Kurucusu: Yunus Nadi_____ 100 17 E

S O P R A N O SEMİH A BERKSOY’un ANILARI

Nazım Hikmet ve Fikret Mualla ile mektuplaşmaları

mkara’ya döndüm Vali Nevzat Tandoğan çağırdı. Ben o yıllarda ’da oynuyorum ve milli şef İsmet İnönü beni dinlemeye geliyor. Vali dedi ki: Niye Çankırı’ya Nazım Hikmet’i görmeye gittiniz? Ne diyeyim. Yüzüne baktım, baktım, ağzımdan tek bir cümle çıktı: \

İN azım Hikmet’in mektubundan: Gönderdiğin şekerleri afiyetle yedim ve kitabı zevkle okudum. Sen o şekerlerden tatlı ve kitaptan çok daha meraklı bir insansın. Ziyaretime gelirsen sevinirim.. „ c

FÜSUN ÖZBİLGEN yazdı Pazara Cum huriyet’te • (Fotoğraf: ŞENOL KONUKÇU) L. (KDV dahil (KDV ------0 Hikmet’e âşıktım, Fikret Mualla Mualla Fikret âşıktım, Hikmet’e eelrn d ula çizmişti. Mualla de desenlerini gittik. Midesini yıkamışlar, yıkamışlar, Midesini gittik. öyküyü yazdığımda bunun bunun yazdığımda öyküyü ANILARI aı Hke v Fke Mualla Fikret ve Hikmet Nazım Pazara Pazara Mzra Gln etp isimli Mektup’ Gelen için ‘Mezardan Nazım seviyordu. beni da l mektuplaşmalarıile lıı ii bayatmış.. kinin aldığı SEMİH BERKSOY’un A SEMİH O N A R P O S ÜU ÖBLE yazdı ÖZBİLGEN FÜSUN yanma sandallarının iskele çıktık, Beni görmüş,takip etmiş.Beraber etmiş.Beraber görmüş,takip Beni ) 1 Ei 18 Cuma 1985 Ekim 18 sıralarda Tepebaşı’nda Tepebaşı’nda sıralarda eilri Bn Nazım Ben gelirlerdi. or aı geliyor. Nazım doğru geldik. Tünel’e ile O ayrıldı. Ben birinciye birinciye Ben ayrıldı. O Mualla Fikret şapkamla günlüğünden: emiha’nın Hikmet ve Fikret Mualla Mualla Fikret ve Hikmet geçtim. İkinci mevkiden mevkiden İkinci geçtim. ve tayyörlerim Keten a ı sk u eve bu sık sık da oturuyordum. Nazım Nazım oturuyordum. Apartmanında Gül Cumhuriyet Cumhuriyet ’te

^uffifrwiyeL SİY A SE T 8 5

BM«ÜIrtIrr i» Kı«r«lt»- yth

Parasız ekimiz bugün Cumhuriyet’le birlikte

S O P R A N O SEMİH A BERKSOY’un ANILARI

Nazım Hikmet ve Fikret Mualla ile mektuplaşmaları

FÜSUN ÖZBİLGEN yazdı 13. Sayfada 20 EKİM 1985 CUMHURİYET/13 S O P R A N O Yıl 1939, A lm a n ya ’dan dön dü ğü m de Nhapiste buldum SEMİHA BERKSOY’un ANILARI \ A vrupa’dan aldığım Nazım Hikmet, Kemal Dönüşte o dönemin | kürküm ve takma Tahir ve Hikmet Valisi Nevzat \ kirpiklerimle Çankırı Fi**ft* W tCm Kıvılcımlı köhne bir Tandoğan beni çağırıp İ hapishanesine Nazım’ı 1m soruyor: Niye Nazım’a j ziyarete gidiyorum. i W> H.W&,* gittin?

m 9 # • * • VALİNİN YÜZÜNE BAKTIM, NE DİYEYİM? Nazım Hikmet ve Fikret Mualla iie mektuplaşmaları Onu seviyorum, onu seviyorum...

emiha Berksoy, geçmişi yaşa­ Bir de çilek reçeli var. Küçücük bir yarak, tüm içtenliği ile anlatıyor fincanda. Onu Nazım’la benim arama anılarını. Onu dinlerken bir dev­ koyuyorlar. Ben de —Yahu ne rin insanları, olayları, kinler, anlayışsızmışım— sanki hiçi reçel yememiş sevgiler, dostluklar ve nefretler gibi Nazım'la birlikte o reçeli yiyorum. perde perde canlanıyor. İnsan­ Bendeki akla bak. Giderken bir şeyler FUSUN OZBILGEN lar, insanlar... Sevgiler, ihtiras­ götürsene. Onlar sıkıntı, açlık ve kaba ları, korkuları, coşkulan, kalleş­ urbalar içinde. Ben kürkler içinde. likleri, yücelişleri ve alçalışları ile Ankara’ya döndüm, Peşimde bir adam. insanlar... Sürekli beni izliyor. Sonunda bir gün S u n u ş Bugün yetmiş beş yaşında. Hâlâ dinç, müca­ çağırdılar, Birinci Şube'ye gittim. Neden deleci,S dinamik ve sevecen. Çankırı Hapishanesi’ne gittiğimi sordular. Semiha Berksoy, 1930'larda Konservatuvar ve Ti­ Sanat, aşk ve mücadele, kişiliğinin üç temel ta­ Pek bir şey söylemedim. Bir iki gün sonra yatro Mektebi ile başladığı müzik ve sahne yaşa­ şı. Anılarda kalan mektupları, yazışmaları, bel­ mını yakın yıllara kadar sürdürmüş, Almanya'­ Ankara Valisi beni çağırdı. O yılların da üç yıl eğitimi yapmış ilk Türk soprano­ geleri, fotoğrafları, desenleri hatta posta ‘alındı’ meşhur valisi Nevzat Tandoğan. Ben de su olarak Almanya 'da sahneye çıkmış, yurt dışın­ makbuzlarını dahi özenle saklamış. Bu belgeler­ Devlet Operası’nda yüksek dramatik da ve Türkiye’de operanın kulaklardan silinme­ le geçmişine sarıldığı gibi, bunları geleceğe aktar­ soprano. Tosca’yı oynuyorum ve devrin yen sesi, sahnelerin belleklerde kalan masının da sanat tarihçilerine değerli kaynak oluş­ Milli Şefi İsmet İnönü beni dinlemeye oyuncusudur. Çok yönlü bir sanatçı olan Berk­ turacağının bilincinde. Yaşamını yazma, bir dev­ geliyor. soy, ilk sesli Türk filminin artisti, operetlerin yıl­ rin anılarını yeniden canlandırmak istediğimi öğ­ Nevzat Tandoğan beni karşısına aldı. dızı, eserleri yurt içinde ve dışında sergilenen bir renince çok seviniyor. Günlerce oturup konuşu­ —Semiha Hanım, siz Çankırı’ya gidip ressamdır. Semiha Berksoy'un anıları, bir döne­ yoruz. Bir bavul dolusu mektup, belge, fotoğraf min sanat çevrelerine ve kişilerine ışık tutan bel­ Nazım Hikmet’le görüşmüşsünüz. 0 rezil gesel bir romanı andırıyor. Sanat yaşamı ile içiçe taşıyor evime. lif ISm lilpvİ,III v # / / 0 4 / Çankırı'ya Nazım'ı ziyarete gittiğim adamı niçin gidip gördünüz? diye sordu. geçen duygu dolu öze! yaşamı, aşkları, dostluk­ Mektuplar, yazışmalar, resimler, fotoğraflar, XU»VUUU UUŞÎUlU& yun yu günlerde Ankara’da ilk profesyonel o - Valinin yüzüne baktım, baktım. Ne ları ve sevgileri de bu yaşam romanının önemli par­ günlük tutulmuş notlar... Bir gece sabaha kadar pera olarak sahneye konulan “Tosca’’da başrol oynuyorum. İsmet Paşa o zaman Cumhurreisi. Beni diyeyim? Ağzımdan tek bir cümle çıktı. çaları. 1934-1936 yılları. Üç arkadaş, üç sanatçı, ilgiyle, heyecanla gözden geçiriyorum bunları. dinlemeye geliyor ve oyundan sonra elimi sıkarak tebrik ediyor. — Onu seviyorum. üç yürek sık sık bir araya geliyorlar. Nazım Hik­ Günün ilk ışıkları Boğaz Köprüsü’nün ardından Vali Nevzat Tandoğan, benden böyle met, o yıllarda piyes yazıyor. Semiha. bu piyeste pencereme vurmağa başladığında Nazım Hikmet, günlerde Nazım, Çankırı yer. Az gelişmiş, yoksul bir Anadolu kenti. sahneye çıkıp şarkılar söylüyor, Fikret Mualla da bir karşılık beklemiyordu galiba. Çok Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlının Çankırı Hapishanesinde Çankırı’da hapishaneye giderken şaşırdı. aynı piyeste rol alıyor. Semiha operet yıldızı, Na­ Hapishanesi’nden Semiha’ya yazdıkları ortak bir kalıyordu. Nazım, Kemal çocuklar peşime düşüyorlar. “ Tango, zım, operetin şarkı sözlerini yazıyor. Mualla da — Nee. O komünisti mi seviyorsunuz. Semiha’nın sahne giysilerinin eskizlerini hazırlı­ mektup geçiyor elime. Çankırı Hapishanesine Tahir ve Hikmet Tango” diye arkamdan bağırıyorlar. O adi, rezil adamı.. yor. Semiha 'nın gönlü Nazım 'a düşüyor, Fikret yaptığı ziyaretle ilgili anısının yaşandığı günler­ Kıvılcımlı, birlikte aynı Ben hiç aldırmıyorum. İçim içime Ben hiç gözlerimi kırpmadan yüzüne Mualla'nın gönlü Semiha'ya. Semiha, Nazım’a de yazılmış bir mektup. Mektuba önce Kemal Ta­ yerdeler. Nazım Hikmet sığmıyor. Sevgilimi göreceğim. Nazım, bakıyor ve biteviye aynı sözleri olan aşkının öyküsünü yazıyor, Mualla, bu öyküye hir başlamış, eski yazıyla, ardından aynı kâğıda sevgilim ya, ben de onu Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı bir • tekrarlıyordum. desenler çiziyor. Sanatlarım olduğu gibi yürekle­ Nazım Hikmet yeni Türkçe yazıyla ve “ aldı sazı ziyarete giderken küçücük köhne hapishane odasında — Onu seviyorum, onu seviyorum rini de paylaşmayı bilen bu üç sanatçının isimleri Nazım” diye, devam etmiş. Aynı mektubu Hik­ süslenip püsleniyorum. karşılıyorlar beni. Orta yerde minicik dört büyüdükçe büyüyor ve sınırlan aşıyor. Yaşam her Vali bu sözler üzerine bir süre düşündü met Kıvılcımlı eski yazıyla tamamlamış. Semiha Üzerimde Avrupa’dan köşe bir masa var. Üstüne pembe bir kâğıt ve sonra şöyle dedi: üçünü de ayrı yönlere savuruyor. Üç arkadaş, üç bu mektubun eski yazı ile olan bölümlerini de yeni aldığım kürküm, takma sermiş ve süslemişler böylece masayı. sanatçı, üçü de ayn ayn acılar, hasretler, yoksun­ — Peki Semiha Hanım, madem öyle luklar çekiyor. Üçü de umut etmesini, sevmesini, yazı ile daktilo edip mektupa iğnelediği için tü­ ■ kirpiklerim, başımda Oturup konuşuyoruz. Dört tane yumurta istediğiniz zaman gidip görün onu, ama münü okayabiliyorum. 45 yıl önce yazılmış bu gösterişli0 bir şapka. Çankırı ise köy gibi bir kırmışlar bir sahana. Orta yere getiriyorlar. yüreğini sanatına işlemesini biliyor. Ayrı düşse­ bari giderken bizim haberimiz olsun.. ler de, hasretlik çekseler de, dostlukları, mektup­ mektup Çankırı Hapishanesi’ne taşınmanın ha­ laşmaları, alışverişleri ölene dek sürüyor. Bugün zin bir öyküsü. Mektubu okurken bir hüzün sa­ bu üç arkadaştan, üç sanatçıdan hayatta kalan, rıyor ortalığı. ölen dostlarının anılarını, mektuplarını, resimle­ Semiha Berksoy’un Nazım Hikmet, Kemal Ta­ den bir başka dosya geçiyor elime, “ Sevimli kartını, mektubunu ve dostların se­ lar gitmiyor ve gelmiyor. rini, desenlerini sımsıkı saklayan Semiha Berksoy. hir ve,Hikmet Kıvılcımlı’dan 16 Eylül 1940’da al­ Fikret Mualla... lâmlarım, tebriklerini sevinçle, muhabbetle oku­ Fikret Mualla’nın mektubu böylece sürüp gi­ O billur sesli ve yürekli soprano, yıllar yılı hapis­ Bir mektup. “ Kanun-i sani, Sene 1382” diye teki Nazım 'a kitap, çiçek, şeker, plak, tütün ve dığı mektubu itinayla katlayıp dosyasına koyar­ dum. 32. seneyi devriyeni tebrik ederim şimdiden. diyor. Ama ben galiba 1940’lardan başlayıp teşbih yolluyor. Paris’teki Mualla'ya tütün, rakı, ken güneş yükselmiş, Boğazın sularında güneşin başlıyor. Yani 1963. Fikret Mualla, Paris’ten ya­ Nazım Prag’da imiş yazıyorsun, fakat adresini bi­ 1960’lara atladım. Anıları, belgeleri, mektupları lokum, sucuk postalıyor. “Sana tütün ve teşbih ışıltıları oynaşıyor. Gecedenberi okumaktan ve zıyor. Kime? Tüm yaşamınca sevdiği bir kadına, lemiyoruz. Rusya’nın işgal ettiği yerlere Rideau karmakarışık ettim. En iyisi bunları bir düzene yolluyorum’’ diye yazıyor mektuplarında. Sana uykusuzluktan kızarmş gözlerimi ovuşturuyorum. bir dostuna: Semiha Berksoy’a... de fer perdesi diyorlar. Yani bu taraflardan ora­ koyup baştan başlamak. Kişileri, olayları, anıla­ yüreğimi yolluyorum.... Usuldan bir uyku bastırıyor gözlerimi ama bir- “ Sevgili Semiha’cığım” diyj,başlıyor, Mualla lara mektup hem yazmak yasak, hem de mektup­ rı sırasıyla aktarmak. Yani taaa başa dönmek.

Aynı kâğıda yazılmış üç mektup Çankırı Hapishanesinden Semiha’ya

üzel, merd ve sanatkâr dostumuz, yük bir propoganda afişi. Aldı sazı ele Nazım Size bu mektubu Çankarı’dan ya­ Soluna doğru, kavanozdaki balıklara hayran hayran ba­ “ Kemal’in yazdıkları içinde en akla yakını sizin fırsat bu­ zıyorum. Burası gazetelerde sık sık kan kedi yavruları. Köşede bir diğer kapı. Üstünde lup ziyaretimize gelmenizdir. Kemal’e resminizi vadetmiş- okuduğunuz tabirle: “ Şirin bir vila­ “dershane” levhası. Yan köşelerde alçıdan yapılmış ve yal­ siniz. Doktor Hikmet de istiyor. Ona da gönderin. Kara göz­ yet merkezimiz”dir. Buraya yağmur­ dızla boyanmış Atatürk büstü. Yanında yine yaldızla yazı­ leriniz iki eski arkadaşı kanlı bıçaklı yapmasın. (Doktor da lu bir gece yarısı vasıl olduk. Manza­ lıp basılmış büyük sözü: “ Ey Türk genci, Türkiye Cum­ istiyorsa kendisi yazar, sana ne) demeyin. O mahcub de­ ra kapalı ve romantikti. Peronda ça- huriyetini gençliğe emanet ediyorum. Onu müdafaa et­ likanlıdır, Yahut Kemal’in yanında mahcub sayılır. Ben si­ min ve uykulu insanlar vardı. Biz üç mek kudreti damarlarındaki asıl kanda mevcuttur” ve- zin eski ağabeyiniz olduğumdan aklıma geleni yazabilir, or­ arkadaş, Nazım, doktor Hikmet ye cizesi. —Çok şükür buralarda Cumhuriyetten bahsetmek talığa fitne girmemesi için tedbir alabilirim. ben beklenmeyen bir seyir olduk. İki serbest ve cezayı müstelzim değil— Anneme arasıra uğrarsanız sizi seven kadıncağız mem­ şişman zat, bizi jandarmaların arasın­ Odamız o derece rutubetli ki, havası ıslak bir tülbent gibi nun olur. Bize eliniz değerse Fransızca okuyacak roman da daha yakından görmek için koca­ insanın yüzüne yapışıyor. Üç tane karyola verdiler. Ortada filan gönderin. Yalnız âşıkane olmasın. Aşk kitapta çekil­ man seslerle,G büyük birer fedakârlık yapar gibi gazete al­ iki kişinin ayakta durabileceği kadar yer kaldı. Köşeye bir mez şeydir. Sözü Hikmet'e veriyorum dılar. Sivil bir polis neferi, dünyadaki bütün belediye reis­ saç soba kurduk. Duvarların altına (süslü dursun) diye kır­ İyi yürekli artist arkadaş lerine yetecek kadar ciddi, etrafımıza toplanan köylü çocuk­ mızı boya sürmüşler. Elbiselerimizin etekleri, ellerimiz,‘yü­ O gece mektup triyo olacak denildi. Sonra Kemal Tahir’- larına ve hammalları dağıttı. Ayaklarımızı sabırsız beygir­ zümüz kıpkırmızı oldu. ler gibi çamura vurarak, bagajları bekliyoruz. Şehirde tek in kemençesi, melodram üslubu ile fazla romantizme kaç­ Mazallah dostlarımız görse (işte zamirleri yüzlerine vur­ tı. Nazım’ın sazı beni o kadar mahcub mevkiye düşürdü ki, tek elektrik yanıyor. Sabahleyin birdenbire karşılaşmak pek du) diyecekler. Çeresiz kırmızı kâğıtlar alarak süs boyala­ meraklı olacak. Çankırı galiba çukurda kurulmuş. Elektrik Türkiye’nin opera kraliçesi önünde konuşmak içn bir hayli rın üstünü çepeçevre kapattık. Size son gün oradaki oda­ boğazımı ayıklamağa ve kendine çeki düzen vermeğe kalk­ “ pavlekasının” kalın ve hamarat sesi tepelerde akis yapı­ mızı tarif etmiştim. Şimdi burayı da anlatayım: tım denilebilir. yor. Ampuller ya pek küçük, ya pek yukarı asılmış, ışıkları Hemen iki kitap rafı yaptırarak duvara çiviledik ve resim­ İçimizde porfir taş duvarlara karşı beşeri yüreğin her şe­ karanlığı aralayarak toprağa kadar inemiyor. Ayak yorda­ ler astık. İki minyatür, Leonardo Davinci’den iki portre, bir yi eriten yumuşak ihtilali ayaklandı. (Bu duvarlar bizi öl­ mıyla yürüdük. Jandarma karakolunda bir müddet istirahat.. tanesi Jakond ve sizin resminiz. düreceğine biz onları yere sereceğiz) dedik. Renkli kâ­ Çok şükür jandarma onbaşısı uyanmış. Fakat bulundu- Ayak üzeri kahvaltı ettik. (Jandarma kumandanı ile mud- ğıtlar, tablolar fotoğraflardan ibaret silahlarımızla hücuma

Kemal Nazım Hikmet Tahir: Duvarları Hikmet: Doktor Kıvılcımlı: Ölüm süsledik, resimler H ikm et’e de resim kadar soğuk astık. İki minyatür, gönderin. Kara duvarlarda güzel Leonardo Davinci’den gözleriniz iki eski sanatın zaferini bir iki portre, bir tanesi arkadaşı kanlı bıçaklı sanatkârın hediyeleri Jakond ve sizin yapmasın. O mahçup sayesinde okumuştuk resminiz. delikanlıdır, isteyemez. ve o sanatkâr sîzdiniz.

ğumuz yere gelmek külfetine katlanamadı/Bizi huzuruna dei umumi bey sizi istiyor) dediler. Tekrar vahşi hayvan geçtik. O zaman güzel sanatın, gayet pratik, gayet konkret çağırdı. Hammalları savdığımıza iyi etmemişiz. Yatakları biz­ seyri başladı. Küçük bir sorgu. Derhal derdimizi anlattık, ha­ bir zaferine şahit olduk. Duvarları yenmiş, duvarları öldür­ zat yüklendik. Laf arası, "insan çok sıkışsa hammallık eder taya kurban gittiğimizi yanık yanık hikâye ettik. (Vah, vah) müştük. isyan bizim doğuştan meşrebimizdi. Fakat bu ma­ geçinir” diye bir söz savururlar. Siz inanmayın. Epi müş­ dediler. Propoganda yapıp yapmayacağımızı sordular. (Pe­ nevi ve dilsiz ihtilâlde bizim zafer levhalarımızı kalın zindan kül bir zanaat. kâlâ yapmayız) dedik. Rahat nefes aldılar ve der’akeb si­ duvarlarının alnına çakan vasıta ve silah sîzdendi. Bütün Kapısının üstünde “ emniyet odası” diye yazılı bir ara­ gara takdim ettiler. resimleri siz getirmiştiniz. Biz, ölüm kadar soğuk duvarlar­ lıkta yatacakmışız. Emniyet odasında neler bulunuyor, tah­ İlk ve mühim karar: Tıraş olmamağa ahdettik. Sakal bı­ da güzel sanatın zaferini, bir sanatkârın hediyeleri sayesinde min edemezsiniz. Duvar dibine sıralanmış beş numaralı gaz rakıyoruz. Burada ziyaretçimiz olmayacak. Medeniyet ve okumuştuk ve o sanatkâr sîzdiniz. lambası. Dolu ve boş gaz tenekeleri. Eski paçavralar. icapları artık uzakta kaldı... Biz biribirimize hürmet etmeği Böylece, güzel sanatın gıdasını burada, hatta bir yer altı Elektrik söndüğü için bir lamba yakdılar. Denkleri acele her sabah suratımızda jilet gezdirmekten ibaret saymıyoruz. mahzeninde biz, öbür dünya insanları arasında bile peynir acelS açtık. İki gün iki geceden beri ilk defa yatağa yataca­ — Şimdi ben bu satırları yazarken, Nazım yattığı yerden ekmek kadar zaruri ihtiyaç şeklinde görünce, niçin daha ile­ ğız. Odanın dışarıya penceresi yok. —Malum ya— “ emni­ telif ediyor: —Yahu burada fotoğrafçı yok mudur? Birer re­ risine gitmeyelim? Niçin güzel sanatın en kütlevi, en sari yet odası” . sim çıkaralım.— Yarın tahkik edeceğiz. Resim dediler de tecellisini, sesin zaferini de istemeyelim? Niçin sizin sesi­ Derhal yattık. Kapıyi kilitledik. Dışarda nöbetçinin öksü­ cesaretle aklıma geldi. Galiba son çıkardığınız fotoğraflar­ nizi de dinlemeyelim? rüğü. Nalçalı ve sert ayak sesleri. Çamurlu bir kasaba şeh­ dan bir tanesini bana vermeği vaadetmiştir. Eğer mevcut Her ne kadar haddim değilse de —dermendi Kemal Ta- ri. Odanın ismi (emniyet) ama tavanı yok. Gökyüzünü gö­ varsa, o tebessüm eden resminizden bir tane gönderin. Size hir’le, sazlı şair Nazım ol ciheti unutmuş olduklarından,— rüyoruz. Bulutların arasında unutulmuş bir yıldızı seyrede­ till 1/t Iil/t\"iı /»/>»! vyınfım Çankırı Hapisatıesi'nin köhne bir odasında üç ttıah- baktıkça gölnümüz ferahlaycaktır. Buraya gramafon getirt­ müsaadenizle ben külli mahcubiyetimle beraber kardeşâ- M J ll W U V I l J U J J I U U kûm j\azım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kı­ rek uyuduk. Sabahleyin daha yorgun uyanmışız. Camsız mek istiyoruz. Eğer çok sevdiğiniz plâklardan bir tane gön­ ne gözlerinizden öperim.” pencerelerden yemekhaneye baktık. Duvarlarda resimler derirseniz, bizi ve sesinizi hatırlayıp, gözlerinizi ve arkadaş vılcımlı ağırladılar beni. Ben kürkler, şapkalar ve takma kirpiklerimle çok şıktım. Dört köşe küçük var. Galiba Budapeşte'nin Tuna üzerinden alınıp, taş bas­ yüreğinizi düşünerek çalarız. Plâğı Nazım’ın annesine ver- bir masa vardı, bir sahana dört yumurta kırıp ortaya getirdiler. Bir küçücük fincandaki çilek reçeli­ masıyla basılmış yeşili ve mavisi bol bir resmi. İnhisarlar ida­ 'seniz, o göndermenin kolayını bulurdu. YARIN: Siııyoriııa. ni de Nazım'la benim arama koydular. Bu tablo beni çok etkilemişti. Sonradan o günün bir resmini resinin sofra tuzu ilanı, yerli mallar ve iktisat cemiyetinin Adam başına bir buçuk sahife yazacaktık! Hakkımı şıma­ yaptım. Ortada dört köşe küçük bir masa, sağda Kemal Tahir, solda Nazım Hikmet, ben şapkam “aman durup dinlenmeden süt İçiniz” diye haykıran bü- rıkça tecavüz ettim. Aldı kalemi Nazım, bakalım ne söyledi: kara gözlü sinvorina ve kürkümle, aralarında oturuyorum, karşımda Hikmet Kıvılcımlı. 21 EKİM 1985 CUMHURİYET/11 S O P R A N O 54 y ıl ön ceki SEMİH A BERKSOY un Cumhuriyet: ANILARI SİNYORİNA KARA GÖZLÜ

Nazım Hikmet ve Fikret Mualla SİNYORİNA ile mektuplaşmaları Sem iha, Nazım Hikmet’in yazdığı Kafatası piyesinde sahneye çıkarak ' ‘Sinyorina, Kara Gözlü Sinyorina şarkısını söylüyor. Piyes çok başarılı, ancak iki gün sonra yasaklanıyor. Bu piyeste Fikret Mualla da sahneye çıkıyor. Ufak bir rolü var. Her zamanki gibi parasız Mualla böylece biraz yolunu buluyor.“ O sıralarda ben Tepebaşı’nda Gül Apartmanı’nda oturuyordum. Nazım Hikmet ve Fikret Mualla sık sık benim eve gelir giderlerdi. Ben Nazım’a âşıktım, Fikret de bana. Fikret Mualla, benim Nazım’a olan aşkımı bitirdi, hatta ben Nazım için öykü yazdığımda Mualla bu öykü için desenler çizmişti. Nazım’ı vapurda görünce o kadar sevindim ki, hemen yanına gittim. Ne diyeceğimi pek düşünmemiştim, kurtulmasına çok sevindiğimi filan söyledim, sonra “Evimde bir çay içmeye davet etsem gelir misiniz?” dedim. Çok sevindi, gün kararlaştırdık. Hemen gidip Japon mağazasından bir çay takımı aldım. Üstünde kuş desenleri vardı. Kırmızı gelincikli elbisemi de giydim. Zil çaldı. Nazım geldi...’’

— 2 — Semiha, Kafatası piyesinde sahneye çıkarak (Sinyorina, Kara Gözlü Sin­ FÜSUN OZBILGEN yorina) şarkısını söylüyor. Piyes, çok başarılı ancak bu başarı kısa sürü­ ‘Benim gerçek doğum yılım 1910 yılıdır. Ama şim­ yor, çünkü bir iki gün sonra yasaklanıyor. Kafatası piyesinin bir özelliği diye kadar her yerde 1913 olarak geçti. Nüfus kâğıdım de büyük Türk ressamı Fikret Mualla’nın bu piyeste sahneye çıkmış ol­ değişirken, nüfus memuru doğum tarihimi yanlış yaz­ ması. Mualla, o günlerde her zamanki gibi parasız. Ona da küçük bir rol mıştı, doğrusu ben de sesimi çıkarmadım. Şimdi ma­ vererek, biraz para kazanmasını sağlıyorlar. dem siz benim yaşamımı yazıyorsunuz bunu da olduğu 1931 yılında Semilıa’nın yaşamında önemli bir olay daha var. İlk sesli gibi yazın. Ben her şeyin doğru olarak tarihe geçmesini Türk filminde rol alıyor. “ Sokaklarında” adındaki bu filmin çe­ istiyorum.’ kimi için Paris’e gidiyorlar, O yıllarda henüz Türkiye’de sesli film çevir­ me olanağı yok. Sesli film dünyada da çok yeni başlamış. Muhsin Ertuğ- rul’un yönettiği bu filmde Semiha, Hancı Halil Ağa’mn kızı Semiha ro­ Bu ufacık kadınlık hilesini bile dürüstçe itiraf ede­ lünde. Filmde Hazım Körmükçü, İ. Galip Arcan, Behzat Budak, Rahmi rek başladı, Semiha Berksoy anılarını anlalmaya. 1910 Bey, Talat Artemel gibi, o dönemin önemli isimleri var. yılında Çengelköy’de doğmuştu. Babası Merkez Ban­ Semiha Berksoy 1933’te Tiyatro Mektebi’ni başarı ile bitirip, tek kız öğ­ renci olarak mezun oluyor. Şehir Tiyatrosu’nda Shiller’in Hile ve Sevgi kası mensuplarından Ziya Cenap Berksoy, annesi ise dramında Luise Müller rolünü oynuyor. Aynı yıl şiirlerini yine Nazım’ın müzikB ve resme kabiliyetli,bir genç kadın. Fatma Saime Hanım. 7-8 yaşla­ yazdığı Yalova Türküsü müzikalinde Muammer Karaca ile başrolde rında yitirdiği annesinin kendisine öğrettiği romları hatırlıyor, birlikte bo­ oynuyor. yadıkları boyama kitaplarım halen saklıyor. Daha sonra kendisine Şehir Tiyatrosu kadrosunda yer olmadığı söyle­ Semiha’nın güzel sesi yörük olan atalarından geliyormuş. Sesinin gü­ niyor. Bunda galiba kısa süreli bir nişanlılık dönemi geçirmesinin de etki­ zelliği çocukluğundan itibaren dikkat çekiyor. Genç kızlık çağlarında Ka­ si var. Çünkü Muhsin Ertuğrul kadın sanatçıların evli olmasını, sahneden dıköy’de oturuyorlar. O zamanki tiyatroları, operetleri ilgi ile izliyor ve çekilirler diye istemiyor. evde kendi kendine parlak yaldızlı elbiseler dikip, danslar ederek sahnede Semiha işsiz ve üzüntülü gezerken, Süreyya Paşa Opereti’nden teklif alı­ izlediklerini taklit ediyor. Bu sıralarda Türkiye’de de hayli ünlü bir Ame­ yor ve Emir, Çardaş, Maskot, Leblebici H or­ rikalı film aktristi var. Colleen Moore. Semiha giderek kendini bu artiste benzetiyor. Saçlarını aynen Moore gibi tarıyor. Yüzü de oldukça benzi­ hor gibi operetlerde sahneye çıkarak ün yapıyor. yor. Tüm çevresi kendisini (Kolin Mur Semiha) COLLEEN MOORE O günleri anlatırken, Semiha Beı ksoy dosya­ diye çağrıvor. Colleen Moore ve kendisinin o ları karıştırıp, içinden bazı eskizler çıkarıp gös­ sıralar çektirdiği iki fotoğrafı yan yana koyup teriyor. Şaşırıyorum. Hepsinin altında “ Copy­ bakıyoruz. Gerçekten de ikiz kardeş gibi birbir­ right by Mualla” yazılı. Fikret Mualla’mn çiz­ lerine benziyorlar. diği eskizler. Bunları Semiha’ya moda desina- Semiha bir gün oturup Colleen Moore’a bir törlüğü yaparak, sahnede giymesi için çizmiş. kflf/llfmırr///ı cinvnt<ın/ı//Yr Şarkı sözlerini Nazım Hikmet'in yazdığı Yalova Türküsü mü- Değişik sahne kostümlerinin eskizleri. arkadaŞ,m m „- mektup yazıyor ve bir de benzeyen fotoğrafını £\unum uzaa a on en sınyorınaıar zikal oyımunda Sevirn başroUinü oynaJ,m. Ro, yolluyor. Yıl 1928, Semiha 18 yaşında. Bu mek­ “O sıralarda ben Tepebaşı’nda Gül Apartma­ ammer Karaca'ydı. Bu oyunun ilk sahneye konuluşunda ise koroda rol alıyordum ve sözlerini Nazındın yazdığı şarkıları söylüyordum. tuba Moore’dan imzalı bir fotoğrafla, dostça nında oturuyordum. Nazım Hikmet ve Fikret Şarkıları bugün de o günkü kadar berrak hatırlıyorum: Çalar armonikler, inler gitar / Ruhumuzda dönen sinyormatar / Girer gibi bir yanıt geliyor. Semiha oturup bir mektup da­ Mualla sık sık benim eve gelirlerdi. Ben Nazım'a suda yayılan aya / Bırakalım kendimizi tangoya / Sesler ışık olur renk olur gelir / Seslerin rüyasıdır tango, tango / Aydın ılık geceler­ ha yazıyor. Bu mektubun örneğini saklamış. âşıktım, Fikret de bana. Mualla benim Nazım’a den yükselir / Bir masal dünyasıdır tango, tango.. (Okla işaretli olan benim Yalova Türkiisii'ndeki halim) Mektup şöyle: olan aşkımı da bilirdi, hatta ben Nazım için son­ “ 21.10.1929 raları bir öykü yazdığımda, bu hikâyeye Mual­ Aziz ınuhibbeın, Mis Colleen Moore, la resimler çizmişti. Bu hikâye Yedigün dergi­ Çapkın Kız ismindeki filmimi yakında Ame­ sinde yayımlandı ama Mualla'nın resimleri sür­ rika'da göreceksiniz. Muvaffakiyetlerimi bana realist olduğu için dergi kendi ressamlarına baş-, Kafatası piyesinde Seıtıilıa'- lütfen bildiryuz. ka bir resim çizdirmişti.” nın söylediği ‘ ‘Karagözlü İkfpçl filmim “ Şeytanın Bacakları’’dır. İşte baştan beri Semiha Hanım’ı -dinlerken Nazım hn ağzından merak edip de bir türlü soramadığım konuya Sinyorina” nakaratının yer Rejisörüm Ertuğrul Muhsin’dir, Bir iki sene geldik. Nazım’a olan aşkına. aldığı Nazım’tn şiiri. içinde Amerika’ya geleceğim. Hollytvood’ta iki ve üç seneden ziyade kalmayacağım. Çünkü — Nasıl başladı bu aşk Semiha Hanım? Ti­ Kafatası piyesi Münih Operası’nda bu zaman zarfında bulun­ yatro kulislerinde mi? BİR ŞEHİR BERBERİ manı lâzımdır.” Bir süre düşünüyor, anılarına dalıyor, sonra anlatıyor: Tabii ortada ne bu filmler var, ne opera, ne — “Ben galiba Nazım Hikmet’i şiirlerini oku­ azım Hikmet Kafatası piyesini yıllar sonra Ben ne tarih hocasıyım Amerika yolculuğu, ne Münih Operası. ne de coğrafya. Henüz yaşamında hiç opera görmemiş bir duktan sonra sevmeye başladım. Kafatası oyu­ <■> mm M oskova’da sahne oyunlarına ilişkin anılarını nunda sahneye çıkmıştım. Nazım o sıralar ku­ yazarken, geniş geniş anlatıyor. Muhsin Ertuğ- Beni ancak genç kızın, ABD’de meşhur bir film aktristine yazdığı bu hayal dolu mektup, birkaç yıl sonra liste beni dikkatli gözlerle süzüyordu. Benim de A rul kendisinden bir hafta içinde verirse, sahne- dört köşe bir taş ambar hoşuma gidiyordu. Sonra onun şiir kitaplarını kadar gerçekleşecek ve Semiha Berksoy, Holhvood’- W ye koyabileceğini söyleyip bir piyes isteyince, da gidip film çevirmese de gerçekten ilk sesli okudum. ‘Sesini Kaybeden Şehir’, ‘Bahr-i Ha- I Nazım düşünmeye başlar: alâkadar zer', ‘835 Satır’, sarsıldım, vuruldum. O sıra­ eder Türk filminde başrol oynayacak, filmin çekimi I m “ Bir hafta içinde ne yazabilirim diye düşün- için Paris’e gidecek ve 10 yıl sonra Almanya’­ lar Nazım hapse girmişti. Bursa Hapishanesin'- I M düm. Aklıma polisin eline geçip yitirilmiş Ka- Ayasofya! da başarılı bir opera sanatkârı olarak temsiller de yatıyordu. Cahide Sonku, Bursa yakınlarında I « fatası piyesimin konusu geldi. Yalnız maddi de- Beni Şişli’de yalnız verecektir. Bataklı Damın Kızı Aysel filmini çekmeye gi­ I * ğil, manevi değerleri de mal yapıp pazara çıka- bıraksanız Neyse biz dönelim 1928 yılına. Semiha Berk­ decekti. Filmi Muhsin Ertuğrul yönetiyordu. Ben de rica ettim. (Sizin filmin setinde bulun­ “ * ran kapitalizm... Maçka’nın yolunu bulup gidemem, soy, o yıl İstanbul Kız Lisesi öğrencisi. Bir gün mak istiyorum) dedim. Filmi Bursa yakınlarında Dolaryanda denen bir ülkede Dalbanezo isim­ yani demem bir arkadaşından duyuyor ki, İstanbul Konser­ vatuarına sesi güze! olanları öğrenci olarak alı­ VE BEN çekiyorlardı. Benim amacım Bursa’ya gidip Na- li çok fakir bir profesör verem aşısı buluyor, daha doğrusu aşı­ o demek ki, zım'ı ziyaret etmek. nın, nazariyesini. Verem sanatoryumları tröstü telaşlanıyor. Pro­ sanmayın ki elinize yorlar. Elinde okul çantası ve önlüğü ile kon­ servatuara gidiyor. Nimet Vahit Hanım sesini F'ilm setinde biraz dolaştım, sonra Bursa’ya fesöre şöyle bir teklif yapıyor: Aşınızı gerçekleştirmek için gere­ ala Bedeker şöyle bir dinliyor ve derhal kaydını yapıyor. Da­ hapishaneye gittim. Müdüre çıktım. Nazım Hik­ ken parayı, laboratuvarı biz size sağlayacağız. Ama siz belirli bir rehber ha sonra Nimet Vahit Hanım ile birlikte Ata­ met’i görmek istediğimi söyledim. Müdür niçin bir süre, aşınızı bir yana bırakıp ineklerimizi tedavi edeceksiniz. Hayır vereceğim. türk’ün karşısında ilk Türk operasında başrol görmek istediğimi sordu. Ben de onun yazdığı Kafatası piyesinde oynadığımı, arkadaşım oldu­ Profesör razı olmuyor buna ilk önce, ama sonra boyun eğiyor. ben oynayacağından habersiz o yıllarda. Nimet Va­ Ağır verem kızını da alıp, belirli bir süre inekleri tedavi etmek hit Hanım’dan şân dersleri almaya başlıyor ve ğunu söyledim. Müdür çok anlayışlı idi. Na- size zım’a da saygılı idi. Hemen Nazım’ı çağırdı. Na­ için sanatoryumlardan birinin laboratuvarına yerleşiyor. Fakat dört başlı bir şehrin içinden liseyi bırakıveriyor. Resim yapmaya da merak­ konturatodaki süreyi beklivemiyor, aşıyı gerçekleştirip kızını kur­ lı. Bir gün resimlerini Güzel Sanatlar Akademi­ zım geldi. Beni görünce sevindi. Biraz konuş­ Haber tuk. Gel sana odamı göstereyim dedi. Ona ha­ tarması lâzım. Aşıyı gizlice istihsal ediyor, ama kızına yapama- sine götürmeyi düşünüyor ve akademi müdü­ vereceğim. rü Namık İsmail Bey’e gidiyor. Müdür resim­ pishanede bir oda vermişlerdi. Ben de odasına Bu şehrin lerini görüp çok beğenince Namık İsmail atöl­ gittim. Kocaman boyu, dağınık sapsan kıvırcık basılır hep aynı şekilde yesine kabul ediliyor. Ama bu atölyeyi pek fazla saçları ile karşımdaydı. Üstünde de bir palto var­ coğrafya kitaplarında resmi. yürütemeyecek ve resim yapmaya 1957 yılına ka­ dı. Odasına gidince ben duvarlara baktım. Ba­ zı resimler asılıydı. Birden içimden geldi, ona Dört çeşit yazılır fakat dar ara verecektir. Okulunu asmış, konserva­ tuarda şan derslerine başlamıştır. sarıldım. O da beni bir anda kucaklayarak ha­ Bu resmin altına ismi: valara kaldırdı. Sonra dudaklanmdan öptü. Bu K o n s t a n t ini yy e, Konstantinopo Yaşamını da kazanması gereklidir artık, 1930 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun bir erkekle ilk öpüşmemdi. Çok heyecanlanmış­ Dersaade t. İstanbul. açtığı sınava girer ve kazanır. Tiyatro Mekte­ tım. Birden kendimi kurtardım. Duvarda bir Çalsın Maksimbarın cazbant kolu binin 50 lira aylık alan bir öğrencisidir. tabloyu çok beğenmiştim. (Bunu bana versene) Çal bre kara köpeoğlu, dedim. O da tabloyu bana verdi.” “ Sınava girerken çok heyecanlıydım. Muh­ — Sonra diyorum, sonra, aşkınız daha son­ anlatayım Konstantinopolu, sin Ertuğrul Bey vardı Sınav Komisyonu'nda. ra hapishaneden mektuplarla mı sürdü? ■ Yüzük, bilezik, gerdanlık, küpe, . Shakespeare’in Hırçın Kız dramından bir sah­ Semiha Berksoy gülüyor... muslin, krepdöşin, tül, ne okumuştum” diye anlatıyor, o günleri. Tiyatro Mektebi’nde okurken bir yandan sah­ “ Hayır” diyor, “ Hapishaneden sonra başla­ ipek dı. Asıl o zaman gelişti, bugüne dek süren bu — Şu herif de karıma sersemce kur yapıyor pek. neye de çıkmaya başlamıştır. İlk kez tiyatro sah­ nesine adımını attığında, heyecandan tir tir tit­ aşk. Nazım’ı hâlâ seviyorum. Ama o çılgın yıl­ Pudra, lavanta, lavanta, pudra, kozmatik, rediğini anımsıyor. Tolstoy’un Yaşayan Kadav­ lan ve günleri unutamam. Kendimi sanatıma ka- Gazeteci tarak ra oyununda, çiçek satan bir kız rolünde sah­ nalize etmeseydim, ölüyordum onun aşkından." Bir armağan_ Ömer Sa­ — Kocam bakıyor beni bırak neye çıkıyor ve Feodor Vasilyeviç şarkısını Amerikalı meşhur film aktristi Colleen Mo­ Nazım, 1934 yılında.çıkıyor Bursa Hapisha- mi Coşar, bir Moskova gezisinden son­ — Haniya söylüyor. ore ile mektuplaşıyordum. Yüzümüz benzi­ nesi’ııden. 1,5 yıl yanıklan sonra İstanbul’a dönüyor. ra Nazım Hikmet ve Ekber Babayef ile Şampanya? Semiha, Tiyatro Mektebi’nin başarılı bir öğ­ yordu, saçlarımı da Moore gibi tarıyordum. rencisidir. Sesinin güzelliği de dikkat çekiyor. Kadıköy vapurunda, 1934 yılında Nazım’ı bir birlikte çektirdiği bu fotoğrafı bana ar­ — Kuzum kızım bir daha iç.. Kadıköy'de herkes beni Colin-Mıır Semiha arkadaşı ile oturmuş konuşurken görüyor Se­ mağan etmişti. Ortada Ömer samcoşar, Bakara, poker, bakara, poker 15 Temmuz 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesin­ diye tanıyordu. Moore 'a yazdığım bir mek­ de hakkında şu yazı çıkıyor: miha. O anı şöyle anlatıyor: solda Ekber Babayef, sağda Nazım. briç tupta Holiyıvood'a gidip film çevireceğimi "Bende ne cesaret, ne biçim bir delilik var­ “ Dariilbedayi’de bir yıldız doğuyor — Artist yazdığım günlerde henüz konservatuvara Bir Mektebi'nde çok muvaffak olan kız. mış bilmem ki. Birden Nazım’ı vapurda görün­ başlamamıştım bile. Ama bir süre sonra dan yakalanıyor ve konturatoyu bozduğu, tazminatı veremedi­ iki Geçen sene artist yetiştirmek için Darülbeda- ce, o kadar sevindim ki, hemen yanma gittim. uç yi’de tesis olunan Artist Mektebi’ne sekiz tale­ mektupta yazdıklarım gerçekleşti. Köpeğim­ Bir arkadaşı ile konuşuyordu. Beni görünce aya­ ği için hapse atılıyor. Çıkıyor. Sirkte fügüraniık ediyor. Ölüyor. ğa kalktı, elimi sıktı. Onu görünce öylesine ya­ Morgta kafatasını bile satıyorlar. Bir be devam etmiştir. Bu talebenin sene nihayetinde le çektirdiğim bu resimde Coleen Moore'un fotoğrafına ikiz kardeş gibi benziyorum. nına gitmiştim. Ne diyeceğimi de pek düşünme­ Ana çizgisini anlattığım bu piyes, ancak üç gece oynanabildi iki yapılan imtihanlarında dördü muvaffak olmuş ve dördü de muvaffak olamadıkları için çıka­ miştim. Kurtulmasına çok sevindiğimi filan söy­ uç ledim. sonra: İstanbul’da. Dördüncü günü Ankara’nın emriyle yasak edildi. rılmışlardır. Muvaffak olan talebelerden biri Se­ Bir — Benim evimde bir çay içmeğe davet etsem, gelir misiniz dedim. Çok Bahane diye de baytarların protestosu öne sürüldü. Piyeste pro­ miha Hanını isimli bir Türk kızıdır. Diğerleri iki sevindi, hemen adresimi aldı ve gün kararlaştırdık. fesörün (ben baytar değilim, ineklere bakamam) diye bir repliki de Sabih, Necati ve Sami (Ayanoğlu) beylerdir. var. Ama asıl sebep, prömiyerden sonra seyircilerin, —büyük üç Ben hemen gidip Japon mağazasından yeni bir çay takıntı aldım. Üs­ Bu dört artist namzedi, bu sene de mektepte okuyacaklardır. Bu tünde kuş desenleri vardı. O gün kırınızı gelincikli elbisemi de giydim. Zil çoğunluğu gençlik ve işçiydi— yaptıkları gösteri. Salondan bir Vaaafs. Vals.. talebenin arlık muvaffak olmamasına imkân görülmediğinden gelecek se­ saat çıkmadılar. Bizi hesapsız kere, sahneye çağırdılar. Nihayet Sinyorina kara gözlü Sinyorina. çaldı. Nazım geldi. Tam çay takımının durduğu dolabın önündeki san­ neden itibaren Darülbcdayi sahnesine intisaplarına muhakkak nazarı ile dalyede oturuy ordu. Onu kaldırıp çay takımını almak istedim. Birden ba­ ben arka kapıdan çıktım, ama sokak ağız ağıza insan doluydu. Gözlerinden yanağına düşen beni bakılmaktadır. Esasen hu talebeler, bu seneden itibaren ufak roller ala­ na sarıldı. Öylesine sarıldı ki, sımsıkı kucakladı. Çok iri yarı kocaman bir Beni ortalarına aldılar ve bir cemmi gafir halinde gece yarısı İs­ görmeyelim ört yüzüne yelpazeni rak sahneye çıkmaya başlayacaklardır. Bilhassa Semiha Hanım'ııı aynı za­ adamdı. Ben de inceciktim. Kollarında kalakaldım. İçerde haminnem tiklâl Caddesi’e çıktık. Ayni şey üç gece tekrar etti. Sonra de­ Sinyorina manda sesi de güzel olduğundan sahnede büyük muvaffakiyet göstereceği vardı. dim ya, yasak. kara gözlü iiınit edilmektedir. Dariilbedayi bu seneden itibaren arasıra küçük ope­ — Burada olmaz dedim. Kafatası, Türkiye’de, Meyerlıold Okulu’nun kimi prensiple­ Sinyorina retler oynayacağı için Semiha Hanım bu operetlerde rol alacaktır. Bu genç Çırpındım. Nazım beni bıraktı. Sonra çay içtik. Onu geçirmeğe kapıya riyle sahneye konulmuş ilk piyestir sanıyorum. Dediğim gibi, bu gelelim mi kı/a, Darülbcdayi'ııin müstakbel bir yıldızı, nazarıyla bakılmaktadır." çıktını. Birlikte merdivenlerden indik. Yürüdük. Bir yandan da konuşu­ Tiyatro Mekıcbi’ııde okurken Semiha, yaşamı boyunca seveceği Nazını okulun bütün prensipleriyle değil, kimi prensipleriyle. kollarına yorduk. Ben hiç bir erkekle birlikte olmamış bir genç kızdım. Nazım bu­ Hikmet ile tanışıyor. Nazım Hikmet o sıralarda kendi yazdığı Kafatası adlı nu anlamıştı. Ama benim onun için her şeyi göze almağa hazır olduğumu Bu piyesi 951 ’de sanırsam, Moskova Radyosu bir kaç kere oy­ Sinyorina... piyesin sahnelenmesi ile uğraşmakla ve oyunda yer alan şiiri okuyacak bir nadı. Bir kaç yıl önce de Gence Dram Tiyatrosu’nda seyretmek da anlamıştı. Birden çok duygulu ve çok sorumlu bir sesle; Sinyorina. Sinyorina. Sinyorina kız aramaktadır. Muhsin Ertuğrul, Semiha Berksoy’u önerir. Semilıa’yı — Ben evliyim dedi. (Olsun) dedim. nasiboldu. Fkber Babayef ve Azerbeycanlı romancı ve dram ya­ Çalsın Maksimbarın cazbant kolu çağırırlar. Muhsin Ertuğrul, Nazıın’a şöyle der: İşte o günden sonra sık sık buluşmaya başladık. zarı Meıııi Hüseyin’le seyrettik. Üstat beğendi, hem oynanışı, hem Çal bre köpeoğlu — Semiha Cenap Hamın talebemdir. Bir de o okusun şiiri. Çok iyi oku­ piyesi. Ben oynanışı beğendim, piyesi yazdığıma pişman deği­ anlatayım yacağından şüphem yoktur. lim ama piyesi beğenmedim,” Konstantinopolu... Semiha, Nazım’la ilk karşılaşmalarıyla ilgili izlenimlerini şöyle anımsıyor: Varın: Gazi Hazretleri “ Kocaman, dağınık sarı saçlı bir adamdı. Birlikte üst kala çıktık. Oku­ lun bir odasınu girdik. (Sinyorina, kara gözlü Sinyorina) tangosunu, önce şurup ikram etli kendisi okudu bana. Soııra benim okumamı isledi. Ben de güzelce oku­ dum. İliç sesini çıkarmadan dinledi. Sonra bir kez daha okuttu. (Güzel, cok güzel) dedi." 22 EKİM 1985 CUMHURİYET/11

S O P R A N O SEMİHA BERKSOY un ANILARI

1935'lerde hem tiyatro ve operetlerde sahneye çıkıyor, bir yandan da Nazım'la ilişkimi sürdürüyor­ dum. Nazım’ın Piraye Hanım ile evlenmesi beni çok üzüyordu. Bu duygular içinde bir gün oturup “Mezardan Gelen M ektup” adını verdiğim bir öykü yazdım. Sürrealist bir anlayışla yazılmış bu öy­ Fikret küyü okuyan Fikret Mualla da bu öyküye göre desenler çizdi. Yazdığım öyküyü Sedat Simavi Beye götürdüm, okudu ve beğendi. Yedigiin Dergisi’nde yayımlattı. Ben öykü ile birlikte Fikret Mualla'nm Mııallanın yaptığı desenleri de götürmüştüm, ama derginin ressamlarına başka bir temsili resim çizdirmişlerdi. Fikret Mualla’nm bu öykü için çizdiği desenler 4 ayrı aşamadaki tasarımları ile bugüne dek bende yuyımlanmarmş hiç yayımlanmadan kaldı. Birinci aşamada desenin ana tasarımı yapılmış, ikinci aşamada yüz hatları belirlenmiş, üçüncü aşamada siyah beyaz lekeler ortaya çıkmış, dördüncü aşamada ise desen son bi­ FUSUN OZBILGEN çizgileri çimini almış ve altına Fikret Mualla kendi el yazısı ile imzasını atmıştı. Gazi bana eliyle şurup ikram etti

— “Benim yok fakat sizin var” diyorum. İlk Türk operası 24 pazartesi • • ^ • • Akşam 6’da bana gelecek... Bugün hiç bir zaman • • SEMIHANIN GÜNLÜĞÜNDEN görmediğim bir muhabbet ve yakınlık görüyorum. Yüzündeki hazin ve yakın manadan, beni sevdiği­ ni, beni düşündüğünü belli ediyor. Çok mesudum. Saat 3’te Berliç’in önünde bekledim. Yok. Saat 3.30 Belki hayatımda bir daha bu kadar mesut olmaya­ Özsoy oldu yine yok. Yarım saat hayatımın en ıstıraplı cağım.. anları. Hemen telefon ediyorum. Haziran 1936 18 perşembe Yazan: Münir Hayrı Egeli Keten tayyörlerim ve şapkamla Fikret Mualla ile Müzik: Adnan Saygun Alo sen misin yavrucuğum (unutmuş bile) Tünel’e geldik. O aynldı. Ben birinciye geçtim. İkinci Solistler: Nurullah Taşkıran (Hakan), mevkiden doğru Nazım geliyor. Beni görmüş takip Nimet Vahit (Uluanne), Semiha Berksoy etmiş. Beraber çıktık, iskele sandallarının yanma git­ Sen akıllısın, ama ben senden daha akıllıyım Nazım. tik, orada köprü, yol yoktu. Bana hayretle bakıyor. (Ayşim), Halil Bedii Yönetken (Mehmet), Anladın mı? Hemen şimdi geleceksin. Bugün benim Midesini yıkamışlar. Aldığı kinin bayatmış. Süleyman Tamer (Ahirman), Hamdi dersim olmadığı halde senin için İstanbul’a indim. Selçuk (Tur) 20 cumartesi Koro Yönetim: Halil Bedii Yönetken, Pazartesi günü saat 3 için randevulaşıyoruz. “ Saat Mediha ve Naciye Hanımlar Olur, yarım saat sonra oradayım. Otomobille geliyor, 3’te Berliç’in önünde” diyor. “ Sokakta bekletme sokakları dolaşıyoruz. Tophane’ye iniyoruz. Ertesi bak katiyen” diyorum. *. Reji: Fazlı Bey Orkestra Şefi: Adnan Saygun gün Kadıköy iskelesinde randevu veriyoruz. 22 pazartesi Gittim. Saat 3’te Berliç’in önünde bekledim. 3.5, zsoy Operasının orkestrasyonu yok. Yarım saat hayatımın en ıstıraplı dakikaların­ A Riyaseti Cumhur Bandosu ile • * Cemal Reşit Rey'in Yaylı Sazlar dan biri. Hemen telefon ediyorum. Orkestrasının karışımı ile — Alo sen misin yavrucuğum, (unutmuş bile) Ben oluşturulmuştu. Eserde ayrıca —:j — Tramvay istasyonunda idim. Otobüse atladı. Kaç­ sana salı için söyledim. tı. Yaklaşıyor ve kaçıyor. Niçin yaklaşıyor, niçin ka­ 80 kişilik bir koro vardı. Koroda — Sen akıllısın ama ben senden daha akıllıyım. Ankara Kız Lisesi ile Muallim emiha Berksoy’un günlüğünden: çıyor? Nazım anladın mı hemen şimdi geleceksin. Benim Mektebi öğrencileri yer almıştı. 22 cumartesi bugün dersim olmadığı halde senin için İstanbul’a İran Şehinşahı’nın ziyareti 1936 son kanun 2 perşembe indim. nedeniyle sahneye konulan bu Bu sabah stüdyoya gittim. Ben ateşin yanında otu­ “ Olur, yarım saat sonra oradayım.” Otomobille ilk Türk operasının konusu Türk — Bu akşam halk operetine git­ rurken geldi. Sevgi ile bakarak elimi sıktı. Alâkası­ geliyor. Sokakları dolaşıyoruz. Tophane’ye iniyo­ ve İran kardeşliğini işliyordu. O tim. Nazım, dün akşam orada imiş. nı gittikçe arttırdı. Sandalyesini çekip yanıma otu­ ruz. Ertesi güne, saat tam 3.5’ta Kadıköy iskelesin­ günlerde0 yayımlanan bir gazetede operanın Saatlerce oturup konuşmuş. Çok ruyor, elimi tutuyor, gözlerimin içine bakıyordu. de randevu veriyoruz.” konusu şöyle anlatılıyordu: müteessirim. Ağlamak istiyorum. Mütemadiyen sigarasını bana yaktırıyordu. Hatta Semiha bu notlan tuttuğu günlerde yeniden Şe­ Ağlamamak için kendimi zor zap- “ Yeryüzünde karanlıklar hakimken, onu bir Kani farkma vardı. “ İnsan hayatta bir kişiyle mi hir Tiyatrosuna dönmüş “Gün Batarken” oyunun­ tediyorum. Bedbahtım., her za­ demirci (bizde Bozkurt) İran’da (Gave) yoksa bir çok kimseler mi alâkadar olmalı?” dedi. da Klotild rolünü oynadıktan sonra Lüküs Hayat deviriyor, insanlığı refaha kavuşturuyor. Gave manki gibi. O da, “ Esas bir sevgi olur, diğer eğlenceler de olur­ operetinde Atıfet, Saz Caz Operetinde ise Dolores zamanında seçilen ilk büyük başbuğ da 3 perşembe sa fena değil fakat sevgi birdir” diyordu. Saat 12’de delRanço’yu oynuyor. Adalar Revüsünde Büyüka- Feridun’dur. Bunun oğullarından Tur’dan “ Hadi gidelim” dedi. Şaşırdım. Maçka’dan Taksim da rolünde. Bu revüde Feriha Tevfik Heybeliada, Turani'ler, İraç’dan da İraniler türemişlerdir. Çok mesudum. Nihayet benim de yüzüm bir par­ bahçesine kadar yürüyerek geldik. Yolda ona karşı Cahide Sonku ise Kmahada, Hazım Kömürcü Siv- ça gülecek. Eğer Muhsin Ertuğrul’un söylediği doğ­ Milli inanış buraya kadar bütün menbalarda samimi olmadığımdan şikâyet etti. Hiçbir zaman sa­ riada, Vasfi Rıza Yassıada rolündeler. ruysa, ki doğru olmak ihtimali yüzde 90’dır, 3 ay eştir. Buradan itibaren Tur ile İraç’ın mimi olmadığımı ve bir şeye kırıldığını söyledi. maceraları muhtelif hikâyelere mevzudur. sonra Viyana’ya gidiyorum. “ Neye kırılırsanız kırılınız” dedim. “ Benim yap­ İlk Türk operası Özsoy piyesinde Münir Hayri Bey bu muhtelif tığım fedakârlıkların yanında bu kırıldığınız şey na­ nakilleri birbirine meczederek yepyeni bir şekil 5 şubat çarşamba mütenahi derecede sıfırdır” dedim. 1934 yılında bir gün Münir Hayri Bey (Egeli), Se- bulmuştur.” Bugün düşünmediğim ve ümit etmediğim bir mas­ — Evet, diyor. Tramvaya binmeden kaynı Vedat miha’nın evine gelerek kendisini Ankara’ya Ata­ Semiha operanın finalini şöyle anlatıyor: kenin altından Vasfı Rıza çıktı. Esasen “ Saz-Caz” tramvaydan el sallıyordu. Atladı. Tevakuf yerinde türk’ün davet ettiğini, ilk Türk operasında oynamak da 3. perdede Hazım, Vasfi ile oynarken, biz olma­ onunla konuştuk. “ Bize gel” diyor. “ Piraye size üzere seçildiğini söylüyor. Konservatuvardan şan ho­ Cimri’de oynadım Z^nm “ 51 yıl önce sahneye konulan Özsoy gitti” diyor. Tramvaya bindik. cası Nimet Vahit ile yine şan hocası Nurullah Taş- yanı sıra Devlet Tiyatrosu ’nda da sahneye çıkıyor operasında ben Ayşim rolünde önce bir yalım diye ikisi birden elinden gelen fenalığı yapar­ Anadolu kızını oynuyordum, sonra modern lardı. Hatta Vasfı Rıza, İsmet Paşa’nm geldiği gece — Ne cesaretle benimle yürüyebiliyorsunuz kıran ve Semiha birlikte Ankara’ya gidiyorlar. ve önemli roller alıyordum. Moliere ’in Yanlışlıklar diyorum. Komedisi’nde Amelia, Cimri’de Frozin rolünü oy­ Türkiye’yi temsilen modern giysiler içinde bize katiyen çıkmamamız için tembih ettiler. Ben o Ankara’da Özsoy Operası için provalara başlıyor­ sahneye çıkıyor, operanın finalinde de “ Bugün zaman şüphelenmiştim. Fakat her zamanki gibi bu — “ Siz korkunuz, sizin bir belalınız mı var yoksa” lar. 12 Haziran 1934 günü Atatürk bizzat gelerek nadım. Aynı yıllarda operada da oynuyor, Çuku­ 23 Temmuz 924, Lozan muahedesi imzalanıyor işte de hüsnüniyetine vererek aldanmışım. Meğer ya­ diyor. provaları izliyor ve akşam özsoy ekibini Çankaya rova operasında Marta’yı, Cevelleria Rusticana ve memleket kurtuluyor” diye bağırıyor ve nılmışım. Oyun arasında elinde bir gazete vardı. Ne köşküne davet ediyor. Çankaya Köşkü’nde Atatürk, operasında Saıjtuzza’yı, Fidelio’da Leonore’yi can­ sevinçli bir şarkı okuyordum.” var diye sordum, “ Peer Gynt için tenkit yok” dedi. İsmet İnönü, Afet İnan Hanım ve Dahiliye Vekili landırıyordum. Bu fotoğrafım Cimri oyununda Fro­ Kâzım Şinasi Bey tembih etmiş. Şükrü Kaya, Semiha’nın söylediği aryaları dinliyor zin rolünde çekilmişti. “Kâzım Şinasi Bey kim?” dedim. ve bir aygıtla sesini plağa kaydediyorlar. O gece Se- “ Akşam’ın sahibi” dedi. O, Vasfi Rıza’ya şikâ­ İ» miha’nın Avrupa’ya gönderilmesi de konuşuluyor. Özsoy operası 19 Haziran 1934 günü halkevi sah­ mal Reşit Rey’lerin hazırladığı Deli Dolu operetin­ bir bıçak alıyor. Ölüme doğru ilerliyor. Bu anda kapı yet etmiş, demiş ki, “ Artık Selami ileri gidiyor, bir de, Necip Fazıl’ın Tohum piyesinde, Dostoyevski’- nesinde Atatürk ve İran Şehinşahı’nın huzurunda acı acı çalınıyor. Zehir şişesi düşüp bin parça olu­ artist için bu kadar medhiyye olamaz. Gazeteyi bir nin Karamazof Kardeşlerimde ve Nazım Hikmet’in vasıta olarak kullanmaya başladı.” Vasfi de, temsil ediliyor. Semiha ‘Ayşim’ rolünde. Üç gece yor. Güntekin kapıyı açıyor. Siyah bir manto. Semiha için yazdığı “ Bu Bir Rüyadır” oyununda “ Doğru” diye tasdik etmiş. Beni kötülemek için her temsil ediliyor. Özsoy ve Hâkimiyet-i Milliye gaze­ Bir kadavranın eli ona bir zarf veriyor. ‘Size me­ başrollerde. türlü çirkin ve insanlığa yakışmayan bir şekli bile tesinde Atatürk’ün şu görüşü yer alıyor: zardan bir mektup var’ diyor. Mektup Giintekin’in göze alarak Selami Bey gibi iyi bir dostu bile sakil “ Ankara’da Özsoy’un temsili milli operamızın Semiha hem tiyatro ve operet yaşamını sürdürü­ ölen annesinden geliyor. ‘Bana yaklaşma, seni iste­ bir mevkiye düşürdü. Canım sıkıldı. başlangıcı sayılmaktadır. Özsoy’un ilk temsil edil­ yor hem de Nazım’la ilişkisini. Nazım’ın bu sıralar miyorum, sen daha baharındasm’ diye yazıyor an­ “Siz” dedim, “Saz Caz’da beni beğenmiştiniz de­ diği gün, milli sahne ve musiki hayatımızın bir dö­ Piraye ile evli olması ve ilişkilerinin bu gelişimi Se- nesi. ‘Senin masum küçücük başını kollarında taşı­ ğil mi?” nüm noktası olacaktır” miha’yı çok üzüyor. Bir gün oturup bir öykü yazı-, yan annen gibi sen de sarışın minimini bir baş taşı­ “Evet” , dedi “inkâr etmiyorum fakat Selami be­ Semiha, Ankara’dan babasına yazdığı bir mektup­ yor. “ Mezardan Gelen Mektup” isimli bu öyküyü yacaksın kollarında, onun çocuğunu, bunu bil’ di­ yin yazdığı derecede değil. Burada büyük sanatkâr­ ta Atatürk’ün kendilerini Çankaya Köşkü’ne davet Sedat Simavi’ye götürüyor. Simavi öyküyü beğeni­ ye yazıyor annesi.” lar var evvela. Yani Bedia hanım (Muvahhit) ile Ne- ettiği geceyi ayrıntılı bir biçimde anlatıyor. Mektu­ yor ve Yedigün dergisinde yayımlıyor. Bu öyküye Semiha Berksoy, bu öyküyü yayımlanmadan ön­ yire hanım (Neyir) için sanatkâr diye yazıyorlar ev­ bun bir bölümü şöyle: Fikret Mualla’nm çizdiği sürrealist desenleri de gö­ ce, Nazım’a okuyor. Nazım dinliyor ve çok sarsılı­ vela.” “ Nimet ve ben piyano ile alafranga şarkılar söy­ türüyor ama dergi kendi ressamlarına bir başka re­ yor, üzülüyor. Bu öykünün öyküsünü bana anlatır­ — Rica ederim, hakkınız var. Ben henüz sanat­ ledik. Nimet beni methetti. Gazi Hazretleri ve Afet sim çizdirerek yayımlıyor öyküyü. Böylece Mualla’- ken Semiha Berksoy bugün şu yorumu getiriyor: kâr değilim. Fakat bunu bir reklam olarak kabul hanım beni alkışlıyorlar ve herkes de alkışlıyordu. nın bu öykü için çizdiği desenler yayımlanmadan bu­ ederseniz yine bana çok mu göreceksiniz. Selami be­ Şükrü Kaya beni Avrupa’ya göndermek lazım oldu­ güne kadar Semiha’da kalıyor. Yedigün mecmuası — Bu öykü gerçekten sürrealist bir anlam içeri­ ye minnettarım. Bana yegâne reklam yapan arka­ ğunu söyledi. Sesimi plağa çektiler. Orada bir ma­ öykünün üstüne bir not düşmüş: yordu. Nazım, benim onun çocuğunu istediğimi zan­ daş. Benim seviyemdeki akranlarım, tabii bunlar Fe- kine var, hemen çekiyorlar hemen dinliyorlar. Se­ netti o sıralar. Ben o günlerde gerçekten ölmeye yak­ “ Edebiyatta sürrealizm denilen meslek henüz ye­ laşmıştım. Yemekten içmekten kesilmiş, günden gü­ riha Tevfik, Cahide Sonku ve Şevkiye hanımlar, sim plakta çok güzel çıktı. Gazi ve Afet Hanım ni sayılabilir ve son senelerde bir çok yeni taraftar bunlara yapılan reklamlar niçin gözünüze batmıyor? (İnan) kulak kulağa benim için birşeyler konuştu­ ne eriyordum. Sonra bu öyküde olduğu gibi ölmek­ kazanmıştır. Vak’aları, tabiiliğin üstüne çıkmak su­ ten kurtardım kendimi, çünkü Nazım’ın aşkından Sokaklarda duvar dolusu afişleri ile fotoğrafları ba- lar, alkışladılar. Gazi “ bravo” dedi. Mütemadiyen retiyle sadece kendi anlayış ve düşünüş menşurların­ sdıyor.” bakıyordu. O gece Kız Muallim ve Erkek Muallim başka bir yöne kanalize oldum. Sanata... Ö çocuk dan geçirerek tahlil eden bu edebi meslek taraftar­ da yeni doğan veya doğacak olan sanat yaşamımı t } ■ v c mektebinden 40 talebe geldi. Koro yaptılar. Sonra ları, klasiklerin birçok hücumlarına uğramışlardır. Çelişkili duygular Afet Hanım, ‘Paşam müsaade ederseniz hanımlar simgeliyordu. Bu öyküyü yazdıktan kısa bir süre son­ Şu sayfada okuyacağınız hikâye de sürrealizm de­ ra Berlin’e gittim. Onu bir erkeğe değil sanata de­ l i « istirahat etsinler çünkü yarın çalışacaklar’ dedi. Gazi nilen bu edebi cereyanın yeni yazılmış bir örneğidir.” Semiha Berksoy günlüğünde hem sanat yaşamı­ dışarı baktı, “ Evet sabah oluyor” dedi. “ Fakat bir ğiştim ve gittim. Benim amacım Türk operasının ku­ na ilişkin olayları kaydetmiş, hem de duygu dünya­ kere daha büfeye gidelim.” Öykü özetle şöyle: rulmasına ve milletime sanat açısından hizmette bu­ sını. Nazım Hikmet ile ilgili bazı notlarla günlük de­ Evvela Nimet Vahit hanıma, “Hanımefendi ne ar- “Göğe yakın bir dağda bahçesinde rüzgârlar esen lunmaktı. Nitekim Nazını, çok sonraları Rusya’day­ vam ediyor; heyecanlar, çırpınışlar, sevgi ve çekilen , zu buyurursunuz” dedi. O “hiçbirşey, teşekkür bir ev. Bu evde yaşayanların hepsi ölmüş, bir kız ile ken bir tanıdığa, ‘Ben onu bırakmadım, o beni bı­ acılar gün gün değişiyor. Anne gözüyleZ‘tTce™ZZ ederim” dedi. Sonra bana sordu. “ Şurup efendim” Arap dadısı kalmış. Bu masaldan evin bir tek kapı­ raktı, Almanya’ya gitti’ demiş. 19 çarşamba ressamdı. 1931 yılında yaptığı Nazım 'ın bu resmi­ dedim. Bana eliyle bir kadeh şurup ikram etti. Ve sını çalan ınasal köşkün masaldan genç adamı. Genç nin altına “Benim gözümle oğlum’’ diye yazmıştı. herkesi ayrı ayrı tebrik etti. Otele geldik, saat 4.30 kızın sevgilisi. Kızın adı Güntekin. Sürekli sevgilisi­ 8 buçukta stüdyodayım. Nazım geldi. “Bonjour” Celile Hanım ile sonraki yıllarda çok iyi ahbap ol­ idi. Ertesi güıı Necip Ali Bey “Sizi Avrupa’ya nin kapıyı çalmasını bekliyor. Güntekin bekliyor, Yaraı: Naram’ın dedi. Yüzüne bakamıyordum. Gözlerimin içine uzun duk. Yaptığı bu Nazım portresini bana armağan et­ gönderteceğiz” dedi. “Akşam ınevzubahs oldunuz.” ölülerden kalma saatler 7’yi8’ir9’u vuruyor. Adam sevgilisinden ve inanalı bakarak konuşuyor. Alâkadardı. Yeniden ti. Benim de bir portremiJ yapmıştı. Bugün bu Semiha, Özsoy’dan sonra yine İstanbul’a döne­ gelmiyor. Güntekin elindedir şamdan, aynada ken­ bende bir alaka uyanmaya başladı. Niçin alakadar? portreleri özenle saklıyorum. rek sahne çalışmalarını sürdürüyor. Ekrem ve Ce- dine bakıyor. Rüzgâr uğıılauyor. Bir şişe zehir ve Ribbentrap’a konser 23 EKİM 1985 CUMHURİYET/11

İmanya S O P R A N O Büyükelçimiz ve eşi, SEMİHA BERKSOY’un yeni Alman Dışişleri ANILARI Bakam’na bir yemek veriyorlar.Bu yemekte Semiha’nın konser vermesini istiyorlar. Semiha’nm böyle bir konser için giyecek elbisesi yoktur. Elçinin eşi iki süslü ' getirir, içinde siyah bir tül elbiseyi Nazım Hikmet ve Fikret Mualla seçer Semiha. ile mektuplaşmaları Tam o yıllarda Nazım da,İspanya İç Savaşı için Hitler'in Bakanı Ribhentrop. faşistlerin veNazilerin yardım ettiği İspanyol faşizmine karşı direnen Madrid kapısındaki nöbetçiye seslenmektedir...

1939 yd,nda ?erlinf 'dt yap,lan Richard 75•yddöndmü şenliklerinde AlmanyadaJ başroldeyim *> J tadın Arıande atıf Naxos operası sahnelendi. Bu operanın başrolü otan Arıande rolünü ben oynadım. Operayı dünyaca tanınmış rejisör Gebhardt sahneye koymuştu, orkestra şefi de Schmalstich idi. Berlin Devlet Yüksek Musiki Akademisi'nde geçen üç yılımın sonunda Almanya'da ilk ket opera sahnesine çıkan Türk sopranosu olarak başarımı Nazım’m FÜSUN OZBILGEN kanıtlıyordum. Bu sonuç kızlığımdan bu yana opera artisti olma yolundaki hayallerimin gerçekleşmesi ve dünyaya kanıtlanmastydı. sevgilisinden Hitler’in bakanına konser

— 4 — Semiha Berksoy Berlin’de başrolde oynadığı bu opera hakkın­ da yazılan sanat kritiklerini saklamış. Aslında o kadar iyi bir ar­ erlin’de opera öğrenimi gören bir Türk kızı. şivci ki şaşıyorum. Tüm yaşamı, bavullar dolusu, dosya dosya sı­ 1936-1939 arasında müzik ve çalışma ile dolu üç ralanmış ve saklanmış. Fikret Mualla’da aldığı mektuplar, kart­ yıl. Almanya’da Nâzilerin iktidarı. Ispanya’da iç lar, Nazım’ın mektupları, kendi yazdığı mektupların müsvedde­ savaş sürüyor. Avrupa hızla İkinci Dünya Sava- leri, telgraflar, gazete kupürleri, kritikler, resimler vs. şı’na doğru yol alıyor. Almanya’da müzik otoritelerinin Semiha hakkındaki görüşleri şöyle: Prof. Paul Lohmann: İstanbullu Bayan Semiha Berksoy, Yük­ sek Müzik Akademisi’hdeki sınıfımda teganni tahsil etmiştir. Bn. i Semiha Berksoy, Berlin Yüksek Müzik Aka­ Berksoy, çok nefis, hoş sedalı ve nadir duyulan hacimli ses salı­ demisi opera bölümünde okuyor. Üç yılın sonun­ verme kabiliyetinde bir soprano sese sahiptir. Kendisi nadiren ras- da akademiyi bitirecek ve Richard Strauss’un 75. lanan bir ifade kuvvetine maliktir. doğum yılı şenliklerinde ünlü Alman opera yö­ Prof. Clemens Schmalstich: Bn. Semiha Berksoy, Berlin’deki B neticisi Prof. Niedecken-Gebhardt tarafından Devlet Müzik Akademisi’nin opera bölümündeki tahsilini benim akademiden seçilerek Berlin Akademi Operası sahnesinin halka idaremde yapmıştır ve çalışkanlığı ve kabiliyeti sayesinde opera yapılan gösterisinde R. Strauss’un Ariande auf Naxos isimli ope­ mesleği için gereken bütün evsafı elde etmiştir. Bunun ispatı ola­ rasında başrol olan Ariande’yi oynayacaktır. Üç yılın başarı ile rak Richard Straus’un 75. yıldönümü şerefine verilen üstadın Ari­ tamamlandığının en iyi belgesidir bu. ande auf Naxos’un da Bn. Berksoy, başrolü müzikalite Bu yıllarda Semiha’nın başından yine ilginç bir olay geçmiştir. bakımından tamamen kusursuz olduğu kadar güzel sesi ile ve temsil Olayın ilginçliği Semiha’nın kişiliğinde yatıyor. Almanya’da Türk cihetinden de enteresan bir surette yaratmıştır. Kendisinde güze! Büyükelçiliği, Berlin’de opera tahsil eden bir Türk kızı olduğunu bir kariyer mevcuttur. .... öğrenince ona ilgi gösteriyor. Büyükelçi Hamdi Arpak ve eşi Se- Eva Ikelius - Lissınann: Bn. Semiha Berksoy, dikkat nazarları- miha’yı elçiliğe davet edip sesini dinliyorlar ve çok beğeniyorlar. Bu sıralarda Hitler, Alman Dışişleri Bakanlığı’na Neurath’ın yerine Ribbentrop’u getirmiş ve silahlı kuvvetleri kendi buyruğu-

^Nazım’dan, Semiha’ya: B ir arkadaşından Merhaba, sana bu mektubu Almanya’daki Semiha’ya hürriyetime kavuştuğumun haber: Bir de baktım Nazım haftasında sıcak bir günde, Bey vapura geldi. Saçlar sıfır harikulade mavi bir denizde, numara tıraş. Gönderdiğin Kadıköy vapurunda pipoyu o kadar beğendi ki, yazıyorum. Yanımda senin de gözleri parladı. Tütünü de benim de çok saydığımız bir verdim. Adresini birdenbire arkadaş var. Senden, çıkarmadım. İstesin diye zaferlerinden haberler veriyor. bekledim. Daha piponun Senin için ve memleketim ve tütününü eline almadan sanat için seviniyorum. Bir ‘Adresi unutmayınız’ diyordu. kere daha merhaba ve selam- Madam Butterfly terfly rolünü 5-6 yıl ara ile iki kez oynadım. İlk Madam But- Onu da çantamı açtım Nazım. terfly rolüm 1941 yılındadır. Cari Ebert Ankara'da bu operayı verdim. Kimseler bizi görmedi. sahneye koymuştu. Bu içli aşk öyküsü büyük ilgi toplamıştı. desenler gönderdi. Bazılarını mektuplarına çizivermişti.

na alarak Nazi hareketini doruk noktasına ulaştırmıştır. dan doğan heyecan ve kafamdan doğan bütün iktidarımla Nazım I Semiha dayanamıyor ve kaleme kâğıda sarılıp şu mektubu yazı­ nı çekecek kadar güzel bir sese sahiptir. Onun tannan ve dolgun, Almanya Büyükelçimiz ve eşi yeni Alman Dışişleri Bakam’na la öyle konuştum. Sana karşı olan aşkı ebedidir. Buna emin ol. yor Nazım’a: büyük hacimli dramatik soprano sesi iyi bir müzikalite ve açıkça bir yemek veriyorlar. Bu yemekte de Semiha’nın konser vermesi­ Ben senden bahsettikçe deli gibi oluyor, dudakları titriyordu. “Za­ “Sevgili canım, ruhum, Berlin, 15.6.1939 görülen fıtri temsil kabiliyeti ile desteklenmiştir. ni istiyorlar. Şemiha’nın böyle bir konser için giyecek elbisesi yok­ ten ben onu biliyordum” diyor. Lafı ben kapatıyor gibi yapıyo­ 30 mayısta senin mektubunu, senin selamete çıkağın haberini tur. Elçinin eşi iki süslü giysi getirtir. Bunların içinde siyah bir Semiha, Almanya’da başarılı bir biçimde sanat yaşamını sür­ rum, bakıyorum o tekrar açıyor. O dünyalar kadar güzel ve zeki aldım. O gün benim en büyük bayramındı. Fakat hastalanmış­ dürürken, Nazım’ı da unutmaz. Kendisinden istediği pipoyu bir tül elbiseyi seçer Semiha. bir adam. Fakat gözlerim yaşardı. O ne ıstıraplar çekmiş, o ne sın. Senin yanında olmak, sana bakmak, seni görmek isterdim. arkadaşı vasıtası ile gönderir. Arkadaşı, bir gün Nazım’ı vapur­ Nazım Hikmet’in sevgilisi Almanya’daki Türk Büyükelçiliği’n- talihsiz adam. Sen bana her zaman benim yanımda iken düşüncelerinden uzak, de Hitler’in Dışişleri Bakanı Ribbentrop’un karşısında bir kon­ da görerek pipoyu verir. Bu olayı da Semiha’ya yazdığı bir mek­ Fakat Semiha sana acınacak bir şey söylemek mecburiyetinde­ ruhunun sükununu bulduğunu söylerdin. Acaba bunlar doğru mu tupla anlatır. Mektubun bu bölümü şöyle: ser verecek ve elçilikte verilen yemeğe katılacaktır. Tam o yıllar­ yim. Seni üzmeyeyim diye ben sana onun 25 seneye mahkûm ol­ idi meleğim? Hem ben sana uğur getiren bir kızım. Ben senin ya­ da Nazım da, İspanya İç Savaşı için, faşistlerin ve Nâzilerin yar­ “Bir de baktım Nazım Bey vapura geldi. Saçlar sıfır numara duğunu söylememiştim. Ve artık ona ötmüş nazarıyla bakıyordum. nında iken başına bir kaza gelmedi. On beş günden beri içimdeki tıraş. Kıpkırmızı surat. Görülecek şeydi. Vapurda üç ahbabı et­ dım ettiği İspanyol faşizmine karşı direnen Madrid kapısındaki Hep gözümün önüne onun ihtiyar haliyle hapisten çıkacağı geli­ karanlığın aydınlandığını duyuyorum, senin hürriyetinle yaşıyo­ nöbetçiye seslenmektedir: rafını aldı. Vapurdan çıkmasını bekledim. Tramvay mahalline yü­ yordu. Şimdi çıktı. Fakat üzülme, maalesef ciğerinin bir tanesin­ rum. Sana, senin büyük insani hislerine, sanatkâr ruhuna en bü­ rüdüm. Bir de arkama baktım koşa koşa geliyor. Gülmekten “Karanlıkta kar yağıyor de yara açılmış. Onun için 6 ay serbest bırakmışlar. Fakat, diyor, yük bir esere bağımlılığımla bağlıyım. Eğer beni uzaktan düşün­ bayılacaktım. “Sizi beklettim hanımefendiciğim, vapurda bakın­ Sen Madrid kapısındasın. ben bu altı ayı affa tebdil ettireceğim, diyor. Seni görebilmek için mek kabiliyetinde isen, haziranın 22, 24 ve 26 akşamları beni ha­ dım göremedim ” dedi. Karşında en güzel şeylerimizi, can atıyor. Ona mektup yazın dedim. Derhal yazdı. ” tırla. Richard Strauss’un Adriane auf Naxos ismindeki operasını İçimden, senin burnunu görecek halin yoktu ki, diyordum. Ya­ ümidi, hasreti, hürriyeti Bedia’nın mektubunun içinde Nazım’ın alelacele karaladığı bir oynuyorum. Adriane, sevgili kocası Theseus için üç saat süren bu ve çocukları öldüren bir ordu.’’ de not var: vaş yavaş paketi açmaya başladım. Zaten şöyle yalancıktan sar­ operada sahnede ağlayan, facia oynayan bir kadındır. Alman ga­ mıştım. Açarken de “bakalım beğenecek misiniz” diyordum. O Semiha, Almanya’da müzik çalışmaları içindedir, ama aklı ve “Merhaba, zetelerinde çıkacak kritikleri sana gönderirim. Rica ederim, sıh­ gönlü İstanbul’da bıraktığı sarı kıvırcık saçlı, uzun boylu, mavi da elime bakıyor, “aman efendim mesele onun beni Sana, bu mektubu hürriyetime kavuştuğumun haftasında, sı­ hatine çok dikkat etmelisin. Güneşte dolaşma, açık havada, göl­ hatırlamasıdır ” diyordu. O kadar beğendi ki gözleri parladı. Tü­ gözlü şairdedir. 26 Mayıs 1939’da amcası Prof. Kemal Cenap Berk- cak bir günde, harikulade mavi bir denizde, Kadıköy vapurunda gede istirahat et. Çok yemek yemelisin. Amcama muhakkak git. soy’un kızı Bedia’dan bir mektup alır. Mektup şöyle: tünü de verdim. Ooo.. Ooo.. deyip duruyordu. Adresini birden yazıyorum. Yanımda senin de, benim de çok saydığımız bir arka­ Yegâne tesellim kuvvetli bir erkeksin, bu ehemmiyetsiz arızayı ye- bire çıkarmadım. İstesin diye bekledim. Daha piponun tütününü “Canımın içi Semiha, daş var. Senden, zaferlerinden haberler veriyor. Senin için ve mem­ nersin. Temmuzun 15’inde İstanbul'da olabileceğimi zannederim. İmzayı okuyup hayret ettin sevindin mi? İşte senin sevgili Na­ eline almadan, “adresini unutmayınız" diyordu. Onu da çanta­ leketim ve sanat için seviniyorum. Bir kere daha merhaba ve selam- Sevgilim, ruhum, seni bütün sevgimle, hasretimle kucaklar, bin­ mı açtım verdim. Kimseler bizi görmedi. Şimdi bunu bir ben, bir zım 'im nihayet bugün yakaladım. Canım kardeşim, bütün ruhum­ Nazım. ” lerce öperim.Seni düşünen, senin olan, seni seven Semiha. de sen biliyorsun. Tabii bir de Nazım..” ALMAN HARİCİYE DEDİLER. ELİMİ T NAZIRI BANA Siz dev bir sese sahipsiniz SIKARAK HAYRANLIĞINI Benim SEMİHA BERKSOYVN BERLİN'DEN AM­ aldı. Misafirler yavaş yavaş gelmeye baş­ Şimdi size yemekleri anlatayım. Evvela rasından bir parçayı söyledim. Meğer İtal­ 1939 yılında CASI PROF. DR. KEMAL CENAP BERK- ladılar. Herkes birbirine takdim ediliyor. havyar. Yeşil tanesiz mercimek çorbası,' ya sefiriymiş bilmiyorum. Ayağa kalkarak gözümle SOY'A 8.2.1937 TARİHİNDE YAZDIĞI Bazı kimseler elimi öpüyor, bazıları da eli­ üstünde yağda kızarmış ekmek. Sonra et­ yanıma geldi. Benimle İtalyanca konuşma­ Almanyadaki MEKTUP, HİTLER'İN HARİCİYE NAZIRI mi sıkıyorlardı. Pırlantalar ve hakiki inciler ler talan etti. Tavuk vs. Sonra mantar, ga­ ya başladı, elimi öptü. İtalyanca bilmedi­ Nazım RİBBENTROP’UN ÖNÜNDE NASIL KON­ içinde sefireler... yet leziz ve küçük sosla beraber fevkala­ ğimi Almanca anlattım. Beni tekrar tekrar Yıllar sonra Türk SER VERDİĞİNİ VE O DÖNEMİN TÜRK deydi. Salatalar, meyvalar, ananas, ana­ tebrik ediyor, bir daha Tosça 'yı söyleme­ yeniden resim BÜYÜKELÇİLİĞİNİ YANSITIYOR. Nihayet Alman hariciye nazın Von Ribbent­ nastı dondurma, şokola, yemişler. Yemek mi rica ediyordu. Alman hariciye nazırı ve yapmaya Büyükelçiliğinde rop ve haremi geldiler. Yani baş misafir. saat 8.30’da başladı. karısı da rica ediyorlar, bütün sefireler is­ ‘‘Evvelce sefirin bir kere beni davet et­ Ziyafet onların şerefine veriliyor. Kadınlar Haa unuttum, şunu da söyleyeyim, sof­ tiyorlardı. Butterfly'ı söyledim. Boheme'i yöneldim. tiğini ve sesimi dinlediğini size yazmıştım. verilen erkeklerin koluna girdi. Ben benim yanı­ rada tam 14 uşak, beyaz eldivenli, uşak söyledim. İtalya sefiri yine ayağa kalkarak Nazım’ın bu ma tesadüf eden Rum sefirin koluna gir­ resmi kıyafetiyle hizmet ediyorlardı. Bundan sonra sefir beyefendi, Alman ha­ yanıma geldi. Siz İtalya'ya gitmelisiniz’ tablosu benim dim. Herkes tabur halinde, önde Alman Derken sıra şana geldi. Cesaretle gittim. yemekte riciye nazırı şerefine geçen hafta bu ayın dedi. düş ve bellek 5. cuma günü bir ziyafet vererek, beni de hariciye nazırı, haremi, sefir beyin haremi, Kendimi sahnede sanki oynuyor gibi far- gücümün bir sefireler davet ettiler. Büyük ziyafeti müteakip şarkı sefir bey, arkadan kırk sefir yemek salo­ zederek mümkün olduğu kadar yaşama­ Alman hariciye nazırı bana ’Siz bir dev ürünüdür. söyledim. Yani büyük bir sosyete ve dip­ nuna gittik. Ben partnerime kolayca, ev- ya, hissetmeye çalışarak Tosça 'yi söyle­ sese sahipsiniz' dediler. Elimi tekrar tek­ Resimlerimin pırlantalar ve lomatlar huzurunda Berlin’de ilk konseri­ velden bildiğim yerimizi gösterdim. Rum, dim. Amcacığım bir alkış tufanıdır koptu. rar sıkarak hayranlığını belirtti. hepsini mi verdim. Türkçe bilmiyor, çok nazik bir zat. Fran­ Sefireler bir taraftan, sefirler bir taraftan saklıyorum ve hakiki inciler Sefir beyefendi neşeli, nazik bir zaat (Ham­ sızca biliyor. Almanca çok az biliyor. Ya­ yerlere kadar eğilerek hürmetle selam ver­ hiçbirini di Arpak). O gece fena halde kalbim ça­ ni benim üç avlık Almancam ondan daha dim. Arkadan madam Butterfly operasın­ Yarın: Tosça operasını satmıyorum. içindeydiler rpıyordu. Sefaretin otomobili beni evden iyi. Neyse mükemmelen konuştuk dan bir parça ve arkadan la Boheme ope­ Nâzını tercüme etti CUMHURİYET/ 11 24 EKİM 1985

—5 — S O P R A N O Şubat 1939 günlü Tan Gazetesi’nde (bugünkü Tan gazetesinden oldukça farklı bir fikir gazetesi) “Penceremden” köşesinde Turan Tan imzası ile bir SEMİH A BERKSOY \,n yazı: “Berlin stüdyosu dünkü programına bir Türk ANILARI gecesi ilave etmişti. Almanca bilen bir arkadaşım­ la o gecenin hazzını yaşamayı kararlaştırdık ve muayyen olan saatte radyomuzun düğmesini Ber­ , ; v >■.1 lin stüdyosuna getirdik. Spiker bizi çok beklet­ >•« ''■‘y medi ve İstanbul Konservatuarından mezun olup . ' M opera tahsili için Berlin’e gönderilen Bayan Semiha Berksoy’un yeni -J* ' bir konserini dinleyeceğimizi, Bayan Saadet’in de kendisine işti­ . ’ X ; -, « rak edeceğini söyledi. Arkasından kulağımıza ilahi namelerden se- madani teranelerden halkolunmuş bir şelale dökülmeğe başladı.” ' Semiha bir yandan Almanya’da başarıdan başarıya koşuyor, bir yandan da o sevgi dolu yüreği ile İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’nde ■ yatmakta olan Nazım’ı düşünüyor. 1939’da İstanbul’daki bir ar­ j k , l l kadaşına şöyle yazıyor: “Sevgili kardeşim, Şimdi senden bir ricam var. Birisine gitmek değil de posta ile yiyeceğe ait şeyler göndereceksin. Eğer bunları elinle götürmek Nazım Hikmet ve Fikret Muaila mümkün ise öyle yaparsın. Eğer mahzur varsa posta ile yolla, kendi ile mektuplaşmaları adresini ve ismini yazma veyahut (Semiha tarafından) diye benim küçük ismimi yazarsın. O Bursa'da iken ben onu ziyaret etmiştim. O zaman bana tere- yağına, reçele, yani yiyeceğe ait şeylere hasret çektiğini söylemiş­ ti. ihtimal şimdi de aynı vaziyettedir. Düşün bir kere ne büyük insaniyet yapmış olacağız. Bunu daha evvel akıl edemediğime esef ediyorum. Şimdilik: 1- Bir iki kilo tereyağı (dayanıklı olması yani bozul­ maması için tuzlu ve tuzsuz cinsinden iki çeşit alırsın) 2- Hacı Bekir'den en iyi cinsinden baklava 3- Portakal (Yafa 4- Evde kuru köfte yaparsınız (ricalarım) 5- Bir de peynirli börek (Gayet iyi pişmek şartıyla) 6- İyi cins bir küçük teneke bal, reçel, zeytin. İM t, f t ı lifi /l 7/1 c /¿" i r/ı I) "’//« Cumhurreisi İsmet İnönü Konservatuvar'da verdiğim konseri Bunları ona gönderecek olursan, dünyada yapmış olduğun ve JL U.>tU i ’ ’* • tH H A IL I l l ş n i l U ll l l l ¿inledikten sonra beni tebrik etmeye gelmişti. Ankara'da Türk yapacağın iyiliklerin en büyüğünü, en büyük sevabı işlemiş ola­ tiyatrosunun temellerini atan Cari Ebert bu konserde beni dinledikten sonra “Nihayet Türkiye'de bir opera sahneye koyabilirim” caksın. Çünkü o her şeyden evvel iyi bir insandır ve sana en bü­ diye salonda bağırmıştı. Tebrik sırasında ben Cari Ebert'e Tosca'yı oynamak istediğimi İnönü'ye söylemesini rica ettim. Ebert de yük yemini ederim ki bu işin içinde (aşk) diye bir şey yoktur ve Cumhurreisi'ne bu dileğimi iletti. İnönü emir buyurdular ve Tosça böylece Türkiye'de ilk kez sahnelendi. Tosça operasında ben Tosça kalmamıştır. Ben yalnız sanatı ve sanatımı, iyi ve doğru bir insan FÜSUN OZBILGEN rolünü oynarken, partnerim Scarpie rolünde Nurullah Taşkıran’dı. Bu fotoğraf Taşkıran’la oynadığım Tosça operasının bir anısı. olmayı seviyorum. Bu dünyadaki mevcudiyetim sanat ve iyilik için­ dir." İşte Semiha Berksoy, işte Almanya’dan Toptaşı Cezaevi’ne gön­ derilen köfte ve portakal... Almanya’da harp patlayınca talebe müfettişliğinden bir yazı alır ve Türkiye’ye döner Semiha. İstanbul’da derhal cezaevine giderek Nazım’ı görmeye çalışır. Görüştürmezler. Kapıdan gönderdiği not ve Nazım’ın yanıtı, Nazım’ın diğer mektupları gibi kırmızı bez ciltli bir dosyanın içinde duruyor. Aradan yıllar geçmiş, sararmış bu kâ­ ğıt parçalarını birlikte okuyoruz: “Çiçekleri ve üzümü aldım. Gözlerim ve dilim için bundan ne­ Tosca’mn tercümesini fis ziyafet olamaz. İstikbalin için en iyi ne ise onun olmasını temenni ederim. Vaziyetimde bir değişiklik yok. Dağ dağa kavuşmaz ama insan NAZIMCA Ç A m iR F D A K l insana kavuşur. Selam ve hasret. Nazım. Teşbihimi sana gönderiyorum. N.” Nazım’dan teşbih hediye alınca ikinci ziyaretinde Semiha da Na- zım’a bir teşbih göndermiş. Bir de not düşmüş: “Şu yeşil teşbihi muratların yerini bulsun diye, buradan çıkman için getirdim. Bu teşbihin her bir tanesine benim dudaklarımın sı­ cak duası sinmiştir. Bundan dolaya tılsımlıdır Semiha”. Semiha İstanbul’a dönünce konservatuvara ses uzmanı olarak ata­ gizlice yaptırmıştık... nır. Muhittin Sadak yönetimindeki senfonik orkestra eşliğinde solist olarak konserler vermeğe başlar. İstanbul’da çalışmalarını sürdü­ rürken, kendisini öteden beri beğenmekte ve kur yapmakta olan Ferit Alnar, Ankara’ya konserler vermeğe davet eder. Semiha’nın artist Semiha Berksoy'dan beklemiyorum. aklında da Ankara’da kurulmakta olan operada primadonna ol­ Semiha Almanya’dan yazıyor Ne var ki yakında çıkabileceğime hâlâ aklınız yatıyor mu? İn­ mak vardır. Bu yüzden sevinçle Ankara’ya gider. İlk konserini Ce­ şallah mı diyorsunuz kızım? Hasretle Nazım” mal Reşit Rey yönetimindeki orkestra eşliğinde Ankara Radyosu’nda verir. Semiha bir yandan Almanya’da başarıdan Nazım Hikmet, Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte Bu dönemde ünlü tiyatro adamı Cari Ebert Ankara’da Devlet başarıya koşuyor, bir yandan da sevgi dolu kaldığı Çankırı Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne naklediliyor. Sağ­ Tiyatrosu ve Operasını kurma hazırlıkları içindedir. Tatbikat sah­ yüreği ile İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’nde lığının çok bozulması üzerine Bursa’da kaplıcalardan yararlanması nesi çalışmalarına başlamıştır. yatmakta olan Nazıın’ı düşünüyor. 1939’da için bu karar alınmıştır. Bursa’dan, Semiha’ya yazdığı 27 Mart 1941 Semiha Berksoy’un bu döneme ve İnönü’ye ilişkin anıları için­ İstanbul’daki bir arkadaşına şöyle yazıyor: tarihli mektubunda kaplıcalara gittiğini anlatıyor. de en severek anlattığı Tosça operasının ilk sergilenişinden önceki “Semiha, karşılaşmaları; Sevgili kardeşim, Mektubunuzu aldım. Sevindim. Kafan, kalbin, hançeren ve yü­ “Ankara Devlet Konservatuarı her cumartesi şef Emil Preatori- Şimdi senden bir ricam var. Birisine gitmek zün güzeldir, iyidir ve kudretlidir. Hep böyle kalsınlar kızım. us idaresinde konserler verirdi. Bu konserlere sık sık gelen Cum­ değil de posta ile yiyeceğe ait şeyler gönde­ Verdiğiniz haberlere memnun oldum. Doğru çıkmalarını kim te­ hurreisi İsmet İnönü, 6 Nisan 1940 tarihinde verdiğim Wagner receksin. Eğer bunları elinle götürmek müm­ menni etmez. Dayı paşaya mektup yazdım. Gönderdiği elbise için konserine teşrif etmiş. W'agner’in Lohengrin operasından Elsa’nın kün ise öyle yaparsın. Eğer mahzur varsa teşekkür ettim. Bana elbise göndermesi içime öyle dokundu, beni rüyası, Tannhauser operasından Elizabeth’in duasını, Tristan ve posta ile yolla, kendi adres ve ismini yazma öyle küçücük bir çocuk haline getirdi, o kadar bahtiyar kıldı ki İsolde operasından İsolde’nin aşk ölümünü söylemiştim. Konser veyahut (Semiha tarafından) diye benim kü­ ne söylesem az. bitince salondan alkışlar arasında bir ses yükseldi. Cari Ebert’in çük ismimi yazarsın. Muntazaman banyoya gidiyorum. Dayıma da yazdığım gibi bu­ sesiydi ve şunu söylüyordu: gün ben bu karmakarışık telaşlı kürre-i arzda utanılacak kadar “ — İch kann endlich die Öper beginnen” (nihayet operaya baş­ O burada iken ben onu ziyaret etmiştim. O rahatını. layabilirim) zaman bana tereyağına, reçele, yani yiyece­ Tosca’nın temsilinde bulunabilecek miyim? Umudum yok. Belki Daha sonra yanıma gelen Cari Ebert’e ben de Tosça operasını ğe ait şeylere hasret çektiğini söylemişti. İh­ Butterfly'da.. oynamak istediğimi söyledim. O sırada İsmet İnönü beni tebrik timal şimdi de aynı vaziyettedir. Düşün bir Ben herşeye rağmen nikbin bir insanimdir. Hatta etmek üzere müdüriyet odasına geldiler. Bana dedi ki: kere ne büyük insaniyet yapmış olacağız. Bu­ Güzel günler göreceğiz çocuklar Sesiniz çok güzel, mağrur olmayınız, çalışınız, sizi daima bu nu daha evvel akıl edemediğime esef ediyo­ Güneşli günler göreceğiz diye şiirler yazdığım zamanlar en fe ­ işin başında görmek isterim.” rum. laketli sanılan günlerimin içindeydim. Elbette ki bu sefer Tosca'yı Bu konuşma sırasında Cari Ebert İnönü’ye, dinleyemezsem bir daha sefere mutlaka dinlerim. Müsaade buyurursanız Tosça operasını oynayalım” dedi. İs­ Şimdilik: Hasretle Nazım” met Paşa emir verdi ve Tosca’nın 2 Nisan 1941 tarihinde ilk pro­ 1- Bir kilo tereyağı (dayanıklı olması yani bo­ fesyonel yabancı opera olarak Türkiye'de ikinci sahnesi sergilendi. zulmaması için tuzlu ve tuzsuz cinsinden iki Nazım bu mektupla beraber dayısı Ali Fuat Cebesoy’a da bir Bu operada ben ve Nurullah Taşkıran başrolleri paylaşmıştık.” çeşit alırsın). mektup yazıyor. Bu arada karısı Piraye Hanımın Bursa’ya gelip 1941 yılında ilk profesyonel opera olarak İnönü’nün huzurun­ 2- Hacı Bekir'den en iyi cinsinden baklava. bir oda tuttuğunu ve her gün görüştüklerini bildiriyor. Dayısına da oynanan Tosca’nın Türkçe’ye tercümesini yapan o yıllarda ha­ 3- Portakal (Yafa olsun). yazdığı bu mektuptaki Piraye Hamına ilişkin satırlar Semiha’yı fena piste bulunan Nazım Hikmet’tir. Bu tercümenin hapiste parasızlık 4- Evde kuru köfte yaparsınız (ricalarım). halde kıskandırmış. Biraz ters bir mektup yazıyor Nazım’a: r j» A j „ Cumhurbaşkanlığı Flarmonik Or- 5- Bir de peynirli börek (gayet iyi pişirmek çeken Nazım’a verilmesini Semiha Berksoy sağlamıştır. Semiha bir 1 sili llllll ggstra ş ef Yardımcısı Ferit AInar "Aziz dost, yandan opera çalışmalarını sürdürürken bir yandan da Nazım’ın şartıyla). benimle evlenmek istiyordu. Nazım 'ı sevdiğimi ve onunla ev­ Size mektup yazmakta geciktim. Bunun sebebi dayınızı ancak tahliye edilmesi için büyük bir çaba göstermekte ve ona elinden 6- İyi cins bir küçük teneke bal, reçel, zeytin. dün görebildim. Orada her husustaki rahat ve huzurunuz beni pek gelen yardımı sağlamağa çalışmaktadır. İstanbul’a gelerek Nazım’m lenmeyeceğimi söyleyince bana düşman kesildi. Beni opera­ da oynatmamak için elinden geleni yaptı. sevindirdi. Bana yazmış olduğunuz uzun, yani tafsilatlı mektubu­ annesi ressam Celile Hanım ile görüşüyor. Çankırı hapishanesin­ nuza da teşekkür ederim. Mademki işleriniz yoluna girdi ve sıh­ de Nazım’ı ziyarete gidiyor, Ankara’da Nazım’ın dayısı Nafia Ve­ hatiniz de iyi, size her hafta yazarım diye verdiğim sözü geri kili, Atatürk’ün silah arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy’a Nazım’dan Semiha’ya alıyorum. Martın 20'sinde Tosca'yı oynuyoruz. koşturuyor ve Nazım’ın annesinin hayranlarından, o yıllarda me­ Şimdilik verilecek bir havadis yok. Bir yenilik olursa size yaza­ bus olan şair Yahya Kemal Beyatlı ile görüşmeler yapıyor. JT erit Alnar bana dedi ki: Nazım’a rım. Selamlarımla Semiha Berksoy” Semiha, Nazım’m dayısı Nafia Vekili Ali Fuat Cebesoy’a Ferit sordum, seni almayacakmış. Ben “Kızım, mektuplarını keseceğinden bahset­ Alnar’ı götürüp tanıştırıyor. Cebesoy, opera tercümesi işini Tiyat­ mene üzüldüm. Benim burada biraz olsun Nazım bu mektubu alınca Semiha’nın üzüldüğünü anlıyor. Ona ro ve Opera konuları ile ilgili olan Milli Eğitim Bakanı’na söylü­ almak istediğimi söyledim. Fena rahata kavuşmaklığım neden dolayı size bu şöyle bir yanıt yazıyor: yor. Opera tercümesini Ferit Alnar yapmış görünüyor ama el olmaz, iyi kızdır diye cevap verdi. karan verdirdi. Eğer ben biraz rahat nefes altından vekiller de Nazım’ın çeviri yaptığını biliyorlar. Alnar pa­ alıyorsam, bunda senin güzel yüreğinin, gü­ "Kızım, rayı alıp Nazım’a gönderiyor. Bu nedenle zaman zaman Semiha zel ellerinin payı o kadar büyük ki. Bana her Mektuplarını keseceğinden bahsetmene üzüldüm. Benim bura­ ile birlikte de Çankırı hapisanesine gidiyorlar. hafta iki satırlık mektup yollarsan kızım, da biraz olsun rahata kavuşmaklığım neden dolayı size bu kararı Bu arada Ferit Alnar Semiha’ya evlenme teklif ediyor. Semiha B.i en de Ferit’e dedim ki: Onun tahmininden çok sevinirim. Toskalığın lüzu­ verdirdi. Eğer ben biraz rahat nefes alıyorsam bunda senin güzel da Nazım’ı sevdiğini söyleyerek bu istemi geri çeviriyor. beni alıp almamasının hiç önemi mu yok. Radyoda Toska 'yı söylerken ver­ yüreğinin, güzel ellerinin payı o kadar büyük ki... Öyküsünün gerisini Semiha Berksoy’dan dinleyelim: yok. Ben onu seviyorum, önemli seler de biz de, ben de seni dinleyebilsem. Bana her hafta iki satırlık olsun mektup yollarsan kızım, tah­ “Ferit bunun üzerine bana dedi ki Mektubum kısa oldu, çünkü küstüm kızım. mininden çok sevinirim. — O halde ben de Nazım’la konuşurum. Bakalım seni alacak mı? olan budur.Sana da varmayacağım. Hasretle..” Toskalığın lüzumu yok. Radyoda Toskayı söylerken verseler de, Nazım’m evli olduğunu bildiği için onun herhangi bir cevap ve­ biz de, ben de burada seni dinleyebilsem. remeyeceğini ve benim de kendisi ile evlenmek zorunda kalacağı­ Bir resim yapıyorum. Yakında göndereceğim. mı hesaplıyordu zahir. Ben hiçbir şey söylemedim. Sadece Nazım’a Dayı paşayı gördükçe ellerinden öptüğümü söylersiniz. Mektu­ bum kısa oldu çünkü küstüm kızım. Hasretle Nazım” bu durumu bildirip Ferit’in kendisine bu yolda bir soru soracağı­ bar edenin Alnar olduğunu söylemişler Ferit Alnar Nazım’la bir­ beğendiği konserin sonunda Cari Ebert vasıtası ile ricada bulu­ nı söyledim. likte Tosça operasını çeviriyor daha doğrusu kendi çevirmiş gibi nunca Tosça sahnelenmiş oldu ve yine de Türkiye'de Tosca’yı ilk Semiha bu mektubu alınca çok üzülür. Nazım’ı küstürmeyi hiç Bir kez opera tercümesi işi için hapishaneye beraber gitmiştik. Nazım’ııı çevirmesinde aracılık ediyor, Nazım’la kendisi de görü­ oynayan soprano ben oldum.” mi hiç istememektedir. Oturup hemen bir cevap yazar. Bu arada Cezaevi müdürünün odasında birlikte görüşüyorduk. Bir ara Fe­ şüyor, mektuplaşıyor, sonra da tutup Semiha’yı ihbar ediyor. O yıllarda henüz Devlet Operası kurulmamıştır. Müzik çalışma­ Ferit Alnar’ın yaptıklarını da özetle anlatır: rit, cezaevi müdürüne Alnar’ın Semiha’ya yaptığı sadece bu ihbar ile sınırlı kalsa Se­ ları Devlet Koııservatuvarı ve Tatbikat Sahnesi çerçevesinde yürü­ — Müsaade ederseniz Nazım’la başbaşa bir iki dakika yalnız miha yine de onu affedilebileeek. Diyecek ki bu adam beni çok tülmektedir. 1941 yılında Tosça sahnelenir ve Semiha 12 kez bu “En büyük şairimiz, görüşmek istiyorum dedi. seviyor beğeniyordu ve Nazım’la ilişkimi kesmek için bu yola baş­ oyunda dramatik soprano sesine uygun olarak Tosça rolünü üst­ Kıymetli mektubunuzu aldım. Bana her hafta yaz dediğiniz için Sonra bir yan odaya giderek kısaca konuştular. Ben anladım ama vurdu. Ancak Ferit Alnar daha sonra Semiha’ya karşı apansız bir lenir ve başarıyla sürdürür. Daha sonra Maçlaın Butterfly sahne­ çok sevindim. Dayınızı bu çarşamba göreceğim. Çarşambaya el­ hiç renk vermedim. düşmanlık sürdürmeğe başlıyor. Onun çok sevdiği mesleğinde iler­ lenir ve Semiha bu oyunda da iki kez sahneye çıkar. Semiha için lerinizden öptüğünüzü söylerim ve tercüme işini de sorarım. Car­ Cezaevinden çıktık Ferit’le beraber yürüyoruz. Bana döndü de­ lemesini önlemek için elinden ne gelirse yapıyor. Semiha şöyle an­ sahneye çıkmak tutku, ama sahneye çıkması bazı yöneticilerce sü­ men tercümesini ancak Tosça 'yı oynayıp muvaffak olduktan sonra di ki: latıyor o günlerdeki gelişmeleri. rekli engellenmeye çalışılıyor. teklif edebileceğim. — Nazım’a sordum. Seni almayacakmış. Ben almak istediğimi “Tosça 1941’de oynanmadan önce 1940’ta sahnelenecekti. Bu­ Semiha bir yandan sanatı için mücadele ederken bir yandan da Ferit 'le hâlâ dargınını. Bedia 'hm hocası Statzer burada idi. Ona söyledim. (Fena olmaz iyi kızdır) diye cevap verdi.” nun için hazırlıklar da başlamıştı. O sırada Ferit de Tatbikat sah­ hem dost, hem sevgili, hem ağabey olarak gördüğü şairliğine de­ demiş ki: Benim hiç kabahatini yok, Semiha beni yanlış anladı. Semiha Berksoy anılarını anlatırken bu noktada kahkahalarla nesi adıyla kurulan ve geleceğin sanatçılarını yetiştirmeğe yönelik ğer verdiği Nazım Hikmet ile mektuplaşmalarını sürdürüyor. Haydi ben onun sözlerini yanlış anlamış olayını. Fakat geçen se­ gülmeğe başlıyor. Sonra şunları söylüyor: okulu çalıştırıyordu. Tatbikat Salınesi’nde yetişen gençlerle Ma­ neden beri aleyhimde çevirttiği iş planlan meydanda. 7 Ocak 1941 günü Nazım'a yazdığı mektuptüa şöyle diyor Semi­ “Sanki benim hiç önemim yokmuş gibi Nazım böyle söyledi diye- dam Buttcrfly operasının oynanması söz konusuydu. Bir gün Fe­ Allah kısmet edecek olursa operayı ancak ayın 28'inde oynu­ ha: “Mektubunuzu aldığımın ertesi günü pazardı, ancak pazar­ tabii ki şaka etmiştir ya- hemen benim de onu isteyeceğimi sandı. rit geldi. Ben tiyatro hinasıııdaydını. Bir odaya çekti beni, bir süre yoruz. ve temsil radyoda veriliyor. Gene Haşan Ferit beyin yar­ Ferit’e dedim ki: bana kendisiyle evlenmemi aksi halde Tosca’nın oynanmasını tesi günü faaliyete geçebildim. Pek yakında hürriyetinize dımı ile (ünlem) Tosça 'nın hepsini değil yalnız ikinci perdesini — Onun beni alıp almamasının hiç önemi yok. Ben onu seviyo­ engelleyip yerine benim rol almayacağım bir biçimde Butterflv’ı kavuşabileceğinizi dayınız bana katiyetle söyledi ve size böyle yaz­ oynuyoruz- Operaya ilave, talebeler bir piyes oynayacaklarmış. rum önemli olan budur. Sana da varmayacağım. Bu noktadan son­ oynatacağını söyledi. Ben hiç sesimi çıkarmadan dinliyordum. Son­ mamı rica etti. Tosca'yı önümüzdeki aylar içinde oynuyoruz re Operanın tamamı gelecek sene başında oynayacakmış, hepsini oy­ ra Ferit bana düşman kesildi.” ra hiç unutmuyorum yerinden kalktı. İki elini masaya dayayarak siz tercüme ettiğiniz bu eserin ilk temsil gecesi tiyatroda olabilir­ namak için koro yokmuş, vakit yokmuş, velhasıl bir çok mış, mış, Ferit Alnar belki Semiha’ya âşıktı, belki çok seviyordu istenil­ masanın üzerine abandı ve yüzüme doğru eğilerek bana siniz.” mış... mediğini anlamak veya sevgisine karşılık bulamamak onu sevgi­ — Şimdi son kez soruyorum evet mi hayır mı? dedi. 14 Şubat 1941 tarihli yanıtında Nazım biraz ümitsiz: Yapılmakta olan resmi heyecanla bekleyerek bana bir daha küs­ nin yüceliğinden kaldırıp ihtiraslı bir düşmanlığa itelemişti Ben de (Hayır) dedim. Bunun üzerine odadan çıktı. Ben don­ memeni rica ederim. Sizin, Semiha.. ” anlaşılan. Semiha, Çankırı’ya Nazım’ı ziyarete gidip döndükten muş kalmıştım. Bir süre sonra geldi ve “Tosça oynanmıyor biz But- “Semiha, nasılsın? Mektubuna cevapta geciktim. Ama sen ku­ sonra Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın hesap sormasından önce terfly’ı oynayacağız” dedi. Böylece benim rol alacağım Tosca’yı suruma bakmazsın. Affetmesini bilen bir kızsınız. Yarın: Senıilıa kızına, Nazını’ııı isteği emniyette alman ifadesi sırasında kendisini Nazım’a gittiği için ilı- erteletti. Ben de bunıın üzerine İnönü’nün gelip benim sesimi çok Artistlik tarafınızın ne kadar insafsız olduğunu bildiğim için affı üzerine üKeliha adını verdi 25 EKİM 1985 CUMHURİYET/11 • * • * NAZIMIN GÖZÜYLE SEMİH A NINSANAT GUCU: / pırlanta ne kadar toz toprak içine atılsa, günün birinde yine pırlantalığını belli eder ve hakkını ister. Semiha da bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır.

—G— Türkiye’de Semiha azetelerde 1942 yılında Semiha Berksoy’un Madam Butterfly rolündeki bir fotoğrafı. Altında şöyle bir başlık, S O P R A N O 1 ■ Ankara Operasında üçüncü sınıf korist SEMİHA BERKSOY’un kadrosu. ANILARI ‘‘İlk opera sanatkârı 2 ■ Solist olarak Semiha neden Türkiye’de çalışmıyor? Çalışmak için yabancı diyarlara seslendirebileceği operada G gidişinin sebeplerini anlatıyor.” figüran rolü. Yazıda şunlar yer alıyor: “Memlekette ilk opera sanatkârı Semiha Berksoy, ça­ lışmak için Berlin’e gidiyor. Buna şaşmayınız. Evet, ça­ lışmak üzere yabancı bir diyara gidiyor. 3" Koroda Bu seyahat etrafında bazı dedikodular dönüyordu. Semiha neden ya­ rA 'l/T I tlf* h ı r , ı t r i ^ ^ 2 yılında yeniden Berlin'e gide- bancı diyarlarda çalışacak? Niçin burada çalışmıyor? söyleyebilecek bir sese Kendisini bulduk, görüştük. Bize şöyle dedi: f rek oradaki tahsilime ilişkin belge­ — Evet, çalışmak üzere yakında Berlin’e gidiyorum. Çünkü çalışmaya leri aldım. 1941 yılında Türkiye'ye döndüm ve bir şiire sonra da sahiptir diye hazırlanan mecburum. Ercüment Siyavuşoğlu ile evlendim. Bu evlilikten doğan kızıma Her nedense, Ankara’daki opera temsillerinde bana ihtiyaç hissedilme­ Nazımin önerdiği gibi Zeliha adını koyduk. bir rapor. di. İlk temsilleri takip eden ikinci temsillerde doubleur olarak çalıştırıl­ dım. Fakat bu vazife benim sanat aşkımı rencide ettiğinden, bu suretle uzaklaşmaya mecbur tutulmuş oldum ve İstanbul’a döndüm. Şimdi çalış­ Avrupa’da Semiha mak üzere Almanya’ya gidiyorum.” Nazım Hikmet ve Fikret Muaila Semiha’nın bu demeci vermekteki amacı kendisine sahneye çıkma im­ ile mektuplaşmaları kânı verilmediğini kamuoyuna duyurmak, aynı zamanda da yöneticilerin ■ konuya ilgisini çekmektir. Almanya’ya gitmek istemesinin bir başka ne­ M. Viyana'da Figaro- deni de vardır: Almanya’da yaptığı tahsile ilişkin belgeleri alabilmek iste­ KammersaaVde özel ği. Çünkü 1939 yılında Semiha, Almanya’dan dönerken Berlin Yüksek Mu­ siki Mektebi’ndeki tahsilini tamamladığına ilişkin bir belge getirmemiş­ konserde solist. tir. O günlerde İkinci Dünya Savaşı patlamış ve Berlin’in ani bombardı­ man edileceği tehlikesi üzerine talebe müfettişliğinden aldığı bir emirle Ber­ lin’i terketmiştir. Ankara’da Madam Butterfly’ı oynarken bir ara kadro durumu söz ko­ Almanya'da Wagner nusu edilmiş ve bunun için tahsilini belgelemesi istenmiştir. 1941 yılında İstanbul’a Muhsin Ertuğrul’a yazdığı bir notta şöyle diyor: festivallerine davet ve "Muhterem hocanı, angajman önerisi. Bu aydan itibaren beni hükümet memuru sıfatıyla bareme tabi tutuyor­ lar. Belki hatırlarsınız. Ben lise dokuzdan size gelmiştim. Tiyatro mekte­ bini bitirdiğime dair diplomamı gönderirseniz maaşıma yardım edersiniz. ” Kızımla aynı oyun 3 Süddeutsche Zeitung Muhsin Ertuğrul bu yazıya, “T.C. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu” antetli bir kâğıda yazığı üç satırla yanıt veriyor: da ilerledi. Tiyatro tahsil etti ve tiyatro sanatçısı oldu. Kızımla bir­ gazetesinde ‘Türk likte tiyatro eserlerinde sahneye çıktım. Bu fotoğraf Ankara'da “Semiha, iki gözüm, kızını Zeliha He sahnede birlikte oynadığımız Asiye Nasıl Kurtu­ folklorunun ateşli sesi’ Mektubunu aidim.. Tiyatro mektebinin resmi bir diploması olmadığı FUSUN OZBILGEN lur oyununun bir hatırası. Zeliha Asiye rolünde, ben de anneyim. için sana gönderemiyoruz. Mamafih sen sicilinde ondan bahsedersin, ni­ olarak tanıtım. hayet inanmazlarsa buraya sorarlar, biz de cevap veririz. Muvaffakiyetle­ rine pek seviniyoruz. Temadisini dileriz. Gözlerinden öperim. M. Ertuğrul ” "Semiha, Kızının yirmi dört saatlik hayatım öğrenmiş oldum. Anasına, babasına Semiha, hem diplomasını almak, hem de Türkiye’de kendisini sahneye NAZIMLA SON HABERLEŞME ve Türk halkına ve insanlığa faydalı olmasını, anası gibi büyük bir sanat­ çıkarmayanlara karşı mesleğini kanıtlamak amacıyla kürkünü satıp, ha- kâr ve şahsen tanımadığım fakat hürmetkârı olduğum babası gibi de iyi KIZIMA ZELİHA ADINI NAZIM ÖNERDİ Semiha’nın Nazım’a Seyredebiliyorum artık. yürekli bir insan olmasını temenni ederim. Bu vesileyle de beyefendiye hür­ ilişkin son bir anısı da­ Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği metlerimi bir kere daha sunarım. ha doğrusu dolaylı bir elimi sıkarken sapladığı bıçak. Opera hakkında verdiğin müjdelere pek seviniyorum. Nihayet memle­ Kızımın yeni doğduğu günlerde haberleşmesi var. Na­ Nafile,.artık kışkırtamıyor beni düşman. ketinde çalışabilecek bir sahne kuruluyor demektir. Artık yolun açıktır. Nazım, hapisten annesi Celile zım Moskova'da iken Geçtim putların ormanından Temiz, yüksek bir sanatkâr olduğun için, iyi bir anne olacağını da bilir­ Semiha ona yine bir Baltalıyarak, dim. Nitekim aldanmamışım. Kocana, kızına ve sana saadetler dilerim. Hanıma ve bana ortak bir mek­ tespih yolluyor. Bir de Ne de kolay yıkılıyorlardı. Hepinizin yolu açık olsun. tup yazmıştı. Bu mektubunda tütün değil ama memle­ Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri, Nazım. ” ket kokusu. Bu gönder­ Çoğu katıksız çıktı çok şükür. Ankara’da Devlet Konservatuvarı çevresinde Tatbikat Sahnesi içinde ör­ “Semiha’nm anne olmasına ne diklerinin Nazım’a ulaş­ Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı, gütlenen opera bu sıralarda bağımsız bir birim olarak gelişiyordu. Devlet tığını Nazım in ölümün­ ne böylesine hür. Operası ve Tiyatrosu kuruluyordu. Semiha, Devlet Operası’na atanmak kadar sevindim bilemezsiniz. den sonra okuduğu son İyice yaklaştı bana büyük karanlık. için hemen bir dilekçe verdi ve 1946 yılında Devlet Operası’nda göreve baş­ Şüphesiz ki bir insan için dün­ bir şiirinden anlıyor. Dünyayı telaşsız rahat ladı. Ancak Semiha için birtakım engellemeler yine geçerli olmaya başla­ Çok seviniyor. Şiir şöy­ Seyredebiliyorum artık. mıştı. Bir türlü Semiha’ya operada rol verilmiyor ve bekletiliyordu. Ope­ yada ilk büyük vazife ve verebi­ le: Bakınıyorum başımı kaldırıp işten, ra gibi bizde gelişmemiş bir dalda yurt dışında kendini kanıtlamış bir sa­ Karşıma çıkıveriyor geçmişten, natçıya layık görülen işlemleri Semiha anlatırken bugün hâlâ öfke ve hınç leceği en büyük verim baba, Bir söz, doluyor. Bir Koku Semiha daha sonraki tüm yaşamını, operada sahneye çıkabilmek ve sa­ yahut ana olmaktır. Ben Zeliha natını Türk halkına tanıtabilmek için adıyor diyebiliriz. Ancak, sürekli en­ Bir el işareti. -Züleyha değil- adını pek seve­ SON OTOBÜS gellerle karşı karşıya. 12.1.1948 tarihinde Konservatuvar Müdürlüğü’nden Söz dostça, aldığı bir yazıda şöyle demliyor: Gece yarısı son otobüs Koku güzel, rim. Kızına isterse o adı koysun” Biletçi kesti bileti. “ Koro’da söyleyebilecek bir sese sahip olmanız dolayısıyla koro çalış­ El eden sevgilim. malarına katılmanız koro şefi tarafından bildirilmiştir. Çalışmalara de­ diyordu. Nazım’ın önerdiği ismi Beni ne kara haber bekliyor evde, Kederlendirmiyor artık beni hatıraların daveti. ne rakı ziyafeti. vam etmenizi dilerim. Müdür. İmza.” Hatıralardan şikâyetçi değilim. Sanatçı için elbette ki, en büyük hakaret sanatına yapılan haksız eleşti­ eşim ve ben de beğendik ve kı­ Beni ayrılık bekliyor. Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten, ridir. Semiha’ya da ancak koroda söyleyebilecek bir sese sahip olduğu bil­ Yürüyorum ayrılığa korkusuz zımıza Zeliha adını verdik!’ Yüreğimin durup dinlenmeden dirilince sesinin nasıl bir ses olduğunu klasik müziğin beşiği Viyana’ya ispat­ ve kedersiz. Kocaman bir diş gibi ağrımasından bile. lamaya gidiyor. Olayı şöyle anlatıyor: İyice yaklaştı bana büyük karanlık. “Tam anlamıyla çılgına dönmüştüm. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Dünyayı telaşsız, rahat NAZIM HİKMET Hiçbir angajmanım olmadan, elimden tutan kimse bulunmadan kocamı da Türkiye'de bırakarak küçücük kızımı aldığım gibi soluğu Viyana'da aldım.” minnesinin köşesindeki üç beş kuruş parasını da alarak Almanya’ya git­ Viyana’da kimsesi olmadığı ve küçücük kızının da bakım sorumluluğu meye hazırlanmaktadır. üzerinde olduğu halde Semiha yine başarılı konserler veriyor. Çünkü sesi Bu arada Nazım’dan gelen mektuplarda da, bu Almanya’ya gitme ko­ Avrupa’da tanınmaktâ ve beğenilmektedir. 4.10.1949 günü Viyana rad­ nusu geçmektedir. yosunda ve 2 Kasım 1949 gecesi de Figaro - Kammersaal’de iki başarılı konser veriyor. O günleri anlatırken şöyle diyor: “Semiha, “ Viyana'da çok sıkıntı çektim. Neredeyse aç kalacaktım. Ama dayan­ Göndermiş olduğun, kendin gibi tatlı ve dost şekerleri aldım. Pek mak­ dım. Eğer benim sesim ancak koroya çıkabilecek bir ses olsaydı, Viyana'­ bule geçti. Afiyetle yedim. Bitirdim. da solist olarak adıma konser düzenler ve beni sahneye çıkarırlar mıydı?” Bundan birkaç gün evvel sana uzunca bir mektup yollamıştım. Aldın 1949 yılına ait konserin basılı programına bakınca Semiha Berksoy’un mı? Ankara’dan gelmiş opera sanatçısı olarak Beethoven, Schumann, Brahms, Muhsin yolculuğa çıkmış diye okudum. Senin yolculuk Straus ve Cemal Reşit Rey’in eserlerinden oluşan ve Bizet, Puccini, Mas- ne zaman? Mektubunu merak ve sabırsızlıkla bekliyorum. cagni ile VVagner’in eserlerinden şarkılarla süren büyük bir konser verdi­ Hasretle Nazım. ” ğini görüyorum. Bu konserlerin Türkiye’de yansımasından sonra Semi­ ha’ya Viyana’daki Türk büyükelçiliği kanalıyla bir resmi yazı geliyor. Yazı 22.1.1942 tarihli mektup: oldukça komik bir durumu yansıtıyor, özetle şöyle: “Semiha güzel kızım, "15.7.1949 tarihinde kullanmaya başladığınız izin süreniz 1.8.1949 ta­ Mektubunu aldım. Cevapta bu kadar geç kalışımın sebebi hastahğım- rihinde sona erdiği halde şimdiye kadar görevinizin başına dönmediğiniz dır. Epeyce hasta yattım. Yürek delikanlı, kafa onbeş yaşında, ama be­ için Milli Eğitim Bakanlığı'nca müstafi sayılmış olduğunuz anlaşılmıştır. den ihtiyarlamış. Ufak bir soğuk algınlığı yere seriyor artık bizi... Genel Müdürlüğümüz Yönetim Kurulu tarafından devlet tiyatrosu sa­ Yolculuğuna hem sevindim, hem üzüldüm. Haydi hayırlısı. Yolun, se­ natkârlığına sözleşme ile alınanların seçilmesi sırasında sizin de 375 lira sin ve yüreğin gibi açık ve şerefli olsun. aylık ücretle (opera solisti) olarak müessesemize alınmanız kararlaştırıl­ Ben ümitli, sabırlı bir mahpus hayatını devam ettirip gitmekteyim. Dört mıştır. seneyi bitirdim. Beşe bastım. Bu görevi kabul ettiğiniz takdirde operadaki görevinize başlamak üzere Yola çıkmadan önce bana bir mektup yolla mutlaka. Seni yalnız temen­ yurda dönmeniz gerekmektedir.” nilerimle yola çıkarabildiğim için biraz da müteessirim. Haydi güle güle Yani önce korodaki görevinden çıkarılıyor. Sonra operaya solist ola­ benim güzel kızım. Nazım." rak atanıyor. Bir sanatçının Türkiye’de kendini kanıtlaması için demek ki, mutlaka yurt dışına gidip (sesinin ancak koroda söyleyebilecek değer­ Yıl 1942, Hitler’in orduları Avrupa’yı hallaç pamuğu gibi atıyor. Bu de) olduğunu iddia edenlere. Viyana’da başarılı konserlerle yanıt vermesi arada İngilizler ve Amerikalılar da Almanya’yı bombalamak için uğraşı­ gerekiyormuş. yor. Harbin bu en civcivli yıllarında Semiha Berksoy kendi başına yine Semiha Berksoy, her türlü evrakını dikkatle saklamasını bilmiş bir in­ san. Bu evrakları incelerken bir de ne göreyim. Bu sözleşmeden bir yıl sonra Berlin yollarında. Berlin Müzik Akaderr.isi’ne başvuruyor. Diplomasını yapılan sözleşmede yeniden Semiha’yı üçüncü sınıf korist kadrosunda gös­ istiyor. Türkiye’de gerçi herkes Semiha’nm Almanya’daki başarısını, mü­ termişler. Hani bu kadar haksızlığa insanın pes diyeceği geliyor. Ama Se­ zikteki kalitesini bilmektedir, ama insanlara köstek olmasını çok iyi bilen miha dememiş. bazı parmaklar ve bürokrasi bu kez de “diploma” diye tutturmuştur. Tür­ O tarihten sonra da büyük ölçüde engellense de 1952 yılında Tosça sah­ kiye’de ilk operada Semiha ile birlikte başrol oynayan, Semiha’nın kon­ nelenirken yeniden sahneye çıkmış. Fidelio’da yine kendisine rol verilmi­ servatuardan hocası Nimet Vahit Hanım Ankara’da opera kurulduğu za­ yor. Eserin kalkacağı gün ancak sahneye çıkarılıyor. Türkiye’de sahneye man İstanbul’daki apartman dairesini satarak Ankara’ya gelecek ve gö­ rev almak isteyecek, ama ona da “diploması yok” diye görev verilmeye­ çıkarılmazken 1953’te Wagner festivalleri için Almanya’dan davet geliyor cektir. Nimet Vahit hanım bunun üzerine küserek gidip Amerika’ya yer­ ve Bayreuth’a gidiyor. leşecektir. Aynı yıl Türkiye’ye döndüğünde Konsolos operası sahneleniyor. Semi­ ha dramatik soprano olduğu için Magra Sorel onun ses partisi. Ancak bu Özsoy’da oynayan, daha sonra Tosça Operası’nda Semiha’nın partneri rol lirik sesli başka sopranolara veriliyor ve Semiha’ya da “ figüran” rolü olan Nurullah Taşkıran da, aynı hırsların kurbanı olacaktır. Semiha Ha- öneriliyor. “ Bunun üzerine operadaki sanat şerefimi korumak için tiyat­ nım’la Özsoy üzerine konuştuğumuz bir gün şunları dinledim: roya geçtim" diye anlatıyor Semiha Berksoy. “Ben o yıllarda Nurullah Beyi operaya girmek istemedi zannetmiştim. 1954 yılında konservatuvardan davet alıp Hensel ve Gretel'de anne ro­ Yıllar sonra bir oy unun antresinde karşılaştık. Yüzünde üzgün ve acılı bir lüne çıkıyor, 1955'te Sanatscveııler Derneğimde resital veriyor. ifade vardı. Gözlerini bir noktaya dikti ve bana (biliyor musun beni ope­ 1959 yılında tekrar davetle Bayreuth’a gidiyor ve Uçan HollandalI ope­ raya almaddar, anlıyor musun almadılar) diye şikâyet etti. O ekipten bir rasında Zenta başrolüne çıkıyor. Almanya’da sesi halen aranıyor, ama ben ayağımı diredim ve operada kalabildim, ama bana da çok eziyet edil­ 1963 yılında Verdi’nin İl Travatore operası He jübilem yapıldı. Bu operanın Acuzena ro­ Türkiye’de opera sahnelerine çıkarılmıyor. Devlet Tiyatrosu’nda önemli di.” 3 0 - sanat yılı jübilem rollerde oynuyor. 1963 yılında Verdi’nin 11 Travitore Operası ile 30. sanat Semiha, Almanya’da savaşın en civcivli günlerinde diplomasının peşi­ lü ile başarılı bir şekilde operadaki yaşamımı noktaladım. Daha sonra Devlet Tiyatrosu iı- da rol almayı sürdürdüm. Acuzena'daki başarım Türkiye'de yıllarca beni opera sahnesine çıkarmamak için sesimi yetersiz göstermeye yılı jübilesini yapıyor ve Acuzena rolü ile yine büyük takdir topluyor. İs­ ne düşmüş, yanıp yakılan binalardan gerekli belgeleri almış ve Türkiye’ye met İnönü, Semiha'mn jübilesine çiçeklerle geliyor. Daha sonraki yıllar­ dönmüştür. Türkiye’ye döner ve evlenir. Ercüment Siyavuşoğlu ile evli­ çalışanlara da iyi bir yanıt olmuştu. Jübilemden sonra 22 yıl geçmesine karşın bugün bite en ince seslere kadar çıkabiliyorum. da Semiha tiyatroda başarılarını sürdürüyor. Devlet Tiyatrosu’nuıı yanı liklerini ve Nazım’ı severken nasıl olup da evlendiğini soruyorum: sıra Halk Oyuncııları’mn sergilediği Asiye Nasıl Kurtulur’da kızı Zeliha “ Kocam çok yüksek kültürlü, saygıdeğer ve üstün bir insandı. Öyle ol­ Berksoy ‘Asiye’yi oynarken Semiha'mn oynadığı anne rolü de belleklere için. Evvela annem o kadar üzülmesin, değmez, ne yapalım. İnşallah ye­ kadar toz toprak içine atılsa, günıııı birinde yine pırlantalığını belli eder masaydı Nazım'dan sonra onu sevebilir miydim? Kocamı çok sevdim. Beni kazınıyor. Semiha çok yönlü bir sanatçı olduğu için operanın kapıları ka­ el üstünde lııttu ve çok mutlu günler geçirdik” diye anlatıyor. rimde kahrım - ne kadar tuhaf bir temenni, yani hapishanede kahrım gibi ve hakkını ister. Semiha da bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır. Haydi bir söz oluyor, yani Bursa 'da kalırım demek istiyorum - ama olmazsa başka pandığında tiyatroyu sürdürürken, yanı sıra resim çalışmalarına da dönü­ Ercüment Bey Semiha’nm Nazım’a olan aşkını ve onunla geçen bera­ hayırlısı. Dünya onun, yolu açık olsun. yor. Resimde devlet resim ve heykel sergilerinde ödüller aldığı gibi Alman­ berliklerini, daha sonra bu aşkın dönüştüğü dostluğu çok iyi değerlendiri­ bir hapishaneye sürülürüz, . inhası minhası hapishane ve ben çok şükür Mektubunuzu bekler hepinizi hasretle kucaklarını. haksız muamele görmeye alışkınımdır. ya’da ve Paris’te sergiler açıyor. 1982 yılında Atatürk Kültür Merkezi’- yor. Hapisteki Nazım için o da elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışı­ Nazını. ” nde açtığı son sergisi için “ ülkemizde 40 yılda bir karşılaştığımız olağan­ Semiha'mn kocasına, Ercüment Beye gösterdiği ilgiden dolayı çok çok yor. O yıllarda Nazım’ın annesi Celile Hanım ile Semiha’ya ortaklaşa yaz­ dışı bir sanat olayı” dedirtebiliyor. dığı bir mektup bunun örneği: teşekkür ederim. Semiha'mn anne olmasına ne kadar sevindim bilemezsi­ Nazıtn’ın mektubunda yazdığı ismi Semiha ve kocası Ercüment Bey de niz. Şüphesiz ki, bir insan için dünyada ilk büyük vazife ve verebileceği çok sevdikleri için kızlarının adını Zeliha koyuyorlar. Böylcce bu mektuptan en büyük verim baba, yahut ana olmaktır. Ben Zeliha - Züleyha değil - günümüzün önemli tiyatro sanatçısı Zeliha Berksoy’un adını büyük şair Yarın: Fikret Mualla’ıun “Anneciğim ve Semihacığım, adını pek severim, hızına isterse o adı koysun. Sonra Ankara’da devlet Nazım'ııı verdiğini de öğreniyoruz. Semiha da sonra kızı Zeliha’yı anla­ İkinize birden hitap ederek mektup yazmak ayrı bir saadet oldu benim operasında çalışmaya başlayacağı da ayrıca beni bahtiyar etti. I'ırlanta ne tan bir mektup yazıyor Nazım’a. Nazım’m yanıtı şöyle: sevdiği tek kadın sîzsiniz: 26 EKİM 1985 CUMHURİYET/11

Fikret otoğrafımı göndermiyorum. Çünkü bende ne yüz kaldı ne de sıfat. Üst kat dişleri, iiç beş sene ev­ Mualla Paris’te tablo tüccarları velisi ' 'appano' 'ya gitti.. Ilir daha avdet eyleme­ mek karar kavliyle.. Alt kattakiler de Venedik se- vahilindeki gondollar gibi “asmaya kurdum as­ ma salıncak, bir geiep, bir güdüp ” makamında Semiha’ya günlerin birinde - bu günlerde - y.... / yemek üze­ redir. Buranın dişçilerinin de bana yeni diş yap­ beni hem çalıştırıyor mamak üzere kongre teşkil etmediklerini iddia derdini edemem. Eskiden sokaktaki köpekler halime gülerdi, şimdi gülemez oldular. Ekseriya ağlıyorlar. Taliimiz var­ mış... ” döküyor BirF mektubunda böyle anlatıyor kendini Fikret Mualla. Serni- hem de borçlu çıkarıyor lıa Berksoy ile mektuplaşmaları çeşitli aralıklarla yıllarca sürüyor. Her ikisi de birbirlerine dertlerini, istemlerini, umutlarını, yalnız­ lıklarını, üzüntülerini anlatıyorlar. Semiha Berksoy, Mualla için çok üzülüyor ve elinden geldiğinde ona yardımcı olmaya, umut S O P R A N O aşılamağa çalışıyor. Gerek Semiha’nın, gerekse Mualla’nın bazı mektupları eski yazı olduğu için bu mektupları Semiha Berksoy’a okutturuyor ve daktilomun başında yeniden yazıyorum. O oku­ SEMİHA BERKSOY un yor ben yazıyorum. Ama Semiha her mektubu okurken o günle­ MADAME RAOUL ANGLES rin anılarına dalıp uzun uzun açıklamalarda bulunduğu için çalış­ ANILARI Madam malarımız uzun sürüyor. Gerçi ben bundan çok şikâyetçi değilim çünkü her anısında yeni bir tarih yakalıyorum, 75 yıllık dopdolu Angles’ten bir yaşamın tüm ayrıntılarım yazmak için ne sayfalar yeter, ne de bir kitap. Mektupların aşıtları bugün benim elimde. Dosyadan teker Semiha’ya teker çıkarıp okuyorum hepsini. Ama işin daha ilginç bir yanı var. Semiha’da sadece Fikret Mualla Saygı’nın kendisine yazdığı mek­ ^,aAd-& u '/jvL*o Paris’te Fikret Mualla’nın tuplar yok. Kendisinin Fikret’e yazdığı mektuplar da var. Bunlar koruyuculuğunu üstlenen, nasıl eline geçmiş şimdi onu dinleyelim: sanatçının çalışmalarında “ Fikret Mualla’nın ölümünden çok sonra 1972’de Paris’te re­ ona yardıma olmaya sim sergisi açmıştım. İşte o arada Mualla’nın son yıllardaki koru­ çalışan, Mualla’nın içki ve yucu meleği Madam Angles beni aradı ve benim Fikret’e yazdı­ hastalıktan yıkıldığı ğım mektupları verdi.” cccspvt.(>jz^ i n s* . D zamanlarda ona kucak açan, Madam Angles, Semiha ile buluşmadan önce kendi kartına bir daha sonra da Paris not yazarak göndermiş. Madam Angles’in 1972’de Semiha’ya yaz­ dışındaki yazlığını Mualla ’ya dığı kartta Fransızca şöyle yazıyor: tahsis eden, bakımını “— Mualla’nın mektuplarını size vermekle bahtiyarım. Bu mek­ Nazım Hikmet ve Fikret Mualla sağlayan Madam Angles’tir. Bir milletvekilinin eşi olan Madam Angles Fikret Mualla öldükten sonra Semiha'nın yıllardır tupları her gün yanında taşıyor ve bakıyordu. Eminim ki, siz onun ile mektuplaşmaları Mualla’ya gönderdiği bir tomar mektubu Semiha’ya iade ediyor. Bir de küçük not yazıyor kendi kartına. sevdiği tek kadınsınız - Madame Raoul Angles ”. Yıllar sonra bugün Fikret Mualla’nın ölümüne kadar yanında taşıdığı Semiha’nııı mektuplarını da karıştırıyorum. Bu mektup­ larda, eski bir dosta, sevgili bir arkadaşa moral verme, yardım et­ İkret MuaUa’nın mektuplarım size vermekle menin yanı sıra yurt hasretini dindirmek için Türkiye’den haber­ ler de yer alıyor. Böylece karşılıklı mektuplaşmalar bir “diyalog” olarak günümüze ulaşıyor. bahtiyarım. Bu mektupları her gün yanında 1955 yılından bir mektup, Mualla’nın, hâriciyemize ilişkin gö­ rüşlerini de yansıtıyor: taşıyor ve bakıyordu. Eminim ki siz onun “Pek muhterem Semihacığım, İzmir'den gönderdiğin Foire'lı, pazarlı, şergili kartım, muhte­ şem mektubunu sevinçle aldım. Sıhhat haberleri almak gibi eyi şey sevdiği tek kadınsınız. dünyada mevcut değildir. Eksik olma. Ramazan şerif bu sene de FUSUN OZBILGEN bayram şerif ile beraber gelecek seneye avdet eylemek kavli ile azi­ met eylediler. Amin. Semihacığım, kıymetli sigaralarım sefaret vasıtası tarikiyle aci- zin yeddine vusulünü yazıyorsun. Sakın böyle şey yapma, çünkü yetinden bir kablo telgraf aldım. “Meslektaşınız Callas Hanıme­ Şimdilik adresimi veriyorum. “Paris'te hastalandım ve bu mel'un otelcileri ile pis erkânı ile ayıbdtr. Hariciye deyip de geçme, herifçi oğullarında “protokol ” fendi geçenlerde Roma'da “Norma ”yi oynarken tam ses çıkara­ Cümlenizin gözlerinden ve yanaklarından öperek hatmi kelâm tanıdığım hergele tohumu şehrini bundan dört ay evvelisi terk ey­ diye âdetleri de vardır. Hariciye Vekâletinde aziz bir dostum var­ mamış zamanında. Sesini kaybetmiş. Yani aphonique olmuş.. ederim. Mektubun beni çok sevindirdi. Parasızlıktan çekmediğim leme bahtiyarlığından dolayı beni tebrik et. Şimdi Alp Dağlan ara­ dır. Onu git gör, refikası Füruzan hanımdır, her ikisi de dünya­ Bir taraftan sesini kim tüydürdü ise beş k ıt’a polis daireleri ta- sefalet kalmadı. İmdat diyeceğim ama kime? Acele ve muhtasar sında tek katlı, üç odalı, döşenmiş dayanmış güzel bir köyünde nın en şeker insanlarıdırlar. harriyatla meşgul. Kızcağız sessiz kalmış vaziyettedir. Benim se­ yazıyorum affet. Fikret Moualla Saygı Hôtel l ’Europe, 4, rue Car­ oturuyorum. Mutfağım var, sıcak sulu banyom var, muazzam bir Semihacığım, gelelim sadede, yani tütün ve sigara meselesine: sim çıkmaz oldu da son 20 senedir. Ne ise. Londra polis müdüri­ din e t Paris 17 e .” demir sobam var. Odunum var, kömürüm var, evceğimiz hamam yine ve yine posta ile gönder... gümrük vermeye razıyım. Hârici­ yeti kablo çekti. Aynı zamanda Şerlok Holmes ve Doktor Vatson gibi sıcak gece gündüz. Büyük ovaların içinde birçok Çamlıca Te­ yola revan oldu. İkisi de her derde deva idi. Herhalde yakın za­ Semiha bu mektuba 5 gün sonra yani eline geçer geçmez yanıt yemizi rahatsız etmek istemem, angarya vermek istemem. Harici­ yazıyor. Hem dertleşiyor hem de akıl veriyor: pesi gibi tepelerin arasında 500 metre irtifaındaki, havası Fran­ ye bana karşı iyidir. Onları da rahatsız edersem, beş kıtanın deni­ manda Callas Hanımefendinin sesi yine yerine getir... ” sa ’nın en güzel havası olan köyümde son derece bahtiyarım. Ne zinden karasından, havasından olurum. Hâriciyemiz iyidir çok şü­ Bazı mektuplarında da Mualla, Paris’teki sanat ve yaşamının “Niçin otel değiştiriyorsun. İşlerin niye bozuldu. Allah selamet pis şehirmiş Paris, şimdi anladım. Namert suratlı orospu evladı kür hakkı tealâ daha eyi etsin.. Amin.. ve tablo tüccarlarının iç yüzünü sergileyecek ipuçları veriyor. 16 versin. Hani çalışıyordun. Çük üzüldüm bilemezsin. Parasızlık gibi otelcilerin şerrinden kurtulmak ne büyük nimet... Baki, cümlenize, muhabbetle, bir birader muhabbetiyle gözle­ Mart 1958’de yazdığı mektupta bu konuda şunları anlatmış Se­ dünyada en feci, korkunç bir haldir. Beni arkadaşlarım, sesim çok Son derece sıhhatli yaşıyorum, içki içmiyorum,yasak.. rinizden öper, sıhhat ve uzun ömürler dileyerek hatmi kelam ede­ miha’ya: kuvvetli - voliimlü diye - operada istemediler de ben de sokaklar­ Fransa zengin insanların memleketi malum. Hem zengin, hem rim. Nakkaşi'inden: Fikret Mualla.” da dilenmeyeyim diye tiyatroda oynamaya başladım. Bereket versin ki, tiyatro aktristliğim de vardı. Sen de para kazanmak,esas ken­ Semiha Berksoy, Mualla’ya yazdığı mektuplarda sorunlarına çö­ dini, hürriyetini ve sanatını ihya etmek üzere bir yerde boyacılık zümler getirmeye çalışıyor. Kendinden söz ediyor, dertlerini an­ filan yaparak ayrıca sanatının dışında para kazansan olmuyor mu? latıyor ve bazı tavsiyelerde bulunuyor. R u h i Su ile Fabrikalardn, büyük dekorasyon işleri filan yapan yerlerde çalış­ F ikret Mualla ile 15.10.1957 tarihli mektubuna şöyle başlamış Semiha Berksoy: Fidelio Operası 'nda san... Çok üzüldüm. İstersen Maarif Vekaletiyle temasa geçeyim. 1930'lu yıllarda “Muallacığım, birlikte oynadık. Bizim Devlet Operası’nda dekoratör ol. ” İstanbul'da sık sık Dün sana bir mektup yazdım. Bu sabah tekrar yazmak içim­ Ruhi Su daha Semiha Berksoy’un üzüntü ile bu satırları yazdığı günlerde Fikret den geldi. Sıhhatine çok dikkat et. Sana gönderdiğim sucuk ve pas­ Mualla Paris kaldırımlarında içkiden yıkılmış bir halde hasta, kav­ görüşürdük. tırma baharatlı, yani biberli olduğu için dokunursa sakın yeme. sonra operadan gacı ve sefil biçimde dolanıyor. Sonunda bir gün sol tarafına ge­ Benim bu Acaba içki de dokunuyor mu? Bunları doktora sor. ” ayrıldı. Fidelio 'yu len bir felç ile sokak ortasında yıkılıp kalıyor. Sanatçının koruyu­ portremi de o Daha sonra kendinden bahsediyor. Bir resmini gönderiyor Mu­ cusu ve bir milletvekilinin eşi olan Madam Angles kendisini hi­ alla’ya ve saçlarının şeklinin şimdi değiştiğini belirterek yeni saç 1942'de Cari Ebert mayesine alıyor. Mualla bu gelişmeyi şöyle anlatıyor: yıllarda yapmıştı. şeklini çiziyor mektuba. Devam ediyor: benim için “Sevgili Semihacığım, "V Mualla daha sonra “Senin bana verdiğin resimler çerçeveler içinde evimin duvar­ sahneliyordu, ancak Sevimli kartını, mektubunu ve dostların selamlarını, tebrikleri­ Paris'e gitti ve larında duruyor. Her gelen görüyor hayran oluyor. Hep ismin ko­ ben Almanya'ya ni sevinçle, muhabbetle okudum. 32. seneyi devriyeni tebrik ede­ nuşuluyor buralarda. (Burada kâğıda yeniden resmini çizmiş) Yu- rim şimdiden. Nazım Prag'da imiş yazıyorsun. Fakat adresini bi­ V oraya yerleşti, ama kardaki resim pek olmadı diye yeniden çizdim. Saçlarım böyle çok I gidince oynayamadım. lemiyoruz. Rusya’nın işgal ettiği yerlere (rideau de fer) perdesi di­ '**•* dostluğumuz ve daha kısadır. Eskisi gibi hatırlar mısın?” yorlar. Yani bu taraftan oralara mektup yazmak yasak. Hem de 1952 yılındaki sahnelenişinde oynadım. mektuplar gitmiyor ve gelmiyor. Yeni seneleri tebrik ederim. Ye­ haberleşmemiz ölümüne dek sürdü. Semiha Berksoy’un, Mualla’ya Türkiye’ye gelmesi hem de mi­ ni seneler... Yani bende kalmayan şeyler.. İhtiyarlık, boru değil.. ras sorunlarım halletmesi için gösterdiği çözümlere Mualla hiç itibar Çalışıyorum. Zengin bir amatör hatunum var, beni su üstünde etmiyor. Mualla bu mektuba yazdığı yanıtta çeşitli korkular için­ tutuyor, batırmamaya çalışıyor. de yaşadığını belli ediyor: “Tablo tüccarları hepsi Yahudi. Bunlar kasıp kavuruyor, hem 32. seneyi devriyenden önce mi olur, sonra mı olur bana Türk de iyi insanlar da varmış, onların sayesinde hayatımı kurtardım. çalıştırıyor, bir hesap bir kitap, üstelik bir de beni borçlu çıkarı­ sigaraları gönder: Yenice, bafra, birinci, gelincik filan falan. Haktaala kısmet eder de görüşürsek hayret edersin. “Tımarhanelerde yatmaya niyetim yok. Fransa’da da kuyru­ yor. Heriflerde sıkılma filan gibi şeyler nanay. Haysiyetime do­ Köyüm buradan Marsilya ’ya outocar ile iki buçuk saat, Mo- ğumu s.... için kâfi derecede vekiller var. Fransa’da da oturmaya kunuyor. Kuvvetim de yok bunlara karşı herhangi birşey yapma­ Paris'e ne zaman geleceksin bana yaz. 23 senedir Paris’teyim. nosçue şehrine de yarım saat. Sade, sevimli insanları, köylüleri cesaretim kalmadı. Misalleri ve geçirdiğim “siyassi suikastlerin” ya. Asdıkları asdık. Kesdikleri kesdik. Folluğa döndürdüler beni. Bizzat zengin olup iki odalı bir de atölyesi olan nıakonfor bir ye­ ve ameleleri, memurları ile şayanı hürmet bir köycüktür. Nüfu­ haddi hesabı yoktur. Neyse, temiz süt, helâl fikirli olduğumuz­ Yumurtlayıp duruyorum. ” re sahip olamadım. Fakirlik dünyanın en büyük kabahati imiş me­ sumuz 700 kişiliktir. Paris'in 8 milyonluk hergele tohumunu arat­ dan mıdır nedir el'an fakat büyük korkularla namuslu namuslu ğerse, mektepte bizlere bunu vaktiyle öğreteceklerdi. Şimdi hayat geçinebiliyorum. Çok çalışıyorum. Bu lazım ..” Yıllar geçiyor Semiha ile Mualla’nın mektuplaşmaları sürüyor. mıyor. Paris s... kaldırımları bir türlü, temelinden y... yemiş po­ öğretiyor ve öğretmekten bıkmıyor. Bereket versin Fransa ve Pa­ lis komserleri bir türlü, ne ise yakamı kurtardım, beni tebrik et. Fikret Mualla Paris’te kendisini saran sıkıntı çemberini bir türlü ris havası, insanları neşeli de insan evladı avunabiliyor. Fikret Mualla’nın bazı mektupları korkular ve sıkıntılar içinde kıramamakta ve gün geçtikçe daha berbat bir yaşama doğru sü­ Bir de hizmetçim var. Sabahlan gelir sobamı yakar, bulaşıkları geçen yaşam ve ruh halini anlatırken bazıları da çok neşeli. Semi- rüklenmektedir. 11 Eylül 1962 tarihli kısacık mektubunda şunları Baki gözlerinden öperim. Cevabını ve sigaraları dört gözle göz­ yıkar, yatağımı yapar, odalarımı süpürgeden geçirir. Prens gibi ha’yı eğlendirmeye çalışıyor. Opera sanatçısı olan Semiha’ya yi­ yazıyor: leyen nakkaş: Fikret Mualla Saygı. Modern Hôtel Monceaux” bir hayata malik oldum. Paris 'in yüzünü şeytanlar görsün bun­ ne opera sanatçısı meşhur Maria Callas ile ilgili olarak şu satırları dan sonra. Hergele ve süfli pis mahlûka t şehri.” ■ yazmış 15 kânunî sânî (ocak) 1958 tarihli mektubunda: “İzm ir’den gönderdiğin mektubu aldığım zaman hazin bir şe­ Madam Angles daha sonra sanatçıyı Paris’ten uzaklaştırıp Nice kilde otel değiştiriyordum. Bu ne sefalet anlatamam. Otel odala­ yakınlarındaki Reillane kasabasında bulunan sayfiye evlerine yer­ Fikret Mualla bu mektubunda Semiha’dan ayrıca sucuk, pas­ “Pek muhterem ve sevgili Semihacığım, rında.. leştiriyor. Mualla yaşamındaki bu yeni gelişmeyi Semiha’ya şöyle tırma, kaşarpeyniri ve zeytin göndermesini istiyor. Bir de yarım Herhalde daha Bursa ’dasın. Ben demin Londra polis miidüri- Şimdiki otelim berbat bir yer. Allah acısın, bu yaştan sonra. anlatıyor: kilo kuş lokumu. Fransa’da bulamadığı Türkiye’ye özgü yiyecek­ lerden. Semiha, bu mektuba çok seviniyor. 18 Nisan 1963 günlü cevabında şöyle yazıyor: \ SEMİ HA ’.DAN FİKRET MUALLA ’YA “İstediğin pastırmayı, sucuğu, eski kaşar- peynirini ve kuru zey­ tini ay başında postalayacağım. Afiyetle ye, yalnız bu baharatlı Senin bana verdiğin resimler çer­ şeyleri azar azar ye, dokunmasın. Miden kaç senedir böyle şeyle­ çeveler içinde evimin duvarlarında re alışık değil. Sana iyilik eden insanlar kim? Bunları merak edi­ yorum. Çünkü iyi insanlar dünyada pek azdır. Velhasıl rahat et­ duruyor; Her gelen görüyor, hay­ tiğine, çok, pek çok, kendim rahat etmiş gibi sevindim. Bana ge­ ran oluyor. Hep ismin konuşulu­ lince 12 şubat gecesi Verdi’nin İl Travatora operası ile jübilem ya­ yor buralarda.. pıldı. Bu operada mağdur çingene kadını meşhur (Azucena)yı oy­ nadım. Çok iyi geçti. Sesim, ses tellerim, bütün notaları müzikal olarak ve voliimlü bir şekilde hâkim bir vaziyette verdi. Allaha t FİKRET MUALLA’DAN SEMİHA’YA şükür çok alkışlandım. 20 bin lira kazandım. Bununla bir kat al­ İzmir’den gönderdiğin mektubu al­ dım... ” dığım zaman hazin bir şekilde otel Bu mektuba Fikret Mualla’dan gelen yanıt 25 Nisan 1963 tari­ değiştiriyordum. Bu ne sefalet an­ hini taşıyor. latamam. Mektubun beni çok se­ “Pek sevgili ve pek muhterem sanatkâr Semihacığım, vindirdi Parasızlıktan çekmediğim 18.4.1963 tarihli mektubunu sevinçle okudum. Seni ne kadar tebrik etsem azdır. Verdi'yi de severim. Troubadour'un son dere­ sefalet kalmadı. İmdat diyeceğim ce zor olduğunu da bilirim. Kızının da senin gibi olacağına sevin­ ama kime? dim. Hele kazandığın parayı çarçur etmeyip bir kat aldığına son derece memnun oldum. Benim hastalığım son derece fazla, tansi­ \SEMİHA’DAN FİKRET MUALLA’YA . yonum yüksek, tam 25 idi bundan 15 gün evvelki muayenede... ” Niçin otel değiştiriyorsun, işlerin Son mektubunda Fikret Mualla, Semiha’dan yeni isteklerde bu­ niye bozuldu? Çok üzüldüm bile­ lunuyor: N mezsin. Parasızlık dünyada en fe­ “Kayserili Apikyanoğlu'nun kuşlokumu gibi pastırması ve su­ cuğu, yarımşar kiloluk al herblrinden. Bir kilo sade lokum,yarım ci, korkunç haldir. İstersen Maarif kilo da bademezmesi Hacı Bekir'den. Şayet bulabilirsen biraz tar­ Vekaletiyle temasa geçeyim, bizim \ ■ hana çorbası unu da makbule geçerdi. Ne sigara isterim, ne de Devlet Operası’nda dekoratör ol.. rakı; ikisi de yasak benim için.” Bu kısa mektup Fikret Mualla’dan gelen son mektup oluyor. IFİKRET MUALLA’DAN SEMİHA’YA Bir iki ay sonra Semiha bu mektupta yazılı yiyecekleri alarak pos­ taya veriyor. Gönderdiği kolinin sararmış posta makbuzunu ha­ Tımarhanelerde yatmaya niyetim len saklıyor. Yiyeceklerin Mualla’ııııı ölümünden önce eline ge­ yok. Fransa’da da oturmaya cesa­ çip geçmediğini ise hiçbir zaman öğrenememiş. Bir süre sonra Fik­ retim kalmadı. Geçirdiğim siyasi A ret Mualla’nın ölüm haberini alıyor. suikastlerin haddi hesabı yoktur. 1)1 liliill 75 yasında Herksoy bugün 75 yaşında, hâlâ dinç mücadeleci ve sanatla dolu. Evinde hiçbirini c? * J i * satmadığı tabloları arasında piyanosunun başında resim ve müzikle vasıvor. BİTTİ

t í*

• é 'V Í ’Ú, - ¿7 í? é't'flO-t.eU'L-f

Taha Toros Arşivi