FOLKLORU

Fatma PINAR KUZU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Yrd. Doç. Dr. Turhan KAYA

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

2010 Her hakkı saklıdır.

T. C. ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

Fatma PINAR KUZU

ANAMUR FOLKLORU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ YÖNETİCİSİ Yrd. Doç. Dr. Turhan KAYA

ERZURUM – 2010

I

İÇİNDEKİLER

ÖZET ...... XI ABSTRACT ...... XII ÖN SÖZ ...... XIII KISALTMALAR ...... XV GİRİŞ ...... 1 ÇALIŞMA İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER ...... 1 Konu ...... 1 Amaç ...... 1 Kapsam ve Sınırlar ...... 1 Yöntem ...... 2 ARAŞTIRMA ALANI İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER ...... 2 ’in (İçel) Tanıtımı ...... 2 Anamur’un Tanıtımı ...... 4 Coğrafi Özellikleri ...... 4 İlçede Geçmişte Yaşamış Olan İnsan Toplulukları ...... 5 Anamur’un Fethi ...... 7 Nüfusu ve Ekonomik Yapısı ...... 8 Sosyo Kültürel Yapısı ...... 8 Tarihi Yapı Kalıntıları ...... 9 Şehir Kalıntıları ...... 9 Bedestenler ...... 12 Kale Kalıntıları ...... 13 Köprüler ...... 16 Camiler ...... 16 Diğer Tarihi Yapılar ...... 17

BİRİNCİ BÖLÜM HALK YAŞANTISI 1.1. ANAMUR’DA SOSYAL YAŞAM ...... 21 1.1.1. Evde Yaşam ve Ev Yapısı ...... 23 II

1.1.2. Kışa Hazırlık ...... 25 1.1.3. Yazın Yaşam ...... 26 1.1.4. Yayla Göçü ...... 27 1.1.5. Önemli Günler (Bayram – Festival-Tören) ...... 29 1.1.5.1. Dini Nitelikli Günler ...... 29 1.1.5.1.1. Kandiller ...... 29 1.1.5.1.2. Kutsal Aylar ...... 30 1.1.5.1.3. Bayram Arafeleri ...... 30 1.1.5.1.4. Dini Bayramlar ...... 30 1.1.5.2. Millî Bayramlar ...... 32 1.1.5.3. Diğer Törenler ...... 32 1.1.5.3.1. Hıdırellez ...... 32 1.1.5.3.2. Yağmur Törenleri ...... 33 1.1.5.3.3. Yayla Göçü Töreni ...... 34 1.1.5.3.4. Bahar Festivalleri ...... 34 1.1.6. Yöresel Kıyafetler ...... 35 1.1.6.1. Erkeklerin Kıyafetleri ...... 35 1.1.6.2. Kadınların Kıyafetleri ...... 38 1.1.6.3. Düğün Kıyafetleri ...... 40

İKİNCİ BÖLÜM GEÇİŞ DÖNEMLERİ 2.1. DOĞUM ...... 41 2.1.1. Doğum Öncesi...... 42 2.1.1.1. Kısırlığı Giderme ...... 42 2.1.1.2. Gebelikten Korunma ...... 43 2.1.1.3. Çocuğun Sağlıklı Doğması ve Yaşaması İçin Uygulanan Pratikler .... 44 2.1.1.4. Aşerme ...... 45 2.1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetini Belirleme ...... 46 2.1.1.6. Gebe Kadının Kaçınmaları/Uygulamaları ...... 47 2.1.2. Doğum Sırası...... 48 2.1.2.1. Doğum Hazırlığı/Doğum Olayı ...... 48

III

2.1.2.2. Göbek Kesme/Tuzlama/Yıkama ...... 48 2.1.3. Doğum Sonrası ...... 50 2.1.3.1. Ad Koyma ...... 50 2.1.3.2. Loğusalık ve Mâruz Kaldığı Tehlikeler ...... 51 2.1.3.3. Kırklama ve Kırk Gün İçinde Yapılan Diğer İşlemler ...... 52 2.1.3.4. Kusurlu Çocuklarla İlgili Pratikler ...... 53 2.1.3.5. Sütten Kesme ...... 54 2.1.3.6. Çocukta İlkler ...... 55 2.2. EVLENME ...... 56 2.2.1. Evlilik Öncesi ...... 58 2.2.1.1. Gelin-Güvey Seçimi ...... 58 2.2.1.2. Görücülük/Kız İsteme ...... 59 2.2.1.3. Söz Kesme/ Nişan ...... 60 2.2.1.4. Davet/Okuntu ...... 62 2.2.2. Düğün ...... 62 2.2.2.1. Odun Elemek ...... 65 2.2.2.2. Bayrak Dikme ...... 65 2.2.2.3. Tohum Gavıdı ...... 66 2.2.2.4. Kesene/Sandık ...... 66 2.2.2.5. Kına ...... 67 2.2.2.6. Gelin Alma ...... 68 2.2.2.7. Gelin İndirme ...... 68 2.2.2.8. Gerdek ...... 70 2.2.3. Düğün Sonrası ...... 71 2.3. ÖLÜM ...... 73 2.3.1. Ölüm Öncesi ...... 74 2.3.1.1. Ölümü Düşündüren Önbelirtiler ve Kaçınmalar ...... 74 2.3.2. Ölüm Sırası ...... 75 2.3.2.1. Ölüm Anındaki Âdetler ...... 76 2.3.2.2. Ölümün Ardından Yapılan Âdetler ...... 76 2.3.2.3. Defin Hazırlığı –Yıkama ...... 78 2.3.2.4. Tabuta Koyma ve Cenaze Namazı ...... 79

IV

2.3.2.5. Ölünün Gömülmesi ...... 81 2.3.3. Ölü Gömüldükten Sonra Uygulanan Pratikler ...... 84 2.3.3.1. Cenaze Evi ...... 84 2.3.3.2. Ruhla İlgili İnanmalar ...... 87 2.3.3.3. Ağıt Söyleme ...... 87 2.3.3.4. Mezarlıklar- Mezar Ziyaretleri ...... 88 2.3.3.5. Devir Çevirme ...... 88

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HALK İNANÇLARI 3.1. GÜNLERLE ve VAKİTLERLE İLGİLİ İNANMALAR ...... 90 3.2. HAYVANLARLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 92 3.3. BİTKİLER ve AĞAÇLARLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 94 3.4. MİSAFİR ve MİSAFİRLİKLE İLGİLİ İNANMALAR ...... 99 3.5. EŞYALAR ve KIYAFETLERLE İLGİLİ İNANMALAR ...... 96 3.6. SAYILARLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 97 3.7. RÜYALARLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 97 3.8. SUYLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 98 3.9. EVLİLİK ve DÜĞÜNLE İLGİLİ İNANMALAR ...... 99 3.10. ALKARISI İNANMALARI ...... 99 3.11. NAZARLA İLGİLİ İNANMALAR ...... 100 3.12. HAVA DURUMU İLE İLGİLİ İNANIŞLAR ...... 102 3.13. DİĞER İNANMALAR ...... 102

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HALK EDEBİYATI 4.1. ANAMUR HALK EDEBİYATI NESRİ ...... 104 4.1.1. Masal ...... 104 4.1.1.1. Kuru Kafa ...... 105 4.1.1.2. Padişah Kızı ...... 107 4.1.1.3. Rüya Gören Adam ...... 108 4.1.1.4. Babanın Vasiyeti ...... 110

V

4.1.1.5. Akıl Satan Adam ...... 113 4.1.1.6. Üç Kardeş ...... 115 4.1.1.7. Horozcuk ...... 116 4.1.1.8. Köse Değirmenci ile Çocuk ...... 118 4.1.2. Efsane ...... 119 4.1.2.1. Oluşum- Dönüşüşüm Efsaneleri ...... 120 4.1.2.1.1. Taş Kesilme ve Hayvan Motifli Efsaneler ...... 120 4.1.2.2. Tarihlik Efsaneler ...... 123 4.1.2.2.1. Martı Adası Efsanesi ...... 123 4.1.2.2.2. Su Kemerleri Efsanesi ...... 123 4.1.2.2.3. Öküz Efsanesi ...... 124 4.1.2.2.4. Anamur Prensesi Söylencesi ...... 125 4.1.2.2.5. Su Gözü ...... 125 4.1.2.2.6. Kalınören ...... 126 4.1.2.3. Olağanüstü Kişiler- Varlıklar- Güçler Üzerine Efsaneler ...... 126 4.1.2.3.1. Boncuklu ...... 126 4.1.2.3.2. Koca Çınar ...... 126 4.1.2.4. Dini Efsaneler ...... 127 4.1.2.4.1. Sultansuyu Efsaneleri ...... 127 4.1.3. Menkıbe ...... 128 4.1.3.1. Peygamber Aşkı ...... 129 4.1.1.3.2. Bal Yeme ...... 129 4.1.4. Halk Hikâyesi ...... 130 4.1.4.1. Köroğlu ...... 131 4.1.4.2. Arzu ile Gamber ...... 133 4.1.4.3. Tuna ile Suna Hikâyesi ...... 135 4.1.4.4. Bir Kadın İle Oğlu ...... 142 4.1.5. Fıkra ...... 143 4.1.5.1. Kişileri Belli Halk Tipleri Olan Fıkralar ...... 145 4.1.5.1.1. Türkçenin Konuşulduğu Coğrafî Alan İçinde ve Dünyaca Ünlü Tipler ...... 145

VI

4.1.5.1.2. Özel Adlarla Anılmayıp Toplumun Bir Zümresini Temsil Eden Kişiler ...... 150 4.1.5.1.3. Mahallî Tipler ...... 156 4.1.5.2. Belli Bir Topluluk Tipi, Ünlü Bir Kişi Söz Konusu Olmaksızın Sıradan İnsanların Güldürücü Maceralarını Konu Edinen Fıkralar .. 157 4.2. ANONİM HALK ŞİİRİ ...... 166 4.2.1. Mâni ...... 166 4.2.2. Ninni ...... 199 4.2.3. Türkü ...... 202 4.2.3.1. Oyunlu Türküler ve Hikâyeleri ...... 203 4.2.3.1.1. Gerali (Ham Çökelek) ...... 204 4.2.3.1.2. Anamur Yolları (Gayrak Çakıllı) ...... 206 4.2.3.1.3. Danışman’ın Düzlüğü ...... 208 4.2.3.1.4. Gasavet ...... 210 4.2.3.1.5. Gök Karga Zeybeği (Anamur Zeybeği) ...... 211 4.2.3.1.6. İrfani ...... 213 4.2.3.1.7. Leblebici ...... 214 4.2.3.1.8. Mengi (Samah) ...... 215 4.2.3.1. 9. İnce Çayır ...... 216 4.2.3.2. Diğer Türküler ...... 217 4.2.3.2.1. Yörük Kızı Geçti Mi? ...... 217 4.2.3.2.2. Güzeller Güzeli ...... 218 4.2.3.2.3. Çeşidim (Kullar Olam) ...... 218 4.2.3.2.4. Ak Devem Düzden Gelir ...... 219 4.2.3.2.5. Emmim Kızı Emmim Oğlu ...... 220 4.2.3.2.6. Gönlüm Ben Seni ...... 224 4.2.3.2.7. Kına Türküsü ...... 223 4.2.3.2.8. Mahmut Çavuş ...... 223 4.2.3.2.9. Sarı Yayla ...... 225 4.2.3.2.10. Koyun Okşaması ...... 226 4.2.3.2.11. Sandım Sundum ...... 227 4.2.3.2.12. Suna Boyluma ...... 228

VII

4.2.3.2.13. Aşkı Var Bende ...... 228 4.2.4. Ağıt ...... 232 4.2.4.1. Tören Unsuru Taşıyan Ağıtlar ...... 234 4.2.4.1.1. Ölen Şahısların Ardından Söylenen Ağıtlar ...... 234 4.2.4.1.2. Kına Ağıtları ...... 237 4.2.4.2. Herhangi Bir Olay,Durum veya Nesne Karşısında Yakılan Ağıtlar .. 239 4.3. Hem Nazım Hem Nesir Olan Ürünler ...... 243 4.3.1. Bilmece ...... 243 4.3.1.1. Tabiatla Ve Tabiat Hadiseleri İle İlgili Bilmeceler: ...... 245 4.3.1.2. Bitkilerle İlgili Bilmeceler ...... 246 4.3.1.3. İnsan ve Onun Uzuvlarıyla İlgili Bilmeceler ...... 247 4.3.1.4. Hayvanlar ve Onların Mahsülleriyle İlgili Bilmeceler ...... 247 4.3.1.5. Eşyalarla İlgili Bilmeceler ...... 248 4.3.1.6. Manevi ve Dini Unsurlarla İlgili Bilmeceler ...... 250 4.3.1.8. Diğer Bilmeceler ...... 250 4.3.2. Tekerleme...... 251 4.3.2.1. Oyun (Sayışmaca) Tekerlemeleri ...... 252 4.3.2.2. Bağımsız Söz Cambazlığı Değerinde Olan Tekerlemeler ...... 258 4.3.2.3. Masal Tekerlemeleri ...... 261 4.4. Kalıplaşmış İfâdeler ...... 262 4.4.1. Atasözü ...... 262 4.4.1.1. Sosyal Olayların Nasıl Olageldiklerini Uzun Bir Gözlem ve Deneme Sonucu Olarak Yansızca Bildiren Atasözleri ...... 263 4.4.1.2. Doğa Olaylarıyla İlgili Uzun Bir Gözlem Sonucu Olarak Belirten Atasözler ...... 266 4.4.1.3. Toplumsal Olayların Nasıl Olageldiklerini Uzun Gözlem ve Deneme Sonucu Olarak Bildirirken Bundan Ders Hatırlatan Atasözleri ...... 266 4.4.1.4. Denemelere Ya Da Mantığa Dayanarak Doğrudan Doğruya Ahlâk Dersi ve Öğüt Veren Atasözleri ...... 268 4.4.1.5. Birtakım Gerçekler, Felsefeler, Bilgece Düşünceler Bildirerek (dolayısıyla) Yol Gösteren Atasözleri ...... 269 4.4.1.6. Töre ve Gelenek Bildiren Atasözleri ...... 269

VIII

4.4.1.7. Kimi İnanışları Bildiren Atasözleri ...... 270 4.4.2. Deyim ...... 271 4.4.2.1. Mastar Halindeki Deyimler ...... 271 4.4.3. Alkış - Kargış (Dua- Beddua) ...... 282 4.4.3.1. Nişan, Düğün ve Evlilik ve Aile İle İlgili Olan Dua ve Beddualar ... 283 4.4.3.2. Tabiat Unsurlarıyla İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 285 4.4.3.3. Organlarla İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 285 4.4.3.4. Şans Kader Kısmet Kaza ve Bela İle İlgili Olan Dua ve Beddualar .. 286 4.4.3.5. Cennet Cehennem ve Âhiretle İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 287 4.4.3.6. Dert Hastalık ve Ölümle İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 288 4.4.3.7. Renklerle İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 289 4.4.3.8. Telmihlerin Kullanıldığı Dua ve Beddualar ...... 290 4.4.3.9. Dost ve Düşmanla İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 290 4.4.3.10. Şeytan ve Melekle İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 291 4.4.3.11. Sofra ve Yeme İçmeyle İlgili Olan Dua ve Beddualar ...... 291 4.4.3.12. Yol ve Yolculukla İlgili Dua ve Beddualar ...... 292 4.4.4. Yöresel Kullanımlar ...... 292 4.4.4.1. Noolacak Bu Hal ...... 292 4.4.4.2. İnsanlarla İlgili Kullanımlar ...... 293 4.4.4.2.1. Bebeklerle İlgili Kullanımlar ...... 293 4.4.4.2.2. Organlarla İlgili Kullanımlar ...... 294 4.4.4.2.3. Hastalıklarla İlgili Kullanımlar ...... 295 4.4.4.2.4. Akrabalık Bağları ile İlgili Kullanımlar ...... 296 4.4.4.2.5. Lâkap ve Ünvanlarla İlgili Kullanımlar ...... 297 4.4.4.2.6. Hayvanlarla İlgili Kullanımlar ...... 298 4.4.4.2.7. Bitkilerle İlgili Kullanımlar ...... 304 4.4.4.2.8. Ekin- Tarla ve Hasatla İlgili Kullanımlar ...... 308 4.4.4.2.9. Eşyalarla İlgili Kullanımlar ...... 309 4.4.4.2.10. Mekânlarla İlgili Kullanımlar ...... 314 4.4.4.2.11. Suyla İlgili Kullanımlar ...... 317 4.4.4.2.12. Ateşle İlgili Kullanımlar ...... 319 4.4.4.2.13. Zamanla İlgili Kullanımlar ...... 319

IX

4.4.4.2.14. Duyularla İlgili Kullanımlar ...... 320 4.4.4.2.15. Kelime Türleri ile İlgili Kullanımlar ...... 320 4.4.4.2.16. Edat ve Bağlaçlar ...... 325 4.4.4.2.17. Soru Sözcükleri ...... 326 4.4.4.2.18. Yansıma Sözcükler ...... 326 4.4.4.2.19. Miktar Bildiren Kullanımlar ...... 327 4.4.4.2.20. Renklerle İlgili Kullanımlar ...... 328 4.4.4.2.21. Yönlerle İlgili Kullanımlar ...... 329 4.4.4.2.22. Şekillerle İlgili Kullanımlar ...... 329 4.4.4.2.23. Ünlemli Kullanımlar ...... 330 4.4.4.2.24. Benzetme İfâdeleri ...... 331 4.4.4.2.25. Tahtacı Terimleri ...... 332

BEŞİNCİ BÖLÜM HALK KÜLTÜRÜ DALLARI 5.1. HALK HEKİMLİĞİ ...... 334 5.1.1. İnsan Hastalıkları ve Tedavisi ...... 337 5.1.1.1. Bebek Hastalıkları ...... 337 5.1.1.2. Genel Hastalıklar ...... 338 5.1.2. Hayvan Hastalıkları...... 347 5.2. HALK OYUNLARI ...... 350 5.2.1. Yöredeki Çalgılar ...... 351 5.2.2. Halk Dansları ...... 353 5.3. EL SANATLARI ...... 357 5.3.1. Kilim ...... 357 5.3.2. Örücülük ...... 360 5.3.3. Çuval Dokumalar ...... 361 5.3.4. Diğer Dokuma Türleri ...... 362 5.4. MUTFAK KÜLTÜRÜ ...... 364 5.4.1. Çorbalar ...... 364 5.4.2.Yemekler ...... 367 5.4.3. Börekler ve Sıkmalar ...... 370

X

5.4.4. Bitki Yemekleri ...... 371 5.4.5. Tatlılar ...... 374 5.4.6. Çerezler ve Atıştırmalıklar ...... 376 5.4.7. İçecekler ...... 376 5.5. ÇOCUK OYUNLARI ve OYUNCAKLARI ...... 377 5.5.1. Çocuk Oyunları ...... 377 5.5.2. Çocuk Oyuncakları ...... 394 5.6. ANAMURLU ÜNLÜLER ...... 397 5.6.1. Müzisyenler ...... 397 5.6.2. Gazeteci ve Yazarlar ...... 398 5.6.3. Şairler ...... 402 5.6.4. Ressamlar- Fotoğraf Sanatçıları ...... 410 5.6.5. Anamurlu Diplomatlar ...... 410 SONUÇ ...... 412 BİBLİYOGRAFYA ...... 414 KAYNAK KİŞİLER ...... 420 EKLER ...... 422 ÖZ GEÇMİŞ ...... 433

XI

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ANAMUR FOLKLORU

Fatma PINAR KUZU

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Turhan KAYA

2010 sayfa: 433 + XV

Jüri: Doç. Dr. Ali KAFKASYALI Yrd. Doç. Dr. Lütfi SEZEN Yrd. Doç. Dr. Turhan KAYA

Akdeniz sahil şeridi üzerinde kurulmuş, Mersin’e bağlı şirin bir ilçe olan Anamur, zengin kültürel ve folklorik özellikleriyle çalışmamızın temelini oluşturmaktadır. Bir derleme araştırması olan bu çalışmamızın temel konusu, Anamur ve köylerine ait geleneğe bağlı kültür mahsulleridir. Çalışmamız giriş ve beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde; çalışmayla ilgili genel bilgilerden sonra, araştırma alanı hakkında açıklamalar verilmektedir. Bu bölümde; Mersin hakkında bilgiler verilip, Anamur’a genel bir bakış yapılmıştır. Yörenin tarihi, ekonomik ve sosyal yapısı, coğrafi özellikleri, adının kaynağı, sahip olduğu tarihi kalıntılar, mağaralar, mesire yerleri, köyleri, çayları, dereleri hakkında toplu bilgi verilerek, adlarının nereden geldiğiyle ilgili halk arasında yaygın olan görüşlere yer dilegetirilmiştir. Çalışmamızın ilk bölümünde; bölgedeki halk hayatı altı alt başlık olarak incelenmiştir. İkinci bölümünde; hayatın geçiş dönemleri (doğum, evlenme, ölüm) ve gelenek ve görenekler sıralanmıştır. Üçüncü bölümde ise halk yaşantısı, inanışlar; dördüncü bölümde, halk edebiyatı başlığı altında (masal, halk hikâyesi, menkıbe, efsane, fıkra) belirli tasniflerle sıralanmıştır. İkinci kısmında nazım üzerinde durulmuştur. Mâniler, ninniler, türküler, ağıtlar tasnif edilerek irdelenmiştir. Bu bölüm içinde yer alan üçüncü alt başlık olan,”Hem Nazım Hem Nesir Olan Ürünler” kısmında, bilmece ve tekerlemeler üzerinde durulmuştur. Son başlıkta da kalıplaşmış ifâdeler olan atasözü, deyim, alkış-kargış, yöresel kullanımlar sıralanmıştır. Beşinci bölümde; halk kültürü dalları başlığı altında; halk hekimliği, halk oyunları, el sanatları, mutfak kültürü, çocuk oyunları ve oyuncakları, Anamurlu ünlülere yer verilmiştir. Çalışmamızın sonuna kaynakça, kaynak şahıslar, resimler ve harita konulmuştur. Aynı kültür değerlerinin varlığını sürdürdüğü coğrafyalarda, teknolojinin dayattığı yeni değerlerin, kültür ögelerini ve gelenekleri kaybettirmesi muhtemeldir. Derlemede ortaya çıkardığımız ortak kültür değerlerinin, çağlar içinde varlığını sürdürerek, gelecek nesillere aktarımının sağlaması temennimizdir.

XII

ABSTRACT

MASTER THESIS

FOLKLORE OF ANAMUR

Fatma PINAR KUZU

Advisor: Assist. Prof. Dr. Turhan KAYA

2010 Pages: 433 + XV

Jury: Assoc. Prof. Dr. Ali KAFKASYALI Assist Prof. Dr. Lütfi SEZEN Assist Prof. Dr. Turhan KAYA

Anamur, established on the coast and a nice town of Mersin, forms the basis of our work due to its rich cultural and folkloric features. The main issue of this study which is a collected work research is the material cultural products that belong to Anamur and its villages. Our work consists of ten sections and along with introduction. In the introduction part, after the general information about the work it continues with the relevant information about the field research. In this section after the information about Mersin, Anamur is a general point of view. The area’s historical, economic and social structure, geographical features, source of its name, ancient ruins, caves, picnic areas, villages and streams are briefly mentioned and common views among people about where these names originate are given. In the first part of our study, folk sayings (tale, folk story, epic, legend, and joke) are listed in a specific classification. The second part focuses on the verse. Ditties, lullabies, folk songs, wail are examined by classification. In the Products Both Prose and Verse part which is in the same section, it’s focused on riddles and tongue twisters. In the last title, stereotyped expressions like proverbs, idioms, clap – cursing and local uses are listed. In the second part of our study, traditions and customs which belong to transition period of life (birth, marriage, and death) are listed. In the following parts public life, beliefs, folk medicine, folk dances, crafts, children’s games, toys and famous Anamur people are given respectively. Bibliography, source people, pictures and map are presented at the end of our study. It’s likely that new values imposed by technology will make the cultural elements and traditions lose in the geographies where the same cultural values exist. We hope these above mentioned common cultural values will ensure their existence in the ages and will be transferred to the future generations.

XIII

ÖN SÖZ

Geçmişi anlamak için tarihi bilmenin yanı sıra, halk ürünlerini de bilmek gerekmektedir. Her milletin kendi inanç, gelenek, estetik, sosyo-ekonomik anlayış ve değerlendirmelerine göre değişen; ancak hepsinde de insan saygınlığını korumayı amaçlayan folklor ürünleri vardır. Halk kültürü, hangi coğrafyada olursa olsun insanoğlunun geçmişiyle geleceğini birbirine bağlar. Folklor ürünlerimiz, Türk toplum hayatının ifadesi, duygu ve düşünce beraberliğinin göstergesidir. Toplumların kendine özgü yapılarını inceleyen bilim dallarından biri olan folklor, oldukça geniş boyutlar içermektedir. Yaşam biçiminden politikaya, sosyolojiyeden felsefeye dek birçok ayrıntıyı içinde barındıran folklor, önemli bir bilim dalıdır. Folklor, belirli bir ülke veya bölge halkının kültürünü araştıran, bunları kendine özgü yöntemlerle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan bir bilimdir. Derlemecinin en çok zorlandığı konuların başında, kaynak kişilerin belirlenmesi, doğru kaynak kişinin belirlenmesinden sonra da kaynak kişiyle doğru bir iletişim kurabilme meseleleri gelir. Bu çalışmamızda, gideceğimiz köyler ve köylerdeki kaynak kişilerin tespiti bu açıdan oldukça zor olmuştur. Çünkü kaynak kişi olarak belirlenen kişinin çoğu zaman yapılan akademik çalışmaya bir katkı sunmaktan ziyade kendi geçmiş yaşantılarını anlatan konuşma heveslisi kişiler çıkması, bizi zor durumda bırakmıştır. Çalışmamız esnasında genel olarak malzemeyi derlemede kullanılan gözlem ve mülakat metotlarını tercih ettik. Bu çalışma, Mersin iline bağlı Anamur ilçesi folklor ürünlerini konu almaktadır. Yaptığımız bu derleme çalışmasıyla, ilçenin Yörük yaşantısıyla yoğrulmuş yapısını ortaya koyup değerlendirmeye çalıştık. Bu araştırmayı yapmaktaki temel amacımız, teknoloji karşısında geleneksel yapısını yitirmeye başlamış olan ilçenin, bazı kültürel değerlerinin tamamıyla yok olmadan derlenip yazıya geçirilmesi ve bu kültür mirasının gelecek kuşaklara aktarılmasıdır. Çalışmamız; Ön Söz, Giriş,1.-5. bölümler, Sonuç, Kaynakça, Kaynak Şahıslar, Fotoğraflar ve haritadan meydana gelmektedir. Giriş bölümünde araştırma konusunun sınırları, amacı ve metodu hakkında bilgi verildikten sonra, Akdeniz bölgesinin şirin bir sahil şehri olan Mersin’den bahsedilerek, sonrasında Anamur’a giriş yapılmaktadır. Anamur’u tanıtıcı bilgiler verilmektedir.

XIV

Yörenin coğrafi, tarihi, ekonomik ve sosyo-kültürel özellikleri ortaya konulmaya çalışılmış, tarihi yapı kalıntıları hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, kalıntıların isminin kaynağı ile ilgili, gerek yazılı kaynaklar, gerekse kaynak kişiler aracılığıyla ilgili bilgiler verlmiştir. Birinci bölümde; “Anamur’da Halk Yaşantısı” başlığı altında, halkın değerlerini oluşturan ve yaşantısına zenginlik katan unsurlar (halk inançları, halk hekimliği, günlük yaşam…) işlenmektedir. İkinci Bölümde; “Geçiş Dönemleri” başlığı altında; bölge içerisinde doğum, evlenme, ölüm zamanlarında yapılan gelenek ve göreneklere yer verilmiştir. Tüm yapılan etkinlikler alt başlıklara indirgenerek ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Üçüncü Bölüm’de; “Anamur Halk İnançları” başlığı altında, çeşitli inanç unsurları on üç alt başlık halinde sıralanmaktadır. Dördüncü Bölümde “Anamur’un Halk Edebiyatı” başlığı altında, nazım, nesir, nazım-nesir ürünleri sıralanmaktadır. Beşinci Bölümde folklor kadrolarının al dalları olarak halk kültürü unsurları beş alt başlıkta ele alınmaktadır. Sonuç kısmında ise, derlenen ürünlerin bir dökümü yapılmış; bilgi, gözlem ve tecrübelere dayanılarak bir karara varılmıştır. Sonuç kısmından hemen sonra “Kaynakça” bölümünde yazar soyadları esas alınarak alfabetik sıraya göre bir liste yapılmıştır. “Kaynak Şahıslar” bölümünde şahıslarla ilgili bilgiler yer almıştır. Ekler kısmında ise, fotoğraflar ve derleme alanının bir haritası yer almaktadır. Çalışmamda gerekeli rehberliği yapan tez yöneticim Yrd. Doç. Dr. Turhan KAYA’ya, teşekkürlerimi sunuyorum.

Erzurum- 2010 Fatma PINAR KUZU

XV

KISALTMALAR bk.: Bakınız C: Cilt cm: Santimetre Hz.: Hazreti hzl. : Hazırlayan K.K. : Kaynak Kişi km: Kilometre m: Metre MÖ: Milattan Önce MS: Milattan Sonra RA: Radiyallahu Anha S : Sayı s : Sayfa SAV: Sallalahu Aleyhi ve Selem T.S. : Türkçe Sözlük TDK: Türk Dil Kurumu v.b. : Ve benzeri Yay. : Yayınları yy.: Yüzyıl

1

GİRİŞ

ÇALIŞMA İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER Konu Tezimizin konusu, hem tarihi hem de kültürel açıdan zengin bir yapıya sahip olan Anamur halkının hayatındaki kültürü , gelenek-göreneklerinin, törenlerinin, inanışlarının ve anonim halk edebiyatı ürünlerinin derlenip incelenmesidir. Geçmişten getirilen ve halen korunmakta olan, Türk kültürünün eski âdet ve inanışlarının günümüzdeki biçimleri ve bunlara bağlı olarak uygulanan pratiklerin tespit edilerek incelenmesi, bu tespitlerin, Türk dünyasında görülen benzerliklerle ve farklılıklarla ortaya konulmasıdır.

Amaç Anamur ilçesi zengin bir halk kültürüne sahiptir. İlçe hakkında bu güne kadar yapılan çalışmalar parça parça olduğundan bir bütünlük arz etmemiş, ayrıntılı bir inceleme yapılmamıştır. Amacımız zengin bir halk kültürüne sahip olan Anamur ilçesinin, âdetler, törenler, halk kültürü ürünleri açısından incelenerek, elde edilen ürünlerin derlenmesi, yazıya geçirilmesi, incelenmesi yoluyla; yörenin önce Mersin kültüründeki, sonra da Anadolu kültüründeki yerinin belirlenmesine katkı sağlamaktır.

Kapsam ve Sınırlılıklar Araştırma alanımız Anamur merkez, merkez mahalleleri ve çevre köylerle sınırlıdır. Anamur’da, Anamur ile birlikte 3 belediye ve 37 köy bulunmaktadır. Belediyeler; Anamur Merkez Belediyesi, Çarıklar Belediyesi ve Ören Belediyesi’dir. Köyler: Akne köyü, Alatas köyü, Anıtlı köyü, Boğuntu köyü, Bozdoğan köyü, Çaltıbükü köyü, Çamlıpınar köyü, Çamlıpınaralanı köyü, Çataloluk köyü, Çeltıkçı köyü, Çukurabanoz köyü, Demırören köyü, Emırsah köyü, Evcıler köyü, Gercebahsıs köyü, Güleç köyü, Güneybahsıs köyü, Güngören köyü, Karaağa köyü, Karaçukur köyü, Karadere köyü, Karalarbahşiş köyü, Kaşdişlen köyü, Kılıç köyü, Kızılalıler köyü, Korucuk köyü, Köprübaşı köyü, Lale köyü, Malaklar köyü, Ormancık köyü, Ovabası köyü, Sarıagaç köyü, Sarıdana köyü, Sugözü köyü, Uçarı köyü, Yukarı Kükür köyü, Aşağı Kükür köyü’dür. 2

Yöntem

Bu çalışmamızda halk kültürü ürünleri ile ilgili kullanılan alan araştırması, örnek olay ve yazılı kaynaklardan yararlanma yöntemini kullandık. Gözlem, görüşme, anket, kılavuz ve çok sayıda kaynak kişiden yararlanma yöntemi ile Anamur halk kültürü ürünlerine ulaşmaya çalıştık. Görüşme tekniğinden yararlandık. Kaynak kişilere sorular sorduk. Görüşme öncesinde kaynak kişilere sorulacak soruları önceden hazırlayıp, soruları mümkün olduğunca sıkmadan, sohbet havasında sorup cevap almaya çalıştık. Kaynak kişilerin belirlenmesinde ve onlara ulaşmada yöreyi çok iyi bilen kılavuz kişilerden yararlandık. Derlemeler sırasında ses kayıt cihazı ve fotoğraf makinesini teknik malzeme olarak kullanıp konuşma ve görüntüleri en doğru ve doğal şekilde kaydetmeye çalıştık. Saha araştırmasına çıkmadan önce inceleme alanı ile ilgili yazılı kaynaklardan bilgi edindik. Yazılı kaynaklardan yararlanma yönteminde konuyla ilgili süreli ve süresiz yayınlardan, YÖK Dokümantasyon Merkezi’nden, Ankara Millî Kütüphane’den ve Çukurova Üniversitesi Kütüphanesi’nden, Erzurum Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi’nden, Mersin Ünüversitesi Kütüphanesi’nden, Mersin İl Halk Kütüphanesi’nden yararlandık.

ARAŞTIRMA ALANI İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER Mersin’in (İçel) Tanıtımı Mersin, Türkiye'nin güneyinde Akdeniz'e kıyısı bulunan Antalya ve Adana'nın ortasında yer alan ilimizidir. Mersin'in tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Bu dönemde henüz bir köy olan bölge, göçmen bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapar ve adını da bu aşiretten alır. Uzun yıllar İçel adıyla bilinen il son yıllarda merkez ilçesi olan Mersin'in adını almıştır. Mersin ve çevresinde, tipik Akdeniz sıcak ve ılıman iklimi hâkimdir. Yaz ayları sıcak ve aşırı nemli, kış ayları ise ılık ve yağışlıdır. İl yüzölçümünün % 87'si dağlıktır. Mersin ili 36-37° kuzey enlemleri ve 33-35° doğu boylamları arasında bulunmaktadır. İlin kara sınırı 608 km, deniz sınırı 321 km olup, yüzölçümü 15.953 km’dir. Herodot; bölgenin Hypachoea diye adlandırıldığını, Fenikeli Age-nor'un oğullarından Cilix'in buraya gelip yerleştiğini ve onun adından dolayı bölgenin Kilikya adını aldığını nakleder. Fakat Kilikya adı ilk kez, "Chilakka" şeklinde Asurca yazıtlar üzerinde görülmüştür. Bu nedenle bugün Kilikya adının Asur kaynaklarında özellikle

3

Dağlık Kilikya için kullanılan "Chilakka" kelimesinden kaynaklandığı kabul edilmektedir. Aynı Asur kaynaklarında Ovalık Kilikya ise Que olarak adlandırılmaktadır. Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasında ulaşımı sağlayan Gülek ve Sertavul (Kilikya kapıları) ile Belen (Suriye kapısı) gibi önemli geçitler nedeniyle stratejik önem taşıyan bölgenin, doğu ve batı kesimleri yeryüzü şekilleri bakımından farklı özellikler gösterir. Bu nedenledir ki Hellenler, batı kesimini Cilicia Tracheia (Dağlık Kilikya), doğu kesimini Cilicia Pedias (Ovalık Kilikya) olarak anmışlardır. Romalılar ise Dağlık Kilikya'ya Cilicia Aspera, Ovalık Kilikya'ya Cilicia Campestris adlarını vermişlerdi. Dağlık Kilikya kabaca bugün Alanya ile Mersin arasında kalan, Ovalık Kilikya ise Mersin'den İskenderun Körfezi'ne kadar uzanan kesimlerdir. İki Kilikya'yı ise Lamas (Limonlu) çayının birbirinden ayırdığı kabul edilir. Günümüzde Dağlık Kilikya Taşeli yârimadası, Ovalık Kilikya ise Çukurova olarak adlandırılır.1 İlde İnanç Turizmi açısından önemli olan iki merkez vardır. Birincisi Hz.İsa'nın Havarilerinden St. Paul'un Tarsus'ta bulunan Evi ve Kuyusu Vatikan tarafından Hac Yeri ilan edilmiştir. Diğeri Müslüman ve Hıristiyan âlemince önemli olan ve /Taşucu'nda yer alan erken Hıristiyan devrinde Hac Yeri olarak kabul edilen Azize Aya Tekla (Meryemlik) önemli dini ziyaret merkezleridir. Ayrıca dini açıdan önemli ziyaret yerlerinden olan Tarsus Ashabı Kehf Mağarası da il sınırları içerisinde bulunmaktadır. Tarihi ve turistik açıdan görülmesi gereken başlıca yerler; Kızkalesi, , Kanlıdivane (Neapolis), Anamuryum Harabeleri, Viranşehir (), Tarsus- Aziz St.Paul Kilisesi, Silifke-Uzuncaburç, Karaduvar, Ayaş, Namrun Kalesi (Lampron), Alahan (Alacahan) Manastırı, Narlıkuyu,Zeus(Jupiter) tapınağı,Cennet Cehennem mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Mamure kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Adam Kayalar, Tarsus-Ulu Cami, Tarsus-Eski Cami Büyükeceli Kaya mezarları sayılabilir. Mersin kıyılarının yaklâşık 108 km.lik bölümünü doğal kumsallar oluşturmaktadır. Bu plajlar kumsallarının ince ve temiz oluşu ve sualtı avcılığına uygun oluşundan dolayı tercih edilmektedir. Kızkalesi, Taşucu, Susanoğlu, Ayaş, Yemişkumu,

1 www.mersin.com.

4

Çeşmeli, Ören, Balıkova, İskele, Yenikaş, Ovacık, Büyükeceli ve Anamur Plajları bunlardan bazılarıdır. Yaz aylarında aşırı nemden ötürü insanlar Toroslardaki çeşitli yaylalara göç etmektedirler. Mersin'de Gözne, Ayvagediği, Kızılbağ, Soğucak, Bekiralanı, Fındıkpınarı, Mihrican, Çamlıyayla, Namrun, Sebil, Tarsus'ta, Gülek, 'de, Sorgun, Güzeloluk, Küçükfındık, Silifke'de, Balandız, Gökbelen, Kırobası, Mut`ta Sertavul ve Kozlar, Gülnar'da Bardat, Tersakan ve Kozağaç Yaylaları, Mersin nüfusunun büyük bir bölümünün yaz aylarında konakladığı yerlerdir.

Anamur’un Tanıtımı Coğrafi Özellikleri Anamur, doğuda Bozyazı İlçesi, batıda Antalya iline bağlı Gazipaşa, kuzeyde Karaman iline bağlı Ermenek, güneyde Akdeniz ile çevrili olup, 1241 km² yüzölçümüne sahiptir. Akdeniz ve subtropikal bitki ve meyvelerinin yetiştirilebildiği mikroklima özelliğine sahip, doğal güzelliklerle dolu, yaylalar, ormanlar, mağaralar ve su kaynakları açısından zengin bir ilçedir. İlçenin iklimi karakteristik Akdeniz iklimi olup, yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Orta Toros Dağları’nın Akdeniz’e inen kolları ilçe topraklarının içinden geçer. Bu nedenle arazi engebeli ve dağlıktır. Kıyıdan 5-10km içeride, 500–1000- 1500m yükseklikteki dağlara rastlanmaktadır. İlçe sınırları içinde Alamos, Kızıldağ, Naldöken dağları bulunmaktadır. İlçe merkezinin bulunduğu ovanın batısındaki Sultan suyu, doğusundaki Anamur Çayı (Dragon ya da Kocaçay) ilçenin iki önemli akarsuyudur. İlçe merkezinin 7 km. güneybatısında yer alan Türkiye’nin güneyinin en uç noktası olan Anamur burnu, 1. zamanda kireçli kayaçlarla meydana gelen, kaya döküntülü Akdeniz’e uzanan bir çıkıntıdır. Karagedik Dağı'nın denize uzantısı Anamur burnunu oluşturur. İlçe merkezi, Mersin’e 230km, Antalya’ya 265km, Karaman’a 230km, Kıbrıs’a 40 deniz mili (76km) uzaklıkta olup, Mersin-Antalya devlet karayolu üzerinde kurulmuştur.2

2 Anamur 2000, Anamur Kaymakamlığı, Anamur, 2000, s. 5.

5

2.2.2. İlçede Geçmişte Yaşamış Olan İnsan Toplulukları Tarihin süzgecinden süzülerek, kucağına binlerce güzellikleri sığdırıp, baş kaldırılarıyla vücût bulmuş bu kentte, Luviler, Arzavalar, Klikyalılar, Kueler, Selefkozlar, Kızuvatnalılar, Hititler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Araplar gibi, uzun süre egemenliklerini sürdüren devletler hüküm sürdürmüşlerdir. Kenti, Hitit Kralı IV. Tuthalia (MÖ 1250–1230) zamanında kendisinin himayesine sığınan “Matduvatta” ya hediye etmiştir. Matduvatta Hititlerin zayıflamasından yararlanarak, Anamur sahillerinden Afyon’a kadar uzanan bir prenslik kurar ve ’u bu prensliğin başkenti yapar. Anamur, M.Ö. 8.yüzyılda Asurluların egemenliğine girmiştir. 6. yüzyılda Anadolu’ya giren Persler de bu bölgede denetim sağlamış, bir müddet sonra kent Fenikelilerin eline geçmiş; İsairia, Selefkozlar, Romalılar ve Bizanslıların egemenliği ile devam etmiştir. Büyük İskender’in Anadolu’daki Pers egemenliğini M.Ö. 333 tarihinde kaldırmasından sonra, bölgenin “Selevkos” adlı komutanın hâkimiyetine girdiği anlaşılmaktadır. Korsan faaliyetlerinin artması üzerine, Roma orduları Kilikya’yı Roma’ya katmıştır. Roma İmparatorluğunun iki imparatorluk halinde ikiye bölünmesiyle Anamur ve yöresi Bizans İmparatorluğuna geçmiştir.(M.S. 395) Bizanslılar döneminde bölge, Arap-Bizans çatışmasına sahne olmuştur. 650 yılında Arap akınlarına uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir. İslam ordusu ise ilk defa kente halife Hz. Ömer zamanında gelmiş ve kentin fethini gerçekleştirmiştir. Bizans döneminde Anadolu’ya yönelen Arap akınları Abbasi halifelerinden Mansur zamanında başlamıştır. (M.S. 8. y.y.) Bu tarihten sonra Anadolu’nun güneyindeki birçok yöre gibi Anamur da Arap devletleri ve Bizans imparatorluğu arasında bir kaç kez el değiştirmiştir. Haçlı seferleriyle (1129) bölgeye egemen olan Ermenileri II. İonnes saf dışı ettiyse de, Eyyubi ve Selçuklu saldırılarına karşı kullanabilmek için, Küçük Ermenistan Krallığına “Leon” adında birini atayarak Türk akınlarına karşı set oluşturmakta başarılı olmuştur. Bölgeye hâkim olan küçük Ermenistan krallığı, Eyyubi ve Selçuklu saldırılarına karşı Bizans yanında yer almıştır.3 12.yüzyılda kent, Türk egemenliğine geçmiştir. Malazgirt zaferinden itibaren, Küçük Asya'ya gelen veya nakledilen Türkmen Boyları’nın bir kısmı, Bizans ve Kilikya hudutlarına yerleştirilmişler ve uçlarda muhafız olarak Anadolu Selçuklularının Kilikya sınırlarını emniyet altında tutmuşlardır. Kilikya, yani Küçük Ermenistan Krallığı

3 Anamur 2000, Anamur Kaymakamlığı, Anamur, 2000, s. 7.

6

hududunda iskân edilen Türkmenler de, buraları Ermenilere karşı müdafaa etmişlerdir.4 I. Alaaddin Keykubat döneminde gerçekleşen mücadelede, Mübarizeddin Ertokuş’un Silifke’nin deniz bağlantısını kesmesiyle istenilen yardım gerçekleşememiştir. Anamur başta olmak üzere İçel’in büyük bir kısmı Selçuklular’a geçmiştir. Emir Çavlı'nın komutasındaki ordular Anamur ve diğer kaleleri ele geçirmiştir. Anamur ve Alaiye gibi müstahkem kalelerin zabtı, Küçük Ermenistan krallığının sona ermesi, Selçuklu Devletinin en kuvetli olduğu bu dönemde meydana gelmiştir.5 Hükümet merkezi Konya olan Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı Alaaddin Keykubat, ünlü kumandanlarından Mübarezeddin Ertokuş Bey'i kıyı şeridinin alınmasına memur etmiş ve Ertokuş Bey'de 1228 tarihinde Anamur’u zapt ederek Anadolu Selçukluları hâkimiyetine sokmuştur.6 Şıh Ömer ve müritleri, sabahleyin Anamur’dan yola çıkar. Bozyazı ilçesini geçtikten sonra Selçuklu Kumandanı Ertokuş Bey ve ordusu ile karşılaşır. Anamur Kalesi'nin anahtarlarını Mübarezeddin Ertokuş Beye teslim eder. Kalenin fethinin gerçekleştirildiğini bildirir. Bu duruma Ertokuş Bey çok şaşırır. III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde, Moğol tehlikesi ağırlık kazanır. Bölgede Moğollarla asıl mücadeleyi Karamanoğulları üstlenmiştir. Mehmet Bey ve Türkmenler Ermenek, Mut, Silifke ve Anamur’daki Moğolları tamamen imha etmişlerdir.7 Karaman-Osmanlı mücadelesi 1391 yılında Yıldırım Bayezid’in Karaman topraklarına girmesiyle başlamıştır. Niğbolu savaşından sonra yapılan mücadeleden sonra da Karamanoğulları Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Silifke -Anamur çevresi hariç, bölgeye Osmanlı Devleti hâkim olmuştur. İshak Bey’in 1472 tarihinde bağlılığını bildirmesiyle Gedik Ahmet Paşa bölgeyi Osmanlı egemenliğine katmıştır. Bölge, arazinin sarplığı yüzünden devlet nüfuzundan uzak kalmıştır. XIX. asır sonlarında Anamur (İç-il Sancağı), Adana vilâyetine bağlanmıştır. XIX. asır sonlarında Sancağın kazalarını Anamur, Silifke, Gülnar, Mut ve Ermenek oluşturmaktadır. Evliya Çelebi’nin Seyehatnâmesi’ne göre; Anamur Silifke sancağına bağlıdır. Anamur kazasının idarî merkezi “Çorak” isimli kasabadır. 1859 idarî taksimatında müdürlük olarak görünen

4 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Anadolu Beylikleri, Ankara, 1998, s. 1-2. 5 Osman TURAN, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 283. 6 Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993 s. 142. 7 Sait UĞUR, İçel Tarihi, Yeni Mersin, Mersin, 1943, C.II, s. 136.

7

kazanın idarî merkezi “Nasreddin” isimli köydür. 1869 yılında kaymakamlık olan kazanın merkezi şimdiki yerine 1868 yılında getirilmiştir.

Anamur’un Fethi Kalenin fethiyle ilgili halk arasında anlatıldığına göre, Selçuklu sultanı Ertokuş Bey ordusuyla birlikte Konya’dan yola çıkar. Konaklamak için Gülnar’ın Şıh Ömer köyünde dururlar. Köyün ileri gelenlerinden olan ve köye adını veren Şıh Ömer, Selçuklu kumandanını misafir eder. Kazanlardaki yemekler askerlere verildiği halde, yemekler hiç azalmamaktadır. Sultan ve askerler çok şaşırırlar. Bunda bir hikmet olduğunu sezen Kumandan Ertokuş Bey, Şıh Ömer’den Akdeniz kıyı şeridinin alınması ve Anamur Kalesi’nin korsanlardan temizlenmesi için kendisi ile beraber gelerek fethe katılmasını ister. Şıh Ömer, önden gitmelerini kendisinin de peşlerinden gelip katılacağını söyler. Ertokuş Bey, ertesi gün askerleri ile birlikte yola koyulur. Şıh Ömer bir türlü orduya gelip yetişmez. Ertokuş Bey, kendisine yalan söylendiğini düşünür. Fakat Şıh Ömer müritleri ile birlikte, farklı bir yoldan yola çıkmış, orduyla da karşılaşmadan, Anamur’a çoktan ulaşmıştır. Yöre halkı ile görüşerek, fethin nasıl yapılması gerektiği konusunda plan yapar. Gündüz boyunca hazırlıklarını tamamlayarak akşam olunca kaleyi kuşatmaya karar verir. Kale korsanların elindedir. Yöre halkı, Şıh Ömer’le birlikte hareket etmeye karar verir. Akşam olunca korsanlar kalenin kapılarını kapatır. Kale içinde eğlence yapılmaktadır. Nöbetçiler düşman askerlerinin geldiğini haber verir. Bir anda borazan çalınır, silahını kapan korsanlar surlara koşar. Deniz ve karadan binlerce ışık kaleye doğru yaklaşmaktadır. Kale dört bir tarafından kuşatılmıştır. Sonlarının geldiğini anlayan korsanlar, canlarının bağışlanması karşılığında kaleyi teslim etmeye karar verip elçi gönderirler. Korsanların başı ve yanındaki heyet köprüye gelip Şıh Ömer'le konuşur. Şıh Ömer kalenin anahtarlarını alır. Korsanlar gemilere binip kaleyi terk ederler. Keçi sürülerinin boynuzlarına çıra bağlayıp bunları ateşleyerek karadan salan, manda sürülerinin boynuzlarına da çıra bağlayıp denizden salan Şıh Ömer, korsanlara kale kuşatılıyormuş izlenimini vermiştir. Binlerce hayvanın boynuzlarında yanan çıralar ile karadan ve denizden kaleye doğru yürümeleri, korsanların çarpışmadan teslim

8

olarak, kale anahtarlarını teslim etmelerine yetmişti. Anamur kalesi böylece fethedilmiş, yöre Selçuklu Türk hâkimiyeti altına 1228 yılında girmişti.8

Nüfusu ve Ekonomik Yapısı Anamur, tarih boyunca her dönemde canlı bir ticaret merkezi olduğundan, nüfus yoğunluğu açısından önemli bir yere sahiptir. Anamur’un nüfusu; 1308 (1897) tarihli İçel Sancağı Salnamesinde 22.557 Müslüman, 330’da Hıristiyan olmak üzere toplam 22.887 kişidir. Ancak biz Anamur’un tarih içerisinde yerleşim yeri olarak daha geriye gittiğini Ak Camii üzerinde bulunan ve üzerinde “Fi Eyyamüs Sultan… Alâüddin Vedin Ebul Feth-i Keykubad İbn Keyhüsrev, Fi yed-il abdi…660 ‘Hicri 660 = Miladi1264’.” yazılı olan yazıttan anlamaktayız. Bu tarihte böyle bir caminin yapılmış olması 13.yy ortalarında yörede Müslüman yerleşiminin olduğunu göstermektedir. Anamur halkının büyük bir çoğunluğu geçimini tarımdan sağlamaktadır. Yöre ikliminin ve toprağının tarıma elverişli olması bölgede yaşayan halkın tarıma yönelmesine sebep olmuştur. İlçenin toplan alanı; 217.589’u tarım arazisi, 231.633’ü çayır ve mera, 19.318’i meskûn arazi, 130.950’si taşlık-kayalık ve 894.110’u orman olmak üzere 1.493.600 dekardır. Tarla bitkileri(Arpa, buğday, çavdar, mısır vb.), açık sebze(bakla, karpuz, marul, soğan, vb.), örtü altı sebze (patlıcan, hıyar, fasulye vb), meyvecilik (muz, çilek, badem, elma, portakal, zeytin vb.) toplam tarım arazisini oluşturmaktadır. Bölgeye tarımdan giren yıllık toplam üretim miktarı 191.120.13 liradır. İlçe ekonomisine en büyük katkıyı muz ve çilek üretimi sağlamaktadır. Yöre halkının konar-göçer kültürden gelmesi sebebiyle asıl mesleği olan hayvancılık yeni neslin okur-yazar oranının yükselmesi, hayvancılığın tarıma oranla getirisinin düşük olması gibi sebeplerle önemini yitirmekle beraber varlığını az da olsa devam ettirmektedir.

Sosyo Kültürel Yapısı Yaz aylarında ilçe halkı yayla için Toroslara çıkmakta, Kaş, Abanoz ve Akpınar yaylalarında modern ve planlı konutlar yayla evi olarak kullanılmaktadır. Bu modern binaların dışında, özellikle dağ köylerinde konut kültürü, maddi imkânsızlıklardan

8 Anamur 2000, Anamur Kaymakamlığı, Anamur, 2000, s. 8.

9

dolayı henüz gelişmemiştir. Yaz aylarında turizm hareketlerinin yoğunlaşması ilçe ekonomisinin yanı sıra, sosyal yaşamına da canlılık getirmektedir. İlçede aktif nüfusun kamuda çalışan ve özel işyeri sahipleri dışında kalan kısmı öncelikle tarım olmak üzere turizm ve orman sektöründe geçici olarak çalışmaktadır. İşsizlik oranı düşüktür. İlçede iki tane günlük yerel gazete ile dört basımevi ve cilt evi bulunmaktadır. İlçede elektriksiz belde, köy ve yerleşim birimi yoktur. Ören ve Çarıklar Beldesinde içme suyu vardır. İlçe D–400 Devlet karayolu üzerinde bulunmaktadır. Bu yolun Silifke-Anamur, Anamur-Gazipaşa arasındaki bölümünün çok dar ve dönemeçli olması ilçenin ulaşımını güçleştirmektedir. Silifke-Anamur arasındaki kalan bölümünün iyileştirilmesi çalışmaları devam etmektedir.

Tarihi Yapı Kalıntıları Ünlü büyük yapıların, insanüstü varlıkların eseri olduğuna, ya da onların yardımı, himmeti, öğütleri sayesinde başarıldığına inanılır. Bu tür bir inanışın oluşumunun en büyük sebebi, göçebe ve yarı göçebe bir yaşam tarzıyla yoğrulmuş halkın, şehir uygarlığı karşısında duyduğu şaşkınla görmek gerekir.9 Anamur’da yer alan tarihi mekânlar, çeşitli uygarlıklarım renk motifleriyle süslenmiştir. Birçok yapı bu gün, zihnindeki zengin birikiminin izlerini yaşlı cildinde gözlere sergiler:

Şehir Kalıntıları Anamirium Antik Kent: Anemurium 19. yüzyılda İngiliz Francis Beaufort'un Akdeniz'de yaptığı Keşifler sonucunda batı dünyasına tanıtılmıştır. 1960 yılında Toronto Üniversitesinden Elisabeth Alföldi Rosenbaum tarafından kazılar başlatılmıştır. Sonra, Kanada'lı Prof. James Russel tarafından kazılar ve diğer bilimsel çalışmalar sürdürülmüştür. Anemurium kenti, yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölümdür. Surlar, 3 hamam, tamamlanamamış tiyatro, dokuz yüz kişilik oturma yeri bulunan odeon (konser salonu), paleastra gibi yapılar aşağı kenttedir. Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun en iyi korunmuş nekropol alanını oluşturur. Genel olarak mezarlarda lahit odası, ziyaret mekânı ve diğer eklenti mekânları yer alır. Beşik tonozlu en eski mezarların temelleri büyük kireç taşlarından inşa edilmiştir. Üçüncü mezar tipi ise bir bahçe içerisinde eski tip mezarlara yeni bir ünite olarak eklenmiş

9 Pertev Naili BORATOV, Türk Halk Bilimi 2, 100 Soruda Türk Folkloru, Ankara, Gerçek Yay., Aralık, 1973, s.86.

10

yapılardan Anemurium Nekropol meydana gelir. Bunların dışında, dört cephesi kemerli ve kesik koni biçiminde mezar tipleri de yer alır. Kentin içme suyunu sağlayan su kemerleri dışında, Erken Hıristiyanlık dönemine ait birkaç kilise kalıntısı da saptanmıştır.10

Şıhardıcı: Çukurabanoz köyünün Arap Çukuru denilen bölümünün yakınlarında yüksek hakim tepeler üzerinde yer alan antik şehir kalıntısına rastlanır. Bu yerleşim yeri tamamen tahrip olmuş durumdadır. Kalıntıların ismi, “şeyh” ve “ardıç” kelimelerinden gelmektedir. Şeyh, Tarikat kurucusu, bir tarikatta en yüksek dereceye ulaşmış kişi, tarikat büyüğü gibi anlamlara gelmektedir. Rivayete göre, Selçuklu zamanında yaşamış şeyhlerden biri, halka dini tebliğde bulunmak için, gele gele buralara kadar gelmiştir. Ardıç ağacı, sevigillerden güzel kokulu, yapraklarını kışın da dökmeyen, yuvarlak, kara, ymişleri ilaç olarak kullanılan bir ağaçtır.11 Ardıç ağacının etrafı dinlenmek ve gölgelenmek için oldukça uygundur. Burası, bu açıdan kutsal kabul edilir yöre halkınca.”Şeyh ardıcı” ismi daha sonra “Şıhardıcı” şekline dönüşmüştür. Ardıç ağacı kenarında dini eğitim verilmiştir. (K.K.:12)

Abanoz Kalıntıları: Ermenek Karayolunun 60. kilometresinde Abanoz yaylası yer almaktadır. Abanoz yaylasını çevreleyen hâkim tepeler üzerinde, artık ayakta duran hiçbir binası kalmamış son derece tahrip olmuş kent kalıntısına rastlanmaktadır. Bu nekropol kayalara oyulmuş mezarlar olarak günümüze gelmiştir. Ayrıca insanlar tarafından oyulmuş olduğu anlaşılan birçok kaya oyuğu da Abanoz yaylasında yer almaktadır. Bir kısmı da yolun solundaki hâkim tepelerde yer alır. Bunlardan birisi “Sandık Taş”tır. Kare biçiminde, sandık şeklinde oyulmuştur.12

Halkalı Kalıntıları: Halkalı yaylasında yer alan tarihi kalıntılardır. Burada da yerleşim yerinden çok Roma dönemine ait üçgen alınlıklı ve sütunlu kaya mezarlarına rastlanmaktadır. Halkalı yaylası, ismini bu nekropol alanından almaktadır. Mezarlar, iç içe geçirilmiş kayalar görünümünde olduğu için bu isimle anılmıştır. (K.K.: 13)

10 Ali DOĞAN, Mersin’de Turizm ve Ören Yerleri, Yüksel Matbabası, Mersin, 2004 , s. 106-107. 11 Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara 1988, C.2., s. 116. 12 Anamur 2000, Anamur Kaymakamlığı, Anamur, 2000, s. 28.

11

Demiroluk: Anamur-Ermenek karayolunun 17. kilometresinde, “Demiroluk” denilen güzel çeşmelerin yer aldığı mevkide yer alan kalıntılardır. Blok kayalar üzerine oyulmuş kaya mezarları şeklindedir. Diğer yayla bölgesinde olduğu gibi mezarlar burada da üçgen alınlıklıdır. Sütun ve payelerle de dekorlar verilmiştir. Yine bu bölgede yer alan başka bir kaya mezarında yine üçgen alınlık içerisinde kalkan tutan, sağa doğru hareket eden şaha kalkmış bir at üzerinde yer alan Roma süvarisi kabartma olarak yapılmıştır.13 Oluk, içi boş, içinden su ya da sıvı akan çubuk, boru demektir. Burada yer alan mezarlar, adeta bir oluk gibi oyuktur. Muhtemelen, kastedilen boru demirdir ve bu yüzden bu isimle anılmıştır. Bir başka görüşe göre, bu isim, bulunduğu yerde yer alan demir bir oluktan gelmektedir.

Köristanlık: Anamur-Ermenek Karayolu üzerinde en büyük yayla yerleşkelerinden birisi de Akpınar yaylasıdır. Geçmişte yakınlarından meşhur antik yol geçmekteymiş. Bugün için hâlâ antik yolun döşeme taşlarına bu bölgede açık bir şekilde rastlamak mümkündür. Bu antik kent şehir ve dağın yamaç kesimlerde bulunan nekropol sahâlârından meydana gelmektedir. Şehir kalıntılarının kuzeybatı yönünde çok sayıda kaya mezarı yer almaktadır. “İstan” toprak anlamında kullanılan Farsça yer anlamı sağlayan bir ektir. Bu yapının, “stan”dan türediği düşünülür. Anlamı uzak demektir. Bahsedilen alan, bulunduğu yer itibariyle sote bir yerdedir. Yoldan bakınca, hemen görülmeyen bir alanda olduğu için “Kör” olarak adlandırılmıştır. “Köristan”, kör yerde kurulmuş yerleşke, toprak anlamındadır. Halk tarafından bu mekânın hikâyesi bu şekilde anlatılır.

Kalınören Antik Kenti: Titiapolis (Tritopolis): Anamur ilçe merkezinin 10km. kuzeybatısında yer alan antik kent, aynı isimle anılan köyün hemen yanında dik bir tepe üzerinde kurulmuştur. Düzgün kesme taşlarla yapılmış olan kentin ayakta kalan yapılan güzel bir mimarlık örneği göstermektedir. Takriben M.S. 1. yüzyıl ve daha geç dönemlerde iskân edilmiş olan kentte sarnıçlar, ev ve dükkan yapılan, kilise, yer yer sur duvarları, resmî yapılar ile mezarlık bulunmaktadır.

13 Anamur 2000, Anamur Kaymakamlığı, Anamur, 2000, s. 30.

12

Titiapolis kenti Helenistik çağların, Roma’nın ve Bizans’ın da izlerini taşıyan önemli bir tarihi kenttir. George Evart Bean ve Terence Bruce Mitford 1964–1968 yılları arasında Kilikya’da yaptıkları incelemeleri sonucunda hazırladıkları Batı Kilikya’da bulunan antik yerleri gösteren haritaların da bugünkü Kalınören köyünün yerini Titiopolıs olarak işaretledikleri anlaşılmıştır. Titiapolis kenti düzgün ve kesme taşlarla inşa edilmiştir. Titiapolis kenti çeviren kale sur duvarlarının kabaca yontulmuş büyük ve küçük, çok köşeli taşlardan yapıldığı görülür. Şehrin kuzeyinde, surlarla çevrili akropol kalıntıları, bazilika, hamam ve nekropol yapı ve sahâlârının bulunuşu bu yerleşim yerinin şehir olma özelliğini gösteren kanıtlardan birsidir. Bazilikalar bugün için tahrip olmuş durumdadır. Tabanlarında ise renkli mozaik döşemeler mevcuttur. Diğer alanlarda da beyaz ve sarı renkli döşemeler mevcuttur. Bir lahitin ön yüzüne elinde asa tutan sehpa üzerinde oturan erkek figürlü işleme görülür. Türkler tarafından imar edilmiş veya şenlendirilmiş eski yerleşim yerlerine ören veya viran denmektedir.14 İnanışa göre, bu bölgede kadının biri yün örüyormuş. Oradan geçenlerden birisi “Kalın örüyorsun.”demiş. Bundan sonra ismi Kalınören olmuş. Başka bir görüşe göre, buradaki kalıntılar kalın kayaların oyulmasıyla oluştuğu için bu ismi almıştır.

Bedestenler Kumaş, mücevher vb. değerli eşyaların alınıp satıldığı tarihi kapalı çarşıya bedesten denir.

Tol Kervansarayı (Melleç Hanı): Tol Kervansarayı, Alanya karayolunun 22. kilometresinde, eski adıyla Melleç, yeni adıyla Demirören köyünde yer alır. Tol kervansaray kuzey-güney yönünde iki sahınlıdır. Kervansarayın ne zaman yapıldığı konusunda herhangi bir bilgi mevcut değildir. 14–15, yüzyıllara ait olduğu düşünülmektedir. Muhtemelen kıyıdan yol alan yolcuların ve ticaret kervanlarının konaklayabilmesi için yapılmıştır. “Tol” un kelime anlamı, taş kemer, taş kemerlerle yapılmış ev, oda, kapı vb. şey demektir; ayrıca yayla veya bahçe kulübesi anlamına da gelir. ”Tol”un diğer anlamı da

14 T.S., s.1546.

13

demirdir.15 Demirören köyünde eskiden demir çıkartılırmış. Bol miktarda sert kırmızı, sarı renkli taşlardan ve moloz taşlarından inşa edilen bu kervansarayının üzeri tonoz örtülüdür. Taşlardan örüldüğü için ve bir oda görünümünde olduğu için halk tarafından bu isimle adlandırılmıştır.

Akarca Hanı: Anamur’un Akarca adıyla anılan mahallesinde, Selçuklulardan kalma Akcami’nin karşısında bu han yer almaktadır. Moloz ve kayan taşından yapılmış olan bu yapı tonoz örtülü ve tek sahınlı olup, şu anda halen dükkân özelliğinde işyeri olarak kullanılmaktadır. Yapının ne zaman yapıldığına ilişkin bilgi bulunmamaktadır. “Akarca” kelimesi, Küçük akarsu, kaplıca gibi anlamlara gelmektedir. “Han” ise, yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamasına yarayan yapıya denir. Zamanında, civarda birçok pınar ve su gözü bulunduğu için mahalle ve bu tarihi yapı bu ismi almıştır. Yokuşta olması ve su açısından bereketli olmasından dolayı, tarih boyunca Yörüklerin vazgeçilmez uğrak yerlerinden olmuştur.

Altı Kapı Hanı: Altı Kapı Hanı, Anamur-Antalya karayolunun “Kharadus” denilen bölümünden 800 metre ilerde yer alır. Altı Kapı Hanı doğu - batı yönündedir. Yuvarlak kemerlerle örülmüş altı adet giriş kapısı ve birbirine bağlı altı yuvarlak tavanları, tonoz yapılı odalara açılır. Siyah ve sarı renkli taşların aralarına, Horasan harçları doldurularak inşa edilmiştir. Eski dönemlerde, yapı ustalarının kullandıkları malzemelerin mukâvemetini arttırmak için; malzemenin içine yumurta akı, kan, peynir, reçine, pişmiş toprak gibi katkı maddeleri katarak Horasan harcı meydana getirilirmiş. Bu harç, içinde pişirilmiş ve öğütülmüş toprak ürünleri katılan bir malzemedir. Odaların önünde yine yuvarlak tonozlu payandalarla taşınan revaklar yer almaktadır. Muhtemelen kervan ve yolcu barınması için işleyen yol üzerinde imar edilmiştir. Bu yapı, ismini altı kapılı olarak inşa edilmesinden almıştır.

Kale Kalıntıları Düşman gelmesi beklenen yolar üzerinde, askeri önem taşıyan şehirlerde, geçit ve dar boğazlarda güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, mazgallı yapıya kale denir.

15 T.S., s.1988.

14

Ayvasıl: Anamur-Ermenek Yayla yolunun 2km uzağında, basit kale surları vardır. Bu kale surlarının içerisinde bina ve hamam kalıntıları yer almaktadır. Yöre halkı, bu yapının isminin Roma döneminin ünlü komutanı Ayva Asilli’den geldiğini söylemektedirler. Zamanla bu isim, “Ayvasıl” şekline dönüşmüştür. (K.K.:14)

Kudret Kalesi: Anamur-Ermenek Karayolunun Kaş yaylası yer almaktadır. Yaylanın karşısında bulunan tepeler üzerinde Roma döneminden kalma kale surlarına ve diğer yapı kalıntılarına rastlanmaktadır. Yapılar tamamen harap olmuş ve yer seviyesindedir. Roma döneminde, bu kalede birçok zaferler elde edilmiştir. Selçuklu zamanında gücü temsil ettiği için, ismi “Kudret” olarak anılmıştır. “Kudret”, güç, erk, iktidar anlamına gelmektedir. (K.K.:15)

Anamur Kalesi (Mamure Kalesi): Anamur Kalesi günümüze iyi bir durumda gelmiş Anadolu kalelerinden bir örnektir. Anamur ilçesinin 5km. güneydoğusunda, deniz kıyısında bulunan Anamur Kalesi, III.-IV. yüzyılda Romalılar döneminde yaptırılmıştır. Romalılardan sonra Bizanslılar ve Haçlı Seferleri sırasında kale kullanılmış, daha sonra Alâeddin Keykubat yöreyi 1221 yılında ele geçirmiş ve savaş sırasında yıkılan kalenin yerine bugünkü kale yeniden yapılmıştır. Karamanoğulları ve Osmanlılar da bu kaleyi kullanmışlardır. Karamanoğlu II. İbrahim Bey 1450 tarihinde kaleyi onarmış ve bu yüzden de “Mamuriye Kalesi” ismi buraya verilmiştir. Karamanoğlu tarihçisi Şikari de, Anamur (Mamûriye) hakında kalenin Karamanoğlu Mahmud Şah tarafından onarıldığını ve adının konduğunu söyler.16 Bunun yanında kalenin isminin Ermenice; “Yosunlu kale” olduğu da ifade edilmektedir.17 Kale oldukça derin bir hendekle çevrilidir. Kesme taş ve moloz taştan yapılmış olup, otuz altı kulesi ve içerisinde birbirlerinden farklı üç avlusu bulunmaktadır. Bunlardan batı avlusunda günümüzde de ibadete açık olan, onarılmış tek minareli bir cami bulunmaktadır. Ayrıca kale içerisinde Roma Çağı’ndan kalmış tiyatro, kemerler, mozaik döşemeli evler ve kilise kalıntıları da bulunmaktadır. Kalenin sur duvarları Toros Dağları’nın eteklerinden başlayarak denize kadar uzanmaktadır. Bu surların dışındaki geniş bir alan Nekropol

16 Şikari; Karamanoğulları Tarihi, (haz: M. Mesud Koman ), Konya Halk evi Tarihi ve Müze Komisyonu Yayınları, seri:1 S.1, Konya, 1946, s.53, 64-65. 17 Bilge UMAR, Türkiyede Tarihsel Anıtlar, İnkıläb kitabevi, İstanbul, 1994. s.179.

15

(mezarlık) olarak kullanılmıştır. Kaleden zamanımıza gelmiş tek yazıt batı cephe duvarları üzerindedir. Yazıtta, "Karamanoğlu Alaaddin oğlu Mehmet oğlu Sultan İbrahim inşa etti. Bu tarih Mükerrem Şevval ayında yazıldı." yazılıdır. 1988 yılında Anamur Müzesi Müdürlüğünce yapılan kurtarma kazılarında M.S. 3.-4. yüzyıllara ait. "Ryg Monai" adlı fazla etkili olmayan geç Roma kentine ait tabanları mozaik döşeli yapı kalıntıları ortaya çıkartılmıştır. Kalede çekilmiş bir film bulunmaktadır. T.R.T’de gösterilen filmin “Osmancık” filminin başrol oyuncusu da Cihan Ünal’dır.

Boncuklu Kale: Çeltikçi Köyü’nün, 2 uzağında yer alan kale kalıntılarıdır. Kalenin ortasındaki sarnıç, tonozlu ve kalın duvarlıdır. Kale surlarının üst seyirdimlerinin altları tonozlu ve eyvanlı olarak düzenlenmiştir. Boncuklu Kale yerleşim biriminde, inşa edilmiş şapel binası doğu tarafında yer alır. Boncuklu Kalenin doğusunda konutlar ve nekropol alanı yer alır. Ancak bu nekropol alanı içerisinde belirgin mezar mimarisi özelliğini gösteren yapılara rastlanmamaktadır. Köy yerleşimi aşağıya doğru meyilli arazi üzerinde yer almaktadır. Bu kale, şu anda tamamen yıkık durumdadır. Kaledeki odalarda yer döşemeleri parça parça, göz gözdür. Eski mimaride sıkça tercih edilen bir yapıdır. Kireç harç üzerine, aynı boyda parçalar tek tek yerleştirilir. Boncuğa benzediği için bu isimle anılmıştır.

Filir Kalesi: Anamur'un kuzeybatısında Vilayet köyü yakınlarında Filir kale kalıntıları yer alır. Ören yerinde Geç Roma dönemine ait bir sarnıç, basit kale surları ve nekropol alanı görülür. Bu ismin nereden geldiğiyle ilgili bir görüş yoktur. Bazıları Roma döneminde kullanılan isimlerden birisi olduğunu söylemektedir.

Kaledıran Kalesi (Anamur): Mersin Anamur ilçesinin 52 km batısında, Kaledıran Köyü yakınında bulunan kalıntıların bir kaleye ait olduğu sanılmaktadır. Bu kale Bizans döneminde yapılmış ve gözetleme amaçlı olarak kullanılmıştır. Kaledran adı, buradaki bir kale kumandanının isminden kalmadır. Türkler buraya Helvalık ismini vermişlerdir.18

18 İbrahim ERDAL, XIX. Asır Sonlarında İçel Sancağı Anamur Kazası, (Yayımlanmamış Lisans Tezi), Denizli, 1998. s. 52.

16

Köprüler Herhangi bir engelle ayrılmış, iki yakayı birbirine bağlayan yapıya köprü denir.

Ala köprü: Ala Köprü, Anamur - Ermenek karayolunun 13 km uzağında, Dragon çayı üzerinde yer alır. Ana yatak üzerinde 19.65m. açıklığında tek gözlü bir köprüdür. Köprüde ayrıca taşkın suları için bir boşaltma gözü doğu yönüne yerleştirilmiştir. Yazıtı olmayan köprü, 14.yüzyılda Karamanoğulları tarafından yaptırılmış bir mimarlık harikasıdır ve halen kullanılmaktadır. Alaköprü teknik olarak çok uygun bir yere kurulmuş bulunmaktadır. Çay vadiden akarak gelir. Ancak direk köprüye vurmaz. Akış yönü batı istikametine doğrudur. Köprünün üst kısmındaki Gökçesu deresinin kavuşma yerinden Güneye doğru kıvrılır. Böylece suyun gücü kırılır ve direk köprü ayaklarına çarparak köprünün tahrip olmasının önüne geçilir. Farklı özellikteki, alacalı, renkli taşlardan örüldüğü için, bu köprü “Alaköprü” ismiyle anılır.

Camiler Müslümanların namaz kılmak için toplandıkları yerlere cami denir.

Mamure Kale Cami: Mamure kale camisi, Mamure kalesi içerisinde yer alır. Yapıya basık kemerli taş kapıdan girilir. Camide, duvarlarda taş ve tuğla sıraları uyum içinde örülmüş kubbeye geçişte ve saçaklarda tuğladan tırnak süsleri yapılarak etki yaratılmıştır.16. Yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik öğelerini taşıyan caminin ilk yapılışı Karamanoğulları'na aittir. Caminin önünde yer alan küçük kemerlerle dekore edilmiş sarnıç beşik tonozludur.

Akcami: Akarca mahallesinde yer alan, kesme taştan kubbeli bir camidir. Camiye batı yönünde basık kemerli taş kapıdan girilir. Girişin tam karşısında fazla derinliği olmayan taş mihrap sağda orijinal olmayan ahşap minber yer alır. Köşelerde ve yan duvarlar üzerinde sağır sivri kemerli açıklıklarda duvar içine gömülmüş yuvarlak iç dolgu ile geleneksel Türk mimarisinde pek görülmeyen tarzda kubbeye geçiş sağlanmıştır. Giriş kapısının hemen üzerinde yer alan altı satırlık yazıda 1326 H. tarihi okunmakla birlikte yazıt orjinal değildir. Hâlâ ayakta duran Sultan Alaaddin camii’nin kurucusu 1555 ve 1584 tarihli evkaf defterinde Alaaddin Bey bin Ali Karaman olarak

17

gösterilir. Günümüzde Akcamii de denilen caminin kapısında bulanan, “ fi eyyami’s- sultan... Alaeddünya ved-din, Ebu’l-feth-i Keykubat ibn-i Keyhüsrev, fi yeddi’l- abdi...660” yazısından, Alaaddin Keykubat zamanında(1220–1237) yapıldığı anlaşılmaktadır. Caminin kale gibi surları vardır. Rengi beyaz olduğu için bu isimle anılır. Diğer Tarihi Yapılar

Zincirlitepe: Kızılaliler köyünün kuzey kısımlarında bugüne kadar ne olduğu anlaşılamamış tarihi kalıntılar mevcuttur. Bulunduğu yerden dolayı Zincirlitepe adını almıştır. Sayısız yapı ve nekropol alanı mevcuttur. Alanda bulunan taşlar kalın zincir görünümündedir. Bu özelliğinden dolayı, bu şekilde adlandırılmıştır.

Anıtlı Gözetleme Kulesi: Kaledran köyü sınırlarındadır. Bu köyün en ilginç yanlarından birisi orta yerinden akan Anıtlı deresinin Antalya-Mersin sınırını belirlemesidir. Dere üzerindeki köprüden geçildiğinde, Antalya sınırına girilir. Anıtlı köyü topraklarının yarısı Gazipaşa, diğer yarısı da Anamur ilçesine aittir. Yapı kesme taşlardan, geniş ve kalın sağlam temeller üzerine inşa edilmiş ve iki katlı bir binadır. Mekân yuvarlak tonozlu ve üst örtüsü beşik şeklinde çatılıdır. 4.-5. yüzyılda yapıldığı sanılmakta olup, yapı itibari ile gözetleme kulesi ve karakol yapısı konumundadır. Mekân, ismini bağlı bulunduğu köyün isminden almıştır. Bu köyde, eski Roma dönemine ait heykele benzeyen kalıntılar bulunduğu için, bu isimle anılmıştır.

Otağ Köyü Şapel Binası: Anamur-Antalya karayolunda Yakacık mevkiinden 10 kilometre sonra Anıtlı (Kaledran) deresinin kenarında Otağ köyü Şapel binası yer alır. Bizans’ın geç dönemlerinde yapıldığı sanılan binanın yapı taşları, moloz ve kesme taşlardan inşa edilmiş olduğu görülür. Tek sahınlı bir bina olup, yanında ise kült odaları bulunan küçük tarihi bir yapıdır. Bu yapı, Bizans döneminde bina edilmiş, küçük kilise şeklindeki tapınma yeridir. Hristiyanlıkta, insanlığa unutulmaz hizmetlerde bulunan kişileri kilisenin ya da tapınma yerlerinin bir köşesine gömerlermiş. Gelenler ziyaret edip, mum yakarak, dua edermiş. Bu tür yapılara şapel denir. Yöre halkı, bu yapının, böyle ünlü bir kişi adına yapıldığını iddia ediyor. “Otak, otağ” kelimesi çadır

18

anlamındadır. Bu yapının bulunduğu alan, sulak ve engebeli olduğu için, yörüklerin uğrak yeri olarak kullanılmaktaymış. “Otak” ismi Yörük çadırından gelir.

Cennet Koyu: Anamur-Gazipaşa yolunun 17.km.sinde soldaki köy içerisinde apsisi zamanımıza gelebilmiş bir bazilika ile diğer yapı kalıntıları yer alır. Koy, denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yere, küçük körfeze “koy” denir. Bu yapı, muhteşem bir koyun kucağında kurulmuştur. Güzelliğinden dolayı bu ismi almıştır.

Ovabaşı Kalıntıları: Anamur’un Ovabaşı köyü sınırları içerisinde tarihi bir ören yeri bulunmaktadır. Romanın son dönemlerine ve Bizans’ın başlangıç dönemlerine ait olduğu sanılan bu yerleşim yerinde temelleri belirgin bir bazilika ve sarnıç yapıları ile nekropol alanı yer almaktadır.19 Bağlı bulunduğu köyden dolayı, ayrıca geniş ve verimli bir vadi şeklinde olduğu için bu ismi almıştır.

Göz Taşı: Anamur’un batı kısmında Sarıdana Köyü sınırları içerisinde yolun solunda yüksekçe bir tepe üzerinde aşırı tahrip olmuş şekilde yıkıntılara rastlanmaktadır. Bu mimari yapıların hangi işlevler için yapıldığı anlaşılamamıştır. Yapıya verilen isim, üzerindeki tahribatların göz şeklinde olmasından kaynaklanmaktadır.

Kandacık Nekropolü: Anamur’un Kuzey doğusunda 7. kilometrede Malaklar köyü yer alır. Bu köy yakınlarında, Kandacık denilen yerde Nekropol yer almaktadır. Roma dönemine ait küp biçiminde mezarlar ve diğer tarihi yapı kalıntıları bu bölgede yer almaktadır. Kandacık, coğrafi terim olarak, karstik erime sonucu dar ve derin bir şekilde oyulmuş arazi yapısı için kullanılır, çukurumsu yer anlamındadır. Akdeniz’de tüm Taşeli boyunca bu şekilde yapılara rastlamak mümkündür. Nekropol, bir kentin hemen dışında yer alan mezarlık alanı anlamina gelmektedir.

Azıtepe: Anamur Bozyazı ilçeleri arasında iki ilçeyi birbirinden ayıran ve denize doğru dik inen dağ sırası üzerinde yer alan en yüksek tepeye Azıtepe

19 Hacı Gürbüz- Özge F. Uysal, Anamur ve Çevresi, Anamur, Gürbüz Reklam Ajansı, Ağustos 2003, s. 61.

19

denmektedir. Bu tepenin en uç noktasında bugün için ormanlar arsında bir yangın gözetleme kulesi bulunmaktadır. Azıtepe’nin batıya Anamur’a doğru bakan yüzünde ise Çarıklar beldesi yer alır. Çarıklar belde sınırları içerisinde Azıtepe kalıntıları yer almaktadır. Milattan Önce 4. yüzyıla kadar dayanan yerleşim yeridir. Ayrıca ören yerinin Güneydoğusunda moloz taşlardan yapılmış olan beşik tonozlu bir hamam yapısı mevcuttur.20 Bu yapı ismini, tepenin isminden almıştır. Tepe, insanın azı dişine benzediği için bu isimle anılagelmiştir.

Arap Çukuru: Çukurabanoz köyü yakınlarında Arap Çukuru denen mevkide, yüksek dağ tepelerindeki kayalar üzerinde yerleştirilmiş lahitlerin oyuklarına ait oymalar görülür. Ören yerinde üçgen çatılı ve haç kabartmalı kaya mezarları bulunmaktadır. Yörüklerin bir kolu olan Araplar sülalesi, bir dönem burada konaklamışlardır. Bu yörük boyunun insanları, esmerlikleri yönünden Araplara benzedikleri için, bu yapı bu isimle anılmıştır. “Çukur” ismi ise, oyuk olduğu için konulmuştur. Çukurda kalan alanlar, yörükler tarafından en çok tercih edilen alanlardır. Yazın serin olur, su bol bulunur, soğuk geç gelir. Burası Araplar sülalesinin yerleşik yeri olmuştur.

Zavrak Taş: Filir Kalesinin yakınlarında yer alır. Burada blok taşlardan oluşan coğrafi bir yapı vardır. Yörede, pencereye “zavrak” denilmektedir. Yapı, gri renkli blok taşlardan inşa edilmiştir, tam ortasında pencere görünümündeki çerçevesi kabartmadan dolayı bu isimle anılmıştır. Ritüel amaçlarla kullanıldığı sanılan bu yapı, anıt eser niteliğindedir. Hitit dönemine aittir. Kalker ana kayaya oyularak oluşturulmuştur. Pencerenin hemen üzerinde, tepede, düzleştirilmiş olan ana kayanın açıklığına rast gelen bölümü, hafif yüksekçe taş biçiminde bırakılmış ve önde silmelerle süslenmiştir. Silmeler yanlardaki alçak bölümlerde de sürdürülerek kutsal bölüme ayrıcalıklı hareket kazandırılmıştır. Pencere açıklığı üstü açık tünel biçimindedir. Tek sıralı oturma yerinin köşeleri yine silmelerle dekorlandırılmıştır. Anıtın ön yüzü dikine kesilerek düzleştirilmiş, arkadaki bağımsız ana kayanın sağ tarafı da kesilerek düzleştirilmiştir. İlçede “Zavrak Taş” adıyla 1990 yılından bu yana bilinen bu yapı, son derece önemlidir.

20 Anamur Kaymakamlığı, a.g.e., s. 28.

20

Mamure Hamamı: Mamure hamamı, Mamure kalesinin kuzeyinde yer alır. Hamamın giriş bölümü yıkılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri sağlam olarak zamanımıza gelebilmiştir. Küçük ölçekteki yapı ahşap hatıllarla desteklenmiş moloz taşla inşa edilmiştir. Yapı Mamure kalesinin mamur edildiği tarihte Karamanoğulları tarafından yaptırılmış olması gerekir.

Kızıl Kilise: Kargedik dağının doğu yamaçlarına kurulmuş olan Kızılaliler köyünün içinde kızıl kilse yer alır. Ören yeri içerisinde üç sahınlı olarak inşa edilmiş olan bazilika görülür. Yapı 5. 6. yüzyıllardaki Isaura yapı tarzındadır. Kırmızı taşlardan örüldüğü için bu isimle anılır. Toprağın rengi de, bölgeye göre daha kırmızıdır.

Çeşme (Ninfeum): Anamur’un batı kısmında Sarıdana Köyü sınırları içerisinde anıtsal yapılar olarak tarihe geçen bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin sütunlu olan cephesindeki sütunun, ortası aslan ve medüsa başlarıyla dekore edilmiştir. Medüsa, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona'dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılan saçlı medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır. Roma döneminde yapılmış bu yapı, sanatsal, anıtsal çeşme anlamına gelen “Ninfeum” olarak adlandırılmıştır. Romalılar, düşmanlarından korunmak için, efsanevi gücü olduğuna inanılan “Medusa” heykelini, bir uğur olarak çeşmenin başına yapmışlardır.

21

BİRİNCİ BÖLÜM

HALK YAŞANTISI

1.1. ANAMUR’DA SOSYAL YAŞAM

“Ey dağlar sözümüzün doğrusu böyle Noksanım varsa gel bana söyle Türkmen'e bir at, yayla, bir davar ile Ala dilber, soğuk su, mor çemenler gerek.”

Şiirinde Dadaloğlu'nun anlattığı yaşam tarzı, Anamur insanının yaşam felsefesini oluşturur. Anamur kültürü, Yörük yaşantısıyla, söylemleriyle, hayata bakış zenginlikleriyle yoğrulmuştur. Onların felsefesini, tabiatla iç içe yaşama anlayışı oluşturur. Konar- göçerlik, Anamur’daki Yörükler arasında uzun yıllar süregelmiş bir hayat tarzıdır. Develerle yaylaktan kışlağa, kışlaktan yaylağa yapılan göçlerden günümüze yansıyan pek çok izler vardır. Yöre halkı, göçer hayatta sürdürdüğü pek çok gelenek ve göreneği, yerleşik hayata geçirmiştir. Yörük kelimesi, “göçebe, dağlı, çok ve çabuk yürüyen, iyi yol alan, eskiden yeniçeriye katılan yaya asker, cesur, eli ayağı çabuk, Anadolu ve Rumeli’de hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmenler geçimini hayvancılık yaparak sağlayan göçebe, yürüyen insan” gibi anlamlarına gelir. Yörük, bazı Türk lehçelerinde “yöğrük” şeklinde geçmektedir. Yaz mevsiminde yaylalarda konaklanılması, kışın ise sahil yerlere inilmesi, hayvan beslemenin gereği olarak görülmüştür, işte bundan dolayı üzerinde yaşayan bu insanlara da ataları gibi Yörük denmiştir. Toros dağlarında birçok yayla, otlak ve meranın bulunması, yüksek rakımı, Asya tipi yaşam koşullarına elverişli olması; 11. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya gelen Yörük ve Türkmenler'in başlıca yaşama alanı olmuştur. Yörük" sözcüğü, Kutadgu Bilig'de, "yürüme, tavır, hayat tarzı ve maişet" karşılığında kullanılan "yarık" sözcüğünden türemiştir. Selçuklular'dan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine kadar, merkezi yönetimle sık sık çatışmaya giren Türkmenler ve Yörükler, yaşama alanlarının dışa kapalılığı nedeniyle özerkliklerini koruyabilmişlerdir. Selçuklular'dan Osmanlı

22

İmparatorluğu'na uzanan yüzlerce yılda, yaşamsal ve kültürel özelliklerini fazla değişmeden korumuşlardır. 17.yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti, yörükleri, idari otoriteyi sağlamak için zorunlu iskâna tabi tuttu. Bundan amaç arazinin işlenmesini ve eşkıya gruplarına karşı set görevi görmelerini sağlamaktı. Yörükler, yakın tarihe kadar göçebe yaşamını tercih etmişler, sonraları yerleşik hayata geçmişlerdir. Anamur, Yıva boyundan teşekkül etmiş bir ilçedir. Kâşgarlı Mahmut, “boy” sözünün Oğuzca olduğunu bildirmektedir. Türkiye'de boyların başında bulunanlara, “boy beyi” deniliyordu.21 Aileler veya Uruglar (soy) bir araya geldiği zaman boyu oluşturmaktaydı. Bunların başında “bey” bulunurdu. Bey'in görevi boydaki iç dayanışmayı muhafaza etmek, hak ve adaleti korumak ve düzenlemekti. Boy Bey'leri cesareti, mali kudreti ve doğruluğu ile tanınmış kişiler arasından seçilirdi. Yerleşik hayata geçtikten sonra Anamur, yakın tarihe kadar, beylik yönetiminde bulunmaktaydı. Beylik 1860’ta kalkmıştır. Anamur’u nüfûsunun bir kısmı da Tahtacılardan oluşmaktadır. Geçimlerini yüzyıllar boyu ağaç işçiliğiyle sağlamış ve bu nedenle Anadolu’da genellikle ormanlık alanlarda yaşamlarını sürdürmüş Alevî-Türkmen zümrelerinden birisi olan Tahtacılar, yakın geçmişte konar-göçer yaşam tarzından yerleşik düzene geçmeye ve bunun sonucu olarak da kendilerine daha farklı geçim kaynakları sağlamaya başlamıştır. Tahtacılar, Oğuz boylarındandır. Yazılı kaynaklarda Yöredeki Kaşdişlen Köyü tek tahtacı köyüdür. Anamur’a 3km uzaklıkta olan ilçenin kuzeydoğusundadır. Köylüler bu yerleşim biriminin 1900’lü yıllarda Böyüncü İbrahim adında bir kişi tarafından kurulduğunu, kendilerinin de Aydın tarafından geldiklerini söylemektedirler. İlk adı “Dişlen”dir. Ancak, köylülerin yaz aylarında Anamur’a bağlı Bozyazı kasabasında sınırları içerisinde Kaş yaylasına çıkıp, uzunca bir süre orada kalmaları ve köyün çevresinde üç tane diş şeklinde dağın bulunması (biri kuzeybatısında diğer ikisi kuzeyinde) eski adın Kaşdişlen şeklinde değiştirilmesine sebep olmuştur. Köydeki yüksek bir tepeye eskiden “diş taş” denirmiş. Köyün en yukarısında “Kaş” adı verilen bir yayla bulunur. Kaş yaylasının altında köye yakın bu tepe de, coğrafi şekil olarak insan dişine benzemektedir. Bu köyde yaşayanlar, coğrafi konumundan dolayı bu ismin verildiğini söylemişlerdir. Köyün, yüz yıldan fazla tarihinin olduğu söylenir. Daha önce bir yerleşim olmamıştır.

21 Faruk SÜMER, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1992, s. 163-169.

23

1.1.1. Evde Yaşam ve Ev Yapısı “Bağ ekme, bağlanırsın Ekin ekme, eğlenirsin Davar alır göçersen, Gün olur beylenirsin.” diyen Anamur insanın konar- göçerlik yaşantısında, çadırın büyük bir önemi vardı. Çadır kelimesi, Türkçe "çat" kökünden gelmektedir. İlk yerleşim mekânı çadırlar olmuştur. “Çul çadır”, “kıl çadır” adlarıyla bilinen karaçadır, yer tezgâhlarında keçi kılından dokunur. Binlerce yıldan bu yana bölgede üretilen ve antik yazarların "Cilicium" (Kilimin kaynağı olabilir) olarak adlandırdıkları bu çadırlar; sıcağı, soğuğu ve suyu izole edebilmesi, istenilen yere kolayca taşınabilmesi nedeniyle çok kullanışlıdır. Çadırların üç veya dört direği, sekiz bağı olur. Sivriltilmiş kazıklara bağlanıp, yere çakılır. Gerilen çula “sitil” adı verilir. Ayrıca bir de “alayçık” adı verilen gölgelikleri vardır. Çalıdan kesilmiş ince çubukların üzerine çul çekilerek gölge oluşturulur. Kara çadırlar, yaşamlarını hayvancılıkla sürdüren, yazın serin yaylalara, kış mevsiminde ise ılık ovalara göç eden eski konar-göçer Türkler'in barınağı olmuştur. Oymak başının, aşiret başkanının çadırı en çok direği bulunan çadırdır. Çadırın içi yatılacak, oturulacak, yemek yenilecek bölümler olarak düzenlenmiştir. Düğünlerde gelin ve güvey için beyaz çadır kurulur. Çadırlarda, baş direğe Kur'an-ı Kerim ve silahlar asılır, kapının yanındaki direğe mutfak eşyaları, orta direğe fener asılır. Çadırı ikiye bölen perdenin kenarlarına ise eşya ve erzak sandıklarıyla içerisinde kıyafetlerin bulunduğu alaçuvallar dizilir. Yiyecek torbaları çadırın rutubet almayan ve pek göze çarpmayan yerlerine konur. Sol taraf erkeklere, sağ taraf kadınlara ayrılır. Anamur Yörükleri, yerleşik hayata geçtikten sonra geçmiş alışkanlıklardan dolayı, evlerini genelde tepelere yapmıştır. İlçenin çeşitli köylerinde ve yaylalarında değişik ev yapılarının izlerine rastlanmaktadır. Kırkkuyu ve Elbalak Yaylalarında, ev kalıntısına rastlanmıyor ama yumuşak taşlara oyulmuş antik sarnıçlar ve kaya mezarları görüyoruz. Abanoz, Şıhardıcı, Demiroluk, Güğül Tepesi, Domuz Beleni ve Çandır Yaylalarında Roma dönemi kalıcı yerleşim gözleniyor. O dönem insanları, günümüzde yaylaya göçen insanların bir bölümünün ev olarak kullandığı "evcik”lerde yaşamış olabileceği düşünülmektedir. Bu alanlarda ayrıca, kiremit örtülü yapılar, sosyal tesisler,

24

kut tören alanları ve kaya mezarlarının oluşturduğu nekropol kalıntılarına rastlanmaktadır. Evcikler, yakın zamana kadar yaylalarda tercih edilen ev şekliydi. Bu yapı, sadece bu yöreye has ev şeklidir. Aile fertlerinin sayısına göre, 15-20 metrekare alan, eninden kapı bırakılarak 15 metre yükseklikte taş duvarla çevrilir. Kapının tam karşısına ocak yapılır. İki tarafa çakılan 2,5 metre yükseklikteki çatal uçlu direk üstüne boyuna konulan sırıkla ana çatı oluşturulur. Duvarla sırık arasına enine bağlanan yuvarlak ince dilmeler üstüne, örtü olarak sık iğne yapraklı sedir veya köknar dallan örtülür. Kapı yerine, büyük baş hayvan girmesin diye çapraz sırık kullanılır. İçerisi görülmesin diye de kilim asılır. Yılana karşı önlem kedi ile alınır. Evciklerde yaşam 4-6 ay arasında değişir. Saz bitkisi örtü olarak kullanıldığından sahildekilerin ismi "saz evcik", yayladakilere de "pür evcik" adı verilir. Yörede görülen bir ev tipi de, “sayvant” adı verilen tahta ve ardıç çubuğuyla örtülü yayla evidir. Yaz sıcağında yaylaya göçen ekonomik durumu iyi kişiler, bu evlerde oturur. Bunların sayısı azdır. Siyan kireçtaşı, çamur harç ve ahşap hatlarla yapılan bu evlerde çatı, tahta ve ardıç kabuğuyla örtülüdür. Günümüzde eskiyen örtü yerine çinko kullanılmaya başlanmıştır. Yayla kesimine karayolu yapılmasıyla yapılarda, beton ve biriket kullanımı ağırlık kazanmasıyla birlikte, yöreye has ev modelleri de kaybolmaya yüz tutmuştur. Anamur, son elli yıl içinde çadırdan evciğe, sayvant adı verilen dik çatılı tipik evlerden beton yapılara geçerek, çok hızlı bir mekân resmine tanık olmuştur. Günümüzdeki ev yapılarına baktığımızda, her evin etrafının çit veya duvarla çevrili olduğunu görüyoruz. Evlerin konumu genelde, doğu- batı doğrultusundadır. Kapı ve pencereler, esnek tahtadan yapılır ve damak adı verilen sürgülerle kapanır. Kapı içten damak arasına konan kösükle (duvarla damak arasına konan ağaç takoz) kilitlenir, kösüklenmemiş bir kapı veya zavrak (tahta pencere. Macar dilinde de kullanılır) çerçevede oyulan bir delikten; parmakla açılır. Odalardaki ocak, kille sıvanır. Çıralık (ocak kenarındaki taş çıkıntı) da yanan çıra aydınlatmayı sağlar. İs müheri (baca) den çıkar gider. L şeklindeki eve, çanta ev adı verilir. Evler genelde ahır üstünde bir katlıdır. Bu ev tipleri, dağ ve yayla evlerinde görülür. Anamur'da ekonomi tarıma bağlı olduğundan zanaatkârlar, toprak sahiplerinin üstünlüğüne karşı koyacak durumda olmadığından, bu durum üç ev türü ortaya çıkarıyor. Bey ve ağaların yaptırdığı iki katlı çok odalı köşklü evler, çiftçi ve

25

esnafın oturduğu tek katlı çok odalı evlerle bir oda bir mutfaktan oluşan toprak örtülü evler. Osmanlı döneminde, eski İçel sınırına kadar yönetimi içine alan Anamur Bey'lerinin ev örneğini Ortaköy'de görüyoruz. Bu tarihi yapıların bir kısmı yok olmuş, bir kısmı da bu gün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Francis Boarfold KaraMâniç (Abdulhalim Bey), Saray mh. Molla Mehmet(Saray Mah. Molla Mehmet Sokak No: 5/A- yıktırıldı.), Saray mh. Şevki Efendi, Göktaş mh. Hakkı Efendi Köşkü (1. Dünya savaşı gazisi) (Göktaş Mah. Bekiroğlu Sokak No. 5.) ve Nasifler (Göktaş Mah. Nazifker Sokak No. 8, 8/A, 8/B.); Ortaköyde Abdulkerim Bey’in evi ve Ören Beldesinde Hacı Ali Bey Konağı ve Terminal yakınındaki Kısakahyaoğlu Konağı (Yeşilyurt Mah. Kısa Kahya Sokak No: 12, 12/A.), Şevki Efendi Evi (Saray Mah. Şekerlik Sokak No: 9.); Hükümet Konağı, Konut ve İşyeri (Bankalar Caddesi No: 2/B –yıktırıldı.) bu önemli yapılar arasındadır.

1.1.2. Kışa Hazırlık Mersin, Akdeniz ikliminin etkisi altında ola bir şehirdir. Anamur, Mersin’in ilçesi olmasına rağmen, kışı sert geçirir. Kışın kar yağar, insanlar eve hapsolur. Çocukların en büyük eğlencesi kar topudur. Anamur’da her yörede olduğu gibi, kışı rahat geçirmek için bazı hazırlıklar yapılır. Bu hazırlıklardan önemlisi de pekmezlerin hazırlanmasıdır. Pekmez, Anamur halkı için kış habercisidir. Yörede, özel pekmez fırınları bulunur. Daha çok üzüm pekmezi ve harnup (yörede yetişen keçibounuzu) pekmezi hazırlanır. Nadiren de olsa dut pekmezi de yapılır. Bir inanışa göre, ölüler son baharın geldiğini bu kokulardan bilirlermiş. Yöre halkı pekmezi, “asma sarmaşığı” dedikleri üzüm koruklarının damarlarını karıştırarak içer. Pekmez hazırlama dışında daha birçok hazırlık yapılır. Meyveler kurutulur, çıtlıklar(çitlembik) ovulur, bulgur kaynatılır, kavurgalar kavrulur. Tarhanalar, kuru üzümler, cevizler, çitlekler (çekirdek) hazırlanır. Anamur’un bahar ve kış yağmurları meşhurdur. Gerçekten eskilerin anlattığına göre Anamur’da bir yağmur başladı mı günlerce hiç durmadan yağar, kimseye göz açtırmazmış. Eskilerde Anamur’a bir kaymakam gelmiş. Birkaç yıl görev yaptıktan sonra Anamur’dan ayrılıp başka bir ilçeye kaymakam olmuş. Anamur’lu bir heyet eski

26

kaymakamlarını iki-üç yıl sonra ziyaret edip hal hatır sormak istemişler. Kısa bir sohbetten sonra Eski Anamur kaymakamı sözü ele alıp demiş ki: “Size bir şey soracağım. Anamur’dan ben ayrıldığım zaman yağmur yağıyordu. Yağmur hâlâ yağıyor mu?” diye sormuş. İşte böyle günlerde insanlar evlerde toplanır, eğlenceler yaparlarmış. Böyle eğlencelerde kavurga ve arabaşı çorbası hiç eksik olmazmış. K.K.:2 Özellikle köylerde insanlar sık sık bir araya gelir, oyunlar oynar, yemekler yer, eğlenceler düzenlermiş. Genelde bu toplanmalar, oynanan bir oyun veya yapılan bir yarış veya sorulan bir bilmece veya sorunun karşılığı olarak ceza kesme şeklinde olurmuş. Oyunu kaybeden, soruyu bilemeyen, yarışmayı kaybeden ceza olarak o mecliste bulunanları belirli bir günde arabaşı çorbasına davet edermiş. Bu toplanmalarda, yerlere “iteği” veya “somat” denilen ıstarda dokunmuş sofra bezleri serilir, üzerine sini ayağı ve üstüne siniler konur. Sofraya arabaşı getirilir, kâşıklar dizilir. Yörükler bu sinin etrafına atılan minderlere oturup bağdaş kurarak bir güzel bol acılı, baharatlı, ekşili, arabası çorbasını içerlermiş.

1.1.3. Yazın Yaşam Yaz ayları, Anamur’da çok sıcaktır. Nem oranının fazlalılığı yüzünden, insanların en büyük zevki, Akdeniz’in en bâkir kumsalına sahip denizdir. İnsanlar, ya denizin kenarına çadır kurup kamp yapar, ya da yaylalara çıkıp, yazı orada geçirir. İlçenin öğretmenevi, tam deniz kenarındadır. Bu yüzden, Mersin ve uzak şehirlerden gelen insanlar tarafından, yaz tatilini geçirmek amacıyla aylar öncesinden tutulur. Şehir dışındaki insanların çoğunun burada yazlığı vardır. Anamur, yabancı turist alan bir ilçe değildir. Şehre olan uzaklığı, yolların eğimli ve dar olması, yakınında bir havaalanı olmaması dolayısıyla yabancı turist alan bir yer değildir. Gelenler, yerli turisttir. “Pullu” ve “Dikilitaş” kampları gelenlerin en çok tercih ettiği çadır kurma, kamp yapma alanlarıdır. Bahar geldi mi Yörükler yaylalara çıkarlar. Özellikle, Bahşiş, Güren, Boğuntu, Çaltıbükü, Akine köyleri en önce yaylaya göçenlerdi. Develere yatak yorganlar, ala çuvallar, ala heybeler yüklenir ve yüklerin üzerine ala kilimler atılır, geceden yollara düşülür. Yayla türküleri söylene söylene yaylalara varılır. Bahar aylarında merkezin aksine havalar soğuktur.

27

1.1.4. Yayla Göçü Akdeniz’de, 15 Ağustos’tan sonra yaylada otlar kurur, eylülde de soğuklar başlar. Yörük insanı, senede iki defa göç eder. Kış aylarını ılıman iklimli alçak bölgelerde, göl kenarlarında geçirir; ilkbaharda karlar eriyince yaylalara, oba oba göçer. Yaylalar soğuyunca tekrar güzlüklere inilir. Güzlük yayladan daha alçaklarda bir konaklama yeridir. Bu yerlerde güz mevsimi geçirildiği için “güzlük” denir. Güzlüklerde ekime kadar beklenir, Ekim 1’den itibaren kışlığa dönüş başlar. Önce obalar kışlığa döner, sonra sürüler. Oba reisleri ve erkekleri göç başlamadan bir müddet önce toparlanarak göç gününü kararlaştırırlar. Bunun hıdrellezden önce olmasına özen gösterilir. Göç, salı ve cuma günleri yapılmaz. Göç öncesi kutsal yerler ziyaret edilir, kurban kesilir. Göç yükü olarak kilim, keçe, minder, halı, yastık, süt-peynir ve yağ üretiminde kullanılan her türlü kap kacak, giyim eşyaları ve bulgur, şeker vb. gibi erzaklar hazırlanır. Bunların yanı sıra hayvancılık gereçleri, ekmek sacı ve hamur teknesi yaylaya çıkarılır. Göç öncesinde karaçadırlar onarılır veya eskiyen bölümleri yenilenir. Kadınlar, yayla göçü öncesinde yoğun bir hazırlığa koyulurlar. Dokudukları bezlerden şalvarlar dikerler. Her aile bol bol yiyecek ve içecek hazırlamağa koyulur. Yörüklerin başlıca yiyecekleri “çökelek, söğüş, ballı yufka, kavurma, peynir, yufka ekmeği, süzme yoğurt” vb.dir. Göç öncesi erkeklerin hazırlıkları da yoğundur. Yiyecek olarak darı, kuru bakla, bulgur, peksimet, top şeker vb. satın alınır. Erkeklere aba dikmek için yünler dokunur. Diz ile topuk arasını örten tozluk örülür. Göç öncesi hayvanlarla ilgili hazırlıklar tamamlanır. Kuzular sütten kesilir. Kuzular koyunlardan ayrılarak otlakta otlamağa alıştırılır. Sürülerdeki hayvanların işaretleri tamamlanır. Hayvanlar aşılanır. Yörük göçünde develerin süslenmesine özel bir özen gösterilir. Develere çeşitli çanlar asılır. Develere göç eşyaları yüklenir, üzerine kilimler örtülür ve kolonlarla bağlanır. Yağmurlu havalarda devenin yükünün üstüne keçe atılır. Yaşlıların ve çocukların dışında yörükler göçü yürüyerek tamamlarlar. Yörükler, artık göçe hazırdır. Göç sırasında koyunların başına erkekler, kuzuların oğlakların başına çocuklar ve genç kızlar geçer. Derlenme, toparlanma bitince yükler tutulmağa başlar. El ıstarında dokunmuş çuvallara yiyecekler yerleştirilir, denkler çatılır. Yük tutma işini idare edenler obanın en yaşlı kocakarı ve nineleridir. Onların izni

28

olmadan çuvallara bir şey yerleştirilemez. Derlenme toplanma işi en eski törelere uygun bir biçimde düzenlenir. Göç süresi yaklâşık 10-20 gündür. Göçler genellikle iki aşamalı olarak yapılmaktadır. Çobanlar önden sürülerle gider. Arkadan eşyalarla beraber oba mensupları yürürler. Ana yollardan uzak, hayvanların otlayabileceği bir göç yolu seçilir. Sürülerle insanların arası fazla açılmaz. Süt ve peynir üretimi göç boyunca sürdüğü için sürünün sağılması gerekmektedir. Yaylalarda sağdıkları sütten kışlık peynir, yağ, çökelek yapar, yannıklarda bişşek ile ayran yapıp, çomça ile tasa koyup içerler. Yüklenen develer arka arkaya bağlanır. Yürüyüş kolu tek sıradır. En önde “lök” veya “keserek” cinsi deve bulunur. Develerin önünde at, katır bulunur. Yedi devenin bir araya gelmesiyle bir katar oluşur. Katarı ailenin büyüğü, yeni gelin veya ailenin gelinlik kızı çeker. Ailenin fertleri katarın iki yanında yürürler. Göç süresince çeşitli eğlenceler düzenlenir. Gençler güreşirler. Yörükler arasında çadıra inen konuklara yemek yedirmek adettir. Yemek yemeyen konuğa hoş gözle bakılmaz. Pınar başlarında su molası verilir. Göçlerin güzegâhı her sene değişir. Genelde, Ermenek'e bağlı Kazancı yakınlarında bugünkü adıyla “Elbalak yaylası çevresinde konaklarlar. Ayrıca; Kaş- Abanoz, Halkalı-Kervanalanı, Akpınar-Çandıralanı, Kırkkuyu – Dokuzoluk da uğrak yerleri olmuştur. Yaşanan hiçbir hâdise göçe engel teşkil etmez. Göç sırasında ayakları kırılan keçiler, katarın başında giden eşeklerle taşınır. Doğum yapacak kadınlar dağ başlarında, ormanın, çalıların arasında, devenin, davarın yanında doğurur. Göç esnasında düğün de olmaktadır. Düğün için kız tarafı deve ve keçi alır. Ölüleri, hayvan sırtında yakın bir köyün mezarlığına gömülür. Düğün ve cenaze merasimleri en yakın köyde yapılır. Göç gerçekleştikten sonra, standart hayat başlar. Keçe, kilim, çuval, heybe, su tuluğu, deri yayık gibi süt sağmak, yün ve kıldan dokumalar ve keçe yapmak, Yörük kadının başlıca işleridir. Genç kızlar çeyizlerini hazırlar, erkekler sürülerin başında durur, çocuklar sığırtmaçlık yaparlar. Müzik aleti olarak guval (kaval), kabak, kemane ve saz çalınır. Geçim, hayvancılık ve avcılıktan sağlanır. K.K.:17 Bugün yörüklerin tamamı yerleşik hayata geçmişlerdir. Anamur’a yerleşen Yörükler, eski yaşantılarından vazgeçememişlerdir. Yaylakta yaylacılık, kışlaktaysa basit çiftçilik yaparak geçimlerini sağlamaktadırlar. Yazın, yaylalara çıkarak klasik yaşayışlarını sürdürmüşlerdir. Kışı, Gerce, Karalar ve Güneybahşiş köylerinde geçiren

29

yörükler, Mart ayı ortalarında Anamur yaylalarına göçerler. Abanoz, Akpınar, Kaş, Kırkkuyu, Gözlügöl, Elbalak, Beşkuyu, Kaşpazarı yaylalarına çıkarlar. Alamusa, Karagedik, Dayılı Sarmış, Elmakuzu dağlarında ilkbahar, yaz, sonbahar mevsimlerini yaşarlar. Halk arasında kumru kuşlarına özel bir önem verilmektedir. Onların ötüşlerinde, “Guguuk..guguuk,” yani “Yusuufçuk..Yusuufçuk” dediği söylenir. El göçtü, biz kaldık.” Anlamına gelen bu ötüşün, yaylaya göç zamanın geldiğini anlatan bir uyarı olduğu bölgede yaygın bir kanaattir. Yörüklerin temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Yörükler, keçi, koyun, deve, sığır vs. hayvanlar beslerler. Yörükler, süt mamüllerini (peynir, nur, hort, yoğurt) kendileri yapmaktadırlar. Gelir kaynaklarından en önemlisi çilek ve muz yetiştiriciliği, nadiren de olsa elma yetiştiriciliği, balıkçılık ve avcılıktır. Türklerin en önemli gıdalarından biri olan ekmek, yöredeki şekliyle “yufka ekmeği” yapımı en çok görülen ekmek çeşididir.

1.1.5. Önemli Günler (Bayram – Festival-Tören)

Düğün, tören, şölen, bayram gibi kutlamalar, eski Türk kültüründe çok yaygındır. Kutlamalar şekil değiştirmekle birlikte günümüzde de sürmektedir.

1.1.5.1. Dini Nitelikli Günler 1.1.5.1.1. Kandiller İslam dininde önemli sayılan “Berat, Mevlit, Regaib, Kadir, Miraç” geceleri kutsal geceler olarak anılır. Bu gecelere, kandil geceleri de denilmektedir. Kandil geceleri, kutsal geceler olduğu için bu gecelerde edilen duaların, tutulan dileklerin kabul olunacağına inanılır. Kandillerde tatlı yapıp dağıtmanın sevap olduğuna inanıldığı için, bu kutsal günlerde irmik helvası, un helvası, lokma tatlısı vb. tatlılar yapılır ve bu yapılan tatlılar komşulara, akrabalara dağıtılır. Bunun sevap olduğuna inanılır. Kandillerde şeker, çikolata dağıtılarak çocukların sevindirilmesi gerektiğine inanılır. Günümüzde, küçükler aile büyüklerini telefon ile arayarak ya da cep telefonundan mesaj göndererek kandillerini kutlamaktadır.

30

1.1.5.1.2. Kutsal Aylar Recep, Şaban ve Ramazan ayları “kutsal aylar”, “mübarek aylar”, “üç aylar” olarak anılmaktadır. Bu aylar içinde Anamur halkı, diğer aylara göre hareketlerinde daha dikkatli olur ve bu aylara özgü uygulamalarda bulunur. Evlerde ölmüşlerin ruhu için dua okunur. Pazartesi, Peygamberimizin doğduğu gün olduğu, perşembe ise mübarek gün kabul edildiği için bu günde dileyenler, kutsal aylar boyunca oruç tutar. Ramazan ayında Müslümanlar oruç tutacağı için, Ramazan ayından önce mutfaktaki yiyecek ve içecek eksiklikleri tamamlanır. Özellikle komposto pişirmek için kuru kayısı, kuru üzüm, kuru erik vb. yemişler alınır. Yüzük çorbası, mantı, erişte gibi hamur çorbaları için malzemeler hazırlanır, dolaplara konur. Ramazan ayı gelmeden, maddi durumu iyi olan aileler, erzak torbası denilen ve içinde yiyeceklerin olduğu yardım torbalarını, maddi durumu iyi olmayan ailelere verir. Ramazan ayında durumu iyi olan aileler, fakirleri iftar yemeklerine davet eder. Anamurlu bayanlar, açık giyinmeyi çok sevmektedirler. Fakat Ramazan ayında kadınlar giyimlerine daha dikkat eder, açık saçık giyinmemeye özen gösterir.

1.1.5.1.3. Bayram Arafeleri Arefe, “Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün.” anlamına gelir. Arife günü ise; “Dini bayramlardan önceki gün.” anlamında kullanılmaktadır. 22 Ramazan ve Kurban Bayramı’nın arife gününde mezarlık ziyareti yapılır. Bu ziyarette, ziyaret edilen mezarın ya da mezarların üstündeki otlar, taşlar temizlenir, mezar toprağı sulanır. Mezar başında üç İhlas, bir de Fatiha ya da Yasin okunur. Dileyenler, mezarlıktaki çocuklara, fakirlere şeker, para dağıtır. Ramazan Bayramı’nın arife gecesinde kadınlar ve kız çocukları ellerine kına yakar.

1.1.5.1.4. Dini Bayramlar

Bayram kavramı, ilk defa Kaşgarlı Mahmûd'un XI. yüzyılda yazdığı "Divan"da görülür. Kaşgarlı, kelimenin aslının "bedhrem" olduğunu, bu kelimeyi Oğuzların "beyrem" şekline çevirdiklerini belirtir. Dini bayramlar, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı’dır. Anamur’da, bayramdan birkaç gün önce evlerde bayram temizliği yapılır.

22 TS, s.84.

31

Bayramdan önce, bayramda gelecek misafirlere ikram etmek amacıyla tel kadayıf, kömbe, külünçe, sütlaç vb. tatlılar yapılır. Bayramın vazgeçilmez ikramları olan şeker, çikolata, kuru kahve temini de yine bayramın birkaç gün öncesinde tamamlanır Bayram sabahı erken kalkılır. Bayram namazından çıkan erkekler camide bayramlaşır. Bayramın birinci günü, dileyenler arife günü yapmadıkları mezar ziyaretlerini yapar. Küçük çocuklara bayram sabahı erkenden bayramlık kıyafetleri giydirilir. Aile büyükleri evlerinde, ailenin küçüklerinin yapacakları ziyaretleri beklemeye başlar. Gençler yaşlıların ellerini öper, onların hayır dualarını alır ve onlardan para alır. Çok yaşlılar evlerinde çıkmaz, herkes onların elini öpmeye gider. Çocuklar, bayramlıklarını giydikten ve ev halkı ile bayramlaştıktan sonra arkadaşlarıyla ev ev gezerek bayram şekeri toplar. Bayram ziyaretleri bayramın son gününe kadar devam etmektedir. Eskiden yöredeki bayramlarda seyyar satıcılar ve çadır tiyatrocuları da bayram yerlerini renklendirirmiş. Seyyar dönme dolapçı, mahalle mahalle gezer, çocukları eğlendirirmiş. Ramazan Bayramı, şevval ayının ilk üç gününde kutlanan dini bayramdır. Ramazan Bayramı’nda şeker ikram edildiğinden bu bayrama “Şeker Bayramı” da denir. Kurban Bayramı, Türkiye’de, eğlenceler yönünden, Ramazan Bayramı’na göre daha sönük geçer. İbrahim Peygamber’in oğlunu, Tanrı’ya kurban etmek üzere keseceği sırada gökten inen bir koçun Tanrı’nın emriyle oğlunun yerine geçmesinin bir anısı olarak İslam dinine geçmiştir. Kurban Bayramı’nın birinci günü, Mekke’de Mina denilen yerde hacıların kurban kestikleri gündür. Kurban, İslam dini yasasına göre farz kadar kesin ve kaçınılmaz olmamakla beraber, mali gücü olan her kul için vaciptir. Anamur’da, ailelerin ekonomik durumlarına göre bir veya birden fazla hayvan kurban edilir. Kurban edilecek hayvan küçükbaş veya büyükbaş olur. Kurban edilecek hayvanın dini bütün diye adlandırılan bir kişiye kestirilmesi tercih edilir. Kurbanı kesen, kestirene, bir defa “Vekâletini verdin mi?” diye sorar. Kurbanı kestiren, Vekâletini verdiğini söyler ve o zaman kurbanı kesen üç defa “Aldım, kabul ettim.” der. Kurban etinin dağıtımında, kurban eti önce üç eşit parçaya bölünür. Etin 1/3’ü ev halkına, 1/3’ü yoksullara ve 1/3’ü de akrabalardan kurban kesmeyen ailelere verilir. Kurban eti, kurban kesmemiş yedi aileye dağıtılır. Bayramda, misafir olarak gelenlere de kurban etinden yapılan yemeklerden ikram edilir. Kurban bayramı sabahı, kahvaltı yapılmaz. Kurban etiyle öğün açılışı yapılır. Geleneksel yemek ciğer kavurma veya tantunidir.

32

1.1.5.2. Millî Bayramlar

Eskiden, İkinci Sultan Hamit’in saltanatının sonuna kadar her yıl Söğüt’te Ertuğrul Gazi’nin türbesinin yanında kutlanması sürdürülmüş olan bir bakıma bu da bir tek yere özgü millî bayramlar kümesine giren bir tören yapılmaktaymış. Bu bayram, her yılın 30 Ekim’inde kutlanırmış. Ali Rıza Yalgın’ın verdiği bilgilere göre o gün, Anadolu’nun dört bucağından gelen birkaç bin kişilik atlı, yayan, Karakeçili Yörükleri Eskişehir’de toplanır, orada yapılan kısa bir törenden sonra Söğüt’e giderdi. Söğüt’te Ertuğrul’un türbesi yakınında büyük bir panayır kurulurmuş. 15-20 davul – zurna takımının katılması ile oyunlar, pehlivan güreşleri gibi gösteriler, çeşitli eğlenceler dört beş gün sürermiş. 23 Yani, “millî bayram” diye nitelendirdiğimiz bayramlar, Osmanlı zamanından beri aynı şekilde kutlanmaktadır. Yarışmalarla, ensturmanlarla, eğlenceler ve gösterilerle süslenmiş bir yapıda… Bu yapı, Anamur yöresin de aynı heyecanda kutlanmaktadır. Yörede, “30 Ağustos, Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı” gibi bayramlar bir şenlik havası içinde kutlanır. Askeri geçitler, fener alayları boy gösterir, Anamur Halk Oyunları Ekibi gösterilerini sunar. Eğlenceler, en çok davul zurna takımlarının katılması ile canlılık kazanır. Millî bayramlarda, birçok yerde, resmi törenlerden sonra, çayırlarda güreşler, koşular ve başka çeşit yarışmalar düzenlenir. Millî bayramlar, katılımcı okulların hazırladığı programlarla stadyumda da büyük bir coşkuyla kutlanmaktadır. Stadyum için daha gösterişli ve uzun bir kutlama programı hazırlanır. Bu kutlama programına halkın büyük bir çoğunluğu katılır.

1.1.5.3. Diğer Törenler 1.1.5.3.1. Hıdırellez Hıdrellez bahar kutlaması niteliğinde kutlanan mevsimlik bayramlardandır. Hıdrellez geleneği, bir bayram olarak bütün Türk milletinin topluca katıldığı, birtakım töreleri yerine getirdiği bir bahar bayramıdır. Bu tarih kışın bitişi, yazın başlangıcı, yılbaşı olarak kabul edilir. Rûz-ı Hızır (Hızır’ın günü) olarak adlandırılan Hıdrellez

23 BORATAV, a.g.e., 211.

33

günü, Hızır ve İlyas sözcüklerinin birleştirilmesiyle halk ağzında Hıdrellez şeklini almıştır.24 Hıdrellez, Hızır ve İlyas peygamberlerin yılda bir kere bir araya geldikleri gündür; ancak bu beraberlikte ismi yaşatılmasına rağmen İlyas’ın şahsiyeti tamamıyla silinerek Hızır motifi öne çıkarılmıştır. Hıdırellez kutlamaları, daha çok Kaşdişlen Köyü’nde kutlanmaktadır. Mayıs öncesi ev, çevre ve giyim temizliği, evlerde badana ve boya yapılır. Hıdrellez gecesi, “Hıdrellez” adlı bir ermişin gül fidanlarının dibine geldiğine inanılır. Bu yüzden dilemek isteyenler, dileklerini bir kağıda yazar, kağıdın içine bir miktar sembolik para koyar. Dilek yazılı olan bu kâğıtlar, Hıdrellez gecesi gül fidanlarının dibine bırakılır. Hıdrellez gecesi, Hıdrellez’in bu dilekleri toplayacağına inanılır. Sabah olunca dilek yazılı olan kâğıtlar akan suya bırakılır, para ise çocuklara verilir. Hıdrellez sabahı, erkenden dereye gidilir. Derede el, yüz yıkanır ve abdest alınır. Böyle yapılırsa, o yılın sağlıklı geçirileceğine inanılır. Hıdrellez sabahı deredeki suyla yıkanırken “suyun hürmetine” denilerek dilek tutulur. Hızır geleneği ve ilgili inançlar Türkiye, Balkanlar, Türkistan (Kazakistan, Kırgızistan, Altaylar, Özbekistan), Azerbaycan ve Gagauz Türkleri arasında bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Hızır'ı darda kalanların imdadına koşan muayyen ve mutlak bir ulu olarak telakki eden Altay Türkleri "Kidir", Kırgız ve Kazak Türkleri de “Kidir ve Kizir” adlarını kullanmaktadırlar. 25

1.1.5.3.2. Yağmur Törenleri Yağmur yağdırmak için yapılan törenler ve buna bağlı âdetler çok eskilere dayanır. Yağmur yağdırma törenlerinin belli bir zamanı yoktur. Yağmur duasının amacı, yağması geciken yağmurların yağmasını sağlayarak kıtlığı, kuraklığı önlemektir. Yağmur, ilkellerden bugüne insanlık tarihinde çok önem taşır. Gökten inen bereket olarak nitelenen yağmur, kutsal bir nitelik kazanmıştır. Kaynaklarda eski Türk topluluklarının doğa olaylarını, istekleri doğrultusunda değiştirmek amacıyla kullandıkları ve “ya da, yat, cada, sata, cay vb.” adlar verdikleri sihirli bir taşa sahip olduklarından bahsedilmektedir. Yağmur taşı olduğu belirtilen bu taş, yağmur, kar,

24 ARTUN, a.g.e., s.221. 25 Bahaeddin ÖGEL, Türk Mitolojisi II, Ankara 1995, s.89.

34

dolu yağdırma, fırtına çıkarma ya da bunları durdurma gibi önemli tabiat olaylarının gerçekleştirilmesinde kullanılmıştır.26 Akdeniz’de yer alan Anamur, Akdeniz ikliminin etkisiyle kuraklığı çok yaşamaz. Kışın, yağmurlu gün sayısı fazladır. Baharda da yağmur alır. Yazın da, su ihtiyacı Anamur ovasından sağlanır. Yani sulama sistemi de, oldukça gelişmiştir. Fakat eskiden, yaz ayının çok kurak geçmesi ve sulama imkânlarının yetersizliği sebebiyle nadir de olsa, yağmur duasına çıkıldığı söylenmektedir. Cuma namazı çıkışında, dini temsilci olan hocanın önderliğinde bütün köy halkı, tarlalar susuz kaldığı için yağmur yağması için yağmur duasına çıkmışlardır. Yağmur duası sırasında, toplanan insanlar parmaklarını yere döndürerek yağmur yağışını taklit eder. Dua bittikten sonra kurban da kesilmektedir. K.K.:8

1.1.5.3.3. Yayla Göçü Töreni Tabiat ve iklim insan hayatının ve düşüncesinin şekillenmesinde başlıca rol oynar. Anamur insanın hayatında, iki önemli mevsim ve iki önemli yer olmuştur: Mevsim olarak kış ve yaz. Yer olarak da kışın geçirildiği "kışlak" ve yazın geçirildiği "yaylak". Türk için kış, âdeta kısılmak ve birçok şeyden mahrum olmak demekti. Yaz ise, yayılmak ve daha da önemlisi uzun süren kış aylarında yaşanan ekonomik sıkıntılardan kurtulmak anlamına geliyordu. Türk için bu, bir bakıma kurtuluş ve hürriyete kavuşma idi. Bundan dolayı göçler, bir bayram töreni havasında geçer. Halk, göçe başlamadan önce, göçün hayırlı geçmesi için kurban keser. Göç, âdeta bir şenlik havasında geçer. Türküler söylenir, Mâniler dizilir. K.K.:33

1.1.5.3.4. Bahar Festivalleri Anamur’da da, her yıl nisan ayında baharın gelişini kutlamak için eğlenceler yapılmaktadır. Âşıklar, sazlarını ellerine alıp atışmalarda boy gösterir. Sanatçılar, şairler, gazeteciler mahâretlerini gösterirler.

26 Nilgün ÇIBLAK, “İçel’de Yağmur Yağdırma Törenleri”, Folklor / Edebiyat, C.VIII, S. XXXI, Adana, 2002, s.93.

35

1.1.6. Yöresel Kıyafetler Giyim insanın bedenini örten giysi, aksesuar makyaj ve bunları kullanma biçimidir. Kültür ögesi olan giyim, onları üreten insanları ve toplumlarını belli boyutlarda özgün kimlikleriyle tanıtmaya yarayan görsel objelerin başında yer almaktadır. Anadolu insanının, manevi dünyasını yansıtan biçim ve motiflerle bezeli giyimler, aynı zamanda onların törelerine bağlı kalmalarına da yardım etmiştir. Orta Asya'dan gelip Anadolu'yu yurt tutan Türklerin giyim kuşam geleneği, Anadolu yerli giyim kuşam geleneğiyle yoğrularak şekillenmiştir. Anadolu Türk giyim kuşam geleneği, malzemesi, biçimi ve bezemesiyle Türk halk kültürünün zengin kaynaklarından biridir. Anamur geçmişin köklü Türk kültürü izlerini taşır. Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı devletlerinin kültürel mirası ile birlikte, Türk Milletinin kendine has giyim özelliklerini de bünyesinde taşır. Oğuzlarla birlikte, Anamur giyimi de Oğuz boylarında canlı renkleri ile yaşamakta olan Yörük giyim tarzı olmuş ve bu giyim tarzı hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşabilmiştir.

1.1.6.1. Erkek Kıyafetleri Erkek kıyâfetlerinin birçoğu, “şayak” kumaşından yapılmaktadır. Halk arasında bu kumaşa “İngiliz” de denmektedir. Bu kumaş, kuzuların kırkılmasından yapılır. Kırkılan yünler, yayla atılır. Bu yünler, bölüm bölüm alınarak kolçak haline getirilir. Kolçağın ucundan eğirtmece (kirmen) yün verilir ve bütün yün eğrilir, ince ip haline getirilir. Eğrilmiş yünler yumaklanır. Yedi metre ara ile iki çivi dikilir. İpler, çulfallığa taşınır ve yerleştirilir. Yedi metre ip üzerine dokuma işi tamamlandıktan sonra kumaş çıkarılır. Tepme işi yapılır. İki tane ekmek açmak için kullanılan senidin arasına top halinde dürülerek konur. Senidlerin arasında kalan kumaşa sıcak su dökülür. Bir kişi sıcak su dökerken, iki kişi ayak tabanları ile senitlerin arkasına karşılıklı oturup, ayak tabanları karşılıklı gelecek şekilde vurarak kumaşı sıkıştırırlar. Bu vuruşlar kumaşın ipleri birbirleri ile bitişinceye kadar devam eder. Artık şayak dikilmeye hazır kumaş haline gelmiştir. Kumaş kurutularak şayaklık pantolon, ceket kumaşı ve kıyafet için olarak kullanılır.

36

Şalvar: Şalvar; kurutulmuş olan kumaştan dikilen, günümüzdeki şalvar kadar arası sarkmayan bir tür pantolon ile şalvar arası giysidir. Dizden aşağıya doğru, paçalar daralır. Şalvarın üst kısmında uçkurluk bulunur. Yine çulfalıkta dokunan göklü bükmeler veya alacadan kesilmiş uçkurluklarla şalvarın belde tutması sağlanır.

Şayak Pantolon: Şayak kumaşından kesilerek yapılan vücuda tam oturan yan ve arka cepleri bulunan, ayak kısmı dar ve düğmelerle birleştirilen bir pantolondur. Çulfalıkta dokunur.

Çorap: Yörükler, şalvarların altına şalvarın ayak kısmını içine alacak şekilde yünden dokunan kalın çoraplar giyerler. Bu çoraplar geçmişte çok yaygın olan ve göçlerin en önemli taşıma aracı olan develerden elde edilen yünlerden ağaçtan yapılmış miller ile örülerek giyilirmiş. Çorapların ağız kısımlarında süslemeler bulunur, bunlara “toka” denir. Üst kısmı ise kalınca özel dokunmuş bir renkli iple bağlanarak sıkılır.

Yörük Çarığı: Geçmişte insanlar, çarık giyerlermiş. Anamur’da yer alan “Çarıklar” belediyesinin ismi de buradan gelmektedir. Çarıklar, sığır ve manda derisinden yapılır. Çarığın deriden yapılmış bağları bulunur. Bu bağlar yardımı ile çarık tabanı ayakta tutması için baldıra bağlanır. Çarıkların sağlıklı bir şekilde kalması ve kullanılabilmesinin sağlanması, kurumasının önlenmesi için, bölgedeki hayvanların yağlarından elde edilen don yağları ile yağlanması gerekir. Pudra yerine ise mısır ve buğday unu kullanılır.

Kabaralı Ayakkabı: Yörede kabaralı denilen ayakkabıyı hem erkekler, hem de kadınlar giymişlerdir. Gön taban üzerine davar derisinden yapılmış yorak, kelik dikilerek ayakkabı yapılır. Kısa kelikli olan kabaralıları bayanlar giyer. Erkek kelikleri ise dize kadar uzanır. Gerek kadınların giydiği, gerekse erkeklerin giydiği bu ayakkabıların alt kısmına dayanıklılığı ve kullanım süresini uzatmak için kabara denilen kısa uçlu, büyük başlı raptiyeyi andıran çiviler çakılır. Edikler bu yüzden, “kabaralı” diye isimlendirilmiştir.

37

Körüklü Çizme: Ayakkabı ve çizme türlerinin yaygınlaşmasından sonra, bölgedeki Yörük ağaları dize kadar veya dizin üst kısmına kadar çıkan özel deri çizmeler de giymişlerdir. Bunların deri kısmındaki büklümlerden dolayı kalaycı ocaklarında körüğü andıran bir şekil almasından dolayı, “körüklü çizme” adı verilmiştir.

Göynek: Göynekler, çulfalıklarda çiğ iplikler dokunup kumaş haline getirilen göklü ve alacalı dokumalardan dikilir. Genellikle beyaz ve gri olmakla birlikte, renkli olarak dokunun göynek kumaşlıkları da vardır. Göyneklik kumaşların boyanmasında genelde kök boyalar kullanılır. Kök boya ile boyanmış kumaşlara alaca veya göklü bükme adı verilmektedir. Göynekliklerde çaltı dikenleri veya tepsi denilen Akdeniz maki bitki topluluğu içerisinde yer alan çalıların giliklerinden(tohumlarından) düğmeler kullanılır. Göynekler yakasızdır. Bugünkü yelek(gömlek) yerine kullanılmıştır.

Kıl Haba: Kıl habalar, kuzuların yününden elde edilir ve bu yünden dokunur. Tepilerek elde edilen şayaklık kumaşlardan habalar dikilir. Bu habaya “beynamaz habası” da denir. Göynekler gibi bunlar da yakasızdır. Kol altı aşağıya doğru kol yerine kadar yırtıktır. Namaz için abdest almanın kolay olması ve çıkarabilmek için böyle yapılmıştır. Şalvarlık kumaşlar ve beynamaz habalarının kumaşları ıstarlarda dokunur.

Bel Kuşağı: Bel kuşakları da dokumadır. Beyaz kuzu yününden, beyaz iplikten, beyaz ibrişimden dokunur. Uçlarında süslü püsküller bulunur. Beli tutması için bele bağlanır. Şalvarın uçkurluk kısmının üstünü kapatır.

Bağcak: Koyun ve kuzu yünlerinden dokunur. Bağcaklar, beş-altı santimetre genişlikte ve üç-dört metre kadar uzunluktadır. Orta kısımları düz iken, uca doğru yuvarlak dokunmuştur. En uç kısımları tokalıdır. Bele kuşağın üstüne sıkıca bağlanır. Genelde bu bağcak, dağdan odun veya yaralanan, hastalanan bir hayvanın eve taşınabilmesinde bağlama ipi olarak kullanılır.

Kepenek: Kepenekler çobanlar tarafından kullanılan, yağmurlu ve soğuk havalarda çobanın üşümesini ve ıslanmasını önleyen keçeden yapılmış kalın kolsuz, omuzlara alınıp önü birleştirildiğinde kolları da içine alabilen bir tür giyecektir.

38

Kepenek üzerinde çeşitli dokuma figürleri ve desenler de yer alır. Kepeneğin kendisine has baş külahı da olur.

Keçe Külah: Eğirtmeçlerde eğrilmiş kuzu yünlerinden hazırlanan, ağaç kalıplar arasında su ile dövülerek hazırlanan keçe kumaşlardan hazırlanır. Genellikle, beyaz ve siyah renkte olur. Alacalı ve gri renkte yapılanlara da rastlanır.

1.1.6.2. Kadın Kıyafetleri Kadınlara ait giyim kuşam her zaman erkeklere göre daha fazla çeşitlilik gösterir. Anadolu'da kadın giyimi, bedenine ve ayağına giydikleri, bunların bezemeleri ve takıları ile oluşan bir bütündür. Kadın bu bütün içinde, gelenekleri ve toplumdaki yerine göre, neyi, nerede, ne zaman, nasıl giyeceğini, yaşayarak öğrenir. Böylece giyim kuşam geleneği kuşaklar arasında yaşatılır. Bununla birlikte tarih, coğrafya, ekonomik ve sosyal durum gibi farklılıkların, doğal olarak kıyafet hayatını da etkilemiş, yörelere özgü, tarzların oluşmasında rol oynamıştır.

Çorap: Erkeklerin giydiği çoraplar gibi, kuzu yünlerinden, ağaçtan yapılmış miller ile örülür. Bayan çorapları genelde beyaz renkte olur. Dokuma olarak da yapılanları vardır.

Don: Göklü bükmelerden veya alacalardan dokunur. Paça kısımları süslü ve işlemelidir. Uçkurluklara kırnap geçirilerek bağlaması büzülerek yapılır. Çarık: Sığır ve manda derisinden yapılır. Çarık ve çarık başı da aynı deriden bükülmek suretiyle yapılır. Çarığın deriden yapılmış bağları bulunur. Bu bağlar yardımı ile çarık tabanı ayakta tutması için baldıra bağlanır.

Kabaralı: Kısa kelikli olan kabaralıları bayanlar giyer. Gerek kadınların giydiği, gerekse erkeklerin giydiği bu ayakkabıların alt kısmına dayanıklılığı ve kullanım süresini uzatmak için kabara denilen kısa uçlu, büyük başlı raptiyeyi andıran çiviler çakılırdı. Edikler bu yüzden, “kabaralı” diye isimlendirilmiştir.

39

Göynek: Göynekler, çulfalıklarda çiğ iplikler dokunup kumaş haline getirilen göklü ve alacalı dokumalardan dikilir. Göyneklik kumaşların boyanmasında, genelde kök boyalar kullanılır. Kök boya ile boyanmış kumaşlara alaca veya göklü bükme adı verilmektedir. Göynekler yakasızdır. Boyun kısımları göğse kadar açık olur.

Üç Etek: Üç etekler göyneğin üzerine giyilir. Üç etekler, “Meydani, altıparmak, kemha, kutnu” denilen kumaşlardan yapılır. Bu giysi, belden aşağı üç parçadan oluştuğu için bu ismi almıştır. Uzun kollu ve yakasızdır.

Salta: Yelek ya da cepken de denir. Göklü dokumalardan ve alacalardan dikilir. Saltalar omuzdan kolsuz ve yakasızdır. Günümüzde kutnu kumaşlardan veya kadifelerden dikilerek kullanılıyor. Saltayı giyen genç kız onu kendi zevkine ve becerisine göre isterse iğne oyaları ile işleyerek süsler. Üç eteğin üzerine giyilmektedir.

Fes: Baş örtüsüdür. Ön tarafı gök boncuklar ve altın pullarla süslü olur. Renkli keçelerden yapılır. Günümüzde ise kadifeden dikilmektedir.

Alınlık: Alınlıklar, fesin alt kısmına bağlanır, süslü ve altınlarla kaplıdır. Geçmişte, alınlıklardan yörenin delikanlıları ve insanların medeni durumları hakkında hemen bilgi sahibi olurlarmış. Gelinler, alınlıklarına sıra altı; evliler ve yaşlılar, altın dizileri veya gümüş dizlieri; genç kızlar, işleme oyalar takarlarmış. Altın dizgelerinin çok veya az olması, ailelerin maddi durumlarını da ortaya koyan bir göstergesiymiş.

Pullu Yazma: Pullu yazmalar fesin üzerine atılırdı. Genellikle beyaz renkte olur. Pullu yazmalar genellikle kadınların ucundan tutarak yüzünü kapatması için kullanılırdı.

Ala Yazma: Allı, pullu bir baş örtüsüdür. Düz olarak bağlanır. Başın örtülerinin üstünden ala yazma katlanarak bağlanır. Alın çekisi de denmektedir. Hem pullu yazmayı tutar, hem de baş aksesuarına önemli bir katkı sunar.

40

Darabulus Kuşak: İpeklerden darabulus kuşaklar dokunur. Darabulus kuşaklar, renkli ve uçları püsküllüdür. Bir enden dokunabileceği gibi iki üç enden de dokunur. Kadınlar üç etek üstüne, bellerine darabulus kuşakları bağlarlar. İçlik: Şalvarın üstüne giyilir. Kadının üç eteği kaldırması halinde içindeki donun gözükmesiniengelleyen bir parçadır. Yine üç eteğin açık gelen yerlerine düşen ve ön uçları işlemelidir.

Öncek: Yün dokumadan yapılır. Üçeteğin önüne belden asılarak bağlanır. Ön kısmı kullananın zevkine göre süslenir. Terlik: Terlikler de çoraplar gibi kuzu yününden ağaç şişlerle örülür. Her iki başlık çeşidi yörede hâlâ tercih edilen baş giyimlerindendir.

Tuz Torbası: Istar denilen dokuma tezgâhlarında yapılır. Keçi yününden dokunur ve üzerine yörük motifleri işlenir. Bir nevi çanta yerine kullanılır. Omuzdan bele gelecek şekilde asılır.

1.1.6.3. Düğün Kıyafetleri Anamur’da, düğün için özel kıyâfetler hazırlanıp, karşı tarafa hediye edilir. Koyun yününden ip eğrilir ve damada çeşitli çoraplar dokunur; dokunan çoraplara, “yanışlı, lastikli, burmalı” gibi isimler verilir. Kız için “gutmu” ve “şeytarı” alınır. Gutmu, mavi renkte, “şeytarı” kırmızı renkte bir kıyafettir. Kıza eteklik kumaşlar alınır ve kız eteklerini diker. Bu eteklere, “hoş boynuzu”, “yavrulu ağız”, “büyük etek” ve “yavrulu ağız” gibi isimler verilmektedir. Gelinin giymesi için “edik” alınır. Edik, kırmız bir çizmedir, ökçesinde yeşil yanışı olur bu çizmeye “yeşil sızgalı” da denir. “Fermana” denen; simli, yanışlı; bir yüzü kırmızı bir yüzü mavili veya morlu şal alınır. Gelin bunu, gutmu ve şeytarı ile giyer. Gutmuyu giydiğinde, fermananın mavi veya morlu tarafını, şeytarı giydiğinde kırmızı tarafını giyer. Ayrıca damat tarafı geline ipek kumaşlar hediye eder. Türk kültürünün en eski kaynaklarından sayılan Divanü Lügat-it Türk’te Kaşgarlı Mahmut, eski Türklerin el tezgâhlarında halı, yünlü ve pamuklu kumaşlar dokuduklarını, ipekli kumaşları ise Çin’den getirdiklerini belirtmektedir. 27

27 Atanur MERİÇ, Afyonkarahisar Müzesinde Bulunan Tarihi Kıyafetler Üzerine Bir Araştırma, V. Afyonkarahisar Sempozyumu Bildirileri, Afyonkarahisar, 2000. s.73.

41

İKİNCİ BÖLÜM

GEÇİŞ DÖNEMLERİ

İnsan yaşamının başlıca üç önemli geçiş dönemi vardır. Bunlar; doğum, evlenme ve ölümdür. Her birinin kendi bünyesi içerisinde birtakım alt bölümlere ve basamaklara ayrıldığı bu üç önemli aşamanın çevresinde birçok inanç, âdet, töre, tören, âyin, dinsel ve büyüsel özlü işlem kümelenerek söz konusu geçişleri bağlı bulundukları kültürün beklentilerine ve kalıplarına uygun bir biçimde yönetmektedirler. 28 Geçiş döneminin ilk safhası doğumdur.

2.1. DOĞUM Geçiş dönemlerinin ilki olan doğum, Türk halk kültürü içerisinde birçok âdet, gelenek, görenek ve inanmaları içinde barındırmaktadır. Anamur’da görülen, doğumla ilgili âdet, gelenek, görenek ve inanmalar, Türk dünyası ve Anadolu’da ki benzerleri ile benzerlik göstermektedir. Abdülhak Hamid dizelerinde: “Çocuğa kim demiş küçük şeydir./ Bir çocuk belki en büyük bir şeydir.” şeklinde ifâde edilen çocuk, her zaman mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Her toplumda olduğu gibi, toplumumuzda da çocuğa büyük değer verilir. “Çocuk, aile ocağını tüttürür.” sözü de, toplumun bu konudaki değer yargısını göstermektedir. Anamur’da da, erkek çocuğunu isteyenler çoğunluktadır. Yörede, doğumla ilgili gelenekler, inanmalar doğum öncesinden hatta evlilikle birlikte başlar. Burada da, düğünden sonra eve gelen gelinin kucağına hemen bir erkek çocuk vermek veya yatağında erkek çocuk yuvarlamak, kadının özellikle, erkek çocuk sahibi olması için uygulanan pratiklerdendir. Anamur’da doğumla ilgili uygulanan pratikler, eski önemini kaybetmiştir. Bunun en önemli sebebi, kadınların çoğunlukla hastahanede doğurmayı tercih etmeleridir. Demek ki eskiden bir boşluğu dolduran ve yörede bir fonksiyonu olan bu pratiklere artık eskisi kadar lüzum kalmamıştır. Bu pratikler, köylerde daha yoğun uygulanmaktadır.

28 Sedat Veyis ÖRNEK, Türk Halk Bilimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995, s.131.

42

Gebeliğin varlığı, yokluğu, başlangıcı veya sonucu ile, insanlar çok eskiden beri yakından ilgilenmiştir. Gebelik dönemi, her yörede farklı farklı isimlerle karşımıza çıkmaktadır. Erzurum’da “gümanlı, yüklü, hamile, ağır ayak, uşaklı, karnı burnunda”; 29 Erzincan’da,” iki canlı, ağır ayak, yüklü”; Yozgat Bozhüyük’te “yüklü, koynu dolu, koynu yüklü”; Uşak’ta, “ağır ayak, gebe, kumlayacak”; Kandıra’da, “yüklü, iki canlı, çocuk bekliyor, karnı burnunda”; Adana Ceyhan’da “guzlacı” adı verilmektedir.30 Yörede hamile kadına “iki canlı, yüklü, üzerli” gibi adlar verilmektedir. İnceleme alanında doğumla ilgili inançlar ve gelenekler doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası olmak üzere üç başlıkta ele alınıp incelenmiştir: K.K.:43

2.1.1. Doğum Öncesi Doğum olayı, yüzlerce âdetin ve inanmanın uygulandığı bir dönemdir. Bu adet ve inanmalar kadını gebe kalma isteğinden başlayarak etkisi altına alır. Gebe kadının gebeliğinin başlangıcından doğuma kadar geçen sürede pek çok âdete, inanmaya, geleneğe, göreneğe, uyması beklenir. Kadının gebe kalma isteğiyle başlayan ve doğuma kadar kadını etkisi altına alan âdetler, gelenek ve görenekler toplumumuzda önemli bir yer tutar:

2.1.1.1. Kısırlığı Giderme Evlenen eşlerin, kısa süre sonra çocuk sahibi olması beklenir. Çocuk sahibi olarak değerini kanıtlayamayan kadın horlanır, kusurlu ve "kısır, tutuk, zürriyetsiz, sonsuz, meyvesiz ağaç, eremik" 31 muamelesi görür. Toplumumuzda sadece kadına özgü düşünülen bu olgu, Türk topluluklarında, Tanrıdan gönderilmiş bir felaket hastalık olarak değerlendirilir. Kısır kişilerin toplum tarafından hor görülmesinin bir örneğini, Dede Korkut Hikâyeleri’nden Dirsehanoğlu Boğaçhan hikâyesinde görmekteyiz. Çocuğu olmadığı için Dirsehan, Bayındırhan’ın çadırında altına kara keçe konulup, kara otağa oturtulur. Yemek olarak da kara koyun yahnisinden getirilip önünü konulur. Dirsehan bunun

29 Lütfi SEZEN, Erzurum Şehir Folkloru, 1. Cilt, (Yayımlanan Doktora Tezi), Erzurum, 1993, s.56. 30 Sedat Veyis ÖRNEK, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, Ankara, 1979a, s. 83 31 Orhan ACIPAYAMLI, Türkiye'de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1974, s.13.

43

nedenini sorduğunda, Bayındırhan’ın buyruğu oldugu söylenip, “Oğlu kızı olmayanı yüce Tanrı hor görmüştür, biz de hor görürüz.”denilmiştir 32 Eskiden beri Türklerde gebelik ve gebe kalmak ve kısırlıkla ilgili çeşitli uygulamalar görüyoruz. Manas Destanı’nda Yakup Han, hatununun kısırlığından şikâyet ederek, “Bu hatun mezarlı yerleri ziyaret etmiyor, elmalı yerlerde yuvarlanmıyor, kutlu pınarlar yanında gecelemiyor.” diyerek, Eski Türklerdeki kısırlığı giderme ve çocuk sahibi olmayla ilgili ipuçları veriyor. Kırgız-Kazaklarda kısır kadınların sahrada tek başına biten bir ağaç, bir pınar yanında koyun kesip gecelediklerini; Yakutlarda çocuk isteyen kadınların kutsal bir ağacın dibinde ağlayıp sızlayarak dua ettiklerini yazılı kaynaklardan öğreniyoruz.33 Şamânist Yakutlar, Tanrı’dan çocuk isterken ak şamana başvururlar. Ak şaman bir tören düzenleyerek Ayısıt Hatun’a dua eder ve kansız kurban olarak bir hayvan bağışlar. Çocuğu olmayan kadınlar, yer ve ağaç ruhlarına dua ederek çocuk sahibi olunacağına inanarak, mukaddes bir ağacın dibinde ak boz at derisi üzerinde “yer sahibi”ne ağlayıp yalvararak dua ederler. 34 Anamur’da da, gebe kalmayan kadına iyi gözle bakılmaz ve kusur kadında aranır. Bunun için de, çeşitli pratikler uygulanır. Yöresinde kısırlığı gidermek ve çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar, doktora veya ebeye gider, dua edip adaklar adar, tıbbi ilaç kullanılır, delik taştan geçirilir, Kükür köyündeki Yaren Dede türbesine götürülür, bu türbenin toprağı yalatılır. Çocuğu olmayan kişi hocaya okutturulur. Çocuğu olmayan kişiye muska yaptırılır. Çocuğu olmayan kadın olçumcuya götürülüp beli çekilir, beline yakı yapılır. Yeni kesilmiş hayvanın işkembe buğusuna veya sarı kabak kabuğunu kaynatıp onun buğusuna oturtulur. Devetabanı bitkisi, zeytinyağının içinde bekletip çocuğu olmayan kadınların rahmine konur. Çavşırotu kaynatılıp içirilir ve bu bitkinin kökü balla karıştırılıp çocuğu olmayana yedirilir. K.K.:7

2.1.1.2. Gebelikten Korunma Evli çiftler, hamile kalmak için geleneksel pratiklerden yararlandığı gibi, çocuğa kalmamak için de bu tür pratiklere başvurmakta, kulaktan dolma bir takım pratikler geliştirmektedir. Günümüzde gebelikten korunmak amacıyla uygulanan tıbbi yöntemler

32 Muharrem ERGİN, Dede Korkut Kitabı, c.1, (4.baskı), Ankara, 1997, sf. 78–79 33 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Basımevi, Ankara, 1995, s.167. 34 İNAN, a.g.e., s.173.

44

hayli ilgi görmekte ve uygulanmaktadır. Fakat istenmeyen gebeliğin önlenmesinde, var olan gebeliğin sonlandırılmasında geleneksel yöntemlere de hâlâ başvurulmaktadır. Anamur yöresinde gebe kalmak istemeyen kadınlar, ağır kaldırır, yüksek yerden atlar. Kocası korunur. Önceki çocuğunu memeden kesmez, böylece hamile kalınmayacağına inanır. Çocuklarına verdikleri isimlerle hamile kalmayı engellemeye çalışırlar. Örneğin, son doğan çocuk kız ise Yeter, erkek ise Dursun isimleri verilir. Ebegümeci otu kaynatılıp, aspirinle birlikte içilir. Kına ile soğan kaynatılıp içilir. Kadın hamile iken rahme sivri bir madde sokup kanama olmasını sağlamaya çalışır. Hazneye tavuk tüyü koyarlar. Hazneye birleşmeden sonra sabun parçası koyarlar. K.K.:7 Anamur ve köylerinde doğum kontrolü için artık çarenin çoğunlukla sağlık kurumlarında arandığını görmekteyiz. Ülkemizdeki son yıllardaki sağlık alanındaki gelişmeler ve en uzak yerlere bile sağlık ekiplerinin ulaşması artık çağdaş yöntemlerin kullanımını yaygınlaştırmıştır.

2.1.1.3. Çocuğun Sağlıklı Doğması ve Yaşaması İçin Uygulanan Pratikler Gebe kalmak için uzun zaman bekleyen kadın, gebeliğin sağlıklı yürümesi için pek çok pratiğe başvurmaktadır. Arka arkaya düşük yapan, karnında çocuk durmayan kadın bazı dinsel-büyüsel pratikler uygulamaktadır. Eski Türklerden günümüze kadar; gerek ŞaMânist Türklerde, gerekse Müslüman Türklerde çocuğun sağlıklı doğması ve yaşaması için çeşitli pratikler uygulanmıştır. Yakutlar, aileye musallat olan ölüm ruhunu aldatmak için çocuğu komşulardan birine satarlar. Urenhâlâr, çocuğu doğduğu gibi kazanın altına saklarlar. Müslüman Başkurtlarda çocuk doğduktan sonra, ebe çocuğu eline alır, dışarı çıkar, birkaç ev gezdikten sonra babasının evine geri getirir. Ebe kadın, "Yabancı ülkeden bir çocuk getirdim, satın alan var mı?" der. Pazarlık başlar. Çocuğu ağırlığı kadar demir karşılığında satın alırlar. Çocuğa Demir yahut Salıpaldı, Satılmış gibi bir ad verirler. Çocuğun yaşaması için Yaşar, Dursun, Ölmezbay, Taştan, Kurç gibi adları verildiği gibi kimi zaman kötü adlar da verilir. Böylece adı kötü olduğu için ölüm meleğinin gelmeyeceğine inanırlar. Kırgızlarda İtalmas, Çoçkabay (Domuzbay), Kabanbay (Yabani domuz) bu inanca göre verilmiş adlardır. 35

35 İNAN, a.g.e., s.174.

45

Anamur’da, çocuğun sağlıklı doğması ve yaşaması için, hocaya muska yazdırılır. Hocanın söylediği isimleri koymaya niyetlenilir. Kadın doğuruyor fakat çocuk her seferinde ölüyorsa Yaşar, Dursun ismi konur. Hocaya yazdırılan muska çocuğun boynuna asılır ve hiç çıkarılmaz. Kadın, adaklarda bulunur. Gebelik sırasında kadın, ağır yük kaldırmaz, böğürtlen meyvesi yemez, güle dokunmaz veya gül reçeli yemez, kırmızı dut meyvesi yemez. Yatarken yan veya sırt üstü yatar, soğuk yerlere oturmaz, sarsıntı yaratacak taşıtlara binmez. K.K.:33 Yörede, çocuğu yaşamayanlara “tıbıkalı” denilmektedir. Kısır kadınlar gibi, çocuğu yaşamayan kadınlarda, toplumda bazı yaptırımlara uğramaktadır. Düğünde kına yoğrulurken veya gerdek odası hazırlanırken çocuğu yaşamayan kişiler hiç tercih edilmemektedir. K.K.:34

2.1.1.4. Aşerme Hamilelik sırasında yemek için kadının canının vakitli vakitsiz bir şey istemesi haline aşerme denir. Deyimin aslı "aş yerme" olup, "yiyecek şeyden tiksinme" demektir. Beğenmemek kötülemek anlamlarındaki aş yermek giderek halk arasında anlam değiştirerek, hamile kadının kimi yiyecekleri canı çekmesi, onları tatmaktan kendini alamaması anlamına gelmiştir. 36 Yaşar Kalafat'a göre aşerme inancı, Kumuklar'da, Derbent'te, Terekeme ve Azerilerde de bulunmaktadır. Kumuk Türeleri’nde, “aş” yemek; “aşa” yemek ye demektir. “Aşarmak” aç aç arzulamak, aç yemeği arzulamak demektir. Kumuklar hamile kadına, “aylı kadın” demekte, aşeren kadının aş erdiği şey temin edilmezse ve yemesi sağlanmaz ise, annenin vücudunda aşerilen yiyeceğin leke şeklinde olacağına inanmaktadırlar. 37 Anadolu'nun çeşitli yerlerinde aşerme durumunu niteleyen ad, deyim, anıştırma ve yakıştırmalardan bazıları, “aşeriyor, aşyeriyor, aşeren, aşveren, aşyeren, aş çalıyor, yerikliyor, yerüklü, yergin, yerikleme, başı kel, başı döngün, başıbozuk, başı bulanık, göğnü kötü” gibi adlarlardır. Ayrıca, Bursa’da, “umsunmak” veya “yerinmek” olarak

36 BORATAV, a.g.e., s.146. 37 Yaşar KALAFAT, Kuzey Azerbaycan-Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 1998, s.66.

46

adlandırılan bu hastalık haline, Uşak’ta, “aşerilik”, Azerbaycan’ da,“yerikleme”, Bulgar Türklerinde ise, “asçalma” adı verilmektedir. 38 Kaynaklarda; Türk Destanlarındaki aşerme (yerikleme), olağan bir nesneye olan yerikleme değildir. Yeriklenen nesnelerin basında kaplan, arslan, yılan (ejderha, yedi başlı yılan), ayı gibi hayvanların eti gelmektedir. Manas destanında, Manas’a hamile kalan anne Çıyırdı, Kırgızların, Hıtayların ve Kalmukların yemeklerini yemek istemez ve istediği şeyin arslan yüreği olduğunu söyler. Toplumun her yöresinde olduğu gibi Anamur yöresinde de, aşeren kadına istediği yiyeceklerin mutlaka bulunup verilmesi inancı, gebe kadına çevresi tarafından gösterilen ilgi ve saygının bir parçasıdır. Ayrıca kadının canının istediği yiyeceklerden yola çıkarak çocuğun cinsiyetini belirlemeye çalışma da bu dönemin ilginç özelliklerinden biridir. Yörede, aşeren kadının canı ne isterse, bulunmaya çalışılır. Kadının canının istediği bulunmazsa, çocuğun bir yerinin eksik olacağına inanılır. Aşeren kadın istediğini yiyemezse çocuğun vücudunda kadının istediği yiyeceğin lekesi olacağına, ya da çocuğun şaşı olacağına inanılır. Aşeren kadın ayva yerse çocuğun gamzeli olacağına inanılır. Canının istediği bulunmayan kadının göğsü şişer. K.K.:28

2.1.1.5. Doğacak Çocuğun Cinsiyetini Belirleme Anamur’da geleneksel anlayışlar devam etmekle birlikte, çocuğun cinsiyetini öğrenmek için öncelikle doktora gidilir. Ayrıca, hamile kadının karnı sivri ise oğlan olacağına, kalçası büyük olursa kızı olacağına inanılır. “Oğlan ağır, kız hafif olur.” inancı olduğundan, hamile kadın hareket ederken zorlanırsa oğlan, ayağı çabuk olursa kız olacağına inanılır. Çocuk karında erken canlanırsa erkek, geç canlanırsa kız olacağına inanılır. Erkek çocuğun kalçayı, kız çocuğun göğsü tekmelediğine inanılır. Devamlı erkek ya da kız çocuğu olan kadın en son doğan çocuklarına belli isimler koyarak bir sonraki çocuğun cinsiyetinin değişeceğine inanır. Örneğin devamlı kız çocuğu olursa son olana Döne, Dursun, Yeter gibi isimler koyar. Bu daha çok erkek çocuk istenildiğinde başvurulur. Cinsiyeti öğrenmenin bir başka yolu da, hamile kadının oturacağı minderlerden birinin altına makas, diğerine bıçak koymakla olur. Kadın, altında makas bulunan minderin üstüne oturursa kızı, bıçak bulunan minderin üstüne oturursa oğlu olacağına inanılır.

38 Ahmet TACEMEN, Türk Fin-Ugor, Moğol-Mançu Toplulukları İnanışları Zemininde Bulgaristan Türkleri İnanışları veya Türk Kimliği, Ankara, 1995, s.188.

47

Anamur’da, kadının yüzü güzelleşmişse oğlu, çirkinleşmişse kızı olacağına inanılır. Kadının yüzü çillenirse kızı olacağına inanılır. Anamur’da, bir keçinin kafası kaynatılır. Daha sonra alt çenesi ile üst çenesi ayrılır. Alt çenede yer alan kemiğin ucu püsküllü olursa erkek, püskülsüz olursa kız olacağına inanılır. Annenin canı ekşi isterse kızı, tatlı isterse oğlu olacağına inanılır. Kadın sağına yatarsa erkek, soluna yatarsa kızı olacağına inanılır. Çocuğun cinsiyeti, doğum anında, sancının vücuttaki geldiği yere göre de anlaşılmaktadır. Belden geliyorsa oğlu; kasığından geliyorsa kızının olacağına inanılmaktadır. Cinsiyeti belirlemek için başvurulan bir başka yöntemde, rüya yorumlamasıdır. Gebe kadının rüyasında oğlan görmesinin kızı olacağına; kız görmesinin oğlan olacağına dair inanç da, yörede inanılan bir pratiktir. K.K.:34 Dede Korkut hikâyelerinde erkek çocuk isteyen kadının "...kuru çaylara sücü döktüğünü, kara giyimli dervişlere nezirler verdiğini" öğreniyoruz. 39 Erkek çocuk isteği, Anamur’da da vardır. Yörede, erkek çocuğa ocak taşı, kız çocuğuna süpürge denmektedir, bu söz bölge insanının çocuk cinsiyeti konusundaki tercihlerini göstermektedir. Aşeren kadın genellikle acı, ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınır ya da yakınları tarafından kaçınmaya zorlanır. Bu tutumun nedeni halk arasında yaygın olarak söylenen, "Ye ekşiyi, doğur Ayşe'yi." tekerlemesinden de anlaşılan, çocuğun cinsiyetine dayanan inançtır. Buna karşılık tatlı yiyecek ve içeceklerse oğlan çocuğunun belirtisi olarak yorumlanır ve bu durum yine yaygın söyleyişle "Ye tatlıyı doğur atlıyı." tekerlemesiyle açıklanır.

2.1.1.6. Gebe Kadının Kaçınmaları/Uygulamaları Anadolu'nun hemen her yerinde gebe kadının birtakım kaçınmaları ve uygulamaları vardır. Çünkü çocuk anne karnındayken annenin bazı davranışlarının çocuğu olumlu ya da olumsuz etkilediğine inanılmaktadır. Bu dönemde birtakım "anolojik" sözlü eylemler vardır ki, bunlardan kaçınmak ya da bunları yerine getirmek gerekmektedir. 40 Anamur’da, hamile kadınla onun bedeninin bir parçası olan çocuğu arasında fiziksel ve duygusal anlamda sıkı bir bağ bulunmaktadır. Hamile kadının baktıklarıyla, edikleriyle ve yaptıklarıyla çocuğu arasında bir alışveriş, bir ilişki olduğuna inanılır. Anne adayı, doğacak çocuğun sağlıklı olması için, çirkin insanlara, hayvanlara bakmaz.

39 İNAN,a.g.e., s.168. 40 ÖRNEK, a.g.e., s.136.

48

Güzel, renkli gözlü çocuklara çok bakar aya bakar, gamzeli olsun diye ayva yer. Sinirli olmamaya çalışır, iyi huylularla görüşür yoksa çocuğun da aksi olacağına inanılır. Ağır bir şey kaldırmaz. Kadın çocuğun, huyunun ve fiziğinin kendisine benzemesi için aynaya bakar. Çocuk sakat olmasın diye, akraba evliliğinden kaçınılır. Kan uyuşmazlığından, röntgen ışınlarından kaçınılır. Doktora kontrole gidilir. Gebe kadına ağır iş yaptırılmaz. Kötü huylu çocuklar kınanmaz, kınanırsa doğacak çocuğun da ona benzeyeceğine inanılır. Kötü insanlar görünce yol değiştirilir, görmezden gelinir. K.K.:37

2.1.2. Doğum Sırası Kadının doğum sırasında güçlüklerini gidermek, kolay doğum yapmasını sağlamak amacıyla bazı pratikler uygulanır.

2.1.2.1. Doğum Hazırlığı/Doğum Olayı Biyolojik bir olay olan doğum, hayatın geçiş evrelerinden biri olup, başlangıcı ve en önemli olanıdır. Doğum olayının gerçekleşmesi sırasında doğum odasında ve doğum anında birçok âdet ve inanma uygulanır. Uygulanan pratiklerde doğumun kolay olabilmesinin amaçlanması yanında doğacak çocuğun ve annesinin tehlikelerden korunması ve kutsanması da vardır. Anamur yöresinde, çocuk doğmadan çocuğun yatacağı karyola, kıyafetleri vb. eşyaları daha çocuk doğmadan hazırlanmaktadır. Bebeğin beşiğine soğan, ayna ve makas konur. Eskiden doğumları, köydeki ebe adı verilen köylü kadın yaptırırmış. Görüştüğümüz kişiler, eskiden doğumların çok zor olduğunu, doktor yüzü görmediklerini, bazen doğumların evde bile olmadığını belirtmişlerdir. Ama artık daha güvenli yollar uygulamaktadır. Hamile bayanlar, ya şehre gidip bir hastahanede, ya da köydeki, ilçedeki, sağlık ocaklarında doğumlarını yaptırmaktadırlar. K.K.:37

2.1.2.2. Göbek Kesme/Tuzlama/Yıkama Çocuğun dünyaya gelişiyle birlikte yapılan ilk işlem göbeğini kesmektir. Göbeğin kesilmesi, anne ile çocuk arasındaki fiziksel bağı bitirir. Gebe kadının yediği

49

içtiği şeylerin, baktığı kimse ve hayvanların karnındaki çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı vardır. Çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı inanç söz konusudur.41 Eski Türkler de, göbek bağına kutsal bir varlık olarak bakmaktadır. Kaşgarlı Mahmut Umay hakkında eserinde, “Umay, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan hokka gibi nesne. Buna çocuğun ana karnında eşi denir.” Şeklinde açıklamaktadır. Eserde, bununla ilgili “Umayka tapınsa ogul bolur.”savı dikkat çekicidir.42 Altay Türklerinde, Umay’a “çocuklara kut (can) gönderen Tanrı” gözüyle bakılmaktadır. Altaylılar dogum yapmıs çocukların göbek damarlarını, özel bir torbacıkta korurlar. Bu muska şeklindeki deri torbacıklara Altaylılar “umay” adını vermektedir. 43 Anamur’da, doğum olayının hemen gerçekleşmesinin ardından çocuğun göbeği kesilir. Kesme işleminde jilet, bıçak, makas kullanılmaktadır. Kesilen göbeğin saklanması ve korunması çocuğun cinsiyetine göre değişmektedir. Eğer kız çocuğu ise eli dikişe nakışa yatkın olsun diye dikiş makinesine ya da çeyizlerin arasına konur. Erkek çocuğu ise hangi mesleğe yönlendirilmek isteniyorsa onla ilgili bir eşyaya konur ya da yere gömülmektedir. Ancak son zamanlarda kız olsun erkek olsun ayırmadan, okuması için okul duvarına konmakta veya bahçesine gömülmektedir. Göbek kordonu kesildikten sonraki işlem çocuğu yıkama ve tuzlamadır. Tuz ve balla bebek bulanır. K.K.:3 Çocukta pişiğin olmaması, ileride terinin kokmaması amacıyla yapılan tuzlama işlemi kimi zaman çocuk doğar doğmaz yapılırken, kimi zaman yıkamadan sonra yapılmaktadır. Çocuğunun tenini tahriş etmemesi için, tülbentten elenerek iyice inceltilen tuzla, çocuğun kulaklarının arkası, ağzının yanı, boynunun altı, koltuk altları, göbek çevresi, bacak araları iyice ovalanır. Çocuğun doğar doğmaz karşılaştığı bir diğer uygulama, çocuğun sürmeli olması için gözlerine çekilen sürmedir. Yeni doğan bebeğin teni beyaz olsun diye çocuk sütle yıkanır. Erkek çocuğuna yeni elbise giydirilmez. Babası gibi, çalışkan yiğit olsun diye, yeni doğan erkek çocuğa babasının gömleği giydirilir. K.K.:1 Yapılan bu işlemlerden sonra çocuğun yüzüne, hırsız-uğursuz olmasın diye un, ağzına tatlı olsun diye bal sürülür. Yine çocuğa ömrü uzun olsun diye un sürülür, artan un bereketi içinde kalsın diye geri un çuvalının içine atılır. Çocuk yumurta gibi olsun diye döşeğinin altına yumurta koyulur. Çocuğa nazar değmesin diye kulağını arkasına ve çocuğunun kabasına kara sürülür, nazar değmesin diye hocaya kâğıt ettirilir.

41 ÖRNEK, a.g.e., s. 142. 42 Besim, ATALAY, Divanü Lügat-it Türk Tercümesi 1, Ankara, 1998, s. 123. 43 TACEMEN, a.g.e., s.220.

50

Çocuğa nazar değmesin diye çiğnine çaltı giliği asılır. Çocuğa nazar değmesin diye küçük bir naylonun içine, buğday tanesi, otçam tanesi, tavuk boku koyulur sarılır, dışı gök boncukla örülür beşiğe asılır. K.K.:37 Doğumun hemen ardından büyük bir titizlikle ve sırayla uygulanan bu işlemler dünyaya gelen yeni canlının yeni ortamına uyması, kötü ruhlardan korunması için uygulanan ve halk geleneğinde çeşitli amaçlarla yapılan büyüsel pratiklerdir.

2.1.3. Doğum Sonrası Anamur’da baba doğum haberini getirene “muştuluk” verir. Doğumdan sonra aile, etraftaki insanlara şeker, çikolata, kuru üzüm, badem, ceviz vb. yiyecekler dağıtır buna “göbedek” denir. Doğumdan sonra akrabalar ve komşular bebek görmeye gelirler. Gelenlere tatlı ikram edilir ta ki “çocuğun tatlı dilli olması” temenni edilir. Doğumdan sonra, mevlit okutulur. Kurban kesilir. Bu dönemde yeni doğum yapmış kadını ve çocuğunu çevreden gelebilecek her türlü zararlı etkilerden korumak için birtakım tedbirler alınır. Özellikle doğumdan sonraki kırk gün içerisinde anneye al basmaması, sütünün kaçmaması ya da bol olması; çocuğu kırk basmaması, uykunun bol olması için çeşitli dinsel ve büyüsel pratikler uygulanır:

2.1.3.1. Ad Koyma Yaratılan ilk insandan sonra, onların çocuklarına da isim verme devam etmiştir. Kültürümüzde kişi adı çok önemlidir. Dede Korkut hikâyelerine baktığımızda, bir çocuğu baş kesmezse, kan dökmezse, yiğitlik yapmazsa isminin konulmadığını görüyoruz. Hikâyelerde, Bay Büre’nin oğluna ad konuşu destanlaştırılmıştır. Ya da Bamsı Beyrek’in adının verilemesi uzun uzun destanlaştırılmıştır. Avnik Kalesi’nin kâfirlerinden bezirgânları kurtardığı için törenle Bamsı Beyrek adını almıştır. 44 Anamur’da, çocuğun adı verilirken abdestli kişi çocuğun sol kulağına ezan, sağ kulağına kamet getirir, sonra adını üç kez çağırır ve uzun ömürlü olması için dua eder. Kutsal günlerde doğan çocuklara o günün adı verilir. Genelde çocuğa, Muhammed, Mustafa, Ahmet, Emine, Ayşe, Fatma gibi dini isimler, göbek adı olarak konulmaktadır. Çocuğa göbek adı olarak bu isimleri koymanın amacı, insanın öbür dünyada bu ad ile anılıyor olmasındandır.

44 Orhan Şaik GÖKYAY, Dede Korkut Hikâyeleri, İstanbul, 1977, s. 50-54.

51

Anamur’da çocuğun adı aile büyükleri tarafından konur. Genellikle, ölen büyük akrabalardan birinin adı konur. Günümüzde, bu geleneksel yapı, çok nadir devam etmektedir. Toplumsal değişimler insan adlarını ve onlara bağlı görenek ve gelenekleri, adların toplumsal içeriklerini, kaynaklarını da değiştirmektedir. Çocuklara konulan adlara bağlı bulundukları kültür çevrelerinin beğenisi hakim olmaktadır. Eski adlar koymaktan kaçınmaktadırlar. Çocuğun doğduğu gün, zaman, ay ve mevsim; doğum yapılan yer; doğduğu sıradaki olaylar, kimi kişilere karşı duyulan hayranlık, şükran ve minnet duyguları; gelenekler; ailenin varsıllığı, yoksulluğu; daha önce kardeşlerinin yaşayıp yaşamadıkları; moda, kültür değişmeleri gibi etmenler, yörede adın seçilmesinde artık birinci derecede rol oynamaktadır. Doğan çocuğun beşiğini kız tarafı, yani anneannesi götürür. Kırkı çıkan ve ismi konan bebeğe kızın annesi akrabaları ile beraber bir beşik, bir altın ve çocuğun ihtiyacı olan eşyaları alırlar. Çocuğun bulunduğu evde yemekler yapılır ve misafirlere ikramda bulunulur. Çocuk beşiğe konarak adet yerini bulur. Hazırlanan bu eşyalara “bebek çeyizi” denir. K.K.:34

2.1.3.2. Loğusalık ve Maruz Kaldığı Tehlikeler Lohusalık, kadının doğumundan 40. gününe kadar geçen zamanki durumuna verilen addır. Anadolu’da yeni doğum yapmış kadına: “lohusa, loğsa, doğaz kesen, emzikli, nevse” gibi adlar verilir. Halk arasında yeni doğum yapmış kadına yaygın bir ifadeyle “lohusa” denmektedir. 45 Yörede, doğum yapan kadına yirmi gün su içirilmez, su yerine bahar içirilir. Su içerse, suyun beyne çıkacağına, annenin beyin humması olacağına inanılır. Loğusanın sütü üç gün gelmezse bol süt, şekerli su içirirler, darı yedirirler. Anneden gelen ilk süte, yörede “ağız” adı verilmektedir. Bu sütün, çocuğu hastalıklardan, mikroplardan koruyacağına inanılır. Bu süt, bir nevi ilaçtır. Yörede, loğusanın sütünün bol olması için, burnuna yiyecek kokusu gelmişse bu yiyecekten mutlaka verilir. Yoksa sütünün kesileceğine inanılır. Loğusanın sütünün kaçmaması için nazardan sakınılır. Çocuk ağlarsa, süte doymazsa tülbendin içine lokum konur ve bağlanıp çocuğun ağzına verilir. Loğusanın sütü çoksa bu söylenmez. Söylenirse nazar değeceğine inanılır. Çocuğa gaz yapmasın diye gaz yapıcı yiyecekler ve acı yedirilmez.

45 ÖRNEK, a.g.e., s.143.

52

Süt kesilirse loğusanın göğsü sıcak suyla yıkanır, bol şekerli yiyecek ve içecekler verilir. Halk kültüründe birtakım olağanüstü halleriyle insanların yaşamında etkileri olduğuna inanılan esrarengiz yaratıkların varlığına inanılır. Olağan dışı kimi şartlar içinde onları gördüklerini öne sürenler vardır. Cin, peri, mekir gibi adlarla anılan bu varlıkların tekin olmayan yerler, örenler, mezarlık gibi yerlerde olduğuna inanılır.46 Bu kötü ruhlardan biri de, loğusa kadına musallat olabileceğine inanılan, lohusalığın kırk gün zarfında bir tehlike olan alkarısıdır. Anamur’da, albastıya, “Garaguş çarpması” denmektedir. Kırklı çocuk yalnız bırakılmaz eğer yalnız bırakılırsa garaguş çarpar inancı vardır. Garaguş çarpması, loğusa yalnızken ve bebek gece emzirildikten sonra olmaktadır. Garaguş çarpan çocuğun, tırnaklarının dibi, boynunun altı siyah olur. Yörede garaguş çarpmasını önlemek için loğusa yalnız bırakılmaz, çocuğun beşiğinin başucuna ekmek koyulur, çocuğa anem takılır, çocuğun üzerine al yazma örtülür. Loğusanın ve çocuğun yattığı yatağın bir köşesine iğne batırılır. Loğusa ve çocuğun bulunduğu odada Kuran, yeşil yapraklı dal, kuru soğan, makas gibi birtakım nesneler bulundurulur. Ayrıca loğusaya kırmızı yağlık bağlama, çocuğun üzerine kırmızı örtü örtme, kırmızı yorgan kullanma da diğer uygulamalardır. Lohusa kadının odasının kapısına nal konur. Çocuğa nazar değmesin diye mavi boncuk takılır. Albasmasına uğrayan kadını tedavi etmek için de, uygulanan pratiklerin başında hocaya götürmek, üstüne dualar veya Kuran okutmak, muska yazdırmak ya da hocanın okuduğu suyu kadına içirmek gelmektedir. Yörede kırk basması; doğumdan sonraki kırk günlük süre içerisinde annenin ve bebeğin sıkıntılı, huzursuz olmaları, hastalanmaları şeklinde bilinmektedir. Anamur’da doğumu izleyen kırk günlük sürede, anne ve bebeği kırk basmasına karşı, çocuğa nazar boncuğu takma, kırkı çıkana kadar dışarı çıkarmama ve güvenilmeyen insanlarla görüştürülmeme, kırk bastığı düşünülen çocuğa muska yazma ve hocaya okutmak şeklinde önlemler alınır. K.K.:37

2.1.3.3. Kırklama ve Kırk Gün İçinde Yapılan Diğer İşlemler Doğumdan sonraki kırk gün anne ve çocuk için çok önemlidir. Anne ve çocuk için hassas olduğuna inanılan bu kırk günün sonunda ise, törenle ana ve çocuk kırklanır.

46 BORATAV, a.g.e., s.74.

53

Halk kültüründeki inanmalara göre, kırk günün sonunda, artık anne ve çocuğun tehlikelere karşı etkilenme güçleri azalmıştır. Anadolu'nun pek çok yerinde 20. ve 40. gününde uygulanmakta olan, yıkama suyuna taş, itki ve altın koyma davranışını Anamur’daki uygulamalarda da görüyoruz. Kırkıncı gün bebeğin doğumundan sonraki en önemli günlerden biridir. Bu günde çocuk, annesi ve kullandıkları eşyalar yıkanır. Böylece çocuk yeni bir döneme başlar. Bebek yıkanırken; dört yol ağzından küçük küçük taşlar toplanır bir kesenin içine katılır iyice yıkanır, çocuğun yıkanacağı suyun alındığı kazanın içine atılır, kırk gün o kazanın içinde taşlar durur. Suya, üç İhlas ve bir Fatiha okunarak, anne yıkanır kucağına bebeğini alarak bebeğini de yıkar, bu şekilde kırklama ya da kırkını çıkarma işlemi tamamlanmış olur. Kırkıncı gün o taşlar ayak basmayacak bir yere atılır. Yörede kırkı çıkarma işlemi genelde kırk gün dolduğu gün yapılır ama eğer anne ve bebek köyden şehir dışına çıkacaklar ise, doğumun yirminci günü aynı işlemler yapılarak yarı kırkı çıkarılır. Doğumdan sonraki kırkıncı gün dışarı çıkmaya "kırk uçurması", "kırk uçurma" denilmektedir. Yeni doğan çocuğun toplum ilk olarak çıktığı bu gezmede, çocukla ilgili diğer geçişlerde olduğu gibi birtakım adet ve inanmalar uygulanmaktadır. Anamur’da, çocuk ilk gezmesine kırkı çıktıktan sonra götürülür. Çocuğu, geçimi iyi olan bir eve götürürler, orada çocuğa, yumurta ve çorap koyarlar. Kadın eve dönünce çocuk yumurta gibi olsun diye yumurtayı pişirir çocuğa yedirir. Ev sahibi anneye ve çocuğa hediye verir. Hediyenin büyük-küçük olması önemli değildir. Çocuğa patik, anneye yumurta gibi hediyeler verilir. Kırkı çıkmadan çocuk gezmeye çıkarılırsa nazar değmesin diye çocuğun üzerine Felak ve Nas sureleri okunur. Ayrıca yüzüne kırmızı tülbent örtülür. İki komşunun aynı dönemde çocukları olursa bir birleriyle kırk gün konuşmazlar görüşmezler. Konuşup, görüşürlerse, çocukta “ezirginlik” olacağına yani kemiklerinin eriyeceğine inanılır. Çocuğu olan iki aile, evlerinin iki tarafından bir çöp parçası bile almazlar, alınıp yakılırsa, çöpü alınan evin çocuğunun “Irgıçlık” olacağına inanılır. Irgıçlık olan çocuk dört yol ağzına götürülür çimdirilir. Irgıçlık olan çocuk, baltanın sapı çıkarılır demir kısmı çocuğun başının üzerine tutulur ve deliğinde su dökülerek çocuk yol ayrımında yıkanır. Irgıçlık olan çocuk su değirmenin altından çıkan fışkırık suyuna tutulur yıkanır. K.K.:37

54

2.1.3.4. Kusurlu Çocuklarla İlgili Pratikler Yeni doğan çocuğun zaman içinde gelişmesi beklenir. Bu süre içerisinde gelişmeyen, cılız kalan, hastalıktan kurtulamayan çocuklara "aydaş çocuk" denir. Çocuğun aydaş olduğu zayıflığından kafasının büyüklüğünden anlaşılır. Aydaş çocuk, yaşamaz genellikle ölür. Anamur’da aydaş çocuk hocaya götürülür, muska yazdırılır. Bir demirle tartılır, yaşlı bir kişinin koynundan geçirilir. Çocuğun iştahı açılsın diye şekerli su verilir. Anamur’da vakti geldiğinde yürüyemeyen yahut konuşamayan çocuklara, okunmuş su içirilir. Muska yazdırılır. Doktora götürülür. Sevdiği bir şey gösterilerek yürümesi beklenir. Vaktinde yürüyemeyen çocuğun ayaklarının arasına ip bağlanır ve bu ipe ekmek takılır, ekmek köpeğe yedirilir. Yürürken düşen çocukların ayak başparmaklarına ip bağlanır bu ipin arasına da bir ekmek takılır, ekmeği canı tez bir adam alır kaçar, adamın arkasından taş atılır, böylece çocuk yürürken düşmez. Vaktinde konuşamayan çocukların dilinin altındaki damar, altınla kesilir, çocuk konuşmaya başlar. K.K.:37 Bazı bebekler de, sağlık problemi olmamasına rağmen, çok huzursuzdurlar. Sürekli ağlayan, huysuz çocukları sakinleştirmek içinde, yörede bazı pratikler uygulanmaktadır. Bu pratiklere yörede, “huy kesme” adı verilmektedir. Çok ağlayan çocuğun bela ve ölüm getireceğine inanılır bu yüzden çareler aranır. Çok ağlayan çocuğun ağzına, cuma günü terlikle vurulur. Bu davranışın cuma günü özellikle sela verilirken uygulanmasına dikkat edilir. Huy kesme olarak da adlandırılan bu uygulamada dinsel ve büyüsel öğeler birlikte görülür. İşlem ise üç kez tekrarlanmaktadır. Burada da halk kültüründe kutlu sayı olarak kabul edilen üç sayısından medet umulmaktadır. Böylece, çok ağlayan çocuğun ağzına vurularak ağlamanın çağrışımı olabilecek felaket veya ölüm uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Bazı köylerde de, haylaz çocuklara akraba olmayan biri tarafından çocuğun ağzına, çocuk iyi huylu olsun diye çarşamba günleri pabuç vurulur. Bir başka uygulama da, çok ağlayan çocukların ağzına bir dört yol ağzında akrabası olmayan birisi tarafından pabuç çarpıp banyo yaptırılmasıdır.

55

Uyumayan çocuğa, ekinlerin sapına böcek yuva yapar bu yuva oradan sıyrılır, sıyrılan şeye uykuluk denir, gök beze sarılır çocuğa takılır. Çişini tutamayan çocuklar için yumurta küle gömülür ve kabuklu olarak pişirilen yumurta çocuğa yedirilir.

2.1.3.5. Sütten Kesme Çocukların ilk tattıkları şey anne sütü olduğu için bu tattan vazgeçmeleri kolay değildir. Çocuk büyüyüp artık ihtiyacı olan vitaminleri ve gıdayı anne sütü dışındaki yiyeceklerden karşılasa da alışkanlık üzerine anneyi emmeye devam eder. Çocuk emzirmenin kadını hamilelikten koruyacağı inancı sebebiyle bu bazen kadınlar tarafından uzun tutulmaktadır. Ancak çoğu zaman çocuğun sütten kesilmesi zor olduğundan bunun için, bazı yollara başvurulmaktadır. Çocuğu sütten tiksindirmek için, annenin meme ucuna sakızı ile acı biber, salça ya da saç kılı yapıştırılır. Anne saklanır, çocuğun umudunu kesip, unutması beklenir. K.K.:34

2.1.3.6. Çocukta İlkler Çocuğun ilk dişinin çıktığını gören çocuğa bir hediye alır. Aile çocuğun ilk dişinin çıkışını kutlamak için küçük bir eğlence düzenler. Bu eğlenceye komşular ve akrabalar davet edilir. Buğday, bakla ve nohut kaynatılır, haşlanır; üzerine yerfıstığı ve küncü serpilir misafirlere ikram edilir. Bu yiyeceğe “diş bulguru/diş göllesi” denir. Haşlanan buğday, bakla ve nohudun birer tanesi alınır ve bir ipe geçirilir bu ip çocuğun yakasına asılır. Gelen misafirler bu ipin altına para ve altın takarlar. Bu eğlencesi yapılmayan çocukların dişinin erken çürüyeceğine inanılır. Diş bulguru yendikten sonra çocuk yere serilen beyaz bir bezin üzerine oturtulur; bir tepsinin üzerine makas, tarak ve altın bilezik koyulur. Eğer çocuk altın bileziği alırsa çocuğun ileride zengin varlıklı olacağına, makası alırsa terzi olacağına, tarağı alırsa berber olacağına yorulur. İlk dişten sonra çocuğun önüne çeşitli meslek gruplarına ait aletler konur. Çocuk hangisini alırsa o mesleğe yönelir. Çocuğun saçını ilk kesen çocuğa hediyeler verir. Saçı kesen kişi, “Makas kör olmuş kesmiyor.” Yahut da “Saç çok ağır, makas kaldıramıyor.” diyerek bahşiş ister. Çocuk adaklıysa babası, saçının ağırlığı kadar altın dağıtır.

56

Çocuğun tırnağı kırk gün boyunca kesilmez, kesilirse çocuğun hırsız olacağı düşünülür. İlk tırnaktan sonra çocuğun önüne çeşitli değerlerde para konur. Çocuk bu paralardan birini çeker. Bu para çocuğa harcanır. Ülkemizde, kız çocukları doğduktan sonra kulakları delinir. Kulak delmesi âdeti önce Mısır’da uygulanmış, sonra diğer ülkelere yayılmıştır.47 Eski toplumlardan günümüze kadar, insanlar süslenme ihtiyacı duymuşlardır. Anamur’da, eli yatkın bir kadın yorgan iğnesini ateşte iyice ısıtıp kulak deler. Kulak delinmeden önce sarımsağın bir dişi ortadan ikiye ayrılır, kulağa sürülür, böylece kulak delinirken fazla acımaz. Kulak delindikten sonra delik kapanmasın diye ip halka şeklinde bağlanır, çocuk bir zaman öyle gezer. Kulak deliği belirginleştikten sonra kulağa altın küpe takılır. Yörede, kulak çocuğun kırkından sonra delinir. Günümüzde acısız ve modern delme teknikleri uygulanmaktadır. K.K.:34

2.2. Evlenme Bireyin yaşamındaki geçiş dönemlerinden biri olan evlenme; kız ve erkeğin bir aile olarak sosyal yaşama katılma sürecinin başladığı önemli bir dönemdir. Her toplumda evlenme, bağlı bulunduğu kültür tipinin belirli kurallarına uyularak gerçekleştirilir. Türklerde evlenmeye, “ev bark sahibi olmak” denilmektedir. Bark, Orhun Kitabesi’nde “mabet, ibadet edilecek yer” anlamındadır 48 “Evlilik”, tarih boyunca ocakla birlikte kullanılmıştır. Ögel, “Ocak” kavramının Türklerde, ev ve yuvanın tek sembolü olduğu düşüncesindedir. Nitekim tesirlerden uzak kalmış olan Yakut Türklerinde evlilik, “sönmez bir ateş yakmadır”. Eve gelen gelin ise, “evi aydınlatan bir ateştir” 49 Anamur’da evlendirmeye, “baş göz etmek, ev bark kurmak, ocak sahibi olmak” gibi isimler verilmektedir. Yasalarımıza göre gençlerin evlilik yaşı 18’dir. Evlilik yaşı eskiden kızlar için 14-15, erkekler için 18-20’dir. Günümüzde, evlilik yaşı ortalaması yükselmiştir. Kızların da üniversitelere gitmesi, iş hayatına atılması, yüksek yaşam standardı beklentisi, askerlik gibi etmenlerden dolayı evlilik yaşı, bu gün 25-30 arasıdır.

47 Prof Dr. A. Süheyl ÜNVER, Tıp Tarihi, Cilt 1, İstanbul, 1937, s. 36. 48 Ziya GÖKALP , Türk Medeniyet Tarihi, (Sadelestiren: Yalçın TOKER), II. Baskı, İstanbul, s..255. 49 Bahaeddin ÖGEL, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, (Genisletilmiş Dördüncü Baskı), İstanbul, 2001, s.254.

57

İlçe merkezine göre köylerde evlilik yaşı daha küçüktür. Tahsil olanağının olmaması, eğitim düzeyinin düşüklüğü, tarım ile ilgili işlerin yoğunluğu, evlenme yaşının köylerde daha küçük olmasının nedenleri arasında sayılabilir. K.K.:1 Evlenme biçimleri arasında; gençlerin anlaşıp ailelerinin onayı ile evlenmelerine, görücü usulü ile evlenmelere, kız kaçırma evliliklerine, kayınbirader veya baldızla yapılan evliliklere ve akraba evliliklerine rastlanmaktadır. Anamur’un tek Tahtacı köyü olan, Kaşdişlen’de, "değişme" adı verilen evlilikte, erkek bir başka aileden bir kız alırsa, o aileye varsa kız kardeşi gelin olarak gider. Eskiden daha çok akraba evliliğinin tercih edildiğini görmekteyiz. Bu anlayış, göçebe yaşantısından kaynaklanmaktadır. Dışarıdan kız alıp, kız vermemeye dair birçok atasözü vardır: “Yaban yerden alma düveyi. Çeker gider boğayı.” “Yağlı peynir derisinden çıkmaz. Sütlü goyun sürüsünden çıkmaz.”

Ancak artık akraba evlilikleri daha az görülmektedir. Halkın bilinçlenmesiyle birlikte, sakat doğumlara sebep olan akraba evliliğine daha az rağbet edilir olmuştur. Eşlerden birinin ölmesi halinde, ölenin kardeşiyle hayatta kalanın evlendirilmesinin temelinde, geride kalan çocukların perişan olmaması, sahipsiz kalmaması düşüncesi; çocukları korumak, üvey ana elinde bırakmamak anlayışı yatmaktadır. Yörede, çok eşliliğe nadiren rastlanmaktadır. Çok eşliliğin en önemli sebebi kadının çocuğu olmamasıdır. Çocuk olmayınca erkekte suç aranmamakta ve erkek yeni bir evlilik yapabilmektedir. Anamur’da, erkekler evlenme isteklerini davranışlarıyla belli etmekle birlikte, ailelerine bu isteklerini sözle de ifade edebilmektedir. Çoğu zaman annesine, bazen babasına bu isteğini açıkça söyler. Bazen de abla, ağabey gibi yakınlarına bu isteğini söyler ve anne ve babasına isteğinin ulaştırılmasını bekler. Kızların böyle bir şansı yoktur. Böyle bir şansa sahip olmadığını bilen genç kız, sadece davranışlarıyla evlenme çağına geldiğini ve evlenmek istediğini ailesine belli etmeye çalışmaktadır. Gençler sinirli davranışlar sergilerler, sorulan sorulara aksi cevaplar verir, söz tutmaz olur. Kızlar bulâşıkları yıkarken kapları birbirine vurur, ev

58

işleri yaparken "ölsem de kurtulsam" gibi sözler eder. Erkekler de yalnızlıktan, soğuktan şikâyet eder, evlenen akranlarından bahseder. Alıp başını gideceğini, evden ayrılmak istediğini söyler. Genç erkek, eğer iş bulduysa veya askerliğini yaptıysa evliliği hak etmiş demektir. Zaten anne ve baba da artık oğullarına kız bakmaya başlamıştır. İlk önce oğlanlarına gözünün tuttuğu birinin olup olmadığını sorarlar. Varsa kendilerine yakışıp yakışmayacağını değerlendirirler. Eğer yoksa kendileri araştırmaya başlar. K.K.:2

2.2.1. Evlilik Öncesi Yörede de, evlenme yaşını geçip de evlenemeyen kızların kısmetlerinin kapalı olduğu kabul edilir. Evlenemeyen kızların kısmetlerinin açılması için çeşitli uygulamalara başvurulur. Kısmetin kapalı olması kızlarla ilgili bir durum olarak kabul edilmektedir. Erkekler için kısmetin kapalı olması durumu söz konusu değildir. Evlilik öncesi dönem; gelin ya da güvey seçimi, görücülük, kız isteme, söz kesimi ve nişanı kapsayan dönemi ifade etmektedir. Bu dönem evliliğin gerçekleşmesine zemin hazırlamaktadır:

2.2.1.1. Gelin-Güvey Seçimi Ülkemizde, evlenecek kız ve erkekte birtakım özellikler aranmaktadır. Yaş, fiziksel özellik, karakter, beceri, eğitim durumu bunlardan bazılarıdır. Evlenilecek kızın nitelikleri Türk kültürünün her döneminde, evlilik konusu olduğunda, üzerinde durulan bir konu olmuştur. Bunun bir örneği, Türk kültürünün önemli yapıtlarından Dede Korkut Hikâyelerinde görülmektedir. Evlenilecek kızın vasıfları, bu hikâyelerden “Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Boyu” da bulunmaktadır. Kan Turalı, evleneceği kızda aradığı özellikleri babasına şöyle anlatmaktadır: “Baba, men yirümden turmadın ol turmış ola, men kara koç atuma binmedin ol binmiş ola, men kanlu kâfir iline varmadın ol varmıs, mana baş getürmiş ola.”50 Anamur’da, hem gelin seçerken hem de güvey seçerken, ailelere büyük önem verilmektedir. Ailenin, çocuğun yetişmesi üzerindeki etkisi herkesçe bilindiğinden kız ve erkek aileleri, karşılıklı olarak çocuklarının evlilik yapacakları kişinin ailesini sorup, soruşturmakta, çocuklarını evlendirecekleri ailesinin soyu sopu belli, sayılan sevilen

50 ERGİN, a.g.e., s. 185.

59

kişiler olmasını istemektedirler. Gençlerin dinine örf ve âdetlere bağlı olması da istenilen davranış kalıplarındandır. Yöre insanın düşüncesi “her güzelden kadın olmaz, aslı soy olmayınca.” görüşüdür. İyi gelin kocasının yüzünü eğdirmeyendir. K.K.:9 Dedem Korkut’ta kadınlar ı sınıflandırır, “Karılar dört dürlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi tolduran topdur. Birisi ivün tayagıdur. Birisi niçe söyler-isen bayagıdur. Ozan ivün tayagı oldur ki, yazıdan yabandan ive bir konuk gelse, er adam ivde olmasa, ol anı yidürür, içürür, agırlar, azizler gönderür. Ol Ayişe Fatıma soyıdur hanum. Anun bebekleri yetsün. Ocagına bunçılayın avrat gelsün...” 51 Tasnifine benzer bir tasnif de, Anamur’da şiirsel bir şekilde yapılmaktadır, “Yedi türlü avrat olurumuş; Ev avradı, er avradı, dağ avradı, zallanzort, kılguyruk, ömür dörpüsü, er çömelden.” Bu tasnifin açıklaması da, tasnif kadar ilgi çekicidir: Ev avradı, evini gözel temizler, misafirine hürmet eder. Bağdan bahçeden haberi olmaz, mal susurmış, acıkırımış heç bilmez. Er avradı, her zaman erinden baseder. Benim herif şöyle eyi, böyle eyi, vb. Dağ avradı, Çarmıçı olur. Her şeyi yapar, yaptırır, eğirir, dokur, dokutur, işini görür. Ama evinin içi düzen bilmez. Pazar yeri gibi evinin içi dökülü olur. Zallanzort, Çora çocuğa, gocaya önem vermez. Eyice geyinip, eyice yeyip, eyice guşanıp gezmeyi çok sever. Kıl guyruk, elin ettiğini beğenmez, gendi ettiği bir işe yaramaz. Süslenir, püslenir millette kusur arar. Gendini de el beğenmez. Ömür dörpüsü, gocası bir laf söylerse, on laf söyler. Böyüğü, göççüğü bilmez. En son söyleneceğini ilk söyler. Gomşusuyla geçinmez. Er çömelden, dırnakları kesilmemiş, saçları dağınık, donuna dolâşık, üstü başı bulâşık, evine süpürge çalınmamış.

2.2.1.2. Görücülük/Kız İsteme Türkiye'de evlenecek gence kız bakmak, kız görmek için başvurulan bu âdete, “ağız arama, dünür düşme, dünür gezme, dünür gitme, el basma, elçilik, görücülük, görücüye çıkma, kız arama, kız bakma, kız beğenme, kız sarraflama, kız isteme, söz taşlama” gibi adlar verilir. Divânü Lûgat’it- Türk’te “arkuçu” 52 kavramı ile karşılanan kız istemeye giden kişilere ise, “arabulucu, aracı, saye kılgan, büyük dünür, dilekçi,

51 ERGİN, a.g.e., s.76. 52 ATALAY, a.g.e., s. 141.

60

düğür, dünür, tüngür, dünürcübaşı, dünürbaşı, görücü, elçi, kılavuz 53 kayalıkçı, dünürcü, danışık, dönürcü başı mendil alıcılar 54 gibi adlar verilir. Anamur’da, erkeğin aile bireyleri ile akraba ve komşulardan seçilen birkaç kadın, daha önce düşündükleri ya da komşularca önerilen kızın evini ziyaret ederek, kızı yakından inceler ve niyetlerini kıza ve ailesine belli eder. Görücüler kızı beğenmiş, ailelerine, oğullarına yaraşır bulmuşlarsa; istenilecek kız niyetine kaba bir tuz doldurulur, kızı istemeye gidene kadar o tuz veya eve, mala, cana bir şey olmazsa kızı istemeye öyle gidilir. Kız istemeye yörede Perşembe günleri gidilir. Kızın ailesine oğlan evi tarafından bir elçi gönderilir bu elçiye “ar elçisi” denir. Ar elçisi kız evine kızın isteneceğini haber verir. Uygun bir zaman belirlenir ve kız istenmeye gidilir. Oğlan tarafı kızı istemeye giderken bir yarasa tutar, yarasayı kurutur cebine koyar bunun kız isterken uğur getirileceğine inanılır. Kız evi gönülsüzse istemeye gelenlerin hediyeleri kabul edilmez, sade kahve ikram edilir. Tuzlu kahve, tuzlu çay ikram edilir veya “sizin orağınız keskinleşmiş ama bizim başağımız daha olgunlaşmadı” denilir. Kız evi gönüllüyse gelenlere şekerli kahve ikram edilir. Oğlanın istemeye gelirken aldığı tatlı ikrama çıkarılır. “Kısmetse olur.” şeklinde yanıt verilir. Görücüler kızı görüp, olumlu bir yargıya vardıktan sonra, daha ayrıntılı bilgiler edinmek için ziyaretlerini bitirirler. Böylece, kız ailesine de düşünme payı bırakılmış, damat adayı hakkında bilgi edinmeleri için zaman tanınmış olur. Her iki tarafın olumlu bir karara varması sonucu görücülerin işi bitmiş olur. K.K.:12 Anamur Kaşdişlen köyü’nde, kız istemeye cuma gecesi gidilir. Gidilmeden önce, kız annesinin ağzı yoklanır. Kız verilecekse yanlarına leblebi, üzüm vb. alır öyle giderler. Kız evi kızı vermekten cayarsa götürülenler verilmez, geri oğlan evine getirilir. Erkek tarafı, "Allahın emri Peygamberin kavli ile kızınıza dünür geldik. Bizi kapıdan kovarsan köşeden gene gelir gireriz." diye şaka yollu iyi niyetlerini ve akraba olma isteklerini belirtir. Kız evi: "Konuşup danışalım." der. O akşam iki yaşlı erkek, “kâğıt içi yağlık” adı verilen başörtüsü götürür. Bunu, varsa kızın kardeşi veya bir erkek yakınına düğümletilir. Yağlık genellikle kırmızı renkli olur. Birliktelikleri sağlam olsun, uzun sürsün diye kızla oğlan, yağlığın ucunu bağlarlar. Düğüm atılırken "Allah mesut etsin." diye bağrılır. Kızın pişirdiği kahve içilir. K.K.:18

53 KAYA, a.g.e., s.148. 54 BILDIR, a.g.e., s.267.

61

2.2.1.3. Söz Kesme/ Nişan Anadolu’da nişan adıyla görülen gelenekle ilgili Oğuzca’da, “adaklu”, Kazak Kırgız lehçelerinde “atastır-, ataştır-“ Çağatayca’da “ata-“, Yakutça’da, “atastır-“ 55 kelimeleri geçmektedir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde “kiçi düğün” olarak geçer. 56 Dünürcülük yoluyla anlaşan ailelerin, bu anlaşmalarını daha geniş bir çağrılı huzurunda sözle iyice pekiştirmelerine “söz kesimi” veya “söz kesme” denmektedir. Dede Korkut’ta da, yüzük takma, söz kesme, nişanlanma geleneğini görüyoruz. Av sırasında Banu Çiçek ile karşılaşan Beyrek, onunla ok atar, at koşturur, güreş tutar. Her birisinde Banu Çiçek’i yenen Beyrek, onun Banu Çiçek olduğunu anlayınca, “Üç öpdi, bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diyü parmağından altun yüzügi çıkardı, kızın parmağına kiçürdi. Ortamuz da bu nişan olsun han kızı.” diyerek yüzüğünü takar ve nişanlanır. 57 Anamur’da, gelinin sözünün kesilmesine "Kahvesi içildi." denir. Yörede, nişan ve söz kesimi aynı gece yapılır. Nişandan önce aileler kız evinde bir araya gelirler ve alınacak eşyaları konuşurlar. Kız ve erkek evinin durumuna göre alınacak olanlar belirlenir. Bu toplantıda kız evi için önemli olan, takılacak olan takılardır. Belirlenen günde nişan alışverişine çıkılır. Alışveriş esnasında kızın giyeceği, erkeğin giyeceği ve söz yüzükleri alınır. Kız için ve oğlan için alışveriş yapıldıktan sonra, oğlan tarafı tatlılarını alıp kız evine gelir. Oğlan tarafının getirmiş olduğu tatlı yenilerek söz kesilmiş olur. Nişan merasimi mevlitli veya çalgılı olur. Nişan merasiminde daha önceden alınmış olan yüzükler mavi bir ipin iki ucuna bağlanır ve çiftlere takılır, yüzükler takılırken salâvat getirilir ve ip kesilir. Kıza, oğlan tarafının hediyeleri takılır. Nişan yüzüklerinin altın olmasının en büyük sebebi, toplumda hayırlı ve kutsal bir iş olarak görülen nişan töreninin madenler içerisinde en değerli olarak kabul edilen altın ile taçlandırılma düşüncesidir. Mevlitli nişanlarda nişan yüzükleri kapalı bir ortamda, aile fertlerinin katılımı ile dualar okunarak takılar takılır. Eğer nişan töreni çalgılı denilen davul ve zurna eşliğinde yapılıyorsa başta kız ve oğlan tarafının katılımı ile köy gençleri kız ve erkek karışık

55 Abdulkadir İNAN, Makaleler ve İncelemeler, T.T.K, Ankara, 1998, 1. Cilt, s.303. 56 ERGİN, a.g.e., , s.133. 57 Sinan GÖNEN, Dede Korkut Hikâyelerinden Günümüze Yansıyan Evlilik Âdetleri, Millî Folklor, 2006, Yıl 18, S. 69, s. 64.

62

olarak hâlâylar çekip oyunlar oynarlar. Bir süre sonra gelin ve damat adayları dışarıya çıkarak bir masa etrafında otururlar. Eskiden nişanlılar evlenecekleri güne kadar serbestçe göremezken, artık günümüzde ailelerinin yanında veya tek başlarına görüşebilmektedirler. Aileler nişandan sonra karşılıklı birbirlerini davet ederek, yeni başlayan dostluğu pekiştirmeye çalışırlar. Bu karşılıklı geliş gidişler sırasında, oğlan tarafı kıza ve ailesine ufak tefek hediyeler getirir. Kızın ailesinin izin vermesiyle, kız ve oğlan gezmeye gidebilmektedirler. Ancak, kimi aileler bu durumda üçüncü bir kişinin de yanlarında bulunmasını istemektedirler. Nişanlılık dönemine bayram rast gelmişse, bayramlarda erkek tarafı kıza hediyelik göndermektedir. Kız tarafının böyle bir yükümlülüğü yok, ancak, isterse onlar da oğlana ve ailesine karşılık olarak bohça hazırlamaktadır. Yörede uzun süre nişanlı kalmak hoş karşılanmaz, “hayırlı iş beklemez” inanışı vardır. İki aile düğün günü hakkında ortak bir zaman belirlerler. Genellikle yük oğlan tarafının üzerinde olacağı için oğlan tarafı “işimiz üzerine yaparız” demektedir. Bunun anlamı oğlan tarafının geçimini sağladığı iş bitimdir. Düğünler “yay günü” yani mart- eylül arasında yapılır, özellikle mayıs ayı tercih edilir çünkü mayıs ayı “orak” ayıdır, hasat mayıs ayında kaldırılır. Kimi zaman tarafların anlaşamaması kimi zaman da ailelerin anlaşamaması ile nişan bozulmaktadır. Nişan bozulursa hediyeler karşılıklı geri verilmektedir. Kız tarafının bohçası geri gönderilir. Kız da kendisine alınan hediyeleri gönderir. K.K.:12

2.2.1.4. Davet/Okuntu Okumak fiilinden türetilen “okuntu” kelimesi, ilk yazılı eserlerimizden olan Orhun Abideleri’nde, Divanü Lûgat-it Türk’te ve Dede Korkut Hikâyeleri’nde, “çağırmak, davet etmek” anlamlarında kullanılmaktadır. Eski Türklerde, davet sembolü olarak “ok” kullanılmıştır. Hun, Göktürk ve diğer Türk devletleri hakanları, kabilelerini bir yere toplamak istediklerinde, onlara davet anlamında ok göndermişlerdir. Eröz, buradan yola çıkarak, günümüzdeki düğünlerde davetiye anlamındaki “okuntu”nun buradan gelmiş olabileceğini ileri sürmüştür. Anamur’da, oğlan tarafı düğünün eşe dosta haber verilmesi için bardak, kibrit, basma (kumaş) alır, basma küçük küçük parçalara ayrılır. Yakın akrabalara gönderilmek üzerede, özellikle dayıya, amcaya, verilmek üzere şapka; hâlâya, teyzeye verilmek üzere

63

de “çeki” adı verilen işlemeli bez alır. “söyleyici” adı verilen bir kişi olur alınan bu eşyaları ahaliye dağıtır, “falan zamanda düğünümüz var” der. Durumu iyi olan aileler uzak köylere davulcu gönderir, düğün zamanını ilan ettirirler. Anamur Kaşdişlen köyünde, düğünden önceki hafta, bir kâğıda sarılmış karanfil, lokum, mendil, çorap veya peşkir oku olarak her eve dağıtılır. Oku alanlar okuyu dağıtana hediye verilir. K.K.:18

2.2.2. Düğün Anamur’da, aileler düğün tarihi belirlendikten sonra hazırlıklara başlarlar. Düğünden önce, kız ve erkeğin ihtiyaçlarının alınması için alışveriş yapılır. Bu alışverişte genellikle kızın ve erkeğin anneleri ile kız ve erkek bulunur. Damata yağlık, göynek, peşkir, için kumaşlar alınır. Bu kumaşlar çulfalıkta dokunur. Damata, yanışlı traş bohçası, killik (gömlek), ak sırt (iç çamaşırı) alınır. Koyun yününden ip eğrilir ve damada çeşitli çoraplar dokunur; dokunan çoraplara, yanışlı, lastikli, burmalı gibi isimler verilir. Kız için gutmu ve şeytarı alınır. Gutmu mavi renkte, şeytarı kırmızı renkte bir kıyafettir. Kıza eteklik kumaşlar alınır ve kız eteklerini diker. Bu eteklere, hoş boynuzu, yavrulu ağız, büyük etek ve yavrulu ağız gibi isimler verilmektedir. Gelinin giymesi için “edik” alınır. Edik, kırmız bir çizmedir, ökçesinde yeşil yanışı olur bu çizmeye “yeşil sızgalı” da denir. “Fermana” denen; simli, yanışlı; bir yüzü kırmızı bir yüzü mavili veya morlu şal alınır. Gelin bunu gutmu ve şeytarı ile giyer. Gutmuyu giydiğinde fermananın mavi veya morlu tarafını, şeytarı giydiğinde kırmızı tarafını giyer. Düğün sabahı, gelinin terliğini düzmek için mavi, kırmızı, sarı çeki alınır. Geline dikiş makinesi alınır. Geline takılacak ziynet eşyası olarak “ikilik” denilen gümüşten bir takı alınır. Damat tarafının maddi durumuna göre ikiliğin arasına koymak için, bir veya iki tane altın alınırdı. “Boyunkı” denilen gümüşten, gelinin boynuna takılan bir takı alınır. K.K.:7 Alınan eşyalar oğlan evi tarafından “terke heybesi” denilen yanışlı, işlemeli heybeye katılır, dikiş makinesini birisi kucaklar kız evine götürülür buna “asbab” götürme denir. Günümüzde buna “dürü götürme” adı verilmektedir. Bir çeşit hediye bohçasıdır ve yakınlara taktim edilir. Düğün evinde de uzaktan gelecekler için yataklar hazırlanır, kızın çeyizi düğünden bir hafta önce yıkanır, ütülenir, yorganlar kaplanır, yastık yüzleri takılır.

64

Köyün veya çevrenin iyi yemek yapan kadınları yemek yapmak için hazır bulunur, kız evinde ve oğlan evinde yemekler, ekmekler yapılmaya başlanır. Oğlan evi, kız evine düğün yemekleri için et ve diğer malzemelerle gönderir. Düğünlerde, yemeğe büyük önem verilmektedir. Bu durum, eski Türk kültüründeki toy geleneğinin bir uzantısıdır. Göktürklerden başlayarak günümüze kadar gelen bu uygulamada, açlar doyurulup çıplaklar giydirilerek, herkesin gönlü alınmış, ağzı dualıların duasıyla düğün kutsanmış olmaktadır. Dede Korkut’ta da, düğün yemeklerinin uzun uzun anlatılması, düğün yemeğine yüklenen misyonun açık bir göstergesidir. Yaltacuk’un düğününde, düğün yemeğinin ne kadar ihtişamlı geçtiğini görüyoruz. Yaltacuk ile Banu Çiçek’in düğünlerinde bir diğer dikkat çeken nokta ise, düğünde zurnacı ve davulcuların olmasıdır. Hikâyede Delü Ozan kadınların arasına girerek Banu Çiçek’i oynatmaya çalışır. Buradan düğünde kadınların da kendi arasında eğlendiklerini görebiliyoruz.58 Anamur’da, oğlanın babası davul ve zurnayı ayarlar. Böylelikle düğünün başlaması için hazırlıklar tamamlanır. Düğün ister mevlitli, ister çalgılı olsun, öyle ya da böyle oynama ille de vardır. Ensturman olarak davul, klarnet ve keman çalınır. Kaşdişlen köyüde alevi kültürünün olmazsa olmazı; bir semah çeşidi olan “mengi” mutlaka olur. Yörede, kız tarafından gelen kadınlar abdest alır, besmele çeker, hamur yoğurup ekmek atarlar (yapmak). Davarlar kesilir, düğün yemekleri pişirilir. Yörede düğün yemekleri; yahni, keşkek, etli pilav, etli kuru fasulye ve helvadır. Gelen misafirlere yemekler ikram edilir, şerbetler sunulur. Gelibolu ve Aydın’da da düğün yemeği keşkektir. “Sağdıç” adı verilen kişiler de, kızın ve erkeğin yakın arkadaşları arasından seçilir ve düğün işlerini ayarlarlar. Sağdıçlar kollarına kırmızı kurdele bağlarlar. Sağdıç yol kesen bahşiş isteyen çocuklara bahşiş verir, damadın vekilidir. Kaşdişlen’de, küçük erkek çocuğu olan bir aile sağdıç aile olarak seçilir. “Yenge” denen kişi de, erkek evinden kız evine gidişte at üzerinde olan evli genç kadınlar, sağdıcın yanında yardımcı olarak görev yaparlar. Özellikle gelinin ihtiyaçlarıyla ilgilenirler. K.K.:12 Kaşdişlen’de, birinci gün, “dan davulu” adı verilen davul çalınır. İlk günün sabahı, hava aydınlanmadan oğlan evinde davul zurna ile söylenen ağıt niteliğinde olan “dan davulu”, sülalede vefat etmiş büyüklerin düğün olurunu almak, onları anmak için yapılır. Sonrasında, sağdıç evi ve ölü evleri ziyaret edilir. Bayrak dikilerek, kız evine

58 GÖNEN, a.g.m.,s. 66.

65

çalgıcı götürülür. “Zomata” adı verilen öğle yemeği için, oğlan evinin damından davul eşliğinde, “Oynnn Dişlen köyü! Bugün düğün evindeki yemeğe herkes buyursun.” diye bağrılarak köy yemeğe davet edilir. Birinci günde, oğlan evinin hediyeleri geline, “kepez” denilen başlıkla götürülür. Anamur’da düğünler pazartesi günleri başlamaktadır. Pazartesi odun eleme, bayrak dikimi, tohum gavıdı; salı kesene; çarşamba kına; perşembe günü de düğün günüdür. K.K.:18

2.2.2.1. Odun Elemek

Odun elemek; köyün gençlerinin, hem kız hem de oğlan evinin düğün boyunca gerekli olacak olan yakacak odun ihtiyacını karşılamak için dağa odun almaya gitmesidir. Gençler odun toplamaya gideceği sabahın gecesinde güvey (damat) gençlere eğlence düzenler bu eğlencede yenilir, içilir. Sabah kuşluk vakti (sabah ezanından önce) tüfek atarlar ve gençler bir araya toplanırlar. Odunu toplayıp dönerken düğün evine geldiklerini belirtmek için tüfek atarlar. Damadın babası da tüfek atarak onlara karşılık verir. Onlar gelmeden davar kesilir, yemekleri hazırlanır. Gençler gelir yemeklerini yerler, getirilen odunların bir kısmı kız evine gönderilir. Odun toplanırken bayrak direği olması için uzun ve düzgün bir çam ağacı kesilir. Anamur’da bu gelenek, düğün evinin yemek yapmak için yakacağını karşılanması şeklinde uygulanır. K.K.:15

2.2.2.2. Bayrak Dikme Bayrak, milletler için bir egemenlik sembolüdür. Düğünlerde ise, düğünün başladığının işaretidir. Anadolu'da bayrak dikildikten sonra düğün başlar ve düğün artık kız ve erkek tarafının değil; bütün köye, köylüye aittir. Evlilik kurumunun kurulması sırasında Anadolu'da yapılan evlenme töre ve törenlerinde küçük ayrılıklar dışında büyük benzerlikler vardır. Bu törenler sırasında kullanılan bayrak "düğün bayrağı" adını alır. Yörede de, bayrak dikimi düğünün başladığının işaretidir. Davullar, zurnalar çalınır, eğlence başlar. Yörede, bayrak dikilirken hiçbir yere değmemiş bir bıçakla kurban kesilir, dedeler dua okurlar, bayrak dikilirken hiç kimse oturamaz. Bayrağın

66

etrafına isimleri “yeli” veya “dokuz topaklı” isimli bayrak çevreliği takılır. Bu çevrelikler pullu, saçaklı olur. Kaşdişlen köyünde, bayraktar olarak İki bekâr genç dede tarafından onaylanarak seçilir. Birisi asıl bayraktardır, diğeri ise onun yardımcısı olarak seçilen, “kiya” diye adlandırılan kişidir. Bu ikisi düğün sorumlularıdır. K.K.:18

2.2.2.3. Tohum Gavıdı

Tohum gavıdı, oğlan evinin kız evine davar, yağ, soğan, dövülmüş darı, un, tuz vb. düğün için gerekli olan, yemeklik malzemeleri götürmesidir. Tohum gavıdını oğlan tarafının yaşlılarından birkaç kişi götürür. K.K.:12

2.2.2.4. Kesene/Sandık Salı günü, oğlan tarafı alınan ev için alınan eşyaları, kızın gelinliğinin dikilmesi için alınan kumaşı, kızın kardeşlerine, annesine, babasına alınan hediyeler bir sandığa koyulur ve kız evine çalgıcılar eşliğinde götürülür. Eşyaları taşıyanlara kızın babası tarafından çeşitli hediyeler verilir bu hediyeler, para, yağlık(mendil), yazma gibi küçük hediyelerdir. Bu güne “kesene” denmesinin sebebi kızın gelinliğinin kesilip, dikilmesi işleminin bugün yapılmasıdır. Kız evine eşyalar götürülürken eşyaların arasına darı ve kül koyulur. Darı koyulmasının sebebi, darı gibi çoğalsın; kül koyulmasının sebebi de ocağı küllenmesin anlamındır. Kına gecesinde yakılacak olan kına da bu gün götürülür. Yörede, eskiden kızın çeyizinde el işlemeleri, dokumalar, yatak, sandık gibi becerisinin ve emeğinin göstergesi malzemeler varken, günümüzde çamaşır ve bulâşık makinesi ve diğer elektrikli ev aletleriyle oturma grubu gibi ailelerin ekonomik durumlarının göstergesi olan eşyalar almıştır. Mutfak ve yatak odası eşyaları ve el işlemeleri kız tarafından getirilmekte, evin bütün mobilyalarını erkek tarafı almaktadır. Kız tarafı dikiş makinesi ve elektrik süpürgesi gibi kadının kullanacağı araçları alırken, oğlan tarafı evin temel gereksinmelerinden olan buzdolabı radyo, televizyon soba gibi eşyalar almaktadır. K.K.:12 Çeyizdeki yorganlar kaplanmış, yastık yüzleri geçirilmiştir. Bunlar kırmızı kurdelelerle bağlanır, kamyona konur. Beyaz eşyalar da bunların yanına konur. Kamyona bir de bayrak takılır. Oğlan evinden çeyiz almaya gelenler ve kızın yakınlarından bir kaç kişi de kamyona binerler. Davulcular eşliğinde kamyon üstünde

67

güle oynaya çeyiz gezdirmeye çıkarlar. Çeyiz, oğlan tarafı ve kız tarafı yakınlarının elbirliğiyle kızın yeni evine yerleştirilir. Kızın tüm çeyizleri açılarak, kısa sürede yerleştirilir. Mutfak eşyaları mutfağa yerleştirilirken yorganlar, yastıklar, kırlentler de yerlerini bulur. Ardından yeni evlilerin yatağı hazırlanır. Yatak kızın sağdıcı tarafından hazırlanır. Yeni çiftin yatak odası kilitlenir. Bundan sonra, gelinin geleceği güne kadar, komşular çeyizi görmeye gelirler.

2.2.2.5. Kına Arapça “hına, hınnâ” kelimesinden gelen ve halk hekimliğinde yaygın olarak kullanılan kına, inançlarımızda “seçilmişlik” ve “adanmışlık” sembolüdür. Kınanın Azerbaycan Türkçesindeki karşılığı “Hına” , Başkurt Türkçesinde “Kına (buyavı)”, Kazak Türkçesinde “Kına”, Kırgız Türkçesinde “Hına”, Özbek Türkçesinde “Hıınä”, Tatar Türkçesinde “Kına (buyavı)", Türkmen Türkçesinde “Hıina”, Rusça’da “Hına” dır. 59 Düğünlerin en önemli bölümü kına yakma gecesidir. Anamur’da, kına gelin indirmeden bir gün önce yapılır. Kınada erkekler ayrı kadınlar ayrı eğlenir. Eğer kışsa içeride, yazsa dışarıda eğlenilir. Kına alayı adı verilen bu kadın topluluğunun kız evi önünde kızın çok yakın çevresi olan kadınlar tarafından karşılanır. Gelin adayı, ortaya alınır. Üstüne kırmızı bir örtü örterler. Önceden hazırlanan mumlarla süslenen kına tabak içinde getirilir. Kınada, bekâr kızlar, ellerinde tuttukları kınalarla, kızın etrafında dönüp kına türküsünü söylerler. Gelinin ağlaması ısrarla beklenir. Geline kına yakılacağı zaman, gelin elini açmaz. Kaynanasını çağırırlar. Kaynanası tarafından gelinin eline altın konur. Gelin eğer altını beğenmezse, elini hiç açmaz. Bu, kendini ağırdan satmak olarak değerlendirilir. Gelin altını kabul ettikten sonra, ellerine kına yakılır. Damadın serçe parmağına bu kınadan yakılır Kına yakma işi bitince topluluğa tepsideki kınalar ve kuru üzüm, nohut veya çekirdekten oluşan yiyecekler dağıtılır. Kadınlar ellerindeki tepsileri def şeklinde kullanılarak hep beraber oyunlar oynarlar. Yörede, erkek evinde de kına yakılmaktadır. Buradaki kına yakımı da, hemen hemen aynıdır. Güvey odanın ortasına oturtulur başına kırmızı bir örtü örtülür. Olgun, sözü dinlenen, evliliğinde mutlu, çocuklu bir kişi güveyin kınasını yakar. Kına

59 Tülay ER, Kına Türkülerinde Evlilik Felsefesi, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara: 1982, s.157.

68

yakılırken kız evinden gelen altın lira veya para oğlanın avucunun içine koyulur kına bunun üzerine yakılır mendille bağlanır. Kına dağıtılırken kınadan alan misafirler kına tepsisinin içine “arılık” atarlar. Toplanan para mendile sarılır. Yaşlılar oturur, gençler çalgıcıları alır, daha önceden başka bir evde hazırlanmış olan sofraya giderler; yerler içerler, sabaha kadar eğlenirler.K.K.:34

2.2.2.6. Gelin Alma Geleneksel kültürde kına gecesinin ertesi günü gelin alma günüdür. Gelin alma günü, düğün başladıktan sonra geçen üçüncü veya dördüncü güne rastlar. Bu gün genellikle pazar günüdür. Pazar sabahı erkenden kız evinde gelin çıkarma, oğlan evinde gelin alma hazırlıklarına başlanır. Kız evi, kızını yeni yuvasına uğurlayacağı için hüzünlü, oğlan evi ise, aileye katılacak yeni birey için heyecanlı ve mutludur. Anamur’da, Perşembe günü gelin alma günü ve düğünün son günüdür. Gelin almaya gidenlere “gelin alıcı” denir. Gelin alıcılar gelini almaya gitmeden önce, develerin “havut”ları süslenir, develere “böğür çanları” takılır, gelinin bineceği at süslenir. Bu işlemler bittiği zaman bayrak önde arkasında gelin alıcılar gelinin evine doğru, davulla, zurnayla yola çıkarlar. Oğlan evinden konvoy olarak hareket eden gelin alıcılar, öğle olmadan eğlence ve oyunlarla, davul zurna ile kız evine gelirler. Düğünlerde “meyancı” denilen kişilerin görevleri, düğünlerde silah attırmaktır. Meyancılar düğünlerde silah atan kişilerin değişik figürlerle, oyunlarla silah atmasını sağlarlar. Güzel figür yapamayan, güzel oynayarak tüfek atamayanları elindeki “cıvgın”la döver. K.K.:34 Gelinin evinde gelin alıcılar karşılanır şerbetler ikram edilir. Gelin, babası, annesi, yakın akrabaları ve arkadaşlarıyla helalleşir. Gelinin babası kızına “ gelinlikle çıktığın eve kefenle geri dön” der. Bu söz yörede boşanmanın hoş karşılanmadığının işaretidir, beyaz gelinlikle gelin giden kızın baba ocağına ancak beyaz kefenle dönebileceğinin işaretidir. Gelinin babası varsa ağabeyi gelinin beline kırmızı kuşağı salâvat getirerek üç kere dolandırdıktan sonra bağlar. Kuşak bağlama, kardeşlerin evliliğe verdiği desteği ve kızı sağlam olarak ar ve namusuyla teslim ettiklerinin belirtisidir. Gelin daha önce işlemiş olduğu “at kulağı”nı atın yularının sağına ve soluna takar. At kulağı; biri beyaz, diğeri kırmızı mendil büyüklüğünde, işlemeli bezdir.

69

Oğlan evi, evin önünde oyunlar oynar, hâlâylar çekerler. Bu günde, kız evinden kimse oyunlara katılmaz. Gelirken güveyin babası gelin alıcıların önüne geçer yolda gelin alıcıların önünü kesip bahşiş isteyenlere bahşiş verir.

2.2.2.7. Gelin İndirme Geleneksel kültürde, Anadolu'nun hemen her yöresinde gelin oğlan evine getirilirken ya da geldikten sonra çeşitli pratikler uygulanır. Bunlarda amaç, yeni kurulan aileyi her türlü zararlı dış etkilerden uzaklaştırmak, gelinin huyunu, iş gücünü, dayanıklılığını etkileyerek onu istenilen şekle sokmaktır. Eski Türklerden günümüze kadar, Türk topluluklarında gelinin geldiği gün, başına "saçı" saçılır. Her devirde bu saçı, topluluğun ürettiği mahsullerden olmuştur. Avcılık devrinde, avın kanı, yağı ve eti, çobanlık devrinde süt, kımız ve hayvanların yağı, çiftçilik devrinde darı, buğday ve çeşitli meyveler saçı olarak kullanılmıştır. Saçı, yabancı bir soya mensup olan gelinin, kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul edilmesi için yapılan bir kurban ayinin kalıntısıdır.60 Kökleri Şamânizm’e dayanan bu geleneğe, Orta Asya Türklerinde, “saçuv” veya “çaçılama” denilmektedir. Ulu yüz Türkleri, “eskiden gelinin atının, yele ve kuyruğuna kımız saçarlarmış. İslamiyet’ten sonraki ikinci gelişmede, “un serpme”, Türk illerinde çok yaygınlaşmıştır. “Para, çörek, seker” ise daha geç çağlarda ortaya çıkmıştır. Su serpme Başkurtlarda görülmektedir. Anadolu’da buna “gelin uğuru” da denilmektedir. Un saçısına ise Özbekler “yüz akı” demektedir 61 Şamânist ve Müslüman Türklerin evlenme törenlerinde müşterek olan Şamânizm unsuru, gelinin geldiği gün basına saçı saçmak olarak görülmektedir. Saçı, yabancı soya mensup olan bir kızı, kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul edilmesi için yapılan bir kurban ayininin kalıntısı olarak görmektedir. 62 Anamur’da, gelin eve girerken kucağına bir oğlan çocuğu verilir ve öptürülür bunun amacı oğlan çocuklarının olmasıdır. Oğlan çocuğunu ağlatırlar. Gelin kapının eşiğine geldiğinde içinde yarısına kadar su olan bir kova koyulur ve geline teptirilir, ardından bozuk para attırılır. Bu uygulama, çiftlerin ömrünün su gibi berrak olması,

60 İNAN, a.g.e., s.167. 61 ÖGEL, a.g.e., s.268. 62 İNAN, a.g.e., s.167.

70

suya yüklenmiş olan kutsiyetin evi koruması veya gelinle beraber gelmesi muhtemel kötü ruhlardan arınması temennisidir. K.K.:15 Geline kapının üstüne tereyağı sürdürülür, bunun amacı gelinin ağır başlı yağ gibi yumuşak olmasıdır. Geline kapının üzerine çivi çaktırılır, bunun amacı da gelinin eve bağlı olması, başka kapı bilmemesi içindir. Kapıya bir ip gerilir ve ipe yağ sürerler. Gelin bu ipi de kırarak eve girer, bunun amacı da gelinin karşılaşacağı zorluklarla kolay başa çıkmasını sağlamak içindir. K.K.:15 Gelin “yarma taşının” üzerine çıkarılır bunun amacı hem gelini herkesin görmesi hem de elinin taş gibi dayanıklı olması içindir. Gelin ve güvey eve girerken başlarının üzerine sazak (saçı) dökülür. Saçının içerisinde, bozuk para, murt yaprağı, şeker, buğday, yerfıstığı bulunur. Gelin ve damat içeri girdiklerinde onlara şerbet ikram edilir. Şerbeti getirene damat ve sağdıçlar bahşiş verirler. Daha sonra damat sağdıçlar ve arkadaşlarıyla dışarı çıkar. Eğlence bir süre daha devam ettikten sonra herkes dağılır ve düğün sona ermiş olur. Kaşdişlen’de, düğün sonunda damadın anası, babası ve yakınlarının hediye veya hediye sözü vererek gelini inmeye iknâ eder. Buna da, “indirmelik” adı verilir. Gelinin attan veya arabadan inmeden çarşaf açılır ve para veya kıymetli eşya hediyeleri kabul edilir. Kaynana genellikle düve, kayınbaba ise tarla verir. Hediyeler yeni çifte verilir ve koç kesilerek attan veya arabadan inerler. Evin kapısında, bayraktar kapıya dikilir. Yanına kiyayıda alır. Emeğinin karşılığı orada hemen verilir ve gelinin eşik öpmesi ile içeri girilir. Damadı bayraktar alarak sağdıç evine götürür. Geline ise yengeler refakat eder. Gelin ve güvey özne törenine kadar birbirini görmezler. K.K.:18

2.2.2.8. Gerdek Düğünden sonra kız ve erkeğin bir araya gelmelerine "gerdek" denir. Gerdek medeni ya da dini nikâhtan sonra gerçekleşir. Böylece, gelin ve güveyin evliliği yasa, din ve toplum üyelerinin onayı ile geçerli sayılmış olur. Nikâhtan sonra çiftin kalacağı odaya “gerdek odası” denir. Güvey, sağdıç ve arkadaşları tarafından şamatayla gerdek odasına sokulur. Gelinle güveyin karı-koca oldukları geceye “gerdek gecesi” ya da "zifaf gecesi" denmektedir. Ülkemizde son yıllarda, özellikle kentlerde, ekonomik durumu elveren kimseler gerdek gecesini

71

evlerinin dışında bir otelde veya başka bir kentte geçirmektedirler. Buna yaygın adıyla “balayına çıkma” denmektedir. Anamur’da, ya gerdekten hemen önce, ya da kız verildikten hemen sonra dini nikâh kıyılır. Gelin hocanın yanında oturmaz vekil olarak birisi bulunur. İki şahit, damat ve bir de vekil bulunur. Allah’ın adını anarak damada soru sorulur. Filanın kızını zevceliğe kabul ettin mi aldın mı, denir. Üç defa tekrarlanır. Hoca “Ben de nikâh ettim” der. İmam nikâhı kalabalık olmaz. Nikâhta oğlanın yakınları ile kız tarafından iki kişi bulunur. İmam nikâhı kıyılırken damat, geline “mihir” verir. Mihir genellikle altın olur. Dini nikâh merasimi ise dini vecibelerin gereğidir. Dini nikâh imam tarafından kıyılmaktadır. Dini nikâh kıyılırken odada sadece imam, gelin, damat, gelinin şahidi ve damadın şahidi bulunabilir. Dini nikâhın kıyılması sırasında, kollar bağlanmaz, eller kenetlenmez, açık olan dolap, pencere, kaplar kapatılır. Bunun sebebi yeni gelin ve damada uğursuzluk getireceğine, kısmetlerinin kapanacağına inanılmasıdır. Resmi nikâh ise, düğünden birkaç hafta sonra veya düğünden bir hafta önce kıyılır. Kaşdişlen’de nikâh, düğünün bittiği gün akşamında dede ve erkanı tarafında yapılır ve buna “özne” adı verilir. Damat gerdekten önce iki rekât namaz kılar. Damat gerdekten önce geline yüz görümlüğü olarak bir altın takar ve gelinin duvağını açar. Duvak, eski Türkçe’de “tumak, tuak, tuvak” olarak kullanılan gelinlerin baslarına takılıp yüzlerini örten tülden ve telli süslü örtüdür. Ülkemizde ve İslam memleketlerinde gelinin oğlan evine duvaklı götürülmesinin nedeni, etkisi altında kalacağına inanılan doğaüstü güçlerden korunmak seklindedir. Gelinin annesi ve babası o gece damadın sağdıcı gelene kadar uyumazlar. Damadın sağdıcı damat gerdekten çıkıp da silah atasıya kadar bekler damat silah atınca, sağdıç gelinin evine gider ve “hayırlı olsun” der, gelinin annesi ve babası ancak bundan sonra yatar. Damadın silah atmaması hayır değildir, gelinin gerdekten yüzünün akıyla çıkamadığının işaretidir. Böyle bir durumda sağdıç gelini babasının evine bırakır. K.K.:37 Gerdekte başarılı olamayan genç hocaya götürülür. Gerdekten sonra bayrak indirilir.

72

2.2.3. Düğün Sonrası Anadolu'da gerdeğin ertesi günü çeşitli adlarla anılır. İstanbul'da ve pek çok yerde "paça günü" adı verilen bu günde, o gün gelen konuklara paça ikram edilir. Bu günün adı Toroslar bölgesinde “çarşaf”, Mudurnu ve Çivril'de “duvak”, Hatay ve Kerkük'te “suphe”, Isparta'da “gelin ertesi”, Maraş ve Kütahya'da “gerdek ertesi”, Kastamonu ve Sinop'ta “samet, samat, semet”, Kayseri'de “güvey başı”, Yörüklerde “kakül günü” 63 Aladağ’da “duvak”, “çarşaf günü", Aydın’da “kız arkası” 64 Samsun’da “duvak günü düğünü” 65 Balıkesir Dursunbey’de, “duvak” 66 Adana’da, “duvak, duvak açma, gelin görme, baş bağlama, yüz açımı, gelin yanı, duvak serpme, semet” Gelibolu’da “gelin paçası”, “paça günü”, “samet günü”, Kütahya Çamlıca’da “paça” , Tekirdağ'da “gelin paçası” gibi adlar verilmektedir. Anamur’da, düğünden sonraki ilk güne “duvak” adı verilir. K.K.:37 Düğünden bir gün sonra mevlit okutulur, bu mevlide komşular ve akrabalar davet edilir, duvak mevlidi denen bu toplantıya sadece kadınlar katılır. Gelenler, geline ufak hediyeler getirirler. Gerdek gecesinden sonra eğer gelin gerdekten yüzünün akıyla çıktıysa, kıyafetini giyer “terliğini” bağlar. Terlik gelinin boynuna takılan, göğsüne kadar inen terini sildiği işlemeli bezdir. Gelin, terliğin üzerine düğünde takılan ikiliği, altını ve paraları güzelce dizer, güzel görünmesi içinde üzerine de mavi, kırmızı, sarı “çeki” çeker. Düzülen terlikte “ sakandıra” olur, sakandıra; kırmızı ve mavi renkte nakış işlemeli olup, terlikten aşağıya doğru sarkan iptir. Tahtacı köyü olan Anamur Kaşdişlen’de, düğün sonrası yapılan törene, “baş bağlama” adı verilir. Baş bağlama törenini "Anabacı" yönetir. Anabacı, dede veya mürebbi karısıdır. Anabacı yoksa, kocası sağ, ilk çocuğu ölmemiş, sözü dinlenir, görmüş geçirmiş kişilik sahibi bir kadın da yönetebilir. Bu nitelikleri olmayan kadın baş bağlama töreni yönetemez. Törene evli kadınlar katılırlar. Başı bağlanacak olan gelin, uzun elbisesi ile ortaya gelir. Anabacı, önce, gelinin topuğuna kadar inen iç köyneğini giydirir. Ancak, köyneğe eteğinden toplayıp başından geçireceği sırada durur ve "Salavat, salliala Muhammad'e selavat" der; "Kutlu olsun" diye yanıt verirler. Giydirmeyi geciktiren anabacı "Ya Ali" diyerek gömleği giydirir. Salavatla giydirilen

63 BORATAV, a.g.e., s. 188. 64 www.ebedıyyenbı[email protected] 65 AKTAŞ, a.g.e., s. 94. 66 BILDIR, a.g.e., s. 275.

73

her giyside, aynı yol izlenir. Sıra ile, iç köynek, üçetek, kuşak, bağ giydirilir. Gelinin başına da, ternik takılır. Terniğin öne gelen kısmını altın paralarla süslenir. Ternikteki paraların sayısı zenginlik ölçüsüdür. Bir sıraya bir koşar denir. Terniğe kaynana kaç koşar altın dikerse o kadar hali vakti yerinde sayılır. Terniğin üstüne, yırtma adı verilen, sarı renkli kalın kumaştan dokunmuş yazma takılır. Sonrasında, “anılık” adı verilen yeşil ve kırmızı ipekli parçalarının birbirine ulanmasından meydana gelen iple, “ilmeçer” adı verilen çenenin altından alınarak, yanlarda birer çengelle tutuşturulan ve üzerinde yer yer madeni paralarla boncukların sallandığı bir parça ve “tomaka” adı verilen, başın sağ ve sol yanından çene hizasına kadar sarkıtılan büyük gümüş paralar takılı iki ayrı parça takılır. Gelinin boynuna da, “karanfil dizisi” denilen kurutulmuş karanfil tohumunun, iki sıra halinde ipe dizilmesiyle oluşan boyunluk ile birlikte, “boy dizisi” denilen karanfil gibi hoş kokulu bir çiçek tohumu bağlanır. Baş bağlama töreni gelinin ağzına yaşmak bağlama ele sona erer. Anlamı, gelinin az konuşmasının istenmesidir. Ağzındaki yaşmağı kocası akşam, bir armağan vererek açar. Artık gelin, çeneli olmayacak, kocasına bağlı olacaktır. Baş bağlama bittikten sonra, Anabacı, çeşitli çocuk giysilerini eteğine doldurur, üç kez gelinin eteğine boşaltır geri alır. Sonunda gelinin başından arkasına doğru eteğindeki giysileri havaya fırlatır. Hazır bulunanlar kapışırlar. Eline erkek giysisi gecenin erkek, kız giysisi gecenin kızı olacağına inanılır. istediğinin tersi düşenler yüzlerini buruştururken, istediği geçenler sevinirler. Gelin bir köşeye çekilir. Ortaya sofra serilir. Gelinin kaynanası, baş bağlanacağını, aynı günün sabahı ev ev dolaşarak komşulara haber verir. İşi olmayan mutlak katılır. Zira "bugün sana ise yarın bana"dır. Gelenlerin kalabalık olması durumunda birkaç sofra birden atılır ortaya, ilk önce kurban kesilmişse veya et pazardan alınmışsa Kelle yemeği gelir. Bu tirit şeklinde sulu yemektir. Kellenin yalnız olarak yenmesinden sonra, takviye olarak çeşitli yemekler ikram edilir. Üzerine tatlı veya meyve verilir. Anabacı ayakta yemeğin yenişini de yönetir. Ekmeği bitenlere ekmek, su isteyenlere su verdirir. Giderken herkes dua eder. Gelin ve damat, damadın evine el öpmeye bir hafta sonra giderler, kaynana geline bir bilezik takar. Geline bir davar kellesi üttürüp, çorba yaptırırlar. Bu çorba, çok zahmetli bir çorbadır. Çorbayı yapan gelin, ikramını yaptıktan sonra beğenilirse, becerikliliği de kanıtlanmış olur. K.K.:37

74

2.3. Ölüm İnsan hayatındaki son geçis dönemi ölümdür. Ölüm, insanın hayatının madden sona ermesidir. Ancak, ölüm çevresinde oluşan birçok âdetten de anlaşılacağı gibi insanların ölen kişi ile ilişkileri manen devam etmektedir. 67 Kültürümüzde; insan hayatının bu dünyadaki en son evresini oluşturan ve öte dünyada sürdürüleceğine inanılan ebedi hayatın başlangıcı olan ölüm, evrendeki bütün toplumlarda olduğu gibi, Anadolu Türkleri arasında da hayatın diğer safhâlârına nazaran daha ayrıntılı uygulama ve inanışlarla yorumlanıp anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Bir insanın ölümü doğumu kadar olağan karşılanmış, mevtanın arkasında kalan akrabaları, ölüyü öte dünyaya yolcu etmek için çeşitli uygulama ve törenle yapmışlardır. Anamur’da, ölümle ilgili inanmaları, yapılan uygulamaları; ölüm öncesi, ölüm ânı ve ölüm sonrası olmak üzere üç başlık altında incelemeye çalıştık.

2.3.1. Ölüm Öncesi İnsan yaşamının kaçınılmaz sonu olan ölümü engellemek, geciktirmek ya da önceden bilebilmek, bireyin düşüncesini hep meşgul etmiştir. Bunun için birtakım önlemler almış, kimi davranışlarda bulunmaktan kaçınmıştır. Kimi zaman da çevresinde gördüğü veya duyduğu kimi nesneleri ya da olayları ölümün habercisi saymış, onlardan uzak durmaya çalışmıştır:

2.3.1.1. Ölümü Düşündüren Önbelirtiler ve Kaçınmalar Ölüm korkusunu bilinçaltında taşıyan insanlar, en azından ölüm anını önceden bilme ve ölüme karşı önlem alma isteğiyle çeşitli inançlar, geliştirmiştir. Eski Türklerde ve günümüz Anadolu’sunda da varlığını sürdüren bu inançlar ölümün “ön belirti”leri sayılmaktadır. Ön belirtiler, hayvanlardan düşlere kadar birçok şeyle ilgili olabilir. Anamur’da, vücuttaki fiziksel ve ruhsal değişiklikler, doğa olayları, hayvanların davranışları, görülen rüyalar ölümün önceden tahmin edilebilmesi için birer ölçüt olarak kullanılmıştır. Halk inanmalarında ölümü önceden haber veren belirtiler arasında hayvanlarla ilgili olanlar büyük bir yer kapsar. Evcil ve yabani hayvanların ötüşleri, ulumaları, kişnemeleri, böğürmeleri, belli hareketleri, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranışları, yaklaşan bir ölümün önbelirtisi olarak yorumlanmaktadır.

67 BORATAV, a.g.e., s.194.

75

Eski Türk inancında ölümün önbelirtileri arasında hayvanlarla ilgili olanlar önemli yer tutmaktadır. Makedonya Türkleri arasında baykuşun çatıya konması, horozların zamansız ötmesi ve köpeklerin uluması ölüm belirtisi olarak kabul edilmektedir.68 Hayvanların ölüm işareti olması, Kayseri’de yaşayan Uygur ve Kazak Türklerinde ve Afganistan’da ki Hazara Türkleri arasında da görülmektedir. Ahıska Türklerinde it uluması ve horozların ilk aksamdan ötmesi, uğursuzluk olarak kabul edildiğinden, vakitsiz öten horozların başı kesilmektedir. 69 Yörede hasta kişinin evinin üzerine, “kukumav kuşu” diye adlandırılan baykuş konarsa, o evden birinin öleceği veya o haneye yakın birinin öleceği düşünülür. Bunun sebebi kukumav kuşunun viran olmuş yerleri mesken edinmesidir. Baykuşu gören kişi ona taş ya da sopa atar. Bu inanış birçok yöremizde de vardır. Anamur’da, karga da kukumav kuşu gibi ölümün habercisidir. Hanenin etrafında karga görmek birisinin öleceğine yorumlanır. Kargaların leş yiyici olması bu görüşün halk arasında ortaya çıkması büyük rol oynamıştır. Yörede köpekle ilgili inanışlar da vardır. Köpeğin sadece ulumasıyla değil, uluma biçimi, zamanı ve yönü ile de yaklaşan ölümü haber verdiğine inanılır. Köpeklerin gece boyunca uluması da birisinin öleceğine işarettir. Köpeklerin duyularının gelişmiş olması sebebiyle bazı doğaüstü varlıkları gördükleri ve bunun için uluduklarına inanılır. Ölüme ön belirti olduğuna inanılan bir başka havyan ise, horozdur. Yörede, horoz vakitsiz öterse ölüm olacağına inanılır. “Vakitsiz öten horozun başını keserler.” atasözümüzün de aynı korkuyla söylenmiş olması olasıdır. Ayrıca, hayvanlarla ilgili olağanın dışındaki durumlar da, halk arasında ölüme yorumlanır. Tavuğun horoz gibi ötmesi, bir hayvanın yavrusunun uzvunun eksikliği veya fazlalığı halk arasında ölüme yorumlanmaktadır. Yörede, rüya ile ilgili inanışlar da yoğunluktadır. Rüyada görülen yıkıntılar hayra yorulmaz. Bir ağacın devrildiğini görmek haneden birisinin öleceğine yorumlanır. Ağaç, dayanıklılığın, gücün, sağlığın bir imgesidir. Anamur’da, rüyada çıplak insan görmek de ölüme işarettir. Rüyada ölen bir insanı görmek, yörede hastanın ölümünün yaklaştığına işarettir. Anamur’da, hastada görülen psikolojik ve fizyolojik değişiklikler de ölümün habercisidir. Hastanın davranışlarına ya da isteklerine göre sonunun yaklaştığı düşünülür. Yaşlı birisi sayıklamaya başlarsa, göz bebekleri kararırsa, ayaklarından

68 KALAFAT, a.g.e., s. 43. 69 KALAFAT, a.g.e., s.70.

76

itibaren vücudu soğumaya başlarsa, yüzü sararırsa ölümünün yaklaştığına inanılır. Ölecek insanın, daha önceden ölmüş kişileri hatırlaması onlarla ilgili anılarını anlatması o kişinin ölümünün yaklaştığının belirtisi olarak görülür. K.K.:43

2.3.2. Ölüm Sırası Hastanın öleceğinin anlaşılmasıyla birlikte, çevresinde bulunanlar birtakım dinsel işlemleri uygulamaya başlarlar. İslami usullere göre yapılan bu işlemlerle, hastanın, öte dünyaya imanlı gideceğine inanılır.

2.3.2.1. Ölüm Anındaki Âdetler Ölümle ilgili uygulamalarda, ölenin öte dünyaya gidişini kolaylaştırmak, onun öte dünyada mutlu bir ölü olmasını sağlamak amacıyla uygulamalar yapılır. Anamur’da, ölümünün yaklaştığına inanılan bir kimsenin başında, ruhunu rahatlatmak ve ruhunu kolay teslim etmesi için aralıksız Kur’an okunur. Hastaya sürekli pamukla su içirilir. Bunun sebebi, şeytanın su ihtiyacı olan hastaya su vererek, imanını almayı teklif edeceği korkusudur. Hastaya Kelime-i şahadet getirtilerek imanlı gitmesi sağlanmaya çalışılır. Anamur’da, “insan yaratıldığı toprağa düşmek istermiş.” İnancından dolayı, yöre dışında ölen birinin cenazesi, Anamur’dan bir avuç toprak götürülüp cenazesinin üzerine serpilmediği takdirde getirilmez. Bu işlem yapılmazsa, cenaze getirilirken birçok aksiliğin meydana geleceğine inanılır. Gözleri açık olarak ölen insan için, tamamlanmamış muradının olduğu düşünülür. Anamur’da, tebessüm ederek ölen kişinin, öte dünyada yerinin iyi olacağına, asık suratlı ölen kişinin de Azraile hoş görünmediğine inanılır. K.K.:36

2.3.2.2. Ölümün Ardından Yapılan Âdetler Ölen kişinin ayak başparmakları bir ip vasıtasıyla birbirine bağlanır. Çenesinin açık kalmaması için çenesi, çenesinin altından başının üstüne bir bez ile bağlanır. Çenesi açık kalırsa kötü ruhların ağzından gireceğine inanılır. Cenazenin üzeri örtüldükten sonra, ölünün üzerine makas veya bir bıçak koyulur, bunların cenazeyi kötü ruhlardan koruyacağına inanılır. Cenazenin üzerinden atlanmaz, atlanırsa hortlak olacağı inanışı vardır. Cenaze, muhafaza edildiği oda da yalnız bırakılmaz ve ölünün

77

ruhu gelir içer diye, odanın penceresine bir bardak su koyulur. Ruh acı çekmesin diye pencereler sonuna kadar açılır. Yörede, cenazenin bulunduğu evin yakınına kedi yaklaştırılmaz. Ölüm akşam saatlerinde gerçekleşmiş ise, sabaha kadar beklenir. Cenazenin şişmemesi için karın bölgesine bıçak veya demir parçası konulur. Gündüz gerçekleşmişse, bekletmeden defnedilir. Ölenin cesedinin bekletmenin, ölenin ruhuna azap vereceğine inanılır. Yörede, mevtanın evden çıkarılmasından sonra, ev hanesinin ve komşuların yaptıkları, ölüm etrafında yapılan bazı uygulamalar da vardır. Ölü evden çıkarılırken, su dolu kaplar boşaltılmaktadır. Ev bir hafta süreyle süpürülmez. Aynı şekilde cenaze evden çıkarken ölen kişiye ait bir ayakkabı sokağa bırakılır. Cenaze götürülürken cenazenin arkasından bozuk para dağıtılır. Buna “selamet parası” denmektedir. Cenaze evden çıktıktan sonra bir kurban kesilir buna “kabir kurbanı” denir. Kesilen bu kurbanla cenazeyi götüren kişilere yemek hazırlanır. Anamur’da, camiden sala verdirilerek ölen kişinin kim olduğu ve cenazenin ne zaman, nereden kaldırılacağı ile nerede defnedileceği ahaliye duyurulur. Uzakta olan kişilere telefon açılır. Cenaze evinde ağlama sesini duyan konu komşu da, cenaze evinde toplanarak, cenaze sahibinin acısına ortak olamaya çalışırlar. Manas Destanında ölüm haberi alındığında halkın, meyve ağaçlarının dallarını kopardıklarından bahsedilmektedir. İdil Bulgarları’nda ise, birinin ölüm haberi alındığında ölü evi önünde erkeklerin toplanarak bağıra bağıra ağladıkları, özgür erkeklerin ağlamaları bitince kölelerin onların yerini alarak ağlamaya devam ettikleri, kendilerini kırbaçladıkları, ayrıca ölü çadırının önüne bir bayrak dikildiği rivayet edilmektedir. Hunların, ölüm haberini aldıktan sonra ölü çadırının etrafında yedi kez döndükleri, bu esnada yüzlerini yedi defa kestikleri ve ağladıkları belirtilmiştir. Hunlarda, Heftalitlerde ve Tu-kiulerde yapılmakta olan ciddi yaralanmalardan, kulak kesmeden söz edilmektedir. Atilla’nın cenazesinde de benzer uygulamalar yapılmıştır. İskitlerde de kulağın bir ucunu kesmek âdettir. Bunun yanında saç kesme âdeti de yaygınlık göstermiştir. Hiung-nu mezarında, ipek içinde sarılmış on yedi saç örgüsü bulunmuş, başkaları da Pazırık’ta çıkarılmıştır. Göktürklerde biri öldüğünde ceset ölü çadırına kaldırılır, koyun, at kesilerek ölünün bulunduğu çadır önüne konulurmuş. Atlılar ölü çadırının çevresinde yedi kez dönerlermiş. Bu esnada yüzlerini bıçakla keserler ve ağlarlarmış. Aynı şey ölü gömüldüğünde mezar çevresinde de yapılırmış. Göktürk Kitabelerinde, Bilge Kağan’ın

78

ölümünde, sayısız kavmin gelerek ağladığı, yas ettikler, saçlarını yoldukları, yüzlerini, kulaklarını kestikleri açıklanmıştır. Kırgız-Kazakları’nda biri öldüğünde, yüzün tırnaklarla çizilmesi ve saçların yolunması geleneği günümüzde sürdürülmektedir.70 Ölüm olayının gerçekleşmesinden sonra, sırasıyla yapılması gereken işlemler vardır. Ölünün yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması ve ölünün gömülmesidir. Bu işlemler sırasında, İslami kurallar yanında, çeşitli âdet ve inanmalar da uygulanır.

2.3.2.3. Defin Hazırlığı –Yıkama Anamur’da, cenazenin yıkanması için içi su dolu kazan ateşin üzerine konur. İçerisindeki suyla cenazenin yıkandığı bu kazan cenaze evden gidince yönü aşağıya çevrilir ve üzerine üç tane taş koyulur. Tarsus’ta cenaze yıkandıktan sonra kazan ters çevrilir. Kazanın üzerine ardından birini daha götürmesin diye üç tane taş konulur. Bu taşlar cenazenin, üç gün duası bitinceye kadar kazanla birlikte muhafaza edilir. Cenazenin yıkandığı yere “yüneklik”, cenazeyi yıkayana da “yüyücü” denir, buraya murt (mersin) yaprakları koyulur. Gusül abdesti aldırılır, gerekli yerlerine pamuk koyulur. Cenazeye yıkandıktan sonra cenaze yakınları cenazenin yanına çağırılır ve cenazenin üzerine üç tas su döküp, cenazenin elini öperler. Yıkamadan arta kalan su dökülür. Cenazeyi yıkama işi, Azrail’in bedenin içinde olduğu düşünüldüğünden, itina ile yapılmalıdır. Cenaze kefenlenirken, güzel kokması için kefenin içerisine otçam (çörekotu), gül suyu veya gül, murt yaprağı serpilir. Ölünün kefenleme işlemi İslami geleneklere göre yapılır. Kefenlik bezin rengi beyazdır. Beyaz renk imanın belirtisi olarak kabul edilir. Kefen kadınlarda dört kat, erkeklerde iki kat olur ayrıca ölen kişi kadınsa başına tülbent (yazma) örtülür, alnına tülbent bağlanır ve gözüne sürme çekilir. Kefen ayağından ve başından bağlanır, ölen kişi kadınsa açılmaması için belinden de bağlanır. Kaşdişlen Köyünde, ölünün konulması için üç katlı kefen alınır ve ölüye göre kefenin hazırlanmasına başlanılırken, bu arada ölünün ne zaman gömüleceği de kararlaştırılır. Ölü, evde elbiseleri tamamen çıkarılarak, kefene konulur. Üç katlı kefenin iki katı, ölünün boydan boya ve enden örtülmesini sağlayacak şekilde kesilir. Ölüyü tamamen örten iki katlı ve dış kefen olarak niteleyebileceğimiz bu kefenin altına, "yakasız gömlek" denilen ve iç kefeni oluşturan ancak ölünün boydan boya örtülmesini sağlamayan, bir kefen daha konulur. Ölünün baş kısmı açıkta kalacak şekilde, yakasız

70 Özlem ÖLMEZ, Türk Folklorunda Ölüm Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma, Yüksek Lisans Tezi, Haziran, 2008, Sakarya, s. 34.

79

bir gömlek olarak gövdesini saran iç kefeninin uzunluğu, boyundan dizlere kadardır. Ölünün "yakasız gömlek" adı verilen iç kefenine, onun cinsel organını örttüğü için, "sır örtüsü" de denilir. Ölen kişi erkekse cenazeyi imam yıkar, ölen kişi eğer kadınsa ölüyü yıkayanın din görevlisi olma zarureti yoktur. Kaşdişlen’de, Ölünün, gömüleceği gün, önce yıkanması gereklidir. Ölen kişi erkek ise onu yıkayan kişi de erkektir. Eğer kadınsa, yıkayan kişi bu kez kadındır. Ölünün yıkanması, ona yapılacak son hizmetlerden biridir. Ölüyü yıkayacak kişi, bu hizmeti gerçekleştirmeden önce, üç sabun torbasının içine, koni şeklinde ve avuca alınacak kadar büyüklükte sabun kıyar. Bu arada, üç "tarat bezi" ile bir örtü ve "kurutma havlusu" hazırlanır. Ölüyü yıkayacak kişinin önünde ise "peştemal" denilen bir bez ya da havlu bulunmaktadır. Herkes ölü yıkayamaz. Bunun için, önce ölü yıkamanın geleneksel kurallarını bilen ya da öğrenen bir kişinin olması gereklidir. Bu kişinin Sünnî ve cami imamı olmaması genel kuraldır. Onun Alevî olarak bir "dede", "mürebbî" ya da "talip" olup olmamasıysa, önemli değildir. Önemli olan, onun ölü yıkama ile ilgili kuralları bilmesidir. Ölünün bütün vücudu, yıkanır. Söz konusu yıkama işleminde sıcak su kullanılır. Ölüyü yıkayan kişi, onun cinsel organının kıllı bölgelerini temizlemelidir. Tarat bezleri ile ölü taratlandırılır. Ölen kişi eğer erkekse ve sakalı uzamışsa, sakalı traş edilir. Ancak, bıyığına dokunulmaz.

2.3.2.4. Tabuta Koyma ve Cenaze Namazı Ölünün kefelendikten sonra içine konularak taşındığı sandığa "tabut" denir. İslamiyet öncesi dönemde bile, tabutla ilgili verilere rastlıyoruz. M.Ö. 3. yüzyıla ait Çin kaynaklarında Hunların ölülerini iki katlı, altın ve gümüş işlemeli, kumaş ve kürklerle örtülü tabut içine koydukları kaydedilmiştir. Atilla’nın, birincisi altından, ikincisi gümüşten ve üçüncüsü de demirden olmak üzere, birbiri içine yerleştirilmiş üç tabutun içine koyularak gömüldüğü söylenmiştir. Hiong-nular, biri iç biri dış olmak üzere, en az iki tabut kullanmışlardır. Hiong-nu yerleşim yerlerinde yapılan kazı alanlarında, tabutlar içinde gömülmüş cesetlerin yanı sıra, doğrudan toprağa gömülmüş savaşçıların cesetleri de çıkarılmıştır. Heftalitlerde ve Tu-polarda tabutlar, kalın tahtadan yapılmış, cesedin ağaçlar üzerinde sergilenmesi ve dağlara taşınması için kullanılmıştır. Manas Destanından nakledilene göre, Manas’ı çam ağacından yapılmış, iç yüzü gümüş, dış yüzü altın bir tabuta yerleştirmişlerdir. Tabutların süslemeleri ya da

80

yapıldığı malzeme söz konusu edildiğinde, ölünün sosyal ve ekonomik durumunun etkili olduğu sonucuna varılmıştır.71 Anamur’da, yıkanıp kefenlenen cenaze “sal” denilen taşıma tahtasının üzerine koyulur. Cenazenin üzerine kilim, seccade vb. şeylerle örtülür. Cenaze evden çıkarılacağında, cenaze kızsa pencereden, erkekse kapıdan çıkarılır. Eğer cenaze erkekse ceket, kadınsa başörtüsü örtülür. Kaşdişlen Köyü’nde de, ölü yıkandıktan sonra, kurutma havlusu ile silinir ve ölümün konulacağı tabut ya da diğer bir deyişle "sal ağacı" hazırlanır. Ölüyü tamamen örten iki kat kefen "sal ağacı"na döşenir. Ölüye yıkandıktan sonra, ilk önce iç çamaşırı olan atlet ve donu, iç çamaşırdan sonra pijaması giydirilir. Ölünün ayağına çorap giydirilmesi, hiçbir zaman unutulmaz. En son olarak, ölüye elbiseleri giydirilmektedir. Ölünün giydirilmesi yıkanıldığı yerde yapıldığı gibi, bazan "sal ağacı"nda da yapılabilir. Bu konuda kesin bir kural bulunmamaktadır. Ancak, kesin olan bir şey vardır ki, o da "sal ağacı"na "yastık" konulmasıdır. Giydirilerek "sal ağacı" na konulan ya da "sal ağacı"nda giydirilen ölünün çenesi, burada kafatasına bağlanır. Köydeki deyişiyle "çene çatılır". Hemen sonra ölünün her iki ayağının başparmağı da birbirine bağlanır ve kollar vücudun yanına uzatılır. Bu işlemlerden sonra, "sır örtüsü" örtülür. Bundan sonra sıra "veda ziyareti"ne gelir. Akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları ölüyle vedalaşır ve helâlleşir. Küçükler, ölünün sağ elini öper. Yaşıtlarıyla büyükleri, ölünün yanağının dudaklarıyla birleştiği kısmı, önce sol sonra sağ ve bir kez daha soldan "ya Allah, ya Muhammed, ya Ali" diyerek öperler. Kefen, ayakla baş kısmından bağlanır. "Sal ağacı"nın kapağı kapatılır ve "sal ağacı", dışarıdan "yeşil" renkli bir "sal örtüsü" ya da bir battaniyeyle sarılır. Ölünün yıkandığı yerde, onu yıkayan kişi, bu işlemlerden sonra orada bulunan herkesin duyabileceği bir şekilde şöyle der: "Allahım, bu mevtanın taksiratlarını affeyle. Ona geçen haklarımız helâl olsun. Cemaat! Mevtaya olan haklarını herkes helâl etsin!" Bunun üzerine ölünün yanında olan herkes üç kez "helâl olsun" der. Anamur’da, cenaze evden çıkarıldıktan sonra cenaze namazının kılınması için camiye götürülür ve cemaat, ölünün cenaze namazını kılar. Cenazenin, namazının kılınması için camiye götürülmesi şart değildir; temiz, cenazenin koyulabileceği bir yerde de cenaze namazı kılınabilir. Kaşdişlen’de de, gömülmek üzere hazırlanmış ve "sal ağacı"na konulmuş ölünün "cenaze namazı"nın kılınması gerekli olan bir koşuldur. Ölü "sal ağacı" ile "cenaze

71 ÖLMEZ, a.g.e., s.38.

81

namazı"nın kılınacağı "cami"ye götürülür. "Cenaze namazı", bu anlamda "hazırlık aşaması"ndan "gömme aşaması"na bir "geçiş"tir. Köyde bulunan caminin belki de tek işlevi budur. Sünnî geleneğe uygun beş vakit namazdan öğle ya da ikindi namazına endeksli bu durumda, öğle ya da ikindi namazını içeride yalnız başına kılan "Sünnî imam", dışarıda "cenaze namazı"nı kıldıran kişi konumundadır. Köye Sünnî imam gelmeden önce, "cenaze namazı"nı köylünün içinden bu işi bildiği varsayılan bir kişi kıldırmaktaymış. Cami avlusunda toplanan köylü, Sünnî imamın kıldıracağı "cenaze namazı" için, "sal ağacı"nın ve namazı kıldıran kişinin arkasında sıralanır. Üç, beş ya da yedi tane sıra yapılır. Köyde "cenaze namazı" kılınırken, namazı kıldıran kişi, ölünün cinsiyetine göre, eğer erkekse, üç kez "erkek kişi niyetine, Allah için namaza, meyit/ölü için duaya dört tekbir ile uyun imama" der ve arkasından dört kez önce sağa, sonra sola selâm verilirmiş. Daha sonra, önce sağ, sonra da sol el aşağıya sarkıtılarak herkes içinden "fatiha" okurmuş. "Dua" bittiğinde "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "muhterem cemaat, mevtayı nasıl bilirsiniz?" diye sorduğunda orada bulunan herkes "iyi biliriz" yanıtını verirmiş. Bu durum üç kez tekrarlanırmış. En son olarak "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "Allah, taksiratını affetsin" diyerek, namazı bitirirmiş. Ölünün ve "cenaze namazı"nı kıldıran kişinin arkasında sıralanmış cemaat ise, "Allah rahmet eylesin" dermiş. İnanışa göre, bu durum, ölünün "Allah katına kul borçlusu olarak gitmemesinin" bir göstergesidir. Söz konusu soruya verilecek olumsuz yanıt, ölünün yaşarken iyi bir izlenim bırakmadığının bir sonucu olarak görülmektedir. Ancak, bugüne kadar, bu sorunun olumsuz yanıtlanması söz konusu olmamış. Yine inanışa göre, cennet ve cehennem, bu dünyada bitmektedir. Ölünün "iyi" anılması, bu dünyada iyi şeyler yaptığının ifadesidir. "Allah katı"na ulaşan kimse için cennet ve cehennem olmamaktadır. O kimse, "Allah" ile bütünleşmektedir. Bunun için de "cenaze namazı"nda kişinin iyi anılması gerekmektedir. K.K.:18

2.3.2.5. Ölünün Gömülmesi Ölünün gömülmesi hâdisesi, birçok toplulukta uygulanan bir pratiktir. Yakutlarda ölüyü yaktıktan sonra, Mançurya Tunguzlarında etleri kemikten ayırma işlemini yaptıktan sonra iskeleti gömme şeklinde, Juan-juanlarda cesetlerine cenin şekli vererek, Samuetlerde ölünün başına bir tencere geçirmek sûretiyle gömme işlemi

82

yapılırmış.72 Yörede gömme ve mezarlıkta yapılan işlemler tamamen İslamî usullere göre yapılmaktadır. Mezarlıklarda yeşilliğin, ağacın bol olmasına, su temininin kolay olmasına dikkat edilir. Mezara ağaç dikilmesi eski Türkler’de yaygın olarak görülen ağaç kültüyle ilgilidir. Orta Asya Hun Türkleri’nin Ötüken’in dağlık arazisindeki kutsal sayılan bir çam ağacının etrafında özel bir âyin düzenledikleri ve kötü ruhlardan temizlenmek istenen yerlere ağaç diktikleri; bu tür uygulamaların Göktürkler’de de bulunduğu kaynaklardan edinilen bilgiler arasındadır. Yine Çeremisler, Buryatlar, Yakutlar, Başkurtlar, Kazaklar ve Kırgızlar da ulu ve yaşlı çam, kayın, ardıç, servi ve çınar ağaçlarına adaklar adamış, kurbanlar kesmiş, birtakım dualarla onlardan dilekte bulunmuşlardır. Yakut Türkleri’nde ise kayın ağacının özellikle şamanlar arasında büyük bir önemi vardır. Her şamanın özel bir ağacı bulunur ve şamanla ağacı arasında bir bağ olduğuna; birinin hayatının ötekinin varlığıyla süreceğine inanılırdı. Günümüzde mezar başlarına ağaç dikme geleneğinin kökeni de söz konusu eski Türk inanışlarına kadar uzanmakta olup dikilen ağaçla ölen kişinin günahlarının affedilmesinde yardımcı olunacağına, böylelikle ölünün ruhunun memnun edileceğine inanılmaktadır.73 Kaşdişlen Köyü’nde, ölen kimsenin cinsiyeti, son derece önemlidir. Çünkü, ölü erkekse, mezar aşağıya doğru, kişinin dik ve yere bastığı varsayılarak erkeğin yerden göbeğinin yüksekliğine kadar; kadınsa, yerden göğsünün yüksekliğine kadar ve boyunun uzunluğu da dikkate alınarak doğudan batıya doğru kazılır. İçeriye oyulmuş bu bölüme "sapıtma" ya da "koytan" denilir. Samoyedler, defin için yüksek yerleri tercih etmişlerdir. Abakan Tatarları da ölülerini yüksek yerlere gömmeyi tercih etmişlerdir. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, özellikle Tanrı makamı olarak gördükleri dağ başlarına ölülerini defnetmişlerdir Hakaslar ölülerini tarlalardan uzak tepelere; Altaylılar umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlere merasim yapmadan, ölü tam giyinmiş vaziyette, öte dünyaya yolculuğu için bir torba yiyecekle defnetmişlerdir. Anadolu’da Kızılbaş Türkmenler ve Tahtacılar da ölülerini yüksek yerlere defnetmeyi tercih etmişlerdir.74 Bunun sebebi olarak, yüksek yerlerin ebediyete kadar uyumaya uygun yerler olduğu düşüncesidir.

72 ÖLMEZ, a.g.e., s.41 73 Nilgün ÇIBLAK, Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde Oluşan İnanç ve Pratikler, Türk Kültürü, Y.XL, S.474, Ankara, 2002, s. 614. 74 ÖLMEZ, a.g.e. s.41

83

Anamur’da, cenaze defnedileceği yere omuzlar üzerinde taşınır. Kadınlar mezarlıkta bulunamazlar. Ölüm haberinin alınmasından hemen sonra kazılan mezarın başına gelinir. Mezarı kazanlara, mezarın kolay kazılıp kazılmadığı sorulur. Mezarı kazanlar zorlanırsa, ölen kişinin amelinin salih olmadığına, kolay kazılırsa salih olduğuna yorumlanır. Mezarda başka birilerine ait kemik kalıntıları bulunursa, mezarın kenarına koyulup, ona dualar gönderilerek gömme işlemi yapılmaya devam edilir. Anamur’un Çarıklar köyünde paranın ölünün ağzına sıkıştırıldığı görülmüştür. Mezara atılan paralarla, mezarın önceki sahibinden satın alındığına, böylelikle öte dünyada her iki ölü arasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlığın ve haksızlığın önlenmiş olacağına inanılır. Ölü yakınları tarafından dualarla, başı kıbleye gelecek şekilde koyulur. Üstüne murt dalı koyulur. Murt yörede “cennet ağacı” olarak bilinmektedir. Daha sonra mezarı kapatma işlemi yapılır bu işlemde cemaat mezara üçer kürek toprak atar ve diğer kişiye verir, bu işlem mezarın üzeri tamamen kapatılıncaya kadar sürer. Mezarın üzeri tamamen kapandıktan sonra, mezarın başucuyla, ayakucuna murt yaprağı dalları sokulur ve mezarın üzerine su dökülür. Bu işlemlerin hepsine birden “toprağa verme” denmektedir. İmam dışında herkes mezarın başından ve mezarlıktan ayrılır. İmam mezarın başında kalır ve ölüye “dalkım” verir, söyleyişler halk arasında değişmektedir; ölü, öldüğünü ancak talkım verildikten sonra anlamaktadır. Hoca, ölüye sorgucu melekler geldiğinde sorulara nasıl cevap vermesi gerektiği konusunda telkinde bulunur. Ölüyü gömdükten sonra, onun hayattayken en çok sevdiği yiyecek, giysi ya da bir eşyası mezar taşının üzerine konur. Başka topluluklarda bu, mezarın içine koyma şeklinde konulur. Anadolu’nun kimi yerlerinde ölünün elbiseleriyle, yatak döşeğiyle, özel eşyalarıyla gömüldüğü görülmektedir. Sivas’ın bazı köylerinde ölüyle beraber onun sevdiği eşyalarının da gömüldüğü, mevsim kış ise üşümemesi için buna yatak, yorganın da ilâve edildiği; Urfa’da ise yeni gelinlerin ziynet eşyalarıyla beraber defnedildiği tespit edilmiştir. Bergama’nın köylerinde mezara ölünün eşyaları da konulmaktadır. Tahtacılar arasında da cenaze, elbisesi giydirildikten sonra kefene sarılmakta ve mezara serilen döşek ya da kilim üstüne yatırılmakta, başının altına da yastık konularak gömülmektedir. Yanına ölünün sevdiği kıymetli eşyaları da bırakılmaktadır. Bu geleneklere eski Türkler’de de rastlanmaktadır. Orta Asya Hun Türkleri, ölen atalarını,

84

boy beylerini altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örtülmüş tabutla; yine Oğuzlar, ölülerini giydirip kuşattıktan sonra yayıyla, bütün mal ve eşyasıyla gömerlerdi. Bu uygulamaların temelinde ölen kişinin öbür dünyadaki ihtiyaçlarını karşılamak ve bu yolla onu rahat ettirmek düşüncesi yatmaktadır. Diğer taraftan bu şekilde ölünün öte dünyaya gidişi de kolaylaştırılmaya çalışılmaktadır.75 Kaşdişlen Köyü’nde ölü, "sal ağacı"nda omuzlar üzerinde mezarına getirilir. Önce mezarın tabanına bir "döşek" serilir. Boylamasına doğudan batıya doğru kazılan mezarın batı yönüne güneybatıyla kuzeybatıyı birleştirecek şekilde "yastık" konulur. Sonra, "sal ağacı" açılır ve yakınları tarafından "sal ağacı"ndan alınan ölü, üç kişinin yardımıyla mezara indirilir. Baş kısmı batıya ve yüzü yukarıya gelecek şekilde mezara indirilen ölünün elleri, yandadır. Ancak, ölünün vücudu ile başı biraz kıbleye çevrilir. Ölünün kefen bağları bu arada çözülür. Ölen kişi, yaşamında çok hırslı ve cimri olarak tanınıyorsa, "gözünü toprak doyursun" denilerek onu mezara indiren kişiler tarafından gözüne birer tutam toprak atılır. Diğer bir deyişle, bu durumdaki ölünün gözüne atılan toprak, üç tutamdır. Bu uygulamadan sonra, mezarın tabanıyla kuzey duvarının kesiştiği çizgiden başlayarak, uç ve dip kısmı bu çizgiye; diğer ucu yukarıya ve mezarın güney duvarına gelecek şekilde tahtayla doğusundan batısına kadar bir boydan bir boya döşenmesi yapılır. Mezarın açılması için ilk kazmayı ya da çapayı vuran kişi tarafından ilk toprak atılır. Mezar tamamen toprakla kapatıldıktan sonra, yer ile aynı düzeyde tutulmaz. Yerden daha yüksekte bombeli bırakılır. Bombeli olan mezarın bu kısmı, balıksırtı biçimine getirilir. Mezarın baş tarafı olan batı yönüyle ayak tarafı olan doğu yönüne birer tahta dikilir. Ölünün baş tarafı olan batı yönüne dikilen tahtada onun babasının adı ile kendi adı ile soyadının yanı sıra, doğduğu ve öldüğü tarihleri içeren bilgiler yazılıdır. Bu tahtaya, "baş tahtası" ya da "hece taşı" denilir ve ölünün ayak tarafından çözülen kefen bağı "baş tahtası"na bağlanır. Ölünün ayak tarafı olan doğu yönüne dikilen tahtaya da onun kefeninin baş tarafından çıkan kefen bağı bağlanır. Ölünün gömülmesini kapsayan bu aşama böylece tamamlanır. K.K.:43

2.3.3. Ölü Gömüldükten Sonra Uygulanan Pratikler Ölüm sonrasında yapılan işlemler ölü gömüldükten sonra yakınlarının acılarını paylaşma ve onları yaşama tekrar adapte etme, öleni diğer dünyada rahat ettirme, belirli

75 ÇIBLAK, a.g.m.,s.605.

85

günlerde yemek verme, ölenin eşyalarını değerlendirme, ölenin hayatta iken ödeyemediği borçları ödeme ve mezarlık ziyareti gibi âdetleri kapsamaktadır. Böylece ölümden sonra yakınları ölene karşı son görevlerini de yerine getirmiş olmaktadır.

2.3.3.1. Cenaze Evi Yas tutma eski Türklerden beri var olan bir süreçtir. Yörede, cenaze evine halk arasında “Örgülük” denmektedir. Bu dönemde yöre halkı arasında kıyafetten, davranışa kadar bir takım uygulamalar görülmektedir. Ölü yakınları bu dönemde mümkün olduğunca renkli giysiler giymezler daha çok koyu renkli giysiler giyerler, gülmezler, mümkün olduğunca az konuşurlar; evin annesi kırk gün siyah tülbent takar, ellerine kına yakmaz. MS 3. yüzyıla ait Çin kaynaklarında Hunların defin törenine dair yazılanlarda, matem elbiselerinden bahsedilmemektedir. Pien-yi-T’ien’de, Türklerde erkek ve kadınların cenaze töreni için gösterişli ve süslü elbiseler giydikleri belirtilmiştir. Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giymektir. Bu âdet, Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk ŞaMânist Türk göçebelerinin kadınlarında, ölümün ilk yedi gününde görülür. Kumanlarda yas rengi, koyu mavidir. Altay dağlarında yaşayan Kazakların geçmişte, yas alameti olarak beyaz başörtüsü kullandıkları tespit edilmiştir. Özbekistan’da yaslı evin hatunları ilk yıl yas rengi olarak mavi, ikinci yıl beyaz giyerler. 76Dede Korkut hikâyelerinde de eski Oğuzların yas Âdetlerinin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığını "... yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler." gibi, anlatımlarla yazılı kaynaklarda görülür. 77 Anamur’da, ilk bir sene, düğünlere gidilmez, eğer yakın tarihte kendi düğünleri varsa ya ileri bir tarihe ertelerler ya da düğünü çalgısız olarak mevlitli yaparlar. Cenaze sahibi kişilerin eş-dostlarından birinin düğünü varsa cenaze yakınlarından izin alarak ve özür dileyerek yaparlar. Ölünün elbiseleri ihtiyacı olan kişilere dağıtılır. Ölünün eşyaları ile ilgili işlemlerin oluşmasının temelinde, ölenin geri geleceği korkusu ile ölünün anısını yaşatma isteği görülür. Manas Destanı’nda da: “…Diyorlar ki altın işlemeli giyimlerini dokuz parçaya ayırıp halka üleştiler.”78 Diyerek, bunun çok eski bir gelenek olduğunu bize gösterir.

76 ÖLMEZ a.g.e., s.55 77 İNAN, a.g.e., s.176. 78 İNAN, a.g.e., s.182.

86

Cenazenin toprağa verilmesinden sonra, üçüncü, yedinci kırkıncı gününde mevlit okutulup yemekler verilir. Üçüncü ve yedinci günün yemeği komşular tarafından yapılır. İlk bir hafta ölü evinde yemek pişmez. Ölü için elli iki gün sonra bir Kur’an daha okutulur, buna “elli ikisi” denir. Ölünün arkasından yemek verme töreni, en eski Türk geleneklerinden biridir. Kaşdişlen Tahtacılarında ölü gömme geleneğini "yemek geleneği" izler. Ölüm olayı oluştuğunda hemen bir "kurban tığlatılır"/kesilir. Ölü gömüldükten sonra, ölünün akrabaları, tanıdıkları diğer bir deyişle bütün köy halkı "yas yeri yemeği" ya da "kabir yemeği" adı verilen birinci gün akşam yemeğine kendi hazırladığı yemekleriyle gider. Bu yemek, üçüncü gün "üç yemeği", yedinci gün "yedi yemeği", kırkıncı gün "kırk yemeği" olarak tekrarlanır. Bir yıl sonra "yıl yemeği" verilir. Ölenin ailesinin durumu uygunsa, her ölüm yıldönümünde yemek verilir. İslamiyet öncesi Türk topluluklarında ölünün belirli günlerinde "ölü aşı" verilmektedir. İptidai devirlerde “yuğ aşı” ya da “ölü aşı” adı verilen törenler, doğrudan ölüyü doyurmak ve memnun etmek amacıyla yapılmıştır. Oğuzlarda, ölünün akrabaları üçüncü gün toplanarak ölünün şerefine ziyafet tertip ederlermiş. Bu ziyafete “basan” demişlerdir. Yedinci gün de yine toplanılarak önceki ziyafet tekrar edilir, ölenin yatağı ise yakılarak yok edilirmiş. Abakan Tatar’ları, ölüm hadisesinin üçüncü günü mezarın başında bir ziyafet tertip ederlermiş. Bu ziyafet ölümün yirminci ve kırkıncı gününde de tekrarlanırmış. Kırkıncı gün, sahibinin öldüğü gün serbest bırakılan at, sürü içinde yakalanarak kesilir ve etleri mezara asılırmış. Hakaslar, ölenlerin ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile yarıyılında ve birinci yılında yemek verir, “kirek” dedikleri duaları okurlar. Bir yıl dolduğunda kirek biter. Dul kadın veya erkek, yanan sopayla mezara vurur ve bu işlemden sonra ölünün bir daha yemek istemeyeceğine inanır.79 Beltirler'de, ölünün üçüncü günü, çadırın güneyine bir sofra kurulur. Hazırlanan yemek ve içkilerin yarısı, ölünün ruhu için ateş ruhuna kurban edilir. Ölünün yedinci günü, bütün oba ve köy halkı kadın erkek mezarlığa gidilir. Mezarın sağ tarafında bir ateş yakılır. Getirilen yemek ve içkilerden mezarın üstüne konur. Altay dağlarının ormanlarında iptidai yaşayan Şamânistler, günümüzde yuğ ayininde ölüye “ye, iç, bize ve hayvanlarımıza dokunma!” demektedirler. Manas Destanında bu konuda Yakup Han karısına şöyle der: “…Manas’ı unutmuşlar, ruhuna aş dökmüyorlar!..” Evrensel nitelikli “ölü yemeği” âdeti eski kültürlerde görüldüğü gibi,

79 ÖLMEZ, a.g.e., s.52.

87

zamanımızda başka toplumlarda da hâlâ yaşamaktadır. “Ölü yemeği” diye adlandırdığımız bu yemeğe Anadolu’da “kı”, “kırk ekmeği”, “kazma takırtısı”, “ölünün kırkı”, “kırk yemeği”, “can aşı”, “zıkkım yemeği”, “can helvası”, “hayır”, “ölü ekmeği”, “kazma kürek helvası”, “hayrat yemeği”, “ölü aşı”, “yiyeceğini etmek”, “hayırlı vermek”, “şemşek”, “köncülü”, “ölü çöreği”, “hamur”, “yağ”, “soğan”, “ölü giliği”, “meyve”, “lokma”, “can helvası”, “yoğurt ekmek”, “çay” isimleri verilmektedir. 80 Anamur’da, taziye evi olarak, en büyük oğlanın evine gidilir. Kızın evine gidilmez. Ölenin ardından, hastanelere, camilere, okullara yardım yapılır.

2.3.3.2. Ruhla İlgili İnanmalar

Eski Türkler can ve ruh kavramı karşılığında tın (nefes) sözcüğünü kullanmışlardır. Yakutlar, “tın, kut ve sür”, Altaylılar “tın, süne ve kut” sözcükleri ile bu kavramı ifade etmişlerdir. 81 Orhun Kitabeleri’nde ölmek kavramının; “uçmak”, “uçup gitmek” olarak anlatılmaktadır. Anamur’daki inanışa göre ruh bedeni, ağızdan, burundan terk etmektedir. Ruhun, bedenden çıkarken acı çekerek çıktığına inanılmaktadır. Canın, bedenden çıktıktan sonra, öldüğünün farkına varmadığı ve öldüğünü mezara girince anladığına yörede inanılmaktadır. Yörede, ruhun Perşembeyi Cumaya bağlayan gecede, evi ziyaret ettiği söylenmektedir. Bundan dolayı ruhu rahatlatmak için bu gecelerde dualar okunmaktadır. Ölenin ruhunun, kendisine bu gecede dua okunmazsa, geride kalanlara lanet ettiğine inanılmaktadır.

2.3.3.3. Ağıt Söyleme Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir. Yas kelimesi ise Arapça “keder” anlamına gelen “ye’s” ten gelir 82 İslamiyetten önceki dönemlerde, sevilen ve tanınmış bir insanın ölümünden sonra yapılan “yuğ” adı verilen dinî yas törenlerinde, “sagu” denilen şiirler söylenirdi. Bu şiirlerde ölen insanın yaptığı iyilikler ve kahramanlıklar dile getirilirdi. Günümüzde

80 ÖLMEZ, a.g.e., 55. 81 İNAN, a.g.e., s.176. 82 Pertev Naili BORATOV, Folklor ve Edebiyat I-II, Adam Yayınları, İstanbul, 1982, s.444.

88

de Anadolu’da ölen insanın ardından yas törenleri düzenleme ve ağıt yakma geleneği sürmektedir. Orhun Âbideleri’nde “Sıgıt” ve “Sıgıtçı” olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, günümüzde yörelerimizde ve çeşitli Türk topluluklarında hâlâ yaşatılmaktadır. Yörede, ölünün basında beklenirken kadınlar ağıt söylerler. Yörede ağıda “ölü nefesi” denir. Ölü nefesini yaslı ve bu konuda tecrübeli bir kadın söyler. Ölünün arkasından bağıra bağıra ağlamak hoş karşılanmaz, ölüyü azapta bırakacağına inanılır. M.S. 453 yılında ölen Hun hükümdarı Atilla için de yas tutulmuş, yuğ töreninde onu öven sagular söylenmiştir. Göktürkler döneminde de bu tarz bir tören yapılmış, birçok insan bir araya gelerek yas tutmuşlardır. Uygurlar döneminde de, cesedi ortaya koyup ağlama şeklinde yas tutmaya rastlıyoruz.

2.3.3.4. Mezarlıklar- Mezar Ziyaretleri Türkler’ in kutsal saydıkları yerlerden en önemlisi olan mezar kelimesi için “kür”, “kör, gör”, “sin”, “bark” kelimeleri kullanılmıştır.83 Anamur'da ölü gömüldükten sonra çeşitli zamanlarda mezarı ziyaret edilir. Yörede mezar ziyaretleri arife günleri, bayram sabahları, kandiller, perşembe ve cuma günleri gibi özel günlerde yapılmaktadır. Mezar ziyaretlerinde mezarın etrafı temizlenmekte, ölen yakınlar için dua edilmektedir. Mezar başlarına şeker, su vb. şeyler koyulmaktadır. Mezara her gidişte, bisküvi, kuru pasta, şeker, çerez dağıtılarak, ölenin ruhuna sevap olarak gitmesi beklenmektedir. Mezarın etrafı, defin işleminin üzerinden bir kış geçtikten sonra yaptırılmaktadır. Mezar taşları genellikle mermerdendir, ancak maddî durumu iyi olmayan bazı kişiler, çevredeki taşlarla mezarı çevreleyip mezarın yerinin kaybolmasını önlemeye çalışırlar. Mezar yaptırıldıktan sonra mezar taşının üzerine; orada yatan kişinin, kimin oğlu/kızı olduğu, adı, soyadı, doğum tarihi, ölüm yılı, bazen de çeşitli deyişler ve şiir dörtlükleri yazılmaktadır. Anamur’da, arife günleri mezarlık ziyareti sırasında mezarın başına murt dalları dikilir. Murt dallarının bazen mezarın üstüne bırakıldığı da olur. Halk arasında murt dalı kutsal sayılır. İnanışa göre murt, diğer bitkilerden farklı olarak yaz kış her sağa sola

83 ÖLMEZ, a.g.e., s.66.

89

sallanışında Allah’ı zikreder, bu nedenle dört mevsim yeşil kalır. Ayrıca güzel bir kokusu da vardır. Yörede, mezarlıkta ağaç kesilmesine, ot yolunmasına, çiçek koparılmasına iyi gözle bakılmamaktadır. Halk, meleklerin ağaçların gölgesinde dinlendiğine inanır Mezarlıktan geçerken yüksek sesle gülünmez, hal ve hareketlere dikkat edilir, ölmüşlere rahmet dilenir, büyük saygı gösterilir.

2.3.3.5. Devir Çevirme Devir çevirme işlemi cenaze defnedilmeden önce yapılmaktadır, ancak olası bir aksilik durumunda cenaze defnedildikten sonrada yapılabilmektedir. Ölen kişinin yaşarken yerine getiremediği yükümlülükleri, öldükten sonra ölenin yakınları veya mirasçıları tarafından yerine getirilmesidir. Ölenin yaşarken kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları ve yerine getiremediği yeminleri karşılığında, Allah katında affedilmesi için, mirasçıları tarafından ölenin yaşı hesaplanarak devir işlemiyle fakirlere para verilmesidir. Ergenliğe girmeyen kişinin dini sorumlulukları yoktur. Ergenlik yaşı kızlar için dokuz, erkekler için on iki olarak hesaplanır. Bu yaşlardan sonraki yılların borcu hesaplanıp, bu borcu devralan oğul ya da kız, parayı fakirlere dağıtır, dağıtırken de verdiği kişiye “Aldın kabul ettin mi?” diye üç kere sorar, karşıdaki de “Aldım, kabul ettim” diyerek cevap verir, böylece devralan borçtan kurtulur ve devir çevirme işlemi biter, ölen kişinin borçları ödenmiş olur. Birçok yöremizde bu olaya, “iskat” denir. Ölen kişi adına kurban kesilebilir, oruç tutulabilir, hacca gidilebilir. Ölen kişinin dini vazifeleri vasiyet etmese de yerine getirilmeye çalışılır. Kuran'da ve hadislerde böyle bir emir bulunmamakla birlikte, fıkıhçıların böyle bir uygulama ile ölünün günahlarının bağışlanacağı görüşü, Müslümanlar arasında devir işlemini bir gelenek haline getirmiştir.

90

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HALK İNANÇLARI İnsanoğlu yaratıldığından beri bir şeylere inanma ihtiyacı içerisinde olmuştur. İnandığı şey onun hayat odağıdır, yaşamıdır, felsefesidir. Kaçışı, dayanağı ve umudu, ihtiyaç hissinin dışa vurumudur. İnanç, bir düşünceye bağlı bulunma, bir dine inanma, iman, birine duyulan güven, itimat, inanma duygusu, inanılan şey, görüş ve öğretidir. Türkler, Avrupa ve Asya kıtalarına yayılmış dört bin yıllık bir tarihe sahip dünyanın en eski ve devamlı milletlerinden biridir. İslamiyet öncesi inanç sistemlerine ait inançlar, Anadolu’ya göçten sonra sahip olunan inançlar, Anadolu inançlarıyla kültürleşme sonucun yeniden yapılanmış, bu inançlar İslamiyet’e sızarak inanç ve pratiklerle Anadolu’da yeni bir bünyeyle, köklü bir binaya serpiştirilmiş, bu şekilde yeniden şekillenerek yaşamıştır. Vücuda gelen bu inanç sistemi, bünyesinde doğruyu ve yanlışı birlikte barındırmıştır. Anamur yöresinde de, oluşan inanç ve pratikler, bu boyutun doğal yansıması olarak karşımıza çıkar. İslamiyet öncesi dönemde göçebe yaşayan Türkler, çeşitli tabiat varlıklarını ulvileştirmiş, onlara doğaüstü hasletler yüklemişlerdir. Anamur’da yaşayan Yörük kültürüne baktığımızda bu özelliklerin hâlâ devam ettiğini görmemiz mümkündür. Anamur’da eskiden beri birçok farklı inanış vardır. Tabiatla iç içe olan Yörükler, tabiat olaylarını kendilerine göre yorumlamış, bitki, hayvan, olay ve günlere farklı anlamlar yüklemişlerdir. “Yörük” ve “göçer” adlarıyla bilinen, hayvancılığa bağlı ekonomileriyle “göçer”, “yarı göçer” ve “yaylacı” olarak adlandırabileceğimiz Anamur halkı, binlerce yıllık kültürü günümüze kadar saklayıp taşımışlardır. Tabiatla iç içe yaşantı, gelenek ve görenekleri şekillenmiştir. Göçebelikten yerleşik hayata geçerek yeni bir toplum düzeninin kurulması, yeni bir kültüre geçişi hızlandırmıştır. Bu değişim, bünyesinde “kült” anlayışını yeniden şekillendirmiş, yeni inanç ve pratikler ortaya çıkarmıştır:

3.1. GÜNLERLE VE VAKİTLERLE İLGİLİ İNANMALAR Yörük kültüründe, hem İslam inancının izleri, hem de İslamiyet öncesi dönemin özelliklerini, hem de daha önce Anamur topraklarında yaşamış olan farklı devletlerin etkilerini görmemiz mümkündür. Yörük kültüründe mevsimler, aylar, günler çok

91

önemlidir. Bahar göç zamanı, yaz avcılık zamanı, kış toplanma zamanıdır. Hayat günlere göre şekillenir. Pazartesi, soğan, biber vb. acı şeyler hiç kimseye verilmez. “Haftaya nasıl başlarsan öyle devam eder.” inanışından dolayı, acı ve kokulu yiyecekler verilmez. K.K.:1 Salı günü, başlanılan işlerin bir süre yavaş gideceği, askıda kalacağı düşüncesinden dolayı iyi sayılmaz. Çamaşır yıkanmaz, ev süpürülmez, hayırlı bir işe başlanmaz, ekim ve dikim işleri yapılmaz, ekmek yapılmaz, yufka açılmaz, düğün alış verişine çıkılmaz. Yaylak ve kışlaktan Yörük göçü yapılmaz. K.K.:2 Tarlaya tohum ekme işine mutlaka Çarşamba günü başlanır. Haftanın ortası olduğu için tarlanın daha verimli olacağına inanılır. Çarşamba günü haylaz çocukların ağzına, iyi huylu olsun diye akraba olmayan biri tarafından pabuç vurulur. Perşembe ve Cuma günleri İslam inancının etkisiyle kutsal olarak kabul edilir. Perşembe akşamında kız istemeye gidilmez, gündüz gidilir. Gelin mutlaka bu gün alınarak, damat evine getirilir. Ertesi gün Cuma olduğu için hayırlar dağıtılır. Tırnak kesilir. Öğleye kadar, çamaşır yıkanır, tıraş olunur. K.K.:33 Cuma günü Müslümanların ve yörüklerin bayramıdır. Bu gün, yaş ve yeşil ağaç, odun kesilmez, herhangi bir işe gidilmez. K.K.:4 Hıristiyanlar için kutsal sayılan günler olduğu için, Cumartesi ve Pazar günlerine bakış açısında bu dinin etkileri görülür. Cumartesi gününde, aşiret ve obalarda yaylak ve kışlak göçü kaldırılmaz. Pazar günü ise Hıristiyanlığın etkisiyle şenlik havasında geçer. Yaylak ve kışlak yörük göçü yapılır. Gelin damat evine getirilir. Düğünler bu gün sona erdirilir. K.K.:43 Yörede, günün belli vakitlerine ait inanışlar da vardır. Öğleden sonra bereket kaçmaması için süt, yoğurt ve damızlık verilmez. İkindi vakti uyunmaz. İkindi vakti dünyanın çok hızlı döndüğü inancı olduğundan, uyuyan kişinin aklını yitirme tehlikesi olduğu düşünülür. Akşamları dikiş dikilmez, tırnak kesilmez, ıslık çalınmaz. Akşamları ıslık çalındığı zaman şeytan geleceğine inanılır. Akşamları kimseye bir şey verilmez. Akşam ezanından sonra dışarıya kül dökülmesi iyi değildir. Akşam ev süpürülmez. Süpürülmüşse pisliği dışarıya atılmaz, sofra bezi çırpılmaz. K.K.:38 Arife günü, çamaşır yıkanmaz, banyo yapılmaz. Bayram günü geç kalkılmaz. Bayram namazından sonra, uyunmaz. K.K.:22

92

3.2. HAYVANLARLA İLGİLİ İNANMALAR

Yörük yaşantısında, hayvanların çok büyük bir yeri vardır. Hayvanlar, yaşamı devam ettirmenin yoludur. Etinden, sütünden, derisinden faydalanıldığı gibi, zararlarından da çekinilir. Bazı türlere iyi, bazılarına da kötü gözle bakılır. Her hayvanın, bakış açısıyla şekillenmiş bir misyonu vardır âdeta. Anamur’da hayvanlar, halkın geleneklerinde yenmesinde bir sakınca olmayanlar ile yenmesi günah, rastlanması uğursuzluk getirici sayılanlar olmak üzere değerlendirilir. Eski Türklerde, insan ruhları genellikle kuş biçiminde düşünülmüştür. İnsanlara can vermeden önce bu ruhlar, gökte kuş olarak yaşarlar, insanlar ölünce göğe uçarlar. Dede Korkut'ta Deli Dumrul kılıcını sıyırıp saldırınca, Azrail bile güvercin olup pencereden çıkıp gider. Kırgızların Er Töştük destanında bir yiğit, "Bu yedi kuş benim ruhumdu, benim nefesimdi." demiştir. Diğer taraftan, Orta Asya'da ruhlar, hayvan ve genellikle de kuş biçiminde düşünülmüştür. Şamanın gök yolculuğunda yardımcı ruhları, kuş ya da kanatlı hayvanlar olarak temsil edilmiştir.84 Anamur’da kuş, cinsine göre değerlendirilir. Güvercin, mâsumiyetin sembolü iken, karga ve baykuş uğursuzluğun habercisidir. Karga bir evin damına veya yakınına konarak öterse, yakında kötü haber geleceğine inanılır. Mitlerin birçoğunda hayvanlar bir eylemin ilk icracısı konumundadırlar. Bu konuyla ilgili kutsal kitaplarda da pek çok anlatı mevcuttur. Habil’in Kabil’i öldürmesi olayında ne yapacağını bilemeyen Habil’e yardım bir kargadan gelir. “Kur’an-ı Kerim”de “Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, yeri eseleyen bir karga gönderdi. Yapacağı isi bir kargadan öğrenince “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek konusunda, bu karga kadar olamadım” dedi de ettiğine yananlardan oldu.” diye bahsedilir. (el-Mâide 5/27-31) Bu metinde kargalar ölüm ritüelini simgelemektedirler. Anamur’da da, karga ile ölüm arasında bağ kurulduğu, karganın ötüşünün ölümü simgelediği tespit edilmiştir. Baykuşun ötüşü uğursuzluk sayılır, damında öttüğü evden ölü çıkar. Kumru, güvercin ve kırlangıç gibi kuşların vurulması günah sayılır. Kırlangıç yuvasını bozanın, yuvası bozulacağına inanılır. Serçe bir camın kenarına konarsa misafir geleceğine inanılır. Vahşi hayvanlar, korkuyla şekillenen bir bakış açısıyla değerlendirilir. Yolda tilkinin görülmesi veya hayırlı ve uğurlu bir işe alamettir.K.K.:3 Bahaeddin Ögel, kurdun, Yakut

84 Doğan AVCIOĞLU, Türklerin Tarihi 1., Tekin Yayınları, İstanbul, 1995, s.345.

93

Samanlarının en önemli afsun hayvanlarından biri olduğunu belirtmekte ve kurdun eski zamanlarda ve Hun çağında da Orta Asya halklarının birinci derece öneme sahip “töz” hayvanlarından olduğunu söylemektedir. Yakut masallarında kutsal ruhların dokuz oğullarının hepsi de kurda benzetilmiştir.85 Anamur’da kurt, kutluluğuna inanılan bir hayvandır. Soylarını bir dişi kurtla, bir delikanlının birleşmesine çıkaran eski Türkler, bu hayvanı, kendilerine kapalı kaldıkları dağların arasından çıkmalarında kılavuzluk ettiği için de kutlu sayarlardı. Kurt ile ilgili Anadolu’da birçok inanç bulunmaktadır. Yörede, “kurt”la ilgili bir pratik de, bir hayvan kaybolduğunda kaybolan hayvanı “kurt” yemesin diye “kurtağzı bağlama” uygulamasıdır. Buna göre, bu işi bilen bir kişi eline bir bıçak alır, dua okuyarak bıçağa üfler ve bıçağın ağzını kapatır. Kaybolan hayvan bulununcaya kadar bıçağın ağzı açılmaz. Domuz kötülüğün, pisliğin simgesidir. Domuz zevk için vurulur. Adının söylenmesi bile hoş karşılanmaz, adı yerine “hınzır” denir. K.K.:3 Evde tavşan beslemek yoksulluk getirir. Bir insanın önünden tavşan geçerse uğursuzluk getirir. Gün battıktan sonra bir evden diğer bir eve süt verilmez, verilirse o sığırda bir hastalık çıkacağına inanılır. Yörükler, bazı hayvanları uğurlu ve kutsal kabul ederler. Koyun uğurlu sayılan hayvanlardandır. Çobanlık da uğurlu sayılır. Bir kişi, devenin altından geçerse uzun ömürlü olacağına inanılır. İnek de kutsal sayılan hayvanlardandır. İneğin biciği kör olur, süt çıkmaz diye süt pişirilirken altında kargı yakılmaz. K.K.:3 Gelincik bir eve gelirse uğur getirir. Gelinciğe zarar verilirse, evde huzursuzluğun olacağına inanılır. Geyik saflık masumiyet simgesidir, zarar verilmez. Zarar verilirse, o kişinin uğursuzluklarla karşılayacağına inanılır. Karıncaları öldürmek günah sayılır. Örümcek sarkınca, misafir geleceğine inanılır. Üzerine uğurböceği konan insanın dileğinin gerçekleşeceğine inanılır. Yine uğurböceği gelen eve haber geleceğine de inanılır. K.K.:8 Anamur’da, gece görülen kara kedi uğursuzluktur. Kedi yalanınca yağmur yağacağına inanılır. Köpek havaya doğru ulursa kendine, yere doğru ulursa sahibinin başına bir iş geleceğine inanılır. Çoban köpeği uluyunca, kurt ölüsü olduğu anlaşılır. Ezan okunurken, köpeğin uluması iyiye yorulmaz, cenaze çıkacağına inanılır. Köpek uluması her türlü kötülüğün işaretidir. K.K.:24

85 İNAN, a.g.e., s: 159.

94

3.3. BİTKİLER VE AĞAÇLARLA İLGİLİ İNANMALAR

ŞaMânizm'den önceki Türk inançları içerisinde önemli bir yeri olan tabiat kültleri, hemen hemen her Türk topluluğunda kendini farklı şekillerde göstermiştir. Eski Türkler tabiattaki bütün varlıklarda kavranamayan bazı gizli güçlerin bulunduğunu düşünerek dağ, tepe, taş, kaya, ağaç veya su gibi nesneleri canlı kabul etmişlerdir. Tabiat kültleri, Türklerin çeşitli dinlere girip çıkmalarına rağmen varlıklarını sürdürmeye devam etmiştir. Tabiat unsurları içinde kutsal sayılan en önemli unsurlardan biri ağaçlardır. Ağaç daima hayatın ve ebediliğin timsali olarak benimsenmiştir. Dede Korkut, er olsun avrat olsun herkesin ağacı saydığını ve çekindiğini belirtmiştir. Anadolu sahası, ağaç kültünün Müslüman Türklerdeki en ilgi çekici örneklerinin ortaya çıktığı yerlerden biri olarak görülmektedir. Anadolu'da yatırlara, bazı ağaçlara ve kutsal sayılan yerlere bez veya çaput bağlamak, bu yolla adakta bulunmak inancı sürmektedir. Bu inançların kökeni eski Türklerin çaput bağlanması yoluyla dilek dileyerek adak adaması kansız kurban sayılan inançlarına dayanır. Kutsal yerlerdeki ağaçlara bez bağlama âdeti, geniş bölgelere yayılmış çok eski bir inanıştır. Uygurların türeyiş efsanesinde, iki nehrin arsındaki ağaç kovuğunda dünyaya gelen çocuklar anne ve baba olarak bu ağacı bilirler ve ona saygı gösterirler.86 Oğuz Kağan destanında, Tanrı katından ilk insan sıfatıyla yeryüzüne indirilen kutlu Oğuz, eşlerinden birini bir ağaç kovuğunda bulmuştur. Dede Korkut Kitabı”nda yer alan, ağaca yönelik; “Basun ala bakar olsam, bassuz ağaç! Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç! 87 sözleri de, aynı bakış açısının sonucudur. Ağaç kültü Tahtacılar ve Yörüklerde yaygındır. Tahtacılar, geçimlerini ağaç kesmekle sağlamaktadır. Onların ağaçlara büyük saygı ve bağlılıkları vardır. Muharrem ayında ağaç kesmek yasaktır. Hafta içinde ise salı günleri ağaç kesilmez. Yeniden ise başlayacakları zaman ağaçlara dualar okunur. Tahtacılar en çok sarıçam, ladin, köknar ve ardıcı; Yörükler ise karadut, çınar ve katran ağacını kutlu sayarlar ve hepsi de tek ağaçları kült olarak kabul ederler.

86 ÖGEL, a.g.e., s.81. 87 ERGİN, a.g.e., s. 109.

95

Eskiden yörede, ağaçlardan deva isteme, dileklerinin gerçekleşmesi için çaputlar bağlama gibi pratiklere de sık sık rastlanmaktaymış. Bu gün bu anlayış, “ağaç”a saygı şeklinde tezahür etmiştir. Anamur’da, karaçam, kara ardıç, ve andız çok kıymetlidir, kutsal sayılır. Ağaçlara dilek için bez bağlanma âdeti, eskiden görülen bir inanma şeklidir. Mamure Kalesi’nin içinde eskiden bulunan meşe ağacına bez bağama âdeti olduğu söylenmektedir. Çam ağacı, gerek heybetli görüntüsüyle gerekse yaz-kış yeşil kalmasıyla kutsal bir ağaç olmak için gerekli vasıflara sahip bulunmaktadır. Yörede, Malaklar yolu üzerinde bulunan koca pelit de, kutsal kabul edilir. Meşe ağacı halk arasında pelit, palamut olarak da bilinmektedir. Meşe, heybetli görüntüsüyle kutsal ağaçlar arasında yerini almıştır. Çuvaşlar arasında da, meşenin ayrı bir yeri vardır. Çuvaslar “İhtiyar meşe bizim babamızdır.” diyerek, meşeyi babaya benzetirler. Çuvaş masallarında, prensesi kurtaran bahadırlar, asağı dünyaya oyuklu karaağaç ya da meşe ağacından inerler. Manas destanında meşe ağacı, Manas’ın eğilmeyen emel dayağı olarak tasvir edilmiştir: “Manas ölüp gittikten sonra Eğilmeyen emel dayağı Kuvvetinden düştü. 88 Anamur’da, bu meşe ağacının gölgesinde dua edilirse, sorunlardan kurtulanacağına inanılır. Uğurlu sayılan diğer bitki de pıtraktır. Pıtrak, insanların giysilerine ve hayvanların tüylerine yapışan pamuksu bir bitkidir Onun, kem bakışları savuşturmaya gücünün yettiğine inanılır Diğer taraftan çiçeklerle dolu anlamında gelen “Pıtrak gibi” deyimi, bu motifin bolluğun bir sembolü olarak un torbaları üzerinde kullanılmasını açıklar K.K.:7, K.K.:11, K.K.:17 Murt ağacından cennet ağacıdır diye odun yapılmaz. Soğan ve yumurta kabuğunu yakmaya da iyi gözle bakılmaz, cinleri toplayacağına inanılır. Çaltı bitkisinin de uğurlu olduğu düşünülür, nazardan korunmak için de evlere, tarlalara ve bebeklerin boynuna asılır.

88 Naciye YILDIZ, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara, 1995, s. 226.

96

3.4. MİSAFİR VE MİSAFİRLİKLE İLGİLİ İNANMALAR

Misafir, “sefer eden, yoldan gelen, yolcu, konuk” anlamına gelmektedir.89 Türk kültüründe misafire büyük önem verilmektedir. Anamur’da da, bu önem dikkat çeker. Hem İslam dininin, hem de Türk kültürünün etkisiyle yörede de misafirliğe büyük önem verilmektedir. Misafir ve misafirlikle ilgili, çeşitli inançlar gelişmiştir. Yörede, ayağı kaşınan kişinin gezmeğe gideceğine inanılır. Çay bardağında çay yaprağı varsa, hânedeki terlikler ters dönerse, misafir geleceğine inanılır. Çocuk emeklemesi misafir getirir. Sevilmeyen misafir geldi zaman, ayakkabısının içine tuz serpilirse, çabuk kalkacağı düşünülür. Gelen misafirin, rızkıyla geldiği düşünülür. Misafirin ettiği duanın, makbul olacağına inanılır. Bir kişi evine giderken ayağını sürüyerek yürürse, eve misafir geleceğine inanılır. Hamur yoğrulurken, hamur sıçrarsa, eve misafir geleceğine Örgü örülürken, dantel işlenirken, yorgan döşek yapılırken, kilim dokunurken, ekmek yapılırken, kısacası yeni bir işe başlarken, gelen kişinin elinin çabuk olup olmamasına göre, işin bitirilme zamanının tayin olunacağına inanılır. Gelen kişi, atik biriyse, işin çabuk biteceğine, eli yavaş biriyse de o işin uzayacağına inanılır.

3.5. EŞYALAR VE KIYAFETLERLE İLGİLİ İNANMALAR İnsanlar, olayları kontrol edemedikleri ve gerçek sebepleri bilemedikleri zaman, doğadaki cansız nesnelere gizem ve güç atfederek büyü, sihir vb. bâtıl inançlara başvurmuşlardır. İlkel insan, günlük hayatta kullandığı eşyalara çeşitli güçler atfetmiş ve bunları ancak böyle bir güç atfetmesi halinde kendi isteği doğrultusunda kullanabileceğini düşünmüştür. Yörede, beşiği boşken sallamanın uğursuzluk getireceğine inanılır. Erkek resmi bulunan odada namaz kılınmaz. Gece aynaya bakmak iyi değildir, uğursuzluk getirir. Herhangi bir eşya evden ters çıkartılırsa uğursuzluk olur. Kız istemeğe giderken nazlanmadan kız verilsin diye kapıya iğne batırılır. Çalınan eşyayı bulmak için büyü yapılır. K.K.:5 Ayakkabı çıkarırken ters dönmesi ölüme işarettir. Ayna düşüp kırılırsa uğursuzluk getireceğine inanılır. Bıçak elden ele verilmez. Makas ağzı açık bırakılmaz. Yolcu arkasından ayna kırılır. Ayna, bahtının açık olmasını sağlar. K.K.:40

89 T.S, C.1.,s.622.

97

Kızken gelinlik giyen evde kalır. İyilik ve kötülük büyüsü için elbise okutulup büyü yapılana giydirilir. Cinlerden korunmak için, çocukların atleti tersinden giydirilir. K.K.:40 3.6. SAYILARLA İLGİLİ İNANMALAR Türk destanlarında, halk hikâyelerinde ve masallarında yer alan temel sayılar, Anamur’da da inanç şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu sayılar, 3,7,40,52 sayılarıdır. Yörede, tarla ekim dikimi yapılırken, üç kere tarla sürülür. Üç İhlas, yedi Fatiha okunur. Kız istenilen evin kapısına üç kere vurulur ki, olumlu sonuçlar elde edilsin. Konuşamayan çocukların ağzına, şifâ bulsun diye üç cuma terlikle vurulur. Yeni doğan çocuğun kulağına üç defa ezan okunup, ismi üç defa kulağına çağırılır. Uyumayan çocuğun papucunun altına üç kez tükürüp pabuç toprağa gömülürse, çocuk uykusuzluktan kurtulur. Kötü bir olayda bir yere üç kere vurmak iyiye yorumlanır. K.K.:8 Anamur’da, 7 rakamı uğurlu, 13 rakamı uğursuzdur. Ölenin ardından, yedinci günde Kuran okutulup yemek verilir. Doğan çocuk adaklıysa, yedi yaşına kadar başkalarından giydirilmesi gerektiğine inanılır. Ayrıca, yeni doğan çocuk erkek ve adaklıysa, yedi yaşına kadar saçının kesilmemesi gerektiğine inanılır. K.K.:11 Kırk rakamı uğurludur. Anamur’da, yeni doğan bebek, kırk gün sonra evden dışarı çıkarılır. Ölen kişinin ardından kırk Yâsin okutturulur, kırkıncı günü yemek verilir. Türk topluluklarına baktığımızda, bu rakama aynı bakış açısını görmekteyiz. Manas destanında Manas’ın kırk yiğidi vardır. Almambet kırk çoranın cakşısı yani kırk yiğidin en iyisidir. Manas’a kılıç yapan ustaya bu hizmetinden dolayı kırk kısrak verilir. Edige destanında da Kara Tiyen Alp’ın kırk yiğidi bulunmaktadır. Masallarda da özellikle bin bir gece masallarında, kırk sayısına çok fazla rastlarız. Kırk haramiler örneğinde olduğu gibi. Ölünün elli ikinci günü de, yemek verilir.

3.7. RÜYALARLA İLGİLİ İNANMALAR İnanışa göre, rüyada yılan gören, düşmanından kötülük görür. Rüyada görülen beyaz ve yeşil renkler, olumlu bir olay yaşanacağına, siyah ve kırmızı rengini görmek kötü bir olayla karşılanacağına işarettir. Rüyada çıplak insan görmek, rüya gören kişinin yanlış bir iş yaptığına yorulur. Domuz görmek, hânenin içinde bir düşmanın olduğunu gösterir. Rüyada ölen bir insanı görmek hayra yorulmaz, ölünün rüya gören kişiyi

98

çağırdığını gösterir. Kişi, kendi ölümünü görürse, ömrünün uzadığına inanılır. Kuran gören kişinin sadaka vermesi beklenir. Rüyada kız çocuğunun olduğunu gören, yakında kötü bir haber alacağına, erkek çocuğunun olduğunu gören de çok yakında müjdeli bir haber alacağına inanılır. Altın gören kişinin, geçim sıkıntısıyla karşılaşacağı düşünülür. Çeşmeyi açık unuttuğunu gören kişinin, parasının kaybolacağına inanılır. Ağaç gören, uzun ömürlü olacağını, binayı ya da ağacı yıkılırken gören, ömrünün az olacağını inanır. Rüyada kendini ya da başkasını yüzerken ya da uçarken gören kişinin, yakında tüm sıkıntılarından kurtulacağına inanılır. Rüyada bozuk para görülürse, dedikodu duyulacağına, kâğıt para görülürse de kişinin eline kısmet geçeceğine inanılır. Rüyada pirinç görmenin bereket getireceğine inanılır. K.K.:21 Yörede, kötü rüya gören kişinin, bu rüyayı anlatmaması gerektiğine, anlatırsa başına kötü bir olay geleceğine inanılır. Kötü rüya gören kişi, sabah kalkar kalkmaz muslukları açar. İyi rüya görenin de anlatmaması tavsiye edilir. Anlatırsa, başına gelecek güzellikleri engelleyeceği düşünülür. K.K.:21

3.8. SUYLA İLGİLİ İNANMALAR Eski Türklerde inanç sistemi üzerine yazılı kaynaklarda, su ve ateş motifine ilişkin pek çok örnek bulunmaktadır. Orhun Yazıtları'nda kutsal su kaynaklarından söz edilmekledir. Tahtacılar, suyu kirlettiği için abdest almaya karşıdır. Yöredeki, akarsuların, kaynakların, göllerin kutsal sayılması, doğa inançlarından kalmadır. Anamur’da da, Türk topluluklarında suya atfedilen bu kutsiyet kendini gösterir. Uzun yola çıkanın, askere gidenin arkasından zaman su gibi aksın diye su dökülür. Bulunan büyü bozulması için suya atılır. Deniz veya nehir üzerinden geçilince büyü bozulur. Gelin çeyizleri bu nedenle su üzerinden geçirilir. Yolcu arkasından su dökülür. Su, yolun kolay gidilmesi içindir. K.K.:2 Yörede, birçok kaynak ve pınar mevcuttur. Bunlarla ilgili çeşitli inanışlar bulunmaktadır. Anamur’da bulunan “Boncuklu” adı verilen pınar, yöre halkınca kutsaldır. O suyu içen kişilerin, dertlerine deva bulacağı inanışı yaygındır. Özellikle deri hastalıklarının tedavisi için, bu kaynaktan medet umulur. Dünyanın en derin ikinci mağarası olarak kabul edilen “Çukurpınar” mağarası içinde yer alan suyun da kutsal olduğu kabul edilmektedir. Bu suya atılan samanların, kilometrelerce uzaklıktaki bir kaynakta ortaya çıkması söylentisi, bu suya kutsallık ve büyülü bir güç kazandırmıştır.

99

Anamur’da bulunan Kocaçay için de, Hızır’ın bedduasını aldığı görüşü, nehrin bu gün neden kuruduğunu açıklamak için anlatılan bir sebeptir. K.K.:2, K.K.:42, K.K.:34, K.K.:25 3.9. EVLİLİK VE DÜĞÜNLE İLGİLİ İNANMALAR Yörede, sevdiği kızın kendisiyle kaçmasını isteyen genç, kızın kaçması için büyü yaptırıp muska hazırlatır. Yeni evlenen kişiye, huzurlu olması için uğur olsun diye takı yapılır. Boncuklar, sakandıraya, aralarına çaltı giliği konularak dizilir. Sakandıraya çaltı giliği konmasının sebebi gelinin nazardan korunmasıdır. Bir kişi evine, eşine, çocuklarını bağlı değilse "sıcaklık büyüsü" yapılır. Bir kişinin evine, eşine çocuklarını bağlılığını bozmak için "soğukluk büyüsü" yapılır. K.K.:11 Bekâr sağdıç olmaz. Kısmetsizlik kabul edilir. Genç kızların ayakkabısının altına isim yazılması kısmetin açılacağına işarettir. Kısmetin kapanmaması için kapı eşiğine oturulmaz ve eşik kesilmez. Oturan, yatan insanın üzerinden atlanmaz. Kısmetinin kesileceğine inanılır. Otururken el bağlanmaz. Kısmet kapanır inancı vardır. İki bayram arası nikâh kıyılmaz. Uğursuzluk getirdiğine inanılır. K.K.:11 Hamile kadının saçı kesilmez. Kesilirse çocuğun ömrünün kısa olacağına inanılır. Kırklı çocuğun tırnağı kesilmez. Sonra hırsız olur inanışı vardır. Yöre halkı, çocuk sahibi olmak, doğan çocuğun ölmesini önlemek, yaramaz çocukları ıslah etmek, konuşamayan çocukların dilini açtırmak, evlenemeyen kızların kısmetini açmak amaçlarıyla üfürükçülere gider. K.K.:23

3.10. ALKARISI İNANMALARI Anadolu halk inanmaları arasında “Alkarısı” inanmaları oldukça yaygındır. Yeni doğum yapmış loğusa kadınlara görünen; onların korkmasına, hasta olmasına, hatta ölmelerine neden olan bu kötü kadın, cin yeni doğumuş bebeklere de zarar verebilir. Bütün Türk boylarında bilinen alkarısı; al bastı, al albıs, albis, almış, almiş, gibi isimlerle anılır. Bu inanış sisteminin geçmişi, çok eskilere dayanmaktadır. Türklerin, İslamiyetten önceki dinleri olan ŞaMânizm'de, alkarısı ve al basması olarak nitelendirilen "kötü ruhla" ilgili birçok inanışlar vardır. Yakutlarda, Kırgızlarda,

100

Kazaklarda, Özbeklerde, Kazanlarda, vs. lohusa hanımı, "al karısından korumak için değişik çarelere baş vurulur.90 Anamur’da, yeni doğum yapmış lohusayı alkarısından korumak için, yastığının altına soğan, ayna, tarak, ekmek, bıçak koyarlar. Yüzünü kırmızı bir örtü ile kapatıp, yatağına da bir iğne takarlar. Ayrıca lohusanın bulunduğu yerdeki bütün suların ağzını kapatırlar. Çünkü, al karısı, bazen de kuş şeklinde gelip, suya boncuk atar ve o esnada çocuk ölür. Anneyi, evde kırk gün boyunca yalnız bırakmazlar ve evde mutlaka bir erkek bulunur. Alkarısının, erkekten korktuğu inancı vardır. Anne ve bebeği üzerine sürekli okunur. Bir de, anne ve çocuğun bulunduğu odaya çaltı bitkisi ve üzerlik asılır. K.K.:36 3.11. NAZARLA İLGİLİ İNANMALAR Bütün toplumlarda yaygın olarak görülen nazar inancının kökeni, Neolitik çağlara kadar uzanmaktadır. Girit’te, Aşağı Mısır’da, Malta’da, Kuzey Fransa’da ve Britanya’da Bronz çağına ait, balta şeklinde yapılmış nazarlıklar (amuletler) bulunmuştur. Araştırmalar sonucunda, eski dönemlerden itibaren Batı’da ve Doğu’da büyünün ve nazarın kötü etkilerine inanma ve bunlara karşı tedbirler alma bilgisinin köklü olduğu görülmüştür. Aynı şekilde uğursuz gözlerden gelen fenalığı ortadan kaldırmak için Mısırlılar, Fenikeliler, Yunanlılar ve Romalılar tarafından el şeklindeki muskaların kullanıldığı tespit edilmiştir.91 Geçmişten günümüze varlığını sürdüren bu inanış, ülkemizin hemen her köşesinde günlük hayatın içerisinde ve bütün etkinliğiyle varlığını devam ettirmektedir. Hz. Muhammed’in “Nazar’dan Allah’a sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir.” Hadisinden de anlaşılacağı üzere, nazar, nazar değmesi, nazardan sakınma gibi pratikler, dinimizde de yer almaktadır. Anamur’da da, bu bakış açısının izleri görülmektedir. Bazı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Anamur’da nazar değmesin diye evlere at nalı asılır. üzerlik otu ateşe atılıp yakılarak insanlara ve hayvanlara koklatılır, kurşun dökülür, tuz yakılır ve nazar değdiğine inanılan kişilerin üzerlerinden çevrilir. Tütsüleme, üzerlik tüttürme eski Türklerdeki ateşin temizleyicilik ve koruyuculuk işlevine günümüzde de

90 Hülya ÇEVİRME- Afife SAYAN, Alkarısı İnanmaları, Millî Folklor, Yıl; 17, S.65, Ankara, 2005, s.58. 91 Nilgün ÇIBLAK, Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar, Türklük Bilimi Araştırmaları, S.15, Ankara, 2004, s.103.

101

inanılmaktadır. Anamurlular, nazar değmesin diye gök renkli boncuk taşırlar ya da kara çalıyı iç çamaşırlarına takarlar. Yörede, açık renkli, çakır, mavi ve yeşil gözlü, sarışın insanların nazarlarının değeceğine inanılır. Başın, belin ağrıması, midenin bulanması gözlerin sulanması, kirpiklerin nemlenmesi nazarın belirtisi olarak düşünülür. Bir kişinin beğendiği birine, bir şeye "maşallah" demezse, bir kişiye bakılarak övülürse nazarının değeceğine inanılır. Uzun saçlı, güzel gözlülere daha çok nazar değeceğine inanılır. Nazar değdiği düşünülen kişilere nazar boncuğu takılır. Nazarlık, koruma ve korunma amaçlıdır. Bu maddelerin özünde gizli bir kuvvetin varlığı olduğuna inanılır. Tabiattaki bir takım objelerden korkan insan, felâketleri ve mutlulukları bu objelerin içinde sanarak onlardan yararlanmak istemiştir. Gözü gözle korumak amaçlandığından, nazar boncuklarının çoğu göz şeklindedir. Günümüzde daha çok süs eşyası olarak kullanılmakta, özellikle yeni doğan bebeklere, yeni alınan evlere takılarak, korunma umulmaktadır. K.K.:5, K.K.:8, K.K.:1 Hastalıklara karşı, kurşun dökme, mum dökme ve üzerlik yakma gibi koca karı tedavilerine urasa denir. Anamur’da, urasa yöntemine sıkça başvurulur. Nazarı kovmak için, kurşun döktürülür, yaşlı kimselere nazar duası okutulur. Nazar duası okunurken, nazar değdiği kimse esner. Bu da nazar değdiğinin belirtisidir. Uzaklaşmayan nazar için üç ayrı kişiye dua okuturlar. Karaçalıdan iplikle boyna takılır. Çörek otu tuzla karıştırılıp ateşe atılır. Ürüne nazar değmesin diye bir çubuğa hayvan kafatası asılır. Nas, İhlas, Felak sureleri okunur. Bahar daha önceden alınır hamurun içine yumuşaması için koyulur. Sarılığa yakalanan kişinin yüzüne habersizken tükürülmesi, başı ağrıyan kişinin başının etrafında tuz veya ekmek gezdirilip ateşe atılması, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya üç kere vurulması nazarı uzaklaştırmanın diğer yöntemleridir. Nazar değdiğine inanılan kişinin ayağının altından toz alınır dama atılır. Nazar değdiğine inanılan kişiyi iyi etmek için, üç yol ağzından kırk taş toplanır her birine İhlâs okunur suyun içine atılır ve o kişiye içirilir. Nazarı def etmenin bir diğer yöntemi de, “parpılama”dır. Bir aletle çizgiler ve dağlamalar gibi insan ve hayvan vücuduna ameliyat yapmanın adıdır. K.K.:2, K.K.:33

102

3.12. HAVA DURUMU İLE İLGİLİ İNANIŞLAR Anadolu’da tabiat olaylarının etrafında da halk inançlarının oluştuğunu görmekteyiz. Örneğin; nisan yağmurunun saçları güçlendirdiğine, gürleştirdiğine inanılır. Yine gökkuşağının altından geçenin kız ise oğlan; oğlan ise kız olacağına inanılır 92 Yörede, tabiatla iç içe yaşamış, o kültürle yoğrulmuş bir yaşantının, tabiat olaylarını yorumlarken, kalıplaştırdığı ve çıkarımlarla bu kalıpları sağlamlaştırdığı, tahminlere dayanan inanışlar vardır. Davarın kuyruğunu, bacağının arasına sokması, ayın yönünün kuzeye bakması, kuşların hızlı hızlı uçması, romatizma rahatsızlığı olanların, romatizmalarının azması gibi durumlar yağmurun yağacağına işarettir. Eğer bulutlar kalın ve beyaz olursa yağmur yağmaz, bulut ince ve boz renkte olursa yağmur yağar. Yağmurun, özellikle de, nisan yağmurunun bereket getireceğine inanılır. Kara bulutların hayır getirmeyeceğine inanılır Ayın yönünün kıbleye bakması havanın iyi olacağına yorulur. Ağustos ta gökte bıçak kadar bulut olursa kış çetin geçer. Gök gürlediğinde “kelimeyi şehadet” getirilmesi gerektiğine inanılır. Kuşlar veya diğer hayvanlar yöreden zamansız biçimde göç ederse, yakın bir zamanda deprem olacağına inanılır. Akşam hava açık ve gece gökyüzünde yıldızlar görünüyorsa, ertesi gün havanın açık olacağına inanılır. K.K.:43, K.K.:40, K.K.:5, K.K.:17

313. DİĞER İNANMALAR Yörede inanılan diğer pratikler ve inançlar şunlardır: Korku atmak için kurşun dökülür. Eşiğe oturmak uğursuzluktur, cin çarpar. Sağ el kaşınınca para gelir. Sol el kaşınınca para çıkar. Bina temeline kurban kesip kan akıtmak uğur getirir. Anamur'da güneşin ve ayın ilk görülmesi sırasında, ya da ay hilalken dua eder, kutsarlar. Bunlar İslam'da yoktur. Eski Türk inancı olan Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır. Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması, eski Türk inançlarından kalma bir inanıştır. Yörede, evlenip yeni evine giren gelin, yeni evine girerken, evin eşiğinde dua eder. Bâtıl inanç diye bilinen kimi inançlar aslında bâtıl kabul edilmeyen inançların zamanla dönüşüm geçirmiş hali olarak karşımıza çıkarlar. Kapı eşiğinde durmanın uğursuzluk getireceği şeklindeki halk inancı, aslında tarikat kültüründe eşiğin kutsal sayılmasından

92 BORATOV, a.g.e., s.46.

103

kaynaklanan tam tersi bir öğretiye dayanır. Tarikat ehli eşiği kutsal saymıştır. Çünkü eşik zahirle bâtının buluştuğu, dışarıdan içeriye geçilen noktadır. Bâtını temsil eden mürşide ulaşmayı sağlayan mekândır. Dergâha, mürşidin bulunduğu odaya veya türbeye eşik öpülerek girilmesinin nedeni budur. Eşik aynı zamanda dervişliğin, yokluğun ve alçakgönüllülüğün sembolüdür. Bu tasavvufi yaklaşım halka yayılmış ve halk, kutsallığı nedeniyle eşiğe oturulmaması gerektiği şeklinde bir inancı benimsemiştir. Ava giden birisine :” Nere geden” denirse ; ava giden kişi, geriye döner, bir süre bekler, ondan sonra ava gider; yoksa avı tutulur. Ay, güneş tutulması anında teneke çalınır, tüfek atılır, ezan okunur. Ay tutulmanın kalkacağı inancı vardır. Yıldız kaydığı zaman birinin öleceğine inanılır. Sağ göz seğirirse kötüye yorumlanır, sol göz seğirirse iyiye yorumlanır. Yolcu arkasından ev süpürülmez. Yoksa yolcu kaza geçirir inanışı vardır. Ölü evinden gelirken başka eve uğranmaz. Çünkü orada da bir kişinin ölümü ihtimali doğabilir inanışı vardır. K.K.:21, K.K.:5, K.K.:8, K.K.:39, K.K.:11 Kulağı çınlayan kişi, birisi tarafından anıldığına inanılır. Evlere, kapılara nazar değmesin diye, at nalı, nazar boncuğu, Küçük çocuk ayakkabısı, zeytin yaprağı, çaltı ağacının dalı, mekik, üzerlik, karaçalı asılır. Tarla, bağ ve bahçelere öküzbaşı, mavi boncuk, çaltı ağacı dalı, köpek kafası, at nalı asılır. Tarlaya kurşun dökülüp, toprağa gömülür. K.K.:23, K.K.:24, K.K.:17

104

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HALK EDEBİYATI

4.1. ANAMUR HALK EDEBİYATI NESRİ 4.1.1. Masal

“…Ninem, Neden fısıldıyor soluğun? Sen mi astın zamanları ben mi geriye doğruyum? Ninem sesleniyor masal dolu… Ve ben yürüyorum Masallara doğru… Önümde beyazlık, Ardımda çocukluğumun yolu…” İlhan İrem

Çuvaş Türklerinin, “hallap”, Kazakların, Kırgızların, Kazanların, “ertek, ertegi”, Teleutların “çorçek”, Doğu Türkistan Türklerinin, “çocek”, Azerbaycan Türklerinin “nağıl” 93 dediği masal, dilimize Arapça’dan (masal) geçmiş, onlara da Habeş (mesel) ve Arami (masla) dillerinden gelmiştir.94 Türk masallarının derlenmesi ve islenmesinde büyük emeği olan Pertev Naili Boratav masalı, “Nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı.”şeklinde tanımlar.95 Yazıya geçen ilk masal “Adapa”dır. Yazıya geçmeden önce daha kaç bin yıl bu masal anlatılmış belli değildir. Hammurabi yasalarıyla birlikte yaklâşık dört bin yıl önce, Babil’de yazıya geçmiştir. Bununla birlikte Heseidas ve Homeros’un eserleri de tarihin en büyük masal örneklerinden sayılır.96

93 Ferit AYYILDIZ, İspir ve Pazaryolu Yöresi Masalları, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2001, s. 17. 94 İsmail GÜLEÇ, Bir Varmış Bir Yokmuş Masalların Farklı Anlaşılması Üzerine Bir Deneme, Us Düşün ve Ötesi, 7 (Yaz 2002), s. 183–186. 95 BORATOV, a.g.e., s.76. 96 Fatma BILDIR, Dursunbey ( Balıkesir) Yöresi Halk Edebiyatı ve Folklor Ürünleri Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir, Ocak 2008, s 52.

105

Anamur’dan derlediğimiz masallara baktığımızda, yörenin kendine has kültürünü, yaşayışını, konuşma ve düşünce tarzını açıkça görebilmekteyiz.

4.1.1.1. Kuru Kafa Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir babanın üç kızı varmış. Gün geçmiş yıllar bitmiş, bu kızlar büyüyüp evlenmeye çağına gelmişler. Babaları da rahmetli annelerinin vasiyeti üzere, evlerinin köşesinden gelen ilk adama büyük kızını, sonra gelene ortanca kızını, en son gelene de küçük kızını vermeye karar vermiş. Çünkü babaları da anneleri ile bu şekilde karşılaşmış ve evlenmişler. Babaları bir taraftan dua edip, bir taraftan düşünerek evin köşesini takip etmeye başlamış. Bir gün adamın biri köşeden dönmüş yoluna giderken, baba adamı eve davet etmiş. Misafire hizmetleri de büyük kız görmüş. Adam kızı çok beğenmiş ve: -Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kızınıza talibim.” demiş. Adam da zaten böyle bir şey beklediği için: -Verdim , gitti.”demiş. Kırk gün kırk gece düğün etmişler ve kızı çok mutlu olmuş. Büyük kızının mutlu olduğunu gördükçe sevinen baba, bir taraftan da evin köşesini gözlemeyi sürdürmüş. Bir gün evin köşesini izlerken, bir gölge belirmiş. İri yarı cüsseli bir adam çıkagelmiş. Adam onu da eve davet etmiş. Ortanca kızı ile de onun evlenmesini sağlayınca, sıra küçük kızına gelmiş. Günlerce bekleyen adam iyice yorulmuş. Köşeden biraz sonra, çıka çıka bir köpek çıkagelmiş. Adam istemese de, küçük kız köpekle evlenmek istemiş: -Ne yapalım babacığım. Benim de nasibim de bu varmış. Sen üzülme ben kısmetime koşa koşa giderim, demiş ve köpekle birlikte evden ayrılmış. Baba, yeni damadı bir köpek olduğu için, tabi istediği düğünü yapamamış. Köpekle kızının ardından bakakalmış sadece. Küçük kız köpekle dağlar, tepeler aşarak yoluna giderek, dağ başında bir kulübeye varmış. Önce köpek kulübeye koşarak kızı çağırmış. Kız, korka korka yaklaşıp göz ucuyla pencereden içeri bakmış. İçerde sadece bir beşik, kırık bir sandalye, bir minder ve bir yataktan başka bir şey yokmuş. İçeri girmişler. Köpek kıza: -Bu boş beşiği kırk gün kırk gece salla, demiş ve hızla kulübeden çıkıp gitmiş. Kız beşiği sallamaya başlamış. Meğerse beşiğin içinde bir kuru kafa varmış. Kız kuru kafayı görünce, önce korkmuş ama sonra alışmış. Ona bazen şarkı söylüyor, bazen de

106

onunla konuşuyormuş. Böylece günler geçmeye başlamış. Kulübenin önüne, bir gün bir ana ve kız gelmiş. Kulübenin kapısını çalmışlar, kız onları içeri almış. Biraz sohbet ettikten sonra kız demiş ki: -Ben mutfağa gitsem, siz bu beşiği sallamaya devam eder misiniz? Onlar da kabul etmişler ve beşiği sallamaya başlamışlar. Biraz sonra, beşikteki kuru kafadan dumanlar çıkmış ve kuru kafa bir prense dönüşmüş. Prens, gözlerini açınca karşısında ana-kızı görmüş: -Beni kırk gün kırk gece siz mi salladınız? diye sormuş. Onlar da: -Evet, demişler. Anne biraz uyanık olduğu için prense: -Hadi bizim eve gidelim burası kirli, demişler. Prensle dışarı çıkacakken, küçük kız içeri girmiş. Prense onun hizmetçileri olduğunu söylemişler. Küçük kız da iyi kalpli olduğu için sesini çıkarmamış. Böylece hep birlikte yeni evlerine gitmişler. Eve gelince, ana prens ile kızını evlendirmiş. Küçük kızı da, hizmetçi olarak çalıştırmaya başlamışlar. Küçük kız, gündüz çalışmış gece yatağına yatınca başına gelenleri düşünüp üzülür ağlarmış. Bir gün prens, bir seyahate gitmeye karar vermiş. Evdekilere gelirken ne getirmesini istediklerini sormuş. Küçük kız bir sabır taşı istemiş. Prens bu taşın ne işe yaradığını bilmiyormuş. Kıza tamam demiş ve yola koyulmuş. İşlerini bitirmiş ve geri dönüş yoluna düşmüş. Bir hayli yol aldıktan sonra, küçük kızın sabır taşını almadığını hatırlamış. Geri dönüp bu taşı satan tüccarı bulmuş.Satıcıya: -Bu taş nedir? Ne işe yarar? diye sormuş. Satıcı da: -Bunu isteyenin büyük bir derdi ya da sıkıntısı vardır. Taşa onu anlatıp rahatlar. Prens tekrar yola koyulup eve gelmiş. Herkese hediyelerini dağıtmış. Küçük kız da sabır taşını alarak odasına gitmiş. Prens gizlice kızın penceresinin dibine gelmiş ve dinlemeye başlamış. Kız taşa başına gelenleri tek tek anlatmış. Bunu duyan prens hemen ana-kızın yanına gitmiş ve onlara kırk katır cezası vermiş. Küçük kızın yanına gelip, her şeyi öğrendiğini, asıl onunla evlenmesi gerektiğini söylemiş. Küçük kız ile prens kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatana, biri dinleyene, biri de masaldaki küçük kız ve prense…K.K.:43

107

4.1.1.2. Padişah Kızı Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, nineler tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir ülke varmış. Ülkedeki padişahın çok güzel bir kızı varmış. Bir gün kızın penceresinin önüne bir kuş gelmiş: -Sultanım, sen çok güzelsin ama senin kaderinde, yedi yıl çekmen gereken bir çilen var. Gençliğinde mi yoksa ihtiyarlığında mı çekmek istersin.”demiş. Kız da: -En iyisi gençken çekmektir. Yaşlılıkta çile zor olur, demiş. Bunun üzerine kuş gitmiş. Aradan bir hayli zaman geçmiş. Bir gün kız penceresinden dışarıyı seyrederken yakışıklı bir delikanlı görmüş. Gönlünü bu yakışıklıya kaptırmış. Dayanamayıp gence: -Gel beni babamdan iste, demiş. Genç de: -Olmaz. Seninle evlenirim, ama bana kaçıp gelmen şartıyla, demiş. Kız şaşırmış kalmış. Ne yapar ederim diye düşünmüş. Sonunda kaçmaya karar vermiş. Gençle birlikte kaçmışlar. Tabi padişah olayı öğrenince, hemen askerleri peşlerine yollamış. Genç âşıklar kaça kaça “Kader Dağı” denen dağa kadar gelmişler. Dağa çıkınca o yakışıklı genç değişmiş. Bir dudağı yerde biri gökte, uzun ve pis tırnaklı, koca gözlü, sivri burunlu bir yaratık olmuş. Kız şaşırmış kalmış ama ne yapsın? -Ne yapalım sen benim kaderimsin, diyerek kaderine razı olmuş. Bir gün kız heybesini omuzlamış çıkmış ağlaya ağlaya yola düşmüş. Yolda bir demirciye rastlamış. Demirci kıza: -Ne oldu sana böyle. Senin gibi güzel birisi niye ağlar? Kız: -Ah sorma demirci baba. Ben buralardan geçiyordum yolumu kaybettim, demiş. Demirci buna acımış ve yanına almış. Ancak demircinin zalim bir çırağı varmış. Burada ona çok eziyet etmiş. Kız burada da kalamayacağını anlayıp, ağlaya sızlaya yine yollara düşmüş. Aç susuz günlerce yürümüş ormanda. Yolda bir fırıncıya rastlamış. Fırıncı: -Gel kızım burada karnını doyur, suyunu iç. Yukarıda bir göz de oda var. Burada çalışır kalırsın, demiş. Kız bu teklifi kabul etmiş. Ancak fırıncının çırağı da aynı demircininki gibi zalimmiş. O da kıza eziyet edince, kız oradan da kaçmış. Böylece her gittiği yerde horlanmış, dövülmüş, eziyet görmüş. Böylece altı yıl geçmiş yedinci yıla girmiş. Bir gün yürürken bir sarayın önüne gelmiş. Sarayın sahibi kızı içeri almış ona iyi davranmış. Oğlu da kızı görünce kıza âşık olmuş ve evlenmek istemiş. Kız ile oğlan

108

evlenmişler. Ancak evlendikten sonra oğlan da kıza eziyet etmeye başlamış. Bir gün kız saraya gelen çingeneden bir kese altın karşılığında bir sabır taşı ve sağlam bir ip istemiş. Çingene kızın istediklerini getirip kıza vermiş. Odadan çıkınca merak etmiş. Bir ip ile bir taşa bu kadar altın verilir mi diyerek kızın penceresinin altına gitmiş. Kız sabır taşını karşısına koyup başına gelenleri anlatmış. Sonunda da: -Bu gün yedi sene bitti ama çilem bitmedi. Sen olsan dayanabilir misin sabır taşı, demiş. Böyle der demez de taş ikiye ayrılmış. Bu kadar çileye sabır taşı bile çatladıysa ben de ölürüm, diye kız ipi tavana asmış. Tam kendini asacakken ortaya çıkarak: -Dur! Hanımım sakın kendini öldürme. Bu binanın mahzenine ineceksin. Oradaki mevtayı uyumadan yedi gün yedi gece bekleyeceksin, sonra muradına ereceksin, demiş. Kız hemen mahzene inmiş. Köşede duran mevtanın yanında uyumadan yedi gün yedi gece beklemiş. Yedinci gece mevta uyanmış. Yakışıklı bir prens olmuş. Kıza: -Beni sen mi bekledin? Demiş. Kız da: -Evet,demiş. Bunun üzerine prens sarayda kıza eziyet edenlerin hepsini cezalandırmış. Kıza: -Başka bir isteğin var mı? diye sormuş. Kız: -Babamın sarayının karşına onunkinden daha büyük bir saray yap, demiş. Prens bir parmak hareketiyle sarayı yapıvermiş. Kız babasının yanına gitmiş. Elini öpüp af dilemiş. Babası da onu affetmiş, sarılıp, öpüp, koklamış. Prens ile kız da evlenip mutlu bir hayat sürmüşler. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatana, biri dinleyene, bir de masalda küçük prensese… K.K.:30

4.1.1.3. Rüya Gören Adam Bir varmış bir yokmuş. Eski zamanlarda hali vakti yerinde bir adam iki çocuğu ve karısıyla mutlu bir hayatları varmış. Bir gün adam bir rüya görmüş. Rüyasındaki kişiler ona üç büyük felaketin başına geleceğini, bu felaketlerin gençken mi yoksa yaşlanınca mı gelmesini istediğini sormuşlar. Adam korkarak uyanmış. Ama biraz zaman geçince çok da umursamamış. Gündüz işine koşmuş. Akşam olup eve gelmiş. Yorgunluktan hemen uyumuş. Uykusunda yine aynı rüyayı görmüş. Uyandığında yine bir anlam verememiş. Bir gün sonra aynı rüyayı tekrar görmüş. Üç kez üst üste aynı rüyayı görünce durumu karısına anlatmış:

109

-Sen ne dersin bu işe hanım? demiş. Karısı da: -Sen bilirsin ama genç iken sıkıntıya daha kolay karşı koyarız, demiş. Bunun üzerine adam dördüncü gece rüyasında soru soranlara karısının dediği doğrultuda cevap vermiş. Belli bir zaman sonra başlarına bir felaket gelmiş. Malları mülkleri neleri varsa hepsini kaybetmişler. Artık başka yerlere gidelim diyerek yola düşmüşler. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler, bir köye varmışlar. Köyde bir çobana ihtiyaç varmış. Adam başka işi de olmadığı için mecbur çobanlığa başlamış. Köylüler onlara bir de ev vermişler. Böylece yaşamaya devam etmişler. Günün birinde adam yine hayvanları alıp otlatmaya götürmüş. O gün adamın evinin yanından bir kervan geçmekteymiş. Kervancı adamın karısını görmüş ve kadın hoşuna gitmiş. Kadını kaçırmış. Akşam adam eve gelmiş bir bakmış ki çocuklar ağlıyor, eşi de evde yok. Komşuları olan biteni anlatmış. Adam çok üzülmüş ama elinden de bir şey gelmemiş. Çocukları da alıp tekrar yollara düşmüş. Yolda bir ırmağa rastlamış. Çocukların ikisini birden karşıya geçiremeyeceği için, önce birini almış karşıya götürmüş. Geri dönüp diğer çocuğu almış tam ırmağın ortasında iken kıyıdaki çocuğu bir ayı almış kaçmış. Adam bu durum karşısında heyecanla elindeki çocuğu bırakıp kıyıya koşmuş. Ama ayıya yetişememiş. Geri gelip ırmaktaki çocuğu kurtarmak istemiş ama onu da su götürmüş. Adam ağlamış, sızlamış ama elinden ne gelir ki? Tekrar yola düşmüş. Bu arada ayıyı gören bir avcı ayıyı vurmuş, çocuğu kurtarmış. Çocuğu evlat edinmiş. Suyun götürdüğü çocuk bir değirmenin süzgecine takılmış. Değirmenci çocuğu kurtarmış. Adam gide gide bir ülkeye varmış. Ülkede bir yas havası var imiş. Meğerse padişah ölmüş onun yasını tutarlarmış. Bir kaç gün sonra halk meydanda toplanmış. Adam: -Bu kalabalık nedir ? diye bir yaşlı adama sormuş. Yaşlı adam demiş ki -Bizim bir devlet kuşumuz vardır. Bu kuş kimin başına konarsa padişah o olur. Birazdan kuşu salacaklar. İnsanlar da kendi kafalarına konar belki diye meydana koşuyorlar. Bunun üzerine adam da meydana gitmiş. Kuş gelmiş kalabalığın üzerinde uçmuş uçmuş ve adamın başına konmuş. Adamı padişah ilan etmişler. Adam padişah olmuş ama aklı karısı ve çocuklarında imiş. Bu arada yıllar geçmiş çocuklar askere alınmışlar. Padişahın karısını kaçıran tüccar da aynı günlerde bir yolculuğa çıkacakmış. Ama kadını nereye bırakacağını düşünmekteymiş. Sonunda en güvenli yer olarak padişahın sarayını

110

düşünmüş. Kadını saraya götürmüş, sarayın komutanına bir kese altın vermiş ve kendisi gelene kadar kadına sahip çıkmasını istemiş. Komutan da kadını bir odaya kilitlemiş, kapıya da iki nöbetçi dikmiş. Nöbetçiler yorulunca yerlerine yenileri geliyormuş. Derken nöbet tutma sırası kaybolan iki kardeşe gelmiş. Birbirlerini tanımadan birlikte nöbet tutmaya başlamışlar. Kapının önünde nöbet tutarken biri diğerine demiş ki: -Arkadaş böyle uykumuz gelir. Gel birbirimize hayatımızı anlatalım da vakit geçsin. Bunun üzerine başlamışlar hayatlarını anlatmaya. Hikâyelerini dinleyince kardeş olduklarını anlamışlar. Birbirlerine sarılıp ağlamışlar. Tüm bu konuşmaları içerideki anneleri de duymuş. Kapıyı açıp kendisini tanıtmış ve üçü birbirine sarılarak ağlamışlar. O Kadar çok ağlamışlar ki artık yorulup annelerinin dizlerinde uyumuş kardeşler. Nöbet süresi bitip yeni nöbetçiler gelmiş. Bir bakmışlar ki iki asker kadının dizine yatmış. Hemen komutana haber vermişler. Komutan bu işe çok kızmış ve askerleri idam etmeye karar vermiş. Tam çocukları idama giderken anneleri komutana: --Sen beni ve askerleri dinlemeden karar veriyorsun, diyerek gerçeği anlatmış. Komutanın kafası karışmış. Demiş ki -En iyisi siz derdinizi padişaha anlatın. Hakkınızdaki son kararı o versin. Bunun üzerine padişahın huzuruna çıkmışlar. Kadın ve çocuklar gerçeği anlatmış. Padişah onları dinledikten sonra kendini tanıtmış ve aile birbirlerine sarılıp hasret gidermişler. Padişahla karısı çocuklarıyla birlikte ölene kadar mutlu olarak yaşamışlar. K.K.:35

4.1.1.4. Babanın Vasiyeti Bir varmış bir yokmuş. Evvel zamanların birinde bir adamın on oğlan çocuğu varmış. Babaları on çocuğu büyütmüş ama gün gelmiş yaşlanmış ve ölüm döşeğine düşmüş. Ölmeden önce çocuklarına şöyle bir vasiyette bulunmuş: -Gidin arayıp on kız kardeş bulun. Hepiniz birisiyle evlenin. -Tamam, demişler. Babaları ölmüş. Atlarına binmişler aramaya çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe bir güz gitmişler ve bir kasabada on kızı olan bir aile bulmuşlar. Allah’ın emri peygamberin kavli deyip kızları istemişler. En küçük oğlana sıra gelince kızın babası demiş ki: -Eli tutana, gözü görene sakın sadaka vermeyeceksin, demiş.

111

Oğlan da -Tamam, demiş ve almış kızı. Yolda giderken bir yerde mola vermişler. Yanlarına bir dilenci gelmiş: -Allah için bir sadaka, demiş. Adam vermemiş. Dilenci tekrar istemiş, adam yine vermemiş. Ama dilenci o kadar ısrar etmiş ki, adam dayanamamış bir sadaka vermiş. Meğer kızın, bir abisi varmış. Bunları takip edermiş. Bu durumu görünce hemen önlerine çıkıp: - Sen neden sözünü tutmuyorsun? Eli tutana, gözü görene sadaka veriyorsun. Padişahın bir kızı var, gidip onu bana getirirsen affederim getirmezsen seni öldürürüm, demiş. -Tamam, demiş çaresizce adam. Adam yola çıkmış. Yolda bir sel yutan varmış. Derenin ağzına geçip, ağzını açmış, derenin tüm suyunu içmiş. Adamı görünce:

-Nereye gidiyorsun böyle? -Padişahın kızını istemeye gidiyorum. -Beni de götürür müsün? -Tamam , gidelim. Biraz gitmişler, karşılarına “Bir Basar Bir Dağ Aşar” diye birisi çıkmış: -Nereye gidiyorsun böyle? -Padişahın kızını istemeye gidiyorum. -Beni de götürür müsün? -İyi gel. Biraz daha gitmişler. “Biri Yatmış Yere Yedi Dağ Arkasındaki Konuşulanı Duyarmış” adındaki kişiyle karşılaşmışlar. Meğer adamları da duyarmış: -Beni de yanınızda götürür müsünüz? demiş. -İyi gel, demişler. Varmışlar, padişahın huzuruna çıkmışlar: -Biz, Allah emri peygamber kavli, kızınızı istemeye geldik, demişler. Padişah onlara: -Yalnız benim iki isteğim var. Yedi dağ arkasında bir elma var, bugün akşama kadar o elmayı getirin, ikinci olarak da, akşama kırk gazan yemek pişireceğim onu da yerseniz kızımı size veririm. ” demiş.

112

Adam da padişaha: -Tamam, demiş. Bir adımda bir dağ aşan bir yola çıkmış. Elmayı koparıp geri gelirken yolda ağlayaıp sızlayan bir kadın görmüş. Meğer padişahın kızını, “Cadı Karı” derler biri varmış o da oğluna istermiş; bu ağlayan karı o imiş. Elmayı almaya gidermiş. Bir basıp bir dağ aşan kadına sormuş: -Nereye gidiyorsun teyzem, niye böyle ağlayıp, sızlarsın? -Aa oğlum hasta bir oğlum var ,yedi dağın ardındaki yerde bir elma var , çocuğu bir tek o elma iyileştirirmiş. Onu almaya giderim, demiş. Bir adımda, Bir Dağ Aşan, kadına acımış elmayı kadına vermiş. Kadın elmayı alıp kıs kıs gülerek uzaklaşmış. Yedi Dağ Arkasını Duyan ise, kulağını yere dayamış konuşulanları dinliyormuş. Kadın gelirken bir üflemiş, kadını yedi dağ arkasına göndermiş. Bir Basıp Bir Dağ Aşan elmayı almış gelmiş. Padişah şaşırmış. Kazanlardaki yemekleri gösterip: -Şimdi sıra kırk kazan yemeği yemede, demiş. Sel Yutan, başlamış kazanları içmeye. Hepsini bitirmiş. Padişahın kızını almışlar. Tekrar gerisin geriye dönmüşler. Yolda adamın arkadaşları Sel Yutan, Dağ Aşan ve Yedi Dağ Ötesini Duyan yerlerine varınca ayrılmışlar. Bir tek kızla adam yollarına devam ederken kız adama: -Sen, beni bir zorbaya teslim edeceğine, kendin alsana, demiş. Adam da: -Nasıl olur? Adam beni öldürecek, demiş. Bunun üzerine kız demiş ki: -Sen ondan korkma, onun yanına varınca sevincinden sana, “Dile benden ne dilersen?” diye soracak. Sende ruhunun nerde olduğunu dilerim de. Varmışlar adamın yanına. Adam padişahın kızını görünce sevincinden: -Geldiniz mi? Dile benden ne dilersen. Adam da kızın abisine: -Ruhunun nerde olduğunu dilerim. Adam mecbur söylemiş: -Benim ruhum evimizin altında bir mahzen var. Mahzenin köşesinde bir kapak var. Kapağın arkasında bir kutu var, kutunun içinde bir kurt var. İşte benim ruhum odur. Adam eve gitmiş. Bakmış ki evde kimse yok. Hemen mahzene inip tarife göre önce kapıyı, sonra da arkasındaki kutuyu bulmuş. Kutuyu açınca içindeki kurdu görmüş. Kurdu öldürünce kızın yanındaki adam da ölmüş. Kırk gün kırk gece düğün yapılmış, adam padişahın kızıyla evlenmiş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine… K.K.:35

113

4.1.1.5. Akıl Satan Adam Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir adam varmış. Para kazanmak için başka bir yere çalışmaya gitmiş. On-on beş yıl çalıştıktan sonra, o zamanın parası üç yüz lira kadar para biriktirmiş. Memleketine doğru yola çıkmış. Yolda bir kasabaya uğramış, boş bir dükkanda boş boş oturan bir adam görmüş. Merak ederek dükkandan içeri girip adama: - Arkadaş sen bu boş dükkanda ne yaparsın ne satarsın? diye sormuş. - Akıl satarım, demiş adam.- Öyleyse bana da bir akıl sat, demiş bizimkisi. Satıcı: - Tamam ama yüz liranı alırım, demiş. Yolcu yüz lira uzatmış ve:- Hadi ver bakalım bir akıl, demiş. Satıcı:- Sabrın sonu selamettir, demiş. Bizim adam tekrar yola koyulur, bir müddet gittikten sonra aldığı akıldan bir şey anlamaz, geri döner. Satıcıya: - Arkadaş al sana bir yüzlük daha sen bana bir akıl daha ver, demiş. Adam parayı almış ve adama demiş ki: - Gönül kimi severse güzel odur. Adam tekrar yola koyulur. Biraz sonra bu söze de bir anlam veremez ve geri döner. Cebinde kalan son yüz lirayı da adama verip yeni bir akıl ister. Adam:- Ağustosta susuz derede yatma, demiş. Adamın parası da bittiği için yeni bir akıl isteyemeden düşmüş yola. Üç yüz lira karşılığında aklın ne işe yarayacağını düşünerek giderken yolda bir kervancıya rastlamış. Ona: - Beyim ben de boştayım ver şu develerin birkaçını da ben çekeyim demiş. Kervancı birkaç devenin yularını adama vermiş ve yola devam etmişler. Gide gide susuz bir dereye varmışlar. Kervancı uşaklarından birine seslenmiş: - Şu karşıdaki evin yanında su var, git su getir demiş. Uşak suya varır ki suyun başında bir efe oturur. Sağ dizinde dünya güzeli bir kız, sol dizinde bir Arap güzeli oturur. Efe uşağa der ki: - Gel efe, bu kızların hangisi daha güzel- Efendim sağ dizinizdeki ay parçası kız, der. Efe bu söze çok kızar ve uşağın kafasını keser. Giden uşağın gelmediğini gören kervancı başka bir uşak gönderir, uşak suyun yanına gelince efeyle karşılaşır. Ona da aynı soru sorulur ve oda arkadaşı gibi sağ dizindeki beyaz kızın güzel olduğunu

114

söyleyince efe onun da kellesini uçurur. Kervancı ikinci uşak da gelmeyince iyice meraklanır. -İçinizde su getirecek yok mu diye bağırır. Akıl satın alan adam ileri çıkar. - Ben gider, su getiririm, der. Adam suyun başına gelince efeyle karşılaşır, efe aynı soruyu ona da sorar. Adam: Efendim gönül kimi severse güzel odur, der. Bu cevap efenin hoşuna gider ve adamın su almasına izin verir. Adam kervanın yanına gelip olan biteni anlatır. Kervan karnını doyurup istirahata çekilecekken, adamın aklına satın aldığı akıllardan biri gelir: --Ağustosta susuz derede yatma. - Yaa aylardan ağustos ve biz susuz derenin kenarında yatıyoruz. Adamın verdiği akıllardan biri işe yaradı. Mutlaka bu sözde de bir hikmet vardır, diyerek sorumlu olduğu develeri alıp yüksek bir tepeye çıkarır. Geri dönüp kervancıyı da uyarmak ister. Geri dönüp dereye gelince her tarafın sele gittiğini görür. Kervancı yükü nereye götüreceğini söylemediği için develerle baş başa kalır ortada. - Ne yapayım bari köyüme gideyim. Diyerek develeri de alıp köyüne gitmiş. Evinin önüne gelmiş. Tam içeri girecekken içeriden sesler duymuş. Pencereden bakmış ki ne görsün. Karısı genç birisiyle oynaşır. Gördüklerine inanamaz önce, sonra öfkeyle elini silahına götürür ve kapıya yönelir. Tam kapıyı açacakken, aklına akıl satan adamın söylediği diğer söz gelir: - Ulan ben ne yapıyorum. Adamın verdiği iki akıl işe yaradı. Bana sabrın sonu selamettir, demişti, dur bakalım önce bir sakinleşeyim der ve bir komşunun kapısını çalar. Kapıyı açana kendi evini kastederek sorar: - Falanca evde kim yaşardı? Komşu da der ki: Kimse kalmadı. Bir kocası vardı, on-on beş yıl önce gitti. Gittiğinde karısı üzerliydi. Bir çocuğu oldu. Şimdi onunla yaşar kadın. Adam kendi kendine, ”Ulan vuracağım kişi oğlummuş ”der. Evine döner, gelir. Karısına ve çocuğuna sarılır, mutlu bir hayat sürerler. Yemişler içmişler, muratlarına ermişler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine… K.K.:43

115

4.1.1.6. Üç Kardeş Bir varmış bir yokmuş. Emanetçi Mehmet Ağa diye birisi varmış. Mehmet Ağa çok güvenilir birisiymiş. Herkes gelir parasını ona emanet eder, sonra gelir alırmış. Yine bir gün Mehmet Ağa’nın yanına üç kardeş gelmiş, paralarını teslim edip sonra gelip alacaklarını söylemişler. Aradan belli bir zaman geçmiş kardeşler geri gelip paralarını istemişler. Mehmet Ağa, aramış ama bulamamış. Başlamış sızlanmaya ahh etmeye. Kardeşler bakmışlar ki ağa üzülüyor. Ağayı teselli etmeye çalışmışlar. Demişler ki: -Ağa sen üzülme. Biz paramızı buluruz. Mehmet Ağa demiş ki: - Yahu siz nasıl bulacaksınız? Ben nereye koyduğumu bulamıyorum. -Sen merak etme ağam. Biz buluruz, demişler ve oradan ayrılıp yola koyulmuşlar. Kardeşlerden birisi demiş ki: - İbnül Ali Sinan Diğer bir kardeş de: - İsmi Hacı Hasan Öteki de: - Yer altı mahzen. Gide gide, Horasan’a varmışlar. Demişler ki: -İbnül Ali Sinan -İsmi Hacı Hasan -Yer altı mahzen. Orda bulunanlardan biri: - Para rafta, demiş. Parayı alıp gitmişler. Padişah bu olayı duymuş. Haber saldırıp, kardeşleri saraya getirtmiş. Padişah sorguya çekmiş. -Siz bu parayı Horasan’da nasıl buldunuz? Üç kardeş demiş ki: - Bizdeki bu zekâ, Allah vergisidir. Padişah kardeşleri yemeğe davet eder. Saray sofrası hazırlanır. Ama kardeşler yemeği yemeye yanaşmazlar. Sırasıyla konuşmaya başlarlar: Ah kuzucuk ne güzel pişmiş, kızarmış ama köpek sütü emmiş olmasaydı. - Ekmek ne güzel açılmış, pişmiş amma vakıf malı olmasaydı. - Padişah çok güçlü, yakışıklı ama Arap dölü olmasaymış. Padişah başka yemekler getirtmiş gençleri yedirip, içirip doyurmuş. Sonra da gençler saraydan ayrılmışlar. Padişah hemen çobanı çağırtmış. Demiş ki:

116

- Bu kuzuyu nereden aldın? Çoban biraz korkarak biraz sıkılarak: - Efendim o kuzu benimdi. Ama anası öldüğü için sürünün içinde gezer her koyundan emerdi. Yavrulu bir köpeğim vardı, bazen de onu emerdi, demiş.Bunun üzerine padişah çobanı gönderip, sarayın çiftçisini çağırmış. Demiş ki: - Kâhya sen bize verdiğin buğdayı nereden kaldırdın? - Padişahım, falan yerdeki vakıftan kaldırdım. Padişah çiftçiyi de gönderir ve annesinin yanına gider. Der ki: --Ana sen beni kimden aldın? Annesi şaşırır. - Be hey oğul sen delirdin mi? Senin baban filan padişah işte. Padişah annesine dönüp: --Anne işi zora sokma doğruyu söyle. -Oğul babanın Arap bir veziri vardı. Çok yakışıklı, cesur biriydi. Ona âşık oldum. Senin asıl baban odur. Bunun üzerine padişah üç kardeşi tekrar saraya çağırtmış. Kardeşleri kendisine vezir yapmış. Kardeşler vezir olduktan sonra da ülkede dirlik düzen sağlanmış. Herkes muradına ermiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine… K.K.:33

4.1.1.7. Horozcuk Bir varmış, bir yokmuş. Çok eski zamanlarda bir yaşlı kadın varmış. Kadının büyük bir horozundan başka kimsesi yokmuş. Horoz yaşlı kadının her işini görürmüş. Pazara, komşuya velhasıl her işe horoz koştururmuş. Bir gün yaşlı kadın horozunu karşısına almış ve demiş ki: -Bak güzel horozum. Şu tepenin ardında bulunan beyaz fırınlı evde, geçen seneden kalma on altın alacağım var. Ben oraya kadar gidemem. Sen benim için gidip altınlarımı ister misin? -Hay hay, hemen hazırlanıp yola çıkıyorum, demiş horoz. Boynuna sepetini takmış ve yola koyulmuş. Yolda giderken bir ayıya rastlamış. Ayı: -Hayırdır horoz kardeş nereye böyle? diye sormuş. Horoz da: -Şu tepenin ardındaki evde, sahibimin alacağı var onu almaya gidiyorum, demiş. Ayı:

117

-Beni de götürür müsün? demiş. Horoz: -Tabi gel kanadımın altına gir, demiş. Yoluna devam etmiş. Az gitmiş uz gitmiş bir hayli yol aldıktan sonra, bir ırmağa rastlamış. Irmağa atlamış, tüyleriyle ırmağın tüm suyunu emmiş ve karşıya geçmiş. Yine epey yol aldıktan sonra nihayet evi bulmuş Beyaz fırınlı evin yakınındaki bir tümseğe çıkmış ve eve doğru seslenmiş: -Üüüürrüü! Benim sahibimin sizde on altın alacağı var, onu almaya geldim, diye birkaç kez tekrarlamış. Evin sahibi çok öfkelenmiş. Etrafındakilere bağırarak: -Tutun şu aptal horozu. Sonra da atların içine atın tekmeleyip öldürsünler, demiş. Hemen horozu yakalamışlar. Atların içine atmışlar. Horoz hemen kanadının altındaki ayıyı bırakmış. Ayı atları öldürmüş, horoz da yine bir tümseğe çıkıp bağırmaya başlamış: -Üüüürrüü! Benim sahibimin sizde on altın alacağı var, onu almaya geldim. Verin. Bunu duyan ev sahibi daha çok sinirlenmiş. Etrafındakilere: -Tutun şunu fırına atın kavrulsun, demiş. Horozu yeniden tutmuşlar. Ateşi iyice harlayıp horozu fırına atmışlar. Horoz hemen ırmaktan emdiği suları ateşin üstüne boşaltmış ve oradan da kurtulup yine bağırmaya başlamış: -Üüüürrüü! Benim sahibimin sizde on altın alacağı var, onu almaya geldim. Verin. Bunu üzerine ev sahibi öfkeden deliye dönmüş: -Bu horoza ne yaptımsa ölmedi. En iyisi bunu tutun , kesin. Akşam yemeğine hazırlayın. Yemekte horozu yiyeceğim, demiş. Bunun üzerine etraftakiler hemen horozu tutup kesmişler. Akşam yemeğinde horozu yiyip kemiklerini de çöpe atmışlar. Biraz sonra kemikleri çöpten çıkıp tümseğe varmış incecik bir sesle: -Üüüürrüü! Benim sahibimin sizde on altın alacağı var, onu almaya geldim, demiş. Bunu duyan ev sahibi bakmış ki kurtuluş yok on altını horozun kemiklerine bir kese içinde bağlamış. Kemikler yavaş yavaş yola çıkmış. Tam üç gün sonra sahibinin yanına varmış, olanları anlatmış. Sahibi altınlarını aldığı için sevinmiş ama horozu için

118

üzülmüş. Acep ne yapayım derken aklına bir fikir gelmiş. Kemiklerin üzerine bezden bir horoz yapmış. Yaşlı kadın bu horozuyla pek çok yıl mutlu olarak yaşamış, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. K.K.:33

4.1.1.8. Köse Değirmenci ile Çocuk Bir varmış bir yokmuş. Eski zamanların birinde bir köyde ihtiyar bir adam ve bir oğlu yaşarmış. İhtiyar ölüm döşeğinde oğluna vasiyet olarak demiş ki: -Oğlum sen sen ol sakın köse değirmeninde buğday öğütme! Belli bir zaman sonra adamcağız ölmüş. Günler geçmiş evde un bitmiş. Çocuk buğdayı alıp değirmenin yolunu tutmuş. Değirmenin önüne gelmiş. Bakmış ki bir köse oturmakta. Köse çocuğu görünce: -Gel oğlum buğday mı öğüteceksin? Çocuk: -Olmaz. Köse: -Niye oğlum. Gel dök buğdayını un edelim işte, demiş. Oğlan da: -Olmaz. Babamdan öğütlüyüm. Köse değirmeninde buğday öğütmem, demiş ve yukarıdaki değirmene doğru yola çıkmış. Köse hemen kılık değiştirip kestirmeden yukarıdaki değirmene koşup çocuğu beklemeye başlamış. Çocuk değirmene gelince ne görsün? Yine bir köse değirmeni beklemektedir. Aynı konuşmayı onla da yapıp en yukarıdaki değirmene doğru yola çıkmış. Köse tekrar kılık değiştirip kestirmeden değirmene varmış. Çocuk değirmene gelince yine bir kösenin orda olduğunu görmüş. Öğütürdün, öğütmezdin derken çocuk başka değirmen de kalmadığı için mecbur buğdayı köseye vermiş. Buğday öğütülmüş un olmuş. Köse çocuğa dönüp: -Gel seninle ekmek yapıp yiyelim, demiş. Çocuk da: -Benim unum azıcık, sonra ne yaparım? Köse: Unu benden ufrası senden olsun, demiş. Çocuk kabul etmiş. Köse başlamış hamuru yoğurmaya. Bir kâse un koyar iki kâse su koyar. Hamur cıvık olunca da çocuğa: -Hamur cıvık hele biraz ufra kat, demiş. Çocuk ufrayı katmış. Hamur tam olurken, köse yeniden su döküp hamuru cıvıklaştırmış. Çocuktan yeniden ufra istemiş. Böylece bir zaman sonra çocuğun unu, ufrası bitmiş. Hamurdan bir sürü ekmek yapmışlar. Köse der ki: -Gel birer hikâye anlatalım. Kimin hikâyesi üstün olursa ekmekleri o alsın. Çocuk çaresiz kabul etmiş. Köse anlatmaya başlamış:

119

-Ben eskiden karpuzcu idim. Denizin kenarına bir karpuz ektim. Karpuz büyüdü bir dalı denize gitti. Kolun üstüne çıkıp, yürüdüm. Gide gide denizin ortasına vardım. Orda bir karpuz vermiş ki kocaman. Karpuzu kestim. Birazını yedim, dinlenmek için dalız üstüne uzandım. Baktım bir kervancı geçmekte, bir dilim karpuz da ona verdim. Ona sordum. Dedi ki: -Halt etmesin ekmekler, kösenin olacak. Bu sefer çocuk hikâyesini anlatmaya başlamış: -Ben evvel bir arıcı idim. Benim bir topal arım vardı. Bir gün kovanına dönmedi. Al horozu eyerledim çıktım arıyı aramaya. Bir tepeye vardım. Çuvaldızı eğerin kaşına sokup tepesine çıktım. Etrafı seyrederken arımın bir çiftlikte koşulu olduğunu gördüm. Gittim arıyı alıp eve getirdim. Baktım ki arının boynunu boyunduruk vurmuş, yara olmuş. Acep ne sürelim derken dediler ki: -Ceviz yağı sür. Çarşıdan ceviz yağı aldım sürdüm. Yerinde bir ceviz ağacı çıktı. Ceviz ağacının bir dalına hastalık girdi. Dalın üstüne tezek koydum. Gel gör ki tezek koyduğum yerde, dört dönüm tarla oldu. Acep buraya ne ekelim? Ne ekelim derken “Buğday ekin.” dediler. Gittim tarlaya buğday ektim. Bir buğday yetişti, gittim buğdayı biçmeye. Bir de ne göreyim, bir domuz tarlada gezmekte. Elimdeki orağı salladım domuza. Orak kuyruğuna takıldı, domuz başladı koşmaya. Domuz kaçtıkça buğday biçildi. Domuz kaçarken çalılara takıldı. Gittim baktım kuyruğunun altından bir mektup düştü. Açtım, okudum. Mektupta diyor ki:”Köse halt etmesin, ekmek çocuğa düşecek. Bunun üzerine köse: -Oğlum. Zaten sen al horozun eğerine çuvaldızı batırıp üzerine çıktığında, ekmekleri kaybetmiştim, diyerek ekmekleri çocuğa vermiş ve kaderine razı olmuş. K.K.:33

4.1.2. Efsane Efsaneler; eski çağlardan beri söylenen, olağanüstü varlıkları, olayları, üstün nitelikleri olan kişilerin hayatlarını, kutsallık ve inanç unsuru barındıran tarihi gerçeklerden yola çıkarak, halkın hayal gücüyle yoğrulmuş tarih olaylarını konu edinen, masaldan daha gerçekçi, gerçekten oldukça uzak halk anlatılarıdır. Azerbaycan’da, “esatir, mit, efsane”, Türkmenistan’da, “epsana, rovayat”, Kazakistan’da, “anız”,

120

Kırgızistan’da, “ulamış, mif” 97 terimleriyle anılan Efsane Boratav’a göre: “ Kendine özgü üslubu, kalıplaşmış kurallı biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile bildirilen bir anlatı türüdür.”98 Anamur efsanelerinin her birisinde halkın fikir ve amaçları, onun geçmişini anlamak ve geleceği bilmekle ilgili istek ve çabaları esas yeri tutar. Anamur yöresinde, yerlere ad verme, tarihi olaylar ve evliyalarla ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Yöreden derlenen efsanelerin tasnifinde, Pertev Naili Boratav’ın “100 Soruda Türk Halk Edebiyatı” adlı eserinde dört madde halinde belitmiş olduğu efsane tasnifi kullanılmıştır. Buna göre efsaneler: 1. Yaradılış Efsaneleri -Oluşum ve Dönüşüm Efsaneleri 2. Tarihlik Efsaneler 3. Olağanüstü Kişiler Varlıklar ve Güçler Üzerine Efsaneler 4. Dinlik Efsaneler, şeklinde gruplara ayrılmıştır.

4.1.2.1. Oluşum- Dönüşüşüm Efsaneleri Anamur’da bu gruba dahil edebileceğimiz en belirgin efsane, taş kesilme ve hayvan motifli olanlarıdır.

4.1.2.1.1. Taş Kesilme ve Hayvan Motifli Efsaneler Efsanelerde en yaygın motif, “taş kesilme” ve “kuşa dönüşme” motifleridir. Taş kesilme, ya cezalandırmadır ya da mükâfattır. Beddualar nedeniyle lanetlenen kişiyi yılan sokar veya o kişi taş kesilir. Zor durumda kalan kahraman, “Allah’ım, beni ya taş eyle, ya kuş.” diyerek dua eder. Günümüzde hâlâ yaramaz çocukları korkutmak için söylenen, “Sakın öyle yapma, yoksa elin ayağın taş kesilir…” gibi sözler, taş kesilmenin bir ceza sonucu olacağını gösterir. Anamur’da hayvan motiflerinden kuş motifinin de anlatılarda geçtiğini görüyoruz. Özellikle “Yusufçuk Kuşu” efsaneleri, tüm Taşeli Platosunda anlatılan bir efsane türüdür. Bütün bölgede yaşayan Türkmenler-Yörükler bu efsaneyi kendi bölgesine ve olaylara adapte ederek kendilerine mal etmektedirler. Doğan ATLAY’ca yazılan ve yayımlanan “Yusufçuk Kuşu” efsanesi, Esma ŞİMŞEK tarafından derlenip,

97 M. Öcal OĞUZ, Türk Hal Edebiyatı El Kitabı, Grafiker yay., Ankara, 2007, s. 131. 98 BORATOV, a.g.e, s. 99.

121

yazılan ve yayımlanan “Yusufçuk Kuşu” efsanesi, Çınar Arıkan tarafından yayımlanan “Adamdaş” efsanesi, birbiriyle parelellik gösteren anlatılardır. Doğan ATLAY’ın Yusufçuk Kuşu efsanesinde, iki çocuk ve bu çocukları istemeyen bir üvey anne vardır. Koyun gütmek için dağa giden çocuklar, dağda oyuna dalıp koyunları kaybederler. Üvey anneden korkan çocuklardan Yusuf ettiği duayla taşa, abla ise kuşa dönüşür. Efsanenin bu yönüyle anlatımı Mut yöresinde yaygındır.99 Esma ŞİMŞEK’in “Yusufçuk Kuşu” efsanesinde anne, üvey çocuklarını istemez. Baba, murt çırpmak bahanesiyle, çocukları dağa götürür. Çocuklar, oyuna dalarak, getirdikleri çulu kaybederler. Üvey anneden korkan iki kardeş çulu bulamayınca, duâ ederek birer kuş olurlar. 100 Çınar ARIKAN’ın “Adamdaş” efsanesinde ise, bir grup öğrenci, Anamur’a gitmek için dağdan yola çıkarlar. Havanın yağışı mollaları korkutur ve birbirini kaybetme ve ölüm korkusu içine düşerler. Havanın şiddetinden yönlerini kaybeden mollalar, el ele tutuşup dua ederler. Yağıştan kurtulamayacağını anlayan mollaların bir kısmı taş, bir kısmı da kuş olur. 101 Anlatılan efsanelerde korku, dağ, bir şeyi kaybetme, insanların dua etmesi, duanın sonunda bir kısmının taşa, bir kısmının kuşa dönüşmesi gibi unsurlar ortak unsurlardır. Bu yaylanın isminin nereden geldiğine dair, herkesin az çok bildiği bu efsaneyi doksan sekiz yaşındaki Hacı Mehmet KURŞUN’dan dinledik.

Adamdaş Efsanesi: Adamdaş yaylası Malaklar, Evciler ve Sarıağaç köylülerinden bir kısmının yazın göç ettikleri yayladır. Nüfus pek fazla kalabalık değildir. Üç beş Yörük ailesi buraya geçici olarak konaklar, temmuz ayında buradan başka yaylalara geçerler. Rivayete göre, Büyük ihtimalle Selçuklu ya da Osmanlı döneminde, Konya’da medreselerde okuyan ve “Molla” denilen Anamurlu bazı talebeler bir kış gününde Anamur’a gitmek üzere yola çıkmışlar. Eski dönem şartlarında yaya olarak giden talebeler kar fırtınasına yakalanırlar. Bir süre dayansalar da bugün Adamdaş denilen mevkiye geldiklerinde kar şiddetini iyice artırır ve adeta göz gözü görmez olur. Bir taraftan açlık bir taraftan soğuk mollaları iyice zorlar. Mollalar birbirlerini kaybetmemek için el ele tutuşurlar. Gidecek bir yer bulamazlar ve çaresizlik içinde alanın ortasında beklerler.En tecrübelerine akıl danışırlar.O da dua etmekten

99 Doğan ATLAY, Yusufçuk Kuşu Efsânesi, İçel Kültürü Dergisi, Mersin, 1989, S.8., s.7. 100 Esma ŞİMŞEK, Yusufçuk Kuşu, İçel Kültürü Dergisi, Mersin,1989, S.8., s. 8. 101 Çınar ARIKAN, Yörük Göçü, Şelale Matbaası, Konya, Mayıs, 2006, S.8.s. 80-81.

122

başka yapacak bir şey olmadığını söyler.İlk kendisi ellerini açarak; “ Allah’ım bizi bu ıssız yerde kurda kuşa yem etme. Bizi ya kuş yap uçalım ya taş yap donalım.” diye dua eder. Bunu gören diğer talebeler de dua etmeye başlarlar. Ancak kimi “Bizi taş et.” Kimi de “Bizi kuş et.” diye eder. Bunun üzerine bir kısmı kuş olur uçar, bir kısmı da taş olur kalır. Şimdi Adamdaş kayalığının güney tarafında düz bir alan üzerinde; baş kısmı yuvarlak (başta fesi andıran), alt kısmı ise düz (insan vücudunu andıran) yüze yakın taş bulunmaktadır. Bunların orada taşlaşan mollalara ait olduğu söylenmektedir. Anamur yöresinde ise; Halk arasında kumru kuşlarına özel bir önem verilmektedir. Bu kuş vurulmaz, kutsal olarak kabul edilir. Onların ötüşlerinde, “guguk, guguk!” yani “Yusuufçuk, Yusuufçuk!” dediği söylenir. K.K.:2 Bu efasâne, Anamurlu birçok şaire ilham olmuştur. Bu Efsaneyle ilgili, Anamurlu şair İbrahim Yalçınkaya’nın, “Ötelerden Öteye” isimli şiir kitabında bir şiir bulunmaktadır:

Guguk Kuşu (Yusufçuk)

Toroslarda kız-kuş yitirmiş sürüyü Dağlar taşlar aşmış yürüyü yürüyü Kan revan içinde çektikçe çeker “yu” Cevap vermez Yusuf, ağlatır güllüyü..

Süt-liman gökyüzü, yıldız yıldız gece, Kız-kuş’un Yusuf’u, çözülmez bilmece, Öter durur kız-kuş; “gu” “gu” “gugugu” “gu”… Tek budur belki de, dilindeki hece..

Ne büyük bir aşk bu, ömrü böyle geçer,

Ormanda “guguk kuş” yalnızlığı seçer, Çift görülmemiş hiç, beklemiş Yusuf’u Yaklaşsa birisi hemencecik uçar.

123

Toroslarda şimdi öter durur kız-kuş, Bir gül bahçesine tutuşan karakış; Kör hasret nasıl da yakmışsa Yakup’u Yusuf’u “adamtaş” yapan aynı yakış…

Kar erir de, büyür çiğdem çiçekleri Buz tutmuş dağlarda, acı gerçekleri Kışlar yaza döner, karlar bir içim su, Yüceler dindirir, bunca dilekleri. 102

4.1.2.2. Tarihlik Efsaneler 4.1.2.2.1. Martı Adası Efsanesi Mamure Kalesinin 300 m. ilersinde yer alan "Martı Adası", küçük bir kara parçası görünümündedir. Tatlı su pınarının bulunması nedeniyle, martıların mesken tuttuğu ada için anlatılan bir efsane vardır: Efsaneye göre; eski dönemlerde Mamure kalesinin komutanın kızı, bir gence âşık olur, ancak komutan bu ilişkiye karşı çıkar ve gençleri ayırır. Birbirlerine kavuşamayan kız ile delikanlı arasındaki mektupları, adada yaşayan martılar taşır. Sevdiğini göremeyen kız, günden güne eriyip zayıflar. Önceleri evliliğe karşı çıkan babası, kızının bu durumunu görünce evliliğe onay verir. Nihayet evlenme iznini alan kız, gence müjdeli haberi martılar aracılığı ile gönderir. Ancak martılar son mektubu bu adadaki suya düşürünce mektup kaybolur ve müjdeli haber gence ulaşamaz. Yöre insanı, martıların hâlâ bu küçük adada bekliyor olmalarını suya düşen mektubu aramakta olduklarına bağlamaktadır. K.K.:2

4.1.2.2.2. Su Kemerleri Efsanesi Anamirium kentinin yıkıntıları arasında su kemerleri de bulunur. Eskiden şehre su getirmek için bu su kemerleri kullanılırmış. Halk bu kemerlere “çoban kemeri” diyor. Bu kemerlerle ilgili şöyle bir hikâye anlatılır: Anamurlular bir zamanlar susuz kalmış. Her taraf susuzluktan kavruluyor, ekinler çürüyor, bitkiler kuruyormuş. Susuzluk o dereceye gelmiş ki, halk sarnıçlardaki

102 İbrahim YALÇINKAYA, Ötelerden Öteye, Ankara 1994, s.35.

124

yağmur sularını toplayıp onları kullanmaya başlamış. Bey, “Kim bu susuzluğu giderirse, ona kızımı vereceğim.” diye her tarafa haber salmış. Beyin kızına âşık bir çoban bunu duyunca hemen su aramaya koyulmuş. Aramalarının sonucunda, karşı yamaçlardaki dağların eteğinde su kaynağı bulup, başlamış bu suları Anamur’a akıtmak için kemerler yapmaya. Günlerce, haftalarca, aylarca çalışmış. Belli bir süre sonra çok yorulmuş, güçten düşmüş. Köylülerin yanına gidip, onlardan yardım istemiş. Fakat kimse yardıma yanaşmamış Çobanı güzel bey kızına yakıştıramadıkları için. Bu durum beyin kulağına gitmiş. Kendi gözleriyle görmek için kılık değiştirip, kır atına binerek bayırlara varmış. Yağız benizli, çelik pazulu bir yiğidin, o dev gibi taşları nasıl kaldırdığını, su kemeri niçin nasıl çabaladığını görmüş. Çobana: -Kolayı gelsin, demiş. -Sağol, demiş çoban. Bey: -Uğruna bu kadar fedakârlıklara katlandığın beyin kızını gördün mü? -Bey kızını bir zaman gördüm, sevdasına düştüm. Gözleri ahu, kaşları keman, yoluna başımı koydum bir kere, diyerek başlamış bir şiir okumaya: Hayali gözümün önünden gitmez. Yüreğim yanıyor dumanım tütmez. Çaresiz derdime ilaç kar etmez. Hayali gözümün önünden gitmez. Bey acımış bu çobana: -Gel benimle, demiş. 40 gün 40 gece düğün yapılmış. Yârim kalan kemerleri de halk tarafından tamamlanır. Bu olaydan sonra kemerlere “Çoban Çeşmesi” adı verilmiştir.103 K.K.:2

4.1.2.2.3. Öküz Efsanesi Bir zamanlarda Anamur öküzlerinin çok iyi yüzücü olduğu, Anamur’dan Kıbrıs’a yüzüp, geri döndükleri söylenir. Çiftçilerden birinin bir öküzü, Kıbrıs’taki bir darı tarlasına dadanır. Kaşla göz arasında hemen denize atlar, tarlayı talan eder, dönerler. Bir gün Kıbrıslı çiftçi yazdığı bir pusulayı öküzlerin boynuna takar, sahibini uyarır. Anamurlu çiftçi her türlü önemi alır ama başa çıkamaz. Kıbrıslı çiftçi son olarak, o yıl hiç ürün alamayacağını anlatmak için, dipsiz iki şişeyi öküzlerin boynuna bağlar.

103Dr. Mehmet ÖNDER, İçel’in Folklor Güldestesi Makalesi, İçel Kültürü, Mersin, 1989, S. 1, s. 8.

125

Öküzler dönerken, şişelerden gelen suyu, burunları tıkanmasın diye içerler. Su, yedikleri darıları şişirir, çatlayarak ölürler. Bir süre sonra, şişmiş gövdeleri Anamur önlerine gelir. Bir daha öküzlerin Kıbrıs tarafına geçtikleri görülmemiş. K.K.:2

4.1.2.2.4. Anamur Prensesi Söylencesi Bir zamanlar Anamur kralının çok güzel ve iyi ve güzel bir kızı vardır. Günlerden bir gün kız hastalanır. Ülkedeki hekimlerden hiçbiri bu hastalığa bir çare bulamaz. Artık umut kesilmiştir ki, yaşlı bir kadın gelir ve kızı iyileştireceğini söyler. Kral kabul eder. Kadın, prensesi Köşekbükü mağarasına götürür. Oradaki sudan içirerek, derin bir soluk almasını söyler. Kız bir süre sonra iyileşir. Mağaradan ayrılırken, “Ben buraya hasta geldim, eskisinden sağlıklı gidiyorum. Dilerim, benim gibi tüm hastalar benim gibi şifa bulsun” diye dua eder. Köşekbükü mağarası bundan sonra şifa mağarası olr. Günümüzde de, hastalar iyileşmek için buraya gitmektedir. K.K.:2

4.1.2.2.5. Su Gözü Anamur’un, Karadere köyünde bir göz vardır. Gözün çıktığı yerin etrafı kan kırmızısıdır. Bu kırmızılık hakkında anlatılan efsane şöyledir: Adamın biri, bir gün bu gözün başına bir harman yığmış. Bu harmanı gece birileri gelir bir dağıtırlarmış ki bir tanesi bir yerde koymazlarmış sapın. Bir gece adam harmanın içine girmiş beklemeye başlamış. Göz’den üç tane genç huri çıkmış harmanı dağıtırken birini dutmuş, onu dutunca öbürleri kaçmış. Adam onunla evlenmiş, öbür huriler o evlendi diye, onu rahatsız etmişler. O gelini o suya göndermemişler. Kaynana kendisi gider suyu doldurur gelirmiş, çünkü öbür huriler kızı yakalarlarsa boğacaklarmış. Hurinin zamanla üç tane çocuğu olmuş. Kaynanasıyla, beyi de tarlaya çalışmaya gitmişler, evde hamur yoğururken su bitmiş mecburen çocuğun birini göndermiş. Hurileri çocuğu boğmuşlar, Çocuğun oyuna daldığını düşünün anne, öbür çocuğunu da gönderir. Huriler onu da boğarlar, üçüncü çocuğu da gönderir, huriler onu da boğarlar. Çocuklar geri gelmeyince kadın mecbur kalmış gitmeye, huriler kadını da boğmuşlar. Ev ahalisi bir gelmiş evde kimse yok, ortada senid var, hamur var; koşmuşlar suyun başına, bir bakmışlar gözün iki tarafında taşların üstü hep kan,

126

anlamışlar ki periler çocukları ve gelini boğmuşlar. Gözdeki taşların kırmızı olmasının sebebi için bu efsane anlatılır. K.K.:10

4.1.2.2.6. Kalınören Kalınören köyünün ismini alması şu şekilde anlatılmaktadır: Kadının biri yolun kenarına oturmuş eğirtmeç eğiriyormuş, o sırada oradan geçmekte olan birisi “kalın örüyor” demiş. Köyün adı o günden beri halk arasında Kalınören olarak bilinmekte ve söylenmiştir. K.K.:10.

1.1.2.3. Olağanüstü Kişiler- Varlıklar- Güçler Üzerine Efsaneler 1.1.2.3.1. Boncuklu Eski adıyla Kızılkise, şimdiki adıyla Alataş köyünde bir su vardır, bu su yerden boncuk gibi kaynayarak çıkar. Halk arasındaki inanışa göre bu sudan içenler delirirmiş. Boncuklu suyu ile ilgili olarak halk arasında anlatın bir hikâye de şöyledir: Anamur’a zamanında bir kaymakam tayin olur ve Boncuklu suyu hakkında anlatılanları duyar. Anlatılanlara inanmaz ancak su hakkında anlatılanların doğru olup olmadığını merak eder. Yanına yaverini de alır ve Boncuklu suyuna gider. Kendisi bir ağacın dibine oturur ve yaverine: “Git iç bakalım şu sudan.” der. Yaveri gider sudan bir tas içer. Kaymakam yaverine sorar: “Ne oldu? Var mı bir değişiklik?” “Hayır, efendim. Hiçbir değişiklik olmadı.” Kaymakam kendinden emin: “Olmaz canım zaten bir şey halkın safsatası işte, bir tas da bana getir bakalım, ben de içeyim” der. Kaymakamın şoförü de der ki: “Kalkıver de gendin iç len!” (K.K.: 20)

4.1.2.3.2. Koca Çınar Anamur’un merkezinde, Dragon Alaköprüye giderken, büyük bir çınar vardır. Bu çınarın ulu olduğuna, bir dalını kesenin çok geçmeden öleceğine inanılır. Halk arasında anlatıldığına göre daha önce bu çınarın dallarından kesen birkaç kişi ölmüştür. K.K.:10

127

4.1.2.4. Dini Efsaneler 4.1.2.4.1. Sultansuyu Efsaneleri Sultansuyu, üç dört tane derenin birleşmesi ile meydana gelmiş bir çaydır. Kışın coşkun hali ile görünen çay, yazın bir dereyi andırır. Anlatıldığına göre, Hızır aleyhisselam, Anamur çevresindeki derelerin, çayların üzerine köprü yapmaya karar vermiş. Gece çalışırmış, sabah ilk horoz öttüğünde kaybolurmuş. Bir kış gecesi, Ermenek köprüsünü yapmış, Alaköprüyü yapmış, sonra da Sultansuyu çayına köprü yapmaya başlamış. Kış günü su bir hayli yüksek köprünün ayağını atıyor sel alıyor, ayağını atıyor sel alıyor derken horozlar ötmüş, işi bırakmış. İkinci gece yine Sultansuyu’nun kenarına gelmiş. Köprünün ilk ayağını atmış, ikinci ayağını atmaya başlarken sel ilk attığı ayağı götürmüş. “Bismillah.” deyip tekrar köprünün ayağını atmış ama yine su alıp götürmüş. Birkaç denemenin hepsinde aynı olay olmuş. Derken horozlar ötmeye başlayınca işi bırakıp gitmiş. Üçüncü gün akşam yine gelmiş. Köprüyü yapmaya başlamış ama çayın suyu o kadar çokmuş ki köprüyü yapamamış. Bunun üzerine Hızır aleyhisselam dayanamış ve Sultansuyu çayına bir beddua etmiş, “kışın coşarsın inşallah yazın da kuruyasın. ” demiş. “Sultan suyu bu gün bile, yazın kurur kışın coşar. K.K.:21 Bir başka anlatıya göre, Bir rivayete göre, Cem Sultan ve askerleri bu sudan geçerken, askerlerinden bazıları azgın sulara kapılıp ölmüştür. Cem Sultan, bu suyun ve bu talihsiz durumun uğursuzluklara işaret ettiğini düşünerek, ileriki köylerden birinde atların nallarını değiştirtmiştir. Yöre halkına göre, bu çayın anlamı Cem Sultan ve askerlerinin yaşadığı bu olaydan gelir. Bazı kaynaklarda Şehzade Cem’in Rodos’a geçişte Anamur limanını kullandığı geçmektedir. K.K.:21 Bu hikâyenin doğru olma olasılığı muhtemeldir. Bazı kaynaklarda da Cem Sultan’ın buralara geldiği vurgulanır. Bilgilere göre, Fatih’in ölümünden sonra 4 Mayıs 1481’de kardeşini göz ardı eden Amasya’daki Yıldırım Bayazıt, Osmanlı Padişahı olur. Cem Sultan’ın Osmanlı Padişahlığında hak iddia etmesi Karaman oğlu Kasım Bey’in tekrar geri gelmesine sebep olur. Karaman’ı alıp Konya’yı kuşatan Kasım Bey’i Gedik Ahmet Paşa karşılayınca, Kasım bey tekrar Tarsus’a kaçar. Kasım bey Cem Sultanın Rumeli’ye geçip Osmanlı’ya o taraftan saldırmasını istiyordu. Bunun içinde 18 Haziran 1482’de Cem Sultanı Silifke’ye getirir. Bayezıt’ın gönderdiği Osmanlı ordusu İçel’e yaklaşınca Cem Sultan 16 Temmuz 1482 de Kasım Bey’in önerisine uyarak Otuz adamı ile

128

Silifke’den ayrılıp Kızkalesi’ne sığınır. Oradan da Anamur’a, Anamur’dan Rodos Şovalyelerine sığınır. Bu olaydan hareketle, Cem Sultan’ın askerlerinin bu suda boğulmuş olabileceği ihtimalinin olduğunu söyleyebiliriz. Yine bir başka anlatıya göre, bir kış günlerce bardaktan boşanırcasına yağmur yağmış. Dağ taş sel olmuş. Dağın taşın suyu sultan suyuna toplanmış. O zamanlarda karşıdan karşıya geçmek için köprü yokmuş. Bir düğün sırasında “Sultan” adında bir gelin atının üstünde, karşıdan karşıya gelin alıcı kafilesi ile birlikte geçecektir. Ama kafile atın üzerinde, karşıya geçmek için uğraşırken azgın seller bir anda ne olduğu anlaşılamadan gelini aldığı gibi bulanık suları ile götürmeye, sürüklemeye başlar. Artık yapılacak bir şey yoktur. Sevinçli düğün günü üzüntü ve acıya dönüşmüştür. “Sultan” gelinin adına ithaf olmak üzere bu çaya “Sultansuyu” denmiştir. K.K.:21

4.1.3. Menkıbe Halkın dini inançlarından beslenen menkîbeler, Türk halkı arasında yaygın edebi türlerdendir. Bu türde verilmiş birçok eserimiz bulunmaktadır. Merkezinde ulu bir zat olan, bu zatın etrafında vuku bulan ve keramet motifleriyle süslenmiş anlatılar olan menkîbeler, kısa, kahramanları gerçek ve mukaddes kişiler olan, belirli yer ve zamanda oluşan, sade bir anlatım tarzına sahip anlatılardır. Din büyüklerinin veya tarihe geçmiş ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen ve Tasavvuf tarihinde, Allah’ın dostluğunu kazanmış ve “veli” denilen din büyüklerinin gösterdikleri kerametleri konu edinen küçük hikâyeler anlamına gelen menkîbe, tahminen IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. İslam inancında velilerin bazı kerametler göstermesi, Allah’ın sevdiği kullarına bir lütfu kabul edildiğinden, keramet kavramı tasavvuf tarihinde veli anlayışıyla birlikte ortaya çıkmış ve zamanla bu anlayışın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. 104 Anamur’da menkîbe anlatma geleneği çok yaygın değildir. Yöreye has bir menkîbe bulunmamakla birlikte, birçok yörede bilinen menkîbeler burada da anlatılmaktadır. Anamur’da halk tarafından, evliyaları küstürdüğü için, manevi havadan mahrum oldukları inanışı vardır:

104 Nurettin ALBAYRAK, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Leyla ve Mecnun Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.382.

129

4.1.3.1. Peygamber Aşkı Hz. Muhammet ve Hz.Ebu Bekir hicretleri sırasında, peşlerindeki münafıklardan saklanmak için bir mağaraya saklanırlar. Hz Muhammet, namaza durur. Hz. Ebu Bekir de gözcülük eder. Bir süre sonra mağaranın duvarındaki deliklerden yılanlar çıkmaya başlar. Hz. Ebu Bekir yılanlar Efendimizi sokmasınlar diye elleri ve ayaklarıyla yılanların çıktığı delikleri kapatır. Yılanlar Hz. Ebu Bekir’i sokar. Efendimiz namazı bitirdikten sonra bakar ki, Ebu Bekir’i yılanlar sokmuş. Efendimiz yılanlara: -Niçin soktunuz Ebu Bekir’i? der. Yılanlar da: -Biz seni görmek için geldik, o da bize seni göstermemek için önümüzü kapatmaya çalıştı, bizde soktuk, derler. Bunu üzerine Hz. Muhammet, yılanların soktuğu yerleri eliyle sıvazlar ve yaralar iyileşir. K.K.:5

4.1.3.2. Bal Yeme Bir adamın bal yeme hastalığına tutulmuş bir oğlu vardır. Uyumadan, dinlenmeden sürekli bal yemek istermiş, Gözü hiçbir şeyi görmeyen oğlu için babası çaresiz kalır. Allah dostlarından Beyazıd Bistami’nin yanına götürmeye karar verir. Yolculuk günlerce, aylarca sürer. Velinin karşısına gelip, derdini anlatır. Bistami Hazretleri, çocuğa bakıp, “Sakın kırk gün boyunca bal yeme!” der. Ve baba oğlu evine gönderir. Baba, eve gidene kadar bu veli hakkında atar, tutar. “Ben bunca yolu bunun için mi teptim.” diye kendi kendine söylenir. Yolda başlarına gelmeyen kalmaz, çöl fırtınasına tutulurlar, mahsur kalırlar, paraları çalınır, aç susuz rezil olurlar. Böyle böyle tam kırk gün sonunda eve varırlar. Çocuk, uyumak istediğini söyler. Kalktığında acıktığını söyleyerek süt ve ekmek ister. Baba, Beyazıd Bistami’nin arkasından attığı için çok pişman olur. Tekrar yollara düşer, velinin karşısına geçip af diler. O daha söylemeden, veli “Kırk gün boyunca vücut hastalıklarını, alışkanlıklarını, mikroplarını atar, hikmet bundadır.” der. Baba elini öpüp helallik ister ve evine döner. K.K.:5

130

4.1.4. Halk Hikâyesi Türk Halk Edebiyatı’nda anlatı esasına dayalı destan, masal, efsane, menkıbe anlatım türlerinden biri olan halk hikâyesinin, birçok edebiyat araştırmacısı tarafından ele alınıp incelenmiş ve çeşitli tanımlamaları yapılmıştır. Pertev Naili Boratav, halk hikâyesini, eskiden destanların gördükleri vazifeleri üzerine almış yeni ve orijinal bir nev’in mahsulleri olarak tanımlarken, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde Eflatun Cem Güney, “Türk Folklor Araştırmaları” adlı dergide çıkan Halk Hikâyesi başlıklı makalesinde halk hikâyelerini halkın gönül dünyasını dile getiren ölmez hikâyeler olarak tanımlamıştır. Ali Berat Alptekin ise, göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk mahsullerinden olduğunu vurgular. Alptekin, tanımının devamında halk hikâyelerinin aşk, kahramanlık, vb. gibi konuları işleyen; kaynağı Türk, Arap-İslam ve Hint-İran olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılan nazım nesir karışımı anlatmalar olduğunu ifade eder. 105 Hikâye karşılığı olarak Divânü Lugati't-Türk’te, “ötkünç” “ötkü” kelimeleri kullanılmaktadır. Günümüzde kullanılan öykü kelimesi de bu kökten türetilmiştir. 106 ilk defa 9. yüzyılda Cehiz tarafından kullanılan hikâye terimi, Azerbaycan’da “dastân, hekâye”, Türkmenistan’da “dessan”, Özbekistan’da “dastan”, Kazakistan’da “hikâye, dastan, yır”, Kırgızistan’da, “angeme, ikaya, dastan, yır”, Irak Türkleri’nde, “destan”, Kırım Tatarları’nda, “destan”, Başkurtlar’da, “yır, cır”, Uygur Türkleri’nde “rivâyet, destan, hikâye”, Gagauzlar’da, “annatmak”, Bakan Türkleri’nde, “hikâye, masal” terimleri kullanılmaktadır.107 Her anlatım türü, kendisinin ortaya çıkmasını sağlayan diğer türlerden, kendisine kadarki dönemin sosyal, siyasi, tarihi, dini kısacası kültürel olaylarından etkilenmiş; söz konusu olayların, geçtiği coğrafyanın özelliği dahi ürüne aksetmiştir. Bu etkilenme, ürünün ortaya çıktığı ya da ortaya çıkana kadar geçen dönemi değil, kendisinden itibaren günümüze kadar olan zaman dilimini de içine almaktadır. Hatta bu gelişme, bir milletin aynı coğrafi bölgelerde boylar halinde yaşaması halinde de aynı çizgiyi muhafaza etmekte; anlatı geleneğimizin Anadolu

105 Ali Berat ALPTEKİN, Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Ankara, 1997, s. 3. 106 Muharrem KAYA, Folklor/ Edebiyat, C. 8, S. 31, 2002, Ankara, s.42. 107 ALPTEKİN, a.g.m., s. 3.

131

sahasındaki uzantıları olan halk hikâyelerini dahi içine almaktadır.108 Yani hikâyeler, doğdukları toplumun özetidirler. Halk hikâyeleri, nazım, nesir karışımı bir yapıya sahiptir. Bu özellik masal, efsane, menkîbe ve fıkralarda pek görülmez. Hikâyenin anlatım ve tasvir kısmı mensur, duygu ve heyecanı ifade eden bölümler ise manzum olarak söylenir. Hikâyelerde nesirden nazma geçilirken genellikle; Aldı sazı...,,şeklinde kalıplaşmış ifâdeler kullanılır. Bazen de kahraman karşısındakine; dil ile mi, tel ile mi söyleyeyim? diye sorar.109 Anamur’da anlatılan halk hikâyelerine baktığımızda, genel kabul gören hikâyelerin (Köroğlu, Arzu İle Kamber) dışında yöreye has olan hikâye anlatıları da yer almaktadır. Bu hikâyelerin çoğu Yörükler arasında, göçebe yaşantısıyla yoğrulmuş, yöreye has konuşma özelliklerine bürünerek, Anamur insanının hayata rahat bakan bakış açısıyla oluşturulmuş hikâyelerdir:

4.1.4.1. Köroğlu Köroğlu, Bolu beyi semtlerinde gezerken bir şehrin kenar mahallesine uğramış. Yanında gırk askeri varımış. Askerlerine emir vermiş. Şu bahçenin içinde istirahat edin, ben atıma biraz arpa saman bulayın deyerek, askerlerinden ayrılmış. Altmışlık dul bir gadına müsafir olur. Der ki: -Ehtiyar teyze, benim ata arpa saman bul. Gadın: -Aman yavrım ben bir öksüzün, arpayı samanı nerde bulacağın. Köroğlu, ehtiyara bir avıç altın uzatır. Garı altını görünce şaşırmış. Şaşırmış, başlar gıfılamaya: - Aman sakalını sevdiğim yavrım, atın arpa saman yesin, sen de bulgur pilavı, ayran yoğurt ye. Ehtiyar atın arpasını samanını bulduktan sonra, Köroğlu bir avuç altın daha verip: - Bana bir tavık bul, der. Garı hemen bir tavık kesip Köroğlu’na ikram eder. Köroğlu, tavığı yedikten sonra:

108 Nerin KÖSE, Kococaş Destanı İle Manas, Dede Korkut, Orhun Yazıtları Ve Türk Halk Hikâyeleri Arasındaki Paralellikler, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi 3. Karşılaştırmalı Edebiyat Sempozyumu Bildirisi, Ankara, 1997. 109 Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ, Halk Hikâyeleri, , T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneciler Ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2008, s. 4.

132

-Nine bana bir garı bul, gadın olsun, gız olsun, genç olsun, der. Nine goşa goşa bir mağazaya varır. Ordan gırmızı güllü entarilik ve bir takım gadın elbisesi alır. Ayağına da, iyi bir ayakkabı alır. Hamama gidip tertemiz süslenir. O gözel elbiseleri geyip, Köroğlu’nun garşısına çıkar: - Köroğlu goca çarşıyı deldim, boğazıma dakdım, gendimdem gözel birisini bulamadım. - Tamam ben de öyle suyu çekilmiş bir gadın arardım. -Evlenmeye garar verirler. Gadın: -Senin nen var? -Benin bir gır atım, bir gılıcım, bir heybe altınım ile bir sazım bir de maşlakım var. Nine senin nen var? -Benim iki inek, bir danam, bir seklem taranam, bi gazan yoğurdum, beş on tavığım var. -Öyleyse Köroğlu, iki şahid bir imam bul, nikâhımızı gıysınner. Köroğlu, bahçedeki gırk askerini alıp gelir. Garı da gazandaki yoğurdunu, tuluğa döküp yayığa başlıyor. Köroğlu: -Oğlum şu sazımı alıver. Nene: -Köroğlu bu galabalık neci? Nine ikisi şahit, biri imam, gerisi de düğünümüzde seyircidir. Köroğlu alır sazı eline, başlar söylemeye:

Garı desen nazlanır. Gelin desen gızlanır. Önünde garpız gizlenir, Aman ben bu garıyı alacağın. Topuğunda gınası var, Arkasında topanası var.

Garı desem sözleri soğuk, Dişlerinin dibi gara gara govuk, Biriktirmiş beş on tavık, Aşama gayganası var, Aman ben bu garıyı alacağın.

133

İki inek bir danası var, Aşama soğuk çorbası var, Bir seklem taranası var, Aman ben bu garıyı alacağın. Topuğunda gınası var.

Baktım bir patıltı, Tuluğun ağzı yırtıldı. Atlı olan gaçtı gurtuldu. Garı bizi gırayazdı, Aman ben bu garıyı alacağın. K.K.:6, K.K.:21

4.1.4.2. Arzu ile Gamber Evvel zamanda zengin bir adamın bir gızı bir de evlatlığı varmış. Bu çocuklar bu çocuklar birbirlerini öz gardeş sanıyorlarmış. Bir gün Gamber, ok atarken, bir cadı karısının destisini gırmış. Cadı garısı da: “Yahı Gamber, ölmeyesin, yitmeyesin, Arzu gızın gucağından gagmayasın” diye ilenmiş. Arzu ile Gamber bu sözü analarına sormuşler. Anaları da: “Siz öz gardeş değilsiniz” demiş. Aradan yıllar geçmiş, çocuklar mektebe getmeye başlamışlar, sonra da biribirlerine âşık olmuşlar. Mektebe getmez ollarda oynaşır yörürlermiş. Bunu cadı garısı görmüş ve gayın bubasına deyvermiş. Sonura gayın buba çocukları okuldan almış, Gamber’i dağa goyun güdmeye göndermiş. Bir gün Arzu gız, suyun başında bileziğini unutmuş. O zamanda da Gamber suya goyunları sulamaya gelmiş, bileziği suyun başında bulmuş ve şöyle demiş:

“Evinizin önü suluk, Su çekersin tuluk tuluk. Tek bileziğini bulana, Neyin var muştuluk.”

134

Buna garşılık Arzu gız şu cevabı vermiş:

“Evimizin önü suluk, Su çekerim tuluk tuluk. Tek bileziğimi bulana, Datlı canım var muştuluk.”

Gamber’e sevgisini anlatmaya çalışır. Gamber, çaresiz goyunlarını sürer dağa otlatmaya. Arzu’nun anası ile bubası, Gamber’den gurtulmak için bir davet verirler. Gamber’in yemeğinin içine zehir çilemişler. Gamber, oturmuş sofraya dıkımını tam ağzına alacağı sırada içinden bir ses:

“Hey, gaziler gaziler, Öğünüze gelen kuzular, Duydum seni zehirleyecekler, Atıver elindeki dıkımı, Öğündeki tazıya.” demiş.

Gamber de elindeki dıkımı atar tazıya, tazı orada ölür. Gamber, sürer sürüsünü dağa oradan kaçar. Arzu gıza, başka bir isteyici gelmiş ve gızı ona vermişler. Evinin önüne çehizleri yığmışlar. Gamber, çehizleri görünce:

“Evinizin önü bükler, Orada öter üveyikler. Yeni de yar sevmişsin, Neci o allım yeşillim yükler.” demiş.

135

Arzu şu cevabı vermiş: “Evimizin önü bükler, Orada öter üveyikler. Yeni de yar sevdimse, Ataşta yansın yükler.”

Ve yükleri ataş alır yanar ama gızın bubası düğünü başlatır. Gelini, Gamber’in atına bindirirler ama at bir adım bile atmaz. O anda gudretten bir tufan çıkar, Arzu ile Gamber’i bilinmez bir yere götürür. Âşıklar orada mutlu yaşarlar. K.K.:11 Bu hikâyenin çeşitli varyantları vardır. Anamur’da anlatılan hikâye, sonu bakımından farklıdır. Yörede anlatılan anlatının sonu, mutlu sonla biter. Diğer anlatılarda genelde, ayrılık, ölüm, öldükten sonra bile kavuşamama gibi engeller vardır. At, zehir, Kamber’in çok yakışıklı bir delikanlı olması, Arzu’nun ailesinin evliliğe engel olmak için entrikalar düzenlemesi, iki sevgilinin birbirleriyle şiir şeklinde anlaşması, iki kardeşin karıları aynı zamanda hamile kalması, Arzu’nun evden çıkma yasağıyla cezalandırılması. iki kardeşin karıları hamileyken çocukları dünyaya gelmeden onları beşik kertmesi yapması, iki kardeş de, doğan çocuklarından kıza Arzu, oğlana Kamber adını koymaları gibi bazı motifler ortaktır. Bu ortaklık, Kerkük metinlerinde de benzer özellikler göstermektedir. Millî Folklor dergisinin, 2009 yılı, 82. Sayısı, yıl 21 sayılı yazısında, Necdet Yaşar BAYATLI’nın yer alan Türk Halk Hikâyelerinden Arzu İle Kamber Hikâyesinin Kerkük Ve Tuzhurmatı Varyantlarının Mukâyesesi, isimli yazıda, Anamur anlatılarıyla ortaklıklar dikkat çekicidir.

4.1.4.3. Tuna ile Suna Hikâyesi Bu diyarın toprağı bir başkadır. Bahar geldi mi insanı yaylalara, kış geldi mi de sahile çeker. Konargöçerler, ot biten yerlere doğru, akın akın giderler. Göçülen yerler bir müddet ıssız kalır. Yeni göç vakti gelip obalar konunca yeniden şenlenir, dağa, taşa ses gelir. At kişnemeleri, eşek anırmaları, deve bozu lamaları, oğlak melemeleri, kuzu sesleri, köpek havlamaları dağlarda yankılanır. Böyle bir baharda, yaylalar diyarına develer yüklenmiş, ala kilimler üzerine atılmış, kuzular, koyunlar öne katılmış, Yörük delikanlıları at sırtında, yollara

136

düşülmüştür. Birçok yerde konaklamalardan sonra, bundan tam üç yüz yıl önce, Yörüklere bahşiş olarak verilmiş Barcın yaylasına varılmıştır. Yayla hayatı sürüp giderken sevdalar da bir yandan alevlenmeye başlar. Bir düğün olacağı vakit kızlı, oğlanlı dibek başına toplanılır, düğüne keşkeklik darılar, buğdaylar dövülür. İşte bu esnada birbirini gören Yörük delikanlıları, güzelleri tanışıp, karşılıklı göz koyar. Dibek başında tutuşan gönüller, bir gün gelip davulların çalınıp, oyunların oynanacağı, düğün gününün kendileri için de gelmesini beklemeye koyulur. Bir yaz ki ne yaz! Mehmet Tuna’nın gönlünde aşk yelleri esmektedir. Sevgi tomurcukları al al çiçek açmaya başlamıştır. Gerce Köyü’nden bir kıza tutulmuştur. Mah yüzlü kızın adı Selvinaz’dır. Selvi boyludur, biraz da nazlıdır ama Mehmet’in sevgisi karşısında naz edememektedir. Gün geçtikçe gönlüne düşen ateş onu alev alev yakmakta, buram buram terletmekte ve geceleri uykusuz bırakmaktadır. Mehmet, sever de onun aşkı hiç karşılıksız kalır mı? Selvinaz’ın gönlü de aşk ateşi ile tutuşmakta, sevdiğine kavuşacağı, Mehmet’in kendisine, “Alyanaklı, sürmeli gözlü, dal boylu, tokucak beliklim.” diyeceği günleri beklemektedir artık. Yaz ortalarında beklenen gün gelir. Mehmet kız evine düğürcü gönderir. Yürük obasının büyükleri kendi aralarında anlaşarak iki gencin birbirine nişan edilmesine karar verirler. Nişanlarını yaparlar. O yaz bu aşk hikâyesi dillerde dolaşır, tenhelerde söylenir. İki gencin aşkları mutlu sona doğru gitmektedir. Çobandı, sürüydü, ottu, otlaktı derken beklenen mevsim gelip çatmıştır. Sahillere, yaz başında kalkıp gelinen yerlere dönüş zamanı gelmiştir. Obalar peş peşe sahillere dökülür. Mehmet’in nişanlısı da kendilerinden önce sahile göçmüştür. Mehmet için hasret günleri başlamıştır. Bu hasret kış boyunca da devam edecektir. Çünkü Mehmet bir gurup arkadaşıyla birlikte, Davırdas köyündeki medreseye talebe olmuştur. Orada ilim tahsil edecektir. İlim tahsil etmeye eder ama gönül hep uzaklarda sevdiğindedir… Medrese hocası, Fil Ahmet lakabıyla anılan çok ünlü bir hocadır. Yörükler arasında efsaneleştirilmiş, hikâyeleri bire bin katılarak anlatılmaktadır. Fil Ahmet’in oğlu, düşmanları tarafından kurşunlanarak öldürülmüştür. Bunun üzerine hoca “Karhan” kitabıyla on beş günde düşmanını yatağa düşürmüş ve sonunda onu öldürmüştür. Karısına, oğlu öldürüldüğü zaman şöyle söylediği de anlatılmaktadır:

137

“— Ne ağlan Emine? Gel her ne derdin var ise; Fil Ahmet'e söyle. Canı Mevlam kıyar mıydı, Fil Ahmet'in oğluna? Domdom kurşunu atmışlar, Kara domuz niyetine, Gel gel Emine, Her ne derdin var ise; Fil Ahmet'e söyle.”

Acı kader o günlerde Fil Ahmet’e çektirdiği evlat acısını, talebesi Tuna Molla Mehmet’e, sevgili acısı olarak çektirmektedir. Yüreğinin ta derinliklerini inim inim inleten, cümle bildik tabiplerde ilacı olmayan bir şifasız derttir bu. Kötü bir haber gelmiştir. Gercebahşiş köyünden; Mırcı adında bir kişinin oğlunun arası başka bir aileden bir kızla açılmıştır. İki sevgili aralarında tartışmışlardır. Havva, onu reddetmiştir. Mırcı’nın oğlu da Havva’ya; “Bana yâr olmayanı, başkalarına yâr etmem, seni öldürürüm.” demiştir. Mırcı’nın oğlu öyle bir hırsa kapılmıştır ki mutlaka Havva’yı vuracaktır. Bir gün, Havva yoldan geçerken evlerinin penceresinden, dolma çifte tüfeğini uzatır. Kurşunları peş peşe atar. "Grav… Grav." Eyvahlar olsun. Kötü bir kaza olmuştur. Ateş ettiği Havva'dır ama isabeti alan oradan geçmekte olan Mehmet'in sevdiğidir, Selvinaz’dır. Mırcı’nın oğlu kendi sevdiğini değil Mehmet’in sevdiğini vurmuştur. Kanlar içerisinde yerlere cansız olarak uzanıverir Selvinaz. Kendisini vuran ise gerçekte kardeş oğludur. Yakın akrabasıdır. Acı haber tez duyulur. Sevgili ölür de, canan ölür de, canın haberi olmaz mı? Yüreğinden yaralanmıştır Mehmet. İnsafsız kurşun onun yüreğine çakılmıştır sanki yüreği derinden derinden kanar. Acı haberi alan Mehmet şok geçirir. Çaresizlik içinde kıvranır. Ağlar, sızlar, feryat eder. Sevgiliye olan duyguları izahta nutku tutulur, derdini açamaz, söyleyemez, dili sanki lâl olmuştur. Onun bu üzüntüsünü en iyi yine hocası Fil Ahmet anlar. Çünkü sevgili acısının bir benzerini kendisi evlat acısı olarak yaşamıştır. Sarıveliler ilçesinden

138

olan Fil Ahmet, bütün ihtişamı ile şairliğini konuşturur. Acıyı kendisi çekiyormuşçasına, duygulanır. Tuna Molla Mehmet'inin eline bir destan yazıp verir. Tuna Molla Mehmet bu destanı kendine avuncak yapar. Yıllarca dilinde türkü olur. Teselliyi bu türküde bulur. O günden bugüne dillerde âşıkların hikâyesi anlatıla gelir. K.K.:21, K.K.:16

Tuna’m ben vuruldum yapış elimden. Çöz önceği kan olmasın, belimden. Ben kalmışım sen de kalma yolundan, Gül iken solduran Tuna’m ağlasın.

Ecel oku geldi cana dayandı, Turunç memem al kanlara boyandı Bu ölüme Tuna’m nasıl dayandı? Gülün koklamayan Tuna’m ağlasın.

Yalan dünya senden uzak kalmadım, Gelin olup koşun ata binmedim. Senimle bir gün mihman olmadım, Gülünü yitiren Tuna’m ağlasın.

Gümüş kemerimi çözün belimden, Ben vuruldum; Tuna’m, sen tut elimden. Al kanlarım aktı beyaz tenimden, Sayıp selamım Tuna’m ağlasın. Kınalı parmakta yüzük kaş idin. Güzeller içinde gayet kişiydin. Yörük kızlarının deste baş idin. Sayıp selamım Tuna’m ağlasın.

Bu nasıl iştir ağalar beyler, Sevdiceğim Tuna’m ah çekip ağlar,

139

Göçülen aştım, sineni dağlar, Sayıp selamım Tuna’m ağlasın.

Tuna’m varsın hocasına okusun. Garip bülbül gül dalında şakısın, Gelin anam al astarı dokusun, El yerine baksın dursun, ağlasın.

Acı merhem, tatlı merhem düzmeyin, Yaram derin düğmeleri çözmeyin, Mezarımı yoldan uzak kazmayın, Yâr gelip geçtikçe baksın ağlasın.

Sürünün önünde sürmeli koçlar, Akranım kızlar salınır saçlar, Zeyve deresine inince göçler, Göç çekip geçtiğim yollar ağlasın.

Barçın yaylasının güzel kuşuydum, Gümüş feslerin inci taşıydım, Aşiret kızlarının deste başıydım, Seven akranlarım ansın ağlasın.

Sarı yaylam yaylayamadım kar iken. Palazını avlayamadım tor iken, Bu cihanda acı ölüm var iken, Geride kalanlar yansın ağlasın.

Ne serin yayladır şu bizim yayla. Soğuk subaşında var gönül eyle, Bu sevgi, muhabbet kalırsa böyle, Yiğit Tuna’m, güzün dönsün ağlasın.

140

Al fistanı anam dokusun, Has bahçede bülbüller şakısın. Verin mektubumu Tuna’m okusun, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Eline almış kırmızı lökünü. Üstüne vurmuş hesapsız yükünü, Dolanıp gider Ermenek bükünü, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Nedir ağalar beyler hele de bunlar, Göç çekip açtın dumanlı, karlı dağlar, Ah etsin gözünden içtiğim yosunlu muarlar, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Çeşmeler başında altın tas mısın? Aşiret kızlarının deste başı mısın? Al kınalı parmakta yüzük, elmas kaş mısın? Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Meyvem bitmeden, yaprağım düştü, Yüklendi kervanım amanın göçtü. Zeyve boğazını az öte geçti, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Konduğum konaklar gelemem gayrı, Ben bu dertlere derman bulamam gayrı, Sevdiceğim Tuna’m ah çekip ağlasın gayrı, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

141

Yansın kavrulsun da Anamur çalı, Savrulsun göklere külü dumanı, Adını sevdiğimde Kervan alanı, Gök öncekli Bahşiş kızı geçti mi?

Doku hey sevdiğim kilimler doku, Erkenden yüklemiş, Selvinaz yükü, Sana derim sana Zeyve’nin bükü, Gök öncekli Bahşiş kızı geçti mi?

Sevdiğimin çekip gider obası, Gençken de vermiş idi babası. Kurban olam Ortaköy’ün ağası, Top kâküllü Bahşiş kızı geçti mi?

Havayadır deli gönül havayı, Alıcı kuşlar yüksek yapar yuvayı. Bahşiş kızı katarlamış mayayı, Çeke çeke yaylasına geçti mi?

Nehiridir kara gözlüm nehiri, Elinden içeydim bir tas zehiri, Ey sevdiğim Ermenek’in nehiri, KebenindenYörük kızı geçti mi?

Fil Ahmet yazdı bunları yegâne, El değmedik teni boyandı kane. Ah edip ağladık hep yane yahe. Göç çekip de bu dağlardan geçti mi? 80–90 yıl önce Anamur'a yerleşik olan Bahşiş Yörükleri, yaylaya göçmeden önce göç katarının önünde bulunan başına başlığı takılmış, süslü, heybetli, “Beserek” devesini çekmek için yörenin en güzel Yörük kızını seçerlermiş. Bu en güzel kız, o yılın

142

yaylagüzeli olurmuş. İşte Hasret Türküsü son seçilen yaylagüzeli Suna'nın (Selvinaz, Mümine) aynı köyden Tuna'ya ait aşkını, Tuna'nın Suna'ya kavuşamamasını, acıyı anlatır. O dönemlerde Sarıveliler'de yaşayan “Fil Ahmet” adlı halk ozanının Tuna'nın derdine derman olmak için yazdığı Suna ve Tuna türküsü dillerden dile dolaşır. K.K.:16, K.K.:17

4.1.4.4. Bir Kadın İle Oğlu Bir kadının bir tek oğlu vardır. Bir ikindi vakti oğlan damın başında namaz kılarken, anasının sesini duyar: -Memed Memed… Oğlan namazı bozup cevap vermez, namazı kıldıktan sonra da unutur. Başka işlerle meşgul olur. Sabah olunca da çift sürmeye gitmiş. Tarlada iki jandarma onu bekliyormuş: Filan oğlu filan sen misin? Evet benim. Haydi bakalım mahkemeye arkadaş. Ne olmuş, ne için götürüyorsunuz? deyince: Sen zorla bir kadına zina etmişsin, ondan senin ifaden alınacak, demişler. Arkadaş, şurda beş dakika oturun, öküzleri salayım, anama teslim edeyim, mahkemeye öyle gidelim. Jandarmalar biraz beklerler, beraber Memed’in ansının evine gelirler. Anası Memed’e sorar: -Oğlum dün ikindin neredeydin? Üç kere çağırdım cevap vermedin. - Ana damın başında namaz kılıyordum. - Öyleyse oğlum, ben sana beddua etmiştim, ettiğim bedduayı geri alayım.. Siz benden hakime selam söyleyin, kadını arka üstü masaya yatırıp, üç kere göbeğine vursun. Ya veled senin baban kim?” diye sorsun. Memed, mahkemeye çıkar, durumu hâkime anlatır. Hâkim, gadını masaya yatırıp, göbeğine vurarak soruyu sorar. Kadının karnındaki çocuk, konuşup lisana gelir - Benim babam falan ağanın çobanı, anam yalan söyler. Hâkim beraat kararını verir. Memed serbest kalır, kadını içeriye atarlar. K.K.:17

143

4.1.5. Fıkra

Dünyada, her milletin, kendine has görüşü, mizah anlayışı, tebessümü vardır. Her millet, olayları farklı gözle görür, algılar. Bu kültürel yaşantı ve millî bakış açısıyla alakalı bir durumdur. Fıkralar, bu bakış açılarına göre şekillenir, algılanır. Bu bakış açısıyla, sosyal motiflerle örülü, hedefi haksızlık, adaletsizlik olan bir yapıyla fıkralar vücuda gelir. Bir edebi tür olarak fıkralar, edebiyat içerisinde yerini alma sürecinde geçmişten günümüze pek çok araştırmacı tarafından tanımlanmış, tasnif edilmiş; derleme çalışmaları sonunda örnekler de ortaya konularak yayınlanmıştır. Dursun Yıldırım’a göre Fıkra: “ağırlıklı olarak sözlü kültür geleneğinde yaşatılan fıkra, hikâye özü hayattan alınmış bir olay veya tam bir fikrin teşkil ettiği kısa ve yoğun anlatımlı, insana ait kusurlarla sosyal ve gündelik hayatta ortaya çıkan kötü ve gülünç olayları, çarpıklıkları, zıtlıkları, eski ve yeni arasındaki çatışmaları sağduyuya dayalı ince bir mizah, hikmetli bir söz, keskin bir ifade yoluyla yansıtan; genellikle bir fıkra tipine bağlı olarak nesir diliyle yaratılmış, sözlü edebiyatın yerleşik şekillerinden ibaret yaygın epik-dram türündeki realist hikâyelerden her birine verilen isimdir. 110 Dilimize Arapça’dan gelmiş olan fıkra kelimesi, “bent, yazı, kıssa, masal, mizah, nükte, latife, bölük, paragraf, kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıkları ufak bölümlerden her biri, ömür, gazete ve dergilerin belli köşelerinde çıkan ve daha çok günlük olaylardan söz eden, onları çeşitli yönlerden inceleyen, yorumlayan kısa bir yazı türü, Tanzimat edebiyatı piyeslerinde "meclis", "sahne", Edebiyat-ı Cedide döneminde ise, “küçük hikâye” anlamlarında da kullanılmıştır. 111 Fıkra ile aynı anlamda kullanılan bu kelimeler içinde en çok latife sözü yaygınlık kazanmıştır. Türk dilinin yazılı kaynaklarında Fıkra ile ilgili ilk bilgilere, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat’it–Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Kaşgarlı “Küg” “külüt” kelimelerini, “Halk arasında ortaya çıkıp insanları güldüren şey”, “halk arasında gülünç olan nesne” şeklinde açıklanmıştır. Hiç şüphesiz bu kelimeler, İslamiyet’ten önceki Türk toplulukları arasında anlatılan fıkralara verilen isimler olmuştur. 112

110 Dursun YILDIRIM, Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999, s. 3-4. 111 Şükrü ELÇİN, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986, s.623. 112 YILDIRIM, a.g.e., s. 3

144

Fıkra, kısmen yazıya geçmiş olmakla beraber sözlü gelenekte yaşayarak gelişen edebi bir türdür. 13.yüzyıldan itibaren dini, ahlaki ve tasavvufi nitelikli eserlerde önemli yer tutmuşlardır. Bunun nedeni; fıkraların din ve tasavvufla ilgili bazı konuların halka daha açık ve daha kolay bir şekilde anlatılmasına yardımcı olmasıdır. 16. yüzyılda “latife” sözü fıkra karşılığında kullanılan bir edebi terim halini almış, fıkraların toplanıp yazıldığı dergilere “letaif” adı verilmiştir.19. yüzyıl sonlarına doğru yayınlanan kitapların kaynaklarında “letaif”in yanı sıra “fıkârat” ifadesi de yer almaya başlamıştır. Avrupalı araştırıcılar ise 10. yüzyılın ikinci yarısından sonra halkın yarattığı realist, güldürü hikâyeleri “anektoda” adı altında incelemişlerdir. Fıkra bugün, halk edebiyatımızda halkın yarattığı realist ve güldürü hikâyeler için kullanılmaktadır. 113 Fıkralar değişik topluluklarda farklı adlarla anılırlar: Epos (Yunan), Baron Munhauzen (Alman), Pulçinella (İtalyan) , Gülki, Şorta Söz (Türkmen) , mezek (Tatar ve Başkurt), Coruk (Kırgız), Kıssa (Arap)... 114 Fıkralar toplum insan ilişkilerini irdeleyen olaylara ayna tutup yansıtan yönleriyle işlevseldir. Söylenilmek istenilenin direkt olarak değil de, dolaylı olarak ifade edilmesi sebebiyle, özellikle eskiden şehzadelerin eğitiminde başvurulan fıkraların sonundaki "kıssadan hisse" bölümü, çocuk eğitiminde önemli bir yer almasını sağlamıştır. Anamur halk kültürü mizah yönünden çok zengindir. Bu zenginlik, kültürel bir zenginliktir ve çok eskilere dayanan bir birikimin sonucudur Sanat ürünleri toplumun yapısından soyutlanamaz. Bunlar toplumsal ilişkilerden doğan ilişkilerdir. Her toplumun kendine özgü dünyası vardır. Bu dünyanın birikimleri sanat ürünlerinde dile getirilir. Anamur halk mizahı, halk fıkralarında zengin bir görünüm sergiler. Bu fıkralar, halkın sağduyusu ve iğneleyici özellikleri ile birleştirilerek ortaya çıkmıştır. Halkın mizaha bakışın, engin hoş görüsünü sergiler. Anamur fıkraları, kişilere aitmiş gibi görünse de gerçekte yöreye mal olmuştur. Genellikle tek olay üzerine kurulan fıkraların dili, günlük konuşma dilidir. Anlatımda basit yapılı fiil cümleleri, belirli geçmiş zaman ve geniş zaman kullanılmıştır. Fıkraların özel bir dili vardır. Kimilerinde yöresel dil özellikleri kullanılır. Yer yer kalıp

113 YILDIRIM, a.g.e., s.5. 114 Nesrin KÖSE, Binbir Gündüz’deki Fıkralar Üzerine, Millî Folklor Yayınları: 8, Halk Edebiyatı Dizisi, Ankara, 1996, s. 139.

145

anlatımlara başvurulur. Fıkraların dili anlatıcıya ve anlatılan kitleye göre değişir. Fıkraların anlatımında canlılığı karşılıklı konuşmalar sağlar, anlatımı güçlendirmek için kelime tekrarlarına ve mecazlara başvurulur, edebi sanatlardan yararlanılır. Anamur insanı, toplumdaki aksaklıkları, garip tutum ve davranışları, alıklığa varan saflığı, dünya gelişmelerden habersiz olanları, beceriksiz ve güç algılayanları, akıl, mantık ve sağduyudan yoksun olanları alaya almak için bir fıkra tipi çizmiştir. Bu fıkralar, Anamur köy ve merkez halkının çok boyutlu özelliklerini yansıtır. Anamur’da fıkra anlatma geleneği, eski önemini kaybetse de, köylerinde halen devam etmektedir. Bu geleneği sürdüren köylerden biri de Kaşdişlen köyüdür. Köyde önemli günlerde, yemekten sonra akşama semah kurulmayacaksa eğlenceye geçilir. Kadınlar taklit yaparak, fıkra anlatarak veya eşliğinde türkü söyleyip oyunlar oynayarak hoşça vakit geçirirler. Fıkralarla ilgili teorik incelemeler sırasında birçok araştırmacının tasnifine rastlanmıştır. Malzememize göre uygun olan tasnif, Pertev Naili Boratav’ın tasnifidir. Pertev Naili Boratav, fıkraları tiplerine göre iki ana gruba ayırmıştır: 115 1. Kişileri belli halk tipleri olan fıkralar 2. Belli bir toplumluk tip, ünlü bir kişi söz konusu olmaksızın, orta tabakadan insanların güldürücü maceralarını konu edinen fıkralar Anamur yöresinden derlediğimiz fıkraları Pertev Naili Boratav’ın sınıflamasından yola çıkarak iki başlık altında toplayabiliriz.

4.1.5.1. Kişileri Belli Halk Tipleri Olan Fıkralar 4.1.5.1.1. Türkçe Konuşulan Coğrafî Alan İçinde ve Dünyaca Ünlü Tipler Ünlü adlar taşıyan ve gerçekten tarihe mal olmuş sayılan kişilerin yer aldığı fıkralardır. Anamur’da, Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi Türk boyları arasında tanınan fıkra tipleriyle ilgili fıkralar da anlatılır. Toplumlarda derin izler bırakan tarihî mühim vak’a ve kişiler, halkın hafızasından kolay kolay silinmezler. Folkloraraştırmacıları tarafından ortaya konmuş tespitlerden biri, bu tip vak’a ve kişilerin pek çok destana, efsaneye, rivayete, halk hikâyesine hatta mizahî bir tür olan fıkralara kaynak teşkil etmeleridir. İlgili oldukları olay ya da kişilerle bağlantılı olarak anlatılan bu ürünlerin gerek sahip oldukları olağanüstü unsurlara gerekse kimi tarihî

115 BORATAV, a.g.e., s. 86.

146

gerçeklerle zaman ya da mekân bakımından uyuşmazlıklarına rağmen halkın üzerinde inandırıcı bir etkisi vardır. Anlatanlar da dinleyenler de söz konusu anlatmadaki olayların gerçekten vuku bulduğuna inanırlar. Tarihî gerçeklere uygun olsun ya da olmasın önemli olan bu tür anlatmaların toplum üzerindeki etkisi ve fonksiyonudur. A. Nasreddin Hoca Türk mizahının ve Türk fıkralarının en önde gelen tiplerinden biri olan Nasrettin Hoca, tarihî kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre XIII. yy.da Anadolu’da yaşamıştır. Şöhreti Türkiye sınırlarını aşmış bu halk bilgesinin fıkralarına her geçen gün değişik tipte ferdî ya da anonim fıkraların mal edildiği bilinen bir gerçektir. Nasreddin Hoca, tarih tiplemesinde zekilik, hazırcevaplık gibi bariz mizah özelliklerinin yanı sıra, bilgelik, kadılık gibi özelikleriyle de fıkralara konu olmuştur. Nasrettin hoca, fıkralarda “efendi” kelimesiyle birlikte kullanır. Nasrettin Hoca Kazaklar'da "Hoca Nasr", Tacik ve Türkmenler'de ise "Efendi" olarak bilinmektedir Efendi, hizmetinde kulları bulunan, dirlik düzeni sağlayan, güçlü, gerektiğinde bu gücünü kullanarak suçluları tutuklayan, bunun için zaman zaman tebdili kıyafet eden, sözü geçen, güvenilir biridir. Belli bir mekânı olan efendi, tir tir titreten gücüne rağmen, müşfik ve cömerttir. Sofrası gibi eli de açıktır. Devamlı bağışlarda bulunur. Onun hakkını ödemek mümkün değildir. Yüzü aydınlık, beyaz ve güzeldir. Saçları kısa değildir. Sakalı, yüzünde seyrektir. Efendi, birden fazla dil bilir, ama onu yansıtan, dilinden dökülen kelimeler Türkçedir. 116 Bu kelime, Nasrettin Hoca’nın, fıkralarda nasıl bir özellikle ortaya çıktığını, Türk boyları arasında neden bu kadar sevildiğini açıklar niteliktedir. Fıkra türünde özellikle Nasreddin Hoca’nın fıkraların eğitici özelliği birçok araştırmacının ortak kabulüdür. Nasreddin Hoca’nın olaylara hoşgörülü yaklaşımı ve bilge kişiliği, sevimli tipi ve eşeği ile oluşturduğu kompozisyon çocuklar için eğlenceli ve eğitici bir malzeme niteliğindedir: K.K.:21 a. Gizli İş Hoca sabah uyanınca ahırda eşek yok. Hoca araya araya eşeği bulmuş. Eşşeğe binmiş, yolda gelirken önünden bir adam gelmiş, selam vermiş: -Hocam nerden geliyon böyle? -Arkadaş eşeğe sor, galiba gizli bir işi varmış ki geceden getmiş. K.K.:21

116 Rıdvan ÖZTÜRK, Efendi Kelimesinden Hareketle Nasreddin Hoca’nın Kimliği Hakkında Görüşler, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Konya, 2007, s.417.

147

b. Güççük Olursa Bir gün Hoca bakmış ki, bir galabalık geliverir, hemen yola çıkmış. Gasabanın ileri gelen memurları, hakim, savcı ve avukatları görüp: “Nereye gediyorsunuz beyler.”deye sormuş. Birisi: “Şura Ahmet Bey’in davetine gedeyoz.”demiş. “Ben de gelebilir miyim?”demiş hoca. “Buyur efendim, buyu gedebilirsin.”demişler. Hepsi birden Ahmet Bey’in davetine icabet ederek, konağına gadar getmişler. Neyse hoş beşden sonra, çaylar gaveler içilmiş, gonuşmalar başlamış. Yemek zamanı gelmiş. Yemeklerden çorba gelir, etli gelir, sütlü gelir, Efendim bir de ilane sarması gelmiş. Hoca Efendi sarmanın ikisine birden salarımış çatalı. Argadaşın bir danesi de gendi gendine Hocaya içerlemiş: “Yav sen âlim bir adamsın, bu gadar galabalığın içinde çatal, sarmanın iksine birden salınır mı?” “Hoca Efendi müsaade edersen bir şey soracağan.” “Buyur oğlum.” “Bir evde, bir saatda iki dene cenaze vuku bulsa, ikisine de bir gabire gollar mı?” “Evet efendim, Ahmet Bey’in sarması gibi güççük olursa gorlar.” K.K.:16, K.K.:19, K.K.:20 c. İyi ki İçinde Yoktum Nasrettin hoca bostan ekmiş, bostanı böcü yermiş. Kökünü götürüp höyük (korkuluk) yapmış. Gece olunca bostanı kontrole gidiyor. Höyüğünü görüyor. Ancak kendisinin diktiğini unutuyor, böcü zannediyor. İki üç tüfek sıkıyor. Gidiyor bakıyor ki kendi ceketi, kıyafeti. - Eyiki ben yoğudum içinde, diyor. K.K.:20 ç. Neresinden Gidim?: Bir gün adamın biri: “Hocam müsaade edersen bir şey soracam.” demiş. “Söyle oğlum.” “Bir cenazeyi götürürken önünden getsen mi hayırlı olur, geri yanda mı getsen daha hayırlı olur?” Hoca da: “Üstünde getme de hangi cehennemde gedersen get.”demiş. K.K.:20

148

d. Buza İken Bir gün çarşıda bir tellal bağırıyor: “Filan yerdeki sahada yarın yarış var.” Bu haberi duyan Hoca, öküze bir eyer çekip yarış meydanına o da varıyor. Soruyorlar: “Hoca bu ne?” “Arkadaş bura yarış meydanı değil mi? Siz bunu bi de buza iken görseydiniz, at bile çatamazdı.” K.K.:22, K.K.:40 Halk, gelenekte yaşatılan atışma biçimini hayatın pek çok alanına taşımış, türküler, halk hikâyeleri, fıkralar bazı edebî türler içinde metnin vazgeçilmez parçaları olarak da kullanmıştır. Metne ayrı bir akıcılık ve çarpıcılık kazandıran bu atışmalar, fıkranın özünde bulunan zıtlık kavramıyla da örtüşen bir ifade güzelliğine sahiptir.117 Anamur’da, bazı fıkralar, karşılıklı manzum atışmalar şeklinde kurulmuştur: e. Mâni Söyleyen Misafir Nasrettin Hoca’nın evine bir misafir gelmiş. Hoca misafirini çeşitli ikramlarla ağırlamış. Tam yatılacağı sırada bu obur misafir bir Mâni söylemeye başlamış: - Bizim iller bizim iller Yatarken üzüm yerler Hoca bu geç saatte üzüm bulamayacağını anlamış ve misafirine şu şekilde cevap vermiş: - Bizde böyle âdet yoktur Saklarlar da üzüm yerler. K.K.:40

B. İncili Çavuş İncili Çavuş, 16. asrın sonu ile 17. Asrın başlarında yaşayan, sarayda meddahlık yaptığı için üne ulaşan tarihi bir şahsiyettir. Kendisinin hazır cevaplılığı, nükteleri ve hareketli kişiliği döneminde vazgeçilmez adam olmasına sebep olmuştur. Elçilik göreviyle İran'a gönderildiği de rivayet edilmektedir. İncili Çavuşla çeşitli bölgeler sahip çıkar. Kayseri'nin Travşın köyünde doğduğu rivayeti daha yaygındır. Bunun için de Tomarza yakınındaki bu köyün adı, “İncili” olarak değiştirilmiştir. Dönemin padişahından kendisine himmet istenmesi söylenince, köyüne su İstediği ve

117 Birsen AKPINAR, Sivas Fıkraları (Yapı, Bağlam, İşlev), Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, Şubat, 2007.s.38.

149

bunun da yerine getirilerek Travşın köyüne büyük çaplı su kanallarının yapıldığı söylenir. Kavuğundaki inci süsü taşıdığı için bu adı aldığı rivayet edilir. Asıl adı ise Mustafa'dır. İstanbul Edirne Kapı mezarlığında yatmaktadır. Mezar taşında H. 1 040 (M. 1630) ölüm tarihi olarak yazılmıştır. İncili Çavuş, Türk siyasi ve kültür hayatında esprilerini üstün İnsan zekâsının imkânlarıyla donatarak kendisini kabul ettirmiş bir büyük mizah ustasıdır. 0, sözde kara mizah yapmadan ama espriyi Türk İrfan hayatı içerisinde kendi yerine oturtarak vermesini bilen bir halk adamıdır. Saraydaki önemi de buradan ileri gelmektedir. Nasrettin Hoca, nasıl kendi çağında toplumun hiciv duygularını temsil etmişse, İncili Çavuş da bunu espriyle dile getirmiş ve kültürümüzdeki yerini almıştır: Anamur’da anlatılan İncili Çavuş fıkralarında, İncili ile sultanın diyalogları metinlerin özünü oluşturur. Anlatılan fıkralarda sultan, sorduğu sorularla İncili’yi mat etmek istemekte, ancak bir türlü muvaffak olamamaktadır. Mezar taşında H. 1 040 (M. 1630) ölüm tarihi olarak yazılmıştır. İncili Çavuş, Türk siyasi ve kültür hayatında esprilerini üstün İnsan zekâsının imkânlarıyla donatarak kendisini kabul ettirmiş bir büyük mizah ustasıdır. 0, sözde kara mizah yapmadan ama, espriyi Türk İrfan hayatı içerisinde kendi yerine oturtarak vermesini bilen bir halk adamıdır. Saraydaki önemi de buradan ileri gelmektedir. Nasrettin Hoca, nasıl kendi çağında toplumun hiciv duygularını temsil etmişse, İncili Çavuş da bunu espriyle dile getirmiş ve kültürümüzdeki yerini almıştır. a. Adamına Göre İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa kralına gönderildiğinde, elbiseleri yamalı imiş. Kral: - Bana, senden başka gönderecek adam bulamadılar mı ? deyinde, İncili: - Osmanlılar, adama göre adam gönderirler cevabını vermiş. K.K.:40 b. Ağlayan Çocuk Padişahla İncili Çavuş gezerimiş. Bir eve Müsafir olmuşlar. Patişah da evelden tembih etmiş: “İncili beni, benden böyük bir adam yana eletme.” “Patişahım senden böyük bir Allah ile peygamber var. Ondan sonra sıra sana gelir.” Neyse, guru yavan, acı sovan yedikden sonra, iki üç aylık bir bebe başlamış ağlamağa. “Ülen İncili, ben sana demedim mi beni gendimden böyük bir adam yana

150

eletme deye. Sen sözünü dutmadın. Bu çocuk benden böyük. Ne patişah bilir, ne de peygamber bağırır.” K.K.:42, K.K.:17 c. Sual Patişah bir gün İncili’yi çağırmış: “İncili, bana çabuk adamın kelini, meyvanın kelini, ovanın kelini, hayvanın kelini söyle.” Patişahım Çukurova’da bi boz eşeğe binmiş bir Laz, elinde bir dal kiraz, Anlayana sivrisinek saz, alamayana davul zurna az.”demiş. K.K.:43

4.1.5.1.2. Özel Adlarla Anılmayıp Toplumun Bir Zümresini Temsil Eden Kişiler Türk fıkraları, temsil ettikleri anlayış ve davranışlarla tiplerine göre gruplanabilir. Bektaşi, Tahtacı, Yörük gibi tiplerle, Karadenizli, Kayserili, Anamurlu gibi kendi bölgelerinde tanınmış yerel fıkra tipleri vardır. Anamur’da, “Anamurlu” fıkraları sıkça anlatılır. Çizilen tiplerde alıklıkla akıllılık, zenginlik ile fakirlik, bilgililikle cahillik, güzellikle çirkinlik çatışması beraber işlenir. Fıkralarda, Anamur ile ilgili yer adları, bazı inanışlar, dil özellikleri, ast üst ilişkileri, yörenin iklimi ve yetiştirilen ürünler yer alır. Yörede anlatılan “Anamurlu” fıkralarının, bazı Karadeniz fıkrarıyla benzerliği dikkat çekicidir: a. Horolop Dağ köylerinden biri, eşeğine biner Anamur’a gelir. Yolda geçerken portakal bahçelerini görür. Dönüşte koparıp yemeyi aklına koyar. Çarşıda işlerini halleder. Dönüşünde hava kararmıştır. Ağaçların başına gelir, üç- dört tane koparır, heybesine koyar. Bıçağını çıkarıp, meyvelerini soymaya başlar. Dilimlerden birini koparıp ağzına atar. Ağzına attığı dilim o kadar ekşidir ki ağzını burar. Ne yapacağını şaşırır. Kızar ve şöyle der: “Ülen sizin benzerleriniz Avrupa’ya gitti, horolop (oralet) oldu geldi. Siz hâlâ şarap gibi durursunuz.” Meğerse bizimki portakal diye karanlık olduğu için bilmeyerek turunç ağacından meyveleri koparmış. K.K.:8 b. Boncuklu Suyu Anamur’a yeni gelen kaymakamlardan biri, ilginç bir hikâye duyar. Boncuklu diye bir su olduğunu, bu suyu içen kişilerde normal olmayan davranışlar

151

başladığını duyar. Bu hikâyenin aslı olup olmadığını şoförüne sorar. Şoför, bu konuyu duyduğunu ancak, gerçekten böyle bir tesiri olup olmadığını bilmediğini söyler. Bir gün köy ziyaretleri sırasında Boncuklu suyunun yanından geçerler. Kaymakam ne olur ne olmaz düşüncesiyle şoförüne “Git bakalım, şu sudan bir iç” der. Şoförü sudan kana kana içer ve geri döner. Kaymakam, herhangi bir şey olmadığını düşünerek: “Bana da bir bardak su getirsene.” der. Şoför kaymakamın yüzüne bakar ve der ki: “İniver de kendin iç.” K.K.:1, K.K.:21, K.K.:17 c. Islanmak İki Anamurlu Taş köprü yolundan köylerine doğru yol almaktadırlar. Hava bozar. Yağmur yağmaya başlar. Bereket birinin yanında şemsiye vardır. Şemsiyeyi açar. Arkadaşını da şemsiyenin altına alır. Islanmadan beraberce yağmurda yol alırlar. Evlerine ulaşırlar. Üç beş gün sonra bu iki arkadaş çarşıda karşılaşırlar. Şemsiyesi olup yağmurda açan der ki: “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.” “Doğru” der diğeri. Birkaç gün içinde yine karşılaşırlar. Aynı muhabbet tekrar gündeme gelir. Yanlarında üç beş kişi de vardır. “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.” Diğeri bozulur, ama bir şey söylemez. Bir diğer karşılaşmalarında olay yine gündeme getirilir. Bizimki durmadan şemsiyeyi hatırlatıp durmasına bozulur. Bir gün taş köprüde bizim iki kafadar karşılaşırlar. Şemsiyesi olup, diğerini ıslanmaktan kurtaran yine söze başlar: “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.” der. Diğer köylü hiç sesini çıkarmadan Taş köprünün yan duvarı üzerine çıkar. Aşağıdaki derin suya (büğede) atlar. Sırılsıklam olur. Yüzüp çıkar. Diğerinin yanına gelir ve ona der ki: “Ulan senin şemsiye olmasaydı, bundan da mı çok ıslanacaktım?” K.K.:9 ç. Öküzler Anamur’lu bir çiftçinin öküzleri Kıbrıs’ta bir mısır tarlasına dadanmış. Çiftten boşandıkları zaman doğru denize girer Anamur’dan yüze yüze Kıbrıs’a mısır otlamaya giderlermiş. Tarla sahibi, Anamur’lu komşusunun ahbabı olduğu için öküzlerle Anamur’a bir mektup yollamış. Mektupta, öküzlerine sahip olmasını, yoksa tarlasında mısır kalmayacağını yazmış. Anamurlu buna aldırmamış. Öküzler yine acıkınca doğruca denize gitmiş. Kıbrıslı kardeş bakmış ki olmayacak, öküzleri de kendisinin öldürmesi doğru değil; hayvanların boğazına birer dipsiz şişe geçirmiş ve denize

152

salıvermiş. Deniz suyu öküzleri şişirmiş ve davul gibi yapmış. Dalgalar da sahile atıvermiş. K.K.:39 d. İki Yalancı Meşhur iki yalancı varımış, ikisi de biri birini heç görmemiş. Mersin’deki yalancı demiş ki: “Anamur’daki yalancıyı ziyaret etsem olacak ya.” Anamur’daki Mersin’e, Mersin’deki Anamur’a hareket etmiş. Yarangediği’nin başında buluşmuşlar: “Merhaba argadaş.” “Merhaba.” “Nerden gelip nere giden argadaş?” “Argadaş Mersin’den gelirin, Anamur’a giderin.” “Sen nerden gelin argadaş.” “Ben de Mersin’de bir yalancı varımış, onu ziyarete gederin.” Orda ikisi tokalaşıp otururlar cigara yakarlar: “Ee….ne var, ne çok argadaş”der Anamur’lu Mersinliye: “Ülen argadaş bizim memleketde bu sene öyle böyük pancar bitti k, otuz iki gişi üç aydır pancar çapalar bir tüllü bir pancarı çapalayıp bitiremediler.”der Mersinli. Bu sefer Anamurlu gonuşur: “Ülen argadaş bizim memleketde millet öyle azdı ki, argadaş atmışaltı gişi altı aydır bir tava yapalar, hâlâ bitiremediler.” “Öyle böyük tava mı olur argadaş?” “Ülen öyle böyük tava olmasa sizin böyük pancar nerde bişecek.” Mersinli: “Çak beşi argadaş.”der. K.K.:39 Anamur deyince ilkin Yörük kültürü akla gelir. Anamur fıkralarında Yörük tipi, çevik zeki, tabiat şartlarına alışık bir tip olarak işlenir. Yörükler, yerleşim alanlarından uzakta yaşarlar. Ananelerine bağlıdırlar. Yerleşik düzene geçenlere göre, biraz geridirler. Din duyguları, yaşam şartlarından dolayı zayıftır. Bu yönüyle, fıkralara konu olur.

153

e. Keş mi? Daş mı? Ermenekli’nin biri ile yörüğün biri iddiaya girişmişler Anamur’dan, Ermenek’e kadar koşarak gidecekler. Yörük, Anamur’da sıcağı yiyince tabi biraz geri düşmüş, Ermenekli seğirderek varmış getmiş. Yörük, vara vara Ermenek çayının oraya varmış. Ermenekli diğelmiş çayın içinde ala bir şey var ona bakar: “Daş mı? Keş mi?” dermiş. Yörük yanından yürümüş geçmiş getmiş. Ermenekli bir süre sonra Ermenek’e varmış, yörüğü bulmuş: “Daşımış be.”demiş. K.K.:21, K.K.:39, K.K.:40 f. İş İnada Bindi Ömründe hiç teravih namazı kılmamış olan bir yörük, bir gün caminin önünden geçerken, cemaatten birisi: -Namaz vakti nereye gidiyorsun? demiş. Yörük: -İlerde mallarım var. Oğlan başlarında biran evvel gitmem gerek. -Sen Müslüman değil misin? Teravih namazı vakti ezanı duymazdan gelirsin? -"Bari şu namazı kılayım da öyle gideyim." diyerek camiye girmiş. Gelgelelim, aklı dışarıda, hayvanlarında. Üç beş rekât namaz kılmış, Teravih uzun, imam daha da uzun süreler okuyor, bakmış, biteceği yok. Dışarı çıkıp oğluna seslenmiş: -Oğlum, hayvanlara mukayyet ol. İmamla iş inada bindi! K.K.:36 Anamur’da anlatılan bazı fıkralarda “Yahudi” tiplemesi karşımıza çıkar. Bu tipleme, uyanıklık, paraya düşkünlük, hazır cevaplık, ile birlikte işlenir. Yahudilerin az para harcama özelliklerine gönderme yapan bu fıkralarda, ayrıca geçmişte yapılan haksızlıklara serzenişler de yer alır. Fıkralarda Yahudiler, tüccar ve zengin tiplemesiyle karşımıza çıkar. g. Yahudi Bir karı koca, ev sahibine gelirler ve kiralık katı bir yıllığına istediklerini belirtirler: -Öyle mi ? Peki adınız ne? -Adım Levi. -Levi mi? Yok kardeşim benim kiralayacak katım yok. -Nedenmiş o? -Ben Yahudiye ev vermem

154

-Ama ben yahudi değilim ki. Katoliğim. -Katolik mi ama nasıl olur? -Bayağı olur, ben de sizin gibi her Pazar kiliseye giderim. -Sahi mi? Peki kilisenin dibinde ne vardır. -Çarmıha gerilmiş İsa. -Yaşa be. Peki İsa nerede doğmuş. -Bir ağılda. -Hımm. Neden ağılda doğdu peki. -Neden mi? Çok basit. O zamanlarda Yahudilere ev vermeyen sizin gibi budalalar vardı. O yüzden. K.K.:36, K.K.:21, K.K.:39 h. Yahudi’yle Kayserili Yahudinin biri antikacılık yaparmış. Yolu Kayseri’ye uğrar. Bakmış ufak bir çocuğun parmağında bir yüzük var. “Ben bunu çöcukdan çaparın.”demiş: “Oğlum sen bana bu yüzü satan mı? “Yok amca gıymeti ne bunun da ben sana bedava veririn.” “Daşın başına çık, eşek gibi üç sefer anır.” Yahudi üç sefer anırır. “Nasıl oğlum.” “Tamam amca.” Yahudi elini uzatmış. “Ver tamam yüzüğü.”demiş. “Ülen amca. Sen bir eşek olarak bu yüzüğün gıymetini biliyon da, ben bir Gayserili olarak değerini bilmeyecekmiyin.” K.K.:37 ı . Bektaşi Bektaşi fıkraları, mistik anlayışa göre oluşan fıkralardır. Fıkralarda, Allah’la senli benli, adeta ona çıkışan bir arkadaş üslubuyla konuşan, eğitimsiz bir köylü kimliğiyle karşımıza çıkan bir tip karşımıza çıkar. Alevi-Bektaşi kültüründe var olan Allah’tan korkmak değil de Allah’ı sevmek ilkesiyle Allah’la içten, yakın, hatta kavga edecek kadar cesur bir biçimde konuşma üslubu Bektaşi fıkralarının en belirgin özelliğidir. Fıkraların odağında, sünni inanışa sahip olan insanlarla Alevi-Bektaşi inanışa sahip insanlar arasındaki inanç kaynaklı sevimli bazı zıtlıklardan doğan ince nükteler yer alır. Bektaşilere göre, Allah’a karşı bu cüretkârlık bir saygısızlık üslubu değil, içtenlik göstergesidir:

155

i. Napalım? Bektaşi’nin birisi caminin önünden geçerken girip namazımı kılayım demiş. Namazı kılmışlar iş duaya gelmiş. Dua ediyorlar. Bektaşi “Allah’ım bana içki parası ver.” diye dua etmiş. Hoca: “Yaşından başından utan, burada herkes iman isterken sen içki parası istiyorsun” demiş. Bektaşi “E napalım demek ki onların içinde iman yok iman istiyorlar, benim de param yok para istiyorum” demiş. K.K.:37 j. Altı Üstünden İyidir Adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek: -Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek.”diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi dayanamayıp cevap vermiş: -Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir. K.K.:37 k. Camide Vaaz Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o gün ki vaazında içkinin kötülüklerinden bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek verir: -Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer? diye sorar. Bektaşi elini kaldırarak cami imamının sorusunu yanıtlar: -Hocam suyu içer. İmam: -Tabi ki suyu içer, peki neden suyu içer? diye sorunca, Bektaşi cevaplar: -Neden olacak hocam, eşekliğinden! K.K.:37 l. Halim yok Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar: -Baba Erenler niçin oruç tutmazsın? Bektaşi’de mazeret hazırdır: -Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok. Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar: -İftara çağırsalar gider misin? -Doğrusu ne yapar eder giderim. Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:

156

-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun! Bektaşi’nin cevabı hazırdır: -Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hakk merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir. K.K.:38

4.1.5.1.3. Mahallî Fıkra Tipleri Türk dünyası zengin bir fıkra hazinesine sahiptir. Bu hazinede yer alan fıkra tipleri değişik açılardan sınıflandırılmıştır. Saim Sakaoğlu’na göre:” birisi de “mahalli tipler”dir. Bunlar çok dar bir bölgede bilinen, halkın arasında yaşamış halk tipleridir. Türk Edebiyatında ister sözlü, ister yazılı gelenekte olsun bütün fıkralar şu veya bu şekilde halkın yarattığı her hangi bir fıkra tipine bağlı olarak anlatılır. Türk cemiyetinde mevcut fıkra tipleri çeşitli zihniyet ve davranışların temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Türk halkı bu fıkra tipine belli meseleleri dile getirmek, ifade etme hakkı tanımıştır. 118 Anamur’da, Çelik Memed, Mıdış, Molla Dayı gibi, nüktedan, hazırcevap, argo konuşmayı seven, içmekten zevk alan, Bektaşi tiplemesini hatırlatan bu kişiler, fıkraları en çok anlatılan, fıkra tipleridir. Ayrıca her köyde yahut komşu köyler arasında şöhret kazanmış başka fıkra tiplerine de rastlanılır. a. Çelik Memed Çelik Memed asker, evvel soba yok mangalda ısınıyorlar, mangalda kömür geçti, geçmek üzere, albayın biri: “Asker! Şu mangalı bir dutuştur.” Çelik Memed, başlar üflemeye, üfler üfler, ateş yandımıydı ya pof der, ne kadar kül varısa albayın üzerine gider. Albay üstünü başını temizlerken:“Asker! Senin memleket nereydi?”“Adam olmadıktan sonra memleketi ne yapacaksın komutanım.” der. K.K.:34, K.K.:38 b. Molla Dayı Molla, gezici berberlik eder, tarlada, pazarda, belde dolaşır milleti tıraş eder. Bir gün buna Kükürlünün bir gelir: “Molla emmi, güz veresiye narına beni bir tıraş edermin?” “Ederim, gel otur.”

118 Dursun Yıldırım, a.g.e., s.57.

157

Molla emmiye o gün hiç müşteride gelmemiş canı sıkkın adamı oturtur, küt bıçağın birini alır eline, cart pamuğun birini yapıştırır, cart pamuğun birini yapıştırır. Tıraş biter aynayı tutar adama gösterir, adam kalkı verir: “Bu nasıl tıraş!”“( ..) oğlu güz veresiye tıraş böyle olur.” K.K.:11 c. Mıdış Mıdış, bir kış günü köyünden Çorak’a geliyor, tam Sultan Suyu çayından geçerken, sel alıyor bunu eşekte gider kendi de gider canını zor kurtarır, eşekte kurtulur. Bir yaz günü gene Çorak’a geliyor, tam Sultan Suyunun ortasına geliyor eşek bacaklarını geriyor; işeyecek, hemen Mıdış eşekten iner, eşeğin maslarından dutar: “Suyunu gısmet edenin (…)der. Eşeği ite ite karşıya götürür oraya işetir.

4.1.5.2. Belli Bir Topluluk Tipi, Ünlü Bir Kişi Söz Konusu Olmaksızın Sıradan İnsanların Güldürücü Maceralarını Konu Edinen Fıkralar Halk zekâsı hemen her hadiseye uygun bir fıkra meydana getirmiş; birçok fıkra tipleri yaratmıştır. Anamur’da da, imam, köylü, şehirli, ağa, hizmetkâr, efendi, halk arasında gezen deliler, asker-subay çocuklarla ana-baba, gelin-kaynana, karı-koca gibi tipler, yöre halkı tarafından anlatılan fıkra tipleridir. Bunlar, isimsiz genel tipler halinde fıkrada bulunduğu gibi, bazen özel isimleri de bulunabilir. Şaşırtıcılığı ve eğlendiriciliği, sadece açık saçık olmaktan gelen fıkralar da bu bölüme girer. Bu fıkralarda, merkezdeki halkın, köylülerin saflığı ve eğitimsizliğini alaya almak için söyledikleri fıkraların bir çeşididir. Fıkralarda, yöresel dil özellikleri, Anamur insanın halka bakış açısı, kıvrak zekâ kendini gösterir: a. Muuuuuuusa “Adın neci arkadaş.”demiş birisi birine: “Muuuuuuuusa”demiş adam. “Arkadaş benim adımda Musa amma bu gadar uzun değil.” K.K.:21, K.K.:11, K.K.:43 Cahillik, saflık, görgüsüzlük ve kabalık gibi davranışlar, fıkralarda işlenerek bazen bir köy halkına, bazen bir meslek grubuna, bazen de bir sosyal sınıfa yüklenerek, bu davranış eleştirilir. Bireysel ya da bir sosyal gruba ait toplumca onanmayan yanlış davranış fıkralarda işlenir:

158

b. Ablam Gile Gidiyom Yeni ilçe olan bir köye trafik ışıkları yeni konmuş, ışıkların altında bir polis bekliyor ve halkın ışıklara uymasını sağlamaya yani bir çeşit trafik eğitimi vermeye çalışıyormuş. O sırada, bakmış ki; bir kadın, elinde tuttuğu çocuğuyla, kırmızı yanarken karşıya geçiyor. Hemen seslenmiş: -Hanım, hanım! Nereye? Kadın dönüp: -Vıy! demiş. Sana ne? Ablam gile gidiyom. K.K.:30 Fıkralarda atasözü, deyim, bilmece, düzgü, anı, tekerleme gibi pek çok manzum ve mensur türle iç içedir ve onları bünyesinde barındırır. Anlatılan bazı fıkralarda, anlamsızlık ve mantıksızlık hâkimdir. Bu tür fıkralarda, ses tekrarları ve seçimiyle oluşturulan kelimeler, bize tekerlemeyi hatırlatır. c. İki Avrat “İki avrat aldık, birine aldık bir edik, birine de alalım dedik, dedik de b…k mu yedik, alamadık.”demiş adam. K.K.:30 ç. Üç Avcı Üç arkadaş ava getmişler, üç daşan vurmuşlar. Üç gazanda bişirmişler, amma gazanın birinin yanı başı yoğumuş, Birinin altı yoğumuş, birinin de yeri yudu yoğumuş. Yemiş içmiş, doyunmuşlar. Yola gederlerimiş. Bulmuşlar bir palan, palanı galdırmışlarımış, imiş altında bir golan. Golanı da galdırmışılar, etdikleri lafın öte başı yalan. K.K.:30 Bazı fıkraların özünde kısa bir diyalog vardır ve bu fıkralarda yaşamdan bir kesit aktarılır. Fıkralar en fazla iki cümleden oluşmasına rağmen, türe özgü hazırlık safhası, olay betimlemesi, tezat unsuru, diyaloglar, hüküm ve nükte gibi özellikler yer alır. Bazı fıkraların uzun anlatılara ihtiyacı yoktur. Vermek istediği mesaj ya da hisseyi, belki tek bir cümlenin içinde veya soru ve cevaptan oluşan birbirine bağlı iki cümle halinde verir. Bu cümlelerin ilki, dikkati nükteye çeken ve anlatının bütününü özetleyen soru cümleleridir. Fıkranın nüktesi ise, cevabın kendisidir ve metnin ikinci cümlesidir. Metnin bütün çarpıcılığı bu cümleye yüklenmiştir.

159

d. Çiçek ve Gübre Çiçekler, dibine gübre konunca çok çabuk büyüyorlar. Neden acaba ? -Neden olacak. Gübreden bir an önce uzaklaşmak istiyorlar da ondan... K.K.:21 e. Çayın Şekeri Adam kahveye gitmiş bir çay istemiş. Kahveci çayı getirmiş. Kahveci: - Ne kadar şeker atayım, demiş. Adam: - Bek şekerli içemez oldum, altı gaşıcağız atarsan yeter, demiş. K.K.:30 Aile kurumu içinde çatışma olgusunu ifade eden en güzel bağlam, gelin kaynana çatışmasıdır. Günümüzde, gelin-kaynana geçimsizliği hat safhadadır. Her ikisinin birbirine olumlu yaklaşması, nadir rastlanan bir durumdur. Birbirini hor görüp beğenmeme, sopa ile tehdit etmeye kadar varan sözlere dikkat edildiğinde, iki tarafın da kendisini haklı gösterme gayreti içinde olduğu görülür. Kaynana gelinden nefret eder ve oğlunun karşısında geline karşı üstünlük kurmayı hedefler. Gelin de aynı duygular içindedir. Her fırsatta kaynanasına olan duygularını belli eder. Bu durum, edebi eserlerimize de konu olmuştur. Geçimsizlik gelin- kaynana arasındadır. Bazı fıkralarda, damat- kaynana arasındaki geçimsizlik de işlenir. d. Edilen Dua Gelin, yaşlı kaynanasını iyice gönlü olacak şekilde yıkar. Kaynanası bu işten çok memnun olur. Gelinine içten bir dua etmek ister. “E gelin sen beni nasıl pakladın ise, Allah da seni paklasın” der. K.K.:32 e. Kaynana Adamın birinin evinde yangın çıkmış. Komşuları yardıma koşmayıp olayı seyretmeye başlayınca iş başa düşmüş. İlk önce oğlunu yangının içerisinden çıkarıp dışarıda beklemesini söylemiş. Dalmış tekrar duman ve ateşin içerisine, kızını çıkarmış dışarıya. Sonra karısını, sonra köpeğini ve kedisini. Daha sonra dışarı hiçbir şey getirmeden üç kere daha içeri girmiş çıkmış. Onu seyreden komşularından biri sormuş: “Niçin yanan eve girip çıkıyorsun, hiçbir şey getirmiyorsun?” diye. “Kayınvalidem içeride!” demiş adam. “Arada bir gidip çeviriyorum.” K.K.:23

160

f. Benim Beyim Senin Neyin ? Bir gelinle kaynana tartışıyorlarmış. Sinirinden sözlerinin ölçüsünü kaçıran kaynana geline: -"Oğlumun kazancını yiyip duruyorsun. Oğlan bizim ev bizim bir de utanmadan konuşuyorsun !" diyince, gelin: -"İnek olmuş emzirmişsin, Hambal olmuş gezdirmişsin, Benim beyim senin neyin? “ cevabını vermiş. K.K.:34 Fıkralar, masal, efsane, menkıbe gibi türlerin hepsinin özünü kendi içinde barındıran bir bileşkeye, bir “eriyik kabı”na benzer. 119Sanki bir hayvan masalı çağrışımı yapan, ama kısalığı ve yalnızca tek bir durumu ifade etmesi yönüyle kısa, durum öykülü fıkralar da Anamur’da anlatılan fıkralar arasındadır: g. Horozla Tilki Bir gün ağacın başında horoz öterimiş. Tilki: “Orda ne yapan argadaş?”demiş. “Ezen okuyacağın namaz gılacaz.” Tilki: “Gel get de gılalım.”demiş. “Bir ezen okuyayın da cemaatla gılalaım.” Horoz yüksek sesile: “Vık..vık vık..”demiş. Evin kölgesinde yatan siyah bir köpek hemen ayağa gakmış. Köpeği gören dilki hemen ordan gaçmaya başlamış. Horoz: “Nere argadaş namaz gılacaz.” Argadaş garnımda bir guldurtu oldu da abdes bozacağın.”demiş. K.K.:34 ı. Haydın Gonuşak Tilkiye sohbet esnasında - Gel seni koyunlara çoban edelim, derler. Tilki nazlanır: - Benim çarığım yok, ayakkabım yok nasıl çoban olayım, der. Sohbet konusu değişir, herkes başka şeylerden bahsetmeye başlar. Tilki bakar olacak gibi değil araya girer:

119 Gülin Öğüt EKER - Metin EKİCİ –M. Öcal OĞUZ – Nebi ÖZDEMİR, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayını, Ankara, 2003, s.319.

161

- Az önce siz bir şeyden bahsediyordunuz, haydin ondan biraz daha gonuşak hele,der. K.K.:34 h. Gurbağa İle Akrep Guyruklu bir yaz günü çayın kenarına gelmiş. Garşıdaki akrabaları ile görüşmek için. Gurbağaya: “Beni garşıya geçiriver.”demiş. O da: “Peki geçirivereyin.” “Bana hopuç ol.”demiş. Biraz çayı ortalayarak guyruklu iğnesini yavaşca batırmaya başlamış. Gurbağa bağırmış: “Argadaş ne yapan?” “Şaka ediyom. Biz öteden beri cins iktizası, öteden beri biz devamlı batırırız.” “Ha demek öyle mi, demek devamlı batırırsınız.” Gurbağa, çayın dibine doğru batıvermiş, Guyruklu bu sefer yalvarmaya başlamış: “Aman argadaş dur, beni boğcaksın.” Gurbağa öyleyse: “Argadaş ne sen bana iğne batır, ne de ben seni bunaltayın.” K.K.:34 Köylülük, sosyolojik bir olgu olarak kimi zaman eleştirilir kimi zaman vuku bulan olaylar, “samimiyet, saflık” çerçevesinde değerlendirilir. Köylülerin kendi yaşam alanları içindeki özgürlük anlayışı ve bu yaşam alanının dışına çıktıklarında kent insanı ile ilişkilerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar, bu problemlerden kaynaklanan küçük ya da büyük çaplı problemler, köylü fıkralarının konuları içinde değerlendirilebilir. Bu tür fıkralarda genelde, “köylü” tiplemesi saf, cahil ve dik başlıdır. m. Çaltıbükü Anamur’un, Çaltıbükü köyüne yol açılmış yol açılınca bir gün gamyonla bir varan olmuş. Köylünün biride gamyonu hiç görmemiş o zamana kadar. Sabah olmuş adamlar ormana odun kesmeye dağılışmışlar. Akşam olup gelirken garı: “Şoruya bir şey goyverdiler açlığından öldü, bir şeycik götürseğiz de verseğize ayağn” demiş.120

120 Onur Alp KAYABAŞI, Anamur Folkloru (Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, Konya, 2008, s.107.

162

n. Eşekle Köylü Köylü eşeğine binmiş ormandan türkü çığıra çığıra geçerken karşılarına birden aslan çıkmış. Aslan azgın mı azgın, ikinizi de becermeden bu ormandan çıkamazsınız diye kükremiş. Köylü de eşek de tir tir titriyor. Aslan ikisine de bakmış, köylüye “sen bekle önce eşek “demiş. Aslan eşeği yerken, köylü de titreyerek sırasını beklemiş.Aslan sigarasını tüttürürken,köylü korka korka sormuş.”Anlamadığım bir şey var , niye önce eşekten başladın?”.Aslan sigarasından bir nefes çekmiş,”seni önce yeseydim,ben seni hallederken eşek kaçardı be aptal” demiş. K.K.:32 o. Kusura Bakma Saf köylü, kente iş için gelmiş. Bir evin bahçesinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran olur. -Allahım... ne güzel yaratıklar var... Tam o sırada papağan konuşmaya başlar: -Ne bakıyorsun? Köylü neye uğradığını şaşırır: -Kusura bakma hemşerim seni kuş sandım da... K.K.:16 Anamur’da anlatılan ortadan insanların güldürücü maceralarını konu edinen bu tip fıkraların içinde, en çok sevilen de, hemen hemen her yörede anlatılan “deli” fıkralarıdır. Erman Artun fıkrayı, motife yer veren, kısa ve özlü bir anlatıma sahip güldürücü küçük hikâyeler şeklinde tanımlar. 121Toplum yaşantısının, çelişkilerinin düşünce ve davranış farklılıklarından doğan çatışmaların, “deli” motifli fıkralara konu edildiğini görüyoruz. Anadolu halk kültüründe delilik üzerine anlatılan pek çok fıkra bulabiliriz. Bu fıkralarda insanların çeşitli davranışlarındaki aksaklıkları, gariplikleri abartılarak anlatılır.”Deli” tiplemesinde bazen, delilik ve zekilik birlikte işlenir. Fıkraların sonunda verilen zekice cevaplar, “akıllı deli” tiplemesiyle özdeşleşir. p. Beton Gibi Delinin biri dokdora gider. Dokdor adamı tepeden dırnağa kontrol ettikden sora teşhisini bir bir sıralar: "Garnında su toplanıyor. Adelelerinde gireçlenme var. Böbreklerinde kum var. Kanında da demir fazla..."Deli çok şaşırarak: "………! işe bak. Yahu dokdor ben beton gibiyim." K.K.:16

121 Erman ARTUN, Anonim Türk Halk Edebiyatı Nesri, İstanbul, Kitabevi Yayımları, 2004, s.146.

163

q. Biri Senin Biri Benim İki deli akıl hastanesinden kaçıp, Anamur’da bir muz serasına saklanır. Bir müddet sonra karınları acıkır. Ne yiyelim diye düşünürlerken, muz yemeye karar verirler. Muzları bir çuvala doldurup, ıssız bir yerde yemek üzere yola koyulurlar. Biraz yürüdükten sonra, muzları nerede paylaşacaklarına karar veremezler. Biri der burada, diğeri der orda paylaşalım. Bir mezarlığın kapısının önünde olduklarını fark ederler. Artık akşam da olmuşlar, İçeriye girmeye karar verirler. Hızlıca girerken muzların bir kısmını kapının önüne düşürürler. Çıkarken alırız, diye düşünürler. Bir ağacın arkasına saklanırlar. Başlarlar paylaşmaya, biri senin biri benim, biri senin biri benim. Mezarlığın bekçisi bu sesleri duyar. Etrafa bakar ama kimseyi göremez. Çok korkunca hemen hocayı çağırır. Hocayla bekçi seslere kulak kabartır. Bizim deliler yine, biri senin biri benim, diye muzları paylaşıyorlarmış. Hoca gayet sakin bir şekilde bekçiye dönerek, “Merak etme, şeytanlar ve melekler ölüleri paylaşıyorlar, demiş. Biraz sonra sesler yükselmiş. Deliler: “Eee, buradakiler bitti. Şimdi de kapıdakileri paylaşalım.”deyince, hoca ve bekçi ; “Olamaz! Kaçalım! Sıra bizi paylaşmaya geldi!” diyerek kıçına yakı sürülmüş eşekler gibi koşmaya başlar.K.K.:13 r. Dikenli Tel Bir gün iki deli hastaneden kaçmaya karar verirler. Diğer deli, öteki deliye: — Git bak, dikenli teller yüksekse altından geçeceğiz, alçaksa üstünden atlayıp koşacağız, der. Deli tellere bakmaya gider, bir saat sonra gelir, — Maalesef kaçamayız, der. Diğer deli öfkeyle sorar: — Peki neden? Diğer deli sakince cevap verir: — Çünkü hiç dikenli tel yok. K.K.:16 ö. Gurusun Deye Delinin biri bir gün havuza düşmüş. Bunu gören başga bir deli de deliyi gurtarımış. Dokdorlar o deliyi tebrik edip, deliye sormuşular: “Deli nerede?” Deli hemen cevap verimiş: “Onu gurusun deye asdım.” K.K.:16

164

Elimizdeki diğer fıkralar, Anamur’da gündelik hayatın içinde olan olaylar üzerine kurulmuştur. Fıkralarda, Anamur insanının tipik özellikleri dikkat çeker. Anamur insanı mizahı sever, hazrcevap ve ağzı bozuktur. Saf tipine karşı uyanık tip baskındır. Açık gözlü insanlar, fıkralarda adeta söz düelloso yapar. Fıkra sonunda baskın gelen tip, en zeki cevabı verendir. s. Hüühh Kuşu Ermeklinin biri gatıra malları yüklemiş, Anamur’a satmaya geliyor. Muğarlar’ın oraya geliyor, hava da kararmış. Ermekli de hüğk kuşunu bilmezmiş. Hüğk guşu öteden: “Hüüğğğk” diye ötünce, Ermenekli: “Helva tenekesini godum” Ermenekli, eşkıya bir şey ister sanmış kuş ötünce. Az daha gitmiş kuş gene: “Hüüğğğk” “Elma sandığını da godum.” Az daha getmiş. “Hüüğğ” “Yağ tenekesini de godum.” Az daha getmiş. “Hüüğğğk.” “Gatırıda godum” Biraz daha getmiş. “Hüüğğk” “Canımı da mı goyun, ay a..na g…d?” der. K.K.:11 r. Tahsildar İle Jandarma Tahsildar ile jandarma köyde dolaşırkan, bir köy muhtarına müsafir olmuşlar. Neyse muhtar bunların atlarını bağlayıp, kendilerini içeri buyur eder. Bunları yemeğe davet eder. Yemekde taze gabak varımış, tahsildar sormuş. “Muhtar bu gabak neci?” “Efendim gabakdır.” “Yav bu gabak yenir mi?” “Bey efendi siz çok uzak yerden geldiniz, size dokanır hesabıyla biz bunu hazırladık. Gabak hafifdir. Onu yeyin.”

165

Ülen muhtar, bu gabak yerine tavık bişirseydin, olmaz mıydı? Tavık gabakdan daha hafif. Damdan dama uçuyor.”demiş. K.K.:16 t. Tos-ba-ga Anamur’un ücra bir köyün ilkokuluna müfettiş geleceği haberi alınır. Bunu duyan tek sınıflı ilkokulun tek öğretmeni panikler çünkü çocuklar 3. sınıfta olmalarına rağmen çok zor okumaktadırlar. Öğretmen müfettişin geleceği gün sınıfta ufak bir konuşma yapar: "Bakın çocuklar bugün okulumuza müfettiş gelecek. Muhtemelen de tahtaya bir şeyler yazıp okumanızı isteyecek. Müfettiş tahtaya bir şey yazmaya baslarsa hemen bana bakin ben size ne yazdığını anlatırım, siz de okumuş gibi yapıp söylersiniz." Çocukların aklına yatmış bu tabii. Müfettiş gelmiş, kısa hoşbeşten sonra çocuklardan birine "Kalk bakalım" demiş "Su tahtaya yazdığımı oku" ve başlamış kocaman harflerle "kaplumbağa" yazmaya. Bunu gören öğretmen müfettişe çaktırmadan çocuğa bir güzel anlatmış ne olduğunu tahtadakinin. "Oku bakalım oğlum ne yazıyor?" Öğrenci: "Tos-ba-ga" K.K.:22

166

4.2. ANONİM HALK ŞİİRİ 4.2.1. Mâni Mâni, bilinen klasik tanımlamasıyla, genelde yedi heceli dört dizeden oluşan, aaxa biçiminde kafiyelenen bir nazım şeklidir. Bir dörtlük içinde bir anlam bütünlüğü göstermek zorundadır. Genellikle ilk iki dize, asıl anlamı veren son dizelere bir hazırlık yapılmasını sağlayan doldurma dizelerdir. 122 Mâniler, yurdumuzun birçok yerinde farklı şekillerde adlandırılmıştır. Denizli’de “mana, deyişleme”, Aydın’da “mana”, Şanlıurfa’da “mânia”, Kars’ta “meni” Erzincan’ da “ficek” Azerbaycan’da “bayatı” veya “mahni”, Başkurtlar’da “şiğir, törö” Irak Kerkük Türklerinde “hoyrat” veya “horyat”, Kırım Türklerinde “çıng, cır”, Kırgızlar’da “tört sap”; Kazaklar’da “aytıspa, gayım öleng, ölen türü”, Nogaylar’da “şın,çın”, Türkmenler’de “rubayı, rubağı”, Uygurlar’da “törtlik” Tatarlar’da “mane, şiğir, töri”, Kazan ve güney Kırım’da “cır”; Özbekler’de “aşule, koşuk, törtlik”, Yugoslavya Prizren’de “martifal” olarak adlandırılmıştır.123 Mâninin ne zamandan beri kullanıldığı pek bilinmemekle beraber, Dede Korkut hikâyelerinde, yine Kutatgu Bilig gibi eserlerde de kullanıldığı, verilen kısa ve özlü dörtlüklerden anlaşılmaktadır. Bu manalı sözlere” mesel” veya “hikmet” adı verilmiştir. Yine Yunus Emre, mâninin edebiyatımızda ilk başlangıcı hakkında ayrıntılı bir bilgiye henüz sahip değiliz. Dede Korkut'ta: "Koçun türküsünün mânnisini ver" biçiminde rastladığımız mâni kavramı; Yunus Emre'de:

"Dilin ile şakırsın Çok mâniler okursun" biçiminde görülürken; Karacaoğlan'da da: "Karacaoğlan der bir mâni söyle Ezelden kalmıştır bu kanun böyle" söyleyişi ile görülmektedir. Divanü Lügati't Türk'te bulunan:

"Törtlük tutung özüngge (Görklü elbiseyi özüne) Talıg aşığ adhınka (Tatlı aşını başkasına)

122 Nevzat GÖZAYDIN, Anonim Halk Şiiri Üzerine, Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), Ankara, Haziran 1989, s.3. 123 GÖZAYDIN, a.g.m., s.3.

167

Tutgil konuk ağırlıg (Yedir de konuğu ağırla) Yodhsun konuk budhunka (Ününü yaysın buduna)

Biçimindeki bir örnekten anlaşılacağı gibi onbirinci yüzyıldan önce de Türk kavimlerince kullanılmış bir biçimdir. Halk şiiri geleneği içinde en çok kullanılan nazım biçimlerinden biri olan mâni söyleme geleneği, Anamur yöresinde de oldukça yaygındır. Yöreden derlediğimiz mâniler, göçebe kültürüyle yoğrulmuş bu topluluğun kalp ezgisidir. Derlenen mânilerin bazılarının, şekil olarak mâni kalıbına uymasa da, söyleyiş olarak mâni özelliğinde olduğunu görüyoruz. Elde edilen mânilerin çoğu, 7’li hece ölçüsü ile söylenmiş ancak bu ölçü dışında söylenmiş mâniler de gözlemlenmiştir. Yörede söylenen mânilerin hepsi dört mısradan oluşmaktadır. Yörede mâni söylemeye “saygı saymak” denilmektedir. Mânilerde sosyal temalar da sıkça işlenir. Ancak ön planda daima sevgi vardır. Diğer motiflerin hepsi, ancak sevgi ile münasebetleri nisbetinde yer verilir. Anamur mânilerinde de, işlenen motifler sevgi temasını kuvvetlendirmek için kullanılır. mânilerde, yörenin ekonomik, sosyal ve siyasal pek çok yönünü bulabiliriz. Göçebe kültüründe, tabiat unsurlarının, hayvanların, doğa yaşantısının özel bir yeri vardır. Yörük zenginliğiyle yoğrulmuş Anamur’un mânilerinde su, bitki, hayvan, dağ, gök, Yörük motiflerinin sıkça işlenmesi, bu durumun bir sonucudur. Edebiyatımızda “gülü tarife ne hacet” diye bir söz vardır. Halk edebiyatımızda “gül”ün ayrı bir yeri vardır. Hz. Âdem’den İbrahim Peygamber’e ve en son peygamber Hz. Muhammed’e kadar, insanlık tarihinde ve toplum yaşantımızda gül veya çiçek ayrı bir sembol olarak algılanmıştır. Gülün insanlık tarihinde önemi eski çağlara kadar gider. Genç kızların mendillerinde gül motifi renk renk işlenmiştir. Mesnevi’de Hz. Mevlana’nın gülü çok sevdiği anlatılır. O kadar çok sevmiş ki gülü, eserlerinde tam altı bin kez kullanmıştır. 124 Geleneksel halk edebiyatımızda gül ve çiçek motifli şiirler, şarkılar, ilahiler, türküler ve mâniler kuşaktan kuşağa söylene gelmiştir. Anamur mânilerinde de “gül” motifi sıkça işlenmiştir.

Mavili mavili mor çiçek Mavili buradan geçecek

124 Mustafa MİYASOĞLU, Gül Şiirleri Antolojisi, Tuzla Belediyesi Kültür Yayınları İstanbul, 1999, s.5

168

Öp babamın elini Beni sana verecek K.K.:11

Bahçeye girdim erden Gül kopardım kökünden O yar bana darılmış Gidemedim öfkemden K.K.:1

Renkli mi renkli güller Bahçemde beni bekler Bir bardak soğuk suyu Kavuşamayan içer. K.K.:1

Mahle mahleye karşı Mahlenin ardı çarşı Tomurcuk güller olsam Açılsam yare karşı K.K.:18

Anamur ekonomisinin % 90 tarıma dayalıdır. Tarım arazisi 217.589 alandır. Bu alanın içinde tarla arazisi 156.566, sebze arazisi 16.393, narenciye arazisi 5.340, diğer meyve sahası da 39.290’dır. Arazisinin yarısından çoğu tarım alanlarıyla kaplı bir yörede, doğal olarak yetiştirilen ürünler, her tür edebi ve bedii eserde kendisini gösterecektir. Anamur’un muzları Güzel olur kızları Yalnız sıcak olur

Kıştan sonra yazları K.K.:18

Ayvalar hep sararmış Yârim bana bakarmış Güzel gözlü sevdiğim Gece gündüz ağlarmış K.K.:43

169

Portakal dilim dilim Küsmüş bana sevgilim Ben sana ne dedim yar Kurusun ağzım dilim K.K.:17

Saksıda limon gibi Sarardım onun gibi Kınamayın a dostlar Olmayın benim gibi125

Tarlalar dolu çilek Eğilmiş toplar Dilek Bana selam yollamış Güzel yüzlü bir melek. 126

Anamur’un darısı Tatlı olur sarısı Yiyen bilir dadını Bulunursa irisi. K.K.:11

Tabiatın canlı ve cansız güzel varlıkları, halk kültürümüzün çeşitli ürünlerinde motif olarak kullanılmaktadır. Bu motiflerden biri de hayvanlardır. En çok avcılıkla geçinen toplumlarda görülen hayvanlarla iç içe yaşama, insan ile hayvan arasında, dinsel, büyüsel, yaşamsal bir büyü oluşturmuştur. Bu toplumlarda hayvanlar, büyük bir önem kazanmış, bu önem giderek bazı hayvanlarda kutsal bir niteliğe bürünmüştür127 Tabiatla iç içe olan Yörükler için, hayvanlar çok önemlidir. Anamur mânilerinde kullanılan “hayvan” motifleri arasında en çok dikkat çeken keklik motifidir. Keklik; sülüngillerden olup orta büyüklükte, kalın gövdeli, boz tüylü, kısa kuyruklu, yerde

125 anamurun sesi.com. 126 anamurun sesi.com. 127 Erman ARTUN, Türk Halk Bilimi, Kitabevi, İstanbul, Eylül, 2005, s.108.

170

yaşayan bir av kuşudur. Latince adı “Perdix”dir.128 Bu motifin mânilerde ağırlık göstermesinin en önemli sebebi, avda en çok kekliğin avlanmasıdır. Avcılık, insanoğlunun var oluşundan beri yapılmaktadır. Yörüklerde de avcılık, önemli bir yaşam kaynağıdır. Kekliğin bir özelliği de sekerek yürümesidir. Edebiyatımızda güzellerin yürüyüşü kekliğe benzetilir.

Kekliğim seker ağlar Tüyünü döker ağlar Anasız gelin olan İçini çeker ağlar. K.K.:22

Kekliğim uçar gelir Yuvadan kaçar gelir Gönül koşar ardından Dağları yarar gelir. K.K.:18

Gökler bulutlu kaldı Keklik umutlu kaldı Anahtar yar koynumda Gönlüm kilitli kaldı. K.K.:5

Ak kekliğim ota gelir. Güzel yardan mektup gelir Yârimden haber gelmezse Ceketinden ipcik gelir. K.K.:1

Eski Türklerde, inanç sistemi üzerine yazılı kaynaklarda su motifine ilişkin pek çok örnek bulunmaktadır. Örneğin, Orhun Yazıtlarında, kutsal su kaynaklarından söz edilmektedir. Çağataylarda, gündüz akan suya girmek yasaktır. Cengiz Han, suya saygıyı yasallaştırmıştır. 129 Şamânizm inancında önemli su kaynaklarına tapma vardır. Su kavramı, tabiatla iç içe yaşamış olan Yörükler için de önemli bir yere sahiptir.

128 Meydan-Larousse: Keklik Maddesi, 525. 129, ARTUN, a.g.e., s.107.

171

İslamiyetin etkisiyle, “su”, tapılan değil, kutsal sayılan, ulu kabul edilen bir değerdedir. Su, aynı zamanda besin olarak da bir değer ve saygı konusudur. Göçebe geçmişi olan Anamur’da su hayattır, hayatın devamlılığı, yaşamın vazgeçilmezidir. Çeşitli mânilerde “su” motifi bazen pınar, bazen deniz, bazen içme suyu şeklinde karşımıza çıkar:

Deniz susuz olur mu? Kıyı kumsuz olur mu? Anamur’un kızları? Yavuklusuz olur mu? 130

Su gelir millendirir Çayırı çimlendirir Benim sevgili yârim Dilsizi dillendirir K.K.:30

Derenin kenarında İncirin ufakları Hiç çıkmıyor aklımdan Yârimin gözyaşları K.K.:35

Su akar coşkun coşkun Şu pınar ne de taşkın Sevdiğimden ayrıldım Hem deliyim hem şaşkın K.K.:35

Dağlar, eski Türk inançlarının etkisinde kalınarak Anadolu’da şekillenen efsanelere, destanlara, halk hikâyelerine, masallara, türkülere, mânilere, atasözlerine, deyimlere ve şiirlere yansımış, âşığın dilinden ve telinden hiç düşmeyip İslami kültürle yoğrularak eski önemini sürdürmüştür. Halk hikâyelerinde aşk için sevgili Emrah’ın Selvi için yaptığı gibi dağlar aşar; Ferhat Şirin için dağlar deler; Hurşit, kendisine verilmeyen ve Karadağ’a götürülen sevgilisi için dağlar aşar; Sürmeli Bey Telli Senem’in peşinden Çukurova’ya inmek için geçit vermeyen dağları geçer. Kaf Dağı,

130 anamurunsesi.com.

172

kimi zaman engel unsuru, kimi zaman da barınılacak yer olarak görülür. 131 Yörüklerin yaşadıkları yerler, genellikle bozkır ve dağlık alanlar olduğu için, dağlar, Anamur halkının da gelenek ve göreneğine, yaşam biçimine yansıdığı gibi mitoloji, efsane, destan, masal, halk hikâyesi vb. anlatı türlerine, mânilerine, ninnilerine, türkülerine, bilmecelerine ve halk şiirine girmiş, halk edebiyatı ürünlerinin çoğunda önemli bir motif olarak yer almıştır. Şu dağın kuzuları Körpedir muzuları Allah bize yazmıştır Bu kötü yazıları K.K.:5

El dilinde bir çalım Dağları dolaşalım Aramızda kedi var Biz nasıl kavuşalım K.K.:1

Bu dağlar kavuşturur Yel vurur savuşturur Leyla ve Mecnun gibi Hak bizi kavuşturur K.K.:7

Devedeki ağadır

Deve yönü dağadır

A gözümün çırası Bu feryatlar sanadır K.K.:22

Bir haberleşme vasıtası olarak kullandığımız mektuplar, kişiler arasında kullanılan birer haberleşme aracıdır. Türk edebiyatında mektupların ayrı bir yeri vardır. İçten selamlaşma, dertleşme, dostlar arasında iç dökme, özleyiş ve hatırlayış duygularını barındıran mektup, diğer edebiyat türlerinden daha içten, daha sıcak ve daha etkili bir

131 Mehmet YARDIMCI, Edebiyat Tarihi Çerçevesinde Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Ankara, 2008.,s.249-269.

173

yazınsal mahiyet kazanır. Mektuplar, ruhun kilitli kapılarının itirafçısıdırlar. “Mektup” motifinin işlendiği mâniler de bu işlevi üstlenir:

Mektubum yele yele Düşmüşüm gurbet ele Ben beş mendil eskittim Göz yaşım sile sile K.K.:17

Sarı saçımı satarım O yare mektup atarım O yarden cevap gelmezse Mezarımı da kazarım K.K.:8

Mektup yazdım sıladan Dağlar kalksın aradan Şu benim sevdiğimi Bana versin Yaradan K.K.:7

Dağlarda otlar biter Yürekte korlar tüter Daha da yazacaktım Mektupta sabır yiter. K.K.:7

Mektup kağdı köşeli İçinde kor döşeli Gecem sabah olmuyor Yâr gönlüme düşeli K.K.:43

Mektup yazdım yazıdı Kâlemim kirazıdı Daha da yazacaktım Mürekkebim azıdı K.K.:33

174

Eski Türklerde, kutsal kabul edilen bir diğer unsur da ateştir. Türkler, öteden beri, ateşe saygı gösteriyor, onda kutsal ve temizleyici bir güç görüyorlardı. Her toplum ve inanç grubu ateşi kendine göre yorumlamıştır. Göçebe kültürüyle vücut bulmuş Anamur’da da, ateşin hayatı kolaylaştırması açısından, bu kutsallık göze çarpar:

Ateşinle ettin kor Düş görünce hayra yor Sevda derdi nasılmış Ne çektim bir bana sor K.K.:30

Gül idim hare düştüm Bülbülüm zare düştüm Kınamayın a dostlar Vefasız yâre düştüm K.K.:30

Bazen de bu motif espiritüel bir şekilde karşımıza çıkar:

Kaynanayı napmalı Merdivenden atmalı Yandım gelin dedikçe Oda çıra atmalı K.K.: 30

Beşerî aşk konusu, şiir alanında yüzyıllar boyunca en fazla işlenen konulardandır. Şairin gönül verdiği yahut hayâlinden geçen güzel, üstün vasıflara sahiptir. Perilerden, hûrilerden güzellerin güzelinden daha da güzeldir. Güzelliğiyle cihanı aydınlatır. Halk ve divan şiirinde sevgilinin güzelliği söz konusu olduğunda daha ziyade şu organları ele alınır: Saç, yüz, yanak, göz, kaş, dudak, kirpik, gerdan-gabgab, boy, bel, kâkül-perçem-turre, göğüs, ben, el-kolavuç- parmak, diş, beden-ten-endam, hatt, alın, ayak, ağız, söz… Sevgilinin kaşları kâlem gibi siyah ve biçimli olup kudretten çekilmiştir. 132

132 Doğan KAYA, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, “Divan Şiiri Ve XIX. Yüzyıl Halk Şiirinde Güzel Tasviri”, İstanbul, 2000.s. 243-266.

175

Anamur yolu taşlı Gel beri kalem kaşlı Ne oldu sana güzel Her gün yüreğin yaslı K.K.:25

Anamur yolu taşlı Gel bize kalem kaşlı Ne oldu sana yârim Gözlerin dolu yaşlı K.K.:8

Ata binesim geldi Suya giresim geldi Kömür kaşlı yârimi Sevip öpesim geldi K.K.:42

Kaşların karasına Ben koymuş arasına Ben derdimi söyleyim Yüreğin yarasına K.K.:39

Sevgilinin vücudu narin, yaylansa kırılacak derecede ince bellidir. Âşık, kollarını kemer gibi dolayıp ince bele sarılmak muradındadır. İnce ve dar oluşu, ile âşığın bir türlü kucaklayamayışı sebebiyle yok / hayâl olarak farz edilmiştir. Adı var kendisi yoktur. 133 Güzel, âşığına kaşları ile yay kurar, kirpiğiyle de ok atar ve daima âşığın gönlünü hedef alır. Öldürücülük ve yaralayıcılık gibi vasıflara haiz olup, gözün tamamlayıcısı mahiyetindedir. 134

Bahçe başında kurma Güzel karşımda durma

133 KAYA, a.g.e., s.266. 134 Doğan KAYA, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, “Divan Şiiri Ve XIX. Yüzyıl Halk Şiirinde Güzel Tasviri”, İstanbul, 2000.s. 243-266

176

Kirpiklerin ok olmuş Kalbime hançer vurmuş K.K.:36

Kaşları çok dedikçe Kirpiği ok dedikçe Pek mi burnun büyüdü Sana hep sen dedikçe K.K.:34

Yüz bembeyaz kaş aydır Siyah saç, kirpik yaydır Bulamadan yitirdim Gözlerim şimdi zardır K.K.:17

Kirpiklerin ok mu yar?

Derde derman yok mu yar? Ben sana gönül verdim, Bu iş bana çok mu yar? K.K.:17 Sevgili boylu -poslu, düzgün vücutludur. Boyu o kadar uzundur ki servi ağacına benzer. Güzel bahçemdeki mah Boyu servi kendi şah İki gönül bir olsa Ayıramaz padişah K.K.:9

Güllüdür entarisi Hiç yoktur bir Mânisi Fidan boylu yârimin Olayım efendisi K.K.:9

Mahalle yolu hep taş Kalbim kırık gözüm yaş Kavuşmak mahşeredir Fidan boylu arkadaş K.K.: 43

177

Yanak, renk ve şekil itibariyle güle benzetilir. Yüzün güzelliğini meydana getiren unsurlar içinde en geniş yeri kaplar:

Gül sabah açmak ister Al yanak yaşmak ister Şu benim güzel yârim Yare kavuşmak ister K.K.:42

Anasının tek kızı Yanakları kırmızı Yârimi âlem bilir Yüreğimin yıldızı K.K.:40

Ben garip bir aşığım Odlarla sevdalıyım Sen ferahla kaynana Kızına meraklıyım K.K.:11

Ata binen ağadır Atın yolu dağadır Al yanaklı sevdiğim Bu Mâniler sanadır.K.K.:12

Mânilerde işlenen sevgilinin gözleri siyah ya da eladır. Âşık, kendisine süzerek bakan sevgilinin ela gözlerine kurban olmak ister. Siyah olan sevgilinin gözleri, doğuştan sürmelidir. Can alıcı ve hükmedicidir:

Sarı saç kına istemez Ela göz sürme istemez Gönlüm yıkık döküktür İçine murat istemez K.K.:1

178

Ufacık köy üzümü Görsem yarin yüzünü Uyuyup da uyansa Öpsem kara gözünü K.K.:18

Bir daş attım alıca Bir kuş vurdum delice Yenile bir yar sevdim Gözleri sürmelice K.K.:25

Altının var boynunda İki ellerim goynunda Ela gözlü sevdiğim Resimlerin yanımda K.K.: 2

Mânilerde geçen “gerdan” motifi beyazlığı yönüyle işlenir. Gerdanına inci, mercan veya altın takan sevgili doyumsuz güzelliğe sahip olur. Âşık, yarinin gerdanında kolye gibi dolanma arzusundadır.

Boncuk idim ezildim Ak gerdana dizildim İster al ister alma Ben alnına yazıldım K.K.:8

Yayla yolu bükülür Saç gerdana dökülür Benim sevdiğim yiğit Ak gerdanda bükülür

Bağa gittim bağlama Süt gerdanlım ağlama K.K.:39 To Ben buralı değilim Bana gönül bağlam K.K.:7

179

Topraklar, üzerinde yaşayan insanların meydana getirdiği kültürel mekânlar ve ortaya konulan medeniyetlerle vatanlaşırlar. Bu, toprağın millî kimlik kazanmasıdır. Türk’ün binlerce yıllık vatanı olan bu toprakların bizdeki tapusu da, üzerinde meydana getirdiğimiz, kokusu ve rengi bizim olan millî kültürümüzdür. 135 Köklü bir geçmişin ürünü olan ve çok zengin bir repertuarı bulunan Türk el sanatları, maddî kültürümüzün paha biçilemez belgeleridir. Anamur’da dokumacılık önemli bir seviyeye gelmiştir. Her köyün dokuma motifi ve işlenen teması farklıdır. Aynı temalar, farklı şekillerde kompoze edilir. Dokumacılıkla ilgili mâniler de derlediğimiz mâniler arasındadır:

Kirmenimi eğireyim Yârim nerde ne bileyim Nerde olduğunu bilsem Akşama yâre gideyim.136

Yedi kat büke büke Halıyı koydum yüke Ben yârimden ayrılmam Etseler dike dike K.K.:15

Yürekte sevdam yandı Od düştü kilim yandı Ben kilime acımam Ağzımda dilim yandı. K.K:1

Evleri yüksek m’ola Çulfalık dokur m’ola Sevdiğim gelin olmuş Boynumuz bükük m’ola K.K.:5

135Abdullah ŞENGÜL, Olur'da Dokumacılık Dili ve Folkloru (Neşredilmemiş) Derleme Sözlük, Erzurum 1984,s.7-11. 136 anamurunsesi.com.

180

Çıkrığımın kulpu demir Eğeririm gümbür gümbür Ulu yerden geldi emir İmdi nedeyim eller K.K.:5

Hırka dokudum ince Yar sevmedim doyunca Ayırdı zalim felek Düğün günü gelince K.K.:6

Gümüş kirmen eldedir Kemer ince beldedir Güzel, aklın kimdedir Gördüm damda bir güzel K.K.:22

Anonim halk edebiyatının en yaygın türlerinden olan mâniler birçok unsuru bünyelerinde barındırırlar. Bu unsurlardan biri de, yerleşim birimleri adlarına yer vermeleridir. İnsanlar, yaşadığı yeri övmek, onun güzelliklerini dile getirmek için mânilere yerleşim biriminin adını sıkıştırıvermektedir. Hatta yerleşim biriminin adının yanında yörenin en meşhur özelliği de yer almaktadır. Bu tür mâniler, bize yöredeki yerleşim birimlerinin özellikleri hakkında mânidar bilgiler verir:

Ortaköylü azgın olur Sarıcağı düzgün olur Nasradından gız alan Canından bezgin olur. K.K.:11

Ahmed’im suya gelsin Çağırın Kaş’a gelsin Ahmed’imden ayrılmam İsterse beyler gelsin K.K.:1

181

Eğrikten eğildi goyunun ensesi Kulağına gitti goca çanın sesi Tosunoğlu çıkmadı mı sana Koca çanın böyük ensesi K.K.:5

Anamur’dan uçan kuşlar

Barcın yaylasında kışlar Bir Urum’u esir aldık Kollan nişanlı çavuşlar K.K.:11

Asırlar boyunca milletlerin hayatı ve kültürü, âdetleri, gelenek ve göreneklerinde renkler türlü mana, mesaj ve haber ifade etmişlerdir. Mesela, Afrika’da yaşayan zenciler için kara rengi iyilik ruhunun temsilcisi, ak ise kötülük manasını taşımakta; Avrupalıların düşüncelerine göre siyah bela, felaket, yas tutma manasını belirtmektedir. Çin, Japon ve bunlara benzer aynı coğrafik alanda yaşayanlar için ise ak ve beyaz renkleri matemle belayı anlatmaktadır. Yeşil rengi Avrupalılarda özellikle kiskânçlığı, bazen ise ümitliliğin sembolü olarak kullanılmaktadır. Aynı renk Asyalılar için sevinci, mutluluğu bildirmektedir. Sarı rengi Avrupalıların içtimai kültürel bölgelerinde korkaklığı, alçaklığı ve kiskânçlığı bildiriyorsa, başka milletlerde, mesela Asya'da aynı renk temiz, pak kelimelerle anlamdaş olarak kullanılmaktadırlar. Çok eskiden beri yerleşmiş olan bu renklerin farklarının milletlerin kültüründe ve medeniyetinde aramak gerekmektedir. Türk edebiyatına baktığımızda, renklere bakış açısında bu milletlerin anlayışına benzer bir yaklaşım görmekteyiz. Divan ve Halk edebiyatında en çok kullanılan renkler ak, ela, al, kara, yeşil, sarı renkleridir. Ak (beyaz) rengi, göğüs, gerdan, döş, bağır, gün, çadır, deve, giyim, ten, yanak, el, bilek. gibi kelimelerle kullanılmakta; ela / ala rengi, sadece göz kelimesiyle birlikte kullanılmakta; al (kırmızı) rengi, yanak, giyim, gül, el, bayrak, çiçek yanak, yüz, kan gibi kelimelerle birlikte kullanmakta; yeşil rengi, ördek, koru, don, yaprak, turna kelimeleriyle kullanılmakta; siyah(kara) rengi, zülüf, saç, tel, sürme, peçe, şapka, yazma, yas, ümitsizlik, çaresizlik, ölüm, ayrılık kelimeleriyle kullanılmakta; sarı rengi, gömlek, postal, beniz, çiçek, giyim

182

kelimeleriyle kullanılmakta; mor rengi, giyim, sümbül kelimeleriyle kullanılmaktadır. Güzellerin elbiseleri sarı, mor, yeşil renklidir. 137

Al kolanım beldedir Bir ucu da yerdedir Dünya dolu kız olsa Benim gönlüm sendedir.K.K.:11

Ayna attım tarlaya Bembeyaz da parlaya Analar kız doğurmuş Yiğitleri sarmaya K.K.:17

Kırmızı gül pembe gül Bana bir kez olsun gül Üzülmeni istemem Gözyaşlarıma üzül K.K:17

Beyaz giyme söz olur Siyah giyme toz olur Hep yeşiller giyelim Muradımız tez olur. K.K.:2

Nazarlı mavi düğme Yine düştün gönlüme Gönlüme her düştükçe Kan damlar yüreğimeK.K.:

Sarı taksi geliyor Yüreğimi deliyor Bacım gelin gidecek Sıra bana geliyor.KK.:6

137 Nedret MAHMUT, Karacaoğlan’ın Şiirinde Sanat Olarak Renkler, Romanya, 2001,.s. 181.

183

Ak kuzu meler gelir Bağrımı deler gelir Yaşın küçüktür amma Aklından neler gelir.K.K.:8

“Kahve-yı ruy-ı siyahın nef’i vardır bedene/ Lanet gelsin tütün ile tönbekiyi icad edene” (Siyah yüzlü kahvenin vücuda faydası vardır/ Tütün ile tömbekiyi icad edene lanet gelsin.) Diyen atalarımız, kahvenin Türk halkının sosyal hayatındaki yerini dizelerle dile getirmişlerdir. “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” Sözüyle bütünleşen kahve, halk edebiyatımızın çeşitli ürünlerinde motif olarak kullanılan kahveye birçok türküde, mânide, şiirde, hikâyede, atasözünde, deyimde ve efsanede rastlamak mümkündür.

Bahçeden güller devşir Altında kahvem pişir Gülü her devşirdikçe Beni aklına düşür.K.K.:17

Kahveyi pişiririm Korkarım taşırırım Yâr fikrime düşerse Aklımı şaşırırım.K.K.:17

Kahve taştığı yerde Gözün baktığı yerde Güzel çirkin aranmaz Gönül düştüğü yerde K.K:21

Kahve kaynar taşar Yol dönemeçten aşar

184

Meraklanma sevdiğim Hasretliğe müjde var K.K.:12

Doğa, halk edebiyatının baş konularından biridir. Divan edebiyatında olduğu gibi soyut, değiştirilmiş yapma bir doğa değil, gerçek doğa işlenir. Anadolu tüm gerçekliği, yeryüzü biçimleri, kimi zaman yer adlarıyla şiire girer:

Çiçek açmış baharda Gözlerim hep yollarda Seni hep ben bekledim Gel artık gönlüm darda K.K.:11

Yazmayı sardım taşa Dileğim kaldı kışa Ne yazık yariceğim Ayrılık geldi başaK.K.:39

Anamurun pelitleri, Çat çat eder gilikleri, Acep nere gorlarki, Yâr aşkına ölenleri 138

Ekinler karda kaldı Yürekler kara çaldı Gönül kapısı kitli Yârim bir korku saldı.K.K.:20

Yayladaki pelidin Altındaki ben idim Ben hiç böyle değildim Sevdalıktan eridim K.K.:1

138 KAYABAŞI, a.g.e., s.120.

185

Tarih boyunca insanların karşılaştıkları en büyük hakikat ölüm olmuştur. Ölüm, ilâhi bir değer olarak insanla ve insanlıkla daima iç içe olan, en eski ve en yeni duygulardan, en diri ve en köklü düşünce ve inanıştan birisi olmuş, Türk şiirinde de derin tesirler bırakmıştır. Her kültür, kendine göre bir ölüm yorumu geliştirmiştir. Bu algılayış biçimleri de tabii olarak o toplumların sanatlarını etkilemiştir. Mânilerimize baktığımızda, “ölüm” motifinin ayrılık, gurbet, hüzün, kavuşama arzusu ile birlikte işlendiğini görüyoruz.

Giderim yol yan gelir

Ciğerimden kan gelir Mezarımı yola kazın Yar geçtikçe can gelir. K.K.:11

Al koyun kara koyun Gabrimi derin oyun Ben bu dertten ölürsem Adımı dertli goyun K.K.:29

Ağlar iken gülemem Ne ettim ben bilemem Ölüme baş eğerim Ayrılığa gelemem K.K.:28

Arpa bu yıl az oldu Halim yâre arz oldu Böyle mecnun gezerken Ölüm bana farz oldu K.K.:21

Anamur mânilerinde ölüm, yaşamın sonu değil, yaşamın içinde bir durumdur. Genel olarak, sevgilinin elde edilmesinden kaynaklanan mutluluk, onun güzelliği karşısında büyülenme, sevgiliye kavuşamamanın verdiği acı, sevgiliyle birlikte olmanın verdiği mutluluk, kararsızlık çerçevesinde özetlenebilir.

186

Gerdandaki zülüfler Gönlümdeki nazardır İkimizi gömsünler Kavuşmak mezardadır. K.K.:22

Bu dağlar olmayaydı Toprağı solmayaydı Ölüm Allah'ın emri Ayrılık olmasaydı K.K.:15 Sevgiliye ait bir eşyayla gömülme düşüncesinden kasıt, aşığın sevgilisinin kokusunu öldükten sonra da duymak istemesidir. Sevgiliye ait bir nesneyle gömülme düşüncesi, Orta Asya Türk Kültüründe, ölünün yanına ok, yay, kılıç, at vs. gibi sevdiği eşyaların konulması âdetini hatırlatıyor.139

Karanfil açılınca Yaprağın saçılınca Yâr zülüften tel versin Kefenim sarılınca K.K.:21

Yüreğimi dağlayın Ben ölünce ağlayın Yârimin mendilini Gözlerime bağlayın K.K.:28

Ad, bir şahsın halini en bariz şekilde ifadeye yarayan, ait olduğu şahsın bütün vasıflarını hayalde toplayan sembolik bir kelimedir. Bu sembolik kelime, zamanla o şahsın kalıbı gibi görünmektedir.140 Derlediğimiz mânilerin bir kısmında, Anamur’da en çok kullanılan şahıs isimlerinin kullanıldığını görüyoruz.

139 Doğan KAYA, Türk Halk Şiirinde Ölüm Sonrası Dilekler, Millî Folklor III (21), Ankara, Bahar l994, s. 57-63. 140 M. Özgü ARAS, İsim ve Mahiyeti , Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , S.1, Konya, 1985. s.2.

187

Aman Döne kız Döne Kına mı sürdün yine Gelin olduğun gece Oynarsın döne döne K.K.:23

Bahçelerde gül söndü Yârimin adı Döndü O yar benim olunca Bahtım sonunda döndü K.K.:23

Derelerde kamışlar Dalını budamışlar Yiğidim Mustafa’yı Askere yollamışlar K.K.:22

Ata binen efendi Pantolon kahverengi Yârimi sorarsanız Adı Ahmet Efendi K.K.:18

Pazılardan olur börek Dur bir cemalini görek Sana derim Mustafa emmi Arı balı depmek gerek K.K.:15

Ala kilimin yüzüyüm Buğday ununun özüyüm Aslımı sorarsanız Ahmet Ağa’nın gızıyım.141

141 anamurunsesi.com.

188

Gurbet, Arapça “garb” kökünden türemiş bir kelimedir. Güneşin battığı taraf, batı anlamına geldiği gibi, atıldıktan sonra bulunmayan ok, at, gözyaşı, gözyaşının geldiği damar anlamlarına da gelir. Ayrıca, gariplik, yabancılık; yabancı bir memleket, yabancı yer anlamlarını da taşır. 142 “Gurbet” teması da ayrılık, hasret, kavuşma özlemi, ümit kelimeleriyle birlikte Mânilerde karşımıza çıkar:

Gülerdim ağlamazdım Karalar bağlamazdım Bileydim ayrılık var Seni yâr bellemezdim. K.K.:17

Benizim limon gibi Eridim bir mum gibi Ne dostum ne düşmanım Olmasın benim gibi K.K.:8

Kapının ardı zilller El vurmadan iniler Gurbetteki yârimin Kulakları çiniler K.K.:39

Gülümü kurutamam Sularda çürütemem Kırk yıl gurbette kalsam Yine de unutamam K.K.:12

Mutfaktaki siniler Yere atsam iniler Askerdeki yârimin Kulakları çiniler K.K.:21

142 Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav A.Ş. İst. 1985, s.1711.

189

Kanepenin yayları Sayıyorum ayları Yârim gelecek diye Gözlüyorum yolları K.K.:

Gurbet temalı mânilerin içinde, asker mânileri yoğunluktadır. Askerlik ile ilgili mânilerin konularına bakıldığında, askerini uğurlayamayan kişinin üzüntüsü, askerini bekleyen annenin oğlunun gelmemesi sonucu duyduğu keder , asker evlada duyulan sevginin anlatılması askerin annesine duyduğu sevgi, sevgililerin birbirine hasreti konulu mâniler görülmektedir:

Üzümlerim bağ içinde Yürek oynar od içinde Ellerin askeri geldi Benim kuzum yok içinde K.K.:18

Tren gelir öte öte Tütüncüğü tüte tüte Uğur olsun demedim Yüreğime bata bata K.K.:7

Zeytinin irisine Taş attım gerisine Annem beni verecek Askerin birisine K.K.:19

Asker yapar talimi Kimse bilmez halimi Sevda derdi çekilmez Öldürecek yârimi K.K.:20

190

Türk toplumu, düşünce dünyasını dile getirirken, günlük hayatın çeşitli unsurlarından da faydalanır. Bu unsurlardan biri de giyimdir. Giyim, insanın mevkiini, cinsiyetini, millîyetini, bölgesini, ait olduğu kabilesini, medeniyetini, inanç, duygu ve düşüncesini ortaya koyup belirlemektir. Edebî ürünlerimizin meydana getirilmesinde, giyim ve giyimle ilgili unsurlardan da çeşitli şekillerde faydalanılır.

Elbisenin gülleri Parıl parıl parlıyor A benin sevdiceğim Baban seni vermiyor K.K.:20

Saçındaki yazmayı

Boncukla mı doladın Neden bu kadar soldun Sevdaya mı uğradın K.K.:20

Üstündeki fistanın Çiçekleri solmaz mı Kız bu yana baksana Biraz gülsen olmaz mı K.K.:20

Elbisesi dar gelir Sağ sokaktan yar gelir Yârime laf etmeyin Ayda yılda bir gelir K.K.:42

Anonim halk edebiyatının en yaygın ve en zengin türü olan mânilerde ağırlıklı olarak işlenen konu aşktır. Aşk için dizilen mânilerde, sevgi olduğu kadar, sevgiye karşılık bulamamanın, sevgiliye ulaşamamanın kederi ve üzüntüsü dile getirilir. Karşılaşılan engel ve güçlükler, yaşanan olumlu veya olumsuzluklar, çoğu kez dua ve beddua gibi dini motiflerle ilişkilendirilmiştir. Dua mânileri, kendisi, yakınları ya da sevdikleri için olmasını istedikleri olumlu durumlar için dile getirilir.

191

Su çekin kova ile Yemek yap tava ile Merak etme sevdiğim Kavuşmak dua ile K.K.:5

Yıldızlar dizi dizi Zalim ayırdı bizi Kurban bulduğum Mevlam Kavuştur ikimizi K.K.:5

Ak bulut, karadutlar Karanlıkta kim toplar Sevdiğim asker olmuş Gölge olsun bulutlar K.K.:4

Kalbimdeki yaradan Dağlar kalksın aradan Ayrı düşen kulları Kavuştursun Yaradan K.K.:43 Beddua için söylenen mâniler, kötülük yapanlara ilenç için söylenir. Mânilerde genelde, sevgililer arasına girenlere sitem ve beddua vardır. Anamur’da, yoksul, çaresiz, öksüz kimselerin ettiği bedduaların tutacağına inanılır. Bu kimselerde, bu gücün üstünlüğü kabul edilir. Bedene can olasın Gönlüme yar olasın Bir başkası olursa İtten beter olasın K.K.:11

Gidiyorum işte gör Beni ancak düşte gör Değerimi bilmedin Allah seni etsin kör K.K.:1

192

Ateşte koca güğüm Benim sanadır sözüm Beni yâr bellemezsen Kör olsun iki gözüm K.K.:1

Bir sepet elma aldım Dağın başında kaldım Yüreğim dayanmıyor Seni Allah’a saldım K.K.:7

Ak koyun almadın mı? Ağıla koymadın mı? Kör olası kaynana Sen gelin olmadın mı? K.K.:11

“Kaynanalık etmek” Türkçe sözlükte, “Gelin ve damada kötü davranmak; bir yakınına gereğinden çok karışmak” şeklinde ifade edilir.143 Kaynana-gelin anlaşmazlığına dair ilk veriler dört bin yıl önceye gitmektedir. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan çivi yazılı bir tablette, dört bin yıl önce yaşayan genç bir kadının, kocasına gönderdiği çivi yazılı mektupta: “Annenden çok çekiyorum. Bir an önce dön ve beni bu kadından kurtar.” diye seslendiği ortaya çıkmıştır.144 Gelin-kaynana ilişkisinin Mânilerimizde ve pek çok edebiyat ürünlerinde pek de olumlu işlemediği görülür. Beddua Mânilerinde, yoğun olarak gelin kaynana beddualarını görüyoruz:

Duvara çaktım kazık Kaynanam ölmüş yazık Öldüğüne acımam Bir top bezime yaz K.K.:21

143 T.S, s.823. 144 Serhan ALKAN, Atasözlerimiz, Deyimlerimiz Ve Manilerimizde Gelin Kaynana İlişkisi, Ankara, 2002, s.19.

193

Havalarda kelebek Kanadı benek benek Sevdiğim yanımdayken Kaynanaya ne gerek K.K.:21

Domuz gelin ne derdin Gelin değil betersin Yemeğe zehir koydum Yesin yesin gebersin K.K.:21

Yollarda leş kaynana Başında bit kaynana Ben oğlunla yan yana Dışarda yat kaynana K.K.:22

Bazı mânilerde evlenecek kız ve erkekte aranılan özellikler sıralanır. Ya da genç kız, evleneceği delikanlıda aradığı özellikleri sıralayarak, kendisine uygun olmayan delikanlıların boşuna umutlanmamalarını sezdirir. Evlenme törenleri ile ilgili mânilerde, gelin çeyizi ve hayıflanma, gelin olacak kızın anneden ayrılışının verdiği üzüntü, evlenme sırasını bekleyen gencin düşünceleri, evlenmesi istenen gençle ilgili beklentiler gibi konular işlenmiştir. Düğün evlilik gibi motifleri işleyen bu mânilerde, düğünün uygun bölümünde, olayı kısaca özetleyecek biçimde ve mizahi yönü de olan mâniler söylenmektedir. Arabası dört teker Yollarda yük çeker Köyün bekâr oğlanı Gece gündüz ah çeker K.K.:21

Çeyiz kamyonda geliyor Dağ taşı geçip deliyor Aç sevdiğim kapıyı Düğün evleri geliyor K.K.:21

194

Çeyizler serilmeli Al yeşil giyilmeli Davullar dövülmeli Düğün evi hayrolsun K.K.:18

Asma dalı kırıktır Dibinde su duruktur Babasız gelin olan Yüreciği buruktur. K.K.:18

Anamur’da eski düğünlerin en önemli ve ilginç yanı kız isteme idi. Evlenme çağına gelen genç, bu isteğini babasına söyleyemediği için, istediğini anası yoluyla duyurur, bir mâniyle dileğini söylermiş:

Ten kızara kızara Elmalar hep kızara Ana artık vaktimdir Hele bana kız ara K.K.:12 Mendil folklorumuzun vazgeçilmez bir parçası olup, yazıldığı bezin cinsine ve üzerindeki şekillere göre ipek mendil oyalı mendil, turalı mendil, meddah mendili gibi adlar alıp hissi hayatımızda da önemli bir yer tutmaktadır.

Dama kilim sererler Buğdayları ezerler Mendil vermem sevgilim Mendil ayrılık derler K.K.:12

Dağları dağlasınlar Yar beni bağlasınlar Yârin al mendiliyle Yaramı bağlasınlar K.K.:11

195

Bazı mâniler, kızgınlık, kırgınlık eleştiri vb. amacıyla söylenir. Anamur’da bu tür taşlama mânileri hiciv özelliği gösterir. Ancak kırıcı değildir. Bu tür mânilerde, mâni söylenen kişinin ya da toplumun aksayan yönü söylenir. Anamur taşlama mânilerinde, toplumsal ve kişisel taşlama iç içedir. Toplumda değerlerin değişmesi, yapılan haksızlıklar, toplumun aksayan noktalarının ancak bir yönü hicvedilir. Kişisel taşlama mânilerinde, kişilerin aksayan yönleri taşlanır. Bu tür mâniler bir olaya, bir davranış biçimine bağlı olduğu için sözün kime söylendiği bilinir. Bir mesaj, uyarı niteliğindedir.

Demet demet maydanuz Tutam tutam yoldunuz Yukarı köyün kızları Yeni moda oldunuz K.K.:12

Elime aldım bıçak Babam dükkân açacak Evlenmeyin oğlanlar Naylon kızlar çıkacak K.K.:12

Dağlarda gezer fellik Ayağında mor terlik Bana yâr diyecektin Nerde kaldı erkeklik K.K.:43

Anonim halk edebiyatının en yaygın ve en zengin türü olan mânilerde, ağırlıklı olarak işlenen konu, insanın duygularını içten ve coşkun bir şekilde dile getirdiği aşktır. Süreçte yaşanılan sıkıntılar, karşılaşılan engel ve güçlükler, yaşanan olumlu veya olumsuzluklar, çoğu kez Allah, cennet, cehennem, felek gibi dini motiflerle ilişkilendirilmiştir. Bu şekilde, sevgiye karşılık bulamamanın, sevgiliye ulaşamamanın kederi, üzüntüsü ve hasreti dillendirilmiştir:

Bugün ayın otuzu Kızlar kurar hotuzu

196

Bu dünyada yar seven Ahrette yer topuzu K.K.:23

Çeşmeden su mu gelir? Camiden hu mu gelir? Ben burada sen orda Elimizden ne gelir? K.K.:25

A yollar sönük yollar Yolcusu bezik yollar Sevdiğimi sormayın Yazmayı kara bağlar K.K.: 41

4.2.2. Ninni Türk toplumunun yaşattığı, paylaştığı ve geliştirdiği geleneklerin önemli bir bölümü sözlü kültür ürünleridir. Aynı ırkın, aynı kültürün insanları olduğumuzun en belirgin özelliklerinden olan ortak sözlü kültür ürünleri, yüz yılların fırtınalarına, mesafelerine, değişimine rağmen yüzyıllar boyu varlıklarını koruyabilmiştir. Ortak yaşam biçiminin canlı ifadeleri olan bu ürünlerden biri de ninnilerdir. Ninniler konusunda araştırma yapan Amil Çelebioğlu ninniyi, “En az iki-üç aylıkken üç-dört yaşına kadar annenin çocuğuna, onu kucağında, ayağında veya beşikte sallayarak daha çabuk ve kolay uyutmak yahut ağlamasını susturmak için hususi bir beste ile söylediği ve ondaki hâlet-i ruhiyesini yansıtır mahiyette, umumiyetle mâni türünde bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türkülerdir.” 145 şeklinde tanımlar. Bir milletin edebi ürünlerinin sahip olduğu gizli “ritm ve ezgi” zenginliği, mili kültür anlayışının ve birikimsel tarih kalıbının ikrarcısıdır. Ninnilerin sonunda sürekli tekrarlanan, “Ee, eee, eh, ninni yavrum ninni” gibi ifadeler, müzikalite yüklü, uyku getirici ritimsel namelerdir. Bu bakımdan çocuklar, ilk müzik zevkini ana kucağında ninnilerden alır. Ninni sözcüğünün Türkçe'de ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber, XI. yüzyıldan itibaren oluştuğu ya da dilimize girdiği sanılmaktadır. Ninni kelimesinin, Türkçe'de ne zamandan beri kullanıldığını kesin

145 Amil ÇELEBİOĞLU, Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul, 1982, s.9.

197

olarak bilemiyoruz. Anadolu sahasında “nen eylemek” şekline rastlıyoruz 146 Divanü Lügati't Türk'te ninni karşılığı olarak “bolu bolu” ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Ninniye, Kars'ta “laylay-nanay”, Erzincan ve Erzurum'da “elo” denir. Ayrıca, ninni bazı yörelerde farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Sözgelişi; Muğla'da küçük çocuk, Isparta'da oyuncak bebek ve Malatya'da gözbebeği anlamındadır. 147 Ninniye diğer Türk bölgelerinde “layla”, “laylay”, “sengildek yırı”, “elle”, “elley”, “nene”, “beşik cırı” gibi adlar verilmektedir. 148 Bütün Türk boylarında söylenen ninnilerin söyleniş biçiminde ve söyleniş amacında önemli ölçüde ortaklık gözükmektedir. Kerkük’te ise başlangıç olarak “ülle balam ülle” biçiminde klişe bir söyleyişten sonra ninni okunduğu görülmektedir. Türkiye Türkçesi'nde ve Kıbrıs'ta ninni sözü kullanılan bu kavram için, Kırgızistan Türkçesi’nde, “alday alday”, Uygurlar/Doğu Türkistan’da “allay alay”, Özbek Türkçesi'nde “allo”, Kırım Türkçesi'nde “beşik yırı, ayya”, Kazak Türkçesi'nde , “Eldiy, beşik cırı (yırı)”, Tatar Türkçesi'nde “bişik cırı, bölü cırı”, Çağatay Türkçesi’nde “elle elle”, Azerbaycan Türkçesi'’nde, “Layla”, Kerkük Türkçesi'nde “Leyle (Türkmenlerde:, hövdü)”, Çuvaş Türkçesi'nde, “Nene” kelimeleri kullanılmaktadır. 149 Bütün topluluklarda olduğu gibi, Anamur’da ninninin önemi büyüktür. Yörükler, göçebe bir hayat yaşadıkları dönemlerde bile, çocuklarını halk edebiyatı ürünleri ile beslemişlerdir. Bunun en canlı örneği tabi ki Anamur’da derlediğimiz ninnilerdir. Anamur ninnilerinde Yörük yaşantısından ve Yörüklerin hayata bakış açısında izler bulunmaktadır. Günümüzde, göçebe hayatı tercih eden Yörükler, oldukça azalmıştır. Kültür zenginlikleri kullanılan dille devam etmektedir. Ninniler, bunun en güzel örneğini teşkil eder. Ninni dedim elden aldım Al elmayı daldan aldım Yavrucumu çok geç buldum Ninni benim kuzum ninni

146 ÇELEBİOĞLU, a.g.e., 10. 147 Mehmet Ali YILMAZ, Aladağ Halk Kültürü Araştırması, Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2005, s.152. 148 OĞUZ, a.g.e., s.194. 149 Mehmet YARDIMCI, Kıbrıs Ve Diğer Türk Ülkelerinde Ortak Ninni Ve Tekerlemeler, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Gazimağusa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 1998, s.8.

198

Kara kara benleri var Çifte üzüm gözleri var Bir de boncuk gamzesi var Ninni benim kuzum ninni K.K.:7 ***** Yavrumun beşiği çamdan Yuvarlanıp düştü damdan Şimdi baban gelir dağdan Ninni benim kuzum ninni Uyu yavrum yine şimşek çakıyor Şehit baban gelmiş bize bakıyor Yarasından kızıl kanlar akıyor O yarayı ben bağlayayım nenni K.K.:7 ***** Nenni nenni neler olur Çiçek açar bahar olur Kız gelin sana neler olur Nenni nenni nenni bebek oy...

Sen ağlama ben ağlayayım nenni Uyu da büyü yavrum ninni Ninni kuzum ninni Kuzularla yürü ninni

Ninni yavrum ninni Uykuların tatlı olsun Kaderlerin güzel olsun Ninni yavrum ninni150 ***** Tatlı kuzum ninni Kuzucuğum ninni

150 anamurunsesi.com.

199

Dualar seninle olsun Ninni yavrum ninni

Dandini dandini dastana Danalar girmiş bostana Kov bostancı danayı Yemesin lahanayı ninni

Lahanayı yemez kokunu yer

Benim de kuzum lokum yer Uyusun da büyüsün ninni Tıpış tıpış yürüsün ninni

Dandini dandini danalı bebek Yastığı oyalı beşiği boyalı bebek Uyusun uyusun da büyüsün Tıpış tıpış yürüsün nenni

Dandini dandini danalı bebek Elleri kolları kınalı bebek Benim de yavrum cicili bebek Uyusun da büyüsün ninni.

Ninni yavrum ninni Benim kuzum meme emer Uyusun da büyüsün nenni Tıpış tıpış yürüsün neni K.K.:7 ***** Ninni ninni ninnice Akşam baban gelince Hani yavrum deyince Seni önüne koyunca

200

Öpüp gönlü doyunca Ninni yavrum ninni Ninni ninni hu ninni

Bebek beni dal eyledi. Aklımı aldı del eyledi. Bir kapıya kul eyledi. Nenni nenni bebek oy.

Çanlı yuları astım duvara, Şavkı vurdu bunara. Gönder yârim güllü ağara. Nenni bebeğim neni.

Ninnilerin benim olsun Uykularım senin olsun Akan sular ömrün olsun Ninni yavrum, kuzum ninni

Develerim gatar gatar, Zinciri suya batar. Bu hasretlik bana yeter, Nenni bebeğim nenni.

Dizlerimde büyüttüğüm, Ak saçımla uyuttuğum. Eskilerden beşik yaptım, Nenni yavrum nenni. K.K.:11 ***** Selvi gibi boylanasın neni Çınar gibi dallanasın neni Hep helalce mal yiyesin neni

201

Nenni benim yavrum neni

Ninnilerin benim olsun neni Uykularım senin olsun neni Akan sular ömrün olsun neni Nenni benim yavrum nenni ***** Yaylaların boz yılanı,

Gelir bulanı bulanı. Benim oğlum el oğlanı, Nenni yavrum nenni. Yaylada buldum seni. Akdeniz’de yüdüm seni. Kıyılarda uyuttum seni. Nenni yavrum nenni. K.K.:11 ***** Gözü zeytin dudağı bal ninni Bebemin yedi köyde ağası var ninni Ninni ninni yavrum da ninni Bebemin yedi köyde atası var ninni Ninni ninni ninnileyim seni Ninnilerle uyutayım seni

Kaşları kara gözleri ceylan ninni Anası köylü babası Yörük ninni Kirpikleri ok ok ninni Yanağında gamzesi var ninni Ninni deyip uyuttum ninni Kadir mevlam bahşeyledi ninni

Ninni ninni gülecesi ninni Ak kundağa belenesi ninni

202

Ninni ninni gülecesi ninni Yavrucukken sevecesi ninni

Ninni diye uyuttuğum ninni Ak südümle büyüttüğüm ninni K.K.:37

4.2.3. Türkü

Türküler, Türklerin sosyal, siyasal, kültürel ve dini hayatının her safhasında varlığı kabul edilen, tarihi süreç içinde önemli izler bırakan, her türlü kültürel değişim ve baskıya rağmen, günümüzde etkisini güçlü bir biçimde sürdüren bir birikimdir. İnsanımız çoğu zaman türkülerde kendini aramış ve onda kendini bulmuştur. İçini türkülere dökmüş, sevincini, heyecanını, hüznünü, acısını türkülerle dile getirmiş, sırlarını türkülerle paylaşmış, aşkını, sevdasını, hatırasını, gönlünü, kalbini, kısacası yüreğini türkülerle ortaya koymuştur. Türküler, içinde oluştukları toplumun tarihî süreçlerini, kültürel aşamalarını, dünyaya bakış tarzını yansıtır. Ağızdan ağıza dolaşarak ve nesilden nesile aktarılarak yaşarlar. Toplumun din, adet, gelenek ve görenekler gibi manevi unsurlarını içerirler. Şu dörtlük, sazın ve türkünün Türk kültüründeki fonksiyonunu öz bir şekilde dile getirmektedir:

Bağlama dediğin üç tel bir tahta Ne şâha bas eğer ne tâca tahta Tüm dertleri özetlemis bir âh’ta Bozkırda nârâdır bizim türküler 151

Tanpınar, türküleri büyülü bir aynaya benzetir. Tanpınar, türkülerdeki sesin, bir kartal gibi süzülüp yükseldikçe ruhumuzu beraberinde götürdüğünü ifade ederek, Yemen ve benzeri türkülerin Anadolu’nun iç romanını yaptığını ifade eder. 152 Pertev Naili Boratov türküyü, düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağdan ve yerden yeri içeriğinde olsun, biçiminde olsun

151 Ali AKBAŞ, Türküler, Türk Yurdu, XII/54, Ankara, Şubat 1992, s.33. 152 Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir, İstanbul. 1989, s.55,56.

203

değişikliklere uğrayabilen ve her zaman bir ezgiye koşulmuş olarak söylenen şiirler, diye tanımlarken,153 Öcal Oğuz türküyü, ezgisi ve şekil özelliği ne olursa olsun, ezgi ile yaratılan pek çok anonim manzumeyi içine alabilecek bir kavram olarak ifâde eder.154 Türkü sözü, Türk boylarında farklı kelimelerle isimlendirilmiştir. Azeri Türkleri; “mahnı”, Baskurtlar; “halk yırı”, Kazaklar; “türkî, türik, halık eni”, Kırgızlar; “eldik, ır, türkü”, Özbekler; “türki, halk kasığı”, Tatarlar “halk cırı”, Türkmenler; “halk aydımı”, Uygur Türkleri de, “mahsa” diye adlandırmışlardır.155 Türkü bentleri, yapı ve sözleri açısından iki bölümden oluşur İlk bölümde türkünün asıl sözleri bulunur. Bu bölüme bent adı verilir. İkinci bölüm ise, her bendin sonunda yinelenen nakarattır. Kavuştak adı verilen nakarat ile bentler, kendi aralarında kafiyelenir. Anamur'da folklor ürünleri dağ köylerinde hâlâ yaşamaktadır. Yörede yaşayan insanların çoğu yörüktür. Türk töresi, yörüklerde hâlâ uygulanır. Bu törede kadın, daima erkeğinin yanındadır. Bu gelenek oyunlara da yansımıştır. Yaylacılık faaliyetlerinde, dağ başlarında ve serin yaz gecelerinde sadece gökteki yıldızlarla ve otlattıkları hayvanlarıyla beraber yalnızlıklarını paylaşan çobanlar, en güzel türküleri bu anlarda yakarlar ve dilden dile, gönülden gönüle söyleyerek, acılarını, yalnızlıklarını ve sevdalarını bu yakarışlarla duyururlar. Yörede türküler, genellikle kına gecelerinde, düğünlerde, sünnet törenlerinde ve asker uğurlamalarında, yapılan eğlencelerde söylenmektedir. Yörede türküleri kadınlar icra etmektedir. Türküler icra edilirken, özellikle kına gecelerinde, “tef” adı verilen vurmalı bir müzik aleti de kadınlar tarafından kullanılmaktadır. Yöredeki türküler; oyunlu türküler ve sade türküler olmak üzere ikiye ayrılır:

4.2.3.1. Oyunlu Türküler ve Hikâyeleri Ahmet Hamdi Tanpınar, “Bizim insanımızın romanı türkülerde gizlidir. Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler türkülere mutlaka gitmelidirler.” derken, türkülerin bünyesine gizlenmiş hatıralara dikkat çeker. 156 Yöredeki türkülerin hepsinin bir hikâyesi vardır. Kimisi, neşe, kimisi hüzün, kimi ayrılık, kimi kan üzerine bina edilmiştir. Hepsinde tema farklı farklı hikâyelerle şekillenmiştir. Bu türkülerin tek ortak yanı, gizli bir hareketlilik sembolünü barındırıyor

153 BORATOV, a.g.e., s. 150. 154 OĞUZ, a.g.e., s. 153. 155 Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Ankara, 1991, C. I, s.908-909. 156 TANPINAR, a.g.e., s.56-57.

204

olmalarıdır. Bu hareketlilik ve yaşama sıkı sıkıya tutunmuşluk hali, oyunlu türkülerde daha âşikardır. Anamur’da, ezgisi, oyun havası olmaya yatkın bir türkü, başlangıçta bir yiğitlik türküsü hatta bir ağıt bile olsa zamanla oyun havası olabilir. Bunun sebebi, yöre insanının yaşamayı seven, her şeyi kafaya takmayan rahat yapısıdır. Anamur’a yerleşen Yörükler, uzun müddet konar- göçer halde yaşamışlar, sonra kendilerine, yaşayışlarına göre yerleşim merkezleri seçmişlerdir. Bu yerleşim merkezlerinin özelliklerine göre de yaşayışlarını, çeşitli kültürlerini, oyunlarını ve müziklerini geliştirerek sanat kültürlerini oluşturmuşlardır. Oyunların temel figürleri, yürümek ve sekmek üzerine kurulmuştur. Oyunlar yalnız oynandığı gibi, kadınlı ve erkekli, halka biçiminde, karşılıklı ya da serbest oynanır. Oyun esnasında, elde tahta kaşılar bulunur. Kâşıklar müziğin ahengine göre seslendirilir. Müzikler, bir an yavaşlayan, bir an hızlanan kıvrak ezgilerdir. Oyunlarda, Toros dağlarının sarp yamaçlarındaki hayvanların hareketleri yansıtılır. Davar, koyun gibi yörüğün hayatının bir parçası olan hayvanların yaşayışları yansıtılırken, ayrıca yörüklerin günlük hayatından pek çok kesitler de oyunlarda yansıtılmaktadır. Kısacası oyunlar, kışı sahilde yazı Taşeli yaylalarında geçiren yörük insanının karakteri gibi canlı ve kıvraktır:

4.2.3.1.1. Gerali (Ham Çökelek) Cumhuriyetin ilk yıllarında, Anamur’da madende çalışan Ali isimli bir genç vardır. Ali bu madende yıllarca çalışmış ancak II. Dünya Savaşı başlayınca ülke sıkıntıya girmiş maden de kapanmıştır. Ali ve arkadaşları da işsiz kalmıştır. Köyden gelen bir haber Ali'nin moralini bozmuş bir yandan işsizlik, diğer yandan babasının sınır komşusu Mehmet'le yaptığı kavgayı duyması Ali'nin köyüne dönmesine sebep olmuştur. Mehmet, Kocatarla'nın bir bölümünü sürmüş, buğday ekmiş, kendisine ait olduğunu iddia etmiş, babası Hamza yıllardır ektiği tarlaya el koyan Mehmet'e müdahale edince, Mehmet onu kasığından bıçaklamıştı. Ali eve geldiği zaman, Mehmet’i vurur, yakalanmamak için dağa sığınır. Jandarma, yıllarca Toroslar'ın yamaçlarında Ali'yi arar fakat bir netice elde edemez. Ali ve adamları, dağdaki eşkıya çetelerinin yerlerini jandarmaya bildirip, yardım etmeye çalışırlar. Yaptığı işbirliği nedeniyle, jandarma onları aramaktan vazgeçer, bir yıl sonra da afla Ali de köyüne döner. Köylüler saçları ağarmaya başlayan Ali'ye Gerali demeye başlamışlardır.”Ger”

205

kelimesi yörede eşkıya, kaba saba, çilli, sarı benizli insanlar için kullanılan bir sıfattır. Bahsedilen Ali’nin böyle biri olduğu düşünülebilir. Gerali, çeşme başında istirahat ederken elinde kabaklarla su almaya gelen Hediye'yi görerek, Hediye kıza sevdalanır. Annesini gösterip istetir. Gerali ile Hediye'nin mutlu beraberlikleri iki yıl sürer, ikinci yılın sonunda bitişik köyden Dudu bohçasını alıp Gerali'nin kapısına dayanır. Hediye, Dudu'nun kuma olarak gelmesine razı olunca, Gerali sade bir törenle Dudu ile de evlenir. Gerali iki eşli olarak hayatını sürdürürken geçim sıkıntısı başlar, evin ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelir. Geçim sıkıntısına, kadın dırdırına, eşlerin birbiriyle olan kavgalarına dayanamaz. Eşleri kiskânçlık yüzünden evde yemek bile yapmazlar. Evde, çarşıdan, şehirden getirdiği keçi derisi içindeki çökelek ile bayatlamış katı darı ekmeğinden başka bir şey de yenmez olmuştur. (türkünün diğer ismi olan ‘Ham Çökelek’, bu olaydan kaynaklanmaktadır.) Sevinçlerini, kederlerini dörtlüklere döken Gerali, “Ham Çökelek” şiirini söyler. Söylediği şiir, önce komşuları tarafından, sonra Anamur-Bozyazı yöresinde yaşayan insanlar tarafından adeta ezberlenerek, dilden dile dolaşır. Kısa bir süre sonra, şiir şarkıya dönüşerek düğünlerde, toplantılarda söylenir olmuştur. Anamur'da yaşayan gençler kendi aralarında toplanıp Gerali'nin şiirinden hızlı-kıvrak oynanan bir oyun sergilemeye başlarlar. Aradan geçen yıllar oyunu şekillendirmiş, geliştirmiştir. Halka mal olan bu oyun, halk oyunları olarak her toplulukta değişik türde kıyafetler ve kâşıklarla oynanmaya, diğer yöresel oyunların arasına girmeye başlamıştır: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Birine aldık bir edik. Ötekine de alalım dedik. İki avrat aldık da, Bir halt mı yedik, Geralim? Hey, hey! Geli geliver kız sekerek, Boğazına dursun. Ham çökelek. Avradın kötüsü, Kötüden kötü,

206

Dolapta kokutmuş yüz, Dirhem eti, Başına düşürmüş sirke ile biti, Yandım kötü avradın elinden, Hey hey! Geli geliver kız sekerek, Boğazına dursun, Ham çökelek. Gır eşeğe biner de, Kaş oluktan aşarım. Canımı sıkmayın. Avratlar da, İkinizi de birden boşarım. Geralim hey hey! Geli geliver kız sekerek, Boğazına dursun, Ham çökelek. Gerali dedikleri de bir ala dana, Çekmiş bıçağı çıkmış meydana. Birinin adı Hediye, birinin adı Dudu ya, Yandım iki avrat elinden, Hey hey!”

4.2.3.1. 2.Anamur Yolları (Gayrak Çakıllı) Türküler genellikle bir olay üzerine söylenir, halk tabiriyle yakılır. Buradaki “yakmak” ifadesi bile onun bir acı sonrası efkâr dağıtmaya yönelik oluşturulduğuna işaret eder. Türkünün bu anlamda rahatlatan bir fonksiyonu vardır. En çok bir hüznü dile getirmede etkili olan türkü adeta yürekten kopan bir parça gibidir. Dünya müzik ve edebiyatında olduğu gibi, şiirinde de en çok işlenen konu aşktır. Tanrı aşkından maddi aşka, arzu ve şevkatten acımaya dek aşkın bütün yönleri ve çeşitliliği, halk şiirinde, halk türküsünde sıkça işlenmiştir. İşte bu feryat, genelde aşkın feryadıdır:

207

Osmanlı Devleti’nin son dönemleri yaşanırken, Anamur’un Kızılca Köyü’nde Ahmet ve Gülizar isminde iki genç birbirlerine deli gibi sevdalıdırlar. Aileleri de bu durumdan haberdardır. Ahmet askere çağrılır. Gülizar’dan bir mendil alıp kendisini beklemesini söyleyerek, askere gider. İki sevdalı gün sayarken, Balkan Savaşı patlak verir. Ahmet bu sırada, çavuş olmuş ve “Ahmet Çavuş” diye anılmaya başlanmıştır. Ahmet Çavuş savaşta kahramanca savaşmış, ancak iki bacağını dizlerinin alt kısmından kaybetmiştir. O dönemin şartlarında savaş, tedavi süresi derken Ahmet Çavuş’un memlekete dönüşü yıllar almış. Ahmet’in gelmediğini gören Gülizar’ın ailesi de kızı Anamur’da bir bey oğluna verirler. Ahmet Çavuş köyüne gelip gerçeği öğrendiğinde yıkılır. Aylarca konuşmaz ve günün birinde ninesinin dizinde yatarken ağzından şu sözler dökülür:

“Anamur yolları gayrak çakıllı. Bir yar sevdim uyar akıllı. Anamur üstüne duman bürümüş. Benim sevdiceğim bu diyarda imiş."

Bu arada nedendir bilinmez köylüler Ahmet’e “Kanuni” lakabını takmış ve “Kanuni Ahmet Çavuş” diye tanınır olmuştu. Halk oyunları olarak bütün Türk halkına mal olan bu türkü; canlı ve kıvrak bir şekilde kâşıkla çalgı eşliğinde söylenmeye, kızlı erkekli oynandığı gibi sadece erkekler tarafından da oynanmaya başlanmıştır. Diğer ismi “Gayrak Çakıllı” olan türküde geçen “gayrak”, Akdeniz bölgesinde kazma ile kazılabilen doğa yapısı, bir çeşit taş cinsidir. Bugün Türk halkına mal olan bu türkünün sözleri şöyledir: Anamur yolları yâr yâr , Yâr yâr amman. Gayrak ta çakıllı a canım. Sürmelim ben yandım amman.

Bende bir yâr sevdim. Yâr yâr yâr yâr amman. Uyar da akıllı a canım. Sürmelim ben yandım amman.

208

Anamur üstünü, Yâr yâr yâr yâr amman. Duman da bürümüş a canım. Sürmelim ben yandım aman. K.K.:8

Anamur Yolları türküsünün hikâyesini Çınar ARIKAN’ın Yörük Göçü adlı eserinde de bulduk. Bu eserde anlatılan hikâye ile bizim kaynak kişimiz Gazi Mert’in anlattıkları paralellik göstermektedir. Ancak Yörük Göçü’nde Ahmet Çavuş’un “Kanuni” lakabının nereden geldiği anlatılmaktadır. Bu hikâyeye göre Ahmet Çavuş’a “Kanuni” ismi şu şekilde verilmiştir: Ahmet Çavuş, savaş sonrası tedavi görmek için, Edirne’de askeri bir hastanede tedavi görmeye başlamıştır. Aynı odada kendisi gibi bacağı kesilmiş Kenan yüzbaşı vardır. Kenan yüzbaşı eğitimli, kendini geliştirmiş biridir. Ahmet’in tekrar yaşama sevinci kazanmasında etkin rol oynamıştır. Yüzbaşı aynı zamanda kanun çalmaktadır. O, ne zaman kanununun tellerine dokunsa, Ahmet onu dikkatle dinlermiş. Yüzbaşı, Ahmet’teki bu ilgiyi sezmiş ve ona kanun çalmayı öğretmiştir. Kısa sürede bu işi kıvıran Ahmet, hastanede kanun çalmaya başlamış hastanedekiler ona “Kanuni Ahmet Çavuş” demeye başlamışlardır.

4.2.3.1.3. Danışman’ın Düzlüğü Danışmak, konuşmak, söylemek, anlatmak; bir dilde düşüncesini güzel bir şekilde ifade edebilmek; sohbet etmek; fikir yürütmek; konuşma yapmak; anlaşmaya varmak; bahsetmek, yazmak; bir iş için bilgi veya yol sormak, görüş almak, müracaat etmek, anlamlarına gelen bir kelime olan “danışman”, “tanu-“ kökünden gelmektedir. 157 Bu türkünün ismi, “Danışman” adı verilen, bugün Nasrettin köyü içerisinde ovaya ve denize bakan, Anamur’un 7–8 km batısında bulunan bir düzlükten kaynaklanmaktadır. Selçuklu döneminden bu yana bir eğlence yeri olan mevki , yayla göçünden önce toplanılıp eğlenilen bir mevkiidir. Eskiden Anamur ve Bozyazı'da sıcakların başlamasıyla birlikte yerli halk ve yörükler yaylalara giderler, havaların soğumaya başlamasıyla da deniz kenarındaki yerleşim yerlerine geri dönerlermiş. Yaylaya gidemeyen yerli halk ve Anamur'da yaşayan Rum'lardan bazıları o yılın en sıcak ayında

157 Suzan TOKATLI, “Türkiye Türkçesi İle Azerbaycan Türkçesindeki Eş Sesli Kelimeler Üzerine”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, S :16, Kayseri, 2004, s. 156.

209

Anamur`un 7-8 km batısında bulunan Danışman düzlüğünde bir araya gelirler ve haftalarca süren eğlenceler tertip ederlermiş. Koyunlar kesilir, yöresel halk yemekleri yapılır, çeşitli yarışmalar düzenlenir, güreşler tertiplenir, oyunlar oynanır, sazlar çalınır, türküler söylenirmiş. Anamur - Bozyazı ve civar illerden gelen âşıklar ellerinde sazlar ile karşılıklı atışmalar yapar, söylenen sazlı sözlü türküler şenliklere damgasını vururlarmış. Âşıklar arasındaki atışmaların sonunda yörük ağaları, Anamur beyleri âşıklara hediyeler verir, o yıl derledikleri, yöreye has Mânileri de söylemelerini isterlermiş. Bu şenliklerde pek çok da türkü söylenirmiş. Bu türkülerden birisi de “Danışman” türküsüdür. Bu türkünün pek çok türküde olduğu gibi söyleyeni belli değildir. Danışman türküsü zamanla davul, klarnet, kabak kemâni çalgıları eşliğinde grup halinde söylenip oynanmaya başlanmıştır: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

İndim gettim danışmanın düzüne Nalet olsun çirkinlerin yüzüne Haydi, haydi, haydi atamaz oldum Şu gecenin ayazından yatamaz oldum.

Eğri büğrü Danışman'ın yolları Kardan beyaz o güzelin kolları Haydi, haydi, haydi atamaz oldum Danışmanın cümbüşünden yatamaz oldum.

Evlerine varamadım köpekten Al uçkuru çözemedim göbekten Haydi, haydi, haydi atamaz oldum. Danışmanın cümbüşünden yatamaz oldum

Gün görünmez menengicin dalından,

Kimse bilmez ben garibin halından Haydi, haydi, haydi atlı da geliyor. Şu kızın nameleri datlı da geliyor.

210

4.2.3.1.4. Gasavet

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” isimli kitabında türküyü şöyle tarif eder: “(…) ezik, eritilmiş kurşun gibi yakıcı ve yaktığı yerde öyle külçelenen türküler…”158 Bu türkü, Bu türkünün temelinde külçelenen bir “ah!” ezgisidir. Gasavet; gam, keder, sıkıntı anlamını taşımaktadır. Türkünün temelinde aşk yüzünden çekilen sıkıntı yatmaktadır: Yazı yaylada, kışı sahilde geçiren yörük insanının göçleri gibi düğünleri de bir başkadır. Düğün hazırlıkları günler öncesinden başlar. Kızlar dibeklerde keşkek için darı döverlerken, erkekler düğün evine odun taşırlar. Aynı yerlerde yavuklular içinde türküler söylenir, oyunlar oynanır. Haftanın perşembe günü gelin indirme günüdür. Çünkü cuma akşamı dine olan saygıyı ve evliliğin mutlu süreceğine inanılır. Pazartesi çalgılı nişan gider. Çarşamba gelini çeyizi yüklenir, böğür çanlı develere ala kilimler süslenir. Çalgı eşliğinde gelin evine yollanır. Akşamları ise düğün evinin cümbüş ve eğlence zamanıdır. Hazırlanan çeşitli yemekler ve ana yemekolan keşkek, gelen konuklara ikram edilir. Kızlar bir tarafta oyunlarını oynarlar. Bu oyunlar genç delikanlıların yüreklerine bir kor gibi iner. Bu korlar yeni bir gönül oyunun başlangıcıdır. Böyle bir düğünde belikleri belini döğen kara gözlü, elma yanaklı, kiraz dudaklı bir kıza genç delikanlı gönlünü kaptırır. Ancak kızdan bir türlü karşılık göremez içine sıkıntı (gasavet) düşer. İçindeki acıları türkülere döker, oyun olur ayaklarda: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17 “Yatamadım gasavetten, Aman aman ooof.! Meraktan vay. Aşk ataşı, çıkmaz oldu. Aman aman oooof.! Yürekten vay. Bitti mi ola bizim elin? Aman aman ooof.! Söğüdü vay.”

158 TANPINAR, a.g.e., s.103.

211

4.2.3.1.5. Gök Karga Zeybeği (Anamur Zeybeği) 17.ve 18. yüzyıllarda Anamur beyliği ile Kuzeyde Ermenek beyliği arasında sınır çatışması vardır. Taşeli platosundaki yaylalardaki otlakların verimli olması bu kavganın nedenidir. Koyun ve keçi otlatırken çobanlar birbirine düşerler, beyler birbirleri ile çatışmaya girerler. İki beyliğin ileri gelenleri, bu işin böyle olmayacağına karar verip, bir araya gelerek bir anlaşma yaparlar. Ayın gün batımında görüldüğü gece, ilk horoz öter ötmez, yanlarında bulundurdukları tanık olarak birer temsilci ile beraber hem Anamur'dan, hem de Ermenek'ten yola çıkacak yörük göçleri yaylada buluşacaklar ve ilk buluştukları nokta artık iki beylik arasında sınır olarak kabul edilecektir. Anlaşma yapılan gün gelir. Anamur'dan kalkacak olan yörük obası, o akşam yatsıdan hemen sonra meydanlarda ateş yakarlar, eğlenceler düzenlerler. Şamataya ve ateşin aydınlığına kanan iki acemi, horozu erkenden öttürürler. Tanıklar bu işi çözümleyemezler. Develere, mayalara yükler yüklenir, üzerlerine ala kilimler atılır, böğür çanları takılır, çobanlar sürülerini yola sürerler ve sarp Toros dağlarındaki yaylalara doğru yola koyulurlar. Develer terlemeye başlayınca, Kuruağaç mevkiinde yükler indirilir. Obanın güzel kızlarından biri olan Songül, bu konaklama sırasında kar suyundan sulanan yavru bir Gök Kargayı çok sever, adeta bu kuşa âşık olur. İllaki bana kuşu tutun, der. Kızın gözüne girmek isteyen delikanlılar, kuşu kafese koyarak kıza verirler. Hayvanlar soluklanıp, çocuklar biraz dinlendiğinde yükler mayalara yüklenir, yollara düşülür. Ermenek'e yakın Kazancı'ya gelindiğinde, beyin karısı, "Çok yoruldum biraz konaklayalım." der. Eşini kıramayan bey, göçü burada durdurur ve yükleri indirtir. Az sonra Ermenek'ten yola çıkan göç gelir. Eğlenceler yapılır, yenilir içilir. Güzel kızın kafesindeki Gök Karga için türküler söylenir, oyunlar oynanır. Ve böylece iki beylik arasındaki sınır belirlenir. Bundan böyle de, her iki beylik diğerinin otlaklarına girmez. Bu oyun, zeybek oyunlarındandır. Oyunu bölgede sadece erkekler oynamaktadır. Oyun incelendiğinde, zıplamalar ve sekmeler mevcuttur. Bu hareketler ise oyuna adını veren kuşun kaçışını, aynı zamanda da kuşu yakalamaya çalışan gençlerin hoplama ve zıplamalarını sembolize eder. Çok daha önemli bir özellik ise, oyundaki altı sayıdan oluşan temel figürde erkeklerin beşinci sayıdaki ellerini birbirine vurarak yaptıkları hareket ise yine kuşu yakalamaya çalışırken ellerini çırptıklarını, ellerini vurarak kuşu kovaladıklarını anlatır. Figürler incelendiğinde oyundaki anlatılmak istenen olay apaçık gözükmektedir: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

212

“Aman gök gargayı, Çocuk gök gargayı, Kuruağaçta tuttular vay vay! Tuttular hey, hey! Aman çıkabilsem, Çocuk çıkabilsem, Şu yokuşun başına vay vay! Başına hey hey! Amanın gitme deyi, Çocuk gitme deyi, Yar boynuma sarıldı vay! Sarıldı hey! Aman tuttular da, Çocuk tuttular da, Dar kafese kattılar vay vay! Kattılar hey hey! Aman yeni girdim, Çocuk yeni girdim, Onüç ondört yaşına vay vay! Yaşına hey hey!.. Aman inebilsem, Çocuk inebilsem, Şu yokuşun dibine vay vay! Dibine hey hey! Aman çıkabilsem, Çocuk çıkabilsem, Şu yokuşun başına vay vay! Başına hey hey! Aman gide gide, Haydi gide gide, Yol başıma dikildi vay!

213

Dikildi hey! Aman yeni indim. Çocuk yeni indim. Eniş değil, düzüne vay vay! Düzüne hey hey!” 4.2.3.1.6. İrfani Bu oyunun adı, 18.asrın ikinci yarısında Anamur'da yaşamış bir halk ozanı olan İrfani’den gelmektedir. İrfani için 1844(?)-1894(?) yılları arasında yaşadığı söylenmektedir. Fakat doğum ve ölüm rakamları kesin değildir. Ancak bir 18. asır halk ozanı olduğu halk tespitleri ve cönklere göre açıktır. Silifke'li âşık Natuvani ile aynı dönemde yaşadığı halk arasında bilinmektedir. Ayrıca İrfani'nin Anamur'un Gölgeli köyünden olduğu da varsayımlar arasında yer almaktadır. Zamanın beyliğinin hizmetinde yaşadığı şiirlerini sazı eşliğinde söylediği için âşık edebiyatının saz âşıkları arasında yer alır. Kendisi Taşeli yörüklerindendir. 18 asrın göçebe ya da yarı göçebe ortamının ozanlarından olan İrfani için bir güzelleme ozanı da diyebilmekteyiz. Bu tür şiirler sevginin ve bir güzelin övgüsünü işler. Kısacası ana konusu sevgidir. Ozanın aşk hikâyesi de dillerde şöyle anlatılmaktadır: Anamur'un Gölgeli köyünde güzel bir kız varmış. Kız ise bir ağa kızıymış. İrfani ise bir halk aşığı. Bu kıza tutulmuş. Ona yakın yerlerde gezmeye başlamış. Netice de ateş bacayı sarmış. Fakat yörük ağası olayı öğrenince kızı dışarı bırakmaz, aşığı köy yakınlarına sokmaz olmuş. Bu oyun da, kâşıkla oynanmaktadır. Bir gün ayrılık acısının verdiği ateşle köye gelen İrfani bir tepeden sevdiği kıza şöyle seslenmiş; K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17 “Varın söyleyin İrfani’ye de, Yarini övmesin, yar yaar ! Tarasın zülfünü de yere değmesin vurgunum. Guzum a guzum..... Uzak yoldan geldim de Gayet yorgunum yar yaaar ! Yorgun değilim de kaşlarına Guzum a guzum. Düz bas kunduranı da, Yer incinmesin. Yar yandım ooooof.!”

214

4.2.3.1.7. Leblebici Tanpınar’a göre türküler, hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan, aslî yanımızı ifade ederler. Yazar, Huzur isimli romanının kahramanı Mümtaz’a şöyle söyletir: Mümtaz, “Aç kapıyı bezirgân başı” diye türkü söyleyerek oyun oynayan kız çocuklarını görünce: “Nuran bu oyunu çocukluğunda muhakkak oynamıştı. Ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı oyunu oynamışlardı. Devam etmesi gereken işte bu türküdür. Çocuklarımızın bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi… Her şey değişebilir, hattâ kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir.” der. 159Gerçekten de türküler, tarihimizin değişmeyen yönlerini barındırırlar. Anamur’da oynanan bu oyun da, bir geleneğin değişmeyen yüzüdür. Bir babadan oğla, onun da oğluna geçen ve böyle üç kuşak oynanarak, günümüzde hâlâ yaşatılan bir oyundur. Bu oyun, Anamur yöresi halk oyunlarının babası olarak tabir edilen, oyunların derlendiği ana kaynak kişi olan ve Arap Şakir adıyla anılan Şakir Şen tarafından oynanan bir oyundur. Oyun tek kişiliktir. Düğün ve eğlencelerde izleyicileri güldürmek için oynanır. Bu oyunun ismi, Anamur’da eskiden mahalle mahalle dolaşıp Mâniler dizerek leblebi satan, satıcılardan ilham alınarak verilmiştir. Oyuncu oyundaki sözlere göre elindeki kap veya kafasındaki şapkayı, kepi eline alarak ve çeşitli yüz mimiklerini de içine katarak oyunu oynar. Bu oyun, köçeklik geleneğinden etkilenerek vücuda gelmiştir. Eğlencelerde ve şenliklerde, kadın kıyafetine girerek, müzik eşliğinde dans eden genç erkeklere “köçek” denir: Bu gün, Anamur’da bir ehliyet kursunda eğiticilik yapan Şakir Şen, çeşitli televizyon programlarına katılarak, bu oyunu sergilemektedir. Oyunu babasında öğrendiğine söyleyen Şakir Bey, oğluna da öğrettiğini, bu geleneğin devam etmesini arzu ettiğini söyledi. Kâşıkla da oynanan bu oyunun sözleri şöyledir:K.K.:9

“Leblebi koydum tasa. Doldurdum basa basa. Ah bici bici leblebici, Seni beni aldatan meyhaneci.

159 TANPINAR, a.g.e., s. 275.

215

Leblebinin irisi, Yaktı da beni birisi. Bici bici bici bici leblebici, Seni beni aldatan meyhaneci.

Leblebiyi kavuram. Ah dumanını savuram. Bici bici bici bici leblebici, Seni beni aldatan meyhaneci.

Haydi gidelim bize. Nelerde yedirem size. Ah bici bici bici leblebici, Seni beni aldatan meyhaneci.”

4.2.3.1.8. Mengi (Samah) Anamur halk oyunları müzikleri ve kostümlerinin derleme yerlerinden biri de, Kaşdişlen köyüdür. Bu köyde genel olarak Tahtacılar yaşamaktadırlar. Kendine özgü bir oyunu olan, adından da anlaşılacağı üzere bir samah türüdür. Mengi; ölümsüz, sonsuz, ebedileştirilmiş demektir. Mengilere tarikat semahı da denir. Semahın ön hazırlayıcısıdır. Samah, işitme, duyma anmasına gelen “sima” ve “sema” kelimelerinden gelmektedir.160 Oyunun özelliği halka şeklinde oynanmasıdır. Mengi, bağlama eşliğinde oynanan türkülü, dini bir oyun türüdür. Oyun üç bölümden oluşur. Ağırlama, yeldirme ve kovdurmadır. Anamur’da bu oyun Tahtacı köyü olan Kaşdişlen’de oynanmaktadır. Halkada bir erkek, bir kadın sıralı şekilde dizilirler. Oyundaki her harekette ve dönüşte bir kadın başka bir erkekle, diğer erkek de başka bir kadınla karşılıklı dönüşler yaparlar. Tokmaklı-çirpili davul, klarnet ve keman ile çalınıp oynanan bir halk oyunudur. Oyunun önemli bir özelliği ise, müziğe eşlik eden davulun diğer tüm oyunlarda el ile çalınması, ancak samah oyununda ise davulun tokmak ve çubukla çalınmasıdır: K.K.:18

160 Halil ATILGAN “Mersin’de Halk Oyunlarına Toplu Bakış”, İçel Kültürü Dergisi, Mersin. 1992.,S.3 ,s. 25.

216

“Camilerde ezan okunmaz oldu. Çeşmelerden abdest alınmaz oldu. Sinem ören derler aslı bulunmaz oldu. Sinem ören de derki gönül eğlemez..Şah Ali'm şah.! Camilerin muşambası söküldü. Ahir oldu temelinden yıkıldı. Bugün pazar günü canım sıkıldı. Sinem ören de derki gönül eğlemez...Şah Ali'm şah!”

4.2.3.1. 9. İnce Çayır Anamur'un merkezinde veya çevre dağlık köylerinde yaşayan halk, yazı Toros dağlarındaki yaylalarda, kışı ise sahil adını verdiği merkezdeki veya köyündeki evinde geçirmektedir. Doğal olarak da, hem yaylada geçici olarak ikamet ettiği evcik tabir edilen evi, hem de köyündeki evi olmak üzere iki tane evi vardır. Köyündeki tarlasında ise yaz aylarında yetişen meyve ve sebzelerine de bakmak zorundadır. Doğal olarak da bir kişinin bu ürünlere ve eve bakmak üzere sahilde kalması gerekmektedir. İşte bu türkü, baharda yavuklusu yaylaya giden bir delikanlının öyküsünü dile getirmektedir.

Kendisi yaz sıcağında Anamur'dadır, yavuklusu ise Çakıroluk yaylasındadır. Delikanlının ailesi ise kızı almak istememektedir. Tüm köylü de aynı görüştedir. Genç yalnız kalmıştır. Sevgilisinin boyunu posunu, zerâfetini temsilen “ince” kelimesini, yörük kültüründe çok önemli olan tabiatın sembolü olan “çayır”ı da, hem sevdiğini tasvir için, hem de yaşantılarının vazgeçilmez bir unsuru olduğu için kullanır. İçindeki ayrılığı İnce Çayır türküsünde dile getirir. Bu oyun, kâşıkla oynanan oyunlar arasındadır: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

“İnce çayır biçilir mi? Sular soğuk içilir mi amman? Ağam ben yandım paşam ben yandım, Üç köyün içinde yalınız kaldım. Ezme ile ezme ile, Yar bulunmaz gezme ile amman! Ağam ben yandım paşam ben yandım, Üç köyün içinde yalınız kaldım!”

217

1.2.3.2. Diğer Türküler

4.2.3.2.1. Yörük Kızı Geçti Mi? Anamur türkülerinde, yüzlerce yıllık göçebe hayatının, yaşayışını, özlemini, üzüntüsünü, sevincini görmek mümkündür. Her türkünün bir hikâyesi vardır. Esasen Türk’ün topyekün macerası türkülerde gizlidir. Türk insanı içini türkülere dökmüştür. Türkülerle ağıtını yakmış, hasretini türkülerle dile getirmiştir. Bu türkü, hasret sızısı üzerine yakılmış bir türküdür. Bu türkü, uzun hava(Bozlak) tarzında söylenen anonim bir türküdür. Türkünün hikâyesi kısaca şöyledir: Sevdiği Yörük kızını, yayla yollarında arayan bir delikanlının yaylalara doğru sevdiğini sorarak gitmesini anlatmaktadır. Delikanlının sevdiği kızın obası kendinden önce yaylalara göçmüştür. İçinden geçen sevgili özlemi ile geçtiği yerlere sevdiği Yörük kızını sorar. İçinde esen fırtınalara bir cevap bulmak ister. İçinden geçenleri yakımına döker: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Çocuklar da sürer de sığırı sığırı, Döker tepelerden de çağırı, çağırı Konak verip oturduğum, Karadiken seğiri, seğiri Yörük kızı geçti mi yollar üstünden?

Göç çekip aştığım Deli Kaş’ın yolları Konak verip oturduğum Alacalar hanları, dağları Susama dönmüş de güzelin ince belleri, belleri Yörük kızı geçti mi yollar üstünden?

4.2.3.2.2. Güzeller Güzeli

Eskiden yapılan eğlencelerde yaşlı-genç, kadın-erkek herkes katılırmış. Acısını sevincini, sevgisini, öfkesini ayaklarına, vücudunun ahengine döken yiğitlerin, kızların en iyi oynayanına “güzeller güzeli” denir, onlara türküler yakılırmış. Kadınlar oğullarına bir gelin adayı bulmak için, oğullar muratlarını görmek için, kızlar

218

kalplerinin türküsünü dinlemek için bu düğünlerde boy gösterirlermiş. Bu türkünün de yine düğünlerde çıktığı söylenmektedir: K.K.: 8, K.K.: 11,

“Güzeller güzeller aman aman Nerde gezerler, aslanım ben yandım Eşim eşim gel gelUğrun uğrun gel Can yoldaşım vay... Nerde düğün bayram aman Orda gezerler, aslanım ben yandım Eşim eşim gel Uğrun uğrun gel gel Can yoldaşım gel.”

4.2.3.2.3. Çeşidim (Kullar Olam)

“Çeşidim” kelimesi yörede, “İçtim, sarhoş oldum, başım dönüyor.”anlamlarında kullanılmaktadır. Şakir Şen Bu türkü, böyle bir ruh halinde sevgiliye söylenmiştir. Senin aşkından sarhoş oldum, senin kulun olayım, anlamındadır: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17 “Gullar olam anam seni doğuran anaya. Anaya vay vaay! Süt verirler anam beşikteki sunaya aman. Ah aman aman, çeşidimsim aman. Çokça da içtim kafalarım duman, yağmur yağar aman şemsiyeler ıslanır. Islanır aman! Bir gün olur deli gönül uslanır aman. Ah aman aman, çeşidimsin aman. Çokça da içtim kafalarım duman .”

4.2.3.2.4. Ak Devem Düzden Gelir Türkülerin konuları incelendiğinde, ayrılık konusunun yoğun olarak islendiğini görürüz. İnsanları en çok etkileyen, yaralayan duygu da ayrılık temasıdır. Bazen, uzak

219

diyarlara para kazanmak için gurbete giden kişi evini köyünü terk ederken, bazen de bir kan davası onu memleketinden uzaklaştırır. Bazen eğitim için büyük şehirlere gidilir, bazen de sürgün edilen insan öz yurdundan uzaklaştırılır. Kimi zaman askerlik dolayısıyla vatan için çarpışmak için sıladan uzaklaşılır. Bazen, insan sevdiğinin başkasıyla düğünü izlemek zorunda kalır, bazen de sevdiği göz göre göre ellerinden uçup gişder. Her biri, gidenin ve geride kalanın yüreğinde ayrılık ateşini tutuşturur. Bu türkü, sevdiğini bekleyen sevdalının feryâdıdıdır. Delikanlının sevdiği kız, obasıyla göç etmiştir. Âşık, aşk hastalığına tutulmuştur. Çaresi de sevdiğinin gözleridir. Günlerce yemeden içmeden kesilir. Çaresi sevdiğinin gözleridir. Âşık, onun tekrar gelmesini istemekte, devenin gelmesi sevgilinin de gelmesi anlamına gelmektedir. “Ak”, olumlu haberi simgeleyen bir renktir. Olumlu haber, sevdiğinin dönmesidir. Sevgili ile yörük kültüründe hayati öneme sahip olan deve aynı şiirde yer almaktadır. Bu türkü, internette “Türkü Dostları” sitesinde yer almaktadır. 161

Ak devem düzden gelir. Yükü Kıbrıs’tan gelir. Bir oğlan hasta düşmüş. İlacı kızdan gelir.

Deveyi düzde gördüm. Sürmeyi gözde gördüm. Çok şükürler Allah’a. Seni bu güz de gördüm.

Kahve Yemen’den gelir. Bülbül çimenden gelir. Ak topuk beyaz gerdan. Her gün yabandan gelir.

161 www.turkudostları.com.

220

4.2.3.2.5. Emmim Kızı Emmim Oğlu

Kızla oğlan arsında atışma türünde olan bu türkü, Çınar ARIKAN tarafından Anamur’un Karalarbahşiş köyünden Mehmet ŞAHİN’den derlenmiştir. Birbirine âşık olan iki akrabanın birbirine söyledikleri sevgi nameleridir: 162

Emmi kızı:

Evimizin önü kaya, Kapıdan bakıyor Oya, Bin gidelim emmim oğlu, Havludaki doru taya.

Emmi oğlu:

Evinizin önü yazı, Yayılıyor koyun kuzu, Havludaki doru taya, Ben binemem emmim kızı.

Emmi oğlu:

Şimdi doğar tan yıldızı, Belli olur atı izi, Öldürürler ikimizi(hepimizi), Ben gidemem emmim kızı. Emmi kızı:

Daha doğmaz tan yıldızı, Belli olmaz atın izi, Kimse görmez ikimiz,

162 www.anamurunsesi.com

221

Gel gidelim emmim oğlu.

Emmi oğlu:

Al öküzü çifte koştum. Tohum saçtım, evlek kestim. Ben bir helal mala düştüm. Ben gidemem emmim kızı.

Emmi kızı:

Al öküzü kurtlar yesin. Tohumunu karga dersin. O tarlanı domuz sürsün. Gel gidelim emmim oğlu.

Emmi oğlu:

Kıratın ayağında nalı yok. Arkasında eğer çulu yok. El tutunacak yeri yok. Ben gidemem emmim kızı.

Emmi kızı: Gümüş bileziğimi nal yaptıralım. Al çevremi eğer çul yaptıralım. Saç bağımı gem yaptıralım. Gel gidelim emmim oğlu. Emmi kızı: Peksimet kızarttım heybemde bağlı. Peynir kızarttım heybemde bağlı. Var git yoluna emmim oğlu. Bir daha yar demem gayri.

222

4.2.3.2.6. Gönlüm Ben Seni

Çınar Arıkan tarafından Anamur’un Karalarbahşiş köyünden İbrahim Melek’den derlenmiştir. Gönlüne laf geçiremeyen bir aşığın serzenişidir: 163

Sarı yaylanda sende âşıklar gezer, ah gezer. Çayır çimenin de keklikler kazar, ah kazar. Yaylam sende üç güzel var gezer, ah gezer. Hangi birinden ayırayım da gönlüm ben seni.

Ağaçlar açılır deli gönlüm açılmaz, açılmaz. Doludur badelerde yarsız içilmez, içilmez. Anadan geçilse de yardan geçilmez, geçilmez. Hangi birinden ayırayım da gönlüm ben seni.

Yaylanın iyisi de erken otlanır, otlanır.

Yiğidin iyisi de onbeşinde toplanır, toplanır. Güzelin iyisi de onüçünde tatlanır, tatlanır. Hangi birinden ayırayım da gönlüm ben seni.

1.2.3.2.7. Kına Türküsü

Anonimdir bir türküdür. Anamur Çaltıbükü köyü yöresine ait kına türküsüdür. Şu an Almanya Köln’de yaşayan Sabri Uysal bu türkü için şunları söylemiştir: “16 yaşında Kuren Köyünden (Sarıağaç) , Caltıbükü Köyüne gelin gelen annem Ese Uysal, kilim dokumada, çeyizlik yorgan dikmede, düğün yemeği hazırlamada, misafir ağırlamada, acı ve tatlı günlerin törelerinde, köyün ve özellikle kadınların en önemli rehberi idi. Köydeki düğünlerde, gelin odasının hazırlanması, çeyiz düzülmesi ve kına yakılması gibi konularda hep ona danışılırdı. Sesi çok güzeldi. Koca bakır leğeni alır, arkasını koktuk davul gibi kullanarak, kına gecesini türkülerle yürütürdü. Sıra gelin

163 www.anamurunsesi.com.

223

okşaması ya da gelin ağlatmasına geldiğinde, o çok duygulu sesi ile, kendi yaktığı bu kına türküsünü söylerdi. O an sadece gelin değil, orada bulunan herkes çok duygulanır ve ağlarlardı.”164 Bu türkü, Anamur Kültür ve Turizm festivalinde Doç. Dr. Sabri Uysal tarafından çalınıp söylenmiştir:

Geysi yuduğum akça daşlar, Gelin oldu arkadaşlar, Ak helkeyi susuz koyan, Goca evi issiz koyan, Dad ellere dad ellere, Aşıp gider yad ellere, Yad ellerde şaşırırlar. Dilden dile düşürürler. Yağmur yağar yeli ile, Deniz coşar kumu ile, Aşıp gider a Fadimem. Caltıbükü eli ile, Dad ellere dad ellere. Aşıp gider yad ellere, Yad ellerde şaşırırlar. Dilden dile düşürürler.

4.2.3.2.8. Mahmut Çavuş Anadolu’da öteden beri türküler, mühim hâdiseler üzerine yakılır. Etkilenilen bir olay karşısında, hemen bir türkü yakılır. Bu türkü, zamanla halkın ortak malı olarak, müşterek bir acıyı, bir heyecanı ifâde eden bir yapıya bürünür. Zamanla düğünlerde söylenerek, dilden dile hızla yayılmaya başlar. Bu türkü de, sevdiğini kaybeden Mahmut Çavuş’un durumu sorgulamasıdır. Telli gelinle Mahmut Çavuş arasında sorgu niteliğinde olan bu türkü, Çınar Arıkan tarafından Anamur’un Karalarbahşiş köyünden

164 anamurunsesi.com.

224

Mehmet ŞAHİN’den derlenmiştir.1950 yıllarda köyde yaşayan Mehmet AYDIN adlı kişi bu türküyü düğünlerde söylermiş: 165 İlk akşamdandır gelin. Kandilini yandır gelin. Koynunda yatan yiğidi. Kimdir bana bildir gelin.

İlk akşamdan kandırmışım. Kandilimi yandırmışım. Koynumda yatan yiğidi. Gül memeden emdirmişim.

Yolcu isen git yoluna. Derde arpa biçersin. Suyu nerden içersin. Etrafın seller basa.

Gelin nerden geçersin. Aç kapıyı allı gelin. Derde arpa biçerim. Suyu çeşmeden içerim.

Etrafım seller bassa. Köprü kurar da geçerim. Yolcu isen git yoluna. Atlıyım attan inemem.

İnsem de gene binemem. Ay karanlık yol gidemem. Aç kapıyı telli(allı) gelin. Atlısın attan inersin.

165 www.anamurunsesi.com.

225

İnersen gene binersin. Ay ışıktır yol gidersin. Yolcu isen git yoluna. Karşıdan geliyor Tatar. Kamçısını atar, tutar. Garip olan nerde yatar. Aç kapıyı telli(allı) gelin.

Karşıdan geliyor Tatar. Kamçısını atar tutar. Garip olan handa yatar. Yolcu isen git yoluna.

Uzak yerden geldi ferman. Dizlerimde yoktur derman. Mahmur Çavuş sana kurban. Aç kapıyı telli(allı) gelin. Uzak yerden gelsin ferman. Dizlerinde olsun derman. Kolum yastık saçım yorgan. (Telli gelin sana kurban) Aç kapıyı Mahmut Çavuş.(Gir koyunuma Mahmut Çavuş)

4.2.3.2.9. Sarı Yayla Hiçbir müzik dalında, türkülerdeki kadar güzel ve incelikli mekân tanımlarına rastlanmaz. Gerek Türk sanat müziği, gerekse günümüz pop şarkıları mekânı, türkülerdeki gerçekliğiyle yansıtamaz. Onlarda mekânlar sadece isim ve ona bağlı küçük notlar olarak verilir. Çünkü, o eseri yaratan kişi bellidir. Verilmek istenen de sadece duygudur. Oysa türküler, öyküsünün bir köşesinde, olyın geçtiği mekânı çok güzel tanımlar. “Sarı Yayla” türküsü, mekânla birlikte olay ve duygunun birlikte anlatıldığı türkülerdendir.

226

Bu türkü, Anamur’a 60km. mesafede yer alan, Toros Dağları üzerinde bir yayla olan Abanoz yaylası ve Karaman ilinde Sarıveliler ilçesi ile Taşkent ilçeleri arasında yer alan, yörük yaylası olan Barçın yaylasına karşı söylenmiştir: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Of! Bizim obalar göçüncekte her dereler anam, ah yurd olur. Of! Bizim obalar göçüncekte her dereler anam, ah yurd olur. Of! Senin söylediğin sözlerde benim içerime, ah, dert olur. Senin benden ayrılmanda bunun ile yavrum dört olur, dört olur of! Kara toprağa girmeyincekte ayrılmam senden anam hey, hey sürmelim hey, hey, A dağlar, hey hey, yavrum aman, ay abam hey.

Muarlar Goyağı ’da akar akarda a sevdiğim, ay anam hey, bulanır vay. Of! Bizim Anamur 'un göçüde Guru Ağaç dönmesini ah dolanır. Abanoz çeşmesinden de ne güzeller yavrum sulanır, sulanır, sulanır vay, vay. Çekip gider Barcın Yaylasına da bir güzel hey, sürmelim hey, a dağlar hey hey!

4.2.3.2.10. Koyun Okşaması

Yörük kültüründe çok önemli bir yeri olan koyun üzerine söylenmiş bir türküdür: Koyunumu güddüm güddüm de eğriğine yatırdım, ay abam yatırdım Abılası sağdı da ben südünü götürdüm, götürdüm Meleme mor goyunum da ben guzunu getirdim, getirdim Yol ver başı dumanlı dağlar da bizde geçelim, geçelim hey hey Evlerinin önü gatıran torusu, torusu, Dibinde yayılır da keklik sürüsü, sürüsü. On beş gızın içinde de, yokta seni sağan birisi, birisi. Meleme mor goyunum da ağlattın sen bizi, sen bizi.

4.2.3.2.11. Sandım Sundum

Yeni evlenmiş gençlerin öyküsünü anlatan espirili bir türküdür. İlk 3 dörtlük kıza, son iki dörtlük erkeğe aittir: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

227

Şu yamaçtan bir atlı çıktı. Ah ne bileyim ben. Emmimin oğlu da, Sandım sundum ben.

Bindirdiler ata. Ah ne bileyim ben. Kendi atımı da, Sandım sundum ben.

Diktiler de direği, Ah ne bileyim ben. Çadır da guracak. Sandım sundum ben.

Altı ay sonra garnı şişti. Ah ne bileyim ben. Gabak da yemişte, Sandım sundum ben,

Dokuz ay sonra bir şey çıktı. Ah ne bileyim ben. Davşan da göceni, Sandım sundum ben.

4.2.3.2.12. Suna Boyluma

Çınar Arıkan tarafından Anamur’un Karalarbahşiş köyünden Veli İbret’ten derlenmiştir. Sevdiğinin başkasıyla zorla evlendirilmesinden dolayı acı çeken bir delikanlının feryadıdır:K.K.:8

228

Şu Barçın’a vardım sordum sorular. Kahrolaydı düğür yapan garılar, Şu Barçın’a vardım sordum sorular. Kahrolaydı düğür yapan goca garılar.

Ağlayı ağlayı bağrıma vurdum. Anamur’da senin haberin aldım. O hain babana sor sual ettim. Gelin olup giden suna boyluma.

Yıkılaydı şu karalar obası. Nazlım olmuş artık eller karısı. Dayanamam artık ölem doğrusu. Gelin olup giden suna boyluma.

Karalar yolları tozdur gelemem. Elini elime artık süremem. Kazılsın mezarım artık gülemem. Gelin olup giden suna boyluma

4.2.3.2.13. Aşkı Var Bende

Çınar Arıkan tarafından Anamur’un Karalarbahşiş köyünden Mehmet Şahin’den derlenmiştir. Bir aşığın sevdiğine feryadı olan türküdür. K.K.:11

Bir güzel met edem ortadır boyu, Anamur’a bağlı Karalar Köyü. Orta mahallede soldadır evi, Öyle bir güzelin aşkı var bende.

Evlerinin önü geçilmez dere.

229

Götür selamımı o nazli yare. A nenen seni satmış kaderin kara. Öyle bir güzelin aşkı var bende.

Evlerinin önü ufacık yokuş. Kız kurbanın olam o nasıl bakış. Kilimin üstüne döktüğün nakış Melik kurban olam tutan ellere.

Evlerinin önü bedem ekili. Taramış zülfünü dökmüş kekili. Kız seni almaya kimdir vekili. Böyle bir güzelin aşkı var bende.

A Devem Geçmişte Bahşiş köylüleri, kışın sahillerde, yazın baharla birlikte yaylalarda yurt tutan, koyun besleyen, göçer yörükleridir. Halen bu geleneği bir kısmı sürdürmekte, sürüleriyle birlikte bahar basında Anamur yaylalarına ve Karaman ilindeki Barçın Yaylası’na göçmektedirler. Daha dağların delinmediği, toprak yolların bile açılmadığı yıllarda, patika yollardan eşyalar, develere, at ve eşeklere yüklenir, yaylalara on, on beş günlük bir zaman içerisinde çıkılırdı. Karalarbahşiş köyünden olan Emine kız, çok sevdiği löküne kendi eşyalarını yükletmiş. Ona duyduğu sevgi bambaşkaydı. Yine Barçın'a gidiliyordu. Muarlar koyağının üst kısımlarına Zinhar mevkiine varılır. Bir anda sarı lök, önce ön dizleri üzerine çöküp, sonra yan üstü yere yığılır. Acı acı birkaç defa öter sonra yığılıp kalır. Emine lökünün yanına çöküp ağlamaya başlar. Sonra yanık, içten, insanın ta yüreğine işleyen bir yakımı yakıverir: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Sarı löküm de bağdan boşanır, boşanır. Ala bağlısı da yere döşenir, döşenir. Lökümün gız ablası da gütmeye üşenir, üşenir. Vefasız yolda goydun da beni a devem oy, oy, oy!

230

Sarı löküm de dağda yayılır, yayılır. Yayılır, yayılır da kendi doyunur, doyunur. Lökümün ötüşü de abamgile duyulur, duyulur. Kötü yolda goydun da beni a devem oy, oy, oy!

Sarı löküm olmayınca da yaylaya gitmedim, gitmedim. Nerde benim löküm deyip de gütmedim, gütmedim. Ala bağlısını da tutup örtmedim, örtmedim. Vefasız sahilde koydun da beni a devem oy,oy,oy!

Gökçukur Gökçukur, yayla göçleri sırasında yörüklerin konakladığı, Anamur'un kuzeyinde bir düzlüktür. Bozyazı ilçesi yayla yolunda gök (mavi) renkli çukur bir yerdir. Biraz yukarısında beylerin konağı olan Beykonağı vardır. Göç sırasında bu yerde konaklayan yörükler, kendi aralarında eğlenceler düzenlerlermiş. Bu eğlencelerde bir yiğit, genç bir kıza âşık olur. Bu kızın ismi ise Durdu’dur. Ancak bu kız genç delikanlıya karşılık vermez. Genç ise içini türkülere döker: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Gökçukur’a giderken.

Yolda bayram ederken . Ben Durdu’ya vuruldum . Koyun kuzu güderken.

Gökçukurun gatıranı. Çoltumunda oturanı. Beşyüz altın vereceğim. Durducuğu getireni.

Gökçukurun pelitleri. Şeker de lokum yedikleri. Hiç aklımdan gitmiyor.

231

Durducuğun dedikleri.

Gökçukur'da dut bitmiş. Yapracığı gıt bitmiş. O gâvurun kızcağızı. Beni nasıl unutmuş.

Sarı Kız Bu türkünün hikâyesi şöyledir: İnsanların akşamları bir araya gelerek türküler söyledikleri bir zamanda, gençler beğendikleri kızlara güller gönderip, türküler yakarlarmış. İşte Sarı kız’da âşık olunan kızlardan birisidir. Bu türkü, sarışın sevgiliye sevdiğinden bir ezgidir:K.K.:42 Sarı kızın sarı saçı sallansın. Öptük sıra şeker dudak ballansın. Geliver, geliver, aslan yârim gel gel...

Bağ ayrı bostan ayrı. Ayrıldım dosttan gayrı. Geliver, geliver, aslan yârim gel gel...

Şu avludan şu avluya yol gider. Hanımlara deste deste gül gider. Geliver, geliver aslan yârim gel gel. Geliver, geliver gostak yârim gel gel...

Güzelleme Anamur’un ünlü şairlerinden İrfani’ye ait bir türküdür: K.K.: 8, K.K.: 11, K.K.:17

Sen bir bezirgansın konar göçersin Konduğun pınarın suyunu içersin Cura şahin gibi yüksek uçarsın Ben senin ceyrini çekemem gönül

232

Kara bulut göğe ağarsın Sulu sepen gibi yere yağarsın Nerde güzel görsen boyun eğersin Ben senin cevrini çekemem gönül

İrfani der ki bu böyle olmaz Sabrını zincirle bağlasan tutmaz Güzelin ettiğin düşmanlar etmaz Akibet sözüme geldin mi gönül?

4.2.4. Ağıt İnsanoğlu doğumdan ölüme kadar, folklor malzemeleri ile iç içe yaşamaktadır. Doğar doğmaz ninnilerle tanışır, masallarla uyur, Halk oyunlarıyla coşar. Acılarla karşılaştıktan sonra, ağıtlarla derdini dile getirir. Şükrü Elçin “ağıt”ı, insanoğlunun, ölüm karşısında veya canlı-cansız bir varlığı kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatların, isyanlarını, talihsizliklerini düzenli-düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler olarak tanımlar.166 Edebi metinler, ait oldukları toplumun gölgesi, aynası gibidirler. Ağıtlarda anlatılanlarla yöre insanın yaşantısı arasında sıkı bir bağ vardır. Doğduğu toplumun ciğerinden kopup gelen ağıt, insanlığın yürek burkan feryat nameleridir. Ağıtlar, İnsanlığın ortak ıstırabının canlı bir şekilde ifade edildiği edebi metinlerdir. Geçmişteki canlılığı, gelecekte de aynı tazelikte devam eder. Bunun en önemli sebebi “ölüm” gerçeğinin, hangi toplumda, hangi tarihte olursa olsun can yakıcı olmasıdır. Anadolu'nun birçok yöresinde hâlâ canlılığını koruyan ağıt söyleme geleneğinin, tarihimizin ne denli derinliklerine dayandığını bir Kırgız destanı olan Manas destanının da Kahraman Manas Alp'in ölümü üzerine "Saykal Kızın kafilesindeki dokuz gelin, dokuz kız on sekizi birden çok dokunaklı sesle ağıtlar söylüyorlardı" biçimindeki anlatı belirlemekte olup; Mahmut'un Divan-i Lügat-it Türk'ünde;

166 ELÇİN, a.g.e., s.287.

233

“Alp Er Tonga öldü mü /Issız acun kaldı mı/Felek öcün aldı mı Şimdi yürek yırtılır.” biçimindeki ağıtların yer alışı, yine Dede Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek hikâyesinde Beyrek'in ölümü üzerine yavuklusu Banı Çiçek'in; “Vay al duvağım sahibi Vay alnım başım umudu Vay şah yiğidim, vay şahbaz yiğidim, Doyunca yüzüne bakmadığım Hanum yiğit.” diye söylediği ağıt bu türün halk kültürümüzün önemli geleneklerinden biri olduğu kanıtlamaktadır. Bu durum, ağıtların yüzyıllarla zenginleşen fakat samimiyetini hiç kaybetmeyen, ait olduğu kültürün güzellikleriyle farklılaşan bir tür olduğunun göstergesidir. İslamiyet öncesi devirlerde "sagu" deyimi ile karşılanan ve "Sıgtamak" yani ağlamak fiilinden türemiş olan ağıta, Kerkük Türklerinde "Sızlamağ", Türkmence'de "ağı", Azerbaycan'da da Anadolu'da olduğu gibi "Ağıt" terimi kullanılmaktadır. 167 Ağıt türü şiirlere, Azerbaycan’da “ağı”, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar “Mersiye koşukları”, Kuzey Kafkasya’ da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay - Malkar Türkleri; “Küv”, Kerkük Türkleri; “Sazlamağ”, Kırım Tatarları; “Taqmaq”, Kırgızistan’da; “cır, coktav, koşok”, Kazakistan’da; “joktav, koşık in, köri”, Özbekistan’da; “marsiya, matemname”, Gagauzlar “dizmek”, adını vermektedirler. Ağıt kelimesinin Almanca’da karşılığı “totenlage”, Fransızca’da “élégie”, Rusça’da “plaç, priçitaniya”, İngilizce’de “lament” kelimeleridir.168 Türkiye'de genellikle ağıt olarak kullanılan bu söz, bazı yörelerde farklı şekilde de kullanılabilmektedir: Kars’ta “bayatı”, Sivas’ta “deme”, Adana’da “deşet”, Malatya’da “deyiş”, Samsun’da “deyişet”, Sivas’ta “dil”, Kırşehir’de “lâvik”, Burdur’da “ölgülü”, Muş’ta “sau”, Doğu Anadolu’da “sızılama”, Elazığ’da “şin”, Diyarbakır’da “şivan”, İçel ve Isparta’da “yakım”, Antalya, Balıkesir, Burdur, Karaman ve Muğla’da “yas” 169 adı verilmektedir. Başka toplumların da kendilerine özgü ağıtları vardır. Bunun ilk ve en güzel örneklerini Homeros’un İlyada’sında görürüz. Troya surları önünde çarpışan Akhâlâr’la

167 ELÇİN, a.g.e., s.287. 168 Ömer Faruk YALDIZKAYA, Emirdağ Yöresi Türkmen Ağıtları, Bayraklı Matbaası, İzmir: 1992, s. 11. 169 KAYA, a.g.e., s. 245.

234

Troyalı yiğitlerden her iki tarafı da anlatan Homeros, “Tanrı benzeri”, “ölümsüz” diye nitelediği sayısız yiğitlerden her birinin ölümünde, sanki ayrı bir ağıt yakmış gibidir. En güzel ağıt örneği, İlyada’nın sonunda, Troyalı yiğit Hektor’un ölümü için söylenmiş olanıdır. Anamur’da da, ağıtların konusu öncelikle ‘ölüm’, ikinci planda ise ‘ayrılık’tır. Düğünlerde söylenen kına türküleri ile, gençleri askere uğurlarken söylenen türkülerde de ‘ayrılık’ konu edilmektedir. Dolayısıyla bunları da birer ağıt olarak kabul etmek gerekecektir. Anamur’da, gelin kız, baba evinden çıkarken, kına gecelerinde, ölü çıkan evlerde ağıtlar yakılır, eşyaya, hayvana bile ağıt yakılır. Anamur’da söylenen ağıtlar, özellikle, geçmişle bugün arasında adeta bir köprü oluşturur. Yörük yaşantısının zenginliğini ağıtlarda bulabiliyoruz:

4.2.4.1. Tören Unsuru Taşıyan Ağıtlar 4.2.4.1.1. Ölen Şahısların Ardından Söylenen Ağıtlar Ağıtlarda,ölen kişinin çeşitli özelliklerinden ve özellikle ölüm olayından söz edilir. Ölüyü de konuşmalara katarak anlatmak, eşyalarından, malından mülkünden söz etmek de gelenektendir. Ağıt yakıcılar, genellikle hiç bir eğitim görmeyen kişilerdir. Çoğunun okur yazarlığı bile yoktur. Buna rağmen halk şiirinin yaygın kalıplarını rahatlıkla zorlamadan kullanmaktadır. Hayatta kalanlar, ölenlerle münasebet kurabilmek için, birtakım vasıtalara ihtiyaç duyarlar. Bazı özellikleri sebebiyle ağıtlar, ölenleri hatırlamada önemli bir vasıta vazifesi görmektedir. Anamur’da ağıtlar, genellikle kadınlar tarafından söylenmektedir. Ölenin, ailede toplumda bıraktığı boşluk; beraber geçirilen hoş günlerin hatıra getirilmesi gibi konular işlenir. Ölen küçük bir çocuk ise, o zaman ağıt daha çok ninni şeklindedir:

Ana diyen yorulur mu? Toras dağı aşılır mı? Anasız hiç durulur mu? Durmam anam duramam Ben anasız yapamam oy! K.K.:34 ***

235

Askerde kalan erim Ben şimdi nerelere giderim Ala kilimi dizlerim Nerelerde kaldı benim erim

Eline su dökemem artık Eline havlu verem artık Yaylaya yollayıp ardından Bakamam beyefendim. K.K.:34 *** Sabahtan esiyor bahar yelleri Elimden gitti erimin elleri Kıramam da babacığım ben seni Nasıl tutayım da başka elleri

Genç yaşımda felek büktü belimi Elimden aldı da yiğit yârimi Dulluğu başıma koydum dostlar Nasıl tutayım da başka elleri

Evin bahçesinin gülleri soldu Kahpe felek fidanlarımı yoldu Kime ne diyeyim de neyleyeyim Nasıl tutayım da başka elleri K.K.:34 *** Nergisler buram buram Arasına güller koyam Bu talihsiz yazgıları Kimselere de satamam Oy Ali’m, feleğin çemberine takılan yiğit Ali’m Oy Ali’m, kara yazgıları alnından silemeyen Ali’m. K.K.:42 ***

236

Anam çıksın kuzuları yaylasın Sütlerini yoğurtlarla bulasın Biricik evlâdını ölüm aldı Bundan sonra bizi ne yapsın K.K.:7 *** Ruhunu teslim ettin masada Eşini dostunu goydun tasada Felek genciken ayırdı bizi Yandı ciğerim of , yandı ciğerim of!

Yattın masaya gakmadın Gara gözlerinle bir daha bakmadın Ölünceye kadar beni dilden bırakmadın Felek genciken ayırdı bizi Yandı ciğerim of , yandı ciğerim of!

Mersin hastanesinden çıkardılar ölünü Felek şimdi gırdı belimi Elimden aldı nazlı gülümü Felek genciken ayırdı bizi Yandı ciğerim of, yandı ciğerim of!

Mersin hastanesinden arabayla yörüdün Anamur toprağında eridin çürüdün Bol dünyayı başıma bürüdün Felek genciken ayırdı bizi Yandı ciğerim of , yandı ciğerim of!

Ayrılık ataşını ciğerime sapladın Eşini dostunu başına topladın Felek genciken ayırdı bizi Yandı ciğerim of , yandı ciğerim of! K.K.:7

237

4.2.4.1.2. Kına Ağıtları Gelin olup anasının evinden ayrılan kızlar için de ağıtlar yakılır. Ağıtları vücuda getiren kadınlardır. Kadınlar bunu birikimleriyle yaparlar. Bu, ne onların eğitimi, ne sosyal çevresi, ne de kültürüyle oluşan bir birikimdir. Bu birikim, sadece kendilerinin hissedebileceği kadar içten, yürek çarpıntılarıyla örülü gizli nameleri oluşturur. Kına ağıtları en farklı olan ağıtlardır. İçinde hem mutluluk gözyaşını, hem hüzün kırıntılarını barındırır. Bahattin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserinin 8.cildinde ağıtlardan söz ederken, görüşüne yer verdiği Belyayev; Göktürk çağındaki kültür ürünlerinde, gelin şarkıları ile ölüm ağıtlarının çok eski bir karakter taşıdığını, ölüm ağıtlarının gelin şarkılarına benzediğini belirtiyor. Radlof ise; Kırgız kültür çevresinde “kız geçirme”, “kız uzatuu” adı verilen şarkılarda, hatta bunlardan "ağlama, kız ağlama" adlı şarkıda, gelinin görevlerinin anlatıldığına, çocuk terbiyesine yer verildiğine dikkat çekiyor. Bu da bize kına yakma ve gelin götürme sırasında söylenen ağıtların, ölüm ağıtları gibi yas özelliği taşıdığını ve kökleri çok eskilere uzanan bir gelenek olduğunu gösteriyor. 170 Kına gecesi kültürümüzde bir bakıma kızın yuvadan uçuşunu simgeleyen bir ağıt gecesidir. Geçmişte uzak yerlere kız verme ve teknolojinin bu kadar gelişmemesinden ötürü aylarca hatta senelerce kız ailesinden uzak kalmaktaydı. Bu yüzden kına gecesi kız tarafının ağıt gecesiydi fakat şimdilerde kına gecesindeki ağıt elbetteki aileden kopuşun verdiği üzüntüyü çağrıştırmaktadır; ancak kına gecesi yakılan ağıt adeta bu süreci devam ettirmek için uygulanan bir gelenektir:

Koca pelidi budarlar Yeni yaprak versin diye Kız anadan ayırırlar Güzel yuva kursun diye K.K.:34 *** Yaylalardan gelir deve Gevişini geve geve Güzel kızım gelin oluyor. Şu karşıki yüksek köye K.K.:7

170 Prof.Dr.Bahaeddin ÖGEL "Türk Kültür Tarihine Giriş" 8.Cild Kül. Bak. Yay., Ankara, 1987, s.256.

238

*** Kilim tokmakladığım ak taşlar Gölgelendiğim ulu ağaçlar Ben gurbet ele giden yolcuyum Allah’a emanet olun dostlar. K.K.:7 *** Dağda yayılır küçük bir keçi, Anam ağlar, kor babamın içi, Hep akar tokmaklı çeşmesinden, Sular gürül gürül, boştur içi. K.K.:7 *** Ayrıldım gidiyom gurbete, Anamdan, babamdan, kardeşlerimden Sormam anam babam nasıldır diye Ayırdılar beni ciğer paremden K.K.:7 *** Kınayı getir ana Parmağım batır ana Bu gece misafirim Koynunda yatır ana K.K.:7

4.2.4.2. Herhangi Bir Olay, Durum Ya da Nesne Karşısında Yakılan Ağıtlar “Ağıt” sözü, insanda ilk önce “ölüm” olayını çağrıştırır. Ağıt, yalnızca ölüm olayı karşısında yakılmaz. Önemli olan, ağıt yakmayı gerektirecek kadar acı, yürek depreştiren bir olayla karşılaşılmasıdır. Bu acı olay ölüm olabileceği gibi; gurbete çıkma, umutsuzluk, yoksulluk, isyan, çaresizlik, kimsesizlik, sıla özlemi, hapishaneye düşme, ihanete uğrama, sevdiğini alamama, baskın,savaş, doğal, afet, eşya, hayvan başka olaylar ya da nesnelere de yakılabilir. Hayvan sevgisi, hayvanların öldürülmesi, bir salgın hastalık üzerine hayvanların topluca ölmeleri çeşitli ağıtlara konu olmuştur. İnsanın hayvanlara karşı beslediği sevgi dolayısıyla onların ölmesi ya da öldürülmesi, kaybolması vb. durumlarda birçok ağıt yakılmıştır. Anamur’da da binek veya yük taşıma hayvanı olarak kullanılan bir devenin ölümü üzerine, bir ağıt yakılmıştır:

239

A Devem Sarı löküm de bağdan boşanır boşanır. Ala bağlısı da yere döşenir döşenir. Lökümün gız abılası da gütmeye üşenir üşenir. Vefasız yolda goydun da beni a devem oy oy oy.

Sarı löküm de dağda yayılır yayılır. Yayılır, yayılır da kendi doyunur doyunur. Lökümün ötüşü de abam gile duyulur, duyulur. Kötü yolda goydun da beni a devem oy oy oy.

Sarı löküm olmayınca da yaylaya gitmedim gitmedim. Nerde benim löküm deyip de gütmedim gütmedim. Ala bağlısını da tutup örtmedim, örtmedim. Vefasız sahilde koydun da beni a devem oy oy oy. K.K.:8 Hastalandım A Anam Hasta düştüm bir oda da yatırım, Sağıma soluma yastık getirin. Ben ölüyorum beni anama götürün. Sızlar toprağı, taşı garibin.

Anam yok ki gelip halimi göre, Bacım yok ki susadıkça su vere, Gardaş yok ki mezarıma taş dike, Bir çalıdır mezar taşı garibin. K.K.:7

İnsanlar başta ölüm olmak üzere, çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Genellikle ölünün arkasından söylendiği bilinen ağıtlar, geniş manada insana acı veren her konuda söylenen şiirlerdir. Anonim halk şiirleri üzerine bir araştırma yapan Doğan Kaya ağıtı: “Basta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün

240

doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ürünlerdir.”şeklinde tanımlar.171 Anamur’da sevgiliye yakılan ağıtlar da dikkat çekicidir:

Berem Yaylasında Üç Güzel Gezer İsterim isterim vermez babası, İçinde yattığım Guzlu obası. Kırk koyuna verirler, bir okka tuzu, Yaktı yandırdı beni imamın büyük kızı.

Yine çöktü deli Kaş’ın dumanı, Bitmez olsun karamıkla, çimeni. Allah kınamazsa, el kınamaz beni, Bende kestim Guzlu kızından ümidi.

Berem yaylasında üç güzel gezer, Çayırın çimenin keklikler gazar. Birinin barmağında altından yüzük, Benim sevdiğim hepisinden nazik. K.K.:11

Ameliyat Gemdin Silifke hastanesine Dayanılmıyor hasta sesine Ben de düştüm bu hastanenin kafesine Bu zalim dert sebep oldu gençliğimin sefâsına Dert senin gözün kör olsun Beni senin elinden kurtaran Doktor var olsun da nur olsun.

Zalim doktor kollarımı bağladı Düşmanım güldü dostum ağladı Dert senin gözün kör olsun

171 KAYA, a.g.e., s.244.

241

Beni senin elinden kurtaran Doktor var olsun da nur olsun.

Zalim doktor ameliyat masasına bağladı bileğimi Bıçaklar yarası bayılttı yüreğimi Allah kabul eylesin yüreğimi Dert senin gözün kör olsun Beni senin elinden kurtaran Doktor var olsun da nur olsun.

Hastane dört köşeli Felek, dünya yüzüne gülmedim. Ben bu derdin eline düşeli Dert senin gözün kör olsun Beni senin elinden kurtaran Doktor var olsun da nur olsun.

Otobüsler gider Mersin yoluna Allah ecir versin dertli kuluna Dertlerime çâre bulana Dert senin gözün kör olsun Beni senin elinden kurtaran Doktor var olsun da nur olsun. K.K.:7

Ağıt türü, konusu itibarıyla acıklı olmasına rağmen Türk toplumunda bu türün farklı amaçlarla da söylendiği görülmüştür: Bazı metinlerde ağıt, ağlatmaktan daha farklı bir işlevi, yergiyi, dile getirdiği için bu türe mizahî unsurların katılmasına sebep olmuştur:

Hayat Yolu Hayat yolu dik yukarı Geri gayar hep tekeri

242

Bahâlândı çay şekeri Pekmez döksek nasıl olur

Eben dokur idi bezi Deden bilmez idi gazı Tükenmedi çemen gazı Çıra yaksak nasıl olur

Öyle yapar idi deden Çay olmaz idi hiç Rize’den Zenginler ile yarış neden Kısa yatsak nasıl olur

Demir çelik pek bahalı Merkepler de attı nalı Buna çare aramalı Lastik yaksak nasıl olur

Hükümetden yardım dersin Cami okul derdim dersin Zam oldu mu yandım dersin Tabii görsek nasıl olur. K.K.:4

4.3. Hem Nazım Hem Nesir Olan Ürünler 4.3.1. Bilmece Türk halkının hayal zenginliğini, düşünce derinliğini, eşyaya bakış tarzını, dil zevkini en iyi yansıtan edebi türlerden biri, şüphesiz ki bilmecelerdir. Bilmece, çözüm bekleyen küçük bir sorunun, kalıplaşmış, şiirsel bir şekilde ifâdesinden meydana gelen bir sözlü edebiyat türüdür. 172 Şükrü Elçin’e göre bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları, eşyayı; akıl, zekâ veya güzellik nevinden mücerret kavramlarla dini konu ve motifler vb. kapalı bir şekilde

172 İlhan BAŞGÖZ - Pertev Naili BORATOV, Türk Halk Bilmeceleri, Folklora Doğru, İstanbul, 1974, s.37.

243

yakın uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce, muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir. 173 Bilinen en eski Türk bilmeceleri, 14. Yüzyılda Kuman dilinde yazılmış ve içinde kırk altı bilmece olan Codex CuMânicus’ta yer almaktadır. Bundan da anlaşıldığı gibi, bilmeceler asırlardan beri Türk toplulukları arasında varlığını devam ettirmektedir.174 Divan-i Lügat-it Türk’te bile, “tabuzgu, neng, tubuzgu neng tabuzgok, tabguz, tapzuguk, tapzuğ, tabuzmak, tabızmak” gibi isimlerle anılan, onlarca bilmece mevcuttur. Demek ki, Türkler, Müslüman olmadan önce de bilmecelere sahiptiler. 175 Bilmece, Türkiye dışındaki Türklerde ise, “başvatkıç, bilmece, jumbak, mat, sir, tabışka, tabışmak, tabuşturmak, tapkış, tapmaca, tapişmak, tepişmak, yomak,” adlarıyla bilinir. Azeri Türkleri, “tapzug” veya “tapmaca”, Kazak ve Karakalpaklar “cumbuk, yumak”, Kazan Türkleri, “tabışmak” veya “cumak”, Başkırtlar ise “yumak”, 176Kerküklüler, “tabmaca, tappaca”, Kaşgarlılar “tabzuğ”, Altay Türkleri “tapkır”, tavısak”, Kırgızlar “tapcang- nımah, cumbuk”, Türkmenlerde “matal”, 177Karaçay- Malkarlılar “elbergen comak, comak, elber” 178Çuvaş Türkçesinde "tupmalli yumahsem" kelimelerini bilmece manasında kullanırlar. 179 Bilmecelerin kökeni, mitolojik düşünceye kadar götürülmektedir. İlkel dönmelerde toplumlar, korku ve korkuyla karışık saygı duydukları varlıkların adlarını doğrudan zikretmekten kaçınmışlar, bunun yerine en belirgin özelliklerini kullanarak onlardan bahsetmişlerdir. Bunun yanı sıra, özellikle kadınların bir “tabu” ve “saygı” gereği, kendilerinden büyüklerinin adlarını zikretme yasağının da, bilmecelerin oluşumunda bir etken teşkil eder 180 Bir görüşe göre de bilmeceler, Gök Tanrı inancında mukaddes bilinen ağaçların, taşların, su kaynaklarının vs. sahiplerini (iye, ruh) kandırmak için söylenen gizli kapaklı konuşmalarından doğmuştur. Devlet hayatında

173 ELÇİN, a.g.e., s.607. 174 M. Kemal ÖZERGİN, Kuman - Kıpçak Bilmeceleri Üzerine Araştırmalar, Ankara, Ocak 1974, S.294, s.6862 -6865. 175 Saim SAKAOĞLU, Divanü Lügat-it Türk’ün Halk Edebiyatı Açısından Taşıdığı Değer, Fen -Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi - Z. V. Togan Özel Sayısı, Erzurum, 1985, s. 301 - 318. 176 BAŞGÖZ - BORATOV, a.g.e., s. 3. 177 Doğan KAYA, Düğünlerimizle İgili Terimler Ve Bunların Fonksiyonel Özellikleri, III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996, s..64. 178 Ufuk TAVKUL, Karaçay-Malkar Türk Edebiyatı, Türk Dünyası El Kitabı, 3. Cilt, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1992, s.78. 179 Feyzi ERSOY, Çuvaş Bilmeceleri , Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a Armağan,Ankara, Bahar 2003, S.13, s. 367-379. 180 OĞUZ, a.g.e., s. 199.

244

da, bilmeceler yerini almıştır. Eskiden hükümdarlar, savaşlardan önce, zekâda üstünlüklerini ispat için birbirlerine bilmece içeren mesajlar gönderirlermiş. Kimi zaman ise, bu mesajlarda diplomatik sırları gizlerlermiş. Belkıs’ın Süleyman Peygambere, Sfenks’in Oidipos’a, Babil ve Mısır hükümdarlarının birbirlerine sordukları bilmeceler, “bilmece” geleneğinin ne kadar eskilere dayandığını gösterir. Anadolu Alevilerinin geleneklerinde, bilmece biçimindeki şiirler, mezhep topluluğuna girme yeteneğinin, adayca kazanılıp kazanılmadığını anlamak için başvurulan araçlardandır. Diğer edebi ürünlerin içinde de, bilmecelerin kullanıldığını görüyoruz. Masallarda, kahraman, bir devin ya da başka olağanüstü yaratığın bilmecemsi sorularına, doğru karşılık vermekle ölümden kurtulur.181 Ya da padişahın kızı, kendisiyle evlenmek isteyen delikanlıların zekâsını sorduğu bilmecelerle sınar. Nasrettin Hoca fıkralarında, zekâyı sınamak için bilmece motifinin kullanıldığı dikkat çeker. Dede Korkut hikâyelerinde, rüya yorumlamalarında kullanılan esrarlı sözcükler, bilmecelerdeki anlatımlarla benzerlik gösterir. Bazı Mânilerin içeriğinde de, bilmeceler kullanılır. Tekerleme şeklinde bilmecelerimiz de mevcuttur. Bazı halk hikâyelerinde de, bilmece motifinin kullanıldığını görüyoruz Örneğin Arzu ile Kamber hikâyesinin Kerkük varyantında, Arzu’nun annesinin ikinci kez zehirleme denemesinde, Kamber yemeğin içinde ne olduğunu Arzu’ya bilmece şeklinde bir dörtlükle sorar.182 Anamur bilmecelerinde, halkın düşünce yapısını, estetik anlayışını, beğenisini, yöre kültürünü ve dış dünyayı algılayışını, eşyaya, hayvana, olaylara, insanlara hangi kelimelerle, nasıl anlamalar yüklediğini görürüz. Yörede, tek cevaplı bilmecelere “yalınkat”, dört mısralı birden fazla cevabı olan bilmecelere de “katmerli bilmece” denir. Şükrü Elçin, söyleniş özelliklerine göre bilmeceleri; 1. Tabiat ve tabiat hadiseleri ile ilgili bilmeceler, 2.Bitkiler ve onların mahsulleriyle ilgili bilmeceler ,3. İnsan ve onun uzuvlarıyla ilgili bilmeceler ,4. Hayvanlar ve onların mahsülleriyle ilgili bilmeceler ,5. Eşya ile ilgili bilmeceler ,6. Manevi ve dini unsurlarla ilgili bilmeceler, 7. Diğer bilmeceler şeklinde tasnif etmiştir.183 Biz de, Anamur’da derlediğimiz bilmeceleri bu esasa göre tasnif ettik:

181 İlhan BAŞGÖZ, Bilmecelerin Toplumla İlgisi, Folklor Yazıları, Adam Yayınları, İstanbul, 1986, s.45. 182 Necdet Yaşar BAYATLI, Türk Halk Hikâyelerinde Arzu Kamber Hikâyesinin Kerkük ve Tuzhurmatı Varyantlarının Mukayesesi, Millî Folklor, Yıl 21, S., 82, Ankara, 2009, s.15. 183 Şükrü ELÇİN, Türk Bilmeceleri, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1970, s.81-88.

245

4.3.1.1. Tabiatla Ve Tabiat Hadiseleri İle İlgili Bilmeceler: Tabiat ve onunla ilgili olan her şey, yüz yıllar boyunca tüm Türk topluluklarında kutsal, değerli, ulaşılmaz olmuştur. Göçebe yaşantısıyla kazanılan bu değer, bilmecelerde de kendini göstermektedir:

*Masmavi atlas kumaş, İğne atsan batmaz. (Gökyüzü) *Bir acayip nesne gördüm, Gündüz yanar, gece söner (Güneş) *Gözleri şurdan parlar, *Avazı öteden çıkar. (Şimşek) * Bir tas sütüm var. Yarısı ak, yarısı kara. (Gece- Gündüz) *Dağdan gelir taştan gelir. Yularsız bir arslan gelir. (Sel) *Geceleri fener, gündüzleri söner. (Yıldız) *Elsiz ayaksız kapıyı açar. (Rüzgâr) *Güm güm öter goca ileğen (Hava) *İncecik ıltar, dünyayı yutar. (Yol) *Allı gelin yakar gider. Her eve bayrağını takar gider. (Ateş)

4.3.1.2. Bitkilerle İlgili Bilmeceler Bitkilerle ilgili olan bilmecelerde, her yerde bilinen bitki, meyve ve sebzelerin dışında, yöreye has bitkiler de bilmecelere konu olmuştur: *Yanakları al al, Ağzıma aldım bal. (Elma) *Ağaç üstünde kilitli sandık. (Ceviz) *Üstü tabak, altı kıllı topak (Gölevez) *Allah yapar yapısını, Çelik açar kapısını. (Karpuz) *Kaleden attım kırılmadı

246

Bir yumruğuma dayanmadı (Soğan) *Ay gibi eğri Duz gibi acı (Sarımsak) *Dağda çingil asılı, İçine helva basılı. (İncir) *Sarı gız sarkıyor, Düşeceğin deye korkuyor. (Portakal) *Bir ufaçık fıçıcık İçi dolu turşucuk. (Limon) *Çalı başı çanacık İçi dolu tenecik (Nar) *Alçacık dallı, Yemesi ballı. (Çilek) *Hanım içerde Saçı dışarda. (Mısır)

*Alçacık boylu Kadife donlu. (Patlıcan) *Dal üstünde kara tavuk (Zeytin) *Uzun uzun uzalar Kökünden buzalar. (Fasülye)

4.3.1.3. İnsan ve Onun Uzuvlarıyla İlgili Bilmeceler Betimlemeyi, hareketi esas alan Anamur bilmeceleri içinde, insan ile ilgili bilmeceler, çoğunluk olarak insanların organlarıyla ilgilidir: *Altı taş, üstü taş, ortasında gelin oynar. (Dil) *Yârim kâşık, *Duvara yapışık. (Kulak) *Benim bir kuyum var, İçi dolu suyum var. (Burun) *Biz biz idik, Otuz iki kız idik.

247

Ezildik , büzüldük İki duvara dizildik. (Dişler) *Dalları aşağı, kökü yukarı. (Sakal) *Benim iki pencerem var Etrafında etten duvar Gündüz açar gece kapatırım (Göz) *Bir kayada iki bal tulumu (Bicik-Meme) *Bi gaşşık gındıra, ağaları beyleri atdan indire (İdrar) *Derede pat, tepede küt, nallı davsan çullu kurt. (Derede çamaşır yıkayan kadınlar)

4.3.1.4. Hayvanlar ve Onların Mahsülleriyle İlgili Bilmeceler Çadır kültürüne sahip tüm topluluklarda hayvanlar önemsenmiştir. Ürünleri yaşam kaynağı olmuş, derileri giyimde kullanılmış, güçlerinden göçlerde faydalanılmıştır: *Dört lap bir kurp, eyiri hıtı demir top. (Deve) *Sarp yerde kolan sarkar (Devenin Kuyruğu) *ldırm ışık, boynu gırışşık (Kaplumbağa) *Yemeğini yapar yiyemez. Eller alır alma diyemez. (Arı) *Yer altında yağlı kayış (Yılan) *Sakalı var ihtiyar değil, *Budağı var ağaç değil, Kesesi var dilenci değil. (Keçi) *Tıkır tıkır dört ayak, Şapur şupur bir dudak. (Koyun) *Ezan okur namaz kılmaz, Karı gelir nikâh kıymaz. (Horoz) *Suda gezer boğulmaz. (Balık) *İki çubuk bir makas Kendisi var hokkabaz (Leylek) *Dalda durur.

248

Elde durmaz. (Kuş) *Dışında beyaz duvar, İçinde bir canlı var. (Yumurta)

4.3.1.5. Eşyalarla İlgili Bilmeceler Bilmeceler, oluşturduğu olağan dışı atmosferde, aşırı abartılar ve durumsal tezatlarla akıl sınırlarını zorlayan sorucu, alışılmamış bağdaştırmalarla muhatabı sarsar; hayret ve korku hissini kamçılayıp heyecana getirir. 184 Eşyalar, zamanla insanın nazarında orijinalliğini kaybeder, sıradanlaşır. Sıradan şeyler, ise insana zevk vermez. Anamur’da bu bakış açısıyla söylenmiş bilmeceler, yoğunluktadır:

*Kara tavuk, karnı yarık (Şömine, Ocak) *Det dedim, met dedim, Var kapıya yat dedim. (Süpürge) *Sapı uzun gumbara Tene çeker ambara (Kâşık) *Kara maya çöküp durur Zülüfleri döküp durur. (Yörük çadırı) *Dişi var ağzı yok. (Tarak) *Hep içeri , başı dışarı. (Çivi) *Elim unlu, karnım aç. (Elek) *Ben giderim, o gider, Arkamdan tin tin eder. (Baston) *Metel metel Mendili çatal Dil öter, damak dutar (Kapı kolu) *Bir tepeden üç yol aşar (Çıkrık) *Dört ayaklı bir kulaklı (Ekmek tahtası) *İki dişli goca Hım hım eder ağaca (Balta) *Ak katır ağzını açar,

184 Turan KARATAŞ, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Akçağ yayınları, Ankara, 2004, s. 17.

249

Kara katır gelir geçer. (Istar Tezgâhı) *Evden eve boynu yirik kız (Pamuk Atma Yayı) *Salkım salkım şakılar Şakı benim elimde Ulu kavak titirer Dibi benim elimde (Çulfa Tezgâhı) *Al bula boyadım, Ananın önüne dayadım. (Pamuk eğirdikleri çark) *Bağlarım gider Çözerim durur. (Çarık) *Ayran içer yağ kusar (Yayık) *Geriden baktım dağ gibi Elime aldım kav gibi (Davul) *Küçüçük ilan Selbiyi dolan (Oklava) *Dört ayaklı bir gulaklı (Senit) *Evden eve enikli gancık (Yarma taşı) *Başı fırlanır, Dibi kıllanır. (Eğirtmeç)

4.3.1.6. Manevi ve Dini Unsurlarla İlgili Bilmeceler Anamur’da manevi unsurlarla ilgili bilmeceler azınlıktadır. Yöre halkı eğlenmeyi, gezmeyi, dolu dolu yaşamayı çok sevdiğinden, insanın ruhuna ağır gelen bu tür unsurlardan kaçınmıştır. Anamur’da yaygın olan ve Anamur için söylenen “Evliyaları küstüren yer” anlayışı bu görüşü destekler niteliktedir:

*Yer altında kilitli sandık (Mezar) *Kaş ile gözden yakın, Söylenen sözden yakın. (Ecel) *Abdest alır namaz kılmaz, Cemaatten geri kalmaz. (Cenaze)

250

4.3.1.7. Diğer Bilmeceler Derlediğimiz diğer bilmeceler genel kavramlar ve günlük hayatın içinde yer alan unsurlarla ilgilidir: *Bir karıştan boyu var, Sütten soyu var, Dertten kendini yer bitirir, Böyle kötü huyu var. (Mum) *Uzun yoldan kuş gelir, Ne söylese hoş gelir. (Mektup) *Dam üstünde kara tavuk (Baca) *Sende de var, bende de var. Bir küçük dalda da var. (İsim) *Minareden attım kırılmadı, Suya attım kırıldı. (Kâğıt) *Kuru iken yeşil yeşil Elleri süsler ışıl ışıl (Kına)

*Gitti gelmez, Gitmesini kimse dilemez. Geldi gitmez, Gelmesini kimse istemez. (Gençlik- İhtiyarlık) *İki dağ arasında öküz böğürür. (Gaz)

4.3.2. Tekerleme Bir toplumun özümsediği, yaşadığı, yaşattığı, paylaştığı, aktardığı ve geliştirdiği gelenekler o toplumun kültürünü yansıtır. Kültür de, o toplumun can özü olan millî kimliğini oluşturur. Edebi ürünlerimiz, kültürün ana damarı gibidir. Akış olduğu müddetçe, yaşam devam eder. Ana damarı besleyen kollardan biri de tekerlemelerdir. Tekerleme, masalların başında, ortasında, sonunda, halk hikâyelerinde, halk tiyatrosunda, bilmecelerde, çocuk oyunlarında, bazı törenlerde veya bağımsız olarak ortaya çıkan bir türdür. Şükrü Elçin, tekerlemelerin kökeni ve oluşumunu aklın dışındaki hayali, uydurma söz ve olaylarla gerçek maceralara ve bazı Şaman dualarına

251

bağlamaktadır. Bu Şaman dualarının kutsi değerlerini ve sihir güçlerini kaybetmesi ile tekerlemelerin ortaya çıktığını düşünmektedir. Tekerleme, çeşitli Türk boylarında şu adlarla bilinir: Azerbaycan Türkleri Âşık Edebiyatında, “tekerleme”, çocuk folklorunda, “sanama”, Dobruca Tatarları masallarında; “tekerleme”, Gagauzlarda; “tekerleme, sayılmak, badaşmak”, Kazak Türklerinde; “ölen (hayvan tekerlemeleri için), tekerleme”, Kırgız Türklerinde “canılmaç”, Kıbrıs ve Makedonya Türklerinde; “tekerleme” ,Özbek Türklerinde; “bala koşukları, sanaş, sanak”, çocuk folklorunda; “sayılmak” ve Türkmenistan’da “sanavaç” kelimesini kullanmaktadır. 185 Eski Türk yazıtlarında ve Dîvânü Lügâti’t-Türk’te yer almayan tekerleme sözünün, Türkiye’de ortaya çıktığına ve yayıldığına şüphe yoktur. Tarama sözlüğünde olmaması da, bu sözün Anadolu’da son yüzyılda ortaya çıktığı ihtimalini artırmaktadır.186 Pertev Naili Boratav tekerlemeyi, “ Daha çok çocuk geleneklerinde yeri olan bir türdür.” diye tanımlayarak, “Masal tekerlemeleri, oyun tekerlemeleri, tören tekerlemeleri, bağımsız söz cambazlığı değerinde tekerlemeler” olmak üzere dört bölümde inceler. 187 Anamur, tekerleme yönünden oldukça zengin bir görünüme sahiptir. Elimizdeki tekerlemeleri, oyun tekerlemeleri, bağımsız söz cambazlığı değerinde tekerlemeler ve masal tekerlemeleri olarak tasnif ettik.

4.3.2.1. Oyun (Sayışmaca) Tekerlemeleri Çocukların oyuna başlamadan önce "ebe çıkarmak" için söyledikleri tekerlemeleridir. İçinde bazen konuşmalar bulunan, mizah yönü ağır basan, anlamsız sözlerden ve seslerden oluşan bu tekerlemeler, hayattan izler taşır. Tekerlemeler, çocukların kendi dünyalarının ürünleridir. Oyun tekerlemeleri oyunda ebe seçme, eş seçme, oyundan çıkarma gibi işlevlerde kullanılmaktadır. Bu tekerlemelere sayışmaca adı da verilmektedir. Sayışmacaya Azerbayacan’da “sanama, çaştırma, yanıltmaç”, Kırgızlarda “canılmaç”, Kazaklarda “canıltpaş”, Kazan Tatarlarında “sanalmış”,

185 Doğan KAYA, Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yayınevi, Ankara, 1999, s.546. 186 Nuri ERBAY, Kütahya Merkez İlçesi Çamlıca Köyü Folkloru Üzerine Bir İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Kütahya , 2007, s.120. 187 BORATOV, a.g.e., s.135.

252

Dobruca Tatarlarına “”sayma”, Kırım Tatarlarında “tez aytuv”, Türkmenlerde “yanıtmaç, sanavaç”, Gagauzlarda “sayılamak, dil kırmak, yanıtmaç”, Irak Türkmenlerinde “çaşırtma” olarak adlandırılmaktadır. 188 Oyun tekerlemeleri oyunda ebe seçme, eş seçme, oyundan çıkarma gibi işlevlerde kullanılmaktadır. Bu tekerlemelere sayışmaca adı da verilmektedir. Sayışmacaya Azerbayacan’da “sanama, çaştırma, yanıltmaç”, Kırgızlarda “canılmaç”, Kazaklarda “canıltpaş”, Kazan Tatarlarında “sanalmış”, Dobruca Tatarlarına “”sayma”, Kırım Tatarlarında “tez aytuv”, Türkmenlerde “yanıtmaç, sanavaç”, Gagauzlarda “sayılamak, dil kırmak, yanıtmaç”, Irak Türkmenlerinde “çaşırtma” olarak adlandırılmaktadır. 189 Oyunlarda, ebe olacak çocuğu saptamak amacı ile her hece ayrı ayrı ve her hece bir çocukla eşlenecek biçimde söylenir. Son hece kimde biterse o genelde ebe olur. Tüm oyun tekerlemelerinde önemli olan hece sayısı değil, hareketlerle seslerin uyumudur.

İğne battı Canımı yaktı Tombul kız Arabaya koş Arabanın tekeri İstanbul'un şekeri Hop mop Altın top Bundan başka oyun yok K.K.:11 *** Anya manya kumpanya İki şişe şampanya Şampanyayı içtim Tarlayı biçtim. K.K.:11 *** Çıt pıt Nerden geldi

188 OĞUZ, a.g.e., s.197. 189 OĞUZ, a.g.e., s.. 197.

253

Ordan çık Kız saçların kıvırcık Sen bu oyundan çık.K.K.:11 *** Bir iki üç dört beş altı yedi Bunu sana kim dedi Diyen dedi On yedi K.K.:11 *** 1,2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, on Kırmızı don Git komşunun damına kon Bir iki üçler Yaşasın Türkler Dört beş altı Polanya battı Sekiz dokuz Ruslar domuz On, onbir, oniki İngiltere tilki Oniiç, ondört, onbeş Fıransa kalleş K.K.:12 *** Bir meşe, iki meşe, üç meşe, dört meşe, Beş meşe, altı meşe, yedi meşe, sekiz meşe Dokuz meşe, on meşe, mor menekşe, odayı döşe. *** Birim birim bir altı Deniz gibi kum altı Gelin kızlar sayalım On altıdır on altı K.K.:12 *** Çarşıya vardım

254

Türlü türlü kumaşlar var Ne renk alayım Bay ve bayanlar Ayakta duranlar Kırmızı kaytanlar K.K.:11 *** Aç kapıyı bezirgân başı Arkamdaki yadigâr olsun Bir sıçan iki sıçan, üç sıçan Dolaba kaçan. Ayşe hanımın keçileri Kişim kişim kişniyor Arpa saman istiyor Arpa saman yok Kilimcide çok Kilimci kilim dokur İçinde bülbül okur O bülbül benim olsa İki kardeşim olsa Biri oğlan biri kız Biri ay biri yıldız Hop çikolata piyasa Hop çikolata piyasa Akşam yedim salata Kız senin baban kerata K.K.:12 *** Portakalı soydurdum Baş ucuma koydurdum Ben bir yalan uydurdum K.K.:7 *** Asma yıkıldı Suyu sıkıldı

255

Benim kara köpeğin Canı sıkıldı. K.K.:7 *** Ennem, mennem Gel gıdı gıdı gıttan Gıdı, gıdı hoptan Ennem, mennem sen çık. K.K.:11 *** O, o, o İnne mine Ucu dine Filfıllice Kuş dillice K.K.:11 *** O…o.Allah’tan başlıyorum. Kim çıkacak bilmiyorum. Biricik, ikicik, üççük, dörtçük, Beşçik, altıcık, yedicik, sekizcik, Dokuzcuk, oncuk Çuka, çuka cuk Mavi boncuk. Sen çık. K.K.:11 *** Allah’tan başlıyorum. Kim çıkacak bilmiyorum. Otuz otuz altmış. Bir gemi batmış. İçindeki şişko Dokuz göbek atmış. 1–2–3–4–5–6–7–8–9 K.K.:11 *** O piti piti Karamela sepeti

256

Terazi lastik jimnastik Biz size geldik bitlendik. K.K.:12 *** Çık çıkalım çayıra Yem velim ördeğe. Ördek yemini yemeden, Cıyak, mıyak demeden. Hakkıdı, mıkkıdı. Çıktım çıkardım. Kimi çıkardım. K.K.:5 *** O mo simo çikolota Buz gibi limonata Ta ta ta Kız senin baban kerata. K.K.:5 *** Laleli bir, içeriye gir. İpten tut, birdir bir

Laleli iki, ormandaki tilki, tilkinin yarısı, Osman Bey’in karısı, karısının yarısı Laleli üç, kolumdaki güç, 1, 2, 3 Laleli dört, yavrucuğum üstünü ört. Laleli beş, beş kere beş yirmi beş, bu ne bu ne keşpekeş Laleli altı, altınımı çaldı, Allah beni kurtardı, şeytanı çöpe attı; 1, 2, 3, 4, 5, 6 Laleli yedi, yemeğimi yedi. Laleli sekiz, elmamı attım denize, saat geldi sekize, kim çok geveze? Laleli dokuz, nerden geldin bitli domuz? Laleli on, nenenlere gözlük, dedenlere sopa, kızlara koca K.K.:5 *** Mutfakta neler oluyor Fasulye, bakla Yanında kızartma Çatlak patlak üstü yuvarlak Kremalı börek, sütlü çörek

257

Çek çek amca Burnun kanca Elinde tabanca Beni vurma amca 1 cik 2 cik 3 cik …. 10 cuk Maret sucuk, arabama binen pis çocuk K.K.:5 *** Bu tekerlemelerin birinde karşılıklı iki grup kol kola girerler. Tekerlemeye başlayan ilk grup tekerleme bitene kadar adım adım karşı grubun üzerine yürür. Sonra aynı işlemi diğer grup da yapar arasında belli bir uyum yoktur:

— Aliler Aliler şıngıl Aliler — Ne ister ne ister bizim saraydan? — İçinizde bir güzel var. — Bir cihan bir dünya onu isteriz. — O cihanın o güzelin adı neymiş? — O cihanın o güzelin adı ……. imiş. — Allarız ballarız biz kızımızı vermeyiz. — Biz davulla biz zurnayla kolundan tutup çekeriz. K.K.:5

4.3.2.2. Bağımsız Söz Cambazlığı Değerinde Olan Tekerlemeler Herhangi bir kuralı olamayan, çağrışımla ve ses uyumlarıyla oluşturulmuş tekerlemelerdir. Belli konusu yoktur, rastgele söylenir: *Yağ yağ yağmur Teknede hamur Bahçede çamur Ver Allah'ım ver Sulu sulu yağmur K.K.:7 *** Ne bakıyorsun yaramaz kız delikten Şu delikanlı olacaktır enişten

258

Saygına diyeceğiz maşaallah Düğününde oynayacız inşallah K.K.:7 *** Elimizde altından saat Gelini hamama götürelim, oturalım rahat Elimizde altından kâlem Biz aldık gelini çatlasın elâlem K.K.:5 *** Elden elden epelek Yerden çıkmış topalak Topalağın yarısı Hasan beyin karısı Sin sin sineğim Dağda gezer ineğim Ot versem yemezsin. Sakız versem çıtır, mıtır geversin Cık çıkalım çayıra Yem verelim ördeğe Ördekbaşını kaldırmış Meyvelere sündürmüş Meyveci komiser Çık başını göster Bak nişanlın geliyor, canın kimi ister. *** İn min, ucu din Fır fır ata Sinek sıça Toku tuk, toku tuk, fiş K.K.:12 *** Çiçeklerim saksılarda çanakta Benim sevdiğim şu karşıki konakta Şekerim var süzülecek

259

Çok yerim var gezilecek K.K.:29 *** Su başının gulusun Altının çulusun Ağanın atı kişneyor Arpa içün kişneyor K.K.:5 *** Arpayı nerden bulayım Satıcısını alayım Satıcısında yok derler Akarca’da çok derler

Akarca’nın kinidi Ebize suyunu kinidi Geceki gelen kim idi Emmioğlu Mussacık Elleri golları kıssacık K.K.:5 *** Üşüdüm üşüdüm Daldan elma düşürdüm Elmamı yediler Bana cüce dediler Cücelikten çıktım Ablama gittim Ablam pilav pişirmiş İçine cardon düşürmüş O cardonu ne yapmalı Minareden atmalı Minarede kuş var Kanadında gümüş var Eniştemin cebinde Türlü türlü yemiş var K.K.:12

260

*** Kuzu kuzu mee Bin tepeme Haydi gidelim Ayşe teyzeme K.K.:12 *** -Hu, hu! Komşu, komşu! Oğlun geldi mi? -Geldi -Ne getirdi? -İnci, boncuk -Kime, kime? - Sana, bana -Başka kime? -Kara kediye -Kara kedi nerede? -Ağaca çıktı -Ağaç nerede? -Balta kesti -Balta nerede? -Suya düştü. -Su nerede? -İnek içti. -İnek nerede? -Dağa kaçtı. -Dağ nerede? -Yandı, bitti kül oldu. K.K.:5

4.3.2.3. Masal Tekerlemeleri Masal tekerlemeleri, günlük hayatımızın ölçülerine sığmayan, olmayacak işleri olağan sayan bir masal dünyasına ayak basacak, dinleyiciyi gerçeküstü ve gerçek dışı havaya alıştırmak için bir giriştir. Masallardaki tekerlemeler, bütünüyle kelime oyunlarından meydana gelir. Masal tekerlemeleri, masalların başında veya söz arasında, bazen konu ile ilgili bazen da yalnız mizah unsuru olarak söylenen yarı anlamlı, yarı anlamsız sözlerden oluşur.190 Azeri Türkleri masal tekerlemesi karşılığı olarak “pişov” kelimesini kullanmaktadır. Masal tekerlemeleri mensurdur, söylenişinde de bir şiirsellik vardır. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, biz hayladık hoyladık, cümle âlemi topladık. Allah’ın kışı, tandırın başı olur da kim gelmez. Haylayan da geldi, hoylanan da geldi. Hele büyük başı, büyük ayak kara kadı geldi. Kadıyı duyunca yabanın kazı, ördeği geldi. Ördeği kazı görünce bir de çulsuz tazı geldi. Tazının peşinden de

190 Meydan Larousse, s.16.

261

görmemişin oğlu, Kör Memiş’in kızı geldi. Ne etti, ne etti, arkası sökün etti. Kambur Ese, Sarı Köse geldi. Biri saltanata, biri süse geldi. K.K.:12 ****** Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, keçiler berber, develer tellal, manda hamalken, horoz imamken, ben annemi beşiğini tıngır mıngır sallar iken düşürdüm. Anam kaptı yarmayı, ben kavradım sarmayı. Başladım masala atmaya… K.K.:12 ****** Dinle bu masalı, al nasihatı, Güzeller elinden tat, çirkinler elinden dert ile feryat. Kalaycıydım kalayladım kapları, kırıldı yıkadığım tavanın sapları. Doktor oldum sattım hapları. Bir çırpıda koştum yukarı, baktım cadı suratlı kocakarı. Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulları çokmuş, ama bizden delisi yokmuş… K.K.:7 ****** Evvel zaman içinde, zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellalken, eşek hamalken, dağlardan vurdum kılıcı, öte diyardan çıktı kılıcımın ucu. Yetmiş kazan pirinç yedik karnımız aç kaldı, yüzümüz asıldı, dişimiz ışımadı. İçi dolu boş ambar, minarede iri bumbar. O yalan, bu yalan, eşeğe binip mandayı kucağına alan, deveyi yuttu bu yılan, o yalan, bu yalan, evvelden yalanı yutan… K.K.:5 ****** Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın günü çokmuş. Evvel zaman içinde, deve tellal iken, sıçan berber iken, ben yüz beş yaşındayken, anamın, babamın, atamın beşiğini tıngır mıngır sallarken, var varanın, sar saranın, sür sürenin, ber berinin, gür gürlünün, pür pürlünün, destursuz bağa girenin hâli budur soranın… K.K.:5 *Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Arkamıza baktık bir arpa boyu yol gittik. Haranda huranda. Oyalan, bu yalan, karıncaya vurduk palan… K.K.:5

4.4. Kalıplaşmış İfâdeler 4.4.1. Atasözü İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik dildir. Bireyi toplumsallaştıran, işlevsel hale getiren, birçok durumda milleti oluşturan temel öğe dildir. Dil toplumsal bir olgudur. Çünkü dil hem bireylerle özdeşleşir, hem de onların üstünde yer alır. Kişi,

262

iç dünyasının aynası olan söze göre değer kazanır ve vasıflandırılır. Önemli kültürel ürünlerimizden biri olan atasözlerinde de dil, önemli bir güç ve zenginlik kaynağıdır. Ömer Asım Aksoy atasözünü, “Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış şekilleri bulunan kamuca benimsenmiş özlü sözlerdir.” diye ifâde eder. 191 Kavram olarak Türkçenin ilk yazılı belgeleri olan Orhon Yazıtları’na kadar uzanan atasözü; Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar dönemlerinde, söz, haber, salık, mektup, risale, atalar sözü, darbımesel, kıssa, hikâye, tarihsel seyler anlamlarına gelen “sab, sav” sözcüğüyle adlandırılmıştır. XI. asırda Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’de “sav” yanında “mesel” ifadesini de kullanır. Habeşçe “mesl, mesâle”; Ârâmice “meslâ, mâsâl” sözcükleri Arapçada “masal, mesel” ve çoğul şekliyle “emsal” biçimini almış ve bu sözcük “mukayese, karşılaştırma” anlamından atasözü kavramına doğru genişlemiştir. Arapçadan Farsça ve Türkçeye geçen bu sözcüğün mesel, durûb- ıemsâl, darb-ı mesel şekilleri XX. asır başlarına kadar kullanılmıştır. Anadolu sahasında XV. yüzyıldan itibaren, atalar sözü ifadesiyle de adlandırılan bu kavram bugün Türkiye Türkçesinde yaygın olarak atasözü, atasözleri şekilleriyle kullanılmaktadır. 192 Bugün Türkiye Türkçesinde kullanılan “atasözü” kavramının Azerbaycan Türkçesinde karşılığı “atalar sözü”; Çuvaşlar “samah, comak, oranlama”, Kırım Tatarları “makal, kartlar sözü, hikmet”; Başkurt Türkçesinde “makal, aytim, atalar hüzi”; Kazak Türkçesinde “makal, mätel, nakıl”; Hoten civarı “tabma”; Altaylar “ülgercomak”; Tobollar “takmak”; Tuvalar “üeger domaktar çeçen söster”; Saha (Yakutlar) “xohoono”; Sagaylar “takpak”; Hakaslar “söspek”; Dobruca “atasözü, atalar sözü, eskiler sözü, kartlar sözü” 193Kırgız Türkçesinde “makal, lakap”; Özbek Türkçesinde “makal”; Tatar Türkçesinde “atalar süzi, makal, aytim”; Türkmen Türkçesinde “atalar sözi, nakıl”; Uygur Türkçesinde “makal”, Irak Türklerinde “eskiler sözü” demektedir. 194 Anamur’daki atasözü geleneği hem tarihî, hem de coğrafî genişliği içinde Türk atasözü geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Türk dilinin kalıp sözlere başvurmadaki

191 Ömer Asım AKSOY, Atasözleri ve Deyimler, Ankara, 1965, s.30. 192 Mehmet ÇEVİK, Basın Dilinde Atasözü ve Deyimler, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s.22. 193 Sinan GÖNEN , Manzum Atasözleri Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi, Cilt I, Konya, 2006, s.8. 194 ÇEVİK, a.g.e., s. 22.

263

pratikliği, mecazlardan istifade, somutlaştırma, öğüt ve tecrübe aktarımı gibi hususlar aynen varlığını sürdürmektedir. Yörede atasözleri fonksiyonlarının gereği olarak işlevseldirler. Anamur’da atasözlerine “değişet” denir. “Değiş” söylenmiş anlamında, sonuna gelen “-et” ise iyilik anlamına gelmektedir. Yörede atasözleri hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. Anamur halkı, yaşadıkları olayları atasözleri ile pekiştirmektedirler. Kendilerini ifade edemedikleri zamanlarda, atasözlerinden güç almaktadırlar ve bu şekilde o anki duygu ve düşüncelerini aktarmaktadırlar. Türk toplumunun genelinde görülen atalara ve onların yaşam deneyimlerini anlatan atasözlerine saygı ve bağlılık, Anamur insanında da kendini gösterir. Yörenin atasözlerinin temeli, yaşanmış olaylar ve toplumun ortak düşüncelerinden ortaya çıkmış kanılardır. Derlediğimiz atasözlerini, Ömer Aksoy’un atasözleri için yapmış olduğu tasnife göre ayırdık. Ömer Asım Aksoy, atasözlerini “kavram özellikleri” bakımından yedi grupta değerlendirmiştir. Aksoy’un bu tasnifinde konu ile fonksiyonun birlikte ele alındığı görülmektedir.

4.4.1.1. Sosyal Olayların Nasıl Olageldiklerini Uzun Bir Gözlem ve Deneme Sonucu Olarak Yansızca Bildiren Atasözleri Abdestsiz dedeme namaz mı dayanır. Abanoz gibi yaşadıkça sertleşir. Aç tavık gendi düşünde buğday ambarında olur. Ağaca çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur. Ağacı kurt, insanı dert öldürür. Ak köpeğin pamuk satıcısına zararı olur. Akacak kan başta durmaz. Alışmadık g... de don tutmaz. At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz. Benim derdim inek ile dana da, karının derdi sürme ile kınada. Bulan bulgur kaynatır, bulmayan omuz oynatır. Burç yeyecek deve boynunu uzatır. Cam, nağadar büyük olursa olsun imim bildiğini okur. Canı acıyan eşek attan kızlı gider.

264

Çıngırdaklı deve kaybolmaz. Çiğ yemedim ki karnım şişsin. Çoban asasıyla çiftçi meselesiyle. Çobanın gönlü olursa dekeden sütü çıkarır. Çocukluğunda b...unu ellemedik olmaz. Çulfacı don bulamaz. Dağ çalısız, yol delisiz olmaz. Deli deliyi görünce çomağını saklarmış. Densizin devesi çansız öter. Derviş dervişi tekkede bulur. Devenin yemediği et başına vururmuş. Devenin havudu kendine yük olmaz. Eli hamur ovalar, gözü gırık kovalar. Elin ne aşı tükenir, ne işi. Erim er olsun, yerim çalı dibi olsun. Erkek eşeğin anırmayanı olmaz. Evde bizim kovda bizim, otur söyleşelim kadın gızım. Felek meşrebi dönek. Fakirin tavuğu tek tek yumurtlar. Fukaralık ateşten gömlek aşk olsun giyene. Fukaranın ahı tahtından indirir şahı. Fukaranın döngeli köynümez. Gabış keçinin yaşıyla, dağa giden adamın işini Allah bilir. Gelen geçer, konan göçer. Gomşusundan huy gapan, ayranına su döker. Göl yerinden su eksik olmaz. Gölüklü göçer, g…lü sı..ar. Göç geri dönerse topal deve öne geçermiş. Gök keçiyi gören içi dolu yağ sanır. Halının tozu biter, delinin sözü bitmez. İmam o....sa cemaat s…ar. İnsanın eyisi lafın üstüne çıkagelir.

265

İt b..a tövbe demez. İt yal yediği çanağa pislemez. Kadını er zapt edemez ar zapteder. Kahbenin donu dokuz olur birini sana geydirir. Keçinin yemediği ot başına vurur. Keçinin sumağa ettiğini, sumakta keçinin derisine eder. Koca ekmeği meydan ekmeği, evlat ekmeği zindan ekmeği. Köşker sevdiği deriye yedi sefer yere çarpar. Kurt bulanık havayı sever. Kuştan korkan darı (mısır) ekmez. Olacak olan oğlak bo…ndan belli olur. Sahilde darısı olanın, yaylada karısı olmaz. Tekkeyi bekleyen çorbayı içer. Ucuz etin suyu gara olur. Usta çiviyi yoymaz (boşa harcamaz) Yiğidin sözü demirin kertiği. Yokdan yonga gopmaz. Yörüğün göçü gide gide düzülür. Yörük bostan kenarına kondu. Yörük atın yemini kendi artırır.

4.4.1.2. Doğa Olaylarıyla İlgili Uzun Bir Gözlem Sonucu Olarak Belirten Atasözler Ağacı çok olan yerde kıtlık olmaz. Ağaçlardan söğüttür en gabası, yiğidi hor gsteren eynindeki abası. Cevizi karga diker, kızılcık kendi biter. Elmayı çayıra armudu bayıra dikmelidir. Ey palamut ağacı, yılda bir meyve verirsin o da dabaklar harcı. Karadut yaprak açtı yaz, döktü kış. Kavak uzaya uzaya göğe çıkmaz, tepesinden kurumaya başlar. Kış kışlığını puşt puştluğunu gösterir. Kuşun kötüsü saksağan, ağacın kötüsü azğan.

266

Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır. Olmadık yılın yağmuru harman vakti gelirmiş. Orman yağmurun yularıdır. Tesbi ağacından şişleri ele benzemedik işleri. Yağmuru yel azdırır, insanı el azdırır.

4.4.1.3. Toplumsal Olayların Nasıl Olageldiklerini Uzun Gözlem ve Deneme Sonucu Olarak Bildirirken Bundan Ders Hatırlatan Atasözleri Acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenir. Adama ile mal tükenmez. Adamın yere bankından kork. Aksi giderse yiğidin işi, süt içerken kırılır dişi. Aman beyler diyeceğime aman dağlar derim. Ardıç ağacından odun, Yörük kızından kadın olmaz. Ay ışığında ceviz silkinmez. Az ateş çok odunu yakar. Çivi çıkar izi kalır. Çıngırdaklı deve kaybolmaz. Çürüksüz koz, kemiksiz et olmaz. Dağdan inmiş yörük, ne erik bilir ne koruk. Dağ adamı hasta eder sağ adamı. Dal budayan dala konar, sonunda bir kele konar. Donunun yırtığına bakmaz rüzgara karşı gider. Ekmeğin büyüğü bezeden olur. Damlaya damlaya göl olur, damlacıktan sel olur. Domuzdan bir kıl koparmak kardır. Dökme suyla değirmen dönmez. El elin devesini türkü çağırarak arar. Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez. Engin daldan murt yenmez. Eşeğe gücü yetmeyen eşeğin semerini döver. El atına binen tez iner.

267

El ayranım ekşi demez. El öpmeyle dudak kararmaz. Emek olmayınca sömek olmaz. Eşek ölünce semeri, insan ölünce eseri kalır. Eyi at gendine çılgıç vurdurmaz. Gönülsüz namaz göğe azmaz. Gün girmeyen eve doktor girer. Her enişin (rampa aşağı) bir yokuşu vardır. İşam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz. Küçük gelin gelmeyince, büyük gelinin kıymeti bilinmez. Mızrak çuvala sığmaz. Nalıncı keseri kendinden yana yontar. Sac tava gelir hamur biter, geçim düzene girer ömür biter. Sahilde darısı(mısır) olanın, yaylada karısı olmaz. Sekinin taşlısı, öküzün inek başlısı, kızın sarı saçlısı. Sevilmedik gelinin gerdanı altı karış. Suyun imil imil akanı, insanın yere bakanı. Ucuz etin suyu mundar olur. Ürümesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir. Sabır ile koruk helva olur, dut yaprağı atlas.

4.4.1.4. Denemelere Ya Da Mantığa Dayanarak Doğrudan Doğruya Ahlâk Dersi ve Öğüt Veren Atasözleri

Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür. Bey de ölür, abdal da ölür, yanı sıra çökdel de ölür. Bir başa iki yumruk vurulmaz. Bir gatırda iki lök olmaz. Bir taşla duvar yapılmaz. Bir yükü götüreceğin kadar yüklen. Cıvık b..ka taş atma, üstüne sıçrar. Çalı ile ürküt, çırpı ile say.

268

Doğmadık çocuğa köpen biçilmez. Eğri ağaca yayım, her gördüğüne dayım deme. Elin memleketinde tavuk olup gıklayacağına, kendi memleketinde bülüç(civciv) ol cıkıla. Elmayı soy da, armudu say de ye. Fakirlik ayıp değil, çalışmamak ayıp. Genç avrat alma el için, yüksek yere harman kurma yel için. Gönülsüz yapılan iş, ya kelle koparır ya da diş. Güvenirsen varlığa, düşersin darlığa. Hayır dile komşuna, kayır gelsin başına. Kazanırsan dost kazan, düşmanı anan da doğurur. Kazma el kuyusunu kazarlar sonra kuyunu. Kışın taşa, yazın yaşa oturma. Köpeğe dalanmaktansa çalıyı dolaş. Keser gibi olma, rende gibi ol. Osurma duyulur, s.çma kokar. Pelitten kâşık,yezitten asık olmaz. Sofrada elini, mecliste dilini…

4.4.1.5. Birtakım Gerçekler, Felsefeler, Bilgece Düşünceler Bildirerek (dolayısıyla) Yol Gösteren Atasözleri

Allah şaşırttığı kulunu beygir gibi oturtur. Acı yaraya tuz basılmaz. Asıl azmaz bal kokmaz, kokarsa yağ kokar aslı ayrandır. At binicisine göre kişner. Ateşe yakın olan gızınır. Bakarkör olmaktan kör olmak daha yeğdir. Boş çuval dik durmaz. Çabuk parlayan pardı(çıra parçası) çabuk söner. Çorbaya ne koyarsan kaşığına o çıkar. Dal kıran baş keser.

269

Dolu testi su almaz. Ekmeğini yalnız yiyen, yükünü kendi kaldırır. Elin yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanır. Harç aldırır, borç sattırır. Keçinin sumağa ettiğini, sumak ta keçiye eder. Kedi her zaman bal yemez. Kırığına güvenen ersiz kalır.

4.4.1.6. Töre ve Gelenek Bildiren Atasözleri Anasına bak kızını al. Ateşle barut bir arada geçinmez. Baş gider nereye, ayak gider oraya. Bir fincan gavenin gırk yıl hatırı vardır. Değirmene gelen nöbet bekler. Dere geçerken at değiştirilmez. Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar. Gelinler gırmızı geydiğinde, gızlar golay sanırmış. Kocasından sonra kalkan karıdan, hazirandan sonra ekilen darıdan, Nisandan sonra arlayan arıdan hayır gelmez.

4.4.1.7. Kimi İnanışları Bildiren Atasözleri

Ağacı çok olan köyün mezarı az olur. Ağlayanın malı güleni ondurmaz. Ah alan onmaz. Altından ağacın zümrütten yaprağın olsa da gözünü bir avuç toprak doldurur. Bir ağaç dikmek bir yıl ibadete bedeldir. Dabanı düz olandan hayır gelmez. Damdan düşen onmaz. Duttan düşen onmaz. El yarası onar, dil yarası onmaz Eşekten düşen onmaz.

270

Gönül kıran onmaz. İncir ağacından oklava olmaz. Katranı kaynatsan olur mu şeker cinsi bozuk cinsine çeker. Manasız ölüm olmaz. Oduncu ile kuşçuya rahmet yoktur. Ölüye günlük satan kimseden hayır gelmez. Ölümden öte yol gitmez. Yaş ağaca balta vuran el onmaz. Ölümden öte yol gitmez, mezardan öte sal gitmez

4.4.2. Deyim Günlük hayatımızda farkında olarak özellikle veya farkında olmadan bir takım kelimelerle gerçek anlamından başka bir anlamı bulunan, konuşmamızı ve söz güzelliğimizi benzetme ve söz sanatlarıyla güçlü kılarak anlatıma çekicilik ve canlılık kazandıran, bir veya birkaç kelimeden meydana gelen söz topluluklarına deyim denilir. Şükrü Elçin, deyimi, “Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren, duygu ve düşüncelerimizi dikkati çekecek biçimde anlatarak, iki veya daha çok kelimeden oluşan, isim, sıfat, zarf, basit ve birleşik fiil görünüşlü gramer unsurlarıdır.” 195 diye tanımlarken, Türkiye Türkçesinde deyimlerle ilgili en kapsamlı calışmayı yapan Ömer Asım Aksoy, “Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümce.” 196 diye tanımlar. Yörede deyim söyleme geleneği oldukça yaygındır. Yörede deyimler, konuşma dilinin bütün alanlarında, her yaş ve eğitim seviyesinden insanın ifadeleri arasında yerini almaktadır. Ülkemiz genelinde kullanılan birçok deyimin yanı sıra, yöresel olarak kullanılan deyimler de mevcuttur. Yörede kullanılan deyimler, yaşanmakta olan sosyal ve kültürel hayatla çoğu zaman özdeşleşmiştir. Yaşanan kültür de, deyimlerin kendiliğinden ortaya çıkmasına yol açmıştır. Derlediğimiz deyimleri, Şükrü Elçin’in deyimleri yapıları bakımından sınıflandırma planından da faydalanarak tasnif ettik:197

195 OĞUZ, a.g.e., s. 165. 196 Mirlanbek NURMATOV, Kırgız Türkçesindeki Deyimler, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008, s.. 8. 197 OĞUZ a.g.e., s.166.

271

4.4.2.1. Mastar Halindeki Deyimler

Son kelimesi mastar olan bütün deyimler bu grupta değerlendirilmiştir: Adı yavuza çıkmak: Yapılan fedakarlığın takdir edileceği yerde eleştirilmesi. Ağanın ala danası gibi dolaşmak: Yalaka kişiler için kullanılır. Ağızla lafı sakız gibi çiğnemek: Bir düşünce veya sözü tekrar tekrar söylemek. Ağız kalabalığına getirmek: Gereksiz sözlerle şaşırtmak, sözün arsına lüzumsuz söz katmak. Ağız Yanışlamak: Taklit etmek, alay ederek söylemek Ağız yapmak(Ağzı kalabalık): Birisini kandırma amaçlı olarak duygu ve düşüncelerini olduğundan farklı biçimde yansıtıp, aldatma. Ağrısız başına keten sarmak: Dert yokken başına dert almak Ağzına baktırmak: Konuşmaları ile dinleyenleri kendisine hayran bırakmak. Ağzında laf ılımamak: Duyduğunu beklemeden çevresine duyurmak Ağzına yüzüne sürmek: Bir işi becerememek Ağzını poyraza germek: Umduğuna ulaşamamak, boş yere beklemek. Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığın öbür dünyada karşılıksız. Aklı kesmek: Karşıdakinin düşüncesine hak verme, inanma, karşıdakinin düşüncesinin ne olduğunu kavrama, önceden bilme, tahmin, öngörü Aklına yer etmek: Beğenip uygun bulunan bir düşüncenin akılda yer etmesi. Altmışaltıya bağlamak: Durumu uygun olamayan bir şekilde kurtarmak. Alafından Pilafı Görünmemek: Kendi derdinden çevresindeki olayların ayrımında olmamak. Allah'ın bol kulunun kıt olduğu yerde buluşmak: Yalnız kalmak için sessiz bir mekâna gitmek KŞ Anasının nikâhını istemek: Değerinin çok üzerinde değer koyma, olmayacak istekte bulunmak. Arabanın tekerine taş komak: Bir işi yokuşa sürmek Ark altından su bağışlamak: Başkasının kesesinden ağalık yapmak Arpalığa çevirmek: Çalıştığı işi veya kurumu kendi çıkarı doğrultusunda kullanmak Asbap Ala Gitmek: Evlenecek kız için alışverişe çıkmak

272

Aşağıdan almak: Olayı yatıştırmak için suyuna göre davranma, yumuşak söz söyleme. At üstünde orak biçmek: Olmadık yerlerde, olmadık işler yapmak Avurt etmek: Gevezelik etmek Ayakta uyuyup otel parası ödememek: Cimri insanlar için kullanılır. Ayranı kabarmak: Boş yer kızma bağırma Baltaya sap olmak: Yararlı işlerle uğraşmak Başının pamuğu yanık olmak: Talihsiz birisi olmak, başına türlü belalar gelmiş olmak Bel bel bakmak: Şaşırmış, ahmak gibi Biliş biliş gelmek: Tanıdık birisi gibi gelmek Birisiyle kara günde olmak: Birisiyle bir sorunu olmak Bozuk bağa oturmak: Kötü olaylara maruz kalmak Burkada bunalmak: Bir anda bunalıma kapılmak, hırsından çatlamak Burnu yere sürçülmek: İyice pişman olmak, rezil olmak Canını ikiye bölmek: Aynı anda birden fazla işe koşturmak Copur copur terlemek: Su gibi terlemek Cıdırına basmak: Damarına basmak Cıncık Kırmak: Pot kırmak Cıngar çıkarmak: Rezillik çıkarmak Cini civleşmek: Tüyleri diken diken olmak Curculak Terlemek: Sırıl sıklam olmak Cumbarlak Atmak: Takla atmak Çalıyı depesinden sürümek: İşi halletmek için sil baştan işe başlamak Çanı ötmek: Sözü geçmek Çanına ot tıkamak: Birinin işine engel olmak Çatı dağılmak: Kiskânçlıktan kahrolmak Çatından çatlamak: Kiskânçlık yüzünden hırslanmak, ortasından çatlamak Çenesinin yayı bozuk olmak: Çok geveze kimseler için kullanılır. Çingenenin torbasından düşmek: Pasaklı kişiler için kullanılır. Çürük laf etmek: Kötü söz söylemek Davulun öttüğü yere, dumanın tüttüğü yere gitmek: Nerede rızık varsa oraya gitmek Dert kocası olmak: Fazla derdi olmak Deyini deyini ağlamak: Hiç durmadan feryat ederek ağlamak

273

Dikme Dibek Gibi Dikmek: Birini bekletmek Dizin dizin sürünmek: Dizlerinin üzerinde sürünmek; ağır hastalıklara maruz kalmak Dokuz obayı donsuz komak: Herkese kötülüğü olan uyanık kimseler için kullanılır. Döneper olmak: Eli ayağına dolaşmak, paniklemek, hizmet etmek için yarışmak Düllümdüdük etmek: Yaygara etmek, dedikodusunu çıkarmak Düllümdüdük olmak: El âlemin diline düşmek; duymayan kalmamak, altüst olmak Ediyi etmek: Yapacağını yapmak Eğirdiğini yüne değişmek: İşini bilmemek Elmekin olmak: El çabukluğu Eşşeği yüklü bulmak: Şansının dönmesi Eşkere Konuşmak: Boş yere konuşmak Eşşekcek binmek: Bisiklete, motora, vb. ayakları iki yana sarkarak binmek (ata, eşeğe biner gibi) Etahlamak: Fena olmak, bunalım geçirmek Ezzadına yanmak: Ecdadına yanmak Fartada düşmek: Aniden negatif tepki vermek Fişede düşmek: Tez canlı olmak / ani ters tepki vermek Fosu çıkmak: Yalanı ortaya çıkmak Gangıtı Çıkmak: Çok zayıflamak Ganırtmak: Bir şeyi aslından ayırmak zorlamak Garçada düşmek: Gürültüyle çökmek Geven döğmek: Gevezelik etmek, boş boş konuşmak Geydirile kalmak: Sersemlemiş bir halde (bir yere) çarpmak Gıllıngıtır İdare Etmek: Eh işte ne yapalım Gök başlı gavur olmak: Düşmanca tavırlar takınan kişiler için kullanılır. Gök tere batmak: Ter içinde kalmak Gözünün feri çırası sönmek: Kör olmak Gözleri mirt mirt etmek: Heyecanla ve merakla bakmak Guş gibi bağırmak: Feryat figan etmek./ İtiraz etmek Hırtıbüğü Tükenmek: Nefes nefese kalmak İş bulamayıp it taşlamak: Boş gezenin boş işlerle uğraşması Kauk kauk etmek: Kedi gibi bir şeyden boğazı kaşınmak

274

Kaymağını almak, b…….. karışmamak: İşin kolay taraflarından yararlanmak Kır ferman etmek: Ortalığı dağıtma / Fazla tantana etmek, /Çocuklar için yaramazlık etmek Kirtiğinde olmak: Zaafı olmak Köpek Yalasa Doymak: Kirlenmek, leş gibi olmak Külefine gunnamak: Evli olmaksızın baba evinde çocuk doğurmak Küteşte gütmek: Kin gütmek, garez beslemek Lafın ucunu kanatmak: Sonunda konuya girmek, muhabbete başlamak Leşini üstüne atmak: Suçu başkasının üstüne atmak Leytellalede gezmek: Başı boş, serseri, aylak olmak Lingir lingir etmek: Gevşek olduğundan sallanmak Malamat etmek: Yüzüne gözüne bulaştırmak Malamat olmak: Ele güne rezil olmak Mana mana oynatmak: Dalga geçme suretiyle güç durumlara düşürmek Mel Mel Bakmak: Boş boş bakmak Mirt etmek: Kıpırdanıp durmak, çabukça beceriklice Mitili atmak: İstenmediği yere yerleşmek, sık ziyaret etmek Müzmühal etmek: Bozmak, kullanılmayacak hale getirmek Obaya Gitmek: Misafirliğe gitmek Ocağına ayran suyu dökmek: Birisine ve ailesine kötülüğü dokunmak Odun eylemek: Yakmak için dağdan baltayla odun keserek getirmek Ötürüğe kalmak: İshal olmak Kel kel düşünmek: Kara kara düşünmek Kireşçi eşeği gibi inatlaşmak: Kuru inat yapmak Petentesi altına almak: Bir kişiye isteklerini zor kullanarak yaptırmak Saksak olmak: Şekere, meyveye vb. dokunulduğunda elde yapış yapış olması Sarı sakız gibi yapışmak: Birisinin başa bela olması, çok rahatsız etmesi. Şarpada Kapmak: Alıvermek, hiç tereddüt etmeden atlamak Selki Tutmak: Cidi davranmamak, tembellik etmek, önemsiz görmek Sinip sinip bakacak deliği çok olmak: İhtiyacı, eksiği gediği çok olmak Susta durdurmak: Karşısında konuşturmamak Suyu savağından kesmek: Sorunları çözümsüz bırakmak

275

Sürekkesini sürmek: Aynı konu hakkında sürekli konuşarak bıktırmak Şeddini çevirmek: Suratını asmak, öfkeli bakmak Tapırada düşmek: Gürültüyle çökmek / Hizmette kusur etmemek Tavsımak, tavsıtmak: Tavına getirmek Tebelleş olmak: Vaktini almak, meşgul etmek / Başına bela olmak. Tıkdelik etmek: Sıkboğaz etmek Tıramana ağdırmak: Alt üst etmek, karıştırmak Tiril tiril etmek: Canlı gibi görünmek Yakım Yakmak: Anadolu'da acı duyulan bir olay, bir ölüm karşısında dertlenme, hüzün, acı ve kalpteki acının seslendirilmesi, yüksek sesle ilanıdır. Yamdın yamdın etmek: Özellikle bir yiyecek için yalanmak, ağzı sulanmak Yelbir yelbir esmek: (Rüzgar) esmek Yanıl yunul etmek: Kem küm etmek, ne dediğini bilmemek Yedi köyü bir eşeğe bindirmek: Cimriliğinden herkesi bir ağarlamak Yenek gelmek: Yiyecekler arasında mevsime ve öğüne uygun olmak Yerde alıp gökte yemek: Çıkarcı ve işini bilen insanlar için kullanılır. Yılış yılış etmek: Gülümsemek / Aşina gibi bakmak Yiğir yiğir kokmak: Çok kötü kokmak Yos yos yoyulmak: Bütünüyle heba olmak Yumuş Buyurmak: İş buyurmak Zehlesinden çatlamak: Çok kiskânmak, çatlamak; bıkmak, usanmak Zehlesinden kararmak: Kiskânçlıktan çatlamak; bıkmak, usanmak Zılgıt çekmek: Kızmak, çekişmek, azarlamak Ziv Ziv Çıkagelmek: Eli boş gelmek

4.4.2.2. Fiil Çekimiyle Kullanılan Deyimler Son kelimesi çekimli fiil olan deyimler bu grupta değerlendirilmiştir: Adam sandım eşeği, kaba serdim döşeği: Birine hak etmediği kadar değer vermek Ala Boncuk Çekelim: Kilim veya çul dokunmaya başlarken dokuyucuların birbirine söyledikleri söz. Ayın ilk çarşambasına denk geldin: Telaşlı zamanımıza denk geldin. Bal yapmaz arı: Çok konuşup sonuca ulaştırmayan, geveze

276

Bir ağaçtan hem çokluk olur, hem de b….luk olur: Kişi iyi ve kötü huylarıyla bir bütündür. Çala çala bir havaya dönecek: Plansız başlanmış bir işin sonunda düzene gireceğini anlatır. Çeneye kalmış: Çok ve gereksiz konuşan Damdan it düşer: Birdenbire gereksiz sözleri ortaya atanlar için kullanılır. Deveye oyna demişler, dokuz çadır yıkmış: İşin üstesinden gelemeyen kişiler için kullanılır. Dünya söbü olsa yutacaklar: Doymak bilmeyenler için kullanılan bir deyim Eli keser tutar: Dokuma tezgâhlarını yapan kişiler için söylenen deyim Eşek kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır: Değişmeyen durumlar için kullanılır. Fakirin yorganı kısa olur: Kısmetsiz ve şanssız insanlar için kullanılır. Habayı omuzladı: Birden fazla sorumluluk alan kişiler için kullanılır. Her gördüğü başı şapkalıyı babası, her gördüğü ak astarlıyı anası sanır: Herkesi aynı kefeye koyar. İlkintinin yağı çok çıkar: Biriktirilmiş duyguların tepkisi güçlü olur. Lök beserekten gelir: “Yaşlılıktaki sağlık gençlikten mirastır." anlamında deyiş Maşallah dediği kırk gün yaşar: Her lafı uğursuz kişiler için kullanılan bir tabir. Mık demez: Ağzı var dili yok, hiç itiraz etmez. Nal der mıh demez: İnatçı kişiler için kullanılır. Omardan değil, damardan geliyor: Samimi bir şekilde davranıyor. Oyunun tadı sonradan çıkar: Emeğin karşılığı sonradan alınır. Oturduğu yerde ot bitmez: Şanssız kişiler için söylenir. Senin hatırın kırılacağına, eşeğin paldımı kırılsın: Hatır için yapılan fedâkarlıkları anlatır. Tepesi aşağı lep deyivermek: Ani bir sarsıntıya maruz kalmak. Tilki masalı okur: Kurnaz kişiler için kullanılır. Ufak taş ile k..ını silme: Sorunlarını geçici çözümlerle hal etmeye çalışma. Üzüldüğü yerden kopsun: Ümitsiz durumlarda, ne olacaksa olsun, anlamında bir deyim Yaralı parmağa çöğdürdü: Düşene bir tekmenin daha vurulması

277

Yaşını Yaşamış, Dişini Dişemiş: Hayatta her şeyi görmüş, yaşlanmış kimse için kullanılır. Yaşlar cörede düştü: Birden gözyaşlarına boğuldu. Yattı balık yan gider: Ümitsiz durumlarda her şeyi koy vermeyi anlatır. Yedi yunmuş bez: Çok temiz, çok saf, suçsuz, masum Yiğ burunlu: Burnu iyi koku alan; gizlenmiş şeyleri kolayca bulan Zarı demeye bir dam eşek eder: İltifat edince şımarır

4.4.2.3. Sıfat-Fiil Veya Zarf-Fiil Seklinde Kalıplaşmış Deyimler Son kelimesi fiil olup, sıfat-fiil veya zarf-fiil eki almış deyimler bu grupta değerlendirilmiştir:

Ali kırkan baş kesen: Kaba kuvvet kullanan, kaba saba. Atların nalları söküldükçe: Yeni bir hayata başlamak Köpeği nallanan: Kötü huyları dizginlenen Tebeşire peynir bakan: Safça ve anlamadan bakan Mangır sayıp: Bir iş için paralar harcanması Muş çekince: Bir işi yapmamak için direnmek Öksüz doyuran: Bereketli yiyecekler için kullanılır. Susuz dereye indirip susuz çıkaran: Çok uyanık olan kişi Sürü gidip giderken uyuz keçinin hesabını yapan: Malına kötü de olsa aşırı değer veren, uyanık olan kişi Zıbara kalan: Uykusu ağır kişiler için kullanılır. Zil zurna çalıp: Çok mutlu olan kişiler için kullanılır.

4.4.2. 4. Hiçbir Fiil Kipi Taşımadıkları İçin Kalıplaşma Sebebiyle Fiil Çekimine Girmeyen Cümle Halinde Bulunmayan Deyimler

Acemi çaylak: Tecrübesi olmayan, deneyimsiz, toy olan Acı söz: İnsanı inciten, yaralayan ve karşıdakinin kalbini kıran sözler Acı acına: Karnı aç olarak, hiçbir şey yemeden Açık kalpli: İçi dışı bir olan, kötülük düşünmeyen

278

Açık saçık: Kural dışı, ahlaki değerlere, geleneğe, göreneğe göre davranmama hali Açık seçik: Anlaşılır şekilde, anlaşılmayan bir hususu bırakmamak. Adam evladı: İyi bir insanın iyi olan çocuğu Acı soğuk: Üşüten, keskin soğuk, kış günlerinin soğuğu Akıl kutusu: Çok akıllı, zeki kimse, kendisinden beklenmeyen şekilde akıllı davranan. Ayran delisi: Her gördüğüne gönül veren, anlamsız hayranlık besleyen. Cız Büzük: Sık ve çabuk ağlayan Eksik etek: Bayanlar için kullanılan bir deyim Gök Görmediklik: İlk defa görmek saldırmak Gün görmemiş laf: Patavatsızca yapılan konuşmalar Cini Firi: Cin gibi Dava Davdar: Hiçbir işi tam yapamamak El Arşi: Ele güne karşı Kafadan kontak: Deli, normal düşünmeyen Karışkan Çömçe: Ortalığı karıştıran, bozgunculuk yapan Kavak başında: Aklı havalarda olmak Kirli çıkın: Gizliden çok parası olan Laf ebesi: Her söyleneni dikkatle dinleyen Pis boğaz: Önüne gelen her şeyi yiyenler için kullanılır. Süppe Süleyman: Kendini bir şey sanan, kasıntı

4.4.2. 5. Cümle Halinde Olmayan Deyimlerin Bir Kısmında da Kelimelerin Bazıları Çekime Girerler

Aç karın, kuru çalım: Kötü durumda olduğu halde gurur yapıp yardımları kabul etmemek Aç karnına tok teselli: Empati kurmamak, kişinin halinden anlamamak Akarı yok kokarı yok: Bu işin bundan başka çözümü yok Ala geçinin sütlü oğlağı: Kendini bir şey sanan insanlar için kullanılır. Alacağına şahin, vereceğine karga: Parasını herkesten alan, ancak borcunu vermekte güçlük çıkaran Ara ile darın ağında: Bir işi yaparken acele başka bir işin çıkması, yapanın şaşkınlığa uğrayıp, hangi işi yapacağına karar verememesi, işin çok yoğun olduğu an

279

Ay aydın yol belli: Çözüm ortada Aynı inde kışlamak: Sürekli aynı yerde ikâmet etmek Balı yersin arısı var, lafı yersin gerisi var: İş burada bitmiyor, daha da sürer. Buynuz gurusu gibi: Keçiboynuzu kurusu gibi çok zayıf insan ya da hayvan Çingenenin kendini övdüğü gibi: Övülecek bir şeyleri olmadığı halde, kendini övenler için kullanılır. Çingenenin karı boşadığı zaman: İkindi vakti için söylenir. El elin haksız çobanı: “Birinin arkasından konuşmak kolay" anlamında söz Can kişinin kendi canı: Herkesin bakış açısı ayrı, veya ateş düştüğü yeri yakar, anlamında deyim Çenesine sapan taşı: Çok ve gereksiz konuşan Görkemi güzel gök inek: Görünüşü çekici ama özü değersiz şey Hırlı bir hırkıldayasıca değilsin: İyi ahlaklı değilsin. Ivışıla gıvış arasında: Ortalıkta telaşlanacak çok şey varken, telaş anında İç oğlan başçavuş: Çok bilmiş, ukala, kendini bilmez. İki cami arasında beynamaz: Olanağı olan insanların, şanslarını değerlendirememeleri durumunda söylenir. Kapıda takılı danam yok, ovada dikili denem yok: Hiçbir mal varlığım yok. Kefeni omzunda: Ölümü yakın Sırtına yük değil, karnına dert değil: Hiçbir tasası yok Şangır şungur ses: Aşırı gürültü Yuları başkasının elinde: Başkasının etkisinde kalan

4.4.2.6.Deyimlerin Bazı İyelik Ekleri İle Kurulanlar

Başı dik: Gururlu kişiler için kullanılır. Çenesi canlı: Çok ve gereksiz konuşan Gözü tok: Cömert olan, tamahkar olmayan Eli eğri: Dürüst olmayan Karnı dar: Çekemeyen haset Kuskunu Düşük: Rüküş veya salaş giyinmiş Lakırdının bozuğu: Kötü söz

280

Mayası bozuk: Kötü ahlaklı kişiler için kullanılır.

4.4.2.7. Aynı kelimenin Tekrarı İle Yapılan İkizleme Deyimler

Acı acına: Karnı aç olarak, hiçbir şey yemeden Bastı bacak: Kısa etine dolgun kişiler için söylenir. Fellik fellik: Heyecanla yapılan iş Fişşik fişşik: Acele ile iş bilir tavırlarla davranma Gara gara: Ümitsizce düşünmek Döğ döğ kara su: Yararsız işlerle uğraşılması Hönküre hönküre: Çok bağırarak ağlamak İnim inim: Feryat ederek acı çekmek Laf lafa: Lafın lafı açması, konuşmanın değişik konulara varması Pof pof: Bir şeyin kabar kabar olması

4.4.2. 8. Kafiyeli Deyimler İki öbekten meydana gelip, her öbeğin sonu kafiyeli olan deyimler bu gruba girerler.

Abur cubur: Yemek yemek yerine faydasını düşünmeksizin bir şeyler atıştırmak, yemek. Akşam kavil, sabah savul: Sözünde durmayanlar için söylenir. Aldık gittik kızınızı, eşşek tepsin yüzünüzü: Bir daha görmek istemiyoruz, anlamında bir deyim Baktın gördün kar havası, döngel a kör olası: Kötü ortam varsa, orada kalma Çıldıratma çalıyı, söyletme deliyi: Beni kötü sözler söylemek zorunda bırakma Dediği dedik, çaldığı düdük: İnatçı kişiler için kullanılır. Değil habaya, bak içindeki bobaya: İşin aslını bilmek gerek Fol yok yumurta yok: Ortada kayda değer bir şeyin olmaması Goca olmalı, bu gece olmalı: Evlenmek isteyen kızların söylediği bir söz. Habbe oldu kubbe: Küçük gayretlerden büyük işler ortaya çıkar. İnceyi dizmek, yoğunu dizmek: Küçük işlerin birikmesi, küçüklüğünü ortadan kaldırır.

281

Karınca, kaderince: Yettiği kadar Kıçı oturak, dili puturak: Yerinde duramayan, nasıl konuşacağını bilemeyen Nerede çalgı, orada gaglı: Hareketi seven kişilerin hep heyecan peşinde olduğunu anlatmak için kullanılır. O durmalar bir gün dırmalar: Sakin görünenlerin, aslında fırtınaları barındırdığını anlatan bir deyim Oğlan büyüsün bakalım hocası kim olacak, kız büyüsün bakalım kocası kim olacak: Nasip kısmet neyse onu görürüz. Önce dağlar, sonra yağlar: Önce öfkelenir, sakinleşince tam tersi davranışlarda bulunur. Para peşin kırmızı meşin: Nakit para istenirken kullanılan bir deyim Tıngır elek tıngır saç: Elde avuçta bir şey yok

4.4.2.9. Soru kalıplarından Oluşan Deyimler

Abdestsiz dedeme namaz mı dayanır?: Müsrif kişiler için kullanılır. Akıl dağıtılırken, sen çıra mı turtardın?: Akılsızca iş görenler için kullanılır. B..tan yağ çıkar mı?: Her şey aslına riayet eder. Değneği yiyen mi sayan mı?: İki durumdan hangisinin daha kötü olduğunu anlatmak için kullanılır. Hastaya çorba mı sorulur?: İhtiyacı olana yardım edilmelidir. Kelmiydin? Körmüydün? Bir daha böyle b..k yer miydin?: Yapılan hatalar karşısında söylenir. Nelik netelik: Ne olur ne olmaz diyerek tedbirli olmak Nem Neliklerle: Büyük uğraşlarla, zahmetler içerisinde Nem ne şekil: Acayip / Belirsiz Nem Niderdim: "Keşke yapmasaydım, şimdi pişmanım" anlamında ünlem Sütnen süzeğin arasında işin ne?: Alakası olmadığı halde, her işe burnunu sokan insanlar içi kullanılır. Oturduğu yerde su mu çıktı?: “Rahatlık battı mı?” anlamında bir deyim

282

4.4.2.10.Deyimlerde Eski Kalıplar

Abesle iştigal etmek: Boş ve anlamsız işlerle uğraşmak Gar Garsamba: İşin arap saçına dönmesi İçinden guynu biri: Alacası içinde, fesat insanlar için kullanılır. Kıtlıkta bir yunurum unu var: İmkanların çok geniş olması Zıvanadan çıkmak: Kontrolü kaybetmek

4.4.3. Alkış - Kargış (Dua- Beddua) Alkış ve kargışlar, toplumun değer yargılarını, toplumsal durumları, duygulara bağlı olarak özel dilekleri, millî karakterin izlerini bulduğumuz özlü söz kalıplarıdır. Şükrü Elçin, “dua” terimini kullandığı alkışların sadece hayır dua ve minnet duygularının ifâdesi anlamına gelmediğini, aynı zamanda iyiyi ve güzeli meydana getirebilecek güçleri harekete geçme arzusunun da bir ifadesi olduğunu belirtmiştir. Beddua terimi kullandığı kargışları da duanın zıddı olan, la’net, inkisar, bela ve gazap ifâde eden menfî sözlerdir198, şeklinde tanımlar. Budizm, Mâniheizm gibi dinlerden beslenen dualar, İslamiyetle gerçek kimliğine kavuşmuştur. İnsanoğlunun dayanağı olan dualar, her zaman hayatın dayanağı, ruhun teskîni, kalbin ilacı olmuştur. İslamiyette “Dünya dua üzerine kurulmuştur.” Hadisiyle kutsallık kazanan dualar, İslamiyet öncesi sözlü edebiyat döneminde dini nitelikli törenlerde edebi kimliğinin temelini atmıştır. Kargış kelimesi ise, lanet, beddua, ilenme, ilenç, düşüncesinin yanlışlığı belli olan bir kişinin bir iş üzerine söz söylemesini kınama, ayıplama, tekdir, çıkışma olarak Divanü Lügati’t Türk’te mevcuttur.199 Kargış, “lanet” anlamına gelen “kargılamak” kelimesinden ileri gelir. 200 Farsça “bed” ve Arapça “dua” kelimelerinin birleşmesinden yapılan bu tabiri, en eski Türk kaynaklarından 19. asra kadarki kültür eserlerimiz ve sözlüklerimiz çok yaygın “kargış” ve “ ilenç” kelimeleriyle karşılamışlardır. 201

198 OĞUZ, a.g.e., s.168. 199 ALBAYRAK, a.g.e., s.72. 200 T.S. s.799 201 ELÇİN, a.g.e, s.662.

283

Ortadoğu İslam kültürüne katılmamız, dilimizdeki eşanlamlı sözcük sayısını giderek çoğaltmış, bu arada Türkçe “alkış- kargış” yerine yabancı kökenli “dua- beddua” sözcükleri kullanmaya başlanmıştır. İnsanlar, içlerinde hem sevgi, hem de nefret taşırlar. Anamur’da yaşayan halk, karşılaştığı çeşitli durumlar karşısında insanlara minnetini alkışlar, öfke ve tepkisini kargışlar yoluyla dile getirmiştir. Yörede, alkış ve kargış söyleme geleneği yaygın olarak sürmektedir. Alkış ve kargışlar daha çok orta yaşın üzerindeki kişilerce kullanılmaktadır. Ancak “beddua tutar” inanışı, kişilerde kargış söyleme konusunda tedirginlik hissi uyandırmakta, kargışlar bu yönüyle kaçınılan, mecbur olunmadıkça kullanılmayan ifadeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı durumlarda da, öfke sonucu veya büyük bir haksızlık karşısında ya da düşmanına karşı beddua etmekten çekinilmez. Yörede bedduaya ilenç; beddua etmeye de ilenmek denir. Yöre alkış ve kargışlarında, yaşama biçiminin, doğa koşullarının, halkın değer yargılarının, olaylara bakış açısının, örf ve âdetlerinin, halkın söz varlığının yansıması görülür:

4.4.3.1. Nişan, Düğün ve Evlilik ve Aile İle İlgili Olan Dua ve Beddualar Evlilik, çocuk sahibi olmak kutsaldır. Evlenenlere iyi dileklerde bulunmak, geline damada ve doğacak çocuğuna iyi dileklerde bulunmak, yörede gelenek halini almıştır. Beddualarda bu dilekler tam tersine döner, iyi dilekler olumsuz kelimelerle şekil değiştirir:

a. Dualar *Allah başa kadar gönendirsin. *Ömrün uzun düğünün güzün olsun. *Allah tamamına erdirsin. *Allah bir yastıkta kocatsın. *Allah hayırlı etsin. *Allah analı babalı büyüte. *Allah bir yastıkta kocata. *Allah gönlünün muradını versin. *Kaderlerin güzel olsun. *Allah hayırlı evlatlar versin.

284

*Allah kara kaşlı kara gözlü nisanlı versin. *Oğlunla oba ol, kızınla komsu ol. *Al başlı gelinler olasıca. *Boy boy çocukların olsun. *Ağzın ballı, yuvan tuzlu olsun. *Çoluk çocuğunla bir koyak oba olasın.

b. Beddualar *Allah kınalı parmak tutturmasın. *Kaynananla aran bozulsun. *Başa kadar murat alamayın. *Çocuğun olmayasıca. *Ocağına ervalar dökülsün. *Dirliğin uçsun. *Evine ateş düşsün, yeşil yeşil dumanın tütsün. *Yuvanda yalnız kütük gibi kal. *Koltuğundan vurul. *Çırasın yaksın. *Evin barkın viran ola. *Evine baykuşlar tünesin. *Hanen harap ola. *Ocağında ot biteydi. *Ocağın sönsün. *Ocağın tütmeye. *Odu ocağı sönesice. *Yurdun yuvan yıkılsın.

4.4.3.2. Tabiat Unsurlarıyla İlgili Olan Dua ve Beddualar Tabiat dünyası ile ilgili alkış ve kargışlarda hayvan, kuş ve bitki isimleri çokça kullanılır: a. Dualar *Gökten yağmur gibi yağasın, yerden çimen gibi devşiresin.

285

*Allah’ım esirge, hayırlı yağmurlar yağdır. *Allah’ım bize bereket ver, sicim gibi yağsın. *Kudurmuş köpeklerden sakınasın. *Ağzın tohum, eteğin tarla olsun da eştiğine düşesin. *Ambarına buğday yağsın.

b. Beddualar *Görünmez dağların ardına git İnşallah. *Etini kuzgunlar gagalasın. *Hasmını aç kalmış kurt ver Ya Rabbi. *Yılan, akrep doğurasın. *Zıkkımın kökünü yiyesin. *Dayılının dibini yiyesi. *Uzansın dalları meyve tutmasın. *Öğerinin sapından uğra.

4.4.3.3. Organlarla İlgili Olan Dua ve Beddualar Yörede sevilen insan alkışlarda sağlık, âfiyet ve sıhhat dilekleriyle yüceltilirken, toplumun insâni ve yüceltilen değerlerine uymayanlar, ters düşenler kargışlanırlar:

a. Dualar *Gözün nur dolsun. *Kalbine sağlık.

b. Beddualar *Başını bağrını yiyesice. *Ciğerin söküle. *Eline diline yenir ağrı gelsin. *Ellerin yansın. *Dilin tutula. *Dilini yılan soka. *Dilin damağın yansın. *Gözlerin önüne aksın.

286

*Gözü çıkasıca. *İki gözün yalak olsun. *Gözün kör ola da ahirete kara gidesin. *Sağır olsunda kulağı ses duyamasın İnşaallah. *Boynun kırılsın. *Boynuna yağlı ip geçsin. *Kursağında kalsın *Çenen tutulsun.

4.4.3.4. Şans Kader Kısmet Kaza ve Bela İle İlgili Olan Dua ve Beddualar Kader muhatap alınarak, dilekler dua ve beddualarda dile gelir. Dualarda, sesini duyurmak isteyen insanın haykırışı, beddualarda ise, öfkesi dile gelir. Kısmet açıklığı, iyi şans, doğru yollu bir kader ümidi duaları süslerken, kazalarla, şansızlıklarla, baht kapanıklılığıyla, kötü kaderle örülü cümleler beddualarda boy gösterir:

a. Dualar: *Allah hayırlı kapılar çıkarsın. *Allah işlerini rast getirsin. *Çeşit çeşit kazalardan, belalardan, kötülüklerden sen koru Allah’ım. *Kazan belan gelmeden geri dönsün.

b. Beddualar *Ayağın tökezlemesin. *Vurgunun yeğin gelsin. *Feleğin gazabına uğrıyasın. *Allah bin türlü belanı versin.

4.4.3.5. Cennet Cehennem ve Âhiretle İlgili Olan Dua Ve Beddualar Anamur halkı, alkış verdikleri kişileri toplumun insani ve yüceltilen değerlerine göre alkışlarlar. Bu kişiler, herkesin güveneceği, seveceği kişilerdir. Bu insanlar için, dünyada ve ahirette huzuru bulma, mekânının cehennemden uzakta cennetin içinde olması için dualarda bulunulur. Sevilmeyen kişiler için de, en güzel dilek cehennem mekânıdır:

287

a. Dualar *Cennet mekânın olsun. *Allah ahretlerini ma'mir etsin. *Cennet hanımı olasın. *O cennete mal olasın.

b. Beddualar *Cehennem beriyse ötesine git. *Cehennemin dibine git. *Cennet yüzü görmeyesin. *Canın cehenneme gitsin. *Cehenneme kadar yolun var. *Ceddi cehenneme. *Zümera(Cehennemin dibi)

4.4.3.6. Dert Hastalık ve Ölümle İlgili Olan Dua ve Beddualar

Alkışlarda, karşıdaki insanın kötülükten, hastalıktan, kazadan, beladan ve ölümden uzak olması dilenirken, diğerlerinde karşıdaki kişinin istediğinin olmaması, muradına erememesi, belaların peşini bırakmaması dilenir. Çoğu kargışta, sevilmeyen kişinin acı çekmesi ve ölmesi dile gelir:

a. Dualar *Canına sağlık. *Canından ırak. *Allah dert keder vermesin. *Allah tez günde şifa versin. *Sağlık suları olsun. *Allah iki rahmetin birini versin.

b. Beddualar *Çeke çeke ölesin.

288

*Dermansız dertlere kalasın. *Dert tuta. *Dertlere kalasın da derman bulamayasın. *Gıran giresice. *İnce ağrılardan gidesice. *Kefenin biçile. *Soykan (Ölüden kalan eşyalar) kalır İnşallah. *Teneşirlerde yunasın. *Gabrinde yeşil otlar bitmesin. *Başına taş yağasıca. *Kargalar gözünü oysun. *Dermansız dert bulasın inşallah. *Ellere kalasıca. *Elin ayağın teneşir tahtasına gelir inşallah. *Geber okuna kalsın *Üstüne kevki suyu dökülsün. *Yahı ellere kalasın. *Yaşı Kesilesice *Yovol, Yovolasıca (Kahrol, Allah belasını versin)

4.4.3.7. Renklerle İlgili Olan Dua ve Beddualar Renk adları, tarihten günümüze Türk topluluklarının elimize geçmiş alkış ve kargış örneklerinde karşımıza çıkmaktadır. Altay Şamanlarına ait olduğu bilinen şu alkış bu duruma verilebilecek uygun bir örnektir:

“Altın yapraklı mübarek kayın, sekiz gölgeli mukaddes kayın, dokuz köklü, altın yapraklı bay kayın, ey mübarek kayın ağacı, sana kara yanaklı kuzu kurban ediyorum” alkışında, kayının renk adlarıyla beraber kullanıldığını görüyoruz. Alkışlarda, Türk kültüründe olumlu anlamlara sahip olan ak sıfatı tercih edilirken, kara sıfatı da içerdiği olumsuz anlamlardan dolayı kargışlarda istenen, alkışlarda kaçınılan durumlarla beraber sıkça kullanılır:

289

a. Dualar *Allah kara gün göstermesin. *Ak bahtlı altın tahtlı olasın. *Yüzün ağ ola. *Kara kaşlı, zeytin gözlü, beyaz yüzlü olasın kuzum. *Ak duvaklar takasın. *Alnın ak ola. *Kara haber duymayasın. *Allah kara yazı yazmış olmasın.

b. Beddualar *Kara yere gark olasın. *Kara yerlerde çürü. *Karnına kara yılanlar aksın. *Yüzü donu kara olasıca da ahirete kara gidesice. *Al kana batasın. *Al kanlara boyanasın. *Kara bayracıkların çekile. *Kara haberin gele. *Allah kara belanı versin. *Bayram gelse de al yeşil giymeyesin.

4.4.3.8. Telmihlerin Kullanıldığı Dua ve Beddualar Alkış ve kargışlarda kolektif hafızayı harekete geçiren bir diğer unsur ise, bilinen kişi ve hikâyelere göndermede bulunulmasıdır. Halkın geçmişinde önemli yer tutan bu isimler ve bu isimlere yüklenen değerler, farklı bağlamlarda alkış ve kargışlar yoluyla dile getirilerek yeniden üretilmekte ve bu kişilerde simgeleşmiş değerler sisteminin korunmasına hizmet etmektedir:

a. Dualar *Allah Halil İbrahim bereketi versin. *Allah Eyyub sabrı versin.

290

*Dar gününde Hızır imdadına yetişsin. *Allah Karun zenginliği vere.

b. Beddualar *Eyyub’un derdine tutulasın. *Hızır ocağından ırak ola. *Allah doğacak çocuğunaYusuf Peygamber güzelliği vere.

4.4.3.9. Dost ve Düşmanla İlgili Olan Dua ve Beddualar Dost ve düşmez tezadı da yörenin dua ve beddualarında iyi dilekler ve kötü temennilerle birlikte kullanılır:

a. Dualar: *Düşmanına nasip olmasın. *Allah düşmanıma vermesin. *Dostun dost olsun, düşmanının arı olsun. b. Beddualar *Allah düşmanının gözünü kör etsin *Allah düşmanını şâd etmesin.

4.4.3.10. Şeytan ve Melekle İlgili Olan Dua ve Beddualar Büyü, sihir, üstün güçler ve bunların şerleri dualarda kaçınılan, beddualarda sevilmeyen kişi için dilenen kötülüklerdir:

a. Dualar *Şeytanın şerrinden uzak durasın. *Allah beladan şeytan şerrinden korusun. *Allah şeytana uydurmasın.

b. Beddualar *Kör şeytanından bul. *Topal şeytanından bul.

291

4.4.3.11. Sofra ve Yeme İçmeyle İlgili Olan Dua ve Beddualar Yörede sofra kutsaldır ve sofraya saygı duyulur. Özellikle Tahtacı köyü olan Kaşdişlen köyünde, toplu yemeklerde, yemeğe başlamadan önce ve yemek bittikten sonra dede tarafından “sofra duası” okunur. Anamur’daki yiyeceklere, içeceklere ve sofraya karşı duyulan bu kutsallık, sevilmeyen kişide farklı şekilde ortaya çıkar. Yediğinden huzur bulamaması, sofrasının bereketten uzak olması şeklinde beddualarda bulunulur:

a.Dualar *Allah hacı sofrası etsin. *Yağ bal olsun. *Biriniz bin olsun gönlünüz, sen olsun, sofranız haliniz dolu olsun. *Sözünü baldan kesim. *Ağzın tadıyla yemezsin inşallah. *Sofran tatlı olsun.

b. Beddualar *İki yakaya bir yufkaya hasret kal. *Ekmeğine zehir sürt ver Yarabbi

4.4.3.12. Yol ve Yolculukla İlgili Dua ve Beddualar Yol, yolculuk gurbettir, hasrettir. Anamur’da “yol” ve “yolculuk”, asker uğurlarken, sevgiliden ayrılırken, memlekete vedâ ederken dualarda işlenir. Beddualarda yolun kapanması, giden kişinin bir daha geri dönememesi dilekleri, sevilmeyen kişiler için kullanılır:

a. Dualar *Allah gitmek gelmek nasip etsin. *Hayırlı yollar olsun. *Uğurlar olsun. *Yolun açık olsun. *Gittiğin yerlerden geri gel.

292

b. Beddualar *Gidişin olsun da gelişin olmasın. *Kara kara yerlere giresin. *Yolların yılanlarla dola da gün yüzü göremeye.

4.4.4. Yöresel Kullanımlar

4.4.4.1. Noolacak Bu Hal “Böönüdü yarınıdı derkeneg vakıtın ötesi bere geldi. İhicig sıkıntı had safhada emme Anamırın ereni evliyası heç bi yatırım yapmadı. Eyi emme gardaş kinitlendi ortalıg. Esnafın halı içler acısı… Yanıp gavrılıı batırlar. Vergi Dairesi bankadaa hesaplarına elgoyunco zati çegleri yazılıbatır. Bu sefer albaşına belaayı. Eyiden gaçırıbatıllar. Bide gıymatlılarım, bu zor vakıtlarda biri birinizile eyi geçinin. Allah’dan sabır dilen, metaaned dile. Çünkü eyi geçinirseniz Allah da size yardımını esirgemez. Gene yolda galmışa, fakıra, öösüze yardımcı olub elinden dutacaaz. Grizin içindiiz en gücü. Pıtlang darıiibi bi oyana bi buyana hopleen goşan esnafa Allah goleylig versin. Genede halımıza şükür en gücü. Beterin beteri var tabii. Höyle bir bi aree gelinmeli. Ben baazı endee oda başganlarına, işadamları dernegleri başganlarına söyliibatırın. Bi aree gelinsin dartışılsın deyi. Engücü havtada bi biaree gelelimin çözüm yolları areyalım deyi. İhi muzda bi afet oldu ortalıg garışdı. Dee dağlar daşlar yıkıldı. Devletimiz de bu zarara sessiz galdı emmoolu. Haalen bi makam cevap vermiyoru. Halbuuki bu zorluglarda çoo adam serasını yapameyacag. Neden? Gücü yog da ondan. Senee ne olacag bilmem? Ortalıın morele çog, emme çoog ehtiyacı var. Haydin inci morel verelim birbirimize. Hoşca alın dosca alın. Goca yörüün selamiile…” K.K.:8 Bu anlatıda görüldüğü gibi, Anamur’un dilinin, kendine has kullanımları ve ses özellikleri vardır. Biz, bu özel kullanımları, konularına göre ve kullanım amaçlarına göre tasnif ettik.

293

4.4.4.2. İnsanlarla İlgili Kullanımlar 4.4.4.2.1. Bebeklerle İlgili Kullanımlar Aldırmak: Çocuk oyununda bir mesafeyi bir, iki ya da üç adımda atlamak Apalamak: Emeklemek Belek: Bebeklerin sarıldığı bez Cangız: Çocuk oyununda kullanılan keçiboynuzu Çatlatma: Küçük çocuğu çişe tutma Çitak: Oyunlarda girilmesi yasak olan bölge Çitme: Oyunda yendiği oyuncunun gözlerini kapattığı ellerinin üstüne orta parmaklarıyla vurma Çom: Bir tür ara kesti oyunu Çöne: Çocuk, yavru Diş bulgurcası: Dişleri ilk kez çıkan bebekler için yapılan kutlama partisi Dişemek: Bebeğin dişlerinin çıkması Durmaçlamak: Bebek, çocuk veya bir eşyayı sırta bağlayarak taşımak Elçippen: Bir çocuk oyunu Ficilik: Yaramaz Gamalmak: Çizgi oyununda elde edilen dört köşeli yeri X işareti ile işaretlemek Garıldak: Bir tür oyuncak Gartlangabak: Su kabağından yapılan bir oyuncak Gürdüğüşmek: Çocukların oynarken kudurduğu zaman kullanılan bir tabir Hopuç: Bebeği sırtta taşımak Hombili: Boyunla omuzların arası; özellikle bölgede bebek, çocuk taşımak Hörülemek: Erkek çocuğun büyüdükçe sesinin kalınlaşmaya başlaması Kipinos: Çizgili sek sek oyununda bir terim Löppük, pottuk, tumbuk: Zakkum dalının kabuğunu tümden çıkarıp yapılan oyuncak tüfek Ninnik: Bebek Öğrenbeç: Beşiğin üzerindeki uzun sap Pantış: Şişmanca çocuk

294

Sadırlı: Çişini tutamayan çocuk Sazaklık: Defne yaprağından yapılan beşik döşeği Selemle: Yaprakları çiğ olarak yenilen bir tür yeşil ot Taytay Durmak: Emekleyen çocuğun ilk defa ayakta durmaya başlaması Teres: Yaramaz çocuk Tüppül: Çocukların saçlarının önünü toplayınca oluşan saç şekli Üğrenbeç, üğrümbeç: İki ağaç arasına bebekler için kurulmuş hamak

4.4.4.2.2. Organlarla İlgili Kullanımlar

Avırt: Yanak Ayırt: Ağız İçi Böğür: Vücudun yan tarafı Cırnak: Tırnak Çiğin: Omuz Çontu: İnsanda bel ile kalça arası Duluk: Yanak Garın: Karnı Gulak menteği: Fiziksel darbe durumunda ölümcül olduğu düşünülen kulak bölgesi Hapaz: Avuç Hömürtlek: Yemek borusu, boğaz İman: Göğüs Kırçıl: Kırlaşmaya başlamış, dik saç Köfün: Gövde, vücut Malak malağı: Kişinin elmacık kemikleri Mekiş: Çene Ömük: Yemek borusu Patan: Bacak arası Sellik: Tükrük Bezi Ümük: Gırtlak, boğaz Yargın: Sırt

295

4.4.4.2.3. Hastalıklarla İlgili Kullanımlar

Bertilmek: Ayağın veya elin herhangi bir kaza sonucunda ters dönmesi, incinmesi, berelenmesi Büzüşmek: Herhangi bir marazdan ötürü kıvrılıp kalmak Çıbarmak: Vurulmaktan ya da alerji yüzünden derinin kabarması, yanması Çor: Hastalık, sığır vebası Dalamak: Köpek ısırması Davın: Dermansız dert Daylı: Çıban Esereli: Hastalıklı Gaklamak Traş arasına sıkışan elden kalkan deri parçası Gara bere: Ciltte çarpma nedeniyle oluşan morluk Göçük, Göçkün: Yıkık, çok hasta Guldur olmak: Kasık fıtığı olmak Gicimik: İsilik, kaşıntılı hal Gicişmek: Hastalıktan kaşınmak Havaktı: Yaranın kötüleşmesi İçi Kıyılmak: Midesi ağrımak İnme İnmek: Felç Kengi: Bel ve bacaklardaki romatizmal hastalık ağrısı Mayasıl: Basur hastalığı Matıflamak: Bunamak Oğlanlık tutmak: Küçük oğlan çocuğuna havale gelmesi Öğümek: Kusmak, içi bulanmak Ötürük: İshal Pek-Peklik: Kabızlık Pisgirik: Hapşırık Satlıcan: Zatürre, grip, soğuk algınlığı Senelmek: Yıllanmak, çökmek Sıracalı: Hastalıklı Sökel: Zatürre ve benzeri hastalıklar için söylenen söz

296

Tatış: Konuşurken bazı harf ve sesleri söyleyemeyen Tınsırmak: Hastalıktan hapşırmak Urasa etmek: Hastaları bardakla ip yakarak muayene etmek Yağar: Hayvanlarda palan sürtmesinden oluşan yara Yavıncımak: Midesi ekşimek

4.4.4.2.4. Akrabalık Bağları ile İlgili Kullanımlar Aba: Abla Abi: Ağabey Aka: Ağabey Ana: Anne Avrat: Hanım Beslenki: Evlatlık Bibi: Hâlâ Bile: Birader, bilader Birice: Kuma Biyana: Amca karısı Boba: Baba Cice: Yenge Ebe: Nine Eci: Büyük nine Emişik: Sütkardeş Emmete: Uzaktan kuzen, ikinci derecede kuzen Emmi: Amca Ganayaklı: Kadın Gardaş: Kardeş Herif er: Koca Horanta – foranta: Aile çevresi İst: Ata Koca Nene: Büyük anne Taydaş: Yaşıt, akran Yeen: Yeğen

297

4.4.4.2.5. Lâkap ve Ünvanlarla İlgili Kullanımlar

Abıla: Oba beyinin karısı Alabacak: Aralarda laf taşıyan, kovculuk eden, dedikodu yapan Andavallı: Ahmak Aydaş: Bacakları çarpık / Anormal doğan çocuk / Şaşı Ayıboğan: Güçlü kuvvetli kişiler için kullanılan bir lakaptır. Bozağancı: Bozguncu, arabozucu Çeltek: Çobanın yardımcısı Çülepe: Cüce Çolak: Eli ya da kolu sakat olan Çopur: Beceriksiz, sünepe Çört: Beceriksiz, işe yaramaz Dişi eğreti: Yaşlı kadına bakan geçici yardımcı Elganem: Beceriksiz, elinden iş gelmeyen Emeç, emecirek: Beceriksiz; tembel Emsiz: Beceriksiz Göde: Kısa boylu, şişman, şiş karınlı kişilere için kullanılan bir kelime Güddeci: Sığır çobanı Kalınboyun: İri yarı kimseler için kullanılan bir lakaptır. Koçak: Babayiğit Köşker: Ayakkabı tamircisi, kunduracı Meğez: Uyuz, derbeder Mıtırpcı: Ivır zıvır toplayıcı Olçum: Halk hekimi / Kırık çıkık tedavi eden Samen: Kız aramaya giden kişiye denir. Savran: Deve yöneticisi Seme: Ahmak, aptal, akılsız Sınıkçı: Ortopedist Sıyırtmaç: Sığır çobanlığı Şünedir: Sakar

298

Tat: Kekeme Ütmek: Soğan erkeği Zağıl: Maço erkek Zilgit: Avare

4.4.4.2.6. Hayvanlarla İlgili Kullanımlar Alağabak: Akdeniz’de, saksağana benzeyen, kuyruğu daha kısa, bahçelerde ve çam ağaçları arasında yaşayan iri kuş Alıcı kuş: Kuzgun Anofel: Sivrisinek türü Anglamak: Toza belenme, hayvanların toprakta ayaklarını havaya getirip arkalarının üzerinde sağa-sola dönmeleri, yuvarlanmaları Âşık: Çift tırnaklı hayvanların ön dizlerinde bulunan eklem kemiği Avıktırmak: Atmaca, şahin, doğan ve ya köpeğin av için alıştırılması, eğitilmesi, davranışların öğretilmesi. Avrana: Deve cinsi Bağırtlak: Köylerde yaşayan bir kuş cinsi(Alağabak). Av hayvanlarındandır. Bahna: Hayvanların yem yediği yer Baltabaş: Baş kısmının üzerinde balta ağzını andıran, üzerinde düzgün renklerde desenli tüyleri olan, eti yenebilen kuş Belermek: Ölmüş bir hayvanın gözlerinin açık bir şekilde olması Berkitmek: Hızla koşan veya kaçan hayvanın yön değiştirmesi için önüne çıkılması Beserek: Buhur ve boz develerin birleşmesinden meydana gelen tülü devenin erkeğine verilen isim / Besili, sağlıklı genç erkek deve Bırakmak: Küçük ve büyükbaş hayvanlarda erken doğum yapmak Bicik: Meme Boğarsak: Sığırlarda cinsel arzu Bortlacı: (Devede) hamile Bosi: Yavru köpek Boşanmak: Hayvanlar için, bağlarından kurtulmak Boz: Deve cinsi Bozulama: Devenin ötmesi, ses çıkarıp, bağırması

299

Böcü: Çakal Böğelek: Sığırı sokup huysuzlandıran sinek Böğenek: Büyükbaş hayvanlarda çeşitli nedenlerle oluşan heyecanlı davranışlar Böğü: Akrep cinsi zehirli örümcek Börböcü: Her türlü örümcek Bört, böcü. karaböcü: Kurt Buhur: Tohumluk erkek deve Bulla: İri civciv Burmak: Deve, eşek, teke, hadım etmek Buzalamak: İnek için doğurmak Buzlacı: İnek için hamile Bülüç: Civciv Büre: Pire Cakırdama: Neşe içinde karatavuk kuşlarının ötüşü Canavar: Kurt Cırlavuk, cırlavık: Cırcır böceği Cırık: Av hayvanlarındandır Cırmakan: Yapışkan ve tırmalayıcı bir cins yabani ot Civcik: Serçe Cula: Siyah karga Cücü: Kuş Cülük: Civcivle piliç arası tavuk, kuş yavrusu Culluk: Hindi Çakıldık: Koyunun arka bacaklarındaki tüylere yapışık sert gübre parçaları Çebiç: O yıl içinde doğmuş yaza erişmiş keçi yavrusu Çelermek: Koyunun kendiliğinden mundar olarak ölmesi Çıllangıç: Cırcır böceği Çokurdum: Bir arada dal, kuş sürüsünün aynı noktada toplanması Çomça balık: Havuz ve derelerde yuvarlak küçük balık Dalağancıl: Isırgan köpek Daylak: İki yaşını geçmiş, dört yaşını bitirmemiş deve Dingili: Uzun kuyruklu, gri renkli çok hareketli küçük bir kuş

300

Dombalamak: Devenin koşması, kovalaması, insanın sabırsız bir biçimde olması Dorum: Yetişkin erkek deve yavrusu Duruli / durulik: Küçük bir kuş Düve: Genç inek Elcek: Çobanın bağcak ipi ile koluna bağladığı haberci koyun Erkeç: Keçi Emiştirme: Koyunlardan kuzuların, keçilerden oğlakların süt emmesi Emlik: Geç doğan ve anasını emen kuzu Enlemek: Kuzu ve oğlaklara belirtici işaret koymak Ferik: Tavuk civcivi Gabış: Boynuzsuz keçi Gale- Galli: Sincap Gayalık: İki yaşını geçmiş boz devenin dişisi Gelengi: Dağ sincabı Gıraşma: Büyükbaş hayvanların boynuzları ile vuruşarak birbirleri ile kavga etmeleri Gızan: Çiftleşmeye hazır hayvan Gocaoğlan: Ayı Gonak: İri sarımsı kepek Göcen: Tavşan yavrusu Göğen: Büyükbaş hayvanları ısıran bir cins sinek./ At sineği Gök Garga (karga): Mavi ile yeşil parlak tüyleri olan göçmen bir karga cinsi Gugumavvuk: Baykuş Gulin: Tay Gumalamak: Tavuğun eşinmesi Guyruklu: Akreb Güğüldük: Çatal kuyruklu kuş betimlemesi Guzlamak, kuzlamak: Koyun ve keçi için doğurmak Guzlacı, kuzlacı: Koyun ve keçi için hamile Gurka yatmak: Kuşun yumurtalarının üzerinde yatması Gurk tavuk: Kuluçkaya yatmak isteyen tavuk Hergele, güdü: İnek sürüsü Ilkı: Keçi

301

İbik: Uç kısım, horozun yelesi(kırmızı) İğindirikleme: Koyun ve keçi için, anası ölen bir yavruyu diğer bir anaya alıştırma Karaböcü: Kurt Karamalak: Siyah yaşlı eşek Keme: Yayla, dağ sincabı Kıcık: Koyun Kirinci: Devenin yavrularından erkek dorumun büyüğü Kığı: Hayvan gübresi Kıri: Eşeğin sıpası Kızboğan: Sinek yiyen sarımtrak renkte kertenkeleye benzeyen hayvan, çıyan Koçmar: Akdeniz bölgesinde yaşayan siyah renkli, küçük, timsaha benzeyen, kertenkele cinsi, sürüngen Kopil: Köpek Köstü: Köstebek, tarla faresi Köşek: Yeni doğan deve yavrusu. Bu tabir, Anadolu’nun birçok yerinde kullanılmaktadır. “Kösek, kosak, kossek, köcek, köçek, körsek, köskek, kösseyh, kösek, küçek” gibi kullanımları bulunmaktadır. Özbek ağızlarında da “küsek, küselek” olarak kullanılır. Eski Kıpçak’da kösek biçimi geçer. Bu sözcük, Türkçe’den Ermenice’ye geçmiştir. Bu kelime, başka anlamları da karşılamaktadır: Bir çeşit av köpeği, köpek yavrusu. Kupay-zağar: Tazı, av köpeği cinsi Kuyruk Ölüsü: Akrep Künnemek: Evcil hayvanların soğuk, korku vb. yüzünden birbirlerine sığınarak durmaları Künnek: Hayvanların bir arada sıklıkla bulundukları yer Küre: Çiftleşme arzusundaki inek Lop Güvercini: Av hayvanlarındandır. Lök: Altı yaşındaki deveye verilen ad Maya: Yetişkin dişi deve Mehle: Hayvanın ön budundan çıkan et Meliz: Bal arısı Merçemene: Kertenkeleye benzer bir tür sürüngen

302

Mıdık: Gaga, ibik Müsmek: Koyunun ve keçinin kafa vurması Oması batık: Kalça kemiği içine battığı için topallayan inek Öğeç: Yaşlı teke Ölemet: Büyük yılan Palaz: Keklik yavrusu Pali: Yavru köpek Peketmek: Deve, at ve eşeğin üzerine yüklerinin yükletilerek sarılması Püsü: Kedi Sağmal: Süt veren hayvan Sakırga: İnsanda ve hayvanda görülen bir çeşit sert kene Sanra: Küçükbaş hayvanlarda nezleye benzer bir hastalık Sarpındırık: Kesilen hayvanın et değeri olmayan ve atılan bağ doku gibi parçaları Seyis: Keçi Sırçan: Fare Sinekcil: Gri renkte çok küçük bir cins kuş Süsmek: Koyunun ve keçinin kafa vurması Siyek: Hayvan idrarı Şakıldak: Koyun keçi gibi hayvanların pisliği Şişek: Genç dişi koyun; kuzuyla koyun arası Şişenkele / Şişerkeler: Bukâlemun Tahtacı Güzeli: Tüylerinde birçok renk bulunan, sarı ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu kanarya cinsinden bir kuş Takdelen: Ağaçkakan kuşu Teyin: Sincap Ters: Hayvan gübresi Tıkmak: Gaga Tıktelek: Ağaçkakan Toklu: Bir yaşını bulmuş kuzu Tokuşmak: Koyunun ve keçinin kafa vurması Toslak: Genç öküz Tos Vurmak: Koyunun ve keçinin kafa vurması

303

Töğsül: Serçe Trik: Sincap Turaç: Av hayvanlarındandır. Tuytur: Tırtıl Tülü: Deve Ur Kekliği: Av hayvanların bir keklik çeşidi Üveyik: Av hayvanlarındandır. Yanıç: Yengeç Yavsı: Büyükbaş hayvanları ısıran bir cins at sineği Yavşak: Bir böcek türü Yayıltma: Davaları karnını doyurması için dağda, alanlarda gezdirilmesi Yazmış: Kuzulamayan kısır keçi Yoz: Deve Yozmal- sırkıntı: Çıkıntı/ kısır / koyun sürüsü Yüğürmek, yüğürtmek: İneği boğayla birleştirmek Zağar: Köpek yavrusu / Belki, sanırım Zambır: Bir cins sarı ve kırmız renklerde eşek arısı Zövele: Dağ sincabı

4.4.4.2.7. Bitkilerle İlgili Kullanımlar Ahlat: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Alma: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Andız: İğne yapraklı, çeşitli türleri bulunan yuvarlak tohumlu bir yayla ağacı Badılcan: Patlıcan Bayam: Badem Bobbak: Meyve Borçak: Üzerinde boncuğa benzeyen çiçekleri olan otsu bitki Bostan: Salatalık Börtme: Meşe tohumu Burçalak: Yenilen yayla otları arasındadır. Çıntar: Mantar

304

Cırtatan: Kapari (Yurdumuzda Akdeniz ikliminin hakim olduğu Batı Anadolu illeri başta olmak üzere, Orta Anadolu'da Tokat ve civarında, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu illerinde doğal olarak yetişen Gebreotu (Gebereotu), çalımsı yapıda, dik ve yatık olarak büyüyen dikenli bir bitkidir. Cin Darı: Patlatılabilen mısır cinsi Cübür: İnce çöp Cüpcük: Meyve üzerinde çiçeğinin kuruyup tümsek yaptığı yer, üzümleri yenmiş salkım Çılgıç: İnce ağaç ya da çalı dalı Çıpkın, şıpkın: İnce ağaç dalı Çıtlık: Melengiç (ağacı ve meyvesi). Yenilen yayla otları arasındadır. Çiğdem: Yenilen yayla otları arasındadır Çiğşir: Bir cins otsu bitki Çoltum: Ağacın gövdesinden dalın ikiye ayrıldığı yer Çöğür: Ağaç dalı Çömek: Kesilen ağacın köke yakın kalan kısmı Deşirme: Güz mevsiminde fıstığın yerden sökülüp, köklerindeki meyvelerinin toplanması Dığrak, diğrek: Erken çıkan ve bu yüzden normalden daha zayıf yetişen bakla vs. Dıhan: Gürgen ağacı Dımırtı zamanı: Bitkilere su yürüme zamanı Dobalan: Patatese benzer bir çeşit mantar Dökgü: Oğlak ve kuzuların altına serilen kekiğe benzer bitki Ekşimik-Eğşi kulak: Yenilen yayla otları arasındadır. Eşik: Elma kekeci Gabak: Kabak Gabalak: Mantar Gatıran Torusu: Sedir ağacının genç, kâlem gibi olanı Gilik: Alaca kumaşında kullanılan düğmelerin elde edildiği çekirdek Düğmeler çaltı veya tesbi denilen ağaçlardan ve onların giliklerinden yapılır. Gölevez: Anamur ve Bozyazı’da yetişen yemeği yapılan, yumruları toprak altında yetişen, yer almasına benzeyen sulu yerleri seven bitki

305

Düğürcük: İnce bulgur Ekki: Çam ağacının kuru ve yumuşak kabuğu Erez: Buğday tarlasında yetişen arpaya benzer afyonlu bir bitki Erik: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Fasıl: Hasat sırasında buğdaya sıkça karışan bir cins ot tohumu Fışgın: Ağaç dalı Fışkarmak: Yeşermek Filoz: Gölevezin (Kolakaz) genç kök yumrusu Firt: Taze yerfıstığı kökündeki tam olmamış taneler Fisilgi, fisilge: Filiz Fitirelenmek: Nem yüzünden filizlenmek Gabalak: Mantar (yiyecek) Garağan (karağan): Bir çeşit bitki Gatıran: İğne yapraklı yaylalarda yetişen bir ağaç cinsi Geliş (gelemeğarı): Yabani bir ot çeşidi Gevil: Kapari Goank: Çınar ağacının yapraklarından ve yumrularından uçuşan tozlar Gompil: Patates Göbelek: Zehirli mantar Göğelek: Deniz otu da denilen turşusu yapılan bir bitki Gölevez: Patatese benzeyen yumru bir yer bitkisi Gölevez filisi: Gölevezin küçüğü Gölle Haşlama: Fıstık Göllesi / Diş Göllesi Gömbeklemek: Karpuz, kavun vb. üzerinde delik açmak Gübeç: Kabağın dibi Hambeleş: Murt, Mersin ağacı meyvesi Handıp: Harnup, keçiboynuzu Hayıt: Sahilde dere boylarında biten yaprağı ve çiçeği güzel bakımlı bir çalı Hırtlak: Kelek, ham kavun Hürtmek: Küçük boylu sebzelerin tohumlanmaya başlaması İlimon: Limon İlişe: Yeni çıkmış sebze fidesi, özellikle domates fidesi

306

İrim: Böğürtlen vb. dikenli çalılar İlişe: Fide İşmim: Çam ağacı Kamga: Ağaç parçacığı Karamık: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Kavurgafıstık: Mısır karışımı Kekeç: Elma eşiği, çekirdekli kısım Kenger: Yenilen yayla otları arasındadır. Keşir: Havuç Keven: Yörüklerin ısıtmada yakacak olarak kullandıkları, dikenimsi bir yayla otu Koyun Alıcı: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Kuzukulağı: Yenilen yayla otları arasındadır. Küreme: Ekmeğin yufka, bazlama gibi türlerini yemeğe bir kâşık gibi daldırarak yemek Kürelenmek- küren: Koyunların bir araya toplanması Malama: (Tahıl) samanla dane karışımı Mancır: Ham incir Mardavıl: Küçük taneli yabani üzüm Maş: Çorbası yapılan koyu yeşil renkli bir cins tahıl Mazı: Meşe palamudu Mehlez: Çamur Melceviş: Fazla cıvık çamur Muluç: Ufak karpuz Murt: Mersin /Küçük yapraklı siyah veya beyaz meyve veren bitki Muşmula - muşmala:Yeni dünya Mümüncük: Gelincik çiçeği Özülübü: Bir çeşit börülce Patılak: Defne yaprağı Payam: Yaylada yetişen yabani ağaç ve bitkiler arasındadır. Pelit: Meşe Pıtlak darı: Patlayan mısır Piladan /Pladan: Çınar Piynar: Akdeniz bölgesinin maki topluluğu içinde yer alan meşeye benzeyen, bodur

307

ğaçlardan biri / Köknar ağacı Pür: Sedir, göknar ağaçlarının ağaçtan yeni kesilen dalları Pürçek: Taze bitki yaprağı, tomurcuk Püse: Çam veya katran ağacının reçinesinden yapılan bir cins krem / Katran Sazak: Defne yaprağı Sirken: Bir tür ot Süğgün: Ağaç dalı Süpcük: Karpuz, salatalık gibi bitkilerin sapları Sürgün: Yeni çıkan ağaç dalı Süygün: Filiz, fide Süymek: Bitki için yeşermek, büyümek Şah: Ağacın yeni sürgünü, dalı Şıvgın: Ağaç dalı Tehnel: Defne ağacı Teke Sakalı: Yenilen yayla otları arasındadır. Tesbi: Bir cins maki Tiken mişi: Dikenli yemiş Toru: Fidan Tömeken: Semiz otu, salatada kullanılan bir çeşit yeşil yapraklı bitki Ülübü: İnce, taze fasulye Üzerlik: Nazar otu Vergin: Meyve çağına gelmiş ağaç Yalamık: İlkbaharda çam ağacının kabuğu içinden çıkarılan ve yenen hoş kokulu madde Yemlik: Yenilen yayla otları arasındadır. Yiğirağaç: Pis kokulu bir cins çalı Zimbit: Bir çeşit yapışkan otsu bitki Gıt: Az olma, zor bulunma

4.4.4.2.8. Ekin- Tarla ve Hasatla İlgili Kullanımlar Anız: Ekin biçildikten sonra tarlada kalan ekin kökü sürülmemiş tarla

308

Ayıtlamak: Herhangi bir tahılın yabancı maddelerden ayrılması, diğer tohumlardan, yabancı maddelerden, taşlarından ayrılması Badaş: Harmandaki toprak, çöp ve samanla karışık tahıl taneleri, harman döküntüsü Belleme: Toprağı kazmak Bıçmak: Biçmek Bitelge: Verimli tarla Bük: Patates ekilen tarla Çaran: Sürekli su altında kalan verimsiz toprak Deştiye: Sulanmadan ürün veren tarla (yerfıstığı, susam vb.) Ekelge: Tahıl ekilmeye uygun arazi, yer Ekenek: Kıraç topraklarda bölüm bölüm buğday, arpa tarlası Gayrak: Akdeniz Bölgesinde kazma ile kazılabilen doğa yapısı, taş cinsi Gaysaklanmak: Sulanan tarlanın kaymak tutması; balın şekerlenmesi Gen: Tarıma elverişsiz otlak Gözemek: Çimlenmeyen tohumların yerine yenilerini ekme işlemi Güzlük Çifti: Baharda ekilip, ağustos sonunda kaldırılacak tahılların toprağa ekilmesi Hülü: Tarlayı sulama kolaylığı için bölünen sebze parsellerinden her biri Kesek: Sertleşmiş toprak parçası Tapan etmek: Ekili tarlayı çiğneyerek zarar vermek

4.4.4.2.9. Eşyalarla İlgili Kullanımlar

Bağırtlak: Beşiğin kenarına bağlanıp, çocuğun düşmesini önleyen bez Bakraç: Çoğunlukla bakırdan yapılan küçük kova Barana: Asmayı yüksekte tutan iskelet, dikme ve sırıklar Bıçkı: Testere Bişirgeç: Ekmeği sac üstünde çevirmeye yarayan ağaçtan alet Bişşek: Yayıkta ayranı döverek yağ elde etmekte kullanılan ucu 15-20cm. daire biçiminde olan, delikli sopa Bocut: Maşrafa, tas Boğdulu: Kumaşla sıkıca örtünmüş, örtülmüş Böğed: Bend, set

309

Bühere – müheri: Baca Bürgü: Başörtüsü Bürümcek: Örtünmek, giymek için çarşaf, türban vs. Bocut: Tas, su kabı, maşrapa Çetirik: Yayığın parçası Çilbir: Soğanlı kuş eti kavurması Çileme: Semizotu, ebegümeci gibi otların pirinçle yapılan yemeği Çingil: Genellikle üzüm saklanan, küçük bakırdan kova Cırcır: Fermuar Cipcik: Pipet gibi kullanılmaya uygun ot sapı Çam Bardak: Yörükler, suyun ısınmasını önlediği için çam ağacından oyma sürahi yaparlar Buna çam bardak denir. Çatırık: Tuluk ağaçtan üçayak Çeleni: Evin duvarlarını yağmurdan korumak için uzatılan dam kenarı Çelik: İki ucu paralelkenar kesilmiş oyun aracı Çember: Eşarp, şalpan, yağlık, başörtüsü Çencere: Tencere Çığlık: İşlenmiş deriden yapılan bal torbası Çıkılamak: Bohça, kese Çıkıntı: İşe yaramaz eşya Çıralık: Ocak kenarındaki taş çıkıntı Çingil: Küçük bakraç Çirpi: Çubuk Çom: Ortada vurularak oynanan oyun aracı Çomça: Kaşığın derin ve büyükçe olanı / Ağaçtan oyularak yapılan kepçe Çomçak: Kuyulardan su çekmede kullanılan demir veya lastik kova Çomruk: Kütük Çölemen: Dayak atmak için sopa Dağarcık: Deri ekmek torbası Dedağlı: Karasabanda boyunduruk mili Dibek: Buğdayın dövüldüğü taş gereç Diş bizlengici: Kürdan

310

Döşeme: Geçmişte ve günümüzde keçeden Yörükler keçe külah ve kepenek yaparken, Anamur Bahşiş Yörüklerinde yer döşemesi(Halı-kilim yerine) kullanıyorlarmış. Dutu: Davetiye olarak gönderilen özel eşya Düğdü: Keserin çivi çakmaya yarayan tarafı Düğül düğül olmak: Saç, yün, vb. top top kıvırcıklaşmak Embel: Sabanı çeken hayvanı dürtmek için kullanılan ucu sivri kısa değnek Ereze: Kapı çengeli Eski: Kurulama bezi / banyo lifi Eyef: Karasabanda boyundurukla saban okunu birleştiren yuvarlak halka Ezinecek: Banyo lifi Felenk demiri: Sera çukuru açmakta kullanılan keskin bir alet Ferfendelik: Fırıldak Filik: Tiftik keçisi tüyü Galafat gibi: Fazla süslü; büyük, cafcaflı eşya, giyecek vb Gangalaaşşık: Deniz kenarında bulunan beyaz oval konkav yapılı kabuk, deniz kabuğu Gangan-Ganggang: Araba, kağnı Ganırtmak: Uzun bir ağaç veya demir parçasını kaldıraç gibi kullanarak bir şeyi Gapısa: Küçük bahçe kapısı Gayıt: Alet, edevat Gelberi – gelbere: Kürek ağızlı kazma Gesilik: Çamaşırlık Gılağı: Çalışma sonucunda bıçağın keskin ucunda biriken ve bileyleme ile alınan çapak Gırklık: Yün kesme makası Golan: Eşek palanının bir parçası Golastar: Büyük testere Gora: Anahtar Göze / gözer: Kalburun iri deliklisi / küçük kalbur Gullap- Gullep: Sap / menteşe Gulpluca: Küçük kazan Gusgun (kuskun): Palanı eşeğin kuyruk altından bağlayan bağ Gutu/Kutu: Buğday ölçmede kullanılan araç Gübüdük: Devenin ön bacaklarının üstüne asılan en büyük çana denir.

311

Güdül: İçine un toz şeker vb. basılarak saklanan orta boyda ahşap kap Gusgun (kuskun): Palanı eşeğin kuyruk altından bağlayan bağ Güpleği, lüpleği: Balta, kazma vs.nin sapı kavrayan demir kısmı Hamur Tirkisi: Hamur yoğurulan bakır leğen Havud: Devenin semeri Helke: Su taşınan kova Holuz: Kalburun büyüğü Hülbük (ülbük): Çaydanlığın bardağa çay dökülen ucu veya ibriğin ucu Irbık: Abdest alacak alet İbik: Kenar; bir eşyanın sapı, ucu gibi tutulabilecek yerler İnek Tası: Süt konulan büyük bakır tas İradyo: Radyo İskeli: Büyük demir çivi İskeliç: Tek elle kullanılabilecek kadar küçük kazma İstar: Dokuma tezgâhı İlaat: Pamuk atarken yaya vurulan alet İzve: Yüklük Kara Çadır: Yörükler yaylada kara kıl çadırlarda otururlar, karaçadırın, Yörükler elindeki geçmişi 200 yıl kadardır. Daha eski zamanlarda, Orta Asya’dan beri toprak evlerde (kubbeli keçe çadır) otururlardı. Karaçadırın içini döşeyen eşyalar taşınması kolay, çok yer tutmayan yün ve kıldan yapılmış eşyalardır Keçe, kilim, çuval, heybe, su tuluğu, deri yayık gibi süt sağmak, yün ve kıldan dokumalar ve keçe yapmak, Yörük kadının başlıca işleridir. Genç kızlar çeyizlerini hazırlar, erkekler sürülerin başında durur, çocuklar sığırtmaçlık yaparlar. Müzik aleti olarak guval (kaval), kabak, kemane ve saz çalınır Söylediklerine göre Karakoyunlu Hacı Kalfanın Mehmet oğlu Muhtar 60 çeşitli kaval çalarmış. Kinit: Anahtar Kitleli: Ucunda kilit bulunan ince kemer biçiminde bağları olan ayakkabı veya çanta Kolan: Hayvanların eğerini, palanını tutturmak için yapılmış, desenli, yassı ip Kolastar: İki ucu saplı ağaç biçmekte kullanılan geniş ağızlı, bıçkı, testere Kolbağı: Kola sarılarak eğirtmece inceltilen yün Köğük taş: İşlenmesi kolay beyaz renkli yumuşak taş

312

Kös: Devenin üst tarafına asılan süs çanı Köşe: Taş, biriket, pirket, tuğla, ev yapımında kullanılan sert yapı malzemesi Kulak: Devenin yularının iki yanına asılan çana denir. Kundan: Cevizden fırıldak Kuskun: Eğere bağlı olup hayvanın kuyruğu altından geçirilen kayış Küper: Tahta sundurma; tahtalık Kulpluca: İki kulplu orta boy bakır kazan Küt: Ağzı kesmeyen bıçak, makas Kösük: Tahtadan kilit/ Duvarla damak arasına konan ağaç takoz Kösre: Bıçak ağzını keskinleştirici alet Kösüre taşı: Bileme için olarak kullanılan bir çeşit sert taş Küt: Ağzı kesmeyen bıçak, makas Mancırık: Bir yapının altına, tavanına destek için konan dikme, sütun, kolon Mantız: Mangal Maşlah: Atın eğer takımında kullanılan bir parça Mataf: Zımbırtı, şey Mecrefe: Kürek ağızlı kazma Musandıra: Yüklük üstündeki açık dolap Müheri: Baca Namazlağ: Seccade Nizbent: Malın ıskartası Öğendire: Karasabanda öküzleri dürtmek için kullanılan uzun, ucu sivri değnek Örken: Kalın ip, hâlât Paldım: Hayvanın arkasından dolanan palan bağı Pardı Ağır odun parçası- mertek Partal: Eskimiş giysi, paçavra, işe yaramaz giysi ve eşya Peşkir: Havlu Pırtıl: Eskimiş giysi, paçavra, işe yaramaz giysi ve eşya Püse güdülü: Su kabağından püse kabı Sallama sapan: Taş atmaya yarayan örme ip Saydaş: Düz, ince, yassı taş Say taşı: Kapak şeklinde taş

313

Senit: Ekmek yapmak için kullanılan ayaklı düz tahta Seyik: Kırılan veya çıkan kemikleri desteklemek için bunlara paralel sarılan değnek Sındı: Makas Sırana: Hamur malası, hamur keseceği Sitil: Bakır helkenin karnı biraz daraltılmış küçük olanı /çul, çadır örtüsü Solku: Biber, mısır vs. dövmek için kullanılan ağaçtan balyoz Somat: Yünden veya kıldan dokunmuş sofra bezi Somya: Divan Söfe: Kapı veya pencere çerçevesi Söve: Kapıları duvara bağlayan dikine çerçeve Su kabağı: İçerisine su doldurulabilen bir kabak cinsi Sübek: Beşiğin altı delinerek takılan ve bebeğin çişini dışarıya boşaltan kamıştan yapılan düzenek Şapşak: Su kabağından, banyoda kullanılan su kabı Tahra: Balta, satır, nacak Takavil: Bir çeşit tramvay Taşdelen: Matkap Tımlı: Sapsız küçük bıçak Tokuç, tokucak: Çamaşırı döverek yıkamakta kullanılan ağaçtan gereç Tokya Tellik: Terlik Tutamak: Sap, destek Tülü: Havlu Üvendire: Sabanı çeken hayvanı dürtmek için kullanılan ucu sivri uzun değnek Yağlık: Mendilin büyüğü Yanık: Küçük tuluk Yemeni: Pabuç, çarık, ayakkabı Yeldirme: Bir çeşit kadın örtüsü Yırtı malı: Mânifatura ürünü, kumaşlar Yorak: İşlenmiş deri parçası Yuvak: Anamur’da evlerin damlarında bulunan antik mermer sütundan kesilen silindir Yün özemesi: Dağınık halde yün yumağı Zavrak: Pencere

314

Zevle: Karasabanda boyunduruk parçası Ziftli yorak: Yakı gibi kullanmak için üzerine koyulaştırılmış püse sürülen deri parçası Zom: Balyoz

4.4.4.2.10. Mekânlarla İlgili Kullanımlar Ağız: Mutfak Alan(g): Boş arazi, ova, geniş düzlük Altev: Ahır Anlak: İki tarla arasında içinden su akan büyükçe ark Araöz: Koridor Aşıt: Gözden uzak yer, dağ geçidi Avlağa: Saman dökme yeri, beton veya tahta kanal, sandık Bakana- Bakan: Evin sütunu Ban: Yokuş Bark: Ev kelimesiyle birlikte kullanılır. Ev kelimesini ve içindeki eşyaları temsil eder. Kültegin’in taşlarla yapılıp süslenen mezar odası tapınağına da bark denmiştir. Selçuk çağında ev-bark şeklinde kullanılmıştır.202 Baş Yayla: Yörüklerin yazın geçireceği son durak yerine verilen isim Belen: Küçük tepe Bıçık-Koyak-Koy: Dağda köşe, bucak, girinti Bük: Büküntülü yol, dağ araları, vadiler, dönemeç, viraj, çıkıntı, burun Çağşak: Çağlayan, şelale Combara: Dipsiz kuyu Çapraz Sırık: Yörükler, büyük baş hayvan girmesin diye kapı yerine, çapraz sırık kullanılır. Çaşak: Yamaçlarda küçük taşları olan yer Çeleni: Damın duvar üstünü kapatan çıkıntı. Dam toprağının kaymaması için çeleniye, çepeçevre dikey enli tahta çakılır. Çendik: Kazıntı, oyuntu, boşluk Çevlik: Etrafı çit veya taş duvarla çevrili, evin bahçesi, küçük tarla Çıkış: Yaylaya yapılan göç mekânlarına denir.

202 ÖGEL, a.g.e. , s. 5.

315

Çivlik: İnsanların oturamayacağı kadar kötü olan toprak ev Çorak: Anamur’un eski adı. Verimsiz yer, tarla Çöğürtlen: Damda biriken suyun akmasını sağlayan ağaç oyma oluk Çörtlen: Yağmur suyunun damdan deşarjına yarayan ark Dambaş: Taraça, damın başı, evin damı Dazkır: Ağaçsız, otsuz, susuz ova Divan: Sofa, dört ayaklı altı boş, oturmalık yatmalık yer Dönüş: Yayladan kışlak yapılan göç mekânlarına denir. Eb: Ev Eski Türkçe’de “eb” şeklinde söylenen bu kelime, Selçuklulardan itibaren “ev” şeklinde söylenmiştir.203 Eğrik: Koyun ve keçilerin gölgelendiği yer Esik: Çukur, boşluk Evcik: Dip kısmı taşla yârim metre kadar yapılmış, üstü pür (ladinin yapraklı dalı) dalları ile kapatılmış tek odalı Yörük evi Fresk: Boya ile yapılan renkli süsleme Gapak: Yarım daire şeklinde yaklâşık 60cm yarıçapı olan üstü naylonla örtülü ince uzun küçük sera Gapız: Derin vadi Gayrak: Akdeniz bölgesinde kazma ile kazılabilen doğa yapısı, taş cinsi/ Taşlı Geçek: Geçit, yol Goyak/Koyak: İki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi Gusülhane: Küçük banyo Guzluk, kuzuluk: Yeni doğmuş koyun ve keçi yavrularının konulduğu özel bölme, ağıl Guz: Serin, kuytu, gölgeli yer, dağın güneş görmeyen yamacı Gülbezek: Ağaç oyma işi motif türü Güzle: Sonbaharda yerleşilen yer Güzlük Çifti: Baharda ekilip, ağustos sonunda kaldırılacak tahılların yaylada toprağa Inlık çınlık: Çok ıssız ve sessiz yer Kapız: Koyak, dere, kanyon, vadi Kaş: Dağın yüzü, sırtı, yakası Koyak: Dağlık bölgede, dağlar arasındaki girinti, bucak

203 ÖGEL., a.g.e. , s. 3.

316

Körsen: Karanlık, az ışıklı Kuru duvar (guldur duvar): Taşların harçsız olarak üst üste yerleştirilmesiyle yapılan duvar Kuz: Güneşsiz, serin yer Manar: Ev olarak kullanılan tahtadan kulübe Mandal: Seki Mastafa: Balkonda tahtadan yapılmış sabit oturma yeri Mekmen: Yol üzerinde tümsek bölge Musandra: Gardropla (yüklük) tavan arasında kalan kiler Obruk: Mağara, oyuk, delik, çukur, boşluk Ölgülük: Cenaze evi, ölü evi Öneze: Keklik avında saklanılacak yer, siper Örtme: Önü açık, üstü kapalı ev girişi Palanga: Baraka Parmakcak: Parmaklık, korkuluk Pür Evcik: Yayladaki evciklere verilen isim Sapak: Dönemeç Saptırma: Mezar çukurunun tabanında güneye doğru oyulan kısım Savak: Su bendi, kanal, ark başı Sayvant: İki katlı altı ahır, üst katı ev, iki katlı katlar arası tahta ile bölünmüş ve çatısı, tahtalarla ve ardıç kabukları ile kapatılmış yayla evi Saz Evcik: Sahil kesimindeki evciklere verilen isim Seyil: Göçebelerin kışladığı düzlük, ova, vadi Susa: Keçi yolu Şahniş: Kafesli çıkma Şar: Şehir Tahta: Kamelyanın biçilmiş ağaçlardan yapılmış ve üstü açık olanı/ Dinlenme yeri Talvar: Üstü ağaç dalı, saç, üzüm yapraklarıyla kapalı, yanları açık, ahşaptan yapılmış hafif yüksekçe yer, çardak, kamelya Taşeli Yaylası (Platosu): Mut, Silifke ve Anamur ve Ermenek arasında Toroslar üzerinde boylu boyunca uzanan yaylalar. Torosların yüksek zirveleri Tenhe: Gözlerden ırak, ıssız, kimsenin olmadığı yer

317

Tıngır elek, tıngır sac: Issız ev Tirgek: Çadırın, evin direği Tösmeklik: Ahır, ya da ahır malzemelerinin durduğu yer Ülübülük: Fasulye bahçesi Yazı: Ova, düzlük, şehir dışı, kır, step, bozkır, yaban Yurt: Ev Yurt-Yurtluk: Yaylak ve kışlakta obaların çadır kurduğu yer

4.4.4.2.11. Suyla İlgili Kullanımlar Akar: Genellikle çay ve dereler için kullanılır. Arılıp Durulma: Temizlenme, çayın kışın bulanık akması, yazın da beyaz veya mavi olarak akması Böğet: Su önüne set, barikat Bulak: Kutatgu Bilig’de su kaynağı veya gözesi diye geçer. Uygur yazılarında, daha çok kanal ve arık anlamlarında kullanılmıştır. Anamur dilinde bu kelime su kaynağı için kullanılır. Bunar: Pınar Burgaç: Girdap Büget: Gölet Büngüldemek: Yer altından kaynama hareketi şeklinde su çıkması Çağşak: Çağlayan, şelale Cavadak: Suyu çayı hızlıca ani dökmek Çavdırmak: Hafifçe serpmek, sulamak Çipil: Küçük su birikintisi Cirk: Kirli, çamurlu su Çobançökeren: Günlerce süren sağanak yağmur Çokrak: Kaynak, pınar Çörtlen: Yağmur oluğu Damdırmak: Su damlatmak Dönek: Suda anafor Gandak: Su dolu çukur / Çok su veya içki tüketen Garabatak: Su altında yüzme

318

Garmak: Özellikle arkta akan suyun bir engelle karşılaşıp birikerek geri dönmesi Gölek: Büyük su birikintisi Gömük: Çamur yerlere verilen addır. Gömükla: Bataklık Göz: Kaynak sularının çıkışına verilen isim Havıt: Su kaynağının kullanım için biriktirildiği küçük su havzası Kaklık: İçine kar ve yağmur suyu dolan çukur taş Karmak: Suyun toplanması, yükselmesi Kargın: Akmayan su, birikinti Kürsün-kürtün: Kar yığını Lepiç gibi: Sırılsıklam Muar: Kaynak suyu pınar Muşurup: Doğal olarak çıkan yer altı suyu Oluk: Suyun akmasına yarayan üstü açık ve yârim silindir şekilli oyulmuş yer Öyek: Bataklık Öymek: Su sızıntısı Öz: Akarsu Savak: Su bendi, kanal, ark başı Septirmek: Kaptaki suyu savurarak dökmek Sımkırtmak: Suyunu sıkmak Sulu sepken: Toprağı ıslatan ve çabuk eriyen sulu kar Yaykamak: Kabı su ile çalkalayarak yıkamak Yonuzluk: Su değirmenlerinde suyun dik olarak döküleceği yer Yunmak: Yıkanmak Yümek: Yıkamak

4.4.4.2.12. Ateşle İlgili Kullanımlar Cıngı(çıngı): Kıvılcım Eğsi: Odunun tutuşmuş kısmı Göynümek: Yüksek ısıda erimek, hafifçe yanmak/ güneşte kızarmak; haşlanmak İnneştirme: Ateşi tutuşturma Ödleksi: Ateş tutuşturmak için ateşten alınan bir odun parçası

319

Ötkeşli: Bir tarafı yanmakta olan odun parçası Ütmek: Ateşin alevine tutmak Yalım: Ateş Yörük Ateşi: Üç uzun dal yardımı ile bir idam sehpası hazırlanır. Ortasından yere doğru taşıyıcı bölüm sallandırılır. Alta yakılan ateşle yemek pişirilir.

4.4.4.2.13. Zamanla İlgili Kullanımlar Acıktan: Az sonra Bayaktan: Az önce Cınnadan: Az sonra Deflikesi gün (devlikesi): Ertesi gün Gelişkin; Gidişkin; Oluşkun: Gelince, Gidince, Olunca Günde (künde): Her gün Güymek: Ertelemek Hindi: Şimdi Icıktan: Az sonra İleri: Geçenlerde İttima: İlk önce Karakış: Zemheri (Aralık ve Ocak ayları) Kızıl sıcak (gızıl ısıcak): Yazın en sıcak an Koca sabahtır: Sabahın erken saatinden beri Ossaat: Derhal, hemen Öndüğün: Dün değil evvelki gün, geçenlerde bir gün Öş: Sabah vakti Öşerti: Akşamla yatsı arası Öteğen: Geçen Gün Şincik: Hemen şimdi Şincikten Kelli: Bundan sonra

4.4.4.2.14. Duyularla İlgili Kullanımlar Çavmak: Kokunun hafifçe buruna gelmesi Damak: İçine doğmak

320

Damak: Tadına bakmak Dılmışık Ilık Gedevet: Esinti, serinleten rüzgar Gevcelemek: Ağızda uzun süre çiğnemek Gevmek: Isırmak, dişlemek, çiğnemek Kekri: Mayhoş Tuturuk gibi: Ekşi Tuz ağısı: Çok fazla tuzlu Türül türül tütmek: Güzel kokmak / Birisini çok özlemek Yava: Lezzetsiz, tatsız

4.4.4.2.15. Kelime Türleri ile İlgili Kullanımlar Sıfat Acar: Yeni Abacık: Tertemiz Akbacık: Beyaz görünümde olan, bembeyaz, süt gibi, tertemiz Arf: Zor Aplak: Yüzü geniş olan Aydaş: Zayıf, cılız gelişmemiş çocuk Babak: Kavgada hileli tavır Çamış: Eli maşalı, dik kafalı, küstah Cavlak: Kel, saçsız, ağaçsız (tepe) Celfin: Genç ve güzel kız Çelermek: Kel kel bakmak Cıdavı: Kavgacı Cıvdırık: Şımarık Çopur: Pürüzlü, lekeli yüz cildi Demşek: Geveze, boşboğaz Dırtlı: Çok zayıf Diğren: Zayıf, uzun, cılız Dirliksiz: Geçimsiz Fırtılık: Gizli iş

321

Fildir fişşik: Gayri ciddi, şımarık / Güvenilmez Fitozlu: Oynak, fettan, zilli Galafat gibi: Fazla süslü; büyük, cafcaflı eşya, giyecek vb. Gangış: Cılız, zayıf Gamıtık: İçine kapanık Gardalı: Buruşuk, sıkışık, düzgün değil Gartlangazık: Yenmeyecek kadar sert / Nezaketsiz insan Gaysak: Yapış yapış, pelte gibi Gıldır çavuş: Geveze Gırçık: Küçük parça Gıtmır Ters davranan, olumsuzluk gösteren, işe taş koyan anlamında Gıypık: Küçük parça Gopil: Yeterince gelişememiş küçük kalmış Gostak (Kostak): Oturaklı, ağırbaşlı, kendini beğenen Göde: Şişman, göbekli Göğ, göv: Olmamış, ham Göynük: Çok olmuş, çürümüş, eskimeye yüz tutmuş Gubat: Kaba, uygun olmayan, patavatsız Gudumsuz: Ne bulursa doymak bilmeden yiyen Gunnamak: Çokça doğurmak Gurada: Eskimiş, hurdalaşmış / Artık işe yaramayan şey Gurampa: Tuzak, hile, düzen (Gurampa kurmak) Gurutsa: Zayıf, cılız Güdük: Boyu kısa Gümüş gibice: Tertemiz bir biçimde Hıllı beter: Daha beter, iyice kötüleşen, çok daha kötü Hınzır: Hilebaz Hırık: Zayıf, halsiz, cılız Hodul: Kendini beğenmiş Imzık: Cimri, pinti Irtışık: Zayıf, bir deri bir kemik insan ya da hayvan İcmal olmak: Seri çabuk olmak

322

Karınsız- Karnıdar: Kiskânç kimse Keleş: Güzel olan Kel: Kötü, çirkin anlamında bir söz Kirekmek: Kirli Koduş: Kendini beğenmiş Kömbe: Şişmanca, toparlak Kubarık: Kibirli Küde: Kısa boylu Lavgar: Boş konuşan Löküşlü: Rüküş; acayip tavırlı Löllüş: Acayip adam Mayıl mayıl: Geviş getirerek Melemez: Zayıf Mıhlı: Kurtlu, delikli Mıhsıçan: Oldukça cimri Mısgı – mıskı: Cimri, pinti Mısmıl: Doğru düzgün işe yarar, iyi, temiz, düzgün Miski: Cimri, eli sıkı Mungarız: Beceriksiz, bulaştığı bir işi yüzüne gözüne bulaştıran Muzu, Muzuluk: Yaramaz, yaramazlık Mühmene: Beceriksiz, uyuşuk Münefsiz: Patavatsız Paf: Kof, güçsüz, cüssesine göre kuvvetsiz Partal: Eski püskü Pasaf: Saçma, yalan Paskırık: Kabarık Pusarık: Berrak değil, bulanık Saksak: Yapış yapış Samahır: Saf, budala Sıvaşkan: Yapışkan / Yapışma özelliği olan Sirpiç: Çelimsiz / Çok bilmiş, şımarık, anlamında takılma sözü Söbüce: Dik, uzun, ince, zayıf

323

Süğmek: Sarmak, uzamak Süpürüğüllü: Tuhaf giyinen; dağınık Şelek: Şaşı Şetsiz: Şeklisiz, çirkin Şiri bülbül: Sevimli, sesi güzel Takıç: Zayıf; sert; kuru Tarpadak: Bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde Tasa kuşu: Somurtkan Teltik söz: Telaffuzu güç, söylemesi zor sözcükler / değişik, farklı Tetir: Lekeli Tevgende: Aylak, boş gezen Tıkıç gibi: Şişman, tıknaz Tostuk: Hafif toplu, irice kişi Tülbür: Uzun karışık saçlı Ucumuluk: Obur Ucun ucun: Parça parça; taksit taksit; azar azar Uluk: Pis / Münasebetsiz Üğrüz: Zayıf, hastalıklı Ütüş: Uyuşuk; yavaş davranan Yağır: Uyuz Yağtı: Yağlı Yalm: Eğri, düz olmayan (yayvan, çukur) Yasık: Eğik Yastı: İncelmek, kâğıt gibi olmak, ensiz Yersi: Bayat Yetik: Olgun Yiğe: Kurnaz, hileci Yirik: Kesik / Üzerinde kesik oluşmuş Yoğanta: Avare, aylak, işsiz güçsüz Yonat: Düzgün ve doğru Yova- yoğa, yoğanta: Tembel, çalışmayan, makbul olmayan kişi Yuka (yufka): Derin olmayan

324

Yuluk: Solmuş, eskimiş Yumrarmak: Kabarmak, tümsek gibi olmak, şişmek Zavlangara: Uzun boylu esmer adam Zenek: Lüzumsuz işlerle uğraşan Zılgıt: Çok hızlı Zilgit: Boş işlerle zaman öldüren Zığırık: Ukalaca, saygısız Zıybıncak: Kaygan Zıylan: Zayıf, uzun, cılız Zıypak - zıylak: Kaygan / Dönek Zöber: Uzun boylu insan veya hayvan Zöğelek: Uzun boylu insan veya hayvan

Zamirler Ayın Oyun: Şu, bu Ende: O Enderde: Orada Endereye: Oraya Endevre: Orası Endöyle: O şekilde Ha Tendere: Tam orası Hendeki: Senin elindeki Hendere: Buraya, yakında bir yere Hu: Şu Hunu: Şunu, Bunu Huna: Şuna Hunda: Bunda, Şunda Ho: O Hona: Ona Horda: Orada İhice: Orada İiihi !: Orda

325

Kimezi: Kimisi, bazısı Öngü (ende): O, şu / elindeki / oradaki Şende: Şu Şenderde: Şurada Şendere: Şuraya, uzakta bir yere Şendöyle: Şu şekilde Şo: O, ilerideki Ta Şora: Uzakta bir yere Te: Orada

4.4.4.2.16. Edat ve Bağlaçlar Çıklaçokça: Tıpkı Gayrı bi - Gaari: Gayri Hâlâza: İse Helleem: Herhalde Heralıma: Ama Bana Göre Hoynu: Ya, gibi Höyle: Bunun gibi

4.4.4.2.17. Soru Sözcükleri Avaramın Yaan: İşin gücün yok mu senin? Hangıra: Neresi? Hangırda: Nerede Hangırda: Nerede, hangi yerde? Hangöyle: Ne biçimde, hangi şekilde? Huneci: Bu ne? Bu da nesi? Naal: Nasıl? Nakıt?: Ne zaman? Natarsınız Baaz: Ne yapıyorsunuz hanımlar (bayanlara) Nattan gı? Napan baz? Neci eden baz?: Ne yapıyorsun, nasılsın ?(bayana) Nayle: Nasıl? Ne Şekilde? Neci den: Ne diyorsun?

326

Ne Taşırdın?: Ne pişirdin? Neden Ülen Sen: Ne diyorsun sen? Nem: Ne bileyim! / Nereden bileyim! Ninden: Ne yapacaksın, neden uğraşacaksın, anlamında soru Niyeden: Nasılsın, ne yapıyorsun? Ya Sen Neden: Sen ne demek istiyorsun? Senin amacın ne?

4.4.4.2.18. Yansıma Sözcükler Cavışdamak: Cavış cavış diye ses çıkarmak Çınga - çıngı: Kıvılcım / Atom Fartıldamak: Şiddetli rüzgârla ses çıkarmak Fartıltı: Rüzgârın çarptığı naylon örtü vb. çıkardığı ses Fıyyık: Parmakla çalınan ısılık Fifiriklemek: Tahrik etmek / fitlemek Fişfiklemek: Kışkırtmak Fosurama: Fısıldama Gepirdik gepirdik gepirdik: At, eşek, vb. Koşarken çıkan nal sesi Gıldıramak: Hafif bir gürültü çıkarmak / Yavaş sesle durmadan konuşmak Güyürdemek: Bir şey çiğnerken diş gıcırdatmak Hüyyük – hüttük: Islık İğinmek: Vücudu kasarak ses çıkarmak; ıkınmak Lapıçlı: Paldır küldür yürüyen, kaba Larkadak: Bir şeyin yuvaya girme sesi Maçcıldamak: Özellikle sakız çiğnerken ağızdan ses çıkarmak Sümürmek: Sıvı bir şeyi höpürdeterek içmek Tapırtı: Ayak sesi, vb. gürültü Tapışdamak: Ses çıkararak hareket etmek Tarpadak: Bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde

4.4.4.2.19. Miktar Bildiren Kullanımlar Acicik: Azıcık Bayakı: Biraz, oldukça

327

Batman: Bir ölçü birimi Bi Elemet: Bir hayli fazla, birçok, çok fazla Biseğel - Biseel: Bir miktar Cınnı: Biraz Culuk: Çok sayıda, bol Döğen takı: Alışılmıştan oldukça irice, büyükçe Embil gibi: Bol, sebil gibi Esik: Tam dolu değil, ağzına kadar dolu değil / Çukur, boşluk Esmek: Eksiltmek Evran kusmuş: Çok bereketli, bol Garakürelemeye: Kabaca, el yordamıyla, inceden inceye hesaplamadan Garer/Karer: Yetecek kadar Garerleme/Karerleme: Herhangi bir şeyin göz kararı ile miktarını ayarlama Goşmim goşmim: Avuş içi veya avuç avuç Havay: Havay: Buday, arpa vs. ölçü birimi teneke dolusu ölçü birimi lccık: Biraz, az Innak: Azıcık, birazcık İhi, İhicik.: Dahacık Kakılı: Çok Koşan: İki avuç içi kadarlık bir ölçü birimi Pataz: Avuç dolusundan fazla Seklem: Bir kilo buğdaya verilen ölçü Şinik: İki tenekenin dörtte birine denk düşen yaklâşık 8kg'lık tahıl ölçü birimi Taca: Daha fazla Urug: Arşının sekizde biri uzunluğunda ölçü birimi Yeğni – yeyni: Hafif

4.4.4.2.20. Renklerle İlgili Kullanımlar

Ağ: Beyaz. Yörüklerde sevgi ve kutsallığı simgeleyen bir renktir. Akça: Beyaza yakın Al: Kırmızı. Yörüklerde sevgi ve kutsallığı simgeleyen bir renktir.

328

Ala -Ala Bula: Karışık renkli Alaca: Birkaç rengin karışımından oluşan renk. İki ya da daha çok renkli Boa: Sarı, deve tüyü rengi, uçuk renk Boz Rengi: Soluk sarı renk Çakır: Yeşil, kahve karışımı bir renk Çandır: Kırma, melez, karışık Çapar: Kirli beyaz. Bu isim Türkiye Türkçesinde, ulak, posta, tatar; atlı muhafız, postacı; (hayvan ve bitki için) benekli, alacalı; derisi, kılları ve gözleri boya maddesi olan, renksiz olan (insan veya hayvan); çiçek bozuğu yüz gibi anlamlarına gelmektedir. Çil: Kahverengi-gri renk karışımı Çopur: Karışık renkli. Bu kelime Türkiye Türkçesinde çiçek bozuğu yüz anlamında kullanılmaktadır. Çor: Kül rengi Doru: At için kullanılan bir renk adıdır. Gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi kara olan at Galebördü: Siyahla kırmızı arası bir renk (pekmez köpüğü rengi) Gara: Siyah rengi. Kutatgu Bilig’de kara renk kötülenir. Dede Korkut hikâyelerinde bu rengin uğursuz sayıldığı birçok olay anlatılır. Yörüklerde, bu renkle ilgili olumsuz bir inanış yoktur. Çadılarında bu rengi kullanırlar. Isıya, soğuğa, tabiatın zor şartlarına, kire, toza en uygun renk siyahtır. Gırarmak: Ağarmak, kırlaşmak, / Rengin solması Göğ-gök: Turkuaz rengi tonu Gökçe: Açık mavi Kırçıl: Beyaz Kirekör: Kirleri göstermeyen renk Kongur- Konur: Hafif esmer /Sarı ile siyah karışımı bir renk, koyu kumral, kestane rengi Kuzguni: Kapkara Tuluk kurusu: Mat kahverengi ile kiremit rengi arası olup halk arasında hoşlanılmayan bir renk Yağız: Sarıya çalan ala (insanda ten rengi için) Arapça’da esmer (buğday renkli, kara yağız) Boz renge çalan yağız, bej, saz rengi, bozca yağız vb. nüansları vardır.

329

4.4.4.2.21. Yönlerle İlgili Kullanımlar

Anaç Arnaç-Annaç: Karşıda, karşı Beriyüz: Ön yüz, bu taraf Çat: Bir şeyin tam ortası Dibi, dibine: Yeryüzü, zemin, toprak seviyesi, aşağı taraf Gereşşağı: Yukarıdan aşağı doğru gitmek Gerikarı: Geriden yukarıya doğru çıkmak Geröte: Olduğu yerden ileri doğru gitmek Hora: Uzaktaki tarafa Şurdan Ağrı: Buradan başlayarak, ileriye doğru

4.4.4.2.22. Şekillerle İlgili Kullanımlar Büngüşük: Şekilsiz, eğik, yamuk yumuk Cılfırık - Fılcırık: Ezilmiş, deforme olmuş Değirmi: Yuvarlak Döneğen: Halka Eğber: Şekilsiz Söplek: Yumurta biçimine benzer Yuvak: Silindir biçiminde sertleştirme, yuvma taşı Yüleme: Demircilerin kazma, saban demiri, satır, tahra, keser, bıçak gibi araçları ısıtıp sivri ve parlak, keskin hale getirmesi

4.4.4.2.23. Ünlemli Kullanımlar Abarık!: Şaşma ünlemi Abaru-anagız!: Şaşkınlık sözcüğü Akkareyen: Ah benim ak çocuğum Allah Yetiş!: Ansızın olan olaylarda nida olarak kullanılır,şaşkınlık ifade eden söz Ammon!: Sevgi için kullanılır. Ay!: Koyun ve keçi için kullanılan bir ünlem Ayeller!: Aman Ayeen!: Şaşkınlık için kullanılır

330

Beeeeeeeee!: Şaşırma ünlemini Bis!: Kediyle ilgili ünlem Bistan!: Kediyle ilgili ünlem Bosi!: Köpekle ilgili ünlem Böğürmek: Feryat etmek Burt!: Koyun ve keçi için kullanılan bir ünlem Ceddi cehenneme!: İntizar anlamında söylenir. Ciç!: Keçiye yön vermek ve sürmek için söylenen söz Ci, Cih, Ceh!: Koyun ve keçi için kullanılan bir ünlem Cücü!: Tavuk için kullanılan bir ünlem Dırs: At ve eşekle ilgili ünlem Galebördüye boyamak: Kızdıran kişiye yönelik bir çeşit tehdit Gebişgah!: Büyükbaş hayvanları kontrol için yüksek sesle söylenen ünlem Gedüğüş!: Büyükbaş hayvanları kontrol için yüksek sesle söylenen ünlem Geh!: Köpekle ilgili ünlem Hoh: İnekle ilgili bir ünlem Hoyn!: Hey! Hoyu!: Ya, yahu anlamında ünlem Hubura ha!: Hadi oradan ! Ho!: Öküze yürü komutu Hüt-Hüüt!: Koyun ve keçi için kullanılan bir ünlem Ih!: Deve için kullanılan bir ünlem Kis!: Köpekle ilgili ünlem Kış!: Tavuk için kullanılan bir ünlem Kiş!: Koyun ve keçi için kullanılan bir ünlem Küş!: Tavuk için kullanılan bir ünlem Maçça!: Küçümseme ve alay anlamında sıfat Meh!: Al ! Narar!: Ne gezer! Ne haçan!: Ne çabuk! Ninderim, nindersiniz, ninder!:Bana ne, size ne, ona ne!../ üstüne vazife mi? O ne bağaz!: Hayret ve şaşkınlık ünlemi

331

O Neciyki Ülen!: O da nedir, şaşkınlıkla söylenen söz Şuna şuna!: Kızgınlık halinde söylenir. Toh!: Tüh ! Yazık! Ünle: Seslen, çağır Yahı adını seveyim!: Özellikle çocuklara sevgi göstermek için söylenen ünlem Yahı ellere kalasın!: Aşk olsun ! Yambıç!: Küçük düşürmek için kullanılan bir sözcük Zıknabıt!: Bir hakaret sözü

4.4.4.2.24. Benzetme İfâdeleri Akbacık: Beyaz görünümde olan. Bembeyaz, süt gibi, tertemiz Avrat ağızlı: Sürekli dedikodu yapan Bal gibi: Kesinlik anlamında kullanılır. Barut fıçısı: Öfke için kullanılır. Çingenenin kendini övdüğü gibi: Sürekli kendini övenler için kullanılır. Köze basmış aptal gibi hoplamak: Yerinde duramayanlar için kullanılır. Kuyruğu tava sapına döndü: Zayıfladı, çok kötü oldu Susama Dönme: Susam gibi incelmek, incecik kalmak, narinlik (Kız beli için söylenir.) Şeddat gibi: Fazla hızlı ve seri; hareketli Şimşekten Korkmuş Dana Göz: Sapça ve anlamadan bakan Zıravat gibi: Uzun boylu- Dimdik ayakta duran

4.4.4.2.25. Tahtacı Terimleri Ağzı kara: İkrarı alınmamış kişilere verilen ad Ahiret kardeşi: Musahip olan çiftlerin birbirlerine verdikleri ad Ana postu: Sadece musahiplilerin katılabildiği büyük cemlerde dede eşinin meydana getirdiği döşek Arifelik: Kurban bayramından bir gün önce, arife günü, baba ocağını bekleyen evlâdın babasının ruhuna adadığı kurban. Arifelik olarak genellikle koyun tercih edilir. Ay: Hz. Ali Bacağı açık: Musahibi olmayanlara verilen ad. Bacağı çıplak: İkrarı alınmamış kişi.

332

Başabaş: Çaylaklar’da musahip olan çiftlerin, musahip olma cemlerinden birkaç gün veya bir yıl sonra, maddî durumları ne zaman elverirse, dedenin de bulunduğu bir cemde verdikleri kurban. Cebrail: Horoz. Sabahın olduğu haberini gökyüzünde sesini duyduğu Cebrail adlı melekten öğrendiğine inanılan horoz, bu özelliğinden dolayı cebrail olarak adlandırılmıştır. Cem: Dinî törenlere verilen ad. Genellikle perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. Cuma akşamı: Perşembeyi cumaya bağlayan gece düzenlenen cem töreni Çorba: Muharrem orucunun son gününde sabaha karşı pişirilen aşure Dâr’a durma: Dedenin karşısında sağ ayak baş parmağı sol ayak baş parmağın üzerine getirilmiş, kollar yanda ve öne doğru hafifçe eğilmiş bir vaziyette durmaya verilen ad Dâr’dan indirme: Dedenin karşısında dar’a duran kişinin hayırlısını aldıktan sonra dar vaziyetinden ayrılıp yerine geçmesi. Dede: Ehl-i beyt soyundan gelen, ilim, irfan ve ahlâk sahibi olup taliplere yol ve erkânı öğreten, onların her türlü derdlerine çare bulup toplum kurallarına uymalarını sağlayan, cemleri yöneten dinî lider Dışarı cemi: Cuma akşamı, bayram akşamı, adak, kurban törenleri gibi bütün taliplerin katılabildiği cem Dört kapı: Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet Edep-erkân: Cemde hizmet sahiplerinin hizmetlerine başlamadan önce cemaatin dizüstü oturup sessiz bir şekilde beklemelerini sağlamak amacıyla söylediği sözler Ehl-i beyt: Hz. Muhammed, Hz. Ali ve onun eşi Hz.Fatma ile onların çocukları Hasan ile Hüseyin Eşik: Cemin yapıldığı odaya sembolik olarak girişi ifade etmek için kapının hemen iç kısmına konulan ince uzun sopa veya oklava Eşikçi: Cemevinde kapının hemen içeri tarafında elindeki sopayı veya oklavayı yerde tutan kişi Farraş: Meydanı süpürmekle görevli hizmet sahibi Gülbenk: Dinî törenlerde, cemlerde, yüksek sesle okunan dua.

333

Gözcü: Cemlerde dedenin buyruklarını taliplere bildirmekle; sükûneti sağlamakla; cem kurallarına taliplerin uyup uymadığını gözetlemek ve gerektiğinde onları uyarmakla görevli hizmet sahibi Hak meydanı: Cem yapılan meydan Halka namazı: Cemde halka şeklinde oturularak kılınan namaz İbrikçi: Cemin başında ve yemekten sonra cemde bulunanlara el suyu dökmekle görevli kişi İkrar alma: Belirli bir yaşa gelen delikanlılardan ve evlenen kızlardan Tahtacı yol ve erkânına uyacaklarına dair söz alma Küçük oruç: Muharrem orucunun son akşamında gece yattıktan sonra sabaha kadar hiçbir şey yenilip içilmeden tutulan oruç Muhammed Ali döşeği: İçeri kurbanlarında dedenin oturduğu yere verilen ad. Süpürgeci: Cemde meydanı sembolik olarak süpürmekle görevli hizmet sahibi Tahtacılar: Geçimlerini ağaç kesip dilmek, kiriş ve tahta biçmekle sağlayan Alevi – Türkmen zümresi.

334

BEŞİNCİ BÖLÜM

HALK KÜLTÜRÜ DALLARI

5.1. HALK HEKİMLİĞİ

Halkın olanakları bulunmadığı için ya da başka sebeplerle doktora gidemeyince veya gitmek istemeyince, hastalıklarım tanılama ve sağaltma amacı ile başvurduğu yöntem ve işlemlerin tümüne “halk hekimliği” denmektedir.204 Halk hekimliğinin amacı, kullandığı maddi ve manevi araçlar yardımıyla, halkın sağlığını korumak ve hasta kimseleri sağlıklarına kavuşturmaktır. Eski Mezopotamya ’da Ninova ’da yapılan kazılarda çıkartılan çivi yazısıyla yazılmış kil tabletlerinden, o döneme ait hastalıkların nedenlerini ve tedavi usullerini, dolayısıyla halk hekimliğine ait bilgileri öğrenmekteyiz. Eski Mezopotamya’da tedavide tanrıların öfkesini dindirmek için dua etmek, kurban kesmek ve adak adamak gibi yollara başvurulması vücuda giren ve hastalıklara neden olan cinlerin uzaklaştırılması amacıyla muska yazılarak hastanın boynuna asılması, sihir yapılması, dua edilmesi gibi telkin tedavisine bugün Anadolu’da halk hekimliğinde de rastlamaktayız.205 İslamiyet’ten önce eski Türk toplumlarındaki şaman ve kamların toplumsal görev ve sorumlulukları, islamiyetin kabulüyle fonksiyon değişimine uğramış ocaklılar, kırıkçı- çıkıkçılar ve falcılar devralmıştır. Türklerin halk hekimliğine dair bilgilerine İslami dönem yazılı kaynaklarında da rastlarız. 1070’te yazılan Kutadgu Bilig’de buna örnek gösterilebilir. Yusuf Hashacib, Kutadgu Bilig eserinde hastalıklardan ve hekimlerden şöyle bahsetmektedir: Olarda birisi otacı oturur Kamug ig tapaka bu emçi erür. Bularda basa keldi afsunçılar Bu yi yeklig ipke bu ol emciler Bularka yime ök katılgu kerek Bu yil yeklig ipke olagu kerek 206

204 BORATOV, a.g.e., s.122. 205 BORATOV, a.g.e., s.122. 206 ÖZGEN, a.g.e., s. 25

335

Günümüzde her ne kadar tıp ilmi çoğu hastalığın tedavi yöntemini bulmuş olsa da, insanlar geleneklerinin bir ürünü olarak halk hekimliğine başvurmaktadırlar. Anamur’da insanlar, kendileri için faydalı olduğuna inandıkları bitkileri almak için “Balcı Kadir” diye bilinen emekli öğretmen Kadir Deniz’e gitmektedirler. Bazı insanların, daha hastalığın ilk aşamasında, doktora başvurmadan buraya geldiği görülmektedir. Bazı insanların ise, doktora gidip tedavi gördükten sonra, bu tedavinin sonuçsuz kalması neticesinde, son bir umut olarak buraya geldikleri söylenmektedir. Bu da gösteriyor ki, yörede hastalık tedavisi deyince, ilk akla gelen tedavi şekli, bitkisel tedavidir. Bu ilaçlara genel olarak kocakarı ilaçları denilmektedir. Her hastalık için farkı bir bitki ve karışım tavsiye edilir. Bu uygulamayı genellikle yaslı ve tecrübeli şahıslar yapmaktadırlar. Eskiden, hastalıklardan kurtulmak için, “okuyucu, üfürükçü, afsuncu, ırvasa” diye adlandırılan kişilere sıkça gidilirmiş. Bunlar, tedavilerini sihirsel esaslara göre yaparlarmış. Eski Türkçe ’de afsuna, "arvıç" veya "arbağ" adı verilmiştir. Bu ad bugünkü Doğu Türk lehçelerinde "arbış", Kıpçak lehçelerinde ise "arbav" adıyla adlandırılır. Yakut Türklerinde bu kelime, kötü ruhları aldatmak, şaşırtmak ve dalkavukluk etmek anlamlarına gelmektedir. Başkurtlarda yılan sokmasıyla zehirlenen kişi, "yılan arbavçı" adı verilen kişilere götürülerek afsunlanırmış. Türkistan Türklerinde “arbakcı” adı verilen ocakların, vücudun zehirli olan noktasını kızgın demirle dağladıktan, okuyup üfledikten sonra hastaları iyileştirdikleri tespit edilmiştir. Bu ve benzer inançlar, Budizm dinine mensup eski Uygur Türklerinde ayrıca Kazak- Kırgızlarda görülmüştür. Söz konusu inanışlar, yapı ve mahiyetleri kısmen fonksiyon değişimine uğrayarak günümüze kadar gelebilen bu eski Türk inançlarının birer devamı niteliğindedir.207 Bu tür işlemlerin büyük bir bölüğü bağlama büyülerini çözme yöntemleri birer sağaltma yolu sayılır. Keza, Anamur’da eskiden hastalıkların nazarda ileri geldiği düşünenler çoğunluktadır. Nazar, kaynağı tarihin derinliklerine kadar uzanan bir halk inancıdır. Eski Yunanlılardan Romalılara, Budistlerden Hindulara Musevilerden Müslümanlara kadar bütün topluluklarda bu inancın bulunduğunu görüyoruz. Nazar kelimesinin aslı Arapçadır. Kelime Türkçe 'ye asıl anlamından biraz uzaklaşarak geçmiştir. Araplar bizim kullandığımız anlamdaki nazar kelimesi

207 İNAN, a.g.e.., s. 146.

336

karşılığında “İsabet'ül ayn” tabirini kullanmaktadırlar. Türkçe ‘de ise sözlük anlamı olarak bakma, bakış göz atma, düşünce olan kelime, halk inançları dolayısıyla halk söyleyişi içinde göz değmesi, göze gelme anlamında kullanılmaktadır. Eski ifâdesiyle üfürükçünün yerini, yörede bu gün “olçumcu” adı verilen, kırık- çıkıkçı, hoca, muska yazan, dua eden kişiler almıştır. Bu yönüyle bize, İslamiyet öncesi Türklerde bulunan “şaman, kam, bahşı, baksı, ozan” adı verilen çok yönlü kişileri hatırlatır. Bu kişiler yörede, özellikle kırık-çıkıları tedavi ederler, “cin çarpması” teşhisini koydukları durumlarda da hastalığı, muskayla tedavi ederler. Halk geleneğinde, birtakım olağanüstü halleriyle insanların yaşamında etkilerini belirten esrarlı yaratıkların varlığına inanılır. Bu varlıkları bütün çeşitleriyle adlandırmak için genellikle “cin” kelimesi kullanılır. Bu söz Türkçeye Arapçadan, Arapçaya da Latince “genius” kelimesinden geçmiştir. Türkçede cin kelimesi yerine “ecinni” sözü de kullanılıyor.208 Anamur’da, hastalığı tedavi yöntemlerinden biri de, kutsal kabul edilen mekânlardır. Bunlardan biri, Malaklar Köyü üzerindeki “Koca Pelit”tir. Uzun yılları eskitmiş bu ağaç, geçirmiş olduğu yıllardan dolayı büyük saygı görür, gölgesine bile kıymet verilir. İnsanlar, ağacın başına geçip dertlerini anlatır, dertlerine deva bulmak için Allah’a, bu ağacın gölgesinde yalvarırlar. Astım hastalarına iyi geldiği söylenen Astım Mağarası da, hastalığın sağaltıldığı mekânlardan biridir. Ayrıca, “Sugözü” denen mevkideki pınarın da, uğurlu olduğu, hastalığa şifâ olduğu düşünülür. Eskiden, Mamure Kalesi’niin içinde bulunan, bu gün yerinde yeller esen uğurlu sayılan meşe ağacı da, şifâ aranan mekânlar arasındaymış. Bu ağaca, bez bağlanarak dua edilir, şifâ umulurmuş. K.K.:30 Bu bahsedilen tedavi yöntemlerinin çoğu geçmişte kalmıştır. Yörede bu gün geçerliliğini yitirmemiş en etkili çözüm, bitkilerle tedavi yöntemidir. Çınar Arkan’ın “Yörük Göçü” adlı kitabında yer alan hikâyelerinin içinde de, halk ilaçları ve halk hekimliğiyle ilgili birçok bilgi mevcuttur. Kitapta “Yörük Koca” hikâyesinde, “Yörük Koca” adlı kişi, doktora gitmeden önce, şifalı otların çay olarak demlenerek içilmesi şeklinde tüm yöntemleri uygulamıştır. uygulanan tüm yöntemler hayatımızın bir gerçeği olarak karşımızda duruyor. K.K.:24

208 BORATOV, a.g.e., s.74–75

337

Hastalık için özel karışımlar yörede çok yaygındır. Bunlardan biri, “püse”dir. Çam odunlarının reçineli kısmından çıkarılır. Zeytin yağından daha koyu bir sıvı, siyaha yakın renkte kahve rengidir. Yapışkandır ve kendine has bir kokusu vardır. Halk arasında, “Kara Hekim” adı verilir. İltihaplı yaralara, püse ile sabun karıştırılarak pomat yapılır. Bir diğer ilaç, “zift”tir. Püseden yspılır. Püse, teneke kutuda köz üzerinde kaynatılır. Katı kıvama gelince ocaktan alınır. Siyah renktedir. Kulunç ağrılarına, çatlaklara, yumuşatılarak zift tatbik edilir. Meşe, pinar gibi ağaç küllerinin de hastalıkları tedavi edici özelliği bulunmaktadır. Bitkilerin şifâsı, hem insan hastalıklarında, hem de hayvan hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. K.K.:2

5.1.1. İnsan Hastalıkları ve Tedavisi 5.1.1.1. Bebek Hastalıkları Bebek doğunca sarılık olmasın diye üstüne sarı bez örtülür. Sarılık olursa ve ilerlerse, bebeğin kulak arkası hafif jiletle çizilir ve sarımsak sürülür. Sarılıkta bebekler ışıklı ortamda tutulur ve bol bol anne sütü emzirilir. Ayrıca, sarılık için yeni doğan bebeğe şekerli su içirilir Bebeğin ağzından salyası akarken makasla keserler ve bir daha akmaz. Bebek yeni doğduğunda, ilk kırk gün nazar değer, hasta olur diye dışarı çıkarılamaz. Bebeğin ağzı pamukçuk denen yara olursa, ağız içi karbonatla temizlenir, bu işlem sabah- akşam günde iki kez tekrarlanır. Bronşit olan bebeğin, sırtı zeytin yağıyla ovulur. Bebeğin ilk banyosunu ter kokmasın diye tuzla yaptırırlar. Çocuklarda görülen ani rahatsızlıklarda da, nazar olabileceği düşüncesi ile kurşun dökülür. Bu usulde, bir parça kurşun, tavada eritilir. Hastanın üstü bir örtü ile örtülür. Uzman kişi, bir eline kurşun tavasını, bir eline de içinde su dolu olan bir kap alarak hastanın başı üstünde kurşunu su dolu kaba boşaltır. Soğuk suya dökülen kurşun soğuyarak çeşitli şekiller alır. Bu şekillerden türlü anlamlar çıkarılarak nazarın çıktığına inanılır. Kimyon gaz sancısı için kaynatılıp içilir. Sürme, bebeklerin gözündeki kızarıklığı almak için kullanılır. Bebeklerin göbeğine, düşünceye kadar yağlı püseye batırılmış kompleks uygulanır. K.K.:7

338

5.1.1.2. Genel Hastalıklar Diş ağrısı Diş ağrısı için; küp şekere kekik suyu damlatılıp dişin üzerinde bekletilir. Üzerine, kekik ve sumak koyulur. Bir yöntem de, kördiken ateşe tutulur, çıkan suyu pamuğa sürülüp ağrıyan dişin üstüne konur. Ağrıyan dişin üstüne tuz, tütün ve karanfil de konur. Papatya çiçeğinin yaprakları dövülür dişin üstüne konur. K.K.:30

Bel ağrısı Yumurta yakısı yakılır. Çarıklar’da, mum yakısı yaparlar. Bazı köylerde de, kül, yağla pişirilip püseli bezle birlikte ağrıyan yere sarılır. K.K.:30

Kansızlık Büyük baş ya da küçük başın dalağı pişirilip yenir. Keçi boynuzu pekmezi içmenin de kansızlığa iyi geldiği düşünülür. Ayrıca demir eksikliği ve kansızlık için kuru üzüm, harnup, dut pekmezi, üzüm pekmezi içilir. K.K.:30

Romatizma Sülük, suyun içine atılır, suyun içerisine bir miktar şeker atılır. Üç gün sülük suda bekletilir. Daha sonra sülük romatizmalı bölgeye yapıştırılır. Daha sonra, zeytinyağı, yumurta, sirke, karıştırılarak ağrıyan bölgeye sürülür. K.K.:24

Saçla İlgili Rahatsızlıklar

Kepeğe karşı saç küllü suyla yıkanır. Yumurtayla zeytin yağı sürülür. Saçların daha siyah olması için, yılan kavlağı sürülür. Saç dökülmesine karşı, sarımsak suyu veya ısırgan otu sürülür ve saçlar sirkeyle yıkanır. K.K.:2

Ateş Ateşlenen hastanın alnına ve vücuduna sirkeye batırılmış bez koyulur. Nane limon, sirke veya kuşburnu, adaçayı içilir. Ateş düşmezse, hastanın koltuk altlarına ve eklem yerlerine sirkeli bez konur. Sonra da, ılık duş yaptırılır. K.K.:7

339

Alerji Vücudun, bazı madde veya hava şartlarından etkilenmesi yahut psikolojik etkenler sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Alerjik durumlarda ciltte görülen kaşıntı ve kabarmayı gidermek için revançini ve acı yonga otları birlikte kaynatılıp, karışımın suyu sabahları aç karnına bir su bardağı miktarında içilir. K.K.:30

Güneş Çarpması Güneş çarpmasına karşı, sirkeli su hazırlanıp baş ovalanır. Ayrıca bol bol ayran içilir. K.K.:24

Mantar Özellikle ayaklarda parmak aralarında çıkan ve kaşıntı yapan mantarı tedavi etmek için, içine bir miktar şap atılmış sirke mantar bulunan yerlere sürülür. Kına yakma da, mantarı tedavi etme yollarından biridir. Sonrasında, tehnel, havaza, çam, harnup yaprağı karıştırılıp pişirilir. Hastaya sürülür. K.K.:2

Berelenme İnsanın bir yeri berelendiğinde sarımsak dövülür ve oraya konulur. Ayrıca berelenen bölgeye, zeytin veya soğan dövülüp sarılır. Üstüne de, bal ya da zeytinyağı sürülür. K.K.:2

Baş Ağrısı Çiğ patates, tuzla dövülür başa sarılır. Bazı kişiler, “kütletme” adı verilen, alındaki saçların parmaklara dolanarak hızlıca çekilerek yapılmasıyla tedavi edilir. Bir başka yöntem de, tülbent başın etrafına bağlanır. Tülbendin içinden tahta kâşık geçirilip kıvrılır. Tülbent iyice sıkılaşır, tülbendin içinde kıvrılmış olan kaşığa 3 – 4 defa vurulur. Daha sonra dua okunup hastaya tuz yalatılır. Kişniş otu çayı ya da limonlu papatya çayı da, baş ağrısına iyi gelir. içirilir. K.K.:2

Karın Ağrısı Karın ağrıdığında şekerli su içilir, karına sıcak su torbası koyulur. Sonrasında, saf zeytinyağına karabiber eklenip sırta göğse sürülüp bezle sarılır. Ayrıca, nane, kekik

340

kaynatılır ve içirilir. Kiremit ısıtılır ve karnının üstüne konulur veya toprak ısıtılır karnı ağrıyan kişi bu ısıtılmış toprağın üstüne oturtulur. Bir de karın ağrısı için süt ile bal kaynatılır ve karnı ağrıyan kişiye içirilir. K.K.:2

Saç Kıran Saç kıran hastalığının tedavisi için, yerli kabağın kabukları yakılır. Kabukların külleri zeytinyağıyla karıştırılıp yara olan yerlere sürülür. K.K.:17, K.K.:2, K.K.:39

Hemeroid Kaynanadili kaynatılıp içilince, hemeroide iyi gelir. Ayrıca, biraz üzerlik tohumu, biraz gangal çaydanlık içinde kaynatılır, süzülerek suyundan günde bir fincan aç karna içilir. Acılığını gidermek için içine şeker konabilir. Bu hastalığın tedavisinde kullanılan bir başka bitki de, enginarın olgun tohumlarının kahve yerine içilmesidir. K.K.:2

Kist Kist hastalığı için; ısırgan otu tohumları ezilir, toz haline getirilir ve balla karıştırılıp yedirilir. K.K.:7

Arı Sokması Arının soktuğu yere patates ezmesi veya çamur arı soktuktan hemen sonra ısıtılıp sürülür. Bu durumda, domatesin kesilip yaralı yere konmasının da, işe yaradığı söylenir. K.K.:2 K.K.:7 K.K.:40

Siğil Siğil olan yer iple bağlanır veya siğilin üstüne dua yazdırılır. K.K.:2 Ülser: Isırgan otu, kantaron otu mide ülserine iyi gelir. K.K.:24

İshal Ayva kabuğu kaynatılıp içilir. Keten tohumu ve nar kabuğu da ishale iyi gelir. Ayrıca, bir yemek kaşığı limonlu filtre kahve de iyi gelir. Ayrıca, pirinç, ishal olan kişiye haşlanıp lapa yapılarak verilir. K.K.:24

341

Kas Ağrısı Soğan dövülerek ağrıyan yere konuluyor. K.K.:7

Zayıflama Lahana suyu ya da maydanoz suyu zayıflamaya yardımcı olur. Zayıflamak için zencefil kökü ve 3-4 dis sarımsak kaynatılıyor. Bu su bir gün boyunca içiliyor. Bu işlem her gün yapılmalıdır. K.K.:7

Ses Kısılması Nane, limon, ıhlamur ve kuşburnu iyi gelir. K.K.:2

Grip Nane, limon, ıhlamur, kuşburnu içilir. Bol bol C vitaminin alınır. K.K.:22

Yel Girmesi Cereyanda kalındığında vücutta oluşan ağrı ve sızılar halk arasında yel girmesi olarak adlandırılır. K.K.:21

Yara Herhangi bir kaza sonucu deride meydana gelen yarılma, kesilme, ezilme veya parçalanmalara yara denir. Göyündürme otu hazırlanıp, yaranın etrafına sürülür. Bir diğer yöntem de, yumurta zarının yaraya sarılmasıdır. Keten tohumunun da, iltihap kurutucu özelliği vardır. Hem yenebilir hem de ezilip macun olarak kullanılabilir.Kanayan yaraya veya kesiğe zeytinyağı veya kül sürülür. Ayakta veya vücudun herhangi bir yerinde yara çıktığında veya şiştiğinde sumak bitkisi yeşilken toplanır havanda dövülüp, biraz un serpilerek pişirilir. Bu hamur ılık ılık yaraya veya şiş yere sarılır. K.K.:20

Dolama Parmakta çıkan iltihaplı oluşuma dolama denir. Dolamayı iyileştirmek için, bir soğan ateşte közlenir, ılık ılık dolama olan parmağa sarılır. Dolamalı parmak suya

342

değdirilmez. Sonrasında, filtre kahve kaynatılır, dolama olan parmak yanmayacak şekilde sabah, öğlen akşam, kahveye batırılır. K.K.:30

Çıban Derideki kıl keseleri veya bezlerinin hastalanması sonucu ortaya çıkan sızıntılı, ıslak kabarcıklara çıban denir. Vücudun herhangi bir yerinede çıkan çıbanın iltihabını kurutmak için o bölgeye sülük koyulur. Sülük iltihaplı pis kanı emer. Sonrasında, keten tohumu kaynatılıp, iki gün boyunca çıbana sarılırsa yarayı temizler. Bir diğer yöntem de, çıbana şekerli hamur sarılmasıdır. Malaklar’da çıbanı tedavi etmek için, şiş ısıtılıp çıbanın başı iltihabı dışarı atsın diye delinir. Sonrasında, çıbanı patlatmak için un, şeker ve ılık suyla hamur yoğrulup çıbana sarılır. Akarca’da, çıbanı iyileştirmek için asma yaprağı tazeyken çıbana sarılır. K.K.:24

Güneş Yanığı Güneş yanığına karşı cilde havuç yağı sürülür.Güneş yanığını iyileştirmek ve acısını almak için yoğurt sürülür. K.K.:24

Boğaz Ağrısı Boğaz ağrıdığında ve şiştiğinde tarhana lapası yapıp, pişirip bir bezle boğaza sarılır. Kirli yün tülbendin içine konup sarılır. K.K.:2

Tansiyon Düşmesi Sarımsaklı yoğurt tuzla karıştırılarak yenir. K.K.:2

Öksürük Öksürüğü gidermek için, meyan kökü ile yaş, ya da kuru incir kaynatıp suyu içilir. Ya da, zencefil kökü balla karıştırılıp yenir. Bir diğer yöntem de, ayva yaprağı iyice yıkanır, su ile kaynatılır. Çay gibi yapılır. İçine şeker koymadan içilir. Çok az şeker koyulabilir. Etkili olduğu söylenen bir yöntem de, bir su bardağı yeni sıkılmış turp suyuna bir çorba kasığı bal ilave edilip karıştırılır. On iki saat serin bir yerde bekletilen bu karışımdan büyüklere saat başı birer çorba kasığı, küçüklere ise birer tatlı kasığı verilir. K.K.:39

343

Zatürre Hastayı tedavi etmek için ısırgan otu bir kapta lapa hâline gelinceye kadar kaynatılır. Daha sonra elde edilen bu lapa, hastanın sırtına sürülür. Bu lapa, hastanın ciğerlerindeki suyun dağılmasını sağlar. K.K.:2

Kulak Ağrısı Sarımsak ısıtılıp kulağa konulur. K.K.:2 Sinüzit Sinüziti tedavi etmek için meşe palamudu dövülerek toz haline getirilir ve buruna çekilir. Dört beş saat kadar ağzı aşağı yattıktan sonra burundan sarı su şeklinde akıntı gelir ve hasta rahatlar. K.K.:1

Zehirlenmeler Böcek ısırmalarında (böğ, akrep), haşerenin ısırdığı yere pancar kökü dövülüp sürülür. Haşerenin soktuğu yere yoğurt sürülür. Akrebin soktuğu yere çiğ yumurta konur. Sonrasında, incir yaprağıyla süt karıştırılır ve akrebin soktuğu yere sürülür. Yılanın soktuğu yer bıçakla çizilir, kanı ve zehir alınır. Sonra pirinç pişirilip yaraya sarılır. Gıda zehirlenmelerinde, ayran ya da süt içirilir, yoğurt yedirilir, ardından banyo yaptırılır. K.K.:11

Kabakulak Tedavi için, turunç, haşlanarak hastanın boğazının altına sarılır. Bu uygulama üç defa tekrar edilir. Üzüm bastığı, (pestil) sıcak suya ıslanır ve kabakulağın üzerine sarılır. Bu uygulamalardan sonra, hastanın boynuna, tuzlu püse sürülüp, yün ile sarılır. K.K.:11

Kemik Erimesi Kemik erimesini engellemek için, ısırgan otu kaynatılıp suyu içilir. K.K.:25

344

Kireçleme Eklem yerlerindeki kireçlemeyi engellemek için, limonun suyu ile zeytinyağı karıştırılır, elde edilen bu karışım kireçlemenin bulunduğu yerlere sürülür. Başka bir yöntem de, puturak otu tuzla ezilir, bölgeye sarılır. Günde bir defa bir ay süreyle bu işlem tekrarlanır. K.K.:25

İtdirseği (Arpacık)

Tıp dilinde “hordoleum” denilen hastalıktır. Halk arasında itdirseği de denir. Göz kapağındaki herhangi bir kılın dibinde; içi dolu bir şişlik meydana gelir. Gözde acı ve zonklama vardır 209Günümüzde sarımsak kesip sürülürse arpacığın kaybolacağı inancı yaygındır. Arpacık ağrı yapıyorsa pamuk ılık çaya batırılıp göz kapaklarına pansuman yapılmalıdır. Ayrıca arpacık için bir tahta parçası ısıtılır ve arpacık olan yere bastırılıp dağlanır, hastalığın geçmesi beklenir. K.K.:32

Astım Bir çay bardağı çörek otu ve bir çay bardağı keten tohumu kavrularak havanda dövülür veya kahve değirmeninde çekilerek iyice karıştırılır. Üzerine dört çay bardağı bal ilave edilir. Her sabah aç karna ve gece yatmadan önce iki tatlı kaşığı alınır. K.K.:2

Böbrek Hastalıkları

Kekik çiçekte iken toplanır. Gölgede kurutulur. Haşlanmadan önce soğuk suyla yıkanan bir avuç kekik, bir litre suda çay gibi demlenir. Hasta, soğuk veya sıcak olarak içer. Bir hafta içilirse daha iyi geldiği söylenir. Ayrıca arpa tanesi, iğde, mısır püskülü ve maydanoz birlikte çay şeklinde hazırlanır ve içilir. Başka bir uygulamada ise iki litrelik sütle yoğurt çalınır, hazırlanan yoğurdun ortası kâşıkla oyulur, içine greyfurt karıştırılıp, çıkan su kâşıkla aç karna içilir. K.K.:24 İsilik Uçuk, çıkan yere ağaç dalı veya tahta bir kâşık ısıtılarak yara korkutulur. K.K.:7

209 Şifalı bitkiler sözlüğü www. gitbi.com.

345

Yanıklar Yanık, olan yere soğuk suyun altına tutulur, buz konulur. K.K.:7

Ezikler Hamur, et veya buz ezik olan yere konur. Hamur, yağlı bir şekilde yoğrulur ezik olan yere konur. K.K.:21

Adet Sancısı Adet sancısını kessin diye maydanoz kaynatılıp suyu içirir. Kök boya otunun kökü, taze kekik suyu, nanenin yapraklarının suyu içilirse de sancıya iyi gelir. K.K.:33

Göbek Düşmesi Susam yağı, göbeği düşenlerin göbeğine sürülüp masaj yapılır. K.K.:25

Şeker Hastalığı Nar ekşisi, şeker hastalığına iyi gelir. K.K.:5

Göz Ağrısı Göz ağrısına, patates, ılık çay veya yeni doğum yapmış annenin sütü sürülür. K.K.:5

Ayak Kokusu Kına ayak kokusu için yakılır. K.K.:25

Baş Ağrısı Baş ağrısı için kına yakılır. K.K.:7

Ağız Kokusu: Karanfil ağız kokusu için kullanılır. K.K.:8

Uçuk Sabun uçuk çıkmışsa ısıtılıp uçuk çıkan yere koyulur; fakat sabunun kullanılmamış temiz olması gerekir. K.K.:2

346

Kırık Kırık çıkılara zeytinyağlı yumurta karılır, bu karışım, sürüp sarılır. Sabah akşam aynı işlem yapılır. K.K.:25

Mide ağrısı Çam sakızı veya kenger bitkisinin sakızı çiğnenir.Papatya ve hatmi çiçeği, güve otu kaynatılırsa da, mide ağrısına iyi gelmektedir. K.K.:22

Egzama hastalığı Mayasıl derinin sulanması ile meydana gelen bir iltihaptır. Tıp dilinde erythema pernio denir. Kaşıntı ve kızartı ile ortaya çıkar. Nedeni ruhsal olabileceği gibi alerjik tepkiler veya deriyi tahriş eden maddeler de olabilir. Bazı kimselerde ise hastalık ırsîdir (şifalı bitkiler sözlüğü www. gitbi.com.). Egzama hastalığı için, egzama olan yere incir sütü sürülür. Ayrıca ceviz kabuğu kaynatılır suyuyla yara temizlenir ve yaprakları üstüne sarılır. Parmak arasında ve makatta çıkan mayasılı tedavi etmek için üzüm, mayasıl otu ve yumurtadan oluşan karışım yenir. Bir diğer tedavi şekli de, püse tuzsuz inek yağı, yumurta sarısı ısıtılıp pomad yapılarak tatbik edilir. K.K.:12

Çiçek hastalığı Çiçek hastalığına yakalanan kişiye kekik suyu ve yağda kavrulmuş pekmez içirilir. K.K.:12

Kabızlık Kabızlığı gidermek için, aç karnına sinameki çayı içilir. Sinameki kuvvetli bir müshil olma özelliğinden kabızlığı gidermede kullanılır. Ayrıca, semizotu haşlanarak yenirse, kabızlığa iyi geldiği söylenir. Ayrıca, ballıbaba, çiğdem bitkisi de kabızlığa iyi gelmektedir.

Bağırsak Kurdu Ebem gümeci ve ısırgan otunun, kurtları söktüğü söylenir. K.K.:12

347

İdardaki İltihap İdrardaki iltihabı sökmek için, acıbakla (deli bakla-çakal baklası), adasoğanı, ardıç, ayrıkotu çay olarak içilebilir. K.K.:12

Bu bitkilerin dışında, Anamur’da yetişen, “Hindiba, Ebegömeç, Isırkan, Sirken, Kuzukulağı, Gırnaz, Melötöre, Mantar, Kuzu Göbeği, Dolaman, Semizotu” gibi turfanda otları yiyenlerin çok yaşayacağına inanılır. Sebzeyi çok yiyenin, cildinin daima parlak olacağına inanılır.

5.1.2. Hayvan Hastalıkları

İlkel çağlarda görülen avcılık ve toplayıcılıktan sonra hayvancılık ve tarım insanoğlunun en önemli geçim kaynaklarından olmuştur. Bilhassa evcil olan büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ile kümes ve binek hayvanları gerek besin ihtiyacını karşılamada, gerek giysi ihtiyacını gidermede, gerek ulaşımı kolaylaştırmada, gerek alet yapımında insanların en büyük yardımcıları olmuştur. Sadece bunlarla kalmayıp bazı ilaçların yapımında, avcılıkta ve tarımda da hayvanlardan yararlanılmıştır. Dolayısıyla insan yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline gelen evcil hayvanlar, onun nazarında değerli bir varlık hâline gelmiş, hayvanlarda görülen hastalıkları da tedavi yoluna gitmişlerdir. Öyle ki Hititlerde sağlam hayvanları, hasta hayvanların yanına götürenlere ceza veren yasalar konulmuştur. 210 Yörede, karşılaşılan havyan hastalıklarında da, bitkilerin güçlerinden yararlanılmakta, çeşitli karışımlar hazırlanarak şifâ aranmaktadır.

At Hastalığı Atların vücutlarında yaralar şeklinde kendini gösteren bir hastalıktır ve bulaşıcıdır. Tedavi için bir yaşındaki horoz, bir miktar hamur ve zeytinyağı, bir kap içerisinde kaynatılır. Daha sonra karışımın içindeki hamur hayvanın vücudundaki yaralara sürülür. K.K.:12

210 Uygar KURUM, Düziçi’nde Halk Hekimliği, Yüksek Lisan Tezi, Niğde, 2008, s.89.

348

Bit/Pire/Kene Hayvanlara bit düştüğü zaman kimyasal madde sürülür. Bir başka uygulama ise küçükbaş hayvanların kaldığı ahırın toprağının temizlenip kireçlenmesidir. K.K.:43

İshal (Ötürük) İshal olan hayvana (koyun, keçi, inek) yoğurt yedirilir. K.K.:43

İdrar Tutulması Atlarda idrar tutulması olduğu zaman, hayvana kayışkıran otu yedirilir. K.K.:41

Kıran Kümes hayvanlarında görülen bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalanan havyan süzülür, ağzından su akar, hayvanın karaciğeri simsiyah olur ve şişer. Tedavisi olmadığı için hayvan kesilir. K.K.:12

Ayak Kırılması Davarın ayağı kırılırsa yağla ovulur, püseli keçe sarılır. K.K.:30

Yılan Sokması Yılan sokan hayvanın kulağına ellenir eğer hayvanın kulağı şişmiş ve soğuksa yılan sokmuş demektir. Hemen bir demir ateşte ısıtılır, hayvanın burnu yakılır. K.K.:35

Meme Şişkinliği Hayvanın memesi şişerse soğan sürülür. K.K.:35

Zehirlenme Köpek zehirlenirse kulağı kesilir. Kedi zehirlenirse kuyruğu kesilir. Kan akıtılır. Diğer hayvanlar zehirlenirse, süt içirilir. Ağzına tuz atılır. Şerbet yapılır. Ya da, toprak içirilir, soğuk suyla yıkanıp, yumurta sarısı ve zeytinyağı içirilir. K.K.:35

349

Karın Şişliği Hayvanın karnı şişerse yağ, sodalı su içirilir. Ya da, tuzlu su, sirke içirilir. K.K.:38

İdrar Problemi Kuzu, koyun idrarını yapamazsa mısır pürçeğini kaynatıp içirirler.

Bıçılgan (Akıntılı Yara) Özellikle atlarda görülür, bu durumda atın ayağına püse sürülür.

Uyuz Yağlı püse ile tedavi edilir. K.K.:30

Eski Keçilerin ağzında oluşan kuru kabuklu yaraya verilen addır. Bu hastalık da, yağlı püse tatbikiyle tedavi edilir. K.K.:30

350

5.2.HALK OYUNLARI

Türk folklorunun çok zengin bir dalı olan halk oyunlarımız, ulusumuzun ortak duygu, düşünce ve yaşantısını yansıtan, sanat değerinin yanında etkileyici bir anlatım aracı olan, kültürle, yaşam şartlarıyla, bakış açısıyla tekrar tekrar yoğrularak vücuda gelen, zamanın içinde bir “ân” olarak zenginleşen bir iletişim tarzıdır. Halkın ortaklaşa oluşturduğu bu ürünler, giysiler ve halk ezgileriyle birleşince zengin bir görünüm sergiler. Yörede, oyunlar çalgısız, çalgılar oyunsuz düşünülemez. Yörenin çalgıları, yörenin yaşantısıyla paralellik göstermektedir.

5.2.1. Yöredeki Çalgılar

Kültürümüz içinde büyük yeri olan ve folklorun önemli bir bölümünü teşkil eden halk oyunlarımız, çeşitli müzik aletlerinin çıkardığı nağmeler eşliğinde oynanır. Oyunların oynanabilmesi için, çalgılar vazgeçilmez unsurlardır. Yöre çalgıları mazinin mirası olarak kabak keMâni, koca kaval ve davuldur. Bugün; kabak kemâninin yerini keman; koca kavalın yerini klarnet almıştır. Anamur yöresi oyunlarında davul, klarnet ve keman kullanılmaktadır: Kaval (Koca Kaval) Üflemeli çalgılar grubuna giren bir ensturmandır. Bütün dünyada olduğu gibi, Türk’lerde de vurmalı çalgılardan sonra gelişme göstermiştir. Üflemeli çalgılara tarihte ilk kez, Sümerler zamanında rastlanmaktadır. Anamurda, genelde çobanlık yapanların zamanını geçirmek, koyunları dinlendirmek ve yönlendirmek için çaldığı çalgılardır. Bunların en başında ise kargıdan (kamış) veya çeşitli ağaçlarından yapılmış kavallardır. İster kargı, ister ağaç kaval olsun, her birinin ritim için açılacak olan delikleri, ocakta akkor derecede kızdırılmış metaller ile yakılarak açılır. Kavalların boyları 25–50 santim arasında olur. Kalınlıkları ise 2,5–3,5 santimetredir. Yörede, kavalla ilgili pek çok hikâye anlatılmaktadır: “Bir kavalcı: Kaval cennetten çıkmış, koyun da cennetten çıkmış. Hiçbir çalgı, koyunu cennetten çıkaramamış. Sonunda evliyalığa eren çobana demişler ki, şu kavalı al, hiç ardına bakmadan çala çala cennetin kapısından yürü, koyunlar ardından gelir. Çoban kavalı çalarak yürümüş, ardından bütün koyunlar gelmiş. Bir iki gün, böylece yol almış fakat arkasına bakar bakmaz sürünün ardı o an kesilmiş. Meğer cennetin içinde bir koç

351

kalmış, çoban bakar bakmaz cennetin kapısı kapanmış. Koç da içerde kalmış. Eğer böyle olmasaymış koçların boynuzları gümüş olacakmış.” Anlatılan bu hikâye, bu ensturmanla “çoban” arasında nasıl bir bağın olduğunu göstermektedir. Kabak Kemâni Bölgede yetişen, su kabaklarını ana gövdesine bir sap eklenmesi ve bu sapın üzerine nota perdelerinin bağlanması ve tel yerine de at yele tüylerinin gerilmesi ile ve bir yay yardımı ile çalınan keman türüdür. Kabağın ana gövdesinin üzeri düz bir şekilde kesilir ve üzerine deri geçirilir. Tok bir sesi vardır. Yörede, kabak kemane sayısı çok azalmış olup, özellikle Ahmet BÜLBÜL olmak üzere, bir iki kişi dışında çalabilen müzisyeni de yoktur. Davul “Köbürge, küvgür, tuğ, tavul, tabıl, babl” gibi adlarla bilinen davul, Türklerin kullandığı en eski musiki aletlerindendir. Davul çalanlara, “davulçu, tabilzen, tabbal” gibi adlar verilmiştir. Davul, VIII yüzyılda “köbürge”, daha sonraları “tuğ” ve XI yüzyılda “küvrüğ” adını almıştır. Davulun, müzikte kullanılmasından başka, haber aracı olarak çeşitli işlerde kullandığı zamanlar olmuştur. Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, bekâr odalarında, hanlarda, şehirlerde, akşam kapılar kapanırken, yangın haberinde, fetih haberinde, savaşta dağılmış askeri bir araya toplamakta, divan kuruluna haber verme işlerinde, askeri saf düzeni alınmasını işaret etmekte ve kale kuşatmalarında kullanıldığı bilinmektedir. Tarihin ilk çağlarından beri, Asya’da Hunlar, Mezopotamya’da Sümerliler tarafından kullanıldığı anlaşılan davulları, Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlar’da görmüşlerdir. Avrupa’ya geçerek, tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise XVI yüzyılda Osmanlı Türkleri olmuştur. 211 Anamur’da, da yaygın olarak kullanılan davul, tabağlanıp ve işlenerek kasnağa geçirilmiş oğlak veya dana derisinden yapılmaktadır. Halk arasında, tokmakla çalınan davulun derisinin tokmağın şiddetine dayanması için eşek derisinden yapıldığı da söylenmektedir. Davul iki türdür. Sopa ile çalınan davulun yanı sıra, koltuk altında el ile çalınan davul mevcuttur. Günümüzde, eğlencelerde koltuk davulu kullanılmaktadır. Ayrıca, gelin alma, kına yakma, gelin indi ve bindi anları ile düğünün ilanı ve misafirlerin karşılanıp, uğurlanması sırasında bir tokmak ve ince bir çirpiden oluşan

211 turkudostları.com

352

sopalarla çalınmaktadır. Koltuk davulu, genelde halk oyunları gösterilerinde el ile çalınır. Kaşdişlen köylülerinin oyunu mengi de ise tokmak ile çalınır. Klarnet Bölgede klarnet çalanların sayısı bir hayli vardır. Koca kavala alternatif olarak gelmiştir. Koca kavalın çalındığı dönemlerde bölgede klarnet yoktur, daha sonra dışarıdan kültüre katılmıştır. Keman Geçmişin kabak keMânisinin yerine kullanılmaktadır. Yörede keman çalanların sayısı bir hayli vardır. Saz Saz genelde, dut ve yayla ağaçlarından imal edilir. Saz yapan ustalar geçmişte daha çokken sayısı artık çok azalmıştır. Kâşık İlk kâşık örnekleri, tarih öncesi devirlerde bulunmuştur. Ural-Altay yöresinde, Neolitik devre ait ilgi çekici kâşıklar ele geçirilmiştir. Bu kâşıkların dini törenlerde kullanıldığı söylenir. Aynı tip kâşıklara Mısır’da Fayum vadisinde yapılan kazılarda da rastlanmıştır. Mısır mezarlarında bulunan tahta ve kemikten insan veya hayvan biçiminde saplı kâşıkların düzgün karıştırmada kullanılmış olduğu sanılıyor. Muhtemelen Yunanlılar ve Romalılar zamanında da kâşık kullanılıyordu. V. yy.da Aziz Remi’nin vasiyetinde kaşığın sözü edilir. 212 Kâşık kelimesinin Türkçe olduğu, Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-it Türk’ünde belirtilmektedir. Ancak kâşık kelimesinin kökeni hakkında kesin bir bilgi edinmek mümkün olmamaktadır. Türkler tahtadan, kemikten ve çeşitli madenlerden yapılmış kâşıklar kullanıyorlardı. Göçlerde ve seferlerde, beraberlerinde taşıdıkları kısa saplı kâşıkları vardı. İmparatorluk devrine gelindiğinde ise sanat değeri olan kakmalı, nakışlı, mercanlı, oymalı kâşıklar yapılıyordu.213 Anamur’da, birçok oyunda kâşıklar tercih edilmektedir.

5.2.2. Halk Dansları Anamur’da, nişanda, düğünde, bayramlarda, göçte, eğlencede, gösterilerde, yarışmalarda, oyunlar oynanır. Yöre oyunları, canlıdır, kıvraktır, neşelidir. Oyunlarda,

212 M.L., s.64. 213 Naci EREN, Arkeoloji ve Sanat Yayınları El Sanatları, Folklor ve Etnografya Dizisi:2, Kuşak Matbaası, İstanbul, 1984, s.4.

353

figürler, davranışlar, ezgiler bölgede yaşanan Yörük kültürüne uygundur. Oyunlar halka biçiminde, karşılıklı veya serbest oynanır. Halk oyunları yalnız oynandığı gibi, kadınlı, erkekli de oynanır. Yahut tek kadın, tek erkekler olarak da oynanır. Zeybek oyunları tek erkekler tarafından oynanır. Halk oyunları gösterilerinde grup halinde oynanan zeybekler de vardır. Kaşdişlen’de, “mengi” adı verilen oyunlar oynanır. Oyunların birçoğunda elde kâşık bulunur. Tahta kâşıklar, oyunun ahengine ve müziğin ritmine göre vurularak ses çıkarılır. Yörüklerin yaşantıları, hayvanların ürkek, atılgan sıçrayışları taklit edilir. Yöre oyunları, “Anamur Yolları, Danışman, San Kız, İrfani, Gökkarga Zeybeği, Sandum Sundum, Hamçökelek (Gerali), Gökçukur, Çeşidim, Güzeller Güzeli, Koyun Okşaması ve Mengi" türküleriyle beraber oynanır: Zeybek Oyunları Oyunların önemli bir kısmı da zeybek türüdür. Ancak bu zeybekler, yaşam ve coğrafya şartlarından dolayı kıvrak bir yapıdadır. Semah Semah, dinsel inançla oynanan bir tür oyundur. Semahlar, bağlama eşliğinde oynan türkülü bir oyun türüdür. Oyun, “ağırlama, yeldirme, koğdurma, veda” adı verilen dört bölümden oluşur. Semahlar dini nitelikteki oyunlardır. Anamur’un tek tahtacı köyü olan Kaşdişlen geleneklerinde, dansın, şiirin, sazın, sözün, sohbetin önemli bir yeri vardır. Kaşdişlen halkı, çeşitli günlerde semah düzenler. Düğünde, bayramda, adak için, doğumda, ölümde, konuklar onuruna ve başka vesilelerle düzenlenen semahlarda, sofralar çeşitli yemeklerle donatılır. Sazlar çalar, türküler söylerler. Semah oynanır. Bu tür toplantılara kadın erkek tüm köy halkı çağrılır. Böylesi toplu şölenler evlerde, bağda, bahçede yapıldığı gibi köy meydanında da düzenlenebilir. Semah başlayacağı zaman kadın kalkar, erkeğin önüne gelir. Yere diz çöker. Niyaz alır, onu semaha davet eder. Semah bir çift, iki çift, dört çift, altı çift, sekiz çift olarak oynanır. Eskiden köy meydanlarında kırk çiftin semah yaptığını söylerler. Semah türküsünü sazlar çalar. Topluluk, türküleri koro halinde söyler. Çiftler aynı anda, aynı ölçüler içinde hareket ederler. Çiftler, kırk da olsa, aynı anda aynı dönüşleri eş figürlerle yaparlar. Semah dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm çok ağırdır, insanın doğumuyla yirmi yaş arasındaki büyüme dönemini anlatmaktadır. Burada çiftlerin

354

yalnız kolları bir sağa bir sola hareket eder. Çiftler, birbirlerinden iki metre kadar uzaklıkta karşılıklı dururlar. Sol ayakları üzerine sağ ayaklarını koyarlar; dengelerini hiç bozmadan yere doğru eğilerek birbirlerini saygıyla selamlarlar. İkinci kısım çiftlerin, birbirlerine doğru yaklaşmasıyla başlar. İkinci kısımda oyun biraz hareketlenmiştir. Bu kısım, insanın yirmi ile kırk yaş arasını dile getirir. Kadın saygıyla eğilerek iki elini erkeğin omuzları üzerine koyar. Kadınla erkek yavaşça, başlarını birbirine üç kez değdirerek niyazlaşırlar. Sonra, bir sağ ellerinin küçük parmaklarıyla bir sol ellerinin küçük parmaklarıyla tutuşarak sağa sola dönmeye başlarlar. Vücutlar ile başlar diktir. Eşit hareketlerle oyun sürer. Sonra üçüncü kısım başlar. Hareketler daha da hızlanır. Bu bölüm, insanın kırk ile altmış yaş arasını yansıtır. Semahın dördüncü kısmında, dönme başlar. Dördüncü bölüm, insanın altmış ile seksen yaş arasındaki zamanıdır. Baş yukarı doğru uzanır, kollar açılır. Arada fazladan bir erkek girer; yorulan erkeğin yerini alır. Semah sona erince, çiftler sofraya gelirler, secde eder. Sonra ziyâfete dahil olurlar. Semah oynamanın edep-erkânı vardır. Ulu orta her yerde, her zaman semah oynanmaz. Ancak ağırbaşlı ve saygın dem-devran sürerken semah oynanır. Daha önce de belirttiğimiz gibi tarikatın ilgili törenlerde, kurban adaklarında, bayramlarda oluşturulan demlerde gençler ya da ermişlerce kadın-erkek karşılıklı oynanır. Sazandar semah havası çalmaya başladığında kadınlardan (bacılardan) biri, ikisi kalkar, semah oynayacakları eri seçer, önüne diz çöker, sağ elini erin sol omuzuna kor, bir o yandan bir bu yandan şakak şakağa tokuşur yani niyaz eder ve sazandarın sol ilerisinde meydana geçer dara durur. Erkek de sazandarın sağ ilerisinde yer alır. Ayakları çıplaktır. Sağ ayaklarının baş parmaklarını sol ayaklarının baş parmakları üstüne koyarak karşılıklı duruşurlar. Nefes, söylenmeye başlayınca bacı erkeğe varır, bir kez daha niyaz eder, yerine geçer ve semah başlar:

Engini dağlardan bir yol arz ettim Engini dağlardan bir yol arz ettim Acap Şaha giden yollar bu mudur, yollar bu mudur Acap Şaha giden yollar bu mudur, yollar bu mudur

Sarardım soldum da ayvaya döndüm Sarardım soldum da ayvaya döndüm Acap Şaha giden yollar bu mudur, yollar bu mudur Acap Şaha giden yollar bu mudur, yollar bu mudur

355

Merdanesin deli gönül merdane Merdanesin deli gönül merdane Ölüp gidiyorum Şahın derdine, aman derdine.

Aladağdan Şaha kazın yurduna Aladağdan Şaha kazın yurduna Acap Şaha giden yollar bu mudur, yollar bu mudur

Pir Sultan Abdalım coşup giderim Pir Sultan Abdalım coşup giderim Kaynamış kazan gibi taşıp giderim, taşıp giderim. Taşıp giderim Allah Allah Allah, Gerçeğin demine Hu!

Havaya göre kollar bir sağa, bir sola salınır, turnalar gibi sanki uçarcasına müziğin ritmiyle karşılıklı oynaşırlar. Semahın bu salınma bölümüne ağırlama denir ki, kollardan başka hiç bir hareket yoktur. Bir süre sonra ağırlama bölümü biter, Allah! Allah! Gerçeğin demine Hu! der sazandar. Kollar dize doğru düşürülür ve sağ elin işaret parmağı dudaklara götürülerek niyaz edilir. Arkasından semahın yeldirme bölümü başlar: Ay ile yıldızın da yar yar ooof, Hayaline düşerim Acap Şaha giden yollar bu mudur Acap Şaha giden yollar bu mudur

Oyuncular sazandara dikey olarak müziğe uyup bir ileri bir geri gider gelir, hem de kol hareketleriyle el ele geldikleri olur. Ardından da çark başlar, Sazandara sırt vermeden yani arkalarını dönmeden hem kendi etraflarında, hem de meydan etrafında birbirlerine yüz ve el vererek dönerler. Bu dönüş dünyanın kendi etrafında ve güneşin etrafındaki dönüşünü simgeler. Oysa pek çokları, Aleviler bile semahın Muhammed den, Aliden kaldığını söyler; ama hiç bir dayanakları yoktur. Üstelik Araplarda öylesi bir oyun bile yoktur. Şiilerde de semah diye bir şey bilinmez zaten. Ancak, Türkmenistanda, Azerbaycan da bazı oyunlarda semahlarda olduğu gibi kol salınmaları yansıyor. Semah, düpedüz Alevilerin eski göreneklerine, inançlarına dayanarak oluşturdukları kendilerine has bir oyundur. Yine oyuna dönelim:

356

Hünkarım, Beyim aman, Sultanım canım, aman Dönüver Fidan boylum, Şah Alim Şah, Şah Alim Şah

Bu arada, demde bulunan herkes müziğin ritmine uyup şaplak çalarak tempo tutarlar. Sonra yine yeldirme başlar: Sürülerimiz vardı da yar yar off!.... Dolar eksilir Ala tekelerimiz de dalda asılır Gırcı boran tuttu yollar kesilir Ardından çark, (oyuncular çark ederken yine şaplak çalınır): Hünkarım Beyim aman aman, Sultanım canım, Dönüver fidan boylum, Şah Alim Şah Şah, Şah Şah Alim

Yine yeldirme: Pir Sultan Abdalım coşup giderim Kaynamış kazan gibi taşıp giderim Kaynamış kazan gibi taşıp giderim Ay ile yıldızın hayaline de düşerim Acap Şaha giden yollar bu mudur Acap Şaha giden yollar bu mudur Bir kez daha çark (çarklarda üç kez dönülür): Yar medet medet, Medet imanım Şah, Şah Alim Şah! Şah seven Şah desin Alim Şaah Şah, Şaah Şah ey!..

Ve yine yeldirmeye geçilir. Acap Şaha giden yollar bu mudur derken hemen bağlantıya geçilir. Allah Allah Allah, Gerçeğin demine Hu! diyerek oyun bitirilir. Oyuncular sazandarın ya da mürşidin önünde diz gelir, yere niyaz eder. Yani toprağı öpmüş olurlar. Ardından kutsal içki sunulur. Bacı önce erine doluyu sunar, sonra mürşide, mürebbiye, sazandara ve sıra ile demde bulunan herkese dolu verir, niyazlaşır, bu arada sazandar da nefesin ya da oyunun bağlantısını verir: K.K.:18

Mengi Anamur’da oynanan bir oyun çeşidi de, “mengi”lerdir. Mengiler de semaha benzer ve toplu oynanan oyunlarındandır ve dokuz zamanlıdır.

357

5.3. EL SANATLARI Anamur’daki el sanatlarının temelini dokuma oluturmaktadır. Dokumak sözcüğü, “tokumak, takmak” sözcüklerinden gelmedir. Eski Türklerde dokumalar, örülmüş şeyler olarak görülüyordu. Dolayısıyla, “dokuma” kelimesinin içinde “örme” anlamı da saklıdır. 214 Anamur’da, dokumalar cenazelerde tabutların üzerine de sarılır ve bu dokuma daha sonra köyün camisine bırakılır. Düğünlerde, kız evinden gelin alınması sırasında atın üzerine, arabaların ön taraflarına torba, heybe, yastık boyutunda dokumalar asılmakta ve bunlar gelin alan kişiye, at ya da araba sahibine, hediye olarak verilmektedir:

5.3.1. Kilim Kilim, ince bir halı tipidir. Diğer halılardan çok daha kısa bir süre içinde ve çok daha ucuz üretilir. Eski Türkçede "seccade" anlamına gelir. Anadolu'da yün kilimler elde dokunur. Dünyanın en eski kiliminin, M.Ö. 5. yüzyıla ait Türk kilimi olduğu saptanmıştır. Türklerde kilim, ancak 13. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmıştır.215 Kilim, insanlığın çok eski çağlarından beri dokunan dokuma türlerinden biri olarak kabul edilmektedir. İnsanlar, oturdukları mekânların tabanlarını ve duvarlarını kapatmak, örtmek ve yer döşeme örtüsü olarak kullanmak amacı ile yünleri özel bir şekilde dokuyarak dokumalar ortaya çıkarmışlardır. Anamur kilimleri esasen üzerinde bulundurduğu nakışlar itibariyle Türkiye’deki diğer kilimlerden ayrılır. Kilimlerde çok değişik nakışlar kullanılmakta birlikte ana nakışlar genellikle altıgenlerden oluşur. Nakışlar tamamlanırken aralarına kısa basamaklar konulmuş, basamaklar arasında düzgün geçişler sağlanmak suretiyle nakışlara dalgalı şekiller verilmiştir. Motifler şekillerini ve isimlerini doğadaki canlılardan almışlardır Kilimler üzerinde kullanılan nakışların her birinin bir adı vardır ve doğada yaşayan bir bitkiyi veya bir hayvanın herhangi bir organını temsil eder. Motifler şekillerini ve isimlerini doğadaki canlılardan almışlardır. Yörede, kilimlerin hammaddesi koyun yünüdür. Yün, koyundan “kırkılık” denilen makasla kırkılır, soğuk suyla yıkanıp güneşte kurutulur. "Istar" adı verilen tezgâhlarda dokunur. Yünleri boyamak için, yapay boyalar ve kök boya

214 ÖGEL, a.g.e., s. 153. 215 ÖGEL, a.g.e., s. 160.

358

kullanılmaktadır. Bir alt, bir üst dokuma tekniğiyle dokunur. Dokuma şekline "yirin" adı verilmektedir. Dokunan kilim, boncuk ilmekle kapatılıp kesilerek tezgâhtan alınır. Dokunan kilimlerin her iki tarafı da kullanılır. San, kırmızı, mavi, yeşil ve beyaz renkler hâkimdir. Renklerin canlı ve parlak oluşu dikkati çeker. Dokunan kilimler, evlerde yer döşemesi, kız çeyizlerinde, yer örtüsü, dekorasyon işlerinde, süs eşyâsı, sandalye, araba minderi, döşeme örtüsü, duvarlara asılmak sûretiyle süs eşyası olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, kilimden heybe, çuval yapılmaktadır. Anamur’da, bir kilim normal olarak bir ayda dokunmaktadır. Her köyün kilim stili farklıdır. Kilimlerde kullanılan renkler ve modellerden, örme şeklinden, ebatından hangi köye ait olduğu belli olmaktadır. Köylüler, dokudukları kilimleri yöresel halk pazarlarında tane ve çift olarak kendileri satmaktadır. Yörede kilim motiflerine "yanış" denilmektedir. Kilimlerde, dalgalarla değişik hayvan desenleri yer alır. Kilimlerin ana yanışı altıgen olmakla beraber aralarda kısa basamaklar konarak daha yaygın ve dalgalı bir şekil verilir. Bu dalgalar kaplan ve pars postlarındaki çizgilere benzemektedir. Hilmi Dulkadir, bu yanışların kaplan postlarındaki çizgilere benzemesinden dolayı Anamur yöresi kilimlerine “Post Yanışlı Kilimler” adını vermiştir. 216 Bu kilimler yörede, “Orhana kilimleri” olarak adlandırılmaktadır:

Boncuklu Bönce Kilim Kilimin çözgüsü siyah yündür. Önce saçak olarak bırakılmış, sonra da çözülmesin diye örülmüş, başlangıç kısmında kırmızı beyaz beneklerle boydan boya "zencir" çekilmiştir. Zencirin yöredeki adı "ala boncuk" tur. Kilim veya çul dokunmaya başlarken dokuyucular birbirine "ala boncuk çekelim" derler. Ala boncuğu ensiz düz bir dokuma takip etmektedir. Bu noktadan itibaren altta ve üstte, bu defa beyaz beneklerle yine bir zincir çekilmiş; arada bırakılan kalın bant içine kilimin "kenar suyu" yerleştirilmiştir. Kilimin zemini tamamen bordo renklidir. Kenar suyunun zemini de bordo olmakla beraber, yeşil, sarı ve lacivert renklidir. Boncuk şeklinde desenler olduğu için bu isimle anılır.

216 Hilmi DULKADİR, Anamur’da Post Yanışı Kilimler, İçel Kültürü, S: 8, Mersin, Temmuz-1989, s.13- 20.

359

Çiğni Düşük Kilim Kilimin kenar suları değişiktir. Kısa kenarlarda ensiz, beyaz zeminli bir bant ve mavi, yeşil, kırmızı renkli sade bir yanış görülür. Bu yanış kısmen kalın bir eksen ve üzerinde boyuna uzatılmış ince çizgiler yer almaktadır. Zemin bordo ana yanışı post çizgili ikişer sıralı dört altıgenden meydana gelmiştir. İçte kalın üç altıgen, büyükçe kalın kıvrımlı dikdörtgenlerle dolgudur. Boğaz bağlantıları konmamıştır.

Ala Kilim Kilimin uzun kenarları beyaz, yeşil, san ve dışı beyaz kontürlü bordo "keklik ayağı" kenar suludur. Kısa kenarlarda "ala boncuk" kaldırılmış ve doğrudan zemin üzerindeki ana yanışa geçilmiştir. Ana yanışlar aynen kullanılmış, içleri, kenarı kıvrımlı eşkenar dörtgenlerle dolguludur. Aralarda kalan üç ana yanış ise kenarları post çizgili eşkenar dörtgenlerle, bu dörtgenlerin içi de diğer altıgenlerde böyledir "farda" denen yanışlarla dolgu andınlmıştır. Ana yanışın bu köydeki adı "tapan"dır. ana yanışı çevreleyen çizgilerdeki ince kısa çıkıntılar "boncuk", eşkenar dörtgenlerdeki kıvrımlar "boynuz" bazı eşkenar dörtgenlerin dışa uzanan post dolguları da "kardaşçık" diye adlandırılır. Ana yanışlarda ayrıca dolgu yanışı görülmemektedir.

Aynalı Kilim Kilimin kısa kenarında "kelebek" denen yanış, kenar sulu olarak kullanılmıştır. Kilimin ana yanışlarını meydana getiren çizgiler üzerinde değişiklik yapılmış bir sıra halinde testere dişlerini andıran adına "farda" dediğimiz bir yanış tercih edilmiştir. İç dolguları, bahis konusu ettiğimiz altı kilimden de örneklerle süslenmiştir. Bu köyde de ana yanışlara "tapan" denilmekte, hatta kilimin ebadı tapan sayısıyla ölçülmektedir. Kullanılan bütün yanışlar Türk halı ve kilim sanatının bilinen yanışlarıdır. Bu kilimin bu isimle anılmasının en önemli sebebi, desenlerinin tam tersinin de, tıpkı aynadaki ters yansıma gibi bu kilimlerde yer almasıdır.

Boncuklu Kilim Kilimin kısa kenarında "kelebek" denen yanış, kenar sulu olarak kullanılmıştır. Bir sıra halinde testere dişlerini andıran adına "farda" denilen bir yanış tercih edilir. Ana yanışlara "tapan" denilmekte, hatta kilimin ebadı tapan sayısıyla ölçülmektedir.

360

Muz Lifiyle Dokunmuş Kilim Muz bitkisinin, dış gövde kabukları sıyrılarak ince parçalara dönüştürülür. Bu parçalar, uzun süre ezilerek yıkanıp lif hâline getirilir. Sonra güneşte kurutulur. Kuruduktan sonra, eğirtmeçle eğrilip ip haline getirilir. Dokuma tezgâhında değişik boy, ebat ve desende dokunur. Anamur’da bu gün bu kilim yapılmamaktadır. Ama geçmişte oldukça yaygın bir şekilde yapılmıştır.

5.3.2. Örücülük

Yöredeki diğer el sanatlarının adlandırılışı da yine tabiat unsurları ve yörük yaşantısıyla alakalıdır. Dantel modelleri ve diğer dokuma ve örme modelleri de, tabiattaki unsurlara göre isim alır: Boncuk örme örnekleri de isimlerini doğadan alır. “Deli dut burcu, domates, süpürge, papatya, sarhoş bacağı, akıllı dut burcu, yıldız, yemiş yaprağı, darı sömeği, karpuz dilimi, tesbih” bu örneklerden bazılarıdır.

Boncuk Örücülüğü Yörede boncuklar, tülbent kenarlarına örülür. İplerin cinsi naylon olup aldıktan sonra kelefe yapılıp, çekmemesi için ilaçlı su ile kaynatılmaktadır. Boncukların hammaddeleri cam ve pamuktur. Firkete, tığ ve şiş ile olmak üzere üç çeşit boncuk örücülüğü vardır.“Delidüt burca, domates, süpürge, papatya, sarhoş bacağı, yıldız, akıllı dutburcu, yemiş yaprağı, dut yaprağı, darı sömeği, karpuz dilimi, teşbih” gibi doğadan esinlenerek verilmiş model adlar vardır. Boncukta kullanılan renkler: mavi, kırmızı, yeşil, sarı, siyah, lacivert renkleridir. Anamur’un kızlarına, çocukluktan itibaren, anneleri tarafından öğretilir.

Dantel Dantel ipleri, pamuklu ince ipten yapılmaktadır. Kalınlık oranlarına göre numaralandırılır, tığ denen madeni bir mille örülür. Dantel modelleri, “ karanfil, dillir otu, örümcek, kesme dişi, cibili tavuk” gibi yine doğadan esinlenerek isimlerle adlandırılır. Yurdumuzun birçok yöresinde olduğu gibi, Anamur’da da her genç kız, evlenirken çehizinde mutlaka işlediği dantelleri bulundurur.

361

Yün Örücülüğü Bu el sanatının malzemesi, koyun, keçi yünlerinin yıkanıp temizlendikten sonra, eğirmeçle eğrilerek ip haline getirmek suretiyle elde etmektedirler. Bu el sanatı ile giyim eşyalarında erkek ve bayan kazakları, ceketleri, çocuk pantolonları, örtüler, tutacaklar, mutfak örtüleri yapılmaktadır. Modeller, “badem, sepet, düz, nohut, pirinç, buğday başağı” gibi adlar verilmiştir.

5.3.3. Çuval Dokumalar

Ala Çuval Genç kızların çeyiz eşyası arasında baş sıralarda gelir. Çok zengin renkler kullanılır. Çadırların genelde sağ köşesine konur. Rengârenk görünümünden dolayı albenisi çok fazladır. Giyeceklerin korunmasında ve saklanmasında kullanılır.

Kıl Çuval Tahıl, yiyecek kapları gibi eşyanın taşınması ve konulmasında kullanılır. Atkılığı, düğümü ve çözgülüğü kıldan oluştuğu için bu isimle adlandırılmıştır. Üzerinde yanış bulunmamaktadır. Yanış tercih edilecekse, “bıtırak, sinek, meneğ, şakka” gibi doğadan esinlenerek verilmiş yanışlar tercih edilir.

Un Çuvalı Atkılığı, düğümü, çözgülüğü yün veya pamuktur. İçine yiyecek konulan bu çuvallar, deve veya eşeğe yüklenerek taşımada kullanılır. Özellikle göç sırasında, taşımada en çok tercih edilen çuvaldır. “Bıtırak, sinek, meneğ, şakka, sığır sidiği” adı verilen yanışlar kullanılır.

5.3.4. Diğer Dokuma Türleri

Çul Yörüklerde, ev sergisi olarak en çok kullanılan sergidir. Kullanımı, kilimden daha yaygındır.

362

Somat Üzerine konan leğen içinde hamur yoğrulur. Saçta pişirilen ekmekler arasına konarak, ekmeklerin kuruması önlenir; kurumuş ekmekler sulanıp arasına konarak yumuşatılır. Sofra gibi de kullanılabilir. Evde kalmış iplerle örülür. Veya evde kalmış kumaşlarla dikilir.

Seccâde İslamiyet’in kabulünden sonra Türk dokuma türleri arasına giren seccâdeler, “farda” tekniği ile dokunur. İki yüzü de aynı görüntülüdür. “Saksağan” yanışı da tercih edilir. Heybe Çobanların içinde yiyecek taşıması, alış-veriş yapıldığında malzemelerin içinde taşınması, pınarlardan doldurulan kapların taşınması için kullanılır. Yörük hayatının vaz geçilmezleri arasındadır. Tülüce Çobanları soğuktan koruyucu yer yaygısıdır. Saçak yünler, ren renk boyanır. Geometrik desenler verilir. Yaz aylarında, yer sergisi olarak en çok tercih edilen dokumalardandır. Dışarısı için kullanılır. Savan Çulfalık tezgâhlarında dokunur. Savan, halı ve kilim üzerine serilen örtüdür. Bu örtü, 60-70 cm olan enin yen yene dikilmesi ile istenilen boyda yapılmaktadır.

Keçe Dünyada keçe üretimi ile ilgili günümüze gelebilen örnekleri Milattan Önce 6500 yıllarına aittir. Petersburg Hermitage Müzesi'nde bunlar sergileniyor. Evliya Çelebi, İstanbul'un Fatih semtinde Keçeciler caddesinde keçe imalatının yapıldığını ve keçecilerin yaşamlarını anlatmakta, ayrıca sarayın özel keçeler sipariş ettiklerine değinmektedir. Sarayın kullandığı yeniçeri başlıkları, serpuşlar, içlikler, çizmeler ve sefer çadırları da keçeden yapılmaktaydı. Antik Yunan edebiyatında Homeros, “İlyada” adlı destanında askerlerin keçe çizme ve başlıklarından bahseder. Roma dönemi Pompei harabelerinde bir villadaki duvar resminde işçiler, atölyelerinde keçe yaparken

363

betimlenmiştir. Keçenin, koyunun evcilleştirilmesi ile birlikte Orta-Asya’da ilk defa Türk boyları arsında yayıldığı tahmin edilmektedir. Orta Asya göçer kültürlerinde, keçe yaşamsal bir öneme sahiptir. Yaşadıkları çadırları, giysileri, yaktıkları ölülerinin külleriyle yüz yüze yapışık gömdükleri insan boyundaki totemleri, nazarlıkları hep keçeden yapılmıştır. Pazırık kurganlarından çıkan olağanüstü keçe örnekleri, keçe kültürünün en eski kalıntılarıdır. İslamiyet öncesinde ise, şaman kültürü keçeyi sağaltıcı ve büyü objesi olarak kullanmıştır. Dede Korkut destanında da keçenin önemi ve toplumsal katmanlar arasındaki simgeselliği çokça anlatılır. Yeni seçilen Kaan, üç kez keçe seccade üzerinde hoplatılarak kutlanırken, ok yarasına ana sütü, keçe ve dağ lalesi karışımı sürülürdü. Obalarda zenginler desenli beyaz, orta halliler beyaz, fakirler ise kara keçe çadırlarda yaşarken, ortak olarak hepsi çeyizlerinde keçeye ağırlıkla yer verirdi. Esnaf dayanışma ve kardeşlik hareketi Fütuvvet kanunlarının devamında 12. yüzyılda başlayan Ahilik hareketi, keçeciler ve debbağlar (deri işleyicileri) tarafından kurulmuştur Dokunmamışlar grubunda yer alan bir el sanatı ürünüdür. Yün yayda atılır. Çıkan yün, ayın çubuğuyla yuvarlanarak kenara götürülür. Çitriyle toplanmış bu yüne “dulup” adı verilir. Yapılacak keçenin boyunda yere serilen çulun üzerine, 10 cm. kalınlıkta duluplar yerleştirilip, birbirini tutması için üzerine su serpilir. Kalıplaşan keçe, yumruk büyüklüğünde döşenmiş taşlar üzerine serilir. Bir kenarı içe bükülür. Sıcak suyun içine, keçeler dökülür. Ayaklarla ezilir. Ezme ne kadar uzun sürerse, keçe de o kadar iyi olur. Keçecilik, günümüzde yok olma sürecine giren geleneksel el sanatlarımızdan biridir. Geçmişte ve günümüzde keçeden Yörükler keçe külah ve kepenek yaparken, Anamur Bahşiş Yörüklerinde yer döşemesi yerine yani halı ve kilim olarak kullanmaktadırlar. Bazı yerlerde keçe yastıklara da rastlamak mümkündür. Eskiden çadır kaplaması, kepenek, külah ve yer yaygısı olarak kullanılan keçeden artık günümüzde aklımıza gelen çok çeşitli süs eşyaları, aksesuarlar, şapka, kemer, deri v.s. yapılıyor

364

5.4. MUTFAK KÜLTÜRÜ

Mutfakların çeşit bakımından çok zengin olması, “uygarlık ölçüsünü gösteren en önemli kriterdir. Türkler mutfağı, yemek çeşitleri açısından oldukça zengindir. Bu zenginlik, mevcut yemeklerden üretilerek, farklı lezzetlere bürünüp karşımıza çıkmaktadır. Anamur’da da, yüzyılların verdiği köklü kültürünün etkisi ile kendine özgü yöresel yemekler, içecekler, yeşillikler, şifalı otlar ve içecekler ile ayrı bir mutfak kültürü oluşmuştur. Anamur’da sabah kahvaltısında, yufkadan daha küçük ve kalın olarak açılan sac ekmeği (bazlama) ile içine çökelek (keş), peynir veya kavurma et koyup yuvarlayıp dürülerek yapılan sıkma (çomaç) veya aynı içlerle hazırlanan sac börekleri yenir. Köylerde ve Yörük obalarında yemek yeneceği zaman yere, “somat” denilen dokuma yaygı serilir. Büyük kimse yemeğe önce başlar. Yemeklerde buğday önem taşır. Yöredeki düğünlerde, en çok sevilen yemekler ikram edilir. Kız tarafından gelen kadınlar abdest alır, besmele çeker, hamur yoğurup ekmek atarlar. Davarlar kesilir, düğün yemekleri pişirilir. Yörede düğün yemekleri; yahni, keşkek, etli pilav, etli kuru fasulye ve helvadır. Yörükler misafirperver insanlardır. Yöresel yemekler bölgede yetiştirilen sebzeler, biber ve domates salçaları, domates kurusu kullanılarak yapılmaktadır. Bölgenin kendine özgü yağları da vardır. Bunlar yerfıstığı, susam ve elde sıkma zeytinyağlarıdır. Ayrıca hayvanlardan elde edilen don yağı denen iç yağlarının ateşte kavrulup, sızdırılarak, dağ sonra da yağ güdüllerine doldurulan yağları da vardır. Yemekler ve böreklerde bu yağlarla birlikte arzu edilirse kıyma ve et ilaveleri ile yemekler zenginleştirilmektedir. Yörenin tereyağı ile susam, zeytin ve yer fıstığı yağları yapılan yiyeceğe özel bir tat ve çeşni katar. Yöredeki yemekleri şöyle sıralayabiliriz:

5.4.1. Çorbalar Türklerde yemek genellikle çorba ile başlar. Bu geleneği basılı ve yazma yemek kitaplarında da görmekteyiz. Meselâ, ilk basılı yemek kitabı olan ve 1844 yılında basılan “Melceü’t-tabbâhîn” adlı yemek kitabı “Çorba” çeşitleriyle başlar. XVIII.

365

yüzyılda yazılan bir yemek risalesinde ilk fasıl çorbalar olmuştur.217 Anamur’da ağırlıklı olarak bitki çorbaları yapılmaktadır.

Maş Çorbası Yöreye has bir bitki olan baklagiller soyundan maş ürününden yapılan çorbadır. Maş (Vigna radiata), baklagiller familyasından bir bitkidir. Tohumları, börülceninkine benzer. Yeşil, yuvarlak ve küçüktür. Maşın hücre yenileyici, dinlendirici ve güçlendirici özelliği vardır. Maş, Anamur’un dağ köylerinde ekilen bir bitkidir. Elde edilen maş ürünü mercimek gibi pişirilir. Ancak maş kabuklu mercimek gibidir. Maş, akşamdan ıslanır. Bir baş soğan rendelenir ve yağda pembeleşinceye kadar kavrulur. Domates salçası eklenir. Soğan, biraz da salçayla kavrulur. Üzerine maş konur, karıştırılır, üstüne su ve tuz eklenir. Yeterince pişirilir. Ve sıcak olarak servis yapılır. K.K.:7 Sugözü, Çukurabanoz, Boğuntu köylerinde halen maş bitkisi ekilmekte ve pazarda da satılmaktadır.

Yoğurt Çorbası Yoğurt Türk yemeklerinin önemli bir katığıdır, tuz yerine geçer bu yüzden Eski Türkler yoğurda tuzluk derlerdi. Yoğurtlu çorba deyince akla; yoğurtla, çorba malzemesinin birbirine karıştırılması değil; çorbanın yoğurtla terbiyelenmesi gelmelidir. Kırgızlar bu çorbaya “Ataka”adını verirler 218 Süzme yoğurt, pirinç, un, tavuk suyu, yumurta, nohut, tereyağı, nane ile yapılan bir çorbadır. Yoğurt, un, yumurta ezilip, tavuk suyu, nohut ve pirinç eklenip pişirilir. Tuz, çorba pişince eklenir yoksa yoğurt kesilir. Ateşi söndürdükten sonra yağda yakılmış nane yemeğin üzerine dökülür ve yemek servis edilir. K.K.:7

Tarhana Çorbası Refik Halid’in Üç Nesil Üç Hayat adlı kitabında, “ Derken bir sabah gözümüzü açardık ki damlar bembeyaz, bacalar duman püskürüyor, kar lapa lapa yağıyor. İçimizde biberli baharlı bir sıcağa, midemizde ise yükte hafif, kaloride ağır bir yemeğe

217 Günay KUT, Türklerde Besleneme Biçimi Dünü- Bugünü, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi 218 ÖGEL, a.g.e., s.21.

366

kuvvetle istek var. İşte o zaman tarhana derdik.” diye bahsettiği, Türklerin geleneksel çorbası olan tarhana, bugün bilinen ve hâlâ çok sevilen bir çorba türüdür. K.K.:28 Yörede de, yazın kaynatılıp kurutularak hazırlanan ayran ve süt tarhanaları ile yapılan çorbadır. Tarhana; dövülen ve kepeği alınmış olan buğdayın sudan geçirilerek, sütle beraber bakır kazanda pilav haline gelinceye kadar pişirilip, kurutulmasıyla oluşan bir yiyecektir. Tarhanalar kaynatılıp hazırlanarak, somatlarda (sofra bezlerinde) kurutulur. Kış veya diğer mevsimlerde çorba yapılır. Suda kaynatılarak hazırlanmış olan tarhana çorbasına, pişince yağda kızartılmış biber sosu ilave edilerek renklendirilir.

Karışık Otlu Çorbalar

Şehriye, pirinç, bulgur çorbası gibi çorbalara bol miktarda kurtulmuş veya o mevsimde yetişmekte olan taze doğal otların, pancar saplarının, ısırganın ilave edilmesi ile pişirilen çorbalardır. Çorbaların üzerine servis edilirken kekik, nane, karabiber gibi çeşitli baharatlar serpilerek lezzetleri artırılır. K.K.:28

Arabaşı Anamur’da ve birçok köyünde bilinen ve sevilen bir çorba türüdür. Arabaşının en önemli özelliği, arabaşı ile birlikte yenilmek için hazırlanmış olan hamurdur. Bu hamurdan bir miktar kâşıkla kesilip alınır. Sonra kâşık çorbaya daldırılır. Kâşık çorba ile doldurularak içilir. Tavukla yapılan bir çorbadır. Soğan yağda kavrulur. Didiklenmiş tavuk etleri, salçayla ilave edilir. İçine bulgur ve limon ilavesi yapılır. Piştikten sonra, yağda, pul biber ve nane kavrulup, üzerine servis yapılır. K.K.:37

Mollaç Katılaşmış mısır ekmeği ile yapılan bir çorbadır. Salça, soğan, biber yağda kızardıktan sonra, içine mısır ekmeği ilavesi yapılır. Su da ilave edildikten sonra iyice kaynatılır. Üzerine nane ekilip servis yapılır. K.K.:37

Topalak Çorbası Topalak yöre yaylarında küçük bir dağ bitkisidir. Bu bitkinin kökleri kazıldığında nohut ve fındık büyüklüğünde dışı kahverengi toprak renginde yumrular elde edilir. Bu yumrular, kabukları soyularak yenilir. Topalak çorbası adını bu

367

yumrulardan alır. Bulgur, kıyma, un, yumurta, salça, nohut, yağ, nane, tuz, limon ve soğan kullanılarak yapılan bir çorbadır. Akşamdan nohut ıslatılır. Leğen içerisine konulan bulgurun içine kıyma, un, salça, yumurta katılarak özleşme sağlanıncaya kadar yoğrulur. Bu karışım fındık büyüklüğünde yuvarlanarak tepsiye dizilir ve çorbanın ana malzemesi hazırlanmış olur. Yağda kavrulan soğana salça, biber ilave edilerek, kaynamış su dökülür. İçerisine ıslatılan nohut ile hazırlanmış çorbalık ilave edilerek pişinceye kadar kaynatılır. Pişerken rezene, kimyon katılabilir. Pişince nane ekilerek servis yapılır. K.K.:34

Un çorbası İki bardak un ile, biraz yağ, biraz su, kırmızı biber, nane ve tereyağı ile yapılan bir çorbadır. Tencerede ısıtılan yağa un ilave edilerek ateşte kavrulur. Soğuk suyu, kavrulan una ekleyerek hızlıca karıştırmaya devam edilir. Çorba kaynayıncaya kadar karıştırma sürdürülür. Tuz ilave edilir. Biraz daha kaynatılıp içine erimiş tereyağı ve içindeki nane ve biber ilave edilir. Bu işlem taslara konulduktan sonra üzerine konularak da yapılabilir. K.K.:34

Bulamaç Isıtılmış yağda soğanlar sararıp yumuşayıncaya kadar yaklâşık 3- 4 dakika karıştırarak sotelenir. Kıyma katıp, karıştırarak 5 dakika daha soteleyin. Una tavuk suyunu yavaş yavaş ve karıştırarak ilave edip, kıymaya katın. Kısık ateşte kaynama noktasına gelinceye kadar karıştırmaya devam edin. Kaynama noktasına geldikten sonra tuz ilave edip, 5 dakika daha pişirin. Karabiber serperek sıcak servis yapın. K.K.:7

5.4.2.Yemekler

Keşkek Gerek eskiden gerekse şimdi Türk mutfağında en çok beğenilen yiyecekler, börek ve çeşitleri, hamurdan yapılan tatlılardır. Bu tür yemek türlerinin aynı zamanda tören yemekleri olarak tercih edilmiştir. Et ise çoğunlukla bulgur, pirinç, buğday, hamurla birlikte yapılır. Döğülmüş buğdayla yapılan et yemeklerinden birisi de yine geleneksel Türk mutfağına aittir. Arapçası “herise” olan bu yemek, Türk halkı arasında “keşkek” olarak bilinir. Bu yemek de yine tören yemeklerindendir. Eski metinlerde,

368

özellikle mesnevilerde, evlenme törenlerinde yapılır ve “herise” olarak geçer.219 Keşkek, yahnili ve yoğurtlu olmak üzere iki türlü yapılmaktadır. Düğünlerde, cenazelerde, törenlerde, şenliklerde yapılan yöresel bir yemektir. Bir gün öncesinde, buğday dibeklerde dövülüp, “dövme” adı verilen yiyecek yapılır. Sonra güneşli bir yere serilip kurutulur. Kuruduktan sonra, kabuklan ovularak ayrılır. Akşam, pişirilmeden önce ıslatılır, suyu süzülür, bol su konularak dövme beyazlaşıncaya kadar iyice yıkanır, suda 2-3 saat bekletilir. Sonra pişirilir. İsteyen yoğurtlu hazırlar üzerine kekik ve nane koyarak servis yapar. Yahnili isteyen kemikli kızartılmış et, soğan, nohut ve kırmızı biber karışımı ile sulu et olarak döğmenin üzerine koyarak servis yapar. Çorbanın pişme süresi dört saattir. Döğmelerin, tereyağında kavrulması gerekmektedir. Her üç su bardağı suya, beş yüz gram döğme ilâve edilir. Tuz bir yemek kaşığı, tereyağı yüz gramdır. Keşkek yemeğini mısırdan yapmak esastır. Buğdaydan da yapılır. Keşkek, buğdaydan da yapılabilir. Buğday keşkeğinde, buğday akşamdan ıslanarak su çekmesi, yumuşaması sağlanır. Tencereye veya kazanlara alınıp haşlanır. Özlü hale gelince altındaki ateş alınır. Tabaklara konulur. Üzerine ısıtılmış tereyağı, yoğurt ve nane eklenerek yenilebilir. Haşlanmış et ilavesi ile de lezzetli olur. K.K.:42

Övelemeç (Doğramaç) Doğramaçlar çocuklar için kolay bir karın doyurma yöntemidir. Evde yemek olmadığı zamanlarda acıkan çocukların karnın doyurmak için hazırlanan bir yemek türüdür. Evde bulunan kadınlar sütün veya ayranın içerisine biraz katılaşmış darı bazlamasını ellerinin içinde övelemek (ovalayıp-doğramak) suretiyle attıklarında yemeğin adı süt doğramacı, ayranın içine attıklarında bu yemeğin adına da, “ayran doğramacı” denir. Sonrada kâşıkla çorba gibi övelemeç (doğramaç) içilir. Bazen darı ekmeği olmadığında kurutulmuş katı yufka ekmeği ile de aynı şekilde hazırlanır. İştah açması için süt doğramaçlarının içine biraz şeker de ilave edilir. Aynı isimle alınan bir yemek daha vardır: Mercimek yıkanır ve bir tencerede bol suda haşlanmaya bırakılır. 30 dakika pişirilir. Bu arada, bir tepsiye konulan una tuz eklenir. Tepsideki una bir elin parmak uçlarıyla su serpilirken diğer el ile karıştırılarak hamur parçacıkları oluşturulur. Bol suda haşlanan mercimeğin içine hazırlanan hamur parçacıkları yavaş, yavaş ilave edilir ve karıştırılarak pişirilir. Pişen övelemeç geniş bir

219 KUT, a.g.m., s.3.

369

tepsiye dökülerek soğutulur. Diğer taraftan soyulup ezilen sarımsak biraz sulandırılmış yoğurtla karıştırılır ve tepsideki soğutulmuş övelemecin üzerine ilave edilir ve karıştırılır. Daha önceden küp şeklinde doğranıp, yağda kekikle birlikte kızartılan ekmekler servis tabaklarına konulan yemeğin üzerine serpiştirilir. Bazıları peziği ince, ince doğrayıp hamurla birlikte tencereye ekler ve pişir. Bazıları yemeğin rengi çok koyu olmasın diye mercimeğin haşlama suyunu değiştirir. K.K.:42

Batırık Düğürcük denilen ince bulgur ile hazırlanan yöresel yiyeceklerden birisidir. Bir soğan doğranır. Biraz kırmızı biber, salça hep birlikte kavrulur. Bulgur da koyulur. Kaynamış su katılır. Ayrı bir yerde bir sahan soğan ufak doğranır. Kış mevsiminde, batırığa kavurma da ilave edilebilir. Soğanla birlikte domates, biber, maydanoz doğranır. Bir tava salçalı yağ karıştırılır. Kalan soğan üzerine serilir. Geride kalan yağ, üzerinde gezdirilir. Ekşi sevenler için içine erik ekşisi de koyulabilir veya ayrı bir kapta sofraya getirilebilir. K.K.:42

Kısır Batırıktan başka kısır denilen bir diğer bulgur köftesi daha vardır. Bir tepsi içerisinde bulgura salça ilave edilerek, kaynak bulgur suyu ilavesi, tuz eklenerek ovulur. İçlikleri katılarak iyice yoğrulur. İçlikler yağ, domates, marul, maydanoz, pul biber, kuru soğan, karabiber, ekşiden meydana gelir. Bunların da eklenmesi ile iyice yoğrulup, eriyince sıkılarak servis yapılır. Marul, çeşitli turşular ve söğüşlerle birlikte yenilir. Batırıktan farkı ceviz, fıstık, susam, melengiç gibi maddelerin kavrulmuş ve çekilmiş(dövülmüş) tozlarının ilave edilmemesidir. K.K.:7

Ağız Yavrulayan ineğin sağılan ilk sütünden elde edilen yiyecektir. Üzerine şeker atılarak yenilir. Ağız karşımıza ilk olarak Oğuz Kağan Destanı'nda karşımıza çıkar. Eski Türkçede ağuz, avuz şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Kültür etkileşimi sonucunda Kore diline ''uguri'' şeklinde geçmiştir. Çuvaşça da ise karşımıza ses değişimi sonucunda ''şevar'' şeklinde çıkar 220

220 ÖGEL, a.g.e., s. 9.

370

Çilbir (Çılbır) Avlanan çeşitli kuş etlerinin ufak ufak doğranıp tencerede soğanla birlikte bir miktar da yağ ilave edilerek kavrulmasıyla oluşan yemeğe çilbir denir. K.K.:7

Saç Tava Saç ve fırın tavalarına etin sebzelerle birlikte doğranıp, iç yağında pişirilmesiyle elde edilen bir yemektir. Evde sac içerisinde yapılmışsa “saç kebabı”, fırın tavasında yapılıp fırında pişirilmişse “fırın kebabı” adını alır. Anamur insanı yaz mevsiminde Ermenek ilçesi Zeyve pazarına özel olarak kebap yemek için gider. K.K.:7

Tantuni Ekmek arası kebaplardandır. Tantuninin kıyması elde hazırlanır. Ekmek arası veya ev ekmeği arasına konularak yenilir. Ateş üzerinde su ile kavrulan kıyma ekmek arasına koyulup, üzerine domates, maydanoz ilave edilerek ve limon sıkılarak yuvarlak sıkma yapılıp yenir. K.K.:37

5.4.3. Börekler ve Sıkmalar Yörük yiyecek kültüründe en önemli yeri ekmek ve ekmekle yapılan börek ve sıkmalar tutar. Sıkmalar ve börekler genelde yoğrulmuş hamurun senid üzerinde oklava ile açılması ve ateş üzerine ekmek şişi ile taşınarak saçta pişirilmesi ile yapılmaktadır. Yörede börekler darı (mısır) unu ile yapılan börekler, buğday unu ile yapılan börekler olmak üzere ikiye ayrılır. Mısır unu ile yapılan böreklere kapama denir. Mısır unu hamurundan alınan bezeler senit üzerinde taptaplayarak açılır.25–30 cm. çaplı olarak açılan iki hamur bazlamanın birinin üzerine daha önceden hazırlanmış olan keş (çökelek)li, peynirli, maydanozlu ve ot karışımlı iç konulur. Diğer bazlama alınıp iç konulan bazlamanın üzerine konulur. Kenarları güzelce sıkılıp kapatılarak ateş üzerindeki sacda çevrilerek pişirilir. Pişirilen kapamaların üzerine bölgenin davar, koyun yada inek tereyağı sürülür. Bal ile birlikte servis edilir. Hazırlanmış olan bazlamanın yarısına kadar iç konulup, diğer yarısı için üzerine çevrilerek hamur kapatılıp sacda pişiriliyorsa, piştikten sonra da tereyağı ile yağlanıyorsa bunun adı börek olur. Börekler mısır ununun yanı sıra buğday unundan da yapılmaktadır.

371

Sıkma Keş (çökelek)li, peynirli, maydanozlu, ot karışımlı iç yada patates önceden hazırlanır. Ateşte 30–35 cm. çaplı hazırlanmış ve pişirilmiş olan bazlamalar içerisi yağlandıktan sonra iç konularak sarılır. K.K.:37

Katmer Hazırlanmış olan buğday bazlama hamurunun içerisine şeker, pekmez veya bal konulup ateşte pişirilirse bu yiyeceğin adı katmer olur. Böreklerin içerisine baklanın, ısırganın, töğmekenin taze yaprakları da konur. Hazırlanan içlere doğranır. K.K.:41

Kömbe (Küllü Çörek) Hazırlanmış olan hamura biraz da kabarması için karbonat ilave edilir. İyice yoğrulup, ekmek şeklinde biraz açılarak hafif kömürlü kızgın külün içine gömülür. Kendi kendine şişip, pişirim sağlanır. K.K.:41

Kapama Mısır unu yoğrulur, elle taptaplayarak açılır. İki yuvarlak bazlama açılarak birinin üzerine keşli, peynirli, maydonoz karışımı iç konur, diğer bazlama onun üzerine kapatılarak sacda pişirilir. Pişen kapamalar tereyağı ile yağlanarak kesilir, üzerine bal dökülerek servis yapılır.K.K.:37

5.4.4. Bitki Yemekleri Ülkemizde, tabiat şartlarının bitkileri yetiştirmek için en uygun olduğu bölgelerden biri de, Akdeniz’dir. Anamur’da bitki çeşitliliğinin bu kadar zengin olması doğaldır. Doğada kendiliğinden yetişen birçok ot, yemeklerin yanında yeşillik ve salata yapılarak tüketilir. Birçoğunun da çay gibi demlemesi yapılarak içilir. Sumak, soğan ile birlikte salatası da yapılır. En çok görülen bitkiler; kuzukulağı, ısırgan, roka, maydanoz, gölevezdir. Kuzukulağı, çayırlık yerlerde, sulak arazilerde yetişir. Ispanağa benzer, rengi yeşil, kahverengi tonlarındadır. Isırgan, pirinçli, şehriyeli çorbalara nane ile birlikte ya kuru, yada taze olarak ufak parçalar halinde doğranıp ilave edilerek pişirilir. Ayrıca börek içine katılır. Haşlanıp robottan geçirilerek unla birlikte çorbası yapılır.

372

Roka, yaprakları turp yaprağına benzeyen bir bitkidir. Salata olarak veya tava ve ızgarada pişirilmiş balık yemekleriyle birlikte yenir. Ayrıca, servis tabaklarının süslemesinde de kullanılır. Maydanoz, her türlü salata ve yemekte kullanılır. Kök maydanozda ıtırlı bir yağ bulunduğundan bazı soslarda ve yemek sularında bu köklerden yararlanılmaktadır. Yörede bitki yemekleri, “zeytinyağlılar” olarak geçer. Yüzyıllar boyunca Türkler, sofralarında çorba, tencere yemeklerini, pirinç pilavı ve börek türlerini ana yemek olarak eksik etmemişler, zamanla bu yemeklere zeytinyağlı yemekler de katılmış ve sofra zenginleşmiştir. Zeytinyağlı yemeklerin hangi yüzyılda sofrada yer aldığını söylemek oldukça zordur. 18. yüzyılda yazılan, daha evvel adı geçen yazma “Yemek Risalesi”nde bir zeytinyağlı yemekler faslı olmaması dikkat çekicidir. “Melceü’ttabbâhin”de ise, kitabın 9. faslı zeytinyağlı ve sağyağlı dolmalara ayrılmıştır. Yine zeytinyağlı sebzelerden söz edilmez. Başka kaynaklarda “zeytinyağlılar” sözüne, Türkçede ilk kez, Harzemşahlar döneminde yazılmış olan, Arapça- Türkçe “Mukaddimet’ul Edeb” adlı sözlükte rastlanmıştır. 221 Yöredeki zeytinyağlılar, yörede en çok yetişen bitkilerden yapılmaktadır.

Turp Otu Yemeği Kış mevsimi geldiğinde tarla ve bahçelerde kendiliğinden turp otu denilen bir bitki çıkar. Bu bitkiden çeşitli yemekler yapılabildiği gibi, salataları da yapılır. Bıçakla yer seviyesinden kesilen turp otları güzelce yıkanarak tencerede haşlanır. Suyu süzülerek bir tepsiye alınır. Üzerine bolca limon sıkılır, dövülmüş sarımsak ve tuz ilave edilerek, zeytinyağı da gezdirilerek yemeklerin yanında salata olarak yenilir. Bir diğer yemek çeşidi de, turp otunun ıspanak gibi doğranarak kavrulmasıyla elde edilir. da Ot haşlandıktan sonra tencere içerisinde soğan kavrularak, salça eklenir. Kızaran sosa doğranmış turp otu ilave edilerek pişirilir. Tabaklara alınan yemeğe limon ilave edilerek yenilir. Anamur’un yufka ekmeği ile yenilen turp otu yemeğinin lezzeti daha güzel olur. Ispanakta olduğu gibi kavrulmuş turp otunun üzerine sarımsaklı yoğurt ve yağda kaynamış biber sosu ilave edilerek de yenilebilir. Ya da, turp otu haşlanıp soğanlı, salçalı, kırmızı biberle birlikte kavrulup pişirilir. Piştikten sonra kavrulmuş ve

221 Nihal Kadıoğlu ÇEVİK, Türk Mutfağının Akdeniz Mutfak Kültürünün Genel Özellikleri Yönünden Değerlendirilmesinin Önemi, 5. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bilgileri, Kültür Bakanlığı, HAGEM Yayınları, Ankara, 1997, s.17.

373

dövülmüş susam(küncü), sarımsak, limon suyu ilave edilerek servis edilirse bunun ismi susamlı turp otu yemeği olur. Taze sürgünleri de dış kabuğu soyulmak sureti ile bahçe ve tarlalarda çiğ olarak yenilir. K.K.:7 Ebeğümeci Yemeği Doğal olarak tabiatta yetişen ve tarlalarda toplanan ebegümeci bitkisi ıspanak gibi yemeği yapılarak bölgede yenilen yemekler arsındadır. K.K.:42 Semizotu (Töhmeken) Doğal olarak tabiatta yetişen ve tarlalarda toplanan semizotları yemeği yapılarak yenilir. Ayrıca cacık yaparken içerisine salatalık yerine doğranarak da tüketilir. K.K.:42 Böğrülce (Ülübü, Börtmesi, Fıstık Haşlaması) Bölgede fasulye gibi yetişen hem yerli, hem de ziraat börülcesi denen iki tür sebze mevcuttur. Yerli börülceler, 15 santimetreye kadar büyürken ziraat börülceleri 60–70 santimetre uzunluğa kadar ulaşır. Bu sebzeden taze fasulye gibi yemek yapıldığı gibi, kış mevsiminde kurutulmuş börülce içinden kuru fasulye gibi yemek yapılır. Ayrıca yerli börülcenin içlenmiş olanları tencerede haşlanır. Tepsilere alınır. Üzerine bol miktarda limon sıkılıp, tuz atılarak yenilir. Bu şekilde yenilmesine, “börtme” adı verilir. Börtme yer fıstığından da yapılır. Yer fıstığı topraktan çıkarılıp güzelce kabuklu olarak yıkanır. Sonra bir çuval içine konularak üzerinde hafifçe gezilip, yer fıstığının kabuklarının çatlaması sağlanır. Tencereye koyularak, bir miktarda tuz ilavesi ile haşlanır. Bu yiyeceğin adı da fıstık haşlaması veya börtmesidir. Börülceler bir de şu şekilde yapılır: Önceden, böğrülceler haşlanır. Tencereye soğan ve yağ konulur soğanlar pembeleşinceye kadar kavrulur kavrulduktan sonra bir adet domates doğranır, domatesler birkaç kez karıştırıldıktan sonra kırmızı toz biber ve tuz eklenir haşlanmış böğrülceler katılır kısık ateşte 10–15 dakika pişirilip sofraya koyulur. K.K.:42 Gölevez Gölevez, Anamur ve Bozyazı ilçelerinde bol miktarda yetişen patates türü yumrulu bir bitkidir. Yumruları yumurta büyüklüğünden üç-dört kilograma kadar çıkabilen bir bitkidir. Esasen “Bozyazı Gölevezi” adı ile ün yapmıştır. Kış mevsimi geldiğinde gölevez bitkinsin kökleri çıkarılıp üst yapraklı kısmı atılır. Yumrular kendi kendisine patates gibi kuruyabilir ve özelliği kaybolmaz. Yumrular soyulur. Soyulmuş

374

olan yumrulara bıçağın ağzı bir miktar girdirilerek parçalar halinde kopartılarak yemeklik gölevez hazırlanır. Çiğ olarak kesinlikle yenmez, kekredir. Kekremsi olmaması için, patatesin sulu yemeği gibi pişirilirken, pişme kıvamına geldiğinde bir kâşık sıkılmış limon suyu ilave edilerek bir miktar daha kaynatılması gerekmektedir. Tabaklara alınan gölevez, üzerine limon ilavesi ve karabiber serpilerek yenir. Gölevez bitkisi ayrıca Kıbrıs’ta “Golakaz” adı ile bilinmekte ve yetişmektedir. Aynca etli, nohutlu veya kuru fasulyeli de pişirilebillir. Aynca gölevez kızartması yapılır, üzerine cevizli, sarmısaklı ekşili tarator yapılır, kızartılan gölevezlerin üzerine dökülerek servis yapılır. K.K.:37

5.4.5. Tatlılar Heleş: Yaz mevsiminde kurutularak hazırlanmış olan incir kurularından veya açılarak kurutulmuş incirden(kak) hazırlanan bir yiyecektir. Ateşte pekmez ile incir birlikte pişirilir. Susuz bir hale getirilinceye kadar kaynatılarak heleş hazırlanmış olur. Pekmez yerine şeker de kullanılır. Kavanozlara doldurularak kışlık olarak da saklanabilir. Heleşler sıcak olarak tavada ısıtıp üzerine de iç ceviz dökülerek yenirse daha lezzetli olur. K.K.:7 Samsıra Anamur’da hazırlanan hem besleyici ve doğal, hem de çok tatlı bir yiyecek türü de samsıradır. İki ölçü susama, bir ölçü pekmez tavaya aynı anda konularak, ateşte kavrulur. Bir yandan da hafifçe karıştırılır. Ateş üzerinde pişmeye yakın akideleşme kokusu alınır. Bir-iki dakika daha pişirilme işlemine devam edilir. Elde edilen karışım, düz bir tahta üzerine dökülerek, yayılır. Yayma işleminde sıvının kalınlığının 0,5 ile 1 cm arasında olmasına ve düzgün bir şekilde yayılmasına dikkat edilerek soğumaya bırakılır. Soğuduğu zaman katılaşma meydana gelir. Soğumuş olan samsıra istenilen büyüklüklerde kesilerek servis edilir. Akdeniz iklim bölgesi olan Anamur’da samsıranın katılaşmasının sağlanması için pişme anında içerisine bir miktar toz şeker ilave edilir. Sadece toz şeker ve susam ile de ya da bal ile susamdan samsıra da yapılmaktadır. Samsıra soğumaya bırakıldığında üzerine uygun aralıklarla ceviz, badem, fındık ya da yer fıstığı konulabilir. Kahvaltıda veya yemekten sonra tatlı olarak yenir. K.K.:41

375

Bulamaç- Palize Geçmişte katıkların az olup insanların yiyecek bulmada zorlandığı dönemlerde en kolay yiyeceklerden bir de bulamaçtı. Bir miktar yağ ve suyun içerisine un katılıp karıştırılarak yapılır. Ateşte karıştırılarak pişirilir. Baharat da ilave edilir. Bir miktar nişastayı aynı şekilde pişirip, biraz da şeker ilavesi ile biraz daha katı hazırlanarak elde edilen bulamaç ise “palize” adlını alır. Palizeler, günümüzde tavukgöğsü olarak anılan hazır yiyeceğe çok benzer. Muhallebilerden farklı olarak palizeler süt katılmadan yapılır. K.K.:41 Un Helvası Yörede yetişen fıstık yağının dibe çöken, “çökre” denilen kısmı ile un ve şeker ile hazırlanan bir helva cinsidir. Üçü bir arada tavada pişirildikten sonra lokmalar halinde kâşık ile kesilerek tabaklara konup servis yapılır. K.K.:42 Bal Kabağı Tatlısı Bal kabağı yıkanıp, çekirdekleri çıkarılıp, kalınca soyulur. Etli kısımları da iri parçalar halinde doğranarak tepsiye dizilir. Ya da genişçe bir tencereye yerleştirilir. Üzerine bolca toz şeker serpilir. Bir çay bardağı su ilavesi ile ateşte pişirilir. Kısık ateşte kabaklar suyunu çekinceye kadar pişirme işlemine devam edilir. Soğuduktan sonra servis tabaklarında üzerlerine kırılmış ceviz içi ilave edilerek yenir. K.K.:41 Gaygana Derin bir kabın içine kırılan yumurta iyice çatalla çırpılır. Nişasta ve tuz eklenerek çırpmaya devam edilir. Tavada eriyen ve kızan yağa omlet gibi dökerek iki yüzü kızartılır, servis tabağına alındıktan sonra üstüne bal veya şerbet dökülür. Ya da, tavada hafifçe yağ ilave edilmiş pekmez kaynatılır. İçerisine istenilen kadar yumurta kırılarak pişirilerek yenilir. K.K.:37

5.4.6. Çerezler ve Atıştırmalıklar Gavurga Çayla beraber ikram edilen, bir yiyecektir. Mısır, buğday, yer fıstığı, nohut, çavdar, arpa, küncü(susam), melengiç(çıtlık) bir tavada kavrulur. Pişme kıvamına gelince bir miktar su atarak, tuz serpilir. Biraz daha ateş üzerinde çevrilen kavurgalar tabaklar alınarak misafirlere ev halkına ikram edilir.

376

Patlamayan (darı) mısırlardan da kavurga olur. Nohut kavurgası yapmak için önceden nohut bir müddet suda bekletirse daha yumuşak bir kavurga olur. Yazın kurutulan kabak, karpuz çekirdekleri de kavurga olur. Bütün bu kavurgaların yanına kayısı çekirdeği, kurutulmuş kak inciri, keçi boyunuzu, badem ve ceviz de ilave edilerek de gavurga yapılır. Yöre eğlencelerinde, toplantılarında çerez niyetine ikram edilir. Gavurga, kış günlerinin yiyeceğidir. K.K.:7 Kavut Kavutlar genelde çoban azığı olarak da anılır. Bölgede yetişmekte olan susam, yer fıstığı gibi ürünlerden hazırlanan güzel bir ekmek katığıdır. Kavrulmuş olan susam ve yer fıstıkları el dibeklerinde dövülerek ince toz haline getirilir. Toz haline getirilen fıstık ve susama yine dibekte dövülerek inceltilen bir miktar toz şeker ilave edilerek iyice karıştırılır. Kavut hazır hale gelmiş olur. Çobanlar, ava, tarlaya, çifte, çubuğa çalışmaya gidenler hazırlanan kavutlarla birlikte yufka ekmeği de alarak güzel bir çomaç (dürüm) yaparak acıktıklarında yerler. Kavutların içine dövülerek badem, ceviz de ilave edilebilir. K.K.:37 Turunç Reçeli Turunçlar yıkanır, rendelenir. Turunç kabukları düzgün dilimler yapılır. Sarı kısımları dışarı gelecek şekilde kıvrılıp iğne ile ipe geçirilir. Genişçe bir kaba suya ıslatılır. Her gün suyu değiştirilir. Bu işlem 6 gün boyunca devam eder. Yedinci gün kaynatıp soğuk suya üç gün ıslanır. Düzenli olarak suyu değiştirilir. Dördüncü gün şekerini üzerine dökülüp, ateşte pişirilir. Reçel kıvamına gelmeye başlayınca, ipi kesip çıkarılır. Bir limonun suyunu sıkıp, 3–4 taşım kaynatıp ateşten alınır. K.K.:7 Pelug Yârim bardak yağ tencerenin içerisine dökülür. Yağın içerisine 3 bardak un ilave edilerek un sarı renk alıncaya kadar kavrulur. Kavrulduktan sonra pekmez dökülüp sıcak sıcak yoğrulur ve yuvarlak şekil verilerek sofraya konulur. K.K.:41

5.4.7. İçecekler Ayran ve şerbet çeşitleri Anamur’da en çok tercih edilen içecekler arasındadır. Bu içecekler, Türklerin kendi buluşlarıdır. Gerek ayran, gerekse yoğurt bütün Türk dünyasının ortak malıdır. Kenger ve kahvesi, karsambaç, heleş ve samsıra da içecekler arasındadır. K.K.:11

377

5.5. ÇOCUK OYUNLARI VE OYUNCAKLARI

5.5.1. Çocuk Oyunları

Hayal dünyasının kapılarını aralayan en etkili anahtar, çocuk oyunları ve oyunlara eşlik eden oyuncaklardır. Bruner’e göre çocuk, bir oyuncudur ve tezini bunun üzerine geliştirir. Bu bağlamda, “çocukluk” demek, “oyun” demektir. Anamur altı yüz yıla yakalaşan Türk hâkimiyetinden bu yana, bir Türk ili olama özelliğini korumuş, bu topraklar üzerinde Türk çocukları kültürümüzün bize kazandırdığı çerçeve içerisinde çeşitli çocuk oyunları oynamışlardır. Anamur’da, Yörük çocukları koyun güderken, dağda kırda, bayırda çeşitli eğitici, eğlendirici, ders vermeye veya cezalandırmaya yönelik çeşitli oyunlar oynanmaktadır. Bu oyunlar, iki kişi arasında olabildiği gibi, guruplar ve takımlar arasında da olabilmektedir. Gurup ve takım oyunlarında eş seçimi oyundan önce, oyunun kazanılmasına yönelik ilk aşamadır. Eş seçiminden sonra ise sıra oyuna ilk başlayacak kişinin veya gurubun tespitine gelecektir. Eş seçimi birkaç türlü yapılmaktadır. Bunların en başında sayışmalar, yağlı- yağsız, yazı-tura ve sıra ile eş alma gelmektedir. Ayrıca, her oyun için de çeşitli yollarla ebe seçimi yapılmaktadır. Bunun için de ağırlıklı olarak sayışmalar kullanılmaktadır. Sayışmalar, çocuk edebiyatının parçaları ve zekâ örnekleridir. Bünyelerinde ritmik melodileri de barındırdıklarından, ezberlemeleri kolay, uygulanması eğlenceli ve unutulması zordur. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Huzur” adlı romanında, “Zamanın ritmi, yaşama zarûretiyle bizi değiştirse de, hayat devam etmesini bilir. Melodili çocuk oyunu, yüzyıllar önce olduğu gibi şimdi oynanmakta, yüzyıllar sonra da oynanacaktır. Her şey değişecek, fakat o kalacaktı ve olduğu gibi kaldığı için biz de, bir yığın değişiklik üstünden yine eskisi olarak kalacaktık.” der ve bu sürekliliği hayatın mucizesi olarak görür. 222 Tekerleme, sayışma, çocuğun dilsel bellek gücünü artıran, pratik bir dil kazandıran yapılardır. Sayışmaları, tekerlemeler içinde ayrıntılı olarak değerlendirdik. Anamur’da, çocuklar arasında oynanan oyunları da şöyle sıralayabiliriz:

222 TANPINAR, a.g.e., s. 275.

378

Babıç Kapma Ortaya bir ağaçtan kazık çakılır, bu kazığa ip bağlanır. Oyuncular ayakkabılarını çıkarır, kazığın yanına korlar. Herhangi bir hayvanın dışkısı da kazığın yanına konur. Oyuncuların en açıkgözünün eline ipin bir ucu verilerek ayakkabıları koruma görevi verilir. Oyuncular, değnekle ayakkabı bekleyeni dürter veonları kapmaya çalışırlar. Ayakkabıları koruyan da ipi bırakmadan, onları kapmaya çalışanları yakalamaya çalışır. Yakalarsa, babıcı bekleme görevi yakalanana verilir. Son ayakkabı da kapılırsa eli ipte olan kişi kazığın yanına konan dışkının hayvanına göre ses çıkarır. Yani öküz dışkısı varsa böğürür. At dışkısı varsa kişner (..vb) Bu oyun, ağırlıklı olarak Kaşdişlen’de oynanmaktadır. K.K.:9 Beş Taş Oyuncu taşları avuç içinde tutar. Diğer oyuncu yine bu taşların birini ebe olarak belirler. Avuç içinde bulunan taşlar, havaya atılıp elin tersinde grup halinde tutulmaya çalışılır. Taşlar el üstünde tutulurken, düşürülmemeye dikkat edilir. Elin tersine alınır. Elin değişmemesi için, ebe taşının mutlaka el üstünde bulunması ve yanında diğer taşlardan birinin mutlaka bulunması gerekir. Oyuncu tekrar ebe taşı ile beraber diğer taşı veya taşları havaya ayıp avuç içi ile kapmak, havada yakalamak zorundadır. Eldeki bütün taşlar yere düşürülene kadar bu işlem tekrar edilir. K.K.:9 Bir Kol Bir Can Bu bir top oyunudur. Karşılıklı çizgiler çizilir. Çizgilerin dışında yer alan oyuncular topu karşılıklı olarak biri birine atarak ulaştırırılar. Bu ilk üç atıştan sonraki atışlarda çizgi arasında bulunan diğer oyunculara topu çarptırarak paslaşmaya çalışırlar. Bunun adı vurmadır. Amaç rakip oyuncuya topu vurmak suretiyle onu diskalifiye etmektir. Gruptan vurulanlar oyun dışı kalır. Bu oyun da grup oyunları içerisinde yer alır. En az yedi sekiz kişi ile oynanır. Oyunun kurallarını ve oynanış şeklini bilen bir kişinin olması oyunun oynanabilmesi için yeterlidir. Genelde oyunu hiç oynamamış kişiler ile oynanır. K.K.:9 Bışşık “Bışşık” tabiat taklidi sestir. Bu oyun genelde kış eğlencelik oyunu olarak oynanır. Yanağın sıkılmasına dayanan bir oyundur. Yanaklar, “Bışşık” diyerek sıkılır.

379

Bu oyun, en az yedi sekiz kişi ile oynanır. Genelde oyun, hiç oynamamış kişiler ile oynanır. Bazen büyükler, bazen küçükler veya karışık şekilde oynanır. Oyunun kurallarını bilen iki çocuk dışarıya gidip veya öbürlerinin durumu kavramasına fırsat vermeden bir bahane ile başparmaklarının iç kısmına siyah sürüp gelirler. Bu iki kişi grubun değişik iki arasına otururlar. Sonra da oyun oynama teklifinde bulunurlar. Ellerini kimseye göstermezler. “Gelin çocuklar bir oyun oynayalım” diyerek, diğer çocukların veya oyuna katılacak olanları ilgisini çekerler. Diğerleri “Ne oynayalım?” diye sorunca “Bışşık” oynayalım derler. Oyunu bilen iki kişi oyunun kurallarını açıklarlar. Herhangi bir yerden başlayıp yandakinin hafifçe “bışşık” diyerek suratının sıkılacağını söylerler. İlk çocuk, yanındakinin suratını sıkarak “bışşık” der. Sıra, ikinci, üçüncü çocuğa gelir. Oyun aynı şekilde devam eder. Ellerinde kara olan iki çocuk da yanlarında oturan ve oyunu daha önceden oynamamış kişileri yüzlerini “bışşık” diyerek sıkar. Bu sırada başparmakları içinde bulunan kara çocuğun yüzüne bulaşır ve yüzünü karartır. Her sıra gelişinde ellerinde kömür karası olan çocuklar yanındakinin yüzünden değişik bir yeri sıkıp “bışşık” dedikçe, grup içindeki iki çocuğun yüzleri değişmeye ve acayip şekiller almaya başlar. Grup içinde bunu gören ve seyredenler bu komik durumu görüp gülmeye başlarlar. Suratları kararmış olan çocuk, kendi yüzünü görmez, ancak, grup içinde yüzü kararan diğer kişiyi gördüğü için onlarda gülerler. Uzun süre oyunculardan birsi açık vermediği sürece oyun bu şekilde sürer gider. Bir müddet oyun sürdükten sonra yüzü kara olanlara “Ne gülüyorsun, git bakalım sen kendine aynada bak” denir. K.K.:9 Cıngırtlak Ortadan sabit bir direğe oturtulmuş dairevi olarak dönebilen tahtaravallidir. Oyundan çok, eğlence aracıdır. Türk Kültür tarihinin içerisinde, konargöçer olarak yaşayan Anamur'daki Yörüklerin yaylalara çıktıklarında gönüllerini hoş tutmak, yaylanın serinliğine hoş bir seda katmak, hayatı yaşanır ve eğlenceli kılmak amacı ile ürettikleri güzel bir eğlence kaynağıdır. Cıngırtlak yaylalarda düz çayırlıklara kurulan bir küçük ve ince dikme ile uzun sırıktan meydana gelir. “Sübelek” denilen ağacın boyu, bir buçuk metre civarındadır. Bu ağacın çapı ise yirmi santimetre civarındadır. Sübelek ağacının üst kısmı sivriltilir. Bu ağaç parçası, yaylanın orta yerine 30–40 santimetre kadar gömülerek sağlamlaştırılır. Sübelek üzerinde döner ağaç olarak kullanılacak ağaç, sedir ve köknar ağacından seçilir. Uzun dönecek ağacının denge

380

noktasına, sübeleğin rahatlıkla girebileceği bir delik açılır. Ağaçların hazırlanmasından sonra, sıra yağlama işine gelir. Yayla ağaçlarının çırasından çıkarılmış katran ve kömür ile sübeleğin üst kısmı yağlanır. Sonra döner ağaç, sübeleğin üzerine kapatılır. Cıngırtlak ağacı, sübeleğin üzerine geçirilip iki kollu bir pervane oluşturulmuş olur. Büyüğünden küçüğüne, kadınından erkeğine cıngırtlağa binmek için sıraya girilir. Ayaklar zaman zaman yere vurularak dönüş hızlandırılabilir. 223 K.K.:13 Cika(Lek) Oyun için seçilen taşa cika (lek) adı verilir. Oyun dört kişi tarafından da oynanır. Çocuklar oyun başlamadan önce cika sayısının kaçta biteceğine uzlaşarak karar veririler. Büyük yuvarlak bir taş bulunur. Bu taş, bir bilyenin yedi sekiz kat büyüklüğünde olmak zorundadır. Oyuncular ellerindeki küçük taşlarla cikayı vurmaya çalışırlar. Bir çizgi çizilir. Bu çizgiden 4–5 metre uzağa cika taşı konur. İlk atışı yapmak için iki çocuk aralarında sayışma yapar. İlk atışı yapmaya hak kazanan oyuncu oyunu başlatır. İlk yerinden başlayarak ilk atışı yapan çocuk ayak ile bir-iki-üç diye cikayı ne kadar hareket ettirebilmiş ise sayar. Cikaya ikinci atışını yapar. Hareket ettirebilmişse aynı şekilde ayak ile saymaya devam eder. Atışlardan birinde cikaya taşını isabet ettiremezse, ikinci çocuk oyuna girmeye hak kazanır. Birinci vuramayıp, ikinci atış yapınca isabet ettirebilmişse ayağı ile sayma yapar. İsabet ettiremediği zaman oyuna diğeri devam eder. Bu sıra aynı şekilde tekrarlanır durur. Cika taşına vuruşunu oyunculardan bir devam ettiği sürece, bir ayaklık yer de açılsa ikinci oyuncu oyuna dahil olamaz. Ne zaman isabet ettiremez veya bir ayaktan daha az yer açılırsa, cikaya yol aldıramazsa ancak o zaman oyuna girebilir. El ona geçer. Oyunu kaybeden, diğerini sırtına alır. Çatal Metal Kaç Çatal Yalnız erkek çocukların oynadığı bir çocuk oyunudur. Oyuncular, sayışarak ikiye ayrılır. Sonra bir tarafı ıslak bir taş havaya atılır. Bunun yere düştüğü vakit yaş tarafı ya da kuru tarafı geleceğini bilemeyen takım güdekçi olur. Bir ebe seçilir. Ebe yere eğilir, gözlerini kapatır. Gözleri kapalı olan ebenin, atlayan kişilerin çatal biçiminde kaldırılmış parmakların kaç olduğunu bilmesi gerekmektedir. Binen kişi, “"çatal matal, kaç çatal" diye sorar. Eğer alttakiler ustanın elinin ne vaziyette olduğunu

223 Çınar ARIKAN, Anamur’da Çocuk Oyunları, İçel Kültürü, Yıl:7, S; 25, Mersin, Ocak, 1993, s.25.

381

bilirlerse, güdekten kurtulurlar, güdek öteki tarafa geçer. Bu sefer onlar alta yatar. Böylelikle oyun uzar gider. Ebenin sırtına atlayamayan, sırtında duramayıp ayağı yere değen ya da düşen oyuncu da yanarak ebe olur. Bu oyunda ceza beş dakika yüzükoyun yerde sürünmek, yüzünü duvara dönüp on dakika ayakta beklemek tarzlarındadır. K.K.:15 Cimci Yuvarlak çakıllarla oynanan bir çocuk oyunudur. Çakıllar dizilir. Eldeki çakıllarla bu çakıl dizisine isabet ettirilmeye çalışılır. K.K.:13 Çivi Çakması Bu oyun en az iki kişi arasında oynanır. Çocuklar bu oyunu yaylada çeşme önlerinde, su akan çayırlarda, çimenlerde veya çamurlu alanlarda oynayabildiği gibi, kışın toprak ıslak ve yumuşakken de oynarlar. Seçilen bir dal parçası çivi gibi keskinleştirilir. Islak olan toprağa dikine atılmaya çalışılır. Bu dal parçası, çivi olarak kabul edilir. İlk çiviyi bir kişi çamura saplar. İkinci kişi kendi çivisini çamura bir yandan saplarken bir yandan da diğer çakılmış olan çiviye vurdurarak onu yerinden söküp, çıkarmaya, düşürmeye çalışır. İkinci attığı zaman çiviyi yerinden çıkartmış ve yere düşürtmüş ise o çivi ikinci atanın olur. Çiviyi ilk atma ve sonra atma sıraları da hep oyunlarla belirlenir. Bazen atılan çivi çakılmaz ve yere düz olarak düşer. Bu durumda çivi atma sırası gelen kişi, çivisini çakarken yere düşmüş olan çiviye kendi çivisini değdirerek çarpsa, o çivinin de sahibi olur. Diğer çocuğun önceden hazırladığı yeni bir çivi ile oyuna katılması gerekir. Çiviler yerinden düşüp, sökülmediği sürece karşılıklı çivi çakmaları devam eder. 224K.K.:11 Çom (Arasıkestirme) Ortaya yuvarlak bir taş koyulur. İki grubun oyuncuları bu taşa vurmaya çalışır. Taşın taşa çarpma sesinden dolayı bu isim verilmiştir. K.K.:9 Çöp Gömmesi Seçilen bir çöp parçasının deniz kenarında kumlara gömülmesiyle oynanan bir oyundur. İki kişi arsında oynanır. Deniz kenarında kumların üstüne iki çocuk karşılıklı olarak otururlar. Aralarında 60–70 cm kadar mesafe vardır. Ayaklarını bir birine karşı açarak uzatırlar. Elleri ile ayakları arasında kalan kumu, biraz orta kısma doğru yığarlar. Oyuna hangisinin başlayacağına önce karar verirler. Bu boş-dolu oyunu ile tespit edilir.

224 ARIKAN, a.g.m., s.25.

382

Oyuna ilk başlayacak kişi çöpü kuma saklayacak olan kişidir. Çöpü saklayacak olan oyuncu, kumda karşı oyuncuya doğru elini kum içerisinden götürür. Diğer eli ile de bir yandan elinin üzerine sürekli kum yığar. Çöpü saklayan çocuk, bu gidiş sırasında kumun herhangi bir yerine çöpü bırakır. Ancak nerede bıraktığını belli etmeden çöpü bırakması gerekir. Çöpü nerde bıraktığının anlaşılmaması için de bu işlemi diğer oyuncunun önüne kadar devam ettirir. Çöp çizilen bölgede bulunmuşsa, çöpü bulan ikinci oyuncu bir sayı alır ve çöp saklama sırası kendinse geçer. Eğer çöpü bulamamış, çizilen bölgenin dışındaki bir yerden çöp bulunmuş ise, birinci oyuncu bir sayı alır ve çöpü saklamaya devam eder. Belli edilen bir sayıya ulaşılıncaya kadar çöp gömmesi oyunu devam eder. Sonunda ödül veya ceza vardır. K.K.:9 Dambış Birçok yörede oynanan çelik çomak oyununa yörede verilen isimdir. K.K.:13 Dokuz-Dıkız İki avuç büyüklüğünde bir taşın başına geçen oyuncu yumruk büyüklüğündeki kıl yumağı tıpkı çelikte olduğu gibi karşı takımın oyuncularının tutamayacağı şekilde atmaya çalışır. Yumağın gelebileceğini hesap ettikleri yere göre karşı takım oyuncuları alana dağılırlar. Atılan yumağı, elleri ile veya ellerinde bulunan ceket, etek, şapka gibi bir nesneyle tutmaya çalışırlar veya bu nesneleri yumağın üzerine atarak onun içinde yere düşmesini sağlarlar. Yumak yakalanamazsa, düştüğü yerden alınarak ortadaki taşa vurmak için atılır. Taş başındaki oyuncu ise, elindeki değnekle taşı korumaya, atılan yumağı mümkün mertebe uzağa çelmeye çalışır. Bu çelinen yer ile taş arası değnekle ölçülür. Her dokuz değnekten sonra “dıkız” denilir ve her “dıkız” da oyunun bir üst basamağına geçiş anlamına gelir. Oyunun bütün basamakları tamamlanmışsa bir “sırık” olur. Yumak yakalanmışsa, taşa vurulmuşsa veya taşa bir değnek ölçüsünden daha az yakınlıkta bir yere düşmüşse atan oyuncu yanar. Yerine aynı takımın yeni bir oyuncusu geçer. Bu şekilde bütün oyuncular saf dışı bırakıldığında, atan takım ile yakalayan takım yer değiştirir. Yanan oyuncunun yerine gelen oyuncu, oyunun bütün basamaklarını başarı ile geçer de “sırık” yaparsa, yanan oyuncu da yeniden canlanmış olur. Oyun bu şekilde devam eder. K.K.:14 Dondum Sabit kalma esas olduğu için, bu isim verilmiştir. Kovalamacada “dondum (yani hareketsizim)” diyen kişiye ebe dokunamaz. Bir kişi çeşitli sayışmalar yapılarak ebe

383

olarak seçilir. Diğer kişiler kaçarlar. Bu tek kişilik ebe onları değmeye, vurmaya çalışacaktır. Herhangi birisini kovalarken vurabilirse, o kişi ebe olur. Kaçan oyuncular da “Dondum.” diyerek olduğu yerde kalıp oturma hakkını kullanabilirler. Bu durumda ebe olan oyuncu donan kişiyi vuramaz. Donan oyuncunun diğer oyundaki arkadaşlarından birsinin kendisine değip kurtarıncaya kadar oyunda yer alma hakkı kısıtlanmış olur. Ebe oyuncuda bu donan kişi etrafında kovalamasını yaparak, onun kurtarılmasını önüne geçmeye ve bu kurtarış sırasında oyunculardan birine değmeye çalışır. En önemli unsur bir kişiyi yakalayıp ebelikten kurtulmadır. K.K.:9 Dök Dök Karakolu 5–6 kişi yârim daire şeklinde oturur. Bir kişi, elindeki ceketi oturanlardan birinin başına geçirir. “ Alo alo orası neresi? diye sorar. Ebe yakınlardaki karakollardan birinin adını söyler. Derdini anlatır. Diğer kişinin başına ceket geçirilir. Böylece herkese aynı işlem yapılır. En sondaki kişi karakol ismi olarak “Dök dök karakolu” der. Ebe derdini anlatmaya çalışır. Birinci kişi, “Hayırdır bir durum mu var?” Mağdur, “Efendim ben bir davar kaybettim.Bulan var mı diye soracaktım.”der. Birinci kişi, “Nerden arıyorsunuz, ben sizi başka karakola bağlayayım.” Deyip, yanındakini gösterir. Mağdur, ceketi aynı şekilde ikinci kişinin başına geçirir. Bu şekilde konuşmalarla en sondan bir öncekine gelinir. En sondan bir önceki karakolun adı her zaman “vak vak karakolu”dur. Son karakolun adı, “dök dök karakolu”dur. Vak vak karakoluna sevk edilen mağdur biraz sinirlenir. Söylenerek sonuncu kişinin başına ceketi geçirir ve aynı soruyu sorar. Cevaben, “Burası dök dök karakolu” cümlesini alınca, sinirlenir. Mağdur, bir kova suyu ceketin kolundan aşağı döker ve seyircilere dönüp,” Ne dediyse onu yaptım.” der. K.K.:13 Elbiç Hemen hemen her yörede çocuklar arasında oynanan elim sende oyunudur. K.K.:15

Eş Domuz Belirli bir süre konularak, düz açık bir alanda, en az beş kişi ile oynanan bir grup oyunudur. Beş oyuncunun biri ebe seçilir. Genellikle ağaçtan bir top yapılır. Bazen yünden yapıldığı da görülür. Bu topa "domuz" denir. Her oyuncunun bir de domuza vuracak sopası vardır. Oyuncular belirli bir mesafede, her oyuncuya bir adet çukur

384

kazarlar. Her oyuncu bir çukurun başına geçer. Belirli bir uzaklıktan ebe topu (domuzu) sopasıyla vurarak herhangi bir çukura düşürmeye çalışır. Diğer oyuncular da gelen topu çukura sokmamaya çalışırlar. Çukuruna top düşüren oyuncu ebe ile yer değiştirir. K.K.:9 Eşek Bekçisi Eşek ve eşek bekçisi olması için grup içinden iki çocuk seçilir. Oyun oynanacak bahçenin orta yerine küçük bir daire çizilir. Bu dairenin içine eşek olan çocuk elleri ve ayaklarını yere değdirerek oturur. Eşek taklidi yaparlar. Dairenin dışında da bir bekçi durur. Eşek bekçisi olan çocuk eşeği beklemeye başlar. Oyundaki diğer çocuklar, eşeğe değerek onu yuvarlak çizginin içinden kurtarmaya çalışırlar. Çocuğa değip onu kurtaran çocuk, eşek bekçisi olur. Eşeğe değmeye çalışan çocukları bekçi kovalar, yaklaştırmaz. Eğer onlardan birisine değebilirse, değdiği çocuk, “eşek” olur. Vurulan çocuk, dairenin içine girer. Önceki eşek olan çocuk ise; eşek bekçiliğine geçer. Oyun böylece sürer gider. Üç defa eşek bekçisi veya üç defa eşek olana ödül ve cezalar verilir. K.K.:15 Evcik İki kişi arasında oynanır. Bu iki kişi karşılıklı beşer küçük çukur kazarak her birinin içine fındık büyüklüğünde, düzgün taşlardan beşer tane koyarlar. Ve kendi çukurlarının başlarına otururlar. İlk oyuna başlayacak olan kendi evinden (çukurundan) birinin beş taşını eline alır. Bunu aldığı yerden itibaren sıra ile birer birer çukurlara dağıtır. Elindeki taş hangi çukurda (evde) tükenirse, o evin taşlarını alır. Böylece devam eder. Elindeki taş ne zaman boşalan evde tükenirse o evin karşısında bulunan hasım evinin bütün taşlarını alır. Onları kazanmış olur. Sonra karşısındaki oyuncu oyuna başlar, o da ilk oyuncunun yaptığı gibi evlerdeki taşlan birer birer çukurlara dağıtmaya başlar. Eğer elindeki taş boş çukurda tükenirse, o çukurun karşı tarafındaki taşları kazanır ve toplar. Bundan sonra oyun ötekine geçer, o da onun taşlarını böylece almaya çalışır ve oyun uzar. Hangisinin evi daha evvel boşalır (kör) olursa o oyuncu başka evlerinden oraya taş vererek o çukurları doldurmaya çalışır. Diğer oyuncu da çok taş almak, kazanmak sureti ile onun evlerini kör etmeye uğraşır. En son hangi oyuncunun evleri körelir de oynayamayacak hale gelirse o zaman o yenilir. K.K.:15 Farfarafilli Oyunu Şaşırtmaca ve taklit oyunudur. En az beş kişi ile oynanır. Adını oyuna başlarken söylenen sözlerden alır. Dikkat gerektiren bir oyundur. Seçilen

385

ebe, oyuncuları göremeyeceği ve duymayacağı şekilde gruptan uzaklaşır. Oyuncular arasından bir lider seçilir. Ebe lideri bilmemelidir. Oyuncular bir daire oluşturacak şekilde yerlerini alır. Ebe, dairenin ortasına geçer. Oyuncuların hep bir ağızdan "farfarafilli yafili" demesiyle oyun başlar. Lider, garip ve komik hareketler yapar. Diğerleri de hemen onu taklit eder. Ebe, liderin kim olduğunu bulmaya çalışır. K.K.:9 Fırın Topraklı bir yer bulunur. Toprak biriktirilip kubbe haline getirilir. Üzerine su dökülerek toprağın dış kısmının çamurlaşması sağlanır. Fırının kalıbı yapılmış olur. Elenmiş toprak ve samanla üstü kapatılır. Kuruduktan sonra bir yerinden kapı açılır. Buradan içindeki topraklar, yavaş yavaş çıkartılır. Üzerine de bir delik açılır. Bu fırının içinde ateş yakılır. Evlerine gidip un isterler. Hasır parçalarından fırın yakarak küçük küçük ekmekler yaparlar. Bu oyunu yedi sekiz yaşındaki çocuklar oynarlar. K.K.:11 Gappan Bütün yörelerde oynanan çizgi oyunudur. Yere tebeşirle ya da alçıyla şekilli çizgiler çizilir. Sırayla sekerek, taş eşliğinde oynanır.Bu oyun, kız çocukları arasında oynanmaktadır. K.K.:8 Gıngırıç Ortaya bir kalınca odun dikilir. Bu odunun bir ocu toprağa sabitlenir. Diğer ucu iki başparmak kalınlığında sivriltilir.Bu sivriliğe tam ortası sivriliğin gireceği şekilde oyulur ve uzun bir kalas giydirilir.Kalasın dönebilmesi için oyuğun içi yağlanır.İki Kişi uzun kalasın uçlarına oturur.İki kişide karşılıklı bu kişileri dönderir.Yağ eskidikçe çıkan gıçırtı sesine göre oyuna bu isim verilmiştir. K.K.:32 Gümbülügümbüş Adı uydurmadır. Çok bilinen bir oyundur. Gözleri kapalı ebe, üst üste dizilmiş ellerden en üstteki elin kime ait olduğunu bulmaya çalışır. Kısacası, çoğu yörede oynanan, “elim kimde?” oyununun yöredeki versiyonudur. K.K.:13

Güvercin Taklası Dörder kişilik iki takımla oynanır. Ebe takımından iki kişi, birbirlerine arkaları dönük olarak dururken, diğer ikisinden biri ön tarafa diğeri arka tarafa olmak üzere kafalarını ayakta duran arkadaşlarının bacaklarının arasına sokarlar. Diğer takımın oyuncuları önde yarı yatık duran oyuncunun sırtına ellerini koyarak, ayakta duran

386

bellerini aralamış oyuncuların arasından takla atarak arkadaki oyuncunun üzerinden yere inerler. K.K.:15 İstop Ebe, oyunculardan birinin adını söyleyerek topu havaya atar. Adı söylenen çocuk topu düşmeden tutup başka bir çocuğun adını söyler ve topu tekrar fırlatır. Bu sefer adı söylenen çocuk topu yere düşmeden tutmaya çalışır. Topu havada tutamayan oyuncu, topu yerden aldığı anda “İstop!”diye bağırır. K.K.:22 Kabakçıbaşı Oyuna katılan çocuklar kabak, grupların başındakiler de kabakçıbaşıdır. Çocuklar, gruplara ayrılır. Gruplardaki kişi sayısı aynı olmalıdır. Altışarlı veya daha fazla sayıda her iki grupta çocuk olabilir. Gruptaki çocuklar 7- 8 metre ara ile karşılıklı olarak bir birlerine karşı dizilirler. Grubun kendi üyeleri arasında yan yana en az yarım metre ara olmalıdır. Yere çömelerek otururlar. Her iki grup kendi arasında birer tane kabakçı başı olacak kişi seçer. Yazı-tura atılarak veya tek mi çift mi, boş mu, dolu mu oyunu ile oyuna ilk başlayacak grup belli edilir. Birinci grubun kabakçıbaşısı, kendi grubunda olan çocukların kulağına eğilerek karşı grubun duymayacağı bir şekilde birer isim koyar. Bunlar, hayvan, bitki canlı veya cansız varlıkların isimleri olabilir. İkinci grubun kabakçıbaşısı da, kendi grubuna aynı şekilde isimlerini koyar. Birinci gruba konan isimleri ikinci grup, ikinci gruba konan isimleri de, birinci gruptakiler bilmezler. Oyuna ilk başlayacak olan grubun başkanı (Kabakçıbaşısı), diğer grubun kabakçıbaşısının yanına tek ayaküstünde sekerek gelir. Ona sorar: —Kabakçıbaşı, kabakçıbaşı. İkinci grubun başkanı cevap veriri ve diyoloğ sürer: —Buyur kabakçıbaşı. —Kabakların oldu mu? Selelere doldu mu? —Oldu. Selelere doldu. —Öyleyse olgunundan birlerini alayım der ve grup içinden istediği oyuncunun birinin gözlerini kapar. İki grup bir birine ters olarak oturduğu için (arkaları birbirine gelir) karşı grup oyuncularını görmezler. Gözünü kapadığı çocuk kimseyi göremez. Birinci grubun başkanı kendi grubuna seslenir: —Gelsin gelsin, Kim gelsin? Önceden kendi grubuna koymuş olduğu isimlerden irsini söyler.

387

—Gelsin gelsin Türk gelsin. Kendi adı çağrılan çocuk sekerek gelir. Gözleri kabakçıbaşı tarafından kapatılmış olan çocuğun kafasına sanki karpuzun ham veya yetişkin olduğunu anlarken yapıldığı gibi üç sefer “tık, tık, tık” diye parmakları ile vurur. Sonra tekrar sekerek gider ve eski yerine oturur. K.K.:13 Kaldır Beni Hoppacık Oyuncular sırt sırta vererek kollarını kenetlerler. Sonra sıraylaeğilerek birbirlerini sırtlarına alırlar. Bu sırada karşılıklı olarak tekerleme söylerler. Tabi sırtında taşıyan oyuncu zorlanaraktan tekerleme söylemeye çalışır, yukarıda olan oyuncu ise o sırada keyfine bakar. K.K.:13 Kale Dikmesi Bu oyunu, iki kişi oynayabileceği gibi ikili üçlü karşılıklı grupla da oynamak mümkündür. Oyun düz alanlarda veya yaylalarda aracın az geçtiği toprak yollarda oynanır. İki grup oyuncu yassı, tabak büyüklüğünde karşılıklı üçer taş diker. Dikilen taşların araları birer metre olabilir. Bu taş yığını kale olarak düşünülür. Oyuncular, karşılıklı olarak dizilirler. Oyuna hangi grubun başlayacağı başta verilen sayışma ya da oyuncu belirlerken kullanılan yöntemlerden bir ile belirlenir. Bu oyunda amaç dikilmiş olan taşları atılan taşları isabet ettirerek yıkmaktır. Kale taşlarına, toplamda her oyuncunun üç sefer taş atma hakkı vardır. Birinci oyuncu taşını atar, kaleleri yıkmaya çalışır. Taş atma sırası üçtaş atıldıktan sonra iki kişi karşılıklı oynuyorsa diğer oyuncuya geçer. Ama kalelerden birinin veya ikisinin yıkılmamış olması gerekir. Diğer oyuncuda taşlarını atar. O da kaleleri(dikili taşları) yıkmaya çalışır. Grup halinde oynanıyor ise anlaşmaya göre ya karşı taraf bütün taşlarını atar bitirir veya el her seferinde karşıki oyunculara geçerek birer kişi taş atar. Kale yıkılmadan kalmış ise, oyun atış sırası karşı tarafa geçiş yapar. Oyun karşılıklı üçer taş atma ile devam eder. Amaç kaleleri yıkarak, karşı tarafa hiç el vermeden oyunu sürdürebilmektir. Atış yapabilmeleri için dikili olarak kalelerinin kalması gerekir. K.K.:15 Kara Kazan Kulpu “El el üstünde kimin eli var?” oyunudur. Ebe ellerini yere koyar, sırtına diğer çocuklar ellerini koyarlar. Ebe olan çocuk, en üstte kimin elinin olduğunu bulmaya çalışır. “Kara kazan kulbu” oyunda söylenen tekerlemedir. K.K.:12

388

Kara Kedisi Oyuncular bir ebe ortalarında, el ele tutuşarak bir halka oluştururlar. Kara kedi rolündeki bir oyuncu da halkanın dışında durur. Ebe halkada duran oyuncuların giysilerinin yakalarını ağızlarına vererek hepsine birer birer yiyecek adı söyler. Sonra "Alttaki börek", üstteki çörek" diyerek halkadan çıkarken, "Kapan susam kapan" der. Halka kapanır. Kara kedi rolündeki çocuk halkanın yanına gelerek "Açıl susam açıl." der, halka açılır. Halkanın ortasına giren Kara kedi herkesin ağzından yakasını çekerek halkadan çıkarken "Kapan susam kapan." der. Ebe tekrar gelerek "Açıl susam açıl." der ve halkanın içine girdiğinde çocuklara "Etleri kim yedi?" diye sorar. Bütün çocuklar "Kara kedi" diye bağırarak ebeyle birlikte kediyi kovalarlar. K.K.:13 Kipi Genellikle kız çocuklarının oynadığı çizgi üzerinde sekme oyunudur. K.K.:9 Kurtar Kurtar bir kovama oyunudur. Bir çayırda, düz bir alanda bir metre çaplı bir daire çizilir. Birinci grup oyuncuları buradan etrafa doğru kaçarlar, diğer grup onları yakalamaya çalışır. Seçilen adaylar, domuz taklidi yapar. İlk kaçacak grup, iyi koşamayacağına inanılan gruptur. Kovalamayı yapacak olan grup ise arkadaşları arasında iyi koştuğuna inanılan gruptur. Bu oyunda kimin iyi koştuğu bilindiği için kovalayacak grubun tespit edilmesi kolaydır. Herhangi birisine el ile değilmesi anında kovalayan oyuncu diğerine “yat.” der. Onu yakalamıştır. Çocukla birlikte gelir. Yakalanmış olan çocuk daire içine girer. Bu dairenin etrafında kovalayan gruptan birsi, bekçi olarak konulur. Çünkü kovalanmakta olan grup, oyuncularından birsinin gelip daire içindeki oyuncuya elini değdirmesi anında oyuncu yeniden kaçmaya hak kazanacaktır. Kaçan grubun üyeleri bir yandan yakalanmamaya bir yandan da kurtarılmayı daire içinde bekleyen arkadaşların kurtarmaya çalışırlar. Bekçinin görevi ise kurtarılmayı önlemek, değmeye çalışılırken esir sayısını karşı oyuncuları yakalayıp, değmek sureti ile arttırmaktır. Bütün oyuncular vurulup dairenin içine getirilince oyunu kovalayan taraf kazanmış olur. Diğer bir oyunun başlamasında ise yakalanan taraf kovalayan taraf olarak aynı şekilde oyunu sürdürür. K.K.:9 Menekşe-Mendilim Düşe (Grup Yarması) Kız ve erkek çocukların birlikte oynadıkları bu oyunda, iki çocuk karşılıklı adımlayarak birbirlerine doğru gelirler, aradaki mesafe kimin ayağında biterse çocuklar

389

arasında kendi takımına eş seçmeye o başlar. Karşılıklı çizilen çizgiler önünde, elleri birbirlerine kenetli olarak bağırırlar: “Menekşe, mendilin yere düşe.” Karşı taraf hep bir ağızdan sorar: “ Bizden size kim düşe?” diye sorduklarında karşı takımdan bir çocuk adı söylerler, bu çocuk koşarak gelir ve el ele tutuşan çocukların ellerini birbirlerinden ayırmak için vurur. Eğer çocukların ellerini ayırabilirse, o takımdaki çocuklardan birini alır ve kendi tarafına getirir. Bunu başaramazsa kendisi de orada kalır. Oyun böyle devam eder, aynı çocuğun adı arka arkaya söylenmez. Oyun sonunda hangi tarafın oyuncuları bitmişse diğer taraf oyunu kazanmış olur. En sona kalan çocuk gene "Çürük elma"dır. K.K.:13 Met İki takım kurulur, bir değnek 70 cmuzunluğunda, bir çelik 25 cm uzunluğunda hazırlanır. Güdenler içinde çalı hazırlanır. Oynanan oyuncu oyunun kuralına göre değnekle çeliğe vurur, karşı taraf yani güden taraf çalıyla çeliği havada vurmaya çalışır. Vurursa oynanan tarafla yer değiştirir. Vuramazsa oyuncunun bulunduğu yere çeliği atar, taşı vurursa yine oyuncular yer değiştirir, vuramazsa oynayan yani değneği vuran çeliğin bulunduğu yerden değnekle taşın yanına kadar ölçer. 1-2-3-4-5-6-7-8-9 ve sonra “dıkız” diyerek bir üst oyuna geçer. Çelik oyununun ilk kademesi yumrukla başlar, el, uç, bel, bacak, daşpat, dikik ve yelli ile biter. Özellikle “yelli”de çok güdülür, çünkü çelik çok uzağa gider. 10 değnek boyu tel gatma sayılır. Oynayanlar; güdenlere biner taşın yanına kadar gider, sonra oyuncular yer değiştirir, oyun böylece sürüp gider. K.K.:13

Pembe Nine Genelde kızlar tarafından oynanır. Pembe nine olarak seçilen çocuk oyunu yönetir. Sorulan soruları cevaplandırmaya çalışır. Erkekler tarafından da oynanabilir. Pembe nine oyunun oynandığı sahanın orta yerinde oturur. Oyunun başı olan çocuk grubun etrafında dönerek şöyle söyler:

—Pembe nine, Pembe nine şanıyla, nasıl gitsem eniştemin yanına? Bahçelerde demet demet maydanoz Ağaçların başı salyangoz. Pembe nine, Pembe nine…

390

Pembe nine oyuncuların başı olan nineye seslenir: — Ne var nine, ne var nine? — Bizim oğlan sizin kıza ne demiş? — Ne demiş? — Evin arkasına saklan da seni kaçırayım demiş. — Hangisini? Diye pembe nine sorar. Başoyuncu nine ise birini seçecek ve onunla beraber yeniden başta verilen şarkıyı beraberce söyleyeceklerdir. Bu şekilde bütün kızlar bitip bir tek pembe nine kalıncaya kadar oyun devam edecektir. Pembe nine tek başına kalınca ağlamaya başlar. Diğer oyuncu başı ona sorar: — Pembe nine, Pembe nine niye ağlıyorsun? Pembe nine ses vermez. Aynı şarkı tekrar söylenecektir. Tekrar sorulur: — Pembe nine, Pembe nine niye ağlıyorsun? — Kızlarımı kaçırdılar!.. der. — Ayaklarını göstersem bilir misin? Diyerek baş nine ayaklarını açıp, zıplayarak yana geçer. Kızlar da aynı şekilde ayaklarını gösterip sıra ile yana geçerler. Pembe nine ilk ayağa: — Bu değil, der. Diğer ayak gösterilince: — İşte bu, der. Bütün kızları ayak gösterdikten sonra Pembe ninenin etrafında dizilirler. Pembe nine kızlara sırayla: — Nerdeydin? diye sorar. Kız ona: — Amcamızdaydık, der. Buna benzer şekilde sıra ile sorulup, sıra ile cevap verilir. — Nerdeydin? — Teyzemdeydim. Bu “- amcamızdaydık, teyzemizdeydik” sözü bütün kızlar bitinceye kadar devam eder. Kızlar buna benzer başka sözler de söyleyebilir. “- Dayımdaydım, hâlâmdaydım.” gibi. Önemli olan bir yer söylenmesidir. Pembe nine bütün kızlara daha sonra: — Ne yediniz? diye soracaktır. Kızlar da ona cevaben bir meyvenin adını söyleyeceklerdir.

391

Pembe nine meyve adlarını duyunca: —Hani bana? diye her kıza soracaktır. Bütün kızlar sırayla: — Avucunu yala, avucunu yala! diyeceklerdir. Bu cevabı alan pembe nine ise asasını kaldırıp kızları dövmeye çalışacak. Daha sonra, oyuncular değişik rolleri üstlenerek oyuna devam edecekler. K.K.:11 Pilav Yemesi Sayışmayla oyuna başlamadan önce bir ebe seçilir. Diğer oyuncular ise beş-on kişi arasında olabilir. Bu ebe pilav bekçisi olur. Kalın düz taşlar üst üste konur. Bu taş yığının adı pilavdır. Pilav taşlarının yanından sağlı sollu bir çizgi çizilir. Çocuklar ellerindeki taşlarla bu taşları vurmaya çalışırlar. Vuran Pilav yemiş olur. Pilavı oyunculardan hiçbir yıkamamış olsa bile, bu sefer de oyuncular taşını fırsatını kollayıp alıp kaçırmaya çalışırlar. Taşlarını almaya çalışan oyunculara ebe değmeye çalışır. Bir kişi de taşını alıp kaçırmış olsa pilava yeniden taşını atmaya hak kazanır. Oyuncular isterlerse pilav yıkıldığı anda taşlarını kaçırmayabilirler. Pilav çizgisinin arka tarafında olan taşına ayağını bastığı anda “Bastım.” diyerek orada bekleyebilir. Uygun bir fırsat bulunca da taşını kaçırır. Bu pilavın yeniden yıkılışı sırasında olabileceği gibi ara anlar da olabilir.Hiçbir oyuncunun taşı ile kale yıkılmadığında sağlı sollu ebeyi sıkıştırırlar. Sağdan sıkışma anında soldaki taş sahipleri, soldan sıkıştırma anında sağ da taşı olan oyuncular taşını alıp kaçırmaya çalışır. Taşlardan bir veya bir kaçı kaçırıldığı sürece atış devam eder. Ne zaman ki ebe bir kişiyi yakalar veya ona değebilirse oyun yeniden baştan başlar. Oyunun bütün kurgusu ebelikten kurtulma üzerine kurulmuştur. K.K.:25 Singurdu Bu oyun, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde oynanmaktadır. Hayvan figürlü danslar arasındadır. K.K.:9 Taştayım-Topraktayım Bu oyun için en az dört oyuncu gerekir. Daha fazla kişi ile de oynanabilir. Bir kişi ebe olarak seçilir. Diğerleri birer taş alırlar. Bu taşlar oyun anında onların kurtarıcılarıdır. Her taşın üstünde bir oyuncu vardır. Oyuncular karşılıklı olarak yer değiştirirler. Çapraz olarak veya isteyen istediği kişi ile taş değiştirme hakkına sahiptir. Kovalama esnasında taşın üzerine çıkan çocuğun dokunulmazlığı vardır.Taştan inilip diğer oyuncu ile yer değiştirme anı ise toprakta olunan zamandır. Bu taş değiştirmeler sırasında ebe olan oyuncu toprakta olan birine değme hakkına sahiptir. Değdiği anda

392

ebe değdiği kişi olur. Kendisi oyunculuğa geçer. Herhangi bir oyuncuyu yakalayamadığı sürece ebe kalmaya devam eder. K.K.:13 Topal Karga Belirlenmiş herhangi bir saha içerisinde oynan bir oyundur. Voleybol veya basket sahası gibi sınırları belirlenen büyüklükte bir saha içerisinde oynanır. Bir çocuk topal karga olarak seçilir. Sekerek diğer oyunculardan birini yakalamaya çalışır. Sahanın herhangi bir yeri yuva olarak kabul edilir. Genelde köşelerden birisidir. Burası ebe olanın, yani topal karganın sahasıdır. Topal karga buraya durur. Diğer kişiler saha içerisinde yer alırlar. Topal karga tek ayağı ile koşup(sekerek) diğer oyunculardan birisini yakalamak zorundadır. Oyuncular sekmeden koşarlar. Ebe haricindeki oyuncuların kaçışları sırasında saha dışına çıkma hakları yoktur. Saha dışına kaçan ebe(topal karga) olmak zorundadır. Topal karga oyunculardan birini yakalayıncaya kadar ebeliğe devam eder. Ebe olan kişi koşmaktan yorulduğunda saha içinde durup dinlenemez, ancak gidip yuva olarak belirlenen bölümde dinlenebilir. Oyuna katılanlar: “-Topal karga, topal karga beni yakalayamaz!” diyerek ebeyi kışkırtırlar. K.K.:9 Tumbuk Zakum ağacının dalıyla oynanır. Bu dal parçasına tumbuk denir. Aslında tehlikeli bir oyundur. K.K.:9 Uçurtma(Kargı-Şeytan) Kâğıttan bükülerek yapılmış bir çeşit üçgen biçimindeki küçük uçurtmaya şeytan uçurtması denir. Bu uçurtmayla oynanan oyundur. K.K.:9 Vurmaca Bilye büyüklüğünde bir taş sığırların sırtına sürülür. Taş sürtündükçe sığırın sırtındaki kıllar taşın etrafını doldurmaya başlar. Bir müddet sonra taşın etrafı tamamen kıllarla dolar ve bir kıl yumağı haline gelir. Çocuklar bu yumakları birbirlerine fırlatarak vurmaya çalışırlar. K.K.:11 Yel Yelemez Rüzgârlı havalarda oynanan bir oyundur. Bir grup çocuk, kapı kapı dolaşarak evdeki çocuklardan un, bağ, yağ gibi şeyler ister. Veremeyenlere, “Yel yelemez, un bulamaz.” tekerlemesini söyler. Arkadaki çocuk tarafından kül dökülür. Hava da rüzgârlı olduğu için çocuk küle bulanır. Bu tekerlemeden dolayı, bu şekilde adlandırılmıştır. K.K.:25

393

Yıkık Yassı taşlar üst üste konur. Dokuz adım uzakta yer tespiti yapılır. Oyunda güdenle oynayan tarafı tespit etmek için küçük yassı taşın bir tarafına tükürülür. Takımlara yaş mı? Kuru mu? diye sorulur ve taş havaya atılır. Kimin dediği şekilde üste gelirse o oyuna başlar, diğer taraf güder. Dokuz adım öteden taşlarla oynayan taraf taşı atar, üst üste konan taşları vurur, vuramazlarsa oyuncular yer değiştirir. Şayet vururlarsa güden taraf yıkılan taşları tekrar üst üste kor ve taşı atanı yakalamaya çalışır. Yakalarsa oyun yine yer değişir. Yıkık oyunu böylece devam eder. K.K.:25 Yüzük oyunu Kış gecelerinin başlıca oyunu ve eğlencesidir. Çocuklar sıralı olarak otururlar. Birkaç defa herkesin avucuna yüzük koymuş gibi yapar. Sonra birine bırakır. Seçtiği kişi, yüzüğü bulmak zorundadır. Oyun aracı olarak yüzük kullanıldığı için, bu isim verilmiştir. On kişi sıralı olarak otururlar. Ebe, elindeki yüzüğü herkesin elinin içine bırakmış gibi davranır. Birkaç defa herkesin avucuna yüzük koymuş gibi yapar. Ellerin pozisyonu parmaklar bükülmeden iki el avuç avuca yapıştırılır. Ebede yüzüğü kolayca avuca bırakır. Yüzüğü bırakınca ucu düğümlü havluyu alır ve birinciden başlar elindeki havluyla da avucu açtırır vurur. Ebe: --Yüzük kimde? Birinci kişi: - Bende değil şu kişide, der. Ebe vurarak: - Yüzük kimde? diye sorar. Yine başka kişiye yönlendirirler, oyun böyle devam eder. Yüzük bulunan kişi ebe olur. K.K.:13 5.5.2. Çocuk Oyuncakları

Oyunlar ve oyuncaklar mevsime ve çevredeki şartlara göre değişir. Hatta oyunları ve oyuncakları çevre belirler, çocukların sağlıklı büyümelerinde önemli bir yere sahiptir. Oyuncak, oyun kelimesinin küçültme biçimidir. Çocuk büyüdükçe, oyuncağın yerini oyun alır. Oyuncak, çocuğa, çocuk topluluğunun içine giremediği çağlarında arkadaşlık eden en önemli gereçtir. 225

225BORATOV, a.g.e., s. 302.

394

Oyuncaklar, insanlığın ilk dönemlerinde bile görülmektedir. Mezopotamya'da yapılan kazılarda İ.Ö. 3-4 bin yıllarına tarihlenen oyuncak örnekleri bulunmuştur. Bunlar minyatür ev eşyaları, hayvanlar, bebekler, tekerlekli arabalardır. Bu oyuncak örnekleri her zaman çocuk mezarlarında bulunmuştur. Neolitik dönmede, Çatal Hoyük'te pişimiş toprak oyun topları, “astragalos” adı verilen âşık kemikleri ele geçmiştir. Neolitik ve kalkolitik dönemlerin önemli merkezi Burdur Hacılar'da kil ve tahta çubuklardan yapılmış minyatür bebekler ele geçirilmiştir. Hitit dönemleri ait Kargamış Kral Burcu kabartmasında (İ.Ö. 8.yy.) Kral Araras'ın çocukları âşık oynarken topaç çevirirken betimlenmişlerdir. Gordion'da Kral ailesinden 8 yaşındaki çocuğa ait tümülüste bronz dört atlı araba hayvan biçimli ahşap oyuncaklar bulunmuştur. Kütahya Müzesinde bulunan pişmiş topraktan tekerlekli horoz, tavuk, güvercin Frig dönemine tarihlenir. 6.yy.ın ilk yarısına tarihlenen Bizans dönenine ait İstanbul Büyük Saray Mozaiği'nde çok sayıda çocuk betimlemesi yer alır. Çanakkale "Assos" ta yapılan kazılarda ele geçirilen “pişmiş topraktan bebek Afrodit heykelcikleri” İ.Ö. 1. yy.a tarihlenir. Osmanlı döneminde İstanbul'un Eyüp semtinde çok sayıda oyuncakçı dükkanı bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Eyüp oyuncakçılarının yüz dükkanda 105 nefer olarak çalıştıklarından söz eder. Eyüp oyuncakçılarından günümüze gelebilen yirmi sekiz, örnek İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nce korunmaktadır. 226 Anamur’da, çocuk oyuncakları yapan, yörede sevilen Ahmet GIR, atölyesinde vücuda getirdiği oyuncaklarıyla âdeta özel bir dünya kurmuştur. Ahmet GIR, 1928 yılında Anamur’un Çukurabanoz köyünde dünyaya gelmiştir. Ayrıca, yörede çok sevilen Vehbi Uysal, Almanya’da açtığı çocuk oyuncakları sergisiyle, yörenin adını duyurmayı başarmıştır. Yöreye özgü oyuncakları şu şekilde sıralayabiliriz:

Ahşap ve Demirden Beşikler Genellikle kız çocuklarının oynadığı bir oyuncaktır. Ahşap Saban Çocuklar büyüklerin günlük yaşantılarında kullandıkları eşyalara özenerek birçok aletle oynarlar. Ahşaptan Yayık

226 anamurunsesi.com.

395

Çocuklar büyüklerin günlük yaşantılarında kullandıkları eşyalara özenerek birçok aletle oynarlar. Asata Beşik çanı Ayçiçeğinden Yapılan Araba Ayçiçeğinin yöredeki adı “gündöndüren”dir. Ayçiçeklerin saplarından ve tarlalarda yetişen bir tür dikenli sarmâşık türü olan bir bitkiden yapılan bir oyuncaktır. B u sarmâşık bitkisi, ip gibi kullanılır. Bazen iki tekerlekli, bazen dört tekerlekli büyük bir insanı bile taşıyabilen arabalar yapılır. Bilye Çelik, cam, fildişi ve topraktan yapılır. Çam Kabuğundan(Ekki) Traktör Çam kabukları iyi bir oyuncak ham maddesidir. Yontması, şekil vermesi kolaydır. Bu kabuklardan, ‘bozuk radyolar’, traktörler, gemiler, tabancalar yapılır. Eğer ıslatılarak bir süre suda bekletilmişse bu oyuncağın yapım süreci daha da kolaylaşır. Traktör yapmak için iki büyük parça kabuğa ihtiyaç vardır. Biri motor kısmı, biri ise kasa kısmı olacaktır. İşin yontma kısmı bitince, bir kara lastik ayakkabı eskisi bulunur. Dönme Dolap Anamur’da bayram günlerinin eğlencesidir. Dönen salıncak şeklindeki eğlence aracıdır. Döven Yüzen, ucan ve kayan oyuncaklar arasındadır. Ahşaptan yapılır. Döven, harmanda ekinleri sap ve tanelerini ayırmak için kullanılan önüne koşulan hayvanlarla çekilen, altında keskin çakmaktaşları çakılı bulunan kızak biçimindeki araca verilen isimdir. Bu tarla gerecinin oyuncağıdır.

Eğirtmeç(Kirmen) Çocuklar büyüklerin günlük yaşantılarında kullandıkları eşyalara özenerek birçok aletle oynarlar. Fırıldak, Fırdöndü Düğme, tel, ceviz, makara gibi gereçlerden yapılır. Kabak Araba: Su kabağından yapılan arabadır.

396

Kargıdan(Kamış) Tüfek Savaşçılık daima erkek çocuklarının baş eğlencesi olmuştur. Kaynana Zırıltıları Kolundan çevrildiğinde, tahta çarkların sayesinde ses çıkaran bir oyuncaktır. Makara Arabalar Makaradan yapılan oyuncak arabadır. Bir lastik, makaranın içinden geçirilir. Bir sabunun kenarları yontulur. Sonra, sabun, makaranın bir yüzüne konulup lastik sabunun içinden geçirilerek çıkan uca kibrit çöpü takılır. Altta kalan lastiğin diğer tarafı da, öteki kibrit çöpü kısaltılıp alt uca eklenir. Oyuncak Kağnılar Ahşaptan yapılan oyuncak kağnılardır. Bu kağnıların üzerine de Yörük insanlarının maketi yapılır. Örme Sapanlar Avlanma içgüdüsü daima erkek çocuklarının baş eğlencesi olmuştur. Patlangaç Çitlembik fırlatmaya yarayan çocuk oyuncağıdır. Bazı yörelerde, “patlongaç” olarak da söylenir.15 cm uzunluğunda bir tahta çubuğun 10cmlik kısmının soyularak inceltilmesi ve bu kısma hortum benzeri bir nesne geçirilmesi suretiyle yapılır. Çitlembik fırlatıldığında pat diye bir ses çıkarır. Bundan dolayı bu isim verilmiştir. Ritim Kaşığı Özellikle yöresel oyunlar oynanırken kullanılan kâşıklardır. Ritim tutmaya yarar. Kâşık oyunlarında kullanılır. Kâşık oyunları, Akdeniz’e has oyunlardır. Trol Tekne şeklindeki bir tür deniz taşıtı maketi Testi ve Hayvan Biçiminde Pişmiş Topraktan Düdükler Düdükler hayvan figürleri kullanılarak topraktan yapılır. Top Taş, toprak, bez, ip, keçe, yün gibi malzemelerden yapılır. Un Değirmeni Çocuklar büyüklerin günlük yaşantılarında kullandıkları eşyalara özenerek birçok aletle oynarlar.

397

5.6. ANAMURLU ÜNLÜLER

5.6.1. Müzisyenler Kemanda: Ahmet Bülbül, keman alanında tanınmış bir sanatçıdır.Şu an alzaymır hastası olarak yaşamaktadır. Kemancı Ahmet Bülbül’ün çalıp söylediği Sarı Yayla türküsü, diğer ilçelerce de kendilerine mal edilmeye çalışılmaktadır. Bu durum, aynı coğrafyada yaşamış, aynı kültürle yoğrulmuş Yörüklerin böylesine güzel bir türküyü kendilerine sahiplenmeye meye çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Davulda: Kara Yılan, Kara Tevfik, Dıvırdış davul alanında usta sanatçılarıdır. Klarnette: Klarnette Yörük Bayram, Ali Derya, Şafak Küçükderya, Pampela, Hakan Küçükderya’ yı saymak gerekir. Bağlamada: Erdal Güney, Arif Sağ’ın öğrencisidir. Anamur’da düzenlenen festivallerde yer alır. Anamur’da doğmuştur. 1994-96 yılları içinde Anamur-Ören Belediyesi Kültür Merkezinde yöneticilik de yapan Güney; burada verdiği bağlama dersleri ile müziğe ilgisi olan gençlerin yetişmesine katkı sağladı ve koro çalışmaları da yapmıştır. 1996 Güney Türküleri (Ada Müzik), Yakımlar (Ada Müzik), Köprüler - Enstrümantal toplama, 2005 Aşkiya, 2007 Unutulmayanlar Saundtracks-film müziği, 2007 Hatırla Sevgili Saundtracks-film müziği albümlerine imza attı. 2006 Unutulmayanlar (Akademi Prodüksiyon), 2007 Gitmek, filmlerine müzik yaptı. 2005 İlk Göz Ağrısı, 2006 Hatırla Sevgili, 2007 Yemin, 2007 Dicle, 2007 Elveda Rumeli adlı televizyon film müziği çalışmalarında bulundu.2007 Günah adlı kısa film müziği çalışması yaptı.

5 6.2. Gazeteci ve Yazarlar Çınar Arıkan 1957’de Anamur’da doğdu. Çınar Arıkan evli ve 2 erkek çocuk babasıdır. Anamur’un Sarıağaç, Kılıç, Demirören köylerinde öğretmenlik, Malaklar-Kadılar ilkokulunda müdür olarak görev aldı. Öğretmenlik yaparken “Çevre konularının ders plan ve programlarında işlenmesi” konusunda Çevre Bakanlığınca açılan öğretmenler arası eser yarışmasında “İçel İl Birinciliği” ödülünü aldı. 2003 yılından beri Konya ilinde müfettişlik görevini sürdürmektedir. İçel Kültür Derneği(İKD), Anamur Yöresi Türkmen Kültürünü Yaşatma ve Geliştirme Derneği(AYTÜRK) başkanlığı, Anamur

398

Kültür İhtisas Spor Kulübü(AKİSK), Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği, Kamu Çalışanları Vakfı(TÜRKAV) yönetim kurulu üyeliği, HEM Derneği, Yüksek Okul Derneği, Türkiye Folklor Araştırmaları Kurumu üyelikleri ile diğer sivil toplum kuruluşlarında görevler yaptı. Anamur Zafer Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü’nün yanı sıra, Anamur, Anamur’un Sesi, Yeni Anamur, Anamur Ekspres, Anamur Zafer, Toros Haber, Türkmen, Yeni Mersin, Savaş, Bizim Anadolu gazeteleri ile İçel Kültürü, Anamur Sedir ve Zümrüt Anamur dergilerinde çeşitli hikâye, araştırma, nesir, şiir ve makaleleri yayımlandı. 2006 yılında Anamur Yöresi Hikâyelerinden oluşan Yörük Göçü adlı eseri yayımlanmıştır. Bu kitabında, Yörük yaşantısıyla ilgili önemli bilgiler yer almaktadır. Eser, yirmi iki hikâyeden oluşmaktadır. Yer alan hikâyelerde, yöredeki Efsanelerden, basit günlük Yörük yaşantısından, göçlerden, yemek zevklerinden, Anamur şivesinin giyim- kuşamdan, düğün geleneklerinden izler yer almaktadır. Kitabın sonunda, mini bir sözlük yer alır. Eserdeki hikâyeler, Anamur yöresi ağzıyla anlatılmaktadır. Ayrıca, eserdeki hikâyeyle alakalı kara kâlem çalışmasıyla çizilmiş resimler de dikkat çekicidir.

Gazi Mert 1945 yılında Anamur'da doğdu. Evli, 3 çocuk babasıdır. 1968- 1977 yılları arasında Ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik,1977–1988 yılları arasında ortaöğretim kurumlarında okul müdürlükleri, 1988–2000 yılları arasında Millî Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1987 Yılında yılın öğretmeni seçildi. 2000 yılında Millî Eğitim Müdürü iken emekli oldu. 40 yılı aşkın sürede çeşitli basın-yayın organlarında yayımlanan yazılarından önemli bir kısmını “İslamı Anlamak” ismiyle kitap olarak yayımladı. Gazi Mert memleketinde yayımlanan yerel gazetelerde edebi, sosyal, kültürel konularda köşe yazıları yazmaktadır. Araştırma-incelemeleri, yöresel halk hikâyeleri, folklor ve halk oyunları ile ilgili çalışmaları yazı dizisi şeklinde yayımlanmaktadır. Son olarak, “Anamur Yöresel Halk Hikâyeleri” adı ile halk oyunları türkülerinin hikâyelerinden oluşan bir kitapçık yayımlamıştır. Bu kitapta, “Anamur Yolları, Danışman’ın Düzlüğü, Gök Garga Zeybeği, Gerali- Ham Çökelek” Anamur türkülerinin hikâyeleri anlatılmıştır. Küçük bir kitapçık şeklinde olan bu eserin sonunda da, küçük bir sözlük yer almaktadır. 227

227 Gazi MERT, Anamur Yöresel Halk Hikâyeleri, Atalay Matbaacılık, Ankara, 2006, s.15.

399

Güngör Türkeli Güngör Türkeli Anamurlu bir yazardır. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmıştır. Anılarını anlattığı “Harbiye’den Babıâli” en önemli eseridir. 27 Mayıs döneminde teğmen, Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabir ve Antalya Belediye Başkan Yardımcısı olarak görevler yapmıştır. Güngör Türkeli Yörük kökenli biridir. Halen yazılarını, gazete ve internet ortamında yazmaya devam emektedir.

İsmail Kılınç 1971 yılında Anamur’da doğdu. 1992 yılında Türkmenistan Maksim Gorki (Mahtum Kulu) Üniversitesi İletişim Fakültesi Televizyon bölümüne girerek 1997’de bu okuldan mezun oldu. 1995-2004 yılları arası çeşitli televizyon kanalları (STV, Star TV, Kanal 7, Haber Türk, SKY Türk), ve haber ajanslarının (CHA, UHA) Türkmenistan Temsilcisi ve muhabiri olarak görevler yaptı. 2005 yılında 6 ay süreyle Büyük Birlik Partisi İstanbul Basın Müşavirliğini yürüttü. 2005 yılında Kasım ayından itibaren Kanal 7’de ekonomi program editörlüğü yaptı. 2006 Mart ayından itibaren Cihan Haber Ajansında; Yapımcı-Yönetmen ve Prodüksiyon Yöneticisi olarak görev yapmaktadır. Yapımcı-Yönetmen olarak, yerli ve yabancı televizyonlara Belgeseller, Ekonomi Programları, Reklâm Filmleri, Tanıtım Filmleri çalışmaları yaptı. Harikalar Hazinesi, Çocukların Sevgilisi Hz. Muhammed (sav) yayımlanmış kitapları arasındadır.

Prof. Dr. Mehmet Ali Tesbi 1952’de, Anamur Karadere köyünde doğdu. Akademik yaşantısına 1986’da Yardımcı Doçent unvanıyla üniversitede görev alarak başladı. Fakülte bölüm başkanlığı, fakülte kurulu, fakülte yönetim kurulu üyelikleri, yayın kurulu başkanlığı, Fen Bilimleri Enstitüsünde Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. Yüksekokul müdürlüğü görevinde bulundu. Mehmet Ali Tesbi, yargı yolunda geçen yedi yıldaki anılarını “Bir Profesörlük Öyküsü” adıyla yayımlatmıştır.

M. Tahir Şeref Mehmet Tahir Şeref Anamur'un Kılıç köyünde doğmuştur. Aksu Öğretmen Okulu'nda yayın mecmuası olan Sesimiz'de görev almış, mikrofon yayınlarında

400

spikerlik yapmış, kültürel faaliyetlerde görev almıştır. İl Genel Meclisi'nde Anamur'u temsilen seçilerek görev almıştır. Gençlik yıllarında yazdığı "Mehtap Melekleri" isimli bir romanı bulunmaktadır. Bu kitapta Torosların yüksek vadileri arasında geçmiş, bir aile faciasının acıklı sahnesi anlatılmaktadır. Fakir bir köylü çocuğunun zengin bir ağa kızı olan Selma’ya duyduğu aşk anlatılır.

Etem Kahraman On beş civarında eseri bulunan Anamurlu bir yazardır. Roman türünde "Aşk Uğruna", ilmi eserler arasında "İslamiyet ve Ahlak", "AP ve Kominizm" vs. gibi kitaplar bulunmaktadır. Kendisi, geçmiş yıllarda vefat etmiştir.

Vehbi Uysal 1947'de Karaman'da doğdu. Daha sonra Anamur'a yerleşti. Anamur'la ve çocuk oyuncaklarıyla ilgili çalışmalarından dolayı, Anamurlular onu Anamurlu saymaktadırlar. 1985'de "Uygarlıklar Ülkesi Türkiye" sergisi için görevli olarak Japonya'ya gitti. 1999 yılında Anamur Müze Araştırmacısı iken emekliye ayrıldı. Çeşitli yıllarda kazı ve araştırmalara katıldı. Mesleğinin yanı sıra karikatür ve fotoğraf sanatlarında çalışmalarda bulundu, çabalar saffetti. Karaman -Karaman Folkloru, Karaman Müzesi Rehberi İngilizce-Türkçe Karaman Seyirlik Oyunları, Karaman Turizm Rehberi, Anamurium ve Mamure Kalesi, Anadolu Oyuncakları önemli eserleri arasındadır. Kitap çalışmalarının yanı sıra yurdun çeşitli yerlerinde Anadolu Oyuncakları Sergilerini de açmaya devam etmektedir. 2006’da, İstanbul 23 Nisan Çocuk Festivalinde Anadolu Oyuncakları Sergisini açtı. Silifke, Anamur ilçelerinde sergiler düzenledi. Aynı sergiyi Almanya’da açtı.

Doç. Dr. Ulvi Keser 1961’de, Anamur'da doğmuştur. Askeri Posta Tarihi, Birleşmiş Milletler ve NATO görevlerinde (Kore, Somali, Bosna Hersek, Arnavutluk, Kosova vb.) bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Mustafa Kemal Atatürk konulu koleksiyon ve arşivlere sahiptir. “Yardım Et Komşu, Yunanistan’ın Büyük Açlık Dönemi, Üç Bilinmeyenli Denklem; Yanlışlar, Doğrular ve Unutulanlar, Çanakkale 1915, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, Kıbrıs-

401

Anadolu Ekseninde Ermeni Doğu Lejyonu, İkinci Dünya Savaşı ve İngiliz Ordusunda Katırcılar, Kıbrıs’ta Türk-Yunan Fırtınası (1940-1950-1960-1970), Kosova Meselesi ve Kosova Türk Barış Gücü 1998-1999, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı” yayımlanan kitaplarındandır.

Yrd. Doç. Dr. İbrahim Erdal 1970’te Anamur’da doğdu. 1998 yılında 2007 yılında Bozok Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Yrd. Doç. Dr. olarak atandı, halen bu görevde bulunmaktadır. “Mübadele- Uluslaşma Sürecinde Türkiye ve Yunanistan (1923-1925), Osmanlıdan Cumhuriyete Yörükler ve Türkmenler” adıyla basılmış kitapları bulunmaktadır. Mübadele isimli kitabında, günümüzde iletişim araçlarının ve bu araçlar yoluyla yapılan propogandaların toplumların yönlendirilmesinde etkili olduğundan, ekonomik projelerin, siyasi menfaatlerin, dengelerin, kültürlerin ve tarihin merkezinde bulunan Türkiye’nin zararlı propogandaların etkilerine maruz kalmasından bahseder. “Osmanlı'dan Cumhuriyete Yörükler Ve Türkmenler” adlı eserinde, Osmanlı döneminde Yörüklerin hangi amaçlar için tercih edildiğini, Başta Rumeli de olmak üzere ülkenin yeni iskâna açılmış, sürgün bölgeleri veya uzak eyaletleri arasındaki stratejik bölgelerin, Yörük teşekkülleri tarafından doldurulduğunu ve bu teşekküllere bölgenin güvenliğinin sağlandığını söyler.

Ahmet Almaz Anamur’da doğdu. İlk çalışması olan “Yıldızların Doğuşu” Gonca Yayınevi tarafından 1997 yılında yayınlandı. Lisan eğitimi sonrasında Hasan Celal Güzel’in editörlüğünü yaptığı “Osmanlı” projesinde yer alan Ahmet Almaz “Yeni Avrasya” dergisi ve Ak Parti Genel Merkezi Dış İlişkiler Başkanlığı’nda görev yaptı. “Çocuklara Altın Öğütler, Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi, Dönmeler ve Dönmelerin Hakikati, Karahanlılar Tarihi, Büyük Gazi’nin Hatırat Sahifeleri / Atatürk’ün Hatıraları, Fergana Güzeli, Abbase Sultan, 17 Ramazan Suikasti , Nevzat Yalçıntaş’tan Tarihe Notlar / Irak’ta Neler Oluyor , Yalanların Dansı, Komplo” eserleri arasındadır. Hâlen İstanbul Ticaret Odası Ticaret Gazetesi’nde Ticaret Tarihi üzerinde yaptığı araştırmaları her hafta “Nostalji” köşesinde yayınlanan Ahmet Almaz, aynı zamanda Anayurt Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

402

Fatma Zehra Fidan Fatma Zehra Fidan, bir yazar, ev hanımı ve annedir. “Beni Affeder Misin Sevgili? Hayallerim Babam ve Ben, Ütopya Değil Gerçek ve Aşk Var Mıydı Sahi?” önemli kitapları arasındadır. “Aşk Var Mıydı Sahi?” eserinde, aşka tutulmuş olanların hal dilleriyle anlatıp durduğu aşkın büyüsünden bahseder. Eserde, hayalleri olan ve hayatları boyunca aşkı tanımaya çalışan iki gencin çarpıcı ve sürükleyici hikâyeleri yer alır. “Hayallerim Babam ve Ben” kitabında, bir babaya mektup niteliğinde cümleler yer alır. Bu kitap, yıllardır evlatsız yaşamayı tercih etmiş bir babaya, hasta çocuğunun feryadıdır. “Ütopya Değil Gerçek” adlı eserinde, bir hayat kadınının hayat hikâyesi, medyayla tanışması anlatılır. “Beni Affeder misin Sevgili?” ilahi sevgiliye hitap şeklindedir. Allah’a yakarış ve af dileme vardır. Fatma Zehra Fidan eserlerini mensur şiir tarzında yazmaktadır. Bilgiden çok, duygu ön plandadır.

Oğuzhan Müftüoğlu 1944’te Anamur’da doğmuştur. Türkiye’nin buhranlı, çalkantılı ve toplumun sağ-sol diye ikiye bölündüğü 70'li yıllarda devrimci gençlik ve devrimci yol dergilerinin yazı kurulunda yer almıştır. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi sonrası açılan devrimci yol davasının bir numaralı sanığı olarak yargılanmış ve 11 yıl hapiste yatmıştır. Müftüoğlu halen Birgün gazetesinde yazılarını yayımlamaktadır. “12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, Geçmişi Aşabilmek, Biz Ona Devrim Diyorduk, Yazarımızın Bir Yazısı, Basra Harap Olduktan Sonra” yayımlanmış kitapları arasındadır.

5.6.3. Şairler

Anamurlu birçok şair, kendi duygu ve düşüncelerini, yörenin güzelliklerini ve iç dünyalarını şiirlerle anlatmışlardır. Şiirlerinde kendi iç dünyaları ile birlikte hayata bakış açıları, felsefeleri ve duygusallığı şiirlerinde bulmaktayız.

İrfani Asıl adı bilinmemektedir. Şiirlerinde “İrfani” mahlasını kullandığı için “İrfani” adı ile tanınmıştır. Halk arasında ve müzisyenler arasında kullanılan adı ise yine mahlas olmakla birlikte “Urfani” şeklinde söylenir. Anamur yöresinde Orhan ismi genelde

403

“Ufran-Ofran” şeklinde söylenir. Bir ihtimalle adının Orhan veya İrfan olması muhtemeldir. Soy ismi(sülale-baba ceddi) bilinmemekte veya onun yaşadığı çağda soyadı kullanılmadığı için baba ismiyle anılışı bilinmemektedir. Doğum ve ölüm tarihleri de belli değildir. Şiirlerine 19. yüzyılda yazılmış olan cönklerde rastlanmaktadır. Bundan dolayı 18. yüzyılın son veya 19. yüzyıl başı ozanlarından birisidir, diyebiliriz. Bazı kaynaklarda 1840-1894 arasında tarihlerde verilmekte birlikte netlik kazanmamıştır. İrfani Anamur’un Gölgeli köyündendir. Toros dağlarını ve Yörüklerin yaşantılarını anlatan şiirler yazmıştır. Şiirlerinin bazıları türkü formatından yöre halk oyunları formatına getirilmiştir. Anamur’da yapılan düğünlerde, eğlencelerde ve yöresel halk oyunları gösterilerinde sevilerek ve zevkle oynanır. Güzelleme, aşk, sevgi ozanıdır. Şiirlerini saz eşliğinde söylediği bilinmektedir. Söylenenlere göre, ağanın kızına duyduğu aşk sayesinde meşhur güzellemelerini vücuda getirmiştir. Çekemem Gönül Sen bir bezirgansın konar göçersin Konduğun pınarın suyun içersin Cura şahin gibi yüksel uçarsın Ben senin cevrini çekemem gönül

Kara bulut gibi göğe ağarsın Sulu sepken gibi yere yağarsın Nerde güzel görsem boynun eğersin Ben senin cevrini çekemem gönül

Her nereye varsan birin bulursun Adını sormadan meyil veririsin Demedim mi sana pişman olursun Akıbet sözüme geldin mi gönül

İrfani der ki bu böyle olmaz Güzelin ettiğin düşmanlar etmez Gönlüne zincirle bağlasan tutmaz Demir halkaları kırarsın gönül

404

Sabahtan uğradım ben bir güzele Bir kelam söylesem darılır m’ola Dellal olsam dokuz kaza Bozok’a Sencileyin güzel bulunur m’ola

Memeleri dönmüş nara turunca Titriyorum ben o yari görünce Benim yârim bir şeftali verince Cennetin kapısı açılır m’ola

Usuldur boyun da incedir belin Dududan kumrudan tatlıdır dilin Başına sokunmuş bir tutam gülün Acep bir el vursam darılır m’ola

Vardım gördüm zülüflerin düzeltir Yârim gelir deyi yollar gözetir Yarin yanakları gülden tazedir El uzatıp dersem darılır m’ola228

İbrahim Yalçınkaya 1949’da Çarıklar beldesinde doğmuştur. Uzun yıllar TRT’de çalıştıktan sonra emekliye ayrılıp, Anamur’a yerleşmiştir. 1991 yılında “Akça Pınar” adlı ilk şiir kitabını yayımladı. Daha sonra “Ötelerden Öteye” adlı şiir kitabını 1994’de yayımladı. Şiirlerinde tema olarak, yayla, Toros dağları, Anamur, Esir Türk Yurtları, Türkistan, Azerbaycan, Bosna ve sevgi konularını işledi. Millî konulara büyük önem verdi. Zaman zaman yergi ve toplumumuzun içinde bulunduğu sıkıntıları anlatan şiirleri de yazdı. Gurbette yazdığı şiirlerinde, Akdeniz topraklarına olan özlem ve sevgisini dile getirdi. İbrahim Yalçınkaya, evli ve iki çocuk babasıdır:

228 Doğan ATLAY, İçelli Halk Ozanları, İçel İl Yıllığı, İçel Valiliği Yayımı, San Matbaası, 1997, Ankara, s.56.

405

Halimiz Hırsız, ağa, paşa. Dürüst; fukara! Kimin eli kimde, hele bir bakın. Çaldıkça çalanı sever Ankara! Kimin malı kinde, hele bir bakın.

Arsızın, hırsızın eli öpülür, Vatanın bağrına incir dikilir, Aşifte bağrında keyif çatılır, Kimin bağı kimde, hele bir bakın.

Makam mevki yüce, hakkı verilse! Lâkin hırsız çıkar her kim sivrilse! Anasını soyar kabre girilse. Kimin gözü kimde hele bir bakın.

Bırakmaz mangalda savurur külü, Her şey müktesep hak, hatta süt gölü! Nası olsa beyler bu millet ölü. Kimin dişi kimde, hele bir bakın.229

Kemal Mert 1965 yılında Anamur’da doğdu. Evli ve iki çocuk babasıdır. “Gençliğe Sesleniş, Yanan Umutlar, 21. Yüzyıl Aşkı” yayımlanmış şiir kitaplarıdır. “21. Yüzyıl Aşkı” adlı kitabında, güzel olan her şeyi işlediğini söyler. Menfaatlerden uzak, sadece güzelliklerin yer aldığı bir dünyanın kapılarını mısralarıyla bize aralar. Sen Olsaydın Yanımda Saçlarım beyazlamayacaktı Genç yaşta ihtiyar olmayacaktım Umutlarım yaşlanmayacaktı Sen olsaydın yanımda.

229İbrahim YALÇINKAYA, Ötelerden Öteye, Sistem Ofset, Ankara, 1994, s. 41.

406

Sevgi, şevkat aramayacaktım Her şeyin özlemini duymayacaktım Yanımda oldukça özleyecektim Sen olsaydın yanımda.

Acılardan zevk almazdım Hergün sararıp solmazdım Öksüz ve boynu bükük kalmazdım Sen olsaydın yanımda.

Kader hep cilve yapmazdı Gönlüm başkasına sapmazdı Ruhum hastalık kapmazdı Sen olsaydın yanımda.

F. Leman Müftüoğlu Anamur'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi. Edebiyat öğretmenliği yaptı. Ankara Üniversitesi'nde Türk Dili Dersleri verdi. Şu an, O.D.T.Ü. ve Bilkent Üniversitesi'nde meslek hayatını sürdürmektedir. Ankara 2003'de yayımlanmış "Unuttuğum Yerden Topladım" adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır. Şiir kitabında tema olarak, memleket sevgisi, tabiat sevgisi, insan ve hayvan sevgisini işlemektedir:

Memleketim Selçuklu’dan kalma köprülerin altında Suya girmek, bir yandan ürke korka. Dragon’un sırtında zamandan arınmak. Köy gibi dut ağaçlarına tırmanmak

Mor salkımlı üzümden tane koparmak Güneş doğmadan incir almak dalından Ekin çiçekleri toplamak güngörmüş tarlalarda Gün yağmurlarında ıslanmak

407

Denizden çıkıp bir eylül sonu Kumun bittiği yerden söküp, Fıstık yemek kökünden Böğürtlen ormanlarında süpürge otuna

Boncuk gibi dizmek bir avuç bögürtlen Benzi solmuş olsa da Kalan ne varsa çocukluğumdan Tutsam getirsem yakasından230

Hüseyin Gümüş 1960 yılında Anamur ilçesi Lenger köyünde doğdu. Bütün hayatı boyunca Türklük ve İslam davasının savunucusu oldu. 1986 yılında Millîyetçi Çalışma Partisi'ni bir grup arkadaşıyla, Anamur'da kurarak ilçe başkanlığı görevini yürüttü. Şiir çalışmalarını 200 sayfalık “Sevdalarım” adlı şiir kitabında toplayıp yayımladı. Kitabı, altı bölümden oluşmaktadır. Kitapta tema olarak tarih, Türkiye’nin güzellikleri, Anamur, köyleri ve yaylalarını, siyasi fikirlerini, ülkeyi soyup soğana çeviren insanları, ülkemizde her seçim döneminde gündeme getirilen fakat bir türlü çözüm bulamayan yaralarını işler. Hüseyin Gümüş, şiirlerinde Hüseyin ve Köylü Ozan mahlaslarını kullanır, bazen de şiirlerinde mahlas kullanmaz. Hüseyin Gümüş bir ozan değildir, çünkü o saz çalmamaktadır. O, kâlem şuarasıdır yani kâlem şairidir. Şair, kitabının arka kapağına sekiz dörtlükten oluşan “Kimliğim” başlıklı şiirine yer vermiştir: Kimliğim Bin dokuz yüz altmış on mart doğumlu, Bozyazı’da Lenger köyümdür benim. Ebekız’dan doğma, Mustafa oğlu, Gümüşlü oymağı boyumdur benim.

Karanlığa güneş doğsun istedim, Üstümüze rahmet yağsın istedim, Türk’ün başı göğe değsin istedim Oğuz Han, Yesevi dayımdır benim.

230 F. Leman MÜFTÜOĞLU, Unuttuğum Yerden Topladım, Ankara, 2003, s. 17.

408

Vurdular dirilttim hep hürriyeti, Aşkla kucakladım tamam ümmeti, Bir bildim dağılan bütün milleti, Türkmen, Kazak, Uygur soyumdur benim.

Otuz yıl okudum, yirmi yıl yazdım, Çözülmez sanılan dertleri çözdüm, Sınırları yıktım, sınırlar çizdim, Amu derya , Tuna çayımdır benim.

Bir zulüm sonrası çıktı curcuna, Öksüz bırakılmış dava borcuna, Sahipsiz bayrağı diktim burcuna, Olmazı oldurmak huyumdur benim.

Fidan meyve verdi, çaldı yem marşı, Toz duman pazarlar, karıştı çarşı, Bir vermeden yüz bin alana karşı, Olmasa da olur payımdır benim.

Susma Köylü Ozan, olur elbette, Millet hakikatı bulur elbette, Bozkurtlar mecliste ulur elbette, İşte… O zamanlar toyumdur benim.

Abdülkadir Bulut 1943’te Mersin'in Akine köyünde doğdu. 9 Ağustos 1985'te Silifke'den Anamur'a giderken geçirdiği trafik kazasında hayatını yitirdi. İlk şiirleri ilk 1960'tan itibaren Varlık, Türk Dili dergisinde yayımlandı. Toplumcu, halkçı bir şairdi. İlk şiir kitabı “Tek Başına Değilsin” 1976 yılında yayımlandı. Ünlü şair Behçet Necatigil’in etkisi altında yazıldığı anlaşılan bu şiirler, lirik anlatımlar ve özenle seçilmiş duygularla dikkati çekti. İkinci şiir kitabı olan “Acılar Yurdumdur” adlı eserinde olayları

409

yorumlaması yine toplumcu ve halkçı bir bakış acısını ortaya koydu. Şiirlerinde folklorik değerlerden ve öğelerinden, Yörük-Türkmen obalarının ağıt, uzun hava ve türkülerinden de zaman zaman esinlendi. Eserlerinde hüzünlü ve özlemli bir havayı ve ruh durumunu yakaladı. Şair Cemal Süreyya Bulut’a “Kasabalı Lorca” adını takmış, Necati Güngör ise ona “Alibeyköy’de Bir Yörük Delikanlısı” yakıştırmasını uygun bulmuştur. Günlük hayattan parçaları alıp şiirlerinde işledi. Şiir Kitapları; Sen Tek Başına Değilsin (1976) , Acılar Yurdumdur (1981), Kahveci, Yakımlar (1982), Güzeli (1981)(Çocuk şiirleri), Yurdumun Şiir Defteri (1985), Ü1kemin Şiir Atlası (1987)dır. Üveyikler Göçerken(1981) adlı bir de çocuklar için yazdığı romanı bulunmaktadır:

Andız Tesbihi Marifet sesinden tanıyabilmek Otuz üçlük andız tesbihinin Zeytin yağında kavrulmuşunu Ve gülerken her çocuğun Nereli olduğunu

Mayhoşu nardan anlar gibi Anlayabilmek yıllar sonrasının Acılı ve puslu günlerinde Seni görmemek için Vitrinlere bakacak olanları

Celal Çetin Kızılaliler Köyü’nde l948 yılında doğdu. Meslek hayatına imamlık yaparak başladı. 2004 yılında CHP İl Genel Meclis Üyeliği yaptı. Halen Muhtarlar Derneği başkanlığını sürdürmektedir. “Çatlamış Hayat” ve “Kırılıp Dökülen Hayat” adlarını taşıyan iki şiir kitabı bulunmaktadır. Çatlamış Hayat isimli eserinde siyasi görüşünden, toplumdaki aksaklıklardan, toplumun ahlakla yücelebilmesi için bilgiye gereksinim olduğundan, ahlaki değerlerimizi yavaş yavaş yitirdiğimizden bahsetmektedir. Şair, Kırılıp Dökülen Hayat adlı şiir kitabını olumsuzlukları, güzellikleri dile getiren, fikri, siyasi ve İslam medeniyeti ile ilgili yazmış olduğunu söylemektedir:

410

Anılarımız Çocukların anası, benim yârim Hem de hayatta o benim karım. Elinden üç öğün yemek yerim. Kadınlar, benim canım anam.

Kadınlarımız, vurulan yüke dayanır. Kadınlar, zorluklara göğüs gerer. Onlar yok olduğu zaman aranır. Erkekler onlara tokat savurur.

5.6.4. Ressamlar- Fotoğraf Sanatçıları Hüseyin Elmas 1967’de Anamur’da doğdu. "Bilim Doktoru" unvanı aldı. Güzel sanatlara ilişkin çok sayıda bilimsel-sanatsal araştırması, kitap ve yazıları yanı sıra yapıtlarıyla da bu hizmetini sürdürmektedir. En önemli eseri, “Çağdaş Türk Resminde Minyatür Etkileri”dir. Bu kitapta, sanatın işlevinden ve maceralarından bahseder. Başlangıçtan günümüze kadar, Türk resminin batı ile ilişkilerinin ne zaman başladığını, hangi süreçlerden geçtiğini, Osmanlı zamanında resim alanında açılmış okulların neler olduğunu anlatır. Minyatürün resimle ilişkisini, bize nasıl girdiğini açıklar.

Nevzat Çağlar 1972’da doğdu. Bozyazı Tekmen Lisesi’nde coğrafya öğretmeni olarak görevini sürdürmektedir. Çalışmaları sırasında fotoğraf çekimleri de yapan Çağlar; Anamur’un tarihi eserleri, doğal güzellikleri, özellikle doğal çiçeklerini fotoğrafla belgelemektedir.

5.6.5. Anamurlu Diplomatlar Behiç Çelik Anamur İlçesi’nde dünyaya geldi.23.dönem milletvekilliği yapmıştır. Evli ve 3 çocuk babasıdır. 2000 yılında yayımlanan “Türk İdari Yapısının Reorganizasyonu

411

(Yeniden Yapılandırma)” adlı bir eseri bulunmaktadır. Çeşitli dergilerde makaleleri de yayımlanmıştır.

Rüştü Kazım Yücelen Anamur’da 1948 yılında doğdu. İçel Milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. Uzun süre tedavi gördü. Evli ve 3 çocuk babasıdır.

Hidayet Kılıç 1960’ta Anamur’ doğmuştur. Kamu Yöneticiliği, Sağlık Bakanlığı Şube Müdürü, 21. dönem İçel milletvekilliği yapmıştır. Evli ve bir çocuk babasıdır.

Ersoy Bulut 1939’da Anamur’da doğmuştur. 22. dönem Mersin milletvekili olarak görev yapmıştır. Evli, üç çocuk babasıdır.

412

SONUÇ Kültür, milletlerin var olmasını sağlayan, onları ayakta tutan yegane unsurdur. Bütün toplumsal değerler ve bakış açıları kültürün bünyesinde eriyerek içerik ve bütünlük kazanır, çevreye yansır, çevreden nesillere aktarılır. Halk kültürü de, kültür varlığının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Yaşanan değişim ve gelişimler, toplumun var olduğu çevre halk kültürünün gelişmesine veya olumlu ya da olumsuz yönlerde değişmesine sebep olur. Biz de bu çalışmamızda, Anamur halk kültürü ögelerini her yönüyle derleyip, sosyolojik, kültürel ve ekonomik değişim ve gelişim sürecinde ne gibi değişliklere uğradığını tespit etmeye çalıştık. İnsanın yaşamı boyunca geçirdiği önemli evreler vardır. Bunlara “geçiş dönemleri” denilmektedir. Bu dönemlerde insanlar, içinde yaşadıkları toplumun kültürel ögelerini bizzat uygularlar. Bu kültürel ögeler, birtakım inançlar, dinsel-büyüsel pratikler, gelenek ve göreneklerle, âdetler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Kozan halk kültüründe de, bu halk kültürü ögelerinin çoğu, geçmişten bu güne kadar korunarak gelmiştir. İnsanoğlu ilk çağlardan bu yana, doğayla barışık yaşamak, hayata ayak uydurabilmek için kendine birtakım yaşantılar geliştirmiş, bunun işe yararlığını kabul etmiş ve bu kabuller zamanla toplumların vazgeçilmezleri haline gelmiştir. “Batıl” olarak nitelendirilen halk inanışları, yaşam şartlarının gerektirdiği unsurlar olarak ortaya çıkmış ve topluluklar arasında doğruca ya da birtakım değişmelere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir. Halkın tereddütsüz kabul ettiği bu inançlar, İslamiyet’ten sonra da, İslamî görüntüye bürünerek varlığını korumuştur. Anamur yöresinde de, halk inançlarının büyük bir çoğunluğu günümüzde de geçerliliğini devam ettirmektedir. Anamur’un kendine has zengin bir halk mutfağı vardır. Yörede, halkın geneli yaz mevsiminden kışın yiyecekleri erzaklarını hazırlamaya başlarlar. Halk hekimliği, halk kültürünün en önemli parçasından biridir. Günümüzde alternatif tıp diye adlandırılan halk hekimliği yörede de geçerliliğini sürdürmektedir. Halk, doktora gitmenin yanısıra doğadaki birtakım bitkelerde de şifa aramaktadır. Anamur’da dokumacalıkta özelikle kilim dokumacılığı çok gelişmiştir. Dokuma kültürünün zengin olmasının en büyük kanıtı, birbirine yakın köylerde, birbirinden oldukça farklı dokuma teknikleri ve modellerinin bulunmasıdır.

413

Yörenin giyim tarzında dokuma tekniklerinin ve göçebe yaşantısının etkileri vardır. Anamur’da yapılan türkü derleme çalışmalarında 26 türkü derlenmiştir. Bu türkülerin çoğu düğünlerde çalınıp söylenmektedir. Türküler, hareketli yaşamın etkisiyle kıvraktır. Mâni söyleme geleneği de zengin bir yapıdadır ve yedinden yetmişe sevilmektedir. Yöreden derlediğimiz Mâni sayısı 147’dir. Ninni söyleme ise geleniğinin pek canlı olduğu söylenemez. Bölgeden sadece 8 ninni derlenebilmiştir. Yöreden derlediğimiz ağıt sayısı 6’dır. Ağıt söyleme geleneği canlı değildir. Yaşamayı, gezmeyi sevmeyen, hayatı eğlenmeden ibâret olan halkın ağıtlara bakış açısı, derlenen ağıt sayısından da anlaşılmaktadır. Bölgeden 38 tekerleme derlenmiştir. Bilmece sorma geleneği de tekerleme geleneğinde olduğu gibi yaygındır. Bölgeden 78 bilmece derlenmiştir. Atasözleri yöreye özgü olabildiği gibi genel kullanımı olan atasözleri de mevcuttur. Yöreden 196 atasözü derlenmiştir. Derlediğimiz atasözleri, yöre insanının yaşamı nasıl gördüğünü, hangi toplumsal kural ve ilkelere uyulması gerektiğini gösterir. Derlenen deyimler genel kullanımı olan, yöreye özgü olmayan deyimlerdir. Alkış ve kargışlar, yöre halkının iyi ve kötü durumlar karşısındaki duygulanımlarını ve düşüncelerini açık bir şekilde ifade ettiği türlerdir. Yöreden 58 alkış, 90 kargış derlenmiştir. Alkış ve kargışlardaki ifade şekli iyi-kötü dilek dileme şeklindedir. Masal anlatma geleneği de oldukça zengindir. Derlediğimiz 8 masal da yöreye özgü masallardır. Yöreden 49 fıkra derlenmiştir. Fıkraların bir bölümü yöreye has fıkralar iken, diğer kısmı da her yerde tanınan tipler veya konularla ilgilidir. Yöreden 10 efsane, 2 menkîbe, 4 halk hikâyesi derlenmiştir. Derlediğimiz kültür ögeleriyle ilgili, Anadolu’da yapılan halk kültürü çalışmaları ve yakın ilçe monografilerinden ve araştırmalarından da örnekler verdik. Anadolu’dan ve yakın ilçe monografi ve araştırmalarından verdiğimiz bu örneklerle, Kozan halk kültürü unsurlarını karşılaştırabilme, benzer ve farklı yönlerini görebilme imkânı bulduk. Kültürel değerlerimizin ve kültür bilincinin gelecek kuşaklara aktarılmasında bu çalışmamızın faydalı olmasını ümit ediyoruz.

414

BİBLİYOGRAFYA

Acıpayamlı, Orhan, Türkiye'de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Ankara, 1974. Akbaş, Ali, “Türküler”, Türk Yurdu, XII/54, Şubat 1992. Aktaş, Ali Osman, “Avut Köyü’nün Halk Bilim Açısından İncelenmesi”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun, 2007. Aksoy, Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler, Ankara, 1965. Albayrak, Nurettin, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Leyla ve Mecnun Yayıncılık, İstanbul, 2004. Alptekin, Ali Berat, Halk Hikâyelerinin Motif Yapısı, Ankara, 1997. Anamur 2000, Anamur, 2000. Aras, M.Özgü, “İsim ve Mahiyeti”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S; 1, Konya, 1985. Arıkan, Çınar, “Yörük Kültüründen Bir Demet II”, İçel Kültürü Dergisi, Mersin, Mayıs 1992. Arıkan, Çınar, “Anamur’da Çocuk Oyunları” , İçel Kültürü^Dergisi, Yıl:7, S; 25, Mersin, Ocak, 1993 ______, Yörük Göçü Hikâyeler, Şelale Matbaası, Konya, Mayıs, 2006. Arslan, Ensar, ” Nevruz Geleneği”, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Adana, 2000. Artun, Erman, Anonim Türk Halk Edebiyatı Nesri,Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004. ______, Türk Halk Bilimi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, Eylül, 2005. Atalay, Besim, Divanü Lügat-it Türk Tercümesi 1, Ankara, 1998. Meriç, Atanur, “Afyonkarahisar Müzesinde Bulunan Tarihi Kıyafetler Üzerine Bir Araştırma”, V. Afyonkarahisar Sempozyumu Bildirileri, Afyonkarahisar, 2000. Atılgan, Halil, “Mersin’de Halk Oyunlarına Toplu Bakış”, İçel Kültürü Dergisi, S:3, Mersin,1992. Atlay, Doğan, “Yusufçuk Kuşu Efsanesi”, İçel Kültürü Dergisi, Mersin,1989. ______,” İçelli Halk Ozanları”, İçel İl Yıllığı, San Matbaası, Ankara, 1997. Avcıoğlu, Doğa, Türklerin Tarihi 1, Tekin Yayımları, İstanbul, 1995.

415

Ayyıldız Ferit, İspir ve Pazaryolu Yöresi Masalları,(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, 2001. Başgöz, İlhan, Folklor Yazıları, Adam Yayınları, İstanbul, 1986. Başgöz, İlhan-Boratov, Pertev Naili, Türk Halk Bilmeceleri, İstanbul, 1974. Bayatlı, Necdet Yaşar, “Türk Halk Hikâyelerinde Arzu Kamber Hikâyesinin Kerkük ve Tuzhurmatı Varyantlarının Mukayesesi”, Millî Folklor, Yıl 21, S.82, Ankara, 2009. Bıldır, Fatma, Dursunbey (Balıkesir) Yöresi Halk Edebiyatı ve Folklor Ürünleri Üzerine Bir Araştırma, (Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir, Ocak 2008. Boratov, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yay., Ankara , Aralık, 1973. ______, Folklor ve Edebiyat I-II, Adam Yayınları, İstanbul, 1982. Çelebioğlu, Amil, Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul, 1982. Çevik, Mehmet, Basın Dilinde Atasözü ve Deyimler, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006. Çevik, Nihal Kadıoğlu,” Türk Mutfağının Akdeniz Mutfak Kültürünün Genel Özellikleri Yönünden Değerlendirilmesinin Önemi”, 5. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, HAGEM Yayınları, Ankara, 1997. Çevirme, Hülya - Sayan, Afife, “Alkarısı İnanmaları”, Millî Folklor, Yıl; 17, S.65, Ankara, 2005. Çıblak, Nilgün, “Anadolu’da Ölüm Sonrası Mezarlıklar Çevresinde Oluşan İnanç ve Pratikler”, Türk Kültürü, Y.XL, S.474, Ankara, 2002. ______, “İçel’de Yağmur Yağdırma Törenleri”, Folklor / Edebiyat, C.VIII, S. XXXI, Adana, 2002. ______, “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları, S.15, Adana, 2004. Doğan, Ali, Mersin’de Turizm ve Ören Yerleri, Mersin, Yüksel Matbaası, Mersin, 2004. Dulkadir, Hilmi, “Anamur’da Post Yanışlı Kilimler”, İçel Kültürü Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Mersin, Temmuz 1989. Eker, Gülin Öğüt- Ekici, Metin – Oğuz, M. Öcal – Özdemir, Nebi, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayını, Ankara, 2003. Elçin, Şükrü, Türk Bilmeceleri, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1970. ______, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.

416

Er, Tülay,” Kına Türkülerinde Evlilik Felsefesi”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara, 1982. Erbay, Nuri, Kütahya Merkez İlçesi Çamlıca Köyü Folkloru Üzerine Bir İnceleme, (Yüksek Lisans Tezi), Kütahya, 2007. ErdaL, İbrahim, XIX. Asır Sonlarında İçel Sancağı Anamur Kazası (Yayımlanmamış Lisans Tezi), Denizli, 1998. Eren, Naci, Arkeoloji ve Sanat Yayınları El Sanatları, Folklor ve Etnografya Dizisi:2, Kuşak Matbaası, İstanbul, 1984. Ergin Sol, Selma, “Ali Şir Nevai’ye Bağlı Olarak Anlatılan Fıkralar”, Millî Folklor Dergisi, S. 64, Ankara, 1990. Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, c.1, (4.baskı), Ankara, 1997. Ersoy, Feyzi, “Çuvaş Bilmeceleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a Armağanı, S. 13, Adana, Bahar 2003. Gökalp, Ziya, Türk Medeniyet Tarihi, (Sadelestiren: Yalçın TOKER), II. Baskı, İstanbul, 1995. Gökçeoğlu, Mustafa, Toplu Hikâyeler ve Tekerlemeler, Kıbrıs Türk Halkbilimi, Lefkoşa, 1999. Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikâyeleri, Kültür Bakanlığı, İstanbul, 1977. Gönen, Sinan, Manzum Atasözleri Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi, Cilt I, Konya, 2006. ______, “Dede Korkut Hikâyelerinden Günümüze Yansıyan Evlilik Âdetleri”, Millî Folklor , Yıl 18, Sayı 69, Konya, 2006. Gözaydın, Nevzat, “Anonim Halk Şiiri Üzerine”, Türk Dili Dergisi ,Türk Şiiri Özel Sayısı III (Halk Şiiri), Adana, Haziran 1989. Gürbüz, Hacı- Uysal, Özge Fatma, Anamur ve Çevresi, Gürbüz Reklam Ajansı, Anamur, 2003. İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamânizm, TTK Basımevi, Ankara 1995. ______, Makaleler ve İncelemeler, 1. Cilt, T.T.K, Ankara,1998. Kalafat, Yaşar, Kuzey Azerbaycan-Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, C. I. Ankara, 1991.

417

Kaya, Doğan, “Türk Halk Şiirinde Ölüm Sonrası Dilekler”, Millî Folklor III (21), Ankara, Bahar l994. ______, “Düğünlerimizle İlgili Terimler Ve Bunların Fonksiyonel Özellikleri”, III. Milletlerarası Türk Halk Edebiyatı Kongresi Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1996. ______,Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yayınevi, Ankara,1999. ______, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, 2000. Kaya, Muharrem, Folklor/ Edebiyat, C. 8, S. 31, Ankara, 2002. Kaya, Turhan, Halk Bilimi Açısından Erzincan,(Yayımlanmamış Doktora Tezi),Erzurum, 2004. Kaya, İ .Güven, DURSUN, Tarık, Thema Larausse, Millîyet yayınları, C.VI, İstanbul, 1994. Kayabaşı, Onur Alp, Anamur Folkloru (Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, Konya, 2008. Köse, Nerin,” Kococaş Destanı İle Manas, Dede Korkut, Orhun Yazıtları Ve Türk Halk Hikâyeleri Arasındaki Paralellikler”, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi 3. Karşılaştırmalı Edebiyat Sempozyumu Bildirisi, Ankara, 1997. ______, Binbir Gündüz’deki Fıkralar Üzerine, Millî Folklor Yayınları: 8, Halk Edebiyatı Dizisi, Ankara, 1996. Kurum, Uygar, Düziçi’nde Halk Hekimliği, (Yüksek Lisan Tezi), Niğde, 2008. Mahmut, Nedret, Karacaoğlan’ın Şiirinde Sanat Olarak Renkler, Romanya, 2001. MerçiL, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, T.T.K.Yay., Ankara, 1993. Mert, Gazi, Anamur Yöresel Halk Hikâyeleri, Atalay Matbaacılık, Ankara, 2006. Meydan-Larousse, 1973, C.12. Miyasoğlu, Mustafa, Gül Şiirleri Antolojisi, Tuzla Belediyesi Kültür Yayınları İstanbul, 1999. Müftüoğlu, F. Leman, Unuttuğum Yerden Topladım, Ankara, 2003. Nurmatov, Mirlanbek, Kırgız Türkçesindeki Deyimler, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2000. Oğuz, M. Öcal, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay., Ankara, 2007. ______, Halk Hikâyeleri, T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneciler Ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2008.

418

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav A.Ş. İstanbul, 1985. Ögel, Bahaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1991. ______, Türk Kültür Tarihi, Başbakanlık Basımevi, III.C., Ankara, 1991. ______, Türk Kültür Tarihine Giriş, 8.Cilt, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991. ______, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 2001. ______, Türk Mitolojisi II, Ankara 1995. Ölmez, Özlem, Türk Folklorunda Ölüm Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma, (Yüksek Lisans Tezi), Haziran, Sakarya, 2008. Örnek, Sedat Veyis, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, Ankara, 1979. ______, Türk Halk Bilimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995. Özergin, M. Kemal, “Kuman- Kıpçak Bilmeceleri Üzerine Araştırmalar”, T.F.A. S:294,Ocak Ankara,1974. Öztürk, Rıdvan, “Efendi Kelimesinden Hareketle Nasreddin Hoca’nın Kimliği Hakkında Görüşler”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ankara, 2007. Sakaoğlu, Saim, “Divanü Lügat-it Türk’ün Halk Edebiyatı Açısından Taşıdığı Değer”, Fen- Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi - Z.V. Togan Özel Sayısı, Atatürk Ün. Basımevi, Erzurum, 1985. Sezen, Lütfi, Erzurum Folkloru, Erzurum, 2007. Sümer, Faruk, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992. Şengül, Abdullah, Olur'da Dokumacılık Dili ve Folkloru, , Erzurum 1984. Şikari, Karamanoğulları Tarihi, (Haz: M. Mesud Koman), Konya Halk evi Tarihi ve Müze Komisyonu yayınları, seri:1 S; 1, Konya, 1946. Şimşek, Esma, “Yusufçuk Kuşu”, İçel Kültürü Dergisi, Mersin,1989, S.8. Tacemen, Ahmet, Türk Fin-Ugor, Moğol-Mançu Toplulukları İnanışları Zemininde Bulgaristan Türkleri İnanışları veya Türk Kimliği,Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara, 1995. Tanpınar, Ahmet Hamdi, Beş Şehir, İstanbul, 1989. Tavkul, Ufuk, Karaçay-Malkar Türk Edebiyatı, Türk Dünyası El Kitabı, C.3., Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 1992. Tokatlı, Suzan “Türkiye Türkçesi İle Azerbaycan Türkçesindeki Eş Sesli Kelimeler Üzerine”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, S.16, Kayseri, 2004.

419

Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, C.2., Ankara 1988. Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993. Uğur, Sait, İçel Tarihi, Yeni Mersin, C.II, Mersin, 1943. Umar, Bilge, Türkiyede Tarihsel Anıtlar, İnkıläb kitabevi, İstanbul, 1994. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri, TTK. Yay., Ankara, 1998. Ünver, A. Süheyl, Tıp Tarihi, C. 1, İstanbul, 1937. Yalçınkaya, İbrahim, Ötelerden Öteye, Sistem Ofset, Ankara, 1994. Yardımcı, Mehmet, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Ankara, 2008. ______, “Anadolu Kıbrıs ve Balkanlarda Ortak Mâniler”, Uluslar arası Kıbrıs ve Balkan Türk Edebiyatları Sempozyumu, İzmir, 29 Eylül-4Ekim 1998. ______, “Kıbrıs Ve Diğer Türk Ülkelerinde Ortak Ninni Ve Tekerlemeler”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Gazimağusa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, İzmir, 24 -27 Kasım 1998. Yıldırım, Dursun, Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999. Yıldız, Naciye, Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, AKM Yayınları, Ankara, 1995. Yılmaz, Mehmet Ali, Aladağ Halk Kültürü Araştırması, (Yüksek Lisans Tezi), Adana, 2005. www.anamurunsesi.com, 20 Temmuz 2009 www.turkudostları.com. 25 Temmuz 2009 www.mersin.com. 28 Temmuz 2009

420

KAYNAK KİŞİLER

Çalışmamız bir derleme çalışması olduğundan dolayı, bilgilerinden faydalanmış olduğumuz kaynak şahıslarımızı aşağıda veriyoruz: 1. Ali Ceren, Anamur, 1966, Üniversite mezunu, Halk Eğitim Müdürü 2. 2-Hacı Mehmet Kurşun, Akarca Mahallesi, Akine (Ayne) Köyü, Çiftçilik- Çobanlık, Okur- yazar değil, 1924 3. Erdoğan Kaya, Köprübaşı Köyü, 1970, Lise mezunu, Anamur Avcılar Atatürk İhtisas Kulubü Başkanı 4. İbrahim Gümüşay, Anamur, 1950, Lise mezunu, Akarca Mahallesi Muhtarı 5. Abdullah Ak, Ortaköy, 1976, Üniversite mezunu, Coğrafya Öğretmeni 6. Mustafa Deniz, Boğuntu Köyü, 1948, Boğuntu Köyü Muhtarı 7. Şerife Ak, Akarca Mahallesi, Ortaköy, 1938, Okur- yazar değil, Ev Hanımı 8. Gazi Mert, Anamur, 1945,Üniversite mezunu, Emekli Öğretmen (Anamur İlçe Millî Eğitim Eski Müdürü) 9. Şakir Şen, 1960, Ortaköy, İlkokul mezunu, Anar Sürücü Kursunda Direksiyon Öğretmeni 10. Fikret Köklüoğlu, Anamur, 1960, İlkokul mezunu, Emekli, Kırtasiye İşletmecisi 11. Aydın Doluoğlu, Nasreddin Köyü, 1944, Üniversite, Emekli öğretmen 12. Abdulkadir Deniz (Balcı Kadir), Akine Köyü, 1940, Emekli Öğretmen- Balcılık 13. Fikret Özgür, Çeltikçi Köyü, 1971, İlkokul mezunu, “Gelin Kız Yorgan Dikimevi” işletmecisi 14. Sunay Yemez, Melleç Köyü, 1966, İlkokul mezunu, Manav 15. Tahsin Ünlü, Anamur, 1945, Gazeteci 16. Erdal Bulut, Köprübaşı (Ferizler), Esentepe Mahallesi, 1947, İlkokul mezunu, Esnaf

421

17. Güngör Türkeli, Anamur, 1936, Gazeteci- Yazar (Emekli Hava Subayı) 18. İbrahim Toğrul, Kaşdişlen Köyü, 1955, Kaşdişlen Köyü Muhtarı 19. Ali Deniz, Melleç Köyü, 1966, İlkokul mezunu, Kamyon Kaptanı 20. Şeref Kalp, Uçarı Köyü, 1954, Belen Restoran İşletmecisi 21. Fatma Siyah, Anamur, 1935, Ev Kadını, Tahsili yok 22. Bayramali Tufan, Sarıdana Köyü, 1940, Sarıdana Köyü Muhtarı 23. Ayhan Kutlay, Ortaköy, 1939, Balcı 24. Hacı Ahmet Kurşun, Akine (Ayne), Akarca Mahallesi, 1940, Çiftçilik 25. 25-Mehmet Güzel, Malaklar, Köyü, 1947, Eski muhtar 26. 26- Mehmet Köknar, Kaşdişlen Köyü, 1935, Seracılık 27. 27- Türkay Köse, Anıtlı Köyü, 1942, Anıtlı Köyü muhtarı 28. 28- Fatma ŞEN, (Şakir Şen’in Teyzesi), Ev Hanımı, 1957, Ortaköy 29. 29- Mehmet Suphi Alp, Anamur, 1950, Üniversite Mezunu, Eczacı 30. Vedat Çelik, Malaklar, 1963, Lise Mezunu, Çiftçi 31. Ali Mert, Anamur, 1942, Üniversite Mezunu, Doktor 32. Ali Ayhan, Anamur, 1957, Üniversite Mezunu 33. Sultan Aydın, Anamur, 1960, ilkokul Mezunu, Ev Hanımı 34. Şengül Kahvecioğlu, Anamur, 1955 , İlkokul Mezunu, Ev Hanımı 35. Alaaddin Dalkıran, 1968, Anamur, İlkokul Mezunu, Çiftçi 36. Hacı Bayram UÇAR, Karaçukur Köyü, 1930, İlkokul Mezunu, Çiftçi 37. Emiş YALI, Melleç Köyü, Karaçukur Köyü, Ev Hanımı 38. Tacettin Uçar, Akarca, İlkokul Mezunu, 1931, Çiftçi 39. Mustafa KÜL, Akarca, 1930, İlkokul Mezunu, Çiftçi 40. Mehmet AK, Karaçukur Köyü,1928, İlkokul Mezunu, Çiftçi 41. Havva DUMAN, Abanoz Köyü, 1934, İlkokul Mezunu Ev Hanımı 42. Durdane DUMAN, Karaçukur Köyü, 1944, İlkokul Mezunu Ev Hanımı 43. Muhittin SATICI, Akarca,1928, İlkokul Mezunu, Çiftçi

422

EKLER

Resim 1. Anamur haritası

Resim 2. 1967 Anamur

423

Resim 3. Anamur Akcami

Resim 4. Dragon Çayının Yaz Aylarındaki Görünümü

424

Resim 5. Alaköprü

Resim 6. Anamur Mamure Kalesi

425

Resim 7. Anamurlu Ünlü Ressam Hüseyin Elmas’ın Bir Yağlı Boya Resmi

Resim 8. Adamdaş Efsanesinin Kaynağı Olan Kayalardan Bir Bölüm

426

Resim 9. Efsanelere Konu Olan Sultansuyu Çayı

Resim 10. Oyuncakçı Ahmet Gır

427

Resim 11. Oyuncakçı Ahmet Gır’ın Oyuncak Ala Köprü’sü

Resim 12. Çıkrık

428

Resim 14. Anamur El Sanatlarından Kıl Çuval

Resim 15. El dokuma Aynalı ve Ala Kilim Örnekleri

429

Resim 16. Kısakahyaoğlu Konağı

Resim 17. Abanoz Yaylası

430

Resim 18. Ortaköy’de Karamanoğlu Konağı

Resim 18. Şavkı Efendi Konağı

431

Resim 19. Veli Arif Konağı

Resim 20. Anamurium Antik Kent

Resim 21. Kalınören Kalınören surları

432

Resim 22. Anamur Kalesi İçinde Yer Alan Dilek Ağacı

Resim 23. Anamur Çaltıbükü Mağarasına Yapılan Keşfi Anlatan Dünyaca Ünlü Bilim Dergisi

433

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Adı Soyadı Fatma PINAR KUZU

Doğum Yeri ve Tarihi Mersin 10 / 05 / 1978

Eğitim Durumu

Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrenimi Öğretmenliği

Y. Lisans Öğrenimi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Bildiği Yabancı Diller İngilizce

Bilimsel Faaliyetleri Seminer çalışması (Anamur’da Ad Bilimi)

İş Deneyimi

Stajlar

Projeler

Millî Eğitim kurumunda Türk Dili ve Edebiyatı Çalıştığı Kurumlar Öğretmenliği

İletişim

E-Posta Adresi [email protected]

Tarih 20 / 07 / 2010