Ruhî Su anıldı ► Ünlü besteci ölümünün 7. yılında dün mezarı ba­ şında türküleriyle anıldı. Anma töreninde sanatçı­ nın dostlan. Drama Köprüsü türküsünü coşkuyla söylediler. B5. Sayfada Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu anlatıyor RUHİ SU’YLA YAŞAMAK

Can Kartoğlu Gürses

12. S A YFADA SAYFA CUMHURİYET 12 DİZİ YAZI 1940’lı yılların sonu, konuşacak o kadar çok şey varki Tutuklanacağımız günü bekledik

yi. Sansaryan’da hücrede olduğunu yeceğimdem utanıyorum ama, orada söyledi. Hatta, dedi, sabah bir gürültü sille tokat döverler, hakaret ederler, Kar yağıyor. bu. Kışı kış. Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu duydum, onu da hazırlıyorlar sandım, uykusuz bırakırlardı. Ben, dayana­ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ama baktım yok. Neden getirilmedi maz, mutlaka yere düşerdim. Yerler, bahçesi bembeyaz. Rüzgâr, ordan anlatıyor bilemiyorum, diye sürdürdü sözünü. buz gibiydi. Hemen hastalanmıştım oraya savuruyor yerdeki beyazı. Son­ Benim canım iyice sıkkın. Artık, Har­ orada da. Sonra, bir kanama başla­ ra bir, iki, üç, dört... Geldikçe geliyor, biye Askeri Cezaevi günleri başlamış­ mıştı. Ve bir türlü geçmiyordu. Bir ay. çoğaldıkça çoğalıyor gençler. Bunlar, tı. Ve ben, 10-15 gün sonra, bir gün, iki ay sürmüştü bu. Sonunda, doktor genç Cumhuriyetsin gencecik çocukla­ RUHİ SU’YLA orada Ruhi’yle karşılaştım. Onu tanı­ getirmek zorunda kalmışlardı. San­ rı. Kararlı, öfkeli, sevinçli, kaygılı, yamadım desem abartmış çlmam. saryan Han’da tabutluklar vardı. On­ ama mutlaka umutlu bakıştan var. Sı­ Çok zayıflamış, çok bitkindi. İşkence ların önündeki geniş alanda görüş­ cacık. dokunulmamış... Kimi derse YAŞAMAK görmüştü. Bu, hemen anlaşılıyordu. müştük doktorla.” giriyor, dersten çıkıyor kimi... Zaten, yaralan iyileşmediği için San­ Tabutluklar mı? Tabutluklar da Sıdıka Umut, Dil ve Tarih Coğrafya saryan Han'da bir süre daha bekletil­ neydi acba? “Aaa, evet” diyor Sıdfka Fakültesi Felsefe Bölümü'nde oku­ miş, sonra getirilmiş Harbiye’ye. Onu Su, “Daracık hücrelerdi. Yere çömele- yor. Yıl. 1946. Bir arkadaşı. Ruhi Can Kartoğlu Gürses böyle görünce, benim nutkum tutul­ meyeceğiniz, ancak biraz kaykılarak Su’yla tanıştırıyor onu. Bugün, bam du. Hiçbir şey konuşamadım, sorama­ sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle bo­ başka bir siyasi çizgide olan Nezihe dım. Oysa, yanımdaki kız arkadaşla- yuyla bir ‘insanlık’ hücrelerdi bunlar. Araz’dır bu kişi. Ruhi Su ise o sıralar nm, erkek arkadaşlanmıza neler iste­ bekliyorduk. Böyle bir yıl geçirdik. Emniyette, bir en alt katta hücreler yedek subay ve ’da çalışıyor. Şimdi, 45 yıl sonra, Nişantaşı’nda diklerini soruyorlardı. Ben, öyle vardı, bir de üst katta penceresiz hüc­ Karşılaşmaları, tümüyle bir tesadüf. küçük bir evdeyiz Sıdıka Su’yla. Çok 1951’in ortalarında evlenelim mi diye şaşırmıştım ki aklıma hiçbir şey gelmi­ reler ve tabutluklar. Bu en alt kattaki- Üç genç birlikte çıkıyorlar fakülteden. aydınlık, çok resimli, çok çiçekli, çok düşünmeye başladık. Ve zamanı, bir­ yordu. Çok sonralan öğrendim; Ruhi ler, tabutluk değildi ama, tabutluktan Sıhhıye’den Ulus'a dek yürüyorlar. kilimli, çok sıcak evlerindeyiz. Sıdıka birimize son derece tutkun geçiriyor­ bana çok gücenmiş, neden bir şey iste­ da beterdi. Hava çok soğuk. Ama, bu soğuk bile Su, tane tane konuşuyor. Yeniden ya­ duk. O zaman, disiplin işiydi örgütlü yip istemediğini sormadığım için.” üşütemiyor bu gençlerin yüreğini. şıyor her anlattığım. “İşte, böyle disip­ olmak. Dışarı gitmek diye bir şey yok­ Ankara’dan ’a aynı trenle Peki, ne olmuştu tabutlukların Gerçi, Sıdıka Umut'la Ruhi Su, birbir­ linli bir insandı” diyor, “İlk günden tu. Dışarı gitmek, gelişigüzel bir iş de­ mi getirildiklerini soruyorum. "Hayır, önünde? “Doktor, sormuştu. Yanı­ lerini ilk kez görüyorlar ama, Sıdıka son güne dek...” ğildi. Ben, 11 Kasım 1952'de gözaltına aym trende değilmişiz, ama aynı za­ mızda, askerler de vardı. Ve yavaş Umut, Ruhi Su’nun sesiyle çoktan ta­ “Üniversite yıllarınızı anlatır mısı­ alındım. Pek çok arkadaşım da gözal­ manlarda Sansaryan Han’daymışız. konuşmamı tembihlemişlerdi. Ağzımı nışık. nız?” diyorum. “Tabii” diyor, "Liseyi tına alındı benimle birlikte. Fakülteyi Orada, tüm soruşturmalarımız, ‘ 1. Şu- her açtığımda, daha da yavaş konuş­ "1943-1945 yıllan. Ailemle Bursa’- Bursa’da okudum. O zamanlar. Nâ­ mamı istiyorlardı. Mini mini konuşu­ dayız. Çok şanslıyım. İlerici, demok­ zım, Bursa Hapishanesi’nde. Ben, onu yordum. Bazen de yükseliyordu sesim. rat bir ortam içindeyim. Ziraat mü­ ziyarete gidiyorum. Benim, Dil ve Ta­ Ruhi anlattı. Harbiye Askeri Cezae ’- hendisi olan ağabeyim Necmi Umut, rih Coğrafya’da Felsefe’de okumamı vinde Ruhi’nin kaldığı tabutluğun Ankara Ziraat Fakültesi'nde öğren­ öneriyor. Çünkü, öğretim görevlileri­ önünde konuşmuşuz doktorla. Ruhi ciyken Ruhi Su da konservatuvar öğ­ nin çok aydın kişiler olduğunu söylü­ de o zaman anlamış Sansaryan Han’­ rencisi. Dost ve arkadaşlar. Evimizde, yor. Behice Boran, Niyazi Berkes gi­ da olduğumu. Üstelik hastayım. O içe­ on beş günde bir pazarlan saat onda bi... Nâzım’m sözünü dinliyorum ve ride, eli kolu bağlı. Mahsus Mahal’i radyomuz mutlaka açık. Çünkü o sa­ Ankara’da DTCF’de okumaya başlı­ işte o tabutlukta düşünmüş. Mahsus atte Ruhi Su, türküler söylüyor. Hepi­ Mahal, işte o tabutlukta düşmüş yüre­ yorum. Nâzım’ı üniversite yıllarımda ğine Ruhi’nin: miz türküleri seviyoruz. Ruhi Su söy­ da olanak buldukça ziyaret ediyorum. ledi mi daha da seviyoruz. Annem Yoğun eylemler yaşanıyor fakültede. “Mahsus mahal derler dahil evde herkes ne işi varsa bırakı­ Kesin bir sağ-sol ayrımı var. Ve benim Kaldım zindanda yor, radyo başında toplaşıyoruz. Çıt Kalınm kalınm yönüm, daha fakülteye girdiğimde Dostlar yandadır çıkarmıyor kimse. Ve saat on oldu mu. belli: Solcuyum. Konserlere, tiyatrola­ Ruhi Su türkülerine başlıyor. İki yıl, İki elleri ra gidiyorum. Folklor ekibindeyim. Kızıl kandadır kanda hiç aksatmadan dinliyoruz onu.” Fakültedeki koroya katılıyorum. Ru­ Sıdıka Umut, Nezihe Araz ve Ruhi hi Su’nun öğretmenliğinde türküler Aman ölürüm Su, yürüyorlar. Sıdıka Umut, anlat­ söylüyorum..." Şaşırıyorum. Araya Ölürüm kardeş tıkça anlatıyor. Ruhi Su’yu tanıdığını, giriyorum: “Siz de mi türkü söylüyor­ Aklım şendedir tüm türkülerini bildiğini, hatta söyle­ dunuz?” Biraz rahatsız oluyor, "Yoo” diğini, radyoda hiçbir programını ka­ Artar eksilmeyiz diyor, “benim için türkü söylüyordu Zindanlannda çırmadığını... Ruhi Su, sadece dinli­ demek, doğru olmaz. Ama, türküleri yor. Hiç konuşmuyor. Bu, Sıdıka hep çok sevdim. Doğum yerim Sivas. Kolay değil derdin Ümut’a tuhaf gelse de aldırmıyor, yine İlk, orada dost olduk türkülerle. Ora­ Bir gazete, fotoğraf altında bir yazı, ‘İki tutuklu aralarında konuşuyor’ Ucu derinde anlatıyor... Her sözcüğüyle "ilerici­ Kumhan ırmağında Karaburun’da da tanıştım Aşık Veysel’le...” bitirmeme iki dersim vardı. Bir trenle, be Mahsus Mahal’de alınan ifade’ di­ yim” demek istiyor. Ruhi Su'dan hiç Yani, 40’lı yılların sonunda Sıdıka Aman bulurum ses yok! Sıhhıye-Ulus arası da ne denli Ankara’dan İstanbul’a getirildik. Be­ ye başlardı. Yani, Sansaryan Han’ın Bulurum kardeş Umut’la Ruhi Su’nun konuşacaklan nim aklım fikrim, Ruhi’deydi. Acaba, adı, tutanaklarda ‘Mahsus Mahal’ di­ kısaymış meğerse! Yürüyüşleri bitti bi­ çok şeyleri var. Hele, 1950’de Sıdıka Öfkem kındadır tecek... Birazdan ayrılacaklar ve Sıdı- o da aynı trende miydi? Gözlerim hep ye geçerdi. Mahkûmlar arasında dil­ Umut’un ailesi Ankara’ya taşınınca, onu aradı durdu. Ruhi yoktu.” Kısa den dile bir türkü dolaşırdı. Bu, Mah­ ia Umut, o çok sevdiği; on beş günde Ruhi Su sık sık evlerine konuk olur. Dirliğim düzenim rir radyodan dinlediği Ruhi Su'nun bir soluklanma, sonra yine devam sö­ sus Mahal’i hafife alan, onunla eğle­ Dermanım canım Aralarında aşk yoktur. Mutlaka, poli­ ze: “İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne, nen bir türküydü. Şimdi anımsamıyo­ esini hiç duyamayacak! Artık, Ulus’- tik konularla tartışılır, mutlaka Ruhi Solum sol tarafım aiar. Aynlık zamanı. Tokalaşıyorlar, yani Sansaryan Han’a getirildik. 2-2.5 rum sözlerini... Evet, aynı zamanlarda İmanım dinim Su, Sıdıka Umut’a türküler söyletir, ay onun hücrelerinde kaldım. Aklım Ruhi’ylc Sansaryan’daymışız. Üstelik, Hoşçakalın!” İşte, tam burada ağzını ona konser, tiyatro için biletler getirir. Benim beyaz unum çıyor Ruhi Su; "Lütfen, kusura bak­ fikrim, yine Ruhi’deydi. Nerdeydi o, benim orada olduğumu da biliyor­ Ak güvercinim Ve onu hep tartar. Güzel dostluk baş­ acaba? Yakalanmış mıydı? Sonra, muş” diye yanıtlıyor Sıdıka Su. "Nasıl layım Sizinle konuşamadım. Çok lamıştır işte. Aman bilirim oğuk. Ağzımı açmamam gerekiyor, Sansaryan’dan Harbiye Merkez Ku­ olur?” diyorum. “Şöyle” diyor: "Ben, Bilirim kardeş iinkü, yarm oyunum var” diyor. Ve- Peki, sonra neler görür bu güzel mandanlığı Askeri Cezaevi’ne götü­ çok güçsüzdüm. Sık sık hasta olur­ Gelen gündedir” alaşıyorlar, Sıdıka Umut, hızla gidi- dostluk? "Önce, 1951 tevkîfatmr di­ rüldük. Ben, arabada Ulvi Uraz’Fâ yan dum; anjin; grip. Aslında, şimdi işken­ or vurduna. yor Sıdıka Su, “Tutuklanacağımızı yanaydım. Hemen ona sordum Ruhi’- ce gören insanlan düşündükçe söyle- SÜRECEK SAYFA CUMHURİYET DİZİ YAZI R 'ıi Su ile Sıdıka Umut, cezaevinde apar topar nişanlanır. Amaç, ‘serbest görüş’ten yararlanabilmektir Karavanayla gelen mektup

banyoya girdik mi, zuladan bize bıra­ m em'* diyor, gözleri dolu. tük. Sevim Tan Belli ve ben. 3.5 yıldan Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu kılanı alır, yerine kendi mektubumuzu Ya haberleşmeler? Hemen anlatma­ sonra Mihri Belli’nin eşi olan Sevim koyardık. Sonra, en önemli haberleş­ ya başlıyor: “Biraz önce de dedim ya, Tan Belli, Ankara Merkez Cezaevı’- anlatıyor memiz olan camdan ışıkla “Aldık’ camdan ışıkla haberleşirdik. İki elimiz ne, ben Sultanahmet Cezaevi’ne gön­ derdik birbirimize. Haftada 5 gün, kanda olsa da, yüz yüze olmasa da derildik. Ruhi ve diğer erkek arkadaş- bahçeye çıkardık. Ruhi, ışıkla, kibritle ışıkla, oturup kalkmamızla haberleşir­ lanmız da Cezaevi’ne. Ruhi, söylemek istediği her şeyi anlatırdı. Bu­ dik. Sonra türkülerle, ses egzersizleriy­ Adana’ya gitmeden önce de evlendik. RUHİ nun gibi gayri meşru pek çok yolla le seslenirdi Ruhi bana. Evet, o, en Sevim Tan Belli, nikâh için bir giysi mektuplaşırdık. Örneğin, kitapla... kötü koşullarda bile ses egzersizlerini dikmişti bana. Lacivert, küçük puanlı SU’YLA İçeri zaman zaman sosyal içerikli ol­ bırakmadı. O sırada da kimseyi rahat­ bir giysiydi bu; beyaz yakalı, kollan mayan polisiye kitaplar alınırdı. Kita­ sız etmemeye özen gösterirdi. Cezae­ beyaz kapaklı. Onu giydim. Biz, bir bın sırtını açar, ince-uzun mektubu­ vinde tuvalete gider, orada ses egzer­ astsubay, iki jandarma ve iki tanık; bi­ YAŞAMAK muzu oraya yerleştirir, sonra yine sır­ sizleri yaparmış. Başlangıçta bir süre, ri Behice Boran, diğeri eşi Nevzat Hat- tını kapatır, birbirimize kitabı gönde­ sazını almamışlardı içeri. Bir arkadaşı­ ko, Harbiye Cezaevi’nden Nişantaşı Can Kartoğlu Gürses rirdik. Kitabı alır almaz, sırtına mız vardı: Şekeroğlu. Tahta paspastan Rumeli Caddesi’ndeki evlendirme bakardık. Ya da harfleri noktalamak saz yapmıştı Ruhi’ye. O sazı çalar, tür­ dairesine yürüye yürüyc gittik. Nikâh suretiyle, derdimizi anlatırdık birbiri­ kü söylerdi. Cezaevi, onun sesiyle yan­ kıyıldı. Astsubay, durumumuza üzül­ mize. Sonra, yemeklerle mektuplaşır­ kılanırdı. Ruhi o sazı çok severdi ve müş gibi, ‘Dolaşırdık ama, işim var’ tuplaşabiliyor, haberleşebiliyorlardı? dedi. Dönmek zorundaydık tabii. Yi­ -2 - Gözleri yine ışıl ışıl Sıdıka Su’nun. “ 15 dık. Cezaevinde komüna vardı. Ye­ onu saklamadığı için çok üzülürdü. Peki. Ruhi Sıt nasıl getirilmiş San- mekleri erkekler yapardı. Bize de Tahliye olan bir arkadaşına vermişti; ne hep birlikte yola koyulduk. Şimdi günde bir erkekler tarafına banyoya birkaç yıldır kapalı; Nişantaşı dörtyol- saryan Han’a? Sıdıka Su anlatıyor: giderdik. Banyoyu, erkek arkadaşları­ askerler getirirdi. Yemeklerin içine şimdi dışarıda alamaz diye.” “Benim gözaltına akpdığım gün, mutlaka, yine jelatinli kağıda sımsıkı Temyiz de içinde 3.5 yıl kalırlar da bir kitapçı vardı. Ruhi, oraya gir­ mız yapmıştı. Uzun uğraş sonucu ka­ memizi istedi. Astsubay izin verdi. Ruhi rün Kaledibi'ndeki evine de git­ zanımlar bunlar. Size, bu cezaevi yaşa­ sanlı bir mektup koyardı Ruhi. Kara­ Harbiye Askeri Cezaevi’nde. Cezaevi­ mişler. Ruhi, kapıyı açmamış. Biraz vanaya kaşığı, ilk ben daldmrdım... nin en üst katı, Merkez Kumandan­ Kitapçıya girdik. Ruhi, oradan bir ev­ mımın küçücük bir bölümünü anlatı­ lenme armağanı aldı. Bir Goya albü­ zaman geçtikten sonra, bize gitmiş, yorum. İdareyle olan ilişkilerimizi, Tabii, gardiyanlara para vererek de lığadır. Oraya yaptırılan özel mahke­ götürüldüğümü öğrenmiş. Sonra, ça­ mektuplaştığımız günler oldu.” me salonunda 1 yıl sürer mahkemeleri. müydü bu. Sonra, cezaevine döndük. kendi özel yaşamımızdaki kaygılar­ Behice Boran ve Nevzat Hatko’yla ve- lıştığı Opera binasına gitmiş, eşyaları­ dan, kavgalardan söz etmiyorum... “Politik mektuplar mıydı bunlar?” Ve mahkûmiyetlerinin toplam 5 yıl ol- nı toplamaya. Devlet Tiyatrolan'ndan bugün halen yaşayan bir tiyatro sanat­ z t r çısının. oniı görür görmez, telefona sarıldığım görmüş. Eşyalarını topla­ _ mış. Opera binasından çıkmış, karşı­ r 11. »r sındaki geniş caddeyi geçtikten biraz O s 7 ' sonra, motosikletli polisler durdur­ \*b»- muş Ruhi yi O zaman, kendisini o ti-' :-atro sanatçısının ihbar edebileceğini döşünmüş. Sonra Sansaryan Han. sonra Harbiye Askeri Cezaevi...” Evet. Sıdıka Umut ile Ruhi Su, Har­ biye Askeri CezaevPr.de hemen bir yüzük takıp nişanlanırlar. Özellikle, 1 “resmi görüşlerden yararlanabilmek (YV\a>w^ ^ X t i içindir bu. B irçok yolla rr.ekf ıı pi aşırdık. Örneğin, kitapla... içeri zaman (V*- »Ma a -»„t zaman sosyal içerikli olmayan polisiye kitaplar alınırdı. Kitabın sırtını açar, ince-uzun e ^ , mektubumuzu oraya fvW Yv' fv. y erleştirir, sonra yine Koğuştan koğuşa sırtını kapatır, birbirimize tezkere..Ruhi Su’dan kitabı gönderirdik. Kitabı Sıdıka Su’ya... alır almaz, sırtına bakardık. Ya da harfleri noktalamak suretiyle, derdimizi anlatırdık se birbirimize. Sonra, yemeklerle mektuplaşırdık. ‘Kaç yitiniz geçti Harbiye Hapishane yılları birbirine karışmış cezaevinden motifler.. Cezaevinde, nasıl görüşebiliyordu- ‘Üç kardeşiz bir orduya yeteriz’ yazıyor fotoğrafta.. nuz” diye sorduğumda, gözleri parlı­ dalaşıp içeri girdik. Behice Boran, fa­ yor Sıdıka Su’nun. "3.5 yıl” diyor, Evet, banyoyu erkekler yapmıştı ve dediğimde, “Hayır” diyor Sıdıka Su, masına karar verilir. Soruşturma bo­ “Hiç öyle ölçüsüzlük yapmadık. Özel yunca, 2 yıl hücrede kalan arkadaşları kültede öğretmenimdi. İçeride ise altlı ‘3.5 yıl her hafta on dakika görüştük banyodaki zulayı. Suyun banyodan üstlü yatmıştık onunla. O, bizden önce ve 3 5 yıl meşru, meşru olmayan yol­ akıp gitmesini sağlayan oluğun üstüne mektuplardı hepsi.” Merak ediyorum, olur. Bu dava, 3.5 yıl İstanbul’un gö­ acaba Ruhi Su neler yazıyordu? Sıdıka beğinde sürer., açlık greviyle, işkence­ çıkmıştı dışarı. Ve Ruhi çıkana dek, larla her gün mektuplaştık, haberleş­ yapmışlardı zulayı” diye söze başlıyor, her gereksinimini onlar karşılamışlar­ tik ” “O zaman, daha çok yeniydi jelatinli Su, bunlardan unutmadığı birkaç söz­ siyle. O zamanki basında ne bir ses Haydi, haftada bir gün “görüş kağıtlar. Küçük kağıtlara mektuplan- cüğü bize aktarabilir miydi? Şöyle bir çıkar, ne bir nefes! dı.” “Biz, hanım arkadaşlar 18 kişiydik. gümTydü ama, nasıl oluyordu da mızı yazar, ıslanmasınlar diye jelatinli duruyor, düşünüyor Sıdıka Su, “Hep- SÜRECEK “resmi tezkere” dışında her gün inek­ kağıtlara sarar, sıkı sıkı da bağlar, cini arnmsıvonım Ama. size sövleve- Mahkeme sonunda 2 kişiye düşmüş- SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 1992 ÇARŞAMBA 12 DİZİ YAZI Ruhi’nin kuşağı çok suçluydu, selam vermez, konuşmazlardı politika ve ötesi MEHMED KEMAL Bazı sanatçılara çok kngmdı Efendi İsterse Olur. Geçen yüzyıldan bu yana Amerika bizim topraklarla savcılığm imzası vardı. Siyasilere uy­ hep ilgilenmiştir. Osmanlı döneminde bu ülkenin türlü önünden geçmek iterdidıep. Binanın manlar olur muydu? “Tabii” diyor bölgelerine dağılmış kolejler vardı. Kayseri, Tarsus, gulanan l. şube gece yarısı baskınla­ önünden geçmek bile heyecan­ Ilgın Su, “annemin hastanede yattığı Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu rından birinde, hemen Melih Cevdet landırırdı onu. Arkadaşları selam ver­ yıllarda, ’68’de af çıkıp da annem An­ İstanbul gibi. anlatıyor Anday’ın kitabını ve Ruhi’nin mek- mezler, konuşmazlardı. 5 yıl aradan kara’ya derslerini vermeye gittiğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında kendini manda ola­ tuplannı aldılar. Evet, yasak bir kitabı sonra ilk kez tiyatroya gitmiştik. Art- yalnız kalırdık. Atlardık vapura, rak gösterdi. Manda, ülke aydınlarından çok yandaş nasıl olur da içeri sokardım? Hiç ziya­ hur Miller’in bir oyunuydu bu. Ruhi, karşıya geçerdik. Babam, gezmeyi, buldu. retçim yok, kitapta savcılıktan imza oyun bittiğinde o denli heyecan­ hele vapurla gezmeyi çok severdi. Son­ İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan yardımı RUHİ var, ama yine suçlu ben oldum. Uzun lanmıştı ki ‘Arkadaştan kutlamaya ra kiliselere gider, kilise korolarını din­ olarak ülkeye girdi. Bir oturdu, bir daha çıkmadı. Sov- bir soruşturma oldu. İnfazım tehlikeye kulise gideceğim’ dedi. Başına gelecek­ lerdik. Müzeleri gezerdik. Ören yakın­ yetlerin toprak istemi karşısında iyice yerleşti. NATO SU’YLA girdi. Sonunda, disiplin cezasıyla kur­ leri seziyordum. ‘Ben gelmem, sen isti­ larındaki köylere türkü derlemeye gi­ ile ortağımız oldu. tuldum.” yorsan git tabii’ dedim. Gitti ve çok derdik. Kolay kolay kimseye sazını çı­ Ankara Belediye Başkanı 1950’lerde Amerika'yı zi­ YAŞAMAK Beş yıldan sonra özgürlük ve göze­ geçmeden yanıma geri döndü. Fena kartmayan Alevi dedeler, babamı gö­ yaretinden sonra yaptığı basın toplantısında, bizim tim günleri başlar. O günleri şöyle an­ halde bozulmuş, paramparça olmuş­ rünce hemen sazlarını çıkarır, sohbete, yöneticiler için şunları söylüyordu: latıyor Sıdıka Su: “Ben Ankara’ya, tu. Cüneyt Gökçer’le karşılaşmışlar sonra sazla, türkülerle atışmaya baş­ “Sizin yöneticileri bize verin Amerika’yı iki misli ya­ Can Kartoğlu Gürses Ruhi de Konya’nın Çumra kasabası­ önce. Cüneyt Gökçer, Ruhi Su’yu larlardı.” parız.” na gönderildik gözetim için. Bir süre karşısında görünce, neredeyse geri Evde neler dinliyorlardı acaba? 1954’te Celal Bayar, Amerika’ya giden ilk cumhur­ sonra Ruhi’yi de aldırdık Ankara’ya. adım atacak olmuş. Evet, bu gibi sa­ "Türküler, opera, klasik müzik” diyor başkanı oldu. Amerika, ikinci Dünya Savaşı’ndan yen­ - 3 - le. Hiç önemli değildi artık orada ye­ Fakülteye almadılar beni. Etimesgut’a natçılara çok kırgındı Ruhi. Ve kırgın Ilgın Su, "bir de ülkelerin otantik mü­ giyle çıkmış ilk süper güç. Gerçi o zaman süper güç Birkaç gün sonra Adana’ya götü­ nilmek. Küçük bir not vardı eldivenle­ iki kilometre kala, Ankara asfaltı üs­ gitti onlara. Bu yüzden Ruhi'nin ku­ zikleri... Güney Afrika’daki ilkel kabi­ denmiyordu. Fransa, Ingiltere, Sovyetler Birliği de sa­ rülür Ruhi Su. İkişer ikişer kelepçe­ rin üstünde: “Sıdıka, bahçeye tünde işçi evlerinde oturmaya baş­ şağı çok suçlu bence. Genç kuşak ope­ lelerden tutun, Fransız köylülerinin vaştan yengi ile çıkmışlardı, ama toprakları üstünde 400 yıllık şansonlarına varana dek... lenirler. Hem de öyle kelepçeleme ki çıktığında bu eldivenleri mutlaka giy. ladık. O evler. Ruhi’nin dostu olan ve ra ve tiyatro sanatçılarıysa, ona saygı­ kanlı savaşlar verilmişti. Savaşın bedeli yıkımdı, o da üşümesin ellerin. Ruhi.” o sırada bizden yardımlarını hiç esir­ Tabii babam, asıl radyo ve televizyon­ “Bir bakla genişlet” derler jandar­ da hiçbir zaman kusur etmediler. ödendi. Ya Sultanahmet’e gidiş? “Ne yazık gemeyen işadamı Celal Cündoğlu’nun dan tüm Türk halk müziği ve klasik maya; jandarmada dm iman yok, Yıllar sonra, sanınm Ecevitli yıllarda 12 Eylül’den sonra bir cuntanın başa getirdiği Kenan ki” diyor Sıdıka Su, “oraya giderken işçilerinin lojmanlarıydı. Elektriği, Cüneyt Gökçer’le Ayten Gökçer, Türk müziği programlarını dinlerdi. hayır genişletmez baklayı. Tutuklu- Evren Amerika’ya gitmişti. Ne aldı, ne verdi yakın tarih lan, tuvalete bile kelepçeleri çözmeden tüm mektuplan yırttım. Sadece Ruhi’­ suyu olmayan, zemini toprak işçi evle­ Ruhi Su’yu dinlemeye gitmişler bir Türkü derleme olanakları çok nin bana yaptığı boncuktan çantaları, rinden biriydi bizimki de. Orada 24 ay gece kulübüne.” kısıtlanmıştı ona. Gittiği her yerde, bir yazıyor. Yemekte domuz eti yediği, Rockkefeller mali­ iki kişi iki kişi sokar. Cemselerle Ha­ kanesinde Miro, Kandinsky, Leger, Picasso’lar gördü­ şan Dağı’nm önünden böyle bilekleri tahta kutulan, camdan ışıkla haberleş­ oturduk. Sabah, tarladan su taşırdı Ve 1959. Oğullan Ilgın doğar. “Il­ cip takılırdı arkasına. O da daha çok melerimizi anlatan motiflerini, çiçek Ruhi. Leğende yıkanırdık. İşçiler, çok gın, çok güzel bir çiçektir” diyor Sı- dostlar kanalıyla derlerdi türkülerini. ğü, “Böyle resimleri ben de yaparım” dediği şaka yol­ zincirli geçerler işte. Haşan Dağı tür­ lu söylenir. küsünün öyküsü olur bu uzun yolcu­ yollayamadığı zaman çizip gönderdiği iyi davranırdı bize. Ruhi, tarlada tek dıka Su. “Pembe, küçük çiçekleri olan Köylere gidemediğinde de boş dur­ maz, Anadolu’dan gelenlerle, karşı­ Çelik Güç tepemizdedir; Amerika yanımızda mıdır, luk: çiçek resimlerini, bir iki resmi tezkere­ başına türkülerini söyler, ses egzersiz­ bir ağaç...Bu çiçeği çok severdi Ruhi. laştığı herkesle türkü derlemeye karşımızda mıdır, yorumu yapana bağlıdır. Kürt ve “Haşan Dağı Haşan Dağı yi, Tosça Operası’nda çekilmiş iki fo­ leri yapardı. Oysa sanatçı, karşısında Ben de Ören’den getirdim, mezanna çalışırdı.” Kürdistan sorunları iie yoğruluyoruz. Kaynayan ka­ Eğil eğil eğil bir bak toğrafını yanıma aldım. Mektuplan hep insan ister. O, sanatının devamı diktim.” Sonra Ilgın Su konuşuyor. iyi ki yırtmışım, Sultanahmet’te he­ için müthiş bir çaba gösterirdi her yer­ Çocukluğundan başlıyor babasıyla Sözü Sıdıka Su alıyor: “Alacağımız zanda başta Amerika olmak üzere, Irak, İran, Suriye’­ Sıkıyor zincir bileği plakları, kasetleri Ilgın seçerdi” diyor. Jandarmada din iman yok men resmi tezkereleri, Ruhi’nin fotoğ- de. Her sabah akşam, Etimesgut'a im­ anılanna: “Babam, her gün sabah ak­ nin payı vardır. PKK terörü açıldığında dört ülke de yan raflannı bile aldılar elimden. Bu iki fo­ zaya giderdik. Yani her sabah akşam, şam ses egzersizleri yapardı evde. Ara Peki, Ilgın Su, müzikle ilgilenmiş miy­ çiziyor. Amerika'ya göre PKK dışarda gerilla, içerde toğrafı, çok ciddi bir ifadeyle ‘Bunlar iki kilometre yürürdük. Konuşacak kapılar kapanır, çıt çıksın istemezdi o di? İlgilenmek istemişti, ama Ruhi Su terördür. Bu tanımı diplomatça kıvırmaktadır. Gidiyor kalktı göçümüz engellemişti Ilgın’ı. Saz da gitar da Gülmez ağlamaz içimiz Opera’ diyerek aldılar. Ne demek iste- kimse bulamasak da en güzel sırada. Hiç konuşmamam, içeri girme- Amerika, Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurdurmak is­ alınmış, ama Ruhi Su öğretmeye tiyor mu, istemiyor mu? Bu sorunun yanıtı daha belli İnsan olmakii'suçumuz kalkışınca iş yürümemişti. “Çünkü Haşan Dağı insan olmak değildir. Amerikan çıkarları bir Kürt devletinin doğrul­ ‘Ben zor bir işte kendi çocuğumu gör­ tusunda ise bunu kurdurur. Bugün Amerika bir Kürt mek istemiyorum. O, zor işte ya birinci Koçhisar üstünden Bora 3 y ıl aradan sonra ilk sırada olmalı ya da hiç olmamalı’ diye devletinin kurulmasından yana değildir. Çevik Güç, Gülek bir karanlık dere kez tiyatroya gitmiştik. düşünüyordu Ruhi. Bu yüzden, saz­ Amerikan çıkarları için beklemektedir. Sıra dağlar sıra sıra dan da gitardan da bilerek soğuttu Amerika Saddam’ın gitmesini istemiyor, Saddam Çukurova ana toprak” Arthur Miller’in bir Ilgm’ı. Başka bir alanı seçmesini istedi. yerinde durmaktadır. Eğer Saddam'ın gitmesini iste­ oyunuydu bu. Ruhi, Ilgın da filmciliği seçti” diye anlatıyor seydi, bir dakika koltuğunda oturamazdı. Ortadoğu’da Sıdıka Su. her şey Amerikan çıkarlarına bağlıdır, Amerikan çıkar­ R aıhi o sırada hep oyun bittiğinde o denli I960’lı yıllarda Ruhi Su’ya Yapı ları ile bağımlıdır. işsizdi. O zamanın heyecanlanmıştı ki Kredi Bankası’ndan, Kazım Taş­ Ufuk Güldemir’in “Teksas-Malatya” adlı nefis bir ki­ kent’ten bir öneri gelir. Her yıl düzen­ tabı çıktı. Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını ortaya ko­ Emniyet Genel Müdürü ‘Arkadaşları kutlamaya ledikleri halk oyunları şenliklerine yuyor. Bu kitaptan aldığımız sorularla durumu açıkla­ Kemal Aygün, ona hiçbir kulise gideceğim’ dedi. katılan ekiplerin oyunlannı banda, yalım: yerde türkü Başına gelecekleri notaya alacaktır Ruhi Su. Evet, davu­ “Amerika, Türkiye’yi bölüp bir Kürdistan yaratmak lu, zurnayı notaya dökecektir. İşe baş­ ister mi?” söyletmemeye özen seziyordum. "Ben lar, keyifle dolu dolu çalışır Ruhi Su. Yanıtı şöyle: İki yıl geçer. Arşiv oluşmuştur bile. “Türkiye, ABD’ye karşı bugünkü çizgisini kolladığı gösteriyordu. Hatta, gelmem, sen istiyorsan Ama o sırada Duygu Sağıroğlu’nun Ruhi’nin bir basın git tabii’ dedim. Gitti ve Bitmeyen Yol filminde Serdari’nin şu sürece böyle bir şey isteyeceği kuşkuludur.” türküsünü söyler: “Serdari halimiz Amerika, Kürtleri bir bütün olarak ele almıyor. Her balosunda türkü çok geçmeden yanıma böyle n’olacak / Kısa çöp uzundan bölgedeki Kürtlere göre Kürt sorununu ele alıyor. Eski­ söylemesi için Mehmed geri döndü. Fena halde hakkın alacak.” Dünya gazetesinin den bizim aydınlar Kürt sorununu sınıf açısından ele köşe yazarlarından Bedii Faik ise alırlardı. Sınıf sorunu çözüldükçe Kürt sorunu da çözü- Kemal çok uğraşmıştı. bozulmuş, paramparça buna çok sinirlenir. “Kurşun gibi ku­ îür sanırlardı. Kürt sorununun sınıf sorunu çözüldüğü Kemal Ay&ün, Mehmed olmuştu. Cüneyt laklara akan ses” diye bir yazı yazar. zaman çözüleceğini beklerlerdi. Kürt sözünün ağza Sonra Kazım Taşkent çağırır Ruhi alınmadığı, Doğulu yurttaşlar dendiği anımsanır. Do­ Kemal’e “Siz, RuTtıı Gökçer’le Su’yu. “Sen artık istersen, evde çatış. ğulu vatandaşlar Kültler'di. Kürt denmezdi. Bugün Su’nun itibarını ğdri karşılaşmışlar önce. Aletlerini de alabilirsin. Buraya uğ- Kürt deniyor, ama sorun çözülmüyor. Kürdün silahlı vermek istiyorsunuz” ramasan da olur” deyince, Ruhi Su, bir harekete girişmesi de sorunu çözmüyor. Silahı aiıp Cüneyt Gökçer, Ruhi Yani iktidar değiştiği için yeni bir dü dağa çıkınca ovadaki Kürt sorunu da olduğu yerde du­ demiş ve karşı çıkmış Su’yu karşısında zenleme yapmak istiyorsunuz” der ve ruyor. Adı ister gerilla olsun, ister eşkıya!.. türkü söylemesine.. hemen aynlır» Yapı ’■ KKredii ” Bankası’n-~ Isşte bundan ötürüdür ki Amerika, gerilla da dese, eş­ görünce, neredeyse geri dan. Sonra bir Semine- kıya da dese çözülmüyor. Özal'ın Kürt sorununda, adım atacak olmuş. ri’nde konuklara bir kitap dağıtılır. Amerika’dan yana olması bundandır. 3.5 yıl geçivermiştir işte Harbiye As­ Ilgın, çok güzel bir çiçektir’ diyor Sıdıka Su. ‘Pembe, küçük çiçekleri olan bir Bu, Yapı Kredi Bankası’nın 1975’te keri Cezaevi’nde. Binbir güçlüğe ağaç. Bu çiçeği çok severdi. Ben de Ören’den getirdim, mezarına diktim..’ mem gerekiyordu yani. Büyük bir di­ bastığı bir kitaptır: 100 Türk Halk karşın bir iki güzel anı geliyor usuna Oyunu. Ruhi Su’nun çalışmalarından BULMACA Sıdıka Su’nun: “Ben, ona camdan ha­ dilerse!” yıllanmızdı o yıllar... Ruhi o sırada siplin. Buna sonuna dek uyar, babamı Sonra? “Sonra ’58’de çıktık dışarı. hep işsizdi. O zamanın Emniyet Genel üzmemek için hiç gürültü yapmadan oluşan bir kitap. Ama kitabın üstünde 1 23456789 berleşmelerimizi anlatan nakışlar iş­ başka bir sanatçının, Sadi Yaver Ata- SOLDAN SAĞA: lerdim. O. bunların resmini yapardı. İnfaz yasası değişmişti. Yani 5 yılı dol­ Müdürü Kemal Aygün. ona hiçbir oynardım.” Sıdıka Su ekliyor hemen: 1/ Bilgiçlik taslayan, durmamıza 2-2.5 ay kala çıktık. Ama yerde türkü söyletmemeye özen göste­ “Çok hareketli, çok yaramaz olma­ man’ın adı var. Ruhi Su, çok şaşırır. Ona kazaklar örerdim. Ruhi, sürpriz­ Sadi Yaver Ataman da oradadır. Kal­ ukala. 2/ Harman leri çok seven bir insandı. Bir bahar, az kalsın benim infazım yanıyordu” riyordu. Hatta, Ruhi’nin bir basın ba­ sına karşın.” yerindeki tahılın taş diyor Sıdıka Su. Anlatmasını istiyo­ losunda türkü söylemesi için Mehmed Peki, gözetim bitince neler yapmış­ kar, yanma gider. “Nasıl yaptın ve toprakla karışık koca bir teneke leğen içinde, papatya­ bunu?” der. Sadi Yaver Ataman, çok lar göndermişti bana. Hele bir gün, la­ rum: “Sultanahmet’te sadece akraba Kemal çok uğraşmıştı. Kemal Aygün, lardı? Ruhi Su, hemen Karacaoğlan’ın kalıntısı.... Yünden ziyaretleri olurdu. Benim akrabalarım Mehmed Kemal’e “Siz, Ruhi Su’nun Karasevdası filmi için Adana’ya gider, mahcup olur. Ruhi Su, mahkemeye dövülerek yapılan des tutuşmuştuk bir arkadaşımla. verir Yapı Kredi Bankası’m. Yoo, taz­ Öyle yapıyor, böyle yapıyor, bir türlü da çok uzakta. O yüzden hiç ziyaret­ itibannı geri vermek istiyorsunuz” de­ türkü söyler. Sonra Osman İCaraca’- kaim ve kaba ku­ çim olmazdı. Ruhi’yle her gün mek­ miş ve karşı çıkmış türkü söylemesi­ nın gayretleriyle İstanbul’a gelir. 1960 minat değildir istediği. Yanlışın düzel­ maş. 3 / Şarkının yenemiyor beni, hep “Aklımda!” Bir tilmesini ister. Sadi Yaver Ataman, Sivas yolculuğu sonrası Ruhi Su’ya ki­ tuplaşırdık. Bir de arkadaşlanm kitap ne... Ruhi, ancak 20 ayın sonlanna başlannda Taksim Belediye Gazino- sert bir biçimde vur­ gönderirlerdi. Savcılık da kontrol doğru bir nakliye şirketine girebilmiş­ su’nda türkü söylemeye başlar. Bu, bir çalışmaların Ruhi Su’nun olduğunu, gulandığı disko mü­ lim ve tiftikten nakışlı eldiven getir­ Yapı Kredi’nin bunlan düzenlemesi miştir. Ruhi de içeri girerken eldiveni eder, uygun görürse imzalar, kitap ti, evlere eşya taşıyordu.” bomba gibi patlar İstanbul’da. Ama zik üslubu... Samur­ bana gelirdi. O günlerde bir ar­ ’60 ihtilaliyle bu iş de yanm kalır. Ruhi için kendine başvurduklarını söyler. dan elde edilen yanına almış. Ladesin en heyecanlı an­ Mahkeme, kitap bir kez daha basıl­ larında kapımız açıldı, gardiyan içeri kadaşım, bana Melih Cevdet Anday’- Acaba, dışan çıktıklarında, arka­ Su yine işsizdir. 2 Mart 1960. Sıdıka kürk. 4/ Parmakla­ ın yanılmıyorsam. Telgrafhane ki­ daşlarının tutumu nasıl olmuştu? Su ile çocuklan Ilgın da İstanbul’a ge­ dığında Ruhi Su’nun adıyla basılma­ ra takılıp çalınan zil. girdi, elinde paket. Bunlar, benim Ru- sına karar verir. Ne yazık, kitap bir 5/ Aksama... Eski hi’ye aldığım eldivenler. Önce arka­ tabını göndermişti. Ben de birkaç gün Sıdıka Su, “müstehzi” gülümsüyor ve lirler. Ilgın, bir yaşına İstanbul’da ba­ önce gazetede o kitabın toplatıldığını başlıyor söze: “Ruhi’nin 1952’deOpe- sar, İstanbul’da büyür. daha basılmaz. ______Mısır’da güneş tan- daşım uzanıp aldı paketi. Ondan da rısı. 6/ “insan insana yük, ben. Öyle şaşırmıştım ki uzanıp alıver­ okumuştum, ama şaşılacak bir şey;-ki­ ra’daki görevi bitmişti içeri girince. O, Yine Ilgın Su anlatsın istiyorum. Hiç baba-oğul yalnız kaldıkları za- SÜRECEK gövdeye mülk değildir!’ (Atasözü)... dim. Arkadaşım, “Lades” dedi keyif- tapta sakıncasız olduğuna dair dışan çıktığımız günlerde, Opera’nın Tanrı’ya göre insan. 7/ Sahip... Tür­ m lü müzik araçlarının verdiği sesleri m an birbirinden ayırt etmeyi sağlayan ses >-«-< V-.O >->_-< '-« .-I » - p P>.-< >*.».*< özelliği. 8/ Gelin olacak kıza erke­ 333 VEFAT ve TEŞEKKÜR ğin verdiği para ya da armağan... Do­ ğu Anadolu bölgesinin bazı bölüm­ r i n a m Sermaye Piyasası Kurulu ’* a a a Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu vefat eden babam m lerinde yaygın olan geçici kırsal yer­ DURUN! MENKUL KIYMETLERİN GERİ r0•İL* *i leşme tipi. 9/ Sepicilikte ve hekim­ m m ALMA (REPO) VEYA SATMA likte kullanılan tadı buruk bitkisel Türkiye’yi cinayetlerle yönlendirmeyin. YUSUF KENAN M r a i * (TERS REPO) TAAHHÜDÜ İLE ¥ madde... Uzaklık işareti. Fikirlerin ve hedeflerin özgür bir ortamda ERIŞEN’in M ALIMI SATIMI YETKİ BELGESİ YUKARIDAN AŞAĞIYA: , tartışıldığı bir barış toplumu olsun ülkemiz. Tarihi ¥ 1/ Bir çeşit yaş incir. 2/ Bir işi yerine getirme... Gökcisimlerini cenazesine katılan, çelenk gönderen, acımızı telefonla, Numarası M 11.09.1992 5«? gözetleme. 3/ Tabanı meşinden olan mest... Bir nota. 4/ Yiğit... telgrafla paylaşan tüm dostlara teşekkürü bir borç BNK/RP-025 j Kürtlerin ve Türklerin ¿«5 • v Kâfi gelmeyen... Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı. 5/ Çıp­ bilirim. Sermaye Piyasası Kurulünca TURKISH BANK lak, tüysüz... Bir soru sözü. 6/ Kalın bükülmüş sicim... Bir çal­ büyük dostu ¥ A.Ş.'nin 17.08.1992 tarihinden itibaren gı. 7/ Kişilerin, koruyucu ve uğur getirici olduğuna inanarak "Menkul Kıymetlerin Geri Alma Veya Satma IT4 üstlerinde taşıdıkları nesne. 8 Genellikle arkasından yağmur ERDOĞAN ERİŞEN ¥ Taahhüdü Ue Alım Satımı” faaliyetlerinde / bulunması uygun görülmüştür. * s getiren sert ve geçici yel... Bir şeyi anımsamak için yazılan kısa Bu belge sahibi banka, Seri:V, No:7 Tebliği'nin yazı. 9/ Afrika’da bir ülke... Halat ucu. MUSA A INTER »«♦ 5’inci maddesinde yeralan menkul kıymetler ACI KAYBIMIZ üzerinde geri alma (repo) veya satma (ters repo) ¥ ¡®s taahhüdü ile alım satım yapabilir. Toprağın bol olsun... Var ol... Cemiyetimizin üyesi, değerli arkadaşımız, Bu belge, 3794 sayılı Kanun ile değişik 2499 ¥ a * A sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun 31 'inci PLASTİK SANATLAR DtRSEf.l Basın Şeref Kartı sahibi ıVı'ı maddesi uyarınca verilmiştir. & k •i» İLHAMI SOYSAL t . 4 \ < m YILMAZ GÜNEY •1» M 20 Eylül 1992 günü geçirdiği trafik kazası sonucu vefat n jY N > TÜM FUARCILIK YAPIM A Ş KÜLTÜR VE SANAT VAKFI etmiştir. Dr. Yaman AŞKOÖLU Kurucu Meclis’te basın temsilcisi olarak yer alan, bir Başkan 2. İSTANBUL SANAT FUARI süre Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkan Vekilliği M Ortaklığın: ¥ görevini de üstlenmiş olan İlhami Soysal’ın cenazesi 22 ¥ Bağlı olduğu T.Sicil Memurluğu: İstanbul Eylül 1992 Salı günü saat 11.00’de Milliyet gazetesi, Sicil No: 2B0597I22S179 ¥ Kürt Aydını Basın Emekçisi saat 11.15’te Gazeteciler Cemiyeti önünde yapılan törenlerden sonra öğle namazını müteakip Şişli Camii’nden alınarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda MUSAANTER toprağa verilmiştir. katledildi. Elindeki kalemin gücünü ve önemini biliyoruz. Bil­ Vefatı camiamızda büyük üzüntü yaratan İlhami gin vardı, yüreğin vardı ve insanlara, insanlığa yararlı olma Soysal’a Tanrı’dan mağfiret, ailesine ve üyelerimize 1,,-27 9 EYLÜL 1992 diye bir tutkun vardı. başsağlığı dileriz. TURKISH BANK A.Ş. TÜYAP İSTANBUL SERGİ SARAYI TEPEBAŞI/tSTANBUL Ölümün kuşkusuz ki olacaktı, ama insanlara ölümsüz katkıla­ GAZETECİLER CEMİYETİ rın oldu. Seni katledenleri lanetliyoruz. Demokratik kamu Valikonağı Cad. 7, Nişantaşı-lstanbul Tel: 225 03 30 ZİYARET SAATLERİ : I 1.0 0 -2 0.00 oyunu bu katliamlara dur demeye çağırıyoruz. İSTANBUL 1. SULH HUKUK TÜMBEL-SEN Üsküdar Vergi HÂKİMLİĞİNDEN Nüfus cüzdanımı, Dairesi’nden aldığım ÖZGÜRLÜK TEK SEVGİLİM İST. 1.2.3.4.5.6. Nolu Şubeler 1992/173 Vasi ehliyetimi, banka kartımı, 16.7.90-09-000104 no.lu Şinasi özdenoğlu’nun özgürlük, bağımsızlık, barış Hastalığı sebebiyle Hüseyin Elmas’a mahkememizce 18.9.1992 ta­ banka cüzdanımı 4.590.740 TL. vergi -ı r »n.J__ _ 1. ı_ rihinde Süleyman Elmas’ın vasi tayinine karar verilmiştir. kavbettim. Geçersizdir. makbuzumu kaybettim. şiirleri. %i(Ş*İ ı SAYFA CUMHURİYET 12 DİZİ YAZI Eşi Sıdıka Su’ya göre o eşsiz bir insan mükemmel bir sanatçı Türkü söylerken öylesine mutluydu ki

hi’yle. Konserler, her zaman olan şey­ heyecanla bekleyen, dost evlerinde nulan tanılar, yanlış ilaçlar, gün gün Eşi ve oğlu Ruhi Stı’yu ler değildi. İşçi Partisi ve demokratik kendisi için bir şeyler hâzırla tını asın­ eriyip giden Ruhi Sü’ya "Aslan gibisi­ kitle örgütlerinin düzenlediği tüm dan mutluluk duyan, bir dosta gider­ niz” diyen doktorlar... Özellikle o has­ anlatıyor konserlerde hep söylemişti. ken mutlaka Pelit Pastanesinden pas­ tanenin önünden geçerken hala tüyleri ta, şekerleme alan, armağan vermek­ ürperir Sıdıka Su’nun. Ve “ Bir gün, Ören günleri______ten çok hoşlanan, evinin her köşesiyle alışverişe giderken” diye sürdürüyor Ş J U Ifl ayrı ayrı ilgilenen, sabahtan akşamla­ konuşmasını Sıdıka Su: “Alt katımız­ Ya Ören günleri? Derin bir nefes ra dek Sıdıka Su'yla o mu daha çok daki röntgen uzmanı Dr. Gürbüz Ahıs- alıp öyle başlıyor anlatmaya Sıdıka yakıştı, bu mu diye kilim serip kaldı­ kalı’ya rastladım. Ruhi’nin duru­ SUYLA .Su: "Orada bir kooperatife girmiştik; ran, çok iyi yaptığı hayvan taklitleriyle munu anlattım. Doktorların bir şey Sanatçılar Sitesi’ne. Ödeyemeyiz, nasıl sokakta ağlayan çocukları bile güldü­ bulamamasına karşın çok kaygılandı­ yaparız, ne olur diye binbir kaygı du­ ren, evine aşık, kedilerin, köpeklerin, ğımı söyledim. Çok korkuyorum, de­ YAŞAMAK yarken gün geldi taksitlerimiz bitti ve çocukların dostu, bir güzel, ince, duy­ dim. "Ruhi Be, tahlilleri yaptırmadı “İyi ki bu kooperatife girmişiz” dedi. gulu insan Ruhi Su. Orhan Kemal’­ mı?” dedi. Şaşırdım. Ne tahlille­ Can Kartoğlu Gürses Ruhi Su, orada çok mutlu olurdu. Şi­ inse “Muallim mektepli Ruhi’si.” Sı- rini? Meğerse benim haberim olma­ irlerinin çoğunu da orada yazmıştı.” dıka Su diyor ki "Mutlulukları, ufak dan Ruhi, Gürbüz Bey’le konuşmuş. Sözü, Ilgın Su sürdürüyor: “Orada da mutluluklardı. Ama onu bulmak ko­ Gürbüz Bey, Ruhi’nin röntgenlerinde da'da, İngiltere'de, Fransa'da... saz çalar, türkü söylerdi. Arkadaşla­ lay değildi. Çok mütevazı bir insandı.” ciğer ve kemiklerde beyaz lekeler gör­ Yurtdışmda konser oldu mu bir an rım. bizde toplanırdı. Hepimiz için ça­ Ve hastalık günleri... “Çok sağlıklı müş. Bir şeyden kuşkulanmış ki birkaç Peki, en mutlu zamanlan hangi za­ bir insandı” diye anlatıyor Sıdıka Su, tahlil istemiş. Bunlardan hiç haberim manlardı Ruhi Su’nun? Ana oğul, önce gidip bir an önce dönmek ister lar söylerdi. Çalmaya başlamadan yurduna. '80‘de bir yurtdışı konserine önce sazın göğsü kirlenmesin diye, “sadece, bir ara yumurtalığında kist yok. Elimdeki çantayı orada bırakıp, aynı yanıtı, aynı anda söyleyiveriyor­ olmuştu. Kısa sürede iyileşmişti, unu­ alışverişi falan unutup gerisin geriye lar: “Kuşkusuz, türkü söylerken.” Ve giderken ona "Belki kalırsın” diyenle­ mutlaka ellerini yıkardı. Sonra orada­ re “Hayır” der, “Yurtdışmda Nazım ki işçilere, site halkına konserler verir­ tup gitmiştik. Hasta olanlara çok kı­ eve döndüm. Ruhi evde. Akrabamız sürdürüyor Sıdıka Su: "Sonra yeni bir zardı. İnsanın kendine iyi bakmadığı, ürolog Ayhan Kızılırmak’la oturuyor­ plağa hazırlanırken... Çok heyecanla­ gibi bağırarak ölmek istemiyorum!” di. Önün için türkülerinin dışında bir Ruhi Su’nun en çok eleştiri aldığı dinlenme söz konusu değildi. Sonra özenmediği için hasta olduğuna ina­ lar. Böyle böyle dedim, Gürbüz Bey nır, türkülerini dostlanna duyurmak, nırdı. Çok hasta olduğum için bana da senden tahlil yaptırmam istemiş. De­ eleştirilerini almak isterdi. Sonra plağı zaman, belki de 1960’ta İstanbul’da tavla oynamak, buz gibi denize gir­ gece kulüplerinde türkü söylediği za­ mek, babama büyük keyif verirdi” di­ öyle derdi. Ne hastalıkları, ne ilaç ad­ dim ya, hastalıktan çok korkuyordu; çıktığında... Güzel bir plak kutusu larını bilirdi. Hastaneden, ameliyattan ‘Hatırlamıyorum’ dedi. Ayhan vardı. Plaklannı içine koyar, dostlan­ mandır. "Bu eleştirilerden çok etkile­ yor. nirdi” diyor Sıdıka Su, “ama bir gece Melih Cevdet Anday'ın özellikle korkardı. 12 Eylül’le birlikte bir çöküş Kızılırmak, istenen tahlillere baktı. na dağıtır, hemen dinlemelerini ister­ Yüzü kıpkırmızı olmuştu. ‘Abla’ dedi, di. Sonra konser öncesinde... Mutlaka ‘ben, sizinle yakından ilgileniliyor diye evde dostlannı toplar, onlara konser hep uzağınızda kaldım bu hastalık bo­ verir, programını duyurur, görüşlerini yunca. Ama galiba atlanmış.’ Ve bize alırdı. Sonra konser dönüşlerinde... bir doktor önerdi: Ürolog Muzaffer Dostlarla eve gelir, bilhassa çay içer­ Akkılıç. Tahliller yapıldı. En sonunda dik. En rahatlamış, en yumuşak za- Muzaffer Bey, doğru tanıyı koydu: manlanydı konser dönüşleri. Heyeca­ Prostat ve onun sonucunda kemikler­ nını yenemez, ancak sabaha karşı ya­ de metastaz. Tüm vücudu sarmış... tabilirdi. Sonra dost evlerinde... Çar- Bizi uyaran, hastalıktan ilk kuşkula­ şambalan Bertan Onaran’a, pazartesi­ nan, tanı konmasında ilk adımı atan leri Sabahattin Eyüboğlu’na, pek çok Dr. Gürbüz Ahıskalı’dır. Niye başın­ gün pek çok arkadaşımıza ve tabii dan beri kimse doğru tanı koyamadı, Mekin Dinçerler’e giderdi. Ezgili Yü­ anlayamıyorum... Evet, Ruhi kanser­ rek ve Ruhi Su’ya Saygı kitaplarını bü­ di. Ama ölene dek bunu bilmedi. On­ yük bir özenle hazırlayan. Ruhi Su ar­ kolojiye yattığında bile kuşkulanma­ şivini yapan arkadaşımız Mekin Din- dı. Bursa’da akrabamız kardiyolog çerler’de dostlarıyla buluşurdu. Bu Dr. Ünal Eşiyok’un evinde kemotera- dost evlerinde, kim türkü isterse söy­ pi yapılırken bile... Çünkü onup yaşa­ lerdi Ruhi. Ama ‘Şu türküyü birsöyle- mında onkoloji diye bir sözcük yoktu. yiversene’ dendiğinde, ona hazır değil­ Biliyorsunuz, hastalığı süresince, uzun se söylemezdi. Ancak kendini hazır zaman pasaport vermediler Ruhi’ye. hissettiğinde söylerdi istenen türküyü. Sanırım Cumhurbaşkanına, Başba- Bertan Onaran, bu dost evlerinde Ru- kan’a mektup yazıp pasaport verilme­ hi'nin söylediği türküleri, başarıyla sini rica etmemizi bekliyorlardı. Bunu banda alırdı. yapmadık. Pasaportu verildiğindeyse zaten iş işten geçmişti. 3-4 aylık ömrü kalmıştı. E n rahatlamış, en Hiç yalnız bırakmadık______yumuşak zamanlarıydı Sıdıka Su, derin soluklarla aralıyor, konser dönüşleri. sonra sürdürebiliyor sözünü: “Evet” diyor, “hastanede onu hiç yalnız bı­ Heyecanını yenemez, rakmadık. Ama o, ne saz çalabildiği, ancak sabaha karşı...... ne türkü söyleyebildiği için hiç kuşku­ suz çok yalnızdı. Öncesinde aslan ğlB'ı yatabilirdi. Sonra doşt kükreyen bir insanken öyle munis biri evlerinde... Çarşambaları olmuştu ki hastanede. Bu bana hep çok koydu.” İyice yavaş anlatıyor ar­ Bertan Onaran’a, tık Sıdıka Su: “Onu hastanede hiç yal­ pazartesileri Sabahattin nız bırakmadık dedim ya, sakın yanlış anlama. Sanatçılar, yazarlar, aydınlar Eyüboğlu’na, pek çok değildi onu arayan. Türkiye’nin dört gün pek çok bir yanından gelen halk, gençler aradı, arkadaşımıza ve tabii sordu, buldu onu. Ruhi Su’nun çok sevdiği halkıydı onu yalnız bırakma­ Mekin Dinçerler’e yan. Öyle olurdu ki hastanede odamı­ giderdi. Ezgili Y ürek ve zın önünde kuyruklar uzardı. Ziyaret saati biter, hastabakıcılar onlara ‘Zi­ Ruhi Su’ya Saygı yaret bitti’ diyemezdi... Hele, bir 1 kitaplarını büyük bir Mayıs yaşadık ki Cerrahpaşa’da, o, bizim en güzel 1 Mayısımızdı. Yıl. özenle hazırlayan, Ruhi 1985. 1 Mayıs, yasak. Hastanede ziya­ Su arşivini yapan ret yasak. Ama akın akın geliyor in­ sanlar Ruhi Su'ya. Hastabakıcılar siyah gömlek, siyah süveter, kravat. Türkü söy lemeye arkadaşımız Mekin ‘ Konsere giderken mutlaka siyah giyerdi; siyah kadife pantolon, nasıl desin, ‘Ziyaret yok’ diye? Kimi Dinçerler’de dostlarıyla başlayınca çıkarırdı kravatı.’ elinde bir karanfil, kiminde bir gül, ki­ kulübünde türkü söylemekten hiç ra­ Raziye’sini çok seven. Aziz Nesin’le yaşadı Ruhi. Bu dönemi nasıl atlata­ minde bir naylon torbada domates, bi­ buluşurdu. hatsızlık duymadı. Çünkü hep türkü bitmeyen sohbetleri olan, Adnan cağız diye uzun uzun düşünür, kaygı- ber, kiminde salatalık, almış getirmiş­ söylemek istiyordu insanlara. Çünkü Cemgil’le saatlerce şakalaşan, bayram lamrdı. ’82’lerde ayakları ağrımaya ler Ruhi’ye. Kimsede çıt yok. Ellerin­ İşte, ölümünden sonra çıkardığımız Ruhi nerede türkü söylerse, orasını bir ziyaretlerinden özel tat alan, içki-siga- başladı. Sonra elleri ağırlaştı. Saz çala- dekini bırakıyorlar, ‘Geçmiş olsun’ kasetler, Ruhi’nin o dost evlerinde sanat merkezine dönüştürüyordu. ra içmeyen, çay saatlerinde Sıdıka Su’- mıyordu.” deyip sessizce geçiyorlar Ruhi Su’nun söylediği türkülerden oluşuyor. Ölü­ Orada da birdisiplin kuruluyordu Ru­ nuıı hazırladığı börekleri, kurabiyeleri Sonra hastaneler, sürekli yanlış ko- önünden. Sonra bir arkadaki geliyor. münden önce 16 küçük plağı, 11 uzun­ Ruhi, saygıyla, sevgiyle selamlıyor çaları vardı. Şimdi, temiz baskılı 20 hepsini.:. Evet, o çok başka bir insan­ kaseti, ilave olarak 2 uzunçaları var. dı. Bir daha d ünyaya, onun gibi bir in­ Bir de kompakt disk. Yunus Emre ve 1 2 Eylülle birlikte bir sanın, onun gibi bir sanatçının gele­ Pir Sultan türkülerinden oluşan bu çöküş yaşadı Ruhi. Bu ceğini hiç sanmıyorum.” çalışma Amerika’da hazırlanmış. dönemi nasıl atlatacağız Sıdıka Su’yu, Ilgın Su’yu, onların Yunus Emre Sevgi Yılı’na katılmak dilinden, yüreğinden Ruhi Su’yu tanı­ için UNESCO ve Kültür Bakanlığı’na diye uzun uzun düşünür, manın, örnek yaşamlarının içinde ge­ bildirilmiş, ama hiçbir yerden çıt yok!” kaygılanırdı. ’82’lerde zinmenin mutluluğuyla ayrılıyorum Konserlerdeki Ruhi Su’yu anlatma­ evlerinden. Ruhi Su, o hiç bitmeyen, o larını istiyorum. Söz Sıdıka Su’da: ayakları ağrımaya başladı. tir sesiyle türküye başlıyor. 1952’de "Konsere giderken mutlaka siyah gi­ Sonra elleri ağırlaştı. Saz stanbul’a Sansaryan Han’a getirilir yerdi; siyah kadife pantolon, siyah çakmıyordu.’ Sonra getirilmez "Bu nasıl İstanbul” diye gömlek, siyah süveter, kravat. Türkü sorduğu türküdür bu türkü: söylemeye başlayınca çıkarırdı krava­ hastaneler, sürekli yanlış tı." Sonra Ilgın Su alıyor sözü: “Hani” konulan tanılar, yanlış “Bu nasıl İstanbul zindan içinde diyor, "konserlerde, sahnede ışık olur, Kayboluverdi gecem gündüzüm Bu nasıl İstanbul zindan içinde salonda karanlıktadır seyirci. Babam, ilaçlar, gün gün eriyip çok rahatsız olurdu bundan. Çünkü giden Ruhi Su’ya “Aslan Bavo bave... türkü söylerken insanları görmek is­ gibisiniz’’diyen terdi. Her zaman şunu söylerdi: ‘Ka­ Yattığımız yerde güller bitecek ranlığa türkü söylemekten hoşlanmı­ doktorlar... Özellikle o Gün ışıyıp gelir sabret, bu bizim yorum.' O yüzden salonun ışıklarını hastanenin önünden Yattığımız yerde güller bitecek mutlaka yaktırırdı. Öksüren, konuşan oldu mu kaşlarını şöyle bir kaldırır, geçerken hâlâ tüyleri Bavo bave...” onları bakışlarıyla mutlaka uyarırdı.” ürperir Sıdıka Su’nun. Yurtdışmda da konserler verir Ruhi Son kez Oren’de dostlarla..01ümüııden bir ay kadar önce..‘Orada çok mutlu Su. Avustralya’da, İsveç'te, Hollan­ olurdu. Şiirlerinin çoğunu da orda yazmıştı.’ b i t t i İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi