View metadata, citation and similar papers at core.ac.uk brought to you by CORE

provided by Baskent Universtiy

T.C. BA ŞKENT ÜN İVERS İTES İ SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ MÜZ İK VE SAHNE SANATLARI ANAB İLİM DALI MÜZ İK B İLİMİ YÜKSEK L İSANS PROGRAMI

TÜRK OPERASI’NIN GEL İŞİ M SÜREC İ

YÜKSEK L İSANS TEZ İ

HAZIRLAYAN SİBEL ERTEK İN

TEZ DANI ŞMANI DR. ERDO ĞAN OKYAY

ANKARA-2007

Erken kaybetti ğim ama gönlümün bir kö şesinde masmavi gözleriyle hep benimle olan karde şim Veysel’in anısına…. TE ŞEKKÜR

Öncelikle, tezimde bana her konuda elinden gelen deste ği veren sevgili eşim Murat Ertekin’e… Oğlum Veysel Ilgaz Ertekin’e… Beni engin bilgilerinden mahrum bırakmayan sayın hocam ve danı şmanım Dr. Erdo ğan Okyay’a… Beni, e ğitimimi peki ştirmem adına alanımda yüksek lisans yapmam konusunda yönlendiren a ğabeyim Nihat Tokta ş’a… Müzik e ğitimim konusunda ba şından beri beni maddi ve manevi olarak destekleyen ailem; babam, annem, ablam Tülay Aydın, a ğabeylerim Suat, Nihat, Önder Tokta ş ve Ay şe, Reyhan, Hasret Tokta ş, Ali Aydın’a… Halen çalı şıyor oldu ğum Ba şkent Üniversitesi Kütüphanesi Daire Ba şkanı sayın E. Semra Arda’ya deste ğinden ötürü… Sevgili arkada şlarım; Nihal Selçuk Yüce, İlknur Darçın ( Şahin), Fatma Duygun, Remzi Saliho ğlu’na manevi desteklerinden ve verdikleri enerjiden ötürü…

Te şekkürler…

I ÖZET

Bugün ülkemizde operada bulunulan noktanın sebeplerine göz atılacak olursa, yani seyircisinin belli bir kitleden olu ştu ğu dü şünülürse bunun bir problem oldu ğunu inkar etmek güçtür. Dolayısıyla bu problemi yadsıyıp köklerine inmek yerinde olacaktır. Bu tez çalı şmasının amacı, bu problemlerin saptanmasına katkıda bulunmaktır.

Bu noktada yapılması gereken Türk Operasının do ğuşuna kadar dönmek ve günümüze kadarki süreci taramaktır. Bu çerçevede yapılacak olan ara ştırma Türk Operasına katkıda bulunabilece ği gibi, konunun sosyal boyutunu gözler önüne serecek ve yapılmı ş olan bu önemli eserlerin ve bu eserleri besteleyen müzik adamlarının tanınmasına yardımcı olacaktır.

Bunun için öncelikle “” nın do ğum ve geli şim sürecini incelemek, aktarmak gerekmi ştir, paralelinde Batı Operası’na de ğinmek gerekmi ştir. Daha sonra Türkiye’ye operanın nasıl girdi ğini, nasıl tanındı ğını anlayabilmek açısından Osmanlı İmparatorlu ğu Dönemi’ne de ğinilmi ş ancak, “Türk Operası” nın do ğuşu Osmanlı’ya de ğil Cumhuriyet’e tekabül etti ğinden Cumhuriyet Dönemi opera ve dolayısıyla Cumhuriyet Dönemi müzik alanındaki çalı şmalara de ğinilmi ştir.

Opera sanatı, Avrupa’da do ğuşundan günümüze de ğin soyluların, entelektüellerin ve klasik müzik u ğra şıcılarının be ğeni ve kullanımı dı şına çıkamamı ş, ancak müzikte ve sahne sanatlarında bir takım yenilikler ve devrimler diye adlandırılabilece ğimiz giri şimlerle halka ula şabilmi ştir. Bu yenilikler, devrimler ve halka ula şabilme çabaları sürecinde opera sanatına emek veren uluslardan ve bestecilerinden söz etmek gerekmi ştir.

Bilindi ği üzere Cumhuriyet Dönemi Atatürk Devrimleri ile Müzik devrimi atba şı gitmi ştir. Bu devrimlerden Atatürk’ce; milli kültür alanında en önemli de ğer ta şıyan, müzik devrimidir. Çünkü müzik Atatürk’e göre; bir ulusun, bir kültürün, de ğişimini ve geli şimini, “kendini” ifade etmede en etkili ve şeffaf yoldur. “E ğer bir ulus müzikte de ğişimi sindirebiliyorsa, di ğer de ğişimleri de kolayca kavrayabilecektir”…

Çalı şma sonucunda edinilen bulgular ı şığında; bugün hak etti ği ve gerekti ği noktada olmayan, Cumhuriyet dönemi olu şturulmasında göz ardı edilmeyecek de ğerde ki sayısız giri şim, hayranlık uyandıran bir öngörü ve sanat tutkusuyla harcanan emekler sonucunda

II yaratılan Türk Operası, ancak Cumhuriyet’te oldu ğu gibi istikrarlı, planlı, akılcı ve geni ş bir vizyonla yola çıkılarak verilen emekler sonucunda tekrar dirilebilir, dirilmelidir…

ANAHTAR KEL İMELER: Opera, Türk Operası, Cumhuriyet Dönemi Musiki Devrimi, Ulusal Opera.

III ABSTRACT

The aim of this thesis is to analyze the roots of the problems that Turkish Opera faces with. The main reason behind these problems emerges from the structure of the opera audiences in

First thing to do is to summerize Turkish Opera From the start-point to date. This summery may help the reader see the social aspects of the subject and will also give information about all the important works and composers. In this respect, the birth and development of Opera were analyzed. Following that, reader will have a wide look at the Western Opera and finally, in order to see the entrance of the opera in Turkey, some individual opera works in during the Otoman age were summerized. But since the start –point of “Turkish Opera” is generally accepted as the foundation of Turkish Republic, this work concentrate on opera-music of republic era.

Opera was an art that only nobles, intellectuals and classical musicians enjoyed widely. But it reached to all the people after a set of transformations and revolutions. From this point, it can be accepted that those revolutions and efforts of leading composers and nations to reach all the people is an important issue to deal with.

As widely known, musical revolution advanced parallel with Atatürk’s revolutions in other aspects. According to Atatürk, of all those revolutions musical revolution has the highest importance. For him, music is the most effective and transparent way for a nation to reflect its culture and development. “If a nation can accept the transformation in music, it can easily accept the transformation in all other aspects” says Atatürk.

This work indicates that Turkish Opera which received countless valuable Works, admirable foresight and lust for art is not in a situation it deserves. Turkish Opera is very likely to re-emerge with only sustainable, systematic and realistic efforts.

IV İÇİNDEK İLER

Sayfa no

TE ŞEKKÜR I ÖZET II ABSTRACT IV İÇİNDEK İLER V GİRİŞ 1 BÖLÜM I. OPERANIN BATI MÜZ İĞİ TAR İHİ İÇİNDEK İ GEL İŞİ Mİ 4 1.1. Operanın Do ğası ve Toplumsal İli şkileri 4 1.2. Tarihsel Bakı ş 5 1.2.1. 1500 Öncesi 6 1.2.2. 16. yy 7 1.2.3. 17. yy 7 1.2.3.1. Claudio Monteverdi (1567-1643) 9 1.2.4. 18. yy 9 1.2.4.1. George Friedrich Haendel (1685-1759) 12 1.2.4.2. Christoph Willibald Gluck (1714-1787) ve Onun Opera Devrimi 13 1.2.4.3. Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791) 15 1.2.5. 19. yy 17 1.2.5.1.Neoklasik ve İhtilaller Dönemi 17 1.2.5.2. Rossini Dönemi (1813-1830) 18 1.2.5.3.Gaetano Donizetti (1797-1848) 19 1.2.5.4. Romantik Dönem (1830-1850) 20 1.2.5.5. Yy’ın Ortaları ve Sonrası (1850-90) 21 1.2.5.6. Verismo (Gerçekçilik) Dönemi, 1890-1920 22 1.2.6. 20. yy. Geli şmeleri 28 1.2.6.1. Sembolizm, İzlenimcilik, Fantezi: 28 1.2.6.2. Natüralizm (Do ğalcılık): 29 1.3. Fransa’da Opera 29 1.3.1. Jean-Babtiste Lully 30 1.4. İngiltere’de Opera 30 1.4.1. Henry Purcell (1659-1695) 31

V 1.5. Alman Operası 31 1.5.1. Romantik Opera 32 1.5.2. Wagner ve Müzikal Drama 32 1.6. Rusya 34 1.6.1 Etkileyen Güçler 34 1.6.1.1. Dmitri Bortniansky (1751-1825) 35 1.6.1.2. Glinka ve Dargomijski 35 1.6.2. Be şler 36 1.6.2.1. Balakirev 37 1.6.2.2. Cui 37 1.6.2.3. Borodin 37 1.6.2.4. Rimsky-Korsakov 38 1.6.2.5. Moussorgsky 38 1.6.3. “Be şler” in Önemi 38 1.6.4. Peter Tchaikovsky 39 BÖLÜM II. OSMANLI’DA OPERA 40 2.1. Osmanlı’da Operanın Geli şimine Tiyatroların Katkısı 44 2.2. Naum Tiyatrosu’nun Kurulu şu 45 2.3. Giuseppe Donizetti’nin Önemi 46 BÖLÜM III. CUMHUR İYET DÖNEM İ OPERASI 48 3.1. Dünyaca Ünlü Şan Solistlerimiz 69 3.2. Opera bestecilerimiz 71 BÖLÜM IV. SONUÇ 77 KAYNAKÇA 82

VI

GİRİŞ

Opera, ilk olarak Avrupa’da, dinsel törenlerde, dü ğünlerde ve çe şitli toplantılarda sergilenen küçük gösterilerden do ğmu ş ve sonraki süreçte birçok de ğişime ve geli şime u ğramı ş bir sanattır. Bu sanat, tarihi boyunca sosyal çevreyle büyük bir etkile şim içerisindedir ve konusu, dinleyicilerin ve sahnelendi ği yerin kültürel özelliklerini yansıtır. İlk opera eseri “Dafne”nin 1597 yılında İtalya’da (Floransa) sahnelenmesinden sonra, Avrupa’da opera hızla geli şmi ş ve tanınmı ştır.

Türklerin operayla tanı şması ise Osmanlı dönemine denk gelmektedir. O dönem Avrupa’ya gidip gelen elçiler döndüklerinde sefaretnamelerinde operadan bahsetmektedirler. Böylece operaya kar şı bir merak uyanmı ş ve III. Selim döneminde 1797 de Topkapı Sarayında yabancı bir toplulu ğa opera temsili verdirilmi ştir. 18.ve19 yy.larda da sefaretnamelerde operadan bahsedilmeye devam edilmi ştir. ’da yapılan tiyatro binaları sayesinde birçok opera temsil edilebilmi ş ve bu konuda İtalyan opera sanatı örnek alınmı ş, bu sanatın be şiği diye adlandırılan İtalya’daki hocalardan yararlanılmı ştır. Yapılan ara ştırmalarda, Osmanlının opera gündemini yakından takip etti ği hatta Verdi operalarının İtalya’daki dünya prömiyerlerinden bir yada birkaç yıl sonra İstanbul’da temsil edildi ği görülmü ştür.

Cumhuriyetin ilan edildi ği yıllarda ülkemizde opera dalında önemli geli şmeler oldu ğu söylenebilir. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet sonrasında devletin müzik politikasını, "Türk halk müzi ğini temel alıp Batı'da geli ştirilmi ş çoksesli teknik ve yöntemleri kullanarak yeni bir müzi ğin yo ğrulması" biçiminde belirlemi şti. Bu temel ilke uyarınca yetenekli gençler Avrupa'ya müzik ö ğrenimine gönderildi. Avrupa'daki müzik e ğitimini tamamlayarak yurda dönen genç müzikçiler, 1930'lardan sonra bu alanda da etkinliklerini göstermeye ba şladılar. 'da Musiki Muallim Mektebi'nin, İstanbul'da Darülelhanın kurulması, dı şarda eğitim gören genç ö ğretim üyelerinin bu kurulu şlarda ö ğrenci yeti ştirmeye ba şlaması, opera alanında gerek besteci gerekse yorumcu açısından umutlu bir gelece ğe atılan ilk adımlar olmu ştur.

1 Avrupa’da kökleri çok eskilere kadar giden ve 17.yy. ba şından itibaren opera adıyla ürünlerini veren müzikli sahne sanatının yüzyıllar boyunca geli şme çizgisine bakıldı ğında, Türkiye’de geleneksel müziklerimizde şarkılı oyun türü kullanılmı ş olmasına kar şın opera sanatı ile tanı şmanın çok geç ba şladı ğı görülmekte, bu kadar kısa süre içinde bu sanat dalında hangi sonuçların alındı ğı ve Türk operasının ula ştı ğı düzey göz ardı edilemeyecek niteliktedir. Kaldı ki, İslam dininin opera türü bir sahne sanatına çok da açık bir din olmadı ğı, buna kar şın batıda kilise müzi ği içinde başlangıcından itibaren dinsel sahne oyunlarının çok revaçta oldu ğu gerçe ği de dü şünülürse bu sanatın ülkemizde kar şıla şabilece ği muhtemel güçlükler de göz ardı edilmemesi gereken sorunlardan bir tanesidir. Ancak, Atatürk devrimleri içinde müzik devrimine ne denli önem verildi ğini ve konservatuvarın henüz kurulu ş aşamasında da salt müzikle birlikte sahne sanatlarının ele alınması da bir olgu oldu ğundan konuyu olabildi ğince ara ştırmak ve söz konusu problemlerin nasıl çözümlendi ğini ara ştırmak çalı şmada ba şlı ba şına bir amaç oldu.

Osmanlı döneminde İstanbul ve di ğer birkaç büyük kentte opera temsillerinin ba şlamı ş olması hatta opera yazan müzikçilerin bulunmasına kar şın, opera sanatçılarının ve bestecilerinin hemen tümünün Müslüman olmayan Osmanlı ulusları arasından yeti şmi ş olması da bilinen bir gerçektir ve çalı şmada irdelenmesi amaçlanmı ş sorunlardan birisidir.

Çalı şmada yanıt aranılan bir ba şka soru da; böylesine yeni ve yabancı bir sanat dalının bu kadar kısa sürede hangi düzeylere ula ştı ğıdır.

Yukarıda bahsi geçen sorunlara yönelik daha önce yapılmı ş çalı şmalar olmasına kar şın, bu çalı şmaların genel bir bakı ş ve kronolojik düzenleme niteli ğinde olması sebebiyle alana akademik bir katkısı olamamıştır.

Yapılan bu çalı şma ile öncelikle operanın nasıl ve nerde do ğdu ğu, nasıl bir sanat türü oldu ğu aktarılmı ştır. Bunu yapabilmek için öncelikle 1500 öncesine de ğinilmi ş ve sonraki yıllarda operanın hangi evrelerden geçti ği, operayı etkileyen toplumsal olayların bu sanattaki yansımalarından söz edilmi ştir.

2 Türk Operası’nın geli şim sürecini incelebilmek için öncelikle Türkiye’de ilk opera kıvılcımlarından ve dolayısıyla Osmanlı Dönemi’nde Operadan bahsedilmi ş, burada büyük önem ta şıyan azınlıkların faaliyetlerine yer verilmi ştir.

Ulusal operamızın do ğuşunu, bu sürecin ba şlangıcını tetikleyen olguları masaya yatırabilmek için Cumhuriyet Döneminde müzik devrimi ele alınmı ş, devrim fikrinin ulusal operamızın olu şmasına katkısı ve olu şum sürecinden sonra da dünyaca ünlü şan solistlerimiz ve opera bestecilerimiz ele alınmıştır.

3 1. OPERANIN BATI MÜZ İĞİ TAR İHİ İÇİNDEK İ GEL İŞİ Mİ

Opera, birkaç veya bütün bölümlerinde şarkı söylenen müzikli ve dramatik bir türdür. Opera müzik, drama ve gösterinin birli ğini ifade eder. Bu unsurlar çe şitli ülkelere ve dönemlere göre de ğişik biçimlerde birle ştirilmi şlerdir, ancak müzik daima belirleyici bir rol üstlenmi ştir.

Opera, İtalyanca’da “çalı şmalar”, “parçalar” anlamına gelir. Latince kökü ise “opus” tur ve opera “opus” un ço ğuludur.

1.1. Operanın Do ğası ve Toplumsal İli şkileri

Opera, bütün sanat alanları içerisinde en ayrıntılı olanıdır. “ Şair”, “kompozitör”, “dekorcu”, “kostümcü”, “ı şıkçı”, “koreograf” vs. bir bütün sanat eseri yaratmak için hünerlerini birle ştirmesinden do ğar.

Müzik, söylenen sözlerin etkisini arttırırken bazen dile getirilmeyenleri de ifade eder. Bunun en iyi örneklerinden biri ise Orestes için yazılan aryadır. 1 Bu aryada, sözlerin aksini ifade eden müzik, karakterin sükunetinin yanıltıcı oldu ğunu anlatmaktadır.

Opera tiyatroya oranla daha yava ş ilerlemektedir. Çünkü müzikle ifade sözlü ifadeden daha fazla zaman alır. Opera tarihi, müzi ğin mi yoksa sözlerin mi öncelikli oldu ğu tartı şmaları ile doludur ve bu noktada farklıla şmalar görülmektedir. Bu farklıla şmalar hem co ğrafi hem de içinde bulunulan dönemin ya şamsal ko şullarıyla şekillenebilmektedir. Bunların yanında, sosyal ve dile ili şkin faktörlerde etkili olabilmektedir. Bunu do ğrulayacak veriler şöyle ifade edilebilir; İtalya’da müzik ön plandadır, Fransız operası bu ülkedeki güçlü tiyatro, felsefe gelene ği sebebiyle sözlere a ğırlık vermektedir, Almanya, İngiltere ve İspanya’da ilk operalarda sözlü

1 Orestes, ’un Elektra operasında bir karakterdir.

4 oyunun yanında müzi ğe de yer verilmi ş veya şarkı aralarına sözler yerle ştirilmi ştir. 2 Bu ülkelerdeki (özellikle İngiltere) operanın geli şimi burjuva kültürünün geli şimine paralel seyretmi ştir.

Di ğer taraftan, opera gelene ği sahne müdürlerine, opera düzenleyici ve reklamcılarına, prodüktörlere ve en önemlisi opera icracılarına da ba ğlıdır. 3

Opera, tarihi boyunca sosyal çevreyle büyük bir etkile şim içerisindedir. Operanın konusu, dinleyicilerin ve sahnelendi ği yerin kültürel özelliklerini yansıtır. 4

1.2. Tarihsel Bakı ş

Tüm sanatların bile şkesi olan opera, 16. yüzyıl ba şlarında, İtalya'da opera adını ta şıyan müzikli bir dram sanatının görülmesiyle ba şlamı ştır. İlk önce Ferrara şehrinde beliren bir hareket, bugünkü opera sanatının ba şlangıcı olmu ştur. İtalya'da 1502 yılında Ferrara'da I. Ercole tarafından yönetilen bir dü ğün, dinsel 'mister' oyunlarında oldu ğu gibi, sekiz günden fazla sürmü ştür. Böylelikle müzik sanatında Misterlerden ba şka, dinsel olmayan konuları da i şleyip geli ştirmekle, yeni bir oyun türü daha meydana gelmi ştir. Bu tür, gerçek operaya temel olan ilkel bir deneme olmanın önemini ta şımaktadır. Yukarıda de ğinilen sekiz günlük dü ğün töreni, Alfonso d’Este ile Lucrezia Borgia’nın evlenmeleri için tertiplenen şenliklerdir. İtalyan rönesansının ba şta gelen bir tiyatro şehri olarak tanınan Ferrara’da 1502 yılında gerçekle şen bu dü ğünde, jimnastik hareketleri gösterilmi ş, bale temsilleri verilmi ş, şarkılı ve aletli müzik programları düzenlenmi ş ve tiyatro eserleri oynanmı ştır. Bu arada Lucrezia Borgia dü ğün süresince solo danslar yapmı ştır. Tarihin bu ünlü dü ğününde, Romalı yazar Plautus’un be ş komedyası da programlara alınmı ştır.

2 Gluck ve Wagner’in çalı şmalarında müzik dramın, Mozart’ta ise “söz-şiir” müzi ğin hizmetindedir. 3 Handel, Gluck, Mozart, Rossini ve Verdi gibi kompozitörler bazı operalarını belirli seslere yönelik olarak yapmı şlardır.

4 Türkiye’de operanın (Türkiye’de tanınması sürecinin çok eskiye, Osmanlı’ya dayanmasına ra ğmen) olması gereken noktada bulunmamasının sebebi, ulusal operamızı gere ğince geli ştirememi ş olmamızdır.

5 “Ola ğanüstü zenginlikteki dekor ve kostümlerle oynanmasına ra ğmen sıkıcılı ğı bir türlü giderilememi ş olan Plautus komedyalarının meydana getirdi ği a ğır havayı da ğıtma çarelerinin aranması, müzi ğin geli şiminde önemli bir ba şlangıca yol açmı ş, böylelikle ortaya çıkan yepyeni bir sanat türü bugünkü operaya temel olmu ştur. Bu yeni biçim, Plautus komedyalarının arasına konan ve “ İntermezzo” diye adlandırılan bir ara-oyunudur. Seyircilerin, Plautus komedyalarından çok intermezzoyu beklemesi, bu yeni sanat şeklinin, az zamanda ba ğımsızlı ğa kavu şmasını da gerektirmi ştir ve böylelikle intermezzolar, opera sanatına tabii bir ba şlangıç olmu ştur. " (Altar, 1974)

1.2.1. 1500 Öncesi

1600 öncesinde operaya zemin hazırlayan bazı etkinliklerden söz etmek gerekirse; örne ğin Ortaça ğın dinsel dramlarının Güney Almanya’dan, İsviçre’den Kuzey Fransa ve İngiltere’ye kadar yayılması gösterilebilir. İsa’nın çekti ği acılar (Passionlar) sözlü anlatılırken aralara müzik bölümleri de konularak dramatize edilen konunun güçlenmesine çalı şılıyordu.

14. yy dan 17. yy a kadar yaygın olarak oynanan, koro ve solo şarkıları içeren şarkılı oyunlardı. Cizvit 5 manastır okullarında bu gelenek 18. yy. a kadar sürdürülmü ştü. Şarkılı oyunlar türünde en önemli örnek Adam De La Halle ’in (1237-1287) “Le Jeu de Robin et de Marion” adlı müzikli oyundur. Bu eserde oyuna 14 şarkı eklenmi ştir. Bu oyunun sahnede dramatize edildi ği sanılmaktadır.

Rönesans döneminde dramlara (örne ğin Poliziano’nun Orfeo dramı) müzikle eşlik ediliyordu. Dramın önemli ki şileri müzik e şli ğinde sahne alıyorlardı.

5 1534 yılında Paris’te Loyola’lı Ignas (Ignasce de Loyola) tarafından kurulmu ş “ İsa’nın arkada şları” adıyla, entelektüel alandaki ba şarıları ile de bilinen bir hıristiyan tarikatıdır.

6 1.2.2. 16. yy.

16. yy. dan itibaren pek çok tiyatro eseri müzikle desteklenerek oynanıyordu. Örne ğin Sophokles’in Oedipus tiyatro eseri, Andrea Gabrieli’nin müzikleriyle Vicenza’da oynanmı ştı.

Özellikle dramlardaki komik sahneler şarkılarla, koro şarkılarıyla ve danslarla destekleniyordu. Örne ğin Cavalieri , Marenzio , Caccini gibi besteciler bu tür müzikler yazmı şlardı.

Madrigal komedileri, yani konusu komik olan madrigallerin sahnede oynanarak söylenmesi opera sanatını hazırlayan türlerden biri olarak sayılabilir 6. Önemli bestecileri arasında O. Vecchi ve A. Banchieri sayılabilir.

"İtalyan opera stilinin geli şmesinde, özellikle dinsel müzi ğin büyük etkisi oldu ğu bir gerçektir." diyen Altar'a göre "... düet ve arya gibi solist tarafından okunan ba ğımsız formda yazılmı ş ezgiler, 16. yüzyılın ikinci yarısında, ba şlangıçta kanonu andıran imitasyonlu taklit partileri biçiminde i şlenen yeni bir tür" olarak ortaya çıkmı ştır. (Altar, 1974)

1.2.3. 17. yy.

17. yy. ın ba şında artık sahnede oynanan müzikli tiyatrolara opera adı verildi ği görülmektedir.

17. yy. da İtalya’da ilk opera örnekleri, kırsal temaları olan ve aristokrat izleyicileri e ğlendirmek için yapılan operalardır.

6 Bkz.Musiki tarihi, İlhan K. Mimaro ğlu,1961,s.34

7 Opera kırdan şehre gittikçe yeni izleyicinin taleplerine göre de ğişim göstermi ştir. Sahneler daha gerçekçi, karakterler “mit” olmaktan çıkarılmı ş, daha çe şitlenmi ş ve şiddet içeren konular ye ğlenmi ştir.

Floransa’da büyük ailelerin konaklarında opera konusunda akademik tartı şmaların yapıldı ğı bilinmektedir.”Camerata” adıyla da bilinen , Cavalieri , Galilei , Strozzi , G. Caccini ve J. Peri gibi müziçlilerin bu tartı şmaları giderek sahne müziklerinin contrapunt stilinden monodik stile do ğru geli şmesinin daha uygun oldu ğu sonucunu vermi ştir. Bu besteciler bu yeni müzik stilinde eserler vermeye ba şlamı şlardır. Genel görü ş yeni müzikte müzi ğin söze uyması gerekti ği 7 yönündedir.

“Jacopo Corsi’nin sarayındaki seyirci için “Dafne” co şkuyla kar şılanan yeni bir tiyatro deneyimi idi. “Camerata üyeleri benzer teknikle yapılacak olan çalı şmalar için yeterli ba şarıyı sa ğladıklarını fark etti. Peri, ikinci çalı şması “Euridice” yi yazdı…” 8

İlk kez bu eserlerde (Dafne, Euridice) “Recitativo” kullanılmı ştır.

17.yy ba şlarında "Reçıtatıvo"nun ve "arioso"türünün, yani melodik stilin de ilk bestecilerinden olan Caccini, Basso Bontinuo e şli ğinde yazdı ğı tek sesli şarkılarla, "Güzel Şarkı (Bel Canto) "stilinin do ğmasına neden olmu ştur. (Altar, 1974)

Yukarıda da belirtildi ği gibi, operada aryaların önem kazanarak ön plana çıkmasıyla olu şan arya söyleme biçimi ve tekni ği, 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geli şmesini sürdürmü ş ve opera türüne iyice yerle şmi ştir.

7 Buna örnek olarak 1597 yılında Corsi’nin kona ğında oynanan Jacopo Peri’nin ilk operası Dafne gösterilebilir. Bu operanın müzi ği halen kayıptır. Üç yıl sonra Fransa kralı IV. Henri’nin Medici ailesinden birisiyle evlenmesi törenleri için yine Peri’nin müzi ğini yazdı ğı “Euridice” oynanmı ştır. Bu metin aynı yıl Caccini tarafından da bestelenmi ş ve 1602’de oynanmı ştır. İlk kez bu eserlerde “Recitativo” yani müzik e şlikli konu şma kullanılmı ştır. Peri’nin operasına yazdı ğı önsözde recitativo, “konu şma ile şarkının tam ortasında bir beste türü” olarak tanımlanır.

8 Bkz. The Home Book of Musical Knowledge, David Ewen, 1958, s.200

8 1.2.3.1. Claudio Monteverdi (1567-1643)

Claudio Monteverdi (Barok ça ğını ba şlatan besteci olarak bilinir) ile opera, yeni bir soluk kazanarak, dramatik ve etki dolu bir sanat türü olmu ştur.

“…Bu yeni sanat biçiminin verece ği olanakları ilk kez Monteverdi 1607’de Mantua’da oynanan “Orfeo” adlı yapıtıyla ortaya koydu. Dramatik vurgulama, dramatik a ğırlı ğa sahip “resitatif” ler, üzerinde önemle durulan aryalar, koro parçaları ve danslar , ayrıca çalgıların özel ses karakterlerinden yararlanı ş (örne ğin yer altı evreni için pes trombon sesleri)”. (Yener, 1983)

Monteverdi , 1607 de oynanan Orfeo operası ile operada eski ve yeni stilleri ustaca birle ştirmi ş, nakaratlı şarkıları, koroları ve dans sahnelerini operaya dahil etmi ştir.Besteci bundan ba şka Arianne operasını da yazmı ştır. Mantua’da yazılan bu operaların kaybolmasına kar şılık, Monteverdi ’nin sonraki yıllarda Roma’da yazdı ğı operalar günümüze kadar kalmı ştır (Eumelio, Orfeo’nun Ölümü, Catena d’Adone).

Monteverdi “yeni müzik” idealinin en ba şarılı temsilcisidir; metnin önemini vurgulayarak, müziksel izlenimlerle ve anlatımlarla özde şle ştirmi ştir.

1.2.4. 18. yy.

17. yy. da opera bir reform hedefiyle ba şlamı ş ve 18. yy. da bu e ğilim devam etmi ş, yeni bir reform süreci ba şlamı ştır. Bu yy.‘ın ba şında gerçekçilik ve iyimserlik belirleyici faktörlerdir.

Bu dönemde İtalyan operası dönemin gerçekçi felsefe akımlarını yansıtan bir model olarak ortaya çıkmı ştır. Kahramanlar sosyal sınıfları ideal üst-ast ilişkisi çerçevesinde yansıtmı ştır. Problemden ba şlayıp çözüme ula şan, çatı şmaları ve yanlı ş anlamaları “lieto fine” 9 çerçevesinde çözülen operalar yaratılmı ştır. Bazen müzik bazen söz öne çıkmı ştır. 18. yy. sürerken komik opera ortaya çıkmı ştır. Bu

9 Lieto fine: Mutlu son.

9 çalı şmalarda sıradan orta sınıf insanlar canlandırılmı ş, krallar, tanrılar ve kahramanlar bu operalarda yer almamı ştır. Bütün bir ak şamı dolduran bu yeni tür operaların (opera buffa) merkezi Roma olmu ştur. Sonra da Venedik ve Napoli’de de bu yeni opera türü yaygınla şmı ştır.

Opera Buffa;

“Kahraman ve mitolojik ki şiler, dü şlemsel ortamlar yerine tanıdık sahneler, bildik, güncel karakterler sunan türdür. Libretto (opera metni) yerel dildedir. Müzik de yerel renkleri ça ğrı ştırır. Komik opera, de ğişik ülkelerde de ğişik biçimler alır. Önce trajik İtalyan operasına bir ba şkaldırıdır. İtalya’da en önemli örnek İntermezzo lardır. Bunlar ciddi operanın sahneleri arasına yerle ştirilmi ş müzikli komik oyunlar niteli ğinde ortaya çıkmı şlardır.(Bkz: Pergolesi). Viyana’da buffa gelene ği, ça ğ boyunca sürer. Sonradan Mozart, gülünçlü, ciddi ve duygusal dramayı geni ş kitlelerin benimseyece ği bir müziksel stilde birle ştirecektir. Fransa’daki ulusal hafif opera türü, opera-comique olarak tanımlanır. Bildik ezgiler, yalın bir yapıda e ğlence için hazırlanır. Opera-comique Fransız devrimi süresince, Napolyon döneminde ve hatta Romantik ça ğda bile Fransa’da geçerlili ğini korur. François Andre Dancan-Philidor ve Andre Ernest Modeste Grey Fransa’da komik operanın ba şlıca bestecileridir. İngiltere’de ise ballad opera türü gündeme gelir. Dilenci Operası’nın (Beggar’s Opera) (1728) sahnelenmesinden sonra ilgi çeken bu tür, popüler ezgileri, baladları ve ünlü operalardan bildik aryaların parodisini içermektedir. İngiltere’de Thomas Arne ba şlıca ballad opera bestecisidir. Almanya’da singspiel (şarkılı oyun) gelene ği sürmektedir. Singspiel , 1700’de opera adını alır. 1800’lerde 18. yüzyılın singspiel’leri Alman şarkılarıyla kayna şır, halk ezgilerine dönü şür.

10 Mozart, Klasik operayı kusursuz bir biçim yapısına kavu şturur. Melodik yetene ği, dramatik önsezisi, çalgılar ve solistlerin sesleri arasındaki dengede gösterdi ği ustalık, bu ça ğın tarihini yazmı ştır (Bkz: Mozart’ın operaları).”( İlyaso ğlu, 2003)

18. yy. da opera sanatında Napoli kenti öne çıkmı ştır (Napoli operalarına “Opera Seria” adı da verilir). Napoli ekolünün yetiştirdi ği en önemli müzikçiler Alessandro Scarlatti , Francesco Provenzale ve Alessandro Stradella ’dır. Scarlatti’yi stili ciddi, titiz ve ihti şamlı müzi ğiyle di ğerlerinden ayırmak gerekmektedir. Da Capo’lu 10 aria biçimi ilk kez bu operalarda görülmektedir.

Scarlatti Haendel’le birlikte erken Napoli operalarının en önemli temsilcisidir. Haendel’in Napoli ekolü tarzındaki operaları; Rinaldo , Ottone , Ciulio Cezare , Tamerlano ve Rodelinda ’dır.

Opera Seria ;

“Yeni İtalyan operası giderek Avrupa sahnelerine egemen olur. Opera Seria ise aydınlanma ça ğında müzik biçimlerini ve yeni müzik dilini şekillendiren aynı etmenlerin ürünüdür. Net, kolay anla şılır, mantıklı, do ğal, uluslararası dile sahip ve dinleyene zevk verebilen özellikleri içermelidir. İtalyan operasında odak noktası, aryalardır. Orkestranın uvertür dı şında şarkıcılara e şlik etmekten öte pek etkinli ği yoktur. Reçitatifler bir klavsen e şli ğinde sunulur. Şarkıcılar arasında ünlü kastratolar 11 yer alır. Pergolesi , gülünçlü intermezzolarıyla

10 Da Capo: “tekrar”, “yeni ba ştan” anlamındaki bu terim, çalgıcı yada şarkıcının, seslendirilen parçanın bir yerine gelince bu bölümü “fine” (son) yazılı yere kadar tekrarlaması gerekti ğini gösterir.

11 Kastrato , küçük ya şta müzikal anlamda en iyi şekilde e ğitilen erkek çocukların, ergenlik ça ğlarına geldi ğinde bir oktav kalınla şaca ğı dü şünülen seslerini çocuklu ğundaki haliyle korumak ve soprano ses kalitesinde şarkıcılar yaratmak amacıyla yapılan tıbbi bir operasyondur. Bu operasyonda erkekler, cinsel haz alma organları (testisleri) zarara u ğratılarak veya yok edilerek hadım edilir böylece çocuk gırtla ğına ve eri şkin ci ğerine sahip Kastrato şarkıcılar olurlar. Bu şarkıcıların sıradan şarkıcılardan farklı olarak, bir nefeste 250 nota söyleyebilme, ba şka bir deyi şle bir notayı bir dakikadan daha uzun tutabilme özellikleri vardır. İmprovizasyon yeteneklerinin üstünlü ğü, ola ğan üstü süsleme kabiliyetine sahip olu şları onları di ğer şarkıcılardan ayıran önemli özelliklerdir.

11 tanındı ğı halde ciddi opera türüne de örnekler vermi ştir. Ça ğın sonuna do ğru gerçek reform ba şlar operada. Besteciler tümüyle daha do ğal bir ortam isterler. Özde derin bir anlatımcılık, müziksel kaynaklarda ise çe şitlilik öngörürler. Arya ve reçitatiflerin de ğiştirimiyle olay daha hızlı akmaya ba şlar. Orkestra, yapıtın bütününde önem kazanır. Koro yeniden belirir. Bu dönemde Johann Christian Bach , reform özelliklerini içeren 12 opera besteler”. ( İlyaso ğlu, 2003)

1.2.4.1. George Friedrich Haendel (1685-1759)

1685’te Halle’de do ğmu ş Alman besteci, Hamburg’da uzun süre armoni, kontrpuan, org, keman, obua ve klavsen dersleri almı ştır. E ğitimi sonrasında Halle’de kilise orgculu ğuna atanmı ştır

1703’te Hamburg’a gitmi ş, opera orkestrasında kemancı ve klavsenci olarak çalı şmı ş ve ilk operası olan “ Almira ” yı burada bestelemi ştir. 1706’da İtalya’ya gitmi ş, daha önce yazdı ğı büyük operasını kolay yorumlanabilmesi için düzenleyip, Florindo ve Dafni adıyla ayrı eserler haline getirmi ştir.

Haendel genç ya şta yetene ğiyle büyük ilgi toplamı ş, 1710 yılında Almanya’da Hannover ve Düsseldorf’ta saray müzi ği yöneticili ği yaptıktan sonra 1711’de İngiltere’ye gitmi ştir.

İngiltere’de “ Rinaldo ” operasıyla kendini ıspatlamı ştır. 1713 yılında “ Te Deum ” la Krallık Müzik Akademisi üyeleri arasına girmi ş, bir yıl sonra akademinin açılı ş törenleri için “ Radamisto ” operasını yapmı ş ve sonraki yıllarda da yine akademinin açılı ş törenleri için “ Scevola ”, “ Ottone ” ve “ Giulio Cesare ” gibi operalarını yapmı ştır.

12 Akademiden bazı rekabetler sonucunda ayrılmak zorunda kalmı ş, 1729’dan sonra İtalya’dan getirtti ği şarkıcılarla oyunları kendi sürdürmü ş ve daha birçok opera bestelemi ştir.

İlerleyen ya şlarında sa ğlık problemleri nedeniyle yata ğa dü şmü ş ve kendisi ve sanatını irdeledikten sonra yeni bir türe yönelmeye karar vermi ş ve oratoryo yazmaya ba şlamı ştır.

Eserlerinden opera sahnelerinde en çok sergilenen ve onun İtalyan lirik-dram ını devam ettirdi ğini gösterenleri Giulio Cesare (Jül Sezar) ve Xerxes (Kserkses)’dir.

Haendel’in operaları genellikle tarihsel, klasik mitolojiyi içeren ve romantiktir. İngiliz pastoral anlayı şını yansıtanı ise teknik olarak di ğerlerini geride bırakan “ Acis ve Galetea ” dır.

Handel hayatının sonuna kadar İngiltere’de kalmı ş ve 1759’da Londra’da ölmü ştür. İngiltere Haendel’i o kadar benimsemi ş ve önemsemi ştir ki, kralların gömüldü ğü anıt-kabir e gömmü şlerdir.

18. yy. daki yeni fikirler, sosyal ve ulusal sınırlamaların yava ş yava ş ortadan kaldırılması süreci operada “eski” nin yeniden şekillendirilmesi, yeni arya biçemleri geli ştirilmesi, daha fazla hikaye anlatımı ile kendini göstermi ştir. Christoph Willibald Gluck ’ın eserleri bu süreçte ilk a şamayı temsil ederken, son a şamayı Mozart ’ın eserleri olu şturmu ştur.

1.2.4.2. Christoph Willibald Gluck (1714-1787 ) ve Onun Opera Devrimi:

Gluck 1741 ile 1762 yılları arasında İtalyan stilinde 22 opera yazmı ştır. Daha sonra İtalyan operalarından uzakla şarak operada bir devrim yaratmı ştır; Gluck

13 devrimi önce opera metinlerinin konularını zenginleştirmekle yapmı ş, sonra müzi ğe de yansıtmı ştır.

Gluck, İtalyan operasında yerle şmi ş olan şancılar egemenli ğini kırmaya karar vermi ş ve sahne olaylarının akı şına engel olan gereksiz melodi süslemelerini ortadan kaldırmayı, müzi ğe çe şitli duyguların anlatımında şiire yardım eden bir i şlev kazandırmayı amaçlamı ştır.

Da Capo aria yerine ba şka türler ve serbestçe bestelenmi ş parçalar geli ştirmi ştir. Orkestra recitativlere ilk kez e şlik etmi ştir. Koro, konuya katılarak bir işlev kazanmı ştır.

Gluck İtalyan, Alman (Handel) ve Fransız (Rameau) operalarının bir sentezini yapmı ştır. Fransızca söylenen operaları; Iphigenia en Aulide , Orphe’e , Alceste ve Armide 12 , Iphigenia en Tauride ve Echo e Narcisse ’dir.

Gluck operası taraftarlarıyla Piccini taraftarlarının 1774-1777 arasında sürdürdükleri sert tartı şma opera tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.

“Gluck’la birlikte müzik tarihinin bir dönemi kapanmı ş ve müzikli trajedi sona ermi ştir. Gluck’tan sonra gelenler operaya yeni bir soluk verme çabasında bulunmu şlardır”.(Say, 1985)

Özellikle Fransa’da Gluck’un etkisi uzun süre devam etmi ştir. Lemoyn , Gossec , Salieri , Cherubini , Mehul vb. besteciler Gluck’un etkisini sürdürmü şler ve büyük Fransız operasını ( Grand Opera ) hazırlamı şlardır.

12 Bkz.The Story of A Hundred , Felix Mendelsohn,1940,s.20

14 1.2.4.3. Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791)

Mozart, 1756 yılında Salzburg’da do ğdu 1791 yılında Viyana’da öldü. Bu kısa hayatına ra ğmen 18. yy.’ı taçlandırmı ş bir bestecidir Mozart. Herhangi bir düzenlemeye gerek kalmadan ça ğımıza da hitap edebilen eserleri olan tek bestecidir.

Polifonik yetene ği Bach ’ınkine benzer ancak daha içtendir ve dramatik kullanımı daha ustacadır. Eski resitatif ve arya tekniklerini kullanmasının yanı sıra daha yeni olan sonat -biçimsel temeller- tekni ğini de eserlerine yansıtmı ştır.

Mozart, müzi ğe en yüksek derecede dramatik zekayı katan bestecidir. Eski dramada, bütün karakterlerin sahneye giri şi görülürken, çıkı şları belli bir şekilde ifade edilmemi ştir. İki karakter belli bir yerde iken kendilerini bir başka yerde üçüncü bir karakterle bulabilirler. Aradaki mantıki gerekçeler ortaya konulmaz.

“Figaronun Dü ğünü ” nünde Kont, kilitli kapının arkasında Kontesin bir a şığı oldu ğundan şüphelendi ği için kapıdan çıkar. Sahneye tekrar dönü şü de mantıklı bir şekilde açıklanır. Seyirciye neden çıktı ğı anlatılırken dönece ği de ifade edilir. Böylece, seyir zevki bu mantıki kesinlikle daha da artırılmı ş olur.

Yapısının mantı ğı, Figaro’nun neden bu kadar tatmin edici oldu ğunu açıklar.

“Don Giovanni ” ( Don Juan ) daha düzenlidir ve son yemek sahnesi iyi bir anla şma ile sona erer.

“Cosi fan Tutte ” de giri ş ve çıkı şlar çok düzenli de ğildir. Temel fikir mükemmeldir;

6 karakter –iki çift a şık, ya şlı bekar ve hizmetçi- yapay komedinin belirgin temsilcileridirler ve karakterizasyonu çok iyi yapılmı ştır. Fakat Guglielmo ve Fernando’nun ayrılı şlarının detayları yeterince ikna edici de ğildir. Mozart’ın en iyi

15 bestelerini içermesine ra ğmen Cosi fan Tutte 19. yy’da ihmal edilmi ştir. Günümüzde ise di ğer iki komedisi kadar sık sahnelenmektedir.

Mozart’ın eserleri, “ opera buffa ”, “ opera comique ” okullarına dahil edilmektedir. Mozart’ın eserlerinde yansıtılan ikinci faktör ise orkestra ve senfoni biçimlerinin saf enstrumantal mantıkla birle ştirilmesidir. Anahtar seçimi her zaman önemli olmu ştur –D majör askeri törenlerde, D minör tipik co şkulu aryalarda, G minör merhamet ve sempati için-.

Bütün bu senfonik araçlar ve opera, sonat, senfoni ve hepsinden öte konçertolarda kullanılmaları ile birlikte geli şmi ştir.

Mozart birçok yarım kalmı ş eser dı şında çe şitli türlerden 22 sahne eseri bestelemi ştir. “ Bastien and Bastienne ” dahil on tanesini onlu ya şlarında yazmı ştır. İlk ciddi fırsatı 1781 yılında Münih için bir “opera seria” yazarak yakalamı ştır.( Idomeneo )

Mozart’ın ba şarısının yanında Gluck’un tekni ği “amatörce” kalmı ştır. Aslında “opera seria” bu dönemde bitmek üzereydi. Mozart bile –en üst düzeyde bulunmasına ra ğmen- “ La Clemenza di Tito ” (Tito’nun merhameti) ile bu sürecin önüne geçememi ştir.

Mozart bugün daha çok komik operalarıyla tanınmaktadır. Sözlü tiyatroda aktör seyircinin bütün dikkatini üzerinde toplarken, operada dikkatler orkestra ve oyuncu arasında bölünmektedir. Bu durum oyuncunun operayı zenginle ştirmesine ve çe şitli sahne hareketleri yapabilmesine olanak sa ğlamı ştır.

16 Ensemble, 13 normal tiyatroda karı şıklık yaratırken operada besteci açısından önemli bir fırsat ifade etmektedir. Ensemble Mozart’ın buldu ğu bir şey de ğildi ancak Mozart’ta evrimle şerek bir üst seviyeye çıkmı ştır.

Mozart’ın en önemli komik operası “ Die Entführung aus dem Serail (1782) ” (Saraydan Kız Kaçırma) dır. Konu İngiltere’den olmakla birlikte, komik hizmetçi Osmin, despot Selim Pa şa ve hapse tıkılmı ş olan Costanze İtalyan “Opera Buffa” sı kaynaklıdır. Bazı özellikleri ile de Fransız “Opera Comique” ile ba ğlantılıdır.

Mozart daha sonra “ Der Schousprieldirector-1786 ” ve “ Die Zauberflöte- 1791 ” (Sihirli Flüt) adlı komik eserlerini yazmı ştır ve bu operalarda büyük ba şarı yakalamı ş ancak 19. yy seyircileri bunları anla şılmaz buldu ğundan yeterli de ğeri vermemi ştir.

“O, Alman, Fransız ve İtalyan müzik ekolleriyle halk müzi ğini tümle ştirmi şti. O bir sentezdi. İtalyanların geleneksel ezgicili ği; Fransızların inceli ği, zarafeti, saydamlı ğı; Almanların “ön-klasiklerce” geli ştirilmi ş olan orkestracılı ğı Mozart’ın müzi ğinde bir araya gelmi şti.

Mozart klasik müzi ğin senteziydi.” (Kaygısız, 2004)

1.2.5. 19. yy.

1.2.5.1.Neoklasik ve İhtilaller Dönemi

Bu yüzyılın sonlarına do ğru “seria ” ve “ buffa ” türleri birbirlerine yakla şmı ş ve “ semiseria ” gibi ara türler olu şmu ştur.

13 Ensemble: aynı anda birkaç sanatçının sunumu.

17 Bu dönemde “opera seria” koro a ğırlıklı olmaya ba şlamı ş ve ifadeler öncekilere göre daha etkili olmu ştur. Bu geli şmede Gluck’un etkisi önemlidir. Mozart’ta “gerçek opera” nın gerektirdi ği koro, düet ve terzetlere sıkça rastlanır.

Napolyon sava şları sırasında İtalyan operası Fransız operası tarafından önemli ölçüde etkilenmi ştir.

Bu dönemin en dikkat çekici eseri Mayr ’ın “ Medea in Corinto ” dur. Bu eserde İtalyan melodisi, Alman enstruman ustalı ğı ve romantik dönemden etkilerle Gluck’un istikrar-denge si birle ştirilmi ştir.

Mayr ve Paer ’in dönemi bir geçi ş sürecini temsil eder. Bundan sonra 200 yıl süren müzikte İtalyan egemenli ği Alpler’in kuzeyine kaymaya ba şlamı ştır. Paer en önemli operasını yurt dı şında sahnelenmek üzere yazmı ştır. Cherubini ve Spontini yeteneklerini göstermek için Fransız operasını tercih etmi ştir.

Bu dönemde, çe şitli e ğilimlerin bir araya getirilmesi çabası bazı biçimsizliklere de yol açmı ştır.

1.2.5.2. Rossini Dönemi (1813-1830)

İtalyan operasına yeni bir kimlik kazandıran Rossini olmu ştur. Rossini tarzında, komedi ve trajedi dilleri birle şmi ştir.Yava ş bir ba şlangıç ve geleneksel senfonik bir parçadan olu şan allegro ve ikinci konudan sonra bir kre şendo… Sonuç olarak, Rossini operaları görünürde karma şık ancak ayrıntıda basit ve güçlüdür. Rossini’nin bazı karakteristik özellikleri;

a) “İntroduzione e Cavatina”: İkincil bir karakterin müdahalesi ile birlikte bir açılı ş korosu, bunu takiben yava ş ve iki bölümden olu şan lirik hareketler, sonrasında asıl karakterle birlikte koro ve son bölüm olarak iki kez tekrar edilen periyodik “ritornello” ve “coda” koronun e şli ğinde devam eder.

18 b) “Scena e Duetto”: Konu şma şeklindeki bir diyalogdan sonra iki tarafta allegro hareketine yönelir.Bu bölümde melodi sesten orkestraya do ğru yönelir. Bu, şarkıcıları yeni bir biçem içinde birbirine yakla ştırır ve sesler 6’lılar ve 3’lülerde ba ğlanır. Finalde ise önce şarkıcılar arka arkaya ve sonra birlikte söylerler.

c) “Finale”: Son. Kendini birkaç bölümde gösterir. İlk olarak, “parlandi” (orkestral melodi kar şısında söz söylemek) içeren hızlı bir bölüm, sonra hareket aniden durur ve müzik yükselir. Sesin son kez yava şlamasından (Kadans) sonra ilk bölüm tekrarlanır. Son bölüm ise karakterde dura ğan fakat gürültülü ve parlaktır.

Rossini operası, müzik tarihinde ayrı ve özel bir yer tutar.

Rossini’nin takipçisi olan besteciler arasında özellikle Gaetano Donizetti’nin eserleri opera tarihinde oldukça önemli bir yer tutmaktadır;

1.2.5.3.Gaetano Donizetti (1797-1848)

Donizetti 1797’de Bergamo’da doğmu ş ve 1848’de bir akıl hastası olarak ölmü ştür.

Anne ve babasının onu bilim adamı olarak yeti ştirme hayallerini umursamadan, müzi ğe kar şı iste ği ve yetene ği sonucunda piyano ve armoni dersleri almı ştır. Yirmi ya şlarındayken operaya ba ğlanmı ş, bu alanda üretti ği ilk örnek 1818’de Venedik’te ba şarısızlıkla sonuçlanmı ştır. (Enrico Conte di Borgogna)

Donizetti İtalyan opera sanatının büyük ustalarından biridir. Eser yaratmakta, sanatında Rossini’yi örnek almı ş ve her yıl üç-dört eser yazmı ştır.

“Yapıtları zarif, ne şeli, güçlü, etkili melodilerle bezenmi ştir. Bu melodiler ne Bellini’nin verimleri kadar ince, ne de Rossini’ninkiler

19 kadar kıvrak de ğilse de parlaklıkları, içten geli şleri, do ğallıklarıyla daima sevilmi ştir.” (Yener, 1983)

Eserlerinden komik üslupta yazılmı ş olan l’Elisire d’Amore (A şk İksiri, 1832), Lucia di Lammermoor (Lammermoorlu Lucia, 1835) ve Don Pasquale (Paris 1843) besteciye büyük ba şarı getirmi şitr.

Donizetti Napoli Müzik Okulunun önce profesörlü ğüne sonrada müdürlü ğüne atanmı ş ve bu süreçte komik Fransız operası stilinde La Fille du Regiment (Alay’ın Kızı), ciddi Fransız opera stilinde de La Favorita (Kralın gözdesi) ve Don Sebastian ’ı yazmı ştır.

Toplam 71 operası olmakla beraber günümüz sahnelerinde sıkça temsil edilenleri;

Anna Bolena , L’Elisire d’Amore -Aşk İksiri, La Favorita , Lucia di Lammermoor , La Fille du Regiment -Alayın Kızı, Don Pasquale ’dir.

1.2.5.4. Romantik Dönem (1830-1850)

Yüzyılın 4. ve 5. onyıllarında Rossini’nin temel opera formları de ğişmedi. Ancak bunlara romantik bir ruh katıldı. İlk hareket Bellini ’den geldi. “ Il Pirata ” yeni bir duyarlılık dönemi ba şlattı. Bundan sonra daha lirik ve dramatik eserlere yönenilmi ştir.

Dönemin en önemli özelli ği; saflık ve kırılganlık tarafından çevrelenen “Romantik Kadınlık” tır. Rossini’de genellikle mutlu olan sonlar Bellini’de çok seyrek hale gelmi ştir.

Bellini’nin bir ba şka etkisi ise İtalyan operasının zayıflaması ve Alman müzik dü şüncesinin egemenli ğinin artmasıdır.

20 “Bellini (1801-1835) sıcak, içten ve insancıl ezgileriyle ünlendi. O kadar ki, ‘operanın Chopin’ i denilmi şti ona. Ezgilerindeki ba şarısını, armoni ve orkestra yazısında göstermedi ği belirtilir.” (Kaygısız, 2004)

Donizetti dramatik ve gerilimlidir. Donizetti romantik ideallere uygun pastoral komediyi yaratmı ştır. Bu dönemde komedi ve trajedinin dilleri benzer hale gelmi ştir. “ Opera buffa ” da konu şmalara a ğırlık verilmi ş, genellikle daha kısa ve basit ifadeler kullanılmı ştır.

Verdi ’de ça ğında mevcut bulunan vatansever duygular kullanılmı ştır (Nabucco-1842 ). Verdi’nin ilk çalı şmalarında ton direkt ve popüler, bazen de acımasızdır. 14

1.2.5.5. Yy’ın Ortaları ve Sonrası (1850-90)

Bu dönem opera tarihinin en karma şık dönemidir. 1850’lerin İtalyan bestecileri açısından bu dönem bir durgunluk dönemidir. Bu dönemin ço ğu İtalyan bestecisi konu şmalara a ğırlık vermi ştir. Donizetti’nin komedi şaheseri “ Don Pasquale (1843) ” ruh olarak bu ça ğa aittir ve bir istisna te şkil eder. Trajik operada da 1860’lara kadar belirgin bir de ğişiklik ya şanmamı ştır.

Bu dönem bütünüyle Verdi örne ğinin takipçili ği olarak ifade edilebilir.( Simon Boccanegra-1857, Un Ballo in Maschera-1859 ).

1860’tan sonra Faccio ve Boito Post-Rossini döneminin özelliklerini de ğiştiren eserler ortaya koymu şlardır. Ancak Boito’nun eserleri operanın geli şimini daha fazla etkilemi ştir. Onun eserleri ilerici “kuzey” ile tutucu “güney” in etkile şimini sa ğlamı ştır.

14 Bkz. s.17

21 Cagnoni ve Marchetti Fransız ça ğda şlarına daha fazla yakla şmı şlardır.(Armonik olarak, çalı şmaların dizaynı ve karakteristik orkestra temaları açısından)

Bu yy. ın sonunda, bölüm sonlarında yükselen ses yok olmaya ba şlamı ştır.(kadans) Sahnenin karma şıklı ğını en iyi temsil eden çalı şma Verdi’nin “La Forza del Destino ” adlı eseridir.

Bu dönemde, melodik, armonik ve yapısal prosedürlerin ba ğımsız olarak müzik, baya ğı ile çirkin arasında gidip gelmi ştir. Sadece Güney Amerika’da yenilikler vardı.

1870’lerden sonra durumda önemli bir de ğişim ba şladı. Fransa-Prusya Sava şı sonrasında Fransa’ya ula şan Alman kültürü de İtalya’yı etkilemeye ba şladı. Modern içerikli operalar yazacak olan bestecilerin e ğitildi ği konservatuvarlar olu şturuldu veya reforma tabi tutuldu. Bu bestecilerin ba şlıcaları; Alberto Franchetti , Antonio Smareglia ve Fransız e ğitimi almı ş olan Alfredo Catalani ’dir. Bu bestecilerin operaları Almanlar ve İtalyanlar tarafından örnek alındı. Bahsi geçen operaların belirleyici özellikleri ise duygusal ve karma şık olmalarının yanı sıra yerel renkleri kullanmalarıdır. Verdi’nin eserleri de bu e ğilime paralel olmasına ra ğmen; orkestra dü şüncesini çalı şmalarına en iyi yansıtan besteciler Catalani ve Puccini ( Le Villi-1883 ) olmu ştur.

1.2.5.6. Verismo (Gerçekçilik) Dönemi, 1890-1920

Bu dönemin ba şlangıcı olarak Pietro Mascagni ’nin “ Cavalleria Rusticana ” sı (1890) gösterilir. Yeni tarz “verismo-veristik” olarak ifade edilmiştir. Bu tarz, duygusal retorik 15 olarak Wagner ’i armonik stil olarak Massenet ’i ça ğrı ştırırken, vokaller geleneksel İtalyan operasını kaynak almı ştır. Orkestra motifleri içerilmi ş, insan tutkularını açı ğa çıkarır-genellikle tenor ses aracılı ğıyla- ve librettolarda Romantik Dönem’in abartılı şekilleri yerine geleneksel konu şmalar yer alır.

15 Retorik; lisanın kullanımıyla ikna teknik veya sanatı.

22 Verismo tarzı di ğer ülkelerde de taklit edilmi ştir.(Fransa’da Bruneau , Almanya’da d’Albert ve İngiltere’de Ethel Smyth )

Bu dönemin tartı şmasız dahisi ise Giacomo Puccini ’dir. “ Manon Lescaut- 1893 ” Puccini’nin konumunu belirlemi ştir. “ La Boheme -1896 ”, “ -1900 ” ve “Madama Butterfly-1904 ” Puccini’nin verismo tarzındaki eserleridir. Puccini bu tarzda bir dizi ki şisel özelliklerini, orkestrasyon tarzını, lirik melodiyi i şleme alı şkanlıklarını ve hem orkestral hem de vokal motiflerin bol miktarda kullanımını göstermi ştir. Hiçbir besteci müzik ile do ğal sahne aksiyonunu daha ba şarılı bir biçimde birle ştirememi ştir. Puccini’nin operaları, insani duygularla yerel ortam kutupları arasında gidip gelir.

2. nesil verismo operacıları arasında ise Riccardo Zandonai , Franco Alfano ve Italo Montemezzi sayılabilir. Bahsi geçen bu besteciler Wagner tarzında ve Debussi gelene ğinde eserler yaratmı şlardır.

Verismo, 19. yüzyılın İtalyan operasını tanımlayan bir akımdır, şiddet dolu öyküleri ve yoksul çevrelerde ya şanan dramlardaki bunalımları, simetrik, kısa ve öz melodilerle dile getirmi ştir.

Giuseppe Verdi (1813-1901):

XIX. yüzyılın ve “verismo”nun en önemli bestecilerindendir Verdi. Küçük ya şta yetene ği fark edilmi ş olan Verdi, daha sonraki yıllarda Scala orkestrasının şefi Lavigna’dan özel dersler almaya ba şlamı ş ve opera müzi ğini de bu sırada tanımı ş, Milano sanat ortamında yeti şmi ştir.

Lavigna, Haydn’ın “Yaradılı ş” oratoryosunu seslendirece ği sırada koroyu çalı ştırması için ö ğrencisi Verdi’den yardım istemi ş ve sonuç, Filarmoni Derne ği’nin Verdi’ye bir opera ısmarlamasına sebep do ğurmu ştur. Böylece Verdi ilk operası olan “Omerto” yu yazmı ş fakat eser fazla ba şarı kazanmamı ştır.

23 Opera müdürü Marelli, Verdi’ye bestelemesi için Pers İmparatoru Nabucco’nun librettosunu verdi. Esir bir ulusun ba ğımsızlık mücadelesinin anlatıldı ğı Nabucco bu dönem İtalya’nın Avusturya egemenli ği altında olması sebebiyle tamda İtalyan ulusuna bir ba ğımsızlık ça ğrısı olmu ştur. Verdi daha sonra da ulusal duygulara seslenmek amacıyla operalar yazmaya devam etmi ştir. ( La Battaglia di Legnano , Alzira, Corsaro )

1851’den sonraki dönemde ise “Rigoletto”, “ İl Trovatore”, “La Traviata” yı yaratmı ştır.

Di ğer önemli operaları; “ Un Ballo in Maschera ”, “ La Forza del Destino ”, “Don Carlos ”, “ Otello ”, “ Falstaff ”, “ Aida ”, “ I Vespri Siciliani ”, “ Ernani ”dir.

“…Tarihin ve toplumun gerçe ğe uygun olarak anlatılması ve derin müziksel tasviri yolunda a şamalar sa ğlanmasını getiren ve operayı yeni bir gerçekçilik düzeyine çıkaran besteci Verdi’dir. Opera sanatının, yada müzi ğin demokratik bir silah olarak kullanılmasının ilk ve en büyük örneklerini Verdi vermi ştir…

… Verdi gerçekçili ğindeki en büyük silah şarkıdır. Şarkılarında açık duygu ve en duyarlı ruhsal durum tasvirlerini ve çatı şmaları anlatabilmi ştir. Şu gerçe ğin de farkındaydı: ‘Tek ba şına şarkı, gerçe ği yansıtmaz; ama şarkının varlı ğı dramın malzemesi olarak insanın varlı ğını ispatlar’.

Verdi, operaya İtalyan halk müzi ğinin zenginli ğini ta şımı ş ve halkın benimseyerek sokaklarda söyledi ği yeni melodiler yaratmı ştır. Bu açıdan Verdi’nin sanatı sadece opera sahnesinde de ğil, halkın dudakları arasındadır.”(Say, 1985)

“Yaratıcılık gücünü özellikle opera sanatında de ğerlendirmi ş olan Giuseppe Verdi’nin 88 yıllık bir ömre sı ğdırdı ğı 30 kadar operanın,

24 birbirinden farklı 4 yaratı ş dönemi içinde incelenmesi gerekmektedir. 1839-1892 yılları arasındaki 53 yıllık süreyi kapsayan bu dört ayrı bölüm, büyük sanatçının yaratı ş grafi ğindeki sürekli geli şimi açıkça göstermekte ve her dönem, büsbütün de ğişik bir Verdi’ye tanıklık etmektedir.Verdi’nin bu dört yaratı ş dönemini şu ba şlıklarla da yorumlamak mümkündür: 1)Verdi’de Çıraklık ve Olgunla şma Dönemi; 2)Verdi Sanatında Büyük Dönem; 3)Verdi’de Duraklama, Yükseli ş Dönemi; 4)Verdi Yaratıcılı ğında Zirvele şme ve Ola ğanüstü Ba şarı Dönemi.” (Altar, 1993)

Verdi, ilk dönem yapıtlarında bir önceki ku şağı örnek almı ş, Bellini ve Donizetti’nin dilini kullanmı ştır.Yapıtlarındaki en önemli özellik vokal çizgidir. Arya ve resitatiflerde çalgı e şli ği kullanması, bir parçadan di ğerine geçi şteki do ğal akıcılık ve sahnelerin geleneksel kalıplardan olu şması ilk dönem teknik özelliklerindendir. Verdi aryalarını temel bir şancı için yazmı ştır, tenor ve soprano, operalarında anlatıcı roldedir ve di ğer bir özelli ği de sahnede temel karakterlerden en az birinin ölmesidir.

1850-60’lı yıllarda geleneksel kalıplardan arınmaya ba şlar, e şlikler daha da zenginle şir, geçi şler daha yumu şak hale gelir. Aida, Otello, Falstaff gibi yapıtlarında üstün bir opera tekni ği ve orkestra e şli ği kullanmı ştır.

Verdi olgunluk döneminde geleneksel yapıyı daha esnekle ştirmeye ve e şli ği daha anlatımcı kılmaya çalı şmı ştır.

Verdi, İtalya’nın Avusturya’nın egemenli ği altında bulunma döneminde, bu mücadeleye sanatıyla ve aktif olarak katılmı ş, yalnızca sanat dünyasında de ğil ulusunun gönlünde de taht kurmu ştur.

“Giuseppe Verdi, ulusal birlik ve bütünlük heyecanıyla yazmı ş oldu ğu eserlere, 1859 yılında son vermi ş ve bu tarihten geçerli olmak üzere besteledi ği eserlerde, yalnız ve yalnız insan ruhunun çe şitli eylem ve görüntüsünü yorumlayıp

25 işlemi ştir. Verdi’nin böylesine bir rota de ğişikli ğini gerektiren neden, İtalya’nın 1859 yılında özlenen ba ğımsızlı ğa kavu şmu ş, birlik ve beraberli ği gerçekle ştirmi ş olması idi. O halde Verdi, ulusal ilkeye ula şma yolunda çekilen acıyı içtenlikle duymu ş, özgürlük yolunda harcanan çabalara eserleriyle katkıda bulunmu ştur ve bu sebepledir ki, 1859 yılından sonra yazaca ğı operalara, tüm görüntüsü ile sadece insanı konu yapmı ştır.” (Altar, 1993)

Verdi, opera sanatında üstün bir reformun uygulayıcısıdır. Operanın her şeyden önce insan sesinin sanatı oldu ğuna inanmı ş ve eserlerini insan sesinin egemenli ğinde i şlemi ştir.

Giacomo Puccini (1858-1924)

Müzisyen bir ailenin çocu ğu olan Puccini’nin yetene ği ilk olarak C. Angeloni tarafından fark edilmi ş ve Milano Konservatuvar’ına girip Bazzini ve Ponchielli ile çalı şmı ştır. 1883 yılında konservatuvarı bitiren Puccini aynı yıl, Milano’daki müzik basımevi Sonzogno’nun düzenledi ği yarı şmaya, bir perdelik ilk operası Le villi ile katılmı ş fakat ödülü kazanamamı ştır. 1884 yılında, Milano’daki Teatro Dal Verme’de eser tekrar oynanmı ş ve Puccini’ye ba şarı sa ğlamı ştır. Le Villi, Milano’daki ünlü müzik basımevi Ricordi’nin Puccini’yi fark edip kendisiyle anla şma yapmasına imkan do ğurmu ştur. Anla şma gere ği Puccini’ye sa ğlanan maddi imkanlar Puccini’nin o tarihten itibaren kendini tamamen operaya adamasını sa ğlamı ştır.

Puccini’nin Verist olup olmadı ğı müzikologlar tarafından sürekli tartı şma konusu olmu ştur. Bu çeli şkili durumuna ra ğmen sanatıyla ve Verdi’ye olan hayranlı ğıyla Verismo akımına dahil edilebilir.

“…La Boheme Operası (1896), kapılarını henüz kapatan 19. yüz yıl opera yaratıcılı ğının bir devamı hatta önemli bir örne ği olarak benimsenmektedir. Ne var ki, gerek lirik duyarlılı ğı, gerek toplum hayatına olan içten ba ğlılı ğı açısından, Giusepee Verdi’nin, kahramanlık öyküleri üstünde geli şen operalarına büsbütün zıt

26 bir ortamın verimi olarak benimsenen La Boheme Operası, yine de Verdi yaratıcılı ğına has espriyi sürdüren ve dolayısıyla Verdi’ye yakın akrabalı ğı olan bir yaratı ş olarak nitelemektedir…” (Altar,1993).

Puccini’nin ilk büyük ba şarısı, Manon Lescaut’tur. Bu eser için yedi libretist de ğiştirdikten sonra Manon Lescaut istedi ği gibi bir eser haline gelmi ş ve uluslar arası be ğeni kazanmı ştır. 1896’da Turino’da sahnelenen ve Puccini’nin Fransa’daki bohem ö ğrenci hayatını anlattı ğı eseri La Boheme de büyük ba şarı kazandırmı ş ve yeni kapılar açmı ştır. Bu eser, aryalarının tatlı ezgileriyle resital programlarının ve hatta ev içi dinletilerinin bile gözdesi olmu ştur.

1900’de yazdı ğı eseri Tosca, daha a ğır ve güçlü bir dramın i şlendi ği, Puccini ve Verismo stilinin birle şti ği, acımasız dünyanın gerçekleriyle yüklü bir eserdir.

1904’te yazdı ğı Madam Butterfly, bir Japon gey şanın trajik gerçe ğini anlatır ve bu eser de bugün birçok ülkede opera repertuarlarındaki gözde eserlerdendir.

Puccini bundan sonraki operalarında kendini yenilemeyi, müzik dilini zenginle ştirmeyi hedefler ve 1910’da Altın Batı’nın Kızı, 1917’de La Rondine, 1918’de Il Trittico (üç tek perdelik opera: Il Tabarro, Suor Angelica ve gülünçlü operası Gianni Schicchi)’yu yaratır.

Puccini, opera sanatına teknik ve dramatik olarak bir yenilik sa ğlamamı ş olmasına ra ğmen, yetene ği, sahne duygusu, üstün dramatik içgüdüsü ile her zaman uluslar arası alanda ilgi çekmeyi ba şarabilmi ş bir bestecidir. Operalarındaki karakter yaratıları ve zengin orkestra yapısıyla sonraki ku şağın bestecilerini etkilemi ştir.(Debussy, Schönberg)

27 1.2.6. 20. yy. Geli şmeleri

1.2.6.1. Sembolizm, İzlenimcilik, Fantezi:

Tarihinin bütün a şamalarında oldu ğu gibi opera, 20. yy.da da iki kutuplu olarak tarif edilebilir; Natüralizm ve sembolizm.

Natüralistler “gerçek insanlar” la ilgili iken sembolistlerde karakterler felsefi argümanları temsil eden araçlar olarak ele alınmı ştır.

Claude Debussy (1862-1918) ’nin “Pelleas et Melisande (1902)”, sembolist operanın ilk ve en büyük yapıtıdır. Karakterler gerçek dünyanın dı şındadır. Karakterlerin kar şılıklı konu şmaları yerine sembolik atıflar vardır.

Pelleas’ı takiben yapılan en önemli opera Bela Bartok (1881-1945)’un “Duke Bluebeard’s Castle (1918)” (Kont Mavisakal’ın Şatosu) adlı eseridir. Bu eserde de duygular ön plandadır.

Almanya ve Avusturya’da duyguların ima yoluyla ifade edilmeye ba şlamasıyla izlenimcilik ortaya çıktı. İzlenimcilik akımında özneler genellikle cinsellik ve şiddet olmu ştur. (Puccini, Strauss)

İzlenimcili ği tam olarak temsil eden Richard Strauss veya Franz Schreker(1878-1934) de ğil Arnold Schoenberg’in “Erwartung” udur. (1909’da yazıldı 1924’te sahnelendi) Bu opera, izlenimcili ği “Pelleas” tan daha fazla temsil eder.

I. Dünya Sava şı ile birlikte, sembolist ve izlenimci opera sona erdi (Rus sembolizmi dı şında). Ancak bu akımların bazı özellikleri 1950’den sonraki modern operalarda kullanılmı ştır.

28 Bu dönemdeki fantazi operalarda gariplikler kukla şovlarında oldu ğu gibi ifade edilmi ştir. Bu tarzda, sembolist operada oldu ğu gibi mevcut gerçeklik ihmal edilmi ştir. Ancak bu efsaneden çok peri masalı şeklinde ifade edilmi ştir.

1.2.6.2. Natüralizm (Do ğalcılık):

Kesin çizgilerle ifade etmek mümkün olmasa da, Natüralizmi Wozzeck (1925) ve Britten’in “Peter Grimes” (1945) arasındaki dönemdeki eserlerin ço ğu bu akımın temsilcileridir. Bundan önceki en büyük operalar sembolist veya izlenimci olanlarıdır.

Bu akımın olu şmasında, I. Dünya Sava şı’nın yanında di ğer bazı toplumsal olaylarda etkili olmu ştur. Müzikteki açıklık ve do ğrudan ifade e ğilimi bu akımı etkilemi ştir.

Wozzeck’te natüralizm izlenimcilikle birlikte kullanılmı ştır. Wozzeck, gerçe ğe uygun karakterlerle, iyi tanımlanmı ş bir çevre ile birlikte natüralist bir operadır. Fakat bazı abartılar ve bir karakterin insan ötesi görünümü ile izlenimcili ği de içerir.

Ernst Krenek’in “Jonny Spielt Auf” (1927) adlı eseri önemli bir örnektir. Burada Jazz müzi ğinin de kullanıldı ğı görülmektedir.

Bu akımın di ğer önemli temsilcilerinden biri Hindemith’in “Mathis der Maler” (1938) idir.

1.3. Fransa’da Opera:

Fransa’da operanın öncüleri olarak halk komedileri, karnaval şenlikleri, trubadurların dünyasal komedileri ve 16. yy. da şarkılı maskeradlar sayılabilir.

29 Fransız operasında orkestra daha önemli bir rol oynar ve İtalyan operasına göre metinler daha edebidir.

“XVII. Yüzyıldan ba şlayarak Fransa’da operayı olu şturacak bütün şartlar vardı. Fakat soyluların baleye olan dü şkünlü ğü opera türünden sahne yapıtlarını engelliyordu. 1655 yılında saray balelerinin ba şlıca bestecisi Lully’di. Bu dönemde uzun bale eserlerinin ba ş tarafına biri a ğır, öteki çabuk olmak üzere iki uvertür konuyordu. “Fransız Uvertürü” adını alan bu uvertürler, sonraları Lully’nin operala rında kullanıldı ğı gibi, XVIII. Yüzyılın sonuna kadar öteki Avrupa ülkelerinde de taklit edildi”. (Say, 1985)

1.3.1. Jean-Babtiste Lully

Fransa’da ilk ünlü opera bestecisi olarak bilinen Jean-Babtiste Lully, Fransız müzik stiliyle yeti şmi ş fakat Fransız müzikçilerin operaya ilgisizli ğinden dolayı bir süre baleli komedilerle yetinmi ş, daha sonra bu alanda kazanılmı ş ba şarılar onu kamçılamı ştır. Lully, o dönem Avrupa’nın en iyi çalgıcılarından olu şan bir orkestrayla çalı şmı ş, şancıları ve dansçıları kendisi çalı ştırmı ştı. Bestecinin bu titiz tavrı eserlerine de yansımı ştır ve ölümünden sonra aynı de ğerde operalar sahnelenemedi ği için Fransa’da bu alana ilgi azalmı ştır.

Lully’den sonra Fransız opera tarihinde Jean Philippe Rameau görülmektedir. Rameau’nun ilk operası “Hippolyte e Aricie” Lully operalarının bir devamı gibidir.

1.4. İngiltere’de Opera

İngiltere’de opera 17 yy. da Masgue (maske) adlı oyunlarla, soyluların eğlencesi, Fransız saray balesinin benzeri olarak ortaya çıkmı ştır. Masque şiir, şarkı, dans, dekor, kostüm, çalgılar ve sahne oyunlarını içeren, intermezzo ve mister oyunlarından kaynaklanmı ş bir türdür. Bilinen en eski masque John Blow’un (1646-1708) Venus ve Adonis (1681) adlı yapıtıdır. İngiltere Kralı II. Charles’in

30 Fransız Lully operalarına hayranlı ğı, saray orkestrasındaki Henry Purcell (1659- 1695) in İtalyan ve Fransız stillerini kayna ştırarak, İngiliz tarihinin ilk operası olan Dido ve Aeneas (1689) ’ı bestelemesine sebep do ğurmu ştur.

1.4.1. Henry Purcell (1659-1695)

İngiltere’nin en büyük bestecisi diye bilinen Purcell, 22 ya şında Dido ve Aeneas operasıyla kazandı ğı ba şarıyla yola çıkarak, ülkesine ulusal bir opera kazandırmayı hedeflemiştir.

Purcell, İtalyanları örnek almı ş olmasına ra ğmen müzi ğinde, İngiliz müzi ğine özgü bir tat ve özgünlük görülmektedir.

“…Bu dilin özellikleri, besteciyi özgün melodi şekilleri bulmaya zorlamı ştır. Bu melodileri ba şka bir dilde dinlemek, yapıtın anlamını yitirmesine neden olur”. (Say, 1985)

Purcell’in ölümüyle İngiliz operası da bir duraklama dönemine girmi ş, sonraki iki yüzyıl Haendel ve Mendelssohn gibi yabancı besteciler yerini almı ştır.

1.5. Alman Operası

Alman operası Venedik ve Fransız stilinden etkilenmi ştir. Almanya’da ilk opera salonu 1678’de Hamburg ‘da açılmı ş, dolayısıyla Hamburg Alman operasının en önemli merkezi olmu ştur.

Almanya’da operanın ba şlangıcı okul piyesleri ve Alman solo şarkılarıdır. Opera sözcü ğünün kar şılı ğı 1700’lerde Almanya’da Singspiel ( şarkılı oyun)’dir. 18. yüzyılda ikincil öneme sahip olan Almanya, 19 yüzyılda ilk sıraya yerle şmi ştir. Yy.’ın ilk yarısında Alman Romantik operası öne çıkarken, ikinci yarıda Richard Wagner’in müzikal dramaları önem kazanmı ştır.

31 1.5.1. Romantik Opera

Alman operası ço ğunlukla Fransız ve İtalyan modellerinden esinlenmi ştir. Fakat bazı açılardan farklılık göstermi ştir:

1) Konular genellikle ortaça ğ efsanelerinden, halk hikayelerinden ve masallardan alınmı ştır,

2) Sahnelerde do ğaüstü, mistik ve geleneksel elementler ve do ğanın vah şi ve gizemli yönleri kullanılmı ştır,

3) İtalyan stili aryalara ek olarak, Alman besteciler halk müzi ği tonlarını ve stillerini uygulamı şlardır,

4) Alman romantik operası, dramatik ilgiyi yükseltmek için armonik ve orkestral renkleri çok daha fazla kullanmı ştır.

Besteciler:

Alman Romantik Operasının temel figürü Carl Maria Von Weber’dir (1786- 1826). Weber’in en önemli eserleri “Der Freischütz”, “Oberon”dur. Di ğer romantik operalar şu şekilde sıralanabilir: Ludwig Van Beethoven (1770-1827)’ın “Fidelio” su, Ludwig Spohr’un (1784-1859) “Faust” ve “Jessonda” sı, E.T.A. Hoffman (1776- 1822)’ın “Undine” si, Heinrich Marschner’in “Hans Heiling” i ve “Der Vampyr” i, Albert Lortzing’in (1801-1851) “Zar und Zimmermann” ı, Robert Schumann (1810- 1856)’ın “Genoveva” sı, Friedrich von Flotow (1812-1883)’un “Martha” sı, Otto Nicolai (1810-1849)’nin “Die Lustigen Weiber von Windsor” u ve Richard Wagner’in “Der Fliegende Hollander”i. Englebert Humperdink (1854-1921) in “Hansel und Gretel”i popüler bir peri masalı operası olarak sayılabilir.

1.5.2. Wagner ve Müzikal Drama

19. yy.’ın ikinci yarısındaki Alman operası, Richard Wagner’in yaratıcı dehası tarafından şekillendirilmi ştir.

32 Richard Wagner 1813 yılında bir aktörün o ğlu olarak Leipzig’de doğdu. İyi bir e ğitim aldı ve hırslı biri idi. Onlu ya şlarında büyük bir trajedi olan “ Leubald ” ı yazdı. Besteci olmayı dü şünmemesine ra ğmen Beethoven’ı dinladi ğinde bu trajedinin bir müzi ğe ihtiyacı oldu ğunu fark etti. İlk kompozisyonlarının tamamı enstrümantaldi ve bunlar arasında piyano sonatları ve senfoniler vardı.

Operayla tanı şması 20 ya şında gerçekle şti. “Repetiteur” adlı ikinci sınıf bir şirketle çalı şmaya ba şladı. İlk operasını bu şirket için yaptı (“ Die feen-The fairies ”). İlk operasında oldu ğu gibi, ikinci operası da ba şarısız oldu.

Daha sonra Riga’da ya şamaya ba şladı. Burada iki yıl ya şadı ve “ Rienzi ” adlı operasını yazdı. Bu opera Dresden’de iyi bir performans sonucu ba şarılı oldu. “Rienzi ”, çıraklık döneminin son eseri kabul edilir. Sonraki üç eserinde do ğal olandan efsane ve “mit” in mistik alanlarına geçmeye ba şladı. “ Der fliegende Hollander ” (Uçan Hollandalı) adlı operanın konusu bir deniz kaptanının şeytanla işbirli ği yaptı ğı için sonsuza dek denizlerde kalmasını içeriyordu.

Paris’te ya şadığı zorlu iki buçuk yıl içerisinde yaptı ğı Fransız operası, operet ve düzenlemeleri iyi bilinmektedir. Paris’te ya şadı ğı dönemde ilgilendi ği ortaça ğ Alman şiirleri, sonraki çalı şmalarının kayna ğını olu şturmu ştur. Bunun ilk sonucu 1845’te Dresden’de sahnelenen “ Tannhauser ” dir. Ancak, 1848-49 yıllarındaki politik eylemleri i şini kaybetmesine sebep oldu. Tutuklanması talep edildi ği için bir kez daha kaçmak zorunda kaldı ve 1861 yılına kadar Almanya’ya dönemedi. İsviçre’deki sürgün döneminde “ The Artwork of the Future (1850) ” ve “Opera and Drama (1851)” gibi didaktik yazılar ve gelecekteki çalı şmaları için hazırlıklarla geçirdi.

Wagner’in şansı Bavaria kralı II. Ludwig ’in koruması ve deste ğini elde ettikten sonra de ğişti ve ilk eserleri bu dönemde daha çok tanınmaya başladı. İlk “Yeni Wagner Operası” – “ Tristan und Isolde ”- 1865 yılında Münih’te sahnelendi. Hafif bir komedi olan “ Die Meistersinger von Nurnberg ” (Nünbergli Usta Şarkıcılar) de 1868’de Münih’te sahnelendi. Bundan sonra, büyüklük, karma şıklık

33 ve içerik açısından tartı şmasız olan 4 önemli operasını yazdı: “ The Ring of the Nibelung ” (Nibelungen Yüzü ğü), “ Die Walköre ”, “ Siegfried ” ve “Götterdammerung ”.

Wagner’de şiir, drama, müzik, dekor ve ı şıklandırmanın sentezi görülmektedir. Ça ğda şlarında oldu ğu gibi, tiyatroyu bir e ğlenceden öte asille şme ve ruhsal yükseli şin aracı olarak kabul etti. Yeteneklerini mükemmel bir şekilde yansıtan ideal tiyatro “ Festspielhauss at Bayreuth ” bu dönemde ortaya çıktı.

Birçok moralist –ahlakçı- ‘te oldu ğu gibi Wagner’in “ Die Meistersinger ” inde de bilgelik ve ılımlılık aracılı ğıyla insanın ruhsal ve politik ihtiyaçlarını nasıl kar şılayaca ğı, toplum içinde birey olarak nasıl ya şayaca ğı ve insano ğlunun hatalarına ve kırılganlıklarına nasıl dayanılaca ğı ifade edilmi ştir.

Wagner’de müzikal drama, ilgili sanatların birle şimi olarak ortaya konulsa da, dikkatimizi di ğer her şeyin ötesinde müzi ğin çekti ği de bir gerçektir. Bu özellik Wagner’i ça ğda şlarından ayırmaktadır. Wagner’in çalı şmaları önceki opera uygulamalarından çok az şey ödünç almı ştır. Daha öncekilerde, arya ve resitatiflerle desteklenen sahne, Wagner’de sürekli akıcı bir tonda devam eden müzikle desteklenmi ştir.

Sahnede sembolizmi de ğil gerçekçili ği yansıtmı ştır. Ölümünden sonra sahnelenen eserlerinde ise prodüktörlerin tercihi do ğrultusunda sembolizm önemli miktarda kullanılmı ştır.

1.6. Rusya

1.6.1 Etkileyen Güçler

Rus müzi ği 19. yy’da dikkat çekici bir geli şme göstermi ştir. Bu döneme kadar, oryantal oldu ğu ve dil ve co ğrafi sınırları dolayısıyla Batı müzi ğine hiçbir

34 katkısı görülmemi ştir. 19 yy. içerisinde ise müzik dünyasında lider konumuna ula şmı ştır. Bunun temel sebebi müzik altyapısı ve kültürünün çok güçlü olmasıdır.

Eski Rusya’da belirleyici iki müzik akımı vardı. Birincisi Yunan kilise müzi ğini kaynak alır, ikincisi ise zengin ve çe şitli folk müzi ğidir.

Müzikte Batı etkisi, kraliyet tiyatroları ve İtalya’dan gelen opera grupları aracılı ğıyla 18. yy.’da hissedilmeye ba şlamı ştır. İtalya’dan gelen müzisyenler öncelikle soylu gruplar üzerinde etkili olmu ş, zamanla di ğer yetenekli müzisyenleri de etkilemi ştir. Bu müzisyenlerin tekniklere, yöntemlere ve deyimlere a şina olmaları bu dönemde ba şlamı ştır.

1.6.1.1. Dmitri Bortniansky (1751-1825)

İtalya’da Galuppi ile çalı şmı ş ve daha sonra Rusya’ya dönerek çalı şmalarına devam etmi ştir. Yazdı ğı operalar, özellikle koro müzikleri kendi ırkının zengin altyapısını yansıtan, önemli besteci kimli ğini sergileyen yapıtlardır.

1.6.1.2. Glinka ve Dargomijski

Öncesinde bazı denemeler olmakla birlikte, Mihail Ivanoviç Glinka Rus operasının kurucusu sayılmaktadır. İlk önemli eserleri “Çar İçin Bir Ya şam” ve “Russlan ile Ludmilla” dır ve bu eserler Rus halk hammadesiyle doludur.

“…Belinski’nin bu yazdıkları, yalnızca, ba şkalarından öğrenmek ile “kendini tanımak” arasında her ulusal kültür için geçerli olan ili şkiyi çok güzel gösterdi ği gibi, bir ulusun, kendi geleneklerinin, tarihinin ve ya şam tarzının “evrensel” ba ğlarını anlamını, “tipikli ğini” ortaya koyarak dünya tarihine katkıda bulundu ğu gerçe ğini de çok güzel bir biçimde gösterir.Dolayısıyla Glinka’nın yapıtı müzikte, dı şarıdan gelen etkilerin özümlenmesinden, aynı zamanda karakter derinli ğine, gereçleri kullanma ustalı ğına ve ya şamı zengin bir biçimde temsile sahip

35 olan bir Rus sanatının yaratılması yönünde bir dönüm noktasını olu şturuyordu.Glinka, Ki şi olarak köylülü ğün serflikten kurtarılması gerekti ğine, ça ğındaki tek gerçek Rus müzi ğinin, köylülerin a ğzından işitilen müzik oldu ğuna inanan reform zihniyetli bir toprak sahibiydi. Bu müzi ği, pek çok kaynaktan beslenmi ş ve ya şamın türlü çe şitli yanlarını yansıtan ola ğanüstü bir halk müzi ği olarak tanıyordu.Glinka, operada tutaca ğı yolu, Bellini gibi İtalyan bestecilerden ö ğrendi.Böyle olmasına kar şın, tıpkı İtalyanların kendi dillerine müzikal bir giysi kazandırmaları gibi oda en önemli dersi almı ş, Rus halk ezgileriyle Rusça sözcüklerin seslerinden ve bükünlerinden akan bir deklamasyonla kayna şan bir melodi yaratabilmi şti. Halk müzi ğinin bilimsel incelemesinin do ğuşundan önce, Glinka, bu müzi ğin karakteristik biçimleri, modal ezgileri ve antifonal korolarına ili şkin duyarlı bir duygu ta şıyordu.” (Spatar, 1995)

Napolyon istilası kültürel milliyetçili ği ate şleyen temel etken olmu ştur. Sonuçlar hemen ortaya çıkmamı ş ancak, sanattaki yabancı hakimiyeti kar şısında bütün sanat dallarında çok ciddi bir reaksiyon ortaya çıkmı ştır. Bu süreci edebiyat alanında Pushkin, Gogol, Turgenieff ve Dostoyevski sürüklerken, müzikte temsilci Alexander Dargomijski olmu ştur. 19. yy. ‘ın ikinci yarısında, bazı müzisyenler batı müzi ğinden tamamen ba ğımsız olunması gerekti ği fikrini savunurken, bazıları batı müzi ğinin örnek alınması gerekti ğini ifade etmi şlerdir. Her iki gruptan da dahi müzisyenler ürettikleri yapıtlarla bu dönemde Rusya’da yaratıcı etkinli ği dikkat çekici bir şekilde arttırmı şlardır.

1.6.2. Be şler

Dargomijski, Glinka ile “Be şler” arasında sanatsal ba ğı temsil eden besteci olarak kabul edilmektedir. Profesyonel e ğitimi olmayan be şler, Rus Milli Müzi ği’ni önemli ölçüde kullanmı şlar ve hareket noktası olarak belirlemi şlerdir. Be şler’e göre Beethoven’dan itibaren Batı Avrupa müzi ğine egemen olan entelektüel özellikler basitlik ve gerçeklik ile ikame edilmelidir.

36 Mily Balakirev , Cesar Cui , Alexander Borodin , Nikolas Risky- Korsakoff ve Modeste Moussorgsky “Be şler” i olu şturan bestecilerdir.

1.6.2.1. Balakirev

Grubun di ğer üyelerine göre en fazla profesyonel e ğitim alan Balakirev’dir. 1862’de “ free school of music -Özgür müzik okulu”nu kurmu ş ve onun etrafında toplanan “Be şler” in di ğer üyelerinin saygısını kazanmı ştır. En önemli eserleri orkestra için yazılan “ Kral Lear ”, “ Tamara ” ve “ En Boheme ” adlı iki senfonik şiir ve orkestra ve piyano için yazılmı ş olan sayısız çalı şmalardır.

1.6.2.2. Cui

Cui asıl olarak çok sayıda askeri ders kitapları olan askeri bilimleri profesörü bir askerdir. Müzik açısından Balakirev’in ö ğrencisi olan bir amatördür. “Be şler” açısından önemi besteci tarafı de ğil gazeteci yönüdür. Genç Rusları kalemiyle hem içerde hem de uluslar arası alanda savunmu ştur. Makaleleri, grubun dikkat çekmesi açısından en önemli etkendir. Eserleri, Rusları Schumann , Berlioz ve Liszt ’in müzi ğine çeken enstrumental eserlerdir.

1.6.2.3. Borodin

Borodin ilaç ve kimya profesörüydü ancak, ciddi ölçüde müzik yetene ği vardı. Di ğer grup üyelerinin ikna etmesi sonucu besteler yaptı. Üç adet senfoni, iki “string quartet ” ve “ Prince Igor ” adlı bir operası vardır.

Borodin, beste yapma konusundaki isteksizli ğine ra ğmen gerçek bir usta idi. Eserleri ve orkestra yönetimi gelece ğe yön veren ve müzi ğe önemli katkıları olan bir bestecidir.

37 1.6.2.4. Rimsky-Korsakov

Rimsky-Korsakov Rus donanmasında bir memur ve askeri bando müfetti şiydi. İlk senfonisini donanma ile bir dünya turuna çıktı ğında yazdı. 1871’den ölümüne kadar St. Petersburg Koservatuarı’nda orkestrasyon ve serbest kompozisyon profesörü olarak ya şamı ştır. Bu görevi “Be şler” in ideallerini 20. yy.’a ta şıyan Stravinsky ile tanı şmasını sa ğlamı ştır.

Rimsky-Korsakov da di ğer grup üyelerinde oldu ğu gibi sanatında ulusalcı bir yol izlemi ştir. Çe şitli çalı şmalarının yanı sıra 15 adet de önemli operası vardır.

Müzi ğin geli şimine etki eden en etkin grup elemanıdır. Eserlerinde, yeni eğilimlerle eski teknikleri birle ştirmi ş ve müzik gelene ğinde devrimci bir sıçrama getirmi ştir.

Bestecinin müzi ği, Rus milliyetçili ğini yurt dı şına ta şımı ştır.

1.6.2.5. Moussorgsky

Moussorgsky de askerdi ve müzikle u ğra şmaya ba şladı ğında bile memurlu ğu bırakmadı. Müzisyen olarak grubun dahisiydi fakat di ğerlerinden daha az e ğitimi vardı.

O bir realistti fakat, Batı Avrupa realizminden farklı bir realizmi vardı. Dramatik fikirlerini, do ğrudan ve tam bir basitlikle ifade etti ği “ Boris Godounov ” Rus Milliyetçili ği’ni temsil eden en önemli yapıttır. “Boris” 19.yy’ın en önemli operalarından biridir.

1.6.3. “Be şler” in Önemi

Be şlerin müzik dünyası tarafından tanınması ve anla şılması zaman almı ştır. Birçok çalı şmaları Rusya dı şında hala bilinmemektedir.

38 Onlara göre, milliyetçilik ithal edilen romantizmden çok daha önemlidir. Zamanla sanatsal idealleri Batı Avrupa müzi ği ile ba ğlantı kurmu ş olsa da temelleri Rus kültürünün karakter ve deyimlerine dayanmı ştır. Metodları ve müzi ğin kültürel fonksiyonunun gerçekli ği ile, yeni şeyler arayan Alman ve Fransız müzisyenlerine yol göstermi şlerdir.

“Be şler” e muhalefet eden müzisyenler, üzerinde durulmayacak önemdedir ancak, Rubinstein karde şler, St. Petersburg ve Moskova’da kurdukları konservatuvarlarla bu muhalefete liderlik etmi şlerdir. Bu karde şlerin müzik dünyasına katkıları milli de ğil uluslararası olarak ifade edilebilir.

1.6.4. Peter Tchaikovsky

Tchakovsky, Rubinstein ’ın konservatuvarından mezun olan ilk öğrencilerdendir, fakat Rubinstein’dan farklı olarak “Be şler” e sempatiyle bakmı ştır. Onu 19. yy. Rus müzi ğinin evrensel temsilcisi yapan bu özelli ğidir.

Bestecinin, çok sayıda senfonisi, senfonik şiiri, opera ve oda müzikleri vardır.

Tchaikovsky 19. yy.’ın ikinci yarısının en önemli figürlerinden birisidir. İyi yada kötü etkileriyle birlikte a şırı derecede popüler olmu ştur. Bu durum, onun lirik dehası yanında, müzi ği duyguların yansıtılmasında araç olarak kullanı şı ve dinleyicilerin yalnızca duymaları de ğil hissetmelerini sa ğlaması ile mümkün olmu ştur. Onun müzi ği patetisizm olarak tanımlanabilir;

Dinleyici kendisini üzgün hisseder ve bu durum ruhunu olumlu yada olumsuz da etkilese bu deneyimden zevk alır.

Uzun bir süre birçok ele ştirmen ideallerin ve duyguların sa ğlıklı olması durumunda ifade edilebilmesi gerekti ğini savunmu ştur.

39 Eğer sanat, temel ahlaki kurallara uygunluktan ziyade, gerçekli ğin ifadesi olarak tanımlanırsa Tchaikovsky büyük bir sanatçıdır. E ğer bu ifade geçerli de ğilse, onun eserleri içten ve yo ğun insani belgelerdir. En azından o ba şarılı bir Romantiktir.

Tchaikovsky’nin “Be şler” den farkı onların bilinçli, Tchaikovsky’nin ise bilinçsiz bir milliyetçi olmasıdır. Tchaikovsky’nin milliyetçili ğini, Alman ve Fransız kaynaklardan ilham alan bir okula mensup olmasına ra ğmen, Batı romantizmine kar şı Rus kültürünü kullanan bir besteci olmasından anlıyoruz.

Rus müzisyenlerin, müzi ğin gerçeklikle ve içinde bulunulan kültürle ili şkili olması gerekti ği iddiası, müzik dünyasına önemli katkılarda bulunmu ştur.

2. OSMANLI’DA OPERA

Osmanlı’nın batı kökenli sanat dallarına olan ilgisini konu alırken, kom şuluk ili şkilerinin yanı sıra sava şlar sonucu veya ekonomik sebeplerle olu şan göç hareketlerinin etkisinden de söz etmek gerekir. Geniş ve tarihi imparatorlu ğun batı dünyası ile ili şkileri ve bu ili şkilerin do ğal sonucu olarak sanat faaliyetlerinin payla şımına tanıklık etmekteyiz.

Eski ça ğlardan beri de ğişik milletlerin hayatı içinde devam edip gelen müzikli oyunlar, bilindi ği gibi, 16. asırda İtalya'da çok fazla itibar görmeye ba şlamı ş ve 17. asırda bugünkü anlamı ile bir opera sanatı kurulmu ştu. Türk toplumsal hayatında batı dram sanatı ile ilk temas, operanın dünya üzerine çıkmasına rastlayan günlerdedir. İstanbul’da bir bale pantomimin ve bir müzikli oyunun oynanması nedeni ile olmu ştur.

Batı kültürüne ba ğlı mitolojik konuların Osmanlı’da sergilenmesi Osmanlı’nın batıya yönelik akınlarından sonra topladı ğı insanlar sayesinde olmu ştur. Özellikle Sokullu dönemine denk gelen bu dönem 16. yüzyıl dönemini kapsar.

40 Opera sanatının olu şmasında tarihi süreç içerisinde Matezina ve Moresca danslarına da rastlamaktayız. Matezina bir çe şit sava ş dansıdır ve 16., 17. asırlar Fransız balesin tanınmı ş bir parçasıdır. Moresca ise Ma ğriplilerin dansıdır. Henüz İspanya’dan çıkartılmamı ş olan Yahudi gruplar Arap-İspanyol kökenli bu dansları Osmanlı İmparatorlu ğuna kadar ta şımı şlardır. 16. asırda 3. Murat'ın yaptırmı ş oldu ğu büyük sünnet dü ğününde verilmi ş olan müzikli temsil ve sonraki batı operasının karakteristik unsurlarından olan danslar elbette tam bir opera de ğildir. (Özkazanç, 1999:45 )

Osmanlı’nın 18. yüzyılın ba şlarında dü ştü ğü ekonomik sıkıntıların yansıması olarak her alanda yenilenme ve kurtulu ş çabalarının bir sonucu olarak geli şen Avrupa uygarlı ğını örnek aldı ğını görmekteyiz.

Bu dönemde; Avrupa’da yeni bir uygarlı ğın do ğmakta oldu ğu, buna uymak gerekti ği ve yapılacak düzenlemelerin bunlara uymasının zorunlu oldu ğu dü şüncesi ortaya çıkmaya ba şladı. Ancak, modern toplum ve ekonomik düzenine geçi şin bir zorunluluk oldu ğu dü şüncesi yüzeyseldi. Nedenler ayrıntılarıyla bilinmiyordu. Çünkü böyle bir dü şünsel birikim yoktu. (Kaygısız, 2000: 32)

Batıya kar şı olu şan ekonomik ve kültürel e ğilimin çok sa ğlıklı olmayan temellerine ra ğmen müzi ğin ve sanatın öznel yapısının Osmanlı’da da bozulmadan uygulanabildi ğini görmekteyiz. Örne ğin 1675’te Venedik’ten İstanbul’a gelerek temsiller yapan grubun ardından Fransız sefiri Marquis de Nointel’in Paris’e yazdı ğı raporda “ bu insanlar da, görüyorsunuz operaya ilgi göstermeye ba şladı.” Ve birazda alaycı bir deyi şle “nasıl olur da Türkiye’de opera oynanır, ben de hayretler içinde kaldım…” diye belirtmi ştir. ( Yener, [t.y.] 72)

Gerçi Türklerin opera konusunda ilk bilgileri 1660 yıllarında edindikleri sanılıyor. 1670 yıllarında ise Eremiya Kömürcüyan adlı bir Ermeni’nin şiirinde geçiyor “opera” sözcü ğü. Şiirde Hıristiyan bir Arnavut, sevgilisine eflak prensinin ba şkentinde kutlayacakları görkemli dü ğünlerini anlatırken şöyle diyor:

41 “Bazedup evler, divanhaneler

Mum donanmalar ve operalar

Sohbet ve meclis bulalar

Baka gör seyran- azimi, dostum!” (Yener, [t.y.] 72)

Operanın varlı ğı ile Türklerin do ğrudan ilgilenmesi 1719 yılında Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris elçili ğiyle ba şlar. Elçi o zaman 9 ya şında bulunan Fransa Kralı Onbe şinci Louis tarafından kabul edilir, a ğırlama töreni boyunca birde opera gösterilir. Saraydaki operada neler gösterildi ğini, türlü dekorların nasıl de ğişti ğini, dansları uzun uzun anlatır, opera türünün parasal bir i ş oldu ğunu da ekler sefaretnamesinde. (Yener, [t.y.] 72)

Batı müzi ğine yakınlık duyan Sultan III.Selim’in, 1797 yılının mayıs ayında; Topkapı Sarayı’nda bir İtalyan toplulu ğunun temsilini izledi ği bilinmektedir: Fransız illüzyonist Robert Houdin, anılarından olu şan kitabında bu olguyu do ğrulayarak “Torrini” adlı bir İtalyan’ın öncülü ğünde sarayda temsiller verildi ğini belirtmekte, Maxim de Camps ise 18. yüzyılın sonlarında sarayda bu çe şit gösterilerin gerçekle şti ğini, hatta İstanbul’un Beyo ğlu semtinde halka açık bir operaevinde yılın üç ayında operalar sahnelendi ğini “Souvenirs et Paysages d’Orient” adlı kitabında yazmaktadır. (Say, 1998: 137)

Görülüyor ki bu döneme ait opera kayıtları rivayetlerden öteye geçmemekte, sanat olarak Osmanlı’nın içerisinde çok fazla gündem olu şturmadı ğı gözlenmektedir.

Bunlara ra ğmen, 19. yüzyılın ilk yarısında ülkemizin özgün bir opera hareketi için uygun bir ortam oldu ğu pek söylenemez. (Say, 1998: 137)

Türkiye’de daha çok 19. yüzyılın ortalarına do ğru ba şlamı ş bulunan, müzikte yenilenme çabalarına, her şeyden önce İtalyan opera sanatı örnek olmu ş ve bu sanatın be şiği demek olan İtalya’da ki hocalardan yararlanılmı ştır. Hatta bu konuda

42 kar şıla şılan ilk önemli örnek, Tanzimat’tan 7 yıl sonra, büyük İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi’nin (1813-1901) 1846 yılında, bir İtalyan opera trupu tarafından Beyo ğlu’nda oynanan Ernani operasıdır. Yapılan ara ştırmalarla, Verdi operalarının, 1846-77 yılları arasında ve İtalya’da ki dünya prömiyerlerinden bir ya da birkaç yıl sonra İstanbul’da oynanmı ş oldukları kesinlikle tespit edilmi ştir. Örne ğin Verdi operalarının dı ş ülkelerdeki ve İstanbul’da ki ilk oynanı ş yılları kronolojik sıraya göre şöyledir: (Altar, 1982: 205)

Verdi operalarının Batıda ilk kez İstanbul’da ilk İstanbul’daki ilk oynanı ş oynandıkları Yıllar: kez oynandıkları sırasına göre adları: kentler: yıllar:

Ernani Venedik 1844 1846 Nabucco Milano 1842 1846 Machbeth Floransa 1847 1848 I Lombardi… Milano 1843 1850 I masnadieri Londra 1847 1851 Il travatore Roma 1853 1853 Rigoletto Venedik 1851 1854 La traviata Venedik 1853 1856 I vespri Siciliani Paris 1855 1860 Un balo in maschera Roma 1858 1862 La forza del destino St. Petersburg 1862 1876 (ya da 77) Aida Kahire 1871 1885

Görüldü ğü üzere batıda veya dünyanın ba şka yerlerinde temsil edilen operaların çok zaman geçmeden İstanbul’da da sahnelendi ği ve Osmanlı sanat ya şamına katkı sa ğladı ğı bir gerçektir.

43 2.1. Osmanlı’da Operanın Geli şimine Tiyatroların Katkısı

Osmanlı’da Opera sanatının temsili ve geli şmesi tanzimattan sonra kurulan tiyatroların deste ğiyle ivme kazanmı ştır. Saray Tiyatrosu, Bosko, Naum ve Gedik Pa şa Tiyatroları bunların ba şlıcaları olarak sayılabilir.

1840’da Bosco adlı bir İtalyan, Galatasaray Lisesi kar şısında bir tiyatro binası yaptırır. Binanın gereksinmeye yeterli sahnesi ve 400 ki şilik salonu vardır. Bosco tiyatroyu açtı ğında her sınıftan insana seslenebilecek bir oyun türü olarak operayı dü şünmü ş, İtalya’dan bir trup derleyerek, temsillerine ba şlamı ştır. 1841 yılında devletin resmi gazetesi Ceride-i Havadis, tiyatro ve opera sanatı çevresinde eğitici ve ö ğretici bir yazı yayınlayarak opera ve tiyatronun ne oldu ğunu anlatır, bunların nasıl seyredilmesi gerekti ği hakkında da uzun ö ğütlerde bulunur.

Bosco’nun tiyatrosu ilgi uyandırmı ş, seyircisi ço ğalmaya ba şlamı ştır. Türkçeye çevrilen ilk oyunlar da opera metinleridir. Bosco oynanan yapıtların Türkler tarafından anla şılabilmesi için metinleri Türkçeye çevirip “risale” biçiminde bastırarak da ğıttırmaktadır. (Yener, 73)

1846-77 yıllarının, İstanbul’da geni ş ölçüde İtalyan operalarının oynandı ğı yıllar olarak nitelenmeleri gerekmektedir ki, bu operalar: Bosko, Naum ve Gedik Pa şa tiyatrolarından olu şan üç ayrı binada sahneye konmu ştur. Bunlardan Bosko ve Naum Tiyatroları, kentin daha çok Avrupalılarca iskân edilmi ş bulunan Beyo ğlu (Pera) semtinde, Gedik Pa şa Tiyatrosu ise, İstanbul’un surlar içinde kalan eski kesimindeki Gedik Pa şa semtinde in şa edilmi ştir. (Altar, 1982: 206)

Türkiye'deki yenile şme hareketlerinin resmi bir fermanla ilanı demek olan Tanzimat-ı Hayriye 1839 yılında ilan edilmi şti; 1840 yılında Bosko isminde bir İtalyan Beyo ğlu'nda bugün Galatasaray Lisesi’nin bulundu ğu yerin kar şısında bir tiyatro binası yaptırmı ş, 1841 yılında İtalya'dan getirtilmi ş olan artistler bu binada İtalyan dilinde temsiller vermi şlerdir. Bosko tiyatrosundaki dramatik çalı şmalar 1842 yılı

44 haziran ayına kadar sürmü ş, yaz tatilinden sonra kı ş gelince tiyatro tekrar açılamamı ştır. (Özkazanç, 1999: 48)

2.2. Naum Tiyatrosu’nun Kurulu şu

Bosko' un Beyo ğlu'nda yaptırmı ş oldu ğu bu bina bir müddet bo ş kaldıktan sonra yeniden dramatik faaliyete sahne olmu ş, Naum Tiyatrosu burada kurulmu ştur. Misel Naum Osmanlı tabiiyetinde bulunan Halepli bir Katolik’ti, İstanbul Beyo ğlu'nda kurdu ğu tiyatro batı örne ğine uygun dram sanatının memleketimizde ilerlemeye ba şladı ğı ilk sıralarda 1844’ten itibaren yirmi be ş yıl opera faaliyetini ya şatmı ş olan müessesedir. Tanzimat devrini ilk yılları hadiselerine belli ba şlı kaynaklardan biri olan Ceride-i Havadis gazetesi 1844 yılı aralık ayı içinde çıkmı ş olan nüshalarından birinde tiyatro tarihimiz için önemli bir haber verir. Buna göre: “Avrupa ve Amerika devletlerinin hepsinde halka e ğlence olmak üzere tiyatrolar bulunup bunların düzenlenmesine ve masraflarına devletler tarafından çokça yardım edilir. Birkaç yıldan beri Galata'da dahi yabancı milletten bir tiyatrocu bir tiyatro düzenleyerek kı ş mevsimlerinde bir e ğlence çıkartmı ştı. Geçen kı ş bu yabancı devlet tebaası tiyatrosu bazı sebeplerle i şini yürütemedi ğinden tiyatro elinden gitmi ştir. Tiyatro Osmanlı Devleti tebaasından fen ve marifet sahibi Tütüncü oğlu Mihail NAUM isimli Hıristiyan'ın eline geçmi ştir. Bu adam çokça para harcayarak tiyatrosunu tamir ettirmi ş, Avrupa'dan da usta oyuncular getirtmi ştir; geçen pazartesi gecesi de oyuna ba şlanmı ştır. Bu i ş eskisinden daha güzel olmu ştur. Zira böyle şeyleri devletin tebaası dahi yapıp para kazanmalıdır; çünkü böyle, böyle giderek çok kimselere istek gelir; türlü türlü sanatlar tutma ğa çalı şırlar. Bu tiyatroda İcra olunan oyunların usulü ve hareketleri arasında ya- pılan musiki na ğmeleri hep Avrupa tarzındadır. Bir kimse bunlara alı şma ğa ba şlarsa pek fazla zevk bulaca ğı meydandadır. Kullanılan dil, İtalyanca oldu ğundan gelip tiyatroyu şereflendiren kimseler bu dili anlamadıkları ve oyunun ba şlangıç ve hareketini öğrenemedikleri için anla şılıp zevk alınsın diye kısaltılarak anlatma ğa çalı şıyoruz. (Özkazanç, 1999:49)

1864-1865 sezonu, Naum Tiyatrosu için büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu opera sezonunda İtalya'dan İstanbul'a 17 artist ile 40 ki şilik koro, 17 ki şilik bale ve 35 ki şilik

45 orkestra toplulu ğu gelmi ş ve 1864 yılının Ekim ayında " I Vespri Siciliani" operasının Türkiye prömiyeri ola ğan üstü bir ba şarı ile yapılmı ştır.

1865-66 yılları da Naum Tiyatrosu için verdi operaları yönünden oldukça büyük önem ta şımaktadır; çünkü aynı yıllarda bu tiyatroda Giuseppe Verdi' nin şu 6 eseri, sarayda Giuseppe Donizetti Pa şanın yerini almı ş olan İtalyan GUATELLI yönetimi altında oynanmı ştır ; " Attila, Rigoletto, Un balo in Maschera, Ernani, La Traviata, Nabucco ". Bunlardan "Attila " operası tekrarlanmı ş, " Ernani" 1866 yılının Ocak ayında, "Un Ballo in Maschera ", geneOcak ayında, " Nabucco " ' nun ise 1866 yılının Nisan ayında oynanmı ş oldukları kesinlikle belirlenmi ştir. (Özkazanç, 1999:54)

Naum Tiyatrosu seyircilerini Beyo ğlu’nun dar muhitinden topluyordu; şehirde ta şıtlar az ve gece oyundan sonra uzak semtlere gidip gelmek zor oldu ğu için İstanbul ve Kadıköy tarafında oturanlar ise tiyatroya gelemiyorlardı. Türkiye’nin yenile şme hareketleri arasında İstanbul’da 25 yıl müddetle muntazam bir opera faaliyeti devam ettirmi ş olan Naum Tiyatrosu, sanat tarihimizin önemli bir bölümünü te şkil eder. 1946 yılında çıkan Beyo ğlu yangınında ba şka binalarla beraber Naum tiyatrosu da yanmı ş, bu nedenle temsiller durmu ştur. (Özkazanç, 1999: 51)

Naum Tiyatrosunda oynanan ilk eser Gaetano Donizetti’nin “Lukrezia Borgia” operasıdır. 23 Aralık 1844 Pazartesi ak şamı oynanmı ştır. Hem Naum Tiyatrosu hemde Donizetti’nin ismini Türk Opera tarihine geçirmesi bakımından oldukça önemlidir. Bundan sonra tiyatroda oynanan ikinci eser, Giacchino Rossini’nin “Sevil Berberi” operasıdır. 1845’te ise Donizetti’nin “Pariziana” operası temsil edilmi ştir. Donizetti ismi bu dönemde Türk opera tarihi gündemine girmi ştir.

2.4. Giuseppe Donizetti’nin Önemi

Türk opera tarihi ara ştırmasında bugünden ba şlayarak geriye do ğru gitti ğimizde, operanın Türkiye’deki temellerinin önemli isimlere dayandı ğını görmekteyiz. Bu isimler içerisinde di ğerlerinden ayrılan ve oldukça öne çıkanı ise Giuseppe Donizetti’dir.

46 İstanbul’da, batı tekni ği ile i şlenmi ş çok sesli müzik eserlerinin uygulanıp anla şılmasına öncülük etmi ş olan yabancı hocaların en ba şında, ünlü İtalyan bestecisi Gaetano Donizetti’nin büyük karde şi Giuseppe Donizetti gelmektedir. İstanbul sarayında aralıksız 28 yıl çalı şarak, Enderun’ü Hümayun a ğalarından seçti ği elemanlarla ilk bando mızıkayı kurmu ş olan Giuseppe Donizetti’nin, ordu bandolarının ve ilk saray orkestrasının kurulu şuna da büyük eme ği geçmi ştir. Mehterhane’nin yerini alan bando mızıka ile ilk saray orkestrası için, İtalya’dan daha ba şka hocalar ve gerekli enstrümanlar getirilmi ştir. Sarayda ilk operada Donizetti’nin yeti ştirdi ği müzisyenlerle mümkün olabilmi ştir. (Altar,1982: 206)

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden önce varlı ğını devam ettirmi ş olan Osmanlı Devleti, batılıla şma çabalarının bir gere ği olarak gördü ğü batı sanatlarının ülkenin ba şkentinde temsilinde çekince görmemi ştir. Halkın geni ş kitlelerinde çok heyecan yaratmasa da sanatın önemine vakıf olan devlet adamları bu temsilleri takip ederek yaygınla şmasında destek olmu şlardır. Osmanlı içerisinde opera sanatının yaygınla şması özellikle gayr-i Müslimlerin katkısıyla geli şmi ştir. Ancak bir sanatın yaygınla şması ve kabul görmesi için gerekli olan halk deste ğinin esirgenmedi ği de vurgulanması gereken bir husustur. Batı sanatlarının tanınmasında batıdan gelen sanatçılar da Osmanlı içerisinde desteklenerek çe şitli unvanlar kazanmı ş böylece sanatın uygulanmasının önü açılmı ştır.

Bütün bu olumlanan yönlerine ra ğmen, sanat dı şındaki di ğer konularda oldu ğu gibi, sanatın da uygun zemin ve ko şullar yaratılmadan, oldu ğu gibi alınıp uygulanmaya çalı şılması istenen geli şmeyi sa ğlaması bakımından yetersiz olabilir. Osmanlı’dan ziyade Cumhuriyet’e geçi ş ile birlikte sanatı bir özenti olmaktan çıkarıp ya şamın bir parçası haline getirilmesinden bahsetmek mümkündür. Ancak her durumda da Türkiye’de operayla ilgili çabaların ilk adımlarını Osmanlı döneminde aramak gerekir.

47 3.CUMHUR İYET DÖNEM İ OPERASI

Atatürk’ün Cumhuriyet Devrimi’ni kavrayabilmek, anlamlandırabilmek için devrim nedenlerini, hangi ortamda yapıldı ğını, süreç içerisindeki önemli toplumsal ve dü şünsel a şamaları de ğerlendirmek ve sebep-sonuç ili şkisini kurabilmek gerekir. Cumhuriyet Devrimi’nin önemli parçalarından biri olan müzikte de aynı yolu izlemek gerekir ki müzi ğin önemini, anlamını, i şlevini, teknik ve estetik özelliklerini ba şka bir deyi şle “amacını” kavrayabilelim.

Osmanlı İmparatorlu ğu, çokuluslu, çok dinli ve çok dilli bir devlet olarak Cumhuriyet’e çok kültürlü bir miras bırakmı ştı. Bu kültürün her biri içinde birbirinden farklı, hatta tamamen zıt ö ğeler içeriyordu.Birbiriyle tamamen uyumsuz ve birle şmesi olanaksız bu unsurlar Osmanlı İmparatorlu ğunu batıran ba şlıca nedenlerdendir. 16

Bu unsurlar her alanda oldu ğu gibi müzikte de karma şık bir durum yaratmı ştı. Mesela saray ve çevresinde:

“…saray orkestra ve bandosu, opera ve tiyatrosu Batı tarzı müzik yapıyordu; Müezzinler Toplulu ğu dini müzik; Geleneksel Faslı Atik Grubu eski Osmanlı Müzi ği ile u ğra şıyor; ‘Faslı Cedit’ ise geleneksel müzi ği Batı müzi ği ve tekni ğiyle birle ştirmeye çalı şıyordu.

…Ülke geneline baktı ğımızda durum daha da vahimdi. Bir yandan geleneksel müzikler; halk müzi ği, divan müzi ği, cami ve mescit müzi ği ile bunların alt türevleri. Bir yandan Batı müzi ğinin en ciddisinden en ucuzuna uzanan örnekleri, opera, operet, tiyatro, müzikal, dans ve popüler e ğlence müzikleri. Bir ba şka tarafta Balkan, Grek halk

16 Örne ğin hukuk sistemi. 19. yüzyıl ba şlarına kadar “ şeri” ve “örfi” hukukla yönetilen Osmanlı Devleti, Tanzimat’la birlikte Batılı hukuk sistemini de alarak iki ba şlı bir hukuk düzeni olu şturdu. Osmanlı’nın son döneminde birbiriyle uyumsuz, ili şkisiz, sınırları, amacı, i şlevi, i şleyi şi, genel anlayı şı, ilkeleri farklı farklı olan çok hukuklu bir sistem, daha açıkçası bir sistemsizlik egemen oldu… Görev, sorumluluk, yetki, karmakarı şık bir hal aldı.

48 dansları, e ğlence müzikleri… Kısacası, tam bir curcunaydı müziksel ya şam.

…Batılıla şmayı aktarmacılık sananların ülkeye getirdikleri şey koskoca bir kaostu. Bu genel görünümün kurumlara yansımasına gelince:

A)Saray çevresinde (Muzıka-yı Humayun dı şa kapalıydı).

1)Batı müzi ği toplulu ğu:

a)Mabeyin orkestrası.

b)Mabeyin bandosu.

2)Geleneksel müzik toplulu ğu:

a)Fasıl toplulu ğu:

-Faslı Atik (eski müzi ği sürdürüyordu).

-Faslı Cedit (çoksesli denemelere açıldı).

b)Müezzinler toplulu ğu (dinsel müzik yapıyordu).

3)Tiyatro, opera, operet toplulu ğu: Batı müzi ği yapan toplulukla birlikteydi. Muzıka-yı Humayun hem okul, hem de icra çalı şmaları yapıyordu.

B)Devlete ait sanat kurumlarında:

1)Darülbedayi (tiyatro a ğırlıklı halka açık okul ve icra kurumu).

2)Darülelhan (Batı ve geleneksel müzik e ğitim kurumu; halka açıktı).

C)Okullarda müzik e ğitimi:

1)Devlet okullarında müzik (1910’dan sonra “gına” dersi kondu; ilahi ve cülusiye ve Batı ile geleneksel müzik okutulurdu).

a)Sıbyan mektepleri (anaokulu).

b)Mekteb-i İptidai (ilkokul).

49 c)Rü ştiye; kız-erkek (ortaokul).

d)Ö ğretmen okulları (idadi-lise ile bilgimiz bulunmamaktadır).

-Darülmuallimat (Kız Ö ğretmen Okulu).

-Darülmuallim (Erkek Ö ğretmen Okulu).

e)Mekteb-i Sultani.

2) İttihat Terakki mekteplerinde müzik, Batı müzi ği a ğırlıklıydı.

3)Misyoner okullarında Batı müziği e ğitimi yapılıyordu.

4)Cemaat okullarında dini ve Batı müzi ği.

D)Dini çevrelerde müzik eski biçimiyle sürüyordu.

1)Cami ve mescitlerde şeri müzik.

2)Tekke ve zaviyelerde tasavvuf yada tarikat müzi ği.

E)E ğlence çevrelerinde müzik karı şıktı.

1)Fasıl müzi ği toplulukları.

2)Piyasa müzi ği toplulukları:

-Kantocular;

-Müzikalciler;

-Operetçiler;

-Kabareciler;

-Kumpanyacılar;

-Hokkabazlık, cambazlık vb…

F)Özel kurslar, dershaneler ve cemiyetlerde ço ğunlukla geleneksel divan müzi ği ile tasavvuf müzi ği, e ğitim ö ğretim ve icrası yapılırdı. Özel Batı müzi ği dersi verenlerin sayısı da bir hayli kabarıktı. Özellikle sosyete çevresinde.

…İş te Cumhuriyet’in devraldı ğı müzik mirası.” (Kaygısız, 2000)

50 “Hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan de ğildir… Musikisiz hayat zaten mevcut de ğildir.”

“Türkiye’de opera” nın yaratıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk, (14 Ekim 1925’te İzmir Kız Ö ğretmen Okulu’nu ziyareti sırasında sorulan soruya verdi ği cevap) yukarıdaki sözlerinden de anla şılaca ğı gibi müziksiz bir yaşamı hayal dahi edememektedir.Aynı konu şmasının devamında ise şu sözleri sarf etmektedir;

“Musiki hayatın ne şesi, ruhu, ürünü ve her şeyidir. Yalnız, musikinin nev’i şayan-ı mutealadır.”

Bu sözlerle de, Atatürk’ün hayatın ruhu, her şeyi diye nitelendirdi ği musikide bir takım nitelikler aradı ğı anla şılmaktadır. Bu ba ğlamda Atatürk’ün musiki konusunda da oldukça bilinçli ve emin adımlarla yürümeye ba şlamı ş oldu ğu anla şılmaktadır.

Atatürk’ün “musikide de devrim” fikrinin kayna ğı O’nun yurt dı şı toplantılarıdır. Bu toplantılar valsler, polkalar, kadriller ve operalardan sonra çok etkilenmi ş ve şark musikisi dedi ği halk müzi ğimizi Batı müzi ğiyle kayna ştırıp Milli Musikimizi yaratma fikrini Cumhuriyetle beraber uygulamaya koymu ştur. 17

Atatürk’ün bu konudaki dü şüncelerinin 1925’ten önce netle şmi ş oldu ğunu, 1923 yılında musiki konusuna TBMM dördüncü toplanma yılı açık konu şmasında şu sözleriyle ı şık tuttu ğu görülmektedir:

“Ameli ve Şamil bir maarif için hududu vatanın merakiz-i mühümmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve hayvanat bahçeleri,

17 Atatürk, 1913’te Sofya’da Osmanlı İmparatorlu ğu Sofya Ata şemiliteri iken, Bulgar milli operasında Carmen’i seyrettikten sonra, o sırada Bulgar Millet Meclisi Sabranya’da Varna Türk Milletvekili olan yakın arkada şı Şakir Zümre ye şöyle diyordu: “Balkan harbinde malup olmamızın sebebini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban biliyordum… Halbuki baksana operaları bile var. Operada oynayacak ses sanatkarları var, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi var, hepsi yeti şmi ş… Opera binası da yapmı şlar… Bizim de memleketimiz operaya kavu şaca ğımız günleri görecekmi.” (Yener, 1969)

51 konservatuvarlar, darülmesailer, müzeler ve sanayı-i nefise me şherleri lazım oldu ğu gibi bilhassa şimdiki te şkilat-ı mülkiyeye matbaalarda tezhizi icapetmektedir.” (Saygun,1974)

Cumhuriyet müzi ğinin tohumları, Kurtulu ş Sava şı yıllarında Ankara’da atıldı Cumhuriyetten önce okullarımızda müzik dersleri yerine, ö ğrencilere ilahiler ve padi şahların adına yapılmı ş “cülussiye”ler ö ğretilirdi.

İstiklal sava şı yıllarında ise büyük Türk bestecisi İsmail Zühtü, TBMM bandosunun şefli ğini yaparken aynı zamanda Ankara okullarında müzik dersleri vermeye ba şlayarak bu i şe öncülük etmi şti. İsmail Zühtü Bey bu olaydan önce İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde yönetici ve müzik ö ğretmeni olarak çalı şıyordu. Okul; “Ulusal bilinci, ulusal müzik ilkelerini ö ğrencilerine a şılamayı” amaç edinmi şti. İzmir, Yunan ordularınca i şgal edilince, okul di ğer pek çok kurum gibi “zararlı” görülerek kapatılır. Bunun üzerine İsmail Zühtü Bey Ankara’ya giderek, ulusal kurtulu şçuların saflarına aktif olarak katılır 18 .

1917 ‘de Darü’l-Bedayi içinde müzik e ğitimi vermek üzere bir ba şka te şebbüs gündeme getirildi ve Darü’l-Elhan (na ğmeler evi) kuruldu. 19 Kurulu şun ba şına eski Maarif ve Evkaf Nazırı Ziya Pa şa getirildi. E ğitim dört yıllıktı ve enstrüman, nazariyat, bestekarlık eğitimi verilmekteydi. Türk müzi ği bölümünde, Rauf Yekta Bey, Mesut Cemil Bey, Ahmet Irsoy, Ali Rifat Ça ğatay, Rahmi Bey, Refik Talat Bey, Muallim İsmail Hakkı Bey, Santuri Ziya Bey, Leon Hancıyan,

18 Bir ara Eski şehir ve Kastamonu’da ö ğretmenlik yapar ve Batı Cephesi Komutanlı ğı Bandosunu yönetir. Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra (1924) ölen İsmail Zühtü Bey, bilinen ilk ulusal kurtulu şçu müzik adamı olması ve Adnan Saygun gibi bir müzik adamının ilk ö ğretmeni olmasıyla da özel bir öneme sahiptir.

19 Tanzimat’tan sonra Batı musikisi, Batı tiyatrosu görgü ve kültürünü hakim kılma do ğrultusunda derhal te şebbüse geçildi. İkinci Me şrutiyet’ten sonra Maarif Nezareti’nin (Milli E ğitim Bakanlı ğı) te şebbüsü ile Darü’l-Bedayi (güzellikler evi-1914) kuruldu. Darü’l-Bedayi konservatuvar niteli ğindeydi. Batı tiyatrosunun örnekleri de ğerlendirilmekteydi. Ünlü Fransız tiyatrocu Andre Antoine tiyatronun ba şına getirildi. Darü’l-Bedayi 1931’de İstanbul Belediyesine ba ğlandı. 1934’de ise adı “ İstanbul Şehir Tiyatroları” oldu. Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu. Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevleri nin büyük etkisi olmu ştu. Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım (1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu. Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara’da Devlet tiyatrolarının kurulu şuna giden yol açıldı.

52 Tanburi Faize Hanım, Musa Süreyya Bey ö ğretim kadrosunu oluşturuyordu. Batı müzi ği bölümünde ise, Cemal Re şid Rey, Mesud Cemil, Zeki Üngör, Muhiddin Sadak, Veli Kanık, Besim Tekta ş kadrosu e ğitim vermekteydi. 1923 yılında Dar-ül Elhan yeniden organize edildi ve ba şına Musa Süreyya Bey atandı ğında ise yine iki yönlü bir e ğitim verilmekte; bir taraftan piyano, orkestra, sazlar ve ses e ğitimi batı tarzında ö ğretilmekte; ud, kanun gibi sazlarda gösterilmekteydi. Daha sonra batı tarzındaki bu e ğitimin tamamlayıcısı olması adına çok sesli yazı tekni ği gibi derslerinde verildi ği bir konservatuvar kurulmu ştur.

Darü’l-Elhan’nın Türk müzi ği bölümü 1926’da kaldırılmı ştır.

Daha sonraları Türk müzi ğine ili şkin ba şka yasaklamalar da getirilmi ştir.

“Arkada şlar!

Güzel sanatların hepsinde, ulus gençli ğinin ne türlü ilerletilmesini istedi ğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir (Alkı şlar). Bir ulusun yeni de ğişikli ğinde ölçü, musikide de ğişikli ği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak de ğerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. (onay sesleri, alkı şlar) Ulusal ince duyguları dü şünceleri anlatan yüksek deyi şleri, söyleyi şleri toplamak onları bir gün önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Kültür i şleri bakanlı ğının buna de ğerince özen vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim…” (Cumhuriyet Ansiklopedisi, 1998).

Atatürk’ün bu sözleri yanlı ş anla şılmı ş veya yanlı ş anla şılmak istenmi ş ki, ertesi gün 2 Kasım 1934’ten 6 Eylül 1936’ya dek sürecek bir yasaklama ile radyolarda Türk Musikisi çalınması yasaklanmı ştı.

53 Bütün bu giri şimler, sebepleri ve sonuçları Türk müzikçilerce de Batı müzikçilerce de Atatürk’e mal edilmi ş, ve O’nun bu konudaki görü şleri ki şisel hesapla şmalara alet edilmi ştir:

“Ne yazık ki benim sözlerimi yanlı ş anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser (Dellalzade’nin Isfahan Yürük Semaisi kastediliyor) ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkan var mı? Ben demek istedim ki bizim seve seve dinledi ğimiz Türk bestelerini onlara dinletmek çaresi bulunsun, onların tekni ği, onların ilmiyle, onların sazları, onların orkestraları ile çaresi her ne ise, mesela Ruslar ne yapmı şlarsa, bizde Türk musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk’ün na ğmelerini kaldırıp atalımda sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize maledelim, yalnız onları dinleyelim demedim. Yanlı ş anladılar sözlerimi, ortalı ğı öyle bir velveleye verdiler ki ben de bir daha lafını edemez oldum” (Cumhuriyet Ansiklopedisi, 1998)

Attila İlhan’ın a şağıdaki söylemi de bu probleme ı şık tutması açısından önemlidir;

“Türk ulusu uluslu ğunu, saldırgan emperyalist sisteme kar şı sava şarak elde etmi ştir. Bu da Müdafaa-i Hukuk doktrinini, ülkenin sonraki ya şantısı ile geçerli ve sürekli kılar. Ulusalcılı ğın bir ba şka karakteristi ği kültürse, özgürlük ve ba ğımsızlık alanında ‘sistem’ e kar şı gösterilecek direni şin, kültür alanında da gösterilmesi gerekiyor. Ulusal kültürü, ulusal geçmi şten yararlanmadan yaratamayız. Bu da İnönü döneminde oldu ğu gibi Yunan/Latin klasiklerini ba şucu kitabı yapmakla olmaz, tam tersine Mustafa Kemal döneminde oldu ğu gibi Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumunun i şi ciddiye alıp, ulusal tarihi ve dili, üzerinde çalı şılacak zemin olarak belirmesiyle olur. Buysa, içinden geldi ğimiz Do ğu/ İslam/Türk/Bizans kültürlerinin, ça ğda ş yöntemlerle

54 kayna ştırılması, bile şkesinin alınması anlamına gelir.”(Cumhuriyet Ansiklopedisi, 1998)

Atatürk’ün iste ğiyle gelecek nesillerin de yeni ideoloji ı şığında yol almaları için okullarda ça ğda ş anlamda müzik e ğitimi ve ö ğretimini sa ğlamak amacıyla Musiki Muallim Mektebi kurulur. 1924’te Vasıf Bey’in (Çınar) Maarif vekili olduğu ve Zeki Bey’in müdür olarak atandı ğı Musiki Muallim Mektebi, okullarda o güne kadar ö ğretilen Türk musikisi yerine Batı musikisi ö ğretebilecek eleman yeti ştirmek amacıyla kurulmu ştur. 1925’ten sonra gittikçe geli şmi ş, programlar ve e ğitim- öğretim kadrosu bakımından güçlenmi ş, Millî musikiyi i şlemek, yükseltmek, yaymak, sahne sanatlarının her kolunda gerekli elemanları yeti ştirmek, musiki öğretmeni yeti ştirmek yolunda çalı şmalar yapmı ştır.

Erkek Muallim Mektebi’nden altı ö ğrenci Riyaset-i Cumhur Orkestrası’ndan hocalarla derslere ba şlarlar. Daha sonra Balmumcu Öksüzler Yurdu’ndan altı ö ğrenci daha getirtilir.

Yalnızca Fransızca ve müzik dersleri verilen bu okul orta dereceli okullar için müzik ö ğretmeni yeti ştirmi ştir. 1936 yılında kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı’nın hazırlayıcısı olan okuldan çok sayıda e ğitimci yeti şmi ştir. Gazi Eğitim Enstitüsünün açılmasıyla oraya nakledilmi ştir. Okulun hocaları: Ferhunde Remzi (Erkin) piyano, Necdet Remzi (Atak) keman, Ahmet Adnan (Saygun) kontrpuan dalında e ğitim vermi şlerdi. 20

Bu atılımlar bir yandan yeni yeti şen gençli ğin çokseslilik temeline dayanan yeni anlayı şta bir müzik e ğitimi vermek bir yandan da Atatürk’ün hayalini kurdu ğu; gelenekselli ği saplantı edinmemi ş, yeniliklere açık, “Ulusal musiki” mizi yaratabilecek ve O’nunla aynı ideolojiyi payla şan bir gençlik yaratmaktı.

20 Okulun bünyesinde çıkan Musiki Muallim Mektebi Mecmuası Mahmud Ragıb Bey’in gayretiyle ve ciddi yazılarla dikkat çeker. Ayrıca okulun Musiki Tarihi muallimi Ahmet Muhtar’ın çe şitli çevirilerden derledi ği 1928’de yayınlanan Musiki Tarihi kitabı da, kurumun yayınlarından kaynak bir eserdir.

55 Cumhuriyetin kurulu şuyla Atatürk, 1828’de II.Mahmut döneminde İstanbul’da Giuseppe Donizetti tarafından kurulmu ş olan Muzıka-i Hümayun Orkestrası’nı Ankara’ya ça ğırır ve Mızıka-i Humayun subaylarından, İstiklal Mar şı bestecisi Zeki Üngör’ün yönetiminde 150 ki şilik heyet bütün levazımatıyla dört vagonu doldurur ve Ankara istasyonunun ambarlarının birinin alt katına yerle şirler (1923). Riyaset-i Cumhur Filarmonik Orkestrası, Riyaset-i Cumhur Bandosu ve Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti adlarını alan kurumlar Ankara’da çe şitli konserler vermeye ba şlamı şlardır.

Riyaset-i Cumhur Filarmonik Orkestrası, Zeki Bey yönetiminde haftalık senfonik halk konserleri vermeye ba şlamı ş, Milli Müdafaa Vekaleti’ne ba ğlı iken 1932 de Milli E ğitim Bakanlı ğına geçmi ştir. Günümüzde Cumhurba şkanlı ğı Senfoni Orkestrası olarak devam eden bu orkestra, 1934’te kısa bir süre Adnan Saygun, 1935’te Alman şef Ernst Praetorius , 1946-1952 yılları arsında Hasan Ferit Alnar tarafından yönetilmi ştir. Sonraları çe şitli yerli ve yabancı şefler tarafından –Hikmet Şim şek’in çabalarını göz ardı etmemek gerekir- yönetilen orkestra ülkemizin ünlü ve önemli solistlerini barındırmı ştır.

Riyaset-i Cumhur Bandosu, yine Zeki Bey himayesinde konserler vermeye ba şlamı ş ancak Zeki Bey’in aslen orkestrayla ilgilenmesi ve yeni açılan Musiki Muallim Mektebi’nin müdürlü ğünü de üstlenmesi sebebiyle bandoyu genelde Veli Bey yönetmekteydi. 1932’den sonra orkestra Maarif’e geçmi ş, bando müstakil olmu ş ve Veli Bey yarbay rütbesiyle şefli ğe atanmı ştır. 1935’de İhsan Künçer şefli ğe atanmı ş, Cumhurba şkanlı ğı Armoni Mızıkası adıyla oldukça geni ş bir repertuarla konserler vermi ştir.Bando 1963’te Karakuvvetleri Armoni Mızıkasına dönü şmü ştür.

Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti, oldukça usta müzisyenlerden olu şuyordu: Hafız Ya şar , Nuri Halil , Münir Nurettin , Nuri Cemil , Abdülhalik Mehmet , Ferit Beyler , Tanburi Refik , Neyzen Sami , Kanuni Vedat , Udi Şevki , Santuri Zühtü , Udi Bahri Beyler yer almaktaydı. Bu heyet Atatürk’ün özel toplantılarında sürekli bulundurdu ğu, gezilerine i ştirak ettirdi ği ve birlikte şarkılar söyleyecek kadar

56 yakınında tuttu ğu bir heyetti. Ancak genel bir bakı şla; bu heyetin kalıcı, kendinden söz ettirici herhangi bir faaliyeti olmamı ştır. Çünkü o dönem Cumhuriyetin yeni müzik politikası gere ği, Batı Müzi ği ra ğbet görüyordu ve bu müzisyenler bir süre sonra bundan rahatsızlık duymu ş ve paralelinde geli şen olaylar heyetin i şlevini yava ş yava ş sona erdirmi ştir.

1924’te Batı müzi ği e ğitimini yerinde almaları için yurtdı şına ö ğrenci gönderilmeye ba şlanır. Ekrem Zeki (Ün), Cezmi (Erinç) ve Ulvi Cemal (Erkin), Ahmet Adnan (Saygun) Paris’e, Necil Kazım (Akses), Hasan Ferit (Alnar) Viyana’ya, Cevat Memduh (Altar) Leipzig, Halil Bedii (Yönetken) Prag’a gönderilmişti. Bu yıllarda Nurullah Şevket (Ta şkıran) ve Afife de Avrupa’da şan eğitimi almı şlardı. Bu müzisyenler 1930’larda dönmeye ba şlamı ş, Musiki Muallim Mektebi’nde göreve ba şlamı ş ve Cumhuriyet’in yeni politikası uygulamalarına katkıda bulunmu şlardır.

Kaygısız, Atatürk’ün Cumhuriyet’in yeni müzik politikasını şöyle özetler:

1) Şu peri şan görünen yırtık pırtık giysili insanlarda öyle bir cevher ve yürek var ki, olmaz şey… Çanakkale’yi bunlar kurtardı. Kafkasya’da, Galiçya’da, şurada burada aslanlar gibi çarpı ştı. Hem de mahrumiyete aldırmadan. Bu adamca ğızların sosyal seviyesini yükseltmek, bütün siyasi mücadelelerin üstündedir. Aydınlarımız halka gelmiyorlar, tanımıyorlar. Belki bütün dünyayı tanır; ama kendi halkını bilmezler. Oysa gezmek-tanımak onları da geli ştirir. Halk böyle sevilir.

2) Halk ba ğımsızlı ğından vazgeçmiyor, geçmeyecek. Yalnız imar, servet ve fikir düzeyimizin çok geni ş kapsamlı bir eğitimle yükseltilmesi gerekir. Onun için kütüphaneler, konservatuvarlar, müzeler, galeriler kurularak ilçelere kadar yayılmalıdır.

57 3) Kutsal sava şımızı; edebiyat, müzik ve di ğer sanatlarla ölümsüzle ştirerek anlatmalıyız. Burada müzi ğe önemli görevler dü şmektedir.

4) Müzik, hayatın bir parçasıdır. Ruhu, ne şesi, süruru ve her şeyidir; ama türü üzerinde durmalıyız.

5) Milli kültürümüzü geli ştirip, ça ğda ş uygarlı ğın üstüne çıkarmalıyız. Böylelikle, halkın yüksek karakteri, zekası, bilime ba ğlılı ğı, sanata olan sevgisiyle hem milli birli ğimizi peki ştirir, hem de insanlı ğa huzur ve barı ş yolunda katkıda bulunmu ş oluruz.

6) Bugünkü müzik (Divan müzi ği) bizim de ğil ve yüz ağartıcı olmaktan uzaktır. Ne Türkün karakterine uygun (çünkü miskin) ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin devrimlerini anlatabilecek kabiliyettedir. Üstelik, halka da yabancıdır. Halk, onu dinlemez. Bizim hakiki müzi ğimiz Anadolu’dadır. Onu alıp toplamalı ve son müzik kurallarına göre i şlemeliyiz.

7) Bir ulusun yeni de ğişikli ğindeki ölçü, müzikteki de ğişikli ği alabilme kabiliyetindedir. Kulak alı şkanlı ğı ve belle ğe dayalı olması nedeniyle, öteki sanatlara göre geç ve güç de ğişebilen ve etkisi bu yüzden büyük olan müzi ğin de ğiştirilmesi ve bunun halka benimsettirilmesi gerçekle şirse bir ulus ya da halk de ğişime u ğramı ş demektir.

Yeni müzik, çoksesli ve son müzik kurallarına göre yapılacaktır. Bu müzik, insanlarımızın de ğişmesine hizmet edece ği için büyük bir devrim olaca ğı açıktır. En etkili ve güç de ğişebileni yeni ile de ğiştirmek; i şte ba şarı budur.

58 Kendi sözlerinde derledi ğimiz bu görü şler, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in kültür, sanat ve müzik programının özetidir. Ve:

1)Halktan yanadır.

2)Halka dayanarak yapılmasını hedefler.

3)Her şeyi ile yenidir, eskinin yadsınmasıdır.

4)Yeni insan yaratmayı hedefler.

5)Cumhuriyet’i kurumla ştırmayı hedefler.

6) İnsanlı ğın huzuruna katkı yapmayı hedefler.

7)Çokseslidir, yani demokrattır.

8)Umut ve ne şe verir.

9)Evrensel müzi ğe yöneltir. (Kaygısız, 2000)

Atatürk’ün müzik politikasının çözüldü ğü nokta halk müzi ğimizdir. Zira “bizim hakiki müzi ğimiz Anadolu’da i şitilir. Ancak bu müzik yeterince geli şmi ş de ğil, ilkel durumdadır” diye de dillendirmi ştir Mustafa Kemal.

Bu ba ğlamda Atatürk, deyi ş ve söyleyi şleri derlemek ve yeni müzik kurallarına göre i şlemek gerekti ğini ifade etmi ştir. 21

1935 yılında müzik alanında seferberlik ba şlatıldı. Fakat, halihazırda bulunan sanatçıların yetersizli ği, isteksizli ği ve deneyimsizli ği nedeniyle yabancı uzmanlara gereksinim duyuldu. Müzik devrimine yol göstermesi için Paul

21 Mustafa Kemal’in bu görü şü, 19. yüzyıl ortalarından itibaren ulusla şma sürecine giren bütün ülkelerde yaygındı. Bu ülkeler, kapitalizm öncesi üretim ili şkilerinin çok güçlü oldu ğu, sanayisini tam olu şturamamı ş, İsveç, Norveç, Çekoslovakya, Rusya, Macaristan, Polonya, Portekiz, İspanya gibi ülkelerdi.Bu ülkelerde sanat müzi ği geçmi şi yoktu yada çok zayıftı. O nedenle besteciler halk ezgilerini kaynak olarak aldılar. Amaç, halktan kopmadan halkı müziksel ya şamın içine katarak ilerletmek, böylece “ulusal müzi ği” olu şturmaktı. Bunda ba şarılı da olmu şlardı. Türkiye ise, Tanzimat’tan az önce (1826) müzikte “Batılıla şma” yoluna girmesine kar şın, sarayın dı şa kapalı ve aktarmacılıkla yetinmesi, istenilen geli şmeyi sa ğlayamamı ştı. Atatürk her şeye yeniden ba şlamak zorundaydı.

59 Hindemith ça ğırıldı. Hindemith çe şitli incelemelerden sonra bir rapor hazırladı. Raporda, durum ortaya konduktan sonra öneriler sunuldu:

Orkestra, bir ülkenin müzik kültürü için çok önemlidir. Bu nedenle bugün yetersiz olan orkestra yabancı sanatçılarla takviye edilmeli, ula şabildi ği her yerde konserler vermeli, halka ula şmalı, konserlerde mutlaka ücret alınmalı ve her orkestra elemanı Musiki Muallim Mektebi’nde dersler vermelidir.

Hindemith, okul olmadan bir ülkenin müzik kültürünün yaratılamayaca ğını savunarak, bir müzik yüksek okulu (kurulması öngörülen Devlet Konservatuvarı) kurulmasını,

Opera, tiyatro ve konserler için bina yapılmasını, bu kurumlar için gerekli sanatçı kadrosunu okullardan kar şılamayı ve dolayısıyla okullarda buna yönelik eğitim verilmesi için düzenlemeler yapılmasını,

Okullarda, yabancı parçaların aktarılmasını yanlı ş buldu ğunu, halk ezgilerinden yararlanmak gerekti ğini ve derlemelere yönelimin şart oldu ğunu,

Halk melodileri toplanırken, halkın çalıp söyleyerek katılımı sa ğlanmalı ve daha sonra basit iki sesli uygulamalara gidilmeli, böylece amatör halk orkestra ve koroları olu şturulmalı, büyük orkestra ve korolar bu temel üzerinde yükselmelidirler görü şlerini savunmu ş ve buna yönelik önerilerde bulunmu ştu.

Hindemith’in bestecilere de çe şitli ele ştirileri ve paralelinde önerileri olmu ştu:

Aynen Atatürk’ün öngördü ğü gibi, halk müzi ğinden yola çıkarak sanat müzi ğine ula şmalısınız ö ğüdünü vermi şti.

Bunun gerekçelerini ise şöyle dile getirmi şti;

60 Arap etkisindeki (Osmanlı) kent müzi ği bütün teknik olanaklarını kullanmı ş, yapaca ğını yapmı ştır. Üzerinde daha fazla oynanamaz. Tekdüzeli ğe dü şmü ş ve çokseslili ğe cevap veremez bir noktaya gelmi ştir ve ayrıca yapısal olarak da çokseslili ğe uygun de ğildir,

Halk müzi ği bestecinin kullanmasına elveri şli bir yalınlıktadır, tüketilmemi ş olup çokseslili ğe uygundur,

Avrupa’da e ğitim gören bir grup besteci Avrupa tarzı eserler yaratmı ştır. Oysa bu insanların hiçbir duygu ve dü şüncesi Avrupalı olmadı ğından, Avrupa müzi ğini tam yansıtamayaca ğı gibi, asıl görevinden sapar ve Türk müzi ğinin Avrupa’ya kölece ba ğlanmasına yol açar. Üstelik halkın ya şamına, do ğal müzik duygusuna aykırı gelece ğinden dinlenemez…

1934 yılı müzik devrimi açısından çok önemli bir yıldır. Müzik e ğitimi için yurt dı şına gönderilen gençler geri dönmü şlerdi. Bunlar , Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Cevat Memduh Altar, Necil Kazım Akses, Hasan Ferit Alnar, Cezmi Erinç gibi sonraki yıllarda Cumhuriyet müzi ğine yön verecek ki şilerdi. (Bunlara daha önce yurda dönmü ş olan Cemal Re şit Rey de eklenmelidir). Bunlar yurda döndükten sonra daha çok küçük formlarda eserler yazıyorlardı. Ancak Atatürk, bunca e ğitimden sonra bahsetti ğimiz müzikçilerimizden daha büyük soluklu eserler bekliyordu. Atatürk’ün te şvikiyle, sıra Cumhuriyet devrimini anlatan opera yazmaya gelmi şti.

1934’te üç opera yazıldı. Atatürk bu beste çalı şmalarıyla yakından ilgileniyor, yazılan opera metinleri üzerinde çalı şarak bazı de ğişiklikler yapıyordu. Operalardan ikisini “Özsoy” ve “Ta şbebek” i Ahmet Adnan Saygun, “Bay Önder” i Necil Kazım Akses bestelemi şti.

Özsoy, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Ankara’ya gelmesi nedeniyle, Bay Önder ile Ta şbebek ise Atatürk’ün Ankara’ya geli ş yıldönümleri için hazırlanmı ştı. Özsoy,

61 1934’ün Haziran ayında İran Şahı’nın geli şi şerefine oynandı. Ta şbebek ile Bay Önder ise Atatürk’ün Ankara’ya geldi ği 27 Aralık’ta oynandı.

Özsoy, ilk milli opera olması ve Atatürk’ün genel devlet politikasına ı şık tutması bakımından önemli bir yapıttır. Dolayısıyla eserin konusundan bahsetmek yerinde olacaktır:

İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye’ye yapaca ğı ziyaret dolayısıyla yazdırılan “Özsoy” di ğer adı ile “Feridun” u Ahmet Adnan Saygun anılarında şöyle anlatıyor:

1934 yılı Haziran ayında Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı ile Atatürk’ün huzurlarında temsil edilmek üzere, bir opera yazmamı CHP’nin halkevleri ba şkanı merhum Necip Ali (Küçka), merhum Münir Hayri (Egeli) aracılı ğıyla istedi. Necip Ali’nin söyledi ğine göre, konuyu bizzat Atatürk vermi şti. Bu operanın Haziranın 20’sine do ğru temsili gerekiyordu. Bir aylık bir zaman vardı. Büyük tereddüt içindeydim. Zira zamanı bir yana bıraksak bile, operayı kimlerle, hangi solistlerle, hangi koro, hangi orkestra ile yapacaktım… Münir Hayri tarafından yazılmı ş metni okumak istedim. Konu uzun ve kalabalık bir solist toplulu ğu gerektiriyordu

Ve kadro olu şturuldu:

Orkestra: İstanbul Konservatuvarı Yaylı Sazlar Heyeti ile Riyaseti Cumhur Bando Heyeti,

Dans ve Koreografi: Selma ve Azade Selim Sırrı ,

Koro idaresi: Muallim Halil Bedii , Mediha Adnan ,

Koro: Ankara Kız Lisesi, Ankara Kız Orta Mektebi, Ankara Beden Terbiyesi, Ankara Enstitüsü talebeleri,

Kondüit: Şevket ,

Suflör: Enver Necip ,

62 Dekor ve kostümler: Mahmut-Galip ,

Soprano: Nimet Vahit , Semiha (Berksoy),

Tenor: Halil Bedii (Yönetken),

Bariton: Nurullah Şevket (Ta şkıran).

Konunun kayna ğı, İran Şairi Firdevsi’nin Şehname’deki Feridun Efsanesi’dir. Efsaneye göre, Feridun’nun Selm, Tur ve Iraç adlı üç o ğlu vardır. Atatürk’ün telkiniyle sadece Tur ve Iraç söz konusudur (konu de ğiştirilir) efsane şöyle ele alınmı ştır:

Yıllarca bir çocu ğu dünyaya gelmemi ş olan Feridun’un e şi Hatun, artık do ğurmak üzeredir. Bütün beyler da ğların tepesindeki tapınakta toplanmı şlardır. Feridun’da oraya gelir, beyleri selamlar ve hep birlikte Hatun’un çocu ğunu dünyaya getirmesi için dua ederler. Bir süre sonra Feridun’un ikiz o ğul sahibi oldu ğu haberi ula şır. Hatun’da bebekleriyle tapına ğa getirilir. Herkes ne şe içinde bu mutlu olayı kutlarken, etraf bir anda kararır ve o anda kötülük tanrısı “Ahriman” belirir. Sahnede onunla Hatun’dan ve bebeklerden ba şka kimse kalmamı ştır. Ahriman, şölene kendisinin davet edilmemi ş olmasından dolayı hiddet içindedir. Çocukları öldürmeye gücü yetmez; ama onarlı kendi çocukları ve torunlarıyla birlikte sonsuza dek sürecek hayatlarında birbirinden ayrı kalmaya ve birbirini tanımamaya mahkum eder. Eserin bundan sonraki kısımları birbirlerini kaybetmi ş, ama hiç ölmemi ş bu karde şlerin bin bir hayat sevdasıyla geçer. Bu arada Anadolu Sava şı ve onu takip eden barı ş dönemine kadar gelinir. Görülüyor ki, bu ölüm günün ko şullarına göre hazırlanmı ştır.

Son bölümde gene efsaneye dönülür: Gene da ğların arasındaki tapınak, Feridun, Hatun ve öteki beyler. Konu şmalardan sonra Hakan Feridun sorar: “Peki ama ben Tur ve Iraç’ı göremiyorum. Neredeler?” Bu soru üzerine hikayeyi en ba şta sunmu ş olan ozan, sahnenin tam kar şı tarafındaki Cumhurba şkanlı ğı locasında yan yana oturan Mustafa Kemal ile İran Şahı’nı göstererek, “ İş te Tur, i şte Iraç…Her Türk bir Tur, her İranlı bir Iraç’tır…”der. Burada heyecanın doru ğuna varmı ş olan

63 İran Şahı’nın Mustafa Kemal’in ellerine sarıldı ğını; birçokları arasında, özellikle onların yakınında bulunan N. Ali merhum anlatmı ştır…

Yukarıda bahsi geçen ilk ulusal operalar, beklenen sonucu vermi şti ancak, olanakların bu kadar zorlanarak ortaya çıkarılan temsillerde do ğal olarak amatör bir düzey gözlemleniyordu. Besteci Paul Hindemith’in 1935 yılında hazırladı ğı raporda sözü geçen önerilerin uygulanmasına ba şlandı ve Milli E ğitim Bakanlı ğı, Atatürk’ün direktifiyle Ankara’da bir devlet konservatuvarının kurulmasıyla ilgili hazırlıklara ba şladı. Dönemin Milli E ğitim Bakanı Abidin Özmen bu i ş için uzmanların katılımlarıyla toplanan bu kongrenin kararı uyarınca Milli E ğitim Bakanlı ğı’nda Güzel Sanatlar Genel Müdürlü ğü kurulmu ştur. 1936 yılında, Paul Hindemith ve Karl Ebert’in raporları do ğrultusunda, Musiki Muallim Mektebi içinde devlet konservatuvarı sınıfları çalı şmaya ba şlamı ştır 22 . Bu konuyla ilgili Atatürk’ün şöyle bir demeci vardır:

“Güzel sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir konservatuvar ve bir temsil akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır.

Güzel sanatların her şubesi için, kamutayın gösterece ği alaka ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalı şkanlık veriminin artması için çok tesirlidir.”

1935-36 ders yılında devlet konservatuvarında, müzik sanatının bütün dallarında oldu ğu gibi, tiyatro ve opera alanında da çalı şmalara ba şlanmı ştır. Okulda eğitim gören yetenekli ö ğrencileri co şkuyla e ğiten Ebert, bir deneme sahnesi gere ği duymaya ba şlamı ş, 1940 yılı ilkbaharında Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat

22 Paul Hindemith, sürekli görev kabul etmemi ş, zaman zaman Ankara’ya gelip konservatuvarı denetleyerek rapor vermi ştir. Karl Ebert, Devlet Konservatuvarı tiyatro tatbikat sahnesi ile opera stüdyosunu dokuz yıl kesintisiz yönetmi ş (1936-45) ve 1945 yılında Türkiye’den tamamen ayrılarak, önce Londra’ya sonra da Amerika’ya giderek çalı şmalarını uzun süre Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde, Tiyatro Bilimleri Kürsüsü profesörü olarak sürdürmü ştür.

64 Sahnesi kurulmu ştur. Amaç opera için yeti ştirilen gençlere deneme fırsatı vermek ve opera seyircisini hazırlamaktı.

Ve 1940 yılı 21 Haziran günü Ankara Halkevinde Türk sanatçılarla Türkçe ilk belli ba şlı gösteriyi sundu. Eser W.A. Mozart’ın “Bastien und Bastienne” adlı bir perdelik operasıydı. Şarkıcılar şunlardı:

Soprano Rabia Erler (Çubukçu) (Bastienne), tenor Süleyman Güler (Bastien) ve bas Ruhi Su (Kolas).

İkinci eser olarak “Madama Butterfly” (Puccini) sahnelenmi şti. Sanatçılar:

Soprano Mesude Ça ğlayan (Butterfly), mezzosoprano Necdet Biber (Suziki), bas Süleyman Tamer (Konsolos), tenor Hüsnü Gencer (Yamadori).

“Konservatuvar Tatbikat Sahnesi daha sonra şu eserleri hazırlayıp sundu: Puccini “Tosca” (yalnız ikinci perde) (1941), Beethoven “Fidelio” (1942), Puccini “Madama Butterfly” tümü (1942), Smetana “Satılmı ş Ni şanlı” (1943), Mozart “Figaro’un Dü ğünü” (1944), Puccini “La Boheme” (1945), Verdi “Maskeli Balo” (1947), Bizet “Carmen” (1948)” (Yener)

Aynı ça ğın opera öncüleri saydı ğımız ba şlıca sanatçılar:

Nimet Akalın, Belkıs Aran, Ayhan Aydan, Semiha Berksoy, Necdet Biber, Mesude Ça ğlayan, Rabia Erler, Hilmi Girginkoç, Mukadder Girginkoç, Muazzez Gökmen, Süleyman Güler, Aydın Gün, Orhan Günek, Vedat Gürten, Saadet İkesus (Altan), Nihat Kızıltan, Ali Köpük, Azmi Örses, Ruhi Su, Nurullah Şevket Ta şkıran.

1935-36 ders yılında Devlet Konservatuvarında tiyatro ve opera alanındaki çalı şmalar olumlu sonuçlar do ğurmu ş, İstanbul’dan ünlü rejisör Muhsin Ertu ğrul davet edilmi ş, tiyatro e ğitim ö ğretim çalı şmalarının ba şına geçirilmi ştir. Ancak,

65 Muhsin Ertu ğrul’un e ğitim anlayı şıyla Karl Ebert’inki uyu şmamı ş ve Muhsin Ertu ğrul kendi iste ğiyle İstanbul’a Şehir Tiyatrolarının ba şına dönmü ştür.

1935-36 ve 1936-37 yılı Türkiye için müzik sanatını uluslar arası düzeye ta şımak adına giri şilen çabalar bakımından oldukça önemli yıllardır. Bu gayretin, Atatürk’ün 1934 ve 1935 Büyük Millet Meclisini açı ş nutuklarında ileri sürdü ğü temel ilkelerden kaynaklandı ğı açıktır. Çünkü Milli E ğitim Bakanlı ğı’nın Almanya’dan Hindemith ve Ebert’i getirtip deneyimlerinden faydalanıldı ğıyla yetinilmemi ş İstanbul Belediye Meclisi de, konservatuvarı yeniden organize etmek adına Viyana’dan ünlü besteci Hofrat Joseph Marx’ı ça ğırıp yardımını sa ğlamı ştır.

Marx, İstanbul’a gelir gelmez, daha önce Cemal Re şit Rey ve Musa Süreyya tarafından yeniden düzenlenmi ş konservatuvarla ilgili incelemelerine ba şlamı ştır ve konservatuvar ikinci kez yeniden organize edilmi ştir.

Konservatuvar Tepeba şı’na ta şınmı ş, yatılı kısımda okuyan şehir bandosu üyeleri için Viyana’dan uzmanlar getirtilmi ş bu uzmanlar aynı zamanda konservatuvar orkestrası ve şehir bandosu çalı şmalarına da katılmakla görevlendirilmi şlerdir.

Yukarıda bahsetti ğimiz çalı şmaların olumlu sonuçlar do ğurması daha esaslı önlemler alınmasını gerektirmi ş ve 16 Mayıs 1940’da, Musiki Muallim Mektebi içinde idareten kurulup faaliyete geçirilmi ş olan Devlet Konservatuvarı, Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek yürürlü ğe giren yasayla, Müzik, Opera, Bale ve Tiyatro bölümlerini içine alan bir Devlet Konservatuvarına dönü ştürülmü ştür. 23

Ankara Devlet Konservatuvarı’nın “ Şan-Opera Bölümü” ilk mezunlarını 1942 yılında vermi ştir.

23 Yeni kurulan Devlet Konservatuvarının çalı şmaları, ne yazık ki Atatürk’ün ölümünden de iki yıl sonrasına rastlamaktadır. O çok istedi ği halde, devlet konservatuvarının, ancak 1939 yılında ba şlayabilen Türkçe opera denemelerini bile görememi ştir.

66 Konservatuvara 1935-36 yılından beri, batıdan birçok uzman gelmi ştir ki, şan ve opera bölümlerine büyük ölçüde eme ği geçmi ş Türk ve yabancı hocalar arasında özellikle şu uzmanlar yer almı şlardır:

Prof. Karl ebert, Dr. Ernst Prutorius, Georg Markowitz, Schösinger, Friedl Böhm, Elvire Hidalgo, Hans Erwin Hey, Apollogranforte, Nurullah Şevket Ta şkıran, Saadet İkesus.

Tatbikat sahnesi 19 Haziran 1949’da kabul edilen Devlet Tiyatrosu ve Operası yasasıyla tarihe karı ştı, temsiller yeni yapılan Büyük Tiyatro’da sürdürüldü.

1947-48 yıllarında Ankara’da Alman mimar Bonatz tarafından, sergi evinden tiyatro ve opera binasına dönü ştürülen Büyük Tiyatro, 2 Nisan 1948’de törenle hizmete açılmı ştır. Törende Türk Be şleri olarak niteledi ğimiz bestecilerimizden dördünün şu eserleri sergilenmi ştir:

Cemal Re şit Rey-1. Senfoni (ilk çalını şı), Ulvi Cemal Erkin-Keman Konçertosu (ilk çalını şı) (solist Liko Amar), Necil Kazım Akses-Ballade (ilk çalını şı), Ahmet Adnan Saygun-Kerem (ilk oynanı şı) (1. perdenin 1. sahnesi).

Ankara Devlet Tiyatrosu ve Operası 1949-51 yılları arasında Muhsin Ertu ğrul’un yönetiminde yeni binasında çalı şmalara ba şlamı ştır. 1951 yılından itibaren genel müdürlü ğe getirilen Cevad Memduh Altar’ın yönetiminde çalı şmalarını sürdüren Devlet Tiyatrosu ve Operası, 1953’de A.A.Saygun’un büyük opera türünde yazmı ş oldu ğu Kerem operasını büyük bir ba şarıyla sahneye koymu ştur.

Devlet Tiyatrosu ve Operasında genel müdürlük görevini 1954’de yeniden Muhsin Ertu ğrul almı ş ve 1958’den sonra da Necil Kazım Akses, Cüneyt Gökçer, Mithat Fenmen, Ferit Tüzün ve Gürer Aykal gibi müzikçiler yönetimde bulunmu şlardır.

67 1958'de tiyatro ile opera ayrılıp iki farklı Genel Müdürlük olmu ştur.

Devlet Opera ve Balesi, 1970’den sonra büyük opera türünde yazılmı ş ikinci ulusal opera A.A. Saygun’un Köro ğlu operası yine ba şarıyla sahneye kondu.

Ulusal eserlerin ve uluslar arası literatürden alınmı ş önemli eserlerin sanatçılarımızca ba şarıyla oynanmaları, operacılar, Cumhurba şkanlı ğı Senfoni Orkestrası ve balecilerimizin yurt dı şı turnelerine çıkmalarını sa ğlamı ştır. Leyla Gencer, Suna Korat, Ayhan Baran, Özgül Tanyeri gibi opera sanatçıları ve Meriç Sümen, Özkan Aslan gibi baleciler dünyanın ileri gelen sanat merkezlerinde büyük eserlerin ba şrollerinde oynamı şlardır.

Ankara Devlet Konservatuvarı’nın 1936’da kurulup, şan ve opera bölümünün ba şına getirilen Karl Ebert’in ulusal opera yaratma çabalarının ya şandı ğı yıllarda İstanbul da bo ş durmamı ştır. Genellikle müzikli oyunlar, operet uyarlamaları gibi hafif sahne yapıtları, İstanbul’da opera ortamını hazırlayan etkinliklerdir. İstanbul bu yıllarda büyük bir liman kentidir ve burjuvazi artık azınlık de ğildir. 1950’li yılların sonlarına gelindi ğinde “ İstanbul Şehir Operası” için bütün ko şullar hazırdır. İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda yeti şen şancı gençler, Muhsin Ertu ğrul, orkestra, koro…

Aydın Gün gibi deneyimli bir operacının da deste ğiyle İstanbul Şehir Operası kısa zamanda kurulmu ş ve etkinliklerine ba şlamı ştır. İstanbul Operası’nın sergiledi ği ilk yapıt (1960) “Tosca” dır.

1970’de Opera ve Bale Genel Müdürlü ğü’nün kurulması üzerine Ankara Operasının bir kolu olarak İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlü ğü do ğmu ştur.

Opera sanatıyla, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı itibariyle daha erken tanı şan İzmir, ticarette azınlıkların etkin konumda olması, kentin kültür mozai ğinde batıyla yakın ili şkiler kurabilen azınlıkların bulunması sebebiyle operaya daha yatkın bir kültürel yapıya sahipti.

68 Özellikle 1950’li yıllardan ba şlayarak İzmir’de müziksel ya şama ili şkin birikim kendini göstermi ştir. Paralelinde, 1950’lerin sonunda konservatuvara temel olan “Müzik Okulu” açılmı ştır ve birkaç yıl içinde konservatuvara dönü şmü ştür.

Yine yukarıda bahsedildi ği gibi, Ankara Devlet Operası’nın bir kolu olarak, 1983’de İzmir Devlet Opera ve Balesi kurulmu ştur.

Devamında, 1992’de Mersin Opera ve Balesi, 1999’da da Antalya Devlet Opera ve Balesi kurulmu ştur..

3.1. Dünyaca Ünlü Şan Solistlerimiz

Sanatını bütün dünyaya kabul ettirmi ş birkaç şan solistimizden bahsetmek gerekirse;

Leyla Gencer

Batı ülkelerinde “La Diva Turca”, “La Gencer”, “La Regina” olarak ün yapan Gencer, hem seçkin opera sahnelerinde hem resitallerinde hayranlık uyandırmı ş sanatçıların ba şında gelir. Leyla Gencer’in opera repertuarı 32 bestecinin 72 yapıtını kapsamı ştır. 1980’de operayı bıraktı ğı güne kadar dorukta kalmayı ba şarmı ştır.

Onu diva yapan operalardan bazıları:

Lucia, Norma, Lady Macbeth, Queen Elizabeth, Tosca, Lucrezia, Madame Butterfly, Alceste, Aida, Violetta, Leonora…24

24 Bkz. Zeynep Oral, Leyla Gencer Tutkunun Romanı.

69 Ayhan Baran

Uluslararsı şan ve opera sanatçımız bas Ayhan Baran, Avrupa’daki kariyerine 1959’da Münih’te Bavyera Radyo Senfoni ve Hannover’de Niedersachsen Senfoni Orkestraları e şli ğinde verdi ği konserlerle adım atmı ştır. 1961’de “Enescu” ve 1963’te “Verviers” şan yarı şmalarında ödül kazanan Baran, 1963’te “Harriette Cohen” altın madalyasını kazanmış, Almanya’da seçkin operalarda konuk sanatçı olarak sahneye çıkmı ştır. 1968’de Londra’da seslendirdi ği Verdi’nin “I Vespri Siciliani” operası İsviçre’de plak yapılmı ştır. Adnan Saygun’un halk şarkıları içeren dört pla ğı ile 1985’te Fransız Plak Akademisi’nin ödülünü kazanmı ştır.

Suna Korat

Paris’te National Opera’da sahneye çıkan ilk Türk solist olan Korat, dünyanın seçkin birçok operaevinde sanatını dinletmi ş, resitalleri ve plaklarıyla hayranlık uyandırmı ştır.Birçok kez La Scala solistleriyle çe şitli operalarda rol almı ş olan sanatçımız, Avrupa’nın birçok ülkesinde konuk sanatçı olarak oynadı ğı operalarda be ğeni kazanmı ştır. Suna Korat da Devlet Sanatçısı ünvanıyla onurlandırılmı ş sanatçılarımızdandır.

Yelda Kodallı

1988’de Avusturya radyosunda “Sihirli Flüt” ve “Hoffman’ın masalları” operalarında kazandı ğı ba şarılarla kariyerinde ilk adımları atmı ş olan sanatçımız, “Sihirli Flüt” ün bir dizi performansı için Rykjavik’e davet edilmi ş, hayranlık yaratan icrasıyla Viyana’da Devlet Operası, Halk Operası ve Almanya’da Manheimm Operası’nda aynı yapıtla sanatını sergilemi ştir. 1994’de Torino’da Teatro Carlo Felice’de söyleyen Kodallı, 1995’te Madrit’te ve Japonya’da sahneye çıkmı ş, daha sonra Bavyera Şehir Operası, Paris Bastille Operası ve Milano’daki La Scala’da, Strazburg Festiveli’nde ve Chicago Lirik Opera’da ba şarılar kazanmı ştır.

70 Zehra Yıldız

1997’de genç ya şta kaybetti ğimiz soprano Yıldız, 1984’de İtalya’da La Boheme Opera Yarı şması’nda ilk be ş içine girerek uluslar arası ilk ba şarısını kazanmı ştır. 1987’de Uluslar arası Verdi Yarı şması’nda finale kalarak Verdi Şan Akademisi’nden burs kazanmı ş, 1988’de Siena’da yapılan Uluslar arası Ettore Bastianni Şan Yarı şması’nda gümü ş madalyaya layık görülmü ştür. Sanatçıi İstanbul Devlet Operası’ndaki ba şarılarının yanı sıra Avrupa’nın birçok kentinde özellikle Almanya’da seçkin operalardan davetler almı ştır. 25

3.2.Opera Bestecilerimiz

Yıllar sonra Atatürk’ün hayallerini kurdu ğu noktaya gelinmi ş, devlet konservatuvarı yetenekli besteciler, müzikçiler, konsertistler, virtüözler, balerinler yeti ştirmi ştir. 26

Bunlardan opera bestecilerimize de ğinilecek olursa:

Cemal Re şit Rey

Ulusal musikimizi yaratma yolunda harcanan emeklerin öncüsü ve bu emeklerin gerçek hedeflerine ula şmasında ba şarılı olan ilk besteci olarak tanınmı ştır. Ulusal eserlere uluslar arası nitelik kazandırmak açısından, gerek gerekli olan

25 Bkz. Zehra’nın Öyküsü, Evin İlyaso ğlu, 1998 26 Türkiye’de cumhuriyet sonrası kurulan devlet konservatuvarındaki bale bölümü istenildi ği gibi yürümemi ş, 1947’de İngiliz Kraliyet Balesi’nin kurucusu ve bale sanatçısı Dame Ninette de Valois ça ğırılarak bir okul açması istenmi ştir. 1948’de Ye şilköy’de kurulan okula ö ğretmen olarak İngiltere’den Joy Newton ve Audrey Knight getirilmi ş, okul 1948’de Ankara’ya alınarak Devlet Konservatuvarında e ğitime ba şlanmı ştır. Daha sonra ö ğretmen kadrosuna Lorna Munsforg, Beatrice Appleyard, Travis Kemp ve Molly Lake gibi sanatçılar da eklenm şitir. Okul ilk mezunlarını 1957’de vermi ş ve Manuel de Falla’nın “El Amor Brujo” adlı yapıtı “Büyüleyen A şk” adıyla sahnelenmi ştir. Daha sonra çe şitli klasik bale yapıtları da ba şarıyla sunulmu ş, sıra Türk bestecilerine gelmi şti. Ferit Tüzün’ün “Çe şme Ba şı”, Nevit Kodallı’nın “Senfonietta”, Bülent Tarcan’nın “Hançerli Hanım”, Çetin I şıközlü’nün “Judith”, Necil Kazım Akses’in “Pembe Kadın” ve Cengiz Tanç’ın “Ço ğul” adlı yapıtları sahneye konmu ştur. Yüksel arad, Meriç Sümen, Suna Şenel, Sait Sökmen ve Oytun Turfanda gibi ba şarılı sanatçılar yurt içinde ve yurt dı şında ba şarılı temsiller vermi şlerdir. İlk bale koreograflarımız ise Oytun Turfanda ve Duygu Aykal idi.

71 uluslar arası ortak teknik donanımına gerekse dünya müzik literatürünü yakından tanımak bakımından yeterli donanıma sahip ilk Türk bestecisi, orkestra yöneticisi, eğitici, ö ğreticidir Cemal Re şit Rey.

Cemal Re şit Rey’in librettoları genellikle a ğabeyi Ekrem Re şit Rey tarafından hazırlanmı ş olan operaları şöyledir:

Faire sans dire, Jean Marek, Sultan Cem, L’Enchantement; Zeybek, Köyden Bir Facia, Çelebi.

Ahmet Adnan Saygun

Ulusal müzik literatürüne büyük opera türünde yazdığı 2 opera, 1 epik dram ve ayrıca iki opera ile katkıda bulunan Ahmet Adnan Saygun, İzmir’de İttihat ve Terakki mektebinde ba şladı ğı müzik e ğitimini, Paris’te çe şitli hocalardan aldı ğı eğitimle peki ştirmi ştir. Ahmet Adnan Saygun Cumhuriyetin müzik devrimi sürecinde en çok sahnede olan müzisyenlerden biridir.

1931 yılında Paris’ten Ankara’ya dönerek Musiki Muallim Mektebi’nde kontrpuan ö ğretmeni olarak görev yapmı ş ve o tarihten itibaren de eser vermeye ba şlamı ştır.

Müzik sanatının hemen her dalında eser vermi ş olan Saygun, sahne için şu eserleri yazmı ştır:

Özsoy Destanı, Ta şbebek operası, Kerem, Gılgamı ş, Köro ğlu.

Necil Kazım Akses

Müzik ö ğrenimine İstanbul’da ba şlamı ş olan besteci, Viyana Müzik Akademisi’nde ve Prag Konservatuvarında büyük bestecilerle çalı şarak kompozisyonda yüksek ihtisas yapmı ştır.

72 1934 yılında yurda dönen Akses, Ankara Devlet Konservatuvarının kurulu şunda Hindemith’le organizasyon çalı şmalarında bulunmu ş, aynı zamanda kurumun teori ö ğretmenli ği görevini üstlenmi ştir.

Müzik sanatının de ğişik dallarında eserler vermi ş olan Akses şu operaları yazmı ştır:

Mete (1933), Bayönder (1934).

Sabahaddin Kalender

Müzik ö ğrenimine Ankara Müzik Ö ğretmen Okulu’nda ba şlamı ş olan Kalender, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda bestecilik ve orkestra yönetimi bölümlerini bitirmi ştir. 1948 yılında Paris’e gönderilmi ş, 6 yıllık e ğitimden sonra yurda dönmü ş ve Devlet Opera ve Balesi’nde görevlendirilmi ştir.

Müzik sanatının hemen her dalında eserler vermi ş olan Sabahaddin Kalender şu üç operayı bestelemi ştir:

Nasrettin Hoca (1962), (komik-opera, 4 tablo), Karagöz , Deli Dumrul .

Nevit Kodallı

Müzik ö ğrenimine (1939-47) Necil Kazım Akses ile kompozisyon dersleriyle Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ba şlamı ş olan Kodallı, Ferhunde Erkin’den piyano, Dr. Ernst Preatorius ile Ferit Alnar’dan da orkestra yöneticili ği dersleri almı ştır. Devlet Konservatuvarının ileri devre kompozisyon ve orkestra yönetimi bölümlerinden yüksek ihtisas yaparak mezun olan Nevit Kodallı, Paris’te de kompozisyon ve orkestra yönetimi e ğitimi aldıktan sonra yurda dönmü ş, Ankara Devlet Konservatuvarına Kontrpuan ve Füg. Enstrüman Bilgisi, Form Bilgisi öğretmenli ği yapmı ştır.

73 Atatürk Orotoryosu ’nun yanı sıra ça ğda ş opera alnında da 2 eser bestelemi ştir:

Van Gogh (opera, 5 tablo), Gılgame ş (opera, 4 perde).

Ferit Tüzün

Ankara Devlet Konservatuvarı’nın yeti ştirdi ği genç ku şak sanatçıları arasında çok sesli ça ğda ş Türk sanat müzi ğine de ğerli eserler katmı ş olan Tüzün, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın piyano bölümünde öğrenimine ba şlamı ş, daha sonra iki sınıf atlayarak kompozisyon bölümüne kabul edilmi ştir. Yüksek piyano bölümünde mezun olmu ş, 1952 de Üç Kısımlı Senfoni ile Necil Kazım Akses’in öğrencisi olarak, ileri kompozisyon bölümünü birincilikle bitirmi ştir.

1954 yılında orkestra yönetimi ö ğrenimi için Almanya’ya gönderilmi ş, Münih Devlet Müzik Akademisi’nde yüksek ihtisas bölümünden mezun olmu ştur. Türkiye’ye döndükten sonra Devlet Opera ve Balesi orkestra yöneticili ği yapmı ş, daha sonraki yıllarda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlü ğü’nü, ölüm yılı olan 1977’ye kadar üstlenmi ştir.

Müzik sanatının hemen her dalında eser vermi ş olan besteci, müzikal sahne sanatı alanında şu eseri bestelemi şitr 27 :

Midas’ın Kulakları (opera, 2 perde, 1969).

Cengiz Tanç

Müzik ö ğrenimine kemanla ba şlamı ş olan Tanç, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Ahmet Adnan Saygun’un ö ğrencisi olmu ştur.

27 Bkz. Şenel, Onur, Ferit Tüzün’ün Ça ğda ş Türk Bestecili ği İçin Önemi,2006 (Tez)

74 1953’de Londra’da kompozisyon e ğitimi aldıktan sonra 1956 yılında yurda dönen Tanç, aynı yıl yine Konservatuvara girmi ş, Ahmet Adnan Saygun’un öğrencisi olarak kompozisyon bölümünden mezun olmu ştur. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ö ğretim üyeli ği yapmı ş olan Tanç’ın eserlerinin birço ğu Cumhurba şkanlı ğı Senfoni Orkestrası ve Devlet Balesi tarafından seslendirilmi ştir.

Tanç, Deli Dumrul adlı bir opera bestelemi ştir.

Çetin I şıközlü

Ankara Devlet Konservatuvarı’nda piyano, trombon ve kompozisyon öğrenimi görmü ş ve 1970 yılında kompozisyon bölümünden mezun olmu ş olan Işıközlü, daha sonra Roma’ya gönderilmi ş ve çalı şmalarını kompozisyon ve orkestra yöneticili ği alanlarında sürdürmü ştür.

Işıközlü, Ankara Devlet Operası ve Balesi’nde korrepetitör olarak görevlendirilmi ş, aynı ünvanla Almanya’da Giessen Operası’nda da çalı şmı ştır.

Ç. I şıközlü, ünlü romancı Ya şar Kemal’in Ağrı Da ğı Efsanesi adlı eserinden esinlenerek 1972 yılında Gülbahar adlı 3 perdelik dramatik bir opera bestelemi ştir.

Okan Demiri ş

İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda viyolinist ve besteci Ekrem Zeki Ön’ün ö ğrencisi olan Demiri ş, 1963 yılında konservatuvarın yüksek devresini viyolinist olarak bitirmi ştir. Aynı yıl Ankara Devlet Konservatuvarı’nın yüksek ihtisas dönemine kabul edilmi ş, yıl sonunda sınıf atlayarak yüksek dönemden de mezun olmu ştur.

Daha sonraki yıllarda İstanbul Belediyesi Şehir ve Opera Orkestrası’nda, İstanbul Radyo Senfoni Orkestrası ile oda orkestralarında görev üstlenmi ş olan Demiri ş, Atatürk E ğitim Enstitüsü ile İstanbul Konservatuvarı’nda ve Türk Musikisi

75 Devlet Konservatuvarı’nda armoni, teori ve keman öğretmeni olarak da görev yapmı ştır.

Memleket folklorundan esinlenerek çe şitli eserler de vermi ş olan viyolinist besteci, IV.Murat , Karya ğdı Hatun ve Yusuf ile Züleyha adlı üç opera yazmı ştır.

76 SONUÇ

Opera sanatı Avrupa’da do ğmu ş ve yine öncelikle Avrupa’da olmak üzere dünyada önemli evrelerden geçmi ştir.

Opera sanatı, Avrupa’da do ğuşundan günümüze de ğin soyluların, entelektüellerin ve klasik müzik u ğra şıcılarının be ğeni ve kullanımı dı şına çıkamamı ş, ancak müzikte ve sahne sanatlarında bir takım yenilikler ve devrimler diye adlandırılabilece ğimiz giri şimlerle halka entegre edilebilmi ştir.

Türklerin opera sanatıyla tanı ştı ğı XIX. Yüzyıl itibariyle opera, benzer süreçleri Türkiye’de de ya şamı ş ancak bu süreç Türkiye’de çok daha sancılı olmu ştur. Çünkü opera Atatürk devrimlerine kadar Türkiye’nin yüzünün dönük oldu ğu do ğu kültürünün bir ürünü de ğildir. Ancak Avrupa’daki süreci de inceleyecek olursak, bir süre sonra operanın do ğdu ğu İtalya’dan ba ğımsızla şarak Batı dünyasında ortak bir dil yarattı ğını görebiliriz. Dolayısıyla, Atatürk’ün devrimleri arasında en çok önemsedi ği devrimlerden birinin müzik devrimi olmu ş olması Türk ulusunun bu konudaki gecikmi şli ğinin bir ürünüdür. Musiki devrimi oldukça haklı bir istemdir. Atatürk, bilindi ği gibi bir çok söyleminde saray musikisinin bizim öz musikimiz olmadı ğını ifade etmi ş, bizim öz musikimizin Anadolu’da ya şayan halk musikimiz oldu ğunu ve yeni milli musikimizi halk musikimiz ekseninde yaratmamız gerekti ğini savunmu ştur. Atatürk’e göre; kendi özümüzden kopmadan, fakat evrensel müzi ğin gerekliliklerini de göz ardı etmeden bunlardan faydalanmamız gerekmektedir. Yani “kendimizi” onların da anlayabilece ği bir dille anlatmak gerekmektedir. Zira Rusya böyle bir yol izlemi ştir ve Atatürk’ün musiki ideallerine en önemli ve ba şarılı örnek de budur.

Büyük önder Atatürk’ün sahip oldu ğu vizyon o günkü ko şullarda müzi ğe, adeta hayranlık uyandıran, derin bir perspektiften bakabilmesini sa ğlamı ş, bu perspektif do ğrultusunda müzikte ça ğda ş seviyeyi yakalama adına tüm gerekli giri şimlerde bulunmu ştur. Bu nedenle “Türk Operası” denince ilk akla gelen, gelmesi gereken Cumhuriyet Dönemidir. Çünkü, ilk ulusal opera yaratma kaygısı bu dönemde

77 hissedilmi ş, müzi ğin özellikle de operanın milletlerin, politik ve kültürel açıdan kendini ifade etmek konusundaki etkisi bu dönemde kavranmı ştır. Dolayısıyla büyük önder Atatürk, yeni devlet düzeni olu şturmak amacıyla planladı ğı devrimler arasında ilk etapta en çok müzik devrimini önemsemiş ve Ulusal Opera yaratmak konusunda oldukça akılcı çözümler üretmi ştir.

Ancak, ne yazık ki 1950’den sonra devletin müzik politikası de ğişmi ştir. Atatürk’ün en önemli devrimlerinden biri olan müzik devrimi, yöneticilerce Batılı görünmenin aracı haline getirilmi ştir. Bireyi ve toplumu duygu ve dü şünsel olarak geli ştirecek, ilerletecek ve dönü ştürecek i şlevsel bir araç olarak görülen evrensel de ğerdeki milli musiki bu i şlevinden soyutlanmı ştır. Aynı 19. yüzyılda oldu ğu gibi yapısal de ğişmenin yerini biçimsel görüntü almı ştır.

Bunun sonucunda yine Atatürk’ün öngörüsüyle altyapı olu şturmak amacıyla kurulmu ş olan Konservatuvar ihmal edilmiş ve yurtiçi ve yurtdı şı konserler, opera ve bale gösterileri, Batı’dan sanatçı ve ünlü topluluklar getirmek moda olmu ş dolayısıyla bu iki kurum arasındaki organik ba ğ kopmaya ba şlamı ştır.

Cumhuriyet kültürünü halka götüren en önemli kurumlardan olan halkevleri, ciddi müzik e ğitimi veren ve böylece burada yeti şen ö ğretmenlerle müzi ği köylere ula ştıran Köy Enstitüleri kapatılmı ştır.

1960’lardan sonra belli çabalar sarfedildi: 7. Milli E ğitim Şurası (1962); Müzik ve Sahne Sanatları Danı şma Kurulu (1964); Devlet Planlama Te şkilatı ile be ş yıllık planlarda (1963-67) ve yıllık programlarda müzikle ilgili bazı kararlar alındı. Ancak, hiçbir hükümet bir adım atmamı ş, müzik devlet politikası olmaktan fiilen çıkarılmı ştır.

78 1970’lerde Ankara ve İstanbul’da müzik e ğitimi veren birer konservatuvar vardı ancak, bu iki okul yeterli sayıda ve nitelikte eleman yeti ştirmeye yetmemi ştir. Besteci ve yorumcularımız yurtdı şına gitmek zorunda kalmı ştır.

Müzik ö ğretmeni yeti ştirecek tek kurum Gazi E ğitim Enstitüsü idi. Tabii olarak bu nedenle birçok okulda ö ğretmen açı ğı var idi.

Özetle o dönemde müzik ya şamı Ankara merkez olmak üzere, ikinci derecede İstanbul, birazda İzmir ile sınırlı kaldı. Bunun sonucunda operanın halka entegrasyon sürecinde ba şa dönü ş kaçınılmaz olmu ştur.

1980’lerin sonlarına do ğru yeni ça ğda ş müzik kurumlarının hazırlık çalı şmaları ba şlamı ştır. Bu çabalarda yine devletin de ğil, Cumhuriyetçi aydın ve politikacıların, müzikseverlerin çabalarıydı. Bu kurumlardan bazıları şunlardır:

Bilkent Üniversitesi’ne ba ğlı konservatuvar ve orkestra,

Adana Konservatuvarı ile Çukurova Senfoni Orkestrası,

Eski şehir Konservatuvarı ve Orkestrası,

Bursa Senfoni Orkestrası,

Edirne Konservatuvarı…

Ancak bu giri şimlerin tamamı farklı amaçlarla (siyaset vb.) gerçekle ştirilmi ş oldu ğu için, altyapısına, ö ğretim elemanlarına, mekana ve gerçek bir e ğitim için gerekli di ğer şartlara temas edilmemi ş, dolayısıyla bu giri şimler altı bo ş giri şimler olarak üniversite müzik bölümlerinde e ğitimi lise düzeyine dü şürmü ştür…

Oysa Cumhuriyetin müzik politikasında her şey en akılcı, en ekonomik, en verimli bir şekilde ve belli bir plan çerçevesinde i şliyordu. Müzi ğe dair bütün kurumlar organik bir ba ğla i şliyor, böylece müzik ya şamı adım adım kurumla şıyordu.

79 Atatürk gibi bir devlet adamının, öngörüleri bu kadar kuvvetli olan bir müzikseverin özlemi ve eksikli ğinin fazlasıyla hissedildi ği günümüzde, öncelikle;

Bina ve sahne sorunları, yönetmen ve e ğitim sorunları, dramaturji ve finans sorunlarının çözümü ve çokseslili ğe yabancı olan Türk halkının yeniden bu sanata ilgisinin olu şturulabilmesi ve benimsetilmesi için, ivedi olarak devlet deste ğinin arttırılması gerekmektedir. Bununla birlikte sanatçı e ğitiminin Atatürk döneminde oldu ğu gibi yine bu i şin vatanı olan ülkelerden üst düzey müzik e ğiticileriyle işbirli ği halinde yapmak gerekmektedir. Sanatçı donanımlarının güçlendirilmesi için, sanatçı yeti ştiren kurumların ve e ğitim sisteminin ivedi olarak alınacak önlemler ve sistemin geli ştirilmesi ile opera sanatının önünün açılması sa ğlanmalıdır. Opera sanatının popüler bir kimli ğe kavu şabilmesi, izleyici kitlesinin arttırılabilmesi için, Türk e ğitim ve ö ğretim kurumlarında ilk ve orta dereceli okullardan ele alınmak üzere, opera ve bale sanatı e ğitiminin, henüz yeti şme ça ğında olan gençlerden ba şlaması gerekmektedir.

Opera ve Bale tarafından, gerek klasik repertuarın gerekse yeni yabancı eserlerin sunulması çok faydalı olacaktır. Fakat bu yeterli bir faaliyet olamayacaktır. Bu kurumların asıl görevi, programlarına ivedi olarak alınmasıyla yerli repertuarın olu şmasını sa ğlamak ve halka büyük ölçüde, kendi sanatkarlı ğının yarattı ğı eserleri sunmak, böylece bir yandan milli bir opera ve balenin olu şumunu gerçekle ştirirken, bir yandan da dünya repertuarına katkıda bulunmak olmalıdır. Bu kurumların yıllık repertuarlarının yarısını yerli, di ğer yarısını ise yabancı eserler olu şturmalıdır. Bu i ş için biran önce faaliyete ba şlamak ve yerli eser oranını yükseltmek gerekmektedir. Bunun için bestecilerimizi opera ve bale yazmaya teşvik gerekmektedir. Bu i şin ilk şartı eser ısmarlamaktır.

Bugün ülkemizde ulusal bir opera ve balenin tam anlamıyla gerçekle şebilmesi için gerekli ko şulların ve olanakların tümü de ğilse bile, çok büyük bir kısmı mevcuttur. İnançla ve istikrarla uygulanabilecek ve alınabilecek önlemler ile, Türkiye’de opera Atatürk’ün önderli ğinde, bugüne kadar gösterilen

80 çabaların bo şa çıkmadı ğı, de ğer verilen, anla şılabilen, amacına ula şmı ş bir nitelik kazanabilir.

81 KAYNAKLAR

AKTÜZE, İ., (2003). Müzi ği Anlamak . Ansiklopedik Müzik Sözlü ğü. İstanbul: Pan Yayıncılık.

ALANER, A.B. (2000). Tarihsel Süreçte Müzik , Eski şehir: Anadolu üniversitesi Yayınları.

AL İ, F., (1987). Müzik ve Müzi ğimizin Sorunları . İstanbul: Cem Yayınevi.

AL İ, F.,(2002). Elektronik Müzi ğin Öncüsü Bülent Arel . . İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

AL İ, F., (1996). Cemal, Re şit Rey’e Arma ğan. Ankara:Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

ALTAR, C.M. (1982). Opera Tarihi IV , Ankara: Kültür Bakanlı ğı Yayınları.

AMMER, C. (1995). The HarperCollins Dictionary of Music . New York: Christine , HarperCollins Publishers.

AND, M. (1074). Oyun ve Bügü, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. AND, M. (1976). Turkish Dancing, Ankara: Dost Yayınları.

ARACI, E., (2001). Ahmet Adnan Saygun . İstanbul: Yapı Kredi yayınları

ATAMAN, Y., (1991). Atatürk ve Türk Musikisi , Kültür Bakanlı ğı yayınları, Ankara.

AYDIN, Y.,(2003). Türk Be şleri . Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları,

BARTOK, B.(1999). Küçük Asya’dan Türk halk musikisi . İstanbul.: Pan yayıncılık,

BA ŞEĞMEZLER, N. (1993) Necil Kazım Akses Cumhuriyetin Özgün Bestecisi . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

CLARK, M. R. (2002). Singing, Acting and Movement in Opera . Bloomington: Indiana University Press.

CUMHUR İYET’ İN SESLER İ, (1999). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.

CUMHUR İYET, cilt IV, 1998 Yeni Türkiye Yayınları,

82 CUMHUR İYET DÖNEM İ TÜRK İYE ANS İKLOPED İSİ, cilt 6, 1995 İleti şim Yayınları,

ÇALGAN, K. (1992). Ulvi Cemal Erkin Duyu şlar`dan Köçekçe`ye . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

DAY, R. (2004). Bilimsel Makale Nasıl Yazılır, Nasıl Yayımlanır? (çev. Gülay Aşkar Altay). Ankara: Tübitak Yayınları.

DON İNGTON, R. (1990). Opera and its Symbols . New Haven: Yale University Pres.

FINKELSTE İN, S. (1995). Besteci ve ulus . (çev. M. Halim Spatar) İstanbul: Pencere Yayınları,

FINKELSTE İN, S. (1986). M üzik neyi anlatır .(çev. M. Halim Spatar) İstanbul: Kaynak yayınları.

FİNNEY, T. M. (1947). A History of Music . New York: Harcourt, Brace and Company.

FIRAT, E. O. (1999). Ça ğda ş Kü ğ Tarihi İçin İmler – 1 . İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

GED İKL İ, N. (1987) Müzik Ara ştırmacısı Ve Folklorcu Olarak Ahmet Adnan Saygun . İzmir: İzmir Filarmoni Derne ği yayınları,

HİNDEM İTH, P. (1983) Türk Kü ğ Ya şamının Kalkınması İçin Öneriler . (çev. Gültekin Oransay) İzmir: Kü ğ Yayınları

HUNTER, M. K. (1999). The Culture of Opera Bufa in Mozart’s Vienna . Princeton: Princeton University Press.

İLYASO ĞLU, E. (1997). Cemal Re şit Rey . İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

İLYASO ĞLU, E. (1998). 25 Türk Bestecisi . İstanbul: Pan Yayıncılık.

İLYASO ĞLU, E. (1998). Ça ğda ş Türk Bestecileri . İstanbul: Pan Yayıncılık.

İLYASO ĞLU, E. (1994). İlhan Usmanba ş Yeninin Pe şindeki Ba ğdar . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

İLYASO ĞLU, E. (1998) Necil Kazım Akses . İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

İLYASO ĞLU, E. (1995) Zaman İçinde Müzik . İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

İLYASO ĞLU, E. (2000) İlhan Usmanba ş Ölümsüz Deniz Ta şlarıydı . İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

83 KAHRAMANKAPTAN, Ş. (2001). Ferit Tüzün`e Arma ğan . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

KAHRAMANKAPTAN, Ş. (2005) Atatürk, Saygun ve Özsoy Operası. Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

KAPLAN, A. (2005). Kültürel Müzikoloji . İstanbul: Ba ğlam Yayınları.

KARASAR, N. (2004). Bilimsel Ara ştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Da ğıtım.

KARASAR, N. (2000). Ara ştırmalarda Rapor Hazırlama . Ankara:Nobel Yayın Da ğıtım.

KAYGISIZ, M. (2000). Türklerde Müzik . İstanbul: Analiz Basım Yayın.

KAYGISIZ, M. (2004). “Müzik Tarihi Ba şlangıcından günümüze müzi ğin evrimi ”, İstanbul: Kaynak Yayınları.

KIMMEY, J. A. (1988) A Critique Of Musicology : Clarifying The Scope, Limits, And Purposes E. Lewiston: Mellen Pres.

KOZ, S.M. (2007). Metin And’a Arma ğan , İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.

KUTLUK, F. (1997). Müzik ve Politika , Ankara: Doruk Yayınları.

KÜTAHYALI, Ö. (1981). Ça ğda ş Müzik Tarihi . Ankara: Varol Matbaası.

MENDELSOHN, F. (1940). The Story of a Hundred Operas , Grosset&Dunlap Publishers.

MEYER, S. C. (2003). Carl Maria von Weber and the Search for a German Opera . Bloomington: Indiana University Pres.

MORR İSON, S. A. (2002). Russian Opera and the Symbolist Movement . Berkeley: University of California Press.

NE İMETZADE, E. (2002). Opera Sanatı. Ankara: Seçkin.

OKYAY, E. (1998). Nevit Kodallı Türkülerden Oratoryoya . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

OKYAY, E. (2004). Faik Canselen – E ğitime tutkulu bir besteci . Ankara: Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

OKYAY, E. (1999). Ferid Alnar Longa`dan Konçerto`ya . Ankara:Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

84 ORAL, Z. (1996). Leyla Gencer: Tutkunun Romanı , İstanbul: YKB Yayınları.

ORANSAY, G. (1985). Atatürk ile Kü ğ. İzmir: Kü ğ Yayınları.

ORREY, L. (1999). “Opera (A Concise history)” Thames and Hudson

OSKAY, Ü. (2001). Müzik ve Yabancıla şma . İstanbul: Der Yayınları.

Osmanlı, cilt 9,Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

ÖZER, Y. (1997). Bilim perspektifinde müzik. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.

ÖZKAZANÇ, E. (1999). Operanın Tarih İçindeki Yeri ve Önemi Yurdumuzdaki Opera Devinimleri , Yüksek Lisans Sanat Eseri Çalı şması Raporu.

ÖZTUNA, Y. (1969). Türk Bestecileri Ansiklopedisi . İstanbul: Hayat Yayınları.

POPESCU-JUDETZ, E. (1996). Türk musiki kültürünün anlamları . (çev. Bülent Aksoy) İstanbul: Pan Yayıncılık.

REF İĞ , G. (1991). A.Adnan Saygun ve Geçmi şten Gelece ğe Türk musikisi , Ankara: Kültür Bakanlı ğı Yayınları.

SACHS, C. (1965). Kısa Dünya Musikisi Tarihi, çev. İlhan Usmanba ş, İstanbul: Milli E ğitim Basımevi. SAY, A. (1998). Türkiye’nin Müzik Atlası . İstanbul: Borusan Kültür Sanat Yay.

SAY, A. (1995). M üzik Tarihi . Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

SAYAN, E. (2003). Müzi ğimize Dair, Görü şler, Analizler, Öneriler . Ankara: ODTÜ Geli ştirme Vakfı Yayıncılık ve İleti şim A. Ş.

SAYGUN, A. A. (1987). Atatürk ve Musiki . Ankara: Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.

SIMON, H. W. And VE İNUS, A. (1949). The Pocket Book of Great Operas, Pocket Boks , New York 1949.

SIMON, M. and SCHUSTER (1983). The Met: One hundred Years of Grand Opera , New York.

SÖZER, V. (1986). Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi . İstanbul: Remzi Kitabevi.

STANLEY, S. (1980). The New Grove Dictionary of Music and Musicians . London: Macmillan Publishers Limited.

85 SUN, M. (1969). Türkiye’nin Kültür, Müzik ve Tiyatro Sorunları . Ankara: Ajans- Türk Kültür Yayınları.

SUN, M.,ve KATO ĞLU, M. (1993). Türk Kalarak Ça ğda şla şmak . Ankara:Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

TAN İLL İ, S. (1998) Türkiye’de Aydınlanma Hareketi . İstanbul: Adam Yayınları.

THE MUS İC MAKERS İN TURKEY. Music Encyclopedia Publications.

THE LAROUSSE ENCYCLOPED İA OF MUS İC. (1976). Chartwell Boks Inc.

TURA, Y. (1988). Türk Musikisinin Meseleleri . İstanbul: Pan Yayıncılık.

UÇAN, A. (1996) İnsan ve Müzik, İnsan ve Sanat E ğitimi . Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

UÇAN, A. (1997). Müzik E ğitimi:Temel Kavramlar-İlkeler-Yakla şımlar . Müzik Ansiklopedisi Yayınları. Ankara

UÇAN, A. (2000). Geçmi şten Günümüze, Günümüzden Gelece ğe Türk Müzik Kültürü . Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

USMANBA Ş, İ. (1974). Müzikte Biçimler . Milli E ğitim Basımevi. İstanbul

YILDIZ, D. (2004). Bilincin I şığında Müzik . Ankara: Yurt Renkleri Yayınevi

YENER, F.[t.y.] Türkler ve Opera Sanatı , İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu.

YENER, F. (1991). Müzik Kılavuzu . Ankara: Bilgi Yayınevi.

YENER, F. (1996). 100 Opera , İstanbul: Do ğan Karde ş Yayınları.

YENER, F. (1983) Müzik Tarihi. İstanbul: Türkiye Turing ve Otom. Kur.

YILDIZ, D. (2006). Aleksandır Borodin ya şamı ve Eserleri, İstanbul: Sun Yayınevi. VINCENT, H. (1950). Stories of Famous Operas, Milligan , , New York: Permabooks. WAGNER, R. (1995 ). “Opera and Drama” Translated by William Ashton Ellis,university of Nebraska Press Lincoln and London.

86