<<

1

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

(Yüksek Lisans Tezi)

Gül BEZCİ

Kütahya- 2018

2

T.C DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

Danışman:

Yrd. Doç. Dr. Hacı Murat ARABACI

Hazırlayan:

Gül BEZCİ

Kütahya- 2018

3

Kabul ve Onay

Gül BEZCİ’nin hazırladığı “Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

...../...../2018

İmza Tez Jürisi Kabul Red

Prof. Dr. Kamil ÇOLAK

Dr. Öğr. Üyesi Hacı Murat ARABACI (Danışman)

Dr. Öğr. Üyesi Arif KOLAY

Doç. Dr. Ayhan KAHRAMAN

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

4

Yemin Metni

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü” adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

….../……/2018

Gül BEZCİ

5

Özgeçmiş

03/ 06/ 1990 Tarihinde Denizli Tavas ilçesinde doğdu. İlköğretimi Manisa Alaşehir Osman Akça İlköğretim Okulunda tamamladı. 2007 yılında Manisa Turgutlu Özel Rabia Hatun Lisesinden mezun oldu. 2008 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Lisans eğitimine başladı. 2009 yılı çift ana dal programıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okumaya hak kazandı.2012 yılında Tarih Bölümünden 2014 yılında ise Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2013-2015 yılları arasında Kütahya Halk Eğitim Merkezinde Osmanlıca ve Arapça branşlarında Usta Öğretici görevi aldı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesinden Pedagojik Formasyon sertifikası aldı. 2015-2016 eğitim öğretim yılında Milli Eğitim Bakanlığında Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yapmaya başladı. 2015 yılında Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ alanında tezli yüksek lisans eğitimine başlamıştır.

v

ÖZET

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

BEZCİ, Gül Yüksek Lisans Tezi, Tarih Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Hacı Murat ARABACI Şubat, 2018, 184 sayfa

Bilinen en eski zamanlardan beri toplumların hayatında din önemli bir yere sahiptir. Toplumların kültürünün oluşmasında din en önemli faktörlerden biridir. Türk kültürü için de bu durum geçerlidir. Gündelik hayatımızda farkında olarak ya da olmayarak yaptığımız pek çok uygulama, davranış ve inançlar üzerinde dini unsurların tesiri mevcuttur. Türklerin kültürel değerlerinde, İslam dininde görülen ibadetlerden oruç ve orucun yaşandığı ay olan Ramazan ayıönemli bir yere sahiptir. Türk milleti asırlarca Ramazan ayına büyük bir önem vermiş ve bu ayı en güzel şekilde yaşamıştır. Bu da toplumda zamanla Ramazana has bir kültür oluşmasına sebep olmuştur.

Türk milleti Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış ve kendine has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Türkler oruç kavramını Arapçadaki ‘savm’ Farsçadaki ‘rûze’ kelimesinden ‘rûze-orûze-orûz-oruç’ şekline getirerek Türkçeleştirmişlerdir. Ramazan ayını daha da estetik bir görünüm kazandıran Türkler; bu aya özgü eğlenceler, temizlik anlayışı, fakiri gözetme ve günahlardan çekinmegibi olgularıbir araya getirerek bir “ Ramazan Kültürü” oluşturmuşlardır.

Bu özel ay, en zengin ve en güzel biçimde, Osmanlı payitahtı olan İstanbul’da yaşanmıştır. Gerek yabancı seyyahlar, gerekse yerli yazarlar eserlerinde bu zengin kültürü işlemişlerdir.

Anahtar Kelimeler: Türkler, Ramazan, Osmanlı Devleti, İslam, Oruç.

vi

ABSTRACT

RAMAZAN CULTURE IN THE OTTOMAN SOCIETY

BEZCİ, Gül Master Thesis, Department of History Thesis Advisor: Asst. Professor. Dr. Hacı Murat ARABACI February, 2018, 184 pages

Religion had important place in the life of the societies since the ancient times. Religion is one of the most important factors in the formation of the culture of societies. This is also true for Turkish culture. There are many elements in our daily life that are influenced by religious elements on many practices, behaviors and beliefs, whether we are aware or not. In the cultural values of the Turks, the month of , which is the month of fasting and revelry, is worshiped in the Islamic religion. The Turkish nation has given great importance to the month of Ramadan for centuries and this month lives in the most beautiful way. This led to the formation of a culture of Ramadan in society.

Turkish nation Ramadan lived differently from other Muslim countries and made it a unique way of life. The Turks have made the concept of fasting a Turkic language in the Arabic 'savm' by introducing the 'rûze-oruzze-oruz-fast' phrase from the 'rûze' word in Persian. The Turks who gave Ramadan a more aesthetic appearance; they have formed a "Ramadan Culture" by bringing together the facts such as the peculiar entertainments, the sense of cleanliness, the poor care and the frustration of the sins.

This special month was experienced in the richest and most beautiful way, Istanbul, which is the Ottoman shareholder. Both foreign travelers and local writers, in their works, process this rich culture.

Keywords: Turks, Ramadan, Ottoman State, Islam, Oruc

vii

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ...... v ABSTRACT ...... vi İÇİNDEKİLER ...... vii KISALTMALAR ...... x GİRİŞ ...... 1

BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NE KADAR TÜRK VE İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY, YIL VE BAYRAMLAR

1.1. KUTSAL ...... 3

1.1.1. Kutsal Varlık ...... 3 1.1.2. Kutsal İnsan ...... 5 1.1.3. Kutsal Mekân ...... 6 1.1.4. Kutsal Zaman ...... 9 1.1.4.1. Yahudilikte Kutsal Zaman ...... 9 1.1.4.2. Hıristiyanlıkta Kutsal Zaman ...... 10 1.1.4.3. Hinduizim’de Kutsal Zaman ...... 11 1.1.4.4. Budizm’de Kutsal Zaman ...... 12 1.1.4.5. Eski Türklerde Kutsal Zaman ...... 13 1.1.4.6. İslam Dini’nde Kutsal Zaman ...... 14

1.2. İSLAM ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE ÖZEL GÜN, TÖREN VE BAYRAMLAR ...... 16

1.2.1. Resmi Törenler ve Kutlamalar ...... 18 1.2.2. Dini Toplantı ve Törenler ...... 19 1.2.3. Toplumsal Törenler ve Kutlamalar ...... 22

1.3. İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY VE BAYRAMLAR ...... 24

1.3.1. Cuma Günü ...... 25 1.3.2. Aşure Günü ...... 26 1.3.3. Kurban ve Kurban Bayramı ...... 27 1.3.4. Kandil Geceleri ...... 29 1.3.5. Aylar ...... 30 1.3.6. Ramazan Ayı...... 31 1.3.6.1. Oruç...... 33 1.3.6.1.1. Yahudilikte Oruç ...... 36 1.3.6.1.2. Hıristiyanlıkta Oruç ...... 38 1.3.6.1.3. Hinduizm’de Oruç ...... 39 1.3.6.1.4. Budizm’de Oruç ...... 40 1.3.6.1.5. Eski Türklerde Oruç ...... 40

viii

1.3.7. Asr-ı Saadet’te Ramazan ...... 41 1.3.8. Emevi Toplumunda Ramazan ...... 44 1.3.9. Abbasi Toplumunda Ramazan ...... 45 1.3.10. Memlûk Toplumunda Ramazan...... 46 1.3.11. Selçuklu Toplumunda Ramazan ...... 46

İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

2.1. OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN ...... 49

2.1.1. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Siyasi Açıdan Önemi ...... 53 2.1.2. Osmanlı Toplumunda Ramazanın İktisadi Açıdan Önemi ...... 55 2.1.3. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Sosyal Açıdan Önemi ...... 57 2.1.4. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Kültürel Açıdan Önemi ...... 59

2.2. RAMAZAN TENBİHNÂMELERİ ...... 63

2.2.1. Sosyal Konulardaki Tenbihler ...... 64 2.2.2. İktisadi Konulardaki Tenbihler ...... 65 2.2.3. Dini Konulardaki Tenbihler ...... 66

2.3. RAMAZAN AYI HAZIRLIKLARI ...... 67

2.4. RAMAZAN ...... 71

2.4.1. Hilalin Görülmesi ...... 71 2.4.2. İlk Gün, İlk Sahur ...... 74 2.4.3. Ramazan Topu ...... 75 2.4.4. İftarlar ...... 77 2.4.4.1. İftariyeler veya İftarlıklar ...... 79 2.4.4.2. Akşam Namazı ...... 79 2.4.4.3. İftarın Asıl Yemek Kısmı...... 80 2.4.5. Davetleri ...... 82 2.4.5.1. Sadrâzam Konağındaki İftâr Dâvetleri ...... 83 2.4.5.2. Şeyhülislâm ve Eşrafın Konağındaki İftâr Dâvetleri ...... 84 2.4.6. Diş Kirası ...... 85 2.4.7. Teravih Namazı...... 86

2.5. RAMAZAN AYINDA YAPILAN DİNİ MERASİMLER ...... 88

2.5.1. Huzur Dersleri...... 89 2.5.2. Cerre Çıkmak ...... 91 2.5.3. Hırka-i Şerif Ziyareti ...... 92 2.5.4. Sakal-ı Şerif Ziyareti ...... 96 2.5.5. Diğer Dini Faaliyetler ...... 96 2.5.6. Ramazan Ayında Yapılan Yardımlar ...... 97

ix

2.6. RAMAZAN AYINDA YAPILAN SOSYAL MERASİMLER ...... 99

2.6.1. Davul, Davulcu ve Manileri...... 100 2.6.2. Kandil Yakmak ...... 103 2.6.3. Mahyâ ve Mahyâcılık ...... 105 2.6.4. Kadir Alayı ...... 108 2.6.5 Ramazaniyyeler ...... 109 2.6.6. Ramazan Sergileri ...... 111

2.7. RAMAZAN AYINDA YAPILAN EĞLENCELER ...... 113

2.7.1. Direklerarası Eğlencesi ...... 114 2.7.2. Çalgılı Kahveler ...... 116 2.7.3. Semai Kahvehaneleri ...... 117 2.7.4. İstanbul Dışında Anadolu’da Ramazan Eğlenceleri ...... 119

2.8. RAMAZAN AYINDA YAPILAN GÖSTERİLERİ ...... 119

2.8.1. Tiyatrolar ...... 120 2.8.2. Karagöz ile Hacivat ...... 121 2.8.3. Ortaoyunu ...... 123 2.8.4. Meddahlar ...... 124

2.9. RAMAZAN BAYRAMI ...... 126

2.9.1. Ramazan Bayramın Tespiti ...... 127 2.9.2. Sarayda Bayram Hazırlığı ...... 128 2.9.3. Osmanlı Toplumunda Bayram Hazırlığı...... 129 2.9.4. Sarayda Ramazan Bayramı ...... 130 2.9.5. Osmanlı Toplumunda Ramazan Bayramı ...... 131 2.10. XX. YÜZYIL’DA RAMAZAN ...... 134

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ...... 140

EKLER ...... 143

KAYNAKÇA ...... 158

DİZİN ...... 183

x

KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale a.g.m.d. Adı geçen madde a.g.t Adı geçen tez

BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi

Bkz Bakınız c. Cilt

çev. Çeviren

DİA Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

DİB Diyanet İşleri Başkanlığı haz. Hazırlayan

Hz Hazreti nşr. Neşreden nr. Numara

S. Sayı

TDV Türkiye Diyanet Vakfı

TTK Türk Tarih Kurumu

xi

TEZ METNİ

1

GİRİŞ

Ramazan ayının Müslüman toplumu tarafından önemli kılınmasında; Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanması, İslam’ın beş şartından biri olan orucun bu ayda tutulması, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin Ramazan ayı içerisinde olması, yapılan ibadetlerin diğer aylara göre daha fazla sevap yazılması Ramazan ayının değerini arttırmıştır.

Osmanlı toplumu, bu ay içinde yapılan her şeyi, bir medeniyet olarak algılanmıştır. Ramazan ayı, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da medeniyet şuurunda yaşanmıştır. Türk milletinin İslam öncesi geleneksel Türk dininde bulunmayan oruç tutma ibadetine, İslamiyet’in kabulünden sonra bazı Türk geleneklerini, Türk estetik zevkini, hatta önceki dininde bulunan bazı törensel gösteriler ve kutlamaları da içine katarak Ramazan medeniyetini ortaya çıkarmışlardır.

Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü, insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan, Osmanlı Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya sahip olmuştur.

2

BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NE KADAR TÜRK VE İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY, YIL VE BAYRAMLAR

3

1.1. KUTSAL

kelimesinden gelmiş olup (ق-د-ص) Kutsal kelimesinin kökeni, Arapça k-d-s “saadet, kudsiyet, uğur, devlet, bereket, hayır, mübarek, baht, talih, mutluluk” anlamlarına gelmektedir.1Kutsal; güçlü bir dini saygı uyandıran, tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen; karşı çıkılmaması, bozulmaması gereken, Tanrısal olan2 şeklinde tanımlanır.

Kutsal; inanan bir kişi için yaşam kaynağı niteliğinde olup dinin kaynağı yahut dinleri açıklamada merkez konumuna getirilir. Dinin temel öğesi niteliğinde olan kutsal; insan yaşamına, insanın davranış biçimine, topluma ayak uydurma girişimine yön verir.3

İlk kez Durkheim tarafından ortaya atılan kutsal4, kaynağı ilahi sayılan varlığa sevgi ve korkuya dayalı bir duyguyla bağlanma durumudur. Kutsal olan sadece varlık değil, insan, mekân, zaman veya değerlerdir.

1.1.1. Kutsal Varlık

Kutsal kabul edilen varlık; görünürde diğer türlerden farklı değildir. Hemcinslerinden farklı kılan nokta, dini bir bakış açısına sahip kimselerin onları kutsal görmelerinden kaynaklanır.5

Cahiliye Devrinde insanlar kendi elleriyle putlar yapmış, bunlara inanmış ve bunları kutsamışlardır. Bu putlar vaktiyle toplumda yaşamış, sayılmış ve sevilmiş bir takım kimselerin heykeli mahiyetindedir.6

İnsan şeklinde olan putların yanı sıra, kaya ve taş şeklinde olan putlar, Kâbe işlevine sahip kült merkezleri şeklinde putlar,melek şeklinde tasvir edilen putlar,hayvan şekli verilmiş putlar, yatır şeklinde olan putlarda vardır.7

1 Türkçe Sözlük, C. 2,Türk Dil Kurumu, Ankara, 1988, s. 939. 2 Ali Yıldız Musahan, “İslam İtikatında “Kutsal” ın Sınırı”, E-Makâlât Mezhep Araştırmaları, 8/2, Güz 2015, s.122. 3 Musahan, a.g.m., s.122. 4 Muammer Cengil, Dila Baran Tekin, “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15, S.29, 2016/1, s.34. 5 Musahan, a.g.m., s. 124. 6 Mevlüt Güngör, “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Ahiret İnancı”, Dini Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 23, s.15. 7 Mehmet Mahfuz Söylemez, “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C.11, S.1, Ocak-Haziran, 2014, s. 24-26.

4

Cahiliye dönemi Arapları putlar vasıtasıyla Allah’a daha çok yaklaştıklarına inanır, putlardan güç, destek ve şeref aldıklarını iddia ederlerdi. Putların Dünyada kendilerine yardım edeceklerini zanneder ve putların Allah katında şefaatçi olacağını kabul ederlerdi.8

Putlarla birlikte her putun önünde fal oklarının bulunduğu torbalar mevcuttu. Put aracılığıyla Allah’ın emrini öğrenmek isteyen kişi, “Sadin” olarak isimlendirilen mabet görevlisine gelip derdini anlatır, görevli de fal oklarının bulunduğu torbayı putun önüne getirerek ihtiyacı olan kişi için hayır veya şer çıkmasını sağlardı. İçinde “evet” veya “hayır” yazan okları putun huzurunda çekerdi.9 Böylelikle insanlar putlardan ve ona eşdeğer fal oklarından medet umar, hayatlarına bunlar vasıtasıyla yön verirlerdi.

Eski Türklerde birçok varlığı kutsal kabul etmiş, kutsadıkları varlıklara “Kült” adını vermişlerdir. İnanışa göreilah kabul ettikleri “Ülgen Tanrısı” ak ve kara olmak üzere iki adet taş indirir ve bu taşların sürtülmesiyle ateş ortaya çıkardı. Altay ve Saka Türkleri taşla çıkan ateşi kutlu saymışlardır. Asya Türkleri ise ateşi ve ocağı kült olarak kabul etmiştir. Ateşe su döküp söndürmek, ateşe küfür etmek, ateşle oynamak yasak kabul edilmiştir. Bunlar, ateşle fal bakıp geleceği tayin etmişlerdir. Türklerin inanışına göre ateş, kötü ruhları kovar ve her şeyi temizlerdi.10

Şamanistlere göre beş kutsal unsur vardır bunlar; ateş, demir, toprak, su ve ağaçtır. Büyük günlerde ateşler yakılır, ateşe kurban verilir, ateşten çıkan renklere göre öngörülerde bulunulur, ateş sönerse tekrar yakılmaz ancak aynı soydan olmak üzere en yakın soydan ateş alınırdı. Büyük savaşların silahı olarak bilinen demir, efsanelere konu olmuş ve tanrısal bir kaynaktan çıktığına inanılmıştır. Beş kutsal unsurun en verimlisi kabul edilen toprak, besleyici bir ana, altında başka bir hayat alanını kapsayan ve cehennemler ülkesini içinde bulunduran bir âlemdir. Su ise; kudret ve bereket kaynağı olarak kabul edilirdi. Su ayrıca koruyucu ve kahredici tanrı olarak sayılır, sıcak suların cehennemden geldiği, tatlı ve iyi suların ise cennetten geldiğine inanılırdı. Ağacı Türkler, Tanrı yahut Tanrıdan ayrılan bir parça olarak tanımlarlardı.11

8 Güngör, a.g.m., s.18. 9 Söylemez, a.g.m., s. 17-18. 10 Sadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini” , Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S.4, 1998, s.41. 11 Murat Uraz, Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 165-194.

5

Orta Asya Türklerinde Güneş ve Ay kültü de vardır. Altay Türklerine göre Güneş ana Ay ise atadır. Güneş, yerde ateş temsil eder. Müslüman Türkler ve Altay Türkleri arasında bir antlaşma yapıldığında Güneşle yemin etme âdeti vardı. İnançlarına göre Güneş ve Ay kötü ruhlarla mücadele ederdi. Eğer yenik düşerlerse Ay yahut Güneş tutulması olurdu. Sahalara göre Ay ve Güneş kardeş kabul edilmiştir. Yıldızlardan ise Çolpan’ı kutsamışlardır.12

Türkler için hayatı, bereketi, canlılığı temsil eden ağaç da önemli bir külttür. Ağaç; Tanrı ile iletişim aracı olarak, kötü ruhları kovma törenlerinde, tabiat olaylarını yönlendirmede, yağmur yağdırma törenlerinde, bereketi arttırmaya yönelik mevsimsel törenlerde kutsal olarak kabul edilmiştir. Dut, söğüt, meşe, elma gibi ağaçlar önemli bir külttür.13

Hunlar, kendilerinin kayın ağacından ürediğine inanmışlar ve kutsamışlardır. Altay Türklerinde Tanrı Ülgen’in tepesinde oturduğuna inanıldığı çam ağacı, büyüklüğü ve heybetinden dolayı kutsanmıştır. Göktürkler Ergenekon Dağı’ndaki meyveli ağaçları kutsamışlardır. Yakut Türklerinde kayın ağacı ve karaçam kutsal ağaçlardandır. Eski Türkler; ağacın yaprakları, gövdesi, kökü ve gölgesini de kutsal olarak kabul etmişlerdir.14

1.1.2. Kutsal İnsan

Kutsal insan; peygamberler, rahipler, mollalar, cemaat önderleri, mezhep imamları gibi şahsiyetler, kendileri veya diğer kişiler tarafından kutsallaştırılmıştır. Hıristiyanlar, “Hz. İsa (Mesih) Allah’ın oğludur.”demişler ve “Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem de kutsaldır.” diyerek kutsallaştırmışlardır. Kur’an da Meryemoğlu İsa’nın sadece bir peygamber olduğu belirtilmiş, beşer üstü bir varlık olarak kabul edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Nitekim Yahudiler de “Üzeyir Allah’ın oğludur.” demişler ve kutsal kabul etmişlerdir. Kendi kendini kutsallaştıran Firavun ve Nemrud kendilerini Tanrı ilan etmişler, halkında kendilerine bu şekilde itaat etmesini istemişlerdir.15

12 Gömeç, a.g.m., s.43. 13 Ülkü Gürsoy, “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 61, 2012, s.45. 14 Gürsoy, a.g.m.,s.46-47. 15 Musahan, a.g.m., s. 129.

6

Eski Türklerde ise kadın önemli bir külttür.Yenisey yazıtlarında kadın kelimesi, Çince’de eş anlamında “Kunçuy”, evci yahut evde oturan manasına gelen “Ebçi”, kadın anlamına gelen “Kişi”, zevce anlamına gelen “Yotuz”, anne anlamına gelen “ Ög”, abla anlamına gelen “Eçe” olarak yer almaktadır. Türkler kadını kutsal kabul etmişlerdir. Milletin çoğalmasında kadın en önemli faktördür.16

Türklerde Atalar Kültü önemli bir yere sahiptir. Türkler, ölmüş atalarını kutsar, onlar için kurbanlar keserler, geride kalanlara iyilik ve kötülüklerinin hâla devam ettiğini düşünürler, ruhunun ise canlı olduğuna inanırlardı. Ölen ataların ruhlarının ölmediğini, onların manevi olarak insan hayatını etkileyebileceğini düşünürlerdi.17 Ataların ruhu için kesilen kurbanlar hayvan cinsinden erkek olarak seçilmiş, en makbul olarak at kurban edilmiştir. Bozkır Türk kavimlerinde ise at iskeletlerine rastlanmıştır. Asya Hun İmparatorluğu kurganlarında atalar kültü için kurban olarak at iskeleti bulunmuştur.18

Hunların ve Göktürklerin egemenliklerinin olduğu dönemde Orta Asya’da ilkel boylar yaşça büyük ve sözü geçen kişileri öldükten sonra kutsal saymış ve ölülerini de kültleştirmişlerdir. Ölüleri tabutlara koyup ağaçların üst dallarına yerleştirmişlerdir. XVIII. yüzyıla kadar Yakutlarda bu gelenek devam etmiştir.19

Eski Türklerde Tanrının insan olarak görüldüğüne dair bir inanış da vardır. Altayların Ay-Mangus destanındaki çocuğa isminin Tanrı tarafından verildiğine inanılır. Çocuk ihtiyar bir kişi ile rastlaşır ve ona kim olduğunu sorar. “Ben insan değilim, ben Tanrıyım ve sana ismini verdim” der.20

1.1.3. Kutsal Mekân

Dinlerde kutsal olarak somutlaşan mekânlar; tapınaklar, sinagoglar, kiliseler, camiler; yerle semanın buluştuğu alanlar olarak kabul edilirler. Her mabet veya ona benzer diğer yapılar kutsallığın merkezi olarak kabul edilirler.

16 Nurdin Useev, “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, S.11, Güz 2012, s.58-59. 17 Harun Güngör, “Eski Türklerde Din ve Düşünce, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.264. 18 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005, s.307. 19 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s.180. 20 Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1983, s.112.

7

Bilinmeyen toprakların evrenselleştirilmesi, kutsallaştırma ile doğrudan bağlantılıdır. Toplumlar, bir toprak parçasına yerleşir onu evrenselleştirir akabinde orayı kutsarlar. Göçebe toplumların aksine yerleşik hayata geçen toplumlar yerleştikleri bölgeyi benimser, oraya örgütlenir. İnançları, kültürleri bu benimsedikleri topraklarda şekillenir. Merkezi “Dünya” kabul edilen kutsal mekân, sonu olmayan bir evren olarak tanımlanmaktadır.21

Yahudilikte Süleyman mabedi, Tur Dağı, Hıristiyanlıkta Kudüs, kiliselerde çanların ibadet ve dua zamanlarını bildirmesi amacıyla günde yedi defa çalması, İslamiyette de Mescid-i Aksa, Kâbe, Arafat Dağı gibi mekânlarla ilgili kudsiyet Allah’ın bildirmesiyle veya peygamberlerin sünnetiyle belirlenmektedir.22

Mekân ve bölgelerin kutsal olması ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de çeşitliayetler mevcuttur.

“Ey Kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve arkanızı dönmeyin, yoksa kaybedenlerden olursunuz.”23

“Musa! Ben, Senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar ve bil ki, sen kutsal vadi Tuvâ’dasın!”24

Özellikle Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kâbe’nin kutsallığından Kur’an-ı Kerim şöyle bahseder;

“Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makamı İbrahim'den kendinize bir namazgâh edinin. Ayrıca İbrahim ve İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"25

Mekke ve Medine’nin kutsal oluşu ya da “Kutsal Topraklar” denmesinin sebebi, insanların o topraklara bir nevi ayrı bir üstün vasıf yüklediğinin işaretidir.26

21 Mircea Eliade, Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara, 1991, s. 1-17. 22 İbrahim Hakkı Kaynak, “Dinlerde Kutsal Zaman ve Mekânın Tarihsel Yapısının Fenomenolojik Algısı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Dergisi, Bahar 2016, S. 39, s.446. 23 Elmalılı Hamdi Yazır, Maide 5/21,Kur’an-ı Kerim Meali, Okyanus Yayıncılık, Kayseri, s.59. 24 Yazır, Taha 20/12, Kur’an-ı Kerim, s.153. 25 Yazır, Bakara 2/125,Kur’an-ı Kerim, s.38. 26 Musahan, a.g.m., s. 134.

8

Eski Türklerde ise kutsal yerlerin başında Ötüken gelir. Kül Tigin abidesinde de zikredilen Ötüken’in kutsallığı, Türk kağanının Ötüken ormanında oturmasından kaynaklanır. Ötüken’in kutsal olarak kağanı ve milleti koruduğuna inanılır. Kutsal vatan olarak da anılan Ötüken, bölgenin merkezi kavşağı niteliğindedir. Ötüken, Göktürkler, Uygurlar, Hun İmparatorluğu ve Moğollar tarafından da kutsal vatan olarak kabul edilmiştir.27

Türklerin inanışlarına göre dağlar kutsal yerlerdir. İnanışa göre göğün direği dağ, yeri bastıran dağ, Tanrıya giden en yakın yol dağdır. Başkentlerinde bulunan Ötüken dağları, Uygurların Kut Dağı, Oğuz Destanında yer alan ve ordugâhları niteliğinde olan Kür Dağı önemli dağlardır. Türkler, yaşadıkları evreni Dünya Dağı olarak kabul ederler. Altın Dağ, Ak Dağ, Demir Dağ önemli dağlardır.28

Türkler, ırmakların bulunduğu yerleri de kutsamışlardır. Orhun ve Selenga nehirlerinin bulunduğu yerler önemli bölgelerdir. Türkler, suların insanları koruduğunu ve hayat verdiğini düşünmüşler, kutsal ırmaklardan yardım dilemişler hatta bu ırmaklara tanrılar atamışlardır. Kutsal ırmaklar kaynaklarını cennetten alır fikriyle bu ırmakların bereketine ve varlığına güvenmişlerdir.29

Uygurlar, kendi içinde kutsal kabul ettikleri kişilerin mezarlarını da kutsal mekân olarak kabul etmişlerdir. Doğu Türkistan’da yer alan kutsal mekânları belli dönemlerde çeşitli amaçlarla ziyaret etmişlerdir.30

Kaşgar şehrinde bulunan Kaşgarlı Mahmud’un mezarı da önemli yerlerden biridir. Çocuğu olmayan kadınlar bu mezardan toprak alıp yerler, böylelikle çocuklarının olacağına inanırlar. Turfan şehrinde kutsal mekân olarak kabul edilen ve ziyarete açık Ashab-ı Kehf mağarası bulunmaktadır. Şifa arayanlar bu mağaraya akın edip bu mekânı kutsamışlardır.31

27 Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016. s. 300. 28 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi II, İstanbul, 1997, s. 125-130. 29 Ögel, a.g.e., s.137-142. 30 Rahile Davut, “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Milli Folklor), (akt. Alimcan İnayet), S.60, 2003, s.207. 31 Adem Öger, “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslararası Türk Dili, Edebiyatı ve Tarihi Çizelgesi, C. 7/1, Kış 2012, s.1681.

9

1.1.4. Kutsal Zaman

Kutsal zaman, diğer zamanlardan farklı olarak önemli bir hadisenin meydana geldiği zamandır.32 Bazı zamanlar kutsallık açısından ön plana çıkar ve diğer normal zamanlardan ayrılır.

İlkel zamanlarda kutsal zaman tabiat olaylarıyla ilişkilendirilmektedir. Tabiat, Tanrı’nın bir tezahürü olarak kabul edilir. Çiftçilikle uğraşan kabilelerin ekin ve hasat bayramları, tabiatın yeniden doğuşunun kutlandığı bahar bayramları, ziraatçı toplumlarda gündönümü ve ekinoksun kutlandığı güneş bayramları ile yeniay ve dolunay kutlamaları, tabiat bayramları olarak kutlanan kutsal zamanlardır.33

Zamanla tabiat bayramları değişime uğramış, bu bayramların yerini tarihi olaylar ve din kurucularına dayalı kutlamalar almıştır. Caynistler Mahavira’nın, Budistler Buda’nın, Hindular Ganeşa ve Krişna’nın doğum gününü kutsal olarak kabul edip kutlarlar. Hıristiyanlarca İsa’nın doğumu ve hayatın çeşitli safhaları, Müslümanlarca Hz. Muhammed’(s.a.v.)in doğumu ve miracı kutsal kabul edilip kutlanır. Bunlar Tanrı tarafından bildirilen değil, insanlar tarafından zamanla kutsallaştırılan ayin ve törenlerdir.34

Farklı bölgelerde ve farklı kültürlerde kutsalın tezahür ettiği anlar kutsal sayılmış, yaşanan bu anın kutsallığı devam ettirilmek istenmiştir. Bu anlar her yıl tekrarlanmış ve diğer zamanlardan ayrı tutulmuştur. Bütün inanışlarda bu hadise mevcuttur. Ancak her toplumun kutsal olarak kabul ettiği zamanlar, sahip olunan inanışa, kültüre ve bölgeye göre farklılık göstermiştir.

1.1.4.1. Yahudilikte Kutsal Zaman

Yahudiler tarafından kutsal zamanların belirlenmesine yönelik mevcut tarihlendirme, Eski Ahit yani Tevrat temel alınarak oluşturulmuştur. Tevrat’a göre düzenlenen Yahudi takvimi yaradılıştan itibaren önemli gün, ay, yıl ve önemli olayları tayin etmiştir. Yahudi takvimine göre yıl, dünyanın yaratılışı ile başlamaktadır. Takvimde bu yaradılış göz önünde bulundurularak oluşturulur. Bu takvimde yer alan

32 Münir Yıldırım, “Mircea Eliade’de “Kutsal ve Kutsal Zaman” Kavramı”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.10, S. 28, Mayıs- Ağustos 2007, s. 70. 33 Cengil ve Tekin, a.g.m., s. 35-36. 34 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.36.

10

kutsal zamanlar, Yahudiler için anlam ve önemi açısından birbirinden farklılık gösterir.35

Yahudiler bayramlarını özel ayin düzenleyerek kutlarlar. Bu ayinlerde sabah duası, şükür duası, kutsal kitabın okunması, “tefillah” bölümü olarak Talmud’un zikri, “halel” denen ilahi kısmı vardır. Yahudilerin küçük bayram ve büyük bayram olarak adlandırdığı bayramlar iki kısımdır. Küçük bayramda Yahudiler oruç tutarlar ve sonunda ziyafetlerle bayram yaparlar. Büyük bayramlar ise özel günleridir.36

Yahudilerde yılbaşı olarak kutlanan ve on günlük dönemi kapsayan Roş Haşana, kefaret günü olarak kabul edilen Yom Kippur, Mısır’dan çıkışın ardından kırk yıl çölde dolaşmaları anısına kutlanan vedokuz gün süren Şukot, kandil bayramı olarak anılan ve sekiz gün süren Hanuka, Mısır esaretinden kurtuluşun anısına kutlanan ve sekiz gün süren Fısıh, Tevrat hatim bayramı olan Şimha Tora, Tevrat’ın verilişi anısına kutlanan ve yedi hafta boyunca süren Şavot Yahudi takviminde yer alan kutsal gün ve bayramlardır.37

Yahudilerin benimsediği önemli ve kutsal zamanlarının yanı sıra anma törenleri ve kutlama törenleri de vardır. İlk defa İsrail Devleti tarafından kutlanan “Matem Günü”, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi katliamı anısına takvime eklenen “Soykırım ve Direniş Günü”, soykırım ve direniş gününü ise bundan bir hafta sonra kutlanan ve İsrail Devletinin kuruluş günü “Bağımsızlık Günü” olarak belirlerler.38

1.1.4.2. Hıristiyanlıkta Kutsal Zaman

Hz.İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra onun hayatındaki önemli olayları anmaya yönelik bazı kutlamalar ortaya çıkmıştır. Önceleri sadece İsa’nın hayatındaki çok önemli birkaç olayı anlamaya yönelik olarak başlatılan kutlamalar sonraki yüzyıllarda gittikçe artarak İsa’nın hayatındaki hemen hemen her önemli olayı kapsar hale gelmiştir. Kilise, mensuplarının bu olayları kendi hayatlarında yaşayarak Hıristiyanlığı daha iyi anlayacaklarına inanmaktadırlar. Yapılan kutlamalar geçmiş

35 Mustafa Ünal, Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram ve Törenleri), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 117-120. 36 Ünal, a.g.e., s.120-123. 37 Ünal, a.g.e., s.121-157. 38 Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.37.

11

olayların tekrarı değil, İsa’nın hayatını bu şekilde yaşamak suretiyle kendi kurtuluşunu elde edeceğine inanmaktadır. Zamanla Hıristiyanlar sadece İsa’nın yaşamına bağlı kalarak özel günlerini tayin etmeyip Meryem ve çeşitli Hıristiyan azizleriyle ilgili özel günlerde de zamanı kutsamışlardır.39

Hıristiyanlarda farklı farklı kiliselerin bulunmasından dolayı, her kilisede farklı boyutlarda bayramlar kutlanmaktadır. Kilisede bulunan azizin isteği doğrultusunda bu kutlamalar şekillenmektedir. Önemli olan ve evrensel nitelikte olan üç bayram vardır bunlar; “ Noel,Paskalya, paskalya yedisi anlamında Pentakost”.40

Kutlama anlamında Noel, Paskalya, Pentakost olmak üzere üç evrensel bayramı olan Hıristiyanlar, takviminin en önemli kutsal zamanları arasında yer alan Noeli kabul eder. İsa’nın doğumu anısına kutlanan bir bayramdır. Paskalya ise Yahudi geleneğinin “Fısıh” bayramına denk düşer ve İsa’nın dirilişi anısına kutlanır. Pentakost ise Kutsal Ruh’un havariler üzerine inişinin hatırasına, Paskalya’dan elli gün sonra yedinci Pazar günü kutlanan bir bayramdır.41

1.1.4.3. Hinduizim’de Kutsal Zaman

Hindu dini takvimi yıllık, aylık, haftalık, günlük gibi zaman dilimlerinde yapılan dinsel töreni kapsayan bir içeriğe sahiptir. Takvime bağlı kutlanılan ritüellerde ay ve güneş takvimi izlenir. Hindu geleneğinde kutsal zamanlar ile efsaneler arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. Hint efsaneleri ile zaman arasında bulunan ilişki, Tanrısal olayların oluşturduğu kutsal zamanın güncellenmesini sağlamaktadır.42

Hindularda Krişna, Vişnu, Şiva, Ganeşa gibi tanrılar vardır. Yılanlar, inekler gibi kutsal hayvanlar ile birlikte ırmaklar, dağlar, tepeler, bitkiler gibi doğaya ait varlıklar kutsanmıştır. Hindu mitolojisinde geçen meşhur olaylar, ayın evreleri, güneş ve ay tutulmaları, gün dönümleri ve yıldızlarla ilgili kutlamaların yapıldığı sayısız kutsal günleri vardır. Günlerin bir kısmı dinsel kaynaklı olmasa da, zaman içerisinde bir takım dini motiflerle süslenerek dinileştirilmişdir.43

39 Mehmet Katar, “Hıristiyan Bayramları Üzerine Bir Araştırma”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.3, S.9, Ocak- Nisan 2001, s. 8-9. 40 Ünal, a.g.e.,s.169-170. 41 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.38. 42 Ünal, a.g.e., s.36. 43 Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.39.

12

Hinduzim içerisinde yer alan dini gün ve bayramlar tarih içerisinde bir takım değişikliklere uğrayarak bugüne gelmiştir. Eski ve yeni dönem olarak ikiye ayrılan kutsal gün ve bayramların, eski döneme ait olanları daha çok doğa olayları ile ilgilidir. Ayın hilal ve dolunay olduğu zamanda Tanrılara kurbanın sunulması niteliğinde kutlanan “Ay Ziyafeti” günleri, mevsimlerin geçiş dönemlerinde kutlanan “Dört Ay” törenleri, sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde kutlanan “Adak- Kutsama”bayramı eski dönem Hindu kutsal zamanlarındandır.44

Yeni dönem kutsal zamanları olarak Ram Ravami, Krishna Janamashtami, Holi, Diwali ve Ganesh Charturthi gibi günümüze kadar ulaşan ve Hindu kutsal metinlerinde zikredilen kutsal zamanlar olarak zikredilir.45

1.1.4.4. Budizm’de Kutsal Zaman

Budist gelenekte, Hinduizm’in etkisiyle kutsal günler ortaya çıkmış ve zamanla dini bir takvim oluşturulmuştur. Zamanla meydana gelen Budist takvim Hindu gelenekte olduğu gibi ay takvimi esas alınarak kullanılır. Her ayın birinci günü (Hilal) ve on beşinci günü olan (dolunay) günleri Uposatha günü olarak kabul edilir. Uposatha “Ziyaret etmek” anlamına gelmektedir. Uposatha günlerinin belirlenmesinde her mezhep kendi inanışına göre hareket etmektedir. Budist geleneğine göre çok anlamlı olan bu günler tarihteki olaylarla ilişkilendirilip kutsallık kazanmışlardır. Budistler, Uposatha günlerinde oruç tutar, dua eder ve meditasyon keşişlerine katılırlardı. Bununla birlikte hilal ve dolunay günlerini takip eden sekizinci günler de kutsal gün olarak sayılır ve özellikle ruhbanları diğer iki gün gibi bu günlerde oruç tutarlardı.46

Mahayana geleneği diye adlandırılan Budist geleneğinde ayın dolunay şeklini aldığı gece büyük bir ayinle kutlanır. Kutsanılan bu gece de büyük ayinler düzenlenir. Sebebi ise Budizm’in kurucusu olan Buda’nın bu gecede doğduğu, bu gecede vahiy aldığı ve 2500 yıl sonra da yine bu gece de öldüğü inancıdır. Bu gün Buda günü olarak da kutlanır.47

44 Ünal, a.g.e., s.40-41. 45 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39. 46 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39. 47 Ünal, a.g.e., s.87.

13

Budizm’de dini bayramlar olarak Vesak, Buda, Asalha Puja, Mağa Puja günleri ve en önemlisi de Ohigan Festivali görülmektedir. Bu dini bayramlar, din adamları ile sıradan halkın bir araya geldiği özel günlerdir. Halk bayram vesilesi ile tapınaklara gider ve ruhbanlarla birlikte ibadet eder, tapınaklara giderken yanlarında hediye olarak çeşitli yiyecekler ve eşyalar götürür, tapınaktaki görevli ruhban sınıfının maddi ihtiyaçları da bu şekilde karşılanırdı.48 Budist bayramları eğlenceli bir biçimde kutlanır. Budist halk bu kutlu günlerde yerel mabetlere gider, Budist rahiplere yiyecek ve içecek sunardı. Öğleden sonra fakir halka yiyecek ve içecek yardımı yapılır, akşam ise Budist azizlerin mabetlerini ziyaret ve tavaf edilirdi. Gece ise Buda öğretisi ile vaazlar dinlenir, meditasyon yapılırdı.49

1.1.4.5. Eski Türklerde Kutsal Zaman

Türkler zaman kavramını “Çağ” olarak adlandırmışlardır. Zamanı oniki evreye ayırıp, her bir evre için hayvan adı kullanmışlardır. Her yıl bir hayvana tekabül etmekte, söz konusu yılın hayvanı hangisi ise o yıl o hayvanın özelliklerini taşımaktadır. Bu hayvanlar; sıçan, sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it ve domuzdur.50

Türkler nesneleri, varlıkları, mekân ve kişileri kült olarak kabul ettikleri gibi zaman olarak da yılın belirli dönemlerini kutsayıp bayram olarak kabul etmişlerdir. Kazak, Kırgız, Başkurtlarda “Kımız Murunduk” adıyla anılan bahar bayramı günümüz Mayıs ayında kutlanan bir tür kutsal zamandır. Başkurt kadınları “Kara Toy” diye adlandırdıkları bu zaman kültüne erkekleri dâhil etmeden darı ve süt bulundurarak kutlama yaparlardı.51

Altay Türkleri Tanrıları için tören düzenlerler ve bu törenin gerçekleştiği günü de kutsal kabul ederlerdi. “Ayzıt Bayramı” olarak adlandırdıkları bu kutsal zaman dilimi iki mevsimde yapılırdı. Yazın yapılan bu törenlere ak şamanlar kışın yapılana işe kara şamanlar katılır ve beyaz kıyafetler giyerlerdi. Kadınların katılmadığı bu törenlerde Tanrıyı anarlardı. Altay Türklerinin “Üzüt Bayramı” olarak adlandırdıkları diğer bir

48 Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.40. 49 Ünal, a.g.e.,s. 87-88. 50 Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941, s.24-25. 51 Gömeç, a.g.m.,s.44.

14

kutsal zaman dilimini ise ruhlar bayramı olarak tanımlamışlardır. Ölü çıkan eve eşya girip çıkmaz ve ölümünden kırk gün sonra akrabaları tarafından Üzüt Bayramı yapılır.52

Eski Türkler ile İranlıların “Yılbaşı” olarak kabul ettikleri gün, Farsça’da “Nevrûz” kelimesi ile ifade edilmektedir. Kelime anlamı olarak “Yeni Gün” mânâsına gelmektedir. Milâdî 22 Mart Rûmî ise 9 Mart tarihine rastlar.53Kırgızlar “Nouruz” olarak adlandırdıkları yılın ilk gününü özel yemeklerle kutlamışlardır. Kazakların “Navrız”, Azerbaycan Türklerinin “Ergenekon Bayramı”, Kırım Türklerinin “Navrez”, Çuvaş Türklerinin “Naurus” olarak adlandırdıkları bu ilkbahar bayramı günümüze kadar süregelmiştir.54 Türkler Nevruz’u “Nevruz-u Sultani, Sultan Nevruz” olarak kutlar. Türkler bu günü kurtuluş günü olarak kabul eder. Bu sebeple bu güne “Ergenekon yahut Bozkurt Bayramı” adı verilmiştir.55

Türkler; Hz. Âdem’in toprağının Nevruz’da yoğrulduğunu, Nuh’un gemisinin Nevruz’da toprağa çıktığını, Adem ve Havva’nın Nevruz’da affedildiğini, Yunus’un balığın karnından Nevruz’da çıktığını, Hz. Ali’nin Nevruz’da doğduğunu belirtmişler, bu olayları baz alarak da Nevruz’u kutsamışlardır.56

1.1.4.6. İslam Dini’nde Kutsal Zaman

İslam dininin zaman anlayışı, Yahudilik ve Hıristiyanlığın çizgisiyle örtüşmektedir. Her üç dinde de egemen olan kıyamet, yeniden doğuş, son yargı, ebedi mutluluk ve ceza kavramlarına bakıldığında ortak zaman anlayışı kendini göstermektedir. Müslümanların bu inançlardan zaman konusunda ayrımı, zamana karşı ilgilerin temelinde namaz vakitleri ve Ramazan ayının başlangıç ve bitiş tarihlerini belirleme ihtiyacı olmuştur.57

Ay’ın Dünya çevresinde dolaşımını esas alan hicri takvimin başlangıcı Hz. Muhammed(s.a.v.) in 622 yılı yani Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl olarak kabul edilir. Hicri takvim içerisinde Müslümanlarca kutsal sayılan pek çok gün, ay ve gece

52 Uraz, a.g.e., s.240-241. 53 Abdulhalûk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara, 1993, s.5. 54 Ahmet Arif Turan, “Nevruz Bayramı ve Kültürümüzdeki Yeri”, Milli Folklor, Yıl 12, S.15. s. 68-69. 55 Çay, a.g.e., s.12. 56 Fuzuli Bayat, “Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Bağlamda Yengi Kün (Nevruz): Mitolojik Olgudan Mitolojik Kurguya”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 2008, s. 143. 57 Celaleddin Çelik, Sosyal Zaman ve Din, Çizgi Yayıncılık, Konya, 2010, s.42.

15

vardır. “Mübarek” veya “Mukaddes” kavramlarıyla nitelenen zaman dilimlerine kutsiyet durumu, Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde de ortaya konmuştur.

Kur’an-ı Kerim de kutsal zamana örnek olarak “Kadir Gecesi” ,“Ramazan Ayı”, “Hac Ayları” gibi zamanlar işaret edilmektedir. İslam dünyasında kutsal olduğunda ittifak edilen Mirâç, Regaib, Mevlidve Berat gibi geceler mübarek gece olarak sayılmış, bu gecelerde dua ve ibadetler edilerek birliktelik sağlanmıştır. Bununla birlikte Şia mezhebinde ise Hz. Ali’nin doğum günü, Hz. Muhammed(s.a.v.)in Ali’yi halife seçtiğine inanılan gün ve tarihi Kerbela olayının yaşandığı Muharrem ayının onuncu günü önem arz etmektedir.58

Kutsal olarak kabul edilen aylar “Haram Aylar” ve “Üç Aylar” olarak ayrılmıştır. Haram aylar, savaşmanın yasaklandığı ve barış ayı olarak kabul edilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Üç aylar ise Recep, Şaban, Ramazan aylarından oluşan üç aydır. Üç aylar Müslümanların diğer aylara oranla daha fazla ibadet, zikir, dua, hayır işleriyle meşgul oldukları zaman dilimleridir.59

Ramazan ayı; Kur’an-ı Kerim’in indirildiği günü içinde barındırması, oruç ibadetiyle kulların Allah’a yakınlıklarının artması, Hz. Muhammed(s.a.v.) in Ramazan ayı dışında Muharrem ayında oruç tutmanın önemine dikkat çekmesi bakımından önem arz eder. Cuma günü ise bütün Müslümanların bir araya gelip Allah’ı anmaları, namaz vakitleri kulun Allah’a en yakın olduğu anları içerisinde barındırması yönüyle önemlidir. Kadir gecesi ise tan yerinin ağarmasına kadar meleklerin inmesi ve rahmet kapılarının sonuna kadar açılması gibi kutsalın tezahür ettiği zaman dilimleri olmaları nedeniyle kutsallığa bürünür ve diğer zaman dilimlerinden ayrılır.60

Müslümanlar için kutsal kabul edilen önemli bir gün de “Aşure Günü” dür. Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un gemisinin tufan sonrası Cûdî Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulmalarına karşılık şükür orucu tuttuğu, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan dolayı Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gündür.61

58 Musahan, a.g.m., s. 135. 59 Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.41. 60 Musahan, a.g.m., s. 136. 61 Metin Bozkuş, “Aşûre Günü, “Muharrem Mâtemi/Orucu Ve Sivas’ta Aşûre Uygulamaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s.35.

16

İslamiyet’te Müslümanların dini bayram olarak nitelendirdikleri ve büyük bir coşkuyla kutladıkları iki bayram vardır. Bunlar “Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı”dır. Iyd’ul Fıtr olarak adlandırılan Ramazan bayramı, Müslümanlara farz olan oruç ayı yani Ramazan ayının sonunda üç gün olarak kutlanır. Oruç bayramı yahut şeker bayramı olarak da adlandırılır. Şevval ayının ilk günü sabah namazından sonra iki rekatlık imamın önderliğinde cemaatle birlikte bayram namazı kılınır. Ardından bayrama erişmenin verdiği sevinçle bayram hutbesi okunur. Günler öncesinden yapılan bayram temizliği sonunda misafirler en güzel tatlılarla ağırlanır. Temiz elbiseler giyilir ve küçük büyük demeden bayramlaşma faslı olur. Kurban bayramı iseIyd’ul Adha olarak bilinir. Hicrî takvimin son ayı olan Zi’l Hicce’nin 8. ve 13. günleri kutlanır. Hac edenler ve diğer Müslümanlar arasında kurban olayı gerçekleşir. Durumu olmayanlara bu bayramda kesilen kurban eti hayır olarak verilir. Dört gün süren Kurban bayramında, Ramazan bayramında olduğu gibi sabah namazından sonra bayram namazı kılınır. Namazdan sonra kurbanlıklar kurban edilir, ihtiyaç sahiplerine, eşe dosta parçalanıp dağıtılır. Bayramın ilk üç günü kurban kesilmesi uygundur.62

1.2. İSLAM ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE ÖZEL GÜN, TÖREN VE BAYRAMLAR

Tarih boyunca Türkler birçok devlet kurmuşlardır. Sadece devlet kurmakla kalmamış kurdukları devletleri yaşatmayı amaç edinmişlerdir. Bundan dolayı birtakım tören ve toplantılar düzenleyerek devletin devamlılığını sağlamışlardır. Devlet törenleri resmi olmakla birlikte dini unsurlarında yer aldığı toplumsal etkinlikleri de kapsamaktadır.

Bu toplantılar, törenler zamanla şenliklere dönüşmüştür. Böylelikle Türkler şenliklerle birbirine destek olmuş daha yakından kaynaşmışlardır. Aralarında dayanışma ve yardımlaşma örnekleri bayramların yaşanmasına, toyların düzenlenmesine sebep olmuştur.

İslamiyet’ten önce yapılan tören ve toplantıların bazıları formlarını değiştirse de günümüze kadar süregelmiştir

62 Ünal, a.g.e., s.193-206.

17

Türklerin, Hunlardan beri düzenli olarak düzenledikleri festival ve bayramları vardır. Bayram kelimesinin aslı “Bedhrem” olduğunu ve Oğuzların bu kelimeyi “Beyrem” şeklinde çevirdiğini Kaşgarlı Mahmûd Divan’ında söz eder. Türk toplumunda bayramlar “bayram yeri” olarak nitelendirilen ve çiçeklerle süslenen mekânlarda kutlanırdı.63 “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla ve çiçeklerle çevrilmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir.”64

Türk şenliklerinin temeli olan bayramlar, her hareketin, her davranışın uygun ve hoş görüldüğü zamanlardır. Bu hoşgörü ve yardımlaşma olarak nitelendirilen zamanların başlıca özelliği yemek yedirilmesidir. Şenliğe katılan herkes karnını doyurur ve bundan hoşnut olurdu. Yemek sonrası insanlar hüner sergiler ve vahşi hayvanlarında içinde olduğu gösteriler yaparlardı. Musikinin de yer aldığı toplantılarda kişiler arası yarışmalar yapılır ve herkes büyük bir coşkuyla hem yarışır hem de eğlenirdi.65 Gruplar halinde söylenen şarkıların yanı sıra bol kımız içilir, at ve ok yarışları yapılır, ayak topu oynanırdı.66

Bayramlar; milli, dinî, ferdî bayramlar olarak gruplandırılabilir. Milli bayramlar, belli zaman dilimlerinde ayin ve törenler düzenlenen bayramlardır. Genellikle ilkbahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılır. Dinî bayramlar ise toplumun bütün fertlerini etkiler. Hıristiyanlarda Noel bayramı, Müslümanlarda Ramazan, kurban bayramı gibi bayramlar mevcuttur. Ferdî bayramlar arasında çocuğun doğması, sünnet töreni yahut evlilik gibi eğlenceler bayramdan sayılmaktadır.67

Uygur Türkçesinde bayram kelimesinin karşılığı “Toy” dur.68 Toy kelimesi sadece bayram kelimesini karşılamamakla birlikte düğün, eğlence, yemekli tören anlamlarına da gelmektedir. Kırgızlarda “Tuy” kelimesi karşılamaktadır. Kırım Türklerinde “Tuy” kelimesi bahar bayramı manasına gelmekte olup “Sabantuyu”

63 Salim Koca, “Eski Türklerde Bayram ve Festivaller”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.51. 64 Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lûgat’it Türk, (çev. Besim Atalay), C.1, Ankara, 1939, s.263. 65 Tuncer Baykara, “Türklerde Kutlamalar, Toylar ve Eğlenceler”, Erdem, C. 12, S.36, Gün Ofset, Ankara, 2002, s.868-870. 66 Koca, a.g.m., s.56. 67 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara, 1954, s.97. 68 Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul, 1968, s.248.

18

denilen kelimede bahar bayramı ifade edilmiştir. Kazak Türklerinde “Tuy” düğün manasına gelmektedir.69

Türk kültüründe gerçekleştirilen bayramlar, törenler yahut toplantılar; resmi günlerde yapılan törenler, dini tören ve kutlamalar, toplumsal mahiyette olan törenler olarak sınıflandırılabilir. Resmi törenler genel olarak devlet işleriyle ilgili toplantıları kapsamaktadır. Bunların içinde askeri törenleri de değerlendirmek mümkündür. Dini törenlerde ise Gök Tanrı inancı doğrultusundaki törenler vardır. Gök Tanrı Dini içerisinde bir inanç biçimi olan Şamanizm etkisi görülür.70

1.2.1. Resmi Törenler ve Kutlamalar

Daima bağımsızlıklarına düşkün olan Türkler, teşkilatlı bir yapıya sahiptir. Bu teşkilat içerisinde yapılan törenler sadece devlet erkânını değil toplumun bütününü ilgilendirmektedir. Bu törenlerde Milli şuur ve birlikte yaşama heyecanı daha fazla toplumda hissedilmiştir. Millet kavramını “Budun” olarak adlandıran Türkler, yaptıkları törenlerde birliktelik kavramına önem vermişlerdir.71

Önemli devlet törenlerinden biri ant içme törenidir. Yemin etme manası taşıyan ant içme töreni, şaraba kanlarını karıştırmak suretiyle iki tarafın karşılıklı dostluk ve kardeşlik muahedesi münasebetiyle yapılan anlaşma şeklidir. İskitlerde başlayan bu anlaşma şekli, diz çökmüş iki Türk’ün içki boynuzundan aynı anda kan karıştırılmış içkiyi içmesiyle, diğer Türk topluluklarında düzenlenirdi. Saldırmazlık anlaşması niteliği taşımış aynı zamanda düşman saldırısı karşısında taraflar birbiriyle ittifak içinde olacaklarını, bozanın ise cezalandırılacağı açıklanmıştır.72

Dede Korkut’ta Büyük Han’ın yaptığı “Ulu Toy” ve beylerin yaptığı “Küçük Toy” vardır. Ulu Toy da yemek yenir ve oturma töreleri görülmektedir. Küçük Toylar ise toprakların pay edilmesi ile ilgilidir. Bu toylardan ayrı; başarı ve kutlama toyları, ilk av toyu, akın dönüşü ve tutsaklıktan kurtulma toyu bulunmaktadır.73

69 Reşit Rahmeti Arat, Vekâyi, Babur’un Hatıratı, C.II, Ankara, 1946, s.656. 70 Mehmet Mandaloğlu, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Toplantı ve Törenler”, Türk Sosyal Araştırmalar Dergisi, S.2, Ağustos, 2012, s. 213. 71 Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2001, s.335. 72 Mandaloğlu, a.g.m., s. 215-216. 73 Ögel, a.g.e. s.772-773.

19

Türkler, günümüzdeki Cumhuriyet Bayramı niteliğinde devletin kuruluş şenliklerini oluşturmuşlardır. Bunun için Göktürklerin atalar mağarasını ziyaret etmişlerdir. Kurucular atalarının demirci ve mağara ile ilgili olduğunu halka duyurmuşlar bundan sonrada senenin belirli gününde oraya toplu halde ziyaret düzenlemişlerdir. O civarda törenler ve şenlikler yapmışlardır.74

Savaşlardan sonra yapılan zafer şenlikleri de Türklerde önem arz etmekte olup zafer şenliğinden sonra başarılarının artacağına inanırlardı. Oğuz Han seferlerinden muzaffer olarak döndüğünde büyük toy düzenler, doksan bir koç ile dokuz yüz kısrak kestirirmiş. Ardından kımız hazırlatır halka ve askerine sundururmuş. Oğuz Han’ın zafer sonrası kutlama töreni diğer Türk yöneticilerine de intikal etmiştir. Türkler bu kutlamalarının mekânında değişiklik yapmış, zaferin kazanıldığı muharebe alanında üç gün süren bayram düzenlemişlerdir. Millet olma, birlik halinde yaşama ve birbiriyle kaynaşma Türk topluluklarının en önemli geleneğinden biridir.75

1.2.2. Dini Toplantı ve Törenler

Türkler İslamiyet’e geçmeden önce Gök Tanrı inancını ve buna bağlı olarak Şamanizm’i benimsemişlerdir. Yaptıkları törenler ve bayramlar Gök Tanrı ya göre belirlenir, kestikleri kurbanları da Gök Tanrıya atfedilirdi.

Devlet töreninin başında nasıl devlet reisi bulunuyorsa dini törenlerin başında da başrahip niteliği taşıyan Türk kağanı bulunuyordu. Dini törenler Şamanizm’in etkisiyle şamanların göğe yükselmesi amacıyla yapılırdı. Şamanlar göğe çıkarlar ve göğün dokuz katını dolaşırlar ve tekrar yere inerlerdi. Herkes bir şaman çağırır ve kendi kaderiyle ilgili dualar okutup büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi dini tören sayılır ve aile içinde kalırdı.76

Türklerde cenaze törenleri yapılmıştır. Türkler, İslamiyet’ten önce ve sonra ruhun ölmezliğine ve ahirete inandıkları için öteki dünyaya “ol ajun”, kıyamet gününe “uluğ gün”, cennete “uçmağ”, cehenneme “tamu” olarak adlandırmışlardır.77 İnsanı yaşatan gücün ruh olduğuna inanan Türkler, kişinin ruh vasıtasıyla yaşamına devam

74 Baykara, a.g.m., s. 893-894. 75 Ögel, a.g.e., s.776-777. 76 Ögel, a.g.e., s.773. 77 Salim Koca, “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S.22, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, Ocak, 1996, s.277.

20

ettiğini düşünmüşlerdir. Türkler ölmekten korkmaz öldürmekten de gurur duyarlardı. Bundan dolayı cenazelerini üzüntü töreni gibi değil de bayram havasında defnediyorlardı.78 Cenaze bir süre mumyalanarak bekletiliyor, bu bekleyişin ardından tören düzenlenip ölen kişinin statüsüne göre kurbanlar kesiliyordu.79

İslamiyet’ten önce Türklerin bir araya gelip yaptıkları cenaze töreni niteliğinde olan, yoğ törenidir. Ölülerine saygı gösterdikleri için düzenlenen yoğ töreni yas töreni olarak bilinmektedir. “Yoğ aşı” merasimi yapılır ölen kişi için yemek verilirdi. Yemekten sonra ise ölü için gösteriler düzenlenirdi. Ölen kişinin yakınları bir yerlerini keserek duygusal acılarına fiziksel acı da katardı. Başka bir ölü töreninde ölünün akrabası ölüm hadisesinin üçüncü günü ölü için ziyafet düzenlerdi. Bu ziyafete Oğuzlar “Basan” demişlerdir. Cenaze töreni esnasında para ile ağlayıcılar tutulduğu görülmüştür. Bu kimselere “Sığıncı” denmiştir.80

Türklerde yılın belirli zamanlarında kurban merasimleri düzenlenmiştir. Şamanistlerde kurban sunulmadan asla ayin, tören, şenlik ve bayram yapılmamıştır. Her ayin için kanlı veya kansız kurban verilmesi önemlidir. En dikkat çekeni at kurbanıdır. Bundan sonra koyun kurbanı gelmektedir. Kurbanlar; atalara, göğe, yere, ruhlara ve Tanrılara verilirdi.81 Türklerde insan kurbanı olmadığı gibi Türklerin en güzel hayvanını kurbanlık olarak kırlara salıverdiği de görülmektedir.82

Türklerin İslamiyet’e geçmesiyle kurban anlayışı da değişmiştir. Her olay için kesilen kurbanın yerine özel gün tertip edilip “Kurban Bayramı” denmiştir. Ramazan bayramına nispeten daha büyük olduğundan dolayı “büyük bayram” olarak da nitelendirilmiştir. Topluca kılınan bayram namazının ardından, kesilen kurbanın etleri fakirlere dağıtılarak onlarında sevinmesi sağlanmıştır.83

Türkler İslamiyet’e geçtikten sonra Müslüman Arapların inançlarını almışlar ve ibadetleri uygulamışlardır. Büyük bayram diye nitelendirilen kurban bayramı gibi Ramazan bayramını da kutlamışlardır. Hicri aylardan olan Ramazan ayı boyunca oruç

78 İbrahim Onay, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin Yöntemleri”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, S.7, Ocak 2013, s.242. 79 Mandaloğlu, a.g.m., s. 221. 80 Uraz, a.g.e., s. 228-229. 81 Mandaloğlu, a.g.m., s. 220. 82 Selahaddin Bekki, “Türk Mitolojisi’nde Kurban”, Akademik Araştırmalar, Yıl 1, S. 3, Kış 1996, s. 16-28. 83 Baykara, a.g.m., s. 880.

21

tutan Müslüman Türkler, bu otuz günlük süreden sonra üç gün süren bayram kutlamaları düzenlemişlerdir.

Ramazan ayının ve bayramının doludizgin yaşandığı Orta Asya’da, Araplarla özdeş birçok ibadet aynıydı. Araplarda arife günü diye bilinen Ramazan ayından bir gün öncesi, Kırgızlarda “Arapa (şek günü)” denirdi. Kırgızlar bu günü adeta bayram günü gibi kutlardı. Erkenden sabah namazına gidilir oradan toplu halde mezarlık ziyareti yaparlardı. Ramazan adıyla özdeş “camazan” Ey Ramazan şeklinde nidalı söyleme biçimidir. Camazan geleneğine göre Ramazanın on beşinci gününden sonra köyün gençleri toplanarak köyü dolaşır camazan şarkısı söylerlerdi. Zengin kişiler bu gençlere koyun, at yahut yiyecek verirdi. Bu gelenek Kırgızlar ve Kazaklarda görülürdü. Ramazan içinde yer alan Kadir gecesinde bir melek ve Hızır yeryüzüne indiğine inanılır ve ağaçlar onlara selam verir. Bir melek indiğinde, bir insan rastladığı bir demire dokunsa onun altına dönüşeceğine inanılırdı.84

Kırgızlarda Ramazan bayramı “Orozo Ayt” yani büyük bayram olarak bilinirdi. Ayrıca atalar günü, atalar bayramı, atalardan kalan kutsal gün olarak bilinir. Ramazan ayında ağzı, gözü, eli, dili ile oruç tutanlara Allah bu bayramı hediye etmiştir, kullarından razıdır olarak algılanmıştır. Bayram namazlarından sonra imama “namaz hakkı” adıyla para verilirdi. Bayram namazından sonra komşular birbirini davet eder yemekler yenir şenlikler oluşturulurdu.85

Genel olarak Türklerde, Araplar gibi Ramazan ibadetleri, bayramları aynıdır. Türkmeneli’ndeki Türkler kendi aralarında Ramazan ayına özel “Sini Zarf” adıyla zamanı güzel geçirmek için oyun geliştirmişler. Ramazanın bütün günleri sadece erkekler tarafından oynanan bu oyun, sini üzerinde bulunan on zarfın içine boncuk saklanması ile meydana gelir. İki takım diğerinin sakladığı bu boncuğu bulmaya çalışır. Ramazan günleri Türkmeneli’nde şiirler, hoyratlar ve oyunlarla eğlenceli yer edinir.86

84 Kemal Polat, “Kırgızlarda Ramazan ve Bayram Etkinlikleri”, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, 2015, s. 25-38. 85 Polat, a.g.m., s. 40-45. 86 Murat Ziya, “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk Dünyası Aylık Fikir, Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, Aralık, 2000, s.21.

22

1.2.3. Toplumsal Törenler ve Kutlamalar

Türkler yaptıkları toplantıların genelini ilkbaharda düzenlemişlerdir. İlkbahar mevsimi Türklerde önem arz ediyordu. Türkler yaşlarını ilkbahara göre hesaplar, yirmi yaşında olan bir kişi “yirmi yeşil gördüm” diyerek ilkbaharı tekrar doğuş gibi atfederdi. Sonbahar ise Türklerde savaş hazırlıkları yaptıkları, akınlar düzenledikleri mevsimdir. Savaşlardan önce düzenlenen törenler mevsim sonbahar olduğu için küçük çaplı olmuştur.87

Bütün toplumlarda olduğu gibi Türklerde de aile çok önemli bir birimdir. “Oğuş” diye nitelendirdikleri aile; Türklerde varlıklarını devam ettirebilmeleri, soylarının üremeleri açısından değerlidir. Ailenin oluşmasının başında gelen ve bir törenken eğlenceye dönüşen düğünler gelmektedir. Düğün, Orhun Yazıtlarında “Törün” olarak geçmekte Türklerin genelinde ise “Toy” olarak söylenmektedir. Türklerde düğünler, sadece eğlencenin yapıldığı merasim değildir. Dini mahiyette mevlitler okunur, askeri becerilerin ortaya konulduğu oyunlar oynanır, yarışmalar düzenlenir, yemekler verilir, şarkılar söylenirdi. Günümüzde de şenlik havasında kutlanan düğünlerde eski Türklerde olduğu gibi yemekler verilir, bu gelenek devam ettirilir.88

Tüm Türklerde 21 Mart yılbaşı olarak kabul edilmektedir. Türk topluluklarında farklı isimlere gelen yılbaşı, her toplulukta aynı tarihte kutlanmaktadır. Hakas Türklerinde “Bayram Çılpazı” olarak adlandırılmakta gece ve gündüzün eşit olduğu sabah güneşe tapmaktadırlar. Altay Türklerinde ise “Çılgayak” olarak adlandırılır. Özbek ve Tatarlarda yılbaşı için “Yaş” kelimesi kullanılmış olup yeşil, hayat, genç manalarına gelmektedir.89 Balkan Türkleri ise “Mart Dokuzu” tabirini kullanırlar. Miladi takvimde 21 Mart, Rumi takvimde 9 Mart’a tekabül etmektedir. Bu takvimler arası farklılığından dolayı böyle adlandırmışlardır. Anadolu’da ise “Nevruz” denilmektedir.90 Kelime anlamı olarak “Yeni Gün” denmektedir.91

Nevruz, Farsçada “Yeni gün” anlamına gelmektedir. Yeni yılın ilk günü nev(yeni) ve ruz(gün) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Günümüzde Orta Asya

87 Ögel, a.g.e,s.773-774. 88 Oktay Berber, “Türk Kültüründe Eğlence ve Birlik Unsuru Olarak Düğünler”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2009/2, S.10, s.1-10. 89 Ahmet Pirverdioğlu, “Türklerde Yılbaşı ve Bahar Geleneği”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 47. 90 Çay, a.g.e., s.5. 91 Şemseddin Sami, Kams-ı Türkî, İstanbul, 1917, s.1474.

23

çevresinde hala “yenkigün, yeniyıl, yenikün, çilpazı” olarak kullanılmaya devem etmektedir.92

Nevruz, Türk tarihinin bilinen en eski bayramı olarak bilinmekte ve yazılı kaynaklarda günümüze kadar geçmişi bulunan milli bayram niteliğindedir. Kültürlerin ortak bir bayramıdır. Türk tarihi açısından nevruzun bu denli önemli olması bazı nedenler taşır. Bunlar; Tanrının Dünyayı bugün yarattığı inancı, Adem peygamberin bu günde yaratıldığı inancı, Hz. Ali’nin bu günde doğduğu inancı bu günü değerli kılmıştır. Orta Asya da yaşayan Türkler ise şiddetli geçen kışın yerini yavaş yavaş bahara bırakmasını bir bahar bayramı olarak kutlamışlardır.93

Nevruz kutlamaları esnasında yapılan adet ve gelenekler; kırlara çıkma, eğlenceye şenlik düzenleme, oyunlar oynayıp yarışmalar düzenleme, yiyecek hazırlama, hediyeleşme, akraba ziyareti, ad verme, ateş yakma ve üzerinden atlama, Hızır baba inancı, kabir ziyaretleri, bolluk bereket gelmesi için yapılan inanışlar, kurban kesme gibi motiflerdir.94

Büyük Selçuklularda hazırlanan celali takvimi yılbaşı gününü 21 Mart olarak tayin etmiş, bu tarih mali işlerde belirleyici olmuştur. Akkoyunlular’da 21 Mart takvim başlangıcı kabul edilmiş ve nevruz vergi toplama dönemi olarak gelenek haline gelmiştir. Kayı Boyu’na mensup Karakeçili aşireti 21 Mart’ta Ertuğrul Gazi’nin türbesinde toplanmış, burada şenlikler düzenlemiş, cirit ve güreş sporları yapmışlardır. Buna “Yörük Bayramı” adını vermişlerdir. 95 Osmanlıda nevruz kutlamaları “Nevruz Pişkesi” olarak bilinmektedir. Resmiyet kazanan nevruz pişkesi, devlet adamlarına armağanlar verilmesi ve alınması âdetidir.96

Hıdırellez bolluk ve bereket bayramı olarak bilinir. Türk dünyasında birçok bölgede kutlanmış, hala daha kutlanmaya devam etmektedir.

92 Ramazan Karaman, “Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 7, S.13, 2008/1, s.129. 93 İsmail Onarlı, “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi Yayın Organı, Köln, Nisan 1998, s.13. 94 Çay, a.g.e., s.157. 95 Onarlı, a.g.m., s.14. 96 Karaman, a.g.m.,s.130.

24

Karaların etkili ismi Hızır ile suların etkili ismi İlyas’ın bulunduğu gün kabul edilen, Miladi takvime göre 6 Mayısa rastlayan gündür.97 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan gece dilekler dilenir ve şenliklerle kutlanır. Binlerce yıldır Horasan’da, Balkanlar’da ve Anadolu’da özel şenliklerle günümüze kadar gelmiştir. Simgesel olarak Hızır ve İlyas Peygamberin bu günde birleştiğine inanılır. Hızır ve İlyas Peygamberin buluşmasıyla karaların ve suların gücünün bir araya gelerek insanlar için bolluk pınarı oluşturduğuna inanılır.98 İnanılan bugünde çeşitli yiyeceklerle, özellikle çocuklarıyla kadınlar ve genç kızlar kırlara, su boylarına giderek eğlenirdi. Gelecek için dileklerini Kâğıda yazarak sulara bırakırlardı.99

Genel olarak Türkler eğlenceyi seven, aralarında düzenledikleri şenliklerden keyif alan, her önemli olayı kutlu gün sayan millettir. Çocuğun doğuşunu, doğan çocuğa ad koymayı, mektebe başlamasını, saban işinin bitmesi şerefine, bağbozumunda, kışa hazırlanırken, yayla dönüşünde, koyun-keçi kırkımı gibi olaylarda şenlikler düzenlemiş, önemli gün olarak kutlamışlardır.100

1.3. İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY VE BAYRAMLAR

İslamî literatürde “mübarek” veya “mukaddes” kavramlarıyla ifade edilen özel gün ve gecelerin kutsiyet durumu, Kur’an-ı Kerim ve hadislere dayandırılarak ortaya konmuştur. İslam dünyası hicri takvim esaslı özel gün, gece ve bayramlarını tayin etmiştir.

İslâm Dünyasında sevinç ve coşkuyla karşılanan, aynı zamanda mübarek kabul edilen gün ve geceler şunlardır:

1.Mevlid-i Nebi: (Rebiu’l-evvel ayının on ikinci gecesi)

2.Regaib Gecesi: (Receb ayının ilk Cuma gecesi)

3.Mir’aç Gecesi: (Receb ayının yirmi yedinci gecesi)

4.Berat Gecesi: (Şaban ayının on beşinci gecesi)

97 Baykara, a.g.m., s. 877. 98 Gülizar Cengiz, “Geleneksel Hıdırellez Etkinliği", Alevilik Bektaşilik Araştırma Dergisi, 2014/9, s. 269-270. 99 Baykara, a.g.m., s. 877. 100 Ögel, a.g.e.,s. 276-280.

25

5.Kadir Gecesi:(Ramazan ayının son on gecesinden biri, büyük ihtimalle yirmi yedinci gecesi)

6.Cuma günü

7.Ramazan günleri.

8.Ramazan Bayramı: (Şevval ayının ilk üç günü)

9.Kurban Bayramı: (Zilhicce ayının on, on bir, on iki, on üçüncü günleri)101

Zilhicce’nin on günü; Terviye, Arife ve Bayram günlerini kapsayan günlere Eyyam-i Malumat denilmektedir.102

1.3.1. Cuma Günü

Cuma kelimesi Arapça bir kelime olup “Cumua”tarzında kullanılmaktadır. Cuma; toplanma manasına gelir. Cuma gününe bu ismin verilme nedeni bu günde kalabalıkların toplanmasıdır. Cuma gününe bu ismi veren Mekke lideri Kâ’b b.Luey dir. Daha öncesinde ise bu güne “Arûbe Günü” denilmiştir. Cuma günü hakkında değişik görüşler vardır: Adem ve Havva’nın yeryüzünde buluşma günü olduğu, Allah rahmetini kullarına bugün indirdiği, bugün müminlerin bayram günü olduğu, farklı bir görüşe göre ise kabirde azabın hafiflediği gün olarak bilinir.103

Hz. Muhammed (s.a.v.) “Güneşi doğan günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Allah-ü Teala Adem’i o gün yarattı, o gün cennete koydu, o gün cennetten çıkardı. Kıyamet ancak o gün kopacaktır.” ve “Cuma gününden daha hayırlı bir gün üzerine gün doğmayacaktır.”104 Buyurmuşlardır.

İslam âleminde özel gün deyince ilk akla gelen Cuma günüdür. Cuma günü haftanın günleri içerisinde Müslümanlarca en kutsal gündür. Müslümanların bayram günüdür. İslam dünyasında, Cuma gününün tatil olarak tayin edilmesi Emeviler döneminde olmuştur. Bu günde hiçbir davaya bakılmaz ve müminler ibadet ederek bu günü geçirirdi. İbadet, dinlenme ve bayram günü olup, genellikle haftanın tek tatil günüdür. Kimileri evlerinde kimileri hamamlarda temizliğini yapar, güzel ve temiz

101 Abdülkadir Karahan, Müslümanlığın Temel Bilgileri, İstanbul, 1986, s. 132. 102 El-Hac Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam, C. 2, İstanbul, 1998, s.115. 103 Yunus Vehbi Yavuz, Başlangıcından Günümüze Cuma Namazı, İlim ve Kültür Yayınları, Bursa, 1986, s. 7-9. 104 Yusuf Ziyaeddin Ersal, Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii, Ankara, 1974, s. 9-10.

26

kıyafetlerini giyer, kokular sürünür, misvakla dişlerini temizleyip camiye giderlerdi. Camii yakınlarında ise şairlerin şiir şölenleri olurdu. Cuma vaktinden sonra kimisi mesire alanına giderdi. Kimisi de hasta, eş dost ziyareti yapardı. Genellikle misafirlerde bu gün kabul edilir, eşe dosta yemek verilirdi.105

Cuma namazı; buluğ çağına gelmiş, esaret altında olmayan ve yolculuk sırasında olmayan Müslüman erkeklere farz kılınmıştır. Cemaate katılamayacak kadar özrü ve hastalığı olmayan her Müslüman kılmalıdır. Cuma namazının farz olduğu, Cum’a suresi dokuzuncu ayetinde belirtilmiştir. “Ey inananlar Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman, Allah’ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”106Hz. Muhammed(s.a.v.) hayatı boyunca Medine’de bizzat iştirak ederek kıldırmıştır.107

1.3.2. Aşure Günü

Onuncu gün anlamına gelen “Aşure” sözcüğü Arapçadaki on anlamındaki “Aşara”dan türetilmiştir. Hicri senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü Müslüman topluluklarınca “Aşure günü” olarak kabul edilir.108

Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un tufan sonrası gemisinin Cudi Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulduktan sonra şükür orucu tuttuğu, Hz. Musa ve kavminin Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan dolayı Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gün olarak inanılmaktadır.109 Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, Hz. İsa ve Hz. Musa’nın doğdukları gün, Hz. Süleyman’a mülkünün verildiği gün olarak da bilinmektedir.110

Hadislerle teşvik edilen nafile oruçlardan biri de Muharrem ayının onuncu gününe rastlayan aşure günü tutulan oruçtur. İslam âlimleri, Ramazan orucunun farz

105 Ramazan Altınay, “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay-Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.7, S.21, s. 227-228. 106 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2015. s. 403. 107 Hüseyin Okur, Hikmet ve Faziletleriyle Cuma Günü ve Namazı, Semerkant Yayınları, İstanbul, 2011, s.17-23. 108 Hüseyin Dedekargınoğlu, “Muharrem ve Aşure”, Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, s. 41. 109 Metin Bozkuş, “Aşure Günü Muharrem Matemi/Orucu ve Sivas’ta Aşure Uygulamaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s. 35. 110 Eyüp Baş, “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, 2004, s.169.

27

kılındıktan sonra aşure orucunun da sünnet olduğunu açıklamışlardır. Bununla birlikte sadece Muharremin onuncu günü değil, dokuz ve on birinci günleri de oruç tutmalarını istemişlerdir. Sebebi; Yahudiler sadece onuncu günü oruç tutarak geçirirler, İslamiyet’in bundan farklı olmasını istemişlerdir.111

Ramazan orucu farz kılınmadan önce, Müslümanlara aşure günü oruç tutma farz kılınmıştır. İslam’dan önceki dinlere göre de faziletli ve önemli bir gün sayılır, o gün oruç tutulurdu. Cahiliye devrinde Kureyşliler dahi aşure günü tören yapıp Kâbe’nin örtüsünü örterlerdi. Hz. Muhammed(s.a.v.) de aşure günü oruç tutmuştur. Ramazan ayı orucu farz kılınmasıyla, aşure orucu farz olmaktan çıktı.112

Aşure günü yani Muharrem’in onuncu günü, Hz. Muhammed’(s.a.v.)in torunu olan Hz. Hüseyin ve yanında bulunan 72 kişinin Emevi hükümdarı Yezid’in emriyle Karbela’da aç susuz bırakıldıktan sonra şehit edildikleri güne rastladığından Alevilerce “Matem” olarak adlandırılmaktadır. Bu olayın tesiriyle aşure gününde yapılan aşure aşını, aleviler “matem çorbası” derler.113

Aşure ise; tatlı bir çorba olup birlikte toplanarak yenir yahut evlere dağıtılır. Aşure çorbasına et konmaz. Ana malzemesi buğday olan aşurenin içine kuru bakliyat ve meyveler konularak yapılır.114

1.3.3. Kurban ve Kurban Bayramı

“Yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan” anlamına gelen kurban kelimesi, dini bir terim olarak “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” manasına gelmektedir. Arapçada ise bu şekilde kesilen hayvana “udhiyye” denmektedir.115

Kurban ibadetinin tarihi Hz. İbrahim’e dayanmaktadır. Rüyasında oğlu İsmail’i kurban ettiğini görmüştür. Durumu oğluna anlatan Hz. İbrahim oğlundan olumlu yanıt

111 Bozkuş, a.g.m., s. 39-40. 112 Abdurrahman Tac, “Ramazan Orucu”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.5, S.1-2, Ocak Şubat 1966, s. 7-8. 113 Dedekargınoğlu, a.g.m., s.43. 114 Dedekargınoğlu, a.g.m., s.44. 115 İlmihal, İslam ve Toplum, İslam Araştırmaları Merkezi, Medya Ofset, İstanbul, 1999, s.1.

28

alır. Kurban etmek için oğlunu hazırlayan Hz. İbrahim’in samimiyetini anlayan Allah oğluna bedel olarak koç gönderir. İlk kurban hadisesi böyle gelişmiştir.116

Kurban hicretin ikinci yılında uygulanmaya başlanmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.) Kâbe’de bayram namazı kıldırdıktan sonra halka konuşma yapar. Bu konuşmada kurban kesilmesini emreder. Kendisi de daha önce satın almış olduğu koçu orada kurban etmiştir. İlkini ümmeti adına ikincisini de ev halkı ve kendisi adına kesmiştir. Kendisi ve ev halkı adına kestiği kurbandan hem kendisi hem ev halkı hem de fakirler faydalanır. Her sene bu kurban geleneğini Medine’de devam ettirmiştir.117 Bu hadiseden sonra Kurbanın vacip olmasının yanında sünnet olduğunu da anlamaktayız.

Kurban toplumda yardımlaşma, kardeşlik ve dayanışma ruhunu canlı tutar. Sosyal adaletin de gerçekleşmesine katkı sağlar. Et satın alamayan yoksul kimseler, durumu iyi olup Allah için kurban kesenler sayesinde et yeme imkânı bulur. Zengine de hem paylaşma ruhu verir hem de onu dünya malına tutkunluğundan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar sayesinde Allah’a şükretmesine, karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına vesile olur.118

Kurbanın manevi katkısının yanı sıra maddi olarak da katkısı vardır. Kesilen hayvanları besleyen üreticiler kurban bayramı yaklaşınca besledikleri hayvanları satar. Böylelikle kendi ihtiyaçlarına maddi olanak sağlarlar. Kesilen hayvanların derilerini işleyen zanaatkârlar ülke ekonomisini de canlandırır.119

Hz. Muhammed (s.a.v.) bayramları Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günleri olarak kabul etmesi ile birlikte bu günlerde insanların eğlenmelerine de izin vermiştir.120 Hz. Muhammed(s.a.v.) döneminde başlayan bu kurban kesme ve bayram olarak kutlama her yıl yinelenmiş günümüze kadar intikal etmiştir.

116 Hasip Asutay, Kurban Risalesi, Hacegan Yayınları, İstanbul, 2007, s.10. 117 Mehmet Mahfuz Söylemez, “Erken Dönem İslam Tarihinde Kurban ve Kurban Bayramı”, Uluslararası Kurban Sempozyumu, İstanbul, 8-9 Aralık 2007, s. 83. 118 İlmihal, s. 2. 119 Hüseyin Okur, Allah’a Yakınlaşmak için Kurban, Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, s.33. 120 Abdülkerim Yatğın, “Hz. Peygamberin Kurbanı ve Kurban Bayramı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, İstanbul, S.11, 2010, s. 82.

29

1.3.4. Kandil Geceleri

İslamî gelenekte Mevlid, Regaib, Berat, Miraç ve Kadir Gecesi olmak üzere beş ayrı gece kutsal kabul edilir. Bu geceler kandil gecesi olarak kabul edilir ve kandil geceleri olarak kutlanır. Bu gecelere kandil geceleri denmesinin sebebi; Osmanlı padişahı II. Selim döneminde yapılan kutlamalarda, camilerin kandillerle aydınlatılması geleneğine dayanmaktadır.121

Mevlid kandili; Hicrî takvimde Rebiü’l-evvel ayının on birinci gününü on ikinci güne bağlayan gecedir. Hz. Muhammed(s.a.v.) in dünyaya geldiği gecedir. Doğum manasında ‘mevlid’ kelimesi kullanılmıştır. Bu gecede çeşitli mucizelerin gerçekleştiği ifade edilse de asıl önemli olan, Allahû Teâlâ’nın kendisini âlemlere rahmet olarak gönderdiğini ifade ettiği Muhammed Mustafa(s.a.v.)in dünyaya gelişinin canlılığını korumaktır. Bu anma merasimlerinde Hz. Muhammed(s.a.v.)e salât ve selamlar getirilerek, O’nun örnek şahsiyetinden, davranışlarından bahsedilir.122

Regâib Kandili; kamerî aylardan, üç aylar olarak tabir edilen Recep-Şaban- Ramazan aylarından olan Recep ayının ilk cuma gecesidir. Tabiatıyla bu birinci günün gecesine denk gelebileceği gibi yedinci günün gecesine de denk gelebilir, aralarında herhangi bir fark yoktur. Anlamı ise, Hz. Muhammed(s.a.v.) in anne rahmine düştüğüne andır.123

Mi’raç Kandili ise Recep ayının yirmi yedinci gecesi kutlanmaktadır. Bu gecede Hz. Muhammed(s.a.v.)in yaşadığı İsrâ ve Miraç olaylarının gerçekleştiği ve beş vakit namazın bu gecede Müslümanlara farz kılındığı, Allah’ın rahmetinin bolluğunun müjdelendiğine inanılmaktadır.124

Berat Kandili; üç aylardan ikincisi olan Şaban ayının on dördüncü gününü on beşinci güne bağlayan gecede kutlanmaktadır. Bu gecede Müslümanlarca af, mağfiret ve bağışlanma olduğuna inanılmaktadır. Bu gece her insanoğlunun kaderlerinin çizildiğine inanılır. Bu gece yapılan ibadetlerden sonra dualarda güzel dileklerde bulunulur.125

121 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.43. 122 Ahmet Özel, “Mevlit”, DİA, C.29, İstanbul, 2004, s. 275-279. 123 Hamdi Tekeli, “Regaib”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 535-536. 124 Salih Sabri Yavuz, “Mirac”, DİA, C.30, İstanbul, 2005, s. 132-135. 125 Halit Ünal, “Berat”, DİA, C.5, İstanbul, 1992, s. 475-476.

30

Kadir Gecesi; Ramazan ayının son on günü içinde herhangi bir güne gizli olduğuna inanılan, inanışa göre Ramazan ayının 27. gecesine rastlayan gece olup Kur’ân-ı Kerîm’in indiği gece olarak da kabul edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Kadir suresi de vardır. Bu gece için “Bin aydan daha hayırlıdır’ ifadesi kullanılmaktadır.126

1.3.5. Aylar

Hicri takvime göre belirlenen aylar on iki tanedir. Bunlar; Muharrem, savaş haram olduğu için “haram kılınmış” manasında Muharrem denmiştir. Safer, bu ayda insanların ellerinde malları, evlerinde yiyecek içeceği kalmadığı, seferlere çıktıkları için böyle isimlendirilmiştir. Rabîu’l- Evvel, Safer ayında yaptıkları faaliyetlerinin sonuçlarını bu ayda aldıklarından dolayı böyle isimlendirmişlerdir. Rabi; verimlilik, bereket demektir. Rabîu’l-Âhir, mahsulü toplamanın son günleri olduğu için böyle isimlendirilmiştir. Cumâde’l Ûlâ, bu ayda fazla soğuktan sular donduğu için böyle denmiştir. Cumâde’l- Âhir, suların donmasının son ayıdır. Receb, bu ay büyük saygı göstermek amacıyla bu isim konmuştur. Şa’ban, bu ayda savaş ve saldırıların çok olmasından ve gruplara ayrılıp savaşlar düzenlendiğinden böyle isimlendirilmiştir. Ramazan, bu ayda çok şiddetli sıcaklar yaşandığından bu isim verilmiştir. Şevval, develer bu ayda hac için yüklenir ve kuyruklarını kaldırarak yürür. Bu sebepten böyle nitelendirilmiştir. Zi’l-Ka’de, haram aylarındandır. Bu ayda savaşa çıkılmadığından “hareketsizlik, oturma” anlamında böyle isimlendirilmiştir. Zi’l-Hicce, hac ayı olduğu için böyle denmiştir. Bunlardan Muharrem, Receb, Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce haram ayları olarak bilinir.127

İslami geleneğe göre kutsal kabul edilen aylara ait grup; Receb, Şa’ban, Ramazan’dır. Bu aylara “üç aylar” denilmektedir. Bu üç aylar Müslümanların diğer aylara oranla daha fazla ibadet, zikir, dua ve hayır işleriyle meşgul olduğu zaman dilimleridir. Ayrıca Müslümanların kutsal kabul ettiği Regaib, Miraç, Berat, Kadir geceleri bu üç aylar içerisinde yer alması da bu ayları daha fazla önemli hale getirir.128

126 Mehmet Sait Özervarlı, “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, 2001, s. 124-125. 127 Altınay, a.g.m., s.230. 128 Cengil ve Tekin, a.g.m., s.41.

31

1.3.6. Ramazan Ayı

Ramazan ayı birçok Müslüman ülkede oruç ayı, dua ayı, gufran ayı, ibadet ayı, bazı yerlerde de cömertlik ayı olarak nitelendirilir. Bu ayda yapılan ibadet “savm, sıyam, ruze” adlarıyla da tanınmasına rağmen bizde: Oruç olarak kabul görmüştür. Ramazan ismi diğerlerine tercih edilmiştir.129

Ramazan kelime manası olarak ‘Remza’ kökünden türemiş bir isim soylu kelime olup ‘kızgın taş’ manasına gelir. Çünkü Araplar şiddetli sıcak günlerde oruç tutmuşlardır. Aylara isim verdikleri zaman, oruç ayı şiddetli sıcaklara denk geldiğinden adı ‘Ramazan’ konmuştur. Başka bir görüşe göre de, yakıcı manasına gelen Ramazan bu ayın günahları eritmeye vesile olması sayesinde oruç ayına bu isim konulmuştur.130

Ayrıca Ramazan kelimesi, Allah’ın isimlerinden bir tanesidir. Allah’ın rahmeti sayesinde yanıp yok olunması dikkate alınarak oruç tutulan aya bu isim verilmiştir. Bu manada “Şehr-i Ramazan” yani “Allah’ın ayı” denilmiştir.131

Müslümanlarca diğer aylardan daha üstün ve kutsal kabul edilen Ramazan ayı, Kur’an da ve hadislerde isminden en çok bahsedilen aydır. Hz. Muhammed(s.a.v.) Hadis-i Şerifte “ Ramazanın birinci gecesi geldiğinde şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır. Hiçbir kapı açılmaz, cennet kapıları açılır ve hiçbir kapısı kapatılmaz”132 şeklinde Ramazan ayı gelmeden insanları uyarmış, ibadet ve dua etmeleri için teşvik etmiştir.

Hz. Muhammed(s.a.v.) Şa’ban ayının son günü hutbesinde şöyle buyurmuştur; “Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge düşürdü ki, bu aydaki Kadir Gecesi, bin aydan daha faidelidir. Allahü Teâla bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda geceleri teravih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda Allah için ufak da olsa bir iyilik yapmak, başka aylarda farz yapmış gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabır edenin gideceği yer cennettir. Bu ay iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda mü’minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak Teâla onu cehennem ateşinden azat eder. O oruçlunun sevabı kadar ona sevap verir.”133

129 Mehmet Kaplan, Milli Kültür, Ankara, 1977, s. 38. 130 İmam-ı Gazali, Mükasefetü’l Kulüb, Çelik Yayınları, İstanbul, 1982, s. 558. 131 Halil Altuntaş, İsmail Karagöz, Oruç İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2010, s. 12. 132 Kemal Sandıkçı, “Hadislerle Ramazan ve Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, S.3, 1978, s. 215-216. 133 Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi, İstanbul, Mart 2012, s. 313.

32

Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farza bedeldir. Bu ay ahreti kazanmak için fırsat ayıdır. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında inmiştir. Kadir Gecesi bu ayın içerisindedir. Ramazan-ı Şerifte hurma ile oruç açmak sünnettir. Teravih namazı kılmak ve Kur’an-ı Kerim’i hatim etmek mühim sünnetlerdendir.134

Ramazan ayı ile ilgili yine Hadis-i Şerifte “Ramazan ayının evveli rahmet, ortası mağfiret sonu ise cehennemden kurtuluştur.”135Şeklinde buyrulur. Sabır ve nefisle mücadele ayı olarak bilinen Ramazan ayı insanları iyiye ve doğruya sevk eder.

“Her kim Ramazan’ın faziletine inanarak ve sevabını hesaba katarak ihya ederse onun geçmiş günahları bağışlanır.”136 Hadis-i Şerifinden de anlaşılacağı gibi Ramazan ayında mağfiret isteyenlerin mağfiret edileceği, tövbe edenlerin tövbesinin kabul olunacağı, dua edenlerin dualarına icabet edileceği, isteyenlerin istediklerini kendilerine verileceği rahmetli bir aydır.

Müslümanlar, Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerimi okumaya her zamankinden daha fazla özen gösterir. Ramazan ayında çokça Kur’ân-ı Kerimi okuyup tefekkür etmek en büyük sevaplar arasındadır. Hz Peygamber (s.a.v.) in Cebrâil ile karşılıklı Kur’ân okumasına dayanan “Mukâbele” uygulaması bu aya mahsus bir gelenektir.137 Bunun için Müslümanlar, camilerde ve evlerinde bir araya gelerek, her gün bir cüz okurlar. Ramazan ayının sonuna gelindiğinde ise Kur’ânʹı baştan sona bir kez okumuş yani hatmetmiş olurlar. Müslümanlar yüz yıllar boyunca bu önemli Ramazan geleneğini sürdürmektedirler.

Ramazan ayının en büyük özelliklerinden birisi de bu ayda oruç tutulmasıdır. Ramazan ayına “Şehr-i Sıyam” (oruç ayı) da denilmektedir.138 Hz. Muhammed (s.a.v.) bu ay oruç tutanlar için cennetteki “Reyyan” kapısından geçeceklerini müjdeler. Oruç ibadetini gerçekleştirenler birtakım günahlardan arınır, takvası artar ve güzel ahlaklı olur. Oruç insanı kötü işlerden alıkoyar.139

134 Işık, a.g.e., s. 314. 135 Lütfi Şentürk, “Ramazan Mağfiret Ayıdır”, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79, Kasım Aralık 1968, s. 261. 136 Şentürk, a.g.m., C.7, s. 262. 137 Hacı Mehmet Günay, “Ramazan”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 434. 138 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 271. 139 İbrahim Tozlu, Onbir Ayın Sultanı, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.22-25.

33

Ramazan ayının Müslüman toplumu tarafından önemli kılınmasında; Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanması, İslam’ın beş şartından biri olan orucun bu ayda tutulması, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin Ramazan ayı içerisinde olması, yapılan ibadetlerin diğer aylara göre daha fazla sevap yazılması Ramazan ayının değerini arttırmıştır.140

Ramazan ayı, oruç, Kur’an-ı Kerim okuma ve ibadet ayı olduğu kadar sabır, cihat, fetih ve zafer ayıdır. Oruç; yeme, içme, kötü huyu dizginleme cihat ise açgözlülük ve dünya hırsını dizginleme vesilesidir. Oruçta nefis ile mücadele yapılırken cihatta İslam düşmanlarıyla mücadele edilir. Cihattaki sabır, tahammül ve ihlâs oruçla aynıdır. Mücahidin sevabı, oruç tutanın sevabıyla eş değer görülmüştür.141

Ramazan ayı zaferler ayıdır. Hicretin ikinci yılı Ramazan ayının on yedisinde Bedir Zaferi elde edilmiştir. İman uğruna babanın oğluyla ve kardeşin kardeşle çarpıştığı bu savaş, yetmiş müşrike karşı on dört Müslüman’ın şehit olduğu büyük bir zaferdir. Hz. Muhammed(s.av.) in katıldığı ilk savaş zaferle sonuçlanmıştır. Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayının yirmisinde Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed(s.a.v.)in on bin sahabî ile gerçekleştirdiği bu fetih, Mekke’de Hakk’ın hâkim, batılın yok olduğu bir dönem başlatmıştır. Efendimiz (s.a.v.)in bizzat katıldığı Tebük Gazvesi’de Ramazan ayına rastlamıştır. Hz. Ömer dönemi, Mecusi İran ordusuna karşı yapılan Kadisiyye zaferi, Rodos Adasının fethi, Endülüs’ün fethi, Ayn Calut Zaferi gibi İslam dünyasının önemli cihatları Ramazan ayında yapılmıştır. Ramazan, oruç ve Kur’an, ihlas ve takva ile değerlendirilirken sabır ve tahammülle, tebliğ ve cihatla değerlendirilmelidir.142

1.3.6.1. Oruç

Oruç, Farsçadaki “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş halindedir. Arapçası “savm” yahut “sıyâm”dır. Savm kelimesi ise Arapça da “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh terimi olarak

140 Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 17. 141 Halil İbrahim Kutlay, “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005, s.28. 142 Kutlay, a.g.m., s. 28-30.

34

ise oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar geçen sürede, bir amaç uğruna yeme içmeden uzak durmaktır.143

Hadis-i Şerifte “Ramazan öyle bir ay ki Allah, bu ayda orucu size farz kılmıştır. Bende bu ayın ibadetle ihyasını size sünnet kıldım.”144Diye belirtilmiş olup Ramazan orucu Müslümanlara farz kılınmıştır.

Oruç ibadeti, Hz. Muhammed(s.a.v.)in Medine-i Münevvere’ye hicretlerinden sonra hicretin ikinci yılında ve Şa’ban ayının onuncu gecesinde farz kılınmıştır.145 Ramazan ayında ve Ramazan boyunca (yirmi dokuz bazen otuz gün) tutulması farzdır. Hiçbir kişiye imtiyaz tanınmaksızın, aklı yerinde ve sıhhatli olan kişinin oruç tutması mecburidir. Aksi takdirde bu emre muhalefet eden gerek bu dünyada gerek ahrette cezalandırılacaktır.146

Bakara suresi 183-185. ayetlerinde “ Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç nasıl farz edilmiş ise size de öyle farz edildi. Ta ki günahlardan korunasınız. Oruç sayılı günlerdir. İçinizde her kim o günlerde hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. İhtiyarlık ya da şifa bulması zor bir hastalıktan dolayı oruca gücü yetmeyenler üzerine; bir yoksul taamı fidye lazım gelir.147 Kim ki gönül isteğiyle hayır işlerse bu, onun için hayırlı olur. Oruç tutmak, bilseniz sizin için ne kadar hayırlıdır.”148

Bir kişi oruç tutmakla hastalanacak yahut var olan hastalığı artacaksa veya oruç hastalığın uzun zaman devam etmesine sebep olacaksa tutmayabilir. İyileştiği zaman orucu kaza edebilir. Yolculukta da güçlük vardır. Seferdeki bu güçlük herkesin haline göre değişebilir. Bir insan için güçlükle dolu geçen yolculuk bir başkası için kolay bir şekilde tamamlanabilir. İslam dini bu ihtilafı ortadan kaldırmak maksatlı genel yolculuk

143 İlmihal, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008, s. 381. 144 Sandıkçı, a.g.m., C.17, s. 217. 145 Lütfi Doğan, “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9, S.5, Eylül-Ekim 1972, s.260. 146 Hasan Çelikkaya, “Ramazan ve Oruç”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.24, Fatih Matbaası, İstanbul, 1969, s.11. 147 Fidye; kusurlu olarak eda edilen bazı ibadetlerin telâfisi amacıyla ödenen bedeldir. 148 İbrahim Cerrahoğlu, “İslamiyet ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.2, S.1-2, Ocak-Şubat 1963, s.7.

35

haline çevirmiş günde altı saat olmak üzere üç günlük sefere çıkan oruç için mazeretli sayılmıştır. Takriben doksan kilometrelik yol sefer mesafesi olarak sayılmıştır.149

Oruç Kefareti, kefaret mana olarak gidermek ve örtmek olarak bilinir. Bozulan bir oruç yerine peş peşe iki kameri ay boyunca oruç tutmaktır. Buna gücü olmayan kişi ise altmış gün boyunca sabah ve akşam olmak üzere iki öğün bir fakiri doyurmalıdır. Hastalık durumlarında kefaret düşer. Ancak hastalık kendi isteği dışında olmalıdır. Kendi hastalığa sebebiyet verdiyse kefaret düşmez, aynı zamanda yolculuk da kefareti düşürmez.150

Oruç, nefsi terbiye eder ve ruhu yükseltir. Allah’a ibadet etmeyi vesile kılar ve insanoğlunun meleklerin seviyesine nasıl yükseleceğine talim eder. İnsanlarda sabrı geliştirir ve nefsi yenme kuvveti verir. Oruç insanın maneviyatını temizleyerek ruhunu aydınlatır. Oruçlu kişiler Allah’a en yakın kişilerdir. Bütün feyiz ve nur âlemleri oruçlu kimselere açılır ve Allah ile kul arasındaki perde kalkar.151

Oruç, insana sabrı aşılar. İnsan bu sabrı alışkanlık edinir. Bu alışkanlık acıyı bırakmak için değil, gidermek içindir. Sabrı alışkanlık edinmekle nefsi düzeltmenin en iyi yolu oruçtur. Oruç; tiryakileri tedavi eder ve sabra alıştırır.152

Müminin açlığında, Hakk’a yakınlığı oluşur. Kalp incelir, nefis kırılır, masiyet arzular kırılır. Oruçluyken ibadete devam kolaylaşır. Açlıkta beden sıhhat bulur, hastalıklar ötelenir.153

“Gündüzün orucuna tahammülünüzü temin için sahur yemeğinden, gece namaza kalmak için de kuşluk uykusundan istifade ediniz.” Hadis-i Şerifinde de bahsedildiği gibi Hz. Muhammed(s.a.v.)sahura büyük önem vermektedir. Sahur; oruç tutmaya hazırlık yapma maksatlı fecrin doğmasından önce yenen yemeği ifade eder. İftar, orucu açmak, oruçluya orucu açtırmak, başlanmış olunan orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak manasına gelmekte olup akşam ezanı vaktindedir. “Savm-ı Visal” olarak bilinen ve sadece Ramazan ayına özgü yapılan bir oruç tutma şekli vardır buda; iftar

149 Musa Yılmaz, “Ramazan Orucu ve Hikmetleri”, Diyanet Dergisi, C.26. S.2, 1990, s.20. 150 Hasip Asutay, Oruç Risalesi, Hâcegân Yayınları, İstanbul, 2012, s.57-59. 151 Ali Özek, “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası, İstanbul, 1968, s. 10. 152 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak Yayın, İstanbul, 1993, s.286. 153 Mahmut Sami Ramazanoğlu, “Oruç ve Açlığın Faziletleri”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005, s.31.

36

açmadan öbür günün orucuyla birleştirilmesidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de uygulamıştır.154

Müslümanlara farz olarak kılınan Ramazan orucundan ayrı İslam dinini benimseyenlerce tutulan bazı oruçlar vardır. Şevval ayında altı gün tutulan “Şevval Orucu”,Muharrem ayının onuncu günü tutulan “Aşure Orucu”, her hafta pazartesi ve perşembe günleri tutulan “Pazartesi-Perşembe Orucu”, Zilhicce ayının dokuz gününde tutulan “Zilhicce Orucu”, haram aylarında perşembe, cuma ve cumartesi günleri tutulan “Haram Ayları Orucu”, Şa’ban ayında tutulan “Şa’ban Orucu”, gün aşırı yani bir gün oruç tutup ertesi gün oruç tutmamak mahiyetinde tutulan oruç “Davud orucu”, Müslümanlar tarafından tutulan oruç çeşitleridir.155

1.3.6.1.1. Yahudilikte Oruç

Yahudilerde oruç “Tanit” olarak isimlendirilir. Teanet kökünden gelmiş olup nefsine ezâ etmek manasındadır. Yahudilikte orucun birçok örneği vardır. Bu oruçlar Tevrat’ta kesin hükümlerle farz kılınmıştır.156

Yahudilikte oruç, her türlü yeme içmeden tamamen uzak durmak manasına gelmektedir. Oruç, bir tövbe yöntemi olarak görülür. Sadece tövbe edip günahlardan arınmak için değil, toplumsal felaketlerde halkın günahkârlığının bir işareti olarak kabul edilerek oruç tutulmuştur. Tevrat’ta da oruç Yahudiler için, insanların bilinçli veya bilinçsizce yaptıkları kötü eylemlere kefaret ve bu kötü eylemlerden duyulan pişmanlığın dışa vurulmuş şekli olarak belirtilmektedir. Kefareti gerektiren eylem kişinin bizzat işlediği bir fiil olabildiği gibi ailesinin veya aynı soydan gelen hatta milletinden gelen birinin gayri ahlaki bir eylemi olabilir. Bununla birlikte Yahudilikte oruç bir matem alametidir. Yahudi tarihinin en felaketli en kötü günlerinde oruç tutularak yad edilmiştir. Aynı zamanda Tanrı’ya dua etmeden önce yapılması gereken bir hazırlık ritüeli olarak da kabul edilmektedir.157

154 Yılmaz, a.g.m., s. 22-24. 155 İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 386-387. 156 Tahsin Feyizli, İslam’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s.21. 157 Recep Demir, “Diğer İnanç Sistemlerinde ve İslam’da Oruç(Karşılaştırmalı Bir Analiz)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.9, S.42, Şubat 2016, s. 1787.

37

Yahudi takviminde oruç günleri, yılın farklı günlerinde toplam altı oruçtan oluşmaktadır. Bunlardan ilki Tevrat kaynaklı olup diğerleri yaşanan acı olayların anısına tutulmuştur. Yahudi takviminin ilk ayı olan Tişri ayının onuncu günü “yom kipur” adı ile tövbe etme amaçlı tutulan oruçtur. Bu oruç Tevrat’ta emredilmiştir. Tevet ayının onuncu günü Kudüs’ün Babilliler tarafından kuşatılması ve Tamuz ayının on yedinci günü Kudüs surlarının Babilliler tarafından geçilmesi olayı adına önemli oruçlar tutmuşlardır. Av ayının dokuzuncu günü Kudüs’teki mabedin yıkılışı anısına, Tişri ayının üçüncü günü önderleri Gedalya’nın öldürülüşü anısına, Adar ayının on üçüncü günü Ester’in dindaşlarını kurtarmak için hayatını tehlikeye atması adına oruç tutmuşlardır. Yom Kipur dan ayrı tutulan bu oruçları hahamlar düzenlemiştir.158

Yahudilerden; kâhin olmak isteyenler, kendisini peygamberliğe hazırlayanlar ve ülkelerinin kıtlık, veba ve musibetlere uğramasını isteyenler, yeni bir teşebbüse girişecekler bunların vesilesiyle oruç tutmuşlardır. Tek farz kabul edilen oruç ise “keffaret orucu”dur.159

İki umumi oruç “yom kipur” ve “yişa beav” Yahudilikte büyük oruçlar olarak kabul edilir. Bu iki oruç daha uzun süre tutulduğu için başlıca büyük oruçlar olarak kabul edilmektedir. Gün batımı ile başlar ve sonraki günün akşam karanlığına kadar devam etmektedir. Yaklaşık yirmi beş saat süren bu oruçlar insanların genel olarak tuttukları oruçlardır.160

Yahudilerde cumartesi çok önemli bir gündür ve bu günde oruç tutulmamaktadır. Cumartesiye rastlayan oruç olduğunda ertesi güne bırakılır. Oruç şafağın sökmesinden iki yıldızın doğmasına kadar devam eden sürede tutulur. Keffaret orucu bunun dışında kalır çünkü bir akşamdan diğer akşama kadar sürmektedir.161

Yahudilerde bu oruçlardan ayrı, “Ester Orucu”diye bilinen Pazartesi ve Perşembe günleri tutulan oruç bulunur. “Sükût Orucu” diye adlandırdıkları sabahtan

158 Fatma Yüksel, “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, 2008, s.35. 159 Osman Cilacı, “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, Temmuz Ağustos 1978, s.197. 160 Muhammed Akram, “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Orucun Anlamı ve Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya, Ümraniye Belediyesi, İstanbul, 2015, s. 46. 161 Cilacı, a.g.m., s.198.

38

akşama kadar konuşmaktan sakınma orucudur. İzdivaç gününde damadın tuttuğu oruç vardır. Baba ve annenin ölümünün senesinde tutulan oruç vardır. 162

1.3.6.1.2. Hıristiyanlıkta Oruç

İncil’de Hz.İsa’nın oruç hakkında havarilerine insanlara karşı gösterişten uzak ihlaslı olarak oruç tutmalarını nasihat etmiş ve “ Oruç tuttuğunuz zaman, riyâkârlar gibi mahzun çehreli olmayınız. Onlar oruç tuttuklarını insanlara göstermek için yüzlerini asarlar. Size derim ki onlar karşılıklarını aldılar. Sen oruç tuttuğun zaman başına yağ sür ve yüzünü yıka ve oruç tuttuğunu sadece Peder’e göster. Peder’in sana mükâfat verecektir.”163

Hıristiyanlıkta başta bir aylık olan oruç ibadeti, sıcak mevsim olan yaza denk geldiği için ilkbahara alınmıştır. Bundan dolayı on gün daha ilave edilip kırk gün olarak tutulmuştur. Belli bir dönem kırk gün olarak oruç tutan Hıristiyanlar kralın rahatsızlığı sebebiyle on gün daha ilave etmişler ve orucu elli gün olarak tutmuşlardır. Vasfı, zamanı ve sayısı değiştirilen Hıristiyan orucu “Büyük Perhiz” adıyla ağır bir şekilde tutulmuştur.164

Hıristiyanların “Paskalya Perhizi” olarak adlandırdıkları oruç onlar açısından çok önemlidir. İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı sonrasında vuku bulduğuna inandıkları dirilişinin anısına gerçekleştirdikleri paskalya kutlamaları öncesindeki gün tutulan oruçtur. Kırk gün olarak tutulan bu oruç, İsa’nın çöldeki kırk günlük orucundan dolayı uzun tutulmaktadır. İsa’nın doğumunun kutlanması ve ahir zamanda geleceği inanışı ile tutulan Noel orucu da Noel öncesi dört hafta olarak tutulmaktadır.165

Hıristiyanlıkta bireysel olarak tutulan orucun günleri; çarşamba, cuma, cumartesidir. Hıristiyanlara göre, çarşamba günü İsa’nın ele verildiği gün, cuma günü öldüğü gün, cumartesi de gömüldüğü gün olarak bilinmektedir.166

Hıristiyanlıkta üç tür oruç vardır. Normal, tam ve kısmidir. Normal oruç, sadece yemeden uzak durmadır. İçmeye normal oruçta müsaade edilmektedir. Tam

162 Feyizli, a.g.e., s. 25-27. 163 Feyizli, a.g.e., s.31. 164 Ahmet Kahraman, “Eski Dinlerde ve İslam’da Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.10, S. 112-113, Eylül Ekim 1971, s.319. 165 Akram, a.g.m., s. 50. 166 Demir, a.g.m., s.1791.

39

oruçta hem yemeden hem içmeden uzak durulur. Hiçbir yiyecek yahut içecek ağza konmaz. Kısmi oruçta ise tadı güzel bir yiyecek, et yemeği ve şarap içmeme şeklinde olmuştur. Hıristiyanlıkta en yaygın oruç ise tam oruç ve iki etsiz öğün orucu olup kişi içmeye müsaade edilir.167

Hıristiyanlıkta yirmi bir yaşını dolduranlar oruç tutmakla mükelleftir. Altmış yaşından sonra oruç mükellefiyeti düşmektedir. Hastalık, ruhi ve bedeni kuvvetsizlik, fakirlik, askerlik durumu, ağır ve yorucu işçilik durumunda olanlar oruç ibadetinden muaf sayılmıştır.168

1.3.6.1.3. Hinduizm’de Oruç

Hindu kutsal metinlerinde oruç “upvaas” adıyla geçmektedir. Manevi kazanımlar adına bedenin fiziksel ihtiyaçlarının reddi manasına gelmektedir. Hiçbir gıda alınmayan oruç süresinde manevi esenlik sağlayan saf gıdalar içeren bir akşam yemeği ile son bulur.169

Hinduizm’de dört çeşit oruç türü vardır: festival oruçları, hafta içi tutulan oruçlar, kameri gün oruçları ve büyüyen-küçülen ay oruçlarıdır. Bunlarla birlikte öğleden sonra tek yemek yenilmesi orucu “eka bhukta”, yemeğin gece bir kez yenilmesi orucu “nakta vrat” olarak adlandırılan oruçlardır.170

Hinduizm’de oruç nefsi terbiye etmek maksatlı senenin muayyen günlerinde ve bayramlarında tutulmaktadır. Önemli bazı günlerde ise sadece kadınlar oruç tutmaktadır.171

Güneş tutulması sırasında ve Güneşin doğuşu ve Güneşin gökte tam olarak görülmesine kadar oruç tuttukları görülmüştür. Fakat Güneş doğduğu zaman, bulutlar onu örterse Güneş görününceye kadar orucu devam ettirmişlerdir.172

Sadece yemeklerden kendini alıkoymak mahiyetinde oruçlar yoktur. Pirinçten yapılan herhangi bir yiyecekten uzak durma orucu, kadınlara her türlü kokudan uzak

167 Akram, a.g.m., s. 50-51. 168 Cilacı, a.g.m., s.201. 169 Thowhidul İslam, “Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”, Ramazan ve Oruç, s. 64. 170 İslam, a.g.m., s. 64-67. 171 Cilacı, a.g.m., s.192. 172 Feyizli, a.g.e., s.17.

40

durma orucu, erkeklere başta Hint yağı olmak üzere bedenine herhangi bir yağ sürmeme ve yağlanmama orucu, Hinduizm’de orucun farklı çeşitleridir.173

1.3.6.1.4. Budizm’de Oruç

Budizm’de oruç, psikolojik ve manevi sezgiye dayalı nefis terbiyesi yöntemidir. Bazı Budistler az yemenin de erdeme sebebiyet vereceğine inanmaktadır. Budist inanca göre; oruç vücudu arındırır düşünceleri berraklaştırmaktadır. Oruç, kaba düşüncelerin azaltılmasını sağlamaktadır.174

Budizm’de her kameri ayın dört gününde, güneşin doğuşundan batışına kadar olan süreçte oruç tutmak emredilmiştir. Bu dört gün ayın birinci, dokuzuncu, on beşinci ve yirmi ikinci günleridir. Bu günlerde tam dinlenmek gerektiğinden, herhangi bir iş görmek yasaktır. Hatta iftar sofrasını hazırlamak bile yasaklanmıştır. Bundan dolayı oruç tutanlar yemeklerini bu dört günde güneş doğmadan önce hazırlamışlardır.175

Tibet’te oturan Budistler ise; yirmi dört saat oruç tutmaktadır. Bu süre içerisinde tükürüklerini dahi yutmazlar. Yirmi dört saatin sonunda ise oruçlarını yalnızca bir bardak çayla açmışlardır.176

1.3.6.1.5. Eski Türklerde Oruç

Türklerde Göktanrı inancı olarak adlandırılan dini inanç; Tengricilik, Göktengri dini veya eski Türk inanç sistemi olarak da belirtilmektedir. Bu inanç biçiminde atalar ruhunun yer aldığı ve kam, şaman gibi yöneticisinin bulunduğu bir takım kültler yer almaktadır. Tek tanrılı bu inanç sisteminde zamanla isminde değişiklikler olmuş tek tanrılı dinler kronolojisinde Türklük adıyla zikredilmiştir.177

Eski Türklerde inanç biçimi olan Göktanrı yahut Tengricilikte oruç ibadeti yer almaktadır. Gönüllülük esası ile yapılan oruç ibadeti Türklerde farz değildir. Orucunda çeşitleri olmuştur. Bunlar;

173 Demir, a.g.m., s. 1786. 174 İslam, a.g.m., s. 70. 175 Demir, a.g.m., s. 1786. 176 Cilacı, a.g.m., s.193. 177 Yaşar Kalafat “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk Sümer’e Armağanı, T.D.A, Şubat 1999, S. 100, s. 97-113

41

“Kün Yanırganı” olarak adlandırılan oruç 25 Aralık’ta et, süt ve tuzun yenmemesidir.

“Tengri Yanırgan” olarak adlandırılan ve “Çağa Bayramı” olarak ta bilinen Ay ve Ülker yıldızının birleştiği gün tutulan oruç vardır. Bu oruçta da hayvanlardan süt alınır, bal toplanır ve dört gün boyunca süt, tuz, et yenmez sadece sebze yenir. 21 Martta yani Nevruz zamanında Güneş ile Ay birleşir. Üç gün üç gece ritüel zamanı toplam altı gün oruç tutulur ve sadece süt ürünleri ve sebze yenir. 6 Mayıs her yerin yeşillendiği zamanda Hıdırellez diye adlandırılan vakitte ritüel yapılır. Dört gün öncesi ve dört gün sonrası olmak üzere sekiz gün oruç tutulur. Tuz ve et yenmez sadece sebze ve süt tüketilir. 21 Haziranda yer ve gök birleşir. Türkler bu güne güneş bayramı olarak ilan eder. Beş gün öncesi ve beş gün sonrası olmak üzere toplam on gün oruçlu geçirir. Et ve tuz tüketmezler. 21 Eylülü Türkler “Ay Bayramı” olarak adlandırır. Altı gün öncesi ve altı gün sonrası olmak üzere toplam on iki gün oruçlu olarak geçirilir. Et ve tuz yenmez.178 Tengricilikte oruç ve bayramlar, astronomik gelişmelerle ilgilidir. Oruçta su ve yemek değil et, tuz ve hayvansal gıdalar yasaklanmıştır ve sadece sebzeye yönelmişlerdir. Et Türklerde hayat kaynağı olduğu için etin tüketiminden vazgeçmek ise nefis için büyük bir imtihandır. Özellikle etten vazgeçip sebzeye yönelmek Türkler için sağlık açısından da olumlu gelişmedir.179 Eski Türklerden Kitayan (Hıtayan) ların X. Asır da hepsinin toplu halde senede bir defa oruç tuttuğu ve îtikâfa çekildikleri mabetleri olduğu görülmüştür.180

1.3.7. Asr-ı Saadet’te Ramazan

Bütün dinlerde çeşitli şekillerde oluşan ve tutulan, Hz. Muhammed(s.a.v.) tarafından da tekâmül eden oruç, farz ve İslam’ın en güçlü öğesidir. Ramazan ayının diğer aylara göre belli özelliklere sahip olması, sadece Ramazan ayının Kur’an-ı

178 Umut R. Sazçalar, Yaşayan Tengricilik, Kutlu Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 43-45. 179 Sazçalar, a.g.e., s. 45-46. 180 İbn-i Fazlan, Seyahatname, (çev. Ramazan Şeşen), İstanbul, 1985, s. 91-92.

42

Kerimde isminin geçmesi gibi özelliklerinden dolayı Hz. Muhammed(s.a.v.)tarafından hem yaşanmış hem de mü’minlerin yaşaması istenmiştir.181

Hz. Muhammed (s.a.v), orucu mümini cehennem ateşinden koruyan bir kalkan olarak nitelendirmiştir. Ramazan orucu hicretin ikinci yılının Şa’ban ayında farz kılınmıştır. Hz. Muhammed(s.a.v.) Medine’ye hicretten sonraki dokuz yılda oruç tutmuştur. Bunların dördü yirmi dokuz, beşi ise otuz gün olmuştur.182

Hz. Muhammed(s.a.v.) hadislerinde, “Allah-ü Teala buyurur ki: Adem oğlunun bütün amelleri kendisi içindir, ancak oruç ibadeti benim içindir ve onun mükafatını ben vereceğim, biriniz oruçlu olduğu zaman kötü söylemesin, cahillik yapmasın, biri ona kötülük yapacak olursa ben oruçlu kişiyim desin.”183Buyurmuştur.

Hz. Muhammed(s.a.v.)döneminde ayların girişi, yeni hilalin görülmesiyle tespit edilmiştir. Bundan dolayı Hz. Muhammed(s.a.v.) Ramazan hilalinin görülmesi üzerinde önemle durmuş, hilal tespiti yaptıktan sonra oruca başlanmasını, hava bulutlu ise ayın otuza tamamlanmasını istemiştir.184

Hz. Muhammed(s.a.v.)her zaman orucun başlangıç vakti olan sahura kalkarlarmış. Ağız ve diş sağlığına her daim önem veren Resûlullah sahur sonrası ellerini ağzını yıkar dişlerini misvaklamışlardır. Ramazan orucu için niyetin şart olduğunu beyan etmiştir. Oruçlu iken, orucu bozacak ve orucun maneviyatını zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmuşlardır. Bu konuda ashabına tavsiyelerde bulunurlar, azami derecede dikkat göstermelerini isterlerdi. Hatta olumsuz durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğretirlerdi. Hz. Muhammed(s.a.v.) iftar etmek için acele edilmesini isterlerdi. İftarda özel bir yiyecek aramaz ne varsa onu yerdi. Akşam namazını kılmadan önce evinde varsa taze bir hurma ilk onunla iftar ederdi. Yoksa kuru hurma oda bulunmuyorsa orucunu birkaç yudum su ile açardı. Orucunu açarken “Allah’ım senin için oruç tuttum, senin rızkınla iftar ettim, bizden bunu kabul et, sen işiten ve bilensin.” Diye dua ederlermiş.185

181 Fahrettin Aşık, “Hz Peygamberin Ramazan Hayatı”, Diyanet Dergisi, C.26, S.2, Ankara, 1990, s. 51. 182 Kasım Şulul, “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili gelişmeler”, Ramazan ve Oruç, s.31. 183 Aşık, a.g.m., s.51. 184 Ali Çelik, “Peygamberimiz’in Ramazanı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, 2008, s.31. 185 Çelik, a.g.m., s.31-32.

43

Arz, arza yahut mukabele diye adlandırılan “okumak, ezberden okumak, göstermek” anlamlarına gelen ve her yıl Ramazan ayında o zamana kadar nazil olan Kur’an-ı Kerim’in surelerinin Hz. Muhammed (s.a.v.) in Cebrail’e, Cebrail’in de Hz. Muhammed(s.a.v.) e okumasıdır. Ramazan ayında her gece Allah’ın iki elçisi bir araya gelip mukabele etmişlerdir. Ramazanın sonunda da Kur’an-ı Kerimi hatmetmişlerdir. Her yıl iki defa yapılan bu karşılıklı okuma Hz. Muhammed(s.a.v.)in vefat edeceği yıl iki defa yapılmıştır. Cebrail’in o yıl iki defa arzı gerçekleşmesiyle Resul-ü Ekrem vefatının yaklaştığını sezmiştir.186

Farz olan ve genelde verilmesi Ramazan’a denk gelen zekât ise farz aynı zamanda sünnettir. Yapılan her farzın Ramazan ayında yetmiş misli yazılacağından, zekât genelde bu ayda verilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)de elinden geldiği kadar bu konuda cömert davranmıştır.

Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” manasındaki tervîha kelimesinin çoğulu şeklinde olan terâvîh, sadece Ramazan ayına mahsus olarak yatsı namazından sonra kılınan namazı ifade etmektedir.187Her dört rekâtının sonunda bir miktar oturulup dinlenildiği için “teravih namazı” denilmiştir. Nafile bir ibadet olup sekiz, on, on iki, on sekiz, yirmi rekât olarak kılınabilir. Ramazan ayının bir sünneti olup gündüz oruç tutmayanlar da yatsıdan sonra teravih namazını kılabilir.188Hz. Muhammed(s.a.v.) tarafından “Kıyam-ı Ramazan” Ramazan namazı olarak adlandırılan teravih namazı189Ramazan gecelerinde ise Asr-ı Saadette cemaatsiz olarak kılınmıştır. Hz. Muhammed(s.a.v.) bu namazı iki yahut üç defa cemaate kıldırmıştır.190Ashabını teravih namazı kılma hususunda teşvik etmiştir.

Bir aylık orucun son on gününde Hz. Peygamber(s.a.v.) halktan tamamen uzaklaşır, fazlasıyla hakka bağlanmıştır. Kendisini bütün varlığıyla ibadete vermiştir. Aile hayatından ayrılarak mescidin uygun olan bir köşesine çadır kurar geceli gündüzlü ibadete dalarmış. Zaruri hacetlerinin dışında dışarıya çıkmazmış. Bu tarz ibadetini vefatı yılına kadar her Ramazan aralıksız devam ettirmiş son yılında da yirmi güne çıkarmıştır.

186 Şulul, a.g.m., s. 34-35. 187 Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, 2011, s.482. 188 Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 27- 29. 189 Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, Emel Matbaacılık, Ankara, 1985, s. 70. 190 Aşık, a.g.m., s.58.

44

Bu olaya “itikâf” denmektedir. Geçmiş peygamberlerden kalma bir sünnet olup Bakara suresinin yüz yirmi beşinci ayetinde “İbrahim ve İsmail’e beytimi, ziyaret edenlere ve itikâf edenlere, rükû ve secde edenlere, saygı gösterin ve onları temiz tutun.”191 Şeklinde geçmektedir.

Diğer aylardan daha ziyade ibadete ağırlık veren Hz. Muhammed(s.a.v.) “Savm-ı Visal” denilen oruç çeşidini de yerine getirmiştir. Savm- visal denilen oruçta geceyle gündüzü birbirine ilave edilerek oruç vakti uzatılıyor. İftar vakti geldiğinde iftar edilmeden diğer günün orucuna niyet edilir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) ümmetine “Siz yapmayın çünkü ben Rabbim tarafından yedirildim.” Diye buyurmuştur. 192

Bayram günü ise Hz. Muhammed(s.a.v.)in sünnetini Enes Bin Malik;“Resulullah Ramazan bayramının olduğu gün birkaç tane hurma yemeden bayram namazına çıkmazdı. Bu hurmaları tek adetli (bir üç beş şekline) yerdi.“193diye bahsetmiştir.

İlk Ramazan bayramında Hz. Peygamber(s.a.v.) musallaya (namazgâh) çıkarak, ilk kez ezansız ve kamet getirmeden önünde bir mızrak dikili vaziyette namaz kıldırmış ve ardından hutbe okumuştur. Ayrıca Ramazan bayramında hurma gibi tatlı bir şey yenilmesini, kurban bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesini, namaza mümkünse yürüyerek gidilmesini ve dönüşte farklı bir yol seçilmesini, çokça sadaka dağıtılmasını ve fitrenin namazdan hemen önce verilmesini, namaza giderken ise tekbir getirilmesini buyurmuştur.194

1.3.8. Emevi Toplumunda Ramazan

Emevî halîfeleri ve yöneticileri Ramazan günlerinde halka açık bir şekilde iftâr sofraları kurmuşlardır. Her sofrada çeşitli yemekler, kızarmış balık ve sütlaç bununla birlikte değişik tatlılar bulunurdu. Ramazan günlerinin gündüzleri oruçla geçirilir, çoğunlukla birlikte iftarlar yapılır, iftardan sonra teravih namazı toplu olarak kılınır, muhtaç kimselere yardımlarda bulunulurdu. Böyle mübarek ve kutlu günlerde özel merâsimler düzenlenirdi. Bütün sevap kapılarının açıldığı şer kapılarının kapandığı bu

191 Aşık, a.g.m.,s. 59-60. 192 Emrullah Hatiboğlu, “Hz. Peygamber Zamanında Ramazan”, Ramazan Çadırında İrfan Sofrası, Bağcılar Belediyesi Yayınları, İstanbul, 1998, s.77. 193 Çelik, a.g.m., s.33. 194 Şulul, a.g.m., s.39.

45

günlerde dellâllar, halkı, iyi şeyler yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya davet ederdi. İftar zamanına kadar evlerinde yiyeceği bulunmayanlara yemek ya da gıda maddesi gönderilirdi. Bu ayda yetim ve yoksullar diğer aylardan daha fazla gözetilirdi. Şehir, Ramazan gecelerinde daha bir hareketli ve ışıklı olurdu. Şevval hilâli görülünce de Ramazan ayı bitmiş bayram başlamış olurdu. Sabah herkes bayram namazına ve bayramlaşmaya giderdi.195

Kaynaklarda Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik’in, Ramazanda her gün hatim indirdiği zikredilmektedir.196

1.3.9. Abbasi Toplumunda Ramazan

Abbâsî halîfeleri, Ramazan ayında halkın ihtiyacını gidermeye, fitre, zekat, giyecek ve yiyecek eşyası dağıtmaya ve iftar ziyafetleri düzenlemiştir. Ramazan ayının son gününde Bağdatʹta fener alayı denen şenlik düzenlerlerdi. Bu alaylara şehir halkı büyük ilgi gösterirdi. Alaydakilerin hep bir ağızdan söyledikleri Tekbîr ve Kelime-i Şehâdetler söylerlerdi. Fener alaylarında nehirler, süslenmiş kayıklarla dolar ve nehirlerin etrafına kandiller yakılarak nehirler aydınlatılırdı.197

Abbasilerde bayramlar, dini törenlerle birlikte kutlanmaktadır. Halife ise halka imamlık yapar, bayram namazlarını kıldırır, hutbeleri okurdu. Bayram geceleri farklı şehirlerde Ramazanda olduğu gibi fener alayları yapılmıştır. Nehirler renk renk süslenmiş kayıklarla dolar, kandiller yakılır, halife sarayından yükselen ışıklar etrafı aydınlatırdı. Halkın büyük kısmı Abbasilerin alameti olduğu için siyah elbiseler giyerdi. Bazıları kafalarına sarık yerine kamış ve kâğıttan yapılarak siyah renkte uzun külah giyerdi. Başta Bağdat olmak üzere Beytül makdis, Şam ve Tarsus bayram kutlamalarında hareketliliğin, neşe ve eğlencenin en fazla görüldüğü yerlerdi. İslam ülkesinin farklı yerlerinden gelen gaziler ve yakınları Tarsus'ta toplanır, hayırsever Müslümanların bağışları buraya gönderilirdi. Tarsuslular'ın, gazilerin ve gazi ailelerinin

195 Ramazan Altınay, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006, s. 335-336. 196 Ertuğrul Tarık Kara, Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, 2006, s. 109. 197 H.İbrahim Hasan, Siyâsî Dînî Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, C.4, İstanbul, 1986, s. 229.

46

barınmaları için tahsis ettikleri mekânlar vardı. Onlara çok miktarda yemek, bağış ve zekât gelirdi.198

1.3.10. Memlûk Toplumunda Ramazan

Ramazan ayının yaklaşması Memlûk toplumunda belli olurdu. Ramazan ayı yaklaşmaya başlayınca diğer aylardan ayrı bir dünya yaşanırdı. Ramazan ayına özel hazırlıkları başlardı. Kahireʹde bir ay boyunca verilecek iftarlar ve halka dağıtılacak yiyecek maddeleri hazırlanırdı. Tedarik edilen büyükbaş ve koyun, kuzu, gibi hayvanlar; un, şeker ve satın alınan diğer tüketim maddeleri halka gösterilmek üzere sokaklarda dolaştırılır halka sunulurdu. Bu tüketim maddeleri, kale meydanında sergilenirdi. Memlûk halkı da kale meydanına gelerek sergilenen tüketim malzemelerini seyrederdi. Bu esnada Sultan kaleden halka görünür ve onun emriyle görevlilere Ramazan hediyeleri verilirdi.199

Sultan, emirler ve zenginler, Ramazan ayı boyunca ihtiyaç sahiplerine bol miktarda yardımda bulunurdu. Yardımdan geri durmazlar daha fazlasını yapmaya çalışırlardı. Memlûk Sultanları, Ramazan ayında en büyük camide Sahîh-i Buhârî kitabından hadis dersleri okuturlardı. Sahîh-i Buhârî kitabı bitirirler ardından sarayda biten dersin duası yapılırdı. Bu duâ merasimine Sultan, emirler, âlimler ve ileri gelen diğer erkân katılırdı. Duâ merasimi bittikten sonra Sultan, gelenlere çeşitli hediyelerde verirdi. Memlûklularda Ramazan ayı boyunca müezzinler sahur vaktinde minarelerden oruçla ilgili âyetler ve kasîdeler okuyarak halka sahur vaktini ve önemini bildirirdi. Sahur vakti sona erince bütün ışıklar kapatılır, iftarda tekrar yakılırdı.200

1.3.11. Selçuklu Toplumunda Ramazan

Büyük Selçuklu döneminde Ramazan ayına çok önem verilmiş, Ramazan ayı halk ve padişah tarafından büyük bir titizlikle geçirilmiştir. Ramazan bayramı ve kurban da düzenli bir şekilde kutlanmıştır. Bu bayramlar resmi bayram niteliğinde olup sabahın erken saatlerinde sultan, sultanın oğulları, yöneticiler ve sarayın diğer erbabıyla bayramgâh denilen yerde, bayram namazı kılınarak başlamaktadır. Saraya dönüldükten

198 İhsan Arslan, “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, C.9, S.17, 2011, s. 151-152. 199 İsmail Yiğit, Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, C.7, İstanbul, 1986, s. 392. 200 Yiğit, a.g.e, C.7, s. 392.

47

sonra kutlamalar yemek ve eğlence ile devam eder. Bu sırada sultan, hanedan mensuplarının, devlet adamlarının ve halkın tebriklerini kabul eder ve salonda yemeğe geçilir. Şairler şiirlerini söyler, müzisyenler sanatlarını icra eder.201

Selçuklu döneminin yöneticileri Ramazan ayına diğer aylardan daha fazla hürmet göstermişlerdir. Oruç ibadetine sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Ramazan ayının rastladığı mevsime göre yerleşim yerlerini seçmişlerdir. Horasan, Nişabur, Belh, Merv gibi yerler Ramazanın kışa rastlamasında Haveran, Dandanakan, Herat gibi şehirler ise Ramazanın yaz dönemine rastlamasında yerleşim yeri olarak tercih edilmiştir.202

XII. ve XIII. Yüzyıllarda Selçuklu Türklerinde her din ve mezhep grubuna hoşgörü vardır. Oruç tutanlara karşı ayrı bir hoşgörülü olan Selçuklu Türkmenleri oruç tutmuşlar, tutmayanları toplumdan dışlamamışlardır. Derviş gazilerin inanç ve davranışlarında dini müsamaha ile birlikte cihat ve İslamlaştırma anlayışı birlikte olduğundan ibadetlere önem vermişlerdir.203

Anadolu’nun yurt olmasında en büyük adımı atan Selçuklu Sultanı Alparslan’ın her Ramazan 15.000 dinar sadaka dağıttığı kayıtlıdır ki dinin anlaşılması ve yaşanmasında Selçuklu toplumu için güzel bir misaldir.204

201 Cihan Piyadeoğlu, “Gazneliler ve Büyük Selçuklular’da Bayramlar ve Bayram Kutlamaları”, Türk Edebiyatı Uluslararası Periyodik Diller, Edebiyat ve Türkçenin Tarihi, C.5/4 Güz 2010, s. 1413. 202 İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.106, S.2, 2012, s.695-697. 203 Yusuf Ziya Yörükan, “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, C.5, S.24, s. 66-57. 204 Kara, a.g.e., s. 109.

48

İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

49

2.1. OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN

Ramazan ayı toplumda farklı bir hava yaratırdı. Büyük küçük herkes maddi manevi iyilikler yapmaya özen gösterir, sevaplarını arttırırdı. Yöneticiler ve zengin tebaa Ramazan ayında ziyafetler verir, sadakalar dağıtırdı. Ziyafetler için küçük ve büyükbaş kurbanlar kesilirdi. Sahibi oldukları köleleri Ramazan ayında özgürlüğüne kavuşturanlar vardır. Ramazan ayında hayır sahibi insanlar, ihtiyaç sahiplerine Allah rızası için et, ekmek, mum ve para dağıtırdı. Ayrım yapılmadan kapılarına gelen gayri Müslimlere de bu ayda yardım etmişlerdir. Yine bu ayda bazı mahkûmlar affedilirdi.205

1553 ve 1554 yıllarında İstanbul’u ziyaret eden Alman seyyah Dernschwam anılarında İstanbul Ramazanları hakkında şöyle bahsetmektedir: “30 Temmuz 1554’de Türkler İstanbul’da oruç tutmaya başladı. 29 Temmuz’da Ay’ı gördüler. Herkesin bundan haberi olsun diye minarelere kandiller asıldı. Yağmur ve rüzgâr zarar vermesin diye de üstlerini örttüler. Bu kandilleri akşam yakıyorlar ve tüm gece boyunca yanıyor. Akşama kadar hiçbir şey yemiyorlar ve akşam yıldızlar görününce de ne bulursa yiyorlar. Yemek ayrımı yapmıyorlar. Ertesi gün açlığa tahammül edebilmek için biraz uyuyup kalktıktan sonra tekrar yemek yiyorlar. Türklerin bu tuttukları oruç Yahudilerin orucuna benziyor. Akşama kadar bir şey yemeyip akşam olunca da gündüz yemedikleri şeylerin hepsini gece boyunca yerler. Toplumda oruç tutmayan Müslümanlar da vardı. Sınırda yaşayanlar ve savaş zamanı askerler oruç tutamayan mazeretli kimselerdi.”206

1573 de İstanbul Ramazanına tanık olan seyyah Gerlach ise: “Gökte Yeniay’ın görülmesi ile başlayan Ramazan bir ay sürüyor. Müslüman Türkler bütün gün boyunca bir şey yemez ve içmezler. Akşam vakti camilerin minareleri çevresinde bir taç gibi dolanan kandiller yanıncaya kadar tamamen aç gezerler. Kandiller yandıktan sonrada bütün gece yiyip içerler. Kandiller yanınca sokaklarda bir bağrışma kopar ve dilenciler sokaklara dökülerek evden eve dolaşır yiyecek ve para isterler. Bazıları da beş altı kişilik topluluklar halinde bütün oruç ayı boyunca geceleri sokak sokak gezer. Zengin kişilerin evi önünde nefesli sazlar ve vurmalı çalgılar eşliğinde şarkılar söyler. Aralarından biri şarkı söyleyerek veya zurna çalarak girizgâhla başlar, diğerleri de buna katılır. Ramazan minarelerde yanan kandillerle ilan edilir. Sene boyunca sadece

205 Kemal Beydilli, Bir Yeniçeri’nin Defteri, İstanbul, 2003, s.4. 206 Firdevs Çetin, “XVI. Asır Alman Seyyahlarına Göre Osmanlı Toplumu Müslüman Davranış ve Törenleri ile Dini Mekânlar”, Vakıflar Dergisi, S.34, Ankara, 2010, s.28.

50

düğünlerde ziyafetler veren Türkler, Ramazan ayının on beşinden sonra Devlet ricalinin iftar davetlerinin şaşaası büyüktür.” Gerlach’ın “Büyük Bayram” olarak adlandırdığı Ramazan bayramı, “Küçük Bayram” olarak adlandırdığı ise kurban bayramıdır.”207

1575 yılının Ramazanını gözlemleyen seyyah Schweigger ; “Oruç zamanı yılın bolluk ve bereket içinde geçen bir dönemidir. Bu yüzden Türk halkı Ramazan’ı büyük bir hevesle bekler. Bir ay süren oruç ayında Türkler yemek ve sudan kesilir, gökyüzünde yıldızlar görününceye kadar bu açlık devam eder. Camilerin balkonunda tahta fenerlerin içinde kandil aydınlatması asarlar. Bir ip yardımıyla iki minare aradı görkemli yazılar asarlar. Bu ayda çocuklara, yaşlılara, hastalara gereksinimleri olduğu kadar yiyip içme fırsatı verilir. Bu bereket ve bolluktan sadece insanlar değil, hayvanlarda nasiplenir. Kedi köpeklere de sadaka verilir. Şehzade Mehmet Camiinin önünde her gün ikindi vakti otuz kırk aç ve perişan kedi toplanır. Türkler buraya gelerek onlara et ve ciğer parçaları atar. Bu onlar için büyük bir sadaka niteliğindedir. Zayıf olan hayvanlar bunları yer. Bazı kişiler kafesteki bir kuşu satın alıp onu serbest bırakarak sevap kazanmaya çalışır.”208

1610-1620 yılları arasında İstanbulʹda kalan İngiliz Robert Withers Anadolu’da geçen Ramazanlarını şöyle anlatır: “ Türkler Ramazan ayında oruç tutar. Gündüzleri bir şey yemez ve içmezler. Akşam namazından sabah namazına kadar geçen sürede istediklerini yer ve içerler. Akşam olduğu vakit minarelerin etrafını çevreleyen ışıklar yakarlar. Bu ışıklar sabaha kadar yanar. Ramazan ayında gündüzleri açıktan bir şey yemek içmek yasaktır. Bu tür davranışlar da bulunanlar cezalandırılır. Mahalle imamları mahallelerinde bu tür davranışlarda bulunanları tespit eder. Bir gün atla İstanbul sokaklarında dolaşan Nasuh Paşa, şarap içip sarhoş olan bir genç görmüştür. Genç yakalanarak huzûra getirilmiş. Nasuh Paşa, gencin kendisine gelmesini beklemeden gencin boğazından aşağı bir kepçe eritilmiş kurşun döktürerek genci cezalandırmıştır. Türkler Ramazan ayında önemli kişilerin türbelerini ziyâret ederler. Kurbanlar keserek kurban etlerini dağıtırlar.”209

XVII. Yüzyıl’da Osmanlı askerlerinin oruca karşı ehemmiyetini anlatan Robert Mantran “Her şeyin serbestmişçesine benzediği ordunun yürüyüşü esnasında, savaş

207 Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1573-1576, (ed. Kemal Beydilli çev. Türkis Noyan), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, s.33. 208 Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.192. 209 Robert Withers, Büyük Efendiʹnin Sarayı, çev. Cahit Kayra, İstanbul, 2010, s. 136.

51

durumunun dinsel hükümlerin uygulamasını engellemesine rağmen, Türk askerleri kumlu Arap çöllerini sarı sıcağın altında geçerlerken, evlerinde tam istirahat halinde olanlar kadar katı bir şekilde oruç tutmaktadırlar.”210

XVII. Yüzyıl müelliflerinden Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi yazdığı “Abdülkadir Efendi Tarihi” adlı eserinde, yaşadığı döneme ait İstanbul Ramazanlarını şu şekilde anlatmaktadır: “Mübârek Ramazan-ı Şerîf olduğunda Kadıaskerle şerʽi şerîf icrâ ederlerdi ve Âsitâne-i saâdette hubûbât, zâhireler firâvân idi. Ve her gice salât-ı terâvih edâ olunup Yeni Câmî-i şerîfte saâdetlû Pâdişah hazretleri salât-ı terâvih ve farz- ı işâda hâzır olurdu. Her gice şehirde dükkânlarda kanâdiller zeyn olup Müslümanlar camîlerde ihyâ ederlerdi.211 Ramazanda İstanbul’da ucuzluk vardı. Câmîlerde cemaât çoktu. Dükkânların ekserîsi sabaha kadar açık olurdu. İstanbul halkı ihtiyaçlarını rahatça temin ederdi.212 Câmîlerin içi ve minareler kandillerle tezyîn edilirdi. Câmîlerde teravih namazları edâ edilirdi.213

Ramazan ayında padişahın camileri, çarşı pazarı dolaşması geleneği II. Mahmud döneminden itibaren devam etmiştir. Ramazanda düzenin bozulmaması için Tanzimat fermanda maddeler yer almış düzeni bozanlara da padişah tarafından cezalar verilmiştir. Fermanda Ramazanla alakalı uyulması gereken kurallar nizama bağlanmış bu maksatla kanuni nizamlara bağlanmak için ilan yayınlanmıştır.214

Bunlardan bazıları:

Namaz vakitleri dışında, cami hademelerinin dışında erkek girmesine izin yoktur.

Geceleri fenersiz kimse gezmeyecek, eğer gezenler olursa cezalandırılacak.

Alenen oruç yiyenler ve öteye beriye süprüntü atanlar cezalandırılacak. Sokakların temizliğine azami riayet edilecektir.

Evlerde ve kahvelerde halkın huzurunu bozanlar cezalandırılacaktır.

210 Robert Mantran, XVI. XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Eren Yayıncılık, İstanbul, 1991, s.170-171. 211 Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi Tarihi, C.1, haz. Ziya Yılmazer, Ankara, 2003, s. 664. 212 Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1129. 213 Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1106. 214 Recep İncecik, Süleyman Faruk Göncüoğlu, Fatih Sadırlı, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, 2004, s.385.

52

Arabalar arasında dolaşıp; arabalı ve kadınlara uygunsuz davranışta bulunanlar cezalandırılacaktır.

Fişenk atmak, maytap yakmak gibi şeyler yapılmayacaktır.

Kumar oynamak yasaktır.

Bu tenbihler kat’i olup görevli memurlara uymayana gerekli cezalar verilecektir.

Fermanda bu gibi hususlar üzerinde durularak kurallar belirlenmiş, Ramazanın daha düzenli sükût ve huzur içinde geçirilmesi sağlanmıştır.215

Ramazan ayında en fazla saraydan çıkarak tebdîli kıyafetle halkın içine karışan Pâdişah Sultân I. Abdülhamid olmuştur. Sultân I. Abdülhamid bu gezilerine genellikle sabahleyin başlayıp ikindi vakti veya sonrası saraya geri dönüyordu. Sultân bu tebdîllerde et, yağ, ekmek, mum ve benzeri tüketim maddeleriyle ilgili kontroller bizzat kendisi yapmakta, görüşlerini ve isteklerini ilgili görevlilere bildirmektedir.216

1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Ruslardan kaçan Çerkezler Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etmiş, zorluklarla Osmanlı’ya sığınmıştı. Bu göçte genelde dul kadınlar ve öksüz çocuklardı. Osmanlı Devleti zor durumdaki bu insanlara karşı son derece misafirperver davrandı. Devlet-i Aliye bu muhtaç insanlar için göçe rastlayan ramazan yakından ilgilenmiş, üstelik dönemde başta olan Sultan Abdülmecid Han hepsinin giydirilmesi için Şehremanetine şöyle buyurur: “Şu sırada İstanbul’da bulunan Çerkez muhacirleri çocuklarının elbiseleri eskimiş olmakla beraber birçoğu açık ve üryan gezmektedir. Ramazan münasebetiyle yüzlerinin gülmesi ve padişah hazretlerine hayır dualar etmeleri için bu Çerkez muhacirleriyle erkek ve kız çocuklarını giydirmek üzere süratli bir şekilde basmadan elbiseler tedarik edilip dağıtılsın. Bunlar için harcamaların Maliye hazinesinden ödenmesi için defterinin düzenlenmesi ve takdim edilmesi için tarafımıza izin verilmesi, Tanzimat Meclisi ile

215 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.385. 216 Ertuğrul Yıldırım, Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.Yüzyıl İstanbul’unda Ramazan, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.62.

53

haberleşilerek Meclis-i Vâlâ’da müzakere edilmiştir. Bu sebeple gereğinin bir an önce yerine getirilmesine önem verilmesi icap etmektedir.”217

1843 yılında Osmanlı topraklarını gezen Fransız yazar Gérard de Nerval, İstanbul’u objektif olarak değerlendirmiş ve “Muhteşem İstanbul” olarak isimlendirmiştir.218 Nerval “ İstanbul’da Ramazan için ayrı bir hazırlık başlamaktadır. Özellikle Pera’da Ramazan hayatının daha canlıdır. Kadınlar bu aya özgü daha derli toplu giyinir, temizliğe de daha fazla önem verir. Gayrimüslimler oruç tutanlara karşı çok saygılı. Hatta dışarıda yiyip içmiyorlar. Akşamları eğlenceler fazlasıyla sürüyor. Tiyatrolar dolup taşıyor. Kahvehanelerde gösteriler doludizgin devam ederken bir ay boyunca hikâyeciler yer alıyor.”219

XIX. Yüzyıl sonu Anadolu’ya gelen seyyahlar Ramazanı değerlendirirken, en çok ilginin mahyalar çektiğini, mahya için özel görevlilerin olduğunu belirtmişlerdir. Akşam namazı çıkışına şahit olan Busbecq “Yaz akşamları oruçlu olan Müslümanlar büyük hana kalabalıklar halinde uğrar, Uludağ’dan gelen kar suyundan içerlerdi. Kar suyunu alıp yere bağdaş kurarak oturup içerlerdi. Dinleri gereği ayakta bir şey yiyip içmezlerdi. Evlerine gidip gün boyu aç kaldıkları için hazırlanan müthiş sofralara otururlardı.”220

2.1.1. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Siyasi Açıdan Önemi

Ramazan ayı geldiğinde devlet ricali ile ulemanın önemli mevkideki kişileri halka açık bir şekilde konaklarında iftar yemeği vermiştir. Aylar öncesi hazırlanan Ramazan ayı programına uygun şekilde davetli listesi belirlenmiştir. Bu iftar yemeğini fırsat bilip devletin durumunu konuşmuşlar, yapılacak düzenlemeleri belirlemişlerdir. İftar arkası ilmi ve edebi sohbetler etmişlerdir. Varidatı yerinde olan konak sahipleri fakirlere de iftarlar vermişlerdir.221

217 BOA, A.MKT. NZD 281-8, Zikreden, Yasin Özkan, “Bayramda Öksüz Çocukların da Yüzleri Gülsün”, Osman Doğan-Soner Demirsoy (ed.), Nerede O Eski Ramazanlar, Çamlıca, İstanbul, 2015, s. 161. 218 Funda Çapan Özdemir, “Gérard de Nerval’ın Gözüyle İstanbul’da Sosyal Hayat”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S. 31, s.120. 219 Gérard de Nerval, Doğu’da Seyahat, (Çev. Selahattin Hilav) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012,s. 554-617. 220 Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.389-390. 221 Erdoğan Keskinkılıç, “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan”, Tarihte Ramazan, s.51.

54

Ramazan ayının gelmesiyle padişah diğer aylara nazaran daha fazla halkın içine karışmıştır. Sarayından tebdil değiştirerek çıkan padişah, kapalı çarşıyı, tütüncüleri, mürekkepçileri, sergideki esnafı dolaşır. Esnafın narh fiyatlarına uyup uymadığını, ekmeğin gramajının eksikliğini, halkın tenbihnâmelere uyup uymadığını denetlerdi. Padişah bu tebdil denetimiyle camilere de gider, hafızları ve vaizlerin verdiği vaazları dinlerdi.222

II. Mahmud; memurları izne çıkarmak, terfi ettirmek ve madalyalarını dağıtmak için Ramazan ayını seçmiştir. Ramazanda hafif suçluları salıvermiştir. Devlet büyüklerine de armağanlarını genellikle Ramazan ayında vermiş, onlara ikramlarda bulunmuş, saray muhafızları ve orduya da çeşitli armağanlarını iftarlar düzenleyerek dağıtmıştır.223

Bütün Osmanlı Padişahları Ramazan ayının on beşinci günü Hırka-ı Şerifi ziyaret ederdi. Bunun için Hırka-ı Şerif alayı düzenlenir, devletin ileri gelenleri de bu alaya katılırdı. Topkapı Sarayında düzenlenen bu alaya; üniformalı paşalar, zabitler, sefaret memurları, konsoloslar, yabancı seyyahlar katılırdı. Sultan bizzat hırkanın bulunduğu sandukayı eliyle açar ve hırkanın köşesine yüzünü sürerdi. Sonrada sadrazam ve şeyhülislam aynısını tekrarlardı. Bu Hırka-ı Şerif alayından sonra padişah kendi sarayına döner, siyasi mahiyette üst rütbeli kişilere atiyyeler verirdi. Atiyye; sarayda padişah tarafından uygun görülen kişilere iftardan sonra verilen bir miktar paradır. Bu atiyyeler zamanla, memurların aylarca devletten almadıkları aylıklarının yerini karşılamış, padişah memurlara alacaklarını atiyye olarak Ramazanda tahsil etmiştir.224

Kökü XVI. Yüzyıla dayanan ve Ramazanlara mahsus yazılarla süslenen mahya geleneği, zamanla Ramazan ayına has özelliğini kaybetmiş, büyük camii direkleri arasına asılmaktan daha çokkamu binaları ve gemilerin direkleri arasına asılmıştır. Dönemin padişahına methiye niteliği taşıyan yazılar, zafer kutlamaları, toplumsal öğütler niteliğinde yazılar yer almıştır. Jöntürkler döneminde laik karakterli yazılar

222 Tolga Uslubaş, Böyleydi Osmanlı’nın Ramazan’ı, Yağmur Yayınları, İstanbul, 2006, s.31. 223 François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ramazana Dair Siyasi Alışkanlıklar”, Toplumsal Tarih Dergisi, S.107, Kasım 2002, s. 5. 224 Şakir Batmaz, “Bir Bahriye Zabitinin Hatıralarında II. Abdülhamid’ in Yıldız Sarayı İtirafları”, Tarihte Ramazan, s. 78-83.

55

görülmüş “Hilal-i Ahmer’i Unutma”, “Muhacirlere Yardım Ediniz” gibi yazılar Balkan Savaşları sırasında mahyalarda yer almıştır.225

2.1.2. Osmanlı Toplumunda Ramazanın İktisadi Açıdan Önemi

Osmanlı Devleti’nde devlet erkânına, Ramazan-ı Şerifte maddi sıkıntı çekmemeleri ve daha fazla hayır ve hasenatta bulunmaları için hem maaşlarının bir bölümü Ramazan’dan önce verilir hem de ‘Bayramiyye’ ya da ‘Ramazaniyye’ adı ile çift maaş ödenmekteydi. Devlet, “Ramazan’dan evvel çalışanlara maaş verilebilmesi için hazinede mevcut Osmanlı tahvillerinden kâfi miktarının satılması veyahut rehin verilmesi” gibi ekonomik kararlar almıştır. Sultan İkinci Abdülhamid’in bazı vazifelilerin Ramazaniyyesi bizzat padişah tarafından Ramazan atiyyesi olarak ödenmiştir.226

Ramazan ayının ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilmekte, gazeteler ise o güne mahsus basılmamaktadır. Ramazanın ilk gününden sonra bütün devlet dairelerine memurlar çalışmalarına sırayla devam ederdi. Bu çalışma sırası için yeni bir nöbet cetveli düzenlenir, bu düzenlenen cetvel çalışma yerine asılırdı. Ramazan ayının kışa denk geldiğinde günler kısa olduğu için, resmi daireler sadece gece açık bulunurdu.227

Ramazan ayında halkın ana gıda maddesi olan ekmeğe diğer zamanlardan daha fazla önem verilirdi. Ramazan ayı boyunca fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin has undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması gerekmekteydi. Bu yüzden Ramazanda pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce Pâdişâh tarafından incelenerek onaylanır eksik görüldüğü takdirde Ramazan başlamadan düzeltilirdi. Pâdişâh ekmeğin numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi konusunda dikkat edilmesi gerektiğini belirtir ve Hatt-ı Hümâyûnlarında bunu önemle vurgulardı.228

Piyasada satılan malların devletin belirlediği fiyatın üzerinde satılıp satılmadığı denetlenirdi. Pâdişâhʹın vekîli olan Vezîr-i Âzâmʹın bununla görevliydi. Vezîr-i Âzâm, çarşamba günleri konağındaki dîvân toplantısından sonra yanına İstanbul kadısı ve

225 Georgeon, a.g.m., s. 6-8. 226 Doğan-Demirsoy, a.g.e., s. 16. 227 Uslubaş, a.g.e., s. 30. 228 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, nr. 496.

56

muhtesibi alarak çarşı pazarı dolaşır, Fiyatların denetiminde bulunurdu. Osmanlı Devletiʹnde esnafın denetimi “Muhtesib” adı verilen bir görevlinin bulunduğu teşkilatla yapılırdı. Muhtesibler, Osmanlı döneminin birer zabıtaları gibi çalışırdı. Muhtesibler kadının emri ile hareket ederdi. Narha uymayan esnaf muhtesib tarafından cezalandırılırdı.229

Sadrazam Cevdet paşa, o dönemde Trabzon’da sanayi sergisinde satış için açılan, memleket mallarının sergilendiği ürünleri, iç piyasaya satılması gerektiği, bunun yolunun ise sanayi ve ziraat ürünlerinin tanıtımından geçtiği ve Ramazanda halkın kolayca bu ürünlere erişebileceği sergilerin açılmasını teklif etmiştir. Bilhassa Ramazan-ı Şerîf’te her sene ‘umumi sergi’ açılmasını teklif etti. Cevdet Paşa’nın umumi sergiolarak ifade ettiği, günümüzün profesyonel pazarlama tekniklerinden olan ‘fuar’ kurma projesi niteliğindeydi.230

Ramazanda önemli alışveriş mekânları haline gelen sergiler artık birer halka açık pazar haline gelmiştir. En ünlü Ramazan sergileri Fatih ve Beyazıt camilerinin avlularında kurulmuştur. İstanbul’da oturan gayrimüslimler de bu sergileri takip ederler alışverişlerini buradan yaparlardı. Sergilere halktan herkesim insan padişah ve üst düzey memurlar dahi gelmekteydi. Sergilerde Hereke ve Feshane ürünleri, Çinli tüccarların getirdiği Çin yapımı çay, yemek ve sofra takımları, İran ve ülkemizin ürünleri olan seccade, kilim, halı teşhir olunur ve satılırdı. Kütahya çinileri, Bursa, Karamürsel ve Hereke kumaşları, Edirne, Kayseri, Selanik, Girit, Trabzon, Halep yiyecekleri de sergide bulunurdu. İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlara sarılı pide, ve başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergiden çıkarlardı.Kadir gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, bayram hazırlıkları ve bayram alışverişi yerini alırdı.231

Ailelerin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri gıda maddelerini toptan bir şekilde satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat, çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un, zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, gibi en çok Ramazan’da kullanılanlar olduğu gibi her zaman kullanılanlar da bulunurdu. Ramazan ayında

229 Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, Bilge Yayınları, İstanbul, 2003, s.102. 230 Ertuğrul Özbilen, “Ramazan Ayında Yerli Malı Fuarı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 110-111. 231 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224.

57

kullanılacak gıda maddelerini toptan satın almaya “Ramazan masrafı görmek” denirdi. Maddî durumu yerinde olanlar hiç düşünmeden bu masrafa katlanırlar, zengin aileler ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya komşularından maddi durumu yerinde olmayanlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.232 Ramazana özgü gıdalar satılır ve herkes gücü oranında bu gıdalardan almaya çalışırdı.233

Ramazan ayında hediyeleşmek de Osmanlı toplumunda en güzel gelenek haline gelmiştir. Ramazan ayındaki bu hediyeleşme geleneği sadece küçüklere yapılmaz, her yaş grubuna alınırdı. Fakir, zengin, padişah herkes ile hediye alışverişi bulunmaktaydı. Bu hediyeleşme prensibiyle iktisadi hayatta büyük bir hareketlenme başlamakta, hediyeyi alan bir kimseyi sevindireceği için, hediyeliği satan esnafta ticaret yaptığı için sevinmektedir. 234

2.1.3. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Sosyal Açıdan Önemi

Türk milleti, Ramazanı kendine özgü yaşam tarzı haline getirmiş ve bu ayda tutulan orucu, çeşitli kutlamalar, eğlenceler, törenlerle rahat yaşanır bir duruma getirmiştir. İlk önce, Arapçadaki ‘savm’ yerine, Farsçadaki ‘rûze’ kelimesini alıp onu ‘oruç’ şeklinde Türkçeleştirmekle başlanmıştır. Türk ulusu, kendi dünya görüşünü de ekleyerek Ramazanı daha rahat daha estetik bir görünüme kavuşturmuştur. Ramazan ayında mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, cömertlik ve herkesi düşünebilme terbiyesini bir araya getirerek bir ‘Ramazan Medeniyeti’ meydana getirmiştir. Bu ay içinde yapılan her şey, bir medeniyet olarak algılanmış, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da medeniyet şuurunda yaşanmıştır. Türk milletinin İslam öncesi geleneksel Türk dininde bulunmayan oruç tutma ibadetine, İslamiyet’in kabulünden sonra bazı Türk geleneklerini, Türk estetik zevkini, hatta önceki dininde bulunan bazı törensel gösteriler ve kutlamaları da içine katarak Ramazan medeniyetini ortaya çıkarmışlardır.235

Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü,

232 Mehmet Halit Bayrı, Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul 1972, s.125. 233 Ömer Özden, “Türk Ramazan Kültürü”,A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.30, Erzurum, 2006, s.90. 234 Servet Armağan, İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul, 2005, s.383-384. 235 Özden, a.g.m., s. 84.

58

insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan Osmanlı Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya sahip olmuştur.

Dinine ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı olan Osmanlı padişahları ve Osmanlı halkı, Ramazan ayını dini ve sosyal hayat açısından her şeyiyle muntazam bir şekilde idame ettirmeye çalışırdı. Oruç ibadeti, nefsi terbiye etmesinin yanında, insan hayatını intizama sokar, toplumdaki herkesi yardımlaşma ve kaynaştırması gibi faziletlerinin yanında ideal bir toplum için çok önemli bir ibadet sayılmaktadır. Devlet yönetimi ve din adamları Ramazanın feyizli geçmesi için gerekli tedbirleri alırdı. Bir yandan vaaz ve nasihatlerle insanların dini bilgi ve maneviyatları güçlendirilir, bir yandan da ziyafetler, yardımlaşma ve hediyeleşmeler ile sosyal dayanışma güçlendirilmekteydi. Osmanlının bu sosyal hayatı Müslümanları etkilediği gibi gayrimüslimleri de etkilemekteydi.236

Osmanlı toplumundaki Müslümanlar her sene Ramazan ayında iftar sofralarını muhacirlere de açmışlardır. Muhacirlere sadece sofralarını açmayıp para, elbise ve eşya yardımı da yapmışlardır. Yiyecek yardımları Ramazan ayında üst düzeye ulaşmıştır. II. Abdülhamid de muhacirlere her Ramazan , , pirinç, yağ göndermiştir. Hatta İskenderiye’li tüccarlar aralarında yardım komitesi kurarak muhacirlerin giderlerini belirleyip temin etmişlerdir.237

Toplumda yaşayan Gayrimüslimlerde Müslümanların orucuna saygı duymaktadır. İmsak vaktiyle iftar vakti arasında gerek sarayda, gerek toplum içinde ve meydanlarda ellerinde yiyeceklerle dolaşmamaktadırlar. Bulundukları ortamlarda tek başlarınaysalar o zaman yiyip içmektedirler.238

Osmanlı’da Ramazan paylaşmak ve kardeşlik olarak ifade edilmektedir. Konaklarda kurulan eşsiz sofralara zengin fakir her kesimden halkın davetsiz olarak gelip rahatlıkla oturabildiği ay demektir. Kılınan teravih namazından sonra ev sahibinin “Mademki damak zevkinizi benim isteklerime kiraladınız bu da benim size hediyemdir.”deyip misafirliklerini hediyelerle ödüllendirdiği bir aydır. Ramazan ayı

236 Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32. 237 Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s.79. 238 Edmondo De Amıcıs, İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2013, s.141.

59

zenginlerin fakirleri gözettiği, fakir fukaranın tanımadıkları kimseler tarafından mahalle bakkalından borcunun silindiği bir aydır.239

Tanzimat’tan sonra Ramazan boyunca İstanbul’da kalan Fransız gezgin Gerard De Nerval, Ramazan da gece ve gündüzün çok hareketli yaşandığını, Müslümanların ibadet edip, Kur’an okuduklarını, kıraathanelerde meddahların Süleyman kıssasına benzer kıssalar anlattıklarını ve karagöz oyunlarının oynandığını anlatır.“Ramazanda herkes her eve girebiliyor ve orada verilen yemekleri yiyebiliyordu. Fakir ve zengin bütün Müslümanlar güçleri nispetinde bu dini görevi yerine getirmeye çalışıyordu. Üstelik evlerine gelen kimselerin Müslüman olup olmadıklarına da bakmıyorlardı.”der.240

İftar çadırları da sosyal anlamda önem arz etmektedir. İftar çadırları; kervanları kervansaraylarda konaklatan, köylerine gelenleri odalarında ağırlayan, şehirlerine geleni imaretlerinde misafir eden, aç insanı sadece Allah rızası için doyurma Osmanlıdan gelen bir kültürdür.241

2.1.4. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Kültürel Açıdan Önemi

Türk halkı Ramazan ayını, bir dostu, bir misafiri, bir sevgiliyi özler gibi bekler ve Ramazan ayının gelişini de hasretle karşılamıştır. İbadette olduğu gibi, iyilik yapmada, alışverişte, eğlencede ve yeme içmede Ramazanı hakkıyla geçirmiştir. Ramazanın izleri sadece sosyal alanda değil, dilde, kültürde, edebiyat ve sanatta da görülmektedir. Şairler ve yazarlar bu mübarek ay vesilesiyle Ramazanı konu almış, Allah ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in sevgisini duygulu bir şekilde gönüllerde yaşatmayı ve maneviyatın insan ruhuna daha fazla yerleşmesine hizmet eden “ramazaniyye” ler ile insanın doğasında yayılmasını sağlamışlardır.242

239 Doğan-Demirsoy, a.g.e.,s. 7-8. 240 Nerval, a.g.e.,s. 575-583. 241 Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan, s.104. 242 Abdülkadir Karahan, “Ramazan Edebiyatı ve Ramazaniyyeler”, Diyanet Dergisi, C.26, Ankara, 1990, S.2, s. 96.

60

Ramazan ayı divan edebiyatında bir kaside tipi olarak görülen “ramazaniyye”nin doğuşunda önemli rol oynamış, kendine has mazmunlarıyla kasidenin nesip veya teşbib243 denilen başlangıç kısımlarında yer almıştır.244

Şairler Ramazanın güzelliklerinin yanında özelliklerinden de bahseder. Çoğunlukla Ramazanın fazileti, ibadetlerin sevabı, ahiret için müjdeler veren ve ruhlara ferahlık katan beyitler işlemişlerdir. Şeyh Üftade, Bursalı İsmail Hakkı, Niyazi Mısri, Şeyh Ahmed Müslim, Nabi ve daha birçok mutasavvıf şairler şiirlerini hem öğretici mahiyette hem de duygusal ramazaniyyelerle işlemişlerdir. Amaçları ramazanı değerlendirmek, önemini insanlara anlatmak, sevdirmek ve insanları ibadete heveslendirmektir.245

Böyle bir mâh-ı mübârek ola mı mü’mine hiç

Şem‘-i ğufrân-ı Hudâ her şeb olur şu‘le-i feşân.246

Enderunlu Vâsıf bu ayın inananlar için en kutlu ay olduğunu, Allah’ın bağışlayıcı ışığının adeta her gece etrafa ateşin ışığını saçan bir güzelliğe dönüştüğünü bu ramazaniyyesinde belirtmektedir.

Ramazan ayında teknik gelişmeler yeterli olmadığından oruç tutacaklar için sahura davul çalınarak uyandırılırdı. Bu görevi genellikle mahallenin bekçisi veya ücret karşılığı tutulan davulcular yapardı. Davulcu, aynı zamanda bu aya özgü hazırladığı manileri söylerdi. Bu manilerin en güzel tarafı, Türk halkının başlıca özelliklerini teşkil eden sevgi, saygı, latife ve nükte dolu olmasıdır.247 Davulcu evin kapısında durur, bir mani söyler, evin sahibi biraz harçlık verir, sonra aldığı bahşiş sevinciyle bir mani daha söyler. Bu maniler, daha sonra derlenip toparlanıp bir araya getirilerek kitap haline getirilmiştir ve bunlara da “Ramazanname” adı verilmiştir. Birkaç örnek;

243 Teşbib veya Nesip, Din ve devlet büyüklerini övmek maksatlı yazılan kasidelerin yedi bölümünden ilk bölümdür. Şiir yönünden en ağır olan bu bölümde şair, at, kadın, mevsim ve ramazan tasvirleri yapar. 244 Müjgan Cunbur, “Ramazan Ayı ve Edebiyatımız”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.4, S 1, Ocak- Şubat 1965, s.29. 245 Karahan, a.g.m.,s. 97. 246 Enderunlu Vâsıf Divanı, (Hazırlayan: Rahşan Gürel), Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 226. 247 Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”,Millî Kültür, C.1, Yıl: 1, S. 7, Ankara, 1977, s. 38.

61

Hakk’tan bize geldi ihsan Hakk’ın bize ihsânısın

Müşkil işler oldu âsan Hem ayların sultânısın

Bu gecemiz ibtidâdır Sen bir saâdet kânısın

Ey mâh-ı sultan merhaba Ey mâh-ı sultan merhaba.248

Bekçinin sahur için okuduğu manilerden ayrı Ramazan gecelerinde kahvehanelerde sazlarıyla, sesleriyle halk şairleri koşma, semâi, ve mani atışmaları yapardı. Folklorumuz da yer alan karagöz, meddah hikâyeleri varlıklarını Ramazan gecelerinden almış, Ramazan gecelerine renk katmıştır.249

Mehmet Akif Ersoy’un Ramazan ayı için duygularını “ Ramazan Duası” adlı dizelerinden anlıyoruz;

Yâ Rab, şu muazzam Ramazân hürmetine,

Kaldır aradan vahdete hâil ne ise.

Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan

Artık ezilip düşmesin ümmet ye'se

Mâdâm ki verdin bize rûh-ı nevîn

Yâ Rab, daha bir nefha-i te'yîd insin.250

Yahya Kemal Beyatlı dizeleriyle o dönemki Ramazanlar ve oruçlu kişilerin doldurduğu sokakların tasvirini yapmış olduğu “Atik Valde’den İnen Sokakta” başlıklı şiirde semtin Ramazan tablosu çizmiş, oruçlu olmayan bir kişinin duyduğu hüznü edebi bir dille yansıtmıştır.251

248 Amil Çelebioğlu, Ramazannâme, M. E. B. Yayınları, İstanbul, 1995, s. 43. 249 Cunbur, a.g.m., s.28. 250 Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Akçağ Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara, 2012, s.539. 251 Cunbur, a.g.m., s. 32.

62

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine, Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti; Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler, Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer; Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı. Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün; Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün. Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri, Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri. Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz. Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı. Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime; Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime: "Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür; Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür."252

Kültürel mahiyette eserlere de yansıyan Ramazan ayı, kitaplara, gazetelere, dergilere konu olmuş, yaşayış ve uygulanış biçimi olarak insanlara Ramazanı yansıtmıştır.

XVIII. Yüzyılda başkent nüfusunun artmasıyla, şehirde yiyecek, içecek, yakacak temininde sıkıntılar yaşanmıştır. Devlet ihtiyacı karşılamak için elinden geleni yapsa da yinede nüfusun artmasıyla kıtlığın yaşanmasına engel olamamıştır. Taşradan gelen temel gıda maddelerini depolayarak halka normal fiyatından daha fazla miktarda

252 Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 16. Baskı, İstanbul, 2002, s. 34-35.

63

satan vurguncular ortaya çıkmıştır. Ramazan ayının gelmesiyle de ihtiyaç artmış, devlet maddi ve manevi tenbihler koymuştur.253

Ramazan ayı Osmanlı toplumu için ayrı bir öneme sahipti. Halk Ramazan ayına diğer aylardan daha fazla önem verirdi. Bunun için aylar öncesinden temizliklerini yapıp, kilerlerini bir aylık yiyeceklerle doldururdu. Toplu bir şekilde alışveriş yapar at arabalarıyla gıda maddelerini getirirdi. Devlette halkın Ramazan ayına özel olarak yaptığı toptan erzak alışverişi adetine karşı Ramazan ayı gelmeden önlemler almaya başlardı. İhtiyaç duyulan tüketim maddelerinin temininde kolaylık sağlamak ve halk arasında hakkaniyetli bir şekilde pay edilmesi için görevlilere hükümler gönderilmiştir.254

Ramazan ayı gelmeden önce muhtaçları gözetmek, ay boyunca durumu olmayanlara belli bir meblağ para vermek tenbihname ile sabit olmuştur.255

2.2. RAMAZAN TENBİHNÂMELERİ

Ramazan ayının yaklaşması toplumda sosyal hayatın da değişmesi anlamına gelmektedir. Bu ayın yaklaşması ve halkın Ramazanı daha rahat ve huzurlu olarak geçirmesi için hükümet tarafından bir takım tenbihnameler konulmaktaydı. Bu tenbihler, genelde XIX. Yüzyılın başında ortaya çıkmış olan bu tenbihler bir takım kuralları barındırmaktaydı. Hükümet tarafından tenbihat yapılacağında, mahallenin imamına haber verilir ve akşam ezanına yakın bir zamanda bekçiler “Tenbih var akşam camiye buyurun!”diyerek sopalarını kaldırımlara vurur ve yüksek bir sesletüm mahalleyi dolaşırdı. Akşam namazından sonra daha önceden duyurduğu tenbihin sırası gelir ve imam efendi tenbihi halka bildirirdi.256

Ramazan ayı gelmeden önce hükümet tarafından belirlenen bazı tenbihnameler halkın bu kutsal ve mübarek ayı huzurlu ve refah bir şekilde geçirmesi için belirlenmektedir. Ramazan günlerinde ve gecelerinde bu aya hürmeten dükkânların, evlerin, sokakların ve ortak kullanım alanlarının temizliğine normal zamanlardan daha fazla itina gösterilmesi gerekirdi. Padişahın şehri teftişi sırasında halkın padişaha karşı

253 Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 319 254 BOA, Cevdet, Belediye, nr. 237, 6591, 4778, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s .20-21. 255 BOA, MKT. MHM., 310.82. 256 Uslubaş, a.g.e., s 12.

64

davranış şekli ve hanımların seyir yerlerine hangi günlerde gidebileceği, arabalı arabasız gezintilerde uyulması gereken kurallar bu tenbihnamelerle halka duyurulurdu.257 Bu tenbihnameler Osmanlı toplumunun hayatını nasıl nizam altına alındığının göstergesidir.

2.2.1. Sosyal Konulardaki Tenbihler

Serasker Hüsrev Paşa’nın 1833 yılında İstanbul kadısına yazdığı tenbihnamede temizlik hususunda nelere dikkat edilmesi gerektiğini belirten tenbihnamede: “Bazı konak ve evlerin duvarlarında çamur sıçraması ve kuruması sonucu pis görüntüler oluştuğu görülmüştür. Pencerelerde top top örümceklerin sarktığı müşahede edilmektedir. Ayrıca kapı ve pencerelerin böyle pis bırakılması çirkin bir görünümden ziyade pek çok hastalığı davet etmekte, görenlerin içini karartmaktadır. “Temizlik imandandır” düsturu doğrultusunda böyle hanelerin en kısa zamanda temiz ve pak bir hale getirilmesi, önlerinin temiz tutulması gerekmektedir.” Denilmektedir.258

Sosyal konularda yayımlanan yayınlanan bazı tenbihnamelerde, halkın hangi yerlere ve hangi zaman dilimlerinde gitmeleri gerektiği hususunda detaylar mevcuttur. Pazar günlerinde kadınların seyir yerlerine gitmeleri yasaklanmıştır. Tenbihnameye göre kadınlar Ramazan-ı Şerifte sokakta ve çarşı pazarda ve topluluk olan yerlerinde saat 11’den sonraya kalmayıp vakitlice evlerine gitmeleri emredilmiştir. Geceleri ise kimsenin sokaklara fenersiz gezmemesi gerektiğini, karagöz oyunlarına giden kişilerin ırz ve edepleriyle o mekânlarda oturmaları gerektiği yazılmaktadır.259

Halktan bir kişinin, imtiyazlı bir kişiye ait olan elbiseyi giymemesi gerektiğini, askeriyeden olmayan kişilerin askeriyenin giydiği elbiseye benzer elbise giymemesini ve bellerine asla kılıç takmamasını, yaka ve kolları kırmızılı ve buna yakın bir renkte elbise giymemesi tenbih olunmuştur. Bazı kişilerin kadınların alışveriş yaptığı mahallerde oturup kadınlara laf attığı hatta kadınlara sarkıntılık yaptığı görülmüştür, böyle kişiler tekrar görülürse cezalandırılacakları ve kadınlarında alışveriş yaptıkları

257 Özlem Olgun, Ramazan Kitabı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.15. 258 BOA, İ.DH., 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.13. 259 Uslubaş, a.g.e., s. 13.

65

dükkânların içine girmeden dışarıdan alacaklarını söylemesi ve dükkân sahibinin de kadının alacağı eşyayı dışarıya uzatması gerektiği belirtilmiştir.260

Boğaziçi ve Üsküdar’ın seyir yerlerinde kadın erkek karışık grup olarak oturup karşı cinsle muhabbet etmesini engellemek maksatlı herkese belirli seyir günleri tayin edilmiştir. Şöyle ki Boğaziçi’nde kadınlar Cuma günü sadece Küçüksu ve Göksu’ya gidip başka hiçbir seyir yerlerine gitmemesi gerektiği ve erkeklerinde Cuma günü bu yerlere uğramaması gerektiği tenbihnamede belirtilmiştir. Erkeklerin ise Ramazan ayı boyunca sadece pazartesi ve perşembe günleri Üsküdar’da seyir etmeleri uygun görülmüştür. Kadınlar ve erkekler seyir yerlerinden kendi günlerinde 11 den sonraya kalmamaları ve bekçinin onları görmesi halinde cezalandırılacakları belirtilmiştir261

Ramazan ayı boyunca hanımlar gerek gündüz gerek teravihten sonra, kılığına kıyafetine dikkat etmelidir. Eğer uygunsuz vaziyette dışarıda görülen olursa cezalandırılacaktır.262

2.2.2. İktisadi Konulardaki Tenbihler

Tüketim maddelerine konulan fiyat sınırı “Narh” uygulamasıdır. Kontrol altında tutma, sınırlandırma yahut sabit bir fiyatı tespit etme mahiyetindedir. Osmanlı Devleti haksız rekabeti önlemek, hem satıcıyı hem de tüketicinin ekonomisini düşünerek eşya ve yiyecek içeceklere narh uygulaması getirmiştir.263

Çarşı pazarda Ramazan münasebetiyle satılan malların devletin belirlediği fiyatın üzerinde satılıp satılmadığının denetlenirdi. Bu ise Pâdişâhʹın vekîli olan Vezîr-i Âzâmʹın görevlerinin en önemlisiydi. Vezîr-i Âzâm, çarşamba günleri konağındaki dîvân toplantısının ardından, yanına İstanbul kadısı ile muhtesibi de alarak çarşı pazarı dolaşır, denetimlerde bulunurdu..264

Zaman zaman padişah bizzat gerek tebdil kıyafeti gerekse kıyafet değişikliği yaparak halkın arasına karışır, halkı kendi gözetlerdi. Fırınlarda satılmakta olan ekmeğin gramajını, esnafın narh fiyatlarına riayetini bu tebdil gezileri sayesinde

260 Takvim-i Vekayi, Nr. 74, sene 1249(1833), zikreden, Olgun, a.g.e., s. 16-19. 261 Takvim-i Vekayi, Nr. 247, sene 1263(1847), zikreden, Olgun, a.g.e., s.20-21. 262 BOA. Y.PRK. BŞK. 49. 79.1. 263 Sabri Fehmi Ülgener, Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, Der Yayınları, İstanbul, 1981, s.87. 264 Kazıcı, a.g.e. s.102.

66

denetlemiş olurdu. Bu gezisi keyfi olmayıp yayımladığı tenbihnâmelerin eksiksiz yerine getirilip getirilmediğini de görme imkânı sunuyordu.265

1807 tarihli belgede Ramazan-ı Şerifin yaklaşmasından ötürü, gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması hakkında konulan narha dikkat edilmesini tenbihleniyor, bu narh defterlerinin ise mahalle imamları ve bakkallara gönderilmesini emrediyordu. Bununla birlikte ekmeklerin de numuneye göre pişirilmesi ve ekmeklerin gramajına dikkat edilmesi gerektiği tenbihleniyordu.266

Ramazan ayı için yapılan ekmeklere hususi olarak dikkat edilirdi. Çünkü ekmek halkın ana gıda maddesiydi. Ramazan ayında fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin has undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması ana husustu. Bu yüzden Ramazanda pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce pâdişâh tarafından incelenir eğer padişah bu ekmeği beğenirse Ramazan için onaylardı. Pâdişâh ekmeğin numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi hususunda dikkat edilmesi gerektiğini Hatt-ı Hümâyûnlarında önemle vurgulardı.267

Ramazan ayı için sarayın has unu Bursa’dan getirilmiştir. Zaman zaman Trakya’dan da getirildiği görülmüştür. İstanbul dışından temin edilen un saraya has olan değirmenlerde özel olarak üretilmiştir. Bazen Bursa’dan alınan un ham maddesi yine Bursa’da miri değirmenlerde öğütülmüştür.268

Ramazan ayı boyunca resmi daireler, öğle vaktine kadar çalışmaktadır. İşlerin aksaması durumunda kalan mesai saatlerini teravihten sonra tamamlamışlardır.269

2.2.3. Dini Konulardaki Tenbihler

Tanzimat’ın İlanından sonra Babıâli tarafından yayınlanan ilânnamede padişahın camilere gelebileceğinden dolayı herkesin umumi yerlerde edep ve hayâ kurallarına uygun şekilde hareket etmesi isteniyor, kadınların ise Ramazan-ı Şerif

265 Uslubaş, a.g.e., s.31. 266 BOA, Hat-ı Hümâyûn, No: 53351, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.14. 267 BOA, Cevdet, Belediye, nr.237.6591, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s.21. 268 Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 182-183. 269 BOA. İ.DH.52/2577.

67

boyunca Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri gibi büyük camiler dışında başka bir camiye gitmemeleri isteniyordu.270

Herkesin her vakit hele Ramazan ayında camilere giderek cemaatle ibadet etmeleri ve teravih vakti dışında, kimse işi icabı bir yere gidip gelen hademelerden başka kimseler dükkânlarda oturamazlar, ancak teravih namazına gidebilirler.271

Ramazan ayında içki içenlerin cezası çok büyüktür. Meyhanelere sadece gayrimüslimler girebilirdi. Müslümanlar meyhanede yakalanır yahut sokakta sarhoş olarak yakalanırsa çok ağır cezalandırılırdı.272

Ramazan günlerinde devlet daireleri gayri resmi olarak okullar ise resmen öğleye kadar tatil edilirdi. Öğle vakti başlayan faaliyet ikindi vakti sona ererdi. Sofular ikindi zamanı büyük camilere Kur’an-ı Kerim dinlemeye giderlerdi. En gözde camiiler olan Ayasofya, Yerebatan, Bayezit, Fatih gibi camilerdi. Sebebi ise sesi ve okuyuşu en güzel hafızlar bu camilerde mukabele yaparlardı.273

Gerçekten bir mazereti olmayanlar oruca devam edecekler, özrü olanlarda çarşıda herkesin görebileceği bir şekilde oruç bozamayacaklar, eğer aksi bir durum yaşanırsa da bu kişiler cezalandırılacaktır. Bu tenbihleri memurlar büyük bir önemle takip edeceklerdir. Tenbihe aykırı hareket eden kişiler görülürse cezalandırılmaları kararlaştırılmıştır.274

2.3. RAMAZAN AYI HAZIRLIKLARI

Osmanlı Devletinde Ramazan ayına büyük bir önem verilir ve hürmet gösterilirdi. Ramazana iki üç ay kala her evde hazırlık ve eşyaların tedariki başlar, halk imkânları doğrultusunda Ramazan erzakı hazırlar, evdeki bütün bakır kaplarını kalaylatırdı. Tebaadan zengin kesim yeni kürkler, elbiseler, seccadeler alır, hanımlar kendilerine Ramazanda giymek için çeşitli elbiseler diktirirdi. Bütün herkes imkânı doğrultusunda fincanlar, bardaklar, kıymetli kaşıklar ve tabaklar alır, çocukların hoşuna gitsin diye sapı düdüklü kaşıklar ve çatallar satın alınırdı. Çarşı pazarlarda güllaçlar,

270 Olgun, a.g.e., s. 16. 271 Olgun, a.g.e., s. 16. 272 Metin And, 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.171-172. 273 Dursun Gürlek, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2015, s.44. 274 BOA, İ.DH, 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s. 13-14.

68

pastırmalar ve diğer envai çeşit erzak satılmak için vitrinler doldurulur, mahallelerdeki bütün kahvehaneler silinir baştan aşağıya temizlenirdi.275

Hayalciler, göstericiler ve tulumbacılar sanatlarını halkın beğenisine sunmak içinve insanları bu ayda ihya etmek için İstanbul’un kalabalık semtlerinde bulunan büyük kahvehaneleri kiralardı. Kahvehanenin her tarafını elvan kağıtlardan yapılan gül motifli süslerle süsler, pencere aralarına yaldızlı süsler asarlardı. Tulumbacılar, aletlerinden bazılarını duvara asarlar, diğer çalgı aletlerini Ramazana hazırlarlardı. Yüksek sesle ve kendilerine özgü bir tonla “adam aman” diyerek maniler ve özel koşmalar söylerler, divanlar okurlardı. Kahvecilerde kapının ağzında durur, “buyurun ağalar, buyurun” diyerek kahvehaneye müşteri toplarlardı. Girenlere ise nargile ve fincanlarla kahveler ikram ederlerdi. Söyledikleri maniler kendi tabirlerince kitaptan ve doğaçlama şeklindeydi. Bu kahvelere bir de muâmma denilen bir mani türü asılırdı. Bu muammayı kağıda yazar, üzerini kırmızı tülle bağlar, bunu en son mühürler, oturdukları yerin üst tarafında bir yere asarlardı. Etrafını ise süslerlerdi. Kahveye gelenler bu muammayı bilmek için uygun bir mani söylerlerdi. Muamma zordu. Maksat maniyi dinlemek, eğlenmek ve orada hoş vakit geçirmekti. Eğer bilmeceyi yani bu muammayı bilen olursa ona para, kumaş ve elbise verilirdi.276

Ramazan ayına hazırlık aşamasında, Ramazandan bir hafta önce aile reisi kağıdı kalemi alır Ramazan için ne gerekliyse listeye yazardı. Evin hanımına da sorar eksikleri tespit ederlerdi. Beş altı teneke yemeklik sadeyağ, buna “Rugani” denirdi. “Dakîk” denilen has un ve Odesa’ dan gelen böreklik un listeye eklenirdi. “Elmasiye” denen meyve peltesi de Ramazan da özellikle iftariyeliklerin arasında yenmekte ve hazırlık aşamasında kilo ile alınmaktadır. Durumu orta halli olanlar mahalle bakkalından, variyetli olanlar ise Asmaaltı denen dükkândan en kaliteli yiyecekleri temin ederlerdi. Yazın ev hanımlarının Ramazan için hazırladığı reçeller ve şuruplar vardır. Aylar önceden kurulan turşular ise yine Ramazan için özel sebzelerden hazırlanmaktadır.277

275 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (nşr. Duygu Ansan Günay; Kazım Arısan), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s. 257-258. 276 Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 257-258. 277 Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2002, s. 156-161.

69

İstanbul ailelerinin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri gıda maddelerini toptan olarak satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat, çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un, zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, pestil gibi en çok Ramazan ayında kullanılan önemli besin maddelerinin yanı sıra her zaman kullanılan yiyecekler de bulunurdu. Ramazan ayında kullanılacak bu gıda maddelerini toptan satın almaya ise “Ramazan masrafı görmek” denirdi. Maddî durumu yerinde olanlar bu masrafa katlanırlar, zengin aileler ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya komşularından fakir olan aileler varsa onlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.278

Durumu iyi olan variyetli aileler, sadece kendileri için Ramazan masrafı görmekle kalmaz; yakınları, mahalle sakinleri ve komşuları içinde; yoksul olanların, bekârların, dulların da Ramazan masrafını da karşılarlardı. Bu kişilere Ramazandan bir hafta önce erzakları gönderilirdi.279

Toplumda öyle insanlar vardı ki, yoksulluğundan ve geçim durumundan kimseye bahsedemezdi. Bunlar “Fukarâ-yı Sâbirîn” olarak nitelendirilirdi. Fukarâ-yı sâbirînlere Ramazan masrafının yanında zekat ve sadaka da verilir, ayrıca iftara da evlere davet edilirdi.280

Özellikle Ramazan ayında dükkânlarda ve zengin sofralarında görülmeye başlayan tatlıların en önemlisi güllaç tatlısı idi. Güllaçlar İstanbul’da Mevlevihâne kapısı ile Silivri kapısı arasındaki bulunan imalathâneler de yapılır, buradan küfelere koyulur, Asmaaltına getirilir, renkli sazlarla bağlanmış olan ince elvan kağıtlarla süslenmiş renkli camlardan yapılan aynalar takılmış, büyüklü küçüklü, inceli kalınlı güllaç demetleri bu dükkanların saçaklarına asılırdı.281

Kahveler toz halinde değil taneli olarak alınır, selamlığa verilirdi; onu oradakiler alevli ateşte ve kalın saçtan yapılmış olan döner tavada kavururlar ve sapının üzerine tespit edilen değirmende okkalarcasını çekerlerdi.282

278 Bayrı, a.g.e., s.125. 279 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32. 280 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32. 281 Cemaleddin Server Revnakoğlu, “Eski Üç Aylarda Ramazan’ı Karşılama Hazırlıkları”, Tarih Konuşuyor, VI, S.35, İstanbul, 1966, s.2889. 282 Refik Halit Karay, “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan Kitabı, s. 36.

70

Kütahya’da hanımlar Ramazan gelmeden önce uygunsa evinde sacın üzerinde değilse mahalle fırınında sıraya girerek yufkalar açar ve bu yufkaları büyükçe bir örtünün içine sarar, Ramazan geldiğinde bu yufkaları sahurda erken kalkarak börek, kapama, cevizli yufka tatlısı yaparlardı. Sahurda hazırlanan diğer bir yiyecek ise haşhaşlı gözlemeydi. Haşhaşlı gözleme iftar vaktine kadar insanı tok tuttuğu için daha çok tercih edilmektedir.283

Ramazanda menülerine yeni yeni yemekler ve tatlılar eklemek için komşudan tarif alınırdı. Özellikle Güneydoğu ve Doğu hanımlardan bol yağlı ve etli yemeklerin tarifleri bir tarafa not edilir, pastırmalı kıyma, içli köfte ve envai çeşit dolmalar o Ramazan sunulurdu. Ramazan ayı gelmeden iftar davetlerine kimlerin çağırılacağı, kimlere davetine gidileceği, misafirlere nelerin ikram edileceği istişare edilip not edilirdi. Kur’an-ı Kerimler, İlmihaller, Yasin-i Şerifler ise kaldırılan raflardan alınıp gözle görülen güzel bir köşeye konulurdu. Yeni seccade, tespih, takke alınır, misvakların uçları açılır, birkaç gün evvelden ilmihallerden oruç, sadaka, zekat ve teravih konuları okunur Ramazan ayına manevi olarak da hazırlanırdı. Ramazan ayı kirli, tozlu, puslu bir evde karşılanmazdı. Evin her köşesi elden geçer, mutfak rafları, dolaplar silinir, temiz işlemeli örtüler serilir ve yerleştirilir. Bardaklar, tabaklar, tepsiler, bakır şamdanlar parlatılır. Mutfak, banyo, camlar, halılar elden geçirilir, genelde hanımlar Ramazanın ilk gününü yorgun bir şekilde karşılar.284

İftar sofrasına oturacak misafirlerin altlarına konacak sofra bezleri tek tek elden geçer gerekirse yüzleri değiştirilir. Evlerin yatak takımları değiştirilir, her şey baştan aşağı yıkanır, ütülenir ve dolaplara kaldırılırdı.285

Halktan ileri gelenler birkaç eşya satın almak ve oturup hoş vakit geçirmek maksatlı bedestene giderlerdi. Bedesten her çeşit eşyayla donatılırdı. Camilere mütevelli denen kişiler vasıtasıyla mum ve zeytinyağları verilir; camilerin varsa kandil, süpürge gibi diğer eksikleri de tamamlatılırdı. Ramazan’ın gelişini müjdelemek maksatlı Şaban ayının son akşamı, bekçi davulunun etrafına toplanan meşaleli kalabalıklar tüm

283 Arif Kolay, Nurgül Bozkurt, Şakir Turan, Hacı Murat Arabacı, Tatlıların Sultanı , Aktif Matbaa, İstanbul, 2016, s.198. 284 Uslubaş, a.g.e., s.7-8. 285 Münevver Alp, “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, 2003, s.15

71

sokakları tek tek dolaşırdı. Daha çok çocukların ve delikanlıların muazzam bir ahenkle tekrar ettikleri bu iki mısra tekrarlanırdı:

“Ramazan geldi hoş geldi

Baklava tepsisi boş geldi”286

2.4. RAMAZAN

Ramazan kameri aylardan birinin adıdır. Güneş ışığında yalınayak yürüyüp yanmak anlamında olan Ramazan Arapça bir kelimedir. Adının anlamına binaen, oruç tutan müminin açlık ve susuzluktan içi yanması, günahlarından arınması sebebiyle bu aya Ramazan denmiştir. Gündüzleri oruç, geceleri teravih en önemlisi de bu ay içerisinde verilen zekât ve fitre gibi vecibeleri bulunan bu mübarek ay hilalin görülmesiyle sabit olunur.287

Ru’yet-i Hilâlle ilgili olarak Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevvâl hilâlini görünce de oruca son veriniz. Ramazanʹın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa Şaʽbanʹı otuza tamamlayınız.288

Osmanlı’da Ay görüldü demek Ramazan sabitleşti demektir. Ay’ı gökyüzünde görmek ve bunu bir şahitle ispatlamak çok önem arz ediyordu. Şaban ayının yirmi dokuzu olduğunda herkes bir telaşlanır acaba Ay göründü mü diye gözetlemeye başlarlardı.289

2.4.1. Hilalin Görülmesi

Hilal, yeni ayın başlaması demektir. Güneş batarken gurupta Ay’ın yay şeklini alması durumudur. Hava sisli yahut bulutlu olmadığı zaman hilali görmek her gözetleyene kolay gelir. Hava bulutlu ya da kapalı olur ve hilali görmek zorlaşırsa günleri hesaplamak gerekmektedir. Bu yüzden her ayın başı belli olmalı ve kesin olarakbilinmelidir. Kameri olan her ayın başlangıcını, ya hilalini görmek gerekir ya da

286 Ahmed Esad Ben’im, Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul, 1949, s. 8-9. 287 Kamil Miras, Ramazan Musahabeleri, Ahmet Sait Basımevi, İstanbul, 1949, s. 5-6. 288 Sahîh-i Müslim, II, s. 759. 289 A.Ragıp Akyavaş, Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,Ankara, 2000, s.331.

72

ondan önceki ayın günlerini otuza tamamlayarak hesaplanır ve Ramazan ayının başlangıcı böyle belirlenir.290

Havanın bulutlu, sisli veya kapalı olması durumunda, doğru sözlü bir kişinin veya mestür291ün hilali gördüğüne dair verdiği bu haber kadı tarafından onaylanır.292

Hilâlʹin çıplak gözle görülmeye çalışılması, hava şartlarının Anadoluʹnun çeşitli yerlerinde farklılık göstermesinden dolayı bazı karışıklıklara sebep olmuştur. Anadoluʹnun farklı bölgelerinden İstanbul’dan farklı zamanlarda hilâlin görüldüğü haberleri de zaman zaman söylenmiştir. Örneğin 1790 senesinde Kütahya’dan gelen bir haberde hilâlin İstanbulʹdan farklı olarak bir gün önce görüldüğü haberi gelmiş ve Sadrâzamın bir telhisiyle Pâdişâhʹa ne yapılması gerektiği sorulmuştur. Pâdişâh kendisine sorulan bu konu hakkında şöyle cevap vermiştir: “Benim vezîrim! Bu husus Şer’-i Şerîfʹin bileceği ve hükmedeceği şeydir. Benim müdâhale edeceğim şey değil. Ne zaman İstanbul Kadısı hüküm ve iʽlam ider ise o zaman ben dahî şöyledir derim. Lâkin ispât geldiğin cihan duymuş. Ben telhis olunmadan işittim. Müktezây-ı Şerʽ-i Şerîf ne ise icrâ oluna.”293

Yıldız Sarayından verilen bir telhise göre Ramazan ayı Cuma gecesi hilalin görülmediğini ancak hesaplama usulü ile Pazar gününe takâbül ettiğini belirtmektedir.294

Havanın kapalı olması dolayısıyla, cuma günü net olarak görülemeyen hilal, cumartesi günü de tekrar izlenmiştir. “Hesaplama usulü pazar günü olarak Ramazanı kesinleştirse bile hilale de itibar etmek gerekmektedir.”295

Hilali gözetleyip, gördüğü an haberdar eder ve doğruluğunu da ispat ederse çeşitli hediyelerle ödüllendirilmektedir. Anadolu’da hilal büyük tepelerden gözetlenmiştir. Gözetlenen her tepeye Ay ile ilgili isim verilmiştir. Örneğin Balıkesir’de hilalin gözetlendiği tepeye “Aygören” Maraş, Isparta, Malatya gibi vilayetlerde bulunan

290 El-Hac Zihni Efendi, a.g.e. II. s. 20. 291 Mestür, ne yalancı ve ne de doğru sözlü olarak tanınan kimse. 292 Abdullah Aydın, Nurul İzah ve Tercümesi, Aydın Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 127. 293 Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi, S.1, Ankara, 1999, s. 69-70. 294 BOA, V. PRK, BŞK. 63/74. 295 BOA, Hatt-ı Humayun, 1652, 43.

73

gözetleme tepelerine, Ay anlamına gelen Bedirli, Bedre, Bedir gibi isimler verilmiştir.296

Ramazan hilâlinin tespiti için özel görevliler bulunmaktadır. Gözetleme yapan kişilerden ayrı İstanbul baş kadısı, Şeyhülislâm, Sadrâzam ve Pâdişâh hilalin tespitinde görevlidirler Ramazan hilali gözetlemek için, İstanbul’da seçilen büyük tepeler seçilmiştir. Anadolu’nun diğer vilayetlerinden de Hilalin o gün görülüp görülmediğinden haberdar edilmesi istenirdi. Bunun için de o bölgelerde bu iş için görevlendirilen kişiler bulunmaktaydı. Hilâlʹi gözetlemekle görevli kişiler veya hilâli görerek şahitlerle ispatlayabilecek kişiler, hilâli görür görmez ivedilikleİstanbul kadısına haber ederlerdi. Hilâli görüp haber veren gözlemcilere bahşişler verilirdi. İstanbul kadısı önce durumu onaylatır sonra Şeyhülislâmʹa bilidirdi. Şeyhülislâm ise hemen Sadrâzamʹa duyurur, Sadrâzam da en son Pâdişâhʹa arz ederdi. Bu silsele sonunda Ramazan ayının başladığının ilanı için izin isterdi. Pâdişâhʹın izin vermesiyle hemen Selâtîn Câmîi müezzinlerine bildirirler onlardan da mahyâ ve kandillerin yakılması ve Ramazan ayının başlangıcının ahaliyeilan edilmesi istenirdi.297

Edirne’den yazılan belgede cumartesi günü hilalin sabit olarak görüldüğü belirtilmiş, fakat şahitler getirilmediğinden hesap usulüne başvurulduğu görülmüştür.298

Hilali gören kişiler Kadının huzuruna gelir, hilali gördüğü anı anlatır. Kadı da “Bunun ispatı için şahit gösterin” der. Hepsi birlikte “Bu akşam ezandan üç dakika sonra minareden mübarek hilali re’ye’l-ayn gördük. Bu gece Ramazan gurresi olduğuna şehadet ederiz” derdi. Şahitlerin sorgusuna büyük önem verilirdi. Hatta hilalin durumunu, nasıl gördüklerini, nereden gördüklerini iyice sorardı. Sonra bunu onaylarlar ve memurlarla tezkiyeleri yapılarak şahadetlerinin kabul olduğu söylenirdi.299

İstanbul kadısı, gözleri sağlam, sözü emin olan ve iyi halli olan kişileri seçerdi. İstanbul’un önemli yerlerinden olan Süleymaniye, Fatih, Edirnekapı, Cerrahpaşa, Mihrimah Sultan Câmilerine çıkılıp Ay gözetlenir, gören koşarak Şeyhülislam Kapısı’na gelir ve yeminle ispat edilir. 300

296 Abdülmecit Mutaf, “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan, s. 65-66 297 Yazıcı, a.g.m., s. 59. 298 BOA, BKT, UM. 548/68. 299 Uslubaş, a.g.e., s.20. 300 Akyavaş, a.g.e., s.331.

74

İstanbul’da Hilalin görüldüğü haberi Süleymaniye Camii kandilcilerine doğrudan haber verilir ve ilk kandil burada yakılır. Bunun haberini alan diğer minareler de kandillerini yakarlar, davullarla bekçiler tarafından ertesi günün Ramazan-ı Şerif olduğu ilan edilirdi.301

Bolu ve Bursa’da görülen Hilal-i Şerif, görenler tarafından İstanbul’a ivedilikle haber verilmiştir. Haberi getirene on beşer kuruştan bahşiş verilmiştir.302

2.4.2. İlk Gün, İlk Sahur

Ramazan ayının sabit olmasıyla semalarda selâtin camilerinin şerefeleri kandillerle parlar, “Merhaba, Ya Şehr-i Ramazan” hitapları ile Ramazanın ilk mahyaları boşlukta minarelerin arasında kurulur ve bu mübarek gece selamlanırdı.303

Anadolu’nun her tarafından Ramazan davulcuları büyük şehirlere akın eder, önceden hazırladıkları Ramazan ayı manilerini otuz güne üleştirirlerdi.304

Sahur mana olarak “Sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri” anlamındadır. Seher kelimesiyle aynı kökten sahur, dini tabirde oruç tutmaya hazırlık için fecrin doğmasından önce yenen yemeğe denilmektedir.305

Osmanlı Toplumunda evdeki en ihtiyar kişi davulu duyar duymaz kalkar ve herkesi sahura kaldırır. Selamlığın sofrası akşamdan verilir, sahurda sadece haremin sahur yemeği hazırlanırdı. Söğüş, et, soğuk pilav, pestil ezmesi sahurun ana yemekleriydi. Her şey sahur için hazırlandıktan sonra ‘gece bizi de kaldırın sahura’ diyen küçükler de kaldırılır ve yemekler yenirdi. En son temiz bir bardak su ile ağızlar çalkalanır oruç için niyetler edilirdi. İlk gün Ramazanın biri hem de Cuma günü olduğu için Daireler bugüne özel tatil olurdu. Ramazanın ilk günü tatiliydi. Eğer Ramazan yaz mevsimine denk gelirse bütün ev halkı sahurdan sonra yatar öğleye kadar uyurdu.306

Ramazanının ilk günü, oruç tutan kişilerde ilk orucun getirdiği bir bünyesel acemilik oluşmaktadır. Oruç, kimi oruçluda tedirginlik, kimisinde unutkanlık, kimisinde gerginlik, kimi çay ve sigara tiryakilerinde bir asabilik oluşmakta ve kan şekeri

301 Soner Demirsoy, Arif Tunç, “Osmanlı’da Ramazan”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 11. 302 BOA.,ADL.8.499. 303 Ozansoy, a.g.e., s. 12. 304 Uslubaş, a.g.e., s. 8. 305İbrahim Kâfi Dönmez, “Sahur”, DİA, C.35, İstanbul, 2008, s.538. 306 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 13-14

75

düşmektedir. İlk günden herkes birbirine “dayanamıyorsan tutma” tarzında şakalar yaparlar.307

Ramazanda çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Osmanlı döneminde de çocukların orucu adeta bir törene dönüşürdü. Önce tekne orucu diye başlayan oruç tutmalar, tam gün tutulduğunda bir cümbüş yaratır. Çocuğa günü rahat geçirsin ve açlığını hatırlamasın diye çeşitli iftarlıklar alınır, camilere götürülür, caddelerde ve oyun alanlarında gezdirilir, sırtta taşınır, iftar sırasında ilk lokması elinden çalınır. Tüm bunlar, çocuğun zihninden silinmeyen izler yaratır ve çocuk tekrar oruç tutacağı gün için heveslenir. Çocukların iftar saatini bekleyip top atıldığını veya ezan okunduğunu ailelerine haber vermeleri de adeta bir törendir ve çocuklar için ayrı bir sevinç kaynağıdır.308 Hatta çocukları oruç tutmaları için korkuturlar “Ramazanda oruç tutmayanları, bayramdan sonra tekne altına atacaklar.”309derlerdi.

İlk gün Cuma günü olduğundan Cuma namazları da büyük camilerde kılınırdı. Zengin kesim namazlarını Ayasofya Camiinde kılardı. Namaz bittikten sonra köşede bir hafız Kur’an-ı Kerim okur, kürsüde şeyh Ramazan vaazı verirdi. Fatih Camiinde ise Cuma namazını Talebe-i Ulum denen medrese öğrencileri namazlarını kılardı. Beyazıd Camiine genelde Daire-i Askeriyeden olanlar gelirdi. Ramazanın diğer günlerinde ise en fazla cemaat toplayan selâtin camii Beyazıd Camii olmuştur.310

2.4.3. Ramazan Topu

İlk kez, top atışı 1835 yılında II. Mahmud zamanında gerçekleşmiştir. Bu atış ise Mevlid kandili dolayısıyla akşam namazı başlayıp diğer günün ikindi vaktine kadar her namaz vaktinde beşer kez top atılmıştır. IV. Mustafa dönemine gelindiğinde genelde Rumeli Hisarı ve Yedikule’de iftar ve sahur vakitleri top atılması geleneği başlamıştır.311

307 Özden, a.g.m., s. 87. 308 Ercüment Ekrem Talu, “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, s. 53-54. 309 Muzaffet Gökman, İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 1989, s.514. 310 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 15-18. 311 Uslubaş, a.g.e., s.49.

76

İftar ve imsak vakitlerinde düzenli olarak top atma âdeti ise Sultan Üçüncü Mustafa zamanında başlamıştır.312İftar ve imsak için atılan Ramazan topu ilk olarak Anadolu Hisarı’nda atılmaya başlandı. Buradan Anadolu ve diğer eyaletlerden sırasıyla Ankara, Maraş, İşkodya ve Akka da atılmaya başlanmıştır. Buralarda tecrübeli askerler vazifelendirilmiş ve askeriyeye ait dayanıklı toplar kullanılmıştır. Zamanla Tophane-i Amire kurulmuş buna bağlı olarak da Topçu Alayı oluşturulmuştur.313

Evlerde saatlerin, şehir merkezlerinde de saat kulelerinin bulunmadığı dönemlerde top atılması hem ucuz, hem de herkesin aynı anda haberdar olması açısından benimsenen bir yöntemdi. Müslümanların çok değer verdiği Mübarek Ramazan günleri, sahurlar ve iftarlar, bayram günleri için mutlaka uygun bir yer ayarlanarak oradan top atılması bir gelenek haline gelmiştir ve bu geleneğinin sürdürülmesine itina gösterilmiştir.314

Bayramın ilk günü kaleden atılan toplardan çıkan peşrev tanesi, köprü üzerinde duran Akkalı bir Hıristiyan’a isabet etmesi sonucunda o kişi orada ölür. Olayın ardından orada inceleme yapılır, topçuların herhangi bir kastı olmadığı anlaşılır, top atıldığı sırada dikkatsiz ve kayıtsız kaldıkları sonucuna varılır. Sonucunda topçuların rütbesi sökülür, topçular bir yıl Akka Kalesi’ne hapsedilir.315 Bu tür menfi olayların yaşanmasının ardından sonraki yıllarda top kullanmanın mahzurlu ve tehlikeli olduğu düşüncesi ile top atmak yerine tüfek veya havai fişek atılması kararlaştırılmış.316

Başkentte altı yerden iftar topları atılmıştır. Bunlar: Seraskerkapısı, Selimiye, Tophane, Baruthane, İcadiye ve Utarit karakol gemisidir.317

Ramazan topu, tüfek veya havai fişek zamanla kaldırılmış, bu gelenek toplumda unutulmuştur. Halen daha Ürdün, Malezya, Senegal gibi İslam memleketlerinde devam etmektedir.318

312 Server İskit, “Tanzimat Devrinde İstanbul Ramazanları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.57. 313 Yasin Özkan, “İstanbul’da Ramazan Topları Nerelerden Atılırdı?”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.27- 28. 314 Uslubaş, a.g.e., s.50. 315 BOA, A. MKT. UM.,473, 5, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.50. 316 BOA, DH.MB.HPS.M, 7, 29, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.51. 317 Akyavaş, a.g.e., s.336. 318 Uslubaş, a.g.e., s.51.

77

2.4.4. İftarlar

Gündüzü ibadet ve işle uğraşan oruçlu kişiler iftar vaktine doğru işinden ayrılır veya camiden çıkarak evlerine yönelirlerdi. Eve gitmeden ellerindeki zenbilleri319 doldururlar, fırından üzeri yumurtalı pideleri alırlar, yollarda ve evlerde iftar vaktinin gelmesi beklenirdi. İftar vakti yaklaşınca caminin kandilleri kanar ve kalenin topu hazırlanırdı.320

Mahallelerden sakalar, su tulumu ve ciğerci, turşucu geçer, en kalabalık yer olarak dikkat çeken fırınların önünde sıcak pide, yumurtalı susamlı pide ve çörek almayı bekleyenlerin sırası olurdu.321

Toplumun kültürel değerini ve önemini gösteren unsurlardan biride iftar sofralarıdır. Sofra düzeni, yemekler, yemek adabı, tatlılar ve iftara davet edilen misafirler Osmanlı toplumundaki Ramazan ayının birer kültürel hazinesidir. 322

İftar vaktine yarım saat kala odanın bir köşesine konmuş buhurdanlarda öd ağacı veya buhur323varlıklı ailelerde amber yakılır, o odanın kapısı kapatılırdı. İftar yapılacak odada ezana çeyrek saat kala buhur yakılması adettir. 324Akşam ezanına tam bir çeyrek kala hane sahibi yemek odasına girer ayakta kendi sofrasına alınacak misafirleri karşılar, herkes sofrada yerini alınca imam efendi derhal Kur’an-ı Kerim okumaya başlar, hazır olanlar sessiz olarak dinlerdi.325

Konaklardaki iftarlarda herkes minderlerde daire biçiminde oturur, sofralar bakır siniler içine hazırlanır ve alçak bir masanın üzerine konulurdu. Ezana az bir zaman kala sofranın başına oturmak ve iftar topunu beklemek adetti. İftar topları Tophane ve Beyazıd Meydanları ve Selimiye Kışlasından atılırdı. İftarın dini yönüne ağırlık verenler, oruçlarını mukaddes kabul edilen mekânlarda açarlardı.326

İftar sofrasına oturan oruçlu müminler, istiğfar çekerek, salât-ü selam getirerek iftar topunun atılacağı zamanı beklerlerdi.327Sofrada herkese ayrı peçete yoktu. Peşkir

319 Zenbil, Hasırdan örülmüş kulplu torba. 320 Azmi Nihad, İsmail Sivri, Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası, İstanbul, 1958, s. 5. 321 Ozansoy, a.g.e., s. 19. 322 Özden,a.g.m., s. 87. 323 Buhur; Arapça bir kelime olup Türkçesi tütsüdür. Bitki veya tohumdan yapılmış güzel kokudur. 324 M. Şinasi Acar, Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın, İstanbul, 2011, s.355. 325 Uslubaş, a.g.e., s. 24. 326 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55 327 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e. s.21

78

diye adlandırılan dokuma bez parçasını sofradakiler, dizlerinin üzerine alırdı. Hizmetçilerin bunu oturanların dizine tesadüf ettirmek suretiyle atmaları hüner sayılırdı.328

Oruç kısa bir dua ve besmeleden sonra mutlaka zemzem ile açılırdı. Arkasından bir hurma yenirdi.329 Zemzem suyu o yıl Kâbe’ye giden kişi tarafından Ramazan için özel getirilmiş olurdu. Kristal bardaklara konmuş olan bu kutsal su içilir ardından hurmalar alınır sonrada iftariyeliklere geçilirdi.330 Eğer oruçlunun maddi durumu hurma almaya gücü yetmiyorsa zeytinle oruç açardı.331

Hurma, Türkçeye Farsçadan geçmiş bir kelime olup, hörme yahut kurma şeklinde değişik telaffuzları vardır.332 Arapçada ağacı için nahl meyvesi için temr kelimeleri kullanılır. Ağacı palmiye türü olan hurma, genellikle kuzey ve güney Afrika da daha sonrada Irak bölgesinde yetişir. Hurmanın acve, bereni, sayham olarak üç çeşidi vardır. Acve, Hz. Muhammed’in(s.a.v.) Medine’ye hicretinden sonra bizzat kendisinin dikerek yetiştirdiği hurma çeşididir. Hurma ile iftar etmek sünnettir.333 Yasin suresi otuz dördüncü ayet-i kerimesinde “Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular akıttık.” 334Diye buyrulmuştur. Kur’an-ı Kerimde yirmi yerde geçmektedir.

İftar yemeği iki bölümden oluşurdu. Birinci bölümde ‘iftariyelik veya iftariye’ denilen bir tür kahvaltı yenirdi. Sonra sofradan kaldırılır, akşam namazına geçilirdi. Namazdan sonra esas yemekler başlardı.335

328 Uslubaş, a.g.e., s.24. 329 Mithad Sertoğlu, “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, s. 68-69. 330 Mithat Sertoğlu, “XX. Yüzyıl Başında İstanbul’da Ramazan ve İftar”, Dersaadet’te Ramazan Akşamları, s.47. 331 Nezihe Araz, “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2000, s.18. 332 Nebi Bozkurt, “Hurma”, DİA, C.18, 1998, s.391. 333 Yusuf Danegöz, “İftar Sofralarının Vazgeçilmezi Hurma”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.101-104. 334 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2014, s.315. 335 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55-56.

79

2.4.4.1. İftariyeler veya İftarlıklar

Ramazan ayının ekmeği pidedir. Aylar öncesinden Ramazan ayına özel olarak hazırlanan fırıncılar, fırının temizliğini yaparlar, unu Anadolu’dan özel olarak getirtirler, yakacaklarını hazırlarlar ve yapacak olan tırnakçı ustalarını tutarlardı.336

Osmanlı döneminde Anadolu’da yaygın olan ve halen uygulanan bir gelenek olarak nişanlı olan gençlerden erkek tarafının, kız tarafına gönderdiği iftarlık adeti vardır. Bu iftarlıkta erkek tarafı, çeşitli gıda maddeleri ve giyecek eşyaları olabilir. Kız tarafı da karşılık olarak kararınca Ramazan bohçası hazırlar. Aile bağlarını güçlendiren bu gelenekte herkes bütçesine göre iftarlık hazırlar. Bu uygulama bayramlarda da yapılmıştır.337

İftar yemeğinden önce yenen kahvaltı havasındaki iftarlıklar büyük bir tepsi üzerine sıralı küçük küçük tabaklarda338çeşitli reçeller, türlü peynirler, zeytinler, sucuklar, pastırmalar, simitler, mevsimine göre turşuları kapsayan yiyecekler bulunurdu.339

İftariyelikler zengin bir biçimde hazırlanırdı. Kütahya çinisi tabaklarının içine her çeşit iftariyelikler konulurdu. Sofranın tam ortasına tabağın içinde de zeytin ve hurma bulunurdu. Küçük fincanların içine de zemzem sunulurdu İftara özel alınan pideler küçük küçük dilimlenerek iftariye tepsisinin kenarına dizilirdi. Durumu olmayan evlerde bile altı yedi çeşit iftarlık bulunurdu.340

2.4.4.2. Akşam Namazı

İftariye faslı sona erince tiryakiler sigaralarını tüttürür, veya enfiyelerini341 çekerlerdi. Osmanlının genel olarak taşra evlerinde akşam namazı bütünüyle (farz ve sünnet birlikte) kılınırdı. Selamlık ayrı haremlik ayrı kılardı. Büyük konaklarda akşamın

336 Özden, a.g.m., s.90. 337 Özden, a.g.m., s.90. 338 Nihad ve Sivri, a.g.e., s.5. 339 Sertoğlu, a.g.m., s.68 340 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e.,s.21. 341 Enfiye, toz haline getirilmiş tütünün burun deliklerine çekilerek tüketicide nefes yoluyla fizyolojik etki yapan bir tütün mamulüdür.

80

sadece farzı cemaatle kılınır.342 Ulema konaklarında ise haremlik ve selamlık birlikte olmak üzere herkesin katılmasıyla kılınırdı.343

Akşam namazları iftariyeliğin yenmesinin hemen ardından ayrı odalara geçilerek kılınırdı. Odada yere namaza hazır vaziyette serilmiş kişi sayısınca seccadeler bulunurdu. İftara abdestli gelen misafirler ve abdestli bekleyen ev sahipleri hemen cemaatle akşam namazının farzını kılardı. Misafirler arasında meşhur bir hoca varsa akşam namazını o kıldırır yoksa evin en yaşlısı kıldırırdı. Müezzinliği ise cemaatin en genci üstlenirdi. Erkekler namazda iken evin hanımı sofradan iftar takımlarını kaldırır, çorba kâselerini koyardı.344

Akşam namazından sonra asıl yemeğe geçilir.

2.4.4.3. İftarın Asıl Yemek Kısmı

İftar faslı başladığında yemeğe mutlaka bir çorbayla başlanırdı. Mevsimine göre çorba çeşidi olurdu. Osmanlı toplumu Ramazanda balık ve diğer su ürünlerini pişirmez ve tüketmezdi.345

Ramazanın en önemli çorbası işkembe çorbasıdır. Toplumda hindi derisinden işkembe çorbası yapanlar bile görülmüştür. Hatta işkembe çorbasına o kadar râbet vardır ki iftara beş on dakika kala kâselerini alıp işkembeci dükkânına koşanlar hatta nöbete kalanlar bile görülmüştür.346

Daha çok vükela ve vüzera konaklarına has olan “Yumurta-yı Hümayun” adlı kıymalı yumurtalı has yemek asıl yemek kısmının ikinci kısmını oluştururdu.347 İftarların vazgeçilmezi olarak bilinen soğanlı yumurta sarayda da önemli yere sahiptir. Abdülmecid han tarafından Topkapı sarayında Ramazanın on beşinde en iyi soğanlı yumurta yarışması düzenlenirdi. Padişah tarafından seçilen birinci sarayın kilercibaşı olurdu.348

342 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 22. 343 Sertoğlu, a.g.m., s. 69. 344 Ertuğrul Tarih Kara, “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, s.71. 345 Sertoğlu, a.g.m., s. 69. 346 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (haz. Ali Şükrü Çoruk), Kitabevi, İstanbul, 2001, s.226. 347 Sertoğlu, a.g.m., s. 70. 348Neslihan Yakut, “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.107.

81

Çorbayla başlayıp soğanlı yumurta ile devam eden iftar yemeği et yemeği ile devam ederdi. Kebap, pirzola, güveç, köfte gibi yemek türleri sofraya konurdu. Et yemeğinden sonra sıra böreğe gelmiştir. Börek ise muska, su, sigara, fincan, bohça böreği gibi türlerdendir. Börek kalkınca usulen sebze yemeği gelirdi. Sebze de mevsimine göre yapılırdı. Sebze yemeğinin ardından pilav görünürdü. Pilavda hakiki pirinçten yapılırdı.349

İftar için içme suları, kapalı ve tabaklı Saksonya350 bardaklarla konağın hizmetçisinin elinde tutulurdu. Çatal, bıçak, kaşık gibi yemek eşyalarının Ramazan da kullanılması uygun değildi. Kullanmaya alışmış kişiler sofrada ayıp karşılanmamak için bunların yerine mercan saplı, sedef, fildişi yahut siyah beyaz cilalı tahta kaşıklar kullanmışlardır.351

İftar sofralarının en gözde tatlısı güllaçtır. Halk arasında özellikle kaymaklı güllaç meşhurdur. Güllaççılar senede sadece iki ay çalışırlardı. Güllaç dökme işine başlamadan önce ocağın üç köşesine birer parça un, şeker ve tuz dökerlerdi, pirin hediyesi dedikleri bu olayın bereketine inanılırdı. Sonrada bir Fatiha üç ihlâsı şerif okuyarak güllaç dökülürdü.352

Güllaç nişastadan yapılır. Ateşi için önce yüz elli kilo odun kömürü kırıntısı sonrada yirmi kilo odun kömürü gerekir. Bu ateş bir çuval nişasta için yeterlidir. Ateşin üzerine büyük bir konulur. İki kepçe arorat353, iki kaşık un eklenerek mum yağıyla yağlanan tavaya dökülür. Tavuk tüyü ve zeytinyağı ile karışık yumurta sarısı tavaya sürülür. Hafif kaynatılan suyun içine arorat karışımından boşaltılır. Dökülen sulu hamur pişerek güllaç olur. Güllacın tavaya temas eden tarafı parlak diğer tarafı mattır. Güllaç durmadan yirmi dört saat işlenir. Ara arada ateşi harmanlanır.354 Genellikle Edirnekapı muhitinde üretilen jelatin inceliğinde olan güllaçlar gülsuyuyla ıslandıktan sonra küçük parçalara ayrılırdı. Ardından içlerine fındık, fıstık, kaymak yerleştirilir üzerine de süt

349 Refik Halid Karay, “İftar ve Sahur Yemekleri”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 353-356. 350 Saksonya Bardak, Almanya’nın Saksonya bölgesinde bulunan üstün nitelikli porselenden yapılmış olan fincan. 351Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman, İstanbul, s. 168-169. 352 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.71. 353 Arorat,sıcak iklimlerde yetişen “Maranta” adlı kamıştan veya ona benzer başka bitkilerin köklerinden çıkarılan beyaz bir tozdur. Kokusu ve tadı yoktur. 354 M.Halit Bayrı, “Ramazan’ın Gülü Güllaç”, Ramazan Medeniyeti, s. 196-197.

82

gezdirilirdi. Hafif bir tatlı olduğundan Ramazanda bütün yaş grubu bu tatlıyı tercih ederlerdi.355

Toplumda “Ehl-i Keyf” olarak nitelendirilen lezzet düşkünleri için baklava önemli bir yer arz ediyordu. Baklavayı her şeyden üstün tutan ehl-i keyfler mutlaka Ramazanda yemekten sonra baklava tüketmişlerdir. “Derde devâdır baklava, Cana safâdır baklava” dizelerine de yer aldığı gibi, toplumda baklavanın üstün bir yeri vardır.356

Ramazanda iftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması ayıp karşılanırdı.357

Yemek bittikten sonra kahve içmek her evde değişmeyen adettir. Hatta tiryakisi olanlar iki yahut üç fincan kahve içerler. Kahve içmeyenler ise genellikle şurup içerler. Evlerde hanımların kaynattığı mevsim meyvesinden elde edilen şuruplar Ramazan için özel hazırlanırdı.358

2.4.5. İftar Davetleri

Osmanlı toplumunda Ramazan ayında özel bir yeri olan iftar sofraları, Sadrazamdan Şeyhülislama ve zengin konaklarda görülen adetti. Bu davetlerde zengin fakir herkese kapılar açıktı. İsteyen istediği eve davetsiz olarak girer, karnını doyurur üzerine de diş kirası adı altında verilen hediyeyi alırdı. Konakların avlusuna kurulan sofralara davet edilen misafirlerden ayrı herkes oturabilirdi.359

Ramazan ayı gelmeden hazırlanan iftar listelerine düzenli bir şekilde riayet edilirdi. Bu davetlilerden ayrı davetsiz olarak gelen herkes istediği konağın sofrasına otururdu. Bu konak sahibine hürmet olarak görülürdü.360

Ramazan’ın birinci günü sarayda vükelâya, dokuzuncu gününe kadar olan müddet içinde sırasıyla devletin en büyük kademesinde yer alan kişilere iftar verilirdi.

355 Ziya Şakir, “Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları”, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul, s.32. 356 Kolay, vd., a.g.e., s.210. 357 Uslubaş, a.g.e. s. 25. 358 Şakir, a.g.e., s.33. 359 Abdülazîz Bey, Osmanlı Adet, Merâsim Ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Güney), İstanbul 2002, s. 254 360 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 73.

83

Bu iftarlara İftar-ı Seniyye denmektedir. Padişah bu iftar-ı seniyye bulunmazdı. Sandalyesi genelde boş olurdu. Saray geleneğince Padişah yemeğini yalnız yerdi.361

II. Meşrutiyete kadar vükelâ ve ricalin konaklarında iftar yapılması, gelen misafirlere ikramda bulunulması âdetten olduğu gibi, fukara kimselere diş kirası adıyla para verilmesi ve bütün memurların büyükten küçüğe doğru amirlerinin iftarına gitmesi de zaruriydi.362

Saraya iftara gelen nâzırlar, kendilerine özel olarak ayrılmış odalarda iftar ederlerdi. Gelen nazırlar kapıcılar tarafından hünkâra bildirilirdi. Dönemin sultanı olan II. Abdülhamid iftara kimlerin katıldığını merak eder, gelmeyenlerin gelmeme sebebini sordurturdu.363

İftarlar, evlerde ve konaklarda yapılanlardan ayrı birde cami ve türbelerde de yapılmıştır. Akşam ezanına beş dakika kala Ayasofya Camii veya Eyüp deki Hazreti Hâlid türbesine gidilmiştir. Kayyım ve türbedarların verdikleri su ile iftar edilir, akşam namazı burada oluşan cemaatle kılındıktan sonra lokantalara gidilmektedir.364

2.4.5.1. Sadrâzam Konağındaki İftâr Dâvetleri

Sadrazam Fuat Paşanın yalısında hazırlanan iftar sofraları bahçede kurulur, hava durumu müsaitse yahut ilkbahar yaz mevsimiyse yemek bahçede yenir, ardından yine bahçede namaz kılınırdı. Ağaçlar süslenir, rengarenk fenerler bahçede ve evin dışında ışıldardı. Bahçedeki ağaçlar arasına küçük mahyacık kurulur, buna güzel dualar ve güzel beyitler yazılırdı.365

Sadrazamların konaklarının avlusuna kurulan sofraları genelde halkı ihya ederdi. Beş altı adet büyük sofra her akşam dolardı. Değişik değişik yemeklerle meşhur olan bu sofralar harem ve selam olarak ayrılırdı. Özel tutulmuş aşçıların yaptığı yemekler, Fransız ve İtalyan mutfağı kültürünü yansıtırdı. Yemeklerin sunumları farklıydı. Yemek biter bitmez sofrada nargileler yanardı. Nargile ve sigara faslı bittikten sonra bu avlulara seccadeler serilirdi. Hanımların olduğu bölüm paravanla kapalıydı. Teravih namazları için özel getirilen imamlar ve müezzinler Sadrazam konağı için özel

361 Akyavaş, a.g.e., s.337. 362 Ahmet Rasim, Ramazan Sohbetleri, İstanbul, 1967, s. 38. 363 Ahmet Semih Mümtaz, “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.89. 364 Tâhirü’l- Mevlevî, “Eski Ramazanlara Dair”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.135. 365 Semih Mümtaz. S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1948, s. 11

84

ilahilerle teravih namazı kıldırırdı. Gelen misafirler özel gümüş leğenlerde abdest alırdı.366

Teravih namazları da kılındıktan sonra Sadrazam konağına özel olarak Hayali Mehmet Efendiyi getirtirdi. Karagöz ve Hacivat gösterisinin ardından ortaoyunu oynardı. Erkekler avluda kadınlar ise haremin balkonundan bu gösterileri izlerdi367

Sultan Abdülaziz beklenmedik bir zamanda Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın konağına iftara gider. Bu durum karşısında sadrazam hünkârı en iyi şekilde karşılar. Sadrazamın iftar sofrasının methini duyan Sultan Abdülaziz, ağalarla birlikte konağın büyük salonuna geçer. Kristal, gümüş takımlar ve Saksonya tabaklarda yenen yemekler Hünkârı ziyadesiyle tatmin eder. 368

2.4.5.2. Şeyhülislâm ve Eşrafın Konağındaki İftâr Dâvetleri

Ramazan ayında ilk önce sadrazamın konağına iftâra gidilirdi. İleriki günlerde ise şeyhülislamın konağına davetler vardı. Özel olarak ilmiye sınıfının gelmesi şeyhülislamı onurlandırırdı. Ramazanın ortasında ilmiye sınıfının Şeyhülislam konağına iftara gelmesi adet olmuştur. Bu âdet, XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında şeyhülislâm olan ve konağında pişen leziz yemeklerden dolayı meşhur olan Salihzâde Mehmed Emîn Efendi tarafından başlatılmış olup 1834 yılına kadar uygulanmıştır.369

II. Mahmud dönemin şeyhülislamı Düriîzâde Abdullah Molla’nın Ramazanda iftarına katılır. Akşam ezanına beş dakika kala konağa gelen padişah, önce herkesi selamlar. Sonra ziyaretten haberi olmayan şeyhülislamı selamlar. Kâhyanın padişahın teşrifini görünce eli ayağına dolanır. Muhteşem iftar sofrasına hep beraber geçilir. Hünkâr, kıymetli kaplarda konulan yemeklerin tadını yıllarca unutmaz.370

II. Mahmud’un kızı Âdile sultanın konağı (Fındıklı’da bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi) dönemin en ihtişamlı konağından biridir. Verilen iftar sofraları da çok meşhurdur. Yemekleri mücevherli tabaklarda sunulur, altın sahanlar kullanılırdı.

366 Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11. 367Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11. 368Azmi Nihad Erman, “Sultan Abdülaziz’in Beklenmeyen Ziyâreti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 341-344. 369 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (haz. Ali Şükrü Çoruk) İstanbul 1998, s. 77. 370 Süheyl Ünver, Bir Ramazan Binbir İstanbul, Kitabevi, İstanbul, 1997, s.35-37.

85

Ramazanın ilk iftarına sultanlar ve aile büyükleri davet edilir. Âdile hanımın iftar iftarları, yemek takımlarının altın ve mücevherli oluşu ve yemek çeşitlerinin farklı oluşu herkes tarafından bilinen bir husustur. Hiçbir sofrada bulunmayan tavuk dolmaları, kaymaklı börekler, sütlü tatlılar sultanın iftar sofrasını çeşitlendirmiştir. İftar zemzemle başlar direkt namaza geçilirdi. Sultanın iki tane imamı sayısız müezzinleri vardı. Namazlarda altın işlemeli seccadelerde kılınırdı. Namaz biter bitmez billur bardaklarda ve gümüş tepsilerde şerbet ve şuruplar gelirdi. Diş kirası da paha biçilemez hediyeler olurdu.371

Sultan Abdülhamid’in büyük kızı Zekiye Sultan sarayda kendine ait olan bölümde izzetli iftarlar düzenletirdi. Her güne ayrı yemek çeşidi koydurur, hatırı sayılır kişileri davet ederdi. Teravih namazından sonra davet ettiği misafirler için özel Başağa’ya üzerinde isimleri mühürlenmiş hediyelerden dağıttırırdı. İftar ve teravihten sonra haremde iki saat süren eğlenceler yapılırdı. Sazlar çalınır, oyunlar oynanır, şarkılar söylenirdi. Her şey bittikten sonra sultan odasına geçer enfiyesini çekerdi.372

2.4.6. Diş Kirası

Hali vakti yerinde olan aileler Ramazanda iftara davet ettikleri zengin, fakir herkese, evden ayrılırlarken diş kirası olarak adlandırdıkları bir miktar para veya kıymetli eşyayı hediye verirlerdi. Buradaki esas, sanki iftara iştirak etmekle, gelenler dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış olmasıdır ve bu kira bedeli de orada ödenir. Tabii işin aslı bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir.373

Misafirlerin iftarı bittikten sonra teravih için camiler giderler. Bu sırada ev sahibi iftara gelen misafirlere kadife keselere konulmuş gümüş tabaklar, kehribar tespihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler de diş kirası olarak sunardı Tanımadığı fakir fukaraya ise, hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak, gümüş akçe veya altın paralar yine kadife bir kese içerisinde verilirdi. İslamiyet’le ilgisi olmayan bu gelenek Osmanlı’ya has güzel bir adettir.374

371 Ahmet Semih Mümtaz, “Âdile Sultan, Zekiye Sultan ve Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin İftar Sofraları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 75-76. 372 Mümtaz, a.g.m., s. 80-82. 373 Ahmet Semih Mümtaz “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.88. 374 Uslubaş, a.g.e. s. 34-36.

86

Fatih Sultan Mehmed döneminde sadrazamlık yapmış olan Mahmut Paşa diş kirasını farklı bir yöntemle verirdi. İftar için yemekler hazırlanırken aşçıya bir kese nohut şeklinde altın taneleri verir bunları pilavın içine koymasını söylerdi. Bunu adet edinen Mahmut Paşanın iftar davetine gelenler bir an evvel pilavın sofraya gelmesin beklerdi.375

XIX. Yüzyılda, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’in saltanat yıllarında, zenginlerin zenginlere diş kirası vermesi usulünün devam etmiştir. Sultan II. Abdülhamid zamanında ise, diş kirasının ihtiyaç sahiplerine verildiği görülmüştür. Tarihimizde en yüksek diş kirası, Sadrazam Yusuf Kamil Paşanın, Sultan Abdülaziz’e takdim ettiği diş kirası olarak bilinir. Bu diş kirası, 3 Ocak 1868 Cuma akşamı Vezneciler’deki Zeynep Hanım konağında, verilen iftardan sonra, Kamil Paşanın bir altın tepside verdiği diş kirasıdır.376

II. Meşrutiyetten sonra diş kirası geleneği tamamen ortadan kalkmıştır.377

2.4.7. Teravih Namazı

Mübarek Ramazanın sahuru, iftarı bir de teravihi vardır ki bu üçlü birbirini tamamlar ve Ramazan-ı Şerif bir bütün olarak anlam kazanır.

Teravih kelimesi“rahatlatmak, dinlendirmek” anlamında kullanılan “tervîha” kelimesinin çoğulu olan terâvîh, Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan namazdır. “Kıyâmü Şehr-i Ramazân” (Ramazan ayının namazı) veya “İhyâü Leyâlî Ramazân” (Ramazan gecelerinin ihyası) diye anılan bu namaza dört rek‘atta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan (tervîha) teravih denilmiştir.378

Teravih namazı Hz. Muhammed(s.a.v.) in bizzat fiili olarak kıldığı ve kıldırdığı sünnet bir namazdır. Cemaatle birlikte kılınan teravih namazını ilk kıldıran Peygamber efendimizdir.379

Ramazan ayında teravih namazları Müslümanların uhrevi anlamda bu ayı en iyi idrak ettikleri anlardı. İftardan sonra herkesin elinde yüzlerce fener kalabalık olarak

375 Uslubaş, a.g.e., s.36. 376 Uğur Derman, “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, s. 29. 377 Ahmet Rasim, a.g.e. s.38. 378 Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, İstanbul, 2011, s. 482. 379 Harun Ünal, Teravih Namazı, Ravza Yayıncılık, s. 32-34.

87

hızlı kıldıran camilere giderlerdi. Müslümanlıkta temel olarak ibadetten sıkmamak prensibi olduğu için, halkta çabuk kıldıran camileri tercih ederdi. 380

Teravih namazını evde kılacaklar için Ramazana girmeden evvel yapılan hazırlılar biri de teravih için evlere fazladan seccadeler almaktı. Haremlik ve selamlık denen kısımlarda ayrı ayrı namazlar kılınırdı.381

Konaklarda sıradan günlerde de imam bulunur, sabah, akşam ve yatsı namazlarını ev halkı cemaatle kılar, ağalardan uygun biri müezzinlik ederdi. Ramazanda ise çoğunlukla konak imamı teravih kıldırmaz, dışarıdan bir imam ve güzel sesli müezzinler tutulması adetti.382Teravih namazını kıldıran imam için sesine dokunmaması için uzağına konan buhurdanda öd ya da amber yakılırdı. Müezzinler bu cemaat saflarının en sonunda bulunur, her iki rekatte bir hep birlikte ilahiler okurlardı.383

Osmanlı camilerinde teravih namazı aralıklı olarak kılınır günümüzdeki gibi başlar başlamaz yirmi rekâtın de tamamı hemen bitmezdi. İlk dört rekât sonunda saba, dügâh veya besteniğar ve ikinci dört rekâtte hüzzam ve üçüncü dört rekâtte ekseriya ferahnak ve dördüncü eve, beşincide de Acem bestelerinden özel seçilen ilahiler okunurdu. Cami imamının da namaz esnasında okuduğu Kur’an-ı Kerim’i, okunan ilahinin makamıyla okumak adetindendi.384

Kadınların teravih namazı kılmaları için de camilerde özel yerler ayarlanmakla birlikte, küçük çocuğu olan kadınlar, camiye gitmeleri zor olacağı için mahallede bir evde toplanarak namazlarını kılarlardı. Namazın ardından kendi aralarında otururlar, ilahiler okurlar küçük çocukları eğlendiren kadınları seyreder, verilen çerezlerin ve içilen şerbetlerin ardından, eşleri eve gelmeden geri dönerlerdi.385

Bazı büyük konaklarda müezzinler gece de konakta kalırlar ve ev sahipleri müezzinlere fasıllar okuttururlardı. Sahurdan sonra ve sabah namazından önce imam tarafından mukabele okunur ve bu imamlar hüsn-i tilavet sahibi oldukları için okunan Kur’an-ı Kerim büyük bir huşu ve hazla dinlenirdi. Bütün konaklarda teravih

380 Akyavaş, a.g.e., s.332. 381 Uslubaş, a.g.e., s. 42-43. 382 Akyavaş, a.g.e., s.332. 383 Uslubaş, a.g.e., s.26. 384 Ertuğrul Tarık Kara, “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, s.71. 385 Kara, a.g.m., s.71.

88

namazlarından sonra tepsilerle şerbetler ikram edilmesi âdettendi. Bundan sonra çubuklar tazelenir, kahveler gelir, bir taraftan da misafirler gelmeye devam eder, konaklar geceleri dolar dolar boşalırdı.386

Saray yönetimi ve şehzadeler hafızlar ve kurralar387 eşliğinde teravih namazını kılarlar, her terviha arasında Ramazan ilahileri, salavat okurlardı. Sarayda kılınan teravih namazına Enderun Teravihi denmiştir. Saray, saray camileri, dergâh yahut büyük camilerde kılınmıştır. Bu teravihlerde önce ilahi, kaside ve methiyeler okunurdu. Özellikle Ramazanın ilk yirmi gün Hoş geldin Ramazan ilahileri son on günü ise Elveda Ramazan ilahileri okunurdu.388

Enderun usulü teravih namazının kaynağı, Buhûrizade Mustafa Itri Efendiye dayanmaktadır. Bu teravih usulü Osmanlı iç teşkilatında, sarayda, Hırka-ı Saadette, saray camileri ve mescitlerinde, selâtin camileri başta olmak üzere büyük camilerde ve dergâhlarda kılınmıştır. Anadolu ya yayılmış olan bu dini gelenek, Ramazan ayında mûsiki eşliğinde üst düzey kişilerce yapılırdı. II.Mahmud’un sık sık yaptığı ve kendi besteleriyle katıldığı bu teravih namazı yöntemi her Ramazan gecesi uygulanırdı. Saray başmüezzini ve saray erkânıyla beraber kılınırdı.389

2.5. RAMAZAN AYINDA YAPILAN DİNİ MERASİMLER

Osmanlı toplumu Ramazan ayını manevi ve sosyal açıdan çok iyi değerlendiriyordu. Oruç ibadetinin nefsi terbiye etmesi, hayatı bir nizam ve intizama sokması, toplumun bütün fertlerini yardımlaşma ve sevgi içerisinde kaynaştırması gibi faziletleri, ideal bir toplum için çok önemli bir ibadetti. Devlet yönetimi ve din adamları Ramazanın feyizli geçmesine çok önem veriyor gerekli tedbirleri alıyordu. Bir yandan vaaz ve nasihatlerle insanın dini bilgi ve maneviyatları güçlendirilirken, diğer yandan ziyafetler, yardımlaşma ve hediyeleşmeler ile sosyal dayanışma güçleniyordu. Osmanlının bu sosyal hayatı gayrimüslimleri de olumlu yönde etkilemekteydi.390

386 Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali Şükrü Çoruk), İstanbul 2001, s. 208. 387 Kurra,Arapçada “okuyanlar” manasına gelir ve Kuran’ı okumanın kurallarında uzmanlaşmış kıraat bilginleri demektir. 388 Abdurrahman Altundağ, Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 76. 389 Ahmed Şahin, Mehmet Kemiksiz, İstanbul 2010 Ramazan- Enderun Teravihi ve Cumhur Müezzinliği, İstanbul Müftülüğü Özel Baskı, İstanbul 2010, s.25. 390 Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32.

89

Osmanlı kürünün ve devlet sisteminin temelinde yer alan İslam inancı ve gerekleri Osmanlı tarihinin her döneminde hassasiyetle uygulanırdı. Cihana hâkim olan bir devletin yönetim merkezi olan Topkapı Sarayı, hem İslam halifesinin ikametgâhı olması hem de Kutsal emanetleri bünyesinde barındırması sebebiyle önemi mühimdi. Sarayda dini gün ve gecelerde yapılan merasimler, alaylar, dersler, ziyaretler önemli yer tutmaktaydı.391

2.5.1. Huzur Dersleri

Ramazan ayı, Osmanlıʹda dini ve ilmi faaliyetlerin yaygın olduğu bir aydı. Bu ilmi faaliyetlerden en önemlisi ise Ramazan ayında Pâdişâh huzûrunda yapılan tefsîrdersleridir. Ramazan ayında devrin önde gelen ulemâsı tarafından Huzûr-ı Hümâyûnda münâzaralı olarak ders takrîr olunmakta ve bu derslere Pâdişâh tarafından büyük ehemmiyet verilmekte idi. Bu derslere “Huzûr Dersleri” adı verilirdi.392

Osmanlı padişahları, kültürel gelişmeyi sağlamak ve ilmi hayatın canlılığı için huzûrlarında ilmi toplantılar yapar, etraflarına ulemâyı toplar, hatta özel hoca edinirlerdi.393

Huzûr dersleri ilk olarak III. Ahmet zamanında Sadrâzam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yapılmıştır. İbrahim Paşa, 1724 yılı Ramazan ayında ulemâdan Seyyid Ahmed Efendiʹye Ramazan ayı boyunca haftada 3 gün huzurunda Kadı Beyzâvî Tefsîriden ders yaptırmıştır. Bu meclise ulemâdan Nedim Ahmet Efendi, İlmî Mehmet Efendi, Râzî Abdüllatif Efendi, Rûznamçe-i Evvel Çelebi Mehmed Efendi, Sipâhîler Ağası Muhammed Bey ve Vezîr-i Mükerrem Kaptan Mustafa Paşa sürekli derslere katılmışlardır. Bu yıl yapılan derslerde seferler yoğun olmuştur. Bu sebeple hep Fetih sûresi tekrarlanmıştır.394

Ramazan ayında huzûr dersleri şeklinde düzenli bir şekilde tertip edilmesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra gerçekleşmiştir. Damat İbrahim Paşanın tarafından düzenlenen bu dersler, huzur derslerinin ilk düzenli şeklini oluşturmuştur.

391 Mehmet Bahadır Dördüncü, “Topkapı’da Ramazan”, Tarihte Ramazan, s. 41-47. 392 Mehmet Zeki, “ Huzûr-ı Hümâyûn Dersleri”, Edebiyat Mecmuası, C.3, İstanbul, 1918, s.816. 393 Mehmet İpşirli, “Huzur Dersleri”, Tarihte Ramazan, s. 19. 394 İsmail Asım Efendi, Küçük Çelebizâde Tarihi, İstanbul 1282/1865, s. 132

90

Huzur Derslerinin sonunda İbrahim Paşa katılanlara rütbelerine göre hediyeler vermiştir. Kürk, ferace yahut seccade gibi değerli hediyeler vermiştir.395

Huzûr derslerinde dersi takip eden âlime “Mukarrir” tartışma durumda olan kişiye “Tâlib” dersi alan kişiye de “Muhâtap” denilmiştir.396Huzûr derslerinde dersi tekrar eden bir mukarrir ve bu tekrarı dinledikten sonra, tekrar olunan konu hakkında mukarrire soru sorarak ilmî bir tartışma meydana getiren muhâtaplar bulunurdu. Huzûr derslerini her gün farklı bir mukarrir tekrar ederdi. Muhâtaplar da her gün başka kişilerden oluşurdu.397

Huzûr dersleri Ramazan ayının birinci gününden itibaren Saray-ı Hümâyûn dairelerinden birinde öğle ile ikindi vakti arasında yapılıyordu. Daire çok sade bir şekilde döşenmiş olup, mukarrîr ve muhâtaplar için birer rahle ve birer minder bulunuyordu. Mukarrir efendinin rahlesi sedef işlemeli, muhâtap efendilerin rahlesi ise ceviz boyalı oluyordu. Yine mukarrir efendinin minderi muhâtap efendilerin minderlerine göre biraz büyük olmaktaydı. Muhâtap efendilerin rahleleri, mukarrir efendinin rahlesinin sağ ve soluna bir kavis teşkil edecek şekilde diziliyordu.398

Bu düzen üzere dersin yapılacağı salonda tertip alındıktan sonra ilk önce mukarrir ve muhâtap efendiler, onları takiben devlet erkânı ve en son olarak da Pâdişâh salona gelerek yerine oturuyor ve Pâdişâhʹın izin vermesiyle beraber ders başlıyordu. Mukarrir efendi takrîrini yaptıktan sonra onu dikkatlice dinleyerek notlar alan muhâtap efendiler, hazırlamış oldukları soruları rütbelerine göre mukarrir efendiye yöneltiyorlardı. Mukarrir efendi ise kendisine sorulan sorulara cevap veriyordu. Bu dersler yaklaşık iki saat sürüyordu. Pâdişâhʹın tamam işaretiyle ders, yapılan dua ile sona eriyordu.399

Yapılan derslerden sonra mukarrir ve muhâtap efendiler, Pâdişâhʹın iltifat ve hediyelerine ihsan oluyorlardı. Başlangıçta Pâdişâh tarafından çeşitli atiyyeler verilen mukarrir ve muhâtap efendilere sonraları belirli atiyye ve bohçalar verilmeye başlanmıştır. Mukarrir efendilere bir miktar atiyye ve bir bohça, muhâtap efendilere ise sadece bir miktar atiye verilmiştir. Mukarrir efendilere verilen bohçalarda 1 top çuha, 2

395 İsmail Asım Efendi, a.g.e, s. 259. 396 İpşirli, a.g.m., s. 20. 397 Osman Öztürk, “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, S.10, Ankara, 1971, ss. 112-113. 398 Zeki, a.g.m, s. 817. 399 Öztürk, a.g.m, s. 332

91

top kumaş ve 1 adet şal bulunuyordu. Muhâtap efendilere verilen atiyyeler ise rütbelerine göre olmayıp, eşit miktarda idi.400

Tefsir derslerinin ağırlıklı olarak işlendiği bu huzur derslerine ayrı bir ihtimam gösterilmekteydi. Dersi takrir eden ve derste bulunan kişiler padişahın tasdikiyle seçilirdi. Ramazan ayında haftada iki gün ve ikişer saat olarak yapılan bu derslere seçkin ve ilmine güvenilir âlimler davet edilirdi. Derste haddini aşanlar olduğunda sürgünle cezalandırılmışlardır.401

Başlarda Ramazanın birinci günü başlayıp sekizinci günü sona eren huzur dersleri, II. Abdülhamid dönemi padişahın emriyle değiştirilmiş bu sekiz dersin her birini padişahın istediği gün yapmışlardır. Ders padişahın işaret verdiği zamanda son bulurdu. Dua ederek sonlanan huzur derslerinin devam etme zorunluluğu vardı.402

Ramazan-ı Şerife mahsus olan bu dersler 1724 den itibaren düzene girmiş, 1786 Ramazanında Fatiha Suresi ile başlanmış, surelerin muayyen sırası takip edilerek sürdürülmüştür. Sultan Abdülaziz Han döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonunda yapılan dersler Abdülhamid Han döneminde ise Yıldız Sarayının Çit Kasrında icra edilmiştir. Yaklaşık iki asır devam eden bu dersler 1923 yılında Nahl suresiyle son bulmuştur.403

2.5.2. Cerre Çıkmak

Cer, medresede eğitim gören öğrencilerin, üç aylar başladığında dini olarak insanlara faydalı olmak için köylere gitmeleridir. Halkı aydınlatmak ve onlara dini bilgilerini paylaşmak için gittikleri köylerde çok iyi bir şekilde karşılanırlardı. Celbetmek yahut kendine doğru çekmek manasına gelen cer, en fazla Ramazan aylarında dikkat çekerdi. Osmanlı Devletinin kuruluşundan beri olan medrese öğrencilerin cerre çıkma hadisesi, köylüleri geliştirmiş, maneviyatlarını yükseltmiştir. Camilerde Kur’an-ı Kerim okuyup halka vaaz veren bu görevliler dini hizmetleriyle halkı irşad etmişlerdir.404

400 Zeki, a.g.m., s. 818 401 Sinan Rüstemzade, “Huzur’a Layık Olmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.51. 402 Ünver, a.g.e., s.29-30. 403 Kemal Öncel, “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı Hümayun Dersleri”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.47-49. 404 Mehmet İpşirli, “Cer”, Tarihte Ramazan, s. 17.

92

Cerre çıkan talebelerin yol masrafları, bilet paraları, vapur tren ve yiyecek ücretleri bizzat Sultan tarafından Hazine-i Hassa’dan karşılanırdı. Bu işe ayrılan para, Sultan tarafından Meşihat’a yani din hizmetleri görevi gören makama gönderiliyor ve Meşihat da bu parayı adaletli bir şekilde cerre gidecek talebelere dağıtıyordu.405

Cer halkın aydınlanması açısından olduğu kadar medreseliler için de bir uygulama niteliği taşıdığından dolayı çok faydalı olmuş, bu vesile ile medreseliler toplumun bilgi ve kültür düzeyini geliştirme, ihtiyaç ve eğilimlerini yakından tanıma imkânına kavuşmuşlardır.406

Cerre giden kişi, gittiği yerde her gün aynı zamanda yani ikindiden sonra vaaz verirdi. Tüm halk tarafından beğenilen bu cer hocaları erkek kadın fark etmeden ders verir, sadece gittiği köyün halkı değil civar köylerdeki halk ta bu derse katılırdı. Halk Ramazan boyunca alıştığı hocasına Ramazan bitimi hediyeler verirdi. Cer hocasının da alıştığı bu kişilerde ayrılığı zor olurdu.407

Olumlu yanlarının yanında olumsuz yanları da zamanla görülmüştür. Cer olayı zaman içinde istismar edilmiş, birkaç ayet ve dua ezberleyen samimiyetsiz ve yeteneksiz bazı kişiler halkın dini duygularını kötüye kullanarak kendilerine çıkar sağlamışlardır.408

Cer, Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiş, ancak okullarda yetişen din görevlilerinin şehir, kasaba ve köylere resmen tayini sonucunda bu uygulama tarihe karışmıştır.409

2.5.3. Hırka-i Şerif Ziyareti

Hırka-ı Saadet Dairesi, Topkapı Sarayı’nın ön değerli mekânıdır. Mukaddes Emanetler ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Hırka-ı Şerifi burada bulunmaktadır. Bu daireyi Fatih Sultan Mehmed Han yaptırmıştır. Yavuz Selim Han tarafından ise bu daire Mukaddes Emanetlere tahsis edilmiştir. 410

405 Ahmet Uçar, “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 57. 406 İpşirli, a.g.m, s. 18. 407 Melik Aksel, “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı,s.108-113. 408 Uçar, a.g.m., s.63. 409 İpşirli, a.g.m.,s. 18-19. 410 Ömer Faruk Yılmaz “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret Merasimi”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.35.

93

Hırka-ı Saadet Dairesi’nin girişinde Şadırvanlı kubbe vardır. Bu şadırvanda Sultan Üçüncü Ahmed’in imzasıyla Besmele hattı vardır. Kapının iki kenarında ise altın yaldızlı fenerler bulunur. Şadırvanın dibinde ise Arzhâne denilen ve ziyaret gününde sadrazam ve devlet erkânı burada konakladığı yer vardır. Arka tarafta buluna bölüm ise asıl Hırka-ı Saadet odasıdır. Bu mukaddes odada dört pencere bulunur. Duvara gömme dolapta gümüş şebeke içerisinde Hırka-ı Şerif bulunur. 411

Peygamberimizin(s.a.v.)Arap Şairi Ka’b Bin Züheyr’e, Veysel Karânî Hazretlerine ve eyle şehri halkına hediye ettiği hırkalarına Hırka-ı Şerif yahut Hırka-ı Saadet denir. Efendimizin(s.a.v.) Şair Ka’b Bin Züheyr’e hediye ettiği ve Topkapı Sarayında bulunan hırkasına Şami yani Hırka-ı Saadet, Veysel Karani Hazretlerine verilen ve İstanbul Fatih Camiinde bulunan hırkaya Yemânî denmiştir. Eyle şehrine hediye edilen hırka Abbasi halifesindeyken Moğol istilası sırasında kaybolmuştur.412

Hırka-ı Saadet’in sahibi olan Ka’b Bin Züheyr, Cahiliye devrindeki Arapların yedi büyük şairden birisidir. Yazdığı şiirler Peygamber Efendimize (s.a.v.) düşmanca olan ve İslâm dinini kötüleyen şiirlerdir. İslâmiyet’in rencide olmasıyla Ka’b Bin Züheyr ölüm cezasına çarptırılır. Efendimizin huzuruna kabul etmesiyle Müslüman olan Ka’b Bin Züheyr, irticalen bir kaside okur. Elli dokuz beyitlik olan bu kaside Peygamber Efendimizi (s.a.v.) heyecanlandırır. “Resulullah Allah’ın kınından sıyrılmış öyle nurlu bir kılıcıdır ki cihan nurundan feyz alır.” manasına gelen mısrasını okurken Hz. Muhammed (s.a.v.) çok heyecanlanır ve sırtındaki devetüyü rengindeki hırkasını Ka’b’a verir. Ka’b ın okuduğu kaside ye Hırka kasidesi yani Kaside-i Bürde denmiştir.413

Osmanlı döneminde Hırka-i Şerîf etrâfında teşekkül eden önemli geleneklerden biri de Ramazan ayının on beşinci günü gerçekleştirilen Hırka-i Şerîf ziyâretidir.414

Bu mübarek Hırka-ı Şerif, Yavuz Sultân Selîmʹin 1517 tarihinde yaptığı Mısır seferi sonunda hilâfet makamını da kendi üzerine almasıyla beraber Peygamberimize ait olan diğer kutsal emânetlerle birlikte İstanbulʹa getirilmiştir. Hırka-i Şerîf, 124 cm.

411 Yılmaz, a.g.m.,s. 35-36. 412 Yılmaz, a.g.m., s.37-38. 413 Akyavaş, a.g.e., s.345. 414 Nurhan Atasoy, “Hırka-i Saâdet” , DİA, İstanbul, 1998, XVII, s. 374

94

boyunda olup geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı asil bir hırkadır. Günümüzde yaygın olarak Hırka-i Saâdet adıyla da bilinmektedir.415

Hırka-i Şerîf ziyâreti yapılmadan önce ziyâret için ön hazırlıklar yapılırdı. Ramazanʹın on ikinci günü Hırka-i Şerîf, Hırka-i Saâdet Dairesinden alınarak Revân odasına nakledilir ve iki gün orada kalırdı. Hırka-i Şerîf ve diğer kutsal emanetlerin Revan odasına taşınması sırasında Pâdişâh da orada bulunur. Peygamberimizʹe ve Sahâbeʹye ait olan kılıçları omuz hizasına kadar kaldırarak öperdi. Aynı şekilde orada bulunan bütün Enderûn Ağaları da kılıçları saygıyla öperlerdi.416

Ramazan ayının on beşinci gecesinde Pâdişâhʹın da katıldığı, Hırka-i Şerîfʹin bulunduğu daireyi temizleme merâsimi yapılırdı. Yavuz Sultân Selîm döneminde Hırka- i Şerîf için yapılan bu daireye Hırka-i Saâdet Dairesi denilirdi. Hırka-i Şerîf bu dairede gümüşten yapılmış bir sanduka içerisinde muhafaza edilirdi. Gül suyu dolu kâselerle temiz sünger ve bezlerle Hırka-i Saâdet Dairesi temizlenirdi. Pâdişâh, gül suyuna batırılmış süngerlerle Hırka-i Şerîf kutusunu temizlerdi. Çuhadâr, Rikaptâr Ağalar, Has Odalılar ve Gedikliler gibi görevliler ise dairenin kapılarını, pencerelerini ve duvarlarını temizlerdi. Hırka-i Şerîfʹe duyulan saygının bir göstergesi olarak temizlikte kullanılan süngerler ve bezler atılmaz saklanırlardı.417

Ramazanın on beşinde Topkapı Sarayı’nda Emanet-i Mübâreke dairesinde Hırka-i Saadet ziyareti için yapılan alay vardı.418 Buna “Hırka-ı Saadet Alayı” denirdi.

Hırka-i Şerîf ziyâreti, Pâdişâhʹın bizzat katılımıyla yapılırdı. Tören sırasında Pâdişâh sandukanın yanında, Sadrâzam sağında, Bâbüssaâde Ağası solunda durarak ziyâret gerçekleşirdi. Ziyâretlerde Hz Peygamber(s.a.v.)’e duyulan saygının bir gereği olarak ayakta durulur asla oturulmazdı. Törene katılacak herkesin daireye gelmesinin ardında İmam Efendiler, Kur’ânʹı Kerim okurlardı. Kur’ân tilavetinin ardından Pâdişâh, kendinde bulunan altın anahtarla Hırka-i Şerîfʹin içinde bulunduğu sandukayı açarak sanduka içindeki sırmalı, inci işlemeli yedi adet yeşil kadife bohçayı çözerdi. Bu bohçaların içinden ikinci bir muhafaza çıkardı. Bu ikinci muhafaza, altından yapılmış iki kanatlı bir çekmece idi. Bu çekmecenin altın anahtarı da Pâdişâhʹta bulunurdu.

415 Atasoy, a.g.md, XVII, s. 374 416 Ali Seydi Bey, Teşrîfât Ve Teşkilatımız, (haz. N. Ahmet Banoğlu), İstanbul, s. 122 417 Tayyar-zâde Ata, Osmanlı Saray Tarihi ( Tarih-i Enderûn ), (haz. Mehmet Arslan), C.1, İstanbul, 2010, s. 316. 418 Ahmet Rasim, a.g.e., s. 153.

95

Sultân bu çekmeceyi de açtıktan sonra Hz Peygamber’e(s.a.v.) duyduğu sevgi ve saygının bir nişanesi olarak Hırka-i Şerîfʹe yüzünü gözünü sürerdi. Sultân daha sonra diğer dâvetlilerin ziyâretine izin verirdi.419

Hırka-ı Şerif’in sandukasının üç altın anahtarı bulunurdu ve bu anahtarlardan biri padişahtaydı. Herkes hazır olduğundan İmam-ı Evvel, İmam-ı Sani önde olur ve Aşr-ı Şerif okunurdu. Sandukayı Padişah besmeleyle açardı. Hırka-ı Şerif bir bohça içinde ve birde altın çekmece içinde ve onunda içinde bulunduğu bir altın sanduka içindedir. Ziyaret Hırka-ı Şerif sağ omuz hizasında yakası öpülerek yapılırdı. Öpülecek olan yere tülbent konulurdu. Bu tülbentlere Destimal denirdi. Öpen kişi bu tülbenti alır mukaddes bir hatıra olarak saklardı.420

Hırka-ı Şerif ziyareti sona erdikten sonra, dâvetliler sırasıyla rütbesi en küçük olandan en büyük olana doğru Hırka-i Şerif Dairesinden teker teker ayrılırlardı. Dairede en son Pâdişâh, Sadrâzam ve Şeyhülislâm kalır ve daireden en son onlar ayrılırlardı. Sadrâzam, Hırka-i Şerîf ziyâreti bittikten sonra çeşitli atiyyeler verirdi.421

Hırka-ı Saadet alayından sonra yeniçeri ocağı neferlerine baklava verilirdi. Bu uygulama ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında yapılmıştır.422

Her Ramazan ayının on beşinde yapılan Hırka-ı Saadet ziyareti sırasında padişah bu tarihte Edirne yahut Bursa sarayında oturuyorsa yine bu saraylarda bulunan Hırka-ı Saadet ve Has Oda teşkilatı mevcut olduğundan ziyaretin merasiminin aynısı o şehrin saraylarında da yapılmıştır. Hırka-ı Saadet ve kutsal emanetlerden birkaçı o saraya gider İstanbul’da yapılan adetler o şehirde yapılırdı.423

Pâdişâh ve ileri gelen devler erkânının ziyâreti bittikten sonra harem-i hümâyûn Hırka-i Saâdet dairesine gelerek ziyârette bulunurdu. Harem-iHümâyûnʹun Hırka-i Şerîf ziyâreti bazı yıllar devlet erkânından bir gün sonra on altıncı gün gerçekleşmiştir.424

419 Esʽad Efendi, a.g.e, s. 32. 420 Yılmaz, a.g.m., s.44. 421 BOA, KK. d., nr. 696, zikreden, Esʽad Efendi, a.g.e., s. 32 422 Uslubaş, a.g.e. s. 125 423 İsmail H. Baykal, “Hırka-ı Saadet Ziyareti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.101. 424 Yunus Irmak, III. Mustafa Rûznâmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1991, s. 106.

96

2.5.4. Sakal-ı Şerif Ziyareti

Camilerin çoğunda Kadir gecesi, bazı camilerde de arife günü akşamı “Sakal-ı Şerif” çıkarılırdı. Hz. Muhammed(s.a.v.) tıraş olurken Ashab-ı Kiram kesilen saçlarını almış, Çağlar boyunca bu mübarek saçlar elden ele geçerek İslam dünyasının her tarafına dağılmıştır. Sakal-ı şerif Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde camilerde halkın ziyaret etmesi âdet halini almıştır. Sakal-ı şerif minberin basamakların sonunda bulunan kutuda yüksek bir sandalye üzerinde konulan bir şişe içinde ve üstü yeşilörtülerle sarılarak saklanmaktadır. Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde tekbir sesleri ile saygı ile minberdeki yerinden kaldırılarak mihrabın önünde yüksek bir iskemle üzerine konur, örtüleri teker teker açılır ve camide bulunanlar sakalı şerif şişesini ihtiva eden kutuya yüz sürerler.425

Müslümanlar tarafından alınıp bereketlenmek için saklanan ve günümüze kadar gelen “Lıhye-i Seâdet” diye de bilinen sakal-ı şerif ziyaretleri Osmanlı’da her Ramazan düzenli olarak yapılan ziyarettir. Sakal-ı Şerif Salatü Selamla bulunduğu yerden alınarak, mihrabın önünde yüksek bir sehpa üzerine konur. İmam Efendi ve mahallenin güzel sesli hafızları beraberinde tehlîl ve Salatü Selam okunarak ziyaret edilirdi. Ekseriyetle sakal-ı şerif bohçasının kenarının öptürülüp başa konulmasıyla ziyaret tamamlanır ve yine aynı saygı ile eski yerine konurdu. 426

2.5.5. Diğer Dini Faaliyetler

Ramazan ayında en çok ziyaret edilen yerler genelde muhterem zatların türbeleridir. Bu türbelerden en meşhuru Peygamber Efendimizin “Konstatiniyye surunun dibine Salih bir kişi gömülecektir” diye rivayet ettiği Eyyûp el-Ensari hazretlerinin (Eyüp Sultan Hazretleri)nin türbesidir. Resullullah Medine’ye hicret edince Efendimizi evinde yedi ay misafir eden, bütün gazalarda bulunan ve yüz elli hadis-i şerif bildirmiş olan İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen bu zatı ziyaret etmek için İstanbul ve Anadolu’dan akın akın Müslümanlar gelirdi.427

İstanbul’da halkın Ramazan da ziyaret ettiği diğer türbeler: Aziz Mahmud Hüdayiî, Murad-ı Münzavî, Abdülfettah-ı Bağdadi Akrî, Emir Buharî, Zenbilli Ali

425 Bayrı, a.g.m.,s. 129-130. 426 Uslubaş, a.g.e., s. 29. 427 Abdullah Kara, Hilal Kara, Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza Yayınları, İstanbul, 2006, s. 87.

97

Efendi Türbesi gibi önemli türbelerdir. Bu türbeler Ramazan ayında her zamankinden daha fazla dolup taşar ve Müslümanlar bu mübarek zatların ruhlarından feyiz alarak dualar ederler ve maneviyatta olgunlaşırlardı.428

İmsak vaktinden biraz önce cami minarelerinden temcid429 okunurdu. Hem övmek hem saygı göstermek manasına gelen temcid, sabaha karşı minarelerden dua eşliğinde okunurdu. Sahur vaktine denk geldiğinden sahura temcid vakti de denmiştir.430

Vakıflar adına yapılacak vaazlar günün çeşitli saatlerinde dağılmış, öğle ve ikindi namazlarından önce ve sonra, teravihin başlamasından önceye konmuştur. Böylece ibadet etmek için camiye gelen kişiler bu okunan vaazlarından da yararlanıyordu. Hemen bütün semtlerde halkın yoğunlaştığı camilerde toplanmıştı bu vaazlar. Vakıflar içinde camilerde mukabele okuyarak hatim indirecek görevlilerin ise, ayrıca listeleri düzenlenmişti. Başta Fatih olmak üzere Yeni Camii, Süleymaniye, Valide Camii, Kılıç Ali Paşa, Nusretiye ve Beylerbeyi cemaat ile dolup taşardı.431

Toplumdaki bazı kişiler iftarlarını Yenikapı’daki Mevlevi tekkesinde ve Halvetiye tarikatının kollarından birinin kurucusu olan Sünbül Efendi’nin Kocamustafapaşa Camii’nin avlusundaki tekkesinde yaparlardı. Bu iftardan ayrı mezarlık ziyareti de gerçekleştirmişlerdir. Hatta yoğun şekilde tarikata bağlı olanlar bu türbelerde ve mezarlıklarda sabaha kadar kurdukları çadırlarda konaklardı.432

2.5.6. Ramazan Ayında Yapılan Yardımlar

Osmanlı toplumundaki Müslüman kişiler maddi olanaklarınca fakirlere yardım eder, zekat ve fitrelerini ihmal etmezlerdi. Ramazan ayı dolayısıyla hayır ve hasenatta cömert davranırlardı. Haramdan uzak duran, iyilikte birbiriyle yarışan kişiler Ramazan ayın bereketini üzerlerinde toplarlardı.433

428 Uslubaş, a.g.e., s. 29. 429 Temcid, Hz.Muhammed’i (s.a.v.) öven kasidelere denir. 430 Tâhirü’l Mevlevî, a.g.m., s.129. 431 Uslubaş, a.g.e., s. 43. 432 Françoıs Georgeon, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s.57. 433 Abdülazîz Bey, a.g.e., s. 252.

98

Zenginler, mahalleleri dolaşarak mahalle bakkallarındaki “Zimem Defteri” denilen borç defterlerini satın alırlar, borçluların haberi olmadan borçlarını öderlerdi.434

1750 yılında Osmanlı Devletinin topraklarını gezen Avukat Guer, seyahatnamesinde, “Kimi Müslümanlar hapishaneleri gezer borç için yatan mahpusları kurtarır, kimisi ihtiyaçlarını ifşa etmekten utanan fakirlere dağıtmak üzere cami imamlarına para bırakır, kimisi ölmüşlerinin ruhlarına Kur’an-ı Kerim okunmak üzere vakıf tesis eder., kimisi cenazeyi yıkayıp defnettikten sonra mezarının üzerine fukaraya yiyecek dağıtır ve bu suretle sağları ölülere Kur’an-ı Kerim okuyarak ahiret işkenceleriyle kabir azabının dehşetinden kurtarmaya davet eder. Kimisi borcunu ödeyememiş bir ölünün hesaplarını tasfiye ederek ruhunu rahat ettirmek üzere senetlerini tabutun içine koyar. Kimisi Allah’a ibadet için camiler yaptırır. Kimisi gençlerin dini ve dünyevi ilimleri tahsili için medreseler ve yolcularla hastalar ve deliler için hanlar, hastaneler ve tımarhaneler yaptırıp bunların her türlü ihtiyaç maddelerinin tenzîini temin eder.435

Devlet, Ramazan ayı için hazineden para yardımında bulunmuştur. Bunun için görevli tahsis etmiş, her Ramazan düzenli olarak bu ücretin yinelenmesini istemiştir.436

Osmanlı toplumunda zengin kişiler hayır ve hasenatını yaparken kimseyi rencide etmeden yapar, fakirde ihtiyacını görürken fazlasına heves etmezdi. Ramazan ayında bu hassasiyet artardı. Her gün muntazam olarak fakir ve fukaraya yemek dağıtan, her türlü ihtiyaçlarını temin eden vakıfların yanında birde camilerin ve bazı vakıf binalarının belirli yerlerinde, pencere altlarında, duvar kenarlarında keselikler bulunurdu. Bizzat hayır sahibi bu keseye para koyar ihtiyaç sahibi de kimin koyduğunu bilmeden alırdı.437

Para konularak hayır yapılan bu keseliklerden başka bir de “Sadaka Taşları” vardır. Sadaka taşları genelde cami avlularında, bazı tekkelerin bahçelerinde vakıf binalarında ve fakir semtlerinde olurdu. Bu taşlar büyük ve baş kısımları oyuk olurdu. Bu oyuklara zengin ve hayır sahipleri kimsenin göremeyeceği zamanlarda, ya sabah çok erken saatte, ya da akşam karanlığında bir miktar para bırakırdı. İhtiyaç sahibi kişiler de

434 Cemal Kutay, “Zimem Defteri”, Ramazan Medeniyeti, s. 204. 435 Uslubaş, a.g.e. s. 52. 436 BOA. MKT. MHM.310.82. 437 Feriha Yakut, “Fakirle Zengini Buluşturan Sadaka Taşları”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 98

99

buradan ihtiyacı oranında para alır, gerisine dokunmazdı. Sadakayı veren de alan da birbirini görmezdi.438

Ramazanda en büyük yardım denilebilecek hatta birlik, beraberlik ve kardeşliği arttıracak en büyük yerlerden biri olan yer “iftar çadırları” idi.İftar çadırları; kervanları kervansaraylarda konaklatan, köylerine geleni köy odalarında ağırlayan, şehirlerine geleni imaretlerinde misafir eden, aç insanı sadece Allah rızası için doyurma geleneğimizin bir uzantısıdır.İftar çadırları, ramazanda binlerce insanın birlikte oruç açtıkları, her türlü sosyal sınıf insanın, talebelerin, fakir fukaranın, gelir seviyesi yüksek olan kişilerinde faydalandığı, karnını doyurduğu mekânlardı.439

2.6. RAMAZAN AYINDA YAPILAN SOSYAL MERASİMLER

Ramazan da gündüzler, tekke ve türbe ziyaretleri, camilerdeki vaazlar ve iftar- sahur hazırlıklarıyla, geceler ise ibadetle, sazla sözle geçerdi. Osmanlı toplumunun Ramazan hayatında her sınıfın, her ailenin kendine özgü bir uslûbu vardı. Ramazandaki hayat tarzı her evde yılın diğer aylarından farklıydı.440

Teravih namazı kılındıktan sonra herkes birbirini tebrik ederdi. Ardından tepsilerle camiden çıkan cemaate şerbetler dağıtılırdı. Şerbetler bittikten sonra, kahvelere yahut sergi yerlerine gidilirdi. Hanımlar hükümetin tenbihi dahilinde olan yerlere gidebilirlerdi. Halk kulübü niteliğinde olan kahvehaneler sahura kadar açık olurdu. Ramazana mahsusu kahvehaneler resimler, renkli süsler ve fenerlerle süslenirdi. Çocuklar ise yolları şenlendirir, çeşitli oyunlar oynarlardı.441

Günümüzde her vakit ellerde dolaşan tespihler Osmanlı döneminde sadece Ramazan ayında rağbet görülmektedir. Ramazanda yapımı ve satışı artan tespih özel olarak üretilir, hatta Ramazana özel imameler konulurdu. Adeta ellerin ışıksız mahyası olan tespih, Ramazanda oruçlular için vakit geçirme amaçlı akşam ise ayrı bir eğlence olarak selamlıkta çekilmektedir.442

438 Yakut, a.g.m.,s. 98 439 Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan,s. 104-105. 440 İlber Ortaylı, İstanbul’dan Sayfalar, Hil Yayınları, İstanbul, 1986, s. 157. 441 Ünver, a.g.e., s. 55-56. 442 Ünver, a.g.e.,s. 60-61.

100

2.6.1. Davul, Davulcu ve Manileri

Eski Türklerde Küvrüg, tug, tümrüg, tavıl gibi kelimelere karşılık gelen davul443çağlar önceden kullanılan bir enstrümandır. Davul Türklerin en eski çalgılarındandır. Eski Türk dini olan Şamanlığın ibadet vasıtalarından olan davul, toy denen törenlerde de kullanılmıştır.444Hunların resmi ve dini çalgısı olan Davul hem devletin varlık, bağımsızlık ve egemenlik simgelerinden biri,hem de devletin askeri müzik topluluklarını oluşturan Tuğ Takımları ile Şamandininin ve din uluları Kam’ların baş çalgısı niteliğindedir.445

Türk hükümdarlarının hâkimiyet alametlerinden bir tanesi olan davul, Türkler vasıtasıyla İslam âlemine de yayılmıştır. Türkler kurdukları İslam devletlerinde davulu kullanmışlardır. Temel çalgı aleti olan davul, Osmanlı da mehter takımının en önemli parçasıdır.446

Osmanlı’da davulun telgraf özelliği de vardır. Anadolu da höyük denen tepelerde davulcular beklerdi. Kendilerine mahsus ifadeler tertip edip düşman tarafından ani baskınlarda ve Devletin önemli işlerinde tokmaklarla davula vurarak civardaki hudut bölgelerine haber verirlerdi. Böylece kısa sürede hükümet bu bölgelerden haberdar olurdu.447 Bu görevlerden ayrı davul, düğünlerinde başlıca meşhur eğlence aracıdır.

Mahalle ve çarşı bekçileri şehrin dirlik ve düzeninden sorumlu güvenlik görevlileri arasındaydı. Bununla birlikte şehrin gündelik hayatında çarşıların ve mahallelerin güvenliğini sağlarken bazı günlerde çarşı esnafının ve mahallelinin işlerine yardımcı olurlardı. Mahalle halkıyla içli dışlı olur, bunun karşılığında da mahalleli de senenin her mevsimi onu gözetir, besler ve aileden biri olarak kabul ederdi.Sadece güvenliği sağlama görevi olmayan bekçi, sakinlere saati bildirmek de görevleri arasındadır. Ucu demirli sopasını kaldırım taşlarına saat sayısı kadar vurur, böylece

443 Peter Zıeme, “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, S.21, Ankara, 2014, s. 161-170. 444 İnan, a.g.e., s.97. 445 Emin Erdem Kaya, “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil Dergisi, C.1, S.3, 2012, s.95. 446 Süleyman Sırrı Güner, “Osmanlı Musikisi ve Mehter”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.14, 2017, s.102. 447 Şakir, a.g.e., s.50.

101

evlerde saatlerden haberi olmayanları uyarmış olurdu. Hatta bunu buçukları, çeyrekleri bildirerek yapanlar bile vardı.448

Ramazan da en karlı meslek olarak bekçilik görülürdü. Ramazan dolayısıyla memurlar yarım gün çalışmakta, esnaflarda gündüzleri dükkanlarını açmadıkları için maddi yönden bekçiler en rahat mesleğe sahipti. Ramazan ayında sahurda davul çalıp ek gelir sağlarlardı.449

Ramazan gecelerinde davul çalıp maniler okuyarak halkı sahura kaldırmak bekçinin asli göreviydi. Bekçiler edalı bir şekilde okudukları manileri sekiz heceli dörtlüklerden oluştururlar ve dörtlükler arası konu bütünlüğü mevcuttur.450

Sesi güzel olmayan, davul çalmasını bilmeyen bekçiler genellikle bu işte mahir olan bir davulcu ile Ramazan ayı gelmeden anlaşırdı. Davulcu ise sesi güzel, hatta biraz irticalen şiir söyleme yeteneğine de sahip biriydi.451

Ramazanda manilerin okunması hilalin görünmesiyle başlar, her gün iftarda ve sahurda değişik mevzulara dair maniler okunurdu. Mevsimi sabit bir Ramazan olmadığı için Ramazan manileri de mevsimin durumuna göre değişiklik arz etmekteydi.452

İftardan sonra teravih namazına kadar geçen sürede ve sahur vakitlerinde kapı kapı dolaşan bekçi veya davulcu bahşiş ve hediye toplar, kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk demeden herkesin ilgisini çekerdi.453

Maniler Ramazanın gelişinden, bahşiş istemeyi dile getirmekten, bayramı müjdelemekten bahsederdi. Günlerin önemini bahseder ve halkın da böylelikle dikkatini çekerdi.

448 Uslubaş, a.g.e., s. 69. 449 Ortaylı, a.g.e., s. 157. 450 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 269. 451 Kalender Yıldız, “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, s. 159. 452 Yıldız, a.g.m., s.159. 453 Malik Aksel, “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, s.87.

102

Besmeleyle çıktım yola

Selam verdim sağa sola

A benim devletli beyim

Vakt-i şerif hayır ola.454

Ramazanın on beşinden sonra artık ayrılığın yaklaşmakta olduğu hissedilir, on beşinde askere baklava çıkarılır;

Bu gece on altı sayı

Gidiyoruz Ramazan ayı

Yeniçeri padişahtan

Aldı bugün baklavayı455

Hemen hemen bütün manilerin sonunda açıkça ve kibarca bahşiş istenir, Ramazanın sonuna doğru bahşiş ve ikram yerine hediye beklenirdi;

Eriştik şükür Ramazana

Ne mutlu erişen cana

Gelince bu mâh-ı şerif

Safa bağışlar insana456

Ramazan bayramlarında davulcular ellerinde uzun bir sarık ve boyunlarında davulla dolaşarak evlerin önünde çalarlar. Her evden uçlarına bahşiş bağlanmış çevre, yazma ve bazı evlerden de elbiselik, basma, bohça ile gecelik çamaşır ve bahşişi verilir, bunların hepsini sırığın üzerine asarlar, bu suretle mahalleden hayli eşya toplarlar, evlerine dönüşte bunları aralarında pay ederlerdi.457

454 Şakir, a.g.e., s.57. 455 Kolay, v.d., a.g.e., s. 205. 456 Amil Çelebioğlu, Ramazanname, Tercüman 1001 Temel Eser, s.46. 457 Ruşen Eşref Ünaydın, “Davulcunun Manileri”, Ramazan Kitabı,s. 137-140.

103

Lûtfun bize verdi safâ

Bu gecemizdir ibtidâ

Söyler lisânım merhaba

Ey Mâh-ı Sultan merhaba458

2.6.2. Kandil Yakmak

Mevlid, Regâib, Mi’rac, Berat ve Kadir Geceleri olan İslam âleminin beş mübarek gecesine kandil geceleri denilmiştir. Sebebi ise; Osmanlılardacamiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakıldığı için mübarek addedilen bu gecelere kandil geceleri denildiği ifade edilmektedir.459

II. Sultan Selim’in mübârek gecelerde minarelerde kandil yakma geleneğini başlattıktan sonra oğlu III. Murat, babasının bu faaliyetini kanun haline getirmiştir. Torunu I. Ahmet de bu kanunu teyit eden fermanlar çıkarmış ve kendi camini yaptırırken kandiller ve mahyalar vakfetmiştir. III. Ahmet de Ramazan geceleri yakıp bayram geceleri söndürülen minare kandillerinin bayramlarda da yakılmasını emretmiştir.460

Kandiller bazen Ramazan’ın ilanında da kullanılmıştır. Ramazan’ın ilanıyla birlikte mahyacıbaşı Süleymaniye Camii’nde hazır bekleyen kandilcilere haber verirdi. Buradan da diğer minareler görerek kandillerini yakarlardı. Böylelikle mahalle aralarında çocukların peşine takıldığı davullarla, bekçiler tarafından yarın Ramazan olacağı halka haber verilmiş olurdu.461 Ramazan ayının başlangıcını halka duyurmak maksatlı yakılan kandil, düzenli olarak her yıl yakılması tenbihlenmiştir.462

Ramazan ayı yaklaşmaya başladığı zaman, vakıflar idaresi camilere tulumlara doldurarak zeytinyağı gönderir, bunlar büyük camilerin yağhanelerinde birikir, depolanırdı. Cami kayyumları tarafından kandiller temizlenir, şamandıra diye

458 Kilis’li Rıfat Bilge, Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1996, s.206. 459 Halide Aslan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden Kandiller”, İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi (İSTEM), S.13, Y. 7, 2009, s.200. 460 Derviş Ramazanoğlu, “Minare, Mahya ve Kandilin Tarihi”, Tarih Hazinesi, S. 8, İstanbul, 1951, s. 408. 461 Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1995, s. 53. 462 BOA.Hatt-ı Humayun, 1652.43.

104

adlandırılan kandilleri hazırlarlardı. Küçük ibriklere konulan yağlar kandillere dökülür, yakmak için ise meşale kullanılırdı. Çok zahmetli olan bu iş zamanla elektriğin gelmesiyle kolaylaşmıştır.463

Ramazanlarda bayram gecesine kadar kandil yakılarak Bayram gecesi kandil yakılmaması adet olmuştu. Damat İbrahim Paşa bir ferman çıkararak bayram geceleri de minarelerde kandil yakılmasını istemiştir. Ramazan ve bayramlardan ayrı sadece Mevlit kandilinde de minarelerde kandil yakma geleneği II. Mahmut’un saltanatı döneminde başlamıştır. Mevlit kandilinde minare kandilinin yakılmasından ayrı ev ve dükkânların önüne kandil asılması ve beşer defa top atılması yine bu dönemde gelenek haline gelmiştir.464

Kadir gecelerinde uygulanan, minarelere kandillerden kaftan geçirmek âdeti vardı. Bu uygulama tek minareli camilerde yapılırdı. İstanbul’un yedinci tepesi üzerindeki Bekirpaşa, Davutpaşa ve Kocamustafapaşa Camiileri minarelerini yalnız kadir gecelerinde kandillerle kaftan giydirerek donatırlardı.465

Ramazan ayında minarelere kaftan giydirme ve minarelerden kandil uçurtmak gibi uygulamalar çok gösterişli olurdu. Minarelerin şerefeden külahla beraber her bir tarafının kandillerle donatılmasına kaftan giydirmek denilirdi.466

Minarelerden kandil uçurtmak geleneğinde ise yanmakta olan mahyalar bitince minarelerden kandiller uçurulmasıyla olurdu. Kandil iplerinden biri minarelerinin şerefelerine, diğer ucu câmî avlusundan şerefeye paralel olarak 1,5-2metre yüksekliğinde bağlanıp uçurtmacı olarak görevli kişi teravihten sonra uçurmaya başlar, seyirciler câmî avlusuna toplanarak bu gösteriyi büyük bir heyecanla izlerlerdi.467

Sultan Reşad döneminde adet haline gelen ve günlerce hazırlığı süren kandil merasimi düzenlenmiştir. Bu merasim Mecidiye Camiinde düzenlenmiştir. Bunun için Padişah gelecek olan kişilere özel davetiye yaptırmıştır. Katılanlardan rütbesi olanlar

463 Şakir, a.g.e., s. 74-75. 464 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.122. 465 Ünver, a.g.e., s. 53-54. 466 Ozansoy, a.g.e., s. 35. 467 Ünver, a.g.e, s. 10.

105

büyük üniforma, rütbesi olmayanlar ise İstanbulin468 giyerek katılmıştır. Merasime davetliler bu davete geldiklerinde davetiyelerini göstermeleri zorunludur.469

2.6.3. Mahyâ ve Mahyâcılık

Ramazan gecelerinde Selâtîn câmîlerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine, kandillerle yazılan yazı veya yapılan resim anlamına gelen “Mahyâ”, Osmanlı Ramazanlarının vazgeçilmez geleneklerinden biriydi.470

Osmanlıʹda ilk mahyânın ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. Mahyâ hakkında araştırmalar yapan Süheyl Ünver, Osmanlıʹda mahyânın ilk olarak I.Ahmet döneminde Fatih Câmî müezzini Hattât Hâfız Ahmed Kefevî tarafından 1614 yılında kurulduğunu anlatmaktadır.471

Ancak XVI. yüzyılın sonlarında 1578-1581 yılları arasında İstanbulʹda bulunan ve Ramazan ayını yaşayan ve eserinde anlatan Solomon Schweigger, anılarında şunları aktarır: “Bu ayda iki minare arasına bir ip gerilir. Buna bağlanan kısa ve uzun başka iplere kandiller asılır ve böylece dolunay ya da hilâl doğmuş gibi bir görüntü oluşturulur. Bu şekilde asılan iki yüz veya daha fazla kandille başka şekiller de yapılır. Çok görkemli görüntüler meydana getirilir.472

Osmanlıda Ramazan ayında Selâtîn câmîlerinde mahyâ yapılmaya başlanmasının yaygınlaşması III Ahmed döneminde başlamıştır. 1133 den 1721 yılına kadar Ramazan ayında sadece Süleymaniye, Sultan Ahmet ve Bahçekapı Vâlide Sultan câmîlerinde minareler arası boşluğu müsait olduğundan dolayı mahyâ kurulmuştur. Diğer câmîlerde ise mahyâ o zamana kadar yoktur. Anadolu Kadıaskeri Feyzullâh Efendiʹnin uğraşlarıyla ve Üsküdar halkının yoğun isteği 1721 senesi Ramazan ayının on sekizinci gecesi Üsküdar Vâlide Sultan Câmîne “Elhamdülillâh” yazılı özel bir mahyâ kurulmuştur.473

468 İstanbulin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar olan dönemde Anadolu’da kullanılan yakası kapalı bir tür erkek ceketidir. 469 Tuna Buğra Hanlı, “Böyleydi Osmanlı’nın Kandili”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.87-88. 470 Şemseddin Sâmî, Kâmûs-i Türkî, İstanbul, 1317, s. 1265. 471 Süheyl Ünver, “Mahya ve Mahyacılık”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, 2010, s. 78. 472 Schweigger, a.g.e, s.192 473 Mehmed Râşid Efendi, Tarih-i Râşid, V. Matbaʽa-i Âmire, İstanbul 1281/1865, s.307-308

106

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1722 yılında yayınladığı bir emirle de İstanbul’da bulunan bütün Selâtîn câmîlerinde mahyâ kurulmasını istemiştir. Bu emirle Eyüp, Sultân Selîm, Sultân Mehmed, Sultân Bayezid, Ayasofya ve Şehzâde câmîlerinde de Ramazan ayında mahyâ kurulmaya başlanmıştır.474

Mahyânın sadece Selâtîn câmîlerinde yapılmasına fermân buyrulmasının sebebi; mahyânın iki minare arasına kuruluyor olması ve sadece Selâtîn câmîlerinde iki minare bulunmasıdır. Osmanlıda hânedân mensupları dışında kimseye iki minareli câmî yaptırma izni verilmezdi. Selâtîn câmîlerinde mahyâ kurulmasına fermân çıktığı zaman Eyüp Câmînin minareleri arası mahyâ kurulamayacak kadar kısa, Üsküdar Mihrimâh Sultân câmînin de tek minareli olduğundan bu iki câmîye mahyâ kurulmaya uygun ilavelerin yapılmıştır.475

Farsçada ay manasına gelen “mah” kelimesinden türediğini ve aylık, Ramazan ayına mahsus şey manasına geldiğini kabul etmek gerekir. Hayy, hayat, ihya kelimeleriyle aynı kökten olan Arapça ‘mahya’ ise zikir meclisi, zikirle geceyi ihya etmek manasına gelir.476

Câmîlerde mahyâ hazırlığı, minareler arasına mahyâ halatı çekmek suretiyle Ramazandan on beş gün evvel başlar ve Ramazanʹın birinden on beşine kadar yazı, bundan sonra resim olmak üzere kurulurdu. Mahyâları kurmak için evvela büyük bir kağıt üstüne iki minare arasındaki mesafeye göre bir ufkî bir çizgi çizilip bunun alt tarafına yazı yazılır. Sonra bu yazının harfleri üzerine münasip ve eşit aralıklarla noktalar konur. Bu noktalar kandillerin asılı bulunacakları yerlerdir. Bundan sonra bu noktalardan yukarı taraftaki ufkî çizgiye birer hat çekilir. Önce bu çizgilerin boyları ölçülür ve her biri için o boyda bir ip hazırlanır. Sonra bu iplerin bir ucuna bir makara ve diğer ucuna bir kandil kutusu bağlanır. İpler bu suretle hazırlandıktan sonra resimde her kandil ipinin yazıdaki haline göre birbiri arasındaki mesafeyi tam bir şekilde ölçülerek o mesafelere düzgün bir uzunlukta iplerle makaralar birbirine bağlanır. Böylelikle mahyâ kurulmuş olur.477

474 Mehmed Râşid Efendi, a.g.e,V, s.440. 475 Ünver, a.g.m., s.79 476 İsmail Kara, “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif’i İhya”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, s.18-21. 477 Ali Toy, “Mahyâlar”, Altınoluk Dergisi, S.3, İstanbul, 1986, s. 43

107

Bir aylık mahya için dört-beş yüz kandil gerekmektedir. Bu kandillerin hazırlanması bağlanması fitillerinin yapılması aylarca hünerister. Mahya kandillerinde kullanılan fitiller dere kenarındaki sazlardan özel olarak yapılmaktadır. Bu sazlar alınır, kurutulur, sonra kıl gibi ince elyafa ayrılır. Bu elyaf pamuklara sarılır. Bir Ramazanda on bin fitile ihtiyaç vardır. Günde üç yüz fitilden fazla yapmak mümkün değildir.478

Hazırlanan mahyâyı iki minare arasına asmak için önce karşılıklı iki minare şerefesi arasına kalınca bir ip gerilir. Diğer ipin bir ucu da yazının ilk kandili makarasına bağlandıktan sonra karşı şerefeye bağlı bir makaradan geçirilerek mahyâcının bulunduğu şerefeye uzatılır ve bu gerilmiş olan diğer ipin alt kenarında bolca olarak bağlanmış olur. Gündüzleri iki minare arasında biri gergin, diğeri altta kavisli ve bol olarak görülen ipler olarak dururlar. Her akşam değiştirilen yazılara ait ipler gündüzden takımıyla alınıp şerefeye çıkarılır ve sırasıyla mahyâ ipinin makaralarına takılarak oyazıya ait olan ara ipleri de bağlanır. Gece mahyâ kurulacağı zaman şerefenin kenarında duran bu ipler sırasıyla birer birer alınarak uçlarına birer kandil takıp yakılır ve aşağıya bırakılır. Kandiller yandıkça karşıya giden ve oradaki makaradan geçip gelen minareye doğru gönderilir. Bu suretle evvela yazının baş harfleri sonra ortadaki ve sonrasındakiler yanarak yazı oluşur.479

Minarelerin arasında veya tek minareli camilerde minare şerefesi ile kubbe âlemi arasında kurulan mahyaya “Dış mahya”, caminin içinde ana kubbenin yarıçapının iki noktası arasında, umumiyetle kıbleye yönelen cemaatin bakış yönüne göre kurulan mahyaya ise “İç mahya” denilmiştir.480

Ramazanın on beşine kadar “Bismillah, Merhaba, Safa geldin, Elhamdülillah, Allah Gani, Muhammed Nebi” on beşinci günde, Dolmabahçe, Nusretiyye ve tophane gibi, alayın takip ettiği güzergâhta yer alan camilerde gündüzden “Padişahım çok yaşa, El Muzaffer” mahyaları kurulurdu. Kelime-i tevhid mahyasını kurabilen tek cami Beyazıd Camisiydi. Çünkü sadece onun minareleri arasındaki mesafe yeterliydi. On beşinden sonrada resimli mahyalar kurulmaya başlanmıştır. Bu resimler; Karanfil, gül,

478 Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, “Gökte Yazı Nasıl Yazarlar”, s.143. 479 Toy, a.g.m, s. 43-44. 480 Kara, a.g.m., s. 26.

108

lale, hünkâr kayığı gibi figürlerdir. Gülü kırmızı sapını yeşil kandillerden kurmak, Nusretiyye Camii’nin mahyacısının özel zevkiydi.481

Zaman zaman mahyacılar, yeni mahya motifleri türetmek için gizliden gizliye diğer mahyacılarla yarışırlardı. Birbirlerine göstermeden günlerce arayışla kağıt üzerine yeni şekiller çizerler, biranda mahyalarına işlerlerdi. Görenler farklı olan bu motifleri izlerdi. Cumhuriyetten sonra elektriğin yaygınlaşmasıyla mahya işi de elektrikçilere kalmış mahyacılık ve getirdiği güzel gelenekler sönmüştür.482

Harb-i Umumi zamanlarında minareler arasına anlam yüklü mahyalar kurulurdu. “Hilal-i Ahmer’i unutma”,“Muhacirine yardım ediniz”, “Muhacirini unutma”, “Yaşasın İstiklal”, “Yaşasın Gazilerimiz”, “Hâkimiyet Milletindir”,“Yaşasın Misak-ı Milli” yazıları bulunan mahyalar kurulurdu.483

Mahyacılık Osmanlı Devletinde maharet isteyen bir iştir. Mahyacı olmak için ise Şurayı Evkaf”ta imtihan olunurdu. Mahyacılar bir ay çalışırlar, on bir ay maaş alırlardı. Fakatmaaşları az bir miktardır. Bu müddet zarfında çırak yetiştirme zorunlulukları vardır. Camilerde de bir mahyacıodasıbulunur. Aynı zamanda bütün yedek ve müstamel alet ve edevatı bu odada bulunur, kalıplar ve kangallar burada saklanmaktadır.484

Mahyacıların bir ya da birkaç kişiden oluşan yardımcıları bulunmaktadır. Baş mahyacı yatsı namazından önce işe başlar ve teravihten çıkacak müminlerin mahyayı zamanında görebilmelerini sağlamak için o zamana kadar işini bitirmiş olurdu.485

2.6.4. Kadir Alayı

Padişahlar Kadir gecesinde yatsı ve teravih namazlarını ve Kadir namazı olarak nitelendirilen tespih namazını, selâtin camilerinde halkla beraber kılarlardı. Padişahların Kadir gecesini halkla beraber ihya etme istekleri, Osmanlı teşrifatında padişah ve saray halkı ile devlet erkânının iftardan sonra kadir kutlamalarının yapılacağı camiye giderken geçeceği güzergâhta “Kadir Alayı” adıyla bir merasim düzenlenmesine vesile olmuştur. Merasim gereğince Kadir alayının gerçekleşeceği yollar önceden tamir edilerek,

481 Beşir Ayvazoğlu, “Kandiller, Mahyalar ve Türk Kimliği”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, s. 53. 482 Galip Çağ, “Gökyüzüne Ateşle Yazı Yazmak”, Tarihte Ramazan, s.59. 483 Ünver, a.g.m., s.91. 484 Süheyl Ünver, Mahya Hakkında, Bürhaneddin Basımevi, İstanbul 1940, s. 17. 485 Azmi Nihad, İsmail Sivri, a.g.e., s.15.

109

fenerler, çarkıfelekler, kandiller ve meşalelerle donatılarak buralar aydınlatılır, binalar ise temizlenerek boyatılırdı. Güzergâhın uygun yerlerinde halkın bu alayı rahatça görmesi için de yerler düzenlenir, özellikle harem sakinleri ve diplomatlar için özel yerler ayrılırdı.486

Kadir gecesini kutlama merasimleri fetihten itibaren önceleri Ayasofya Camii’nde daha sonraları ise padişahın isteğine göre belirlenen bir selâtin camisinde yapılmaktaydı. XVI. yüzyıldan itibaren gerçekleştirildiği belirtilen bu kutlamalarda hünkâr imamı ve müezzinleri de törenlerin yapıldığı camide halkın karşısına çıkmaktaydılar. Bu merasimler güzel sesli imamlar tarafından her rekâtı farklı bir makamda kıldırılan teravih ve kadir namazları, müezzinlerin cumhur müezzinliği edasıyla ve rekat aralarında okudukları elvedanakaratlı Ramazan ve Kadir gecesi ilâhileriyle ihtişamlı bir mûsiki ziyafetine dönüşmekteydi.487

Abdülmecit ve Abdülaziz döneminde her sene düzenli olarak kadir alayı Tophane’de Nusretiye Camiinde yapılmıştır. Saat kulesi ve Talimhane Meydanı, karadan ve denizden padişahın geçeceği yollar fener ve kandillerle donatılır, fişek ve maytaplarla aydınlatılırdı. Hususi seyretmek için gelenler sabah saatlerinde yerlerini alırdı.488

2.6.5 Ramazaniyyeler

Ramazaniyyeler yazıldığı dönemin Ramazan aylarını anlatırlar. Şairler, oruçlu insanların ruh halini, mevsimin oruçlu insanlara nasıl etki ettiğini, oruç tutmayanları, özrü sebebiyle tutamayanları, meyhaneleri ve meyhanelerin müdavimlerini gözlemler. Ramazan münasebetiyle meyhane-cami arasında kalanları, bu ayda camilerin gördüğü rağbeti ve sebeplerini tahlil etmeye çalışırlar. Ramazanın hayata yansımasını konu olarak alırlar. Manevi hayattaki olguları edebiyatla birleşerek uygun yorumlarla anlatılmaya çalışılır.489

486 Mustafa Uzun, “Kadir Gecesi”, DİA, XXIV, İstanbul, 2001, s. 126. 487 Uzun, a.g.md., XXIV, s. 126. 488 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.179. 489 Mehmet Emin Ertan, Divan Edebiyatında Ramazaniyeler Üzerine İncelemeler, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Edirne, 1995, s. 60.

110

Ramazan ayı ile ilgili edebi yazınlarımız, Ramazaniyyeler, Ramazan konulu ilahiler ve Ramazan manileridir.490

Şairlerin Ramazan dolayısıyla Padişahlara, vezirlere, eşrafa yahut kendi dostlarına kaside tarzında yazdıkları övgü şiirlerine Ramazaniyye denir. Bu tür sanatlı yazılar genellikle kasidenin nesib yani giriş kısmında yer almaktadır.491

Ramazaniyyeler XVII. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanmıştır. En çok Ramazaniyye yazan şair, Enderunlu Fâzıl’dır. Yaklaşık on üç Ramazaniyyesi bulunan Fâzıl’la birlikte Nedim, Şeyh Galip, Sabit, Koca Ragıp Paşa, Enderunlu Vâsıf gibi şairlerinde çeşitli vesilelerle Ramazaniyyeleri vardır.

Cihan durdukça sıhhatle ilahi izz ü şevketle

O şehenşâhı câvid eyle milk-i câvidân üzre.492

(Enderunlu Fâzıl)

Enderunlu Fâzıl, bir parçasını ele aldığımızRamazaniyyesini Sultan Selim’e sunmuştur.

Bi maraz tâ ola cisminde tüvan

Eyleme fevt-i siyam-ı Ramazan

Nâbî’nin bu Ramazaniyyesinde, Şayet güçlü, kuvvetli ve hastalıksız bir vücuda sahip olmak isterseniz, Ramazanda oruç tutmayı ihmal etmeyin. Diye öğütte bulunuyor.493

Midhat Bahâri Bey’in Ramazan-ı Şerif hakkında Hz. Mevlana’nın Divan-ı Kebir adlı eserindeki medhiyelere girizgâh olarak yazdığı Ramazaniyyeye örnek verelim;

490 Amil Çelebioğlu, “Edebiyatımızda Ramazan”, Türk Yurdu, S.378, Nisan 1990, s. 47. 491 Halit Dursunoğlu, “Klasik Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirler”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.22, Erzurum, 2003, s.13. 492 Filiz Kılıç, Muhsin Macit, Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri Güldeste, Ankara, 1995, s. 65-68. 493 Selçuk Eraydın, "Ramazan ve Ramazaniyeler”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.245.

111

Ey mâh-ı siyam, kenz-i irfan

Ey bâis-i feyz-i ehl-i iman

Sen cilvegehi kelâm-ı baksın

Pek muhterem ay desem ehaksın494

2.6.6. Ramazan Sergileri

1864 Ramazanında İstanbul’un Muhtelif esnafları birleşerek Sultanahmet Meydanına “Sergi-i Osmanî”adıyla umumi bir sergi açmışlar. Bu serginin vuku bulmasını hükümet de desteklemiştir. Sultan Abdülaziz’in validesi de serginin oluşumu için bütçesinden önemli miktarda para desteğinde bulunmuştur. Osmanlının ilk sergisi olan bu sergide önemli sanat eserleri de teşhir edilmiştir. İstenilen neticeyi vermeyen bu sergi zamanla kapanmıştır.495

Sergi-i Osmanî’nin kapanmasının ardından BeyazıtCamii avlusunda umumi bir sergi kurulmuştur. Serginin Beyazıt Camii avlusunda kurulmasının sebebi ise bu caminin İstanbul’un tam merkezinde oluşu ve avlusunun geniş olmasıdır. Vakıflar Nezaretine bağlı olan cami avlusunu, kurucusu olan kişi sergiye iştirak edecek olan esnafa Ramazan ayı müddetince kiralamıştır.496

Şehrin merkezi yerine kurulup oturmuş olan Beyazıt Külliyesi sergi alanıdır. Ramazan ayında burada sergiler ve sergilerde teşhir edilen yerli mâmul ve mahsulleri bulunurdu. Bu Ramazan sergisi, bir alışveriş mahalli olduğu kadar, günün iftara yakın saatlerinin de bir zevk ve herkesimin oyalanma merkeziydi. Bu sergi yerlerinde çeşitli ırktan, çeşitli milletten, çeşitli kıyafette insanlarını görülmekteydi. Özellikle ikindiden sonra izdiham halini alan kalabalık, bir akıntı halinde daima sağı takip etmek suretiyle halkayı devretmeye mecbur olur, şayet alışveriş için durmak isteyen olursa, bulunduğu noktadan hemen yana kayarak alış verişini yapardı.497

Serginin giriş kısmında, tespihçiler bulunurdu. Rengarenk olan tespihler herkesi cezp ederdi. Otuzüçlük ve doksan dokuzluk olan tespihler kehribar yahut Necef

494 Halil Can, “Ramazâniye”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.234-235. 495 Şakir, a.g.e., s. 41-42. 496 Şakir, a.g.e., s.42. 497 Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV. Baskı, İstanbul, 1999, s. 126-127.

112

denen camdan yapılırdı. Sergide en önemli ve gözde olan yer Reji İdaresi kısmıydı. Bu kısımda Reji İdaresi, Ramazana özel olarak çıkardığı tütün ve sigaraları bu sergide sergilerdi. Serginin daha çok hanımlar tarafından ilgi çeken kısmı baharatçılardır. Serginin bu kısmını Mısır Çarşısı baharatçıları kurardı. Hindistan’dan Ramazana özel olarak getirttikleri baharatları satarlardı. Serginin en cazip köşesini ıtriyatçılar denen güzel kokular satan kişiler kaplardı. Gül, yasemin, zambak, menekşe, akasya, leylak gibi daha nice kokular burada bulunurdu.498

Beyazıt camilerinin avlusundan ayrı zamanla Fatih Camii avlusunda da sergi kurulmuştur. Kurulan en ünlü Ramazan sergileri bunlardı ama en kalabalığı Beyazıt camisinde kurulan sergiydi. İstanbul’da oturan yabancılar bile bu sergileri takip ederler ve bu sergilerden alışveriş yaparlardı. Padişah ve üst düzey memurlar bile gelirdi.499

Bu sergiler Ramazandan önce görevliler tarafından teftiş edilir, hatta kiraları da toplanırdı. Sergide tütün-sigara köşkü vardı. Yiyecek içeceğin satıldığı taraftan ayrı olur, içmek isteyenler Ramazana mahsus kurulan kutuların içinde içerler hususi olarak içilmezdi.500

Sergide yurt dışından gelen ürünler, Çin yapımı takımlar, Kütahya çinileri, Hereke halıları, Karamürsel kumaşları, Halep yiyecekleri sergide bulunurdu. Yemen kahvesi, Hicaz, Yemen, Trablusgarp baharları, gül yağları çiçek suları hep bu sergilerde toplanmıştı.501Hünkâr Hereke kumaşından elbiseler giydiği için saray mensupları sergiye geldikçe Hereke kumaşlarına adeta hücum ederlerdi.502

Serginin bir de zevk ve eğlence tarafı vardı. Kurban Oseb, Cüce Hayati ve Nail Bey gibi her meclisin tadı tuzu sayılan kimseler repertuvarsız, sahnesiz, dekorsuz, doğaçlama biçimde oynadıkları tulûat sahneleriyle etraflarını kahkahadan kırıp geçirmeleri, bu işin tiryakileri için özlenen ve beklenen bir saatti.503

İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlarla sarılı pide, simit ve başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergi kapılarından çıkarak konaklarına dağılırdı.

498 Şakir, a.g.e., s. 43-46. 499 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223. 500 Semih Mümtaz.S., a.g.e., s. 171. 501 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224. 502 Semih Mümtaz.S. a.g.e., s. 170. 503 Ayverdi, a.g.e., s. 128.

113

Kadir gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, zira artık bayram hazırlıkları ve alışverişine başlardı.504

2.7. RAMAZAN AYINDA YAPILAN EĞLENCELER

Ramazan orucu, esas olarak Müslümanlarca aynı tarzda tutulur. Ama oruç dışındaki uygulamalar, Türklere özgü adetler ve törelerden meydana gelmiştir. Ramazanda kılınan teravihte bile Türklere ait unsurlar bulunur. Bunlar, rekâtlar arasında okunan Salâtü Selamların bestelenmiş tarzda okunması, ilahilerin okunması, Ramazanın ilk on beş günü teravihten sonra hoş geldin Ramazan, on beşinden sonra da veda mesajları içeren ilahilerin okunması bu unsurlardandır.505

İstanbul’un fethinden sonra, Müslüman Türk halkı genellikle Haliç kıyılarında yalılar ve köşkler almakta çeşitli süslemelerle zenginleştirmekte, baharda da körfezin kenarlarında oturmaktadır. Kırları ve eğlenceyi seven Türk halkı İstanbul’un dar sokaklarından havadar mekânlara taşınmaktadır. Kalabalık halde eğlence maksatlı Haliç kıyıları halkın doğasını değiştirmektedir. İkinci Beyazıd zamanında da İstanbullular bahar günlerinde şehrin civarındaki kırlara dökülüp toplu halde eğlenmişlerdir. Türklerde her çağda eğlence önemli yer tutmuş, eğlence yerleri de bir o kadar önemsenmiştir.506

Ramazanın Türk kültürüne özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı olmasının yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla uygulanmasıdır. XIX. yüzyıldan itibaren İstanbul’da Vezneciler’den Şehzadebaşı’na kadarki alanda Direklerarası denen yerde ve İstanbul’un diğer semtlerinde iftarla sahur arasında çeşitli Ramazan ayına özel eğlenceler yapılmış ve sohbetler düzenlenmiştir. Buralarda Türk müziğinden, Doğu ve Batı müziğinden örnekler verilmiş, çayhanelerde içilen kahve, nargile ve çay esnasında yapılan sohbetler, orta oyunu, tiyatro sahnelerinde sergilenen oyunlar, meddahların ince esprileri, kukla gösterileri, hokkabazların ve palyaçoların güldüren oyunlarıyla iftar sonrası Ramazan, adeta bir karnaval havasında geçmiştir.507

504 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 224. 505 Özden, a.g.m., s. 91. 506 Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s.15-16. 507 Özden,a.g.m., s. 91.

114

Ramazan ayında oruç tutmayan fakat oruç tutanlara karşı saygılı olan Hıristiyanlar gece eğlencelerini doludizgin yaşamışlardır. İstanbul’un Avrupa yakasına düşen eğlence mekânlarında eğlenmişlerdir. Sahur geldiği vakit davulcunun geçmesiyle evlerine dağılmışlardır.508

Anadolu’nun sazı, sözü, sohbeti, zarif ve nükteden halkı, Ramazan ayı yaz aylarına denk gelmişse, bahçeli ve çardaklı mahalle kahvelerinde toplanıp yarenlik eder; bir kısmı Tavukpazarı denen mesirelikte, bazı kişiler ise Vezir Hanı’nın içinde bulunan saz şairlerinin kahvelerine gidip zurna, çifte nâra, darbuka dinleyerek sahuru ederdi.509

Gayrimüslim olanlar sadece Yıldız Han denen yerde kalabiliyordu. Avrupa semti olarak bilinen ve Avrupalıların yaşadığı semt olarak bilinen semt Pera idi. Osmanlı tebaasında olan Grek, Katolik, Ermeni yada Yahudi de Müslümanların eğlence yerlerine rahatça girebiliyor hatta sahne bile alabiliyordu.510

2.7.1. Direklerarası Eğlencesi

Teravihten çıktıktan sonra herkes kendine has eğlenirdi. Kimisi mahya seyrederdi, mahya seyretmeyenler yahut mahyanın seyrine doyanlar, Direklerarası diye eğlencesiyle ünlüyere gider orada vakit geçirirdi.511

İstanbul’da günümüzde Vezneciler Caddesi olarak adlandırılan caddede, cadde boyunca her iki sıradaki dükkânın önleri direkli sütunlar dikilmiştir. Bu direklerden ötürü cadde boyunca olan kısma Direklerarası denmiştir.512

Şehzadebaşı’nda Direklerarası denen bu eğlence yeri; XIX. Yüzyıl başlarına kadar yeniçerilerin gezinti bölgesi olmuş, 1826’da yeniçeriliğin kaldırılmasıyla birlikte pazar yeri, gezinti ve eğlence mahalli olarak sürdürülmüştür. Bubölge zamanla sadece eğlence yerideğil, aynı zamanda kültür, edebiyat ve sanat muhiti olarak da isim yapmıştır.513

508 Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, M. E. B., İstanbul, 1992, s.166-167. 509 Ayverdi, a.g.e., s. 109. 510 Gerard De Nerval, “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1974, s. 57-61. 511 Abdülbâki Gölpınarlı, Ramazan Geldi Hoş Geldi, Kevser Yayınları, İstanbul, 1962, s. 8. 512 Sermet Muhtar Alus, 30 Sene Evvel İstanbul, (haz. Faruk Ilıkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s.35. 513 Uslubaş, a.g.e., s. 39.

115

Direklerarasında sırasıyla, ilk girişte Fevziye Kıraathanesi514, yanında bulunan kahvede tüm dikkatleri üzerine toplayan Meddah Aşkî515, Şems kıraathanesinde Karagözcü Kâtip Salih, en meşhuru Manakyan’ın516 tiyatrosudur. Kanuni Şemsi’nin berber salonu, fotoğrafçı Necati, eczacı Hamdi, makineci Salim, Avni Bey’in Japon mağazası bulunmaktadır.517

Girişte bulunan Fevziye Kıraathanesi’nin daimi müdavimleri olan Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Ahmet Rasim gibi yazarlar kültürel yönlü sohbetler eder, eserlerini okur, iftar kahvelerini burada içerlerdi.518

Genellikle Direklerarası kültürüyle değil de gönül avcılarının teravihten çıkan hanımlara, mevsimine göre lale, gül, lavanta, mevsimine göre şeker attıkları, olmadık laflar attıkları ve gönül eğlendirdikleri yer olarak anlatılır.519 Önünden arabayla geçen yüz vermeyen hanımların arabalarının içine sigara ucu, çürük limon, yanar kibrit, hatta fare ölüsü atıp rezilce laflar atanlar da olmuştur. Yayalar gibi arabalılarda bu saldırılara uğrar bir yandan çöpleri geri fırlatır bir yandan da yanan ateşi söndürmeye çalışırlar. Bu arada, içlerinde zenci bacıdan şemsiye yiyenler de olmuştur.520

Direklerarası’nda halk genelde çaycı dükkânlarının önünde oturur ya da kurulan tiyatrolarının önüne birikirdi. Bu kalabalıklar arasında Abdülhamid’in hafiyeleri bulunurdu. Mevsimine göre giyinmiş her kesimden insan bulunurdu. Mektepliler, Darülfünun müderrisleri, bilinen şairler, tiyatro oyuncuları bu alandaydılar.521

Direklerarası’nda her çeşit müzik vardı. Yerli ve ecnebi, dinleyen ve oynayan her nevi ahenk bulunurdu. Zurnadan viyolonsele ve uddan tefe kadar her alet teravihten sahura kadar çalınıyordu. İtalyan mûsikisi, Fransız mûsikisi gibi her milletin mûsiki de çalınırdı.522

514 Fevziye Kıraathanesi, Direklerarasının ünlü çalgılı kahvesi olup 19. Yy.da Osmanlı halkı tarafından ziyadesiyle tutulmuş, 1914 de kapanmıştır. 515 Meddah Aşkî, yabancıların tanıdığı ünlü meddahtır. 60 yıl meddahlığı icra etmiştir. 516 Manakyan, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. 1857 de sahneye çıkmış ve 250’yi aşkın oyun, opera, operet sergilemiştir. 517 Alus, a.g.e., s.36. 518 Muallim Naci, Mektublarım, İstanbul, 1895, s.165. 519 Gölpınarlı, a.g.e., s. 8. 520 Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul, 1975. s. 105-106. 521 Ozansoy, a.g.e., s. 43-44. 522 Cenap Şahabeddin, “Ramazan Geceleri”, Ramazan Kitabı, s.179.

116

Ramazanda incesaz denen çalgılarda meşhurdur. Büyük bir kıraathane kapının üstüne gelen loca gibi yerde saz heyeti vardır. Başlarında İsmail Hakkı Bey, elinde def, sazı idare etmektedir. Fasıl; hicaz, peşrev icra edilmiş, besteler okunmuş, şarkılara geçilmiş hanendeler ellerindeki deflerle o zamanın modası şarkılar ile sahuru bekleyen renkli bir saz faslı olmaktaydı.523

Direklerarası’nın Ramazan ayında canlı olmasının genel sebebi, burada her türlü sanatın icra edilmesidir. İsteyen herkes rahatlıkla gösterileri izleyebilir, müzikleri dinleyebilirdi. Hatta sihirbazlar, en ünlü güreş pehlivanları bu aya özel hazırlıklar yapar aylar önceden burada yerlerini belirlerdi.524

Direklerarası adlı bu eğlence yerinde ünlü Çürük Temel, Bir Çiçek İki Böcek adlı meşhur oyunlar, operetler oynanır halk zaman zaman hangisini izleyeceğine karar veremezdi.525

2.7.2. Çalgılı Kahveler

Eğlenceler sadece Direklerarası’nda olmamıştır. Ramazana özgü kurulan çalgılı kahveler vardır. Semt semt tesadüf eden çalgılı kahvelerin müdavimleri semtlerin tulumbacılarıdır. Şöyle ki; her mahallede bir tulumba ve bir de tulumbacı teşkilatı vardı. Bu teşkilata mensup kişiler mahallenin belirlenen tulumbacı kahvesinde Ramazan geceleri toplanır, bazen cura, bağlama, zilli maşa, darbuka gibi aletler çalarlar bazen de milli oyunlar oynarlardı. Bu kahvelerde kimi mani, kimi koşma, kimi destan okurdu. Okunan parçalar ekseriyetle tulumbacılığa ve mertliğe aitti.526

Bütün bu kahvelerde Ramazana on gün kala umumî bir temizlik yapılması adeti vardır. Bir yandan temizlik yapılırken bir yandan da çalgılar temin edilmiştir. En iyi çalgıyı almak için semt kahvecileri birbiriyle yarışırdı. Kahvenin sahibi ekseriyetle o mahallenin tulumbacısının reisidir. Her kahvede kahve sahibi ile beraber bir ocakçı ikide meydancı bulunurdu. Ocakçı yalnız ocak başında kalır yalnızca gelenlerin ikramlarını hazırlardı. Meydancılarda bu ikramları dağıtırdı. Her gün çalgı yapılmamıştır. Çalgının olduğu günlerde ise kahvede nargile verilmezdi. Çalgı

523 Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 34. 524 Georgeon, Dumont, a.g.e., s.107. 525 Burhan Arpad, Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul, 1984, s. 52-60. 526 Selim Nüzhet Gerçek, “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, s. 209-214.

117

günlerinde kahvedeki masalar kalkar, sandalyeler aralıksız dizilirdi. Müdavimleri genelde yaşını başını almış kimseler olurdu.527

O gün orda eğlenenler herhangi bir şey için para vermeden gitmez, herkes giderken parayı yalnız kahve sahibinin çekmecesinin üzerine koyardı. 528

Çalgılı kahvelerde şiirlerin beste ve nakaratlarına saz değil, klarnet, darbuka, zurna gibi saz takımı eşlik ederdi. Ramazanda çalgılı kahve kurmak sadece tulumbacıların gelip gittiği kahvehanelere özgü bir adetti.529

Ramazan gelir gelmez bütün hazırlıkları tamamlanan bu çalgılı kahveler ikindiye kadar kapalı olur, ikindiden sonra açılırdı. Çarçabuk ortalık temizlenir, toz alınır, iskemleler dizilirdi. Bu işler iftardan bir saat önceye kadar bitirilmeliydi. Ramazan haftasından Kadir gecesinin bir gece öncesine kadar bu kahveler çalgılı devam eder, bayrama kadar ise biraz daha seyrekleşirdi. Bayram sabahı ise herkes bayram namazından önce kahveye gelir, yaş sırasıyla reisin elini öper, yine yaş sırasıyla birbiriyle bayramlaşırdı.530

2.7.3. Semai Kahvehaneleri

1826’dan sonra İstanbul’un kültür dokusunda görülmeye başlayan semai kahvehaneleri, eski zamanın şiir ve mûsiki hayatına kucak açarak halk edebiyatının örneklerinden olan “semai” okumalarından dolayı bu adı almış olan semai kahvelerinin önemli özelliklerinden biri de sadece Ramazan ayına has oluşlarıydı.531

Semai Kahveleri genellikle kış mevsimine rastlayan Ramazan aylarında Cuma akşamları daha canlı olmaktadır. Daima eğlenceli ve hareketli olan tulumbacıların kahvehaneleri hep rağbetteydi. Herkesimden insana açık olan bu kahvehanelere, tulumbacılar başta olmak üzere, kayıkçılar, at arabası sürücüleri, zanaatkârlar daimi müdavimleriydi. Semtte bulunan külhanbeyliler ve kabadayılarda burada buluşurlardı.

527 Gerçek, a.g.m., Ramazan Kitabı, s. 214-215 ve Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul, 1975. s. 105-106. 528 Gerçek, a.g.m., s.216. 529 Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu–Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, İnkılâp Yayınlar, İstanbul, 2005, s. 294. 530 Gerçek, a.g.m.,s. 218-222. 531 İbrahim Refik, “Semai Kahveleri”, Ramazan Medeniyeti, s. 111.

118

Mani yarışmaları en gözde eğlenceydi. Genellikle aşk üzerine olan maniler, “Adam aman” diye başlardı.532

Bu mekânların iç dekorasyonu herkesin ilgisini çekip takdirini kazanacak biçimde tasarlanmıştır. Süslemeleri genellikle tulumbacı ve kayıkçılar arasından çıkan tecrübeli alaylı sanatçılar yapmışlardır. Semai kahvehaneleri her zaman geleneksel bir merasimle açılır ve açıldıktan sonra meşhur olan bir başka semtin semai kahvehanesinin takımı olan (manicisi, semaicisi, destancısı) davet edilirdi. İkramlarla içeri alınırlar ve merasim başlamış olurdu.533

Davet eden ya da davet edilenden bir kişi herkese karşı bir beyit okur, yahut bir tekerleme, cinas, şaşırtmaca ortaya atar; semailere, manilere birlikte klarnet sesi durdu mu bu defa karşı taraftan birinin irticalen cevap vermesi, altta kalmaması gerekirdi. Eğer her şey yolunda gider her iki taraf boy ölçüşmekte berabere kalırsa çoğu zaman hoş bir şekilde dağılırlar, fakat taraflar bir şeyi bahane ederek tartışma çıkarırsa iş kahvenin kapanmasına kadar giderdi.534

Semai kahvehanelerinin programında yer alan en orijinal ve heyecanlı bölüm muamma (bilmece) çözmekti. Çözülmesi istenen bilmeceler manzum olarak yazılıp süslü bir çerçeve ile kahve duvarına asılır, çözülene kadar orada asılı kalırdı. Eğer Ramazan ayının sonuna kadar çözülemezse bunu asan âşık tarafından cezalandırılıp, konulan mükâfat alınırdı. Fakat sadece bu muammayı çözmek yeterli olmaz, aynı zamanda bunu yazıp kahvehane duvarına asan şairi de bir şiirle mat etmek gerekirdi.535

Semai kahvelerinde zamanla muammanın yanında şarkı söyleme geleneği de türemiştir. Semai kahvelerinde en güzel maniyi düzen, muammayı kısa vakitte çözen ve sesi güzel olan kişiler istisnadır. Bunlardan en meşhuru ise, Kel Ali Bey diye namlı kişidir.536

532 François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, (ed. Hélene Desmet- Grégoire, François Georgeon), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998, s.64. 533 Refik, a.g.m., s. 112-113. 534 Refik, a.g.m., s. 114. 535 Refik, a.g.m., s. 115. 536 Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1997, s.54.

119

2.7.4. İstanbul Dışında Anadolu’da Ramazan Eğlenceleri

İstanbul’daki kadar şaşaalı olmasa da diğer vilayetlerimizde de Ramazana özgü eğlenceler düzenlenmektedir. Doğu’da bir kış memleketi olduğu için Erzurumlular da eskiden iftar sonrasında evlerde yüzük oyunu oynanır, bilmeceler sorup, genç kızlar tarafından Erzurum kadın barları, çeşitli seyirlik oyunlar oynanarak, maniler söylenerek eğlenmeye çalışırlar.

Taşradaki kahvehanelerde de semaî kahvelerinde olduğu gibi âşıklar arasında atışmalar, dinî ve edebî sohbetler, halk hikâyeleri ve günümüzde bulunmayan meddah söyleşileri dinlenerek vakit geçirilirdi. Halk hikâyecileri ve meddahlar tarafından her iftar sonrası başka bir kahvede anlatılan bu halk hikâyelerinin meraklıları tarafından can kulağıyla dinlendiğini görülmektedir.537

Kars vilayetinde Ramazanlarda gösterim yapan Karagözcü Ragıp diye bilinen bir kişi her Ramazan halka gösteriler sunmuştur. Civar yerlerden en iyi Karagöz oyunlarını bu kişi oynatmış, türkülü ve nesirli olmak üzere hikayelerini icra etmiştir. Gerek alışveriş için köyden gelenler, gerekse şehirde kalan halk kahvehanede büyük bir tutkuyla izlemiştir. Yedi günde üçer saat gösterimde olan oyunlarına meclis adını vermiştir.538

Ramazan ayına özgü Anadolu’da en güzel geleneklerden birisi halk arasında düzenlenen helva geceleriydi. Daha çok köy odalarında toplanılıp yenilen helvalar meşhurdur. Ayrıca saz ve söz meclisleri kurulmakta, çeşitli oyunlar oynanmakta herkesin kararınca getirdiği yemekler yenmektedir. Sahura kadar eğlence sürer, sohbetler edilirdi. Kahvehaneler de toplananlar aralarında yüzük oyunu gibi değişik oyunlar düzenler, birbiriyle yarışırlardı.539

2.8. RAMAZAN AYINDA YAPILAN GÖSTERİLERİ

Direklerarası, batılılaşmayla birlikte Türk toplum hayatında yaptığı olumsuz etkilerde birlikte ilk tiyatro sahnelerinin kurulup geliştiği yerlerden biri hatta en

537 Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”, Millî Kültür, C.1, S. 7, Yıl 1, Ankara, 1977, s. 39. 538 M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 143-144. 539 Nebi Özdemir, Türk Eğlence Kültürü, Akçağ Yayıncılık, Ankara, 2005, s.50.

120

önemlisidir.1800’lü yıllarda Direklerarası’ndaki büyük kahvehanelerde orta oyunu, meddah ve karagöz gibi eski temaşa sanatları icra edilmiştir.540

Direklerarası âleminin tiyatro ve orta oyun sanatçıları Müslümanların tekelinde değildi. Ağırlıklı olarak Ermeni ve Rumların öne çıktıkları bu gösterilerde Güllü Agop ve Manakyan Tiyatroları öne çıkmaktadır. Oynanan oyunların kökeni de yabancıdır. Shakespeare’in Othello’su, Holas Efendinin yönetimindeki Şems Tiyatrosu’nun Moliere’den uyarladığı Ayyar Hamza komedisi, 1887’de S.Benliyanın Operet Kumpanyası, Mınak Efendinin Osmanlı Dram Kumpanyası buna örnektir.541

2.8.1. Tiyatrolar

İstanbul’da yapılan ilk tiyatro binası Fransız Tiyatrosu’dur. Bir Cenevizli tarafından Galata da açılan bu tiyatro 1827 de Beyoğlu’na taşınmıştır.542 Batılılaşmayla birlikte batılı sanat ve eğlence türleri Anadolu’da artmıştır. İstanbul da yaşayan batılı kişilerin talebi doğrultusunda XIX. Yüzyıl’dan itibaren tiyatro ya eğilim artmıştır. Gösterilerin gerçekleşmesi için ise gerekli mekânların inşası başlamıştır.543

Ramazan akşamlarında, iftarı yapar yapmaz insanlar Şehzadebaşı’na akın ederdi. Tiyatrolar genellikle bu semtte toplanmıştır. Tiyatroya para verilerek girilirdi. Girenler içerde, giremeyenler de tiyatro salonunun önünde kalabalık halinde eğlenirdi. Davul, zurna, mızıkalarını dinlemek ücretsizdi. Tiyatroya, Karagöze veya saz eğlencesine gitmeyenler çayhanelere yahut sergi alanlarına giderdi. Reklamları gündüzden asılan tiyatrolardan Abdürrezzak, Hasan, Mınakyan, Şevki ve Hamdi’ye ait olanların rengarenk ilanları vardı. Bu ilanları okumak Ramazanın en güzel adetlerindendi.544

Meşhur olan tiyatro oyunu arasında Abdi başta gelirdi. Onu bir defa bile Ramazanda görmeyen adeta ayıplanırdı.Oyun başlamadan önce bilet gişesinden biletler alınırdı. Elektrik olmadığı için sahneyi hava gazı lambası aydınlatırdı ve sahne bol ışıklı olurdu. Oyun başlamak üzere iken sahnenin önünde olan havagazı lambalarını bu işe

540 Uslubaş, a.g.e., s. 39. 541 Uslubaş, a.g.e., s. 40. 542 Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1972, s.1999. 543 Yavuz Pekman, Geleceğe Perde Açan Gelenek Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları II, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s.25. 544 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 185.

121

vâkıf olan birisi gelip söndürürdü. Sahneden bir zil sesi yahut bir sopa sesi duyulurdu. Oyun başlar başlamaz herkes susar, yerine oturur, gazozcu ve fıstıkçılar da ortadan kaybolurdu. Perde açılır ve oyun oynanırdı.545

Oyun bittikten sonra kantolarsahneye çıkar. Perdenin arasından bir el uzanır ve Kemani Yorgi’ye kanto notalarını verir, o da hemen bunları müzikacılara dağıtır. Kantoya ilk çıkanlar ikinci, üçüncü derece kızlardır, birinci derece kızlar en önce çıkardı.546

Bütün tiyatrolarda oyunlar bitip de insanlar sokağa çıkılınca, Ramazanda kışa rastlamışsa buz gibi bir hava yahut kar yağışı ile karşılaşılırdı. Her tiyatronun kapısının önünde sepetli simitçilerden ince uzun, beş paralık gevrek simitler alınırdı. Uzaktan sahur davulunun çalındığı duyulurdu.547

2.8.2. Karagöz ile Hacivat

Ramazanın eğlencesine çocuklar da kurulan Karagöz ile Hacivat, Meddah, Kukla gösterilerine katılırlardı. Merakla akşamı beklerler, gösteri başlamadan saatler öncesinden yapılacak yere gelirlerdi.

Karagöz oyunu, Şeyh Küşteri tarafından Arap ülkelerinden Anadolu’ya gelmiş olan gölge oyunudur. Arap ülkelerinde bu oyuna “Tayf-ı Hayal” denilmektedir. Orhan Gazi zamanında Şeyh Küşteri, Bursa’ya gelmiş ve bu oyunu düzenleyip ilk defa Bursa’da oynatmıştır. Tayf-ı hayali tam olarak aksetmemiş, değiştirip Anadolu’ya tanıtmıştır. 1366 ya kadar yaşayan Şeyh Küşteri, bu oyunu oynatanlara şehbaz, hayalbaz, hayali olarak adlandırmıştır.548

XVIII. Yüzyıl’da Karagöz oyunları toplum genelinde her türlü eğlencelerde sergilenmiştir. Bu dönemde Karagözcü Kasımpaşalı Hafız en ünlü karagözcüdür. III. Selim Hafız’ın oyunlarını sık sık sarayda izlermiş. XIX. Yüzyıl’da Karagöz gösterileri artmıştır. II. Mahmut döneminde Abdülmecid ve Abdülaziz Han’ın sünnet düğünlerindeve Hatice Sultanın doğum kutlamalarında karagöz oynatılmıştır. Ramazan gecelerinde Karagöz oyunlarının meşhur olması ve yaygınlık göstermesi Abdülhamid

545 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 186. 546 Halit Fahri Ozansoy, “Tiyatrolar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 188. 547 Ozansoy, a.g.m., s. 189. 548 Sevengil, a.g.e., s.54-55.

122

Han döneminde olmuştur. Bu dönemde Karagöz, hem toplum hayatından etkilenmekte hem de toplumun hayatını etkilemektedir.549

Karagöz sahnesi, aşağısı ve yanları, karagözcünün arkadaki kulisi diyebileceğimiz oynatma yerine kadar allı güllü basma veya daha kıymetli bir kumaşla kaplı, beş arşın boyunda bir sahnedir. Bu sahnenin üst tarafında eni iki, boyu bir buçuk arşın uzunluğunda beyaz renkli dikili gergin Karagöz perdesi bulunur.550

Karagöz oyununun en önemli şahısları Hacivat ve Karagöz’dür. Hacivat, yaşlı, terbiyeli, nazik ve becerikli bir kişidir. Fakat biraz ukala yapısıyla Karagöz gibi kişileri küçük görmektedir. Karagöz ise, demircilik yapan, neşeli, iyi düşünen, esprili bir kişidir. Bu başkahramanlardan ayrı; Tuzsuz Deli Bekir, Matiz, Beberuhi, Tiryaki, Çelebi, Bekri Mustafa ve bütün kadınların genel sıfatı olan Zenne bulunmaktadır.551

Perdenin arkasından çıngırak çalınır, bir elin gölgesi ile göstermeliği kaldırırdı. Hacivat “Of Ya Hak!”diye başladığı bir gazeli okuyarak sol taraftan perdede görülürdü.552

Hacivat gazeli bitirir bitirmez ‘Yar bana bir eğlence’ diye bağırır, Karagöz de ‘Patla Hacivat’ diye karşılık verir. Böyle başlayan atışmaları gece sonuna kadar devam eder, bu da büyük küçük herkesin hoşuna gider.553Karagöz oyununun kendine has musikisi vardır. Zamanla kendine has karakter kazanan bu musiki, tipik bir mizah musikisine dönüşmüştür. Semai tarzı, gazel tarzı ve hayal şarkıları gibi bölümlere ayrılan türleri, insanların eğlenirken öğrenmesini de sağlamıştır.554

Karagöz oyunlarında İstanbul’un yaşamını görmek mümkündür. Karagöz saray tarafından da ilgi görmüş ve desteklenmiştir. Ramazan ayında daha da çoğalan karagöz oyunları birçok yerde, mevsim kış ise kahvehanelerde yaz ise bahçelerde karagöz perdeleri kurulurdu. Kahvehaneci ile anlaşan karagöz ustaları perdeyi kurabilmek için Zaptiye Nezaretinden ve belediyeden izin alırdı.555

549 Uğur Göktaş, Dünkü Karagöz, Akademi Kitabevi, 1992, s. 9-10. 550 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164. 551 Dürrüşehvar Duyuran, Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000, s.33. 552 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164. 553 Halit Fahri Ozansoy, “Karagöz”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.166-167. 554 Ethem Ruhi Üngör, “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, s.91-93. 555 Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 163.

123

Gösterilerin en meşhuru Hacivatçı Vakas’ın kahvesinde olurdu. Çocuklar cepleri leblebi, çekirdekle dolu, suratları boyalı, şekerleri renk renk bezenmiş bir şekilde Hacivatçı Vakas a gelirlerdi.556 Vakas İstanbul’da en ünlü göstericiydi. Daha Ramazan gelmeden çocuklar ve gençler gösterime girecek oyunlarının hayallerini kurarlardı. Elli paraya izlettiği oyunları için iftar biter bitmez bilet sırası oluşmaya başlardı.557

2.8.3. Ortaoyunu

Ortaoyunu da karagöz gibi Ramazanın neşesiydi. Ramazan akşamlarını süsler, Karagöze yahut tiyatroya gitmeyen ortaoyununa gelirdi. Şekil ve muhteva olarak hemen hemen Karagözle aynıdır.

Ortaoyunu ilk defa 1819 yılında, II. Mahmut’un karşısında oynanmıştır. Karagöz gibi gölge oyunundan ziyade kılık değiştiren kişilerin bizzat oynadığı oyundur. Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerindeki Ramazanlarda sarayda ve halk arasında rağbet görmüştür.558

Ramazanda ortaoyunu, İstanbul’un her semtinde, Karagöz oyunları gibi, herhangi bir kahvehanede oynanabilirdi. Fakat orta oyuncular, oradaki en büyük kahvehaneleri tercih ederlerdi.559

Ortaoyunu meydan oyunudur. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre kuşatır, yalnız bir tarafı açık bırakılırdı. Oynayanlar oyundan evvel, çay ve kahve dağıtan kahveci çırakları gibi, oradan gelirlerdi. Bu oyunun dekoruna gelince yenidünya denilen, yukarı ve dip kısmı ekseriya süs olsun diye küçük bir pano parçası halinde, üç dört aralıklı ve aşağı kadar bütün ortası açık bir çeşit paravan idi. Paravanın birbirine bağlı her bölümü, böylece arka tahtası kırılmış bir ayna iskelesine benzerdi. Bu yenidünya kurulduğu zaman ev şeklini alırdı. Eşyası da iki iskemleden ibaretti.560

Ortaoyununda Karagöz’ün yerini Kavuklu, Hacivat’ın yerini ise Pişekar almıştır. Bu kişiler kendi yerli kıyafetlerine göre giyinmişlerdir. Sahneye kadın çıkması

556 Mitat Enç, “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, s. 228. 557 Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları, Ötüken, İstanbul, 1997, s.238-240. 558 Nihal Türkmen, “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz. Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 5-9. 559 Halit Fahri Ozansoy, “Ortaoyunu”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.181. 560 Ozansoy, a.g.m.,s. 181.

124

yasak olduğundan kadın kılığına giren adına zenne denen erkekler kadın rollerini oynamışlardı.561

Orta oyunu sahne ve dekora ihtiyaç duyulmaksızın, bir meydanda yahut geniş bir salonda dört taraftan izlenmesi mümkün bir tiyatrodur. Oynayanlar doğaçlama şekilde yani oynayacakları oyunu ezberlemeden oynarlar. Her geniş ortamda oynanabilen orta oyununda pahalı kostümler kullanılmaz. “Yeni Dünya” adı verilen ortamı vardır. Önce meydana Pişekar’ın çıkmasıyla oyun başlar. Akabinde Kavuklu sahne alır. Oyun muayyen bir şekilde oynandıktan sonra her şeyin bir rüyadan ibaret olduğu izleyicilere anlatılır.562

Orta oyununda, Karagöz de olduğu gibi oyuncular vardır. Değişik tiplemede olan bu oyuncular, oyunun arasında sahneye girerlerdi. Bunlar; Pişekar ve Kavuklu başrolde olmak üzere Zenne, Arnavut, Çelebi, Yahudi, Rumelili, Kayserili, Cüce, Denyo, Acem, Çelebi, Laz gibi kişilerdir.563

2.8.4. Meddahlar

Arapça övmek anlamındaki “medh” kökünden türeyen meddah, abartılı bir biçimde öven kimse manasına gelmektedir. Meddah; becerisini, sanatını anlatıya dayanarak yapan kişi demektir. Aynı zamanda bu sanat türünün adı olmuştur.564

Meddahlığı başlatan kişi Hasan Sabit adında kişidir. Bu kişi sürekli Efendimizi (s.a.v.) övmüş, Ehl-i Beyt’in erdemlerini dile getirmiştir. Arap meddahlarında gerçekten ve yürekten olarak övmek temel prensipti. Türk meddahlarında ise bu durum yoktu. Türk meddahları gösteri şeklinde günlük konuları, gerçekçi bir biçimde anlatırdı. Tarihimizde meddahlar Oğuz Destanlarından ve Dedem Korkut’tan hikayeler anlatmışlardır. Selçuklu saraylarında ise meddahlık, sarayda ve ordu örgütünde farsça kaside ve gazeller söylemekle icra ediliyordu. Osmanlı’da ise saray ve halk arasında tek

561 Selim Nüzhet Gerçek, “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı, s. 15-16. 562 Burhan Felek, “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, s. 39-44. 563 Nihal Türkmen, “Orta Oyununda Ehemmiyet Dercesine Göre Tipler”, Orta Oyunu Kitabı, s. 47-92. 564 Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi (Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe), Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul, 2005, s. 328.

125

başına insanlara anlatılar anlatan zeki kimselere meddahlar denilmekteydi. Genellikle Ramazan ayında insanlara güzel zamanlar geçirten maharetli kimselerdi.565

Methedici taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıya meddah denmiştir. Türk halk zekâsının ve halkın, olayları karikatürize etme gücünün büyük sanatlarından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu süregelmiş, Türk halkı arasında büyük ilgi görmüştür. Meddahlık için tek adamlı tiyatro da diyebiliriz. Meddah, tiyatronun bütün kişilerini varlığında birleştiren tek aktördür. Yüksekçe bir yerde oturarak bir öyküyü başından sonuna kadar canlandırdığı kişileri ise ağız özelliklerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, elbiseleri, dekoru, kişileri bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen tek adamın zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki başarısına bağlıdır. Meddahların çoğu, klasikleşmiş beyitlerle öykülerine başlarlar. Meddah anlatacağı öyküye başlamadan önce: “Haak dostum Haak!” diyerek çoğunlukla şu beyitle öyküye girer:566

Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet,

Dinle imdi bende-i âcizden hoş bir hikâyet.”

Diyerek sonunda bir kıssa bildirir. Daha sonra anlatacağı öykünün adını ve öyküyü nerede anlatacağını söyler. Meddah kişilerin ağız özelliklerini taklit ettiği gibi hayvanların, doğanın ve cansız nesnelerin seslerini de taklit etmekte mahirdir. Meddahın iki tane aracı vardır; biri boynuna doladığı mendili, diğeri ise elinde tuttuğu sopasıdır. Mendille çeşitli başlıklar yapar, terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak, seyirciyi suskunluğa çağırmak, kapıyı vurmak için ya da saz, süpürge, tüfek, at yerine kullanır.567

Bitişte özür diler, oyundan çıkar.568

Meddah, Osmanlı toplumunda sanatsal, kültürel ve sosyal yaşama ait birçok öğeyi içinde barındıran bir kişi olarak görülmüştür. Yaratıcı birikimiyle tek başına oyunculuk yapması ve kültürel olarak zengin olması halk tarafından saygı gösterilen bir

565 Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s. 11-27. 566 Halit Fahri Ozansay, “Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 193-195. 567 Ozansay, a.g.m., s. 195. 568 Refi Cevat Ulunay, “Ramazan ve Eski Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 198.

126

konuma taşımıştır. Duyguları aktarmada, şarkı söylemede, dans biçimlerinin icrasında oldukça yetenekli kimselerdir.569

2.9. RAMAZAN BAYRAMI

Bayram kelimesi, Kaşgarlı Mahmud’un tespitine göre aslı Farsca bezrem / bezram olup “sevinç ve eğlence günü” anlamlarında kullanıldığı ve beyrem / bayram telaffuzun Oğuzlara ait bir tabir olduğu görülmektedir.Farsça’ da her zaman görülebilen z ve peltek z değişimi göz önünde tutulduğunda kelimenin aslının Farsça olması ve bez(m) ram seklinde tahlil edilir. Bu takdirde bazram’ın bezm “yiyip içme konuşup eğlenme meclisi” kelimesinin “m” sesi düşmüş sekli olan bez ile “hoş ve sevinçli” anlamını taşıyan ram kelimesinin birleştirilmesi sonucu elde edilmiş, “neşeyle konuşup eğlenme, yiyip içme meclisi” anlamına gelen birleşik bir isim olduğu söylenebilir.570

Bayramlar toplumların hayatında önemli bir yer tutar. Fazla is günü kaybına ve normal zamandan daha fazla savurganlıklara sebebiyet verdiğinden dolayı sayısı mümkün olduğunca azaltılan bayramların en fazla Eskiçağda kutlandığı görülmektedir. Dini bayramların dışında kazanılan yeni zaferler ve eski zaferlerin yıl dönümleri, hükümdar ailesinde meydana gelen evlenme ve doğum gibi olaylar ve yenitahta geçmeler de bayramlara konu olmuştur. Mahkûmların affedildiği günlerin de bayram olarak kutlandığı görülmüştür. Neşe ve eğlencenin yanında bayramlarda dikkati çeken bir başka özellik de yeme içmeye fazlaca yer verilmesi ve israf derecesinde tüketilmesidir.571

İslam dininde Ramazan ve Kurban bayramları olmak üzere iki tane bayramı vardır. Arapçada “idu’l-fıtr”ve “idu’l-adha”seklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu ilk defa bu yıl farz kılınmış ve bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki Şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak kabul etmişler ve kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı veya bayramdan önce fıtır sadakası verildiği için fıtır bayramı dadenilmiştir. Anadolu’da bayramda seker lokum ve tatlı ikramı geleneğinden dolayı Ramazan Bayramına şeker bayramı da denilmektedir. Zilhicce ayının onunda başlayan ve dört gün devam eden

569 Mustafa Sekmen, Meddah ve Gösterisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2008, s.57. 570 Erdem Sargon, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, İstanbul, 1992, c.5, s. 257. 571 Sargon, a.g.md., s. 258.

127

kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için Kurban Bayramı adıyla anılmıştır. Öte yandan hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve Ramazan bayramı gibi dini uygulamalar hicretin ikinci yılında emredilmiştir.572

2.9.1. Ramazan Bayramın Tespiti

Osmanlılar Ramazan ayı ve bayramların tespitine “ru’yet-i hilal” i esas almışlardır. Havanın açık olduğu günler hilal gözlenir, açık olmadığı hilalin görülmediği zamanlarda bayram gününün tespitinde ikinci yol olan “tekmil-i selâsin” e itibar edilmiştir. Bir önceki ayın gurresi belirlenerek ay otuza tamamlanır, bu suretle bayram günü tespit edilmiştir. Bayram günü tespit edildikten sonra kadı, vekâyi kâtibine ru’yet ve ya tekmil-i selâsin ile bayramın tespiti hicri takvime göre kaydettirir, hazırlanan bu yazı Sadarete arz olunurdu.573

Bayram gününün tespiti ve kaydı tamamlandıktan sonra Sadaret’ten çıkan buyruk, ilgili yerlere ulaştırılarak bayram ilan edilmeye başlardı. Bayramın ilanında en çok tercih edilen yol, arefe günü ikindi vaktiyle başlayan top atışlarıydı. Ramazan ve Kurban bayramlarında atılan toplara ‘Bayram Topu’ denirdi. Bayramın ilan edilmesinde başvurulan diğer bir yöntem ise, kandillerin yakılmasıdır. Her bayramın ilanında kadılar bayramın ilanı için ikad-ı kanadilyani kandillerin yakılması için idareden izin istemişlerdir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru top atışları ve kandillerin yanmasıyla birlikte, gazeteler aracılığı ile bayram ilanının yapıldığı görülmektedir.574

Bayramın tespitiyle beraber bayram gecesi büyük bir sevinç olurdu. Bayram gecesi her caminin minaresine kaftan giydirilirdi. Ayrıca mahya olarak da bir hat, yol çekilir, bununla Ramazan’ın yolculuğu ima edilirdi.575

572 İbrahim Bayraktar, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, 1992, s. 259. 573 Ravza Çekici, “Kıymetini Bilenler Bayrama Böyle Hazırlanırdı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 133-134. 574 Çekici, a.g.m.,s.133-134. 575 Mehmet Selim Sırrı, “Osmanlılarda Bayramların Halk Nezdinde Kutlanması ya da Nerede O Eski Bayramlar”, Nerede O Eski Bayramlar, s. 146.

128

Bayram ilan edilir edilmez Boğaz’da bayram ziyaretleri ve merasimleri başlardı. Bir yandan artarda atılan toplar, diğer yandan yelkenlerini ve iplerini ışıklandıran demirli gemiler, bayramı erken yaşamaya başlardı.576

2.9.2. Sarayda Bayram Hazırlığı

Topkapı Sarayıʹnda bayramdan bir gün önce yapılan törene “Arife Divanı” denilirdi. Padişah, Enderûn halkının bayram tebriklerini ve hediyelerini bu törenle kabul ederdi.577 Öğle namazı kılındıktan sonra, dîvân çavuşları tören kıyafetiyle birlikte Dîvânhâne’nin önünde sıra halinde beklerlerdi. Çavuşların ellerinde uzun parlayan asalar bulunurdu. Arife günü ikindi namazı da kılındıktan sonra tören, Fatiha sûresinin okunmasıyla açılırdı. Arz Odası kapısının önüne Taht-ı Hümâyûn kurulurdu. Bu sırada törene katılacak olan herkes tören protokolüne uygun şekilde kurulmuş olan tahtın sağında veya solunda yerlerini alırlardı. Padişah arz odasından çıkarak arz odası önüne kurulmuş olan tahtına otururdu. Bununla birlikte dîvân nevbeti çalınır, alkışlanırdı. Padişah, ön tarafta hazır bulunan Enderûn halkının bayram tebriklerini kabul ederdi. Duacı çavuşunun yaptığı duaya orada bulunanlar hep birlikte amin derlerdi. Törenin bitişiyle Padişah, tahtından kalkarak alkışlarla arz odasına giderdi. Padişahın arz odasına gidişinden sonra Selâtîn Câmîi İmam ve Hatipleri, Arz Odasıʹna giderler ve birer aşrı şerîf okuyarak arz odasındanayrılırlardı. Âdet üzere Selâtîn Câmîi İmam ve Hatiplerine o gün bahşiş verilirdi.578

Vezîrler ve diğer devlet erkânı arife günü düzenlenen Arife Dîvânıʹna katılmazlar, ertesi gün sarayda yapılacak olan bayramlaşma töreni için sarayda hazırlık yaparlardı.579

Bayram gecesi, Sadrazam Padişahla sarayda bayramlaşırdı. Bayram gecesi belirlenen bir saatte bayramlaşacak olanlar saraya gelirdi. Sadrazam teker teker Şeyhülislamdan başlayarak herkesi selamlar ve bayramlaşırdı.580

576 Sırrı, a.g.m.,s. 146. 577 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984, s. 201-202 578 BOA, KK. d, nr. 0696M, zikreden, Yıldırım, a.g.t. s. 72. 579 Zeynep Tarım Ertuğ, “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”, Mübahat S. Kütükoğluʹna Armağan, (ed. Zeynep Tarım Ertuğ), İstanbul, 2006, s. 582. 580 Esad Efendi, Osmanlılarda Töre ve Törenler( Teşrifat-ı Kadîme) (sadeleştiren, Yavuz Ercan), İstanbul 1979, s.56.

129

Bayram namazı için gidilecek camiyi bayramdan bir gün önce Padişah kendisi seçer bu genellikle Ayasofya veya Sultan Ahmed Camilerinden biri olurdu.581

2.9.3. Osmanlı Toplumunda Bayram Hazırlığı

Bayrama dokuz gün kala, orta halli aile hanımlarının çoğu, çarşaflarını giyinip peçelerini takar, Kapalıçarşı ya da sergilerin olduğu Beyazıd çarşısına giderlerdi. Buralardan bayram için gerekli ihtiyaçlar tedarik edilir, çocuk ve hanımların bayramlık elbiselerinin dikimleri yapılırdı. Kahya, divan efendisi gibi hizmetçilere hane sahibi tarafından çamaşır ve elbiselik alınırdı. Damat ve gelinlere en pahalı hediyeler seçilirdi. Evin beyleri ise küçük çocuklarla birlikte hanımdan ayrı alışveriş yapardı. Galata yahut Beyoğlu’na alışverişe gider bayram için fes diktirirlerdi. Bayram için alınan tatlılar da beylerin seçimine kalırdı.582

Evin halkına ayrı ayrı çamaşırlar, elbiseler, ipekli kıyafetler alınır, herkesin bayramlığı kendisine özel hazırlanan bohçanın içine konur, evin hanımı bayram gecesi herkesin bohçasını verir, selamlığa da evin çocuğuyla gönderirdi.583

Günler öncesinden evler bahçeler temizlenirdi. Ramazana başlamadan evvel yapılan temizliğin belki iki katı temizlik bayram için yapılırdı. Bayramda bayramlaşmaya gelecek olan hısım akrabaya verilecek ikramlar hazırlanır, baklavalar günler öncesinden tepsi tepsi açılır, evde ve yiyeceklerde eksik varsa tamamlanırdı. Bayram harçlıkları keselere konur, bekçiye, davulcuya verilecek bohçalarda hazırlanırdı. Bu bohçalar haremden selamlığa verilirdi. Selamlıktan da hareme mukabele olarak un kurabiyesi yollamak adetti.584

Ertesi güne kadar sabredemeyip erenden bayramlıklarını giyip sokaklarda dolaşan çocuklara ‘arife çiçeği’ derlerdi. Bayram arife günü akşam ezanından sonra ilan edilirdi. Ramazanın ilk gecesi olduğu gibi bayramı müjdeleyen davul sesleri çocuklarla beraber büyükleri de ruhani bir sevinç içinde heyecana getirirdi.585

581 Özdemir Nutku, “Bayram Alayı”, DİA, C.V, İstanbul 1992, s. 265. 582 Halit Fahri Ozansoy, “Bayramlıklar İçin Çarşıda ve Pazarda”, Ramazan Kitabı, s. 297-299. 583 Uslubaş, a.g.e., s. 114. 584 Erol Özbilgen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.227. 585 Özbilgen, a.g.m.,s.227-228.

130

2.9.4. Sarayda Ramazan Bayramı

Padişah ve erkânın sarayda bayramlaşmasına “Muayede Alayı” denir. Osmanlı sarayında Ramazan ve Kurban bayramlarında Has odada Enderun ağalarıyla “Muayede- i Havas”, Devlet erkânı ile Babüssaade önünde “Muayede-i Umumî” adı altında törenler yapılır.586

Bayram günü tebrik merâsimi sabah namazı ile bayram namazı arasında yapılırdı. Törene katılacak olan kişiler bayram gecesi gece yarısından sonra saraya gelerek sabah namazından sonra yapılacak olan tören için hazırlanırlardı.587

Sultan, bayramda İstanbul’da olursa birçok eğlence düzenlenirdi. İp cambazları, akrobatlar, kılıç dansları, hünerli göstericilerin sergiledikleri gösteriler bu eğlencelerdendi. Sultan bayram sırasında seferdeyse saray erkânı tarafından önemli şahıslara değerli hediyeler sunulur, ziyafetler verilirdi.588

Padişahlar, bayramın ilk günü sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesinde kılmaları adeti de vardı. Darüssaade ağası ile Silahdar ve padişah yakınları bayramlaşmayıHırka-i Saadet Dairesinde yaparlardı. Bu bayramlaşmadan sonra, padişah Revan Kasrı denilen daireye gider saltanat elbisesini giyerdi. Bu sırada saray imamları ile hekimbaşı da hünkârın bayramını orada kutlardı. Padişahın hazırlanması sırasında hazine kethüdası ile diğer saray ağaları hünkâr tahtını yerinden çıkarıp süslemelerini yaptıktan sonra Babüssaade’nin önüne koyarlardı. Bu sırada Ayasofya Camiinde sabah namazını kılmış olan ve teşrifata katılacak kişiler, Kubbealtı denilen ve vükelanın toplantı yeri olan mahalde toplanmış olurdu. Merasim zamanının geldiği, silahtar ağa vesilesiyle hünkâra bildirilirdi. Padişah bulunduğu yerden kalkıp önce arz odasına gelir orada biraz dinlenirdi. Bu sırada mehter takımı çalmaya başlardı. Hünkâr, tahtına oturur, bu arada Nakib ül Eşraf Efendi bir dua ile bayram merasimini başlatırdı. Bu sırada Enderun çavuşları tarafından “Aleyke, Avunullah, Maşallah” diye hitamlar duyurulurdu. Bu tarz bağırışlara tarihimizde “alkış” denilmiştir.589

Bayram alayından bittikten sonra padişah Has Odanın önüne konulan tahtına oturur Enderun halkının tebriğini kabul ederdi. Saray kethüdası önde olduğu halde kapı

586 Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniyye, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.83-84. 587 BOA, KK. d, nr. 0696, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s. 73. 588 And, a.g.e., s.233. 589 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 203-209.

131

oğlanları sırasıyla gelip etek öperler, onları müteakip hazine ve kiler kethüdalarıyla seferlilerinçamaşırcı başısı başta olarak bu odadaki iç oğlanları tebrik ederlerdi. Bu suretle ikinci Enderun tebriği bittikten sonra padişah bu defa da has odadaki tahta oturur musahib ve nedimler gelip kendisini eğlendirilirlerken kilerci başının yemeği yer ve helvahanede yapılan helvadan sadrazam, şeyhülislam ve kazaskerlerle bohçalara bağlanmış tabaklarla helva yollardı.590

Bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenletmiştir. Bu bayram şenliklerinden biri, Sultan Abdülaziz’in 1866 yılındaki kurban bayramında düzenlettirdiği meşhur şenliktir. Haliç’te, Galata Köprüsü ve Sarayburnu’nda düzenlenen gösterilerde İstanbul esnafı çeşitli maharetler göstermiş, orta oyuncuları, hayalbazlar ve meddahlar halkı eğlendirmişler, hatta güreşçiler de yer almıştır.591

XV. yüzyıldan itibaren şenlikler belli bir protokol ve program düzeni içinde gerçekleştirilmiştir. Bayram günlerinde öğleden önce bayramlaşma, ikram ve hediyelerin dağıtılması ve yemek yemekle geçer, öğleden sonra ise gösteriler yapılmıştır. Bu gösterilerde cambaz, gözbağcı, esnaf oyunları, dramatik oyunlar ve sportif oyunlar yer almıştır.592

II. Abdülhamid döneminde ve XX. yy başlarında bayramlar daha sade bir biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir. Bayram arife günü top atışlarıyla başlar ve bayramın son gününün ikindisinde atılan topla sona ererdi.593

2.9.5. Osmanlı Toplumunda Ramazan Bayramı

Bayram sabahı gün doğumunda minarelerde ilahi nameleriyle temcid verilirdi.594Ardından sabah ezanı okunur. Büyükler bayramlık elbiselerini giyer, süslenir, saçlar, bıyıklar, sakallar taranır, güzel kokular sürülürdü. Minarelerden temcidin sesini duyanlar camilere koşarlar. Halk bayram namazları için, omuz ve koltuklarında seccadeleri olduğu halde gecenin yarısından itibaren bu meydana akın

590 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210. 591 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210. 592 Nutku, a.g.md., s. 264. 593 Nutku, a.g.md., s. 264. 594 Musahipzade Celal, “Şeker Bayramı”, Ramazan Kitabı”, s. 303.

132

halinde gelirdi. Bazen çok kalabalık da olur o zaman halk meydana sığmaz etraftaki sokaklara yayılır ve namaza iştirak ederlerdi.595

Bayram namazları büyük bir azamet ve ihtişam içinde kılınır, namazdan sonra ilk tebrikleşmeler cami avlusunda başlar, tanıdıklar burada, el öperek, tokalaşarak bayramlaşırlar. Çıkışta da ulema yahut yaşça büyük olanların ellerini öpüp dualarını alırlardı.596

Bayram namazından sonra eve dönülmeden önce mezarlığa gidilir. Yakınların kabri ziyaret edilir Fatiha ve Yasin-i Şerif okunurdu. Evlerine dönen cemaat eve girer girmez kapı önüne bekleyen ailesiyle eller öpülerek, kucaklaşır, küçükler öpülür, sevinç içinde bayram tebrik edilirdi. Daha sonra komşu ziyaretleri başlardı. Memurlarda amirlerinin evlerine bayram ziyaretine giderdi. Bu çok masraflı olan bayram ziyaretleri 1845 yılında resmen kaldırılmış, memurların çalıştıkları yerde bayramlaşmaları ve amirlerinin evlerine gitmemeleri bir kararname ile hükme bağlanmıştır. Bu tür bayram tebriklerinin haricinde evleri ilk olarak bekçiler ziyaret ederdi. Bekçilerin birinin elinde bir sırık durur; o sırık evlerden birinin penceresinden uzatılır, içeriden de sırığın ucuna basma, mendil ya da değişik hediyeler bağlanırdı.597

Osmanlı toplumunda bayramın özel bir yeri vardır. Sosyal dayanışmayı, toplumda sevgi ve saygıyı arttıran bayram, dargınları da barıştıran bir köprüdür. Allah’ı hatırlamada ve bu güne eriştirdiği için sonsuz şükür niteliğindedir.598

Tebriğe gelenlere genellikle badem şeker ve lokum ikram edilirdi. Bazen yanına bardaklar konulmuş bir kâse içinde gülbeşeker, sakız yahut Hindistan cevizi reçeli gibi kıvamında tatlı ikram edilirdi.599 En meşhur ikram da baklava olmuştur. Arife günü komşularında bir araya gelmesiyle kat kat açılan baklava bayramın en gözde tatlısıdır.600

Erkek çocuklarına kabartılmış motifli, kız çocuklarına da kenarları fırfırlı renkli mendiller hediye edilirdi. Bayram harçlıkları bazen çocukların eline bazen de

595 Nutku, a.g.md., s. 264. 596 Uslubaş. a.g.e. s. 115-116. 597 Uslubaş, a.g.e. s. 116. 598 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, ( Türk Töresi), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 1994, s. 201. 599 Erol Özbilen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.229. 600 Kolay, vd., a.g.e., s.198.

133

bumendillere sarılıp verilirdi.Çocuklar bu mendilleri kullanmazlar, bayram mendilleri koleksiyonu yaparlardı.601

Müzisyenler ev ev dolaşır para toplarlardı. Zurna çalan iki kişi önde, davul çalan iki kişi ise arkada tarafta dururdu. Birer tane de zil ve boru çalan kişi vardı. Bu müzik ekipmanı ahenkli müzikleri günler önceden bayram için özel düzenlerdi.602

Bayram yerlerinde dönme dolap, kayık salıncağı,havalı tüfek ile mekanik düzenli hedeflere nişan almak; ata ve at arabasına binmek, makarayla telden kaymak çocukların bayramda en büyük eğlencesiydi. Etraf kuruyemişçi, şekerci, börekçi, turşucu, revani, şam tatlı satıcılarıyla dolu olurdu.603

Fatih, Vefa, Kadırga, Üsküdar, Beşiktaş gibi semtlerin meydanlarına bayram meydanı kurulurdu. Bu meydanların etrafı çadırlarla çevrilir, kocaman bir çadırın içinde hokkabazlar ve ip cambazları gösteriler yapardı. Hatta havuz kurulur içine konulan fok balığı on paraya çocuklara izletilirdi. Meydanın başka taraflarına değişik şekillerde salıncaklar kurulurdu. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar çocukların en büyük eğlenceleriydi. Meydanın dış tarafında ise her türlü yiyecek satıcıları bulunurdu. Horoz şekeri, elmaşekeri, şerbet, sütlaç tezgâhlarda çocukları beklerdi.604

Türklerin Ramazan Bayramını anlatan Nerval; “Türklerin Ramazan bayramı bizim yılbaşı bayramımıza benzer. Fakat bu ülkede Avrupa medeniyeti yavaş yavaş sızmaya, dinlerine aykırı düşmeyen sahalarda, adetlerine bile tesir etmeye başlamış. Öyle ki kadın ve çocuklar Fransa’dan veya Almanya’dan gelen süslü şeylere, değersiz ama gösterişli eşyaya bayılıyorlar. Ayrıca Türk kadınları çok güzel reçel ve tatlı yapmalarını bildikleri halde, şeker, bonbon ve mukavva işleri tamamen Paris mamulüdür.” Der. Bayramı da; “ Bayram sabahı, güneş doğarken, gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti. Bin minareden yükselen ezan sesleriher tarafta yankılandı. Büyük şaşalı bir merasim yapıldı. Merasimden sonra herkes birbirinin elini öptü.”605Diyerek o zamanlardaki İstanbul bayramını özetlemiştir.

601 Özbilen, a.g.m., s.229. 602 And, a.g.e., s.233. 603 Özbilen, a.g.m., s. 230. 604 Akyavaş, a.g.e.,s. 354-355. 605 Gerard De Nerval, Doğu’ya Seyahat, (çev, Selahattin Hilav), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 725-727.

134

2.10. XX. YÜZYIL’DA RAMAZAN

Modernleşme ve küreselleşme, evrensel değerleri öne çıkarırken, yerel kültür ve değerlerin önünü açmıştır. XX. Yüzyıldaki değişime ayak uydurmaya çalışan Osmanlı toplumunda bu modernleşme çabaları, sorunları da beraberinde getirmiştir. Devletin politikası olan demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşlara hâkim kılma çabası606 gündelik yaşamı da etkilemiştir. Toplum yeniden yapılanma zorunluluğu içinde kalmıştır. Bu aydınlanma dini ve dini kurumları da etkilemiştir. Dini konularda da akılcı ve eleştirel düşünce ön plana çıkmıştır.607

Toplum yapısındaki değişiklikler kültürel hayatta da görülmüştür. Batıya yönelme ve batı tarzı hayat sürme, romanlardaki karakterlere uyarlanmıştır. Örneğin, Ahmet Mithat Efendi’ nin Felâtun Bey’i, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şık romanındaki Şatıroğlu Şöhret karakteri, Nabizâde Nazım’ın Zehra romanındaki Suphi’si batı tarzı olan özenti karakterlerdir. Anadolu’da okunmasıyla yaygınlaşan bu karakterler, Ramazan ayında halkın en büyük eğlencelerinden olan Karagöz oyununa da sıçramıştır. Romanlardaki gibi alafranga karakter olan Hacivat ve onun karşısında ezilen Karagöz, aslında halkı bölmüş, farklı kategorilere koymuştur.608

II. Meşrutiyet dönemi Anadolu toraklarında Ramazan ayına tanıklık eden Fransız yazar François Georgeon, Osmanlı toplumunun XX. Yüzyılda yöneticilerinin de değişmesiyle oruca karşı ehemmiyetin azaldığını belirtmektedir. Alenen oruç tutmadığını göstermenin modern sayılmak olduğunu vurgulayan yazar, toplum içinde de rahat şekilde yenilip içildiğini belirtmiştir. Cezaların yaptırımının kalmadığını, artık Ermeni’yi, Rum’u ya da Yahudi’yi Müslüman Türk’ten ayıran hiçbir unsurun olmadığını söylemiştir.609

Osmanlı Dönemindeki Ramazanları ve Cumhuriyet yıllarındaki Ramazanları da yaşayan Ruşen Eşref Ünaydın, bu dönemleri kıyaslarken Beyazıt meydanındaki değişmeyen sergilere dikkat çekiyor. Osmanlıdaki Beyazıt sergileri aynı canlılık aynı zenginlik içinde çeşitli bölgelerden getirilmiş en kaliteli mallar, en lezzetli yiyecekler

606 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1996, s. 347. 607 Hasan Onat, “Türkiye’de Din Anlayışındaki Değişim Süreci”, V.Türk Kültür Kongresi Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü ve Geleceği, Din, İnanç, Laik Düşünce, C.4, Ankara Kültür Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005, s.5 608 Şerif Mardin, Türk Modernleştirmesi Makaleler 4, (derleyenler, Mümtaz’er Türköne/ Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 55-56. 609 Georgeon ve Dumont, a.g.e., s. 64-65.

135

aynı havasında hüküm sürmektedir. Renk renk şekerlemeler, top top elbiselik kumaşlar Hindistan’dan gelen çeşitli baharatlar ve onları satan acem baharatçılar, cinsi değişmeyen tespihler, hatta tezgâhlardaki satılan kokular bile aynıdır. Yine en dikkat çeken yer Reji İdaresinden gelen tütün mâmüllerinin olduğu taraftır. İftara bir saat kala herkes dağılmaya başlamaktadır. Sergicilerde sergilerini birer örtüyle örtüp avluyu terk ederler.610

İstanbul’un meşhur eğlence yeri olan Direklerarası itibarını kaybetmiştir. Halk eğlence yeri olan Direklerarasından, Beyoğlu sokaklarına kaymıştır. Batılılaşmayla birlikte serbest olan içki ve beraberinde meyhaneler artmıştır. Beyoğlu’nda meşhur meyhaneler ve içkili mekânlar rağbet görmeye başlamıştır.611

Ramazana özel Beyoğlu’nda gösterilen sinemalar, büyük ilgi toplamıştır. Direklerasındaki perde oyunlarını geride bırakan sinema, her geçen gün değişik filmler oynatmakta, reklamını ise gazetelerde vermektedir.612

XIX. Yüzyıla kadar İstanbul’un Kültür dokusuna yer edinen ve en görkemli dönemini II. Abdülhamid döneminde yaşayıp Ramazanla özdeşleşen semai kahvehaneleri de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra duraklama ve çok kısa bir süre sonra da gerileme dönemine girmiş ve I. Dünya Savaşı yıllarındakaldırılmıştır.613

Tanzimat döneminde ortaya çıkmış olan ve Ramazan aylarında halkın eğlence mekânı olan tiyatro, meşrutiyet döneminde insanları eğlendirme çizgisini bozmuştur. 31 Mart olayı, Trablus ve Balkan savaşları sırasında halkın moralini düzeltme çabasına gidilmiş ve olumsuzluklar iyi şekilde gösterilerek sahnede canlandırılmıştır. Halkın tiyatroya duyduğu eski coşku kalmamış, ilgi azalmıştır.614

Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde benimsenen altı ilke gerek tiyatro eserlerinde gerek tiyatronun çeşitli yönlerinde uygulandı. Türk ulusunun değerleri ve erdemleri eski tarihten de kesintiler sunarak halka gösterildi. Ramazan ayına mahsus olan gösteriler tamamen çizgisinden çıkarak ulusa seslenen değerler niteliği aldı. “Yurtta barış Cihanda barış” ilkesi konsepti

610 Beşir Ayvazoğlu, Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2009, s.53-56. 611 Ercüment Ekrem Talû, “Yetim Mabet”, Ramazan Kitabı, s.254. 612 Georgeon ve Dumont, a.g.e., s.83. 613 Refik, a.g.m., s.117. 614 Metin And, Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s.116.

136

tiyatroya başarılı bir şekilde uyarlandı. Tiyatronun halka seslenişi ile birlikte kamu eliyle destekleme kararı alındı.615

Osmanlı döneminde bilhassa Ramazan aylarında oynanan oyunları genellikle Ermeni kökenli kişiler icra ederdi. Meşrutiyet döneminde ise Müslümanlar tiyatroda etkili olmuştur. Güllü Agop Gedikpaşa Tiyatrosunu, Ahmet Vefik Paşa’nın önayak olduğu Bursa Tiyatrosu faaliyete geçmiştir. Saray tiyatroları da önem kazanmış, üstelik oyuncuları da Türk Müslümanlardan seçilerek canlandırılmıştır.616

1915’te Darülbedayi’nin kurulmasıyla, ortaoyunu ve tuluat tamamen ortadan kalkmıştır. Sahneye gelen Ermeni oyuncuların aksanı ve konuşma tarzından anlamayan Türkler, Türk oyuncu yetiştirilmesini istemişlerdir. İlk oyunu “Çürük Temel” olan Darülbedayi de Türk oyuncular eğitilmiş, ilerleyen zamanlarda burası konservatuar halini almıştır.617

Osmanlı Ramazan gecelerinde doludizgin izlenen Karagöz gösterileri, XIX. Yüzyılın başında Meşrutiyetin ilânı rağbeti arttırmıştır. İstibdat Dönemi sansüre maruz kalmasıyla konular serbestleştirilmiştir. 1910 yılında ise ilk defa canlı olarak icra edilen Karagöz oyunları oynanmıştır. 1920’li yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte Karagöz yavaş yavaş etkinliğini kaybetmiştir.618

İkinci Meşrutiyet döneminde, Ramazan ayında verilen vaazlara da karışılmış, eğlence yerleri yahut meyhaneler hususunda engelleyici vaaz verilmesi istenmiştir. Vaazı veren vaizler bizzat saraya çağırılmış, on lira bahşiş verilmiştir. Vaizlerin zamanla saraya yaranmak ve bahşiş alabilmek için halkı Ramazan ayı eğlencelerini kötüleyen vaazlar verdiği görülmüştür. 619

1908 Ramazanında teravih çıkışı Yeni Camii imam vekili olan Abdülkadir Efendi, yeni düzene ilginin arttığı ve inançlarda zayıflama olduğu düşüncesiyle Karagöz oynatan yerlere zarar vermiş, perdelerini yırtmıştır.620

615 And, a.g.e.,s. 156-158. 616 Metin And, Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1971, s. 27. 617 Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2000, s.77-79. 618 Göktaş, a.g.e.,s.10-11. 619 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 2001, s.137. 620 Akşin, a.g.e., s. 137.

137

Milli Mücadele yıllarında, başkentte Ramazan geceleri eskisi gibi eğlence dolu değildir. Herkes evlerinde dinlenmeye geçmiş, hareket hazırlıkları ve işgal durumunda savunma planları, teravih çıkışı yer altı diye hitap edilen gizli yerlerde yapılmıştır. Hatta o dönemlerde toplanmaya tek müsait yer camilerdir. Vaazların milli iradeyi güçlendiren nüktede olması ve Mustafa Kemal resimlerinin ve mücadele ruhunu güçlendiren yazıların elden ele dolaştığı görülmüştür. 621

Seçkinlerin uygarlığı ve halk tabakasının kültürünün farklı olduğunu belirten Ziya Gökalp’e göre, Ramazan geceleri, Türk seçkinlerinin halk kültürünü yakından tanıdıkları bir dönem olarak nitelendirir. Ramazan ayında vaazların Türkçe verildiği gibi, ilahilerinde Türkçe okunduğuna dikkat çeker. Hatta teravih namazlarına can veren yegane unsurun Türkçe okunan ilahiler olduğunu savunur.622

Ramazaniyyeler, Cumhuriyetin getirdiği edebiyat alanındaki yeniliklere boyun eğmiş, yazarların bakış açısı ve düşünce sistemiyle birlikte yok olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında hâkim olan Türkçülük fikri doğrultusunda yazarlar, eserlerinde ideolojilerini savunmuş, kasidenin giriş bölümünde yer alan ramazaniyyeler divan edebiyatı nazım biçimlerinde terk edilmiştir.623

Değişen ve gelişen kültürlerimizden mahyalarda nasibini almıştır. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru babadan oğla geçen, usta çırak ilişkisiyle sürdürülen mahyacılık için, Fatih’te sıbyan mektebi odalarında ustalık eğitimi verilmiştir. XX. Yüzyılda ise İstanbul Vakıflar Bölge Başmüdürlüğü kapsamına alınmıştır. Mahya yapım atölyesinde elemanlar yetişmekte, İstanbul’dan ayrı büyük şehirlerde de mahyalar kurulmaktadır. 624

Bazen motif, bazen Osmanlıca yazı, bazen divani olarak yazılan mahyalar stil ve içerik olarak değişmiştir. 1924’ten sonra mahyalar açıkça siyasal bir içerik kazanmıştır. “Yaşasın Hürriyet”, “Yerli Malı Satın Alınız”, “Yaşasın Gazi Mustafa Kemal” gibi ifadeler minareler arasında sallanmıştır. Dini muhtevasını kaybeden mahyalar, dönemin siyasal konularıyla ilgili mesajlar vermiştir.625

621 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 119. 622 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara, 1923, s.119. 623 Ayvazoğlu, a.g.e.,s. 157-158. 624 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul, 1994, s.276. 625 İlbeyi Özer, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.431.

138

XIX. Yüzyılın son döneminde İstanbul’da üç yerden top atılır. Biri Beyazıd Meydanından, diğeri Selimiye Kışlasından, üçüncüsü ise Üsküdar ve Beylerbeyi arasındaki Nakkaş Karakolu’nun yanından olmak üzere yedi buçukluk toplar atılmıştır. XX. Yüzyıla gelindiğinde İstanbul’da top Sultanahmet Camisi’nin yanındaki yangın harabesi olmak üzere tek yerden atılmaktadır.626

Modernleşen çağın gelmesiyle, iftar sofralarının gitmesi bir olmuştur. Batılı ev düzenine geçilmesiyle, Ramazan ayı gelmeden doldurulan kiler bölümü kalkmış, aylar önce başlayan hazırlık ve temizlik unutulmuştur. İftariyelikler, iftar davetleri, diş kiraları, haremlik selamlık sofra düzenleri adeta tarihe gömülmüştür. Akşam ezanının okunmasıyla oruçlar açılmış, eski iftar sofralarının ihtişamı kaybolmuştur.627

Batı kültürü ve modernleşme sofralara da uğramış, hatta saray sofralarının havasını değiştirmiştir. Topkapı Sarayında kocaman masayla avluya kurulan iftar sofrası, artık avludan kalkmış, batı tabiriyle yemek salonuna taşınmıştır. Lezzetler değişmiş, batı mutfağı etkisi görülmüştür. Geleneksel yemekler eskide kalmış, yeni yemek tarzları mutfaklara girmiştir. O dönemde dergilerin çoğalmasıyla birlikte yemek dergileri de piyasaya çıkmıştır. Bu yemek dergilerinin içeriği ise batı yemekleri olarak sunulmuştur.628

Ramazanda meşhur olan içecekler şurup ve şerbetlerde değişime uğramıştır. İftardan sonra içilen kahve yerini çaya bırakmıştır. 1930’lu yıllarda Türkiye’de çayın üretilmeye başlamasıyla birlikte hem Ramazan akşamlarında sıkça tüketilmeye başlanmış, hem de Türklerin milli içeceği olmuştur.629

İstanbul’da zengin ailelerin konaklarında verilen herkese açık iftar sofraları Genç Türkler döneminde kalkmıştır. Akabinde verilen diş kirası adı altında verilen hediyelerde kaybolmuştur. Sebebi ise büyük devlet görevlilerinin diş kirası verme takati kalmadığı için ve masrafları kısma zorunluluğundandır.630

Ramazan başlangıcını tayin etmek için Ruyet-i Hilal yani aya çıplak gözle bakma ve şüpheli gün sorunu 1927 yılında alafranga takvime geçişle ortadan kalkar.

626 Şakir, a.g.e., s. 65. 627 Ruşen Eşref Ünaydın, “İftar”, Ramazan Kitabı, s.256-259. 628 Özer, a.g.e., s.261. 629 Suraıya Faroqhı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s. 289. 630 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 128.

139

Ramazan ayının başlangıcı bilimsel bir şekilde İstanbul Rasathanesi’nin saptamasıyla olur. 631

Padişahın, Müslüman halka orucun zorunlu olduğunu bildiren tenbihler, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte son bulur. Ceza Kanunu’nun oruç tutmayanlar ve bozanlar için öngördüğü müeyyide, 1926’da yeni Ceza Kanunu’nun kabulü ile tamamen yürürlükten kalkmıştır. Oruç artık zorunlu olmaktan çıkar ve tercih meselesi halini alır.632

Ramazan ayının Osmanlıda ki tadını, insanların “Nerde o eski Ramazanlar” sözünü Yahya Kemal’in dizelerinden anlıyoruz “Senede bir defa gelen bu otuz günlük şehrâyinin, büyük bir mazinin şaşaasına özlem duyuyoruz. Bu levha mazidir. Biz onun içinde müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz. Kendimiz ondan değil ve ona Frenkler kadar yabancıyız. Eski Ramazanımızın medeniyet ışığı söndü. İbadetler bile teamül haline geldi. Keşke ceddimizin Ramazanına dönsek de, Ramazan Türk halkı için Her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olsa.”633

631 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 129. 632 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 130. 633 Yahya Kemal Beyatlı, Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985, s.116-117.

140

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türk milleti, Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış, kendine has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu özel ayın ihtişamını en muazzam bir şekilde, Payitaht yaşamıştır. Gelenek haline getirdiği dini ve sosyal merasimleri toplumun Ramazan ayına has kültürünü oluşturmuştur.

François Georgeon’un Ramazan ayı için İstanbul’u anlattığı makalede ‘Ramazan konukseverlik ayıdır’ diyerek, Osmanlı toplumunun bu aydaki tutumunu vurgular. Ramazan ayı boyunca toplumsal hayatın ritmi hızlanır, bayramda da aynı canlılık devam eder.

Anadolu’daki Ramazan ayını kültürel şölen haline getiren unsur; İslamiyet öncesi Türk dininde bulunmayan oruç ibadetine, Türklerin İslamiyet’e geçişinden sonra bazı Türk gelenek ve göreneklerini, Türk estetik zevkini, yaptıkları bazı törensel gösterileri de katmalarından kaynaklanmaktadır.

Osmanlı Devleti Ramazan ayını gerek resmi olarak gerekse bizzat halk tarafından düzenlemeler ve hazırlıklar yaparak karşılamıştır. Devlet halkın rahat bir Ramazan ayı yaşamasını temin etme amaçlı tenbihnameler yayımlamıştır. Bu tenbihler evlerin, işyerlerinin, kişilerin kıyafetleri, rahatsız edici davranışların önlenmesi, fiyatların herkesin kesesine uygun olması, yeme içme hususuna dikkat edilmesi açısından tasarlanmış, aksi hareketlerin görülmesi durumunda resmi makamlar tarafından cezai işlemler uygulanmıştır.

Ramazan ayının habercisi olan hilal gözlenmiş, hatta bu olay eğlenceye dönüştürülmüştür. Kadı tarafından hilali görene ve buna tanık olanlara ziyafetler düzenlemiş, çeşitli hediyeler vermiştir. Ay görünür görünmez camilerde kandiller yakılır, top atılır, davulcular davullarını çalarak halka Ramazan ayının başladığını müjdeler ve o gece herkes sahura kaldırılırdı.

Arife günü Osmanlı sultanları kutsal emanetleri ziyaret etmişlerdir. Tören haline gelen Hırka-ı Şerif ziyareti yine arife günü gerçekleşir ardından halka soğanlı yumurta ikram edilirdi. Lezzeti en güzel olan soğanlı yumurtanın aşçısı Ramazan ayı boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazanırdı. Halk arasında ise sahurda ve iftarda tüketilecek olan yiyecekler Ramazan gelmeden kilerlere konulmaktadır.

141

İftardan birkaç saat önce hazırlanan iftar yemekleri Ramazanın sofralara da geldiğini göstermektedir. Bu iftar yemekleri her zamankinden farklı olmuş, herhangi bir davet olmasa bile sanki davet varmış gibi sofralar donatılmıştır. Anadolu’nun en doğusundan en batısına kadar aynı anda oruç açıp lokmalar alındığında Ramazan sanki şölen halini almıştır.

Osmanlı devletinde insanların ekonomik düzeyi ne olursa olsun Ramazan ayında iftar davetleri önemli yer teşkil etmiştir. Ramazan ayı kış mevsimine denk geldiyse evin en güzel salonlarına, yaz mevsimine denk geldiyse evin avlusuna kocaman kurulan sofralarda fakir zengin herkes doyurulurdu. Bu iftar davetlerinin en büyük özelliği ise davetsiz gidilebilmesiydi. Padişah Ramazanın ilk on günü yöneticilerini iftara davet ederdi. Bu sofralarda leziz ve zengin yiyeceklerden ziyade ‘Diş Kirası’ adı altında hediye verilmesi pek meşhurdu. İftara özgü olan bu gelenek hediye yahut para olarak misafirlere verilirdi. Ev sahibi misafirlerini uğurlarken takdim ederdi.

İftar sofralarında her şeyin bir sırası vardı. Oruç iftariyeliklerle açılırdı. Bu gelenek günümüzde yok olsa da Osmanlının en güzel geleneklerindendi. Top atıldıktan sonra aperatif olarak iftariyelikler yenir; sonra akşam namazına geçilirdi. Namazlarda kılındıktan sonra asıl yemek bölümüne geçilmiştir. Yemek mutlaka çorbayla başlardı. Çorbadan sonra meşhur ‘yumurta-ı hümayun’ yenirdi. Ardından kebap, kıymalı yahut peynirli börek yenirdi. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ana yemeklerden sonra yenirdi. Güllaç Türklere özgü bir tatlı olarak bilinmektedir.

Ramazan ayı gelmeden önce Osmanlı topraklarının kendine özgü olan yiyecekleri saraya taşınırdı. Malatya’nın kayısısı, Ankara’nın balları, Antep’in baklavaları, cevizli fıstıklı sucuklar, İzmir’in kuru incirleri gibi tatlılar Ramazan sofraları için akın akın saraya toplanırdı.

Osmanlı’nın Ramazan ayına mahsus en güzel geleneklerden bir tanesi ‘zimem defterleri’ idi. Bakkal, kasap, manav gibi esnafların tuttuğu borç defterleri, Ramazanda gönlü zengin kişi tarafından zimem defteri diye adlandırılan bu defterlerdeki kişilerin borçlarının ödenmesi geleneğiydi. Ödeyen kimin borcunu ödediğini bilmez, borçluda borcunu kimin ödediğini bilmezdi. Böylelikle ne zenginde gurur ne de fakirde minnet duygusu olurdu.

142

Osmanlı’da Ramazan ayı gelince sanki geceyle gündüz yer değiştirmiştir. On bir ay boyunca son derece yavaş bir ritimle yaşanan hayat birden bambaşka canlılık ve renklilik kazanmıştır. İftardan sonra herkes eline kandilini alır yollara dökülürdü. Kahveler, dükkânlar hatta devlet daireleri bile sahura kadar açık olurdu.

Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu şölene şahit olur. Dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşır. Özellikle Ramazan ayı yaz aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası yakalanır.

Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay sürer. Ramazan Türk halkının düğünüdür. Tüm halkta “Çok şükür on ay kaldı” diye bir ay daha yaklaşmanın sevinci olur.

Eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları doyurma, fakiri incitmeden sevindirme, bütün toplumu aynı ailenin bir ferdiymiş gibi görebilme şuurudur Ramazan. Geldiğinde İstanbul’un nabzını değiştirir, tam bir Müslüman şehri yapardı. Şehrin bu yükselen ritmi, diğer din mensuplarına da kutsal halkaya dahil olma çağrısı yapardı.

Ramazan ayını Müslüman Türkler külfet haline getirmemiş, ılımlı bir şekilde yaşamışlardır. Mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, cömertlik, ahlak tasfiyesi, herkesi düşünme terbiyesini de bir araya getirerek “Ramazan Medeniyeti” oluşturulmuştur. Bu mübarek ay her sınıf halkın benimsediği ve rahatça yaşadığı kutsal bir zaman dilimine dönüşmüştür. Dil, din, ırk, zengin, fakir gibi ayrımların ortadan kalktığı ve ortak bir ruhun, yoldaşlığın adıdır. Ramazan, her Müslüman’ın kutsal tebessümüdür.

143

EKLER

144

Ek 1:Osmanlı Arşiv Belgeleri

145

146

147

148

149

150

151

152

153

154

155

156

157

158

KAYNAKÇA

Abdülazîz Bey, (2002), Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Güney, İstanbul.

ACAR, M. Şinasi, (2011), Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın, İstanbul.

Ahmed Esad Ben’im, (1949), Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul.

Ahmed İbn-i Hanbel, (1981), Müsned, İstanbul.

AKRAM, Muhammed, (2015), “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Orucun Anlamı ve Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya, Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 46

AKSEL, Melik, (2000), “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık İstanbul, ss. 108-113.

AKSEL, Melik, (2003), “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 87.

AKŞİN, Sina, (2001), Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul.

AKYAVAŞ, A. Ragıp, (2000), Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

Ali Seydi Bey, (T.Y.), Teşrîfât ve Teşkilâtımız, (haz. N.Ahmet Banoğlu), Tercüman 1001 Temel Eser İstanbul.

ALP Münevver, (2003), “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 15.

ALTINAY, Ramazan, (2006), Emevilerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara.

ALTINAY, Ramazan, (2013), “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay- Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.7, S.21, ss. 227-228.

159

ALTUNDAĞ, Abdurrahman, (2012), Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık, İstanbul.

ALTUNTAŞ, Halil ve KARAGÖZ, İsmail, (2010), Oruç İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara.

ALUS, Sermet Muhtar, (2005), 30 Sene Evvel İstanbul, ( Haz. Faruk Ilıkan), İletişim Yayınları, İstanbul.

AMICIS, Edmondo De, (2013), İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih Kurumu, Ankara.

AND, Metin, (1971), Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1972), Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1992), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul.

AND, Metin, (2012), 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

ARAT, Reşit Rahmeti, (1946), Vekâyi Babür’ün Hatıratı, C.I. TTK Yayınları, Ankara.

ARAZ, Nezihe, (2000), “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.18.

ARMAĞAN, Servet, (2005), İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul.

ARPAD, Burhan, (1984), Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul.

ARSLAN, İhsan, (2011), “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, C.9, S.17, ss. 151-152.

ASLAN, Halide, (2009), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden Kandiller”, İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi (İSTEM), S.13, Y. 7, s. 200.

160

ASSMANN, Jan, (2001), Kültürel Bellek, (Çev) Ayşe T. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

ASUTAY, Hasip, (2007), Kurban Risalesi, Hacegan Yayınları, İstanbul.

ASUTAY, Hasip, (2012), Oruç Risalesi, Hâcegân Yayınları, İstanbul.

AŞIK, Fahrettin, (1990), “Hz. Peygamberin Ramazan Hayatı” Diyanet Dergisi, Cilt 26, Sayı 2, Ankara, s. 51.

ATAMAN, Sadi Yaver, (1997), Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

ATASOY, Nurhan, (1998), “Hırka-i Saâdet”, DİA, XVII, İstanbul, s. 374.

ATEŞ, Süleyman, (1988), Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul.

AYDIN, Abdullah, (1976), Nurul İzah ve Tercümesi, Aydın Yayınevi, İstanbul,

AYNUR, Hatice, (2001),“Bayram”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramı Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, C.1, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 371.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2000), Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2009), Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları, İstanbul.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2010), “Kandiller, Mahyalar ve Türk Kimliği”,Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, s. 53.

AYVERDİ, Samiha, (1999), İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV. Baskı, İstanbul.

Azmi Nihad, İsmail Sivri, (1958), Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası, İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (1988), İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (Haz. Ali Şükrü Çoruk), İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2000), Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman, İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2001), Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali Şükrü Çoruk), İstanbul.

161

BAŞ, Eyüp, (2004), “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 1, s. 169.

BATMAZ, Şakir, (2006),“Bir Bahriye Zabitinin Hatıralarında II. Abdülhamid’ in Yıldız Sarayı İtirafları”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, ss. 78-83.

BAYAT, Fuzuli, (2008), “Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Bağlamda Yengi Kün (Nevruz): Mitolojik Olgudan Mitolojik Kurguya”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), s. 143

BAYAT, Fuzuli, (2016), Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji, Ötüken Neşriyat, İstanbul.

BAYKAL, İsmail H. (2015), “Hırka-ı Saadet Ziyareti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 101.

BAYKARA, Tuncer, (2002), “Türklerde Kutlamalar, Toylar ve Eğlenceler”, Erdem, C. 12, S.36, Gün Ofset, Ankara, ss. 868-870.

BAYRAKTAR, İbrahim, (1992), “Bayram” DİA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, s. 259.

BAYRI, M. Halit, (2003), “Ramazan’ın Gülü Güllaç”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, ss. 196-197

BAYRI, Mehmet H., (1972), Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul.

BEKKİ, Selahaddin, (1996), “Türk Mitolojisi’nde Kurban”, Akademik Araştırmalar, Yıl 1, S. 3, ss. 16-28

BERBER, Oktay, (2009), “Türk Kültüründe Eğlence ve Birlik Unsuru Olarak Düğünler”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.10, ss. 1-10.

BEYATLI, Yahya Kemal, (1985), Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

BEYATLI, Yahya Kemal, (1990), Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.

162

BEYATLI, Yahya Kemal, (1995), Aziz İstanbul, M.E.B. Yayınları, İstanbul.

BEYATLI, Yahya Kemal, (2002), Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 16. Baskı, İstanbul.

BEYDİLLİ, Kemal, (2003), Bir Yeniçeriʹnin Hatıratı, Tarih Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul.

BİLGİN, Arif, (2004), Osmanlı Saray Mutfağı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul.

BİLMEN, Ömer Nasuhi, (1997), Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul.

BİRSEL, Salah, (1975), Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul.

BOA. KK. D.NR.696. BOA. A. MKT. NZD 281-8. BOA, CEVDET, BELEDİYE, NR.237, 6591. BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR. 496. BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR.11023. BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR. 53351. BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR.55950. BOA. DVN. MKL.11.19.1 BOA. Y.PRK. BŞK. 29.88.1 BOA. HATT-I HÜMAYUN, 1652. 43 BOA. DVN. MKV. 11.19.2. BOA. MKT. MHM. 310.82. BOA. MKT. MHM. 310.82.2. BOA. İDH.955, 75560, 02/N/1302. BOA, V.PRK, BŞK, 63,74. BOA, BKT, UM, 548.68. BOA, A.MKT.UM. 473, 5. BOA, DH. MB.HPS.M.7,29. BOA. ADL. 8.449. BOA.İ.DH.52/ 2577. BOA. Y.PRK.BŞK.49.79.1 BOA. MKT. MHL. 98.78.01. BOA. MKT. NZD. 309. 90. 1.

163

BOA. MKT. UM.548.681.

BOZKURT, Nebi, (1998), “Hurma”, DİA, C. 18, Ankara, s. 391.

BOZKURT, Nebi, (2003), “Kandil”, DİA, C. 27, Ankara, s. 301.

BOZKUŞ, Metin, (2008), “Aşûre Günü, Muharrem Mâtemi/Orucu Ve Sivas’ta Aşûre Uygulamaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,12/1, s. 35.

BURAN Ahmet, (2006), Prof.Dr. Saim Sakaoğlu’na Armağan, Yayına Hazırlayan Ali Alptekin (Selçuk Üniversitesi), Kömen-SOTA Yayınları, Konya.

CAFEROĞLU, Ahmet, (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, II. Baskı, Enderun Kitapevi, İstanbul.

CAN, Halil, (2015), “Ramazâniye”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 234-235.

CENGİL, Muammer, TEKİN Dila Baran, (2016), “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15, S.29, s. 34.

CENGİZ, Gülizar, (2014), “Geleneksel Hıdırellez Etkinliği”, Alevilik Bektaşilik Araştırma Dergisi, ss. 269-270.

CERRAHOĞLU, İbrahim, (1963), “İslamiyet ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.2, S. 1-2, s. 7.

CİLACI, Osman, (1978), “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, s. 197.

CUNBUR, Müjgan, (1965), “Ramazan Ayı ve Edebiyatımız”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.4, S 1, s. 29.

ÇAĞ, Galip, (2006), “Gökyüzüne Ateşle Yazı Yazmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 59

ÇAĞRICI, Mustafa, (2008), “Ramazan ve Orucun Ahlaki ve İnsani Boyutu”, Ramazan, İstanbul Müftülüğü Kültür Yayınları, Ramazan Özel, Sayı.5, İstanbul, s. 6.

164

ÇAY, Abdulhaluk, (1995), Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Turan Kültür Vakıf Yayınları, Ankara.

ÇAY, Abdulhaluk,(1997), Hıdırellez: Kültür-Bahar Bayramı, II. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

ÇEKİCİ, Ravza, (2015), “Kıymetini Bilenler Bayrama Böyle Hazırlanırdı,” Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 133-134.

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1990), Edebiyatımızda Ramazan, Türk Yurdu, C.10, Sayı 32, Ankara.

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1990),“Edebiyatımızda Ramazan”, Türk Yurdu, S. 378, s. 47

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1995), Ramazanname, M.EB. Yayınları, İstanbul.

ÇELİK, Ali, (2008),“Peygamberimiz’in Ramazanı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, s. 31.

ÇELİK, Celaleddin, (2010), Sosyal Zaman ve Din, Çizgi Yayıncılık, Konya.

ÇELİKKAYA, Hasan, (1969),“Ramazan ve Oruç”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S. 24, Fatih Matbaası, İstanbul, s. 11.

ÇETİN, Firdevs, (2010), “XVI. Asır Seyyahlarına Göre Osmanlı Toplumu (Müslüman Davranış Törenleri İle Dini Mekânlar), Vakıflar Dergisi, s. 28.

DANEGÖZ, Yusuf, (2015) “İftar Sofralarının Vazgeçilmezi Hurma”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 101-104.

DAVUT, Rahile, (2003), “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Akt. Alimcan İnayet), Milli Folklor, S.6, s. 207.

DEDEKARGINOĞLU, Hüseyin, (T.Y.), “Muharrem ve Aşure”, Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, s. 41.

DEMİR, Recep, (2016), “Diğer İnanç Sistemlerinde ve İslam’da Oruç(Karşılaştırmalı Bir Analiz),Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.9, S.42, s. 1787.

165

DEMİRSOY, Soner, TUNÇ, Arif, (2015), “Osmanlı’da Ramazan”, Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 11.

DERMAN, Uğur, (2003), “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 29.

DERNSCHWAM, Hans, (1992), Seyahat Günlüğü, (çev. Yaşar Önen), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

DOĞAN, Lütfi, (1972), “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9, S.5, s. 260.

DÖNMEZ, İbrahim Kâfi, (2008), “Sahur”, DİA, C.35, İstanbul, s. 538.

DÖRDÜNCÜ, Mehmet Bahadır, (2006) “Topkapı’da Ramazan”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, ss. 41-47.

DURSUNOĞLU, Halit, (2003), “Klasik Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirler”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.22, s. 13.

DUYURAN, Dürrüşehvar, (2000), Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, (1994), C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul.

EBERHARD Weber, Çin’in Şimal Komşuları, (1982), (çev. Nimet Uluğtuğ), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

Ebû Dâvûd, Süleyman bin el-Eş’as es-Sicistânî, (1998), Sünen, I-V, (haz. Muhammed Avvame), Beyrut.

El-Hac Mehmed Zihni Efendi, (1998), Nimet-i İslam, II, İstanbul.

ELİADE, Mircea, (1991), Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara.

EMİROĞLU, Kudret, (2015), Kısa Osmanlı- Türkiye Tarihi (Padişahlık Kültürü ve Demokrasi Ülküsü), İletişim Yayınları, İstanbul.

ENÇ, Mitat, (1997), Uzun Çarşının Uluları, Ötüken, İstanbul.

166

ENÇ, Mitat, (2000), “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 228.

Enderunlu Vâsıf Divanı, Hazırlayan: Rahşan Gürel, Kitabevi Yayınları, İstanbul.

ERAYDIN, Selçuk, (2015), “Ramazan ve Ramazaniyeler”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 245.

ERDOĞAN, Mehmet, (2000), İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.

ERMAN, Azmi Nihad, (2015), “Sultan Abdülaziz’in Beklenmeyen Ziyâreti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 341-344.

ERSAL, Yusuf Ziyaeddin, (1974), Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii, Ankara.

ERSOY, Mehmet Akif, (2012), Safahat, Akçağ Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara.

ERTAN, Mehmet Emin, (1995), “Divan Edebiyatında Ramazaniyyeler Üzerine İncelemeler”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Edirne.

Esʽad Efendi, (1979), Osmanlılarda Töre ve Törenler(Teşrîfât-ı Kadime),(Haz. Yavuz Ercan), İstanbul.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul, (2011), (haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı), YapıKredi Yayınları, İstanbul.

FAROQHI, Suraıya, (2000), Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

FELEK, Burhan, (2001), “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, (haz. Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 39-44.

FEYİZLİ, Tahsin, (1988), İslam’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul.

GEORGEON, Françoıs, DUMONT, Paul, (2000), Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak, İletişim Yayınları, İstanbul.

167

GEORGEON, François, (1998), “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, (ed. Hélene Desmet- Grégoire, François Georgeon), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 64.

GEORGEON, François, (2002), “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ramazana Dair Siyasi Alışkanlıklar”, Toplumsal Tarih Dergisi, S. 107, s. 5.

GERÇEK, Selim Nüzhet, (2000), “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 209-214.

GERÇEK, Selim Nüzhet, (2001), “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı,(haz. Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 15-16.

GERLACH, Stephan, (2000), Türkiye Günlüğü 1573-1576, (ed. Kemal Beydilli- çev. Türkis Noyan), Kitap Yayınevi, İstanbul.

GÖKALP, Ziya, (1923), Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara.

GÖKMAN, Muzaffet, (1989), İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yayınları, İstanbul.

GÖKTAŞ, Uğur, (1992), Dünkü Karagöz, Akademi Kitabevi.

GÖLPINARLI, Abdülbaki, (1962), Ramazan Geldi Hoş Geldi, Kevser Yayınları, İstanbul.

GÖMEÇ, Sadettin, (1998), “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 4, s. 41.

GÜLEN, Salih, (2006),“İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, ss. 104-105.

GÜNAY, Hacı Mehmet, (2007), “Ramazan” DİA, , XXXIV, İstanbul, s. 434.

GÜNER, Süleyman Sırrı, (2017), “Osmanlı Musikisi ve Mehter”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.14, s. 102.

GÜNGÖR, Harun, (2002), “Eski Türklerde Din ve Düşünce”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 264.

GÜNGÖR, Mevlüt, (T.Y.), “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Ahiret İnancı”, Dini Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 23, s. 15.

168

GÜRLEK, Dursun, (2015), Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul.

GÜRSOY, Ülkü, (2012), “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, S. 61, s.45.

HANLI, Tuna Buğra, (2015), “Böyleydi Osmanlı’nın Kandili”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 87-88.

HASAN, H. İbrahim, (1986), Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, VI, (çev. İsmail Yiğit), İstanbul.

HATİBOĞLU, Emrullah, (1998), “Hz. Peygamber Zamanında Ramazan”, Ramazan Çadırında İrfan Sofrası, Bağcılar Belediyesi Yayınları, İstanbul, s.77.

IRMAK, Yunus, (1991), “III. Mustafa Rûznâmesi”,Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

IŞIK, Hüseyin Hilmi, (1992), Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi, İstanbul.

İbn-i Battuta Seyahatnamesi, (2000), (çev. A Sait Aykut)Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

İbn-i Fazlan, Seyahatname, (1985), (çev. Ramazan Şeşen), İstanbul.

İbrahim Refik, (2003), “Semai Kahveleri”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 111.

İLERİ, Celal Nuri, (2000), Türk İnkılâbı, (haz. Recep Durmaz), Kaknüs Yayınları, İstanbul.

İlmihal, (1999), İslam ve Toplum, İslam Araştırmaları Merkezi, Medya Ofset, İstanbul.

İlmihal, (2008), C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

İmam-ı Gazali, (1982), Mükasefetü’l Kulüb, Çelik Yayınevi, İstanbul.

169

İNAN, Abdulkadir, (1954), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara.

İNAN, Abdulkadir, (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara.

İNCECİK, Recep, GÖNCÜOĞLU, Süleyman Faruk, SANDIRLI, Fatih, (2004), Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul.

İPEK, Nedim, (1999), Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara.

İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Cer” Tarihte Ramazan, ,Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 17.

İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Huzûr Dersleri”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 19.

İSKİT, Server, (2015), “Tanzimat Devrinde İstanbul Ramazanları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 57.

İSLAM, Thowhidul ,“Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”, Ramazan ve Oruç, s. 64.

İsmail Asım Efendi, (1865), Küçük Çelebizade Tarihi, İstanbul.

KAFESOĞLU, İbrahim, (2004), Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul,

Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, (2005), Sarıyer Belediyesi, İstanbul.

KAHRAMAN, Ahmet, (1971), “Eski Dinlerde ve İslam’da Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.10, S. 112-113, s. 319.

KALAFAT, Yaşar, (1999), “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk Sümer’e Armağanı, T.D.A., S. 100, ss. 97-113

KAPLAN, Mehmet, (1977), “Ramazan Edebiyatı”, Millî Kültür, C.1, Yıl: 1, S. 7, Ankara, s. 38.

KAPLAN, Mehmet, (1977), Milli Kültür, Ankara.

KARA, Abdullah, KARA Hilal, (2006), Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza Yayınları, İstanbul.

170

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal Görüldü” Tarihte Ramazan,, Hazine Yayınları, İzmir, s. 71.

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, s. 71.

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir.

KARA, İsmail, (2010), “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif-i İhya”, Göklere yazı yazma sanatı, İstanbul, ss.18-21.

KARAHAN, Abdülkadir, (1990), “Ramazan Edebiyatı ve Ramazaniyeler”, Diyanet Dergisi, C.26. Sayı; 2, Ankara, s. 95.

KARAHAN, Abdülkadir, (1986), Müslümanlığın Temel Bilgileri, İstanbul.

KARAMAN, Ramazan, (2008), “Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 13, s. 129.

KARAY, Refik Halid, (2002), Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Yayınları, İstanbul.

KARAY, Refik Halit, (2000), “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 36.

KARAY, Refik Halit, (2015), “İftar ve Sahur Yemekleri”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 353-356

KARPAT, Kemal, (1996), Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul.

Kaşgarlı Mahmud, (1990), Divan-ı Lügati’t Türk, (Çev. Besim Atalay) C.1. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

KATAR, Mehmet, (2001), “Hıristiyan Bayramları Üzerine Bir Araştırma”, Dini Araştırmalar Dergisi, C. 3, S. 9, ss. 8-9.

KAYA, Emin Erdem, (2012), “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil Dergisi, C. 1, S. 3, s. 95.

KAYNAK, İbrahim Hakkı, (2016), “Dinlerde Kutsal Zaman ve Mekânın Tarihsel Yapısının Fenomenolojik Algısı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Dergisi, S. 39, s. 446.

KAZICI, Ziya, (2003), Osmanlıʹda Toplum Yapısı, Bilge Yayıncılık, İstanbul.

171

KESKİNKILINÇ, Erdoğan, (2006), “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan”, Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, s. 51

KILIÇ, Filiz, MACİT, Muhsin, (1995), Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri Güldeste, Ankara.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, (2005), “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, ss. 143-144.

KIYAK, Abdülkadir, (2008), “Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram ve Törenleri)” Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, s.224.

Kilis’li Rıfat Bilge, (1996), Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul.

KOCA, Salim, (1996), “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S. 22, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.277.

KOCA, Salim, (2002),“Eski Türklerde Bayram ve Festivaller”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 51.

KOCA, Salim, (2004), “Eski Türklerde Bayram ve Şenlikler”, Türk Dünyası Nevruz Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s. 25.

KOÇER, Sayit, (2010), Efendimizin Ramazanʹı, Işık Yayınları, İstanbul.

KOLAY, Arif, BOZKURT, Nurgül, TURAN, Şakir, ARABACI, Hacı Murat, (2016), Tatlıların Sultanı Baklava, Aktif Matbaa, İstanbul.

KÖSE, Saffet, (2011), “Teravih”, DİA, C. 40, s. 482.

Kur’ân-ı Kerim, (1993), TDV, Komisyon, Ankara.

KUTAY, Cemal, (2003), “Zimem Defteri”, Ramazan Medeniyeti, (haz. İbrahim Refik), Albatros Kitapları, İstanbul, s. 204.

KUTLAY, Halil İbrahim, (2005), “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Yıl 13, S. 144, ss. 28-30.

MANDALOĞLU, Mehmet, (2012), “İslamiyet’ten Önce Türklerde Toplantı ve Törenler”, Türk Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 2, s. 213.

172

MANTRAN, Robert, (1991), XVI. XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Eren Yayıncılık, İstanbul.

MARDİN, Şerif, (1999), Türk Modernleştirmesi Makaleler 4, (derleyenler, Mümtaz’er Türköne/ Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul.

Mehmet Râşid Efendi, (1865), Tarih-i Râşid, Matba’a-i Âmire, İstanbul.

MİRAS, Kamil, (1949), Ramazan Musâhabeleri, Ahmet Sait Basımevi, İstanbul.

MİRAS, Kamil, (1985), Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, Emel Matbaacılık, Ankara.

Muallim Naci, (1895), Mektublarım, İstanbul.

MUSAHAN, Ali Yıldız, (2015), “İslam İtikatında “Kutsal”ın Sınırı”, E-Makâlât Mezhep Araştırmaları, 8/2, s. 122.

Musahipzade Celal, (2000), “Şeker Bayramı”, Ramazan Kitabı”, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 303.

MUTAF, Abdülmecit, (2006), “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, ss. 65-66.

MÜMTAZ, Ahmet Semih, (2015), “Âdile Sultan, Zekiye Sultan ve Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin İftar Sofraları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 75-76.

MÜMTAZ, Ahmet Semih, (2015), “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul,s.88.

Müslim, Ebû Hüseyn el-Haccâc en-Nişabûrî, (1955), Sahîh-i Müslim, I-V, haz. Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut.

NEDVİ, Seyyid Süleyman, (1985), Asrı Saadet- Peygamberimizin Tebliğat ve Ta’limatı, Çev. Ali Genceli, (haz. Eşref Edip), Doğan Yayıncılık, İstanbul.

NERVAL, Gerard De, (1974), “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi Yayınları, İstanbul.

NERVAL, Gerard De, (2012), Doğu’ya Seyahat, Çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

173

NUTKU, Özdemir, (1992), “Bayram Alayı” DİA, C.5, İstanbul, s. 265.

NUTKU, Özdemir, (1997), Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

NUTKU, Özdemir, (1999), Atatürk ve Cumhuriyet Tiyatrosu, Özgür Yayınevi, İstanbul.

OCAK, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul.

OKUR, Hüseyin, (2011), Hikmet ve Faziletleriyle Cuma Günü ve Namazı, Semerkant Yayınları, İstanbul.

OKUR, Hüseyin, (2013), Allah’a Yakınlaşmak için Kurban, Semerkand Yayınları, İstanbul.

OLGUN, Özlem, (2000), Ramazan Kitabı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul.

ONARLI, İsmail, (1998), “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi Yayın Organı, Köln, Nisan, s.13

ONAT, Hasan, (2005), “Türkiye’de Din Anlayışındaki Değişim Süreci”, V. Türk Kültür Kongresi Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü ve Geleceği, Din, İnanç, Laik Düşünce, C.4, Ankara Kültür Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 5.

ONAY, İbrahim, (2013), “İslamiyet’ten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin Yöntemleri”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, S. 7, s. 242.

ORTAYLI, İlber, (1986), İstanbul’dan Sayfalar, Hil Yayınları, İstanbul.

ORTAYLI, İlber, (2008), Gelenekten Geleceğe, Timaş Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.

OZANSOY, Halit Fahri, (2000), “Bayramlıklar İçin Çarşıda ve Pazarda”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 297-299.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Karagöz”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, ss. 166-167.

174

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, ss. 193-195.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Ortaoyunu”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 181.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Tiyatrolar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 188.

OZANSOY, Halit Fahri, (2007), Eski İstanbul Ramazanları, Elips Yayınevi, Ankara.

ÖGEL, Bahaddin, (1989), Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

ÖGEL, Bahaddin, (1997), Türk Mitolojisi II, İstanbul.

ÖGEL, Bahaddin, (T.Y.), Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu.

ÖGER, Adem, (2012), “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslar arası Türk Dili, Edebiyatı ve Tarihi Çizelgesi, C. 7/1, s. 1681.

ÖNCEL, Kemal, (2015), “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı Hümayun Dersleri”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 47-49.

ÖZBİLEN, Erol, (2003), “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 229.

ÖZBİLEN, Ertuğrul, (2015), “Ramazan Ayında Yerli Fuarı”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 110-111.

ÖZBİLGEN, Erol, (2004), Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniyye, İz Yayıncılık, İstanbul.

ÖZCAN, Nuri, (1982), “XVII. Asırda Osmanlılarda Dini Musiki,” MÜSBE, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

ÖZDEMİR, Funda Çapan, (T.Y.), “Gérard de Nerval’ın Gözüyle İstanbul’da Sosyal Hayat”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S. 31, s. 120.

175

ÖZDEMİR, Hüseyin, (2006), “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, s. 32.

ÖZDEMİR, Nebi, (1998), Türk Eğlence Kültürü, Akçağ Yayıncılık, Ankara, 2005Vakfı Yayınları, İstanbul.

ÖZDEN, Ömer, (2006), “Türk Ramazan Kültürü”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 30, Erzurum, s. 84.

ÖZEK, Ali, (1968), “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası, İstanbul, 1968, s.10

ÖZEL, Ahmet, (2004), “Mevlit”, DİA, C.29, İstanbul, ss. 275-279.

ÖZER, İlbeyi, (2006), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva Yayıncılık, İstanbul.

ÖZERVARLI, Mehmet Sait, (2001), “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, ss. 124-125.

ÖZKAN, Yasin, (2015), “Bayramda Öksüz Çocuklarında Yüzleri Gülsün”, Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 161.

ÖZKAN, Yasin, (2015), “İstanbul’da Ramazan Topları Nerelerden Atılırdı?”, Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy (ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 27-28.

ÖZKAYA, Yücel, (2008), 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, İstanbul.

ÖZTÜRK, Osman, (1971), “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Sayı X, Ankara, ss. 112-113.

PAASONEN, H., (2005), Çuvaş Sözlüğü, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul.

PADEN, E. William, (2008), Kutsalın Yorumu, (çev. Abdurrahman Kurt), Sentez Yayınları, İstanbul.

PEKMAN, Yavuz, (2011), Geleceğe Perde Açan Gelenek Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları II, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

176

PIRLANTA, İsmail, (2012), “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.106, S.2, ss. 695-697

PİRVERDİOĞLU, Ahmet, (2002), “Türklerde Yılbaşı ve Bahar Geleneği, Türkler Ansiklopedisi, C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 48.

PİYADEOĞLU, Cihan, (2010), “Gazneliler ve Büyük Selçuklular’da Bayramlar ve Bayram Kutlamaları”, Türk Edebiyatı Uluslararası Periyodik Diller, Edebiyat ve Türkçenin Tarihi, C.5/4, s. 1413.

POLAT, Kemal, (2015), “Kırgızlarda Ramazan ve Bayram Etkinlikleri”, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, ss. 25-38.

RAMAZANOĞLU, Derviş, (2005), Mahmut Sami, “Oruç ve Açlığın Faziletleri”, Yeni Dünya, Yıl 13, S.144, Ekim, s. 31.

RAMAZANOĞLU, Derviş, (1951), “Minare, Mahya ve Kandilin Tarihi” , Tarih Hazinesi, Sayı 8, İstanbul, s. 408.

RASİM, Ahmet, (1967), Ramazan Sohbetleri, İstanbul.

RASONYI, Laszlo, (1988), Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.

REVNAKOĞLU, Cemaleddin Server, (1966), “Eski Üç Aylarda Ramazan’ı Karşılama Hazırlıkları”, Tarih Konuşuyor, VI. Sayı 35, İstanbul, s. 2889.

RÜSTEMZADE, Sinan, (2015), “Huzur’a Layık Olmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 51.

S. Semih Mümtaz, (1948), Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, Hilmi Kitabevi, İstanbul.

SAKAOĞLU, Necdet, (1994), “II.Mahmud”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5. İstanbul, s. 259.

SANDIKÇI, Kemal, (1978), “Hadislerle Ramazan ve Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, S.3, ss. 215-216

SARGON, Erdem, (1992), “Bayram” DİA, TDV Yayınları, İstanbul.

177

SAZÇALAR, Umut R., (2016), Yaşayan Tengricilik, Kutlu Yayınevi, İstanbul.

SCHWEİGGER, Salomon, (2004), Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Kitap Yayınevi, İstanbul.

SEKMEN, Mustafa, (2008), Meddah ve Gösterisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.

Selânikî Mustafa Efendi, (1999), Tarih-i Selânikî, I-II. (Haz. Mehmet İpşirli), Ankara.

SERTOĞLU, Mithat, (2000), “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 68-69.

SERTOĞLU, Mithat, (2015), “XX. Yüzyıl Başında İstanbul’da Ramazan ve İftar”, Dersaadet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 47.

SEVENGİL, Refik Ahmet, (1998), İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları, İstanbul.

SEZER, Sennur, ÖZYALÇINER, Adnan, (2005), Bir Zamanların İstanbul’u –Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, İnkılâp Yayınlar, İstanbul.

SIRRI, Mehmet Selim, (2015), “Osmanlılarda Bayramların Halk Nezdinde Kutlanması Ya da Nerede O Eski Bayramlar”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 146.

SOYSALDI, Mehmet, (2010), “Peygamber Efendimizin Ramazan Günlüğü”, Harput’tan Esinti Dergisi, Sayı; 62, Elazığ, ss. 20-23.

SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, (2007),“ Erken Dönem İslam Tarihinde Kurban ve Kurban Bayramı”, Uluslararası Kurban Sempozyumu, İstanbul, s. 83.

SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, (2014), “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C. 11, S. 1, Ocak- Haziran, ss. 24-26.

ŞAHABETTİN, Cenap, (1994), İstanbul’da Bir Ramazan, İletişim Yayınları, İstanbul.

ŞAHABETTİN, Cenap, (2000), “Ramazan Geceleri”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 179.

178

ŞAHİN, Ahmed, KEMİKSİZ, Mehmet, (2010), İstanbul 2010 Ramazan- Enderun Teravihi ve Cumhur Müezzinliği, İstanbul Müftülüğü Özel Baskı, İstanbul.

ŞAKİR, Ziya, “Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları”, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul.

Şemseddin Sâmi, (1317), Kâmus-i Türkî, Dersaadet, İstanbul.

ŞENTÜRK, Lütfi, (1968), “Ramazan Mağfiret Ayıdır, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79, s. 261.

ŞUŞUL, Kasım, (2015), “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili Gelişmeler”, Ramazan ve Oruç, (Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya), Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 31.

TAC, Abdurrahman, (1966), “Ramazan Orucu”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.5, S.1, ss. 7-8.

Tâhirü’l- Mevlevî, (2015), “Eski Ramazanlara Dair”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 135.

TALU, Ercüment Ekrem, (2000), “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 53-54.

TARIM ERTUĞ, Zeynep, (2006), “18.Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”, “Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul, s. 586.

Tayyar-zâde Ata, (2010), Osmanlı Saray Tarihi (Tarih-i Enderûn), ed. Mehmet Arslan, İstanbul.

TEKELİ, Hamdi, (2007), “Regaib”,DİA, C.34, İstanbul, ss. 535-536.

TEKELİ, İlhan, (2009), Gündelik Yaşam, Yaşam Kalitesi ve Yerellik Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

THOWHİDUL, (2015), “İslam, Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”, Ramazan ve Oruç, (Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya), Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 64.

Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, (2003), Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi Tarihi, (haz. Ziya Yılmazer), I-II, TTK Yayınları, Ankara.

179

TOY, Ali, (1986), ”Mahyâlar”, Altınoluk Dergisi, Sayı3,İstanbul, s. 43.

TOZLU, İbrahim, (2007), Onbir Ayın Sultanı, Semerkand Yayıncılık, İstanbul.

TUNAYA, Tarık Zafer, (1962), İslâmcılık Cereyanı, Siyaset İlmi Serisi, İstanbul.

TURAN, Ahmet Arif, (2012), “Nevruz Bayramı ve Kültürümüzdeki Yeri”, Milli Folklor, S.15. ss. 68-69.

TURAN, Osman, (1941), On iki Hayvanla Türk Takvimi, İstanbul.

TURAN, Osman, (1965), Selçukluların Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, TTK Yayınları, Ankara.

TURAN, Şerafettin, (2005), Türk Kültür Tarihi (Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe), Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul.

Türk Dil Kurumu, (1988), Türkçe Sözlük, C. 2, Ankara.

TÜRKMEN, Nihal, (2001), “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz. Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 5-9.

UCA, Alaattin, (2007), “Türk Toplumunda Nevruz”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.32, Erzurum, s. 138.

UÇAR, Ahmet, (2015), “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 66.

ULUNAY, Refi Cevat, (2004), “Ramazan ve Eski Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 198.

URAZ, Murat, (1994), Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul.

USEEV, Nurdin, (2012), “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, S.11, ss. 58-59.

USLUBAŞ, Tolga, (2006), Böyleydi Osmanlı’nın Ramazan’ı, Yağmur Yayınları, İstanbul.

UZUN, Mustafa, (2001), “Kadir Gecesi” (Edebiyat ve Sosyal Hayat) DİA, XXIV, İstanbul, s. 126.

180

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, (1984), Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

ÜÇEL AYBET, Gülgün, (2003), Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İletişim Yayınları, İstanbul.

ÜLGENER, Sabri Fehmi, (1981), Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, Der Yayınları, İstanbul.

ÜNAL, Halit, (2001), “Berat Gecesi”, DİA, V, İstanbul, s. 475.

ÜNAL, Harun, (T.Y.), Teravih Namazı, Ravza Yayıncılık.

ÜNAL, Mustafa, (2008), Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram ve Törenleri), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, (2000), “Davulcunun Manileri”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 137-140.

ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, (2000), “İftar”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 256-259.

ÜNGÖR, Ethem Ruhi, (2005), “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, ss. 91-93.

ÜNVER, Süheyl, (1940), Mahyâ Hakkında Araştırmalar, Burhaneddin Basımevi, İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (1995), İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (1997), Bir Ramazan Binbir İstanbul, Kitabevi, İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (2010), “Mahya ve Mahyacılık”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, s. 78.

WİTHERS, Robert, (2010), Büyük Efendiʹnin Sarayı,(çev. Cahit Kayra), Yeditepe Yayınları, İstanbul.

YAKUT, Feriha, (2015), “Fakirle Zengini Ayıran Sadaka Taşları”, Nerede O Eski Ramazanlar Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 98

181

YAKUT, Neslihan, (2015), “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 107.

YATĞIN, Abdülkerim, (2010), “Hz. Peygamberin Kurbanı ve Kurban Bayramı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, İstanbul, S. 11, s. 82.

YAVUZ, Salih Sabri, (2005),“Mirac”, DİA, C.30, İstanbul, ss. 132-135.

YAVUZ, Yunus Vehbi, (1986), Başlangıcından Günümüze Cuma Namazı, İlim ve Kültür Yayınları, Bursa.

YAVUZ, Yusuf Şevki, (2011), DİA, IV. İstanbul, s. 25.

YAZICI, Nesimi, (1999), “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: XXXV, Özel sayı: 1, Ankara, ss. 69-70.

YAZIR, Elmalılı Hamdi, (1993), Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak Yayın, İstanbul.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (2014), Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (T.Y.), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, C.1. İstanbul.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (T.Y.), Kur’an-ı Kerim Meali, Okyanus Yayıncılık, Kayseri.

YILDIRIM, Ertuğrul, (2003), “Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.Yüzyıl İstanbul’da Ramazan”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İstanbul.

YILDIRIM, Münir, (2007), “Mircea Eliade’de “Kutsal ve Kutsal Zaman” Kavramı”, Dini Araştırmalar Dergisi, C. 10, S. 28, s. 70.

YILDIZ, Kalender, (2006), “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, s. 159.

YILMAZ, Mehmet Nuri, (1999), “Ramazan Ayının Işığında”, Diyanet, Sayı 97, s. 1.

182

YILMAZ, Musa, (1990), “Ramazan Orucu ve Hikmetleri”, Diyanet Dergisi, C. 26. S. 2, s. 20.

YILMAZ, Ömer Faruk, (2015), “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret Merasimi”, Nerede O Eski Ramazanlar,(ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 35.

YİĞİT, İsmail, (1986), Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi, VII, İstanbul.

YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, (T.Y.), “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, C.5, S.24, ss. 66-57.

YÜKSEL, Fatma, (2008), “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, s. 35.

ZEKİ, Mehmet, (1918), “Huzûr-ı Hümâyun Dersleri”, Edebiyat Mecmuası, III, İstanbul, s. 816.

ZIEME, Peter, (2014), “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, S.21, Ankara, ss. 161-170.

ZİYA, Murat, (2000), “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk Dünyası Aylık Fikir, Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, s. 21

21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, (Türk Töresi), (1994), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul.

183

DİZİN

-A- Karagöz, ix, 31, 33, 43, 84, 119, 121, 122, 123, 124, 134, 136, 162, 163, Abbasi, viii, 45, 46, 93, 169 175, 176, 181 Aşure, vii, 15, 26, 27, 36, 170, 172 Kurban, vii, 16, 20, 25, 27, 28, 36, 112, Atiyye, 54 126, 127, 130, 160, 163, 165, 170, -B- 179, 181 Bayram, ix, 10, 17, 21, 22, 25, 44, 45, -M- 47, 50, 104, 117, 126, 127, 128, 129, Mahya, 103, 105, 106, 107, 108, 137, 130, 131, 132, 133, 168, 170, 175, 142, 170, 174, 178, 181 176, 178, 180 Mani, 101, 118, 181 Budizm, vii, 12, 13, 39, 40, 174, 180 Meddah, 115, 121, 124, 125, 126, 165, -C- 167 Cer, 91, 92, 169, 174 -N- Cuma, vii, 15, 24, 25, 26, 65, 72, 74, 75, Namaz, 51, 75, 85 86, 117, 162, 166, 168 -O- -D- Ortaoyunu, ix, 123, 176 Davul, ix, 100, 120, 182 Oruç, v, vii, 16, 31, 32, 33, 34, 35, 36, Direklerarası, ix, 113, 114, 115, 116, 37, 38, 39, 40, 42, 47, 50, 58, 74, 78, 119, 120, 135, 160 88, 139, 141, 159, 160, 163, 169, 171, -E- 172, 174, 178, 179, 180, 182 Osmanlı, v, viii, ix, x, 1, 26, 29, 49, 50, Emevi, viii, 27, 44, 45 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 71, 72, 74, 75, 77, 79, -H- 80, 82, 85, 87, 88, 89, 91, 93, 94, 96, Hıristiyanlık, 37, 169 97, 98, 99, 100, 103, 105, 108, 114, Hırka-ı Şerif, 54, 92, 93, 95, 140 115, 118, 120, 124, 125, 128, 129, Hilal, 12, 55, 71, 73, 74, 80, 87, 96, 130, 131, 132, 134, 136, 137, 138, 108, 138, 164, 174, 176 140, 141, 142, 144, 159, 161, 162, Hinduzim, 12 163, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 180, 181 -İ- İftar, viii, 35, 44, 45, 53, 59, 70, 76, 77, -R- 78, 79, 80, 81, 82, 83, 85, 86, 99, 138, Ramazaniyye, 55, 110 141, 172, 173, 175, 176, 179, 180 -S- -K- Sadrazam, 56, 83, 84, 86, 128 Kandil, vii, ix, 29, 103, 104, 170

184

Sahur, viii, 35, 46, 74, 81, 97, 114, 172, -T- 175 Teravih, viii, 32, 43, 83, 84, 85, 86, 87, Selçuklu, viii, 46, 47, 124 88, 99, 159, 168, 175 Sergi, 111 Tiyatro, 135, 159 Top, 62, 141 -Ş- Tören, 94, 140 Şeyhülislam, 73, 84, 85, 176 -Y- Yahudilik, 14, 37, 169

185