Murat Yalçın'ın Öyküsü.Pdf
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
EDEBİYAT 27 IstanbulArtNews Haziran, 2015 Sayı: 10 ODAK YAZAR “Benimki biraz disiplinlerarası bir disiplinsizlik oluyor. Cezama razıyım.” Hem yazar hem editör kimliğiyle edebiyatımızda “kendi çizgisi” olan imzalardan birisi Murat Yalçın. Editörlüğünün yazarlık yoluna kasisler çıkararak hız kestiğin söylese de üretkenliği gözardı edilecek gibi değil. Bu ay Odak Yazar sayfalarımızda Murat Yalçın’ı konuk ettik… AKA Ş RAF: MURAT RAF: MURAT Ğ FOTO Murat Yalçın yorlar. Bütün bunlar beni yazmaya gö- birleşiyorlar, dolayısıyla oldukça kala- doğmuşum ama Balat, Draman, Fın- dikpaşa İlkokulu’ndayken dışarıda HÜSEYİN KESİM türen şeyler. Yeni bir öykü kurmama, balığız. dıkzade, Kadırga, Kocamustafapaşa, sürekli çatışma olurdu. Sıralara yatar- [email protected] yazmakta olduğum bir öykünün bir Eminönü, Fatih, Karagümrük, Atika- dık pencerelerden kurşun sekebilir bölümünü veya diyaloğunu kurmama İstanbul’un değişik bir panoramasını li... Yani suriçi İstanbulu’dur benim diye. 12 Eylül’e kadar Beyazıt’taydım. “Çok gençken başkalarından oluşan bir yarıyor. Yolda yürürken de aynı şeyleri buluyoruz sizde. Ama boğazıyla ve gü- İstanbulum. 1995-96’da Esenler’de Tatil günlerinde Çarşıkapı’daki durak- kalabalık taşırdım içimde. Şimdi ken- yapıyorum. Kulağım etrafta. Gözüme zellikleriyle değil, metrolarıyla, tüne- yaşadım ve oradan Hafif Metro Gün- ta, Divanyolu’nda sakız satardım. Yani dim bile fazla geliyorum kendime, işte takılan insanlara öyküler uyduruyo- liyle, şehre özgü eşyalarıyla, çetrefilyle, leri çıktı. Aksaray-Esenler metrosunu siyasi çatışmaların göbeğinde, ayak bir yazma sebebi daha” diyorsunuz. rum. kalabalığıyla, varoşlarıyla, kırık elektrik kullandığım dönemde yazıldı. Demek altında dolaşan bir çocuktum. Şimdi İnsan kendisine bile fazla geldiği için fincanlarıyla bir şehir bu. Siz de böyle istediğim, sokağı ve arabesk kültürü iyi dönüp baktığımda en sevimsiz dönem mi yazar? Dolayısıyla da içinizde birden fazla kişi bir manzara mı görüyorsunuz sizin ka- tanıyorum. İlkokul yıllarında sabah ev- 1980’lerdi. Sanki gri yağlıboyalı, kireç Bunu gözlemciliğime vurgu yapmak taşıyorsunuz. rakterleriniz gibi… den çıkıp akşam eve dönen, Kadırga’da badanalı bir askeri garnizonun için- için söylemiş olabilirim. Kafamda in- Yürüyerek işe gidip gelen, toplu taşı- Çocukluğumun ilk yılları Eğin’de fırıncı kamyonetlerine takılıp başka de geçirdik delikanlılığımızı. Alanlar sanlar, birtakım ilişkiler, diyaloglar ma araçlarını kullanan, ehliyeti ve ara- geçse de doğma büyüme İstanbullu- semtlere giden, Kumkapı’da trenle- mahzun, parklar sevimsizdi. Orhan var. Bunlar, tanıdığım ya da tanıdık- bası olmayan ve bundan da özellikle yum. Yani gurbetçi bir ailenin çoçuğu- re takılıp Yenikapı’ya, Cankurtaran’a Kemal öykülerindeki bir İstanbul’da larımdan yola çıkarak uydurduğum mutlu olan birisiyim. Öykücülüğümü yum. Dolayısıyla bir yanım köylü. Bu gidip gelen çocuktum mesela. Tam büyüdüm. Böyle bir çocuk olarak kişiler. Sürekli konuşma halindeler. besliyor bu yaşam biçimi. Tabii sokakta- ikiliği henüz tamamlamadığım yeni 70’lerin çocuğuyum. 1976’dan iti- büyüdüğüm için yazdıklarıma da o Bazen iş olsun diye konuşturuyorum ki insanları dışarı’daki insanlar olarak öykü kitabımın adına yansıttım. Bir yıl baren Edebiyat Fakültesi’nin karşı- tarz bir yaşam deneyimi sızmıştır. bazen de kendi kendilerine dile geli- algılamıyorum. Onlar kafamdakilerle içinde çıkabilir. Taksim İlkyardım’da sındaki Laleli İlkokulu’nda ve Ge- Örneğin kendi kendime söylenmele- EDEBİYAT 28 IstanbulArtNews Haziran, 2015 Sayı: 10 rim hep argoludur ama daha o dilimi tam açamadım kitaplarımda. İstanbul da çok farklıdır tabii sizin için şu an o döneme kıyasla… Elbette. Ama ben klasik İstanbul dışı- nı pek bilmiyorum, gördüğüm yerleri de sevmiyorum. Suriçi yani bugünkü Fatih; Beyoğlu; Şişli ve en fazla Orta- köy-Bakırköy arası bir yerdir benim İstanbulum. Kırk yıldır İstanbul dışın- da bir hayatım olmadı. Düşünün ki 1990’larda açılan Aksaray metrosu bile bende Hafif Metro Günleri adlı bir ki- taba dönüştü. Bitpazarlarını, hurdacıları gezmek roman okumak gibidir. Eşyaların kederini duyarım. Fanilik duygusu verirler. Gelip geçiciliğin canlı kanıtlarıdır eşyalar. Sonuçta yazımın parçası oluyor eşya. “Kelimeler ve Şeyler” de böyle bir kavrayışla okuduğum kitaplardandır. Kitaplarınızda yazarlara selam çakıyor- sunuz. Bir öykünüzde Nehludov, Miş- kin, Oblomov, Kien gibi roman karak- terlerinin suriçinin değişik yerlerinde dolaştıklarını kurguluyor karakteriniz. Yazarlar da sizin için bu şehre aitler mi? Evet, benim hayal dünyam da böy- ledir. Yaklaşık yirmi yıldır Sıraceviz- ler-Bomonti’deyim. Orada yaşamış ve yaşayan yazarların hepsini aşağı yukarı biliyorum. Yaşadığım semtin geçmişi- ni hemen araştırır, orayı kendime mal ederim. Bir kitap tasarım vardı. Onu gerçekleştiremedim henüz ama öyküle- re sızıyor. Okuduğum romanlar benim hayalimde İstanbul’un hangi semtin- de geçiyor, onları yazmak. “Kontrol Kalemi”nde kısa bir liste verdim. O listeye göre bir kitap yazacaktım, yaza- madım. Kitapları hayatımla iç içe geçi- riyorum. Zihnim bunlarla o denli dolu ki bir süre sonra yaşanmış olaylar gibi hafızama yerleşip öykülerime sızıyorlar. Gerçeği hayalmiş gibi hayali gerçekmiş gibi anlatmak, bütün yazarların işi bu. Yaşadığım bir olayı yazdığım bir öyküy- müş, yazdığım bir öyküyü de başımdan geçmiş bir olaymış gibi anlatmak. Pek çok yazar böyle mitoman kişilik ya- pısında. Orhan Veli de bunu günlük hayatının eğlencesi yapmış, sevimli bir dalgacılıkla mesela... Bazen ben de hangisi gerçekti hangisi değildi diye karıştırırım. Sonra da bunların hiçbiri- nin bir önemi olmadığını düşünürüm. Yaşadıktan sonra, benim yazmama ara- cı olduktan sonra hepsi mümkün. Hiç- bir önemi yok. Yaşanmış, gerçek ya da değil. Başkasından dinlediğimi kendi yaşadığım gibi kendi yaşadığımı başka- Zaten “apolitize” edilmiş, arabesk de- sonra Mekânın Poetikası çıkmıştı. He- Bazen öykülerin zamanını değiştirerek sının başından geçmiş gibi anlatırım. nen yoz kültürle yetişmiş zavallı genç- men okuyup çarpılmıştım. Arkadaşla- Bazen öykülerin zamanını yeniden yazmayı severim. Aynı şekilde Zaten yazı tam da böyle bir şey. Bütün lerdik, büyüklerin gözünde. Yazdıkla- rıma, “Lütfen Mekânın Poetikası’nı bazen de anlatıcı kişiyi değiştiririm. bunları yapabildiğimiz için vazgeçemi- rımı ortaya çıkarmada Enver Ercan ve okuyun, kitabımı daha iyi anlarsınız” değiştirerek yeniden Yani ben-anlatıcıyı sen-anlatıcı yaparak yoruz yazmaktan. Enis Batur önemli rol oynamışlardır. diyordum. yazmayı severim. Aynı yazmayı denerim aynı metni. Bunları İma Kılavuzu yayımlandığında Necati Kitabım üstüne yapılmış bir incele- şekilde bazen de anlatıcı yapmak, zamanı elinizde oyuncaklaştır- “Hafif Metro Günleri”nde parantezleri Tosuner, Virgül’de önemli bir sapta- me gibiydi. Proust’a, Hisar’a hayran- kişiyi değiştiririm. Yani mak yazarlığın çekici yanı. Bir şeyi atın- kahramanlaştırıyorsunuz. Sizin için na- mada bulunmuş sonra telefon açarak lığımın altında bunlar var. Büyük bir ben-anlatıcıyı sen-anlatıcı ca ne oluyor, katınca ne oluyor görmek sıl bir anlamı var parantezlerin? ne demek istediğini kulağıma şöyle söy- evde, dede babaanne yanında büyüme- isterim her zaman. Çok erken yaşta yayın dünyasına gir- lemişti: İma Kılavuzu genç bir yazarın nin getirdiği ilgiler. Eşyalara çok anlam yaparak yazmayı denerim dim. Lisede başladım. Yayınevlerine bir hamle kitabı olarak değil de, geri- yüklemişimdir. Yıpranmış şeyler. Eski- aynı metni. Bunları Hem yazar olmak hem editör olmak gidip geliyordum. Yani meslek olarak de uzun bir yazı serüveni bırakmış ve miş şeyler. Bitpazarlarını, hurdacıları yapmak, zamanı elinizde böyle bir şey herhalde? seçmedim yayıncılığı. Eniştem matba- artık yazacağı hiçbir şey kalmamış bir gezmek roman okumak gibidir. Eşya- oyuncaklaştırmak yazarlığın Yazarken de bu tip tartımları yaparım. acı, babam Cağaloğlu’nda lokantacıy- yazarın kelime oyunlarıyla ustalığını ların kederini duyarım. Fanilik duy- çekici yanı. O yüzden de dolu dizgin yazamam. Edi- dı. Çocuk yaşlarda baskı makinelerini, göstererek avunduğu bir kitap olmuş. gusu verirler. Gelip geçiciliğin canlı törlük yazım sürecimi ağırlaştırıyor. Ba- hurufat çekmecelerini gördüm. Yazı Yani, sen kendini tıkamışsın dedi ki, kanıtlarıdır eşyalar. Sonuçta yazımın zen de yazmaktan vazgeçiriyor. O sayfa- çizi dünyasının, matbaa, kitap, dergi büsbütün haksız değildi. parçası oluyor eşya. Kelimeler ve Şey- larda boşuna vakit kaybediyorsun, diye ve yayın ortamının içinde büyüdüm. ler de böyle bir kavrayışla okuduğum bir insanla sohbete değişmem mesela. uyarıyor beni uzaktan. Bergman’ın Demek istediğim noktalama işaretleri, Klasik öyküye dönmeniz nasıl oldu? kitaplardandır. Sanki bizzat kendim bir yaban hayatım filmlerindeki şeytan gibi dürtüyor. harfler lekeler bütün bunlar benim Tam bir dönüş değil. Evrilmeler, dö- da insanoğlu karşıma çıkıp bozacak bu için önemli kişilikler gibi artık. Bir nüşümler geçiriyor yazdıklarım doğal Öyküsü yazılamayacak anlar var mıdır hayatı. Yabaniyim, in’cilim derken bun- Bazı öykü anlatıcılarınız Bay Muannit parantez benim kahramanım olabilir. olarak. Yüzüm hep hayata dönüktü sizin için? ları diyordum Kontrol Kalemi’nde. Sahtegi’ye benziyor. V. Bener öykücü- Böyle noktalama imlerini yazınlarının ama dile getirme biçimimde hayat fazla Olabilir. Ama onları yazmamak ya da lüğünü yakın buluyor musunuz kendi- başköşesine oturtmuş yazarlara özel silikleşiyordu. Renkleri ortaya çıkaran yazamamak daha çok yazmayı sağla- Sizin metinleriniz de şiire yakın aslın- nize? bir ilgim vardır. Şimdi düşünüyorum ışıklara biraz dikkat edince canlanma- yabilir. Yani sürekli onların etrafında