Ruhî Su anıldı ► Ünlü besteci ölümünün 7. yılında dün mezarı ba­ şında türküleriyle anıldı. Anma töreninde sanatçı­ nın dostlan. Drama Köprüsü türküsünü coşkuyla söylediler. B5. Sayfada Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu anlatıyor RUHİ SU’YLA YAŞAMAK Can Kartoğlu Gürses 12. S A YFADA SAYFA CUMHURİYET 12 DİZİ YAZI 1940’lı yılların sonu, konuşacak o kadar çok şey varki Tutuklanacağımız günü bekledik yi. Sansaryan’da hücrede olduğunu yeceğimdem utanıyorum ama, orada söyledi. Hatta, dedi, sabah bir gürültü sille tokat döverler, hakaret ederler, Kar yağıyor. Ankara bu. Kışı kış. Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu duydum, onu da hazırlıyorlar sandım, uykusuz bırakırlardı. Ben, dayana­ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ama baktım yok. Neden getirilmedi maz, mutlaka yere düşerdim. Yerler, bahçesi bembeyaz. Rüzgâr, ordan anlatıyor bilemiyorum, diye sürdürdü sözünü. buz gibiydi. Hemen hastalanmıştım oraya savuruyor yerdeki beyazı. Son­ Benim canım iyice sıkkın. Artık, Har­ orada da. Sonra, bir kanama başla­ ra bir, iki, üç, dört... Geldikçe geliyor, biye Askeri Cezaevi günleri başlamış­ mıştı. Ve bir türlü geçmiyordu. Bir ay. çoğaldıkça çoğalıyor gençler. Bunlar, tı. Ve ben, 10-15 gün sonra, bir gün, iki ay sürmüştü bu. Sonunda, doktor genç Cumhuriyetsin gencecik çocukla­ RUHİ SU’YLA orada Ruhi’yle karşılaştım. Onu tanı­ getirmek zorunda kalmışlardı. San­ rı. Kararlı, öfkeli, sevinçli, kaygılı, yamadım desem abartmış çlmam. saryan Han’da tabutluklar vardı. On­ ama mutlaka umutlu bakıştan var. Sı­ Çok zayıflamış, çok bitkindi. İşkence ların önündeki geniş alanda görüş­ cacık. dokunulmamış... Kimi derse YAŞAMAK görmüştü. Bu, hemen anlaşılıyordu. müştük doktorla.” giriyor, dersten çıkıyor kimi... Zaten, yaralan iyileşmediği için San­ Tabutluklar mı? Tabutluklar da Sıdıka Umut, Dil ve Tarih Coğrafya saryan Han'da bir süre daha bekletil­ neydi acba? “Aaa, evet” diyor Sıdfka Fakültesi Felsefe Bölümü'nde oku­ miş, sonra getirilmiş Harbiye’ye. Onu Su, “Daracık hücrelerdi. Yere çömele- yor. Yıl. 1946. Bir arkadaşı. Ruhi Can Kartoğlu Gürses böyle görünce, benim nutkum tutul­ meyeceğiniz, ancak biraz kaykılarak Su’yla tanıştırıyor onu. Bugün, bam du. Hiçbir şey konuşamadım, sorama­ sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle bo­ başka bir siyasi çizgide olan Nezihe dım. Oysa, yanımdaki kız arkadaşla- yuyla bir ‘insanlık’ hücrelerdi bunlar. Araz’dır bu kişi. Ruhi Su ise o sıralar nm, erkek arkadaşlanmıza neler iste­ bekliyorduk. Böyle bir yıl geçirdik. Emniyette, bir en alt katta hücreler yedek subay ve Opera’da çalışıyor. Şimdi, 45 yıl sonra, Nişantaşı’nda diklerini soruyorlardı. Ben, öyle vardı, bir de üst katta penceresiz hüc­ Karşılaşmaları, tümüyle bir tesadüf. küçük bir evdeyiz Sıdıka Su’yla. Çok 1951’in ortalarında evlenelim mi diye şaşırmıştım ki aklıma hiçbir şey gelmi­ reler ve tabutluklar. Bu en alt kattaki- Üç genç birlikte çıkıyorlar fakülteden. aydınlık, çok resimli, çok çiçekli, çok düşünmeye başladık. Ve zamanı, bir­ yordu. Çok sonralan öğrendim; Ruhi ler, tabutluk değildi ama, tabutluktan Sıhhıye’den Ulus'a dek yürüyorlar. kilimli, çok sıcak evlerindeyiz. Sıdıka birimize son derece tutkun geçiriyor­ bana çok gücenmiş, neden bir şey iste­ da beterdi. Hava çok soğuk. Ama, bu soğuk bile Su, tane tane konuşuyor. Yeniden ya­ duk. O zaman, disiplin işiydi örgütlü yip istemediğini sormadığım için.” üşütemiyor bu gençlerin yüreğini. şıyor her anlattığım. “İşte, böyle disip­ olmak. Dışarı gitmek diye bir şey yok­ Ankara’dan İstanbul’a aynı trenle Peki, ne olmuştu tabutlukların Gerçi, Sıdıka Umut'la Ruhi Su, birbir­ linli bir insandı” diyor, “İlk günden tu. Dışarı gitmek, gelişigüzel bir iş de­ mi getirildiklerini soruyorum. "Hayır, önünde? “Doktor, sormuştu. Yanı­ lerini ilk kez görüyorlar ama, Sıdıka son güne dek...” ğildi. Ben, 11 Kasım 1952'de gözaltına aym trende değilmişiz, ama aynı za­ mızda, askerler de vardı. Ve yavaş Umut, Ruhi Su’nun sesiyle çoktan ta­ “Üniversite yıllarınızı anlatır mısı­ alındım. Pek çok arkadaşım da gözal­ manlarda Sansaryan Han’daymışız. konuşmamı tembihlemişlerdi. Ağzımı nışık. nız?” diyorum. “Tabii” diyor, "Liseyi tına alındı benimle birlikte. Fakülteyi Orada, tüm soruşturmalarımız, ‘ 1. Şu- her açtığımda, daha da yavaş konuş­ "1943-1945 yıllan. Ailemle Bursa’- Bursa’da okudum. O zamanlar. Nâ­ mamı istiyorlardı. Mini mini konuşu­ dayız. Çok şanslıyım. İlerici, demok­ zım, Bursa Hapishanesi’nde. Ben, onu yordum. Bazen de yükseliyordu sesim. rat bir ortam içindeyim. Ziraat mü­ ziyarete gidiyorum. Benim, Dil ve Ta­ Ruhi anlattı. Harbiye Askeri Cezae ’- hendisi olan ağabeyim Necmi Umut, rih Coğrafya’da Felsefe’de okumamı vinde Ruhi’nin kaldığı tabutluğun Ankara Ziraat Fakültesi'nde öğren­ öneriyor. Çünkü, öğretim görevlileri­ önünde konuşmuşuz doktorla. Ruhi ciyken Ruhi Su da konservatuvar öğ­ nin çok aydın kişiler olduğunu söylü­ de o zaman anlamış Sansaryan Han’­ rencisi. Dost ve arkadaşlar. Evimizde, yor. Behice Boran, Niyazi Berkes gi­ da olduğumu. Üstelik hastayım. O içe­ on beş günde bir pazarlan saat onda bi... Nâzım’m sözünü dinliyorum ve ride, eli kolu bağlı. Mahsus Mahal’i radyomuz mutlaka açık. Çünkü o sa­ Ankara’da DTCF’de okumaya başlı­ işte o tabutlukta düşünmüş. Mahsus atte Ruhi Su, türküler söylüyor. Hepi­ Mahal, işte o tabutlukta düşmüş yüre­ yorum. Nâzım’ı üniversite yıllarımda ğine Ruhi’nin: miz türküleri seviyoruz. Ruhi Su söy­ da olanak buldukça ziyaret ediyorum. ledi mi daha da seviyoruz. Annem Yoğun eylemler yaşanıyor fakültede. “Mahsus mahal derler dahil evde herkes ne işi varsa bırakı­ Kesin bir sağ-sol ayrımı var. Ve benim Kaldım zindanda yor, radyo başında toplaşıyoruz. Çıt Kalınm kalınm yönüm, daha fakülteye girdiğimde Dostlar yandadır çıkarmıyor kimse. Ve saat on oldu mu. belli: Solcuyum. Konserlere, tiyatrola­ Ruhi Su türkülerine başlıyor. İki yıl, İki elleri ra gidiyorum. Folklor ekibindeyim. Kızıl kandadır kanda hiç aksatmadan dinliyoruz onu.” Fakültedeki koroya katılıyorum. Ru­ Sıdıka Umut, Nezihe Araz ve Ruhi hi Su’nun öğretmenliğinde türküler Aman ölürüm Su, yürüyorlar. Sıdıka Umut, anlat­ söylüyorum..." Şaşırıyorum. Araya Ölürüm kardeş tıkça anlatıyor. Ruhi Su’yu tanıdığını, giriyorum: “Siz de mi türkü söylüyor­ Aklım şendedir tüm türkülerini bildiğini, hatta söyle­ dunuz?” Biraz rahatsız oluyor, "Yoo” diğini, radyoda hiçbir programını ka­ Artar eksilmeyiz diyor, “benim için türkü söylüyordu Zindanlannda çırmadığını... Ruhi Su, sadece dinli­ demek, doğru olmaz. Ama, türküleri yor. Hiç konuşmuyor. Bu, Sıdıka hep çok sevdim. Doğum yerim Sivas. Kolay değil derdin Ümut’a tuhaf gelse de aldırmıyor, yine İlk, orada dost olduk türkülerle. Ora­ Bir gazete, fotoğraf altında bir yazı, ‘İki tutuklu aralarında konuşuyor’ Ucu derinde anlatıyor... Her sözcüğüyle "ilerici­ Kumhan ırmağında Karaburun’da da tanıştım Aşık Veysel’le...” bitirmeme iki dersim vardı. Bir trenle, be Mahsus Mahal’de alınan ifade’ di­ yim” demek istiyor. Ruhi Su'dan hiç Yani, 40’lı yılların sonunda Sıdıka Aman bulurum ses yok! Sıhhıye-Ulus arası da ne denli Ankara’dan İstanbul’a getirildik. Be­ ye başlardı. Yani, Sansaryan Han’ın Bulurum kardeş Umut’la Ruhi Su’nun konuşacaklan nim aklım fikrim, Ruhi’deydi. Acaba, adı, tutanaklarda ‘Mahsus Mahal’ di­ kısaymış meğerse! Yürüyüşleri bitti bi­ çok şeyleri var. Hele, 1950’de Sıdıka Öfkem kındadır tecek... Birazdan ayrılacaklar ve Sıdı- o da aynı trende miydi? Gözlerim hep ye geçerdi. Mahkûmlar arasında dil­ Umut’un ailesi Ankara’ya taşınınca, onu aradı durdu. Ruhi yoktu.” Kısa den dile bir türkü dolaşırdı. Bu, Mah­ ia Umut, o çok sevdiği; on beş günde Ruhi Su sık sık evlerine konuk olur. Dirliğim düzenim rir radyodan dinlediği Ruhi Su'nun bir soluklanma, sonra yine devam sö­ sus Mahal’i hafife alan, onunla eğle­ Dermanım canım Aralarında aşk yoktur. Mutlaka, poli­ ze: “İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne, nen bir türküydü. Şimdi anımsamıyo­ esini hiç duyamayacak! Artık, Ulus’- tik konularla tartışılır, mutlaka Ruhi Solum sol tarafım aiar. Aynlık zamanı. Tokalaşıyorlar, yani Sansaryan Han’a getirildik. 2-2.5 rum sözlerini... Evet, aynı zamanlarda İmanım dinim Su, Sıdıka Umut’a türküler söyletir, ay onun hücrelerinde kaldım. Aklım Ruhi’ylc Sansaryan’daymışız. Üstelik, Hoşçakalın!” İşte, tam burada ağzını ona konser, tiyatro için biletler getirir. Benim beyaz unum çıyor Ruhi Su; "Lütfen, kusura bak­ fikrim, yine Ruhi’deydi. Nerdeydi o, benim orada olduğumu da biliyor­ Ak güvercinim Ve onu hep tartar. Güzel dostluk baş­ acaba? Yakalanmış mıydı? Sonra, muş” diye yanıtlıyor Sıdıka Su. "Nasıl layım Sizinle konuşamadım. Çok lamıştır işte. Aman bilirim oğuk. Ağzımı açmamam gerekiyor, Sansaryan’dan Harbiye Merkez Ku­ olur?” diyorum. “Şöyle” diyor: "Ben, Bilirim kardeş iinkü, yarm oyunum var” diyor. Ve- Peki, sonra neler görür bu güzel mandanlığı Askeri Cezaevi’ne götü­ çok güçsüzdüm. Sık sık hasta olur­ Gelen gündedir” alaşıyorlar, Sıdıka Umut, hızla gidi- dostluk? "Önce, 1951 tevkîfatmr di­ rüldük. Ben, arabada Ulvi Uraz’Fâ yan dum; anjin; grip. Aslında, şimdi işken­ or vurduna. yor Sıdıka Su, “Tutuklanacağımızı yanaydım. Hemen ona sordum Ruhi’- ce gören insanlan düşündükçe söyle- SÜRECEK SAYFA CUMHURİYET DİZİ YAZI R 'ıi Su ile Sıdıka Umut, cezaevinde apar topar nişanlanır. Amaç, ‘serbest görüş’ten yararlanabilmektir Karavanayla gelen mektup banyoya girdik mi, zuladan bize bıra­ m em'* diyor, gözleri dolu. tük. Sevim Tan Belli ve ben. 3.5 yıldan Eşi ve oğlu Ruhi Su’yu kılanı alır, yerine kendi mektubumuzu Ya haberleşmeler? Hemen anlatma­ sonra Mihri Belli’nin eşi olan Sevim koyardık. Sonra, en önemli haberleş­ ya başlıyor: “Biraz önce de dedim ya, Tan Belli, Ankara Merkez Cezaevı’- anlatıyor memiz olan camdan
Details
-
File Typepdf
-
Upload Time-
-
Content LanguagesEnglish
-
Upload UserAnonymous/Not logged-in
-
File Pages5 Page
-
File Size-