemelisin, Mrs. Long diyor ki Netherfield'i kuzey İngiltere'li, büyük servet sahibi bir genç almış; Pazar günü dört atlı arabasıyla gelip yeri görmüş ve öyle beğenmiş ki Mr. Morris'le şıp diye anlaşmış; Michaelmas'dan önce mülkü devralacakmış, birkaç hizmetçisi de gelecek hafta sonuna kadar evde olacakmış." "Adı neymiş?" "Bingley." "Evli mi bekar mı?" "Aa! Bekar, şekerim, bekar tabii! Çok zengin, yılda dört beş bin kazanan bir bekar. Kızlarımız için ne hoş bir şey!" "Nasıl yani? Kızlarımızla ne ilgisi var?" "İlahi Mr. Bennet," diye cevapladı karısı, "nasıl bu kadar yorucu olabiliyorsun! Kızlardan birini onunla evlendirmeyi düşündüğümü anlamış olmalısın." "Buraya bu amaçla mı gelmiş?" "Nasıl böyle konuşabiliyorsun! Kızlardan birine aşık olması çok mümkün; o yüzden gelir gelmez onu ziyaret etmelisin." "Bunun için bir sebep yok. Sen kızlarla gidebilirsin, ya da onları kendi başlarına gönderebilirsin, hatta bu belki daha iyi olur, çünkü güzellikte onlardan aşağı kalır yanın olmadığı için Mr. Bingley aradan seni seçebilir." "İltifat ediyorsun, şekerim. Ben de güzellikten payımı almışım elbette, ama artık kendimi bir şey sanacak halim yok. Beş kız büyütmüş bir kadın kendi güzelliğini düşünmekten vazgeçmelidir." "O durumda düşünecek bir güzelliği olmaz zaten." "Şekerim, taşındığı zaman gerçekten gidip Mr. Bingley'yi görmelisin." "O kadarına söz veremem, emin ol." "Ama kızlarını düşün. Bak, kızlar için ne büyük bir kısmet. Sir William'la Lady Lucas gitmeye kararlılar, hem de sadece bu yüzden, çünkü bilirsin onlar genelde yeni gelenleri ziyaret etmezler. Gerçekten gitmelisin, çünkü sen gitmezsen bizim gitmemiz de imkansız olur." "Sen de çok ince hesap yapıyorsun. Eminim Mr. Bingley sizi gördüğüne çok sevinecek; ben de birkaç satır yazar seninle gönderirim kızların hangisini seçerse seçsin razıyım diye; ama tabii küçük Lizzy'm için güzel bir şeyler eklemem