<<

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AFRİKA ÖRF VE ADET HUKUKUNDA SELF- DETERMİNASYON HAKKI

Doktora Tezi

Ceren GÜRSELER

Ankara-2015 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AFRİKA ÖRF VE ADET HUKUKUNDA SELF- DETERMİNASYON HAKKI

Doktora Tezi

Ceren GÜRSELER

Tez Danışmanı Prof. Dr. Sertaç Hami BAŞEREN

Ankara-2015 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AFRİKA ÖRF VE ADET HUKUKUNDA SELF-DETERMİNASYON HAKKI

Doktora Tezi

Tez Danışmanı:

Tez Jürisi Üyeleri:

Adı ve Soyadı İmzası

Tez Sınavı Tarihi:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı …………………………………

İmzası ………………………

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ...... i GİRİŞ ...... 1

1. SELF-DETERMİNASYON İLKESİ VE TEAMÜL DEĞİŞİMİ ...... 11 I. Evrensel Hukukta Self-Determinasyon İlkesi ...... 11 1) Self-Determinasyon İlkesinin Tarihi ...... 11 2) Self-Determinasyon Hakkının Talep Edilebilmesi ve Çalıştırılabilmesi ...... 18 a) Sömürge Kavramı ...... 18 b) Sınırlar ...... 21 c) Halk (People) Kavramı ...... 23 d) Vesayet Altındaki Ülkeler (Trust Territories) ...... 24 e) Muhtar Olmayan Bölgeler (Non-Self-Governing Territories) ...... 24 f) Ulusal Kurtuluş Hareketleri ...... 25 II. Günümüz Self-Determinasyon Tartışmaları ...... 26 1) Self-Determinasyonun Tartışmalı Unsurları ...... 27 a) Self-Determinasyonun Dayandığı Gerekçelerin Değişmesi ...... 31 b) Self-Determinasyondan Kimlerin Yararlanabileceğinin Değişmesi ...... 31 c) Self-Determinasyonda Ayrılık Seçeneğinin Öne Çıkarılması ...... 40 III.Self-Determinasyonun Değişmesi Talepleri ...... 44 1) Self-Determinasyonun Değişim Örnekleri ve Nedenleri ...... 44 2) Self-Determinasyonda Yeni Teamülün Hedefleri ...... 52 3) Self-Determinasyon Hakkının Ayrılık Temelinde Değişmesi ...... 54 4) İç Self-Determinasyon Seçenekleriyle Çözüm Aranması ...... 58

2. BÖLGESEL ÖRF VE ADET HUKUKU, AFRİKA’DA SELF- DETERMİNASYON VE BÖLGESEL ÖRF VE ADET HUKUKU...... 67 I. Bölgesel Örf ve Adet Hukuku ...... 67 ii

II. Afrika’da Self-Determinasyon ...... 71 1) Self-Determinasyon İlkesi Uyarınca Sömürge Öncesinde Afrika ...... 71 2) Sömürgeciliğin Tasfiyesi Sürecinde ve Sonrasında Self- Determinasyon İlkesi ...... 76 a) Afrika’nın Kendine Has Özellikleri ve Self-Determinasyon ...... 76 b) Uluslararası Aktörlerin Afrika Self-Determinasyonuna Etkisi ...... 82 III.Afrika’da Self-Determinasyon Örf ve Adet Hukuku ...... 83 A) Sömürgenin Varlığına Göre Teamül Değerlendirmeleri ...... 83 1) Afrika Birliği Teşkilatı ve Self-Determinasyon ...... 85 2) Afrika Birliği ve Self-Determinasyon ...... 88 B) Afrika’da Self-Determinasyon Teamülünün Genel Özellikleri ...... 88 1) Afrika’da Self-Determinasyona ilişkin Açık ve Zımni İrade ...... 94 a) Halk Tanımı ve Politikaları ...... 94 b) Sınır Tanımı ve Politikaları ...... 98 c) Yerli Halk Tanımı ve Politikaları ...... 100 d) İnsan Hakları Tanımı ve Uygulanan Politikalar ...... 109 e) Azınlıklar Tanımı ve Uygulanan Politikalar ...... 110 f) Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Tanınması ...... 111 IV. Afrika’da Self-Determinasyon İlkesini Değiştirme Talebi ...... 112 1) Afrika’da Self-Determinasyonun Ayrılığı Dışlaması ...... 113 2) Afrika’da Self-Determinasyon Niye Değiştirilmek İstenmektedir? ...... 115 3) Afrika’da Genel Hatlarıyla Self-Determinasyon Talepleri ...... 121 4) Afrika’da Siyasi ve Hukuki Yapılanmanın Değişim Taleplerine Cevabı ...... 131 a) Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu ve Faaliyetleri ...... 131 b) Afrika İnsan ve Halkların Hakları Mahkemesi ve Faaliyetleri ...... 133 V) Afrika’da Yeni Self-Determinasyon Teamülü Olasılığı ...... 134 1) Afrika’da Self-Determinasyon Teamülüne ilişkin Değişim İşaretleri ..... 134 a) Sınırın Algılanışı ...... 135 b) Self-Determinasyonun Algılanışı ...... 137 c) Halkın Algılanışı ...... 139 2) Ek Unsurlarla Self-Determinasyon Teamülünün Genişletilmesi ...... 142 iii

a) Kültürel Hakların Tanınması ...... 143 b) İnsan Haklarının İyileştirilmesi ...... 144 c) Yerli Halklara Yönelik Adımların Atılması ...... 148 d) Azınlık Halklarının Verilmesi ...... 151 e) İç ve Dış Self-Determinasyon Seçeneklerinin Birleştirilmesi ...... 151 f) Yeni Teamülün Oluşmasındaki Yöntemler ...... 158 VI. Sonuç ...... 159

3. BATI SAHRA’DA GERÇEKLEŞEMEYEN SELF- DETERMİNASYON ve İLGİLİ POLİTİKALAR ...... 161 I. Etnik ve İdari Yapısıyla Batı Sahra ...... 161 II. Batı Sahra Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri ...... 164 1) Fas’ın Bakış Açısı ve Hedefleri ...... 165 a) Hedefleri ...... 165 b) Siyasi Gerekçeler ...... 169 2) Batı Sahra’nın Bakış Açısı ve Hedefleri ...... 172 a) Hukuki Gerekçeleri ...... 174 b) Siyasi Gerekçeleri ...... 175 3) Silahlı Çatışmanın Yaşanması ...... 176 4) Uluslararası Kesimin Etkisi ...... 177 III. Afrika’nın Batı Sahra Sorununa Yaklaşımı ...... 179 1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın Yaklaşımı ...... 179 2) Cezayir’in Yaklaşımı ...... 180 3) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı ...... 182 IV. Batı Sahra’nın Self-Determinasyon Sorunsalının Değerlendirilmesi ...... 184 1) Fas Tezinin Analizi ...... 184 2) Batı Sahra Sorununun Niteliğinin Değişmesi ...... 185 3) Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti’nin Tanınması ...... 193 4) Uluslararası Hukuk ve Batı Sahra’nın Self-Determinasyonu ...... 194 V. Batı Sahra Sorunu Nasıl Çözülecektir? ...... 196 VI. Batı Sahra Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne Söylemektedir? ...... 200 iv

VII. Sonuç ...... 206

4. GÜNEY SUDAN’DA AYRILIK YÖNÜNDE GERÇEKLEŞEN SELF-DETERMİNASYON ...... 207 I. Güney Sudan ve Sudan ...... 207 1) Etnik ve İdari Yapısıyla Güney Sudan ...... 207 2) Etnik ve İdari Yapısıyla Sudan ...... 208 II. Güney Sudan Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri ..... 212 1) Güney Sudan Self-Determinasyon Hareketleri ...... 212 2) Siyasi Gerekçeleri ...... 213 3) İdari Gerekçeler ...... 218 4) Güney Sudan Self-Determinasyon Sürecinde Farklı Hedefler...... 219 5) Kuzey-Güney Sorununu Çözme Çabaları ve Self-Determinasyona Etkisi ...... 225 6) Sudan’ın Self-Determinasyon Taleplerine Dair Cevapları ...... 230 7) İç Savaşın Yaşanması ...... 232 8) Uluslararası Kesimin Etkisi ...... 233 III. Afrika’nın Güney Sudan Sorununa Yaklaşımı ...... 235 1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın ve Afrika Birliği’nin Yaklaşımı ...... 236 2) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı ...... 237 3) Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi’nin Yaklaşımı ...... 244 IV. Güney Sudan’ın Self-Determinasyonunun Değerlendirilmesi ...... 246 1) Hartum’un Onayı ...... 246 2) Güney Sudan’ın Self-Determinasyonunun Hukukiliği ...... 248 V. Güney Sudan’ın Bağımsızlığının Sudan’a ve İç Politikaya Etkisi ...... 255 1) Self-Determinasyonun Güney Sudan’a Etkisi ...... 256 2) Self-Determinasyonun Sudan’daki Bölgelere Etkisi ...... 258 3) Self-Determinasyonun İkili İlişkilere Etkisi ...... 266 VI. Güney Sudan Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü İçin Ne Söylemektedir? ...... 268 1) Halk Kavramına Etkisi ...... 270 2) Self-Determinasyona Etkisi ...... 273 v

3) Sınırlara Etkisi ...... 273 VII. Sonuç ...... 276

5. BİAFRA TEMELİNDE NİJERYA’DA SELF-DETERMİNASYON POLİTİKALARI ...... 278 I. Etnik ve İdari Yapısıyla Nijerya ...... 278 II. Biafra Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri ...... 282 1) Siyasi Gerekçeler ...... 282 2) İdari Gerekçeler ...... 284 3) Hukuki Gerekçeler ...... 287 4) Silahlı Çatışmaların Yaşanması ...... 290 5) Uluslararası Kesimin Etkisi ...... 290 III. Afrika’nın Biafra Sorununa Yaklaşımı ...... 292 1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın Yaklaşımı ...... 293 2) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı ...... 294 a) Biafra’nın Tanınması ...... 294 b) Biafra’ya Destek Sağlanması ...... 298 IV. Nijerya’nın Biafra’nın Self-Determinasyon Taleplerine Cevapları ...... 300 V. Biafra Self-Determinasyon Gerekçelerinin Değerlendirilmesi ...... 304 VI. Biafra’nın Self-Determinasyon Talebinin Nijerya’ya Etkisi ...... 311 1) Nijerya’nın Bakassi’de Self-Determinasyon Algısı ...... 313 VII. Nijerya’nın İç Self-Determinasyon Seçeneklerini Öne Çıkarması ...... 316 VIII. Biafra Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne Söylemektedir? ...... 320 IX. Sonuç ...... 322

6. ERİTRE SELF-DETERMİNASYONU SORUNSALI ...... 324 I. Etnik ve İdari Yapısıyla Eritre ...... 324 II. Eritre’nin Self-Determinasyon için Kullandığı Gerekçeler ...... 327 1) Siyasi Gerekçeler ...... 327 2) Hukuki Gerekçeler ...... 328 3) Uluslararası Kesimin Etkisi ...... 329 III. Afrika’nın Eritre Sorununa Yaklaşımı ...... 330 vi

IV. Eritre Self-Determinasyonun Değerlendirilmesi ...... 331 1) Eritre Self-Determinasyonunun Farklılıkları...... 331 2) Eritre’nin Self-Determinasyonunda Ayrılık Hedefinin Desteklenmesi ...... 332 3) Eritre’nin Self-Determinasyonunun Hukukiliği ...... 334 4) Addis Ababa’nın Onayı ...... 335 V. Eritre Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne Söylemektedir? ...... 337 1) Eritre’nin Sınır Sorunlarının Self-Determinasyon Teamülüne Etkisi ...... 337 2) Eritre Self-Determinasyonunun Etiyopya’ya olan Etkisi: Anayasal Self-Determinasyon ...... 341 VI. Sonuç ...... 342

7. KATANGA’NIN SELF-DETERMİNASYONU: İNSAN HAKLARININ EKLENME GİRİŞİMİ ...... 344 I. Etnik ve İdari Yapısıyla Kongo Demokratik Cumhuriyeti ...... 344 II. Etnik ve İdari Yapısıyla Katanga ...... 347 III. Katanga Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri ...... 350 1) Siyasi Gerekçeler ...... 350 2) İdari Gerekçeler ...... 354 3) Uluslararası Kesimin Etkisi ...... 354 IV. Afrika’nın Katanga Sorununa Yaklaşımı ...... 356 V. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin Katanga’nın Self-Determinasyon Taleplerine Cevapları ...... 358 VI. Katanga’nın Self-Determinasyon Gerekçelerinin Değerlendirilmesi ...... 360 VII. Katanga Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon için Ne Söylemektedir? ...... 363 1) İnsan Haklarına Başvurulması ...... 363 VIII. Sonuç ...... 366

8. KOSOVA VE KIRIM ÖRNEKLERİ VE AFRİKA’NIN SELF- DETERMİNASYONU ...... 368 I. Kosova “Self-Determinasyonu” ...... 368 vii

1) Etnik ve İdari Yapısıyla Kosova ...... 369 2) Kosova’da Özerklik ve Ayrılma Teşebbüsleri ...... 369 II. Kırım “Self-Determinasyonu” ...... 373 1) Etnik ve İdari Yapısıyla Kırım ...... 375 2) Kırım’da Özerklik ve Ayrılma Teşebbüsleri ...... 375 III. Afrika ve Kosova, Kırım “Self-Determinasyonları” ...... 377 1) Afrika Self-Determinasyonlarının Kosova ve Kırım Örnekleri ile Karşılaştırılması ...... 377 2) Afrika’nın Kosova ve Kırım “Self-Determinasyonlarına” Tutumu ...... 381 IV. Sonuç ...... 383

9. SONUÇ ...... 385 ÖZET ...... 403 SUMMARY ...... 404 KAYNAKÇA ...... 405

GİRİŞ

Bu tezin tezi, Afrika’nın bazı örneklerinde self-determinasyonu algılayışı ve ilgili politikaları arasında farklılık bulunmasıdır. Öte yandan kıta devletlerinin genelinde self-determinasyona dair ortak tutum ve algılayış bulunmakta, korunmaktadır. Bu noktadan hareketle bölge devletleri arasında self-determinasyon teamülü bulunmakta ve sömürgeciliğin tasfiyesi/sömürge yönetiminin varlığı, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğünün korunması kriterlerine dayanmaktadır. Başka bir deyişle genel olarak kıtada self-determinasyon olgusu yerleşmiştir. Diğer taraftan teamülün varlığına rağmen self-determinasyonun algılanışı ve uygulanışı, genel bir ifadeyle self-determinasyona dair politikalar bütün kıtada tekdüze değildir, farklılık gözlemlenmektedir. Bahse konu farklı örnekler birer istisnadır.

Kıtadaki bu farklılıklar, aynı zamanda, uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyon hakkından sapmaktadır. Bazı ayrılık taleplerinin başarılı olması, bu hareketlerin dile getirdiği tezler ve mevcut dönemde de bazı self- determinasyon örneklerinin sorgulanması kıta ve uluslararası hukuk arasında hakka ilişkin farklılıkların olabildiğini göstermektedir.

Bu tezde Batı Sahra, Güney Sudan, Biafra, Eritre ve Katanga temel olmak

üzere çeşitli örneklerle Afrika’da self-determinasyon algıları, politikaları ve bu bağlamda hakka ilişkin örf ve adet hukuku incelenecektir. Kıtada ve dünyanın diğer bölgelerinde self-determinasyon, içeriği ve getirisi sebebiyle, gerginliğe neden olabilen ve istikrarsızlık yaratabilen bir olgudur. Uluslararası hukukun ve uluslararası 2 ilişkilerin önemli öğesi devlet ile doğrudan bağlantılıdır, çok sayıda araştırma ve inceleme alanları ile ilişkisi de bulunmaktadır.

Afrika’nın ise self-determinasyonun uluslararası hukuk, uluslararası siyaset ve uluslararası ilişkiler tarihinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Uluslararası Adalet

Divanı gibi bizzat uluslararası yasal ve siyasi çevreler tarafından hakkın sömürge ve sınır gibi unsurları kullanılmıştır. Self-determinasyonun oluşmasının ve uygulanmasının yanında hakkın değişmesi gerektiğine dair tezlerin ortaya

çıkmasında da kıtanın siyaseti, siyasi ve hukuki yapısı önemli bir araştırma ve inceleme sahası sunmaktadır.

Tezin amacının Afrika’daki self-determinasyon algısının ve politikalarının incelenmesi olmasından dolayı uluslararası hukuka başvurulacak, farklı öğeleri ile uluslararası hukuktan yararlanılacaktır. Uluslararası hukuktaki self-determinasyon hakkı referans olarak alınacaktır. Self-determinasyonun sömürge yönetimi, talep eden öğenin halk olması ve uti possidetis gibi kriterleri değerlendirilmelerde kullanılacak başlıca öğeler olacaktır.

Tezin genel çerçevesini; self-determinasyonun başat unsuru olan ve kıtanın tarihini, siyasi, idari ve hukuki yapısını belirleyen sömürge kavramı çizecektir.

Sömürge yönetiminin varlığı, self-determinasyon hakkını çalıştıran başat öğelerden biridir. Sömürgeciliğin kıtaya getirdiği idari ve siyasi özellikler ışığında self- determinasyon politikaları incelenecek, çeşitli kavramlar üzerinde durulacaktır.

Bağımsızlığını sömürge yönetiminin sona ermesiyle kazanan Afrika devletlerinin sınırlarının dokunulmazlığı ve self-determinasyon talebinde bulunan öğe olan halk en fazla üzerinde durulacak kavramlar olacaktır. Mevcut dönemde çeşitli hareketlerin bahse konu kavramları farklı kullanmaları, farklı amaç ve gündem ile self- 3 determinasyon hakkını talep etmeleri kıtanın hakka dair önemli veriler barındırdığını göstermektedir. Aynı zamanda bu veriler Afrika’daki self-determinasyon politikalarının ve algısının hukuksallığının sorgulanmasına olanak sağlamaktadır.

Örneğin uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self-determinasyon hakkının referans alınması ve çalışmanın sömürge temeline oturtulması neticesinde

Afrika’da sömürge yani yabancı yönetim koşulunu sağlamayan self-determinasyon

örneklerinin olduğu görülmüştür. Evrensel uluslararası hukuktaki self-determinasyon ilkesinden farklı uygulamalar bulunmaktadır. Uluslararası hukukta kabul gören

öğeler kullanılmakta fakat içerikleri değiştirilerek self-determinasyon talep edilmektedir.

Afrika’daki self-determinasyon politikalarına ve algısına ilişkin dört farklı nokta bulunmaktadır. Birincisi; kıtadaki self-determinasyon politikaları, self- determinasyon başlığı altında dile getirilen talepler, taleplere verilen cevaplar birbirinden farklılık göstermektedir. İkincisi uluslararası hukukta kabul gören haliyle ve Afrika’daki örnekleri arasında self-determinasyona dair farklılık bulunmaktadır.

Üçüncüsü kıtada devletler ve self-determinasyonu talep eden hareketler arasında hakkın algılanışına ve uygulanışına yönelik farklı görüşler mevcuttur. Dördüncü olarak hakka yönelik politikalarda devletler arasında hatta bir devletin zaman içerisinde self-determinasyona yönelik tutumlarında farklılık olduğu gözlemlenmiştir. Tezde bu noktalar değerlendirilerek başta self-determinasyon algısına, politikasına ve teamülüne yönelik incelemeler yapılacak ve değişim araştırılacaktır.

Gerek kıta bünyesindeki farklılık gerek evrensel uluslararası hukukta kabule sahip olan hak ile arasındaki farklılık, Afrika’da self-determinasyona ilişkin bir başka 4 boyutu daha gözler önüne sermektedir. Sömürgeciliğin tasfiyesinin tamamlanmasından, sonlanmasından hareketle self-determinasyonun içeriği değiştirilmek istenmektedir. “Sömürge sonrası self-determinasyon” adı verilen bu girişimle hukuktan ziyade siyasi gerekçelerle hakkın çalıştırılması amaçlanmaktadır.

Başka bir deyişle “hukuk dogmatiği esas alınmamaktadır”1.

Self-determinasyonun değiştirilmesi hedefi salt Afrika’ya özgü bir durum değildir. Uluslararası alanda da self-determinasyonun değişmesine, hakkın siyasi unsurları bünyesine katmasına dair talepler bulunmaktadır. Bu bağlamda Afrika’daki self-determinasyon tartışmaları uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkilerden bağımsız düşünülmemektedir. Tartışma, uluslararası alanda da görüldüğü üzere self- determinasyonu oluşturan ve hakkın koşulu olarak nitelendirilen öğeleri ile ilgilidir: halk, self, sömürge ve sınırlar gibi unsurlar siyasileştirilmek istenmektedir. Örneğin self-determinasyonun devletlerin mi bireyin mi haklarını gözeteceği, BM

Andlaşması’nın bu noktada hangi tarafta durduğuna dair farklı görüşler Soğuk

Savaş’ın bitmesinden bu yana mevcuttur2.

Afrika’da self-determinasyonu değiştirme talebinde bulunan hareketler, hakkın belirsiz ve tartışmalı yapısından faydalanmaktadır. Bu soruna, genellikle, devlet içerisindeki çatışmalarda rastlanmaktadır. Çatışma, merkezî yönetim ve self- determinasyon talebinde bulunan hareketler arasında geçmektedir.

Uluslararası alandaki örneklerinde self-determinasyon, daha çok ayrılık seçeneği ile uygulanmıştır. Afrika da bu durumdan etkilenmiş ve etkilenmektedir.

1 F. Arsava, “Kosova, Abhazya, Güney Osetya ve Uluslararası Ayrılma (Secession) Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 8, No. 29, 2012, s. 21. 2 A. Kachuyevski, “Sovereignty, Self-Determination, and State Collapse: Reassessing Yugoslavia”, The Fletcher Forum of World Affairs, Vol. 32, No.2, Summer 2008, s. 173. 5

Gerek uluslararası alanda gerek kıtada self-determinasyon ayrılık seçeneği ile bir tutulmaktadır. Bu durum uluslararası hukukun ayrılığa yönelik tavrıyla da ilintilidir.

Ayrılık ne yasaklanmakta ne de kabul edilmektedir. Bu bağlamda ayrılık seçeneğinin uygulanmasını kolaylaştıracak biçimde self-determinasyonun kapsamının, içeriğinin ve sonuçlarının değiştirilmesi istenmektedir.

Kıtada self-determinasyon hedeflerine yönelik örnekler bulunmaktadır. Otuza yakın ülkede, bu amacı güden hareketler mevcuttur. Bağımsızlık, federal yapının benimsenmesi, başka bir ülke ile birleşme, kaynaklar üzerinde yetkinin verilmesi, kaynakların ve gelirin yeniden dağıtılması; kimliğin ve kültürel hakların tanınması; toprak talep edilmesi; siyasi, ekonomik ve eğitim gibi çeşitli ayrıcalıklara son verilmesi, siyasi temsil imkânının sağlanması veya özerkliğin verilmesi gibi farklı talepler öne sürülmektedir. Bağımsızlığını ilan eden fakat bir süre sonra ayrıldığı

ülkenin sınırları içerisine dönen hareketler de mevcuttur. Tezde bahse konu hareketlerin ortak özelliklerine kısaca değinilecek, karşı görüşlere ve getirilen çözüm

önerilerine bakılacaktır.

Batı Sahra, Güney Sudan, Biafra, Katanga ve Eritre self-determinasyon talepleri ve hareketleri tezin beş ana örneği olarak seçilmiştir. Her örnek; kıtadaki self-determinasyonun örf ve adet hukuku, algısı ve ilgili politikaları için farklı birer değerlendirme alanı teşkil etmektedir. Ayrıca kıtadaki diğer örneklere de kısaca değinilerek self-determinasyona ve teamülüne yönelik genel bir ifadede bulunmaya

çalışılacaktır.

Kıtadaki self-determinasyon algı ve politikaları arasında değerlendirme yaparken iki örnek temel alınacaktır: Batı Sahra’nın self-determinasyonu ve Güney

Sudan’ın self-determinasyonu. Bu örneklerin nedenleri, yaşadıkları süreç bugün 6 gelinen noktada büyük farklılık göstermektedir. Afrika’daki self-determinasyonun yatay çizgisinde iki ayrı uç olarak değerlendirilecek, bölgesel örf ve adet hukuku

üzerinde çıkarımda bulunulacaktır.

Batı Sahra, evrensel hukuktaki self-determinasyon için birebir örnektir. Batı

Sahra self-determinasyon sorununun nedenleri, sonuçları hakkın çizdiği çerçeve içerisinde okunmakta ve anlaşılmaktadır. Güney Sudan self-determinasyonu ise sorununun ortaya çıkışı, ilerlediği süreç, self-determinasyon hakkını kullanılabilmesi ve bugün yaşanan istikrarsızlık nedeniyle Batı Sahra’dan farklı bir örnektir. Güney

Sudan’ın ayrılık seçeneği ile self-determinasyonu kullanabilmesinde yani self- determinasyon hakkının siyasi unsurlarla çalıştırılabilmesinde ayrılmak istenilen

ülkenin bu yöndeki onayının ve uluslararası kesimin desteğinin önemli role sahiptir.

Üç self-determinasyon talebi daha incelenerek kıtada hakkın algılanışına, uygulanışına ve sonuçta da politikalara ilişkin farklılıklar gözler önüne serilecektir.

Biafra, Eritre ve Katanga’nın self-determinasyon taleplerine ve ilgili süreçlerine yer vererek Afrika’da hakka ilişkin farklı algı ve politikalar incelenecektir. Üç örnek arasında self-determinasyonun nedenleri, self-determinasyon süreçleri ve sonuçları arasında farklılık bulunmaktadır. Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılarak kullandığı self- determinasyon hakkı Afrika’da ve uluslararası alanda tartışmalı bir konudur.

Özellikle Etiyopya ile federasyon ve öncesindeki sömürge yönetimi bağlamında sömürge kriterinin geçerli olup olmadığına dair karşıt görüşler mevcuttur. Eritre self- determinasyon talebinde hukuki ve siyasi gerekçelere yer vermiştir. Ayrıca

Asmara’nın federasyondan ayrılmasından sonra iki ülkenin savaşması self- determinasyon için sunulan gerekçeleri ve self-determinasyonun kullanımını incelemek için önemlidir. Nijerya’nın örneği olan Biafra konusunda kıtanın self- 7 determinasyon talebini algılayışına, diğer ülkelerin politikalarına ve Abuja’nın iç self-determinasyon seçenekleri ile cevap vermesine odaklanılacaktır. Biafra self- determinasyon sürecinde bağımsızlığını ilan etmiş ve bazı Afrika devletlerince tanınmıştır. Katanga ise Soğuk Savaş döneminde Zaire’den ayrılma talebinde bulunmuştur. Self-determinasyona dayandırdığı bu talebi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Soğuk Savaş sonrasında Katanga hareketi yeniden self- determinasyonu çalıştırmayı hedeflemiştir. Talebini insan hakları gibi çeşitli siyasi unsurlara dayandırması; Afrika’nın hukuki, idari ve siyasi bazı kurumlarını kullanması, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin (KDC) iç self-determinasyon cevapları Katanga’nın, ülkenin ve Afrika’nın self-determinasyona dair aldığı yolun anlaşılması açısından önemlidir.

Yukarıda bahsedilen örneklerden de anlaşılacağı üzere kıta, self- determinasyona dair hukuki ve siyasi alanlarda önem arz eden örneklere sahiptir. Bu

önem self-determinasyon adı altında farklı gündeme sahip olan ve farklı hedefleri bulunan her hareketin tezde inceleneceği anlamına gelmemektedir. Self- determinasyonu ayrılık seçeneği ile hayata geçirmek için kullanan hareketler ve karşılığında ilgili devlet ve kıta tarafından verilen tepkiler incelenecektir. Buna ilaveten son dönemlerde Mali, Somali gibi ülkelerde ortaya çıkan silahlı çatışmalar, hedef ve amaçlarında dini öne çıkaran olaylar ve hareketler tezde ele alınmayacaktır.

Bu tezde self-determinasyonu ve self-determinasyon hakkını milliyet bağlamında talep eden gruplar ortaya sürdükleri milliyetçi hedefler kapsamında değerlendirilecektir. Etnik kimlik, etnik grup kavramlarına dayandırılan talepler ve bu yöndeki hareketler incelenecektir. 8

Bu tezde self-determinasyon ilkesinin dış öğesi yani ikinci anlamı ele alınacaktır. Buna göre bir halk kendi isteğiyle bir başka devlete bağlanmayı, başka bir devletle birleşmeyi ya da bağımsız bir devlet kurmayı seçerek kendi geleceğini tayin etme hakkına sahiptir. Self-determinasyon ilkesinin birinci yani siyasal yapıya dönük öğesi ise bir halkın dilediği yönetim biçimini dış baskıya kalmadan seçebilmesidir. Bu öğeye tezde değinilmeyecektir.

Afrika’da devletler arasında ortak anlayış örneği olarak değerlendirilebilecek ve genel kabul gören self-determinasyon incelenirken bölgesel teamül hukuku yani bölgesel örf ve adet hukuku öne çıkmaktadır. Böylelikle kıtada self-determinasyonun düzen oluşturup oluşturmadığı, ilgili politikaların bütünlük sergileyip sergilemediği hukukun sağlayacağı verilerle anlaşılacaktır.

Bölgesel teamül kuralının varlığı için tez boyunca açık ya da kapalı irade beyanı aranacaktır. Yukarıda adı geçen örneklerdeki devletlerin, Afrika Birliği

Teşkilatı (ABT), Afrika Birliği (AfB) gibi kurumların politikaları ve faaliyetleri incelenecektir. Kıta kurumlarının ve devletlerinin politikaları, diğer devletler ile ilişkileri, self-determinasyon talep eden gruplara yönelik cevapları birer irade örneği olarak kabul edilecektir.

Dönem içerisinde devletlerin self-determinasyona yönelik algı ve politikalarında değişiklik olup olmadığına, Afrika devletlerinin arasında bu hakkın algılanmasında ve hakka dair izlenen politikalarda farklılık olup olmadığına bakılacak ve kıta geneli için çıkarımda bulunmaya çalışılacaktır. Bölgesel yapılageliş hukukunun kıtadaki self-determinasyon politikalarını incelemede temel olarak alınması Afrika’da hakka ilişkin bütünlüğün olup olmadığını anlamada önemli olacaktır. 9

Self-determinasyon talepleri, hareketleri ilkenin başat kavramları olan sömürge, sınırlar, halk gibi etmenler temelinde değerlendirilecektir. Söz konusu değerlendirme yapılırken etnik ve kabile bağlarının önemi ve siyasi, idari, hukuki alanda etkileri araştırılacaktır. Örneğin sömürge dönemi öncesindeki devlet ve sınır kavramları sorgulanacaktır. Sömürge dönemi öncesinde, Berlin Konferansı’nda

Afrika’nın terra nullius olarak nitelendirilmesinden önce kıtada devlet olarak adlandırılabilecek çeşitli siyasi, idari ve hukuki yapılanmalar mevcut idi. Devlet ya da imparatorluk olarak adlandırılabilecek bu siyasi yapılanmaların sınırları siyasete, aralarındaki ilişkilere ve güç dengesine göre değişebilmekte idi. Sömürge yönetiminin idari, sosyal, siyasi ve ekonomi gibi çokça alanda değişikliğe gidilmiştir.

Kıtaya dışarıdan yasal/hukuki ve idari sistem gelmiştir. Sömürge döneminde dolaylı veya doğrudan yönetim izlenerek gerek yapı içerisindeki ilişkilerin şekillenmesinde gerekse sonrasında self-determinasyon iddialarının dile getirilmesinde etki sahibi olunmuştur.

Bölgesel örf ve adet hukuku aynı zamanda Afrika devletlerinin self- determinasyon taleplerine nasıl cevap verdiğini, bu bağlamda hangi yöntemleri tercih ettiğini anlamak için kullanılacaktır. Afrika’daki hareketler dış self-determinasyon seçeneklerini hedeflerken devletler genellikle iç self-determinasyon seçeneklerini uygulayarak söz konusu taleplere karşılık vermektedir. Örneğin kültürel hakların, yerli halk haklarının ve azınlık haklarının verilmesi gibi adımlar atılmaktadır.

Federatif yapının benimsenmesi, siyasi katılımın sağlanması, yetki ve güç paylaşımına gidilmesi gibi yöntemlere de başvurulmaktadır. Öte yandan kıta için genelleme yapmaya yetecek veri ve incelenecek gelişme bulunmamaktadır. Yine de 10

Afrika İnsan ve Halklar Hakları Komisyonu’nun ve Afrika Mahkemesi’nin varlığı siyasi ve hukuki alanlarda adım atıldığının göstergesidir.

Sonuç olarak self-determinasyon gerek talep edilmesi gerek uygulanan politika gibi çeşitli örnekleriyle kıtada mevcuttur. Sınırların dokunulmazlığı, toprak bütünlüğü ve sömürge yönetiminin varlığı gibi kıta genelinde benimsenen kriterler self-determinasyonu çalıştırmak için başat ölçütler olmaya devam etmektedir. Öte yandan self-determinasyonun uygulanması gereken Batı Sahra sorunu

çözülememiştir, taraflar arasında gerginlik devam etmektedir3. Ayrıca sömürgeciliğin tasfiyesinin sonlanmasından bu yana sadece iki örnek; Eritre ve Güney Sudan bağımsızlıklarını self-determinasyona başvurarak elde etmiştir. Güney Sudan’ın bugün yaşadığı sorunlar, kıtadaki self-determinasyon algısının, politikasının ve devlet sorunsalı ile arasındaki ilişkinin bir kez daha sorgulanmasına neden olmuştur.

Eritre’de olduğu gibi Güney Sudan’da self-determinasyon talebi uygulanarak iç

çatışma gibi istikrarsızlık yaratan sorunların çözümü hedeflenmiştir ama iki örnekte de eski istikrarsızlığın devam ettiği ve yenilerin eklendiği görülmektedir.

3 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 15, No. 4, 2004, s. 863. 1. SELF-DETERMİNASYON İLKESİ VE TEAMÜL DEĞİŞİMİ

I. Evrensel Hukukta Self-Determinasyon İlkesi

Self-determinasyon, genel itibariyle herhangi bir dış etkiye ve baskıya maruz kalmadan halkların ekonomik, siyasi ve kültürel geleceğini belirleme hakkıdır.

Uluslararası hukukta içtihattan ve BM gibi uluslararası kuruluşların kararlarından, devletlerin karar ve davranışlarından hakkın içeriği anlaşılmaktadır; çünkü self- determinasyon genelgeçer tanıma sahip değildir.

1) Self-Determinasyon İlkesinin Tarihi

Self-determinasyon ilkesinin kökleri 1774 tarihli Amerikan Bağımsızlık

Bildirgesi’ne kadar gitmektedir. Bir devletler hukuku normu olan self- determinasyonun günümüze en yakın kullanımı 1789 Fransız Devrimi’ndedir. Dünya siyasetindeki etkinliği ise 20. yüzyılda artmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı döneminde gündemde ön sıralara yükselmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da uluslararası toplumda ve akademik literatürde daha sık yer almaya başlamıştır. Self- determinasyon ilkesinin 20. yüzyılda gelişmesi ve gündeme gelmesi Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kurucusu Vladimir I. Lenin ve ABD Eski Başkanı

Woodrow Wilson’ın çalışmaları ile sağlanmıştır.

Vladimir I. Lenin’in self-determinasyonun yirminci yüzyılda şekillenmesinde ve uygulanmasında önemli yeri bulunmaktadır. Lenin, self-determinasyonun bağlı bulunan ülkeden ayrılma hakkını kapsadığını kaydetmiştir. Kimi kaynaklarda

Lenin’in self-determinasyonu devam eden bir hak olarak nitelendirdiği ifade edilmektedir. Sovyet lidere göre bir devlet içerisinde –sömürge yönetimi altında olup 12 olmadığına bakılmadan- baskı altında bulunan halk,4 self- determinasyon hakkını kullanabilmelidir.5

İlkeye atfettiği önemle, SSCB; self-determinasyonun uluslararası alanda önde gelen savunucusu olarak nitelendirilmiştir. Söylem ve uygulamaya gelindiğinde

Sovyetler, farklı tutum takınmıştır. Retorikte hakkın talep eden unsurlarca kullanılması gerektiğini ifade ederken uygulamada SSCB seçici davranmış; ancak sınıf mücadelesi ile ilişkilendirdiği takdirde self-determinasyona destek vermiştir.

Bazı durumlarda ayrılık seçeneğinin uygulanması gerektiği savunulmuştur.

Sovyetlerin bu tutumunun rekabet içerisinde bulunan ülkelere karşı bu hareketleri ve self-determinasyon talebini araç olarak kullanmaktan kaynaklandığı belirtilmektedir6.

Self-determinasyonla ilgili akademik literatür incelendiğinde ABD eski

Başkanı Woodrow Wilson’ın görüşlerine büyük önem atfedildiği görülmektedir.

“Wilson Prensipleri” olarak anılan 14 ilkeden bazıları self-determinasyon ile ilgilidir ve hakkın gerek içeriğinin belirlenmesinde gerekse uygulanmasında büyük etkiye sahip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası siyasi düzeni şekillendirmede çerçeve işlevi gören Wilson prensiplerinde self-determinasyon; savaşta mağlup olan kesimlerin, sömürge olarak yaşayan kesimlerin kendi kaderini tayin etme hakkı olarak ifade edilmiştir. Self-determinasyon taleplerinde bulunan halkların kendi

çıkarlarına göre sorunlarını çözmesi, kendi devletlerine sahip olması hedeflenmiştir.

Kendi devletini kurma sorumluluğu verilen bu gruplar, böylelikle değişen politika veya güç dengesine göre farklı ülkelerin egemenliği altına girmeyecek ve

4 Kaynakta nation olarak kullanılmıştır. 5 I. G. Shivji, “Chapter 3: Revolutionising Human Rights Framework”, The Concept of Human Rights in Africa, London, 1989, s.74, dipnot 13. 6 H. Hannum, “Chapter 3: Self Determination, The International Legal Context”,Autonomy, Sovereignty and Self-Determination: The Accommodation of Conflicting Rights, Philadelphia, 1990, s. 32, dipnot 96. 13 istikrarsızlık yaşanmayacaktır. Ulusal değerler, kimlikler tanımlanırken tüm unsurlar arasında uyum sağlanacak, eski sorunları ve problemli ilişkileri gündeme getirecek yapıdan uzak durulacaktır7. Wilson’un on dört prensibinden onu savaştan yenik çıkan

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni devletlerin kurulması ile ilgilidir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni devletlerin kurulması bu prensiplerin önemini göstermiştir.

BM, uluslararası hukukun oluşturulmasında ve uygulanmasında en önemli rolü ve görevi olan uluslararası kurumların başında gelmektedir. Kosova, Tayvan ve

Vatikan hariç tüm devletler örgüte üye konumundadır; bu bağlamda örgütün uluslararası kamuoyunu temsil ettiği ifade edilebilir. Üyelerin çoğunluğunun kabul ettiği kararlar, BM organlarının kararları ve faaliyetleri uluslararası hukukun kodifikasyonunda başat rolü bulunmaktadır; alınan kararlar jus cogens’e benzer etkiye sahiptir. Başka bir deyişle BM’nin ilgili faaliyet ve metinleri evrensel teamüle

örnek olarak verilebilmektedir.

Self-determinasyonun oluşmasında role sahip olan BM’nin bu doğrultuda hakla bağlantılı sorunların ortaya çıkmasında, çözülmesinde ve çözülememesinde de sorumluluğu bulunmaktadır. Bunun en önemli nedeni örgütün self-determinasyon hakkı ile ilgili temel belgelerinde belirsizliğin olmasıdır8. Örneğin BM

Andlaşması’nın ilk maddelerinde self-determinasyon hakkının içeriğine dair herhangi bir ifadede bulunulmamaktadır. Birinci Madde’nin ikinci fıkrasında self- determinasyon salt kavram olarak ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi9

7 ibid, s. 28. 8 S. J. Spector, “ and Self-Determination Debate”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.3, Summer 2009, s.4. 9 Vurgu yazar tarafından yapılmıştır. 14 anlamında kullanılmıştır. 55. Madde’de yine self-determinasyon sadece kavram olarak ve kendi yazgılarını kendilerinin belirlenmesi10anlamında kullanılmış ve bir açıklama getirilmemiştir. 76. Madde’de ise self-government yani kendi kendini yönetme/öz yönetim ilkesine başvurarak dolaylı bir referansla uluslararası vesayet rejimi başlığı altında self-determinasyona yer verilmiştir. Ancak 1960’da sömürge yönetimi altındaki bölge ve halklara bağımsızlık verilmesine ilişkin bildirgeyle self- determinasyonun içeriği belirlenmiş ve bir uyum sağlanmıştır11.

Yukarıda da bahsedildiği üzere BM Genel Kurulu’nun 1960 tarihli 1514 sayılı Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine Dair

Bildirge (Declaration on the Granting of Independence to Colonial Countries and

Peoples) uluslararası hukukta self-determinasyon hakkının genelgeçer kabul görmesinde büyük role sahiptir. Bildirge, başlıca düzenleme olarak sömürge yönetiminin sonlandırılmasını ve tüm yetkilerin sömürge yönetimi altında yaşayan halklara verilmesini öngörmektedir12. Bildirge’nin İkinci Maddesi’nde bütün halkların self-determinasyon hakkı olduğu; siyasi statülerinin yanında siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelerini de takip etmeleri gerektiği ifade edilmektedir.

Öte yandan Bildirge, self-determinasyon hakkının talep edilmesini ve kullanılmasını zımnen şarta koşmaktadır. Başka bir deyişle yabancı tahakkümü, hâkimiyeti ve sömürge yönetimi altında yaşayanlar dışında bu hakkın talep edilmesi sorgulanacaktır çünkü Bildirge’nin altıncı maddesinde “Kısmen ya da tamamıyla

10 Vurgu yazar tarafından yapılmıştır. 11 S. Spector, 2009, s.4. 12 United Nations General Assembly, “Declaration on the Granting of Independence to Colonial Countries and Peoples”, (1514/XV; 14 December 1960), http://www.un.org/en/decolonization/declaration.shtml, 20 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 15 ulusal birliğin ya da toprak bütünlüğünün bozulmasını amaçlayan her türlü girişime”

BM ilkeleri uyarınca karşı çıkıldığı belirtilmektedir13.

Bir diğer önemli belge 2625 sayılı ve 1970 tarihli Devletler Arasında

Birleşmiş Milletler Andlaşması’na Uygun Şekilde Dostça İlişkiler Kurma ve İşbirliği

Yapmaya Dair Uluslararası Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiri’dir(Declaration on

Principles of International Law Concerning Friendly Relations and Co-Operation among States in accordance with the Charter of the United Nations)14. Keza bu belgede de ülkelerin toprak bütünlüğüne ve ulusal birliğine zarar verecek teşebbüslere karşı çıkıldığı vurgulanmakta; self-determinasyon hakkı talep edilirken veya uygulanırken bu değerlerin gözetilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Self- determinasyona ilişkin ise şu ifadeler kullanılmıştır: “halklar BM Andlaşması’nda belirtilen eşit haklar ve self-determinasyon ilkesi uyarıca herhangi bir dış etki altında kalmadan siyasi statülerini seçme ve siyasi, ekonomik ve kültürel gelişme, kalkınma hakkına sahiptir; diğer devletler de buna saygı duymalıdır15”. Self-determinasyon kapsamında uygulanacak seçenekler ise; bağımsız ve egemen bir devletin kurulması, bir başka devletle birleşme veya devlete bağlanma, ilgili halk tarafından belirlenecek

13 ibid. 14 M. G. K. Nayar, “Self-Determination Beyond the Colonial Context: Biafra in Retrospect”, Texas International Law Journal, Vol. 10, No. 321,1975, s.335. 15 United Nations General Assembly, Resolutions Adopted on the Reports of the Sixth Committee, “Declaration on Principles of International Law Concerning Friendly Relations and Co- Operation among States in accordance with the Charter of the United Nations”, (2625 /XXV;.24 October 1970), http://www.oosa.unvienna.org/pdf/gares/ARES_25_2625E.pdf, s. 123-124, 16 Haziran 2013 tarihinde erişilmiştir. 16 herhangi bir siyasi çözüm16 olarak belirtilmiştir. Bu maddelerin bir devletin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin bozulması için kullanılamayacağı kaydedilmiştir17.

Öte yandan uluslararası hukukun diğer belgeleriyle kıyaslandığında 1970 tarihli bu deklarasyonun farklılığa sahip olduğu öne sürülmektedir. Eşit haklara sahip olmak ve self-determinasyon, temsili ve etkili bir hükümetin varlığı ile ilişkilendirilmiştir. Dini inanç, renk, etnik kimlik ve ırka göre ayrımcılık yapmadan halkın temsil edilmesi ve yönetilmesi gerekmektedir.18 Yalnız, bu ifadelerin kimi isimler tarafından ayrılığı meşrulaştırıcı olarak kabul edildiğine dikkat çekmek gerekir19. Bu bildiride altı çizilen diğer etmenler self-determinasyonun uygulanmasına karşı devletin kuvvet kullanmadan kaçınması ve devletin kuvvet kullanması durumunda halkların buna karşı cevap verebilme haklarının bulunmasıdır. Bu çerçevede diğer devletlerin BM Andlaşması’na uygun biçimde self-determinasyon hakkını kullanan hareketlere destek verebileceği ve yardımda bulunabileceği ifade edilmektedir20.

BM’nin self-determinasyon hakkına ilişkin bu belirsiz tutumu kendinden

önceki siyasi ve hukuki yapıyla da yakından bağlantılıdır. BM’nin selefi Milletler

Cemiyeti de benzer yaklaşıma sahip olmuştur. Milletler Cemiyeti Misakı’nda self- determinasyona yönelik birebir referans yapılmamış21; öte yandan hakla ilintili olarak eski sömürgelerin, bazı koşulların yerine getirilmesi durumunda, bağımsız

16 Kimi kaynaklar bu son ifadenin çoğulcu toplumlarda uygulanacak bir çözüm olduğunu belirtmektedir; bkz.: M. G. K. Nayar, 1975, s. 337. 17 United Nations General Assembly, 2625 (XXV), 1970, s.124. 18 ibid. 19 M. G. K. Nayar, 1975, s. 337. 20 United Nations General Assembly, 2625 (XXV), 1970, s.124. 21 H. Hannum, 1990, s. 29, dipnot 86. 17 olabilecekleri belirtilmiştir22. Misak’ta hakkın açıkça yer almamasına gerekçe olarak self-determinasyonun uygulanmasının siyasi istikrarsızlığa neden olacağı endişesi ve

çoğu devletin hakkı benimsememesi gösterilmiştir23. Bu dönemde self- determinasyonun haktan ziyade bir faaliyet olarak algılandığı kaydedilmektedir24.

“Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra self-determinasyona dair uygulamalarda tutarsızlıkların görülmesinden ötürü, BM’nin oluşma sürecinde self-determinasyonun temel bir hak olarak kabul edilmediği” öne sürülmekte, BM Andlaşması’nın hazırlandığı sırada self-determinasyonun uluslararası hukuk kuralı oluşturmadığı kaydedilmektedir25. BM’nin Milletler Cemiyeti’nin yerini alması ve iki kurumun da benzer siyasi, idari ve hukuki mekanizmalara sahip olması BM’nin yaklaşımını açıklamaktadır.

BM Andlaşması’nın hazırlık çalışmalarında yapılan yorumlar ve öne sürülen hedefler self-determinasyonun anlaşılmasında önemlidir. Örneğin Dumbarton Oaks

Konferansı’nda metnin kapsamına ilişkin getirilen öneriler arasında self- determinasyon bulunmamaktadır26. İlkenin andlaşmada yer alması ancak SSCB’nin

ısrarı ile San Francisco Konferansı’nda gerçekleşmiş; “halkların eşit hakları ve self- determinasyon ilkesi” ifadesi kullanılmıştır27. Böylelikle örgüt self-determinasyon hakkının önemli belirleyicilerinden biri olmuştur.

22 D. Kılınç, “Self-Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, No. 1-2, 2008, s. 961. 23 ibid, dipnot 46. 24 S. A. Dersso, “Chapter 9: The Right to Self-Determination, Minorities and Indigenous People in Africa”, in Solomon Dersso (ed.)., Perspectives on the Rights of Minorities and Indigenous People in Africa, Cape Town, 2010, s.259. 25 H. Hannum, s. 33, dipnot 101. 26 C. O. Quaye, “Chapter 8: Self-Determination”, Liberation Struggles in International Law, Philadelphia, 1991, s.216. 27 ibid, dipnot 27. 18

Self-determinasyonun başat aracı olması ve uluslararası hukuk uygulamalarındaki konumu nedeni ile-referandum örneğinde olduğu gibi- bu hakkın uygulanamamasından da BM sorumludur. Self-determinasyona dair kavramsal belirsizlik örgütün hakka ilişkin uygulamalarında da mevcuttur, tutarsızlıklar yaşanmaktadır. Farklı tutumlar sergilenmektedir. Örneğin, Kuzey ve Güney

Kamerun uygulamasında örgüt, bölge halkının görüşlerini almıştır ve düzenlenen referandum neticesinde Kuzey Kamerun Nijerya ile ve Güney Kamerun da Kamerun

Cumhuriyeti ile birleşme kararı almıştır28. Buna karşılık Batı Sahra sorunun

çözümünde başlıca araç olan referandum hâlâ uygulanamamaktadır.

2) Self-Determinasyon Hakkının Talep Edilebilmesi ve Çalıştırılabilmesi

Uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self-determinasyon hakkının talep edilmesi ve uygulanması için çeşitli koşulların varlığı aranmaktadır.

Taleplerin siyasi veya hukuki olmasını anlamada söz konusu öğeler kullanılmaktadır.

Bu kavramlar sömürge, halk, sınırlardır Öte yandan vesayet altındaki ülkelerin, muhtar olmayan bölgelerin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin hukuka dayanan self- determinasyon hakları bulunmaktadır.

a) Sömürge Kavramı

Self-determinasyon ilkesinin bugünkü şeklini almasında ve içeriğini kazanmasında sömürge yönetimlerinin ve sömürge kavramının büyük rolü bulunmaktadır. Hakkın talep edilmesinde, çalıştırılmasında ve uygulanmasında başat koşul sömürgenin varlığıdır. Self-determinasyon bağlamında sömürge kavramını

28 ibid, s.170. 19 kullanabilmek için çeşitli koşullar bulunmaktadır. Emperyalizm yönetimi dönemi yaşanmalı; sömürgeci devlet ile sömürge yönetimi arasında okyanus bulunması yani sömürge yönetiminin deniz aşırı olması gerekmektedir. Sömürgeci devlet farklı bir

ırka sahip olmalı ve sömürge yönetimi altına aldığı bölgeyi kuvvet kullanma gibi yollarla ele geçirmelidir. Yabancı yönetimin ekonomik sömürü uygulaması da bir başka kriter olarak belirlenmiştir29.

BM’nin belgelerine veya kararlarına bakılarak da sömürge kavramı ve yönetimin yapısı anlaşılabilir. BM Genel Kurulu’nun 1541 sayılı ve 1960 tarihli self- determinasyona ilişkin kararında sömürgenin “coğrafi olarak ayrı bir yapılanma olması ve yönetilen ile yöneten kesim arasında etnik ya da kültürel açıdan farklılığın bulunması”30 gerektiği kaydedilmektedir. Bahse konu farklılıklar belirlendikten sonra siyasi, idari, ekonomik ve tarihi gibi ek unsurların ele alınabileceği kararda ifade edilmiştir31.

Bu noktadan hareketle sömürge kavramının belirlenmesinde; idari ve coğrafi niteliklerinin anlaşılmasında çeşitli unsurlardan yararlanılmaktadır. Sömürgenin self- determinasyon bağlamında şekillenmesinde ve kullanılmasında terra nullius ve salt water kavramları etkilidir, belirleyicidir.

29 M. Weller, “The Self-determination Trap”, Ethnopolitics, Vol. 4, No. 1, March 2005, s.10. 30 R. McCorquodale, “Self-Determination Beyond the Colonial Context and Its Potential Impact on Africa”, African Journal of International and Comparative Law, 1992, s.601. 31 United Nations General Assembly, Resolutions Adopted on the Reports of the Forth Committee, “Principles which should guide Members in determining whether or not an obligation exists to transmit the information called for under Article 73e of the Charter”, (1541/ XV; 15 December 1960), http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/1541(XV), s.29, 15 Haziran 2013 tarihinde erişilmiştir. 20

Terra nullius kimseye ait olmayan bölge anlamına gelmektedir. Kavram, yabancı bir gücün işgal yoluyla bir bölgeyi egemenliği altına almasını ifade etmek için kullanılmaktadır. Kavram, Avrupa tarafından Latin Amerika’da sömürge yönetimi kurmak için kullanılmıştır32. Sömürgeci yönetimin bölge üzerinde hakka sahip olabilmesi için gerekçe teşkil etmiştir çünkü bölge üzerinde hak iddia edecek bir unsur veya kurum bulunmamaktadır. Afrika’nın Avrupalı güçler tarafından paylaşıldığı Berlin Konferansı’nda kıta terra nullius olarak değerlendirilmiş ve böylelikle kıta üzerindeki hâkimiyet hukuka dayandırılmaya çalışılmıştır.

Sömürgeciliğin genel tanımına dair inceleme yapıldığında en fazla gündeme getirilen olgu tuzlu su/salt water teorisidir33. Buna göre sömürge; coğrafi olarak ayrı bir bölgede olmalı, farklı kültüre sahip ve muhtar olmayan bölge olmalıdır34.

Sömürge ile olan ilişkisi sebebiyle self-determinasyon ilkesinin tanımlanmasında ve içeriğinin belirlenmesinde salt water’ın da başat rolü olmuştur. Self-determinasyon ilkesi ve öğelerinde olduğu gibi salt water’ın belirlenmesinde de BM‘nin etkisi bulunmaktadır. 1960 tarihli Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara

Bağımsızlık Verilmesine Dair Bildirisi gibi kararlarla örgüt muhtar olmayan bölgelere kendi yönetimlerine sahip olabilmeleri için üç seçenek sunmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu seçeneklerin ancak sömürge devletine karşı uygulanabilecek olmasıdır. Aynı kararda vesayet altında yaşayan ve muhtar olmayan

32 E. Hasani, Self-Determination, Territorial Integrity and International Stability: The Case for Yugoslavia, Vienna,http://www.bundesheer.at/pdf_pool/publikationen/hasa03.pdf, s.19, 4 Aralık 2013 tarihinde erişilmiştir. 33 Kimilerine gore bu kriterin artık günümüzde geçerliliği bulunmamaktadır.Bkz.: M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 113, dipnot 5. 34 C. R. Ezetah, “Chapter 15: Legitimate Governance and Statehood in Africa: Beyond the Failed State and Colonial Self-Determination”, in E. K. Quashigah and O. C. Okafar (eds.), Legitimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, The Hague, 1999, s. 452. 21 bölgelere yer verilerek, bağımsızlığını kazanmayan bu bölgelere tüm yetkilerin hiçbir koşul ve çekince olmadan verilmesi için ivedi adımlar atılmaya çağrılmıştır.

b) Sınırlar

Sömürge kavramı yanında self-determinasyon ilkesinin bir diğer belirleyici

öğesi sınırlardır. Sömürge yönetimlerinin sınırları ve sonrasında bağımsızlığını kazanan yeni devletin sınırlarının uyum içerisinde hatta aynı olması gerekmektedir.

Bu koşulun sağlanmasıyla self-determinasyon hakkı çalışabilmektedir. Self- determinasyon talebi değerlendirilirken sınırların sömürge dönemine mi, sömürge dönemi öncesine mi yoksa sömürge dönemi sonrasına mı ait olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Sınırın self-determinasyon ile ilişkisinde belirleyici unsurlar bulunmaktadır. Uti possidetis ilkesi bu bağlamda sıklıkla başvurulan öğedir.

Uti possidetis mevcut dönemde sahip olunan sınırlar anlamına gelmektedir.

Zilyedin durumunun olduğu gibi muhafaza edilmesi ilkesine odaklanmaktadır. Bu

çerçevede ülkesel bütünlük kavramıyla ve sömürge döneminden kalan sınırların korunmasıyla yakından ilişkilidir. Afrika’da örneğin sömürgeci devletin hâkimiyetine son veren devletler, uti possidetis ilkesini kullanarak bağımsızlığa kavuşulduğu anki sınırları yani sömürge sınırlarını kullanmışlardır.

Kavramın tarihi, Orta Çağ’a kadar gitmektedir. 19. yüzyıl Latin Amerika bağımsızlık hareketleri, Balkanlar’daki milliyetçi ayaklanmalar, dünya savaşları ve beraberinde gelen sömürgeciliğin tasfiyesi; kavramının gelişmesine, uluslararası hukuk ve uluslararası siyaset gündemlerinde yer etmesinde etkili olmuştur35.

35 E. Hasani, s.17. 22

Sınırların self-determinasyonu nasıl etkilediğini ve sınır ile hak arasındaki ilişkiyi anlamak için kullanılan bir başka kavram devletlerin ardıllığı çerçevesinde sınırların dokunulmazlığı ilkesidir. Uluslararası hukukun bu yerleşik ilkesine göre devletlerin ardıl olması beraberinde sınırlarının dokunulmazlığını getirmektedir.

Self-determinasyonu kullanarak bir halk kendi devletini kurarsa yeni devletin sınırları baki kalacaktır, üçüncü ülkelerle olan sınırlarında herhangi bir değişikliğe gidemeyecektir.

Devletler hukukunda sınır andlaşmalarının koruma altında olması sınırlar ve devletlerin ardıllığı ilkesi arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirmektedir. Örneğin 1978

Viyana Sözleşmesi sınır andlaşmalarının her zaman geçerli olduğunu söylemektedir.

Böylelikle teorik ve normatif açıdan irredentist, yayılmacı iddialar engellenmekte ve

üçüncü devletlerin toprak bütünlüğü korunarak bu devletlerin aleyhine gelişecek olayların önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

Toprak bütünlüğü ve içişlerine karışmama ilkeleri, devletlerin halefi olmasıyla yakından ilintilidir. Bir devletin rızası olmadan toprak bütünlüğü bozulmaz; ülke bölünemez ve parçalanamaz. Diğer devletler de toprak bütünlüğüne saygı göstermek zorundadır. Üçüncü ülkelerin sınırlarının tanınmayarak değiştirilmesinin istenmesi uluslararası hukukun önemli belgelerinden olan Viyana

Sözleşmesi ile engellenmektedir. Söz konusu Sözleşme’ye göre rebus sic stantibus iddiası dile getirilse bile sınır andlaşmaları sona erdirilemez ya da andlaşmadan 23

çekinilemez36. Hâlihazırda jus cogens niteliğinde olan bu ilkelerin değiştirilmesi zordur.

c) Halk (People) Kavramı

Sömürgenin yanında self-determinasyon ilkesinin bir diğer önemli öğesi ve hatta kriteri halk yani people37’dır. Halk, self-determinasyonu talep edecek öznedir.

Ancak halk tanımına uyan kesim self-determinasyonu talep edebilecek ve bu haktan yararlanabilecektir. Mevcut dönemde terim sadece sömürge yönetimi altında yaşayan unsurları içermektedir. 1960 tarihli Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara

Bağımsızlık Verilmesine dair Bidiri’de bütün halkların self-determinasyon hakkı olduğu belirtilmiş fakat öncesinde de yabancı tahakküm, hâkimiyet ve sömürü altında yaşayan halklar38 ile bahse konu topluma belirleyici nitelik kazandırılması istenmiştir.

Halk kavramı ilk ortaya çıkışında ulus devlet kavramı ile yakından ilintili olmuştur. Kökeni ulus devletin çıkış noktası olan Vestfalya Barışı’na (1648) kadar gitmektedir. Halk, ulus devlet ile eşdeğer bir algılayışa ve kullanıma sahip olmuştur.

Halkın var olduğu bölge olarak kralın askerî gücünü kullandığı alan tanımlanmıştır39.

36 Adı geçen andlaşmanın uluslararası kesimin tüm aktörleri tarafından tanındığını söylemek zordur. Uluslararası hukukta ve uluslararası hukukun önemli yapıtaşlarında sıklıkla kullanıldığı için tezde bahsedilecektir. 37 Bu tezde people teriminin Türkçe karşılığı olarak halk ifadesi kullanılacaktır. 38 United Nations General Assembly, 1514 (XV), 1960. 39 M. Alexander, P. Hardison and M. Ahren, “Consultancy Paper : Study on compliance in relation to the customary law of indigenous and local communities, national law, across jurisdictions, and international law”, 2009, s.11. 24

d) Vesayet Altındaki Ülkeler (Trust Territories)

Sömürge yönetimlerinin yanında vesayet altındaki ülkeler de self- determinasyon hakkına sahiptir. Mevcut dönemde bahse konu ülkeler self- determinasyon hakkını kullanmışlardır. Milletler Cemiyeti’ne kadar bu ülkelerin varlığı sürmektedir. Bu dönemde manda rejimi altında bulunan ve İkinci Dünya

Savaşı’nda “yenilen devletlerden ayrılan ya da idaresinden sorumlu olan devletin isteği ile vesayet rejimi altına konulan toplam onbir devlet”40 bulunmakta idi.

Mevcut dönemde tüm vesayet altındaki ülkeler self-determinasyon hakkını kullanmışlardır.

e) Muhtar Olmayan Bölgeler (Non-Self-Governing Territories)

Self-determinasyon hakkına sahip olan bir diğer grup muhtar olmayan bölgelerdir. Bunlar vesayet rejiminin kapsamadığı ülkelerdir. Yöneten devlet bulunmaktadır, geçici bir süreliğine bölgenin idaresinden sorumludur. Muhtar olmayan bölgenin çıkarı önceliğe sahip olacaktır ve bu çerçevede politika

üretilecektir. Ayrıca bölgenin kendi geleceğini belirleyebilmesi, bu yönde ilerleme kaydedilebilmesi için destekleyici tutum içerisinde olunacaktır. Yöneten devletler; bölgeye “uygun kendini yönetme biçimlerinin geliştirilmesine yardımcı olmak ve her bir ülkenin politik hedef ve aşamalarını göz önüne almak hususları ile

40 S. Akipek, ”Birleşmiş Milletler Örgütü Denetiminde Vesayet Altında Ülke Bulunmaması, Sömürgeciliğin de Sonu mu Anlamına Geliyor?”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 50, Sayı 1, 2001, s.2. 25 yükümlüdür”41. Özellikle sosyal, siyasi ve eğitim alanlarında gelişmenin ve gerekli altyapının sağlanması önemlidir.

Sömürge kavramında görüldüğü üzere muhtar olmayan bölgenin tanımında da farklı unsurların altı çizilmektedir. Coğrafi yönden ayrı, etnik ve/ya da kültürel açıdan farklı olması gerekmektedir42.

f) Ulusal Kurtuluş Hareketleri

Self-determinasyonu çalıştırabilecek öznelerden bir diğeri de ulusal kurtuluş hareketleridir. Ulusal kurtuluş hareketi bağlı olduğu halkının temsilcisi olarak tanınmakta ve bağımsızlık talebi kabul edilmiş bulunmaktadır43. Böylelikle self- determinasyon hakkı ile bahse konu hareketler arasında yakın ilişki bulunmaktadır, uluslararası hukuk ve ilişkilerde böyle kabul edilmektedir. Hüseyin Pazarcı’ya göre

BM’nin uygulamalarında bahse konu hareketlerin “self-determination hakkına sahip olduğu kabul edilen sömürgecilikten kurtulma (decolonization, décolonisation,

Dekolonisierung) durumundaki toplulukların tanınması ile sınırlı kaldığı gözlemlenmektedir”44.

Sömürge bağlamında tanımlanan ulusal kurtuluş hareketlerinin böylelikle self-determinasyon hakkı tanınabilmektedir. Şayet bu hak verilmiyorsa o grup için ayrılıkçı hareket nitelendirilmesi yapılmaktadır.

41 ibid, s.6. 42 R. S. Clark, “Chapter 4: Western Sahara and the United Nations Norms on Self-Determination and Aggression”, in K. Arts and P. P. Leite (eds.), International Law and the Question of Western Sahara, Leiden, http://ebookbrowsee.net/roger-s-clark-western-sahara-and-the-united- nations-norms-on-self-determination-and-aggression-pdf-d260408437, 2007, s.1, dipnot 4, 21 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 43 H. Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri III. Kitap, Üçüncü Baskı, Ankara, 1999, s.23. 44 ibid. 26

II. Günümüz Self-Determinasyon Tartışmaları

Self-determinasyon hareketleri, talepleri ve politikaları uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkilerde tartışma yaratmaktadır. İstikrara tehdit olabileceği gerekçesiyle veyahut istikrarsızlık yaratmalarıyla gündemdeki yerleri hızlıca değişebilmektedir. Self-determinasyon talep eden hareketlerin tehdit oluşturması konusu hakkın kendisini gibi tartışmalıdır. Bazı kesimlerce self-determinasyon hakkının istikrasızlık nedeni olamayacağı öne sürülmektedir; çünkü self- determinasyon hareketlerinin pek güçlü olmadığı savunulmaktadır. Silaha başvurmaları durumunda ise bu hareketlerin uluslararası istikrar ve güvenlik için tehdit oluşturma riski bulunmaktadır.

İstikrara tehdit olabileceği gerekçesiyle self-determinasyonun ve self- determinasyonla bağlantılı olayların gündemdeki yerleri hızlıca değişebilmektedir.

Batı Sahra, İskoçya gibi farklı coğrafyalarda self-determinasyon talepleri mevcuttur.

Silahlı mücadele dâhil olmak üzere çeşitli araçlarla self-determinasyon hakkı talep edilmekte ve çalıştırılmak istenmektedir.2007 yılının rakamlarına göre dünyada 26 tane silahlı self-determinasyon çatışması bulunmaktadır45. Çözülmediği takdirde 55 tane self-determinasyon sorununun silahlı çatışmaya sebep olabileceği öne sürülmekte; 15 sorunun da çözülmesine rağmen yeniden canlanabileceği ifade edilmektedir46. Son olarak da Kırım’da başlayan ve Ukrayna’nın diğer bölgelerine yayılan olaylar self-determinasyonun önemini göstermiştir.

Günümüzdeki self-determinasyon taleplerinin birçok ortak özelliği bulunmaktadır. Sömürge döneminin bitmesiyle etnik kimlik, milliyetçilik odaklı

45 M. Weller, 2009, s. 112, dipnot 1. 46 ibid, dipnot 2. 27

çatışmalarda self-determinasyon hakkı talep edilmektedir. Sömürge düzleminden

çıkarılması ve siyasi koşulların hakkın belirleyici unsuru olması amaçlanmaktadır.

Ayrıca “azınlıkların korunması, ülke sınırları içinde çeşitli siyasi seçeneklerin” uygulanması gibi seçenekler self-determinasyon hakkına dâhil edilmek istenmektedir47.

1) Self-Determinasyonun Tartışmalı Unsurları

Uluslararası hukukun en önemli haklarından ve uluslararası siyasete yön veren ilkelerinden biri olmasına rağmen self-determinasyon sorunlu bir yapıya sahiptir. Başlıca nedeni hakkın içeriğinin belirsiz olmasıdır. Kesin olmayan ifadelere sahiptir, anlaşılması güçtür48 ve tarihsel olarak seçicidir49. Ayrıca giderek akademik uyumunu da kaybetmektedir50. Self-determinasyon ilkesinin sorunlu olması “devlet kurmaya ilişkin uluslararası çapta kabul edilmiş kuralların yanlış anlaşılmasına”51 dayandırılmaktadır.

İlkenin içeriğinin muallâk olması farklı tezlere sahip çeşitli siyasi aktörlerin self-determinasyona başvurabilmesinin önünü açmaktadır. Self-determinasyon, sorunlarının tek çözümü olarak görülmekte; ayrılmak istenilen devlete ve dış dünyaya bu şekilde lanse edilmektedir. Richard Falk, self-determinasyonun zaman içinde anlamının çok değiştiğini, evrim geçirdiğini, çok fazla ve birbirinden değişik iddianın başvurabilmesine olanak tanıdığını; artık “retoriksel ya da doktrinsel geri

47 S. J. Spector, “Negotiating Free Association between Western Sahara and : A Comparative Legal Analysis of Formulas for Self-Determination”, International Negotiation, Vol. 16, 2011, s.112. 48 H. Hannum, 1990, s. 27. 49 C. R. Ezetah, 1999, s. 450. 50 ibid, s. 449. 51 E. Hasani, s.13. 28

çekilme için geç olduğunu” öne sürmektedir52. İlkenin talep edenler tarafından farklılaştırılması “hukuki açıdan karışıklık (jurisprudential confusion)” olarak adlandırılmaktadır53. Bu da kavramın belirsiz olmasıyla, değişken ve birbirinden farklı olaylarda uygulanmasıyla bağlantılı olduğunu bir kez daha göstermektedir54.

Self-determinasyonun tutarsızlığı ya da karmaşıklığı ile ilgili olarak ortaya çıkan bir başka öğe de içeriğinin ve uygulamalarının zaman zaman birbiriyle tezat olmasıdır.

İlkeyi çalıştırabilecek talebe çözüm olarak farklı seçenekler sunulması ya da hakla ilgisi olmayan olaylar karşısında self-determinasyonun uygulanması örnek olarak verilebilir. Self-determinasyonu çalıştırabileceği savunulan ya da hakla aralarında ilişki kurulan sorunlar, her zaman hakkı çalıştırmak için yeterli değildir. Ayrıca self- determinasyon ilkesinin sosyo-politik hareketlerle ve siyasi uygulanması arasında tezatlık bulunmaktadır55.

Son olarak Güney Sudan’ın bağımsızlığının gösterdiği üzere yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar self-determinasyondan kimlerin, nasıl ve hangi alanlarda yararlanacağını belirleyebilmektedir. Örneğin; Juba’nın aksine Biafra ve

Katanga’nın ayrılık hedeflerinde başarısız olmasının nedenlerinden biri olarak da uluslararası aktörlerin politikaları56 yani self-determinasyon taleplerini desteklememeleri gösterilmektedir.

Yerel veyahut ulusal aktörler yerine uluslararası aktörlerin çıkarlarına göre self-determinasyonun uygulanması ilkenin daha da karmaşık bir hal almasına

52 A. Muehlebach, “What Self in Self-Determination? Notes From the Frontiers of Transnational Activism”, Identities: Global Studies in Culture and Power, Vol. 10, 2003, s.243. 53 C. R. Ezetah, 1999, s. 449, dipnote 102. 54 ibid. 55 ibid, s. 450. 56 R. Ganguly and R. Taras, “Chapter 8: Weak States and Ethnic Conflict: Secessionism and State Collapse in Africa”, in Understanding Ethnic Conflict: The International Dimension, New York, 1998, s.226. 29 sebebiyet vermektedir. Bu konuda en fazla öne çıkan örnek farklı coğrafyalardaki self-determinasyon uygulamalarının hakkın içeriğinden farklı olması ve yine de uygulanabilmesidir.

BM, Afrika Birliği gibi önemli uluslararası örgütlerin belgelerinde self- determinasyonun içeriğinin belirsiz bırakılması hakkın sorunlu olmasında bir başka faktördür. 1514 sayılı karar gibi BM Genel Kurulu’nun ilgili metinlerinde self- determinasyonun nasıl uygulanacağının belirlenmemiş olması da sorun yaratan başka bir etmendir. Böylelikle 1960 yılında self-determinasyonun nasıl uygulanacağına ve

1514 kararının uygulanmasının denetlenmesine dair komisyon oluşturulmuş ve 1541 sayılı karar Genel Kurul’dan geçmiştir.

Günümüzde hâlâ BM’nin bahse konu belirsiz ve ikircikli tutumunun devam ettiği söylenebilir. Örneğin BM Genel Kurulu’nun Sömürgeciliğin Tasfiyesi Özel

Komisyonu Başkanı Margaret Hughges 2007’deki açıklamasında, self- determinasyon alanında her talebe uyacak tek bir çözümün olmadığını ifade etmiştir.

Her bir olayın farklı nedenleri ve çözümleri olduğunu; bu sebepten ötürü her durumun farklı şekilde ele alınması gerektiğini öne sürmüştür57. Hakkın geliştirilmesinde BM’nin önemli yeri bulunsa da-yukarıdaki maddelerde de görüldüğü üzere-belirsiz ifadelerin kullanılmış olması örgütün; self-determinasyonda değişme gidilmesi durumunda süreci karmaşıklaştırma amacını mı taşıdığı sorusunu akla getirmektedir.

Örgütün self-determinasyon politikaları bu bağlamda ele alınması gereken konulardan biridir. Kimi örneklerde BM’nin toprak bütünlüğünün korunmasında diretmediği ve self-determinasyonun ayrılık ya da birleşme yönünde uygulanabildiği

57 S. Spector, 2009, s.18. 30 görülmektedir. Ruanda ve Burundi örneğinde taraflar ayrılmak istemiş BM de söz konusu talebe karşı çıkmamıştır. Sömürge öncesi dönemde iki kesimin ayrı siyasi yapılara olması ve sömürge yönetimiyle aynı çatı altında birleştirilmesi, aynı idari

çatının altına sokulması etkili faktörler olmuştur. Kuzey Kamerun’un Nijerya ile birleşmesi gibi örneklerin de aslında BM için istisna olduğu ifade edilmektedir.

Sömürge yönetiminin sınırlarını kabul edip devam ettiren ve bünyesinde sayıca fazla etnik grup barındıran diğer örneklerde ise dekolonizasyon sürecinde her grubun talebi dikkate alınmamıştır. BM, “sömürge toprağının bağımsızlığa kavuşmasını gözetmiştir”58.

Uluslararası siyaset ve uluslararası hukuk gündeminde yer etmesinden bu yana farklı dönemlerde self-determinasyonun algılanmasında ve uygulanmasında sorunlu süreçler yaşanmıştır. Bahse konu yapı self-determinasyonun ayrılık seçeneğinin genişletilmesi gerektiğini savunan kesim tarafından hakkın değişmesi için kullanılmaktadır. Sorunlu öğeler bu kesim için birer gerekçe teşkil etmektedir.

Salt self-determinasyonun değil; ayrılık, insan hakları gibi kavramlarının da yeniden ele alınıp değerlendirilmesi, tanımlanması gerekmektedir. Aksi takdirde self- determinasyonun içeriğine ve uygulanmasına ilişkin mevcut “teorik ve pratiksel kafa karışıklığının devam edeceği”59 öne sürülmektedir.

58 A. Cassese, “Chapter 4: The Emergence of Customary Rules: External Self-Determination”, in Self-Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge, 1995, s.79. 59 I. A. Gambari and M. Uhomoibhi, “Chapter 11: Self-Determination and Nation Building in Post- Africa”, in Wolfgang Danspeckgruber with Arthur Watts (eds.), Self-Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Colorado, 1997, s.277. 31

a) Self-Determinasyonun Dayandığı Gerekçelerin Değişmesi

Siyasi tarih boyunca bugüne kıyasla bahse konu gerekçelerde farklılık yaşanmış, self-determinasyon süreci sorunlu ve tartışmalı bir hal almıştır. Birinci

Dünya Savaşı döneminde self-determinasyon talebinde bulunan grupların kullandıkları terimler, sorunlu öğeleri barındırmaktadır. Örneğin self-determinasyon tezi, doğal veya tarihi haklar gibi çeşitli terimlere dayandırılmıştır. Bu kavramlar da tıpkı kullanılmak istenen terim gibi tartışmalıdır ve belirsizdir. Öte yandan “doğal haklar” kavramından ziyade tarihi hakların daha çok sorun yarattığı kaydedilmektedir60. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ise self-determinasyon hakkı sömürgecilik kavramına ve sömürge yönetimine odaklanırken günümüzde yeniden halk ve toprak arasında bağlantı kurmanın hedeflendiği görülmektedir.

b) Self-Determinasyondan Kimlerin Yararlanabileceğinin Değişmesi

Değişim taraftarı grupların bir başka dile getirdikleri tez de self- determinasyondan yararlanacak kesim üzerindedir. Söz konusu kesimin belirlenme yönteminin ve mevcut halinin sorunlu olduğu savunulmaktadır. Uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören halinde haktan yararlanacak kesimin; günümüz gerçeklerine, koşullarına uymadığı ve bahse konu koşulları anlamakta yetersiz kaldığı tezleri öne sürülerek ilkede değişim yaşanması gerektiği kaydedilmektedir. Salt devlete ve onun

çıkarlarına göre self-determinasyonun belirlendiği, yararlanacak kesimin devlet olduğu savunulmaktadır61. Millet, azınlık, yerli halk ya da topluluğun da hakkı

60 H. Hannum, 1990, s. 31, dipnot 93. 61 E. J. Cardenas and M. F. Canas, “Chapter 6: The Limits of Self-Determination”, in Wolfgang Danspeckgruber and Arthur Watts (eds.), Self-Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Colorado, 1997, s.159. 32 kullanacak öğeler kapsamına alınarak self-determinasyonun “insan odaklı bir hakka” dönüşmesi gerektiği savunulmaktadır. Farklı unsurların tanınması durumunda hem iç hem de dış self-determinasyon seçeneklerinden yararlanılabilecektir. Azınlığın

özerklik talebi, azınlık haklarının verilmesi self-determinasyon kapsamına, hakkın seçeneklerine dahil edilmeye çalışılmaktadır. Yerli halkların da yerli halklar haklarının verilmesi kimi zaman self-determinasyon ile bağdaştırdıkları bir talep olmuştur. Belirtilen kavramların self-determinasyon kapsamına dahil edilmemesinin ise siyasi nedenlerden kaynaklandığı iddia edilmektedir.

Halk, azınlık veya yerli halk gibi self-determinasyonla bağlantılı olan kavramların incelenmesinde etnik grup öne çıkmaktadır. Farklı kavramların ortak noktası olarak değerlendirilebilir. Tanımlayıcı unsurların benzer olması böyle bir sonucun çıkarılmasına neden olmuştur. Bir tanıma göre kültürel bütünlük bu grubun niteleyici özelliklerinden biridir. Soya ve tarihi anlatılara ağırlık verilmekte ve toplumsal diğer unsurlarla arasında farklılığa gidilmektedir. Bu farklılıklar kültürel olup din, dil gelenekler veya kurumların varlığıyla ortaya çıkmaktadır62.

Self-determinasyon ilkesinin uluslararası hukukun ve uluslararası siyasetin

önemli maddesi olmasından bu yana sorunlu öğelerinden birisi de halk kavramıdır.

Millet ve devlet gibi kavramların yerine de kullanıldığı görülmektedir. BM’nin, devlet yönetimlerinin yanı sıra self-determinasyon hakkının değişmesini isteyen kesim de zaman zaman kavram ile farklı kullanımlara gitmektedir. Daha farklı ve daha fazla toplulukların başvurabilmesi için kavramının değişmesi gerektiği bahse konu kesimlerce savunulmaktadır.

62 S. Wolff and M. Weller, “Chapter 1: Self-Determination and Autonomy: A Conceptual Introduction”, in Marc Weller and Stefan Wolff (eds.), Autonomy, Self-Governance and Conflict Resolution: Innovative Approaches to Institutional Design in Divided Societies, New York, 2008, s.4, metiniçinot: Anthony D. Smith, National Identity. Penguin, 1991, s.20. 33

Tanıma sahip olmaması, kavramsal olarak belirsiz63 yapıya sahip olması aslında sömürgeciliğin tasfiyesi dışında “halkı tanımlamada objektif bir kriterin geliştirilmediğini göstermekte”64; halkın farklı türden iddialar, talepler için kullanılabilmesine neden olmaktadır. Halk kavramı bünyesindeki tartışmalı öğeler ve belirsizlik; azınlık ve yerli halk gibi farklı sosyolojik öğelerin kendilerini halk olarak tanımlamalarına, self-determinasyon hakkını talep etmelerine veya siyasi ilkeler uyarınca hakkı değiştirme isteklerini gündeme getirmelerine neden olmaktadır.

Örneğin aşiret ya da kabile gibi topluluklarının dahil edilip edilmeyeceği konusunda tartışma yaşanmaktadır. Böylelikle karşılıklı etkileşim içerisinde halk kavramının değişmesi gerektiğine dair tezler de artmaktadır. Artık kavramın sömürge yönetimi ile sınırlı kalmasının mümkün olamayacağı en fazla dile getirilen gerekçedir.

Kavramın içerik ve kullanış açısından döneminin gerekliliklerine ve koşullarına göre değişebildiğine dikkat çekilerek farklı unsurlarla halkın tanımlanabileceği öne sürülmektedir. BM İnsan Hakları Komisyonu’nun eski bir üyesi 1919-45 yılları arasındaki örnekleri inceleyerek halka dair beş ayrı tanımın self-determinasyon ilkesini çalıştırılabileceğini kaydetmiştir65:

 Başka halk66tarafından yönetilen bir ülkede yaşayanlar,

 Kendilerine ait devletleri olmadan çeşitli ülkelerde azınlık olarak yaşayan

halk67,

63 M. Akif Kütükçü, “Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, 2004,s. 262. 64 F. Taşdemir, “İsrail-Filistin Sorununun Self-Determinasyon Hakkı Çerçevesinde Analizi”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, 2000, s. 217. 65 H. Hannum, 1990, s. 35, dipnot 108. 66 Metinde people ifadesi kullanılmıştır; Türkçe ifadesi olarak halk kullanılmıştır. 67 Metinde people ifadesi kullanılmıştır; Türkçe ifadesi olarak halk kullanılmıştır. 34

 Bir ülkede azınlık olarak yaşayan fakat kendini komşu ülkenin parçası

olarak gören grup,

 Birçok farklı devlete dağılan halk68,

 Yabancı bir yönetim altında olan fakat çoğunluğu oluşturan halk69.

Nayar’a göre bir insan topluluğunun halk olarak tanımlanmasını belirlemek için sekiz kriterden yararlanılabilir. Ortak tarihe, ortak ırka ve etnik kimliğe, kültürel homojenliğe, dil birliğine, dini ya da ideolojik yakınlığa, coğrafi devamlılığa, ortak ekonomik çıkarlara sahip olma ve topluluğu/grubu oluşturan insan sayısı bahse konu kriterler olarak sıralanmaktadır70.

Öte yandan Muehlebach gibi kimi yazarlar ise konunun farklı bir boyutuna; halk kavramının farklı anlama gelecek şekillerde kullanıldığına dikkat çekmektedir.

BM gibi uluslararası sistemin önemli aktörleri, kavramı farklı anlamlarda örneğin devlet ve millet yerine kavramı kullanmış ve kullanmaktadır. Devlet ve halk terimlerinin eş anlamlı olarak kullanıldığı örnekler de mevcuttur71. Kavramın daha geniş bir içeriğe sahip olduğunu düşünen kesim de bulunmaktadır. BM Genel

Kurulu’nun sömürgeciliğin tasfiyesi ile ilgili1514 sayılı kararında ve 1966 tarihli İkiz

Sözleşmeler olarak adlandırılan Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası

Sözleşme’de (International Covenant on Civil and Political Rights) ve Ekonomik,

68 Metinde people ifadesi kullanılmıştır; Türkçe ifadesi olarak halk kullanılmıştır. 69 Metinde people ifadesi kullanılmıştır; Türkçe ifadesi olarak halk kullanılmıştır. 70 M. G. K. Nayar, 1975, s.340. 71 A. Muehlebach, 2003, s.243, dipnot 3: Muehlebach tarafından örnek olarak 1962 tarihli 1803 sayılı BM Genel Kurul kararı verilmektedir. Adı geçen kararın ilk maddesinde “halkların ve milletlerin doğal zenginlikleri ve kaynakları üzerindeki daimî egemenliklerinin kendi ulusal kalkınmaları ve ilgili devletin halkının iyiliği için hayata geçirilimeli” ifadesi kullanılmaktadır. Bkz: United Nations General Assembly, “Permanent sovereignty over natural resources”, (1803/XVII; 14 December 1962), http://www.ohchr.org/Documents/ProfessionalInterest/resources.pdf, s.1, 22 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 35

Sosyal ve Kültürel Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’de (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights) kullanılan kavram ile bütün halkların kastedildiği savunulmaktadır72. Sözleşmelerde self-determinasyondan ne kastedildiği açıklanmıştır. Halkların siyasi statülerini baskı ve karışma altında kalmadan seçmeleri ve ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişme politikalarını yine baskı ve etki altında kalmadan sürdürmek olarak sıralanmıştır73. Christian Tomuschat, bu durumu halk kavramına dair gelişmelerin “yasal pozisyonunun açık bir göstergesi”74

şeklinde yorumlamaktadır. Böylelikle halkın değişmesinin olağan sürecin parçası olacağı öne sürülmektedir.

Halk kavramı bugün farklı kesimler tarafından farklı amaçlarla kullanılabilecek kadar geniş bir çerçevede değerlendirilmektedir. Karar mercileri olan devletlerin değil; sivil toplum hareketlerinin, bazı uluslararası kurumların bu yönde bir kullanıma gittiklerinin altı çizilmelidir.

Halkın yanında self kavramı da self-determinasyonun belirsiz bir içeriğe sahip olmasına neden olmaktadır75. Ayrıca halk kavramı self-determinasyonun self’i ile yakından ilgilidir. Uluslararası hukuktaki yaygın kullanımında self’, devlet olarak algılanmaktadır76fakat karşı görüşler de mevcuttur. Bunun en büyük nedeni “self” ile kimin kastedildiği sorusuna kesin bir cevap verilememesidir. Hangi grubun,

72 C. Tomuschat, “Self-Determination in a Post-Colonial World”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Dordrecht, 1993, s. 2. 73 TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf, s.54, 02 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 74 C. Tomuschat, 1993, s. 3. 75 E. J. Cardenas and M. F. Canas,1997, s.153. 76 R. A. Falk, “Chapter 2: The Right of Self-Determination Under International Law: The Coherence of Doctrine Versus the Incoherence of Experience”, in Wolfgang Danspeckgrube rand Arthur Watts (eds.), Self-Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Colorado, 1997, s.47. 36 topluluğun kendini self olarak tanımlayabileceği, self olarak tanımlanabilmek için gerekli kriterlerin ne olduğuna dair üzerinde anlaşılmış kurallar bütünü bulunmamaktadır.

Uluslararası hukuktaki ve siyasetteki örneklerle kavramın çerçevesi

çizilmektedir; fakat tanımı bulunmamaktadır. Örneğin birey, topluluk gibi unsurların self olarak tanımlanıp self-determinasyon taleplerinde bulunabilmeleri için; kendilerini diğerlerinden farklı hissetmeleri, farklı özelliklere sahip olmaları ve bu

özelliklerin vurgulanması gerektiği öne çıkmaktadır. Ayrıca self-determinasyon talebi açık bir şekilde dile getirilmelidir77. “Etnik kimliğe, kültürel homojenliğe, dil birliğine, ulusal karasal birliğe, tarihsel geleneğe, ortak ekonomik yaşama, ortak kültürel hayata, dini ya da ideolojik yakınlığa, sömürge öncesi siyasi ve idari düzene” sahip olmak78 self olarak tanımlanmak için ortaya sürülen bazı şartlardır.

Self-determinasyon çalışmalarında bir başka sorunlu öğe olarak yerli halk öne

çıkmaktadır. Self-determinasyon ilkesinde ve politikalarında belirtilen halk kapsamına girip girmediği kavrama ilişkin en fazla tartışma yaratan noktadır.

Uluslararası hukuktaki rolü nedeniyle BM’nin yerli halk için kullandığı ifadenin başvuru kaynağı olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. Örgütün 1995 tarihli belgede kullanılan bir ifadeye79 göre yerli halk bir ülkenin veya bölgenin sakinleri olup; bölgeye farklı kültürden, etnik gruptan başka bir topluluğun işgal veya fetih yoluyla yerleşmesi ve uyguladığı politikalar sonucunda sonradan gelenlerin bölgede dominant olmasından

77 C.R. Ezetah, 1999, s. 454. 78 ibid, s. 455 79 Office of the High Commissioner for Human Rights ,“Fact Sheet No.9 (Rev.1), The Rights of Indigenous Peoples”, http://www.ohchr.org/documents/publications/factsheet9rev.1en.pdf, s.1, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 37 olumsuz yönde etkilenen kesimdir80. Örgüt, tanımlama yapmaktan kaçınmaktadır81.

Yukarıdaki kriterlerin yeterli olduğunu düşünmektedir.

BM Genel Kurulu’nun 2007’de onayladığı BM Yerli Halklar Hakları Bildirisi

(United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples) de konunun anlaşılması açısından önemlidir. BM Yerli Halklar Hakları Bildirisi, “halk”82 teriminin içine yerli halkları da katmaktadır; bu grubun da self-determinasyon hakkının olduğu seçenekleriyle birlikte ifade edilmiştir. Üçüncü Madde’ye göre yerli

halkların self-determinasyon hakları bulunmaktadır: “Indigenous people have the

right to self-determination”83 ifadesi kullanılmıştır. Buradaki “the” ifadesi ile aslında

uluslararası hukuktaki genel terimin kullanıldığı belirtilmektedir84. Kendi iç ve yerel işlerinde özerk bir yapıya sahip olmak; kendi kaynakları, gelenekleri ve görenekleri

üzerinde söz sahibi olmak85 self-determinasyon kapsamındaki seçenekler olarak belirtilmiştir.

BM’nin adımlarına rağmen yerli halk olgusunun tanımında ya da uygulanışında teamül niteliği taşımasını sağlayacak algılayışta ve kullanışta birlik

bulunmamaktadır. Örneğin devletler, self-determinasyon gibi bazı hakların gündeme

80 G. K. K. Kalo, “The Comprehensive Peace Agreement and the questions of identity, territory and political destiny of the indigenous Nuba of the Sudan”, International Journal of African Renaissance Studies, Vol. 5, No. 1, 2010, s.49. 81 United Nations/ Secretariat of the Permanent Forum on Indigenous Issues, “The Concept of Indigenous Peoples: Workshop on Data Collection and Disaggregation for Ingidenous People”, 19-21 January 2004, http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:9rD7tG63SQEJ:www.un.org/esa/socde v/unpfii/documents/workshop_data_background.doc+&cd=2&hl=tr&ct=clnk&gl=tr, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 82 BM Genel Kurul, “Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi” (61/295; 13 Eylül 2007), http://www.un.org/esa/socdev/unpfii/documents/DRIPS_Turkish.pdf, s.1, 01 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 83 United Nations, “United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples”, March 2008, http://www.un.org/esa/socdev/unpfii/documents/DRIPS_en.pdf, s. 4, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 84 M. Alexander, P. Hardison and M. Ahren, 2009, s.14. 85 ibid, s.2. 38 getirilmesinin önüne geçebilmek için yerli halk yerine yerli grup ya da yerli insanlar ifadelerini kullanabilmektedir86.

Self-determinasyon hakkının değiştirilmesine destek sağlamanın yanında hakkın çeşitli sorunlara ne kadar cevap verebildiğinin sorgulanmasında azınlık kavramı da gündeme getirilmektedir. Self-determinasyon ilkesinin nasıl geliştirileceğinin yanında azınlık kavramının da tartışmalı olması sorun yaratmaktadır. Yukarıda bahsedilen diğer olgular gibi azınlık kavramında da belirsizlik hâkimdir. Azınlık ile self-determinasyon arasında ilişki kurulursa kimlerin haktan yararlanacağı ve hak sahiplerine neler getireceği bu bağlamda tartışmalı noktaları teşkil edecektir.

Azınlık kavramının ve sonrasında kimlerin kavramdan yararlanabileceğinin belirlenmesinde çeşitli ölçütler kullanılmaktadır. Halk ile benzerlik/ karşıtlık ilişkisinin kurulmasının yanında self-determinasyon ve öğeleri için kullanılan sübjektif ve objektif değerlendirmelerden yararlanılabileceği ifade edilmektedir.

Örneğin Murswiek, halk ve azınlık kavramları arasındaki belirgin farkın kültür, tarih ve doğum gibi “objektif etnik kriterlere” göre şekillenebileceğini ifade etmiştir.

İkinci olarak da söz konusu grubun belli bir bölgede kalması ve açıkça çoğunluğu oluşturması gerekmektedir87. Objektif kriter babında azınlık grubu olarak nitelendirilmek istenen kesimin ulusal ya da etnik kökeni referans noktası olarak kabul edilirken sübjektif kıstaslar olarak bireyin kendini topluluğun parçası ve bu topluluğa bağlı hissetmesi verilmiştir. Nüfusa ilişkin çeşitli sayısal verilerin

86 G. Alfredsson, “Chapter 4: Different Forms of and Claims to the Right of Self-Determination”, in Donald Clark and Robert Williamson (eds.), Self-Determination: International Perspectives, London, 1996, s. 69. 87 D. Murswiek, “The Issue of a Right of Secession-Reconsidered”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Dordrecht, 1993, s.37. 39 sağlanması, grubun belirli bir zamanda belirli bir toprak parçasında bulunması da diğer kriterler arasında gösterilmektedir88. Objektif ve sübjektif kriterler olarak iki ayrı başlığa gidilmesi kavramın belirsiz bir yapıya sahip olmasına sebebiyet vermektedir. Hangi verinin ne zaman kullanılacağı ve buna kimin karar vereceği tartışmalı noktalardır. Yukarıda da belirtildiği üzere yerli halklar için de sübjektif

öğelerin değerlendirmesi iki kavramın nasıl ve hangi düzlemde kullanacağını sorgulatmaktadır.

Sömürge kavramı da self-determinasyonun sorunlu bir başka öğesidir.

Niteliğinde belirsizlik hakimdir, sömürge toprağının tanımının problemli olduğu görülmektedir. Bazı kaynaklara göre net bir tanımı bulunmamaktadır89.

Sömürge ifadesiyle hangi bölgeden, toprak alanından bahsedildiği tartışmalıdır. Bunun yanında sömürge yönetiminin ne zaman sona erdiği, sömürge

öncesindeki bölgenin siyasi ve idari yapısı, self-determinasyon çerçevesinde ele alınan ve farklı görüşlerin doğmasına neden olan başlıklardandır. Robert

McCorquodale’e göre Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık

Verilmesine Dair Bildiri’de self-determinasyon, salt sömürge yönetimlerine sınırlandırılmamıştır90. 1966 tarihli İkiz Sözleşmelerin birinci maddelerinde de bütün halkların kendi kaderlerini tayin haklarına sahip olduğunu McCorquodale belirtmektedir91.

Bu gibi ifadelerle sömürge kavramı da sorgulanmakta self-determinasyonun değişmesi için gerekçe olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda, en fazla tartışma

88 ibid, s. 71 89 Weller, 2005, s.10, dipnot 3: Weller, BM’de “muhtar olmayan bölgeler” olarak teknik bir tanımlama olduğunu fakat bunun yeni durumlara uymadığını kaydetmektedir. 90 R. McCorquodale, 1992, s.602, dipnot 67. 91 ibid. 40 yaratan boyut sömürgenin artık self-determinasyon için belirleyici bir etmen olup olmadığıdır. Sömürge sonrası dönemde sömürge bir kriter olarak kullanılacak ise baskıcı yönetim, demokratik olmayan yönetim gibi siyasi unsurlarla değerlendirilen devletler için de kullanılması gerektiği savunulmaktadır.

c) Self-Determinasyonda Ayrılık Seçeneğinin Öne Çıkarılması

1919 sonrası dönemden bugüne yaşanan süreçte self-determinasyonun başlıca uygulanış biçimi ayrılık yani bağlı olunan devletten ayrılıp yeni bir devletin kurulması olagelmiştir92. 1945-1979 yılları arasında 70 ülke bağımsızlığını kazanmıştır93. Hakkın başka çözümleri bünyesinde bulundurmasına rağmen genellikle bağımsızlık seçeneği tercih edilmektedir94.Self-determinasyonun ayrılık ile

özdeşleşmesinin altında yatan en büyük neden uluslararası hukukun self- determinasyon ve ayrılık ilişkisine dair kesin bir ifadede bulunmamasıdır. Self- determinasyon ilkesini ne ayrılığa karşı çıkan ne de ayrılığı kabul edilen bir yaklaşımla değerlendirmektedir.

Self-determinasyonun en fazla kullanılan seçeneği olsa da ayrılık talebine uluslararası boyutta çoğunlukla karşı çıkılmaktadır. Ayrılık hakkının tanınmasıyla domino etkisinin yaşanacağına dair endişeyle dünya genelinde karşılaşılmaktadır.

Birbirini izleyen ayrılma veya birleşme teşebbüslerine maruz kalınacağından95endişe edilmektedir. Gerek bölgesel bölünmelerin yaşanması gerekse devletin parçalanması birer tehdit olarak algılanmaktadır. Ayrılık seçeneğinin her self-determinasyon talebi

92 H. Hannum, 1990, s. 32 dipnot 96. 93 A. Cassese, 1995, s.75, dipnot 16. 94 ibid. 95 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.225, dipnot 1. 41 için uygulanması yani ayrılık temel alınarak hakta değişikliğin yaşanması durumunda ayrılıkların sarmal olarak tekrarlanabileceğinden; Balkanlaşmanın yaşanabileceğinden endişe edilmektedir.

Ayrılık hakkının genişletilmesinin yukarıda bahsedildiği üzere olumsuz gelişmeleri tetiklemeyeceği self-determinasyonun değişmesini isteyen kesimlerce

öne sürülmektedir. Self-determinasyonda ayrılık hakkının açıkça tanınması durumunda ortaya çıkacak yeni devletin demokratik bir yönetime sahip olacağı; böylelikle komşularda veya diğer bölge ülkelerinde ayrılığın tetiklenmesinden ziyade milletlerarasında birlik kararının benimsenebileceği savunulmaktadır96.

BM’nin, self-determinasyonun oluşmasında önemli bir yere sahip olması

örgütü hakkın ayrılık seçeneğinin uygulanmasında da etkin kılmaktadır. Aynı durum self-determinasyon ve ayrılık ilişkisinin net ifadelere sahip olmamasında da kendini göstermektedir.

Örgütün uygulamalarının ve belli başlı kararlarının çoğunluğunda toprak bütünlüğü ve ülke egemenliği ilkelerinin korunmasına göre self-determinasyon değerlendirilmiştir. Örneğin 1514 sayılı Sömürge İdaresi Altında Yaşayan Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin BM Genel Kurulu kararı ulusal birliğin ve toprak bütünlüğünün bozulmasına karşı çıkmaktadır. 2625 sayılı Devletler

Arasında Birleşmiş Milletler Şartı'na Uygun Şekilde Dostane Münasebetler Kurma ve İşbirliği Yapmaya Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri Hakkında Bildiri’de de bir

96 I. G. Shivji, 1989, s.74. 42

ülkenin kısmi veya bütünüyle toprak birliğinin bozulmasının BM Şartı’ndaki prensiplere ve ilkelere ters geleceği kaydedilmiştir97.

Diğer taraftan farklı belgelerden, metinlerden ve BM’nin kimi kararlarından ayrılık hakkının desteklendiği izlenimi de çıkmaktadır. Self-determinasyonun içeriği

örgütün çeşitli kararlarında belirtilmiştir: bağımsız bir devletin kurulması, başka bir devletler birleşme veya başka bir devlete bağlanma98. Öte yandan toprak bütünlüğünün korunması ve ülke bütünlüğü gibi ilkelere göre self-determinasyonun uygulanması ifade edilmiştir. Yine de bahse konu ifadeler BM’nin self- determinasyon ve ayrılığa dair belirsiz tutumunun önüne geçememiştir.1960 tarihli

Sömürge Altında Yaşayan Halklara Bağımsızlık vermeye ilişkin bildirgede self- determinasyonun bağımsızlık ile eş değer tutulduğu söylenebilir. Self- determinasyonun değiştirilmesi taleplerinde sıklıkla atıfta bulunulan 1966 tarihli BM

İkiz Sözleşmeleri’nin birinci maddesine ilişkin değerlendirmesinde BM İnsan

Hakları Komisyonu’nun ayrılık konusunda sessiz kaldığı ifade edilmektedir99.

Self-determinasyon çoğunlukla ayrılık seçeneği ile eş tutulsa da yani bağımsız bir devlet kurmak olarak algılansa da bunun dışında iki seçeneği daha bulunmaktadır: Bağımsız bir devletle birleşme ve bağımsız bir devlete katılma. Söz konusu seçeneklerin uygulanması çeşitli şartlara bağlıdır. Öyle ki kimi isimler birleşme, katılma için öne sürülen şartların karmaşık olduğunu, çok detay içerdiğini; bu yüzden ayrılık seçeneğinin tercih edildiğini öne sürmektedir100.

97 United Nations General Assembly, 2625 (XXV), 1970. 98 United Nations General Assembly, 1541 (XV), 1960. 99 C. Tomuschat, 1993, s. 5. 100 H. Hannum, 1990, s. 40. 43

Entegrasyon şartları; birleşmek istenilen devleti, referandumu ve birleşme hedefindeki topluluğun daha iyi yaşama sahip olmasını kapsamaktadır. Birleşmek istenilen devletin “özgür siyasi kurumlara ve ileri düzeyde öz yönetişime sahip olması gerekmektedir”101. Söz konusu devlet ile birleşmek isteyen topluluğun halkları arasında eşitlik olmalıdır. İki kesimin de eşit statüye sahip olması, vatandaşlık haklarına sahip olması, herhangi bir ayrımcılığa ve farklılığa maruz kalınmaması gerektiği belirtilmektedir.

Birleşme/entegrasyon kararının alınacağı referandumun düzenlenmesinde de

şeffaflık başat koşuldur. Gerekli tüm bilgilerin paylaşıldığı, tarafların konuya hakim olduğu sürecin sonunda referandum gerçekleştirilmelidir. Entegrasyon sonucunda daha iyi yaşam koşullarına kavuşulması, her iki kesim arasında eşitliğin sağlanması da sonraki sürecin koşullarını oluşturmaktadır. Ayrıca yasama, yürütme ve yargı organlarında temsil edilme ve katılma fırsatları bakımından eşit haklara sahip olunması gerekmektedir102.

BM Genel Kurulu’nun kararlarına göre başka bir ülkeye katılma ile ilgili bilgi paylaşımının yapıldığı demokratik bir süreç sonucunda gerçekleşmelidir.

Referandumda halk özgürce ve kendi kararları neticesinde oy kullanmalıdır103.Ayrıca diğer devlete katılma kararı alan halkın bunu tek taraflı olarak değiştirme hakkının bulunması gerekmektedir104.

101 United Nations General Assembly, 1541 (XV), 1960. 102 ibid. 103 ibid. 104 H. Hannum, 1990 s.40, dipnot 129. 44

III. Self-Determinasyonun Değişmesi Talepleri

Yukarıdaki örneklerle uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler alanlarında self-determinasyonun değiştirilmesi talebinin olduğu anlatılmıştır. Söz konusu talepler; self-determinasyonun geçmişteki uygulamaları, teamülü ve bu alanlarda herhangi bir değişikliğin olup olmadığı sorularını akla getirmektedir. İlgili incelemenin yapılmasıyla self-determinasyonun bugünkü halinin ve değişim iddialarının ne kadar hukuki veya siyasi olduğu anlaşılabilecektir.

1) Self-Determinasyonun Değişim Örnekleri ve Nedenleri

Söz konusu ilkenin Batı dünyası çıkışlı yani Avrupa kökenli olduğu göz

önüne alındığında dünya genelindeki uygulanmasından, farklı aktörler ve çeşitli bölgeler tarafından talep edilmesinden hareketle içeriğinin değiştiği düşünülmektedir. Öte yandan self-determinasyon ilkesinin-nerede talep edildiğine bakılmaksızın- dönemin getirdiği koşullar ve siyasi etmenler gibi çeşitli nedenlerden

ötürü teamülünde değişiklik yaşanıp yaşanmadığı da incelenmelidir.

Bu bağlamda, günümüze kadar gelen döneminde self-determinasyon teamülünde çeşitli değişikliklerin yaşandığı söylenebilir. Söz konusu değişiklikler neticesinde self-determinasyona üç döneme ayrılabilir: ortaya çıkışı ve Birinci Dünya

Savaşı sonu, Birinci Dünya Savaşı sonu-sömürgeciliğin tasfiyesi arası dönem ve sömürgeciliğin tasfiyesi sonrası dönem.

İlkenin bu üç döneme ayrılması her zaman diliminde farklı bir unsurun geliştiğini ve self-determinasyona yön verdiğini gözler önüne sermektedir. İlk dönemde,1789 Fransız Devrimi’nden hareketle Avrupa imparatorluklarında self- 45 determinasyon ilkesi bireyin özgürlüğü ve eşitliği temelinde dile getirilmiştir.

Sonrasında imparatorluk gibi büyük siyasi birimler içerisindeki kesimler kendi geleceklerini kontrol etmek, gelecekleri üzerinde söz sahibi olmak adına self- determinasyona başvurmuşlardır. Böylelikle farklı etnik unsurların self- determinasyonu dile getirilmesiyle milliyetçilik ilkenin yeniden şekillenmesinde

önemli bir etmen olmuştur; çeşitli kesimlere milleti oluşturdukları gerekçesiyle bu hak tanınmıştır105. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı dönemi self-determinasyonunda sömürge toprakları kapsam dışı bırakılmıştır. Salt savaş sonucunda yenik düşen ülke veya imparatorlukların sınırları içerisinde değişim öngörülmüş; Avrupa’nın yeniden

şekillendirilmesi amaçlanmıştır. Bu teamül değişikliği haktan kimlerin yararlandığı ve hakkın neler içerdiği gibi iki önemli soru etrafında incelenmelidir.

İmparatorlukların içerisindeki devletlerden, sonrasında ise devletlerin sınırları içerisindeki etnik yapılanmalar tarafından talep edilmeye başlanmıştır. Öyle ki yaşanan bu gelişmeler neticesinde self-determinasyon ilkesinin Birinci Dünya

Savaşı’ndan sonra bir norm haline geldiği ifade edilmektedir106.Böylelikle kimi hukuki ve siyasal gelişmeler ilkenin içeriğinin ve bu bağlamda hak sahiplerinin değişmesi yönünde birer gösterge olarak algılanmıştır. Örneğin Aaland Adaları gibi sorunların ortaya çıkması ise self-determinasyon ilkesinin gelişmesinde etkili olmuştur107. Daha küçük birimlerce self-determinasyon dile getirilmeye başlanınca

105 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.48. 106 ibid, s.153 107 Aaland Adaları, self-determinasyonun ayrılık yönünde kullanılmasına dair henüz bir yasal düzenlemenin uluslararası toplumda olmadığı tezinin altını çizmiştir. Konuyla ilgili raportörler böyle bir talebin devletin siyasi ve toprak bütünlüğüne zarar vereceğini açıklamıştır. Bkz: A. Cassese, “Chapter 5: The Emergence of Customary Rules: Internal Self-Determination”, Self- Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge University Press, Cambridge, 1995, s.123. 46 teamülde değişimin yaşanması gerektiği bizzat kanundan yararlananlar tarafından dile getirilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sömürgeciliğin tasfiyesi dönemine kadar hakka ilişkin kimi değişiklikler görülmüştür. Hakkı çalıştıracak öğe ve hakkın dayandığı temelin yanında self-determinasyonda değişimin bir başka göstergesi de hakkın uygulanmasında kullanılan araçlar olmuştur. En başta verilebilecek örnek referandum seçeneğinin 1919 döneminde kullanılmamasıdır. Sınır bölgeleri hariç referandumun uygulanmadığı ancak self-determinasyon taleplerinin “büyük güçlerin

çıkarlarına uygun olduğu zamanlarda hayata geçirildiği” belirtilmektedir108. Örneğin

Avrupa siyasetinde önemli yere sahip olan Alsas-Loren’e dair değişiklik ise plebisitsiz gerçekleşmiştir. Buna ilaveten uluslararası gözlemcilerin mevcudiyeti sebebiyle sürece ve sonuca ilişkin müdahalelerin yapılamayacağı gerekçesiyle referandumdan vazgeçildiği örnekler de olmuştur109.

Sömürgeciliğin tasfiyesi dönemine gelindiğinde de teamülde değişim görülmektedir. Nationhood olarak adlandırılan millet yerine self-determinasyonun başat belirleyicisi toprak yani sömürge yönetimi olmuştur. Sömürge yönetimine bağlı olaraktan people yani halk kavramı şekillenmiştir. Sömürge rejimi altında yaşayan toplum için kullanılmış ve böylelikle haktan yararlanacak kesim toprağa göre belirlenmiştir. Referandum bu dönemde hakkın yararlanılmasında kullanılacak yegâne araç olarak kabul edilmiştir. Öte yandan sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü de self-determinasyonun kullanımı belirleyecek koşullar olarak betimlenmiştir.

108 H. Hannum, 1990, s. 29, dipnot 84. 109 A. Füsun Arsava, “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkının Tarihçesi ve Günümüzde Getirdiği Problemler”, Yaşar Üniversitesi E-Dergisi, Özel Sayı (Amağan) Cilt 8, 2013, s. 393. 47

Diğer dönemlerdeki gibi sömürgeciliğin tasfiyesi ve sonrasında self- determinasyon ilkesinin yerleşmesi ve uygulanması sorunlu bir süreçten geçmiştir.

Örnek olarak evrensel teamülün oluşmasında başat rolü bulunan uluslararası desteğin eksik olması verilebilir. Gerek sömürgeciliğin tasfiyesinde gerekse self- determinasyonun şekillenmesinde belirleyici faktör olan BM kararlarında uluslararası toplumun tam desteğinin alınmadığı örnekler mevcuttur. 1960 tarihli 1514 sayılı kararın alınması esnasında self-determinasyon dünyanın önde gelen ülkeleri tarafından desteklenmemiştir. Bu durum sömürgeci devletlerin self-determinasyon hakkı üzerinde ortak fikre sahip olmamasından ve self-determinasyonun “siyasi bir hak olarak algılanmasından”110 kaynaklanmıştır. 1960’lerin ortalarına gelindiğinde ise farklı bir uygulamaya gidildiği görülmektedir: self-determinasyon İkiz

Sözleşmelere dahil edilmiştir111.

Sömürgecilik sonrası dönemde ise uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyon hakkından farklılık teşkil eden örnekler bulunmaktadır.

Söz konusu örneklerin varlığına rağmen hakta değişime yönelik bir teamülden şu an bahsedilememektedir.

Self-determinasyonun değişiminde ilkenin siyasi karakterden hukuki yapıya bürünmesinin incelenmesi önemlidir. Uluslararası siyasetteki kimi örneklerin, farklı self-determinasyon uygulamalarının ve algılarının gösterdiği üzere baştan siyasi bir ilke olan self-determinasyon sonradan hukuki etmenlerle kuvvetlendirilmiştir. Bahse konu etmenlere örnek olarak BM İkiz Sözleşmeleri, BM Genel Kurulu kararları ve

110 C. Tomuschat, 1993, s. 1. 111 ibid. 48

“uluslararası hukukun diğer aktörlerinin kararları” verilebilir112. Her hukuk kuralında olduğu gibi self-determinasyonda da siyasi gerçekler mevcuttur; bu gerçeklere göre self-determinasyon belirlenmektedir. Self-determinasyonun kim tarafından ve hangi topraklarda, bölgelerde uygulanacağı konunun yasal boyutunu teşkil ederken aynı zamanda siyasi bir olgudur113.

Hakka dönüşme sürecinde de siyaset etkili olmuştur. Hangi bölgelerde ve kimler için uygulanacağı örneğin içeriğin belirlenmesinde etkileyici faktörlerden biri olmuştur. Dönemin başat siyasi aktörlerinin çıkar ve politikalarıyla süreç

şekillenmiştir. Bu ilkenin salt Avrupa’da uygulanması hedeflenmiştir. Sömürge topraklarında self-determinasyonun uygulanmasına izin verilmemiştir. Ayrıca bu devletlerden özellikle İngiltere ve Fransa sınırları içerisinde bulunan etnik azınlık gruplarının self-determinasyonu çalıştırmasını istememiştir114. Böylelikle self- determinasyonun haktan ziyade bir ilke olarak kabul edildiği ve Milletler Cemiyeti

Misakı’nda bu sebepten ötürü yer almadığı söylenebilmektedir115. Bazı kaynaklarca sömürgeciliğin tasfiyesinden önce self-determinasyonun bir ilkeden hakka dönüştüğü kaydedilmektedir116. Bu noktada self-determinasyonun salt ilke olarak algılandığı ve uluslararası kesim tarafından pek değerlendirilmeye tabi tutulmadığı düşünülmektedir.

112 Kütükçü, 2004, s.259. 113 Scott P. Sheeran, “International Law, Peace Agreements and Self-Determination: The Case of the Sudan”, International & Comparative Law Quarterly, Vol 60, April 2011, s.449, dipnot 147. Self-determinasyonun legal prensip olup olmadığının da tartışılması gerektiği kimi kaynaklarca belirtilmektedir. Bkz.: Gidon Gottlieb, Commentary, in Wolfgang Danspeckgruber and Arthur Watts (eds.), Self-Determination and Self-Administration: A Sourcebook, ,Lynne Rienner Publishers, Inc., Colorado, 1997, s.169. 114 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.49. 115 ibid, s.50. 116 H. Hannum, s. 33, dipnot 103. 49

Çıkarlara göre değişen self-determinasyonun uygulamadaki belirsizlik, İkinci

Dünya Savaşı sonrası dönemde de kendini göstermiştir. İlkeye dair farklı kullanımlar ve anlatımların olduğu kimi kaynaklarca ifade edilmektedir: örneğin Sovyet ve Batı tipi self-determinasyonlar olmak üzere ayrıma gidilmiştir117.

Self-determinasyonun uluslararası hukuktaki ve uluslararası siyasetteki önemi ve içeriği taleplerin nicelik ve nitelik bakımından fazla olmasına sebebiyet vermektedir. Farklı gruplar hakkın “kazanımlarından” yararlanmak istemektedir. Bu

çeşitlilik uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self-determinasyondan farklı olduğu için hakta değişime gidilmesi istemi sıklıkla dile getirilmektedir.

Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesiyle “demokrasi, insan hakları ve azınlıkların korunması” gibi öne çıkan unsurlarla hakkın yeniden tanımlanması daha fazla gündeme getirilmeye başlanmıştır118.

Önceki bölümlerde de değinildiği üzere hakkı farklı kavramlarla karıştırılmakta, farklı kavramların yerine kullanılmaktadır. Bu durum self- determinasyonun şemsiye niteliği görüp birbirinden farklı unsurlar için kullanılmak istenmesine, konunun özünün kaçmasına ve hakkın sorunlu bir hal almasına neden olmaktadır. Gudmundur Alfredsson‘a göre self-determinasyon içerisinde birçok farklı ilkeyi ve siyasi fikri barındırabilecek “şemsiye” niteliği taşımaktadır119. Self- determinasyonun değişmesine ilişkin talepler incelendiğinde de söz konusu

şemsiyenin altına yeni ve ek fikirlerin sokulmaya çalışıldığı görülmektedir.

117 E. Hasani, s.11. 118 E. Kurubaş, “Kuzey Irak’ta Olası Bir Ayrılmanın Meşruluğu ve Self-Determinasyon Sorunu”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 59-3, 2004, s. 149. 119 G. Alfredsson, 1996, s.80. 50

Değişimin ilk öğesi sömürgedir çünkü sömürge self-determinasyonun başat belirleyicisi konumundadır. Sömürge odaklı yani uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyonun günümüzdeki talep ve iddiaları karşılayamadığı ve neticede iki farklı anlatının olduğu iddia edilmektedir120. Sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra self-determinasyonun mevcut tabloya cevap verememeye başladığı değişim yanlılarınca dile getirilmektedir. Biafra’nın Nijerya’dan ve

Katanga’nın Zaire’den ayrılmayı denemesi gibi örnekler büyük çaplı şiddet olayları olarak öne çıkarılmış ve self-determinasyonun salt sömürgeciliğin tasfiyesiyle

şekillenip değişmesinin sorun yarattığına dikkat çekilmiştir121. İlkenin 1950’li ve

60’lı yıllardaki tanımlamalarının ve genişletilmesinin sorunlu olduğu; self- determinasyonun seçenek sunmanın yerine seçenekleri sınırlandırdığı öne sürülmektedir122.

Sömürgenin self-determinasyonu belirlemedeki rolünün değişmesi ile doğru orantılı olarak halk kriterinin sağlanması ve eski sınırlara uyumluluk şartı da değişecektir. Devlet odaklı yaklaşımdan çıkılarak devletlerin sınırları içerisinde bulunan azınlık, etnik grup gibi farklı aktörlerin bu haktan yararlanabilmelerinin önü açılacaktır. Self-determinasyon hakkının değişmesi durumunda aktörlerin niceliği ve niteliği de değişecektir.

Sömürge koşulunun kalkması talebiyle bağlantılı olarak self-determinasyonun devam eden bir süreç olduğu iddia edilerek değişimin önü açılmak istenmektedir.

Sömürgeciliğin tasfiyesi self-determinasyonunun durağan olduğu; fakat ilkenin içeriğinden ve ilgili taleplerden dolayı devam eden bir süreç olarak algılanması

120 M. Weller, 2005, s.14. 121 ibid, s.5. 122 İbid, s.4. 51 gerektiği öne sürülmektedir. Self-determinasyonun değişim doktrini olduğu123 iddia edilmektedir. Self-determinasyon hakkının durgun, ilerlemeyen bir fikir olmadığı ve olamayacağı öne sürülmektedir124.

Böylelikle hakkın “farklı tarihlerde aynı kesim için farklı kavramlar” ifade edebileceği kaydedilmektedir125. Her olay veya her talep için ayrı ayrı incelenecektir126. Self-determinasyonun her olayda yeniden yorumlanan ve farklı uygulamaları çalıştırabilecek konumuna geldiği127 sıklıkla dile getirilmektedir.

Yukarıdaki gerekçelerden de anlaşılacağı üzere self-determinasyonun değişmesi için en fazla yapılan açıklamalardan birisi siyasi unsura daha fazla yer vermesi; nedenlerin ve bunlara getirilen çözümlerin siyasi olması gerektiğidir. Self- determinasyonu çalıştıracak başlıca siyasi nedenler olarak; ayrımcılığa maruz kalmak, yeteri düzeyde siyasi temsile sahip olamamak ve insan hakları ihlalleri verilmektedir. Merkezî yönetim ve bölgeler arasında gücün ve yetkinin paylaşımında orantının gözetilmesi ve özgürce siyasi sürece katılım128gibi çözümler öne sürülmektedir.

Böylelikle self-determinasyonun içeriğinin demokratik öğeler barındırması gerektiği savunulmaktadır. Örneğin Steven R. Ratner demokrasinin self-

123 M. G. K. Nayar, 1975, s.342. 124 G. Alfredsson,1996, s.79. 125 O. Kimminich, “A ‘Federal’ Right of Self-Determination?”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Dordrecht, 1993, s.84. 126 B. Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Ankara, 1997, s. 250. 127 ibid. Benzer yorumlar için bkz.: S. P. Sheeran, “Internatıonal Law, Peace Agreements And Self- Determınation: The Case Of The Sudan”, International & Comparative Law Quarterly, Vol. 60, April 2011, s. 425. Sheeran, benzer görüşü savunmaktadır: önyargı olmaksızın her durumun ve olayın kendine has koşullar ile değerlendirilmesi gerekmektedir. 128 O. Kimminich, 1993, s.86, dipnot 10. 52 determinasyonda belirleyici unsur olması gerektiği görüşündedir129. Ayrılık hakkının tanımı genişletilebilmeli, aynı zamanda bu hakkı kullanacak kesim çeşitlendirilmeli; anayasa çerçevesi içerisinde anayasal self-determinasyon gibi yeni seçenekler de masaya yatırılabilmelidir130. Ayrıca self-determinasyon hakkı değerlendirilirken tarihi koşulların gözetilmesi gerektiği yorumları yapılmaktadır131.

2) Self-Determinasyonda Yeni Teamülün Hedefleri

Self-determinasyonun değişmesi, siyasi bağlamda yeniden tanımlanmasına dair taleplerde insan haklarına başvurulmaktadır. Özellikle yerli halkların ve azınlıkların self-determinasyon taleplerinin önünü açmak ve bu süreçteki açmazları ortadan kaldırmak için insan hakları çözüm olarak sunulmaktadır. Bir yönetim vatandaşlarının insan haklarını ihlal ediyorsa çözüm olarak self-determinasyonun

çalıştırılması sunulmaktadır.

Değişim yanlısı taraflar, insan haklarının ve self-determinasyonun birbirlerini karşılıklı olarak desteklediklerini ve aynı anda uygulanabileceğini savunmaktadır.

İnsan hakları kavramının self-determinasyon ilkesini “insanileştirdiği” öte yandan self-determinasyonun da toplulukların insan haklarına yönelik ilgili veya ilgisiz132 isteklerini sınırladığı iddia edilmektedir133. İnsan hakları doğrultusundaki değişimin uluslararası toplumun ana aktörlerince gerçekleştirilebileceği savunulmaktadır.

Örneğim BM çatısı altında self-determinasyonun değişebileceği öne sürülmektedir.

129 S. R. Ratner, “Uti possidetis and the Borders of New States”, The American Journal of International Law, Vol. 90, No. 4, October 1996, s. 616. 130 M. Weller, 2005, s. 3. 131 I. A. Gambari with M. Uhomoibhi, 1997, s.281. 132 Vurgulama yazara aittir. 133 Ezetah, 1999, s. 438, dipnot 58. 53

Bu bağlamda örgütün insan haklarına yönelik kimi mekanizmalarının yerli halkın self-determinasyon haklarına ilişkin değişiklikleri örnek olarak verilmektedir.

Bazı taraflara göre ise hâlihazırda self-determinasyonda insan hakları boyutunda değişim yaşanmıştır: self-determinasyonun çalıştırılabilmesi için sömürgeciliğin tasfiyesi şartından insan haklarının uygulanması kriterine geçilmiştir.

Böylelikle self-determinasyonun küresel mahiyette uygulanabilir bir hakka dönüşmesi için ortam sağlanmıştır134.

Self-determinasyonun nasıl değişeceği konusunda bir başka çözüm olarak sunulan unsur hakkın kültürel öğeleri ve kültürel hakları kapsamasıdır. Kültürel hakların ihlalinde çözüm self-determinasyon olabilir ayrıca self-determinasyon yoluyla kültürel hakların uygulanması talep edilebilir. Örneğin siyasi sınırların kültürel sınırlar ile uyumlu olması gerektiği, bazı sorunların bu iki unsur arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığı kimi hareketlerce öne sürülmektedir.

Zaman zaman kültürel öğelerle insan hakları beraber ele alınarak değişim talebinde bulunulmaktadır. Self-determinasyon kültürle bağdaştırılarak insan hakları ile ilişkilendirilerek135 sömürge dışındaki bölgelere, çeşitli toplumsal ve sosyal aktörler için uygulanabilecektir. Bazı yazarlara göre ise azınlıkların ancak kültürel self-determinasyon hakları bulunmaktadır136.

Kültürün self-determinasyonun başat belirleyicisi olabilmesi, hakkı

çalıştırabilmesi için de çeşitli şartlar öne sürülmektedir. Örneğin Allen Buchanan, beş şartın yerine getirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. İlkin; self-determinasyon

134 S. E. Ebai, “The Right To Self-Determination and the Anglophone Cameroon Situation”, The International Journal of Human Rights, Vol. 13, No. 5, December 2009, s.635. 135 A. Muehlebach, 2003, s.245. 136 C. Tomuschat, 1993, s.15. 54 talebinde bulunan grubun kültürünün gerçekten tehlike ve tehdit altında olması gerekmektedir. Ayrılık dışında başka çözümün olmaması, diğer yolların önceden tüketilmesi gerekmektedir. Üçüncü şart self-determinasyon hakkının talep edildiği dönemde ve sonrasında hakkı talep eden unsurların diğer kültürlere karşı adil olmasıdır. Kültürle temellendirilen ayrılığın sonucunda otoriter ve baskıcı bir devletin kurulmaması gerekmektedir. Son olarak ayrılmak isteyen bölge üzerinde bağlı bulunan devlet ya da üçüncü bir devlet hak iddia etmeyecektir137.

3) Self-Determinasyon Hakkının Ayrılık Temelinde Değişmesi

Self-determinasyonun siyasi yönde yeniden tanımlanması, değiştirilmesi

çeşitli sorunları da beraberinde getirebilir. Hukukun değişmez ilkelerinin aksine siyaset-güç ilişkileri, çıkarlar başat unsur olarak alınacaktır.

İnsan hakları ve azınlık hakları gibi kavramlar, self-determinasyonun siyasi alanda yeniden tanımlanmasında kullanılmak istenmektedir. Bahse konu adımın atılabilmesi için gerek kavramların gerekse de değişikliği yürütebilecek siyasi veya hukuki yapılanmanın sorunsuz olması gerekmektedir. Azınlıkların ya da yerli halkların şikayetlerini dile getirilebilecekleri ve hakların uygulanmasını sağlayacak kurumların olmadığı kaydedilmekte ve büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmektedir138.

Bu bağlamda bir diğer olumsuzluk teşkil eden nokta da sorunların varlığının nasıl anlaşılacağıdır. İnsan hakları ihlalleri olarak yerli halkın ya da azınlığın siyasi alanda temsil edilmemesi; kültürel, siyasi ve idari alanlarda dışlanma gösterilebilinir.

137 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.61. 138 G. Alfredsson, 1996, s. 64. 55

Dışlanmanın veya yeteri kadar temsil edilmemenin mevcudiyetine, kim tarafından kimler üzerinde uygulandığına dair sorularının cevaplanması gerekecektir. Hangi oranda dışlanma veya temsil edilmeme self-determinasyonu çalıştıracaktır?139.

Ayrıca ilgili değerlendirmelerin objektif kriterler esas alınarak yapılıp yapılmadığının her daim gündeme getirileceği düşünülmektedir140.

Bir başka sorun teşkil edecek nokta da hakkın kim tarafından talep edileceği ve uygulanacağıdır. Yerli halklar veya azınlık gibi unsurlar self-determinasyon talebinde bulunabilecek öğeler arasına sokulmaya çalışılmaktadır. Örneğin son 20 yılı aşkın süre zarfında yerli halka yönelik paradigma değişmesi olduğu141 öne sürülmektedir fakat mevcut dönemde kavrama dair bütünlükten bahsetmek zordur.

Böylelikle teamülün oluşmasının ve ilgili devletlerin rıza gösterip göstermemelerinin anlaşılmasının zaman alacağı düşünülmektedir.

Öte yandan sayıları az da olsa uluslararası hukukta ve uluslararası siyasette self-determinasyona başvuran bazı hareketler taleplerinde başarılı olmuştur.

Uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyon hakkından farklı taleplerde bulunulmuş ve hak uygulanabilmiştir. Böylelikle uluslararası siyasi

çevrelerin ve uluslararası hukukun self-determinasyona alternatif geliştirmede zayıf kaldığı görülmektedir.

Self-determinasyonun değişmesinin uzak bir ihtimal olduğunu düşündüren bir başka unsur da haktan kimin yararlanacağının belirsiz olmasıdır. Halk, azınlık, etnik gruplar, yerli halk ve birey gibi hangi aktörün seçileceğinin yanında bu kavramların

139 Dostça İlişkiler Deklarasyonu’nun ve Viyana İnsan Hakları Konf. Eylem Planı Deklarasyonu’nun yanında İnsan Hakları Evrensel Beyannemesi’nde de bu konuyla ilgiliçeşitli görüşlerin olduğu ifade edilmektedir. ibid, s. 66, dipnot 15. 140 H. Hannum, 1990, s.220. 141 M. Alexander, P. Hardison and M. Ahren, 2009, s.2. 56 içeriği belirsizdir ve uluslararası hukukta ve uluslararası siyasette tartışmalı konuları oluşturmaktadır. Örneğin azınlıklar, uluslararası hukukun legal ve meşru temsilcisi olarak kabul edilmemektedir142.

Halk, yerli halk ve azınlık kavramları arasında keskin bir ayrım yapılmamaktadır143. Her bir kavram için kullanılan ifadelerde bütünlük bulunmamaktadır; farklı ülkeler tarafından farklı kullanım örneklerine rastlanmaktadır. Kabile, devlet, millet veya halkın mı kastedildiği anlaşılmamaktadır.

Self-determinasyonun sömürgeciliğin tasfiyesi ile olan bağlantısının yok sayılması, yeniden tanımlanan ilkenin hukuki boyuttan giderek uzaklaşıp siyasi bir kimliğe ve içeriğe bürüneceği anlamına gelecektir. Değişmesini savunanlar hakkın içeriğine yeni unsurlar eklemeye çalışarak –self-determinasyonun tanımında görüldüğü üzere- genişlemesine neden olmaktadır144. Daha çok unsur barındırmasının self-determinasyon hakkının ve bunla ilintili sorunların karmaşıklaşacağını düşündürmektedir.

Uluslararası hukukun önemli kaynaklarında örneğin BM Andlaşması’nda self-determinasyon uykuda bir hak yani dormant right olarak nitelendirilmektedir145.

Normal koşullar altında her isteyen bu hakka başvuramamakta ve her durumda bu hak çalıştırılmamaktadır; ancak bazı koşullar gerçekleşirse self-determinasyon hakkı uygulanmaktadır146. Bu yüzden uyuyan hak ifadesi ile self-determinasyonun istenildiği zaman, isteğe bağlı olarak çalıştırılamayacağı kaydedilmektedir. Mevcut

142 ibid, s.13. 143 L.-A. Thio, “Battling Balkanization: Regional Approaches Toward Minority Protection”, Harvard International Law Journal, vol. 43, no.11, 446, Summer 2002, s.447. 144 C. Tomuschat, 1993, s.19. 145 O. Kimminich, 1993, s.90. 146 ibid, s.94. 57 self-determinasyon ilkesini çalıştırmak için belirli kriterlerin gerçekleşmesi gerekmektedir ve belli olaylara göre kullanılmaktadır. Başta insan hakları ihlalleri olmak üzere çeşitli siyasi öğelerin veya etmenlerin self-determinasyon talebini doğurması durumunda hak her duruma göre birbirinden farklı şekilde uygulanmaya

çalışılacaktır. Böylelikle “evrensel kullanımdan uzaklaşılacak, self-determinasyon sürmekte olan ve statik bir kavram”147 haline gelecektir.

Bu noktadan hareketle self-determinasyonun her olaya ve duruma uygulanamayacağı düşünülmektedir. Değişim taraftarları ve buna karşı çıkanlar genişlemenin bir sınırı olması gerektiği konusunda hemfikirdir. Gerek self- determinasyon kullanılırken gerekse hakkın sonrası için çeşitli şartlar öne sürülmektedir.

Bazı kaynaklar hakkın ana yapısına ve genel çerçevesine odaklanarak farklı sorunlar için çözümler elde edilebileceği görüşündedir fakat bunun ne kadar gerçekçi ve yararlı olacağı tartışma konusudur148. Örneğin Dietrich Murswiek bu çerçevedeki

çözümlerin süreci karmaşıklaştıracağına dikkat çekerken teker teker her olayın

önemli olduğunun kabul edilmesinin yanında her olayla ilgili asgari düzeyde bilgi sahibi olunması gerektiğini de kaydetmektedir149. Başka bir deyişle her olayın ele alınması; self-determinasyon hakkının barındırdığı mevcut problemlere ve gerginliklere yeni sorunların ve bunla beraber yeni unsurların, kavramların eklenmesi anlamına gelmektedir.

Yukarıda da belirtildiği üzere insan haklarının yanında kültürel haklar da self- determinasyonu çalıştırmak ve talep etmek için kullanılmak istenmektedir. Diğer

147 H. Hannum, 1990, s. 211, dipnot 47. 148 C. Tomuschat, 1993, s.8. 149 D. Murswiek, 1993, s.38. 58 taraftan değişimin kültürel öğelere göre yapılması, kültürel öğeleri de ele alarak bir genişleme yaşanması bazı açmazları ve sorunları da beraberinde getirmektedir.

Kültürel hakların, kriter olarak belirlenecek öğelerin genelgeçer kabul gören, net ve belirli bir tanıma sahip olduğu tartışmalıdır. Bu soruların nasıl ve kimler tarafından yanıtlanacağı belirsizliğini korumaktadır150. Tanımlamaların kimin tarafından ve nasıl yapılacağı da bir başka sorunlu nokta olarak düşünülmektedir. Başka bir deyişle self-determinasyonun içerdiği iddia edilen açmazların, belirsizliklerin kültüre bağlı değişimde de süreceği tahmin edilmektedir.

4) İç Self-Determinasyon Seçenekleriyle Çözüm Aranması

Değişim yanlılarının aksine; self-determinasyon kapsamına dahil edilen sorunların ayrılık seçeneğinden ziyade başka yollarla çözülebileceği tezi uluslararası hukuk ve siyasette dile getirilmektedir. Bağlı bulunan devletten ayrılık düşünülecek son nokta olarak ifade edilmekte; tek çözüm olmadığının altı çizilmektedir151. Yeni bir devletin kurulması gibi istikrarı nasıl etkileyeceği belli olmayan bir seçenek yerine devlet sınırları dahilinde bir çözümle sorun giderilmeye çalışılmaktadır.

Federalist tip yapılanmalar; gelirin ve kaynakların demografik yapının ve farklı unsurlar arasında orantısallığa göre paylaşılması self-determinasyon taleplerine karşı devletlerin çoğunlukla attığı adımlara örnek olarak verilebilir. Örneğin Doğu Avrupa gibi bölgelerde; Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle toprak bütünlüğünün tehdit altına girdiği kimi olaylar yaşanmıştır152. 1990’larda Balkanlarda yeni devletlerin ortaya

150 R. Gangulyand R. Taras, 1998, s.60. 151 C. Tomuschat, 1993, s.10. 152 M.Weller, “Chapter 2: Why the Legal Rules on Self-Determination Do Not Resolve: Self- Determination Disputes,” in Marc Weller and Barbara Metzger (eds.), Settling Self- 59

çıkması başta olmak üzere çeşitli gelişmeler, self-determinasyon ilkesinin gerek devletler gerekse hakkı talep eden hareketler tarafından farklı değerlendirilmesine neden olmuştur153. Ayrılıktan başka çözümlerin de bulunduğu, toprak bütünlüğünü koruyarak sorunun çözülebileceği, yeni çözümlerin bulunabileceği Marc Weller tarafından dile getirilmektedir154.

Başka bir deyişle iç self-determinasyon seçenekleri öne çıkarılmaktadır.

Siyasi katılımın sağlanması, demokratik yönetimin oluşturulması, diğer siyasi hakların verilmesi; özerkliğin, kültürel ve sosyal özerkliğin, yerli halkların ve azınlıkların haklarının verilmesi, yetki ve güç paylaşımında bulunulması gibi devletin sınırları içerisinde gerçekleşecek çözümlerin benimsenerek istikrarsızlığın, self-determinasyon talebinin ve ilgili çözümsüzlüğün ağırlığından/durağanlığından kaçınılabileceği düşünülmektedir155. Bu bağlamda, BM’nin Dostça İlişkiler

Deklarasyonu’nun iç self-determinasyon seçeneklerini öne çıkardığına dikkat

çekilmektedir. Öte yandan iç self-determinasyonun her türlü seçeneği herhangi bir

ırka veya dine ait grup tarafından talep ediliyor fakat hayata geçirilemiyorsa dış self- determinasyona imkân verildiği ifade edilmiştir156.

Burada altı çizilen nokta “self-determinasyon şemsiyesinin altına sokulmadan konuyla ilintili olarak kendine has çözümlerin ve tanımların kullanılmasıdır”157.Yerli halkların self-determinasyon taleplerinin değerlendirilmesinde görüldüğü üzere ayrılık seçeneğinden ziyade özerklik, öz yönetim veya siyasi katılım gibi siyasi

Determination Disputes: Complex Power-Sharing in Theory and in Practice, Boston, 2008, s. 19. 153 M. Weller, 2005, s.5. 154 ibid. 155 Benzer yorumlar için bkz.: S. J. Spector, “Western Sahara and Self-Determination Debate”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.3, Summer 2009, s.13. 156 A. Cassese, 1995, s.120. 157 G. Alfredsson, 1996, s. 70. 60 araçlara bu noktada daha fazla şans tanınmaktadır. Etnik gruplar ve azınlık için de ilkin insan hakları ve azınlık hakları öne çıkmaktadır158.

Ayrılık yerine self-determinasyon kapsamında bir başka öne sürülen çözüm de özerkliktir. 1945’ten günümüze 70’e yakın özerklik andlaşması farklı ülkelerde imzalanmıştır159. Özellikle yetki paylaşımı başlıca odak noktası olmuştur. Özerklikte bölgesel veya etnik topluluklara yasama, yürütme ve yargı kapsamında çeşitli yetkiler verilmekte ve faaliyetlerini devletteki diğer kurumlardan bağımsız yürütebilmektedir160; fakat devletin yasal düzenine tabii olmaya devam etmektedir.

Özerklikte sınıflandırmalara gidilmektedir. İdari, kültürel ve bölgesel özerklik

(territorial political autonomy) şeklinde yapılan sınıflandırma örnek olarak verilebilir161. İdari özerklik; güç ve yetki devrinde paylaşımı içerirken kültürel

özerklikte hedef gruba kültürel, dini ve eğitimle ilgili hizmetlerin sorumluluğu verilmektedir. Daha çok bölgesel özerklik seçilmektedir. Etnik unsurların olduğu belirli bölge ile uygulama alanı sınırlıdır; yetki devri uygulanmaktadır. Belirli yetki yerel yönetime devredilmiştir162.

Özerklik kapsamında kaynakların işletilmesi, elde edilen gelirin dağıtılması gibi ekonomik düzenlemeler de bulunmaktadır. Kimi zaman da kültürel hakların verildiği örneklere rastlanmaktadır. Örneğin azınlıkların korunması başlığı altında

158 F. Arsava, 2012, s. 2 159 M. Finaud, “Can Autonomy Fulfill the Right to Self-Determination?”, GCSP Geneva Paper 12, 6 October 2009, s. 20. 160 S.Wolff and M. Weller, New York, 2008, s.13. 161 M. Finaud, 2009, s. 34. 162 ibid. 61 kültürel hakların korunması mevcuttur. Kamusal alanda dilin kullanılabileceği ve ana dilde eğitimin alınabileceği ifade edilmektedir163.

Özerklik, talep edildiği bölgeye ve şartlara göre sorunun başlangıcında ya da sürecin farklı noktalarında uygulanmaktadır. Self-determinasyonun talep edilmesinden önce kullanıldığı örnekler de bulunmaktadır164. Özerkliğin kapsamlı

çözüm sağlayabilmesi için çeşitli ek unsurların yerine getirilmesi ve çeşitli güvencelerin sağlanması gerekmektedir. Anayasada ilgili düzenlemeler yapılmalı; bölgesel yönetim ve kimlik politikalarıyla uyum sağlanması gerekmektedir165.

Özerklikte de tartışmalı ve belirsiz unsurlar mevcuttur. Talep edilen olaya ve talep edildiği bölgeye göre farklılık göstermektedir. Diğer yandan değişim de yaşanmıştır. Self-determinasyon algısındaki ve formülasyonundaki değişiklikte olduğu gibi özerkliğin algılanması ve uygulanmasında da değişiklik olmuştur.

Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesiyle özerklik, self-determinasyon çerçevesinde giderek sorun olarak algılanmaktan çıkmış; self-determinasyon talepleri için çözüm olarak algılanmıştır166. Önceki siyasi tabloların aksine özerklikten ziyade özerklikten ileri seçeneklerin talep edilmesi taraflar arasında gerginliğin çıkmasına neden olmuştur167. Öte yandan 1990’ların Avrupası’ndaki örnekler özerkliğin yeni taleplerinin önünü açabildiğini göstermektedir. Özerklik seçeneği gerek anayasal

çerçeve gerekse bölgesel bütünleşme ile desteklense de çözüm sunacağı belirsizdir.

163 D. Murswiek, 1993, s.38. 164 S.Wolff and M. Weller, 2008, s.3. 165 ibid, s.4. 166 ibid, s.2. 167 M. Finaud, 2009, s. 32. 62

Federalizm de yerel unsurlara/yönetimlere yetki ve güç devrinde sıklıkla kullanılmaktadır. Federasyon veya federatif yapıyla olarak adlandırılmasa da bu sisteme benzer yapının uygulandığı örnekler mevcuttur. Michel Burgess, sıkı bir ademimerkezileşmiş yapıya sahip olan bir sistemde önemli oranda yerel özerkliğin verilmesinin federatif yapıya benzediğini kaydetmektedir168.

Yerel yönetim-idari yetki paylaşımı ilişkisindeki diğer unsurlardan federalizmi ayıran örnekler mevcuttur. Federalizm; ademimerkeziyetçi yöntemlerin uygulandığı, üniter devlet gibi yönetim birimlerinden farklıdır. Yönetim birimlerine yetki, sorumluluk ve görev anayasal çerçevede verilmektedir. Merkezî kurumlarda temsil de güvence altına alınmıştır169. Hükümetin farklı kurumlarının halkla birebir temasları bulunmaktadır. Kültürel özerklik ve yerel kaynaklar üzerinde daha fazla yetkiye sahip olmak170 da anlaşılmaktadır.

Federalizme dair tek bir yapı bulunmamaktadır. Örneğin ulus devletler ve çok uluslu devletler arasında sınıflandırmaya gidilmektedir. Birinci grupta birliğin sağlanması amaçlanmaktadır. İkinci grupta ise bölgeye dayalı kimlik gruplarının bir arada yaşanması amaçlanmıştır171. İlk sınıflandırmada merkezî hükümet anayasal gücü elinde bulundurmaktadır. Diğer taraftan alt birimlere bazı anayasal yetkiler verilmektedir. Diğer yapıların ise ademimerkezileştirildiği öne çıkardığı, yetki bakımından asimetrik yapının olduğu görülmektedir.

168 M. Burgess, Federalism in Africa: An Essay on the Impacts of Cultural Diversity, Development and Democracy, The Federal Idea, January 2012, s.4. 169 ibid. 170 I. A. Gambari with M. Uhomoibhi, 1997, s.280. 171 R. Suberu, “Federalism in Africa: The Nigerian Experience in Comparative Perspective”, Ethnopolitics, Vol. 8, No.1, March 2009, s. 71. 63

Konfederasyon da bu bağlamda örnek olarak verilebilir. Federasyonda doğrudan yönetim uygulanırken konfederasyonda kurucu hükümetlerle dolaylı yönetim izlenmektedir. Federasyonun aksine konfederasyonda merkezî hükümet halkla olan bağlantısını dolaylı bir şekilde alt yönetimlerle kurmaktadır.

Konfederasyon federasyonla kıyaslandığında alt birimlere daha fazla bağımsızlık içermektedir. Kimi kaynaklarda anayasada ayrılma hakkının bulunabileceği; böylelikle söz konusu gruplaşmaya dahil olmalarının daha kolay olabileceği ifade edilmiştir172.

Siyasi katılımsa self-determinasyon talebiyle gelen hareketlerin hem gerekçesi hem de hedefi olmuştur. Özellikle siyasi self-determinasyon hedefleyenler merkezî yönetimin siyasete katılmalarını engellediğini ya da temsil oranında dengesizliğin olduğunu savunmaktadır. Nüfus sayımının dürüstçe yapılması, temsil kanallarının açılması gibi isteklerde bulunulmaktadır.

Öz yönetim/kendi kendine yönetim self-determinasyona ilişkin kimi taleplerde ve etnik self-determinasyona ilişkin sorunlarda gündeme alınan seçeneklerden biridir. Oranlı seçim sistemleri, dil kullanımı self-determinasyon kapsamında dile getirilen ve öz yönetim bünyesinde değerlendirilen taleplerin arasında bulunmaktadır. Ekonomik kalkınma, sorun yaratan kaynakların hakkaniyete dayalı bir şekilde işletilmesi, yapıcı/kurucu unsurların tanınması gibi173 talepler de sıralanmaktadır.

172 A. Buchanan, “Self-Determination and the Right to Secede”, Journal of International Affairs, Vol. 45, No.2, Winter 1992, 2001, s.360. 173 S. Wolff, “Conflict Resolution Between Power Sharing and Power Dividing, or Beyond?”, Political Studies Review, Vol. 5, Issue 3, 2007, s.385. 64

Bu bağlamda içsel self-determinasyon seçeneği olarak temsili hükümet öne

çıkmaktadır. Farklı öğeleri ile tüm nüfusun temsil edilmesi gerekmektedir. Cassese; karar alma sürecine ve siyasi kurumlara eşit erişimin bu noktada başat faktör olduğunun altını çizmektedir174. Ayrıca ırk veya kimliğe dair başka özellikler öne sürülerek hükümete erişimin engellenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır175.

Bahse konu seçenekte de tek tip bir uygulama bulunmamaktadır. Nerede, nasıl uygulanacağı ülkeye has koşullara göre belirlenmektedir. Ülkenin geri kalanına göre bölgenin büyüklüğüne, nüfusun homojenliğine ve nüfusuna bakılarak yerel ya da merkezî güç paylaşımına gidilmektedir176.

Bu uygulanan yöntem ile devletin toprak bütünlüğü korunmaktadır. Yerel aktörlerin self-determinasyon isteklerinin bir kısmının karşılanmasında kurumsal

çözümler ortaya sunulmaktadır. Self-determinasyon taleplerinin ayrılığa gitmeden öz yönetimle karşılanmaya çalışılan örneklerinin sayısının giderek arttığı kaydedilmekte177 öte yandan da öz yönetimin self-determinasyon sorunlarını

çözmede çok yeterli olmadığı da belirtilmektedir178.

Güç-yetki paylaşımının self-determinasyon taleplerine yönelik kullanımlarında çeşitli seçenekler bulunmaktadır. Örneğin etnik anlamda uyum içerisinde bulunan, millet kavramını oluşturabilen ve bir arada yaşamayı kabul etmiş grupların bir devlet çatısı altında bir araya getirilmesi önerilmektedir. Yetki paylaşımında merkezî hükümetin görev ve sorumluluklarına yönelik sınırlamaya

174 A. Cassese, 1995, s.112. 175 ibid. 176 S. Wolff, “Complex Power-Sharing and the Centrality of Territorial Self-Governance in Contemporary Conflict Settlements,” Ethnopolitics, Vol. 8, No.1, March 2009, s. 32, dipnot 27. 177 ibid, s. 28 178 S. Wolff, 2007, s.389. 65 gidilebileceği kaydedilmektedir. Yetkinin merkezden karar alınmasını gerektirecek konularla sınırlı tutulması; öte yandan tabandan kurumların oluşmasına izin vererek merkezî yönetimden önce yerel kurumların hayata geçirilmesi gündeme alınmaktadır. Öte yandan etnik siyasetin hassas yapısına yönelik önlemler de alınmaktadır. Bahse konu siyasetin oluşmasını engelleyecek kurumların oluşturulması; uzun döneme ilişkin müzakere kapsamının genişleterek farklı kimlik gruplarının da sürece dahil olması179 gibi unsurlara dikkat çekilmektedir.

Self-determinasyonun iç seçeneklerinin kullanılmasında yerli halkların haklarının verilmesi de öne çıkmaktadır. Kültürel miras ve kültürel kimliklerin hak kapsamına alınarak korunması istenmektedir. Talepleri toprağın verilmesini, toprak

üzerinde hakka sahip olmayı da içermektedir. Yerli halkın üzerinde hak iddia ettiği,

çeşitli bağlar kurduğu toprağın geri verilmesi istenmektedir.

Self-determinasyonun ayrılık yönünde değişmesinden ziyade, ilgili sınırların dışına çıkılmadan, bu hakkı talep eden azınlıkların sorunlarına cevap bulmaya veya farklı bir bakış açısı getirmeye çalışan örnekler mevcuttur. Bu yönde aşamalı adımlar atılmaktadır. Danışma veya karar verme organlarında azınlıklar için temsil sağlanması önerilmektedir. Seçimle göreve gelebilecekleri kurumların gerekliliğine de dikkat çekilmektedir.

Kimi zaman self-determinasyonun farklı seçenekleri birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Özerkliğin uygulanmadığı bölge veya durumlarda kimlik

179 S. Wolff, 2007, s.384, metiniçi not: P. G. Roeder and D. Rothchild, Sustainable Peace: Power and Democracy after Civil Wars, Cornell University Press, Ithaca NY and London, 2005, ss- 337-345. 66 politikalarına başvurulabilmektedir180. Kimlik politikaları kapsamında hak verilmesi gündeme gelmektedir. Eğitim, kültür ve din gibi alanlarda çeşitli uygulamalara gidilerek azınlıklar, kendine has özelliklerini yaşayabilecek ve koruyabilecektir.

Böylelikle azınlıkların gerek self-determinasyon gerekse azınlık hakları talepleri ve karşılığında verilen cevaplar “azınlık haklarının self-determinasyonun içsel görüntüsü” olduğuna işaret etmektedir181.

Ademimerkeziyetçi yapı bir başka gündeme gelen seçenektir.

Ademimerkeziyetçi yapı merkezden çevreye yetki paylaşımını içermektedir. Ulusal yasama süreciyle yetki verilmektedir ve geri alınabilmektedir. İdari paylaşımın yanında çeşitli sorunların giderilmesi için mali ademimerkeziyetçilik de uygulanmaktadır. Merkezden kaynak dağıtımı yerel unsurlarca talep edilmektedir.

Bu bağlamdaki düzenlemelerin ayrımcı şiddeti azalttığı kimi kaynaklarca ifade edilmektedir182. Mali kaynakların kullanımını büyük oranda yerel yönetimlere bırakmanın183 ayrılık hedefini azalttığı örnekler mevcuttur. Kaynak aktarımı, vergi dağıtımı bu bağlamda kullanılan araçlardandır. Ayrılık ve mali desantralizasyon arasındaki ilişkiyi değişmektedir. Mali desantralizasyonun fazla olması ayrılma talebini arttırabilmekte ya da azaltabilmektedir184.

180 A. Eide, “In Search of Constructive Alternatives to Secession”, in ChristianTomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Dordrecht, 1993, s.165, dipnot 30. 181 D. Kılınç, 2008, s.977, dipnot 109. 182 E. Aleman ve D. Treisman, “Chapter 8: Fiscal Politics in ‘Ethnically Mined’, Developing, Federal States: Central Strategies and Secessionist Violence”, in Philip G. Roeder and Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Ithaca, 2005, s.173. 183 ibid, s.176. 184 ibid, s.178. 2. BÖLGESEL ÖRF VE ADET HUKUKU, AFRİKA’DA SELF-

DETERMİNASYON VE BÖLGESEL ÖRF VE ADET HUKUKU

Self-determinasyon konusunda incelemede bulunulması ve inceleme alanı olarak da Afrika’nın seçilmesi ilgili hukuksal düzenlemeleri ve bu bağlamda bölgesel

örf ve adet hukukunu tezin başlıca dayanakları haline getirmiştir. Self-determinasyon gibi önemli bir ilke Afrika’nın yani bölgenin hukuk yapısıyla incelenmektedir.

Bölgesel teamül hukuku, uluslararası teamül hukukuna göre daha kolay değişebilmektedir bu nedenle Afrika’da self-determinasyonu inceleyebilmek ve değişim konusunda yorum yapabilmek için bölgesel teamül hukukunun önemi büyüktür. Afrika hukukunda değişim, kıtasal hukuk düzlemindeki gelişmeler ile ilişkilidir.

I. Bölgesel Örf ve Adet Hukuku

İki veya daha fazla devletin başta coğrafi olmak üzere siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda çeşitli benzerliklere sahip olmalarıyla oluşan ve kendi aralarında uyumlu olan hukuk yapısı bölgesel örf ve adet hukuku olarak tanımlanmaktadır.

Hukuk alanındaki bu gruplaşmalar konu temelinde oluşabileceği gibi farklı bölgelerin veya ülkelerin bir araya gelmesiyle de oluşan gruplaşmalar olabilir.

Bölgesel örf ve adet hukuku üstü örtülü andlaşmadır. Açık ve zımni iradeyle bu hukuk yapısına yönelik örneklendirme yapılabilir.

Yapılageliş yani teamül olarak adlandırılan kavram, uluslararası hukukun asıl kaynaklarından biridir. Diğer asıl kaynaklar ise andlaşmalar ve hukukun genel 68 ilkeleridir. Yargı ya da hakem kararları (içtihat), öğreti (doktrin) de uluslararası hukukun yardımcı kaynaklarıdır. Teamül hukuku kuralı koyamayan, değiştiremeyen, sona erdiremeyen yardımcı kaynaklar öte yandan self-determinasyon hakkının değişiminin tespiti için önem taşımaktadır.

Teamülün uluslararası hukukun oluşmasında ve sonrasında değişmesinde

önemli rolü bulunmaktadır. Uluslararası hukuka ve iç hukuka kıyasla bölgesel teamülün oluşması ise farklılık göstermektedir. Evrensel teamülden farklı öğeler, bölgesel teamülün oluşmasında ve değişmesinde önem arz etmektedir. Evrensel yapılagelişin tersine bölgesel örf ve adet hukukunda daha çok devletlerin faaliyetlerine, zımni ya da açık iradelerine bakılmaktadır. Evrensel teamülde ise zımni andlaşmanın kullanılmasının pek makul olmadığı söylenmektedir185.

Uluslararası hukuk sisteminin yürümesini sağlayan, ahde vefadır186; teamül niteliği taşımaktadır.

Teamüller genelde zımni andlaşma olarak değerlendirilmektedir187. 1927

Bozkurt-Lotus Davası’nın teamül ile ilgili yukarıda belirtilen kriter açısından uluslararası hukukta önemli yeri bulunmaktadır. Uluslararası Daimî Adalet

Divanı’nın ilgili kararında uluslararası teamül hukukunun temelinin zımni andlaşmalar olduğu188 ifade edilmektedir189.

185 L. Condorelli, “Chapter 7: Custom”, in Mohammed Bedjaoui (ed.), International Law: Achievements and Prospects, Paris, 1991, http://books.google.com.tr/books?id=jrTsNTzcY7EC&pg=PA206&lpg=PA206&dq=tacit+agree ment+regional+customary+law&source=bl&ots=_m39xJZDCk&sig=Wkj4HQkeF9LvI5claywEf EfybQY&hl=tr&sa=X&ei=Pv4cUoqaLMHStQakmYDADw&ved=0CDYQ6AEwAQ#v=onepag e&q=tacit&f=false, s. 206, 21 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 186 ibid, s.185. 187 H. Thirlway, “Chapter 4: The Sources of International Law”, in Malcolm D. Evans (ed.), International Law, (3rd ed), Oxford, 2010, s.102. 188 L. Condorelli,1991, s.203. Condorelli,bu görüşünü kararın 18. sayfasına dayandırmaktadır. Kararda uluslararası hukukun devletler arasındaki ilişkileri yürüttüğü; bu yüzden de devletlerin 69

Bu bağlamda, bölgesel teamül daha çok rızaya dayanmaktadır. Üzerinde bağlayıcılığı olan devlet sayısının yanı sıra devlet iradesinin (zımni ya da sarih) teamülün oluşmasında önemi bulunmaktadır. Tekrarlanan davranışlar ve faaliyetler de teamülün oluşmasında etkili olmaktadır fakat bu öğeler daha çok uluslararası teamülde belirleyici unsur olarak değerlendirilmekte; bölgesel teamülde ise ağırlık iradeye ve davranışlara verilmektedir. Bir başka deyişle bölgesel teamülde belirli ve etkileyiciliği olan kriter devletlerin açık veya kapalı olarak sergiledikleri rızadır.

Zımni andlaşma teorisi olarak ifade edilen yaklaşım, rızanın bölgesel (küçük sayıda devleti bağlayan) ya da yerel (iki devleti bağlayan) teamülleri açıklamada ve anlamada önemli ve etkilidir; rıza daha çok belirleyici role sahiptir190.

Evrensel teamülün aksine bölgesel teamülde tek düze, daimî uygulamalar ve opinio juris hukuki yapının oluşmasını için gerekli değildir. Norm bilincini savunan görüş, her davranış biçiminin opinio juris’i çalıştırdığını iddia etmekte ve bu bağlamda her davranış teamül ile eş tutulmaktadır. Zımni iradeye bağlı bir teamül opinio juris’e pek yer vermemektedir. Yerel teamüllerin varlığını kabul etmek, teamülü zımni bir andlaşma ile özdeşleştiren mantığı da benimsemek sonucuna götürür”191.

kendi özgür iradeleri temeliyle devletler üzerinde bağlayıcılığı bulunduğu belirtilmiştir. İradenin sözleşmelerle ya da hukukun ilkeleri olarak kabul edilen faaliyetlerle anlaşılabileceği kaydedilmiştir. Bkz.: “Collection of Judgments: The Case of the S.S. ‘Lotus’”, Publications of the Permanent Court of International Justice: Series A.-No. 10, 7 September 1927, III, s.18 189 Fakat bu karar ışığında bölgesel teamülün oluşmasının ve desteklenmesinin altında siyasi gerekçelerin de yattığı ifade edilmektedir. Bölgesel bir yasayla, kanunla bağlanmayı istemeyen devletler tarafından bu yaklaşımın öne sürüldüğü ve temel araç olarak kullanıldığı kaydedilmektedir. Bahse konu kanunu ya da yasayı sonradan kabul etmiş veya bu konunun hazırlanmasına katılmayan devletlerin üzerinde bağlayıcılığı olmadığı belirtilmektedir. 190 E. Öktem, Uluslararası Teamül Hukuku, İstanbul, 2013, s.80, dipnot 175. 191 ibid. 70

Kimi kaynaklarda ise bölgesel yapılageliş için bölge devletlerinin aynı doğrultuda sürekli davranışı gerekmektedir. 1950 tarihli Uluslararası Adalet

Divanı’nın (UAD) Sığınma Kararı’nda ilgili devletlerin çelişkili açıklamalarda bulunmaları ve siyasi değerlendirmelerden etkilenmesi sebebiyle bölgesel örf ve adet hukukundan bahsedilemeyeceği kaydedilmiştir. Fakat Hüseyin Pazarcı’ya göre bütün bölge devletlerini kapsamayan ve yalnızca bir bölümü için geçerli olan bölgesel teamül de mevcuttur192.

Yukarıda belirtildiği üzere teamül hukukunun kaynaklarına dair farklı görüşler mevcuttur. Tezde bölgesel teamülün iradeye dayanması ve bu bağlamda teamülün değişmesinde de iradenin önemli bir yeri olduğu savunulmaktadır. Bu yüzden hukuktaki İradeci Görüş’ün teamüle ilişkin yaklaşımına yer verilecektir.

İradeci görüşte uluslararası hukukun münhasır kaynağı olarak devlet iradesi görülmektedir. Hukukun, yeni kurallarının andlaşmalar yani irade uyuşması ve teamül ile yaratıldığı savunulmaktadır. Bu bağlamda tezde bölgesel teamülün varlığı için devletler arasında yazılı veya zımni andlaşmanın mevcudiyetine bakılacaktır.

Karşılıklı uyuşan irade beyanları, davranışlar incelenecektir.

Belirli koşullar ve olaylar altında devletler açık veya kapalı iradeye dayalı davranışlar sergilemektedir. Başlangıçtaki davranış zımni olarak kabul edilmekte ve gelecekteki davranış biçimi olarak onaylanmaktadır. Bu onay gelecekteki davranışı da belirleyecektir193. İlgili devletler arasında ilişki böylelikle yürümektedir.

192 H. Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri 1. Kitap, Gözden Geçirilmiş 11. Baskı, Ankara, 2012, s. 222. 193 H.Thirlway, 2010, s.102. 71

Bölgesel uluslararası hukukun iradeye dayandığı söylenmektedir194. Bir teamül kuralının devleti bağlayabilmesi için kurala dair iradesini göstermesi gereklidir. Bir ülkenin bağlanmak istediğini açık veya kapalı irade beyanında bulunarak ifade etmesi gerekmektedir. Bir başka deyişle uluslararası bölgesel örf ve adet hukukunun temeli zımni veya açık andlaşma ise devletin bununla bağlanmak istediğinden şüphe duyulmamalıdır: iradesini belli etmesi gereklidir. Bu noktadan hareketle bir devlet söz konusu kuralla bağlanmak istemediğini ifade ederse bağlanmayacaktır. Ayrıca bir devletin teamüle ilişkin sessiz kalması durumunda bölgesel örf ve adet hukuku ile bağlanmayacaktır. İlgili kuralla bağlanmamak için

ısrarlı muhalefet eden (persistent objecteur) kriteri geçerli değildir. Bölgesel örf ve adet hukuku, otomatik olarak irade belirtilmesine odaklanmıştır. Özetle, evrensel teamülün belirleyicileri olan maddi ve psikolojik öğeler, bölgesel teamülde geçerli değildir. Sürekli ve tekrar eden uygulamalardan ziyade irade ile teamül

örtüşmektedir.

II. Afrika’da Self-Determinasyon

1) Self-Determinasyon İlkesi Uyarınca Sömürge Öncesinde Afrika

Afrika’da self-determinasyonu anlayabilmek için dönemlere göre ayrıma gidilmesi gerekmektedir. Sömürge öncesi, sömürge dönemi ve sömürge sonrası

194 Prof. David Golove’un 2006 bahar dönemi uluslararası hukuk ders notu. Golove, editörleri Damrosch, Henkin, Pugh, Schachter, Smit olan International Law, Cases and Materials adlı kitap üzerine not hazırlamıştır. Bkz.: http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:WH_GxlpcqvIJ:www.law.nyu.edu/sites /default/files/upload_documents/Golove%5B1%5D.InternationalLaw.Spring2006.5.doc+&cd=3 &hl=tr&ct=clnk&gl=tr, 15 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. Ana kaynak için bkz.: Damrosch, Henkin, Pugh, Schachter, Smit (eds.), International Law, Cases and Materials, 4th Edition, St. Paul, 2001. 72 olmak üzere üç zaman diliminde incelemenin yapılması self-determinasyonun anlaşılmasında yarar sağlamaktadır. Üç dönemdeki idari ve siyasi yapılara, sınırlar içerisindeki çatışmalara bakarak self-determinasyona dair yorumda bulunmak mümkündür.

Sömürge öncesi Afrika’da self-determinasyona dair çıkarım yapılması düşünülürken kıtadaki yönetim ve idare yapıları kullanılmaktadır. Düzenli şekilde oluşmuş siyasi birimlerin mevcudiyetinden söz edilebilmektedir. Kimi yazarlar, bu yapıların kuruluş ve faaliyetleriyle devlete benzediğini; birbirinden farklılık gösterdiğini belirtmektedir195. Bu idari sistemin son 10 bin yıldır devam ettiği kaydedilerek büyük ve merkezîleşmiş devletlerin mevcudiyeti kanıtlanmaya

çalışılmaktadır196. Devletin, sömürge dönemine ait bir kavram olmadığının altı

çizilmektedir197. Bu idari ve siyasi yapılar ikiye ayrılmaktadır. İlki; küçük birimler olup merkezî yapısı bulunmayan yapılardır. İkinci yapı ise krallıklardır. Küçük oluşumların aksine merkezileşmiş yapıları bulunmaktadır198.

Kıtadaki en eski siyasi birimler olarak Kemet, Kush, Meroe ve Axum yönetimleri verilmektedir. Kemet bugünkü Mısır’da199, Kush ve Meroe ise Nubia olarak adlandırılan bölgede200 varlık göstermiştir. Axum ise Kuzey Etiyopya

Krallığı201 olarak adlandırılmaktadır. Songhai İmparatorluğu’nun tarihinin M.Ö.

195 O. C. Okafor, Re-Defining Legitimate Statehood: International Law and State Fragmentation in Africa, The Hague, 2000, s. 30. 196 ibid, s. 22, dipnot 20. 197 ibid, s.21, dipnot 18. 198 S. Mozaffar and J. R. Scarritt, “Why Territorial Autonomy is Not a Viable Option for Managing Ethnic Conflict in African Plural Societies”, and Ethnic Politics, Vol 5, No. 3-4, 1999, s. 237. 199 O. C. Okafor, 2000, s. 19, dipnot 23. 200 ibid, dipnot 24. 201 ibid, dipnot 25. 73

3000’e kadar gitmektedir. M.Ö. 3000’de bugünkü Senegal’de Tekrur ve Mali’de de

Mandinko imparatorlukları bulunmakta idi202. Bu yapıların ortak özellikleri; merkezileşmiş olmaları, büyük ve farklı grupları sınırları içerisinde bulundurmuş olmaları idi.

9.-16.yy arasında Gana, Mali, Benin ve Songhai imparatorlukları en güçlü yapılar olarak öne çıkmaktadır203. 15.yy’da da kıtanın bazı bölgelerinde siyasi yapılanmanın mevcut olduğu görülmektedir: kıtanın merkezinde ve güneyinde yani

Angola-Zaire kısmında Luba/Lunda ve Kongo devletleri, Zimbabve’de

Mwanamutapa Krallığı204 örnek olarak verilebilir.

Sömürgeciliğin hız kazandığı 19.yy’da da kıtada siyasi örgütlenmeler bulunmaktadır. Doğu Afrika’da Buganda, Bunyoro ve Ankole krallıkları; kuzeybatıda ise Tanzanya, Ruanda, Burundi, Hehe ve Nyamwezi krallıkları hüküm sürmektedir205. Sömürge dönemi öncesi siyasi kimliğe ve toprak parçasıyla bağa sahip olmaları açısından bugünkü adlarıyla Fas, Kongo, Bostwana, Burundi, Mısır,

Etiyopya, Lesotho, Madakaskar, Rwanda, Swaizland ve Tunus örnek olarak verilebilir.

Yine o dönemin yapısına bakıldığında merkezileşmiş bir yapının olduğu görülmektedir. İmparatorların mevcudiyetine ve bunların çok uluslu yapısına dikkat

202 M. wa Mutua, “Why Redraw The Map Of Africa: A Moral and Legal Inquiry”, Michigan Journal of International Law, Vol. 16, No.4, Summer 1995, s.1129, dipnot 52. 203 ibid. 204 ibid. 205 ibid. 74

çekilmektedir. Bugünü hatırlatacak şekilde farklı ve kendi öz yönetimlerine sahip olan halk unsurlarını sınırları içerisine katmak istediklerine dikkat çekilmektedir206.

1950 yılına gelindiğinde kıtada bağımsız üç devlet bulunmakta idi: Mısır,

Etiyopya ve Liberya. Bağımsızlığını ilk kazanan sömürge ülkesi Gana olmuştur;

1957 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. 1959’da bağımsız devletlerin sayı dokuz iken; 1960’da 26’ya, 1970’de de 42’ye yükselmiştir.

Yukarıdaki tablo, 1800’lerin başına kadar kıtada siyasi ve ekonomik uyumun olduğunu göstermektedir. Emperyalistlere ve sömürge yönetimlerine karşı ilk zamanlarda direnmek için bu uyum yararlı olmuş fakat sonrasında emperyalizm yönetimine girilmesini engelleyememiştir. Kıyı şeridinde bulunan krallıkların ekonomik ve yerel siyasi nedenlerden ötürü zayıflamıştır. “1800’lerden sonra İngiliz hükümetinin kıtaya sızma politikasını” desteklemesi de sömürge yönetimi kıtanın büyük bir kısmında etkili olmuştur207.

İngiltere’den başka ülkelerin benzer politika izlemesi sömürgeciliği hızlandırmış ve yaymıştır. Böylelikle Berlin Konferansı’nda Afrika; terra nullius olarak kabul edilebilmiş Avrupalı sömürgeciler tarafından kolaylıkla paylaşılabilmiştir208. Kıtaya yabancı güçler, o dönemde bulunan siyasi ve idari yapılanmaları yok saymış, Batı’nın düşünce sistematiğini kullanarak karşılaştırma ve benzetme ilişkisi kurmuştur.

206 O. C. Okafor, 2000, s. 21. 207 B. Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Ankara 1997, s. 95, dipnot 29. 208 M. wa Mutua, 1995, s.1135, dipnot 84. 75

Sömürge öncesi yapıda kabile gibi alt birimler bulunmakta ve genellikle farklı sosyo-kültürel özelliklere sahip idi209. Kabilenin toplumsal hayatta merkezî

önemi ve siyasi rolü bulunmaktaydı. Alt grupların kabile örneğinde görüldüğü üzere

önemli güce ve role sahip olmaları kendi aralarında ve yönetimle de rekabet içerisine girmesine; yönetime karşı gelmelerine neden olmuştur. Muhalif yapılanmaların iktidara karşı başkaldırmaları gibi faaliyetler siyasi istikrarsızlığın mevcudiyetini göstermektedir210. Zaten zaman içerisinde çöküşler yaşanmıştır211. Afrika’nın eski uygarlıkları olarak gösterilen Kemet, Kush, Meroe ve Axum’da alt gruplar ve yönetim arasındaki ilişkinin sorunlu olagelmiştir. Askerî kuvvete ya da dine dayalı yönetim anlayışının212 benimsenmesi gerginliğin ve uyuşmazlığın çıkmasında etkili bir faktördür. Yeni ülkelerin fethedilmesi, egemenlik sınırlarına farklı kimliğe sahip toplulukların dahil edilmesine neden olmuştur. Farklı kültürler üzerinde hakimiyet kurması213 ile anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Bu bağlamda devletin kurulmasıyla, yıkılmasıyla, yönetimi altındakilere baskı uygulamasıyla ve karşı cevap verilmesiyle şekillenen devlet yapısı sömürge yönetimi düzenini de etkilemiş; benzer özellikler bu dönemde de kullanılmıştır214.

Sömürge dönemi yapılanması da sömürge sonrası dönemi etkilemiş, yapı devam ettirilmiştir.

209 O. C. Okafor, 2000, s. 19, dipnot 3. 210 S. A. Tiewul, “Relations between the United Nations Organization and the Organiztion of African Unity in the Settlement of Secessionist Conflicts”, Harvard International Law Journal, Vol. 259, No. 16, 1975, s.261,dipnot 5. 211 ibid, dipnot 5. 212 O. C. Okafor, 2000, s.22. 213 ibid, dipnot 31. 214 ibid, s. 19. 76

2) Sömürgeciliğin Tasfiyesi Sürecinde ve Sonrasında Self-

Determinasyon İlkesi

a) Afrika’nın Kendine Has Özellikleri ve Self-Determinasyon

Afrika’da self-determinasyon, kıtanın kendine has özelliklerinin incelenmesini gerekmektedir. Kabile yapısının önemi, devletin algılanması, kaynağa sahip olunması ve sınır kavramı gibi self-determinasyonla ilişkilendirilen kıtaya dair bu has unsurlar gerek Afrika siyasetinin gerekse de hukuk düzenin oluşmasında etkilidir.

Sömürge döneminde, öncesinde ve sonrasında kabile yapısı, siyasi ve hukuki düzlemlerde önem arz etmiştir. Kabilenin sömürge öncesinden gelen önemi sömürge yönetiminde de korunmuştur; sömürge yönetimi esnasında kimi zaman yerel halkın

önemli temsilcileriyle işbirliği yapılmıştır. Böylelikle de idare sağlanmıştır.

Kabilenin rolü sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde ve sonrasında yapılan değişikliklerle kendini göstermiştir. Örneğin 1950’li yılların Afrikalı liderleri, dekolonizasyon politikalarını ve bu bağlamda devletin kuruluşunu kabile ya da etnik kimlik odaklı milliyetçiliğe dayandırmamışlardır. Bunun başlıca nedeni kıtada çok sayıda ve küçük kabile olmasıdır. Kıtada birlik politikasının geçerli olduğu dekolonizasyon sürecinde kabileler temelinde yürütülecek bir siyasetin yeni parçalanmalara ve dış aktörlerin müdahalesine sebebiyet vereceğinden endişe edilmiştir. Bu yüzden kabile, yeni düzenin temel sosyolojik birimi olarak kullanılmamıştır. Kabilelerin öneminden ve self-determinasyon taleplerinden hareketle bazı ülkeler bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra çeşitli düzenlemelere gitmiştir. Örneğin 1969 yılında Gana, dine ve kabile bağlarına dayanan partilerin kurulmasını yasaklarken Nijerya da oluşumunu kabile yapısına dayandıran on bir 77

örgütü dağıtmıştır215. Bütün bunlara karşın kabile yapılanmasının Afrika toplumundaki önemi devam etmiştir216. Siyasette de etkisini sürdürebilmiştir.

Afrika’daki devlet algısı self-determinasyonu anlamakta önem teşkil etmektedir. Özellikle siyasi self-determinasyon talep edilirken devlet kavramına ve tarihine göndermede bulunulmaktadır. Kıtadaki geçmişi ve etkisi sorgulanarak siyasi ve idari değişim hedeflenmektedir.

Afrika’daki devlet kavramının algılanması ve üzerinden yürütülen siyaset sömürge öncesi dönemin de ele alınmasına neden olmaktadır. Kıtada sömürge dönemi öncesinde siyasi oluşumlardan bahsedilebilmekte ve Batı’dan, Kıta

Avrupası’ndan gelen devlet kavram ile az-çok ilişkilendirilebilmektedir. Sömürge idaresi de farklı yöntemle veya kurumsallaşma ile siyasi yapıyı devam ettirebilmiştir.

Sömürge yönetimine karşı mücadele eden yapıdan bir ismin getirildiği böylelikle istikrarın sağlanmaya çalıştığı örneklerin mevcut olduğu belirtilmektedir217.

Bağımsızlığın kazanılmasından sonra ise güç dengesinin, yetki dağılımının devam edebilmesi ve istikrarın sağlanabilmesi için Afrikalı liderler sömürge yapısını korumuştur.

Batı dünyası çıkışlı devletin, Afrika’da kurulması sömürge yönetimi ile gerçekleşmiştir. Yabancı yönetimle birlikte, onun uzantısı ve parçası olan devlet kıtaya gelmiştir. Kurumsallaşmada; idari, hukuki ve siyasi alanlarda birlik sağlanmıştır. Sömürge öncesi yapıyla benzerlik teşkil etse de devlet kurumu; kıtaya

215 T. Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 411, Ankara, 1977, s. 608. 216 B. Oran, 1997, s. 179. 217 V. Azarya, “Ethnicity and Conflict Management in Post-Colonial Africa”, Nationalism and Ethnic Politics, Vol. 9, No. 3, Autumn 2003, s. 11, dipnot 17. 78

Avrupa yasalarını ve kurumlarını getirmesi, bunları kullanması gibi nedenlerle

Afrika’da yabancı varlık olarak algılanmıştır.

Sınırlar da kıtanın self-determinasyon bağlamında değerlendirilebilecek kendine has özelliklerinden biridir. “Uzunluk olarak yüzde 44’ü paralel ve meridyenlerden oluşan”218 bu sınırların yüzde 44’ü astronomik çizgilere, yüzde 30’u matematiksel oranlara ve yüzde 26’sı da coğrafi etmenlere göre belirlenmiştir219. Bu

özelliklerine ve Berlin Kongresi’ne ithafken sınırların “Tea and macaroon” yaklaşımı ile çizildiği220 sıklıkla ifade edilmektedir. Böylelikle sömürge sınırlarının bugün dahi geçerliliğini korumuş olması uti possidetis ilkesinin önemli bir örneğidir.

Kıtada sınırlar ve self-determinasyon incelenirken ortak algılayışa ve politikalara ulaşabilmek için devletlerin yanında Afrika Birliği Teşkilatı’na (ABT) ve

Afrika Birliği’ne (AfB) bakmanın yararlı olacağı düşünülmektedir. Örgütlerin sınırlara yönelik tutumu aynı zamanda da self-determinasyon politikalarında belirleyici role sahip olmuştur.

Kıta yapılanmasına ve Afrika ülkelerinin çoğunluğuna bakıldığında da sınırların belirlenmesinde uti possidetis kavramının temel olarak alındığı görülmektedir. Uti possidetis; ABT, Afrika ülkelerinin çoğunluğu ve AfB tarafından sömürge yönetiminin bittiği anda sahip olunan sınırların dokunulmazlığı olarak benimsemiştir. Bu doğrultuda bağımsızlığın kazanıldığı zamanki sınırların korunması bakidir. Afrika’da sömürgeciliğin tasfiye edilip bağımsızlığın

218 B. Oran, 1997, s. 246. 219 G. Abraham, “’Lines Upon Maps’: Africa and the Sanctity of African Boundaries”, African Journal of International and Comparative Law, Vol. 15, Issue 1, 2007, s.62, dipnot 9. 220 ibid. 79 kazanmasıyla var olan sınırlar-sömürge sınırları-yeni ülkelerin sınırları olarak kabul edilmiştir.

ABT’nin kuruluş felsefesini bilmek sınırlara ilişkin tutumunu anlamak açısından önem teşkil etmektedir. Teşkilatın başlıca amacı kıtada sömürge yönetiminin sona erdirilip Afrika devletlerinin bağımsızlığa kavuşmasıdır.

Sonrasında da kıtada siyasi birliğin sağlanmasını hedeflemiştir. Bu bağlamda sınırlara ilişkin olarak mevcut durumun, sömürge sınırlarının korunması yani uti possidetis’i benimsemiştir. ABT Tüzüğü’nün ikinci maddesinin birinci fıkrasında

örgütün görevlerinden birinin üyelerin toprak bütünlüğünün, egemenliğinin ve bağımsızlığının korunması olduğu belirtilmiştir221. Üçüncü maddenin üçüncü fıkrasında da toprak bütünlüğü ve bağımsızlık hakkına saygı duyulacağının altı

çizilmiştir222.

Afrika’da self-determinasyonla ilgili kaynakların çoğu, kıtanın etnik

çeşitliliği ve diğer kimlik öğelerinin karmaşık olması düşünülünce uti possidetis’in benimsenmesinin “tek çıkar yol”223 olduğu görüşündendir. 1964 yılı Kahire Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kıtanın önemli liderleri sınırların ve statükonun korunması için örgütten çeşitli adımlar atmasını istemiştir. Kenya lideri Jomo

Kenyatta, topraksal statükonun korunmasında tarafları bağlayacak bir tüzüğün imzalanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Öte yandan dönemin Sierra Leone başbakanı ise ABT Andlaşması’nda söz konusu statükonun kabulüne ilişkin bir ifade

221 Organization of African Unity, OAU Charter, http://www.au.int/en/sites/default/files/OAU_Charter_1963_0.pdf, s.2 222 ibid, s.3 223 B. Oran, 1997, s. 247. 80 olmamasından dolayı eleştiride bulunmuştur. Bağımsızlığın kazanıldığı günkü sınırları koruyacak andlaşmaların komşular arasında imzalanmasını önermiştir224.

Bu bağlamda 1964’teki Afrika Devletleri Arasındaki Sınır Sorunları başlıklı karar (Resolution on Border Disputes Among African States, OAU Doc AHG/Res 16

(1)) alınarak kıta teamülünde önemli bir adım atılmıştır. Kararın girişinde kıtadaki sınır sorunlarının anlaşmazlık yarattığı kabul edilmiştir. Afrika devletlerine karşı dışarıdan bölücü faaliyetler yürütüldüğüne dikkat çekilerek sorunun Afrika siyasetinden veya sisteminden kaynaklanmadığı ima edilmiştir. Daha önemlisi,

Afrika devletlerinin bağımsızlıklarını kazandıklarında sahip oldukları sınırların bir gerçeklik olduğu belirtilmiştir225.

Afrika devletlerinin çoğunluğunun sömürge sınırlarını kabul etmesine ve

ABT’nin uti possidetisi benimsemesine rağmen bu durumun kıtanın bütünü tarafından kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Bazı devletler, farklı tezler öne sürmüş ve mevcut sınırların değişmesi gerektiğini söylemiştir. Sınırların Afrika’nın etnik, demografik, o dönemki siyasi ve coğrafi özellikleri gözetilmeden çizildiği gerekçe gösterilerek yapay olarak değerlendirilmiştir. Kuruluş zirvesinde de bu farklı fikirler öne sürülmeye devam edince ABT Andlaşması’nda ve ilgili kararlarda açıkça sınır olgusuna yer verilmemiştir226.

AfB’de ise sömürgeciliğin tasfiyesi gibi nedenlerden ötürü sınırların gündemdeki yeri azalsa da önemini korunmaktadır. Bu bağlamda uti possidetis ilkesi geçerliliğini sürdürmektedir. AfB’nin sınır programı olması sınırların mevcut

224 S.Touval, “The Organization of African Unity and African Borders”, International Organization, Volume 21, Issue 01, December 1967, s. 123. 225 ibid, s. 124. 226 ibid, s. 104, dipnot 6. 81 dönemde de sorun yarattığını göstermektedir. Bu sorunlar daha çok demarcation yani hududun belirlenmesinden kaynaklanmaktadır.

Afrika’nın sömürge sınırlarını uti possidetis olarak kabul etmesi Uluslararası

Adalet Divanı gibi uluslararası aktörler tarafından olumlu karşılanmıştır. UAD, 1986 tarihli Burkina Faso-Mali kararında sınır değişikliğinden kaynaklanacak istikrarsızlığının böylelikle engellenebildiğini, bağımsızlıklarını kazanan ülkelerin korunabildiğini vurgulamıştır227. Uti possidetis’in benimsenmesiyle genele dair bir ilkenin uygulandığı; sömürgeciliğin tasfiyesinden çok önce de uluslararası hukukta bu ilkenin olduğu, uygulandığı; yeni bir hukuki düzenlemenin yapılmadığı kaydedilmiştir. Bağımsızlığın kazanıldığı zamanki sınırların korunmasıyla, self- determinasyonun yanında toprak bütünlüğü ilkesinin de tercih edildiği belirtilmektedir228. Self-determinasyonun uti possidetis ile çatıştığını fakat mevcut düzenin korunması için en iyi seçeneğin uti possidetis olduğunu açıklamıştır229.

Uluslararası Adalet Divanı’nın Afrika ile ilgili bu kararı gerek kıtadaki gerekse uluslararası hukuktaki self-determinasyon algısını göstermede önemlidir.

Afrika siyaseti ve hukukuyla ilgilenenlerin sorguladığı veya üzerinde durduğu konulardan biri de kıtadaki kaynaklar ve self-determinasyon arasındaki ilişkidir.

Self-determinasyonun sömürge dönemi özelliklerine dayanmasının kaynaklar

üzerindeki egemenlik ile yakından bağlantılı olduğu belirtilmektedir230. Güney

227 International Court of Justice, “Frontier Dispute (Burkina Faso/Republic of Mali): Summary of the Summary of the Judgment of 22 December 1986”, http://www.icj- cij.org/docket/index.php?sum=359&p1=3&p2=3&case=69&p3=5, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 228 M. Weller, “The Self-determination Trap”, Ethnopolitics, Vol. 4, No. 1, March 2005, s.12. 229 International Court of Justice, “Frontier Dispute (Burkina Faso/Republic of Mali)”. 230 R. C. Njoku, “Nationalism, Separatism, and Neoliberal Globalism: A Review of Africa and the Quest for Self-Determination since the 1940s”, in Don H. Doyle (ed.), Secession as an 82

Sudan’ın, Nijerya’nın Bakassi ve Katanga bölgelerinin ve Batı Sahra’nın self- determinasyon talebinde bulunmalarında petrol, fosfat gibi kaynaklara sahip olmalarının etkili olduğu düşünülmektedir. Örneğin Bakassi’deki kaynağın bulunmasıyla Nijerya ve Kamerun arasında sorun baş göstermiştir; sömürge döneminde böyle bir problemin olmadığı belirtilmektedir231. Katanga’nın da kaynak bakımından zengin olması, Eritre’nin de denize kıyısı bulunması self-determinasyon talebini tetiklemiştir.

b) Uluslararası Aktörlerin Afrika Self-Determinasyonuna Etkisi

Uluslararası hukuk başta olmak üzere yabancı devletler de dahil dış çevre kıta self-determinasyonunu etkilemiştir. Başka bir deyişle ABD gibi güçlü devletler, BM gibi uluslararası örgütler; ayrılıkçı hareketlere destek vererek taleplerin gerçekleşmesine sebebiyet verebilirler232.Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasında Washington’ın desteği ne kadar önemliyse benzer durum Fransa’nın

Rabat’ın Batı Sahra için önerdiği özerklik planına desteğinde yaşanmaktadır.

International Phenomenon: From America’s Civil War to Contemporary Separatist Movements, Georgia, 2010, s. 341. 231 G. Placido, “The Intractability of Territorial Dispute in Africa: the Bakassi Peninsula”, Nigeria Village Square, http://www.nigeriavillagesquare.com/features/the-intractability-of-territorial- dispute-in-africa-the-bakassi-peninsula.html, 07 March 2013, 11 Temmuz 2013 tarihinde erişilmiştir. 232 P. Englebert and R. Hummel, “Let’s Stick Together: Understanding Africa’s Secessionist Deficit”, African Affairs, Vol. 104, No. 416, 2005, s.406. 83

III. Afrika’da Self-Determinasyon Örf ve Adet Hukuku

A) Sömürgenin Varlığına Göre Teamül Değerlendirmeleri

Afrika’nın siyasi, hukuki ve idari yapılarında başat role sahip olan unsurlardan biri olduğu için sömürge self-determinasyona dair teamül incelemelerinde kullanılmaktadır. Sömürge dönemi öncesi, sömürge dönemi ve sonrası konjontürel özellikleri ile self-determinasyon ve ilgili örf ve adet hukuku açısından değerlendirilmiştir.

Sömürge dönemi öncesi self-determinasyona dair bölgesel teamülü incelemek zor bir süreç olarak düşünülmektedir. Self-determinasyon ilkesinin 19.yy’da hız kazanması, Batı dünyasının tarihinde kıtanın sömürgecilikle birlikte yer etmesi sömürge öncesi döneme dair yararlı verinin bulunmasını zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda hukuki metinlerin yanında kıtaya ilişkin siyasi ve antropolojik kaynaklardan da yararlanılmaktadır. Genel itibariyle self-determinasyon kapsamında değerlendirilebilecek bağımsızlık, sınırlar ve yönetim/idare gibi konuların etnik ya da kabile bağlarına göre şekillendiği ve bu bağları temel aldığı düşünülmektedir. Siyasi yapıların değişiminde de bahse konu bağlar etkili olmuştur.

Sömürge döneminde ise bu yönetim şeklinin niteliği itibariyle kıtaya dışarıdan, yabancı hukuki sistem gelmiştir. Böylelikle sömürge öncesi dönemde teamül olsa dahi yabancı yönetimlerin kurulmasıyla toplumsal ve kamusal hayatta değişiklik yaşanmıştır. Self-determinasyonla bağlantılı olarak doğrudan veyahut dolaylı yönetim gibi öğeleri bünyesinde bulunduran farklı hukuk sistemine, siyasal düzene geçilmiştir. 84

Sömürgeciliğin hızlandığı 19. yy ortalarında Afrika’daki yasal düzen, ağırlıkla örf ve adet hukukuna dayanmaktadır233. Sömürgenin idari yapısına göre örf ve adet hukukunun kullanılması değişmektedir. Özellikle dolaylı yönetimde bu hukuk sisteminin önemli kabul edildiği kaydedilmektedir234. Sömürgeci devletlerin ceza, medeni gibi farklı alanlarda hukuk düzenini getirmesiyle ise Afrika örf ve adet hukukunun toplumsal ve hukuki hayattaki yeri azalmıştır. Başka bir deyişle toplumsal hayatı düzenleyen konularda ikili hukuk sistemi hüküm sürmüştür.

Self-determinasyonla ilgili alanda sömürge yönetiminin günlük hayata ilişkin

örf ve adet hukukuna kıyasla farklı politikalar izlediği ifade edilebilir. Avrupa’daki self-determinasyon teamülü uygulanmamıştır. İlkenin Afrika’da o dönemde uygulanmamasından hareketle self-determinasyon öğelerinin o günkü koşullara göre değerlendirmesi yapılmaktadır. Örneğin yönetim birimlerinin ayrılmasında etnik ve dini özelliklerin önem kazandığı görülmektedir. Sınırlar ise sömürgeci yönetimlerin isteğine göre çizilmiştir.

Sömürge sonrası döneme gelindiğinde ikili yasal sistem, günlük ve medenî yaşama ilişkin mevzuatta kullanılmaya devam edilmektedir. Sömürgeciliğin tasfiyesinden ve uluslararası hukuktaki değişimden self-determinasyonun bölgesel teamülü de etkilenmiştir. Dönemin Afrikalı liderlerinin, bağımsızlık kazanan liderlerin görüşlerine uygun olarak self-determinasyon ilkesi uluslararası hukuktaki haliyle kabul edilmiştir. İlkenin hiç tepki görmediği anlamına gelmemektedir. Çeşitli

ülkelerin yerel toplulukları, azınlıkları ve ABT, AfB gibi bölgesel kuruluşlar arasında

233 A. A. Oba, “Chapter 3: The Future of Customary Law in Africa”, in J. Fenrich, P. Galizzi and T. E. Higgins (eds.), The Future of African Customary Law, Cambridge, May 2013, s. 58. 234 G. R. Woodman, “Chapter 1: A Survey of CustomaryLaw in Search of Lessonsfor the Future”, in J. Fenrich, P. Galizzi and T. E. Higgins (eds.), The Future of African Customary Law, Cambridge, May 2013, s.22. 85 self-determinasyonun algılanışına yönelik farklılıklar bulunmaktadır235. En büyük farklılık siyasi taleplerle self-determinasyonun değiştirilmek istenmesidir.

1) Afrika Birliği Teşkilatı ve Self-Determinasyon

ABT’nin self-determinasyona dair tutumu, birlik hedefi ile yakından ilgilidir.

Kıtada birliğin; yabancı yönetimin sona ermesiyle ve sömürü altındaki Afrika topraklarının özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşması ile sağlanacağının ifade

edilmesi ilkenin önemini göstermektedir236.

ABT, self-determinasyonu tanımlarken ve buna uygun politikalar geliştirirken

kendi hukuk düzleminde ve uluslararası hukukta çok önemli yere sahip olan iki

ilkeye dayanmaktadır: sınırların dokunulmazlığı ve üye devletlerin toprak

bütünlüğünün korunması. Bu iki ilkeye bağlılığı kimi belgelerde katı yaklaşım olarak

nitelendirilmiştir237. Öyle ki kimi kaynaklar; ABT Tüzüğü’nün örgütü üyelerin toprak bütünlüğünü sağlamakla görevlendirdiğini kaydetmektedir238.

235 T. McNamee, “The First Crack in Africa’s Map? Secession and Self-Determination after South Sudan”, The Brenthurst Foundation Discussion Paper 2012/01, Johannesburg, s.5. 236 The Council of Ministers of the Organization of African Unity, “Resoultion on the Portuguese Colonies”, African Aims and Attitudes: Selected Documents, in M. Minogue and J. Molloy (eds.), Oxford,1974, https://books.google.com.tr/books?id=eBk7AAAAIAAJ&pg=PA406&lpg=PA406&dq=Martin+ Minogue,+African+Aims+and+Attitudes:+Selected+Documents&source=bl&ots=OaIm6P0AbV &sig=CjA9nzuVJisJPtXcIbJ10MWPrZY&hl=tr&sa=X&ei=ozeUVIShMoOa7gb_qoGYDg&ved =0CCYQ6AEwAQ#v=onepage&q=Martin%20Minogue%2C%20African%20Aims%20and%20 Attitudes%3A%20Selected%20Documents&f=false, s.260, 30 Temmuz 2013 tarihinde erişilmiştir. 237 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Advisory Opinion of the African Commission on Human and Peoples’ Rights on the United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples”, 2007, http://www.achpr.org/files/special-mechanisms/indigenous- populations/un_advisory_opinion_idp_eng.pdf, s.2, 9 Nisan 2013 tarihinde erişilmiştir. 238 M. M. Hekimoğlu, “Self-Determinasyon Hakkı Bağlamında Dağlık Karabağ Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 11, Sayı. 41, 2015, s. 112, dipnot 40. 86

ABT Tüzüğü’nde doğrudan self-determinasyon ilkesinden bahsedilmemektedir239. Hatta ABT Tüzüğü’nün self-determinasyon konusunda belirsiz bir tutum içerisinde olduğu söylenebilir. İlk olarak BM Andlaşması’na ve

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göndermede bulunması self-determinasyon ilkesinin kabulü olarak yorumlanabilir. Sömürgeciliğin tasfiyesine odaklanması da salt sömürge yönetimine son verilmesi anlamına gelmektedir240.

ABT’nin çeşitli kurumlarının self-determinasyona yönelik yaklaşımı da örnek gösterilebilir. ABT Kurtuluş Komitesi’nin (OAU Liberation Committee) self- determinasyona ve sömürgeciliğe yönelik yaklaşımının önemli olduğu düşünülmektedir. Faaliyetlerini; sömürgeciliğin tasfiyesine ve ırk ayrımcılığının

(apartheid) kaldırılmasına odaklayan komite, ABT’nin 1963’te kuruluşundan 1994 yılına kadar çalışmalarını sürdürmüştür. ABT’nin kurulmasından sonra 22 ülke bağımsızlığını kazanmıştır. On biri ise Komite’nin yardımıyla self- determinasyonlarına ve bağımsızlıklarına kavuşmuştur. 1994 yılında ırk ayrımcılığı rejiminin sona ermesiyle Komite’nin faaliyetleri de sona ermiştir. Böylelikle Güney

Sudan ve Batı Sahra gibi çeşitli self-determinasyon talepleri Komite’nin faaliyet alanları içerisinde değerlendirilmemiştir. Komite’nin sömürgeciliğin tasfiyesinde ve

ırk ayrımcılığı rejiminin ortadan kaldırılmasında başarı ile çalıştığı belirtilmektedir241.

S.K. Panter-Brick’e göre ABT, self-determinasyon talebiyle gelen bazı gruplara olumlu yaklaşmış destekte bulunmuştur. Bunun altında yatan en önemli

239 S. A. Tiewul, 1975, s.300. 240 ibid. 241 The Assembly of Heads of State and Government of the Organization of African Unity, “Resolution on Dissolution of the OAU Liberation Committee”; (AHG/Res.228/XXX; 1994), http://www.peaceau.org/uploads/ahg-res-228-xxx-e.pdf, 13 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir. 87 neden kendi devletlerine sahip olmak isteyen grupların hedeflerindeki sınırların sömürge dönemi sınırlarına az çok benzemesidir242. Ayrıca sömürge yönetimine karşı mücadelenin verilmesi de talebin kabul edilmesinin bir başka nedenidir. Başka bir deyişle, self-determinasyon talebi ulusal kurtuluş hareketleri tarafından gelince

örgüt tarafından desteklenmektedir. Eritre’nin kendi devletini kurmasına kadar ABT; self-determinasyonu sömürge veya azınlık yönetimlerinden bağımsızlığın kazanılması ve ayrılma hakkı olarak yorumlamaktadır243. Bu bağlamda ABT’nin self-determinasyonu algılanmasında bir diğer önemli gösterge olarak ulusal kurtuluş hareketlerini algılayışı ve yardım etmesi kabul edilmektedir. Örgüt; Gine Bissau,

Mozambik ve Angola’daki self-determinasyon hareketlerine destek vermiştir244; halkların self-determinasyon ve bağımsızlık haklarını tanımıştır. Bunları vazgeçilmez ve devredilmez hak olarak tanımlamaktadır. Örgüt “people of Angola, Mozambique and Guinea-Bissau”245 yani Angola, Mozambik ve Gine-Bissau halkları ifadesini kullanılmıştır.

Afrika örgütleri ırklar arası ilişkileri temel alan self-determinasyona onay verirken bir ırk arasındaki ilişkileri değiştirmeyi hedef alan talepleri self- determinasyon olarak değerlendirmemektedir. Sömürge dönemi (inter-racial) ve sömürge dönemi sonrası (intra-racial) self-determinasyonları olarak ayrıma gidilmektedir246.

242 S. K. Panter-Brick, “The Right to Self-Determination: Its Application to Nigeria”, International Affairs, vol.44, No.2, 1968, s.258. 243 M. wa Mutua, 1995, s.1141, dipnot 117. 244 O. S. Kamanu, “Secession and the Right of Self-Determination: an O.A.U. Dilemma”, The Journal of Modern African Studies, Vol. 12, No. 3, 1974, s.355. 245 The Council of Ministers of the Organization of African Unity, “Resolution on the Portuguese Colonies”, s.260. 246 O. S. Kamanu, 1974, s.357. 88

2) Afrika Birliği ve Self-Determinasyon

Kıta yapılanmasında ABT’den AfB’ye geçilince hedeflerde ve önceliklerde değişim yaşanmıştır. Sömürgeciliğin tasfiyesi yerine ekonomik sorunlar ve sağlık politikaları önemli bir yer işgal etmektedir. Örneğin; kıtanın entegrasyonu ve kalkınması örgütün misyonu olarak ifade edilmiştir247. Ayrıca Afrika ülkeleri ve halkları arasında daha fazla birliğin ve dayanışmanın sağlanmasından; üye ülkelerin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmasından sonra üçüncü hedef olarak kıtanın siyasi ve sosyo-ekonomik entegrasyonu gösterilmiştir248. Örgüt, self-determinasyonun gündemden düştüğünü kabul etmektedir. Self- determinasyonun toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkeleriyle beraber değerlendirilmesi gerektiği tezine sahip çıkmayı sürdürmektedir.

B) Afrika’da Self-Determinasyon Teamülünün Genel Özellikleri

Kıtaya özgü bir hukuki varlığın/anlayışın olduğu bizzat Afrikalı hukukçular ve devletler tarafından dile getirilmektedir249. Kıtasal bazda bir teamülün olup olmadığının anlaşılmasında ABT’nin ve AfB’nin de önemli bir rolünün olduğu düşünülmektedir. Örneğin ABT şemsiyesi altında Afrika bölgesel hukukunun da oluştuğu kaydedilmektedir250 ve devletlerin hukuki otoritesinin giderek azaldığı ifade edilmektedir251. ABT’nin sonrasında da AfB’nin aldığı kararlarla ve uyguladığı

247 African Union, “Vision of the African Union”, http://www.au.int/en/about/vision, 07 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 248 African Union, “AU in a Nutshell”, http://www.au.int/en/about/nutshell, 07 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 249 E. Öktem, 2013, s. 70, dipnot 119. 250 ibid, s. 71, dipnot 121. 251 G. R. Woodman, 2013, s. 21. 89 politikalarla hukuku oluşturduğu düşünülmektedir. Sınırlar kararı, sınır programının kurulması örnek olarak verilebilir.

Afrika teamül hukukunun etnik bir kimliği olduğu öne sürülmektedir252. Etnik ve dil grup sayısının 800’den fazla olduğuna dikkat çekilerek her unsurun kendine has bir teamül hukukuna sahip olduğu kaydedilmektedir253. Başka bir deyişle bölgesel teamülde çeşitlilik olduğu ve etnik odaklı bir hukuki yapı olduğu belirtilmektedir254. Ortak ve ayırt edici özelliklere de sahip olduğu kaydedilmektedir.

Halk tarafından üretilmesi, somut olması, uzlaşma ve tavize dayanması kanıt olarak gösterilmektedir. Genel prensiplere ağırlık vermesi de örnek olarak belirtilmektedir255.

Kıtada self-determinasyona ilişkin teamül de bulunmaktadır. Hatta kıta kurumları; mevcudiyetleriyle, kurucu belgeleriyle ve uygulamalarıyla self- determinasyonun “hukuk kuralı olarak belirginleşmesinde” önemli role sahiptir256.

Uti possidetis’in diğer bölgelerden farklı olarak Afrika’nın gerçeği olması,

ABT/AfB’nin kararları ve faaliyetleri ve UAD’nin kararları örnek olarak verilebilir.

Mali ve Burkina Faso arasındaki anlaşmazlığa yönelik verdiği 1986 tarihli kararında uti possidetis’in uygulanmasının kimi zaman self-determinasyonu ihlal edebileceği ama kıta için uti possidetis’in korunmasının önemli olduğunu vurgulanmıştır257.

AfB’nin sınır programı; ABT tüzüğünün, 1964 Kahire Zirvesi’nde alınan ve bağımsızlığın kazanıldığı esnadaki sınırların korunacağını belirten kararın çerçeve

252 A. A. Oba, 2013, s. 61. 253 ibid, s.60, dipnot 11. 254 ibid, s. 61. 255 ibid, s. 60. 256 Kütükçü, 2004, s.270. 257 International Court of Justice, “Frontier Dispute (Burkina Faso/Republic of Mali)”. 90 olarak kabul edileceğini belirtmiştir258. Uluslararası teamül hukukunun göstergesi olan devletlerin faaliyetleri; BM’de veya diğer önemli kuruluşlardaki açıklamaları, bildirileri ve davranışlarıyla öne çıkmaktadır259. Bu bağlamda benzer yaklaşım ABT,

AfB ve Afrika devletlerinin buralardaki faaliyetleri için ele alınabileceği düşünülmektedir.

Bu bağlamda sömürge yönetimi koşulunun aranması, salt water kriteri de

Afrika’ya özgü olarak değerlendirilebilecek self-determinasyonun başat

özelliklerindendir. Kırım ve Kosova self-determinasyon örneklerinde de ileride görüleceği üzere bu unsurlar Afrika self-determinasyonuna kıyasla başlıca farklılık noktalarını oluşturmaktadır. Buna ilaveten ayrılık Afrika self-determinasyon

örneklerinde karşılıklı uzlaşma sürecinin sonucunda gelirken, kıta dışındaki

örneklerde kimi zaman tek taraflı adımların atıldığı görülmektedir.

Sömürgeciliğin tasfiyesiyle şekillenen self-determinasyonun, Afrika ile karşılıklı yapıcı bir ilişkiye sahip olması; kıtada bölgesel teamülün oluşmasına sebebiyet vermiştir. Afrika devletleri arasında ve ABT/AfB arasında bu alanda uyum, anlayış bütünlüğü ve karşılıklı irade beyanları bulunmaktadır. Sınırların muhafaza edilmesi, içişlerine müdahale edilmemesi gibi kriterlerin kabulü örnek olarak verilebilir. Ayrıca self-determinasyon sömürgeciliğin tasfiye edildiği ilk yıllarda Afrika için dışarıdan alınan hukuk (received law) konumunda iken bugün kıtanın hukuki yapısının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ve bölgesel teamülü

258 African Union, “Declaration on the African Union Border Programme and Its Implementation Modalities”; (BP/MIN/Decl.(II); 7 June 2007), Addis Ababa, http://www.oecd.org/swac/publications/38769082.pdf, s.1, 06 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir. 259 A. Cassese, “Chapter 5: The Emergence of Customary Rules: Internal Self-Determination”, Self- Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge, 1995, s.102. 91 oluşturmuştur. Devletlerin faaliyetleri, davranışları, rızaları bu noktaya işaret etmektedir.

Farklı ülkelerin arasında self-determinasyondan kimin ve nasıl yararlanacağı, self-determinasyonun değişip değişmemesi konusunda fikir birliği bulunmaktadır.

Self-determinasyona ilişkin Afrika’da bölgesel teamül olduğunu devletlerin rızasından, irade uyuşmasından anlaşılmaktadır. Self-determinasyon talebinin ayrılık seçeneğiyle çalıştırılmasına karşı çıkılmaktadır. Self-determinasyonun sınır, halk, sömürge kriterlerini siyasi gerekçelerle çalıştırmak isteyen Katanga, Biafra’nın self- determinasyon taleplerine destek verilmemiştir. Uti possidetis değiştirilmemiş; sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü gerek kıta siyasetinin gerekse de self- determinasyon politikalarının belirlenmesinde başat önemini korumaya devam etmektedir. Somaliland’in dile getirdiği gibi çeşitli self-determinasyon örnekleri kabul edilmemektedir.

Önceki bölümlerde de belirtildiği üzere tezde self-determinasyonun kıtada incelenmesinde bölgesel örf ve adet hukuku; bu tip hukukun incelenmesinde de

İradeci Görüş’ten faydalanılacaktır. İradeci Görüş’e göre bölgesel teamül daha çok rızaya dayanmaktadır. Açık ya da kapalı irade ve davranışlarla devletler arasındaki zımni andlaşmanın içeriği belirlenecektir.1927 Bozkurt-Lotus Davası gibi kararlar zımni andlaşmanın teamüldeki önemini göstermektedir.

Bu bağlamda Afrika toplumsal hayatında kayda değer öneme sahip olan bölgesel örf ve adet hukuku olarak adlandırılabilecek hukuki yapıdan self- determinasyona yönelik bölgesel teamülün farklılık gösterdiğinin altı çizilmelidir.

Self-determinasyon hukuku kıta dışından gelmiş; kıta yapılanmaları ve devletler tarafından benimsenmiştir. Bu durum state law denilen devlet hukuku ile ilişkisini de 92 anlamak açısından önem arz etmektedir. Dışarıdan gelen bir hukuki düzenlemenin devletlerin rıza, irade ve uygulamaları ile adeta benimsendiği; devlet hukukunun ayrılmaz bir parçası haline geldiği ve kendi teamül sahasını oluşturduğu görülmektedir. Diğer taraftan toprak, liderlik ve şahsi meselelerde de örf ve adet hukukundan bahsedilmektedir. Yerel bir hukuk kaynağı Afrika’da mevcuttur. Devlet hukuku ile beraber faaliyet göstermektedir. Kıtanın toplumsal siyasi yaşamında etnik kimliğin önemi sebebiyle günlük yaşamı düzenleyen örf ve adet hukukunda etnik yapının etkisi hissedilmektedir. Self-determinasyona dair teamülde ise böyle bir etki bulunmamaktadır.

Self-determinasyon teamülünün varlığı ilkeye karşı çıkılmadığı anlamına gelmemektedir. Farklı etnik yapılanmalar gibi öğelerce self-determinasyonun değişmesine yönelik farklı tutum ve istekler mevcuttur. Bir devlet içerisindeki farklı etnik gruplar, self-determinasyona ve bölgesel teamülüne karşı çıkışlarını bağımsızlıklarını ilan ederek göstermişlerdir. Çeşitli Afrikalı devletlerinin ise bu hareketlere yardım etmesi, bağımsız olarak ilan edilen “devletleri” tanıması self- determinasyon teamülünün dışında kalmaktadır. 1960’da Katanga’nın ayrılışı, 1967 yılında Biafra’nın ayrılışı; ayrılıkçı hareketler, izlenen politikalar, çeşitli Afrika devletlerinin bu hareketlere yönelik faaliyetleri doğrultusunda örnek olarak kullanılabilir.

Bu bağlamda Afrika teamülünde var olduğu söylenen etnik kimliğin ve

çeşitliliğin self-determinasyonu etkileyip etkilemeyeceği, devlet katında etki edip etmeyeceği gündeme gelmektedir. Bu çeşitlilik kimi zaman ülkede siyasi ve hukuki 93 bütünlüğün nasıl sağlanacağına dair soruların sorulmasına sebebiyet vermektedir260.

Ayrıca çeşitli ülkelerin günlük hayata ilişkin teamüllerinde birleşmeye gidilmiştir fakat ya kısmi başarı sağlanabilinmiş ya da hiç başarı sağlanamamıştır261. Bu bağlamda etnik çeşitliliğin self-determinasyon kavramına girmesi durumunda ülkeler arasında nasıl birliğin sağlanacağı düşünülmektedir.

Kıtada; doktrinde belirtilen örf ve adet hukuku tanımından hareketle birden fazla veya tek teamül olabilir. Bu durum self-determinasyon alanına da uygulanabilir. 3-5 devletin kendi aralarında oluşturduğu self-determinasyon örf ve adet hukukundan söz edebilir. Örf ve adet hukukunda bölgesellik/yerellik de görebilirken, kıtada genel bir örf ve adet hukukun da bahsedilebilir. Burada altı

çizilmesi gereken nokta ancak üstü örtülü ya da açık rıza gösterilmişse teamül oluşabileceğidir.

Self-determinasyonda değişikliğe gidilmesinin uluslararası hukukun aslî kaynakları olan andlaşmaların, örf ve adet hukukunun ve hukuk genel prensiplerinin

Afrikalılaşması262 anlamına gelip gelmeyeceğini düşündürtmektedir. Aynı şekilde teamülde bir değişiklik olacaksa taleplere ve taleplerden kaynaklanacak uygulamalara göre şekillenecektir263. Yapısı gereği örf ve adet hukuku (Afrika’da görüldüğü üzere) esnektir, değişen zamana ve durumlara uzun veya kısa bir süreç sonucunda adapte olabilmektedir. Öte yandan Afrika’nın demografik özellikleri düşünüldüğünde değişim sürecinin zor olacağı tahmin edilmektedir. Kıtada 800’den

260 A. A. Oba, 2013, s. 62. 261 ibid, s. 66. 262 ibid, s. 80. 263 H. Thirlway, 2010, s.101. 94 fazla etnik/dil grubu bulunmaktadır264. İçerikteki ayırt edici bu özellik teamülün özel bir topluluk için kurallar bütünü olduğunu göstermektedir265.

Teamül yapısının varlığını kanıtlarken ve olası bir değişimden söz edebilmek için zımni ya da sarih iradeye odaklanılacaktır. Aktörler olarak da devletler seçilecektir; çünkü örf ve adet hukukunun belirlenmesindeki devletlerin öncü rolü devam etmektedir. Oysaki sömürge döneminde bu rol sömürgeci devletlere verilmiştir. Öte yandan Afrika Birliği gibi bölgesel kuruluşun da katkıları gerek mevcut teamülün tanımlanmasında gerekse değişmesine yönelik incelemelerde

önemli olarak düşünülmektedir.

1) Afrika’da Self-Determinasyona ilişkin Açık ve Zımni İrade

Self-determinasyona ilişkin bölgesel örf ve adet hukukunun ve bunun değişebilmesinin en önemli göstergelerinden biri açık ya da kapalı irade örnekleridir.

Devletler arasındaki üstü kapalı veya açık irade uyuşmaları, uzlaşma, işaret edilen beyanlar incelenmiştir. Self-determinasyonun, ilgili olayların ve izlenen politikaların yanında ilkenin öğelerine, bunlar üzerinde uzlaşmaya ve işaret edilen beyanlara bakarak da irade örneği anlaşılabilir.

a) Halk Tanımı ve Politikaları

Halk kavramı self-determinasyonu çalıştıracak öğe olmasından ötürü

önemlidir. Hakkı uygulayabilmek için farklı unsurlar kendilerini halk olarak nitelendirmektedir. Kavramın içeriğinin tartışmalı olması bu nitelendirmeye olanak

264 A. A. Oba, 2013, s. 60, dipnot 14. 265 ibid. 95 sağlamaktadır. Tezde incelenen beş örnekte halk kavramı self-determinasyon talebinde bulunan hareketler ve hakkın talep edildiği devletler tarafından anayasa gibi farklı metinlerde yer almıştır.

Genellikle Afrika devletlerinin halk kavramı algısı, tutumu, uygulaması, faaliyeti ve politikalarıyla uyumlu hatta aynı olan kıta yapılanmasının halk kavramının da incelenmesi gerekmektedir. Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Komisyonu266 ve hazırladığı Afrika İnsan ve Halkların Hakları Tüzüğü (Banjul Şartı) self-determinasyonun mevcut hali ve sonrasında değişim için sıklıkla gündeme gelmektedir. Self-determinasyona ek olarak Komisyon’un ve Şart’ın halkı nasıl tanımladığı, ilkenin mevcut halinin ve değişim hedefinin anlaşılmasında önemli bir

çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda Komisyon ve Afrika devletlerinin iradeleri

önemlidir.

People yani halk terimi Komisyon’un self-determinasyonu algılayışında ve uygulayışında tartışma yaratabilmektedir. En sık rastlanan problem bu ifade ile neyin kastedildiğidir. Banjul Şartı’nda267 halk ifadesi açık olarak yer almamıştır. Afrika

Komisyonu bu gerçeğin farkında olduğunu vurgulamıştır. “Zor tartışmalara neden olacak fikirlere” değinilmediğine ilişkin bir açıklamada bulunulmuştur268.

Şartı’n 20. Madde’deki self-determinasyon açıklamasında ise All peoples ifadesi kullanılmıştır. İlgili maddenin birinci fıkrasında “Self-determinasyon bu halkların sorgulanamaz devredilemez hakları” olarak ifade edilmiştir269. Özgürce ve

266 Bundan sonra Afrika Komisyonu olarak ifade edilecektir. 267 Fas hariç 54 Afrika ülkesi tarafından imzalanmıştır. Bu ülkeler İnsan Hakları Tüzüğü’ne taraftır. 268 J. Summers, The Idea of the People: The Right of Self-Determination, Nationalism and the Legitimacy of International Law, (PhD Thesis, University of Helsinki), 2004, s. 202. 269 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “African (Banjul) Charter on Human and Peoples’ Rights”, http://www.achpr.org/files/instruments/achpr/banjul_charter.pdf, 27 June 1981, s.6, 06 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 96 kendi seçimleri doğrultusunda siyasi statülerini ve sosyal-ekonomik durumlarını seçmeye hakları bulunmaktadır270.

Bazı kaynaklarda Banjul Tüzüğü’nde halk teriminin dört ayrı anlamda kullanıldığı ifade edilmektedir271. Ekonomik self-determinasyonun kullanılması açısından (21. ve 22. Maddeler), bir ülkenin tüm nüfusu belirtmek açısından (23. ve

24. Maddeler), toplumun farklı kesimlerini belirtmek açısından (19 ile 24. Maddeler arası) ve son olarak da siyasi self-determinasyona sahip kesimi belirtmek açısından

(20. Madde) kullanılmıştır.

Ayrıca kendisine yapılan başvurular üzerine ve aldığı kararlar ile halk terimine yönelik çeşitli çıkarımlarda bulunmaktadır. Komisyon’un 2009 tarihli

Güney Kamerun-Kamerun Cumhuriyeti kararı örnek alınabilir. Gerek Banjul

Şartı’nda gerekse uluslararası diğer metinlerde kullanıldığı haliyle Güney

Kamerunların halk tanımına uyduğu ifade edilmiştir. Gerekçe olarak ortak tarihe, dil geleneğine, toprak bağına ve siyasi görüşe sahip olmaları verilmiştir272. Farklı anlamaların önüne geçebilmek için halk kavramının hangi haklarla da bağlantılı olduğu Afrika’nın hukuki ve siyasi yapılanması tarafından vurgulanmaktadır. Halk kavramının ve bununla bağlantılı hakların sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda değerlendirildiği görülmektedir273.

270 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Advisory Opinion of the African Commission…”, 2007, s.6. 271 L.-A. Thio, “Battling Balkanization: Regional Approaches Toward Minority Protection”, Harvard International Law Journal, vol. 43 no.11, Summer 2002, s.461, dipnot 341. 272 266/04: Kevin Mgwanga Gunme et al / Cameroon, http://www.achpr.org/files/sessions/45th/comunications/266.03/achpr45_266_03_eng.pdf, s.19, 23 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir. 273 ibid, s.18. 97

Kullanılabilecek bir diğer veri de AfB’nin halk ile yerli halk kavramlarının arasında kurduğu ilişkidir çünkü yerli halk gibi unsurlar halk tanımına altına alınarak

çalıştırılmak istenmektedir. 2007 yılı AfB Zirvesi’nde BM’nin Yerli Halklar Hakları

Bildirisi’ne (UN Declaration on the Rights of Indigenous People, UNDRIP) yönelik alınan kararda 14 Aralık 1960 tarihli BM Genel Kurulu’nun 1514 (XV) sayılı kararına göndermede bulunması274 Komisyon’un halk, yerli halk ve self- determinasyon arasında kurduğu ilişkiyi göstermesi açısından önemlidir. BM kararında sömürge veya yabancı yönetim altındaki halkların self-determinasyon ve bağımsızlık haklarının olduğu belirtilmektedir. Böylelikle yerli halk ya da self- determinasyonla ilgili olabilecek diğer konularda belirleyici etmenlerin sömürgenin veya yabancı yönetimin varlığı olduğu bir kez daha hatırlatılmıştır.

Afrika Komisyonu ise self-determinasyon kullanımında serbestlik olarak değerlendirilebilecek bir ifadede bulunmuştur: yabancı yönetim veya sömürge yönetimi altındaki halkların self-determinasyon haklarını özgürce kullanabileceklerini kaydetmiştir. Öte yandan ilke talep edilirken veya hayata geçirilirken üye ülkelerin toprak bütünlüğüne zarar verilmeyeceğine dikkat

çekilmiştir275.

Tezde incelenecek Etiyopya örneği bu noktada önem arz etmektedir. Farklı etnik grupların varlığı ve self-determinasyonu çalıştıracak öğeler ile hak arasındaki ilişki anayasada kabul edilmiştir. Öznelerde farklılığa gidildiği görülmektedir.

Etiyopya tanımlanırken millet, milliyet ve halklar (nations, nationalities and peoples)

274 African Regional Coverage Project,“Eighth African Union Summit-Briefing Note”, Volume 7, Issue no 2, Wednesday 7 February 2007, http://www.iisd.ca/africa/brief/briefing0702e.pdf, s.9, 06 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 275 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Advisory Opinion of the African Commission...”, 2007, s.6. 98 ifadeleri kullanılmıştır. Bahse konu unsurların haklarının olduğu anayasada belirtilmiş fakat uygulanmasının ve ihtiyaçlara cevap vermesinin her zaman mümkün olmadığı kaydedilmektedir276.

b) Sınır Tanımı ve Politikaları

Self-determinasyona ilişkin bölgesel teamülün anlaşılmasında önemli bir veri de sınırlardır. Sınır anlaşmazlıkları gerek Afrika devletleri gerekse ABT/AfB için açık ya da kapalı irade örnekleri sunmaktadır. Afrika ülkelerinin sınır çatışmaları ve

örgütlerin bu olaylara yönelik tutumları ve faaliyetleri irade beyanı olarak kabul edilebilir.

ABT’nin tüzüğünde toprakların bütünlüğünün korunması ilkesi mevcuttur.

Sonradan bu ilkeyi sorgulayan olaylar yaşanmıştır. Örgütün sınırların dokunulmazlığına ve toprak bütünlüğüne verdiği önceliği, üyeleri arasında bu konuda sorun yaşanmadığı, önemli siyasi figürler tarafından farklı görüşlerin öne sürülmediği anlamına gelmemektedir.

Örneğin Gana’nın önemli lideri Kwameh Nkrumah, sınırların değişmesi gerektiği görüşündedir. Gana lideri, Fildişi Sahili ve Togo üzerinde hak iddia etmiş ve böylelikle değişim iddiasında bulunmuştur. Gana’nın başkenti Akra’da düzenlenen Tüm Afrika Halkları Konferansı’nda sınırların yapay olduğunu söylemiş

276 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project by the International Labour Organization and the African Commission on Human and Peoples’ Rights on the constitutional and legislative protection of the rights of indigenous peoples in 24 African countries”, http://www.ilo.org/indigenous/Resources/Publications/WCMS_115929/lang--en/index.htm, 2009, s.17, 10 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir. 99 ve etnik grupları birbirinden ayırmak, bölmek amacıyla çizildiğini öne sürerek yeniden çizilmesi gerektiğini savunmuştur277.

ABT’nin 1964 tarihli sınır kararına ise Fas ve Somali çekince koymuştur.

Aynı zamanda kullanılan dilin tartışmalı olması kararın uygulanabilirliğine dair sorun yaratmıştır. 1963’te Somali ve Kenya arasında, 1964’te Somali ve Etiyopya arasında sınırların değiştirilmesi veya bir etnik grubun aynı ülke içerisinde yaşaması gibi hedeflerden kaynaklanan çatışmalar meydana gelmiştir, anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Çatışmalar ve anlaşmazlıklar kıtanın sınır algılayışının ve politikasının değişmesine neden olmamıştır. Bu bağlamda sınır olgusunun kıtanın siyasi birimlerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmesi önemlidir.

Öte yandan Burkina Faso/Mali veya Tanzanya/Malavi olayları gibi farklı sınır sorunları da yaşanmıştır. Sınırdan doğan anlaşmazlığın çözümü için self- determinasyon ilkesine başvurulmamış; ayrı bir siyasi ve idari yapılanma hedeflenmemiştir. Eritre ve Güney Sudan örnekleri haricinde Afrika’da self- determinasyon ilkesine başvurarak sınır değişikliği yaşanmamıştır. Mevcut dönemdeki sınır anlaşmazlıkları da self-determinasyonu çağrıştırmamaktadır.

Böylelikle kıtanın siyasi ve idari yapılanmasında uti possidetis ilkesi öne

çıkmaktadır. Afrika sınırlarının sömürge döneminde çizildiği düşünülünce sınırlar ve uti possidetis hatta self-determinasyon ilkesinin başarıyla uygulandığı söylenilebilir.

Birkaç istisna hariç kıta genelinde sınırlar ve uti possidetis ilkesi üstü kapalı veya açık olarak kabul edilmiş, devletler arasında uyuşan irade örneği oluşmuştur. Bunun en büyük nedeni bağımsızlığını kazanan devletler için sınırların birer istikrar unsuru

277 O. C. Eze, “Chapter 4: Self-Determination”, Human Rights in Africa: Some Selected Problems, Lagos, 1984, s. 73, dipnot 114. 100 olarak görülmesidir. Karşı çıkışların olmasına rağmen zımni iradelerinden anlaşılacağı üzere bu sınır olgusunun kabul edildiği görülmektedir.

AfB, sınıra yönelik yaklaşımında selefinin tutumunu devam ettirmektedir.

Sınırların yabancı olduğu ve değişmesi gerektiğine dair tezlere ise çeşitli açıklamalar getirerek karşı çıkmaktadır. Sınırlar sömürge öncesine dair bir kavramdır; Afrika

Birliği, Batılı kökenine uygun bir sınır yapısının sömürge dönemi öncesinde kıtaya yabancı olduğunu ama yine de toplumsal düzeyde sınır algısının bulunduğunu söylemektedir278. Öte yandan Afrika’daki devletlerin ve imparatorlukların sınırları, devletin ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak değişmekte idi279. Mevcut tabloda ise

örgüt bugün karşılaşılan sınır sorunlarında çözümün uti possidetis’e göre olmasının altını sürekli çizmektedir.

c) Yerli Halk Tanımı ve Politikaları

Afrika’da yerli halkların tanımına ve haklarının ne olduğuna ilişkin netlik bulunmamaktadır. Bölgesel bir anlayışın, gerek kendi içerisinde gerekse self- determinasyonla bağlantılı olarak teamülün geliştiği söylenememektedir. Öte yandan devletlerin yanında kıta yapılanmalarının faaliyetleri, kararları irade örneği olarak algılanmakta ve bu çerçevede teamüle dair yorumlar yapılabilmektedir. Self- determinasyon ve yerli halklar arasındaki ilişki Afrika kıta yapılanmasının iki ilkesine odaklanmıştır: üye devletlerin toprak bütünlüğünün ve sınırlarının korunmasının önceliği bulunmaktadır.

278 African Union Border Programme, “Delimitation and Demarcation of Boundaries in Africa: General Issues and Case Studies”, http://www.peaceau.org/uploads/au-2-en-2013-delim-a- demar-user-guide.pdf, September 2013, s. 13, 19 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 279 N. L. Wallace-Bruce, “Africa and International Law- the emergence to statehood”, The Journal of Modern African Studies, Vol. 23, No. 4, 1985, s.587. 101

Afrika’da son yirmi yılda bahse konu grupların kendilerini yerli halk olarak tanımalarından280 hareketle ilerlemenin sağlanması önemli olarak düşünülmektedir.

Öte yandan karar alıcı ve uygulayıcı makam olarak devlet nezdinde bu ilerlemeler aynı oranda karşılık bulamamaktadır. Birçok Afrika devleti yerli halklar koruma programları geliştirmektedir, fakat talepleri ne ölçüde karşılayabildiği tartışmalıdır.

Bazı kaynaklarda Afrika devletlerince bu kavramın kıta gerçekleri ile alakasız, konu dışı olarak algılandığı kaydedilmektedir281. Ayrıca uluslararası hukuktaki algılayış ile arasında farklılık olduğu öne sürülmektedir282. 24 ülke283 hariç Afrika’nın geri kalanında yerli halka yönelik politikalarda eksiklik bulunmaktadır. Özel ihtiyaçlara, kendilerine has kültüre ve yaşama bilincine sahip toplumsal unsur olarak kabul edilmediği kaydedilmektedir284.

Aynı zamanda çoğu Afrika devletinde yerli halka dair tanımlamaya gidilmemektedir285. Bazı ülkelerin anayasalarında yerli halk veya grup ifadesi kullanılmamakta; başka sosyolojik kavramlar ile nitelendirme yapılmaktadır.

Örneğin Orta Afrika’da yerli halklar ve azınlık kavramının birbirinin yerine kullanıldığı kaydedilmektedir286. Siyaset ve söylemde iki ifadenin birbirinin yerini aldığı fakat ulusal yasama alanında ise yerli halk ifadesinin kullanılmadığı belirtilmektedir287. Bazı ülkelerde ise hassas ya da marjinal kesim ifadeleri

280 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…”, 2013, s.28. 281 ibid, s.13. 282 ibid. 283 Bu ülkeler Botsvana, Burkina Faso, Burundi, Cezayir, Çad, Eritre, Etiyopya, Fas, Gabon, Güney Afrika Cumhuriyeti, Kamerun, Kenya, Kongo, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Mali, Mısır, Namibya, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Ruanda, Sudan, Tanzanya ve Uganda’dır. 284 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…”, 2013, s.15. 285 ibid, s.19. 286 ibid, s. 20. 287 ibid. 102 kullanılmaktadır288. Yerli halklara ilişkin konvansiyon çalışmalarına rağmen henüz ortak bir tanımın kullanılmamış olması aslında Afrika devletlerinin bu konudaki zımni iradelerini göstermektedir.

Öte yandan anayasada ya da başka hukuki kaynaklarda çeşitli ifadelerle yerli halkın endişeleri giderilmeye, hakka dair kazanımları olduğu belirtilmeye

çalışılmaktadır. Örneğin ırk, renk, dil vb. etmenlere dayanarak ayrımcılığın yapılmamasıyla; herkesin kanun önünde eşit sayılmasıyla, kültürel farklılığın tanınmasıyla tüm vatandaşların haklarının korunmasının prensipte ya da retorikte amaçlanmaktadır. Afrika metinlerine göre self-determinasyonla bağlantılı olarak yerli halklara danışılması, bahse konu topluluğun ilgili sürece katılımının ve öz yönetimin (self-management) sağlanması yerli halkların temel ve başat hakları olarak değerlendirilmektedir289. Örneğin oy verme hakkı, kendilerini etkileyebilecek kalkınma ve yasal reform gibi çeşitli yasama ve idarî konularda danışılma hakları bulunmaktadır290.

BM’nin yerli halklar faaliyetlerine yönelik Afrika’nın tutumu irade beyanı olarak kullanılmaktadır. İlk akla gelen örnek 2006’da BM İnsan Hakları Konseyi’nin onayladığı BM Yerli Halklar Hakları Bildirisi’ne yönelik kıtanın tavrıdır. Yerli halklara çeşitli kazanımlar sağlamıştır. Bildirinin oylanmasında Konsey üyesi on üç

Afrika ülkesinin tutumunun değerlendirilmesi gereklidir. Afrika’nın üyelerinden sadece dördü; Kamerun, Morityus, Güney Afrika ve Zambiya olumlu yönde oy kullanmıştır. Dokuz üye ise çekincelerini ve endişelerini iletmiş; bu durum BM

Genel Kurulu’nda Bildiri’nin oylanmasının ertelenmesine neden olmuştur. Dokuz

288 ibid. 289 ibid, s. 39. 290 ibid. 103

ülkenin çekincesi self-determinasyon ile bağlantılıdır. Self-determinasyon hakkının

Bildiri’ye dahil edilmesi, öte yandan tanımın olmaması ve deklarasyonunun kabulünde ertelenmeye gidilmesi291 bu doğrultuda örnek olarak verilebilir. Ayrıca kıtanın toprak bütünlüğünün korunması hedefine karşılık, Bildiri’de yerli halkların ayrı siyasi ve ekonomik kurumlara sahip olması ihtimali, toprak mülkiyetine sahip olması ve kaynakların kullanımı gibi öneriler de etkili olmuştur292. BM Yerli Halklar

Hakları Bildirisi’nde self-determinasyon ilkesi bulunmaktadır. Yerli halkların yerel ve iç işlerinde self-determinasyon hakkını çalıştırırken yerel ve iç işleri bakımından otonomiye sahip olduğu Bildiri’nin dördüncü maddesinde yer almaktadır293.

Öte yandan Afrika Komisyonu’nun konuyla ilgili görüşü kıta nezdinde yerli halklara ilişkin farklı tutumu ve self-determinasyonun ana çerçevesini göstermektedir. Farklı kesimlerden tepki görünce Mayıs 2007’de gerçekleşen 41. oturumda Afrika Komisyonu BM kararı üzerinde danışma kararını açıklamıştır. Yerli halkların insan haklarına dair kimi çekincelerin giderilmeye çalışıldığını ifade etmiştir. Komisyon, danışma kararında BM Bildirisi’nin Afrika Şartı ile uyumlu olduğunu söylemiştir294. Böylelikle Afrika bütününde yerli halklara ve haklarına dair anlayış bütünlüğünün varlığı sorgulanmaktadır. Yerli halkların ekonomik ve siyasi ayrı kurumlara sahip olmasının Afrika Grubu’nun çekincesi olduğunu kaydetmiştir.

Bu ayrı, farklı kurumların hayata geçirilmesi durumunda sorun yaratacağına dikkat

291 ibid, s.8, dipnot 9. 292 G. M. Wachira, African Court on Human and Peoples’ Rights: Ten Years on and Still No Justice, Minority Rights Group International, 2008, s.8, dipnot 79. 293 United Nations, “United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples”, http://www.un.org/esa/socdev/unpfii/documents/DRIPS_en.pdf, March 2008, s. 5. 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 294 G. M. Wachira, 2008, s.8, dipnot 80 104

çekilmiştir295. Öte yandan da çeşitli adımların atılabileceğini kaydetmiştir. 46.

Madde’de üye ülkelerin toprak bütünlüğünün ve birliğinin bozulamayacağı kaydedilmiştir296 böylelikle Afrikalı ülkelerin çekinceleri hem giderilmeye hem de ifade edilmeye çalışılmıştır.

Afrika bağlamında bildirgeye karşı çıkış salt üyelerden gelmemiştir. Zımni iradenin varlığını daha açık yansıtacak şekilde AfB de benzer bir tutum sergilemiştir.

Örgüt endişelerini dile getirmiştir. Ekonomik, siyasi ve toplumsal alanda getirdiği değişikliklerin yanında anayasaya yönelik ifadelerine297 de dikkat çekmiş böylelikle kıtanın mevcut yapısında değişiklik yaşanmasından endişe ettiğini göstermiştir. Bu tutumun tüm üyeleri tarafından desteklendiği belirtilmektedir298. BM’deki görüşmelerde Afrika grubunun liderliğini üstlenerek çekincelerini dile getirmiş ve

çeşitli değişikliklerin yapılması gerektiğini öne sürmüştür299.

7 Eylül 2007’ye gelindiğinde ise BM Genel Kurulu söz konusu bildirgeyi kabul etmiştir. Bildirgeyi 35 Afrika devleti desteklemiştir; Kenya, Burundi ve

Nijerya ise çekimser oy kullanmış, 15 ülke yani Çad, Fas, Fildişi Sahili, Ekvator

Ginesi, Eritre, Etiyopya, Gambiya, Gine-Bisseau, Marityus, Ruanda, Sao Tomé ve

Principe Adaları, Somali, Şeyseller, Togo ve Uganda ise oylamaya katılmamıştır.

BM İnsan Hakları Konseyi’ndeki oylamadan, Afrika Komisyonu’nun, AfB’nin tutumlarından ve BM Genel Kurulu’ndaki oylamadan kıtanın farklı dönemlerde yerli halka ve haklarına ilişkin farklı tutum içerisinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

295 W.van Genugten, “Protection of Indigenous Peoples on the African Continent: Concepts, Position Seeking, and the Interaction of Legal Systems”, The American Journal of International Law, Vol. 104, No. 29, 2010, s.46, dipnot 100. 296 ibid, dipnot 101. 297 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…”, 2013, s.8, dipnot 11. 298 ibid, dipnot 10. 299 ibid, s.8, dipnot 13. 105

Böylelikle yerli halklar ve yerli halklar kapsamında şekillenecek bir self- determinasyon teamülü için yeterince gösterge olmadığı düşünülmektedir.

Afrika devletlerinin yerli halk kavramına ve bunlara ilişkin siyaset oluşumuna yaklaşımının temkinli olduğu ifade edilse de kıta örgütleri gibi aktörlerden çeşitli

öneriler gelmektedir. Yukarıda görüldüğü üzere Afrika Komisyonu bu bağlamda teamül için yararlı veriler sunmaktadır.

Kıtasal düzenlemede Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı gerek yerli halklara ilişkin bölümleri gerekse Afrika devletlerin politikaları bağlamında irade

örneği olarak önemlidir; Fas hariç tüm Afrika devletleri Şart’a taraftır. Yerli halka ve haklarına ilişkin özel ifadelere yer vermezken siyasi ve hukuki çerçevesi kullanılarak yerli halka ve sonrasında self-determinasyona yönelik irade örneği bulunabilir.

Örneğin, metin boyunca kullanılan peoples yani halklar terimi ile yerli halkın da kastedildiği300 yorumları yapılmaktadır. Yerli halkların haklarında başı çeken öz yönetim; kaynakların kullanımı, sosyal ve ekonomik gelişmeyle ilintili olup Şart’ın

21 ve 22. maddelerinde yer almaktadır301.

Afrika Komisyonu’nun yerli halklara dair uluslararası metin ve kararlara yönelik tutumu da teamül için bir irade örneğidir. Bu bağlamda en önemli belge

BM’nin Yerli Halklar Hakları Bildirisi’dir. Komisyon BM Bildirisi’ne dair yorumlarında, özellikle self-determinasyona ilişkin olarak toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerinin altını çizmiştir. Yerli halklara self- determinasyon altında çeşitli seçenekler sunulduğunu kaydetmiştir. Siyasi katılımlarının sağlanması, öz yönetişim hakkına sahip olmalarının, kendileriyle ilgili

300 ibid, s.12. 301 ibid, s.40. 106 yasa veya proje yapımında kendilerine danışılmasının, kültürlerini yaşama ve koruma özgürlüğüne sahip olmalarının, kendilerine has sosyo-kültürel yapılarının ve geleneksel yaşam standartlarının korunmasının gerektiği belirtilmektedir302.

Afrika’da yerel ve topluluk kavramlarının sınır ötesi bir anlam içerdiği belirtilerek bir ülkede bulunan toplulukların kendilerini başka bir devlete ait hissedebilecekleri gerçeğini kabul etmektedir. Öte yandan ulusal birlik ve toprak bütünlüğü ile

“mükemmel bir uyum” içerisinde olduğunu ifade etmiştir303.

Komisyon, yerli halklara yönelik çeşitli faaliyetlerde de bulunmaktadır.

Şikayetleri dinlemenin, devletin görüşünü almanın, devletin rapor hazırlamasının yanında yeni kurumlar da hayata geçirilmiştir. Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Komisyonu Yerli Halklar ve Topluluklar Çalışma Grubu (The Working Group on

Indigenous Populations/Communities of the African Commission on Human and

Peoples’ Rights) 2000 yılında kurulmuştur. Grubun mevcudiyeti anayasal olarak hakları korunma altına alınmasa da yerli halkların varlığının kabul edildiği anlamına gelmektedir. Şart’ta belirtilen halkların304 haklarının ve kolektif hakların yerli halklar için de çalıştırılabileceği ifade edilmiş305, 20 ve 22. maddelerine de değinilmiştir.

Self-determinasyon ve kendi özgür seçimleri doğrultusunda gelişme/kalkınma hakları yerli halkı içine alan genel haklar olarak tanımlanmıştır. Bireysel hakların da hiçbir ayrımcılık yapılmadan tüm halklara verilmesi gerektiği belirtilmektedir.

Çalışma Grubu, yerli halkın tanım veyahut kavram sorununa da değinmiştir.

Kullanılan ifadenin çok geniş olduğuna dikkat çekmektedir. Tanımlamadan ziyade

302 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Advisory Opinion of the African Commission…”, 2007, s.7. 303 ibid, s.8. 304 Halk kavramı için peoples ifadesi kullanılmaktadır. 305 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…”, 2013, s.16, dipnot 51. 107 kimlik belirleme yöntemine gidilmesi gerektiği görüşü hakimdir306. Öte yandan bir takım değişim ifadelerinde de bulunmaktadır. Sömürge ile kurulan bağlantıyla yerli halk tanımına gidilmesi ve politika üretilmesi çözüm olarak uygun görülmemekte, günümüz koşullarına göre çeşitli düzenlemelerin yapılması gerektiği kaydedilmektedir307. Sömürge dönemine dayanan yaklaşımın mevcut zorlukları, eşitsizlikleri çözemeyeceği dile getirilmektedir.

İlk defa 2001 yılında Komisyon, yerli halkların şikayetleri karşısında ilgili devletlerin görüşünü istemiştir. Afrika Komisyonu’nun 2005 tarihli raporunda

(Report of the African Commission on Human and Peoples’ Rights Working Group of Experts on Indigenous Populations/Communities) Afrika’daki bazı topluluklar yerli haklar olarak kabul edilmiş ve haklarının korunması için yasal bir çerçeve

çizilmesi önerisinde bulunulmuştur308. 2008 tarihli bir raporda ise Afrika

Komisyonu’nun gündeminde azınlıklardan ziyade yerli halkların bulunduğu belirtilmiştir309. Kıtadaki yerli halkların uzun zamandır dışlandıklarına dikkat

çekilmektedir. Komisyon’un Çalışma Grubu’na göre haklardan ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanması gerekmektedir310.

Bölgesel düzeyde farklı konulara yönelik çeşitli metinler ve uygulamalar da yerli halka dair yaklaşımın anlaşılmasında kullanılmaktadır. Gözden Geçirilmiş

Afrika Doğa Sözleşmesi (Revised African Nature Convention) örnek verilmektedir.

Buradaki kimi ifadelerin yerli halklar için de kullanılabileceği kaydedilmektedir.

Yerel toplulukların geleneksel haklarına saygı duyulması gerektiği belirtilmektedir.

306 ibid, s.17, dipnot 53. 307 ibid, s.17. 308 ibid, s.13. 309 G. M. Wachira, 2008, s.9, dipnot 83. 310 W. V. Genugten, 2010, s. 41, dipnot 70. 108

Ancak ilgili kesimlerin onayı alındıktan sonra “yerli/yerel bilgilerine ‘indigenous knowledge’”311 başvurulabileceği ve ilgili kesime ekonomik geri dönüşüm sağlanabileceği belirtilmiştir. Afrika Bağımsız Değerlendirme Mekanizması (The

African Peer Review Mechanism) da başvurulan bir başka metindir. Özel olarak yerli

halka ilişkin bir bölümü bulunmamaktadır; fakat toplumun hassas kesimleri ile ilgili

olan bölümlerinin kullanılabileceği çeşitli kesimlerce kabul edilmiştir312.

Afrika Komisyonu Nihaî Önerileri’nde ilgili ülkelere yapılması gerekenler konusunda öneriler getirmektedir. Örneğin Ruanda’nın Komisyona sunduğu 8.

Raporu karşılığında hazırlanan Nihaî Bildirge’de Ruanda’nın Batwalılara yönelik

uyguladığı tek tipleştirme gibi politikaları endişe ile karşılaşıldığı belirtilmiştir. Öneri

olarak kamu kuruluşlarında istihdam sağlanması313 gibi çoğulcu bir toplum ihtiyacı dile getirilerek Batwalıların haklarının korunması için adımların atılması gerektiğine

dikkat çekilmiştir314.

Cezayir ise rapor incelemeleri sonucunda yerli halklara ilişkin bildirimde bulunmaya çağırmıştır315. Kamerun’un İkinci Raporu’na yönelik ise pigmeleri ve

311 F. Viljoen, “Chapter 4: Reflections on the Legal Protection of Indigenous Peoples’ Rights in Africa”, in Solomon A. Dersso (ed.), Perspectives on the Rights of Minorities and Indigenous Peoples in Africa, Pretoria, 2010, http://books.google.com.tr/books?id=1Jp0fvcHxUUC&pg=PA89&lpg=PA89&dq=Revised+Afri can+Nature+Convention+indigenous+people&source=bl&ots=xLH4x4LO3P&sig=gEUuRlgAEt Tqbp2TbHeXi99h70k&hl=tr&sa=X&ei=ayIMVJ3IGsPuyQP47YGQAQ&ved=0CCAQ6AEwA A#v=onepage&q=Revised%20African%20Nature%20Convention%20indigenous%20people&f =false, s.89, dipnot 66, 07 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 312 International Labour Organization, “Overview of the Report of the Research Project…”, 2013, s. 14. 313 K. Sing’Oei, Manual on the Promotion and Protection of the Rights of Indigenous Populations/Communities through the African Human Rights System, African Commission on Human and Peoples’ Rights & International Work Group for Indigenous Affairs, http://www.iwgia.org/iwgia_files_publications_files/0604_MANUAL_achpr_2012.pdf, 2012, s. 37, dipnot 30. 314 ibid, s.37. 315 ibid, s.36. 109

Mbororoları korumak ve topluma entegre etmek için önerilerde bulunmuştur. Bu gruplar azınlık olarak nitelendirilmiştir316.

d) İnsan Hakları Tanımı ve Uygulanan Politikalar

Sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra ABT gibi kıtanın önde gelen aktörleri insan hakları konusuyla bütünüyle ilgilenmemiş, kıtada birliğin sağlanması gibi konular gündemde yer almıştır. ABT yine de insan haklarına dair çalışmalarına kuruluş aşamasında başlamıştır. Uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören insan hakları kavramının Batı dünyası çıkışlı olması sebebiyle kıtaya uyum sağlaması için birtakım faaliyetlerde bulunulmuştur; dışarıdan gelen kavramlar ile yerel kavramlar arasında uyum sağlanması gerekmiştir317. Yaşama hakkı, mülk edinme hakkı, ifade

özgürlüğü gibi insan hakları unsurlarının sömürge dönemi öncesinde kıtada olduğu belirtilmekte318, toplum gibi kolektif unsurlara dayanan hayatta, grubun parçası olan bireyin de haklarının ve görevlerinin bulunduğu kaydedilmektedir319. Günümüz içeriğine ulaşmak için Batı dünyasından gelen öğelerle pekiştirildiği dile getirilmektedir. Aynı yaklaşım Banjul Şartı’nda da kullanılmıştır. Afrika kültüründen, gelenek ve göreneklerinden yararlanıldığı, birincil kaynak olarak kullanıldığı aynı zamanda uluslararası alanda geçerliliğinin olduğu belirtilmektedir320.

316 ibid, s. 36, dipnot 26. 317 O. Aginam, “Chapter 12: Legitimate Governance under the African Charter of Human and Peoples’ Rights”, in Edward Kofi Quashigah and Obiora Chinedu Okafor (eds.), Legtimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, The Hague, 1999, s. 347, dipnot 6. 318 ibid, s. 348, dipnot 7. 319 ibid, s. 349. 320 ibid, dipnot 14. 110

Komisyon’un 1995 tarihli 75/92 sayılı Katanga Halk Kongresi ve Zaire kararı

örnek olarak değerlendirilmektedir. Katanga’nın Zaire’den yani bugünkü

Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden self-determinasyona dayandırdığı ayrılma talebini Komisyon kabul etmemiştir. İnsan hakları ihlallerine ve Katangalıların yönetime katılmamalarına dair yeterince somut delil sunamadığı için ülkenin toprak bütünlüğünün ve sınırlarının dokunulmazlığının sorgulanmayacağını kaydetmiştir.

Yeterince delil sunulduğu zaman ise iç veya dış hangi self-determinasyon seçeneklerinin çalıştırılacağı belirsizdir.

e) Azınlıklar Tanımı ve Uygulanan Politikalar

Afrika’da azınlıklar gibi çeşitli unsurların farklılığının tanımasından ziyade kıta genelinde kullanılan anayasal söylemde bütünsellik görülmektedir321. Kıtada azınlık, yerli grup veya halk kavramları iç içe geçebildiği gibi birbirlerinin yerine de kullanılabilmektedir. İnsan hakları çerçevesinde azınlık, yerli halk ve halk arasında keskin bir ayrım yapılmamaktadır322. Bu kavramlar arasındaki farkın sağlıklı bir

şekilde belirtilmediği için sorun yaşandığı söylenilmektedir323. Yerli halkın dil ve etnik azınlıklar grubuna girdiği ifade edilmektedir324. Örneğin Nijerya’daki yerli halkların resmî olarak tanınmaması sebebiyle kendilerini azınlık olarak nitelendirdikleri kaydedilmektedir325.

Kavramda bütünselliğin olmaması azınlık haklarının tartışmalı yapısı ile de ilgilidir. Hakların kültür gibi çeşitli alanlarda özerkliğin verilmesi için talep edilmesi

321 L-A. Thio, 2003, s.450, dipnot 258. 322 ibid, s.447 323 ibid. 324 G. M. Wachira, 2008, s.9. 325 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…”, 2013, s.21. 111 ve çoğu zaman self-determinasyon ile ilişkilendirilmesi salt Afrika’da değil uluslararası alanda haklara ilişkin sorunlu bir alandır.

f) Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Tanınması

Ulusal kurtuluş hareketleri-sömürge ilişkisi beraberinde self-determinasyonun

çalıştırılmasını getirdiği için önemlidir. Yukarıda da belirtildiği üzere uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören anlayışa göre ulusal kurtuluş hareketlerinin yani sömürge yönetimine karşı mücadelede eden hareketlerin self-determinasyon hakkı bulunmaktadır. Bu bağlamda Afrika’da çok örnek gösterilebilir. Çeşitli ulusal kurtuluş hareketleri bağımsızlık için Afrika’da sömürge yönetimleriyle çatışmıştır.

Gine, Gana, Nijerya ve Gambiya gibi kuvvet kullanmadan da bağımsızlığını elde eden devletler olmuştur.

Avrupalı sömürge yönetimi altında yaşayan halk ve bu halkın oluşturduğu ulusal kurtuluş örgütü yönetimdeki unsurlardan dil, din, ırk konularında ayrılmaktadır. Sömürge yönetiminin sona ermesi ile ulusal kurtuluş hareketleri bağımsız bir devlete kavuşmuşlardır. Bu devletlerin bazısında kendilerini ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlayan çeşitli yapılanmalar türemiştir. Bu durum “post- modern kabilecilik” olarak adlandırılmaktadır326. Tezin ileriki bölümlerinde incelenecek olan Katanga ve Biafra örnek olarak verilebilir. Katanga ve Biafra ayrılıkçı hareketleri taleplerini evrensel ve bölgesel self-determinasyon ilkesine dayandırabilselerdi ulusal kurtuluş hareketleri olarak adlandırılabilirlerdi.

326 J. Castellino, International Law and Self-Determination: The Interplay of the Politics of Territorial Possession with Formulations of Post-Colonial National Identity, The Hague, 2000, s.54, dipnot 49. Castellino, Franck’in “post-modern tribalism” ifadesine yer vermiştir. Detaylı bilgi için bkz.:“Post-Modern Tribalism and the Right to Secession”, in Catherine Brölmann, René Lefeber, and Marjoleine Zieck (eds.), Peoples and Minorities in International Law, Dordrecht, Boston, London: Martinus Nijhoff Publishers, 1993, s.3. 112

IV. Afrika’da Self-Determinasyon İlkesini Değiştirme Talebi

Afrika’da self-determinasyonun ilkesin değişmesi için hem hukuki hem de siyasi gerekçeler öne sürülmektedir. Ayrıca bölgesel ve uluslararası konjonktür de değişim taleplerinin dile getirilmesinde etkili olmuştur.

Sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra self-determinasyonun değişmesine yönelik talepler ortaya çıkmaya başlamış, Soğuk Savaş sonrası dönemde de giderek artmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ırk ayrımcılığı rejiminin sona ermesi,

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması, ABD ve SSCB’nin

Afrika’daki müttefiklerine yardımlarını kesmesi, bazı otoriter ve baskıcı rejimlerdeki siyasi ve ekonomik açılımlar gibi kimi gelişmelerden sonra talepler sıklıkla dile getirilmiştir. “Etnik ve siyasi konulara ilişkin tartışma” farklı yaklaşımlarla değerlendirilmiştir327.

Bu değişim talebi self-determinasyonun dış ve iç boyutları arasında bağlantının kurulmasıyla alakalıdır. Başka bir deyişle iç self-determinasyon seçenekleri ile çözülebilecek konular dış self-determinasyonun kapsamına sokulmaya

çalışılmakta ve değişim hedeflenmektedir.

Sömürge sonrası/sömürgeciliğin tasfiyesi self-determinasyonun değişmesini isteyenler uluslararası hukukta genel kabul gören düzenlemeye ve Afrika’daki temel siyasi ve politik anlayışa karşı çıkmaktadır. Bu talepler bazı aykırı self- determinasyon örneklerine gerekçelendirme yapmaktadır. Örneğin Marc Weller,

Afrika’daki bazı self-determinasyon örneklerinin sömürge düzeni sonrası self-

327 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 15, No. 4, 2004, s. 836. 113 determinasyon ilkesi ile çatıştığını kaydetmekte; örnek olarak Eritre, Güney Sudan ve Komorlar’ı328 vermektedir.

1) Afrika’da Self-Determinasyonun Ayrılığı Dışlaması

Afrika’da sömürgeciliğin bitmesinden ve ülkelerin bağımsızlığını kazanmasından sonra self-determinasyonu algılarken, tanıtırken ve kullanırken ayrılarak yeni bir devlet kurma seçeneğinin genellikle engellendiği görülmektedir.

ABT/AfB’nin yanı sıra devletlerin faaliyetlerine de değinilecektir.

ABT’nin self-determinasyon politikaları önemli iki prensibine göre

şekillenmiştir: toprak bütünlüğünün ve sınırların korunması. Bu bağlamda örgütün ayrılma karşıtı yapısı öne çıkmaktadır. Kimi yazarlara göre ABT’nin toprak bütünlüğüne dair koyduğu kurallar diğer uluslararası örgütlere göre daha katıdır329.

Başka bir deyişle “sömürge sonrası devlet, etnik vatandaşlarının etnik self- determinasyon taleplerinde bulunmasına karşıdır”330. Bu karşı duruşun altında yatan en büyük nedenler olarak kaynakların kullanımı ve bağımsızlıkla gelen siyasi yapının gücünü elinde tutmak istemesi gösterilebilir331.

Aynı zamanda ayrılık hakkının genişletilmesiyle kıtada parçalanmaya gidileceği; yeni ve küçük devletlerin kurulacağı endişesi de hakimdir. Başka bir deyişle Balkanlaşma etkisi yaratacağı kimi yazarlar tarafından belirtilmektedir332.

328 M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 114. 329 P. Englebert and R. Hummel, 2005, s.412, dipnot 32. 330 R. C. Njoku, 2010, s. 341. 331 ibid. 332 C. Tomuschat, “Self-Determination in a Post-Colonial World”, in ChristianTomuschat (ed), Modern Law of Self-Determination, Dordrecht, 1993, s.16, dipnot 40. 114

Dönem dönem self-determinasyon talebinde bulunan hareketler gündeme gelmektedir.

Afrika’daki ayrılıkçı hareketler uluslararası toplumun desteğiyle de bağlantılı olarak farklı zamanlarda ortaya çıkmış, gündemdeki yerleri artmış veya azalmıştır.

Biafra’nın ayrılma teşebbüsünden 1990’lara kadar olan dönemde self-determinasyon hareketlerinin yavaşladığı ifade edilmektedir. 1990’ların sonlarına doğru ise uluslararası kesimin özellikle de Batı’nın yeniden toprak bütünlüğünü savunması ile ayrılıkçı hareketlerin gündemdeki yerleri azalmıştır333. 1990’lardaki hareketlenmenin dünyanın geri kalan kısmına oranla kıtada düşük kaldığı belirtilmektedir334.

Dekolonizasyon sürecini takip eden ayrılmalar ve Soğuk Savaş sonrasında yaşanan ayrılmalar kıtada self-determinasyonun değişme talebini gündemde tutmuştur. Toprak bütünlüğü anlayışının küresel çapta değiştiği öne sürülerek “yeni self-determinasyon” için gerekçe bulunmaya çalışılmıştır. Self-determinasyon talepleriyle, ayrılıktan çok idari yetki almak veya mevcut yetkileri arttırmak hedeflenmektedir335. Örneğin özerklik talebinde bulunan kesimin bu yönde hedef geliştirdiği ifade edilmektedir. Somaliland’in ayrılması ve Senegal’in Kazamans sorununun yeniden patlak vermesi örnek olarak gösterilmektedir336. Dönem dönem

çatışmalar devam etmektedir. Ayrıca Mali’de 1990-94 arası dönemde Tuareglerin ayrılık da dahil olmak üzere self-determinasyon taleplerini gündeme getirdikleri görülmektedir.

333 P. Englebert and R. Hummel, 2005, s.423. 334 ibid. 335 ibid, s.422. 336 ibid. 115

2) Afrika’da Self-Determinasyon Niye Değiştirilmek İstenmektedir?

Afrika’da self-determinasyon değişim talebi yapılırken çeşitli gerekçeler öne sürülmektedir. Kabilenin önemi; devlet, sömürge, sınırlar, halk kavramlarının farklı algılanması; kültürün yaşanamaması, insan haklarının ihlal edilmesi, kamuda ayrımcılık yapıldığı gibi gerekçelerle hak değiştirilmek istenmektedir.

Sömürge öncesi dönemde ortak kültür ve dil gibi etmenler toplumsal ve sosyal hayatta önemli idi. Merkezî idarî yapılanmanın çevresinde etnik bir gruplaşma bulunmakta; çevreye doğru genişlemesi karşısında farklı etnik grupların kimlikleri vurgulamakta idi337. Sömürge döneminde de kabile ve etnik kimlik etkisini arttırarak korumuştur. Etnik kimliklerin ve sınırların altı çizilmiş338 kurumsallaşmıştır339.

Bugün gelinen noktada ise sömürge yönetiminin etnik gruplar arasındaki ilişkiyi olumsuz etkilediği öne sürülüp etnik yapının taleplerine göre self-determinasyonun değişmesi için gerekçe aranmaktadır.

Sömürgeciliğin tasfiyesiyle birlikte kurulan siyasi ve toplumsal dengede etnik kimliğin daha da siyasallaştırıldığı, en fazla bu dönemde siyasi unsurların bünyesine katıldığı belirtilmektedir340. Sömürge öncesi dönemde etnik kesim mevcut idi; fakat sömürge dönemi ile birlikte güçlendirildi kimi zaman da baştan yaratılmıştır341.

Devletin kurulmasından sonra etnik kimliğe göre güç ve yetki dağılımının yapılmıştır. Örneğin siyasilerin hangi etnik grup ve kökenden geldiğine göre kaynak dağılımının sağlandığı ve buna da “etnik aritmetik” adı verildiği belirtilmektedir342.

337 V. Azarya, 2003, s. 10. 338 ibid. 339 ibid, s. 11. 340 ibid, s. 10. 341 ibid, s. 11. 342 ibid, s. 14. 116

Bağımsızlık mücadelesinde görülen bugün de devam eden siyasi rekabette etnik ve bölgesel güç yapılanmaları etkili olmuştur. Bu bağlamda, sömürge sonrası yapının

önemli sorunlarının arasında devletin meşruluğun olmaması ve ulusal birliğin sağlanamaması verilmektedir343.

Self-determinasyon ve sömürge gibi kavramların tartışmalı değerlendirmeleri de hakkı çalıştırmak için öne sürülmektedir. Kavramların üzerinde farklı yorumların yapılması hakkı değiştirmenin de gündeme gelmesine neden olmaktadır. Afrika

Komisyonu gibi kıta kurumları, self-determinasyon ile ilgili kavram karmaşası olduğunu vurgulamaktadır. Komisyon; Katanga ve Zaire kararında, Katanga Halk

Kongresi’nin self-determinasyona ve bağımsızlığına ilişkin taleplerini incelerken halk kavramının yanında self-determinasyon ilkesinin içeriğinin tartışmalı olduğunu kaydetmiştir344.

Self-determinasyonu değiştirme talebinde hakkın bu tartışmalı unsurundan yararlanmaktadır. Örneğin sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra bağımsızlığını yeni kazanan devletlerden bazıları bölgesel teamülde değişikliğe gitmek istemişlerdir.

Kabul edecekleri, bağlı olacakları hukuku ve kanunları kendileri seçmek istemiş fakat sonradan bazı devletlerin karşı çıkmasıyla bu yaklaşımdan vazgeçildiği kaydedilmektedir345. Belli bir konuda hukuka ya da yasaya bir devlet karşı çıkıyorsa ileriki dönemde başka konuya ilişkin olarak aynı devletin aynı kanunu kabul etmesi ihtimali gerekçe olarak gösterilmiştir346. Buradan değişim yanlılarının self-

343 A. G. Selassie, “Ethnic Federalism: Its Promise and Pitfalls for Africa”, Yale Journal of International Law, Vol. 48, No. 51, 2003, s. 52, dipnot 4. 344 P. Thornberry, Indigenous Peoples and Human Rights, Manchester, 2002, s.256. 345 H. Thirlway, “Chapter 4: The Sources of International Law”, in Malcolm D. Evans (ed.), International Law (3rd ed), Oxford, 2010, s.102. 346 ibid. 117 determinasyonun Batı çıkışlı kavram olmasını ve değişiklik yapılmadan kıtada kullanılmasını eleştirdiği yorumu yapılabilir. Halk ve sınır gibi self-determinasyonun kilit unsurlarının değiştirilmesi talebi bu tür söylemler için örnek olarak kullanılabilir. Self-determinasyonun kıtanın özelliklerine göre değişmesinin; gerekli değişikliklerin yapılması şartıyla (mutatis mutandis olarak) benimsenmesinin istendiği anlaşılmaktadır.

Değişim isteyen tarafların önemli hedeflerinden biri devlet olmuştur; çünkü devlet aleyhlerine siyasi, idari ve hukuki görev ve yetki dağılımı olarak yorumlanmaktadır. Sömürgeciliğin tasfiyesini kriter olarak değiştirmek isteyen kesim, genel olarak, sömürge öncesi dönem için devletin kıtaya yabancı347 bir kavram olduğu tezinden hareketle devlet kavramının Afrika’ya hâlâ yabancı olduğunu; kıtanın toplumsal, siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel gerçeklerine uymadığını kaydetmektedir.

Yeni devlette sömürge idaresinin korunması kalkınmada, siyasi temsil ve yetkide, kültürel halklarda ayrımcılık yapıldığı şikayetlerini beraberinde getirmiştir.

Belli bir etnik ya da kimlik grubunun çıkarlarının gözetildiği öne sürülmüş ve değişim hedeflenmiştir.

Mevcut uluslararası hukukta ve siyasette genelgeçer kabul gören ve uygulanan self-determinasyon ilkesinin devlet merkezli olduğu vurgulanmaktadır.

Böylelikle devletin yapısının Afrika toplumuna yabancı olmasından da hareketle self-determinasyona ilişkin kavramlar siyasileştirilerek hakkın değiştirilmesi amaçlanmaktadır. Afrika’daki mevcut self-determinasyon anlayışının halkların

347 A. B. Nsamenang, Human Development in Cultural Context: A Third World Perspective, California, 1992, s.116. 118 yerine devlet odaklı self-determinasyonu olduğu ve bunun değişmesi gerektiği kaydedilmektedir.

Farklı değerlendirilerek self-determinasyonun siyasi yönde değişimi için bir gerekçe olarak sunulan diğer öğe de sömürgedir. Siyasi gündeme sahip olan etnik gruplardan bazıları; uluslararası hukuktaki genelgeçer kabulüne ve kıtadaki algılanış ve uygulanış biçiminin aksine sömürgeyi aynı coğrafyalardaki başka bir ulusun, etnik kimliğin yönetimi altında olmak olarak yorumlamaktadır. Böylelikle self- determinasyon ilkesini ayrılma seçeneği bağlamında kullanarak bağımsızlıklarını kazanmak istemektedir. Afrika içinde sömürge yönetimlerinin olduğu tezi self- determinasyonun etnik odaklı tanımlanmasıyla ve uygulanmasıyla gerekçelendirilmektedir.

Self-determinasyon ilkesinin çok yakından bağlantılı olduğu sınırlar da değişim için kullanılmak istenmektedir. Sınırların devletler arasında ve bir devlet içerisindeki farklı unsurlar arasında problem yarattığına dikkat çekilmektedir.

Değişim için en fazla öne sürülen gerekçe; sınırların yapay olduğu, yabancı güçlerce ve kıta nüfusunun gerçeklerini ve ihtiyaçlarını dikkate almadan çizildiğidir. Ayrıca mevcut sınırların sömürge öncesi siyasi, idari ve etnik tabloyu yansıtmadığı da sıklıkla dile getirilmektedir. Söz konusu dönemde kıtada birliğin olduğu fakat sömürge yönetimlerinin çizdiği sınırlar ile bu birliğin bozulduğu belirtilmektedir348.

Özellikle sınırlar ve etnik yapılanmalar arasında uyumsuzluk olduğu ve buna göre değişim sağlanması gerektiği kaydedilmektedir.

348 S. Touval, “The Organization of African Unity and African Borders”, International Organization, Volume 21, Issue 01, December 1967, s. 102. 119

Kıta yapılanması da sınırların tekrarlayan bir biçimde soruna neden olduğunu kabul etmiştir349. Ayrıca bugüne kadar Afrika devletlerinin maruz kaldığı sorunların büyük kısmının sınırlarla ilgili olduğu belirtilmiştir350. Sınır sorunun sınırların iyi belirlenememesinden ve çizilememesinden kaynaklandığı fakat aynı zamanda sorunların sömürge öncesine dayanan etnik taleplerle bağlantılı olduğu kaydedilmiştir351. Öte yandan sınır ve etnik yapısı arasında uyum stratejilerinin yani sınırların etnik kimliğe göre çizilme girişimlerinin yapıldığı fakat büyük oranda başarısız olduğu savunulmaktadır352.

Afrika kıtasında kullanılan halk kavramının belirsiz içeriğe sahip olduğu tezi self-determinasyonun değişmesi taleplerinin ana unsurlarından sayılmaktadır. Afrika

Komisyonu da halk kavramının tanımında tartışmalı unsurlar olduğunu ifade etmiştir353. Uluslararası ilişkilerde ve uluslararası hukukta tartışmalı olan bu kavramın, mevcut dönemde ve mevcut tanımı üzerinde teamülden bahsetmek zordur.

Etnik gruplar, azınlıklar ve yerli halklar halk kavramına dahil edilmek istenmektedir.

Halk unsurunun tartışmalı kriterleriyle oynanarak self-determinasyona başvuru kriterleri genişletilmeye çalışılmaktadır.

Uluslararası siyasetteki birçok örnek gibi Afrika’da da self-determinasyonu ayrılık seçeneğiyle dile getiren ve değiştirmek isteyen hareketlerin kullandıkları gerekçeler arasında kültürlerini yaşayamamaları da gösterilmektedir. Örneğin Güney

Sudan, self-determinasyon talebinde etnik ve kültür gibi alanlarda ayrımcılığa ve

349 African Union Border Programme, “Delimitation and Demarcation of Boundaries in Africa…”, 2013, s.18. 350 ibid. 351 ibid. 352 A. Hughes, 2004, s. 833. 353 P. Thornberry, 2002, s.256. 120 asimilasyona uğramasını dillendirmiştir354. Kültürel hakların verilmemesi, asimilasyon ve dışlanma iddiaları karşısında kültürün yaşanmak istendiği gerekçesiyle ayrılma hakkının çalıştırabileceği355 öne sürülmektedir. Azınlık hakları, yerli halk hakları veya insan hakları kavramlarıyla ilişkilendirilip yerli halk gibi unsurların egemenliklerine sahip olarak kendi kültürlerini yaşayabilecekleri ifade edilmektedir356. Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Cape Nation bölgesi kültür ve dil bakımından ülkenin geri kalanından farklı olduklarını savunmaktadır. Cezayir’deki

Kabiliye ve Mali’deki Tuaregler de kültürlerini yaşayamadıklarını dile getirmektedir.

Kıta yapılanmasının kültürel haklara yönelik tutumu self-determinasyonda kullandığı çerçeveyle uyumludur; toprak bütünlüğü ve sınırların egemenliği benimsenecek her çözümde dikkate alınmalıdır. Yerli Halklara İlişkin Çalışma

Grubu kültürel ve dil haklarının tanınmasında Afrika’da sorun olduğunu kabul etmiştir357. Kültürel çeşitliliğin tanınmasının ayrılıkçı talepleri doğurabileceğinden endişe edilmiştir. Neden olarak da kabile yapısının ve etnik kimliğin üniter devlete tehdit oluşturması gösterilmiştir358.

İnsan hakları ihlalinin self-determinasyonu çalıştırması gerektiği görüşü salt

Afrika’da değil; dünyanın diğer coğrafyalarında da bulunmaktadır. Kıtadaki bazı sivil toplum kuruluşları ve etnik gruplar, insan hakları ihlallerinin self- determinasyonun uygulanmasıyla ortadan kalkabileceği görüşündedir. Kıtadaki self-

354 A. Heraclides, “Chapter 7: The Southern Sudan (1961-72)”, The Self-Determination of Minorities in International Politics, 1991, London, s. 117. 355 M. Seymour, Secession as a Remedial Right, http://www.tamilnet.com/img/publish/2011/10/SecessionasaRemedialRight.pdf, s.2. 356 S. Wiessner, “The Cultural Rights of Indigenous Peoples: Achievements and Continuing Challenges”, The European Journal of International Law, vol. 22, no.1, 2011, s. 140. 357 W. V. Genugten, 2010, s. 39. 358 ibid, dipnot 55. 121 determinasyon algılayışının ve teamülünün insan hakları kapsamında değişimi için

önemli veriler sunan örneklerden biri Katanga’dır. 1992’de Afrika Komisyonu’na başvurmuş; insan haklarının ihlal edildiği gibi çeşitli gerekçelerle Katanga’nın self- determinasyon hakkının ayrılık yönünde çalıştırmasını talep etmiştir. Komisyon aldığı karar ile insan hakları ihlallerinin bir ülkenin bütünlüğünü bozabilecek

çözümler gerektirebileceğini ima etmiştir. Katanga örneğinde ise insan hakları ihlallerine dair yeterince kanıt sunulmadığı için Zaire’nin toprak bütünlüğünün sorgulanamayacağını ifade etmiş359 ve ayrılık hedefine karşı çıkmıştır.

Self-determinasyonun talep edilmesinde bir başka sunulan gerekçe de etnik, dini veya siyasi alanlarda ayrımcılığa maruz kalınmasıdır. İstihdamda, kaynakların dağıtılmasında, siyasi temsilde ayrımcılığa maruz kalınmasının self-determinasyon talebini doğurduğu Güney Sudan ve Biafra gibi örneklerde görülmektedir. Kamuda ve idarede toplumun diğer kesimlerine göre belli bir grubun az oranda temsil edilmesi insan hakları ihlalleri gibi geniş kapsamlı konulara eklenerek siyasi self- determinasyon için gerekçe teşkil etmektedir. Güney Sudan’ın self-determinasyon gerekçelerinde önemli bir yeri dışlanma iddiaları oluşturmakta idi. Hartum’un kaynak politikalarında, temsilde Juba’ya yeteri oranda yer vermediği; hakkaniyete uygun davranmadığını öne sürmekte idi.

3) Afrika’da Genel Hatlarıyla Self-Determinasyon Talepleri

Afrika’daki sömürgeciliğin tasfiyesinden bu yana gerçekleşen self- determinasyon örnekleri incelendiğinde ayrılmanın yanında birleşme yönünde kararların da çıktığı ve referandumun kullanıldığı görülmektedir. Tezde ele alınan

359 P. Thornberry, 2002, s.256. 122

Batı Sahra, Güney Sudan, Eritre, Biafra ve Katanga’nın yanı sıra kıtada farklı etnik gruplar tarafından dile getirilen self-determinasyona dair farklı talepler mevcuttur.

Bağlı bulunduğu ülkeden ayrılan fakat sonra geri dönen örneklerin yanında federasyonu hedefleyen hareketler bulunmaktadır.

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere Soğuk Savaş sonrasında self- determinasyon sorunları devam etmektedir360. Afrika’da da bu tablo mevcuttur.

Kıtanın 29 ülkesinde361 self-determinasyona ilişkin talepler bulunmaktadır. Kimi kaynaklarda self-determinasyon isteyen etnik grupların sayısı 140 olarak belirtilmektedir362. 2000 yılına kadar Sahraaltı Afrika’daki 48 devletten onunun ayrılıkçı hareketlere maruz kaldığı fakat bu hareketlerin çoğunun kısa dönemli, düşük etkili ve başarısız olduğu belirtilmektedir363. 2001 rakamlarına göre kıtada en az 12 tane ayrılıkçı grup müzakerelerde veya çatışmalarda bulunmuştur364. Bazı

örneklerde silahlı çatışmalar devam etmektedir. Kongo’da Bakongo bölgesinde ve

Angola’nın Cabinda bölgesinde silahlı çatışmalar çıkmaktadır365.

Kimi kaynaklarda self-determinasyon ve ayrılıkçı hareketler olarak bazı bölgeler sıralanmıştır. Somaliland, Puntland, Zanzibar, Nijer Deltası (Biafra), Batı

Sahra, Kazamans, Cabinda, Ogaden, Ormia (Oromo Kurtuluş Cephesi), Tuareg

360 C. Kettley, J. Sullivan, J. Fyfe, Self-Determination Disputes and Complex Power Sharing Arrangements: A Background Paper for Debate, Workshop February 9 & 10 2001, Pembroke College, Cambridge University, s.15 361 Wikipedia’dan alınmıştır. Belgenin ya da sayıların resmî niteliği olmasa da Afrika’da self- determinasyonun kullanılmasının ve ayrlık hedeflerine ilişkin tutumu göstermesi açısından önem teşkil ettiği düşünülmektedir. 362 S. E. Ebai, “The Right To Self-Determination and the Anglophone Cameroon Situation”, The International Journal of Human Rights, Vol. 13, No. 5, December 2009, s.635, dipnot 41. 363 P. Englebert and R. Hummel, 2005, s.399. 364 B.Baker, “Separating the Sheep from the Goats among Africa’s Separatist Movements”, Terrorism and Political Violence, Vol. 13, No. 1, Spring 2001, s .66. 365 ibid, s .67, dipnot 1. 123

(Azawa), Komorlar, Darfur, Güney Kordofan, Mavi Nil, Abyei ve Mombasa366 örnek olarak verilmektedir. Çad-Nijer sınırındaki Touboular da özerklik talepleri ile

örneklendirilmektedir367.

Bu hareketlerin varlığı ve self-determinasyon için kullandıkları gerekçeler, bölgesel teamülün incelenmesinde önem teşkil etmektedir. Batı Sahra, Güney Sudan,

Biafra, Eritre ve Katanga örneklerinin her biri kıtadaki self-determinasyon algı ve politikasında farklı yönleri göz önüne sermektedir. Kıtada self-determinasyonu ayrılık hedefiyle çalıştırmak isteyen başka hareketler de olmuştur; fakat hedeflerinde başarıya ulaşamamış ve self-determinasyon-ayrılık ilişkisindeki rolleri sınırlı kalmıştır. Anjuan Adası kısa süreliğine Komorlar’dan ayrılmıştır. Mali’de de

Tuaregler bağımsızlıklarını kısa süreliğine ilan etmiştir. Komorlar’daki Mayotte ise

Fransa’ya bağlı olmayı istemiştir.

Bugünkü ismiyle Komorlar Birliği Afrika’da self-determinasyonla ilgili

önemli veriler sunmaktadır. Anjuan’ın self-determinasyon sürecinde farklı aşamalardan geçilmiş; bağımsızlığın ilan edilmesi, savaşın çıkması ve özerkliğin uygulanması gibi gelişmeler yaşanmıştır. Anjuan’ın dışında diğer adalar da dönem dönem self-determinasyon, ayrılık talebinde bulunmuştur. Bağımsızlık girişimleri merkezî hükümet ve uluslararası kesim tarafından kabul edilmemiştir. Mayotte ise farklı hedeflere sahip olmuştur.

1974 referandumunda Fransa’dan bağımsızlığın kazanılması yönünde oy kullanmıştır. 1975’te Komorlar bağımsızlığını ilan etmiştir. Mayotte’de ise çoğunluk bağımsızlığa karşı çıkmış; 1976’da düzenlenen referandum ile Fransa’ya bağlı

366 R. Bereketeab, “Self-Determination and Secession: A 21st Century Challenge to the Post- Colonial in Africa”, Policy Notes, November 2012, Issue 5, s. 2. 367 B. Baker, 2001, s .68. 124 olmayı seçmiştir. Ekonomik sorunlar, adalar arasındaki rekabet ayrılık taleplerinin sıklıkla dile getirilmesine neden olmuştur368. Örneğin 1997’ye gelindiğinde self- determinasyon talebi gündemi oluşturmuştur. Anjuan ve Mohéli adaları bağımsızlıklarını ilan etmiş; neticesinde Komorlar Federal İslami Cumhuriyeti dağılmış 2002’de ise Komorlar Birliği kurulmuştur. Yeni anayasa ve adalara daha fazla özerklik verilmesi masaya yatırılmıştır. Anjuan’ın talepleri arasında Fransa ile birleşme, bağımsız bir devletin yetkilerini içeren özerk yönetim bulunmuştur.

2007’de Anjuan bağımsızlığını ilan etmiştir. Anjuan ve Komorlar arasındaki talepleri ordunun ve AfB’nin müdahalesine neden olmuştur. Örgüt, Demokrasi Operasyonu

(Operation Democracy) adı altında operasyon düzenlemiştir. Anjuan yeniden

Komorlar’a bağlanmıştır.

Mali’nin kuzeyindeki Azavad bölgesi 2012’de bağımsızlığını ilan etmiştir.

Afrika ve uluslararası kesimden ise tanıma gelmemiştir369. Zaman zaman da ekonomik ve siyasi federasyon talebinde bulunulmaktadır. Çoğunlukla Müslüman olan Tuaregler, Berberi etnik Berberi kökenine sahiptir. Bölgeler arası eşitsizlik dile getirdikleri başlıca şikayetlerdendir. Başkent güneyde, Tuaregler ise ülkenin kuzeyinde bulunmaktadır.

Başka ülkeyle birleşme seçeneği de kıtada rastlanan self-determinasyon

örneklerinden olup Komorlar Birliği’nden gelmiştir. 2009’da Mayotte Adası’nda referandum yapılmış ve 2011’de Fransa’nın bir parçası haline gelmiştir. Komorlar ise

368 F.Ben Mohadji, “Comoros (Union of the Comoros)”, Handbook of Federal Countries, The Forum of Federations, http://www.forumfed.org/libdocs/FedCountries/FC-Comoros.pdf, 2005, s.124, 05 Şubat 2013 tarihinde erişilmiştir. 369 “Tuaregs Claim ‘Indenpendence’ From Mali”, Al-Jazeera, http://www.aljazeera.com/news/africa/2012/04/20124644412359539.html, 06 April 2012, 13 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 125

ülkeyi kendi toprak parçası olarak saymaktadır. AfB, Fransa’nın Mayotte’deki varlığını yasadışı olarak nitelendirmektedir.

Kimi bağımsızlık hedefini güderken kimileri de bağlı bulundukları ülke sınırları içerisinde kalıp özerklik gibi taleplerde bulunmaktadır. Bu hareketlerin bir kısmı tarih boyunca silahlı mücadeleyi benimsemiştir. Bazı hareketler bağımsızlıklarını ilan etmiş fakat sonradan uluslararası kesim tarafından tanınmama gibi çeşitli nedenlerden ötürü bağlı oldukları ülkenin sınırlarına dahil olmuştur.

Kıtadaki ayrılıkçı hareketlerin birden fazla hedefe sahip olabildiği ya da hareketin içerisindeki yapılanmaların siyaset değişikliğine gidebileceği kaydedilmektedir370.

Değişim nedenleri olarak savaş veya finans özellikleri gösterilmektedir371. Etnik kimliğin yanında bölgesel kimlik de ayrılıkçı hareketlerin temelini oluşturmaktadır372.

Zambiya’daki Barotseland bölgesi373 ayrılma taraftarıdır. Ayrılık, özerklik gibi hedeflerin yanında insan hakları gibi araçlara başvurarak da self-determinasyon sürecini devam ettirmeye çalışmaktadır. Batı Eyaleti sınırları içerisinde bulunan ve

Barotseland olarak adlandırılan bölgede 38 ayrı etnik grup bulunmaktadır. 1964 tarihli Barotseland Andlaşması ile Kuzey Rodezya yani Zambiya İngiltere’den bağımsızlığını kazanmış Barotseland’in de kontrolü İngiltere’den Zambiya’ya geçmiştir. Bölgeye özerklik verilmiştir. İngiltere sömürge döneminde Barotseland göreceli özerkliğe sahip idi. Zambiya hükümetinin ise sonradan Barotseland’i kendine bağlayarak tek taraflı olarak andlaşmayı feshettiği ve bu bağlamda bölgenin

370 B. Baker, 2001, s .66. 371 ibid. 372 ibid. 373 Zambiya’da İngilizce adıyla province olarak 10 eyalet, 73 ilçe (district) ve 72 ayrı etnik grup bulunmaktadır. 126 bağımsızlık hakkının olduğu iddia edilmiştir, özerklik talebinde bulunmuştur374.

Özerk yapının değişmesi ve bölgenin merkezî yönetimce geliştirilmemesi ayrılık gibi talepler için gerekçe teşkil etmiştir. 2012’de Barotse’deki siyasi oluşum Zambiya’nın

1964 Andlaşması’nın feshetmesini kabul etmiştir. 2013’de ise önemli gelişmelerden biri yaşanmıştır. Bölgedeki insan hakları ihlallerini araştırması için Afrika

Komisyonu’na başvurmuştur.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti önemli örnekler arasındadır. Tezdeki ana inceleme konularından biri olan Katanga’nın yanında ülke sınırları içerisinde başka etnik gruplar da self-determinasyon taleplerinde bulunmaya devam etmektedir. Bas

Kongo’nun iddiasının yanında Kwili, Kivu ve Bukavu bölgelerindeki hareketler de

örnek olarak verilmektedir. Katanga’da da çeşitli hareketlenmeler olduğu unutulmamalıdır. Bas Kongo’dan bağımsızlığın kazanılması hedeflenmektedir.

Berlin Konferansı ile çizilen sınırlar sorgulanmaktadır. Bas Kongo’daki hareketlenme federal sistem de hedeflemektedir375.

Bir diğer örnek de Namibya’nın Caprivi bölgesidir. Caprivi Afrika Ulusal

Birliği kurmak istenmektedir. Namibya’dan ayrılmak için gerekçe olarak tarihin, coğrafyanın, kültürün ve geleneklerin ülkenin geri kalanından farklı olması gösterilmiştir.

Bir başka ilgi çekici örnek de Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. Afrika’nın bu güçlü devletinde de farklı kesimler self-determinasyon talebinde bulunmaktadır.

Örneğin azınlıktaki bazı Afrikaner unsurlar ayrı devlet kurma hedefine sahiptir. Cape

374 Unrepresented Nations and Peoples Organization,“Barotseland”, http://unpo.org/members/16714, 27 March 2014, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 375 “14 Apr 2008: ISS Today: The Democratic Republic of Congo Government Bans Bundu dia Kongo”, ISS Africa, http://www.issafrica.org/topics/corruption-and-governance/14-apr-2008- iss-today-the-democratic-republic-of-congo-government-bans-bundu-dia-kongo, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 127

Town’da bulunan Thembular, Thembuland’i kurmak istemektedir. Üçüncü olarak

Cape Nation adıyla ayrı bir siyasi ve idari yapılanmayı talep eden yapılanma bulunmaktadır. Kültür ve dil bakımından ülkenin geri kalanından farklı olduğunu savunmaktadır. Ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti Anayasası’na da başvurarak self- determinasyon talepleri için zemin hazırlamaktadır. Ortak dil ve kültürel mirasa sahip olanların self-determinasyon hakkı olduğu anayasada belirtilmektedir376.

Zimbabve’deki Matabeleland de self-determinasyonu hedeflemektedir.

Mthwakazi Kurtuluş Cephesi, Ndebele Devleti’ni Matabeleland’de ve Midlands bölgelerinde kurmak istemektedir. Self-determinasyonun ayrılık seçeneğiyle kullanılmasına yönelik başlıca gerekçelerden biri Harare yönetiminin dışlayıcı politikalarıdır377.

Tanzanya’nın yarı özerk bölgesi Zanzibar daha fazla özerklik talebi ile gelmekte, daha fazla yetkiye sahip olmak istemektedir. Kimi zaman da ayrılık seçeneği dile getirilmektedir. Ayrılmak için referandumun düzenlenmesini talep etmektedir. Adadaki nüfusun çoğunluğu Müslüman’dır.

Kanarya Adaları’nın İspanya’dan bağımsızlığını istemesi de örnek olarak verilebilir. Etiyopya’daki Ogaden’in de benzer talepleri bulunmaktadır. Somali etnik kökenine sahip kesim self-determinasyon hakkını çalıştırmayı istemektedir.

Kimi hareketler ise self-determinasyon taleplerini farklı yönde dile getirmeye devam etmektedir. İlke; önceden de bahsedildiği üzere içeriğinin geniş ve yoruma

376 Chapter 14 Provision: 235, Constitution of the Republic of South Africa (1996), http://www.gov.za/documents/constitution/1996/96cons14.htm#235, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 377 “Matabeleland Secession: Who Will Benefit?”, The Standard, http://www.thestandard.co.zw/2011/03/13/matabeleland-secession-who-will-benefit/, 13 March 2011, 15 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 128 açık olmasından hareketle değişik seçenekleri talep etmek için kullanılmaktadır.

Örneğin federasyonun yeniden tanımlanarak uygulanması, özerkliğin verilmesi,

özerkliğin içeriğinin genişletilmesi, farklı etnik gruplara uygulanan siyasi ve ekonomik ayrımcılığa son verilmesi, kültürel hakların verilmesi ve farklı kültürlerin varlığının tanınması, insan hakları ihlallerine sona verilmesi gibi talepler self- determinasyon başlığı altına alınmıştır. Böylelikle hem ilgili toplumun hem de yönetimin karşısına bir çözüm olarak sunulmuştur.

Uganda’daki Buganda Hareketi, örneğin federasyon ve kaynaklar üzerinde yetki talebinde bulunmaktadır. Cezayir’deki Kabiliye bölgesi ve Komorlar’daki

Anjuan da kaynaklar üzerinde denetim ve kontrole sahip olmak istemektedir.

Self-determinasyon adı altında kimliğin, kültürel-sivil halkların tanınması talebinde bulunan kesimler de mevcuttur. Kabiliye bölgesi halkı Cezayir tarafından kültürlerinin tanınmadığı ve ülke genelinde temel-sivil halklarının verilmediğini öne sürmektedir. Referandum seçeneğini kullanarak self-determinasyonun uygulanmasını istemektedir. Öte yandan Cezayir ise sınırları içerisindeki farklı öğeleri, etnik grupları anayasasında tanımaktadır. İslam ve Arap kültürlerinin yanında Berberilerin gelenek ve göreneklerini Cezayir kültürünün bir parçası olarak değerlendirmektedir378. Mali’deki Tuaregler de kültürel hakların verilmesini talep etmektedir. Angola’daki Cabinda Hareketi ve Namibya’daki Caprivi Hareketi

ülkelerin genelinden ayrı bir kültürel yapıya sahip olduğu savunulmaktadır.

Afrika’da self-determinasyonu sömürge öncesi döneme dönmek için talep eden kesimler de mevcuttur. Uganda’daki Buganda Hareketi, Uganda’nın bağımsızlık öncesi hedeflerinin yeniden gündeme alınmasını istemektedir. 1961-62

378 L.-A. Thio, s.451, dipnot 261. 129

Andlaşmaları’nın değerlendirilmeye alınması talep edilmektedir. Ekvator

Ginesi’ndeki Bioko Hareketi de sömürge öncesi dönemdeki uygulamalarının yeniden hayata geçirilmesini talep etmektedir. Angola’daki Cabinda Hareketi sömürge öncesi dönemi düzene dönmek talep edilmektedir. Cabinda, bu bağlamda, 1885

Simulambuco Andlaşması’nın uygulanmasını istemektedir.

Özerklik talebinde bulunanlar self-determinasyon gündem ve politikalarının bir başka önemli örneğidir. Etiyopya’daki Ogaden Hareketi, özerlik istemektedir.

Etiyopya Anayasası’nda yapılan değişikliğe göre Ogaden, özerk yapısını kaybetmiştir, artık bölge statüsündedir. Ekvator Ginesi’ndeki Bioko Hareketi Bubi bölgesinde özerklik istemektedir. Cezayir’deki Kabiliye de kimliklerinin tanınmaması ve kaynakların üzerinde hakka sahip olmamaları gibi gerekçelerle

özerklik talebinde bulunmaktadır.

Toprak talep edilmesi de self-determinasyon başlığı altına alınmaktadır.

Ruanda’daki Batwalar kendilerinden alınan toprakların geri verilmesini ve bu topraklarda yaşamayı istemektedirler. Mali’deki Tuareglerin de benzer talepleri bulunmaktadır.

Kültürün yanında coğrafya olarak da ayrı bir yapılanma olunması self- determinasyon için gerekçe olarak kullanılmaktadır. Angola’daki Cabinda bölgesi bu bağlamda örnek olarak verilebilir. Cabinda’nın Angola’nın diğer siyasi ve idari birimleriyle kıyaslandığında farklı bir coğrafyaya sahip olduğu ve bu yüzden self- determinasyon talebinde bulunduğu belirtilmektedir.

Siyasi temsil hedefleyen kimi yapılanmalar da self-determinasyona başvurarak amaçlarını ulaşmayı hedeflemektedir. Ruanda’daki Batwaların ve 130

Cezayir’deki kabilenin self-determinasyon başlığı altında dile getirdikleri talepleri arasında siyasi temsil de bulunmaktadır.

Siyasi, ekonomik ve eğitim gibi ayrıcalıklara son verilmesi; dışlanmaya son verilmesi talepleri self-determinasyona başvurarak talep edilmektedir. Senegal’deki daha çok Katoliklerin ve animist Dolaların bulunduğu Kazamans bölgesi kaynaklardan daha fazla yararlanmak istemektedir. Kimi kaynaklarda self- determinasyon taleplerinin azaldığı belirtilmektedir. Kazamans Demokratik Güçler

Hareketi’nin (The Movement of Democratic Forces of Casamance) 2012 seçimlerine siyasi parti olarak katılmasının bunu gösterdiği dile getirilmektedir379. Ruanda’da bulunan Batwalar, Kenya’nın Mombasa bölgesi ve Namibya’daki Capri Hareketi de ayrıcalıklara son verilmesini talep etmektedir. Angola’nın Cabinda’sı da petrol gelirlerinden daha fazla pay almak istemektedir. Uganda’nın Buganda bölgesi, öte yandan, kalkınma politikalarını kendi önceliklerine göre belirlenmesini istemektedir380.

Organization of Emerging States adlı yapılanma da self-determinasyon hareketlerinin bir araya gelme girişimine örnek olarak verilebilir381. Tezde incelenen

örnekler de dahil olmak üzere çeşitli siyasi hareketler kuruluşa üyedir ve self- determinasyonu hedeflemektedir. Siyasi gerekçeler kullanılmakta; başka bir deyişle self-determinasyon talebi, hakkın siyasileştirilmesinde yatmaktadır. Örneğin sınır olgusunun ve devlet kavramının mevcut haliyle siyasi, idari ve hukuki gerçekleri

379 T. McNamee, “Secession and Self-Determination after South Sudan: The First Track in Africa’s Map?”, Brenhurts Discussion Paper 2012/01, Johannesburg, s.17. 380 “Makubuya: Buganda To Reinforce Aspirations For ‘Self-Determination’”, Chimpreports, http://chimpreports.com/6909-makubuya-buganda-to-reinforce-aspirations-for-self- determination/, 12 November 2012, 07 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir. 381 “Home”, Organization of Emerging African States, http://oeas.info/, 10 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir.

131 yansıtmadığı ve değişmesi gerektiği öne sürülmektedir. Sınırlar sömürge öncesi döneme vurgu yapılarak sorgulanmaktadır. Devletin de kıtaya yabancı olduğu ve sorgulanıp değişmesinde bir sakınca olmadığı savunulmaktadır.

4) Afrika’da Siyasi ve Hukuki Yapılanmanın Değişim Taleplerine

Cevabı

a) Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu ve Faaliyetleri

Komisyon’un yetkileri, ele aldığı olaylar ve bunları ele alışı ve self- determinasyona yönelik ifadeleri bölgesel örf ve adet hukuku için önem teşkil etmektedir. İnsan hakları ve bunla ilişkilendirilebilecek yerli halklar gibi konularda

çeşitli faaliyetler yürütmektedir. Devletlerle ve sivil toplum kuruluşları ile irtibat içerisinde bulunmaktadır. Böylelikle self-determinasyon ve insan haklarına ilişkin kapsamlı yaklaşıma sahip olduğu ve Komisyon’un tutumunun veri olarak kabul edilebileceği düşünülmektedir. Örneğin bazı yerli halkların Afrika Komisyonu’nda gözlemci statüsüne sahip olmaları, görüşlerini dile getirebilmeleri teamülün anlaşılmasında, oluşmasında ve değişmesinde önemli olabilir. Bu hem Komisyon’da hem de yerli halkların bulunduğu ülkede tutum değişikliğine gidilmesi olasılığını arttırmaktadır. Alınan kararlarla veya hazırlanan raporlarla yerli halkların haklarına ilişkin düşünme ve üretme faaliyeti içerisinde olunduğu görülmektedir.

Komisyon, self-determinasyona ilişkin önemli adımlar atabilmektedir.

Örneğin, self-determinasyonu talep etmek ve çalıştırmak için sömürgeciliğin tasfiyesinin yanında bir başka koşulun-baskı altında yaşamanın- da kullanılabileceği

Afrika Tüzüğü’nde ifade edilmiştir. İlkeyi çalıştıracak koşullar düşünüldüğünde ek unsurun varlığının kabul edilmesi ile bölgesel örf ve adet hukukunun değişikliğine 132 yönelik adım atıldığı düşünülebilir. Öte yandan baskı altında kalan halkların self- determinasyona başvurabilmesi için çeşitli şartlar da öne sürmüştür. Bu koşullar sağlansa dahi taraflara ayrılıktan ziyade özerklik gibi self-determinasyon araçları ile uzlaşmaya gitme çağrılarında bulunmuştur. Kıtanın iki önemli prensibi olan toprak bütünlüğünün ve sınırların korunmasının self-determinasyon konularında çerçeve teşkil ettiğini hatırlatmıştır. Aynı zamanda otonomi resmî olarak self-determinasyon seçeneklerine dahil edilmiş, bahse konu seçenekler sıralanmıştır: bağımsızlık, öz yönetim/kendi kendine yönetim (self-government), yerel yönetim (local government), federalizm, konfederalizm, üniterizm, egemenlik ve toprak bütünlüğüne uyulması

şartıyla halkın isteklerine uygun bir çözüm382.

Komisyona, bazı sorunları değerlendirmesi ve neticesinde karar alması için başvurularda bulunulmaktadır. Komisyon, insan ve halklar haklarına ilişkin görev tanımını ise iki temele dayandırmaktadır: hakların uygulanmasının teşvik edilmesi ve hak ihlallerine değinilmesi. Hakların teşvik edilmesi kısmında halka açık toplantılar, hükümet raporları ve konu odaklı mekanizmalar veri olarak alınırken insan hakları ihlallerinde ise bireylerden ve kurumlardan gelen bildirimler kullanılmaktadır.

Ülkeye ve konuya göre çözümler üretilmekte, çalışma grupları oluşturulmakta ve

ülkelere ziyaretler düzenlemektedir.

Afrika Komisyonu’na yapılan başvuruların, kimlerin ve nasıl başvuracağının da teamül açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bireyler, sivil toplum kuruluşları ve Tüzük’e taraf devletler Afrika Komisyonu’na insan hakları ihlali yaşanması durumunda başvurabilmektedir. Çeşitli kesimlerin başvurma olanağının

382 P. Thornberry, 2002, s.256. 133 bulunması insan haklarının kıta genelinde uygulanmasına ve ihlallerin giderilmesine

önem verilmesi olarak anlaşılmaktadır.

Komisyon ve self-determinasyon teamülü ilişkisinde bir başka ele alınması gereken nokta Komisyon’un yetkisi ve yaptırım gücüdür. Komisyon, kendisine gelen

şikayetlere daha çok önerilerle cevap vermektedir. Önerilerin bağlayıcılığı ya da

Komisyon’un uygulama yaptırımı bulunmamaktadır.

Self-determinasyona ilişkin teamül incelenmesinde devletlerin açık veya kapalı iradelerini yansıtması açısından Komisyon’un çalışma yöntemi de önemli veriler sunmaktadır. Hükümetlerin Tüzük’te belirtilen maddelere ne kadar uyduğu

önemlidir; politikaları ve faaliyetleri incelenmektedir383. Nijerya’nın Komisyon’un yetkisine karşı geldiği örnekleri mevcuttur. Sivil Özgürlükler Kurumu (Civil

Liberties Organisation) ve Nijerya Davası’na ilişkin olarak Komisyon, Abuja’nın insan hakları ihlallerinde bulunduğunu ifade etmiş; karşılığında ise Nijerya,

Komisyon’un böyle bir gücünün olmadığını savunmuştur. Abuja, tüzüğün uygulanmasını askıya almıştır.

b) Afrika İnsan ve Halkların Hakları Mahkemesi ve Faaliyetleri

Self-determinasyon teamülü için değerlendirmede bulunulabilecek bir diğer kurum da Afrika İnsan ve Halkların Hakları Mahkemesi’dir (African Court on

Human and People’s Rights). Yetki alanı insan ve halkların haklarını kapsamaktadır.

Afrika Mahkemesi’nin insan hakları ihlallerine ilişkin aldığı kararlar nihaîdir ve bağlayıcıdır.

383 K. Sing’Oei, 2012, s. 30. 134

Yerli halklar örneğinde görüldüğü üzere çeşitli unsurlar Mahkeme’ye başvuru yapılabilmektedir. 24 ülke Mahkeme’nin protokolüne taraftır. Afrika İnsan ve

Halkların Hakları Mahkemesi Protokolü’ne taraf devletlerin yargılamada bulunabilmesi için Mahkeme’ye yetki vermesi gerekmektedir. AfB ülkelerinin sivil toplum kuruluşlarının veya bireylerin Mahkeme’ye başvurabilmeleri için de yetki vermeleri gerekmektedir. 2008 yılı verilerine göre sadece Burkina Faso ve Mali bu yetkiyi vermiştir384. Öte yandan Afrika Komisyonu da Mahkeme’yi görevlendirebilmektedir. Komisyon’un nihaî kararına ilgili devletler uymuyorsa

Mahkeme’yi göreve çağırabilmektedir385. 2013 yılı Kenya kararı Afrika Mahkemesi ve Afrika Komisyonu açısından örnek olarak verilebilir. Kenya’nın yerli halklarından olan Ogiek topluluğu ormanın, doğal alanın korunması gerekçesiyle bulundukları bölgeden ayrılmaya zorlanmıştır. Konu ilk önce Afrika Komisyonu’na sonrasında da Afrika Mahkemesi’ne taşınmıştır. Mahkeme bir karar verinceye kadar bölgenin boşaltılmasının durdurulması kararını vermiştir.

V) Afrika’da Yeni Self-Determinasyon Teamülü Olasılığı

1) Afrika’da Self-Determinasyon Teamülüne ilişkin Değişim İşaretleri

Self-determinasyon teamülüne ilişkin değişim incelenirken ilkenin öğelerinde herhangi bir değişikliğe gidilip gidilmediği de önem teşkil etmektedir. Öğelerin algılanmasında veya uygulanmasındaki değişikliğin teamüle yansıyacağı düşünülmektedir.

384 G. M.Wachira, 2008, s.2. 385 K .Sing’Oei, 2012, s. 69. 135

a) Sınırın Algılanışı

Kıtadaki farklı siyasi dönemler içerisinde sınırların değişmesi ele alınan ilk göstergedir. Sömürge öncesindeki krallıkların, imparatorlukların ve devletlerin gücüne göre sınırları değişebilmiştir. Bu siyasi ve idari yapılanmaların kendi çıkarları veya kendi inisiyatifleri neticesinde değişim yaşanırken sömürge yönetiminde ise yabancı idarelerin çıkar ve isteklerine göre sınırlar çizilmiştir. Sömürge yönetiminin sona erip bağımsız devletlerin kurulmasında ve sonrasında sınırlar çoğunlukla istikrara sahip olmuştur; sömürge yönetiminin sınırları korunmuştur.

Sömürge öncesi dönemle kıyaslandığında kıtadaki sınır algısının, politikasının ve bu bağlamda da teamülün değiştiği anlaşılmaktadır. Sömürge öncesi sınır teamülünde etnik çıkarlara veya güç dengesi politikalarına göre sınırlar değişebilmekte ve bu olağan olarak algılanabilmekteydi. Sömürge sonrası dönemde ise idari yapı değişmiştir. Yeni sınırlar kabul edilerek korunmuş ve sınırlara ilişkin teamül oluşmuştur. Dekolonizasyon sonrasında sömürge dönemiyle gelen sınır değişikliği çoğunlukla kabul edilmiştir. Sömürgeciliğin tasfiye edilip yeni devletlerin kurulmasından itibaren sınırları değiştirme talebi olagelmiştir. Sömürge sınırlarının muhafaza edileceğinin açıklanmasından çok önce bile devletler sorunların çözümü için kıtasal örgütlerden yardım istemiştir386. Farklı örnekler yaşanmış, talepler dile getirilmiştir fakat bu örnekler ve talepler kıta devletlerinin çoğunluğu ve kıtasal

örgütler tarafından benimsenen sınır algısını değiştirmemiştir.

Mevcut dönemde de sınıra ilişkin örf ve adet hukukuna aykırı taleplerde bulunulmaya devam edilmektedir. Örneğin self-determinasyonu çalıştırmak isteyenlerin önemli bir kısmı sömürge dönemi öncesi sınırlara dönmek istemektedir.

386 S.Touval, 1967, s. 102. 136

Böylelikle devlet katında, seviyesinde sınırların kabul edildiği fakat etnik gruplar, etnik siyasi hareketler temelinde değişim istendiği anlaşılmaktadır. ABT’nin kuruluşunda bu yönde devletler arasında farklı görüşler ortaya çıkmış fakat neticede sınırlarda değişiklik olmamıştır. Uti possidetis korunmuştur.

Bugün de Afrika’daki kimi hareketlerin sınır değişikliğini hedeflemesi self- determinasyonla bağdaştırılan sorunların ne kadarının sınırla gerçekten bağlantısı olduğunu sorgulatmaktadır. Hedefin aynı olması; farklı dönemlerdeki sorunlarının nedenlerinin ve gelişim süreçlerinin aynı olup olmadığını sordurmaktadır.

AfB’nin 2007’de kurulan Sınır Programı’nın da (African Union Border

Programme) konuya ilişkin bilgi vermesi açısından önemli olduğu düşünülmektedir.

Üyeler haritalandırma ve raporlama kısmında yardım istemektedir. Sınırların belirlenmesinin ve Afrika’nın uluslararası sınırlarına bağlılığın esas olmasının belirtilmesi387 önemlidir. AfB, üyeler arasındaki self-determinasyonla ilgili olan ya da olmayan sınır sorularında kıtasal kurumların belirleyici rolü olduğu görüşündedir.

Afrika Komisyonu’nun ve diğer bölgesel ekonomik örgütlerin yetkili merci olması gerektiği belirtilmiştir388.

Tezde incelenen konulara bakıldığında Fas ve Eritre’nin sınır sorunları yaşadığı görülmektedir. Bu sorunlar kıtada sömürgeciliğin tasfiyesinin hızlandığı ve son bulduğu dönemden beri devam etmektedir. Fas’ta, Eritre’de veya sorunların yaşandığı diğer ülkelerde taraflardan birinin self-determinasyon teamülünün önemli

387 “Glimpses of different realities: From AU border management in Africa to everyday lifle in Ethiopia”, Centre of African Studies, http://centreofafricanstudies.wordpress.com/2014/01/22/glimpses-of-different-realities-from-au- border-management-in-africa-to-every-day-life-in-ethiopia/, 22 January 2014, 17 Mayıs 2014 tarihinde erişilmiştir. 388 T.-A. Tekle, “AU Panel Urges New Approach to Settle Ethiopia-Eritrea Border Dispute”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article37319, 17 December 2010, 17 Mayıs 2014 tarihinde erişilmiştir. 137 göstergesi olan sınır konusunda bölgesel örf ve adet hukukunu ihlal eden ya da bölgesel teamülden farklı bir anlayış içerisinde olduğu görülmektedir.

b) Self-Determinasyonun Algılanışı

Sınırlardan sonra self-determinasyonun AfB, kıta devletleri ve kıtanın diğer

önemli örgütleri için nasıl algılandığı önemlidir. Bizzat AfB yetkilileri tarafından

örgütün sömürge sonrası self-determinasyon konularına ortak bir politikaya sahip bulunmadığı bu yüzden devletlerin kendi tercihlerine göre politika ürettiği kaydedilmektedir389. Bu uygulanan politikalar mevcut teamülü değiştirmemektedir.

Devlet katında self-determinasyonun içeriği, amacı ve araçları üzerindeki algılayış ve politikalar değişmemiştir. Sömürgeciliğin tasfiyesiyle oluşan bu self-determinasyon korunmaktadır. Bazı etnik veya sosyolojik unsurlar ise sömürgeciliğin tasfiyesi sonrası self-determinasyonun oluşması gerektiği görüşündedir.

Bazı kaynaklarda uluslararası hukukun self-determinasyonun kimi alanlarını boş bıraktığına dikkat çekilirken eksikliklerin teamül hukuku ile doldurulduğu ifade edilmektedir. Başka bir deyişle teamül hukukunun kullanıldığı alanlarda çeşitli devletler uyum ve anlayış içerisindedir390. Bu duruma Afrika’da rastlanmaktadır.

Kıtada adı geçen boşlukları doldurmak için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulabileceği bu bağlamda düşünülmektedir. Örneğin bölgesel mahkemelerin veya

çeşitli komisyonların kararları yeni teamüle dair algının habercisi olabilir ve devletlerin politikalarını etkileyebilir.

389 International Crisis Group, “Somaliland: Time for African Union Leadership”, Crisis Group Africa Report, No. 110, 23 Mayıs 2006, s.14 390 A. Cassese, 1995, s.129. 138

İnsan haklarının desteklenmesiyle self-determinasyon teamülünde değişikliğe gidilebileceği, ilgili boşlukların doldurulabileceği düşünülebilir. Sömürgeciliğin tasfiyesinden bu yana Afrika’da insan haklarını geliştirmek ve uygulanmasına bölgesel denetim getirmek için birçok adım atılmıştır. Ruanda soykırımında; Sierra

Leone, Uganda gibi insan hakları ihlalleri yaşanan ülkelerde çözüm sürecinde, dönemsel geçiş ve hukuki işlemlerde teamül hukukunun önemli bir yere sahip olduğu ifade edilmektedir391.

İnsan kaklarının yanında yerli halklar ve teamül ilişkisi de kullanılabilir.

Afrika yapılageliş hukuku, “yerli halkın yaşayan ve organik hukuku”392 ya da “yerel görenek ve geleneklerin kullanımdan ortaya çıkan hukuk”393olarak ifade edilmiştir.

Kenya’da yerli halkın bir takım sorunlarının çözümünde teamül hukukuna yer verildiği görülmektedir. Bu bağlamda kültür, hukuk, toprak ve aidiyet arasında karşılıklı bir ilişki kurulmaktadır. Bir başka deyişle yerli halkların kanunlarının, gelenek ve göreneklerinin tanınmasının yerli halkların toprak ve doğal kaynaklarına dair aidiyet haklarının kabul edilmesinde önemli bir etmen olarak düşünülmektedir394.

Bu bağlamda Afrika kıtasal örgütlenmesinden önemli olarak değerlendirilebilecek bir adım gelmiştir. Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Komisyonu Kenya’nın Endoris yerli halkının toprak üzerinde hakları olduğunu kabul etmiş ve bu hakları tanımıştır395. Söz konusu topluluğun hakkının tanınmasında

391 A. A. Oba, 2013, s 59. 392 ibid, s. 59, dipnot 9. 393 ibid, s. 59, dipnot 10. 394 G.M. Wachira, “Applying Indigenous Peoples’ Customary Law in Order to Protect Their Land Rights in Africa”, Indigenous Affairs: Development and Customary Law, No. 1-2 2010, s.7. 395 ibid, s.8. 139 teamül hukukuna dayanılmıştır. Afrika Komisyonu, 2010 tarihli bu kararın kıtada yerli olgusunun neleri barındırdığını ortaya koyduğunu ifade etmiştir396. Benzer karar

Ruanda’nın Batwası için verilmiştir. Ulusal park yapılması içim tazminat ödenmeden

Batwalılardan alınan bu toprak parçasının geri verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

c) Halkın Algılanışı

Self-determinasyonun değişmesi incelerken bir başka ele alınacak nokta da hakkı kimin çalıştıracağıdır. Halk kavramı Afrika’daki üç siyasi dönemde çeşitli değişiklikler yaşamıştır. Her dönemde başta kabile olmak üzere etnik kimlik önemini korumuştur. Bugünden farklı olarak sömürge öncesi dönemde bahse konu sosyolojik

öğelerin millet yani nation kavramı içerisinde yaşadığı belirtilmektedir397.

Kriter/ölçüt olarak kültür, dil ve bölge yani territory verilmiştir398. Millet olarak tanımlamanın bu ortak özelliklerden kaynaklandığı kaydedilmektedir.

Sömürge dönemine gelindiğinde halk kavramı sömürge yönetimine odaklanmıştır; bu temelde oluşturulmuştur. Belirli bir sömürge yönetimi altında yaşayan unsur halk olarak nitelendirilmiştir. Sömürge sonrası dönemde ise bu anlayış devam ettirilmiştir. Öte yandan kıtadaki bazı siyasi gelişmeler kavramın niteliğinin farklı algılandığını ve kimi örneklerde farklı uygulandığını göstermektedir. Örneğin;

396 K .Sing’Oei, 2012, s. 11 397 B.O. Muluka, “Chapter 9: Leadership at the National and CountyLevels”, , in Duncan Okoth- Okombo, Joseph Kwaka, Barrac kMuluka, Betty Sungura-Nyabuto (eds.), Challenging the Rulers: A Leadership Model for Good Governance, Nairobi, 2011, http://books.google.com.tr/books?id=IyirPSzbrEYC&pg=PA181&lpg=PA181&dq=nationhood+ pre-colonial+africa&source=bl&ots=qu7EQV2AXC&sig=6JthrRUtND61G1TsuBw VAoaSDvk&hl=tr&sa=X&ei=auMXVLCXHorbaNzlgsgC&ved=0CE4Q6AEwBQ#v=onepage &q=nationhood%20pre-colonial%20africa&f=false, s.181 398 ibid. 140 yerli halklar, azınlıklar gibi unsurlar halk kavramı içerisine sokulmaya

çalışılmaktadır.

İçtihat ve devlet kararları ise hakkın uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören içeriğinin geçerli olduğunu göstermektedir. Afrika Birliği’nde de bu yönde yani halk kavramının genişletilmesi yönünde bir adımın, zımni iradenin olmadığı düşünülmektedir.

Self-determinasyon teamülü değerlendirilmesine ilişkin bir başka önemli nokta da yerli halk ve azınlık kavramlarının nasıl kullanıldıklarıdır. Örneğin

Afrika’daki genel uygulamalar yerli halk ve azınlık arasında fark olmadığı yönündedir. Kavramların kıtadaki algılanışında, uygulanmasında bütünsellik bulunmamaktadır. Bu durum yerli halkların haklarının ve azınlık haklarının içeriği için de geçerlidir.

Öte yandan BM gibi konuyla ilgili önemli çalışma yapılan kurumlar yerli halka dair Afrika’da önemli gelişmelerin yaşandığı görüşündedir. Örneğin hakların korunmasında ilerleme sağlandığı ve ilgili çalışmaların devam etmesi gerektiği ifade edilmektedir399. Ayrıca kıtadan çok sayıda devletin BM’nin yerli halklar bildirisine destek olduğuna dikkat çekilmektedir. Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Komisyonu’nun da yerli halk ifadesinin kıtada kavramsallaşmasında yardımcı olduğu belirtilmiştir400. Bazı ülkelerde kavramın tartışmaya açık olduğunun altı

çizilmektedir401.

399 “UN official highlights positive trends in Africa to protect indigenous people’s rights”, UN News Center, http://www.un.org/apps/news/story.asp?NewsID=44981#.VJqKaqqABg, 23 May 2013, 15 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 400 ibid. 401 ibid. 141

Bu bağlamda söz konusu komisyon ile yerli halk olarak adlandırılan kesim arasındaki ilişki, komisyonun bu grubu ve self-determinasyon taleplerini nasıl algılandığı da teamülün yeniden oluşması veya değişmesinde önemli bir etken olarak düşünülmektedir. Yerli halkların hakları ilk defa 1999 yılında Komisyon’un gündemine alınmıştır. Afrikalı çeşitli sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere ilgili kurumlarla çeşitli görüşmelerde bulunulmaktadır. Bu görüşmelerde dile getirilen

şikayetler arasında dışlanma ve sömürüye maruz kalma, yoksun bırakılma, yoksulluk, okuma yazma bilmemek yani eğitim hizmetinin sunulmaması bulunmaktadır402.

Devlet katında self-determinasyonun algılanışı ve uygulanışa yönelik teamülde büyük değişiklik olmamıştır; ilkenin ana hatları korunmaktadır. Baskın

Oran’a göre Afrika ülkelerinin self-determinasyon algılayışı kendilerine özgüdür403.

Siyasal bir etmen eklense de Afrika’nın geliştirdiği self-determinasyon ilkesi kendi içinde tutarlıdır404. Sömürgeciliğin tasfiyesi döneminde self-determinasyon ilkesine bağımsızlık için başvurulmuş ve bu yönde kullanılmıştır. Afrika yönetimleri “’öz yönetim’ ilkesiyle eş değer tutulmuştur”405. Sömürgeciliğin tasfiyesi sonrasında self- determinasyon kıtanın kendisine karşı kullanılmıştır406. Afrika devletleri bünyesindeki etnik gruplar tarafından hak talep edilmektedir. Kimi etnik yapılanmalar, öte yandan, farklı taleplerde bulunmaktadır. Böylelikle uluslararası, bölgesel ya da ulusal bazda kıyaslama yapıldığında hukuki uygulama ve anlayışta

402 International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project…“, 2013, s.3. 403 B. Oran, 1997, s. 248. 404 ibid, s. 250. 405 ibid, s. 249. 406 ibid 142 farklılık gözlemlenmektedir. Afrika’da bölgesel hukuki ve siyasi organlar kullanılarak bu yönde avantajlı konuma sahip olmak hedeflenmektedir.

Sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü self-determinasyon taleplerinin değerlendirilmesi için başat kriterler olmaya devam etmektedir. Örneğin etnik grupların ayrılma yönündeki self-determinasyon isteklerinin ancak yabancı işgale karşı dile getirilmesi durumunda kabul edilebileceği kaydedilmektedir407.

Sınırlar-ötesi kabile bağları da farklı ülkelerde bulunan etnik grupların birleşmesi, entegre olma hedefini güdeceği için de gayrimeşru408 olarak değerlendirilmektedir.

Öte yandan self-determinasyon iç seçeneklerinin uygulanmasına dair bazı adımlar da atılmaktadır.

Sonuç olarak henüz devlet katında self-determinasyonun değişimine yönelik bir anlayış veya irade beyanı görülmemektedir. Bu bağlamda yeni bir teamülün oluşması sorgulanır hale gelmektedir. Sınır gibi self-determinasyonun kilit öğelerinin değişmesinin yanında kültürel haklar gibi ek unsurların self-determinasyon kapsamına alıp alınmayacağı teamülün oluşumunda belirleyici niteliğe sahip olacaktır.

2) Ek Unsurlarla Self-Determinasyon Teamülünün Genişletilmesi

Mevcut kullanımına kıyasla self-determinasyonun yeni bir oluşumunda ayrılık hedefinin net ifadeler üzerine temellendirileceği düşünülmektedir. Örneğin sömürge yönetimi, bu yönetimin sınırları, millet kavramının tanımlarında belirli ve açık yapıya gidileceği Afrika siyaset ve hukuk özelliklerinin de yer edeceği

407 ibid, s. 250. 408 ibid. 143 düşünülmektedir. Böylelikle ek unsurlarla çözüm getirilmeye çalışılabilir. Kültürel hakların tanınmasıyla, insan haklarında iyileştirilmeye gidilmesiyle, yerli halkların ve azınlık haklarının iyileştirilmesiyle self-determinasyonun ayrılığa gitmeyen bir

çözüm üretmesi sağlanabilir. Ayrıca iç ve dış self-determinasyon seçeneklerinin birleştirilerek sorunlar giderilmeye çalışılabilir. Federatif yapının uygulanması ya da

özerkliğin verilmesi gibi seçeneklerle örneklendirilebilir.

a) Kültürel Hakların Tanınması

Bazı ülkelerde kültürel haklar verilmekte ve anayasada da yer almaktadır.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ve Etiyopya’nın anayasalarında etnik grupların çeşitli kültürel hakları bulunduğu ifade edilmiştir. Güney Afrika Anayasası’nda etnik grupların kendi kültürlerine ve dillerine sahip olduğu tanınmıştır409. Bu yönde bir ifadenin çeşitli self-determinasyon taleplerinin önüne geçebildiği kimi kaynaklarca belirtilmektedir. Örneğin ırk ayrımcılığı rejiminin son günlerinde Zulu halkının ayrılık, özerklik gibi talepleri olmuştur fakat anayasanın düzenlenmesiyle talepler bırakılmıştır410. Etiyopya Anayasası’nda da tüm etnik grupların kendi kültür ve dilleri olmaya hakkının olduğu kaydedilmektedir411.

409 A. G. Selassie, 2003, s.54, dipnot 17. 410 B. Baker, 2001, s.68. 411 A. G. Selassie, 2003, s.54, dipnot 18. 144

b) İnsan Haklarının İyileştirilmesi

Ağır insan hakları ihlallerinin self-determinasyonu işletebilmesi teamülün etkili alanlarından biri olabilir. Zaten Afrika Komisyonu’na gelen şikayetlerde insan hakları ihlalleri ve self-determinasyon arasında ilişki kurulması hedeflenmektedir.

Afrika kıta yapılanmasının özellikle AfB’nin kimi faaliyetleri insan haklarının benimsenmesi ve ihlallere karşı yaptırım uygulanmasında ilerleme sağlandığını işaret etmektedir412. Bunun en büyük örneği Afrika Komisyonu ve

Afrika Mahkemesi’nin kurulmasıdır. Zira Afrika Komisyonu, yerli halkların insan hakları ihlallerini gidermek ve çözüm bulmak adına Afrika İnsan ve Halkların

Hakları Mahkemesi’nin çalıştırılmasının önemli olduğunun altını çizmektedir.

Kenya’daki Ogieklerin orman bölgelerinden çıkarılmalarıyla ilgili Komisyon’a yaptıkları başvuru Afrika Mahkemesi’ne havale edilmiştir. 2013 yılındaki kararla

Mahkeme, Nairobi’nin Ogiek yerli halkının kültürel ve geleneksel değerlerini ve yaşamlarını, mülkiyet haklarını ve ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını ihlal eden tutum içerisinde olduğunu ifade etmiştir413.

Self-determinasyon teamülünün değişimi açısından insan haklarının incelenmesi hakkın iç seçeneklerini gündeme getirmektedir. Başka bir deyişle self- determinasyonun ayrılma, başka bir devlete bağlanma veya devletle birleşme seçenekleri ile uygulanmasından ziyade iç olanakların değerlendirilmesi hedeflenmektedir.

412 G. M. Wachira, 2008, s. 6, dipnot 33. 413 “African Court issues historic ruling protecting rights of Kenya’s Ogiek Community”, Horn of Africa Committee, http://hornwatch4rights.blogspot.com.tr/2013/04/african-court-issues-historic-ruling.html, 18 April 2013, 15 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir. 145

Sömürgeciliğin tasfiyesinden bu yana insan haklarının algılanışında ve uygulanışında değişiklik yaşanmıştır. Bunun self-determinasyonu etki etmesi pek mümkün gözükmektedir; önceden söylendiği üzere içsel seçeneklere odaklanmıştır.

ABT’den AfB’ye insan haklarının ele alınmasında ve uygulanmasında farklılık bulunmaktadır. Konjonktürün, siyasetin değişmesi kıta gündemine ve insan haklarının gündemdeki yerini arttırmasına neden olmuştur. AfB’den ABT’ye geçişte insan haklarının iç self-determinasyon seçeneği olarak ele alınmaya başlanmıştır.

AfB’nin Kurucu Yasası’nda insan haklarının korunacağına dikkat

çekilmektedir. İnsan haklarının tanınması; sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimin desteklenmesi; cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi unsurlarla AfB’nin ABT’den farklı bir yaklaşıma sahip olduğu kaydedilmektedir414. Böylelikle AfB ile insan hakları alanında kıtanın önemli ilerlemeler kaydettiği belirtilmektedir415.

Çözümün insan haklarında olabilmesi için çeşitli ek unsurların sağlanması gerekmektedir. İnsan haklarının içeriğinde hemfikir olunmasının yanında ihlallerin denetlenmesi gibi konularda da adımlar atılması gerekmektedir. Örneğin gözlem kurumunun ve denetim kurumunun oluşması gerektiği kaydedilmektedir. Kimlerden oluşacağı ve hangi konulara göre faaliyet göstereceği önemli oranda işbirliğine bağlıdır. Aksi taktirde yeni sorunlar yaratabileceği düşünülmektedir.

Kıtada insan hakları ve self-determinasyon teamülü ilişkisinde hem kavramsal hem de uygulama alanlarında birtakım sorunlar bulunmaktadır. İnsan haklarının self-determinasyonun iç seçenekleriyle kullanılıp kullanılmayacağını

414 B. Gawanas, “The African Union: Concepts and Implementation Mechanisms Relating to Human Rights”, in Anton Bösl and Joseph Diescho (eds.), Human Rights in Afirca: Legal Perspectives on their Protection and Promotion, Windhoek, 2009, s. 138. 415 G. M.Wachira, 2008, s.6, dipnot 33. 146 sorgulatmaktadır. Avro-merkezci olarak adlandırılabilecek insan haklarının

Afrika’da uygulanması, kıtanın koşullarına uyum açısından sorun yaratabilir. Bu bağlamda kendi tarihine, kültürüne, siyasi ve sosyo-ekonomik yapısına göre farklı düzenlemelere gidebilme416 ihtimali bulunabilir. Bu noktada da devletler arasında uyum sağlanıp sağlanmayacağı sorusu akla gelmektedir.

Uygulama sorununa dair AfB, Afrika Mahkemesi ve Afrika Komisyonu gibi kurumsal örnekler verilebilir. Banjul Tüzüğü’nün 26. Maddesi’ne göre mahkemelerin hak ve özgürlüklerin korunmasında ve gelişmesinde önemli rolü bulunmaktadır417.

Tüzüğün 62. Maddesi’nde belirtildiği üzere Komisyona teslim edilmek üzere devletler hak, ödevler ve yükümlülükler ile ilgili iki senelik rapor hazırlamaktır.

Afrika Komisyonu bu raporlarla kimin, hangi konularda neler yaptığını veya yapmadığını anlayabilecektir. Aynı zamanda hem ilgili devlet hem de Komisyon işbirliği içerinde bahsedilen sorunların çözümü için uğraşmaktadır418. Öte yandan bu raporların ne kadar işleve sahip olduğu tartışmalıdır. Komisyon’un yaptırım gücünün olmaması bu bağlamda önemli bir eksikliktir419. Raporların insan hakları ihlallerine değinmek yerine “Komisyon ve ilgili ülkeler arasında yapıcı diyalog” işlevi gördüğü kaydedilmektedir420.

416 O. C. Eze, “Chapter 8: Regional Promotion and Protection of Human Rights in Africa”, Human Rights in Africa: Some Selected Problems, Lagos, 1984, s. 204. 417 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “African (Banjul) Charter on Human and Peoples’ Rights”, Article 26, 1981, s.8, 06 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 418 K. Sing’Oei, 2012, s. 33, dipnot 20. 419 B. Gawanas, 2009, s. 159. 420 O. Aginam, 1999, s. 362. 147

En başta verilebilecek örnek raporların içeriklerinde, hazırlanışlarında ve sunuşlarında uyumsuzluğun olmasıdır421. Zamanlamada sorunlar yaşanmakta; raporların son tarihi geçtikten sonra teslim edildiği örnekler bulunmaktadır422.

Komisyon kimi zaman ülkelere ilk raporlarını göndermeleri için çağrıda bulunmuştur. Bu ülkeler arasında Angola, Botsvana, Burundi, Burkina Faso, Cezayir,

Fildişi Sahili, Ekvator Ginesi, Gine-Bisseau, Kamerun, Kenya, Komorlar, Kongo,

Lesotho, Liberya, Madagaskar, Malavi, Mali, Moritanya, Namibya, Nijer, Orta

Afrika Cumhuriyeti, Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti, Sao Tome ve Principe,

Sierra Leone, Somali, Sudan, Zaire ve Zambiya bulunmaktadır. Bu kadar sayıdaki

ülkeye çağrıda bulunulması gereğinin duyulması devletlerin teamül oluşmasına yönelik tutumlarını sorgulatmaktadır.

Bu benzer tutuma denetleme mekanizmaları alanında da rastlanmaktadır.

İnsan haklarının uygulanmasını denetleyecek ilgili organların güçlendirilmesi için yeterli desteğin devletlerce verilmediği ifade edilebilir. Ayrıca alınan kararların uygulanmamasına dikkat çekilmektedir423. Buna karşılık çeşitli öneriler getirilmiştir.

AfB’nin daha kapsayıcı ve bütünsel bir yaklaşıma sahip olması gerektiği belirtilmektedir424. Örneğin kıtada insan haklarının korunmasına dair sisteme sosyal, ekonomik, kültürel hakların yanında kalkınma hakkının da dahil edilmesi gerekmektedir. İlgili mekanizmaların uygulanmasının yanında değerlendirme ve denetleme alanlarında iyileştirmeye gidilmesi gerektiği kaydedilmektedir. Kurumsal

421 ibid, dipnot 50. 422 ibid, dipnot 51. 423 B. Gawanas, 2009, s. 140. 424 ibid, s. 160. 148 yaklaşımın uyumlu olması, siyaset üretimi ve yasa yapımında araştırmalara gidilmesi gibi425 faktörler sıralanmaktadır.

Kıtasal alanın yanı sıra ülke bazında da sorunlar bulunmaktadır. Nijerya’da

1996’da insan hakları ile ilgili komisyon kurulmuştur. Yapılan incelemelerin sonucunda uyumun sağlanması, zararın telafi edilmesi gibi kararlar verilmiştir. Öte yandan ihlalleri inceleyecek ve çözüm getirecek mekanizmaların yeterli olmadığı; uygulama açısından tek otoritenin Nijerya Hükümeti olduğu kaydedilmektedir426.

Başka bir deyişle komisyona insan haklarına dair şikayetlerin gelmesine ve ilgili incelemelerin yapılmasına self-determinasyonun iç seçenekleriyle uygulanması ve sonrasında teamül değişikliğinin yaşanması karşısında çeşitli zorluklar olabileceği düşünülmektedir. Hukuki davranış kalıbının ve ilgili iradesinin oluşmasının zor olduğunu göstermektedir.

c) Yerli Halklara Yönelik Adımların Atılması

Sayıca çok olmalarından ve birtakım sorunlarının çözümü için self- determinasyon talebinde bulunmalarından ötürü yerli halkların gündemde olmaya devam edeceği düşünülmektedir. Bu noktadan hareketle self-determinasyon-yerli halklar arasındaki ilişkilerde Afrika’nın belirli kalıplarının dışına çıkmayarak gelişmelerin yaşanılabileceği tahmin edilmektedir.

Yerli halkların sorunlarına çözümü olarak dış self-determinasyon seçenekleri algılanmamaktadır. Yerli halklarda tanımlamaya gidilmesi veya haklarının tanınması gibi adımların atılması durumunda teamülde içtihada dair örneklerin artabileceği

425 ibid, s. 157. 426 O. Aginam, 1999, s. 354, dipnot 25. 149 düşünülmektedir. Sömürgeciliğin tasfiyesinden itibaren yaşanan örnekler Afrika’nın self-determinasyona ilişkin belli başlı prensiplerinden sapma olmadan ilgili düzenlemelerin yapılacağını göstermektedir. Örneğin Afrika insan hakları sistemi bünyesinde konu değerlendirilmektedir. Kenya kararı ışığında yerli halk nitelendirilmesine gidildiği görülmektedir. Bu kesimin ciddi insan haklar ihlallerine maruz kaldığı hükmüne varılmış; çözüm olarak Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Şartı’nın ele alınabileceği ifade edilmiştir427.

Bu konuda Afrika Komisyonu’nun AfB bünyesinde çeşitli adımlar attığı bizzat kendisi tarafından söylenmekte ve görülmektedir. Örneğin 2003 tarihli raporun [The Report in 2003 Working Group of Experts on Indigenous

Populations/Communities in Africa (Working Group’s Report)] örgütün tutum değişikliğine gitmesine sebebiyet verdiği savunulmaktadır. Önceleri AfB’nin yerli halklara ilişkin belirsiz bir tutumu olduğu fakat raporla birlikte bunda değişiklik yaşandığı belirtilmiştir428. Yeterli irade örneği ve teamülün alacağı yön önemlidir.

Tutum değişikliği gözlenmektedir. Konvansiyon çalışmaları önemlidir; fakat yerli halkın dahil edildiği yeni hukuki yapının oluşması için zaman gerekmektedir.

Yerli halkların haklarının verilmesinin veya self-determinasyonda bu bağlamda yeni bir hukuki yapıya gidilmesinin yanında çeşitli kavramlar bünyesinde de düzenlemeye gidilebileceğine dair işaretler gelmektedir. İnsan hakları yani başka bir deyişle Afrika Tüzüğü kapsamında yerli halkların haklarının özellikle grup veya

427 K. Sing’Oei, 2012, s. 13. 428 ibid, s. 11. 150 halkların hakları bölümünde değerlendirilebileceği belirtilmiştir429 fakat bu nokta insan haklarının kıtadaki gelişimi ile ilgilidir.

Yerli halk tanımının ve haklarının mevcut koşullara, her devletin kendine has

özelliklerine ve koşullarına göre değişmesi talep edilmektedir. Kimi kaynaklarda yerli halklara ilişkin düzenlemelere gidilmesinin veya yapılmasının doğal kaynaklarla ilintili olduğu kaydedilmektedir. Yerli halkların bulunduğu bölgelerin doğal kaynaklar bakımından zengin olması veya toplumun en hassas ve zayıf kesimini teşkil etmeleri konunun önemini gösteren özelliklerdendir430. Diğer taraftan karar alıcılar ve uygulayıcılar nezdinde mevcut siyasi ve hukuki tablodan memnuniyet bulunmaktadır. Söz konusu kavramın değişmesinin istikrarı veya mevcut dengeyi bozabileceğinden endişe edilmektedir. Bu bağlamda Afrika kıtasının başat prensiplerinden olan toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı

çerçevesinde fakat iç self-determinasyon seçenekleri bağlamında yerli halkın genişletilmesine dair göstergeler bulunmaktadır. Kavram yine de kıtada tartışmalı bir konuyu teşkil etmekte431 ve herhangi bir siyasi ve hukuki çıkarıma neden olmamak için farklı kavramlar kullanılmaktadır.

Öte yandan yerli halkın tanımına ve sahip oldukları haklara ilişkin belirsizlik bu kesimin sorunlarında da görülmektedir. Kıta genelinde yerli halkların maruz kaldığı sorunlar farklılık göstermektedir432.

429 ibid, s. 20. 430 ibid, s. 22. 431 “Country Technical Note on Indigenous Peoples’ Issues: Democratic Republic of the Congo”, The International Fund for Agricultural Development, http://www.ifad.org/english/indigenous/pub/documents/tnotes/congo_dr.pdf, January 2012, s.2, 14 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 432 W. V. Genugten, 2010, s. 63. 151

d) Azınlık Halklarının Verilmesi

Başta azınlığın tanımında ortak bir anlayışa sahip olunması gerekmektedir.

Kimin azınlık grubuna gireceğinin anlaşılmasından sonra self-determinasyon ile bağlantısı veya azınlık haklarının oluşumunda kolaylık sağlanacağı düşünülmektedir.

İlgili değişiklik örneğin kültürel hakların verilmesi olabilir. Dilin öğrenilmesi başta olmak üzere çeşitli hakların verilmesi ile azınlıkların şikayetlerinin önüne geçilmeye

çalışılabilir.

e) İç ve Dış Self-Determinasyon Seçeneklerinin Birleştirilmesi

Antonio Cassese gibi bazı isimler sömürge yönetiminin bitmesinden ötürü artık dış self-determinasyonun uluslararası teamül hukukundaki varlığının sona erdiğini savunmaktadır433. Cassese, etnik ve dini grupların uluslararası statülerini seçme hakkının olduğunu kaydetmektedir434. Böylelikle iç ve dış self-determinasyon seçeneklerinin bir arada kullanıp yeni fikir üretilme çabasının olduğu görülmektedir.

Federasyon, özerklik gibi seçenekler öne çıkmaktadır.

Afrika’da iç self-determinasyon seçenekleri ile siyasi self-determinasyon sorunlarının çözülmeye çalışılmasına dair örneklerden biri de federasyondur. Mevcut dönemde federalizm Etiyopya ve Nijerya’da uygulanmaktadır435. Güney Afrika

Cumhuriyeti’nde federalizm adı geçmemekte fakat idari ve hukuki unsurlar federatif

özellikler taşımaktadır. Öte yandan Libya, Somali ve Kongo Demokratik

433 A. Cassese, 1995, s.101. 434 ibid, s.105. 435 Kimi kaynaklarda çok etnikli ve çok uluslu yapıya sahip oldukları için bu ülkeler etnik federalizm olarak değerlendirilmektedir. Bkz.: M.Burgess, Federalism in Africa: An Essay on the Impacts of Cultural Diversity, Development and Democracy, The Federal Idea, January 2012, s.17. 152

Cumhuriyeti’nde federalizmin uygulanması için talepler bulunmaktadır. Bunun yanında 1960’larda ve 1970’lerde federalizm çeşitli kıta ülkeleri için idari yapı olarak benimsenmiş fakat istenilen sonucu sağlayamamıştır436.

Afrika’da federalizme ilişkin net örneklerden bahsetmek zordur437. Toplumsal

örgütlenmeler ve siyasiler gibi farklı özneler tarafından federalizm kıtada farklı algılanmaktadır438. Yine de kıtadaki federatif sistemlerin ortak noktaları bulunmaktadır. Etnik kimlik ve bunla ilgili politikalar federalizmi şekillendirmiştir.

1960’lı yıllardaki federalizm örnekleri yetki paylaşımı, yerel özerklik gibi mekanizmalar, kurumsal veya ideolojik yapıdan ziyade etnik temele dayandırılmıştır439. Tek bir etnik grubun, aşiretin yönetimde olması engellenmiştir.

Etnik-kültürel alanlarda çeşitliliğin altı çizilmiştir440. Etnik temeller neden federalizmin seçildiği sorusuna da ışık tutmaktadır: etnik çeşitliliği ve etnik topluluktaki değerleri desteklemek hedeflenmektedir441.

Self-determinasyon talebinde bulunanlar ve devletlerin federalizm üzerinde de farklı görüşleri bulunmaktadır. Siyasi-etnik hareketler federatif sisteme geçilmesini istemekte devletler ise karşı çıkmaktadır; kıtada teamüle ilişkin yeterli

örnek yoktur. Bu bağlamda kıtada federasyonun tartışmalı olduğu söylenebilir.

Afrika için başarısız olacağı tezine karşılık kıtanın ihtiyaçlarına cevap verileceğini savunan kesim de mevcuttur. Kıta tarihinden Mali-Senegal, Senegambia ve Doğu

Afrika federasyonları başarısız örnekler olarak gösterilmiştir. Federalizm

436 ibid., s.3. 437 ibid, s.4. 438 ibid, s.7. 439 ibid, s.9. 440 ibid. 441 A. G. Selassie, 2003, s.57 153 karşıtlarının getirdikleri ilk argüman Afrika devletlerinin federal yapıya gidemeyecekleri kadar küçük oldukları savıdır442.

Federasyonun çözüm olabilmesi için geçmişteki örneklerin de değerlendirilmesinin, olumsuz noktaların giderilmesinin federalizmin kullanılması açısından önemli olacağı düşünülmektedir. Michel Burgess’in listesi bu bağlamda kullanılabilir443. 9 maddelik bu listede ekonomik ve idari alandaki çeşitli dengesizliklerin, federalizmin algılanmasının ve farklı siyasi hedeflerin sorun yarattığı kaydedilmektedir:

Topluluklar arasındaki ekonomik farklılıklar, federal birimler arasındaki dengesizlikler, kurucu unsurların arasındaki değişken toplumsal ve siyasi yapılar, federal birimlerin arasında karşıt ideolojiler, kişisel düşmanlıklar ve zayıf ya da bölünmüş siyasal liderlik, bölgesel ve ulusal kimliğin gücü, federalizmin bağımsızlık veyahut ayrılık için araç olarak algılanması, liberal demokrasi için sosyo-ekonomik faktörlerin olmaması ve federal değerlere bağlılığın olmaması444.

Son olarak İskoçya referandumunun gösterdiği üzere özerklik, self- determinasyon sorunlarına ilişkin çözüm olarak algılanmaktadır. Bu durum Afrika’da da kendini göstermektedir. Öte yandan özerkliğin sorunlara ne kadar cevap verebileceği konusunda farklı görüşler mevcuttur. Örneğin Shaheen Mozaffar ve

James R. Scarritt’e göre Afrika’da özerkliğin ne kadar yararlı olacağı tartışmalıdır

çünkü yapısal, siyasi ve tarihi bazı faktörlerden yoksundur445. Özerkliğe sahip olunsa bile bahse konu yapının devamını sağlayabilecek güçlü etnik grubun olmadığı; çok

442 I. A. Gambari with M. Uhomoibhi, “Chapter 11: Self-Determination and Nation Building in Post-Cold War Africa”, in Wolfgang Danspeckgruber with Arthur Watts (eds.), Self- Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Colorado, 1997 s.280 443 M. Burgess, 2012, s.10. 444 ibid. 445 S. Mozaffar and J. R. Scarritt, 1999, s. 230. 154 sayıda küçük grupların olduğu kaydedilmektedir446. Özerkliğin sadece bir etnik grubun var olduğu bölgede veya federalizm gibi idari sistemlerin öğesi olması durumunda self-determinasyon sorunlarına cevap verebileceği vurgulanmaktadır447.

Üzerinde talepte bulunulan bölgenin öncesinden özerk yönetime sahip olması ve sonrasında farklı bir yapının gelmesi bölgesel özerklik talebinde bulunmak için etnik kimliğin kullanılmasına neden olmaktadır448. Kıtada da tezde incelendiği üzere benzer talepler benzer gerekçelerle öne sürülmüştür. Öte yandan etnik unsurun dahli kendine has sorunları da beraberinde getirmektedir. Etnik grubun tanımlanması, diğer unsurlardan farklılık göstermesi Afrika’da değişken bir yapıya sahiptir. Bu faktörler esnek olup zaman içerisinde ve topluluklara göre değişiklik göstermektedir449.

Siyasi katılımın sağlanmasında da self-determinasyonla ilintili olarak değişikliğe gidilebilir. Banjul Tüzüğü’nün 13. Maddesi kamu faaliyetleri gibi çeşitli konularda siyasi katılımı savunmaktadır. Her vatandaşın özgürce yönetime katılma hakkı olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda her vatandaşın hizmetlerden eşit biçimde yararlanma hakkına sahiptir450.

Genel olarak kıtada uygulanan yetki paylaşımı modellerinde elde edilen başarının oranın düşük olduğu ifade edilebilir. Nic Cheeseman ülkelerde bahse konu modelin geçici barışı sağladığını ve güvenlik konularında ise az oranda katkının

446 ibid, s. 236 447 ibid, s. 230, dipnot . 448 ibid, s. 234. 449 ibid, s. 239. 450 African Commission on Human and Peoples’ Rights, “African Charter on Human and Peoples’ Rights”, 1981, s.5. 155 sağlandığını ifade etmektedir451. Bu bağlamda birlik hükümetlerinin kurulması, anayasada değişikliklerin yapılması örnek olarak verilebilir. 2010’lu yıllara kadar

Afrika ülkelerinin çeyreğinden fazlasında birlik hükümetinin kurulduğuna dikkat

çekilmektedir452. Self-determinasyonla ilgili her konuda görüldüğü üzere birlik hükümetlerinin niceliği ve niteliği incelenen örneğe göre değişmektedir. Güney

Sudan-Sudan uzlaşmasında federal sistem benimsenirken Burundi de grupların idari ve kamu sistemine katılmasında oran kullanılmıştır453. Öte yandan çeşitli acil durum vakalarında yetki paylaşımının kıtada uygulanabileceği kaydedilmektedir. Örneğin silahlı çatışmaların yaşandığı siyasi krizlere cevap verebileceği düşünülmektedir454.

Self-determinasyon ve yerel yönetim çalışmalarında sıklıkla karşılaşılan bir diğer konu da ademimerkeziyetçilik yani desantralizasyondur. Bu konuda da tartışmalı görüşler mevcuttur. Self-determinasyonun ayrılık dışındaki seçeneklerinden biri olduğu savunulurken karşıt görüşler de bulunmaktadır. Uzun dönemde uygulandığı ülkede barışa ve istikrara karşı tehdit oluşturabileceği kaydedilmektedir. Ademimerkeziyetçiliğin çok önemli problemlere cevap bulamamasından kaynaklanmaktadır: bu sorunlar da anayasaların eksik olması, yönetişim sorunları ve geçici-kısa süreli çoğunluklardır455. Öyle ki ademimerkeziyetçiliğin ancak birçok bölgede siyasi sorumlulukların her kesime

451 N. Cheeseman, “The Internal Dynamics of Power-Sharing in Africa”, Democratization, Vol. 18, No. 2, April 2011, s.359. 452 ibid, s.337. 453 ibid, s.339, dipnot 16. 454 ibid, s.359. 455 S. Wolff, “Conflict Resolution Between Power Sharing and Power Dividing, or Beyond?”, Political Studies Review, Vol 5, Issue 3, 2007, s.381. Daha detaylı bilgi için Wolff’un incelediği makaleye bkz.: David A. Lake and Donald Roythchild, “Chapter 5: Territorial Decentralization and Civil War Settlements”, in Philip G. Roeder, Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democarcy After Civil Wars”, Cornell University Press, Ithaca, 2005, pp. 125-130 . 156 verildiğinde ve birbirleriyle bir denge içerisinde olduğu zaman başarılı olabileceği kaydedilmiştir456.

Yetki paylaşımı, ademimerkeziyetçilik alanında verilecek bir başka örnek de bölgeselleşmeye gidilmesidir. Federasyon veya özerklik altında da değerlendirilebilecek bu seçenekte bölgelerin sayısı arttırılarak idarede karşılaşan sorunlara çözüm aranarak self-determinasyonun ayrılık yönünde kullanılmasının

önüne geçecek kimi önlemlerin alınmak istendiği düşünülmektedir.

Nijerya’nın bu bağlamda güzel bir örnek teşkil ettiği düşünülmektedir.

Çoğunluğunu İboların oluşturduğu Doğu bölgesinde Nijerya’nın bağımsızlığını kazanmasından kısa süre sonra İboları hedef alan şiddet olaylarının yaşanması, yönetimde, kaynak ve gelir dağılımında yeterince pay ve sorumluluk verilmemesi bölgeyi ayrılmaya kadar götürmüştür. Olayların başlangıcında Doğu’nun ayrılma yönündeki taleplerini engellemek için askerî yönetim bölge sayısını arttırma kararını almış; böylelikle bölge sayısı 12’ye yükselmiştir. Söz konusu düzenlemeler İboların ayrılma hedefi ve politikalarını engellemede yetersiz kalmıştır. Doğu, Biafra olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. İboların sadece bir bölgede çoğunlukta bulunmasının ayrılığı tetiklediği öne sürülmektedir457.

Bağımsızlığın İngiltere’den kazanıldığı 1960 yılında Nijerya; Batı, Doğu ve

Kuzey olmak üzere üç bölgeden oluşmakta idi. Sonradan yapılan düzenlemelerle bölge sayısı giderek arttırılmıştır. 1963’de Batı’dan Orta Batı bölgesi yaratılarak

456 ibid. Daha detaylı bilgi için Wolff’un incelediği makaleye bkz.: David A. Lake and Donald Roythchild, “Chapter 5: Territorial Decentralization and Civil War Settlements”, in Philip G. Roeder, Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democarcy After Civil Wars, Cornell University Press, Ithaca, 2005, s.130. 457 E. Aleman and D. Treisman, “Chapter 8: Fiscal Politics in ‘Ethnically Mined’, Developing, Federal States: Central Strategies and Secessionist Violence”, in Philip G. Roeder and Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Ithaca, 2005, s.199. 157 bölge sayısı dörde yükselmiştir. 1967’ye gelindiğinde bölge sayısı 12’ye, 1975’te ise

19’a çıkmıştır. 1987’de 21, 1991’de 30, 1996 yılında ise bölge sayısı 36’ya yükselmiştir458.

Sadece Biafra’da değil Nijerya’nın diğer bölgelerinde de benzer uygulamaya gidilerek bölge sayısı arttırılmıştır. Bahse konu uygulama, desantralizasyon ve iktidarın devri/veraset sistemi uygulanması olarak adlandırılmaktadır. Başta üç bölgeye sahip olan ülkede şimdi otuza yakın eyalet ve yüzlerce yerel yönetim birimi bulunmaktadır.

Kimi kaynaklarda Nijerya’daki uygulamanın başarılı olduğu belirtilmektedir.

Federal yapının Afrika’daki diğer ülkelere ilişkin bir örnek oluşturabileceği ifade edilmektedir459. Hatta bazı kaynaklarda federalizmin etnik çizgilere göre

şekillenmediği de belirtilmektedir; federal yapıya tek veya büyük bir etnik grubun hakim olması ve ayrılıkçı çatışmaların yeniden doğması engellenmeye

çalışılmıştır460. Ayrıca yerel idarelerin kıtadaki en güçlü yerel düzey yönetimleri olduğu belirtilmektedir461.

Bu olumlu değerlendirmeler birtakım eksikliklerin olmadığı anlamına gelmemektedir. Örneğin seçimlerin özgür ve açık şekilde yapılmasının sorunları gidermede önemli bir ilerleme olacağı kaydedilmektedir. Kaynakların dağıtımı da

örnek olarak verilebilir. “Yerel kaynakların kontrolünde desantralizasyona gidilmesinin ya da pazar odaklı ekonominin izlenmesinin” dengeleri sarsacağından endişe edilmektedir. Buna en büyük neden olarak Nijerya’nın petrole bağımlı olması

458 ibid. 459 R. Suberu, “Federalism in Africa: The Nigerian Experience in Comparative Perspective”, Ethnopolitics, Vol. 8, No.1, March 2009, s. 84. 460 ibid, s. 83. 461 ibid, s. 67. 158 gösterilmektedir462; kaynak dağıtımında ve gelirinde kontrol sahibi olmadıkları ve merkezî hükümetten hakkaniyete dayalı geri dönüş alamadıkları gerekçesiyle Nijer

Deltası’nda bazı gruplar silaha başvurmuşlardır. Nijer Deltasını Özgürleştirme

Hareketi (Movement for the Emancipation of the Niger Delta) petrolün

çıkarılmasında, vergilendirilmesinde ve yasal düzenlenmesinde bölgesel idari yönetimlerin kontrole sahip olmasını hedeflemektedir.

Yetki paylaşımı da Nijerya örneğinde değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Kimi yazarlar bazı yetki paylaşımı sistemlerinin sorun yaratabileceğini çünkü farklı etnik gruplar arasında siyasi rekabeti doğurabileceğini kaydetmektedir. Yetki paylaşımı dışında bazı taleplerin de gündeme gelebileceğine dikkat çekilmektedir.

Barışın sağlandığı ya da çatışmanın azaldığı bir ortamda yeniden gerginliği arttırabilecekleri ve olumsuz sonuçlar doğurabileceği savunulmaktadır463.

f) Yeni Teamülün Oluşmasındaki Yöntemler

Bölgesel teamül, devletlerin iradelerinin incelenmesini gerektirmektedir.

İradenin niteliği ve niceliği ile oluşacak teamülün sonrasında uluslararası sözleşmelerde yer alması da ihtimaller içindedir. Bu noktada kodifikasyon, yöntemde ani teamül464 de öne çıkmaktadır.

Teamül değişimi, kodifikasyonu da gündeme getirmektedir. Mevzuatın derlenmesi ve değişikliklerin ana mevzuata aktarılması bu kapsamda

462 ibid. 463 D. Rothchild and Philip G. Roeder, “Chapter 2: Power Sharing as an Impediment to Peace and Democracy”, in Donald Rothchild and Philip G. Roeder (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Ithaca, 2005, s.29. 464 A. Gündüz, Milletlerarası Hukuk: Temel Belgeler, Örnek Kararlar, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2000, s.24 159 değerlendirilebilir. Devletlerin birbirine yakın çıkarları varsa kodifikasyon ve teamül hukuku arasında bir bağlantı kurulabildiği söylenebilmektedir465.

Kodifikasyonun self-determinasyon konusunda başarı sağlayabilmesi için ise kullanılan dilin ve metinin açık olması gerekmektedir. Tezde önceden de belirtildiği

üzere gerek BM’nin ve gerekse ABT/AfB’nin self-determinasyonla ilgili tüzüğünde, kararlarında ve andlaşmalarında kullanılan dil muğlaktır.

Instant custom fikri, Afrika’da teamülün değişmesi çalışmalarında gündeme gelebilir. Tartışmalı bir konu olsa da teamülün ispatı için kullanılabileceği düşünülmektedir. Özellikle AfB oturumlarında alınan kararlarda doktrin olarak yorumlanabilerek teamül göstergesi aranabilir. Instant custom BM Genel Kurulu’nda devletlerin sergilediği tutum, aldığı kararları inceleme odaklı çıkmıştır. Bahse konu tutumların örnek teşkil edip edemeyeceği sorusuna odaklanılmıştır. Sonradan bu yaklaşımdan vazgeçilmiştir. Örneğin Uluslararası Adalet Divanı çeşitli kararlarında farklı yönde açıklamalarda bulunmuştur. BM Genel Kurulu kararları devlet davranışlarının göstergeleri olarak kabul edilmemiştir466.

VI. Sonuç

Eritre’nin self-determinasyonu kullanarak ayrılmasından Güney Sudan’ın aynı yöntemle bağımsızlığını elde etmesine kadar kıtada self-determinasyon algısına ve uygulamasına yönelik bir değişim olmamıştır. Mevcut dönemde de tek tük olaylar yaşanmaktadır. Self-determinasyonda değişim kısa dönemde pek olası görülmemektedir. Ancak silahlı çatışma, uluslararası baskı ve ayrılmak istenen

465 L.Condorelli, 1991, s. 183. 466 H.Thirlway, 2010, s.104. 160 devletin onayı olduğu zaman self-determinasyonun ayrılma seçeneği hayata geçmektedir. Böylelikle devletlerin gösterdikleri zımni veya açık rızaları ile self- determinasyonun değişmesini istemedikleri; ancak elzem bir durumda değişimi kabul edebildikleri görülmektedir. Batı Sahra ve Güney Sudan’a yönelik politikaların, rızaların karşılaştırılması; Katanga, Biafra olaylarının incelenmesi önem arz edecektir. 3. BATI SAHRA’DA GERÇEKLEŞEMEYEN SELF-

DETERMİNASYON ve İLGİLİ POLİTİKALAR

I. Etnik ve İdari Yapısıyla Batı Sahra

Batı Sahra halen BM’nin gündeminde bulunan Afrika’nın sömürgecilikle ilgili tek ve son sorundur. Barış müzakerelerinde birçok tur geride kalmış fakat sorunun çözümünde ilerleme sağlanamamıştır.

Batı Sahra olarak adlandırılan bölge üzerinde Fas ve Polisario Cephesi (PC) /

Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti (SADC) karşılıklı olarak ve birbirlerinin aleyhine talepte bulunmakta ve hak iddia etmektedir. PC; aralarında bağımsızlığın da bulunduğu seçeneklerle referandumun düzenlenmesini talep ederken Rabat ise kendi sınırları içerisinde özerk bir yönetimi savunmaktadır. Söz konusu iki aktörün yanında

BM de sürece BM Batı Sahra Referandumu Misyonu (Mission des Nations Unies pour la Référendum au Sahara Occidental, MINURSO) gibi önemli kurumlarıyla dahil olmuştur. Cezayir de PC’ye verdiği destek sebebiyle sorunun taraflarından biri olarak kabul edilmektedir. Fas doğrudan bir taraf olduğunu savunurken Cezayir buna karşı çıkarak Batı Sahra sorununda dolaylı taraf olduğunu öne sürmektedir.

Batı Sahra olarak adlandırılan coğrafya467; Cezayir’deki Sahravilerin bulunduğu mülteci kamplarını, Fas’ın kontrolü/işgali altındaki alanı ve PC/SADC’ın denetimi altındaki bölgeleri kapsamaktadır. 2008 rakamlarına göre Cezayir’deki kamplarda 165.000 Sahravi mülteci bulunmaktadır. Batı Sahra’da ise 14.000’e yakın

467 BM tarafından Western Sahara olarak adlandırılmaktadır. 162

Sahravi ayrılıkçı gerilla ve 200.000 dolaylarında Faslı bulunmaktadır468. SADC, Batı

Sahra’nın yüzde 20-25’lik kısmında denetime sahiptir. Ayrıca Cezayir’de bulunan

Tindouf yakınındaki mülteci kamplarında da yönetime sahiptir. 1980’lerin sonuna gelindiğinde Fas bölgedeki kontrolünü yüzde 15’ten yüzde 80’e çıkarmıştır469.

Batı Sahra mevcut dönemde Fas’ın inşa ettiği duvarla PC’nin ve Fas’ın kontrolünde olmak üzere iki ayrı bölgeye fiilen ayrılmıştır. Batıda kalan bölge Fas hükümetinin kontrolü altındadır. PC’nin kontrolü altındaki doğu bölgesi de altı askerî alana bölünmüştür. Fas’ın savunma amaçlı olarak inşa ettiğini öne sürdüğü bu duvar,

2.700 km uzunluğundadır. Berm olarak adlandırılan duvar hem Fas işgalinin tamamlanmasında hem de Rabat’ın kendisini savunmasında önemli bir gelişmedir.

Batı Sahra olarak adlandırılan bölgede Sahraviler yaşamaktadır. Fakat bölgeye sonradan Faslı yerleşimcilerin gelmesiyle nüfus yapısı değişmiştir. 1997 rakamlarına göre nüfus; 200.000 askerli Fas Silahlı Birliği’nden, yaklaşık 200.000

Faslı yerleşimciden ve 65.000’e yakın Sahraviden470 oluşmaktadır. 2008 rakamlarına göre ise nüfus 382.000 olup 22 aşiret bulunmaktadır471. 2013 verilerine göre bu rakam 554.795’e çıkmıştır472.

Sahraviler, kökenlerinin Araplara dayandığını savunmaktadır. Arapçanın bir lehçesi olan Hassaniya’yı konuşmaktadırlar. 19. yüzyıla doğru kendilerini Sahralı

468 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 15, No. 4, 2004, s. 854. 469 J. Mundy, “ Chapter 10: The Morocco-Polisario War for Western Sahara, 1975-1991”, in B. Rubin (ed.), Conflict and Insurgency in the Contemporary Middle East, London and New York, 2009, s. 221. 470 M. Bhatia, “The Western Sahara under Polisario Control”, Review of African Political Economy,Vol. 28, No. 88, June 2001, s.291. 471 D. S. Sorenson, “Chapter 19: Morocco”, An Introduction to the Modern Middle East: History, Religion, Political Economy, Politics, Colorado, 2008, s. 408. 472 “The World Factbook: Africa: Western Sahara”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/wi.html, Last updated on 19 June 2014, 23 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 163 olarak adlandırmış ve Batı Sahra bölgesine bağlı olduklarını ifade etmişlerdir473.

Bölgedeki yerli halklar aşiret veya konfederasyon tipi sosyal örgütlenmeler kurmuştu. Bu yerleşmeler; güney Fas, batı Cezayir ve kuzey Moritanya’da bulunmaktaydı.

19. yüzyıldan itibaren Batı Sahra’da farklı idari yapılar hüküm sürmüştür.

Kurumsal düzenin etkisi hâlâ hissedilmektedir; bugün karşılaşılan sorun, bölgenin bu

özelliğinden kaynaklanmaktadır. Batı Sahra, 1884 Berlin Konferansı’ndan 1974’e kadar İspanya’nın kolonisi idi. İspanya’nın bir ilçesi olarak görülüyordu474.

Madrid’in yönetimi altında da farklı statüye sahip olmuştur. İspanya, 1961’den itibaren non-self-governing territory yani muhtar olmayan bölge adı altında Batı

Sahra’yı yönetmiştir. 1963’te BM Dekolonizasyon Komitesi, 1960 tarihli sömürgeciliğin tasfiyesi kanununun uygulanacağı bölgeler arasına Batı Sahra’yı da almıştır.

İspanya’nın Batı Sahra üzerindeki siyasi ve idari yapısını değiştirmeye gitmesi başka aktörlerin de konuya müdahil olmasına sebebiyet vermiştir. Madrid’in bölgeden ayrılmasının gündeme gelmesiyle birlikte Fas ve Moritanya Batı Sahra

üzerinde hak iddia etmiştir. Üç devlet kendi aralarında Madrid Andlaşmaları’nı imzalanmıştır. Bu andlaşma, Batı Sahra’da üçlü yönetimin kurulmasını, İspanya’nın

Batı Sahra’dan çekilmesini içermekte idi. Şubat 1976 sonunda İspanya’nın

çekilmesiyle Fas ve Moritanya aralarında imzaladıkları andlaşma ile Batı Sahra’yı ilhak etmiştir. Fas, bölgenin kuzeyinin üçte ikisini işgal edip güney vilayetleri

473 J.Mundy, 2009, s. 210. 474 ibid, s. 212. 164 iddiasında bulunurken Moritanya da geri kalan kısmı ilhak etmiştir. 1982’ye gelindiğinde ise Moritanya Batı Sahra’dan çekilmiştir.

1976’da Cezayir’de farklı gelişmeler yaşanmakta ve Batı Sahra sorununun niteliği değişmektedir. Mültecilerin bulunduğu bölgede Sahravi Arap Demokratik

Cumhuriyeti olarak bağımsız bir devletin kurulduğu ilan edilmiştir. Böylelikle Batı

Sahra’nın farklı bölgelerinde farklı idari yapılar oluşmuştur.

Bugünkü tabloda doğusu hariç bölge, Fas’ın egemenliği yani yönetimi altındadır. Doğusu, PC’nin kontrolünde bulunmaktadır. Kimi kaynaklar, kuzeyde de yani ’un yanındaki Bir Lahlou ve Tifariti ilçelerini çevreleyen bölgede de

PC’nin etkin olduğunu söylemektedir475. Yürütmeye ve idareye dair yetkilerin

Cezayir Hükümeti tarafından SADC/PC’ye verildiği belirtilmektedir476.

Sorunda kaynaklar da önemli bir yere sahiptir. Bölgede fosfatın yanında uranyum ve petrolün de bulunduğu belirtmektedir477. Balıkçılığın da bölgenin önemli gelir kaynaklarından biri olması Fas ve PC dönem dönem gerginliğin çıkmasına neden olmaktadır.

II. Batı Sahra Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri

Batı Sahra sorununun ve self-determinasyonunun incelenirken konunun tarafları olan Fas ve Batı Sahra’nın görüşlerinin anlaşılması önemlidir. Taraflar konuyu farklı algılamakta, ifade etmekte ve sorunla ilgili farklı çözümler

475 M. Bhatia, 2001, s.291. 476 ibid. 477 M. A. Tessler, J. P. Entelis, and G. W. White, “Chapter 16: Kingdom of Morocco”, in D. E. Long and B. Reich (eds.), The Government and Politics of the Middle East and , Colorado, 1995, s. 387. 165 sunmaktadır. Bu farklı görüşlerin teamülün anlaşılmasında önemli olacağı düşünülmektedir.

1) Fas’ın Bakış Açısı ve Hedefleri

Fas, Batı Sahra’ya ilişkin farklı çözümler benimsemiştir. Rabat uzun zamandır Batı Sahra sorununun self-determinasyon ilkesine göre değil, farklı ve kendi çıkarlarına uygun olarak çözülmesi gerektiği görüşündedir.

a) Hedefleri

Rabat, görüşme masasına son olarak kendi sınırları içerisinde olmak üzere

Batı Sahra bölgesi için özerklik seçeneğini getirmiştir. Bu seçenekte, “Otonom Sahra

Bölgesi”nde yargı, yönetim ve yasama özerkliğinin; altyapı, sosyo-kültürel ve ekonomik konularda da yerel idare yetkisinin verileceği ifade edilmektedir478. Öte yandan savunma ve dış ilişkiler konuları Fas’ın yetkisinde olacaktır. Rabat’a göre

özerklik planı “Free association” ilkesi kapsamında değerlendirilmektedir.

Referandum seçeneği bulunmaktadır. 2006’da hazırladığı bu planı 2007’de BM’ye sunmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin 1754 ve 1871 sayılı kararlarında örgüt plana destek vermektedir.

Batı Sahra sorununda özerklik seçeneği çözüm olarak BM tarafından da sunulmuştur. Baker Planı kabul edilmemiş ve Baker da istifasını vermiştir. Özerklik

478 S. J. Spector, “Negotiating Free Association between Western Sahara and Morocco: A Comparative Legal Analysis of Formulas for Self-Determination”, International Negotiation, Vol. 16, 2011, s.111. 166 talebiyle masaya gelen Fas, BM’nin gözlemlerine göre kendi yetki alanlarında kalan bölgelerde altyapıya, sosyal ve kültürel alanlara yatırım yapmaktadır479.

Otonomi planının yanında Fas, “Güney Velayetleri ()” adı altında kalkınma planını gerçekleşmektedir. 2010’li yıllarda altı sıklıkla çizilen bu plan ile Batı Sahra sorununun iç self-determinasyon seçenekleri ile yani Fas’ın statükosuna göre çözülmesi amaçlanmaktadır. Planın uygulanacağı bölgelere Batı

Sahra da dahildir. Böylelikle zaten kendi sınırları içerisinde olan bu bölgenin sorumluluğunun da kendisinde olduğunu göstermektedir. Başta ekonomik ve idari olmak üzere kimi alanlarda adım da atarak çözüm üretebildiğini ve Batı Sahra sorunun da bu nedenlerden kaynaklandığını ima etmektedir.

Rabat’a göre çözüm self-determinasyon uyarınca değil toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkeleri temelince çözülmelidir. Hukuktan ziyade siyasi

çerçevede çözüm gelmeli ve Fas’ın özerklik planı sınırları içerisinde kalınmalıdır480.

Rabat, Afrika’nın önemli siyasi ve hukuki ilkelerini kendine göre yorumlamaktadır.

Fas, ademimerkeziyetçilik alanında etkin olmaktadır. Ekim 2013’te Rabat’ta

4. Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler (United Cities and Local Governance)

Kongresi ve 2. Yerel ve Bölgesel Liderler Zirvesi düzenlenmiştir. Toplam 155

ülkeden yaklaşık 3.500 dolayında kişinin katıldığı Zirve’de genel olarak yerel yönetimlerin küreselleşen dünyada artan sorumluluklarının ve görevlerinin altı

çizilmiştir. Rabat Belediye Başkanı Fathallah Oualalou etkinliğin Fas’ın başkenti

479 “Morocco: Report of the UN Secretary-General on the Situation Concerning Western Sahara, Submitted to the Security Council on 10 April 2014”, All Africa, http://allafrica.com/stories/201404180738.html, 17 April 2014, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 480 “King Mohammed VI: Moroccans Ready to Make All Sacrifices for Sake of Their Territorial Integrity”, Middle East Online, http://www.middle-east-online.com/english/?id=62445, 07 November 2013, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 167

Rabat’ta düzenlenmesinin sadece Fas için değil; Afrika, Akdeniz ve uluslararası toplum için önemli teşkil ettiğini kaydetmiştir. Ayrıca etkinliğin yerel demokrasi ve desantralizasyon kavramlarının tartışılmasına imkân sağlayacağını belirtmiştir481.

Fas’ın Batı Sahra sorununa yönelik tutumu, toprak bütünlüğünün korunmasına odaklanmıştır. Rabat, gelinen noktada Batı Sahra sorunu için self- determinasyon ilkesinin uygulanmasını düşünmemektedir; buna taraftar değildir.

Başka bir deyişle referandum seçeneğini gündemine almamakta, kendi sınırları içerisinde sorunun çözülmesini hedeflemektedir. Yeşil Yürüyüş’ün düzenlenerek

Faslıların bölgeye yerleşmesinin önünün açılması ve 1975 işgali bu bağlamda verilebilecek ilk örneklerdendir. İspanya’nın geri verdiği Rifian bölgesi482, Tetuan, yine 1969’da Fas’a geri verilen Sidi Ifni gibi483 örnekler de aynı şekilde değerlendirmekte ve benzer çözüm süreci önerilmektedir.

Fas; Batı Sahra üzerinde egemenlik iddiasını tarihi, hukuki, dini, idari, sosyo- ekonomik ve kültürel nedenlere dayandırmaktadır. İspanya’dan çok önce Fas

Krallığı’nın bölgede siyasi ve idari varlık gösterdiği bu bağlamda, tarihi haklara sahip olduğu Rabat tarafından savunulmaktadır. Bugünkü yönetim, yüzyıllar boyunca Fas üzerinde hüküm süren krallıkların uzantısı olduğunu öne sürmektedir.

Örneğin Almoravid Krallığı, 11. ve 12. yüzyıllarda Batı Sahra bölgesinin bazı kısımlarını egemenliği altına almıştır484. Sömürge döneminde İspanya’nın korumasında olan bölgeler 1956 yılında, Ifni ise 1969’da Fas’a geri verilmiştir. Bu bölgeler İspanya tarafından Fas Sultanı adına yönetilmiştir.

481 C. Gürseler, “Rabat Toplantısı, 1-4 Ekim 2013, Rapor ve Bilgilendirme Notu”, Çankaya Belediyesi Başkanlığı’na sunulan bilgilendirme notu, (Ankara. 20 Ocak 2014), s.4. 482 1956 yılında geri verilmiştir. 483 International Crisis Group, “Western Sahara: Out of the Impasse”, Crisis Group Middle East/North Africa Report No.66, 11 June 2007, s.9, dipnot 57. 484 D. S. Sorenson, 2008, s.408. 168

Sömürge kavramını nasıl algıladığı ve tanımladığı Fas’ın iddialarının ne kadar hukuki olduğunu anlamakta önemlidir. Ayrıca siyasi gerekçelerinin temelini de göstermektedir. Batı Sahra üzerinde hak iddia eden Rabat, sömürge öncesi döneme vurgu yapmaktadır ve bölge üzerindeki varlığının İspanya’dan daha eski olduğuna dikkat çekmektedir. Rabat, iddiasını dönemin hukuki kaynaklarına, uluslararası kaynaklara da başvurarak gerekçelendirmeye çalışmaktadır. Fas’a egemenliğini veren çok sayıda uluslararası andlaşmanın mevcut olduğunu savunmakta, Batılı

ülkelerin Fas’ın bölge üzerindeki egemenliğini çeşitli andlaşmalarla tanıdığını iddia etmektedir. Örnek olarak 1912 tarihli Fez Andlaşması ve 1861 tarihli İspanya-Fas

Andlaşması verilmektedir485.

Fas iddiasını yaparken siyasi ve kültürel nedenlere de başvurmaktadır.

Bölgeye imamların Rabat tarafından atanmasını, kral adına camilerde hutbe okutulmasını Batı Sahra üzerindeki egemenlik iddialarını desteklemek için kullanılmıştır. Halkların benzer medeniyetin parçası olduğu ve benzer geleneğe sahip olduğu ifade edilmektedir. Kültürel yakınlığı vurgulamak için Rio de Oro ve Saguia el Hamra yani Batı Sahra sakinlerinin Kuzey Afrika’daki diğer halklarla aynı yazma sistemine sahip olduğu belirtilmiştir486. Batı Sahra ve ülkenin kuzeyi arasında ekonomik ve ticari etkilenme de olduğu kaydedilmektedir. Bunun yanında Batı Sahra bölgesi ile Fas arasında coğrafi devamlılık olduğu çöl yapısına dikkat çekilerek vurgulanmaktadır487.

485 D. S. Sorenson, 2008, s.408. 486 S. C. Saxena, The Liberation War in the Western Sahara, New Delhi, 1981, s. 15. 487 ibid, s. 16. 169

b) Siyasi Gerekçeler

Fas; Batı Sahra sorununun nedenlerini, çözümlerini ve gerekçelerini anlatırken siyasi iddialara başvurmaktadır. Fas; Batı Sahra üzerindeki hak iddialarının, egemenliğinin gerekçelerini siyasi unsurlara dayandırmaktadır. Bu siyasi gerekçeler; Rabat’ın Batı Sahra sorununu iç politika aracı olarak algılaması, iddialarında Mağrip ilişkilerine yer vermesi olarak iki başlık altına alınabilir.

1956’da bağımsızlığın kazanılmasıyla Fas yönetiminde artık tek kişinin yani

Kralın hakimiyeti başlamıştır. İç ve dış politikada Kralın etkisi hissedilmektedir. Öte yandan zaman zaman İstiklal Partisi gibi önemli siyasi partiler toplumsal yapı ve siyaset üzerinde etkili olmuştur.

Kralın ve kimi zaman da İstiklal Partisi’nin bahse konu etkisi Batı Sahra sorununda da kendisini göstermektedir. Fas’ın Batı Sahra’yı algılayışı ve politika

üretişi 1950’lilerin ortasına, İstiklal Partisi’ne dayandığı ifade edilebilir. Parti, Batı

Sahra’yı da sınırları içerisine alan Büyük Fas fikrinin yönetim katında benimsenmesinde öncü bir rol oynamıştır. Buna göre Tangier, Sahra yani Tindouf,

Colomb-Bechar, Toust, Kenadza ve Moritanya Fas’ın sınırları içerisine dahil edilecektir488. Büyük Fas’a farklı alanlardan destek gelmesinden sonra monarşi de

1958 yılında hedefi benimsenmiştir. 1963’te de Büyük Fas haritası yayınlanarak hedef somutlaştırılmaya çalışılmıştır. Buna göre Batı Sahra, bugünkü Moritanya;

Senegal, Mali ve Cezayir’in büyük bir bölümü Fas’ın sınırları içerisinde bulunmaktadır.

488 R. Lawless, “Morocco’s Foreign Policy: The Struggle for Influence and Dominance in Northwest Africa”, in R. Lawless (ed.), Foreign Policy Issues in the Middle East: – Iraq – Turkey – Morocco, Durham, 1985, s. 67. 170

Fas’ın Batı Sahra sorununu bir iç mesele olarak algılaması ve politikalarını buna göre şekillendirmesi sürecin sarmala dönüşmesine neden olmuştur. “Kral’ın

Savaşı” ve “Hasan’ın Sahra Cihadı”489 nitelendirilmelerinde bulunup dini göndermelerle meşruluk kazanılmaya çalışılmıştır. 1970’lerin başında Kral Hasan’ın yönetimi tehdit altında bulunmaktadır; sosyo-ekonomik sorunlara dair memnuniyetsizlikler Temmuz 1971’de ve Ağustos 1972’de darbe girişimine neden olmuştur. Bunun yanında ordudan tasfiyeler, saray ve ana muhalefet arasındaki gerginlik de kralın meşruluğunu azaltacağı gerekçesiyle endişeyle karşılanmıştır490.

1974 yılında Kraliyetin Batı Sahra sorununu gündeminin üst sıralarına almasında iç siyaset etkili olmuştur. Güçlü bir siyasi muhalefetle, sosyo-ekonomik sorunlarla uğraşmakta ve reformları gerçekleştirmede geride kalmaktadır. Dikkati başka noktaya çekerek rejimi ve kendisini meşrulaştırmak istemiştir.

Böylelikle Batı Sahra’nın bir iç sorun olarak algılandığı görülmektedir.

Bölgenin önemli kaynaklara sahip olması da Rabat’ın iddialarına temel oluşturmaktadır. Fosfat bulunmakta ve balıkçılık da önemli gelir kaynakları arasında gösterilmektedir. Moritanya’nın bölge üzerinde hak iddia etmesi de İspanya’nın sömürge yönetimini devretmede isteksiz olması da Batı Sahra’nın fosfat kaynakları ile de yakından ilgili idi. Aynı gerekçelere sahip olan Rabat’a İspanya’nın destek vermesi bu bağlamda Fas’ın elini kuvvetlendirmiştir. Madrid’in ise attığı bu adımla ileride ekonomik çıkarlarını korumayı amaçladığı491 belirtilmektedir.

489 ibid. 490 ibid. 491 O. C. Eze, “Chapter 4: Self-Determination”, Human Rights in Africa: Some Selected Problems, Lagos, 1984, s. 81, dipnot 55. 171

Fosfat gibi doğal kaynaklarının kullanımı ve balıkçılık hakları gibi konular

Fas ve Polisario Cephesi arasındaki sorunda önemli bir yer işgal etmektedir. Mevcut dönemde de Rabat bölgedeki kaynaklar üzerinden Amerikan ve Fransız şirketlerle anlaşma yapmaktadır. Bu durum BM Güvenlik Konseyi üyelerinin bazılarının tepkisini çekmekte ve faaliyetlerin hukukiliği sorgulanmaktadır.

Rabat’ın Batı Sahra politikası çeşitli bölgesel iddialara başvurarak da

şekillenmiştir. Böylelikle gerek silahlı çatışma esnasında gerekse müzakere masasında bölge devletlerinden ve dışından destek kazanılmaya çalışılmıştır.

Örneğin Fas’a göre Cezayir, Polisairo’ya destek vererek Mağrip’in

Balkanlaştırılmasını istemektedir492.

Dış politikasında ve haliyle de Cezayir ile olan ilişkilerinde Fas, Batı Sahra’yı güvenlik alanında tanımlamaktadır. 1975’te bölgeyi ziyaret eden BM heyetine verdiği raporda Batı Sahra’da kurulacak bir devleti kukla ve Sahraaltını bölecek bir devlet olarak tanımlayacağını ve buna karşı olduğunu belirtmiştir493. Yani dış politikada Batı Sahra sorununu Mağrip bölgesinin birliği açısından yorumlamıştır.

Bu bağlamda Batı Sahra sorunu, Fas’ın Mağrip bölgesinde Cezayir ile girdiği yarışın bir parçası olarak da değerlendirilebilir494. Toby Shelley gibi bazı yazarlar, iki

ülkenin gerek birbirleriyle olan ilişkilerinin gerekse Batı Sahra sorununa yaklaşımlarının Mağrip bölgesi ve ötesi için girdikleri etki yarışıyla bağlantılı olduğunu ifade etmektedir495.

492 T. Shelley, Endgame in the Western Sahara: What Future for Africa’s Last Colony?, London, 2004, s. 30. 493 ibid, s. 29. 494 ibid, s. 2. 495 ibid, s.30. 172

Bir başka siyasi gerekçe olarak da PC’nin yapısını öne sürmektedir. Batı

Sahra konusunun terör unsurlarıyla ilişki içerisinde olduğunu savunmakta ve özerklik seçeneğinin en uygun çözüm olduğunu iddia etmektedir. Böylelikle bölgesel ve uluslararası istikrarın tehdit altına alınacağına dair gerekçelerle self-determinasyonun uygulanmasının önüne geçmeye çalışmakta; self-determinasyonu hukuki düzlemden

çıkarmayı hedeflemektedir.

Self-determinasyon düzleminden çıkmasıyla Batı Sahra sorununun Fas’ın

çözüm çerçevesinde ilerleyebilmesinin önünü açacaktır. En başta referandumun düzenlenmesi gündemden kalkabilecektir. Self-determinasyonun gerek Afrika’daki gerekse uluslararası alandaki diğer örneklerinin gösterdiği üzere başat uygulayıcısı referandumdur. Fas bunun yerine artık bölgede referandumun düzenlenmesinin gerçekçi olmadığını öne sürerek self-determinasyona ve hukuki yapısına bir anlamda karşı çıkmaktadır. Ayrıca Batı Sahra’da referandum seçeneklerine bağımsızlığın eklenmesi talebi Fas tarafından kabul edilmemektedir. Kendi sınırları içerisinde uygulanacak özerklik seçeneğiyle sorunun çözülebileceğini savunmaktadır.

2) Batı Sahra’nın Bakış Açısı ve Hedefleri

Açılımı Frente Popular para la Liberacion de Saguia el-Hamra y Rio de Oro olan PC, Batı Sahra’nın bağımsızlığını hedeflemektedir. Self-determinasyon iddialarını uluslararası hukukun özerk olmayan bölge (non-self-governing territory) 173 kavramına dayandırmaktadır496. BM kararlarına ve Fas ile yürütülen müzakerelere uygun olarak referandumun düzenlenmesini talep etmektedir.

Başka bir deyişle çıkış noktası milliyetçiliktir. PC’nin 1950’lerin sonlarında gerçekleşen başarısız ayaklanmalardan ders aldığı için farklı milliyetçi unsurları içerisine alan şemsiye örgüt olduğu ifade edilmektedir497. 1950’li ve 60’lı yıllarda yükselmeye başlayan Sahravi milliyetçiliğinin en önde gelen temsilcisi durumundadır. Sol unsurları da bünyesinde barındıran PC, 1973’de kurulmuştur.

Sahravi milliyetçiliğinin siyasi gündeme sahip olmasıyla bu alanda çeşitli adımlar atılmıştır. Silahlı mücadelenin benimsenmesinin yanı sıra devlet ilan edilmiştir.

İspanya bölgeden 26 Şubat 1976’da çekilmiş ve ertesi gün PC, SADC’ı ilan etmiştir.

Afrika Birliği Teşkilatı (ABT) gibi BM Genel Kurulu da 1980’de PC’yi Batı Sahra halkının meşru temsilcisi olarak tanımıştır. PC, Batı Sahralı mültecilerin temsilcisi olduğunu kaydetmektedir. Ayrıca PC’ye verilen destek ve bölge halkının görüşleri

1970’li yıllardaki bağımsızlık hedefinin Batı Sahra nüfusunun çoğunluğunca desteklendiğini göstermektedir498. PC; üyelerinin Sahravi olduğunu, Batı Sahra halkını oluşturduğunu savunurken Fas bu iddialara karşı çıkmaktadır. Rabat, PC’nin bünyesinde Cezayir ve Moritanya vatandaşlarının olduğunu öne sürmektedir.

Böylelikle PC’nin Sahravi halkı ile özdeşleştiğine dair birlik tezi çürütülmek istenmektedir.

PC, Fas’ın yasadışı olarak Batı Sahra’nın kaynaklarını kullandığını savunmaktadır. Rabat ise Batı Sahra’daki faaliyetleriyle bölgeyi kalkındırdığını öne

496 “Right of Non-Self-Governing Territories to Self-Determinastion Reaffirmed, As Fourth Committee Approves Nine Decolonization Texts”, United Nations: Meetings Coverage and Press Releases, http://www.un.org/press/en/2002/gaspd238.doc.htm, 4 October 2002, 12 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 497 J. Mundy, 2009, s. 210. 498 O. C. Eze, 1984, s. 81. 174 sürerken eleştirilmesi gereken tarafın PC olduğunu kaydetmektedir. Batı Sahra’da yüzde 35’e varan işsizliğin olduğunu ve gelirin silah alımında kullanıldığını iddia etmektedir499.

a) Hukuki Gerekçeleri

PC/SADC silahlı mücadeleyi yürütürken bir yandan da hukuki alanda da hedefine ulaşmaya çalışmıştır. Sorunun başlangıcından bu yana PC’nin gerekçelerini ve hedeflerini, barış görüşmelerini ve çözümlerini; başta BM Genel Kurulu’nun ve

Güvenlik Konseyi’nin kararları olmak üzere uluslararası hukuk metinlerine dayandırmaktadır. Örneğin; Polisario’nun en önemli vurgularından biri Batı

Sahra’nın BM’nin dekolonizayon listesine göre Afrika’daki son sömürge sorunu olmasıdır. BM’nin Özel Komite 24’ün (Committee of 24- Special Committee on

Decolonization) gündeminde bulunması da bu özelliğine işaret etmektedir.

Diğer öne çıkan faktörler; self-determinasyon hakkının olması ve referandum yoluyla kullanılmasıdır. Söz konusu iki unsurun BM Genel Kurulu’nun ve Güvenlik

Konseyi’nin ilgili tüm kararlarının ortak özellikleri olmalarının yanında Rabat yönetiminin de bu gerçekleri kabul ettiği vurgulanmaktadır500. Böylelikle kendi tezini savunurken PC, Fas’ın çözüm seçenekleriyle ve izlediği politikalarla uluslararası hukuka karşı geldiğini vurgulamaktadır. Örneğin sorunun başlangıcında

1975’te Fas’ın ve Moritanya’nın bölgeyi işgal ederek uluslararası hukuka aykırı davrandıklarını kaydetmektedir.

499 Memorandum by the Frente Polisario on Western Sahara Peace Process, April 2009, s.5. 500 ibid, s.1. 175

BM öncülüğünde yürütülen müzakerelerin tarihine bakıldığında PC’nin bazı planları kabul ettiği görülmektedir. Nerede neyi kabul ettiği self-determinasyon teamülü ve algısı için önemli olarak düşünülmektedir. BM Genel Sekreteri Batı

Sahra Özel eski Temsilcisi ’ın ikinci önerisi olan Barış Planı’na ve

Taslak Çerçeve Anlaşması’na karşı çıkmıştır. Anlaşma, önceliği Fas’ın egemenliği altında Batı Sahra’nın özerkliğine vermektedir. Özerklik döneminden sonra referandum gerçekleşecek ve seçeneklerin arasında PC’nin de istediği bağımsızlık bulunacaktır. Ayrıca taraflar arasındaki başlıca sorunlardan biri olan referandumda kimlerin seçmen olacağına dair kriterler geniş tutulmuştur.

b) Siyasi Gerekçeleri

Batı Sahra self-determinasyonunun öne çıkan bir diğer özelliği gerek sürecin ilerlemesinde gerekse çözümde insan haklarına vurgu yapılmasıdır. PC tarafından insan haklarının sorunun çözümüne katılması gerektiği savunulurken Rabat ise bu talebe karşı çıkmakta; Batı Sahra sorununun siyasallaşması anlamına geleceğini öne sürmektedir. Batı Sahra sorunun çözümsüzlüğü, durağanlığı ve hukuktan siyasete olarak değerlendirilebilecek eksen kayması gibi çeşitli etmenlerden ötürü PC, insan hakları kavramına vurgu yaparak Fas’ı müzakere masasına çekmeye, uluslararası farkındalık yaratmaya çalışmaktadır.

Fas’ın işgali altındaki bölgede Sahravilerin insan hakları ihlallerine maruz kaldığı iddiasıyla ilgili denetimin yapılması talep edilmektedir. Cezayir ve Polisario

Cephesi, Batı Sahralılarının temel haklarının da çiğnendiğini ifade etmektedir. Fas’ın

Batı Sahra üzerinde yasadışı işgalde bulunduğu belirtilmektedir. BM İnsan Hakları 176

Yüksek Komiseri’nin 2006 tarihli raporunda bu ihlallere yer verildiğine dikkat

çekilmektedir. PC, bu denetleme görevini yapacak kurum olarak MINURSO’yu öne sürmektedir. Fas’ın insan hakları ihlallerinin incelenmesini ve denetime alınması istenmektedir. PC’ye göre bu inceleme ve denetim güvenin sağlanmasında önemli bir adım olacaktır501.

3) Silahlı Çatışmanın Yaşanması

Batı Sahra sorunu hukuki ve siyasi anlaşmazlıkların yanında silahlı

çatışmaları da sahne olmuştur. PC ve Fas arasında 1975’te başlayan silahlı çatışma

1991’deki ateşkes ile son bulmuştur. İlk olarak PC, bölgede gerilla savaşı düzenlemiştir. İspanya’ya karşı 1973’ten 1975’e kadar sürdürdüğü gerilla savaşları sonucunda Madrid bölgeden çekilmiş; boşluğu Fas ve Moritanya doldurmuştur.

Cezayir’in de desteği ile PC’nin artan saldırıları sonucunda Moritanya da bölgeden

1979 yılında çekilmiştir. Böylelikle bölgede tek varlık gösteren Fas olmuştur.

Fas ve Cezayir de Batı Sahra sorunu nedeniyle 1976’da karşı karşıya gelmiştir. Fas’ın işgali nedeniyle yaşanan mülteci akınına karşı Cezayir Sahravi mültecilerini koruma kararı almış502; bölgeye silahlı birliklerini yerleştirmiştir. Fas, insani yardım konvoylarına saldırmış, birkaç düzine Cezayir askeri yakalanmıştır.

Cezayir, soruna müdahil olmadığını salt insani yardımda bulunduğunu ifade etmiş ve kuvvetlerini çekmiştir503. 1976’nın başından bu yana Cezayir, Batı Sahra’daki

çatışmalara doğrudan müdahalede bulunmamıştır.

501 ibid, s. 4. 502 J. Mundy, 2009, s. 214. 503 ibid. 177

1991’den beri bölgede ateşkes hakimdir. Öte yandan Polisario, sorunun

çözümünde ilerleme sağlanamazsa, silahlı çatışmanın yeniden başlayabileceğini öne sürmektedir504. Dönem dönem PC’nin yeniden silahlı mücadeleyi gündemine alacağına dair yorumlar bizzat örgüt tarafından yapılmaktadır505.

4) Uluslararası Kesimin Etkisi

Özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinin tutumu Batı Sahra sorununda etkili olmuştur. Bu etki BM’nin konuya yaklaşımında ve bu bağlamda sorunun alacağı yönde görülmektedir. ABD ve Fransa, Fas’ın otonomi planına destek vermektedir. Bu desteğin altında yatan nedenler stratejik yani siyasidir.

Washington’un Batı Sahra konusuna yaklaşımında Fas’ın güvenliği ve istikrarı önemli kriterlerden biri olmuştur. Soğuk Savaş döneminde konuya dair endişe giderek artmıştır. Örneğin 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle

Fas, Mısır gibi ülkelerde istikrarsızlığın yaşanacağına dair ya da ABD’nin bölgedeki etkisinin azalacağına dair senaryolar üretilmiştir. Yani Fas’ın da “domino teorisinin” parçası olabileceği kaydedilmiştir506. PC’den çok daha güçlü olmasına rağmen Fas’ın silahlı çatışmalardan galip gelememesinin ülkede karışıklığın çıkmasına sebep olacağı düşünülmüştür. 11 Eylül saldırılarından sonra ise Fas ile olan ilişkisinde

504 Benzer yorumlar için bkz.: M. Stephan and J. Mundy, “A Battlefield Transformed: From Guerrilla Resistance to Mass Nonviolent Strugglein the Western Sahara”, Journal of Military and Strategic Studies, Vol. 8, Spring 2006, pp.1-32; A. Theofilopou and J. Mundy, “Autonomy and Intifadah: New Horizons in Western Saharan Nationalism”, Review of African Political Economy, Vol. 108, 2006, pp. 255-267. 505 “Polisario vows to return to ‘armed resistance’ in response to Moroccan King’s speech”, Middle East Monitor, https://www.middleeastmonitor.com/news/africa/15196-polisario-vows-to-return- to-armed-resistance-in-response-to-moroccan-kings-speech, 10 November 2014, 29 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 506 L. Kamil, Fueling the Fire: U.S. Policy & The Western Sahara Conflict, New Jersey, 1987, s.45. 178

Washington’ın teröre karşı mücadele yaklaşımının ağır bastığı ve ikili ilişkilerin

önemli bir parçası olduğu ifade edilmektedir507. Bu bağlamda Rabat, PC’yi terör gruplarıyla bağdaştırmayı denemiştir508.

Paris’in Batı Sahra sorununa yönelik politikası Fas’a destek şeklindedir.

Mevcut dönemde Fas’ın otonomi planının desteklemesinde kendini göstermektedir.

2011’de dönemin dışişleri bakanı Alain Juppe, planın BM’nin çerçevesi doğrultusunda atılmış bir adım olduğunu ifade etmiştir509. Rabat’ın insan hakları konusunda ilerleme kaydettiği de belirtilmiştir510.

Kimi zaman sorunlu olsa da İspanya’nın Mağrip bölgesiyle olan ilişkilerinde

Fas’ın özel bir yeri bulunmaktadır511. İkili ilişkilerde toprak iddiaları sorun teşkil etmektedir. İspanya’nın Kuzey Afrika’daki toprakları üzerinde Rabat iddiada bulunmaktadır. Karasularının belirlenmesi de ayrı bir sorundur. Öte yandan ikili ilişkileri en iyi anlatan konunun da Batı Sahra olduğu düşünülmektedir. İspanyol kamuoyunun ve önemli siyasi yapılanmaların çoğu Sahravilerin self-determinasyon haklarını kullanmaları gerektiği görüşündedir512.

İspanya’nın Batı Sahra üzerindeki politikası ikili ilişkilerin gerilmesine sebebiyet vermiştir513 fakat 2004’den itibaren Madrid’in Batı Sahra politikasında bir

507 J. Mundy, 2008, s.227. 508 M. H. de Larramendi, 2007, s.188. 509 “Zambia withdraws recognition of 'Sahrawi Republic'”, Middle East Online, http://www.middle-east-online.com/english/?id=45304, 03 April 2011, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 510 “Sahara: Hails Morocco’s ‘significant progress’ in Human Rights”, Maghreb Arab Press, http://www.map.ma/en/dossier/sahara-france-hails--significant-progress-human- rights, 19 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 511 H. Amirah-Fernandez, “Chapter 17: Spain’s Policy towards Morocco and : Balancing Relations with the Southern Neighbors”, in (eds.), Y. H. Zoubir and H. Amirah-Fernandez, North Africa: Politics, Region, and the Limits of Transformation, Oxon, 2007, s.348. 512 ibid, s.350. 513 ibid, s.352. 179 takım değişikliklere gittiği ifade edilmektedir. Normalde İspanya’nın tarafsızlık politikasına sahip olduğu fakat sonradan daha aktif hatta proaktif bir tutum takındığı kaydedilmektedir. PC ve Cezayir, İspanya’nın bu tutumunu Fas yanlısı olarak yorumlamaktadır. İspanya’nın Fransa ile aynı tutumda olduğu görüşleri de mevcuttur514.

III. Afrika’nın Batı Sahra Sorununa Yaklaşımı

Tarafların algısının, yaklaşımının ve politikalarının yanında self- determinasyon teamülünün anlaşılmasında bir diğer önemli kaynak da Afrika kıta yapılanmasının faaliyetleri ve algısıdır. ABT’nin ve Afrika Birliği’nin (AfB) kararları gibi çeşitli davranışları incelenecektir.

1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın Yaklaşımı

AfB’nin kuruluşluna kadar varlık gösterdiği yıllar içerisinde ABT, Batı

Sahra’yı sömürge sorunu olarak değerlendirmiş ve bu bağlamda çözümün self- determinasyon ilkesi uyarınca gerçekleşmesi gerektiğini kaydetmiştir. 1966’da bu yönde adım atılmıştır. ABT Bakanlar Konseyi İspanya’nın sömürge toprakları

üzerindeki ilk kararını almış ve self-determinasyon hakkına vurguda bulunulmuştur.

İspanya Yönetimi Altındaki Topraklara İlişkin Karar’da (Resolution on the

Territories under Spanish Domination, CM Res 82 VII) İspanya’yı söz konusu bölgeleri özgürlüğüne kavuşturacak ve bağımsızlık sürecini başlatacak adımları atmaya çağırmıştır. ABT’nin sonraki senelerde aldığı kararlarda da BM’nin Batı

514 ibid, s.356. 180

Sahra kararlarını kabul etmiş bu yönde politika izlemiştir. Örneğin geciktirmeksizin bölge halkının bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruyabileceği özgür ve demokratik bir ortamın sağlanması için çağrıda bulunmuştur.

Afrika Birliği Teşkilatı, 1979’da bölge halkının self-determinasyon haklarını kullanabilecekleri referandumu düzenlemeye çağırmıştır. Fas’ın karşı çıkmasına rağmen 1984 yılında Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti’ni tanımış ve akabinde

Fas örgütten ayrıldığını açıklamıştır. Başka bir deyişle soruna yaklaşımında Fas’a nazaran PC’ye daha yakın bir tutum sergilemiştir. Kimi zaman da taraflar arasında arabulucu rolünü üstlenmiştir. Fakat SADC’yi tanımasıyla süreç içerisindeki rolü ister istemez sınırlanmıştır515.Yine de bir takım faaliyetlerde bulunmaya devam etmiştir. Hazırladığı barış planı 1991’de kabul edilmiştir. MINURSO’nun konuşlanması, ateşkesin sağlanması ve referandum için 1974 nüfus sayımının sonuçlarına göre seçmenlerin kayıt altına alınması gibi tartışmalı konuları ele alınmıştır. Genel çerçevede bölgede self-determinasyonun referandum yoluyla uygulanması politikalarını gütmüştür.

2) Cezayir’in Yaklaşımı

Cezayir, PC’nin en önemli destekçisi olmasından ötürü Batı Sahra sorununda ve ilgili self-determinasyon teamülü çıkarımlarında önemli bir yere sahiptir516, self- determinasyon algısı için veri sunmaktadır. Genel çerçevede Cezayir’in algısı ve bu yönde izlediği politikaları uluslararası hukukta kabul gören self-determinasyon ilkesine uymaktadır. Sahravilerin kendi geleceklerini kendilerinin tayin etme hakkına

515 M. Daadaoui, “The Western Sahara Conflict: Towards A Constructivist Approach to Self- Determination”, The Journal of North African Studies, Vol. 13, No. 2, June 2008, s.149. 516 Bu yüzden tezde ayrı bir bölüm ile değerlendirilmiştir. 181 inanmaktadır. Aynı zamanda Sahravilerin mücadelesi ile Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşı arasında benzerlik kurmaktadır.

Cezayir’in diğer self-determinasyon hareketlerini de destek verdiği fakat

PC’nin farklı bir yeri olduğu belirtilmektedir. Güney Afrika’nın Afrika Ulusal

Kongresi’ni, Mozambik’in Mozambik Kurtuluş Cephesi’ni, Angola’nın Bağımsızlığı için Halk Hareketi’ni, Gine-Bisseau’daki Gine ve Yeşil Burun’un Bağımsızlığı için

Afrika Partisi’ni ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü desteklemiştir517. Fakat SADC’ın ve

PC’nin kilit unsurlarına ev sahipliği yapmaktadır. Tindouf’ta SADC’ın “sürgündeki hükümeti” ve önemli oranda Sahravi mülteciler bulunmaktadır. PC’nin Fas’a karşı düzenlenecek operasyonlar için topraklarını kullanmasına izin vermiştir.

Öte yandan Batı Sahra konusu ile olan ilgisi ekonomik nedenlere de dayanmaktadır. Bölgeyi, kaynaklarını denize ulaştırmak için bir kapı olarak algılamaktadır. Hukuki gerekçeler desteklenirken stratejik hedefler de Cezayir tarafından gözetilmektedir. Örneğin Fas ile girdiği bölgesel rekabet önemli bir nedendir. Fas’ın Batı Sahra’daki mevcudiyeti ile stratejik dengeyi kendi lehine

çevirdiği kaydedilmektedir. Bölgenin kaynaklarına erişim sağlanmış, toprakları genişletmiştir518. Cezayir’in ise bölgesel güç olma politikasını güttüğü kaydedilmektedir519. PC’ye verilen destek ile Cezayir, Fas’ın güneye ve batıya yayılmasını engellemeyi, sınırını savunmada kararlı olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır520. Cezayir’in PC‘ye desteğinin altında yatan bir başka neden de

Fas’ın geçmişte toprakları üzerinde hak ve iddia talep etmesidir.

517 International Crisis Group, “Western Sahara: Out of Impasse”, 2007, s. 11. 518 ibid, s. 12. 519 J. Mundy, 2009, s. 211. 520 T. Shelley, 2004, s.33. 182

3) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı

Afrika’nın tutumu dönem içerisinde farklılık göstermiştir. Bazı ülkeler PC ve

SADC’ye yönelik tutumlarını değiştirmiştir. Kıtanın belli başlı ülkelerinin tutumu ise uluslararası hukukta genel kabul gören self-determinasyon ilkesine uymaktadır.

Afrika’nın Batı Sahra’nın self-determinasyonuna yönelik tutumu incelenirken

SADC’ın tanınması ve bu bağlamdaki ilişkiler öne çıkmaktadır. Özellikle SADC’ın tanınması önemlidir. BM’nin 84 üyesinin tanımasına sahipken bu sayı 46’ya düşmüştür; 38 ülkenin ise tanımalarını ya geri çektiği ya da dondurduğu belirtilmektedir521 . AfB’nin ise 54 üyesinden 24 üyesi tanımaktadır. Tezde incelenen

örneklerin tarafları olan Cezayir, Etiyopya, Nijerya ve Güney Sudan SADC’ı tanımaktadır.

Bu bağlamda ABT üyelerinin tutumu da teamülün anlaşılması için önemlidir.

Aslında en başından örgütün Batı Sahra sorununa yaklaşımının sorunlu olacağının işaretleri verilmiştir. ABT’ye üye olarak alınması tartışma yaratmıştır. Cezayir;

Angola, Şeyseller, Mozambik, Madagaskar, Gine-Bisseau ve Zimbabve tarafından

SADC’ın üyeliği desteklenmiştir. Bu gruba göre yeni üye olabilmek için ABT

Devlet Başkanları Meclisi’nde basit çoğunluğun sağlanması yeterlidir. Diğer taraftan

Fas, Senegal, Fildişi Sahili, Tunus, Nijerya, Sudan ve Sierra Leone ise üçte iki

çoğunluğun sağlanması gerektiğini savunmuştur. ABT’nin 1982’de Addis Ababa’da gerçekleştirdiği Bakanlar Kurulu toplantısında SADC 51. üye olarak seçilmiştir.

SADC’ı destekleyen üyeler, aslında bu gelinen noktanın Rabat’ın faaliyetleri sonucu

521 M.-L. C. King, “Re-Thinking Ghana-Morocco Relations”, Modern Ghana, http://moroccoonthemove.com/2014/01/07/re-thinking-ghana-morocco-relations-modern- ghanayahoo-voices-martin-luther-c-king/#sthash.Sb6mjYH1.dpbs, 5 January 2014, 27 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 183 olduğunu; referandumu uygulamadığı ve uygulamayı reddettiği için Sahravi Arap

Demokratik Cumhuriyeti’nin üye olarak kabul edildiğini savunmuştur. Böylelikle

örgütün çoğunluğunun SADC’ın öne sürdüğü self-determinasyon talebini kabul ettiği düşünülmektedir.

SADC’i tanıyan bazı devletlerin bu kararından vazgeçmesi veya vazgeçip tekrardan tanıması, yapılan açıklamalar olayın yani Batı Sahra self- determinasyonunun siyasi boyutunun olduğunu göstermektedir. Kenya; SADC’i

2005’te tanımıştır. Ertesi sene diplomatik ilişkilerini dondurmuş, 2007 yeniden tanımış ve yeniden dondurmuştur522. 2014’te ise Kenya’da Sahravi Cumhuriyeti’nin elçiliği açılarak ikili ilişkiler yeniden başlamıştır523. Malavi’nin de ilişkileri ilgi

çekicidir. 1994’de Cumhuriyeti tanımıştır, altı kere fikrini değiştirmiş524 ve 2014’de ikili ilişkileri başlatma kararını yeniden almıştır.

Başka bir deyişle uluslararası hukukta genel geçer kabule sahip self- determinasyon ilkesine ve öğelerine dair anlaşmazlıktan değil siyasi gerekçelerden

ötürü bu yönde bir karar alınmıştır. Söz konusu devletlerin kararla ilgili açıklamalarını Faslı yetkililerle birlikte Fas ziyaretleri esnasında ya da Faslı mevkidaşlarının ülkelerine ziyaretleri esnasında yapmaları ilgi çekicidir. Bu durum,

Batı Sahra sorunun self-determinasyona göre değil Fas’ın otonomi planına göre

çözülmesi gerektiği tezine dair açıklama getirmektedir. Afrika’nın bazı üyeleri Rabat ile ilişkilerini önem vermekte ve bu bağlamda Batı Sahra konusunda Krallığın

522 “Kenya Freezes Recognition of SADR”, Autonomy Plan, http://autonomy-plan.org/57-kenya- freezes-recognition-of-sadr.html, 20 July 2007, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 523 “Opening of Sahrawi Embassy in Nairobi”, Sahara Press Service, http://www.spsrasd.info/en/content/opening-saharawi-embassy-nairobi, 06 January 2014, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 524 “Malawi Withdraws its Recognition of the so-called SADR”, Sahara Online, 17 September 2008, http://www.sahara-online.net/Western-Sahara/Malawi-withdraws-its-recognition-of-the- so-called-SADR--1306-2452-3916.aspx, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 184 söylemine ve politikalarına onay vermektedir. Fas yanlısı kimi kaynaklarda Rabat’ın

Afrika Kalkınma Bankası gibi kıta yapılanmasının önemli aktörlerinden ve en çok yardım yapan donörlerinden biri olduğu ifade edilmektedir525. Ayrıca BM’nin Binyıl

Kalkınma Hedefleri’ni gerçekleştirmede Fas’ın başarılı olduğu belirtilmekte; Fas ve kıtanın gelişme gibi konularda ortak hedefleri olduğuna dikkat çekilmektedir. İkili ilişkilerin istikrarının yanı sıra, Afrika devletlerinin bu tip politika izlemelerinin bir başka nedeni de kıtadaki ayrılıkçı hareketlerin tetikleneceği endişesidir. Bazı Afrika devletleri hukuki olup olmasına bakmadan Batı Sahra’nın ayrılık hedefine karşı

çıkmıştır.

IV. Batı Sahra’nın Self-Determinasyon Sorunsalının Değerlendirilmesi

1) Fas Tezinin Analizi

Fas’ın hedeflerini ve Batı Sahra konusunu algılayışını değiştirmesi yaklaşımının siyasi olduğunu gözler önüne sermektedir. 1962 ve 1966 arası Fas, Batı

Sahra sorununun çözümünde İspanya ile işbirliği yapma niyetinde olduğunu belirtmiştir526. Bu dönemdeki müzakerelerde Fas, görüşmelerin yapılacağı tek otoritenin kendisi olduğunu savunmuş, Batı Sahra’nın da kendi yönetimi altına verilmesinin görüşülmesini istemiştir. İspanya’nın bu önerileri kabul etmemesiyle

Batı Sahra bölgesine bağımsızlık verilmesi gerektiği fikri öne çıkmaya başlamıştır.

Böylelikle hukuki zeminden ziyade siyasi çıkarlarından ötürü tutum değişikliği yaşanmıştır.

525 Jean R. Abi Nader, “Investments in Morocco Poised for Growth in 2014”, Morocco on the Move, http://moroccoonthemove.com/2014/01/09/investments-morocco-poised-growth-2014- jean-r-abinader/#sthash.lR3C1hDv.dpbs, 09 January 2014, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 526 S. C. Saxena, 1981, s. 16. 185

Fas, bir sonraki evrede Moritanya’nın sürecin başındaki tutumu gibi, sorununun self-determinasyon hakkı uyarınca çözülmesini belirtmiştir. Sonradan bölgenin bağımsızlığa kavuşması gerektiğini kaydetmiştir527. 1960’lı yıllarda Batı

Sahra’da referandumun düzenlenmesini desteklemiştir. 1970 yılına gelindiğinde

örneğin Kral II. Hasan, Batı Sahra bölgesinde hak iddia etmek yerine halkın konuyla ilgili görüşlerinin alınmasına dair talepte bulunduğunu ifade etmiştir528.

Batı Sahra’da referandum düzenlenmesi, Rabat için tartışmalı bir konuyu teşkil etmiştir. Bölge halkının referandumda ayrılığı seçeceği anlaşılınca dönemin lideri Kral II. Hasan, referandum isteğine karşı çıkmıştır. Örneğin İspanya referandum yaparak self-determinasyon ilkesini uygulayacağını açıkladığında Rabat;

Batı Sahra’dan tüm askerî personelin çekilmesi, BM gerekli gördüğünde polis kuvvetlerinin yerleştirilmesi, İspanya yönetiminin çekilmesi ve mültecilerin evlerine masrafsız olarak geri dönmesi gibi koşullar öne sürmüştür529. 1974’de İspanya’nın bölgede referandum yapılması isteğinden sonra ise referandumun yapılmaması yönünde görüş bildirmeye çalışmıştır.

2) Batı Sahra Sorununun Niteliğinin Değişmesi

Tarafların çıkarlarına göre Batı Sahra sorununun niteliği ve çözümü yeniden tanımlanmaktadır. Fas, süreci siyasileştirmeye çalıştırmaktadır. Başka bir deyişle bizzat BM tarafından sömürgecilikle, sömürgeciliğin tasfiyesiyle, self-determinasyon

527 T. Hodges, “The Origins of Sahrawi Nationalism”, Third World Quarterly, Vol. 5, No. 1, January 1983, s.45, dipnot 66. 528 “Memorandum by the Frente Polisario…”, 2009, s.12. 529 S. C. Saxena, 1981, s.19. 186 ifadeleriyle nitelendirilen Batı Sahra artık siyasi gerekçelerle, iddialarla ve çözümle gündeme gelmektedir.

Mevcut durumda sorunlar yaşanmaktadır. Referanduma katılacak olanların yeniden düzenlenmesi bu bağlamda örnek verilebilir. Fas tarafı 130.000’e yakın kişinin daha seçmen olarak kayıt altına alınmasını istemektedir. Bunun yanında BM

Genel Sekreteri’nin isteği üzerine farklı bir yaklaşım içerisinde olunmuş ve Fas,

“Otonomi Planını” devreye sokmuştur.

Batı Sahra sorununun ve çözümünün siyasallaştığına dair bir başka gösterge de bölge ile self-determinasyon arasındaki ilişkinin değiştiği yolundaki tezlerdir.

Öyle ki self-determinasyonun mevcut tanımı ve uygulanışının Batı Sahra sorunsalına uymadığı öne sürülmektedir530: bölgenin sömürge toprağı olmadığı en önemli gerekçe olarak gösterilmektedir. Bazı kaynaklar ise Batı Sahra’nın ikincil dereceden sömürge olduğunu iddia etmektedir531. Böylelikle sömürgeciliğin tasfiyesinde doğrudan çözüm aracı olan referandumun Batı Sahra self-determinasyonda uygulanmasının önüne geçmeye çalışılmaktadır.

Fas ve uluslararası kesimin Batı Sahra’yı algılayışı, self-determinasyonun

çözüm seçeneğinden yani referandumdan giderek uzaklaşılmasına neden olmaktadır.

PC ve Rabat yönetimi referandumda oy verecek seçmen listelerinde anlaşamamaktadır. Mültecilerin geri dönüşü de tartışma yaratmaktadır532. Rabat,

özerklik planının savunurken referandumun düzenlenmesinin artık gerçekçi olmadığını öne sürmektedir. Aynı zamanda süreçte gelinen çözümsüzlüğü

530 M. Daadaoui, 2008, s.143. 531 M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 112, dipnot 4. 532 Basic Facts About the United Nations, United Nations Department of Public Information, New York, 2000, s. 283. 187 göstermektedir. Süreçteki “geçici durumun ucunun açık olduğuna” dair görüşler dile getirilmektedir533. Siyasi ve hukuki düzenlemelerle ya da iddiaların öne sürülmesiyle

Rabat, referandumun düzenlenmesini engellemeye çalışmaktadır. Oylama sonucunda bağımsızlık kararının çıkmasından endişe ettiği düşünülmektedir. Seçim sonucunu etkilemek için de fiili durum yaratılmak istenmektedir. Örneğin 1975’teki Yeşil

Yürüyüş’e 350.000 Faslı katılmıştır. Ayrıca Fas bölgeye vatandaşlarını getirmekte, yiyecek ve barınma gibi yardımlarda bulunmaktadır534. 1991’de ise 40.000’e yakın kişi Fas’tan Batı Sahra’ya yerleşmiştir. Burada dikkat çekilebilecek nokta yerleşimcilerin BM’nin Yerleşim Planı’na karşı gelmesidir535. Referanduma katılacak seçmen listesi böylelikle değişme ihtimali bulunmaktadır.

Referandum uygulansa dahi Batı Sahra konusunu siyasileştirme taraftarlarının süreci başka bir raya oturtmak için kullanacakları farklı tezleri bulunmaktadır. Örneğin, Batı Sahra’da çözüme ulaşmamanın en büyük nedenlerden biri olarak self-determinasyon ilkesinin bağımsızlığa yani ayrılığa odaklanmış olması gösterilmektedir536. Bu seçenek çıktığında Fas’ın tezleri olan birleşme ve özerklik gündeme gelecektir. Ayrıca PC’nin de ilgili çıkarım ve tezlerine dolaylı olarak karşı

çıkılmaktadır. PC, yukarıda da bahsedildiği üzere, uluslararası hukukta genel kabul gören self-determinasyon ilkesine göre gerekçelendirme yapmaktadır. Self- determinasyon, sömürge dönemine dayanan siyasi ve hukuki gerekçelerle talep edilmektedir. Örneğin halk tanımına da gönderme yapılmaktadır. İspanya sömürgesi

533 M. Weller, 2009, s. 142. 534 F. Ziai, 1996, s.39 535 ibid, dipnot 9: Taraflar adı geçen kesim için farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Fas, Sahralı olduklarını söylerken; PC ise Fas vatandaşı olduklarını savunmaktadır. 536 S. J. Spector, “Western Sahara and Self-Determination Debate”, Middle East Quarterly, Vol. 16, No.3, Summer 2009, s.15. 188 döneminde Batı Sahra’nın, Sahravi toplumunun Fas’tan ayrı bir siyasi ve kültürel yapıya sahip olduğu belirtilmektedir.

Özerklik/otonomi planında her ne kadar referandumun uygulanacağına dair ifadelerde bulunsa da Rabat referandum için zaman aralığı belirlememiştir. Ayrıca referandumun içeriğine yönelik de açıklık getirmemektedir. Referandumda oylanacak seçeneklerin ya da oy vermenin düzenleneceği özel bir forma ilişkin Fas bilgi vermemektedir537.

Tarafların politikalarının yanında BM, ABD ve Fransa gibi aktörlerin

özellikle Fas’a verdiği destek sürecin gidişatını etkilemektedir. Fas, BM Güvenlik

Konseyi’nin daimî üyeleri olan Fransa ve ABD ile ilişkilerini kullanarak hedeflerine destek almaktadır. 2001’de Fas Kralı VI. Muhammed’in Batı Sahra sorununun

çözüldüğü ifadesini kullanması bu destekle açıklanmaktadır538. PC de bahse konu desteğin ne kadar etkili olduğunun farkındadır. Fas Kralının Batı Sahra sorununun

çözülmesinde ikna edilmesi için Fransa, ABD ve İspanya’ya zaman zaman çağrıda bulunulmaktadır. Böylelikle self-determinasyon sürecinde bölgesel ve uluslararası

çevrenin ve verdiği desteğin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır539.

BM’nin sorunun çözülmemesinde ve bugünkü durağan halini almasında

önemli rolü bulunmaktadır. BM’nin konuyla ilgili yaklaşımı Batı Sahra sorununun ve bu bağlamda çözümünün ne yönde ilerleyeceğini göstermiştir. Dönemlere bakıldığında örgütün tutumunda farklılık görülmektedir. Referandumun düzenlenmesinden özerkliğe doğru geçiş en önemli değişikliktir. Batı Sahra dışında

537 S.J. Spector, 2011, s.132. 538 J. Mundy, “Stubborn Stalemate in Western Sahara”, Middle East Research and Information Project, http://www.merip.org/mero/mero062604, 26 June 2004, 18 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 539 M. Daadaoui, 2008, s.153. 189 self-determinasyonla ilgili diğer durumlarda referanduma gidildiği görülmektedir.

Batı Sahra’ya gelindiğinde ise BM süreci ertelemektedir. BM Genel Kurulu aldığı

3292 sayılı karar ile Uluslararası Adalet Divanı‘ndan (UAD) danışma görüşü isterken kimileri örgütün bu adımını taviz olarak değerlendirmektedir540.Metnin belirsizliklerle ve tezatlıklarla dolu olduğu ifade edilmektedir541.

Batı Sahra, 1963 yılından beri örgütün gündeminde bulunmaktadır542. BM

Güvenlik Konseyi, ilk olarak 1975 yılında konuyu ele almıştır. BM Genel

Kurulu’nun Batı Sahra ile ilgili aldığı ilk kararı ise 1965 yılına gitmektedir. İspanya, bölgenin sömürge yönetiminden çıkması için gerekli adımları atmaya ve bu bölgenin egemenliği ile ilintili sorunların çözülmesi için müzakerelerde bulunmaya

çağrılmaktadır543. Aynı tutum Güvenlik Konseyi tarafından da sergilenmiştir; Batı

Sahra’yı sömürgeciliğin tasfiyesi kapsamında değerlendirmiştir544. Örgütün sorunu self-determinasyon olarak tanımlanması önemlidir.

Birbirleriyle bağlantılı olarak BM’nin Batı Sahra’yı sömürge olarak tanımlaması beraberinde self-determinasyonu ve referandumun uygulanmasını da getirmiştir. BM Genel Kurulu’nun 2229 (XXI) sayılı ve 20 Aralık 1966 tarihli kararında İspanya, bölgenin referandum yoluyla self-determinasyon hakkını kullanmasına imkan tanımaya çağrılmıştır. Madrid’in bahse konu çerçevede adım atmaması üzerine BM Genel Kurulu BM Andlaşması’nın XI. Bölümünden hareketle

540 C. O. Quaye, “Chapter 6: Cases Not Related to Apartheid”, in Liberation Struggles in International Law, Philadelphia, 1991, s.170. 541 ibid, s.172. 542 Basic Facts About the United Nations, 2000, s.281. 543 T. Hodges, 1983, s.41, dipnot 51. 544 R.S. Clark, “Chapter 4: Western Sahara and the United Nations Norms on Self-Determination and Aggression”, in K. Arts, P. P. Leite (eds.), International Law and the Question of Western Sahara, Leiden, 2007, s.2, http://ebookbrowsee.net/roger-s-clark-western-sahara-and- the-united-nations-norms-on-self-determination-and-aggression-pdf-d260408437, 21 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 190

Batı Sahra’yı İspanya’nın muhtar olmayan bölgelerine dâhil etmiştir. Böylelikle self- determinasyonun gerçekleşmesi garanti altına alınmak istenmiştir.

2000’li yıllara kadar self-determinasyonun referandum yoluyla çalıştırılması

örgütün gündeminde yer almıştır. 1967-73 yılları arasında bu yönde BM Genel

Kurulu 6 karar almıştır. 1972-73 yıllarında alınan kararlarda ise Batı Sahra halkının bağımsızlık hakkı ifadesi kullanılmıştır545. Diğer taraftan BM’nin 1975 tarihli Fas-

İspanya ve Moritanya arasındaki Batı Sahra’da egemenliğin paylaşılmasına ilişkin andlaşmaya yönelik tavrı net olarak değerlendirilmemektedir. Hem destekleyen hem de karşı çıkan üyeler mevcuttur546.1975 yılında Fas lideri Kral II. Hasan’ın bölgeye

Yeşil Yürüyüşü düzenlemesine karşı çıkmıştır. Güvenlik Konseyi toplanmış ve yürüyüşe son verilmesi talep edilmiştir.

Aldığı kararların arabulucu niteliğinin yanı sıra BM, referandumun düzenlenmesi gayesiyle MINURSO gibi kurumları oluşturmuş; müzakerelerin ve barış görüşmelerin yapılmasında öncü rol oynamıştır. Öte yandan aldığı kararlarla ve

çözüm önerileriyle sürecin referandum düzleminden çıkmasında etkili olmuştur.

Örneğin referanduma katılacak seçmenlerin kayıt işlemleri düzenlenememiştir. Yetki ve sorumluluk Fas’a ve PC’ye verilmiş ilgili formların dağıtılmasında MINURSO’ya görev verilmemiştir547. Sonrasında özerklik odaklı planları gündemine almıştır.

Örgütün Batı Sahra’nın çözümü için ortaya koyduğu plan çerçeveleri de self- determinasyonu ve buna dair yol haritasını nasıl algıladığını göstermesi açısından

önemlidir. Referandumun düzenlenmesi 90’lı yıllarda odak noktası iken 2000’li

545 T. Hodges, s.41, dipnot 55. 546 O. C. Eze, 1984, s. 81, dipnot 56. 547 Fatemeh Ziai, “UN Impasse in the Western Sahara”, Middle East Report, No. 199, June 1996, s.39. 191 yıllarda planların ve barış görüşmelerinin odak noktası özerk yönetim olmuştur.

2000’li yıllardan sonra Rabat’ın özerk yönetim planını548 destekleyen yaklaşımı benimsediği söylenebilir. Rabat yönetimi de otonomi planını hazırlarken BM’nin karar ve görüşlerinden yararlanmıştır.

1991 tarihli Çözüm Planı (), self-determinasyonun referandumla uygulanmasını içermektedir. Referandumun seçenekleri bağımsızlık ve

Fas ile birleşme olarak belirlenmiştir. BM’nin sonrasında bu plandan yani referandumdan vazgeçmesinin seçmen listesinin kabul edilmemesiyle bağlantılı olduğu kaydedilmektedir549. 1997 Houston Andlaşmaları’nda taraflar referandumu ve self-determinasyonun uygulanmasını kabul etmiştir.

2000’li yıllarda James Baker’ın iki planında ise özerklik öne çıkmaktadır.

2001’deki Batı Sahra’nın Statüsü için Taslak Çerçeve Anlaşması olarak anılan teklife göre bölgede ilkin 4 yıllığına özerk yönetim kurulacaktır. Sonrasında parlamento seçimleri ve referandum düzenlenecektir. Referandumda oy verecekler için kriterler geniş tutulmuştur: 18 yaşını dolduranlar ve üzerindekiler, 31 Ekim 1998’den beri bölgede ikamet edenler ve bölgeye dönecekler listesinde ismi bulunan mülteciler seçmen olarak değerlendirilmiştir. PC’nin tutumundan ve diğer planlardan farklı olarak referanduma katılacak kesim arasında Faslı yerleşimciler bulunmaktadır. PC ve Cezayir bu düzenlemeye karşı çıkmış ve Fas’ın yasadışı işgal olarak değerlendirdikleri varlığının meşrulaştırıldığını savunmuşlardır550.

548 İlk plan 2003’te yeni plan ise 2007’de kamuoyu ile paylaşılmıştır. 549 International Crisis Group, “Western Sahara: Out of the Impasse”, 2007, s.2. 550 M. H de Larramendi, “Chapter 9: Intra-Maghrebi Relations: Unitary Myth and National Interests”, in Y. H. Zoubir and H. Amirah-Fernandez (eds.), North Africa: Politics, Region, and the Limits of Transformation, Oxon, 2007, s.190. 192

Baker’ın 2003 tarihli Batı Sahra Halkının Self-Determinasyonu için Barış

Planı olarak adlandırılan ikinci teklifinin Fas’ın özerklik planına dayandığı söylenebilir. 5 yıllık bir özerk hükümet kurulacaktır; sonra seçenekleri bağımsızlık,

özerklik ve Fas ile bütünleşme olan referandum düzenlenecektir. Referanduma katılacakların belirlenme koşulları ise bu defa sınırlı tutulmuştur. Fas reddederken,

PC planı kabul etmiştir.

2007-2008 dönemlerindeki Manhasset Görüşmeleri’nde BM Güvenlik

Konseyi’nin 1754 sayılı kararı ile taraflar önkoşulsuz ve iyi niyet sahibi olarak kalıcı, adil ve taraflarca kabul edilebilecek ve Batı Sahra halkı için self-determinasyonu sunabilecek siyasi sonuca ulaşmaya çağrılmışlardır. PC’ye göre Fas otonomiden başka bir seçenek görüşmemiş ve güven inşa edici önlemleri kabul etmemiştir.

MINURSO’nun görev tanımının net olmaması da örgütün sorunlu yönleri arasında bulunmaktadır. Bu bağlamda uluslararası kamuoyunun desteği de azalmıştır. Örneğin 1990’lara gelindiğinde Avustralya, Kanada, Birleşik Krallık ve

İsviçre askerî desteğini çekmiştir551. 2000’de MINURSO’nun seçmen kayıtları kabul edilmemiştir. 86.386 olarak belirtilen seçmen sayısına ilişkin 131.038 adet şikayet gelmiştir; bunların çoğunun da Fas ile bağlantısı olduğu belirtilmektedir552.

BM’nin yönetici kadrosunun tutumu da Batı Sahra sorununun nasıl ve kimin

çıkarlarına göre çözüleceği konusunda önemli veriler sunmaktadır. BM Genel

Sekreteri Batı Sahra eski Özel Temsilcilerinin istifa etmesi veya durumdan duydukları memnuniyetsizlikleri açıklamaları Batı Sahra self-determinasyonunda

örgütün nerede durduğunu göstermesi açısından önemlidir. James Baker istifasında

551 F. Ziai, 1996, s.40. 552 International Crisis Group, “Western Sahara: Out of the Impasse”, 2007, s.2, dipnot 13. 193 tarafların farklı gündeme sahip olduğunu vurgularken, Eric Johnson da tarafların

önerdiği çözümlerin gerçek hayatta uygulanmasının zor olduğunu ifade etmiştir.

Peter van Welsum, yaptığı açıklamalarla konunun sıkıntılı ve zor bir süreci içerdiğini göstermiş, tarafsızlığını sorgulatan açıklamalarda bulunmuştur. Bağımsızlığın Batı

Sahra için gerçekçi bir seçenek olmadığını553, uluslararası kesimin olaylara, sahadaki gerçeklere ve fiili duruma öncelik verdiğini kaydetmiştir.

3) Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti’nin Tanınması

SADC’ın mücadele sürecindeki en önemli kazanımlarından biri de tanınmasıdır. Afrika ve uluslararası toplumun bazı üyelerince tanınmıştır. Böylelikle self-determinasyon tezinin de bahse konu unsurlar tarafından kabul edildiği düşünülmektedir. Bu noktadan da kıtadaki self-determinasyon teamülüne ilişkin

çıkarımlarda bulunulabilir. Özellikle Afrika ülkelerince tanınması çeşitli detayları içermektedir. Fas ile olan ilişkiler gibi unsurlar kıtanın self-determinasyonu algılamasında ve uygulanmasında siyasi unsurların etkili olduğunu göstermektedir.

AfB’nin 24 üyesi SADC’ı tanımaktadır. Örgüt’ün 54 üyesi olduğu düşünülünce 30 üyenin tanımadığı görülmektedir. Böylelikle teamüle ilişkin olarak

Batı Sahra self-determinasyonu özelinde görüş bütünlüğü olmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan bazı ülkelerin SADC politikalarında değişikliğe gitmesi self- determinasyon ve Batı Sahra sorununun hukukiliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Siyaset ve bazı Afrika ülkelerinin Rabat ile ilişkilerine önem vermesi öne

çıkmaktadır.

553 L. Ghanmi and W. Maclean, “UN Envoy Struggles to Break Western Sahara Impasse”, Reuters, http://www.unhcr.org/cgi-bin/texis/vtx/refdaily?pass=463ef21123&id=483ba4f98, 26 May 2008, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 194

2005’te ise önemli bir gelişme yaşanmış ve Güney Afrika Cumhuriyeti

SADC’ı tanımıştır. Güney Afrika’nın bu kararı teamülün kıtadaki varlığının tek yönlü olmadığını bir kez daha göstermiştir. SADC’ın tanınması, Thabo Mbeki yönetiminde Pretoria’nın yaptığı açıklamaya bakıldığında Fas’ın otonomi seçeneği dışında hiçbir konuyu görüşmemesi ile bağlantılı olduğu görülmektedir. Güney

Afrika’nın Sahravi Cumhuriyeti tanımaması durumunda kendi tarihi mücadelelerine,

BM Andlaşması’na ve Afrika Tüzüğü’ne aykırı davranmış olunacağı kaydedilmiştir554.

4) Uluslararası Hukuk ve Batı Sahra’nın Self-Determinasyonu

UAD, BM gibi çeşitli kurumlarıyla ve ilgili kaynaklarıyla uluslararası hukukun Batı Sahra’nın değerlendirilip algılanmasında önemli etkisi bulunmaktadır.

Hatta Batı Sahra hakkındaki kararlar, uluslararası hukukun self-determinasyonla ilgili kısımların şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu karşılıklı etkinin yanı sıra kimi sorunlara da neden olmuştur. Batı Sahra’da self-determinasyon ilkesinin tam uygulanamaması uluslararası hukukun konuya yaklaşımıyla da yakından ilintilidir.

İspanya’nın bölgeden çekileceğini açıklamasından kısa bir süre sonra Fas ve

Moritanya, Uluslararası Adalet Divanı’na 1974’te başvurarak Batı Sahra üzerindeki egemenlik sorunsalının cevaplanmasını istemiştir. Bölgenin İspanya’nın işgali esnasında terra nullius olup olmadığı ve Fas-Moritanya’nın Batı Sahra üzerindeki yasal hakları, hukuki bağları konularında görüş talep edilmiştir.

554 R. S. Clark, 2007, s.12. 195

UAD, danışma niteliğindeki kararında 28 Kasım 1884 olarak belirlediği

İspanya’nın işgal tarihinde bölgenin terra nullius olmadığını ifade etmiştir. Dönemin geçerli olan hukuk anlayışına göre değerlendirmelerde bulunacağına dikkat

çekmiştir. Buna göre toprak parçası üzerinde sosyalleşmiş ve kurumsallaşmaya sahip kabileler (tribes) ya da halkların (peoples555) bulunduğu; böyle bir bölgenin terra nullius olarak adlandırılamayacağını kaydetmiştir556.

İkinci soruda ise UAD; Fas Krallığı, Moritanya olarak adlandırılacak alan ve

Batı Sahra arasında yasal sadakat bağlarının bulunduğunu ifade etmiştir ancak bu yasal bağların bölge üzerinde egemenlik hakkını doğurmayacağının da altını

çizmiştir. Self-determinasyonu çalıştırmak için yeterli olmadığını söylemiştir.

Uluslararası Adalet Divanı, Batı Sahra için yasal çerçeve çizme niyetinde olsa da 1975 tarihli danışma kararında belirsizlik mevcuttur. Self-determinasyona yönelik belirsiz ifadeler kullanması, Batı Sahra self-determinasyonu ile ilintili sorunları ortadan kaldırmada yetersiz kalmıştır. Özellikle “bölge halklarının isteği” ifadesinin net olmadığı, kimin kastedildiğinin belirtilmediği kaydedilmektedir557.

UAD kararının bir başka niteliği ise farklı tarafların görüşlerini bir araya getirmesidir, böylelikle net ifadelerin kullanılmadığı düşünülmektedir. Fas,

Moritanya ve Batı Sahra’nın istek ve görüşleri harmanlamıştır. Ayrıca Divan’ın konuya karşı izlediği yaklaşımının self-determinasyona dair tüm seçeneklerin

555 Peoples terimi “The human beings of a particular nation or community or tehnic group” olarak tanımlanmıştır. Bkz.: “Peoples”, The Free Dictionary, http://www.thefreedictionary.com/peoples, 09 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir. 556 International Court of Justice, “Cases: Western Sahara, Summary of the Summary of the Advisory Opinion of 16 October 1975”, http://www.icj- cij.org/docket/index.php?sum=323&p1=3&p2=4&case=61&p3=5, 06 Eylül 2013 tarihinde erişilmiştir. 557 J. Summers, The Idea of the People: The Right of Self-Determination, Nationalism and theLegitimacy of International Law, (PhD Thesis, University of Helsinki), 2004, s. 199. 196 uygulanması yönünde yorumlanabileceği ifade edilmektedir558. Batı Sahra halkının tanımlanması yerine people ifadesi kullanılmıştır; self-determinasyon terimi ile de hakkın getirilerinden ziyade sürecin belirtildiği kaydedilmektedir559. Afrika’nın self- determinasyonunun ana kuralları olan toprak bütünlüğünün korunmasına ve sınırların dokunulmazlığına karşı gelmemiş üç tarafın da farklı isteklerinin uygulanmasına

çalışmıştır. Batı Sahra, Moritanya ve Fas arasında yasal bir bağın olduğunu kabul etmiş; fakat bunun bölge üzerinde egemenliğine sahip olunacağı anlamına gelmeyeceğini de belirtmiştir. Referandumun belirtilmesi560 Batı Sahra’nın tezini desteklemek olarak düşünülmektedir.

Uluslararası Adalet Divanı’nın 1975 tarihli kararında aslında Batı Sahra’nın

çözümüne ilişkin sorunsal bir yapının kabul edildiği kimi kaynaklarca öne sürülmektedir. Konunun yasal ve siyasi değerlendirmeleri birbirinden farklıdır561. Bu farklılık self-determinasyonun uygulanmasında-referandumun düzenlenmesinde- sorun yaratmaktadır. Referandumla bağlantılı zorluklar referandum üzerinde kuşkuların doğmasına neden olmaktadır.

V. Batı Sahra Sorunu Nasıl Çözülecektir?

Gerek referandumun gündemden kalkmasından gerekse de müzakerelerdeki/görüşmelerdeki durağanlıktan ötürü Batı Sahra sorununda taraflara göre değişen çeşitli seçenekler öne sürülmektedir. İnsan haklarının ve yerli halk

558 ibid, s. 232. 559 ibid. 560 ibid. 561 E. Conti, “The Referandum for Self-Determination: Is it Still A Solution? The Never Ending Dispute Over Western Sahara”, African Journal of International and Comparative Law, Vol. 178, No.2, 2008, s.193. 197 haklarının sürece dahli, özerklik, bölgenin ikiye ayrılması ve bağımsızlık bu bağlamda örnek olarak verilebilir.

Fas ve PC arasında ateşkesin ilan edilmesinden bu yana Fas’ın denetimi altındaki Batı Sahra bölgesinden insan hakları ihlallerinin yaşandığına dair şikayetler gelmektedir. PC’nin ve SADC’ın Batı Sahra sorununda insan hakları ihlallerine vurgu yapması, MINURSO’nun görev ve yetki alanlarına insan hakları ihlallerinin incelenmesini dahil etmeye çalışması self-determinasyonun insan hakları konusunu kapsam dahiline alması için göstergeler sunabilir562. Rabat ise kendisine karşı getirilen insan hakları ihlalleri iddialarını kabul etmemektedir. İnsan haklarının korunması ve desteklenmesi için ulusal ve bölgesel düzeyde kurumsallaşmaya gidildiğini kaydetmektedir. Bu kurumların bağımsız olduğu bizzat Kral VI.

Muhammed tarafından belirtilmiştir563.

BM insan haklarını Batı Sahra’nın çözüm sürecine alma yönünde adımlar atmıştır. Örneğin BM Güvenlik Konseyi’nin 24 Nisan 2012 tarihli 2044 sayılı kararında bölgede insan haklarının iyileştirilmesinin önemi belirtilmiştir564.

Uygulanacak bölge olarak ise Batı Sahra ve Tinduf kampları verilmiştir. Kararın self-determinasyona ilişkin bir başka önemli boyutu da tarafları ilgili mekanizmaları uygulamaya çağırması; bunların uluslararası yükümlülüğe sahip olduğunu hatırlatmasıdır.

562 J. Mundy, 2008, s.226. 563 “King Mohammed VI: Moroccans Ready…”, 07 November 2013. 564 United Nations Security Council, “Resolution 2044 (2012)”, http://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C-8CD3- CF6E4FF96FF9%7D/MINURSO%20S%20RES%202044.pdf, s.2, 13 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 198

İnsan haklarının dahil olduğu bu self-determinasyon anlayışı ile Batı Sahra sorununun çözülmesinin kısa dönemde uzak bir ihtimal olduğu düşünülmektedir.

Rabat, PC ve Cezayir tarafından yapılan girişimlere sert tepki göstermektedir. Fas’a göre insan hakları denetimini MINURSO’nun yetki ve denetimi altına sokmak

“örgütün rolünün siyasileşmesi”565 anlamına gelmektedir. Rabat’a göre böyle bir değişiklik Fas’ın ulusal egemenliğinin ihlali anlamına gelecektir566.

Polisario Cephesi, insan haklarının yanı sıra yerli halk kavramını da kullanmaktadır567. Böylelikle siyasi unsurların katılmasıyla Batı Sahra’nın çözüm sürecinde düzlem kayması yaşansa da PC, self-determinasyonun uygulanmasını talep etmeyi sürdürmektedir, self-determinasyonda çeşitli açılımlar hedeflemektedir.

Fas’ın ne ölçüde bunu kabul edeceği belirsizdir. Sahravilerin yerli halk olarak algılanması beraberinde farklı alanlarda özerklik gibi çeşitli gelişmeleri, yerli halkların hakları talebini gündeme getirme ihtimali bulunmaktadır.

Batı Sahra sorununun çözümünde özerkliğin uygulanabilmesi içinse PC’nin ve Cezayir’in onayı gerekmektedir. Hükümetin oluşması, tarafların hangi oranda katılacağı, Rabat’ın Polisario’yu tanıması bu süreci zorlaştırıcı etmenler olarak değerlendirilebilir. Öte yandan referandumun uygulanacak olması başta Batı Sahra,

Cezayir ve PC için olumlu bir faktör olabilir. Sorunun başlangıcından bugüne

565 “Altering MINURSO Role Runs Counter to Morocco’s Achievements in Participatory Democracy, Says National Interest”, Maghreb Arab Press, http://www.map.ma/en/dossier/altering-minurso-role-runs-counter-moroccos-achievements- participatory-democracy-says-nation, 20 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 566 “Moroccon Parliament Deems Altering MINURSO Mandate ‘Flagrant Violation of National Sovereignty’”, Maghreb Arab Press,http://www.map.ma/en/dossier/moroccan-parliament- deems-altering-minurso-mandate-flagrant-violation-national-sovereignty, 20 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 567 “Opponents to human rights in Western Sahara attack charity web site”, Sussex Asylum&Refugee Info, http://sussexasylumrefugeeinfo.blogspot.com/2012/05/opponents-to- human-rights-in-western.html, 25 May 2012, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 199 referandumun hâlâ uygulanamaması PC tarafından özerkliğin kabul edilmesinin zor olduğunu düşündürtmektedir.

Özerklik planın kabulü, sadece Afrika’nın mevcut self-determinasyon teamülü açısından değil uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören hak açısından da tartışma yaratacaktır. Referandumun uygulanmamasıyla özerkliğin hayata geçirilmesi hukuki düzlemden çıkılması ve self-determinasyonu değerlendirecek objektif unsurların reddedilmesi olarak algılanacaktır.

Öbür taraftan özerkliğin kabulü, Fas ve taraftarları için self-determinasyon sorununun toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine göre çözümü anlamına gelecektir. Başka bir deyişle iç self-determinasyon seçenekleri tercih edilecek ve uygulanacaktır. Bu bağlamda ayrılıkçı taleplere maruz kalan Afrika devletleri hukuki olmasa da siyaseten çıkarlarına uyduğu için bu durumu destekleyebilir.

Dönem dönem bir başka gündeme getirilen madde de bölgenin ikiye ayrılmasıdır. 2001’de Cezayir, bölgenin Fas ve PC arasında ikiye ayrılmasını

önermiş; kalıcı çözümü sağlamayacağı gerekçesiyle kabul edilmemiştir568. Bu

önerinin kabul edilip uygulanması her iki tarafın taviz vermesi anlamına gelecektir.

BM’nin ve tarafların başta öne sürdükleri çözüm parametreleri dışına çıkılmıştır.

Diğer taraftan bağımsızlık da Batı Sahra’nın self-determinasyona dair bir unsurdur. BM Genel Sekreterleri, Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis

Group) gibi kimi aktörler yakın bir zaman diliminde bağımsız bir Sahravi devletinin

568 J.Rosenblum and W. Zartman, “The Far West of the Near East: The Foreign Policy of Morocco”, in B. Korany and A. E. Hillal Dessouki (eds.), The Foreign Policies of Arab States: The Challenge of Globalization, Cairo, 2008, s.335. 200 kurulmasının uzak bir seçenek olduğu görüşündedir569. Uluslararası aktörlerin siyasi

çözüme destek vermeleri durumunda bağımsızlık seçeneği gündemdeki yerini yitirebilir. PC’nin yeniden silahlı mücadeleyi başlatma ifadeleri bu yöndeki gücüne ve Cezayir’den alacağı desteğe bağlıdır.

Bağımsızlığın seçenekler dışarısında bırakılması, uluslararası hukukta genel kabul gören self-determinasyonun Afrika’daki tek örneğinin siyasete göre çözülmesi anlamına gelecektir. Bu da ayrılmak istenen devletin onayının ve uluslararası kesimin desteğinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

VI. Batı Sahra Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne

Söylemektedir?

Batı Sahra’ya yönelik self-determinasyon algısı gerek kıta içerisinde gerekse uluslararası alanlarda farklılık göstermektedir; fakat bu farklılık Afrika’daki self- determinasyon teamülünü değiştirmemiştir. Sömürgecilik, halk odaklı self- determinasyon algılayışı mevcuttur. Öte yandan uygulamada self-determinasyon farklı araçlarla hayata geçirilmek istenmektedir.

Bu bağlamda hakkın algısından ziyade Batı Sahra’daki gelişmeler kıtadaki mevcut teamülden farklılık yaratmaktadır. Sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde bağımsızlığını kazanan diğer ülkeler ile Batı Sahra benzerliğe sahiptir fakat hakkı

çalıştıramamıştır. Sömürge kavramı ile olan bağı sebebiyle tezde incelenen diğer

örneklerden farklılık teşkil etmektedir. Ayrıca self-determinasyon teamülünde,

569 International Crisis Group, “Western Sahara: Out of the Impasse”, 2007, s.18. 201 politikalarında referandum ve sınırlara dair gösterge olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.

Referandum sürecin başından benimsenmiştir fakat mevcut dönemde çözüm sürecindeki rolü azalmıştır. PC tarafından sürecin başından beri, kimi dönemlerde de

Fas tarafından kabul edilmiştir. Bizzat BM’nin sorunu referandum çerçevesinde

çözme girişimi olmuştur. Referandumun seçenekleri de belirtilmiştir: bağımsızlık ya da Fas ile birlik bölge halkı tarafından oylanacaktır. Seçmenlerin belirlenmesi hâlâ tartışmalı bir konuyu teşkil etmektedir. 1974’de İspanya’nın düzenlediği nüfus sayımına göre seçmen listesi oluşturulmasında başta görüş birliği sağlanmıştır.

Sonrasında referandum üzerinde farklı görüşlerin öne sürülmesiyle süreç zorlaşmıştır. Kimin oy vereceğine dair çalışmanın yapılması uzun süreler almış, taraflar rakamlara itiraz etmiştir. 1991’de ilgili kararın alınmasına rağmen seçmen kaydı sonuçları ancak 2000 yılında açıklanabilmiştir: buna göre 80.000 seçmen kayıt edilmiştir570.

Bu noktada referandumun uygulanamamasında BM’nin rolünün büyük olduğu düşünülmektedir. Sorunun statik bir hal almasıyla örgüt tutumunda ve benimsediği çözümlerde değişikliğe gitmiştir. Dönemin BM Genel Sekreteri Butros

Butros Gali, 1992’de “Barış için Gündem”de571 referandum sürecine dair kuşkularının olduğunu ifade etmiştir. Böylelikle çözüm sürecinin hukukiliği tehlikeye girmiştir.

Güney Sudan gibi örneklerde referandumun düzenlenmesi fakat Batı

Sahra’da gerçekleşememesi self-determinasyonun uygulanmasında farklılık

570 M. Bhatia, 2001, s.292. 571 E. Conti, 2008, s.193, dipnot 70. 202 olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda dış desteğin önemini bir kez daha vurgulamıştır. Teamülde referandumun Afrika’da önemli kalacağı düşünülmektedir.

Batı Sahra konusunun sınırlara dair teamülün değişmesinde etkisi küçük

ölçeklidir. Fas ve PC, üzerinde hak iddia ettikleri bölgenin sınırlarında değişiklik talep etmemektedir. Sömürge sınırı korunmak istenmektedir. Aynı sınır için dokunulmazlığı ve uti possidetis ilkesi savunulmaktadır. Fas, bölgenin kendi sınırları içerisinde olduğunu; PC de aynı sınırlar ile ayrı bir devletin kurulması gerektiğini savunmaktadır.

Batı Sahra sorunu-sınır olgusu incelenirken bakılacak başlıca aktör Fas’tır572; sorunun doğrudan tarafıdır ve mevcut self-determinasyon algısından farklı talepleri bulunmaktadır. Ayrıca Fas’ın sınırlarına yönelik yıllar içerisindeki politikalarının ve algısının değiştiği görülmektedir. Siyaseti, kimliği ve coğrafi konumu gibi çeşitli faktörlerden ötürü Afrika’nın önemli bir ülkesi olan Fas’ın getireceği veya önünü açacağı gelişmelerin kıtada self-determinasyona dair teamül için önemli veri sunacağı düşünülmektedir.

1950’den yani bağımsızlığın kazanılmasından bu yana Rabat; Cezayir’in batısı, Moritanya’nın tümü, Sahra, İspanyol adaları ve Kuzey Mali üzerinde hak iddia etmiştir. Cezayir ile olan anlaşmazlığı iki ülke arasında savaş çıkmasına neden olmuştur. Fas’ın bu sınır ile ilgili talepleri zaman zaman gündeme getirilen “Büyük

572 Cezayir, kendini Batı Sahra sorununun tarafı olarak kabul etmemektedir. Dolaylı yoldan yani PC’ye/SADC’ye verdiği destek ile sorunun bir tarafı olduğunu savunmaktadır. Batı Sahra’ya ilişkin de sınır talebi bulunmamaktadır. 203

Fas” hedefi kapsamında değerlendirilebilir. Başka bir deyişle “tam olarak toprak bütünlüğünü sağlama” hedefi bulunmaktadır573.

ABT’nin kurucu üyesi olan Fas, kıta yapılanmasının temellerinden olan sınırlar gibi bir konuda Teşkilat ile farklı görüşlere sahiptir. Uti possidetis ilkesine yani sömürge sınırlarının korunması prensibine karşı çıkmıştır574.Uti possidetis’in kabul edilmesi durumunda Moritanya’nın, Cezayir’in bölgeleri, hatta İspanya adaları ve enklavları üzerinde hak iddia edemeyecektir. Söz konusu iddiaları sömürge öncesi döneme dayandırmıştır. Bu bağlamda siyasi kriterlere odaklandığı söylenebilinir.

Bugün Cezayir’in sınırları içerisinde bulunan Tindouf iki ülke gerginliğinde önemli bir noktadır. Rabat, bazı tarihi faktörleri sunarak egemenlik talebini gerekçelendirmeye çalışmıştır. 1952’ye kadar kendisi tarafından Tindouf’un yönetildiğini ve Fas askerlerinin burada görevde bulunduğunu kaydetmiştir 575.

Kimi kaynaklar Rabat’ın “İspanya Akdenizi’ndeki adalar ve enklavlar”

üzerindeki taleplerini askıya aldığını kaydetmektedir576. Fas’ın Madrid ile ilgili sınır sorunları Akdeniz kıyısındaki küçük adalara odaklanmıştır. Ceuta, Melilla, Perejil

Adası, Plazas de Soberana üzerinde Rabat hak iddia etmektedir. Bölgeleri İspanyol işgali altında olarak algılamakta ve tanıtmaktadır. Zıt iddialar ülkeyi silahlı

çatışmanın kıyısına getirmiştir. 2002’deki “Parsley krizinin” ancak ABD’nin müdahalesiyle son bulduğu ifade edilmektedir577. İspanya öte yandan İngiltere ile yaşadığı Cebelitarık sorunu yüzünden Kuzey Afrika’daki adalar üzerinde dikkatli

573 M. Willis and N. Messari, “Analyzing Moroccan Foreign Policy and Relations with Europe”, in G. Nonneman (ed.), Analyzing Middle East Foreign Policies and the Relationship with Europe, New York, 2005, s. 52. 574 J. Rosenblum and W. Zartman, 2008, s.336. 575 J. Mundy, “Algeria and the Western Sahara Dispute”, The Maghreb Center Journal, Issue 1, Spring/Summer 2010, s.8. 576 J. Rosenblum and W. Zartman, 2008, s.330. 577 M. Willis and N. Messari, 2005, s. 58. 204 davranmaktadır. Ayrıca Rabat’ın istikrarsızlığa uğraması da Madrid’in Batı Sahra gibi adalar politikasını da etkilemektedir. Batı Sahra’nın bağımsızlığını ilan etmesi durumunda Fas’ın uluslararası meşruiyetini kaybedeceği ve çökeceği gibi görüşler de mevcuttur578. Bu bağlamda Madrid, Batı Sahra sorununda statükoyu korumaktır.

Böylelikle iki konuda İspanya farklı tutum içerisine girdiğini ve siyasi değerlendirme yaptığını göstermektedir.

Fas ise Batı Sahra’da öne sürdüğü tezlerin tam tersini İspanya ile anlaşmazlığında savunmaktadır. İki olaya ilişkin tezleri hukuktan ziyade siyasete göre şekillenmektedir. Yüzölçümü olarak küçük, yerleşimin az ya da hiç olmadığı bölgelerdeki öne sürdüğü tezi Batı Sahra üzerindeki iddialarını ve buradan da self- determinasyona dair teamül değişikliğini sorgulatmaktadır.

Fas, mevcut dönemde, Moritanya ve Cezayir üzerindeki sınır taleplerinden vazgeçmiştir. Uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan hukuki çözümleri sorunun diğer tarafları gibi benimsemiştir. Bu tutum değişikliğinde Soğuk Savaş ortamı gibi uluslararası konjonktürün ve Fas’ın iç siyasetinin etkili olduğu düşünülmektedir. Fas-Cezayir mevcut ilişkilerinin önemine göndermede bulunmaktadır. 1972 yılında Fas-Cezayir Sınır Sözleşmesi imzalanmıştır. Rabat, andlaşmayı ancak 1992’de onaylamıştır. İki ülke arasındaki sınırlar kapalı bulunmaktadır; sadece 2009’da Gazze’ye destek için açılmıştır. Sınırlarla ilgili veya ilgisiz bir sorunun patlak vermesinde yaptırım olarak sınırı kapatma seçeneğine gidilmektedir. Örneğin Fas’ın Batı Sahra’ya başlattığı Yeşil Yürüyüş nedeniyle sınır kapanmıştır. 1988 yılında sınır açılmış ve 12 yıllık aradan sonra diplomatik ilişkiler başlamıştır. 1994’de Marakeş’teki terör saldırısından Rabat’ın Cezayir’i sorumlu

578 H. Amirah-Fernandez, 2007, s.355. 205 tutması ve Cezayir vatandaşlarının geçişi için vize uygulamalarını başlatmasından sonra Cezayir sınırı kapatmıştır. Sınırın açılması ise Batı Sahra da dâhil olma üzere kimi sorunların çözülmesiyle gerçekleşecektir. İki ülkenin üyesi olduğu ve bölgede işbirliği hedefine sahip Arap Mağrip Birliği (Arab Maghreb Union), Cezayir-Fas gergin ilişkileri yüzünden atıl durumdadır. 2007’deki bir kaynağa göre 1994’den beri

örgütün faaliyetleri durağandır579. Batı Sahra sorunundaki çözümsüzlük bu olumsuz durumların en önemli nedenlerinden birisidir. Bu yüzden Rabat’ın dile getirdiği

Mağrip birliği odaklı tezler sorgulanmaktadır.

Batı Sahra’da da mevcut self-determinasyon teamülünden uzak olması Fas’ın sınır ve self-determinasyon algısını sorgulatmaktadır. Bu bağlamda Batı Sahra sorununun çözümünde değişikliğe giderek kendi çıkarlarına uygun bir sonuç hedeflemektedir. İlk verilebilecek örnek Fas’ın sorunu nitelemesidir. AfB, Cezayir ve PC/SADC’ın aksine bölgeyi Fas Sahrası veya Güney Eyaletleri (Southern

Provinces) olarak tanımlamaktadır. Bu tanım sorunun çözümü olarak neyi

öngördüğünü göstermektedir: Sorunun kendi sınırları içerisinde çözülmesi gerektiğini düşünmektedir. Cezayir’in ve PC’nin Batı Sahra olarak niteledikleri sorunu yapay olarak değerlendirmektedir580.

Fas; baştan kıtasal sınır olgusuna karşı çıktığı, çekincesini koyduğu için

önemli bir örnektir. Sınırlar konusunda artık bastırmaması Afrika teamülünü kabul ettiğini; kıtada sınırlara ilişkin teamülün en azından kısa dönemde değişmediğini, değişmeyeceğini anladığını göstermektedir.

579 M. H. de Larramendi, 2007, s.180. 580 “King Mohammed VI: Moroccans Ready…” , 7 November 2013. 206

VII. Sonuç

Batı Sahra sorunu, self-determinasyon ilkesinin yasal içeriğinin

şekillenmesinde nelerin şart oluşturup oluşturmadığını belirlemesi açısından

önemlidir. Başka bir deyişle bugünkü self-determinasyon ilkesinin oluşmasında ve uygulanmasında referans noktasıdır. Bunda Uluslararası Adalet Divanı’nın Batı

Sahra üzerinden self-determinasyona yönelik kimi çıkarımlarda bulunması örnek oluşturmuştur. Self-determinasyon ilkesini ve taleplerini inceleyen ve araştıran kaynaklarda sıklıkla Divan’ın Batı Sahra kararına atıfta bulunduğu görülmektedir.

Öte yandan sorunun hâlâ çözülememiştir. Self-determinasyonun genel çerçevesinden ve referandumdan uzaklaşılmaktadır. Batı Sahra sorunundaki mevcut süreç öte yandan Afrika’da self-determinasyon politikalarını ve teamülünü değiştirmemiştir; uygulamaya yansımadığı görülmektedir.

4. GÜNEY SUDAN’DA AYRILIK YÖNÜNDE GERÇEKLEŞEN

SELF-DETERMİNASYON

I. Güney Sudan ve Sudan

1) Etnik ve İdari Yapısıyla Güney Sudan

Güney Sudan, Sudan’dan farklı etnik yapıya sahiptir. Nüfusunun büyük

çoğunluğu Afrika kökenlidir. Kendi sınırları içerisinde etnik çeşitlilik ve farklılık

gözlenmektedir. Var olan etnik grup sayısının iki yüz civarında olduğu

kaydedilmektedir581. En büyük etnik gruplar Dinka, Şilluk, Nuerler’dir. Bu üç ana grubun ise 270 alt grubu vardır582. 2014 nüfusunun 11.562.695 civarında olduğu tahmin edilmektedir583.

Nüfus, büyük ölçüde Hristiyan’dır ve geri kalanı yerel dinlere inanmaktadır.

Konuşulan dil sayısı ise 140’dır584. Güney Sudan’daki en büyük dil grupları Nilotik,

Nilo-Hamitic ve Sudan dili olarak verilebilir. Nilotik dilini konuşanlar Şilluk, Nuer ve Dinka etnik gruplarıdır.

Güney Sudan’ın federal bir cumhuriyet olması yönünde kararlar alınmıştır585.

Başkenti Juba’dır. Güney Sudan Cumhuriyeti; Merkez Equatoria, Doğu Equatoria,

581 N. Sarwar, “Post-Independence South Sudan: An Era of Hope and Challenges”, Strategic Studies, Vol. XXXII, Issue No. 2-3, Summer & Autumn 2012, s.175. 582 S. M. A. Salman, “South Sudan Road to Independence: Broken Promises and Lost Opportunities”, Pacific McGeorge Global Business & Development Law Journal, Vol. 26, Issue 2, July 2013, s. 346, dipnot 14. 583 “The World Factbook: Africa: Sudan”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/od.html, Last updated on 22 April 2014, 19 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir. 584 H. Hannum, “Chapter 15: Sudan, Autonomy, Sovereignty, Self-Determination: The Accommodation of Conflicting Rights”, Autonomy, Sovereignty, and Self-Determination: The Accommodation of Conflicting Rights, Philadelphia, 1990, s. 308, dipnot 893. 585 Federal yapının benimsenmesi konusunda Ekim 2014 itibariyle taraflar arasında anlaşma sağlanmıştır. Bkz.: “South Sudan President Agrees to Adoption of Federal System: Source”, 208

Jonglei, Lakes, Kuzey Bahr el-Gazal, Unity, Upper Nile, Warap, Batı el-Gazal ve

Batı Equatoria olmak üzere 10 eyaletten oluşmaktadır. Eski güney vilayetleri olan

Bahr el-Gazal, Yukarı Nil ve Equatoria’nın 1 Ocak 1956’daki sınırları korunduğu

Geçici Anayasa’da belirtilmektedir586. Geçici Anayasa’nın birinci maddesinin dördüncü fıkrasında ademimerkeziyetçiliğin uygulandığı demokratik sistem olarak tanımlanmaktadır.

2) Etnik ve İdari Yapısıyla Sudan

Sudan ile kastedilen İngilizlerin çekilmesiyle 1956’da bağımsızlığına kavuşan, 2011’de güney Sudan bağımsızlığını ilan etmesine kadar sınırların içerisinde bulundurduğu devlettir. İngiliz sömürgesinin devrettiği idari, siyasi, sosyo- kültürel yapıyı büyük ölçüde Sudan korumuştur.

Güney Sudan gibi Sudan da çoklu etnik yapıya sahiptir.1956 yılı resmî kaynaklarına göre 572 etnik grup bulunmaktadır. Bu rakamın yüzde 40’nı Arapların oluşturduğu ifade edilmektedir. Araplar, daha çok Hartum’da ve ülkenin kuzey kısımlarında bulunmakta idi.

1820’lerdeki Türk-Mısır yönetimi altında Sudan’da çeşitli kabileler öne

çıkmıştır. Zaman içerisinde etkilerini, yetkilerini ve güçlerini arttırarak Sudan’ın yönetici kesimi olarak öne çıkmışlardır. Shaiqiyya, Ja’aliyyin, Danagla olarak

Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article52850, 27 October 2014, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 586 Article 1 (2), The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, http://planipolis.iiep.unesco.org/upload/South%20Sudan/South%20Sudan_Transitional_constitut ion_2011.pdf, s.2. 209 sıralanmakta ve Üç Aşiret (Three Tribes) olarak adlandırılmaktadır. Sudan lideri

Ömer El Beşir, Ja’aliyyin’e mensuptur587.

İngiliz sömürgesi öncesi Güney Sudan588 ve Sudan idari ve siyasi yapıları self-determinasyon ile bağlantılı önemli veriler sunmaktadır. Sömürge öncesi döneminin siyasi, idari ve toplumsal yapıları Güney Sudan’ın self-determinasyon talebini etkilemiştir.

Bugün Güney Sudan olarak adlandırılan bölgede sömürge döneminden önce farklı aktörler denetim sahibi olmayı hedeflemiştir. 1821’de Türk-Mısır işgali döneminden önce bugün Sudan olarak adlandırılan bölgede çeşitli idari ve siyasi birimler bulunmakta idi. Dört siyasi ve idari birim gerek güçleri gerek nüfusları ile

öne çıkmaktadır: Funj ve Fur sultanlıkları, Azande ve Şilluk krallıkları589. Bu unsurlar yabancı güçlerin etkisinden önce bölgesel siyasi ve idari çeşitli yapılanmaların mevcudiyetine işaret etmektedir. Bahse konu yapılan yayılma ve fethetme yoluyla sınırlarını genişletebilmiştir. Böylelikle farklı kabileleri bünyesine katmış ve asimile etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır bölgeyi ele geçirmiştir. Uyguladıkları politikalarla bölgedeki idari ve sosyo-kültürel yapı değişmiştir. Fildişi ve köle ticareti için sıkça seferler düzenlenmiştir.

587 A. S. Natsios, Sudan, South Sudan, Darfur: What Everyone Needs to Know, New York, 2012, s. 17. 588 Güney Sudan Dışişleri Bakanlığı’nın önemli kurumlarından Washington Büyükelçiliği’nin Güney Sudan tarihini anlatan belgesine dayanarak sömürge öncesi dönem 1821’den yani Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Mısır Emiri Muhammed Ali’nin Sudan’ı elde etme çabalarından başlatılmaktadır. Bkz.: “A Short Story of South Sudan”, Embassy of the Republic of South Sudan in Washington DC, http://www.southsudanembassydc.org/PDFs/ShortHistory.pdf, 02 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 589 A. S. Natsios, 2012, s. 204. 210

Bu bağlamda güney Sudan’daki birimler yabancı akınlara ve yabancı yönetimlere direnmiştir. Halk; zorla silah altına alınmaya, yeni konulan vergileri

ödeme gibi çeşitli baskı unsurlarına karşı çıkmıştır. İslam kültürünü yayma ve

Araplaştırma gibi politikalarla kültürel açıdan da güney Sudan bir etki alanı olarak yaratılmaya çalışılmıştır.

Sömürge öncesi güney Sudan’da kalkınma ve gelişme politikalarının uygulanmasında bölgelerarası farklılık görülmektedir. Bu dönemde kalkındırma politikalarının odak noktası olarak Nil Vadisi belirlenmiş, diğer bölgeler ilgili proje ve politikalardan yararlanamamıştır. Daha sonraları da benimsenecek bir kalkınma modelinin temellerinin atıldığı belirtilmektedir590.

Dış istila ve etkilerle Sudan’ın bugünkü şeklini almıştır. Örneğin Mısır’ın,

Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İngiltere’nin ticari faaliyetleri ve keşifler ile 19. yüzyılda Sudan bugünkü yapısına benzer bir oluşuma sahip olmuştur591. Bu bağlamda sömürge döneminin Sudan’ın ve Güney Sudan’ın yapısında etkisi olmuştur. Öte yandan Sudan devletinde ve Güney Sudan’da rastlanan sıkıntılar

İngiliz sömürgesi döneminden kaynaklanmaktadır.

İngilizler 1898’de yeniden Sudan’ın kontrolünü ele geçirdiklerinde vilayetlerin mevcut sınırlarını, kuzey ve güney arasındaki sınırı korumuşlardır.

Dolaylı yönetim (indirect rule) politikası uygulanmış; kabile şefleri, şeyhleri ve tarikat liderleri gibi592 yerli halkın temsilcileri yönetimde bulunmuşlardır.

590 ibid, s. 18. 591 ibid, s. 15. 592 ibid, s. 29. 211

İngiliz yönetiminin Güney Sudan’ın self-determinasyonuna ve bu bağlamda

Hartum-Juba ilişkilerine en önemli etkisi sömürgenin idari yapısıdır. Çoğu zaman değişse de genel itibariyle kuzey ve güney olarak ayrı ve farklı idari sistem uygulanmıştır. İdari, kültürel ve ekonomik yönlerle kuzey ve güneyin birbirinden farklı olduğu tezi güdülmüş, Güney Sudan’da uyguladığı politikalar kuzey ile olan farklılığın vurgulanmasına odaklanmıştır. İngiliz sömürge yönetimi kimi zaman güneye bağımsızlığını verme ya da Kenya veya Uganda’ya bağlanmayı düşünmüştür.

Mısır’ın ikna etmesi sonucunda bu hedefinden vazgeçmiş ve “tek Sudan” politikasını yürütmüştür; iki kesim arasında birleştirici çabalar gösterilmiştir. Kondominyum yönetiminin sonlarına doğru güney ve kuzeyin tek çatı altında varlık göstermeleri fikri benimsenmiştir. İngiliz-Mısır kondominyumunda (1899-1956) ise güney ayrı bir yönetime sahip olmuştur. Ayrı bir yönetimle yetinilmemiş iki bölge arasındaki iletişimi de çoğu zaman yasaklamıştır. 1922 itibariyle güneylilerin kuzeye seyahat etmek için özel izin almaları zorunlu kılınmıştır593.

İdari ve siyasi araçların yanı sıra kültürel ve kimliğe bağlı etmenler de kullanarak iki bölge arasında farklılığın altı çizilmeye çalışılmıştır. Çoğunlukla

Hıristiyan olan ve yerel dinlere de inanılan Güney Sudan’da İslamlaştırma ve

Araplaştırma politikası izlenmiştir. Sonrasında İngilizler bu etkileri silmeye

çalışmıştır. İslam’ın güneyde yayılması engellenmek istenmiş ve Arapçanın kullanımı yasaklanmıştır. Böylelikle iki kesim arasında birliğin zorlu bir yol alması hedeflenmiştir.

Ayrıca belirtilmesi gereken bir başka noktada iki bölge arasın kalkınmadaki farklılıktır. Güney Sudan milliyetçi hareketinin dile getireceği ayrılık talebinde

593 H. Hannum, 1990, s. 309. 212

önemli yer tutan geri kalmışlık, dışlanmışlık gerekçeleri Sudan bağımsızlığını kazanmadan evvel de gündemdedir. Özellikle 1940’ların sonlarında ve 1950li yıllarda iki kesim arasındaki gelişme oranında büyük bir uçurum bulunmaktadır.

Darfur ve Kordofan’a kıyasla güney Sudan’a çok az yatırım yapılmış ve bölge gelişememiştir. Okul, yol ve diğer temel hizmetlere yeterli yatırım yapılmamıştır594.

II. Güney Sudan Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri

Kuzey-Güney arasındaki dini ve etnik farklılıklar, yaşanan iç savaşlar, kuzeyin uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalarla güneyi fakir ve ayrımcılığa maruz bıraktığı iddiası, uluslararası aktörlerin desteği Güney Sudan’ın self- determinasyonu talep etmesindeki başlıca nedenler arasındadır. Başka bir deyişle ulusal kimlik, dini özgürlükler ve kaynakların kontrol edilmesi595gibi istekler Güney

Sudan’ın silahlı mücadele gibi çeşitli araçlarla self-determinasyonu kullanabilmesinin nedenleridir.

1) Güney Sudan Self-Determinasyon Hareketleri

Güney Sudan’ın siyasi yapısı da self-determinasyon talepleri üzerinde kurulmuştur. Bu bağlamda siyasetin belirleyici kurum ve kuruluşları Hartum ile ilişkileri merkezine alan örgütler olmuştur. Bağımsızlığın kazanılmasından sonraki siyasi düzenlemede bu örgütler öncü rol üstlenmiştir.

594 A. S. Natsios, 2012, s. 34. 595 D. H. Johnson, “New Sudan or South Sudan? The Multiple Meanings of Self-Determination in Sudan’s Comprehensive Peace Agreement”, Civil Wars, Vol 15, No 2, 2013, s.146. 213

Self-determinasyon ve siyasi hareketi denince akla ilk Sudan Halk Kurtuluş

Hareketi (Sudan People Liberation Movement, SHKH) gelmektedir. Sudan Halk

Kurtuluş Ordusu (Sudan People Liberation Army, SHKO) adlı silahlı kanadı da mevcuttur. 1980’li yılların ortasında kurulmuş, Hartum ile müzakereleri yürütmüş ve silahlı mücadele de bulunmuştur. Dönem dönem bünyesinde ayrılmalar, kopmalar yaşansa da Güney Sudan siyasi hareketini üstlendiği ifade edilebilir.

2) Siyasi Gerekçeleri

Bağımsızlığın kazanılmasına kadarki self-determinasyon sürecinde hukuktan ziyade siyasi gerekçeler öne çıkmaktadır. Böylelikle self-determinasyon talepleri ve

Hartum yönetimine karşı giriştiği mücadelesini meşrulaştırmak istemiştir. Siyasi taleplerde öne çıkan argümanlar self-determinasyonu siyasi bağlamda çalıştırmak isteyen diğer hareketlerle benzerlik göstermektedir. Etnik kimliğin altının çizilmesi, sömürge yönetimi nitelendirmesi ve ayrımcılığa maruz kalma iddiaları örnek olarak verilebilir.

Güney Sudan ulusal ve siyasi hareketi kendini tanıtırken, politikalarını

şekillendirirken “Güney Sudan halkı” yani “South Sudanese people” ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade, self-determinasyonu talep eden kesim olarak da belirtilmektedir. Halk kavramına başvurulması Güney Sudan’ın siyasi talepleri ile self-determinasyon arasında ilişki kurulması açısından önemlidir.

Bu noktada halk ile neyin kastedildiğinin cevaplanması gerekmektedir. Halk ile Sudan’ın güneyinde yaşayan, çoğunluğu Afrika kökenli ve Hıristiyan olan insanlar belirtilmektedir. Söz konusu tanımdan hareketle Güney Sudan’ın kendi 214 içerisinde de birliğe sahip olduğu ifade edilmek istenmektedir. Birleştirici unsur olarak Hartum ile olan farklılık kullanılmaktadır. Hartum’a yani kuzeye göre coğrafi

özelliğe başvurarak halk tanımlanmasına gidilmiştir. Böylelikle Güney Sudan’ın self- determinasyon talebi için gerekçe bulunmaktadır. Bu ifadeden uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self-determinasyondan hakkından halk unsuruna dayanmaması sebebiyle ayrıldığı görülmektedir.

2011 Anayasası’nda da belirtildiği gibi Güney Sudan; çoketnikli, çokkültürlü,

çok dilli, çok dinli ve çok ırklı bir yapıya sahiptir596. 2013 olayları ve iç savaşlarda da görüldüğü üzere farklı etnik gruplar arasında siyasi rekabet bulunmaktadır. Bu bağlamda halk tanımının self-determinasyonun öğesine ne kadar uyduğu sorgulanmaktadır. Kuzey ile farkı yansıtan fakat kendi aralarındaki farkı kapatan bir yaklaşımla self-determinasyon talep edilmiş ve çalıştırılmıştır.

Halk kavramından sonra self-determinasyon mücadelesinin kime karşı verildiği de önemlidir. Uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self- determinasyon anlayışına göre hakkın talep edilip çalıştırılabilmesi için sömürge yönetimine karşı talep edilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan siyasi self- determinasyon talebiyle gündeme gelen hareketler genellikle ayrılmak istedikleri devletleri sömürgeci olarak nitelendirmektedir.

Güney Sudan hareketi de Hartum’u emperyalizmle ve sömürgecilikle eş tutmuş; söz konusu yapıya karşı mücadele ettiğini savunarak self-determinasyon talebinde bulunabilmiştir. Böylelikle Güney Sudan hareketinin self-determinasyonu talep ederken siyasi kriterlere başvurduğu söylenmektedir. Sömürgeci yönetim ifadesiyle etnik açıdan farklı, dışlayıcı, baskı yapan, emperyalist politikalar izleyen

596 Article 1 (2), The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, s.2. 215 bir yönetim kastedilmiştir. Örneğin siyah Afrikalılar olarak emperyalizme karşı mücadele ettiklerini ifade etmişlerdir. Soğuk Savaş ortamında dile getirilen bu kavram ile Sovyet cephesi ve müttefiklerinden destek alınmak istenmiştir. Ayrıca

özgürlükçü mücadeleye, etnik farklılığa göndermede bulunarak self-determinasyon

çalıştırılmak istenmiştir.

Güney Sudan hareketinin 1960’lı yıllardaki örgütlenmelerinden biri olan Nil

Geçici Hükümeti’ne (Nile Provisional Government) göre ise asimilasyonun ve sömürgeciliğin yanında Hartum, soykırım politikası da gütmüştür. Bu yüzden tek

çare olarak Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasını gösterilmiştir.

Güney Sudan, self-determinasyon talebinin gerekçelerinden biri olarak da kuzey tarafından birçok alanda dışlanmasını ve ayrımcılığa maruz kalmasını göstermiştir. Böylelikle Sudan’ın sınırları içerisinde yaşamalarının sorunun devamı anlamına geleceği ve bu bağlamda kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olduklarını savunmuştur.

Ayrımcılığa maruz kaldığı tezleri başlıca olarak Hartum’un İslamileştirme ve

Araplaştırma politikalarına dayandırılmıştır. Kuzeyin Şeriat kurallarını yasamanın ana kaynağı yapmada ısrarcı olmasıyla ve Arapçayı resmî dil ilan ederek güneyin değerlerine ve kültürüne sahip çıkmadığına, saygı göstermediğine dikkat çekilmiştir.

Sudan’ın eski liderlerinden Ja’afar Numeiri’nin politikaları barış sürecinin sonlanmasını ve iç savaşın yeniden patlak vermesini tetiklemiştir. Numeiri’nin

Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini arttırması yasal çoğulculuk alanını olumsuz etkilemiştir çünkü adı geçen örgüt İslamileştirme politikaları gütmektedir597. Güney

597 H. Hannum, 1990, s. 314, dipnot 903. 216

Sudan da self-determinasyon talebinde yoğunlaşarak söz konusu politikalara cevap vermiştir.

Hartum’un aynı zamanda kalkınmaya dair politikalarda da ayrımcılık yapması self-determinasyon taleplerini etkilemiştir. Güneyin kasten geliştirilmediği, fakir bırakıldığı ve böylelikle kuzeye bağımlı hale getirildiği iddia edilmiştir.

1940’ların sonlarından itibaren özellikle de 1950’lerde bu uçurumun derinleşmesi güneyin ekonomik bakımdan kuzeye bağımlı olmasına sebebiyet vermiştir.

Çatışmalardan ötürü vergi toplayamayan güney, kuzeyden yardım almaya neredeyse mecbur bırakılmıştır. Sudan’ın bağımsızlığından Kapsamlı Barış Andlaşması (KBA) sürecinin bitişine kadar iki bölge arasındaki kalkınma farklılığı ve ayrımcı politikaların uygulanması gibi sorunlar devam etmiştir.

Coğrafyanın ve etnik kimliğin yanında self-determinasyonun uygulanacağı bölgeyi Güney Sudan hareketi dışlanmış alan olarak betimlemiştir. Güney Sudan sınırları dışarısında kalan, kendileriyle benzer etnik yapıya sahip toplulukların bulunduğu bölgelerde de self-determinasyonun uygulanmasını talep etmiştir. SHKH, self-determinasyondan yararlanacak alanlar arasına kuzeyde bulunan kimi bölgeleri de katmıştır. Bunlar için de “marjinalleşmiş, Afrika bölgeleri” ifadesini kullanmıştır.

Dinkaların bulunduğu Batı Kordofan olarak adlandırılan Abyei bölgesi, Nubaların bulunduğu Güney Kordofan ve Mavi Nil’in güneyinde bulunan kesim SHKH’nin listesinde yer etmiştir598.

Diğer self-determinasyon hareketlerinde görüldüğü üzere kaynaklar üzerinde kullanıma sahip olma, yeniden paylaşıma gidilmesi istekleri de Güney Sudan hareketinin oluşmasında ve self-determinasyonla ilgili taleplerini değiştirmesinde

598 D. H. Johnson, 2013, s.146. 217 etkili olmuştur. Kaynak, self-determinasyonu talep eden hareketlerin güçlerini arttırmasına sebebiyet vermiştir. Örneğin maddi bir kaynağa sahip olmanın verdiği destek ile self-determinasyon politikaları ve söylemleri arttırılmıştır. Güney Sudan içerisindeki dengeleri de belirlemiştir. SKHK/O’nun ilk iç savaşa katılan hareketlere nazaran daha güçlü olduğu ve birliğinin daha sağlam olduğu ifade edilmektedir.

Kaynak, bağlı bulunan devletle ilişkilerin gerginleşmesinin yanı sıra aynı zamanda self-determinasyon talebi ve politikalarına yönelik dış desteğin gelmesine de sebebiyet vermiştir. Petrol gibi önemli kaynakların self-determinasyon için gerekçe teşkil etmesi, tetikleyici unsur olması ve kimi zaman da kullanılması Güney

Sudan’ın self-determinasyon talebini anlamada ve bu talebin Afrika teamülüne uygun olup olmadığını incelemede önem teşkil ettiği düşünülmektedir.

Güney Sudan, Sudan’a nazaran kaynak bakımından zengin sayılmaktadır. En fazla öne çıkan kaynaklar petrol ve sudur. Kaynaklarla ilgili her türlü politika karşı tarafın aleyhine gelişme olarak algılanmış ve ilişkiler daha da gerginleşerek zıt hedefler benimsenmiştir. Örneğin yeni vilayetlerin kurularak petrol alanlarının hakimiyetinin değiştirilmesi, kuzeyde petrol rafinerisinin kurulması da tepki ile karşılanmıştır. Güney Sudan eski Sudan’ın petrol rezervlerinin büyük çoğunluğunu kendi sınırları içerisinde tutmaktadır599. Güney Sudan’ın ayrılmasıyla Sudan’ın petrol rezervlerinin yüzde 75’i, hükümet gelirlerinin yarısı ve GSYH’sinin yüzde 20’sine yaklaşık bir kısmı sınırlarının ötesinde kalmıştır.

Kaynak hem self-determinasyon için kolaylaştırıcı bir etmen hem de self- determinasyonun sonucudur. Güney Sudan da petrolü self-determinasyonu için

599 “UN Passes Resolution Threatening Sanctions on Sudan”, BBC News, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-17926846, 02 May 2012, 04 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 218 gerekçe ve hedef olarak kullanmıştır. Güney Sudan’ın bağımsız olmasına karşı çıkan kesimlere cevap vermede de kullanılmıştır. Ayrı bir devlete sahip olmasıyla

Afrika’da Balkanlaşma döngüsünü tetikleyebileceği veya bağımsız bir devlet olarak tek başına ayakta duramayacağına dair tezlere kaynağı kullanarak karşı gelmiştir.

Kendi ayakları üzerinde durabileceğini savunmuştur. Denizle bağlantısı olmayan, kara ile çevrili bir ülke olsa dahi gelişimini sağlayabileceğini ve demokratik yönetime sahip olabileceğini kaydetmiştir. Kereste, su ve doğal hayatı sahip olduğu

önemli kaynaklar olarak dile getirilmiştir.

3) İdari Gerekçeler

Güney Sudan’ın maruz kaldığı sorunların Sudan’ın parçası olmasından kaynaklandığı ve ancak self-determinasyon ile çözülebileceği Juba tarafından

özellikle vurgulanmaktaydı. Bu bağlamda idari düzenlemelerin sorun teşkil ettiğine dikkat çekilmek istenmekte idi.

İdari ve siyasi süreçten güney Sudan devamlı surette dışlanmıştır. Sudan’ın bağımsızlığından önce, hatta KBA sürecinde kuzey ve güney arasında idari anlaşmazlıklar vuku bulmuş, güneyin kimi şikayetleri ve talepleri dinlenmemiştir.

Anayasaya ek maddelerin eklenmesi ve idari yetki paylaşımına dair güneyin istekleri karşılık bulmamıştır. 1950’li yıllardan beri talep ettiği federasyon, konfederasyon ve

özerklik gibi çeşitli önerileri gündeme alınmamıştır.

Yeni devlete şeklini verecek önemli görüşmelerde ve bağımsızlığı hazırlayacak kurumlarda güney Sudan’a temsil imkanı tanınmamıştır. Örneğin sömürge dönemi sonrasında her türlü yapıyı millileştirme ve temsilde kuzey-güney 219 dengesini sağlamakla görevli 1953 Sudanlaştırma Komisyonu’nda 800 idari görevden ancak altısı güneylilere verilmiştir600. Yani yasama ve yürütmede yeteri kadar temsil oranına sahip olamamıştır.

Bahse konu durum KBA sürecinde de devam etmiştir. Sudan’ın yeterli işbirliği yapmadığı sıklıkla belirtilerek self-determinasyon gerekçelendirilmek istenmiştir. Kendisine bağımsızlığını getirecek 2011 referandumunda Juba benzer gerekçeleri dile getirerek ayrılık için içte ve dışta destek aramıştır. Hartum yönetiminin yetki ve gelir paylaşımında, kaynakların dağılımında güneye eşit hak vermeyeceği böylelikle çözümün güney Sudanlıların haklarını koruyabilecekleri yeni bir devletin kurulması olduğu vurgulanmıştır.

4) Güney Sudan Self-Determinasyon Sürecinde Farklı Hedefler

Uluslararası andlaşmanın muallak kısımlarını anlamada başvurulan hazırlık

çalışmaları (travaux preparatoires) inceleme yöntemi, ayrılıkçı kesimin ya da etnik grup hareketinin tarihini, self-determinasyon talepleri tarihini inceleme yöntemi olarak kullanılabilir. Self-determinasyon gerekçelerinin siyasi mi hukuki alana mı dayandığını anlamak için bu noktalar önem taşımaktadır.

Güney Sudan’ın self-determinasyonu incelenirken ve hakka ilişkin teamül

çıkarımları yapılırken üzerinde durulması gereken bir konu da Güney Sudan hareketinin self-determinasyon tarihidir. Hareketin mücadelesi boyunca farklı hedefleri benimseyip benimsemediğinin veya farklı hedefler için self- determinasyonun bir araç olarak kullanıp kullanılmadığının araştırılması teamül için

600 A.Heraclides, “Chapter 7: The Southern Sudan (1961-72)”, The Self-Determination of Minorities in International Politics, London, 1991, s. 110, dipnot 15. 220

önemli veriler sunmaktadır. Güney Sudan’ın self-determinasyon tarihi boyunca farklı hedefler farklı dönemlerde uygulanarak denenmiştir601. Hedef değişimine gidilmesinde hukuki gerekçelerden ziyade iç ve uluslararası siyasi konjonktürün etkili olduğu düşünülmektedir.

Sömürge yönetiminin bitmesinden devletin ilanına kadar; bağımsızlık dâhil olmak üzere güney Sudan’ın gündeminde çözüm olarak farklı seçenekler yer almıştır. Sudan’ın bağımsızlığının parlamento oylamasında güney Sudanlılar, ret oyu kullanacakken federasyona dair güvence aldıktan sonra evet oyu vermiştir602.

Böylelikle farklı hedefi benimseyerek maruz kaldıkları sorunların çözülebileceği düşünülmüştür.

1960’lı yıllarda silahlı çatışmalar yaşanırken kuzey ile birlik, özerklik ve federasyon seçenekleri benimsenmiştir. 1990’lar itibariyle kuzey-güney sorununun ayrılık seçeneği de dâhil olmak üzere self-determinasyon çerçevesinde603 çözülmesi gündeme alınmıştır. Güney Sudan hareketi farklı hedefleri aynı anda yürütmeyi denemiştir. Örneğin KBA’nın temel noktası olarak adlandırılabilecek Machakos’da birliğin yanında bağımsızlığın da dâhil olduğu seçenekler masada yerini almıştır.

Kuzey ile tek bir çatı altında yaşama fikri dönem dönem benimsenmiştir.

Örneğin ilk iç savaşı bitiren görüşmelerde birleşik Sudan hedefi güney tarafından dile getirilmiştir. 1980’lerin başında yani güneyde özerkliğin sağlandığı Addis Ababa sürecinden sonra SHKH’nin bağımsızlık istemediği, hatta “self-determinasyonu istemediği” kimi kesimlerce savunulmuştur604. İki kesimin birlikte yaşayabileceği

601 ibid, s. 112. 602 D. H. Johnson, 2013, s.143, dipnot 7. 603 S. M. A. Salman, 2013, s.385. 604 A. Heraclides, 1991, s. 127. 221 laik ve birleşik Sudan hedefinin benimsenmesi ile kendisini göstermiştir605. John

Garang’in liderliğinde çok etnikli, laik birleşmiş Sudan hedefine demokrasi ve insan haklarına saygı da eklenmiştir606. Güney, Şeriat’ın uygulanmasına karşı çıkmıştır.

SHKH’nin eski lideri John Garang’in ölümünden sonra Sudan ile birlik içerisinde yaşama hedefi gündemde giderek alt sıraya düşmüştür.

Güney Sudan’a bağımsızlık getiren self-determinasyon, ulusal ve siyasi hareketin farklı evrelerinde gündemdeki yerini almış; önceliğini arttırmış ve sonunda da uygulanmıştır. Kimi zaman bir koşul kimi zaman da başka bir hedefin yedeği olarak benimsenmiştir. Self-determinasyon talebi Hartum’un cevapları ile belirlenmiştir.

İngiliz sömürgesi döneminde güney, self-determinasyonu istemektedir. Sudan için dış self-determinasyon seçeneklerini, kendisini için de iç seçenekleri hedeflemiştir. 1954’de salt güneyli üyelerin katıldığı İkinci Juba Konferansı’nda

Mısır’dan bağımsızlığın kazanılması benimsemiştir. Fakat bağımsızlığa verilecek destek şarta bağlanmıştır. Federal bir sistem altında güneye özerklik verilmesi durumunda bağımsızlığa destek olunacaktır. Aksi takdirde kuzeyden ayrılmayı da içen self-determinasyon talebini hedef ve strateji olarak kabul edeceklerdir607.

Self-determinasyon ilkesi, resmî olarak gündeme 1965 tarihli yuvarlak masa toplantılarına hazırlık çalışmalarında getirilmiştir. Güney Sudan delegasyonundan bazı isimler, bölge için self-determinasyonun gündeme alınmasını istemiştir kuzey ise bunu reddetmiştir608. Güney heyeti bu sefer federasyon seçeneğinin üzerinde

605 ibid. 606 A. S. Natsios, 2012, s. 67. 607 ibid, s. 40. 608 S. M. A. Salman, 2013, s.379. 222 durmuştur. Federasyon talebi, Salman tarafından Güney Sudan hareketinin asıl hedef olarak nitelendirilmiştir609. Salman, Güney Sudan milliyetçi hareketinin ancak 25 sene sonra self-determinasyon talebinde bulunacağını dile getirmiştir610.

Salman gibi kimi yazarlar Güney Sudan siyasi ve ayrılıkçı hareketinin oluşmasında büyük rolü olan Addis Ababa Andlaşması’nda bile self-determinasyon talebinin güney tarafından dile getirilmediğini öne sürmektedirler. Aksine asıl konunun federasyon olduğu fakat bu konuda görüşmelerde ilerleme sağlanamamasından ötürü bölgesel özerklik ve öz yönetişim üzerinde durulduğu belirtilmiştir611. Aynı dönemde self-determinasyon talebinin de pek yankı bulmadığı

çünkü güney Sudanlıların toplumsal ve askerî gerekçeler sebebiyle bu konu üzerinde birlik sağlayamadığı kaydedilmiştir.

1992’de ise Abuja’daki gerçekleşen barış görüşmelerinde SHKH’nin ilk defa self-determinasyonu önerdiği belirtilmektedir612. O dönemdeki bir başka önemli gelişme de güney Sudan içerisinde self-determinasyon fikrine verilen desteğin giderek artmasıdır. 1997’ye gelindiğinde ise Hartum ve Riek Machar’ın lideri olduğu

SHKH’nin farklı bir yapılanmasının imzaladığı 1997 tarihli Hartum Barış

Anlaşması’na self-determinasyon seçeneği girmiş ve Sudan Anayasası’nda da yer almıştır613.

609 ibid. 610 ibid. 611 ibid, s.380, dipnot 164. 612 J. Young, Sudan IGAD Peace Process: An Evaluation, http://sudantribune.com/IMG/pdf/Igad_in_Sudan_Peace_Process.pdf, 30 May 2007, s.8, 05 Mayıs 2013 tarihinde erişilmiştir. 613 W. Deng Malwal, “No to Tribalist Campaign Against S. Sudan’s Riek Machar”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?page=imprimable&id_article=15779, 21 May 2006, 05 Mayıs 2013 tarihinde erişilmiştir. 223

Federalizm seçeneği de Güney Sudan hareketi tarafından zaman zaman benimsenmiştir. Hartum’un da kabulüyle dönem dönem denenmiştir. İki kesimin politikaları nedeniyle federatif yönetimin devamı getirilemeyince de başka hedefler benimsenmek durumunda kalınmıştır.

Sudan’ın geleceğinin tartışıldığı 1954’teki Juba Konferansı’nda federalizm ele alınmış ve tercih edilen bir seçenek olarak sunulmuştur614. Bu yönetim şeklini belirleyecek kriterler olarak da ırk, dil, din ve kültürün altı çizilmiştir fakat kabul edilmemiştir.

Güney Sudan hareketi federalizm seçeneğini çözüm olarak benimsediği zaman ise Hartum’a karşı çeşitli işbirliği arayışlarına gitmiştir. Kordofan’daki Nuba ve doğu Sudan’daki Beja Kongresi ile federalizm odaklı ittifaklar yapılmıştır. 1968 parlamentolarında güney hareketi diğer bölgelerle federalist ittifaklar içerisine girmiştir615. Federalizm odaklı bölgesel ittifakları 1950’li ve 1960’lı yıllarda

Hartum’da gerçekleşen askerî darbeler616 yüzünden etkili olmamıştır. Örneğin 1958 darbesinin federalizm isteği tarafından tetiklendiği belirtilmektedir617.

2000’li yıllara gelindiğinde de federe sistem talepleri ve önerileri karşılık bulamayınca başka çözümler gündeme alınmıştır. 2002 görüşmeleri ve Machakos

Protokolü örneklerinde görüldüğü üzere konfederatif yapı öne sürülmüştür. Bu seçenek de gerçekleşmeyince güney, self-determinasyon seçeneği üzerinde durmuştur.

614 D. H. Johnson, 2013, s.143. 615 ibid, s.145, dipnot. 14 616 ibid, s.142. 617 ibid, s.144. 224

Özerklik de güney Sudan hareketi tarafından benimsenen hedeflerinden biri olmuştur. Sömürge döneminin sonlarına yaklaşırken yeni kurulacak devlette güney için özerklik hedefi bulunmakta ve kimi zaman görüşmelerde de şart olarak koşulmakta idi. Örneğin bağımsızlığın ilan edilmesine bir ay kala Sudan

Parlamentosu’nun güneyli üyeleri ancak önemli ölçüde özerklik verirlerse bildirgeye imza atacaklarını kaydetmişlerdir618.

Addis Ababa süreci sonucunda ise ulusal yönetime, karar alma sürecine katılarak güney Sudan özerkliğe sahip olmuştur. Fakat ulusal güvenlik, dış ilişkiler, maliye, iletişim, ekonomik kalkınma ve eğitim, dış ticaret ve vergiler gibi kilit konular Hartum’un yetkisi altında kalmış619; Hartum-Juba hattında yetki karmaşası yaşanmıştır. Söz konusu durum ileride iki kesim arasında yeniden gerginlik yaratacaktır. Bu tablo neticesinde Güney Sudan, kademeli olarak ayrılık seçeneğine yönelmiştir620.

Güney Sudan hareketi ayrılık hedefini dönem dönem benimsemiştir.

Seçenekleri arasında bulunsa bile kimi şartlardan ötürü kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Gerek iç nedenler ile self-determinasyon taleplerini kendilerine göre tanımlamalarından ve gerekse de uluslararası kesimin desteğinden dolayı, kimi zaman bağımsızlık hedefinden uzaklaşılmıştır.

Güneylilerin hareketinin başlangıcından petrolün bulunduğu 1979 yılına kadar ayrılık iddialarının temelini self-determinasyon oluşturmuştur. Kuzey tarafından şiddete maruz bırakılmaları, başta etnik ve kültürel olmak üzere çeşitli

618 H. Hannum, 1990, s. 310, dipnot 897. 619 ibid, s. 320. 620 A. Heraclides, 1991, s. 112. 225 alanlarda ayrımcılığa ve asimilasyona uğramaları gerekçe olarak gösterilmiştir621.

Tarihe de başvurularak ayrılık talebi meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Tarih boyunca güneyin kuzeyden ayrı bir kimliğe sahip olduğu bölgeye düzenlenen Arap istilalarına karşı mücadele etmeleriyle örneklendirilmiştir. Hukuki argüman olarak da Sudan’ın bağımsızlık çalışmaları esnasında güneylilerin görüşlerinin alınmaması sunulmuştur.

5) Kuzey-Güney Sorununu Çözme Çabaları ve Self-Determinasyona

Etkisi

Şiddetin yanında iki tarafça benimsenen bir diğer çözüm aracı da görüşmelerdir, müzakerelerdir. Böylelikle Juba, hem Sudan’ı hem de uluslararası kesimi self-determinasyon hakkına alıştırabilmiştir. Müzakerelerin ve anlaşmaların varlığı uluslararası hukukun Güney Sudan self-determinasyonunu ele alışını da gündeme getirmektedir.

İngiliz sömürgesi döneminde başlayan görüşmelerle iç self-determinasyon seçenekleri iki bölge arasında müzakere edilmiştir. İkinci iç savaşın sona ermesiyle uluslararası kesimin desteği gibi sebeplerin etkisiyle Hartum ve Juba dışsal self- determinasyon seçeneklerinin güney Sudan için kullanılmasını gündeme almıştır.

Güney Sudan’ın self-determinasyon tarihinde önemli yeri olan görüşmelerin incelenmesi self-determinasyon taleplerini, Hartum’un cevabını ve uluslararası kesimin etkisini anlamada önemlidir. Her aşamada iki tarafın bazı noktalarda anlaşmazlık yaşadıkları ve bunların da birikerek ileride güneyin self-determinasyonu talep etmesinde ve hakkın çalıştırılmasında etkili olduğu düşünülmektedir.

621 ibid, s. 117. 226

SHKH; ABD, Hartum ve Hükümetlerararası Kalkınma Otoritesi

(Intergovernmental Authority on Development, IGAD) ile self-determinasyon hakkını tanıyan çeşitli anlaşmalara imza atmıştır. 1992 tarihli Frankfurt Anlaşması,

IGAD Prensipler Bildirgesi (1994), 1994 tarihli ABD Temsilciler Meclisi kararı,

1994 Kahire Anlaşması, 1994 Shagdom Anlaşması, 1995 tarihli Asmara

Deklarasyonu, 1996 tarihli Siyasi Tüzüğü, 1997 tarihli Hartum Barış Anlaşması,

1998 Sudan Anayasası622 hedefe giden yolda etkili olmuştur. Bu anlaşmalar KBA için önem teşkil etmiştir.

İngiltere tarafından düzenlenen 1947 tarihli Juba Konferansı’nda kuzeyden ve güneyden yetkililer katılmış ve Sudan’ın geleceği masaya yatırılmıştır. Güney

Sudan’ın da nasıl bir yapıya sahip olacağı ele alınmıştır. Güneyin ayrı siyasi ve hukuki bir statüye sahip olması konferansta çoğunluğun desteğini almamıştır.

Böylelikle iki bölgenin tek bir çatı altında yönetilmesi kararı çıkmıştır.

1972 tarihli Addis Ababa Andlaşması’nda en fazla öne çıkan kısmı federal yapının kurulmasıyla güney Sudan’a özerklik vermesidir. Dönemin Sudan lideri

Numeiri’nin imzaladığı 1972 tarihli andlaşma genel hatları ile güneyin ulusal alandaki faaliyetlere, karar alma sürecine katılmasını ve öz yönetişime sahip olmasını içermektedir. Güney için bölgesel hükümet ilan edilmiş, taraflar arasında ateşkes sağlanmıştır. Güneyin üç vilayeti Equatoria, Bahr el-Gazel ve Kuzey Nil birleştirilmiştir. İç güvenlik, yerel yönetim, bölgesel ekonomik kalkınma alanlarının idaresi için konsey kurulmuştur. Yasama görevi Bölgesel Halk Meclisi’ne verilirken

üyeleri güneyliler tarafından seçilmiştir. Dış ticaret ve vergiler gibi bazı alanlarda

622 S. M. A. Salman, 2013, s.391. 227 merkezî hükümetin onay vermesi durumunda güney yetki sahibi olmuştur623. Kamu düzeninin ve iç güvenliğin sağlanması; kültürel, ekonomik ve sosyal alanlarda kalkınma politikalarının izlenmesi; devlet okulları, bölgesel yönetim624 gibi konular ve bölgesel mali kaynakların kullanılması yetkileri dâhilindedir.

İlk başta Addis Ababa Andlaşması’nın güneye yetkiler verdiği anlaşılmaktadır. Güneyin yetki alanları sınırlıdır. Aynı zamanda bu konularda dikkat

çekici işlem yaparken veya karar alırken devlet başkanının onayının da alınması gerekmektedir. Ayrıca Hartum; ulusal güvenlik, dış ilişkiler, maliye, hava ulaşımı ve bölgelerarası ulaşım, iletişim, telekomünikasyon, göç, ekonomik kalkınma ve eğitim planlamaları, kamu denetimi, dış ticaret ve vergiler alanlarında yetkilerini korumuştur. Kuzey, güneyin idaresi üzerinde kontrole sahip olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda Addis Ababa’nın ne kadar çözüm sağlayabildiği tartışmalı bir konuyu teşkil etmektedir.

Addis Ababa Andlaşması’nda güneyin sorunlarına cevap vermede önemli olarak değerlendirilebilecek bir adım da iki kesim arasında ekonomik işbirliğinin yapılması idi. Bu maddeye rağmen çatışmalar gibi çeşitli sebeplerden ötürü güney vergi toplayamayınca da kuzeyden yardım almaya adeta mecbur bırakılmıştır.

1972 Anlaşması’nın dâhil edildiği 1973 Anayasası’nı incelemek de

önemlidir. Güneyin tepki ve şikayetlerini çeken ifadeler barındırmaktadır. Şeriat yasamanın ana kaynağı olarak kalmaya devam etmiştir. Müslüman olmayanların

şahsi meseleleri kendi medeni kanunlarına göre düzenlenecektir. Bu bağlamda 1973

623 H. Hannum, 1990, s. 320. 624 ibid, dipnot 918. 228

Anayasası, Sudanlılar arasında kültürel farklılık olduğunun altını çizmiştir. İdari ademimerkeziyetçiliğin uygulanacağını belirtmiştir.

1972 Addis Ababa ile Güney Sudan’a koşullara bakıldığında önemli oranda

özerklik tanınmıştır. Kimi yazarlara göre İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden 1972’ye kadar “ayrılık tarihi açısından elde edilmiş en büyük başarı” olarak değerlendirilmektedir625.Güney Sudan hareketinin üzerinde durduğu kültürel alanlarda da çeşitli adımlar Andlaşma ile atılmıştır. İngilizce güneyin ana dili olarak kabul edilmiştir. Yerel dinlerin ve Hıristiyanlığın uygulanmasına dair haklar tanınmıştır.

Güney Sudan self-determinasyonun incelemelerinde en fazla öne çıkan unsur

2005 tarihli Kapsamlı Barış Andlaşması’dır. 9 Ocak 2005’te imzalanan KBA, toplamda 20 yılı aşan kuzey-güney iç savaşlarına son vermiştir. KBA bir sürecin

ürünüdür, 2002-2005 yılları arasında yapılan andlaşmaların sonucudur. KBA, benzeri andlaşmalardan ayrılmaktadır; çünkü self-determinasyonun hak olarak tanındığı ender metinlerden biridir. “Güney Sudan halkının referandumla kullanacakları ve gelecekteki statülerini belirleyecekleri self-determinasyon hakları bulunmaktadır”626 ifadesi bunun en önemli göstergesidir. Ayrıca hakkı kullandıracak aracı yani referandumu da tanımıştır627. Andlaşma ile SHKH ve Milli Kongre Partisi’nden

(National Congress Party) oluşan Ulusal Birlik Hükümeti ve güneyde ise Güney

Sudan Hükümeti kurulmuştur.

625 A. Heraclides, 1991, s. 127. 626 S. P. Sheeran, “International Law, Peace Agreements and Self-Determination: The Case of the Sudan”, International & Comparative Law Quarterly, Vol 60, April 2011, s.443, dipnot 111. 627 ibid, s.424. 229

Adından da anlaşılacağı üzere KBA farklı konulara değinmekte olup birçok bölümden oluşmaktadır. Genellikle ülkenin idari yapısını düzenlemektedir. İçsel self- determinasyon çözümlerine odaklanılmıştır. Machakos Protokolü628 (Bölüm I) yönetim ve yönetişimle, Bölüm II ise Yetki Paylaşması ile ilgilidir629.

Ademimerkeziyetçiliği ve tüm yönetim seviyelerinin güçlendirilmesini kapsamaktadır. Refah Paylaşımı Andlaşması630 III. Bölümü oluşturmaktadır.

Abyei’ye yönelik metin IV. Bölüm’dür ve Mayıs 2004 tarihlidir. Bölüm V, Güney

Kordofan ve Mavi Nil Eyaletleri Sorununun Çözümüne Dair Protokol’dür631.

Güvenlik Düzenlemelerine ilişkin Andlaşma Bölüm VI’yı632, Kalıcı Ateşkes ve

Güvenlik Düzenlemeleri Uygulamasına Dair Usuller ve Ekler Ek I’i633, Uygulamaya

Dair Usuller ve Küresel Uygulama ise Ek II’yi634 oluşturmaktadır.

KBA’nın Güney Sudan self-determinasyonu için çizdiği çerçeve ayrılık seçeneğini de içermektedir. “Yeni Sudan”ın parçası olmasının yanında ayrı ve bağımsız bir devlet kurma seçeneği de sunulmuştur635. Self-determinasyon ve ayrılık arasındaki ilişkinin altı çizilirken öte yandan çelişkili olarak nitelendirilebilecek bazı ifadeler kullanılmıştır. KBA, kendisi ve güney için önceliği Sudan’ın birliğine vermekte, taraflar arasında birliğin cazip hale getirilmesini amaçlamaktadır. Örneğin;

Machakos Protokolü, taraflar için Sudan’ın birliğini önermektedir. Güney Sudan’ın bu çerçeve içerisinde sorunlarını çözebileceği ve beklentilerine karşılık bulabileceği

628 Temmuz 2002 tarihlidir. 629 Mayıs 2004 tarihlidir. 630 Ocak 2004’te imzalanmıştır. 631 Mayıs 2004 tarihlidir. 632 Eylül 2003 tarihlidir. 633 Ekim 2004 tarihlidir. 634 Aralık 2004 tarihlidir. 635 S. P. Sheeran, 2011, s.443, dipnot 112. 230 düşünülmüştür636. Başka bir deyişle dışsal self-determinasyon için güney Sudan’a bağımsızlığın yanında Sudan ile birlik de seçenek olarak sunulmuştur. İçsel self- determinasyon odaklı olan Machakos Protokolü ve Kapsamlı Barış Andlaşması bu bağlamda çeşitli çözümlerle gelmiştir. Güney Sudan’ın bir nevi özerkliğinin korunmasının yanında kuzey ve güney arasında yetki ve idari paylaşım

öngörülmüştür. Güney Sudan için asimetrik bir federasyon ya da asimetrik bir idari

çözüm sunulmuştur637. 6 yıllık süre için kuzey ve güney arasında yarı konfederal bir yapı öngörülmüştür638.

Bu farklı algılayış taraflar arasında sorun yaratmıştır. Ama andlaşmanın imzalanması, Hartum’un onaylaması ve uygulamaya koyması self-determinasyon için önemli bir adımdır. Ayrıca hakkın hukukiliğini de sorgulatmaktadır.

6) Sudan’ın Self-Determinasyon Taleplerine Dair Cevapları

Güney Sudan’ın self-determinasyon taleplerinin nedeni ve sonucu Hartum’un bu yönde vermiş olduğu cevaplardır. Sonunda Sudan bu talepleri kabul etmiş ve

Güney Sudan bağımsızlığını ilan edebilmiştir. “Devlet ülkesinin bütünlüğü” ilkesi

çerçevesinde Hartum sınırlarının değişmesine dair talebi kabul etmiş ve neticesinde

Sudan’ın ülkesel bütünlüğü ayrılığın yaşanması gibi önemli bir hukuki değişikliğe uğramıştır639.

636 ibid, s.444, dipnot 118. 637 M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 128. 638 ibid. 639 E. Kurubaş, 2004, s. 156. 231

Kimi kaynaklar 1990’lı yılların ortalarından itibaren self-determinasyonun bir

çözüm olarak Hartum tarafından kabul edildiği görüşündedir640. Söz konusu tavır değişikliğinde bulunması self-determinasyonun hukuki etmenlerinden veya gerekçelerinden kaynaklanmamaktadır. Silahlı mücadelenin ekonomik açıdan sorun yaratması Hartum yönetimini müzakerelere yönlendirmiştir. Ayrıca 11 Eylül saldırıları gerçekleşmiş ve Washington’un Sudan’a olası bir müdahalesinden endişe edilmiştir641.

Sudan’ın güneyin gerek iç gerekse dış self-determinasyon taleplerine olan cevabı genellikle siyasi unsurlarla şekillenmiştir. Güneyin taleplerine verdiği cevap ideolojisinin, siyasi hedeflerinin yanında Sudan’a has çeşitli özelliklerden de etkilenmiştir. Sudan, örneğin, İngiliz sömürgesinin temelleri sağlam olmayan yapısını devralmıştır. Federalizme, İslam’ın toplumda ve kültürdeki yerine ilişkin düzenlemeler yapılmadan Sudan bağımsızlığına kavuşmuştur642.

Hartum’un güney Sudan siyasi hareketinin getirdiği self-determinasyon tezlerine karşı çıkması self-determinasyonun hukuki bağlamda uygulanmasını istediğini gösterebilir. Örneğin hukuki düzlemde de güneyin taleplerine karşılık aranmış ve iç self-determinasyon prensiplerine göre çözüm üretilmiştir. Birinci iç savaşı bitirmek için 1972 Addis Ababa Andlaşması ile güneyde ademimerkezileşmiş

öz yönetişime dayalı yeni bir sistem hedeflenmiştir. Önerilerdeki siyasi unsurların ağır basmasının farkında olmasına rağmen güney Sudan ile görüşme masasına oturmuş ve sonunda da self-determinasyon hakkını kabul etmiştir.

640 D. H. Johnson, 2013, s.146. 641 A. S. Natsios, 2012, s.165. 642 ibid, s. 42. 232

Hartum yönetimlerinin Güney Sudan sorununa dair başlıca hedefi Sudan’ın birliğinin korunması olmuştur. Sorunların Sudan sınırları içerisinde çözülmesi gerektiğini savunmuştur. KBA’nın imzalanmasına hatta sonrasında 2011’de referandum düzenlenmesine kadar Sudan, Güney Sudan’ın bağımsızlığını ilan etmesine karşı çıkmıştı. Bu bağlamda Juba’nın hedeflerine ters gelen politikalar izlenmiştir. Örneğin Hartum’a göre güneyin karşı çıkmakta olduğu Araplaştırma ve

İslamileştirme politikası Sudan’ın birliğini sağlayacaktır643. Güneyin self- determinasyon taleplerinin görüşülmesini reddetmiştir. 1960’lı yılların ortalarında federalizm fikrine karşı çıkmıştır.

Addis Ababa Andlaşması’nı Juba’dan farklı değerlendirmiş ve kimi zaman da uygulamamıştır. Sonrasında izlediği politikalar da sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasına sebebiyet vermiştir. Şeriat’ın bütün ülkede uygulanması için karar almış; andlaşmanın sağlamış olduğu dini ve kültürel alandaki göreceli denge böylelikle sona ermiştir. 1989’da ise Milli İslami Cephe’nin darbesiyle SHKH ile anayasal görüşmelere son verilmiştir. Hartum’un bu tip adımları, güneyin ayrılık seçeneğine yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Böylelikle güney hareketinin içinde ayrılıkçı unsurlar güç kazanmış ve 1991’de self-determinasyon ilan etmeye hazırlanılmıştır644.

7) İç Savaşın Yaşanması

Sudan ve Güney Sudan arasında 1955-72 ve 1983-2005 yılları olmak üzere yaşanan iki iç savaş, güney Sudan’ın self-determinasyonu talep etmesinde ve

643 ibid, s. 43. 644 D. H. Johnson, 2013, s.145, dipnot 15. 233 uygulamasında önemli olmuştur. Savaşlar, Juba’nın isteklerinin Hartum tarafından yerine getirilmemesinden kaynaklanmıştır. Savaşları bitiren ise Juba’ya önemli yetki veren andlaşmalar olmuştur. Güneyin daha fazla temsil ve özerklik istemesi ile

1955’te birinci iç savaş başlamıştır.1983’te güneyin özerkliğinin feshedilmesi ikinci iç savaş tetiklenmiştir.

Güney Sudan’ın gerek self-determinasyonu talep etmesinde gerekse uygulamasında savaş, yaşanan bir süreçtir. Şiddet olaylarından sonra taraflar arasında yetki paylaşımı ve işbirliğine dayalı görüşmeler yapılmıştır. Andlaşmalar uygulanamayınca ya silahlı çatışma çıkmış ya da yeniden müzakere masasına dönülmüştür.

8) Uluslararası Kesimin Etkisi

1990’larda başta ABD olmak üzere yabancı devletler Güney Sudan’ın self- determinasyon talebini kabul etmeye başlamıştır645. Bu destek sayesinde Hartum,

KBA sürecinde self-determinasyona onay vermiş Juba’nın self-determinasyon talebinin ne kadar hukuki olduğu sorgulanmamıştır.

Güney Sudan’da bugünkü siyasi tablo, self-determinasyon için ne kadar hazır olduğunu sorgulatırken uluslararası toplumun desteğinin önemi bir kez daha anlaşılmaktadır. Başta ABD olmak üzere güçlü devletlerin desteği KBA’ya self- determinasyonun dâhil edilmesinde ve andlaşmanın imzalanmasında etkili olmuştur.

KBA’nın dili ve yazılış biçimi de sürece verilen desteği göstermektedir. İngilizce ve

645 S. M. A. Salman, 2013, s. 384. 234

Arapça olarak hazırlanmıştır. İki metin arasında anlaşmazlık olursa İngilizce metin kabul edilecektir.

KBA sürecinin sonuna yaklaşılmasıyla Afrika, Amerika ve Avrupa’dan çok sayıda devlet güney Sudan’ın ilgili çözüm talebini desteklemiştir. KBA’nın imza törenine Kenya’nın ve Uganda’nın devlet başkanlarının yanı sıra Mısır, İtayla,

Hollanda, Norveç, Birleşik Krallık, ABD, Afrika Birliği (AfB), Avrupa Birliği,

IGAD, BM ve Arap Ligi’nden temsilciler katılmıştır646.

BM de bu bağlamda değinilmesi gereken örgütler arasındadır. BM, Güney

Sudan’ın self-determinasyonuna destek vermiştir. Gerek KBA sürecinde gerekse

öncesinde desteğini sergilemiştir. KBA’nın imzalanmasından evvel Kasım 2004’de

Nairobi’de toplanan BM Güvenlik Konseyi, güney Sudan’a self-determinasyonun tanınmasında Machakos Protokolü’nü ve buna dayanan diğer andlaşmaları tanıdığını açıklamıştır. KBA’nın uygulanmasının uluslararası gözlem altına alınacağı belirtilmiştir647.

ABD’nin Güney Sudan sorununa ve çözümüne yönelik yaklaşımı önemlidir.

Washington’ın Güney Sudan’a yönelik tutumu, çözüm girişimlerini değiştirecek

ölçüde etkili olmuştur. 2001 yılı sonrasında SHKH’nin John Garang ve Riek Machar liderliğindeki iki ayrı örgütünün Washington’ın desteğiyle farklı algılayışlarını

çözdükleri belirtilmektedir648.

ABD’nin tutumu, Güney Sudan self-determinasyon süreci boyunca değişmiştir. Sorunu hukuki değil siyasi olarak algıladığını göstermektedir. Başka bir

646 ibid, s.393, dipnot 205. 647 ibid, dipnot 207. 648 A. S. Natsios, 2012, s. 164. 235 deyişle değişen çıkarlara göre verilen desteğin niceliği ve niteliği de değişmektedir.

Örneğin 1960’lı yıllarda Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Afrika’daki ayrılıkçı hareketlere ve mücadelelere karşı olduğu ifade edilmektedir. Ancak 1991’de

Eritre’nin bağımsızlık referandumu ile söz konusu tutumu değiştirmiştir649.

1990’ların ortasından itibaren de Washington yönetimi Güney Sudan sorununun self- determinasyon uyarınca çözülmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Senato gibi siyasi kurumların faaliyetlerinin yanı sıra akademi çevresinde de bu hedefi destekleyen yayınlar ve çalışmalar artmıştır. Güney Sudanlıların özellikle ayrı bir etnik kimliğe sahip olduklarının, uluslararası hukuk uyarınca self-determinasyon haklarının

çalıştırılması gerektiğinin altı çizilmiştir650.

Öte yandan Amerikan yönetimlerinin başta ekonomik yaptırımlar olmak

üzere Sudan’a yönelik politikaları, terör listesine alması Hartum’u KBA’ya imzalamaya itmiştir. Darfur sorununda da Washington’ın getirdiği eleştiriler bahse konu süreci hızlandırmıştır.

III. Afrika’nın Güney Sudan Sorununa Yaklaşımı

Güney Sudan için self-determinasyon hakkını talep edebilmede ve uygulamada dış destek çok önemli olagelmiştir. Afrika’nın desteğini hem mücadelesi hem de sonrasında bağımsız bir devlet olarak güvenle ayakta kalabilmek için

649 ibid, s. 51 650 S. M. A. Salman, 2013, s.386, dipnot 189. 236 istemiştir. Öte yandan kıtanın güney Sudan’ın bağımsızlığına vereceği cevabın uluslararası kesimin politikasını da etkileyeceği651 düşünülmüştür.

1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın ve Afrika Birliği’nin Yaklaşımı

ABT, Güney Sudan’da yaşananlara müdahalede geç kalmıştır. Olayların başlamasından 8 yıl sonra652 adım attığı söylenebilir. İlk önce çatışmaya son verecek bir plan hazırlayarak tarafları müzakere masasına oturtmayı amaçlamıştır. Genel

çerçevede ise güney Sudan sorununa yaklaşımı Sudan’ın toprak birliğinin ve sınırların dokunulmazlığı prensiplerine odaklanmıştır. 1990’lı yıllarda hatta KBA’nın resmîleşeceği anlaşılıncaya kadar örgüt birleşik bir Sudan hedefi gütmüştür. Güney

Sudan’ın self-determinasyonu ayrılık temelinde kullanmasına karşı çıkmıştır.

AfB, güney Sudan sorununa ilişkin olarak ABT’nin çizdiği çerçevede yol almıştır. Toprak bütünlüğünün korunması ve sınırların dokunulmazlığından hareketle güney Sudan’ın ayrılmasına karşı çıkmıştır. Bağımsızlığın istikrarsızlık yaratabileceğini, salt Sudan’ın değil kıtanın geri kalanının olumsuz etkilenebileceği görüşündedir. Referandumun yaklaştığı dönemde örgütün en önemli isimlerinden

AfB Barış ve Güvenlik Konseyi eski Başkanı Jean Ping, güney Sudan örneğinin tehlikeli bir emsal oluşturabileceğine, Darfur ve diğer bölgelerin aynı yöntemi

651 International Crisis Group, “Sudan: Regional Perspectives on the Prospect of Southern Independence”, Crisis Group Africa Report, No. 159, 6 May 2010, s.19 652 B. Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Ankara, 1997, s. 263. 237 uygulayabileceğine dikkat çekmiştir. Böylelikle Sudan’ın çözülme sürecinin gerçekleşebileceğini öne sürmüştür653.

KBA’nın Hartum başta olmak üzere kilit aktörler tarafından onaylanmasıyla

AfB, self-determinasyonun ayrılık seçeneği ile gerçekleşebileceğini kabul etmek durumunda kalmıştır. Böylelikle örgüt, KBA bütününde Sudan’da yaşananlara cevap vermiştir. KBA sürecinin ve andlaşmanın uygulanmasının garantörlerinden biri olmuştur. Hartum’un onay vermesinden sonra AfB’nin göstereceği tepki zaten sınırlı olmuştur. AfB’nin Güney Sudan’ın self-determinasyonu algılayış ve uygulayış

şeklini onayladığı anlamına gelmemektedir.

2) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı

Kıta ülkelerinin güney Sudan hareketine ve self-determinasyon talebine verdiği destek farklılık teşkil etmektedir. Bazı ülkeler farklı alanlarda destek sağlarken bazı ülkeler de Hartum’un yanında yer almıştır. Verilen destek ve destekte görülen farklılık self-determinasyonun algılanışından ya da güney Sudan’ın talebinin hukukiliğinden ziyade söz konusu devletlerin siyasi çıkarlarından kaynaklanmıştır.

Uganda, Etiyopya ve dönemin Zairesi güney Sudan’a yönelik sınırlı yardımda bulunmuştur. Tanzanya, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nin ise güney Sudan hareketine karşı sempati duymuş; sınırları içerisinde bulunan mültecilere yardım

653 International Crisis Group, “Sudan: Regional Perspectives on the Prospect …”, 2010, s.20, dipnot 160. 238 etmek gibi sınırlı destekte bulunmuştur654. Diğer Afrika ülkeleri ise genelde siyasi destek sağlamıştır655.

Libya’nın güney Sudan’a yönelik tutumu genellikle Sudan ile olan ikili ilişkileri çerçevesinde belirlenmiştir. Kaddafi döneminin Libya’sının Sudan ile ilişkileri karmaşık olarak ifade edilebilir. Trablus’un SHKH’ye desteğinin siyasi gerekçelerden kaynaklandığı görülmektedir. Numeiri veya El-Beşir liderliğindeki

Hartum yönetimlerinin etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. Böylelikle Libya bölgedeki gücünü arttırabilecektir. Kaddafi’nin bu tutumu o dönemki Libya’nın dış politikası ile de açıklanabilir. Uluslararası kesimin uyguladığı yaptırımlara karşı ülkeye Arap

ülkelerinden ziyade Afrika destek vermiş ve uluslararası alanda yaptırımların kaldırılması için çağrıda bulunmuştur. Kaddafi de Libya’nın Afrika ülkesi olduğunu savunmuştur.

Kaddafi’nin SHKH’yi desteklediği dönemde self-determinasyonun uygulanmasına yani bağımsızlığın kabul edilmesine dair getirdiği açıklamalar siyasidir. Güneyin kültürel, dil ve dini açıdan kuzeyden farklılıklar barındırdığını ifade ederken, güneyin Doğu Afrika ile daha sıkı ve yakın bağları olduğunu savunmuştur. Öte yandan bağımsızlığını kazanmasından sonra neo-sömürgeciliğin baskılarına maruz kalabileceğini savunarak birleşmiş bir Sudan altında yaşanmasını seçenek olarak sunmuştur656. Kimi zaman da güney Sudanlıların uzun süredir baskı altında kaldığını ve bağımsız devleti hedeflemeleri durumunda destek vereceğini kaydetmiştir657. Trablus’a göre KBA’nın tümüyle uygulanması ideal bir çözümdür

654 A. Heraclides, 1991, s. 124, dipnot 62. 655 ibid, s. 119. 656 International Crisis Group, “Sudan: Regional Perspectives on theProspect…”, 2010, s.15, dipnot 130. 657 ibid, dipnot 131. 239 fakat gerekli düzenlemeler yapılmadan güney Sudan’ın ayrılmasının endişe verebilecek bir gelişme olabileceği kaydedilmiştir658. Kaddafi’ye güvenilemeyeceğini açıklasa da SHKH, bağımsızlığa destek veren tek Arap ülkesinin

Libya olduğunu vurgulamıştır659.

Mısır, kondominyum yönetiminden gelen Sudan ile yakın ilişkilerini sürdürmeyi hedeflemiştir. Sudan’ın bağımsızlığını kazandığı 1956 yılına kadar Mısır ile birleşmesi gerektiği görüşünü savunmuştur660.

Kahire’nin Sudan ile yakın ilişkilerinin iç işlerine karışma boyutuna kadar vardığı kaydedilmektedir. Sudan’da darbelerin yapılması ve yönetimin değişmesi

önemli bir örnek olarak verilebilir. Güney Sudan’ın self-determinasyonuna ise siyasi gerekçeler ile karşı gelinmiştir. Güneyin ayrılması durumunda Mısır, Nil Nehri

üzerindeki haklarını kaybedeceğinden endişe etmiştir661. Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla kendi kendine yetemeyeceğini ve dış yardıma açık olacağını savunmuştur. Mısır’ın self-determinasyona karşı çıkışında dile getirdiği bir başka gerekçe de güneyin ayrılması durumunda terör yapılarının güçlenmesidir.

Malavi, güney Sudan’ı destekleyen tutum takınmıştır. Liderlerin açıklamalarına ve izlenen politikalara bakıldığında siyasi gerekçelere başvurulduğu düşünülmektedir. Dönemin Malavi lideri Kamasu Banda, Sudan’ı Afrikalıları katletmekle itham etmiş; güneyin mücadelesini Güney Afrika’nın ve Rodezya’nın mücadeleleri ile bir tutmuştur662. Bu bağlamda kuzey ve güney Sudan arasında etnik farklılığa göndermede bulunmuş, Hartum’un sömürge yönetimi olduğunu iddia

658 ibid, dipnot 129. 659 ibid, s.16. 660 ibid, s.8. 661 J.Young, 2007, s. 7. 662 A. Heraclides, 1991, s. 124. 240 ederek self-determinasyonun talep edilebileceğini ve çalıştırılabileceğini belirtmiştir.

Kendisinden maddi destek istemesinden ötürü güney Sudan’ın yanında savaşa girmediğini öne sürmüştür663.

Kenya da Hartum’a karşı giriştiği mücadelesinde güney Sudan’a destek veren

ülkeler arasındadır. 1966’ya kadar ayrılıkçı hareketin topraklarında faaliyet göstermesine izin vermiştir. Silah temini için Kenya güzergâh olarak kullanılmıştır.

1966’dan sonra dönemin lideri Kenyatta, güney Sudan politikasında değişikliğe gitmiş664; Biafra’da olduğu gibi temkinli davranmıştır665. 1991’de Etiyopya’dan

çıkmasından sonra SHKH merkezini Kenya’ya taşımıştır. Böylelikle Kenya’nın tutumu Hartum karşıtı olmadan güney Sudan taraftarı olmak olarak nitelendirilmiştir666.

Zaire/Kongo-Kinşasa (günümüzün Kongo Demokratik Cumhuriyeti) güney

Sudan’a self-determinasyon mücadelesinde destek veren Afrika ülkeler arasındadır.

Katanga ayrılıkçı hareketinin varlığından ötürü Zaire’nin tutumu önemlidir ve kıtadaki teamül için önemli veri sunmaktadır. Destek siyasi gerekçelerden kaynaklanmaktadır.

Silah temininde bulunmuş, milislerin sığınmalarına ve saklanmalarına imkan tanımıştır. Kinşasa tarafından sağlanan destek, Katanga hareketinin lideri ve dönemin başbakanı Moise Kapenda Tshombe’nin iktidarına karşı düzenlenen Simba ayaklanması ile aynı zamanda gerçekleşmiştir667. Simba ayaklanması bittiğinde

663 ibid, dipnot 60. 664 ibid, dipnot 61. 665 ibid. 666 International Crisis Group, “Sudan: Regional Perspectives on the Prospect …”, 2010, s. 4. 667 A.Heraclides, 1991, s. 123. 241

Zaire’nin güney Sudanlılara verdiği destek de kesilmiştir668. Simbalar, Sudan aracılığı ile Arap ülkelerinden silah da dâhil olmak üzere çeşitli yardımlar almışlardır. Böylelikle verilen desteğin hukuki gerekçelerden, self-determinasyon talebinin hukukiliğini kabulünden ziyade Zaire’nin siyasi çıkarlarından kaynaklanmıştır.

Güney Sudanlılara destek veren fakat sonradan bu desteğini çeken bir diğer

Afrika ülkesi de Etiyopya’dır. Eritre’nin Addis Ababa’ya karşı self-determinasyon talebinde bulunması ve Etiyopya’nın SHKH üzerindeki etkisi sebebiyle verilen

öneme sahiptir.

Etiyopya’nın verdiği destek ile SHKH, 1983’te kurulmuştur. İç savaş döneminde silahlı güçlerini bölgeye göndermiştir Ayrıca silah kaçakçılığına müsaade etmiş, İsrail ordusunun güney Sudan ayrılıkçı hareketlerinden Anya-Nya’ya topraklarında eğitim vermesini sağlamış, SHKH liderlerine ve üyelerine sığınma olanağı tanımıştır.

Addis Ababa’nın SHKH politikası; Hartum ile olan ilişkilerine, Sudan’ın

Etiyopya içerisindeki ayrılıkçı hareketlere ve isyancı gruplara verdiği desteğe göre de

şekillenmiştir. Birinci iç savaş sırasında Etiyopya SHKH’ye ve SHKO’ya desteklerken Hartum da Addis Ababa’ya karşı mücadele veren Tigray Halkı Kurtuluş

Cephesi’ni (Tigray People’s Liberation Front), Oromo Kurtuluş Cephesi’ni (Oromo

Liberation Front) ve Beninshangul Halkı Kurtuluş Hareketi’ni (Beninshangul

People’s Liberation Front) desteklemiştir669. Benishangul-Gumuz bölgesinin self- determinasyon için referandum talebinde bulunmasında Sudan’ın etkisi ve rolü

668 ibid, s. 124, dipnot 59. 669 International Crisis Group, “Sudan’s Spreading Conflict (II): War in Blue Nile”, Crisis Group Africa Report, No.204, 18 June 2013, s.13, dipnot 254. 242 olduğu Addis Ababa yönetimince öne sürülmüş670 SHKH’ye desteğin bir başka nedenini oluşturmuştur. Hartum yönetiminin İslamcı politikalarının yayılmasından endişe etmesi ve Sudan-Etiyopya sınırlarının tartışmalı olması da güney Sudan siyasi hareketine yardım etmesine sebebiyet vermiştir671. Başka bir deyişle hukuktan ziyade

Addis Ababa siyasi unsurlara göre güney Sudan’ın self-determinasyonuna destekte bulunmuştur.

Güney Sudan’ın self-determinasyon talebinin kabul edilmesinin veya desteklenmesinin hukuktan ziyade siyasi gerekçelerden kaynaklandığına dair bir gösterge de örgütün üzerinde hedeflerini değiştirecek kadar etkiye sahip olmasıdır672.

1980’lerin başında Garang’in hedefi olan tek ve birleşik Sudan hedefini benimsemesinde673, sorununun Sudan çatısı altında çözülmesini içeren Addis Ababa sürecinde Etiyopya, etkili olmuştur. Bu dönemde Eritre’nin ayrılma talepleri ile uğraşan Etiyopya’nın güney Sudan’ın ayrılması durumunda salt kendisi için değil kıtanın diğer ülkeleri için de emsal teşkil etmesinden endişelenmiştir674. Bu bağlamda, Etiyopya’nın Afrika’nın sınırlarının dokunulmazlığı ilkesine verdiği

önemin altı çizilmekte675; güney Sudan’a verdiği desteğin sınırlı olduğu görülmektedir. Diğer taraftan Etiyopya’nın desteğini azaltması da güney Sudan’ın siyasetini etkilenmiştir. SHKH’nin görüşme masasına oturmasında ve self- determinasyonu talep edilmesinde önemli bir faktör olmuştur.

670 ibid, s.38. 671 A. Heraclides, s. 122, dipnot 53. 672 A. S. Natsios, 2012, s. 66. 673 D.H. Johnson 2013, s.145. 674 A. S. Natsios, 2012, s. 68. 675 A. Heraclides, 1991, s. 123. 243

Diğer ülkelerde görüldüğü üzere Etiyopya’nın verdiği destek konjonktüre ve liderlerin uyguladığı politikaya göre değişmiştir. İsrail ve ABD ile olan ilişkilerin dönemin Etiyopya lideri Haile Selassie’nin güney Sudan’a kısa süreli destek vermesinde etkili olduğu kaydedilmektedir676. Öte yandan liderlere göre SHKH politikası değişkenlik göstermiştir. Bir lider örgütü destekleme kararı alırken diğeri desteğini çekmiş ya da azaltmıştır. Mengistu Haile Mariam677, Hartum’a karşı güney

Sudan’ı destekle politikası gütmüştür. 1991’de Mengistu’nun devrilmesi hareketi olumsuz etkilemiş, ülkeden ayrılmak zorunda kalmış ve destek azalmıştır.

Uganda da güney Sudan’a önemli ölçüde destek veren ülkelerdendir.

Yukarıda sayılan diğer örnekler gibi desteği siyasi gerekçelere dayanmaktadır. Ülke içerisindeki ayrılıkçı hareketlere, SHKH’ya sağlanan yardım yönetime gelen liderlere göre değişmiştir. Güney Sudan’a silahlı kuvvetler gönderilmiştir678. Ayrıca silah kaçakçılığına müsamaha gösterilmesi, sınırları içerisinde siyasi faaliyetlerde bulunulmasına izin verilmesi, SHKH üyelerine sığınma imkanı tanınması verilen destek kapsamında değerlendirilebilir.

Buganda ayrılıkçı hareketinin gücünü arttırması ve Hartum’un vereceği karşılık gibi nedenler Uganda’nın sınırlı destek vermesine neden olmuştur679.

Kampala, SHKH’ye destek verirken karşılığında da Hartum da Uganda’da faaliyet gösteren Tanrı’nın Direniş Örgütü’ne (Lord Resistance Army) destek vermiştir.

Sudan’ın siyasal İslamcı politikalar izlemesi Kampala’da kendisini olumsuz etkileyeceğine dair endişe yaratmıştır. SHKH’ye verilen desteğin altında bu neden de

676 ibid. 677 1987 ve 1991 yılları arasında Etiyopya devlet başkanlığı görevinde bulunmuştur. 678 J. Young, 2007, s. 10. 679 A.Heraclides, 1991, s. 122. 244 bulunmaktadır. Böylelikle Uganda’nın desteği Hartum ile ilişkisine göre de

şekillenmiştir. İki ülkenin özellikle 1960’ların ikinci yarısında ilişkilerini iyileştirmelerinden sonra Obote liderliğindeki Uganda, güney Sudan hareketine karşı sert bir tutum takınmıştır; Anya-Nya silahlı hareketine karşı Hartum ile ortak operasyonlar düzenlenmiştir680.

Öte yandan Uganda yönetiminin değişmesi de güney Sudan hareketine verilen desteğin de değişmesine neden olmuştur. Amin’in göreve gelmesiyle

Uganda’nın yaklaşımı bir kez daha değişmiştir. Maddi destek sağlanmış, operasyon ve eğitimleri için alan temin edilmiştir. Amin, Hartum’un güney Sudan’a yönelik politikasını ırk ayrımcılığı rejimine benzetmiştir. Sudan’ın Anya-Nya’yı Uganda topraklarında kadar takip etmesi durumunda karşı cevap olarak “maksimum güç” kullanacağı tehdidinde bulunmuştur681 ancak herhangi bir adım atmamıştır. İktidara

Musevini gelince ise Uganda, örgütün Sahraaltı Afrika’daki en yakın müttefiki olarak değerlendirilmiştir682. Silah ve para yardımı sağlanmış, Uganda askerleri

SHKH’nin yanında iç savaşa katılmıştır. 1990’ların başında Equatoria’da görev alan askerlerin sayısının 11.000’e yakın olduğu belirtilmektedir683.

3) Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi’nin Yaklaşımı

IGAD’ın güney Sudan sorununun çözümüne ve self-determinasyona ilişkin görüşleri teamülü anlamak için önem arz etmektedir. Sorunun çözümü için öne

680 ibid, 1991, s. 121. 681 ibid, s. 121, dipnot 48. 682 A. S. Natsios, 2012, s. 173. 683 ibid. 245 sürülen metinlerde Güney Sudan halkı (people of South Sudan)684 ve self- determinasyon hakları (rights of self-determination)685 ifadeleri kullanılmıştır. Bu bağlamda IGAD’ın ve üyelerinin self-determinasyonu algılamalarının anlaşılması için 1994 tarihli İlkeler Bildirgesi incelenebilir.

Bildirge’de self-determinasyonun çalıştırılması çeşitli koşullara bağlanmıştır:

Hartum’un Sudan’da laik düzeni sağlayamaması, demokratikleşmenin gerçekleşmemesi ve kaynakların adil dağıtılmaması, eşitliğin yasada tanınmaması, federasyon ve özerklik gibi yönetim şekillerinin Sudan’ın çeşitli halklarına tanınmaması durumunda güney Sudan self-determinasyon hakkını çalıştırabilecektir.

Bağımsızlığın da dahil olduğu seçenekler kullanılabilinir ifadesi kullanılmıştır686. Öte yandan birleşik Sudan fikri taraflar için öncelikli hedef olarak benimsenmeye

çağrılmıştır. Self-determinasyonu çalıştıracak şartlar incelendiğinde hukuk ile bağlantılı olmadığı görülmektedir

Ayrıca aynı metinde self-determinasyon, referandum ile birlikte müzakerelerin temeli olarak kararlaştırılmıştır, self-determinasyon haklarının olduğu belirtilmiştir687. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta çözümün Sudan içerisinde aranmasıdır. Tek ve birleşik Sudan içerisinde demokratik yapının, güney içerisinde ise iç self-determinasyon seçeneklerinin uygulanması öngörülmüştür.

684 “The IGAD Declaration of Principles”, UN Nations Peacemaker, http://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SD_940520_The%20IGAD%20Declarati on%20of%20principles.pdf, 20 May 1994, s.347, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 685 ibid. 686 ibid, s.348. 687 ibid, s.347. 246

IV. Güney Sudan’ın Self-Determinasyonunun Değerlendirilmesi

Bugün ülkenin yaşadığı çatışma ve şiddet döngüsünün yanı sıra bağımsızlığın ilanına yakın Juba’nın yardıma ihtiyaç duyduğunu açıklaması, Güney Sudan’ın devlet olarak birçok sorunla karşılaşacağına dair gösterge olarak kabul edilebilir.

Ayrıca Hartum ile ilişkilerinde istikrarın ve barışın kısa dönemde sağlanmasının zor olduğu öngörülmüş ve netice Güney Sudan’ın self-determinasyonunun sorunlu olduğu düşünülmüştür. Böylelikle çeşitli eksikliklere rağmen self-determinasyon sürecinin bilerek mi hızlandırıldığı sorusu sorulmaktadır. Hartum’un onayı ve

Juba’nın self-determinasyonun hukukiliği en önemli inceleme alanlarıdır.

1) Hartum’un Onayı

Hartum, devletin ülkesel bütünlüğü ilkesini Juba’nın self-determinasyon talebini kabul ederek kendi rızasıyla değiştirmiştir. Öte yandan güneyin self- determinasyon talebini kabul etmesinde Hartum’un öne sürdüğü gerekçeler hukuki olmaktan ziyade siyasidir. Bunun en önemli nedeni de Juba’nın gerekçelerinin siyasi olmasıdır. Müzakere masasına oturması, ara verilse de görüşmelere devam etmesi,

çeşitli andlaşmaları imzalaması veya ihlal etmesi bu bağlamda incelenecek örnekler arasındadır.

Güney Sudan self-determinasyon sürecinin kilit unsurlarından olan 1972

Addis Ababa Andlaşması’nın imzalanmasında siyasi gerekçelerin rolü bulunmaktadır. Hartum yönetimi içte ve dışarıda gücünü arttırmak istemiştir.

1971’de Komünistlerin darbe teşebbüsünü engelleyen Cafer Numeiri, toplumdaki 247 desteğini arttırmak için güney Sudan sorununu688 çözmeyi gündemine almıştır.

Ayrıca iç savaşta kuzeyin ilerleme elde edememesi de müzakere seçeneğinin öne

çıkmasında689 ve akabinde Addis Ababa Andlaşması’nın imzalanmasında etkili olmuştur.

Diğer taraftan Hartum’un andlaşmayı ihlal etmesi de Numeiri’nin destek kazanma hedefleri ile yakından alakalıdır. Hasan el-Turabi gibi siyasal İslamcı isimlerin desteğini almak için güneye bölgesel özerklik verilmesi gibi barış sürecinin kilit maddelerden geri adım atılmıştır. Benzer politikaların uygulanmasıyla 1983 itibariyle artık Addis Ababa Andlaşması’ndan bahsetmek mümkün olmamıştır.

1990’larda ise değişim yaşanarak Hartum’un self-determinasyonu kabul etmesi süreci ivme kazanmıştır. Örneğin 1997 tarihli Hartum Barış Andlaşması’nda referandum ile hayata geçirilecek self-determinasyon talebi kabul edilmiştir690.

Burada altı çizilmesi gereken bir nokta bulunmaktadır: self-determinasyon ile neyin kastedildiği ve nasıl uygulanacağını belirsizdir691. 2002 tarihli Machakos Protokolü ile Hartum’un güney Sudan için self-determinasyonu kabul etmesi resmîlik kazanmıştır.

Hartum’un onayı incelenirken güney Sudan ile ilişkileri de değerlendirilmektedir. Siyasi veya askerî alanlarda kazanım sağlayabilmek için güney Sudan ayrılıkçı hareketine self-determinasyona dair açılım yapılmıştır. KBA

688 Farklı Hartum yönetimleri tarafından güney Sudan sorunu “güney sorunu” olarak adlandırılmıştır. 689 A. S. Natsios, 2012, s. 49. 690 S. M. A. Salman, 2013, s. 390, dipnot 197. Bkz.:Article 139 (G), Constitution of the Republic of Sudan, 1998, http://www.parliament.am/library/sahmanadrutyunner/sudan.pdf 691 “Sudan: Self-Determination and Secularism at the heart of Machakos”, Integrated Regional Information Networks, http://www.irinnews.org/in-depth/70709/32/sudan-self-determination- and-secularism-at-the-heart-of-machakos, 02 December 2002, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 248

öncesi dönemde iktidardaki Milli İslami Cephe ilk önce güneydeki muhaliflerle anlaşmaya gitmiştir. 1997’de aralarında Machar’ın örgütünün de bulunduğu gruplarla

Hartum Andlaşması’nı imzalamıştır. Hem Güney Sudan için self-determinasyonun altı çizilmiş hem de muhalif yapılanmalar Hartum hükümetine katılabilmiştir.

Böylelikle SHKH’yi yalnızlaştırmak istenmiştir. Neticede 1998’de güney Sudan ve self-determinasyon ilişkisi anayasada yerini almıştır. 139. Madde’nin G fıkrası bölgenin self-determinasyonuna göndermede bulunmaktadır692. Machar’ın barış görüşmelerini bırakıp SHKH’ye geri dönmesi Hartum’un self-determinasyonu diğer

örgütler için de uygulamasına neden olmuştur693.

Diğer birçok siyasi nedenin yanında uluslararası kesimin Darfur sorunu sebebiyle Hartum’a baskı uygulaması da KBA’nın imzalanmasında önemli olmuştur.

Güney ile olan sorunu sonlandırılıp siyaseten rahatlanma hedeflenmiş olabilir. Güney sorunu Hartum tarafından kriz dönemlerinde iç ve hatta bölgesel destek almak için kullanılmıştır. Başka bir deyişle KBA masasına oturması siyasi alanla ilgilidir.

Sudan; öte yandan, ABD gibi süreçte kilit öneme sahip ülkelerin müzakere masasına oturma gibi konularda kendilerine baskı yapmadığını savunmaktadır694.

2) Güney Sudan’ın Self-Determinasyonunun Hukukiliği

Güney Sudan’ın self-determinasyonu değerlendirilmesi ilkenin hukuki mi yoksa siyasi gerekçelerle talep edildiğini anlamak demektir. Self-determinasyon talebinin hukuki değil siyasi olduğu düşünülmektedir. Hakkın sınır gibi çeşitli öğeleri incelenerek bu sonuca varılmıştır.

692 S. M. A. Salman, 2013, s.391, dipnot 200. 693 ibid. 694 J. Young, 30 Mayıs 2007, s. 10. 249

Güney Sudan’ın self-determinasyonun uygulanmasını istediği alan, İngiltere sömürge yönetiminin bittiği 1956 yılında sahip olunan sınırları kapsamaktadır.

Sömürge sınırlarının dışına çıkılmamıştır. Sömürge yönetiminin iç sınırlarında yani güney velayetleri sınırlarındaki bazı bölgelerde değişikliğe gidilmesini istemiştir.

Güney Sudan hareketinin Afrika’nın sınırlarından daha eski olduğunu ve ABT’nin uti possidetis ilkesinin bu duruma karşı çıktığını belirtmiştir695.

Güney Sudan’ın self-determinasyonun hukukiliğini sorgulayan bir başka etmen de uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan halk kavramına ne kadar uyduğudur. Uluslararası alanda, Afrika’da ve güney Sudan özelinde de halk tanımlanmamıştır. Kavrama, güney Sudan’ın önemli hukuki ve siyasi belgelerinde yer verilmiştir fakat herhangi bir açıklama getirilmemiştir. Güney Sudan

Cumhuriyeti’nin 2011 tarihli Geçici Anayasası’nın 1. Maddesi’nin 4. Fıkrasında

“halkını kucaklayan bir anayurt” ifadesi kullanılmıştır696. Aynı fıkrada ülkenin çok- etnikli, çok-kültürlü, çok dilli, çok dinli ve çok ırklı bir yapısı olduğu kaydedilmiştir.

Böylelikle Hartum’a karşı fakat aynı zamanda Hartum’un özelliklerinden yararlanarak halk kavramının kullanıldığı düşünülmektedir. Bağımsızlıktan önce

Sudan ile farkını vurgulamak ve karşı tez geliştirmek için Afrika milliyetçiliği hareketin en önemli öğesi olarak nitelendirilmiştir697.

Yukarıdaki maddeden halkın “çoklu yapılardan” oluştuğu anlamı

çıkmaktadır. Bu bağlamda Sudan’a karşı getirilen ve self-determinasyon talebinin gerekçelendirilmesi için kullanılan halk tezi sorgulanmaktadır. Halktan kasıt güney

Sudan bölgesinde yaşayan kesim ise uluslararası örneklerin gösterdiği üzere Güney

695 A. Heraclides, 1991, s. 117. 696 The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, s.2. 697 A. Heraclides, 1991, s. 113. 250

Sudan halkının halklara bölünme ihtimali mevcuttur. Bağımsızlığın kazanılmasına kadar etnik kimlik öne sürülürken Güney Sudan içerisinde ayrılığın olmadığına dikkat çekilmiştir. Salt siyasi anlaşmazlıkların bulunduğu; bu ayrılığın da Sudan sorunu düşüldüğünde normal olduğu ifade edilmiştir. Oysa Dinkalar ve Equatoria bölgesi kabileleri gibi etnik grupların arasında rekabet; etnik kimliğin toplumsal, siyasi alanlarda sıklıkla vurgulanması verilebilecek örneklerden bir kaçıdır. Nilotik

Dinkaların kendilerini ifade etmede ve toplumu algılamada etnik kimliklerine vurgu yaptıkları belirtilmektedir698.

Mevcut dönemde de “çoklu” ifadesi taraflara göre farklı algılanmaktadır.

Güney Sudanlılar arasında büyük oranda etnik bölünmenin olmadığı bazı taraflarca

öne sürülmektedir699.Öte yandan kimi kaynaklar ise dil ve etnik farklılıklardan ötürü

ülkenin etnik temeli, tarihi birliğinin olmadığını iddia etmektedir700.

Uluslararası hukukta geçerliliği olan self-determinasyonun başat kriterlerinden biri sömürge yönetiminin varlığıdır. Başka bir deyişle salt water, yabancı yönetim ve farklı medeniyetler arasında yönetici-yönetilen ilişkisinin olması gibi şartların yerine getirilmesiyle self-determinasyon hakkı çalıştırılmaktadır.

Güney Sudan örneğinde ise öte yandan sömürgecilik temelinden koparılmak istenen self-determinasyon algısı öne çıkmaktadır. Juba’nın ve diğer güney velayetlerinin bağlı olduğu Sudan sömürge yönetimini teşkil etmemektedir. Güney

Sudan hareketi, böylelikle, sömürge yönetimi tezini ayrımcılığa ve baskı politikalarına maruz kalındığı iddiasına odaklamıştır. Kültürel, dini, sosyo-ekonomik

698 ibid, s. 109, dipnot 9 . 699 ibid, s. 118. 700 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) NationState”, Diplomacy and Statecraft , Vol. 15, No 4, 2004 ,s. 848. 251 alanlarda geniş çaplı hak ihlalinin yapıldığı öne sürülmüştür. Sudan’ın Araplaştırma ve İslamileştirme politikasının altı çizilmiştir.

Sömürgeci yapı ayrımcılık iddialarını oturtulunca politikalardan ve tarihten

örnekler aranmaktadır. Güney Sudan için dışlanma, ayrımcılığa uğrama tezi sömürge döneminden önceye gitmektedir. Köle ticaretinde bölgenin odak noktası olması güney Sudan hareketinin ideolojik, kültürel ve kimlik politikalarını etkilemiştir.

Arapların Afrikalıları köle olarak satmaları o dönemden bu yana iki tarafın algısının ve bu bağlamda politikalarının şekillenmesinde etkili olmuştur. Bugün Güney

Sudan’da İslam ve Arap kültürüne karşı geçmişten kaynaklanan önyargı bulunduğu kaydedilmektedir701.Böylelikle devam etmekte olan sorunların çözümü olarak self- determinasyon talep edilmiştir.

Güney Sudan’ın self-determinasyonu değerlendirilirken, teamül açısından da

önem arz eden hakkın talep edilişinin ve sonrasında çalıştırılmasının hukukiliği de gündeme gelmektedir. Self-determinasyonun siyasi mi yoksa hukuki gerekçelerle mi talep edilmesinin teamüle ilişkin yorum yapılmasında önemli rolü bulunmaktadır.

Güney Sudan ayrılıkçı hareketinin bir başka özelliği öne çıkmaktadır: self- determinasyon başlığı altında hedeflerin sırayla takip edilmesi, sorun aynı kalsa bile hedeflerin birbirlerinin yerini kolayca alabilmesi.

Halk, sömürge gibi uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self- determinasyonun ana öğelerinin hukuki nitelikte kullanılmaması ayrılıkçı hareketi siyasi unsurlara ağırlık vermesine neden olmuştur. Güney Sudan içerisinde hem toplumsal birliğin olduğu hem de self-determinasyona tam destek verildiği öne sürülmüştür.

701 A. S. Natsios, 2012, s. 19. 252

Güney Sudan hareketinin self-determinasyon sürecinde benimsenen hedeflerde farklılığa gidilmiştir. Farklı aktörler, farklı dönemlerde farklı çözüm

önerilerine sahip olmuştur. Bu bağlamda self-determinasyonun Güney Sudan’ın maruz kaldığı sorunlara gerçekten cevap oluşturup oluşturmayacağı sorgulanmaktadır.

Güney Sudan’da toplumsal birliğin olduğu ve self-determinasyonun toplum nezdinde tam desteğe sahip olduğu tezleri; hakkın talep edilmesinde ve sonra da uygulanmasında önemlidir. Siyasi unsurlara dayanan self-determinasyon talebini;

Hartum, Afrika ve uluslararası kesimin gözünde meşrulaştırabilmesi için güney

Sudan’ın self-determinasyonun talep edilmesinde hemfikir olduğunu kanıtlaması gerekmektedir. Öte yandan self-determinasyonun halk unsuruna dayanmaması sebebiyle güney Sudan’daki farklı etnik yapılanmaların, grupların arasında uyum tezi meşrulaştırılmak istenmiştir.

Güney Sudan’da siyasi ve idari hayat, kabile yapısını yani birbirinden farklı etnik yapıları merkezine almıştır. Bu bağlamda kabilenin çıkarı genellikle ön planda olmuş; ayrışmalar ve çatışmalar yaşanmıştır. Kabile bağlarının güçlü olması beraberinde siyasi güç, yetki, rekabet ve imtiyaz da getirmektedir. Güney Sudan siyasi hareketinin başlangıcından itibaren dönem dönem yaşanan etnik kimlik kaynaklı iç çatışmaların istikrarı ortadan kaldırabilecek kadar önemli olabileceğini göstermiştir. Güney Sudan’da birlik hissiyatının yerine kimlik politikalarının öne

çıkması sömürge öncesinde de mevcut olup; bahse konu sosyo-kültürel ve sosyo- ekonomik yapıyla açıklanmaktadır.

Öte yandan etnik farklılık ve siyasi rekabet; self-determinasyon hedefine güçlü desteğin verilmesini ve toplumsal siyasi birliğin oluşmasını engellemiştir. 253

Sömürge dönemi, Sudan yönetimi ve Güney Sudan Cumhuriyeti gibi farklı zaman dilimlerinde etnik ayrışma önemli bir problem olmuştur. Andrew S. Natsios, güney

Sudan hareketindeki anlaşmazlığın boyutunu anlatırken şiddet olaylarını vurgulamaktadır. İkinci iç savaş zamanında güneyin içerisinde çıkan çatışma ve anlaşmazlıklardan ötürü hayatını kaybeden güneylilerin sayısının kuzeyliler tarafından öldürülenlerden fazla olduğunu kaydetmektedir702. Birlik tezi ve self- determinasyon hedefi sorgulanmaktadır.

1960’ların ortalarına kadar güney Sudan’da toplumsal bilincin oluşmadığı ifade edilmektedir703. Güneyin parçası olma algısı ise sonradan yerleşmiştir704.

Gruplar arasında hatta aynı etnik veya siyasi grubun içerisinde farklı hedeflerin benimsendiği durumlar olmuştur. Rekabetten ve kimi zaman da ideolojik nedenlerden ötürü farklılık siyasi hareketler arasında da görülmüştür. Güney Sudan

Kurtuluş Hareketi self-determinasyonun hedeflendiğini ve söz konusu hakkın

özerklik biçiminde uygulanacağını bir dönem kaydetmiştir. Sudan Afrika Ulusal

Birliği ise (Sudan African National Union, SAUB) self-determinasyon hakkından bahsederken 1964 gibi bir tarihte bağımsızlığı çözüm olarak gördüğünü açıklamıştır705. Azania Kurtuluş Cephesi (Azania Liberation Front) da Azania bölgesinin bağımsızlığını istemiştir.

Bu anlaşmazlık Sudan’ın işleyişine dair Hartum ile yapılan görüşmeler gibi

önemli ortamlarda da yaşanmıştır. Örneğin 1965 tarihli Yuvarlak Masa Toplantısına katılan güney delegasyonu bölgenin idari ve siyasi geleceğine dair ortak hedef

702 ibid, s. 79. 703 A. Heraclides, 1991, s. 110 704 ibid, dipnot 13. 705 ibid, s.113. 254 benimseyememiştir. Bağımsızlık ve kuzey ile beraber yaşama seçenekleri arasında kararsızlık yaşanmıştır. SAUB ve Equatorialılar bağımsızlık seçeneğini görüşme taraftarı iken diğer gruplar federasyon seçeneğinin masaya yatırılmasını istemiştir706.

Bazı gruplar da kuzey-güney arasındaki siyasi ve idari geleceğin belirlenmesinde referandumun uygulanması gerektiği görüşündedir707. Öte yandan 1972 Addis Ababa

Andlaşması gibi güney Sudan’ın self-determinasyonu için önemli bir adımdan sonra bile güneyin önde gelen politikacıları arasında görüş farklılığı devam etmiştir.

Equatoria ve Dinka etnik grupları arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Böylelikle self-determinasyon gerekçesinin ne kadar hukuki olduğunu sorgulatmaktadır.

1983’te SHKH’nin ve SHKO’nun Manifestosu’nda belirtilen hedefler self- determinasyona ilişkin tutumun anlaşılmasında önem arz etmektedir. Demokratik, laik ve üniter yeni bir Sudan hedeflenmiştir. 1991’e gelindiğinde ise ayrılık temelindeki self-determinasyon yeniden güney Sudan hareketinin gündeminde yer almıştır708. Merkezî hükümet- yerel hükümetler-federe devletler ilişkisinin bağımsızlığın kazanılmasından bu yana çözüm sağlamadığı ifade edilmiş, Sudan hükümetinin Arap ve İslam kültürünü yayma politikaları709 gibi olumsuz etmenlerin varlığına dikkat çekilmiştir. Çözüm olarak farklı ama bilindik seçenekler öne sürülmüştür: demokratik-birleşik-laik bir Sudan’ın yanı sıra konfederasyon, egemen/bağımsız devletlerin birliği ya da self-determinasyon710.

2000’li yıllara gelindiğinde güney Sudan’ın self-determinasyon hedeflerinde yine belirsizlik bulunmaktadır. SHKH ve Hartum liderliğindeki laik ve birleşmiş

706 H. Hannum, 1990, s. 311. 707 ibid. 708 S. M. A. Salman, 2013, s.380, dipnot. 165 709 ibid, dipnot 166. 710 ibid, dipnot 167. 255

Sudan hedefinin711 yanı sıra ikinci seçenek olarak da konfederasyon öne sürülmüştür.

Douglas H. Johnson’a göre güney Sudan hareketi ancak bunlar hayata geçmez ise güneyin bağımsızlığını öngören self-determinasyonu son seçenek olarak benimseyeceğini kaydetmiştir712.

KBA süreci bu noktada önemli bir örnektir. SHKH, imza attığı KBA’nın getirilerinden memnun kalmamış; John Garang’in ölümünden sonra da memnuniyetsizliği artmıştır. Self-determinasyonun yanında birliği de gözeten

KBA’nın özerklik karşısında engel teşkil ettiği savunulmuştur713. 2010 seçimleri döneminde SHKH hükümet ile olan ilişkisini azaltmış, seçimlerdeki adaylarını

çekmiştir. Böylelikle dikkat referandumun düzenlenmesine verilmiştir714.

V. Güney Sudan’ın Bağımsızlığının Sudan’a ve İç Politikaya Etkisi

Bu soru hem Sudan’ın hem de Güney Sudan’ın istikrarı için önem arz etmektedir. Ayrıca Juba-Hartum ilişkilerinde istikrarın kilit noktalarından birini teşkil etmektedir. Üç alanda da sorunlar yaşanmaktadır. Benzer hareketlerin tetiklenmesi ihtimal dahilindedir; self-determinasyon Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazandığı bugüne kadar gelen süreçte sorunlara çözüm olmamıştır.

711 D.H. Johnson, 2013, s.147. 712 ibid, dipnot 22. 713 ibid, s.152, dipnot 40. 714 ibid, s.151. 256

1) Self-Determinasyonun Güney Sudan’a Etkisi

Güney Sudan içerisinde etnik ve siyasi unsurlar arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Siyasi sorunlar çoğu zaman etnik unsurların da dahliyle iç savaş boyutuna varacak silahlı çatışmaların yaşanmasına neden olmaktadır, barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşmaktadır. Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanması maruz kaldığı problemlerin bir anda çözülmesi anlamına gelmemekte idi. Altyapının yetersiz olmasından, siyasi ve idari alanlarda sorunların yaşanmasından, toplumsal ve kültürel temellerinin hassas dengelere oturmasından hareketle kısa ve orta dönemde

Güney Sudan’da istikrarın tehdit altında olacağı önceden tahmin edilmişti.

Siyasette ve ekonomide bölgeselcilik, genç nüfusun işsizliği, kabilecilik, yolsuzluk ve yoksulluk istikrarsızlığa neden olan sorunlar arasındadır. Toprak anlaşmazlıkları çözülememektedir. Toprak paylaşımı hassas bir konu olup 2009’da sınır bölgelerinde meydana gelen çatışmalarda 2500 civarında kişi ölmüştür715.

Şiddete sorunları çözmede ve siyaset üretmede kolaylıkla başvurulabilmektedir ve politikalar uygulanırken etnik kimlik başlıca faktör olmaktadır. Merkez-çevre kutuplaşması yaşanmaktadır. Başkent Juba’daki yapı güçlenirken çevre bölgeler; yatırım, gelir, kaynak ve yetki dağıtımının yetersizliğinden şikayet etmektedir.

Güney Sudan’ın öncesinden Hartum’a yönelttiği eleştirileri ve ikili ilişkileri hatırlatan bugünkü tablo Juba’nın self-determinasyonunu sorgulatmaktadır.

Siyasi alanda ve yönetimde birliğin sağlanamadığı ve farklı etnik grupların farklı gündemlerin olduğu görülmektedir. Güney Sudan hareketinin önemli isimlerinden ve devlet başkanı eski yardımcısı Riek Machar ile Devlet Başkanı Salva

715 A.Perry, “Can This Be the World’s Newest Nation?”, Time International, Vol. 175, No. 15, 2010, ss. 18-21. 257

Kiir arasındaki çatışma; kuzey-güney savaşının sona ermesiyle Güney Sudan’da silahların kabileler arası siyasete yöneldiğini, bağımsızlık sonrası ayrışmanın gündeme oturduğunu göstermektedir. Nuer olan Machar ve Dinkalara ait olan Kiir arasındaki güç mücadelesi binlerce kişinin ölümüne neden olmuştur.

Siyasi birliğin sağlanamaması bugüne has bir gelişme değildir; güney Sudan siyasi hareketinin başlangıcından bu yana rastlanan bir sorundur. 1972 Addis Ababa

Andlaşması ile gelen federal düzenleme ile güney Sudan bölgesel özerkliğe kavuşurken birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Kuzey ile olan sorunların yerini bu sefer güneydeki etnik birimler arasındaki problemler almıştır. Güney içerisinde yeniden idari bölünmeler talep edilmiştir. Kokora716 olarak adlandırılan bu taleple Güney Sudan’ın mevcut tablosu anlaşılabilmektedir. İstihdamın, siyasi yetkinin, kaynağın ve kaynak gelirinin daha eşit olarak dağıtılmasının yerine daha fazla ayrımcılığa neden olmuştur.

Bu anlaşmazlıkların çözümünde ise tıpkı Juba-Hartum örneğinde olduğu gibi iç veya dış self-determinasyon taleplerinin gündeme gelebileceği, beraberinde etnik

çatışma gibi sorunları getirebileceği düşünülmüştür. Bağımsızlığını kazanmasından beri Güney Sudan Cumhuriyeti içerisinde yaşananlar kuzey-güney iç savaşlarını hatırlatmaktadır. Bu bağlamda ülkede kaynak, gelir ve yetki paylaşımının hakça ve eşitçe yapılmaması durumunda çatışmaların devam edebileceği ve farklı etnik gruplar arasındaki gerginliklerin artabileceği düşünülmektedir.

Etnik gruplar arasındaki bu siyasi anlaşmazlığın orta veya uzun vadede self- determinasyona yönelik talepleri beraberinde getirip getirmeyeceği düşünülmektedir.

716 S. P. Kuol, “Peril of Ethnic Federalism in the Republic of South Sudan”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article46253, 16 April 2013, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 258

Örneğin Douglas H. Johnson, KBA’da değerlendirilen Abyei gibi diğer kesimler için de self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiği görüşündedir717. Salt Güney

Sudan’a bağımsızlık getirecek bir self-determinasyonun diğer bölgelerin sorunlarını arttıracağı görüşünde idi718. Güney Sudan’ın siyasi self-determinasyona dayanarak bağımsızlığını ilan etmesi bu unsurlar için emsal teşkil etmektedir. Güney Sudan milli ve siyasi hareketinin başlangıcından itibaren benzer anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Bu sebepten ötürü Juba’nın self-determinasyon sürecini andıran olayların yaşanması olasılıklar dâhilinde düşünülmektedir.

KBA sürecinde ve sonrasında ise uluslararası kesimin söz verdiği desteği esirgemesinin Juba’nın bugün karşılaştığı sorunlarının dolaylı nedeni olduğu düşünülmektedir. Başta ekonomik olmak üzere çeşitli sorunların çözümü için Güney

Sudanlı yetkililerin dış yardım çağrısı yapmaları söz konusu desteğin önemini tekrardan göstermektedir. Aynı dönemde patlak veren Darfur krize de dikkatlerin buraya çevrilmesine ve Güney Sudan’ın gündemin alt sıralarına düşmesine neden olmuştur719. Böylelikle self-determinasyon ve dış desteğin arasındaki ilişki bir kez daha anlaşılmıştır.

2) Self-Determinasyonun Sudan’daki Bölgelere Etkisi

Sudan’da Darfur, Mavi Nil ve Güney Kordofan bölgelerinde silahlı çatışma zaman zaman yaşanmakta, dönemsel olarak da self-determinasyon taleplerinde bulunulmaktadır. Sorunlu sınır bölgeleri olarak Nuba/Güney Kordofan, Mavi Nil ve

717 D.H. Johnson, 2013, s.153. 718 ibid, s.148. 719 C. Ajulu, T. Othieno and N. Samasuw, “Brief Analysis of the CPA,” Institute for Global Dialogue, s.9. 259

Abyei verilmektedir720. Bu olaylar Hartum-Juba arasında gerginliğe neden olmaktadır. İki ülke ilişkilerinde sorunlar da mevcuttur. Bu sorunların eskiye dayandığı; KBA, Güney Sudan’ın self-determinasyonu ile çözülemediği görülmektedir.

Sudan ve Güney Sudan sınırında bulunan bu bölgeler iki ülke için önem teşkil etmektedir. Yaşanan gerginlikler, çözüm için atılan adımlar veya getirilen öneriler güney-kuzey iç savaşını, Juba-Hartum anlaşmazlıklarını ve o dönemde getirilen

çözüm önerilerini hatırlatmaktadır. Mavi Nil ve Güney Kordofan/Nuba’nın self- determinasyon taleplerinin ileride ayrılıkla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı merak edilmektedir. Güney Sudan’ın ayrılık seçeneğini kullandığı self-determinasyon süreci ile de benzerlik taşımaktadır. Self-determinasyonun sonradan hedef olarak belirlenerek talep edilmesi, iç savaşı ve sonrasındaki çözüm sürecini akla getirmektedir. Mavi Nil ve Güney Kordofan’da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-

Kuzey ve hükümet güçleri arasında dönem dönem çatışmalar yaşanması örnek olarak verilebilir721. Böylelikle Güney’in örnek alınması durumunda etnik-dini farklılık ve idari dışlanmışlık gibi taleplerin sıklıkla self-determinasyonla ilintili olarak gündeme getirileceği düşünülmektedir. Çok önceden dile getirilen sorunlar çözülmemiş, karşılıklı istikrarsızlığa götüren politikalar izlenmiş ve silahlı çatışmalar yaşanmıştır.

Bu iki bölge hem Sudan ve hem de Güney Sudan’a bağlı olduklarını ifade edebilecek nüfus yapısına sahiptir. Araplar, Afrikalılar, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve yerli dinlere inananlar bölge nüfusunu oluşturmaktadır. Siyasi dışlanmışlık ve toprak

720 G. K. Komey Kalo, “The Comprehensive Peace Agreement and the questions of identity, territory and political destiny of the indigenous Nuba of the Sudan”, International Journal of African Renaissance Studies, Vol. 5, No. 1, 2010, s.48. 721 J. Gruiters, “Preface, The Nuba Mountains: Central to Sudan’s Stability”, CPA Alert No. 3, January 2011, s.5. 260 paylaşımı gibi etmenler de anlaşmazlık nedenleri olarak öne sürülmektedir. 90’lı yıllarda SHKH’nin self-determinasyonu hedef olarak benimsemesiyle iç savaşta güneyin yanında savaşan bu iki bölge de aynı hedefi benimsemiş722 ve SHKH’nin kendilerini destekleyeceklerini düşünmüştür. Süreç, Güney Sudan ve sınır bölgeler için self-determinasyon talebiyle ilerlemiş fakat sadece Güney Sudan bu hakkı kullanabilmiştir. Böylelikle hukuktan ziyade siyasi etmenlerin sınır bölgelerinin self- determinasyonu talep etmelerinde etkili olduğu söylenebilir.

Dönemlere göre Mavi Nil ve Güney Kordofan tarafından farklı hedefler benimsenmiştir. Örneğin toprakların kullanımı gibi yerel hakların korunması alanında ilerleme sağlanması istenirken bugün gelinen noktada self-determinasyon

çözüm olarak talep edilmektedir. Hartum ise self-determinasyon talebine karşı

çıkmaktadır.

Self-determinasyonun talep edilmesi; sorunların niteliğinden çok idari ve siyasi süreçten kaynaklanmaktadır. KBA’da Güney Kordofan ve Mavi Nil de masaya yatırılmıştır. Güney Sudan ile kıyaslanınca bölgelerin değerlendirilmesinde çeşitli eksiklikler bulunmaktadır, çözüm olarak sunulan yöntemler farklıdır. Çözüm

üretilmemiş, self-determinasyon hakkı belirtilmemiş, onun yerine halkın görüşünün

(popular consultation) alınmasına dair bir ifadede bulunulmuştur. Ayrıca grupların silahsızlanması, toprak paylaşımı gibi konularda komisyonların kurulması ele alınmıştır. Böylelikle self-determinasyonun çözüm olarak benimsenip uygulanmasından ziyade halkın sorunları ve talepleri anlaşılmaya çalışılmıştır.

Mavi Nil’de bahse konu görüşmeler tamamlanmıştır. Genel olarak özerklik talebinde bulunulmuştur. Hartum yönetimi ise geniş bir özerklik için bölgenin yeterli

722 S. M. A. Salman, 2013, s.385, dipnot 183. 261 kaynağa sahip olmadığını öne sürerek federalizm yapısı üzerinde durmuştur723.

Güney Sudan’ın geçtiği süreci ve bugünkü geldiği noktayı hatırlatarak daha fazla bölgesel özerkliğin verilmesine karşıdır. Milli Kongre Partisi’nde özerkliğin verilmesi durumunda Mavi Nil’in Sudan’dan ayrılacağı görüşü hâkimdir724. Bunun yanında KBA’nın geçiş döneminde halkın federalizme destek vermesi de

önemlidir725. Sudan Devrimci Cephesi de federal sistem içerisinde eyaletlere daha fazla özerklik verilmesini talep etmiştir726. Mavi Nil’deki ulusal görüşmelerde

özerklik ve federalizm seçenekleri öne çıkmıştır. Sudan’ın ne ölçüde bu talepleri kabul edeceği veya tavizde bulunacağı belirleyici faktörlerden biri olacaktır.

Güney Kordofan’da ise görüşmelerin yapılması konusunda tartışmalar sürmektedir. Görüşmelerin ulusal düzeyde mi olacağı yoksa yerel alanla mı sınırlı kalacağı üzerinde fikir birliği sağlanamamıştır. Valilerin sırasıyla SHKH ve Milli

Kongre Partisi’nden seçilmesi, yasama ve yürütme yetkilerinin dağıtımında

Hartum’a daha fazla söz hakkı tanınması şikâyet unsuru olmuştur.

Dönemsel olarak farklı hedeflerin benimsenmesi, self-determinasyonun ve

Güney Sudan’ın bağımsızlığının nasıl algılandığını düşündürtmektedir. Hukuki neden veya gerekçelerden ziyade; dönemin koşullarına göre değişen ve dış desteğin sağlandığı bir ortamda self-determinasyon talep edilmiş, yine siyasi unsurlar öne

çıkmıştır.

Darfur, Sudan’daki self-determinasyon tartışmalarının ve Güney Sudan’ın bağımsızlığının olası etkisinin anlaşılması için önem arz etmektedir. Sudan’ın doğusunda bulunan Darfur’daki sorun 1987’ye uzanmaktadır. 1990’lar ve 2000’li

723 International Crisis Group, “Sudan’s Spreading Conflict (II)…”, 2013, s.13, dipnot 84. 724 ibid, s.43, dipnot 215. 725 ibid, s.32. 726 ibid, dipnot 214. 262 yıllarda da Darfurlu hareketler ve Hartum birlikleri arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Akabinde müzakereler yapılmış, andlaşmalar imzalanmıştır. Mevcut dönemde bölgede sorunlar devam etmektedir. 2010 yılında Darfur’un önemli ve güçlü gruplarından Adalet ve Eşitlik Hareketi (Justice and Equality Movement,

AEH) sorun çözülmezse self-determinasyon talebinde bulunacağını açıklamıştır.

2010 yılında gelindiğinde AEH tarafından Darfur için self-determinasyon hakkının talep edildiği görülmektedir. Hartum ile yürütülen görüşmelerde ilerleme sağlanamadığını gerekçe olarak gösteren Adalet ve Eşitlik Hareketi, hem Darfur eyaletleri hem de Kordofan için self-determinasyon hakkının uygulanmasını istemiştir. Bu talep AEH ve Darfur hareketi için bir ilki teşkil etmektedir727.

Self-determinasyon talebini uluslararası hukuka dayandırmamıştır. Diğer siyasi self-determinasyon taleplerinde görüldüğü üzere siyasi gerekçeler kullanılmıştır. Darfur bölgesi halkının kuzey ile artık beraber yaşayamadıkları, bundan dolayı self-determinasyon hakkının talep edileceği belirtilmiştir728.

Böylelikle zımnen Güney Sudan’ın örnek alındığı söylenebilmektedir.

Gerekçeler için sömürge öncesi döneme göndermede bulunulmuştur. 1916’ya kadar Fur Sultanlığı’nın bölgede hüküm sürdüğüne dikkat çekmiştir. İngiliz sömürge yönetiminde ise Fur hiyerarşisinin genel olarak korunduğu belirtilmektedir729.

Hartum’dan ayrı bir siyasi varlık gösterildiği meşrulaştırılmaya çalışılmış ve self- determinasyonun ayrılık seçeneği ile kullanılmasının Darfur bölgesi için yeni bir gelişme olmayacağı ifade edilmek istenmiştir.

727 “The People of Nuba and Darfur Demand Self-Determination”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article35952, 15 August 2010, 09 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 728 ibid. 729 A. S. Natsios, 2012, s.117. 263

Darfur sorununun kaynağı ve gidişatı; Sudan’daki, Güney Sudan’daki sorunlu bölgeleri hatırlatmaktadır. Olayın etnik ve dini boyutu bulunmaktadır. Ayrıca siyasi ve idari dışlanmışlık, sosyo-ekonomik ve çevresel aktörler de etkilidir. Genelleme yapmak gerekirse isyancılar; Sudan Hükümeti’nin kendilerine nüfusları oranında yetki vermediğini, kaynak kullanımında ve paylaşımında adil davranmadığını öne sürerek taleplerinin yerine getirilmesini istemektedir. Dış bölgelerin yani çevrenin

Hartum tarafından dışlanması, merkezin lehine ayrımcılığa maruz kalınması, yoksulluk, kalkınmadaki dengesizlik, özellikle Arap gruplar tarafından uygulanan insan hakları ihlalleri, Darfur halkının şikâyet ve eleştirilerini dile getirebilecekleri demokratik kurumların eksikliği ve şiddet dalgası üçüncü krizin çıkmasında başat faktörlerdir730.

2014’e kadar üç kere çıkan Darfur isyanlarında etnik faktör etkilidir.

Araplarla savaşan Afrikalılar da Müslüman’dır. Birinci isyan Arap ve Furlar arasında

1987’de yaşanmıştır. İkinci dalga ise 1995’te ise Araplar ve Masalitler arasında

çıkmıştır. 2003’te başlayan son isyanda Darfur bölgesinin en büyük Afrikalı kabileleri olan Fur, Masalit ve Zaghava birleşmiştir. SHKO ve SHKH, AEH gibi

Afrikalı gruplar ile hükümetin askerî birlikleri arasındaki çatışmalar gündeme oturmuştur. Hükümetin Arap Cancevid milislerini bölgeye göndermesiyle

çatışmaların şiddeti artmış, sorun derinleşmiştir. Ayrıca Darfur’daki ekilebilir alanlara da Cancevidlerin yerleşmesi gerginliği arttırmıştır. Etnik soruna; çevre, sosyo-ekonomik ve siyasi etmenler de eklenmiştir.

1989’da Araplar ve Furlar arasında yapılan barış andlaşmasında self- determinasyona dair bir ifade ve madde yer almamaktadır. Cancevid ve Fur

730 ibid, s.135. 264 milislerinin silahsızlanması, çatışmalara katılan Çadlı savaşçıların bölgeden ayrılması, yerlerinden edilmiş kişilerin geri dönmesi, Furlar ve Araplar için su ve hayvan otlatma hakkının ödenmesi, yerel hükümetin ve polis birimlerinin yeniden kurulması andlaşmanın maddelerindendir731. Böylelikle sorunların çözümünde self- determinasyona başvurulmadığı, hakkın talep edilmediği görülmektedir.

2006’da imzalanan Darfur Barış Anlaşması (Darfur Peace Agreement, DBA) self-determinasyonun etkisini anlamada önemlidir. Darfur’daki üç isyancı gruptan biri olan Sudan Kurtuluş Ordusu/Minni Minawi bölüğü ile Sudan Hükümeti arasında imzalanmıştır. DBA’da toprak mülkiyeti ve kullanımı, yerel hükümetin ve kurumların rolleri, bu alanlarda reforma gidilmesi gibi önemli konular ele alınmamıştır.

2011’de ise Doha’da taraflar yeni bir andlaşma imzalamıştır. Yine tek bir

örgüt ile AEH ile imzalanmıştır. Önemli ve güçlü grupların dışarıda kalması andlaşmanın ne kadar uygulanabileceğini düşündürtmektedir. Doha Anlaşması da diğer benzeri metinlerle ortak öğeler taşımaktadır. Self-determinasyona dair bir ifade yer almamaktadır.

Sudan’ın komşularının Sudan’a yönelik politikaları self-determinasyon teamülünün anlaşılması için önem taşımaktadır. Bu bağlamda Çad, Libya ve

Eritre’nin politikaları incelenebilir. Üç ülke de Darfur hareketlerini desteklemiştir.

Bu desteği de hukuki gerekçelerle değil siyasi nedenlerle vermişlerdir. Sudan,

AEH’ye destek verdiği gerekçesiyle N’djamena ile olan diplomatik ilişkilerini zaman zaman kesmeyi tercih etmiştir. Kaddafi Libyası, Darfur’da etki sahibi olmak istemiştir. Bunu kimi zaman kabileleri destekleyerek göstermiştir. Eritre’nin ise

731 ibid, s.127. 265 bağımsızlığını kazanmasından Sudan ile andlaşma imzaladığı 2006’ya kadar gergin ilişkileri olmuştur. Asmara; Darfur hareketlerine silah, nakit para gibi çeşitli yardımlarda bulunmuştur. İki ülkenin gergin ilişkilerinin kaynağı siyasi temellere dayanmaktadır. Hartum’un Turabi gibi siyasal İslam’ın önde gelen isimleri

Eritre’deki siyasal İslamcı tarafları hükümeti devirmek için desteklemişlerdir732.

Darfur’un Güney Sudan ile olan ilişkisi de self-determinasyon algısının ve etkisinin anlaşılmasında kullanılmaktadır. SHKO, bölgeye silah yardımında bulunmuştur. Öte yandan ilerleyen dönemde güney Sudan hareketi Darfur’u kendi mücadele sınırlarının içerisine dâhil etmeye çalışmıştır. SHKH’nin eski lideri

Garang, Hartum tarafından dışlanan çevre bölgeleri bir araya getirmeyi planlamıştır.

Bu stratejiye göre yürütülecek ortak mücadele çerçevesinde merkezî yönetim zayıflayacak ve Hartum müzakere masasında taviz verecektir.

Abyei de Sudan ve Güney Sudan arasında çözülemeyen sorunlardan biridir.

Self-determinasyonla bağlantılıdır. Etnik ve dini farklılık ve buna bağlı çıkan sorunlar, kaynak paylaşımı gibi problemler bölgedeki istikrarsızlığı etkilemektedir.

KBA’da Abyei’nin çözülmesi ertelenmiştir. İkili ilişkilerde istikrarsızlık artmış ve hukuki düzenlemeler yerine getirilememiştir. KBA’ya göre Güney Sudan ile aynı gün Abyei’nin statüsüne dair referandum düzenlenmesi gerekmekteydi.

Abyei’nin Sudan’ın mı yoksa Güney Sudan’ın mı parçası olacağı yani statüsü belirlenmeden, ilgili referandum düzenlenmeden, sınırları çizilmeden KBA imzalanmış ve Güney Sudan’a self-determinasyon yolu açılmıştır.

732 ibid, s.144. 266

KBA’da Abyei ayrı bir protokolle değerlendirilmiştir. Bölgenin idaresi, petrol gelirlerinin dağıtımı ve etnik grupların otlatma hakları ile ilgili metinde sınırlar belirlenmemiştir. Taraflar sorunlarını komisyonlar kurarak, yeni andlaşmalar yaparak

çözmeye çalışmakta; çoğu kez ilerleme sağlanamamaktadır. Hartum-Juba’nın anlaşamaması, Abyei’deki etnik grupların733 tek taraflı referandum düzenleyerek sorunu kendileri çözme girişimine kadar varmıştır. Bölgenin yerli halklarından Dinka

Ngoklar, Güney Sudan’a bağlı olmayı resmî olmayan ve Ekim 2013’de tek taraflı düzenledikleri bir referandum neticesinde kamuoyuyla paylaşmıştır. Diğer etnik grup

Arap Misseriyalar ise referanduma katılmamıştır. Misseriyalar, Hartum, Juba, Afrika

Birliği referandumun sonucunu kabul etmemektedir. Kimi yazarlar ikili ilişkilerdeki sorunların çözülememesi durumunda Abyei gibi alanlarda problemlerin yaşanabileceğini savunmaktadır734.

Abyei’nin self-determinasyonu KBA neticesinde sunulmuştur. Güney

Sudan’ın bağımsızlığa kavuşması; Abyei halkının self-determinasyon hakkını talep etmesini doğurmamıştır. Bu hak hukuki bir belge ile bölge halkına tanınmıştır.

3) Self-Determinasyonun İkili İlişkilere Etkisi

İki ülke arasında gerginlik ve kimi zaman çatışmalar devam etmektedir.

Petrolünü ulaştırmak için Sudan boru hatlarını kullanan Juba’nın vergi ödemesi, petrol gelirlerinin paylaşılamaması, Abyei gibi petrol bölgelerinin sınırlarının düzenlenememesi; iki ülkenin birbirlerinin ayrılıkçı, isyancı gruplarına destek

733 Abyei de Kuzey-Güney ilişkisinin sorunlu olmasının önemli nedenlerinden birisidir. Bölgede farklı etnik gruplar bulunmaktadır. Farklı unsurlar ya kuzey ya da güney tarafından desteklenmektedir. Arap kökenli Misseriyalar Hartum tarafından desteklenmektedir. Juba ise Dinka Ngokları desteklemektedir. 734 S. P. Sheeran, 2011, s.425. 267 verdikleri iddiaları; bulundukları ülkede yabancı konumuna düşen vatandaşların durumu735, sınırın çizilememesi gibi sorunlar Güney Sudan’ın kurulmasında ve sonrasında da devam etmiştir. Bazı sorunlar KBA dışında bırakılmıştır. İki ülke arasındaki sınırın çizilememiş olması aslında Juba’nın self-determinasyonun sorunlu olduğunu bir kez daha göstermektedir. Sürecin bilerek mi hızlandırıldığı; eksikliklere rağmen baskıdan ötürü mü Güney Sudan self-determinasyonun çalıştırıldığı sorusu akla gelmektedir.

Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra savaşın eşiğine getiren konu çözülememiş petrol sorunudur. Güney Sudan’ın bağımsızlığından önce

Sudan’ın Abyei’yi “alması” Güney Sudan’ın petrol bölgesi Heglig’i 2012’de ilhak etmesiyle açıklanabilir. Bunun akabinde de Sudan, Güney Sudan’daki bazı köyleri bombalamıştır.

İki Sudan arasındaki tarihten gelen anlaşmazlıklar ve itilafların yanında

Güney Sudan’ı self-determinasyona götüren süreç, uygulanış biçimi ve KBA sorunludur, tartışmalıdır. Önemli sorunların çözülmesini ertelemesinin yanında andlaşmanın taraflarca farklı algılanması da istikrarsızlığa neden olmuştur. KBA’nın savunduğu “bir devlet, iki sistem” prensibini güney konfederasyon olarak kuzey ise federasyona yakın bir sistem olarak algılamıştır736.

Kimi yazarlar KBA’da belirtilen self-determinasyon hakkının geleneksel uluslararası hukukla uyumlu olduğunu dile getirmektedir. Yani sömürgeciliğin

735 Sudan’da 500,000’e yakın Güney Sudanlının, Güney Sudan’da da 80,000’e yakın Sudanlının bulunduğu tahmin edilmektedir. Bkz.: “UN Passes Resolution Threatening Sanctions on Sudan”, BBC News, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-17926846, 02 May 2012, 04 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 736 T. McNamee, 2012, s.8. 268 tasfiyesi ile ilintili olup dışsal self-determinasyon kategorisine girmektedir737. Diğer taraftan Juba’nın self-determinasyon gerekçelerinde uti possidetis’in ihlal edilmesi, halk kavramının öne sürülmemesi veya bugün bu kavramı sorgulatacak gelişmelerin yaşanması, Sudan’ın sömürge ölçütlerine uymaması, sömürge dönemindeki ve Sudan

çatısı altındaki sorunlara benzer problemlerin Güney Sudan’da yeniden yaşanıyor olması, Hartum ve Juba’nın silahlı çatışmaya girmesi gibi etmenler self- determinasyonun sorunlu olduğunu göstermektedir.

Başka bir deyişle self-determinasyon, Güney Sudan için çözüm olamamıştır.

Juba’nın sömürge döneminden kalan, sonrasında Sudan yönetimi altında devam eden geri kalmışlık, altyapı eksikliği, okuma-yazma oranının düşük olması, yeterli altyapıya ve kurumsal olgunluğa sahip olmaması738 sorunları bugün de devam etmektedir. Hartum’un politikalarından, Güney Sudan’ın özerklik ya da federasyon istemesinden bağımsız olarak bu sorunlar Güney Sudan’ın istikrarının önündeki

önemli engellerdir.

VI. Güney Sudan Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü İçin Ne

Söylemektedir?

Bu soruyu cevaplamak için çeşitli konu başlıklarına gidilmektedir. İlk önce

Güney Sudan self-determinasyonun teamül değişimi için irade örneği incelenmektedir. Sonrasında Afrika’daki mevcut self-determinasyon teamülündeki, ayrılıkçı hareketler üzerindeki etkisi ele alınmaktadır. Son olarak da yeni bir teamülü için kullanılıp kullanılmayacağı değerlendirilmektedir.

737 S. P. Sheeran, 2011, s.449, dipnot 144. 738 A. S. Natsios, 2012, s. 57. 269

Güney Sudan’ın bağımsızlığının self-determinasyon teamülünün değişmesi için gösterge olarak kullanılabileceğine dair algı oluşmaktadır. Juba, ayrılık yönünde kullandığı self-determinasyon ile self-determinasyonu siyasi gerekçelerle talep eden

Afrika’daki ayrılıkçı hareketler için bir emsal olmuştur. Zaten bağımsızlığını kazanmasından önce de kıtadaki diğer ayrılıkçı hareketlerle kıyaslanmıştır. Güney

Sudan, Biafra ve Katanga gibi olaylarla arasında büyük farkın olduğunu savunmuştur. Biafra ve Katanga’nın ayrılık tezlerinin pek gerçekçi olmadığını; uluslararası yardım ve destek gelmesine rağmen hedeflerini gerçekleştiremedikleri vurgulanmıştır. Güney Sudan hareketinin ise uluslararası alanda sesini duyuramadığını ve destek alamadıklarını ifade etmiştir739.

Self-determinasyonun değişimi yönünde irade örneği olarak kullanılabileceği düşünülmektedir çünkü Güney Sudan ve diğer hareketler arasında benzerlik bulunmaktadır. İngiltere’nin sömürge dönemi politikaları, Juba’nın Hartum ile ilişkileri genel çerçevede Afrika siyasetini yansıtmaktadır. Kıtanın çoğu ülkesi gibi

Güney Sudan’ın demografik yapısı birçok etnik gruptan oluşmakta ve siyaset buna göre şekillenmektedir. Bölgeselcilik ve sonucunda oluşan siyaset; idari, siyasi ve ekonomik ayrımcılığa neden olmaktadır. Çeşitli şikâyetler dile getirerek farklı etnik grupların self-determinasyonu talep etmesi gibi istikrarsızlık yaratabilecek gelişmeler böylelikle tetiklenebilmektedir.

Güney Sudan’ın Afrika’da self-determinasyon teamülüne etkisinin 2013’te başlayan olaylarla ilintili olacağı düşünülmektedir. Güney Sudan’ın self- determinasyonunun, ayrılık seçeneğiyle kullanılmasının ne kadar yararlı olduğu veya sorunlarına ne kadar çözüm sağladığı sorgulanmaktadır. Böylelikle uygulanan

739 A. Heraclides, 1991, s. 113. 270 yöntemin kıtanın diğer hareketleri için de çözüm olup olamayacağı tartışılabilir.

Bağımsızlık sonrası sürecin zor olacağını gösteren etmenlere rağmen self- determinasyonun uygulanması aslında Sudan’ın KBA’da bu maddenin yer almasını kabul etmesiyle ve dış desteğin gelmesiyle mümkün olmuştur. Bu bağlamda Güney

Sudan’ın self-determinasyonunun Afrika’daki benzer hareketleri nasıl etkileyeceği uzun dönemde anlaşılacaktır. Öte yandan söz konusu hareketlerin ayrılık taleplerini ne kadar etkileyeceği tartışmalıdır; çünkü kendisine bağımsızlığını getiren bu farklı self-determinasyon ilkesi kendi sınırları içerisinde uygulamamıştır. Güney Sudan kendi içerisindeki etnik, kültürel öğelerine idari, siyasi ve ekonomik kazanımlar sağlayamamıştır. Mevcut dönemde self-determinasyonun olumlu etkisinden söz etmek mümkün gözükmemektedir.

Ayrıca self-determinasyonun halk gibi ana öğelerinde uygulama değişikliğine gitmesi irade örneği olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda halk, self- determinasyon ve sınırlar incelenecek üç öğe olacaktır. Afrika’daki teamül kapsamındaki yeri ve yeni bir teamülün oluşması için güçlü bir veri teşkil edip etmediği incelenecektir.

1) Halk Kavramına Etkisi

Ülkenin geçici anayasasında halk tanımı kullanılmış fakat bir açıklama getirilmemiştir. Tüm egemenliğin halkta olduğu kaydedilmiştir740. Mevcut dönemde yaşanan gelişmeler kavramı sorgulatmaktadır. Çeşitli etnik unsurlar arasında anlaşmanın ve kaynak paylaşımı gibi konularda uzlaşma sağlanması amacıyla uyum

740 Article 2, The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, s.2. 271 komisyonu kurulmuştur ve şiddet olayları yaşanmaktadır. Halk kavramına başvurmasının ve Hartum’a karşı dile getirdiği tezlerinin ne kadar gerçekçi olduğu sorgulanmaktadır. Özellikle etnik uyum ve etnik birlik tartışmalı bir noktayı teşkil etmektedir. Güney Sudan siyasi hareketinin tarihten gelen etnik temelinin ve tarihi birliğinin olmadığı; sömürge yönetimine karşı gelme için birliğin oluştuğu öne sürülmektedir741.

2013 olaylarının yanı sıra siyasi temsilde de benzer sorunla karşılaşılmaktadır. KBA sonrasında Güney Sudan hükümetine ve Birlik Hükümeti’ne yer alması gereken Nuer, Bara ve Zandiler gibi bazı kabilelerin katılmadığına dikkat

çekilmektedir742. Bağımsızlıktan sonraki kabinede koltukların yüzde 42’si Devlet

Başkanı Salva Kiir’in kabilesi olan Dinkalara verilmiştir743. Böylelikle halk gibi bütünleyici bir kavram yerine etnik kimliğe göre politikalar şekillenmeye devam etmektedir. Farklı bir yaklaşım için değişiklik görülmemektedir.

Güney Sudan hareketi halk ifadesini kullanmıştır ama bu Batı Sahra, İbo için kullanılan kavram ile farklı niteliğe sahiptir. Güney Sudan’ın halk olduğu savı ile self-determinasyonu talep etmesi Sudan tarafından kolaylıkla çürütülebilir. Sudan’ın da bu bağlamda halk ifadesini kullanabileceği söylenebilmektedir. Güney Sudan’ın geçmekte olduğu dönem teamülün oluşması için belirleyici unsur olacaktır. Örneğin vatandaşlık ya da halk kavramının etnik temellere oturması durumunda bu kültür gibi alanlarda dışlanmanın unsurlarının devamı anlamına gelebilecektir. Oysa Güney

Sudan hareketi başlarda Sudan odaklı bir hareketti ve Sudan’ı birlik, demokrasi gibi alanlarda iyileştirerek reform yapmak istiyordu.

741 A. Hughes, 2004, s. 848. 742 W. D .Malwal, 2006. 743 N. Sarwar, 2012, s.176. 272

Azınlık, yerli halk tanımları da yapılmamıştır. Oysa çeşitli kaynaklara göre

ülkede 60’a yakın yerli halk bulunmaktadır744. Juba kaynaklarına göre ise yerli halklar şöyle sıralanmaktadır: Nilotik, Nilo-Hamitic ve güneybatıdaki Sudanlılar.

Nilotik halkı olarak Dinka, Nuer, Shilluk, Kachiopo, Jie, Anyuak, Acholi, Maban,

Kuma, Lou (Jur), Babgo, Baindogo, Gulu, Endri, Forgee, Chod (Jur), Khara,

Ngorgule, Forugi, Siri, Zandi, Benga, Agar, Pakam, Gok gibi unsurlar bulunmaktadır. Nilo-Hamitic gruplar Bari, Mundari, Kakwa, Pojulu, Nyangwara,

Kuku, Latuko, Lokoya, Toposa, Buya, Lopit, Kakwa, Nyabgwara, Tennet, Lopit ve

Didinga halklarını içermektedir. Son olarak güneybatı Sudanlılar halkı arasında

Kresh, Balanda, Banda, Ndogo, Zande, Madi, Olubo, Murus, Mundu, Baka ve

Avukaya Makaraka bulunmaktadır745.

Yerli halkın tanımlanmaması, anayasada yerli dillerin ulusal dil olduğu belirtirken dillerin sıralanmaması746 self-determinasyonun ve içeriğinin belirsiz bırakılmasına dair irade örneği olarak yorumlanabilir. Yerli halklar gibi 21.yy’da giderek self-determinasyon ile bütünleştirilen bir kavramın tanımlanmaması Güney

Sudan’ın self-determinasyonun aslında bir istisna olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle değiştirdiği self-determinasyonun kendi toplumu ve Afrika için uygulanmasını öngörmemiştir.

744 “Conflict in South Sudan: A Human Rights Report”, United Nations Mission in the Republic of South Sudan (UNMISS), http://www.unmiss.unmissions.org/Portals/unmiss/Human%20Rights%20Reports/UNMISS%20 Conflict%20in%20South%20Sudan%20-%20A%20Human%20Rights%20Report.pdf, 08 May 2014, s.14, 27 Ağustos 2014 tarihinde erişilmiştir. 745 “People”, Embassy of the Republic of South Sudan in Germany, http://embassy- southsudan.de/tourismus/das-land-und-seine-bewohner/?lang=en, 03 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 746 Article 6 (1), TheTransitional Constitution of theRepublic of South Sudan, 2011, s. 3. 273

2) Self-Determinasyona Etkisi

KBA’nın önemli bir parçası olan Machakos Protokolü’nde güney Sudan halkının self-determinasyon hakkı olduğu belirtilmiştir. Mevcut haliyle Güney

Sudan’daki anayasa gibi ilgili metinlere bakıldığında benzer ifade ile karşılaşılmamaktadır. Böylelikle Etiyopya veya Sudan örnekleri izlenmemektedir.

İrade olarak Güney Sudan içerisindeki unsurlara self-determinasyon hakkı tanınmamaktadır.

3) Sınırlara Etkisi

Uluslararası hukukta genel kabul gören self-determinasyonun uti possidetis ilkesini Juba, kendine göre yorumlamıştır. Komşuları Kenya, Uganda, Kongo

Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınırlarını korumuştur; İngiliz sömürgesinin bittiği günkü sınırları benimsemiştir. Ayrıca iç bölge sınırlarını da değiştirmemiştir. Anayasasında 1 Ocak 1956 gününe göre üç eski vilayetten oluştuğunu söylemektedir: Bahr el-Ghazal, Equatoria ve Yukarı Nil747.

Sudan’ın güney sınırları ise değiştirmiştir. 1956 sınırlarını ihlal ederek Abyei’yi de güney sınırlarına dâhil etmiştir. Bunu yaparken İngiliz sömürgesinin 1905 tarihli kararına başvurmaktadır. Böylelikle sınırlarında uti possidetis’e hem karşı gelen hem de ona uyan tartışmalı bir durum bulunmaktadır.

Güney Sudan self-determinasyonun teamülü ne kadar etkileyebileceğine cevap bulunabilmesi için iç siyasete, kalkınma politikalarının bölgeler arasındaki dağılımı gibi çeşitli etmenlere ve Juba-Hartum ilişkilerine bakılmasının yararlı

747 Article 1 (2), The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, s.2. 274 olduğu düşünülmektedir. Juba’nın iç siyaseti ve Hartum ile olan ilişkileri problemdir.

Buradan hareketle Güney Sudan’ın self-determinasyonu sorunludur748. Silahlı

çatışmalar yaşanmış süreç neredeyse savaşın çıkmasına kadar gitmiştir. Ayrılanılan

ülke ile gergin ilişkilere sahip olunması; yeterli askerî ve ekonomik güce sahip olmayan ayrılık yanlısı hareketler için caydırıcı bir faktör olarak değerlendirilebilir.

Hukuki düzlemde de Güney Sudan’ın self-determinasyonu sorunludur. Uluslararası hukukta genel geçer kabul gören self-determinasyon ilkesinin belirttiği koşullardan farklı bir tabloda self-determinasyon uygulanmıştır. Kimi kaynaklarda açıkça klasik self-determinasyon ilkesinden sapma ve radikal bir çıkış olarak değerlendirilmiştir.

Örneğin Scott P. Sheeran, Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasının self- determinasyon hakkına ve içeriğine tam olarak uymadığını ifade etmektedir749.

Siyasi self-determinasyona örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda kıtadaki diğer hareketler için destekleyici olabilir; çünkü Batı Sahra hariç kıtadaki self- determinasyon talebinde bulunan hareketler iddialarını siyasi tezlere odaklamaktadır.

Ayrılığa kadar iç self-determinasyon seçenekleri güney Sudan hareketi tarafından hedef olarak kullanılmıştır. En fazla dile getirilenler Sudan çatısı altında

özerklik ve federalizm olmuş ve doğal olarak self-determinasyon talebi bırakılmıştır.

Bu bağlamda iç self-determinasyon hareketleri talep edilse bile sonradan bağımsızlık ve birleşme gibi seçeneklerin kıtadaki self-determinasyon hareketleri tarafından benimsenmesi ihtimali bulunmaktadır.

Güney Sudan siyasi hareketi bir yandan da Hartum ile anlaşma yoluna gitmeye ve bu bağlamda çeşitli işbirliği konuları oluşturmaya çalışmıştır. KBA’nın

748 Aksi görüşü savunan yazarlar da mevcuttur. Örneğin bkz.: D. H. Johnson, 2013, s.141. 749 S. P. Sheeran, 2011, s.425. 275 yanı sıra süreç için önemli olan anlaşmalar kabul edilmiştir. Bu doğrultuda bugünkü ayrılık yanlısı hareketler de bağlı oldukları ülke ile işbirliği örneklerine sahip olabilir.

Ama bu adımların sonuç vermemesi ve uluslararası desteğe sahip olunması durumunda self-determinasyonun ayrılık seçeneğiyle kullanılması gündemde olacaktır.

Etnik kimliğe dayalı siyaset yapan ve silahlı çatışmalara sahne olan diğer

Afrika ülkeleri için de Güney Sudan’ın birliğini sağlayabilmesi; silahsızlanmayı, milisleri topluma entegre etmeyi ve bölgeler arası eşit kalkınmayı başarabilmesi

önemli bir örnek teşkil edecektir. Bu olaylar Orta Afrika Cumhuriyeti’nde gelişen olaylarla benzerlik göstermektedir. Milislerin silah bırakmaya yönelik şartları gerçekleşmeyince olay savaşa dönüşmüştür.

Güney Sudan self-determinasyonunun üç kavramı farklı anlamlarda kullanılması teamülün değişmesi için gösterge ya da irade örneği olarak nitelendirilebilir. Ama şimdilik Güney Sudan’ın bağımsızlığının istisna olarak kalacağı düşünülmektedir; çünkü kendi sınırları içerisindeki çeşitli etnik unsurlar için benzer uygulamaya gitmemiştir. Öte yandan kıtadaki self-determinasyon değişim yanlıları ve dile getirdikleri tezler düşünülünce teamül değişikliği için bir irade

örneği olarak nitelendirilmektedir.

Güney Sudan, dile getirdiği tezleri ve self-determinasyonu çalıştırmasıyla hakkın değişim hareketinin bir parçası ve sonucudur. Bütünüyle bir uyumdan ise söz edilememektedir. Azınlık, yerli halk gibi alanlarda Güney Sudan değişim için irade

örneği göstermemektedir. Böylelikle self-determinasyon teamülüne olan etkisinin sınırlı olacağı düşünülmektedir. 276

VII. Sonuç

Güney Sudan’ın self-determinasyonu yani ayrılık seçeneğinin düzenlenen referandumla kabul edilmesi Eritre’den sonra kıtada gerçekleşen ikinci ayrılma

örneğidir. Eritre’den farklı özellik taşımaktadır. Eritre’nin ayrılması tartışmalı da olsa sömürge ile bağlantılıdır; fakat Güney Sudan’da benzer bir özellik bulunmamaktadır.

Güney Sudan siyasi unsurlar öne sürerek self-determinasyonu talep etmiş ve

çalıştırmak istemiştir. Hartum’un uyguladığı politikalar nedeniyle etnik, kültürel, dini, idari ve siyasi ayrımcılığa maruz kaldığını ve çözümünün self-determinasyon hakkının tanınmasından geçtiğini öne sürmüştür. Bir nevi sömürge öncesine dönmek istemektedir. Oysa sömürge yönetiminden çok önce Afrika’daki sistemde etnik veya dini uyumdan pek bahsedilememektedir. Güç politikaları ile birimlerin sınırları değişebilmektedir. Siyasi self-determinasyon talebinde bulunurken Güney Sudan gibi

Afrika’daki çoğu hareketlerin sömürge öncesindeki yapıya gönderme yapmaları bu bağlamda sorgulanmaktadır. Bahse konu yapı veya düzende etnik sınırların durumu tartışmalı bir hal alacak ve her oluşan yeni birimin sorgulanacağı düşünülmektedir.

Sömürge döneminin sorunlu etmenleri olarak değerlendirilen kimi öğeler

İngiliz varlığından önce de bölgede görülmüştür. Bu da sorunların self- determinasyonla bağlı olmadığını göstermektedir. Sömürgenin varlığı da sorunun göstergesidir.

Güney Sudan self-determinasyonunun bir başka öne çıkan özelliği de dönemlere göre farklı hedeflerin benimsenmesidir. Bu da Güney Sudan’ın self- determinasyon talebinde bulunmasının başlıca olarak siyasi etmenlere dayandığını göstermektedir. Hedeflerin değişmesi koşullara ve çıkarların değişmesine bağlıdır. 277

Öte yandan hukuki self-determinasyondan bahsedilmesi durumunda dönemlere göre self-determinasyon hedeflerinde değişimin olmaması gerektiği düşünülmektedir.

Soykırım gibi nedenler de self-determinasyonun talep edilmesi için gerekçe olarak kullanılmıştır.

Güney Sudan’ın self-determinasyonunun Afrika’da başka örnekleri tetiklemeyeceğini savunanlar konunun hukuki değil siyasi boyutuna vurguda bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle uluslararası hukukta belirtilen ve genel kabul gören self-determinasyonun hukuki boyutu göz ardı edilmektedir fakat bu noktada altının çizilmesi gereken mevzu Sudan’ın Kapsamlı Barış Anlaşması’nı imzalaması neticesinde self-determinasyon yolunu açmasıdır.

Güney Sudan’ın diğer ayrılıkçı hareketleri için tetikleyici olmayacağını vurgulayan bir başka tez de bu grupların self-determinasyonu gerçekleştirmeye yönelik gücü olmadığı; zayıf olduklarıdır. Yandaşlarının ve uluslararası kesimin desteğini sağlamada yetersiz olabileceğine dikkat çekilmektedir. Bu açıklama, self- determinasyon isteklerinin hakkın sömürge düzlemi ile bağlantısı olmadığının farkında olunduğunu göstermektedir. Olayın siyasi boyutuna odaklanıp uluslararası hukuk boyutu göz ardı edilmektedir. 5. BİAFRA TEMELİNDE NİJERYA’DA SELF-

DETERMİNASYON POLİTİKALARI

I. Etnik ve İdari Yapısıyla Nijerya

Nijerya’ya ilişkin değerlendirmeler yapılırken en fazla öne çıkan özellikleri büyük yüzölçümüne sahip olması, nüfusu ve sınırları içerisinde bulunan etnik grupların fazlalığıdır. 250’den fazla etnik grup bulunmaktadır750. Nüfus ve etki bakımından en güçlü üç grup olarak Housa-Fulani (%29), Yorubalar (%21) ve İbolar

(%18) sıralanmaktadır. Diğer küçük gruplar dil, kültür ve din açısından farklılıklar göstermekte, bunlar arasında Knuri, Tiv, Ibibio-Anang, Edo ya da Bini, Ijaw gibi azınlıklar da bulunmakta ve nüfusun yüzde 15’ini oluşturdukları ifade edilmektedir751. Geri kalan etnik yapı ise Efik, Igala, Igbira ve Nupe ve daha başka gruplardan oluşmaktadır.

Resmî olarak Nijerya’da İngiltere’nin dolaylı yönetimi (indirect rule)

1900’de başlamıştır. İngiltere’den bağımsızlığını 1960 yılında kazanmıştır.

Bağımsızlığın kazanılmasından sonra sömürge döneminin kuzey, batı ve doğudan oluşan üçlü federatif yapısı korunmuştur. 1963’de anayasanın yenilenmesiyle de Orta

Batı bölgesi eklenmiş752 ve sayı dörde çıkmıştır.

Federalizm sömürge yönetiminden, 1946’dan bu yana beri ülkede uygulanmaktadır. 1946’da üç bölgeli yapı kurulmuştur. Bölgesel sistem de Richards

750 “The World Factbook: Africa: Nigeria” , Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ni.html, Last updated on 27 March 2014, 07 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 751 A. Heraclides, “Chapter 6: Biafra (May 1967-January 1970)”, The Self-Determination of Minorities in International Politics, London, 1991, s. 82. 752 M. G. Kaladharan Nayar, “Self-Determination Beyond the Colonial Context: Biafra in Retrospect”, Texas International Law Journal, Vol. 10, No. 321,1975, s.322. 279

Anayasası ile ülkeye gelmiştir. Yeni devlette de 1963’de federasyon kurulmuş ve sistem bugün de devam etmektedir. Federatif çerçeve korunurken bölge sayısı gibi

çeşitli öğelerde değişikliğe gidilmiştir. Mevcut dönemde ülkede 36 eyalet bulunmaktadır.

Sömürge dönemi öncesi Nijerya’daki siyasi ve idari düzen self- determinasyonun algı ve politikasına ışık tutması nedeni ile önemlidir. Nijer

Deltası’ndaki kıyı kısımların Batı dünyası ile ekonomik ilişkilerinin iki yüzyıl

önceye gittiği ifade edilmektedir753. Bu bağlamda bugün Nijerya olarak adlandırılan bölgede siyasi bir yapı ve bunun dış dünya ile ekonomik ve siyasi ilişkiler kurabildiği görülmektedir.

Resmî olarak Nijerya’da İngiliz yönetimi 1900’de başlamıştır. Bu tarihten itibaren ülkenin idari, siyasi, ekonomik ve kültürel hayatında önemli izler bırakmıştır. Bu dönemde bölgelere göre yönetime gidilmesi, federalist yapının uygulanması, dolaylı yönetimin izlenmesi ve “böl-yönet” yaklaşımının benimsenmesi öne çıkmaktadır.

Sömürge yönetimi boyunca bölgelere göre ayrımda ve ilgili politikalarda değişime gidilmiştir. 1922 Anayasası 25 seneliğine ülkeyi iki ayrı idari yapıya bölerken 1947’de Richards Anayasası’nın uygulanmasıyla kuzey, batı ve doğu olarak

üç bölgeli federal yapı benimsenmiştir. Ülkenin en büyük üç etnik grubuna göre düzenleme yapılmıştır. Kuzeyde Hausa-Fulani, batıda Yoruba, doğuda İbolar ve güneyde ise daha çok İbolar ve Yorubalar bulunmaktadır.

753 E. W. Nafziger and W. L. Richter, “Biafra and Bangladesh: The Political Economy of Secessionist Conflict”, Journal of Peace Research, Vol. 13, No. 2, 1976, s.92, dipnot 7. 280

Self-determinasyon taleplerini ve Nijerya’nın getirdiği cevapları anlamada

İngiliz sömürge yönetiminin uyguladığı dolaylı yönetim de önem arz etmektedir.

Özellikle ülkenin kuzey kısımlarında söz konusu seçenek benimsenmiş; 1898 yılından itibaren uygulamaya konulmuştur. İngiliz yönetimi aynı zamanda

Nijeryalıların idari yapıda temsiline imkan sağlamıştır. Örneğin; 1923’ten sonra

Güney Nijeryalılar 1946’dan sonra da Kuzey Nijeryalılar Yasama Konseyi’nde temsil edilmeye başlamıştır.

Dolaylı yönetimin ve idari yapıda bölgeciliğin vurgulanması İngilizlerin “böl- yönet” yaklaşımını öne çıkarmaktadır. İkinci Dünya Savaşı gibi 20.yy’ın yakın tarihine kadar İngiliz yönetiminin politikası “farklı etnik ve dini gruplar için ayrı kurumlar ve kimliklerin üretilip desteklenmesi ve aşiret/kabile yönetimini güçlendirmek adına ‘geleneksel idareyi’ desteklemesi” olarak nitelendirilmektedir754.

Böl ve yönet” siyaseti, birlik ve berberliğin sağlanmasını engelleyen nedenler arasında gösterilmiştir755; etnik ve bölgesel sınıflar arasındaki ayrım belirginleşmekte ve farklılıkların altı çizilmekte idi. Özellikle ülkenin kuzeyi ve güneyi arasında ayrımcı politikalar izlenmiştir. İngiliz sömürge yönetiminin kalkınma politikalarında da ayrımcılık yapmasına neden olduğu kaydedilmektedir. Kalkınmaya dair farklı politikaların izlenerek kasten eşitsiz koşulların yaratıldığı iddia edilmektedir756.

Ayrıca kuzeydeki geleneksel yerel idari yapıya ve imtiyazlı ailelere destek verilmesi siyasi ve idari sistemde bütünselliğin oluşmasına engel olmuştur757.

Örneğin kuzeyde çoğunluk olan Hausa-Fulanilere idari ve siyasi yetki verilmiştir.

754 ibid, s.93. 755 G. Onuoha, “Contemporary and Crisis of Self-Determination in Nigeria”, African Studies, Vol. 71, No.1, Nisan 2012, s.33. 756 ibid, s.34, dipnot 28. 757 E. W. Nafziger and W. L. Richter, 1976, s.93. 281

Kimlik tanımlanmasında İslami öğelere vurgu yapılarak bu yönde siyaset izlenmiş; kuzeyde bulunan diğer etnik veya dini grupların dışlandıkları tezini ortaya sürmelerine yol açmıştır.

Yukarıda bahsedilen unsurlarla çerçevesi çizilen idari sistem, Nijerya’daki farklı kimlikler arasında gerginliğin ve anlaşmazlığın çıkmasına; milliyetçi görüşün ve yapılanmaların kuvvetlenmesine neden olmuştur. Siyaseti de etkilemiştir. Örneğin

1951-60 arası döneminin güçlü partileri sadece kendi bölgelerinde etkin olmuş; ulusal birlik sağlanamamıştır.

Nijerya federal bir cumhuriyettir. Ülkedeki sistem coğrafi bölgeler ve federe devletlerden oluşmaktadır. 6 coğrafi bölge ve bünyelerinde de eyaletler bulunmaktadır. Her coğrafi bölgedeki eyalet sayısı eşit değildir. 36 vilayet ve Federal

Başkent Bölgesi’nden (Federal Capital Territory) oluşmaktadır. Bu birimler de kendi aralarında 774 yerel hükümet alanlarına (Local Government Areas) bölünmüştür. Mevcut dönemde de etnik kimlik, kabile bağları siyaseti belirlemektedir. Büyük etnik grupların bu alandaki rolleri azınlıktaki etnik grupların tepkisini çekmektedir758. Mevcut dönemde 36 devletin valisi idarî sistemin başarısız olduğunu düşünmektedir.

Etnik unsurun önemi beraberinde bölgeselciliği, bölgesel siyaseti de getirmektedir. 1979 Anayasası’na göre bir siyasi partinin kurulabilmesi için salt bir bölgede değil ulus çapında faaliyet göstermesi gerekmektedir759.

758 A. E. Oluniyi, “Regionalism, Ideology Crisis, Party Affiliation and Future of Democracy in Nigeria”, Afro Asian Journal of Social Sciences, Volume 5, No. 5. 1 Quarter I 2014, s.11. 759 ibid, s.13. 282

II. Biafra Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri

Nijerya Ekim 1960’da bağımsızlığını kazanmıştır. Bağımsızlık ülkeye istikrar getirmemiştir. Bunun en büyük göstergesi siyasi istikrarsızlık ve şiddet olaylarından sonra Mayıs 1967’de Biafra bölgesinin ayrılmasıdır. Biafra’nın self-determinasyon hakkı uyarınca ayrılma talebi bölgede çoğunluğu oluşturan İbolar tarafından dile getirmiştir.

Yaşanan çatışmalar ve gerginlik neticesinde yönetim öncesinden çeşitli adımlar atmıştır. Ülkenin güneydoğusu olarak adlandırılabilecek bölgede olağanüstü hal ilan edilmiş, federatif çerçeve korunarak idarî yapıda birtakım değişikliklere gidilmiş fakat çözüm sağlanamamıştır. Neticede İbolar, 30 Mayıs 1967’de Biafra

Cumhuriyeti’nin kurulduğunu açıklamışladır. Merkezî hükümet ve bölge arasında 30 aya yakın süren iç savaş 1970’de bitmiştir. 12 Ocak 1970’de Biafra Genelkurmay

Başkanı Nijerya Federal Hükümeti’ne teslim olmuş ve “Biafra Cumhuriyeti’nin artık var olmadığını” açıklamıştır.

Biafra’nın self-determinasyon ile ayrılık talebinde çeşitli nedenler bulunmaktadır. Hukuktan çok siyasi gerekçeler self-determinasyon için temel oluşturmuştur.

1) Siyasi Gerekçeler

Biafra’nın ayrılmasının en önde gelen nedenleri olarak bölgenin etnik yapısı ve bu temelde gerçekleşen ulusal ve yerel düzeydeki siyaset gösterilmektedir.

Yorubalar batıdaki nüfusun yüzde 90’ını, İbolar doğunun yüzde 64’ünü, Harusa- 283

Fulaniler de Biafra’nın ayrılma zamanında kuzeyin yüzde 56 ila 75’ini760 oluşturmakta idi. Etnik yapının dağılımı ve niteliği kendini izlenen siyasette de göstermiştir.

Üç büyük etnik grubun yanında küçük etnik yapılanmalar, azınlık kabileleri de benzer siyaset izleyerek veya çeşitli ittifaklara girerek siyasi dengeyi etkilemiştir.

Diğer bölgelerin önde gelen kabileleri veya siyasi grupları ile ittifaka gidilmiştir761.

Kabile bağlarına dayalı siyasete giderek daha fazla yer verilmiştir762.

Etnik farklılıkların yanı sıra dini farklılıkların da gerginliğin yaşanmasında

önemli rolü bulunmaktadır. Kuzeydeki nüfus daha çok Müslümanlardan, güney ise daha çok Hıristiyanlardan oluşmaktadır. Kimi kaynaklarda doğu ve batı (orta batı da dahil) arasındaki dengesizlikte ve ayrımcılıkta din faktörünün önemli bir etken olduğu belirtilmektedir763.

Bu farklılıkları kullanan Biafra hareketi etnik ve dini temelli tezler öne sürerek self-determinasyonu çalıştırmayı hedeflemiştir. Örneğin soykırıma maruz kaldığı tezi self-determinasyonun talep edilmesinde ve sonrasında dile getirilmiştir.

Bu iddiayı sağlam gerekçelere dayandıramamalarından, Afrika ve uluslararası kesimden yeterince destek almamalarından hareketle soykırım tezi belli bir süreden sonra gündemden düşürülmüştür. Bunun yerine kültürel ve siyasi olarak yok edilmek istedikleri iddiasının altı çizilmiştir764.

760 A. Heraclides, 1991, s. 82. 761 S. Azadon Tiewul, “Relations Between the United Nations Organization and the Organiztion of African Unity in the Settlement of Secessionist Conflicts”, Harvard International Law Journal, Vol. 259, No. 16, 1975, s.266, dipnot 17. 762 ibid, dipnot 18. 763 M. G. K. Nayar, 1975, s.325. 764 A. Heraclides, 1991, s. 89. 284

Öte yandan Biafra bölgesinin bağımsızlığını kazanıp ayrı bir devlet kurması durumunda her kesime eşit mesafede davranılacağını ifade ederek Nijerya yönetimi ile kıyaslama yapmıştır. Biafra’nın isteklerine ulaşmasının bölgesel etkileri de olacağı; Afrika’nın özgürlükçü, sömürge karşıtı yapısının güçleneceği kaydedilmiştir.

Biafra’nın, diğer ayrılıkçı hareketlerde de görüldüğü üzere, kaynağa sahip olması self-determinasyonun ayrılık temelinde talep edilmesinde, gerçekleşmesinde

önemlidir. 1964’de doğu bölgesinde petrolün bulunması Biafra için bağımsızlık seçeneğinin telaffuz edilmeye başlanmasında etkili olmuştur. Kimi zaman kaynağa sahip olunması Biafra için olumsuz etmen de oluşturmuştur. Biafra’nın petrole sahip olması, ABD ve İngiltere gibi uluslararası toplumun kilit aktörlerinin Nijerya’nın toprak bütünlüğünü desteklemelerine neden olmuştur765.

2) İdari Gerekçeler

Kimlik yani etnik ve dini farklılıklarının öne çıkabilmesi idari yapıyla da yakından ilintilidir. Yönetim şekli ve izlenen politikalar self-determinasyon talebini doğuran nedenler arasında bulunmaktadır. Gerek sömürge döneminde gerekse sonrasında bu yapı etkili olmuştur.

Siyasi ve idari yapıları incelerken sömürge tarihinin değerlendirilmesini gerektirmektedir çünkü bazı problemlerin kaynağı burada yatmaktadır. İngiltere’nin kimi politikalarının ve uyguladığı idari yöntemlerin Nijerya’da ayrılıkçı hareketlerin

çıkmasına ve self-determinasyon taleplerinde bulunmasına neden olmuştur. Bu

765 R.Ganguly and R. Taras, “Chapter 8: Weak States and Ethnic Conflict: Secessionism and State Collapse in Africa”, Understanding Ethnic Conflict, New York, 1998, s. 229. 285 dönemde bölgeleri birleştirme, yeni bölgeler yaratma gibi farklı siyasetler izlenmiştir. 1914’de Kuzey ve Güney Manda bölgeleri birleştirilmiştir.

İngiliz yönetiminin bir başka özelliği yukarıda da söylendiği üzere dolaylı yönetimdir. Kuzeydeki idare biçimi olan dolaylı yönetim daha sonra ülkenin geri kalanına uygulanmıştır. Dolaylı yönetim, sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra yeni kurulan devletlerin şekillenmesinde başat faktör olarak değerlendirilebilir. Bu yönetime sahip olan alanlarda daha sonradan özerk hükümetler kurulmuştur766.

Sömürge yönetimi bir başka yöntem olarak da Nijerya’yı üç bölgeyi ayırmayı benimsemiştir. Her bölge için farklı politikalar izlemiştir. Hizmetlerden yeterince yararlanamayan kuzey bölgesi, daha geleneksel ve geri kalmış bir yapıya sahip iken güney ise İbolar ve diğer kesimler arasında bölünmüştür. Yoruba etnik grubu iki bölgenin ortasında yer almıştır. Üç bölgenin arasında bağ güçlendirilmemiş aksine her bölgenin merkez ile bağları sıkı tutulmaya çalışılmıştır767. Bölgeler arasında gerek kimlik özelliklerini gerekse idari farklılığı vurgulayarak sömürge yönetimi bir anlamda ülkede birlik ve beraberliğin sağlanmasını zora sokmuştur.

Yukarıda da bahsedildiği üzere “böl-yönet”, dolaylı yönetim ve federalizm

çerçeveli sistem büyük oranda bağımsız Nijerya’da korunmuştur. Farklı etnik unsurların yönetimde diğer grupların aleyhine yetki ve görev almaları, kaynak-yetki dağıtımındaki bölgesel ve etnik dengesizlikler devam etmiştir. Siyasi düzen;

766 D. Sanders, “Self-Determination and Indigenous Peoples”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law and Self-determination, Dordrecht, 1993, s. 70. 767 A.Heraclides, 1991, s. 82, dipnot 4. 286 kargaşaya, ayrılığa ve darbelere sebebiyet veren bir yapı olarak değerlendirilmektedir768.

Darbe girişimleri de dışlanma tezinin, yetki ve güç rekabetinin göstergesi olarak yorumlanmıştır. Biafra’nın ayrılık sürecinin başlangıcından itibaren bu rekabet söz konusudur. Örneğin Ocak 1966’da çoğunluğu İbo etnik grubunun askerleri tarafından gerçekleşen darbe ile siyasi kutuplaşma artmıştır. Ordu, bölgesel siyasetin etkisi altına girmiş; Biafra’nın ayrılma teşebbüsünü tetiklemiştir769.General

Chuchuemeka Odumegwu Ojukwu Ocak 1966 askerî darbesi itibariyle Doğu

Bölgesi’nin valisi olmuştur. Ocak darbesinin nedenleri olarak merkezî hükümetin yolsuzluk yaptığı iddiaları, kalkınma ve modernleşmede bölgelerarası eşitsizlik ve karar verme sürecine yeterince dahil olunmaması gibi gerekçeler sıralanmıştır. Ocak

1966 darbesine Temmuz’da General Gowon tarafından yapılan karşı darbe ile cevap verilmiştir. Doğu bölgesi valisi Yarbay Ojukwu da Biafra’nın bağımsızlığını ilan etmiştir770.

İbolar; sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi ve idarî ayrımcılığa, dışlanmaya maruz kaldıklarını öne sürmüşlerdir. Nijerya’nın bağımsızlığını için çok çaba sarf ettiklerini kaydederek o dönemki koşulları hak etmediklerini savunmuşlardır.

Yönetim, sorunu gidermek için sınır düzenlemelerine girişse de 1966 darbelerinin getirdiği idari ve siyasi düzenlemelerle hassas olan sistem olumsuz etkilenmiştir.

Sınır düzenlemelerine rağmen sürece ilişkin olumlu gelişmeler yaşanmamıştır. Doğu

768 ibid, s. 83. 769 I. Enemo, “Chapter 14: Self-Determination as the Fundamental Basis of the Concept of Legitimate Governance under the African Charter on Human and People’s Rights”, in E. K. Quashigah and O. C. Okafor (eds.), Legitimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, Cambridge, 1999, s. 405, dipnot 6. 770 P. Englebert and R. Hummel, “Let’s StickTogether: Understanding Africa’s Secessionist Deficit”, African Affairs, Vol. 104, No. 416, 2005, s.422. 287 bölgesi üç vilayete bölünmüş ve diğer etnik kimliklerin lehine politikalar uygulanmıştır. İbolar bunu kabul etmeyeceklerini belirtmiş ve ülkeden ayrılacaklarını ifade etmişlerdir.

Bölge başta federatif yapıda değişikliğe gidilmesini isteyerek konfederasyon talebinde bulunmuştur. Merkezî yönetim ile İbolar arasında imzalanan 1967 tarihli

Aburi Andlaşması’nın kabul edilmemesi ayrılığın talep edilmesinde ve vuku bulabilmesinde belirleyici faktörlerden biri olarak ifade edilmektedir. Federasyon yapısı içerisinde geçici olarak gevşek bir konfederasyonu ön görmekte idi. Biafra lideri General Ojukwu dört bölge arasında gevşek bir konfederasyon kurulmasını istemiştir. Fakat andlaşma taraflarca farklı anlaşılmış ve hayata geçirilememiştir.

Biafra ayaklanmasını ve akabinde ayrılığını getirecek son adım atılmıştır. Biafra bölgesinin ve İboların self-determinasyonu ayrılık seçeneğiyle talep etmesinin bir nedeni de böylelikle idarî düzenden duydukları hoşnutsuzluk, sistemin değişmesine yönelik talepleri ve federal hükümetçe isteklerin geri çevrilmesidir.

3) Hukuki Gerekçeler

Biafra’nın ayrılık hedefini öne sürmesi için kullandığı gerekçelerden biri de devletin ve sınırlarının yapay olduğudur. Nijerya’nın idari ve siyasi varlığı sorgulanmış, eleştirilmiştir. Nijerya’nın birlik ve beraberliğinden ziyade “salt bir coğrafi terim”771 olduğu savunulmaktadır. Ortak bir siyasi kültürün olmadığı, farklı etnik gruplar arasında uyum bulunmadığı öne sürülmektedir. Böylelikle sömürge

771 C. R. Ezetah, “Chapter 15: Legitimate Governance and Statehood in Africa: Beyond the Failed State and Colonial Self-Determination”, in E. K. Quashigah and O. C. Okafor (eds.), Legitimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, The Hague, 1999, s.441, dipnot 71. 288 yönetimi sayesinde idari, siyasi ve toplumsal bir yapıya kavuştuğu; meşruluğunun ve tarihi kökeninin olmadığı iddia edilmiştir.

Nijerya’nın sınırları ve etnik grupların dağılımı self-determinasyonla ilgili olayda gündeme gelmektedir. Kıtanın diğer ülkelerle kıyaslandığında sınırları içerisinde en fazla nüfusu ve en çok sayıda etnik grubu barındıran ülke olarak belirtilmekte; aslında bir ulusun varlığından söz edilemeyeceği onun yerine etnik gruplardan bahsetmenin mümkün olduğu kaydedilmektedir772. Kimi kaynaklarda

1930’ların ortalarına kadar milliyetçilik algısının daha çok bölgesel ve aşiret yapılarına göre şekillendiği ifade edilmektedir773.

Bunun yanında kıtanın hakla bağlantılı önemli prensiplerini de kendi açısından yorumlayarak yerel, bölgesel ve uluslararası destek almayı hedeflemiştir.

Biafra lideri Odumegwu Ojukwu, örnek olarak Afrika Birliği Teşkilatı (ABT)

Tüzüğü’nü kıta yapılanmasından ve Afrika devletlerinin çoğunluğundan farklı yorumlamıştır. Ojukwu’nun bakış açısına göre Biafra’nın self-determinasyonuna yani bu ilkenin ayrılık temelinde kullanılmasına karşı çıkılmaması gerekmektedir.

Biafra, toprak bütünlüğü ilkesine ve sınırların dokunulmazlığına karşı

çıkmamaktadır. Bir devlet ancak diğer devletin zararına, aleyhine sınırlarını genişletmek isterse sınırların dokunulmazlığı ilkesinin uygulanabileceğini savunmuştur. Bu sebepten ötürü mevcut devletten ayrılarak yeni bir devletin kurulmasının toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine karşı gelmediğini öne sürmüştür774.

772 M. G. K. Nayar, 1975, s.324. 773 E. W. Nafziger and W. L. Richter, 1976, s.93. 774 M. G. K. Nayar, 1975, s.327, dipnot 27. 289

Biafra ayrılıkçı hareketine göre sınırlar yüzünden çatışmalar yaşanmakta, mevcut sorunlar çözülememekte ve yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sınırların değişmemesi durumunda çatışmaların yeniden çıkmasının kaçınılmaz olduğu kaydedilmiştir. Aynı zamanda sınır olgusunun, algısının ve algılanış biçiminin kıtanın gelişmesinin önünde bir engel teşkil ettiği görüşü hakimdir. Gelişmiş

ülkelerin Afrika’yı sömürmek için sınırları kullandıkları iddia edilmiştir775.

Biafra hareketi, self-determinasyon hedefine karşı getirilen Balkanlaşma iddialarına yönelik farklı tezler dile getirmiştir. Amaçlarının bağımsızlık olmadığı fakat maruz kaldıkları kötü koşullar sebebiyle ayrılık fikrini seçtikleri ifade edilmiştir776. Biafra’nın ve diğer etnik-siyasi yapılanmaların bağlı oldukları devletten ayrılmalarıyla kıtanın gelişmesi için önemli bir adım olacağı öne sürülmüştür. Bu sav, Avrupa tarihine başvurularak meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Örneğin Avrupa imparatorluklarının parçalandıkları güne kadar aslında güçsüz oldukları ama parçalanma sonucunda ortaya çıkan tüm devletlerin bütünüyle Avrupa’yı güçlü kıldığı savunulmuştur. Biafra ayrılıkçı lideri Ojukwu’ya göre “Avrupa barışı

Balkanlaşma sayesinde sağlanmıştır; Biafralaşma ile Afrika kıtası” da barışı bulabilir777.

Sınırların dokunulmazlığı ilkesinin aslında devletler arasındaki ilişkiler için kullanılacağı savunulmaktadır. Yani bir devletin aleyhine başka bir devletin topraklarının genişletilmesine karşı çıkılmaktadır. Oysa Biafra örneğinin bir devletin bölünmesine, parçalanmasına neden olmadığı ifade edilmiştir778.

775 A. Heraclides, 1991, s. 91. 776 ibid, s. 90. 777 ibid, s. 91, dipnot 44. 778 ibid, s. 91. 290

4) Silahlı Çatışmaların Yaşanması

Taraflar arasındaki şiddet olayları da Biafra sorununun tetikleyicisi olmuştur.

Biafra’nın ayrılık girişiminden önce güvenlik kuvvetleri, farklı etnik gruplar ve

İbolar arasında şiddet olayları yaşanmıştır. Biafra hareketine göre İboların

öldürülmesine 1945 yılında kuzeydeki Kano eyaletinde başlamıştır. 1966’da ise

Harusa ve İbolar arasında çatışma çıkmıştır, kuzeydeki ayaklanmalarda İbolar

öldürülmüştür. Darbeler, değişen idari yapılar ve kaynak dağılımındaki dengesizlikler gibi çeşitli etmenler neticesinde Biafra Cumhuriyeti’nin fiili varlığında da çatışmalar devam etmiştir. Özellikle 1966-68 yılları arasındaki etnik çatışmalar

çok sayıda hayatın kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır. Ayrıca kuzeyde bulunan birçok

İbo doğuya göç etme durumunda kalmıştır. Söz konusu kesimin bölgeye gelmesi ile hem toplumsal sorun yaşanmış hem de ayrılığa giden süreçte bir adım daha atılmıştır779. Şiddet olayları Nijerya ile birlik içerisinde yaşanamayacağını göstergesi olarak yorumlanmış ve self-determinasyon ayrılık zemininde talep edilmiştir.

5) Uluslararası Kesimin Etkisi

Biafra sorununda uluslararası kesimin etkisi ve tepkisi Nijerya’nın toprak bütünlüğünün korunması yönünde olmuştur. Öte yandan bu durum başta Afrika olmak üzere uluslararası kesimin bütünüyle aynı ya da benzer politika uyguladığı anlamına gelmemektedir. Kimi devletler Biafra’nın bağımsızlığını tanımış kimi

779 M. M. Duruji, Ethnic Militias and Sub-Nationalism in Nigeria: A Comparaive Study of MASSOB and OPC, (PhD Thesis Covenant University), 2010, s.101. Duruji, Nnamenka Ikpeze’ye atıfta bulunmuştur. Bkz.: “Post Biafran Marginalization of the Igbo in Nigeria”, in A. Ify and A. An-Na’im (eds.), Politics of Memory: Truth, Healing and Social Justice, London/New York: Zed, 2000. 291 devletler destek vermekle yetinmiş, bazı ülkeler de Afrika devletleri üzerinden desteklerini sunmuştur.

Katanga gibi Biafra’nın da ayrılmasında belirleyici unsurun uluslararası kesimin desteği olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Biafralıların Katanga’nın self- determinasyon talebine nazaran Batı ülkelerinden daha fazla destek almayı başardığı kaydedilmektedir780. Bunun nedeni olarak İboların ayrılık talebini Hıristiyanlar ve

Müslümanlar arasındaki bir çatışma olarak nitelendirmesinin altı çizilmektedir. Aynı zamanda Nijerya’nın geri kalan etnik gruplarının aksine kendilerini liberal,

özgürlükçü ve aydın olarak tanıtarak bir şekilde destek alabildikleri belirtilmektedir.

Öte yandan Soğuk Savaş ortamı da kimi devletlerin desteğini sergilemekte önemli bir noktayı teşkil etmektedir.

Uluslararası aktörlerden Fransa ve Çin’in destekleri öne çıkmaktadır;

Biafra’nın bağımsızlığı desteklenmiştir. Fildişi Sahili ve Gabon’un da Fransa’nın etkisi ile Biafra’yı tanıdığı; Paris’in bu iki ülke üzerinden bölgeye destek sağladığı kaydedilmektedir781. Tanzanya’nın ve Zambiya’nın Biafra’yı tanımalarında Çin’in etkili olduğu; Tanzanya’nın Çin’in Biafra’ya silah vermesinde ön ayak olduğu belirtilmektedir782.

BM ve ABT, Nijerya’nın toprak bütünlüğünü koruma yönünde karar alınmıştır. Örneğin BM gerek Katanga gerekse de Biafra ile ilgili kararlarında self- determinasyonun sömürge yönetimlerinden ayrılmayı tanıdığını fakat adı geçen

780 R.Ganguly and R. Taras, 1998, s. 229. 781 ibid, s. 229. 782 A. Heraclides, 1991, s. 95, dipnot 69. 292

“bölgelerin kendi devletlerinden ayrılma hakkını içermediğini” kaydetmiştir783. İki

örgütün self-determinasyon konusunda benzer tutumlara sahip olması Biafra’nın ve

Katanga’nın ayrılık yönündeki teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının bir başka nedeni olarak gösterilmektedir784. Dönemin BM Genel Sekreteri U Thant’ın açıklamaları örgütün self-determinasyona ilişkin tutumunun ABT’nin tutumu ile benzerlik taşıdığını göstermektedir785.

Öte yandan 1967’de Biafra’nın idarî, hukuki ve sosyo-ekonomik

özelliklerinin devlet olarak tek başına ayakta durmaya yeteceğinin tartışmalı olması da uluslararası kesimin desteğini etkilemiştir. Uluslararası hukukta devlet olmanın veya devlet olarak tanınacak yapının çeşitli özelliklere sahip olması gerekmektedir.

Biafra’nın fiilî hükümetinin olmasına rağmen kimi kaynaklar, üzerinde bulunduğu toprak parçasının ve nüfusunun kalıcı olup olmadığı konularının tartışmalı olduğu görüşündedir786.

III. Afrika’nın Biafra Sorununa Yaklaşımı

Afrika’nın Biafra’ya, self-determinasyon talebine ve uygulamasına yönelik tutumu önem teşkil etmektedir. Kıtada self-determinasyonun mevcut teamülünün algılanmasında ve değişmesine dair çıkarımlarda bulunulmasında başat unsurlar

783 A. Uz, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, No.9, 2007, s. 70. 784 R. C. Njoku, “Nationalism, Separatism, and Neoliberal Globalism: A Review of Africa and the Quest for Self-Determination since the 1940s”, in D. H. Doyle (ed.), Secession as an International Phenomenon: From America’s Civil War to Contemporary Separatist Movements, Georgia, 2010, s.348. 785 M. G. K. Nayar, 1975, s.331. 786 D. A. Ijalaye, “Notes and Comments: Was ‘Biafra’ at Any Time a State in International Law?”, The American Journal of International Law, vol. 65, No.3, July 1971, s. 553. 293 olarak değerlendirilmektedir. Kıta ülkelerinin yanında kıtasal örgütlerin faaliyetleri, algıları da etkili faktörlerdir.

1) Afrika Birliği Teşkilatı’nın Yaklaşımı

ABT; sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra kurulan yeni devletlerin içerisindeki etnik unsurların self-determinasyon talepleri gibi çeşitli sorunlara maruz kalmıştır. Bunlardan birisi de Biafra olmuştur. Biafra sorununda ABT, Nijerya’nın toprak bütünlüğünü savunurken diğer yandan da taraflar arasında arabuluculuk girişiminde bulunmuştur. Biafra hareketi ise örgütün desteğini almayı hedeflemiştir.

ABT’nin tepkisi genel olarak üst düzey isimler vasıtasıyla Nijerya’nın toprak bütünlüğü temelinde arabuluculuk yapmak olarak ifade edilebilir. Eylül 1967’de

ABT, Danışma Komitesi’ni kurmuştur. Komite üç kere toplanmış; fakat sorunun

çözümünde ilerleme sağlanamamıştır. ABT üye ülkelerinin devlet başkanlarından oluşan bir heyet Biafra’ya gidip temaslarda bulunmuştur. Söz konusu ziyaret

Biafra’nın ayrılık talebine destek olarak algılanmamıştır787. Örgüt sıklıkla toprak bütünlüğü ve sınırların korunması prensibinin altını çizmiştir. Zaten 1968 yılında gelindiğinde de ABT Devlet Başkanları Zirvesi’nde Biafra’ya sorunu Nijerya sınırları içerisinde çözme çağrısında bulunmuştur. Biafra’nın barışın ve birliğin sağlanmasında federal hükümetle işbirliği yapmasının önemine dikkat çekilmiştir.

BM gibi uluslararası kesimlerin önde gelen aktörlerine de Nijerya’nın birliğine ve istikrarına zarar verecek davranışlardan kaçınmaya çağırmıştır788.

787 S. K. Panter-Brick, “The Right to Self-Determination: Its Application to Nigeria”, International Affairs, vol.44, No.2, 1968, s.258. 788 M. G. K. Nayar, 1975, s.329. 294

Biafra hareketi ise, ilk yıllarında ABT’nin ve Afrika devletlerinin desteğiyle self-determinasyonda başarı kazanmayı amaçlamış; yardım alamayınca yardım için başka aktörlere yönelmiştir. 1968’in sonları ve 1969 yılı boyunca ayrılıkçılar ABT gibi dış aktörlerin arabuluculuk taleplerini geri çevirmiş; kabul etmemiştir789. Başka bir deyişle bağımsızlığın artık hedef olarak benimsendiği ifade edilebilir.

ABT’nin self-determinasyon teamülüne yönelik tutumunu gösteren bir diğer

önemli örnek de Biafra’yı bağımsız devlet olarak tanıyan Afrika devletlerine karşı takındığı tutumdur. Örgüt, dört Afrika devletine karşı kayda değer bir davranış sergilememiştir790.

2) Çeşitli Ülkelerin Yaklaşımı

1967’ye gelindiğinde Biafra, daha çok Afrika’nın gündeminde yer almıştır.

Tanınması, yardımın sağlanması gibi faaliyetlerle Biafra ayrılıkçı hareketi ile bazı kıta devletleri arasında ilişkiler kurulmuştur. Böylelikle kıtadaki self-determinasyon teamülüne ilişkin gelişmeler yaşanmıştır.

a) Biafra’nın Tanınması

Afrika devletlerinin Biafra’yı tanıması hemen gerçekleşmemiştir. 9 aylık süre sonrasında Biafra bir kıta devleti tarafından tanınmıştır791. 30 Mayıs 1967’de

Nijerya’dan ayrılan Biafra’yı ilk olarak Tanzanya 13 Nisan 1968 tarihinde

789 A. Heraclides, 1991, s. 89, dipnot 25. 790 D. A. Ijalaye, 1971, s. 556. 791 ibid, s.553, dipnot 9. 295 tanınmıştır. Böylelikle araya zaman girmesi tanıma işleminin hukukiliğinin sorgulanmasına sebebiyet vermektedir.

Biafra’yı tanıyan en önemli ülke Tanzanya olmuştur. Ayrıca diğer ülkelerin tanıması ve Biafra’ya destek olması için de çalışmıştır. Biafra ile olan ilişkisinin

Tanzanya için olumsuz sonuçlar doğurabileceğinin farkında olan Darüsselam, buna rağmen Biafra’ya yardım etmek istemiştir. Tanzanya’nın Biafra’yı tanıması self- determinasyon talebinin hukukiliğinden kaynaklanmamaktadır. Tanzanya’nın

Biafra’ya verdiği destek ve tanıması siyasi nedenlere dayanmaktadır.

Tanzanya’nın Biafra politikası çoğu zaman dönemin lideri Julius Nyerere’nin etkisinde kalmıştır. Ülkesinin politikasını, Biafra’nın hedeflerini tanımlarken ve dış kamuoyuna açıklarken Afrika siyasi ve hukuki yapılanmasının sıkça kullandığı tezlere başvurmuştur. İnsanların acı çektiği bir durumda Afrika birliğini korumak adına zorla politika izlenemeyeceğini öne sürmüştür. Biafra’yı tanırken Biafralıların haklarının korunmasını amaçladığını ifade etmiştir. Nyerere ancak ayrılma yoluyla insanların hayatta kalabileceğini aksi takdirde yok olacaklarına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur792. Biafra’nın bağımsızlığını tanımaya gerekçe olarak Biafralıların

Nijerya’da artık rahat yaşayamayacaklarını göstermişti793.Çıkan çatışmalarda

30.000’e yakın insanın hayatını kaybettiği Darüsselam tarafından belirtilmiştir794.

Biafralılar tarafından dile getirilen soykırım tezini ülkesinin verdiği desteğin gerekçelerden biri olarak kullanmıştır.

792 D. S. Rothchild, “Chapter 2: Structing Incentives for Internal Conflict Management”, in Managing Ethnic Conflict in Africa: Pressures and Incentives for Cooperation, Washington D.C., 1997, s.36, dipnot 33. 793 O. S. Kamanu, “Secession and the Right of Self-Determination: an O.A.U. Dilemma”, The Journal of Modern African Studies, Vol. 12, No. 3, 1974, s.361. 794 D. A. Ijalaye, 1971, s. 553. 296

Biafra ayrılık hareketinin açıklamalarına ve self-determinasyonun siyasi ilkelere göre değişmesini isteyen kesimler tarafından dile getirilen tezleri de

Tanzanya kullanmıştır. Her ayrılık talebinin kendine has özellikleri olduğu, bu bağlamda değerlendirilmeleri gerektiği ve Afrika birliğinin sağlanması adına bu gerçeklerin görmezden gelinemeyeceği kaydedilmiştir795.

Bu insani nedenlerin yanında Tanzanya’nın Biafra’ya desteğinin altında stratejik gerekçeleri de bulunmaktadır. Soğuk Savaş ortamında Nijerya ve

Tanzanya’nın farklı ittifaklar içerisinde bulunması Darüsselam’ın Biafra politikasını

şekillendirmesinde etkili olmuştur. Nijerya’nın Batı yanlısı olması, ABT’nin daha muhafazakar çizgide olması ve Tanzanya’nın İngiltere’ye muhalif tutum takınması

örnek olarak verilmektedir796.

Destek politikalarına rağmen Tanzanya’nın Biafra’yı tanıması hemen gerçekleşmemiştir. Bağımsızlığını ilan etmesinden iki sene sonra yani 1968’da tanımıştır. 1968’da gelen bu tanıma Nijerya’nın dağılmasından duyulan endişe ile yakından ilintilidir. Nijerya’nın Afrika’nın çok etnikli en büyük devleti olması ve burada başlayacak olası bir etnik çözülmenin Afrika birliğini tehdit edebileceği797 endişesinin etkili olduğu belirtilmektedir.

Tanzanya’yı 8 Mayıs 1968’de Biafra’yı tanıyarak Gabon izlemiştir. Tanzanya gibi tanıma için ortaya atılan gerekçeler hukukiden ziyade siyasidir. Masum sivillerin

öldüğü bir ortamda başka ülkelerin içişlerine karışmama prensibinin geçerli olamayacağı iddia edilerek798 tanıma gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. Fransa’nın

795 A. Heraclides, 1991, s. 96, dipnot 71. 796 ibid, s. 96, dipnot 72. 797 ibid, s. 96, dipnot 73. 798 D. A. Ijalaye, 1971, s. 554, dipnot 15. 297 tanıma yönündeki etkisinin yanında; federalizme karşı olumsuz fikirlerin olması, komünizmi ve Arap etkisinin yayılmasını tehdit olarak algılaması gerekçe olarak gösterilebilir. Gabon, Biafra ayrılıkçı hareketine silah temininde de bulunmuştur.

Böylelikle Nijerya’ya ile olan ilişkisi Biafra’yı devlet olarak tanımasında belirli etmen olmuştur.

10 Mayıs 1968’de ise Fildişi Sahili Cumhuriyeti Biafra’yı tanımıştır. Silah yardımının yanında Biafralı liderlerin seyahatinde ve tedavi olabilmelerinde kolaylık sağlamıştır. Ateşkesin sağlanması, koşulsuz olarak ateşkes görüşmelerinin başlaması, silah ambargosunun uygulanması, uzlaşmanın sağlanması ve arabuluculuk yönünde

çaba göstermiştir.

Fildişi’nin Biafra’ya desteğinin siyasi, ideolojik ve stratejik nedenleri bulunmaktadır. Komünizmin yanı sıra İslamcılığın ve Arap kültürünün kıtada yayılmasını tehdit olarak algılamış ve Biafra’nın mücadelesinin bir anlamda bu etkilere karşı “kalkan” olabileceğini düşünmüştür. Nijerya’yı varlığına tehdit olarak algılaması da bir başka faktör olarak değerlendirilebilir. Nijerya’nın dağılmasını ulusal çıkarları için avantaj sağlamak olarak yorumlamaktadır. Aynı zamanda Afrika birliği hedefini desteklediği de kaydedilmektedir799. Ayrıca federal sisteme karşıdır.

Bu bağlamda Nijerya’nın istikrarsızlıkla boğuşması durumunda federatif sistemin işlevselliğinin sorgulanacağı görüşündedir. Bunun yanında Fildişi’nin Biafra’ya verdiği desteğin insani gerekçelerden de kaynaklandığı söylenmektedir800. Fransa da

Biafra’ya destek sağlanılmasında etkili olmuştur.

799 A.Heraclides, 1991, s. 96. 800 ibid, s. 97. 298

20 Mayıs 1968’te Biafra Zambiya tarafından tanınmıştır. Zambiya yaşanan olaylardan sonra Biafra ve Nijerya’nın arasında birlik sağlanamayacağı görüşündedir801. Başta arabuluculuk yapmak istemiştir fakat sonrasında Lusaka ayrılıkçılardan yana tavır takınmıştır. Zambiya’nın Biafra politikalarında Tanzanya,

Gabon ve Fildişi Sahili’ninkine benzer nedenler etkili olmuştur. Sömürgeciliğin kalıntısı olduğu gerekçesiyle federal yapıya karşıdır. Nijerya Birinci Cumhuriyeti’ni muhafazakar bulmakla beraber Nijerya’nın Güney Afrika ve Rodezya ile olan ilişkilerinden rahatsız olmuştur802. Bu çerçevedeki siyasi etmenlerle Biafra politikası

şekillenmiştir.

b) Biafra’ya Destek Sağlanması

Bazı Afrika devletleri ise Biafra’yı destekler bir tutum sergilemiştir. Sierra

Leone, Uganda, Senegal, Gana, Dahomey ve Tunus gibi ülkeler örnek olarak verilebilir. Kongo-Brazaville, Botsvana ve arabuluculuk yapan Etiyopya, Liberya ve

Nijer de bu alanda sıralanabilecek ülkelerdir. Aslında Etiyopya, Liberya ve Nijer;

Nijerya’nın görüşlerini paylaşarak destek olmuştur. Burundi ve Ruanda Biafra’yı tanıma yanlısı olarak nitelendirilmiştir803. Güney Afrika ve Rodezya’nın sempati ile yaklaştıkları ifade edilmektedir. Geri kalan Afrika devletleri Nijerya’nın tarafında yer almıştır804.

Sierra Leone ise yukarıdaki devletlerden farklı olarak Biafra’yı tanıyabileceğini baştan ifade etmiş fakat sonradan bu yönde bir adım atmamıştır.

801 D. A. Ijalaye, 1971, s. 554, dipnot 17. 802 A. Heraclides, 1991, s. 98. 803 ibid, s. 100. 804 ibid, s. 95, dipnot 68. 299

Siyasi ve stratejik nedenleri bulunmaktadır. Bunların bazıları Sierra Leone’nun iç siyaseti ile de ilgilidir. Başkent Freetown’da İbo nüfusu bulunmaktadır. Biafra’yı

İngiltere ile ilişkilerini için araç olarak kullanmıştır. Biafra’yı tanımama kararında siyasi nedenler etkili olmuştur. Tanıması durumunda İngiltere’den, Nijerya’dan ve

ülke içerisindeki muhalefetten tepki görmesinden çekinmiştir. Arabulucu olduğunu bu yüzden Biafra’yı tanınmasının uygun bir adım olmayacağını; böyle bir davranışın olumlu katkıda bulunamayacağını savunmuştur805.

Uganda da Biafra ile olan ilişkisinde belirsiz tutum takınmıştır. Nijerya’nın politikalarını “İboların yok edilmesi” olarak yorumlamıştır806. Öte yandan Kampala; ateşkesin sağlanması ve tarafların görüşmelerde ilerleme kaydedilmesi için de

çağrıda bulunmuştur. Kendi toprakları içerisinde Buganda ayrılıkçı hareketinin bulunmasından dolayı Biafra’nın ayrılık talebine karşı çıkmıştır.

Senegal de Biafra’nın bağımsızlığını tanıyacakken sonradan farklı bir tutum takınmıştır. Self-determinasyon talebinin Nijerya’nın sınırları içerisinde çözülmesi gerektiğini ifade etmiştir. İç self-determinasyon seçeneklerinin çözüm olabileceği görüşündedir. Konfederasyon çerçevesinde Biafra’ya özerklik verilebileceğini ve böylelikle Nijerya’nın birliğinin ve bütünlüğünün korunabileceği savunulmuştur807.

Gana da farklı tutumlar sergilemiş fakat sonradan Biafra’nın bağımsızlığını tanımama kararı almıştır. Sovyet etkisinin yayılmasından endişe etmiştir. Fildişi

Sahili ile yakınlaşma girişimi de bu bağlamda altı çizilen bir başka etkendir.

805 ibid, s. 98, dipnot 86. 806 ibid, dipnot 88. 807 ibid, s. 99. 300

Dahomey yani bugünkü Benin, Biafra’yı tanımama kararı almıştır. Benin iç siyaseti tanınmama kararının alınmasında etkili olmuştur. Ülkede Nijerya’nın önemli etnik gruplarından olan Yoruba nüfusu bulunmaktadır. O dönemde iyi ilişkilere sahip olmadığı İboların ayrılık teşebbüsünün tanınmasının ülkede kargaşa ve huzursuzluk

çıkaracağından endişe edilmiştir.

Tunus da Biafra’ya yönelik net bir tutum takınmaktan kaçınmıştır. Hukuki etmenlerden ziyade iç ve dış siyasi nedenler gerekçe olarak gösterilmiştir. Tunus nüfusunun çoğunluğunu Nijerya gibi Müslümanların oluşmasının ülkede istikrarsızlık yaratabileceğinden endişe edilmiştir. Ayrıca çözüm sürecinde

Biafra’nın uyuşmaz tutum takınması da tanınmama için gerekçe olarak gösterilmiştir808.

Kıta devletlerinin tanıma, tanımama veya destek kararının alınmasında hukuki gerekçeler etkili olmamıştır. Siyasi ve stratejik gayelerle Biafra’ya yönelik tanıma ve destek politikası şekillenmiştir.

IV. Nijerya’nın Biafra’nın Self-Determinasyon Taleplerine Cevapları

Nijerya, idari başta olmak üzere çeşitli alanlarda önlem olarak Biafra gibi ayrılık teşebbüslerinin önüne geçmeye çalışmıştır. Nijerya’nın self-determinasyon taleplerine karşı çözüm olarak neler gündeme getirdiği, hangi politikaları uygulamaya koyduğu Afrika’da self-determinasyon teamülünün anlaşılmasında ve ileride olası değişimi için yorum yapılabilmesinde önemlidir.

808 ibid, s. 100, dipnot 98. 301

Bağımsızlığını kazandığı 1960’tan 1990’ların sonuna kadar Nijerya’da siyasi istikrarsızlık yaşanmıştır. Askerî yönetimler hüküm sürmüş ve aynı dönemde çoğu

Afrika ülkelerinde görüldüğü üzere darbeler gerçekleşmiştir. Askerî yönetimin politikaları neticesinde etnik veya bölgesel grupların ayrılık ya da self-determinasyon taleplerinde bulunmaları zorlaşmıştır.1999’da askerî yönetimden sivil yönetime geçildiği yılda ise bu çerçevede değişiklikler yaşanmıştır. Baskının azalması sebebiyle etnik kimlik odaklı yapılanmalar giderek artan bir biçimde gündeme oturmuştur809.

Nijerya’da “yeni Biafraların” yaşanmaması için alınan çeşitli önlemler arasında farklı dini, etnik ve kültürel grupların arasında “evliliklerin teşvik edilmesi”810 de bulunmaktadır. Böylelikle ulusal birliğin sağlanabileceği, desteklenebileceği düşünülmektedir. Öte yandan bu tür adımlar, farklı alanlarda

çeşitli sorunların mevcudiyeti sebebiyle sorgulanmaktadır. İç savaşa neden olan sorunların devam ettiği; ulusal düzeyde birliğin hâlâ sağlanamadığı ifade edilmektedir811. Kaynak dağılımındaki sorunlar, idari alanda bazı eksiklikler, bölgeler arası eşitsizlik devam etmektedir. Örneğin 1999’da Dördüncü

Cumhuriyet’in kurulması etnik ve dini sorunların patlak vermesine neden olmuştur812. Çeşitli silahlı gruplar kurulmuştur. Etnik temeldeki siyaset etkili olmaya devam ettiğini söylemek mümkün gözükmektedir.

809 G. Onuoha, “Contesting the Space: The ‘New Biafra’ and Ethno-Territorial Separatism in South- Eastern Nigeria”, Nationalism and Ethnic Politics, Vol. 17, No.4, 2011, s.403. 810 JD van der Vyver, “The Right to Self-Determination of Cultural, Religious and Linguistic Communities in South Africa”, PER / PELJ, Vol.14, No. 4, 2011, s. 3, dipnot 2. 811 G. Onuoha, 2011, s.407, dipnot 18. 812 G. Onuoha, 2012, s.29. 302

Siyasal self-determinasyon talebinde bulunan yapılanmaların en fazla dile getirdikleri değişim talebi merkezî hükümetin idari, hukuk, siyasi ve ekonomik alanlarda yeniden paylaşıma gitmesidir. Özellikle yetki, kaynak ve güç paylaşımının yeniden düzenlenmesi talepleri öne çıkmaktadır. Nijerya’nın ise bölge ve coğrafi ayrımlarda değişikliği öne çıkardığı görülmektedir fakat bu adımların taleplere ne kadar cevap verebildiği tartışmalıdır. 1970’lerin başındaki ekonomik ve siyasi düzenlemelerden İbolar yeterince yararlanamamıştır. Petrolden elde edilen gelirin ve kaynağın dağılımında talep karşılanamamıştır. Diğer büyük etnik gruplar İbolarla kıyasla dağıtımdan daha fazla yararlanmıştır813. Petrol kaynaklarının dağıtımı İbolar için sorun yaratan bir etmendir. Bölge ve nüfus arasındaki denge dikkate alınmadığı gerekçesiyle eleştiriler yapılmaktadır.

Bu noktada Nijerya’daki kaynak ve gelir paylaşımı sisteminin detayları

önemlidir. Bölgelerden vergi toplanması ve sonrasına gelirlerin dağıtılmasında belirli bir oran kullanılmaktadır. Bölgelerin yaptıkları katkı belirleyici unsurdur. Örneğin madenin çıkarıldığı bölgeye telif ve kiradan elde edilen gelirin yüzde 50’si

ödenirken, yüzde 30’su Pay Eden Havuz Hesabı’na (Distributive Pool Account,

DPA)814 ve yüzde 20’lik oran da federal hükümete gitmektedir. Hesap, petrol kaynaklarının eyaletler arasında eşit paylaşımını öngörmektedir. 1960 Anayasası’nın

135. Maddesi’ne göre biriken gelir bölgelere göre şu oranlarda dağılacaktır: yüzde

40’ı kuzeye, yüzde 31’i doğuya, yüzde 24’ü de batı bölgesine gidecektir. Birinci

Nijerya Cumhuriyeti’ni getiren 1963 Anayasası’nın 141. Maddesi’nde bazı dağılım

813 ibid, s.35 814 Hesap, 1959’da Raisman Komisyonu tarafından merkezî hükümetin mali kaynaklar üzerinde kontrole sahip olması amacıyla kurulmuştur. Ayrıca kaynağa sahip olmayan bölgelerin de gelir dağılımından daha iyi yararlanması amaçlanmıştır. Bu bağlamda derivasyon formülünün yerine yeni bir yaklaşımın benimsenmesi önemli bir adım olarak kaydedilmektedir. 303 oranında değişiklik yapılmıştır. Kuzey yüzde 40’lık, doğu da yüzde 31’lik oranını korumuştur. Batının oranı yüzde 18’e düşerken orta batıya verilen oran yüzde 6 olarak belirlenmiştir815. 1970’de ise bu hesaplamada değişikliğe gidilmiştir.

Toplanan gelirlerin yüzde ellisi eyaletler arasında eşit olarak dağıtılacak, geri kalan yüzde 50 ise oransal olarak nüfusları arasında paylaştırılacaktır. Daha fazla eyalete sahip olan bölgelerin bu işten karlı çıktıkları ifade edilmektedir816.

Ayrıca İbolar petrol dağıtımında da dışlandıklarını öne sürmüşlerdir. İbolar; petrol bölgelerinde değil çevrelerinde yaşamakta ve nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır. İbolar, bu bölgelerde dışlanmaya ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını iddia etmektedirler817. İboların geçmişte benzer sıkıntılarının olması dağılım konusunda kuşku duymalarına sebebiyet vermiştir. Örneğin Biafra savaşından önce

İbolar daha fazla gelir için Doğu Merkez Eyaleti (East Central State) sınırları içerisindeki bölge sayısını arttırmak istemiştir. Diğer büyük etnik gruplar olan

Hausa-Fulani ve Yorubalar en az 6 eyalete sahipken İbolar bulundukları güneydoğu bölgesinde 5 eyalete sahiptir. 1975’teki darbeden sonra 19 bölgeye ayrılmıştır; onu kuzeye 9’u da batı ve doğuya verilmiştir.1976’da devlet yapılanmasının gündemde olduğu tarihten bu yana İbolar kendilerine tahsis edilen eyalet sayısının yeterli olmadığı görüşündedir. Temmuz 1967’de kuzey, doğu, batı ve orta batı olmak üzere gölgeler feshedilmiş onun yerine on iki eyalet sistemine geçilmiştir. Böylelikle

815 A. B. Bah, “Chapter 5: Varieties of Institutional Designs in Postcolonial Nigeria”, Breakdown and Reconstitution: Democracy, the Nation-State and Ethnicity in Nigeria, Maryland, 2005, s. 104, dipnot 26. 816 G. Onuoha, 2012, s. 21. 817 ibid, s.36. 304

Biafra’nın Nijer Deltası’nda bulunan petrol üzerindeki iddialarının önüne geçilmek istenmiştir818.

V. Biafra Self-Determinasyon Gerekçelerinin Değerlendirilmesi

Biafra hareketinin bugünkü durumundan bahsetmek self-determinasyon politikasının ve başarısının anlaşılmasında yararlıdır. Biafra’nın şikayetleri ayrılık teşebbüsünden sonra da devam etmiştir. Çatışmalar ve şiddet olayları çeşitli aralıklarla yaşanmıştır. Darbeler gerçekleşmiştir. Bu durum çok partili siyasi sistemin tesis edildiği 1999 yılına kadar devam etmiştir.

2000’li yıllara doğru Biafra ayrılıkçı hareketi yeniden gündeme oturmuştur.

Öne çıkan Biafra Egemen Devletini Gerçekleştirme Hareketi’dir (Movement for the

Actualization of the Sovereign State of Biafra, MASSOB). Örgüt 1999’da Ralph

Uwazurike tarafından kurulmuştur. Nijerya iç savaşından bugüne konuyu gündemde tutmaya çalışmıştır. Örgütün kurulmasının iç savaştan bu yana uygulanmakta olan siyasetin İboların sorunlarına cevap bulunamamasından kaynaklandığı ifade edilmektedir819.

MASSOB, sorunların çözüm seçeneği olarak Biafra’nın ayrı bir devlet kurmasını savunmaktadır. Nijerya’nın bölünmesinin gündemde olduğu bizzat

Uwazurike tarafından öne sürülmektedir. Örneğin Boko Haram’ın Hristiyanlara yönelik saldırılarının bu sonuca sebebiyet vereceğini düşünmektedir820. 1967-70

818 ibid, s.22. 819 ibid, s.37. 820 M. Lobel, “Nijerya Bölünecek mi?”, BBC Türkçe, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/03/120316_nigeria_attacks.shtml, 16 March 2012, 18 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir. 305 dönemindeki “başarısızlıktan” hareketle MASSOB’un şiddet içermeyen yöntemleri benimseyen bir grup olduğu belirtilmektedir. Öte yandan MASSOB’un ne kadar güçlü olduğu ve self-determinasyona bünyesinden ne kadar destek verildiği de tartışmalıdır çünkü örgüt bünyesinde farklı görüşler bulunmakta ve ayrılmalar yaşanmaktadır

Biafra’nın bugünkü durumunun yanında ayrılık hedefi süreci boyunca dile getirdiği self-determinasyon gerekçeleri de incelenmektedir. Hukuki mi yoksa siyasi mi kriterlere odaklandığı önem arz etmektedir. Sömürge yönetiminin idari ve sosyo- kültürel yapısı, toplum içerisindeki kültürel ve etnik farklılıklar, modernleşmedeki ve kalkınmadaki bölgelerarası dengesizlikler ve Nijerya’nın siyasi yapısı self- determinasyonun talep edilmesi ve çalıştırılması için başlıca gerekçeler olarak gösterilmektedir. Böylelikle siyasi tezlerin kullanıldığı görülmektedir.

Etnik gerginlikleri bünyesinde barındıran idarî ve siyasi sistem, etnik gruplar ve bulundukları bölgeler arasında dengesizliğe neden olmuştur. Siyasi ve toplumsal alanlarda karşı süreci yaratmış neticede ülkede istikrarsızlık bir döngü haline gelmiştir. İboların ayrılma taleplerini darbe örneğinde görüldüğü üzere tetiklemiştir.

İbolar, yaptıkları Ocak 1966 darbesi ile önceki yönetimlerin aksine birlik hükümetinin kurulacağını yani her kesime eşit mesafede yaklaşacaklarını iddia etmişler; fakat bu ve benzeri tezler Kuzeyliler gibi eskiden yönetimde olan farklı etnik grupları ikna etmemiş ve Temmuz 1966’daki karşı darbe ile yanıt verilmiştir.

Bölgesel siyaset, sömürge idarî yapısının etkisini göstermektedir. Bağımsız 306

Nijerya’ya hazırlık özelliği taşıyan8211959 seçimlerinde örneğin, bölgesel temelli kuzey ve doğu partileri galip çıkarak koalisyon kurulmuştur.

Böyle bir ortamda talep edilen self-determinasyonda siyasi tezlere başvurulmuştur. Nijerya’nın uluslararası hukukta genel geçer kabul gören self- determinasyon hakkının başat öğelerinden olan sömürge yönetimi koşuluna uymamasıyla bağlantılı olarak uti possidetis’e karşı çıkılmıştır. Genelde kıtanın

özelde de Nijerya’nın sınırlarına karşı çıkılarak, sınırların yanı sıra siyasi ve idari yapıların yapay olduğu ileri sürülmüş ve yeni yapılanmalara gidilebileceği savunulmuştur. Öte yandan kuşkuları gidermek için ayrılığının kıtada benzer hareketleri yani Balkanlaşmayı tetiklemeyeceği de savunulmuştur.

Biafra’nın self-determinasyonunun hukuki olmaması ayrılıkçı hareketin halk yerine etnik odaklı kimlik belirlemesine gitmesine neden olmuştur. Kendi bünyesinde etnik uyuma sahip olduğu tezini kullanmıştır fakat Biafra’nın farklı ve

çok sayıda etnik unsura sahip olması822 self-determinasyon talebi için kullandığı etnik gerekçeleri sorgulatmaktadır. Bölge olarak sınırları içerisinde uyuma sahip olduğu tezi akla ilk olarak self-determinasyon talebinin ne oranda desteğe sahip olduğunu getirmektedir.

Başka bir deyişle ayrılık/bağımsızlık fikrinin Biafra’nın bütünüyle ya da

çoğunluğu tarafından dile getirildiği tartışmalı konudur. Bazı kaynaklara göre 1967 itibariyle Doğu Bölgesi’nin çoğunluğu bağımsızlık fikrini desteklemektedir823. İbolar bölgenin çoğunluğu oluştururken self-determinasyon talebinin İbibio, Efik, Annang,

821 J. N. Paden, “Chapter 23: National System Development and Conflict Resolution in Nigeria”, in Joseph V. Montville (ed.), Conflict and Peacemaking in Multiethnic Societies, Lexington, 1991, s. 413. 822 C. R. Ezetah, 1999, s. 441, dipnot 72. 823 A. Heraclides, 1991, s. 84. 307

Ijaw, Ogoni, Ekoi, Yalla, Ukelle gibi geri kalan etnik grupların arasında da destek gördüğü ifade edilmiştir824. Biafralı ayrılıkçıların sıklıkla Doğu bölgesinde bulunan farklı etnik grupların desteğine sahip olduklarını tekrarlaması aslında bu desteğin var olup olmadığının sorgulanmasına neden olmaktadır. Ayrıca söz konusu desteğin aslında ne kadar önemli olduğunun bir kez daha anlaşılmasına sebebiyet vermiştir.

Böylelikle hem içte hem de dışta meşruluğa sahip olacaktır.

Biafra’nın self-determinasyonunun toplumdan tam destek alıp almadığı sorunsalı hedefler ve ideolojisi konusunda tutarlılığı da gündeme getirmektedir. Bu iki alanda belirsizlik bulunmaktadır. İdeolojik açıdan belirsizliğe sahip olması,

Biafra’nın ayrılık talebinin başarısız olmasının nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir. Soğuk Savaş ortamında ne sosyalistlerin ne de muhafazakarların desteğini alabilmiştir. Mücadelenin emperyalizm karşıtı olduğu belirtilirken diğer yandan da mevcut hukuka ve yapıyla uyumlu bir Biafra hareketinin olduğu kaydedilmektedir825. İbolar soykırıma uğradıklarını da iddia etmiş; sonrasında kültürel dışlanmışlık tezine odaklanmış ve self-determinasyon talebinin sorgulanmasına neden olmuştur.

Gerek Afrika gerekse uluslararası kesimlerden destek alamamasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Biafra’nın ayrılmasının Balkanlaşmayı tetikleyeceği endişesi önde gelen gerekçelerden biridir. İkinci neden ise Doğu bölgesindeki her etnik grubun self-determinasyon için desteğinin alınamamasıdır. Öte yandan Katanga

örneğinin de bulunması Biafra’ya temkinli yaklaşılmasına neden olmuştur.

824 ibid, s. 83, dipnot 5. 825 ibid, s. 94. 308

Biafra’nın ayrılığı son seçenek olarak değerlendirmesi self-determinasyona ilişkin çeşitli veriler sunmaktadır. Biafra, self-determinasyon talebini 1965’den sonra yani Nijerya’nın bağımsızlığını kazanmasından 5 sene sonra gündeme getirmiştir.

Ayrılık seçeneği ise 1966’da telaffuz edilmiştir826. 1967’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Tarihler, Biafra’nın self-determinasyonu ve ayrılığı bir süreç sonunda benimsediğini göstermektedir. Örneğin; Biafra, Aburi Andlaşması’nın imzalanmasından sonra dahi ayrılık sürecine hemen girmemiştir. Belli bir dönem

üzerinde çalışılmış fakat son seçenek olarak Nijerya’dan ayrılma benimsenmiştir.

Ojukwu, ayrılık kararının Temmuz 1966 Darbesi’nden hemen sonra Ağustos

1966’da alındığını kaydetmiştir. Fakat bağımsızlık fikrinin dile getirilen önerilerden birisi olduğu ve üzerinde düşünülmesi gerektiğini eklemiştir827.

Ayrılık hedefinin neden geç benimsendiği konusunda çeşitli eksiklikler cevap olarak verilmektedir. Askerî ve ideolojik yetersizlikler öne çıkmaktadır. Doğu bölgesinde kuzey birliklerinin bulunduğu bir dönemde, doğunun askerî açıdan da bağımsızlığa hazır olmaması ayrılığın geç benimsenmesinde etkili olmuştur. Ayrıca hareketin lider kadrosunda ve tabanda bu yönde fikir birliğinin olmaması bir başka nedendir. İbo nüfusundan ve İbo olmayanlardan ayrılık yönünde istenilen desteğin828 gelmemesi neden olarak gösterilmektedir.

Ayrılığın en son seçenek olarak ve hukuktan ziyade siyasi gerekçelerle değerlendirilmesi self-determinasyonun Afrika’daki incelenmesi için önemlidir.

Uluslararası hukukun belli başlı kaynaklarına dair travaux preparatoires gibi, self- determinasyonun teamülünün anlaşılmasında ve değişmesinde ilgili süreç yardımcı

826 ibid, s. 80. 827 ibid, s. 85, dipnot 15. 828 ibid, s. 86, dipnot 16. 309 unsurlar olarak düşünülmektedir. Bağımsızlığın hedef olarak benimsenmesinden sonra bile temkinli yaklaşıldığı; ön şartsız görüşmelerin yapılabileceği kaydedilmiştir.

Bu bağlamda ayrılığa adım adım gidildiği başka bir deyişle belli bir süreçten geçtiği düşünülmektedir. Bağımsızlığın ilan edilmesindeki son adım merkezî yönetimin idarî yapıda yeni bölgeler yaratarak değişikliğe gitmesi olmuştur. İboların bulunduğu doğu bölgesi üç eyalete ayrılırken toplamda ise Nijerya on iki bölgeye ayrılmıştır. Doğu bu düzenlemeye karşı çıkmış ve tepkisini ayrılma ile göstermiştir.

S.K. Panter-Brick farklı bir yaklaşımla konuyu ele almaktadır: Biafra’nın ayrılık fikrini hayata geçirmesinin yani bağımsızlık fikrinin zamanlamasıdır.

Biafra’nın self-determinasyon isteğinin haklı olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda ilk ölçüt olarak Biafralıların yani Doğu Federasyonu’nun ayrılma isteğine Nijerya bağımsızlığını kazandıktan tam 6 yıl sonra başvurmuş olması gösterilmektedir829.

Başka bir deyişle Biafralıların ayrılma yanlısı olmadıkları fakat Nijerya’nın bağımsızlığını kazanmasından 1967 yılına kadarki sürece şikayetlerine yönelik

çözüm sunmadığı ve sonunda bağımsızlık yönünde kararın alındığını söylemiştir. 7 yıldan sonra bu adımın atılmasının aslında Biafra’nın Nijerya sınırları içerisinde kalma yanlısı olduğunu gösterdiği savunulmuştur830. Şiddet olaylarının artarak devam etmesinden ötürü Biafra hareketi bu yönde bir karar almıştır.

İdari ve siyasi sistemin sömürge döneminden bu yana sorunlu olduğu görülmektedir. Bu bağlamda hem sorun hem de çözüm olarak federalizm öne

çıkmaktadır. Federal eyaletlerin yetki ve sorumlulukları, bölgeciliğin eyalet

829 S. K. Panter-Brick, “The Right to Self-Determination: Its Application to Nigeria”, International Affairs, vol.44, No.2, 1968, s.257. 830 ibid, s, 256. 310 yapılanmasında ve siyasette etkisini hissettirmesi farklı bölgelerin ve etnik grupların self-determinasyonu talep etmelerinde ve ilkenin değişmesini istemelerinde gerekçe olarak sunulmuştur. Konfederasyon talepleri buna örnektir. Nijerya’nın federal yapısının ne kadar başarılı olduğuna dair farklı görüşler konunun ve bununla bağlantılı olarak self-determinasyon taleplerinin tartışmalı olduğunu göstermektedir.

Kıtada federalizmin başarısız örneğini olarak Nijerya olduğu kimi kaynaklarca öne sürülürken831 öte yandan farklı etnik ve dini toplulukları bir araya getirebilmek için en uygun çözümün federalizm olduğu ifade edilmekte ve toplumda da destek gördüğü vurgulanmaktadır832.

Biafra’nın self-determinasyonu aslında iki boyuttan ötürü tartışmalıdır.

Birincisi self-determinasyon taleplerini ve gerekçelerini hukuki yerine siyasi düzleme odaklamıştır. Başka bir deyişle uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self-determinasyon Biafra örneğinde farklı bir şekilde gerçekleşmiştir. Nijerya sömürge toprağı değildir, uti possidetis’e karşı gelinmiştir ve halk kavramına başvururken sömürge yönetimi şartının self-determinasyon talebinin belirleyicisi olmamasından ötürü etnik kesim ve bölge odaklı kavramlaştırılmaya gidilmiştir.

Doğu dışında, kuzey bölgesinde de İbo nüfusu bulunmaktadır. Ayrıca self- determinasyon referandum ile gelmemiştir.

İkinci tezat boyut ise Biafra’nın ayrılık seçeneğini kullanarak çalıştırdığı self- determinasyonunun hem başarılı hem de başarısız olarak değerlendirilebilmesinin mümkün olmasıdır. 1967-70 yılları arasında olmak üzere üç sene Nijerya’dan ayrı varlık gösterebilmiştir. Öte yandan sayıları dördü geçmese de Afrika devletleri

831 M. wa Mutua, “Why Redraw The Map Of Africa: A Moral and Legal Inquiry”, Michigan Journal of International Law, Vol. 16, No.4, Summer 1995, s.1156. 832 ibid, dipnot 189. 311 tarafından tanınmıştır. Bugün de Biafra hareketi aynı hedefle gündemdedir. Bu durum da hareket için hem başarıyı hem de başarısızlığı temsil etmektedir: başarılıdır; hâlâ gündemde kalabilmektedir. Başarısızlığı ise öne sürdüğü çözümün gerçekleşmemesidir. Tersi bir yorum ile Nijerya’daki federal sistemin Biafra’nın ayrılık isteminin önüne geçmeyi başarabildiği görülmektedir.

Özet olarak Biafra’nın self-determinasyonun hukuki gerekçeleri yani sömürge döneminden kaynaklanan bir gerekçe veya neden bulunmamaktadır. Biafra ayrılıkçı hareketi self-determinasyonu siyasi açıdan değerlendirip talep eden diğer gruplardan farklı tezler dile getirmemektedir. Kültürel alanda da merkezî yapıdan dışlandıkları ve Nijerya rejiminin aslında yasa dışı olduğu gibi iddialarla taleplerini desteklemeye

çalışmışlardır.

VI. Biafra’nın Self-Determinasyon Talebinin Nijerya’ya Etkisi

Biafra’nın self-determinasyon hedefinin, bu bağlamdaki faaliyetlerinin ve karşılığında Abuja’nın833 cevaplarının gerek Nijerya gerekse kıtanın geri kalanı için

çeşitli önemli özellikler barındırdığı düşünülmektedir. Biafra’nın üç sene Nijerya’dan ayrı siyasi ve idari varlık olduğunu savunması ve fiilî devlete sahip olması self- determinasyon teamülü için çeşitli göstergeler sunmaktadır. Sömürge sonrası

Nijerya’da yaşanmış bölgesel ve etnik en uç örneği teşkil etmektedir834. Öte yandan

Nijerya’nın idari yapısına ve etnik özelliklerine rağmen ayrılık yönünde başka bir gruptan ve topluluktan aynı derecede talep gelmediği görülmüştür. Bu bağlamda

Biafra’nın diğer ayrılıkçı hareketleri tetiklemede etkisiz olduğu düşünülmektedir.

833 1991’de başkent olmuştur; ondan önce ülkenin başkenti Lagos’tur. 834 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 15, No.4, 2004, s. 842. 312

Kimi kaynaklar Biafra’nın kendi devletini kurması durumunda diğer ayrılık taraftarı gruplar olan Orta-Belter ve Yorubaların benzer taleplerini tetikleyeceği görüşünü paylaşmıştır835; fakat bu tablo ülkede Biafra dışında ayrılma talebinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Öte yandan Bakassi de Abuja’nın politikası ve gerekçeleri self-determinasyon tutumunun ve politikasının anlaşılmasında önemlidir.

Biafra’nın 1967 tarihli ayrılık teşebbüsünden önce de çeşitli etnik unsurlar arasında anlaşmazlıklar ve gerginlikler yaşanmıştır. Nijerya’da Biafra dışında bağımsızlık isteyen bölgeler olmuştur, ayrılık talebi Biafra ile sınırlı değildir. Ayrılık talebinde bulunan bölgeler; Batı Bölgesi, güneydoğudaki Clabar-Onitsa-Rivers ilçesi,

Orta Kuşak’taki Tiv etnik grubu ve kuzey bölgesi836 olarak sıralanmaktadır837.

Kuzey bölgesi Nijerya’da ilk ayrılma yanlısı grup ya da bölge olarak gösterilmektedir. Self-determinasyon hedefi 1950 yılında benimsenmiş, 1960’larda talep edilmiştir. Yorubaların çoğunluğu oluşturduğu Batı bölgesi de sömürge döneminde bağımsızlık talebinde bulunmuştur. 1948’de İboların hükümette daha fazla temsil edilmelerinden ötürü ülkenin batısındaki Yoruba etnik grubunda huzursuzluk baş göstermiş ve şikayetler dile getirilmiştir. Bu dönem Yoruba milliyetçiliğinin çıkış noktası olarak değerlendirilmiştir. 1953 yılında ayrılma tehdidinde bulunmuş ve kimi kaynaklarda neredeyse başarılı olacağı ifade edilmiştir838. 1960’larda da aynı hedefi sürdürmüştür. Öte yandan Hausa-Fulani

835 C. O. Quaye, “Chapter 8: Self-Determination”, Liberation Struggles in International Law, Philadelphia, 1991, s.220. 836 A. Heraclides, 1991, s. 80, dipnot 1. 837 ibid. 838 G. Mwakikagile, Ethnic Politics in Kenya and Nigeria, New York, 2001, s. 3. 313 milliyetçiliğinin de güneyin ekonomik ve siyasi alanda üstünlüğe sahip olmasından

ötürü ortaya çıktığı ifade edilmektedir839.

Biafra’nın taleplerini anlamada ve bu grupların kendilerini tanıtmasında bölgesel özellikler, federal yapı öne çıkmaktadır. Bazı kaynaklarda ise sosyo- ekonomik ve idari kimi sorunların devam etmesine rağmen ülkede ayrılık yönünde ciddi bir etnik talep olmadığı belirtilmektedir840. Söz konusu kesimlerin sorunlarını dile getirmeye devam ettikleri fakat çok az bir kısmının ayrılma talebinde bulundukları kaydedilmektedir. Buradaki önemli husus geçmiş senelerde benzer taleplerle gelen ve ülkedeki en önemli etnik yapılanmalar olarak gösterilen İboların ve Yorubaların self-determinasyon talebinde bulunmamalarıdır841. Bazı kaynaklarda ise İboların bu talepte bulunduğu kaydedilmektedir.

Buna ilaveten Nijerya’nın self-determinasyon görüşünü anlamak ve teamül değişikliği için irade örnekleri araştırmak için farklı olayların da kullanılabileceği düşünülmektedir. Bu bağlamda Bakassi olayı ilgi çekici verilere sahip olarak değerlendirilmektedir.

1) Nijerya’nın Bakassi’de Self-Determinasyon Algısı

Bakassi örneğinde self-determinasyon bu sefer; ayrılma ile değil birleşme seçeneği ile gündeme gelmiştir. Kamerun ile yaşadığı Bakassi bölgesine dair olaylar

Nijerya’nın self-determinasyonu ve politikasını algılamada önemlidir; çünkü Biafra

839 E. W. Nafziger and W. L. Richter, 1976, s.93. 840 E. Aleman and D. Treisman, “Chapter 8: Fiscal Politics in ‘Ethnically Mined’, Developing, Federal States: Central Strategies and Secessionist Violence”, in Philip G. Roeder and Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Ithaca, s.206. 841 ibid. 314 ve Bakassi olaylarında farklı tutumlar içerisinde bulunmaktadır. Nijerya’nın parçası olan Bakassi sonradan Kamerun’a bağlanmıştır.

1980’li ve 90’lı yıllarda Bakassi yüzünden iki ülke arasında çeşitli defalar silahlı çatışma yaşanmıştır. 1994’de Kamerun, çatışmaların yoğunlaşmaması için olayı Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşımıştır. Divan, Bakassi’nin Kamerun’a verilme kararını almıştır. Bahse konu dönemde bölgenin çoğunluğunun Nijeryalı olması ayrıca dikkat çekici bir noktadır. 2002 tarihli kararda sömürge dönemi andlaşmaları temel alınmıştır842. 1913 tarihli İngiliz-Alman Andlaşması dönemin

İngiliz yönetimi altındaki Nijeryasını ve Alman Kamerununu ayırmakta ve sınırlarını belirlemekte idi.

Taraflar arasında imzalanan Green Tree Andlaşması ile Abuja kontrolü

Kamerun’a vermiştir. Nijerya bölgeden askerlerini çekecek öte yandan da Kamerun bölgedeki Nijeryalıların temel hak ve özgürlüklerini koruyacaktır. Mevcut dönemde ise Bakassi halkı yeniden Nijerya’ya bağlanmak istemektedir. Kamerun’a bağlı olmak istemediklerini bu yüzden de self-determinasyon talebinde bulundukları kaydedilmektedir. Bakassi halkı andlaşmanın kendilerine self-determinasyon hakkı tanıdığını savunmaktadır. Bölge halkı aynı zamanda Abuja’nın hak ihlallerine karşı tepkisiz olmasından ötürü şikayetçidir.

Nijerya’dan farklı tepkiler gelmektedir. Nijerya Parlamentosu, Bakassi’yi

Kamerun’un sınırlarına dahil eden kararı temyize götürülmesi talebini zaman zaman dile getirmektedir. Bölgede cereyan eden gelişmelerin 2002 tarihli kararı geçersiz

842 International Court of Justice, “Land and Maritime Boundary between Cameroon and Nigeria (Cameroon v. Nigeria: Equitorial Guinea intervening) Press Release 2002/26”, http://www.icj-cij.org/docket/index.php?pr=294&code=cn&p1=3&p2=3&p3=6&case=94&k, 10 October 2002, 05 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir. 315 kılabileceği öne sürülmektedir. Bakassi’de referandumun da düzenlenerek bölge halkının kendi geleceği ile ilgili karar vermesi gerektiği belirtilmiştir. Talepler kabul edilmemiştir. UAD kararının temyiz süresi de 2012’de dolmuş ve Abuja temyize gitmeme kararı almıştır. Devlet Başkanı Goodluck Jonathan, Kamerun’da bulunan vatandaşlarının korunması için temyize gidilmeme kararının alındığını açıklamıştır843. Böylelikle Bakassi’nin Nijerya sınırlarına geri dönme ihtimalinin mevcut dönemde azaldığı düşünülmektedir. Bölgede Kamerun askerî birlikleri ve halk arasında çatışmalar ise devam etmektedir.

Biafra ve Bakassi olaylarında farklı tutum izlemesi sebebiyle Nijerya’nın self- determinasyona dair iradesine yönelik önemli çıkarımlarda bulunabilecektir. Biafra olayının aksine Abuja’nın her zaman ayrılığa karşı çıkmadığını göstermektedir.

Bakassi olayı, sömürge dönemi sınırlarının Nijerya için önemli olduğunun altını bir kez daha çizmiştir. Bakassi’nin Kamerun’a bağlanmasına yani ayrılık fikrine; ilgili kararın, sınır düzenlemelerinin sömürge dönemi andlaşmalarına dayanması sebebiyle karşı çıkmamıştır. Uti possidetis ilkesi toprak bütünlüğünden daha önemli olarak değerlendirilmiştir. Ayrılık hedefinde bulunan Biafra’ya mücadelenin ve konunun hukuki düzlemde ilerlemesi durumunda müzakerenin veya diyalogun başlayabileceği mesajını vermektedir. Öte yandan Kamerun ile ilişkilerinde de sorun yaşamak istemediği de ifade edilebilir.

843 “Nigeria: Jonathan – Why We Did Not Appeal Bakassi Verdict?”, All Africa, http://allafrica.com/stories/201306251061.html, 25 June 2013, 13 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 316

VII. Nijerya’nın İç Self-Determinasyon Seçeneklerini Öne Çıkarması

Bu bağlamda bölge sayısında ve federal yapıda değişikliğe gidilmesi gibi

çeşitli seçenekler öne sürülmektedir. Marc Weller gibi kimi isimler silahlı çatışma yönteminde hükümetin ayrılıkçı harekete karşı zafer ilan etmesiyle Biafra’nın self- determinasyon sorununun çözüldüğünü iddia etmektedirler844. Başka bir deyişle silah yoluyla da olsa Biafra-Nijerya arasındaki self-determinasyon sorunsalı çözülmüştür.

Nijerya’nın toprak bütünlüğü korunarak sınırları içerisinde iç self-determinasyon

çözümlerinin uygulanabileceği anlaşılmaktadır. Ayrıca Biafra’nın aynı talepte bir daha bulunmayacağı anlamı da çıkabilir fakat MOSSAB gibi örgütlerin varlığı,

İboların self-determinasyon haklarını talep etmeleri bu görüşün sorgulanmasına neden olmaktadır.

Biafra sorunundan sonra Nijerya’da çözüm federal çerçeve korunarak alt

öğelerinde değişikliğe gidilmesinde aranmıştır. Sömürge döneminde ve sonrasında bölge sayısında ve yapısında değişikliği içeren çeşitli formüller üretilmeye

çalışılmıştır. Bağımsızlığın ilan edildiği 1960’da üç olan bölge sayısı 1963’te dörde,

1967’de on ikiye, 1976’da on dokuza, 1987’de yirmi bire, 1991’de otuza ve 1996’da da otuz altıya çıkmıştır845. Bu artış için Nijerya yönetiminin dile getirdiği açıklamalardan biri de yönetimin halka daha yakın olmasıdır846. Başka bir deyişle içsel self-determinasyon seçeneklerinin benimsendiği; yönetimde yerelleşmeye giderek yetki devrinde ve paylaşımında kimi adımların atıldığı görülmektedir.

Bölgelerin ve bunla beraber eyaletlerin sayısının artması gerek taleplerin gündeme

844 M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 114. 845 H. E. Alapiki, “State Creation in Nigeria: Failed Approaches to National Integration and Local Autonomy”, African Studies Review, Volume 48, Number 3, December 2005, s.50. 846 ibid, s.57. 317 getirildiğini gerekse sistemin talepler karşısında yeterli olmadığını göstermektedir.

Aslında bu tablo ülke sınırları içerisinde 250’ye yakın etnik grubun yaşadığı ve iç-dış self-determinasyon taleplerinin genellikle etnik gruplarca dile getirildiği düşünüldüğünde normal bir durum olarak değerlendirilebilir847.

İç self-determinasyon seçeneklerinin uygulanmasında akla ilk federatif yapı gelmektedir. Nijerya’daki sistemin devam etmesi ve aynı zamanda çeşitli sorunların da tekrarlanması bahse konu yapının sıklıkla mercek altına alınmasına neden olmaktadır. Federatif yapının olumsuz etkilediği, bazı alanlarda değişime giderek

çeşitli çözümler üretebileceği de kaydedilmektedir. Örneğin çok uluslu demokratik federalizmin (pluri-national federal democracy) benimsenebileceğine dikkat

çekilmektedir848. Nijerya’nın federal yapısı yaşanan süreçte dönüşüme uğramıştır.

Önceden bölgeler, eyaletler arasında bir nevi koordinasyon federalizmi iken sonradan merkezin daha kuvvetli olduğu bir yapı halini aldığı belirtilmektedir.

Özellikle Biafra’dan sonra yapıda bu yönde değişiklikler yapılmıştır. Tek bir eyaletin elinde fazla yetki ve gücün bulunmaması amaçlanmıştır849. Büyük bölgelerden küçük eyaletlere doğru gitmenin de büyük sorunların ortaya çıkmasını engellediği belirtilmektedir850.

Nijerya’daki federalizm seçeneğinin ülkedeki sorunların çözümü için iyi olmadığını; aksine bölgesel ve etnik farklılıkları daha belirginleştirdiği kimi

847 ibid, s.52. 848 S.Wolff, “Conflict Resolution Between Power Sharing and Power Dividing, or Beyond?”, Political Studies Review, Vol. 5, Issue 3, 2007, s.385. 849 M. Dent, “Chapter 5: Ethnicity and Territorial Politics in Nigeria”, in G. Smith (ed.), Federalism: The Multiethnic Challenge, New York, 1995, s.140. 850 ibid. 318 isimlerce ifade edilmektedir851. Böylelikle konfederasyon gibi seçeneklerin gündeme alınıp alınmayacağı akla gelmektedir. Sömürge döneminin böl-yönet ve federalizm politikalarının hâlâ etkili olabildiğine dikkat çekilmektedir852.

Uygulanan sistem veya yürürlükteki rejimin bir özelliği de ana çerçeve değişmeden farklı yönetim şekillerinin benimsenmesidir.1960-66 yılları arasındaki

Birinci Cumhuriyet döneminde İngiliz demokratik parlamenter sistemini temel alan yapı uygulanmıştır. 1979 ve 83 yılları arasındaki İkinci Cumhuriyet döneminde ise

Amerikan devlet başkanlığına benzer sistem uygulanmaya konmuştur. Bu yöntemlerin ülkenin federatif öğeleri arasında siyasi kültürün oluşmasını olumsuz etkilediği ifade edilmiştir. Farklı yönetim şekillerinin varlığından ötürü uyum sorunu yaşanmıştır. Örneğin kuzeyde bulunan İbolar “cumhuriyetçi grup-işbirliği853

(republican communal-cooperative systems) kültürüne sahipken kuzeydeki Housalar ise toplumsal ve siyasi düzenlerini teokratik miras düzenine854 (theoratic hereditary systems) göre yani merkezle olan bağların daha kuvvetli olduğu bir yapıya sahiptir.

Batıda bulunan Yorubalar arasında ise geleneksel monarşik yapıların korunduğu; oba ve şeflerin yetkiyi ve gücü ellerinde barındıran kişiler oldukları ifade edilmektedir855.

Diğer taraftan ülkenin etnik çeşitliliği düşünülünce bu idari sistemin etkili olduğu, 1960’dan beri devam etmesinin Nijerya’nın koşullarına uygun olduğunu akla getirmektedir. Ayrıca dil gruplarının sayısı 200 ila 400 arasında değişmektedir. En büyük 10 dil grubunun ise nüfusun yüzde 90’nından fazlasını oluşturduğu

851 E. W.Nafziger and W. L. Richter, 1976, s.93. 852 ibid, s.94. 853 C. R. Ezetah, Legitimate Governance and Statehood in Africa: Beyond the Failed State & Colonial Self-Determination ,(Master Thesis, The University of British Columbia), 1997, s. 56. 854 ibid. 855 ibid. 319 kaydedilmektedir856. Bu bağlamda Afrika genelindeki örnekleriyle değerlendirildiğinde Nijerya’daki federatif yapının başarılı olduğu ifade edilebilir.

Nijerya sömürge sonrası Afrika’nın idari ve siyasi yapısı için en iyi örneklerinden biri olarak gösterilmekteydi. Sınırlar içerisinde farklı ve çok sayıda etnik kabileler bulunmakta fakat bu kesimler arasındaki etnik kaynaklı gerginlik kontrol edilebilmekte idi. Merkezde koalisyon hükümetinin olması, azınlıkların yasal korumaya sahip olması ve bölgesel özerkliğin güçlü olması857denge unsurunun ana

öğeleri arasında idi.

İç self-determinasyon seçeneklerinin hayata geçirilmesi bağlamında ademimerkeziyetçilik de önem arz etmektedir. Örneğin bazı yetkiler azaltılırken ademimerkeziyetçilik giderek artmıştır858. Bu kimi alanlarda sorun da yaratmıştır.

Devletin yeniden yapılandırılması seçeneği ve çeşitli kaynaklarca dile getirilmektedir. Aslında devletin kuruluşunda etkili olan milliyetçilik ve self- determinasyon arasındaki ilişkinin Nijerya özelinde değiştirilmesi hedeflenmektedir.

Sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde pan-Afrikanizm ve Afrika milliyetçiliği kıtanın başat aktörü olarak üniter devleti almıştır. Nijerya’nın ise etnik ve idari özelliklerinin

üniter devlet yapısıyla pek örtüşmediği; oysa ki“Afrika milliyetçilik ideolojisinin temel direği olan üniter devlet ilkesinin, Nijerya dışında geniş bir uygulama gördüğü”859 savunulmuştur.

Devleti yeniden yapılandıracak bir çözüm ile etnik yapının, federe devletlerin self-determinasyon taleplerinde bulunmalarının engellemesi; ayrılık talebini

856 J. N. Paden, 1991, s. 411. 857 A. Hughes, 2004, s. 840. 858 G. Onuoha, 2011, s.402. 859 B. Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Ankara, 1997, s.191, dipnot 50. 320

çağrıştıran unsurların ortadan kalkması gerekecektir. Fakat bu yapının sömürge döneminden bu yana devam ettiği düşünülürse ne kadar değişebileceği veya değişmesinin kolay olup olmayacağı belirsizliğini korumaktadır.

Nijerya’daki kimi yerli halklar haklarının iyileştirilmesi ve çeşitli hak kazanımları için de girişimlerde bulunmaktadır. Örneğin 1992 tarihli Yerli Halklar

Çalışma Grubu’na katıldıkları görülmektedir. Nijerya’nın BM Yerli Halklar Bildirisi

üzerindeki görüşleri önemlidir. 2007 tarihli oylamada Nijerya, Kenya ve Burundi ile beraber çekimser oy kullanmıştır. Self-determinasyonun, toprak ve kaynak üzerinde kontrole sahip olma konularının tatmin edici bir şekilde ele alınmadığını kaydetmiştir860. Öte yandan ilgili konuda çalışmalarına, durum iyileştirmesine gideceğini belirtmiştir. Açıklaması yerli halk kavramını nasıl algıladığını göstermesi açısından önemlidir Benzer çalışmaların devam edeceğini çünkü ülkede 300’den fazla etnik grubun bulunduğunu ve 300’den fazla dilin konuşulduğunu ifade etmiştir861.

VIII. Biafra Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne

Söylemektedir?

Biafra’nın Afrika devletleri tarafından tanınması ve neticesinde self- determinasyonda hukuki-siyasi değişikliğe neden olup olmaması bu başlık altındaki en önemli konudur. Tanınma, ayrılan bölgenin ya da birimin etkin ve meşru

860 W. van Genugten, “Protection of Indigenous Peoples on the African Continent: Concepts, Position Seeking, and the Interaction of Legal Systems”, The American Journal of International Law, Vol. 104, No. 29, 2010, s.49, dipnot 122. 861 ibid, dipnot 123. 321 olduğuna göndermede bulunmaktadır862. 3 yıllık siyasi ömrü içerisinde ise Biafra’yı

Afrika’nın sadece 4 devleti tanımıştır. Çok sayıda devlet tarafından Biafra’nın ayrılıkçı tezinin kabul edilmemesi irade örneği olarak algılanabilir. Bu bağlamda self-determinasyona ilişkin teamülün değişmesi açısından olumlu faktör olarak değerlendirilmemektedir.

Biafra’yı tanıma yerine destek verilmesi ile de ayrılıkçı hareketin kimi taleplerine hak ve önem verildiği anlaşılırken Nijerya’nın toprak bütünlüğüne ve sınırların dokunulmazlığına daha fazla önem verdiği görülmektedir. Afrika devletlerinin Biafra’yı tanımamasında üç neden sıralanabilir: Federal Hükümetin sorun karşısında takındığı tutum, konuyla ilgili Batılı devletlere karşı takındığı tutum ve Doğu’nun uyguladığı ekonomik ambargo863. Başka bir deyişle yine siyasi gerekçeler etkili olmuştur.

Öte yandan tanımanın niteliği de önemli veriler sunmaktadır. Tanımalar de factodur yani geçicidir; de jure bir niteliğe sahip olmamıştır. Gerek Biafra’nın başarısı gerekse bölgesel teamülün değişmesi açısından önemlidir. Dört Afrika devleti Biafra’yı tanıdıktan sonra ülkeler arasında resmî ilişkiler başlamamıştır864.

Böylelikle niye tanıdıkları, gerçekten Biafra’nın ileri sürdüğü siyasi gerekçelerin tanınıp tanınmadığı merak konusu olmaktadır. De jure ilişkilerin başlatılmaması da self-determinasyonun siyasi yönde değişmesi için gerekli iradenin aslında o dönemde olmadığını göstermektedir.

862 A. F. Arsava, “Uluslararası Hukukun Sezession için Belirlediği Çerçeve”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Özel Sayı, 2013, s. 1221. 863 D. A. Ijalaye, 1971, s. 553, dipnot 11. 864 A. Heraclides, 1991, s. 94, dipnot 60. 322

Tanzanya, Gabon, Fildişi Sahili ve Zambiya’nın Biafra’yı tanımasına karşılık

ABT, bu davranışları kınamamıştır865. Oysa Biafra konusundaki bu farklı tutum

“Afrika milliyetçiliğinin self-determinasyon anlayışına aykırı davranılması” olarak yorumlamıştır866. Irkçı bir rejimin olduğu Rodezya’ya oranla Biafra’yı tanıyan

Afrika devletlerinin sayısı daha azdır867. Bu noktada Afrika devletlerinin toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığına önem verdikleri görülmektedir. Siyasal alanda self-determinasyonun değişmesine yönelik irade örneğinin de yeterli olmadığı düşünülmektedir.

IX. Sonuç

Afrika’da self-determinasyon teamülünün incelenmesinde Nijerya örneği üç

önemli veri sunmaktadır. Başka bir deyişle Biafra self-determinasyon talebinin ve karşılığında Nijerya’nın cevaplarının üç unsuru etkili olmuştur. Güney Sudan gibi

Biafra’nın self-determinasyonu talep etmesi uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyon ilkesinden farklılık teşkil etmektedir. Çoğunluğunu

İboların oluşturduğu kesim tarafından çeşitli alanlarda dışlanmaya maruz kaldıkları,

Nijerya’nın sınırlarının geçersiz olduğu savlarıyla talep edilmiştir.

İkinci unsur ise Biafra’nın Afrika’nın dört devleti tarafından tanınmasıdır.

ABT’nin ve kıta devletlerinin çoğunluğunun aksine bu devletler Biafra’yı tanıyarak teamül dışına çıkmışlardır. Öte yandan diplomatik ilişki kurmamaları tanımalarının

865 M. G. K. Nayar, s.327. 866 B.Oran, 1997, s. 263. 867 D. A. Ijalaye, 1971, s. 553. 323 siyasi olduğunu ve hatta Biafra’nın self-determinasyon için kullandığı siyasi gerekçelerin ne kadarının kabul edildiğini düşündürtmektedir.

Üçüncü unsur ise federalizmin Nijerya’daki göreceli istikrarıdır. Benzer taleplerde bulunan ülkelerin de federal yapıyı benimsemelerinde önemli veri olarak kullanabilecekleri düşünülmektedir.

Sonuç olarak, Biafra’nın self-determinasyon girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kıtanın self-determinasyon algı ve politikasında toprak bütünlüğünün korunması ve sınırların dokunulmazlığı ilkeleri ağır basmıştır.

Biafra’nın tanınması fakat ilişkilerin kurulmaması ise teamüle karşı gelen ülkelerin olabileceğini fakat bunun istisna ve göstermelik adım olarak algılanabileceğini göstermektedir. 6. ERİTRE SELF-DETERMİNASYONU SORUNSALI

I. Etnik ve İdari Yapısıyla Eritre

Eritre gerek Afrika’da gerekse uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkilerde self-determinasyonun tartışmalı bir konusunu oluşturmaktadır. İlk başta

Etiyopya’dan ayrılmasının uluslararası hukukta genelgeçer kabule sahip olan self- determinasyon ilkesine uygun olup olmadığı sorgulanmaktadır. Belirsizlik Eritre’nin idari tarihinden kaynaklanmaktadır.

Eritre, Etiyopya’dan ayrılana kadar farklı ülkelerin egemenliği altına girmiştir; farklı idari sistemler uygulanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve

İtalya’nın parçası olmuştur. 11. ve 19. yy’lar arasında Eritre, Etiyopya’nın çevre bölgesi niteliğindedir. 1557-1890 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na bağlıdır.

1885’ten 1889’a kadar Etiyopya’nın işgali altında kalmıştır. Etiyopya ve İtalya’nın

1889’da imzaladığı Uccialli Andlaşması ile Eritre, İtalyan sömürgesi haline gelmiştir. 1941’de İtalya’nın sömürgesi olmuştur. BM’deki çeşitli düzenlemeler sebebiyle 1941’den 1952’ye kadar İngiltere’nin yönetimi altına girmiştir.

Eritre’nin nüfusu farklı kimlikleri, etnik yapıları bünyesinde bulundurmaktadır. Büyük ve önemli etnik grupların sayısı dokuz olarak belirtilmektedir. Afar, Bilen, Hedareb (Beja), Kunama, Nara, Rashaida, Saho, Tigre ve Tigrinya olarak sıralanmaktadır868. Dini inanış olarak Müslüman ve Hıristiyan arasında yarı yarıya bir oran bulunmaktadır. 7 ayrı dil konuşulmaktadır.

868 “The People of Eritrea”, Embassy of the State of Eritrea, http://www.eritrean- embassy.se/about-eritrea/people-and-languages/, 15 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 325

Yukarıda da bahsedildiği üzere Eritre farklı ülkelerin yönetimi altında bulunmuş ve farklı idari sistemler uygulanmıştır. Eritre’nin tarihinde belirleyici olan unsur Etiyopya ile ilişkileridir. Ortak tarihleri bulunmaktadır.

Bugün Eritre olarak adlandırılan bölgede Avrupalı olarak ilk varlık gösteren

ülke İtalya olmuştur. İtalya’nın yönetimi altında iken idarî değişikliğe gidilmiştir.

1936’ya kadar İtalya’nın ilçesi; sonradan İtalyan Doğu Afrikası’nın bir parçası olmuştur869. 1935-36 yılları arasında Abyssinia’da gerçekleşen çatışmadan sonra

Libya, Eritre, Somaliland ve Abbysiland’i içine alan yeni bir bölge oluşturulmuştur.

1936’da Mussolini önderliğindeki İtalya Etiyopya’yı işgal etmiş ve Tigre bölgesi

Eritre’ye geçmiştir. Eritre’nin sınırları iki katına çıkmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan İtalya, imza attığı andlaşma gereği

Eritre’nin yönetimi vesayet idaresi ile İngiltere’ye vermiştir. Andlaşma uyarınca savaştan galip çıkan 4 büyük devlet İtalyan sömürgelerinin geleceği üzerine karar verecekti fakat uzlaşma sağlanamayınca konu BM’ye devredilmiştir. BM Genel

Kurulu da Eritre ve Etiyopya arasında federasyon kurulması kararını vermiştir. 1950 yılında BM Genel Kurulu 390 A (V) kararında federasyon çerçevesinde Eritre’nin

özerk birim olması gerektiği kaydedilmiştir870. İçişlerinde Eritre Hükümeti yasama, yürütme ve yargı faaliyetlerini yürütecektir. Federasyonun uygulanmasıyla yeniden değişiklik olmuştur. Etiyopya ile birleştirilmiş ve Eritre, Etiyopya’nın vilayeti haline gelmiştir.

869 A. Cassese, “Chapter 9: Testing International Law-Some Particularly Controversial Issues”, Self-Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge, 1995, s.219. 870 United Nations General Assembly, “Eritrea: Report of the United Nations Commission for Eritrea; Report of the Interim Committee of the General Assembly on the Report of the United Nations Commission for Eritrea A”; ( 390/V; 02 December 1950), http://daccess-dds- ny.un.org/doc/RESOLUTION/GEN/NR0/059/88/IMG/NR005988.pdf?OpenElement, s.20, 29 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir. 326

Eritre, Etiyopya’nın parçası olduktan sonra siyasi ve idarî yapısı Etiyopya ile sorun teşkil etmiştir. Addis Ababa, Eritre üzerinde tarihi hakları olduğunu öne sürmüştür. Asmara da karşı gerekçelerde bulunarak ayrı bir siyasi ve idari kimliğe sahip olması gerektiğini savunmuştur. İngiltere’nin çekilirken yönetimi Etiyopya’ya devretmesi ile Etiyopya’nın Eritre üzerindeki varlığı artmıştır.

İngiliz askerî yönetimi gibi farklı dönemlerde çeşitli çözümler masaya yatırılmış fakat başarı sağlanamamıştır. Sonradan Etiyopya-Eritre ilişkisi BM’nin

çizdiği idari çerçeve neticesinde şekillenmiştir. ABD’nin girişimiyle Eritre özerk bir yapıya kavuşturulmuş; Etiyopya’ya federasyon çatısı altında bağlanmıştır871.

Eritre Meclisi kurulmuş; federasyonun kurulmasını içeren ilgili anayasayı kabul etmiştir. 1952’de federasyon ile birleşme meydana gelmiştir. Eritre ve

Etiyopya 10 yıl federatif çatı altında beraber yaşamıştır. 1956’da Etiyopya

İmparatoru Haile Selassie Eritre meclisinin faaliyetlerini askıya almış ve yetkilerini giderek azaltmıştır. 1962’de Etiyopya-Eritre Federasyonu’nu geçersiz olduğunu açıklamıştır. 14. vilayet olarak Etiyopya’ya bağlanmıştır. 1962’de Eritre Meclisi

Etiyopya ile birleşme kararı almış ve Etiyopya’nın bir bölgesi haline gelmiştir.

Bu on yıllık süre boyunca Etiyopya yönetiminin faaliyetleri Eritre ile olan ilişkilerinin gergin olmasına neden olmuş; self-determinasyonun ayrılık seçeneğiyle talep edilmesini tetiklemiştir. Eritreli yöneticiler ve Etiyopya arasında gerginlik

çıkmış, istifalar yaşanması ile bu süreç sonlanmıştır. Siyasi partiler, ticaret odaları ve

Eritre gazeteleri yasaklanmıştır. Muhaliflere karşı sert tutumlar takınılmış ve gösteriler şiddet ile bastırılmıştır. Ayrıca Arapça ve Tigrinya dillerinin yerine

Amharca Eritre’nin resmî dili olarak belirlenmiştir. Kimi kaynaklar Eritre Meclisi

871 B. Oran, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Ankara, 1997, s. 305. 327 seçimlerinin de kontrol edildiğini; denetlendiğini ifade etmektedir. Eritre

Anayasası’nın askıya alınması ile ayrılığa yönelik destek artmıştır872.

Kendisi üzerinde tarihi hakları bulunduğunu iddia eden Etiyopya’ya karşı

Eritre, hem siyasi hem de askerî yöntemlere başvurmuştur. Siyasi oluşum 1958’de, silahlı mücadele ise 1961’de başlamıştır. Silahlı mücadeleyi götüren en önemli

örgütler arasında Eritre Kurtuluş Cephesi (Eritrean Liberation Front, EKC) ve Eritre

Halk Kurtuluş Hareketi (Eritrean People’s Liberation Front, EHKH) bulunmaktadır.

1960 yılında kurulan Eritre Kurtuluş Cephesi ertesi yıl gerilla faaliyetlerine başlamıştır.

II. Eritre’nin Self-Determinasyon için Kullandığı Gerekçeler

Etiyopya, Eritre’nin ayrı bir etnik kimliğe sahip olduğu ya da etnik grup oluşturduğu tezlerine karşı çıkmıştır. İddialar, sömürgeciliğin illegal bir tezi ve uzantısı olarak değerlendirilmiştir.

1) Siyasi Gerekçeler

Diğer self-determinasyon talepleri gibi Eritre de ilgili devlete bağlanmadan evvel bölgede siyasi varlık gösterdiğini kaydetmiştir. Geçmiş andlaşmalara da vurgu yapılarak Etiyopya’nın Eritre üzerinde egemenlik iddiasının olamayacağı savunulmak istenmiştir.

Örneğin 1890-1941 yılları arasında Eritre’nin İtalyan sömürgesi olduğu vurgulanmaktadır. 1896 Addis Ababa Andlaşması hatırlatılarak Etiyopya’nın Eritre

872 A. Heraclides, “Chapter 11: Eritrea”, The Self-Determination of Minorities in International Politics, London, 1991, s. 181, dipnot 10. 328

üzerindeki haklarından vazgeçtiği ifade edilmektedir873. Osmanlı, Mısır, İtalyan ve

İngiliz gibi farklı devletlerin kontrolünde yaşadığının altı çizilerek Etiyopya-Eritre bağlarının mevcudiyeti sorgulanmaktadır. Eritre’nin Etiyopya’dan bağımsız, ayrı, sömürge birimi olduğu kaydedilmiştir874. Başka bir deyişle Eritre’nin self- determinasyon iddiaları İtalyan sömürge dönemine dayandırılmaktadır. Böylelikle ayrılık talebinin dile getirebildiği kaydedilmiştir875.

2) Hukuki Gerekçeler

Self-determinasyon talebini meşrulaştırmak için Eritre hukuki gerekçelere de başvurmuştur. Kıta hukuku çoğu zaman kullanılmıştır. Afrika Birliği Teşkilatı’nın

(ABT) çeşitli önemli prensipleri ve uti possidetis ilkesi gerekçelerde yer etmiştir.

Bağımsızlık yönünde kullanmak istedikleri self-determinasyon taleplerinin bu ilkeye ters düşmediği savunulmuştur.

Asmara’nın bağımsızlığı, sömürge dönemine vurgu yapılarak meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Eritre’nin sömürge toprağı olduğunun altı

çizilmektedir. Etiyopya ile olan idari ilişkilerden değil öncesinden kaynaklanan self- determinasyon hakkı olduğu bulunduğu belirtilmektedir.

Böylelikle Eritre’nin sömürge toprağı olmasından hareketle ayrılık talebinin uluslararası hukuka uygun olduğu ifade edilmektedir. Öte yandan Addis Ababa ve sömürge kavramı arasında benzer ilişki kurulmuştur. Etiyopya ve Eritre arasındaki

873 R. Ganguly and R. Taras, “Chapter 8: Weak States and Ethnic Conflict: Secessionism and State Collapse in Africa”, Understanding Ethnic Conflict: The International Dimension, New York, 1998, s. 232. 874 B. Oran, 1997, s. 305. 875 P. Englebert and R. Hummel, “Let’s Stick Together: Understanding Africa’s Secessionist Deficit”, African Affairs, Vol. 104, No. 416, 2005, s.418. 329 ilişkinin bir sömürge ilişkisi olduğunu ve Eritre’nin self-determinasyon talebi ile

“yasal ve haklı bir ulusal mücadele verildiği” öne sürülmüştür876. Süreçle ilgili sorunlu kısmın BM’den kaynaklandığına dikkat çekilmektedir. Örgütün Eritre için ayrı bir yapılanma, anayasa, parlamento öngörmesinin sorunun çerçevesini başka bir boyuta taşıdığı öne sürülmektedir. Etiyopya’nın diğer etnik hareketlerinden farklı olduklarını savunarak taleplerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır.

3) Uluslararası Kesimin Etkisi

Eritre’nin bağımsızlığını kazanmasında uluslararası toplumun önemli rolü bulunmaktadır877. Öte yandan Eritre’nin ilgili sürecinde, olayların gidişatında da etkili olmuştur. Eritre konusunun BM’nin önüne geliş süreci örnek olarak verilebilir.

Eritre’nin geleceği konusunda uluslararası kesimin önde gelen aktörlerinin birbirinden farklı görüşlere sahip olmasıyla BM sürece dahil edilmiştir. ABD, kararını değiştirerek Eritre’nin Etiyopya’ya bağlı kalması fikrini benimsemiştir.

SSCB ise Eritre’nin bağımsızlığını savunmaktadır.

Soğuk Savaş döneminde de benzer etkiden söz etmek mümkündür. SSCB’nin yıkılmasının Eritre’nin bağımsızlığını ilan etmesinde büyük önemi vardır. Etiyopya,

önemli destekçilerinden birini kaybetmiştir. Lakin SSCB’nin Eritre’nin self- determinasyon talebine karşı çıktığı öne sürülmektedir878.

876 A. Heraclides, 1991, s. 187, dipnot 24. 877 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.226. 878 I. G. Shivji, “Chapter 3: Revolutionising Human Rights Framework” , The Concept of Human Rights in Africa, London, 1989, s.74, dipnot 14. 330

III. Afrika’nın Eritre Sorununa Yaklaşımı

ABT’nin Eritre’nin self-determinasyon talebine cevabı Etiyopya’nın toprak bütünlüğünün ve sınırlarının dokunulmazlığının korunması olmuştur. Örgüt,

Eritre’nin self-determinasyon talebine destek vermemiştir. Böylelikle Asmara’nın

ABT’ye ve sonrasında da Afrika Birliği’ne (AfB) yaklaşımı mesafeli olmuştur.

Eritre, bağımsızlığını kazandıktan sonra ABT’yi olumsuz algılamıştır.

ABT’yi amacını gerçekleştirmeden uzak ve etkisiz bir örgüt olarak yorumlamıştır.

1993 Temmuz’unda gerçekleşen Kahire Zirvesi’nde devlet başkanı Isaias Afewerki,

ABT’nin amaçlarını ve sözlerini yerine getirmede başarısız olduğunu ifade etmiş879;

Asmara’nın üyelikten çıkabileceğini ima etmiştir. Eritre’nin ABT’ye üye olmasının

örgütün başarıları veya politikalarıyla ilgili olmadığını; yapılageliş niteliği taşıyan

“ailevi mecburiyetten” ötürü üye olunduğunu açıklamıştır. ABT’nin yanında üyelerin

çoğunluğunun da destekleyici tavır almaması Asmara’nın tepkilerinin nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir880.

Öte yandan Eritre’nin talebine ve mücadelesine destek veren Afrika ülkeleri de olmuştur. Sudan, bu bağlamda örnek olarak verilebilir. Hartum’un desteğinin

Eritre ile arasında kurduğu ideolojik yakınlaşma ile bağlantılı olduğu ifade edilmektedir881.

879 T. M. Woldemikael, “Chapter 16: Eritrea’s Identity as a Cultural Crossroads”, in P. Spickard (ed.), Race and Nation: Ethnic Systems in the Modern World, New York, 2004, s.337. 880 ibid. 881 A. Heraclides, “Chapter 7: The Southern Sudan (1961-72)” , The Self-Determination of Minorities in International Politics, London, 1991, s. 123. 331

IV. Eritre Self-Determinasyonun Değerlendirilmesi

1) Eritre Self-Determinasyonunun Farklılıkları

Bugün dahi Eritre’nin self-determinasyonu talep etmesi ve bağımsızlığını kazanması Afrika siyaseti ve uluslararası hukuk alanlarında tartışmalı konulardır.

Self-determinasyonu dayandırdığı gerekçelerine kimi unsurlarca karşı çıkılmıştır.

Örneğin Eritre’nin Etiyopya öncesinde ayrı bir siyasi ve tarihi geçmişe sahip olduğunu kabul etmeyen görüşler mevcuttur. Eritre kimliğinin İtalyan yönetimi neticesinde oluştuğu ve “toplumsal kimlik verildiği” iddia edilmektedir882. Bazı kaynaklar da Etiyopya’ya karşı verilen silahlı mücadelenin Eritre kimliğinin oluşmasında etkili olduğu görüşündedir. Bünyesinde Hıristiyan-Müslüman ayrımı,

Somali ve Danikil azınlık grupları olsa da Eritre siyasi hareketinin ulusal kimlik yaratmakta başarılı olduğu kaydedilmektedir883. Eritre’nin Addis Ababa’ya karşı dile getirdiği şikayetleri dikkate alındığında iddia ettiği gibi daha güçlü kültürel birliğe sahip olmadığı kimi isimlerce belirtilmektedir884.

Eritre’nin self-determinasyonun kaynağına ilişkin de farklı görüşler mevcuttur. Etiyopya ile anlaşarak hakkın uygulandığı belirtilmektedir885. Öte yandan sömürgeciliğin tasfiyesi sonucu bağımsızlığın geldiğini kaydeden kesim de mevcuttur. Etiyopya’nın Eritre’nin sömürge dönemi bittiği zaman gerekli hukuki düzenlemeleri yapmadığı886 böylelikle self-determinasyon hakkını kullanabildiği savunulmaktadır. Eritre, “geçmişte sömürge statüsüne sahip olmasından dolayı ayrı

882 A. Hughes, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 15, No. 4, 2004, s. 846. 883 ibid, s. 847. 884 P. Englebert and R. Hummel, 2005, s.410. 885 G. Alfredsson, “Chapter 4: Different Forms of and Claims to the Right of Self-Determination”, in D. Clark and R. Williamson (eds.), Self-Determination: International Perspectives, London & New York, 1996, s. 62. 886 ibid. 332 bir devlete sahip olmak istemiştir”887. Etiyopya içerisindeki diğer benzer hareketlerle de kıyaslandığında farklılığı bulunduğu belirtilmektedir. Örneğin; Ogaden’in,

Biafra’nın self-determinasyon isteklerinden farklılık teşkil etmektedir888. Ogaden’in gibi çeşitli ayrılma talepleri sömürge yönetiminin bitip bağımsızlığın kazanılmasından sonra yapılmıştır. Bir nevi bağımsızlığına kavuşan ülkenin parçalanması istenmiştir. Eritre ise bağımsız ve ayrı bir devlet olacakken başka bir

ülkenin yönetimi altına sokulmuştur889.

Eritre’nin self-determinasyonuna dair bir başka önemli özellik “etnik istekleri konusunda sınır değişikliği üzerine uluslararası onay” alan tek ülke890 olması idi891.

Güney Sudan’a kadar Afrika’daki ayrılıkçı hareketlerin arasında tek başarılı örnek

Eritre idi892.

2) Eritre’nin Self-Determinasyonunda Ayrılık Hedefinin Desteklenmesi

Self-determinasyon talebinde bulunan hareketler incelendiğinde ilgili süreçte bazılarının hedef değişikliğine gittiği görülmektedir. Ayrıca aynı dönemde birden fazla hedefin de takip edildiği örnekler mevcuttur. Aynı zamanda self-determinasyon talebinde bulunan hareketin temsil ettiği toplumdan ne kadar destek aldığı da tartışmalıdır. Eritre örneğinde de benzer durumlar yaşanmıştır; siyasi nedenlerden ve toplumun etnik özelliklerinden ötürü self-determinasyona bütünüyle destek

887 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s.226. 888 B. Oran, 1997, s. 305. 889 ibid. 890 Güney Sudan Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar bu durum geçerlidir. 891 A. Hughes, 2004,s. 837. 892 P. Englebert and R.Hummel, 2005, s.419. 333 verilmediği dönemler olmuştur. Ayrıca talebin ve gerekçelerinin bir takım eksiklileri olduğu kaydedilmiştir893.

1940’ların sonlarından itibaren Eritre’nin gündeminde bağımsızlık seçeneği bulunmaktadır. Eritre’nin siyasi statüsüne ilişkin zaman zaman farklı aktörlerce farklı fikirler de ortaya sürülmüştür. Müslüman Ligi ve Liberal İlerlemeci Parti bağımsızlık taraftarı iken Hıristiyanların ağrılıkta olduğu Birlik Partisi Etiyopya ile birlik hedefini gütmektedir. Eritre Kurtuluş Hareketi de bağımsızlığı hedeflemektedir. Afar894 ve Kunari etnik grupları bağımsızlık ve ayrılıkla ilintili diğer seçeneklere karşı çıkmışlardır. 1970’lerden itibaren bağımsızlık seçeneğinin yanı sıra başka fikirler de gündeme gelmiş fakat ayrılık seçeneği giderek benimsenmiştir895.

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere bağımsızlığın hedef olarak ne zaman benimsendiğine dair belirsizlik bulunmaktadır. 1961’de silahlı hareketin başlamasıyla bağımsızlığın hedef olarak benimsendiği belirtilmektedir896. Ancak bu tarihten sonra bile Eritre ayrılıkçı hareketi farklı seçenekleri masaya yatırmaya devam etmiştir. Hedeflerini Etiyopya’nın tüm halklarını kapsayacak şekilde genişletmiş; bütün milletlerin kurtuluşlarını sağlayarak Etiyopya konfederasyonunun kurulabileceği kaydedilmiştir897. Öte yandan görüşme masasına önkoşullu ya da koşulsuz olarak dönmek de seçenekler arasında yer etmiştir. Referandumun

893 A. Heraclides, 1991, s. 178. 894 Daha sonradan Araf Liberation Front’u oluşturacaklardır. 895 A.Heraclides, 1991, s.180, dipnot 7. 896 ibid, s. 184 897 ibid. 334 yapılması da Eritre tarafından teklif edilmiştir. Etiyopya’nın o dönemde iktidarda bulunan Derg rejimi de bölgesel özerklik gibi seçenekleri yeterli görmemişlerdir898.

Asmara’nın self-determinasyonunu sorgulatan bir başka gelişme de Eritre ayrılıkçı hareketi içerisinde birliğin olup olmadığıdır. Hareket içerisinde birlik olmadığı kaydedilmektedir899 ve bu durum da zaman zaman Eritre içerisinde silahlı

çatışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Birliğin sağlanamaması karşısında gösterilen nedenler olarak Müslüman ve Hıristiyan nüfus arasındaki ayrılık; dil, kültürel, etnik-sosyal ve ideolojik farklılıklar verilmektedir. Ayrıca hareketin liderleri arasındaki rekabet örgüt temelinde ayrılmalara ve kopmalara da neden olmuştur.

3) Eritre’nin Self-Determinasyonunun Hukukiliği

Eritre’nin Etiyopya’ya ve de Afrika’ya self-determinasyonla gelen bağımsızlığını kabul ettirebilmesinin önemli nedenleri bulunmaktadır. Tartışmalı olan self-determinasyonunda Asmara hukuki ve siyasi gerekçeler kullanmıştır.

Yukarıda da bahsedildiği üzere siyasi destek ve silahlı çatışma Eritre’nin self- determinasyonu çalıştırabilmesinde önemlidir. EHKH’nin Addis Ababa yönetimine karşın silahlı mücadelesinde başarılı olması örnek olarak verilebilir. Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle de Eritre-Etiyopya ilişkileri self-determinasyonu etkileyecek

ölçüde değişmiştir. Uluslararası konjonktürde değişimin yaşanması ile Sovyetlerin

Etiyopya’ya yardımı kesilmiştir. Bu bağlamda silahlı çatışmada Asmara avantajlı pozisyona gelmiştir.

898 ibid, s. 185, dipnot 19. 899 ibid, s. 182 335

Hukuki açıdan ise Eritre’nin self-determinasyon isteğinin değerlendirilmesinde çeşitli hukuki ve idari unsurlara başvurulmaktadır. İtalya sömürge yönetimi, İngiltere yönetimi, BM’nin tutumu, Etiyopya yönetimi Eritre’nin self-determinasyonunun hukukiliği veyahut siyasiliğinde belirleyici unsurlardır.

Sömürge ve yabancı yönetim altında bulunması tarih öncesinden ve Etiyopya’dan bağımsız varlık gösterdiğini kanıtlamak için kullanılmıştır.

Eritre, self-determinasyonu talep ederken Etiyopya’nın hem bir sömürge yönetimi niteliğini taşıdığını hem de dışlayıcı politikalar izlediğini öne sürmüştür.

Addis Ababa yönetimi Eritre’nin self-determinasyon konusunda dile getirdiği siyasi ve hukuki gerekçelere karşı çıkmıştır. Etiyopya yönetimi Eritre’de koloni veya sömürge yönetimi oluşturmadığını, Eritrelilerin dışlanmadığını, ikinci sınıf vatandaş politikalarının uygulanmadığını savunmuştur900.

4) Addis Ababa’nın Onayı

Addis Ababa’nın Eritre ayrılıkçı hareketine yönelik tepki ve siyaseti self- determinasyonun gerçekleşmesinde önemli role sahiptir. Etiyopya’nın rızası ile devletin ülkesel bütünlüğü değişikliğe uğramıştır. Addis Ababa ile yapılan andlaşmayla yani Etiyopya’nın kabulüyle self-determinasyon gerçekleşmiş ve bu bağlamda referandum uygulanmıştır. Nisan 1993’de gerçekleşen referanduma 1.2 milyon Eritreli kayıt yaptırmıştır. BM Eritre Referandum Kontrolü Denetleme

Misyonu (UN Observer Mission to Verify the Referendum in Eritrea) yetkili kurum olmuştur. Referandumdan Eritre’nin bağımsız bir devlete sahip olma kararı çıkmıştır.

900 ibid, s. 180. 336

Baştan Asmara’nın ayrılık talebine karşı çıkmıştır. Etiyopya içerisindeki siyasi ve sosyo-ekonomik gelişmelerden dolay silahlı mücadelenin bittiği dönemlerde Addis Ababa bağımsızlık talebini kabul etmiştir. Tigray Halk Kurtuluş

Cephesi’nin (Tigray People’s Liberation Front, THKC) iktidara gelmesi de etkili bir faktör olmuştur. Etiyopya’da etnik federalizm hedefleyen bu yönetimin Eritre’nin bağımsızlığına karşı çıkmadığı ifade edilmektedir901.1991’de Geçici Dönem

Tüzüğü’nün kabul edilmesiyle Eritre’nin ayrılma hakkı tanınmıştır.

Eritre’nin self-determinasyonunun Addis Ababa için bir diğer önemli sonucu da Etiyopya’nın self-determinasyon konusunda yasal değişikliğe gitmesi olmuştur.

Etiyopya, Eritre ile sorunun çözülmesinden sonra anayasasında değişiklikler yaparak sınırları içerisinde self-determinasyonun uygulanmasına yer vermiştir. Buna göre etnik unsurlara self-determinasyon hakkı tanınmıştır. Anayasa’nın girişinde self- determinasyonu kullanacak unsurlar için şu ifadeler kullanılmıştır: “We the nations, nationalities and peoples of Ethiopia”902. Anayasa’nın 39. Maddesi’nin birinci fıkrasında ise millet, milliyetler ve halkların ayrılma hakkı da dahil self- determinasyon hakkına sahip olduğu belirtilmiştir903. Etiyopya’yı oluşturan milletler, etnik kimlikler ve insanlar ifadeleriyle self-determinasyonu talep edecek kesimler olarak belirlenmiş ve özneler geniş tutulmuştur904.

901 S. Zondi and E. Réjouis, “The Ethiopia-Eritrea Border Conflict and the Role of International Community”, African Journal of Conflict Resolution, Vol.06, No.2, 2006, s. 71. Yazarlar, Melakou Tegegn’in makalesine atıfta bulunmuştur. Bkz.: M. Tegegn, “From Social Revolution to Social Regression”, Africa Insight, Vol. 34, No.1 , 2004, s.46. 902 Ethiopian Constitution, Ethiopian Government Portal, http://www.ethiopia.gov.et/web/pages/preamble-to-the-constitution, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 903 ibid. 904 S. A. Dersso, “Chapter 9: The Right to Self-Determination, Minorities and Indigenous People in Africa”, in Solomon Dersso (ed.), Perspectives on the Rights of Minorities and Indigenous People in Africa, Pretoria, 2010, s.276. 337

V. Eritre Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon Teamülü için Ne

Söylemektedir?

Self-determinasyon teamülüne etkisinden önce Eritre örneği self- determinasyon talebinde bulunanlar için hakkın algılanışı yönünden bir emsal olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda benzer self-determinasyon iddiaları gündeme getirilmiş fakat Güney Sudan’ın bağımsızlığına kadar kıtada benzer gelişmeler yaşanmamıştır. Oysa Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılması, kıtada Balkanlaşmayı tetikleyeceği ve beraberinde istikrarsızlığı getireceği şeklinde yorumlanmıştı. Afrika

Boynuzu’nda birliğin bozulacağı savunulmuştu905.

1) Eritre’nin Sınır Sorunlarının Self-Determinasyon Teamülüne Etkisi

Aşağıda incelenecek sınır örnekleri self-determinasyon ile ilgilidir. Böylelikle sınır gibi self-determinasyonun önemli bir öğesinde yaşanan sorun ve anlaşmazlıklar

Asmara’nın self-determinasyona dair politikalarını ve algılayışını gösterecektir.

Bunlar da kıta teamülüne dair çıkarım yapmak için kullanılacaktır.

Eritre-Etiyopya sınırları 1902 tarihli Etiyopya ve İtalya arasındaki andlaşmayla belirlenmiş; sonrasında da yeni andlaşmalar yapılmıştır. Sınırla ilgili olmak üzere sömürge dönemine ait 1900, 1902 ve 1908 tarihli üç andlaşma bulunmaktadır. Her bir andlaşma sınırın farklı bölümlerini çizmiştir. Bahse konu andlaşmaların varlığına rağmen iki ülke arasında sorun çıkmıştır. 1998-2000 yılları arasında savaş çıkmıştır. Savaşın nedeni olarak Badme bölgesindeki anlaşmazlık gösterilmektedir. 70.000’e yakın insan hayatını kaybetmiştir.

905 A.Hughes, 2004,s. 846. 338

Sınır anlaşmazlığı devreye uluslararası aktörleri sokmuştur. Uluslararası

Adalet Divanı’ndan (UAD) sonra BM, sınır komisyonu ile olaya müdahil olmuştur.

2000’de Cezayir Andlaşması’nın imzalanmasıyla savaş sona ermiştir. Konu UAD’ye devredilmiştir. Taraflar Divan’ın alacağı karara uyacaklarını açıklamışlardır.

Gerginlik, Etiyopya’nın BM ve Eritre’nin sınıra ilişkin görüşlerine karşı

çıkmasından kaynaklanmıştır. Eritre’nin Etiyopya sınırları içerisine girmesiyle savaş başlamıştır. Addis Ababa, yeni ve farklı bir düzenleme istemiş; sınırın çizildiği

1902’den bu yana yeniden çizilmesini gerektirecek olaylar yaşandığını ve bu yüzden anlaşmanın geçerli olamayacağını savunmuştur.

2001’de barış Andlaşması uyarınca Etiyopya Eritre’den çekildiğini açıklamıştır. Akabinde de Eritre, sınır bölgesinden askerlerini çekmiştir. Savaşın sonunda BM, Etiyopya-Eritre Sınır Komisyonu’nu kurmuştur. Sınır Komisyonu,

Etiyopya’nın görüşlerine karşı çıkarak 1902 Andlaşması ile çizilen sınırda değişiklik olmadığını söylemiştir906. Öte yandan Andlaşma’da Badme bölgesinin sınırının tam olarak çizilmediğine dair görüşler de mevcuttur. BM Sınır Komisyonu, 2003’te aldığı karar ile Badme bölgesini Eritre’ye vermiştir. 2004’te Addis Ababa prensipte sınır kararını kabul ettiğini açıklamıştır907. Sınırın çizilmesine dair komisyonlar kurulmakta ve çeşitli kararlar alınmakta fakat ilerleme sağlanamamaktadır. Örneğin

2007’de alınan bir kararı Eritre kabul ederken Addis Ababa reddetmiştir908 .

Hududun çizilme sürecinde zorluk çıkararak Addis Ababa, durumu kabul etmediğini göstermiştir. Etiyopya’nın sınırı pek kolay kabul etmeyeceği gözükmektedir. 2003’te

906 C. Gray, “The Eritrea/Ethiopia Claims Commission Oversteps Its Boundaries: A Partial Award?”, The European Journal of International Law, Vol. 17, no.4, 2006, s. 708, dipnot 40. 907 “Eritrea Profile”, BBC News, http://www.bbc.com/news/world-africa-13349395, Last updated on 03 December 2014, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 908 ibid. 339

BM Genel Sekreteri’ne yazdığı mektupta kararı yasal, adil ve hakkaniyete uygun olmamakla nitelendirmiştir. Sınırın belirlenmesinden önce tarafların diyalog içerisine girmesi, Addis Ababa’nın koşulsuz olarak sınır kararını kabul etmesi ve geri kalan sınırın çizilmesi gerektiği ise Asmara tarafından dile getirilmektedir. Böylelikle sınır komisyonu faaliyetlerini 2005’te askıya almıştır. Eritre’nin bağımsızlık ilan etmesinden bu yana sorun teşkil eden bölgedeki bazı yerleşimcilerin kendilerini

Etiyopyalı olarak tanımladıkları ifade edilmektedir909.

Eritre’nin sadece Etiyopya ile değil Cibuti ile de sınır sorunları bulunmaktadır. Ras Doumeira, Doumeira Adası, Bab le Mandab bölgesini yakınlarındaki sınır sorun yaratan alanlar olarak belirtilmektedir. Haziran 2008’de iki

ülke arasında çatışmalar yaşanmış ve 35 kişi hayatını kaybetmiştir. Taraflar Kızıl

Deniz kıyısında bulunan Ras Doumeira adlı bölge üzerinde hak iddia etmiştir. Eritre kuvvetleri bölgenin kontrolünü Nisan 2008’de ele geçirmiş; Haziran 2010’a kadar bölgede kalmıştır.

Sorun, sömürgeci İtalya ve Fransa tarafından yapılan andlaşmaların farklı değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. 1897 tarihli andlaşmaya göre, Ras

Doumeira bölgesindeki sınır drenaj ayrımını takip etmek durumundadır. Sahil kenarındaki adalar ise iki devletin de egemenliğinde olmayacaktır. Fakat 1935’te

İtalya ve Fransa bir başka andlaşma yaparak sınırda değişikliğe gitmiştir. Bahse konu adalar İtalya’ya verilirken ortak sınırın ise güneydoğu yönünde kaydırılmasına kararı verilmiştir910. Bu andlaşma da sorunun çözülmesine yardımcı olmamıştır. Yürürlükte

909 T.-A Tekle “AU Panel Urges New Approach to Settle Ethiopia-Eritrea Border Dispute”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article37319, 17 December 2010, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 910 F. M. Shelley “Chapter 3: Sub-Saharan Africa: Democratic Republic of Congo”, Nation Shapes: The Story Behind World’s Borders, ABC-CLIO, LLC, California, 2013, s. 291. 340

1900 tarihli sınır andlaşması bulunmaktadır. 1996 yılında olduğu gibi Eritre ve

Cibuti mütemadiyen sınırlar yüzünden karşı karşıya gelmiştir. Kimi zaman Cibutili

üst düzey yetkililer Eritre’nin Somali’den daha fazla istikrarsızlık kaynağı oluşturduğunu iddia etmiştir911.

BM Güvenlik Konseyi, Cibuti ile çatışmadan ötürü Eritre’yi suçlu bulmuştur.

Kuvvetlerini ülkeden çekmeye çağırmıştır. Dönemin AfB Barış ve Güvenlik Konseyi

Başkanı Jean Ping, taraflar arasındaki uzlaşma girişimlerini desteklemiştir. Olayın bölgesel boyutunu da dikkat çekilerek görüşmelerin Afrika Boynuzu politikalarına

özellikle de Somali’deki istikrar çabalarına olumlu katkısı olması gerektiği söylenmiştir912. Örgütün çağrısı Eritre’de yankı bulmamıştır. Asmara’nın ABT ile olan gergin ilişkisi AfB’de de devam etmiş; Asmara, 2003’te büyükelçisini sınır anlaşmazlığından ötürü geri çekmiştir. Eritre; örgütü kendi tüzük ve prensiplerine uymamakla; iç işlerine karışmakla suçlamıştır.

Eritre-Cibuti sınır sorununun, Asmara’nın sınır algılayışına dair irade beyanı olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. İlkin; arabulucu olarak AfB’nin seçilmemesi örgüt ve Asmara arasında sınır konusunda farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir. Self-determinasyon ilkesi incelenirken sıklıkla kullanılan sınır- egemenlik-toprak bütünlüğü-halk-sömürge dönemi gibi kriterlerin farklı algılandığına işaret etmektedir.

911 D. H. Shinn, “Eritrea’s Regional Relations”, International Policy Digest, http://www.internationalpolicydigest.org/2012/08/17/eritreas-regional-relations/, 17 August 2012, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 912 “African Union Praises Eritrea, Djibouti Border Mediation”, Voice of America, http://www.voanews.com/content/eritrea-djibouti-to-enter-mediation-on-border-issue- 95862894/154801.html, 07 June 2010, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

341

Eritre’nin bölgesel aktörler ile gergin ilişkileri olduğu söylenebilir. Örneğin

Somali ve Etiyopya, Eritre’nin bölge politikasında belirleyici olmuştur. Etiyopya’nın

Somali’ye askerî müdahalesinden ötürü 2007’de Hükümetlerarası Kalkınma

Otoritesi’nden çekilmiştir. Örgüt de bölgesel politikalarından ötürü Asmara’ya yaptırım uygulama çağrısında bulunmuştur.

Eritre’nin fiili durum ve şartlarına bakılarak irade beyanı değerlendirilmesinde bulunulabilir. Eritre’nin Etiyopya’ya karşı getirdiği self- determinasyon talebi; diğer ülkelerle ilişkilerinin, self-determinasyon algısının ve siyasi boyutun önemine ışık tutmaktadır. Eritre’nin Cibuti sınırındaki Ras

Doumeirah’ı bombalaması, çeşitli haritalarda bölgeyi sınırları içinde göstermesi sınırı kabul etmediğini ve değiştirmeye dair beyanda bulunduğunu göstermektedir.

Cibutili isyancılara yine bu bölgedeki destek verdiği savunulmaktadır. Ama Asmara bu tezleri kabul etmemektedir.

2) Eritre Self-Determinasyonunun Etiyopya’ya olan Etkisi: Anayasal

Self-Determinasyon

Eritre’nin self-determinasyonu Etiyopya’nın bir takım adım atmasından ötürü

Afrika’daki self-determinasyon teamülüne ışık tutmaktadır. Eritre’nin self- determinasyonu kullanarak ayrılmasından sonra Addis Ababa anayasasında çeşitli ve

önemli değişikliklere gitmiştir. Anayasası’na self-determinasyon hakkının bulunduğunu eklemiştir.

Addis Ababa’nın attığı bir diğer adımda ülkenin idari yapısında değişikliğe gitmesidir. Vilayet sistemi yerine 1995’ten itibaren etnik bazda oluşturduğu bölgeler 342 sistemine geçmiştir. Tigre, Afar, Amhara, Oromiya, Somali, Benishangul-Gumuz,

Gambella, Harari, Güney Halkları ve Milletleri olmak üzere dokuz bölge bulunmaktadır. Addis Ababa ve Dire Dawa ise ayrı düzenlemeye sahiptir. Böylelikle etnik temelde şekillenen federal yapıdan bahsetmek mümkündür.

Kıtasal ölçekte düşünüldüğünde teamülde anayasal self-determinasyon açılımı yapıldığı görülmektedir. Anayasa’da belirtilen koşullar her talebin gerçekleşmeyeceğini düşündürtmektedir. Toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerinin öneme sahip olmaya devam edecektir. Dışarıdan destek gelmesi ve Addis Ababa’nın onay vermesi durumunda self-determinasyon talebinin

çalıştırılma olasılığı bulunmaktadır.

VI. Sonuç

Eritre’nin maruz kaldığı sorunlarının self-determinasyon ile çözüleceği,

Etiyopya’dan ayrılmasıyla sonlanacağı Asmara tarafınca öne sürülmüştür. Etiyopya ile sınır yüzünden savaşmıştır. Diğer komşu ülkelerle de sınırlar konusunda sorun yaşamıştır. Uluslararası alanda ise terörizmle ilişkilendirilmiş; izolasyona, yaptırımlara maruz kalmıştır.

Eritre’nin bağımsızlığını kazanmasıyla demokratik yönetimin benimseneceği tahmin edilmiştir. Asmara, bağımsızlığından sonra iç ve dış politikasında tahminlerin aksine farklı bir tutum takınmıştır. Bölgeselcilik ve etnik kimlik siyaseti nedeniyle tek parti sistemi benimsenmiştir. Bağımsızlığın kazanılmasından sonra göçebe etnik grupların self-determinasyon da dahil çeşitli taleplerle gelebileceği ifade edilmiştir913. Kendi sınırları içerisinde ayrılma talebinin önüne geçmek için Eritre,

913 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s. 235. 343 ayrı bir devlet kurduktan sonra, self-determinasyon talebini sömürge dönemine varlığına dayamıştır. 7. KATANGA’NIN SELF-DETERMİNASYONU: İNSAN

HAKLARININ EKLENME GİRİŞİMİ

I. Etnik ve İdari Yapısıyla Kongo Demokratik Cumhuriyeti

Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC), Afrika’nın yüzeysel ölçümü en büyük devletlerinden biridir. Doğal kaynaklarıyla da ülke öne çıkmaktadır. Öte yandan iç çatışmalar ve istikrarsızlıklar KDC’nin uluslararası gündemde sıklıkla yer almasına neden olmuştur.

Ülke, 1960 yılına kadar Belçika’nın sömürge yönetimi altında kalmıştır.

KDC’nin sömürge geçmişi Afrika’daki en kanlı ve şiddetli deneyim olarak nitelendirilebilir. 1884-1885 Berlin Konferansı’nda bugünkü KDC olarak adlandırılabilecek bölge Belçika Kralı II. Leopold’un yönetimine verilmiştir. Bölgeyi

Özgür Kongo Devleti olarak adlandırmıştır. 1908’de ise Belçika Kongosu adıyla

Belçika’ya bağlanmıştır. 1960’da kendi devletini kurarak KDC, bağımsızlığını kazanan ilk Afrika devletleri arasında yer almıştır. Sömürge dönemi, farklı alanlarda olmak üzere bugün ülkede etkisini hissettirmektedir.

Ülkedeki etnik grup sayısı 200 civarındadır914. Nüfusun çoğunluğunu Bantu etnik grubu oluşturmaktadır915. Mongo, Luba ve Kongo olmak üzere ülkenin dört büyük etnik kabileden üçü Bantu’dur. Dördüncü etnik grup ise Mangbetu-

914 The International Fund for Agricultural Development,“Country Technical Note on Indigenous Peoples’ Issues: Democratic Republic of the Congo”, http://www.ifad.org/english/indigenous/pub/documents/tnotes/congo_dr.pdf, January 2012, s.1, 14 Ağustos 2014 tarihinde erişilmiştir. 915 “The World Factbook: Africa: Democratic Republic of the Congo”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/cg.html, Last updated on 22 June 2014, 11 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 345

Azande’dir916. Nüfusun çoğunluğu Katolik Hıristiyan’dır. Toplamda 700 yerel dil ve diyalekt bulunmaktadır917. Dört ulusal dili mevcuttur: Kikongo, Tshiluba, Kiswahili ve Lingala918. 2006 Anayasası’nın birinci maddesine göre bunların dışında kalan diller ülkenin kültürel mirasının bir parçasıdır919.

KDC’nin idari sistemi sömürge dönemi ve başta etnik kimliği olmak üzere

ülkenin çeşitli unsurlarını yansıtmaktadır. 2006 Anayasası’na göre ülkede idari sistem on bir vilayetten oluşmaktadır920. Yine Anayasa’ya göre bu sayı 2009 itibariyle yirmi altıya çıkacaktır fakat gerekli düzenlemeler halen yapılmamıştır.

Sömürge döneminin idari yapısı genel hatlarıyla korunmaktadır. 1960’da

bağımsızlığın kazanılmasıyla altı vilayetlik sistem uygulanmıştır. 1962’ de yapılan

değişiklikle ise bu sayı yirmi bire çıkmıştır. Farklı etnik gruplar arasındaki

çatışmalar, sayıdaki değişikliğin başat nedenleri arasındadır. Örneğin Güney

Kasai’de Lulua ve Luba etnik grupları arasındaki çatışmaların vilayet yapısında

küçülmeye giderek istikrarın sağlanabileceği fikrinin doğmasına neden olmuştur921.

Yeni idari birimlerin kurulmasıyla yetki paylaşımına gidilerek; birtakım siyasi ve

idari taleplerin karşılanacağı düşünülmüştür. Küçük vilayetlerin kurulmasıyla sayı

yirmi bire çıkmıştır. 1966 yılına gelindiğinde ise ekonomik ve siyasi açıdan

916 ibid. 917 The International Fund for Agricultural Development, “Country Technical Note on Indigenous Peoples’ …” , 2012, s.2. 918 ibid. 919 Constitution de la Republique Democratique du Congo, Republique Democratique du Congo Assemblee Nationale, Kinshasa, Février 2006, http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/Constitution_de_la_RDC.pdf, 10 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 920 ibid. 921 H. F. Weiss and G. Nzongola-Ntalaja, Decentralization and the DRC, SSRC: Conflict Prevention and Peace Forum, January 2013, s.5. 346

vilayetlerin yetersiz oldukları gibi gerekçeler öne sürülerek bazı vilayetler

birleştirilmiş ve sayı on ikiye düşürülmüştür922.

Bağımsızlığa hazırlık döneminde federal yapı ve merkezde güçlü bir üniter

devlet olmak üzere farklı görüşler gündeme gelmiştir. Sonuçta Belçika sisteminden

etkilenerek federatif öğeleri bulunan üniter devlet benimsenmiştir. Öte yandan

merkezin güçlü olması, yerelle kuvvet ve yetki paylaşımına gidilmesi gibi

konularda merkez ve çevre arasında tartışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Bugün KDC’nin olduğu alanda sömürge yönetimi öncesinde farklı siyasi ve

idari yapılanmalar bulunmakta idi. Başka bir deyişle Kongo Havzası olarak

adlandırılacak bu bölgede farklı dönemlerde farklı hükümranlıklar yaşanmıştır.

Kuba Federasyonu ve Kongo Krallığı en büyük idari birimler arasında

gösterilebilir. Katanga bağlamında ise Yeke Krallığı örnek olarak verilebilir. Söz

konusu yönetimlerde sınır gibi önemli konularda değişikler yaşanmıştır. Genel

itibariyle farklı ülkeler ya da aynı ülke içindeki farklı etnik unsurlarla yapılan

evlilikler, andlaşmalar veya fetih yoluyla çevre kabileler yönetim altında alınmıştır.

Bahse konu yapılanmalar farklı tarihlerde Belçika sömürge yönetimi sınırlarına dahil olmuştur. Örneğin Kongo Krallığı Berlin Kongresi’nde Fransa,

Belçika ve Portekiz arasında paylaşılmıştır. Yeke Krallığı başta sömürge yönetimi altına girmek istememiş fakat yeterince direnç gösterememiştir923.

1908’e geldiğinde Katanga hariç bugün KDC olarak adlandırılabilecek alan

Özgür Kongo Devleti’ne aitti. Özgür Kongo Devleti üzerinde Avrupa’dan kontrol

922 ibid, s.6. 923 K. Shillington, History of Africa, Revised Edition, London, 1995, s. 313. 347 yapılmamaktaydı924.Sömürge yönetiminde kaynakların büyük bir önemi olmuş,

Belçika’nın politikasını belirlemiştir. Kurulan firmalarla ve işgücü ile Belçika refahını arttırmak istemiştir. Kral Leopold, üzerinde yerleşim olmayan ve kullanılmayan arazileri ya kendi mülkü yapmış ya da şirketlere kiralamıştır925.

Kongo; elmas, uranyum ve bakır açısından en zengin sömürge olarak değerlendirilmektedir926.

Sömürge sistemi altında Kongoluların toprağa sahip olma ve siyasi faaliyette bulunma hakları yoktu. Kentlerde sokağa çıkma yasağı uygulanmaktaydı927. Kıtada sömürgeciliğin tasfiyesinin yol almasıyla Kongo’da da bağımsızlık talepleri giderek artmış çeşitli gösteriler düzenlenmişti. Sömürge döneminde siyasi faaliyetlerin yasak olması etnik çizgilerde, kabile bağlarında siyasetin temellenmesine neden olmuştur.

II. Etnik ve İdari Yapısıyla Katanga

Kongo’nun bağımsızlığını kazanmasından on bir gün sonra ülkeden ayrıldığını açıklayan Katanga, Soğuk Savaş ortamında giderek dikkatleri üzerine

çekmiştir. Kongo’dan “bağımsızlığı” Ocak 1960’dan Temmuz 1963’e kadar sürmüştür. Soğuk Savaş siyasetinin yanı sıra sömürgeciliğin tasfiyesi ve pan-

Afrikanizm konuları ile Katanga’nın self-determinasyon talebi bağlantılı bulunmaktadır.

924 ibid, s. 312. 925 ibid, s. 333. 926 M. Meredith, The State of Africa: A History of the Continent Since Independence, London, 2013, s. 97. 927 ibid. 348

Tıpkı Kongo gibi, Katanga da farklı etnik unsurlardan oluşmaktadır.

Vilayetin en büyük yerli halkları Lundalar, Balubalar ve Bayekeler’dir928 fakat dışarıdan göç alması nüfus yapısında değişikliğe neden olmaktadır. Özellikle Kasai bölgesinden gelen Balubaların Katangalıları nüfus olarak geçtiği kaydedilmektedir.

Farklı etnik unsurlar arasında zaman zaman gerginliğin yaşanmasına neden olmuştur.

Göç yeni bir olgu olmayıp 1906’da Belçika’nın madencilik sanayisini kurmasıyla başlamıştır.

Etnik yapının yanında vilayette kuzey ve güney olmak üzere bölgesel ayrılık da öne çıkmaktadır. İki bölgede de nüfus yapısını farklı kabileler oluşturmaktadır.

Kuzeyde ağırlıklı olarak Lubakat ve Hembalar; güneyde ise çoğunlukla Lunda,

Bemba ve Songwe kabileleri bulunmaktadır929. Farklılık; geçim kaynağı, gelişmişlik ve sanayileşme düzeyine de yansımıştır. Güney bölgesi daha gelişmiş ve sanayileşmede daha öndedir930.

Vilayette kuzey ve güney arasında gerginlikler bulunmaktadır. Farklı dönemlerde farklı etnik unsurlar arasında gerilim baş göstermiş, şiddet olayları patlak vermiştir. Bağımsızlığın ilan edildiği ilk dönemlerde de Luba ve Lunada etnik grupları arasında çatışma çıkmıştır. Gerginlik yönetime farklı etnik gruptan bir liderin gelmesiyle de çıkmıştır. 1997’de kuzeyli ve Luba etnik grubuna mensup olan

Laurent Desiré Kabila’nın yönetime gelmesiyle kuzeylilerin yönetimdeki ve

928 L. Ndikumana and K. F. Emizet, “Chapter 3: The Economics of Civil War: The Case of the Democratic Republic of Congo”, in P. Collier and N. Sambanis (eds.), Understanding Civil War: Evidence and Analysis, Volume 1: Africa, Washington, D.C., 2005, s. 65. 929 International Crisis Group, “Katanga: The Congo’s Forgotten Crisis”, Crisis Group Africa Report, No. 103, 09 January 2009, s.5. 930 R. Lemarchand, “The Limits of Self-Determination: The Case of the Katanga Secession”, The American Political Science Review, Vol.56, No.2, June 1962, s.406. 349 güvenlik kuvvetlerindeki rolü artmıştır. Güneyliler, kuzeylilerin ayrıcalıklara sahip oldukları gerekçesiyle şikayetlerini dile getirmişlerdir.

Katanga’nın Kongo’nun geri kalanına kıyasla farklı bir idari tarihi olmuştur.

1910’a kadar Katanga Özel Komitesi’nce yönetilmiştir. 1933’te ise sömürge devletine bağlanmıştır. İdari yapısı, özerk konumu, ayrı yönetime sahip olması bağımsızlık hedefinin gerekçelerinden birini oluşturmuştur.

Belçika’nın işgalinden önce çeşitli kabileler siyaseten ve idareten bölgede hüküm sürmüştür. Lunda etnik grubunun hakimiyeti bu bağlamda örnek olarak verilebilir931. Yeke Krallığı da bölgenin önemli bir aktörü konumundadır. Çevre kabileler üzerinde kontrolünü yayarak etkisini arttırabilmiştir. 1660’ların ikinci yarısından 1880’lerin ikinci yarısına kadar Katanga’da Lunda Krallığı da hüküm sürmüştür. Angola’ya kadar sınırlarını genişletebilmiştir.

1910-33 yılları arasında yani Belçika sömürgesine bağlanmadan önce

Katanga geniş idari yetkilere sahip olan genel vali yardımcısı tarafından yönetilmekte idi932. Kongo Cumhuriyeti’ne bağlandığında ise özerk yapısı olmuştur.

Kongo’nun geri kalanına kıyaslandığında idaresinde ve siyasetinde daha serbesttir.

931 D. J. Crowley, “Politics and Tribalism in the Katanga”, The Western Political Quarterly, Vol. 16, No.1, March 1963, s.69. 932 R. Lemarchand, 1962, s.409.

350

III. Katanga Sorununun Nedeni ve Self-Determinasyon Gerekçeleri

1) Siyasi Gerekçeler

Katanga’nın self-determinasyonu değerlendirilirken en fazla öne çıkan öğeler arasında Konakat (Conféderation des Associations Tribales du Katanga) ve Kongo iç siyasetindeki yeri bulunmaktadır. Konakat, Kongo’dan ayrılma hedefini gütmüştür.

Partinin lideri Moise Tshombe sonrasında Kongo’nun başbakanı olacaktır. Konakat,

Lunda etnik grubunun ağırlıkta olduğu bir siyasi yapılanma idi.

Belçika’dan bağımsızlığını kazanmasına yakın dönemde oluşan siyasi ortamdan Katanga da etkilenmiş ve çeşitli siyasi görüşleri temsil eden partiler kurulmuştur. Katanga’daki en güçlü parti ise Konakat idi. Konakat’ın doğmasında

çeşitli faktörler etkili olmuştur. Söz konusu nedenler aynı zamanda Katanga self- determinasyonu için de kullanılabilir. İşsizlik, bölgedeki yabancıların varlığı,

özellikle de istihdamda dışarıdan bölgeye göç edenlerin kullanılması örnek olarak verilebilir.

Kongo’nun siyasi ve idari yapısının yanında etnik gibi kimliksel özellikleri de

Katanga örneğinde görüldüğü üzere istikrarsızlık yaratan olayların çıkmasında, vilayetin self-determinasyonu istemesinde etkili olmuştur. Katanga siyasi hareketi

Kongo ile etnik bağının sorgulanmasını ve böylelikle self-determinasyon iddiasını meşrulaştırmak istemiştir. Birbirleriyle ilgisi olmayan farklı etnik grupların aynı sınırlar içerisine alınmasıyla KDC’nin oluşturulduğu933; nüfus yapısının siyasi uyumsuzluğa sebebiyet verdiği öne sürülmektedir.

933 C. O’Sullivan, “The United Nations, Decolonization, and Self-Determination in Cold War Sub- Saharan Africa, 1960-1994”, Journal of Third World Studies, Vol. XXII, No. 2, 2005, s.107. 351

Katanga’nın kendi sınırları içerisindeki nüfusu da self-determinasyon için tetikleyici unsur olarak değerlendirilebilir. 1960 yılında Katanga, Kongo’nun en fazla nüfusa sahip olan bölgelerinden biri olarak nitelendirilmiştir934. Bunun yanında nüfusun niteliği de sorun yaratmıştır. Yukarıda da bahsedildiği üzere dışarıdan, farklı kabilelerden göç almaktaydı. Ayrıca Avrupalı yerleşimciler de sınırları dahilinde bulunmaktaydı. Kaynak dağılımı gibi çeşitli etmenler özellikle vilayete dışarıdan gelenler ve bölge yerlileri arasında gerilimin; “içeriden-dışarıdan” karşıtlığının

çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu sıkıntılı durum Katanga’nın bağımsızlık talebinde bulunmasından, Kongo’nun bağımsızlığını kazanmasından önce de gündeme gelmiştir. 1959’da dönemin Konakat lideri, Katanga’ya Kasaian kabilelerinin yerleşmesine izin verdiği gerekçesiyle vilayet valisini eleştirmiştir935. Keza

Katanga’ya yönelik yine Konakat tarafından getirilen hedeflerde idareci ve yönetici pozisyonunda yerli Katangalıların bulunması gerektiği savunulmuştur936.

Kongo’nun ayrı bir devlet kurmaya en az hazır ülkelerden birisi olduğu savında bulunulmuştur937. Başka bir deyişle mevcut sorunların yanında yenileri de eklenerek Kongo siyasi ve idari hayatına başlamıştır. Siyasi partilerin bağımsızlığın elde edilmesinden ancak bir kaç yıl önce kurulması örnek olarak verilmekte, siyasi yapı ve etnik unsurlar arasındaki denge sorgulanmaktadır. Böyle bir ortamda

Kongo’nun bağımsızlığını ilan etmesi Katanga’nın ayrılma talebini tetiklemiştir.

Kongo’nun geri kalanının maddi yükünün Katanga’nın üzerinde olacağı, gelir-vergi

934 R. Lemarchand, 1962, s.405. 935 ibid, s.411. 936 ibid, dipnot 27. 937 A. Heraclides, “Chapter 5: Katanga (July 1960-January 1963)”, The Self-Determinastion of Minorities in International Politics, London, 1991, s. 58. 352 dengesinin aleyhlerine olacağı ve bölge dışından göç almaya devam edileceği düşünülmüştür.

Ülkenin güneydoğusunda bulunan Katanga, kaynaklar bakımından zengindir938. Özellikle uranyum ve bakır gibi mineraller sayesinde Kongo’nun en zengin bölgesi olarak nitelendirilmektedir. Katanga’nın kaynakları benzer hareketler arasından sıyrılmasına neden olmuştur. Kimi yazarlar kaynakları vilayetin self- determinasyon talebini yüksek sesle dile getirmesinin önemli nedeni olarak göstermektedir939.

Sınırları içerisinde önemli zenginliğe, sanayi faaliyetlere sahip olması;

ülkenin geri kalan vilayetleriyle kıyaslandığında daha gelişmiş olması ve farklı aktörlerden destek alabilmesi Katanga ayrılıkçı hareketi tarafından güvence olarak algılanmıştır. Katanga’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra da kaynak ve kaynakların üzerinde denetimi önemli bir güvence sağlamıştır. Örneğin Tshombe, kaynaklar üzerindeki yetki ve gelir paylaşımına dair güvenceyi almadan Kongo ile konfederasyon gibi çözümlere yanaşmamıştır940.

Kaynak ve geliri paylaşımı Katanga-Kongo ilişkisi için hem olumlu hem de olumsuz etkide bulunmuştur. Merkezden bölgeye aktarılan gelir ile ve hükümet harcamaları arasında orantısızlığın bulunması ayrımcı politikaların güdüldüğü tezini tetiklemekte idi. Katanga ülke gelirlerinin yüzde 50’sine katkıda bulunurken hükümet harcamalarının yüzde 28’ini alabilmekte idi941. Kaynağın varlığı ve gelir

938 C. O’Sullivan, 2005, s.107. 939 M. Larmer and E. Kennes, “Rethinking the Katangese Secession”, Journal of Imperial and Commonwealth History, Vol. 42, No.4, 2014, s.6. 940 D. J. Crowley, 1963, s.68. 941 A. Buchanan, “Self-Determination and Right to Secede”, Journal of International Affairs, Vol. 45, No.2, Winter 1992, s.355. 353 dağıtımı Katanga bölgesi içinde de gelişme düzeyinde dengesizliklere neden olmuştur942. Örneğin kuzey ve güney arasındaki bu farklılık siyasi ve hatta self- determinasyona dair görüşlere de yansımıştır.

Sömürge döneminde Belçika’nın vilayete ilişkin politikalarını belirleyici etmenlerinden biri kaynak olmuştur. Katanga’nın ayrılığı zamanında Belçika’dan gelen desteğin kaynakla ilintili olduğu düşünülmektedir.

Kongo’nun sömürge döneminde etnik yani kabile temeline dayanan siyaseti bağımsızlığın kazanılmasından sonra da devam etmiş, Katanga’nın self- determinasyon talebi için gerekçe de oluşturmuştur. 1959 yılındaki yerel seçimler için başvuran yüzden fazla partinin çoğunluğu etnik temele sahip idi943.

Bölgesel çıkarlar ve hedefler de bu bağlamda yeni devletin siyasi ve idari

çerçevesini çizmede etkili olmuştur. Bu durum Katanga siyasetinde de kendisini göstermiş, bölgesel veya etnik çıkarlara göre adımlar atılmıştır. Örneğin

Katanga’daki kuzeyliler ayrılık zamanında Kongo ile birlikten yana olmuştur.

Dönemin başbakanı Patrice Lumumba’nın politikaları da bölgenin ayrılık talebinde etkili olmuştur. Soğuk Savaş siyaseti ve idari sistem üzerindeki farklı görüşler Katanga’nın self-determinasyon gibi taleplerinde ısrarcı olmasına sebebiyet vermiştir. Lumumba’nın Doğu Bloku’na yakın duruşu, Kongo için merkezi güçlü bir yapı hedeflemesi vilayetin self-determinasyonu için gerekçe olarak kullanılmıştır.

942 R. Lemarchand, 1962, s.406. 943 M. Meredith, 2013, s. 99. 354

2) İdari Gerekçeler

1960-65 arasındaki federatif yapı, Katanga’nın ayrılma talebini tetikleyici unsur olarak nitelendirilmektedir944. Bahse konu sistem bağımsızlıktan önce de merkez-çevre, kuzey-güney gibi taraflar arasında farklı gündem ve hedeflerin olduğunu göstermiştir.

Bağımsızlığın ilan edilmesine yakın özellikle yeni devletin hangi sistemle idare edileceği farklı siyasi aktörler arasında tartışmalara sebebiyet vermiştir.

Lumumba, federalist yapıya karşı çıkarken Katanga ise böyle bir yapının kaynak dağılımı gibi çeşitli sebeplerden ötürü uygun olduğu görüşündedir. Merkezi güçlü olan ve çeşitli yetkilere sahip olan bir devlet hedeflenmiştir. Katanga’nın tepkisini

çekmiştir945.

3) Uluslararası Kesimin Etkisi

Uluslararası destek; siyasi ya da hukuki olsun self-determinasyon talebinin dile getirilmesinde ve hakkın çalıştırılmasında çoğunlukla önemli bir faktör olmuştur. Talebin somut bir hal alması, çatışmaların silah temini sayesinde devam edebilmesi ve bağımsızlığın ilan edilip devletinin kurulması veya sonrasında çökmesi

çoğu zaman bu desteğe bağlıdır. Belçika’nın Katanga sürecinin neredeyse bir parçası olması uluslararası diğer aktörlerin de konuya müdahalelerini önemli kılmaktadır.

944 R.Suberu, “Federalism in Africa: The Nigerian Experience in Comparative Perspective”, Ethnopolitics, Vol. 8, No.1, March 2009, s. 69. 945 International Crisis Group, “Katanga: The Congo’s Forgotten Crisis”, 2006, s. 1. 355

Katanga’nın ayrılma isteğinde Belçika’nın etkisi bulunmaktadır. Belçika

Katanga ile sömürge öncesinden yakın ilişkilere sahip olmayı hedeflemiş; vilayetin

özerklik talebini desteklemiştir946. Yukarıda da ifade edildiği gibi kaynaklar

üzerinden gelir sağlamak isteyen Belçika firmaları Katanga ayrılıkçı hareketine yardımda bulunmuştur947. Çok sayıda Belçika askerî birliği ayrılıkçı harekete destek için gönderilmiştir. Belçika, Union Miniére’in adlı şirketin desteği olmadan o tarihte ayrılığın gerçekleşemeyeceğini savunmuştur948. Kongo’nun bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Belçika Loi Fundamentale’da değişiklik yaparak Konakat’ın hükümeti kurulabilmesi kolaylaştırılmıştır949. Katanga’nın ayrılığını destekler gözükse de Belçika için asıl hedefi vilayetin Kongo ile birleşmesi olmuştur. Bu yüzden Katanga’yı tanımamıştır950. Ayrılıkçılara verdiği desteği geri çekmiştir.

Katanga’nın bağımsızlık bildirisi, anayasası Belçikalı isimler tarafından kaleme alınmıştır. Lumumba’nın yakalanıp infaz edilmesinde Belçika’nın rolü ve sorumluluğu, sonrasında Tshombe’nin başbakan olması ikili ilişkileri sorgulatmıştır.

Katanga sorununun başladığı dönemde Kongo’nun başbakanı Lumumba’nın

Sovyet desteği alarak anti-emperyalist söylemlerde bulunması Soğuk Savaş ortamında karşı etkiyi doğurmuştur. Belçika’nın yanında Fransa ve İngiltere,

Konakat Hareketi’ne destek vermiştir.

BM olayların taraflarından biri olarak değerlendirilebilir. Kongo’nun toprak bütünlüğünden yana olmuş, Katanga’nın ayrılığına karşı çıkmış, Belçikalı güçlerin

946 M. Meredith, 2013, s. 99. 947 F. M. Shelley “Chapter 3: Sub-Saharan Africa: Democratic Republic of Congo”, Nation Shapes: The Story Behind World’s Borders, ABC-CLIO, LLC, California, 2013, s. 286 948 A. Heraclides, 1991, s. 62. 949 ibid, dipnot 9. 950 M. Meredith, 2013, s. 103. 356

ülkeden ayrılmasını talep etmiştir. Sorunun çözümü için de farklı alanlarda adımlar atmıştır. Örneğin BM Genel Sekreteri U Thant’ın hazırladığı barış planının yanında askerî güç Katanga’ya konuşlanmıştır. Diğer taraftan BM Güvenlik Konseyi’nin

Şubat 1961 tarihli ve 161 no’lu kararında ülkede iç savaşın önlenmesi adına son tercih olarak belirtse de kuvvet kullanımı da dahil tüm uygun önlemleri almaya

çağırmıştır951. Zaten öncesinde Lumumba, Katanga’nın ayrılığına son verebilmek için BM birliklerini çağırmıştır.

ABD de Katanga’nın Kongo sınırlarına geri dönme yanlısı bir turum takınmıştır. Katanga’nın kaynakları böylelikle Batı’nın kontrolünde olmaya devam edecektir. Bu bağlamda Kongo’daki bazı hükümetleri desteklemiştir. Ağustos

1961’de yönetime gelen Cyrille Adoula hükümetine destek vermiştir952,

Lumumba’nın aksine Batı çizgisine sahiptir. Bölgesel istikrarın sağlanması için

BM’nin operasyonlarına askerî destek de sağlamıştır.

IV. Afrika’nın Katanga Sorununa Yaklaşımı

Rodezya, Nyasaland Federasyonu ile Kongo-Brazaville, Katanga’nın ayrılmasını desteklemiştir. Güney Afrika ve Portekiz Angolası ise diplomatik ve materyal destekte bulunmuştur953. Bu ülkelerin verdiği destek, Katanga’nın self- determinasyon talebinin hukuki olmasından değil siyasi tezlerden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle hukuken desteklemelerinden değil siyasi gerekçelerle destek sağlanmıştır.

951 United Nations General Assembly, “The Congo Question”, (161/1961; 21 February 1961) , http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/161(1961), 15 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 952 M. Lamer and E. Kennes, 2014, s.14. 953 A. Heraclides, 1991, s. 69. 357

Güney Afrika’nın Katanga’ya olumlu yaklaşımının ekonomik ve stratejik nedenleri bulunmaktadır. Kongo Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı ve ulusal hareketinin kurucularından Patrice Lumumba’nın temsil ettiği hareketin, Güney Afrika’da da etkili olabileceğinden endişe etmiştir. Siyasi protestoların, muhalefetin önünü açabileceği düşünülmüş böylelikle Lumumba karşıtı tutum takınan Konakat ve hedefleri desteklenmiştir.

Bunun yanında Katanga sorunu, Pretoria için kıtayla ve uluslararası toplumla ilişkilerini değiştirebilmede önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bazı Afrika

ülkeleri ve BM, ırk ayrımcılığı karşıtı söylem kullanmaya ve politikalar uygulayamaya başlamıştır. Güney Afrika’nın Tshombe gibi siyah bir Afrikalı lider ile yakın ilişkilere sahip olması, kıtada ve uluslararası alanda Güney Afrika’nın algısının değişmesine yardımcı olacağı şeklinde yorumlanmıştır.

Brazaville Grup olarak adlandırılan yapılanmanın kimi üyeleri de Katanga ayrılıkçı hareketine sempati ile yaklaşmıştır. Orta Afrika Cumhuriyeti, Malagashy

Cumhuriyeti (Madagaskar), Kamerun, Fildişi Sahili ve Nijer bu ülkeler arasında gösterilmektedir954. Tunus’un da Kongo Lumumba yönetimde iken Katanga yanlısı tutum takındığı ifade edilmektedir955. O dönemde sömürge yönetimi altında olan

Afrika’nın geri kalanı ise genel olarak Katanga’nın ayrılığına karşı çıkmıştır. Genel

çerçevede değerlendirildiğinde Katanga, istediği uluslararası desteği alamadığı görülmektedir. BM’nin, Afrika’dan gelen kısmi ve ABD’nin desteğinin devamı sağlanamamıştır. Sovyetler de Katanga’nın bağımsızlığını desteklememiştir956.

954 ibid, s. 76. 955 ibid, dipnot 61. 956 C. O. Quaye, “Chapter 8: Self-determination”, Liberation Struggles in International Law, Philadelphia, 1991, s.224. 358

V. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin Katanga’nın Self-Determinasyon

Taleplerine Cevapları

KDC, Katanga ve benzer sorunlara karşı çeşitli önlemler almıştır. Genel hatlarıyla iç self-determinasyon seçenekleri üzerinde durmaktadır. Dönem dönem

Katanga ve başka bölgelerden self-determinasyon talepleri bulunmakta, kimi zaman

şiddet olayları çıkmaktadır.

Desantralizasyon gibi unsurların yanında çeşitli hakların verilmesi, çeşitli tanımlamalara gidilmesi değerlendirilen çözüm seçenekleri arasındadır. Yerli halk ve azınlık bu kavram çalışmaları için örnek olarak verilebilir.

International Work Group for Indigenous Affairs tarafından hazırlanan ve

KDC’deki yerli halkların durumunu inceleyen 2012 tarihli bir rapor self- determinasyon teamülünün anlaşılması için önemlidir. Örneğin yerli halk kavramının

Pigmeler için kullanıldığı belirtilmektedir957. Bahse konu nitelendirmenin de son zamanlarda gerçekleşen bir gelişme olduğu kaydedilmektedir. Son zamanlarda resmî ve hükümet belgelerinde yerli halk kavramı Pigmeler ile ilintili olarak kullanılmaktadır958.Yerli halk yerine hassas kesim ifadesi de kullanılmaya devam edilmektedir959. Anayasa’daki kullanım örnek olarak verilebilir. Yerli halklardan ziyade azınlık ve hassas kesimlerin mevcudiyeti kabul edilmiştir960. KDC, BM Yerli

Halklar Bildirisi’ne taraftır fakat Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 169 sayılı ve 1989 tarihli Sözleşmesi’ne taraf değildir.

957 The International Fund for Agricultural Development, “Country Technical Note on Indigenous Peoples’ …” 2012, s.1. 958 ibid, s.2, dipnot 6. 959 ibid, s.2. 960 ibid, dipnot 4. 359

Azınlık kavramının, Kinşasa’nın karşısına gelen sorunların çözümünde araç olarak orta vadede kullanılabileceği düşünülmektedir. Diğer taraftan anayasada ne tanım ne de haklara ilişkin çıkarım bulunmaktadır. Anayasa’nın 51. maddesinde bütün azınlıkların ve hassas kesimlerin korunması ifadesi yer almaktadır961.

Çeşitli kaynaklara göre 2006 Anayasası’nda etnik azınlıkların yararlanabileceği haklar bulunmaktadır. Örneğin azınlık olarak var olma hakkının ve ayrımcılığa uğramama hakkının altı çizilmiştir962. Geçmiş yasal düzenlemelere göre

2006 anayasasının daha ileride olduğu çünkü tüm azınlıkların devletin koruması altında bulunduğu kaydedilmektedir963. Ülkede İnsan Hakları Bakanlığı bulunmaktadır. Vatandaşların bu kuruma şikayette bulunma hakları mevcuttur.

Yargıya başvurma da diğer araçlardan biridir.

Kinşasa’nın self-determinasyon taleplerinin siyasileşmesine ve talep edilmesine karşı aldığı önlemler arasında ademimerkeziyetçilik faaliyetleri de bulunmaktadır. Örneğin anayasa değişiklikleri ile vilayetlerin sayısı arttırılmış veya azaltılmıştır. 2006 Anayasası’na göre vilayetlerin sayısında artırıma gidecektir.

İlçelerde mevcut dönemde çeşitli eksikliklerin bulunması ileride sorun çıkması ihtimalini gündeme getirmektedir964.

961 Constitution of the Democratic Republic of Congo, http://www.constitutionnet.org/files/DRC%20-%20Congo%20Constitution.pdf, 13 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir. 962 B. Kahombo, “Protection of the Ethnic Minorities in the Democratic Republic of Congo: Between Breaking off and Continuity of Former Constitutional Rules”, http://the-rule-of-law-in- africa.com/wp-content/uploads/2010/07/Protection-of-the-Ethnic-Minorities-in-the-Democratic- Republic-of-Congo-Between-Breaking-off-and-Continuity-of-Former-Constitutional-Rules.pdf, 2011, s.14, 10 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 963 ibid, s.22. 964 H.F. Weiss and G.Nzongola-Ntalaja, 2013, s.9. 360

Federalizm için yapılan yorumlara da bu başlık altında yer verilmektedir.

Federalizm talepleri çeşitli dönemlerde özellikle muhalif unsurlarca gündeme getirilmektedir. Örneğin güney gibi kaynak bakımından zengin olan kesim bu yönde görüş bildirmektedir. Aslında 1960 Anayasası, ismen belirtilmese de federal bir yapıya sahiptir965.

İç self-determinasyon seçeneklerine ağırlık vererek çözümün aranması

Kongo’nun uzun zamandır maruz kaldığı bölgeselcilik-etnik siyaset sorunları ile de ilintilidir. Bağımsızlığın ilan edilmesinden çok kısa süre sonra ülkede dört farklı ve ayrı yönetim kurulmuştur. Başkent Léopoldville’de Mobutu ve Kasa-Vubu yönetimi,

Lumumba müttefiki Gizenga’nın Stanleyville’deki yönetimi, Katanga’daki Tshombe yönetimi ve Güney Kasai’deki Albert Kalonji yönetimi yaşanan istikrarsızlıktan yararlanıp iktidarı hedeflemiştir. Başka bir deyişle istikrarsızlığın olduğu vakit bölgesel ayrılmalar Kongo tarihinde rastlanmaktadır.

VI. Katanga’nın Self-Determinasyon Gerekçelerinin Değerlendirilmesi

Katanga, Kongo 30 Haziran 1960’da bağımsızlığını kazandıktan on bir gün sonra ülkeden ayrıldığını ilan etmiştir. Kongo’dan ayrılma yönündeki self- determinasyon talebini dile getirirken Belçika sömürge dönemine atıfta bulunmaktadır. Belçika’nın sömürge yönetiminden ayrı bir yapıda Katanga’yı yönettiği belirtilmektedir. Hatta siyaseten de vilayetin bağımsız olduğu öne sürülerek

965 ibid, s.4. 361 bölgesel yapısına vurguda bulunulmaktadır966. Bu bağlamda Katanga’nın ayrılması normal bir süreç olarak değerlendirilmek istenmektedir.

Katanga’nın dile getirdiği ayrılık talebi gerekçelerine bakıldığında hukuki değil siyasi etmenlere başvurduğu görülmektedir967. Kendi içerisinde, Kongo içerisinde, Afrika içerisinde ve uluslararası kesimde hak talebine gittiğinde siyasi etmenlerle self-determinasyonu tanımlamaktadır. Örneğin Katanga’ya destek verilip ayrı bir devlet kurulması durumunda Soğuk Savaş ortamında komünizme ve

“Lumumbacılığa”968 karşı kalkan işlevini göreceği iddia edilmiştir. Ayrıca “beyaz ve siyah ırklar” arasındaki işbirliğine yönelik kanıt oluşturabileceği de vurgulanmıştır969. Böylelikle yabancı destek, uluslararası destek aranarak self- determinasyon çalıştırılmak istenmiştir.

Katanga siyasi gündeme oturmasından bu yana dönem dönem farklı hedefler benimsemiştir. Ayrılığın yanı sıra konfederasyon ve kimi zaman da Belçika tarafından desteklenen özerklik talebinde bulunmuştur. Federasyona yönelik ise değişken bir tutuma sahip olmuştur. Katanga’nın zengin kaynaklarının federatif yapı altında merkezî yönetimce sömürüleceği gerekçesiyle federalizme karşı çıktığı

örnekler mevcuttur. Bu görüşlerin de değiştiği ve federalizmin benimsendiği dönemler olmuştur. Örneğin, Kongo’nun bağımsızlığından önce federe devlet içerisinde özerk bir yapı talebinde bulunmuştur. Daha sonraları ise Konakat lideri

Tshombe, Belçika ve Kongo vilayetleri arasında federal sistemin kurulmasını, yerel

966 M. Larmer and E. Kennes, 2014, s. 4, dipnot 16. 967 A. Heraclides, 1991, s. 66. 968 ibid. 969 ibid, s. 66, dipnot 24. 362 birimlerin de özerkliğini koruması yönünde görüş bildirmiştir970. Özerk ve federatif yapıya sahip olan, Kongo’ya bağlı ve Katangalılar tarafından yönetilecek bir devlet”971 hedefi de gündeme alınmıştır. Ayrılığın ise uygulanacak kadar sonradan benimsendiği kaydedilmiştir. Katanga’nın self-determinasyon istemi sömürgeciliğin tasfiyesi ile gelmemiştir. Kongo’nun bağımsızlığını kazanmasından önce de bölge, bağımsızlığını ilan etmeyi hedeflemiştir. Başkenti Elizabethville’deki şimdiki adıyla

Lubumbashi’deki Belçika birlikleri gibi çeşitli sebeplerden ötürü bu talepler başarılı olamamıştır.

Yukarıdaki tablodan hareketle Katanga’nın hedeflerinde belirsizliğin olduğu ifade edilebilir. Aslında sömürgeciliğin tasfiyesinin hemen sonrasında, Kongo’nun bağımsızlığını kazanmasının sonrasında ayrılık talebinde bulunduğu için kimi yazarlar uluslararası sistemin Katanga’ya destek vermeyeceğinin altını çizmiştir.

Katanga, “matruşka milliyetçiliği” olarak değerlendirilmiştir972. İfade olarak da

“Katangalaşma” kullanılmıştır973.

Katanga ayrılıkçı hareketinin farklı dönemlerde farklı hedefleri benimsemesi hareket içerisinde ne kadar birliğin olduğunu sorgulatmaktadır. Katanga siyasi

örgütlenmesi bünyesinde farklı görüşler mevcuttur; birliğin sağlanamadığı dönemler olmuştur. Örneğin ılımlı lider olarak değerlendirilirken Tshombe kısmi ayrılık fikrini

970 R. Lemarchand, 1962, s.411, dipnot 29. 971 A. Heraclides, 1991, s. 61, dipnot 4. 972 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s. 228. Matruşka milliyetçiliğinin yanında Katanga’nın ayrılma talebi Katangalaşma yani İngilizce ifadesi ile “Katanganization” olarak da ifade edilmektedir. Bu ifade Eisuke Suzki’ye aittir. Marc A. Thibodeau tarafından alıntı yapılmıştır. Bkz.: Marc A. Thibodeau, “The Legality of an Independent Quebec: Canadian Constitutional Law and Self- Determination in International Law”, Boston College International and Comparative Law Review, Volume 3, Issue 1, 1979, s 132 dipnot. 139. Ana kaynak için bkz.: E. Suzuki, Self- Determination and World Public Order: Community Response to Territorial Separation, 16 VA. J. INT’L L. 779 (1976). 973 A. Heraclides, 1991, s. 63. 363 savunurken diğer liderler buna karşı çıkmıştır. Kendi bölgesi içerisinde birliği sağlayamaması bağımsız varlığının üç sene sürmesinde de etkili olmuştur.

Katanga’da birlik sağlanamamasından ötürü vilayet içerisindeki bölgelerden destek sağlayamamış ve zorlanmıştır974.

VII. Katanga Örneği Afrika’daki Self-Determinasyon için Ne Söylemektedir?

Günümüzde de Katanga hareketi varlık göstermekte self-determinasyon talebi sürmektedir. Silahlı mücadeleye başvurmamakta fakat zaman zaman şiddet olayları yaşanabilmektedir. 1992-93 yılları arasında çıkan çatışmalarda yaklaşık 5.000’e yakın kişi hayatını kaybetmiştir975. Silahın bırakılması Marc Weller gibi kimi yazarlara Katanga self-determinasyonunun sona erdiği976 gibi yorum yaptırsa da insan haklarına başvurma gibi çeşitli yöntemlerle hedeflerini gündemde tutmaya

çalışmaktadır. Self-determinasyon vilayet siyasetinde hâlâ gündeme gelebilmektedir.

Örneğin Mai-Mai gerillaları vilayetin başkenti Lubumbashi’yi işgal ettiğinde

1960’ların hareketlerine göndermede bulunmuştur977.

1) İnsan Haklarına Başvurulması

Katanga siyasi hareketi insan haklarını ve KDC yönetimince insan hakları ihlallerine uğradıklarına ilişkin tezi gündemine alırken kıta yapılanmasının önemli kurumlarını devreye sokmaktadır. 1992’de bölgenin en önemli örgütlerinden olan

974 R. Ganguly and R. Taras, 1998, s. 227, dipnot 7. 975 Inetrnational Crisis Group, “Katanga: The Congo’s Forgotten Crisis”, 2006, s.1. 976 M. Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, Vol. 20, No. 1, 2009, s. 114, dipnot 9. 977 M. Larmer and E. Kennes, 2014, s.2, dipnot 6. 364

Katanga Halk Kongresi, Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu’na başvuruda bulunmuştur. Gerekçelerini Afrika İnsan ve Halkların Hakları Tüzüğü’nün (Afrika

Şartı) 20. maddesinin 1. Fıkrasına dayandırmıştır. Zaire’nin bölgede insan hakları ihlalinde bulunduğu iddia edilmiştir. Self-determinasyon hakkına sahip olduğu öne sürülmüş ve Komisyonu sürece dahil ederek bazı kazanımlar hedeflenmiştir.

Katanga’nın bağımsızlığı için mücadele eden ulusal kurtuluş hareketi olarak tanınmayı da talep etmiştir.

Komisyon, Şart’ın Zaire tarafından ihlal edilmediği kararını vermiştir. İnsan hakları ihlallerinin ve Banjul Şartı’nın 13. Maddesi’nde belirtildiği üzere hükümete katılım haklarının engellenildiğine dair yeterli somut deliller olmadığından Zaire’nin toprak bütünlüğünün sorgulanamayacağını ifade etmiştir978. Ayrıca Zaire’nin sınırlarının değişmesi gibi bir konunun Komisyon’un yetki sınırlarını aştığı ve bunun

Afrika Birliği Teşkilatı’nın (ABT) ilkeleriyle çeliştiğini de dikkat çekmiştir979.

Komisyon, başka bir deyişle, bu kararını; self-determinasyon hakkı, sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü ilkeleri çerçevesinde vermiştir. Çözüm olarak

Zaire’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü korunarak Katanga bölgesi halkının self- determinasyona sahip olması sunulmuştur980. Komisyona göre self-determinasyon; bağımsızlık, federalizm, bağlı olunan ülke ile birlik içerisinde yaşanması, konfederalizmi, yerel hükümet seçeneklerini içermektedir. Diğer taraftan bu seçenekler de şarta bağlanmıştır: ülkenin toprak bütünlüğüne uyduğu sürece halkın siyasi isteği gerçekleşebilir.

978 D. Raic, “Chapter 7: Secession”, Statehood and the Law of Self-Determination, The Hague, 2002, s.330. 979 L.-A. Thio, “Battling Balkanization: Regional Approaches Toward Minority Protection”, Harvard International Law Journal, vol. 43 no.11, Summer 2002, s.466, dipnot 372. 980 J. Summers, The Idea of the People: The Right of Self-Determination, Nationalism and the Legitimacy of International Law, (PhD Thesis, University of Helsinki), 2004, s. 203. 365

Katanga’nın insan haklarına başvurması Afrika’da self-determinasyon teamülünün geldiği noktayı göstermesinden önemlidir. İnsan hakları ihlallerinin self- determinasyonu getirebileceğine yönelik algı bulunmaktadır.

Afrika’nın belgeleri self-determinasyonun siyasi yorumu için yine Afrikalılar tarafından kullanılmaktadır. Bu noktada olası bir teamül değişikliğinde önemli veri olarak kabul edilebilir. Katanga’nın başvurması komisyonun self-determinasyona yönelik bir rolü olduğu algısını göstermektedir. Komisyon’un kararının, self- determinasyonun sınırlar içerisinde uygulanabilirliği konusunda emsal teşkil ettiğine dair görüşler mevcuttur. Otonomi hakkının tanınması örnek olarak verilmektedir981.

Bu seçenek de kıtanın en önemli iki prensibine bağlamıştır: toprak bütünlüğünün korunması ve sınırların dokunulmazlığı.

Teamül konusunda faaliyetlerinin yol gösterici olabilmesinin bir diğer nedeni devlet dışı aktörlerin de Komisyon’un başvuru hakkına sahip olmasıdır. Böylelikle

Komisyon, bahse konu örgütlerin self-determinasyonu gündeme getirebileceği tek bölgesel kurum olmaktadır. “Sömürge dönemi sonrası self-determinasyon iddialarının Afrika’da içeriğinin yeniden ele alınması için komisyon üzerinde baskı oluşturduğu”982 kaydedilmektedir.

İnsan haklarının çözüm olarak algılanması KDC’nin de bu alandaki faaliyetlerini gündeme almaktadır. 2006 Anayasası’nın insan haklarına dair kısmı

önemlidir. İkinci bölümde “İnsan Hakları, Temel Özgürlükler, Bireyin ve Devletin

Sorumlulukları” başlıklı kısımda ele alınmıştır; fakat insan hakları başlığı altında

981 M. O. Mhango, “Recognizing a Right to Autonomy for Ethnic Groups under the African Charter on Human and Peoples’ Rights: Katangese Peoples Congress v. Zaire”, http://www.wcl.american.edu/hrbrief/14/2mhango.pdf, s.11, 08 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 982 ibid. 366 bireysel haklardan ziyade toplumsal hakları kullanmıştır983. Kimi kaynaklarda geleneksel insan haklarının kullanıldığı kaydedilmektedir984. Önceki anayasalarda da insan hakları yerine farklı terimler kullanılmıştır. 1964 ve 1967 Anayasalarında temel haklar ifadesi altında yer almıştır. Adlandırma farklı olsa bile içeriğinin aynı olduğu belirtilmektedir985. Çeşitli alanlarda ilerleme sağlansa da bu hakların korunması ve güvence altına alınmasında 2006 Anayasası’nın birtakım eksiklikleri bulunduğuna dikkat çekilmektedir986.

VIII. Sonuç

1960-63 yılları arasındaki ayrılık deneyiminden sonra Katanga, yeniden

Kongo’nun bir parçası olmuş, Kongo sınırlarına dahil edilmiştir. Hukuktan ziyade self-determinasyon siyasi ilkelere dayandırılmıştır. 1997’de Zaire’deki merkez yapının kontrolünü kaybetmesiyle Katanga ayrılıkçı hareketi yeniden canlanmıştır.

İnsan hakları kavramına başvurarak Afrika Komisyonu’nu sürece dahil etmesi kıtada kavramın ve kurumun self-determinasyon teamülü için kullanabileceğini göstermiştir.

Katanga’nın girişimi başarılı olsaydı ayrılma taraftarı diğer grupların self- determinasyon yönündeki taleplerini arttıracağı öne sürülmekte idi987. Katanga’nın bağımsızlık iddialarının kıtadaki diğer hareketleri tetikleyeceği de savunulmuştur.

983 B. Kahombo,2011, s.10. 984 P.F. K. On’ufuku wa Kandolo, “Pour Une Nouvelle Constitutionnalisation des Droits de l’Homme: La Republique Democratide du Congo Toujours au Rond Point”, http://www.congoforum.be/upldocs/Article%20sur%20laconstitutionnalisation%20des%20droits %20de%20l%20homme%20au%20congo%5B1%5D.pdf, s. 7, 16 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir. 985 ibid. 986 ibid, s. 8. 987 C. O. Quaye, 1991, s. 220. 367

Balkanlaşmanın yaşanacağı ifade edilmişti. Senegal’de Casamance, Angola’da

Kabinda ve Etiyopya’da Ogaden gibi bölgelerde etkili olabileceği savunulmuştu.

Ama konuyla ilgili bir gelişme yaşanmamıştır.

Katanga self-determinasyonu başarısız olduktan sonra Kinşasa; ayrılıkçı talepleri bastırmak, engellemek için farklı yollar izlemiştir. Katanga bölgesinin liderlerini yönetime dahil etmesi verilebilecek bir örnektir. Moise Tshombe, Kongo başbakanı olmuştur. Böylelikle sorunun siyasi ve idari yönünde çözümün sağlanması amaçlanmıştır. 8. KOSOVA VE KIRIM ÖRNEKLERİ VE AFRİKA’NIN SELF-

DETERMİNASYONU

Afrika’da self-determinasyon algısı ve politikaları incelenirken tezde uluslararası hukukun yanında uluslararası ilişkiler alanından da çeşitli örneklerden yararlanılmıştır. Güney Sudan’ın dışında 21. yy’ın self-determinasyonla ilişkilendirilen diğer örneklerine kısaca değinmenin kıtanın hakka dair duruşunun ve ilgili teamülün anlaşılmasında önemli olduğu düşünülmektedir. Bu iki örnek uluslararası ilişkilerde ve uluslararası hukukta tartışmalı olan Kosova ve Kırım “self- determinasyonlarıdır”. Afrika’daki self-determinasyon örnekleri ve talepleriyle karşılaştırma yapmak kıtaya has özelliklerin anlaşılmasını sağlamaktadır. Kosova ve

Kırım örnekleri zamanlama açısından seçilmiştir. Self-determinasyonun kime karşı, hangi gerekçelerle ve nasıl talep edildiği, nasıl bir sürecin izlendiği ve nasıl bir sonuca varıldığı kıyaslama ve benzerlik kurmadaki ana noktalar olacaktır.

I. Kosova “Self-Determinasyonu”

Yugoslavya ve sonrasında Sırbistan ile Kosova’nın idari ve siyasi ilişkileri,

Sırbistan ve Kosova arasında savaşın yaşanması ve uluslararası kesimin savaşa,

Kosova’nın yönetim sürecine müdahil olması self-determinasyon olarak adlandırılan sürecin değerlendirildiği ana çerçeveleridir. “Kosova self-determinasyonu” incelenirken ilk akla gelen soru bağımsızlığın nasıl elde edildiği, Kosova’nın

Sırbistan’dan nasıl ayrıldığıdır. Kosova’da bağımsızlık, uluslararası hukukta genelgeçer self-determinasyon ilkesinin belirttiği gibi referandum ile değil; 2008’de

Priştine Meclisi’nin aldığı karar ile gelmiştir. Sırbistan, kararın tek taraflılığına ve 369

çözüm sürecine dair müzakerelerin devam ettiğine dikkat çekerek böyle bir adımın atılmasına karşı çıkmış ve kabul etmemiştir.

1) Etnik ve İdari Yapısıyla Kosova

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla ilintili olarak self-determinasyonun uygulanmasına kadarki süreç içerisinde Kosova’nın idari statüsünde değişiklikler yaşanmıştır. Örneğin Yugoslavya Sosyalist Federal

Cumhuriyeti içerisinde Kosova Özerk Sosyalist Bölgesi olarak bulunmakta idi.

Sonradan kurulan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içerisinde ise Sırbistan Sosyalist

Cumhuriyeti bütünlüğünde yer almıştır. Kosova’ya bu dönemde Voyvodina gibi

özerk bölge statüsü verilmiştir. Kosova Özerk Bölgesi adıyla da Sırbistan

Cumhuriyeti toprakları içinde yer almıştır. Yugoslavya Sosyalist Federal

Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla Kosova, 1989’da özerk statüsünü kaybetmiştir.

Kosova’da Arnavutlar çoğunluğu, Sırplar ise azınlığı oluşturmakta idi. Farklı etnik ve dini kökenden gelmelerinin yanında farklı siyasi hedefleri karşılıklı olarak gerginliği arttırmıştır. Çoğunluk Müslümanlardan oluşmaktadır. Sonrasında ise

Hıristiyanlar gelmektedir.

2) Kosova’da Özerklik ve Ayrılma Teşebbüsleri

Kimliksel farklılığın yanında idari ilişkilerde de farklı çıkarların olması

Yugoslavya/Sırbistan ve Kosova arasındaki anlaşmazlığı sürekli gündemde tutmuştur. Dönem dönem Kosovalı Arnavutlar, özerklik ve ayrılık taleplerini çözüm olarak dile getirmiştir. Böylelikle sonrasında self-determinasyon talebinin önü 370 açılabilmiştir. Bahse konu talepler karşısında özerklik gibi çeşitli iç seçenekler uygulanmaya, geliştirilmeye çalışılmış fakat başarılı olunamamıştır. 1963 ile 1989 yılları arasında Kosova, özerk statüye sahip olmuştur fakat bu idarî özellik sorunun ya da gerginliğin çıkmasına engel olamamıştır. 1990’lı yıllarda da Kosovalı

Arnavutlar, benzer taleplerde bulunmuşlardır988; 1990’da yeniden bağımsızlık yönünde adım atmışlar, 1991’de ise referandum düzenlenmiştir. Sırbistan ile nihaî statü andlaşması imzalanıncaya kadar beklenmesi istenmiş, geri adımın atılması karşılığında önemli oranda özerkliğe sahip olmuştur. 1999 tarihli Rambouillet

Andlaşması Kosova’ya fazla otonomi ve özerklik verdiği gerekçesiyle Yugoslavya tarafından imzalanmamıştır. Böylelikle NATO’nun müdahalesi başlamıştır.

Siyasi unsurların gibi Kosova, self-determinasyonunu gerekçelendirmede hukuki unsurlara da yer vermiştir. Örneğin ayrılık ve bağımsızlık hedefini açıklamaya çalışırken Kosova, anayasaya da başvurmuştur. Yugoslavya’nın 1974

Anayasası’nın ayrılmaya dair olanak sağladığını savunmuştur. Oysa aynı metin,

Kosova’ya federasyondan ayrılma hakkını açıkça tanınmamıştır. Yugoslavya’nın parçası olan cumhuriyetlerin sahip olduğu yetki ve sorumlulukları hatırlatarak zımnen ayrılmaya hakkı olduğunu öne sürmüştür.

Kosova’nın “self-determinasyonunda” gerek yerel gerek bölgesel gerekse uluslararası alanda siyasi unsurlar da öne çıkmaktadır. SSCB’nin dağılmasıyla başlayan sürecin olumsuz etkileri yaşanan çatışmalar ve uluslararası yönetimin varlığı bu alanda sıralanan gerekçeler arasında yer almıştır. Ayrıca Avrupa’nın

988 C. J. Borgen, “Kosovo’s Declaration of Independence: Self-Determination, Secession and Recognition”, American Society of International Law: Insight, Volume: 12, Issue 2, 29 February 2008, http://www.asil.org/insights/volume/12/issue/2/kosovos-declaration- independence-self-determination-secession-and, 03 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

371

Kosova’nın “self-determinasyonunu” tanıması siyasi nedenlerle açıklanmaktadır.

Kosova’nın kendi devletini kurarak Avrupa’nın sorumluluğundan çıkması istenmiştir989. Buna ilaveten Yugoslavya’nın parçalanmasında yaşanan self- determinasyon örneklerinde Avrupa’nın her olaya aynı tepkiyi vermemesi990 de

Kosova’ya ilişkin tutumunun siyasi olduğunu göstermektedir.

Şiddetin etnik boyutu kazanmasıyla uluslararası kesimin olaya dahil olması,

Kosova’nın ve self-determinasyon talebinin lehine olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi gibi etkilerle Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti de dağılma sürecine girmiştir. Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna’nın ayrılması ile Yugoslavya

Federal Cumhuriyeti kurulmuştur. 2003’te ise Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti,

2006’da Karadağ bağımsızlığını ilan etmiştir. Başka bir deyişle Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Yugoslavya ve bölgesinde ayrılma ve yeni devletlerin oluşma süreci başlamıştır. Zaten Kosova Arnavutlarının self-determinasyonu talep etmeye yakın olması, sosyo-politik gelişmeler ve şiddet olaylarının patlak vermesi, uluslararası kesimin müdahil olmasıyla ayrılık süreci hızlanmıştır. Kosova’nın uluslararası yönetimi self-determinasyon sürecini kolaylaştırmıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 kararı Kosova’nın ayrılmasında önem teşkil etmektedir. Uluslararası yönetimi oluşturmuştur fakat self-determinasyona dair içeriği taraflarca farklı algılanma özelliğine sahiptir. Kosova’nın bağımsızlığını ne yasaklamakta ne de kabul etmektedir, “temkinli bir şekilde self-determinasyona atıfta

989 A. Kachuyevski, “Sovereignty, Self-Determination, and State Collapse: Reassessing Yugoslavia”, The Fletcher Forum of World Affairs, Vol. 32, No.2, Summer 2008, s. 175. 990 ibid. 372 bulunmaktan kaçınılmıştır”991. Uluslararası hukukun diğer önemli belgeleri gibi net olmayan ve tartışmaya açık bir dil kullanılmıştır.

BM’nin bir başka adımı da Kosova’nın ayrılığını hızlandırmıştır. Kosova

Özel Temsilcisi Martti Ahtisaari’nin hazırladığı 2007 tarihli Kosova’nın Statüsü

Anlaşması için Kapsamlı Önerisi (Comprehensive Proposal for the Kosova Status

Settlement) yol haritası niteliği taşımıştır. Uluslararası denetim sürecinden sonra

Kosova’nın bağımsızlığını önermektedir992. Oysaki raporun hazırlanması ve kamuoyu ile paylaşılması sürecinde taraflar arasında Kosova’nın bağımsızlığına ilişkin nihaî statü görüşmeleri devam etmektedir.

ABD, Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan önemli ülkelerin başında gelmektedir. Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Kosova’nın self- determinasyon sürecini alışık olmayan etkenlerin bileşimi şeklinde yorumlamıştır993.

Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan siyasi atmosfer, “etnik temizlik” olarak adlandırdığı silahlı çatışmalar, Kosova’da sivillere karşı işlenen suçlar ve BM yönetiminin uzaması Kosova’nın self-determinasyonu talep etmesi ve çalıştırması için Rice’a göre yeterli olmuştur. Bu faktörlerin bir araya geldiği başka bir örneğin olmadığının altını çizen Rice, böylelikle Kosova’nın emsal teşkil edemeyeceğini savunmuştur994.

Rusya ve Sırbistan tarafı ise Kosova’nın bağımsızlık bildirisine karşıdır. BM

Güvenlik Konseyi’nin 1244 no’lu kararına farklı açıdan yaklaşmıştır. Kararın,

991 F. Arsava, “Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 5, No. 17, 2009, s. 5. 992 U.S. Department of State:Bureau of European and Eurasian Affairs, “Fact Sheet: Summary of the Comprehensive Proposal for the Kosovo Status Agreement”, http://www.state.gov/p/eur/rls/fs/101244.htm, 20 January 2009, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 993 C. J. Borgen, 2008, dipnot 19. 994 ibid. 373

Sırbistan’ın toprak bütünlüğünü ve sınırlarını koruduğunu kaydederek ancak

Sırpların onayının alınmasından sonra Kosovalı Arnavutların ayrılabileceğini savunmuştur.

Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinde BM’nin onaylayıcı tutumu bulunmamaktadır. Diğer taraftan sonrasında Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) görüş istemesi Kosova’nın self-determinasyonun sorunlu olduğunu kabul etmesinin zımnî bir işareti olarak yorumlanmıştır. BM Genel Kurulu, konuyu UAD’ye taşıyarak bağımsızlık bildirgesi ile ilgili görüş istemiştir. Burada önemli olan nokta

Genel Kurul’un self-determinasyonun hukuki olup olmadığını değil bağımsızlık bildirgesinin uluslararası hukuka uygun olup olmadığını incelemesidir. Sorunun niteliğini self-determinasyondan çıkarıp sonrasında Kosova’nın bağımsızlığının kabulünü amaçlamaktadır. UAD, 2010’da aldığı danışma niteliğindeki kararında

Kosova’nın bağımsızlık bildirgesinin uluslararası hukuku ihlal etmediğini kaydetmiştir. Uluslararası hukukun tek taraflı olarak bağımsızlık bildirgesinin yayınlamasına dair bir sınırlama veya engel getirmediğini vurgulamıştır. Böylelikle bir anlamda self-determinasyona uyup uyulmamasına bakılmaksızın bağımsızlığın ilan edebileceği gösterilmiştir.

II. Kırım “Self-Determinasyonu”

Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin self-determinasyonu talep etmesi, kullanması ve ilgili süreç; Kiev başta olmak üzere Ukrayna’da cereyan etmiş olağandışı olaylara tepki niteliğini taşımaktadır. Taraflar arasında idari ve siyasi ilişkilerin gerginleşmesi, bölgesel ve uluslararası konjonktürün etkisinin yanında Rusya’nın da 374 sürece dahil olması Kırım’ın “self-determinasyonunun” ana çerçevesi olarak yorumlanmıştır. Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılması siyasi ve hukuki gelişmelere bir yanıt olarak geliştirilmiştir. Eski devlet başkanı Viktor Yanukoviç; Ukrayna-Avrupa

Birliği Ortaklık Anlaşması’nı imzalamadığı, Rusya’nın çıkarlarını düşündüğü gibi gerekçelerle görevden alınmış, geçici hükümet kurulmuştur. Rus yanlısı milisler ve

Ukrayna ordusu ile çatışmalar çıkmıştır. “Self-determinasyon”, Kırım

Parlamentosu’nun aldığı kararla ve sonrasında düzenlenen referandum ile Rusya

Federasyonu’na bağlanma ile gerçekleşmiştir.

Kiev, kararın tek taraflı olmasına ve anayasaya karşı gelinmesine dikkat

çekmiş; Kırım’ın self-determinasyon sürecine ve gerekçelerine karşı çıkmıştır.

Ukrayna Anayasası’na göre toprak bütünlüğüne dair konular ülke genelinde düzenlenecek bir referandumla belirlenmelidir. Kiev ve uluslararası kesimin bazı aktörleri bu bağlamda Kırım referandumunun tek taraflı düzenlendiğini ve hukuka aykırı olduğunu kaydetmektedir. Dış self-determinasyon yerine mevcut sorunun

çözülmesi için iç self-determinasyon seçeneklerinin kullanılması gerektiği savunulmuştur. Bahse konu seçeneklerin uygulanamaması ve Ukrayna yönetiminin ilgili adımları atmaması durumunda referandumun kullanabileceğini ifade edilmiştir; fakat son gerginlikte iç self-determinasyon seçenekleri görüşülmeden ayrılık kararı gelmiştir. Kırım’da ayrılığın hemen uygulanması uluslararası hukuk ve siyasette ender rastlanan bir örnektir. Müzakere süreci başlamamıştır.

375

1) Etnik ve İdari Yapısıyla Kırım

SSCB’nin otonom cumhuriyeti iken Ukrayna’ya bağlanmıştır. Ukrayna’nın sınırları içerisinde adı Kırım Özerk Cumhuriyeti olmuştur. Anayasaya, bakanlar kuruluna, bayrağa sahip olmuştur fakat Ukrayna’nın belirli alandaki ve belirli düzeydeki kontrolü taraflar arasında gerginlik yaratmıştır. Örneğin; Kırım Anayasası

Ukrayna Parlamentosu tarafından onaylanmalı idi. Yasama faaliyetleri de Ukrayna

Anayasası ile uyumlu olmalı idi. Ukrayna’nın bağımsız olmasıyla Kırım’ın Rusya ile ilişkileri geliştirmek ve bağımsızlık gibi hedefleri gerginlik yaratmıştır. Kırım’ın statüsüne ilişkin Kiev-Kırım arasında farklı hedeflerin olması ilişkilerde sorun

çıkmasına neden olmuştur. Örneğin Ukrayna’da 1996 Anayasası’nın kabulü ile

Kırım’daki idari yapı daha çok temsili karaktere bürünmüş995, daha fazla yetkinin verilmesi talebi çeşitli tartışmalara yol açmıştır.

1783’te Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’ın nüfusunun yüzde altmışı

Ruslardan oluşmaktadır. Sonrasında Ukraynalılar ve Tatarlılar en büyük etnik gruplar olarak sıralanmaktadır. Nüfusun çoğunluğu Hıristiyandır. Ukrayna genelinde tek resmî dil Ukraynaca iken Kırım’da resmî faaliyetler Rusça yürütülmüştür.

2) Kırım’da Özerklik ve Ayrılma Teşebbüsleri

Kimlik ilişkilerinin yanı sıra idari düzenlemeler de Kiev ve Kırım’ın çeşitli aralıklarla karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Kırım; daha fazla yetki istemini gündemde tutmaya çalışmıştır. Özerklik, öz yönetim, Ukrayna’dan ayrılma,

995 A. Tatarenko, “The Legal Status and Modern History of Crimean Autonomy”, Verfassungsblog, http://www.verfassungsblog.de/en/the-legal-status-and-modern-history-of-crimean- autonomy/#.U-iRfeN_tR4,02 April 2014, 11 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 376 kaynaklar üzerinde paylaşıma gidilmesi gibi talepleri kabul edilmemiş veya istenilen sonucu vermemiştir. Kırım’ın cumhuriyet ve bağımsızlığını ilan etmesi, referandum gibi teşebbüsleri çoğu zaman daha fazla özerkliğin verilmesiyle ve yetki paylaşımına gidilmesiyle cevaplanmıştır. Bazı dönemlerde ise yaşanan gerginliklerden ötürü

Kırım anayasası feshedilmiştir.

Kırım, Rusya’ya bağlanma yönünde kullandığı self-determinasyonunu açıklarken siyasi ve siyasi temellerde şekillendirdiği hukuki gerekçelere dayanmaktadır. Kırım Anayasası parlamentoya ne ayrılık kararı alması ne de bu

çerçevede referandum düzenlemesi için yetki vermektedir. Bu doğrultuda Kırım, halkın gerek karara gerekse referandumun düzenlemesine destek vermesine dikkat

çekmiştir. Böylelikle hukuki temelde getirilen eleştirilere karşı siyasi açıklamalarda cevap vermektedir. Kırım Rusya’ya bağlanma kararının Ukrayna anayasasını ihlal etmediğini de savunmaktadır. Aksine Ukrayna’nın bizzat anayasayı çiğnediğini ve akabinde Kırım’ın self-determinasyon sürecini başlattığı öne sürülmektedir. Eski devlet başkanı Yanukovich’in görevden alınmasıyla hız kazanan sürecin hukuk dışı olduğu, anayasal sürecin askıya alındığı, darbenin gerçekleştiği kaydedilmektedir.

Ayrıca siyasi self-determinasyon taleplerinde bulunan diğer hareketlerin kullandığı benzer gerekçelere de Kırım’ın self-determinasyonunda başvurulmuştur.

Ülkedeki Rus kökenli vatandaşlarının dillerini kullanmada, kültürel haklarını korumada ve yaşamlarında baskı altında kaldıkları ve ayrımcılığa maruz kaldıkları savunulmuştur. Rusçanın statüsüne yönelik adımlar toplumdaki tepki gibi çeşitli nedenler sebebiyle etkisiz kalmıştır. Rusçanın bölgesel dil kabul edilmesi akabinde ikincil dil olmasına yönelik kararın geri çekilmesi örnek olarak verilmektedir. Bir başka gerekçe olarak da Rus kökenli vatandaşların can güvenliğinin sağlanması çabası 377 sunulmuştur. Kiev’deki süreç, aşırı sağcı kanadı yönetime getirmiştir. Bu bağlamda

Rus vatandaşlarının can güvenliğinin tehdit altında olduğu ve self-determinasyonun

Rusya’ya bağlanma şeklinde kullanılmasıyla çözümün sağlanacağı savunulmuştur.

Kırım’ın “self-determinasyonunda” Sovyet/Rus-Ukrayna tarihi ilişkileri etkili olmuştur. Moskova da Kırım’ın ilgili self-determinasyon kararına yönelik çeşitli gerekçeler öne sürmüştür. Rus-Kırım tarihine gönderme bulunmuştur. Kırım’ın

önceden Rusya’nın ve sonradan da SSCB’nin parçası olduğunu vurgulamıştır. Tarihi haklara başvurarak Kırım’daki süreci ve sonucunu self-determinasyon başlığı altına almaya çalışmıştır.

III. Afrika ve Kosova, Kırım “Self-Determinasyonları”

1) Afrika Self-Determinasyonlarının Kosova ve Kırım Örnekleri ile

Karşılaştırılması

Son dönemde gerçekleşen Kosova ve Kırım self-determinasyonları ile karşılaştırma yaparak Afrika’nın self-determinasyon politikalarının ve algılarının farklı olduğu anlaşılabilmektedir. Afrika’dan Eritre’nin ve Güney Sudan’ın self- determinasyonu ayrılık yönünde kullanmaları karşılaştırma için başat örnekler olarak seçilmiştir. Örneğin Kosova’nın self-determinasyonunun Eritre’yi andırdığını söyleyen kesim mevcuttur996. Kırım’ın da Afrika’daki ayrımcı hareketler için örnek olabileceğine dair çeşitli görüşler bulunmaktadır997.

996 C. J. Borgen, “350. Is Kosovo a Precedent? Secession, Self-Determination and Conflict Resolution”, Wilson Center, http://www.wilsoncenter.org/publication/350-kosovo-precedent- secession-self-determination-and-conflict-resolution, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 997 L. Louw-Vaudran, “: What Lessons for Africa?”, Institute for Security Studies, http://www.issafrica.org/iss-today/crimea-what-lessons-for-africa, 01 April 2014, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 378

Kosova’da çoğunluğu Arnavutların oluşturduğu kesim self-determinasyonu

Sırbistan’a karşı ayrılık seçeneği ile kullanmayı talep etmiş ve bunu gerçekleştirebilmiştir. Kırım’da ise çoğunluğunu Rus kökenli vatandaşların oluşturduğu topluluk self-determinasyonu Ukrayna’dan ayrılma ve Rusya’ya bağlanma yönünde kullanmıştır. Eritre ve Güney Sudan da farklı etnik yapıyı oluşturduğu gerekçesiyle self-determinasyon talebinde bulunmuş ve söz konusu istekte başarılı sağlanmıştır. Uluslararası hukukta self-determinasyonun belirleyici ilkelerinden biri olan uti possidetise karşı çıkılmıştır.

Kosova’nın ve Kırım’ın sömürge toprağı olmamaları, self-determinasyonun bu kriterine uymamaları nedeniyle baştan Afrika’daki self-determinasyon örnekleri ile farkı bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü Kosova’nın ve Kırım’ın self- determinasyonları uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self-determinasyon hakkına aykırıdır, siyasi self-determinasyon örneğidir. Bu bağlamda Güney Sudan’ın self-determinasyonuna benzemektedir; Eritre’nin tartışmalı self-determinasyon

örneği ile de benzerlik taşımamaktadır.

Kosova, Kırım, Eritre ve Güney Sudan’ın ortak noktalarından bir tanesi de

özerkliğin şikâyetleri dindirmede, sorunu çözmede, talepleri gidermede yeterli olmamasıdır. Başka bir deyişle her bir sorunun tarihinde çeşitli taleplerin dile getirildiği ve çeşitli idari çözümlerin öne sürüldüğü dönemler olmuştur. Özerklik ile ilgili atılan adımlar yetersiz gelmiş ya da uygulanamamıştır. Talepler ve şikâyetler devam etmiş, süreç bağımsızlığın ilan edilmesine kadar ilerlemiştir. Ayrıca taraflar arasında savaş çıkmış, sivil kayıp yaşanmıştır. Şiddetin tarafların ilişkisinde bir dönem belirleyici unsur olması self-determinasyon sürecini önemli oranda etkilemiştir. 379

Bir başka ilgi çekici nokta ayrılığın self-determinasyon sürecinin hangi aşamasında ilan edilmesidir. Sırbistan ile müzakereler devam ettiği bir sırada

Kosova’da ayrılık ilan edilmiştir. Öncesinde iç self-determinasyon seçeneklerinin uygulanmaya çalışıldığı fakat başarısızlıkla sonuçlandığı örnekler mevcuttur fakat son yaşanan gerginlikte doğrudan ayrılık ilan edilmiştir. Kırım’da da son yaşanan gerginlikte doğrudan ayrılık kararı Rus yanlılarınca verilmiştir. Öncesinde özerklik, yetki paylaşımı gibi seçenekler uygulanmıştır fakat son dönemeçte ilk ve tek seçenek olarak ayrılık hedeflenmiştir. İki örnekte de BM’nin self-determinasyonu ayrılık

şeklinde uygulanmasında direktifi, kabulü ve onayı olmamıştır. Eritre ve Güney

Sudan örneklerinde ise Etiyopya ve Güney Sudan ile yürütülen müzakereler

çerçevesinde ilgili adımlar atılmıştır. BM veya Afrika Birliği Teşkilatı ve Afrika

Birliği gibi kuruluşların denetiminde müzakereler devam etmiş, antlaşmalar imzalanmış ve referandum düzenlenmiştir.

Yukarıdaki paragrafla bağlantılı olarak Kosova ve Kırım tek taraflı olarak self-determinasyon ilan etmiştir. Eritre ve Güney Sudan’da ise bağımsızlığın ilan edilmesi tek taraflı olmamıştır. Başka bir deyişle ayrılmak istenilen devletin onayı ve bu onayın ilgili antlaşmaya veya anayasaya dahil edilmesiyle self-determinasyon ayrılık yönünde çalıştırılmıştır. Afrika’nın iki örneğinde de referandum yoluyla ayrılık seçilmiş ve akabinde bağımsız devletler kurulmuştur. Kosova’da ise Sırbistan ile müzakere süreci devam ederken bağımsızlık kararı alınmıştır. 2014’e gelindiğinde

Kırım Parlamentosu da Kiev’deki siyasi ve idari sürece tepki olarak merkezle görüşmeden, tek başına bağımsızlık ve referandum kararı almıştır. Eritre ve Güney

Sudan’da ise sürecin sonucu olarak self-determinasyon gerçekleşmiştir. 380

Çatışan tarafların uzlaşma zemini olarak değerlendirilen ve self- determinasyon taleplerini belli bir çerçeveye sokan belgelerin niteliği de Güney

Sudan, Kosova ve Kırım örnekleri arasında benzerlik göstermektedir. Kosova için

BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 no’lu kararı ve Güney Sudan için de Kapsamlı Barış

Andlaşması (KBA) bu bağlamda önemlidir. Kullanılan ifadeler belirsiz ve içerik tartışmaya açıktır. Tarafların karşıt tezler öne sürmelerine olanak sağlanmıştır. Bahse konu karar Sırbistan’ın toprak bütünlüğünün korunması olarak da yorumlanmıştır.

Sudan ise KBA’yı federasyona, Güney Sudan ise konfederasyona yakın bir sistem olarak yorumlamıştır. Kırım da Ukrayna Anayasası’nın kendisine bağımsızlık hakkı verdiğini öne sürmektedir.

Dört örnekte self-determinasyon taleplerinin gerçekleşebilmesinde uluslararası destek önemli etmenlerden olmuştur. BM ve NATO başta olmak üzere uluslararası kesim Kosova’nın self-determinasyon sürecinde önemli role sahiptir.

Kırım’da ise başta Güvenlik Konseyi olmak üzere BM, self-determinasyon sürecine karşıdır; Moskova ise başat destekçidir. Eritre ve Güney Sudan örneklerinde ise

BM’den ziyade tarafların kendi aralarında anlaşmalarıyla, neticesinde de ABT ve

AfB’nin arabuluculuğunda sürecin çerçevesi çizilmiş ve ilerleme sağlanmıştır.

Referandum ve müzakerelerde BM yardımcı bir göreve sahiptir. Öte yandan

Washington’un verdiği destek Juba’nın self-determinasyonunu gerçekleştirebilmesinde oldukça etkili olmuştur. Etiyopya’ya verilen dış desteğin azalması da Eritre’nin ayrılık kararının kabul edilmesinde önemlidir.

381

2) Afrika’nın Kosova ve Kırım “Self-Determinasyonlarına” Tutumu

Afrika’nın self-determinasyon teamülünün ve politikalarının anlaşılması için kıta devletlerinin Kosova ve Kırım örneklerine dair tutumlarının incelenmesi

önemlidir. Uluslararası kesim gibi Afrika için de Kosova ve Kırım tartışmalı olayları teşkil etmektedir.

Kosova konusunda Afrika için kullanılacak en önemli gösterge kıtadan hangi devletlerin Kosova’nın bağımsızlığını tanıdığıdır. 2014 rakamlarına göre kıtada

Kosova’yı tanıyanların oranı yarı yarıyadır; zamanla Priştine’yi tanımayı tercih eden

ülkelerin sayısı artmıştır. Kosova’yı tanıyan Afrika ülkeleri şunlardır: Senegal

(2008), Burkina Faso (2008), Liberya (2008), Sierra Leone (2008), Gambiya (2009),

Komorlar (2009), Malavi (2009), Moritanya (2009), Swaziland (2009), Cibuti

(2010), Somali (2010), Gine-Bissau (2011), Orta Afrika Cumhuriyeti (2011), Gine

(2011), Nijer (2011), Benin (2011), Gabon (2011), Fildişi Sahili (2011), Gana

(2012), Çad (2012), Burundi (2012), Tanzanya (2013), Mısır (2013), Libya (2013),

Lesotho (2014), Togo (2014). Tezde incelenen örneklerin tarafları olan Fas, Cezayir,

Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti, Eritre, Etiyopya, Sudan, Güney Sudan,

Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Nijerya ise Kosova’yı tanımamıştır.

Fas ve Cezayir, Batı Sahra konusunda farklı görüşe sahip olsalar da

Kosova’da Sırbistan’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana tavır takınmaktadır. Güney Sudan tanıma yönünde olumlu ifadelerde bulunmaktadır.

Kinşasa da Sırbistan yanlısı politika izlemektedir. Nijerya salt Kosova’nın bağımsızlığını değil Kırım’ın da Ukrayna’dan ayrılmasını tanımayacağını belirtmektedir. Gerekçe olarak bir ülkenin zorla parçalanmasına karşı olmalarını göstermekte ve Biafra savaşına göndermede bulunmaktadır. Ülke olarak benzer 382 durumları yaşadıklarını hatırlatmakta, bu yönde oluşacak yeni bir devletin bağımsızlığını tanıyacak en sona devletin Nijerya olacağını savunmaktadır998.

Afrika’da sınırları içerisinde self-determinasyon hareketleri barındıran

ülkelerin tutumları Kosova’nın “self-determinasyonu” konusunda farklılık teşkil etmektedir. Tanzanya, Zanzibar’ın taleplerine rağmen Kosova’yı tanımıştır. Senegal de Kazamans’ın siyasi, ekonomik ve eğitim gibi ayrımcılık politikalarının son verilmesi talebine rağmen Kosova’nın bağımsızlığını tanımıştır. Böylelikle Kosova self-determinasyonun farklı algılandığı ve kıtada farklı politikaların izlendiği görülmektedir.

Kırım’a ilişkin olarak Afrika devletlerinin tutumu farklılık göstermektedir.

Tepkilerin anlaşılması ve self-determinasyona dair zımni veya açık irade örneği olarak BM Genel Kurulu’nun ilgili kararı ve kıta devletlerinin tutumu incelenecektir.

BM Genel Kurulu’nun 68/262 no’lu kararı Ukrayna’nın Toprak Bütünlüğü adını taşımaktadır. BM, Kırım’ı Ukrayna’nın bir parçası, Kırım referandumunu ise geçersiz olarak tanımıştır.

Benin, Cape Verde, Çad, Gine, Kamerun, Kongo Demokratik Cumhuriyeti,

Madagaskar, Malavi, Mauritius, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Şeyseller,

Sierra Leone, Somali, Togo, Tunus kararı kabul etmiştir999. Sudan ve Zimbabve, karara hayır demiştir. Angola, Cezayir, Cibuti, Botsvana, Burkina Faso, Burundi,

Eritre, Etiyopya, Gabon, Gambiya, Güney Afrika, Güney Sudan, Kenya, Komorlar,

998 R. Ajakaye, “Nigeria Not to Recognize Kosovo”, Anadolu Agency, http://www.aa.com.tr/en/news/307116--nigeria-not-to-recognise-kosovo, 28 March 2014, 06 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir. 999 United Nations General Assembly, “Draft Resolution Territorial Integrity of Ukraine Resolution”, (68/262; 27 March 2014), https://papersmart.unmeetings.org/media2/2498292/voting-record.pdf, 10 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 383

Lesotho, Mali, Mısır, Moritanya, Mozambik, Namibya, Ruanda, Sao Tome ve

Principe Adaları, Swaziland, Tanzanya, Uganda, Zambiya çekimser oy kullanmıştır1000. Ekvator Ginesi, Gana, Gine-Bisseau, Fas, Fildişi Sahili

Cumhuriyeti, Kongo Cumhuriyeti ise oylamaya katılmamıştır1001.

Tezde incelenen olayların tarafları farklı tutum takınmıştır. Sudan, Kırım’ı savunan bir yaklaşım benimsemiştir. Cezayir, Eritre, Etiyopya, Güney Sudan ne self- determinasyona destek vermiş ne de karşı çıkmıştır. Nijerya ve Kongo Demokratik

Cumhuriyeti ise karara karşı çıkmış ve toprak bütünlüğü, sınırların dokunulmazlığı ilkelerine bağlı kalmayı sürdürmüştür. Fas, oylamaya katılmayarak Kırım’da Batı

Sahra politikasını devam ettirmiştir.

Self-determinasyon hareketlerine maruz kalan diğer ülkelerin Kırım’a yönelik tavırlarında bütünlük yoktur. Örneğin Zimbabve, sınırları içerisinde self- determinasyon hareketine sahip olan bir ülkedir fakat karara ret oyu vermiş ve

Kırım’ı desteklemiştir. Topraklarında sömürge öncesi döneme dönmek isteyen

Ekvator Ginesi ise oylamaya katılmamıştır.

IV. Sonuç

Sonuç olarak, Kosova ve Kırım “self-determinasyonları” ile kıyaslandığında

Afrika’nın hakka dair örnekleri farklılık teşkil etmektedir. Sömürgenin varlığı, halk ve sınır kavramları gibi AfB ve ABT’nin başat prensipleri ve tek taraflı ayrılıkların yaşanmaması bu bağlamda öne çıkmaktadır. Siyasi gerekçelendirmelerin kullanılması gibi benzer noktaları da bulunmaktadır.

1000 ibid. 1001 ibid. 384

Kırım’ın self-determinasyonu, siyasi gerekçelere dayandırılan self- determinasyon örneklerinden bütünüyle farklılık teşkil etmemektedir. Afrika gibi farklı coğrafyaların self-determinasyon taleplerinde dil ve kültür konularında ayrımcılığa uğranması ve kaynak paylaşımındaki sorunlar sıklıkla başvurulan gerekçelerdir. Kırım’ın Rusya’ya bağlanarak gerçekleştirdiği self- determinasyonunun farklı bir yönü bulunmaktadır; Rus vatandaşları korumak için alınmış önlemdir. Kosova’da dış güçlerin açık müdahalesi ve tek taraflı bağımsızlık ilanı Afrika’ya bakıldığında farklılık teşkil eden noktalardır.

İki örnek de kıtada self-determinasyonun değişmesi yanlılarınca zaman zaman gündeme getirilmektedir. Emsal olarak kabul edilmekte ve benzer uygulamanın Afrika’da da gerçekleşmesi talep edilmektedir. Devletler nezdinde ise iki olaya yönelik farklı tutumlar izlenmiştir. Buna rağmen Afrika’da self- determinasyon politikaları uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören hakkın niteliğine uygun yapısını korumaya devam etmektedir.

9. SONUÇ

Tezin tezi; istisnalara, hakka dair farklı anlayış ve politikalara rağmen

Afrika’da self-determinasyon bölgesel yapılagelişinin olduğudur. Self- determinasyondan kasıt dış seçeneklerin yani başka bir devletle birleşme, başka bir devlete bağlanma, özellikle de ayrılık hakkının çalıştırılmasıdır. Etnik grupların siyasi ve toplumsal gücüne, sömürgeciliğin etkisine, ayrılık taleplerinin devam etmesine ve dekolonizasyon sonrası iki yeni devletin kurulmasına rağmen sömürgeciliğin tasfiyesinin ve bunla ilişkilendirilen halk, sınır kavramlarının hakkın

çalıştırılmasında belirleyici unsur olmalarından, yeni devletlerin karşılıklı uzlaşma sonucu kurulmasından dolayı teamül Afrika’ya özgüdür. Yapılagelişin dışında kalan

örneklerse uluslararası hukuktan sapmayı teşkil etmektedir. Kıtada self- determinasyon talepleri hâlâ mevcuttur; iç self-determinasyon seçenekleriyle cevaplanmaya çalışılmaktadır. Bu seçeneklerin uygulanması yeni bir teamül olasılığını düşündürtmektedir fakat bu yönde uyumlu iradeye ve yeterli veriye tezde yapılan incelemeler neticesinde ulaşılamamıştır. Afrika’nın hakkı değerlendirmedeki ve uygulamadaki başat kriterleri olan sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü geçerliliğini korumaktadır. Böylelikle kıtada self-determinasyona dair yeni yapılagelişin oluşması için henüz erken olduğu görülmüştür.

Tezde Batı Sahra, Güney Sudan, Biafra, Eritre ve Katanga self- determinasyonları ana örnek olarak kabul edilmiştir. Bölgesel yapılageliş hukuku

Afrika gibi belirli bir coğrafi ve siyasi alanın araştırılmasından dolayı temel konu olarak seçilmiştir. Kıtada self-determinasyona dair bölgesel örf ve adet hukuku olduğu üç araca bakılarak çıkarılmıştır. Bunlar içtihat yani mahkeme kararları, doktrin yani öğreti ve son olarak uygulamalardır. Uluslararası Adalet Divanı 386

Statüsü’nün 38. Maddesi’nde içtihat ve doktrin hukuk kurallarının belirlenmesinde yardımcı araçlar, asli kaynakları vurgulamak için kullanılan araçlar olarak nitelendirilmiştir.

Bölgesel örf ve adet hukukunun göstergeleri olarak devletlerin ve kıta

örgütlerinin açık, kapalı iradeleri kabul edilmiştir. Bu bağlamda Afrika devletlerinin ve kıta kurumlarının kararları, politikaları ve açıklamaları tezde irade örneği olarak kullanılmıştır. Devletlerin, Afrika Birliği Teşkilatı’nın (ABT) ve Afrika Birliği’nin

(AfB) açık ve kapalı iradeleri, Afrika Komisyonu’nun ve Afrika Mahkemesi’nin mevcudiyeti ve kararları, uzlaşma örnekleri, yapılagelişin başlıca kaynakları olmasından dolayı veri kabul edilmiştir. Self-determinasyon hareketlerinin de talep ve cevapları ele alınmıştır. Uyumlu iradelerin varlığı ve bunların doktrinle tespiti bölgesel örf ve adet hukukunu ortaya koymaktadır. Bu noktada beş ana örneğin yanı sıra diğer self-determinasyon örneklerine kısaca değinilmiştir. ABT Tüzüğü, AfB

Kurucu Yasası, Banjul Tüzüğü gibi örneklerle self-determinasyonun ana yapısının oluştuğu ve korunduğu görülmüştür. BM Andlaşması’ndan, BM’nin insan hakları ve yerli halk hakları kararlarından ve bildirilerinden tezde yararlanılmıştır. Self- determinasyon hareketlerine destek verilmesi ve öne sürülen gerekçeler; self- determinasyon ve self-determinasyonun öğelerine yönelik kararlar, anayasalar; bölgesel veya uluslararası toplantılarda, oturumlarda self-determinasyona yönelik alınan kararlar, self-determinasyonla veya self-determinasyonun öğeleri ilgili kararlara yönelik tutumlar, müzakere süreci gibi unsurlar irade örneği olarak kabul edilerek incelenmiştir. Kıtadaki self-determinasyona dair diğer örneklerine de tezde kısaca değinilmiştir fakat detaylı olarak incelenmemiştir çünkü self-determinasyon 387 ve teamül arasındaki ilişkiye dair beş örneğin sunduklarından farklı katkıda bulunulmamıştır.

Afrika’daki self-determinasyona dair bölgesel örf ve adet hukukun en önemli göstergesi devletlerin ve kıta kurumlarının ayrılığa karşı çıkmasıdır. Self- determinasyon hakkının uygulanabilmesinde sömürge yönetiminin varlığı/sömürgeciliğin tasfiye edilmesi kriterleri yani salt water öne sürülerek çoğu

Afrika devleti ve ABT/AfB, Biafra ve Katanga gibi bazı ayrılık taleplerini kabul etmemiştir.

Afrika, hakkı değerlendirmesinde sömürge ile temellendirilen halk, sınır kavramlarını da esas almakta; ölçüt olarak kullanmaktadır. Sınır uti possidetise göre belirlenmektedir. Halk için çeşitli kriterlere sahip olunmakla beraber kavramın oluşturulmasında ve nitelendirilmesinde sömürgenin ağırlığı hissedilmektedir; çünkü toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkeleri sömürgeciliğin tasfiyesinden bu yana self-determinasyon taleplerinin değerlendirilmesinde ve uygulanmasında başat kriterler olagelmiştir. Başka bir deyişle devletlerin ve kıta kurumlarının self- determinasyona yönelik tutumlarında sömürgeciliğin tasfiyesinden bugüne değişiklik olmamıştır. Self-determinasyon teamülünde; çeşitlilik, etnik unsurun belirleyiciliği bulunmamaktadır. Uluslararası alandan da kıtadaki teamülü destekleyici adımlar gelmektedir; self-determinasyonun çalıştırılmasında sömürge düzlemine sadık kalınmaktadır. Örneğin önemli kurumlarca uti possidetis ilkesi doktrinde ve içtihatta kıta ile örneklendirilmiş ve örneklendirilmektedir. Uluslararası Adalet Divanı’nın

(UAD) 1986 tarihli Burkina Faso/Mali kararında kıta için uti possidetisin öneminin altı çizilmiştir. Bakassi kararında da UAD, sömürge dönemi andlaşmalarını temel 388 almıştır. Nijerya-Kamerun arasındaki sorunda Bakassi’nin Kamerun sınırları içerisinde kalması kararı verilmiştir.

Kıtadaki self-determinasyon yapılagelişi kendine hastır. Diğer coğrafyalarla kıyaslandığında Afrika’nın kendine has özellikleri bulunmaktadır ve bu özellikler teamülü şekillendirmiştir. Öte yandan gerek coğrafi alanda gerekse konu bazında teamül oluşturan Afrika’da self-determinasyonun birbirinden farklı örnekleri bulunurken teamülün de ağırlığını koruması özel niteliğinin bir diğer ayağıdır. Kıta terra nullius olarak adlandırılarak sömürgeciliğin önü açılmıştır. Self- determinasyonun uygulanmasıyla en çok devlet Afrika’da kurulmuştur. Uluslararası hukukun self-determinasyon hakkını verdiği ulusal kurtuluş hareketleri kıtanın gerçeğidir.

Özellikle Afrika’nın sömürge geçmişine sahip olması tezin genel çerçevesini

çizmiş, self-determinasyonun başat unsuru olmuş ve Afrika’nın tarihini; siyasi, idari ve hukuki yapısını ve neticede self-determinasyon politikalarını ve teamülünü belirlemiştir. Self-determinasyon; kabile değil, devlet ve halk düzleminde geliştirilmiştir. Başka bir deyişle self-determinasyon sömürge odaklıdır; çünkü

Afrika’da sömürgeciliğin tasfiyesi yaşanmış ve bu da self-determinasyon

çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bir self-determinasyon talebi, hukuki veya başka açılardan değerlendirilirken sömürge yönetimine ve öncesine vurgu yapılmaktadır.

Kıtanın bir diğer has özelliği farklı ve çok sayıda etnik grubun ve kabilenin bulunmasıdır. Alt grup olarak nitelendirilebilecek bu unsurlar; güç, yetki paylaşımı gibi hedefler için self-determinasyon talebinde bulunmuş ve bulunmaktadır. Güney

Sudan, Biafra, Katanga’daki alt gruplar siyasi ve idari talepleri sebebiyle devletle

çatışmıştır. 389

Devlet kurumunun Afrika’daki oluşumu da kıtanın yapılagelişini özel kılmaktadır. Devlet, kıtaya dışarıdan yani sömürge yönetimi beraberinde gelmiş; hukuki, idari ve siyasi yapısıyla kurumsallaşmıştır. Devlet ve self-determinasyon kavramlarının kıta tarafından sonradan içselleştirilmesi Afrika self-determinasyon yapılagelişinin kendine has olduğunu göstermektedir. Sömürge, self-determinasyon dışındaki bazı hukuki düzenlemeleri de kıtaya beraberinde getirmiştir. Böylelikle

Afrika’nın kendi hukuki düzeni yani yerel hukuk ve yabancı hukuk olmak üzere ikili hukuk sisteminin varlığından söz edilebilmektedir. Söz konusu sistem gündelik ve medeni yaşama ilişkin mevzuatta kullanılmaya devam etmektedir. Öte yandan self- determinasyonda teamül oluşmuş ve korunmuştur.

Bir diğer has özellik de sömürgeciliğin tasfiyesi sonrasında kıtadaki ayrılma

örneklerinin tek taraflı olmamasıdır. Eritre ve Güney Sudan’da, uzlaşma süreçlerinin sonucunda bağlı bulundukları ülkelerin ayrılma taleplerini kabul etmeleriyle ayrılma gerçekleşebilmiştir; referandum düzenlenmiştir ve bağımsızlık ilan edilmiştir.

Kosova ve Kırım örneklerinin aksine referandum kararı tek taraflı olarak alınmamış, bağımsızlık ilan edilmemiş veya ayrılma gerçekleşmemiştir. 1990’ların Yugoslavya

örneklerinde referandum kararlarını parlamentolar almıştır. 1990’da Hırvatistan ve

Slovakya’da da referandum kararı tek taraflı olarak alınmıştır. Öte yandan Batı Sahra sömürgeciliğin tasfiyesi ile birebir alakalı iken sorunun çözülememesi kıta self- determinasyonun haslığının bir diğer göstergesidir.

Bahse konu özellikleriyle kıta; uluslararası hukukta ve uluslararası siyasette self-determinasyonun oluşmasına, pekişmesine katkı sağlamış; bazı durumlarda uygulama alanı teşkil etmiştir. Hakkın başat öğelerinden salt water teorisinin, uti possidetis ilkesinin, self-determinasyonla ve Afrika’nın sömürge tarihi ile ilintili 390 terra nullius ilkesinin örneklenmesinde kıtanın kullanılması Afrika’nın evrensel kurallardan tamamen kopmasına engel olmaktadır.

Yapılagelişin varlığına rağmen self-determinasyonun algılayış ve politikaları tekdüze değildir. Algılayıştaki, uygulanan politikalardaki farklılıklar; uluslararası hukuktaki self-determinasyon hakkından farklı olan bu örnekler birer istisnayı teşkil etmektedir. Self-determinasyon yapılagelişinin varlığına rağmen Eritre ve Güney

Sudan’ın ayrılık seçeneği ile hayat bulan self-determinasyonları kıtadaki yapılagelişin ihlalidir; çünkü sömürgeden değil bağımsız olan Afrika devletlerinden ayrılma gerçekleşmiştir. Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılması hâlâ tartışmalı olsa da; self-determinasyonunu İtalyan sömürgeciliğini temellendirse de bu iki örnekte sömürgeciliğin tasfiyesi, bunla ilişkilendirilen halk kavramı eksiktir. Uti possidetis korunmamıştır ve böylelikle uluslararası hukukta evrensel kabule sahip olan hakkın dışına çıkılmış; self-determinasyonun talep edilmesinde ve hayata geçirilmesinde siyasi gerekçeler kullanılmıştır. Hakkın kim tarafından hangi gerekçelerle talep edileceği ve hangi seçeneklerle uygulanacağı konularında evrensel uluslararası hukuktaki self-determinasyon hakkından farklılık görülmektedir. Dış desteğin yanı sıra bağlı bulundukları ülkelerin taleplerini kabul etmesiyle ayrılma hedefi gerçekleşebilmiştir.

Eritre ve Güney Sudan’ın ayrılmaları sınırlı örneklerdir; tutarlı olmayan davranışlardır, geçici siyasi düşüncelere dayanmaktadır. Bölgesel ve evrensel teamülde değişim anlamına gelmemektedir. Kıta geçmişinin ve mevcut dönemin gösterdiği üzere bu iki örneğin münferit kalacağı düşünülmektedir. Öte yandan self- determinasyonun kim tarafından nasıl talep edileceği, hangi süreç sonucunda hangi sonuçlara ulaşılacağına dair devletler ve kıta kurumsallaşması arasındaki ortak algı, 391 tutum ve politika korunmaktadır. Eritre ve Güney Sudan, self-determinasyonu siyasi gerekçelerle talep edip ayrılık seçeneğini çalıştırmak isteyen hareketler için emsal olarak yorumlanmış fakat istisna olarak kalmıştır.

İstisnaların varlığı hakka dair kıtada birbirinden farklı örneklerin mevcudiyetini göstermektedir. Devletler arasında, devletler ve self-determinasyon talebinde bulunan gruplar arasında; devletler, kıta kurumları ve hareketler arasında self-determinasyonun algısına, tutumuna, uygulamasına ve faaliyetine yönelik farklılıklar bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda algının ve politikanın self-determinasyon sürecinde başlangıç ve bitiş noktalarını temsil ettiği görülmüştür.

Bunların arasına tutum, uygulama ve faaliyet olarak üç aşamanın girdiği, zaman zaman algı ya da politikada değişikliler yarattığı örnekler mevcuttur. Başka bir deyişle self-determinasyon algısı ile uygulanan politikanın aynı olmadığı,

örtüşmediği örnekler Afrika’da bulunmaktadır. Özellikle tutum ve faaliyet aşamaları devletin çıkarlarını ve farklı aktörler arasındaki farklı iddiaları göstermesi açısından

önemlidir.

Devletler ve kıta kurumlarında, self-determinasyon talebinin uluslararası hukuka uygun olması koşuluyla hakkın çalıştırılabileceği algısı mevcuttur. Öte yandan ayrılığın talep edilmesi durumunda self-determinasyon süreci sınırların dokunulmazlığı ve toprak bütünlüğü koşulları çerçevesinde ilerlemektedir. Diğer taraftan teamül dışında davranışlarda bulunarak bazı devletler çeşitli hareketlerin taleplerini desteklemektedir. Örneğin Biafra self-determinasyonunu çalıştıramamıştır fakat çeşitli devletler Biafra’yı tanımayı tercih etmiştir. 3 yıllık siyasi ömrü içerisinde

Biafra’yı Tanzanya, Gabon, Fildişi Sahili ve Zambiya olmak üzere kıtanın 4 devleti tanımıştır, resmî ve diplomatik ilişkiler ise kurulmamıştır. 392

Self-determinasyon hareketleri ise hakka dair tutumlarını, yukarıda adı geçen iki koşulu sorgulayarak çerçevelendirmekte; self-determinasyon başlığı altında farklı sorunları dile getirerek hakkı çalıştırmayı hedeflemektedir. İnsan hakları, yerli halk hakları gibi kavramlar self-determinasyon sürecine sokulmaya çalışılmaktadır.

Self-determinasyonun uygulama alanında da farklılık görülmüştür. Afrika devletlerinin birçoğu ve Afrika kurumları self-determinasyonun bir hak olduğu algısındadır; tutumları ise yukarıda belirtilen iki koşulun çizdiği çerçevede ilerlerken uygulama alanında her self-determinasyon talebi kabul edilmemektedir. Diğer taraftan devletlerin bir self-determinasyon olayına ilişkin uygulamaları da farklılık gösterebilmektedir.

Faaliyetler alanında özellikle iç self-determinasyon seçenekleriyle çeşitli adımlar atılırken politikada self-determinasyon hakkı tanınmakta ama istenen seçenekle çalıştırılmadığı görülmektedir. Böylelikle algı, tutum, uygulama, faaliyet ve politika farklı olabilir. Self-determinasyonu talep eden hareketler ve self- determinasyonun talep edildiği devletler ve kıta kurumları arasında faaliyet farklılığı görülmektedir. Örneğin mevcut haliyle self-determinasyonu talep etmeleri ve akabinde çalıştırmaları zor ve çeşitli koşulların sağlanmasına bağlı olduğu için self- determinasyon hareketleri hakkı değiştirmeyi hedeflemektedir. Halk gibi hakkın

öğelerinin belirsizliğinden yararlanarak sömürge sonrası self-determinasyonun yaratılması amaçlanmaktadır. Evrensel uluslararası hukuka uygunluktan ziyade siyasi gerekçeler kullanılmıştır. Örneğin kamuda ve idarede toplumun diğer kesimlerine göre belli bir grubun az oranda temsil edilmesi insan hakları ihlalleri gibi geniş kapsamlı konulara eklenerek siyasi self-determinasyon için gerekçe teşkil etmektedir. Hareketler self-determinasyon politikalarını çeşitli alanlarda yürütmeye 393

çalışmaktadır. Ayrılık talebine yanıt alamayınca federatif sistemin uygulanması,

özerkliğin verilmesi gibi farklı hedefler benimsenebilmektedir. Ayrıca insan haklarının veya azınlık, yerli halklarının verilmesi isteğinde bulunularak çeşitli hedeflerin gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır.

Algılayış, uygulamalar ve politikalar arasındaki farklılık, istisnaların mevcudiyeti kıtada self-determinasyon politikalarında düzlem1002 oluşmasına sebebiyet vermiştir. Başka bir deyişle Afrika’da self-determinasyon örnekleri

çeşitlilik arz etmektedir. Bu düzlemin her iki ucunda nedenleri, talepleri, yaşadıkları süreçler ve sonuçları açısından farklılık teşkil eden örnekler bulunmaktadır: Batı

Sahra’nın self-determinasyon talebi ve Güney Sudan’ın ayrılık seçeneği ile

çalıştırdığı self-determinasyonu. Batı Sahra’nın siyasi ve milliyetçi hareketi Polisario

Cephesi (PC) tarafından talep edilmekte olan self-determinasyon

çalıştırılamamaktadır. Uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören self- determinasyonun bir örneğidir fakat mevcut dönemde Fas tarafından hukuki temelinden çıkarılmak istenmektedir. Öte yandan Güney Sudan, self-determinasyon talebini gerçekleştirebilmiştir. Evrensel kurallardaki self-determinasyondan farklılık göstermektedir. Hakkı çalıştıracak olan halkın içerisine farklı öğeler dahil edilmiş, devleti kurmak için sınır kavramına karşı çıkılmış ve sömürge yönetimi şartı aranmamıştır.

Tezde incelenen beş örneğin gösterdiği üzere salt Eritre ve Güney Sudan self- determinasyon hedefine ulaşabilmiştir. Biafra ve Katanga ayrılık yönünde self- determinasyonu çalıştıramamıştır. Batı Sahra uluslararası hukukta genelgeçer kabul

1002 Müstevi anlamında kullanılmıştır. 394 gören self-determinasyonun bir örneğidir fakat sömürgeciliğin tasfiyesi alanından

çıkarılmaktadır, referandumun çözüm sürecindeki yeri azalmaktadır.

Batı Sahra self-determinasyonunun gerçekleşememesi diğer örneklerin siyasi self-determinasyon olarak nitelendirilmesine neden olmuştur. Siyasi self- determinasyon örnekleri olan Biafra, Katanga, Güney Sudan tarafından sunulan ve

Eritre’nin tartışmalı self-determinasyonun siyasi yönlerinin de gösterdiği üzere gerekçeler ve talepler benzerlik arz etmektedir. Hakkı çalıştıracak unsur olan halkın içerisine azınlık, yerli halklar gibi farklı öğeler dâhil edilmiş, sınır kavramının mevcut içeriğine karşı çıkılmış ve sömürge yönetimi şartı aranmamıştır. Sömürge yönetimi olmadığı için etnik kesim ve bölge odaklı nitelendirmeye gidilerek halkın oluştuğu savunulmaktadır. Örneğin Güney Sudan, kavramı oluştururken Hartum ile kıyaslamaya gitmiştir. Sudan’ın güneyinde bulunan, Afrika kökenli ve Hıristiyan nüfus olarak Güney Sudan halkını oluşturduğunu kaydetmiştir. Eritre’nin tartışmalı self-determinasyon talebinin dayanaklarından biri olan siyasi argümanlarında da görüldüğü üzere Güney Sudan gibi Biafra ve Katanga da yabancı yönetimden ziyade baskıcı ve dışlayıcı iktidarı sömürge olarak nitelendirmiş; sınırların da bugünün gerçeklerine uymadığı iddia edilmiştir.

Kıta kurumlarında da self-determinasyon örneklerine dair farklı faaliyetler ve politikalar gözlenmektedir. ABT/AfB self-determinasyon talebine yönelik cevabını kimi örneklerde askerî müdahaleye kadar götürmüştür. Örnek olarak AfB’nin Anjuan müdahalesi verilebilir. 2007’de Anjuan bağımsızlığını ilan etmiştir. Anjuan ve

Komorlar arasında anlaşmanın sağlanamaması ordunun ve AfB’nin müdahalesine neden olmuştur. Örgüt, Komorlar’dan gelen talep üzerine Demokrasi Operasyonu

(Operation Democracy) adı altında operasyon düzenlemiş neticede Anjuan yeniden 395

Komorlar’a bağlanmıştır. ABT’nin ve halefi AfB’nin, karşılarına gelen ve self- determinasyon olarak adlandırılan her talepte benzer yaklaşıma sahip olduklarını söylemek zordur. Biafra, Eritre, Katanga, Güney Sudan örneklerinde ayrılık talebine karşı çıkarken Batı Sahra self-determinasyonunda ayrılık yanlısıdır. Ayrıca Biafra ve

Katanga hariç Afrika kurumlarının belirlediği hedefler gerçekleşememiştir.

Self-determinasyonun algı ve politikasındaki farklılıklar bugün de devam etmektedir. Bunun en büyük göstergesi Afrika’da self-determinasyon taleplerinin hâlâ mevcut olmasıdır; otuza yakın ülkesinde self-determinasyon hareketleri bulunmaktadır. Balkanlaşma olarak adlandırılan birbirini takip eden ayrılıkların yaşanması durumunda çeşitli verilere göre kıtada yirmiden fazla devletin kurulacağı

öne sürülmektedir. Farklılıklar ve bahse konu hareketlerin varlığı kendini self- determinasyonun değişmesi gerektiği tezlerinde de göstermektedir. Değişim talebi devletlerden ve kıtasal kurumlardan değil self-determinasyon hareketlerinden gelmektedir. Bir yandan self-determinasyon bir yandan da hakkın değişimi talep edilmektedir. Ayrıca self-determinasyon adı altında farklı hedefler hareketler tarafından güdülmektedir. Mevcut dönemde söz konusu değişime yönelik somut adımlara tezde rastlanmamıştır.

En fazla ayrılık, sonrasında özerklik veya özerkliğin arttırılması self- determinasyon kapsamında talep edilmektedir. Siyasi temsil hakkının veyahut kültürel hakların verilmesi gibi farklı hedefler de mevcuttur. Bahse konu hareketler; self-determinasyonu değiştirerek hakkı çalıştırmayı, sömürge sonrası self- determinasyonu oluşturmayı istemektedir. Self-determinasyonun sömürge düzleminden çıkarılması için siyasi gerekçeler öne sürülmektedir. Kabilenin ağırlığını hissettirip ülkede siyasi ve toplumsal birliği bozduğu ve kabile temelinde 396 self-determinasyonun uygulanması gibi gerekçelerle; kültürün yaşanamadığı, insan haklarının ihlal edildiği, kamuda/idarede ayrımcılık yapıldığı gibi şikâyetlerle self- determinasyonun değiştirilmesi hedeflenmektedir. Yerli halk ve azınlık gibi kavramlar halk kapsamına sokulmaya çalışılmaktadır.

Self-determinasyonun uygulanmaması durumunda gündeme iç self- determinasyon seçeneklerinin kullanılması gelmektedir. Devletler ve kıta kurumları self-determinasyonun ayrılık seçeneği ile çalıştırılmasını engellemek, başka bir deyişle “self-determinasyon-ayrılık” sorunsalına sınırları içerisinde siyasi ve idari durumu iyileştirerek cevap vermeyi amaçlamaktadır. Kimi hareketler ise self- determinasyona bir adım daha yaklaşmak için iç seçeneklere dair taleplerde bulunmaktadır. Toplumda da iç self-determinasyon seçeneklerinin uygulanması,

çalıştırılması yönünde çeşitli gelişmeler yaşanmaktadır. Bazı unsurlar kendini yerli halk, azınlık olarak nitelendirmekte; bu kavramların halkın parçası olduğunu savunarak yerli halkların, azınlık haklarının ve self-determinasyonun uygulanmasını talep etmektedir.

Federalizm, özerklik, siyasi yetkinin paylaşılması, kaynak-gelir düzenlemesi en fazla gündeme gelen seçenekler arasında gösterilebilir. Federalizmle Nijerya, self- determinasyon taleplerine cevap vermektedir. Abuja, vilayet sayısında artışa gitmeyi seçmiştir. Addis Ababa da Eritre’nin ayrılmasından sonra idari yapısında değişikliğe gitmiş, vilayet sistemi yerine etnik bazda oluşturduğu bölgeler sistemine geçmiştir.

Kıta genelinde federasyon pek tercih edilmemektedir fakat önemli ülkelerin federatif veyahut benzer sistemleri benimsemesi ve self-determinasyon talepleri karşısında bu yönde adımların atılması, federasyonun da çözüm olarak algılanabildiğini göstermektedir. Mevcut dönemde Güney Sudan içerisinde federalizm talebi sıcak 397 karşılanmamaktadır. Benzer talepler Eritre’de ve Fas’da çeşitli muhalif unsurlarca dile getirilmekte fakat yönetim tarafından benimsenmemektedir. Federalizmin sömürgeciliğin tasfiyesi sonrasında çeşitli ülkelerce uygulanması uzun vadede Afrika için bir iç self-determinasyon seçeneği olup olmayacağını düşündürtmektedir. Diğer taraftan kıtada bu yönde teamüle ilişkin yeterli örnek bulunmamaktadır; Afrika içim federasyonun tartışmalı bir unsur olduğu söylenebilir.

Özerklik de gündeme gelmektedir. Fas, özerklik ile Batı Sahra’da çözüm sağlanabileceğini düşünmektedir. Diğer taraftan merkez ve çevre arasında yetki paylaşımı, etnik kimliğin vurgulanması ve sonrasında bağımsızlığın talep edilme ihtimali devlet ve kıta kurumlarının özerkliğe mesafeli durmasına neden olmaktadır.

Yetki paylaşımı kıtada dile getirilen çözümler arasındadır. Güney Sudan’da uygulanmaya çalışılmaktadır. Kıta kurumlarınca da çeşitli ülkelerdeki sorunlara cevap bulabilmek için çatışan taraflar arasında yetki paylaşımı desteklenmektedir.

ABT’den AfB’ye geçişte de özellikle insan hakları gibi iç self-determinasyon seçeneklerinin değerlendirilmesinde ilerleme kaydedilmiştir. Başka bir deyişle Soğuk

Savaş sonrası konjonktürün etkisinden de hareketle insan hakları Afrika’da devlet ve kıta kurumlarının siyasetinde artan bir şekilde yer etmiştir. Afrika devletlerinin

çoğunda insan haklarının uygulanacağı, korunacağına dair ifadeler anayasalarında bulunmaktadır. Afrika Komisyonu’nun ve Afrika Mahkemesi’nin kurulması da bu doğrultuda verilebilecek önemli örneklerdir. Adı geçen kıtasal kurumlar çeşitli bildiriler hazırlayarak, çeşitli kararlar alarak, BM gibi önemli aktörlerin çeşitli kararlarını uygulayarak ya da yorumlayarak self-determinasyonun ve teamülün

çerçevesini çizmektedir. Devlet dışı aktörlerin Afrika İnsan ve Halkların Hakları

Komisyonu’na başvurabilmesi önemlidir. Bazı yerli halklar Afrika Komisyonu’nda 398 gözlemci statüsüne sahiptir. Afrika Komisyonu, bazı unsurları yerli halk olarak tanımıştır. İnsan haklarına ve yerli halklara dair taleplerin Afrika Komisyonu gibi kıta kurumlarının önüne gelmesi bu öğelerin iç seçenek olarak algılandığını ve aynı zamanda Komisyon’un ilgili rolünün kabul edildiğini göstermektedir.

Devletlerden de bu yönde adımlar gelmektedir. Yerli halk konusunda ilerlemeler sağlanmaktadır. Toprağın geri verilmesi ve tazminat ödenmesi örnekleri mevcuttur. Hak iyileştirilmelerine gidilmektedir; kimi örneklerde yeni düzenlemeler anayasaya, kurum tüzüklerine yansımaktadır. Kültürel hakların verilmesi de seçenek olarak değerlendirilmektedir.

Yukarıda belirtilen self-determinasyon talepleri, bu taleplere verilen cevaplar,

örnekler ve açıklamalar Afrika’da self-determinasyona yönelik yeni bir teamülden söz edilebilir mi sorusunu akla getirmektedir. Yeni bir teamül için çeşitli gelişmeler yaşanmaktadır, çeşitli irade örnekleri mevcuttur; fakat bu gelişmelerin self- determinasyonu ne kadar şekillendirileceği, yeni bir teamülün oluşmasına sebebiyet verip vermeyeceği tartışmalıdır.

Afrika’da teamülün mevcut sınırlar içerisinde kalmaya devam edeceği düşünülmektedir. İlkin ayrılık yönünde self-determinasyonun değişmesi akla gelmektedir fakat ayrılığın self-determinasyon kapsamında uygulanmasını kolaylaştıracak adımlara rastlanmamıştır. Öte yandan Etiyopya’dan farklı ve önemli

örnek verilebilir. Anayasasında belirttiği self-determinasyon hakkına ayrılma seçeneğini eklemiştir. Kıtadaki ve şu ana kadar dünyadaki anayasal self- determinasyonun ilk ve tek örneğidir. Anayasasında ayrılma seçeneği de dâhil olmak

üzere çeşitli koşulların yerine getirilmesi durumunda self-determinasyonun

çalıştırılabileceği kaydedilmektedir. 399

Self-determinasyon değişim talepleri ve mevcut self-determinasyon politikaları düşünüldüğünde yeni teamülü oluşturabilecek ikinci unsur olarak iç self- determinasyon seçenekleri düşünülmektedir. Bu seçeneklerle yeni bir teamülün oluşması için de yeterli veriye tezde ulaşılamamıştır. Adı geçen seçenekler,

Afrika’nın bilindik self-determinasyon çerçevesiyle yani toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ile belirlenmekte ve bu bağlamda uygulanmaktadır. Sınır konusunda uti possidetis belirleyici olmaya devam etmektedir. Örneğin Afrika Sınır

Programı’na göre kıtada self-determinasyondan kaynaklanan sınır sorunları bulunmamaktadır. Aynı yaklaşım kıta kurumlarınca self-determinasyon bağlamında da sergilenmektedir. Afrika Komisyonu, self-determinasyon talebine ilişkin bir kararında hakkın çeşitli seçenekleri olduğuna dikkat çekerken diğer yandan da egemenlik ve toprak bütünlüğe zarar vermeyecek şekilde uygulanması gerektiğini vurgulamıştır. Bağımsızlığın yanında yerel yönetim, federasyon, konfederasyon gibi seçeneklerin olduğunu hatırlatmıştır.

Üçüncü olarak yeni bir teamülün oluşması self-determinasyona başvurmanın kolaylaşmasıyla da ilintili olacaktır; bu bağlamda ilgili değişikliklere dair yeterli kanıta ulaşılamamıştır. Halk kavramı genişletilmemiştir ve sömürgecilik self- determinasyon düzleminden çıkarılmamıştır. Örneğin halkın yeninden tanımlanmasına; yerli halk, azınlıklar gibi unsurların halk teriminin kapsamına sokulmasına dair talepler mevcuttur fakat böyle bir değişim için devlet ve kıta kurumları nezdinde yeterli irade örneği bulunmamaktadır. Ayrıca hakkın kilit

öğelerine dair kavram kargaşası ortak iradenin oluşmasını zorlamaktadır. AfB’nin ve

Afrika devletlerinin politikalarının, faaliyetlerinin yanında kıtasal ölçekteki önemli hukuki belgelerde halkın içeriği belirsizdir. Afrika Komisyonu, halk kavramında 400 belirsizlik olduğunu ve Banjul Tüzüğü gibi metinlerde tanımlamadan kaçınıldığını kaydetmiştir. Afrika Mahkemesi’ne kıtanın salt yedi ülkesinin yargılama yetkisi vermesi de insan hakları gibi öğelerle teamülün kısa ve orta vadede pek kolay oluşamayacağını göstermektedir. Değişme yönelik uyumlu iradeye de devlet ve

örgütler nezdinde rastlanmamıştır.

Afrika’da self-determinasyona dair yenir bir örf ve adet hukukunun oluşması, mevcut teamülün siyasi unsurlarla değişmesini büyük bir olasılıkla getirecektir. Kıta siyasetinin kendine has özelliklerinin olması yeni yapılagelişin oluşumunun tartışmalı olacağını düşündürtmektedir. Siyasi alandaki değişiklik etnik unsurların sürece katılmasına hatta belirleyici unsur olmasına sebebiyet verecektir. Öte yandan etnik temelli değişim sürecinin zor olacağı düşünülmektedir. Kıtada 800’den fazla etnik grup bulunmaktadır. Bahse konu çeşitlilikten teamülün doğması ise kısa ve orta vadede uzak bir ihtimal olarak düşünülmektedir.

Ayrılıkla sonuçlanan Eritre ve Güney Sudan self-determinasyon örnekleri yeni teamül için gösterge olarak değerlendirilebilir. Söz konusu örneklerin sömürge dönemi politikalarının ve sömürgeciliğin tasfiyesi sonrasında merkez-çevre ilişkilerinin genel itibariyle Afrika siyasetini yansıttığı düşünülmektedir. Kıtanın

çoğu ülkesi gibi demografik yapısı birçok etnik gruptan oluşmakta ve siyaset buna göre şekillenmektedir. Bölgeselcilik ve sonucunda oluşan siyaset; idari, siyasi ve ekonomik ayrımcılığa neden olmaktadır. Böylelikle mevcut talepler ve ilerisi için

çeşitli yorumların yapılmasına olanak sağladığı düşünülmektedir. Eritre ve Güney

Sudan self-determinasyon hareketleri, self-determinasyonun ayrılık ile kullanılmasından sonra oluşacak düzende barışın ve istikrarın sağlanacağını, ayrımcılığın yapılmayacağını öne sürmüşlerdir. Ayrılıkla kurulacak yeni devletin 401 demokratik olacağı; bölgesel ve milletlerarası birliğin sağlanmasında etkili olacağı iddia edilmiştir. Öte yandan bu iddialara rağmen self-determinasyon sürecinde ve sonrasında kendi aralarında sorunlar çıkmıştır, komşularıyla da gergin ilişkilere sahip olmuştur. Eritre, ayrıldığı Etiyopya ve komşusu Cibuti ile sınır çatışmaları yaşamıştır. Ayrıca dil, kültür, etnik ve ideolojik farklılıktan dolayı silahlı

çatışmaların yaşanması, başka bir deyişle ulusal birliğin sağlanamaması ya da sorunlu olması, self-determinasyon sürecine ve sonrasında dair yorum yapılmasına da olanak sağlamaktadır. Bağımsızlıktan önceki süreçte Güney Sudan kendi bünyesi içerisinde fikir anlaşmazlıklarının olduğunu kabul etmiş fakat bunun Sudan sorunu düşünülünce normal olduğunu öne sürmüştür. Güney Sudan sınırları içerisinde bugün yaşanan istikrarsızlık Sudan sorunundan bağımsızdır; Güney Sudan’ın hem bahse konu gerekçesi hem de self-determinasyon süreci sorgulanmaktadır.

Eritre’nin ve Güney Sudan’ın sorunları self-determinasyonla çözülmemiş; değişmiştir. Kıtanın istikrarsızlığına dair örnek olarak gösterilmektedir. Böylelikle kıtadaki ayrılık taleplerine karşı iç self-determinasyon seçeneklerinin üzerinde daha fazla durulabileceği ve örnekler arasında kıyaslama yapılabileceği düşünülmektedir.

Kıtada self-determinasyon teamülü mevcuttur. Bunun en önemli kanıtı devletlerin ve kıta kurumlarının self-determinasyona yönelik algılarının, tutumlarının ve politikalarının değişmemesidir. Başka bir deyişle genel olarak kıtada self- determinasyon olgusu yerleşmiştir. Sömürgeciliğin tasfiyesiyle, self-determinasyon sürecinin karşılıklı uzlaşmayla sonlanmasıyla kendine has yapısı bulunmaktadır.

İstisnalara, değişim taleplerine, farklı örnek ve anlayışlara rağmen teamül korunmaktadır. Ayrılık hakkının kolaylıkla uygulanmasına veya iç self- 402 determinasyon seçeneklerinin teamülü değiştirmesine dair uyumlu iradeye ve yeterli veriye rastlanmamıştır.

Tezde ana örnekler olarak seçilen beş olay, Afrika’da self-determinasyonun algılanışına ve uygulayışına ışık tutmuştur. Sömürgeciliğin tasfiyesinin/sömürge yönetimi varlığının, sınırların dokunulmazlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasının self-determinasyonun talep edilmesi ve çalıştırılması için başat kriterler olduğunu göstermiştir. Teamülün varlığına rağmen self-determinasyonun algılanışı ve uygulanışı bütün kıtada tekdüze değildir, istisnalar görülmektedir. Bahse konu teamülü ihlal edenler, bu hukuk yapısının dışına çıkanlar vardır.

Kıtada self-determinasyona dair örf ve adet hukuku mevcuttur. Afrika’da self-determinasyon olgusu yerleşmiştir. Kıtada self-determinasyon kendine özgüdür.

Başka bir deyişle kıta self-determinasyonu kendine has özelliklerinin bir ürünüdür.

Sömürge yönetimi geçmişine sahip olması teamülün sömürgenin neden olduğu çeşitli zorluklara ve sorunlara karşı cevap olduğunu ve aynı zamanda bahse konu unsurlardan etkilendiğini göstermektedir. Afrika’da self-determinasyon üzerinde görüş bildirilmesi ve ilgili çıkarımlarda bulunabilmek için imkân ve veri bulunmaktadır. Örneğin teamülü ihlal eden self-determinasyon örneklerinin yanı sıra teamüle uygun fakat çalıştırılamayan self-determinasyon talepleri de mevcuttur.

Eritre’nin ayrılmasından sonra Etiyopya anayasada değişikliğe gitmiştir ve anayasal self-determinasyonun örneğini oluşturmuştur.

403

ÖZET

Afrika’da self-determinasyon politikaları incelendiğinde çeşitli alanlarda farklılıklar olduğu görülmektedir. Kıtadaki self-determinasyon politikaları ve uygulamaları birbirinden farklıdır. Tezde incelemek için seçilen her örnek de self- determinasyon politikalarına yönelik farklı bir noktayı, özelliği ortaya koymaktadır. Taleplerin gerekçeleri, yaşanan süreçler birbirinden farklılık göstermektedir. Ayrıca devletler ve self-determinasyon talebinde bulunan hareketler arasında hakka yönelik farklı algılama bulunmaktadır. Öte yandan Afrika’da self-determinasyona dair bazı örnekler uluslararası hukukta genelgeçer kabul gören uygulama ve anlayıştan da farklılık teşkil etmektedir. Bu farklılıklara rağmen kıtada self-determinasyona dair ortak bir tutum ve algılayış olduğu görülmektedir. Erite’nin ve Güney Sudan’ın ayrılma yönünde çalıştırdıkları self-determinasyonları emsal olarak değil; istisna olarak değerlendirilmektedir. Bu ortak tutum Afrika’da self-determinasyona dair örf ve adet hukukunun olduğunu göstermektedir. Sömürge yönetiminin varlığı ve uti possidetis gibi ayırt edici özellikleri de bulunmaktadır.

Günümüzde kıtada self-determinasyon talep eden hareketler bulunmaktadır. Afrika’nın self-determinasyona yönelik genel tutumundan ve çerçevesinden farklılık teşkil etmektedir. Farklı hedefler ve bunlara getirilen cevaplar gündeme self- determinasyonun değişmesine, çeşitli siyasi unsurları kapsamasına dair talepleri de getirmektedir. Bu yönde devletler, iç self-determinasyon seçenekleri ile cevap vermeyi tercih etmektedir. Teamül değişikliği için yeterli veri, irade örneği kıtada mevcut dönemde bulunmamaktadır.

Anahtar Kelimeler: self-determinasyon, uluslararası hukuk, Afrika, bölgesel örf ve adet hukuku, Afrika Birliği

404

SUMMARY

Analysis of policies of self-determination in Africa reveals that there have been differences in various areas like its application and perception. Politics and practices of self-determination of Africa have differed from each other. Henceforth, each selected example in thesis reveals a different point, peculiarity on self- determination. Grounds for demanding self-determination, respective processes differ from each other. Besides, there exist some different point of view on self- determination between the states and the movements asking for that right. On the other hand, several African self-determination instances differ from self- determination which has been widely accepted and applied in the international law. In spite of these differences, common perception and approach towards self- determination has already been existed in the continent. Eritrean and South Sudanese self-determinations resulted in secession are not accepted as precedents, rather they are recognized as exemptions. Such common position and approach indicates existence of customary law of self-determination in Africa. It contains distinguishing components like existence of colonial governance and uti possidetis.

In today’s conjuncture, there have been movements that demand self- determination. Such demand differs from Africa’s general approach and framework on self-determination. Various goals and answers given to them bring demands on changing self-determination, on broadening its content through bringing several political components. States prefer to give answers through internal options of self- determination. There has been no enough data, examples on consent in Africa to be used as evidents for changes in self-determination in today’s conjuncture.

Key Words: self-determination, international law, Africa, regional customary law, African Union

405

KAYNAKÇA

MAKALELER

Abraham, Garth, “’Lines Upon Maps’: Africa and the Sanctity of African Boundaries”, African Journal of International and Comparative Law, 2007, Vol. 15, Issue 1, ss. 61-84.

Akipek, Serap, ”Birleşmiş Milletler Örgütü Denetiminde Vesayet Altında Ülke Bulunmaması, Sömürgeciliğin de Sonu mu Anlamına Geliyor?”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2001, C. 50, S. 1, ss.1-10.

Alapiki, Henry E., “State Creation in Nigeria: Failed Approaches to National Integration and Local Autonomy”, African Studies Review, December 2005, Volume 48, Number 3, pp. 49-65.

Alexander, Merle, Hardison, Preston and Ahren, Mathias, “Consultancy Paper : Study on compliance in relation to the customary law of indigenous and local communities, national law, across jurisdictions, and international law, 2009.

Arsava, Füsun, “Kosova, Abhazya, Güney Osetya ve Uluslararası Ayrılma”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 8, Sayı 29, 2012, ss. 1-22.

Arsava, Füsun, “Self-Determinasyon Hakkı ve Kosova”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 5, No. 17, 2009, ss. 1-21.

Arsava, A. Füsun, “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkının Tarihçesi ve Günümüzde Getirdiği Problemler”, Yaşar Üniversitesi E-Dergisi, Özel Sayı (Armağan) Cilt 8, 2013, ss.387-404.

Arsava, A. Füsun, “Uluslararası Hukukun Sezession için Belirlediği Çerçeve”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Özel Sayı, 2013, ss.1215- 1228.

Azarya, Victor, “Ethnicity and Conflict Management in Post-Colonial Africa”, Nationalism and Ethnic Politics, Autumn 2003, Vol. 9, No. 3, pp-1-24. 406

Baker, Bruce, “Separating the Sheep from the Goats among Africa’s Separatist Movements”, Terrorism and Political Violence, Spring 2001, Vol. 13, No. 1, pp-66-86.

Bereketeab, Redie, “Self-Determination and Secession: A 21st Century Challenge to the Post-Colonial in Africa”, November 2012, Issue 5, Policy Notes, Nordiska Afrikainstitutet Nordic Africa Institute, pp.1-4.

Bhatia, Michael, “The Western Sahara under Polisario Control”, Review of African Political Economy, June 2001, Vol. 28, No. 88, pp.291-298.

Buchanan, Allen, “Self-Determination and the Right to Secede”, Journal of International Affairs, 1992, Vol. 45, No.2, pp.347-365.

Burgess, Michel, Federalism in Africa: An Essay on the Impacts of Cultural Diversity, Development and Democracy, The Federal Idea, January 2012, pp.1-20.

Cheeseman, Nic, “The Internal Dynamics of Power-Sharing in Africa”, Democratization, April 2011, Vol. 18, No. 2, pp. 336-36.

Conti, Erika, “The Referandum for Self-Determination: Is it Still A Solution? The Never Ending Dispute Over Western Sahara”, African Journal of International and Comparative Law, 2008, Vol. 178, No. 2, pp.178-196.

Crowley, Daniel J., “Politics and Tribalism in the Katanga”, The Western Political Quarterly, March 1963, Vol. 16, No.1, pp.68-78.

Daadaoui, Mohammed, “The Western Sahara Conflict: Towards A Constructivist Approach to Self-Determination”, June 2008, The Journal of North African Studies, Vol. 13, No. 2, pp.143-156.

Ebai, S. Eban, “The right to self-determination and the Anglophone Cameroon situation”, The International Journal of Human Rights, December 2009, Vol. 13, No. 5, pp. 631–653.

Englebert, Pierre and Hummel, Rebecca, “Let’s Stick Together: Understanding Africa’s Secessionist Deficit”, African Affairs, 2005, Vol. 104, No. 416, pp.399-427. 407

Finaud, Marc, “Can Autonomy Fulfill the Right to Self-Determination?”, 6 October 2009, GCSP Geneva Paper 12, pp.1-54.

Genugten, Willem van, “Protection of Indigenous Peoples on the African Continent: Concepts, Position Seeking, and the Interaction of Legal Systems”, The American Journal of International Law, 2010, Vol. 104, No. 29, pp. 29-65.

Gray, Christine “The Eritrea/Ethiopia Claims Commission Oversteps Its Boundaries: A Partial Award?”, The European Journal of International Law, 2006, Vol. 17, No.4, pp.699-721.

Gruiters, Jan, “Preface, The Nuba Mountains: Central to Sudan’s Stability”, CPA Alert No. 3, January 2011, pp.1-36.

Hekimoğlu, Mehmet M., “Self-Determinasyon Hakkı Bağlamında Dağlık Karabağ Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 11, Sayı. 41, 2015, ss. 103- 121.

Hodges, Tony, “The Origins of Sahrawi Nationalism”, Third World Quarterly, Jan. 1983, Vol. 5, No. 1, pp. 28-57.

Hughes, Arnold, “Decolonizing Africa: Colonial Boundaries and the Crisis of the (non) Nation State”, Diplomacy and Statecraft, 2004, Vol. 15, No. 4, pp. 833–866.

Ijalaye, David A., “Notes and Comments: Was ‘Biafra’ at Any Time a State in International Law?”, The American Journal of International Law, July 1971, Vol. 65, No.3, pp.551-559.

Johnson, Douglas H., “New Sudan or South Sudan? The Multiple Meanings of Self- Determination in Sudan’s Comprehensive Peace Agreement”, Civil Wars, 2013, Vol. 15, No. 2, pp.141-156.

Kachuyevski, Angela, “Sovereignty, Self-Determination, and State Collapse: Reassessing Yugoslavia”, The Fletcher Forum of World Affairs, , Vol. 32, No.2, Summer 2008, pp.171-179.

Kalo, Guma Kunda Komey, “The Comprehensive Peace Agreement and the questions of identity, territory and political destiny of the indigenous Nuba of 408

the Sudan”, International Journal of African Renaissance Studies, 2010, Vol. 5, No. 1, pp.48-64.

Kamanu, Onyeonoro S., “Secession andthe Right of Self-Determination: an O.A.U. Dilemma”, The Journal of Modern African Studies, 1974, Vol. 12, No. 3, pp.355-376.

Kılınç, Doğan, “Self-Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, No. 1-2, 2008, ss. 949-982.

Kurubaş, Erol, “Kuzey Irak’ta Olası Bir Ayrılmanın Meşruluğu ve Self-Determinasyon Sorunu”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 59-3, 2004, ss. 149-179.

Kütükçü, M. Akif., “Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon Hakkı ve Türk Cumhuriyetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 12, 2004, ss.259-276.

Larmer, Miles and Kennes, Erik, “Rethinking the Katangese Secession”, The Journal of Imperial and Commonwealth History, 2014, Vol. 42, No.4, pp.741-761.

Lemarchand, Rene, “The Limits of Self-Determination: The Case of the Katanga Secession”, The American Political Science Review, June 1962, Vol.56, No.2, pp. 404-416.

McCorquodale, Robert, “Self-Determination Beyond the Colonial Context and Its Potential Impact on Africa”, African Journal of International and Comparative Law, 1992, pp. 592-608.

McNamee, Terence, “The First Crack in Africa’s Map? Secession and Self- Determination after South Sudan”, The Brenthurst Foundation Discussion Paper 2012/01, E Oppenheimer& Son (Pty) Ltd, Johannesburg, pp.1-28.

Mozaffar, Shaheen and Scarritt, James R., “Why Territorial Autonomy is Not a Viable Option for Managing Ethnic Conflict in African Plural Societies”, Nationalism and Ethnic Politics, 1999, Vol. 5, No. 3-4, pp. 230-253.

Muehlebach, Andrea, “What Self in Self-Determination? Notes From the Frontiers of Transnational Activism”, Identities: Global Studies in Culture and Power, 2003, Vol. 10, pp.241-268. 409

Mundy, Jacob, “Algeria and the Western Sahara Dispute”, The Maghreb Center Journal, Spring/Summer 2010, Issue 1, pp.1-14.

Mutua, Makau wa, “Why Redraw The Map Of Africa:

A Moral and Legal Inquiry”, Michigan Journal of International Law, Summer 1995, Vol. 16, No.4, pp.1113-1176.

Nafziger, E. Wayne and Richter, William L., “Biafra and Bangladesh: The Political Economy of Secessionist Conflict”, Journal of Peace Research, 1976, Vol. 13, No. 2, pp. 91-109.

Nayar, M. G. Kaladharan, “Self-Determination Beyond the Colonial Context: Biafra in Retrospect”, Texas International Law Journal, 1975, Vol. 10, No. 321, pp.321-345.

O’Sullivan, Christopher, “The United Nations, Decolonization, and Self- Determination in Cold War Sub-Saharan Africa, 1960-1994”, Journal of Third World Studies, 2005, Vol. XXII, No. 2, pp.103-120.

Oluniyi, Ademola Emmanuel, “Regionalism, Ideology Crisis, Party Affiliation and Future of Democracy in Nigeria”, Afro Asian Journal of Social Sciences, Vol. 5, No. 5. 1 Quarter I 2014, pp.1-20.

Onuoha, Godwin, “Contesting the Space: The ‘New Biafra’ and Ethno-Territorial Separatism in South-Eastern Nigeria”, Nationalism and Ethnic Politics, 2011, Vol. 17, No.4, pp.402-422.

Onuoha, Godwin, “Contemporary Igbo Nationalism and Crisis of Self-Determination in Nigeria”, African Studies, April 2012, Vol. 71, No.1, pp. 29-51.

Panter-Brick, S. K.,“The Right to Self-Determination: Its Application to Nigeria”, International Affairs, 1968, vol.44, No.2, pp.254-266.

Perry, Alex, “Can This Be theWorld’s Newest Nation?”, Time International, 2010, Vol. 175, No. 15, pp. 18-21.

Ratner, Steven R., “Uti possidetis and the Borders of New States”, The American Journal of International Law, October 1996, Vol. 90, No. 4, pp.590-624. 410

Salman, Salman M. A., “South Sudan Road to Independence: Broken Promises and Lost Opportunities”, Pacific McGeorge Global Business & Development Law Journal, July 2013, Vol. 26, Issue 2, pp. 344-414.

Sarwar, Nadia, “Post-Independence South Sudan: An Era of Hope and Challenges”, Strategic Studies, Summer & Autumn 2012, Vol. XXXII, Issue No. 2-3, pp.172-182.

Selassie, Alemante G., “Ethnic Federalism: Its Promise and Pitfalls for Africa”, 2003, Yale Journal of International Law, Vol. 48, No. 51, pp.51-107.

Sheeran, Scott P., “International Law, Peace Agreements and Self-Determination: The Case of the Sudan”, International & Comparative Law Quarterly, April 2011, Vol 60, pp.423-458.

Spector, Samuel J., “Western Sahara and Self-Determination Debate”, Middle East Quarterly, Summer 2009, Vol. 16, No.3.

Spector, Samuel J., “Negotiating Free Association between Western Sahara and Morocco: A Comparative Legal Analysis of Formulas for Self-Determination”, International Negotiation, 2011, Vol.16, pp.109-135.

Stephan, Maria, and Mundy, Jacob, “A Battlefield Transformed: From Guerrilla Resistance to Mass Nonviolent Strugglein the Western Sahara”, Journal of Military and Strategic Studies, Spring 2006, Vol. 8, pp.1-32.

Suberu, Rotimi, “Federalism in Africa: The Nigerian Experience in Comparative Perspective”, Ethnopolitics, March 2009, Vol. 8, No.1, pp.67-86.

Taşdemir, Fatma, “İsrail-Filistin Sorununun Self-Determinasyon Hakkı Çerçevesinde Analizi”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, 2000, ss. 209-226.

Theofilopou, Anna and Mundy, Jacob, “Autonomy and Intifadah: New Horizons in Western Saharan Nationalism”, Review of African Political Economy, 2006, Vol. 108, pp. 255-267.

Thibodeau, Marc A., “The Legality of an Independent Quebec: Canadian Constitutional Law and Self-Determination in International Law”, Boston 411

College International and Comparative Law Review, 1979, Volume 3, Issue 1, pp. 99-142.

Thio, Li-Ann, “Battling Balkanization: Regional Approaches Toward Minority Protection”, Summer 2002, Harvard International Law Journal, vol. 43 no.11, pp.409-468.

Tiewul, S. Azadon, “Relations between the United Nations Organization and the Organiztion of African Unity in the Settlement of Secessionist Conflicts”, Harvard International Law Journal, 1975, Vol. 259, No. 16, pp. 259-302.

Touval, Saadia, “The Organization of African Unity and African Borders”, International Organization, December 1967, Volume 21, Issue 01, pp.102- 127.

Uz, Abdullah, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, No.9, 2007, ss. 60-81.

Vyver, JD van der, “The Right to Self-Determination of Cultural, Religious and Linguistic Communities in South Africa”, PER / PELJ, 2011, Vol. 14, No. 4, pp.1-28.

Wachira, George Mukindi, “Applying Indigenous Peoples’ Customary Law in Order to Protect Their Land Rights in Africa”, Indigenous Affairs: Development and Customary Law, 2010, No. 1-2, pp. 6-15.

Wallace-Bruce, Nii Lante; “Africa and International Law- the emergence to statehood”, The Journal of Modern African Studies, 1985, Vol. 23, No. 4, pp.575-602.

Weiss, Herbert F. and Nzongola-Ntalaja, Georges, Decentralization and the DRC: An Overview, January 2013, SSRC: Conflict Prevention and Peace Forum, pp.1-10.

Weller, Marc, “The Self-determination Trap”, Ethnopolitics, March 2005, Vol. 4, No. 1, pp. 3–28.

Weller, Marc, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments”, The European Journal of International Law, 2009, Vol. 20, No. 1, pp.111-165. 412

Wiessner, Siegfried, “The Cultural Rights of Indigenous Peoples: Achievements and Continuing Challenges”, The European Journal of International Law, 2011, Vol. 22, No.1, pp. 121-140.

Wolff, Stefan; “Conflict Resolution Between Power Sharing and Power Dividing, or Beyond?”, Political Studies Review, 2007, Vol. 5, Issue 3, pp.377-393.

Wolff, Stefan; “Complex Power-Sharing and the Centrality of Territorial Self- Governance in Contemporary Conflict Settlements,” Ethnopolitics, March 2009, Vol. 8, No.1, pp.27-45.

Ziai, Fatemeh, “UN Impasse in the Western Sahara”, Middle East Report, June 1996, No. 199, pp. 38-41.

Zondi, Siphamandla and Réjouis, Emmanuel, “The Ethiopia-Eritrea Border Conflict and the Role of International Community”, African Journal of Conflict Resolution, 2006, Vol.06, No.2, pp.69-83.

KİTAPTAN MAKALELER

Aginam, Obijiofor, “Chapter 12: Legitimate Governance under the African Charter of Human and Peoples’ Rights”, in Edward Kofi Quashigah and Obiora Chinedu Okafor (eds.), Legtimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, Kluwer Law International, The Hague, 1999, pp. 345-374.

Ajulu, Che and Othieno, Thimoty, Samasuw, Nhamo, “Brief Analysis of the CPA,” Institute for Global Dialogue.

Aleman, Eduardo and Treisman, Daniel, “Chapter 8: Fiscal Politics in ‘Ethnically Mined’, Developing, Federal States: Central Strategies and SecessionistViolence”, in Philip G. Roeder and Donald S. Rothchild (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Cornell University Press, Ithaca, 2005, pp.173-219.

Alfredsson, G., “Chapter 4: Different Forms of and Claims to the Right of Self- Determination”, in Donald Clark and Robert Williamson (eds.), Self- 413

Determination: International Perspectives, MacMillan Press & St. Martin’s Press, London & New York, 1996, pp.58-86.

Amirah-Fernandez, Haizam, “Chapter 17: Spain’s Policy towards Morocco and Algeria: Balancing Relations with the Southern Neighbors”, in Yahia H. Zoubir and Haizam Amirah-Fernandez (eds.), North Africa: Politics, Region, and the Limits of Transformation, Routledge, Oxon, 2007, pp.348-364.

Bah, Abu Bakarr, “Chapter 5: Varieties of Institutional Designs in Postcolonial Nigeria”, Breakdown and Reconstitution: Democracy, the Nation-State and Ethnicity in Nigeria, Lexington Books, Maryland, 2005, pp.99-136.

Cardenas Emilio J. and Canas, Maria Fernanda, “Chapter 6: The Limits of Self- Determination”, in Wolfgang Danspeckgruber and Arthur Watts (eds.), Self- Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Lynne Rienner Publishers Inc., Colorado, 1997, pp.153-178.

Cassese, Antonio, “Chapter 4: The Emergence of Customary Rules: External Self- Determination”, Self-Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge University Press, Cambridge, 1995, s.67-100.

Cassese, Antonio, “Chapter 5: The Emergence of Customary Rules: Internal Self- Determination”, Self-Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge University Press, Cambridge, 1995, pp.101-140.

Cassese, Antonio, “Chapter 9: Testing International Law-Some Particularly Controversial Issues”, Self-Determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Cambridge, Cambridge University Press, 1995, pp. 205-256.

Condorelli, Luigi, “Chapter 7: Custom”, in Mohammed Bedjaoui (ed.), International Law: Achievements and Prospects, UNESCO, Paris, 1991, s. 179-211. http://books.google.com.tr/books?id=jrTsNTzcY7EC&pg=PA206&lpg=PA20 6&dq=tacit+agreement+regional+customary+law&source=bl&ots=_m39xJZD Ck&sig=Wkj4HQkeF9LvI5claywEfEfybQY&hl=tr&sa=X&ei=Pv4cUoqaLM HStQakmYDADw&ved=0CDYQ6AEwAQ#v=onepage&q=tacit&f=false, 21 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir. 414

Dent, Martin, “Chapter 5: Ethnicity and Territorial Politics in Nigeria”, in Graham Smith (ed.), Federalism: The Multiethnic Challenge, Longman Publishing, New York, 1995, pp.128-154.

Dersso, Solomon. A., “Chapter 9: The Right to Self-Determination, Minorities and Indigenous People in Africa”, in Solomon Dersso (ed.)., Perspectives on the Rights of Minorities and Indigenous People in Africa, Pretoria University Law Press, Cape Town, 2010, s.253-280.

Eide, Asbjørn, “In Search of Constructive Alternatives to Secession”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1993, pp. 139-176.

Enemo, Ifeoma, “Chapter 14: Self-Determination as the Fundamental Basis of the Concept of Legitimate Governance under the African Charter on Human and People’s Rights”, in Edward K. Quashigah and Obiora C. Okafor (eds.), Legitimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, MA: Kluwer Law International, Cambridge, 1999, pp. 403-418.

Eze, Osita C., “Chapter 4: Self-Determination”, Human Rights in Africa: Some Selected Problems, The Nigerian Institute of International Affairs, Lagos, 1984, pp.65-102.

Eze, Osita C., “Chapter 8: Regional Promotion and Protection of Human Rights in Africa”, Human Rights in Africa: Some Selected Problems, The Nigerian Institute of International Affairs, Lagos, 1984, pp. 192-227.

Ezetah, Chinedu R., “Chapter 15: Legitimate Governance and Statehood in Africa: Beyond the Failed State and Colonial Self-Determination”, in Edward Kofi Quashigah and Obiora Chinedu Okafar (eds.), Legitimate Governance in Africa: International and Domestic Legal Perspectives, Kluwer Law International, The Hague, 1999, pp. 419-460.

Falk, Richard A., “Chapter 2: The Right of Self-Determination Under International Law: The Coherence of Doctrine Versus the Incoherence of Experience”, in Wolfgang Danspeckgruber and Arthur Watts (eds.), Self-Determination and 415

Self-Administration: A Sourcebook, Lynne Rienner Publishers Inc., Colorado, 1997, pp.47-78.

Gambari, Ibrahim A. with Uhomoibhi, Martin; “Chapter 11: Self-Determination and Nation Building in Post-Cold War Africa”, in Wolfgang Danspeckgruber with Arthur Watts (eds.), Self-Determination and Self-Administration: A Sourcebook, Lynne Rienner Publishers Inc., Colorado, 1997, s.273-288.

Ganguly, Rajat and Taras, Ray, “Chapter 8: Weak States and Ethnic Conflict: Secessionism and State Collapse in Africa”, Understanding Ethnic Conflict: The International Dimension, Longman, New York, 1998, pp. 225-246.

Gawanas, Bience, “The African Union: Concepts and Implementation Mechanisms Relating to Human Rights”, in Anton Bösl and Joseph Diescho (eds.), Human Rights in Afirca: Legal Perspectives on their Protection and Promotion, Macmillan Education Namibia, Windhoek, 2009, pp.132-162.

Hannum, Hurst, “Chapter 3: Self Determination, The International Legal Context”,Autonomy, Sovereignty and Self-Determination: The Accommodation of Conflicting Rights, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1990, pp. 27-49.

Hannum, Hurst, “Chapter 15: Sudan”, Autonomy, Sovereignty, Self- Determination: The Accommodation of Conflicting Rights, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1990, pp. 308-330.

Heraclides, Alexis, “Chapter 5: Katanga (July 1960-January 1963), The Self- Determination of Minorities in International Politics, London, Frank Cass, 1991, pp. 58-79.

Heraclides, Alexis, “Chapter 7: The Southern Sudan (1961-72)”, The Self- Determination of Minorities in International Politics, London, Frank Cass, 1991, pp.107-128.

Heraclides, Alexis, “Chapter 6: Biafra (May 1967-January 1970)”, The Self- Determination of Minorities in International Politics, Frank Cass, London, 1991, pp.80-106. 416

Heraclides, Alexis, “Chapter 11: Eritrea”, The Self-Determination of Minorities in International Politics, Frank Cass, London, 1991, pp.177-195.

Hernando de Larramendi, Miguel; “Chapter 9: Intra-Maghrebi Relations: Unitary Myth and National Interests”, in Yahia H. Zoubir and Haizam Amirah- Fernandez (eds.), North Africa: Politics, Region, and the Limits of Transformation, Routledge, Oxon, 2007, pp.179-201.

Kamil, Leo, Fueling the Fire: U.S. Policy & The Western Sahara Conflict, The Red Sea Press, New Jersey, 1987.

Kimminich, Otto, “A ‘Federal’ Right of Self-Determination?”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1993, pp.83-100.

Lawless, Richard; “Morocco’s Foreign Policy: the Struggle for Influence and Dominance in Northwest Africa”, in Richard Lawless (ed.), Foreign Policy Issues in the Middle East: Afghanistan – Iraq – Turkey – Morocco, University of Durham, Durham, 1985, pp. 66-83.

Muluka, Barrack O., “Chapter 9: Leadership at the National and County Levels”, in Duncan Okoth-Okombo, Joseph Kwaka, Barrac kMuluka, Betty Sungura- Nyabuto (eds.), Challenging the Rulers: A Leadership Model for Good Governance, Sitima Printers&Stationers Ltd., Nairobi, 2011, http://books.google.com.tr/books?id=IyirPSzbrEYC&pg=PA181&lpg=PA181 &dq=nationhood+pre-colonial+africa&source=bl&ots=qu7EQV2AXC&sig= 6JthrRUtND61G1TsuBwVAoaSDvk&hl=tr&sa=X&ei=auMXVLCXHorbaNzl gsgC&ved=0CE4Q6AEwBQ#v=onepage&q=nationhood%20pre-colonial %20africa&f=false, pp.181-196.

Mundy, Jacob, “Chapter 10: The Morocco-Polisario war for Western Sahara, 1975- 1991”, in Barry Rubin (ed.), Conflict and Insurgency in the Contemporary Middle East, Routledge, London and New York, 2009, pp.209-231.

Mundy, Jacob, “The Morocco-Polisario War for Western Sahara, 1975-1991”, in B. Rubin (ed.), Conflict and Insurgency in the Contemporary Middle East, Oxon, Routledge, 2009, pp. 209-231. 417

Murswiek, Dietrich, “The Issue of a Right of Secession-Reconsidered”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1993, pp.21-40.

Mwakikagile, Godfrey, Ethnic Politics in Kenya and Nigeria, Nova Science Publishers, New York, 2001.

Ndikumana, Léonce and Emizet, Kisangani F., “Chapter 3: The Economics of Civil War: The Case of the Democratic Republic of Congo”, in P. Collier and N.Sambanis (eds.), Understanding Civil War: Evidence and Analysis, Volume 1: Africa, Washington, D.C. World Bank Publications, 2005, pp.63- 88.

Njoku, Raphael Chijioke; “Nationalism, Separatism, and Neoliberal Globalism: A Review of Africa and the Quest for Self-Determination since the 1940s”, in Don H. Doyle (ed.), Secession as an International Phenomenon: From America’s Civil War to Contemporary Separatist Movements, The University of Georgia Press, Georgia, 2010, pp. 338-360.

Oba, Abdulmumini A. ,“Chapter 3: The Future of Customary Law in Africa”, in Jeanmarie Fenrich, Paolo Galizzi and Tracy E. Higgins (eds.), The Future of African Customary Law, Cambridge University Press, Cambridge, May 2013, pp. 58-82.

Paden, John N., “Chapter 23: National System Development and Conflict Resolution in Nigeria”, in Joseph V. Montville (ed.), Conflict and Peacemaking in Multiethnic Societies, Mass. Lexington Books, Lexington, 1991, pp. 411-432.

Quaye, Christopher. O., “Chapter 6: Cases Not Related to Apartheid”, in Liberation Struggles in International Law, Temple University Press, Philadelphia, 1991, pp.166-182.

Quaye, Christopher O., “Chapter 8: Self-Determination”, Liberation Struggles in International Law, Temple University Press, Philadelphia, 1991, pp. 212-242.

Raic, David, “Chapter 7: Secession”, in Statehood and the Law of Self- Determination, Kluwer Law International, The Hague, 2002, pp.308-400.

418

Rosenblum, Jennifer and Zartman, William, “The Far West of the Near East: The Foreign Policy of Morocco”, in Bahgat Korany and Ali E. Hillal Dessouki (eds.),The Foreign Policies of Arab States: The Challenge of Globalization, The American University in Cairo Press, Cairo, 2008, pp.319-342.

Rothchild, Donald S., “Chapter 2: Structing Incentives for Internal Conflict Management”, in Managing Ethnic Conflict in Africa: Pressures and Incentives for Cooperation, Brookings Institution Press, Washington D.C., 1997, pp.25-58.

Rothchild, Donald and. Roeder, Philip G. “Chapter 2: Power Sharing as an Impediment to Peace and Democracy”, in Donald Rothchild and Philip G. Roeder (eds.), Sustainable Peace: Power and Democracy After Civil Wars, Cornell University Press, Ithaca, 2005.

Sanders, Douglas,“Self-Determination and Indigenous Peoples”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law and Self-determination, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1993, pp.55-82

Shelley, Fred M., “Chapter 3: Sub-Saharan Africa”, Nation Shapes: The Story Behind World’s Borders, ABC-CLIO, LLC, California, 2013, pp.254-391.

Shivji, Issa G.; “Chapter 3: Revolutionising Human Rights Framework”, The Concept of Human Rights in Africa, Codesria Book Series, London, 1989, pp. 69-92.

Sorenson, David S., “Chapter 19: Morocco”, An Introduction to the Modern Middle East: History, Religion, Political Economy, Politics, Westview Press, Colorado, 2008, pp. 400-416.

Tessler, Mark A., Entelis, John P. and White, Gregory W., “Chapter 16: Kingdom of Morocco”, in David E. Longand and Bernard Reich (eds.), The Government and Politics of the Middle East and North Africa, (3rd Edition),Westview Press, Colorado, 1995, pp. 396-393.

Thirlway, Hugh, “Chapter 4: The Sources of International Law”, in Malcolm D. Evans (ed.), International Law, (3rd ed), Oxford University Press, Oxford, 2010, pp. 95-108. 419

Tomuschat, Christian, “Self-Determination in a Post-Colonial World”, in Christian Tomuschat (ed.), Modern Law of Self-Determination, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1993, pp.1-20.

Weller, Marc, “Chapter 2: Why the Legal Rules on Self-Determination Do Not Resolve: Self-Determination Disputes,” in Marc Weller and Barbara Metzger (eds.), Settling Self-Determination Disputes: Complex Power-Sharing in Theory and in Practice, Martinus Nijhoff Publishers, Boston, 2008, pp.17-46.

Willisa, Michael and Messari, Nizar, “Analyzing Moroccan Foreign Policy and Relations with Europe”, in Gerd Nonneman (ed.), Analyzing Middle East Foreign Policies and the Relationship with Europe, Routledge, New York, 2005, pp.43-63.

Woldemikael, Tekle M., “Chapter 16: Eritrea’s Identity as a Cultural Crossroads”, in Paul Spickard (ed.), Race and Nation: Ethnic Systems in the Modern World, Routledge, New York, 2004, pp.337-354.

Wolff, Stefan and Weller, Marc, “Chapter 1: Self-Determination and Autonomy: A Conceptual Introduction”, in Marc Weller and Stefan Wolff (eds.), Autonomy, Self-Governance and Conflict Resolution: Innovative Approaches to Institutional Design in Divided Societies, Routledge, New York, 2008, pp.1- 25.

Woodman, Gordon R., “Chapter 1: A Survey of Customary Law in Search of Lessons for the Future”, in Jeanmarie Fenrich, Paolo Galizzi and Tracy E. Higgins (eds.), The Future of African Customary Law, Cambridge University Press, Cambridge, May 2013, pp.9-30.

INTERNET MAKALELERİ

“14 Apr 2008: ISS Today: The Democratic Republic of Congo Government Bans Bundu dia Kongo”, ISS Africa, http://www.issafrica.org/topics/corruption- and-governance/14-apr-2008-iss-today-the-democratic-republic-of-congo- government-bans-bundu-dia-kongo, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 420

“A Short Story of South Sudan”, Embassy of the Republic of South Sudan in Washington DC, http://www.southsudanembassydc.org/PDFs/ ShortHistory.pdf, 02 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

Ben Mohadji, Faissoili, “Comoros (Union of the Comoros)”, Handbook of Federal Countries, The Forum of Federations, http://www.forumfed.org/libdocs/FedCountries/FC-Comoros.pdf, 2005, 05 Şubat 2013 tarihinde erişilmiştir.

Borgen, Christopher J., “Kosovo’s Declaration of Independence: Self-Determination, Secession and Recognition”, American Society of International Law: Insight, 29 February 2008, Volume: 12, Issue 2, http://www.asil.org/insights/volume/12/issue/2/kosovos-declaration- independence-self-determination-secession-and, 03 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

Borgen, Christopher J., “350. Is Kosovo a Precedent? Secession, Self-Determination and Conflict Resolution”, Wilson Center, http://www.wilsoncenter.org/publication/350-kosovo-precedent-secession-self- determination-and-conflict-resolution, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

Clark, Robert S., “Chapter 4: Western Sahara and the United Nations Norms on Self- Determination and Aggression”, in Karin Arts and Pedro Pinto Leite (eds.), International Law and the Question of Western Sahara, International Platform of Jurists for East Timor, Leiden, 2007, http://ebookbrowsee.net/roger-s- clark-western-sahara-and-the-united-nations-norms-on-self-determination-and- aggression-pdf-d260408437, 21 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir.

“Eritrea Profile”, BBC News, http://www.bbc.com/news/world-africa-13349395, Last updated on 03 December 2014, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Glimpses of different realities: From AU border management in Africa to everyday lifle in Ethiopia”, Centre of African Studies, http://centreofafricanstudies.wordpress.com/2014/01/22/glimpses-of-different- realities-from-au-border-management-in-africa-to-every-day-life-in-ethiopia/, 22 January 2014, 17 Mayıs 2014 tarihinde erişilmiştir. 421

Fox, Gregory, “Chapter 14: Eritrea”, in Christian Walter, Antje von Ungern- Sternberg, Kavus Abushov (eds.), Self-Determination and Secession in International Law, Oxford University Press, Oxford 2014, pp.273-292. http://books.google.com.tr/books?id=nZuzAwAAQBAJ&pg=PA286&lpg=P28 6&dq=ethiopia%27s+answers+to+eritrean+self-determination&source=bl&ots =RBEGGMC66f&sig=3OYQodjXodxNgkkzPjSnvohvG4&hl=tr&sa=X&ei=lS _OU9TKsfP0QWZ9IGYBQ&sqi=2&ved=0CBoQ6AEwAA#v=onepage&q=et hiopia's%20answers%20to%20eritrean%20self-determination&f=false

Hasani, Enver, Self-Determination, Territorial Integrity and International Stability: The Case for Yugoslavia, National Defence Academy Institute for Peace Support and Conflict Management, Vienna, http://www.bundesheer.at/pdf_pool/publikationen/hasa03.pdf, 4 Aralık 2013 tarihinde erişilmiştir.

“Home”, Organization of Emerging African States, http://oeas.info/, 10 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir.

“International Recognition of the Sahrawi Arab Democratic Republic”, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/International_recognition_of_the_Sahrawi_Arab_ Democratic_Republic, 14 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

Kahombo, Balingene, “Protection of the Ethnic Minorities in the Democratic Republic of Congo: Between Breaking off and Continuity of Former Constitutional Rules”, http://www.hamann-legal.de/upload/Protection_of_the _Ethnic_Minorities_in_the_Democratic_Republic_of_Congo_- _Between_Breaking_off_and_Continuity_of_Former_Constitutional_Rules.pdf , 2011, 10 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

Kettley, Carmen, Sullivan, James and Fyfe, Jessie, Self-Determination Disputes and Complex Power Sharing Arrangements: A Background Paper for Debate, Workshop February 9 & 10 2001, Pembroke College, Cambridge University.

Louw-Vaudran, Liesl, “Crimea: What Lessons for Africa?”, Institute for Security Studies, http://www.issafrica.org/iss-today/crimea-what-lessons-for-africa, 01 April 2014, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 422

Mhango, Mtendeweka Owen, “Recognizing a Right to Autonomy for Ethnic Groups under the African Charter on Human and Peoples’ Rights: Katangese Peoples Congress v. Zaire”, http://www.wcl.american.edu/hrbrief/14/2mhango.pdf, 08 Ekim 2013 tarihinde erişilmiştir.

“People”, Embassy of the Republic of South Sudan in Germany, http://embassy- southsudan.de/tourismus/das-land-und-seine-bewohner/?lang=en, 03 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Peoples”, The Free Dictionary, http://www.thefreedictionary.com/peoples, 09 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir.

Placido, Gustavo, “The Intractability of Territorial Dispute in Africa: the Bakassi Peninsula”, Nigeria Village Square, http://www.nigeriavillagesquare.com/features/the-intractability-of-territorial- dispute-in-africa-the-bakassi-peninsula.html, 07 March 2013, 11 Temmuz 2013 tarihinde erişilmiştir.

Seymour, Michel, Secession as a Remedial Right, http://www.tamilnet.com/img/publish/2011/10/SecessionasaRemedialRight.pdf

Shinn, David H., “Eritrea’s Regional Relations”, International Policy Digest, http://www.internationalpolicydigest.org/2012/08/17/eritreas-regional- relations/, 17 August 2012, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

Sing’Oei, Korir, “Manual on the Promotion and Protection of the Rights of Indigenous Populations/Communities through the African Human Rights System”, African Commission on Human and Peoples’ Rights & International Work Group for Indigenous Affairs, http://www.iwgia.org/iwgia_files_publications_files/0604_MANUAL_achpr_2 012.pdf, 2012, pp.1-81, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Sudan: Self-Determination and Secularism at the heart of Machakos”, Integrated Regional Information Networks, http://www.irinnews.org/in- depth/70709/32/sudan-self-determination-and-secularism-at-the-heart-of- machakos, 02 December 2002, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir. 423

Tatarenko, Anastasiia, “The Legal Status and Modern History of Crimean Autonomy”, Verfassungsblog, http://www.verfassungsblog.de/en/the-legal- status-and-modern-history-of-crimean-autonomy/#.U-iRfeN_tR4, 02 April 2014, 11 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

“The OAU in African Conflicts (Special Feature). (Organization of African Unity)”, New African, https://www.questia.com/magazine/1G1-89235777/the-oau-in- african-conflicts-special-feature, 07 January 2002, 04 Haziran 2008 tarihinde erişilmiştir.

“The People of Eritrea”, Embassy of the State of Eritrea, http://www.eritrean- embassy.se/about-eritrea/people-and-languages/, 15 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

Unrepresented Nations and Peoples Organization, “Barotseland”, http://unpo.org/members/16714, 27 March 2014, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir

Viljoen, Frans, “Chapter 4: Reflections on the Legal Protection of Indigenous Peoples’ Rights in Africa”, in Solomon A. Dersso (ed.), Perspectives on the Rights of Minorities and Indigenous Peoples in Africa, Pretoria University Law Press, Pretoria, 2010, pp.75-94, http://books.google.com.tr/books?id=1Jp0fvcHxUUC&pg=PA89&lpg=PA89& dq=Revised+African+Nature+Convention+indigenous+people&source=bl&ots =xLH4x4LO3P&sig=gEUuRlgAEtTqbp2TbHeXi99h70k&hl=tr&sa=X&ei=ay IMVJ3IGsPuyQP47YGQAQ&ved=0CCAQ6AEwAA#v=onepage&q=Revised %20African%20Nature%20Convention%20indigenous%20people&f=false, 07 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. wa Kandolo, Pierre Félix Kandolo On’ufuku, “Pour Une Nouvelle Constitutionnalisation des Droits de l’Homme: La Republique Democratide du Congo Toujours au Rond Point”, http://www.congoforum.be/upldocs/Article%20sur%20laconstitutionnalisation %20des%20droits%20de%20l%20homme%20au%20congo%5B1%5D.pdf, 16 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

424

KİTAPLAR

Ataöv, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No: 411, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1977.

Basic Facts About the United Nations, United Nations Department of Public Information, New York, 2000.

Castellino, Joshua, International Law and Self-Determination: The Interplay of the Politics of Territorial Possession with Formulations of Post-Colonial National Identity, Martinus Nijhoff Publishers, The Hague, 2000.

Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk: Temel Belgeler, Örnek Kararlar, Dördüncü Baskı, Beta, İstanbul, 2000.

Meredith, Martin, The State of Africa: A History of the Continent Since Independence, London, Simon & Schuster, 2013.

Natsios, Andrew S., Sudan, South Sudan, Darfur: What Everyone Needs to Know, Oxford University Press, New York, 2012.

Nsamenang, A. Bame, Human Development in Cultural Context: A Third World Perspective, California, SAGE Publications, 1992.

Okafor, Obiora Chinedu, Re-Defining Legitimate Statehood: International Law and State Fragmentation in Africa,Martinus Nijhoff Publishers, The Hague, 2000.

Oran, Baskın, Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Üçüncü Baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997.

Öktem, Emre, Uluslararası Teamül Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2013.

Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri III. Kitap, Üçüncü Baskı, Turhan Kitabevi, 1999.

Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, IV. Kitap, Birinci Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000.

Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri 1. Kitap, Gözden Geçirilmiş 11. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2012. 425

Saxena, Suresh Chandra, The Liberation War in the Western Sahara, Vidya Publishers, New Delhi, 1981.

Shelley, Toby, Endgame in the Western Sahara: What Future for Africa’s Last Colony?, Zed Books Ltd, London, 2004.

Shillington, Kevin, History of Africa, Revised Edition, Macmillan, London, 1995.

Thornberry, Patrick, Indigenous Peoples and Human Rights, Manchester University Press, Manchester, 2002.s

Wachira, George Mukundi, African Court on Human and Peoples’ Rights: Ten Years on and Still No Justice, Minority Rights Group, 2008.

Walter, Christian, Von Ungern-Stenberg, Antje and Abushov, Kavus (eds.), Self- Determination and Secession in International Law, Oxford University Press, Oxford, 2014.

RESMÎ BELGELER

Constitution de la Republique Democratique du Congo, Republique Democratique du Congo Assemblee Nationale, Kinshasa, Février 2006, http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/Constitution_de_la_RDC.pdf, 10 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

Constitution of the Democratic Republic of Congo, http://www.constitutionnet.org/files/DRC%20- %20Congo%20Constitution.pdf, 13 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir

Constitution of the Republic of South Africa, 1996, http://www.gov.za/documents/constitution/1996/96cons14.htm#235, 14 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

Constitution of the Republic of Sudan, 1998, http://www.parliament.am/library/sahmanadrutyunner/sudan.pdf

Ethiopian Constitution, Ethiopian Government Portal, http://www.ethiopia.gov.et/web/pages/preamble-to-the-constitution, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 426

Memorandum by the Frente Polisario on Western Sahara Peace Process, Nisan 2009.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf, 02 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

The Transitional Constitution of the Republic of South Sudan, 2011, http://planipolis.iiep.unesco.org/upload/South%20Sudan/South%20Sudan_Tra nsitional_constitution_2011.pdf

U.S. Department of State: Bureau of European and Eurasian Affairs, “Fact Sheet: Summary of the Comprehensive Proposal for the Kosovo Status Agreement”, http://www.state.gov/p/eur/rls/fs/101244.htm, 20 January 2009, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

BM KARARLARI VE RAPORLARI

BM Genel Kurulu, “Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi”, (61/295; 13 Eylül 2007), http://www.un.org/esa/socdev/unpfii/documents/DRIPS_Turkish.pdf, 01 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

Office of the High Commissioner for Human Rights, “Fact Sheet No.9 (Rev.1), The Rights of Indigenous Peoples”, http://www.ohchr.org/documents/publications/factsheet9rev.1en.pdf, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations, “United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples”, March 2008, http://www.un.org/esa/socdev/unpfii/documents/DRIPS_en.pdf, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations General Assembly, “Eritrea: Report of the United Nations Commission for Eritrea; Report of the Interim Committee of the General Assembly on the Report of the United Nations Commission for Eritrea A”, 390 (V); 2 December 1950, http://daccess-dds-ny.un.org/doc/ 427

RESOLUTION/GEN/NR0/059/88/IMG/NR005988.pdf?OpenElement, 29 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir

United Nations General Assembly, “Declaration on the Granting of Independence to Colonial Countries and Peoples”, (1514/XV; 14 December 1960), http://www.un.org/en/decolonization/declaration.shtml, 20 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations General Assembly, Resolutions Adopted on the Reports of the Forth Committee,“ Principles which should guide Members in determining whether or not an obligation exists to transmit the information called for under Article 73e of the Charter”, (1541/XV; 15 December 1960), http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=A/RES/1541(XV), 15 Haziran 2013 tarihinde erişilmiştir.

United Nations General Assembly, “The Congo Question”, 161/1961; 21 February 1961, http://www.un.org/en/ga/search/view_doc.asp?symbol=S/RES/161(1961), 15 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations General Assembly, “Permanent sovereignty over natural resources”, (1803/XVII; 14 December 1962), http://www.ohchr.org/Documents/ProfessionalInterest/resources.pdf, 22 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations General Assembly, Resolutions Adopted on the Reports of the Sixth Committee, “Declaration on Principles of International Law Concerning Friendly Relations and Co-Operation among States in accordance with the Charter of the United Nations”, (2625/XXV; 24 October 1970), http://www.oosa.unvienna.org/pdf/gares/ARES_25_2625E.pdf, 16 Haziran 2013 tarihinde erişilmiştir

United Nations General Assembly, “Draft Resolution Territorial Integrity of Ukraine” 68/262; 27 March 2014, https://papersmart.unmeetings.org/media2/2498292/voting-record.pdf, 10 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 428

United Nations Mission in the Republic of South Sudan (UNMISS), “Conflict in South Sudan: A Human Rights Report”, 08 May 2014, http://www.unmiss.unmissions.org/Portals/unmiss/Human%20Rights%20Repo rts/UNMISS%20Conflict%20in%20South%20Sudan%20-%20A%20Human %20Rights%20Report.pdf, 27 Ağustos 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations Peacemaker, “The IGAD Declaration of Principles”, http://peacemaker.un.org/sites/peacemaker.un.org/files/SD_940520_The%20I GAD%20Declaration%20of%20principles.pdf, 20 May 1994, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir.

United Nations, “Security Council Committee pursuant to resolutions 751 (1992) and 1907 (2009) concerning Somalia and Eritrea”, http://www.un.org/sc/committees/751/, 09 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations/ Secretariat of the Permanent Forum on Indigenous Issues, “The Concept of Indigenous Peoples: Workshop on Data Collection and Disaggregation for Ingidenous People”, 19-21 January 2004, http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:9rD7tG63SQEJ:www. un.org/esa/socdev/unpfii/documents/workshop_data_background.doc+&cd=2 &hl=tr&ct=clnk&gl=tr, 21 Ekim 2014 tarihinde erişilmiştir.

United Nations Security Council, “Resolution 2044 (2012)”, http://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C- 8CD3-CF6E4FF96FF9%7D/MINURSO%20S%20RES%202044.pdf, 13 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

ULUSLARARASI ADALET DİVANI KARARLARI

“Collection of Judgments: The Case of the S.S. ‘Lotus’”, Publications of the Permanent Court of International Justice: Series A.-No. 10, 7 September 1927, III.

International Court of Justice, “Cases: Western Sahara, Summary of the Summary of the Advisory Opinion of 16 October 1975”, http://www.icj- 429

cij.org/docket/index.php?sum=323&p1=3&p2=4&case=61&p3=5, 06 Eylül 2013 tarihinde erişilmiştir.

International Court of Justice, “Frontier Dispute (Burkina Faso/Republic of Mali): Summary of the Summary of the Judgment of 22 December 1986”, http://www.icj-cij.org/docket/index.php?sum=359&p1=3&p2=3&case= 69&p3=5, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

International Court of Justice, “Land and Maritime Boundary between Cameroon and Nigeria (Cameroon v. Nigeria: Equitorial Guinea intervening) Press Release 2002/26”, http://www.icj-cij.org/docket/index.php?pr=294&code=cn&p1= 3&p2=3&p3=6&case=94&k, 10 October 2002, 05 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir.

AFRİKA BİRLİĞİ TEŞKİLATI VE AFRİKA BİRLİĞİ KARARLARI

266/04: Kevin Mgwanga Gunme et al / Cameroon, http://www.achpr.org/files/sessions/45th/comunications/266.03/achpr45_266_0 3_eng.pdf, 23 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir.

African Commission on Human and Peoples’ Rights, “African (Banjul) Charter on Human and Peoples’ Rights”, 27 June 1981, http://www.achpr.org/files/instruments/achpr/banjul_charter.pdf, 06 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Advisory Opinion of the African Commission on Human and Peoples’ Rights on the United Nations Declaration on the Rights of Indigenous Peoples”, http://www.achpr.org/files/special-mechanisms/indigenous- populations/un_advisory_opinion_idp_eng.pdf, 2007, 9 Nisan 2013 tarihinde erişilmiştir.

African Regional Coverage Project, “Eighth African Union Summit-Briefing Note”, Volume 7, Issue no 2, Wednesday 7 February 2007, http://www.iisd.ca/africa/brief/briefing0702e.pdf, 06 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir. 430

African Union, “AU in a Nutshell”, http://www.au.int/en/about/nutshell, 07 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

African Union, “Declaration on the African Union Border Programme and Its Implementation Modalities”; (BP/MIN/Decl. (II); 7 June 2007, Addis Ababa, http://www.oecd.org/swac/publications/38769082.pdf, 06 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir.

African Union, “Vision of the African Union”, http://www.au.int/en/about/vision, 07 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

African Union Border Programme, “Delimitation and Demarcation of Boundaries in Africa: General Issues and Case Studies”, September 2013, http://www.peaceau.org/uploads/au-2-en-2013-delim-a-demar-user-guide.pdf, 19 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

International Labour Organization and the African Commission on Human and Peoples’ Rights, “Country Report of the Research Project by the International Labour Organization and the African Commission on Human and Peoples’ Rights on the constitutional and legislative protection of the right of indigenous peoples: Eritrea”, Geneva, 2009.

International Labour Organization, “Overview Report of the Research Project by the International Labour Organization and the African Commission on Human and Peoples’ Rights on the constitutional and legislative protection of the rights of indigenous peoples in 24 African countries”, 2009, http://www.ilo.org/indigenous/Resources/Publications/WCMS_115929/lang-- en/index.htm, 10 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir.

Organization of African Unity, “OAU Charter”, http://www.au.int/en/sites/default/files/OAU_Charter_1963_0.pdf, 13 Eylül 2013 tarihinde erişilmiştir.

The Assembly of Heads of State and Government of the Organization of African Unity, “Resolution on Dissolution of the OAU Liberation Committee”; (AHG/Res228/XXX; 1994), http://www.peaceau.org/uploads/ahg-res-228- xxx-e.pdf, 13 Mart 2013 tarihinde erişilmiştir 431

The Council of Ministers of the Organization of African Unity, “Resoultion on the Portuguese Colonies”, in Martin Minogue and Judith Molloy (eds.), African Aims and Attitudes: Selected Documents, Cambridge University Press, Oxford,1974, https://books.google.com.tr/books?id=eBk7AAAAIAAJ&pg=PA406&lpg=PA 406&dq=Martin+Minogue,+African+Aims+and+Attitudes:+Selected+Docume nts&source=bl&ots=OaIm6P0AbV&sig=CjA9nzuVJisJPtXcIbJ10MWPrZY& hl=tr&sa=X&ei=ozeUVIShMoOa7gb_qoGYDg&ved=0CCYQ6AEwAQ#v=o nepage&q=Martin%20Minogue%2C%20African%20Aims%20and%20Attitud es%3A%20Selected%20Documents&f=false, 30 Temmuz 2013 tarihinde erişilmiştir.

RAPORLAR

International Crisis Group, “Somaliland: Time for African Union Leadership”, Crisis Group Africa Report, No. 110, 23 May 2006.

International Crisis Group, “Western Sahara: Out of the Impasse”, Crisis Group Middle East/North Africa Report, No. 66, 11 June 2007.

International Crisis Group, “Katanga: The Congo’s Forgotten Crisis”, Crisis Group Africa Report, No. 103, 09 January 2009.

International Crisis Group, “Sudan: Regional Perspectives on the Prospect of Southern Independence”, Crisis Group Africa Report, No. 159, 6 May 2010, s.19

International Crisis Group, “Sudan’s Spreading Conflict (II): War in Blue Nile”, Crisis Group Africa Report, No.204, 18 June 2013.

The International Fund for Agricultural Development,“Country Technical Note on Indigenous Peoples’ Issues: Democratic Republic of the Congo”, http://www.ifad.org/english/indigenous/pub/documents/tnotes/congo_dr.pdf, January 2012, 14 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 432

“The World Factbook: Africa: Nigeria”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ni.html, Last updated on 27 March 2014, 07 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“The World Factbook: Africa: Sudan”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/od.html, Last updated on 22 April 2014, 19 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

“The World Factbook: Africa: Western Sahara”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/wi.html, Last updated on 19 June 2014, 23 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“The World Factbook: Africa: Democratic Republic of the Congo”, Central Intelligence Agency, https://www.cia.gov/library/publications/the-world- factbook/geos/cg.html, last updated on 22 June 2014, 22 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA TEZLERİ

Duruji, Moses Metumara, Ethnic Militias and Sub-Nationalism in Nigeria: A Comparaive Study of MASSOB and OPC, (PhD Thesis, Covenant University), 2010.

Ezetah, Chinedu Reginald, Legitimate Governance and Statehood in Africa: Beyond the Failed State & Colonail Self-Determination, (Master Thesis, The University of British Columbia), 1997.

Summers, James, The Idea of the People: The Right of Self-Determination, Nationalism and the Legitimacy of International Law, (PhD Thesis, University of Helsinki), 2004.

İNTERNET HABERLERİ

“African Court issues historic ruling protecting rights of Kenya’s Ogiek Community”, Horn of Africa Human Rights Watch Committee, 433

http://hornwatch4rights.blogspot.com.tr/2013/04/african-court-issues-historic- ruling.html, 18 April 2013, 15 Kasım 2014 tarihinde erişilmiştir.

“African Union Praises Eritrea, Djibouti Border Mediation”, Voice of America, http://www.voanews.com/content/eritrea-djibouti-to-enter-mediation-on- border-issue-95862894/154801.html, 07 June 2010, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

Ajakaye, Raflu, “Nigeria Not to Recognize Kosovo”, Anadolu Agency, http://www.aa.com.tr/en/news/307116--nigeria-not-to-recognise-kosovo, 28 March 2014, 06 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Altering MINURSO Role Runs Counter to Morocco’s Achievements in Participatory Democracy, Says National Interest”, Maghreb Arab Press, http://www.map.ma/en/dossier/altering-minurso-role-runs-counter-moroccos- achievements-participatory-democracy-says-nation, 20 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir.

Ghanmi, Lamine and Maclean, William, “UN Envoy Struggles to Break Western Sahara Impasse”, Reuters, http://www.unhcr.org/cgi- bin/texis/vtx/refdaily?pass=463ef21123&id=483ba4f98, 26 May 2008, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Kenya Freezes Recognition of SADR”, Autonomy Plan, http://autonomy- plan.org/57-kenya-freezes-recognition-of-sadr.html, 20 July 2007, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

King, Martin-Luther C., “Re-Thinking Ghana-Morocco Relations”, Modern Ghana, http://moroccoonthemove.com/2014/01/07/re-thinking-ghana- morocco-relations-modern-ghanayahoo-voices-martin-luther-c- king/#sthash.Sb6mjYH1.dpbs, 05 January 2014, 27 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“King Mohammed VI: Moroccans Ready to Make All Sacrifices for Sake of Their Territorial Integrity”, Middle East Online, http://www.middle-east- online.com/english/?id=62445, 07 November 2013, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir. 434

Kuol, Stephen Par, “Peril of Ethnic Federalism in the Republic of South Sudan”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article46253, 16 April 2013, 05 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir.

Lobel, Mark, “Nijerya Bölünecek mi?”, BBC Türkçe, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/03/120316_nigeria_attacks.shtml, 16 March 2012, 18 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Makubuya: Buganda To Reinforce Aspirations For “Self-Determination”, Chimpreports, http://chimpreports.com/6909-makubuya-buganda-to- reinforce-aspirations-for-self-determination/, 12 November 2012, 07 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

Tekle, “Malawi Withdraws its Recognition of the so-called SADR”, Sahara Online, http://www.sahara-online.net/Western-Sahara/Malawi-withdraws-its- recognition-of-the-so-called-SADR--1306-2452-3916.aspx, 17 September 2008, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

Malwal, William Deng, “No to Tribalist Campaign Against S. Sudan’s Riek Machar”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php? page=imprimable&id_article=15779, 21 May 2006, 05 Mayıs 2013 tarihinde erişilmiştir.

“Matabeleland Secession: Who Will Benefit?”, The Standard, http://www.thestandard.co.zw/2011/03/13/matabeleland-secession-who-will- benefit/, 13 March 2011, 15 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Morocco: Report of the UN Secretary-General on the Situation Concerning Western Sahara, Submitted to the Security Council on 10 April 2014”, All Africa, http://allafrica.com/stories/201404180738.html, 17 April 2014, 09 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Moroccon Parliament Deems Altering MINURSO Mandate ‘Flagrant Violation of National Sovereignty’”, Maghreb Arab Press, http://www.map.ma/en/dossier/moroccan-parliament-deems-altering-minurso- mandate-flagrant-violation-national-sovereignty, 20 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir. 435

Mundy, Jacob, “Stubborn Stalemate in Western Sahara”, Middle East Research and Information Project, http://www.merip.org/mero/mero062604, 26 June 2004, 18 Ekim 2013 tarhinde erişilmiştir

Nader, Jean R. Abi, “Investments in Morocco Poised for Growth in 2014”, Morocco on the Move, http://moroccoonthemove.com/2014/01/09/investments- morocco-poised-growth-2014-jean-r-abinader/#sthash.lR3C1hDv.dpbs, 09 Ocak 2014, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Nigeria: Jonathan – Why We Did Not Appeal Bakassi Verdict?”, All Africa, http://allafrica.com/stories/201306251061.html, 25 June 2013, 13 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Opening of Sahrawi Embassy in Nairobi”, Sahara Press Service, http://www.spsrasd.info/en/content/opening-saharawi-embassy-nairobi, 06 January 2014, 08 Nisan 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Opponents to human rights in Western Sahara attack charity web site”, Sussex Asylum & Refugee Info, http://sussexasylumrefugeeinfo.blogspot.com/2012/05/opponents-to-human- rights-in-western.html, 25 May 2012, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir.

“Polisario vows to return to ‘armed resistance’ in response to Moroccan King’s speech”, Middle East Monitor, https://www.middleeastmonitor.com/news/africa/15196-polisario-vows-to- return-to-armed-resistance-in-response-to-moroccan-kings-speech, 10 November 2014, 29 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Right of Non-Self-Governing Territories to Self-Determinastion Reaffirmed, As Fourth Committee Approves Nine Decolonization Texts”, UN: Meetings Coverage and Press Releases, http://www.un.org/press/en/2002/gaspd238.doc.htm, 4 October 2002, 12 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Sahara: France HailsMorocco’s ‘significant progress’ in Human Rights”, Maghreb Arab Press, http://www.map.ma/en/dossier/sahara-france-hails-moroccos- 436

significant-progress-human-rights, 19 April 2013, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir.

“South Sudan Downplays Lack of Direct Communication with US”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article51853, 30 July 2014, 22 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“South Sudan President Agrees to Adoption of Federal System: Source”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article52850, 27 October 2014, 14 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir.

“The People of Nuba and Darfur Demand Self-Determination”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article35952, 15 August 2010, 09 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir.

“Tuaregs Claim ‘Indenpendence’ From Mali”, Al-Jazeera, http://www.aljazeera.com/news/africa/2012/04/20124644412359539.html, 06 April 2012, 13 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“UN official highlights positive trends in Africa to protect indigenous people’s rights”, UN News Center, http://www.un.org/apps/news/story.asp?NewsID=44981#.VJqKaqqABg, 23 May 2013, 15 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

“UN Passes Resolution Threatening Sanctions on Sudan”, BBC News, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-17926846, 02 May 2012, 04 Kasım 2013 tarihinde erişilmiştir.

“UN Warns South Sudan nearing ‘catastrophe’”, Al-Jazeera, http://www.aljazeera.com/news/africa/2014/08/un-warns-south-sudan-nearing- catastrophe-2014871758985856.html, 07 August 2014, 22 Eylül 2014 tarihinde erişilmiştir.

Tekle, Tesfa-Alem, “AU Panel Urges New Approach to Settle Ethiopia-Eritrea Border Dispute”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article37319, 17 December 2010, 16 Aralık 2014 tarihinde erişilmiştir. 437

Tesfa-Alem “AU Panel Urges New Approach to Settle Ethiopia-Eritrea Border Dispute”, Sudan Tribune, http://www.sudantribune.com/spip.php?article37319, 17 December 2010, 17 Mayıs 2014 tarihinde erişilmiştir.

“Zambia Withdraws Recognition of 'Sahrawi Republic'”, Middle East Online, http://www.middle-east-online.com/english/?id=45304, 03 April 2011, 17 Ağustos 2013 tarihinde erişilmiştir.

Young, John, Sudan IGAD Peace Process: An Evaluation, http://sudantribune.com/IMG/pdf/Igad_in_Sudan_Peace_Process.pdf, 30 May 2007, 05 Mayıs 2013 tarihinde erişilmiştir.

YAYINLANMAMIŞ NOTLAR

Ceren Gürseler, “Rabat Toplantısı, 1-4 Ekim 2013, Rapor ve Bilgilendirme Notu”, Çankaya Belediyesi Başkanlığı’na sunulan bilgilendirme notu, (Ankara. 20 Ocak 2014).

DERS NOTLARI

Golove, David, International Law (Spring 2006) on International Law, Cases and Materials, Damrosch, Henkin, Pugh, Schachter, Smit (eds.), 4th Edition, St. Paul, Minn.: West Group, 2001, http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:WH_ GxlpcqvIJ:www.law.nyu.edu/sites/default/files/upload_documents/Golove%5B1%5D. InternationalLaw.Spring2006.5.doc+&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr, 15 Temmuz 2014 tarihinde erişilmiştir.