EDEBİYAT 27 IstanbulArtNews

Haziran, 2015 Sayı: 10

ODAK YAZAR “Benimki biraz disiplinlerarası bir disiplinsizlik oluyor. Cezama razıyım.” Hem yazar hem editör kimliğiyle edebiyatımızda “kendi çizgisi” olan imzalardan birisi Murat Yalçın. Editörlüğünün yazarlık yoluna kasisler çıkararak hız kestiğin söylese de üretkenliği gözardı edilecek gibi değil. Bu ay Odak Yazar sayfalarımızda Murat Yalçın’ı konuk ettik… AKA Ş RAF: MURAT RAF: MURAT Ğ FOTO Murat Yalçın

yorlar. Bütün bunlar beni yazmaya gö- birleşiyorlar, dolayısıyla oldukça kala- doğmuşum ama Balat, Draman, Fın- dikpaşa İlkokulu’ndayken dışarıda HÜSEYİN KESİM türen şeyler. Yeni bir öykü kurmama, balığız. dıkzade, Kadırga, Kocamustafapaşa, sürekli çatışma olurdu. Sıralara yatar- [email protected] yazmakta olduğum bir öykünün bir Eminönü, Fatih, Karagümrük, Atika- dık pencerelerden kurşun sekebilir bölümünü veya diyaloğunu kurmama ’un değişik bir panoramasını li... Yani suriçi İstanbulu’dur benim diye. 12 Eylül’e kadar Beyazıt’taydım. “Çok gençken başkalarından oluşan bir yarıyor. Yolda yürürken de aynı şeyleri buluyoruz sizde. Ama boğazıyla ve gü- İstanbulum. 1995-96’da ’de Tatil günlerinde Çarşıkapı’daki durak- kalabalık taşırdım içimde. Şimdi ken- yapıyorum. Kulağım etrafta. Gözüme zellikleriyle değil, metrolarıyla, tüne- yaşadım ve oradan Hafif Metro Gün- ta, Divanyolu’nda sakız satardım. Yani dim bile fazla geliyorum kendime, işte takılan insanlara öyküler uyduruyo- liyle, şehre özgü eşyalarıyla, çetrefilyle, leri çıktı. Aksaray-Esenler metrosunu siyasi çatışmaların göbeğinde, ayak bir yazma sebebi daha” diyorsunuz. rum. kalabalığıyla, varoşlarıyla, kırık elektrik kullandığım dönemde yazıldı. Demek altında dolaşan bir çocuktum. Şimdi İnsan kendisine bile fazla geldiği için fincanlarıyla bir şehir bu. Siz de böyle istediğim, sokağı ve arabesk kültürü iyi dönüp baktığımda en sevimsiz dönem mi yazar? Dolayısıyla da içinizde birden fazla kişi bir manzara mı görüyorsunuz sizin ka- tanıyorum. İlkokul yıllarında sabah ev- 1980’lerdi. Sanki gri yağlıboyalı, kireç Bunu gözlemciliğime vurgu yapmak taşıyorsunuz. rakterleriniz gibi… den çıkıp akşam eve dönen, Kadırga’da badanalı bir askeri garnizonun için- için söylemiş olabilirim. Kafamda in- Yürüyerek işe gidip gelen, toplu taşı- Çocukluğumun ilk yılları Eğin’de fırıncı kamyonetlerine takılıp başka de geçirdik delikanlılığımızı. Alanlar sanlar, birtakım ilişkiler, diyaloglar ma araçlarını kullanan, ehliyeti ve ara- geçse de doğma büyüme İstanbullu- semtlere giden, Kumkapı’da trenle- mahzun, parklar sevimsizdi. Orhan var. Bunlar, tanıdığım ya da tanıdık- bası olmayan ve bundan da özellikle yum. Yani gurbetçi bir ailenin çoçuğu- re takılıp Yenikapı’ya, Cankurtaran’a Kemal öykülerindeki bir İstanbul’da larımdan yola çıkarak uydurduğum mutlu olan birisiyim. Öykücülüğümü yum. Dolayısıyla bir yanım köylü. Bu gidip gelen çocuktum mesela. Tam büyüdüm. Böyle bir çocuk olarak kişiler. Sürekli konuşma halindeler. besliyor bu yaşam biçimi. Tabii sokakta- ikiliği henüz tamamlamadığım yeni 70’lerin çocuğuyum. 1976’dan iti- büyüdüğüm için yazdıklarıma da o Bazen iş olsun diye konuşturuyorum ki insanları dışarı’daki insanlar olarak öykü kitabımın adına yansıttım. Bir yıl baren Edebiyat Fakültesi’nin karşı- tarz bir yaşam deneyimi sızmıştır. bazen de kendi kendilerine dile geli- algılamıyorum. Onlar kafamdakilerle içinde çıkabilir. Taksim İlkyardım’da sındaki Laleli İlkokulu’nda ve Ge- Örneğin kendi kendime söylenmele- EDEBİYAT 28 IstanbulArtNews

Haziran, 2015 Sayı: 10 rim hep argoludur ama daha o dilimi tam açamadım kitaplarımda.

İstanbul da çok farklıdır tabii sizin için şu an o döneme kıyasla… Elbette. Ama ben klasik İstanbul dışı- nı pek bilmiyorum, gördüğüm yerleri de sevmiyorum. Suriçi yani bugünkü Fatih; Beyoğlu; Şişli ve en fazla Orta- köy-Bakırköy arası bir yerdir benim İstanbulum. Kırk yıldır İstanbul dışın- da bir hayatım olmadı. Düşünün ki 1990’larda açılan Aksaray metrosu bile bende Hafif Metro Günleri adlı bir ki- taba dönüştü.

Bitpazarlarını, hurdacıları gezmek roman okumak gibidir. Eşyaların kederini duyarım. Fanilik duygusu verirler. Gelip geçiciliğin canlı kanıtlarıdır eşyalar. Sonuçta yazımın parçası oluyor eşya. “Kelimeler ve Şeyler” de böyle bir kavrayışla okuduğum kitaplardandır.

Kitaplarınızda yazarlara selam çakıyor- sunuz. Bir öykünüzde Nehludov, Miş- kin, Oblomov, Kien gibi roman karak- terlerinin suriçinin değişik yerlerinde dolaştıklarını kurguluyor karakteriniz. Yazarlar da sizin için bu şehre aitler mi? Evet, benim hayal dünyam da böy- ledir. Yaklaşık yirmi yıldır Sıraceviz- ler-Bomonti’deyim. Orada yaşamış ve yaşayan yazarların hepsini aşağı yukarı biliyorum. Yaşadığım semtin geçmişi- ni hemen araştırır, orayı kendime mal ederim. Bir kitap tasarım vardı. Onu gerçekleştiremedim henüz ama öyküle- re sızıyor. Okuduğum romanlar benim hayalimde İstanbul’un hangi semtin- de geçiyor, onları yazmak. “Kontrol Kalemi”nde kısa bir liste verdim. O listeye göre bir kitap yazacaktım, yaza- madım. Kitapları hayatımla iç içe geçi- riyorum. Zihnim bunlarla o denli dolu ki bir süre sonra yaşanmış olaylar gibi hafızama yerleşip öykülerime sızıyorlar. Gerçeği hayalmiş gibi hayali gerçekmiş gibi anlatmak, bütün yazarların işi bu. Yaşadığım bir olayı yazdığım bir öyküy- müş, yazdığım bir öyküyü de başımdan geçmiş bir olaymış gibi anlatmak. Pek çok yazar böyle mitoman kişilik ya- pısında. Orhan Veli de bunu günlük hayatının eğlencesi yapmış, sevimli bir dalgacılıkla mesela... Bazen ben de hangisi gerçekti hangisi değildi diye karıştırırım. Sonra da bunların hiçbiri- nin bir önemi olmadığını düşünürüm. Yaşadıktan sonra, benim yazmama ara- cı olduktan sonra hepsi mümkün. Hiç- bir önemi yok. Yaşanmış, gerçek ya da değil. Başkasından dinlediğimi kendi yaşadığım gibi kendi yaşadığımı başka- Zaten “apolitize” edilmiş, arabesk de- sonra Mekânın Poetikası çıkmıştı. He- Bazen öykülerin zamanını değiştirerek sının başından geçmiş gibi anlatırım. nen yoz kültürle yetişmiş zavallı genç- men okuyup çarpılmıştım. Arkadaşla- Bazen öykülerin zamanını yeniden yazmayı severim. Aynı şekilde Zaten yazı tam da böyle bir şey. Bütün lerdik, büyüklerin gözünde. Yazdıkla- rıma, “Lütfen Mekânın Poetikası’nı bazen de anlatıcı kişiyi değiştiririm. bunları yapabildiğimiz için vazgeçemi- rımı ortaya çıkarmada Enver Ercan ve okuyun, kitabımı daha iyi anlarsınız” değiştirerek yeniden Yani ben-anlatıcıyı sen-anlatıcı yaparak yoruz yazmaktan. Enis Batur önemli rol oynamışlardır. diyordum. yazmayı severim. Aynı yazmayı denerim aynı metni. Bunları İma Kılavuzu yayımlandığında Necati Kitabım üstüne yapılmış bir incele- şekilde bazen de anlatıcı yapmak, zamanı elinizde oyuncaklaştır- “Hafif Metro Günleri”nde parantezleri Tosuner, Virgül’de önemli bir sapta- me gibiydi. Proust’a, Hisar’a hayran- kişiyi değiştiririm. Yani mak yazarlığın çekici yanı. Bir şeyi atın- kahramanlaştırıyorsunuz. Sizin için na- mada bulunmuş sonra telefon açarak lığımın altında bunlar var. Büyük bir ben-anlatıcıyı sen-anlatıcı ca ne oluyor, katınca ne oluyor görmek sıl bir anlamı var parantezlerin? ne demek istediğini kulağıma şöyle söy- evde, dede babaanne yanında büyüme- isterim her zaman. Çok erken yaşta yayın dünyasına gir- lemişti: İma Kılavuzu genç bir yazarın nin getirdiği ilgiler. Eşyalara çok anlam yaparak yazmayı denerim dim. Lisede başladım. Yayınevlerine bir hamle kitabı olarak değil de, geri- yüklemişimdir. Yıpranmış şeyler. Eski- aynı metni. Bunları Hem yazar olmak hem editör olmak gidip geliyordum. Yani meslek olarak de uzun bir yazı serüveni bırakmış ve miş şeyler. Bitpazarlarını, hurdacıları yapmak, zamanı elinizde böyle bir şey herhalde? seçmedim yayıncılığı. Eniştem matba- artık yazacağı hiçbir şey kalmamış bir gezmek roman okumak gibidir. Eşya- oyuncaklaştırmak yazarlığın Yazarken de bu tip tartımları yaparım. acı, babam Cağaloğlu’nda lokantacıy- yazarın kelime oyunlarıyla ustalığını ların kederini duyarım. Fanilik duy- çekici yanı. O yüzden de dolu dizgin yazamam. Edi- dı. Çocuk yaşlarda baskı makinelerini, göstererek avunduğu bir kitap olmuş. gusu verirler. Gelip geçiciliğin canlı törlük yazım sürecimi ağırlaştırıyor. Ba- hurufat çekmecelerini gördüm. Yazı Yani, sen kendini tıkamışsın dedi ki, kanıtlarıdır eşyalar. Sonuçta yazımın zen de yazmaktan vazgeçiriyor. O sayfa- çizi dünyasının, matbaa, kitap, dergi büsbütün haksız değildi. parçası oluyor eşya. Kelimeler ve Şey- larda boşuna vakit kaybediyorsun, diye ve yayın ortamının içinde büyüdüm. ler de böyle bir kavrayışla okuduğum bir insanla sohbete değişmem mesela. uyarıyor beni uzaktan. Bergman’ın Demek istediğim noktalama işaretleri, Klasik öyküye dönmeniz nasıl oldu? kitaplardandır. Sanki bizzat kendim bir yaban hayatım filmlerindeki şeytan gibi dürtüyor. harfler lekeler bütün bunlar benim Tam bir dönüş değil. Evrilmeler, dö- da insanoğlu karşıma çıkıp bozacak bu için önemli kişilikler gibi artık. Bir nüşümler geçiriyor yazdıklarım doğal Öyküsü yazılamayacak anlar var mıdır hayatı. Yabaniyim, in’cilim derken bun- Bazı öykü anlatıcılarınız Bay Muannit parantez benim kahramanım olabilir. olarak. Yüzüm hep hayata dönüktü sizin için? ları diyordum Kontrol Kalemi’nde. Sahtegi’ye benziyor. V. Bener öykücü- Böyle noktalama imlerini yazınlarının ama dile getirme biçimimde hayat fazla Olabilir. Ama onları yazmamak ya da lüğünü yakın buluyor musunuz kendi- başköşesine oturtmuş yazarlara özel silikleşiyordu. Renkleri ortaya çıkaran yazamamak daha çok yazmayı sağla- Sizin metinleriniz de şiire yakın aslın- nize? bir ilgim vardır. Şimdi düşünüyorum ışıklara biraz dikkat edince canlanma- yabilir. Yani sürekli onların etrafında da. Çok sevdiğim bir kitap o. Vüs’at O. da o yıllarda televizyondaki “Nokta ile lar başladı. Ölü yazı diri yazı meselesi. dönmekten, giderek daha çok yazmak. Vaktiyle şiir yazardım, “hikâye anla- Bener o kitaptaki dili ve anlatımı et- Virgül” skeçlerini bile severdim. Halen Dar koridorlardan, dehlizlerden açık İma sözcüğünü severim. İma Kılavuzu tıyorsun” dediler, serde delikanlılık kilemiştir beni. Orada anlatı günlük “Parantez bacak” denmesine bayılırım. alanlara çıkmış gibi oldum. Biraz da sevdiğim bir isimdir. Bir şeyi direkt or- vardı, hemen bıraktım şiiri. Ama sonra biçimindedir. “Hafif Metro Günleri” İşaret diline ve dildeki işaretlere, yazım klasik hikâyeyi taklit etmeyi, parodiyi taya koymaktansa onun etrafında döne öykülerime de “düzşiir gibi bunlar” de- de günlük tarzında yazılmıştır. Anlatı kılavuzu okumaya çok meraklıyımdır. sevdiğimden kolay oldu. Yani şöyle şey- döne işaret etmek. Hayvansı bir davra- diler. Bu defa aldanmadım, papaz bir öyle ilerler o yüzden öyle bir ad koy- ler yazabilen bir yazar olsaydım nasıl nış elbette. Hani bir hayvanın hareket- defa pilav yer dedim ve bırakmadım dum. 1991 yılında kitap çıkar çıkmaz Leylâ Erbil’de de vardır mesela. yazardım, diye yazıyordum bazı öyküle- lerini gözleyip “Ne yapıyor bu?” deriz, yazmayı. Aynı şey Sait Faik’in de başı- alıp okuyup Varlık derigisine röportaj Evet, kendine özgü noktalama im- ri. İlk kitapların düğümleri sonra sonra sonra bilen biri çıkar der ki “Şunu de- na gelmiş. Öğrenince daha çok sevdim yapmıştım VOB ile. 1996’da Hafif Met- leri vardır. Deneysel yazına, harf ve açılır her zaman. Bende de olan bu. mek istiyor bu hareketlerle”. Yazmak onu. ro Günleri’ni yazarken aklımda olan noktalama oyunlarına bağımlıydım biraz böyle bir eylem benim için. kitaplardan biriydi o. yirmili yaşlarımda. 2003 yılında Enis İçi içe metinler ve ayrıksı metinler var Kitabınızda bahsettiğiniz üzere, metro- Batur ve Selahattin Özpalabıyıklar’ın ilk öykülerininizin içinde sıkça. Yalnızlık bir kişilik haline gelmiş. So- da kitap okuduğu için yaşlı kadına yer Kitapta dil oyunları yapıyorsunuz sıkça. da katkılarıyla ile küçük bir Deney- O yüzden çok sert kırılmalar olur. mut bir kişilik. Bazen şımarıyor. Bazen vermeyen okurlar için mi yazıyorsunuz ESİN KARGOSU gibi mesela. sel Edebiyat Antolojisi hazırlamıştım, “Ne diyor bu şimdi” falan diyebilir canı sıkılıyor. Tıpkı iyi kötü bir arkadaş peki? Evet, öyle buluşlarım çoktur. Cafe’r, Kitap-lık dergisiyle armağan etmiş- okur. “Öykü bunun neresinde?” Bana gibi. Sizin için de mi öyle? Yalnız olmak Yazıya ilişkin esprilerden biri olsa Cansever Pide vs. Dil oyunlarını son tik. “Aşkımumya”da ve “Hafif Metro sorulacak bir sorudur. Yazdıklarım yalınlığı ve dinginliği değil de çelişkileri gerek bu Hafif Metro Günleri’nde. derece gerçekçi öykülerin içinde yap- Günleri”nde bu ilgilerim görülür. Ya- “Aaa, ne değişik bir öykü olmuş” de- mi beraberinde getiriyor gibi. Okuduğumuz kitap bizi çevremizden mak tehlikelidir ama hani şimdi diziler- zarı, yazma anında masada yaşananları nebilecek metinler değil. Yani bu tam Sokakta büyüdüm dedim ama ben koparmalı. Tabii kitap okuduğu için mi deki “ürün yerleştirme” mantığı gibi, ve yazma gereçlerini anlatı metnine hikâye olmamış dendiğinde kırılmam. aslında gözlemciydim. Olayların için- yer veremiyor, yer vermemek için mi öyküdeki bir kişinin ya da bir dükkân dahil ederdim. Yani anlatı zamanıy- Öykü içerisinde öykünün kendisini de de olmak istemem. Mesela hırsızlığa kitap okuma numarası yapıyor o genç tabelasında bunları yapıyorum. Hatta la anlatılma zamanını, anlatı kişisiyle tartışan, üstelik yazdığının öykü olma- gidilir, ben gözcülük yaparım. Top adam. Kitabımın hangi amaçla okun- bazı oyunlardaki espriyi unutup neye anlatıcıyı iç içe geçirmek. Otuzumdan yabileceği imasını da veren metinler- oynanır, ben hakemlik yaparım. Hani, duğu, benim hangi amaçla yazdığım gönderme yaptığımı daha sonra bul- sonra hikâye anlatmaya yöneldim. Şen den söz ediyoruz. pencereden bakan çocuk olmuşumdur kadar önemli, hatta belki daha fazla. maya çalıştığım da olur. Çocukluğu- Saat’ten sonra daha “hikâyemsi” oldu hep bir anlamda. Kalabalığı, patırtıyı, Okuma-yazma uğraşını öykülerimde mun belası mekanik bulmaca vardı, sa- anlatılarım. İma Kılavuzu öyküyü tıraş- Öykülerinizde, bir nesneden yola çıkan olayların içinde olmayı hiç sevmem. bazen esprili biçimde tartışmayı, böyle bır küpü. Onu bir defa yapıp bir daha layarak tükettikten sonra Şen Saat’le sil çağrışımların örülü olduğu bir kurgu- Kenardan ve uzaktan sakin ve düşün- konu etmeyi seviyorum. Ama okurların yapamamak gibi. baştan yaptım. İlk kitabım Aşkımumya da buluyoruz kendimizi. Öykü anlat- celi bir şekilde izlemeyi seçerim. Yal- çoğu böyle yazarlardan hoşlanmazlar. ile üçüncüsü İma Kılavuzu’nu tek ciltte mak nesneler ve düşünceler arası bir nızlığı kişileştirdiğim doğru. Herkesin Yazara, aradan çekilse de okusak, de- Ben-anlatıcılarınız sanki kendilerini birleştirmemin nedeni bu zaten. çağrışımlar zinciri mi? Her nesne veya kendi dünyasında rahatsız edilmeden mek isterler, diyemeyip öfkelenirler. ötede duran bir bakışa anlatmak isti- her durağan gibi görünen an bir öykü yaşadığı, muayyen zamanlarda fikir te- yor veya ifade etmek istiyor gibiler. Bu Özellikle ilk öykülerinizin yer aldığı müdür? atisinde bulunduğu bir hayat benimki. Zaman herşeyle aramızı açar. Zamanın bakış neyin bakışıdır? “Aşkımumya ve İma Kılavuzu” kitap- Yani zaman... Bütün yazarların ana Suskunluk bir sorun değildir. mezarına bir zaman daha gömülür. Kendime ben de hep “dışarı”dan bak- larınızda bu tarz dil oyunlarına daha meselesi. Geniş zamanları bir nesne- Konuşmadan da sohbet edebilir iki Nerdedir bu gömülen zaman? Hangi ma halindeyim. O çok sıradan bir şey çok rastlıyoruz son kitaplarınızdaki öy- de toparlamak. Bir objenin bir süre insan, birbirini çok iyi tanıyorsa. İlla saat onu gösterir? Edebiyat mı onu gös- benim için. Yazarken de bunu yaparım. külere göre sonra birçok şeyi birden bende temsil çevresinde insan arayanları, sosyal terir? Yazan-ben’e dışarıdan birisi olarak mü- Evet. Hatta bu iki kitaba almadığım etmeye başlaması, yani hayatı temsil aktivite peşinde koşanları, başka tür- Yine büyük laf etmişim. İşte karşına dahale etmek yani. Yazarların içindeki metinler de var. Daktilolu hepsi. Zımba etmesi. Yani onun çevresinde bir ha- lü vakit geçiremeyenleri çok uzaktan dikilir böyle. Yazı bir tutanak sonuçta. kişiler ve sesler bir kakafoni oluşturur- telleri paslanmış, eski bir çantada duru- yat kurmak. Bir zaman kapsülü haline anlamaya çalışıyorum. Ben bir dağ Bir yerinden sahip çıkmak yaşadıkları- lar bazen ve tıpkı Hababam Sınıfı’nın yorlar. Toplumcu gerçekçi bir anlayış gelmesi eşyanın. Öykücü olarak onun başında Goethe gibi bir taşa oturup mıza ya da yaşayamadıklarımıza. Yazar- kapısında beliren “Kel Mahmut” gibi egemendi yazmaya başladığım yıllarda. içinden sonsuza doğru bir yolculuğa doğayı düşünmeyi, bir dere kenarın- ken birbirinden farklı ve sonsuz zaman- kişinin kendisi çıkagelir. Burada tabii Dolayısıyla yayımlayamayacağımı dü- çıkmak, yazarken görmek o hayatı. daki kavağın dibinde sırtüstü uzanıp lar çıkar önümüze. Zamandizinsellik dileyen Freudyen bir şema kurabilir şünürdüm. Oyunbazlık aşağılanır, dil Eşya ve mekân algım gelişkin olabilir. suyun, rüzgârın, yaprağın, kuşların, yiter. Yani kendi zamanımızın içine baş- ama ben tercih etmem o tarz açıkla- oyunları deli saçması falan görülürdü. Mesela Aşkımumya yayımlandıktan böceklerin seslerine kulak vermeyi hiç- ka zamanları sığdırmaktır yaptığımız. maları. EDEBİYAT 29 IstanbulArtNews

Haziran, 2015 Sayı: 10

Yoğun olarak ironi kullanıyorsunuz ay- Köşe yazarı olmak istiyordum ilkgenç- oturduğumuz evin bir odası kilitliydi. kapılar, kanatlı kapılar, demir sürgüler, deneme havasında yazmıştır ama bir rıca. liğimde. Çetin Altan idolümdü ortao- Evsahibimiz eski eşyalarını oraya dol- duvarlara, direklere çakılı mıhlara takı- öykü dili, öyküleme dili vardır. Benimki Her ciddiyetin aşırısında olduğu ka- kulda. O zamanlar, kupon biriktirir durmuştu. Evin içinde hiç açılamayan, lı duran renkli iplerle ayırt edilen, MSP biraz disiplinlerarası bir disiplinsizlik dar diyelim. Mizahçı bir kişiliğim var. gibi, tiryakisi olunan köşe yazıları ke- hani kapı-duvar denebilecek bir kapı amblemi gibi koca koca anahtarlar. oluyor. Cezama razıyım. Bilge Karasu ile Aziz Nesin arasında bir silip dolaplarda saklanırdı. Felsefeyle vardı. Çıldırtıcı bir şeydi bu. İçerisini yerlerde dolaşıyorum bazen yazarken. siyaset ilgimi çekiyordu. Erken yaşlarda merak etmekten mahvoluyordum. Son- “Karga Zarif”in son öyküsünde hem Herkes kendi aynasına çekilsin diyor- İçimde Oğuz Atay ile Orhan Gencebay edebiyat dışı okumalarım oldu. Felsefe, ra bir gün evsahibi yaşlı kadın geldi ve kendinizle hesaplaşma hem de okura sunuz orada. İkizi Yaşıyor kitabımda belirginleşti mi- sosyoloji, psikoloji, siyaset, siyasi tarih, açtı kapısını. bir sitem var gibi. Bu öyküyü biraz daha Evet. Yüksek sesli bir metin. Bir anons zah anlayışım. Bazen düşünüyorum da dünya tarihi ilgimi çekiyordu. İdeolojik İçi eski eşya dolu, küçük, karanlık, ayrıksı buluyorum sdiğerleri arasında. etkisi var. Bir fotoğrafa bakarak, bir mü- o kitabı öykü olarak da yayımlayabilir- meselelerle ilgiliydim. Yirmi yaşımdan ağır naftalin kokulu bir oda. Bütün Oradaki epeyi ayrıksı bir metin. Ki- zik eşliğinde yazılmıştır. Şiirsel, filozo- dim belki. Hepsi kurmaca mektuplar sonra tamamen yazına kapandım. Proust’yen hayallerim yerle yeksan taba koyarken de tereddütlerim vardı. fik bir parçadır. İlla bir yakınlık aranır- nereden baksanız, yani bana gönderil- oldu. Bunun bende bıraktığı izlerle il- Benzerlerini yazabileceğimi sanıyor- sa Kısmet Büfesi’yle Yanık Saraylar’da miş mektupları alıp peşpeşe sıralamış “Benevi” sizin için nedir? Nasıl çıkar gili bir öyküdür o. “Konsol” öyküsü de dum, olmadı, oraya bir final metni ola- bulunur. Hani ne diyeyim, çocukluğun- değilim. oradan insan. Ya da nasıl girer oraya? öyle. Zaten ilk kitabımdaki öyküler be- rak koydum. Yani baştan öykü olarak da filozof ve köşe yazarı olmak isteyen Bir de daha önce köşe yazarı olmak is- Aşkımumya benim için de oldukça nim gözümde yekpare bir metnin çeşit- yazmayıp sonradan öyküye çevirdiğim bir çocuk büyüyüp öykü yazınca böyle tediğinizi söylüyorsunuz. Sonra öykücü kpalı ya da çok kapılı bir kitap aslında. lemeleridir. Aynı şekilde Eğin’deki köy bir metin. Aslında ilk öykülerime ya- metinler çıkıyor işte. Kusurumuz varsa olmuşsunuz. “Benevi”ne gelince, çocukken kirada hayatının da izleri var. Odalar, büyük kın özellikler taşır o metin. Biraz daha affola. Konuşan-ben ben olmayabiliyorum her zaman, yazan-ben her zaman benim ama! Murat Yalçın’ın okur, yazar, editör “ben”likleriyle vücuda getirdiği bir kitap “Kontrol Kalemi.” Hepsi ayrı konuşuyor toplam 1000 maddelik post-itlerde. “Kontrol Kalemi” için söyleşi yapılacağına inanmıyordum, demişti. Biz de soruları çektik aradan, ortaya Muratis Yalcinis’in “Kontrol Kalemi” için yazdığı 20 Post-İt çıktı

1 Gerçek bir yapıt sonunda bizi dımdız- devşirdiğim, biçemlerinden örnek al- düşük tür, çünkü piyasaya bağımlı. Öz- Sorun, konuşurken hep saçmaladı- paylaşmak, başkalarını kendi dün- lak ortada bırakır. Gerçek bir yaratıcı, dığım, bende yankısını bulan, kısacası gür değil ki yaratıcı olabilsin; güncele ğımı düşünmemden ya da yazıya olan yamda ağırlamak, misafir etmek. yazının her türünde çıplaklığını göster- ‘benimsediğim Türkçe’nin büyükleri- yapışmak, kolay okunmak, hemen anla- inancımdan, ‘aşırı’ inancımdan kay- Yazarken, dünyama konuk olacak menin bir yolunu bulur. Bu anlamda dir. Eksik olmasınlar, Ferit Edgü geve- şılmak, yani bir vasatı kollamak zorun- naklanıyor. Ağzıma değil de kalemime kişilerin varlığını düşlüyorum. Ye- ben yazarlık serüvenini bir ömür süren zeliklerime dikkatimi çeker; Enis Batur da. Gerçekliği yıkacak dili bilmez, basit güveniyorum. Kendimi tam ve doğru meğe gelecek önemli konukları için bir striptize benzetiyorum. Her kitap ise yeryüzünde her şeyin ‘bir biçimde’ bir ayna olmayı başarı sayar. ifade edemediğimi düşünüyorum ko- mutfakta hep daha fazlasını, daha okurun üstüne fırlattığımız bir giysi ol- yazmaya değer olduğunu anımsatır. nuşurken. Yazan-ben’e duyduğum gü- çeşitlisini ve daha iyisini yapmaya ça- malı. Tamamen soyunamadan ölenlere Onlar böyle şahsen bana söylemezler veni hiçbir şeye duymuyorum belki de. lışan hamarat ev sahibine benziyor çok yazık değil mi? bunları elbette. Ben onları okurken çı- 16 Dolayısıyla yalan ya da gerçek demen- yazar. Burada benim ‘beklenen mi- karırım bu dersleri. “Hafif Metro Günleri” 1998’de den ben bir samimiyet meselesini anlı- safirler’imin kuramsal ifadesi “ideal “anlatı” olarak çıktı. İkinci baskıdan yorum. Yazarken samimi, konuşurken okur” ama metin yorumcularının, 8 itibaren “roman” dememin nedeni sahteyim değil; yazı samimi konuşma dilbilimcilerin, imbilimcilerin diz- 19’uncu maddede yazarlığımın 12 tepkisel: Ne zaman roman yazaca- sahte geliyor bana. Bu kişisel bir konu geleştirdikleri, kavramlaştırdıkları okurluğumla sınırlı olduğunu Okurken her zaman muzaffer bir ğımı soranlara “vaktiyle yazmıştım” değil. Yazının gücü büyüleyici kuşku- alanlara girmeyelim istersen. Kestir- vurguluyorum. Büyük bir yetenek kumandanım. Düşünsenize, ya çok diyebilmek, bunu derken de onla- suz. Belki şuradan bakmak lazım: Ko- meden şunu söyleyelim: Yazıyorsak, olsam yazmaktan okumaya vakit beğenip mutlu oluyorum ya da hiç rın roman dedikleri şeyden ne ka- nuşurken karşınızda gerçek/dinleyen bir dünyamız olduğunu ve o dünya- bulamazdım herhalde. Bir büyük beğenmeyip iyi ki böyle şeyler yaz- dar uzakta olduğumu göstermekti bir muhatap var, oysa yazarken sizin yı dile getirebildiğimizi, dolayısıyla yeteneğimize ne okuduğu soruldu- mıyorum diye yine mutlu oluyorum. amacım. Yoksa o kitap her bakım- bir kurmacanız/okurunuz var. Ben başkalarını buyur edebileceğimizi ğunda “Siz hiç ineğin süt içtiğini Ya öğrenmek dediğimiz ne? Nasıl dan tastamam bir uzun öykü, bir karşımdakinin beni yeterince dinleyip düşünüyoruz demektir. Bu gerçek- gördünüz mü?” demiş. Dolayısıyla, öğrenmek? Ne öğrenmek? Kişi ne novelladır. Unutmayalım ki bugün dinlemediğinden de emin değilimdir. ten büyük bir iddia aslında... Ben, ben ne öğrendimse okuduklarım- zaman öğrenmiş olur? Bunu nasıl pek sevilen romanlar Kürk Mantolu Oysa yazdığımı okuyana daha çok gü- kendi adıma, yazabilmeyi yeterli gö- dan öğrendim. Okuma öğrenilir, anlar? Evet, nasıl yazmam ya da ne “büyük hikâye”, Ali Niza- venirim. Güven olunca da samimiyet rüyorum. Beklenen misafir gelir gel- öğretilebilir bir uğraş. İyi bir okur yazmam gerektiğini iyi kötü bilirim mi Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği gelir. Konuşurken kısa kesme gayretine mez, geldiğinde aradığını bulur ya olduktan sonra yazıp yazmamaksa ama her zaman başarabilir miyim “hikâye” ve şimdi aklıma gelmeyen düşerim sözgelimi ama yazarken açık- da bulamaz. ‘Yazmak’ değil ‘yazabil- bir gereksinim meselesi. İş olsun bunu? Okuyup yazarak yaşadıkça ama bugün “roman” kılığında oku- lamalara doymam. Diyeceğim yazan- mek’ diyorum, dikkat ederseniz. Şu diye yazanları, yazıyı boş zaman daha büyük hüsrana uğruyorum. duğumuz pek çok değerli roman ben’in konuşan-ben’e üstünlüğü beni da var, yazar ne yazdığını bilse bile uğraşı, pazar eğlencesi vs sayan- Neden? Okurluğum yazarlığımdan aslında “uzun hikâye”dir. Şimdi bu yazıya çekiyor. Bir de söz belleğim yazı- okurunun ne okuduğu bilinmez her ları hesaba katmıyorum. Yazı bir daha gelişkin olduğu için mi yazdık- türler para etmediğinden onlara da kendini gösteriyor, konuşurken kısır zaman. Yirmi yıl önce, “herkes ken- yaşam biçimini dayatmıyorsa, larımı beğenmiyorum? Ama teselli da “roman” deyip geçiyoruz. Öte kalıyorum gibime geliyor. Yazıyorum di bildiğini okur” demiştim; isterse- kişinin bütün yaşamını yönetmi- şu ki, yazarların aslında birer Sisy- yandan, yanlış anlaşılmak istemem; diye uzatmayayım şimdi, hayat yazıdan niz yine öyle deyip kapatayım. yorsa kanımca ortada bir yazarlık phos olduklarını bilip, bu saçma- yazarken türlerle alıp veremediğim ibaret olsa ne kolay olurdu. da yoktur. Yazar dediğimiz kişinin lıkla yaşamayı öğrenmiş kişiye yazar hiçbir mesele yok. Türler umurum- hayatta yazarlığından başka bir ba- diyoruz. Yazı dünyasının tanrıları da bile değil. Bana kalsa kitapları- şarısı olmamalı, olamamalı. Şayet olan o büyük yazarları o kadar çok mın kapağına öykü bile yazılsın iste- 2 hayatın başka alanlarında kendini seviyorum ki onların verdiği cezayı mem. Sonuçta, cinsi bozuk ve melez “Kontrol Kalemi”nde en çok ko- 5 gerçekleştirebilmişse onun yazarlığı çekmek bana gurur veriyor. kitaplara bayılırım. nuşan Okur-ben. Öyle ki Yazar- Bütün benlerimle, benliğimle var şöyle böyledir. Yazı bir varlık sebebi ben’i sindiriyor. Eziyor, alay edi- olduğum ilk kitabım Kontrol Kalemi. değilse atölyelerde öğrenilenlerle yor onunla. Dönüp okuduğumda Kişiliğim, mizacım büyük ölçüde ortaya ancak bir vasatlığa ulaşılabilir. Hep 13 17 Yazar-ben’in bazı hallerine üzülme- çıktı. Farkındayım, alaycılığım, sulan- diyorum, yazına ve dile kendinizi Üstüne sürekli düşündüğüm tür 369’uncu maddeyi yazarken bütün dim desem yalan olur. Bu hırgüre dırıcılığım bayağı görünüyor. Küçüm- adayıp yeni bir şey katmıyorsanız öykü. Öykünün gizlerini çözmeye, baş- bir yazın tarihimizi düşündüm elbet- Editör-ben zaman zaman müdahale seme değil bu, belki aşırı önemseme. arada bir yayımlanabilir şeyler yaz- ka nasıl yazılabileceğini bulmaya çalı- te. Şimdi tekrar okuyorum da, evet, ediyor, aklıselime davet ediyor. Ni- Zaten her şeyi her anlamda büyüte- makla yazar olunmaz, ancak eliniz şıyorum. Kitapta türlerle ilgili tariften ana çizgileriyle doğru. Anday’ın, Ok- hayetinde Yazar-ben’in deplasman- bilen biridir de yazar dediğimiz kişi. kalem tutuyor demektir. çok benzetme var. Seviyorum benzet- tay Rifat’ın, Attilâ İlhan’ın romanla- da olduğu bir kitap Kontrol Kalemi. Tabii, her şeyden önce kendimi sîgaya meyi, somutlaştırmayı. Bunları yapar- rına her zaman şapka çıkarırım ama Okur-ben’in her türlü ukalalığı, çekmeye bayılırım. ken tabii sadece kendi algım üstünden oradaki saptamamın arkasındayım. İs- afrayı tafrayı yapıp parsayı toplama- Öte yandan, evet, “ne bu şiddet bu 9 değil, yazın kamusunun tanımların- tisnalar kaideyi bozmaz. Madem hâlâ ya çalıştığı bir sahne. Kitabın sunu celal” dedirten yerleri var. Sakin biri ol- Yazıyla engelli bir ilişkim var. Yazar- dan, algılamalarından da yararlanıyo- roman konuşuyoruz: Bugünün okuru yazısında “öbür elimden çıkma bir madığım da artık ortada. Sakin davran- ken çok sorguluyorum, dura dura rum. Amacım yeni bir tanım bulmak okuyabiliyorsa “roman” diye Bay Muan- kitap oldu” demem ondan. Bundan maya çalışan biriyim sadece. Başkala- ilerliyorum. Uçurumlu dönemeçlerle değil çünkü, genel geçer tariflerin ek- nit Sahtegi’yi, Gece’yi, Buzul Çağının önceki kitabım editöre-postalar’da rıyla değil de kendimle didiştiğim için dolu, dik yokuşlardan aşağı giden bir siklerini, çelişkilerini göstermek. Ama Virüsü’nü ya da ne bileyim Karanlık nasıl Editör-ben’i ortaya çıkardım- sakin ve uyumlu görünüyorum. Yoksa, araba gibi; çok temkinli bir yazma bi- bütün bunları ne eleştirmen bilinciyle, Thomas’ı okusun. Görüyorsunuz ki sa, bu kitapta da Okur-ben’e kalem dediğin gibi, özeleştiriyi kolayca özyı- çimi benimki. Giderek acemileşen bir ne akademisyen bilgisiyle yapıyorum. derdim salt romancıyla değil; bir de verdim. Birçok söyleşide okurluğu- kıma dönüştürebiliyorum. Bilen bilir, kalem... Konuşmamdaki gevezeliği ya- Sonuçta yazar olarak, roman uzaktan ‘sıkıcı’ kitaplar okuyamayan, akıcı ro- mu öne çıkarmıştım. Her zaman sabote etmekte üstüme yoktur. Derisi zıya geçiremiyorum demek ki. Kekeme tanıdığım, şiir içini tam bilmediğim manlar peşindeki kör okur var. söylerim, hani yazarlığım üstüne laf tersyüz edilmiş kirpiye benzetirim bu bir yazının yoruculuğu, beni az yazma- ama öykü içinde yazıp yaşadığım bir etmekten yüzüm kızarır ama nasıl anlamda kendimi. Hal böyle olunca ya iten. Şimdi böyle diyorum ya, geçen tür. Sadece ‘bazen böyle şeyler düşü- bir okur olduğumu arsızca konuşa- dışarıdan ve uzaktan atılan oklar bana gün biri kitaplarımı tek tek saydı, sonra nüyorum’ demek istiyorum. Yaşamla 18 bilirim. Kontrol Kalemi’nde işte bu pek cılız gelir. yaşıma göre verimli, semereli bir yazar yazının arasındaki serbest bölgede ser- Hiç değilse yolun başında dergi- arsızlıklar var, onu sevimli de kılıyor. olduğumu söyledi. Vidalarım gevşedi serilik yapmak benimki. lere uğramamış yazar yokmuş eski- Editör-ben de tecrübeleriyle arada hemen. Yani yazarken kendini tutmak den. Bugün hiçbir dergiye selam arzı endam ediyor, bir parça ahkâm 6 konusunda sadece kendi durumumu vermeden okuruyla buluşan yazar- kesiyor. Diyeceğim, okurluğumla İçimdeki benlerin elbirliği olmasa tartışıyorum. Gerçek, iyi bir yazar yaza- 14 lar var. Yine romana çatıyorum gibi yazarlığımın daha uslu oynaşmasını bu kitap olmazdı. Kimdir Muratis bildiği kadar yazmalı. Bunun bir ölçüsü Hikâye anlatılır, öykü yazılır. olacak ama vakit yitirmeden direkt beklerdim ama Okur-ben’in düpe- Yalcinis? Kendimle alay ederek yar- yoktur. Olmamalı. Az ve zor yazınca iyi, Hikâye bütün yazın türlerinde belli romanla çıkmışsa bir yazar söyleşi düz cirit attığı bir kitap oldu. Neyse, gılardan mı kaçıyorum acaba böyle- çok ve kolay yazınca kötü olmaz yazı. belirsiz vardır; ama ben demek is- yayımlatma dışında dergilerle pek onun da hakkıydı diye düşünüyo- ce? Neyse. Bir kitabı okurken o kita- Bir kitaba ayrılan zaman da onun nite- terim ki bazen öyküde kendini hiç işi olmaz. Onun için ben dergi okur- rum, ortaya böyle çıkmak. bı taklit eden söylemler karalamayı, liğine ilişkin bir veri değildir. Yazama- göstermeyebilir. Kişi, olay, zaman, larını iyi yazın okuru sayıyorum. böylece okuduklarımı içselleştir- dıkça değer kazanan bir şey değildir mekân olmadan hikâye anlatılamaz Şiire, öyküye, eleştiriye, denemeye meyi seviyorum. Kitapta bunlardan yazı. Yazarların çoğu bu konularda tür- ama yazılabilir ve ona ben öykü diye- yüzünü dönmüş sıkı okuru seviyor, 3 çok var. İyi bir okur izler sürebilir. lü bahanelerle kendilerini ve çevreleri- rek bir ayrımı belirginleştiriyorum. onlara hizmet etmekten onur duyu- Evet, Yazar-ben’in yazma edimi ve Üstelik sonundaki dizin ipuçlarıyla ni kandırırlar. Yazan yazar, yazamayan Bir duygunun bir düşüncenin öy- yorum. özellikle yazıyla ilişkisinin nirengi nok- dolu. Ben kitap okurken kitap da konuşur. Goethe Faust’u altmış yılda künmesidir bazen öykü, bazen de taları çevresinde dolanmasıyla başlıyor beni okusun isterim ve o zaman ya- tamamlamışsa bu onun sorunudur. Bu- dilin yapayalnız ötmesidir. kitap. Sonuçta yazarlığı ya da yazamaz- zarak onunla söyleşmeye başlarım. radan bize bir ders çıkmaz. 19 lığı dile getirmeye çalışırken samimiye- Dolayısıyla buradaki bütün benleri Didaktik tavırlı yazarlarla dolu bizim ti biraz abartıyor. Oralarda ciddiyetten “Muratis Yalcinis” imzasında topla- 15 yazın ortamımız. Öğretmen-öğren- ölecek gibi; epeyi kasıyor, çekiştirip ge- mak yakışır bence de. 10 Roman düşmanı gibi görünen Okur- ci hiyerarşisini sevmiyorum. Kontrol riyor, kendini dara sokuyor. Nereden Teksas’taki Profesör Oklitus’un “Ekin toplanırken tarlaya dökülen ben, mektup, günlük, kuram meraklısı Kalemi’nde bu tavra düşmekten çe- bakılsa bir okur-yazar günlüğü bu, do- muydu yoksa Kaptan Swing’teki tahıldan ertesi yıl kendiliğinden daha çok. Güncel romandan, piyasa işi kindim. Orada muhatap aldığım bir layısıyla Yazar-ben’le Okur-ben bazen Gamlı Baykuş’un mu, çizgi roman biten seyrek ekin” anlamında “Ha- yazından tiksinti duyuyor. Editör-ben kişi yok. Ne diyorsam kendi kendime karşı karşıya geliyor, bazen de anlaşı- fanları doğrusunu bilirler, onlara laza” bu kitabın ilk adıydı. Okuma bütün türlere eşit mesafede; beğenme- diyorum. Gençlerin birbirlerine bile yorlar. Sonuçta yayımlanma amacıyla borçlu bu lafı Muratis Yalçınis. Pusu- yazma işini yaparken kendiliğinden, se de anlamaya, gidişatı yorumlamaya “hocam” demeleri sevimsiz geliyor yazılmamış, hani böyle bir kitap için ya düştüklerinde başlarını sıyırıp ge- istemeden ortaya çıkan parçalarla çalışıyor, beğenilerini çok ortaya koy- kulağıma çünkü. Sahiplenilme, beğe- yazılmamış notların bir araya gelme- çen ilk kurşuna “Hay bin kunduz!” kurulmuş bir kitap olduğu için bu madan. Yazar-bense kafasını büsbütün nilme arzusu da, eleştiri karşısındaki siyle oluşmuş bir kitap bu. Tarih yerine diye karşılık verirler ya, bu notlar da adı benimsemiştim. öyküye gömmüş durumda. Romana kırılganlıklar da çok. Kendinden emin, numara koyarak, sonra da bu numara- biraz öyle. Tom Braks’ın Tonton’u “zalimce” yüklenmemin nedeni uzun övgüyü yergiyi fazla takmayan, dik kafa- lara göre sonuna bir isim dizini ekleye- da “Hay bin köfte!” derdi galiba… süredir tek başına iktidar olması. Ken- lı, “domuzuna yazan” bir kişilik yapısını rek kurdum. Yani; Yazar-ben, Okur-ben Şaka bir yana, diyebilirim ki internet 11 di piyasasını çekip çevirmesi ve hiçbir yakıştırıyorum gerçek yazara. diyoruz da Editör-ben olmasa böyle bir sözlüğü yazarı, blog sahibi ya da bir Okuryazarlığıma en büyük katkıyı Bil- yazınsal eleştiriyi umursamadan, arsız- kitap olmazdı. Bir de dergici benliğim sosyal medya aktörü olsaydım böyle ge Karasu vermiştir. Şöyle böyle otuz ca parsayı toplaması. Hem yazın dışı var tabii. Eh, dergicilikte bir rubu asrı bir kitap olmazdı. Ve tabii bana at- yıldır gözümü ondan hiç ayırmadım. emeller peşinde koşup hem de kendini 20 devirdiğime göre, söylenirken ya da tırmalı ve döktürmeli gelen bu kita- Ondan sonra sayacaklarım gerçekten yazınsal yapıt diye yutturması. Romancı Gözümü yazın ortamına açtığım yırtınırken büsbütün haksız değilim bı kurup ilk okuduğumda içimden çok uzun bir liste olur. Dilerseniz hiç politikacıya ne kadar benzetiyor, “bir 1980’lerde bu tartışmaların alevin- diye düşünüyorum. Yazarları, yazın or- “Hay bin kunduz, roman gibi yahu!” girmeyeyim. 15-20 yaş arası gençlik he- düşünün abiler!”Yazın adamı kimliği de çok piştim. Hepsini okudum ve tamını dergici olmadan tanımak, anla- dediğimi de itiraf edeyim. vesiyle okuma defteri tutardım. Yılda olan romancıları ayrı bir yere koydu- dibim tuttu diyebilirim. O yüzden mak zordur. Kitap yayıncılığı yetmez, kaç kitap okuduğumu net olarak bilir- ğum bilinsin isterim bu arada. Şöyle en tiksindiğim kavramdır “Aydın”. dergicilik kılcal damarlarda dolaşmayı dim. Sözgelimi o defterlere göre beş düşünüyorum: Gerçek bir yazınsal Yazar kendine toplumsal vazifeler çı- gerektirir. Hal böyle olunca bazı yar- 7 yılda binden fazla kitap okumuşum. yaratıcılık para, ün, itibar getirmez. karmakla yükümlü değildir. Toplum gılarımda dergiciliğimi konuşturarak Kurmaca çok büyük bir özgürlük ala- Kimden ne öğrendiğimin hesabını Çok-satar ve çok-star olmanın tek yolu da ona böylesi sorumluluklar yükle- keskinleşmek hakkım değil mi? nı. İyi yazarlar bu alanı en geniş, en doğru ve dürüst yapabileceğime inan- romansa ve salt bu amaçla romana te- memeli. Yazarların politik tavırları uzun ve en iyi bir biçimde değerlendi- sam derhal yaparım. Düzyazıda bey- vessül edilmişse, sonra da dönüp büyük ya da tavırsızlıklarıyla yargılanmala- rebilenlerdir zaten. Kurmaca, yazı yo- lerim saydığım ‘nesir’ ustalarını sıkça yazarlık taslanıyorsa orada işte bütün rı haksızlıktır. “Gezi” günlerinde de 4 luyla kendimizi gerçekleştirmenin en andım Kontrol Kalemi’nde. Bunun benlerim harekete geçiyor. Eloğlu’nun eski hastalıklar nüksetti. Parka giden- Kim için yazıyor, niçin okuyoruz? düz yolu. Yazıda büsbütün çıplak hale için kitabın dizinine bakmak bile yeter. deyişiyle “cinifrit” kesiliyorum. Hani lerle gitmeyenlerin saflaşması karika- Hem son derece kuramsal hem de gelmekten ne anlıyoruz? Hafızamızda- Ama madem konu buraya geldi, bura- metal hurdacıların kullandığı dev mık- tür gibiydi. Şöyle kapatayım: Orada bir o kadar kişisel bir konu. Benim ki, hayalimizdeki bütün mahremiyet- da hatırları kalmasın diye öbürlerini natıslar vardır ya, roman tam da böy- ağacın dibinde kitabın okunuyorsa bu noktada durduğum yer ‘paylaş- leri döküp saçmayı mı? Bana kalırsa de sayayım. Yunus Emre, Evliya Çelebi, le bir alet. Yazında hurdaya çıkmış ne tamamdır. Yazarın, kitabı okunan ma arzusu’. Sahibi olduğum bir düşü gerçek bir yazar daha fazlasını yapar: Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, varsa onları bedavadan toplar ve satar. her yerde bulunması gerekmez. Kendisiyle birlikte başkalarını da soyar. Necatigil, Nermi Uygur, Salâh Birsel dil Dile, yazına yenilik getirme ihtimali en EDEBİYAT 30 IstanbulArtNews

Haziran, 2015 Sayı: 10

ODAK YAZAR Onun edebiyattaki yerini ne belirliyor? Murat Yalçın dili imlacı bir yazar olarak kullanmıyor. Hatta ben ona yazıyor ya da yapıyor bile diyemem. Yalçın tam anlamıyla söylüyor. Kulağına nasıl gelirse öyle basıyor kelimelere… Yalçın’ın öyküsü bir bulmaca gibi çözülmüyor. Tamamlamıyor kendisini...

kırıyor. Yalçın’ın post-modernist tavrı dili elinde hep bir koz olarak kullan- cek tutup bütün zenginliğiyle anlataca- olarak söylediği bireysellik kişinin baş- SELİM SİNA BERK daha kitabın en başında açılış cümle- ması zaman zaman espriyi aşıp ironiye ğını düşündüğümüz anda şiirsel bir dil kalarından ayrı yaşayabilme, düşüne- [email protected] sinin Umberto Eco’dan bir alıntıyla ulaşan imgeleri ustaca yakalayışı öykü- ile ruhsal karmaşaların üzerine gidiyor. bilme özelliklerini kapsar. Bu kitaptaki başlamasıyla açığa çıkıyor ve bu tavır sünün en kuvvetli yönlerinden biri olsa Ne Sevim Burak karamsarlığı ne Sait öykülerin hemen hemen hepsinin duy- Murat Yalçın genç yaşta yazmaya baş- hız kesmeden devam ediyor. İlk öykü da bu durum onun zaafı olarak da ni- Faik umudu ile karşılaştırıyor bizi. Ge- gu yükünü bu bireysellik ve toplumsal lamış ve yazma süratini hiç kaybetme- “Her Halde Bir Hayal.” Başlangıcı ol- nelde öykücüler için ede- kimliğin çelişkisi yaratmaktadır. miş, profesyonel olarak yaptığı işlerle mayan yaklaşık iki sayfalık çağrışımlar- biyatını öyküyle mi yoksa “Aşkımumya ve İma Kılavuzunda” de edebiyattan hiç ayrılmamış; roman- la ilerleyen tek bir cümleden oluşuyor. romanla mı belirginleştir- mekân Anadolu’dan köyden çok uzak. cı, editör ve en önemlisi 90’lı yıllarda Yazar diğer öykülerinde de (mesela: miştir diye sorulur. Yalçın Şehir ile kasaba karışımı bir büyük şe- hareketlenen genç öykücülerin en “Kör Nokta” , “Kanatlı Kapı”, “Benevi” için ben cevap verebilirim. hir var öykülerde. Göçün köyden getir- önemli temsilcilerinden. Elimin altın- , “Kısa Camel Tarihi”) parantez içleriy- O edebiyattaki yerini şair diği çakıl taşları ve çamurlu yolları var da Yalçın’ın ilk iki kitabı “Aşkımumya le anlatıya ve anlatıcıya müdahaleler olamayışıyla belirginleştire- bu şehirde. Darbe sonrası soğukluğu- ve İma Kılavuzu” var. İkisi bir kitap ha- de bulunuyor, ikinci ya da üçüncü kişi cek. Yekta Kopan, Yalçın’ın nu koruyan içine kapanmış sokaklar ve line getirilmiş. Yaklaşık iki yüz otuz say- olarak öykülere dâhil oluyor. Hatta bu zihin labirentinden çıkış içine kapandığını gizleyen insanlar… fadan müteşekkil bu kitapta elliyi aşkın durum bazen parantez dışlarına da ta- yolunu dilsel özeninin Şehrin sokaklarında insanlar yok. Sade- kısa öykü bulunmakta. Hatta öyküle- şıyor. Özellikle Aşkımumya’ da hemen çizdiği rotayla bulduğunu ce insan taklidi yapan belki de maket- rin arasında ben öykü değil şiirim diye hemen hiç konuşma çizgisi yok. Bunun yazmıştı. Bunun üzerinde ten tüpçüler, yoğurtçular, bozacılar… kendisini gösteren “Medcezir Balıkla- yerine anlatıcı dışında ikinci ve üçüncü küçük bir oynama yapabi- Hepsi pasif. Ruhsal bunalımın bir par- rı” başlıklı deneysel bir çalışma da var. kişiler (mesela “Ben’cilik Oyunu” öykü- lirim. Yalçın’ın öyküsü bir çası hepsi. Bir ara lastik ayakkabılar, “Aşkımumya ve İmaklavuzu” belirli sünde) anlatının arasına girip zaman bulmaca gibi çözülmüyor. mestlerden söz eder gibi oluyor Yalçın bir olayı anlatan hikâyelerden oluşmu- mefhumunu dağıtıyorlar. Bu teknik Tamamlamıyor kendisi- ancak onda da o ayakların bastığı ev- yor. Toplumun kural ve kurumlarıyla meseleler sonucu akla gelen soru şu: ni. Labirentten kurtulma ler, camiler, işyerleri yok öykülerde. Bu anlaşamayan yazarın izlenimleri; çağ- Yalçın bu teknik karmaşada derinlik çabası da hiç sezilmiyor. bilinçli tutumda bir yergicilik, taşlama rışımlar, detaylar, ruh çözümlemeleri oluşturabiliyor mu? Bence burada dev- Yalçın bulmaca çözmekten var mı bilemiyorum. Varsa da çok de- ile okura aktarılıyor. Okur noktalama reye Murat Yalçın’ın şiirsel dili devreye çok bulmaca kurmaya do- rinden akan bir kanal bu. Ya da bireysel işaretsiz, paragrafsız bölümlerin yanı giriyor. Füsun Akatlı’da mı yoksa Selim lambacı genişletmeye çalı- ses o kadar baskın ki bu kanalı bastı- sıra şiirlerden, mektuplardan, ifade İleri’de mi okumuştum hatırlayama- şıyor diyebilirim. rıyor. Bu bireysel sesin okuru en çok tutanaklarından oluşturulmuş kurma- dım, şöyle bir söz: “Kelimelerin seçi- çarpan parçası ise birçoklarının aksine calar ile karşılaşıyor. Edebiyat anla- minden çok telaffuz edilişini önemsiyo- Nice “korkulu ustalıklar” unutmayı değil hatırlamayı nimet say- yışı belirli ölçüde klasik roman, öykü rum.” Yalçın dili imlacı bir yazar olarak Glover “Metapsychology masıdır. öğretileriyle sınırlı bir okur kitlesinin kullanmıyor. Hatta ben ona yazıyor ya or Metahysics’da” kimliği Bugün ustalık dönemini yaşayan bir bu öykülerde bekledikleriyle bekledi- da yapıyor bile diyemem. Yalçın tam “aynılık” durumunun deva- öykücünün ilk kitaplarını alıp eksikle- ği düzlemde karşılaşamayacağı kesin. anlamıyla söylüyor. Kulağına nasıl ge- mı olarak verir. Wheelis de rini fazlalarını yazarın bugün gelmiş Bunu kitabın yaptığı baskı sayısından lirse öyle basıyor kelimelere. “Kanatlı aynı doğrultuda kimliğin olduğu noktadan bağımsız değerlen- çıkarmamız da mümkün. Tanzimat, Kapı” öyküsünde sanki bir şiir söylü- bir birlik bütünlük duygu- dirmek el betteki mümkün değil. An- Milli edebiyat hatta Cumhuriyet ro- yormuş gibi anjantman dahi yapıyor. su olduğunu belirtir. Cen- cak samimi bir eleştirmeci olarak şunu mancıları, öykücüleri okurdan bir ön “Yalçın diğer pek çok nitelikli öykücü giz Güleç’e göre de kimlik, söyleyebilirim. Kimi yazarların gelece- hazırlık beklemez. Aksine okur için bir gibi şiire yaklaşmış, sık sık şiirsel ifade- kişinin kendisini çevresiyle ğini görmek için birinci, ikinci hatta ön hazırlık niteliğindedir onların yaz- ler kullanmış. Gücünü zeka ile lirizmin telenecektir. Evet, öykülerin kronik acı- anlamlı bağlar kurabilen bir kimse üçüncü kitapları bile yetersiz kalabilir. dıkları, desek çok da abartmış olmayız. kaynaşmasından alan bu estetik ve iç- ları, sevinçleri var. Ancak bir durumun olarak görmesidir. Toplumsal boyutta, Ancak Yalçın’ın ilk kitabından itibaren Ancak Murat Yalçın’ın öyküleri metin- sel göndermeler; öykülere nitelik kat- trajedisini görebilmek mümkün değil içinde yer aldığımız sosyal gurubun biz- kendi çizgisini belirlediğini ve belirgin- ler arası yapısı göndermeleriyle, parodi mış ve okurun zihninde kalıcı olmayı bu öykülerde. Ham-gerçeğin izine göz- de görmek istediği, bize atfettiği, biz- leştirdiğini bu okumamın sonunda bir ve pastişleriyle modernizmin iddia et- başarmıştır.”(Aykut Nasip Kelebek, Ye- lemle düşüyor Yalçın. Ancak ayrıntılar den beklediği özelliklerdir. Oysa Mu- kere daha görmüş oldum. Yalçına daha tiği gibi hakikatin tek olmadığını hay- diİklim, Haziran 2009) Yalçın’ın şiirsel arasından yakaladığı olgulara tam mer- rat Yalçın’ın da kitabında “ben’cilik” nice “korkulu ustalıklar” diliyorum. Kentin ortasındaki yerel heyula Murat Yalçın’ın söylemek istediklerini kurduğu yüzey ve düzlemlerin altına itme huyu kitabın tümünü sâri. Doğa ve çevre, zaman zaman konuşan, düşünen çoğu zaman kinetize olmayan ama bu ihtimali hep içinde barındıran potansiyel bir karakter olarak duruyor öykülerde…

sınıflar’a dair öyküler beklenmesin, öykü karakteri var burada. Bu kitabın yönetmen Kiarostami’nin, çocukların emlakçı dükkânı kapısı ve bu kapının RİFAT ÖZÇÖLLÜ peşinen biline. Şehirli birinin taşra- diğer öykülerindeki birçok pasaj, bu kol gezdiği Deprem Üçlemesi’ni de üzerine yapıştırılmış karton parçasına rifoz @yahoo.com ya dair hatırladıklarının, bilinçaltına gencin iç konuşma ve sayıklamalarının çağrıştırdı bana. tükenmezle yazılan cep numarasından gömülenlerin steril ve onat bir üslup- devamı gibi de okunabilir. Baba ise bir- Yalçın, her öyküde parçalarını bir bir müteşekkil bir “hafıza”… 20 öyküden oluşan “Kesik Hava”ya la dillendirilmesi gibi de okunabilir. den çok ‘baba’ya karışarak anlamlı ve tamamladığı bu kır-kasaba atmosferine “Çorba”daki “ak kuzu” leitmotifi ‘bil- bir bütün gibi de bakılabilir. 2009’da Varoşu veya köyden taşınıp getirilip çekilir kılmış dünyasını; Malazgirt ata- bir boyut daha ekliyor “Kar Körü”nde: dik bir yalnızlığa’, bir annenin çocuğu çıkan bu öyküler toplamı, köy ve kasa- kondurulanı temsil eden “Köse’nin sına, Fetih babasına, Hint fakiri uluları- ölüm. Mezartaşları arasında saklambaç olmaya ilişkin. Deli dediği milletin de- bayı mesken tutuşuyla ve kentte geçen- Yeri”, bütün semiyotik göstergeleriyle na… Varoluşçu bulantılara gark olmuş oynadığı zamanları hatırlayıp gündelik liğine gözünü dayıyor ve ak kuzuluk- lerinde de yakayı bir türlü bırakmayan beraber anlatıcı –yok düzeltiyorum– oğula ise bu mitik ve mukaddes viranı, hayattaki ölüm-insan ilişkisini “Ölüm tan “buraya” uzanan bir yola bakıyor. kırsal vurgusuyla diğer kitaplarından kepçe marifetiyle yıkıldığında şehrin o düşlerindeki “tuvaletlerde ve duşlarda neredeydi o zaman?” sorusuyla kurca- Bu yolda, samimiyetsizlikler ve bir ak ayrılıyor biraz Murat Yalçın’ın. Fakat “karanlık ve uğursuz” kısmı da sterilize çırılçıplak” öldürmek düşmüş. lıyor. “Kararların kararsız bıraktığı bir kuzunun olabileceği kadar kurnazlık kitabın tümüne dair genellemeler yap- oluveriyor ve hatta dile dolanıp yapış- çavlanda dönenmeydi günler toprağa gözüne ilişiyor. Yine yolda rastladığı mayı o kadar da mümkün kılmıyor bu mış, o utanılan diyalekt örtülüveriyor. Kurbağanın ‘vicdan azabı’nın ‘determi- batasıya…”, “Koyu yeşil bir görkemin lokantaya asılmış, “sabır sebat buyruk- öyküler. Okuyucuya vazife payı bıra- “Rutubet Hanım”, eski ‘gökdelen’in nistik’ sonucu iliklere işleyişi…” ölümlülüğün kasve- ları veren sahte ve gösterişli hat levha- kan metinler bunlar, benim değiniler arkasındaki sokaklardan evin yolunu “Bomonti Bira Bahçesi”, şehrin or- tinin bu topraklarda başrol olmasına ları” ise enikonu gözüne takılıyor: “Bu toplamıma dair de aynı yordam takip tutmadan önce verilen yemek mola- tasındaki kasabasal bir zaman kesitine vurgu. levhalar birikmiş kuruntuların, öfke edilebilir. “Ecel Teri”nde zamanın du- sında, turuncu plastik çatıdan düşen özlem ile geçmişe saplanıp kalmanın “Ölü Atların Ruhu”ndaki ‘sinema ma- demetlerinin üstüne sıçrayan kıvılcım- rağanlığı ve insanların yeknesaklığına eğreti güneşin açığa vurduğu sürahinin bugün ve gelecekten uzaklaştırması kinesinden iniveren resimler’ metafo- lardan başka neydi? Bu ‘huzur veren’ mukabil doğanın daha bir akışkan ol- dibindeki tortudan, pasaktan duyulan arasında konumlanıyor. Ne Laleli’sin- ru bu kitabın tamamını da tarif edebi- dünyanın insanı sersem eden gösterişi duğunu anlatır dururken bu temaların ‘iğrenti’. Bastırılmışın, obsesif bir fâsit den Şişli’sine uzanan troleybüsü ne de lir. Bu sinematik ve psikanalitik öyküde can sıkıcıydı. Vaatlerse, bir hıncı bes- hepsinin altında örtülü, çaktırmayan daire şeklinde kentte tekrar gözün Bomonti Bira Bahçesi kalan bir şehir köy, “uykuya dahi sinmiş” klostrofobik lerdi ancak.” bir ‘şiddet’i imliyor. (Bu “şiddet”e önünde belirivermesi... nostaljisi... Ve şehrin hafızasından ge- bir korkunun bizzat kendisi. Bir kâbus, “Alis”, ayçiçeğini ve köydeki doluna- dair bir yorum yapacağım sonra.) Za- “Seğirdim Yolu” rüya, hatta onun da çen kabadayılar, mafyöz figürler, Kıb- daraltı ve kurt korkusu olarak köy... Ha- yı imleyen bir sokak aydınlatmasına ten Yalçın’ın söylemek istediklerini içindeki rüya anlatısı gibi okunabilir rıs gazileri, gecekondular… Ama bu yallere dahi dalmanın ayaklar tarafın- anlatıcı tarafından verilen ad. “Alis’in kurduğu yüzey ve düzlemlerin altına ancak, ama bu öyküyü var etme- dan frenlenmesi… Rüya harici kısımla- sarışın sokağı”, içinden geçen ve cü- itme huyu kitabın tümünü sâri. Doğa ye uyku hali şart değil; uyanık rın da rüya ürkekliğinde olmasıyla bir rüm isnat edilen kara paltolu adamı ve ve çevre, zaman zaman konuşan, dü- haldeki bir bilinçten akıp giden- gerilim anlatısı olarak da sayılabilecek üzerinde kartopu oynayan kara çarşaflı şünen çoğu zaman kinetize olmayan leri yakalayıp getiriyor anlatıcı bu hikâyede, kana boğulan çerçi ve mi- kadınlarıyla bir film noir fantezisi gibi. ama bu ihtimali hep içinde barındıran okurun ve kendinin önüne. Ka- adı dolan atın ruhu “köyün tavanına ‘Film noir’in sarışın femme fatale’i ise potansiyel bir karakter olarak duruyor labalıklar içinde yapayalnız de- geriliyor”. Ölü Atların Ruhu’nun er- Alis’in kendisi... öykülerde. İnsanların örtük, bastırılmış vinen bir bilincin kendi kendini kekleri, küçüğüyle büyüğüyle, Kürt’ü “İt”; cinsellikten çok bilinçle, deşilip eylemlerini veya onların altmetinlerini terapisi gibi. Doğasal olaylarla sti- ve Türk’üyle, erken yaşlanmayı tercih duran bilinçaltıyla, kendine dönük bir de metaforize ediyorlar. müle olan duyusal hafızanın ka- eden Âdemler. Nihayet, onları oradan tefekkür ve teemmülle iştigal eden bu “Elektrik Dünyası” bir rüya anlatısı yıtları ‘manzum’ bir mecraya akı- çıkarabilecek atın rüyada bizzat ken- kitapta, kente köyden getirilen bir cin- olarak okunabilecek birkaç öyküden yor bu metinde. Buradaki bellek dileri tarafından öldürülmesiyle, “çe- sel enerji ve dürtüyle yazma eylemi ara- biri. O birkaç öyküdeki bu teknik, ki- vurgusu Yalçın için önemli; du- kerek açılabilecek kapı itilip” içeride sında analoji kuran bir öykü. (Köy ve tabın genel katmanlı yapısına hizmet yular hafızası, benliğin ta kendisi hapis kalınıyor, dışarısına çıkılmaktan kasabanın hayaletinin dolaştığı) kent- eder şekilde özgünce kullanılıyor. bir nevi. (Bu söylediğim sadece korkulan köye ilelebet ait olunuyor. te geçen kitabın son üç öyküsünü ardı Baktığında “derinin altındaki iske- bir yön olabilir çünkü “Seğirdim Âdemlerimizin alaycı ayakkabıları bile ardına okuduğumda bir görüş ve te- leti” görebilen bir adam var Elektrik Yolu” ve kitaptaki birçok öykü bir türlü sahiplerine inanmayıp söyle- menni belirdi bende (temennileri top- Dünyası’nda. Bu saç derisi ve kafata- farklı okumalar yapmaya müsait, niyor: “Yok canım”, “Yazık yazık…” lantının sonuna saklıyorum). “Allah sının altındaki yapı bilinçdışıyla da il- onu da hatırlatmak lazım.) Kitaba adını veren “Kesik Hava”da Vergisi”nde bahsedilen “ağrı” biraz da gili tabii. Kitabın kasabada ve kentte Kitabın başka öykülerinde an- tabiat; rengiyle, kokusuyla, müziğiyle hassasiyetten malul olanların derdi. “Al- geçebilecek öyküleri, yazar tarafından latıcıların kusmaya kadar vardı- sevilen fakat temsil ettiği birçok duygu, lah vergisi” dediği, belki de “bir batın- gerilen, ‘köy’le dolu bilinçaltı filtreleri- rarak açığa vurdukları bir duygu tabu ve mitle yüzleşilen ve hesaplaşılan da bir düzine yavrulayan anaç rüyalar” nin ardından görülen ve duyumsanan- var “Kesik Baş”ta: yerel olanın ya- bir öyküsel varlık. Yalçın, duyarlık ve gören bu duyarlı, huysuz, nanemolla lar zaten. İhmal etsek de, gözümüzün rattığı ‘bulantı’ hissi. Belki diğer dikkatle gözlemlediği tabiata ve çevre- hal. Ancak “çeken”in bildiği, çekme- önündeki hurdada uyuduklarını fark bazı öykülerde yüz veya binyıllık ye anlam yüklemeyi bir üslup olarak yenin öylece yaşayıp gittiği bir “sosyal etmesek de onlar varlığa ve varlığımı- monotonluktu bu bulantı hissini seviyor. Buradaki değişimlere paralel içerikli rüya”. “Allah Vergisi”ndeki, za dâhiller diyor bu öykü. Bir yaşında doğuran; burada ise bu duyguyu olarak devinen temsilî anlam dünyaları ‘edebiyatçılarda daha da temayüz eden zatürreden ölen çocuğun ne doğumu- yaratan, ‘toplumsal bilinçaltı’na üzerinden bir anlatım yordamı seçiyor. bu hastalık’, “Yok Diyen”de anlatıcının nun ne de ölümünün nüfusa bildiril- nüfuz etmiş, öykü boyunca bir- Babasından ayrı kalmasını, onun başı- sarkastik bir iç dökmesine dönüşüyor. mesi gibi yok ama kabul edip etmesek çok veçhesinin deşelendiği bir na bir şey gelecek kaygısını çaydanlı- Adamın alınganlığı, kendisine “yok” de varoluşa dâhil ve anlam/ımız/ın bir mit. Mitleri, korkuları, heyula- ğın kapağının terennüm ettiği gerilim denip duruldukça, en yüksek seviyeye parçası. ları, içinde, varlığında yüklenen nes- ‘nostaljik’ hafıza yoklaması “terle ka- müziğiyle ifade ediyor. Burada tabia- ayarlanmış ve fazla ağırlık yüklenmiş neler, anlatının canlı parçaları yine. rışık ekşimiş yemek” tadında. Erkeğin tın mı duygusal durumlara etki ettiği, o hassas reseptörünün isyanına evrili- “Yukarı sınıflar”a dair öyküler beklen- Geçmişi ve hatta geleceği kuşatmış merkezde olduğu bu yâd edişe ‘babala- yoksa –tam tersi– öznelliğin mi tabiat yor… Bu alıngan tabiatını monotonluk mesin dinsel, ananevi ve “şedit” bir mitin en- rın sımsıkı yapışılan kemikli elleri’ de gerçekliği algısına yön verdiği girift bir ve bayağılıklardan korumak adına dün- “Sırtı Dönük Kadınlar” kentte ama vanteri çıkartılıyor burada. Bazen siya- dâhil. dikotomi halinde birbirine geçişiyor. yaya bir mesafe koyma cehdi… Halbuki şalvarının bir ucuna çamaşır suyu sıçra- seten ‘gerekli’ bazen adaletsiz binbir “Üç Azap”, köy-kasaba yaşamını sa- Yalçın, kitabın sonlarına doğru “Gü- fırsat verilse bütün dünyayı değiştirme mış kadınları resmediyor. Dile dair tu- türlü sebep yüzünden bedenlerinden rıp sarmalayan kader, etme-bulma nahkeçisi” ve “Çorba” öyküleriyle şehre enerjisini kendinde vehmetme safdil- tup getirip okuyucunun önüne koydu- koparılan başların, Jung’un ‘genetik dünyası inanışının ne denli çökmüş taşınıyor ama köy-kasabadan ve kent- liği ve onlarla olan hesabını mahşere ğu bu imkânlar hem okuyucu için bir hafızası’yla aktarılagelmiş hüznü, duy- ve çöreklenmişliğinin alegorisi ola- leşmemiş kentin tarihinden tevarüs dahi bırakmayacak bir hınç… konfor, fakat bir yandan bazı mecazlar gusal bir kod ve tarihsel bir gerçeklik rak da okunabilir. Öyküdeki çocuğun edilen genetik kodların izlerini sür- Bu üçlü dizgenin ve kitabın sonu bunu tesis eden yazarı bıyık altından olarak anlatılıyor bu öyküde. tırnak acısı (cehennem azabı), jiletle meye devam ederek. Günahkeçisi’nde “Geribildirim”, kitapta sofistike bir kıs kıs güldürecek denli kıvrandırıcı “Tanrı’nın Gölgesi” sadece Tanrı’nın parça pinçik ettiği kurbağanın ‘vicdan anlatıcının, dedesini hiç aramadığının şekilde yer alan iç monologların bu bir oyun. Bunu ifşa etmekten de im- değil bütün iktidar aracı olan ve bir azabı’nın ‘deterministik’ sonucu... Ve sanılacağı endişesini dile getirmesi sefer karikatürize edilmiş tek ve uzun tina etmiyor zaten: “SDK’nın yüzlerini yandan yaşamı mümkün (veya gayri- bu atmosferik heyulanın bir kader un- mizahi bir vurgu olmuş biraz, başın- cümlelik bir versiyonu. Evet, 4 sayfalık dönmeleri (kâğıt oyununda kartların mümkün) kılmış ve yüzeysel bir tabaka suru olarak şiddet davranışı biçiminde dan beri “baba ve dede” nefeslerinin bir tek cümle Geribildirim öyküsü. Bu açılışı) oyunun sonudur.” Türkiye’den gibi sarmış bir dolu kırsal, kasabasal tezahür etmesi… Ve bu şiddetin yine binbir türlü kokusunu duya duya bir uslu, tertipli, kinik, insanları kırmaya alt sınıftan kadınların bu öyküye giri- değerler bütününe atıf gibi okunabilir. “kaderî” sonuçlarının test edilmesi… kitap okuduğumuzu hesaba katarsak. ürkek, yeri geldiğinde ‘kötü’ ol(a)ma- şi, dil oyunlarına alet edilmek gibi bir Anadolu’yu iliklerine kadar sarmış ata- Bu azabı duyan vicdanların, ıstırapları Bu öyküdeki toruna, köyden İstanbul’a yan, dünyaya alabildiğine fütursuzca, züppelik için değil elbet; önceki öykü- erkil Türk-İslam anlatıları brandasın- (kabir azabını da) kendine mıknatıs iki kere göç etmiş, “ceviz ağacından kaygısız, hesapsız dalamayan, sıkılgan deki gibi, herhangi bir varoluşsal fiiliya- dan bunalmış, ateizmle teizm arasında gibi çekmesi… Etme-bulma mekaniz- düşüp sol gözünü yitirmiş öfkeli, ena- karakterlerin sonuncusu, “birazcık tımızın onların varlığından hâlî, ârî ve kalmış, budala olmaktan kurtulmayı ması, “buranın ‘öte’si de var” inanış yi ve maraba” dedesinden kalan miras kötülük ediverse de ferahlayıverse” te- berî olmadığını demek için. anlaşılmamakta gören, çelişkiler ve ça- ve kabullerinin çocukluktan itibaren şu: Eski Beyoğlu’nun eğlenceliklerine mennisine sevk ediyor okuru. Bu kitaptan zaten kentli ‘yukarı tışmalar yumağı içinde debelenen bir zihinleri örmesi… Bütün bunlar İranlı taşınan odunlar, bir konaktan çıkma EDEBİYAT 31 IstanbulArtNews

Haziran, 2015 Sayı: 10

ODAK YAZAR Anlatılamayanı anlatmak Murat Yalçın’ın az anlatan, olaylar çevresinde gelişmeyen, kurguda belirsiz boşluklar barındıran öyküleri yazarın kendine has metaforik diliyle birleşince edebiyat dünyamızda kendine ait bir alan açmış oluyor. Yazarın öykü dünyasında öykünün birincil amacının hikâye anlatma ve takip etme olmadığını açıkça görüyoruz.

“Tarla” metninde yeni günü karşılayan bahsetmek mümkün değil. Öykülerde bunu “Korkma Şeyi” olarak adlandırır. lerden biri. Yaşadığı mekân betimlen- SEDA BÜTÜN sabah “menekşe rengi dağların ardın- birbiriyle bağlı olaylar ele alınsa da Çocuğun dilinden öykünün sonunda dikten sonra anlatıcı Köpekli Adam’ı [email protected] dan ilk ışıklarını gönderen güneş, o güçlü bir kurguyla birbirine zincirlen- şu sözler dökülür: “Bu kuş yuvaları göz tanıtır bize. Gerçi bu kadınların ona gece kim bilir hangi kuytuda yediği da- miyor. Karakterlerin adlandırılmama- göz Korkma Şeyi oluyor işte. Hepsi bu! verdiği addır ama anlatıcı öyküsünün Murat Yalçın’ın üçüncü öykü kitabı yaktan halkası şiş, mor bir tek göz bit- sı, diyalogun sınırlı olması ve karakter Anlatsam gülüp geçerler mi?” (s.117) adı “Köpekli Tagore” olsun der. Sonra “Şen Saat” birbirinden bağımsız öy- kinliğinde açılmaya” başlıyor. (s.110) yaratımından çok ortamın ya da şöyle devam eder: “ ‘Köpekli Tolstoy’ külerden oluşuyor. Her ne kadar di- Görüldüğü gibi kendine has bu anla- durumların betimlenmesi olay- da denebilir ama saçaklı kaşlarının ğer öyküleri çerçeve içine alan “Canlı tım peş peşe sıralan mecazlar sayesinde ların birbirine bağlı ilerlemeyip altında, yuvalarında dönen gözlerine Doğa Albümü: Mağara, Ova, Bahçe, kurulabiliyor. arada belirsiz boşlukların kalma- bakıldıkça düpedüz Tac Mahal dilen- Dağ, Kıyı, Tarla, Dere ve Yol” bölüm- Yazarın diline has özelliklerden biri sına neden oluyor. Bunu kurgu- cilerini andırır. Yüzünden, geçmişine, leri tematik bir bütünlük beklentisine de kelime ve cümle tekrarları. Bazı nun başarısızlığı olarak algılamak ‘hayat’ına uzanmak istedim. Çocuk yü- neden olsa da kitapta bu bölümler ve cümle tekrarları bir motif işlevi üstle- yerine yazarın bilinçli bir çabası zünü bulmalı, sessizlikten kurtarmalı. diğer öyküler arasında bir tema-konu niyor öykülerde. Mesela “Canlı Doğa olarak görmek çok daha doğru Ama nasıl?” (s.71) Yazar burada kendi birliğinden söz edilemez. Ancak yoğun Albümü: Mağara” adlı bölümde do- olacaktır. Nedeni de öykülerin yazma sürecini de belli eden bir tavırla betimlemelerle bezeli metaforik anla- kuz kere tekrarlanan “Kırın vicdanı tamamına baktığımızda yazarın Köpekli Tagore’nin öyküsünü ele alma- tım kitabın geneline hakim bir unsur olduğunu söyledim ona.” cümlesi iki anlatılanı bir sonuca vardırma nın kolay olmadığını ve bunu yeni bir olarak göze çarpıyor. çocuğun ormanda buldukları kap- gibi bir niyetinin olmadığını net yolla nasıl anlatacağını sorgular. Son- Murat Yalçın’ın öykülerinde öne çı- lumbağayla ilgi öykünün tansiyonunu bir şekilde görmemizdir. “Hayal-i rasında berber koltuğunda buluruz kan özellik yazarın metaforlarla örü- yükselterek anlatının dramatik etkisini Hakikiye Sahneleri”nde not def- Köpekli Tagore’yi ve öyküsü bize sunu- lü dilidir. Hiç kuşku yok ki, yazar düz arttırdığı gibi bir çerçeve de sağlıyor bu terine kendi yazdıklarını okuyan lur. Ancak öykünün sonunda Köpekli bir anlatımdan ziyade benzetmelerle, kısa bölüme. Tekrarların yanı sıra öykü- karakter bunlara şaşırır ve kafa Tagore’yle ona laf atan adamı izleyen mecazlarla dilini zenginleştirip yeni ve lerde kelime benzerlikleri üzerinden karışıklığı şöyle aktarılır: “Nasıl ben anlatıcı yine anlaşılamayan ve do- kendine has bir anlatım geliştirmeyi ar- kurulan dil oyunlarına da rastlıyoruz. uç vermişti bu yazı? Yazmayı sür- layısıyla anlatılamayanla ya da daha zuluyor. Bu nitelik en çok Canlı Doğa “Kum Saati Olmak İsteyen Kadın” adlı dürmüş olsa yazdıkları bir anlam doğru bir ifadeyle anlatılması mümkün Albümü başlığında toplanan mağara, öykünün giriş paragrafında Kanlıca’da kazanır mıydı? Sayfayı koparıp bir olmayanla baş başa kalır. “Yaşlı adama ova, bahçe, dağ, kıyı, tarla, dere, yol gün batımı “Guruba karşı grup grup süre durdu. Bir işe yarar mıydı? baktım, kendimi alamayıp bir daha, bir metinlerinde görünür hâldedir. Yazar masalara”(s.25) yerleşen insanlarla Saçmalamayıp çöpe atsa? Neden? daha baktım: Köpekli Tagore’nin ikizi yoğun betimlemeler yaptığı bu bölüm- birlikte tasvir edilir ya da “Hüznü şen- Peki neden yazmıştı? Bunu atarsa, miydi? Anlayamadan minibüs kalktı.” lerde metaforik anlatımını da artırarak lendirici bir klarnet taksimi perdeyi yarın yazdıklarını da atmaya kalk- (s.76) Belki de yazarın bize sezdirmek kendine has lirik bir dil oluşturmaya havalandır”mış olur “Sıtkı”da genç kız maz mıydı? Neden yırtıp atmak istediği budur: Biz anlamaya zaman çalışıyor. Bu bol mecazlı anlatımda ma- perdenin gerisinden bakınca. (s.78) istemişti? Neden duruyordu? Çö- bulmadan bir şeyler oluverir ya da bel- ğarasına sıkışan insanın haleti ruhiyesi- Peki neden yazmıştı? zümsüzdü.” (s.45) Burada yazının ki zaman olsa da anlamamız mümkün ni “Etlerimizi kemiklerimizden sıyırıp Yazarın öykü dünyasında öykünün sürdürülürse bir anlam kazanıp değildir. Öyleyse bunlara olduğu gibi yedirirdik köpeklerimize. Sözlerimizi birincil amacının hikâye anlatma ve kazanmayacağı sorusu, kanımca, Şen Burada yine anlatmanın boşunalığı anlatmaya çalışmak boşunadır. Murat şiire batırır, öyle sunardık dudakları- takip etme olmadığını açıkça görüyo- Saat”teki öykülerin klasik anlamda dillendirilmektedir. Yazarın da aynı bu Yalçın’ın az anlatan, olaylar çevresinde mızın ucuyla.” sözleriyle anlatılırken, ruz. “Canlı Doğa Albümü” bölümleri- tamamlanmamışlığına da ışık tutu- çocuk gibi uzun uzun anlatma çabasına gelişmeyen, kurguda belirsiz boşluklar “suyun intiharı” olan şelale göllerde nin ya da aradaki öykülerin hiçbirinde yor. Buna benzer bir nokta “Korkma girmeyişinden onunla aynı düşünceyi/ barındıran öyküleri yazarın kendine uyumak isteyip “ ‘dünyanın sonu’nu tansiyonun adım adım yükselip oluş- Şeyi”nde de çıkıyor karşımıza. Öyküde- endişeyi paylaştığı sonucuna varabili- has metaforik diliyle birleşince edebi- düşünerek, sessiz karanlıklara gömü- turduğu düğüm noktasından sonra ki çocuk karakterin anne babasının an- riz. yat dünyamızda kendine ait bir alan lüp” tamamlıyor seyrini. (s.11-83) çözüme ulaşan klasik olay örgüsünden layamadığı bir korkusu vardır ve çocuk “Köpekli Tagore” en bütünlüklü öykü- açmış oluyor. Kalabalık Bir Anlatı: Karga Zarif Öykü severlerin deneyimlemesi gereken bir yazar Murat Yalçın. Öykü yazmanın zorluğunun üstesinden, kendine has diliyle gelebilmiş. Sıradanlığa rastlamak güç, belki de bu yüzden ilk bakışta huzursuz dahi hissedirebilirken, daha sonra insanın aklına takılan öyküler ortaya çıkarmış...

düşünmeye zorluyor okuru. Ne anlat- si durmuş bir oyuncak. Geçmişin hatı- bulmayı bize bırakıyor yazar. Öfkenin menin ve yazma tutkusunun nasıl bir MERVE ÖZTÜRK mak istediğini tepside sunmuyor, biraz rına duruyor, dönmese de… “ öylece getirdiği patlamayla bir güzel alay edi- şey olduğunu anlatıyor yazar “Uygar- [email protected] çaba sarf etmek gerekiyor, okuyucu durup duran bir hayatın özeti gibi. yor. Aynı zamanda “gerçek sanatçı”dan ların Geçtiği Nehir”de. Onat Kutlar’la için geniş bir alan bırakıyor. Bu aynı “Mea Culpa!” isimli öyküde karısı- bahsediyor, dilin önemine vurgu yapı- açtığı öykünün her satırında yazmanın “Karga Zarif” üstüne yazmak iste- zamanda bir kere nın kafasına tavayla yor; kim bilir belki de Murat Yalçın’ın alın terini hissettiriyor, yazmanın cefa- sem Doğan Hızlan paylar mı beni? okunup kenara ko- vuran bir adamla, bakışını yansıtıyor. Genel olarak Murat sını, yaratırken çekilen sıkıntıları, yine “Kitabın ‘üstüne’ yazarsan kitap altta yulacak öyküler ye- komiserin konuş- Yalçın’ın öykülerinde hayatın anlamı- kendine özgü diliyle bir bir geçiriyor kalır,”demez mi? Murat Yalçın’ın “Kar- rine derinliği olan, masını takip ediyo- nı aramak belki de beyhude bir çaba; okura. ga Zarif”i çok kalabalık. Neredeyse kendini okutan, tek- ruz. Öfkeli bir koca onun yerine anlamsızlığı üzerine kafa Ve kapanış: “Ana rahminden çıktım kimi ararsanız orada: Borges’ten Ömer rar okutan, anlamlar değil, tavanın kulpu yormaya çağırıyor bizi. Sadece bu öykü- koştum pazara, bir kefen alıp döndüm Uluç’a, Pessoa’dan Edip Cansever’e ka- üzerine kafa yordu- eline çok iyi oturdu- de değil, kitabın genelinde de hayatın mezara.” Öykülerin de, yazarın bize dar herkes Murat Yalçın’ın zihninden ran öyküler çıkma- ğu için vurma isteği anlamsızlığı üzerine epey söz söylüyor aktardığı hayata bakış açısının da bir bize ulaşıyor. Kimi zaman derin bir sını sağlıyor ortaya. duyan biri var karşı- yazar; doğrudan ya da dolaylı. “An- özetini temsil ediyor belki de bu cümle. sohbetin içinde kimi zaman da odanın Üstelik bunun zorla- mızda. Öyle bir an- laşılır kılmaya kalkışmak, boşuna bir Öykü severlerin deneyimlemesi gere- içinde gezinirken buluyoruz onları. ma bir şekilde değil, latıyor ki, komiseri çaba...” ken bir yazar Murat Yalçın. Öykü yaz- Sıradanlıktan oldukça uzak on öykü- yazarın üslubunun dahi ikna edebiliyor. “Anne ile Öteki”de geçmişe dönüyor. manın zorluğunun üstesinden, kendi- den oluşan “Karga Zarif”, duygularla doğallığıyla oluştu- Hatta iş sonunda Çocukluğa, doğulan eve, sokaklarda- ne has diliyle gelebilmiş. Sıradanlığa ilerliyor. Bazen gülümsetirken bazen ğu aşikar. öyle bir noktaya va- ki anılara, tanıdık binalara bir geri rastlamak güç, belki de bu yüzden ilk hüzün doğuruyor. Dili çok yalın olmasa Açılış öyküsü olan rıyor ki suçlu olan dönüş... Anılar, duygularla harmanla- bakışta huzursuz dahi hissedirebilir- da tamamen kendine özgü ve zengin. “Kanunun Solist adam değil, tava nıp zihni işgal ederken, bir yandan da ken, daha sonra insanın aklına takılan Tekrar tekrar okunacak cümleler kuru- Olduğu Gece”de, oluyor ve infazına merak doğuruyor. Eski eve ne olduğu öyküler ortaya çıkarmış. “Karga Zarif”i yor. Kaygısız bir rahatlıkla derin endi- yatalak dolmuş şo- karar veriliyor. Mu- sorusu, eski bir dostun iki dudağının bir kere okunup kenara kaldırılacak şeler birbirine karışıyor, duygular inip förünün, kapısının rat Yalçın’ın öyküle- arasından bir türlü çıkmazken, geç- bir kitap olmaktan çıkaran, alışageldi- çıkıyor, insanın kendi içindeki denge- önünde gün geçtik- ri arasında gülümse- miş mi kahramanın peşini bırakmıyor ğimiz öykü kitaplarından ayıran da tüm leri değiştiriyor. Aşina olduğumuz söz- çe çürüyen, hayattan tenlerden biri. yoksa o inadına onun peşinden mi bunların bileşimi. cükleri kullanırken, bazen de elimize kopan,çocukların “Bana Hikâye An- sürükleniyor ikileminde bırakıyor bizi Uyur uyanık hissettiren öyküler “Kar- sözlük aldırtıyor Murat Yalçın. Alışıldık eğlencesi haline ge- latma ya da Çıkma- yazar. ga Zarif”’tekiler. Rüyada ilerlerken, bir dili var demek zor. Dile ve kelimele- len minibüsü kendi hayatından kopu- mış Cana Son El Ateş” öfke ve alay dolu Ölüm korkusuyla yazmanın, kendi hayatın tam göbeğinden yüzünüze vu- re hakimiyeti oldukça etkileyici. Her ne şunun hüzünlü bir simgesidir, yürek bir mektup. Mektubun muatabının ne etinden et kopara kopara yazmanın; rulan bir tokatla gerçek hayata dönüş kadar klişe bir tabir olsa da gerçekten burkar. “Dünya dediğim, artık dönme- kusur işlediğini ya da ne yapmadığını aslında gerçekten yazmanın, yazabil- gibi...

IstanbulArtNews Aylık Sanat Gazetesi Haziran, 2015 Sayı: 10 Sadece başlangıç… İmtiyaz Sahibi: Pilevneli Proje ve Murat Yalçın, günümüz edebiyatının en üretken yazarlarından biri. Çok sayıda yazdığı hikâye ve bunlarda ortaya koyduğu kurgu ve dil Danışmanlık Ltd. Şti. adına Murat Pilevneli ile Türkçede kendine çoktan haklı bir yer edinmiş durumda…

Genel Yayınlar Direktörü: Yasemin Bay [email protected] şeklinde ilerleyen parantezlerin yanı man için, anlatıyı düz bir çizgi haline metinlerimize apaçık bir şekilde sızma- SEVAL ŞAHİN sıra ‘ işaretiyle yaratılan oyunlarla hem gelmekten kurtarır. Bu da beraberinde sı, kahramanın birçok defa sözünü etti- Edebiyat Yayın Yönetmeni: Çağlayan Çevik [email protected] anlamın kendisine dair bir sorgulama anlamları var oldukları ilişkisellikten ği eski bir resimle “Şişhane’de Dört Atlı [email protected] yaratılıyor hem de aş’ağulanması, (An- koparmaya ve anlam dizgelerini boz- Tramvay”da da kendini gösteriyor. Ta- Yazı İşleri Müdürü: Sibel Oral “Hafif Metro Günleri”, Murat Yalçın lat lan!) bun’a örneklerinde olduğu maya sebep olur. “Hiçbir dağ’a güven- rihin bir kesitinin şimdi içinde bulun- [email protected] edebiyatından pek çok iz taşımakla bir- gibi anlamın çoğulluğu ve imkânları miyorum.” duğumuz bir zamanda elimizde olması likte kendine has bir yol da edinmiş du- göz önüne seriliyor. Aynı şekilde büyük Kahramanın bütünsellik ve anlam ne demektir? Resmin içindeki zaman Tasarım Uygulama: Hüseyin Aktürk [email protected] rumda. Üç bölümden oluşan romanda, ve küçük harf kullanımıyla yaratılan dizgelerini bozması, kendi yaşamına elden ele, kahramanın bulunduğu za- her bölüm farklı yazarlardan yapılan oyunlarda da anlamın kendisi sorgula- odaklanmasına elverir. Anlatıda kah- mana kadar gelmiş ve her devirde yeni- Reklam Direktörü: Serkan Erdoğan epigraflarla başlıyor. Bir kahramanın maya açılmaya devam ediyor: “UlySES ramanın yaşamı, evliliği, den anlamlandırılmıştır. [email protected] metroda gördükleri, bu gördüklerinin ve ÖFKE”. yaşama dair düşünceleri Üstelik bu gelecekte de [email protected] izlenimleriyle zaman zaman geri gidiş- Diğer taraftan anlatıcı kahramanın ve en çok da yalnızlığı devam edecektir, çünkü Müşteri İlişkileri ve Abonelik: leriyle ama en çok biten bir evliliğe Vartan Paşa’nın Akabi Hikâyesi’ne gözümüzün önüne seri- bu resim bundan sonra [email protected] dair göndermelerle ilerleyen bir anlatı sızıp oradaki berberin koltuğuna ku- lir. Kahramanın içindeki da yok olmadığı sürece “Hafif Metro Günleri”. Romanda, kah- ruluvermesi de anlamın aç/maz/ları buzdağıyla mücadelesi, başkalarının eline geçti- İdari Koordinatör: Kaan Çongaralı [email protected] ramanın metroda sürekli karşılaştığı üzerine oldukça hoş bir deneme… yazar olarak masasın- ğinde onlar tarafından başka kahramanlar var. Bunlar ördek- Öncesinde ise berber dükkânını Akabi da bir tuzluk olarak yer da anlamlandırılmaya Yönetim Yeri: başı şemsiyeli kadın ve piyangocu Der- Hikâyesi’nin kendisinden alıntılıyor. alan ironi, yaşamında devam edecektir. Bu, tam Kılıçali Paşa Mah. Altınbilezik Sk. No:9 D:7 man Kurtuluş. Bir de bunlarla birlikte Romanda Murat Yalçın edebiyatının kendisine rağmen bir da Walter Benjamin’in Cihangir - Beyoğlu / İstanbul roman boyunca kahramana eşlik eden özelliklerinden olan birçok yerli ve ya- başka kahraman gibi sanat eserinin aurası de- İletişim: Anı Usta ve yalnızlığı var. Romanın so- bancı yazardan alıntılara rastlamamız yanıbaşında olan yalnız- diği şeydir. Sanat eserin- T: +90 (212) 259 03 94 nunda ise kahramanın yazdığı ve bizim da bununla paralel. Bu sebeple olsa ge- lığı, Anı Usta ile birlikte de zaman ile birlikte izler F: +90 (212) 259 03 95 elimizde tuttuğumuz afitap (ki bu ke- rek romanda pek çok kez Calvino’nun “fil” vardır. Her biri birer oluşacak, her iz başka bir [email protected] lime kitap kelimesini çağrıştırır) adlı “kendini bir avize gibi hissetmesi”nden metafor olarak anlatıya yorumu, anlamlandırma- Basıldığı yer: anlatı/nesne ile karşılaşıyoruz bahsedilerek buna dair göndermeler sızan bu unsurlar anla- yı beraberinde getirecek- Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Roman parçalı bir yapı olarak iler- yapılıyor. tının çağrışımlarla iler- tir. “Globus” Dünya Basınevi 100. Yıl Mh. liyor. Her parçanın başında (…) var. Romanda yazarlardan yapılan alın- leyen yapısında dağılmayı engelleyen “Şişhane’de Dört Atlı Tramvay” res- Bağcılar – İST. Tel: 0212 440 24 24 Böylece aslında her bir parça, kendi tılar, dil oyunları ile birlikte bizzat dayanaklar gibi işlevler görür. Sanki mine bakan ve bu resimle birlikte başına bir parça değil de daha doğrusu yazma’nın kendisi de mesele olarak bu dayanaklar olmasa anlam tamamen Şişhane’ye çıkan, bu resmin, metin- Yayın türü: Aylık süreli bir başlangıç değil de halihazırda başla- alınır. Hatta romanın parçalılığı ve an- yok olacak bu da anlatıyı ağır aksak bir lerin içine sızan kahraman, parçalar mış ve devam edecek bir anlatının par- latı tekniğine gönderme yaparcasına anlatıya çevirecektir. Daha doğrusu bu halindeki anlatının her bir parçasına ISSN: 2148-1105 çası şeklinde bir görünüm sergiliyor. kahraman kendi kendine “İnsanlara şekilde sadece sakil bir anlatı olarak dalarak oraya okuyarak/okur olarak IAN.Edebiyat ve ekleri IstanbulArtNews ile Bu şekilde bütünsel bir anlatı tasarımı bir bütün olarak bakamıyorum.” , “An- kalacakken dayanaklar sayesinde tüm da izler bırakır. Benjamin’in sadece birlikte ücretsiz olarak verilmektedir. alaşağı edilmiş oluyor. Yani bildiğimiz latı hak getire!” şeklinde cümleler kur- parçalılığına rağmen bir “roman” ha- alıntılardan oluşan bir kitap fikri ile anlamda klasik, tanrı-yazar bakış açısıy- ma ile birlikte anlatının oradan oraya lini almayı başaramayacaktır. Dayanak Flaubert’in tüm hayatı içeren bir anlatı Istanbul Art News ve buna bağlı ekleri Pilevneli Proje ve Danışmanlık Ltd. Şti. la yazılmış, bütüncül bir roman okuya- zıplamasından, ayrıntı bolluğundan da görevi gören bu dayanakların bir baş- kurgulaması da bununla paralel. Belki tarafından yayımlanmıştır. Bu yayında mayacağımıza özellikle vurgu yapılıyor. bahsedilir. “Yokmuşçasına var olmak.” ka işlevi de anlatıdaki alıntılar ve dil de bu sebeple kahramanımız “Ben yaz- yer alan yazı ve fotoğrafların tüm hakları Nitekim romandaki bu parantez işaret- şeklinde açıklanabilecek bu durum oyunlarıyla ilişkiselliği sağlaması. “Her maya başlayabiliyorum ancak.” diyor. kredi sahiplerine veya Istanbul Art News’e aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz. Tüm yazı leri bizi romanda, bütünsel anlatıyı metroda giderken ayrıntılara takılan, okur kendini okumaz mı?” cümlesiyle “Hafif Metro Günleri” anlama/an- ve görsellerden imza sahibi sorumludur. alaşağı etmenin başka başka yollarıyla oradan kendi geçmişine, sonrasında bu durum gündeme de getiriliyor. Baş- latmaya ve yazmaya dair ufuk açıcı bir İlanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. tanıştırıyor. (‘ler (‘ler hatta ((( ve (((( yaşadığı şimdiye zıplayan bir kahra- ka yazarlardan okuduklarımızın bizim roman.