Y A R P U Z Edebiyat Dergisi Ş A T R O M n i s a Y

- n o m e n A e v i ğ e c ö B r u ğ U

/ f a r ğ o t o F

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Y A R P U Z İ Ç İ N D E K İ L E R Edebiyat Dergisi EFSUS SAGUSU - Şiir Yasin MORTAŞ ...... 3 Sahibi SEVAPLARIZ BİZ - Öykü Halil DEMİR Nejla ARSLAN ...... 4 DOSTLUĞUN HASADI - Şiir Yazı İşleri Müdürü Tayyib ATMACA ...... 6 Halil DEMİR GÜN YANIĞI ÇOCUK - Şiir Ahmet Süreyya DURNA ...... 6 Editör ZİYARET - Öykü İlker GÜLBAHAR Ahmet Şevki ŞAKALAR ...... 7 LÂL MELÂL - Şiir Yayın Kurulu Mehmet OSMANOĞLU ...... 10 UMUT VE UNUTUŞ III - Şiir Ahmet Süreyya DURNA Haşim KALENDER ...... 11 Haşim KALENDER MİNDER - Öykü Mehmet GÖREN Gökhan GÜRSES ...... 12 MEÇHUL LİSANLAR KONUŞUR SAÇLARIN - Şiir Son Okuma Burhan Kâzım ÇALIK ...... 13 Mehmet OSMANOĞLU WAR HORSE - Şiir Yaren KAYIP ...... 13 Yazışma ve Gönderi Adresi YOLCU - Öykü Kale Mahallesi Elçibey Caddesi Gülçin Yağmur AKBULUT ...... 14 Arma Market Yanı Kat:1 No: 24/B NERDESİN - Şiir Afşin/Kahramanmaraş Ayfer YILDIZ ...... 15 BİTMEMİŞ BİR ŞİİRİN ORTASI - Şiir [email protected] Mustafa IŞIK ...... 15 SUS BAHAR VE UMUT - Öykü Nurkan GÖKDEMİR...... 16 Yarpuz Web: AĞLAYALIM BİR GÜN - Şiir www.yarpuzedebiyatdergisi.com Ersin KARTAL ...... 17 Facebook: LEYLA’NIN ELLERİ - Şiir Yarpuz Edebiyat Dergisi Arif Olgun YEŞİLYURT ...... 17 DEDEMİN HİKAYESİ - Öykü Yayın Türü: Süreli Yayın Meral TABAKOĞLU TOKSOY ...... 18 ISSN : 2687-2307 Aylık (e-Dergi) TOPRAK YUTUYOR - Şiir Kadir KÖSE ...... 19 Yıl:2 Sayı: 17 (Temmuz 2020) NÂR-I AŞK - Şiir İletişim Tel: 0541 629 94 66 Filiz KALKIŞIM ÇOLAK ...... 20 GÖZYAŞI ÇOCUK OYUNLARINDAN ÇIKARILSIN Eserlerin hukukî sorumluluğu yazarlarına Rıdvan YILDIZ ...... 21 aittir.Yarpuz Edebiyat Dergisi’nden yapılan TAŞIMALI YAŞAM - Şiir alıntılarda kaynak gösterilmesi zorunludur. Nilüfer UÇAR ...... 21 * * * KÜÇÜREK ÖYKÜLER - Öykü Yarpuz Edebiyat Dergisi İlker GÜLBAHAR ...... 22 KİTAPLIK / NESTEREN - İnceleme - Tanıtım Afşin Merkez Yayın Grubu Akif NECİPSOY ...... 23 tarafından çıkarılmaktadır. AZERBAYCAN MEKTUBU - Şiir Aslan AVŞARBEY ...... 24

02 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Yasin MORTAŞ

EFSUS SAGUSU

kelimelere iliklenmiş şiir ışığıyla sezdim Afşin’in teessürünü bacalara küskünlüğünü öğrendim ve kütür kütür öksürdüğünü

şiirin uysal ırmağıyla ve içimde uzayan Ceyhan kıvrımıyla tutundum kömürden karanlığa loğ’un unuttuğu toprak damlarda ağladım elimle köz eledim -elendim ah… küllendim içimin kuz bahçesinde

ey çoğul han yandığım sana kaç kiloWat saattir

o çalıların yırttığı bulut döküldü başıma bir gelen yok terli develerin hörgücünde gelen yok Dedebaba’nın ördüğü yol boylarından giden yok Binboğa’nın çiçek çağrılarına yalın evimizin yakınlarındaki dut ağacı yok asmalar yok bülbülün tutunduğu güz şarkılarında

baba Berit’ e doğru tut Yedi aynayı/ulaşsın maveraya kırılmasın dedemin bakışlarındaki dağ Armutlu Dede’nin menkıbeleri yansısın uzaklara Alim Pınarı’nın sırrıyla aksın zaman yeryüzü yaslansın Ashab-ı Kehf ışığına

anne bacaların küllendirdiği rüzgar çıkacak birazdan uçurtmamın göğünü tutacak v e yaprak kuşları unutacak Atlas Dağı’nı günüm güneşim kırılacak

ipi kopacak düşlerimin.

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 03 mn

Nejla ARSLAN

SEVAPLARIZ BİZ

Gökten bir bulut; yağmur damlası olarak düşse, onu Ninem: kabul edecek bağrına basacak toprak parçası bulur. Kaldı “Şeyi kızdı da ondan gitti.” dedi ama ben yine anla- ki ben gökten yağmur damlası olarak düşmedim. Benim madım. Ağladım, çok ağladım. Babam ağladı mı bilmi- de herkes gibi bir anam ve babam var. Evlenirken kan yorum. Gölge yerlerde daha çok uyur oldu. Yıllar geçer- testi yaptırıyorlarmış. Bana kalırsa vicdan testi yaptır- ken köyde, her gün bir kapıya kilit vuruldu. Ne koyunlar malı. Ruh sağlığının yerinde olması da yetmez. Çocuk meliyordu ne de taşlı buğdayları veren vardı bize. Mayıs, sahibi olmak için doktordan belge alınmalı. Milyonlarca yani gübre dediğin ne ki! Ona muhtaçmışız. On hane çocuk terk ediliyor. Bunlardan biri de benim. Babamı an- kaldık köyde. Bize borçlu olan köylüler zenginleyince nem terk edince babamla birlikte ninemin yanında kal- köy yetmez olmuş onlara. Ninem çaresiz bir kadın değil- maya devam ettik. Sadece annem gitmişti hayatımdan. di. “Yeni borçlular bulacağız.” diye söyleniyordu. Köyüm, okulum değişmedi. Ninem bakıyordu hepimize. Bindik traktöre ilçeye taşınıyoruz. Hayrına biri ev Cumaları midelerimizin şenlik günüydü. Niye derseniz, verdi bize. “İyi Müslüman.” dedi ninem. Artık her gün ninem o gün ilçedeki büyük caminin önünde, namaz- gidiyor ninem cami önüne. Kışları çok zor, namazını dan çıkanların kalbinden ne koparsa verecekleri parayı evde kılıyorlarmış borçlular. Ninem ağlıyor bazen, ben soğuk sıcak demez bekler, mendiline ne atılmışsa; bize büyüyorum. meyve, çay, şeker alarak dönerdi. Bazı günler ninemin Babam yatacak gölge bulamadı ilçede. Kahveye gi- et aldığı bile olurdu. Eti kütükte döver, köfte yapar, onu diyor. İsteyene çay vererek para alıyor. Ninem belediye da mazı odunun közünde pişirirdi. Tadından daha gü- başkanına çok yalvarınca, babamı işe almışlar sonra. Ba- zeldir kokusu bilir misiniz? Ev bile iki gün köfte kokar. bam bir değişti sormayın. Bir sabah uyandım babam da Hepimizin yüzü ışılar o gün. Hatta anam, nineme ‘Ana- gitmiş. cığım!’ bile derdi. Akşamına; babamla tezek yanan odaya “Şükür everdik.” dedi ninem, fersiz gözleri ışıyordu. uyumaya giderken. Masrafımız iki kişilik artık. Yaşlanıyor ninem. Sını- Tezek deyince aklıma düştü. Mesela köyün tüm ma- fa bir koli bot getirdi borçlulardan biri. Bana da kırmı- yısını sevap işlemek isteyenler, nineme verirler. Niye mi? zı olanı giydirdiler. Öyle güzel ki anlatamam. Sımsıcak Tezek yaparak ısınan kalmadı. Taşlı buğdayları, bozul- ayak parmaklarım karda yürürken kızarmıyor. Kızlar, mak üzere olan salçalarını da bize verirler. Önceleri se- birbiriyle fısıltıyla konuşup bana bakarak konuşuyorlar. viniyordum herkesten alacaklıyız diye. Değilmiş meğer, Gülüyorlar birde. öğrenince çok üzüldüm. Ta ki ninem: ”Ninesi dileniyor.” dedi biri. Sınıftan çıktım ağlaya- “Biz onların sevaplarıyız, Allah bizi fakir yarattı ki rak. Ortaokuldayım ve beni ninemin yalanları ikna et- zenginleri mallarıyla sınayabilsin. Değerliyiz biz zengin- miyor artık. Tarih dersimize giren Melek öğretmen geldi ler için.” dediği gün, yine şişinerek gezmeye başladım. yanıma. Saçlarımı okşadı: Tüm kapılardan alacaklı olmak, nasıl bir güven duygusu “Fakir olmak senin suçun değil. Kırtasiye masrafların veriyor, ah bir bilseniz... bana ait. Aramızda kalacak.” dedi. Adı gibi Melek ger- Bir gün baktım, bizim köyde merhem için bile olsa çekten. erkek kalmamış. Gün doğmadan gidiyorlar, gün batana “Tuvaletten su içme, mikrop kaparsın, kantinden al, geliyorlar. Termik santrali kuruluyormuş karşı köye. Hep parasını ben öderim.” diye ekledi. Yapamam ki! birlikte çalışıyorlarmış. Kantinciye: “Yaz öğretmenime.” demiyorum, gizlice “Herkes şimdi daha çok borçlanacak bize.” dedi ni- tuvaletten içiyorum suyu. Kızlar alay ederse! Ağrıma gi- nem... diyor dilenmek, ninem gibi. Bayılıyorum olur olmaz sa- Anam aynı fikirde değilmiş, ilk kez bağırmıştı ba- atlerde sınıfta. Günlerce çıkmadığım oluyor evden. Çay bama: demleyip içiyorum sabahlara dek. Uyumuyorum. Okul “Köyün avratlarının kolları bilezikten kalkmıyor, git benim için güvenli değil, evde kimse yüzüme vurmuyor çalış, tembel mundar.” dilenci olmamızı. Ninem gülüyor bana. “Yakındır on beş Babam cılız biri, gölgelerin adamı, yatar hep. Yeter delisi olman.” diyor. ki bir damın gölgesi düşsün, bir erik ağacı yahut kavak Yazları satış elemanı olarak çalışıyorum. Okul ilçenin ağacının yeli yüzüne değsin. Uyuyuverir. diğer ucunda. Tek başına yürüyemezsin ayrıca, oğlanlar Bir sabah uyandığımda; anam bohçasını alıp gitmiş- sıkıştırır, yaz olsa kolay. Kışın donarsın. Herkes servis- ti. le geliyor. Üst baş alıyorum paranın yerine, çalıştığım

04 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

yerden. Servis ücretini de kazanınca tamam. Kış gelince sonra. Otobüsteyim. İzmir’e ilk gidişim. Annem sahip kulaklarım donmayacak, karla birlikte kaybolmayacak çıktı bana. Onca yıl haksızlık etmenin utancını yaşıyo- hayallerim. rum. İndim otobüsten, sağıma soluma bakıyorum beni Çok sevinçliyim, kalbim duracak neredeyse. Dilenci- bekliyordur diye. Yok; bekliyorum, yoldadır belki. ler için bile güzel şeyler olabiliyormuş. Aradım: Annem geldi, buldu beni çalıştığım yerde. Yanında iki “Anne geldim, seni bekliyorum.” tane sıpası vardı, babamın da var sıpası. Kolları bilezik Annemin sesi el gibiydi. doluydu annemin. Kaldıramıyordu kollarını. Önce se- “ Ha, geldin mi? Ayağım kırılınca ben de senin gelme- vindim, sonra özellikle altınlar şangırdasın diye kolunu ni öyle beklemiştim. Hevesle beklemek nasılmış?” dedi yukarı kaldırınca buz gibi dondu içim, sanki okul yolun- Telefonu kapattı. da yüreğime yağıyordu kar. Koca bir poşet giysi koydu Ne yapacağım ben, dönüş bileti için param var ama önüme. İzmir’deymiş. Yazları geliyormuş kocasının kö- tek başıma ne yapacağım ben? Başım dönüyor, ayağımın yüne. “Kardeşlerin.” dedi, başlarını okşayarak. Baktım altından koşuyor yer. Düşüyorum. Başımı yere çarptım. öyle rüzgâra bakar gibi. Çocuklarının elinden tutarak Ağaç kovuğundan çıksaydım keşke! Sığınacak bir kovuk, gitti. Beni şapur şupur bile öpmedi. üstünde yeşil bir dalda yerim olurdu. Kendime geldim. Bir kaç gün geçti telefonum çaldı: Kime seslenip ağlayayım? Kimsem yok ki benim. Melek “Kızım ben annen, düşüp ayağımı kırdım. Gel, bana öğretmen geldi aklıma. Çocuk gibi ağlıyorum, ağlamak ve kardeşlerine bak.” dedi. Gitmeyi istedim aslında. Aklı- için bile bir nedenin olacak, sesini duyacak bir sevenin ma kış geldi, tipide nereme saklayayım diye çaresiz kaldı- olacak. ğım moraran burnum sızladı sanki. Karda üşüyen ayak- “ Öğretmenim, öğretmenim!” larım izin vermedi. Buradan kazandığım parayla servis Hıçkırıklarım sarıyor terminali hıçkırıklarım. Sesim ücretini ödeyeceğim. Gidemem ki! ağıt oluyor İzmir’e. Ağlarken sesleneceğim bir sevenim Ninem artık sevap kazandırmıyor kimseye. Kapımızı var... çalan yok. Okullar açıldı. Mezun olsam, ni- nem çok yaşlı. Ya ölürse? Uyku haram bana. Sınıfta dalıp gidiyorum. Melek öğretmen de olmasa çıldırtacak bu güvensizlik beni. Bir kere, sadece bir kere baba kız kebap yer- ken çekilmiş bir fotoğrafım olsun istedim. Babam maaşını aldığı gün bize uğradı. “Baba beni yemeğe götür.” dedim. Baktı şöyle: “Deli misin?” diyor gözleri. Çekti git- ti evine. Arkadaşlarıma, babamla yemek yerken çekilmiş fotoğrafımı gösterecektim. Düşünsenize babamla yemek yemiş ola- caktım. Ninem bağırdı arkasından: “Parasını ben vereydim de götüreydin çocuğu, on lira çok para mı?” Ninem, cami önünde sevap kazandırır- ken vermiş son nefesini. Henüz farkında değilim yalnızlığımın. Bembeyaz saçlarını okşadım son kez. Gözleri açık gitti. Kapatı- yorum gözlerini yeniden açılıyor. “Senin yüzünden kapanmıyor.” dedi ölü yıkayıcı kadın. Ölü tasıyla su döküyordum, kadın yıkıyordu. “Ah güzel ninem bedeni iki topaç, dinle- nir belki.” diye düşündüm de söylemedim. Öfkeliydim, ölü yıkayıcısına: “Niye benim yüzümden gözleri açık gitsin? Bu dünyada ninemi en çok seven benim.” dedim, ölü yıkayıcı acıyarak baktı bana. Ninemin sevaptan kazandıkları bit- mişti, komşular birer tas yemek getirdi. “Ye kızım âdettendir.” dediler. Annem aradı onu gömdükten iki gün Fotoğraf / Yasin Mortaş

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 05 mn

Tayyib ATMACA Ahmet Süreyya DURNA

DOSTLUĞUN HASADI GÜN YANIĞI ÇOCUK

Ben ki köy çocuğuyum, bedenim toprak kokar ruhundaki yara Kazma, kürek, bel ile durmadan çalışırım canının sızısı Ağırlığımdan ağır, sırtımda yük taşırım kalbinin sancısı Terim toprağa akar Ben ki köy çocuğuyum artarak sürüyor sırtında bir bıçak Gün yanığı kavrulan, esmerleşen tenimle dört yanın brütüs Elleri ayakları şerha şerha çatlayan Cılga yollardan aşan, derelerden atlayan Yamalı cepkenimle derdini dererek Ben ki köy çocuğuyum kendini yiyerek Yahşi cirit oynarım yeğin güreş tutarım eksilmez yalnızlık Bir türkü çığırmadan şöyle yanık makamda bu günden yarına Uyku girmez gözüme yazın yatarken damda yarından sonraya Hayata renk katarım devridaim eder Ben ki köy çocuğuyum Mehtapsız gecelerde ıssız mezarlıkların, yolda öğrenirsin Etrafında dolaşan hortlakları görürüm yanında olanı Korkuya kapılmadan üstlerine yürürüm Muhayyel varlıkların kalbinde atanı Ben ki köy çocuğuyum acıyı azaltan sevinci çoğaltan Çoban yamaklığına terfi etmek uğruna Dağda davar otlatıp kuzu güttüm lo kurban gözü kara dostu Ayrıca pür toplayıp keven üttüm lo kurban Aşinayımdır buna kimin gönlü toprak Ben ki köy çocuğuyum ne eker biçersin Kaslarım demir gibi pençem aslanpençesi o sana ne verir Kavrayınca kopartan mukavim yapıdayım kara gün doğunca Hedefine kilitli gerilmiş “çelik yay”ım dostluğun hasadı Sesim canavar sesi Ben ki köy çocuğuyum toplanmaya başlar Karşılaşma anında suya giden kızlarla Çekingen bakışlarım gayet mahcup edalı Her önüme çıkana yarıbuçuk sevdalı Gönlüm darbızlı tarla Ben ki köy çocuğuyum

06 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Ahmet Şevki ŞAKALAR

ZİYARET

Güz yağmurları henüz başlamamıştı. Harman zama- Belimde anamın hazırladığı kuşağıma sardığım azık nı bitimi; unluk bulgurluk tutulmuş, ancak bağbozumu çıkınımın ılıklığı var. Koyunlarım etrafa dağılmış, iştah- daha gelmemişti. Yapraklar sarıdan kahverengiye dön- la kuzukulağı, kenger otu ve ayrıklardan koparıyorlar. müş; havalar biraz daha serinlemeye durmuş, sürülerin Bazıları bir boyuna gelmiş yalangı otları, tepeler boyu koç zamanı daha olmamıştı. bir asker disiplininde dizilmiş, yer yer dağ kekikleri sı- İşte böyle bir günün ikindi vakitlerinde, köyün biraz ralanmış ve gün boyu eksilmeyen kokusuyla başını dön- dışında, sonradan çatılanmış toprak evin yola bakan dürüyor insanın. Çerkezyolu, tepelerin arasında yer yer balkonunda uzaktan akrabamız Hacı Bekir’le babam çalılıklar, dut, badem ağaçlarıyla etrafa göre düz sayılan kara çay içiyorlardı. Kara çay, bildiğiniz Rize çayı. Kara bir vadinin adıydı. Babamın anlattığına göre eskiden bir çayı sadece misafir geldiğinde demliyordu anam. Biz ge- göç yolu üzerinde olduğu için bu adı almış burası. Bu- nelde kahvaltıda büyük alüminyum çaydanlıkta dağ çayı raya her gelişimde atların ve yüklü katırların peş peşe kaynatıyorduk. Kara çay hasretimiz düğün, bayram ve sıralandığı, develerin boyunlarında zillerle onlara eşlik cemiyetlerde biraz olsun diniyordu. Diğer taraftan biz- ettiği kervanlar hayal ederim. Hep bir umutla bir gün o ler için ne kadar çok misafir, o kadar çok kara çay içmek kervanın buradan geçeceğini düşünürüm. Bir taraftan demekti. yılgın ağacından kendime yeni değnekler ve azık çıkını- Ardımda yirmi beş otuz kadar koyunla babamların ma topladığım en taze kekik demetleri… yanından geçerken anam, tülbendini düzelterek elinde Akşam eve dönerken yalangı otlarının karanlıkta be- eski bir yazmaya sarılmış yumurtalı omacı elime tutuş- liren siluetleri, vadiye dört koldan saldıracak bir ordu turdu. Hararetli hararetli konuşuyorlardı babamla Hacı gibi görünüyor gözüme. Hiç belli etmesem de korku- Bekir. Bölük pörçük duyduklarıma göre; yağmurlar baş- yorum açıkçası. Bazı zamanlar eve geç döndüğüm sa- lamadan işleri güçleri toparlamaktan, bağbozumundan atlerde yalangı otlarının büyüyen gölgesi, aralıklarla ve önümüzdeki günlerde bir ziyarete gitmekten bahse- duyduğum baykuş sesleriyle birleştiğinde korkum biraz diyorlardı. daha artıyor. Babam, korktuğum zamanlarda bildiğim Koyunlarımla otlak yerlerimizden biri olan Çerkez- duaları okumamı, gerekirse ezberimdeki türküleri söy- yolu’na giderken merak edip durdum bu ziyareti. Duy- lememi tembihlemişti. Köpekler saldırdığında sabit duklarımdan en önemlisi oydu belli ki. Kimler gidecekti, durup korkmamış gibi davranmak gerektiğini de ondan neyle gidilecekti, biz de gidecek miydik, gideceksek nasıl öğrenmiştim. gidecektik ki? O günün sonunda eve geldiğimde hiç bahsetmedi

Fotoğraf / Mehmet GÖREN

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 07 mn

babam, Hacı Bekir’le ne konuştuğundan. Sadece mor bohçasının birinde buldum aradıklarımı. Koşar adım koyunun arka bacağının aksayıp aksamadığını sordu; çıktım evden. Anam bir şeyler dedi, duymadım. Yeni iyileşti, dedim. Ermenek ayakkabımın toprak yolda bıraktığı parlak Ertesi gün koçlara arpalı saman verirken sordum ba- izlerle ter içinde vardım Hacı Bekirlerin evinin önüne. bama: Traktör hazırlanmış; kırık römorka evden kap kacak, —Ziyaret neresi? savan, kilim, büyük çaydanlık, küçük tüp ve birkaç su Babam tahta yem teknesinde arpayı samanın içine bidonu yerleştiriyorlardı Hacı Bekir’in büyük kızları. yayarak cevap verdi: Büyük oğul Nusret, traktörün mazot deposuna bakı- —Yarpuz’da bu ziyaret yeri. Çok eskiden kalma bir yor, tekerleklerin havasına bakmak için topuklu ucu yermiş. İçinde namazlar kılınıyor, dualar ediliyor ve sivri ayakkabısıyla her tekere ayrı ayrı vuruyordu. Uzun kurbanlar kesiliyormuş. Dediklerine göre içinde bir ma- yakalı alalı bulalı gömleğini ara sıra düzeltip kehribar ğara, mağaranın içinde de dar bir geçit varmış. Öyle her tespihini büyük bir ustalıkla sallıyordu. Öyle görünü- isteyen geçemiyormuş o geçitten. Hiç gitmedim ben. yor ki şoför koltuğunda Nusret oturacaktı. Öylece bek- Hacı Bekirler her sene cümbür cemaat giderler. Önü- liyordum römorkun yanında, ta ki Şerife teyzenin: müzdeki günlerde yine gideceklermiş ziyarete. —Haydi bin evlat, yola çıkıyoruz birazdan, demesi- —Ben de gitsem bir kere, ne kadar. Babam cevap vermedi, cesaretim yavaş yavaş bir piş- Römorka düzensiz olarak doluştuk hep beraber. manlığa dönüşmeden, duramadım: Bizimle birlikte onların komşuları da yolculuğa dâhil —Bir günlüğüne sınıf arkadaşım Dursun’a katarım olmuş, sayımız daha da kalabalıklaşmıştı. En son Hacı koyunları, sonra ben de onun… Bekir, boynuzlu bir keçiyi kucaklayarak bindirdi yanı- Yine cevap vermedi babam. Bir anda damarlarımda mıza. Etrafındakilere, sağlam tutun hayvancağızı diye dolaşan kanın sıcaklığı, suyla sönen bir ateşin küllerine tembihleyerek keçiye döndü: dönüştü. —Ne nasipli bir hayvansın, mübarek yerde kurban Sonraki günlerden bir sabah anam, beni köyün orta- olacaksın. sında -Dursunların evinin arkasında- bir akrabamızın Keçi, rahat dursun diye önüne konmuş yeşillikler- evine ekmek tahtası almaya gönderdi. El arabasını boş den bir parça kopardıktan sonra ömrünün son yolcu- sürüp dönüşte ekmek tahtasını ona yükleyerek getire- luğuna çıktığından habersiz öylece baktı yüzümüze. cektim. Yaşça küçük olmama rağmen delikanlı birine Şoför Nusret, herkesin gözünün kendi üzerinde oldu- verilecek bu görevi yerine getirmeyi çok fazla önemsi- ğundan haberli, donanma gemisini denize ilk indiren yordum. İlkokul sondaydım, küçük de sayılmazdım as- forslu kaptan edasıyla motoru çalıştırdı. Yüzüne göre lında. Gecenin karanlığında kocaman bir sürüyü önüne biraz büyük duran aynalı güneş gözlüğüyle herkesi gö- katıp devasa bir yalangı ordusuyla kim başa çıkabilmiş- rebilmenin herkesin de onu görememesinin verdiği o ti her seferinde. Üstelik hiçbir zaman yanımda çoban gizemli duruşuyla daha da bir kuruluverdi gıcırtılı kol- köpeği olmadan. tuğa. Dört yüz mürettebatlı bir uçağı tek başına havaya Ekmek tahtasını el arabasına yüklemiş yalpalaya kaldırır gibi bir yüz ifadesiyle yol kenarından kendisini yalpalaya dönerken Hacı Bekirlerin evinin önünden izleyen köylülere adeta, “hava bin beş yüz, dağlar mem- kestirme yoldan geliyordum. Evin yanındaki traktörün medali çağırıyor” dedirtiyordu. emektar kırık dökük römorkuyla koşulu olduğunu gör- Yavaş yavaş hareket etti traktör. Sanki biraz hızlan- düm. Ekmek tahtasını unutmuş, ziyareti düşünmeye sa römorkun emanet gibi duran kanatları dağılacak, biz başlamıştım. Gidiyorlar mıydı, gidiyorlarsa ne zaman etrafa saçılacak gibiydik. gidiyorlardı? Babama sorduğum soru ve babamın ses- Arkaya baktığımda köy epey geride kalmış, evler ve sizliği geldi aklıma. Toprak yolu tozutarak alelacele eve elektrik direkleri gittikçe küçülüyordu. Parçalanmış as- geldim. Anam karşıladı beni. Sultan teyzenin selamı faltlara denk gelen tekerlekler, bizi sarsıyor, yol kenar- var dedim, iki tane de oklava gönderdi. Anam: larında gördüğümüz ağaçlar ve hayvanlar sanki geriye —Hele sen bırak tahtayı, oklavaları; giy hemen bay- doğru hareket ediyorlardı. Nusret’in eli cebindeki Yeni- ramlık kazağını, kiraz cepli pantolonunu ve Ermenek ce’den bir tane yakıp rüzgârın bağrına üfürmek istiyor; ayakkabılarını. Baban seni Hacı Bekirlerle ziyarete gön- ancak Hacı Bekir’in varlığı buna engel oluyordu. derecek. Nihayet kuşluk vakti çıktığımız yol bitmeye varmış, Nasıl sevinmiştim nasıl. O sevinçle koca tahtayı ku- Yarpuz’a ulaşabilmiştik. İlçe merkezini geçerken kırık caklamış; balkona, anamın yanına kadar sürüklemiş- römorktaki kalabalık mürettebata bakan meraklı gözle- tim. Anam birden: rin eşliğinde ilerlemiş, ziyaret yerine yaklaşmıştık. —Oğlum dur! Ne yapıyorsun? Bir tarafını incitecek- —Aha ziyaret göründü, dedi, Nusret arkasındakile- sin gâvurun sıpası! re dönerek. Babamın sessizliğinden hiç umutlu değildim. Nasıl İleride yüksekçe bir yerde toprak tarihi bir yapı, oldu bilmiyorum; belki anam razı etmiştir, diye dü- yanında küçük bir kervansaraya benzer bir kalıntı ve şündüm. Çabucak içeri girdim. Gömmeli dolapta elbise bölgenin etrafında sıralı çamlar… Bölgenin aşağısında

08 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

durduk ve eşyaları indirip bir kısa yokuş yürüdük. Hacı şımız daha da artmıştı. Şerife teyzenin hıçkırıkları daha Bekir: da bir yükselmişti. —Önce bir su içelim mübarek yerden şöyle kana —Geçitte yok, dedi Nusret. kana, ciğerlerimiz yandı! “Geçidin ortasında yan tarafa dar bir yol ayrılıyor, Gürül gürül akan iki çeşmeden yanımızdaki krom oraya sapmış ve kaybolmuş olabilir; ancak zayıf ve hızlı bardakla su içtik. Sonunda görebilmiştim ziyareti. Grup- biri girip çıkabilir oraya. Ayrılan yolun sonu nereye çıkı- tan ayrılmadan bir an önce içeriye girmek, ne var ne yok yor bilmiyorum.” dedi sonra. görmek istiyordum. Ziyaret; büyük bir ana kapıdan gi- Herkesin bir anda bana baktığını fark etmiştim. rişten sonra uzun bir koridor, iki oda büyüklüğünde bir Elim ayağım titriyordu. Kayalıklarda kurumuş bir ya- mescit, mescide giden yolun sağ tarafında duvarda mer- langı otu buldum, dallarını budadım. Bir destek aradım merden işlemeli bir kapı, koridorun devamında ise bir belki, yoktu. Hızlıca girdim geçide. Hiç kimse yoktu mağara, mağaranın girişinde önü tedbiren kapatılmış geçitte. Sonra Nusret’in dediği yan taraftaki geçidi bul- bir su kaynağı. İçeriyi gezmiş, mescitte dualar etmiş, so- dum. Koca orduları yenen ben, kalakalmıştım ortada. ğuk sudan içmiş ve bu ritüellerin sonuncusu mağaranın Tek dayanağım elimdeki yalangı otu. Kiraz’ı bulmalı ve girişine gelmiştik. Anlatıldığına göre mağaranın deva- Şerife teyzenin ağıtlarını dindirmeliydim. Ah Kiraz ah! mında bir geçit vardı, tek tek geçecektik. Geçidi aştığı- Gövdesi kalın, fikri ince kız! Hangi kayanın ardında, mızda nereden çıkacağımızı kestiremiyorduk. Bir tören hangi kurdun tuzağındasın? Biraz ilerleyince gelen inil- edasıyla dizilmiştik mağaranın önünde. Şerife teyzenin, tilerden yarı baygın yatan Kiraz’ı buldum. Kiraz kork- bu geçitten geçenlerin tüm günahlarının döküldüğüne muş, kendini kaybetmişti. Alnı terliyor; tam bir şeyler dair bir hikâyeyi anlattığını duydum bir ara. Yan tara- söyleyecek gibi oluyor ama konuşamıyordu. fımda daha önce oraya gelen kadınlardan birinin Şerife —Kiraz! Kiraz! Kiraz! teyzeye çıkıştığı duyuldu: Kendine geldiğinde hâlâ titriyordu Kiraz. Uzattım —Tövbe de be kadın! Allah istemedikçe bir şey ol- yalangı otunu, tuttu ucundan. Ayağı takılıp birden yere maz! düştü. Kalk Kiraz! Söylediğin yanık türküler, işlediğin Önde Hacı Bekir, hanımı, Nusret, gelinler, kızlar, mendiller, kına tepsileri özler seni. Şerife teyzenin ha- kuyruğun sonuna doğru ben, en sonda da Hacı Bekir’in muru leğende kalır, ekmeği tandırda, Hacı Bekir’in çatı- büyük kızlarından biri olan iri kıyım Kiraz. Ben Kiraz’ın sı çöker. Kiraz mevsimi sensiz geçer, sensiz düşer cem- cüssesine baktım; ben geçerim geçmesine de Kiraz’ın reler toprağa. Canlandı Kiraz’ın gözleri. Yalangı otunun Allah yardımcısı olsun, diye geçirdim içimden. Ah Kiraz rehberliğinde yürüdük. Takip ettik zayıf ışığı geçidin çı- Ah! Hacı Bekir’in evinin lokomotifi. Şerife Teyze’nin kışına kadar. Herkesin bizi görmesiyle bir sevinç yayıldı sağ kolu. Yaşı geçkin biraz. Çıkmamış kısmeti bir türlü, ziyarete. Kiraz hâlâ titriyordu. istemeye gelen birkaç nursuzu da o beğenmemiş. Gö- Dönüş yolculuğu ne zaman başladı bilmiyorum; keçi rüntüsünün aksine dokunaklı bir sesi var. Bazen ayrı- kurban oldu mu, Nusret gözlükleri taktı mı, kaç Yenice lık türküleri söyler, bazen maniler dizer köylünün kına yaktı? Hatırlamıyordum. Kırık römorkta ara ara uyukla- gecelerinde. Küçükken ikili kirazlardan küpeler yapmış mışım. Gözlerimi açtığımda Şerife teyze omzumu sıvaz- mıdır kulaklarına, uğrun uğrun sevdiği bir yiğit olmuş layarak, sen bir kahramansın, der gibi bakıyordu. mudur? Bilinmez. Ben yürürsem o da arkamdan gele- Eve dönerken bir ara Hacı Bekir’in bir şeyler anlattı- cek. Uzun bir tünel yolculuğuna başlar gibi atıyorum ğını hatırlıyorum: adımlarımı. Duvarların nemi zaman zaman ellerime de- —Yedi Uyurlar olarak bilinen Yemliha, Mislina, ğiyor, önümden ilerleyen geçit piyadelerini zar zor seçi- Mekselina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefestatayuş; yordum. Korktuğum akşamlar, ettiğim dualar geldi ak- yani mağara arkadaşı olarak bilinen yedi inançlı genç lıma, türküleri unuttum. Birkaç dakika süren karanlık ve köpekleri Kıtmir, Dakyanus’un zulmünden kaçıp bu yolculuğumuz, büyük bir kaya parçasının altında kapı mağaraya sığınmışlar. Gözlerini açtıklarında tam üç yüz haline getirilmiş bir yerden dışarıyı, gökyüzünü görebil- yıl geçmiş. Üç yüz yılın geçtiğini Yarpuz’un o devirdeki dik. Herkeste derin vadinin üzerindeki tahta köprüden esnaflarından birine bir madeni para uzattıklarında an- karşıya geçebilen savaşçılar gibi huzurla karışık bir za- lamışlar. Allah, onları sadakat ve sabırla teslim oldukla- fer sevinci vardı. Birden arkamızdan bir ses geldi: rından burada saklamış. —Kiraz çıkmadı geçitten! Uyuyup uyuyup uyandım dönüş yolunda. Kesik ke- Şerife teyzenin yüz hatları gerilmişti. Gözleri dolup sik düşler gördüm; kiminde korktum, kiminde kahra- dolup boşaldı. Yan taraftaki kayalardan birinin üzerine man oldum, unuttuğum türküleri hatırladım. oturup ellerini dizlerine vurup: Ziyaret çok geride kalmıştı. Kiraz, sessizliğe bürün- Vay kara bahtlı kızım, yoksa yedi uyurlara mı karış- müştü. Traktör, sürülmüş tarlaların arasından bozuk tın? asfalttan köye yaklaşıyordu. Nusret, bir cigara daha Şerife teyzeyi sakinleştirmeye çalışırken yanımdaki- yaktı. ler, Nusret yerinden fırlayarak geçide tekrar girdi. Bir Burnumda yalangı otunun hapşırtan kokusu, içimde süre sonra dönmüştü; ancak yanında Kiraz yoktu. Tela- ziyaretin çocuksu huzuru vardı.

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 09 mn

Mehmet OSMANOĞLU

LÂL MELÂL

I. II.

Ben mi suçluyum şimdi şehlâ nigâhı varken Suçlu bendim elbette, ne etti ki nigâhı? Bu dümensiz geminin acep kimdir kaptanı? Bir hicabın ardından öyle b/akıp dururdu. Bu hüznün sebebini uzaklarda ararken Evet oydu karartan her aydınlık sabahı, Yanıbaşımda buldum kalbimi sızlatanı. Lâkin o farketmeden çıngılar sa/vururdu.

Uzak menzilden geldim, sofrasında yer açsa Yoktu benden haberi, ben y/anardım öylece. Gönül incilerinden derunumu doyursam. O rahşan çehresine göz koyardım uzaktan. Bu utangaç dileğim makamına ulaşsa Misafiri olurdum bir kuytuda her gece, Gözü üstümde kalsa, ben gölgesinde dursam. O uyumuş olurdu, kor gözleriyle çoktan.

Çekinmese, söylese, beklemeyip lâl-melâl... Bilmezdi ve görmezdi ona meylettiğimi, Biliyordu aslında ona olan meylimi. O benim kuruntumdu, derdimi bilir derdim. Yetsin artık kalmadı, şu dizlerimde mecal; Salardım bir tülbente sarılmış dileğimi, Buruşturup atmasa, nâzende hayalimi. Çöle düşen aksinin arkasından giderdim.

Naz edip bunca vakit açmadı nikâbını, Demirdendi nikabı, nasıl açılsındı ki Çevirmedi bahara kasvetli güzlerimi, Kasvetli sonbaharım nevbahara evrilsin. Gözlerinde toplayıp göğün âfitâbını; Güneş, onun göğünde asılıydı tek sanki... Mahkum etti geceye p/uslu gündüzlerimi. Yıldızlar parlamayı, o olmadan ne bilsin?

Ay kaç defa dolunay, kaç kere hilal oldu, Onun ülkesinde ay, her daim dolunaydı. Onsuz kaç mevsim geçti üzerimden saymadım. Geceye kandil y/ağar, esrik gezerdi mehtâb. Bir onun sesi kaldı, tüm sedalar kayboldu. Sermest akşamlar boyu musikiler o’naydı, A’mâ-i asam olup gayrısını duymadım. U/tanır gizlenirdi, o yürürken âfitâb.

Akşamlar inse yine, perdelense âsuman Her akşam indiğinde s/islenirdi âsuman, Mehtâbı bir tül gibi ufuklarımı sarsa... Karanlık, yorgan gibi üstüme örtülürdü. Baş başayken onunla durur nasılsa zaman, Kan kırmızı yarama merhem sunardı zaman, O yine büyüleyen gamzesiyle susarsa... Titreyen du/dağımda tebessümler ölürdü.

Bir sonu vardır elbet bu gamlı bekleyişin, Bir sonu vardır elbet bu gamlı bekleyişin, Yolların bir yerinde bulurum izlerini. Yolların bir yerinde bulurum izlerini. Alıp nurunu gelsin, ay’ın ve de güneşin Alıp nurunu gelsin, ay’ın ve de güneşin Bir de yeşil koyların mavi denizlerini. Bir de yeşil koyların mavi denizlerini.

Bilmem dayanır mıyım bu görkemli vuslata? Bilmem dayanır mıyım bu görkemli vuslata? Kalbim yerinden çıkar belki onu görünce. Kalbim yerinden çıkar belki onu görünce İşte halim ortada, lüzum yok izahata; İşte halim ortada, lüzum yok izahata; Can serpilir yüzüme nazarını sürünce... Can serpilir yüzüme nazarını sürünce…

10 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Haşim KALENDER

UMUT VE UNUTUŞ - III

Bu kirli dünyada, özüyle temiz, Çalıya takıldı, yırtıldı fistan. Olmayı unuttuk, olmayı kardeş. Öğüt kar etmiyor, hükümsüz destan. Şöyle alnımız ak, yüzüyle temiz, Hayırı Allahtan, şerri nefisten, Gülmeyi unuttuk, gülmeyi kardeş. Bulmayı unuttuk, bulmayı kardeş.

Baktım gidişata, çıktı çığrından. Görünmez aşikâr, Hakkın baktığı. Cenabet dolaştık, şehit bağrından. Zaman farelerin, yılan soktuğu, Sevdik sarıldık ya, Allah uğrundan, Ayağımız kaydı, dostun taktığı, Ölmeyi unuttuk, ölmeyi kardeş. Çelmeyi unuttuk, çelmeyi kardeş.

Şeytanlaştık adi nefse uyarak. Kapamıştık açmış idik çağları. Aç açık görmedik, mala kıyarak. Bozmadık mı? Birlik olup ağları, Yatıp dam üstünden, yıldız sayarak, Âşık olsak Ferhat gibi dağları, Kalmayı unuttuk, kalmayı kardeş. Delmeyi unuttuk, delmeyi kardeş.

Zalime göz yumduk, çıkmadık karşı. Ermeni’yiz dedik, uçtu ermeni. Edepten hayâdan, bihaber çarşı, Terörle bitirdi, dizde dermanı. Yetimin gözyaşı, titretti arşı. Hadsizlere dedem, gibi fermanı, Silmeyi unuttuk, silmeyi kardeş. Salmayı unuttuk, salmayı kardeş.

Basite alırken, kıldan inceyi, Nefisle hükmettik, habersiz Bir’den. Lağıma buladık, gülü koncayı. Kurtçuklar ürettik, kup kuru yerden. Kör düğüm eyledik, kör düşünceyi, Bir adım varana, on adım birden, İlmeği unuttuk, ilmeği kardeş. Gelmeyi unuttuk, gelmeyi kardeş.

Sabrı tükenenler, yıktı bendini. Sadakati çıkar, girdi bitirdi. Düşünceyi silen, bozdu andını. Haset bin katarak, lafı yetirdi. Fetva keser iken, kendi kendini, Motor sürdü, biçer biçti getirdi, Bilmeyi unuttuk, bilmeyi kardeş. Yolmayı unuttuk, yolmayı kardeş.

Bir dini bin ettik, bin çeşit grup, Kalender zamanın, esvabı yırtık, Zamanı bekledik, ölüme kurup. Örtülene caka, satıyor sürtük. Beş vakit çağırdı, huzura durup, Yoksulun, yaşlının, kapısı örtük, Kılmayı unuttuk, kılmayı kardeş. Çalmayı unuttuk, çalmayı kardeş.

Kazanç karışmadı, alında tere. Yemini bozarak, yattık yaş yere. Gönül Kâbe idi, yıktık bin kere. Almayı unuttuk, almayı kardeş.

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 11 mn

Gökhan GÜRSES

MİNDER

İnce oyayla süslemişti minderin yüzünü. Gecenin yü- reğine. Akan kan değildi damarlarında kadının, boydan züne işlenen ay ve yıldız gibiydi süslemesi. Suya vuran boya uzanan damar değildi. Her hücresinde adam vardı. ay ışığı yahut yakamozdu gördüğüm. İnsan sevdiğine di- Kâh damar olup boydan boya sarıyordu kadının adama rekt söyleyemediği şeyleri bir eşya aracılığıyla ifade eder. olan aşkı, kâh o damarların içinde akan kan oluyordu ve Mana yüklerdi bir havluya, yeri geldi mi yastığa, minde- can veriyordu yeninde yine kadına. Kadın divan şiirinin re… gazelhanıydı, adamsa onun gözünde beytü’l gazeldi. Hiç Aşkın sınırı olur mu ki? Çekip aldınız bir insandan konuşmadılar ama sözlükleri devirdiler o suskunlukta. dilini, elleri boş durmaz ya? Elleri konuşmaya başlar bu Cümleler; aşkın en yalın haliyle raks ediyor, her türlü sa- sefer: Ya bir resim çizer, ya bir şiir yazar ya da bir işaret mimi mana dolup dolup geliyor, taşıyordu kalpten. Artık olur. Gözlerini aldınız, sesi ne güne? En dertli şarkıyı mı- öyle bir şahikaya varmışlardı ki; kim kimdi, ne neydi bil- rıldanmaz mı? Yakmaz mı içten bir türkü? İnsan yandığı miyorlardı. Cism ü cana bile ihtiyaçları yoktu. kadar insandır ve acı çektiği kadar! Ayaklarını kestiniz, Kadın utana sıkıla uzattı kalbini adama, kalbin içinde- hayallerinde koşmaz mı sanırsınız? ki siyah noktaya kilitlendi gözleri adamın. Elleri değmişse o mindere sevgilinin, baş tacı olmaz Aldı gitti adamı kalbin içindeki siyah nokta. Nere- da ne olur o minder aşığa? Armağanı bu olacaktı sev- de olduğunu anladı; süveydada olduğunu, orada saklı diğine kadının. Elleriyle hazırladığı bir minder… He- durduğunu… Kadının, dolayısıyla da âlemin özü oldu- yecan bastı birden kadını, düşüncesi bile kalbini göğüs ğunu… Kadındaki yerini, yıllardır aradığı istikametini, kafesini delecek şekilde attırıyordu. Minderi aldı bastırdı kıblegâhını, secdegâhını… Bir ürperti geldi canına, sa- göğsüne. Sanki sevdiğini bastırı- çından ayağına kadar. Ruhu yordu kalbine. Onun kokusunu seyyarelere uçtu, aklı gitti duyumsadı birden, varlığını his- başından, kalbi dondu. Yer setti kemiklerine değin. Daldı ve gök arasında her ne varsa gitti hayallere, ince ince işliyordu hareketsiz kaldı. Mindere nak- sevdiğini kalbine. Yüzünün her şedilen kalp atıyordu tek. O bir hattını aklına kazıyordu. Kör çarpıyordu hayat adına. Aşkın bir adamın elleriyle yoklaması ve tecelli ettiği o küçücük siyah ezberlemesi gibi yüzünü bir insa- noktada can vardı. nın, o da öyle ezberliyordu sevdi- Adamın gözleri belli belir- ği adamı. siz doldu. Şairin, “Müjgânla Safdille işlemişti minderi. ben ağlaşırız.” dediği demdey- Katışıksız bir sevginin tezahürü di. olacaktı minder. Bir kalp işle- Bıçak soksanız kalbine mişti; kıpkırmızı, gül kırmızısı… kanı akmazdı, canı çıkmazdı. Kalbin ortasına da aşkın tecelli ettiği süveydayı siyah bir Sesi… Hem pervane değil miydi ki sevdiğine? Yansa ne nokta ile belirtmişti. olacaktı ki? yolunda ateşten mi kaçacaktı? Yusuf Anlayana sayfalar dolusu aşk sözcüğüydü bu nakış. kuyudan çıkıp sultan oldu Mısır’a. Züleyha, Yusuf’tan İçe işleyen bir yanı vardı, kalbe değen bir tarzı ve saygıyı çıktı yola, hakka vardı. Hakeza Leyla… hak eden bir tavrı… El işi, kalp işiyle birleşmişti bu min- Bir ah çekti adam yüreğinin derinliklerinden. Bu öyle derde ve bir aşkın somut hali olmuştu. bir ahtı ki şimşekler çaktı gökyüzünde; yanardağlar infi- İnsan sevdiğine aldığını, ona adadığını, ona verdiğini lak etti yeryüzünün farklı noktalarında, dağlar sallandı. o kadar özel görür ki ve ona o denli anlam yükler ki! Onu Kadın yâr sarsıntısı içindeydi. görebilmek ve anlayabilmek de hakikaten herkesin harcı Adam elini tuttu kadının, avucunun içini öptü. Canı değildir. Kadın yüreğini koymuştu o kalbe. Ömrünü nak- ne ki kadının? Kuş olup uçtu kadının canı adamın elinde, şetmişti sevdiğine. Hoyrat elde gül büker boynunu. Gülü minderdeki kalbin has dalına kondu. incitmemek de inceliktir. Gülü anlayabilmek de hüner- Derler ki, o günden sonra adamın baktığı her can tu- dir. Aşksız olursa her şey yavan olur, aşkla olursa işte o tuşurmuş yangın yangın ve küle dönermiş anında. Sonra zaman saman çöpü dahi gül olur. o yangını söndürmeye çalışan minnacık bir kuşun, gaga- Ömrünün en güzel nakşları revan oldu kadının yü- sıyla su taşıdığı rivayet edilirmiş yangına...

12 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Burhan Kâzım ÇALIK Yaren KAYIP

MEÇHUL LİSANLAR KONUŞUR SAÇLARIN WAR HORSE

sönmesinin önünde elde kalan son ışığın gece, aysız esen rüzgâra engel tuğlaları balçık duvar ve gözlerin kara ayaklarım buz gibi mumun cılız alevinde yaşama belirsizliği kanat açmış bekliyorum yamaçlardan şiire gizlenen hüzünlerin canlandığı yuvar kanı tere katarak koşup gelen sesini en kavurucu yanmayla birlikte buz gibi soğuma içimde köpek uluması gibi bir ağıt çelişkilerin pençesinde sıkışmış ikilem kahrolası sarılıp düşsek sesinle bulutlara ölüm vedası öze yaklaşılan, en çok saflaşılan korku yavuz hırsız çitlere hayalle gerçeğin, umutla serapların çatışması takılan yabancı biri

avunmanın ruh hali, yanılsama aynı zamanda ve kalbine çöktükçe gıcırdıyor kemiği bîzar bir geçmişin kızıl gelincik sagusu var olduğu günden beri sevda yüzü görmemiş cennet, belki de tatlı rüyalarla karmaşık nemli bir tavanda sallanıyor gölgesi savaşların mavi yeşilliğin vurgusu. yalayıp süpürüyor bir uğultu yerleri yorgun takaların salındığı ûcra liman ve biraz daha bastırsa yağmur sonsuzluğun özleminde “anlayan” hayatlar çöktü çökecek canı evren görünüşünün parlak çizgisi yaldızlanan işaret dağlar, sular, yılkı atlar neyi bıraksa dökülecek parmak uçlarından dursa yanacak kelimeler ve saç diplerinden doğa sanırım hakkımızda güzel düşünüyordu boca isyan, titrediği zaman nabız sırılsıklam cömertçe sermişti önümüze olanca harikasını bıraksa düşecek yeryüzünün bütün kaleleri beste çalan sesini ilk kez duymuştun hiçbir çatışma yetmeyecek ona yenilmek için ormanların müzisyen sakasını çünkü sevmek ölmektir vurdurunca boynunu kuraklıktan çatlamış toprak o da bilmeyecek eymir yüzeyinde kaydırmayı basık elips taşları yağmur mu bu yoksa göz suyu mu öğrendiğin zaman, sevinmiştin masum çocukça bisiklet sürmüş, yürümüş, süt mısır yemiştin hangi yöne dönse kendine yıkılır duvar mutlanmıştın oldukça dağılır kafasına sıkmış askerin beyni gibi

sabah beri olta atıyordu balık tutmak için insanlar toplandılar bir yaz yağmuru başlayınca ansızın yüce ağaçların göğü kaplayan yaprakları altında biraz sabırsızdın

tılsımlı gölde yayılır eş merkezli sakin halkalar uzamış sazlığa saklanan yavru ördekler uçuşur bana iyi gelen neşeli tavırlar özgün yaratılış saçların, meçhul lisanlar konuşur

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 13 mn

Gülçin Yağmur AKBULUT

YOLCU

Merak ediyordu işte! Hangi kente gidiyordu bu otobüs, Bir dağ olsa, en zirvesine kadar tırmanacak; değirmen ya da hangi kentin hangi kasabasına? olduğunu bilse, rüzgârla koşup pervanelerinin girdabına Ne aradığını bilmeyen bir yolcunun aradığı şeyin han- kapılacaktı. gi coğrafyada hüküm giydiğini öğrenmesi, pek de önemli Saatine baktı. Vakit sabahın üçünü gösteriyordu. Gök- olmasa gerekti ama yine de merak etti. yüzü, siyahî bulutların arasından birilerine öfkelenmiş Anlatmayı denese anlatabilir miydi göğsünün içinde- gibi gürlüyor, yol kenarında bekleyen ağaçlar, rüzgârın ki sızıyı, sızının rengini ve boyutunu; hatta kaç metrekare uğultusundan ayakta durmakta zorlanıyordu. Otobüsün yer kapladığını, gün içinde kaç defa, kaç parçaya bölündü- buğulu camlarında, geçmişten iz bırakan anılar sinema- ğünü? Avuçlarında çırpınan bu arayışın hangi gökyüzünü, sının tekrarı vardı. Bir geçmişi kucaklıyordu Ziya, bir de renklerin hangi tonuna boyadığını? geleceğin yüklükte bekleyen sürprizler bohçasını. Yalan- Şoförün hemen arka koltuğunda oturuyordu, kafası- sız bir sözcük döküldü dudaklarından istemsizce: “Anne!” nı geriye doğru çevirse kendinden başka herkesin uyuyor Nasıl da özlüyordu, ufukta kendine gülümseyen şefkatli olduğunu görecekti. Tuhaf bir yabancılık hissine kapıldı. annesini. “Annem!” dedi bir kez daha. Yüreğinden sesle- Bilinmez bir bulutun içinde kaybolan yağmur damlası nen garip bir hasret türküsü. gibi afallamıştı. Oysa bedenini uykunun kollarına bırak- Kuvvetli bir çarpma sesiydi Ziya’nın son hatırladığı. mak yerine, gecenin dağıttığı güzellikleri toplamak, ne Kalkmak istediği yerden bir türlü doğrulamadı. Yolun kadar da zevkliydi. Ayrıca uykuya yenik düşmek, aradığı yorgunluğuna dayanamayıp uykuya daldığını düşündü. huzuru bulma şansını kaybetmesine sebep olmaz mıydı? Kâbus mu görüyordu yoksa? Neden ayaklarını oynatamı- Bu yolculuğun nereye olduğunu bilmediği gibi kaç gün, yordu? Başında uğuldayan bir şeyler olduğunu hissetti. kaç hafta, hatta kaç ay süreceğini de bilmiyordu. Aradığı Kafasının altından sızan sıcak ıslaklık ellerine değdi. Ka- şeyin gölgesine rastlayana kadar da bitirmeyecekti yolcu- fasının kanadığını düşünüyor olsa da, karanlığın koyulu- luğunu. Değil aylar, yıllarca sürse de ötelere yaptığı bu ğunda düşündüğü şeyin doğruluğundan emin olamadı. sancılı seferin ardı arkası kesilmeyecekti. Ambulans ve polis arabalarının siren sesleri birbirine ka- Aşk mı kokuyordu gecenin şehla bakan gözleri, yoksa rışırken, her şeyin bütün bütün karardığını anlayamadı. güneşten aşırdığı renklerle yaralı bir ceylanın hıçkırığını Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Gözünü açtığında mı onarıyordu. Geçmişin boşluğu, geleceğin umudu birer beyaz üniformasıyla başında bekleyen bir hemşirenin birer ilmiğini dokuyordu asfalt yollara. kendisine serum taktığını gördü. Şaşkın bakışlar altında Bindiği kaçıncı otobüs ya da uğradığı kaçıncı otobüs ne olduğunu anlamaya çalıştı. Hemşire, onun konuşma- terminali olduğunu kestiremiyordu artık. Bazen o maviye sına fırsat vermeden kaza geçirdiğini, müşahede altında yaklaştığını hissediyor ama bir türlü göremiyordu. Fakat tutulduğunu söyledi. çok iyi bildiği bir şey vardı ki; o da, içindeki boşluğa sebep Öteki olmak neyi değiştirir veya ötelerde olmak? Ha- olan o sürgülü, kara kapıyı bulamadığıydı. Ve yine çok iyi yatın yeknesaklığındaki herhangi bir musibet ya da minik biliyordu ki yerle gök birleşene kadar o sürgülü, kara ka- farklılıklar yaşamın anlamını değiştirmeye yetmez miydi? pıyı aramaktan vazgeçmeyecekti. Adını bile koyamadığı Aradığı huzur uzakta değildi, kendi içindeydi. Yeni ha- mavi huzur, o kara kapının ardında kendisini bekliyordu. yatına başlayabilme umudu ile başını pencereden tarafa Er ya da geç onu bulacak, elleriyle açtığı göğüs kafesinin çevirdi. Yeni yağmış kar billurluğundaki bembeyaz bir içine, o maviliği tutsaklayacaktı Ziya. bulutun pencereden geçtiğini gördü. Bulutun fonu, mas- Neydi acaba aradığı şeyin ismi? Aşk mıydı, yoksa bir maviydi. yağmur damlası mıydı anne şefkatinde akşamın eteklerin- de bekleyen? Belki de kilitli bir sandığın içinde saklıydı mavilik? Kendini eksik bırakan bu varlığın eşkâlini bilmiş olsa, onu bağlı olduğu yerden koparıp almak çok daha ko- lay olacaktı, bunu biliyordu. Ne kadar da zordu, bilmediği bir baharı her mevsimin içinde sorgulamak. Saatini hangi iklime ayarlamalıydı?

14 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Ayfer YILDIZ Mustafa IŞIK

NERDESİN BİTMEMİŞ BİR ŞİİRİN ORTASI

Kara kışı gördüm yaz ortasında, kara gözleriyle bir geyik El âleme bahar geldi nerdesin? su başında / yerle gök arasında Terk ettiğin günün tam ertesinde, yedi dağın eteğinde Azrail canımı aldı nerdesin? sana çok benzeyen peri düşünde, canhıraş sesiyle bir üveyik Hasretim ant içmiş, sabahım doğmaz. Belki katlanırdım kibrine değmez, başımı kaldırdım, dağlar yüksekti Karanlık kalbine bu Leyla sığmaz; çok uzak menzildi göğsün, Ayrılığın yükü deldi nerdesin? kaçış mı balığın karnına saklanmak dağlar ardına, Kördür düğümlerin gizli bilgisi, canım canına sığınmak istiyor Çare denen sözün öldü algısı, ulaştırsın beni bir ala geyik Leke doldu ruhum sende silgisi; Üzerimde izin kaldı nerdesin? yakıştırmadım, kırılganlığımla dünya denen bu kamburu, sırtıma Bir misyonun vardı şu kör gözümde, göğe soralım kuşların hesabını Nefretin yeri yok şükür özümde, Ölüm adımızı okur bizim de bir anıyım, tozlanırım Beşeri zamanım doldu nerdesin? habersiz giden güz yaprağında

Kendime ağlamam amma garibim, kim durduracak şimdi zamanı Adsız fırtınadan kalan harabım. koynumda on parmağıyla iki eli Sanmayasın çölde kuru serabım, biri beyaz / biri siyaha boyalı İki damla yaşım seldi nerdesin? yudum su gibi içildi güneş Yıldız idim çer çöp sandın reva mı? cam ardı yağmurla ıslanmaya Dünyadan da hızlı döndün reva mı? çatlamış toprak hevesli “Ben ateşim derdin.” söndün reva mı? Pembe tozlarımı kara çaldı nerdesin? ey kırk yamasıyla penceremiz açıl, göç vaktine az kaldı.

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 15 mn

Nurkan GÖKDEMİR

SUS BAHAR VE UMUT

Pencereden sokağa ve karşı evin bahçesindeki çiçeklen- hissedilmemiş düşünülmemişti. Bu tuhaflıklar, şaşkınlık- miş ağaçlara hayranlıkla baktı. Müjde yüzlü mevsim, gizil lar ve korkular nedendi? Ruhu üç günlük dünya hayatı- bir telaşa bürünerek gelivermişti yeryüzüne işte. Yoksa se- na kaptırmaktandı belki; kendinden alabildiğine kaçıştan, zinlemiş miydi ardı sıra gelecek apansız âlemi karayı kışı? ölümden ve ölmeden önce ölümü yaşamamaktandı belki Ondan mıydı farklı gelişi ve telaşı, kim bilir? “Nasıl bir ba- de… Meçhulün ürkünç sureti dolaşıyordu gece düşlerinde har?” dedi sessizce. bile. Hayat altüst olmuş, her şey kâbusa dönmüştü birden- Büyüleyici renkler ve ışıyan görkemle dolu bir bahçey- bire. Şimdi insanlar korku ve suskunun egemenliğindeki di. Gözlerini okşayan bu güzelliğe derince dalıp gitmişti. evlerinde, tecrit edilmiş büyük yalnızlıklarıyla baş başay- Kuş gibi hafiflediğini hissetti ve esridi birden… Gerçeğin dı... O da biricik oğlu ve Pampuş kedisiyle… Tüm dünya esaret zincirlerini gizil ruh gücüyle kırıp baharın rengâ- modern ölüm hücrelerine hapsolmuştu. “Evsizler, yurt- renk öyküsüne uçuruverdi özgür düşlemini. İşte şimdi, suzlar, sürgünler ve kovgunlar dışında!.. “ muhteşem bambaşka akan bir şenliğin içindeydi! Ne gü- zel! “ve işte özgürlük (!) evcil/leşti/rilmişti / yaşasın/dı sonunda! “Özlemli doğa, sevgili bahara arzuyla upuzunca kolla- şimdi özgürlük pencere genişliği/ydi / yalnız sayrı ve sus/ca rını açmıştı. Umutla müjdelerle beklenen o müthiş kavuş- ma... Yeryüzü cümbüştü, öteydi. Rengârenk, ardı sıra pat- yaşasın ölüm! / ve yaşasın gizil infazlarla /kurgu sayrılıklarla lıyordu toprakta özce dolu tohumlar. Dallardaysa coşkun can çekişen zavallı / kan kızılı kin karası / bu bahtsız Dünya!” ve tomurcu kutlamalar. Misce salınıyordu havaya dirim çağrılı rayihalar. Esrik rüzgârların nefesiyle salınıyordu fi- Düşe/yazdı birden böyle bir şiir us/ulca defterinden… lizlenmiş dallar. Allı sarılı, yeşilli morlu süslenmişti bahar. Gün âleme dalıp gitmişken… Artık toparlaması gerekiyor- Güneş yeryüzüne bambaşka gülümsüyordu. Mavi huzur- du, çünkü çok dağılmıştı düş/ün/leri, yorgundu. Yavaşça daydı gökler. Umutlar gönençliydi. Dallarda ve göklerde kalktı, odanın içinde biraz dolaştı, pencereden dışarı baktı. sürüyle kuşlar neşeyle sevi şarkıları söylüyordu. Diğer yer- Şaşkındı hayat… Yer, gök, ağaçlar, kuşlar da şaşkındı fakat cil canlar da onlara eşlik ediyordu. Delişmen sular çağlaya- coşkuluydular da… Doğa, şehirler, parklar, hiç bu denli rak karışıyordu bu ahenkli koroya. Davetkârdı eşsiz güzel- insansız olmamıştı. Masum canlar da hiç böylesi özgür liğiyle doğa. Göz alıcı parlıyordu öz/dirim tüm varlığa…” olamamıştı, ne hoş! “Tüm gariplik ve esaretlere rağmen Pampuş’un o şirin “miyaavv” sesiyle birden gerçek âle- yine de güzel şeyler oluyor, hayat acı tatlı devam ediyor mine dönüverdi... Ne de güzeldi düşler, huzur doluydu. işte!” diye düşündü. Umut hep vardı, asla yitmemeliydi, Ya gerçek âlem? Tuhaf ve bungundu. Sokakları şehirleri bizi hiç terk etmemeliydi. düşündü ve koca yuvarlak yaralı dünyayı… Sıra dışı bir Yüzünde şimdi bir tebessüm belirmişti. Mahzunca du- bahar yaşanıyordu. Fakat bu renkli bahar tablosunda in- ran oğluşuna ve Pampuş’una sevgiyle sarılarak, “Yaşam sanlar yoktu. Doğadan epeyce uzaktaydılar. Beklenmedik devam ediyor ve birlikteyiz, ne güzel! Hiç üzülmeyelim, ürkünç bir hadiseyle bir anda betonlara hapsolmuşlardı. umutta kalalım, bu günler geçecek inşallah. Öyle değil mi Yalnız, yollar ve sokaklarda birtakım maskeli, korku dolu benim güzel canlarım?” dedi. ”Nefes alabiliyorsak, hâlâ siluetler görünüyor; sonra hızla kayboluyordu. Dört duvar hayat doluyuz demektir. Ve biz inanıyoruz ki Yaradan ne tutsaklığındaysa bahara özlemli solgun gölgeler dolaşıyor- yücedir, tüm varlığa nefes verendir. Her şeyi gören, bilen- du. İçre âlemlere hüzünler dolup taşıyordu. Bir anda nasıl dir. Güzel/i dileyenle beraberdir. O, ‘umut ve sevgi’dir.” da değişivermişti akış, zaman ve döngü? Akıllar durmuştu Bu güzel düşünceler, içini birden huzurla dolduruverdi. adeta. Ruhlar donmuştu daha ilk mevsimin başında… Ne- Kalktı, evin esaret kokan penceresini hızla açtı, ardından dendi? Ne olacaktı bundan sonra? sokağa ve tüm insanlara seslendi: “Selam herkese! Şimdi Kimse bir şey bilmiyordu. Evlerdeki ‘zehirkara tek- beni dinleyin lütfen! Ölümü birlikte güzelce dirilttik değil nokutular’ korku, telaş saçıyor; ölüm ve kıyamet tellallığı mi, kutlarım hepimizi! Biraz da hayatı diriltelim ve karar- yapıyordu. İnsanlar birbirlerinden oldukça uzaktı iletişim- mış kalplerimizi! Sevgiyle umutla ‘bir olma vakti’ haydi! lerinde. Hep sayrılık, önlemler, korku ve ölüm üzerine ko- Açalım esaret pencerelerini hayata! Baharı kucaklayalım nuşuyorlardı. Dualar, helalleşmeler, acı dolu sözlerle bir- düş kollarımızla! Hep birlikte seslenelim dünyaya: birlerini bunaltıyor; adeta sözleriyle öldürüyorlardı. Tüm hayata telaş ve korku egemen olmuştu. Bütün bunlar, artık “Şer gitsin, umut rengârenk gelsin. Şer gitsin, hayat ye- onu da çok bunaltıyordu. niden gelsin.” “Meçhul, hayata hiç bu denli dâhil edilmemiş, sor- gulanmamıştı.” diye düşündü… Yarın/lar ne olacak/lar: Her şeye rağmen dirim dolu, rengârenk Bahar! Hiç…? Hayat ve ölüm, şimdiye değin, hiç böylesine iç içe Her şeye rağmen gizem dolu, tomurcuk Umut!

16 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Ersin KARTAL Arif Olgun YEŞİLYURT

AĞLAYALIM BİR GÜN LEYLA’NIN ELLERİ

Işı sevgilim, hışmıyla yağan bir barut gibi ışı! Leyla’nın elleri uzanır Necid çöllerinden, Sessizlik gri bir güldür, onu düşür omzundan. Sen Leyla mısın? diye laf dolaşadursun, Gölümde hala esrik gölgenin keyfi salınışı; ‘Kaysın diline düşmeyegör’ der bir adam, Eksildim paldır küldür, benimdir o kara zindan. Bir leylalık ki konuşulur hicaz kervanlarında.

İstersen sözleşelim ve ağlayalım bir gün, Kimse susuzluktan ölmezdi bu coğrafyada, Ağlamak ki bir dildir, sökmesi hiç zor değil. Garip kalmak ya da kula kulluk etmek en kötüsü, Göğsümde, savurduğum üzgün kapkara vir’gül; Biz Leyla’yı gece bilirdik, Leyla Kafdağı’nda bir taht, O zindandan kopmadır parıldayan kor değil. Zümrüdüanka’nın tüylerini giyinmiş emre amade, Ve sırmalı ipekli öpüşler gönderen bin yıllık menzil. Tren geçti, dümdüz olduk seninle bu raylarda Bayram ayakkabısı gibi, hem yeni hem afili… Yüzünde aydınlık belirir Leyla’nın gözlerine bakınca, İnsan daha gri oluyor böyle garip aylarda, Yazının icadıyla başlamadı belki aşk ama, Daha bir yaşamak aşığı, daha bir alengirli… Yazılmış cümlelerin çoğu aşka kurban edildi Herat’ta, Benim Leyla’m da sensin desem belki inanmazsın, İstersen sözleşelim ve dağılalım bir gün, Ateşe düşmek Mecnunlara göreydi zaten. Masadan sofrayı çek, yere düşsün kader. Toprağa bulansın gül, başındaki morgrengi; Lal kıvamlı aydınlık belirir Leyla şehre girince, Diri tut, dağılmasın tek gönlündeki ezber. İşaret parmağıyla gösterir Kays’ı bakışlar arasında, Bezirgân ruhlu bir yüz dokundu Leyla’nın saçlarına, Üşü sevgilim, anasından ayrı yetim gibi üşü! Önce ölmeyi düşündü Leyla, sonra ateşi, Öksüzlük gri bir tüldür, söküp at omzundan. Kimseler ölmesin diye ateşi yaktı elleriyle. Göğsümde topladığım sapsarı kumlu düşü, Çekip kopardığımı bil, işte budur antioksidan… Evet Leyla gönlümüzde hâlâ garip bir hüzzamdı Fuzuli’den okuduk Kaysı ona güneş derdi, Bizim Leyla’mız vardı, adını duyunca he-ce-ler-dik, Kokusu gelirdi Bağdat’tan ya da Şam’dan, Bir gün kendi gelecekti Leyla kaçarak çölden, Ah Leyla keşke kavuşsaydık sen gelmeden.

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 17 mn

Meral TABAKOĞLU TOKSOY

DEDEMİN HİKÂYESİ

Hayatımda derin bir iz bırakan, gurur duyduğum ve Yedi yaşına kadar böyle bir hayat sürdükten sonra, ömrümün sonuna kadar da sevgiyle saygıyla anacağım dedemin akrabalarından birine İstanbul’dan bir misa- tek insan: Dedem. Çocuklarımın da onu tanımasını çok fir gelir. Dedemin durumunu görünce, “izin verirseniz isterdim. Çocukluğumda dedemlerle aynı köyde, yan götüreyim de bir doktora göstereyim, birkaç ay sonra yana evlerde yaşıyorduk. Ablamın ve ağabeyimin okula gene geleceğim o zaman getiririm.” der. Düşünüp ta- başlamasıyla okula ulaşım sorunu da başlamıştı. Benim şınıp göndermeye karar verirler belki bir çare bulunur de okul yaşım gelince annem ve babam istemeyerek de da gözleri açılır ümidi ile. Adam dedemi alıp götürür. olsa kasabaya taşınmaya karar verdiler. Dediğim gibi, Okuma yazma bilmeyen kör bir çocuk, tanımadığı bir bunu sadece bizim eğitimimiz için yapmak zorunda kal- adamla, tanımadığı bir şehirde… Adamın niyeti dede- dılar. Ben en çok da dedemden ayrılacağım için üzülü- mi dilendirmektir. Ondan her gün, mesken tuttuğu işlek yordum. Ağlamalarıma dayanamayan babam, beni sık bir caddeye gidip dilenmesini ister. Zaten kendi mesleği sık köye getireceğine söz verdi. de dilenciliktir. Dedemi bu şekilde sömürmesine rağ- Dedemin gözleri görmüyordu. Çoğunlukla onun göz- men, kuru ekmekten başka bir şey vermediği gibi bir de leri ben oluyordum. Her gün koyunlarımızla ve onların az para getirdin diye döver. Yaz kış bir hasırın üstünde, peşini bırakmayan çoban köpeğimizle birlikte dağ tepe üzeri açık öylece yattığını anlatırken “Benim yaşamam dolaşırdık. Yorulduğumuz yerde dinlenirken köpeğimiz mucize oğlum!” derdi. Dört yıla yakın orada bu şekilde de koyunlara göz kulak olurdu. Acıkınca da babaanne- yaşar. Her gece ağlayarak uyuduğunu söylediğinde ona min hazırladığı azıktaki bazlamaları ve koyun peyniri- sımsıkı sarılır, o adama karşı inanılmaz bir kin besler- ni iştahla yerdik. Orada yediğim peynirin ve ekmeğin dim. Dedemse tebessümle benim başımı okşar,“Böyle tadını bir daha hiç bulamayacaktım. Dedem çok zeki, üzülürsen anlatmam. Hepsi geçti oğlum.” derdi. “Ken- adaletli ve sevgi dolu bir insandı. Ben ona gördüklerimi dinizi hiçbir zaman çaresiz hissetmeyin. Kötülük eden- anlatırdım, o da çocukluğunu ve bugünlere nasıl geldi- lerin er ya da geç yaptıklarının bedelini ödeyeceklerini ğini… Onu dinlerken yaşadıkları beni derinden yara- biliyorum. Kimisi burada öder, kimi de öbür tarafta.” lar, boğazım düğümlenirdi. Gözleri görmese de dedem diye de eklerdi. Hiç umutsuzluğa düşmedin mi? diye bunu hisseder, sarılıp alnımdan öperken de “Merhametli sorduğumda ise, “Çocukken başkaydı ama büyüdükten yavrum benim!” derdi. sonra hiç umutsuz olmadım.” demişti. Dedemin Allah’ın Babam kasabaya taşınmamızdan sonra bana verdi- adaletine bu denli teslim oluşu, ağzından bir bedduaya ği sözü elinden geldiğince tutmaya çalışıyordu. Zaten da kötü söz çıkmayışı beni şaşırtırdı. Büyüdükçe fark birkaç yıl sonra da kendim gidip gelmeyi öğrenmiştim. ettim ki bu teslim oluş ve inanç esasen onun gücünün Bulduğum her fırsatta dedemin yanına gidiyordum. De- kaynağıydı. dem daha bebekken kaybetmiş gözlerini. Bilinçsizlik ve Bu yıllar içerisinde, dedemin anne ve babası, peri- fakirlikten böyle olduğunu, annesinin kullandığı koca- şan bir halde dövünüp dururlar. Hele de annesine hayat karı ilacından kör olduğunu anlatırken bile öfkelenmez, zindan olur. Bir gün kadıncağız tanıdığı birine yalvarır. kimseye sitem etmezdi. Hatta kızmak ya da sitem etmek Allah rızası için beni şehre, valiye götür diye. Taşıt yok, bir yana, “Canım anam, bilse yapar mıydı?” diyecek ka- para yok ama bin bir güçlükle valiye giderler. Olanları dar da erdemliydi. Çektikleri yoksulluğu “Bunu sizin an- anlatınca vali: “Sen deli misin kadın, insan tanımadığı lamanıza imkân yok oğlum, Allah hiç kimseyi yoklukla birine çocuğunu emanet eder mi?” der. “Biz doktora gö- sınamasın.” diyerek anlatırken, o günleri yeniden yaşar türemedik beyim. Doktora götürürüm dediği için ver- ve gözleri dolardı. “Ne üst baş, ne de yatacak bir yatağı- dik. Doğrusun, haklısın, lâkin fakirlik ve cahillik de çok mız vardı. Kilimin üstünde yatardık. Karnımız hep açtı. zor. Ocağına düştüm beyim.” sözünü söyleyince vali de O yıllarda memleket de çok fakirdi zaten.” derdi. O bun- duygulanır, “Sen git, biz araştırıp size haber ederiz.” der. ları anlatırken, acısını yüreğimde hissetsem de, öyle bir Bir süre sonra da dedemi bulup köye getirirler. Tüm aile yokluğu tam anlamıyla anlamaktan uzaktım. bayram eder.

18 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Dedem hiçbir zaman içine kapanmaz. Hayata her zaman sımsıkı sarılmış, kendisiyle barışık ve çalışkan bir insan. Köyde ne iş olsa çalışır çabalar ve kimseye Kadir KÖSE yük olmaz. Onun söylediği her söz içime işliyor. De- falarca düşünüyor, empati yapmaya çalışıyorum ama ne derece başarılı olabilirim ki? Renkleri, gökyüzü- nü, denizi ve doğayı hiç görmemiş bir insanın yeri- ne kendimi koyabilir miyim? Yine bir sohbetimizde TOPRAK YUTUYOR öyle bir şey dedi ki beni can evimden vurdu: “Oğlum hayat dediğin nedir ki? Ne kadar yaşarsan yaşa, bir de bakıyorsun ki bitmiş. Seksen yıl geçti gitti işte. Sen Dünyada sadece madde uğruna, baktın geçtin, ben de gözümü kapadım geçtim. Asıl Hesabı yaparken güneş batıyor. önemli olan, gideceğimiz yer.” Günlerce aklımdan Vururken keşkeyle doymaz bağrına, çıkmadı bu sözleri. “Oğlum, insan sahip olamadığı Bıçak sırtındaki ömür bitiyor. şeyleri dert edip üzülürken hayatın akıp gittiğini fark etmiyor. Hâlbuki sahip olduklarını düşünüp onların En büyük zenginlik sağlık var iken kıymetini bilmeli ve şükür etmeli.” der, sen en çok ne için şükrediyorsun diye sorduğumda, sanki so- Yavan ekmek bile hoştur, yer iken ruyu bekliyormuş gibi hiç tereddütsüz ve içtenlikle; Şükür eylemeyip çoğu ararken “Sizlerin, babaannenin, evlatlarımın varlığı, yani ai- Kanaatsiz istekler hırsa itiyor. lem için şükrediyorum. Sonra, sağlığım için, gücüm yerinde olduğu için, görmesem de duyduğum için... Servet toplanırken yarın namına Saymakla bitmez oğlum. Yeter ki farkında ol. Mese- Kârûn olsa bile azdır kimine. la, kaç dede vardır senin gibi bir toruna sahip olan. Evlatlarımın hepsi de birbirinden kıymetli. Tabii Bir açıp bakılsa mezar damına, ilk başta babaannen. Yüz kere dünyaya gelsem yine Acep hangi zengin malla yatıyor. onunla evlenmek isterdim. Yine sizlere sahip olmak isterdim. Gözlerim görüp de şu an sahip olduklarım Üç günlük dünyada oyun oynarken olmayacaksa kör olmaya seve seve razı olurdum.” Bir hırka, bir lokma kula gereken Ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Yaşım kü- Çene kapayarak göçüp giderken çük de olsa dedemin değerlerinin önemini anlıyor- İnsana sadece kefen yetiyor. dum. “Bizler de senin gibi bir dedemiz olduğu için çok şanslıyız.” diyerek sarılıp yanağından öptüm. “Tüm anlattıklarını, anılarımızı yazıyorum dede Ayandır Mevla’ya kulun halleri, biliyor musun?” dedikten sonra, o gülümserken de- Küfür mü, zikir mi, bilir dilleri. vam ettim: “Sana bir gün okuyacağım. Eklemek iste- Özen ile yarattığı kulları, diğin şeyler olursa not alır eklerim. Senin hayatını ve Eşref bedenini küfre satıyor. anılarımızı yazıp bir kitap çıkarmak istiyorum.” Öyle duygulanmıştı ki, çenesi ve sesi titreyerek, “Allah yo- lunu açık etsin oğlum!” dedi. Bu dünya tatlıdır elbet gafile, Dedemin meziyetleri saymakla bitmezdi. Her KÖSE biliyor ki dünya nafile, şeyden önce sevgi dolu oluşu, kimseyi yargılamama- Bin sene yaşayan o Nuh’u bile; sı, kırmaması, vefalı oluşu, babaannemi el üstünde Hak vaki olunca toprak yutuyor. tutması... En önemlisi de yaratanın verdiklerine her daim şükür halinde olması. Dedem bütün çocukları- na, hayatta mutlu ve başarılı olmanın yollarının bun- lar olduğunu anlatmış, onlar da aynı yoldan, babala- rının izinden gitmişlerdi. Şimdi sıra bizde… Biz de aynı yolu takip edeceğiz. Çünkü bu yolun mutluluğa ve başarıya götürdüğünü biliyoruz...

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 19 mn

Filiz KALKIŞIM ÇOLAK

NÂR-I AŞK

kavislerinde rüzgar yüklü kanatlara iyotlar uçuş uçuş fıskiyesindeyken şakayıkların lodoslar estirdiğimiz ölüme kucak açtık mai ve siyah kumral hicazkârları soyup minörlerinden kollarımızda sara nöbetlerine tutulurken kemankeş resitallerde mesnevi’de tövbemizi bozduk portelerine asılı kaldığımız sevdamız yüreğimiz oysa bütün aforizmalar ikindi sonrası doğar ah Müjgân tanyeli üfler bakışlarını parçalar gelinciklerin hep on tondu mahallinde şafaklarımın ey gelmiş geçmiş tüm zamanlarına varlığımın kalk kızım dereler kanyak çekmiş kader biçen sek bir düet kıvranıyor akıntısında kemiğin dünümü bugünümü yarınımı çorabı yırtık çimdiklerde araklanıyor gençlik berzahın suretine okuyan ruju emilmiş sevişlere karışıyor çıkmayan canı beyaz çığlıklarında bekleten yerlere saçılan şen tombullarda şakrak kahkahalara kasılıyor ah mide zafiyeti kızılcık bulantısı namus ilk kıvılcımındaymış kordonu kopmuş virtüöz sancısı karanlık tarafların kalk anemonların tersinden ah boşluğu yosma sanrıların günü kovalım meşru dölü yokluğunun

yok yok en iyisi mi gel yırtık bir jeenden ölümün ensesine dört mevsimi üfleyelim iliştir kemeri Müjgân “bağımsızlık mücadelemizin gelmişine geçmişine” düşsün aşk acemi bir kontes fırlıyor güpegündüz köklerimizde dirilsin kenevirli uçları nice eylüllerin bırak yakutlar yerinde kalsın uyan bebeği emzir zakkum çekmişiz baküs’ün kadehine gözlerimizi akıtmışız kenevir çiğnemiş bozlaklara ot sarmışız kopsun perdesi kırılsın kılçığında yaz kıraç topraklardan nemrut’u dilenmişiz dinsin ağrılarıma sonbaharı sevmişiz kızım fena sevmiş sahi ne yazar kızıl papaz

mavi entarisi vardı bir zamanlar göğün bak kuytularında gurubun obruğumuza sıyrılıp safranlarımızda şenlenen fa majörlere çekildi ay yeşil nağmeli kuşlarımız haydi! Müjgân biz aşkı onlardan aldık sızlayacak göğsümüze az şarap var zeus’un baldırlarından

tazeydik on yedilik körpe kırılan omurgasında hayatı yakamozların iliklerinden diyaframlarımızda aşkı çığırttık

20 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

Rıdvan YILDIZ Nilüfer UÇAR

GÖZYAŞI ÇOCUK OYUNLARINDAN ÇIKARILSIN TAŞIMALI YAŞAM

ilkin Gorki duydu acıyı yaş alamadım yokluğun esrik zamanında adaletin olduğu bir dünya yok derken katıksız yıllarımın birikiminde bir güzergâh steplerde zemheri bakışlı nefesimiz mürekkebi ıslak sarı sıcak bir aşk nöbette kendini bir kapana kısılmış bil nöbette uçurum kenarında zamanın sıcak gülüşü yuvarlanan kayanın önünde dururken nöbette yarım kalan vefanın gözyaşları

hiçbir yasa maddesi söz etmez açlıktan taşımalı yaşam, ütopik yılların taş eşiğinde tabuta sarılan hiçbir bayrak gideni geri getirmez yatıda çelik tasmalı ezinç yaşamın yazgısı ölümün rengi yoktur acı zulmün dev aynası başıboş dolanan sessiz ömrün acı tortusu Mu kıtasının varlığını sorguluyor (ya da yokluğunu) yaz buğulu aklın sürgün anılarını devşirir meşe kütüğü zaman kımıldıyor hiç zamanın cehennemi dümeni sancılı döner keskin bir küfürle koptu gece dörtyol ağzına bırakılan yaşın ahraz künyesinde meczup bir adam kendinde değil debeleniyor kölelik markasının pençesinde temize çekilen ömür değildi ki geçmişini unutsun boyun bağı boyun eğdirmez asla salaş yılların tenhalığında sığınmacı suskunluk yargıcın kendisi sanık vicdanında örselenen ömrün dudak uçuğu alçakgönüllülüğün muzip gülümsemesi yerleşke arar devlet özgür insanın ham maddesi zulmün hazinesidir sevgiyi cüzdanda sanmak şeytanın ıskaladığı ömür gediğinde yumruklar(la) yediğimiz kuru ekmek yurduma uzanmış ellerin karşısındayım taşımalı yaşam, ütopik yılların taş eşiğinde çıplak kayaya tutunan çiçekti o, yalınayak koşan ölüm gülümsemesini kemiriyor isyankâr çocuk aklın, saf yürekli nirvana’sı toprağa düşerken gençler gladyatör edasında bedenleri anılarla süslü

savaş ayırıyor sevenleri gözyaşı çocuk oyunlarından çıkarılsın her tarafı felaket dünyanın, kan topluyor ölüm bayrağı kısık çaresiz anaların sesi

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 21 mn

İlker GÜLBAHAR

KÜÇÜREK ÖYKÜLER

I. SANATÇI SEVİNCİ le olmuştu. Aynı cakalı yürüyüşle tekrar karşı kaldırıma geçti. Caddenin tek emlakçısı, defterdarlıktan emekli Yaşar Yaşar ve Dursun, Rıza’nın bu artistçe yürüyüşünü, o Nail Bey, dükkânın önüne, kaldırımın üstüne bir sehpa, karşı kaldırıma geçene dek izlediler. iki tabure atmış; yakın arkadaşı Dursun ile tavla oynu- Yaşar : yordu. Rıza’nın karşı kaldırımdan dördüncü kez geçtiğini — Boş ver şimdi Rıza’yı! Düse gelirse senin biletini fark ettiler. Rıza’nın sağ eli cebinde, göğsü ileride, burnu Mars’a kesiyorum Dursun, dedi. havadaydı. Adımlarının üzerine vücudunun ağırlığını bı- Yaşar zarları avucunun içinde daha çok salladı ve bu rakırken ayağını hafifçe geriye doğru çekiyor, arada bir kez attı, valla attı. etrafına bakıyor, fark edilmek için duruyor, tanıdık yüzler — Düseee! Severler güzeli genç ise! arıyor, sonra tekrar aynı ağır adımlarına start veriyordu. Dursun’un canı iyice sıkıldı. Dört bir yeniliyordu. Ya- “Şöyle bir tur daha atayım da millet şair görsün.” diye ge- şar, iki pulunu kırmış, kapıların hepsini kapatmış, okulla- çirdi içinden. rı tatil etmişti. Rıza da karşı kaldırımda tavla oynayan Dursun ve Ya- — Ağız değil, mübarek, mevlana g.tü, dedi ve devam şar’ı görüyordu. Onların yanına gitmek isteyip de gidemi- etti. “Rıza’nın sıkıntısı anlaşıldı. Ne yarışmasında birinci yor gibi bir karın ağrısı tavırla kıvranıyor, onların çağır- olmuş.” diye gülerek keyiflenmek istedi. masını bekliyordu. Yaşar neşelenmesine vites attı: Yürüyüşündeki garipliği kastederek Yaşar: — Cebimde Horoz Şekerleri Şiir Yarışması... — Rıza, on dakika içinde dördüncü kez aynı istikame- Gülüştüler. Kaldırımda yürüyenler, Yaşar ve Dur- te gidiyor. Var bu işte bir Karaman, dedi. sun’un gülüşmelerinden bir anlam çıkarmak için anlam- Dursun elindeki zarları tavlanın kenar çıtalarına sız anlamsız onlara baktı. çarptırarak attı. Zarın biri, hareketini erken tamamladı: Dört… Diğeri dönmeye devam ediyor. Aha da durdu: İki. II. SERVET — Bence de bu işte bir iş var. Buraya çağırsak mı Rı- za’yı, dedi Dursun. Çocuk, şadırvanın yanındaki avluya koştu. Arkasında, Çağırdılar... ona yetişmeye çalışan-muhtemelen- çocuğun annesiydi. Rıza, caddeyi geçerken elini cebinden çıkardı. Cad- Çocuğun elinde içi buğday dolu bir sahan... Onun avluya denin her iki tarafını da kolaçan etti. Azıcık hızlanmasa doğru geldiğini gören güvercinler parke taşlarına uçuştu. Hacı Murat’ın biri, Rıza’nın kaportasını çizecekti. Rıza Çocuk, sahandaki buğdayı minik elleriyle avuçladı. karşı kaldırıma yaklaşınca sağ elini tekrar cebine götürdü. Buğdayı fark eden güvercinler çocuğun omzuna ve saha- Yine fiyakalı yürüyüşünü sürdürdü. Dursun ve Yaşar’ın nın kenarına konma gayreti içine girdiler. Çocuk, güver- yanlarına gelince; cinlere birkaç avuç buğday serpti. İki ispinoz mahlep ağa- — Şeytanınız bol olsun beyler, diye takıldı. cından süzülüp yere indi, yere saçılan buğday danelerini Yaşar altta kalır mı? bir bir toplamaya başladı. — Aha! Şimdi geldi şeytan, dedi. Elindeki zarları sal- Şadırvanda abdest almak için gömleğini ve pantolo- ladı ama atmadı. nunu çemreyen dede çocuğa ünledi: Dursun’un sorusu konuyu değiştirdi: “Güvercinlerin hepsini doyuramazsın.” — Ne var ne yok Rıza, içini kaynatan ateşi de hele! Şu Çocuk bunu duydu mu, duymadı mı bilinmez. on dakika içinde dördüncü kez aynı yerden geçiyorsun, Çocuk, sahandaki buğdaylar bitince üzünç adımlarla farkında mısın? Bir sorun mu var? annesine doğru yürüdü. Annesi eğilip çocuğun kulağına Yaşar elindeki zarları gene salladı ama gene atmadı. bir şeyler fısıldadı. Çocuk galiba anlamadı, annesi tekrar — Yok, ne sorunu olsun, dedi. Heyecandan kendisine bir şeyler fısıldadı; çocuk önce annesinin gözlerinin içine tam dört tur attıran müjdeli haberi, sanatçı için önemli sonra da abdest alan ihtiyara baktı. ama başkaları için fuzuli ve de kıytırık haberi söylemenin Çocuk ve annesi, geldikleri yöne doğru giderken ab- tam zamanıydı. dest almayı bitiren ve sağ ayağına çorabını giymeye çalı- — Cebimde Horoz Şekerleri Şiir Yarışması’nda birinci şan dedeye: oldum da... dedi. Ağzı kulaklarına kadar uzandı. Söyle- “Güvercinlerin hepsini doyuramam ama sahandaki diklerine bir karşılık bekledi: Tebrik, kutlama falan işte. servetimle dünyayı satın alabilirim.” dedi. Cevap gelmeyince İhtiyar ve çocuk göz göze geldiler, ikisi de birbirine gü- — Hadi bana eyvallah, dedi. Daha önceleri de böy- lümsüyordu.

22 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 mn

KİTAP-LIK

Akif NECİPSOY NESTEREN Samsun/Bafra merkezli Maarifhane dergisinin genel tığım / sudaki zerrem, dilimdeki hecem / başım, gözüm, yayın yönetmeliğini de yürüten şair-yazar Fatih TEZ- sözüm, / nicedir yoluna düştüğüm / birlikte ‘yok’unda var CE’nin ilk şiir kitabı NESTEREN, Bafra Ovası’nın müm- olduğum” ; “hoş geldin kara tren kadar beklediğim / elim- bitliği kitaba da yazarına da yansımış dedirten, “kelima-ı deki lalem dalında nesterenlerim.” ; “geçen geçmiş, şimdi rahika” olarak adlandırılan ve söylenişleri kulakta ince, şarkılar segâh söyleniyor / deniz ve zaman uzanmış beni hafif, hoş etki bırakan sözcüklerin sıkça kullanıldığı latif, izliyor” ; “ Kaç sene oldu seni görmeyeli / her yer beton, zarif, narin, tamamı serbest şiirlerden oluşan özenli bir seni göğe çizmeyeli”, dizelerinde olduğu gibi. eser izlenimi oluşturuyor. Öte yandan, sosyal hayatta gözlemlenen kimi yozlaş- Fatih Tezce bu eseriyle, hayat filminde gündelik ha- maların sancısını içinde duyan, her satıra kalbinin rikkat yatın sıradan sahneleri olarak akıp zamanın dehlizleri- ve tevazusunu yansıtan içten bir şair profili gözler önüne ne gömülen her vakıanın, her karenin şiirin konusunu seriliyor bu sımsıcak şiir kitabı okunurken: “eskiden köy oluşturabileceğini, her şiirin de esasen özünde bir hikâye düğünlerinde bakışmaktı aşk / şimdi bu binalarda seninle içerdiğini farkettirerek, okuyucuya farklı bir şiir tadı su- yaşlanmak bile yavan.” ; “kime baksam kim de baksa bize, narken, eli kalem tutmakla birlikte konu sıkıntısı çekmek- biz değildik / gün biterse ufuklarda kaybolmuşuz diyece- ten muzdarip olan şair ve şair adaylarına da, sıkıntılarına ğim.” ; “Her şey otomatik çocuklar bile / bas düğmesine çözüm olabilecek pek kıymetli bir ufuk açıyor. Bunu ya- tevenin açılsın haber / en pahalısından döşenmiş halılar / parken çevreyi ve olayları gözlem ve betimleme gücünü son model bu çağda mobilyalar” ; “ucuza tadılmış sözleri de sergiliyor. “Aşk”, “İsyan”, “Bahar” ve “Hüzün” isimleriyle çalıştı suflör / organik seslerin genetiği ile oynanınca / ne bölümlendirilen şiirlerin özellikle “Bahar” bölümündeki çok birden fazla aynı kişi var / kopya insan siyah beyaz çı- şiirlerde pastoral anlatıma da sıkça rastlanıyor. kıyor yazıcıdan.” gibi dizeler şairin bu sancısının meyvesi Kitabın ilk şiir sayfası açıldığında, “Sonra aklıma sen olarak satırlara yansıyor. geliyorsun birden / radyolarda fon müziği çalıyor içli / Nihayet, günümüz modern şiirin frekansının yakalan- yağmur yokluyor camlarını otomobillerin” dığı, şiirlerin anlam yüklemek için muhayyilenin çatlatıl- şeklinde okuyucuyu karşılayan dizeler, şairin gündelik ması gereği duyulmayacak şekilde sıra dışı ve yeterli dozda hayatın olağan karelerini şiire taşıma ve gözlem yeteneği- imgelerle desteklendiği gözlemleniyor. “Yan yana yürü- ne dair kuvvetli ip uçlarını veriyor daha en baştan. yelim ay olsun dostumuz / şimdi bu güzelim türkü baş- Sonra ilerleyen sayfalarda bu izlenimi haklı çıkaran, ka türlü söylenmez” ; “Yağmurlardan sonra şımaran renk “sessizce büyüyor ekin başakları / rüzgâr yanımdan geçip yeşildir / çocukların da en çok yakışan gözlerine” ; “Kaç gidiyor”; küçük hata etmişse insan / alnındaki çizgiden bellidir / “Pazar filesinde aşk taşıyor kadınlar / çimento renkli yağmur değince / alnımızdaki çizgiler silinir” ; “sonra mü- bakkal kese kâğıdında / bir ekmek, iki sevmek” gibi sayısız tesekkin dualar biliyorum çocukluğumdan / göğe bakınca dizelere rastlanıyor. daha sakin yaşlanıyorum” ; “daha beyaz hep beyaz olsun Aynı minvalden olmak üzere, bir yaprağın ait olduğu kanatlarım / sesin sesime eklensin şarkılar tam olsun” gibi ağaçtan yere düşüşünü, şiirin bütününe yansıtılmasa da modern çizgiyi yansıtan çarpıcı mısralarla şiir keyfi zirve alegorik anlatımdan istifade edilerek, “gövdesini çarparak yapıyor sık sık. kuruyor yaprak / ayağa düşmek intihar mıdır eylül’de”, Alıntı yapılan bu mısralardan, “latince yazılmış ceviz karanlığı getirmek üzere ufka inen güneşi, yine alego- kapılardan bilirim / kapıkaya’da şimdi Eleni diye ben ge- rik bir anlatımla, “bir annenin çocuğuna son bakışı gibi / zinirim” ve “ucuza tadılmış sözleri çalıştı suflör / organik usulca iniyor güneş, işte akşam oluyor” seslerin genetiği ile oynanınca / ne çok birden fazla aynı Belki omzunda rastladığı bir uğur böceğini bile, “söğüt kişi var / kopya insan siyah beyaz çıkıyor yazıcıdan.” şek- dallarında kıvrılan ırmak / omzumdaki uğur böceği mer- lindeki dizeler bir yandan da İkinci Yeninin alışılmamış haba.” mısralarıyla şiire taşıyor şair. bağdaştırmalarını çağrıştıran mısralar olarak göze çarp- Ayrıca aralara serpiştirilmiş yumuşak kafiyelerle ser- makta. best şiir akıcılığının desteklendiği sıkça gözlemleniyor Şüphesiz daha birçok yönüyle ele alınabilir ve her yöne kitapta: “latince yazılmış ceviz kapılardan bilirim / kapıka- dair birçok dize örneği sergilenebilir. Lâkin bu kadarıyla ya’da şimdi Eleni diye ben gezinirim” ; “çam kokusu tırma- iktifa edilerek kitabın geri kalan esrarengizliğini keşfetme- nıyor dağlara Eleni / gülüşünü görsem utanıp utanıp bak- yi okuyucuya bırakmak daha doğru olur. Son ve özet cüm- sam / parmaklarından madımak toplasam / Eleni kumral le olarak, Nesteren’in okurken şiir tadını, keyfini tadabile- saçlarında akşama dalsam” ; “dumansız yangın olmuşken ceğiniz bir eser olduğu vurgulanmalı. Yolun açık, okurun her yanım / hoş geldin dünüm bugünüm baharım.” ; “Hoş bol olsun Fatih Tezce. geldin / derdim, dertlim, kendim / boynunda asılı bırak-

Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020 Yarpuz Edebiyat Dergisi 23 mn

Bilen bilir yârden ırak düşende Aslan AVŞARBEY Yollarını gözleyişi yaman oy! Geceleri ruhu firak deşende Yaraları tuzlayışı yaman oy! AZERBAYCAN MEKTUBU Bir yüreği pay etmişler ikiye, Yarı Kars’a düşmüş, yarı Şeki’ye. İstanbul’un gönlü akmış Bakü’ye, Sevdasını gizleyişi yaman oy!

Yıllar var ki suskun Turan bülbülü, Solgun açar Hankendi’nin sümbülü, Gözü yaşlı Van Gölü’nün Göygöl’ü; Kardeş diye özleyişi yaman oy!

Çiçeğinde ülkü adlı nergizin Kokusu var Nahcıvan’ın Tebriz’in. Ağıt yakıp Karabağlı bir kızın Yürekleri közleyişi yaman oy!

Karadeniz meyil vermiş Hazar’a, Bu hasretle nasıl gitsin mezara, Bakın diyor güneş doğmak üzere;

Ufukları izleyişi yaman oy! Ş

A Toroslara bir kuş uçar Gence’den, T

R Muştu gelir Kafkaslı bir goncadan,

O Ciğerlere bir od düşer inceden;

M

n Sızım sızım sızlayışı yaman oy!

i

s

a

Y

/

Uzaklardan selam salar Şehriyar, f

a Çağlayarak “Men Türkem!” der Bahtiyar.

r ğ

o İzlerinde Mülkî namlı ihtiyar,

t o

F Dağı taşı dizleyişi yaman oy!

24 Yarpuz Edebiyat Dergisi Yıl 2 Sayı 17 Temmuz 2020