İSTANBUL ESENYURT ÜNİVERSİTESİ ESENYURT UNIVERSITY İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ FACULTY OF BUSINESS AND ADMINISTRATIVE SCIENCES

Hakemli Akademik Dergi / Peer Reviewed Academical Journal Yılda iki kez yayınlanır / Published twice a year e-ISSN: 2791-691X 2021, Cilt / Volume: 1, Sayı / Issue: 1

DERGİNİN SAHİBİ / PROPRIETOR Prof. Dr. Sait YILMAZ (İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi adına/ on behalf of Istanbul Esenyurt University Faculty of Business and Administrative Sciences) GENEL YAYIN YÖNETMENİ/EDITOR-IN-CHIEF Prof. Dr. Özlem Arzu AZER EDİTÖR/EDITOR Doç. Dr. Dikran M. ZENGİNKUZUCU EDİTÖR YARDIMCILARI / ASSISTANT EDITORS Arş. Gör. Ali Emre ELDEM / Arş. Gör. Tahsin Mert SAYGIN

KAPAK / COVER

Mücahit YILDIZ YAYIN İDARE MERKEZİ / PUBLICATION OFFICE Zafer Mah. Adile Naşit Bulv. No:1 Esenyurt İstanbul / Türkiye +(90) 212 444 9 123 +(90) 212 444 9 123 [email protected]

Yayın Tarihi / Published on: 01.06.2021

Dergide yayınlanan makalelerin bilim, içerik ve dil bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergide yayınlanan makaleler kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Yayın Kurulu, yayınlanan makalelerde, konu ile ilgili en yüksek etik ve bilimsel standartlarda olması ve ticari kaygı taşımaması şartını gözetir. The responsibility in terms of science, content and language of the articles published in the journal belongs to their authors. Articles published in the journal cannot be used without citation. In the published articles, the Editorial Board observes the highest ethical and scientific standards in relation to the issue and the requirement not to bear commercial concern.

AMAÇ VE KAPSAM İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi (ieSBAD) yılda en az iki kez yayınlanan, açık erişimli elektronik hakemli akademik bir dergidir. Dergide “sosyal bilimler” alanına özgün katkıda bulunacak siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, iktisat, işletme, uluslararası ticaret, uluslararası lojistik, güvenlik çalışmaları, kamu yönetimi ve yerel yönetimler ile insan bilimlerinin tüm alanlarında çalışmalara yer verilir. Dergide bilimsel etik çerçeve içerisinde kuramsal ve analitik özgün çalışmalar yanı sıra uygulamalı makaleler yayımlanmaktadır. Dergi yılda en az iki sayı olarak (Haziran - Aralık) elektronik ortamda yayınlanır. Derginin dili Türkçe olmakla birlikte İngilizce makalelere de yer verilir. Dergide akademisyenlerin yanı sıra uzman araştırmacıların makaleleri de değerlendirilir. Dergide yayınlanan makaleler ilgili makaleye atıf yapılmaksızın kullanılamaz. Dergide yayınlanan makalelerin bilim, içerik ve dil bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. AIM AND CONTENT Istanbul Esenyurt University Faculty of Business and Administrative Sciences Journal of Social Sciences Researches (ieJSSR) is an open-access, peer-reviewed academic journal published at least two times a year. The journal aims to publish academic articles making original contribution to the area of "social sciences" such as political sciences, international relations, economics, business administration, international trade, international logistics, security studies, public administration and local governments and other related areas on humanity studies. The journal publishes theoretical and/or empirical studies as well as applied articles within the frame of scientific ethical principles. The journal publishes articles of academicians as well as researchers. The journal is published electronically at least two times a year (June and December). The language of the Journal is Turkish, but articles in English may also be published. The articles published in our journal cannot be used without giving reference to the relevant article.

BİLİM KURULU / SCIENTIFIC COMMITTEE

Prof. Dr. Sait YILMAZ İstanbul Esenyurt Üniversitesi Prof. Dr. Özlem Arzu AZER İstanbul Esenyurt Üniversitesi Prof. Dr. Yalçın SARIKAYA Giresun Üniversitesi Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA Kadir Has Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Prof. Dr. Sedat AYBAR İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV Ege Üniversitesi Prof. Dr. Ertan EFEGİL Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Oktay BİNGÖL İstanbul Arel Üniversitesi Prof. Dr. Zelha ALTINKAYA Yalova Üniversitesi Prof. Dr. Nejat BASIM Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Yelda ONGUN Başkent Üniversitesi Doç. Dr. Haşmet SARIGÜL İstanbul Esenyurt Üniversitesi Doç. Dr. Ali Nihat ÖZCAN TOBB Üniversitesi Doç. Dr. Çağla Gül YESEVİ İstanbul Kültür Üniversitesi Doç. Dr. Hüseyin GÜN İstanbul Esenyurt Üniversitesi Doç. Dr. Pınar BAL Beykent Üniversitesi Doç. Dr. Dikran M. ZENGİNKUZUCU İstanbul Esenyurt Üniversitesi Doç. Dr. Deniz TANSİ Yeditepe Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hüdayi SAYIN Yeni Yüzyıl Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Tuğçe VAROL San Diego Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Semra Boğan Adana Bilim ve Yüksek Teknoloji Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Ekrem Erdinç GÜLBAŞ İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hakan ARIDEMİR Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hakan KANTARCI İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Emrah KONURALP Iğdır Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Suna ŞAHİN Yeni Yüzyıl Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Haluk Recai CEZAYİRLİOĞLU İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Nurdan GÜVEN TOKER Haliç Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Erhan CANİKOĞLU İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Muzaffer ERTÜRK Nişantaşı Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Erol ÜLGEN Yeni Yüzyıl Üniversitesi

DANIŞMA KURULU / ADVISORY COMMITTEE

Prof. Dr. Sudi APAK İstanbul Esenyurt Üniversitesi Prof. Dr. Şükrü Sina GÜREL Atılım Üniversitesi Prof. Dr. Rona AYBAY İstanbul Gedik Üniversitesi Prof. Dr. Hasan KÖNİ İstanbul Kültür Üniversitesi Prof. Dr. Sencer İMER Ufuk Üniversitesi E. Tümg. Armağan KULOĞLU 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Prof. Dr. Yaşar ONAY İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Prof. Dr. M. Abdülhaluk ÇAY İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Yaşar DÜZENLİ İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Sıddık YARMAN İstanbul Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Mithat BAYDUR Okan Üniversitesi Prof. Dr. Mikail EROL İstanbul Esenyurt Üniversitesi Prof. Dr. Kamil Veli NERİMANOĞLU İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Barış DOSTER Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Atilla UYANIK İstanbul Esenyurt Üniversitesi Doç. Dr. Deniz S. SERT Özyeğin Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Neşe KEMİKSİZ Anka Enstitüsü Öğr. Gör. Kaya KARAN Milli Savunma Üniversitesi E. Alb. Ümit YALIM 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Bu Sayının Hakemleri / Reviewers of This Issue

Prof. Dr. Sema BUZ Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Hanifi AYBOĞA Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER İstanbul AREL Üniversitesi Prof. Dr. Atilla UYANIK İstanbul Esenyurt Üniversitesi Doç. Dr. Abdulvahap AKINCI Kocaeli Üniversitesi Doç. Dr. Öner AKGÜL Ahi Evran Üniversitesi Doç. Dr. Betül DUMAN BAY Yıldız Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Erdem KIRKBEŞOĞLU Başkent Üniversitesi Doç. Dr. Nuray TEZCAN Haliç Üniversitesi Doç. Dr. Pınar YARDIMCI Mersin Üniversitesi Doç. Dr. İsmail YILDIRIM Hitit Üniversitesi Dr. Öğr Üyesi Öner AKGÜL Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Mehmet APAN Karabük Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hakan ARIDEMİR Dumlupınar Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Handan BELİVERMİŞ İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hüdayi SAYIN Yeni Yüzyıl Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Deniz ÜNAN GÖKTAN İstanbul Gedik Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Kenan İLARSLAN Afyon Kocatepe Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Hakan KANTARCI İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Damla MURSÜL Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Bahar TAYMAZ İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Gürman TEVFİK İstanbul Esenyurt Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Emel Aydın ÖZER Ege Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Begüm KURT Çağ Üniversitesi Öğr. Gör. Muhammed Sinan KARABIYIK İstanbul Esenyurt Üniversitesi

İçindekiler Contents 2021, Cilt / Volume: 1, Sayı / Issue: 1

Rektörün Sözü iii Rector’s Words

Dekanın Sözü v Dean’s Words Genel Yayın Yönetmeninin Notu vii Editor-in-Chief’s Notes

Editörden ix Editorial

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme Asylum Seekers and Social Acceptance: An Inquiry in Esenyurt District Dikran M. ZENGİNKUZUCU 1

İşletmelerde Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi Audit of Accounting Information Systems in Businesses Ömer Faruk AKBAŞ 25

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi Üzerine Bir Araştırma A Research on the Effect of Highway Transportation Insurence on Damage and Customer Satisfaction Hakan ÖZCAN, Esra TANIK 37 raştırma

Teknoloji ve Savaş Technology and War Sait YILMAZ 51

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi: BİST İnşaat ve Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Sektörlerinden Kanıtlar The Effect of Tax Reduction on the Returns of Stocks: Evidences from Study on BIST Construction and Real Estate Investment Trusts Sectors Reyhan CAN, Hatice Işın DİZDARLAR 67

i

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolünü İmzalaması Sonrası Güney Kıbrıs’la İlgili Yaklaşımı Recognition of States in International Law: Turkey’s Stance towards Cyprus After Signing Additional Protocol to Ankara Agreement Erhan CANİKOĞLU 79 İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti: Çocuk Ticareti Üzerinden Uluslararası Göçe Bakış Human Trafficking or Trade of Humanity: An Outlook on International Migration Through Child Trafficking Hüdai SAYIN, Seçil AKKOCA SEÇKİN 95 COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret COVID-19, EU and International Trade C. Uğur ÖZGÖKER, Erdoğan MERT 111

ii

Rektörün Sözü Rector’s Words

DEĞERLİ AKADEMİSYENLER VE ARAŞTIRMACILAR

İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesinin hazırladığı Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi (ieSBAD)’ın ilk sayısı çıkartılarak yayın hayatına başlamıştır. Dergi Esenyurt İlçesinin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda, bilimsel anlamda gelişmesin katkı sağlayacaktır. Dergimiz Türkiye, İstanbul ve Uluslararası çalışmalara da açık olacaktır. İstanbul’un nüfus olarak en büyük ilçesi olan Esenyurt’taki Üniversitemiz bu dergiyi yayınlamakla ilçemize de büyük katkılar sağlayacaktır. İstanbul Esenyurt Üniversitesi Esenyurt İlçesi içerisinde sanayi kuruluşları ile işbirliği içerisindedir. Teknolojik ilerlemeler, teknolojik gelişmeler ve bunların yarattığı toplumsal değişim derginin ilgi alanları içerisinde olacaktır. Ayrıca Esenyurt ilçesindeki çok uluslu kozmopolit yapı ve bunların Türk Toplumu ile uyumu, toplumsal kalkınma için yapılan çalışmalar derginin koyduğu hedefler arasındadır. Uluslararası ve iç göç toplumsal, kültürel kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Buna ek olarak Sağlık, tarım, ticaret, turizm, finans, işletme, spor ve eğitim alanlarında işbirliği ülke kalkınmasında rol oynayacaktır. Bunlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar derginin hedefleri arasındadır. Ülkemizin çağdaş, bilimsel düzeye erişimine de katkı sağlayacak olan bu dergi kaliteli araştırmalar yapan tüm bilim insanlarına açıktır. Toplumumuza ve Üniversitemize derginin büyük katkılar sağlayacağı düşüncesi ile yayın hayatına başlamış olan dergimizin amaç ve hedeflerine en kısa zamanda ulaşması dileği ile başarılı olmasını temenni ederim. Bu derginin çıkarılmasında katkısı olan tüm arkadaşlarıma emekleri için teşekkür eder, sağlıkla çalışma hayatlarında başarılar dilerim.

Prof. Dr. Sudi APAK REKTÖR

iii

Dekanın Sözü Dean’s Words

İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi tarafından yılda iki kez yayınlanacak olan Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi ilk sayısı ile sizlere ulaşmaktadır. Bu sayı ile birlikte alanında bilimsel niteliği olan, ulusal ve uluslararası alanda prestij sahibi, kaliteli bir dergi niteliğine ulaşmayı hedefliyoruz. Bu kapsamda, özellikle hakem ve danışma kurulumuzda çeşitli alanlarda uzmanlıkları ile tanınmış öğretim üyelerine yer verdik. Yayın sürecinde, ciddi bir hakemlik sürecinden geçirilmekte ve bilimsel değeri olan, akademik literatüre katkıda bulunabilecek çalışmalara öncelik verilmektedir.

Üniversitelerin işlevi sadece eğitim ve diploma vermek, meslek edinme kurumu olmak değildir. Üniversiteler aynı zamanda araştırma ve geliştirme faaliyetleri de hem ülkemize hem de içinde bulunduğu topluma hizmet etmekle yükümlüdür. Nitekim Fakültemizin vizyonu öncelikle toplumla iç içe bir eğitim kurumu olmayı hedeflemiştir. Bu yönde geçtiğimiz yıl içinde Esenyurt İlçesinde yaşayan göçmenler ile ilgili geniş kapsamlı bir araştırma projesi tamamladık ve sonuçlarını bir kitap olarak yayınlayarak ilgili kurumlara ve diğer akademik merkezlere ulaştırdık. Yayınlanan rapora ilişkin aldığımız olumlu yorumlar bizi yeni araştırma projeleri konusunda daha da teşvik etti. Diğer yandan Esenyurt İlçemiz, İstanbul içinde nüfus yoğunluğu kadar başta lojistik şirketleri olmak üzere pek çok şirket ve sanayi sektörü uzantısının bulunduğu bir bölgeyi temsil etmektedir. Bu durum, Fakültemiz için diğer bir fırsat alanını oluşturmaktadır. Pek çok işveren kuruluşu ve şirket ile temas ederek, iş dünyasına uygun eleman yetiştirme konusunda önemli çalışmalar yapıyoruz. Öğretim üyelerimiz KOSGEB gibi kuruluşlar kanalı ile danışmanlık hizmetleri veriyor. İş dünyası ile her gün gelişen ilişkilerimizin bir bütün olarak üniversitemizin ülkeye verdiği hizmeti artırması yanında, öğrencilerimizin başta staj ve iş imkânı sağlamalarında önemli bir kaynak olmasına çalışıyoruz. Tekrar dergimize dönecek olursak, ilk sayı ile birlikte Dergi Editörümüz Doç. Dr. Dikran ZENGİNKUZUCU’nun zorlu ve iyi bir iş çıkardığını düşünüyor ve kendisine teşekkür ediyorum. Yayınlanan makaleleri inceleyerek sizin de aynı kanaatte olacağınızı umuyorum. Bu vesile dergimizin bir fikir olarak ortaya çıkmasından itibaren her türlü maddi ve manevi desteği veren Mütevelli Heyeti Başkanımız Sayın Orhan ÖZYURT ve Rektörümüz Prof. Dr. Sudi APAK’a da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. v

Son sözler olarak akademisyen arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum. Dergileri yaşatacak olan sizlerin akademik literatüre katkılarınızı ortaya koyan değerli çalışmalarınızdır. İstanbul Esenyurt Üniversitesi olarak mümkün olduğu kadar çok, ulusal ve uluslararası yayın yapmak, dergimizin yıllık yayın sayısını artırmak istiyoruz. Her sayıda yeni ve değerli çalışmalar görmek sadece bizi mutlu etmekle kalmayacak, bizden sonra da bu dergilerin sorumluluğunu alacak arkadaşlarımıza güç ve çalışma azmi verecektir. Yeni sayı için makalelerinizi bekliyoruz.

Prof. Dr. Sait YILMAZ İYBF DEKANI Dergi Sahibi Proprietor

vi

Genel Yayın Yönetmeninin Notu Editor-in-Chief’s Notes

Değerli Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi Okurları, İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi bünyesinde hazırlanan Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisinin ilk sayısında farklı alanlardaki 10 makaleyi siz değerli okurlarımızla buluşturmaktan kıvanç duymaktayız. Dergimiz bu sayıdan itibaren elektronik ortamda yayım hayatına başlamıştır. Dergimiz değerli bilim insanlarının seçkin araştırmaları ile her sayıda sosyal bilimler dünyasına önemli katkılar sağlamayı sürdürmeyi hedeflemektedir. Bu sayımızda, Üniversitemiz içinden ve dışından bizlerle özenli çalışmalarını paylaşan yazarlara, hakemlik sürecine titiz çalışmaları ile katkıda bulunan değerli akademisyenlere ve derginin hazırlanmasında emeği geçen çalışma arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi sunarız. Dergimizin bu sayısının, sosyal bilimler alanına yeni bakış açıları getirmesini temenni eder, bir sonraki sayımızda okuyucularımızla tekrar buluşmayı dileriz.

Prof. Dr. Özlem Arzu AZER Rektör Yardımcısı Genel Yayın Yönetmeni Editor-in-Chief

vii

Editör’den Editorial

Değerli Dergi Okurları, İstanbul Esenyurt Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi tarafından yayına hazırlanan Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi (ieSBAD) bu sayı ile yayın hayatına başlamaktadır. Dergimiz bundan sonra yılda en az iki kez açık erişimli olarak yayınlanacaktır. İlk sayımızı tüm dünyanın içinden geçtiği COVİD-19 salgınının doğurduğu olağandışı ve zor koşullar nedeniyle beklenen ve planlanandan geç yayınlamak zorunda kaldık. Ancak bu durum yeni bir başlangıçtan dolayı taşıdığımız heyecanı azaltmamış aksine gelecek sayılar için daha çok çalışma azmi aşılamaktadır. Dergimiz ülkemizin akademik hayatına ve toplumsal çalışmalarına katkı sunmak amacıyla yola çıkmıştır. Bu amaçla dergimizde “sosyal bilimler” alanına özgün katkıda bulunacak siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, iktisat, işletme, uluslararası ticaret, uluslararası lojistik, güvenlik çalışmaları, kamu yönetimi ve yerel yönetimler ile insan bilimlerinin tüm alanlarında çalışmalara yer verilir. Dergide bilimsel etik çerçeve içerisinde kuramsal ve analitik özgün çalışmalar yanı sıra uygulamalı makaleler yayımlanmaktadır. Dergi akademisyenlerin yanı sıra uzman araştırmacıların Türkçe ve İngilizce makalelerine de açık olacaktır. Dergimizi akademisyenlerin yanı sıra başta Esenyurt olmak üzere çevre ve ülkemizin kamu ve yerel politika yapıcılarına, sivil toplum kuruluşlarına ve tüm ilgililere de ulaşmayı amaçlamaktayız. Dergimizin gelişme politikasının temelinde akademik ilkelere ve etik kurallara sıkı sıkıya bağlılık yer almaktadır. Akademik ve etik ilkeler uzun vadede derginin sürdürülebilirliğinde ve nitelikli bir akademik yayın olmasında kaldıraç işlevi görecektir. Bu bakımdan dergide yayınlanan makalelerin hakemlik süreçleri titizlikle yürütülmekte ve başta intihalin önlenmesi olmak üzere akademik ilkelere özen gösterilmektedir. İstanbul Esenyurt Üniversitesi, İstanbul’un en kalabalık ve en hızlı büyüyen ilçesi olan Esenyurt’ta bulunan tek yüksek öğretim kurumu durumundadır. Esenyurt ilçesi demografik yapısı, sanayisi, lojistik merkezlere yakınlığı ile gözlemlenmeye layıktır. Bu bakımdan dergimiz ilçenin toplumsal ve ekonomik hayatına da özel bir ilgi göstermektedir. Esenyurt aynı zamanda İstanbul’da en çok sayıda Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan ilçedir. Bu çerçevede derginin ilk sayısının “Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme” başlıklı makale ile açılması özel bir anlam taşımaktadır. Esenyurt’tan 340 kişiyle yüz yüze yapılan görüşmeler çerçevesinde Esenyurt’ta Suriyeli göçmenlere bütünleşme düzeyi ölçülmüş ve yaklaşım ortaya konmuştur.

ix

Muhasebe kayıtlarının elektronik ortamda yapılmaya başlanması ve muhasebe bilgi sistemlerinin elektronikleşmesi, oluşan elektronik ortamın da denetlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Denetçiler muhasebe bilgi sistemleri denetiminde uyguladıkları yöntemleri teknolojik gelişmelere uyumlu hale getirmekte ve muhasebe bilgi sistemleri ile beraber bu sistemlerin denetiminde kullanılan yöntemler de elektronikleşmektedir. Bu çerçevede Ömer Faruk Akbaş “İşletmelerde Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi” başlıklı makalesinde işletmelerde muhasebe bilgi sistemi denetiminde bilgi sistemlerinin iç kontrol ilke ve yöntemleri ile uyumu ve bu uyumun etkinliği değerlendirilmiştir. Hakan Özcan ve Esma Tanık da çalışmalarında Çalışma ile lojistik sektöründe tazmin sürecinin olumlu, olumsuz yanlarını belirlemesi ve geleceğe ilişkin stratejilerin belirlenmesi hedeflemektedirler. Araştırma lojistik sektör yöneticileri ile yürütülen bir anket çalışmasının analizine dayanmaktadır. Prof. Dr. Sait Yılmaz “Teknoloji ve Savaş” başlıklı çalışmasında akademik araştırmalarını engin deneyimi ile bütünleştirerek teknolojik ve özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmelerin güvenlik ve savunma teknoloji üzerinde yaratabileceği etkileri değerlendirmektedir. Reyhan Can ve Hatice Işın Dizdarlar ortak çalışmalarında BİST İnşaat ve Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Sektörlerinden hareketle vergi indiriminin hisse senedi getirisi üzerine etkilerini göstermektedir. Erhan Canikoğlu günümüzde halen çeşitli vesilelerle gündeme gelen eski bir sorunu tekrar ziyaret ettiği makalesinde Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanımamasının uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde yeniden ve güncel bir değerlendirmesini yapmaktadır. Hüdayi Sayın ve Seçil Akçakoca Seçkin, “İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti: Değişim Değeri Olan Bir Meta: Çocuk” başlıklı makalelerinde son derece önemli ve hassas bir soruna işaret etmektedirler. Çalışma göçün çocuklar üzerindeki etkisini, çocuklarda yarattığı mağduriyeti, uluslararası göç hareketleri ile ortaya çıkan çocuk ticareti özelinde insan ticareti konusunun tartışılmasını birincil kaynaklara inerek yapmaktadır. Dergimizin bu ilk sayısının son çalışması uluslararası ticaretin seyrini ve COVİD-19 salgınını ele almaktadır. Çalışma günümüz küresel ekonomik ve ticaret örgütleri ve yönetişimin ve salgının bir derlemesini sunmaktadır.

x

Bu sayımızda katkı sunan üniversitemizden ve üniversitemiz dışından yazarlara, derginin yayınında emek sarf etmiş herkese ve titiz çalışmalarıyla değer katan değerli hakemlerimize minnet ve teşekkürlerimizi sunarız. Gelecek sayımızda da değerli yazarların nitelikli çalışmalarını okurlarla buluşturabilmeyi dileriz.

Doç. Dr. Dikran M. ZENGİNKUZUCU Editör Editor

xi

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

SIĞINMACILAR VE TOPLUMSAL KABUL: ESENYURT İLÇESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME ASYLUM SEEKERS AND SOCIAL ACCEPTANCE: AN INQUIRY IN ESENYURT DISTRICT

Dikran M. ZENGİNKUZUCU Doç. Dr., İstanbul Esenyurt Üniversitesi İYBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İng) Bölümü [email protected]

ÖZ Suriye’de 2011’de baş gösteren iç savaş sonrası milyonlarca Suriyeli ülkelerini terk etmek zorunda kalmış ve günümüzde Türkiye en yüksek sayıda Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkedir. Göç beraberinde politik, ekonomik, toplumsal, kültürel fırsatları ve gerilimleri birlikte taşıyan bir olgudur. Suriyeli Sığınmacıların uzun süredir Türkiye’de bulunması ve gelecekte de önemli bir kısmının Türkiye kalabileceği göz önüne alındığında toplumsal bütünleşme ve toplumsal kabul durumları ve politikalar dikkate alınmalıdır. Suriyeli sığınmacılar İstanbul’da en kalabalık olarak Esenyurt ilçesinde yaşamaktadırlar. İstanbul’un en kalabalık ilçesi olan Esenyurt sosyo-ekonomik yapısı ile çoğu diğer ilçeden farklılıklar göstermektedir. Esenyurt’un bu yapısı toplumsal kabul ve bütünleşme açısından avantaj ve dezavantajlar taşımaktadır. Bu bakımdan Suriyeli sığınmacıların Esenyurt ilçesinde toplumsal kabulü üzerine bir araştırmanın anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu araştırmanın amacı Suriyeli sığınmacıların Esenyurt’ta toplumsal kabul düzeyinin anlaşılması ve öneriler üretilmesidir. Araştırma Esenyurt’ta yaşayan 340 kişiye uygulanan bir anket çalışması ve yüz yüze görüşmeler ile yürütülmüştür. Araştırma Suriyeli sığınmacıların Esenyurt’ta kalıcılığının beklenmesine karşın toplumsal kabul düzeyinin düşük çıktığını ve toplumsal kabulü etkileyen en önemli unsurun iş bulma ve ekonomik etkisinin olumsuz görülmesi olduğunu göstermektedir. Anahtar kelimeler: Uluslararası göç, Suriyeli sığınmacılar, Esenyurt, Toplumsal bütünleşme, Toplumsal kabul ABSTRACT After the civil war broke out in Syria, millions of Syrians had been obliged to quit their country and today Turkey became the host country of the populous Syrian asylum seekers. Immigration is a fact which carries political, economic, social, and cultural opportunities and tensions together within itself. Remembering that Syrian asylum seekers have long been residing in Turkey and taking into consideration that an important part of them may remain in Turkey in the future, a special attention shall be given to social integration and social acceptance status and policies. Esenyurt is the district where the populous Esenyurt is the district where numerous Syrian asylum seekers living in Istanbul are residing. Esenyurt, which is the populated district of Istanbul, differs from most of the other districts with its socio-economic structure. This structure of Esenyurt bears advantages as well as disadvantages in terms of social acceptance and integration. In this respect, a research on the social acceptance of Syrian refugees in Esenyurt district appears significant. This study aims to understand the level of social acceptance of Syrian asylum seekers in Esenyurt and produce suggestions. This study is carried out with a total of 340 residents of Esenyurt through questionnaire method and face-to-face interviews. The research determines that the level of social acceptance is low in spite of the fact that Syrian asylum seekers are expected to remain in Esenyurt and that the most important factor affecting social acceptance is their alleged negative impact on economy and employment. Keywords: International immigration, Syrian asylum seekers, Esenyurt, Social integration, Social acceptance

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 01.08.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 03.10.2020

Araştırma Makalesi/Research Paper

Zenginkuzucu, D.M. (2021). Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme, ieSBAD, 1 (1), 1-23.

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

GİRİŞ

Göç olgusu, dünya genelindeki günümüzün en önemli gündemlerinden birini oluşturmaktadır. Uluslararası göçün politik, dinsel, etnik, ekonomik, çevresel, savaşlar ve diğer birçok nedeni olduğu görülmektedir. Uluslararası göç; kalkınma, yoksulluk, insan hakları gibi birçok uluslararası politika gündemiyle doğrudan bağlantılı iken bir yandan ekonomik gelişme, kültürel zenginleşme ve toplumsal dinamizm gibi olumlu görülen öte yandan toplumsal kabul ve uyum sorunları, insan hakları ihlalleriyle karşılaşma, işsizlik gibi hem göçmenler hem de ev sahibi halk için tehditler barındırmaktadır (Koser, 2017: 1). Uluslararası göçü tetikleyen birçok nedenin olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında ekonomik, toplumsal, kültürel, demografik, politik ve birçok diğer nedenler sayılabilir (Linhard ve Parsons, 2019: 2-4; Akıncı, Nergiz ve Gedik, 2015: 61-62). Bazı ülkeler uluslararası göçü ve göçmenleri istihdam, ekonomik gelişme, ulus inşası gibi nedenlerle kontrollü ve gönüllü olarak kullanırken, bazı ülkeler ise kontrolsüz göç sonucu bir çok sorunla karşı karşıya kalabilmektedirler (Ambrosini, Cinalli ve Jacobson, 2020: 1-4). Kontrolsüz ve gönülsüz göçün en önemli itici nedeni olarak ise çatışmalar ve şiddet olduğu gözlemlenmiştir (Moore ve Shellman, 2006: 604). Terminolojik olarak genelde ekonomik veya sosyal nedenlerle, iş bulmak ya da daha iyi yaşam koşulları için gönüllü olarak ya da en azından şiddet ile zorlama altında olmaksızın bir ülkeden diğerine yerleşen kişiler göçmen olarak tanımlanırken, çoğunlukla politik ve şiddet nedeniyle başka ülkede yaşam olanağı arayanlar sığınmacı olarak adlandırılmaktadır. Sığınmacı; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan veya sürekli bir hukuksal statü tanınmamış kişidir. Mülteci ise ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından 'kabul' edilen kişidir. Mültecilik, bireysel ve hukuksal bir tanımdır ve mülteciye sığındığı ülke tarafından uluslararası ve ulusal hukuk çerçevesinde birtakım hak ve sorumluluklar içeren bir statü tanınır. Bu çalışma bakımından Türkiye’ye sığınan ancak mülteci statüsü kazanamamış, ülkede geçici koruma statüsü altında barınan Suriyeli sığınmacılar konu edilmektedir. 20. yüzyılın başlarından itibaren büyük savaşlar, milyonlarca insanı yurtsuz bırakmış ve politik nedenlerle göç etmek zorunda kalan sığınmacı sorununu tırmandırmıştır. 21. yüzyıl ise coğrafyamızda şiddet ve çatışmaların tırmanmasıyla başlamış ve özellikle de Türkiye’nin bulunduğu konum ve politikaları, ülkemizi sığınmacıların adresi yapmıştır. 2011 sonrası Suriye’de baş gösteren iç savaş milyonlarca Suriyelinin çevre ülkelere göç etmesine yol açmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)’ya (2020) göre 2011 yılından beri çevre ülkelere göç eden ve sığınma arayan Suriyeli sayısı 5,5 milyonu aşmıştır ve BMMYK raporuna göre Suriyelilerin sığınma aradığı ülkeler arasında başı, Türkiye çekmektedir (3.549.981). Türkiye’yi sırasıyla Lübnan (892.310), Ürdün (658.028), Irak (245.421), Mısır (130.042) ve diğer K. Afrika ülkeleri (31.657) izlemektedir. BMMYK (2019: 4) verilerine göre 2019 sonu itibarıyla Türkiye en yüksek sayıda sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkedir ve dünya çapında 20,4 milyon sığınma arayanın %18’ine ev sahipliği yapmaktadır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

2

D.M. Zenginkuzucu

Ülkelerin toplam nüfusları ve gayrisafi milli hasılaları (GSMH) göz önüne alındığında ise bu kitlesel göçten en çok Lübnan ve Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal olarak etkileneceği anlaşılabilir (Tablo 1).

Tablo 1: Suriyeli Sığınmacıların Dağılımları ve Ev Sahibi Ülkelerin Toplam Nüfus ve GSMH’ne Oranları

Suriyeli Suriyeli Suriyeli Sığınmacıların GSMH (Toplam, Sığınmacıların Nüfus (Toplam) Sığınmacı Sayısı Toplam Nüfusa milyon ABD Doları) Ülkenin Oranı GSMH’ye Oranı Türkiye 3.594.981 %64,75 83.429.615 4,31% 2.325.616,64 %1,55 Lübnan 892.310 %1,61 6.855.713 1,30% 105.079,63 %0,85 Ürdün 658.028 %11,85 10.101.694 6,51% 104.215,23 %6,31 Irak 245.421 %4,42 39.309.783 0,62% 445.464,02 %0,55

Mısır 130.042 %2,34 100.388.073 0,13% 1.229.832,24 %0,11 Diğer 964.778 %17,38

Kaynak: BMMYK, 2020; World Bank, 2020

2011 yılında Suriye iç savaşının başlamasının ardından ortaya çıkan kitlesel göç ve sığınma arayışlarında en çok sayıda sığınmacı, doğal olarak Suriye ile en uzun sınıra sahip olan Türkiye’ye yönelmiştir (Yılmaz, 2019: 23) ve Türkiye özellikle bu göçün ilk 5 yılında “açık kapı” politikası izlemiştir (Dışişleri Bakanlığı, 2016). Yıllara göre Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı Şekil 1’de görülebilir.

Şekil 1: Yıllara Göre Geçici Koruma Kapsamındaki Suriyeliler

4.000.000 3.604.226 3.623.192 3.500.000 3.426.786 3.576.370 3.000.000 2.834.441 2.500.000 2.503.549

2.000.000

1.500.000 1.519.286

1.000.000

500.000 224.655 0 0 14.237 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020

Kaynak: GİGM, 2020

Öte yandan Türkiye bu göçe politik (Tuncel ve Ekici, 2019: 67-68), çalışma hayatı (Akçiçek, 2015: 59), eğitim, sağlık alanlarında ve ekonomik olarak hazırlık (Ateş ve Bektaş, 2016: 31-32), hukuksal altyapı eksikliği (Zenginkuzucu, 2018: 41) ile yakalanmıştır. T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM)’nin verilerine göre Türkiye’de geçici koruma altında bulunan resmi Suriyeli sığınmacı 9 Temmuz 2020 tarihi itibarıyla sayısı 3.599.531 kişidir ve İstanbul 503.932 en yüksek sayıda Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan il konumundadır (GİGM, 2020).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

3

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

İstanbul’da yaşayan Suriyeli sığınmacıların ise en yüksek oranda Esenyurt ilçesinde yerleşik oldukları görülmektedir (Tablo 2). Tablo 2: İstanbul’da Yaşayan Suriyeli Göçmenlerin İlçelere Göre Dağılımı

1 ADALAR 136 21 GAZİOSMANPAŞA 20.865

2 ARNAVUTKÖY 20.213 22 GÜNGÖREN 14.355

3 ATAŞEHİR 1.388 23 KADIKÖY 421

4 AVCILAR 23.222 24 KAĞITHANE 17.004

5 BAĞCILAR 51.317 25 KARTAL 1.763

6 BAHÇELİEVLER 21.645 26 KÜÇÜKÇEKMECE 43.656

7 BAKIRKÖY 2.331 27 MALTEPE 2.087

8 BAŞAKŞEHİR 26.973 28 PENDİK 6.531

9 BAYRAMPAŞA 10.215 29 SANCAKTEPE 13.213

10 BEŞİKTAŞ 104 30 SARIYER 2.147

11 BEYLİKDÜZÜ 3.585 31 SİLİVRİ 2.036

12 BEYOĞLU 12.883 32 SULTANBEYLİ 22.440

13 BÜYÜKÇEKMECE 2.957 33 SULTANGAZİ 41.775

14 2.189 34 ŞİLE 254

15 ÇATALCA 332 35 ŞİŞLİ 7.330

16 ÇEKMEKÖY 2.113 36 TUZLA 2.944

17 34.449 37 ÜSKÜDAR 2.608

18 ESENYURT 58.614 38 ÜMRANİYE 16.307

19 EYÜP 10.486 39 ZEYTİNBURNU 22.695

20 FATİH 30.586 40 BİLİNMEYEN 1.420

TOPLAM 557.589

Kaynak: GİGM, 2018

İstanbul Esenyurt Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada Suriyeli sığınmacıların İstanbul’da Esenyurt ilçesini tercih etmelerinin nedenleri arasında en etkin olanlarının “kira ve yaşam standardının daha uygun olması” ve “akrabalarının burada yaşaması” olduğunu göstermiştir (Yılmaz, 2019: 65). Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

4

D.M. Zenginkuzucu

Tablo 3: Suriyeli Sığınmacıların Esenyurt'a Yerleşme Nedeni

Frekans Oran Akrabaların burada yaşaması 278 26,50 Kira ve yaşam standardının daha 463 44,10 uygun olması Daha fazla göçmenin yaşaması 226 21,50 İş olanaklarının fazla olması 33 3,10 Diğer sebepler 50 4,80 Toplam 1.050 100,00

Kaynak: Yılmaz, 2019: 65

Tablo 3’ün de gösterdiği gibi İstanbul’a gelen Suriyeli sığınmacılar yaşam koşullarının, fiyatların ve kiraların daha uygun olması nedeniyle Esenyurt’u seçerlerken buraya yerleşenler daha sonra akrabalarının ve diğer sığınmacıların gelmesi için etmen olmuştur. Aynı araştırmaya göre Esenyurt’ta yaşayan sığınmacılar Türkiye’de bulunmaktan memnun olduklarını da ifade etmişlerdir (Yılmaz, 2019: 61). Esenyurt ilçesi İstanbul’un nispeten yeni gelişen ve ekonomik, demografik ve toplumsal bakımdan diğer ilçelere göre farklılıklar ve özellikler barındıran bir bölgesidir. TÜİK (2019) verilerine göre Esenyurt İstanbul’da hem en kalabalık (954.579 kişi) hem de İstanbul’da en fazla iç göç almış (%65) ilçedir. Bu durumun ilçe temelinde çalışma, eğitim, sağlık ve benzeri birçok sorunu ortaya çıkarmaktadır. Esenyurt 1980’li yıllardan sonra sanayi kuruluşlarının yerleşmesi, çevre yollarının inşası ile yaşadığı hızlı büyüme sonucu hızlı bir yapılaşma ve iç göç yaşamış, bunun sonucu olarak da sağlık ve eğitim hizmetlerinde eksiklikler ile karşı karşıya kalmıştır (Ayhan, 2019: 79).

Bu bakımdan kendi içerisinde demografik özellikleri nedeniyle toplumsal uyum sorunu taşıması olası bu ilçenin çok sayıda sığınmacının yerleşmesi sonucu uluslararası göçe dayalı bir toplumsal kabul ve uyum sorunu da yaşaması olası görülmektedir. Öte yandan iç göçmen oranı yüksek bir bölgede halkın kendi deneyimlerinden kaynaklı dış göçmene karşı yüksek oranda hoşgörü ve uyum göstermesi de beklenebilir. Suriyeli göçmenlerin Türkiye’de toplumsal kabulü açısından yerel düzeyde özellikle kültürel düzen ve çalışma şartları gibi etmenlerin başat önem taşıdığının görüldüğü (Aktaş ve Gülçür, 2017: 247) göz önüne alındığında Esenyurt ilçesinin kendine özgü koşulları altında buraya yerleşmiş çok sayıda Suriyeli sığınmacının toplumsal kabul açısından incelenmesinin son derece önemli olduğu açıktır ve literatürde bu alanda bir açık olduğu söylenebilir. Bu çerçevede bu çalışma, Suriyeli sığınmacıların Esenyurt ilçesinde toplumsal kabul düzeyini ölçmek, önemli etmenleri ortaya çıkarmak ve yerel politikalar ile gelecek çalışmalara da ışık tutmak için bir giriş yapmak amacını taşımaktadır. Uluslararası göç ve toplumsal uyum çerçevesinde yazın taramasını amaçlayan birinci bölümün ardından ikinci bölümde çalışmanın yöntemi ve varsayımları ortaya konulacaktır. Üçüncü bölümde elde edilen bulgular yorumlanacaktır. Ayrıca sonuçlar değişik zamanlarda ülke çapında yapılmış önceki araştırmalarla birlikte yorumlanmıştır. Son bölümde sonuçlar ve değerlendirmeler paylaşılacaktır.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

5

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

1. ULUSLARARASI GÖÇ VE TOPLUMSAL KABUL Uluslararası göç toplumbilimi, coğrafya, tarih, ekonomi gibi birçok bilim dalı tarafından ele alınmış ve her biri kendi açısından tanımlamalar ortaya koymuştur (Kurt, 2006: 150). Göç araştırmaları disiplinler arası bir yaklaşımı zorunlu kılar. Uluslararası göçü etkileyen toplumsal, politik, ekonomik, demografik, çevresel birçok etmenin ve sonucun olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan, siyaset bilimi, hukuk, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, tarih, coğrafya, demografi değişik açılardan göç sorunu ile ilgilenir. Her disiplin kendi bakış açısı ile nüfus hareketlerini açıklamaya çalışır ve teorik yaklaşımlarda bulunur (Sayın, 2019: 18). Uluslararası göçü açıklamaya yönelen teorik yaklaşımların gelişimi, onların ortaya atıldığı dönemin koşullarını yansıtır ve bu özgünlük çerçevesinde şekillenir (Sayın, 2020: 179). Göçün hem göçmenler hem de ev sahibi ülke ve toplumu açısından fırsatlar ve tehditler içeren bir gerilim taşıdığı bilinmektedir. Uluslararası göçün farklıların buluşması sonucu gerilim yaşanan alanlar olarak kültür, din, dil, geçmiş gibi bazen ortak bazen farklı algılar taşınması, ekonomik etkiler, refahın paylaşılması, güvenlik gibi konulardan söz edilebilir. Bu gerilimin toplumsal bütünleşme ile olumlu bir şekilde aşılması göçmen toplumun toplumsal uyum ve ev sahibi toplumun toplumsal kabul derecelerine bağlı olduğu söylenebilir. Toplumsal kabul için çok değişik ve farklı tanımlamalar yapılmışsa (Novy, Swiatek ve Moulaert, 2012: 1874-1875) da genel olarak bir toplum içerisinde diğer toplum ve grupların farklılıklarını ve değişikliklerini kabullenebilme veya hoş görebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Her ne kadar toplumsal bütünleşme yazında sıkça “yutma” (absorption) ya da “özümleme” (assimilation) çerçevesinde tartışılmışsa (Hamberger, 2009: 2-3) da “barış içinde bir arada yaşama” bakış açısıyla ele alınması daha doğru ve tercih edilir olmalıdır (Akçiçek, 2015: 53). Toplumsal kabulün bir süreç olduğu tüm yazarlar tarafından kabul edilen bir olgudur. Bu süreç farklılıklarla ve değişikliklerle karşılaşan toplumun etnik merkezci (ethnocentric) evreden etnik bağıntılı (ethnorelative) bir evreye doğru hareketidir. Değişimin deneyimlenmesi süreci (Şekil 2) öncelikle inkâr ve savunma ile başlamakta, ardından sorunun minimizasyonu ve kabullenme ile devam etmekte, uyumlaşma ve bütünleşme evreleri ile sonuçlanmaktadır (Bennett, 1986: 181-182).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

6

D.M. Zenginkuzucu

Şekil 2: Değişimin Deneyimlenmesi- Kültürlerarası Duyarlılığın Gelişmesi

Kültürel farklılıklar konusunda fikri yok

İnkâr Kendi kültürü tek gerçek Yabancı kültürler görmezden geliniyor Kültürel farklılıklar ortaya çıkmaya başlar Savunma Yabancı kültürlerin klişeleştirilmesi Kendi kültürü en üstün Herkes eşittir Minimizasyon Farklılıkları derecelendirmek Kendi kültürü içerisinde evrensel öğeler bulma Kendi kültürel kimliğini tanıma Kabul Farklı kültürel bağlamları kabullenme Farklı kültürlere karşı merak ve saygı Farklı kültürlere karşı hassas ve uygun davranış

Uyumlaşma Daha kolay iletişim Dünyaya farklı kültürlerin gözünden bakabilmek Kişisel deneyim çok kültürlü bir bakış açısın kazanacak kadar genişlemiş

Bütünleşme (Entegrasyon) Kendi farklı kültürler arasında kalmış hissetmek Bütünleşme her zaman uyumlaşmadan daha önemli değil Kaynak: Bennett, 1986: 182-186

Suriyeli sığınmacıların gelişinin ardından Türkiye’de de uluslararası göç ve toplumsal kabul üzerine çalışmalar artmıştır. Murat Erdoğan (2014: 44) yürütücülüğünde hazırlanan raporda ‘‘Türk halkı, Suriyeli sığınmacılara kucak açmıştır” önermesinin çok büyük destek bulduğu ve “biz üzerimize düşeni yapıyoruz” görüşünün egemen olduğu görülmektedir. Buna karşın araştırmada “Suriyelilerin Türkiye’de kalması büyük sorunlara yol açabilir” önermesine gösterilen güçlü destek de dikkat çekicidir (s. 37). Ayrıca “Suriyeli biri ile komşuluk yapmak sizi rahatsız eder mi?” sorusuna toplumun %49,8’i “evet” dediği görülmektedir (s. 40). Hasan Çiftçi (2018: 2247) de daha yakın zamanlı çalışmasında benzer şekilde katılımcıların Suriyelilere karşı olumsuz tutum ve algıya sahip olmadıklarını belirlenmiştir, öte yandan katılımcıların Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilmesi, birlikte yaşama ve empati kurma konularında ise daha olumsuz tutum ve algıya sahip olduklarını saptamıştır. Yıldırımalp, İslamoğlu ve İyem (2017: 123) Türkiye’de yapılan çalışmalar ve hazırlanan raporlarda kabul düzeyi üst düzeyde görünüyor olsa da asıl önemli hususun bu düzeyin sürdürülebilirliğinin sağlanmasının önem ve gerekliliğinin altını çizmiştir. Buna koşut olarak Arda Akçiçek (2015: 54) de ekonomik hayata dahil olmayı başaramayan ve bu anlamda ilişki ağları içinde bulunmayan göçmenlerin toplumsal uyumlarının daha sorunlu olduğunun ve uyumun vakit aldığının altını çizmektedir. İstanbul Esenyurt Üniversitesi bünyesinde Esenyurt’ta yerleşik Suriyeli sığınmacılar ile gerçekleştirilmiş olan ve Esenyurtlu Suriyeli sığınmacıların demografik özelliklerini, ekonomik ve toplumsal uyum düzeylerini ölçen bir alan çalışması da bu araştırmanın bulguları açısından karşılaştırma olanağı sunmaktadır (Yılmaz, 2019).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

7

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

2. ARAŞTIRMANIN AMAÇ VE YÖNTEMİ Bu araştırmanın amacı, İstanbul’un Esenyurt ilçesinde yaşayan halkın Suriyeli sığınmacıları kabul etme ve bütünleşme düzeylerini belirleme ve toplumsal uyum üzerine gelecek çalışmalara ve yerel politikalara veri sağlamaktır. Bu bağlamda araştırmanın hipotezi şöyledir;

H0: Esenyurt’ta Suriyeli sığınmacılar toplumsal kabul görmektedir. Bu hipotezin doğrulanması Esenyurt ilçesinde Suriyeli sığınmacılar ile toplumsal farklılıklar ve değişikliklerin özümsenmiş olması ve bütünleşmenin tamamlandığı sonucunu gösterecektir. Bu hipotezin kabul edilmemesi ise bütünleşmenin gerçekleşmediğini ve etnik merkezciliğin devam ettiğini gösterecektir. Bu araştırmada Mart-Mayıs 2019 tarihleri arasında 2 ay boyunca sürdürülen anket çalışmasında 340 katılımcıya ulaşılmış ve anket çalışması yüz yüze gerçekleştirilmiştir. Basit tesadüfi örneklemenin tercih edilmesindeki neden basit tesadüfi örneklemenin araştırmanın evreninin belirli bir bölgede yoğunlaştığında kullanılabilmesidir (Baltacı, 2018: 240). Katılımcılar, yalnızca Esenyurt’ta yerleşik kişiler değil Esenyurt’a çalışma veya eğitim gibi nedenlerle gelen kişileri de kapsamaktadır. Araştırmanın en önemli kısıtını zaman ve maliyet unsurları oluşturmaktadır. Örneklemin ana kütleyi temsil etmesi açısından Esenyurt’un üç farklı bölgesinde ve farklı zamanlarda yürütülmüştür. TÜİK (2020)’in adrese dayalı nüfus sayımı verilerine göre Esenyurt ilçesinde 15 yaş ve üzeri nüfus 782.419 kişidir. Örneklem büyüklüğünün yeterliliğinin ölçülmesi için evren standart sapması () bilinmediği için aşağıdaki formüle baş vurulmuştur (Özdamar, 2003, s.116-118) ve =0,05 için p=0,3’te yeterli örneklem büyüklüğünün 323 kişi görülmüştür:

ya da 2 2 2 N.푝 .t α,sd t α.푝.(1−푝) 2 2 n= Örneklem büyüklüğü 푛 = (N−1).d 푛 = d N= Evren birim sayısı d= Örneklem hatası p= Ana kütle oranı

t,sd= sd serbestlik dereceli t dağılımı kritik değerleridir (sd=n-1) Araştırmanın birinci bölümü, katılımcıların demografik özelliklerini öğrenmeye yönelik sorular içermektedir. Bu bölümde katılımcılara cinsiyetini, yaşını, kendisinin Esenyurt’a iç göç ile mi geldiğini, Esenyurt’ta yerleşik mi olduğunu yoksa çalışma, eğitim ve benzeri nedenlerle mi Esenyurt’ta bulunduğunu öğrenmeye yönelik sorular yöneltilmiştir. Araştırmanın ikinci kısmında katılımcıların Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye gelmesi ile ilgili görüşlerini ve onlara bakış açılarını anlamaya yönelik sorular yöneltilmiştir. Bu bölümde aynı zamanda hükümetin sığınmacı politikalarına destek de ölçülmüştür. Bu bölümdeki sorular, 5’li Likert ölçeğine (1 = kesinlikle katılmıyorum, 5 = kesinlikle katılıyorum) göre hazırlanmıştır. Araştırmanın üçüncü bölümünde Esenyurtlu katılımcıların Suriyeli sığınmacıların haklarına yönelik yaklaşımları ölçülmüştür. Bu bölümde katılımcılara Suriyeli sığınmacıların çalışma, eğitim, sosyal yardım alma hakları ile ilgili görüşleri sorulmuştur. Araştırmanın dördüncü bölümünde katılımcılara Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesine ve vatandaşlık almalarına ilişkin görüşleri sorulmuştur. Araştırmanın son Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

8

D.M. Zenginkuzucu bölümünde ise katılımcıların sosyal statülerini ve politik görüşlerini öğrenmeye yönelik sorular yöneltilmiştir. Bu çerçevede katılımcıların eğitim, çalışma, gelir durumları, politik görüşleri ile Suriyeli sığınmacılara yaklaşımları arasındaki bağ anlaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmanın ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümündeki sorulara desteğin yüksek olması araştırma hipotezinin kabulü anlamına gelecektir. Ayrıca toplumsal kabul derecesinin katılımcıların sosyal veya politik statüleri ile bağı sorgulanacaktır. 3. ARAŞTIRMANIN BULGULARI 3.1. Katılımcıların Demografik Nitelikleri Katılımcıların %46’lık kısmını kadın ve %54’lük kısmını erkekler oluşturmaktadır. Katılımcıların ağırlıklı olarak 18-24 yaş aralığından olduğu görülmektedir (Şekil 3).

Şekil 3: Katılımcıların Cinsiyetleri ve Yaş Aralığı

45+ yaş 11% 35-44 yaş Kadın %12,72 %46,06 Erkek 18-24 25-34 %53,94 yaş yaş 53% %23,08

Katılımcıların %39 oranında lisans eğitimi gördüğü veya görmekte olduğu anlaşılmaktadır. Katılımcıların %20’si 2 yıllık ön lisans eğitimi almışlar, diğer %20 ise orta öğretim görmüştür (Şekil 4).

Şekil 4: Katılımcıların Eğitim Durumu

Lisans Eğitim İlkokul Orta okul üstü görmedim mezunu mezunu %6,21 %0,59 %5,62 %7,69

Orta öğretim Lisans mezunu %39,05 (lise) %20,41

Ön lisans (2 yıllık) %20,41

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

9

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

Katılımcıların %15’i işçi olarak çalışmaktadır ve ücretlidir, %10’u ise kendi işini yapmaktadır. Katılımcıların %6’sı ev hanımı olduğunu söylemiştir, %5 oranında kamu çalışanı ve %5 oranında da sağlık çalışanı araştırmaya katılmıştır. İşsiz katılımcıların oranı %4’tür (Şekil 5). Ayrıca katılımcıların %83’ü sosyal güvenliğinin olduğunu belirtmiştir.

Şekil 5: Katılımcıların Meslek Grupları

Kamu çalışanı (yerel yönetim dahil) İşçi 5% 15%

Diğer 41%

Kendi işi (esnaf) 10%

Eğitimci 10% İşsiz 4% Doktor (Tıp) Emekli 1% 3% Ev hanımı Serbest Meslek Sağlık çalışanı 6% 0% 5%

Katılımcıların kimlik özelliklerine bakıldığında “doğma büyüme İstanbulluyum” cevabı verenlerin oranı %49 iken %19 eğitim için İstanbul’a gelmiş, diğerleri ise çalışmak için ya da ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmiştir (Şekil 6)

Şekil 6: Katılımcıların Kökenleri

İstanbul'da yaşamıyorum %0,89 İstanbul'a eğitim için Doğma geldim büyüme %18,75 İstanbul'luyum İstanbul'a %49,40 ailem ile birlikte geldim %21,73

İstanbul'a çalışmak için geldim %9,23

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

10

D.M. Zenginkuzucu

Katılımcılara, kendilerini nasıl tanımlandıkları sorusunda birden fazla cevap verme olanağı tanınmıştır. Buna göre katılımcıların %70’i kendilerini demokrat olarak tanımlarken, %70’i de milliyetçi olduğunu söylemiştir. Katılımcıların %61’i kendisini dindar olarak nitelendirmiştir (Şekil 7). Kendilerine çoklu seçenek hakkı tanınmasına karşın kendilerini “demokrat” olarak tanımlamaktan kaçınan %30’luk kesimin çoğunluğu ise kendini dindar ve milliyetçi olarak tanımlamıştır.

Şekil 7: Katılımcıların Kendilerini Nasıl Tanımladıkları

Dindar biriyim %60,88

Milliyetçi biriyim %69,71

Muhafazakar biriyim %46,18

Demokrat biriyim %70,29

0% 20% 40% 60% 80% 100%

3.2. Sığınmacıların Kabulü Katılımcılara Suriyeli sığınmacıları nasıl tanımladıkları ve onları nasıl algıladıkları sorulduğunda %34’lük bir kısım onları göçmen/sığınmacı/mülteci olarak tanımlamıştır. Katılımcıların %26’lık bir kısmı ise sığınmacıları zulümden kaçan kişiler olarak görmektedir. Katılımcıların %21’i sığınmacılar için “istenmeyen kişi” tanımlaması yapmıştır (Şekil 8).

Şekil 8: Sığınmacıları Tanımlama ve Algı

Din Komşu kardeşi %1,19 %7,12 İstenmeyen kişi Misafir %21,07 %10,98

Zulümde Göçmen/ n kaçan sığınmacı %25,82 /mülteci %33,83

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

11

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

Erdoğan’ın (2014: 39-40) yürütücülüğünü yaptığı araştırmada halkta Suriye’den kaçanların ülkeye kabul edilmesi gerektiği konusunda “kültürel yakınlık”, “din kardeşliği”, “komşuluk” gibi hususlar yerine “zulümden kaçanlara destek” anlayışının ön planda olduğu görülmüştür. Toplumsal kabul ve bütünleşme sürecinin önemli bir aşamasını “yabancı” ile temas ve tanıma aşamaları oluşturmaktadır. Basit de olsa kültürler arası temas “savunma” aşamasından çıkıp “minimizasyon” ve “kabul” aşamalarına geçmek için faydalı bir ön koşuldur (Bennett, 1986: 189). Katılımcıların yaklaşık yarısının Suriyeli sığınmacı bir komşusu ve tanıdığının olduğu görülmektedir. Ancak katılımcıların yalnızca %20’si bu teması bir “dostluk” olarak tanımlamaktadır. Suriyeli sığınmacılar ile hiç teması olmayanların oranı ise %39’dur (Şekil 9).

Şekil 9: Suriyeli Sığınmacılar ile Temas

Suriyeli Temasım sığınmacı Yok; %38,82 komşum var; Suriyeli %49,41 sığınmacı akrabam var; %9,71 Suriyeli sığınmacı Suriyeli tanıdığım sığınmacı var; %45,29 dostum var; %18,82

Toplumsal kabulü kolaylaştıran unsurlar olarak görülen kültürel yakınlık, din, tarihsel bağlar ve hatta Türkmenler ve Aleviler ile etnik bağlar göz önünde alındığında Türk halkının Suriyeli sığınmacıları kabulünün kolaylaşacağı düşüncesi araştırma bulguları tarafından doğrulanamamıştır. Likert ölçeğinin kullanıldığı yakınlık sorularında “Suriyeliler ile kültürel olarak yakın olduğumuzu düşünüyorum” önermesine destek düşük çıkmıştır ve katılımcılar bu önermeye katılmadıklarını belirtmişlerdir. Öte yandan, Suriyeli bir komşudan rahatsızlık duyma konusunda olumsuz bir yanıt alınmamıştır. Katılımcılar bir yakınlarının Suriyeli bir sığınmacı ile evlenmesine de olumlu yaklaşmamaktadırlar (Şekil 10). Bu cevaplar sığınmacılara karşı toplumsal kabul ve bütünleşmenin varlığını doğrulamamaktadır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

12

D.M. Zenginkuzucu

Şekil 10: Kültürel Yakınlık ve Ortak Yaşam

Suriyeliler ile kültürel olarak yakın olduğumuzu 2,02 düşünüyorum

Suriyeli bir komşumun olması beni rahatsız 2,83 eder/ediyor

Bir yakınımın bir Suriyeli sığınmacı ile 2,64 evlenmesine karşı çıkmam

1 2 3 4 5

Erdoğan’ın yürütücülüğünü yaptığı 2014 tarihli araştırmada da “Suriyeliler ile kültürel olarak aynı olduğumuzu düşünüyorum” önermesine bu araştırma gibi “katılmıyorum” cevabının çıkmış olduğu görülmüştü (s. 39). Yine aynı araştırmada “Suriyeli biri ile komşuluk yapmak sizi rahatsız eder mi?” sorusuna %50,2 oranında “evet” cevabı alınmıştı (s. 40). Esenyurt’ta Suriyeli sığınmacılar arasında yürütülen araştırmada da sığınmacıların kendilerini dinden daha çok uyrukluğu ile tanımladıklarını göstermiştir. “Kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusuna Esenyurtlu Suriyelilerin %57,4’ü “uyrukluk”, 6,7’si “memleketim” cevabını verirken %25,7’si “din” cevabını vermiştir (Yılmaz, 2019: 49). 3.3. Türkiye’nin Sığınmacı Politikasının Değerlendirilmesi Araştırmaya katılanlar Likert ölçeği kullanılan sorularda ağırlıklı olarak Suriye iç savaşı sonrası sığınmacıların ülkeye kabulünü dinine, diline, etnik kökenine bakılmaksızın insanlık görevi olarak kabul ettiklerini söylemektedirler. Ancak “savaşın Suriye’nin iç sorunu olduğunu ve sığınmacıların kabul edilmemesi gerektiğini ifade edenler ile “yalnızca kadın ve çocuklar kabul edilmeliydi” düşüncelerine de katılım oranı yüksektir (Şekil 11).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

13

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

Şekil 11: Türkiye'nin Sığınmacıları Kabul Etmesinin Değerlendirilmesi

5 5 4 4 3,32 2,95 3 2,71 2,79 2,82 2,56 2,59 3 2,08 2 2

1

gerekirdi

gereğidir

edilmeleri gerekir. edilmeleri

etnik durumuna etnik

kabul edilmeliydi. kabul

kardeşimizdir, kabul kardeşimizdir,

din kardeşliğimizin din

Suriyeli sığınmacılar bizi sığınmacılar Suriyeli

ilgilendirmez, geri gönderilmeli geri ilgilendirmez,

bakılmaksızın kabul edilmesi… kabul bakılmaksızın

yönden ülkemizin faydasınadır ülkemizin yönden

sığınmacıların kabul edilmemesi kabul sığınmacıların

Suriyeli sığınmacılar etnik yönden etnik sığınmacılar Suriyeli

Bu durum Suriye’nin iç sorunudur, sorunudur, iç Suriye’nin durum Bu

Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye Türkiye’ye sığınmacıların Suriyeli

Sadece kadın ve çocuk sığınmacılar çocuk ve kadın Sadece

coğrafyasından kaynaklanan bir … bir kaynaklanan coğrafyasından

Suriyeli sığınmacıları kabul etmemiz kabul sığınmacıları Suriyeli

Suriyeli sığınmacıların dinine, diline, dinine, sığınmacıların Suriyeli Suriyeli sığınmacıların kabulü politik kabulü sığınmacıların Suriyeli kabul edilmesi, ülkemizin tarihinden, ülkemizin edilmesi, kabul Öte yandan, katılımcıların sadece %13’ü Türkiye’nin sığınmacı politikasını desteklemiştir. Suriyeli sığınmacıların hiç kabul edilmemesi ve Suriye’nin iç sorununa karışılmaması gerektiğini düşünenler %16 düzeyindedir. Suriyeli sığınmacıların bir tampon bölgede veya kamplarda tutulmasının gerektiğini düşünenlerin oranı %63 gibi oldukça yüksek bir düzeydedir (Şekil 12).

Şekil 12: Türkiye'nin Sığınmacı Politikasının Değerlendirilmesi

Fikrim yok Çoğunlukla %8,53 destekliyorum %12,65 Suriyeli sığınmacılar hiç kabul edilmemeliydi %15,88

Suriyeli sığınmacılar bir tampon bölge/kampta tutulmalıydılar %62,94

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

14

D.M. Zenginkuzucu

Erdoğan’ın yürütücülüğünü yaptığı 2014 araştırmasında da “devlet sığınmacılar konusunda iyi bir yönetim ortaya koymaktadır” önermesine Türk halkının %31,8’inin katıldığı bildirilirken, %49,7’si devletin performansından ve kriz yönetiminden memnun olmadığını ortaya konulmuştur (s. 45). Katılımcıların %59’luk kısmı yeni bir insani kriz durumunda sığınmacıların sınırda güvenli bölgelerde ve kamplarda tutularak yardım edilmesini, ülkeye ve toplumsal hayata dâhil edilmemesini savunmaktadır. Sınırların açılıp sığınmacıların aynı şekilde kabul edilmesini destekleyenler ise sadece %7 düzeyinde kalmaktadır (Şekil 13). 2014 tarihli araştırmada da bundan sonra yeni bir kriz durumunda sığınmacıların kamplarda ya da sınırda tutulmalarına desteğin benzer şekilde yüksek olduğu görülmüştür (Erdoğan, 2014: 38).

Şekil 13: Yeni Bir İnsani Kriz Durumunda Türkiye'nin Politikası

Geldikleri ülkeye bakarak sığınmacılar %3,82 kabul edilmelidir

Komşu ülkeye yardım edilmeli ve %14,12 sığınmacılar orada tutulmalıdır Sınırda güvenli bir bölge oluşturulup sığınmacılar kamplarda %58,53 tutulmalıdırlar Bir daha sığınmacı kabul %16,18 edilmemelidir

Sınırlarımız açılıp sığınmacılar kabul %7,35 edilmelidir

0% 10% 20% 30% 40% 50% 60% 70% 3.4. Sığınmacıların Hakları Türkiye’nin 1951 BM Mülteciler Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince koymuştur ve 2013’te çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 1951 Sözleşmesi’nin “mülteci” tanımını coğrafi sınırlaması ile birlikte almaktadır. Bu çerçevede Türkiye, Avrupa ülkelerinde meydana gelmiş olaylar neticesinde ırkı, dini, uyrukluğu, bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri sebebiyle öldürülebileceği, işkence görebileceği, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye maruz kalabileceği ve insanca yaşamını sürdüremeyeceği korkusuyla ülkesini terk etmek zorunda kalan ve geri dönemeyen kişilere “mülteci” statüsü tanımaktadır. Bu kapsamda Suriye’de meydana gelen olaylardan dolayı 2011’den itibaren Türkiye’ye sığınanlar mülteci statüsü alamamaktadır. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesinde öngörülen “geçici koruma”nın uygulama ilkeleri ve bu çerçevede alınacak önlemler 2014’te çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği ile düzenlenmiş ve Yönetmeliğe konulan bir ek madde ile tüm Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’de geçici koruma rejimine alınmıştır (Zenginkuzucu, 2018: 47). Geçici koruma uluslararası hukukta belirli bir tanımı olmasa da devletlerin çeşitli nedenlerle karşılaştığı kitlesel akınları kontrol edebilmeleri ve sığınmacıların geçici bir süre de olsa temel haklardan yararlanabilmelerini sağlamaya yönelik bir düzenlemedir. Geçici Koruma Yönetmeliği, geçici koruma statüsü altına alınmış kişilerin sağlık hizmetine erişimini (madde 27), eğitim hakkını (madde 28), ülkede 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

15

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme yerleşme hakkı ve seyahat özgürlüğünü (madde25), kimlik kartı edinmesini (madde 22), sosyal güvenlik ve barınma hakkını (madde 27), çalışma hakkını (madde 29), sosyal yardımları (madde 30), idari yardım ve çevirmenlik hizmetlerini (madde 31/1) düzenlemiştir. 3.4.1. Eğitim Hakkı Katılımcılar genel olarak sığınmacı çocuklarının eğitim hakkını tanırlarken genel eğilim çocuklara Türkçe öğretilmesi ve Türkçe temel eğitim verilmesi yönündedir. Sığınmacı çocuklarının kendi ana dillerinde temel eğitim alma hakkına ise olumsuz yaklaşılmaktadır. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de yükseköğrenim görmelerine ise %57 oranında olumlu yanıt çıkmıştır (Şekil 14).

Şekil 14: Sığınmacı Çocukların Eğitim Haklarının Tanınması

Suriyeli sığınmacılar Türkiye'de yüksek %50,29 öğretim görebilmelidirler

Suriyeli sığınmacıların çocuklarına Türkçe %67,35 temel eğitim verilmelidir

Suriyeli sığınmacıların çocuklarına kendi %35,88 dillerinde temel eğitim verilmelidir

Tüm Suriyeli sığınmacılara çocuklarına %59,41 Türkçe öğretilmelidir

0% 10% 20% 30% 40% 50% 60% 70% 80%

Esenyurt’ta yerleşik Suriyeliler arasındaki araştırmada ise sığınmacı çocuklarının %39,7’sinin okula gitmediği sadece %1,5’inin yükseköğrenim aldığı ortaya çıkmıştır. Eğitim konusunda sığınmacıların karşılaştıkları en büyük sorun ise dil olarak belirtilmiştir (Yılmaz, 2019: 56-57). 3.4.2. Çalışma Hakkı Sığınmacıların ekonomik hayata katılımları toplumsal bütünleşme açısından önemli bir parametre olmasının yanı sıra temel bir haktır. Sığınmacı ve göçmenlerin ekonomik hayata katılımları ülke ekonomisine katkı sağlayarak herkesin yararına sonuçlar doğurabilecek olmasına karşın istihdam sorunu ve iş gücü fazlası bulunan, çalışma hakları yeterince korunmayan ülkelerde farklı grupları sığınmacılarla karşı karşıya getirmesi de olasıdır. Esenyurtlu katılımcıların da ağırlıklı olarak Suriyeli sığınmacıların kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünmekte oldukları ve sığınmacıları bu anlamda bir tehdit olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Esenyurt’ta Suriyelilerin her işte çalışma hakkı olmalıdır düşüncesine destek düşük çıkmaktadır. Öte yandan, Suriyelilere eşit işe eşit maaş ve sosyal güvenlik hakları tanınmalıdır görüşü konusunda kararsız kaldıkları görülmektedir (Şekil 15). Çiftçi’nin (2018: 2250) çalışmasında da halkın Suriyeli sığınmacıların çalışma hakkına destek oranının Esenyurt ile benzer çıkmış olduğu görülebilir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

16

D.M. Zenginkuzucu

Şekil 15: Sığınmacıların Çalışma Hakları

Suriyelilerin her işte çalışma hakkı %237,17 olmalıdır

Suriyeliler işlerimizi elimizden alıyorlar %326,25

Suriyelilere Türk vatandaşları ile aynı işte %311,30 aynı ücret verilmelidir

Suriyeli çalışanlara Türk vatandaşları ile %307,47 aynı sosyal güvenlik şartları sağlanmalıdır

1 2 3 4 5

Öte yandan, Esenyurt’taki Suriyeli sığınmacıların çalışma hayatında yaşadıkları en önemli sorunların %70,3’ü için düzenli maaş alamama veya az maaş alma, %25,6’sı için ise uzun çalışma saatleri olduğu görülmüştür (Yılmaz, 2019: 58). 3.4.3. Vatandaşlık Hakkı Türk vatandaşlık mevzuatı ve Geçici Koruma Yönetmeliği halen Suriyelilerin Türkiye’de doğan çocuklarına “vatansız kalma” durumu dışında vatandaşlık hakkı sağlamamaktadır (Zenginkuzucu, 2019: 388-389). Ancak göçmenlerin vatandaşlık almaları toplumla bütünleşmenin tamamlaması için önemli bir göstergedir. Türk Vatandaşlık Kanununun 12/b maddesi gerekli görülen hallerde bir kararname ile vatandaşlık verilebilmesini sağlamaktadır. Esenyurtlu katılımcıların sadece %20’sinin Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de doğan çocuklarına vatandaşlık verilmesinden yana olduğu görülmektedir (Şekil 16). Erdoğan’ın (2014: 41-42) yürütücülüğü yapmış olduğu araştırma da ise sığınmacıların vatandaşlığa alınması %81,7 oranında net bir şekilde reddedilmektedir. Çiftçi’nin (2018: 2249-2250) araştırmasında ise Marmara bölgesinde yaşayanların vatandaşlık verme ve birlikte yaşamaya desteği diğer bölgelerden yüksek çıkmaktaydı.

Şekil 16: Sığınmacı Çocukların Vatandaşlık Hakkı

Evet 20%

Hayır/Fikr im yok 80%

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

17

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

3.5. Sığınmacıların Ekonomik Etkisinin Değerlendirmesi Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye gelmesinin Türk ekonomisine ve katılımcıların kendi ekonomik durumlarına etkisi sorulduğunda tüm katılımcıların, sığınmacıların ekonomik etkisinin olumsuz yönde olduğuna yönelik çok net şekilde cevaplar verdikleri görülmüştür (Şekil 17). Katılımcıların Suriyeli sığınmacıların Türk ekonomisine ciddi şekilde zarar verdiği, Avrupa ülkelerinin sığınmacıların tüm maliyetini Türkiye’ye yıktığı ve vergilerle sığınmacıların maliyetinin karşılandığı düşüncelerine sahip oldukları görülmüştür. Katılımcılar ayrıca Suriyeli sığınmacıların ucuz iş gücü olarak çalıştırılmalarının Türk vatandaşlarını işsiz bıraktığını ve Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye ekonomik, bilimsel, sportif bir katkısının olmadığını düşünmektedirler.

Şekil 17: Sığınmacıların Ekonomiye Etkisinin Değerlendirilmesi

Bu kadar sığınmacıya bakılması Türkiye’nin 3,94 ekonomisine zarar vermektedir Suriyeli sığınmacılar geldiğinden beri kendimi 3,42 daha az güvende hissediyorum Türkiye’de yardıma muhtaç çok sayıda 3,79 vatandaş varken, vergilerimin Suriyeli… Suriyeli sığınmacılar geldiğinden beri ekonomik 3,41 durumum kötüye gitti Suriye vatandaşları ucuza çalıştırılıp Türk 3,93 vatandaşları işsiz bırakılıyor Suriyeli başarılı bilim insanı, sporcu vb. 2,64 sığınmacıların Türkiye'ye katkısı oluyor Avrupa ülkeleri sığınmacıların tüm maliyetini 3,81 Türkiye'ye yıkmaktadır 1 2 3 4 5

Erdoğan’ın (2014: 32) yürüttüğü araştırmada da bu sonuçları destekler nitelikte halkın çoğunluğunun, Suriyeli sığınmacıların işlerini ellerinden aldığını düşündükleri raporlanmıştır. Suriyeli sığınmacıların Türk ekonomisine genel anlamda olumsuz etkisinin olduğunun düşünülmesinin ötesinde katılımcıların önemli oranda doğrudan kendilerine de etkisinin olduğunu düşünmektedirler. Katılımcılar, Suriyeli sığınmacıların gelmesinden beri ekonomik durumunun kötüye gittiğini ve kendini daha az güvende hissettiğini belirtmektedirler. Sığınmacılardan ekonomik nedenlerle endişe duyan kesimlere meslek grupları temelinde bakıldığında en yüksek kaygıyı işçilerin ve kendi işini yapan küçük işletmeci ve esnafların duyduğu gözlemlenmektedir (Şekil 18).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

18

D.M. Zenginkuzucu

Şekil 18: Meslek Gruplarına Göre Ekonomik Kaygı Duyma

Emekli

İşsiz Ev hanımı Serbest Meslek

Sağlık çalışanı Doktor (Tıp) Eğitimci Kendi işi (esnaf) Kamu çalışanı (yerel yönetim dahil) İşçi

0 0,1 0,2 0,3 0,4 0,5 0,6

3.6. Sığınmacıların Geri Dönüşü Suriyeli sığınmacıların savaş sürdüğü sürece yaşamları güvencede olmayacak şekilde geri gönderilmeleri hem uluslararası insan hakları hukukuna hem de Türk mevzuatına uygun değildir ancak 2014 Tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği 11/2. maddesi herhangi bir ön koşul saymaksızın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin ülkelerine gönderilebilmelerini düzenlemektedir (Zenginkuzucu, 2018: 56-58). Esenyurtlu katılımcıların %60’ı, Esenyurt’ta kalan Suriyeli sığınmacıların yarısından fazlasının ülkelerine dönmeyeceklerini ve beraber yaşamaya devam edeceklerini düşünmektedirler. Sığınmacıların kalması beklentisi Esenyurt’ta Türkiye genelinden çok daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Şekil 19). Erdoğan’ın (2014: 43) araştırmasında Suriyeli sığınmacıların yarısından fazlasının kalmasını bekleyenler, sadece %15,7 iken %45,1 hepsinin, %9,4’ü yarısından fazlasının dönmesi beklentisindedir.

Şekil 19: Sığınmacıların Geri Döneceğine İlişkin Beklenti

Hepsi Büyük 8% bir kısmı 13%

Yarısında n az Yarısı 60% 19%

Ancak, Esenyurtluların sığınmacıların kalması yönündeki beklentisi ile Esenyurtlu Suriyeli sığınmacıların geri dönme düşünceleri arasında bir örtüşme olmadığı görülmektedir. Esenyurtlu 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

19

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme sığınmacıların %66 oranında Suriye’deki şartlarda iyileşmeler olursa dönmeyi düşünebilecekleri tespit edilmiştir (Yılmaz, 2019: 66). SONUÇ Kitlesel uluslararası göçler değişik politik, ekonomik, çevresel ve diğer nedenlerle gerçekleşebilir. Uluslararası göç olgusu çok yönlü yapısı ve sonuçlarıyla disiplinler arası bir incelemeye muhtaç bir alandır. Kitlesel uluslararası göç gerek göçmenler gerekse de ev sahibi ülke açısından olanaklar ve gerilimler taşımaktadır. Bu gerilimler politik, ekonomik, kültürel ve benzeri nedenlerle ortaya çıkabilir. Sanayileşmiş ve iş gücü açığı olan bir ülke için göçmenler, ekonomik bir fırsat olabilirken iş gücü fazlası olan görece az sanayileşmiş bir ülke için göçmenler toplumsal gerilim nedeni olabilmektedir. Ancak hiçbir şey böyle bir ülkede dahi göçmenlerin kalkınmada kaldıraç işlevi üstlenmesine engel değildir. Öte yandan, iş gücü açığı olan bir ülkede de göçmenler ile halk arasında kültürel, dinsel ve benzeri gerilimlerin çıkmayacağı veya sürmeyeceği kesin olarak iddia edilemez. Göç alan toplumlarda bu politik, ekonomik, kültürel ve benzeri gerilimlerin aşılması ve toplumun yeni bir evreye geçişi toplumsal bütünleşme sürecinin sağlıklı bir şekilde yürümesi ve gerçekleşmesi ile bağıntılıdır. Toplumsal bütünleşme bir yandan göç eden toplum için toplumsal uyumu gerektirirken öte yandan göç alan ev sahibi toplum için toplumsal kabulü içerir. Toplumsal kabul hoşgörü ve barış içinde bir arada yaşama bilincinin topluma mal edilmesi ile ilgilidir. Bu süreç farklılıklarla karşılaşan toplumun etnik merkezci (ethnocentric) evreden etnik bağıntılı (ethnorelative) bir evreye doğru hareketidir. Değişimin deneyimlenmesi süreci öncelikle inkâr ve savunma ile başlamakta, ardından sorunun minimizasyonu ve kabullenme ile devam etmekte, uyumlaşma ve bütünleşme evreleri ile sonuçlanmaktadır. Suriye’de 2011’de başlayan iç savaş sonucu yaklaşık 5,5 milyon Suriyeli evinden ve yurdundan olarak çevre ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Bu süreçte Suriye ile en uzun sınıra sahip Türkiye bu göçten en büyük payı almıştır. Savaşın vahşeti karşısında sığınmacılara karşı “açık kapı” politikası izleyen Türkiye zamanla sığınmacıları yalnızca sınırlarına güvenli bir şekilde kabul etmekle kalmamış, onların topluma girmesinde de “açık kapı” politikası izlemiştir. Türkiye’nin 1951 BM Mülteciler Sözleşmesine koymuş olduğu coğrafi çekince ve buna koşut olarak 2013 Tarihli Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu gereği Suriye’de savaştan kaçanların Avrupa dışında gerçekleşen olaylardan kaynaklı sığınma talepleri mülteci statüsü kazanmalarına olanak tanımamıştır. Ancak Türkiye 2014 yılında Geçici Koruma Kanunu çıkararak geriye dönük tüm Suriyeli sığınmacıları geçici koruma rejimine almıştır. Bu çerçevede sürekli haklar tanınmasa da Suriyeli sığınmacılara yerleşme, eğitim ve çalışma hakkı gibi temel haklar sağlanmıştır. Bugün Türkiye’de 3,6 milyondan fazla Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların çoğunluğu İstanbul’da bulunmaktadırlar ve İstanbul’da da en kalabalık olarak Esenyurt ilçesinde yaşamaktadırlar. Esenyurt ilçesi İstanbul’un nispeten yeni gelişen ekonomik bir bölgesi olarak İstanbul’un diğer ilçelerine göre demografik farklılıklar barındırmaktadır. Aynı zamanda İstanbul’un hem en kalabalık hem de en fazla iç göç almış ilçesidir. Bu durumun ilçe temelinde çalışma, eğitim, sağlık ve benzeri birçok soruna yol açmaktadır. Bu bakımdan kendi içerisinde demografik özellikleri nedeniyle toplumsal uyum sorunu taşıması olası bu ilçenin çok sayıda sığınmacının yerleşmesi sonucu uluslararası göçe dayalı bir toplumsal kabul ve uyum sorunu da yaşaması beklenebilir bir durumdur. Öte yandan

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

20

D.M. Zenginkuzucu iç göçmen oranı yüksek bir bölgede halkın kendi deneyimlerinden kaynaklı dış göçmene karşı yüksek oranda hoşgörü ve uyum göstermesi de beklenebilir. Esenyurt ilçesinde yaşayan veya Esenyurt’ta çalışma ve eğitim gibi nedenlerle bulunan 340 kişi ile yapılan anket çalışması ve yüz yüze görüşmeler çerçevesinde yürütülen bu araştırma Esenyurt’ta Suriyeli sığınmacıların toplumsal kabulü ve Türkiye’nin sığınmacı politikası üzerine bir takım sonuçlara varılmasına yardımcı olmaktadır. Bu sonuçların bir kısmı daha önce Türkiye genelinde yapılmış diğer araştırmalar ile uyum gösterirken bazı sonuçlar ise ilçenin demografik yapısının yansıması olarak diğerlerinden farklılıklar göstermektedir. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu, Suriyeli sığınmacıları “göçmen/sığınmacı/mülteci” ya da “zulümden kaçan kişiler” olarak tanımlamıştır. Katılımcıların yaklaşık yarısının Suriyeli sığınmacı bir komşusu ve tanıdığının olduğu görülmektedir. Sığınmacılar ile temas toplumsal kabul ve bütünleşme sürecinin önemli bir aşamasını oluşturması bakımından bu sonuç olumludur. Öte yandan katılımcıların yalnızca %20’si bu teması bir “dostluk” olarak tanımlamaktadır. Katılımcıların %39’unun ise Suriyeli sığınmacılar ile hiç teması olmadığı tespit edilmiştir. Türkiye’de halkın Suriyeliler ile değişik açılardan dinsel, etnik, kültürel yakınlık sahibi olacağı düşünülebilir ve bunun toplumsal kabulü kolaylaştıran bir unsur olması beklenebilirdi. Ancak araştırma bulguları kültürel yakınlık, dinsel birlik ve tarihsel bağların halkın Suriyeli sığınmacıları kabulünü kolaylaştıracağı düşüncesini doğrulamamıştır. Araştırmaya katılanlar ağırlıklı olarak Suriye iç savaşı sonrası sığınmacıların ülkeye kabulünü dinine, diline, etnik kökenine bakılmaksızın insanlık görevi olarak kabul ettiklerini söylemektedirler. Ancak katılımcılar ağırlıkla Türkiye’nin sığınmacı politikasını desteklememektedirler. Hatta katılımcılar yeni bir insani kriz durumunda sığınmacıların sınırda güvenli bölgelerde ve kamplarda tutularak yardım edilmesi, ülkeye ve toplumsal hayata dâhil edilmemeleri taraftarıdırlar. Katılımcılar genel olarak sığınmacı çocuklarının eğitim hakkını tanırlarken genel eğilim, çocuklara Türkçe öğretilmesi, Türkçe temel eğitim verilmesi yönündedir ve sığınmacı çocuklarının kendi ana dillerinde temel eğitim alma hakkına olumsuz yaklaşılmaktadır. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de yükseköğrenim görmelerine ise yüksek oranda destek çıkmıştır. Esenyurtlu katılımcıların ağırlıklı olarak Suriyeli sığınmacıların kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünmekte oldukları ve sığınmacıları bu anlamda bir tehdit olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Esenyurt’ta Suriyelilerin her işte çalışma hakkı olmalıdır düşüncesine destek düşük çıkmaktadır. Katılımcıların Suriyeli sığınmacıların Türk ekonomisine ciddi şekilde zarar verdiği, Avrupa ülkelerinin sığınmacıların tüm maliyetini Türkiye’ye yıktığı ve vergilerle sığınmacıların maliyetinin karşılandığı düşüncelerine sahip oldukları görülmüştür. Katılımcılar ayrıca Suriyeli sığınmacıların ucuz iş gücü olarak çalıştırılmalarının Türk vatandaşlarını işsiz bıraktığını düşünmektedirler. Sığınmacılardan ekonomik nedenlerle endişe duyan kesimlere meslek grupları temelinde bakıldığında en yüksek kaygıyı, işçilerin ve kendi işini yapan küçük işletmeci ve esnafın duyduğu gözlemlenmektedir. Bu sonuçlar, sığınmacıların varlığından duyulan kaygının iş ve gelir kaybı nedeniyle olduğunu göstermektedir ve bu durum iki taraf arasında kabul ve bütünleşmenin önündeki en güçlü engel olarak gözlemlenmiştir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

21

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

Katılımcıların çoğunluğunun Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de doğan çocuklarına vatandaşlık verilmesinden yana olmadıkları görülmüştür. Araştırmanın ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümündeki sorulara desteğin düşük olması sonucu araştırma hipotezinin kabul edilmediği varsayılabilir. Bu çerçevede Esenyurt ilçesinde Suriyeli sığınmacılar ile toplumsal farklılıklar ve değişikliklerin özümsenmiş olduğu ve bütünleşmenin tamamlandığı sonucuna varılamaz. Esenyurtlu katılımcıların büyük kısmı, Esenyurt’ta kalan Suriyeli sığınmacıların yarısından fazlasının ülkelerine dönmeyecekleri ve beraber yaşamaya devam edeceklerini düşünmektedirler. Bu algı uzun vadede kabullenmenin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak toplumsal kabulün önündeki en önemli gerilim noktasının Esenyurtluların iş ve ekonomik kaygıları olduğu görülebilmektedir. İş gücü fazlası ve istihdam sorunu olan bir ülkede bu sonucun çıkması beklenebilirdi. Türkiye’nin sığınmacı politikasının eleştirilmesi ve bundan sonraki insani krizlerde aynı politikanın uygulanmaması gerektiği görüşü de bu kaygı ile bağlantılı değerlendirilebilir. Çalışma olanakları ve istihdam sorunu çözülemediği ölçüde toplumsal bütünleşmenin gerçekleşmesini beklemek çok da olanaklı görünmemektedir. Ancak olumlu olan, bu engel kaldırıldığında kabulün önündeki politik, kültürel, dinsel, etnik gerilimlerin Esenyurt’ta yüksek olarak gözlemlenmemiş olmasıdır. Bu çerçevede hem toplumsal bütünleşmenin sağlanması hem de göçün Türkiye üzerindeki maliyetinin azaltılarak bir fırsata çevrilebilmesi için istihdama yönelik politikalara öncelik verilmesi gerekmektedir ve sığınmacıların Türk ekonomisi için bir kaldıraç işlevi görmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla genç sığınmacı nüfusun eğitimine önem verilmeli, çalışma ve sosyal güvenlik hakları güvence altına alınmalıdır. Sığınmacıların kayıt dışı ve ucuz çalıştırılmaları engellenerek halkın geri kalan kısmı için bir tehdit olarak algılanmalarının önüne geçilmelidir. Bu şekilde Türk ekonomisinin ihtiyaç duyacağı genç ve üretken nüfusa sığınmacıların katkısının yüksek olması beklenebilir. KAYNAKLAR

Akçiçek, A. (2015). Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal ve Ekonomik Uyumu. Liberal Düşünce Dergisi (80), 51-61.

Akıncı, B., Nergiz, A. ve Gedik, E. (2015). Uyum Süreci Üzerine Bir Değerlendirme: Göç ve Toplumsal Kabul. Göç Araştırmaları Dergisi, 1(2), 58-83. Aktaş, E. ve Gülçür, İ. (2017). Suriyelilere Yönelik Toplumsal Kabulü ve Uyumu Etkileyen Sosyo- Ekonomik Faktörler: Mersin İli Mezitli İlçesi Örneği. Toplum ve Demokrasi, 11(23), 235-248. Ambrosini, M., Cinalli, M. ve Jacobson, D. (2020). The Politics of Borders and the Borders of Politics: A Conceptual Framework. M. Ambrosini, M. Cinalli ve D. Jacobson (Der), Migration, Diasporas and Citizenship: Between Policy and Public Spheres (ss. 1-26). Cham: Palgrave.

Ateş, H. ve Bektaş, M. (2016). Suriyelilerin Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Entegrasyonu. Y. Deniz ve F. Bilgin (Derç), Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu (26-27 Ekim 2016) Bildirileri içinde (ss. 17-43). Bursa: TESAM. Ayhan, F., (2019). Esenyurt İlçesinde Nüfusun Gelişimi ve Bu Gelişimde Rol Oynayan Etmenler, Kent Akademisi, 12 (37), 67-81.

Baltacı, A. (2018). Nitel Araştırmalarda Örnekleme Yöntemleri ve Örnek Hacmi Sorunsalı Üzerine Kavramsal Bir İnceleme. BEÜ SBE Derg.,7(1), 231-274

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

22

D.M. Zenginkuzucu

Bennett, M. (1986). A developmental approach to training for intercultural sensitivity. International Journal of Intercultural Relations, 10(2), 179-195. BMMYK. (2019). Global Report 2019. https://reporting.unhcr.org/sites/default/files/ gr2019/pdf/GR2019_English_Full_lowres.pdf#_ga=2.44703840.518956919.1595155529- 1449315026.1595155529&_gac=1.93762671.1595159075.Cj0KCQjw3s_ 4BRDPARIsAJsyoLNKFV3KZBK_4x6OYif7g70xVYeLxNVKNtAVdrTvjQgGC66yE71Xr-4a (Erişim Tarihi: 19.07.2020). BMMYK. (2020). Operational Portal Refugee Situations. https://data2.unhcr.org/en/ situations/syria (Erişim Tarihi: 19.07.2020). Çiftçi, H. (2018). Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Tutum, Algı ve Empatik Eğilimlerinin Analizi. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 7(3), 2232- 2256.

Dışişleri Bakanlığı. (2016). Türkiye’nin Bazı Suriyelileri Zorla Ülkelerine Geri Gönderdiği İddiaları Hk. Güncel Açıklamalar No. 83, 3 Nisan 2016. Ankara. http://www.mfa.gov.tr/no_-83_-3- nisan-2016_-turkiye_nin-bazi-suriyelileri-zorla-ulkelerine-geri-gonderdigi-iddialari- hk_.tr.mfa (Erişim Tarihi: 19.07.2020). Erdoğan, M. (Ed.) (2014). Türkiye'deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi. http://www.hugo.hacettepe.edu.tr/HUGO- RAPORTurkiyedeki Suriyeliler.pdf (Erişim Tarihi: 03.07.2020). GİGM. (2018). İstanbul'da Yaşayan Suriyeli Göçmenlerin İlçelere Göre Dağılımı. Ankara. GİGM. (2020). Geçici Koruma. T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638 (Erişim Tarihi: 31.07.2020). Hamberger, A. (2009). Immigrant Integration: Acculturation and Social Integration. Journal of Identity and Migration Studies, 3(2), 2-21. Koser, K. (2017). International Migration: A Very Short Introduction. Oxford: OUP.

Kurt, H. (2006). Göç Eğilimleri ve Olası Etkileri. Yönetim Bilimleri Dergisi, 4(1), 148-178. Linhard, T. ve Parsons, T. (2019). Mapping Migration, Identity, and Space. Cham: Palgrave. Moore, W. ve Shellman: (2006). Refugee or Internally Displaced Person?: To Where Should One Flee? Comparative Political Studies, 39(5), 599–622. doi:10.1177/0010414005276457 Novy, A., Swiatek, D. ve Moulaert, F. (2012). Social Cohesion: A Conceptual and Political Elucidation. Urban Studies, 49(9), 1873-1889. doi:10.1177/0042098012444878

Özdamar, K. (2003). Modern Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Eskişehir: Kaan Kitabevi. Sayın, H. (2019). Uluslararası Göç ve Uluslararası Güvenlik. Ankara: Berikan Yayıncılık. Sayın, H. (2020). Başkasına Ait Olmaya Yazgılı Öznelerin Gezindiği Karanlık Arka Sokaklarda Büyübozumu. Çalışma ve Toplum(64), 169-194. TÜİK. (2019). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları. Ankara. https://biruni.tuik.gov.tr/ medas/?kn=95&locale=tr (Erişim Tarihi: 19.07.2020). 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

23

Sığınmacılar ve Toplumsal Kabul: Esenyurt İlçesi Üzerine Bir İnceleme

Tuncel, G. ve Ekici: (2019). Göçün Siyasal Etkisi: Suriyeli Göçmenlerin Türkiye Siyasetine Etkisi. Birey ve Toplum, 9(2), 49-72. World Bank. (2020). World Development Indicators. World Bank. https://databank.worldbank.org/ source/world-development-indicators/preview/on (Erişim Tarihi: 19.07.2020). Yıldırımalp, S., İslamoğlu, E. ve İyem, C. (2017). Suriyeli Sığınmacıların Toplumsal Kabul ve Uyum Sürecine İlişkin Bir Araştırma. Bilgi(35), 107-126. Yılmaz: (Ed.). (2019). İstanbul Esenyurt İlçesi Suriyeli Sığınmacıların Sosyal ve Ekonomik Durumları Araştırma Projesi. İstanbul: İstanbul Esenyurt Üniversitesi. Zenginkuzucu, D. (2018). Türkiye'de Geçici Koruma Rejiminin Uluslararası Ölçütler Çerçevesinde Bir Değerlendirmesi. TİHEK Akademi, 1(2), 37-62. Zenginkuzucu, D. (2019). Türkiye’de Geçici Koruma Rejiminin Sona Ermesi ve Uluslararası Koruma Standartları. A. N. Tütüncü ve Ç. S. Civelek (Der.), Uluslararası Hukukta Güncel Sorunlar Kongresi, 21-22 Şubat 2019, MEF Üniversitesi Bildirileri içinde (ss. 375-392). İstanbul: Oniki Levha Yayınları.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

24

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

İŞLETMELERDE MUHASEBE BİLGİ SİSTEMLERİNİN DENETİMİ AUDIT OF ACCOUNTING INFORMATION SYSTEMS IN BUSINESSES

Ömer Faruk AKBAŞ Doktora Adayı, İstanbul Medipol Üniversitesi SBE, Yönetim ve Strateji [email protected]

ÖZ Muhasebe, etkin bir işletme yönetimi için bilgi verici nitelik taşıdığından, işletmelerin dışarıya açılan yüzü olarak ifade edilmektedir. Değişimin hızla yaşandığı günümüzde çevresel koşullar giderek daha karmaşıklaşmakta ve belirsizleşmektedir. Bu nedenle de işletmeler faaliyetlerini sürdürebilmek ve rakiplerine göre üstünlük sağlayabilmek için geleceği şekillendirmek zorundadırlar. İşletmelerin faaliyetlerini yerine getirilmeleri, sorunlarının çözülmesi ve çeşitli olanakların değerlendirilmesi için işletmelerde yönetim bilgi sistemleri çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. Bilgi sistemlerinin işletmelerde çeşitli fonksiyonel alanlara uygulanması sonucu ortaya çıkan muhasebe bilgi sistemleri, işletmelerde uzun süreli olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Muhasebe bilgi sistemleri, işletme yöneticilerinin ve karar alıcıların etkin karar vermelerine yardımcı olmaktadır. İşletmelerde muhasebe bilgi sistemi denetiminde, işletmelerin bilgisayar temelli bilgi sistemleri ile ilişkili genel kontrolleri ve uygulama kontrolleri gözden geçirilmektedir. Denetçi bilgi sistemlerinin iç kontrol ilke ve yöntemleri ile uyumunu ve bu uyumun etkinliğini değerlendimektedir. Bu kapsamdan yola çıkılarak araştırmanın amacı, işletmelerde muhasebe bilgi denetimini ilgili literatür taramasıyla adeta röntgeni çekilerek incelenmesidir. Anahtar kelimeler: Bilgi sistemleri, Muhasebe bilgi sistemi, Denetim süreci ABSTRACT Since accounting has an informative feature for an effective business management, it is expressed as the ‘showcase’ of businesses. Environmental conditions are becoming more complex and uncertain in today's rapidly changing environment. For this reason, businesses have to shape the future in order to maintain their activities and to gain superiority over their competitors. Management Information Systems in enterprises are used in various ways in order to fulfill business activities, solve problems and evaluate various opportunities. Accounting information systems, which emerged as a result of the application of Information Systems in various functional areas in enterprises, are widely used in enterprises for a long time. Accounting information systems help business executives and decision- makers make effective decisions. In the audit of accounting information system in enterprises, general and application controls related to computer-based information systems are reviewed. The auditor of the information system assesses the effectiveness of internal control and compliance with the principles and methods of compliance. The purpose of this study is to examine accounting information in enterprises by scanning the relevant literature. Keywords: Information systems, Accounting information system, Audit process.

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 30.09.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 19.10.2020

Araştırma Makalesi/Research Paper

Akbaş, Ö.F. (2021). İşletmelerde Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi, ieSBAD, 1 (1), 25-36.

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi

GİRİŞ

Günümüzde işletmeler her geçen gün basit yapılarından sıyrılarak daha karmaşık bir şekil almaktadırlar. İşletmelerde yaşanan değişimde teknoloji kilit rol oynamaktadır. Temel amacı faaliyetlerini sürdürmek, kazanç elde etmek ve paydaşlarının refahını maksimize etmek olan işletmelerin ilişkili olduğu taraflar işletme faaliyetleri konusunda bilgi sahibi olma eğilimdedir. İşletmelerin yapmış oldukları tüm faaliyetler ve işlemler ilgili taraflara bilgi sağlamak için kayıt altında tutulmakta ve finansal tablolar oluşturulmaktadır. Yapılan kayıt, işletmelerin hem kendi çalışmalarını gözlemlemesi hem de finansal tablo kullanıcılarının (yatırımcılar, yöneticiler, kredi veren kurum ve kuruluşlar vb.) faydalanması için bir gerekliliktir. Standart ve düzenlemeler aracılığıyla muhasebe kayıtlarında sabit bir çerçeve oluşturulmakla birlikte bu standart ve düzenlemeler yolsuzlukları engellemekte yetersiz kalmaktadır. Enerji, telekomünikasyon, elektronik, teknoloji gibi alanlarda dünyada artan muhasebe skandalları gündeme gelmektedir. Enron, Parmalat, Worldcom, Xerox Vakaları bunlardan sadece birkaçıdır. Ortaya çıkan yolsuzluklar kayıtlarla oynayarak işletmeleri mevcut durumundan farklı göstermeye ve yatırımcıları yanıltmaya yönelik olmaktadır. Yolsuzlukları önlemek veya ortaya çıkarmak amacıyla işletmelerde denetimin önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Teknoloji ile birlikte işletmeleri baştan sona farklılaştıran bir diğer faktör bilgidir. Bilgi işletmelerde önemli bir varlık konumundadır ve parasal şekilde tam olarak ölçülmemekle birlikte yüksek bir değere sahiptir. Teknoloji ve bilgi, işletme faaliyetlerini ve faaliyetlerin kaydedilme yöntemlerini değiştirmekte ve işletmeler elektronik bilgi sistemlerini bütün fonksiyonlarında yoğun olarak kullanmaktadırlar. Bir bilgi sistemi olarak muhasebe ve muhasebe denetimi de yaşanan değişim doğrultusunda elektronikleşmektedir. Önceleri manüel olarak yapılan muhasebe kayıtları bilgi sistemlerine entegre olunmasıyla elektronik olarak yapılmakta ve bu entegrasyon kayıtların denetlenmesinde kullanılan yöntemleri de etkilemektedir. Denetimin amacı aynı kalmakla birlikte denetim planlamasından raporlama aşamasına kadar denetim yöntemi farklılaşmaktadır. Yaşanan farklılaşma bağımsız denetim içerisinde muhasebe bilgi sistemi denetimi kavramını ortaya çıkarmaktadır. Muhasebe bilgi sistemi denetimi, kayıtlarda girdi ve çıktı uyumuna ek olarak muhasebe bilgisinin nasıl işlendiği ile ilgilenmektedir. Muhasebe sonuçları ile birlikte ilgili sonuçlara nasıl ulaşıldığı da muhasebe bilgi sistemi denetiminin konusunu oluşturmaktadır. Bağımsız denetim çalışmasının etkili sonuç ortaya koyması için, bilgi sistemleri denetimi çalışması ile uyum içerisinde yürütülmesi gerekir. Denetim ile ilgili standartlar ve düzenlemeler aracılığıyla bu uyum zorunlu hale getirilmelidir ve ayrıntılı bir çerçeve hazırlanmalıdır. Bilgi sistemleri, işletmelerde iç kontrolün bir parçası haline geldiği için bağımsız denetimin bir parçası olarak değerlendirilmeli ve denetlenmelidir.

1. MUHASEBE BİLGİ SİSTEMLERİ Yönetimin ihtiyaç duyacağı bilgiyi özet tablolar halinde sunan bilgi sistemi sınıfı olarak faaliyet gösteren yönetim bilgi sistemi işletmeler için oldukça önemli bir konumdadır. Bilgi ihtiyacı, birimlere bağlı olarak farklılaşır ve yönetim bilgi sistemi pazarlama, üretim, finans, muhasebe gibi alt dallara ayrılır. Yönetim bilgi sisteminin bir alt dalı olan ve muhasebe biriminin bilgi Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

26

Ö.F.Akbaş ihtiyacını karşılayan, yönetimin muhasebe ile ilgili sorunlarına cevap veren sistem muhasebe bilgi sistemidir (Çiftçi, 2003: 141). İşletmelerin yapısı karmaşıklaştıkça, muhasebe fonksiyonunun önemi ve işletmeye sağladığı katkı da bu karmaşıklıkla doğru orantılı olarak artmakta ve muhasebe örgütsel ve toplumsal açıdan önem kazanmaktadır. Muhasebe yalnızca rutin hesaplamalardan oluşan bir yapı olmak yerine, yönetim için etkili ve kapsamlı bir mekanizma olarak da faaliyet göstermektedir (Büyükmirza, 2011: 27). Bazı temel kavramlar muhasebeyi diğer nicel analizlerden farklı bir konuma getirmektedir ve muhasebenin temel karakteristiği olan bazı esas fikirler daha açıklayıcı olduğu için muhasebe işletmelerde ağırlık merkezi konumunda bulunmaktadır. Muhasebe işlevsel iddiaların çekirdeğini oluşturan bir mekanizma olarak faaliyet göstermektedir. Muhasebe, karar alımlarında konuyla ilgili bilgi karşılığı, kaynakların rasyonel dağılım başarısı, kurumsal yönetim ve hesap verebilirliğin sürdürülmesi ile ilişkilidir ve bu gibi fonksiyonel nitelikler muhasebe çalışmasının temelini oluşturmaktadır (Güredin, 2000: 9-10). Bir ölçme, değerlendirme ve iletişim aracı niteliği taşıyan muhasebe, finansal sonuç doğuran olay ve işlemlere ait verileri parasal tutarlar ve diğer sayısal veriler halinde toplayan, gereksinim ve amaca bağlı olarak verileri kayıt, sınıflandırma ve analiz yoluyla işleyen, elde ettiği sonuçları ise özetleyici raporlar halinde ilgililere sunan sistematik bir bilgi sağlama düzenidir. Muhasebe, bir örgütün kaynaklarının oluşumunu, bu kaynakların kullanılma biçimini, örgütün işlemleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen artış veya azalışları ve örgütün finansal açıdan durumunu açıklayan bilgileri üretir ve bunları ilgili kişi ve kurumlara iletir. İşletmelerde muhasebe birimi işletmenin diğer birimleri ile etkileşimli şekilde çalışır (Sevilengül, 2011: 3). Günümüz işletmelerinde bilgi, işletme fonksiyonlarının ayrılmaz bir parçası olmakla birlikte tek başına bir anlam ifade etmez. Aktarılamayan ve paylaşılamayan bilgi neredeyse faydasızdır. İşletmelerde kullanılan bilginin bir anlam ifade etmesi için işletme çapında paylaşılması gerekir (Laudon ve Laudon, 2011: 417). İşletmenin temel yapı taşlarından olan muhasebe bilgisinin de kendisinden beklenen faydayı sağlaması ancak paylaşılması ile mümkün olur. Muhasebe bilgisinin dağıtım görevini üstlenen mekanizma ise muhasebe bilgi sistemidir. Muhasebe bilgi sistemleri tarafından üretilen finansal bilginin taşıması gereken özellikler; anlaşılırlık, karşılaştırılabilirlik, uygunluk ve güvenilirliktir. Finansal tablolarda açıklanan bilginin temel özelliği ise anlaşılabilir olmasıdır. İşletme ve bölümlerinde, benzer muhasebe dönemlerinde, benzer işlemlerin finansal etkileri, diğer işletmelerle tutarlı olacak şekilde sürekli olarak ölçülmeli ve sunulmalıdır. Bilgi, kullanıcılar tarafından işletme olaylarının değerlendirilmesine ve önceki değerlendirmelerin doğrulanmasına katkıda bulunur ve ekonomik kararları etkilediği ölçüde uygun kabul edilir (Knezevic ve diğerleri, 2012: 64). Muhasebe bilgi sistemleri ilk bilgisayar temelli sistemler olarak ortaya çıktıkları zaman, elektronik veri işleme sistemleri (data processing systems) olarak adlandırılmakta idi. Günümüzde ise muhasebe bilgi sistemleri için hareket işleme sistemleri (transaction processing systems) terimi de kullanılmaktadır (McLeod ve Shell, 2007: 9). Muhasebe bilgi sistemleri herhangi bir bilgi sisteminin yapısal olarak tüm özelliklerini içermektedir. Bilgi sistemi verileri toplayan, belirli bir süreç içerisinde işleyen ve kullanıcısına yararlı çıktılar üreten bir yapı olarak

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

27

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi faaliyet göstermektedir. Muhasebe bilgi sistemleri de girdi olarak verileri kullanmakta, süreç içerisinde çalıştırmakta ve rapor çıktıları üretmektedir. Sistemi diğerlerinden ayıran özellik, veri olarak muhasebe verilerini kullanması, çalıştırması ve neticede muhasebe temelli raporlar üretmesidir. Muhasebe bilgi sistemi amaç, aşama, görev, kullanıcı ve kaynak dâhil olmak üzere bir bilgi sisteminin tüm karakteristiklerini içerse de diğer bilgi sistemlerinden farklı bir yapıdadır. Muhasebe fonksiyonu, işletmeyi ilgilendiren olayların işletme üzerindeki ekonomik etkisi ile ilişkilidir. Muhasebe bilgi sistemi yalnızca dışsal işlemlerden ya da içsel faaliyetlerden ileri gelen ekonomik verileri kabul eder. Bu verilerin çoğu finansal terimlerle ifade edilir. Finansal içerikli olmayan veriler de mümkün ise finansal hâle dönüştürülür (Wilkinson, 1986: 14). Muhasebe bilgi sisteminin çıktıları ise belge, rapor, finansal tablo ve diğer bilgi çıktılarıdır. Sistem çıktıları da tıpkı sistem girdilerinde olduğu gibi yalnızca finansal terimlerle, bu mümkün değil ise öncelikli olarak finansal terimlerle ifade edilir. Finansal açıdan konumlandırılmış çıktılar, kullanıcısına miktar bilgisi (scorekeeping-ne kadar kazanç sağlandı, kime ne kadar borç verildi), dikkat yöneltme bilgisi (attention direction-bütçelenen tutardan ne kadar sapma oldu) ve karar alma bilgisi (decision making-yeni bir ürünü piyasaya sürerken fayda-maliyet analizi) sağlar (Wilkinson, 1986: 14).

İşletme yönetimi, işletme faaliyetleri gerçekleşirken çok sayıda alternatif arasında seçim yapmak durumunda kalır ve karar aşamasında bilgiye ihtiyaç duyar. Muhasebe bilgi sistemi yönetimin ihtiyaç duyduğu bilgiyi sunduğu ölçüde fayda sağlar. Muhasebe bilgi sistemi, bilgi kullanıcılarının doğru ve etkili kararlar almalarına katkı sunacak olan verilerin toplanmasından işlenmesinden ve iletilmesinden oluşan süreci ifade eder (Tekşen ve Kalkan, 2012: 129). Muhasebe bilgi sistemi, bir işlemenin muhasebe bilgileri için bir tür dağıtım sistemi olarak faaliyet gösterir. Sistemde öngörülen unsurlar, aşağıda ele alınmıştır (Gökdeniz, 2005: 87):

• İşletmede yasal raporlama düzeninin gereksinimi olan bilgileri edinmek, • Güvenilir muhasebe bilgilerini gereksinimi olanlara temin etmek, • İşletmeleri olası risklerden, muhasebe bilgilerini ise işletme içindeki ya da işletme dışındaki kötüye kullanımlardan korumaktır. Etkili bir muhasebe bilgi sistemine sahip olan işletmeler sağladıkları finansal bilgi güvencesi ve bilgi zamanlılığına bağlı olarak rekabetçi bir avantaj elde ederler ve işletmeler açısından uzun dönemde muhasebe bilgisinin değeri ortaya çıkar. Muhasebe bilgi sistemi bir işletmenin önemli bilgi kaynağı konumundadır. Muhasebe bilgi sisteminin etkililiği, yüksek performansa ulaşmak ve en iyi kararı almak için bilgiyi kullanmak amacıyla işletmenin köklü değerleri ve inançları üzerinden muhasebe sürecinin nasıl yönetileceğine ilişkin işletme felsefesini yansıtır. Muhasebe bilgi sisteminin etkililiğini belirleyen temel faktör muhasebe uygulamalarının kalitesidir. Muhasebe uygulamaları; ekonomik işlem ve olayları kaydetmek, sınıflandırmak, özetlemek ve onları kullanıcılar için muhasebe raporları biçiminde yorumlamak anlamına gelir. Sistem kalitesi ise kullanıcılara hatasız bilgi sağlayan ve muhasebecilere, çalışmalarını geliştirme fırsatı sunan muhasebe bilgi sistemine işaret eder (Sumritsakun, 2012, 112-114).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

28

Ö.F.Akbaş

2. MUHASEBE BİLGİ SİSTEMİ ÇALIŞMA SÜRECİ Muhasebe bilgi sistemi, genel muhasebe veya finansal muhasebe ve maliyet muhasebesi gibi geleneksel muhasebeleri de içeren geniş bir kavramdır. Temel işletme bilgi sistemlerinin en önemlisi ve en eskisidir. Muhasebe bilgi sistemi işletmeler tarafından bugüne kadar en iyi geliştirilen ve uygulanan bilgi sistemidir. Muhasebe bilgi sistemi, bilgi kullanıcılarının gereksinim duydukları bilgileri üretmek amacıyla şu işlemleri yürütmelidir (Sürmeli, 1996: 43; Şahin, 2008: 33):

• Mali nitelikli işlemler ve bunlar ile ilgili diğer verileri toplamak ve bunları muhasebe bilgi sistemine girdi olarak dâhil etmek,

• Verileri işlemek,

• Verileri ileride kullanmak amacıyla biriktirmek (depolamak),

• Bilgi kullanıcılarının gereksinimleri çerçevesinde belirlenmiş rapor ve bilgileri oluşturmak,

• Biriktirilmiş veri veya bilgileri sorgulamak (kullanmak) suretiyle gereksinimlere göre çeşitli raporlar, tablolar hazırlamak,

• Bilgileri doğru ve güvenilir olarak üretebilmek amacıyla verilerin toplanmasından başlayan ve raporların hazırlanmasına kadar devam eden süreçlerin bütününü kontrol etmektir.

Yaygın olan görüşe göre yönetim bilgi sisteminin bir alt dalı olan muhasebe bilgi sistemi kendi içerisinde hareket işleme sistemi, finansal raporlama sistemi ve yönetim raporlama sistemi olmak üzere üç alt sisteme ayrılır. Hareket işleme sistemi; çeşitli raporlar, belgeler ve tüm örgüt boyunca kullanıcılar için sağlanan bildiriler aracılığıyla günlük işletme faaliyetlerini desteklerken finansal raporlama sistemi; gelir tablosu, bilanço, nakit akım tablosu, vergi beyanları ve yasalarca istenen diğer raporlar gibi geleneksel finansal tablolar üretir. Yönetim raporlama sistemi ise işletme yönetimine, özel amaçlı raporları ve bütçe, değişim, sorumluluk raporları aracılığıyla karar alımlarında ihtiyaç duyulan bilgiyi sağlar (Hall, 2011: 9).

Muhasebe bilgisi üç temel fonksiyonla ilişkilidir. Bu fonksiyonlar; yatırım ve kredi kararları için hissedarlar, kredi verenler, düzenleyici organlar gibi ilgili taraflara bilgi sağlamak, ürün ve hizmet maliyetlerini tahmin etmek ve planlama, kontrol, karar alma ve performans değerlemeden sorumlu olan işletme yöneticilerine bilgi sağlamaktır. Kullanıcıların bilgi ihtiyacını karşılamak finansal muhasebenin konusunu oluştururken işletme yönetiminin bilgi ihtiyacının karşılanması yönetim muhasebesinin görevidir. Finansal muhasebe ile yönetim muhasebesinin kesişim kümesi ise ürün ve hizmet maliyetlerini tahmin etme fonksiyonunu yerine getiren maliyet muhasebesidir. Muhasebe sistemlerinin amacı farklı olmakla birlikte tüm muhasebe bilgileri temel veri sistemlerine güvenme eğilimindedirler (Barfield ve diğerleri, 2001: 6). Muhasebe bilgi sistemi, finansal muhasebe, maliyet muhasebesi ve yönetim muhasebesi

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

29

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi fonksiyonlarını kapsar ve bu fonksiyonlar işletmede stratejik kaynak yönetimini destekleyecek bilgiyi sağlar (Barfield ve diğerleri, 2001: 30).

Dünya’da işletme-muhasebe alanında eğitim veren kurumları akredite eden uluslararası isim yapmış kurumlar bulunmaktadır. Vurgulanan uluslararası isim yapmış kurumların merkezleri farklı konumlarda bulunmaktadır (Brink ve Smith, 2012:4).

3. MUHASEBE BİLGİ SİSTEMLERİ DENETİMİ Muhasebe sistemlerinde yaşanan gelişmeler çok eski tarihlere dayanmaktadır. Antik Yunan, Çin ve Roma’da muhasebe sistemlerinin kullanıldığına dair pek çok kanıt bulunmaktadır. Ticari faaliyetlerin karmaşıklaşması daha büyük organizasyon şeklinin oluşmasına yol açmaktadır. Tekniklerde yaşanan gelişmeler ile birlikte veri işleme yöntemlerinde yaşanan değişimler doğrultusunda muhasebede de değişimler yaşanmaktadır. Önceleri manuel olarak yapılan veri işleme artık bilgisayarlı şekilde yapılmaktadır. Modern işletme koşullarında muhasebe bilgi sistemleri, bilgisayar teknolojisini kullanan ve veri toplama, veri işleme, veri tabanı yönetimi ve bilgi oluşumunu da içine alan bilgisayar temelli bilgi sistemlerinin bir parçası olarak faaliyet göstermektedir (Knezevic ve diğerleri, 2012: 64). Bilgisayar tabanında uygulanan muhasebe sistemleri, hızlı, kesin ve çok güvenilir olması nedeniyle işletmelerce tercih edilmektedir. İşletmelerde geniş bir alana yayılı olan verilerin yüklenip saklanabilmesi, bilgisayar teknolojisi ile mümkün olmaktadır. Bilgisayar kullanımı ayrıca belli tipteki bilgilerin, yüklenip, işlenip, iletilmesine ve uygulanmasına da olanak sağlamaktadır. Örneğin, çok büyük veri tabanlarının yönetimi, yüklenmesi ve yer değiştirmesi, işlemlere geri dönüşün hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, bilginin zamanında çok büyük alanlara ulaştırılması işletmelere hız kazandırmaktadır. Bilgisayarın çok sayıda faydasının yanında söz konusu teknolojinin muhasebe sistem ve organizasyonunda kullanımı işletmelere yüksek maliyet yükü de getirmektedir (Gökdeniz, 2005: 88-89). İşletmelerde sistemlerin etkinlik ve etkiliklerinin garanti altına alınması ise denetim fonksiyonu ile sağlanmaktadır. Sistemlerin, beklenen faydayı sağlaması için güncellenmesi yetmemekte, denetlenmesi de gerekmektedir. Denetim fonksiyonu iç denetim ve dış denetim olarak ikiye ayrılmaktadır. İç denetim, finansal tabloların işletme içindeki personel tarafından denetlenmesidir. Dış denetim ise bağımsız bir denetim firmasına bağlı denetçi ya da denetçi takımı tarafından gerçekleştirilmektedir. Her iki denetim türünde de tarafsızlık esas iken işlemsel hedefler açısından bu iki denetim türünde farklılıklar bulunmaktadır. İç denetimde, çalışanların, işletme politika ve yöntemlerine bağlılıkları esas iken dış denetimin temel fonksiyonu finansal tabloların âdil şekilde hazırlanıp hazırlanmadığı hakkında bir görüş ortaya koymaya dayanmaktadır (Moscove, 1990: 414).

Bu iki denetim türü aralarındaki farklılıklara rağmen muhasebe bilgi sistemi kapsamında birbirlerinin tamamlayıcısı durumunda faaliyet göstermektedirler. İç denetim, finansal tabloların doğruluğunu denetlemekte ve iç denetim ile denetlenen finansal tablolar da dış denetimin konusunu oluşturmaktadır. Muhasebe bilgi sistemi denetimi faaliyeti hem iç denetimin hem de dış denetimin ilgi alanına girmektedir (Moscove, 1990: 414). Bilgi sistemlerinin uygun şekilde çalışıp çalışmadığı, iç denetim çalışanlarınca tespit edilmekte ve gerekli tedbirler alınmaktadır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

30

Ö.F.Akbaş

Bağımsız denetçi ise bilgi sistemlerini denetiminde iç kontrollerin etkinlik, yeterlilik ve uyumunu değerlendirmektedir. Bilgi sistemleri denetimi bir kuruluşun sahip olduğu bilgi sistemlerine ait işlem ve uygulamaların, önceden saptanmış ölçütlere uygunluk derecesini araştırmak ve sonuçlarını bilgi kullanıcılarına bildirmek amacıyla tarafsızca kanıt toplayan ve bu kanıtları değerleyen sistematik bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bilgi sistemleri denetimi sürecinde, denetlenenlerin, faaliyetlerini gerçekleştirirken kullandıkları tüm bilgi sistemleri ile ilgili unsurların gizliliği, bütünlüğü ve erişebilirliğinin sağlanıp sağlanmadığı ve gerekli kontrol süreçlerinin geliştirilip geliştirilmediği değerlendirilmekte ve bu değerlendirmeler sonucunda sunulan görüş raporlanmaktadır (Özbilgin, 2012: 164). 3.1. Bilgisayar Destekli Denetim Tekniklerinin Denetim Sürecine Etkisi Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler doğrultusunda işletmelerin tüm finans ve muhasebe verileri yazılı çıktı olarak saklanmak yerine elektronik ortamlarda tutulmaktadır. Tüm kayıtlar elektronik olarak yapılmakta, veriler elektronik olarak işlenmekte, sistemden elektronik olarak süzülmekte veya sonraki kullanımlar için elektronik olarak saklanmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak bilgi sistemleri ortamının da denetlenmesi zorunlu hale gelmektedir. Bilgi sistemleri denetimi, incelenen alanın bilgi sistemi olması dışında bir denetim çalışmasının gerektirdiği tüm unsurları içermektedir (Özbilgin, 2012: 164). Son yıllarda bilişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler geleneksel denetim yöntemlerini, süreçlerini değiştirmekte, örneğine rastlanmamış, öngörülemeyen ve düzensiz şekilde kurulan denetim tekniklerinin yerine geçmekte ve tüm alışılagelmiş yöntemleri bir kenara kaldırmaktadır (Bockzo, 2012: 368). Denetçiler de yeni ve yaratıcı denetim yaklaşımları ve teknikleri geliştirerek etkinlik ve etkililiklerini artırmaktadır. İşletme faaliyetlerinde bilgisayarların kullanılmasıyla, bilgisayarların da denetlenmesi zorunlu hale gelmekte ve manüel yöntemlerin yerini bilgisayar destekli denetim teknikleri (CAAT) almaktadır. Dünyada denetim alanlarında uygulanan milyonlarca bilgisayar destekli denetim tekniği bulunmaktadır (Champlin, 2003: 279). Bilgisayar destekli denetim tekniklerinin en önemli fonksiyonları aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir (Tamay, 2010: 13):

• Toplam Alma: Verilerin tam ve tutarlı olduğunun kanıtlanmasında kullanılır. • Katmanlara Ayırma: Dosya içerisindeki değerler dizisine ilişkin daha net fikir sunar, incelemelere daha profesyonelce yaklaşılmasını sağlar ve dosyadaki muhtemel problemleri daha hızlı biçimde tespit eder, • Özetleme: Değişkenlere göre sınıflandırma yapılmasını sağlar, • Birleştirme: İki farklı veri grubunun karşılaştırılmasını sağlar (personel listesi ile personele yapılan ödemeler verisi karşılaştırılarak, personel olmayan bir kişiye ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi), • Örnekleme: Denetim testi için dosyadan örnek işlemlerin seçilmesini sağlar (tesadüfî örnekleme, sistematik örnekleme gibi), • Mükerrerlik Kontrolleri: Veri içerisinde tekrar eden kayıtları belirler ve hataların ya da muhtemel kasıtlı olayların belirlenmesini sağlar,

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

31

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi

• Dönemlere Ayırma (Yaşlandırma): Bir dönem boyunca yapılan ödemelerin yapısını gösterir. İşin teslimi ile ödemenin yapıldığı zaman arasındaki dönem gözlenebilir. Performans denetimi için yararlı bir araçtır, • Boşluk Belirleme: Seri içindeki hatalı rakamları tespit eder. Hatalı işlemlerin ya da sahteciliğe ilişkin faaliyetlerin ortaya çıkarılmasında kullanılır. Veriler hazırlanırken yararlanılan formüllerin doğruluğunu kanıtlamak üzere yeniden hesaplama yapılabilir. Bilgisayar destekli denetim tekniklerini geliştiren ve uygulayan pek çok işletme denetim çalışmalarındaki etkinlik ve etkililiği artırmaktadır. Bilgisayar destekli denetim tekniği, önceleri manüel olarak uygulanan yöntemlerin otomasyonu, denetim kapsamının genişlemesi ya da yeni denetim yöntemlerinin oluşumu yoluyla, denetim sürecinin etkinliğini ve etkililiğini artıran herhangi bir bilgisayar programı veya uygulamasıdır. En güçlü bilgisayar destekli denetim teknikleri, önemli kontrol zayıflıklarına veya işlemsel etkisizliklere işaret eden bilgiye yönelik bağımsız arama veri tabanlarıdır. Denetçiye bilgisayar destekli denetim tekniklerini çalıştırma imkânı sunan araçlar; pek çok tedarikçi bilgi sisteminde kullanılan rapor yazma uygulamaları, yığın olarak üretilen veri tabanları, elektronik çizelge ve veri analizi uygulamaları ve veri ambarları olarak örneklendirilebilir. Bu tekniklerin başarılı olmasının temel faktörleri; tekniklerin bağlı olduğu verilerin güvenilirliği ve bütünlüğü, verilerin elde edildiği yöntemlerin bağımsızlığı ve verilerin ulaşılabilir olduğu zamanın uygunluğu olarak ifade edilebilir (Champlin, 2003: 278). Bilgisayar destekli denetim teknikleri öncelikle maddi doğruluk testlerini çalıştırmak için kullanılmaktadır. Örneğin, genel amaçlı denetim yazılımı (GAS- Generalized Audit Software) kontrol testlerinin sınırlı olduğu durumlarda maddi doğruluk testlerini çalıştırmak için yaygın şekilde kullanılan bir tekniktir. GAS, bilgisayar programlarındaki karmaşık algoritmaların çalışmalarını test etmek amacıyla kullanılır ve kapsamlı yazılım bilgisi gerektirir (Cerullo ve Cerullo, 2003).

Bilgisayar destekli denetim tekniklerin diğer denetim tekniklerine oranla üstün yanları ise şu şekilde açıklanabilir (Tamay, 2010: 14): • Verinin tamamı üzerinde analiz yapabilmesi, • Zaman tasarrufu sağlaması, • Riskli alanları belirlemesi, • Birden fazla veri grubunu birbiri ile ilişkilendirmesi, • Kontrol ortamındaki zafiyet veya eksiklikleri gösterebilmesi, • Firma ya da sürece uygun olarak kolaylıkla özelleştirilebilmesi. Denetim çalışmalarında çok sayıda bilgisayar destekli denetim tekniği kullanılmakla birlikte en çok tercih edilen yöntemler; veri testi yaklaşımı, paralel simülasyon yaklaşımı, gömülü denetim modülü yaklaşımı ve bütünleşik test tekniği yaklaşımıdır (Boockholdt, 1996: 573). Bu teknikler denetim çalışmalarında kontrol testlerinde veya maddi doğruluk testlerinde kullanılmaktadırlar. 3.2. Muhasebe Bilgi Sistemleri Denetim Süreci Bilgisayarlı ortam muhasebe işlemlerini hızlandırma, kolaylaştırma ve güncelleme ile bilgi iletiminde kolaylık ve hız kazandırmasının yanında birçok güvenlik sorununu da beraberinde getirmektedir. İşletmenin bütün birimlerdeki bilgisayarların iletişim ağlarıyla birbirlerine Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

32

Ö.F.Akbaş bağlanması ve internet ile dış dünyaya açılması nedeniyle güvenlik sorunları bir kat daha artmaktadır. İşletmeler varlıklarını sürdürebilmelerinde çok önemli olan muhasebe bilgilerinin bilgisayarlı ortamlardaki güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri almaktadırlar (Alagöz ve Allahverdi, 2011: 59). Bilgisayar temelli sistemlerde teknolojinin de etkisiyle hata ve hilelerin gizlenmesi diğer sistemlere oranla daha olasıdır. İşletme faaliyetlerinde bilişim sistemlerinin kullanılması denetimin amacını değiştirmemektedir. Bilgi sistemlerinin kullanılması denetim kanıtını, denetim takibini ve iç kontrol ortamını değiştirmekte, yeni hile ve hata yapma mekanizmalarının ve fırsatlarının oluşmasına zemin hazırlamakta ve denetçi oluşan yeni risklere karşılık vermek durumunda kalmaktadır. Denetçinin oluşan risklere vereceği karşılık denetim sürecinin, denetim tekniğinin, toplanan denetim kanıtlarının ve denetim anlayışının değiştirilmesiyle sağlanabilmektedir. Denetçi bilgi sistemi alanına uyum sağlamak ve elektronik bilgi ortamlarının denetim sürecine etkilerini doğru şekilde değerlendirmek zorundadır. Bilgi sistemleri denetimi denetlenecek alanın niteliğine göre denetçinin bilgisayar konusunda belirli bir uzmanlık seviyesine sahip olmasını da gerektirmektedir (Özbilgin, 2012: 164). Muhasebe bilgi sistemi denetiminde, işletmelerin bilgisayar temelli bilgi sistemleri ile ilişkili genel kontrolleri ve uygulama kontrolleri gözden geçirilir. Denetçi bilgi sistemlerinin iç kontrol ilke ve yöntemleri ile uyumunu ve bu uyumun etkinliğini değerlendirir (Cushing, 1994: 697). Denetçi çalıştırılan işi planlamak, yönetmek, teftiş etmek ve değerlendirmek için bilgisayarlı bilgi sistemleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmalıdır. Denetçi bilgisayarlı bilgi sistemleri alanında bir uzmana ihtiyaç duyulup duyulmadığını da göz önünde bulundurmalıdır. Bir uzmana aşağıdaki alanlarda ihtiyaç duyulur (ISA 401: 4): • Bilgisayarlı bilgi sistemleri ortamlarından etkilenen muhasebe ve iç kontrol sistemleriyle ilgili yeterli bir anlayış edinmek, • Bilgisayarlı bilgi sistemi ortamının, genel risk değerlendirmesine ve hesap bakiyeleri ile işlem sınıfları seviyesinde risk değerlendirmesine etkisini belirlemek, • Uygun kontrol testlerini ve maddi doğruluk yöntemlerini tasarlamak ve çalıştırmak. Uzman yeteneğinin gerektiği alanlarda denetçi, ya denetim kadrosunda yer alan bir çalışandan ya da dışarıdaki bir uzmandan olmak üzere, bu yeteneklere sahip bir profesyonelden destek sağlar. Denetim çalışmasında bir profesyonel kullanımının planlanması durumunda, ISA 620’ye göre denetçi, denetim için yeterli olacak bir çalışma ile yeterli düzeyde uygun denetim kanıtını elde etmelidir (Tekşen ve Kalkan, 2012: 131). Muhasebe bilgi sistemleri denetimi gerçekleştirilirken diğer denetimlerde olduğu gibi mevcut standartlardan yararlanılmaktadır. Bu standartların temelini Genel Kabul Görmüş Denetim Standartları (GAAS) oluşturmaktadır. Denetçiler finansal tabloların bu standartlara uyumunu değerlendirmektedirler. GAAS, denetçilerin dikkate alacağı şartları ve kuralları belirten bir çerçeve oluştursa da spesifik durumlara anlamlı bir rehber sağlamak için yeterli derecede detaylı olmamaktadır. Amerikan Yeminli Mali Müşavirler Enstitüsü (AICPA) bu rehberliği sağlamak amacıyla Genel Kabul Görmüş Denetim Standartları’nın güvenilir bir açıklaması olarak Denetim Standartları açıklamalarını (SAS-Statements of Auditing Standards) yayınlamıştır (Hall, 2011: 689).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

33

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi

Muhasebe Denetim Standartları’ndan SAS No: 48, 55 ve 78 bilgisayar temelli sistemlerin denetlenmesinde referans alınmaktadır. Bu standartlar doğrultusunda denetçiler kontrol riskini maksimum seviyede değerlendirmekte ve finansal tablo iddialarına karşı kanıt toplamak amacıyla yalnızca işlem sınıflarında ve hesap bakiyelerinde maddi doğruluk testlerini çalıştırmaktadır (Cerullo ve Cerullo, 2003). Tahrif Edilmiş Mali Raporlama Komisyonu İçin Sponsor Kuruluşlar Komitesi’nin (COSO) yapmış olduğu iç kontrol tanımının yer almadığı SAS 55 No’lu standart 1 Ocak 1990 ve sonrasındaki dönemlerde düzenlenen finansal tabloları ilgilendiren denetimlerde etkili olmuştur. SAS 78 No’lu standart 1 Ocak 1997 ve sonrası dönemlerde düzenlenen finansal tabloları ilgilendiren denetimlerde etkili olmuştur ve standart COSO raporunda yer alan iç kontrol tanımına yer vererek SAS 55 No’lu standarda düzenleme getirmiştir. SAS 94 No’lu standart ise iç kontrol üzerindeki bilişim teknolojilerinin etkilerine ilişkin yeni bölümleri açıklamış ve Haziran 2001 ve sonrası dönemlerde düzenlenen finansal tabloları ilgilendiren denetimlerde etkili olmuştur33 (Champlin, 2003: 227). Bilgi sistemleri denetiminde denetçi, öncelikli olarak denetim çalışmasını planlamaktadır. Denetim çalışmasının planlanması aşamasında denetçi işletmenin genel yapısını, yöntem ve uygulamalarını planlamakta ve işletmenin iç kontrol yapısını incelemektedir. İkinci aşamada denetçi ilgili kontroller üzerindeki güvenilirliği tespit etmek için kontrol testlerini çalıştırmakta ve test sonuçlarını değerlendirerek işletmenin iç kontrol yapısı hakkında bir görüş oluşturmaktadır. Denetçi kontrol testlerinin sonuçlarına bağlı olarak gerekli gördüğü durumlarda maddi doğruluk testlerini çalıştırmakta ve denetim raporunu oluşturmaktadır. SONUÇ Muhasebenin bir bilgi sistemi olarak işletmeler açısından kazandığı anlam değişmektedir. Muhasebe sadece bir kayıt sistemi olmanın ötesinde yönetimin kararlarını şekillendiren bir mekanizmaya dönüşmektedir. Teknoloji ile birlikte bilgi sistemlerinin muhasebe fonksiyonunda yoğun şekilde kullanılması muhasebenin işletmeler açısından önemini daha da artırmaktadır. Çok yüksek tutarlarda ve sayıda milyonlarca işlem bilgisayarlar aracılığıyla, eş zamanlı olarak ilgili yerlere, verilen komutlarla kaydedilmekte, işlenmekte veya değiştirilmektedir. Muhasebe sistemleri, teknolojik boyutun farklılaşmasına bağlı olarak işletmelere ciddi anlamda zaman tasarrufu sağlamaktadır. Yöneticiler ve çalışanlar ilgili programları kullanarak bilginin farklı boyutlarına erişmekte ve işletmenin geleceğini ilgilendiren kararları bu bilgiler doğrultusunda değerlendirmektedir. Muhasebe bilgi sistemlerinin işletme sistemleri ile uyumlu hale gelmesi, işletmelere pek çok yönden avantaj sağlamakla birlikte denetim çalışmasının sistemlere kaydırılması gerekliliğini de ortaya çıkarmaktadır. Mevcut yenilikler bağımsız denetimle bir arada yürütülmesi gereken bilgi sistemleri denetim çalışmalarını zorunlu hale getirmektedir.

Muhasebede bilgisayarların kullanılması, "muhasebe-denetim" ilişkisini etkilemektedir. Günümüz muhasebe anlayışında, veri giriş ve veri kayıt işlemleri giderek önemini kaybetmekte ve muhasebe, artık bilişim teknolojilerine dayalı yönetim bilgi sisteminin bir parçasına dönüşmektedir (Çiftçi, 2003:1). Bilişim teknolojilerine dayalı muhasebe denetimi ise bu değişime

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

34

Ö.F.Akbaş paralel olarak yalnızca muhasebe bölümünün değil tüm işletme yönetiminin ilgi alanına girmektedir.

Bilgi sistemleri denetimi, BT ile ilgili mühendislik alanı olmaktan çıkarak; işletme içerisinde muhasebe ve raporlama konularının alanını daha fazla ilgilendirmektedir. Ülkemizde de gelişmiş bazı ülkelerde olduğu gibi, özellikle sermaye şirketlerine olan güvenin artırılması, ticari hayatın daha güvenilir hale gelmesi, bankacılık sektöründeki son yıllarda artan gelişmeler de dikkate alındığında işletme paydaşlarının şeffaflık ilkesi gereği işletmelerden ihtiyaç duydukları bilgileri sağlıklı olarak edinmesi bir zorunluluk haline gelmektedir. Kurumların sağlıklı bilgi edinme ihtiyacı ise ancak bilgi sistemleri denetimi ile birlikte gerçekleştirilecek olan bağımsız denetim ile karşılanabilmektedir (Güneş ve diğerleri, 2013). Sonuç olarak, muhasebe kayıtlarının elektronik ortamda yapılmaya başlanması ve muhasebe bilgi sistemlerinin elektronikleşmesi, oluşan elektronik ortamın da denetlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Denetçiler muhasebe bilgi sistemleri denetiminde uyguladıkları yöntemleri teknolojik gelişmelere uyumlu hale getirmekte ve muhasebe bilgi sistemleri ile beraber bu sistemlerin denetiminde kullanılan yöntemler de elektronikleşmektedir. Bilgi sistemleri denetimi çalışması bağımsız denetimin bir uzantısı olarak dikkate alınmak yerine bağımsız denetimle etkileşimli şekilde yürütülmelidir. KAYNAKLAR

Alagöz, A., Allahverdi, M., (2011). “Kurumsal Bilgi Güvenliği ve Muhasebe Bilgi Sistemi”, Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Dergisi, 3,47-64. Barfield, J., Raiborn, C., Kinney, M., (2001). “Cost Accounting: Traditions and Innovations”, 4th ed., South-Western Educational Publishing, Cincinnati.

Brink, K., Smith, C. (2012). “A comparison of AACSB, ACBSP, and IACBE accredited US business programs: An institutional resource perspective”. Business Education & Accreditation, 4(2), 1-15.

Boczko, T., (2012). “Introduction to Accounting Information Systems”, (1st ed.), Pearson Education Limited, NY. Boockholdt, J. L., (1996). Accounting Info rmation Systems, 4th Ed., Irwin Professional Publishing, Chicago.

Büyükmirza, K., (2011). “Maliyet ve Yönetim Muhasebesi”, (16. Baskı), Gazi Kitabevi, Ankara. Cerullo, M. V., Cerullo, M. J., (2003). “Impact of SAS No. 94 on Computer Audit Techniques”, Information Systems and Control Journal, 1, 1-5.

Champlin, J. J., (2003). “Auditing Information Systems”, (2nd ed.), John Wiley & Sons, Inc, USA. Cushing, B. E., Romney, M. B., (1994). “Accounting Information Systems”, (6th ed.), Reading, MA: Addison-Wesley Publishing Company.

Çiftçi, Y., (2003). “Elektronik Bilgi İşlem (EBİ) Teknolojisindeki Gelişmeler ve Muhasebe Denetimi”, Mali Çözüm Dergisi, 62, 138-152. Gökdeniz, Ü., (2005). “İşletmelerde Muhasebe Bilgisine Yaklaşım”, Mufad Journal, 27, 86-93.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

35

Muhasebe Bilgi Sistemlerinin Denetimi

Güneş, F., Kızıldeniz, S., Selçuk, S., Coşkun, S., Suna, B., (2013). “Bilişim teknolojileri Denetimi ve CobIT’in Sektörel Uygulanabilirliği", Akademik Bilişim Konferansı, . Güredin E., (2000). “Denetim”, Beta Basım Yayım, İstanbul. Hall, J. A., (2011). “Accounting Information Systems”, (7th Ed.), South-Western Publishing, USA. Knežević, S., Stanković, A., Tepavac R., (2012). “Accounting Information System as a Platform for Business and Financial Decision-Making in the Company”, Journal for Theory and Practice Management, 65, 63-69.

Laudon, C. K., Laudon, J. P., (2011). (Çeviri Editörü: Uğur Yozgat), “Yönetim Bilişim Sistemleri: Dijital İşletmeyi Yönetme”, Management Information Systems: Managing the Digital Firm, 12th ed., Nobel Yayın, Ankara. McLeod, J. R., Schell, G. P., (2007). “Management Information Systems”, (10th Ed.), Pearson Prentice Hall, USA.

Moscove, S. A., Simkin, M. G., Bagranoff, N. A. S., (1990). “Accounting Information Systems Concepts and Practice for Effective Decision Making”, (4th ed.), John Wiley & Sons Inc, USA. Özbilgin, İ. G., (2012). “Kamu Kurumları Açısından Bilgi Sistemleri Denetimi”,Bilişim Dergisi, 147, 162-166.

Sevilengül, O., (2011). “Genel Muhasebe”, (16. Baskı), Gazi Kitabevi, Ankara. Sumritsakun, C., (2012). “The Effect Of Accounting Information System Effectiveness On Accounting Information Usefulness Via Information Trust And Information Timeliness As Mediators: Case Study Of Thai-Lısted Companies”, International Journal of Business Research, 12(1), 11-121.

Sürmeli, F., (1996). “Muhasebe Bilgi Sistemi”, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1644, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 860, Eskişehir. Şahin, M., (2008). “Yönetim Bilgi Sistemi”, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 1913, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 998, Eskişehir. Tamay, G., (2010). “Denetimde Yeni Trend: Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri”, KPMGündem, Risk Yönetimi ve Uyum Hizmetleri Özel Sayısı, 13- 15. Tekşen, Ö., Kalkan, Y., (2012). “Yönetim Kararlarında Muhasebe Bilgi Sisteminin Etkisi: Batı Akdeniz Bölgesi’nde Faaliyette Bulunan Mermer İşletmeleri Üzerine Bir Araştırma”, Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, 14(1), 127-142.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

36

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

KARAYOLU YÜK NAKLİYAT SİGORTALARININ HASAR VE MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ ETKİSİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA* A RESEARCH ON THE EFFECT OF HIGHWAY TRANSPORT INSURANCE ON DAMAGE AND CUSTOMER SATISFACTION Hakan ÖZCAN Esma TANIK Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Okan Üniversitesi Öğr. Gör., İstanbul Okan Üniversitesi İİBF, Uluslararası Finans SBE, İşletme [email protected] [email protected]

ÖZ Bu araştırma hasar tazmin sürecinde nakliyat sigorta poliçesinin öneminin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Literatür incelendiğinde genellikle lojistik sektörü süreç, mevzuat ve memnuniyet üzerine çalışmalara rastlanılmış olup; yerli ve yabancı araştırmalarda yük nakliyat sigortası ve lojistik hasar sürecini birlikte inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Çalışma ile lojistik sektöründe tazmin sürecinin olumlu, olumsuz yanlarını belirlemesi ve geleceğe ilişkin stratejilerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Veriler “Lojistik sektöründe faaliyet gösteren firmaların “Yük (Emtia) Nakliyat Sigortası” ile hasar tazmin süreci ve müşteri beklentileri üzerine bir araştırma” başlıklı anket formu ile toplanmıştır. 158 katılımcıya uygulanan anket sonucunda lojistik sektöründeki firmaların faaliyetlerini müşteri beklentilerine göre şekillendirdikleri gözlenmiştir. Müşterinin ise; taşınan eşyanın iyi korunması, sağlıklı ambalajlama, eğitimli personel çalıştırılması, araç içinde ürün çeşitlerine göre istif yapılması, tüm seyir süresince sigorta ve hasar / kayıp durumunda tazmin sürecinin çok hızlı sonuçlandırılması ve zararın tamamının karşılanmasına yönelik beklentileri gözlenmiştir. Hasar sürecinin doğru yönetilmesi, uyuşmazlık durumu ve yük sigortasının olumlu etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Yük, Sigorta, Lojistik Sektörü, Hasar, Müşteri Memnuniyeti ABSTRACT This study was carried out in order to determine the importance of transportation insurance policy in the damage compensation process. When the literature is analyzed, studies on logistics, process, legislation and satisfaction are generally encountered. In previous studies, no study examining freight transport insurance and logistic damage process was encountered. The aim of the study is to identify the positive and negative aspects of the compensation process in the logistics sector and to identify strategies for the future. The data were collected with a questionnaire titled “Research on the claims compensation process and customer expectations with transport insurance of the companies operating in the logistics sector”. As a result of the survey applied to 158 participants, it was observed that the companies in the logistics sector shaped their activities according to customer expectations. As for the customer expectations; good protection of the transported goods, healthy packaging, use of trained personnel, stacking according to the product types in the vehicle, very fast and complete compensation in case of insurance damage / loss during the whole process of transfer were observed. The correct management of the damage process, the conflict situation and the positive impact of commodity transport insurance have been tried to be explained. Keywords: Transportation, Insurance, Lojistics, Damage, Customer Satisfaction

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 29.8.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 04.11.2020

* Bu çalışma İstanbul Okan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, Dr. Öğretim Üyesi Hakan ÖZCAN danışmanlığında Esma TANIK tarafından 23.07.2019 tarihinde tamamlanan “Lojistik Sektöründe Faaliyet Gösteren Firmaların Emtia Nakliyat Sigortası ile Hasar Süreci ve Müşteri Beklentileri Üzerine Bir Araştırma” başlıklı ve 10278520 tez no.lu yüksek lisans tezinden türetilmiştir. Araştırma Makale/Research Paper

Özcan, H. ve Tanık, E. (2021). Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi Üzerine Bir Araştırma, ieSBAD, 1 (1), 37-50.

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

GİRİŞ

Türkiye ve dünyada ulaştırma ile yakın ilişkisi olan lojistik sektörünün önemi zaman içinde artmaktadır. Küreselleşmeye bağlı olarak dünya genelinde dağıtım ve satış yapan şirketlerin bütçesinde, artan bir gider olarak karşımıza çıkmaktadır. Şirketler iyi bir lojistik planlaması ile; yapıldığında birçok avantajı sağlamaktadır. Lojistik, bir ürünün imalat aşamasından başlayarak, tüketim yerine (nihai alıcı) kadarki sürecin her aşamada karşılaşılan bir olgudur. Yükün, üretim noktasından, tüketim noktasına taşınırken seyir esnasında başına gelebilecek her türlü kaza, doğal afet, yangın vs. durumunda hasar ya da kaybı azaltmak ve şirketin oluşacak riskini düşürmek adına “Yük Nakliyat” sigorta süreci devreye girmektedir. Müşteri lojistik firmalar aracılığı ile bir yerden başka bir yere yük gönderimi yaparken; taşıma sürecinde hasar veya kayıp gibi durumlar yaşanabilmektedir. Müşteri hasar talepleri taşıma standartlarına uygun ise; nakliyat sigortası kapsamında değerlendirilerek tazmin edilmektedir. Talebin sigorta kapsamı dışında olması, zararın karşılanmamasına ve şikâyet durumuna veya mahkeme sürecine neden olmaktadır. Çalışma lojistik sektöründe taşımacılık esnasında karşılaşılan hasar tazmin sorununun ödeme süreciyle sonuçlandırılması, uzayan sorunlarda “Yük Nakliyat” sigorta süreciyle hangi düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç duyulduğu ve müşteri beklentilerin hangi aşamasında kullanılabileceğini belirlemek amacıyla durum tespiti ve tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Bu çalışmayla birlikte Türkiye’de lojistik sektöründe sigortalı taşınan bir ürünün hasar ve kayba uğraması sonucu tazmin süreci, hangi şartlarda geçerli olduğu ve mevcut durumun belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma hasar tazmin durumları, müşteri beklentileri ve önerilerini de kapsamaktadır. Genellikle lojistik sektörü süreç, mevzuat ve memnuniyet üzerine çalışmalara rastlanılmış olup; yerli ve yabancı araştırmalarda yük nakliyat sigortası ve lojistik hasar sürecini birlikte inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Bu doğrultuda araştırma, literatür ’deki bu boşluğu doldurmasının yanı sıra konu ile ilgili çalışmalara örnek teşkil etmesi bakımından da önem arz etmekte olup diğer yeni araştırmalar için bir başlangıç olacaktır. 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Lojistik

Lojistik, genel manada hammaddenin kaynağından alınması, ürün haline dönüştürülmesi, ürünün son kullanıcıya ulaştırılması ve kırılma, bozulma, kırılma gibi sebeplerle tekrar satıcıya iadesi süreçlerinin bütününü kapsamaktadır. Ancak Türkiye’de lojistik genellikle depolama ve taşımacılık olarak kabul edilmektedir. Lojistik, “doğru yerde, istenilen zamanda, talep edilen miktar ürüne sahip olmak” şeklinde de tanımlanabilmektedir. Lojistik genel anlamda bir süreç bilimi olup; tüm sektörler ile etkileşim halindedir. Lojistik, işin amacına yönelik proje hayat döngüleri, tedarik zincirleri ve nihayetinde verimliliğin yönetimidir (Varan, 2003: 22). Lojistik yönetimi; verimlilik/maliyet ve değer avantajı kazanılmasında firmalara katkı sağlamaktadır. Lojistik felsefesi temeli; malzeme akışının bağımsız aktiviteler olarak yönetilmesi yerine; kaynaktan nihai tüketiciye kadar malzeme hareketinin tek bir yapı olarak planlanması ve koordine edilmesidir. Bundan dolayı lojistik yönetiminin temel amacı; dağıtım kanalını, imalat ve satın alma aktivitesini düşük maliyet ile organize edilmesidir. Diğer bir ifade ile iyi bir lojistik yönetimiyle; maliyet kontrolü, hizmet iyileştirmesi ve rekabet avantajı sağlanmaktır (Johnson ve Wood, 1996: 36).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

38

H. Özcan, E. Tanık

Lojistik, müşterinin bir ürünü, internetten ya da farklı bir yolla sipariş verdiği andan itibaren başlayan ve nihai alıcıya teslim edileceği ana kadar devam eden bir süreçtir. Ürün fabrikadan alıcıya tesliminden sonra da lojistik faaliyet tamamlanmamaktadır. Çünkü müşteri teslim aldığı ürünü kullandığı sürece, üretici firmanın ona sağlayacağı hizmetler devam eder. Örneğin; modası geçmiş, fonksiyonu yitirmiş, kullanılmaz hale gelen veya hasarlı ürünler; iade veya tamir edilmek üzere satıcı firmaya gönderilebilirler. Lojistik hizmet sağlayıcıları müşteri nerede ise orada hazır olması talep edilmektedir. Teslim ve diğer lojistik işlemlerinin güvenli ve tam zamanlı gerçekleşmesi gerekmektedir (Çancı ve Erdal, 2003: 122) Yük sözcüğü, geniş anlamda, taşınmakta ve taşınacak olan yahut taşınması bitmiş bulunan mallara denir. Dar anlamda ise, taşıma aracına yüklendiği andan itibaren verilen isimdir (Türk Hukuk Lügati, 1991). Teknik anlamda ise yük, bir yerden bir yere, taşınmak üzere alınan veya taşınmakta olan eşyayı ifade eder şeklinde tanımlayabiliriz (Türk Hukuk Lügati, 1991). Bu nedenle, eşya kavramı içine girmeyen, örneğin insan maddi olmayan varlıklar ve taşınmaz eşya, yük niteliği taşımaz (Karayolu Taşıma Kanunu, 2003). Konuşma dilinde çeşitli anlamlarla kullanılmakla birlikte hukuk dilinde eşya, insan dışında maddi bir varlığa sahip olmak üzere hâkimiyet kurabilen, sınırlanabilen, taşınabilen her şey olarak tanımlanabilir (Ertaş, 1997: 7). Sigortanın konusunu oluşturan eşya taşınır, alım satıma konu olabilecek yük ve ekonomik olarak bir değere sahip olması gerekliliği sigorta hukuku bakımından en önemli özelliği sayılır. 1.2. Karayolu Taşımacılığı ve CMR Konvansiyonu

En uygun taşıma şeklini seçen işletmeler; kurumlarını güçlendirmek için teknolojik gelişmeleri de kullanarak rakiplerine göre pazar paylarını arttırmışlardır (Gocer, 2011: 164). Malın taşıma şekline göre farklı konvansiyonlar devreye girmektedir. Ülkemizde taşımacılığın en önemli kısmı karayolunda yapılmaktadır. Kara yolunda yapılan eşyaya ait taşıma sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar; taşıma konusu eşyanın hasar veya kayıp durumu ve eşyanın teslimatının gecikmesi olmak üzere iki ana başlık altında toplanabilir. Ülkeler arası mevzuat farklılıklarının giderilmesi ve uyuşmazlıklarda kullanılacak ortak bir hukuk sisteminin düzenlenmesi için; karayolu ile eşya taşıma sözleşmelerine ilişkin bir anlaşma olan CMR 1961 yılında yürürlüğe girmiştir (Sözer, 2001: 67). Anlaşma “Convention Marchandise Routier” kelimelerinin baş harflerinin kısaltılmış hali olarak CMR adını almıştır. CMR sözleşmesi hükümlerine göre bir taşıyıcı, yükün tamamen ya da kısmen kaybından dolayı tazminat ödemek durumunda kaldığında; tazminat hesabı yükün taşındığı yer ve hasar anındaki değerine göre yapılır. Ödenecek tazminat, brüt ağırlığın kg başı¬ 8.33 SDR (Special Drawing Right) ile sınırlıdır. Özel çekme hakkı olarak tanımlanan SDR; International Monetary Fund (IMF) tarafından üye ülkelerin resmi rezervlerini desteklemek için oluşturduğu bir para şeklidir. Üye ülkelerin merkez bankalarında diğer dövizler gibi işlem görür. SDR bir döviz sepeti olup; ABD doları, İngiliz sitelini, Euro ve Japon yeni değeri ile hesaplanmaktadır. SDR’nin ABD doları karşılığı değeri IMF tarafından her gün yayınlanmaktadır. 1.3. Sigorta

Bireylerin yaşadığı ekonomik, sosyal ve teknolojik dönüşüm sonucu günlük hayatları kolaylaşmasına rağmen; canlarına, mallarına ve sorumluluklarına gelen riskler de benzer oranda artmıştır (Ulaş, 2002: 4). Sigorta, oluşacak risk nedeniyle gelecekte meydana gelebilecek zararın, 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

39

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi bir prim karşılığında yapılan sözleşme ile ortak bir havuza aktarılması sistemidir. Bu devredilen primler bir havuz sisteminde toplanmak olup; prim ödeyen ve hasarı olan katılımcı zararını sözleşme şartları doğrultusunda bu havuzdan karşılamaktadır. Aynı zamanda insanların zor anlarını daha kolay geçirmelerini sağlayan ve olası bir risk gerçekleşmesi durumunda sağladığı teminatlarla insanlara güvence sağlayan bir sistemdir. Dolayısıyla sigortacılık bireylerle doğrudan bir güven ilişkisi kurmaktadır (Mercan, 2019: 67). Sigortacılık, sigorta ettirenin sigortacıya prim ödediği, sigortacının da bu prim karşılığı teminat altına alınmış olduğu değerde bir zararın ortaya çıkması sonucu hasarı tazmin etmeyi kabul ettiği çift taraflı bir sözleşme ilişkisidir. “Sigorta şirketinin prim karşılığı, bireyin parasal karşılığı olan bir değerini; zarara neden olan rizikonun, tehlikenin, gerçekleşmesi durumunda bunu ödemeyi veya birkaç bireyin yaşam süreleri nedeni ile veya yaşamlarında gerçekleşebilecek bazı vakalar sebebiyle tazminat ödemeyi yada diğer eylemlerde bulunma yükümlülüğü olan sözleşmedir” (Türk Ticaret Kanunu, 2011). Tüm tanımlarda “belli bir prim karşılığında” ifadesi bulunmaktadır. Bu ifadeden anlaşılacağı gibi sigorta primi; sigorta şirketinin devir aldığı riske karşılık, sigortalının ödediği güvence satın alma bedeli olarak tanımlanabilir (Özcan, 2019: 22). Sigortacılık müşterilerin talepleri doğrultusunda şekillenen ve gelişen bir sektördür (Paswan, 2018: 11). 1.4. Yük (Emtea) Nakliyat Sigortası

Hava, deniz, demir ve kara yoluyla bir yerden başka bir yere taşınmakta olan her türlü eşyanın, taşınması esnasında karşılaşabilecekleri risklerden kaynaklanan zararlara karşı teminat sağlanan bir sigorta çeşididir. Yük nakliyat poliçesinde; sigortalının kasti hareketlerinin neden olduğu hasarlar, fire, yıpranma, olağan akma, aşınmadan kaynaklanan zararlar, eşyanın kendi kusuru ya da ambalaj yetersizlikleri sebebi ile oluşan zararlar teminat dışıdır. Yük Nakliyat sigorta poliçesi, bir eşyanın, onu taşıyan uygun demiryolu, denizyolu, havayolu ve karayolu taşıma araçlarıyla bir yerden bir yere nakli aşamasında meydana gelebilecek zarar ve hasarları poliçede belirtilmiş “Özel Şartlar” ve “Genel Şartlar” ile teminat altına alan bir sigorta çeşididir (www.tsrb.org.tr). Yük nakliyat poliçesi taşıma esasında düzenlenmekte, sürekli taşımacılık yapan şirketler için; nakliyat sigortaları çeşidinden biri olan abonman poliçesi düzenlenmekte ve her sevkiyatın bildirimi, geç bildirim, unutma gibi menfi sonuçları engellemektedir (www.mapfre.com.tr).

Tablo 1: 2013-2017 Yıllar Arasında Yük (Emtea) / Toplam Sigortaları Üretimleri

Yıllar 2013 2014 2015 2016 2017 Yük Primi 415.122 488.274 533.540 548.921 671.244 Toplam Prim 20.834.288 22.709.549 27.264.486 35.448.000 39.710.606

Kaynak: Özcan, H (2019). Karayolu Yük Taşımacılık Sigortaları ve Kullanımı Üzerine Bir Araştırma, İstanbul, Kriter Yayınevi. Yukarıdaki tabloya göre yapılan satış sözleşmesi sigortalı ettiren eşya sahibinin yük nakliyat sigortası çok önemli ve risk bakımından koruyucu bir poliçe olduğu halde toplam prim üretimindeki düşen payı dikkat çekmiştir. 2013 yılından bugüne baktığımızda sigorta ettirenin toplam üretimdeki %0,20 payın yıllar geçtikçe daha da azaldığı görülmektedir (Özcan, 2019: 122).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

40

H. Özcan, E. Tanık

Yük nakliyat poliçesi lojistik sektörü için çok önemli bir poliçe olmasına rağmen kullanımı diğer sigorta branşlarına göre oldukça düşüktür. 1.5. Hasar Süreci

Tazmin ’in lügat manası sebep olunan zarar ziyanı ödeme demektir (Türk Hukuk Lügati). Tazmin kısaca zararı ödeme ve karşılama şeklinde tanımlanabilir. Tazmin, taşıma esnasında müşterinin zarar gören ürününü yapılabiliyor ise tamir ettirmek, yapılamıyor ise ürün bedelini ödeyerek zararı gidermek şeklinde ifade edilebilir. Tazmin etmek, müşteri mağduriyetini gidermek şeklinde ifade edilir. Müşteriden teslim alınan kargonun; zamanında, eksiksiz, hasarsız ve doğru adreste, doğru kişiye teslim edilmesi amacıyla tüm geri bildirim kanallarından gelen tazmin konulu tüm taleplerin değerlendirilme sürecidir. Müşterilerin yaşadıkları sorunlar ile eksikliklerin tespit edilmesi ve bu süreçlerinin iyileştirmesi hedeflenmektedir. Sigorta edilen bir eşyanın taşıma hizmeti verildiği esnada, aktarma, boşaltma ve yükleme sırasında istif kurallarına uyulmaması, paketleme hataları, yasalarca taşınması yasak kargo kabul edilmesi, araç kazaları, personel kaynaklı kasıt ve davranış kusurları, doğal afetler vb. sebepler sonucunda, oluşan zararlardır. Yapılan bir çalışmada; uluslararası ticari alım satım alanındaki değişik alternatif ve yeknesak hukuki ve metotlarının ve taşıma teknik ve yeknesak hukuki ve teknik metotlarının ve taşıma teknik ve yöntemlerinin hızla gelişmesi, yük taşıma sigortasının uygulama sistemini derinden etkilemektedir. Bu nedenle, karayoluyla yük taşıma sigortasını hem kendine özgü teknik kavram ve özelliklere sahip bir sigorta türü olarak ve hem de diğer taşıma sigortasının tamamlayıcısı olarak modern bir hukuki düzene kavuşturulması kaçınılmaz olduğu tespiti yapılmıştır (Maghaminia, 2004: 2).

Makro ekonomik göstergeler ile lojistik sigortaları arasındaki ilişki incelendiğinde kullanılan istatistiksel modeller, lojistik sigorta primlerinin ülkedeki GSMH ile kişi başına GSMH değerleriyle ilişkisinin anlamlı olduğu, diğer makro ekonomik değişkenler ile lojistik sigortaları arasında istatistiki anlamlılığın bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Kılıç, 2006: 3). Yapılan bir çalışmaya göre; şirketlerin önemli amaçlarından birisi, müşteri taleplerine göre hareket etmektir. Bu hedef ile tüketim ve üretimde önemli unsurlar; kalite, maliyet, hız ve zamandır. Lojistik bu amaç ile araçların bir noktada birleşmesini temin ederek; şirketler ile müşteriler arasında iletişim ve ulaşım sağlamaktadır. Müşterilerin sektörlerinde daha yüksek pazar payı arzu ve daha kaliteli hizmet sunma ihtiyacı lojistiğe olan önemi pekiştirmiştir. Lojistik hizmetlerinde sağlanan kalite ile müşteriye yakınlık ve talep edilen hizmet sunumu gerekmektedir. Başarı ancak; müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını daha iyi anlama, bu taleplere uygun hizmet ile değer üretmek ve müşteri tarafından kabul edilen faydaların sunulması ile mümkün olabilmektedir (Durmaz, 2010: 5). Lojistik faaliyetleri aşamasında süreç yönetimi uygulayan bir işletmede ortaya çıkan problemleri tespit etmek ve yöneticiler için bir öneri raporu hazırlamak yapılan bir çalışmada; elde edilen bilgiler ile yüz yüze görüşme yapılmış ve soru grupları hazırlanarak çalışanlara yöneltilmiştir. Sonuçlar yöneticime iletilerek süreç yönetimi üstünlükleri anlatılmış ve önerilerde bulunulmuştur (Erten, 2010: 3).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

41

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

Çalışmada yükselen bir yıldız olarak görülen lojistik faaliyeti her yönden irdelenmeye çalışılmıştır. Olası kullanım şekilleri ve diğer boyutlarıyla incelenme yoluna gidilmiştir. Bilginin ve tecrübenin hayati önem arz ettiği çağımızda işletmeler elde ettikleri bilgi ve tecrübeler ışığında maliyetlerini azaltma yoluna gitmek amacıyla lojistik yönetimine büyük önem vermeye başlamış olduğu görülmüştür (Erdem, 2010: 3). Nakliyat branşında dijital pazarlamanın aracı memnuniyeti üzerine yapılan bir çalışmada; Türk sigorta sektörünün henüz uyum sağlamadığı görülmüştür. Sigorta aracılarının memnuniyet seviyesinin üç etken dolayısıyla arttığı tespit edilmiştir. Nakliyat sigortaları hakkında pazarlama faaliyetleri, marka denkliği gibi aracı memnuniyetini artıran bir etkendir. Ek olarak, standart üstü komisyon oranları da aracı memnuniyetini artıran bir etkendir (Kirazlı, 2019: 2). Diğer bir çalışmada genel olarak yurtiçi lojistik sektöründeki bir lojistik firması için müşteri memnuniyeti ve müşteri bağlılığının mevcut durumu analiz edilmiştir. Firmanın müşteri bağlılığını korumak ve arttırmak amacı ile analizlere dayanarak yeni çözümler aranmıştır. (Özdemir, 2019: 4). Literatür incelendiğinde genellikle lojistik sektörü süreç, mevzuat ve memnuniyet üzerine çalışmalara rastlanılmış olup; yerli ve yabancı araştırmalarda yük nakliyat sigortası ve lojistik hasar sürecini birlikte inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Müşterilerin hasar aşamasında lojistik firmalarından ve sigorta şirketlerinden beklentilerinin karşılanması durumunda memnuniyet ve poliçe yenileme üzerinde olumlu etkisi öngörülmektedir. Dolayısı ile araştırmanın hipotezleri aşağıdaki gibi oluşturulmuştur. H1: Hasar durumunda lojistik şirketinin beklentileri karşılaması ile müşteri memnuniyet düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmaktadır. H2: Hasar durumunda sigorta şirketinin beklentileri karşılaması ile müşteri memnuniyetinde düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmaktadır. 2. ARAŞTIRMA 2.1. Araştırmanın Amacı

Bu araştırma hasar tazmin sürecinin yaşanan sorunlarda lojistik ve sigorta sektöründe ihtiyaç duyulan düzenlemelerin saptanması ve sürecin müşteri memnuniyetine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Lojistik sektöründe tazmin sürecinin olumlu, olumsuz yanlarının belirlemesi ve geleceğe ilişkin stratejilerin belirlenmesi hedeflenmiştir. 2.2. Materyal ve Metot

Çalışma iki aşamadan meydana gelmiş olup; ilk aşamada araştırmanın amacı doğrultusunda veriler toplanmıştır. İkinci aşamada ise toplanan veriler analiz edilmiş ve tablolar oluşturularak değerlendirilmiştir.

2.2.1. Verilerin Toplanması

Çalışma evrenini kargo ve lojistik sektörünün sigorta departman yöneticileri oluşturmuştur. Araştırma öncesinde 6 firma yetkilisi ile bir ön çalışma yapılmıştır. Yapılan çalışma aracılığıyla soruların anlaşılma düzeyleri değerlendirilmiştir. Ön çalışma sonrası soruların anlaşılır olduğu,

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

42

H. Özcan, E. Tanık tespit edilmiştir. Revizyon gerektirmediği belirlenmiş anket çalışmasına başlanarak sorular Google Drive Anket sistemine yüklenmiştir. 158 şirket yöneticisi araştırmaya katılmıştır.

2.2.2. Verilerin Analizi ve Değerlendirilmesi

Yapılan araştırmada verilerin toplanması için deneklere birçok açık uçlu ve kapalı uçlu sorular yöneltilmiştir. Ankette bulunan açık uçlu sorulara verilen cevaplar kendi içlerinde gruplandırılmıştır. Elde edilen tüm verilerin analiz edilmesinde SPSS 22.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin çözümlenmesinde frekans, yüzde, aritmetik ortalama, standart sapma, minimum, maksimum gibi tanımlayıcı istatistiklerden faydalanılmıştır. Verilerin analizinde parametrik testlerden faydalanılmıştır. Bağımsız ikiden fazla grubun karşılaştırılmasında tek yönlü varyans analizi (One-way ANOVA) testi sonucu kullanılmıştır. Tüm test sonuçları (p) 0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. 3. BULGULAR

Hazırlanan anket formu Google Drive yardımı ile kişilerle paylaşılmıştır. Elde edilen sonuçlar; Tablo 2: Sigorta Tercih Durumu

Sigorta Tercih Durumu n % Evet 131 82,9 Hayır 27 17,1

Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 131 kişi (%82,9) sigorta tercih etmektedir.

Tablo 3. Verilen Hizmet Kalitesi Açısından Yükün Sigortalı Taşıma Fiyat Politikası

Sigortalı Taşıma Fiyat Durumu n % Evet 117 74,1 Hayır 41 25,9

Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 117 kişi (%74,1) sigortalı taşıma fiyat politikası uygundur.

Tablo 4. Sigorta Poliçesi Yaptırırken Şirket Seçim Kriterleri

Sigorta Poliçesinde Şirket Seçim Kriterleri n %* Satış kanalı 12 7,6 Fiyat 54 34,2 Teminat 38 24,1 Hasar sürecindeki hizmet kalitesi 47 29,7 Poliçe yapımındaki hizmet kalitesi 7 4,4

Toplam 158 100

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

43

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 54 kişi (%34,2) sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriteri fiyat olduğu, n:47 kişi (%29,7) ise hasar sürecinde hizmet kalitesi seçeneğini seçmiştir.

Tablo 5. Sigorta Poliçesi Aşamasında Hizmet Kalitesi

Poliçe Aşamasında Hizmet Kalitesi n %

Çok İyi 22 13,9 İyi 79 50,0 Kararsız 45 28,5 Kötü 10 6,3 Çok kötü 2 1,3

Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 79 kişi (%50,0) sigorta poliçesi yaptırırken hizmet kalitesi yüksektir.

Tablo 6. Hasar Aşamasında Hizmet Kalitesi

Hasar Aşamasında Hizmet Kalitesi n % Çok İyi 23 14,6 İyi 69 43,7 Kararsız 43 27,2 Kötü 17 10,8 Çok kötü 6 3,8

Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 69 kişi (%43,7) hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir. Tablo 7. Çalışılan Sigorta Şirketi Değiştirilmesi

Sigorta Firması Değiştirme Sebebi n % Satış kanalı 6 3,8 Fiyat 49 31,0 Teminat 28 17,7 Hasar sürecindeki hizmet kalitesi 64 40,5 Poliçe yapımındaki hizmet kalitesi 11 7,0

Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 64 kişi (%40,5) hasar sürecindeki hizmet kalitesi sebebiyle sigorta firması değiştirilmektedir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

44

H. Özcan, E. Tanık

Tablo 8. Sigorta Şirketiyle En Sık Karşılaşılan Sorunlar

Sigorta Şirketiyle En Sık Karşılaşılan Sorunlar n %

Dosya onay süresi 18 11,4 Dosya ödeme sorunları 18 11,4 Hasar sürecindeki hizmet kalitesi 16 10,13 İletişim 14 8,86 Kapsam dışı 9 5,69 Personel hatası 9 5,69 Fiyat 7 4,43 Bilgilendirme 3 1,89 Geri bildirim 3 1,89 Diğer 36 22,7 Boş 25 15,82 Toplam 158 100

Araştırmaya katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 36 kişi (%22,7) sigorta şirketiyle en sık karşılaşılan sorunlara diğer seçeneğini vermiştir. n: 25 kişi (%15,82) seçeneği cevapsız bırakmıştır. n:18 kişi (%11,40) dosya onay süreci ve dosya ödeme süresi cevabını vermiştir. n:16 kişi (%10,13) hasar sürecindeki hizmet kalitesi sebebiyle sigorta firması en sık karşılaşılan sorunlardır.

Tablo 9. Sigorta Şirketlerinden Daha İyi Hizmet Almak İçin Öneriler

Sigorta Şirketlerinden Daha İyi Hizmet Almak İçin Öneriler n %

Dosyanın hızlı onaylanması ve ödenmesi 32 20,25 Şeffaflık ve bilgilendirme 17 10,75 Güven 13 8,22 İletişim 12 7,59 Diğer 12 7,59 Müşteri memnuniyeti 11 6,96 Fiyat 10 6,32 Eğitim 8 5,06 Kalite 8 5,06 Poliçe kapsam dışının net ifade edilmesi 6 3,79 Boş 29 18,35 Toplam 158 100

Anket çalışmasına katılan kişilerin büyük bir bölümünün çoğunluk grubu n: 32 kişi (%20,25) sigorta şirketinden daha iyi hizmet almak için öneriler soruya tazmin dosyasının hızlı onaylanması ve ödenmesi yanıtını vermiştir. n: 29 kişi (%18,35) seçeneği cevapsız bırakmıştır. n:17 kişi (%10,75) müşteriye karşı şeffaf olunması ve doğru bilgilendirilmesi cevabını verirken, n:13 kişi (%8,22) müşteriye karşı güven cevabı tespit edilmiştir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

45

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

Tablo 10. Lojistik Firmasından Öncelikli Beklenti Durumu ile Faktörlerin Karşılaştırılması

N Min Max Mean SS p FAKTÖR Kargo firması yükün kabulünden alıcıya 158 1 5 0,26 0,03 0,04 teslimat anına kadar bütün riskleri üstlenmektedir. Müşteriye anlaşma esnasında yük taşıma ve 158 1 5 2,31 0,05 0,02 sigorta kapsamı gibi her türlü bilgi verilir. Sunulan hizmet ürün çeşitliliği fazladır. 158 1 5 0,17 0,01 0,085 Hasar/kayıp ile ilgili doğru ve eksiksiz bilgi akışı 158 1 5 2,80 0,05 0,02 sağlanmaktadır. Kargo firması hasar/kayıp gibi durumda sorunu 158 1 5 3,03 0,05 0,02 en kısa sürede çözmek için çaba sarf eder. Kargo personeli sürekli müşteriye yardımcı 158 1 5 1,31 0,03 0,05 olmaya çalışır. Kargo firması müşteri çıkarlarını sürekli 158 1 5 1,93 0,03 0,04 koruyan bir prensibe sahiptir.

Kargo firması müşterini şikâyetleri kısa sürede 158 1 5 2,20 0,05 0,02

değerlendirerek sonuçlandırır. Sorun tespit edildiği andan itibaren müşteri 158 1 5 1,14 0,03 0,04 temsilcisi yaklaşımı. Teslimat öncesi ve sonrası verilen hizmet 158 1 5 0,79 0,01 0,081 kalitesi yüksektir. Müşteri temsilcisine kayıp/hasar durumunda 158 1 5 0,35 0,03 0,04 hızlı ulaşılır. Tazmin süresi kısadır. 158 1 5 0,33 0,03 0,05 Verilen hizmet kalitesi açısından yükün sigortalı taşıma fiyat politikası son derece 158 1 5 0,41 0,05 0,02 uygundur. Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim 158 1 5 0,93 0,01 0,09 kriterleri nelerdir?

Sigorta poliçesi aşamasında hizmet kalitesi 158 1 5 1,25 0,04 0,03 yüksektir.

Hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir. 158 1 5 1,83 0,04 0,02

Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme nedeni nedir? 158 1 5 2,08 0,04 0,02

Tablo değişkenleri: n: Örneklem, Min: Minimum, Max: Maksimum, Mean: Ortalama, S.S.: Standart Sapma, p: Anlamlılık Düzeyi Bireylerin kargo firmasından öncelikli beklenti durumuna göre aldıkları puanlar; Kargo firması yükün kabulünden alıcıya teslimat anına kadar bütün riskleri üstlenmektedir: 0,26±0,03, Müşteriye anlaşma esnasında yük taşıma ve sigorta kapsamı gibi her türlü bilgi verilir: 2,31±0,05, Sunulan hizmet ürün çeşitliliği fazladır: 0,17±0,01, Hasar/kayıp ile ilgili doğru ve eksiksiz bilgi akışı sağlanmaktadır: 2,80±0,05, Kargo firması hasar/kayıp gibi durumda sorunu en kısa sürede çözmek için çaba sarf eder: 3,03±0,05, Kargo personeli sürekli müşteriye yardımcı olmaya çalışır: 1,31±0,03, Kargo firması müşteri çıkarlarını sürekli koruyan bir prensibe sahiptir: 1,93±0,03, Kargo firması müşterini şikayetleri kısa sürede değerlendirerek sonuçlandırır: 2,20±0,05, Sorun tespit edildiği andan itibaren müşteri temsilcisi yaklaşımı önemlidir: 1,14±0,03, Teslimat öncesi ve sonrası verilen hizmet kalitesi yüksektir: 0,79±0,01, Müşteri temsilcisine kayıp/hasar

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

46

H. Özcan, E. Tanık durumunda hızlı ulaşılır: 0,35±0,03, Tazmin süresi kısalığı: 0,33±0,03, Verilen hizmet kalitesi açısından yükün sigortalı taşıma fiyat politikası son derece uygundur: 0,41±0,05, Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir? 0,93±0,01, Sigorta poliçesi aşamasında hizmet kalitesi yüksektir: 1,25±0,04, Hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir: 1,83±0,04, Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme nedeni nedir? 2,08±0,04 olarak bulunmuştur. Kargo firması yükün kabulünden alıcıya teslimat anına kadar bütün riskleri üstlenmektedir, Müşteriye anlaşma esnasında yük taşıma ve sigorta kapsamı gibi her türlü bilgi verilir, Hasar/kayıp ile ilgili doğru ve eksiksiz bilgi akışı sağlanmaktadır, Kargo firması hasar/kayıp gibi durumda sorunu en kısa sürede çözmek için çaba sarf eder kargo personeli sürekli müşteriye yardımcı olmaya çalışır, Kargo firması müşteri çıkarlarını sürekli koruyan bir prensibe sahiptir, Kargo firması müşterini şikâyetleri kısa sürede değerlendirerek sonuçlandırır, Sorun tespit edildiği andan itibaren müşteri temsilcisi yaklaşımı önemlidir, Müşteri temsilcisine kayıp/hasar durumunda hızlı ulaşılır, Tazmin süresi kısadır, Verilen hizmet kalitesi açısından yükün sigortalı taşıma fiyat politikası son derece uygundur, Sigorta poliçesi aşamasında hizmet kalitesi yüksektir, Hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir, Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme nedeni nedir? faktörleri istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0,05) Sunulan hizmet ürün çeşitliliği fazladır, Teslimat öncesi ve sonrası verilen hizmet kalitesi yüksektir, Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir? faktörleri istatiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (p>0,05) Tablo 11. Sigorta Şirketinden Öncelikli Beklenti Durumu İle Faktörlerin Karşılaştırılması

N Min Max FAKTÖR Mean SS P Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim 158 1 5 0,72 0,00 0,07 kriterleri nelerdir? Sigorta poliçesi aşamasında hizmet 158 1 5 4,48 0,04 0,01 kalitesi yüksektir Hasar aşamasında hizmet kalitesi 158 1 5 5,59 0,03 0,02 yüksektir. Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme 158 1 5 2,92 0,01 0,01 nedeni nedir? Tablo değişkenleri: n: Örneklem, Min: Minimum, Max: Maksimum, Mean: Ortalama, S.S.: Standart Sapma, p: Anlamlılık Düzeyi Bireylerin verilen hizmet kalitesi açısından yükün sigortalı taşıma fiyat politikası son derece uygundur durumuna göre aldıkları puanlar; Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir: 0,72±0,00, Sigorta poliçesi aşamasında hizmet kalitesi yüksektir: 4,48±0,04, Hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir: 5,59±0,03, Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme nedeni nedir? 2,92±0,01 olarak bulunmuştur. Bireylerin verilen hizmet kalitesi açısından yükün sigortalı taşıma fiyat politikası son derece uygundur durumu ile faktörlerin karşılaştırılması tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ile yapılmıştır. Sigorta poliçesi aşamasında hizmet kalitesi yüksektir, Hasar aşamasında hizmet kalitesi yüksektir, Çalışılan sigorta şirketi değiştirilme nedeni nedir? faktörleri istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0,05) Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir? faktörleri istatiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (p>0,05) 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

47

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

SONUÇ VE ÖNERİLER Yapılan araştırmanın sonuncunda, müşterilerin lojistik firmaları ve sigorta şirketlerinden beklentilerine yönelik faktör analizlerinin tamamına yakını istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0,05) Lojistik firmalarından müşteri beklentilerinde; Sunulan hizmet ürün çeşitliliği fazladır, Teslimat öncesi ve sonrası verilen hizmet kalitesi yüksektir, Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir faktörleri istatiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (p>0,05) Sigorta şirketlerinden müşteri beklentilerinde ise sadece; Sigorta poliçesi yaptırırken şirket seçim kriterleri nelerdir? faktörleri istatiksel olarak anlamsız bulunmuştur. (p>0,05) Müşteri için en önemli kriterin malının hızlı, sağlam, güvenli, eksiksiz ve hesaplı taşınmasıdır. Müşteri açısından sigorta enstrümanı önemli olmakla birlikte, yükün poliçesinin hangi sigorta şirketten olduğunun bir önemi yoktur. Şirket değişikliğinin ancak bir sorun (memnuniyetsizlik) yaşandığında devreye girdiği görülmüştür. Teknolojik gelişmeler endüstri toplumundan bilgi toplumuna doğru geçişi hızlandırmış ve müşteri memnuniyet kavramının değişimine sebep olmuştur. Günümüzde işletmeler varlıklarını sürdürebilmek için; müşterilerinin değişen ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik stratejiler belirlemek zorundadır. Bu değişim olmaz ise rekabet sonucu müşterilerin kaybedilmesi kaçınılmaz bir sondur. İşletmeler (lojistik firmaları ve sigorta şirketleri) bu stratejilerini belirlerken; maliyet, rekabet, teknolojik gelişme, müşteri memnuniyeti ve nihayetinde karlılık detaylarını dikkate almak durumundadır. Geçmişte müşteri memnuniyeti için promosyon ve hizmet kalitesi yeterli olmuştur. Ancak günümüzde müşteri beklentilerinin çok daha fazlasını, daha ucuz, hızlı ve kaliteli hizmete ihtiyaç bulunmaktadır. Bu aşamada müşterilerden geri dönüşler ve şikâyetlerin önemi her geçen gün artmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda müşteri beklentilerine yönelik aşağıdaki tespitler yapılmıştır. Çalışma sonucunda müşteri beklentileri verilerine göre öne çıkan öneriler; Lojistik ve taşımacılık ile ilgili yasal düzenlemeler yapılarak sektördeki firmalara destek sağlanmalıdır. Devlet alt yapı desteklerinin sağlanması ile teslimat hızı artarken, lojistik sektörünün gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşması hedeflenmelidir. Ürünün özelliğine göre ambalajlanmalıdır. Ürün göndericiden teslim alınırken mutlaka kontrol edilmeli, gerekirse kabul edilmemelidir. Ürün içeriği mutlaka kontrol edilmeli ve sigorta ücreti de ürün içeriğine göre hesaplanmalıdır. Bir ürün kabul edildi ise; göndericiden alındığı andan itibaren teslim edileceği ana kadar sigortalı olmalıdır. Sigorta poliçelerindeki açıklamaların daha net ve anlaşılır ifadeler yazılarak uyuşmazlıkların önüne geçilmelidir. Personel hatalarının önüne geçilmelidir. Daha nitelikli personel ve eğitimleri gereklidir. Ürün araç içerisinde uygun istiflenmelidir. Ürün çeşitliliğine göre araç içinde bölümlendirilerek istiflenmesi için araç yatırımları yapılmalıdır. Teknolojik yatırımlar yüksek maliyetli olmasına rağmen yapılmalıdır. Güvenlik sorunları yaşamamak için daha uygun yazılımın kullanılmalıdır. Hızlı geri bildirim sistemi kurulmalıdır. Dosya onay ve ödeme süreci kısaltılmalıdır. Literatür incelendiğinde; genellikle lojistik sektörü süreç, mevzuat ve memnuniyet üzerine çalışmalara rastlanılmış olup; yerli ve yabancı araştırmalarda yük nakliyat sigortası ve lojistik hasar sürecini birlikte inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Müşterilerin hasar aşamasında lojistik firmalarından ve sigorta şirketlerinden beklentilerinin karşılanması durumunda memnuniyet ve poliçe yenileme üzerinde olumlu etkisi öngörülmüştür. Bu çalışmada hasar Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

48

H. Özcan, E. Tanık tazmin sürecinin yaşanan sorunlarda lojistik ve sigorta sektöründe ihtiyaç duyulan düzenlemelerin saptanması ve sürecin müşteri memnuniyetine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Hasar aşamasında lojistik ve sigorta şirketinin beklentileri karşılaması ile müşteri memnuniyeti arasında bir ilişki olup; H1 ve H2 hipotezleri kabul edilmiştir. Araştırma sonucunda Lojistik firmaları ve sigorta şirketleri müşterilerinden geri dönüşleri mutlaka hızlı değerlendirmeli ve sonuçlandırmalıdır. Bu sorunların tekrar edilmemesi için tedbirler almalı ve sorunların kesin çözümüne yönelik projeleri geliştirmelidir. Bir eşya hasara veya kayba uğradığında taraflar arasında yaşanan uyuşmazlıklar sigorta sistemine müşterinin güvenini azaltmaktadır. Bu uyuşmazlıkların mahkemelere kadar taşınmaması için hızlı aksiyon alınarak çözüme kavuşturulması, gerekli tedbirlerinin alınması taraflar arasında memnuniyeti sağlarken, müşteri sadakatini de artırmış olacaktır. Bilgi ve tecrübelerinin göz ardı etmemek, müşteri taleplerini bütün yönleriyle ele alarak bakmak gerekmektedir. Bu doğrultuda araştırma ilgili çalışmalara örnek teşkil etmesi bakımından da önem arz etmekte olup; diğer yeni araştırmalar için bir başlangıç olacak ve nakliyat sigorta literatürünün gelişmesine katkı sağlayabilecektir. KAYNAKLAR

Çancı, M. ve Erdal, M. (2003). Lojistik Yönetimi- Freight Forwarder El Kitabı, İstanbul, Erler Matbaacılık San.ve Tic. A.Ş., İstanbul, Durmaz, Y. (2010). Lojistik Ulaştırma Faaliyetlerindeki Hizmet Kalitesinin Müşteri Değeri Yaratmadaki Rolü, Kütahya Yurtiçi Kargo Şirketinde Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Emtea Nakliyat Sigortası Genel Şartları, http://www.tsb.org.tr (Erişim Tarihi: 01.11.2019) Emtea Nakliyat Sigortaları, http://www.mapfre.com.tr (Erişim Tarihi: 01.11.2019) Erdem, T., (2013). Lojistik Yönetimindeki Müşteri Memnuniyetinin Bir Kargo Şirketi Bağlamında İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Aksaray Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Erten, S. (2010). Lojistik Süreç Yönetiminde Bir Kamu Kurumu Analizi. Yüksek Lisan Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ertaş, Ş. (2018). Eşya Hukuku, İzmir, Barış Yayınları. Gocer, A. (2011). Achieving Sustainable Learning Through ERP Based Supply Chain in Vitro Laboratory, Social and Behavioral Sciences Public, Vol:28, 164-173, doi.: 10.1016/j.sbspro.2011.11.032 Johnson, J.C. ve Wood, D.F. (1996). Contemporary Lojistics, New Jersey, Prentice Hall.

Kılıç, E. (2006). Nakliyat Sigortalarının Makro Ekonomik Değişkenler ile İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü. Kirazlı,T. (2019). The Effects of Digital Marketing Tools on Intermediaries’ Satisfaction in Turkish Marine Insurance Market, Yüksek Lisans Tezi, Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

49

Karayolu Yük Nakliyat Sigortalarının Hasar ve Müşteri Memnuniyeti Etkisi

Maghaminia, M., (2004). Türk ve İran Hukuklarında Karayoluyla Yük Taşıma Sigortası, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mercan, A. (2019). Sigorta Sektöründe İş Etiği ve Sigorta Şirketleri Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü. Paswan, A., (2018). 'Social Media Marketing Strategies, Journal for Contemporary Research in Management, 5(1), 8-11.

Oğuzman, K., (2019). Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Yayınları. Özdemir, F. (2019). Yurtiçi Lojistikte Müşteri Bağımlılığını Arttırma Tekniklerine Bir Örnek, Borusan Lojistik. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Özcan, H. (2019). Karayolu Yük Taşımacılık Sigortaları ve Kullanımı Üzerine Bir Araştırma, İstanbul, Kriter Yayınları. Ulaş, I. (2002). Uygulamalı Sigorta Hukuku, Mal ve Sorumluluk Sigortaları, Ankara, Turhan Kitabevi.

Sözer, B. (2001). Legal Environment of Business, İstanbul, Beta Kitapevi, İstanbul. Sözer, B. (1997). Taşıyanın Taşıma Sözleşmesinden Doğan Sorumluluğunu Düzenleyen Hükümlere İlişkin Bazı Meseleler ve Görüşler, İstanbul, Batıder Yayınları. Türk Hukuk Lügati, (1991). Ankara, Türk Hukuk Kurumu Yayınları Karayolu Taşıma Kanunu, http://mevzuat.gov.tr (Erişim Tarihi: 01.08.2020) Türk Ticaret Kanunu, http://mevzuat.gov.tr (Erişim Tarihi: 01.08.2020) Varan, İ. ve Yazıcı, Y. (2003). Lojistikte Sistem Yaklaşımı ve Horoz Lojistikte Transport Programı Uygulaması, Bitirme Çalışması, Kocaeli Üniversitesi, Endüstri Mühendislik Fakültesi.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

50

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

TEKNOLOJİ VE SAVAŞ

TECHNOLOGY AND WAR Sait YILMAZ Prof. Dr., İstanbul Esenyurt Üniversitesi İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İng) [email protected]

ÖZ Soğuk Savaş döneminden kalma silah teknolojisi ve savaş konseptleri son 30 yıldır büyük bir dönüşüm içerisindedir. Bu dönemde dijitalleşme ve haberleşme teknolojilerinde yaşanan gelişmeler savaş alanına insansız hava araçlarından sonra yapay zekâ kullanan yeni otonom sistemler davet etmektedir. Bütün bunların savaşın doğasını değilse de karakterini değiştireceği aşikârdır. Özellikle 2040 yılına kadar olan dönemde savunma teknolojileri alanında önemli dönüşümler beklenmektedir. Öte yandan bütün bu gelişmelerin ülkelerin savunma yapılarına ve savaş konseptlerine etkisi olacaktır. Bütün bunlar çok önemli yatırım isteyen gelişmelerdir ve şimdiden gerekli hazırlıklara başlanılmadığı takdirde yarışta geri kalınacaktır. Yeni teknolojik gelişmelerin geleceğin savaşlara etkisi her şeyden önce istihbarattan, lojistik ve insan gücüne çok kapsamlı öngörüler ve düşünce alt yapıları gerektirmektedir. Bu makale, özellikle otonom sistemler ve yapay zekânın etkilerini dikkate alan katkılar sunmayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: Savaş, Teknoloji, Otonom Sistemler, Yapay Zekâ, Silahlar.

ABSTRACT Weapon technology and war concepts from the Cold War era have been in a great transformation for the last 30 years. Developments in digitalization and communication technologies in this period invite new autonomous systems that use artificial intelligence after unmanned aerial vehicles to the battlefield. It is obvious that all this will change the character, if not the nature of the war. Significant transformations are expected in the field of defense technologies, especially in the period until 2040. On the other hand, all these developments will have an effect on the defense structures and war concepts of the countries. All of these are developments that require a very important investment and if the necessary preparations are not started now, the race for arms will be left behind. The impact of new technological developments on future wars requires comprehensive predictions and thinking infrastructures from intelligence to logistics and manpower. This article aims to provide contributions that specifically consider the effects of autonomous systems and artificial intelligence. Keywords: War, Technology, Autonomous Systems, Artificial Intelligence, Weapons.

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 19.11.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 18.01.2021

Araştırma Makale/Research Paper

Yılmaz, S. (2021). Teknoloji ve Savaş, ieSBAD, 1 (1), 51-66.

Teknoloji ve Savaş

GİRİŞ

Savaşlar yeni icatları doğurur, daha güçlü yapar, kültürel değişim olur, yeni dinamikler ortaya çıkar. Savaşlar terör ve yıkım getirir ama aynı zamanda teknoloji, dil ve fikirleri yayar. Bugünün dünyası da siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel olarak çok hızlı bir dönüşüm içerisindedir. Birkaç on yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde toplum, aile, fabrikalar, eğitim, yaşam biçimimiz gibi temel olgular büyük bir dönüşüme uğrayabilir. 5G telefonların tehlikelerini konuşurken, 6G ile insan yaşamının tümden değişeceğini düşünmemiz buna verilebilecek örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Önümüzdeki 20 yılda savunma anlayışlarında yaşanacak büyük değişimler, sonrasında belki de geçersiz hale gelecektir. Ezberlediğimiz şeyleri silecek, tüm elektronik spektrumu kontrol altına alacak yeni bir teknoloji ortaya çıkabilir ya da yeni bir salgın hastalık ya da göktaşı insanlığın gidişatını başka bir yöne çevirebilir. Fütürist çalışmalarla ilgilenen bir bilim insanı olarak şunlar ifade edilebilir (Yılmaz, 2019); - 2040 yılına kadar, dünyanın büyük kriz ve savaşlarının bir sonuca ulaşması, bu dönemde askeri teknolojilerde tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi geleceğin daha büyük teknolojilerine geçiş öncesi daha ilkel modellerin göreceli olarak kullanılmaya devam edilmesi, - 2040-2070 yılları arasında beynine çip takılmış ve internet ile kontrol edilen İnsan 2.0’a geçiş, robotların insan hayatının her safhasında olduğu bir yaşam, yapay zekâ ve otonom sistemlere dayalı yeni bir güvenlik ve savunma anlayışı, - 2070 yılından sonra ise nanoteknoloji, biyoteknoloji ve genetik bilimlerdeki ilerleyiş ile birlikte insan-makine yaşamı, insan ömrünün çok uzaması, güvenlik dâhil her şeyin otomasyona uğraması, - 2150 sonrası avatar yaşam, insan-tanrılar, ölümsüzlüğe yol alış. Bu çalışmada 2040 yılına kadar olan döneme ilişkin öngörülere yer verilecektir. Zira sonrasında savaşların ve teknolojik gelişmelerin nasıl bir dünya çıkaracağı ile ilgili şimdiden bir öngörüde bulunmak kolay değildir. Çalışmanın amacı, teknolojik gelişmelerin savaşların karakterinde yapacağı değişim ile bağlantılı olarak istihbaratın rolü ve kullanımı ile ilgili öngörülerde bulunmaktır. Çalışma dahilinde geniş bir literatür taraması yanında NATO karargahlarındaki görevler ve halen devam eden NATO Bilim Kurulu Çalışma Grupları içindeki tecrübelerden önemli ölçüde yararlanılmıştır. Geleceğin savaşları bu alanda yatırım yapmak çok masraflı ve beklenen devrimsel gelişmeler tüm kabiliyetlerinizi kısa sürede sıfırlayabileceğinden ötürü şimdiden düşünülmeli ve tasarlanmalıdır. 1. SİLAHLARIN KISA GEÇMİŞİ

Halen konvansiyonel kuvvetlerin II. Dünya Savaşı’nda yakaladığı paradigma- otomatik silahlar, zırhlılar, güdümlü füze ve bomba taşıyan uçaklar- önemli ölçüde devam etmektedir. 1960’ların ikinci yarısında yeni bir askeri devrim dönemine Çoklu bağımsız hedeflere gidebilen savaş başlıkları, lazerli cruise füzeleri, kızıl ötesi ve görüntülü hedefleme, füze savunma ve uydu-savar silahları gibi silahlarla girilmiştir. 1970’lerde uzay bilgi teknolojilerinde bir devrim yaşandı. Sonrasında diğer devletler teknik olarak uçak gemisi, denizaltı, tank ve bombardıman uçağı gibi geleneksel silah platformlarını mükemmelleştirdiler. Bu silahların ömrünü artırmak ve tehditlere karşı koyabilmek için hassas güdümlü mühimmat geliştirildi (Friedman ve Friedman, 2015: 12). Çıplak gözün sağlayabileceğinden çok daha büyük isabet oranı ve menzil atışı sağlayabilen atış kontrol sistemi, yeni askeri teknik devrimin göstergesi idi. Soğuk Savaş sonrası Batılıların silah teknolojisine verdiği önem Körfez Savaşı’ndan başlayarak savaş sanatında esaslı değişimlere yol açmaktadır. Silah sistemleri ile ilgili teknoloji arayışlarında parametreler; isabet, menzil ve hedef tespiti (hedef seçimi dâhil) idi. Bunlara atıcı platformların Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

52

S. Yılmaz

(stealth uçaklar) görünmezliği gibi yardımcı teknolojiler eklendi. Balkanlardaki NATO operasyonlarında görüldüğü gibi isabetli ve güdümlü mühimmatlar savaşta silahlı kuvvetlerin etkinliğini önemli ölçüde artırdı. Afganistan ve Irak’ta sonuç almak için üç ana unsur öne çıkmıştı; (1) Çok uzun menzilli B-2 ve B-52 bombardıman uçakları, (2) Kuvvetlerin uyumlu çalışmasının esasını oluşturan sayısal haberleşme sistemleri, (3) Yeni muharebe alanı silahı olan küçük, feda edilebilen pilotsuz Predator uçakları. Motoruyla sürekli uçabilen ve güdüm sistemiyle hedefe yönlendirilen roket ve füzeler, düşman hedeflerinde tahrip oranını büyük ölçüde artırdı. Ortaya çıkan yeni savaş kültüründe menzil ve etkinliğin sayısal artışı niteleyici oldu. Ateşli silahların öne çıktığı son beş yüzyıldan sonra, (roket veya namludan fırlatılan) yeni mühimmat balistik yasalara bağlı değildi. Teorik olarak, menzilin sınırı yoktu, hedefin kaçış manevralarına göre ayarlanabildiği için onu kaçırması olanaksızdı. Tomahawk ve Cruise füzeleri örneğinde görüldüğü gibi yüzlerce mil öteden ateşlenebiliyor, arazi ve uydu navigasyon (yönlendirme) sistemi ile hedefe yöneliyor ve çeşitli güdüm sistemleri sayesinde hedefi tam isabetle vuruyordu. Dünya orduları 20. yüzyılın son çeyreğine kadar az çok aynı silah ve mühimmatı kullanırdı. 21. yüzyıl bu alanda üç ana gelişme ile başlamaktadır (Baylis vd., 2006: 245); imha veya yok etme özelliğinin evrimi, benzeri olmayan platformların ortaya çıkışı ve askeri teknolojide daha büyük sistemlerin yaratılması. Artık basit yüksek patlayıcı mühimmatın devri geçmiş, çok başlıklı ve hedefine göre (tank, köprü vb.) ayarlanmış mühimmat taşıyan füzeler ortaya çıkmıştır. Diğer yandan, karadan karaya sistemlerin modası geçmiş, deniz altı ve üstünde, hava ve uzayda platform kullanımı başlamıştır. 1990’larda ortaya çıkan askeri evrim karmaşık askeri sistemlerin ortaya çıkışı oldu. Ağ sistemi dahilinde sensörler, komuta ve kontrol merkezleri ve silah sistemleri entegre edilmiştir. Son çeyrek yüzyılda Soğuk Savaş silah ve donanımları iyice eskidi ve yenilenmeleri veya elden çıkarılmaları gerekmektedir. Avrupa’nın silah kültürü yaşlanırken, Amerikalılar akıllı silah ürettiler ve savaşın sosyal yapısını değiştirdiler. Üç temel savaş aracı olarak tank, gemi ve uçak artık akıllı mühimmatın tehdidi altındadır. Onları korumanın maliyeti artarken, etkilerinde yeterince artış gerçekleşmemiştir. Şimdi savaş kültürü yeni bir teknoloji, bilgisayar teknolojisi üzerine kuruluyor. Bilgisayar bu bağlamda savaşın karakterini yeniden tanımlamaktadır. Uçak gemileri ve tankların yerine başka silah sistemleri gelecek olsa da henüz varlık göstermemektedirler. Ama sensörler, güdüm sistemleri ve uydu haberleşmesi ile konvansiyonel silah kullanmadan binlerce mil uzaktaki hedefleri vurabilen teknoloji üstünlüğünü yakalayan ülkeler bugün dahi mevcuttur. Hiper akıllı, hipersonik, uzun menzilli ve düşük maliyetli füzeler hizmete girmek üzere ve Bununla yakından ilişkili olarak yeni silahlar, etki alanları ve hedefleri tahrip açısından doğal olarak sınırlamalar getirmektedir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

53

Teknoloji ve Savaş

Şekil 1: Teknoloji ve Savaşa Hazırlık

Kaynak: Handel (2003)’den geliştirilmiştir. Yeni teknolojiler; silahların menzilini artırmakta, reaksiyon süresini azaltmakta ve insan kapasitesini aşacak şekilde savaş alanının koşullarını değiştirmektedir (Sullivan ve Coroalles, 1995: 12). Yüksek teknolojiye rağmen düşmanı yok etmek gittikçe güçleşmektedir. Topyekûn savaşlar için ise 20. yüzyıla dönmek mümkün gözükmemektedir. Bu çerçevede en mantıklı senaryo, büyük güç savaşı için sınırlı taktik nükleer silah ve füze savunma sistemlerinin öne çıkmasını dikte etmekte, bu ise mevcut hava gücü konseptinin çöküşü anlamına gelmektedir. Modern hava savunma ve füze savunma sistemleri kütlesel hava ve hassas güdümlü füze taarruzlarını engelleyemeyeceğinden ötürü yeni bir havacılık ve silah sistemi gerekmektedir. Savunmacı zihniyet tekrar saldırgan olandan önce geleceği söylenebilmekle beraber uydu-savar ve füze savunması alanındaki gelişmeler gene de durumu değiştirebilmesi olasılığı mevcuttur. 2. GELECEĞİN TRENDLERİ VE SAVAŞ

Savaş tipini coğrafya belirler. İronik olan ise artık salt konvansiyonel savaş yapacak bir savaş alanı da kalmamıştır. Bütün bunlar savaş alanının, savaş ve teknoloji ilişkilerinin yeniden düşünülmesini gerektirmektedir. Silahlar bir kere ateşlenince kimin nereden ve nasıl vuracağı belli olmayacak, durum hızla tırmanma riski gösterecektir. Bir süre daha füze savaşları ve hassas güdümlü mühimmat kullanımı ile devam edecek; ilk dönem farklı platformlar, sensörler ve mühimmat ile desteklenecektir. Günümüzün savaşını yansıtan bu yeni nesil savaş, orduların etkisinin azaldığı ve vekil olarak adlandırılan silahlı grupların mücadele sahasında daha fazla rol almaya başladığı bir dönemi işaret etmektedir. Yeni nesil savaşın mücadele sahaları meskûn mahaller ve dağınık bir şekilde karşı koymayı gerektiren bölgeler olmuştur. 21. yüzyılın ilk yarısının gündeminde ise gündemde dünyanın azalan kaynaklarının sömürülmesi için bir hegemonya mücadelesi mevcuttur. Halen yaşanan bölgesel savaşlar, muhtemelen rakip olarak ABD ve Çin’in başına çektiği bir dünya savaşı ile noktalanabilir ve dünyayı yeni bir dengeye oturtacak bir düzen oluşturabilir. Küresel güç olmaya çalışan bölgesel güçler arasında şu arayışlar görülmektedir; - Deniz ve hava hâkimiyeti için artan rekabet (Hava Savunma Tanımlama Bölgeleri, Münhasır Ekonomik Bölgeler vb.)

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

54

S. Yılmaz

- Uzayda askeri yarış (uydu savar silahları vb.), - Devlet destekli siber güçler ve kabiliyetler. Bölgesel güç mücadeleleri içinde ise aşağıdaki trendler yaşanmaktadır (U.S. JCOS, 2006); - Hedef ülkelere yönelik doğrudan ya da dolaylı melez (hibrid) zorlayıcı stratejilerin seçilmesi, bu stratejiler aşındırma veya cezalandırma yerine büyük karışıklık ve kaos yaratmak için kullanılması, - Vekil güçler ile savaşın yoğunlaştırılması (masrafı azaltmak ve riski azaltmak için), - Bölgesel nükleer caydırıcılığın sağlanması. Geleceğin güvenlik ortamının karakterini şunlar belirleyeceği değerlendirilmektedir Supreme Allied Commander of Transformation, 2018); - Teknolojik gelişmeler, - Yeni harekât konseptleri, - İnsanın değişen doğası, - Jeopolitik ortamdaki kaymalar, - Etik kuralların değişimi ve meşruiyet anlayışı, - Kabiliyetler, hedefler ve beklentilerdeki değişimler. Her ulus kendi yeteneklerine göre uygulayacağı teknolojiyi seçerek ulusal askeri teknolojisini meydana getirmektedir (Dombrowski ve Gholz, 2006: 2-3). Ancak önümüzdeki 20 yılda geleceğin savaş ortamı ile ilgili beklentiler arasında şu konular öne çıkmaktadır (Supreme Allied Commander of Transformation, 2018); - Robotlarla savaş - Yapay Zekâlı makineler ile savaşın hasarları, - Topyekûn imha olma olasılığı, - Otonom sistemlerin ölümcül kabiliyetleri, - İnsan doğasına gen yönlendirmesi ile yapay zekâ eklenmesi, - Siber alan, mega şehirler ve biyolojik saldırı alanlarında muharip ve muharip olmayanı ayırt etme güçlüğü, - Özgürlük ve güvenlik ikilemi. - Yüksek nüfus yoğunluğu olan yerlerde harekât. - Farklı kimliklerin bulunduğu ortamlarda muharip veya tarafsız konumunu sürdürebilmek. - Uzaya dayalı kabiliyetlere garantili nüfuz. - Farklı ve uzak coğrafyalarda uzun sürecek operasyonlar için ikmal kanallarının açık bulundurulması. - Düşman veya ötekinin tanımlanması, yeni ortaklar bulunması.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

55

Teknoloji ve Savaş

3. ÖNÜMÜZDEKİ 20 YILIN ALT-SAVAŞ KONSEPTLERİ 3.1. A2/AD

Gelecekteki savaşların nasıl olacağını düşünerek (vizyon) senaryolar oluşturulur. Bu senaryolar içinde savaşın nasıl olacağı ya da olması gerektiği ile ilgili düşünce ve değerlerimizi doktrini oluşturur. Makul bir doktrin birkaç harekât konsepti etrafında dolaşır. Birbirlerinden farklı düşünceler üretilmesi ve farklı hareket tarzları geliştirmesi kaosa neden olur. Örneğin 2040 öncesi beklenen dünya savaşı öncesi ABD’nin Çin, A2/AD konseptini geliştirmiştir. A2/AD içinde A2 (Giriş Önleme) ile düşmanın uzak mesafeden dost kuvvetlerin harekât alanına yaklaşması ve girişini önleyici faaliyetleri, AD (Bölge Yasağı) ile harekât alanı içinde dost kuvvetlerin manevraların engelleyen eylemleri anlaşılmalıdır. A2/AD, birçok silah ve taktikten oluşan hava, kara, deniz, elektronik savaş, siber ve uzay kabiliyetlerinin kullanıldığı bir sistemdir. Çin’in A2/AD konseptine karşı ABD Hava-Deniz Muharebe (ASB) ve abluka isimli iki konsept geliştirmiştir. ASB, Çin’in ilk ada halkasını yarmak için ABD hava ve deniz kuvvetlerinin birlikte kullanılmasını öngörmektedir. A2/AD’ye karşı Batılı ülkeler görünmez insanlı ve insanlı vuruş platformları, hipersonik saldırı sistemleri, çok spektrumlu siber ve elektro-manyetik saldırı vasıtaları, böcek ve benzeri teknolojiler, artan balistik füze savunması, yeni nesil C4ISTAR ve tanker kabiliyetleri geliştirmekte ve bunları kara ve deniz platformları ile güçlendirmektedirler. Hava-Deniz Savaş Konsepti, küresel deniz ulaştırma yolları üzerinde ortaya çıkabilecek tehdit ve engellemelerin bertaraf edilmesini amaçlıyor. Harita 1: Çin'in A2/AD Konsepti ve ABD ASB (Hava-Deniz Savaş)

Ruslar da benzer şekilde Doğu Akdeniz’de Suriye açıklarında, Kırım ve Kafkasya’da A2/AD bölgeleri oluşturdular. Çin ve Rusya, şimdiye kadar ABD ile doğrudan askeri olarak karşı karşıya gelmekten kaçındı ve kendi A2/AD sistemleri ile herhangi bir askeri tehdidi önleme ya da caydırma yolunu seçtiler ve kriz bölgesinde kuvvet takviyesine gittiler (Dougherty, 2019). 3.2. Caydırıcılık Gelecekte askeri stratejinin hedefi ne olacaktır? Hedef, gene rakibin caydırılması ve bunun için askeri gücünün bertaraf edilmesi olacaktır. Yapılacak ihtimalat planları esnek caydırma/karşılık seçeneklerini de dâhil çeşitli askeri seçenekleri içermeli, bunlar siyasi eylem planı ile koordine edilmelidir. Askeri caydırma seçenekleri şunları kapsayabilir; - Hedefin siber altyapısının çökertilmesi. - Hedef ülkede ayaklanma ve iç karışıklık çıkarma. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

56

S. Yılmaz

- A2/AD uygulamaları ile rakip silah kuvvetleri sınırlama. - Balistik füze tehdidi. - Hedef ülke içinde kaynağı belli olmayan tahripler. - Rakip ülke hakkında toplanan videolar ile medyada psikolojik savaş. 3.3. Uzun Savaş Son 200 yıldır savaşın doğası ve savaş alanı ile ilgili temel özellikler de önemli bir değişim içindedir. Öncelikle Clausewitz’in anladığı savaş alanı oldukça değişmiş; hava, uzay, siber gibi boyutlarının yanında özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında tüm küreyi sarmıştır. Savaşlar artık büyük şehirleri de savaş alanı haline getirmiş, terörle mücadele gibi sonu olmayan uzun savaş yöntemi ortaya çıkmıştır. Büyük güçlerin üçüncü ülkede savaşması devletler arasında ciddi krizlere yol açabilir. Geçmiş yüzyıllara göre savaşlarda çatışmalar daha yoğun ve siyasi amaç, büyük güçlerin istekler arasında bir dengeye ulaşmaya odaklanmış durumdadır (Fenneko, 2016). Herhangi bir ülkede başlatılan iç savaş ortalama 25 yıl sürmektedir. 3.4. Uzaktan Savaş Bugüne kadar, Uzaktan Savaş’ın ana uygulamaları istihbarat paylaşımı, özel askeri şirketler, güvenlik işbirliği ve özel kuvvetler olmuştur. Buna siber ve dron alanındaki teknolojiler eklendi (Watts ve Biegon, 2019). Şimdi bu konseptin büyük savaş seçenekleri yerine müdahale için nasıl en iyi hale getirilebileceği çalışılmaktadır. Kendi kendine hareket eden bu makinelerin gelişmesi yapay zekâ çalışmaları ile birlikte yürümektedir. Son yıllarda tartışılan ve henüz içeriği tamamlanmamış bir yaklaşım ile akıcı savaş, vekilli savaş, veraset savaşı ve vekâleten savaş kavramları ile bağlantı kurulmaktadır. Bazı yönleri ile de dron savaşını kapsamaktadır. Afrika, Orta Doğu ve Afganistan’daki tecrübeler ile birlikte ele alınmaktadır. Geleceğin savaşlarında ise “kendi kendini savunma” modeli ile merkezi olmayan ve bir ağ savaşı öngörülmektedir. Bu tür savaşta tek tek kişiler, komşular, şehirler, özel ekipler rol alacaktır. Belediyeler ve hatta sivil toplum örgütleri (aktivistler, hackerlar) de bu savaşa katılacaktır. 3.5. Ağ Savaşı Önce iyi bir HUMINT bilgisi gelmekte, sonra SIGINT gerçek zamanlı video çekimi ile takibe başlar ve hedef teyit edilmektedir. Ancak, hedef bir binaya girmiştir ve binada siviller de vardır. Bu durumda hedefi öldürme olasılığı için lazer güdümlü daha büyük mühimmat taşıyan bir insansız hava aracı seçilir (Hayden, 2016: 331-332). Bu genellikle günümüzdeki askeri istihbaratın hedef odaklı çalışma sistemidir. İnsansız hava araçları hava savunma şebekesi ve dil uzmanı olmadan izleme yapamaz. Terörle mücadelede ses-tanımalı hedefler için dil uzmanı kullanılması önemlidir. Böylece tanımlanan hedef, onu vuracak insansız hava aracına bildirilir (Hayden, 2016: 55). Yeni nesil iletişim teknolojisinin gelişmesi ile sahadaki asker ile en üstteki komutan arasında doğrudan hem de görüntülü iletişim imkânı ortaya çıkmıştır. Generaller artık cephede olmadan adamlarını yönetebilme imkânına kavuşurken, bu gelişmeler komutanın merkezileşmesi yanında mikro-yönetim gibi eğilimler doğurdu (Singer, 2019). Ağ merkezli savaş konseptinin ürünü olan şemsiye sistem gerçek zamanlı olarak her dost asker, tank, uçak ve geminin konumunu bilmekte, onları dijital bir harita üzerinde izlemekte ve istihbarattan alınan bilgilerle düşmanın yerini de işaretlemektedir (Davis, 2003). Bu sistem, savaş alanının üstüne yayılan insansız hava araçlarından alınan videolar ile takviye edilmektedir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

57

Teknoloji ve Savaş

Şekil 2: Bugünün Askeri Ortamında Elektronik Savaş

Kazanan, sisler içinden düşmanı açığa çıkarmak için bilgiye en hızlı ulaşan olacaktır. Küçük sayıda, hafif, oldukça mobil kuvvetler, yere gömülmüş ağır silahlı büyük orduları yenecek veya teslim olmaya mecbur edecektir. Mobil kuvvetlerin başarısının sırrı daha iyi hazırlanmış olmak, manevra için daha fazla yer bulmaları, ateş güçlerinin hızla umulmayan yerleri vurması ve merkezi olmayan komuta-kontrol ve bilgi sistemlerinin (merkezi durumdaki komutanlara paralel olmayan istihbarat ve stratejik maksatlar için üst seviyeli görüş sağlarken) taktik inisiyatifler almaları için gerekli üstünlüğü sağlamasıdır. 3.6. Siber Savaş Bilgiye dayalı esaslar ile askeri operasyonların icra edilmesi demektir. Bu savaşta, düşman bilgi ve haberleşme sistemleri kesintiye uğratılır veya yok edilir. Diğer yandan kendi hakkımızdaki bilgiler saklanırken düşman hakkındaki her şey bilinmeye çalışılır. Bu savaş, özellikle kuvvet dengesinin olmadığı durumlarda bilgi ve bilişim dengesinin lehe döndürülmesi ile kazanılmaktadır. Bilgi kullanılarak daha az malzeme ve insan kullanılması öngörülmektedir. Bu savaş türü komuta-kontrol, istihbarat toplama-işlem-dağıtım, taktik haberleşme, yer belirleme, düşman ve dost tanımlama, akıllı silah sistemleri gibi çok çeşitli teknolojilerin kullanılmasını gerektirmekte ve aynı zamanda düşman bilgi ve haberleşme sistemlerine karşı körletme, karıştırma, aldatma, aşırı yükleme ve sızma gibi elektronik savaş uygulamalarını içermektedir. Siber savaş, ağ yapısı nedeni ile bazı komuta-kontrol sistemlerinin merkezi olmayan bir anlayışla kullanılmasını, diğer yandan büyük resmi görmek için merkezi uygulamaları gerektirmektedir. Bilgi savaşı modellerinden olan “Stratejik Felç” ise, teknolojini getirdiği imkânlar sayesinde minimum hasar ve sivil halk kaybı ile hedefin savaşma azim ve iradesine direkt etki eden stratejik ve ekonomik hedeflere taarruz edilerek, hedefin teslim olmaktan başka hiçbir çıkar yolunun kalmaması durumudur (Kâhya, 1999: 49). Hedefler genellikle hasım ülkenin ulusal gücünü oluşturan ve kaybı halinde o ülkenin toplam gücünü etkileyecek türdendir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

58

S. Yılmaz

3.7. Uzay Savaşı 21. yüzyılda savaşın halen silahlanması yasak olan uzaya taşınmasından endişe edilmektedir. Uzay geleceğin savaşlarının ağırlık merkezi olmaktadır. Halen GPS uyduları modern orduların hareketlerine, uçaklarına ve gemilerine yön vermektedir. Tablo 1: Uzay Kabiliyetleri ve Kullanımı

Konum, Yönlendirme, Entegre Taktik İkaz ve İstihbarat, Gözetleme ve Zamanlama & Hız Tehdit Değerlendirmesi Keşif (ISR) İsabetli Vuruş Kuvvet Koruma Harekât Yönetimi /Hrk.Mrk.) Personel Kurtarma/ Aşındırma Muharebe Hasar Muharebe Desteği Değerlendirmesi Arama ve Kurtarma Füze İkazı İstihbarat Ağ Zamanlaması Haberleşme Ortam İzleme Komuta ve Kontrol Görev Planlama İHA Operasyonları Mühimmat Seçimi Ufuk Ötesi Haberleşme Hava Tahmini Hedefleme teknolojiler sivil sektörü de içine olan bir ulusal çıkar alanıdır ve atma sistemleri, astronomi, gezegen keşfi, uzay gözetlemesi, insan performansı gibi alanları vardır. Bu kapsamda, uzay teknolojisinin üç ana alanı vardır; (1) Platformlar; uydular, güç, uzay istasyonu, itme, görüntüleme, malzemeler ve aktif/pasif tedbirler. (2) Sensörler; yüksek performanslı algılama. (3) Operasyonlar; uzay kontrolü, uzayda durum farkındalığı, uzayda hava tahmini, otonomi ve haberleşme. Siber ve uzay gibi kritik boyutlar; GPS kabiliyetinin muhafazası zamanlama ve senkronizasyon için önemli, siber tehditler en çok iç güvenliği hedef alacaktır. 4. ASKERİ DÖNÜŞÜMÜN PARAMETRELERİ Askeri dönüşümün ürünü olacak yeni yıkıcı teknolojiler; akıllı, birbiri ile bağlantılı, dağılmış ve dijital olacaktır (Marino, 2017). (1) Akıllı; entegre ve bütünleyici yapay zekâ, analitik ve karar verme kabiliyetleri. - Otonomi; yapay zekâ kullanan, belli seviyede bağımsız karar verebilen otonom sistemler. Bu otonom sistemler dijital bir eleman üzerine konuşlanmış platform olan robotlar olabilir. - İnsani akıl; geliştirilmiş insan-makine öğrenme ve sinerjik davranışlarına psiko-sosyal sistemlerin entegrasyonu. - Bilgi analitiği; bilgi, öngörü ve tavsiye verecek büyük veri setleri ve gelişmiş matematik kullanan (yapay zekâ dâhil) gelişmiş analitik yöntemler. (2) Birbiri ile irtibatlı; gerçek ve sanal ortamların (sensörler, teşkilatlar, kurumlar, otonom ajanlar ve süreçler) ağ (şebeke) ile örtüşmesi (Killion, 2017). - Güvenilir haberleşme; dağıtım teknolojileri (blockchain vb.), kuantum anahtar dağıtımı, post-kuantum kriptografi ve güvenilir karşılıklı eylem ve bilgi değişimi yapay zekâ siber ajanları kullanımı gibi teknolojiler. - Sinerjik sistemler; yeni-eko sistemler (akıllı şehirler gibi) yaratılmasında karmaşık (fiziksel veya sanal) sistemler geliştirilmesi. 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

59

Teknoloji ve Savaş

(3) Dağılmış; merkezi olmayan ve geniş ölçüde yayılmış büyük ölçekli sensörleme, depolama, hesaplama, karar verme, araştırma ve geliştirmesi. - Uç hesaplama; depolama, hesaplama ve yapay zekâ / analitiği bilgi kaynaklarına yakın ajan ve objelere yerleştirilmesi. - Geniş algılama; insan-fiziksel ortam-bilgi ortamları boyunca büyük sensör ağları içine küçük sensörler yerleştirilmesi. - Merkezi olmayan üretim; yapay zekâya dayalı tasarım, yeni malzemeler ve (karmaşık malzeme) 3D/4D baskı teknolojilerinin yerel dijital imalat ve üretimde kullanılması. - Demokratikleşmiş Bilim & Teknoloji; yenilikleri artırmak ve yeni bilim üretmek için tasarım masraflarının azaltılması, hesaplamalı kabiliyetlerin artırılması, bilim ve teknolojiden sağlanan bilginin elde edilebilirliğinin genişletilmesi. (4) Dijital; insan, fizik ve bilgi ortamlarının yeni psikolojik, sosyo-psikolojk, sosyal ve kültürel gerçekler yaratılması için birbirine geçmesi (Sutherland, 2017). - Dijital İkiz; fiziksel, biyolojik veya bilgi ile ilgili varlıkların dijital görünümlerinin (gerçek zamana yakın bir şekilde) orijinal, destekleyen öngörüsel analitikler, deney ve değerlendirmelere dijital olarak bağlantılandırılması. - Sentetik Gerçekler; psiko-sosyo-teknik sistemleri entegre ederek yeni algılı bilişsel veya fiziksel gerçekler yaratılması. Bu gerçekler; sanal, doğal ortamdaki sosyal ve kültürel özelliklerle takviye edilebilir (Webb, 2019). 4.1. (Akıllı + Dağıtılmış) Otonom Sistemler ve Elemanlar Yapay zekâ kullanımının artması ile otonom sistemlerin daha karmaşık karar verme, kendi kendini yönelten eylemlerde bulunma ve artan şekilde karmaşık insan-makine öğrenmesine sahip olacağı değerlendirilmektedir. Bu tür akıllı unsurların artan kullanımı siber ve muharebe sahası sentetik gerçeklikleri ve dijital sosyal şebekelerde çok önemli genişleme sağlayacaktır (Endsley, 2015). Otonom unsurlar stratejik-operatif ve taktik seviyede planlama için hızlı analiz, tavsiye ve hareket tarzı imkânı sağlayacak, artan şekilde “İzle-Angaje Ol-Karar Ver-Harekete Geç” konseptinin uygulanmasını sağlayabileceklerdir (Amerson ve Meredith, 2016). Bu durum, eski stratejilerde olmayan tamamen farklı bakış açıları gerektirebilecektir. Akıllı savaş ağları, insan- makine işbirliği ve görüntülemede yeni yöntemleri gerekli kılabilecektir. Savaş alanı ağları arasındaki rekabet çeşitli etkileme algoritmalarının geliştirilmesine yol açabilecektir. Benzer şekilde otonom sistemler, çatışma alanındaki büyük sensör ve vuruş ağları yaratarak etkinliğini artırmaya çalışabilecektir. 4.2. (Birbiri ile irtibatlı + Dijital) Savaş Ağları Çevik ve yeni ortamlara adapte olabilir C4ISR ağlarının evrimi, askeri alanda derin operasyonel bağımlılıklar yaratacaktır. Evrimleşen muharebe ağları etkiye dayalı çatışma anlayışı içinde hedef haline gelecektir. Sadece iletişimin sürdürülmesi değil, dezenformasyon, siber veya fiziki anlamda da saldırılara karşı koymak önemli hale gelecektir (O’Hanlon, 2018). Bu saldırılar çatışmadan önce de başlayabilir, modern operasyonel ve stratejik ağların lojistik, personel, bilgi, finans veya diğer destekleyen unsurlarını dolaylı olarak hedef alabilir. 4.3. (Birbiri ile irtibatlı + Dağıtılmış) Geniş-Çoklu Ortamlar Harekât ortamı uzay, siber ve daha büyük bir bilgi ortamını içerecek şekilde genişlerken, dağılmış, birbiri ile irtibatlı ve çoklu ortamda planlama ve harekât çok daha hassas hale geliyor. Çoklu ortamda sayıları ve dağınıklığı artan sensörler, çoklu ortam görevleri ve şebekelerin içinde artan işleme kabiliyetleri harekât üstünlüğü, ortam kabiliyetlerine karşı koyma, koruma, karşı tedbirler Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

60

S. Yılmaz ve diğer tali fonksiyonlar konusunda yeni talepler ortaya çıkaracaktır (Department of National Defence of Canada, 2009). Yeni ortamların artan kullanımı eninde sonunda ortam üstünlüğünü ele geçirmek için artan masraflarla birlikte ve yeni kabiliyetler edinme ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. 4.4. (Akıllı + Dijital) İsabet Savaşı C4ISR kabiliyetlerinin artan dijitalizasyonu yanında minyatürizasyon, uç işlemler ve düşen masraflar artan şekilde akıllı, birbirine irtibatlı ve dağıtılmış sistemlerde teknolojik gelişmelere yol açacaktır. Bu toplamda isabetli vuruş ve etkiye dayalı kabiliyetlerde gelişmeyi artıracaktır. Bu kabiliyetlerin iç içe geçmesi ve düşük masraflı isabetli silah kullanımı yüksek değerli kabiliyetleri riske sokabilir, dijitalleşme yeni ve beklenmeyen hassasiyetler ortaya çıkarabilir. Yeni sensörler (kuantum teknolojisi kullanılanlar vb.), sentetik (sanal, sosyal, karışık, ikiz vb.) gerçeklere artan bağlılık riskler ve fırsatlar ortaya çıkaracaktır. Gittikçe daha fazla karmaşık analitik vasıtaların kullanımı, büyük verinin artan hacimde kullanımı yeni operasyonel kabiliyetlerin (artan yüksek kaliteli benzersiz bilişimsel akıcı dinamik modeller kullanan hipersonik silah tasarımları ve iliştirilmiş sensörler gibi) gelişmesine yol açacaktır. 5. OTONOM SİSTEMLER VE YAPAY ZEKÂ 5.1. Otonom Sistemler

Yeni nesil savaşın; eski silah sistemleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde gelişmiş, yapay zekâ destekli askeri unsuru otonom silah sistemleridir. 21. yüzyılın önemli atılımlarından biri olarak değerlendirilen bu sistemler insan operatörden bağımsız bir şekilde hareket ederek, kendisine kodlanan görevi üst düzey bir hassasiyet içerisinde yerine getirmektedir. Günümüzde otonom sistemlerin tanımlanması noktasında ortak bir görüş bulunmamaktadır. Sınırlı bir şekilde insan müdahalesi gerektiren sistemler bir kez aktive edildikten sonra insan müdahalesine gereksinim duymayan, hedefleri seçip işlevini yerine getiren sistemler olarak tanımlanmaktadır. Otonom terimi bir dereceye kadar öğrenme ve adapte olma ile hedefe yönelebilen kabiliyet ifade edilmektedir. Otomatik; bir dış etkiye reaksiyon olarak çalışan (mayınlar) kabiliyettir. Otomasyon ile karmaşık sistemleri olan ve belirli kurallar altında çalışan (bilgisayar, modern programlı silah sistemleri vb.) programlar anlaşılmaktadır. Akıllı (intelligent) sistemler ise insan gibi bilişsel özellikleri olan otonom sistemler (interaktif bilgisayar oyunları vb.). Otonom sistemler üç şekilde kontrol edilmektedir (Horowitz, 2015); - Yarı-otonom operasyon; makine görevi yerine getirince durmakta ve devam etmek için insandan onay beklemektedir. - Denetimli otonom operasyon; makine bir kere göreve başlayınca takip eden insan tarafından durdurulana kadar devam etmektedir. - Tamamen otonom operasyon; makine bir kez aktive edilince insan faktörünün durdurması mümkün değildir. Geçtiğimiz her gün silah sistemlerinde artan otonomi ile birlikte askerlerin muharebe sahalarındaki etkinlikleri azalmaktadır. Yapay zekâ teknolojisini, sahip olmuş olduğu askeri unsurlar ile başarılı bir şekilde entegre edebilen ülkeler, muharebe sahalarının yeni kazananları olacaktır. 5.2. Yapay Zekâ Yapay zekâ, problem çözmede insan gibi özellikleri olan makineler sağlamayı öngören bir bilim alanıdır. Askeri maksatlı yapay zekâ çalışmaları, büyük ölçüde taktik kullanıma ve otonom silah sistemleri kapsamında bir teknoloji olmaya odaklanmıştır. Hâlbuki kriz yönetimi içinde

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

61

Teknoloji ve Savaş stratejik ve caydırıcılık çalışmaları ya da siber güvenlik kapsamında da kullanılabilir (Russell ve Norvig, 2009; Bohannon, 2015). Bugün bu konu daha çok insan benzeri makinelerin kullanılarak askeri problemlerin çözülmesi kapsamında düşünülmektedir. Yapılan iş dar anlamda yüzleri tanımak ve kullandığı algoritma ile belirli görevleri yerine getirmektir. Genel anlamda ise ‘makine öğrenmesi’ ile çok farklı kullanım alanları olabilir. Askeri alanın dışında da yapay zekâ güvenlik ve güç işlerine olduğu kadar devlet yönetimi, sosyal, ekonomik ve insani alanlarda katkı sağlayabilir ve aslında gelecek yapay zekâdır ve bunu en iyi kullananlar dünya lideri olacaktır. Yapay Zekânın askeri alanındaki kullanımı için dört temel kategori belirlenebilir (Scharre, 2018); gözetleme, veri (data) analizi, istihbarat ve askeri planlama. Yapay zekâ pek çok teknik kullanır, bunların içinde en çok öne çıkan şunlardır (Wilner, 2018a); - Veri yığını içindeki düzenlilikleri tanımlayarak algoritmalar kullanan makine öğrenmesi, - Yapılan eylemler karşısındaki tepkileri değerlendiren geri besleme mekanizmaları üzerine inşa edilmiş bir program olan takviye öğrenmesi. - Yapay zekânın yönetim, insan hakları, politika, güç ve savaş alanlarında önemli gelişmelere yol açacağı beklenmektedir (Wilner, 2018b). Yapay zekâ ile gelişme gösteren yeni nesil savaşın en önemli askeri unsurları otonom silah sistemleri olacaktır. Hiçbir şekilde insan müdahalesine gereksinim duymayan bu silah sistemleri, operasyonlar esnasında insani hiçbir duygu hissetmeden görevini yerine getirebilmektedir. Günümüz muharebe sahasında her ne kadar otonom silah sistemleri yer almamış olsa da geleceğin muharebe sahaları otonom silah sistemleri ile şekillenecektir. Gelecek 20 yılda, yapay zekânın yıkıcı gücünün aşağıdaki alanlarda görülmesi beklenmektedir; - Artan dijitalleşme kullanımı ve kamuya da açık çok büyük veri setleri, - Siber-fiziksel sistemlerde geniş hareket ve kullanım, - Yapay zekâ tekniklerinin daha fazla adapte edilmesi ile büyük yatırımlar gerektiren yeni uygulama alanları, - Karar verme ve optimal kontrol (güç sistemleri, yatırım vb.), - Uç bilişsel alan, benzersiz sensörler, veri tabanı dizaynı, gelişmeye açık vasıtalar, bulut hesaplama, yeni algoritmik yaklaşımlar ve yapay zekâ kullanımında bilişim, - Gelişmiş büyük veri analizi vasıtaları ve bilgisayar vizyonu. Yapay zekânın özellikle gözetleme, veri analizi, istihbarat değerlendirmeleri ve savunma gibi ulusal güvenliğe yönelik faydalı uygulamaları başlamıştır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

62

S. Yılmaz

Tablo 2: Geleceğin Teknolojileri ve İşlevleri (2020-2040) BİLGİ YAPAY ZEKÂ OTONOMİ Veri toplama ve Sensör İşlemi Gelişmiş Algoritmalar Otonom Sistemler Elektro Manyetik Olmayan Yapay Zekâ Otonom Görev Sistemleri Sensörler Sensör Entegrasyonu & Şebekeler Büyük Veri & Uzun Veri İşlem İnsansız Platformlar ve Analiz Gelişmiş Sinyal İşleme Gelişmiş Sinyal İşleme Karşı Tedbirler Bilgi Analizi & Karar Desteği İnsan-Makine Ortak Yaşamı Aktif/Pasif Elektro Manyetik Büyük Veri & Uzun Veri İşlem ve İnsan-Makine Ara Yüzleri Akustik ve Optikal Karşı Tedbirler Analiz Büyük Veri & İnsan Karar Vermesi Entegre İnsan-Makine Melez İnsan-Makine Timi Kuvvetleri Çok Ortamlı Durum Farkındalığı İnsan-Otonom Makine Timi İnsan-Makine Ara Yüzleri Planlama ve Yönetim Belirsizlikleri Uygulamalı Yapay Zekâ İnsan-Otonom Makine Timi Gelişmiş Sistemler Konseptler Çok Ortamlı Durum Entegre İnsan-Makine Melez Farkındalığı Kuvvetleri Entegre İnsan-Makine Melez Planlama ve Yönetim Otonom Davranış Kuvvetleri Belirsizlikleri Kümeler & Sürüler İnsan Karar Vermesi Kümeler ve Sürüler Modüler, Ayrılabilir Sistemler HİPERSONİK Sensör Entegrasyonu & Şebekeler Yüksek Garantili Mühendislik & Karşı Tedbirler Güvenli & Esnek Haberleşmeler Doğrulama Otonomi Aktif/Pasif Elektro Manyetik Angajman Kuralları Yapay Zekâ Akustik ve Optikal Karşı Yasal ve Etik Yansımalar Tedbirler Otonom Görev Sistemleri Silahlar-Teknikler ve Sistemler BİYOTEKNOLOJİ İnsan-Otonom Makine Timi Silah Etkileri Biyo-enformatik Haberleşme & Ağlar Platformlar ve Atma Büyük Veri & Uzun Veri İşlem ve Analiz Güvenli ve Esnek Haberleşmeler Hızlı & Çevik Platformlar İnsan Esnekliği Güvenilir Çok Ortamlı Bilgi Hipersonik Platformlar Kültürel Haberleşme Paylaşımı Geçici ve Ayrışık Ağlar Artırılmış Enerji Etkinliği & Grup ve Örgüt Davranışı Yönetim UZAY Atma Sağlık Optimizasyonu Operasyon KUANTUM Siyasi Etki Kümeler ve Sürüler Haberleşme Elektro Manyetik Sensörler İsabet Kontrolü Güvenli & Esnek Haberleşmeler Elektro Manyetik Olmayan Sensörler Platformlar Güvenilir Çok Ortamlı Bilgi Sentetik Biyoloji Paylaşımı Yüksek Garantili Mühendislik & Bilgi Bilimi İnsan Esnekliği Doğrulama Modüler, Ayrılabilir Sistemler Büyük Veri & Uzun Veri İşlem Sağlık Optimizasyonu ve Analiz Atma İsabet Yönlendirmesi Gelişmiş ve Uyarlamalı Malzemeler Hızlı & Çevik Platformlar İsabet Kontrolü İnsan Takviyesi Artırılmış Enerji Etkinliği & Sensörler Gelişmiş Bilişsel Performans Yönetim Aktif/Pasif Elektro Manyetik Elektro Manyetik Sensörler İnsan & Makine Ara Yüzleri Akustik ve Optikal Karşı Tedbirler Elektro Manyetik Olmayan Entegre İnsan-Makine Melez Sensörler Kuvvetleri Silahlar-Teknikler ve Sistemler Alternatif ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sensörler Medikal Karşı Tedbirler Elektro Manyetik Sensörler İnsan Esnekliği Elektro Manyetik Olmayan Sağlık Optimizasyonu Sensörler Sensör Entegrasyonu & Ağlar

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

63

Teknoloji ve Savaş

5.3. İstihbarat Çarkının Hızlanmasında Otonomi Askeri güçler için teknolojik gelişmelere ayak uydurmaktan daha zor olan istihbarat yapılarında yapısal ve kültürel değişimler olacaktır. Şebekeler arasında hızlı bilgi değişimi, kararların hızla ve operasyonel seviyelerde alınma ihtiyacı komuta-kontrol konusunda yeni yaklaşımlar gerektirecektir. Bu durum daha akıllı, eğitimli ve istatistik bilen personelin tüm seviyelerde bulunmasını zorunlu kılacaktır. Bilgi ortamının şekillendirilmesi ve yönetimi harekâtın icrasına önemli etki yapacağı için güvenilirlik ve saygınlık yaratacak bir algının oluşturulacağı kültürel özellikler personele kazandırılmalıdır. Her başarılı askeri plan ve operasyon istihbarata dayalıdır. Veri yığını içinde istihbarat analizcilerinden hızla ve doğru bir şekilde işlem ve analiz yaparak ortaya en kullanışlı istihbarat ürünlerini koyması beklenir. Otonom sistemlerdeki teknolojik gelişmeler şu modelleri ortaya çıkarabilir; - İnsan Döngüde- Yarı Otonom Sistemler; bir insan operatörünün denetimi altında, onay olmadan ktirik algoritmalara (kararlara) izin verilmediği sistemler. - İnsan Döngüde- Denetimli Otonom Sistemler; kendi kararlarını verebilen otonom sistemde gerektiğinde insan operatörünün faaliyeti durdurma veya bir hata durumunda eylemi değiştirme yetkisinin olması. - İnsan Döngü Dışı- Tamamen Otonom Sistemler; insan operatör onayı olmadan kararları uygulayabilen otonom sistem, kendi programına göre hareket eder, herhangi bir dış müdahale ile sınırlanamaz. SONUÇ Teknoloji ve savaş insanlığın yazgısını değiştirecek en önemli olgular olmaya devam etmektedir. Toplumsal hayatımızda olduğu gibi geleceğin savaşlarında da otonom sistemler ve yapay zekânın robotlar, insan-makine, süper askerler, insansız kara araçları gibi ürünleri artık savaşları makine savaşı haline getirmeye eğilimlidir. Bu da bize geleceğin savaşlarının daha çok mühendislik savaşları olacağını, savaş alanında karşılaşılan sorunlara mühendislerin doğrudan müdahale etmesi ihtiyacını dikte etmektedir. Geleceğin orduları, özellikle otonom sistemler ve yapay zekâ teknolojilerinin sağlayacağı uygulamalar ile ağ savaşı dâhilinde önemli dönüşümlere intibak etmelidir. Bu kapsamda, yeni teknolojiye adapte olmak için gerekli olan yeni düzenlemeler, yasal çerçeve, prensip ve politikalar üzerinde çalışılmalıdır. Geleceğin savaşlarının sadece teknoloji ve silah boyutuna değil, insan gücü, lojistik, komuta-kontrol gibi süreçlerine ayrı ayrı odaklanılmalı, çoklu ortamlarda karşılaşabilecek sorun sahalarına hazırlıklı olunmalıdır. Savaş artık sadece askerlerin işi olmaktan çıkmış hem mühendislerin hem de akademisyenlerin birlikte çalışması gereken karmaşık bir süreçler zinciri haline gelmiştir. KAYNAKLAR Amerson, K. ve Meredith, S.B. (2016). The Future Operating Environment 2050: Chaos, Complexity and Competition. Small Wars Journal. https://smallwarsjournal.com/jrnl/art/the-future-operating-environment-2050-chaos- complexity-and-competition (Erişim Tarihi: 19.09.2020). Baylis, J. vd. (2006). Strategy in the Contemporary World. Oxford: Oxford University Press. Bohannon, J. (2015). Fears of an AI Pioneer, Science. 349 (6245). Davis, J. (2003). If We Run Out of Batteries, This War Is Screwed. Wired Magazine (06.01.2003), http://www.wired.com/wired/archive/11.06/battlefield .html. (Erişim Tarihi: 19.09.2020).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

64

S. Yılmaz

Department of National Defence of Canada, (2009). The Future Security Environment 2008-2030, Ottowa. URL https://www.publicsafety.gc.ca/lbrr/archives/cn8160-eng.pdf (Erişim Tarihi: 19.09.2020). Dombrowski, P. ve Gholz, E. (2006). Buying Military Transformation: Technological Innovation and the Defense Industry. New York: Columbia University Press. Dougherty, C. M. (2019). Why America Needs a New Way of War, Center for a New American Security (June 2019). https://s3.amazonaws.com/files.cnas.org/CNAS+Report+- +ANAWOW+-+FINAL.pdf (Erişim Tarihi: 29.09.2020). Endsley, M.R. (2015). Autonomous Horizons: Autonomy in the Air Force—A Path to the Future. Vol. 1, Human Autonomy Teaming. Air Force Science and Technology. Washington, D.C.: US Air Force, Fenneko, A. (2016). War of the Future – How Do We See It? Old Russian Council, (May 6, 2016). https://russiancouncil.ru/en/analytics-and-comments/analytics/kakoy-budet-voyna- budushchego/ (Erişim Tarihi: 29.09.2020). Friedman, G. ve Friedman M (2015). Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği. (Çev.) Enver Gürsel, İstanbul: Pegasus Yayınları. Handel, M.I. (2003). Intelligence and the Problem of Strategic Surprise, in R.K. Betts, T.G. Mahnken. Paradoxes of Strategic Intelligence. Portland: Frans Cass. Hayden, M.V. (2016). Playing to the Edge American Intelligence in the Age of Terror. New York: Penguin Press. Horowitz, M. C. (20015). An Introduction to Autonomy in Weapon Systems, Washington, D.C.: Center for a New American Security. Kâhya, G. (1999). Stratejik Felç, MSB Araştırma ve Teknolojik Faaliyetler Bülteni. Ankara: MSB Yayınları. Killion, T. (2017). NATO 2017 STO Technology Trends Report (NU), Brussels. https://www.nato.int/nato_static_fl2014/assets/pdf/pdf_topics/20180522_TTR_Public_rel ease_final.pdf. (Erişim Tarihi: 18.09.2020). Marino, T. (2017). Maintaining NATO’s Technological Edge: Strategic Adaptation And Defence. Research & Development. General Report, Brussels: NATO Parliamentary Assembly. O’Hanlon, M., (2018). Forecasting Change in Military Technology, 2020-2040. Tech. Rep. Washington, D.C.: Foreign Policy at Brookings Institution, Russell, S. J. ve Norvig, P. (2015). Artificial Intelligence: A Modern Approach. New Jersey, Prentice Hall. Scharre, P. (2018). Army of None: Autonomous Weapons and the Future of War, W.W. Norton. Singer, P. W. (2009). Tactical Generals: Leaders, Technology, and the Perils, Air & Space Power Journal. 13(2): 78-87. Sullivan, G. R. ve Coroalles, A.M. (1995). The Army in the Information Age, Strategic Studies Institute, US Army War College, Carlisle Barracks. Supreme Allied Commander of Transformation, (2018). Framework for Future Alliance Operations (FFAO) Workshop, Bydgoczcz, Poland.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

65

Teknoloji ve Savaş

Sutherland, Benjamin, (2017). The Advanced Military Technology That Will Win Future Wars. https://www.gq-magazine.co.uk/article/advanced-military-technology. (Giriş; 21 Eylül 2020). U.S. JCOS (2016). Joint Operating Environment (JOE) 2035, The Joint Force in a Contested and Disordered World, (14 July 2016). https://www.jcs.mil/Portals/36/Documents/ Doctrine/concepts/joe_2035_july16.pdf?ver=2017-12-28-162059-917 (Erişim Tarihi: 07.09.2020). Watts, T. ve Biegon, R. (2019). Conceptualising Remote Warfare: The Past, Present, and Future. Oxford Research Group, (22 May 2019). https://www.oxfordresearchgroup.org.uk/ conceptualising-remote-warfare-the-past-present-and-future (Erişim Tarihi: 23.02.2020). Webb, A. (2019). Tech Trends Report 2019 - 12th Annual Edition. https://futuretodayinstitute.com/2019-tech-trends/. (Erişim Tarihi: 23.02.2020). Wilner, A. S. (2018a). Artificial Intelligence and Deterrence, Science, Theory and Practice, NATO STO, SAS-141. Wilner, A. S. (2018b). Cybersecurity and its Discontents: Artificial Intelligence, the Internet of Things, and Digital Misinformation, International Journal, 73(2): 308-316. doi:10.1177/0020702018782496 Yılmaz, S. (2019). Dünyanın Geleceği, https://www.academia.edu/40022410/ D%C3%BCnyan%C4%B1n_gelece%C4%9Fi_ (Erişim Tarihi: 07.09.2020).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

66

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

VERGİ İNDİRİMİNİN HİSSE SENEDİ GETİRİSİ ÜZERİNE ETKİSİ: BİST İNŞAAT VE GAYRİMENKUL YATIRIM ORTAKLIKLARI SEKTÖRLERİNDEN KANITLAR* THE EFFECT OF VALUE – ADDED TAX REDUCTION IN HOUSING ON THE RETURNS OF THE COMPANIES OPERATING IN THE CONSTRUCTION AND REAL ESTATE INVESTMENT TRUSTS SECTORS Reyhan CAN Hatice Işın DİZDARLAR Dr. Öğr. Üyesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Doç. Dr., Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Niğde SBMYO, Muhasebe ve Vergi Bölümü İİBF, İşletme [email protected] [email protected]

ÖZ Bu çalışmanın amacı, konutlardan alınan KDV oranında yapılan değişikliğin her iki tarih için de Borsa İstanbul Tüm Endeksi’nde hisse senetleri işlem gören ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve inşaat sektöründe yer alan firmaların hisse senetlerinin getirilerine etkisinin olup olmadığını incelemektir. Olay Çalışması yöntemi kullanılan çalışmanın sonucunda 8 Eylül 2016 ve 3 Şubat 2017’de vergi ile ilgili alınan kararların gayrimenkul yatırım ortaklığı sektöründe yer alan firmaların hisse senetlerinin getirilerini üçüncü günden sonra etkilediği tespit edilmiştir. İnşaat sektöründe yer alan firmaların 8 Eylül 2016 tarihli karar sonrasında bu karardan etkilenmediği, 3 Şubat tarihinde alınan uzatma kararına piyasanın onuncu gününden itibaren tepki verdiği tespit edilmiştir. Elde edilen bu bulgulara göre yatırımcıların olay gününden belli bir süre sonra piyasanın üzerine anormal getiri elde edebilmelerinin mümkün olduğu görülmüştür. Anahtar kelimeler: Hisse Senedi Getirileri, Etkin Piyasa Kuramı, KDV, Olay Çalışması. ABSTRACT The purpose of this study is to examine for both dates whether the change in the VAT rate for houses has an effect on the returns of the stocks of companies operating in the construction and real estate investment trusts sectors, whose stocks are traded in the BIST All Index. As a result of the study using the Case Study method, It has been determined that the tax announcements made on September 8, 2016 and February 3, 2017 affect after the third day the returns of the company stocks in the real estate investment trust sector. It was determined that the companies in the construction sector were not affected by the announcement dated 8 September 2016, and the market reacted, starting from the tenth day, to the extension announcement on 3 February. According to these findings, it has been observed that it is possible for investors to obtain abnormal returns on the market after a certain period after the event occurs. Keywords: Stock Returns, Efficient Market Hypothesis, Value Added Tax, Event Study.

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 28.9.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 13.11.2020

* Bu çalışma, ICAFR’19-Internatıonal Congress On Accounting and Finance Research Kongresinde sunulmuş ve gözden geçirilmiş, yeniden düzenlenmiştir. Araştırma Makale/Research Paper

Can, R. ve Dizdarlar, H.I. (2021). Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi: BİST İnşaat ve Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Sektörlerinden Kanıtlar, ieSBAD, 1 (1), 69-78.

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi

GİRİŞ

Türkiye Fama (1970) tarafından ileri sürülen etkin piyasalar hipotezine göre, geçmiş bilgilerden yola çıkarak gelecekteki hisse senedi fiyatlarını tahmin etmek mümkün değildir. Çünkü sermaye piyasalarında hisse senetlerinin fiyatları rastgele bir seyir izlemektedir. Diğer bir ifade ile hisse senedi fiyatlarında oluşan değişimler önceki fiyat değişimlerinden tamamen bağımsız bir seyir izlemektedir. Ayrıca, hisse senetlerinin geçmiş fiyat hareketlerindeki değişimler, gelecekteki fiyat değişimleri için bir bilgi sağlamamaktadır. Etkin piyasalar hipotezine göre piyasaya ulaşan yeni bilgiler hisse senedi fiyatlarına yansır ve hisse senedi fiyatlarında değişime neden olur. Piyasaya ulaşan yeni bilgi ile oluşan hisse senedi fiyatları, geçmiş hisse senedi fiyat hareketlerinden bağımsızdır. Bu nedenle de yatırımcıların geçmişteki hisse senedi fiyatlarını inceleyerek sermaye piyasalarında aşırı karlar sağlayamayacağı ileri sürülmüştür. Hisse senedi fiyatlarını dolayısıyla hisse senedi getirilerini şirketlerin kâr payı dağıtım duyuruları, sermaye yapısı değişimi duyuruları, yıllık kar duyuruları, ihracata başlama, birleşme ve satın alma duyuruları gibi birçok duyuru etkileyebilir (Grinblatt vd., 1984) Yatırımcılar açısından vergi ile ilgili yeni haberler de piyasaya yansıyan yeni bilgilerdir. Bu nedenle de ilgili sektörlerde faaliyet gösteren firmaların hisse senetleri fiyatlarında bir değişime neden olması beklenebilir. Aynı zamanda bilginin piyasadaki tüm yatırımcılara aynı anda ulaştığı ve yatırımcılar tarafından aynı şekilde değerlendirileceği varsayıldığından piyasada var olan herhangi bir yatırımcının piyasanın sağladığı getirinin üzerinde bir getiri sağlamaması da gerekir (Fama, 1970: 387; Daniel ve Titman, 2000: 1,18-19).

Hükümetlerin kanunlar çerçevesinde elde ettikleri kamu gelirlerinden en önemlisi vergilerdir. Vergilerin ekonomi açısından önemi göz önüne alınırsa, vergilere ilişkin bir düzenleme yapılmak istendiğinde etkileri de incelenmelidir (Derin-Güre ve Kütük, 2016: 305). Özellikle ekonomik daralma dönemlerinde hükümetler, ekonomik durgunlukla mücadele etmek, talep artışı sağlamak, üretim düzeyini artırmak için vergi indirimi yapabilirler (Yıldırım vd., 2018: 408). Sermaye kazancındaki, temettü gelirlerindeki vergi oranlarındaki değişimlerin, katma değer vergisi, kurumlar vergisi oranlarındaki değişimlerin, vergi muafiyetlerinin ya da vergi reformlarının etkileri sadece mal ve hizmet piyasalarında değil aynı zamanda menkul değer piyasalarında da görülebilir.1 2016 yılında konut satışlarında uygulanan Katma Değer Vergisi (KDV) oranının %18’den %8’e düşürülmesi Borsa İstanbul Tüm Endeksinde hisse senetleri işlem gören ve inşaat sektöründe faaliyet gösteren firmaların hisse senedi fiyatlarını etkilemesi beklenmektedir. İnşaat sektörünün birçok sektörle ilişkisinin olması nedeniyle istihdam ve üretim sürecindeki etkisi büyüktür. Aynı zamanda genel ekonomik şartlardan en çok etkilenen sektörlerden biridir. Türk inşaat sektörü ve alt sektörleri son 30 yıldır hızlı bir gelişim göstermiştir. 2002 yılından sonra hukuki alt yapıda yapılan düzenlemeler inşaat sektörüne bağlı finansman kaynakları (ipotekli senetler, sukuk türevleri, ipoteğe dayalı menkul kıymetler gibi) açısından önemli bir boşluğu doldurmuş ve yaklaşık son 20 yıllık süreçte gayrimenkul yatırım ortaklığı şirketlerinde de hızlı bir büyüme gözlemlenmiştir (Urak, 2016: 161). Ayrıca, hem gayrimenkul sahiplerinin ellerindeki varlıkları likit

1 Bu konudaki kanıtlar, Chirakijja vd. (2009), Sanger, Sirmans ve Turnbull (1990), Amoako vd. (1992), Lang ve Shackelford (1999), Koçyiğit ve Kılıç (2008), Kandır (2012), Tuncay ve Eşgünoğlu (2017), Yıldırım (2019) çalışmalarında görülebilir. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

68

R. Can, H.I. Dizdarlar hale getirebilmek hem de küçük yatırımcıların gayrimenkulün sağladığı faydalardan yararlanabilmesi için hukuk sistemimizde düzenlenmiş mali araç ve kurumlar mevcuttur. Bu mali araç ve kurumlar; varlığa dayalı menkul kıymetler, gayrimenkul sertifikaları, gayrimenkul yatırım fonu, ipotekli borç ve irat senetleri ve gayrimenkul yatırım ortaklıklarıdır (Turnacıgil ve Doğukanlı, 2018: 38). Türkiye’de ilk olarak 1995 yılında Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından getirilen düzenlemelerle, gayrimenkul yatırım ortaklıklarının kurulmasına olanak sağlanmıştır (Türkmen, 2011: 274). Gayrimenkul yatırım ortaklıkları, gayrimenkullere, gayrimenkul projelerine, gayrimenkule dayalı haklara ve sermaye piyasası araçlarına yatırım yapabilen, belirli projeleri gerçekleştirmek ya da belirli bir gayrimenkule yatırım yapmak amacıyla kurulabilen ve tebliğde izin verilen diğer faaliyetlerde bulunabilen sermaye piyasası kurumlarıdır (Korkmaz ve Ceylan, 2010: 145). Gayrimenkul, gayrimenkul projeleri, altyapı yatırım ve hizmetleri vb. varlıklardan oluşan portföyü işletmek amacıyla paylarını ihraç etmek üzere kurulan gayrimenkul yatırım ortaklıklarının mevzuat gereği borsada işlem görme zorunluluğu bulunmaktadır. Gayrimenkul yatırım ortaklıklarının tüm kazançları kurumlar vergisinden istisna tutulmuştur (Ömürgönülşen, Pirgaip ve Pirgaip, 2015: 24).

Konut stokundaki artış ve konut satışlarındaki düşüş inşaat sektörünü, konut stokunu azaltıcı ve konut satışlarını artışı önlemlere yönlendirmiştir. Bu amaçla 08 Eylül 2016 Tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan karar ile ekli “Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranlarının Tespitine İlişkin Kararda Değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliği göre, 24/12/2007 tarihli, 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranlarının Tespitine İlişkin Kararın geçici 1 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. Yapılan bu düzenlemeye göre; Mart 2017’ye kadar geçerli olmak üzere; 1- 08.09.2016 ve 31.03.2017 tarihleri arasında teslimi gerçekleştirilecek net kullanım alanı 150 m2 üstü olan konut teslimlerinde yeni KDV oranı %8, 2- 08.09.2016 ve 31.03.2017 tarihleri arasında teslimi gerçekleştirilecek Büyükşehir Belediyesi Kanunu kapsamındaki büyükşehirlerde net alanı 150 m2’ye kadar konutlardan arsa birim m^2fiyatı Bin Türk Lirası ve üzerinde olan konutların tesliminde de %8 olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte önceki düzenlemelere göre konut teslimlerinde % 1 ve % 8 olarak uygulanan KDV oranlarında da herhangi bir değişik söz konusu değildir (İSMMMO, 2019). 3 Şubat 2017 tarih ve 29968 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2017/9759 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile net alanı 150 metrekarenin altında olan konut teslimlerinde %8 ve %18’lik orana tabi olacak konutların kapsamında bir değişiklik yapılarak %8’lik kapsama giren konutların kapsamı genişletilmiş ve 31 Mart 2017 tarihine kadar geçerli olacak KDV indiriminin uygulama süresi 30 Eylül 2017 tarihine kadar uzatılmıştır. Ayrıca gayrimenkul satışlarında çokça kullanılan “gayrimenkul satış vaadi sözleşmeleri” ile Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında düzenlenen “ön ödemeli konut satış sözleşmeleri”nin tabi olduğu yaklaşık %1 (binde 9,48) oranında uygulanmakta olan Damga Vergisi oranı sıfıra indirilmiştir (Bayraktaroğlu, 2017) (KDV Tebliği, 2017). Resmî Gazete’de yayımlanan bu kanunların ekonomide önemi büyük olan inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörlerini etkilemesi beklenmektedir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

69

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi

Gayrimenkul yatırım ortaklığının amacı, getiri potansiyeli yüksek gayrimenkullere ve gayrimenkul projelerine yatırım yapmak, portföyündeki gayrimenkullerden kira geliri ve gayrimenkul alım satım kazancı elde etmektir (SPK, 2019). Gayrimenkul yatırım ortaklıkları; kurumsal sermayenin gayrimenkul sektörüne girebilmesine, büyük kapsamlı projelerin gerçekleştirilebilmesine ve bireysel yatırımcıların katma değeri yüksek projelere doğrudan yatırım yapabilmelerine fırsat sağlayabilir. Ayrıca, bireysel ve kurumsal yatırımcılar fonlarını birleştirerek getiri potansiyeli yüksek olan projeleri gerçekleştirebilirler (Yılmaz ve İçten, 2018: 75). Portföy yönetimi açısından ise inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörleri dışındaki sektörlerde yer alan firmaların hisse senetlerinin getirileri ile düşük korelasyona sahip olması portföy riskinin azaltılmasını sağlayabilir. Yabancı sermayenin ülkeye girişi açısından da gayrimenkul yatırım ortaklıkları elverişli olup, uzun vadeli yatırımlar yapmak isteyen büyük çaplı yabancı fonlardan ülkenin yararlanması sağlanabilmektedir (Turnacıgil ve Doğukanlı, 2018: 42- 43). Gayrimenkul yatırım ortaklıklarının bir başka özelliği de bir yatırımın borçlanma ile finanse edilebilmesi ve amortisman ayrılabilmesi gibi hususların yatırımcılar için gayrimenkul yatırımını cazip kılan unsurlar olmasıdır (SPK, 2019). Bu çalışmanın amacı, katma değer vergisi (KDV) oranında yapılan değişikliğin Borsa İstanbul’da hisse senetleri işlem gören, inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörlerinde yer alan firmaların hisse senetlerinin getirilerine etkisini incelemektir. 1. LİTERATÜR

Sanger, Sirmans ve Turnbull (1990) tarafından 1976 ve 1986 yıllarında gerçekleşen vergi reformlarının Amerika’da New York Borsası’nda işlem gören Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarının (GYO) hisse senedi getirilerine ve risklerine etkisi araştırılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda, gayrimenkul varlıklarının vergilendirilmesi ile ilgili 1976’da gerçekleştirilen vergi reformunu piyasanın hem gayrimenkul yatırım ortaklıkları hem de gayrimenkul yatırımları ile ilişkili sektörlerde faaliyet gösteren firmalar için yararlı olabileceği, şeklinde değerlendirdiği ifade edilmiştir. Ayrıca, diğer sektörlerde faaliyet gösteren firmaların ise vergi kalkanına daha az tepki gösterdikleri ya da yararlanabildikleri tespit edilmiştir. 1986’da gerçekleştirilen reform ise piyasa tarafından, gayrimenkul varlık sahipleri için olumsuz olacağı, şeklinde yorumlanmıştır. GYO'ların sistematik riski, her bir reformun gerçekleştirildiği dönem için önemli ölçüde azalmıştır. Buna karşılık, GYO dışı gayrimenkul firmalarının sistematik riskleri aynı dönem için önemli ölçüde artmıştır. Çalışmanın sonucunda bu durumun GYO’ya ilişkin hükümlerin daha esnek olmasından kaynaklanabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Amoako vd. (1992), Kanada’da 1985 – 1987 yılında yapılan sermaye kazançları vergi muafiyeti uygulamalarının, temettü getirisi düşük olan ve temettü getirisi yüksek olan hisse senetlerinin fiyatlarına etkisini araştırmıştır. Yaptıkları analizin sonucuna göre, hem 1985’te hem de 1987’de yapılan kanun değişikliğinin temettü getirisi düşük olan ve temettü getirisi yüksek olan hisse senetleri üzerindeki etkisi farklıdır. Araştırmacılar, Kanada hisse senedi piyasasında, 1985 yılında getirilen sermaye kazancı muafiyetine ilişkin, piyasanın hisse senedi fiyatlarına tepkisinin anlamlı düzeyde olmadığını, piyasanın hisse senedi fiyatlarına verdiği tepki ile temettü getirileri arasındaki ilişkinin değişmediğini bulmuşlardır. 1987’de vergi muafiyeti uygulaması yapıldığında ise yüksek temettü getirili firmaların hisse senedi fiyatlarında, düşük temettü getirili firmalara göre önemli ölçüde daha küçük bir fiyat değişimi olduğunu ve hisse senedi piyasasının Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

70

R. Can, H.I. Dizdarlar tepkisinin vergi reformu önerisinin Kanada Meclisi’nde okunmasından bir gün önce ve bir gün sonra gerçekleştiğini tespit etmişlerdir. Araştırmacılar, Kanada’da sermaye kazancı vergi kanununda yapılan değişikliklerin hisse senedi değerini etkilediği sonucuna varmışlardır. Lang ve Shackelford (1999), Amerika’da Mayıs 1997’de yapılan sermaye kazançlarındaki vergi indiriminin hisse senedi fiyatlarına etkisini Amerika’nın en büyük 2000 firması için araştırmıştır. Çalışmada, sermaye kazancında indirim olacağına ilişkin işaretlerin ve sermaye kazancında indirim yapılacağına ilişkin duyurunun yapıldığı beş günlük süreç analiz edilmiştir. Analiz sonucunda, temettü ödemeyen firmaların hisse senetlerinin değerinin temettü ödeyen firmaların hisse senetlerinin değerine göre yüzde 6 daha fazla arttığı bulunmuştur. Araştırmacılar, bu sonucun iki ilgili açıklama ile tutarlı olduğunu tespit etmişlerdir. Bunlardan biri beklenen sermaye kazancı vergi oranındaki indiriminin, yatırımcılar açısından, yatırımın çekiciliğini artırdığıdır. Diğer tespitleri ise sermaye kazancı vergisine tabi olan hissedarların, şirketin hisse senetlerini elde tuttukları ölçüde, beklenen sermaye kazancı vergisi oranındaki bir azalma, şirketin piyasa değerini artırır, tespitidir. Bu çalışma, beklenen sermaye kazancı vergi oranlarındaki indirimin bir hafta boyunca hisse fiyatlarını önemli ölçüde etkileyen sermaye kazanç vergileri ile tutarlı kanıtlar sunmaktadır. Koçyiğit ve Kılıç (2008)’ın yaptıkları çalışmada 2008 yılından itibaren, leasing sektöründe uygulanmaya başlanan KDV oranı değişikliğinin, halka açık leasing sektörü hisse senetlerinin getirileri üzerine etkisi incelenmiştir. Olay çalışması yönteminden yararlanılarak hisse senetleri İMKB’de işlem gören tüm leasing şirketleri uygulamaya dahil edilmiştir. Çalışmada, olay penceresi olarak 43 iş günü alınmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, olay öncesi ve sonrası, istatistiksel olarak anlamlı anormal getirilerin elde edilebileceği saptanmıştır. Kümülatif anormal getirilerin elde edilmesinin ise, sadece olay öncesi 38. ve 43. günler arasında mümkün olduğu, olaydan önceki ve sonraki diğer günlerde istatistiksel olarak anlamlı kümülatif getiriler olmadığı sonucuna varılmıştır. Chirakijja vd. (2009), İngiliz Hükümetinin, 24 Kasım 2008’de, KDV oranını %17,5’ten %15’e indirdiğini kamuoyuna duyurduktan sonra, bu duyurunun piyasadaki mal fiyatları üzerine etkisini incelemişlerdir. Çalışmada KDV indiriminin sınırlı da olsa malların fiyatlarını düşürdüğünü ve talebi artırdığını tespit etmişlerdir. Ayrıca, farklı piyasalarda talep koşullarına göre firma davranışının da değişebileceğini belirtmişlerdir. Kandır ve Yakar (2012), 29.11.2005 tarihli kurumlar vergisinde indirim yapılacağına dair açıklamanın hisse senedi getirileri üzerindeki etkisini araştırmıştır. Çalışmanın örneklemi, 2004 yılında en fazla kurumlar vergisi tahakkuk ettirilen on şirket arasından verisine ulaşılabilen beş şirketten oluşturulmuştur. Olay analizinin kullanıldığı çalışmada olay gününün beş gün öncesi ve beş gün sonrası dikkate alınmıştır. Analiz sonuçları, kurumlar vergisi indiriminin hisse senedi getirilerinde anormal bir tepkiye neden olduğunu göstermektedir. Tuncay ve Eşgünoğlu (2017), 2005-2013 döneminde menkul kıymet gelirlerine yönelik yapılan 6 vergi düzenlemesinin BİST hisse senedi piyasasında işlem gören 12 ana sektör üzerine etkisini araştırmıştır. Olay analizinin kullanıldığı çalışmadan elde edilen bulgulara göre, hisse piyasasında yer alan sektörlerin vergi düzenlemelerine farklı tepkiler gösterdikleri ve düzenleme öncesi ve sonrası günlerde anlamlı anormal getiriler ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Bulgulara göre; gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörü 12 sektör içinde vergisel düzenlemelerden en az 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

71

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi etkilenen sektör olup sadece 2006 ve 2013 yılındaki düzenlemelerin, sektör getirilerini anlamlı olarak etkilediği görülmüştür. Yıldırım vd. (2019) 31.10.2018 tarihindeki Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oranlarındaki indirimlerin tekstil, ulaştırma ve ticaret sektör endekslerinin performansları üzerindeki etkisini incelemiştir. Olay çalışması yönteminin kullanıldığı araştırmada olay penceresi duyuru gününün on gün öncesi ve on gün sonrası dikkate alınarak oluşturulmuştur. Araştırmanın bulguları, vergi indirimlerinin, BİST Tekstil ve Deri Endeksi, BİST Ulaştırma Endeksi ve BİST Ticaret Endeksi üzerinde etkili olduğunu ve olay gününden sonraki günlerde anormal getirilerin varlığını göstermiştir. Araştırmanın sonucunda, vergi indirimlerinin ilgili sektörlerdeki endekslerin borsa değerlerini etkilediği tespit edilmiştir. 2. KONUTTA KATMA DEĞER VERGİSİ İNDİRİMİNİN BİST İNŞAAT VE GAYRİMENKUL YATIRIM ORTAKLIKLARI SEKTÖRLERİNDE YER ALAN FİRMALARIN HİSSE SENEDİ GETİRİLERİ ÜZERİNE ETKİSİ: OLAY ÇALIŞMASI 2.1. Çalışmanın Amacı ve Kapsamı

Bu çalışmanın amacı, 8 Eylül 2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 3 Şubat 2017 tarihli karar ile uzatma kararı alınan konutta KDV indiriminin BİST’te inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklılıkları sektörlerinde yer alan firmaların hisse senetlerinin getirilerine etkisini araştırmaktır. Araştırmada olay çalışması yöntemi kullanılmıştır. Araştırmaya dahil edilecek firmalar, Kamuyu Aydınlatma Platformu’nun resmi internet sitesindeki sektör ayrımına göre belirlenmiştir (KAP, 2019). Araştırma verisi ise 2016-2017 yıllarında hisse senetleri BİST’te işlem gören inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörlerinde yer alan firmaların finansal bilgilerinden oluşmuştur. Araştırma döneminde BİST Tüm Endeksinde 9 adet inşaat sektörünün ve 30 adet gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörünün olmak üzere toplam 39 firmanın hisse senetlerinin işlem gördüğü tespit edilmiştir. Çalışma kapsamında yer alan firmaların hisse senetlerine ait kapanış fiyatları ve aşırı getirinin hesaplanmasında baz alınacak olan BİST 100 Endeks kapanış fiyatları Finnet Elektronik Yayıncılık Data İletişim Sanayi Ticaret Limited Şirketi’nden elde edilmiştir. Analiz, Stata 14.2 programı aracılığı ile yapılmıştır. Çalışmanın uygulama kısmında öncelikle, konutta KDV indiriminin Resmî Gazete’de yayımlandığı tarih olan 8 Eylül 2016 ve kararın uzatıldığı tarih olan 3 Şubat 2017 tarihleri olay günü olarak belirlenmiştir. Sonrasında olay gününün 60 gün öncesi ve 60 gün sonrasını kapsayan günlük getiri oranları elde edilmiştir. Bu günlük getirilerden yararlanılarak da olay çalışması için gerekli hesaplamalar yapılmış ve konutta KDV indiriminin firmaların hisse senetlerinde anormal bir getiriye neden olup olmadığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Olay penceresinin 60 gün olarak seçilmesinin nedeni kısa vadeli etkinin incelenmesi durumunda getirilerin olaylara duyarlılığının daha sağlıklı bir şekilde ölçülebileceğinin düşünülmesidir. Ayrıca, ilk kanunun çıktığı tarih ile uzatmanın yaşandığı tarih iki farklı olay olarak değerlendirilmiş ve iki olay arasında bir fark olup olmadığı incelenmiştir. Bu çalışmada konutta KDV indiriminin kısa dönem performansları (ilan tarihten 60 gün öncesi ve 60 gün sonrası getirilerini kapsayacak şekilde) toplam 121 günlük getirileri kapsayacak şekilde incelenmiştir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

72

R. Can, H.I. Dizdarlar

2.2. Çalışmanın Yöntemi

Çalışmanın araştırma kısmında kullanılan gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörü ve inşaat sektöründe yer alan firmalara ait bilgiler Tablo 1’de yer almaktadır. Tablo 1: Araştırmada Kullanılan Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Sektörü ve İnşaat Sektöründe Yer Alan Firmalar

Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Firmaları İnşaat Firmaları Akfen GYO Doğuş GYO Nurol GYO Yeşil Yapı A.Ş. Akiş GYO Emlak Konut GYO Özderici GYO Yayla Enerji Ür. Trzm. ve İnş. Tic. A.Ş.

Akmerkez GYO Halk GYO Özak GYO Türker Proje GMY Geliştirme A.Ş. Alarko GYO İdealist GYO Panora GYO San-El Müh. Elk. Taah. San. ve Tic. A.Ş. Ata GYO İş GYO Pera GYO Orge Enerji Elk. Taah. A.Ş. Atakule GYO Kiler GYO Sinpaş GYO Kuyumcukent GMY. A.Ş. Avrasya GYO Körfez GYO Reysaş GYO Edip GMY San. ve Tic. A.Ş: Deniz GYO Martı GYO Servet GYO Anel Elektrik Proje Taah. ve Tic. A.Ş. Torunlar GYO TSKB GYO Vakıf GYO Yapı Kredi Koray GYO Yeni Gimat GYO Yeşil GYO Çalışmada, Olay Çalışması (Event Study) yönteminden yararlanılmıştır. Olay çalışması belli bir olayın, belli bir dönem içinde, analize konu edilen firmanın hisse senedi üzerindeki etkisini ölçmeyi sağlayan ve piyasa tarafından olaylara verilen anormal tepkileri ölçmekte kullanılan ekonometrik bir yaklaşımdır (Bozkurt, Öksüz ve Karakuş, 2015: 124). Finans, muhasebe, hukuk, örgütsel davranış ve iş stratejisi gibi çeşitli disiplinlerde yaygın olarak kullanılan olay çalışması, beklenmeyen bir olayın, o olayla bağlantılı bir firma portföyünün beklenen karlılığı ve riski üzerindeki etkisinin büyüklüğünü ölçer (Agrawal ve Kamakura, 1995: 57). Olay çalışmasının altında yatan teori, etkin piyasa hipotezidir. Etkin piyasa hipotezine göre firmaların hisse senedi fiyatları, şirketin mevcut ve gelecekteki durumu hakkında var olan tüm bilgileri yansıtır. Beklenmeyen bir olaydan kaynaklanan herhangi bir yeni bilginin bir firmanın mevcut ve gelecekteki kazancını etkileyeceği anlaşılırsa, piyasa olayı öğrenir öğrenmez hisse senedinin fiyatı değişmeye başlayabilir. Bu nedenle, hisse senedi fiyatları bir firmanın değerinin güvenilir bir göstergesi olarak görülmektedir. Bir olaydan sonra hisse senedi fiyatındaki değişimin, olay öncesi fiyatına göre, pazarın o olayın ekonomik değeri hakkındaki tarafsız tahminini yansıtması gerekir. Bir olayın firmanın değeri üzerinde bir etkisi olup olmadığını incelemek için genel piyasa hareketlerinden kaynaklanan değişiklikler ayarlandıktan sonra hisse senedi fiyatındaki değişiklik olan anormal getiri ölçülür (Agrawal ve Kamakura, 1995: 57). Anormal getiri, kabullenilen bir risk düzeyinde sağlanabilecek bir getiri oranından daha yüksek olan getiri oranı şeklinde tanımlanabilir (Çıtak ve Yıldız, 2007: 274). Anormal getirilerin ölçülmesinde istatistiksel ve ekonomik modeller kullanılmaktadır. İstatistiksel modeller, herhangi bir ekonomik teoriye dayanmayan ve fiyat davranışları konusundaki istatistiki varsayımlardan ortaya çıkan modellerdir. Bu modeller, sabit ortalama getiri modeli, piyasa modeli ve faktör modelleridir. Ekonomik modeller ise, sermaye varlıklarını fiyatlama modeli (capital assets pricing model) (CAPM) ve arbitraj fiyatlama modeli (arbitrage princing theory) (APT)’dir (Koçyiğit ve Kılıç, 2008: 170). Bu çalışmada piyasa modeli kullanılmıştır. Olay çalışmasında öncelikle hisse senedi getirileri aşağıdaki gibi hesaplanır;

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

73

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi

= = (1) (푃푡− 푃푡−1) (퐼푡−퐼푡−1) 푖푡 푚푡 Burada:푅 푃 푡−1 i hisse senedi푅 için퐼푡−1 t günündeki getiriyi, hisse senedinin t günündeki kapanış fiyatını, hisse senedinin t-1 günündeki kapanış fiyatını göstermektedir. endekse ait t 푅푖푡 푃푡 günündeki getiri, t günündeki endeks kapanış fiyatı, t-1 günündeki endeks kapanış fiyatını 푃푡−1 푅푚푡 göstermektedir. 퐼푡 퐼푡−1 Çalışmada hisse senedi ve BİST 100 Endeksinin belirlenen tarihlerdeki getirileri hesaplandıktan sonra günlük getiriler kullanılarak regresyon yöntemi ile α (sabit terim) ve β katsayıları hesaplanmıştır. Araştırmada kullanılan regresyon modeli aşağıda yer almaktadır: = + + (2)

Denklem푅푡 훼푡 훽 (2)’de푡 ∗ 푅푚,푡 , t휀 푖푡 gününde gerçekleşen getiriyi, , t gününde gerçekleşen piyasa getirisini, hesaplanan α değeri risksiz faiz oranını, β ise sistematik riski göstermektedir. 푅푡 푅푚,푡 Olay penceresinde gerçekleşen getiriler ve piyasa modeli ile elde edilen katsayılar kullanılarak olay penceresindeki her bir gün için beklenen getiriler aşağıdaki gibi hesaplanmıştır: = α + β + (3)

Burada;퐸(푅)푡 ∗, t푅 günündeki푚,푡 휀푖푡 beklenen getiriyi; α, risksiz faiz oranını temsil eden sabit terimi, β, beta katsayısını ve , t günündeki piyasa getirisini ifade etmektedir. 퐸(푅)푡 Anormal getiri (AR) 푅푚,푡 hesaplaması aşağıda gösterildiği şekilde yapılmıştır: = − (4)

Anormal퐴푅푡 푅푡 getiri퐸(푅) hesaplamasından푡 sonra bir olayın belirli bir zaman aralığındaki toplam etkisini gösteren kümülatif anormal getirileri (CAR) aşağıdaki gibi hesaplanmıştır: = (5)

Bu퐶퐴푅 çalışmada푡 ∑ 퐴푅푡 olay penceresi için, olay günü ile olay öncesi ve sonrası 60’ar gün olmak üzere toplam 121 gün alınmıştır. Analizde, piyasayı temsilen BİST100 endeksi kullanılmıştır. İşlemlerin sonucunda hesaplanan değerleri 0’dan farklı bir değere sahip oluyorsa, ilgili olayın duyurulması firma hisse senetlerinin fiyatlarını etkileyerek o hisse senedinden anormal bir 퐶퐴푅푡 getiri elde edildiğini gösterirken, hesaplanan değerleri 0’a eşit ise, ilgili olayın kamuya duyurulmasının firmanın hisse senedi fiyatlarını etkilediğini ortaya çıkarmaktadır. 퐶퐴푅푡 Bu çalışmada test edilecek hipotezler şu şekilde olacaktır:

H0: Konutta KDV indirimi ile ilgili yapılan değişikliğin ilgili firma hisse senetleri üzerine bir etkisi yoktur.

H1: Konutta KDV indirimi ile ilgili yapılan değişikliğin ilgili firma hisse senetleri üzerine bir etkisi vardır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

74

R. Can, H.I. Dizdarlar

3. ÇALIŞMANIN BULGULARI

Yapılan analiz sonucunda elde edilen bulgular Tablo 2’de yer almaktadır. Tablo 2: t İstatistiği Sonuçları

Olay Günü Sektör Gün Anlamlılık 8 Eylül 2016 GYO 3. gün %5 3 Şubat 2017 GYO 3. gün %5 8 Eylül 2016 İnşaat - - 3 Şubat 2017 İnşaat 10. gün %10 Yapılan analiz sonucunda gayrimenkul yatırım ortaklığı sektöründe yer alan firmaların hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcılar olay günü olan 8 Eylül tarihli ilk kanunun yayınlandığı gün istatistiki olarak anlamlı anormal getiri elde edemezken, olayın gerçekleştiği günden sonraki üçüncü gün olay öncesi üç günle kıyaslandığında yatırımcıların %5 anlamlılık düzeyinde anormal getiri elde ettikleri görülmüştür. Ayrıca, gayrimenkul yatırım ortaklığı için uzatma kararının alındığı 3 Şubat için de üçüncü günden itibaren aşırı getiri elde edildiği tespit edilmiştir. Yapılan analiz sonucunda inşaat sektöründe yer alan firmaların hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcılar olay günü olan 8 Eylül tarihli ilk kanunun yayınlandığı gün istatistiki olarak anlamlı anormal getiri elde edemezken, olay gerçekleştikten sonraki günlerde de istatistiki olarak anlamlı anormal getiri elde edemedikleri görülmüştür. Uzatma kararının alındığı 3 Şubat tarihi için yapılan analizde ise olayın gerçekleştiği günden sonraki onuncu gün olay öncesi on günle kıyaslandığında yatırımcıların %10 anlamlılık düzeyinde anormal getiri elde ettikleri görülmüştür. SONUÇ Etkin piyasalar hipotezi açısından piyasaya ulaşan, şirketlerin üretimlerini, karlarını, değerlerini artıracak olan her türlü yeni haber, yeni bilgi niteliğindedir ve hisse senetlerinin fiyatlarını, getirilerini etkilemesi beklenir. Ancak, beklenen, hisse senedi fiyatlarındaki ve getirilerindeki artışın piyasanın getirisinin, anlamlı düzeyde, altında ya da üstünde olmamasıdır. Piyasa getirisinden anlamlı düzeyde pozitif yönde oluşan sapmalar ya da ortaya çıkan anormal getiriler, etkin piyasa hipotezinin ihlali anlamına gelecektir. Mal ve hizmetlere uygulanacak katma değer vergisi oranlarındaki indirimler ilgili sektörlerde yer alan şirketlerin gelirlerini etkileyebilir. Şirketlerin değerlerini etkileyecek olan bilgiler, hisse senedi piyasalarındaki yatırımcılar tarafından değerlendirilerek hisse senedinin fiyatına yansıtılır. Ülke ekonomisinde önemli bir yeri olan inşaat ve inşaata dayalı sektörlerden biri konut sektörüdür. Son yıllarda konut sayısında aşırı artış olması konut fiyatlarını düşürmüştür. Piyasada talep fazlası oluşan aşırı arz konut satışlarının azalmasına da yol açmıştır. Hükümet tarafından konut satışlarındaki durgunluğu azaltmak, birçok sektör için lokomotif sektör niteliğinde olan inşaat sektöründe canlılık oluşturmak için 8 Eylül 2016 tarihli bakanlar kurulu kararı ile konutta KDV indirimi uygulamasına gidilmiştir. Ayrıca 3 Şubat 2017 tarihinde KDV indirimi uygulamasının uzatılması kararı alınmıştır. Bu çalışmada 8 Eylül 2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ve 3 Şubat 2017 tarihinde uzatma kararı alınan, konutta KDV indirimi uygulamasının Borsa İstanbul’da faaliyet gösteren inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörlerinde yer alan firmaların hisse senetlerinin getirileri üzerine etkisi araştırılmıştır. Olay çalışmasının kullanıldığı araştırmada 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

75

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi gayrimenkul yatırım ortaklığı sektöründe yer alan firmaların hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcıların her iki tarih için de (8 Eylül 2016 ve 3 Şubat 2017) üçüncü günden itibaren anormal getiri elde edebildikleri belirlenmiştir. Sadece İnşaat sektöründe yer alan firmaların hisse senedi getirileri incelendiğinde ise 8 Eylül tarihli karar sonucunda anormal getiri elde edemedikleri belirlenmiştir. Ancak, 3 Şubat tarihli uzatma kararından sonra yatırımcıların onuncu günden itibaren anormal getiri elde edebildikleri tespit edilmiştir. Analiz bulguları, konutta KDV indiriminin etkisinin düzenlemelerin yürürlüğe girdiği tarihlerden sonra inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörlerinde görüldüğünü ve etkinin her iki sektör için farklı farklı olduğunu göstermiştir. Tuncay ve Eşgünoğlu (2017)’nun çalışmasında gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörü tüm vergi düzenlemelerinden en az etkilenen sektör olmasına ve anormal getirilerin olay öncesi ve sonrası da görülmesine rağmen, bu çalışmada sadece olay günü sonrası piyasanın tepki verdiği görülmüştür. Olay gününden önce anormal getirilerin ortaya çıkmamasının nedeni, vergi düzenlemesine ilişkin yapılan çalışmalar konusunda kamuoyuna bilgi sızdırılmaması olabilir. Bu durum piyasanın etkinliği açısından olumlu bir durum olup yarı etkin piyasa koşuluna uygundur. Ancak, olay gününden sonra anormal getirilerin görülmesi piyasa etkinliğinin ihlali anlamına gelmektedir. Analiz sonucunda, konutta KDV indiriminin yürürlüğe girdiği dönemde, BİST hisse senedi piyasasında inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörlerinde anormal getiri elde edilebileceği tespit edilmiştir. Analiz sonuçları, vergi indiriminin ilgili sektörlerin hisse senetlerinin getirilerine kısa vadeli etkisi olduğunu göstermektedir. 2016-2017 döneminde, BİST Tüm Endeksi inşaat ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları sektörlerinde yer alan firmalara yatırım yapan yatırımcıların piyasanın sağladığı ortalama getirinin üzerinde getiri elde etmeleri nedeni ile etkin piyasa hipotezi desteklenmemektedir. Ancak, etkin piyasa hipotezinin, piyasalarda bu tip anomalilerin görülebileceğini, fakat, piyasaların bir süre sonra dengeye geleceğini öne sürdüğünü de unutmamak gerekir. Araştırmanın sonucu, Türkiye’de gerçekleştirilen vergi indirimi uygulamalarının, hisse senetlerinin getirilerini etkilediğini göstermektedir. Yatırımcıların, vergi ile ilgili duyuruları dikkate alarak hisse senedi piyasalarında pozisyon almaları halinde belli bir dönem için piyasanın üzerinde anormal getiri elde etmeleri mümkündür. KAYNAKLAR Agrawal, J. ve Kamakura, W. A. (1995). The economic worth of celebrity endorsers: An event study analysis. The Journal of Marketing, 59 (1995), 56-62. Amoako-Adu, B., Rashid, M., Stebbins, M., 1992. Capital gains tax and equity values: Empirical test of stock price reaction to the introduction and reduction of capital gains tax exemption. Journal of Banking and Finance 16, 275-287.

Bayraktaroğlu, E. (2017). Gayrimenkul vergilemesinde yeni düzenlemeler: Konut KDV’sinde yeni oranlar ve damga vergisi oranları. Dünya Gazetesi, 08.02.2017. https://www.dunya.com/kose-yazisi/gayrimenkul-vergilemesinde-yeni-duzenlemeler- konut-kdvsinde-yeni-oranlar-ve-damga-vergisi-oranlari/349064, (Erişim Tarihi: 11.03.2019). Bozkurt, İ., Öksüz, S. ve Karakuş, R. (2015). Finansal tablo ilanlarının hisse getirileri üzerindeki etkisi: BİST’de ampirik bir uygulama. https://dergipark.org.tr/en/download/article- file/296222, (Erişim Tarihi: 24.09.2019). Maliye ve Finans Yazıları, 1 (103), 112-141. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

76

R. Can, H.I. Dizdarlar

Chirakijja, J., Crossley, T.F., Lührmann, M. ve O’Dea, C. (2009). Value – added tax: Fiscal and practical potential. NTA National Tax Association Annual Meeting. https://ntanet.org/wp- content/uploads/proceedings/2009/003-chirakijja-the-stimulus-effect-2009-nta- proceedings.pdf. (Erişim Tarihi: 04.09.2019). Çıtak, L. ve Kaplan, Yıldız F. (2007). Devralmanın devralan işletmelerin hisse senedi getirileri üzerindeki etkisi: Sermaye piyasası kurulu izni ile gerçekleşen devralmaların devralan işletmelerin hisse senedi getiri oranları üzerindeki etkisinin incelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 22 (2), 273-295. Daniel, K. Ve Titman, S. (2000). Market efficiency in an irrational world. Nber Working Paper Series, 7489. https://www.nber.org/papers/w7489.pdf, (Erişim Tarihi: 03.05.2019). Derin-Güre, P. ve Kütük, S. (2016). Türkiye’de Kurumlar Vergisi Değişikliğinin Hisse Senetleri Fiyatları Üzerine Kısa Dönemli Etkisi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 71(1), 303-322. Fama, F. E. (1970). Efficent capital markets: A review of theory empirical work. The Journal of Finance, 25 (2), 388-417. Grinblatt, M.S., Ronald, W.M. ve Titman, S. (1984). The valuation of stock splits and stocks dividends. Journal of Financial Economics, 13 (1984), 461-490.

İsmmmo (2019). Gayrimenkul Teslimlerinde Uygulanacak Kdv Oranları. http://archive.ismmmo.org.tr/Mansetler/MEVZUAT/Duyuru/GAYRIMENKUL_TESLIM_KDV _ORANI.pdf_762.pdf. (Erişim Tarihi: 03.05.2019). Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP), Sektörler. https://www.kap.org.tr/tr/Sektorler, (Erişim Tarihi: 11.03.2019).

Kandır, S. Y. ve Yakar, S. (2012). Kurumlar vergisi oranındaki değişikliğin hisse senedi getirileri üzerindeki etkisinin incelenmesi. Maliye Dergisi, 163, 170-186. Katma Değer Vergisi Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (2017). T.C. Resmî Gazete (29968, 03 Şubat 2017). https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/02/20170203-8.htm, (Erişim Tarihi: 11.03.2019).

Koçyiğit, M. ve Kılıç, A. (2008). Leasing Sektöründe KDV Oranı Değişikliğinin İMKB’de İşlem Gören Leasing Şirketlerinin Hisse Senedi Getirisine Etkisi. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 40, 165- 174.

Korkmaz, T. ve Ceylan, A. (2010). Sermaye Piyasası ve Menkul Değer Analizi. Yenilenmiş 5. Baskı, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa. Lang, M.H. ve Shackelford, D.A. (1999). Capitalization of capital gains taxes: Evidence from stock price reaction to the 1997 rate reduction. NBER Working Paper Series (6885), 1-37.

Ömürgönülşen, U., Pirgaip, Ç. Z. ve Pirgaip, B. (2015). Mahalli idarelerin altyapı yatırımlarının finansmanında gayrimenkul yatırım ortaklığı (gyo) modeli. Maliye Dergisi, 168, 20-30. Sanger, G. C., Sirman, C. F. ve Turnbull, G. K. (1990) The effects of tax reform on real estate: Some empirical results. Land Economics, 66 (4), 409-424.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

77

Vergi İndiriminin Hisse Senedi Getirisi Üzerine Etkisi

https://www.researchgate.net/publication/ 227638503_The_Effects_of_Tax_Reform_on_Real_Estate_Some_Empirical_Results, (Erişim Tarihi: 12.03.2019).

Sermaye Piyasası Kurulu (2019). Gayrimenkul yatırım ortaklıkları tanıtım rehberi. https://www.spk.gov.tr/Sayfa/AltSayfa/409, (Erişim Tarihi, 11.03.2019). Tuncay, M. ve Eşgünoğlu, M. (2017). Menkul kıymetlerle ilgili vergi düzenlemelerinin sermaye piyasaları üzerindeki etkisi. International Journal Of Economic & Administrative Studies, 19, 149-170.

Turnacıgil, S. ve Doğukanlı, H. (2018). BİST gyo endeks getirilerinin svfm ile sınanması ve etki tepki analizleri. Uluslararası İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 4 (2), 37-57. Türkmen, S. Y. (2011). İMKB'de işlem gören gayrimenkul yatırım ortaklıklarının finansal etkinliklerinin veri zarflama analizi ile değerlendirilmesi. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 31 (2), 273-288. Urak, E. (2016). Gayrimenkul yatırım ortaklıklarına sağlanan vergisel teşvikler. Mali Çözüm Dergisi, 133, 161-167.

Yıldırım, H.H., Yazgan, K. F. ve Sakarya, Ş. (2019). Vergi oranlarındaki indirimin sektör endeksleri üzerindeki etkisi: BİST’de bir araştırma. M. Yüce, M. Mıynat, A.V. Can ve Ş. Sakarya (Der.), New Economic Trends and Business Opportunities (Yeni Ekonomik Trendler ve İş Fırsatları). Ekin Basım Yayın Dağıtım. Yılmaz, M. K. ve İçten, O. (2018). Borsa İstanbul’da işlem gören gayrimenkul yatırım ortaklıklarının nakit akımı odaklı finansal performans analizi (2007-2016). Finans Politik & Ekonomik Yorumlar Dergisi, 55 (635), 73-87.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

78

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLETLERİN TANINMASI: TÜRKİYE’NİN ANKARA ANLAŞMASI TAMAMLAYICI PROTOKOLÜNÜ İMZALAMASI SONRASI GÜNEY KIBRIS’LA İLGİLİ YAKLAŞIMI RECOGNITION OF STATES IN INTERNATIONAL LAW: TURKEY’S STANCE TOWARDS SOUTHERN CYPRUS AFTER SIGNING ADDITIONAL PROTOCOL TO ANKARA TREATY

Erhan CANİKOĞLU Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Esenyurt Üniversitesi İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İng) [email protected]

ÖZ Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği’ne üye olması Türkiye’yi birçok açıdan zor durumda bıraktı. Türkiye garantör ülke sıfatıyla 1974 yılında adaya askerî harekât düzenleyerek Kıbrıs Türk toplumunun barış ve huzur içerisinde yaşayacağı bir ortam sağlamıştır. Türk toplumunun 1983 yılında ilan ettiği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülke olmuştur. Türkiye Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda aday ülke statüsünü elde etti. AB, üyeleri arasında ihtilaf olmaması yönünde güçlü bir irade göstermekte, hatta aday ülkelerin AB dışında dahi komşularıyla ihtilaflarını çözmesini beklemektedir. GKRY’nin AB üyeliği Türkiye açısından “tanıma” sorununu ortaya çıkardı. AB yeni üyeler edindikçe Türkiye-AB arasındaki Ankara Anlaşmasını Tamamlayıcı Protokolü imzalaması gerekmektedir. Bunun, Türkiye’nin GKRY’yi tanıması anlamına gelip gelmeyeceği bir tartışma konusu haline gelmişti. Zira GKRY, gemilerine Türk limanlarının açılmasını talep edeceğini deklare etmiştir. Tanıma uluslararası hukukta “kurucu” ve “deklare edici” boyutlarıyla öne çıkmaktadır. Kurucu görüşe göre bir devletin ülkesi, milleti ve devleti olmasının tek başına yeterli olamayacağı, diğer devletler tarafından tanınmadan devlet niteliğini kazanamayacağı, ikinci görüşe göre ise tanımanın fiili durumu açıklamaktan ibaret olduğu, dolayısıyla devlet olma koşulları arasında yer almadığıdır. Tanımanın, tanıyan devlet açısından hukuki sonuçlara yol açacağı genellikle kabul görmüş bir yaklaşımdır. Türkiye ek protokolü imzalarken, bir deklarasyon yayımlayarak bunun GKRY’yi tanıması anlamına gelmeyeceğini bildirdi. Böylece tanıma konusu üzerindeki tartışmaları kendisi açısından sona erdirdi. Çalışmada uluslararası hukukta tanıma konusu ele alınarak, Türkiye’nin Tamamlayıcı Protokolü imzalamasının ardından Güney Kıbrıs’a yönelik pozisyonu incelenmiştir. Anahtar kelimeler: AB, Türkiye, Kıbrıs, Tanıma, Ek Protokol ABSTRACT Membership of Greek Administration of Southern Cyprus in the name of ‘Cyprus Republic’ in the European Union troubled Turkey in several aspects. Turkey, as a “guarantor” country, launched a military operation in 1974, thus providing a safe heaven for the Turkish Cypriots in the island. Turkey became the first state to recognize the Turkish Republic of the Northern Cyprus, established in 1983. Meanwhile Turkey has a candidate status for European Union membership. The EU asks candidate countries to solve their problems with both member states and neighbouring countries before full membership status is granted. EU membership of Cyprus Republic caused a “recognition” problem for Turkey since Turkey had to sign Additional Protocol to Ankara Treaty to extend to the new members. Then a possible recognition question appeared as Cyprus Republic declared that Turkey had to open its ports for her ships. Recognition has “constitutive” and “declaratory” aspects in international law. According to the constitutive view, recognition is the constitutive element of a legitimate state and unless a state is recognized by others, it is not a legitimate state. Second view asserts that recognition is not anything but simply declaration of the actual state. It has been generally accepted that a country which recognize other assumes binding legal responsibilities. Having signed the additional protocol, Turkey declared that this did not mean recognition of the Cyprus Republic. Thus, Turkey settled recognition problem at least for herself. This paper examines the recognition of states in international law and focuses on Turkey’s stance toward the Southern Cyprus following the signing of the protocol. Keywords: EU, Turkey, Cyprus Republic, Recognition, Additional Protocol

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 16.9.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 21.11.2020 Araştırma Makale/Research Paper

Canikoğlu, E. (2021). Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolünü İmzalaması Sonrası Güney Kıbrıs’la İlgili Yaklaşımı, ieSBAD, 1 (1), 79-94.

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

GİRİŞ

Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları 16-17 Aralık 2004’te Brüksel’de yaptıkları zirvede, Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlatılmasına karar verdiler. Zirvede alınan kararın 19. maddesinde, Türkiye’nin, 10 yeni üye devletin Birliğe girişlerini göz önüne alarak, Ankara Anlaşması’nın uyumuna ilişkin protokolü imzalama kararından ve “Türk hükümeti üyelik müzakereleri başlamadan önce Ankara Anlaşması’nın uyum protokolünü, AB’nin mevcut üyeliği bakımından gerekli olan adaptasyonlar konusunda anlaşmaya varılarak bunların sonuçlandırılmasını teyit eder” yönündeki bildiriminden memnuniyet duyulduğu ifade edildi (ABK, 2004). Türkiye ile AET arasında 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması, müteakip yıllarda Avrupa Topluluklarına yeni üye devletler katıldıkça bu üyeleri de kapsayacak şekilde genişletilmiş, bu kapsamda yeni üyelerin temsilcilerinin de katılması suretiyle Ankara Anlaşmasını tamamlayıcı protokoller imzalanmıştı. Ankara Anlaşmasını tamamlayıcı protokol imzalanmayan ülkeler ise AB’nin 4. genişleme sürecinde üye olan Avusturya, İsveç ve Finlandiya’dır (Radikal, 2005). Buna karşın Konseyin Türkiye’den 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerine başlamadan önce, 1 Nisan 2004’te AB’ye üye olan 10 yeni devleti göz önüne alacak şekilde Ankara Anlaşması’nı genişletme teklifi Türkiye tarafında sıkıntıyla karşılanmıştı. Zira bu üyeler arasında Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY)1 de yer almaktaydı. Bununla ilişkili olarak Türkiye’nin Ankara Anlaşmasını genişletmesinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması anlamına gelip gelmeyeceği, bu durumun Türkiye’nin GKRY’ye ve KKTC’ye yönelik politikalarında ve Kıbrıs sorununa ilişkin tutumunda olası yansımaları Türkiye açısından çözülmesi karmaşık sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışmanın başlıca iki unsurunu uluslararası hukukta tanıma kavramı ve Kıbrıs konusu oluşturmaktadır. Tanıma uluslararası hukukta devletin tek taraflı bir eylemi olup, tamamıyla kendi iradesine bağlı bir tasarruftur. Uluslararası hukukta tanıma her olgu ve olay için geçerli olsa da öğretide devletlerin tanınması bağlamında daha geniş yer tutmaktadır. Kişileri egemen devletler olan uluslararası hukuka göre tanıma bir devletin bir diğer devletin varlığını kabul etme işlemidir (Tezcan, 2005a: 3). Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye’nin de garantör devletler sıfatıyla taraf olduğu (diğerleri İngiltere ve Yunanistan) 1959 Zürih ve 1960 Londra Antlaşmaları sonucunda kurulmuştur. Devletin Rum Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs Anayasasının bazı maddelerini değiştirmesi üzerine adadaki Türklere yönelik tedhiş eylemleri başlamış, Türkiye’nin 1974’teki müdahalesi sayesinde Kıbrıslı Türklerin güvenliği sağlanmıştır. Türkler bu tarihten itibaren adanın kuzeyinde yaşamışlar ve 1983 yılında da KKTC’yi ilan etmişlerdir. KKTC’yi Türkiye’nin dışında bir başka devlet tanımamaktadır. Güney Kıbrıslı Rumlar ise egemenliği adanın güneyi ile sınırlı olan devleti “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla temsil etmeyi sürdürmüşler ve uluslararası toplum tarafından de jure olarak tanınmışlardır. Kıbrıs Cumhuriyeti 1 Nisan 2004’te AB üyesi olmuştur. Kıbrıs’ın tartışma konusu olması, sorunun siyasi ve hukuki boyutlarının birbirine karışmasından ve gerek tarafların gerekse uluslararası politikada etkin güçlerin sorunun çözümüne farklı perspektiflerden yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar atılan adımlar, Transatlantik bağlantı da dahil olmak üzere uluslararası örgütlerde alınan kararlar ve özellikle Yunanistan’ın 1980’de üyeliğinden sonra AB’nin yaklaşımı ve son olarak GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB’ye üye olması, sorunu hemen hemen içinden çıkılamaz hale sokmuştur.

1 Bundan sonra GKRY ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bahsedilecektir. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

80

E. Canikoğlu

Dolayısıyla Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıyıp tanımaması sorunu, sadece bir ülkeyle hukuki ilişki kurup kurmaması ile sınırlı değildir. Bu durum, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan antlaşmaların hali hazırda geçerli olup olmadıklarından, eğer geçerlilikleri sürüyorsa Rum kesiminin AB’ye nasıl üye kabul edildiğinden, Avrupa Toplulukları hukukunun uluslararası hukukunun üstünde olup olmadığından, Türkiye’nin bugüne kadar Kıbrıs konusunda izlediği politikalarını değiştirmek zorunda kalıp kalmayacağına ya da birkaç yüz yıl öncesine dayanan Batılılaşma ve modernleşme hedefinin somutlaştığı AB üyeliği hedefinden geri atıp atmayacağına kadar çok geniş ve derin sorunların düğüm noktasıdır. Bunlardan konuyla doğrudan ilgili olanlar çalışmada yanıtları aranacak sorular arasındadır. Çalışmanın amacı “Türkiye’nin Ankara Anlaşmasını 10 yeni AB üyesine genişletmesinin, bu üyeler arasında yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması anlamına gelip gelmediğini” incelemek ve ardından Türkiye’nin bu yöndeki hareket tarzını incelemektir. Bu kapsamda öncelikle uluslararası hukukta devletlerin tanınması, tanıma yolları ve sonuçları, tanımanın üçüncü devletler açısından etkileri, uluslararası sözleşmeler ve protokoller bağlamında tanıma ele alınacak, uluslararası sözleşmelerin AB’deki geçerliliği, AB’nin üçüncü devletlerle yaptığı anlaşmaların geçerliliği ve bağlayıcılığı incelendikten sonra, Ek Protokolün tarafları-özellikle Türkiye açısından-sonuçları tartışılacak ve bunun tanıma olup olmadığı yorumlanacaktır. Ardından Türkiye’nin ek protokolü imzalamasını takiben Güney Kıbrıs’ı “tanıma” sorunuyla karşı karşıya kalmamak için başvurduğu hareket tarzı üzerinden durulacaktır. 1. ULUSLARARASI HUKUKTA TANIMA VE DEVLETLERİN TANINMASI

1.1. Genel Olarak Tanıma ve Devletlerin Tanınması

Lauterpacht’a göre uluslararası hukuk literatüründe muhtemelen hala hâkim görüşe göre devletlerin tanınması hukuki değil siyasi bir meseledir (Rich, 1993: 36). Yani tanıma meselesi hukuki alanın ötesine geçerek siyaset alanına girmektedir. Dolayısıyla tanımayla ilgili tartışmalarda her ne kadar hukuki kavramlar üzerinden hareket edilse de nihayetinde belirleyici olan siyasi tutum ve davranışlardır. Nitekim Worster (2009: 116)’de devletlerin tanınmasına ilişkin kuralların hukuki kurallar olmakla birlikte esasen siyasi tercihlerle şekillenmiş yasal araçlar olduklarının altını çizmektedir. Bununla birlikte devletlerin dört temel niteliğe sahip olmaları gerekir: 1) “Daimî bir nüfus”, 2) “belli bir toprak parçası”, 3) “hükümet” ve 4) “Diğer devletlerle ilişkiye girme kapasitesi” (Silverberg, 1998: 32). Uluslararası hukukta tanıma, bir uluslararası hukuk kişisinin, kendi dışında oluşan belli bir olayı, durumu, belgeyi ya da iddiayı kendisi bakımından yasal kabul ettiğini ve hukuksal ilişkilerini bu veriler üzerine kuracağını bildiren tek taraflı hukuksal işlemdir (Pazarcı, 1999a: 2). Yani tanıma, “muayyen bir durumu, bir iddiayı meşru olarak kabul etmeyi tazammun eden bir irade izharı” olarak tanımlanabilir (Çağıran, 2005: 161). Tanıma devletin toplumsal yaşantıya katılmasını ve hukuki ilişkiler kurabilmesini sağlayan başlıca araçtır (Çağıran, 2005: 163). Tanımaya ilişkin tutum iki aşamalı zihni süreçten oluşmaktadır. Devlet önce tanımaya konu oluşturan olayın varlığını tespit eder, ardından bu olayın kendisi açısından hukuki planda bir sonuç doğurmasını kabul ettiğini gösteren irade açıklamasında bulunur (Çağıran, 2005: 166). Uluslararası hukukta tanıma soyut kurallardan ziyade, ilgili tarafların iradelerini içerir (Tezcan, 2005a: 2). Tanıma uluslararası hukukla ilgili her olay, durum, iddia ve kuralı yakından ilgilendirmesine karşın, öğretide ağırlıklı olarak devletlerin tanınması bağlamında ele alınmaktadır. Bu yoğunluk ise devletlerin, devletlerarası hukukun temel aktörleri olmasından kaynaklanmaktadır (Çağıran, 2005: 186-187). Tanıma devletle uluslararası toplum arasındaki var olan ilişkinin en önemli unsurlarından biridir (Çağıran, 2005: 187). 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

81

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

Devletlerin tanınmasına ilişkin öğretide iki görüş bulunmaktadır: Birincisi, tanımanın devletin uluslararası hukuki kişiliğinin kurucu (constitutive) öğelerinden birini oluşturduğu, ikincisi ise devletin tanınmasının fiili durumun açıklanması (declaratory) olduğu, dolayısıyla uluslararası hukuk açısından varlığının gerekli koşulu olmadığıdır (Pazarcı, 1999a: 3). Kurucu görüşe göre bir devlet ancak tanıma ile uluslararası hukukta varlığını kazanmaktadır (Pazarcı, 1999a: 3). Yani tanıma otomatik bir işlem değildi. Diğer devletlerin takdirine bağlıdır (Worster, 2009:120). Buna göre tanıma, tanıyan devletin iradesinden bağımsız objektif bir gerçekliğin teyit edilmesinden ziyade, bu gerçekliğin yaratılmasına katılma olarak anlaşılmaktadır (Çağıran, 2005: 187). Açıklayıcı görüşe göre devletin tanınması fiili durumun açıklanmasından ibarettir ve devletin uluslararası hukuk açısından varlığının gerekli bir koşulu değildir (Pazarcı, 1999a: 3). Bu görüşe göre, yeni devletin doğuşu bir olaydır (fait) ve bu olayın varlığı mevcut devletlerin takdirine bağlı değildir. Bir topluluk ülke, nüfus ve hükümet gibi üç temel unsura sahip olmakla hukuki nitelik kazanır ve devlet olur. Tanıma işleminin bir topluluğa kendi özellikleri dolayısıyla sahip olmadığı bir hukuki nitelik kazandırması gibi bir rolü yoktur (Çağıran, 2005: 191). Bununla birlikte tanımanın açıklayıcı bir işlem oluşturması, onun hiçbir kurucu işlem niteliği taşımadığı anlamına da gelmez. Çünkü tanıma işlemi ile tanıyan ve tanınan devletler arasında bazı kurucu etkiler de doğmaktadır (Pazarcı, 1999a: 3). Tanıyan devlet açısından tanınan devletle ilgili belirsizlikler sona erer. Tanıyan devletin tanınan devletin varlığını yok sayma ve yasallığını eleştirme hakkı bu işlemle birlikte ortadan kalkar. Tanıyan devlet kendisi açısından tanınan devletin uluslararası hukuk kişiliğini kabul etmiş olur (Pazarcı, 1999a: 3-4). 1.2. Devletleri Tanıma Çeşitleri

Devletlerin tanınması esas ve usul itibariyle farklı şekillerle ve düzeylerde olabilir. De jure veya de facto tanıma; açıkça veya üstü kapalı (zımnen) tanıma; bireysel veya topluca tanıma; koşullu veya koşulsuz tanıma gibi... Öte yandan devletle arasında hukuki işlemlerin oluşmasına yol açmayan, dolayısıyla tanıma kapsamına girmeyen “fiili tanıma” ve iki devlet arasında sınırlı bir takım işlemlerin doğması gibi olgulardan da bahsetmek mümkündür. Tanıma, esasen de jure tanıma ve de facto tanıma olarak ikiye ayrılmaktadır. De jure tanıma bir devleti tam olarak tanımanın sağladığı bütün hukuksal etkileri ile tanımayı belirtirken de facto tanıma ise geçici ve sınırlı nitelikli bir tanımaya işaret etmektedir. De facto tanımada tanıyan devletin tanınan devletin bağımsızlığı, ülke üzerindeki otoritesi ve ülkedeki istikrara ilişkin olarak kuşkuları bulunduğu ve bu nedenle tam bir tanımaya gitmediği görülmektedir (Kobey, 1915: 282; Pazarcı, 1999a: 8). Her iki tanıma da birer hukuksal işlemi oluşturur, ancak tanımanın kapsamı ve hukuksal etkilerinin ölçüsü farklılık gösterir (Pazarcı, 1999a: 8). De facto tanıma işlemi ile bir devletin başka bir devletin varlığını fiilen kabul etmesi olgusu birbirinden ayrılmalıdır. Zira, de facto tanıma bir hukuksal işlemin gerçekleşmesini gerektirir. Bununla birlikte fiili tanıma ile sadece fiili bir durum teyit edilmekte, ancak bu fiili duruma tanımadan kaynaklanan herhangi bir hukuksal etki tanınmamaktadır (Pazarcı, 1999a: 9). De jure ve de facto tanıma ayrımı, tanıma işlemini oluşturan belgenin içeriğinden ortaya çıkar. Bir devleti de jure tanımayan devlet bu iradesini de facto tanıma işlemini oluşturan belgede dile getirmektedir. De jure tanıma kesin olup, geri alınmamaktadır. De facto tanıma ise kesin olmadığından tanıyan devlet tarafından geri alınabilmektedir (Pazarcı, 1999a: 9). Burada şu soru gündeme gelebilir. Tanıma işleminin niteliğinin belirtileceği herhangi bir belge ortada yoksa, örneğin bir uluslararası örgüte sonradan giren devlete, bu devleti tanımayan daha önceki bir üyenin itirazı olmaz ise, yani zımni tanıma söz konusu olur ise, bunun de facto tanıma olduğu ayrıca bir deklarasyon yapılmak suretiyle ortaya koyulabilecektir. Çok taraflı anlaşmalar ve

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

82

E. Canikoğlu uluslararası örgütlere üyelik gibi durumlarda ortaya çıkan üstü kapalı tanımada tanıma iradesinin varlığı herhangi bir kuşkuya yer vermemelidir. Bir devlet tanıma iradesini açıkça tanıma (express recognition) veya üstü kapalı (zımni) tanıma (implied or tacit recognition) biçiminde ortaya koyabilir. Açıkça tanıma, tanınan devlete tanıma iradesini açıklayıcı bir bildirim (notification) veya bildiri (declaration) ile iradesini açıklama gibi doğrudan yolları içermektedir (Pazarcı, 1999a: 9-10). Üstü kapalı tanıma ise, herhangi bir biçimde tanımadan söz etmemekle birlikte, tanıyan devletin tanınan devlet ile tanıma konusundaki iradesini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde içeren bir işlem içine girmesi belirtilmektedir.2 Zımnen tanıma bazen uluslararası bir örgüte üye olma vasıtasıyla yapılabilir. Örneği “A” devleti üyesi olduğu örgüte daha önce tanımadığı “B” devletinin katılması için olumlu oy kullanmışsa, “A” devletinin “B” devletini tanıdığı sonucu çıkarılabilir (Çağıran, 2005: 193). Bu durum özellikle sınırlı sayıda devletin üye olduğu ve bilhassa ekonomik, siyasi bütünleşmeye yönelik örgütlerde geçerli olabilecektir. Zira, bu nitelikteki bir örgütte birbirini tanımayan devletlerin yer alması örgütün amaçlarına uygun düşmeyecektir. Öte yandan Birleşmiş Milletler gibi tüm devletlere açık evrensel örgütler bakımından yukarıdaki çıkarsamayı yapmak mümkün değildir (Çağıran, 2005: 193). Oppenheim’a göre devletler görünüşte tanıma işlemi olarak nitelendirilebilecek bir tutum sergilediklerinde, tanımadıkları bir devletle anlaşma imzaladıklarında veya aynı uluslararası örgüte üye olduklarında, gerçek niyetlerinin tanıma olmadığını açıkça ortaya koyarak, istemedikleri sonuçların doğmasını engelleyebilirler (Pazarcı, 1999a: 10). Dolayısıyla üstü kapalı tanımada tanıma iradesinin varlığı herhangi bir kuşkuya yer vermemelidir. Uygulamada bir başka tanıma şekli bireysel (individual) tanıma ve topluca (collective) tanıma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireysel tanıma açıkça ve ya üstü kapalı bir biçimde olabilir ve her halükârda bir devletin tek başına bir diğer devleti tanımasıdır. Topluca tanıma ise birden çok devlet tarafından bir işlem ile bir devletin tanınmasını belirtir. Bu durum genellikle çok taraflı bir anlaşma aracılıyla tanıma veya bir uluslararası örgüte üye kabulü aracılığıyla tanımadır (Pazarcı, 1999a: 10). Uygulamada var olan bir diğer tanıma şekli koşullu tanıma ve koşulsuz tanımadır. Koşullu tanıma, tanıyan devletin kimi haklarının gözetilmesi ya da kimi konularda yeni devletin vermesi gibi koşulları gösterir. Tanıyan devletin tanıyacağı devlete karşı bazı koşullar öne sürmesi önünde herhangi bir hukuksal engel bulunmamakla birlikte, tanımanın bir antlaşma niteliği taşıması ve pazarlık öğesi oluşturması nedeniyle öğreti koşullu tanımayı tanıma kurumunun işlevine aykırı bulmaktadır (Pazarcı, 1999a: 11). İki devlet arasında sınırlı birtakım ilişkiler ise şu kapsamda değerlendirilebilir. Bunlar hukuksal bağlayıcılığı olmayan ve taraflar arasında yalnızca siyasal düzeyde hak ve yükümlülük ilişkileri kuran, değiştiren ya da sona erdiren irade uyuşmalarıdır. 1975 AGİK Son Senedi, Bağlı AGİK Son Senetleri, Kapanış belgeleri, 1990 Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı buna örnek oluşturmaktadır (Pazarcı, 1999b: 105)

2 Uygulamada üstü kapalı tanıma, aksi bildirilmediği takdirde; i) Herhangi bir çekince koymadan ikili anlaşma yapılması, ii) Diplomasi ilişkileri kurulması, iii) Yeni devlet konsolosuna exequatur verilmesi, iv) Bağımsızlık törenlerine resmi temsilci gönderilmesi, v) Yeni devletin yalnızca devletlerin üye olarak kabul eden bir örgüte üyeliği ya da bu örgütte temsili için olumlu oy kullanılması. Bkz. Pazarcı, 1999a: 10. Buna karşılık aynı uluslararası konferansa katılma, çok taraflı bir anlaşmaya taraf olma, tanıma konusunda görüşmeler yapılması, diplomasi temsilcileri dışındaki temsilciler aracılığıyla temas kurulması, ticari ilişkiler kurulması genellikle üstü kapalı tanıma olarak kabul edilmez. Bkz. Oppenheim 170-171’den aktaran Pazarcı. 1999a: 10. 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

83

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

Bazı politikacılar tanımanın bugün geçmişten farklı şekillerde yapıldığını ileri sürseler de3 hangi yolla yapılırsa yapılsın, tanımanın, devletin tek taraflı bir eylemi olması ve tanıyan ve tanınan devletler arasında hukuki ve diplomatik ilişkiler doğurması gibi unsurlarını aşındırmadığı açıktır. 1.3. Tanımanın Sonuçları

Tanıma iki devlet arasında anlaşma yapmak, diplomatik ilişkiler kurmak gibi her türlü ilişkinin kurulmasına imkân vermektedir. Tanıma bazı hukuki sonuçlara yol açmaktadır. Bunlar; a) Tanıyan devlet ile tanınan devlet arasında her türlü uluslararası ilişkinin kurulması olanağı hukuksal açıdan doğar. (Taraflar arasında anlaşmalar yapılması, diplomasi ilişkileri kurulması vs.) b) Tanınan devletin kamu işlemlerine tanıyan devletin iç hukuk düzeninde saygı gösterilir. c)Tanınan devletin tanıyan devlet nezdinde dokunulmazlık ve yargı bağışıklığından yararlanması mümkün olur. ç) Tanınan devlet ve tanıyan devlet birbirlerinin uluslararası sorumluluklarını ileri sürme haklarına sahip olurlar (Pazarcı, 1999a: 11-12). Tanıma işleminin kurduğu hukuki ilişki bakımından başlıca sonucu tanıyan devlete yükümlülük, tanınan devlete ise haklar getirmesidir. Tanımadan doğan yükümlülükler özel ve genel biçimde ikiye ayrılır: Özel yükümlülük her işlemin kapsamına ve konusuna göre belirlenirken, genel yükümlülük, tanıyan devletin tanıdığı durumun geçerliliğini tartışma konusu yapmamasını kapsar (Çağıran, 2005: 176). Devletlerin Tanınmasının Üçüncü Devletler Açısından Doğurduğu Sonuçlar Tanımanın tek taraflı hukuksal işlem olduğuna yukarıda değinildi. Bu işlem sonucu tanınan ve tanıyan devletler arasında bir takım kurucu etkiler doğmaktadır. Aslında tek taraflı yapılan bir işlem sonucu ortaya iki taraflı hukuki ilişki çıkmaktadır. Bu hukuki ilişki tanınana belirli haklar verirken, tanıyanı da belirli yükümlülükler altına sokmaktadır (Çağıran, 2005: 180). Tanıma işleminin etkileri tanımanın kurduğu hukuki ilişkinin taraflarıyla sınırlıdır (Çağıran, 2005: 178). Tanıma işlemi ile yalnızca tanıyan devlet bir hukuksal yükümlülük altına girmekte olup, öteki devletler bu işlem ile bağlanmamaktadırlar (Pazarcı, 1999: 5). Yani “A” devletinin “B” devletini tanıması, “A” devletini tanıyan ancak “B” devletini tanımayan “C” devleti için de aynı sonucu doğurmaz. “A” devletinin bu işlemi “C” devletinin de “B” devletini tanıması gerektiği anlamına gelmez. Zira, tanıma hukuki sonuçları kadar belki de ondan daha fazla siyasi sonuçları düşünülerek yapılan bir işlemdir (Çağıran, 2005: 196). Bu açıdan bakıldığında taraflar arasında hukuki ilişki kurduğu ölçüde değer kazanan tanıma kavramı, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınmasına yönelik tutumunda belirleyici olan unsurları da kapsamaktadır. Bunlara ileride yer verilecektir. 1.4. Tanınmayan Devletlerin Uluslararası Hukuktan Kaynaklanan Hakları

Uluslararası hukuk normları, kuralları, ilkeleri devletleri belirli çerçevede hareket etmeye yöneltse de sonuçta bu alanda her bir vaka ayrı şekilde ele alınmaktadır. Ancak herhangi bir

3 GKRY lideri Tassos Papadopulos tanıma yollarına ilişkin şu açıklamayı yapıyor:” ...bugünkü zaman, 1920 sonrası zamanlara benzemiyor yani Kraliçe Elizabeth selamlarını gönderiyor ve devletinizi tanıyor gibi mevzuatlar artık yoktur. Bu konu, birçok hukuksal bilirkişi raporlarına göre de desteklenmekte. Bugün tanınma birçok şekil almaktadır. Diplomatik ilişkiler, ortak anlaşma imzalanması, aynı belgenin imzalanması, önemli bir adımdır...” Yunan ERT televizyonunun GKRY lideri T. Papadopulos ile yaptığı söyleşi için bkz. “Muhatabımız Türkiye’dir”, Radikal, 1 Mart 2005, s.10. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

84

E. Canikoğlu devletin diğer tüm devletler tarafından tanınırken, bir devlet tarafından tanınmaması, tanınmayan devletin uluslararası hukuktan aldığı hakların kaybolmasına da yol açmayabilir. Yeni devlet, tanımayan devlete karşı tüm uluslararası hukuk kişiliği olarak haklarını kaybetmez, tanımayan devletin ise genel uluslararası hukuk kurallarına saygı göstermesi beklenmektedir. Nitekim Shaw bu noktayı vurgulamıştır. “Örneğin, bir devletin tanınmaması, o hukuk kişisinin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını ve ödevlerinden mahrum bırakacağı var sayılamaz” (Shaw, 2012: 470-471). Bu tanımdan hareketle, tanımayan devletin yeni devletin açık denizlerde seyrine saygı göstermesi gerekebilir. Uluslararası boğazlardan geç iş hakkı da bu kapsamda değerlendirilebilir. Yine Shaw’un vurguladığı üzere iki devletin çok taraflı bir sözleşmede yer almaları de facto tanıma sayılmaz (Shaw, 2012: 470-471). Bununla birlikte Türkiye, Güney Kıbrıs’ın da taraf olduğu çok taraflı anlaşmalarda bildirimde bulunmakta. Bu bildirim hukuken “çekince” den farklı bir tutumu teşkil etmektedir. Örnek olarak da Türkiye’nin de Güney Kıbrıs’ın da imzacı olduğu Avrupa Konseyi Veri Güvenliği Anlaşması gösterilebilir (Avrupa Konseyi, 2016). Türkiye anlaşmaya ilişkin olarak “Sözleşme’nin onaylanmasının geçerliliği bulunmayan “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin anılan sözleşmeye taraf olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından temsil edildiği iddiasının herhangi bir biçimde kabulü anlamına gelmeyeceğini ve Türkiye’de sözde Kıbrıs Cumhuriyeti ile işbu Sözleşme kapsamında herhangi bir temasta bulunma yükümlülüğü getirmeyeceğini” beyan etti.4 2. ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER VE PROTOKOLLER BAĞLAMINDA TANIMA VE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERİN TANIMADA GEÇERLİLİĞİ Bir devlet taraf olduğu evrensel veya bölgesel nitelikli bir antlaşmaya taraf olan diğer devleti/devletleri doğrudan veya dolaylı olarak tanımış olur mu? Bir devlet taraflarından birini ya da hiçbirini tanımadığı bir sözleşmeye taraf olabilir mi? Sözleşme sonucunda tarafların arasında hukuki ilişki doğması söz konusu ise birbirlerini tanımayan devletler taraf oldukları sözleşmenin gereklerini nasıl yerine getirebilirler? Aralarında ortaya çıkacak bu tür ilişkileri üçüncü devletler aracılığıyla sürdürebilirler mi? Bu durum nereye kadar tanıma kapsamının dışında kalabilir? Herhangi bir tanıma türüne girebilir mi? Yukarıda da belirtildiği gibi devletler görünüşte tanıma işlemi olarak nitelendirilebilecek bir tutum sergilediklerinde, tanımadıkları bir devletle anlaşma imzaladıklarında veya aynı uluslararası örgüte üye olduklarında, gerçek niyetlerinin tanıma olmadığını açıkça ortaya koyarak, istemedikleri sonuçların doğmasını engelleyebilirler. Bunu da çekince koyarak gerçekleştirebilirler. Bununla birlikte birbirini tanımayan iki devletin anlaşma imzalaması gerektiğinde çekince koymayı ya da tanıma konusunun söz konusu olmadığını ileri sürmek mümkün görülmemektedir. Yani ikili anlaşmalarda tanımama sorunundan bahsedilemez, zira devletlerin birbirleriyle anlaşma imzalayabilmeleri tanımanın sonuçlarından biridir. Özetle ikili anlaşma imzalayan devletler arasında tanıma sorununun bulunması olası görülmemektedir. Anlaşmaların üçüncü kişiler açısından ne hak ne de yükümlülük doğurması ilke olarak kabul edilmemektedir (Pazarcı, 1999b: 174). Bir anlaşma, ilke olarak sadece tarafları bağlamakla birlikte çeşitli nedenlere bağlı olarak, üçüncü kişiler bakımından etki doğurması durumlarıyla karşılaşılmaktadır (Pazarcı, 1999b: 165). Bir anlaşmanın üçüncü kişiler açısından birtakım haklar

4 Türkiye’nin 2 Mayıs 2016’da anlaşmanın onayına ilaveten yaptığı bildirimi İngilizce olarak şu şekildeydi: “Turkey declares that its ratification of the Convention For The Protection of Individuals With Regard to Automatic Processing Of Personal Data neither amounts to any form of recognition of the Greek Cypriot Administration's pretention to represent the defunct “Republic of Cyprus” as party to that Convention, nor should it imply any obligation on the part of Turkey to enter into any dealing with the so-called Republic of Cyprus within the framework of the said Convention.” 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

85

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

öngörmesi Uluslararası Mahkeme kararları ve 1969 Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi tarafından doğrulanmış bir durumdur. Bunun için anlaşmanın taraflarının bu yöndeki iradelerinin kuşkuya yer vermeyecek biçimde saptanması ve üçüncü kişilerin bunu kabul etmiş olmaları gerekmektedir (Pazarcı, 1999b: 175). Yine bir anlaşma ilke olarak taraf devletlerin ülkesinin tümünde hukuksal etki doğurmaktadır (Pazarcı, 1999b: 168). Uygulanan uluslararası hukuka göre bir anlaşmanın, aksi bütün taraflarca kabul edilmedikçe ya da anlaşmada izin verilmedikçe, bir bütün olarak uygulanması gerekir. Ancak bir anlaşma hükümleri ya da niteliği bunu engellemiyorsa ya da tarafların hepsi böyle bir durum kabul ediyorsa, bir anlaşmanın kimi bölümlerinin bu istekte bulunan taraflara uygulanmaması olanağı vardır. Uluslararası hukukta çekince, bir uluslararası hukuk kişisinin bir anlaşmanın kimi hükümleri ile bağlı olmayacağını açıklayan tek-taraflı bir bildirimdir (Pazarcı, 1999b: 169). Bir devlet bir başka devlet ile ikili anlaşma imzalıyorsa ya da diplomatik ilişkiler kuruyorsa, birbirlerini tanımama sorunu olmaz. Bu durumda en azından zımni tanıma gerçekleşir (Tezcan, 2005a: 2). Bir devletin tanımadığı bir devletle ikili anlaşma imzalaması teorik açıdan pek mümkün görülmemektedir. Zira tanımanın sonuçlarından biri de tanıyan ve tanınan devletler arasında anlaşma imzalanmasıdır. Ankara Anlaşması’nın genişlemesi/genişletilmesi incelendiğinde, her ne kadar anlaşmanın taraflarından biri AB (eski ve yeni katılan üyeler) diğeri de Türkiye olarak, iki taraflı anlaşma şeklinde görünmektedir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken husus, AB’nin bir devlet değil uluslar üstü bir örgüt olduğudur. Yine anlaşmanın müzakeresi Avrupa Komisyonu tarafından yürütülmekle birlikte nihayetinde anlaşmada tüm üye devlet yetkililerinin imzaları bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye ile AB arasında ek protokolün imzalanması ikili anlaşma kapsamına girmemektedir. Öte yandan Tezcan bunun Birleşmiş Milletler Şartı ya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi çok taraflı bir anlaşma kategorisinde olmadığını da vurgulamaktadır (Tezcan, 2005b). 3. ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERİN AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GEÇERLİLİĞİ VE BAĞLAYICILIĞI Avrupa Toplulukları hukukuna göre, taraf devletlere haklar ve yükümlülükler getiren uluslararası bir antlaşma, uluslararası hukukun genel sınırları içinde özel bir hukuk olarak değerlendirilebilir. AB üyeleri daha önce taraf oldukları bir uluslararası antlaşmadan Avrupa Topluluğu hukukunun asli kaynaklarını öne sürerek kaçınabilirler mi? Ya da uluslararası hukukun genel prensiplerine atıfta bulunarak, Topluluk hukukundan kaçınılabilir mi? Bu konuya ilişkin farklı kararlar olmakla birlikte, üye devletler tarafından tanınan uluslararası hukukun bir kuralına, Topluluğu kuran Antlaşmaların veya Topluluk hukuk normlarının yorumlanmasında ve uygulanmasında, hukukun genel prensibi olarak başvurulmasının önünde bir engel olmadığı ileri sürülmektedir. (Bozkurt vd., 2004: 144). Buna göre uluslararası hukuk sistemi içinde bağımsız bir örgüt olarak kurulan Topluluk, kendi hukukuna göre eylem ve işlemlerini sürdürecek; uluslararası hukukun bir kuralı Topluluk hukukunca tanımlanan haklarla ilgili olduğu zaman Topluluk mahkemeleri bu kurala başvuracaklardır (Bozkurt vd., 2004:144). Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960’ta Londra’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörleri olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile yeni Anayasaya imza atan Kıbrıslı Türk ve Rum ortaklar arasında beş

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

86

E. Canikoğlu taraflı bir antlaşma ile oluşturuldu. Batılı devletler de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Antlaşması’nı onayladılar (Ozay, 2001: 190-191).5 Kıbrıs’ta 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası antlaşmalar gereği Türk ve Rum toplumlarının ortak bir devletiydi. Ancak, Rum-Yunan tarafı, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla Londra ve Zürih Antlaşmalarını hiçe sayarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 21 Aralık 1963 tarihinde, hukuk dışı yollarla, ihtilal niteliğindeki bir hükümet darbesiyle yıktılar. Türkleri ortaklıktan dışladılar ve silah zoruyla devlet makamlarına oturdular. Böylece Kıbrıs’taki statükoyu bozarak, adada sadece Rum toplumunun menfaatlerine hizmet eden bir hükümet ve devlet yapısı oluşturdular (Atun, 2001: 41-42). Günümüzde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ikiye bölünmesiyle ortaya çıkan de facto iki ayrı devlet bulunmaktadır. Bu iki devletten hiçbiri Kıbrıs’ın tamamı üzerinde hükümranlık hakkına sahip değildir. İki devlet uluslararası hukuk, 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmaları ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları çerçevesinde eşit konumdadırlar ve kendi toprakları üzerinde egemendirler. Devletlerden birinin diğerini temsil etme hakkı ve yetkisi yoktur ve biri olmadan diğerinin Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu iddia etmesi mümkün değildir (Atun, 2001: 43). Bununla birlikte GKRY, Temmuz 1990’da AT’ye üyelik müracaatında bulundu. KKTC bunun üzerine, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın her ikisinin birden üye olmadığı birliğe giremeyeceği” yönündeki Londra ve Zürih Antlaşmalarının ilgili maddesine göre itirazda bulundu (Manisalı, 2001: 59). Türkiye de uluslararası hukuk otoritelerine Kıbrıslı Rumların başvurusu ve AB’nin olumlu yanıtının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ortaya koyan raporlar hazırlattı. Türkiye bu raporları AB’ye, BM’ye, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdi (Manisalı, 2001: 59). 1994 sonlarına doğru Yunanistan, Türkiye’nin AB ile imzalayacağı Gümrük Birliği belgesini veto edeceğini açıkladı. Türk Hükümeti de Yunanistan’ın vetosunu kaldırması karşılığında, AB’nin Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tam üyelik müzakerelerini başlatmasına göz yumdu. AB Komisyonu Başkanı 6 Mart 1995’te, Kıbrıs Rumlarıyla tam üyelik müzakerelerinin başlayacağını açıkladı. Haziran 1995’te GKRY ve AB Ortaklık Konseyi Brüksel’de toplandı ve tam üyelik görüşmeleri başladı (Manisalı, 2001: 59-60). Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB üyeliğine başvurusuna ilişkin mütalaa hazırlattığı İngiliz hukukçu Maurice Mendelson, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uluslararası hukuk bakımından Türkiye’nin üyesi olmadığı AB’ye katılmak için müracaat etmeye ve başvuruda bulunduğu takdirde de katılmaya hakkı olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Mendelson bunun önünde AB hukuku açısından da engeller olduğu görüşündedir (Mendelson, 2001: 34). Mendelson öncelikle Zürih ve Londra Antlaşmaları ile 1960 Antlaşmalarının uluslararası hukuk bakımından ve kendine özgü bir hukuk sistemi olan Avrupa Toplulukları açısından geçerliliğini inceledi. a) Tüm tarafların müzakere sürecinde yer almaları/müzakere süreci hakkından bilgi sahibi bulunmaları, b) Kıbrıs’ta statükoyu korumak üzere tek taraflı güç kullanımına izin veren Garanti Antlaşması’nın IV. Maddesinin uluslararası hukukun mutlak normu olan (buyruk emir) jus cogens kuralına aykırılığının, 1969 Viyana Sözleşmesinin geriye dönük olmaması, IV. madde yeni bir jus cogens kuralı neticesinde geçersiz hale gelse bile bunun antlaşmanın tümünü etkilemeyeceği,

5 Kıbrıs’la ilgili antlaşmalar, BM Güvenlik Konseyi Kararları ve ilgili belgeler için bkz. http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/ (Erişim Tarihi: 6 Mayıs 2005). 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

87

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

c)Viyana Sözleşmesi doğrultusunda Antlaşmanın taraflarından birinin Antlaşmanın geçerliliğini sorgulamadığı ve geçerliliğini kabul ettikleri, ç) Taraflardan hiçbirinin Antlaşmayı sona erdirmeyi ya da Antlaşmayı sona erdirecek gerekçelerden6 herhangi birine dayanarak Antlaşmadan çekilmeyi resmen istemedikleri (Mendelson, 2001: 57-63) gibi noktaları değerlendirerek, söz konusu antlaşmaların uluslararası hukuk açısından geçerli olduğunu vurguluyor. Yazar buradan hareketle Londra, Zürih ve 1960 Antlaşmalarını inceleyerek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin üyesi bulunmadığı AB’ye üye olmasının da uluslararası hukuka aykırı olduğunu öne sürüyor. Zira Londra ve Zürih Antlaşmaları, Türkiye ve Yunanistan’ın garantör devletler olarak, üye olmadıkları uluslararası örgütlere Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üye olabilmesi için Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın olumlu görüş bildirmeleri yani veto etmemeleri gerekmektedir. 1959 Londra ve Zürih Antlaşması 8. madde, 1960 Garanti Antlaşması 1 ve 2. madde, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası 50, 1 (a) madde bu hükmü ortaya koymaktadır (Reçber, 2001: 150-151). Ancak AB, Rum Yönetimi ile tam üyelik ilişkisini başlatırken Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmalarını yok saymıştır. AB Komisyonu ise, “Topluluğun yerleşmiş pozisyonunun, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin meşruiyeti ve KKTC’nin tanınmaması mantığına dayandıran BM pozisyonu ile tutarlı olduğunu belirterek, söz konusu iddiaları reddetmiş, başvurunun kabul edilebilir olduğunu” belirtmiştir (Mendelson, 2001: 67-68). Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye giriş sözleşmesinin 10. protokolüne göre, AB’ye bütün olarak üye olan bir ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olduğu ve bir bölümünün ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ Hükümetinin tam denetimi altında, diğer bölümünde ise etkin denetim olmadığının altı çiziliyor (Anadolu Ajansı, 6 Mart 2005). AB Kıbrıs Cumhuriyetini tanıyıp üyeliğe kabul ederken, adanın kuzeyinin Türkiye’nin işgali altından olduğunu kabul etmektedir. AB aday ülkelerden Kopenhag kriterlerini karşılamalarını beklemekte, bu kriterler arasında çeşitli değerler ve Topluluk müktesebatının kabulü gerekmektedir. Yani Türkiye AB’ye üye olabilmek için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altında olduğu hususunu kabul etmek zorunda kalabilecektir. Mendelson, Avrupa Komisyonu’nun ana gündeminin Kıbrıs’ın üyeliğini bizzat Cumhuriyeti kuran antlaşma veya Cumhuriyetin kendi anayasal çerçevesinde bir engel bulunup bulunmadığı değil, Kıbrıs’ın, AT’ye üyeliğinin gereklerini yerine getirip getirmediğine baktığını öne sürmektedir (Mendelson, 2001: 68). Yani AB konuya uluslararası hukuk açısından ziyade siyasi mülahazalarla yaklaşmış, bunda diğer nedenlerin yanı sıra Yunanistan’ın AB üyesi olması ve zaman zaman Birliğin genişlemesini veto tehdidinde bulunması önemli bir rol oynamıştır. Kuşkusuz Almanya, Fransa ve İngiltere gibi AB’nin motor güçlerinin tutumu da Yunanistan’ın pozisyonunun güçlü görünmesinin arkasındaki temel etkenlerdir. 4. AB’NİN ÜÇÜNCÜ DEVLETLERLE (ADAYLAR VE DİĞERLERİ) YAPTIĞI ANLAŞMALARIN GEÇERLİLİĞİ VE BAĞLAYICILIĞI Topluluğu kuran Antlaşma, Topluluk organlarına üye olmayan devletlerle ve uluslararası örgütlerle anlaşma yapma yetkisi vermiştir. Bu tür antlaşma yapma yetkisi ve bu yetkiye dayanarak yapılan antlaşmaların orijini; madde 182-188’e göre Denizaşırı devletler ve toprakların ortaklığı; madde 133’e göre ticaret antlaşmaları; madde 310’a göre ortaklık antlaşmalarını düzenleyen Antlaşma hükümlerine dayanır (Bozkurt vd., 2004: 154).

6 Anlaşma tarafların rızasıyla ya da Anlaşmanın sona ermesine izin veren bir hukuk kuralı yoluyla (taraflardan birinin maddi ihlali, uygulamanın imkansızlığının ortaya çıkması, koşulların köklü değişimi gibi) sona erebilecektir. Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

88

E. Canikoğlu

Topluluk tarafından üye olmayan devletlerle yapılan ortaklık, ticaret ya da gümrük antlaşması şeklindeki uluslararası antlaşmaların ortaya çıkardığı hukuk da Topluluk hukukunun kaynakları arasında yer alır. Bu tür antlaşmalar ATA madde 300’e göre devletler için bağlayıcı nitelik taşır (Bozkurt vd., 2004: 154). ATAD kararları ışığında, günümüzde kabul edilmesi gereken ilke; Topluluk tarafından üye olmayan devletlerle yapılan Antlaşmanın bir hükmü, uygulanmak ve hukuksal sonuçlar doğurmak bakımından, ileride herhangi bir karar alınmasını gerekli kılmayacak kadar açık ve belirgin yükümlülükler taşıyorsa, bu hüküm doğrudan uygulanan hüküm olarak kabul edilebilir. Topluluğun taraf olduğu farklı nitelikteki uluslararası antlaşmaların, Topluluk hukuk sistemi içinde doğrudan etkili hükümler içerip içermeyeceği ATAD tarafından verilen değişik kararlarda tartışılmaya devam etmiştir (Bozkurt vd., 2004: 155-156). Antlaşma normlarının ya da Topluluk tasarruflarının anayasa hukuku ile uyuşmazlığa düşmesi durumunda, eğer Topluluk normu ulusal normdan sonra ihdas edilmişse, bu durumda Topluluk normuna öncelik tanınmaktadır. Ulusal normun Topluluk normundan sonra ihdas edilmesi halinde, Ulusal norma öncelik verilmesi söz konusu değildir (Arsava, 1998: 7-8). Topluluk hukukunun üye devletler hukukuna önceliği sorunu, üye devletler hukukunda Topluluğa katılma öncesinde kabul edilmiş hukuk kuralları açısından pek sorun çıkarmamıştır (Günuğur, 1996: 75). Topluluk ile bağdaşmayan ulusal hukuk kurallarının “hukuksal değeri” Adalet Divanının MARINEY davasında aldığı kararda belirtildi. Bu kararda Divan, bağdaşmazlık gösteren iç hukuk normlarını Topluluk hukuku normlarının kabulünden önceki ve sonraki normlar olmak üzere iki gruba ayırmaktadır (Günuğur, 1996: 79). Buna göre önceki hukuk normları, Topluluk hukuku kabul edildikten sonra uygulanamaz duruma gelirler (Günuğur, 1996: 80). 5. EK PROTOKOLÜN, İMZALAYAN TARAFLAR-ÜYE DEVLETLER VE TÜRKİYE-AÇISINDAN SONUÇLARI Türkiye 31 Temmuz 1959’da AET’ye tam üyelik müracaatında bulundu ve Türkiye ile AET arasında 12 Eylül 1963’te Ortaklık Anlaşması imzalandı. Anlaşma 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girdi (Reçber, 2001: 142). Ankara Anlaşması doktrin tarafından kendine özgü bir takım özellikleri olan bir ikili anlaşma olarak nitelendirilmektedir. Ancak bunun klasik anlamda ikili anlaşma olmadığı da belirtilmelidir. Ankara Anlaşmasının AB’nin yeni üyelerine genişletilmesini sağlayacak ek protokol ya da tamamlayıcı protokol de bu niteliktedir. Türkiye, Avrupa Topluluğu’na yeni üye devletlerin katılımı nedeniyle bugüne kadar Ankara Anlaşmasını tamamlayıcı protokoller imzaladı. Bunlar İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın Topluluğa katılımı nedeniyle 30 Haziran 1973’te, Yunanistan’ın katılımı nedeniyle 1988 yılında ve İspanya ile Portekiz’in katılımı üzerine 23 Temmuz 1987’de Türkiye ile Avrupa Toplulukları arasında imzalanan anlaşmalardır (Günuğur, 2003: 71-110). Bu protokoller ve ekleri Ankara Anlaşması’nın ayrılmaz parçaları olarak kabul edilmektedirler (Günuğur, 2003: 77). Öte yandan Ankara Anlaşması’nın bir sonucu olarak Türkiye ile AB arasından 5 Mart 1995 tarihinde tesis edilen Gümrük Birliği kararı 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi (Reçber, 2001: 143). Gümrük Birliği Türkiye’ye gerek AB ile ticari ve ekonomik ilişkilerinde gerekse AB’nin üçüncü ülkelerle benzer nitelikli ilişkilerinin uyumlu kılınması anlamına gelmektedir. Türkiye Ek Protokolü imzaladığında Ankara Anlaşması yeni üyelere genişletilmiş olacaktı. Bu uyarlama anlaşması klasik anlamda ikili anlaşma olmadığından, Türkiye bu yolla Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımış olmayacaktı. Öyleyse anlaşmanın içerdiği hükümler taraflar arasında tanımanın gerektirdiği hukuki sonuçların bir kısmına ya da hepsine yol açar mı? Ne kadarına yol açarsa tanıma anlamına gelir? Ek protokolün imzalanması sonucunda Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

89

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü ile tanımanın gerektirdiği bazı ya da tüm hukuki sonuçları içeren ilişkileri yürütmek zorunda kalırsa, bu devleti yine de tanımadığını ileri sürebilir mi? Günümüzde dünyada birbirlerini tanıyan ancak tanımanın gerektirdiği hukuki ilişkileri kurmayan devletler olabilse de tanımanın getirdiği sonuçları hem uygulayıp hem de bunun tanıma olmadığını açıklamak pek gerçekçi olmayacaktır. KKTC Başbakanı (Cumhurbaşkanı) Mehmet Ali Talat’ın da belirttiği gibi ek protokolün imzalanması Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıma anlamına gelmese de çeşitli sonuçlar doğuracaktır (Anadolu Ajansı, 3 Şubat 2005). Türkiye’nin tamamlayıcı protokolü imzalamasıyla, AB ülkeleriyle arasındaki Gümrük Birliğine, protokolü imzalayacak yeni AB üyeleri de dahil olacaktır. Gümrük Birliğinin yeni üyeleri de kapsayacak şekilde yürürlüğe girmesiyle, Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında gerçekleşecek işlemler tanımanın gerektirdiği bazı sonuçlara yol açacak. Örneğin, Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti ile aynı Gümrük Birliği mevzuatını uygulayacak. Bu bir anlamda “Tanınan devletin kamu işlemlerine tanıyan devletin iç hukuk düzeninde saygı gösterilir.” noktası ile uyuşmaktadır. Ankara Anlaşması’nın 23. maddesine göre, Anlaşmayla taraflar arasında kurulacak Ortaklık Konseyini, bir taraftan Türkiye Hükümetinden üyeler, öte yandan Topluluk üyesi devletler hükümetlerinden, Konsey’den ve Komisyon’dan üyeler meydana getirir (Günuğur, 2003: 6). Anlaşmanın 24. maddesine göre, Ortaklık Konseyi başkanlığı altışar aylık süreler için Türkiye ile Topluluk temsilcilerinden biri tarafından sıra ile yapılır (Günuğur, 2003: 6). Önümüzdeki günlerde Ortaklık Konseyi Başkanlığı’nı Güney Kıbrıslı bir Rum’un yürütmesi tanımanın sonuçlarından biri olarak kabul edilebilir. Ankara Anlaşması’nın Kıbrıs Cumhuriyetini de kapsayacak şekilde genişletilmesi, Türkiye tarafından tanınmayan bu ülkenin anlaşmaya taraf olması anlamına gelmektedir. Bu amaçla yapılacak müzakereler 10 yeni üyeden ziyade Avrupa Komisyonu tarafından yürütülecek müzakereler sonucunda uyum protokolünü Bakanlar Konseyi imzalayacaktır. Uyum Protokolü uluslararası hukuk bakımından bir anlaşma olarak nitelendirildiğinden hem Türkiye hem de 10 yeni ülke tarafından imzalanacaktır (Tezcan, 2005b). Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında süren müzakerelerin mutabakatla sonuçlanması üzerine, Ankara, imza sürecinin başlatılması için harekete geçti ve AB Komisyonu’ndan üzerinde mutabakat sağlanan protokol metnini içeren mektubu talep etti (NTV, 2005a). AB Komisyonu üyeleri Ankara Anlaşması’nın genişlemiş AB’ye uyarlanmasına ilişkin iki yönetmeliği 14 Mayıs günü Konsey’e sundu. Yönetmeliklerden biri AB’nin imza sürecini, diğeri ise ek protokolün AB ve Türkiye’deki onay sürecini içermekteydi (NTV, 2005b). Her ne kadar Ankara Anlaşması’nda bir taraf Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, diğeri ise uluslar üstü bir örgüt olan Avrupa Topluluğu olsa da Anlaşmaya AB’ye üye devletler de imza atacaktı. Bu açıdan bakıldığında Ankara Anlaşmasının genişletilmesi ikili anlaşma kapsamına girdiğini söylemek mümkün değildir. Bu nedenle ek protokolü (uyum protokolü) imzalamak zımnen tanımaya yol açmayacaktı (Tezcan, 2005b). Zira Türk yetkililer bu genişlemenin Kıbrıs Cumhuriyetini tanıma anlamına gelmeyeceğini bugüne kadar açıkça beyan etti.7 Ancak Rum

7 Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Bizim imzalayacağımız, AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği çalışması ve kapsamını gösteren bir protokol. Bu protokol 25 AB ülkesi adına onları temsil eden AB Komisyonu ile imzalanacak. Dolayısıyla bizim karşımıza tanımadığımız Rum yönetiminin temsilcisi oturacak değil ve Türkiye ile Rum yönetimi bir şey imzalamayacak. Ama tüm bunlara rağmen çok dolaylı bir şekilde bile olsa bir tanımanın ortaya çıkmaması için Hükümetimiz tedbirli hareket etmiştir ve AB’ye (Biz sizinle Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalıyoruz, ilişkilerimiz de devam edecek, ama sakın unutmayın 25 ortağınızdan biriyle sorunlar bitmemiştir, çözüm olmamıştır dolayısıyla bizim sizinle bu ilişkiye girmemiz onu tanımak anlamına gelmez) denmiştir.” şeklinde açıklama yapmıştır. (Bkz. Anadolu Ajansı, 19 Aralık 2004). Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

90

E. Canikoğlu tarafının ek protokolün imzalanmasının ardından olası hareket tarzları konusunda bürokrasinin kaygıları bulunmaktadır.8 SONUÇ AET’yi kuran Roma Antlaşması’nın 237(1) maddesinde Tek Avrupa Senedinin 8. maddesiyle yapılan değişikliğe göre (şimdi ABA 49. madde): “6(1) maddede ifade edilen prensiplere saygılı her Avrupalı devlet, Birliğin bir üyesi olmak için başvurabilir...” (Bozkurt vd., 2004: 43). 6 (1) maddesi ise “Birlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğü prensipleri ile üye devletlerde ortak olan prensipler üzerine kurulur.” şeklindedir. Avrupa Konseyi, 22 Haziran 1993’te yapılan Kopenhag zirvesinde, tam üyelik için karşılanması gereken kriterleri ortaya koydu. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç gruba toplanmıştır (Bozkurt vd., 2004: 43). Topluluk müktesebatının benimsenmesi siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunmasıdır. AB’nin aldığı kararlara ve uyguladığı yasalara, Gümrük Birliği, malların serbest dolaşımı, sermayenin serbest dolaşımı gibi Ortaklık anlaşmalarında belirtilen şartlara uyum sağlanması da bu kriterler arasındadır. Tam üyeliğe kabul edilen bir ülke acquis communautaire olarak adlandırılan Avrupa Birliği’nin tüm yasalarını, kurallarını kabul etmek durumundadır (Bozkurt vd., 2004: 45). Bu kriterlerin Türkiye’ye somut etkileri, aşılması en güç engeller den biri olarak Kıbrıs bağlamında ortaya çıkmaktadır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 17 Aralık 2004’te Brüksel’de Türkiye’nin ek protokolü kayıts ız şartsız imzalamasının istendiğini, Türkiye’nin teklifi reddetmesi üzerine bazı problemler çıktığını, ardından AB yetkililerinin Türkiye’nin şartlarını kabul ettiğini ve herhangi bir tanımanın söz konusu olmadığını açıkladıklarının altını çizdi.9 Nitekim Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nı Kıbrıs Rum Kesimi de dahil 10 yeni Avrupa Birliği üyesini kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokolü imzaladı (CNNTURK, 2005). Bununla birlikte Türkiye bir deklarasyon yayımlayarak Ek Protokolü imzalamasının GKRY’yi tanıdığı anlamına gelmeyeceğini duyurdu. Buna karşın GKRY basını “Tanımama beyanının protokol dışında olacağını ve hukuki geçerliliği bulunmayacağını” savunmuştur (Anadolu Ajansı, 6 Mart 2005). GKRY Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu da bu görüşe esas oluşturacak ifadelerde bulunmuş, Türkiye’nin tek taraflı beyanının kendisi dışında kimseyi bağlamadığının altını çizmiştir. Yakovu’nun kamuoyunun dikkatinden kaçırdığı ise “tanımanın” doğası itibariyle devletin tek taraflı eylemi olduğudur. Tanıma iradesini tek taraflı olarak açıklayan ya da zımni şekilde kabul eden devlet, yine tek taraflı

8 MGK Genel Sekreterliği’nin, “Rumlar, bu imzayı hemen kullanmak, emrivaki yoluyla Rum bandıralı gemi ve uçaklarını Türk liman ve havalimanlarına sokak isteyeceklerdir. Buna karşı hazırlıklı olunmalı” görüşüyle hükümeti uyardığı, buna karşın T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın, bu imzanın Rum Yönetimi’ni tanıma anlamına gelmediği, adada sadece KKTC’nin tanındığının altını çizen ve protokolün ‘Türk liman ve havaalanlarının Rumlara açılmasını gerektirmeyeceğini’ vurgulayan bir deklarasyon yayınlanacağı belirtilmektedir. (Bkz. “MGK protokol için uyardı”, Radikal, 4 Haziran 2005, s.12). 9 Bkz. Anadolu Ajansı, 4 Şubat 2005; Bakan daha önce de Hollanda Başbakanı Peter Balkenende’nin zirveden sonra ek protokolün imzalanmasının bir tanıma anlamına gelmeyeceğini açıkça duyurduğuna işaret etmiştir. Bkz. Anadolu Ajansı, 19 Şubat 2004; Başbakan Recep T. Erdoğan da Fransa, İngiltere ve Hollanda Başbakanları ile Fransa Cumhurbaşkanı’nın bunun genel bir tanıma olmadığı açıklamalarını uluslararası medya karşısında yaptıklarına değinmiştir. Erdoğan’ın TGRT’deki açıklamasından aktaran Anadolu Ajansı, 10 Mart 2005. GKRY Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu, GKRY’de yayınlanan Alithea gazatesine verdiği ve Anadolu Ajansı’nın 6 Mart 2005’te abonelerine ulaştırdığı habere konu beyanatta şu hususları ileri sürmüştür: “Türkler, bazı konuları nasıl yorumladıklarına ilişkin kamuoyuna yönelik tek taraflı bir beyanda bulunabilirler, ancak bu, protokolün bir parçası olmayacak. Olabilecek olan, Türkiye’nin kendi beyanını metin dışı olarak yapması ve bunu, Yine Türkiye dışında başka kimseyi bağlamadan, istediği şekilde yorumlayabilir. Konu sadece Türkiye ile ilgili değildir. Bunun tanıma anlamına gelmediği yorumunu yapabilir ve böyle söyleyebilir. Bu konuda kendilerine danışılan saygın hukukçular, protokolün imzalanmasının tanıma anlamına geldiğini söylediler”. 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

91

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü olarak yaptığı bir işlemin tanıma olmadığını beyan edebilir. Zira Ankara Anlaşması’nın uyarlanması hususu klasik anlamda ikili anlaşma olmadığından, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıdığı anlamı ortaya çıkmayacaktır. Zira Türkiye, anlaşmanın içinde olmasa da bir şekilde konu hakkında bildiride bulunmuştur. Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için tüm üye devletlerin onay vermesi gerekmektedir. Onay sürecinde ise bazı ülkeler, örneğin Fransa, mevzuatını referanduma gidilmesini gerekli kılacak şekilde düzenledi. Sadece Rumlar tarafından temsil edilmesi ve mevcut AB üyeliği nedeniyle uluslararası hukuka aykırı unsurları barındıran Kıbrıs Cumhuriyeti, kendisini tanımayan bir devletin Birliğe girişine onay verir mi? Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti diğer üyelerin onaylaması halinde Türkiye’nin üyeliğini veto edebilir mi? Türkiye, tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üye olduğu entegrasyon amaçlı bir Birliğe nasıl girebilir ve pek çok hukuki ilişkiler doğmasını gerektiren bir grup ülkeyle bu koşullar altında ne derece bütünleşebilir? Kuşkusuz bunların bir kısmı siyasi boyutta cevap bulunması gereken sorular olup, çalışmanın sınırlarının dışında kalmaktalar. Türkiye’yi AB’ye üyelik sürecinde yukarıdaki nedenlerle zorlu engeller beklemektedir. Bu nedenle Türkiye Kıbrıs sorununun çözümüne özel önem vermekte, buna karşın Rum kesimi ağır davranmakta ve esasen Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’den istediklerini almayı ummaktadır. AB’nin Kıbrıs sorununa karşı tutumu, 1959-1960 Antlaşmaları’nın mevcudiyetine rağmen Güney Kıbrıslı Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi temsilcileri olarak tanıması, GKRY’yi Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Birliğe kabul etmesi, KKTC’yi tanımaması, adanın kuzeyinin işgal altında bulunduğunu kabul etmesi gibi yaklaşımları, zaman zaman uluslararası hukuk ve Topluluk hukuku ile açıklanmaya/desteklenmeye çalışılsa da önemli ölçüde siyasi nitelik taşımaktadır. Kıbrıs sorunu son derece kapsamlı, çok yönlü, birden fazla disiplini ilgilendiren bir konu olarak uluslararası politikada yerini muhafaza etmektedir. Sonuç olarak, pek çok Türk yöneticisinin bugüne kadar belirttiği gibi, Türkiye’nin mevcut koşullar altında GKRY’yi Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tanıma yönünde iradesi bulunmamaktadır. Türkiye, Ankara Anlaşması’nı genişleten protokolü imzalamasını da bu bağlamda görmektedir. Bunu Brüksel zirvesinde ve sonrasında açıkça teyit etmiştir. Bu irade beyanıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımış olup olmayacağı tartışmalarına yanıtını vermiş bulunmaktadır. GKRY, pek çok devlet tarafından Kıbrıs Cumhuriyetinin temsilcisi olarak tanındığından, asıl beklentisi Türkiye tarafından tanınıp tanınmaması değil, mevcut Cumhuriyetin egemenliğini adanın kuzeyine yayma hedefidir. Dolayısıyla Ek Protokolün imzalanmasına ve “Tanıma” kavramına indirgenen tartışmaların kapsamı ve içeriği, bunların Kıbrıs sorununda varılacak son noktalara değil, ilgili tüm aktörlerin, bundan sonraki hareket tarzlarının yönünü işaret etmesinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, diğer devletler tarafından tanınan Güney Kıbrıs’ın, her ne kadar kendisi pek çok kez uluslararası hukuk kurallarını, normlarını, ilkelerini çiğnese de uluslararası hukuk açısından bir takım hak ve ödevlere sahip olduğu da ortadadır. Türkiye ise gerek anavatanın gerekse Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını gözetmekle birlikte, Güney Kıbrıs’ın da uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarına saygı göstermektedir. Ancak çok taraflı anlaşmalarda attığı imzanın tanıma anlamına gelmeyeceğini de sürekli vurgulamaktadır. KAYNAKLAR [NTV, 2005b] “AB yolunda önemli adım”, http://www.ntv.com.tr/news/323830.asp.html, (Erişim Tarihi: 14.05.2005) [NTV, 2005a)] “Ankara imza hazırlığında”, http://www.ntv.com.tr/news/315634.asp.html, (Erişim Tarihi: 25.03.2005)

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

92

E. Canikoğlu

Arsava, A.F. (1998). Avrupa Toplulukları Hukuku ve Bu Hukukun Ulusal Alanda Uygulanmasından Doğan Sorunlar, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. Atun, A.F. (2001). Kıbrıs Meselesinin Görünmeyen Yüzü: Batılı Devletler. İ.K. Ülger ve E. Efegil (Der.), Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını) içinde (ss.31-47). Ankara: HD Yayıncılık. Avrupa Birliği Konseyi [ABK] (2004). Avrupa Birliği Konseyi Başkanlık Kararları, 17 Aralık 2004, https://www.ab.gov.tr/files/_files/Zirve_Bildirileri/PresConc_17122004.pdf (Erişim Tarihi: 16.09.2020)

Bozkurt, E. vd. (2004), Avrupa Birliği Hukuku, 2. Baskı, Ankara: Asil. Çağıran, M.E. (2005). Uluslararası Hukukta Devletin Tek Taraflı İşlemleri, Ankara: Platin. CNNTURK (2005). “Ek Protokol İmzalandı”, http://www.cnnturk.com/2005/dunya/07/29/ek.protokol.imzalandi/ 114306.0/ index.html (Erişim Tarihi: 30.07.2005) Günuğur, H. (1996). Avrupa Topluluğu Hukuku, 3. Baskı, Ankara: EKO Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi. Günuğur, H. (2003). Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri, Anlaşmalar, Kararlar, Belgeler, Uyum Yasaları, Ankara: EKO Avrupa Ekonomik Danışma Merkezi. Kobey, E.F. (1951). International Law – Recognition and Non-Recognition of Foreign Governments, Marquette Law Review, 34(4), 282-288. Manisalı, E. (2001).What Happens If Cyprus Joins the EU Without Turkey. İ.K. Ülger ve E.Efegil (Der.), Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını) içinde (ss.58-77). Ankara: HD Yayıncılık. Mendelson, M.H. (2001). Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine Girişi Neden Hukuka Aykırı Olacaktır, Hukuki Mütalaa, Londra: Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği. “MGK protokol için uyardı”, Radikal,4 Haziran 2005, s.12. “Muhatabımız Türkiye’dir”, Radikal,1 Mart 2005, s.10. Ozay, M. (2001). Justice in the Global Village: Implications Emerging from the Cyprus Problem, İ.K. Ülger ve E.Efegil (Der.), Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi (Bugünü ve Yarını) içinde. Ankara: HD Yayıncılık.185-195. Pazarcı, H. (1999a). Uluslararası Hukuk Dersleri, III Kitap, 3.Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi. Pazarcı, H. (1999b). Uluslararası Hukuk Dersleri, I. Kitap, 8. Baskı, Ankara: Turhan Kitabevi. Reçber, K. (2001). Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üye Adayı Olarak Kabul Edilmesine Hukuksal Açıdan Bir Bakış. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 56 (4), 141-162. Rich, R. (1993). ‘Recognition of States: The Collapse of Yugoslavia and the Soviet Union’, 4 EJIL, 36-65.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

93

Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması: Türkiye’nin Ankara Anlaşması Tamamlayıcı Protokolü

Shaw, M.N. (2012). International Law, Sixth Edition, Cambridge: Cambridge University Press. Silverberg, S.R. (1998). Diplomatic recognition of States in Statu Nascendi: The Case of Palestine, Tulsa Journal of Comparative and International Law, 6(21), 21-47. Tezcan, E. (2005a). AB Sürecinde Güney Kıbrıs Rum Kesiminin Tanınması Sorunuyla İlgili Hukuksal Bir Değerlendirme. The Journal of Turkish Weekly, http://www.turkishweekly.net/printerfriendly.php?type=articles_tr&id... (Erişim Tarihi: 28.04.2005). Tezcan, E. (2005b). What if we regocnise the Greek Cypriot Administration? http://www.turkishtime.org/36/print/16_1_en_p.asp, (Erişim Tarihi: 06.05.2005). Türk, D. (1993). Recognition of States: A Comment. 4 EJIL, 66-71. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Temel Dış Politika Konuları, Kıbrıs, http://www.mfa.gov.tr/kibris.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 16.09.2020) Worster, W.T. (2009). Law, Politics, and the Conception of the State, Boston University International Law Journal, 27(115), 115-171.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

94

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

İNSAN TİCARETİ YA DA İNSANLIĞIN TİCARETİ -ÇOCUK TİCARETİ ÜZERİNDEN ULUSLARARASI GÖÇE BAKIŞ- HUMAN TRAFFICKING OR TRADE OF HUMANITY -AN OUTLOOK ON INTERNATIONAL MIGRATION THROUGH CHILD TRAFFICKING- Hüdayi SAYIN Seçil AKKOCA SEÇKİN Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi İl Göç Uzmanı, İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü [email protected] [email protected]

ÖZ Değişen konjonktürün getirilerinden birisi ve en önemlisi göç olgusudur. Göç birbirinden farklı birçok sonucu da beraberinde getirmektedir. Ulus-aşırı gerçekleşen insan ticareti suçu da bunlardan biridir. Çocukların insan ticareti suçu kapsamında mağdur edilmeleri ile son yıllarda daha sık karşılaşılmaktadır. Yaşanan savaşlar ve ekonomik çıkmazlar çocukların mağduriyete sürüklenmesini artırmaktadır. Çocuklar içinde bulundukları durumu algılayabilecek tecrübeye sahip olmamaları ve üzerlerinde daha kolay hâkimiyet kurulabilmesi sebebiyle insan ticareti suçu mağdurları arasında en hassas kitleyi oluşturmaktadırlar. Bu araştırma uluslararası göç hareketleri ile ortaya çıkan çocuk ticareti özelinde insan ticareti konusunun tartışılmasını, özellikle de insan ticareti mağduru olarak tanımlanmış çocukların ifadeleri ile insan sömürüsüne yönelen söz konusu olgunun çocuklar üzerindeki olumsuz sonuçlarının ortaya konulmasını hedefleyerek bu suç kapsamında farkındalığın oluşmasını sağlamak ve suçu en aza indirmek adına yapılanları/yapılması gerekenleri aktarmaktadır. Anahtar kelimeler: Çocuk, Göç, İnsan Ticareti, Tacir, Mağdur Tanımlama

ABSTRACT Migration is the main result of changing conjuncture. It has a lot of different outcomes. In recent years, world has been encountering with child victims of human trafficking more frequently. Wars and financial problems have been increasing the number of child victims. Since children have no experience to recognize circumstances and it is easy to dominate over them, children are the most vulnerable target among human trafficking victims. This research aims at discussing human trafficking phenomenon in the scope of child trafficking arising from international migration movement; revealing negative influences of human exploitation arising from this phenomenon on children identified as human trafficking victims in the light of their interview; creating awareness about human trafficking as a crime and also pointing out the actions to be taken in order to minimize this crime rate. Keywords: Child, Migration, Human Trafficking, Merchant, Victim Identification

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 4.11..2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 1.12..2020

Araştırma Makale/Research Paper

Sayın, H. ve Akkoca Seçkin, S. (2021). İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti: Çocuk Ticareti Üzerinden Uluslararası Göçe Bakış, ieSBAD, 1 (1), 95-109.

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

GİRİŞ

Türkiye Uluslararası göç, “insanların, malların, bilginin ve mekânların kısmen küresel engellerdeki gözeneklerin çoğalmasından kaynaklanan hareketleri” olarak tanımlanan “akıntılar” ile “geçirgen” hale gelen sınırların (Ritzer, 2011: 27) aşılarak insanları da içine alan yer değiştirmeler olarak ifade edilebilir. Göç, maddi manevi varlıkların oluşturduğu bir bütün içinde kimliklerin hareketlenmesi ve yer değiştirmesidir, bu nedenle “var olan kaynakların yanında maddi ve manevi güvensizlikleri yansıtır” (Sirkeci ve Cohen, 2015: 13). İnsanlar, fiziki güvenlik korkusu, dinsel özgürlük arayışı, siyasi, etnik baskılar ve doğal afetlerden kurtulma isteği ile göç etmektedir (Sayın, 2010: 20). Göç hareketinin ulus aşırılaşması, göçmenlerin sahip oldukları sosyal sermayelerin çok merkezli ağlar üzerinde gelişmesinden kaynaklanan fırsatlar yapısı ve son teknolojik imkânlardan sınır aşmada yararlanılması devletlerin egemenlik alanlarını sarsarken, kontrol siyasalarını yeniden gözden geçirmelerine neden olmuştur. Göç, giderek daha fazla ülke ve bölgeyi etkileyecek şekilde gelişirken, insan ticaretini kapsayacak şekilde yasadışılaşması, güvenlik perspektifli politikaları ön plana çıkarmakta, soruna güvenlik bağlamında üst düzeyde bir ilgi gösterilmektedir. Günümüzde göç ulus üstü oluşumlar ve devletler açısından “diğer büyük problemlerle eşleştirerek büyümektedir (Kaya ve Kentel, 2008: 18). Bu nedenle günümüz dünya siyasetinde ulus üstü birliklerin “içinde göçün güvenlik meselesi haline dönüşmesi, göçmenin de potansiyel suçlu olarak görülmesi ve göçmeni uzak tutmaya yönelik politikaları; göçü bu ülkelere çeken asıl nedenlerin de fazla sorgulanmamasına, (…) göçün öznesi olan göçmenin insani ihtiyaçlarının unutulmasına, kaçakçılara daha bağımlı hale gelmelerine, bir başka deyişle alınan önlemlerin kaçakçılar ve tacirler lehine çalışmasına neden olmaktadır” (Karaçay, 2006: 310). Göçü engelleme, göçün devletlerin insan kaynağı ve toprağı üzerindeki etkisi nedeniyle çoğu ulus devlette uluslararası alanda egemenliğinin göstergesi olarak kabul edilir hale gelmiş, “göç politikaları bugün sınır politikaları ile özdeşleşmiştir” (Aksoy, 2007: 422). Buna karşılık, sınır geçişlerini zorlaştıran kontrol sistemleri ve ayrımcılık uygulamaları ile göçmenlik rejimlerini darlaştırmak gibi sıkı denetim yöntemlerine başvurma göçün yasadışılaşmasını yaygınlaştırmaktadır (Şenocak, 2006, s. 51). Bu siyasa sertliği ve yaygınlaşma göçün üzerinde geliştiği zemini kriminalleştirmekte, çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu göçmen özneleri insan tacirleri ve göçmen kaçakçılarının ağına sürüklemektedir (Gesche, 2006: 166). Bu nedenle, kontrol tekniklerinin sıkılaştırılması, “insan ticareti gibi suçların da kitleselleşmesini hızlandıracaktır” (Sirkeci, 2006). Bu araştırmada, uluslararası göç hareketleri ile ortaya çıkan çocuk ticareti özelinde insan ticareti konusu tartışılacaktır. Bu ticarete maruz kaldığı tespit edilmiş çocukların ifadeleri ile insan/lığın sömürüsüne yönelen kirli alışverişin eriştiği boyut ortaya konulmaya çalışılacaktır. 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’ndan Ann Gallagher’e göre göçmen kaçakçılığı, insanların belirli bir ücret karşılığında bir ülkeden başka bir ülkeye yasadışı olarak geçirilmesi, insan ticaretini ise insanların sömürülmek için zor ve hileye dayalı ülkelerarası nakledilmesidir. Gallagher’e (2002: 12) göre, göçmen kaçakçısı yasal sınırlar dışında sınır aşmadan, insan ticareti

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

96

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin organizasyonu ise göçmenin kaçak olarak getirildiği ülkede cinsel ve emek yönünden sömürülmesinden kar elde eder. Göç, kendine özgü hizmetleri ve aracılarını oluşturduktan sonra çekici bir hal alır. Hizmet ve aracılar göçü özendirir. Simsarlar göçten gelir elde ettikleri için, göçü kolaylaştırıcı organizasyonlar kurmaya devam ederler. “Göç endüstrisinin rahatsız edici ve dikkat çekici yönlerinden birisi de göçmen kaçakçılığına ve ticaretine yönelik organizasyonların giderek artmasıdır” (Castles ve Miller, 2008: 163). Göçün üzerinde geliştiği ulus aşırı ağlar ve sosyal sermayenin oluşumu sürecinde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması özel hizmet kollarını ortaya çıkarır. Göçün yasal prosedür içinde geliştiği durumlarda bile, göçmenlerin ihtiyaç duydukları alt yapı hizmetleri tam olarak sağlanamaz. Yasadışı düzensiz göçün hâkim olduğu toplumsal alanlarda ise, göçmenler özel nitelikli hizmetlere ve aracılara ihtiyaç duyarlar. Bu hizmetler ve aracılar gerek yasal gerekse yasadışı göçmenin ihtiyacı olacak bağlantıları ve bilgileri kendilerine sunar. Böylece, göç sürecinden yararlanan yeni bir girişimcilik türü ortaya çıkar. Bu nedenle, engellemeye yönelik bütün kontrol tekniklerine rağmen göçün sürmesi, yasadışılığı organize edip, sürdürerek kazanan aracıların boy gösterdiği “göç endüstrisine” bağlanmaktadır (Castles ve Miller, 2008: 162).

Göçmenleri yasadışılık ve suçla ilişkilendiren yaygın algının aksine aynı toplumsal yapılar içinde yer alan yerliler ve göçmenlerin suç oranlarının karşılaştırılmasında göçmenlerin suç oranları yüksek değildir (Monkachi, 2003: 58). Bununla birlikte, mağduriyetleri kullanarak göçü teşvik eden ve böylece göçten yararlanan organize suç yapılarının varlığı tartışmasızdır. Bu nedenle, göç, bir güvenlik sorunsalı olmanın yanında paradoksal olarak güvenlik arayışlarının da sonucudur. “Göçmen ticareti Avrupa’daki örgütlü suçlar kategorisinde en hızlı büyüyenidir” (Giddens, 2008: 567-568).

Göç kavramı hukuksal çerçeve içerisinde düzenli ve düzensiz göç olarak ele alınmaktadır. Düzenli göç, devletler tarafından tanınan, yasal kanallar kullanılarak gerçekleştirilen göç faaliyetlerini ifade etmektedir. Diğer bir deyişle menşei ülkeden çıkarak ev sahibi ülkeye seyahat etmeyi veya transit geçişi düzenleyen kanun ve yönetmeliklere uygun olarak, insanların olağan ikamet yerinden yeni bir ikamet yerine gitmeleri olarak tanımlanmaktadır (IOM, 2009). Düzenli göç eden kişiler, düzenli göçmen olarak adlandırılmaktadır. Yasal olarak oturma izni alan ve çalışmak isteyen göçmenlerin çalışma izni aldığı göç türü düzenli göçtür. Ancak buna karşın alınan kanuni önlemlere rağmen düzensiz göç ve düzensiz göçmen de göçün getirileri arasındadır. Düzensiz göç ise gönderen, transit geçiş yapılan veya alıcı ülkelerin düzenleme normlarının dışında gerçekleşen göç hareketleridir. Düzensiz göç konusunda açık veya genel kabul gören bir tanım bulunmamaktadır. Hedef ülkeleri açısından düzensiz göç bir ülkeye yasa dışı giriş yapmak, bir ülkede yasa dışı şekilde kalmak veya çalışmak anlamına gelmektedir. Düzensiz göç durumunda göçmen belirli bir ülkeye girmek, orada ikamet etmek veya çalışmak için göç düzenlemeleri uyarınca gerekli olan izin veya belgelere sahip değildir. Gönderen ülke açısından ise bir kişinin geçerli bir pasaportu veya seyahat belgesi olmadan uluslararası bir sınırı geçmesi veya ülkeden ayrılmak için idari koşulları yerine getirmemesi gibi durumlarda düzensizlik söz konusudur (IOM, 2009).

Yasa dışı giriş veya vizenin geçerlilik tarihinin sona ermesi yüzünden transit veya ev sahibi ülkede hukuki statüden yoksun kişiler düzensiz göçmen olarak tanımlanmaktadır. Bu terim, bir 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

97

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

ülkeye giriş kurallarını ihlal eden mülteciler ve ev sahibi ülkede kalma izni bulunmayan diğer kişiler için geçerlidir (IOM, 2009). Ülkelerin uyguladığı vize politikaları, çalışma ve oturma izni için gerekli prosedürü yerine getirmedeki zorluklar ile göçmenlerin geldikleri ülkede içinde bulunduğu durumlar göçmenlerin düzenli ve düzensizlik durumlarını etkileyen koşullar olarak ortak paydada buluşmaktadırlar. Ülkesinde içinde bulunduğu ekonomik çaresizlikten kurtulmayı hedefleyen kişiler yasal yollar ile göç etmek için gereken maddi imkana sahip olmadıklarında kaçak yollar ile Türkiye’ye gelmeyi seçebilmektedir. Söz konusu kişilerden yasa dışı olarak Türkiye’ye giriş yapabilmeyi başaranlar, çalışma hayatına da yasa dışı olarak devam etmek durumunda olduklarından işverenler açısından hem ucuz işgücü olarak görülmekte hem de sömürülmeye müsait kişi olarak algılanmaktadırlar. İnsan tacirlerinin ağlarına kolay düşürdükleri kişiler ekseriyetle düzensiz göçmenler arasından çıkmaktadır. Bununla birlikte henüz ülkesindeyken çaresizlik durumu hakkında bilgi edinilen kişilerin de tacirler tarafından iyi imkânlarda çalıştırma vaadi ile kandırılarak yasal yollardan ülkeye girişi sağlanabilmektedir. Özellikle kadınların çalıştırılmak üzere yasal olarak ülkeye girişleri turizm kamuflajı altında sağlanmaktadır (Ender, 2007). İçinde bulundukları ekonomik ve sosyal çıkmazdan kurtulmak amacıyla kişilerin Türkiye’ye göç etmek istemelerinde coğrafi yakınlığın yanı sıra günümüzde farklı coğrafyalarda yaşanan göçmen karşıtı hareketlere karşın ülkemizde göçmenlere verilen insani değer ile esnek vize sistemi de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca gelişen teknoloji ile birlikte sosyal ağ kullanımının artmasının iletişimi ve iş bulmayı kolaylaştırması diğer bir etken olarak gösterilebilmektedir (İçduygu, 2004). İnsan ticareti suçu göç olgusunun olumsuz bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern kölelik olarak görülen insan ticareti gayrimeşru yapılan bazı faaliyetleri tanımlamak için kullanılmaktadır (Özer, 2010: 8). Zorla çalıştırılma, cinsel istismarda bulunulması, emeğin sömürülmesi, vücut organlarının alınması ya da yasa dışı evlat edinme gibi olgular insan ticareti suçunun konusudur. İnsan ticaretini kavramının en kapsamlı ve uluslararası boyutta geçerli tanımına Birleşmiş Milletler bünyesinde 12-13 Aralık 2000 tarihinde Palermo’da düzenlenen konferansta kabul edilen Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Palermo Protokolü’nün 3’üncü maddesinde yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre; (a) “İnsan ticareti”, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir. (b) İnsan ticaretinin (a) bendinde belirtilen yöntemlerden herhangi biriyle yapılmış olması halinde, mağdurun bu istismara razı olup olmaması durumu değiştirmeyecektir. (c) Bu maddenin (a) bendinde öngörülen yöntemlerden herhangi birini içermese bile, çocuğun istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması “insan ticareti” olarak kabul edilecektir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

98

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin

(d) On sekiz yaşının altındaki herkes “çocuk” kabul edilecektir. İnsan ticareti suçu mevzuatımızda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 80. Maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir; Zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhuş yaptırmak veya esarete tâbi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri ülkeye sokan, ülke dışına çıkaran, tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden ya da barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası verilir. Yapılan çok sayıda çalışmaya karşın insan ticareti suçunun işlenmesi artarak devam etmektedir. İnsan ticareti suçu bir insan hakları ihlalidir. İnsanın herhangi bir ayrım gözetmeksizin salt insan olma vasfından dolayı, üzerinde hakimiyet kurabilecek kişiler tarafından sömürülecek ve üzerinden kar elde edilebilecek meta olarak görülmesi suçun doğmasına sebebiyet vermektedir. Kadın, erkek, genç yaşlı, çocuk herkes potansiyel insan ticareti suçu mağdurudur. Tarih boyunca çocuk kavramı da değişim göstermiştir. Çocuklar yetişkinlerin minyatürü olarak görülmüş (Bumin, 1983: 24) ve yetişkinlerin çalıştığı her alanda çocukların da çalışması istenmiştir. Sanayi devriminden sonraki süreçte hem sanayi alanında hem sosyo-kültürel alanda değişikliğe gidilmiş ve bu değişimin sonucunda çocuklar eğitime yönlendirilmiştir (Kılıç, 2018). Ancak bununla birlikte çocukların iş hayatındaki rollerindeki değişim çocuğun emeğinin sömürülmesine doğru evirilmiştir. 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Bu araştırma, nitel araştırma teknikleri ile oluşturulmuş; bulguların tartışılmasında, kuramsal metin analizleri için önerilen nitel içerik çözümlenmesinden (Mayring, 2011: 122) yararlanılmıştır. Nitel araştırmalar, kavramsal zemini oluşturmak için sosyal olguları içinde geliştikleri çevrede anlamlandırmayı ve araştırmayı esas alırlar. Böylelikle incelenen öznenin içinde yer aldığı toplumsalı nasıl ürettiği, fiziksel çevreyi nasıl algıladığı anlaşılmaya çalışılır. Gözlem, görüşme, doküman analizi benzeri bilgi toplama teknikleri ile gerçekleştirilen nitel araştırmalar, incelenen sorunsala ilişkin algıların, olayların kendi doğal süreçlerinde gerçekçi ve bütüncül şekilde ortaya çıkarılması ve tartışılması ile oluşturulur. Metin çerçevesinde, determinist bir bakış açısı ile nedenselliklerin nicel ölçümü değil, olay ve olguların karakteristiğine dönüşmüş örüntüler ortaya çıkarılması ve yorumlanması hedeflenmiştir. Araştırma, insan ticareti mağduru çocuklardan alınan ifadelerin içerik çözümlemesi ile sunulmuştur. Araştırmaya konu olan çocuklara Emniyet Müdürlükleri, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve yerel kamu hizmetlileri aracılığıyla ulaşılmıştır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün uzman personeli, psikolog ve tercümanları ile görüşmeler yüz yüze çocukların hem fiziksel hem de psikolojik bütünlüklerinin korunması esas alınarak gerçekleştirilmiştir. Yapılan görüşmelere araştırmada yer verilebilmesi amacı ile 10.08.2018 tarih 72260 sayılı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne işar ile görüş sorulmuş olup 28.08.2018 tarih ve 39462 sayılı yazı ile çocukların kişisel bilgilerinin yer almaması ve 6458 saylı Kanunun 94. maddesinde yer alan gizlilik ilkelerinin 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

99

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti dikkate alınması koşulu ile görüşmelerin paylaşılmasına izin verilmiştir. Paylaşım izninin kapsamı neticesinde çocuklarının kişisel bilgilerinin ve görüşmelerin nerede yapıldığının bilgisine yer verilmemiştir. 3. ARAŞTIRMA BULGULARI

Son yıllarda çocukların insan ticareti suçu kapsamında mağdur edilmeleri daha sık karşılaşılan bir durum olmaktadır. Yaşanan savaşlar ve ekonomik çıkmazlar çocukların mağduriyete sürüklenmesini artırmaktadır. Çocuklar bu suç türündeki en hassas kitleyi oluşturmaktadırlar. Çocukların içinde bulunduğu durumu algılayamamaları ve üzerlerinde daha kolay hâkimiyet kurulabilmesi sebebiyle mağdur edilme oranının her geçen gün arttığı gözlemlenmektedir. Çocuklar aileleri aracılığıyla ya da kendi tecrübesizlikleri nedeniyle tacir ile bağ kurmakta ve çeşitli şekillerde istismara uğramaktadır. Cinsel sömürü, zorla çalıştırma, zorla evlendirme, vücut organlarının alınması, yasa dışı evlat edinilme çocuk mağdurların karşılaştığı insan ticareti suçunun örnekleridir. Ülkemizde çocukların dilendirilmesi ve işçi olarak kullanılması sıkça karşılaşılan insan ticareti suçu türleridir. Çocuklar ev hizmetlerinde, fabrikalarda, tarımda, sokakta istemedikleri işleri yapmaları konusunda genellikle şiddete uğrayarak çalışmaya zorlanmaktadır. Eğitim, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlarından koparılan çocukların genellikle hürriyetleri de kısıtlanmaktadır. Kaçmasını engellemek adına evde kilitli tutulan çocuklar dışarda da taciri tarafından göz hapsinde tutulmaktadır. Zorla çalıştırılan ya da çalışması için rızası alınan ve karşılığında düşük ücret verilen ya da hiç ücret verilmeyen çocuk emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Çocuk pornografisi ve cinsel istismar alanında kullanılan çocuklar bedensel olarak hizmet etmeye zorlanmaktadırlar. Bedenlerinin meta olarak kullanıldığı çocukların dünya üzerindeki sayısı net olarak bilinmese de yüksek sayılarla ifade edilmektedir. Çocukların cinsel amaçlı kullanımını yasaklayan uluslararası birçok anlaşma ve protokol olmasına karşın dünya üzerinde oldukça yaygın olan çocukların cinsel olarak mağdur edilmesi durumunun kimi ülkeler için gelir kaynağı olduğu da görülmektedir. Ülkemizde insan ticareti suçu kapsamında çocuk gelinler karşımıza çıkmaktadır. Aileler çocuklarını para karşılığında evlendirmektedir. Genellikle bu para transferi başlık parası ya da süt parası olarak adlandırılmaktadır. Evlilik sonrasında çocukların kaldıramayacakları iş yükünün altına girdikleri bilinmektedir. Eğitim hayatı kısıtlanan ve eşine bağımlı yaşayan çocukların genellikle şiddet ve baskı gördüğü gözlenmektedir. Çocuk gelinlerin kaldıramayacakları sorumluluğun altına girmelerinin yanı sıra ergenliğini tamamlamış ya da tamamlamamış çocuklar cinsel olarak da sömürülmektedir. Yargıtay, küçüğün yasal olmayan evlilik kararına onay veren aile büyüklerinin cinsel istismara yardımdan sorumlu tutulması gerektiği yönünde karar vermiştir (Yargıtay 5. CD.’nin 28.02.2007 tarih ve 29/1609 sayılı kararı). Çocukların asker olarak kullanılması insan ticareti suçu kapsamında karşılaşılan diğer bir durumdur. Yasa dışı örgütler tarafından sıcak çatışma bölgesinde veya geri alanında kullanılan çocuklar mevcuttur. Geri hizmet alanında kullanılan çocuk mağdurlara taşıyıcılık, aşçılık, habercilik, gözlemcilik gibi görevler verilmektedir. Aktif çatışma bölgesinde ise çocuklar canlı kalkan olarak kullanılmakta veya sıcak çatışmaya sokularak bizzat çatışmaları istenmektedir. Yasa dışı örgütler tarafından özellikle 4-10 yaş aralığındaki çocuklar tercih edilmektedir. Bu çocuklar Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

100

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin silah kullanması ve dövüşmesi doğrultusunda eğitilerek sadece düşman öldürmesi için yetiştirilmektedirler. Bu çocukların büyük bir kısmı hayatını kaybetmekte, hayatta kalanlar da suça meyilli olarak sadece ‘öldürme’ düşüncesiyle büyümektedirler. Çocukların aynı anda birden fazla sömürü türüne maruz kalabilmeleri mümkündür. Emek sömürüsüne maruz kalarak işçi olarak çalıştırılan çocuklar aynı zamanda cinsel sömürü veya dilendirilmekle de karşılaşabilmektedirler. Aynı şekilde çocuk gelinler emek sömürüsüne ve cinsel sömürüye maruz kalabilmektedir (Vural, 2007). Çocukların hayat tecrübelerindeki eksiklikler onların kötü niyetli kişilere inanmalarını kolaylaştırmaktadır. Tacirler çocukların bilgisiz ve tecrübesiz olmalarından dolayı haklarını arayamayacaklarına ve kolay korkutulacaklarına inanmaktadırlar. Bu sebeple çocuk istismarını daha kolay gerçekleştirmektedirler. Çocukların istismara maruz kalmalarına ailelerinin vesile olması durumunda, çocuklar sığınabilecek ya da yardım isteyebilecek kimsenin olmadığı düşüncesine kapılmaktadırlar. Aileler çocuklarını maddi imkânsızlıkları aşmak için satmakta, kiralamakta ya da çalıştırmaktadır. Bazı durumlarda ise çocuklar kendilerini ve ailelerini kurtarma düşüncesi ile çalışmak için yola çıkmaktadır. Çocuklar tanımadıkları kişilerin aracılığıyla ya da kendi çabalarıyla tacir ile bağ kurabilmektedir. Bununla birlikte birçok çocuk ise doğrudan ailesi tarafından mağduriyete sürüklenmekte ve tacire emanet edilmekte ya da bizzat çocuğun ailesi tacir olabilmektedir. T.S. isimli (13 yaşında) Afganistan uyruklu çocuk; çok çocuklu bir ailenin üyesi olmasının ona yüklediği sorumluluğu ve korkularını şöyle ifade etmiştir: Afganistan’ da sekiz kardeşimle birlikte ailemle yaşıyordum. Ama durumumuz iyi değildi. Biz de para biriktirdik. 1.400 Dolar verip Türkiye’ye gelmek için anlaştım. On beş kişiydik. Yürüyerek Pakistan’a sonra da İran’a geldik. Oradan da Türkiye’ye geldik. Sınırı geçince askerler havaya ateş açtı. Hepimiz koştuk bir yerlere. Ben çok kortum. Ne yapacağımı da bilmiyordum. Herkes koşuyordu. Ben de koştum. Çok çocuklu ailelerin maddi imkânsızlıklar sebebiyle çocuklarından birini -genelde en büyüğünü- başka ülkelere göndererek kendilerine destek olabileceklerini düşündükleri ve hatta göçmen kaçakçıları için para biriktirerek ailelerin kendi rızaları ile çocuğunu başka ülkeye gönderdikleri görülmektedir. Henüz küçük bir çocukken yaşadığı tecrübenin ne kadar ağır olduğu korkusunu ifade etmesinden anlaşılmaktadır. Herhangi bir iş ya da hayat tecrübesi olmayan ve ailesini geçindirmek gibi bir misyonla ülke değiştiren çocuklar iş konusunda seçici davranmak gibi bir lükslerinin olmadığını düşünmektedir. (…) Sonra otobüse bindik. X’ e geldik. Benim gideceğim bir yer yoktu. Param da kalmamıştı. Benim gibi Afganların kaldığı bir park varmış. Orayı buldum. Orada kalmaya başladım. Üç gün sonra biri geldi. Adım Ahmet dedi. Aynı dili konuşuyorduk. Salman diye birinin bir iş yeri varmış. 1.000 liraya çalışır mısın dedi. Orada kalabilirsin de belki dedi. Bende tamam dedim. Salman’ının dükkânına gittik. Bana 1.000 lira vereceğini, orada kalabileceğimi ve yemek vereceğini söyledi. Ben de kabul ettim. T.S. isimli çocuğun herhangi bir şart koşmadan, kendisinin düzensiz göçmen olması sebebiyle herhangi bir yasal prosedür talep edemeden işi kabul etmek durumunda kaldığı görülmektedir. İşverenini ve kendisine iş bulan aracı kişiyi tanımamakta yapacağı işin ağrılığını bilmemektedir. Aracı kişi mağdurun zor durumda olduğunu ve çaresiz kaldığını gözlemlemiştir. T. S. isimli

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

101

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

çocuğun parkta yatıp kalkması ve gidecek bir yerinin olmaması çaresizliğinin göstergesidir. Bu durum onu mağdur olma sürecine iteleyen en büyük etkenlerden biridir. Birçok işveren çocuklara baskı ve şiddetle her işi yaptırabileceklerine inanmaktadır. Bununla birlikte çocukların haklarını arayamayacaklarına inanmaları sebebiyle ücret vermemekte, şiddet uygulamakta, yasaklar koymaktadır. Çocukların en sık karşılaştığı mağduriyet durumu emek sömürüsüdür. Orada çalışmaya başladım. Salman’ının akrabaları da çalışıyordu. Onlar akşam evlerine gidiyordu. Ben orada kartonların üstünde yatıyordum. Kumaş taşıyordum. Kumaşlardan ipleri söküyordum. Ütü yapıyordum. Salman beni diğer kişilerden daha çok çalıştırıyordu. Onlar zaten akrabasıydı. Onlara ayrı yemek getirtiyordu. Bana yarım ekmek ile su ya da makarna ve su veriyordu. Ben bazen dışarı çıkmak istiyordum. Hava almak istiyordum ama izin vermiyordu. Akşamları giderken kapıyı kilitliyordu. Cumartesi çalışıyorduk. Kapıyı kilitleyip gidiyordu. Pazartesi sabaha kadar kimse gelmiyordu. Yemek de getirmiyordu. Sabah 7’de başlıyordum ve akşam 9’a kadar çalışıyordum. Salman benden taşıyamayacağım kumaşları taşımamı istiyordu, orada tekrar çalışmak istemem. Bana hiç para vermedi. Hava almak için dışarı çıkmama izin vermedi. Banyo da yoktu. Kıyafetlerimi oradaki tuvaletin musluğunda yıkıyordum. Dükkân güneş almıyordu. Elli beş gün güneş görmedim. Dükkândaki kişiler benimle konuşmuyordu. Salman yasaklamıştı. İşvereni tarafından bedenlerine ağır gelen işleri yapması istenen çocuklara ücret verilmeyerek emeği sömürülmektedir. Kalacak yer temininin ardından dışarı çıkmasının yasaklanması kişi hürriyetinin kısıtlanması olarak ifade edilmektedir. Çocuklar basit ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirilmekte, beslenme ve temizlik gibi zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılanması engellenmektedir.

Tedarik edilme ve barındırılma araç fiilleri ile çocuğun zorla çalıştırıldığı ve herhangi bir ücret verilmeyerek emeğinin sömürülmesi, çocuğun dışarıya çıkmasının yasaklanarak kapıların kilitlenmesi suretiyle esarete tabi tutulması çocuğun insan ticareti mağduru olduğunun göstergesidir. Çok çocuklu ailelerin maddi destek sağlamaları sebebiyle çocuklarını başka ülkelere göndermelerinin yanı sıra üvey anne ya da üvey baba gibi aile büyüğünün de çocuğu mağdur olma sürecine sürüklediği görülmektedir. S.Y (17 yaşında) isimli çocuğun üvey annesi tarafından tacirlere teslim edilmesi bu duruma gösterilebilecek bir örnektir: Pakistan’da annem öldü. Babam başka biriyle evlendi. O kadının da çocuğu var. Benden büyük bir kızı var. Hizmetçi olarak çalışıyordu. Ben çalışmıyordum. Üvey annem o yüzden beni sevmiyordu. Bazen dövüyordu. Üvey ablamın yanında çalıştığı aile doktordu. Türkiye’ye gelmek istemişler. Ama yanlarında onlara yardım edecek birine ihtiyaçları varmış. Üvey annem kendi kızını göndermek istemedi. Beni gönderdi onlarla. İki sene oldu Türkiye’ye geleli. Aslında ben gelmek istemiyordum. Babam neden bir şey demedi beni gönderdi bilmiyorum. Babamdan beklemezdim. Ona çok kırgınım. Maddi imkânsızlık durumunda çocuklardan birinin başka ülkeye gönderilmesi ya da çalıştırılması gerektiğinde üvey olan birey kendi çocuğunu koruma altına alarak diğer çocuğu bu serüvene dâhil etmektedir. Aile bireyi tarafından tacire teslim edilen çocuk, tacirin gözünde çaresizliğinden yararlanılabilecek ve arkasından herhangi birinin çocuğu arayıp sormayacağını düşündürmektedir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

102

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin

İnsan ticareti mağdurları incelendiğinde hepsinin yasa dışı yöntemlerle ya da göçmen kaçakçıları aracılığıyla ülkeye giriş yapmadığı görülmektedir. Yasal olarak ülkeye giriş yapılmış olabilir. Bununla birlikte yasal olarak gelmesinin sağlanması adına sahte belge ya da belge üzerinde oynama yapıldığı da görülmektedir. Kadının adı Z. Kocasının adı K. Türkiye’ye gelebilmem için bana pasaport verdiler. Ama pasaportta soyadım ve doğum tarihim başka yazıyordu. Ben 2001’de doğdum. Pasaportta 1993 yazıyordu. Soyadım Y. ama pasaportta B. yazıyordu. Ben yine de bir şey söylemedim. Çocuklar ile yapılan mülakatlarda en sık karşılaşılan durum şiddettir. Çocuğun karşı koyacak gücünün olmaması belki de bu durumu kolaylaştıran bir etken olarak görülmektedir. Çocuğun gelişmesini etkileyecek yasaklar koyulması da karşılaşılan bir diğer durumdur. Yardım isteme olanağını engellemek adına dışarı çıkmasının yasaklanması, dil öğrenmesinin önüne geçilebilmesi için dışarda başka kişilerle konuşulmasının yasaklanması gibi durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Z. ve K. doktor. Onlar burada bir hastanede iş bulmuşlar, sabahları işe gidiyorlar. İki tane çocukları var, onlara ben bakıyorum. Yemek de yapıyorum. Evdeki diğer işleri de ben yapıyorum. Z. evden giderken kapıyı üzerimize kilitliyor. Sabahları erken kalkıyorum. Zaten benim odam yok. Ben salonda yorganın üstünde yerde yatıyorum. Önce onlara kahvaltı hazırlıyorum, sonra onlar gidiyor. Bende çocuklarla ilgileniyorum, yemek yapıyorum. Z. yaptığım işi beğenmezse ya da az bulursa beni dövüyor. Tokat attı, tekme attı. Benim dışarı çıkmama izin vermiyor. Hep birlikteyken dışarı çıkabiliyorum ya da çöp atılacağı zaman marketten bir şey alınacağı zaman dışarı çıkmama izin veriyor. Ama o zamanlarda da dakika tutuyor. Geç geldiğimde beni dövüyor. Dışarda insanlarla konuşmam yasak. Zaten dil bilmiyorum ne konuşacağım. Markete gittiğimde elime küçük kâğıt ve para veriyor. Ben onları gösterip istediklerini alabiliyorum. Çocuklar bazı durumlarda ailelerinin kendilerini başkasına emanet edilmesini ve tacire verilmelerini anlayamamaktadır. Ailesi tarafından böyle bir serüvene sürüklenen çocuklar güven problemi yaşamakta ailesine dahi güvenemeyeceğine inanmaktadır. W.B. (15 yaşında) isimli çocuk babasının kendisini başka bir kişiye teslim etmesini anlayamadığını şöyle ifade etmiştir: Babamın bir arkadaşı var, adı Ahmet. Babam bir gün beni ona teslim etti. Ahmet amca beni sınıra getirdi. Orada bu abinin adı Baran onunla yola devam edeceksin dedi. Bende tamam dedim. Nereye gittiğimi, babamın beni neden verdiğini bilmiyordum. Ahmet, Baran dediği kişiden para aldı. Çocukların içinde bulunduğu çaresizliği kabullendiği durumlar mevcuttur. Bu sebeple başka çarelerinin olmadığını düşündükleri için çalışmayı kabul ettikleri gözlemlenmektedir. Ancak gururlarını incitmeyecek işleri istemektedirler. Her işi yapmayı kabul etseler de para kazanmak adına dilenmek istememektedirler. Çocukların çalışmayı kabul etmeleri onların insan ticareti mağduru olarak tanımlanmasını engellememektedir. Çünkü çocuklar yaşadıklarını algılayabilecek düzeyde olmayabilirler. Devlet ve toplum çocukları korumak zorundadır. Kendi isteğiyle çalışsa dahi çocuk insan ticareti suçunun mağduru olabilmektedir. Bir eve gittik orada bana tekrar bir şeyler satacağımı bazen de dilencilik yapacağımı söyledi. Bende bir şeyler satmayı kabul ettim ama dilencilik yapmak istemediğimi söyledim. Dilencilikte daha çok para var yapacaksın dedi. Bende öyle bir şey yapamam

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

103

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

dedim. Beni hortumla dövdü. Bundan sonra dediğim her şeyi yapacaksın, ben senin için 5.000 verdim dedi. Bana 5.000’i öde ondan sonra nereye gidersen git dedi. Tacirlerin mağdurları ellerinde tutmak için başvuruldukları yöntemlerden biri de borçlandırmaktadır. Kendisi için para ödendiğine ve borcunu ödedikten sonra özgür kalacağına inandırılan mağdurların çalışmayı daha kolay kabul edeceklerine inanmaktadırlar. Ancak tacir mağduru borcunu ödeyemez hale getirmekte mağdurun kazandığı parayı elinden almakta ya da çok düşük ücretler vermektedir. Bazen beni dilendiriyordu bazen de bir şeyler sattırıyordu. Her gün 100 lira kazanmazsam beni dövüyordu. Ayda bana 50 lira veriyordu. Bende saklıyordum. Tacirler mağdurların her şartta ve şekilde para getirmelerini arzu ettikleri için mağdurları sermaye olarak görürler. Çocuğun ne hissettiğini ya da ne yaşadığını önemsememektedir. Çocuğun aç olması, korkması ya da üşümesinin tacir için önemi yoktur. Dilendirdiği zamanlarda üstüme bir şey giymeme izin vermiyordu. Mont giydirmiyordu, ayakkabı hatta çorap giymeme izin vermiyordu. Böyle daha çok kazanırsın diyordu. Ben kaçmayı düşündüm. Önce korktum. Çünkü dil bilmiyorum, neredeyim nereye giderim onu da bilmiyordum. Çalıştığım ya da dilendirildiğim yere beni hep Baran götürüyordu akşamları da eve getiriyordu. Bakıyordum biraz uzak bir yerden beni izliyordu. Kaçmaya çalışsam beni yakalar yine hortumla döver kolumu bacağımı kırar diye kokuyordum. Sabah 9’da başlıyordum akşam 9’a kadar dışardaydım. Üşüyordum, yoruluyordum, kaçmak istiyordum. Ama en çok korkuyordum. Tacirler mağdurların kaçmasını evde üzerlerine kapıyı kilitleyerek sağlayabilirler. Dışarda ise çalışma yerine tacir tarafından getirilip götürülmekte, çalıştığı sırada göz hapsine alınarak izlenmektedir. Bu durum kişi hürriyetini kısıtlama olarak ifade edilir ve mağdur esarete tabi tutulmuş olarak değerlendirilir. Mağdur olma serüvenine itilmenin bir sebebi de ülkelerin yaşadığı ekonomik sosyal ve siyasal çıkmazlardır. Savaş gibi büyük felaketler kişilerin ülkelerinden ayrılmalarını zorunlu hale getirmektedir. Bu zorunluluk mağduriyeti doğurmaktadır. M.T. (11 yaşında) isimli çocuk ülkesini terk etme mecburiyetini şöyle ifade etmektedir: Suriye’ de savaş olduğu için çok fakirdik. Bazen yemek buluyorduk yiyorduk bazen aç uyuyorduk. Babamın, annesinin kardeşinin bir oğlu var. Bir gün o babama dedi ki çocukları Türkiye’ye gönderilim orda çalışsınlar. Sokakta su, mendil satarlar iyi para kazanırlar. Babam nasıl gönderebileceğini sordu. Bir kadın varmış, o çocukları Türkiye’ye götürüyormuş. Birkaç gün sonra babam kardeşimle beni o kadının yanına götürdü. Biriktirdiği paraları ve bizi o kadına verdi. Çocuklar içinde bulundukları durumu kabul ederek çalışmaya başlayabilir, para kazanabilir ve bu durum onları mutlu edebilir. Kendilerini çalıştıran kişilere güven duyabilmekte ve onlara karşı sevgi ve saygı hissedebilmektedir. Ancak tacir ise çocuğu kandırılacak birey olarak görmektedir. Tacirlerin amacı çocuğu kandırmak, sömürmek ve para kazanmaktır. Sami bizi çalıştırmaya başladı. Mendil ve su sattık. Arabaların camlarını sildik. Çok yoruluyorduk ama verilen her işi yapıyorduk, yorulmanın dışında çok zorlanmıyorduk. Zaten başka çaremiz yoktu. Para kazandıkça mutlu oluyorduk. Sami bir gün bize ‘paralarınızı kaybedersiniz verin bende dursun’ dedi. Bizde paralarımızı Sami’nin saklaması için verdik. Üç ay sonra Sami’den parayı istedik. Ailemize göndermenin yolunu

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

104

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin

bulup gönderecektik. Ama Sami ne parası dedi. Bize kızdı. Bende para yok işinize bakın gidin çalışın, zaten burada kalıyorsunuz burada yemek yiyorsunuz ona sayın dedi. Bütün paramızı Sami almıştı geri de vermiyordu. Ben ve kardeşim çok sinirlendik, kardeşim çok ağladı. Ben kardeşime ağlama dedim. O günden sonra Sami yine para istedi. Vermediğimizde kızıyordu. Bizde paranın bir kısmını saklayıp, bir kısmını veriyorduk. Biraz para biriktirmeye başlamıştık ama Sami bunu anladı. Beni ve kardeşimi benden para saklıyorsunuz diyerek dövdü. Bize yemek vermedi. Biriktirdiğimiz parayı da aldı. Biz akşamları Sami’nin evine gitmek istemiyorduk ama gidecek başka yerimiz yoktu. Çocuklar çalışmayı kabullenmenin yanı sıra istediklerini yapmanın da hayalini kurmaktadır. Zorunlu bir ihtiyaç olan eğitim çaresiz durumdaki çocuklar için hayal olarak görünmektedir. Ellerinden geleni yaptıklarında okula gidebileceklerini düşünerek okul hayalini kurmaktadır. Ancak değişen ülke şartlarında nasıl ve ne şekilde eğitim olanağından yararlanacaklarını bilememektedirler. W.B. isimli çocuk kendisi ve kardeşi için okul hayalini şöyle ifade etmiştir: Para biriktirip belki okula gideriz diye düşündük ama Suriye’de okula gitmek zor. Türkiye’deki okulları da bilmiyoruz. Ülkemizde insan ticareti suçu kapsamında mağdur edilme şekillerinden birisi de zorla evlendirilmedir. Küçük yaşta evlendirmenin yaygın olduğu toplumlarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Özellikle maddi yetersizliğin karşılanması adına kız evlatları bir meta olarak görülmekte ve para karşılığında evlendirilmek istenmektedir. D.K (15 yaşında) isimli mağdur çocuk babası tarafından para karşılığında kendisinden büyük kişilerle zorla evlendirilmek istenmiştir. Çocuğun bu duruma karşı çıkma hakkı yokmuş gibi davranılmış ve şiddet uygulanmıştır. Çocuk bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: 8. sınıfta babam beni okuldan aldı. Annem ve ben pencereden bile dışarıya bakamıyorduk. Kendimi bildiğimden beri babam kumar oynar, parasını kaybeder ve annemi, beni kardeşimi ve iki abimi döverdi. Abilerim X’e geldiğimizde babamdan kaçmak için başka bir şehre gittiler. Babam X’te S. isimli Suriyeli kadınla 14-50 yaşlarındaki kadınları evlendiriyordu. Bir kadını evlendirmişti ve evlendirdiği adam babama para vermişti. Daha sonra bu kadın evden kaçmış. Evlendiği adam da babamdan parasını geri istedi. Adama verecek parası yoktu. Bu olaydan sonra babam beni evlendirmek istedi. Eve gelen erkeklerin bazıları 40-50 yaşlarında evli kişilerdi. Ben evlenmek istemiyordum, okula gitmek istiyordum. Çocuklar aile büyüklerine karşı direndiğinde çoğunlukla bu savaşı kaybederler. Hem psikolojik hem de fiziksel olarak zayıf olmaları bu savaşı kaybetmelerine neden olmaktadır. Yaşadıkları şiddet ve baskı durumu daha çabuk kabullenmelerine neden olmaktadır. Babama evlenmek istemediğimi söylediğimde beni dövüyordu. Omzuma, belime, kafama nereye vurabilirse beni dövüyordu. Eve gelenlerden babam 20 bin istiyordu. Hatta 50 bin veren bile olmuştu ama ben istemiyordum. Annem de beni kurtarmak için babamdan dayak yerdi. Artık tüm bunlardan bıkmıştım. En son İstanbul’dan yirmi sekiz yaşlarında bir kişi beni istemeye gelmişti ailesiyle. Babasının ismi K. kendisinin ismi ise İ.’dir. Babam herkesin içinde yine hayır dememem için bana evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Ben başımı eğdim sadece. Bunun üzerine babam beni 15 bine beni sattı, babam o aileden 5 bin TL aldı.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

105

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

D.K. isimli çocuğun babasının baskı ve şiddetine dayanamadığını, annesine karşı da şiddet uygulanmasından bıktığı için evlenmeyi kabul ettiği görülmektedir. Çocuğa babası tarafından hem fiziksel hem de psikolojik şiddet uygulanmıştır. İnsan ticareti suçunun mağdur edilme şekilleri incelendiğinde istatistiksel olarak cinsel sömürünün yüksek bir orana sahip olduğu görülmektedir. Çaresizliğinden yaranılması, baskı ve şiddet uygulanması, tehdit edilmesi bu durumu kolaylaştıran araç fiillerdendir. Yaşadıklarının başkaları tarafından bilinmesinden korkulması, dışlanmaktan ya da ayıplanmaktan çekinilmesi mağdur tarafından cinsel sömürüye göz yumulmasını sağlayabilmektedir. Mağdur uğradığı şiddeti içinden çıkılamayacak bir durum gibi algılanmaktadır. Ailesi tarafından okuması için Türkiye’ ye gönderilen Ahmad Z. (17 yaşında) isimli çocuk yaşadıklarını ifade ederken tehditlere karşı boyun eğmek durumunda kaldığını ve şiddet uygulandığını şöyle ifade etmiştir: Ailem kaçakçılara 1.500 Dolar verdi. Okumam için beni Türkiye’ye gönderdi. Eve yerleştikten yaklaşık altı ay sonra, duş aldığım sırada M. gizli bir şekilde beni cep telefonuna videoya almış. Daha sonra evdeki diğer kişilerle benim görüntülerimi paylaşmış. Y. V. isimli kişi eğer onunla cinsel ilişkiye girmezsem görüntülerimi internete koyacağını söyleyerek tehdit etti ve zorla bana tecavüz etti. Yaklaşık 2,5 yıl Y.V. tarafından tecavüze uğradım. Diğer ev arkadaşlarım da bana tecavüz edildiğini duydu ve F., S., E., A., Y.V., isimli kişiler tarafından da yaklaşık 2,5 yıldır tecavüze uğruyorum. S. isimli kişi tarafından fiziksel tacize uğradım. Bana tecavüze etmeye başladıkları ilk günlerde beni zorla bir dükkâna götürdüler ve beni dövdüler, kolumu kırdılar ve göğsüme ütü bastırdılar, hala izleri durmaktadır. İstediklerini yapmazsam beni öldürmekle tehdit ettiler. Birkaç defa evden kaçmaya çalıştım ama beni yakalayıp dövdüler. Eve kapattılar. Bu süre boyunca bana çeşitli işler buldular ve çalıştım. Sadece işe gitmeme izin veriyorlardı. 2,5 yıldır çalıştığım işten kazandığım parayı da elimden aldılar. En son S. isimli ev arkadaşım bana terzide iş buldu. Günde yaklaşık on üç saat çalışıyordum ve 1.200 TL maaş alıyordum ama bu parayı da S. elimden alıyordu. Dışardan başkalarını da eve getirip beni cinsel ilişkiye girmem için zorluyorlardı. Ahmad Z. isimli çocuk eğitim için ülke değiştirildiğini ancak cinsel sömürü ile karşılaştığını anlatmıştır. Uğradığı şiddet kaçmasını imkânsız hale getirmiştir. Aynı anda birden fazla sömürüye maruz kalınabilir. Ahmad Z.’nın emeğini sunarak kazandığı 1.200 TL de elinden alınarak hem emek sömürüsüne hem de ev arkadaşları tarafından tecavüze uğrayarak cinsel sömürüye aynı anda maruz kalmıştır. Çocukların geçmişte yaşadıkları talihsiz olaylar uğrayacakları mağduriyete zemin hazırlayabilmektedir. Talihsiz olayların tehdit unsuru olarak kullanılması, içinde bulundukları duruma katlanmalarına sebebiyet verebilir. S. M. (15 yaşında) isimli çocuk on dört yaşındayken yaşadığı talihsiz olayın babası tarafından öğrenilmesinden korktuğu için annesine boyun eğmek durumunda kalmıştır. Babam Ürdün’e dönmeye karar verdi. Annem benim gitmemi istemedi. Abim ve ben Ürdün’e dönmeden önce annemi ve dedemi ziyaret etmek için gittik. Annem orada beni, babana seninle ilgili her şeyi anlatırım diye tehdit etti. Ürdün’de on dört yaşında arkadaşım tarafından tecavüze uğradım ve okulumu bitiremedim. Babam bunları bilmiyor. Annem bunları babama anlatacağını söyleyince koktum ve babamın yanına gitmedim. Abim ve babam Ürdün’e döndüler. Ben annemle dedemin yanında kaldım.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

106

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin

Tehditlere boyun eğilmesinin ardından mağduriyet süreci başlamaktadır. Meta olarak görülen kız çocukları para karşılığında evlendirilmek istenmekte ve evleneceği kişinin yaşı, medeni durumu gibi kişisel bilgiler göz ardı edilmektedir. Mağdur kendisinden yaşça büyük evli kişilerin taleplerini yerine getirmek zorunda bırakılarak cinsel sömürüye maruz kalabilmektedir. Aile bireyi tarafından para karşılığında evlendirilme düşüncesiyle sömürüye maruz kalınması durumunda aile bireyi de küçüğün yasal olmayan evlilik kararına onay verdiğinden cinsel istismara yardım eden olarak sorumlu tutulmaktadır. Annemin bir akrabası beni biri ile tanıştırmak istedi. Bu kişi 50’li yaşlarında evli ve üç çocuğu olan Cengiz isimli kişidir. Cengiz dedemin evine benimle tanışmak için geldi. Bana ne istersem alacağını, para vereceğini, her dediğimi yapacağını söyledi. Telefonum yoktu ve bana telefon aldı, 1.000 TL para verdi. Anneme de 5.000 TL para verdi. Ben onu istemiyordum. Bize bir sitede ev tuttu. Dedemin evinden oraya yerleştik. Kiramızı, ev masraflarımızı Cengiz ödüyordu. Ayrıca anneme aylık 3.500 TL veriyordu. Cengiz her ay bir haftalığına geliyordu. Geldiğinde benim odamda benimle cinsel birliktelik yaşıyordu. Kendisine ya da ailesine para verilmek suretiyle cinsel sömürüye maruz kalan kız çocuğu sayısı dünya üzerinde oldukça fazladır. Aile bireylerinin bu duruma aracı olması çocukların güven duygusunu zedelemekte ve geleceğe olan umutların yitirilmesine neden olmaktadır. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Yapılan görüşmelerde görülmektedir ki insan ticareti suçu kapsamında mağdur çocukların belirli ortak noktaları mevcuttur. İçinde bulundukları çaresizlikten kurtulacakları ümidiyle ya kendilerini tacire teslim etmektedirler ya da aileleri tarafından tacire teslim edilmektedirler. Sonuç olarak ise sömürü başlamaktadır. Çocuklara yönelik esaret benzeri uygulamanın olduğu, barındırıldıkları yerde tehdit, baskı ve şiddete maruz kaldıkları, korkutuldukları gözlemlenmiştir. Zorla evlendirilen, zorla çalıştırılan ve zorla fuhuşa sürüklenen çocuk sayısının çocukların yetkililere ulaşmasındaki zorluklar ve tacirlerin organize oluşları sebebiyle tespit edilmesi oldukça güçtür. Bu durum insan ticareti mağduru çocukların sayısının tespit edilmesini zorlaştırmaktadır. Çocuklar ile yapılan görüşmelerin ardından mağdur olduğuna karar verilmesi halinde rapor hazırlanıp insan ticareti tanımlama işlemleri başlatılmaktadır. Tanımlanan çocuk mağdurlara yönelik iş ve işlemler 03.07.2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu hükümlerine göre yürütülmektedir. Mağdur olarak tanımlanan çocuk Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ilgili birimlerine teslim edilmektedir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na ait kurumlarda kalan çocukların sağlık, yeme-içme, eğitim ve benzeri ihtiyaçları karşılanmaktadır. Travmalara ve psikolojik yıkımlara sebep olan insan ticareti suçu çocukların gelişimini engellediğinden kurumların bünyesinde yer alan psikolog ve pedagoglar tarafından psikolojik destek sağlanmaktadır. Kurumların bünyesinde çocukların yeteneklerini geliştirebilecekleri dersler ile derslikler ve oyun alanları mevcuttur. Kurumlar tarafından çocuklara ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri adına belirli miktarda harçlık verilmektedir. Çocuklar kaldıkları kurumların bünyesinde özgürce hareket etme imkânına sahiptir. Millî Eğitim Bakanlığı, insan ticareti mağduru çocuklar ile insan ticareti mağduru kişilerin çocuklarına eğitim hizmetine ulaşabilmeleri adına gerekli tedbirleri almaktadır.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

107

İnsan Ticareti ya da İnsanlığın Ticareti

Mağdur çocukların gönüllü ve güvenli geri dönüş programı kapsamında dönüşlerinin sağlanması istendiğinde risk ve güvenlik değerlendirilmesi yapılarak çocukların yüksek menfaati gözetilerek işlemleri yapılmaktadır. İnsan ticareti olgusu insan hakları ihlaline sebep olmakla birlikte toplumsal düzeni de tehdit etmektedir. Mağduriyete uğrayan her çocuğun gelecekte suça meyilli bir birey olma ihtimali son derece yüksektir. Kendisine zulmedilen bir çocuğun gücü eline aldığında bir başkasına zulmedeceği açıktır. Çünkü çocukların bildikleri dil bu olacaktır ve suçu kanıksayacaklardır. Bu nedenledir ki toplumsal düzenin sağlanabilmesi için çocukların mağduriyetinin önlenmesi elzemdir ve mağduriyete uğrayan çocuklar üzerinden bu acı serüvenin etkilerinin giderilmesi başta devletin görevidir. Devlet ve toplum farkındalığın artırılmasıyla üzerine düşen görevi yerine getirdiğinde mağdur çocukların hayatlarına dokunularak ihtiyaç duydukları her alanda sorunları giderilebilir. Kişiler, insan ticareti suçu kapsamında eğitilirse mağdur olabileceğini düşündükleri çocuklar ile karşılaştıklarında hangi kurumları aramaları gerektiği hakkında bilgi sahibi olacaklardır. Bu durumları ihbar edenlerin sonrasında zarar görmelerinin engellenmesi için kimlikleri gizli tutulmaktadır. KAYNAKLAR

Aksoy A. ve Kaya A. (2007). Göçmenlik deneyimine kozmopolit perspektiften bakış. Şahin B. (Der.) Kökler ve yollar: Türkiye’de göç süreçleri. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Bumin K. (1983). Batıda devlet ve çocuk. İstanbul: Alan Yayıncılık. Castles S. ve Miller M. J. (2008). Göçler çağı modern dünyada uluslararası göç hareketleri. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Erder S. (2007). “Yabancısız” kurgulanan ülkenin “yabancıları”. Arı F. A. (Der.). Türkiye’de yabancı işçiler. İstanbul: Derin Yayınları. Gallagher A. (2002). Trafficking, smuggling and human rights: tricks and treaties. Forced Migration Review. 12: 25 – 28. https://www.fmreview.org/sites/fmr/files/FMRdownloads/en/development-induced- displacement/gallagher.pdf (Erişim Tarihi: 11.8.2020). Giddens A. (2008). Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları. International Organization for Migration [IOM] (2009). Göç Terimleri Sözlüğü. 2. Bs. IOM Yayınları. http://publications.iom.int/system/files/pdf/iml31_turkish_2ndedition.pdf (Erişim Tarihi: 11.8.2020). İçduygu A. (2004). Türkiye’de kaçak göç. İstanbul: İTO Yayınları. Karaçay A. B. (2006). Düzensiz göç politikaları ve Türkiye’nin uygulamaları. Uluslararası Göç Sempozyumu 8-11 Aralık 2005. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Başkanlığı. Karrenbrock G. (2006). Göç ve İltica. Uluslararası Göç Sempozyumu 8-11 Aralık 2005. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Başkanlığı.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

108

H. Sayın, S. Akkoca Seçkin

Kaya A. ve Kentel F. (2007). Belçika Türkleri Türkiye ve AB Arasında Köprü mü Engel mi? İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Kılıç Ş. (2018). Türk iş hukukunda çocuk işçi kavramı ve çocuk işçinin hakları. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Mayring, P. (2011). Nitel sosyal araştırmaya giriş. Ankara: BilgeSu Yayıncılık. Monkachi N. (2003). Sınırdaki iki örnekten hareketle göç(ler) sosyolojisini yeniden düşünmek. Toplumbilim göç sosyolojisi özel sayısı, 17: 57-72. Özer N. E. (2010). Türkiye’de insan ticareti mağdurları üzerine bir araştırma. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Ritzer G. (2011). Küresel dünya. İstanbul: Ayrıntı Yayıncılık. Sayın, H. (2010). Uluslararası hukuk ve Türk ceza hukuku açısından göçmen kaçakçılığı, insan ticareti ve cinsel sömürü suçları ve bunlarla mücadelede uluslararası işbirliği. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Sirkeci İ. (2006). Küresel kontrol çabalarına karşı bireysel aşma çabaları: Türkiye ve Irak örneklerinde uluslararası göçün evrimi. Uluslararası Göç Sempozyumu 8-11 Aralık 2005. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Başkanlığı. Sirkeci, İ. ve Cohen, J.H. (2015). Hareketlilik, göç, güvenlik. İdealkent 15. 8-21. Şenocak S. (2006). Fransa ve göç olgusuna giriş. Uluslararası Göç Sempozyumu 8-11 Aralık 2005. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Başkanlığı. Vural D. G. (2007). Uluslararası göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Süleyman Demirel Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Isparta.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

109

Hakemli Dergi /Peer-reviwed Journal

COVİD-19, AB ve ULUSLARARASI TİCARET COVID-19, EU and INTERNATIONAL TRADE

C. Uğur ÖZGÖKER Erdoğan MERT Prof. Dr., İstanbul AREL Üniversitesi Öğr. Gör., Kıbrıs Amerikan Üniversitesi İİBF, Uluslararası İlişkiler (İng) Bölümü SBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi [email protected] [email protected]

ÖZ Bu çalışma ”Uluslararası Ticaret” konusunu bütüncül bir yaklaşımla inceleyip, alt başlıklarından AB’yi derinlemesine analiz etmeyi, bu kavramların geleceğini etkileme potansiyeli olan COVİD-19 sürecine değinmeyi amaçlamaktadır ve bu konuları kapsamaktadır. Tarih boyunca savaşların ölüm, acı, gözyaşı, yıkım, ateş, yokluk, açlık, v.b. kavramlarla özdeşleştiğini, ticaretinse bunun tersine varlık, bolluk-bereket, barış, güvenlik, gelişme v.b. kavramlarla resmedildiğini, dolayısıyla düzgün işleyen bir küresel ticaret sisteminin Dünya barışına hizmet edeceğini önermektedir. Çalışmada uluslararası ticaretin genel çerçevesi çizilmeye çalışılmış, uluslararası ticareti geliştirmek üzere küresel kurumlar oluşturulmuş olmasına rağmen ortaya çıkan engellere, bu engelleri aşmak üzere ortaya konan bölgeselleşme çabalarına, ortaya çıkan AB gibi oluşumlara değinilmiş, süregelen/tahmin edilebilen ve COVİD-19 gibi tahmin edilemeyen faktörlerin etkilerine yer verilmiştir. Uluslararası Ticaretin, bir ulusun diğer bir ulusu sömürgeleştirmesinden bile daha yararlı olduğu ifade edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünya düzeni, siyasi bloklaşmalar kadar ekonomik gruplaşmalara da zemin hazırlamış ancak Doğu-Batı siyasi/ekonomik sistem mücadelesi sonucunda Doğu bloku ve onun ürünü olan ekonomik sistem çökmüş, günümüze kadar ulaşan, çok kutupluluğu temsil eden bir “bölgeselleşme” hareketine dönüşmüştür. Anahtar kelimeler: COVİD-19, Pandemi, AB, Uluslararası Ticaret, Uluslararası İlişkiler, Bölgeselleşme ABSTRACT This study aims to analyze the subject of "International Trade" with a holistic approach, to analyze its one of sub-title the EU in depth, to touch upon the COVID-19 process, which has the potential to affect the future of these concepts, and includes these three topics. Throughout history, wars illustrated with concepts. death, pain, tears, destruction, fire, absence, hunger, etc. On the contrary, trade is identified with concepts, wealth, abundance, peace, security, development, etc. Therefore this study suggests that a properly functioning global trade system will serve World peace In the study, the general framework of international trade has been tried to be drawn, although global institutions have been created to develop international trade to the obstacles that arise regionalization efforts to overcome these obstacles, The emerging formations such as the EU were mentioned, and the effects of ongoing / predictable and unpredictable factors such as COVID-19 were discussed. It has been stated that international trade is more beneficial than one nation colonizing another. The bipolar world order that emerged after the Second World War caused economic groupings as well as political blocifications. However, as a result of the East-West political / economic system struggle, the Eastern bloc and its product, the economic system collapsed and turned into a "regionalization" movement that has survived until today and represents multipolarity. Keywords: COVID-19, Pandemic, EU, International Trade, International Relations, Regionalism

Makale Geliş Tarihi / Receiving Date 28.7.2020 Makale Kabul Tarihi / Acceptance Date 03.10.2020

Derleme Makale/Review Paper

Özgöker, C.U. ve Mert, E. (2021). COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret, ieSBAD, 1 (1), 111-135.

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

GİRİŞ

İnsanlığın şafağından itibaren, henüz ortada bir “dil” bile bulunmazken ortada olan insanlar arası ilişkinin iki çeşidi mevcuttu; ticaret ve savaş. Bu iki kavramın bireyler, toplumlar ve uluslar arasında varlığını güçlendirerek sürdürüp günümüze kadar geldiğini görmekteyiz. İnsanlar/uluslar aralarında hangi iletişim dilini kullanacaklarını kendi iradeleriyle belirleyebilmektedirler. Genellikle bu iki kavramın (savaş ve ticaret) birbirlerinin alternatifi oldukları görülmektedir. Bütün teoriler özgür iradeyle verilebilecek kararları temel alarak oluşturmaktadır. Ancak en az iki ulusu ele alıp birbirleriyle ilişkilerini incelemek için kullanılan savaş veya ticaret teorilerini bir anda geçersiz kılabilen, sürpriz bir “üçüncü” faktör mevcuttur; genelde doğa, özelde salgın hastalık. Bu çalışmanın konusu uluslararası ticarettir. Savaş, tamamen çalışmanın çerçevesi dışındadır. Ancak günümüzde bu iki kavramın kaynaşmasıyla ortaya “ticaret savaşları” kavramı çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz COVİD-19 Pandemi Süreci hem savaşı hem ticareti tarihe geçecek derecede etkilemekte, dolaylı olarak kendisini çalışmaya dahil ettirmektedir. 1. ULUSLARASI TİCARET GENEL ÇERÇEVE 1.1. Tarihçe ve Teoriler

Uluslararası ticaretin ilk kez bilimsel bir yöntemle incelenmesi Adam Smith’in 1776’da yayınlanan ünlü eseri “Ulusların Zenginliği” ile başlar. Bu çalışma aynı zamanda Klasik İktisat ekolünün de kurucusu olarak kabul edilir. Smith’in çalışması ile başlayan süreç, ilerleyen yılarda birçok bilim adamının katkılarıyla uluslararası iktisat biliminin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bilimsel gelişmeye katkıda bulunan belli başlı iktisatçılar şunlardır (Seyidoğlu, 2003: 14): David Ricardo, John Stuart Mill, Alfred Marshall, Eli Heckscher, Bertil Ohlin, John Maynard Keynes, Jacob Viner ve Paul Samuelson.

İngiliz ekonomistlerden Adam Smith, Robert Malthus, David Ricardo Fizyokratların düşüncelerinden yararlanarak birçok yeni ilkeler koymuşlar ve liberalizmin temellerini atmışlardır. Kuramları ve sistemleri daha kesin ve üstün olduğu için bu ekonomistlerin oluşturduğu döşünce ekolüne Klasik Okul adı verilmiştir (Töre, 1996: 625). 1776’da yayımlanan Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı eserine göre Devletler, uluslararası ticaret ile zenginleşmektedir. “Mutlak Üstünlükler Teoremi” Adam Smith’in en önemli teorilerinden biri olarak görülmektedir. Bir ülke hangi üründe daha iyi ise mutlak olarak, o ürünü üretmeye ve satmaya devam edeceği ve diğer ürünleri üretmekten vazgeçmesi görüşü “mutlak üstünlükler” teoreminin ana düşüncesini şekillendirmektedir (Töre, 1996: 626). David Ricardo ise “Mukayeseli Üstünlükler Teoremini” geliştirmiştir. David Ricardo’ ya göre, bir devlet sadece tek bir ürün üretmesi gerekmiyor; en üstün olduğu konudaki ürünü üretmelidir. David Ricardo’nun geliştirdiği bu teoriye göre kârlı dış ticaret yapılabilmesi için bir ülkenin bir malın üretiminde diğer malın üretimine göre daha yüksek oranda verimli olması, yani üretimde karşılaştırmalı olarak üstün olması gerekmektedir. Buna göre ülkeler karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malların üretiminde uzmanlaşmalı ve bunları ihraç edip, diğerlerini ithal etmelidir. Böylece her iki ülke dış ticaretten kazançlı çıkacaktır.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

112

C.U. Özgöker, E. Mert

1.2. Uluslararası Ticaretin Faydaları ve Gelişim Süreci

Adam Smith, “Milletlerin Zenginliği” adlı eserinde uluslararası ticaretin, sömürge edinmekten bile daha iyi olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir: Kalabalık ve gelişen kolonilerin ticaretindeki tekelin kendi başına herhangi bir ülkede sanayi kurmaya, hatta onu sürdürmeye bile yetmediğine İspanya ve Portekiz iyi birer örnektir. Bu iki ülke hatırı sayılır miktarda koloni sahibi olmadan önce sanayici ülkelerdi. En zengin ve en verimli sömürgelere sahip olduktan sonra ikisi de artık sanayici ülke olarak kalamadılar (Smith, 2011: 196). Avrupa’da Ortak Pazar'ın oluşumunu tamamlamak kaygısıyla Topluluk içi ticarette hala uygulanmakta olan kısıtlayıcı tarife dışı engelleri kaldırmanın ve Toplulukta özellikle son iki genişlemenin arttırdığı gelişme farklılıklarını azaltmanın gerekliliğini göz önüne alan 28 ve 29 Haziran 1985 tarihli Avrupa Konseyi Milano toplantısı, Avrupa antlaşmalarını yenilemek üzere bir hükümetler arası konferans yapılmasını kararlaştırdı. Lüksemburg'da 1985 yılı Eylül ayından Aralık ayına kadar süren ve Dışişleri bakanları düzeyinde yapılan bu konferans hem CECA, AET ve EURATOM antlaşmalarında yapılan değişiklikler hem de dış politika konusunda Avrupa işbirliğine ilişkin düzenlemeler içeren bir metin olduğundan “Avrupa Tek Senedi” adı verilen bir belgenin hazırlanması ile sonuçlanmış, 1 Temmuz 1987'de tüm üye ülkelerde yürürlüğe girmiştir (Deniau, 1990: 33).

1957 yılında gümrük birliği sürecine giren Avrupa Birliği’nin gelişim süreci, gümrük birliği teorisinin diğer bütünleşme biçimlerini kapsayacak şekilde genişletilmesine ve ekonomik bütünleşme teorisinin ortaya atılmasına olanak sağlamıştır. Ülkelerin gümrük birliği kurmalarının temel nedenleri arasında; birlik üyesi ülkelerdeki firmaları birlik dışı ülkelerin rekabetinden koruma, kaynak dağılımında etkinlik sağlama, birlik içi üretim ve rekabet düzeyini artırma, ölçek ekonomilerinden yararlanma vb. yer almaktadır (Ertürk, 1993: 8). AB’de bir yıl içerisinde 600 milyar Dolar “Katma Değer” yaratılmıştır. Bu, 54 Afrika ülkesinin toplam bir yılda ürettiği GSMH’a eşit bir meblağdır. Kaldı ki, bu 54 ülkenin içinde zengin petrol rezervleri olan; Libya, Nijerya, Cezayir ve Sudan, zengin doğalgaz yatakları olan Cezayir ve Tunus, zengin fosfat rezervleri olan Fas, zengin Bakır rezervleri olan Angola ve Kongo, nikel ve kalay madenleri olan Orta Afrika Cumhuriyeti, altın madenlerine sahip Mali ve Çad ile dünyanın en zengin rezervlerine sahip; kömür, elmas ve altın madenlerini işleten Güney Afrika Cumhuriyeti de bulunmaktadır. Tek Pazar’ın AB’de yürürlüğe girmesi ile kaldırılan teknik, mali ve fiziki engeller ile “Tek Pazar” ve sonrasında “Ekonomik ve Parasal Birliğin” tesis edilmesi üzerine 28 AB ülkesinin toplam GSMH’nın 2 trilyon dolarının üretim faktörlerinde elde edildiği hesaplanmıştır. 10 yılı (1993-2003 arası) değerlendiren bir Komisyon Raporu Tek Pazar uygulaması sayesinde (European Comission, 2002: 3):

-10 yıl içerisinde, 2,5 milyon civarında yeni ilave iş imkânı yaratıldığını, kişi başına AB GSMH'sinde 2.338 Euro'luk artış sağlandığını, -AB ülkeleri ihracatının GSMH içindeki 1992 yılında %6,9 olan payının, 2001 yılında %11,2'ye çıktığını ifade etmektedir. Aynı raporda bu önemli ihracat artışında, Tek Pazar uygulaması sayesinde, rekabete zorlanma ve buna paralel olarak yaşanan çok sayıdaki şirket evliliklerinin büyük rolü olduğu da vurgulanmaktadır. 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

113

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

1.3. Uluslararası Ticaret Açısından Devletler Hukuku

Uluslararası Özel Hukuk, Özel kişiler ve özel teşebbüslere uygulanan hukuktur. Uluslararası Kamu Hukuku ise, devletlerin birbirleriyle ilişkilerini inceleyen hukuk dalıdır. Uluslararası hukukun, Uluslararası İlişkilerde devletlerin iç hukukunun üzerinde olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Yani, Monist-Düalist ikilemi söz konusudur. AB hukuku ise, kesinlikle devletlerin iç hukukunun üzerindedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, Maastricht Antlaşması ile Birliğin üzerinde kurulduğu ilkelerden birisi olarak açıkça zikredilmiş; Lizbon Antlaşması ile de bir derece daha ileriye gidilerek, Birliğin üzerine bina edildiği “değer”lerden birisi olduğu vurgulanmıştır (Rosas ve Armani, 2010: 36). Hatta Birliğin yargı organı, bu gelişmelerden çok daha önce, “Topluluğun, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine bina edildiğini ve ne kurumların ne de Üye Devletlerin işlemlerinin temel anayasal şart olan antlaşmalara uygunluk denetiminden kaçabileceğini” net biçimde ortaya koymuştur (Rosas ve Armani, 2010: 37). Uluslararası sorunlar, müzakere ve diplomasi yoluyla çözülür. Uluslararası sorun çözülmüyorsa, karşı ülkeyi tehdit etmeden, bir ülkeden arabuluculuk yapması istenebilir. Buna rağmen, çözüm olmuyorsa Birleşmiş Milletler’e başvurulur. Tek istisna olarak, askeri saldırıya uğrandığında buna savaşla karşılık verilebilir. Uluslararası Hukukta buna “Haklı-Adil Savaş” (Justice War) denir. Uluslararası hukukun devlet iradesiyle oluştuğunu ileri süren iradeci görüşe yakın İtalyan hukukçu Anzilotti’ye göre savaş her ne kadar uluslararası legal sistemin sınırı dışında olsa da kuvvet kullanma yoluyla yeni bir hukuk kurmanın aracıdır. İç hukukta bunun karşılığı ise devrimdir. Bu nedenle savaş ne uluslararası hukuka aykırı düşer ne de bu hukukun öngörmesiyle gerçekleşir. Barışçı metotların olmaması durumunda savaşın fonksiyonu, pozitif hukukun gerçekleriyle uyumlaştırılmasındadır (Von Elbe, 1939: 684). Aksi halde, devletler uluslararası sorunlarını “Barışçı Yöntemlerle” çözmek zorundadır. Kesinlikle, askeri müdahaleler yasaktır. Ülkelerarası anlaşmazlıklar uluslararası örgütler bünyesinde çözüme ulaşılmaktadır. 1.4. Ekonomik Modeller: Liberalizm ve Sosyalizm

Dünyada iki ekonomik sistem vardır: Birincisi, planlama ekonomisi, planlı büyüme ve kalkınma olarak sosyalizmdir. İkincisi ise, bireysel mülkiyet ve girişime dayalı serbest piyasa ekonomisi olan liberalizmdir.

20. yüzyılda gerçekleşen en önemli olaylardan biri Çarlık rejiminin yıkılıp yerine sosyalist sistemin kurulması olmuştur. 1917 yılında Çarlık rejimi yıkılmış ve yerine daha önce uygulanmamış farklı bir sistem olan Sosyalist sistem kurulmuştur. Sosyalist sistemde üretim araçları kamuya ait kabul edilmektedir (Şahin, 2002: 36). Üretim araçları insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile toplum yönetimini elinde bulunduran organ tarafından üretime tahsis edilmektedir. Sosyalist sistem dünyada mevcut siyasal ve ekonomik sisteme alternatif bir sistem getirmiştir. Bu sistemde Merkezi Ekonomik Planlama (MEP) uygulanmaktadır. Üretim faktörleri tek bir merkezden kontrol edilmekte ve dağıtımdan da yine merkez sorumlu kabul edilmektedir. MEP, ekonomik problemlerin çözümünde devlet müdahalesi olmayan serbest piyasa ekonomisinin aksi özelliğine sahip bir ekonomi sistemidir (Ulutürk, 2001: 132). 19. Yüzyılda kapitalizmin oluşturduğu toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldıracağına yönelik bir iddia ile geliştirilmiştir. Sovyetler Birliği liderleri, planlanmış ve merkezden yönetilen bir ekonominin Batılı bir piyasa ekonomisinden daha rasyonel olduğunu öne sürmüşler fakat uygulamadaki sonuçlar bu iddiayı çürütmüştür (Roskin, 2007: 346). Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

114

C.U. Özgöker, E. Mert

Sosyalist sistemde üretim araçlarının mülkiyeti her daim devletin elinde tutulmaktadır. Hangi malların üretileceği ve üretilen malların ne kadar üretileceği devlet tarafından önceden belirlenmektedir. Bu sistemin en büyük özelliklerinden biri rekabetin olmamasıdır. Bu bağlamda reformlara yönelik olarak kayıtsız bir sistem yaratılmıştır. Bu durum zaman içerisinde ürünlerin kalitesinin düşmesine ve yaşam kalitesi bakımından Doğu Avrupa Ülkeleri (DAÜ)’nün Batı’nın çok gerisine düşmesine neden olmuştur. Tüketim mallarının üretimi ikinci plana atılarak, sadece endüstriyel üretime odaklanılmıştır. Bu nedenle sistem büyük bir kıtlık yaratmıştır. Mal ve hizmetlerde tüketicilerin tercihlerinden çok devleti yönetenlerin tercihleri söz konusu olmuştur. Üretilen ürünlerin miktarının merkezden belirlenmesi bazı ürünlerin fazla, bazı ürünlerin ise yetersiz üretilmesine sebep olmuştur. Bunun sonucunda bulunamayan ürünler için ikinci bir piyasa, yani karaborsa oluşmuştur. Yanlış istihdam politikalarının sonucu olarak niteliksiz işgücünün varlığı, DAÜ’lerin refah düzeyinde gerilemeye sebep olmuştur (Kavukçu, 2008: 4). Sistem 1924-1953 Stalin yönetimi altında saf olarak uygulanmıştır. Fakat Stalin’in ölümünün ardından gelen liderler Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist yapıyı yok etmek istemişlerdir. 2. ULUSLARARASI TİCARET VE KÜRESEL KURUMLAR 2.1. GATT-WTO

Evrensel yaklaşım/küreselleşme, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ne üye olan ülkeler arasında dış ticarete yönelik engellerin azaltılması ve kaldırılması esasına dayalıdır. Evrensel yaklaşım kapsamındaki çalışmalar 1944 yılında başlamıştır. Serbest dış ticaret yanlısı ülkeler Bretton Woods’ta bir araya gelerek Bretton Woods Ayarlanabilir Sabit Döviz Kuru Sistemi, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası’nın kurulmasına ve bunların yanı sıra kurulacak Uluslararası Ticaret Örgütü (ITO) kapsamında serbest dış ticaret yapılmasına ilişkin bağlayıcı kararlar almışlardır. ITO’nun kuruluş müzakereleri devam ederken, bazı ülkeler kendi aralarında tarife indirimleri yapmak ve ITO resmi hale gelinceye kadar bu indirimleri uygulamak amacıyla 1947 yılında geçici olarak kabul edilen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nı (GATT) imzalamışlardır. GATT geçici olma özelliğine rağmen, (ITO kurulamayınca) 1994 yılına kadar serbest dünya ticaretinde genel kabul gören bir anlaşma olmuştur. 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurulmuş ve GATT’ın değiştirilmiş ve geliştirilmiş hâlini kendi kapsamına dahil etmiştir. DTÖ, dış ticareti evrensel boyutta serbestleştirmeye yönelik faaliyetler yürüten yasal kuruluş olarak çalışmalarına devam etmektedir (GİB, 2009: 5). Krizlerin ortaya çıkardığı ekonomik sorunların giderilmesi için dış ticarette ve ülkeler arasındaki sermaye hareketlerinde serbestleşmeye gidilmesinin gerekli olduğu fikri dünya ülkeleri arasında yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu durum 1980’li ve 1990’lı yıllarda ülkelerin ticari ve finansal serbestleşme-küreselleşme sürecine girmelerini sağlamıştır. Ticari ve finansal küreselleşmeye ayak uyduramayan ülkeler önemli ekonomik sorunlar yaşamışlar ve küreselleşmenin nimetlerinden faydalanamamışlardır. Sovyetler Birliği, fiyat mekanizmasını kullanmaması, ileri teknolojiye sahip olmaması ve rekabet gücünü artıramaması gibi nedenlerle ekonomik etkisizlik sorunlarıyla karşılaşmıştır. Sovyetler Birliği 1980’lerin sonunda yıkılmıştır. Bu durum iki kutuplu dünya düzeninin ve Sovyet tipi dış ticaret yapısının sona ermesine ve liberal ekonomik sistemin dünyaya hâkim olmasına (tek kutuplu dünya düzeni) yol açmıştır (Seyoum, 2009: 4).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

115

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

2.2. OECD: İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı

Avrupa ülkelerinin çoğunda özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde güçlenen sosyalistler Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarlarını tehdit etmeye başlamış ve buna bir son vermek isteyen ABD, yardımın ne kadar olacağını belirtmeleri, ekonomik program hazırlamaları ve ticaret engellerinin indirilmesi gibi bazı şartların yerine getirilmesi karşılığında savaştan yeni çıkan Avrupa devletlerine bir mali yardım sağlamayı önermiştir. Bu öneriyi kabul eden Avrupa devletlerine Marshall Planı kapsamında yardımlar yapılmaya başlanmış ve 1948 yılında Lahey’de Avrupa Birleşik Devletleri kongresi yapılarak yardımların Avrupa devletlerine ulaştırılması amacıyla Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC) kurulmuştur. İlk altı ay içinde olumlu sonuçlar elde edilmiş ve 1950 yılında Avrupa Ödemeler Birliği kurulmuştur (Çimen, 1996: 45). Tüm bu olumlu gelişmeler sonucunda, ekonomik olarak istikrarlı bir yapıya kavuşmak amacıyla üye ülkelere ABD, Kanada ve Japonya’nın da katılmasıyla, bu örgüt genişleyerek Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü (OECD) adını almıştır (Bilici, 2005: 35). Avrupa'nın yeniden imarı iki aşamalı bir çalışmayı gerektirmekteydi. Birinci aşamada, ekonomik darboğazların hızla aşılacağı kısa vadeli bir faaliyet, ikinci aşamada ise, Avrupa'nın ekonomik açıdan tamiri için uzun vadeli bir program öneriliyordu. Kısa vadede, Avrupa'ya güven verilmeli, Ren kömür üretimi yeniden başlatılmalı, bu kömürün tüketim alanlarına dağıtımı sağlanmalıydı. Uzun vadede, A.B.D. Avrupa işlerine asgari düzeyde karışmalı, Avrupalıları kendi ayakları 'üzerinde durduracak bir yardım programı geliştirildikten sonra bunun uygulaması Avrupalılara bırakılmalıydı (Mee, 1984: 93). Avrupa'nın yeniden imarını amaçlayanlar, eski Avrupa devletler sisteminin yerine, kıtada kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmeye daha elverişli bir sistem kurmayı amaçlamaktaydılar. Bu en iyi, Amerikan federalizmi benzeri bir devlet yapısını Avrupa'ya uygulamak biçiminde olabilirdi. Çünkü stratejik olarak, uluslar üstü kurumlar tarafından denetlenen bütünleşmiş bir ekonomik düzen, Alman milliyetçiliğinin ve militarizminin kolayca denetim altına alınmasını sağlayabilir, Fransa'nın güvenlik ve ekonomik endişelerini gidererek Almanya'yı tamir edebilir ve dolayısıyla Sovyet ilerlemesine karşı Batı Avrupa'da uygun bir güç dengesi yaratabilirdi. Amerikalılar, kendi ülkelerinde başardıkları, geniş bir iç pazarda, serbest pazar güçleri tarafından ve merkezi kurumların eşgüdümü ile oluşturulan alt yapı üzerinde bütünleşmiş bir ekonomi yaratılması modelini Avrupa'ya ihraç etmek istiyorlardı. Nihai amaçları bir Avrupa Birleşik Devletleri kurmaktı (Hogan, 1983: 429). 3. ULUSLARARASI TİCARETİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER 3.1. İthalat Yasakları ve Kotalar (Miktar Sınırlamaları)

Ticari küreselleşme veya küresel ticaret, evrensel ve bölgesel boyutta sürdürülen dünya ülkeleri arasındaki mal ve hizmet ticaretini çok yanlı olarak serbestleştirme çabalarını ifade etmektedir. Buna göre ticari küreselleşme için dış ticareti kısıtlayan gümrük vergisi, kambiyo denetimi, kota gibi engellerin azaltılması/kaldırılması gerekmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ticari küreselleşme sürecine dahil olmuşlar ve dış ticareti serbestleştirme yönünde çalışmalar yapmışlardır. Ticari küreselleşme sayesinde dünya ticaret hacmi (ithalat + ihracat) ve küresel rekabet artmış, uluslararası piyasalar yurtiçi piyasalardan daha hızlı gelişmiş ve dünya ticareti dünya hasılasından daha hızlı büyümüştür. Finansal küreselleşme, ülkeler arasındaki kısa ve uzun Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

116

C.U. Özgöker, E. Mert vadeli sermaye hareketleriyle ilgili olarak uygulanmakta olan her türlü engel ve kısıtlamanın kaldırılması ve yurtiçi piyasanın dünya piyasaları ile bütünleştirilmesidir. Finansal küreselleşme ile dünyadaki sermaye miktarında büyük artışlar olmuş ve dünya tek bir finans piyasası haline dönüşmüştür. Üretimin küreselleşmesi, bir ülkedeki üretici firmaların başka ülkelerde firmalar kurarak, ana ülke sınırları dışında üretim yapmalarıdır. Dünya üretiminde önemli paya sahip olan çok uluslu firmalar, ucuz işgücü, doğal kaynak vb. gibi olanaklara sahip ülkelerde yatırım yaparak üretim maliyetlerini daha da düşük seviyeye çekme imkânı elde etmektedirler (Pondicherry University, 2009: 31).

Ticaretin artmasıyla krediyi kimin karşılayacağı ve ödemelerin nasıl yapılacağı sorusu ortaya çıkmıştır. Bunu, IMF ve Uluslararası İmar Bankası cevaplamıştır. Merkezi ABD’de bulunan IMF, ticaret yapıldıktan sonra kredi kısmını kimin karşılayacağı ve ödemelerin nasıl yapılacağını kontrol eden ve belirleyen bir para fonudur. Savaştan zarar gören ülkelerin hasarlarını tazmin etmek, iktisadi kalkınma için gerekli olan ithalatlarını yapabilmeleri için; uzun dönemli, uygun koşullu ve düşük faizli kredi temin etmek üzere kurulmuştur. IMF’in sahip olduğu rol kuruluşta belirlenen rolün çok ötesine geçmiştir. IMF neo-liberal ekonomi politikalarının savunucusu konumuna gelmiştir. Bu politikaların önerildiği ülkelerde, öncelikle hukuk sisteminin işlemesi, borsanın ve banka düzeninin yapısı gibi gerekli alt yapı çalışmalarına yoğunlaşmıştır (Gülcan ve Kuştepeli, 2006: 246). IBRD ve IMF’in II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde kurulmuş olması bir tesadüf değildir. Bu kuruluşların oluşturulmasının fikir babası olan üçlü; ABD Hazine Sekreteri Henry Morganthau, Baş Ekonomi Danışmanı Harry Dexter White ve İngiliz ekonomist John Maynard Keynes’tir. Savaş ertesi yıkılmış ekonomileri yeniden inşa etmek ve uluslararası ekonomik işbirliğini geliştirmek için çok taraflı bir çerçeve oluşturularak, ortak karar alma anlayışına ve ticari ve ekonomik ilişkilerin yürütülmesinde işbirliğine dayanılan bir ekonomik düzen yaratılması gereğini ifade etmişlerdir. Bu yüzden, her iki kuruluş da II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sının yeniden inşasına yardımcı olmak için oluşturulmuştur denilebilir (Taillant, 2002). ABD, GATT’ı malların serbest dolaşımı için kurmuştur. IMF’yle finansmanı sağlamış ve IBRD ile savaşlardaki hasarları telafi edip kalkındırma aşamalarını uygulamaya koymuştur. Uluslararası Finans Kurumu (IFC)’ye üye bir devlet olabilmek için ülkenin IBRD ve IMF kuruluşlarına üyeliği gerekir. IFC’nin 2002 mali yılı taahhütleri 75 ülkede 204 şirkete ayrılan 3 milyar ABD Doları’dır (sendikasyon kredileri dahil; bu tutarın 2,7 milyar ABD $’ı kendi hesabınadır). 178 üyesi vardır. Türkiye ise IFC’ye 1956 yılında üye olmuştur (Kaya, 2002). 3.2. Rekabet Kanunları ve Gereklilikleri

İlk “Rekabet Kanunu” Kanada’da (1889) ve ikinci olarak ABD’de (1890) ortaya çıkmıştır. Kapitalist ülkeler, anti-tekelci politikalar ileri sürmekteydi. Tekel’in tüm rakipleri piyasadan silmesi ve kaliteyi düşürmesi kesinlikle yasaktır. ABD’deki kanunlar doğrultusunda, tekelleşme ve kartelleşmeye yönelik girişimlere hapis cezaları getirilmiştir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

117

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

3.2.1. Damping

Ticarette, Rekabeti telafi edecek iki unsur bulunmaktadır. Birincisi, dampingdir. Damping, bir malın yurtiçine göre yurtdışına daha düşük fiyatla satılması olarak tanımlansa da pratikte malların yurtdışı piyasalarda üretim maliyetlerinin altında bir fiyatla satılması olarak nitelendirilir (İyibozkurt, 2001: 206). 3.2.2. Sübvansiyonlar

Yardım (sübvansiyon) bir malın üretimini ve ihracatını teşvik etmek için kamu tarafından sağlanan ayni ve nakdi desteklerdir. Ancak bu destekler ithalatçı ülkede damping etkisi yaratarak haksız rekabete neden olmaktadır. DTÖ kurallarına göre bu durumdan zarar gördüğünü ispatlayan ülkeler, yüksek anti sübvansiyon vergisi veya telafi edici gümrük vergisi uygulama hakkına sahip olmaktadır. Örneğin; 1989-1990 yılları arasında AB’nin, Türkiye’den ithal ettiği tekstil, giyim eşyası, demir-çelik, cam eşya ve televizyon gibi mallar için 11 adet sübvansiyon (damping) soruşturması açması gibi (Tuncer, 1995: 250). 4. EKONOMİK BÖLGESELLEŞME

Devletlerarası ilişkilerde ve uluslararası siyaset literatüründe bölgeselleşme girişim ve çalışmalarının kökenleri oldukça eskiye dayanmaktadır. Ancak, 20.yy’ın ortalarına kadar geçen süreç erken dönem olarak adlandırılırken (Söderbaum 2015: 6), bölgeselleşme ile ilgili bir literatürün oluşması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda gerçekleşmiştir (Fawcett, 2012: 2). Günümüz bölgesel organizasyonlarından birçoğunun temeli Soğuk Savaş döneminde atılırken iki kutuplu sistemin yıkılmasının ardından dünyanın hemen her coğrafyasında bölgeselleşmenin hızlandığı görülmüştür (Smith, 1997: 64). Motivasyonlarının ve hedeflerinin çeşitlendiği bölgeselleşme faaliyetleri güvenlik, ticaret, kültür, eğitim gibi alanlarda işbirliklerini kapsarken en yaygın bölgeselleşme türlerinden birini ekonomik bölgeselleşme oluşturmuştur (Hettne, 2003: 24).

Bölgeselleşme çalışmalarında bulunan birçok akademisyen bölgeselleşmenin açıklanmasından önce bölge kavramının muğlaklığına değinmiştir (Hurrell, 1995: 333) Bölgeyi hangi unsurların oluşturduğu üzerinde bir fikir birliği olmamakla beraber genel kanı yalnızca coğrafi yakınlığın yeterli olmadığı yönündedir. Yakınlığa ek olarak benzer değer, kültür ve tarihi paylaşmak hem bölgeyi oluşturan hem de diğer toplumlarca bu yönde zihinsel bir imajın oluşması bölge tanımının içine dahil edilmiştir (Acharya, 2008). Ticaret anlaşmalarının faydaları hakkında akademide görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin bebek endüstrileri korumak ve ithal ikameci sanayiyi teşvik edebilmek için aralarında Tercihli Ticaret Anlaşması (TTA) kurabilmekte bu sayede ekonomik gelişme ve kalkınmalarına TTA’lar olumlu etki edebilmektedir. Bunun yanında bölgesel organizasyonlar yoluyla uluslararası müzakerelerdeki aktör sayısını azaltmasıyla kararların alınmasına katkıda bulunabilmektedir (Krugman, 1993: 73). Ancak, üçüncü tarafları dışlayıcı etkisiyle GATT ve DTÖ’nün oluşturmayı hedeflediği mal ve hizmetlerin küresel serbest dolaşımını engelleyici bir boyutu da bulunmaktadır. Bununla beraber bölgesel faaliyetlerin zamanla genişleyerek küresele evrilebileceği veya zayıf ülkeleri küreselle rekabet edebilecek konuma gelmelerine yardımcı olduğuyla ilgili de görüşler bulunmaktadır. Kuruluş amacı ekonomik küreselleşmeyi desteklemek

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

118

C.U. Özgöker, E. Mert olan GATT ve DTÖ’nün bölgeselleşmeye izin vermesi bu perspektiften değerlendirilebilmektedir (Telo, 2007: 6). Bölgeselleşme çalışmaları daha çok Avrupa merkezli olmakla beraber Avrupa dışı bölgesel organizasyonlar ve bölgeselleşme girişimleri özellikle 1990’lardan sonra Afrika ve Asya kıtalarında hız kazanmıştır (Mehmetçik, 2019). Bu bağlamda bölgesel kurum ve organizasyon sayısı bakımından Latin Amerika da bölgesel girişimlerin yoğun olarak bulunduğu bir coğrafya olarak karşımıza çıkmaktadır Bölgesel Ticaret Anlaşması (BTA), çoğunlukla aynı coğrafi bölgede yer alan ülkelerin, aralarındaki dış ticaret engellerini kaldırarak, ticareti karşılıklı olarak serbestleştirmeleri durumudur. BTA’lar dört grupta toplanabilir: Tercihli Ticaret Anlaşmaları, Serbest Ticaret Bölgesi, Gümrük Birliği ve Ortak Pazar (Bakan ve Kocağ, 2012). Tarihte bilinen ilk BTA, M.Ö. XIV. yüzyılda Mısırlı IV. Pharaoh Amenophis ile Kral Alasia arasında imzalanan uluslararası hukuk niteliğindeki metindir. Yapılan bu anlaşma ile Kıbrıslı tacirler, belirli oranda bakır ve ağaç karşılığında, Mısır’da gümrük muafiyetinden yararlanmışlardır (Gençosmanoğlu, 2010). Dünya genelinde ülkelerin çok sayıda bölgeselleşme girişimi oluşturmaları ve aynı zamanda ülkelerin birden fazla bölgeselleşme girişimleri içinde yer alma çabaları uluslararası ticaret düzeninde karmaşık bir yapı meydana getirmiştir. Bhagwati (1995) bu yapıyı tanımlamak için “spagetti kasesi” (spaghetti bowl) kavramını kullanmıştır. Spagetti kasesi yaklaşımında kâse, çok taraflı ticaret sistemini ifade etmektedir. Kâsenin içindeki spagettilerin karmaşık görüntüsü ise bölgeselleşme girişimlerinin ulaştığı karmaşık düzeni nitelendirmektedir (Genç ve Berber, 2011). Birinci aşama MFN (The Most Favorite Nation – Ticarette En çok Kayırılan Ülke), Uluslararası ticaretin birinci basamağıdır. Üye ülkelerin ticaret ortakları arasında ayrım yapmamasını zorunlu kılmaktadır (GİB, 2009). İkinci aşama Serbest Ticaret Antlaşmalarıdır (STA) (Free Trade Agreements), iki ya da daha fazla ülke arasında ticaret engellerinin ortadan kaldırılarak, taraflar arasında bir serbest ticaret alanı oluşmasını sağlayan ancak taraf ülkelerin üye olmayan üçüncü ülkelerle ticaretinde bireysel düzenlemelerini sürdürmelerine izin veren anlaşmalar olarak tanımlanabilir (Pınar vd., 2013: 2). Taraf ülkelerin karşılıklı yarar sağlayarak ve engellerin kaldırılmasıyla oluşan bir serbest ticaret alanıdır. Gümrük birliğinden farklı olarak STA’da üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulanmamaktadır. Buna ek olarak gümrük birliğinde serbest dolaşım maddesi mevcut iken, STA’da menşe kuralları geçerlidir (Aynacı, 2015: 10). Üçüncü aşamada Gümrük Birliği (Customs Union) yer almaktadır. Ülkelere karşı herkes serbesttir ancak, üye ülkeler aralarında gümrükler sıfırlanacaktır. Bu aşamada, üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifeleri belirlenmektedir. Dördüncü Aşama, Ortak Pazar’dır (Common Market). Bu aşamada, tüm tarife ve kısıtlamalar kaldırılarak ortak dış tarifeler konulur. Mallar dışındaki üretim faaliyetlerini de serbest dolaşım sağlayacaktır. Yani; kişiler, sermaye ve hizmetler serbest dolaşacaktır. Şanghay İşbirliği Örgütü, Ortak Pazar aşamasındadır.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

119

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

Beşinci Aşama, Ekonomik ve Parasal Birliktir (Monatery Union). Bu aşamada; tek vergi oranı, tek faiz oranı, tek para birimi ve tek siyasi birlik vardır. Parasal birlik, ekonomik ilişkileri yoğun ülkelerin paralarını birbirlerine bağladıkları ama birlik dışındaki ülkelere karşı ise serbestçe dalgalanmaya bıraktıkları, konvertibilitenin tam anlamıyla sağlandığı, sermaye hareketlerine karşı konulan tüm kısıtlamaların giderildiği, milli paraların birbirine çevriminde her türlü işlem maliyetlerinin ortadan kaldırıldığı ve sonuç olarak da tek para ve merkez bankasına geçilmeğe kadar olan aşamalar bütünü şeklinde tanımlanabilir (İKV, 2000: 2). Özellikle son 40-50 yılda adından söz ettiren bir kavram olarak karşımıza çıkmakla birlikte tarihteki para birliklerine bakıldığında, ilk kez 1707’de İngiliz-İskoç birliği görülmektedir. ABD para birliği 1850’de, 1991- 1994’te ise eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri para birlikleri göze çarpmaktadır (Töre, 2000). 4.1. Kuzey Amerika’da Bölgeselleşme

NAFTA Antlaşması ABD, Kanada ve Meksika devlet başkanları Bush, Mulroney ve Salinas tarafından 12 Ağustos 1992'de Washington'da imzalanmıştır. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), ABD, Meksika ve Kanada arasında dört yılı aşkın müzakereler sonucunda imzalanarak 1 Ocak 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Alaska’dan Arjantin’e uzanan bir serbest ticaret bölgesi oluşturmayı amaçlayan NAFTA, üyeleri arasında ticaretin serbestleştirilmesi ve yatırımların teşvikini sağlayarak ticaretin önündeki tarife ve tarife dışı engellerin aşamalı bir şekilde kaldırılmasını hedeflemektedir. Üye ülkeler arasında olumlu bir ticaret ve yatırım ortamı kurması beklenilmesi sebebiyle böyle bir ortamın unsurları olan yatırım, hizmetler, fikri mülkiyet hakları, rekabet ve işadamlarının geçici olarak piyasaya girişini düzenleyen konuları da kapsamaktadır (Balkır, 2010). 4.2. Latin Amerika’da Bölgeselleşme

Güney Amerika’nın erken dönem bölgeselleşmesinde kolonyal devletlere karşı bölge ülkelerinin birleştirilmesi fikri yer almaktadır. Bağımsız bir Latin Amerika oluşturma hedefinden hareketle Simon Bolivar, bölgenin bir araya gelmesi gerekliliğine vurgu yapmış, 1819 ve 1826 yılında Bolivar’ın çağrısı üzerine Angostura ve Panama Kongresi’nin düzenlenmesine karar verilmiştir. Ancak hem dış etkiler hem de ülkelerde milliyetçiliğin gelişmesi üzerine Pan-Latin Amerika fikri uygulanamamıştır (Castro-Klarén, 2003: 26). Erken Latin Amerika bölgeselleşmesinin başarılı olamamasının bir nedeni de ABD’nin Monroe Doktrini olarak değerlendirilmiştir (Aguirre, 2005: 17).

İlerleyen dönemlerde Avrupa’daki bölgeselleşme fikrinin aksine dünyanın geri kalanında olduğu gibi Latin Amerika’da da anti kolonyal fikirlerin yayılmasıyla ekonomik kalkınmayı, devlet eliyle sanayileşmeyi, ulus inşasını, korumacılığı ve ithal ikameciliği sağlayacak bölgesel entegrasyonlar önem kazanmıştır. Büyük buhrandan da etkilenen ülkeler, ekonomik olumsuzlardan korunmanın yolunu işbirliğinin arttırılmasında görmüştür (Söderbaum, 2015: 14). Bu durumun en önemli göstergelerinden birini Latin Amerika ülkelerinin 1945 yılındaki BM Tüzüğü hazırlanırken bölgeselleşmeyi anlaşmazlıklara barışçıl çözümler üretme mekanizması olarak tüzüğe dahil etme çabaları oluşturmuştur. ABD’nin liderliğini yaptığı küreselcilere karşı Latin Amerika ağırlıklı bölgeselciler grubu, yetkilerin tek bir elde (BMGK-Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) toplanması yerine bölgesel grupların otoriteyi paylaşması gerekliliğini savunmuşlardır. Düşüncelerinin temelinde bölgesel barış doktrini olarak ifade edilen ve yakın Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

120

C.U. Özgöker, E. Mert toplumların birbirini daha iyi anlayacağı, dolayısıyla sorunların çözümüne daha kolay ulaşılacağı yer almaktadır. Girişimleri sonucu Bölüm 6 Madde 33/1 ve Bölüm 8 Madde 52/2’de bölgesel organizasyonların çatışma çözümlemelerdeki rolü resmi olarak tanınmıştır (Acharya, 2012: 6). Soğuk Savaş döneminde Latin Amerika bölgesel girişimlerinin ilkini 1948 yılında Latin Amerika Ekonomik Komisyonu (ECLA) ve daha sonra Karayipler’in komisyona katılmasıyla ECLAC oluşturmuştur. BM bünyesinde kurulan beş bölgesel organizasyondan biri olan komisyonun amacı, üye ülkelerin ekonomilerinin güçlendirilmesi ve küresel ticaretle rekabet edebilecek seviyeye getirilmesidir. (Malamud ve Gardini, 2012: 119), bu tarihten sonra Latin Amerika’daki bölgeselleşmenin dört dalga halinde gerçekleştiğini ifade etmiştir. İlk dalga ECLAC’ın kurulmasının ardından Meksika’yı da kapsayacak şekilde 1960 ve 1962’de kurulan Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği (LAFTA) ve Orta Amerika Pazarı (CACM) kapsamında gerçekleşmiştir. Bu girişimlerin ardından 1969 ve 1973’te Andean Paktı (CAN) ve Karayip Topluluğu’nun (CARICOM) kuruluşu ikinci dalga olarak nitelendirilmiştir. 1980’lerden sonra bölge ülkelerinin demokrasiye geçişiyle birlikte üçüncü dalga ortaya çıkmış, MERCOSUR’un kurulması da bu çerçevede değerlendirilmiştir. 2000’ler sonrası Güney Amerika Milletler Birliği (UNASUR) ve Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak (ALBA) da olduğu gibi siyasi kimlik ve güvenlik konuları ön plana çıktığı post hegemonik/post liberal dördüncü dalga gerçekleşmiştir. 4.2.1. LAFTA

LAFTA – Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi anlaşması, 1960’ta Arjantin, Şili, Brezilya, Meksika, Paraguay ve Peru’nun imzaladığı Montevido anlaşması ile gerçekleştirilmiş, 1970’te Uruguay, Kolombiya, Ekvador, Venezüella’nın katıldığı ve 1980’de yerini Latin Amerika Entegrasyon Birliği’ne (ALADI) bırakmıştır (Grebler, 2003: 7). 4.2.2. MERCOSUR

Güney ülkeleri arasında gerçekleştirilmiş en geniş çaplı ve en başarılı bölgesel serbest ticaret inisiyatifi MERCOSUR’dur. Brezilya ve Arjantin ülkeleri arasındaki ikili anlaşmalarla başlayan birlik daha sonra genişletilmiştir (Aggarwal ve Espach, 2004: 25). Latin Amerika coğrafyasının %67’sini ve nüfusunun %47’sini temsil eden MERCOSUR Latin Amerika’da yapılan entegrasyon çalışmaları arasında en önemlisidir. Bu oluşum, Açık Bölgeselcilik, yani kalkınmanın ekonomi ile birlikte ele alınarak yorumlanması ile değerlendirilmektedir (Niemann, 1999: 152). MERCOSUR dönemin küresel gelişmeleri ışığında gerçekleştirilmiştir. Bunlardan ilki Soğuk Savaş’ın sona ermesidir. Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber dünyada neo-liberalizm dalgası yayılmış, hem Latin Amerika’daki askeri rejimler demokratikleşme sürecine girmiş hem de ABD bölgeye komünist – demokrat perspektifinden bakmaya son vermiştir (Mecham, 2003: 369). Şu anda Ortak Pazar ve Ekonomik birlik arasında bir noktada bulunan MERCOSUR bütünleşmesinde ticaretin serbestleştirilmesine dair programın hazırlanması, ortak gümrük tariflerinin uygulanması tam olarak gerçekleştirilememiş olsa da ekonomik ve sektörel politikaların koordinasyonunun ve bölge için ticaretin gerçekleştirilmesi söz konusudur (Tahsin, 2007: 246).

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

121

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

4.3. Avrupa’da Bölgeselleşme 4.3.1. EFTA

Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA), 3 Mayıs 1960’ta Stockholm Konvansiyonu ile 7 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler Avusturya, Danimarka, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre ve İngiltere'dir. İzlanda 1970 yılında, Finlandiya ise 1986 yılında bu birliğe katılmışlardır. EFTA'nın ilk hedefi endüstriyel ürünlerin EFTA üyeleri arasında serbest dolaşımını sağlamaktır. EFTA ülkelerinin büyük bir bölümü savaşa katılmamış, Baltık denizi ve Atlantik denizine komşudurlar. 4.3.2. Avrupa Birliği 4.3.2.1. AB’nin Tarihçesi

Avrupa’da ilk ekonomik bütünleşme, 1932 yılında imzalanan Quchy Antlaşması ile gerçekleştirilen Belçika, Hollanda ve Lüksemburg birleşmesidir. Benelux adı verilen bu birleşmede istenilen amaca, 1944 yılında ulaşılmış ve Gümrük Birliği hayata geçirilmiştir (Karluk, 1996: 38).

4.3.2.2. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)

Almanya’nın tekrar güçlenmesi ve SSCB’nin Çekoslovakya ile Doğu Almanya’yı yanına çekerek Avrupa ülkeleri için bir tehdit oluşturması, 1951 yılında Avrupa Birliği’nin temellerinin atıldığı Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin kurulmasına neden olmuştur (Önen, 1989: 122). Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun amacı, başta Almanya ve Fransa olmak üzere birliği kuran Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve İtalya’nın da içinde bulunduğu altı üye ülkenin milli ticaret sınırlarını kaldırarak, ekonomik bir birlik oluşturmaktır (Ayanoğlu, 1995: 49). Diğer amaçları ise, topluluk tarafından belirlenen yatırım projelerini hızlı bir şekilde hayata geçirmek, demir-çelik sektöründe istihdamı artırarak işçilerin konut sahibi olmasını sağlamak, demir-çelik üretimini artırarak yatırımları desteklemek, kömür ve çelik üretimi üzerinden alınan vergiler ile üye ülkelerden topluluğa aktarılan kredi ve borçlanmalardan birliğin finansman kaynağını oluşturmaktır (Tekin, 1990: 178). 4.3.2.3. Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)

Kömür ve Çelik ürünleri konusunda başlayan başarılı birleşme hareketleri, yerini ekonominin bütün sektörlerini kapsayan bütünleşme çalışmalarına bırakmıştır. Orta Doğu’daki Mısır – İsrail savaşı sonucu ortaya çıkan petrol ihtiyacını düzenleyecek bir topluluk olarak Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM), ekonomik birleşme için ise Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 25 Mart 1957 yılında kurulmuştur (Çelik, 2005). Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasındaki amaç üye ülkelerin refahının en üst düzeye çıkarılması için ortak pazarın kurulması ve üye devletlerin ekonomik politikalarının giderek birbirine uyumu sağlanarak sürekli bir yayılma gerçekleştirilmesidir (Karluk, 1996: 46). Ayrıca adalet ve içişlerinde iş birliğinin sağlanması ile ortak güvenlik ve dış politikaların kurulması da Maastricht Anlaşması’nın AB’ye sağladığı diğer ortak politikalardır. Roma Antlaşması ile Konsey, Komisyon, Parlamento, Adalet Divanı, Sayıştay ile Ekonomik, Sosyal, Danışma Komiteleri olmak üzere AET’nin altı organı belirlenmiştir (Bilici, 2005: 49).

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

122

C.U. Özgöker, E. Mert

4.3.2.4. AET’den AB’ye Geçiş Süreci

Avrupa Ekonomik Topluluğu’ nu (AET) kuran Roma Antlaşmasının aldığı karar gereği 1959 yılında ilk gümrük indirimleri gerçekleşmiştir. 1968 tarihinde, üye ülkeler arasındaki malların giriş çıkışında, gümrük vergilerinin ve eş etkili tedbirlerin kaldırılması konusunda Gümrük Birliği kurulmuştur. 1992 tarihinde imzalanıp 1993 tarihinde yürürlüğe giren ve resmi adı Avrupa Birliği Antlaşması olan Maastricht Antlaşmasıyla, Roma Antlaşmasının bazı maddeleri ortadan kaldırılarak ekonomik, siyasi ve sosyal birliğin sağlanması amaçlanmıştır (Bilici, 2005: 37). Avrupa Birliği esası üzerine kurulan Maastricht Antlaşması ile birlikte Avrupa Ekonomik Topluluğunun adı Avrupa Topluluğu’na dönüşmüş, ayrıca sosyoekonomik ilerlemeyi hızlandıran ve güçlendiren 3 temel ilke benimsenmiştir (Karluk, 1996: 82): - Rekabet İlkesine dayanan serbest piyasa ekonomisi. - Kamu Maliyesinin sağlıklı şekilde idaresi. - İkame etme ilkesi. 1957 Roma Anlaşmasıyla belirlenen ortak politikalar, 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht’de imzalanan antlaşma ile değişmiştir. Avrupa Birliği kavramı, Avrupa Toplulukları (AKÇT, AAET, AT) aracılığıyla izlenen hedef ve politikalar ile Avrupa Birliği antlaşmasıyla getirilen ve aşamalı olarak geçilecek üç yeni eylem (Ekonomik ve Parasal Birlik, Avrupa Vatandaşlığı ile Ortak Güvenlik ve Dış Politika) alanının kapsadığı hedef ve politikaları bir bütün olarak ifade etmek üzere kullanılmaktadır (Borchard, 2000). 4.3.2.5. Birinci genişleme (İngiltere, İrlanda, Danimarka- 1973)

Bu ilk “Kuzey – Genişlemesi”yle Avrupa Topluluğu üye sayısını altıdan dokuza çıkarmış ve böylece genişleme süreci başlamıştır. 4.3.2.6. İkinci genişleme (Yunanistan- 1981)

İkinci genişlemede 1981’de Yunanistan’la birlikte Türkiye’de AET’ye girecekti ancak 1973 ve 1980 yılları arası istikrarsız ve iktidarsız hükümetleri nedeniyle Türkiye şansı kaçırmış ve AET’ye girememiştir. 4.3.2.7. Üçüncü genişleme (İspanya, Portekiz- 1986)

Bu gelişme, ilginç ve örnek gösterilecek bir durum niteliğindedir. Bu üç ülkenin ikisi katılımlarından kısa bir süre önce faşist yönetimi (İspanya, Portekiz) diğeri ise askeri diktatörlüğü (Yunanistan) geride bırakmışlardı. Bu ülkeler, Avrupa Topluluğu’na girilmesiyle desteklenen ve hızlandırılan demokratik sistemi uyarlama sürecine girdiler. Böylece Avrupa Birliği’ne üç üye daha katılmış ve toplam sayı on ikiye çıkmıştı. Bir başka ifade ile üye sayısı ikiye katlanmıştır (Stammen, 2008).

4.3.2.8. Dördüncü genişleme (Avusturya, Finlandiya, İsveç- 1995)

Dördüncü genişleme aşaması, ikinci Kuzey genişlemesi şeklinde olmuştur.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

123

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

4.3.2.9. Beşinci genişleme (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya, Estonya, Malta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi- 2004) (Romanya, Bulgaristan- 2007)

Beşinci genişleme komünizm çöktükten sonra, tarafsız doğu bloğuna yönelmiştir. 1989’da Berlin duvarının yıkılması ile 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya birleşmiştir. 1993 senesinde eski sosyalist ülkelerin birliğe girişini düzenleyen Kopenhag Kriterleri Konferansı’nda tam on iki ülke – böylece toplam sayı 27’ye ulaşacaktı – belirlendi. Eski Doğu Almanya’nın Federal Almanya’ya katılımıyla şimdi onun bir parçası olan eski bir sosyalist ülke Avrupa Birliği’nin üyesi oldu. Bu durum, benzeri gelişmelere de örnek oluşturarak bazı sonuçlar doğurdu. Bir başka ifade ile AB, sosyalizmden yeni çıkmış ve demokrasi yolunda ilerleyen bu ülkelere yardımcı olmak durumunda kaldı. AB’nin yardımı da bu ülkelere AB’ne girme teklifi oldu. Burada AB için var olan sorunu daha da ağırlaştıran bir durum ortaya çıkmıştır (Stammen, 2008). Beşinci dalgaya ait olan Bulgaristan ve Romanya’nın üyelikleri 1 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşmiştir. 4.3.2.10. Altıncı genişleme (Hırvatistan- 2013)

2003 yılında adaylık başvurusu yapan Hırvatistan, 3 Ekim 2005'te ülkemizle birlikte katılım müzakerelerine başlamıştır. 4.3.3. Norveç’in Özel Durumu

Norveç gelirini iki ana kaynaktan elde etmektedir: Birincisi %60 Balıkçılık: AB’nin Ortak Balıkçılık Politikası vardır. Örneğin; belirli bir miktar balık ve belirli miktar deniz mahsulü üretilebilir ya da şu tarihten önce avlanılamaz gibi kotalar mevcuttur. Norveç halkı, denizden gelen bu zenginliği diğer Avrupa ülkeleri ve halklarıyla paylaşmak istemedikleri için referandumda 2 kez AB’ye girmeyi reddetmişlerdir. İkincisi %40 Petrol: Petrolü denizde bulmuşlardır. AB’ye girdiklerinde AB Ortak Enerji Politikasındaki katı kurallardan etkilenecek veya petrolü AB ile paylaşmak zorunda kalacaktır. Zaten Norveç’in de üye olduğu, Avrupa Ekonomik Alanı (EFTA+AB) (Eurepoean Economic Area- EEA) 27 AB ülkesi ile Ortak Pazar oluşturmuş durumdadır. Bu yüzden, Norveç’in AB Tam üyeliğine ihtiyacı yoktur. 4.3.4. COMECON

COMECON, 1949 yılında Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bölgesel bir örgüttür. Görünüşte sosyalist ülkeler arasında karşılıklı yardımlaşmayı gerçekleştirmek için kurulsa da aslında Sovyet Rusya tarafından, sosyalist ülkelerin ekonomilerini kendisine entegre etmek ve bu ülkeler üzerinde ekonomik hakimiyet oluşturmak için kullanılmıştır (Armaoğlu, 2010: 585). COMECON etkin bir dış politika, bu politikayı desteklemek için ağır sanayi içerisinde ileri düzeyde üretim, endüstri ve tarım alanında işçi sınıfına yönelik katı düzenlemeler ve son olarak da üreten kesimin etkin üretim güçlerini devam ettirebilmesi için tarımsal ürünün fazla verilmesi gibi başlıca hedefler üzerine kurulmuştur (Kavukçu, 2008: 5). Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Polonya’dan oluşan COMECON, sonrasından Moğolistan, Doğu

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

124

C.U. Özgöker, E. Mert

Almanya, Vietnam, Arnavutluk, Küba ve Yugoslavya’yı da üyeliğe kabul etmiştir. Şubat 1991’de feshedilmiştir. 4.4. Asya’da Bölgeselleşme 4.4.1. CENTO (Central Treaty Organization)

Central Treaty Organization (Merkezi Antlaşma Teşkilatı) önceki adı ile Bağdat Paktı (1955-1959), Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında, Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'da nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan eski karşılıklı güvenlik ve savunma örgütüdür. ABD’nin Sovyet tehdidi endişeyle kurulmasını teşvik ettiği Bağdat Paktı (Yeşilbursa, 2007) Menderes’i Ortadoğu’da daha fazla söz sahibi yaptı. Her şeyden önce bu pakt Sovyetlere karşı oluşturulmak istenen güvenlik zincirinin önemli bir halkasını oluşturuyordu. Türkiye’ye biçilen rol de Arap Ortadoğu’sunu bu paktın içine dâhil edebilmekti. Ama Irak dışında Arap Ortadoğu’su bu pakta ilgi göstermedi. Üstelik bu girişim emperyalist güçlerin Ortadoğu’nun petrolünü güvenlik altına almak ve İsrail’in çıkarlarına hizmet etmek olarak algılandı. Nitekim 1956 Süveyş Krizi bu paktın güvenirliliğin zayıflamasına, 1958 Irak Darbesi ise dağılmasına sebep oldu. Daha doğrusu Pakt, CENTO’ya (Central Treaty Organisation – Merkezi İşbirliği Teşkilatı) dönüştü ama işlevselliği tartışılan bir örgüt olarak kaldı (Göktepe, 2002: 928). Bağdat Paktı’nın sonuçları Türkiye açısından da son derece olumsuz olmuştur. Öncelikle Ortadoğu devletleri ile batı arasında etkili bir iletişim geliştirilmesini sağlayamamıştı. Ancak Bağdat Paktı fikri ortaya çıktığında Türkiye’nin ana hedeflerinden bir tanesi de Arap devletlerini Batı’ya yaklaştırmaktı. Bunun doğal sonucu olarak da Ortadoğu’nun lideri konumuna gelecekti. Ne yazık ki Bağdat Paktı’nın başarısız olmasının Türkiye açısından en olumsuz sonuçlarından bir tanesi de Ortadoğu’da çok istediği liderlik rolünü üstlenememesi oldu. Üstüne üstlük Osmanlı geçmişini hatırlatacak emperyalist politikalar izlemekle suçlandı. Ayrıca Bağdat Paktı nedeniyle İsrail ile olan ilişkileri de bozuldu. DP (Demokrat Parti) için çok daha kritik bir sonucu ise ABD ekonomik yardımlarının özellikle 1955’ten sonra azalmış olmasıdır (Fırat ve Kürkçüoğlu, 2009: 615). 4.4.2. RCD (Regional Corporation Development)

CENTO türü örgütler, soğuk savaş döneminde Batı ve özellikle ABD’nin “containment” (çevreleme) politikası kapsamında SSCB etrafında askeri ve ekonomik örgütler kurdurarak sosyalizmin yayılmasını önce durdurmak ve sonra da çökertmeyi hedeflemişti. Bu kapsamda ABD, Balkan Paktı, CENTO, ekonomik kanadı olan RCD, SEATO ve ANZUS askeri ve ekonomik uluslararası örgütlerini kurdurarak SSCB’yi dört bir yandan çevirmiş savaşlara ve yoksulluğa neden olarak, demokrasinin evrensel ilkelerini soyut bir ‘komünizm’ düşmanlığı adı altında ayaklar altına almıştı (Boulding, 1965). 4.4.3. ECO (Economic Cooperation Organization)

İran- Irak savaşı, Tahran’daki ABD elçiliğinin işgali gibi olaylar nedeniyle, İran’a yaptırımlar uygulanmaya başlamış, silah ve ekonomik ambargo başlatılmış ve İran’ın yurtdışındaki 150 milyar dolarlık mal varlığı dondurulmuştu (Ganzle, 2007). Bu yaptırımlar sonucu İran

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

125

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret yumuşayarak 1983’te RCD yerine Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (Economic Co-operation Organisation – ECO) kurulmasını onaylamıştır. 4.4.4. ASEAN

8 Ağustos 1967 tarihinde, Güneydoğu Asya ülkelerinden Endonezya Dışişleri ve Siyasi İşler Bakanı Adam Malik, Malezya Başbakan Yardımcısı Tun Abdulrazak, Filipinler Cumhuriyeti Dışişleri Sekreteri Narciso Ramos, Singapur Dışişleri Bakanı S. Rajaratnam ve Tayland Dışişleri Bakanı Thanat Khoman, Tayland’ın başkenti Bangkok’ta yeni bir bölgesel yapılanma oluşturmak amacıyla bir ittifak bildirgesi imzaladılar. İmzalanan bu bildirge ASEAN (The Association of Southeast Asian Nations) Deklarasyonu olarak adlandırıldı ki “Bangkok Deklarasyonu” olarak da bilinmektedir (Times, 1967). Bu deklarasyona imza atan ülkeler, birlik şemsiyesi altında ekonomik büyüme, sosyal ilerleme ve küresel gelişme, bölgesel barış ve istikrar, ekonomik, sosyal, kültürel, teknik, bilimsel ve idari iş birliği, eğitim ve araştırma alanında karşılıklı yardım, tarım ve ticaret alanlarında işbirliği ile ticaret, ulaşım, iletişim alanlarında iş birliği ve yaşam standartlarının iyileştirilmesi, Güneydoğu Asya üzerine yapılan çalışmaların tanıtılması ve geliştirilmesi, bölgesel ve uluslararası organizasyonlarda işbirliği yapma gibi konularda anlaşmaya vardılar. (Severino, 2008: 2) 4.4.5. APEC (Asia Pasific Economic Cooperation)

Doksanlı yılların sonunda yaşanan Asya finansal kriziyle birlikte, gelişmekte olan birçok Doğu Asya ülkesi daha önceki dönemlere kıyasla ekonomik büyümelerinde daralma yaşamışlardır. Bu durum söz konusu ülkelerin kriz öncesindeki kazanımlarını tekrar elde etmelerini zorlaştırmıştır. Kriz sonrasında birçok gelişmekte olan Asya ülkesi yeni bir Asya Mucizesi’ni başlatmak için alternatif arayışlara girmişlerdir. Bunlardan biri de bilgi ekonomisi üzerine odaklanmaktır (Tan ve Hooy, 2007: 17).

Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik gelişmeyi ve refah düzeyini artırmak amacıyla 1989 yılında Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (APEC) kurulmuştur. APEC’e üye olan 21 ülke yer almaktadır. ABD, Çin ve Japonya başta olmak üzere dünya ekonomisinde belirli paya sahip ülkeler bu teşkilat içerisinde yer almaktadırlar. Teşkilata üye ülkeler bir bütün olarak dünya nüfusunun yaklaşık %40’ını oluşturmaktadır. Üretim açısından bakıldığında ise dünyadaki toplam üretimin yaklaşık %56’sını ve dünya ticaret hacminin %48’ini oluşturmaktadırlar (Başar, 2007). 4.4.6. ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü)

Rusya, Çin ve bağımsız üç Orta Asya ülkesi gerek ortak hedeflere ulaşmak gerek aralarındaki problemleri çözüme kavuşturmak ve gerekse de özel amaçlarına ulaşabilmek için 1996 yılında Şanghay Beşlisi’ni oluşturmuşlardır. 26 Nisan 1996 tarihli Şanghay Zirvesi’ni rotasyon usulüne göre 1997 Moskova, 1998 Almatı, 1999 Bişkek ve 2000 Duşanbe Zirveleri takip etmiştir. Rotasyonda sıra tekrar Çin’e geldiğinde 15 Haziran 2001 tarihinde düzenlenen Şanghay Zirvesi, Şanghay Beşlisi’ne Özbekistan’ın katılımının onaylandığı ve bu katılımla birlikte örgütün isminin Şanghay İşbirliği Örgütü olarak değiştirildiği zirve olmuştur. Örgütün 2001’den sonra düzenlediği zirvelere Şanghay İşbirliği Örgütü Liderleri Zirvesi adı verilmiştir.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

126

C.U. Özgöker, E. Mert

4.5. Uluslararası Ticarette Eksen Kayması

1980 ve 1990’lardan sonra dünyanın ekseni batıdan doğuya dönmeye başlamıştır. Eksen kaymasının Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olduğu ve doğuya döndüğü söylenmektedir. 1980’lerde tek parti rejimiyle yönetilen Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1,4 milyar ile dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olması nedeniyle askeri merkez de Asya’ya kaymaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin ağır sanayi ve Hindistan’ın teknoloji üretim kolaylığı vardır. Batılı devletlerin Asya ve Afrika’daki sömürgeleri, özellikle 1945’ten sonra, sömürgeci devletlere karşı bağımsızlık hareketlerine giriştiler. Bunun sonucunda sömürge imparatorlukları yıkılmaya ve buralarda bağımsız birçok yeni devlet kurulmaya başladı. Bu yeni devletler, bağımsızlıklarını elde ettikten sonra, Doğu- Batı mücadelesinde her iki bloğun dışında kalarak, birinci derecede ekonomik kalkınmayı hedeflediler. Bunun için de dış yardım almak zorundaydılar. Bu yardımı da Doğu ve Batı bloklarından birinden almaları gerekiyordu. Ancak bu da yardım alınacak bloğa bağlanmak olacaktı. Bu bakımdan, her iki taraftan da yardım alarak iki bloğun dışında kalmak, kendilerinin çıkarına olacaktı. Diğer yandan, dünyanın iki gücünden hangisine katılırlarsa katılsınlar, çıkacak bir nükleer savaşta zarar görebilirlerdi. Ayrıca Batı’nın eski bir sömürgesi olduklarından sömürgeciliğin kötü anısını taşımaktaydılar. Bu ise Batı’ya yanaşmalarına engel oluyordu. Buna karşılık, politik yönden Doğu Blok’una yanaşmak da bunların kontrolü altına girmeye yol açabilirdi. Bu nedenlerle, yeni devletlerin her iki bloğun da dışında kalarak, her iki bloğun üzerinde baskı, aynı zamanda iki blok arasında bir denge gücü meydana getirmekle, bloklar arası çatışmanın da yumuşatılması mümkün olabilirdi (Uçarol, 2000: 681).

Milletlerarası politikanın yeni bir faktörü olarak, Doğu ve Batı bloklarının dışında “Bağlantısızlık” adı ile yeni bir hareket ve yeni bir devletler gruplaşması ortaya çıkmıştır. Bu hareket, çeşitli şekillerde başlayıp geliştiği için, Üçüncü Dünya, Asya- Afrika Bloğu, Tarafsızlar veya Bağlantısızlar Bloğu gibi isimler almakla beraber, bütün bunların başlangıç noktası tektir ve bu da 1955 Nisan ayında Endonezya’da toplanan Bandung Konferansı’dır. Bandung Konferansı, Hollanda’nın sömürgesi iken 1945’ten sonra sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesi sonunda 1949’da bağımsızlığını kazanan Endonezya’nın teşebbüsü ile 18–24 Nisan 1955 tarihinde yine Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanmış olup, Asya- Afrika Konferansı adını almıştır. Gerçekten 1955 yılına kadar Afrika’da sömürge ülke hemen hemen kalmamıştır. Konferansa katılan 29 ülkeden (Armaoğlu, 1994: 624) Afganistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Etiyopya, Filipinler, Gana, Irak, İran, Japonya, Kamboçya, Laos, Liberya, Libya, Lübnan, Mısır, Nepal, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Tayland, Türkiye, Ürdün, (hem Güney hem Kuzey) Vietnam ve Yemen gibi ülkelerin temsil edildiği toplantıda (Çıvgın ve Yardımcı, 2008: 273) sadece 6 Afrika ülkesi, Mısır, Habeşistan, Gana, Liberya, Libya ve Sudan bağımsız ülkelerdi. Konferans’ın amacı, yeni bağımsızlıklarını kazanan Afrika ve Asya ülkelerinin, ABD ve Sovyet Rusya gibi iki büyük nükleer güç karşısında varlıklarını korumak için bir birlik ve dayanışma sağlamaktı (Armaoğlu, 1994: 624). Merkezi Endonezya’dadır. 130 ülkeye ulaşmıştır.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

127

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

5. ULUSLARARASI TİCARETİN GÜNÜMÜZ DÜNYASINDAKİ DURUMU 5.1. Uluslararası Ticareti Etkileyen Gelişmeler

Dünya özellikle 1990'dan itibaren önemli değişim ve dönüşüm yaşamaktadır (Aslan, 2009: 290). Küreselleşme diye adlandırılan bu süreç en küçük toplumsal birim olan aile yaşantısından büyük bir kitleye hitap eden ülke yönetimine kadar birçok değişimi beraberinde getirmektedir. Bu süreç içerisinde ise bir görüşe göre ulus-devlet yönetiminin bir yok oluş sürecine girdiğine inanılmaktadır (Kurtdaş, 2018: 156-157). Tam aksi görüş ise ulus-devletin hala varlığını sürdürmeye ve gelişmeye devam ettiği yönündedir. Küreselleşme toplumlarda milliyetçi söylemlerin artmasına sebep olarak ulus-devleti krize sürüklemiştir. Kültürlerin ve sermayenin hızlı bir şekilde dolaşımı ulus-devletin kontrol alanını sınırlamaktadır. Ulus-devlet artık sorunlarına çözüm bulmakta zorlanmaktadır (Akıncı, 2012: 66). Küreselleşme sürecinde ulus-devlet gerek yukarıdan Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından, gerekse aşağıdan alt kimlikler ve kültürler tarafından erozyona uğratılmakta ve egemenlik gücünü zamanla ulus-üstü güçlere devretmekte olduğu düşünülmektedir. Özellikle son dönemlerde yaşanmakta olan hızlı teknolojik gelişmeler ekonomideki yapısal oluşumları etkilemiş ve küresel rekabet piyasasını gündeme getirmiştir (Yücel ve Pustu, 2006: 117). Küreselleşme süreci ulus-devletin geleneksel politika araçlarını felce uğramakta, siyasal iktidarların ulusal düzlemde sosyal ve ekonomik politikaları hayata geçirme çabasında başarısız olmasına sebep olmaktadır. Günümüzde ulus-devlet kriz içerisindedir. Ulus-devletin krizine neden olan ve mahiyetlerindeki değişikliklere sebebiyet veren içsel ve dışsal etken de küreselleşmedir. Ortada bir kriz varsa, bu küreselleşmenin doğurduğu problemlerin, ulus–devlet biriminin boyutlarını aşmasından veya zorlamasından doğan bir krizdir (Yücel ve Pustu, 2006: 127-128). Küreselleşmeyle birlikte girilen bu yeni süreçte uluslar üstü bütünleşmelerin önem kazandığı dikkate alındığında ulus devletin yetkilerinin daraldığı ve bunun olumsuz yönde etkilendiği sonucuna varılabilir (Erat, 2017: 200). Ulus-devletin temel taşı olan egemenlik kavramı da küreselleşmeyle birlikte bir kriz içerisindedir. Mutlak egemenlik artık dünya üzerindeki diğer ülkelerle paylaşılmakta ve egemenliğin kaynağı genel yasalar ve kurallar olarak uygulanmaktadır. Uluslararası örgütlerin etkinliğini artırması karşılıklı bağımlılığı beraberinde getirmiştir. Egemenlik hakları böylece uluslararası kuruluşlara devredilmiştir. Zaten küreselleşme süreciyle birlikte gelişen bilgi iletişim ağları ve teknolojiye yetişemeyen hükümetler de ulus-devlet yapısı içindeki kontrolünü kaybetmeye başladıkça yetkilerin uluslararası kuruluşlara devredilmesi daha da kolay hale gelmiştir. Uluslararası kuruluşlarla imzalanan, uluslararası anlaşmalarla uygulanan protokoller ve bir dizi genel kurallar yığını ulus-devletin yönetimini daha da zorlaştırır hale getirmiştir. Ulus- devlet için küreselleşmenin bir diğer sakıncalı durumu ise farklı ülke aktörleriyle yaşanan karşılıklı bağımlılık ilişkisinin artmasıdır ki bu da uluslararası kuruluşların ve çokuluslu şirketlerin etkisiyle gerçekleşmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı ulus-devlet etkisini gün geçtikçe kaybetmekte ve ulus-üstü güçlere yetkilerini devretmektedir (Yücel ve Pustu, 2006: 127-128). Küreselleşme ile birlikte bütün dünyanın tek Pazar haline geleceği, ulus-devlet sınırlarının bu anlamda anlamsızlaşacağı yönündeki yaklaşım, serbest piyasa ekonomisinin uluslararası Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

128

C.U. Özgöker, E. Mert ilişkilerde git gide yaygınlaşacağı savına dayanmaktaydı. Hâlbuki son dönemlerde ortaya çıkan bazı gelişmeler durumun pek de beklendiği gibi gerçekleşmediğini ortaya koymaktadır. ABD, özellikle Donald Trump döneminde dış ticareti liberalleştirmek bir tarafa, bir savaş enstrümanı haline dönüştürerek ulus-devletlerin ekonomide hala ne kadar belirleyici olabileceklerini göstermiş oldu. Çeşitli ekonomik ambargo ve ticareti zorlaştıran ve sınırlandıran gümrük önlemleri ile ulus-devletlerin aldığı kararların daha etkili olmasını sağladı (Aytekin ve Uçan, 2018: 854-856). Bu bağlamda ABD dolarının da bir silah olarak kullanılmaya başlanması, güvenilirliğini zedelemenin ötesinde, birçok devletin kendi milli paraları veya alternatif ödeme araçları ile dış ticaretlerini gerçekleştirmelerine neden olmaktadır (Akıncı ve Alptürk, 2020: 30). 5.2. COVİD-19 Pandemisi

Yeni bir hastalığın tüm dünyayı bir salgınla etkilemesi PANDEMİ olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'ne göre pandemi olabilmesi için gerekli kriterler; toplumda daha önce görülmemiş bir hastalığın ortaya çıkması, hastalığın etkeni olan patojenin insanlara bulaşarak tehlikeli bir hastalığa yol açması ve hastalık etkeni patojenin insanlar arasında kolayca ve devamlı olarak yayılması yani bulaşıcı olmasıdır. Bir hastalığın pandemi olarak ilan edilebilmesi için istikrarlı bir şekilde, dünyanın farklı noktalarında, kitleler üzerinde görülmeye başlaması gerekmektedir ve DSÖ tarafından ilan edilir. İnsanlık tarihi boyunca farklı dönemlerde görülen, imparatorlukların yıkılmasına neden olan pandemiler, insanların bulundukları bölgeleri terk etmesi ile sonuçlanmıştır. Pandemi tarihine baktığımızda bugüne kadar insanlığı etkileyen 21 pandemi meydana geldiği görülmektedir. Çok sayıda insanın ölümü ile sonuçlanan ve dünyayı en çok etkileyen salgınlar arasında veba, kolera, grip, AIDS ve şimdi de COVİD19 vardır. Veba: Avrupa’da 1347-1351 yılları arasında büyük yıkıma yol açan etkeni Yersinia pestis olan Kara Veba sonraki yıllarda da dünyada tarih boyunca pandemilere neden olmuştur. Bu hastalığın çok eskilerde kaldığı ve artık yeryüzünden silinip gittiği düşünülebilir. Ama ne yazık ki 21. yüzyılda, 2017 yılında, Madagaskar’da, 2 bin 417 veba vakası tespit edilmiş ve hastalık tespit edilen kişilerden de 209’u hayatını kaybetmiştir. Buradan anlaşılması gereken şudur ki bazı hastalıklar zamanla yok olup gitmemektedir. Dolayısıyla, hastalıkların nadiren ortadan kalktığını ve her zaman yeni türde hastalıkların ortaya çıkmasının da muhtemel olduğunu söylemek mümkündür (Raoult vd., 2013). Kolera: Hindistan çevresinde ortaya çıkan ilk kolera pandemisi 1817-1824 tarihleri arasında yaşanmış, daha sonra Güneydoğu Asya, Ortadoğu, Doğu Afrika ve Akdeniz kıyılarına kadar yayılmıştır. Grip: 1889 yılında Buhara, Kanada ve Grönland’da aynı anda görülen salgında bir milyondan fazla insan hayatını kaybettiği salgın “Rus Gribi” olarak bilinmektedir. AIDS: ABD’de 1981 yılında görülen ilk AIDS (Kazanılmış immune yetmezlik sendromu) olgusundan sonra bugün dünyada, DSÖ’nün 2018 yılsonu verilerine göre, dünyada 37,9 milyon HIV enfekte kişi bulunmaktadır. DSÖ Haziran 2019 yılında 24,5 milyon kişinin antiretroviral tedaviye erişiminin olduğunu bildirmektedir.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

129

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

Tablo 1: İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren Epidemiler/Pandemiler

SALGIN ZAMAN ETKEN ÖLÜM Antonine Vebası 165-180 Suçiçeği/Kızamık virüs 5 Milyon olabilir Çiçek Japon 735-737 Variola majör virüs 1 Milyon Justinian Vebası 541-542 Yersinia Pestis 30-50 Milyon Kara Veba 1347-1351 Yersinia Pestis 200 Milyon Yeni Dünya Çiçek 1520 Variola majör virüs 56 Milyon Londra Büyük Vebası 1665 Yersinia Pestis 100 Bin İtalya Vebası 1629-1631 Yersinia Pestis 1 Milyon Kolera Pandemisi 1-6 1817-1923 V. cholera 1 Milyon + Üçüncü Veba 1885 Yersinia Pestis 12 Milyon (Çin ve Hindistan) Sarıhumma 1800 sonları Sarıhumma virüsü 100-150 Bin (ABD) Rus Gribi 1889-1890 H2N2 virüs olabilir 1 Milyon İspanya Gribi 1918-1919 H1N1 virüs 40-50 Milyon Asya Gribi 1957-1958 H2N2 virüs 1.1 Milyon Hong Kong Gribi 1968-1970 H3N2 virüs 1 Milyon HIV/AIDS 1981-günümüz HIV 25-35 Milyon Domuz Gribi 2009-2010 H1N1 virüs 200 Bin SARS 2002-2003 Coronavirüs 770 EBOLA 2014-2016 Ebola virüs 11 Bin MERS 2015-günümüz Coronavirüs 850 COVİD 19 2019-günümüz Coronavirüs 11.400 (20 Mart 2020) Kaynak: J.N. Hays (2005). Epidemics and pandemics: their impacts on human history. ABC-CLIO.

SONUÇ

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası örgütler savaştan çıkan ülkelerin yaralarını sarmak, geri kalmış ülkelerin ticaret yoluyla gelişmesini sağlamak, gelişmiş ülkelerin oluşturduğu sisteme entegre olmalarını sağlamak, ekonomik anlamda günümüzün tabiriyle küreselleşmeyi temin etmek gibi hedefleri vardı. Ancak tüm bu asil amaçlara rağmen bu kurum ve kuralların savaşın galibi ülkelerin isteklerine hizmet edecek şekilde kurgulandığını görmek için, BM Güvenlik Konseyinin veto yetkisine sahip beş daimî üyesinin listesine bakmak yeterlidir. İlk Dünya Savaşının mağluplar aleyhine olağanüstü ağır koşullarının sonraki Dünya savaşına yol açtığı bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşından günümüze kadar gelen savaşsız sürecin sebebini bir daha savaş olmasın diye oluşturulan bu kurum ve kuralların başarısından çok, nükleer silahların caydırıcılığında aramak gerekmektedir. Küreselleşmenin, savaşlara sebep olan ulus devletlerin tarih sahnesinden silinmesine sebep olacağı düşünülse de ulus devletler varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak uluslararası sıcak çatışmaların yerini yeni kaynak paylaşım aracı olan vekalet savaşları ve ticaret savaşları almıştır. Zaman zaman kendini hatırlatıp insanlık tarafından ortak düşman olarak görülebilen Doğa Ana, düşman kardeşleri bile barıştırıp işbirliği yapmaya itebilmektedir. Örneğin, Ege’nin ya da Ağrı Dağı’nın iki tarafında meydana gelebilen depremlerin kadim düşmanlıkları unutturup iki yakayı bir araya getirdiği defalarca gözlenmiştir. Doğa Ana bazen birkaç ülkenin planlarını bozmakla yetinmeyip, içinde bulunduğumuz COVİD-19 döneminde olduğu gibi mesajını istisnasız Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

130

C.U. Özgöker, E. Mert tüm insanlığa ulaştırmayı tercih edebilmektedir. Her ne kadar insanoğlunun birbirine ve doğaya daha çok kötülüğü dokunuyor, doğa her defasında bir felaketle insanlığın planlarını bozuyorsa da sonuca baktığımızda ilginç bir manzarayla karşılaşmaktayız; bu felaketler hiçbir zaman uluslararası barışı bozup savaşa yol açmamış, tersine daima savaşları bile durdurup barışın tesisine yol açmıştır. KAYNAKLAR

Aguirre, L.M. (2005). Relations Between Latin America and the United States: Balance and Prospects, Politics and Social Movements in an Hegemonic World: Lessons from Africa, Asia and Latin America, http:// biblioteca.clacso.edu.ar/clacso/sur- sur/201.007.11014703/2_Aguirre.pdf (Erişim Tarihi: 1.1.2018). Acharya, A. (2008). Regional Worlds in a Post-Hegemonic Era, 3rd GARNET Annual Conference, Bordeaux. http://amitavacharyaacademic.blogspot.com.tr/2008/10/ regional-worlds-in- post-hegemonic-era.html (Erişim Tarihi: 21.07.2020). Acharya, A. (2012). Comparative Regionalism: A Field Whose Time has Come? The International Spectator: Italian Journal of International Affairs, 47(1), 3-15. Aggarwal, Vinod K. ve Espach, Ralph H. (2004). Diverging Trade Strategies in Latin America: A Framework for Analysis, Vinod K. Aggarwal, Ralph H. Espach ve Joseph S. Tulchin, (Eds), The Strategic Dynamics of Latin American Trade. Stanford: Stanford University Press, 3-36.

Akıncı, A. (2012). Modern Ulus-Devletlerin Doğuşu. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 34, 61-70.

Akıncı, A. ve Alptürk, H. (2020). Ulus-Devletin Küreselleşme Karşısındaki Genel Durumu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 47, 13-34 Armaoğlu, F. (1994). 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), C.1, Ankara. Armaoğlu, F. (2010). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi. 17. Baskı, Alkım Yayınevi: İstanbul. Aslan, S. (2009). Küreselleşmenin Ulus-Devletlere Etkisi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 25, 289-296.

Ayanoğlu, E. (1995). Avrupa Birliği ve Türk Vergi Sisteminin Birlik Modeline Uyumu-I, Vergi Dünyası Dergisi, 171, 49–55. Aynacı, T. (2015). Gümrük Birliği’nin Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretine Etkisi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Aytekin, İ. ve Uçan, O. (2018). Ticaret Savaşları ve Korumacı Politikalar: Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye İlişkileri Bakımından Bir İnceleme. Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7 (2), 851-862. Bakan, S. ve E. Kocağ, (2012). Küreselleşmenin Azgelişmiş Ülkelere Etkileri. Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, 4(1), 283-292. Balkır, C. (2010). Uluslararası Ekonomik Bütünleşme: Kuram, Politika ve Uygulama, AB ve Dünya Örnekleri. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. İstanbul.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

131

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

Başar, H. (2007). Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC), Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, 24, http://www.mfa.gov.tr/asya-pasifik-ekonomik-isbirligi-_apec_-.tr.mfa (Erişim Tarihi: 25.07.2020).

Bilici, N. (2005). Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri. Seçkin Yayınları. Ankara. Borchard, K. D. (2000). The ABC of Community Law, European Commission. Luxemburg. http://www.europa.eu.int/eur.lex/en/about/abc/index.html (Erişim Tarihi: 18.01.2009). Boulding, K. (1965). Conflict and Defence: A General Theory. Harper. New York.

Castro-Klarén, S. (2003). Framing Pan-Americanism: Simon Bolivar’s Findings, CR: The New Centennial Review, 3(1), 25-53.

Çelik, K. (2005). Avrupa Birliği ve Türkiye-AB İlişkileri, http://www.kenancelik.ktu.edu.tr/ yayin/ab.pdf (Erişim Tarihi: 11.12.2008). Çıvgın, İ. ve Yardımcı, R. (2008). Çağdaş Dünya Tarihi. Ankara. Çimen, A. (1996). Gümrük Birliği ve Avrupa Topluluğu Türkiye ilişkileri. (Kendi Yayını). Deniau, J-F. (1996). Ortak Pazar. Çev. Lerzan Özkale. İletişim Yayınları: İstanbul. Erat, V. (2017). Küreselleşme ve Ulus-Devlet Sarmalında Devletlerin Göçmen Politikası. KAÜİİBFD, 8 (15), 197-209. Ertürk, E. (1993). Ekonomik Entegrasyon Teorisi ve Türkiye’nin İçinde Bulunduğu Entegrasyonlar. Ezgi Kitapevi: Bursa. European Commission, Directorate-General Internal Market, The Internal Market, 10 Years without Frontiers (1.1.1993-1.1.2003), European Comission, 2002, s.3-7. Fawcett, L. (2012). The History and Concept of Regionalism, European Society Of International Law Conference Paper Series, 4, 1-17.

Fırat M. ve Kürkçüoğlu, Ö. (2009). 1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1 (Ortadoğu’yla İlişkiler), Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I. İletişim Yayınları: İstanbul. Ganzle, S. (2007). The European Neighbourhood Policy: a Strategy for Security in Europe? Ganzle, S. ve Allen G. Sens (Eds), The Changing Politics of European Security, Europe Alone, New York: Palgrave Macmillan, 110 – 134. Genç, M. ve Berber, M. (2011). Bölgeselleşme ve Ticaret Akımları: Literatür İncelemesi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22, 84- 100. Gençosmanoğlu, Ö. T. (2010). Bölgesel Ticaret Anlaşmalarının Türkiye’nin Dış Ticaret Politikaları Açısından Önemi ve Etkileri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi. Ankara.

Gelir İdaresi Başkanlığı [GİB] (2009). GATT Bilgilendirme Rehberi. Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, GATT Müdürlüğü: Ankara. Göktepe, C. (2002). Bağdat Paktı’ndan CENTO’ya Geçiş. Türkler Ansiklopedisi. Cilt. 16.

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

132

C.U. Özgöker, E. Mert

Grebler, E. (2003). Dispute Settlement: Regional Approaches MERCOSUR. UNCTAD Programme on Dispute Settlement in International Trade, http://unctad.org/en/docs/ edmmisc232add28_en.pdf, (Erişim Tarihi: 21.07.2020) Gülcan, Y. ve Kuştepeli, Y. (2006). IMF Programları Türkiye’de Ahlaki Tehlike Yaratıyor mu? Bir Tartışma. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (1), 244-257. Hettne, B. (2003). The New Regionalism Revisited, Söderbaum, F. ve Shaw, T. M. (Eds.), Theories of New Regionalism, Palgrave, New York, 22-42. Hogan, M. (1983). The Marshall Plan: America, Britain and the Reconstruction of Western Europe 1947-1952, Cambridge University Press: New York. Hurrell, A. (1995). Explaining the Resurgence of Regionalism in World Politics, Review of International Studies, 21(4), 331-358.

İktisadi Kalkınma Vakfı. (2000). Avrupa Birliği’nde Ekonomi ve Parasal Birlik ve Türkiye. İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları, No:163, Ekim: İstanbul. İyibozkurt, E. (2001). Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama. Gözden Geçirilmiş 4.Baskı. Ezgi Kitapevi: Bursa.

Karluk, S. R. (1996). Avrupa Topluluğu Ve Türkiye. 4. Baskı. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları: İstanbul. Kavukçu, M. (2008). Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin Avrupa Birliği’ne Entegrasyonu: Çek Cumhuriyeti Örneği (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi, Ankara. Kaya, S. (2002). Dünya Bankası ve Türkiye, Sayıştay Dergisi, 46-47, 3-42. Kurtdaş, M. Ç. (2018). Küresel Terör Çağında Ulus Devletin Artan Önemi. TESAM Akademi Dergisi, 5 (2), 151-181. Krugman, P. (1993). Regionalism versus Multilateralism, J. Melo, J. ve Panagariya, A. (Eds.), New Dimensions in Regional Integration, Cambridge University Press: New York, 58-79. Malamud, A., Gardini, G.L. (2012). Has Regionalism Peaked? The Latin American Quagmire and its Lessons, The International Spectator: Italian Journal of International Affairs, 47(1), 116- 133. Mecham, M. (2003). Mercosur: A Failing Development Project? International Affairs, 79(2), 369- 387. Mee, C. L. (1984). The Marshall Plan: The Launching of Pax Americana. Simon and Schuster: New York.

Mehmetçik, H. (2019). Bölgeselcilik Çalışmalarında Bölgeler Üstü ve Bölgeler Arası İlişkiler: Avrupa Birliği ve Afrika Birliği İlişkileri Örneği, International Journal of Political Science & Urban Studies, 7, Özel Sayı, 72-84. Niemann, M. (1999). A Spatial Approach to Regionalism in the Global Economy. Palgrave Macmillan: London, New York.

Önen, Z. S. (1989). Uluslararası Mali Kuruluşlar. Savaş Yayınları: Ankara. 2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

133

COVİD-19, AB ve Uluslararası Ticaret

Pınar, Ö. & Ş. Boran & G. Sevilmiş. (2013). “Küreselleşme Sürecinde Yükselen Aktör: Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Türkiye”, AR&GE Bülten. Pondicherry University. (2009). Unit I: Foreign Trade and Policy, http //www.pondiuni.edu.in/storage/dde/downloads/ibiv_ftp.pdf, (Erişim Tarihi:22.10.2019). Raoult, D., Mouffok, N., Bitam, I., Piarroux, R. ve Drancourt, M. (2013). Plague: History and contemporary analysis. Journal of Infection, (66): 18-26. Rosas, A., Armati, L. (2010). EU Constitutional Law: An Introduction, Hart Publishing: London.

Roskin, M. G. (2007). Çağdaş Devlet Sistemleri, (3. Baskı) (Çev. Bahattin Seçilmişoğlu). Adres Yayınları: Ankara. Severino, R. C. (2008). ASEAN. Singapore: Institute of Southeast Asian Studies ISEAS.

Seyidoğlu. H. (2003). Uluslararası İktisat. Güzem Yayınları: İstanbul. Seyoum, B. (2009). Export-Import Theory, Practices, and Procedures. Second Edition. Taylor and Francis. Rougledge: New York.

Smith, A. (2011). Ulusların Zenginliği, Cilt 2. (Çev. Metin Saltoğlu). Palme Yayıncılık: Ankara. Smith, M. (1997). Regions and Regionalism, White, B., Little, R. ve Smith, M. (Eds.), Issues in World Politics. Macmillan: London, 69-89.

Söderbaum, F. (2015). Early, Old, New and Comparative Regionalism: The Scholarly Development Of The Field. KFG Working Paper Series, 64, 1-29.

Stammen, T. (2008). Avrupa Birliği’nin Gelişiminde Genişleme ve Derinleşme Süreci Arasındaki Diyalektik İlişki- Bilimsel Toplantı Notu. (Çev. Necati İyikan). Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (15), 196- 209.

Şahin, H. (2002). İktisada Giriş (6 Baskı). Ezgi Kitapevi Yayınları: Bursa. Tahsin, E. (2007). Ekonomik Entegrasyon Teorisi Çerçevesinde AB ve Latin Amerika Entegrasyonlarının Karşılaştırılması. Doktora Tezi. Tez Danışmanı Erol Manisalı. İstanbul Üniversitesi, İstanbul. Taillant, J. D. (2002). Human Rights and International Financial Institutions, The Sustainable Justice 2002, 13-15 Haziran 2002, http://www.cedha.org.ar/docs/doc83-eng.htm (Erişim Tarihi: 10.10.2020). Tan, H. B. ve Hooy, C. W. (2007). The Development of East Asian Countries Towards a Knowledge Based Economy: A DEA Analysis, Journal of the Asia Pacific Economy, 12(1), 17-33.

Tekin, F. (1990). Uluslararası Maliye. Anadolu Üniversitesi Yayınları: Eskişehir. Telo, M. (2007). Introduction: Globalization, New Regionalism and the Role of the European Union, European Union and New Regionalism. Ashgate Publishing: London, 1-21. Times, T. C. (1967, 08 09). Asian nations form new alliance- Seven Points of Cooperation. The Canberra Times, s. 1. https://trove.nla.gov.au/newspaper/article/106970844 (Erişim Tarihi: 25.07.2020)

Journal of Social Sciences Researches Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi

134

C.U. Özgöker, E. Mert

Töre. N. (1996). Uluslararası Ekonomik İlişkiler. Çolak. Ö.F.(Ed.) İktisadın İlkeleri. Alkım Kitabevi: Ankara.

Töre, N. (2000). Euro El Kitabı. TCMB Yayınları, http://www.tcmb.gov.tr/ yeni/evds/yayin/kitaplar/eurokitap/nahittore.xls (Erişim Tarihi: 16.02.2011). Tuncer, S. (1995). Korumacılık: Teori ve Uygulama, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, 36, 237-266.

Uçarol, R. (2000). Siyasi Tarih (1789-1999). İstanbul. Ulutürk, S. (2001). Kamu Harcamalarının Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi. Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 1, 131- 139 Von Elbe, J. (1939). The Evolution of the Concept of the Just War in International Law, The American Journal of International Law, 33(4), 665-688.

Yeşilbursa, B. K. (2007). Ortadoğu’da Soğuk Savaş ve Emperyalizm. IQ Kültür Sanat Yayıncılık: İstanbul. Yücel, N. ve Pustu, Y. (2006). Küreselleşme Sürecinde Ulus-Devletin Alternatifi Kent Devlet Olabilir mi? Türk İdare Dergisi, 450, 117-140.

2021 Cilt/Volume: 1 Sayı/Issue: 1

135