DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International & Literature Research

Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019 Volume 8/ Issue 18 APRIL 2019

Mainz- Almanya/ Germany

ISSN: 2147 – 5490

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research ISSN: 2147 – 5490 Kuruluş Tarihi: 2012 Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019 Volume 8/ Issue 18/ APRIL 2019

Editör/ Editor: Doç. Dr. Nuh DOĞAN (Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye) Editör Yardımcıları/ Vice-Editors: Dr. Turan GÜLER (Muş Alparslan Üniversitesi, Türkiye) Dr. Ahmet DAĞLI (Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye) Deniz ARSLAN (Kırıkkale Üniversitesi, MEB)

YAYIN KURULU/Executive Board BİLİM VE DANIŞMA KURULU/ Board of Advisory Prof. Dr. Dilaver DÜZGÜN Prof. Dr. Ahmet BURAN (Atatürk Üniversitesi, Türkiye) (Fırat üniversitesi, Türkiye) Prof. Dr. Nebi ÖZDEMİR Prof. Dr. Azmi BİLGİN (Hacettepe Üniversitesi, Türkiye) (İstanbul Üniversitesi, Türkiye) Prof. Dr. Hanifi VURAL Prof. Dr. Bahir SELÇUK (Gaziosmanpaşa Üniversitesi,Türkiye) (Fırat üniversitesi, Türkiye) Prof. Dr. Erhan AYDIN (Fırat Üniversitesi, Türkiye) Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN Prof. Dr. İrfan MORİNA (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Türkiye) (Priştine Üniversitesi, Kosava) Prof. Dr. Mehmet ÖLMEZ Prof. Dr. Oktay Ahmet Ayberk (Yıldız Teknik Üniversitesi, Türkiye) (Kiril ve Metodiy Üniversitesi-Makedonya) Prof. Dr. Metin ÖZARSLAN Prof. Dr. Minehanım NURİYEVA-TEKELİ (Hacettepe Üniversitesi, Türkiye) (Bakü Mühendislik Üniversitesi, Azerbaycan) Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Prof. Dr. Timur KOCAOĞLU (Erciyes Üniversitesi, Türkiye) (Michigan Devlet Üniversitesi, ABD) Prof. Dr. Nurullah ÇETİN Prof. Dr. Bekir ŞİŞMAN (Ankara Üniversitesi, Türkiye) (Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye) Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA Prof. Dr. Lindita Latifi (XHANARİ) (Emekli Öğretim Üyesi) (Tiran Üniversitesi, Arnavutluk) Prof. Dr. Salih Okumuş Doç. Dr. Galibe HACIYEVA (Priştine Üniversitesi, Kosava) (Nahçıvan Devlet Üniversitesi, Nahçıvan) Doç. Dr. Ergin JABLE (Priştine Üniversitesi, Kosava) Doç. Dr. Yusuf Ziya SÜMBÜLLÜ Dr. Nazım MURADOV (Erzurum Teknik Üniversitesi,Türkiye) (Lefke Avrupa Üniversitesi, Kıprıs)

HAKEM KURULU/ Referees

Prof. Dr. Abdurrazık REFIYEV Prof. Dr. Hatice ŞİRİN (Özbekistan) Prof. Dr. Fatma Sabiha KUTLAR OĞUZ Prof. Dr. Adnan İNCE Prof. Dr. Fazıl GÖKÇEK Prof. Dr. Ahmet NAHMEDOV Prof. Dr. Gayratcan OSMAN Prof. Dr. Alemdar YALÇIN (Çin / Şincan) Prof. Dr. Ali YAKICI Prof. Dr. Günay KARAAĞAÇ Prof. Dr. İrfan MORİNA (Kosova) Prof. Dr. İbrahim TAŞ Prof. Dr. Ali DUYMAZ Prof. Dr. İslam ZHEMENEY Prof. Dr. Ayşe Emel KEFELİ (Kazakistan) Prof. Dr. Ahmet KARADOĞAN Prof. Dr. İsmail GÜLEÇ Prof. Dr. Celal DEMİR Prof. Dr. İsmet EMRE Prof. Dr. Enver MEHMEDİ Prof. Dr. Kerime ÜSTÜNOVA (Kosova) Prof. Dr. Leyla KARAHAN Prof. Dr. Ercan ALKAYA Prof. Dr. László KÁROLY Prof. Dr. Erdoğan BOZ (Uppsala University, İsveç)

Prof. Dr. Lindita LATİFİ (XHANARİ) Doç. Dr. Gülsüm KİLLİ (Tiran Üniversitesi, Arnavutluk) Doç. Dr. Gaylieva Ogulbay KURBANMURATOVNA Prof. Dr. Marcel ERDAL (Karakalpak State University, Özbekistan) (İsrail, Kudüs) Doç. Dr. Hakan ÖZDEMİR Prof. Dr. Mehmet ÖLMEZ Doç. Dr. İrina PRUŞKOVSKA Prof. Dr. Mehmet Fatih KIRIŞÇIOĞLU (Kiev Milli Taras Şevçenko Üniversitesi, Ukrayna) Prof. Dr. Melek ERDEM Doç. Dr. Mehmet EROL Prof. Dr. Mesut ŞEN Doç. Dr. Ergin JABLE Prof. Dr. Muharrem DAYANÇ (Priştine Üniversitesi, Kosava) Prof. Dr. Muharrem KAYA Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ Prof. Dr. Muhsine BÖREKÇİ Doç. Dr. Mustafa KURT Prof. Dr. Mustafa APAYDIN Doç. Dr. Mustafa Levent Yener Prof. Dr. Müzeyyen BUTTANRI Doç. Dr. Nermin YAZICI Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ Doç. Dr. Nezir TEMÜR Prof. Dr. Nazım İBRAHİM Doç. Dr. Orhan KURTOĞLU (Kiril ve Metodiy Üniveristesi, Üsküp- Makedonya) Doç. Dr. Özer ŞENÖDEYİCİ Prof. Dr. Oktay AHMED AYBERK Doç. Dr. Salim KÜÇÜK (Kiril ve Metodiy Üniveristesi, Üsküp-Makedonya) Doç. Dr. Şahmurat ARIK Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA Doç. Dr. Yunus KAPLAN Prof. Dr. S. Dilek YALÇIN Doç. Dr. Ümit Özgür DEMİRCİ Prof. Dr. Salim ÇONOĞLU Doç. Dr. Yusuf Ziya SÜMBÜLLÜ Prof. Dr. Rahim TARIM Doç. Dr. Mehmet YASTI Prof. Dr. Timur KOCAOĞLU Doç. Dr. Zivar Hüseynli BAYLAN (Michigan Devlet Üniversitesi, ABD) (Hazar Üniversitesi, Azarbeycan) Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK Doç. Dr. Cafer ÖZDEMİR Prof. Dr. Yavuz BAYRAM Doç. Dr. Sami BASKIN Prof. Dr. Şaban SAĞLIK Dr. Nazım MURADOV Prof. Dr. Ülkü ELİUZ (Lefke Avrupa Üniversitesi, Kıprıs) Prof. Dr. Yunus AYATA Dr. Ahmet DAĞLI Prof. Dr. Adem İŞCAN Dr. Erdoğan KUL Prof. Dr. Salih Okumuş Dr. Ferda ZAMBAK, (Priştine Üniversitesi, Kosava) Dr. Gülten BULDUKER Doç. Dr. Abdullah HARMANCI Dr. Hasan AKTAŞ Doç. Dr. Ahmet Cüneyt ISSI Dr. İlknur Tatar KIRILMIŞ Doç. Dr. Aktan Müge ERCAN YILMAZ Dr. M. Kayahan ÖZGÜ Doç. Dr. Ayfer YILMAZ Dr. Mehdi REZAEİ Doç. Dr. Aysun SUNGURHAN (Allameh Tabataba'i Üniversitesi, İran) Doç. Dr. Dilek ERGÖNENÇ AKBABA Dr. Salih DEMİRBİLEK Doç. Dr. Elza ISMAILOVA Dr. Salim PİLAV (Hazar Üniversitesi, Bakü- Azerbaycan) Dr. Savaş YELOK Doç. Dr. Fatih USLUER Dr. Turan GÜLER Doç. Dr. Galibe HACIYEVA Dr. Yılmaz ÖZKAYA (Nahçıvan Devlet Üniversitesi, Nahçıvan) Dr. Ömer SARAÇ

YABANCI DİL DANIŞMANI/ Foreign Language Editor Yrd. Doç. Dr. Emrah EKMEKÇİ YÖNETİM MERKEZİ ve POSTA ADRESİ/ Management Center and Post Address Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Kurupelit Kampüsü Atakum/ Samsun YAYIN TÜRÜ/ Type of publication Uluslararası Hakemli Süreli (yılda en az 3 sayı) Yayındır. İLETİŞİM BİLGİLERİ/ Correspondence Address E-Posta: [email protected] / [email protected] Web: dedekorkutdergisi.com

DEDE KORKUT DERGİSİ; SOBİAD, Index Copernicus, TEİ (Türk Eğitim İndeksi), ESJI (Eurasian Scientific Journal Index), ResearchBib (Academic Resource Index), Arastirmax (Scientific Publication Index), SIS (Scientific Indexing Services) ASOS (Social Science Index), Journal Factor, CiteFactor ve MLA tarafından taranmaktadır.

18. (NİSAN 2019) SAYININ HAKEMLERİ

Prof. Dr. Hatice ŞAHİN Prof. Dr. Erdoğan BOZ Prof. Dr. Erhan AYDIN Prof. Dr. Sadettin ÖZÇELİK Prof. Dr. Yavuz BAYRAM Prof. Dr. Salih OKUMUŞ Prof. Dr. Rahim TARIM Prof. Dr. Bekir ŞİŞMAN Prof. Dr. Birkan KARGI Doç. Dr. Erdoğan KUL Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ Doç. Dr. Sami BASKIN Doç. Dr. Abdulselam ARVAS Doç. Dr. Yusuf Ziya SÜMBÜLLÜ Doç. Dr. Cafer ÖZDEMİR Doç. Dr. Yunus KAPLAN Doç. Dr. Mehmet Turgut BERBERCAN Doç. Dr. Erdem UÇAR Doç. Dr. Fatih ARSLAN Doç. Dr. Salim KÜÇÜK Doç. Dr. Mustafa Levent YENER Dr. Ahmet DAĞLI Dr. Kürşat EFE Dr. Ergün ACAR Dr. Salih DEMİRBİLEK Dr. Ömer SARAÇ Dr. Yılmaz IRMAK

İÇİNDEKİLER / Contents DEDE KORKUT, Sayı 18, NİSAN 2019

Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler……… 1-10 Some Determinations On Female Heroes in Turkic Epics of Kipchak Area Abdulselam ARVAS

Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma …………...……………….....11-23 A Morphological Comparison For Detection Of Belonging On Two Works Attributed Ahmed Fakih Erdoğan BOZ

Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları…………………………….. ….……..…..... 24-32 Women's Issues of Meral Çelen's Short Stories Merve ŞAFAK

Kızıl Elma Şiirinde Arketipler ………………..……………………………………...………..33-43 Archetypes In Kızıl Elma Poetry Gönül YONAR ŞİŞMAN

Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine …..…...... ……………………...... …. 44-57 On The Determınatıon Of The Idıoms’s Beıng Of Hüseyin Nihal Atsız’s Work Named Ruh Adam Zehra KURTULGAN

Elektronik Sözlük Tipolojileri ve Lexica Örneği ….………...... 58-70 Electronic Dictionary Typologies and Lexica Example Göksel SERT

Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları………...... 71-89 Metonymy for the “Doomsday” in the Interlinear Qur’an Translations Written in East and West Turkic Dialects Salim KÜÇÜK

Türk Kültüründe Evlilik ve Çocuğa Ad Verme Geleneği: Alevi Bektaşi Örneği ……...90-95 In Turkish Culture Marriage and Giving Name to Children Tradition: Alevi Bektaşi Sample Abdulhamit TOPRAK

Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar ….……...... ………..96-109 Albania and Albanians in Ahmet Mithat Efendi’s Novel Albenians and Soliots Beste Semiha BAHÇECİ

Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme …...... 110-119 A Survey On The Words Ügüz and Sub In Old Turkish Inscriptions Hulusi POLAT

Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri ……………………………...... …120-153 A Classical Ottoman Poet Tâli‘î From Kastamonu and His Poems Zahide EFE

Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü ……….…..…...……………..………………….154-169 The Type Of Anecdote In The Context Of Dıscourse Laws Mehmet Emin BARS

Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-Nazariy Tadqiqi...... 170-178 Creation Process Of Necip Fazıl’s Piece Çöle İnen Nur Axadova Maxbuba SALIMOVNA

Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler...... …...... …179-202 Hendiadyoins in Novel of Ahmet Bican Ercilasun’s Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Kürşat EFE

DEDE KORKUT MAKALELER/ Articles

Arvas, A. (2019). Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 1-10.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi/ The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 8, Sayı/Issue 18 (Nisan/April 2019), s. 1-10. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut236 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 03.10.2018 ║Kabul Tarihi: 26.11.2018

Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler Some Determinations On Female Heroes in Turkic Epics of Kipchak Area

Abdulselam ARVAS*

Öz Türk destancılık geleneği, derlenmiş yüzlerce örnekten dolayı çok zengin bir gelenektir. Bu destanlarda Türklerin tarihi, kültürü, inançları anlatılmış ve aynı zamanda ekonomik, kültürel, sosyal vb. gibi pek çok konu işlenmiştir. Türkler, ataerkil aile yapısına sahip oldukları için destanları da daha ziyade bu yapı üzerine inşa olmuştur. Bunun neticesinde Türk destanlarında başkahramanlar genelde erkeklerden oluşmuştur. Buna rağmen, bunun aksi durumlar da söz konudur. Nitekim kadınlar da Türk destanlarında başkahraman olabilmektedir. İşte bu araştırmada, kadınların başkahraman olduğu veya birincil derecede yer aldığı “Canıl Mırza”, “Ayman-Şolpan”, “Kırk Kız”, “Zayatülek ile Hıvhılıv”, “Tülek- Susılu” vb. gibi Kıpçak sahasına ait Türk boylarının bazı destanları incelenmekte ve bu destanlarda yer alan kadın kahramanların özellikleri üzerinde durulmaktadır. Böylece destanlara yansıyan kadının, Türklerin yaşam tarzından kaynaklanıp kaynaklanmadığı irdelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Kıpçak, Türk, destanlar, kadın, kahraman.

Abstract The tradition of Turkic epic is a very rich tradition due to hundreds of examples compiled. In these epics; the history, culture and beliefs of have been explained and at the same time many subjects such as economic, cultural and social have been handled. Because Turkic peoples had a patriarchal family structure, their epics were rather built on this structure. As a result, the main hero have been mostly men in the Turkic epics. However, the opposite is also the case. As a matter of fact, women may be the main hero in Turkish epics. In this study, such as “Canıl Mırza”, “Ayman-Şolpan”, “Kırk Kız”, “Zayatülek-Hıvhılıv”, “Tülek-Susılu”, where women are the main hero or the primary actor, some epics of the Turkic peoples belonging to the Kipchak area are examined and the characteristics of female heroes

 Bu makale, 19-25 Nisan 2010 tarihinde Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Merkezi tarafından İzmir’de düzenlenen II. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kongresinde “Kahramanları Kadın Olan Bazı Kıpçak Destanları Üzerine” başlığıyla sunulan ancak yayınlanmayan bildirinin gözden geçirilip genişletilmiş hâlidir. *Doç. Dr., Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çankırı-Türkiye Elmek: [email protected], ORCİD: https://orcid.org/0000-0002-7553-183X 2 Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler in these epics are emphasized. Thus, the woman reflected in the epics is examined whether or not from the life style of Turkic peoples. Keywords: Kipchak, Turkic, epics, women, hero.

Giriş Epik eserler (destanlar), kadim milletlerin edebiyatında daima önemli bir yer kaplamıştır. Bunun sebebi, halkın, bu eserleri atalardan miras kalan gerçek hikâyeler ve yazıya geçirilmemiş ancak nesilden nesle şifahen aktarılan tarihî olaylar şeklinde değerlendirmesidir. Benzer ifadeyle destanların, geçmiş ile günümüz arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak açısından da edebiyat için önemli veriler içerdiği söylenebilir (Kargı 2016: 19). Özellikle hem yerleşik hem göçebe yaşam tarzını beraber devam ettiren Türkler de çok eski dönemlerden günümüze kadar, asırlar boyunca, bu epik geleneği canlı bir şekilde sürdürmüştür. Bundan ötürü diğer milletlerle karşılaştırıldığında Türk boylarının çok zengin ve köklü bir epik geleneğe sahip olduğu söylenebilir. Nitekim Türk dünyasında genel olarak “destan” kavramıyla karşılanan epik eserler, Türk boyları arasında kayda geçmiş yüzlerce örnekten ötürü dünya edebiyatında müstesna bir yere sahiptir. Edebî, estetik, tarihî değeri haiz olan destanlar, Türklerin geçmişteki yaşam tarzını, geleneğini, göreneğini, töresini ve hatta yazıya geçmemiş sözlü tarihini içinde barındırmaktadır. Bu özelliklerden dolayı destanların, diğer sözlü gelenek ürünleri gibi, hatta onlardan daha çok Türk düşünce yapısı ve hayat felsefesini bünyesinde sakladığı ifade edilebilir. Üstelik destanlar, resmî tarihten ayrı olarak kayda geçmemiş birçok tarihî olayı sözlü kalıplar içinde aktarmak suretiyle günümüze kadar ulaştırmıştır. Destanların bazı araştırmacılar tarafından sözlü tarih ya da tarihin önemli bir şubesi olarak değerlendirilmesinin sebebi de içerisinde gerçek hayattan unsurları barındırmasıdır. Bu yüzden destanların, Türk boylarının sözlü belleği olan tükenmez bir hazine olduğu söylenebilir. Bu özellikler haricinde destanlarda Türk tarihi, kültürü, edebiyatı anlatılmakta ayrıca siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki pek çok konu da işlenmektedir. Bu kapsamda ailenin, toplumun, hatta vatanın önemli bir bireyi olarak kadınların da Türk destanlarında farklı açılardan yer aldığı görülmektedir. Kısaca destanlar, gerek kadın tipler ve kadın kahramanlar gerekse kadının toplumdaki çeşitli rolleri gibi, içinde barındırdığı konular açısından değerlendirildiğinde, Türklerin kadına çok değer verdiğini ve kadını toplumun önemli bir unsuru olarak kabul ettiğini ortaya koymaktadır. Türkler tarafından çok eski dönemlerden beri, kadına verilen değerin destanlar vasıtasıyla işlenmesi tarihî kaynaklarla da örtüşmektedir. Meseleye bu açıdan bakınca Türk destanlarının bugünkü modern devletlerin kadına dair ileri sürdüğü düşünceler için kayda değer mesajlar içerdiği aşikârdır. Bunu bir örnekle açıklayalım: Mesela destanlarda topluma yön veren kişiler bulunmakta ve anlatının merkezinde yer alan bu kimseler “kahraman” olarak adlandırılmaktadır. Bilindiği üzere Oğuz Kağan’dan Manas’a, Bamsı Beyrek’ten Alpamış’a, Salur Kazan’dan Koblandı Batır ve Er Töştük’e kadar Türk destanlarındaki pek çok bahadır genelde erkektir. Hatta bu kahramanlar aynı zamanda söz konusu destanlara adlarını da vermiştir. Ancak Türk destancılık geleneğinde sadece erkeklerin değil, kadınların da kahraman olduğu ve halkını idare ettiği çok sayıda destan örneği mevcuttur. Üstelik bu tarz destanlarda da kadın kahraman adını destana vermiştir.1 İşte bu durum, Türk

1 Bu araştırmaya konu olan destanlardaki kadınlar birinci dereceden kahramanlar olsa da onların hepsi “bahadır (alp) kadınlar” değildir. Buna rağmen gerek destanların başkahramanı olmaları gerekse çeşitli özellikleri sayesinde söz konusu destana ya tamamen ya da kısmen adını vermişlerdir. Mesela Kırgızların “Canıl Mırza”, Kazakların “Kızjipek” destanlarının başkahramanları hem kadındır hem de destana adını vermişlerdir. Ancak bu araştırmada Karakalpaklara ait “Kırk Kız Destanı”nın başkahramanı Gülayım, kadın olduğu hâlde adını destana vermemiştir. Erkeğin âşık, kadının maşuk olduğu ve çeşitli maceralardan sonra erkeğin sevdiğine eriştiği ya da erişmediği bazı destanlarda ise kadın-erkek destana birlikte adını vermiştir. Bunlarda ise kadın ve erkek ortak başkahraman olarak ortaya çıkmaktadır. Kırgızların “Kozuke ve Bayan”, Kazakların “Akböpe-Savıtbek”, Başkurtların “Zayatülek ile Hıvhılıv”, Tatarların “Tülek-Susılu” destanları bunun birkaç örneğidir. Bu bağlamda araştırmada incelenen Kıpçak sahası Türklerine ait destan metinleri şunlardır: “Canıl Mırza”, “Kız Cibek”, “Akmöör”, “Kozuke ve Bayan” (Kırgız); “Ayman-Şolpon”,

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulselam ARVAS 3 destanlarında hem kadına değer verildiğini hem de kadının yönetimde söz sahibi olduğunu göstermesi bakımından manidardır. Bu araştırmada ise Kıpçak sahası Türk boylarına dâhil olan ve kahramanları kadın olan bazı destanlardaki kadın kahramanların özelliklerine dair genel bir çerçeve çizilecektir. Ancak çalışmayı teorik bir zemine oturtmak için konuya dair birkaç çalışmadan bahsetmek faydalı olacaktır. 1. Konu Hakkındaki Birkaç Araştırma Türk destanlarındaki kahramanların sosyal, kültürel ve tarihî önemini fark eden pek çok araştırmacı bu konuya eğilmiş ve destan kahramanları hakkında çeşitli incelemeler yapmıştır. Bu bağlamda özellikle erkek kahramanların incelendiği çok sayıda araştırma mevcuttur.2 Bunların içerisinde, sadece kahraman kadınların veya kadın kahramanların ele alındığı çalışmalar da bulunmaktadır. Onun için bu epik eserlerdeki kadın kahramanlardan bahseden bazı incelemelere3 değinmekte yarar vardır. Kadın kahramanlarla ilgili en eski çalışmalardan biri Mehmet Kaplan’ın kaleme aldığı “Dede Korkut Kitabında Kadın” başlıklı makaledir. M. Kaplan, çalışmasında yerleşik hayat ve Müslümanlığın etkisiyle evine kapanan Türk kadın tipinin destanlara yansıdığını belirtmektedir. Ancak bu etkinin Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelere daha tam olarak yansımadığını ve bu destanların çoğunda kadının hâlâ eski konumunu koruduğunu söylemektedir. Yine de yazar, Mukaddime ile bazı hikâyelerde belirtilen kadın tiplerin Müslümanlıkla bağlantılı4 olarak tarif edildiğini ifade etmektedir (Kaplan 2004: 39-50). Ceyhun V. Uygur da “Karakalpak Edebiyatında Kadın” başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Yazar, araştırmasında folklorik ürünler içerisinden destan ve atasözleri ile yazılı edebiyat içerisinde ise şiir ve nesir gibi türlerde (hikâye, roman, piyes) kadın ve kızların içinde bulunduğu konumlar ile bulunması gereken konumları incelemiştir (Uygur 2003: 251-280). “Burla Hatun’dan Terken Hatun”a başlıklı makalesinde Hamiye Duran, destan kahramanlarının özelliklerinden hareketle, Dede Korkut destanlarındaki kadın tipi ile tarihî kaynaklardaki kadını karşılaştırmıştır. Yazar, Dede Korkut destanlarından yola çıkarak, aynı dönem tarihî kaynaklarda izlenen kadının, sosyal statüsü bakımından çok üstün göründüğünü belirtmektedir. Kısaca H. Duran, bu iki farklı kaynaklardaki Türk kadının ortak özellikler taşıdığını söylemekte ve bu ortak vasıfları ise güzellik, asalet, zekâ, akıl, iyi yetişmiş ve eğitimli olma, devletin en üst makamlarını temsil edebilme, muktedir olma, iyi ata binme, silah kullanma, savaşabilme şeklinde sıralamaktadır. Bu verilerden hareketle yazar, Türk destanlarının tarihle paralellik gösterdiğini dile getirmektedir (Duran 2004: 32-41). “Reşideddin Oğuznamesinde Kadın” başlıklı bir makale kaleme alan Mehmet Aça ise Reşideddin Oğuznamesi’nin bugüne kadar çeşitli açılardan incelendiğini fakat kadın bağlamında ayrıntılı bir şekilde irdelenmediğini belirterek, yazısında “Oğuzname”yi kadın bağlamında çeşitli açılardan incelemekte ve kadınlara yönelik bakış açısını oluşturan temel unsurları tartışmaktadır. Bu bağlamda, araştırmacı kadının birkaç örneğin dışında, Reşideddin Oğuznamesi’nde çok iyi bir imaja sahip olmadığını yazmaktadır. Neticede bu eserde kadınla ilgili değerlendirmelerin çok daha iyi sonuçlar verebilmesi için konunun, eserin kaleme alındığı dönemi biçimlendiren özelliklerden (din, kültür,

“Kızjipek” “Akböpe-Savıtbek”, “Kozı Körpe-Bayan Sulu” (Kazak); “Kuzıykürpes”, “Zayatülek ile Hıvhılıv” (Başkurt); “Kırk Kız” (Karakalpak); “Tülek-Susılu” (Tatar); “Örüzmek ve Satanay Biyçe” (Karaçay-Malkar). 2 Konuyla ilgili birkaç örnek için bk. (Çobanoğlu 1996; Oğuz 1998; Çetin 1998; Köse 1999). 3 Bu başlık altında yer verilen araştırmalar, bildiriyi sunduğumuz 19-25 Nisan 2010 tarihinden önceki birkaç incelemeyi kapsıyordu. Zira bildirinin amacı, bu konuda yapılmış araştırmaların bir analizini yapmak değildi. Ayrıca araştırmadaki bu başlığın, 19-25 Nisan 2010 tarihini yansıtmasını istediğimiz için bu kısmı o gün sunulan hâliyle bıraktık. Bu bağlamda bildirinin diğer kısımları değiştirildiği hâlde bu başlık altındaki bilgilere hiçbir ekleme yapılmamıştır. 4 Özkul Çobanoğlu, M. Kaplan’ın ve ondan sonraki pek çok araştırmacının dile getirdiği bu değerlendirmeyi eleştirmekte ve Türk toplumunda kadının pasif hâle gelmesinin Müslümanlıkla bağlantılı olmadığını söylemektedir. Kadının pasifleşmesinin yaşam tarzının değişmesiyle paralel olarak meydana geldiğini dile getiren Ö. Çobanoğlu, bu durumun başka kültürlerde de aynı şekilde gerçekleştiğini belirtmektedir (Çobanoğlu 2003: 106-107).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

4 Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler toplumsal hayat, etkileşim, vd.) bağımsız bir şekilde ele alınmayacağını ifade etmektedir (Aça 2007: 76-92). Ahmet Saçkesen tarafından ise “Er Tabıldı Destanında Kadın Tipleri” adlı bir makale ele alınmıştır. A. Saçkesen, çalışmasında Türk kadınının toplum içerisindeki önemi ve edebî yaratmalardaki işlevini tarihsel süreç içerisinde incelemiştir. Araştırmacı, Türk destan geleneğinde önemli bir yer tutan Er Tabıldı Destanı’ndaki kadın tipleri “ideal eş ve anne tipi”, “ideal sevgili tipi” ve “yardımcı tip” başlıklarını esas alarak destanda konu edilen kadın tiplerini açıklamıştır (Saçkesen 2007: 489-495). Türk Dünyası’nda en yaygın destanlardan biri olan Köroğlu destanı hakkında bir yazı kaleme alan M. Emin Bars da Köroğlu’nun Türkmen varyantında yer alan at, kadın ve silah kavramlarını incelemiştir. M. E. Bars, bu destanda kadının çok pasif bir rol oynadığını ve yemek hazırlama ile konuk ağırlama işleviyle göründüğünü belirtmektedir (Bars 2008: 164-178). 2. Kıpçak Sahasına Ait Bazı Türk Destanlarında Kadın Kahramanlar İnsanlık tarihinde kadın, pek çok eski medeniyette yeri geldiğinde, tıpkı erkek gibi yurdunu düşmana karşı savunan, halkı için savaşan hatta bu uğurda kendini feda eden toplumun mühim bir bireyidir. Türk tarihi ve destanlarında ise bu husus, çok sayıda örnekle dolu olduğu için daha bariz şekilde göze çarpmaktadır. Batı edebiyatında kadın ‘zarif kadın’ (femme frigidite) ile ‘kötü kadın’ (femme fatale) arasına sıkışıp kalmıştır (Kargı 2016: 27). Oysa Türk toplumunda kadın ailenin en önemli üyesi olarak önemli vazifeler üstlenmiş ve hiçbir zaman toplumsal hayattan kopmamıştır. Nitekim Mehmet Kaplan, tıpkı erkek gibi sosyal bir varlık olan kadını, bundan dolayı Türk edebiyatında üç dönemde değerlendirmekte ve kadınların mücadeleci tarafını ilk sıraya yerleştirmektedir: “1. İslamiyet’ten önce ve göçebelik devrinde o, bu devrin ideal erkek tipi olan Alp tipine yaklaşır. Erkek gibi o da ata biner, ok atar, kılıç kullanır ve icabında düşmanla kahramanca çarpışır.” (Kaplan 2004: 39). M. Kaplan’ın belirttiği gibi zaman içerisinde kadının alp tarafı unutulmuş ve o, büyük aşklara konu olmuştur (Kaplan 2004: 39). Ancak bu araştırmada Kıpçak sahasına ait bazı Türk destanlarındaki sadece bahadır (alp) kadınlar değil, destanlarda farklı rollerle öne çıkan kadın kahramanlar incelenecek ve onların öne çıkan vasıfları üzerinde durulacaktır. Bu kapsamda, Kıpçak sahası Türk destanlarında yer alan kadın kahramanlar, genel bir tasnifle “toplumsal” ve “kişisel” özellikler başlığı altında iki kategoride değerlendirilebilir. 2.1. Kadın Kahramanların Toplumsal Özellikleri 2.1.1. Bahadır olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanları incelendiğinde genelde kadınların da erkekle beraber düşmana karşı savaştığı görülmektedir. Dede Korkut’ta da karşılaştığımız bu husus M. Kaplan’ın da belirttiği gibi alplıkla ilgilidir. Onun için kadın, erkek gibi kılıç kuşanıp düşmanla çarpışmaktadır. Kıpçak sahası Türk destanlarında “batır” olarak ifade edilen bu özellik “bahadır” (alp) anlamına gelmektedir. Nitekim tıpkı Dede Korkut’ta olduğu gibi Kıpçak sahası Türk destanlarının birçoğunda kadın düşmanla çarpışan korkusuz bir bahadır olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Kırgızların “Canıl Mırza Destanı”nın başkahramanı Canıl Mırza bahadırlık özelliklerini sergileyen kadın kahramanlardan biridir. Onun bahadırlık vasıfları gerek destanda onun hakkında başkaları konuşurken gerekse savaş meydanlarında yaptığı çarpışmalardan görülmektedir. Örneğin destanın başında Tülkü’nün annesi, Kırgızların Noygut boyuna mensup olan Canıl Mırza’yı “Er Canıl” ve “güçlü kuvvetli kız” olarak tavsif ediyor ve oğluna bu kızı almasını tavsiye ediyor (Caynakova 2004: 19). “Canıl Mırza Destanı”nda hem iç hem de dış mücadeleler anlatılmaktadır. Nitekim destanın başlarında ortaya çıkan hadiseler bir iç mücadeleyle ilgilidir. Örneğin Tülkü ve adamları Noygut boyunu basar ve onların üç yüz yılkısını kaçırır. Bu vaka Canıl yurtta yokken yapılır. Canıl bu olayı duyunca, Karadolu yürük atına binip boyunun atları peşinden gider (Caynakova 2004: 22-23). Canıl’ın yurtta olmadığı bir sırada hasımların baskın yapması onun korkulacak bir bahadır olduğunu göstermektedir. İyi bir okçu (Caynakova 2004: 48), kaplanla kapışacak kadar cesaretli (Caynakova 2004: 69), iyi bir avcı (Caynakova 2004: 137) olan Canıl Mırza, daha 10-

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulselam ARVAS 5 15 yaşlarındayken yurdu için tasalanan ve korumaya çalışan bir bahadırdır. Nitekim iç çatışmalardan sonra yurdunu basıp kız kardeşini kaçıran Kalmuklardan, hem öcünü hem kardeşini hem de kaçırılan malları geri alır (Caynakova 2004: 125-126). Böylece dış mücadelede de kahramanlığını göstermiş ve halkının yüzünü kara çıkarmamıştır. Aynı zamanda usta bir avcı olan Canıl Mırza kendisini horlayan Akkoçkor’a karşı zırhını giyerek atlanır ve Akkoçkor ile Kangkı’yı da öldürür (Caynakova 2004: 141-143). Bu tür kahramanlıklar gösteren bir başka destan kahramanı Karakalpakların “Kırk Kız Destanı”ndaki Gülayım’dır. Bütün destanlarda bir oğulun olmamasından yakınan hanların aksine Gülayım’ın babası Allayar, altı oğlu olduğu hâlde, bir kızı olması için Allah’a yalvarır (Uygur 2007: 187). Gülayım, Meyveli Ada’da kırk kızıyla oğlak tartış (kökbörü oyunu) oynar, ellerine kılıç verip yiğitliği öğretir (Uygur 2007: 45). Onun kırk kızı silahlanıp atlara binerler ve erkek gibi giyinirler (Uygur 2007: 47). Gülayım, Meyveli Ada’da kırk kızıyla her gün savaşa hazırlanırken onun âşıkları da gün geçtikçe çoğalır (Uygur 2007: 55). Gülayım, kendisine âşık olan Sayeke’nin, rakipleri Aşir ile Amankul’un dedikodularını kendisine iletince onu iyice dövüp kolunu bağlayarak kaleden çıkarır (Uygur 2007: 79). Gülayım, bir ağacı gövdesinden tutup kökünden koparacak kadar kuvvetlidir. Nitekim Jurın’ın nazına dayanamayan Gülayım, Jurın’ın çıktığı ağacı kökünden çıkarıp atar (Uygur 2007: 215). Gülayım destanın birçok yerinde “er” veya “yiğit” olarak tasvir edilir (Uygur 2007: 245). Düşman, onunla er meydanına çıkmaktan korktuğu için onun olmadığı bir zamanda yurda saldırmaktadır. Mesela, Gülayım ava çıkınca Kalmuk hanı Surtayşa memleketine saldırıp halkını perişan eder. Çünkü Gülayım’ın hazırlıklı olabileceğini bilir (Uygur 2007: 413). Surtayşa’nın kırk bin kişilik ordusundan kaçmayarak düşmanın hepsinin öldürülmesi, kaçan düşmanların yakalanarak öldürülmesi Gülayım’ın diğer kahramanlıklarıdır (Uygur 2007: 585-587). Kalenin gizli geçidini bulunca Gülayım, kırk kızına hırsız gibi kaleye girmenin kendilerine yakışmayacağını söyler ve Surtayşa’ya savaş meydanına çıkması için Servinaz’ı elçi olarak gönderip mertliğini de gösterir (Uygur 2007: 681). Gülayım, Kalmuk hanı Surtayşa’ya meydan okuyacak kadar cesurdur. Ona okla mı kılıçla mı savaşmak istediğini sorar. Surtayşa’yla Gülayım altı gün savaşıp birbirini yenemezler ama sonunda Gülayım onun başını keser (Uygur 2007: 757, 761, 775). Gülayım daha sonra Türkistan illerini, Sarkop ova illerini, Yeniderya boylarını adaletle yönetir (Uygur 2007: 787). 2.1.2. Birlik olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarının kadın kahramanları düşmana karşı birlikte hareket edilmesi gerektiği bilincindedirler. Yani “birlikten kuvvet doğar” prensibi bu kahramanlar tarafından mükemmel biçimde uygulanır. Boyların birlik olması hâlinde devletin de selamette olacağını iyi bilirler. Bu yüzden bu destan kahramanlarında birlik olma ve düşmana birlikte karşı koyma düşüncesi bir başka özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela Canıl Mırza, Kırgızların birliğini sağlamak için her şeye razıdır. O, Akkoçkor’a Kalmukları obasından sürmesi hâlinde başını kesebileceğini söyler. Hatta kendisi gibi bir bahadırı öldürmekle halk içinde şan sahibi olacağını da belirtir. Kısaca Canıl, birlik olmaları hâlinde Akkoçkor karşısında boynunun kıldan ince olduğunu belirtir (Caynakova 2004: 55). “Kırk Kız Destanı”nın başkahramanı Gülayım da halkının birliğini sağlamak için çok çalışır. Nitekim çok ileri görüşlü olan ve birlikte hareket etmeleri gerektiğini bilen Gülayım, Surtayşa tarafından tutsak edilen halkına, kervandaki bir Sarkoplu yurttaşını gizlice gönderir ve onlara kendisinin geldiğini, onların da hazırlık yapmalarını söylemesini ister (Uygur 2007: 593). 2.1.3. Vatansever olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarında yurt sevgisi iç çatışmalarda kendi boyunu, dış düşmanla yapılan savaşlarda tüm yurdu korumayı kapsamaktadır. Böylece vatanperverlik “curt” (yurt/boy) sevgisinden vatan sevgisine dönüşmektedir. Onun için Kıpçak sahası Türk destanlarında vatanseverlikle iki türlü karşılaşılmakta ve her ikisi için de yurt sevgisi bu kahramanlarda doruk noktaya çıkmaktadır. Örneğin Canıl, boyunun en ufak bir sıkıntı bile çekmesini ve yurdunun talan edilmesini istemez. Tülkü ve adamlarının konakladığı yere geldiği zaman selam verip vermeme hususunda şüpheye düşen ve yanındaki iki mollaya danışan Canıl’a mollalar, Tülkü’nün onunla evlenmek için geldiğini ve Tülkü’ye boyun eğmesini söyleyince, Canıl onları tersleyerek

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

6 Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler

Tülkü’nün boyuna yaptığı kötülükleri hatırlatır. Eğer onu kocalığa kabul edip teslim olursa Noygut halkının kahrolacağını ve Kalmukların gelip Noygutları talan edeceğini söyler (Caynakova 2004: 27, 28). Gülayım ise vatanını o kadar sevmektedir ki yurdunu Kalmuklara karşı savunmayan abilerinin darağacında asılı kalmasını, yalnızca yurdu savunan babasının gömülmesini halkından ister (Uygur 2007: 507). Gülayım, Arslan’ın geldiğini görür ve onunla konuşunca onun rüyasında âşık olduğu kişi olduğunu anlar. Ancak Gülayım, onunla evlenmeden önce tutsak halkını kurtarması gerektiğini söyler (Uygur 2007: 611). Orta Asya Türk destanları arasında “kahramanlık” değil de “muhabbet” destanları denilen ve esas itibarıyla bir “aşk hikâyesi” olan Kırgızların “Akmöör Destanı”nda da Akmöör istemediği hâlde yaşlı Cantay’la evlenir. Çünkü onunla evlenmese Han Cantay, Sayak boyunu yok edecektir. Bu yüzden Akmöör boyu ve halkı için fedakârlık yaparak, sevdiği Bolot’tan ayrılmayı ve Cantay’la evlenmeyi kabul eder (Durmuş 2002: 84). 2.2. Kadın Kahramanların Kişisel Özellikleri 2.2.1. Güçlü önsezi özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarındaki kadın kahramanların toplumsal özellikleri yanı sıra kişisel birçok özelliği de ön plana çıkmaktadır. Yani Gülayım ve Canıl Mırza gibi kahramanların nitelikleri sadece bahadır olmalarıyla sınırlı değildir. Çünkü liderlik yapacak kahramanlar toplumun karşılaşacağı tehlikeleri de görebilmelidir. Onun için bu bahadırların önsezileri, başka deyişle “olanı” tahmin etme ve “geleceği görme” sezileri de çok kuvvetlidir. Mesela Canıl; Tülkü ve Üçükö’nün anneleri tarafından kışkırtıldığını sezer ve malının arkasından gidince atların onların elinde olduğunu görür (Caynakova 2004: 26). Gülayım ise kötü niyeti sezecek kadar akıllıdır. Jurın’ın yalan söyleyerek kendisini öpmek, kendisine yakınlaşmak istediğini anlar ve sevdiğinin henüz gelmediğini sezer (Uygur 2007: 111). Servinaz, Gülayım’ın gördüğü rüyanın yorumunu isteyince rüyanın yorumundan önce ona Meyveli Ada’da sağlam kapılı kale yaptırdığını, düşmana karşı hazırlanıp at semirttiğini, kırk kızını bedevi atlara bindirdiğini, savaş için onları eğittiğini söyler. Servinaz, Gülayım’ın rüyasını Surtayşa’nın yurtlarını basıp halkı esir edeceğini ve babası ile altı erkek kardeşini öldüreceği şeklinde yorumlar. Bunun üzerine Gülayım onun geleceği bildiğini, söylediklerinin doğru olduğunu tasdik eder (Uygur 2007: 51, 53). Mayanhılıv, Kuzıkürpes’in şarkılarından onun beşik kertmesi olabileceğini sezer, ama bunu kesin olarak bilmez (Ergun-İbrahimov 2000: 424). Tülek’in sorusu üzerine Susılu onun adını, soyunu ve her şeyini söyler (Urmançı 2007: 119). 2.2.2. İkna etme özelliği Destanlardaki bahadır kadınlar, aynı zamanda nerede, ne zaman ve kiminle nasıl konuşmaları gerektiğini de çok iyi bilirler. Bu özellikler liderlerin kişisel vasıfları olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Canıl Mırza, ikna kabiliyetini kullanarak Kalmuk Erdene’nin Çınasıl’ı öldürmesini engeller. Canıl Mırza bir hatip edasıyla Kalmukların lideri Erdene’yi şu sözlerle yatıştırır: “Sevdiğine vurur tokmağını, Değeri düşmüşe benzedin, O çekirge sen bir adam, Bıçağını çekip çıkarma, Kız oyununa gelenin, Hayatını alt üst etme, O bir oğlan sen bir bey, Beylik yap bağışla, Beyliğin yok ise, Kalkıp başını kesiver” (Caynakova 2004: 47). Böylece Canıl Mırza, Erdene’ye bir han olduğunu, küçük insanlarla uğraşmasının şanına yakışmayacağını söylemiş olur. Ancak onun esas amacı Kırgızların ünlü bir çeçeni ve aynı zamanda Kırgız boylarının askeri gücü hakkında bilgi aktarıcı olan Çınasıl’ı kurtarmaktır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulselam ARVAS 7 Nitekim Canıl, Çınasıl’dan aldığı istihbarat ile Kalmukları yenebilecek güce ulaştıklarını anlar ve bundan sonra harekete geçer. Kırgızların başka bir destanında Akmöör de Cantay’ın Bolot’u öldürmek istediği bir anda ona Bolot’un hem Kırgız hem de akrabası olduğunu ve Çin’den gelen silahlı bir düşman olmadığını söyleyerek Cantay’ı bu düşüncesinden vazgeçirir (Durmuş 2002: 126). Kazakların “Ayman-Şolpan” destanında Ayman ikna kabiliyeti sayesinde kardeşini kurtarır. Destanda daha çok akıllı ve çeçen yönüyle görünen Ayman, Kötibar tarafından kardeşiyle birlikte kaçırılırken, söylediği sözlerle onu ikna edip kardeşi Şolpan’ı serbest bıraktırıp geri gönderir (Ersöz 2001: 108). Mayanhılıv, Kuzıkürpes’e birlikte kaçmak yerine ona ne yapması gerektiğini söyler ve onu sözleriyle ikna eder. Kuzıkürpes bu fikrini beğenip onu kucaklar (Ergun-İbrahimov 2000: 426). 2.2.3. Kurnaz olma özelliği Bahadır kadınlar yeri geldiğinde çeşitli hilelere de müracaat ederler. Bu onların aynı zamanda gerektiğinde kurnazlık yaptıklarını da gösterir. Mesela Kalmukların beyi Erdene, Canıl’ın babası Cagoo’nun obasını kuşatınca Canıl, ailesine zarar gelmesin diye Erdene’ye haber gönderip onunla evleneceğini söyler; ama başlık parasının (kalın) verilmesi ve toyunu kendisinin yönetmesi şartını da koşar (Caynakova 2004: 34-35). Canıl, Akkoçkor’un hafiyesi olarak gelen Çınasıl’a inek tüyü gibi kalabalık Kalmukların onları kuşattığı için çaresiz kaldığını ve Erdene Bey’i oyuna getirerek 70 günlük toy yapmaya razı ettiğini, bunu ise Kırgız boylarından yardım gelmesi için yaptığını söyler (Caynakova 2004: 55). Gülayım ise sevmediği kişilerden kurtulacak kadar kurnazdır. Mesela o, Jurın ile Sayeke’yi birbirine düşürüp öldürtür ve böylece Jurın’la evlenmekten kurtulur (Uygur 2007: 267). Hıvhılıv, babasının kendi odasında insan kokusu aldığını söyleyince Hıvhılıv babasına yeryüzüne çıkıp insan kokusu getirdiğini ve bunu kendisine sorduğunu söyleyerek Zayatülek’i saklar (Ergun-İbrahimov 2000: 447). Böylece kadın kahramanlar bu özelliği sayesinde yeri gelince kendilerini, yeri gelince sevdiklerini, yeri gelince de yurtlarını korumuş olurlar. 2.2.4. Olağanüstü güzel olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarında kadın kahramanlar bahadır (alp) olmaları yanı sıra güzellikleriyle de meşhurdur. Fiziksel açıdan çok güçlü olan bu kadınlar aynı zamanda güzellikleriyle pek çok erkeğin gönlünde taht kurmuşlardır. Yani onların güzellikleri dillere destandır. Bu yüzden pek çok erkek, görmediği hâlde onlara âşık olmuştur. Kırgızların “Canıl Mırza”, “Akmöör”, “Kozuke ve Bayan” ve “Kızcibek” destanlarında kadın kahramanların güzellikleri hemen hemen aynı şekilde tasvir edilir. Mesela Tülkü’nün annesi Canıl Mırza’yı kadının güzeli olarak tarif eder. En güzel elbiselerini giyen ve güzel karakterli, nazik sözlü olan Canıl Mırza, aynı zamanda zarif, huri kızı gibi güzel, boylu poslu, yayık döşlü, sevimli yüzlü, saçı dal dal örülüdür. Gülünce güneş gibi nur saçan bu bahadır kadının gölgesi bile gönülleri coşturur (Caynakova 2004: 36, 37, 38). Cantay Han’ın üç eşi vardır ancak o, Sayak boyundan olan Akmöör’ün güzelliğini duyunca tekrar evlenmek ister. Cantay Han, Akmöör’ü anlatırken yüzünün parlak, boyunun uzun, sözünün tatlı ve ışığının tan nurundan, damağının kırmızı boncuktan olduğunu ve damağının pamuğa benzediğini söyler (Durmuş 2002: 38). “Kozuke ve Bayan” destanında Bayan’ın güzelliği öne çıkar (Akmataliyev vd. 2007: 147). Kızcibek de on dört yaşında, kunduz börkü başında, ayın on dördü gibi güzel bir kızdır (Duman 2001: 154). Karakalpakların “Kırk Kız Destanı”nda on dört yaşında ve altı erkek arasında büyüyen tek kız Gülayım ise karakaşlı, kara saçlı, keskin gözlü, şirin sözlü, fıstık burunlu, badem gözlü, uzun boylu, ak gerdanlı, inci dişli, peri yüzlüdür ve ince dudakları da kaymak gibidir (Uygur 2007: 41). Kazakların “Akböpe-Savıtbek”, “Ayman-Şolpan”, “Kozı Körpe Bayan Sulu” ve Kızjipek” destanlarında kadın kahramanlar güzellikleriyle nam salmıştır. Örneğin Akböpe ak gerdanlı, elma yüzlü, al yanaklı, fıstık burunlu, sümbül saçlı, kara gözlü, keman kaşlı olup huri kızları kadar güzeldir (Karaca 2007: 99). Ayman’ın bileği kuş tüyü gibidir, kemiği yumuşacık ve naziktir (Ersöz 2001: 104). On dört yaşına giren Bayan Sulu da kara gözlü, parlak yüzlü, elma yanaklı, fidan boyludur ve karakaşı doğan aya benzer (Kuanışbayev 2000: 37). Zaten bu ismin anlamı da güzel kadın demektir. On dört yaşındaki Kızjipek nur kızının ışığına benzemektedir ve bembeyaz kar gibidir, iki yanağı yaz güneşi gibidir (Bilecik 1998: 177).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

8 Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler

“Kozı Körpe Bayan Sulu Destanı” Başkurtlarda “Kuzıykürpes” olarak bilinir. Diğer Türk boylarında destanın erkek kahramanı yakın bir isim olan Kuzıykürpes şeklinde yer alırken, kadın kahraman ise Mayanhılıv5 olarak geçer. Mayanhılıv ince belli, peri boylu, bembeyaz yuvarlak yüzlü ve gözleri parlayan çok güzel bir kızdır (Ergun-İbrahimov 2000: 421). Başkurtların “Zayatülek ile Hıvhılıv Destanı”nda da Hıvhılıv nur gibi parlak, altmış kulaç kara saçlı, çok güzel bir kız olarak tarif edilir (Ergun-İbrahimov 2000: 445). Karaçay-Malkarların “Örüzmek ve Satanay Biyçe” destanında Satanay o kadar güzeldir ki onu gören devin gözü kamaşır ve dev kör olur. Satanay’ın güzelliği dağı taşı aydınlatır, akan ırmaklar durur (Tavkul 2004: 41, 43). Tatarların “Tülek-Susılu Destanı”nda su perisi Çaçdar Han’ın kızı olan Susılu ay yüzlü, nazik boylu, görenin hemen âşık olduğu bir kızdır (Urmançı 2007: 83). 2.2.5. Kadere razı olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarında bahadır kadınlar genelde çok kolay mücadeleden vazgeçmezler. Onlar, rakip veya düşmanlarıyla sonuna kadar çarpışan tiplerdir. Ancak bütün umutlar tükenince bazen kaderci bir role de girerler. Kadın kahramanlarda özellikle de bahadır vasfına sahip kadınlarda sık olmasa da bu duruma rastlanır. Muhtemelen İslamiyet’in kabulünden sonra Kıpçak sahası Türk destanlarına yansıyan bu husus yeni inancın getirdiği bir özelliktir. Onun için kadere razı olmak bu kahramanlarda az da olsa görülen bir niteliktir. Kısaca bu kadın kahramanlar bazen çaresiz kalmakta, kötü durumlar karşısında hiçbir şey yapamamaktadırlar. Mesela Canıl Mırza, artık yapılan işkencelere dayanamayıp, Karabagışlardan kendisini kaplan ve yaban domuzu avlamaya göndermelerini isteyerek şöyle der: “Yetmiş ise ecelim, parçalanıp öleyim, çare var mı ben dahi, Tanrı’nın yazdığını göreyim” (Caynakova 2004: 66). Gene avdan kırk kızıyla dönen Gülayım, rüyada yurdunun başına bela geldiğini anlar. Ancak o, elinden bir şey gelmediği için düşmanın yurdu talan etmesini kader olarak görür ve Allah’ın takdirine boyun eğer (Uygur 2007: 473, 487). Bir “aşk hikâyesi” olan “Ayman-Şolpan Destanı”nda ise Ayman, Kötibar tarafından kaçırılınca elinden bir şey gelmez ve “Allah’ın işine göz yumdum” diyerek kaderine razı olduğunu belirtir (Ersöz 2001: 106). Hıvhılıv, kendisine âşık olan Zayatülek’in elinden kurtulmak için yalvarsa da Zayatülek onu serbest bırakmaz ve Hıvhılıv çaresiz onun dediğini yapar (Ergun-İbrahimov 2000: 445). “Kırk Kız Destanı”nda kalenin içinden Gülayım’ın halkının bağırtısı gelir ama kale çok sağlam olduğu için Gülayım kalenin içine giremez ve çaresizlikten ağlar. Servinaz ile Arslan ona moral vermeye çalışır (Uygur 2007: 633). Yine Canıl, ailesine zarar gelmesin diye Erdene’ye haber gönderip onunla evleneceğini söyler (Caynakova 2004: 34). 2.2.6. Kadın onuruna sahip olma özelliği Kıpçak sahası Türk destanlarında kadın kahramanların değer verdiği bir husus da kadınlık onurudur. Bu, onlar için çok önemlidir. Örneğin Gülayım, Arslan’ın kalesine kadar geldiğini duyunca onu görmediği için üzülür. Bundan dolayı kırk kızı, Arslan’ın arkasından gitmek ve onu getirmek ister ancak Gülayım’ın kadınlık gururu bunu kabul etmez ve onları durdurur (Uygur 2007: 109). Canıl da, ailesine çocuk doğurduğunu ve kocasını öldürüp dul kaldığını söylemeye utandığı için çocuğunu Çınasıl’a verip Boz-Tumşuk’un dağ eteğindeki gök öküzün yanına bırakmasını söyler (Caynakova 2004: 116-117). Akmöör, yaşlı kocası Han Cantay ölünce eltileri tarafından istenir. Cantay’ın kardeşi Bayake, ağabeyinin ölümünden altı gün sonra Akmöör’ü istemek üzere bir aracıyı ona gönderir. Ancak bu davranış, Akmöör’ün kadınlık gururunu incitir. O, Cantay’la da evlenmek istemediğini ama zorla evlendirildiğini, öldürseler de kocaya varmayacağını söyler. Bunun neticesinde ise Akmöör, Bayeke tarafından öldürülür (Durmuş 2002: 146-147). Mayanhılıv, Kuzıkürpes’in kendisiyle kaçması fikrini kadınlık onuruna yedirmez ve bunu reddeder (Ergun-İbrahimov 2000: 426).

5 Diğer Türk boylarında Bayan Sulu olan bu isim Başkurtlarda fonetik bir değişime uğramıştır. Bu ses değişmesinden ötürü Bayan, Mayan; Sulu ise Hılıv olmuştur. İlk kelime Türk dilleri arasında görülen yaygın bir fonetik kural ise de ikinci kelime Türk dillerinde pek rastlanmayan bir ses değişimin örneğidir. İkinci kelimede “s” sesinin “h”ye dönüşümü ile geniş ünlünün daralması (sulu=sıluv=sılıv=hılıv) söz konusudur.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulselam ARVAS 9 2.2.7. Bazı başka özellikler Kıpçak sahası Türk destanlarında bu temel özelliklerin dışında kadın kahramanların birkaç niteliği daha sayılabilir. Bunlardan da birkaç örnek vermek faydalı olacaktır. Mesela bu Türk boylarının destanlarında kadın kahramanların saflığı gözden kaçmamaktadır. Gülayım, Tazjurın’ın, sevdiği adam Arslan tarafından kendisinin kaleye gönderildiği yalanına inanır (Uygur 2007: 107). Canıl, iyi niyetinden ve saflığından dolayı Akkoçkor’a esir düşer. Kalmukların üç yüz atını alıp Akkoçkor’a getiren Canıl’ı Akkoçkor’un adamları yakalayıp döverler. Çınasıl’ın, Canıl’ı kurtarma çabaları ise boşa çıkar (Caynakova 2004: 63). Saflık yanı sıra şefkat de bu kadın kahramanların bir başka özelliğidir. Örneğin kocası Kalmatay’ı öldüren Canıl, anne şefkatinden dolayı çocuğunu öldüremeyip onu emzirir ve alıp gider (Caynakova 2004: 99). Yine Sayeke’nin “haberleş” sesine Gülayım acır ve kale dışında bir garip olduğunu düşünerek, yengesini oraya gönderip yardım etmesini ister (Uygur 2007: 73). Bunların dışında akıl danışma, taş kalpli olma, baba sözünden çıkmama, okuryazar olma, âşık olma, ozanlar gibi atışmaya girme vb. özellikler de kadın kahramanların vasıfları arasında yer alır. Örneğin Canıl Mırza, bir işi yaparken büyüklerine danışır fakat bazen de oğlunun ağlamasına bakmayacak ve onu terk edecek kadar taş kalplidir (Caynakova 2004: 118). Gülayım ise babasının sözünden çıkmaz ve hatta sevmediği hâlde babasının Kel Jurın’la evlenme isteğine razı olur (Uygur 2007: 195). Gülayım, okuma yazma kabiliyetine de sahiptir. Bu yüzden başyardımcısı olan Servinaz adlı kıza, unutulmasın diye yaptıkları savaşları bir taşa yazdırır (Uygur 2007: 595). Gülayım, sonuçta bir insandır ve Arslan’ın aşkına cevap verir (Uygur 2007: 713). Akböpe ise sözde usta olup atıştığı herkesi yenmiş ve sadece Savıtbek’le atışamamıştır (Karaca 2007: 97). Sonuç Bu araştırmada Kıpçak sahası Türk boylarına ait on üç destan metni incelenmiştir. Bu destanlarda yer alan kadın kahramanların çeşitli özelliklerle ortaya çıktığı görülmüştür. Mesela bazı kadın kahramanlar, fiziksel güçlerinden ötürü erkeklerden farksız olup, destanlarda bahadır (alp) nitelikleriyle öne çıkarlar. Bu tür kadın kahramanların yer aldığı epik anlatılara “kahramanlık destanları” da denilmektedir. Onun için bu destanlarda yer alan kadınlar hem erkekler gibi düşmanla savaşır hem de destanın başkahramanıdırlar. Bu bahadır kadınlar aynı zamanda vatanın birliği, bütünlüğü için mücadele eden ve bu uğurda canını veren tipler olarak görünmektedir. Elbette bunlar destanda sadece fiziksel güçleriyle değil, güzellikleri açısından da toplumun önde gelen bireyleridir. Bu durum tıpkı erkek kahramanların başkahraman olduğu ve her yönüyle mükemmel tipler olan başka destanların bir kopyası niteliğindedir. Bunların arasındaki tek fark başkahramanın erkek değil de kadın olmasıdır. Yine başkahramanın kadın olduğu ancak kadının bahadırlıktan ziyade başka yönleriyle ön plana çıktığı “lirik destanlar” denilen bir tür daha vardır. “Lirik destanlar”da kadın kahramanlar artık fiziksel güçle değil, güzellik ve akıllı olma özellikleriyle ön plandadır. Bu yönüyle “lirik destanlar”daki kadın kahramanlar hem sevdiğini hem de yurdunu korumayı başarmaktadır. İşte Kıpçak sahası Türk destanlarından incelediğimiz bu metinleri kısaca “kahramanlık” ve “lirik” olmak üzere iki kategoride sınıflandırabiliriz. Kıpçak sahasına ait bu destanlardaki “kadın kahramanlar” pek çok vasfa sahip olup, bunlar “toplumsal” ve “kişisel” özellikler gibi iki başlık altında değerlendirilebilir. Toplumsal özelliklerde bahadırlık, vatanseverlik, birlik olma gibi nitelikler varken, kişisel özelliklerde ise güzellik, ikna kabiliyeti, kadınlık onuru vb. gibi nitelikler dikkat çekmektedir. Bu özelliklerin bir araya getirdiği değerler ise aslında Türk milletinin ahlak anlayışını, inanışlarını, hayat felsefesini, yaşam tarzını destanlarda yansıtmaktadır. Üstelik bu destanlar Türk milletinin kadına verdiği değeri de gözler önüne sermektedir. Kısaca kadın, Kıpçak sahası Türk destanlarında zamana, şartlara, yaşam tarzına göre farklı özelliklerle rol almıştır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

10 Kıpçak Sahası Türk Destanlarındaki Kadın Kahramanlara Dair Bazı Tespitler

Kaynaklar Aça, M. (2007). Reşideddin Oğuznamesi’nde Kadın. Milli Folklor, 76, 76-92. Akmataliyev, A. vd. (2007). Kırgız Destanları-2. Ankara: TDK Yayınları. Bars, M. E. (2008). Köroğlu Destanı’nda At, Kadın, Silah. Turkish Studies, 3/2, 164-178. Bilecik, F. (1998). Kız Jibek Destanı. Doktora Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi. Caynakova, A. (2004). Canıl Mırza. Ankara: TDK Yayınları. Çetin, İ. (1998). Türk Destan Kahramanları ve Köroğlu. Milli Folklor, 39, 46-52. Çobanoğlu, Ö. (1996). Lord Raglan’ın Batı Halk Kahramanı Kalıbı Açısından Oğuz Kağan ve Er Töştük Destan Kahramanlarına Bakış. Umay Günay Armağanı, Ankara: Feryal Matbaası, 202-209. Çobanoğlu, Ö. (2003). Türk Dünyası Epik Destan Geleneği. Ankara: Akçağ Yayınları. Duman, N. E. (2001). Kızcipek Destanı’ndaki Epik Unsurlar. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi. Duran, H. (2004). Burla Hatun’dan Terken Hatun’a. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 32, 32-41. Durmuş, M. (2002). Akmöör Destanı. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi. Ergun, M.-İbrahimov, G. (2000). Başkurt Halk Destanları. Ankara: Türksoy Yayınları. Ersöz, M. (2001). Kazak Türklerinin “Ayman-Şolpan Destanı”. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi. Kargı, B. (2016). Söylen-Yazın Bağlamında Kadının Yazgısı. Ankara: Favori Yayınları. Kaplan, M. (2004). Dede Korkut Kitabında Kadın. Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I. İstanbul: Dergâh Yayınları, 39-50. Karaca, O. S. (2007). Kazak Destanları-3. Ankara: TDK Yayınları. Köse, N. (1999). Lord Raglan’ın Geleneksel Kahraman Kalıbı ile Kurmanbek ve Kurbanbek. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Dr. Himmet Biray Özel Sayısı, 253-261. Kuanışbayev, E. (2000). Kozı Körpeş Bayan Suluv Destanı. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi. Saçkesen, A. (2007). Er Tabıldı Destanında Kadın Tipleri. Turkish Studies, 2/3, 489-495. Oğuz, M. Ö. (1998). Lord Raglan’ın Geleneksel Kahraman Kalıbı ve Boğaç Han. Milli Folklor, 40, 2-6. Tavkul, U. (2004). Karaçay-Malkar Destanları. Ankara: TDK Yayınları. Urmançı, F. (2007). Tatar Destanları-1. Ankara: TDK Yayınları. Uygur, C. V. (2007). Karakalpak Destanları (Kırk Kız Destanı). Ankara: TDK Yayınları. Uygur, C. V. (2003). Karakalpak Edebiyatında Kadın. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 13, 251-280.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Boz, E. (2019). Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 11-23.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 11-23. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut274 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 25.03.2019 ║Kabul Tarihi: 13.04.2019

Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma* A Morphological Comparison For Detection Of Belonging On Two Works Attributed Ahmed Fakih

Erdoğan BOZ**

Öz Oğuz Türkçesinin 13. yüzyılda Anadolu sahasında eser vermiş önemli şahsiyetlerinden biri Ahmed Fakih’tir. Şairin bilinen iki eseri vardır ve bu iki eserin bilimsel yayınları yıllar önce (Çarh-nâme 1956, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife 1974) yapılmıştır. Şair ve eserleri hakkında verdiğimiz bilgiler, genel olarak alan literatüründe kabul görmüş olmakla birlikte aynı adı taşıyan birden çok şair olduğu ve adı geçen eserlerin de ayrı ayrı şairlere ait olabileceği tartışılmıştır (bk. Osman Fikri Sertkaya “Ahmed Fakih Anadolu'da Türkçe Eserler Veren Mutasavvıf Şair”). Bizim çalışmamızın amacı elimizdeki çevriyazısı yapılmış metinlerden hareketle “Aitlik Tespitine Yönelik” biçimbilgisel bir karşılaştırma yaparak tartışmalara bir açıklık getirmektir.Elbette eser karşılaştırmaları biçimbilgisi dışında sesbilgisi, sözvarlığı, sözdizimi ve üslup açısından da yapılabilir. Bizim biçimbilgisini tercih etmemizin nedeni biçimbilgisinin daha somut veriler sunuyor olmasıdır. Ele alınacak her iki eserin manzum olması ayrıca içeriklerinin nispeten benzemesi karşılaştırma için olumlu yönler olarak görülebilecekken eserlerin beyit sayıları arasındaki önemli fark elde edilecek kimi sonuçları tartışmalı kılabilir. Eserlerin taranmasında çoklu biçimbirimlere sahip eylem ulamları tercih edilecektir. Bunlar eylemsiler (ad-eylem, ortaç ve ulaçlar), yüklem ulamları (zaman, kiplik ve kişi) olarak belirlenmiştir. Yöntem olarak her bir eser yukarıda belirlenmiş olan ulamlar dikkate alınarak taranacak ve elde edilen veriler tek bir tabloda birleştirilerek görsel bir karşılaştırmaya imkân sağlanacaktır. Bundan sonra tablolardaki verilerden hareketle değerlendirme yapılarak bir sonuca varılacaktır. Anahtar Kelimeler: Eski Anadolu Türkçesi, Ahmed Fakih, Çarh-name, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş- Şerife.

* Bu yazı, 4-6 Ekim 2018 tarihleri arasında Kırşehir’de düzenlenen “Yunus Emre ve Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Gelişimi” başlıklı uluslararası sempozyumda sunulan sözlü bildirinin yeniden gözden geçirilmiş hâlidir. ** Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyati Bölümü, Eskişehir-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCID: https://orcid.org/0000-0002-2883-4221 12 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

Abstract Ahmed Fakih is one of important people produced literary work on Anadolu area in 13. Century. There are two works known belonging the poet and scientific publications of these works (Çarh-nâme 1956, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife 1974) were done years ago. The information we have given about the poet and his works was accepted on the literature of this field but it was argued that there were more than one poets with the same name and these works might be belong to different poets (see Osman Fikri Sertkaya “Ahmed Fakih Anadolu'da Türkçe Eserler Veren Mutasavvıf Şair”). The aim of our paper is to make clear the discussions by doing a morphological comparison for detection of belonging based on transcribed texts. Surely comparison of works can be done in terms of fonology, vocabulary, sentax and literary style apart form morphology. The reason of our morphological preference is that morphology presents more perceptible evidences. It may regard positive side of comparison that both of works will be discussed are poetical but the important difference between couplet numbers of the works can do problematic some results will be obtained. Verb categories having multiple morphemes will be prefer on scanning of the works. These categories were determined as verbals (verbal nouns, verbal adjectives, gerundiums) and predicate categories (tense, modality, person). Within the method of this paper, every work will be scanned considering the categories determined above and a visual comparison will be made possible by combining all data obtained in one table. Next, a conclusion will be acquired by evaluating in terms of the data on the table. Keywords: , Ahmed Fakih, Çarh-name, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife.

Giriş Alan literatüründe Ahmed Fakih’e ait olduğu kabul edilen Çarh-nâme (ÇN) ve Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife (KEMŞ) adlı eserler üzerine kitap boyutundaki müstakil bilimsel çalışmalar yıllar önce yapılmıştı: Mansuroğlu, ÇN’yi 1956 yılında yayımlamıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından yapılan yayında; şair ve eseri hakkında çok kısa bir bilgiden sonra toplam 83 beyitlik çevriyazılı metin verilmiştir. Eserin asıl bölümünü; dil hususiyetleri (yazılış hususiyetleri, ses bilgisi hususiyetleri, söz yapılışı “yapım ekleri”, söz bölümleri “sözcük türleri, çekim ekleri), sözlük ve gramer dizini oluşturmaktadır.1 Mansuroğlu’dan yıllar sonra Fahir İz ve Günay Kut, metnin çevriyazı ve tercümesini yayımlamışlardır.2 Mazıoğlu, KEMŞ’yi 1974 yılında yayımlamıştır. Türk Dil Kurumu tarafından yapılan yayında, on sayfalık giriş kısmında şair ve eser hakkında genel bilgiler verildikten sonra eserin imlâ özellikleri üzerine çok kısa bir değerlendirme yapılmıştır. Toplam 390 beyitlik metnin çevriyazısını takiben metnin dizini yapılmış ve en sona orijinal metnin fotokopisi eklenmiştir.3 Eserlerin aynı şaire mi yoksa benzer adlı (mahlaslı) başka kişilere mi ait olduğu tartışması uzunca bir süre yapılmış ve bir neticeye bağlanamamıştır. Mansuroğlu (1956), ÇN’nin girişinde Köprülü’den iktibasla Ahmed Fakih hakkında bilgi verir ve şairin tek eserinin çarh-nāme-i aħmed faķiĥ der bį-vefā-i rüzgâr başlıklı ÇN olduğunu söyler. Dolayısıyla KEMŞ’den hiç bahsetmez. Mazıoğlu (1974) ise, Mansuroğlu gibi Ahmed

1 Ahmed Fakih, Çarh-nâme (Yayımlayan Mecdut Mansuroğlu) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları:684, İstanbul, 1956. 2 İz, Fahir; Kut, Günay, “Divan Nazmı ve Nesri” Başlangıçtan Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, 1. C. S.264-268, Ötüken-Söğüt, İstanbul, 1985. 3 Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife, (Yayımlayan Hasibe Mazıoğlu) Türk Dil Kurumu yayınları, Ankara, 1974.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 13 Fakih’i 13. yüzyılda yaşamış ve Anadolu’nun en eski şairlerinden biri olarak kabul eder ancak Mansuroğlu’nun aksine hem ÇN hem de TEMŞ’nin bu şairin eseri olduğunu söyler. Tezcan da bu tartışmalara dâhil olur ve “Anadolu Türk Yazınının Başlangıç Döneminde Bir Yazar ve ÇN’nin Tarihlendirilmesi Üzerine” başlıklı geniş bir makale yazar. Tezcan (1994) ÇN’nin tarihlendirilmesini dilbilgisel olarak değil tarihsel olarak yaptığı yazısında; 1346-1353 arasında yayılan "Kara Veba”’nın ÇN’de bahsi geçmesinden yola çıkarak eserin 14. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığını söyler. Yazara göre hem ÇN hem de KEMŞ’nin şairi aynı kişidir. Sertkaya (1996) çeşitli zaman ve mekânlarda yaşamış adı Ahmed Fakih olarak geçen en az beş kişi olduğunu söyleyerek bu şahıslar hakkında ayrıntılı bilgi verir. Bundan sonra eserler üzerine de değerlendirme yapan Sertkaya, sonuç olarak her iki eserin de dil bakımından 14. yüzyılın ikinci yarısı ve 15. yüzyılın ilk yarısına ait olduklarına dikkat çekerek bunların bilinen Ahmed Fakihlere aidiyetini şüpheli bulur. Ayrıca ÇN ve KEMŞ’nin aynı kişiye ait olup olmadıkları konusuna girmez. Sertkaya’nın bu görüşlerine karşılık olarak Mazıoğlu, kendisiyle yapılan bir röportajda bu konuya değinir ve her iki eserin de Ahmed Fakih’e ait olduğunu söyler: “-Bu duruma göre bir yazar hem din hem de tasavvuf konusunda eser verebilir mi? Bir yazarın hem din hem tasavvuf konusunda eserler ve şiirler yazdığının örnekleri çoktur. Vezinleri aynı, dilleri birbirinden farksız, konuları tasavvuf ve din olan Çarh-nâme ile Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife’nin ikisi de Ahmed Fakih’in eseridir. Fuat Köprülü’nün Çarh-nâme yazarı Ahmed Fakih’in 13. yüzyıl şairi olduğunu herhangi bir araştırma gereğini duymadan ben de kabul etmiştim. Osman Fikri Sertkaya’nın Ahmed Fakih’in dil özelliği dolayısıyla 14. yüzyılın ikinci yarısı ya da 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olabileceğini ve Çarh-nâme sahibi olan Ahmed Fakih’ten başka bir Ahmed Fakih olduğunu ileri sürmesi yetersiz bir dayanaktır. Bir eserin yalnız dili, yazıldığı zamanı göstermeye yetmez. 13. yüzyılda Dehhânî’nin, 14. yüzyılın başında Yunus Emre’nin (öl. 1320) dillerinin özelliğinden ve güzelliğinden dolayı 15. yüzyıl başında yaşadıklarını söyleyebilir miyiz? Ben Çarh-nâme ile Mesâcidi’ş-Şerîfe yazarı Ahmed Fakih’in en geç 14. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olacağını söyleyebilirim.”4 Ak “Çarh-Nâme’de Yer Alan Âyet ve Hadisler” adlı makalesinde (2008), ÇN’nin hangi Ahmed Fakih’e ait olduğuna dair şu tereddüdünü aktarır. “Bayram, Karaman’da 1345 tarihinde vefat eden bir Ahmed-i Fakîh daha bulunduğunu söyler. Vefat eden bu şairin yaşadığı dönemi, eserin dil ve anlatım özelliklerini göz önünde bulundurunca Çarh-nâme isimli kasîdeyi Karamanlı Fakîh Ahmed’e nispet etmenin daha doğru olacağını söylemiştir. Çarh-nâme’nin aidiyeti üzerindeki şüpheleri artıran diğer bir bilgi ise, kasîdede vebâ salgınından bahsedilmiş olmasıdır. Nitekim Semih Tezcan XIV. asrın ortalarında çıkan veba salgınına kasidede değinildiğinden yola çıkarak kasidenin bu tarihten evvel yazılamayacağını en erken 1350 tarihinden sonra yazılabileceğini dile getirmiştir. Eğer bu tespit doğru kabul edilirse, bu durum bize kasidenin XIII. yüzyılda yaşayan Ahmed-i Fakîh’e ait olmadığını göstermektedir. Bu bilgilerden yola çıkarak kasidenin kabul edile geldiği üzere Anadolu

4Mesut Çetintaş’ın Hasibe Mazıoğlu ile yaptığı söyleşi http://www.biyografi.net/kisiyazdir.asp?kisiid=4265 (23.09.2018)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

14 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

Türkçesinin Acem tesiri altında gelişen, ulaşabilinen en eski sûfiyâne metin olarak zikredilmesi ve hangi Ahmed-i Fakîh’e ait olduğu, ya da zikredilen Ahmed-i Fakîh’lerden birisine ait olup olmadığı hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün gözükmemektedir.” Son yayın olarak Türk Edebiyat İsimler Sözlüğü’ne Ahmed Fakih maddesini yazan Eren (2015), mevcut bilgileri toplar ancak şair ve eserler hakkında yeni bir şey söylemez.5 Bütün bu bilgiler ışığında ÇN ve KEMŞ’nin Ahmed Fakih’e ait olup olmadığı bilinmediği gibi şairin de hangi Ahmed Fakih olduğu açık değildir. 1. “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma ÇN ve KEMŞ’nin Ahmed Fakih’e ait olup olmadığının (bu Ahmed Fakih her kim olursa olsun) tespiti, yukarıda anlattığımız iyice karmaşık hâle gelmiş sorununun bir parça çözümüne yardımcı olabilir. Bunun için bu yazıda iki eserin karşılaştırılması yoluna gidilecektir. Eser karşılaştırılmaları biçimbilgisi, sesbilgisi, sözvarlığı, sözdizimi ve üslup açısından yapılabilir.6 Biz bir yazının dar sınırları içinde yalnızca biçimbilgisel bir karşılaştırma yolunu tercih edeceğiz. Biçimbilgisel karşılaştırma tek başına bir sonuç vermese de önemli ipuçları sağlayabilir. Biçimbilgisini tercih nedenimiz ise biçimbilgisinin daha somut veriler sunuyor olmasıdır. Ele alınacak her iki eserin manzum olması ayrıca içeriklerinin nispeten benzemesi karşılaştırma için olumlu yönler olarak görülebilecekken eserlerin beyit sayıları arasındaki önemli fark elde edilecek kimi sonuçları tartışmalı kılabilir. Eserlerin taranmasında çoklu biçimbirimlere sahip eylem ulamları tercih edilecektir. Bunlar eylemsiler (ad-eylem, ortaç ve ulaçlar), yüklem ulamları (zaman, kiplik ve kişi) olarak belirlenmiştir. Yöntem olarak her bir eser yukarıda belirlenmiş olan ulamlar dikkate alarak taranacak ve elde edilen veriler tek bir tabloda birleştirilerek görsel bir karşılaştırmaya imkân sağlanacaktır. Bundan sonra tablolardaki verilerden hareketle biçimbirimlerin varlık/yokluk testleri yapılacak ve Eski Anadolu Türkçesi (EAT) ile Osmanlı Türkçesi’nin (Osm. T.) karakteristik özellikleri bakımından kısa bir değerlendirme yapılacaktır. i. Eylemsiler Aşağıdaki tabloda eylemsiler (ad-eylemler, ortaçlar ve ulaçlar) karşılaştırmalı olarak verilmiştir. Tablo 1: Eylemsiler

EYLEMSİLER ÇN KEMŞ AD- -{mAK} göçmeğe (11b) -{mAK} dürişmek (10b) EYLEMLER geçmek (60a) olmaġiçün (80a)

5 http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=7075 (23.09.2018) 6 Geniş bilgi için bk. Sarı, Mustafa Türkçede Art Zamanlı Değişmeler (Yüz Hadis Yüz Hikaye Örneği), PegemA Yayıncılık, Ankara, 2007.  Karşılaştırmada en çok beş örnek verilmiştir.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 15

ķaçmaġa (69b) girmeğe (126a) itmegüŋ (164b) gitmeği (193b)

------{(y)Iş} ŧoġışınadur (96b) doġışında (116a) gidişde (308a) dönişde (308b) ------{mAKlIK} itmekligüŋ (162a)

ORTAÇLAR -{AcAK} varaçaķ (38b) -{AcAK} idecek (82a) gelecek (58a) doyacak (223b) görecek (289a) -{dUK} ėtdügünden (34a) -{dUK} yatduġı (56b) ķorķduġumuzdan didügüm (59b) (41a) nėydügin (77b) sevdügi (59b) didügüm (119b) acıķduķlarını (127a)

-{mIş} yaradılmış (32a) -{mIş} yapılmış (280a) yaradılmış (61a) -{An} olanlar (16a) -{An} işidenler (46b) gidenleri (47b) yanan (57a) yiten (79b) işidenüŋ (92b)

-{IsAr } ķalısar (81b) ------{AsI} göresi (386b) varası (387a) durası (387b) ULAÇLAR -{mAdIn} göçürmedin (27b) -{mAdIn} --- ėrişmedin (51b) erişmedin (52b) -{IcAĞAz} ķopıcaġaz (31a) -{IcAĞAz} varıcaġaz (128b)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

16 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

varıcaġaz (276b) varıcaġaz (280b) göricegez (349b) -{IcAK} ķalmayıcaķ (81a) -{IcAK} göricek (30b) varıcak (63b) göricek (76a) gelicek (125a) ķalıcaķ (160b)

-{U} yeyü (18b) -{U} diyü (14a) isteyü (336a) -{Up} girüp (19a) -{Up} olup (6b) getürüp (36a) varup (11b) içüp (68b) ķaldurup (12b) çağırıp (13b)

------{ken} dururken (9a) ------{UbAn(I)} bulışuban (15a) ķıluban (16a) varuban (18b) geçüben (21a) sevinüben (29a) ırubanı (65a) ------{IncAK} görincek (68b) baķıncaķ (101b) görincek (103b) baķıncaķ(202b) ------{IncAGAz} gelincegez (154a) görincegez (205b) ------{IncA } görince (179b) görince (193a) varınca (194a) girince (243a) görince (243b) ------{mAyIncA} vurmayınca (310a)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 17

görmeyince (310b) ------{dUKçA} okundukça (329a) Yukarıdaki tabloya bakıldığında ad-eylem taramasında –mAK, -(I)ş ve –mAKlIK biçimbirimleri tespit edilmiştir. –mAK biçimbirimi hem ÇN hem de KEMŞ’de, -(I)ş ve – mAKlIK biçimbirimleri yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. Burada KEMŞ’deki çeşitlilik ve -(I)ş biçimbiriminin kullanımı anlamlıdır. –mAK, -(I)ş ve –mAKlIK biçimbirimleri EAT için karakteristiktir, –mAKlIK biçimbiriminin Osm. T.’de kullanımı giderek düşmüştür. Ortaç taramasında –AcAK, -dUK, -mIş, -An, -IsAr, -AsI biçimbirimleri tespit edilmiştir. –AcAK, -dUK, -mIş, -An biçimbirimleri hem ÇN’de hem de KEMŞ’de; –IsAr ÇN’de ve –AsI ise KEMŞ’de kullanılmıştır. Burada KEMŞ’deki –AsI biçimbiriminin kullanımı anlamlıdır. –AcAK, -dUK, -mIş, -An, -IsAr, -AsI biçimbirimleri EAT için karakteristiktir, -IsAr biçimbiriminin Osm. T.’de kullanımı giderek düşmüştür. Ulaç taramasında –mAdIn, -IcAGAz, IcAK, -U, -Up, -ken, -UbAn(I), -IncAK, - IncAGAz, -IncA, -mAyIncA, -dUKçA biçimbirimleri tespit edilmiştir. -IcAGAz, IcAK, - U, -Up biçimbirimleri hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, –mAdIn ÇN’de ve -ken, -UbAn(I), -IncAK, -IncAGAz, -IncA, -mAyIncA, -dUKçA KEMŞ’de kullanılmıştır. Burada KEMŞ’deki çeşitlilik yanında olumsuzluk ulacı olarak ÇN’de –mAdIn ve KEMŞ’te – mAyIncA kullanılması anlamlıdır. -U, -Up, -ken, - -IncA, -mAyIncA, -dUKçA biçimbirimleri EAT’de kullanılmışken –mAdIn, -IcAGAz, IcAK, UbAn(I), -IncAK ve – IncAGAz biçimbirimlerinin Osm. T.’de kullanımı giderek düşmüştür. ii. Yüklem ulamları Aşağıdaki tabloda eylem işletimi (zaman biçimbirimleri) her iki eserde karşılaştırmalı olarak verilmiştir.

EYLEM İŞLETİMİ (ZAMAN) ÇN KEMŞ GENİŞ -{U/Ar} bilür mi (5a) -{U/Ar} dilerem (2a) ZAMAN k. eyler (9b) ş. iderem (5b)

a. dėr- ø (10a) virür (9b)

yapışursın (17a) danışurlar (15a)

ķoparur- ø (17b) görürsin (47b) -{A} g. yatasın (13a) -{A} n. ola- ø (66b) yatasın (19a) ġ. ķalmaya-ø(109b) yüriyesin (20b) i. olmaya- ø (145b) içesin (53a) sevine- ø (167b) n. bilem (54b) göresin (231b) -{mAz} yetmez mi (16a) -{mAz} ağlamaz- ø (30b) dermezsin (16b) v. itmez- ø (35a)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

18 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

döymez- ø (22a) saymaz- ø (42b) ölmez- ø (22b) s. gelmez- ø (49b) durmaz-ø (35a) ------ImAz eglenimez (310a) dinlenimez (310b) GÖRÜLEN -{dI4} geldüŋ (5a) -{dI4} gönüldüm (5a) GEÇMİŞ yaratdı (5b) durdı- ø (13a) ZAMAN i. bulmadılar (63b) düşdük (21a) f. idi- ø (77a) didüm (29a) s. oldı- ø (80b) bildüŋ (118a) ÖĞRENİLEN -{mIşdUr} ķılmışdur (1b) -{mIşdUr} söylemişdür (12b) GEÇMİŞ k. batmış-Ø (33b) yapulmışdur (61b) ZAMAN ķırılmışdur (50b) asılmışdur (191b)

dėmişdür (65a) ------{mIş} n.dutmışam (1b) doķunmış (34a) düzmiş- ø (44b) düşmişem (51a) ķucuşmışlar (56a) -{UpdUr} vėrüpdür (6a) -{UpdUr} aşupdur (6a) ķılupdur (6b) ŧaşupdur (6b) g. dutupdur (11b) ŧolupdur (32b) n. olupdur (41b) gidipdür (46b) GELECEK -{IsAr} durısar (28a) -{IsAr} ş olısar- ø (33a) ZAMAN öliserdür (32a) tutısar- ø (33b) s. eyleyiserler (34a) dökiserdür (143b) yatısaruz (67a) geçiser- Ø (67b) -{A} g. ola- Ø (30a) -{A} ölevüz (175a) ķopa- Ø (30a) olavuz (175b) b. ola- Ø (30b) daġıla- Ø (31b) -{IcAK} ķalmayıcaķ (81a) ------{AcAK} e. çıķacaķdur (326a)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 19

ŞİMDİKİ -{A yorı-r-} döge yorır (12b) ------ZAMAN Tablo 2. Eylem İşletimi (Zaman) Yukarıdaki tabloya bakıldığında geniş zaman taramasında -U/Ar, -A, -mAz, - ImAz biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden –U/Ar, -A, -mAz hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, -ImAz biçimbirimi ise yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. –U/Ar, -A, - mAz biçimbirimleri hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. Olumsuz yeterlik işaretleyicisi olan –ImAz biçimbirimindeki daralma bir ağız özelliği olarak kabul edilebilir. Görülen geçmiş zaman taramasında –dI biçimbirimi tespit edilmiştir. Bu biçimbirim hem ÇN’de hem KEMŞ’de kullanılmıştır. Bu biçimbirim hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. Öğrenilen geçmiş zaman taramasında –mIşdUr, -mIş, -UpdUr biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden –mIşdUr, -UpdUr hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, -mIş biçimbirimi ise yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. Burada –mIş biçimbiriminin ÇN’de kullanılmamış olması anlamlıdır. Gelecek zaman taramasında –IsAr, -A, -IcAK, -AcAK biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden –IsAr, -A hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, -IcAK ÇN’de – AcAK ise KEMŞ’de kullanılmıştır. –IsAr ve –A EAT için karakteristik iken Osm. T’de – IsAr giderek kaybolmuştur. –A biçimbirimi Osm. T’de kullanım sıklığı düşerek kullanılmış bunun yanında –AcAK biçimbirimi ise Osm. T.’de artan sıklıkla kullanılmıştır. Şimdiki zaman taramasında -A yorı-r- biçimbirimi tespit edilmiştir. Bu biçimbirim yalnızca ÇN’de kullanılmıştır ve anlamlıdır. -A yorı-r- biçimbirimi EAT için karakteristik iken Osm. T’de bu biçimbirim ekleşerek zamanla TT.’deki biçimi ortaya çıkmıştır. Tablo 3: Eylem İşletimi (Kiplik)

EYLEM İŞLETİMİ (KİPLİK) ÇN KEMŞ ŞART -{sA} işitdüŋ ise (4a) -{sA} ölürisem (5a) KİPLİĞİ n. ŧutar iseŋ (7a) eylerise- ø (31b)

var ise (7b) yitse- ø (58b)

ister iseŋ (15a) iletsem (58b)

ėrişse- Ø (64a) ehlindeniseŋ (82b) -{A} m. ola- Ø (46b) ------

İSTEK -{A} -{A} -{A} varam (1b) KİPLİĞİ s. ola Ø (2a)

sürem (3a) yürüyem (3b)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

20 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

diyeyin (86a) diyeyim (146b) diyelüm (38a) varasız (66b) ķalmayasın (83b) olmayavuz (337b) GEREKLİ ------{sA gerekdür} dise gerekdür (11b) LİK --- -{A gerekdür} f. ola gerekdür (79b) KİPLİĞİ ---

EMİR- -{Ø} ķulaķ ŧut- ø (4a) -{Ø} s. ola- ø ((2a) İSTEK giderme- ø-gil (4b) göç- ø (10a) KİPLİĞİ diŋle- ø (7a) iriş- ø (10a)

gel- ø (7b) işit- ø-gil (25a)

t. eyle- ø (9a) git- ø-gil (25b) bil- ø (9b) ķ. aġla- ø-ġıl (58b) śabr idegör- ø (59a) -{A} y. kıla- Ø (55b) -{A} göresin (128b) ------{sUn} ş. olsun (1a) söylesün (354a) ş. eylesün (354a) ------{Uŋ} bilüŋ (112b) gelüŋ (361a) Yukarıdaki tabloya bakıldığında şart kipi taramasında –sA ve -A biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden -sA hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, -A biçimbirimi ise yalnızca ÇN’de kullanılmıştır. Her iki biçimbirim hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. İstek kipi taramasında –A biçimbirimi tespit edilmiştir. Bu biçimbirim hem ÇN’de hem KEMŞ’de kullanılmıştır. Bu biçimbirim hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. Gereklilik kipi taramasında –sA gerek ve –A gerek biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimler yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. Bu biçimbirimler EAT için karakteristiktir, ÇN’de kullanılmamış olması anlamlıdır. Emir-İstek kipi taramasında – Ø, -A, -sUn, -Uŋ biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden – Ø, -A hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, -sUn, -Uŋ biçimbirimleri ise yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. Biçimbirimlerin tamamı hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. Bunlardan başka +ġıl biçimbiriminin her iki eserde yaygın kullanımı da

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 21 dikkat çekicidir. Emir-istek kipinde –ġıl biçimbirimi EAT için karakteristik iken bu kullanım Osm. T’de giderek kaybolmuştur. Tablo 4: Eylem İşletimi Kişi Ekleri

EYLEM İŞLETİMİ KİŞİ EKLERİ ÇN KEMŞ 1.TK. +{In} vėreyin (8a) 1.TK. +{In} diyeyin (86a) ş. ideyin (86b) diyeyin (162b) yalvarayın (195b) ŧurayın (195a) ------+{(I)m} varam (1b) t. getüribilem (2b) görem (186b) ideyim (225b) eydeyim (273b) varayım (390a) ------+{Am} n. dutmışam (1b) ş. iderem (5b) düzmişem (51a) m. olmışam (169a) 2.TK. +{sen} içesin (53a) 2.TK. +{sIn} yürürsin (47a) ölürsin bilürsin (48a) (82a) z. çekersin (81a) olmayasın f. ķılmayasın (83b) (83b) sanursın (85b) 1.ÇK. +{Uz} yatısaruz 1.ÇK. +{Uz} --- (67a) ö.uġraruz (70a -{AlUm} nėdelüm -{AlUm} diyelüm (38a) (71a) y. idelüm (182a) ş. idelüm (182b) gidelüm (183a) y. sürelüm (235a) ------+{vUz} ölevüz (175a) olavuz (175b) olmayavuz (178b)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

22 Ahmed Fakih’e Atfedilen İki Eser Üzerinde “Aitlik Tespitine Yönelik” Biçimbilgisel Bir Karşılaştırma

m. olmayavuz (337b) 2.ÇK. ------2.ÇK. +{sIz} varasız (184a)

Yukarıdaki tabloya bakıldığında 1.TK. taramasında +In, +(I)m, +Am biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden +In hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, +(I)m, +Am biçimbirimleri ise yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. +In, +Am biçimbirimleri EAT için karakteristiktir. Osm. T.’de +In biçimbiriminin kullanımı giderek kaybolmuş, +Am biçimbirimi yanında +(I)m biçimbiriminin kullanımı giderek yaygınlaşmıştır. Burada KEMŞ’deki çeşitlilik anlamlıdır. 2.TK. taramasında +sIn biçimbirimi tespit edilmiştir. Bu biçimbirim hem ÇN’de hem KEMŞ’de kullanılmıştır. Bu biçimbirim hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir. 1.ÇK. taramasında +Uz, +AlUm, +vUz biçimbirimleri tespit edilmiştir. Bu biçimbirimlerden +AlUm hem ÇN’de hem de KEMŞ’de, +Uz biçimbirimi ÇN’de ve +vUz biçimbirimi ise KEMŞ’de kullanılmıştır. +Uz, +AlUm, +vUz biçimbirimleri EAT için karakteristiktir. Osm. T.’de ise +Uz, +AlUm biçimbirimleri kullanılmaya devam edilirken +vUz biçimbirimi kullanımdan düşecektir. Burada iki eserdeki farklı +Uz ve +vUz tercihleri anlamlıdır. 2.ÇK. taramasında +sIz biçimbirimi tespit edilmiştir. Bu biçimbirim yalnızca KEMŞ’de kullanılmıştır. Bu biçimbirim hem EAT hem de Osm. T. için karakteristiktir.

Değerlendirme ve Sonuç Burada genel bir sonuca varmadan önce, Özçelik’in (2017) müstensihlerin yazmaları çoğaltırken kimi zaman kendi tasarruflarını kullandıklarını ve buna bağlı olarak eserlerde önemli farklar ortaya çıktığının tespiti dikkat çekicidir. Bu yazıda dile getirdiğimiz sorunun, söz konusu açıdan da değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

ÇN ve KEMŞ adlı eserlerin, (kimi bilim insanlarınca kimliği de meçhul olan) Ahmed Fakih’e ait olup olmadığı tartışmaları sonuçlanmış değildir. ÇN’deki çarh-nāme- i aħmed faķiĥ der bį-vefā-i rüzgâr başlığı bu eserin Ahmed Fakih adlı bir şaire ait olduğunu ispat eder. Buna karşılık yazma eksik olduğu için şairin ad/mahlasının geçtiği beyitler elimizde değildir. KEMŞ’de ise 37a, 106b ve 298b’de “aĥmed”, 354a’da “miskin fakih” ve 378a’da “fakih” ad/mahlası geçmiştir. Dolayısıyla bu iki eserin de (Ahmed) Fakih adlı bir şaire ait olduğu bellidir. Burada tartışılan konu, birden çok Ahmed Fakih adlı/mahlaslı şairlerin olması ve buna bağlı olarak eserlerin aynı şaire mi yoksa farklı şairlere mi ait olduğunda şüpheye düşülmesidir.

Bu noktada hem ÇN hem de KEMŞ’nin istinsah tarihlerinin ve müstensihlerinin belli olmaması önemli bir sorundur. KEMŞ’nin harekeli olması onu görece daha erken bir istinsah tarihine götürebilir. İstinsahlar asıl metni ne kadar değiştirebilir çok çetrefilli bir konudur. İstinsahlar neticesinde metinde meydana gelen değişikliklerin görece yazım ve ses bilgisinde daha çok olacağını söyleyebiliriz. Buna karşılık biçimbilgisi, söz varlığı ve sözdiziminde daha az değişiklerin olabileceği kabul edilebilir.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Erdoğan BOZ 23 Biz bu yazıda bu tartışmaları da dikkate alarak elimizdeki çevriyazısı yapılmış metinlerden hareketle “Aitlik Tespitine Yönelik” biçimbilgisel bir karşılaştırma yaparak soruna bir açıklık getirmeye çalıştık. Bu tespitte ÇN’nin 83 beyit ve KEMŞ’nin 390 beyit olması sonucu metinler arasındaki hacim farkı sayısal verileri kullanmamızı engellemiştir.

KEMŞ’nin biçimbilgisel özellikler açısından EAT’nin karakteristik özelliklerini daha çok barındırdığını buna karşılık ÇN’nin görece yer yer EAT özellikleri göstermekle birlikte daha çok Osm. T.’nin karakteristik özelliklerini yansıttığını söyleyebiliriz.

Bu durumda yapılan biçimbilgisel karşılaştırma sonucunda - diğer argümanları da hesaba katarak- bu iki eserin farklı Ahmed Fakih’lere ait olduğu söylenebilir.

Kaynaklar Ak, M. (2008). Çarh-Nâme’de Yer Alan Âyet Ve Hadisler. İstem, S.11 s.279-303, İstanbul. Ahmed Fakih, Çarh-nâme (Yayınlayan Mecdut Mansuroğlu), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Ahmed Fakih (1974). Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerife, (Yayımlayan Hasibe Mazıoğlu) Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları. İz, F.; Kut, G. (1985). Divan Nazmı ve Nesri. Başlangıçtan Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri, 1. C. İstanbul: Ötüken-Söğüt, s. 264-268, Özçelik, S. (2017). Sözlü Edebiyat Ürünü Yazmaların Edisyon Kritik Yöntemi ile Okunması: Dede Korkut Örneği. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, S. 65 -1, s.91-104. Sarı, M. (2007). Türkçede Art Zamanlı Değişmeler (Yüz Hadis Yüz Hikâye Örneği), Ankara: PegemA Yayıncılık. Sertkaya, O. F. (1996). Ahmed Fakih, Anadolu’da Türkçe Eserler Veren Mutasavvıf Şair. İlim Araştırmalar, S.2, s.131-140. Tezcan, S. (1994). Anadolu Türk Yazınının Başlangıç Döneminde Bir Yazar ve Çarhnâme’nin Tarihlendirilmesi Üzerine. Türk Dilleri Araştırmaları C.4, s.75-88.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Şafak, M. (2019). Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 24-32.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 24-32. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut264 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 17.02.2019 ║Kabul Tarihi: 26.03.2019

Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları Women's Issues of Meral Çelen's Short Stories

Merve ŞAFAK**

Öz Meral Çelen 1950 Sonrası Türk edebiyatı öykü ve oyun yazarlarındandır. 1934 doğumlu yazar Varlık, Karikatür, Düşün yayınevlerinde ve Akbaba Dergisi’nde görev almış, Keloğlan Yayınevi’ni kurmuştur. 1955 itibariyle Varlık ve Türk Dili dergilerinde öyküler yayımlayan yazar 1959'da “Bir Küçük Kadın” adlı oyunu ile Sinema-Tiyatro Dergisi’nin açtığı yarışmada üçüncülük kazanmıştır. Yazdığı öykülerle kadının var olma çabasının edebiyat dünyasında yer almasına katkıda bulunan yazar metinlerinde hem Anadolu kadınının trajedisine hem şehirli kadının ayakta kalma mücadelesine yer vermiştir. Bu makalede Meral Çelen'in 1961 yılında yayımlanmış Güllü Güzel adlı kitabındaki öykülerde Türk kadınının hangi meselelerine ne şekilde değindiğini tespit ederek yazarın kadına bakışına dair çıkarımlarda bulunmak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Öykü, kadın sorunları, toplumsal kabuller, kadının nesneleştirilmesi, Meral Çelen.

Abstract Meral Çelen is one from the story writer and dramatist in Turkish literature after 1950. The author who was born in 1934, worked at Varlık, Karikatür, Düşün Publishing houses and Akbaba Magazine, and founded Keloğlan Publishing House. Since 1955, the writer who published stories in the magazines of Varlık and Türk Dili, won third place in the competition opened by Sinema-Tiyatro Magazine with his game “Bir Küçük Kadın” in 1959. The writer who contributes to fall into the literature world the existing effort of women with the stories she wrote, gave place to both the tragedy of the Anatolian women and the struggle of the urban women to survive. In this article, in stories of Meral Çelen's book titled Güllü Güzel, which was published in 1961, it was aimed to make inferences with reference to the her point of view of women of writer by determining how the author has addressed the issues of Turkish women. Keywords: Short story, women’s issues, social acceptances, objectification of woman, Meral Çelen.

** Lisansüstü Öğrencisi, Sakarya Üniverstesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCID: https://orcid.org/0000-0001-6110-8363 Merve ŞAFAK 25

Giriş Meral Çelen 2 Ocak 1934’te Diyarbakır’da doğan İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu öykü ve oyun yazarıdır. (Işık, 2013: 272) Babasının mesleği dolayısıyla Anadolu'nun pek çok şehrini henüz çocukken görür. (Günçıkan, 1995: 34) Varlık, Karikatür, Düşün Yayınevlerinde ve Akbaba Dergisi’nde çalışır. Akbaba Dergisi'nde iş arkadaşı olan Aziz Nesin ile evlenir, iki oğlu olur. (Günçıkan, 1995: 37) Çift uzun süre evli kaldıktan sonra boşanır. Çelen 1967'de Çocuk kitapları basan Keloğlan Yayınevi'ni kurmuş daha sonra kapatmıştır. Yazar Zübük'ün yazı işleri müdürlüğünü ve Cem Yayınevi'nin redaktörlüğünü de yapmıştır. Çamlıca Kız Lisesi'nde felsefe öğretmenliği ve bazı yayınevlerinde çevirmenlik yapan yazarın ilk şiiri on altı yaşındayken Mücadele gazetesinde yayımlanmıştır. (Işık, 2014: 118) Çelen 1955 itibariyle Varlık ve Türk Dili dergilerinde öyküler yayımlamıştır. Öykü kitabı Güllü Güzel 1961'de basılmıştır.* 1959'da “Bir Küçük Kadın” adlı oyunu Sinema-Tiyatro Dergisi’nin açtığı yarışmada üçüncülük kazanmıştır. (Kurdakul, 1999: 205) Çelen'in iki ciltlik bir de anı kitabı bulunmaktadır. Beraber çalıştıkları dönemde, tanışmalarından birkaç gün sonra Aziz Nesin ona yeni çıkan bir kitabını okuması için verdiğinde kitabı okuyup “Siz Anadolu’yu ve köylüyü tanımıyorsunuz. Anadolu köylüsü bu sizin yazdığınız değil.” yorumunu yapan yazar (Günçıkan, 1995:37) öykülerinde Anadolu’daki yaşantıyı ve Anadolu kadınını başarıyla yansıtır. Meral Çelen’in öykücülüğüyle ilgili daha önce yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bu anlamda yazarın öykülerinde kadın sorunlarına bakışını incelemenin alana bir katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Çalışmanın hazırlık aşamasında yazarın süreli yayınlarda 1960-1970 yılları arasında yayımlanan ve kitapta bulunmayan öyküleri de incelenmiş, kadın sorunları merkez alındığı için kapsam dışında bırakılmıştır. Çalışmanın hazırlık aşamasında Hüseyin Su, Necip Tosun ve Fatih Arslan’ın öykü çözümlemesi ile ilgili çalışmaları incelenerek örnek alınmıştır. Kadın bir yazarın öyküleri incelendiği için Nesrin Tağızade Karaca’nın konu ile ilgili eserindeki inceleme ve makaleler gözden geçirilmiştir. 1960 öykücülüğü ile ilgili kaynakların hiçbirinde Meral Çelen öyküleri hakkında bir incelemeye rastlanmamıştır. Çelen'in öyküleri ağırlıklı olarak kadının iç dünyasını karamsar bir bakışla ortaya koyar. Kadının toplum hayatında, iş yerinde, evde yaşadığı açmazlara öykülerinde yer veren yazar, birey olmanın sancılarını kadınların nasıl yaşadığını ortaya koyması bakımından Cumhuriyet Dönemi edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Çelen sıkışmışlığın, bunalımın, suçlanmayı kanıksamanın Türk toplumunda kadın olmanın ortaya çıkardığı sorunlar olduğunu okura hissettiren öyküler yazmıştır. Kadının Sığınağı / Aile Aile bireylerin mutluluk, üzüntü gibi duygularının paylaşıldığı, fertlerin sosyalleştiği birincil kurum olması dolayısıyla sadece kadınlar için değil, herkes için psikolojik bir sığınak niteliğindedir. Meral Çelen’in öykülerinde de kadınların aşamadıkları sorunların önemli bir kısmı aile kaynaklıdır. Gerek metin merkezli gerekse biyografik okumalar yapıldığında yazarın aile kurumuna önem verdiği açıkça görülür. “Güllü Güzel” öyküsünde Güllü’nün içine doğduğu ailede parçalanmışlığı ve kurduğu ailede yıpranmışlığı oluşturan temel etken taşra toplumunda ailenin reisi konumuna oturtulmuş olan erkeğin yanlış tutumları olur. Öyküde aileyi geçindirecek maddi

* Çelen, M. (1961). Güllü Güzel. İstanbul: Düşün Yayınevi. 79s.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

26 Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları kaynağı Güllü ve annesinin sağlıyor oluşu taşra toplumunda erkeğin aile reisi konumuna oturtulmasının sebebinin maddi kaynak sağlamak değil daha çok aile fertlerinin güvenliğini sağlamak olduğunu gösterir. Kadının korunmaya muhtaç bir varlık olması öyküde Güllü’nün çaresizliğinin temel sebebidir. Kadın ve çocukların güvenliğini sağlayan baba / eş faktörünün ortadan kalkması Güllü ve annesini büyük çıkmaza sürükler. Yine eşinin aile bireylerinin güvenliğini sağlamak üzere kullanması beklenen fiziksel gücünü genç kadına şiddet uygulamak ve evde gergin bir atmosfer yaratmak yönünde kullanması Güllü’nün aile kurumuna olan inancını yitirmesine sebep olur. Genç kadının ailesini kaybetmekten korkmaması ve sonuçlarını düşünmeksizin hatalar yapması bunun sonucu olarak karşımıza çıkar. Güllü’nün içine doğduğu ailede temel sorun babasının evi terk edişiyken yeni yuvasında ise temel sorun başlı başına eşinin evdeki varlığıdır. Bu öykü Anadolu coğrafyasında aile kurumunda ve aile üyelerinin hayat şartlarının korunmasında eş / baba faktörünün önemini ortaya koyan bir metin olarak kendini gösterir. Öykü aile içerisinde çözülemeyen problemlerin kadın için önemli meselelerden biri olduğunu ortaya koyar. Kadın mutluluğu öncelikli olarak ailesinde ve evliliğinde arar. Taşra kadını için aile psikolojik tatmin aranan ilk bölgedir. “Yitik” adlı öyküde temel problem kadının evlilik içinde hizmetçi olarak konumlandırılmış olmasıdır. Kurmaca kişinin eşi onun ne hissettiğini önemsemeksizin onu beklenti ve eleştiri yağmuruna tutar. Kadına hizmetçi gözüyle bakılan evlilik, kahramanı isyana ve kendine yabancılaşmaya iter. “Senin annen, benim annem. Kimin annesi? Kim para kazanıyorsa, kim güçlüyse onun annesi.” derken genç kadın evliliğinde konumunu sorgular. (Çelen, 1961:22) Bu öykü ile “Güllü Güzel” öyküsü arasında erkeğin eşine bakış açısıyla ilgili benzerlik net bir şekilde görülmektedir. Kadının ev işlerini düzenli olarak ve iyi yaptığı ölçüde değer görmesi; eşine ve çocuklarına hizmeti aksattığı ölçüde eleştirilmesi, aşağılanması, psikolojik yahut fiziksel şiddete maruz kalması Çelen öyküsünde önemli meselelerden biri olarak karşımıza çıkar. “Güllü Güzel”de evin hizmetçisi olarak konumlandırılmış kadının fiziksel, “Yitik”te psikolojik şiddete maruz kalması taşra kadını ile eğitimli şehir kadınının ortak sorunudur. Kadının eğitimi ve yaşadığı coğrafya evlilik içerisinde hizmetçi olarak görülmesine engel değildir. Çelen’in öykülerinde taşra insanının yaşantısıyla şehirli insanın yaşantısı net çizgilerle ayrılmış olmasına rağmen iki mekandaki kadının sorunu ortaktır. “Fedim, Fadik, Fadime, Fatma” isimli öyküde Fedim ve kızı herkes uyurken kalkıp ineği sağıp sürüye katar ve çorba pişirmeye koyulur. Oğlu ve eşi uyumaya devam ederler. Uyanınca ilk sözü “Ulan köpoğlu köpekler!” (56) olan eşi ilk olarak sofrada çorba bekler. Fedim yorgun argın yataktan kalkıp bir şeyler yetiştirmeye çabalarken eşinin bu kötü muamelesi karşısında “İt gibi çalıştıktan kelli, nerde olsa bir lokma ekmek bulurum.” şeklinde söylenir. (58) Fedim’e göre kızı da yakın zamanda onun kadar perişan olacaktır. Çünkü köy yerinde işler hep kadın üzerine yıkılmakta, erkekler yalnızca hizmet beklemektedir. Fedim bunları söylediği için ciddi bir şiddete maruz kalır. Dayağın ardından eşi bir sigara yakar, kızı ağlar, Fedim ise hiç sesini çıkarmaz. Öyküde taşrada kadının durumunu sorgulama, fikir beyan etme, zorbalığa maruz kalırken kendini koruma ya da herhangi bir tepki gösterme hakkının elinden alınmış olduğu görülür. “Yitik” öyküsünde psikolojik şiddete maruz kalan kadın yere düşüp kırılan bardağın parçalarını toplamamak, yataktan kalktıktan sonra eşinin tüm ikazlarına rağmen yatak örtüsünü düzeltmemek gibi ufak çaplı da olsa bir tepki gösterme imkanına sahiptir. Taşra kadınının ise zorbalığa karşı en ufak bir tepki gösterme hakkı yoktur. Öyle ki

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Merve ŞAFAK 27 Fedim şiddet görürken ağlamaz, bağırmaz, kaçmaya yeltenmez. Kendine biçilen “susmak ve dayağını yemek” rolünü sessizce yerine getirmesi onun için en kestirme yoldur. Kahramanın eşi öyküde kurulu düzeni, taşra kadınını ezen toplum kurallarını sembolize eder. Toplumu yenemeyen Fedim, yenilmeyi tercih eder. Yazar metinde Fedim’e kaçış yolu çizmemiştir, çünkü ona göre gerçek hayatta taşra kadını maruz kaldığı toplum baskısını yenememiştir. İstismar Bir kişinin iyi niyetini kötüye kullanma, onu sömürme, o kişinin özgürlük alanına olumsuz müdahale etme gibi farklı şekillerde tanımlanabilen istismar Meral Çelen’in öyküsünde yer alan sorunlardan biridir. Kitapta istismarın işlendiği öykülerin hepsinde mekân Anadolu’dur. Meral Çelen’in öykülerinde istismar taşra kadının trajedisidir. Erkek egemen toplumun kadına katı kurallar çizdiği, kadına mecburi roller biçilirken erkeğin alabildiğine özgür ve muktedir kılındığı bir coğrafyada ister istemez iki cinsiyet arasında ezen-ezilen karşıtlığı oluşur. Çelen öykülerinde bu karşıtlığı işleyerek, sebepleri ve sonuçlarını ayrıntılı biçimde ortaya koyar, fakat çözüm sunmaz. Yazar Anadolu kadınının var olan bir yarasına işaret etmeyi çözümün bir parçası olarak görür. “Dağ Başında Bir Gelin” öyküsünde kahraman büyüyüp bir genç kız olduğu zaman çocukluğunda alıştığı tüm özgürlüğünü kaybeder. Sürekli çalıların ardında onu izleyen adamlar görmeye başlar. Öyküde defalarca onu kaçırmaya yeltenen, üzerine çullanan, sonunda kaçıran adamlarla karşılaşırız. Kahraman artık her çalı dibinden, her sesten korkar. Öyküde kahramanın annesi de yıllar önce köyün erkekleri tarafından kaçırılmıştır. Bu kadınları koruyacak kimse yoktur. Genç kadın evlendikten sonra eşi ve eşinin ailesi tarafından namuslu olmamakla suçlanır. Başına gelenleri anlatsa da suçlu bulunur. Uzun zaman evdeki her bireyden ayrı ayrı şiddet görür. Sonunda bebeği elinden alınarak sokağa atılır. Aklını yitirip hastaneye düşen kahraman için öykünün başından sonuna bahsi geçen en güvenli mekân aslında hastane olmuştur. Kahramanın yaşadıklarının sebebi yazara göre taşra toplumunda kurulu düzendir. Erkek, her şeye hakkı olduğunu düşünerek yetiştirilmiş; kadın daima sorunlar karşısında tampon vazifesi gören, her durumu tolere etmek zorunda olan, çevresindekileri her koşulda memnun etmekle vazifeli bir varlık olarak konumlandırılmıştır. Bunun sonuçları öyküde tecavüze uğrayan kadının psikolojisinin, kişiliğinin, özgürlüğünün örselenmesi olarak çizilir. Yoksulluk Yaşamını devam ettirebilmek için belirli temel ihtiyaçlara olması gerektiği oranda ve/veya sıklıkta erişememe durumu olarak tanımlanabilecek yoksulluk Meral Çelen öykülerinde yer alan bir temadır. Yazar öyküleriyle yoksulluğun kadının kişiliğinde ciddi izler bırakan, varoluş mücadelesini daha acı verici hale getiren yanına dikkat çeker. Okuru yoksulluğun yıkıcı sonuçlarıyla yüzleştirir. Bu yıkım genellikle psikolojik tahribat, mutsuzluk ve buhran hali olarak karşımıza çıkar. “Yapma Kişiler” adlı öyküde kahraman çocukluk ve gençlik yıllarını yoksulluk içerisinde geçirdiği için içine kapanık biri olup çıkmıştır. Ona göre özgüvenli ve deli dolu olabilmek için kişiliğin oluşma sürecinde belli doyumları tatmak gerekir. Eski giysiler ve bakımsız saçlarla dolaşan bir çocuğun kendine güvenerek konuşması ve mutlu olması beklenemez. “Uzun yılların içine kapanık, yalnız kızını birdenbire nasıl deli dolu edersin! Yoksulluk, eski giysiler, kurdelesiz saçlardandır bu. Onun naylon çorapları olmuştur.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

28 Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları

Onun için erinç erinç konuşur karşımda.” (29) Öyküde kahraman düşünürken hatıralara gider. Bir bayram günü ziyarete gidilen evde kendisine şeker ikram edildiğini anımsar. Bir kâse dolusu şekeri gören kahraman hepsini o an avuçlamak istemiştir. Öncesinde annesi tarafından tembihlendiği için kibarca “Teşekkür ederim teyze.” demek zorunda hisseder. Arzusunu bastırıp yalnızca bir tane şeker alır. Komşu “Bir tane daha al kızım.” der. Bu teklife “Teşekkür ederim.” şeklinde cevap vermekle birlikte şekerliğin gidişi onu derinden sarsar. Sonrasında gözlerini şeker kutularının, şeker tutan ellerin, içi boş şeker kâğıtlarının üzerinde dolaştırır durur. Okulda uzun saçları özenle örülmüş ve tafta kurdelelerle bağlanmış arkadaşlarının canını yakmak ister. Yünlü okul önlüğü giyen arkadaşlarını ıslatır. Bunlar heves ettiği arzu nesnelerini elde edememenin verdiği ıstırabın dışavurumudur. Sınavda ekonomik durumu iyi olan diğer öğrencilere kopyalar verir. Çünkü onlar sosyal hayatta kendilerini sahip oldukları nesne ve imkânlarla ispat ederken kahramanın kendini ispat etmek ve diğerlerine sevdirebilmek için yapabileceği tek şey budur. Kahraman büyüyüp çalışma hayatına atıldığında insanlar tarafından kabul gören ve sevilen biri olur. Fakat geçmişte yoksulluğun verdiği acıyı aşamaz. “Yoksul geçen küçüklüğün acı yalnızlığında kendi kendimize konuşuruz hep. Bu sonralar da sürer gider.” (30) Bu nedenle çevresindekilere asla gerçek düşünce ve duygularını yansıtmaz. İçinden “On yıl önce nerelerdeydiniz?” diyerek onların ilgisini reddeder. (31) Çevresindekilerin neşeli ve özgüvenli tavırlarını itici bulur. Çünkü bunların yoksulluğu tatmamış olmaktan ileri geldiğini düşünür. Kahramanın hedeflediği yaşam standardına ulaştıktan sonra dahi mutsuz, neşesiz, yaşama sevincinden uzak olması yoksulluğun kişiliğinde kalıcı bir tahribat bırakmasından kaynaklıdır. Yazar metinde gelişim sürecini varlık içinde tamamlayan kişilikle yokluk içinde tamamlayan kişiliğin sınırlarını çok keskin çizmiştir. “Gece Nöbeti” öyküsünde kahraman emeğini küçük paralara sattığını düşünür. (60) Köşede ayakları çıplak bir çingene kızı çöp tenekelerini didiklemektedir. İnce giysili yoksul balıkçılar yağmur ve soğuğa karşı koymaya çalışırlar. Onu eve daha önce bırakan Mehmet Ağa, “İşçi kısmının evi yakın olmalı. Bak öbür kızlar yakın oturuyorlar. Seninki cehennemin dibi.” der. (62) Kahraman ona hak verir. Çünkü vardiyalardan çıkışta eve gitmek onun için çok zor olmaktadır. Eve vardığında sefertasını koymak için mutfağa girer. Tel dolap bomboştur. Borçlarını ve aldığı paranın yetersizliğini düşünür. Öyküde kahramanın taşımakta zorlandığı büyük yükün, yaşadığı sıkışmışlığın tek sebebi yoksulluktur. Yazar bu metinle tek başına yoksulluğun insanı ne kadar yıpratabileceğini ispat eder. Çelen’in öykülerinde yoksulluk hem ev hanımı için hem çalışan kadın için önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Kadının Nesneleştirilmesi Kadının bir nesne olarak görülmesi Meral Çelen öykülerinin temel problematiğidir. Bunu öykülerde iki şekilde görmek mümkündür. Kadın ya cinsel bir nesne olarak görülmekte ya da elde etmekten ve hükmetmekten haz duyulan sıradan bir nesne olarak algılanmaktadır. “Dağ Başında Bir Gelin” öyküsünde taşrada kız çocukları toplum içinde rahat hareket ederken genç kızların bedenlerini saklamak ve çevredeki tehlikelerden sakınmak zorunda olmaları vurgulanır. Küçük bir kızken etekleri kırmalı, cicili bicili elbiseler giyen kahraman genç bir kız olduğunda saçlarını yemeni altında, vücut hatlarını bol ve sevimsiz kıyafetler içinde saklamak zorunda olmaktan üzüntü duyar. Çocukluğuna dönmek istemesi aslında sadece çocukluğundaki özgürlüğe duyulan özlemden kaynaklanır. Eskiden kırların her bir köşesini gün içinde dolaşan ve özgürce oyun oynayan kahraman büyüdükçe çalıların ardından onu izleyen

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Merve ŞAFAK 29 ve laf atan erkekler görmeye başlar. Bu kişiler ona hiç de küçük kızlara baktıkları gibi bakmazlar. Kahraman bundan son derece ürker ve daima tetikte hareket eder. Buna rağmen evinin önünde çorap örerken iki adam birden üstüne çullanır. Kurmaca kişinin annesinin ağlayarak “Artık gitmeliyiz bu dağ başından, sen büyüdün.” demesi de önem arz eder. (71) Büyüyen bir kızın, yani bir kadının toplumda cinsel nesne olarak görülmesi onun refah içinde yaşama hakkını elinden almaktadır. Ya güvenliğini sağlayacak yahut da kaçıp gidecektir. Taşrada güvenliğin sağlanması demek bir erkek ile beraber ikamet etmek demektir. Eğer evinde bir erkek yoksa mağdur edilmeden huzur içinde yaşamak bir kadın için taşrada mümkün değildir. Elbette gidecek yeri olmayan bu iki kadın orada yaşamaya devam eder. Yaşadığı pek çok acı hadiseden sonra kahraman aklını yitirir. Meselenin kaynağı erkeğin kadını nesneleştirmesi iken, çözümün de beraber ikamet edilen bir erkek olması dikkat çekicidir. Kadını bu çıkmaza sokan erkekler, kadının yaşam alanında bulunan bir erkeği gördüklerinde eğilimlerinden vazgeçerler. Metinde irdelenen sorunun kaynağının da çözümünün de erkek faktörü olması taşrada erkeğin konumunu/önemini ortaya koyar. “Güllü Güzel” öyküsünde Güllü eşi tarafından da, sevgilisi tarafından da, annesi tarafından da sıradan bir nesne olarak görülmüştür. Kimse onu Güllü olduğu için sevmemiş, kimse onun ne hissettiği ile ilgilenmemiştir. Annesi Güllü’yü alınıp satılan bir nesne olarak görür ve yoksulluktan kurtulmak için bir basamak haline getirir. Eşi ona hükmetmek için daima şiddeti kullanır. İdam sehpasındayken onu izleyen kalabalık ise Güllü’yü bir eğlence nesnesi olarak algılar ve onun insan olduğu gerçeğini yok sayar. “Dağ Başında Bir Gelin”de kahramanın aklını yitirmesine, “Güllü Güzel”de Güllü’nün idamından sonra birinin rüyasına girerek kendini ifade etme şansı aramasına sebep olan şey nesneleştirilen kadının yıpranmasıdır. Güllü hayatı boyunca bir nesne olarak algılanmış, ölümü ile artık nesne olmaktan kurtulmuştur fakat içindeki yarayı birine anlatmak ihtiyacındadır. Güllü’ye bu fırsatı vererek yazar bu yaraya dikkat çekmeyi amaçlar. Çelen’e göre kadının cinsel nesne olarak görülmesi ne kadar trajikse, sahip olmaktan ve hükmetmekten haz duyulan bir nesne olarak algılanması aynı derecede yıkıcıdır. Av Haline Gelen Kadın “Gerçek Düş” isimli öyküde kahramanın tam tanımlayamadığı kişiler onun peşine düşer. Kahraman kaçtıkça onlar kovalar. Bu esnada içlerinden biri “İlk ben gördüm!” diye bağırır. (38) Kahramanı en çok rahatsız eden bu kişilerin ona bakarak gülmeleri; kollarını, bacaklarını, saçlarını incelemeleridir. “Biri kollarıma, öteki bacaklarıma, bir başkası saçlarıma bakıyor. Giysimin her yanını çekiştiriyorum, uzuyorlar. Başımı örtecek bir şey bulamıyorum.” derken kahraman bedeninin bir av haline geldiğini hisseder. (37) Oyuncak bulmuş gibi sevinçli olan bu kişiler bir yandan kahramanı kovalarken bir yandan da o kendini ifade etmeye kalktıkça bağırarak onu sustururlar. (37) Bu öyküde kadının nesne olarak görülmesine kahramanı huzursuz eden bir öge olarak rastlanır. Öyküde kadının yakalanmaya, elde edilmeye çalışılması, onu kovalayan kişiler tarafından av olarak konumlandırılması, onu fiziksel özellikleri üzerinden algılamaları, kahramanın kendini kimliksiz, korunmasız ve endişeli hissetmesini sağlar. Bir kadının rüyasında bunu görmesi, onun hayatta bazı kaygılarla çevrili olduğu ile ilişkilendirilebilir. Toplumun kadına karşı tutumu, kadının üzerinde kurduğu baskı ve bunların getirdiği gerginlik kahramanın rüyasında kaçmak, örtünmek ve saklanmak ihtiyacı şeklinde yer bulmuştur. Rüyada konuşmaya çabaladıkça hep bir ağızdan bağırarak onu susturan bu topluluk kadının toplumsal dayatmalar karşısında

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

30 Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları tepkisiz kalmaya itildiğine işaret eder. Ormanın ortasında onu kovalayan adamlardan kaçarken kahraman tıpkı avcılardan kaçan bir tavşan ya da bir ceylan gibidir. Öykü sembolik olarak kadının erkekler tarafından bir av olarak görülmesini eleştirir. Kadın ve Toplumsal Kabuller “Ötekiler” isimli öyküde yirmi bir yaşında genç bir kadın hem çalışıp hem üniversite okumak için İstanbul’a yerleşir. Amcasının ve dedesinin İstanbul’da evleri olmasına rağmen kendi ayakları üzerinde durmak ve kimseye yük olmamak için bir oda kiralar. Hem çalışıp hem okumaktan dolayı herhangi bir zorluk çekmez. Fakat genç bir kadın olarak memleketinden kalkıp İstanbul’a gelmesi, akrabalarına yerleşmeyip yalnız yaşaması akrabaları tarafından yadırganır. Babasının onu okutmaya maddi gücü yetmemektedir. Akrabalarına göre bir baba kızını okutamıyorsa kızın buna rağmen kalkıp İstanbul’a yerleşmesi yakışık almayan bir durumdur. Bir erkek olsa elbette başının çaresine bakar. Öyküde yaptığı şeyin olağan olduğunu ifade eden genç kıza “Sen kızsın ama, erkek değilsin.” ihtarı yeterli gerekçe olarak sunulur. (77) Bir kız, babası onu okumaya göndermediği takdirde kaderine razı olmak durumundadır. İlla İstanbul’a gelecekse yalnız yaşaması yine yakışık almaz. Amcasının yahut dedesinin yanına yerleşmelidir. Aslında akrabaları evlerine yerleşmesi halinde genç kızın onlara yük olacağının ve onunla anlaşamayacaklarının farkındadırlar. Buna rağmen üzerinde baskı kurmaya devam ederler. Yanlış bir şey yapmadığı halde önemli bir baskıya maruz kalan kadın Meral Çelen için önemli bir meseledir. Yapacağı şey iyi de olsa, kötü de olsa her kadının çevremdekiler ne der hassasiyeti gütmesi, buna mecbur kalması yazar için önemli bir problemdir. Öyküde anlatılanlar yazarın yaşamı ile ciddi benzerlikler gösterir. (Günçıkan, 1995:36) “Gerçek Düş” isimli öyküde “suç püskürteci” adlı bir aletten söz edilir. Kahraman yolda yürürken üzerinde beyaz benekler olan insanlar görür. “Bir sürü, küçük, ak benekli kadınlar, kızlar… Erkeklere bakıyorum, onlar tasasız yollarında.” (41) İleride bir adam, kahramanın net olarak göremediği bir aleti kadınlara doğrultup üzerlerine beyaz benekler püskürtmektedir. Kadını görünce koşarak ona doğru gelir. Bu aletin ne olduğunu sorduğunda bir suç püskürteci olduğunu öğrenir. Adam aleti onun yüzüne doğrultunca kadın suçunun ne olduğunu sorar. Öykünün başından sonuna yanında hiçbir erkeğin olmamasına rağmen adam kadını az önce yanında bir erkek olmasıyla suçlar. Kahraman yanında başkasının olmadığını, yalnız yürüdüğünü, olsa bile bunun kimseyi ilgilendirmeyeceğini söyler. İkna edemeyince de kaçmaya başlar. Onun kaçtığını gören insanlar kaçmanın çözüm olmadığını, suç püskürtecine teslim olmak gerektiğini söylerler. Burada elinde suç püskürteciyle kadınları boyayan ve agresif tavırlar sergileyen adam toplumun kadınlar üzerinde kurduğu baskıyı temsil eder. Meral Çelen için kadının her coğrafyada maruz kaldığı bu toplum baskısı önemli bir meseledir. Sosyal Hayatta Bir Kadın Olarak Yer Almanın Zorluğu “Gece Nöbeti” öyküsünde telefon santralinde çalışan kahraman üç haftada bir gece nöbetine kalmaktadır. Saat yirmi dörtte onu eve götürmesi için arkadaşı Nafiz’e haber yollar. Onu beklerken gece yarısı bir kız neden eve yalnız gitmekten korkar diye düşünür. “Pek de korkmak denemez buna… Uygunsuz şeylerden ürküyorum.” (60) O saatte sokaklarda sarhoşlar ve köpeklerden başka kimse yoktur. Genç kız evine varmadan karanlık sokaklardan, caddelerden ve tünelden geçmelidir. Gece yarısı tek başına yürüyen bir kadın gördüklerinde erkekler onun böyle bir saatte niçin sokakta olduğunu

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Merve ŞAFAK 31 sorgulamaktadır. Genel düşünceye göre edepli kadınlar gece yarısı sokaklarda dolaşmazlar. Bir kadının gece sokakta olduğu için her sorana hesap vermek zorunda kalması kahramana saçma gelir. “Peki, yolda bir sarhoş takıldı, ne diyeceksin? Çalışıyorum desen anlar mı? De ki çalışmıyorsun, yalnız gidemiyecek misin?” (61) Elinde sefertası ile evine dönen diğer işçiler gibi yola koyulmak onun da hakkıdır. Fakat insanlara göre bir kadın bu saatte yalnız eve gidemez. Arkadaşı gelmezse kahramanın ikinci çaresi Mehmet Ağa’yı çağırmaktır. Mehmet Ağa gece yarısı işten çıkan kızları eve götürür. Fakat kendisi de işçidir ve bunu yapmak için nöbet yerini bırakır. Kahramanı eve götürdüğü sırada bir şey çalınırsa Mehmet Ağa’nın elli lirası kesilecektir. Elli lira onun için büyük paradır. Kahraman kendi başına yola koyulur. Onu eve bırakabilecek kimseleri tek tek düşünürken “Ooo nereye böyle” diye tanımadığı bir ses duyar. (63) Eve giderken neden yalnız olduğunu açıklamak zorundadır. Öyküde bir kadının işten eve giderken bir erkeğin refakatine muhtaç olması durumu sorgulanır. Kahraman mesaisi biter bitmez sefer tasını sallaya sallaya rahatça evine giden erkek işçilere özenir. Kadını bir erkek refakatinde evine gitme mecburiyetine düşüren toplumun kadın kavramına bakışıdır. Kollanmaya muhtaç, belli kurallara uymaya mecbur bir varlık olarak görülen kadının gece saatleri sokakta yürüme özgürlüğünün bile elinden alınması yazar tarafından sorgulanır.

Sonuç Çocukluğunda Anadolu’nun pek çok şehrinde yaşayan ve Anadolu insanını tanıyan Meral Çelen, yirmili yaşlarda hem çalışıp hem okumak için İstanbul'a yerleşmiştir. Bu dönemde öykü yazmaya başlayan yazar hem Anadolu kadınının trajedisine hem şehirli kadının ayakta kalma çabasına öykülerinde değinme imkânı bulur. Çelen yazdığı öykülerin konularını kadınlar dünyasından üretmiş, kadının var olma çabasının edebiyat dünyasında yer almasına katkıda bulunmuştur. Bir kadın yazar olarak öykülerinin merkezine kadını alır. Yazar öykülerinde kadına ait problemleri mesele edinmiş, dolayısıyla şahıslar dünyasının büyük bir çoğunluğunu kadınlar oluşturmuştur. Öykülerinde kadını her adımında bir iç muhasebesine giden, hareketlerine dikkat etmek zorunda bırakılan, erkek egemen düzenin içinde yer edinmeye ve dik durmaya çabalayan bir varlık olarak sunar. Yazar kadının hayatta daima “çevremdeki insanlar buna nasıl tepki verir” düşüncesi çerçevesinde yaşamaya çalışmasını problem haline getirir. Çelen’in öykülerinde yer alan problemler daha çok tespit aşamasında kalır, yazar bu sorunlara metin içerisinde herhangi bir çözüm üretmez. 1960 dönemi Türk öyküsü kadın yazarlarından Meral Çelen'in öykü dünyasını çözümlemek bakımından bu makalenin bir kapı aralamasının mümkün olduğunu düşünmekteyiz.

Kaynaklar Arslan, F. “On İkiye Bir Var ve Karşılıklı Öykülerinde Zaman/Bellek Tercihleri”. Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 8 (2012 Ocak), 12-17. Çelen, M. (1961). Güllü Güzel. İstanbul: Düşün Yayınevi. Günçıkan, B. (1995). Gölgenin Kadınları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Işık, İ. (2013) Diyarbakır Ansiklopedisi. C. 1. Ankara: Elvan Yayınları. Işık, İ. (2014). Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar. Ankara: Elvan Yayınları.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

32 Meral Çelen’in Öykülerinde Kadın Sorunları

Işık, İ. (2006) Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi. C.3. Ankara: Elvan Yayınları. Karaca, N.T. (2006). Edebiyatımızın Kadın Kalemleri. Ankara: Vadi Yayınları. Kurdakul, Ş. (1999). Şairler ve Yazarlar Sözlüğü. İstanbul: İnkılap Yayınevi. Su, H. (2000). Öykümüzün Hikayesi. Ankara: Hece Yayınları. Tosun, N. (1999). Hayat ve Öykü. Ankara: Hece Yayınları. Tosun, N. (2016). Öykümüzün Sınır Taşları. İstanbul: Dedalus Kitap.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Yonar Şişman. G. (2019). Kızıl Elma Şiirinde Arketipler. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 33-43.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 33-43. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut272 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 14.03.2019 ║Kabul Tarihi: 28.03.2019

Kızıl Elma Şiirinde Arketipler Archetypes In Kızıl Elma Poetry

Gönül YONAR ŞİŞMAN*

Öz Tanzimat’la başlayan süreçte büyük değişim geçiren Türk edebiyatının, bir yüzü batıya bakarken diğer yüzü doğuya, halk edebiyatı kaynaklarına bakar. Ziya Gökalp, büyük Türk mefkuresinin, halk edebiyatı kaynaklarımıza yönelmekle gerçekleşeceğine inanır. Gökalp, bu inanç doğrultusunda Kızıl Elma adlı şiirinde Türk mefkuresini gerçekleştiren karakterler kurar. Bunlar, insanlığın ortak bilinçaltını (collective subconscious) yansıtan arketipal kahramanlardır. Arketipler, ilk model olan evrensel sembollerdir. Bu semboller insanlığın ortak bilincinde bulunurlar ve kendilerini en çok hikaye, masal gibi edebi anlatılarda gösterirler. Kızıl Elma’da görülen en belirgin arketip anne-ideal kadın arketipidir. Şiirde ayrıca bilge adam, gezgin, bir kahraman olarak Türk milletinin erginlenme aşamalarını yansıtan arayış arketipi ve yeniden doğuş sürecini yansıtan persona gibi arketipler bulunur. Bu çalışmada, arketipal eleştiri yöntemiyle, Kızıl Elma’daki karakterler incelenmiş ve Türk kültür ve bilinç yapısını ortaya koyan tip yapıları tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Türk mefkuresi, Kızıl Elma, Ziya Gökalp, anne arketipi, diğer arketipler.

Abstract In the process that started with the Tanzimat, The Turkish literature, which has undergone a great change looks at the west while the other faces sources of folk literature in the east. Ziya Gökalp believes, Turkish ideals will actualize the return to our sources of folk literature. Gökalp creates Turkish character in the direction of this belief in the Kızıl Elma poem. These are archetypal heroes that reflect the common subconscious of humanity. Archetypes are the first model, universal symbols. These symbols share the common consciousness of humanity and manifest themselves in literary narratives such as stories and tale. The most prominent archetype is the mother-ideal female archetype in the Kızıl Elma. In the poem, there are also archetypes of the wise man, the traveler, the archetypes of the explorer reflecting the stages of the Turkish nation as a hero and the archetypes like the persona, who reflect the rebirth process. In this study, characters in Kızıl Elma have been examined by the archetypal criticism method and type structures that reveal Turkish culture and consciousness structure have been determined. Keywords: Turkish ideals, Kızıl Elma, Ziya Gökalp, mother archetype, other archetypes.

* Doktora Öğrencisi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İstanbul-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCID:https://orcid.org 0000-0003-2091-7089 34 Kızıl Elma Şiirinde Arketipler

Giriş Bu çalışmanın amacı, Batılılaşma döneminde, Türkçülük hareketine yönelen Ziya Gökalp’ın, fikirlerini işlediği Kızıl Elma1 şiirini, Türkler’in cihan hakimiyeti ülküsünü temsil eden tipler bakımından arketipal eleştiri yöntemi ile tespit etmektir. Eserin bütününde görülen Türklük hedefi ‘Kızıl Elma’ şiirinde mündemiçtir. Tanzimat’la birlikte hız kazanan yenileşme hareketlerinde, yenilik ve değişim yanlılarından güçlü bir damar, çağdaşlaşma anlayışını Batı ile temellendirirken (Engelhardt, 1999; Berkes, 2002; Davidson, 2004) bir diğer damar, ancak halk kültürü kaynaklarına yönelerek yenilik ve değişimin gerçekleşeceğini savunur (Akçura, 1978; Akın, 2002; Meram, 1969; Tanyu, 1962). Türkçülük akımının önemli temsilcilerinde olduğu gibi Ziya Gökalp de, ancak halk edebiyatına yönelerek terakkiye ulaşılabileceğini savunur. 1918 tarihli ‘Yeni Mecmua’daki makalesinde (Gökalp, 1918) Osmanlılık ile Turancılık’ın ayrılmaz bir bütün olduğunu belirtmesiyle Osmanlı Türklüğüne vurgu yapar. ‘‘Ulusal bilinç’’ ve ‘‘Türklük gururu’’ üzerinden yapılan bu vurgu (Arai, 1994) bütünlüklü bir millet fikrine dayanır. Türk milliyetçiliğini ilmî temeller üzerine oturtan Gökalp (Türkman, 2010: 150), Türk mefkuresini öz kaynaklara yönelerek gerçekleştirme hedefini, verdiği eserler üzerinden işleyerek “Bir devrin ideolojisini en güzel biçimde temsil eden bir adam” (Aydemir, 1932: 35) olur. Şevket Süreyya’nın Gökalp’ın Türk düşüncesindeki yerini ‘‘Osmanlı son dönemi modernleşme hareketleriyle Cumhuriyet arasındaki zaruri bir halka’’ olarak görmesi, söz konusu Türk mefkuresini biçimlendirmede ve devam ettirmede ne kadar etkili olduğunu gösterir. Kızılelma ve Turan kavramları göz önüne alındığında ‘‘Türk mitolojisini diriltmeye çalışan aydınlardan birisi’’ olarak Ziya Gökalp’ın, şiirlerinde ‘‘Türkistan ve Altay merkezli bir mitolojik dünya görüşü’’ne yöneldiği görülür. (Köse, 2016: 306). Mehmet Güneş de Türk edebiyatında manzum hikayenin süreçlerini incelediği çalışmasında Ziya Gökalp’ın manzum eserleri için ‘‘biçim, içerik, kurgu ve ifade ediş bakımından tamamen Şark edebiyatı kaynaklıdır’’ der (2012: 22). Buradan hareketle onun hedefini, halk masalları ile halk şiirini bütünleştirmek ve ‘‘Türkleri’in estetik sahasında büyük bir kabiliyete malik oldukları’’(Gökalp, 1970: 141) idealini diriltmek üzerine kurduğu söylenebilir. Ziya Gökalp’ın manzum ve mensur biçiminde yazdığı eserlerinin kaynakları konusunda Rıza Filizok (1991), üç sınıflama yapar. Dede Korkut hikâyelerine dayanan eserler, bir halk masalından neşet eden eserler ve halk masallarındaki motifleri içeren eserler olmak üzere bu üç kategoride örnekler verir. ‘Kızıl Elma’ şiirini son kategoriye dahil eden Filizok, Turgut’un bir masal kahramanı atmosferinde anlatılmasını, Ay Hanım’ın ilk görüşte aşık olmasının bir rüya ile tasarlanmış olmasını, Sadeddin Molla’nın bilge adam tiplemesini ve cezbe halinde şiirler söylemesini masal motifleri olarak değerlendirir (1991: 248). Bunun dışında bizatihi ‘Kızıl Elma’nın kendisi ‘‘zemini mefkure, seması hayal olan bir masaldır’’ (249).

1 Kızıl Elma kitabı, Turan adlı şiir ile başlar. Gökalp, Türklük ülküsünü şiir ad ve muhtevalarında da yansıtır. (Kızıl Elma, İstanbul: İkbal Kitapevi, 1941).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Gönül YONAR 35 Ziya Gökalp’ın eserlerinde ortaya koyduğu Türklük mefkuresi, köken itibariyle ‘‘kızılelma’’2 düşüncesine dayanır. Kızılelma ideali Türkler’in, Oğuzlar’dan bu yana benimsedikleri, eski yurdu ele geçirme, düşman şehirleri hedef seçerek onları fethetme, herhangi bir hedefe ulaşmada hedefin sembolü, terakki fikri olarak sürekli ilerlemek suretiyle gelişme, Turan’a ulaşma gibi fikirleri içerir. (Tansel, 1965; Gökyay, 2002; Gökalp, 1941; Meydan Larousse) Kaynağının Oğuzlar’a dayandığı varsayılan bu düşünce, Kafkaslar’ın güneyinde ve Önasya’daki Türkler’in fetih ülküsü olarak köklü bir geleneği simgeler. Bu ülkü Orta Asya Türkleri’nden Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine kadar çeşitli farklılıklarla devam eder. Oğuzlar’da ‘düşmanın başkentini alma’ hedefi, Selçuklular İznik’i merkez edindikleri yıllarda Ayasofya’nın önündeki Justinyanus heykelinin elinde görülen Altın Top’u ele geçirme ülküsüne dönüşerek devam eder. (Kırzıoğlu, 1964). İstanbul’un fethinin de Türkler’in bir kızılelma ideali olduğunu vurgulayan Orhan Şaik Gökyay (2002:560) Oğuzlar’dan Selçuklular’a oradan Osmanlılar’a geçen idealin, Osmanlılar’da bir ‘cihan hâkimiyeti’ ülküsüne dönüştüğünü belirtir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla misak-ı millî sınırlarına çekilmiş görünen bu ülkü için Gökalp ‘‘Artık Kızılelma ne İstanbul, ne de Roma’dır... yeryüzünde yaşayan bütün Türklerin ortak bir güdülenme ve çabayla kuracakları ve yeniden güçlenerek, ‘cihan hâkimiyeti’ idealine ulaşabilecekleri Turan ülkesini temsil etmektedir’’ (Gökyay, 2002: 561) der. Cumhuriyetin muasırlaşmak ülküsüyle, Gökalp’ın milletlerin yarattığı mefkureler vasıtasıyla ileriye gitme düşüncesi (Kaplan, 2009b: 517), ülkenin yeniden doğuşunu temsil eden bir ideal fikrinde birleşmiştir. Onun ortaya koyduğu eserlerde, milli kimliği öne çıkaran ve bir halk edebiyatı temeline dayanan yapı görülür. Eserlerinde estetik iddia taşımayan Gökalp, tam da bu nedenden dolayı ‘‘büyük ve esrarlı bir çığır’’ açma hedefine kilitlenmişti (Filizok, 2005: 120). Onun eserlerinin halk edebiyatı, folklor ve mitolojiden teşekkül etmiş olması böyle bir hedef nedeni iledir. Sanat eserinde mitlere başvurmanın yerlilik düşüncesiyle ilişkili olduğunu belirten Dursun Ali Tökel, (2016:30) XX.yüzyıl başlarında Türkçülük hareketinin ‘‘yeni dünya oluşturma, kaynaklara inme, öze dönme ve yeni bir ideolojik kuram geliştirme’’ eğilimleri çerçevesinde özellikle Türk mitolojisinden geniş ölçüde yararlandığını ifade eder. Mehmet Kaplan bu eğilimin temsilcisi olan Ziya Gökalp’ın, harp yıllarında Türk aydınları için ‘‘kollektif bir mit’’ oluşturduğunu belirtir (Kaplan, 2012). Yusuf Akçura ise "Ziya Gökalp'ın ictimâi makaleleri ile, siyasi nazariyatına verdiği sistematik şekil ve ifadeleriyle, fakat bunlardan daha ziyade çok tabii ve sade yazılmış şiirleriyle... Türkçülüğe pek büyük hizmetleri dokunduğunu...’’ (Akçura, 1981) belirtir. ‘Kızıl Elma’ şiirinin tip tahlilleri üzerine arketipal bir kazı çalışması yapmadan önce arketip kavramı üzerinde durmak gerekir. Analitik psikolojinin kurucusu C.G.Jung’ın insan psişesini analizde kullandığı bir yaklaşım, insanı bireysel ve ortak bilinçdışı olarak iki alana ayırarak tahlil eder. (Jung, 2015). İnsanın sergilediği her davranış bu ortak bilinçdışında kodlanmıştır. Antik çağ filozoflarının ‘sabit asıl’ diye tarif ettikleri, Platon’un ‘idealar’ kavramıyla örtüşen bu yapılar, insanlığın ortak bilinçaltı kalıplarıdır. Ortak bilinçaltında arketip adı verilen semboller bulunur. Arketipler, ‘‘banyo edilmesi gereken negatif filmler’’ (Geçtan, 1990) dir ve en çok kurguya dayalı anlatı sanatlarında kendisini gösterir. Yazar bilinçsiz bir şekilde karakterlerini

2 Makalede ‘‘Kızıl Elma’’ şeklindeki yazılış, şiire ad olan özel isimdir. Şiirde geçen yazılış biçimleri korunmakla birlikte, makalede ‘‘ kızılelma’’ biçimindeki yazılış için TDK’nin imla kılavuzu benimsenmiştir ( Türkçe İmla Klavuzu, TDK, 2007).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

36 Kızıl Elma Şiirinde Arketipler kurgularken bu sabit asıllara dayanır ve onları yeniden üretir. (Brooks, 2014). Kurgu karakterleri ya da olay örgüleri arketipleri yansıttıkları oranda başarılıdırlar. ‘Kızıl Elma’ şiirinde yer alan karakterler birer arketiptir. Gökalp’ın şiirindeki tiplerin hiçbirinin Türk mitolojisinde ya da kültüründe görülen tipler olmadığını vurgulayan Kaplan, ‘Kızıl Elma’ karakterlerinin, kendisinden sonra gelecek olan anlatılara öncülük ettiğini vurgulamakla birlikte, bunların insanlığın sabit kalıplarını ele veren, insan psişesi ile yakından ilgili olduğunu da ifade eder. (Kaplan, 2009 c: 60). Muharrem Kaya da benzer bir ilgi ile Ziya Gökalp’ın düşünce dünyasını yansıtan şiirlerinde köken mitlerinin varlığından bahseder (Kaya, 2001:105). Bu demektir ki Gökalp, topluma öncülük edecek tipler yaratırken, toplumun bilinçaltında yatan arketipleri kullanmıştır. Kaplan’ın deyimiyle ‘‘kendi hayâllerinden hareket etmek suretiyle beşer kültürünün aslî arşetiplerini yakalamış ve onları işleyerek düşünce sistemini kurmuştur’’( 2009 c). ‘Kızıl Elma’da başta anne arketipi olmak üzere, bilge adam, gezgin, persona gibi birçok arketip bulunur. Bu fikir ile bütünleşmiş Türk mefkuresi, şiirin kişilerine giydirilmiş olarak, mutlu sonla biten bir aşk hikayesinde temsil edilmiştir. Bu yolla kurgu içindeki karakterler Türk kültür ve bilinç yapısının başarılı birer yansıması şeklinde geleceğe taşınmıştır. Bir Ülkünün Kurgusu Şiirin konusu, iki genç arasında geçen bir aşk hikâyesidir. Bu hikâye, ulusal bir ülküye evrilerek sonunda gençlerin vardığı mutlu sona ülkenin de varacağı düşüncesini işler. Hikâyenin erkek kahramanı Turgut sadece âşık tipini sergilerken, kadın kahraman Ay Hanım, Türk mefkuresini temsil eden idealist bir kadın kahramandır. Hikâyenin konusu şöyledir: Ay Hanım anne babasını küçükken yitirmiş, yurtdışında yetişmiş Bakülü zengin bir ailenin kızıdır. Bakü’ye döndüğünde kendisine Sadeddin Molla’yı rehber edinerek Doğu’ya ait bilgileri de tâlim etmek ister. Bir akşam yanında Bahadır Ağa bulunduğu halde atıyla kırlarda dolaşırken bir delikanlıya rastlar. Ay Hanım bu gence aşık olur. Bir ressam olan genç de Ay hanım’a aşık olur. Genç istiğrak halinde bir rüya görür. Karşısında ‘ Bu yol Kızıl Elma’ya gider’ yazan bir levha vardır. Uyandıktan sonra Sadeddin Molla’ya giderek rüyasının tabirini sormak ister. Ay Hanım oradadır ama durumu anlayınca kendini gizler. Turgut adlı genç Sadeddin Molla’ya rüyasını anlatır. Tabirini merak eder. Molla, tabiri pek sırlı anlamları olan betimlemelerle anlatır. Genç çıkıp gider. Fakat Ay Hanım Molla’nın söylediklerini kendisine hedef edinmek üzere harekete geçer. Bu, aynı zamanda kendi duygularından kaçacağı iyi bir yoldur. Amacı Türk mefkuresini gerçekleştirecek bir tohum ekmektir. Bunun için hürriyetin olduğu topraklar gereklidir. Fakat ne yazık ki İstanbul, Bakü ve Kazan özgür değildir. Bunun için en uygun yer olarak İsviçre’yi seçer. Amacı bu beldede yüksek tahsil yapacak, ilim ve irfan sahibi olacak ‘fennin her medresesi’nin inşa edileceği bir ilim şehri kurmaktır. Lozan’ın yanındaki bir beldede kurulan bu site Bakü’ye duyurulur ve çocukların gelmesi için kafileler hazırlanır. Onlar Türk dünyasını bu zillet durumundan kurtarıp yeniden yaratacak ‘‘yeni Adem, yeni Havva’’lar olmalıdırlar. Bu beldenin adı Kızıl Elma’dır ve burası Türk mefkuresinin kalesidir. Turgut ise herkese Kızılelma’nın nerede olduğunu sorup rüyasının peşine düşer. Bu esnada Kaşgar’da Kızılelma’ya gidecek kafileye katılmasını sağlayacak bir ilan görür. Nihayet Turgut Kızılelma’dadır. İçindeki aşk duygusuyla okula resim öğretmenliğine müracaat eder. Ay Hanım onu müdür muavini ile görüştürerek kendisini gizler. Muavin Tomris Hanım,

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Gönül YONAR 37 Turgut Bey’le görüştüğünde, Turgut onu Ay Hanım zanneder ve aşık olur. Oysa Tomris Hanım nişanlıdır. Turgut kısa süre sonra okulda resim öğretmeni olur. Tomris’e olan aşkı büyümektedir. Fakat bir gün Tomris Hanım’ın nikâh merasimine davet edilir. Büyük bir hayal kırıklığı içinde intihar etmek üzere harekete geçer. Civardaki bir mağaraya giderek tabancayla intihar etmek ister, fakat Ay Hanım karşısına çıkar, bütün hikayeyi anlatır ve onu intihardan vazgeçirir. Böylece Türk mefkuresini gerçekleştirmek için yola çıkan Ay Hanım ve ona aşık olan Turgut, diğer çift ile birlikte düğün yaparlar. Mutlu sonla biten aşk hikayesinin ana çerçevesinde, bir Türk kadınının gerçekleştirmek istediği Türk mefkuresi bulunur. Bu düşüncenin, tüm zorluklara rağmen, bir gün mutlaka gerçekleşeceğine olan inanç, şiir mutlu sonla bitirilerek muhkemleşir. Hikayede bir kadının, hem şehir kurucu, hem mefkure gerçekeştirici ve hem de aşkına sahip çıkan yönü anlatılmıştır. Kaplan’ın dediği gibi ‘‘Ziya Gökalp’ın hem ideoloji, hem de mitolojisinde kadın çok önemli bir yer tutar. O, toplumu kadının dirilteceğine inanır’’ (2009 c: 483). Onun bu düşüncesinde, aileyi yuva yapanın kadın olmasından hareketle, milleti millet yapanın da kadın olduğuna olan inanç etkendir. Kızıl Elma’da Anne Arketipleri Bir İdeale Kendini Feda Eden Anne Mitolojide kendini feda etme miti dişil bir karakter gösterir. Mircea Eliade bunu toprak ile ilişkilendirerek fedakârlığı hem vericilik hem de doğurganlık bakımından dişil olana atfeder (Eliade, 2003: 255). Toprağın doğurganlığı bir ana tanrıça kültü ile arketipal mecraya kayar. Eliade, toprağın ana olma (Tellus Mater) özelliğinin ana tanrıça ya da bereket tanrıçası olmasından önce geldiğini vurgularken, onun fedakârlık özelliğini kuvvetlendiren bir unsura dikkat çeker. Bununla birlikte doğurganlık toprağın bir fedakârlığı olarak görülürken, ölüm bağlamında toprak olumsuz (sirenler, femme fatale, uğursuz kadın) bir unsur olarak dikkat çeker. (Kasımoğlu, 2018). ‘Kızıl Elma’da Ay Hanım’ın Turgut’a karşı beslediği hislerden fedakârane bir biçimde kopuşu görülür. Bu kopuş aşkını ‘gömmek’ üzerinden toprakla ilişkilendirilebilir. Yine de bu bir vazgeçme değildir. Nitekim Lozan’da Turgut ile karşılaştığında duyguları yeniden harekete geçecektir. Fakat, Türk mefkuresinin sorumluluğunu üzerine almış bir kadın olarak, kendi duygularını ertelemesi ve ulvî bir gaye peşinde giderek kendini feda etmesi söz konusudur. Vatan evlatlarını yetiştirmek ülküsü de doğurgan ve verici toprak ana miti ile örtüşerek, fedakâr anne arkesini Ay Hanım temsilinde tamamlamıştır. Şehir Kurucu Anne Kadim mitolojilerde yer alan tanrıça tipleri aynı zamanda şehir kurucu özellikleri ile öne çıkarlar. Jung’un arketip kuramında anne aynı zamanda kurucu tanrıçadır. Çünkü şehir kadın ile özdeş bir kimliğe sahiptir (Jung; 2015). Kadının kurucu unsur olması, içinde bulunan karşıt cins enerjisi ile mümkündür. Kadının içinde bulunan eril ve maskülen yön olan anima ile erkeğin içinde bulunan dişil arke animus, üstlendikleri roller ile öne çıkarlar (Jacobi, 2002). Jung terminolojisine göre, bir kadının bilinçdışında bütünleyici bir eril duygu yatar, bu animadır. Aynı şekilde bir erkeğin bilinçdışı ise bir dişil duyguyu barındırır, bu da animustur. Kadın, içindeki bu eril bilinç ile dişiliğini aşan işlere imza atabilir. Erkek de bilincindeki dişil enerji ile daha feminen yetenekler sergileyebilir (Kasımoğlu, 2018).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

38 Kızıl Elma Şiirinde Arketipler

Kadın kimliğinin içinde bulunan eril yapı olan anima, Ay Hanım’ın ‘‘ideâl bir sehiŗ ve medeniyet kurucusu’’ olması ile örtüşür. Ay Hanım’ın anima’sının bir tezahürü olarak şehir kurucu kadın arkesi aynı zamanda kurtarıcı rolünü de içinde saklar. Bunu nihai olarak eğitime bağlayan Gökalp, kadınların iyi tahsil görmeleri halinde Türk milletinin hızla terakkiyi yakalayacağına inanır. Ailenin çekirdeğini oluşturan kadın, ancak iyi tahsil ile milletini yüceltebilir ve gelecek nesiller güvenli ellerde büyüyebilir (Tansel, 1965). Şehir inşa edici rolü ile anne arketipi, kurucu bir tiplemedir. Ay Hanım da bir ilim şehri kurmak üzere harekete geçer ve bunu başarır. Ay Hanım’ın bilgili, kültürlü ve şahsiyet sahibi bir kadın olması bu yapısal kökene kuvvetli göndermeler içerir. Onun duygusal bir kadın olmasına rağmen şuurlu bir şekilde hareket etmesi, şehir kurucu anne arkesini ortaya çıkaran animası sayesindedir. Mükemmel Kadın-Anne İdeal kadın arketipi, olumsuzluklardan arınmış bir tiplemedir. Anima ve animus’un olumsuz özelliklerinin kişilerde yıkıcı etkileri ancak sanatsal alanlara kanalize edilerek bertaraf edilebilir ( Jung, 2015). Gökalp’ın, çocukluk yıllarından taşıyıp getirdiği bu tip, onun o yıllarına refakat eden ‘‘saadet perisi’’ idealinin bir yansımasıdır (Kaplan, 2009 a: 441). Bu aynı zamanda ideal kadını bir sığınma olarak görme eğiliminin de tezahürüdür. Kaplan, Gökalp’ın bilinçdışı eğilimlerini mücerred bir düşünce sistemi haline getirdiği için olumsuz anima arketipinin görülmediğini söyler (2009 a). Çünkü içindeki enerji olumlu arkelerle buluşmuş ve sanat yoluyla yaratıcı bir alana geçilmiştir. Genellikle içe dönük insanlarda görülen anne arketipinde kadın, bir anne olarak görülmekten ziyade, muhayyel bir kadın ya da onun yerini tutan hayalî bir varlık ya da düşünce olarak ideal tip şeklinde tezahür eder. Kaplan, ‘Saadet Perisi’ hakkında yazıdığı makalede Gökalp’ın, çocukluk çağı saadet dolu günlerinden olgunluk döneminin mefkuresine geçiş aşamalarını psikanalitik analizlerle açıklamaya çalışır. Freud ve Jung’a dayandırdığı bu tahliller, Gökalp’ın birçok eserinde arketip olarak anne olgusunu işlediğini gösterir. Ay Hanım, hikayeye damgasını vuran karakter olarak seven, koruyan ve kurtaran mükemmel bir kadın kimliği çizer. ‘‘Erkek hayalinin özlediği ideal kadın tipi’’ni temsil eden Ay Hanım, gençliğini vurgulayan sevme duygusuyla, bu sevgisini ve Türk idealini korumasıyla ve son kertede Turgut’u intihardan kurtaran kişi olarak Türk mefkuresini de kurtarmış olmasıyla ideal kadın tipini çizer (Kaplan, 2009 a: 444). Persona Arketipi Persona arketipi, savunma mekanizmalarından birisi olarak düşünülebilecek, dış dünyaya uyum sağlamak üzerinden biçimlenen ‘‘toplumsal açıdan kabul edilebilir benlik maskeleri’’ olarak tanımlanır (URL 1). Bu arketip bireyleşme sürecinin bir aşaması olarak insanların topluma karşı kullandıkları maskeleri simgeler. Masallarda kıyafetlerle kimlik değiştirmek şeklinde görülür. Persona arketipinin değişik biçimleri vardır. Bunlardan birisi kişinin kendi kimliğini gizleyerek karşı tarafın onu keşfine izin vermemektir. Bu izin kişinin kullandığı personası sayesinde kendisini koruyabilir ve gizlemeye devam edebilir. Masallarda kahraman ya bir kıyafetle ya da bir maske ile kendisini gizler. Genellikle karşı cinse duyulan duygusal hisler sayesinde kişi personasını iptal ederek kendisinin tanımasına izin verir. Kahraman, hedefine yaklaştığını hissettiğinde ya da tanınması artık kaçınılmaz olduğunda da eski kimliğine döner (Işık, 2012). Kahraman istediği zaman persona kimliğini giyinir, istediği zaman kendi öz kimliğini açık ederek serüveni sonlandırmış olur.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Gönül YONAR 39 ‘Kızıl Elma’ şiirinde de Ay Hanım, iki kez kendisini gizleyerek sevdiği adamın değişimini etkiler. Bu etki olumlu yönde bir sonucun gerçekleşmesi içindir. Birinci gizlenme Turgut’un Sadeddin Molla’nın evine gelip de rüyasını tabir etmesi için Molla’nın evinde odada uzun süre kalması sürecinde yaşanır. Ay Hanım Turgut’u ormandaki gezintide görmüş ve kalbini kaptırmıştır. Fakat Turgut’un Molla’yı ziyaretinde yan odada onları sessizce dinler ve Turgut’un önüne çıkıp kendisini ifşa etmek istemez. Hem kendi hem de karşıdakinin duygularını etkilemek istemez. Ay Hanım’ın personası böyle bir karşılaşmada vazifesini yapar ve Ay Hanım Turgut’a görünmez. İkinci gizlenme Lozan’da Turgut’un Ay Hanım’ın kurduğu okula resim öğretmeni olarak atandığı süreçtir. Ay Hanım’ın bu süreçteki gizlenmesi daha çok üstlendiği mefkure fikrinin etkisi iledir. Çünkü Ay Hanım, Türklüğün yeniden ayağa kalkması gibi ‘ulvî’ bir düşünce ile yola çıkmış ve bu uğurda duygularına gem vurmuştur. İkinci gizlenmede Ay Hanım’ın hem bu düşüncesinin etken olduğu hem de Turgut’u denemek ve kendisine karşı olan duygularının sağlamasını yapmak amacını güttüğü masalın gidişatından anlaşılır. Nitekim en sonunda Turgut’un kendisine olan duygularından artık emin olan Ay Hanım onu intiharın eşiğinden kurtaracak ve kimliğini açıklayarak -aynı zamanda duygularını da- serbest bırakacaktır. Persona arketipi görevini yerine getirmiş, kahraman gerektiği yerde gerektiği kadar kendisini gizleyebilmiştir. Gezgin Arketipi Kişisel erginlenmede ‘dışarı çıkmak’ eylemi kişinin kendini bulmasında ve kendilik kavramının gelişmesinde önemlidir ve bireyin kendini bulmasına yardım eder. Carol S. Pearson ‘‘Psikoterapi genelde ‘gezgin’ arketipini teşvik eder’’ der. Çünkü yola çıkışın sağaltıcı ve yenileştirici bir yanı vardır. Bu arketip, herhangi bir nedenle tek başına yola çıkan şövalye, kovboy ve kâşif öyküleriyle örtüşür. Bireyin bilinmeyenle karşılaşmak üzere yola çıkışı, yeni bir hayatın başlangıcına işaret eder (Pearson, 2003: 117). Kendini bulma eylemi kişinin hem kendisi hem de içinde bulunduğu toplum için gereklidir. Bir şeyi ispatlamak üzerinden yapıcı bir etkiye sahiptir (Osmay, 2018). Gezgin arketipinde yaşadığı hayatı sorgulama ve onu değiştirmek için gayret etme isteği göze çarpar. Bu yönüyle birey kendisine yüklenen rolleri reddederek kendi yolunu çizmek ister. Ama bu, daha çok toplumu değiştirmek üzere girişeceği bir yol olur. Bu durum Jung’un ‘yeniden doğma’ arketipinin yansımasıdır. Kişisel erginlenme olarak düşünülen yeniden doğma kavramı, bireyin çıktığı yolculuğu temsil eder (Jung, 2015). Ziya Gökalp’te ‘yeniden doğma’ teması ‘‘bir merasime iştirak etmek suretiyle ruhun yenileşmesi’’ şeklinde tezahür eder. (Kaplan, 2009 b). Bu yönüyle yeniden doğuş, gezgin tipin bulunduğu yerden çıkarak bir başka yere gitmesiyle gerçekleşecek bir yenileşmeyi temsil eder. Ay Hanım’ın çıktığı yolculuk, onun gezgin arkesini yansıtırken, yolculuğun bir mefkure etrafında şekillenmesi de gezgin tipinin toplumu değiştirmek ve dönüştürmek üzerinden üstlendiği rolü işaret eder. Ay Hanım Lozan’da kurulacak ilim şehrinde yeni bir nesil yetiştirmek üzere yola çıkar. Gökalp bu okuldan çıkan çocukları "yeni Ademler ve Havvalar" diye vasıflandırır (Gökalp, 1941). Kaplan yeniden doğuş temini Gökalp ile ilişkilendirirken, bu okulun Türk çocuklar için bir yeniden doğuş, yeni hayatın beşiği niteliğinde olduğunu vurgular (2009 b). Anne arketipine de gönderme olan bu tespit, Ay Hanım’da simgeleşen mefkurenin değişim ve yenileşme niteliğini de ortaya koyar. Aşama Arketipi

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

40 Kızıl Elma Şiirinde Arketipler

Aşama arketipi3 Jung’un insan psişesini tahlil ederken bireyin erginlenmesiyle bütünleşen bir yapı olarak anlatı metinlerinde en sık tekrar edilen arketiplerden biridir.4 Masallarda ‘‘krallığın çoraklaştığı’’nı (Pearson, 2003: 117) hisseden kahraman hemen yola çıkar. Bu çoraklık krallıkta ya da ülkede olduğu gibi kendi benliğinde de olabilir. Kendilik (self) bilincinin bireysel olarak oluştuğu evrensel bir yolculuğun aşamalarını temsil eder. Bu arketiple, yeryüzünün bütün mitolojilerinde kahramanın yolculuğu sonsuz bir arayış öyküsüne dönüşür. Monomit de denilen (Campbell, 2003: 225) aşama arketipinde bir kahraman bir nedene bağlı yolculuğa çıkarak evinden ve ülkesinden uzaklaşır. Yol boyunca birçok macera yaşar. Egosu, benliği, zaafları ile mücadele eder. Kahraman sonunda ruhsal bir erginlenmeye ulaşır. Ülkesine döndüğünde artık eskisi gibi bir adam değildir. Büyük bir deneyim yaşamış ve erginlenmiştir. Elde ettiği donanım mücadelesinin bir ödülüdür. Berna Moran bu aşamaların tümünü kahramanın, ‘‘kişilik düzeyinde’’ (Moran, 2008: 132) kimliğini araması şeklinde yorumlar. Kahraman bazen de ‘‘bir otorite figürü tarafından yollanabilir’’ (Gökeri, 1979). ‘Kızıl Elma’ şiirinde aşama arketipini hem Ay Hanım’da hem Turgut karakterinde görmek mümkünüdür. Her ikisi de bir amaç uğruna bulundukları yeri terk ederler. Birçok zorluklar atlatırlar. Egoları ile yüzyüze gelir ve erginleşme aşamalarını geçerler. En sonunda eve dönüş gerçekleşir. Hedeflenen şey elde edilmiş ve eve dönülmüş olur. Bir başka açıdan bakıldığında ‘Kızıl Elma’daki Türk milleti, Ay Hanım’la cisimleşmiş bir kahramandır. Bir kahraman olarak Türk milletinin yolculuğu, aşama arketipindeki ayrıntılarla örtüşür. Türk milleti (Ay Hanım’da kişileşmiş) bir kahraman olarak, kendi topraklarında her şeyini yitirmiştir. Ziya Gökalp’ın 1912’de Kızıl Elma’dan önce yazdığı ‘Altın Destan’ bu düşüşün hikayesini anlatır. ‘Altın Destan’ bir yıkılışın, çöküşün, ölüm ve ağıtın destanı olarak Türk’ü yolculuğa zorlamaktadır. Onun, en değerli şeylerini kaybetmiş olarak topraklarından çıkması gerekir. En değerli şey özgürlüğüdür. Nitekim ‘Kızıl Elma’da Ay Hanım’ın kurmayı planladığı mefkure merkezi için Kazan, İstanbul ve Bakü uygun görülemez çünkü bu şehirler özgürlüklerini yitirmişlerdir. Kahraman (Türk milleti), düştüğü yerden kalkmak ve kaybettiklerini geri kazanmak için bir başka yolculuğa çıkmak zorundadır. Bu onun hedefi yani kızılelmasıdır. Onun bu yolculuğunda bir takım zorluklar ve aşması gereken engeller vardır. Yolculuk ve sonrasındaki meşakkatler için yine Ay Hanım’ın kişiliğinde Türk milletinin yaşadığı zorluklar tasvir edilir. Türk sitesinin bulunacağı yer, oraya gidecek çocuklar gibi konularda belli belirsiz zorluklar şiirin satır aralarında görülür. Yolculuğun sonunda elde edilen başarı Türk milletinin yitiğinin bulunuşu olarak görülebilir. Türk mefkuresi toprağa tohumu atmıştır artık. Amaç gerçekleşmiş, hedef belirlenmiş, sonuca varılmıştır. Kahramanın, yolculuğa çıkmadan önceki yitikleri geri kazanılmıştır. Geri dönüş bu kazanımlarla gerçekleşmiştir.

3 Aşama arketipinin bulunduğu anlatıların üç temel katmanı vardır. Ayrılma-aşama-dönüş. Ayrılma ilk eşiğin aşıldığı noktaya kadar gelir ve sonunda kahraman evden ya da ülkesinden ayrılır. Kahraman yolda ya da gittiği yerde birçok zorluklar yaşar. Aşama denilen bu evre kahramanın erginlenme sürecinde karşılaşacağı birçok zorluğu içeren evredir. Mistik bir yardımcı (tanrıça, bilge adam, keşiş vs.) ile tanışma evresi ise kahramana yardım eden, yitiği tamamlayan bir unsur olarak ‘yardımcı’ karakteri yaratır. Dönüşte ise artık kahraman iki dünyanın da bilgisine ulaşmış, erginlenme tam olarak döngüsel bir düzenle tamamlanmıştır (Dökmen & Dökmen, 1987). 4 Gılgamış’da, Virgilius’un Aenna’sında, Kırgız Destanı Manas’ta aşama arketipleri bir kalıp olarak mevcuttur. Modern romanlarda ise yolculuk ruhsal bir keşfe dönüşür. Çıkılan yolculuk kişinin psikolojik düzeyde kimliğini aramasıdır (Moran, 2008).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Gönül YONAR 41 Bilge Adam Arketipi Kültürlerin antik uzantılarını en iyi temsil eden bilge adam arketipidir. Her kültürün kendine has bilge adam tipleri vardır. Doğu anlatılarında bu daha çok Hızır, ak sakallı dede, ışık hüzmeleri içinde beyazlar giyinmiş yaşlı adam şeklinde tezahür eder. Bu kişiler anlatı kahramanlarına beklemedikleri anlarda yardım etmek üzere birden ortaya çıkarlar. Yüce birey arketipiyle simgelenen bu kişilikler, kahramanın karşılaştığı zorluklarda ortaya çıkarak ona yardım ederler. Bazen de kahramana yol göstererek ya da onun erginlenmesine yardımcı olarak rehberlik ederler. Her zorluğun bir bilge adam arkesiyle aşılması masalların vazgeçilmez unsurlarındandır (Işık, 2012: 8). Yol gösterici Sadeddin Molla, ‘Kızıl Elma’nın bilge kişisidir. Molla, masalımsı bir şahsiyettir. Fakat bu masalımsı tipin aynı zamanda hikmetli ve idealist mütefekkir bir tarafı da vardır. Molla’nın bu anlatıdaki görevi asıl itibariyle Türk mefkuresini harekete geçirecek bir katalizör olmasıdır. Çünkü Ziya Gökalp’ın de belirttiği gibi o bir ‘‘ictimaî mutasavvıf’’tır (Gökalp, 1941). Mehmet Kaplan, Sadeddin Molla için şu tespitleri yapar: “Sadettin Molla, cezbesi ile Türk - İslâm tarihinde çok önemli bir yer tutan velilere yaklaşır. Fakat o kendisini sadece Allah’a adayan eski tip veli değil, Gökalp gibi toplumun kaderi ile çok yakından ilgili bir fikir adamıdır (Kaplan, 2009 c). Sadeddin Molla’nın Türk mefkuresine eklemlenen özelliği onun ‘aydın bir veli’ olmasıdır. Onun girdiği cezbe anı, Türklüğün coşkun söylemleri eşliğinde Ay Hanım’ı harekete geçirir. Molla ‘‘ilahi bir sesle’’ mana alemine girerek Turgut’un rüyasını yorumlar ve bu yorum Türklük mefkuresi çerçevesinde insanlığı kurtarmak amacının kaynağını ‘‘milliyetçi veli’’ tipine havale eder. Bilge adam tiplemesinin vecd halinde söylediği hakikatler bir yandan Ay Hanım için Türk mefkuresinin kıvılcımını ateşleyen motivasyon söyleviyken, öte yandan Turgut’un aşk acısını bir başka ulvi amaca yönlendiren ve Türk mefkuresine yardım etmek üzere hiç aklında olmayan bir idealin tohumlarını eken bir yönü vardır. Bu bakımdan Kızıl Elma’daki bilge adam Sadeddin Molla, benzerlerinden daha şümullü bir görev ile kahramanların hayatlarını yönlendiren biridir. Sonuç Tanzimat’la birlikte hız kazanan yenileşme hareketlerinde, halk kültür ve edebiyatına yönelerek Türk mefkuresini gerçekleştirme amacına odaklanmış düşünürlerin başında Ziya Gökalp gelir. Gökalp, ilerlemenin ana kaynaklara dönmek suretiyle gerçekleşeceğine inanır ve eserlerini Türk kültür ve ananeleri üzerinden, halk edebiyatı malzemelerine dayandırarak oluşturur. ‘Kızıl Elma’ da bu çerçevede vücuda getirilmiş manzum bir eserdir. Bu çalışmada, şiirde bulunan temel arketipler tespit edilmiştir. ‘Kızıl Elma’, Türk mefkuresi hedefiyle kurduğu arketipal karakterler vasıtasıyla, dünyanın diğer ucuna giderek Türk gençlerine ilim ve terakki yolunu göstermesi ülküsünü gerçekleştirmiştir. Eserde geçen kişiler kendi prototiplerini yansıtmak bakımından birer Türk arkesidirler. Buna göre en belirgin arketip anne-ideal kadın arkesidir. Asıl itibariyle anne arketipinin baskın olması, Ziya Gökalp’ın Türk mefkuresini doğurgan, fedakâr, üretken ve verici kimliği ile yansıtmak istemesinin en belirgin göstergelerden biridir. Bunun dışında; ülküyü taşıyan, koruyan ve ehline emanet eden bilge adam arketipi, evrensel terakkiye ulaşma azmini temsil eden gezgin arketipi, Türk milletinin bir kahraman olarak erginlenme aşamalarını yansıtan aşama arketipi ve dirilip yeniden ayağa kalkma-bireyleşme sürecini yansıtan persona arketipi

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

42 Kızıl Elma Şiirinde Arketipler gibi insan psişesinin temel yapıları, Türk mitik düşünce dünyasını yansıtan yüzleri ile ‘Kızıl Elma’da işlenmiştir.

Kaynaklar Akçura, Y. (1978). Türkçülük: Türkçülüğün Tarihi Gelişimi. İstanbul: Özdemir Basımevi. Akçura, Y. (1981). Yeni Türk Devletinin Öncüleri. Ankara: KBY. Akın, R. (2002). Osmanlı İmparatorlu’nun Dağılma Devri ve Türkçülük Hareketleri. İstanbul: Der Yayınları. Arai, M. (1994). Jön Türkler Dönemi Türk Milliyetçiliği. (çev. Tansel Demir), İstanbul: İletişim Yayınları. Aydemir, Ş. (1932). Ziya Gökalp. Kadro Dergisi, (2), 35. Berkes, N. (2002). Türkiye’de Çağdaşlaşma. İstanbul: YKY. Brooks, P. (2014). Psikanaliz ve Hikâye Anlatıcılığı. (çev. H. Demir Atay). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. Campbell, J. (2003). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. (çev. S. Gürses), İstanbul: Kabalcı Yayınları. Davidson, R.H. (2004). Osmanlı-Türk Tarihi (1774-1923). (çev. M. Moralı).İstanbul: Alkım Yayınları. Dökmen, Ü.& Dökmen, Z. (1987). Jung’un Aşama Arketipi’nin Testedilmesi. Psikoloji Dergisi, 6 (21). Eliade, M. (2003). Dinler Tarihine Giriş. (çev. Lale Arslan Özcan). İstanbul: Kabalcı Yayınları. Engelhardt, E. P. (1999). Türkiye ve Tanzimat. (çev. Ali Reşad). İstanbul: Kaknüs Yayınları. Filizok, R. (1991). Ziya Gökalp’in Edebi Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesiri. Ankara: KBY. Filizok, R. (2005). Ziya Gökalp. Ankara: Akçağ Yayınları. Geçtan, E. (1990). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Remzi Kitapevi. Gökalp, Z. (1918). Turan Nedir? Yeni Mecuma, XXXI, 82a-84a. Gökalp, Z. (1941). Kızıl Elma. İstanbul: İkbal Kitapevi. Gökalp, Z. (1970). Türkçülüğün Esasları. (Hz. Mehmet Kaplan). İstanbul: MEB. Gökeri, A. (1979). Arketiplere Dayanan Yeni Bir İnceleme Yönteminin Tanıtılarak İngiliz ve Türk Edebiyatında Bazı Romans ve Epik Niteliğinde Yapıtlara Uygulanması, AÜ Yayımlanmamış Doktora tezi, Ankara. Gökyay, O.Ş. (2002). Kızılelma Maddesi. İslam Ansiklopedisi. XXV, 559-561. Güneş, M. (2012). Servet-i Fünun’dan Cumhuriyet’e Türk Edebiyatında Manzum Hikaye. İstanbul: Kitabevi. Işık, N. (2012). Türk Masal Kahramanlarının ‘‘Yolculuk’’tan Olgunluğa Değişim Süreci. Türk Dünyası Araştırmaları, (200), 1-18. Jacobi, J. (2002). C.G. Jung Psikolojisi. ( çev. Mehmet Arap). İstanbul: Barış İlhan Yayınevi. Jung, G.C. (2015). Dört Arketip. İstanbul: Metis. Kaplan, M. (2009a). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Ziya Gökalp ve Saadet Perisi. İstanbul: Dergah. Kaplan, M. (2009b). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Yeniden Doğma Temi. İstanbul: Dergah. Kaplan, M. (2009c). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Kızıl Elma. İstanbul: Dergah. Kaplan, M. (2012). Şiir Tahlilleri I. İstanbul: Dergah. Kasımoğlu, S. (2018). Anne Arketipi Olarak Toprak: ''Toprak Ana'' İle ''Kara Toprak'' Arasında Ebedi Salınım. Turnalar Dergisi, 20/72, 44-50.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Gönül YONAR 43 Kaya, M. (2001). Gönül Hanım, Bozkurtlar, Ağrı Dağı Efsanesi Romanlarında Köken Miti. Folklor / Edebiyat Dergisi. (7/ 26), 105-110. Kırzıoğlu, B. (1964). Kars İli ve Çevresindekilere Göre Kızılelma. Folklor Araştırmaları Dergisi, Ağustos, 3501-3502. Köse, S. (2016). Mitoloji ve Şiir: Uygulamalı Halkbilimi Bağlamında Ziya Gökalp’in Şiirlerinde Türk Mitik Tasarımı. ( Ed. Mehmet Surur Çelepi). İsmail Çetişli Hatıra Kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları. 301-311 Meram, A. K. (1969). Türkçülük ve Türkçülük Mücadeleleri Tarihi. İstanbul: Kültür Kitabevi. Meydan Larousse. ( Tarih yok). C.7. Moran, B. (2008). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim. Osmay, N. (2018). İnsan Mühendisliği. İstanbul: Alfa. Pearson, C. S. (2003). İçimizdeki Kahraman. (çev. Semra Ayanbaşı). İstanbul: Akaşa Yayınları. TDK Sözlük. (2007). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Tansel, F. (1965). Ziya Gökalp Külliyatı II, Limni ve Malta Mektupları. Ankara: y.y. Tanyu, H. (1962). Ziya Gökalp ve Türk Milliyetçiliği. İstanbul: Toprak Yayınları. Tökel, D.A. (2016). Divan Şiirinde Şahıslar Mitolojisi. İstanbul: FSMVÜ Yayınları. Türkman, S. (2010). Yusuf Akçura Ve Ziya Gökalp. Atatürk Dergisi, 3 (4) URL 1. http://www.psikologankara.net/jung-ve-4-temel-arketipi.html. (Erişim: 02.01.2019).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kurtulgan, Z. (2019). Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 44-57.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 8, Sayı/Issue 18 (Nisan/April 2019), s. 44-57. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut266 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 18.02.2019 ║Kabul Tarihi: 08.03.2019

Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine* On The Determınatıon Of The Idıoms’s Beıng Of Hüseyin Nihal Atsız’s Work Named Ruh Adam

Zehra KURTULGAN**

Öz Sözlükler söz varlığını içeren birincil kaynaklardandır. Söz varlığı ise bir dilin kültürü ve zenginliği hakkında bilgi vermektedir. Dil içerdiği söz varlığı ögeleriyle kendini tanımlar ve çevresindeki nesneleri anlamlandırır. Bu yönüyle dili oluşturan bu söz varlığı ögelerinin tespiti dile yarar sağlamaktadır. Bu amaçla çeşitli eserlerin söz varlığını içeren metin ve şair sözlükleri hazırlanmalıdır. Dilde var olan sözcük ve sözcük grupları bu kaynaklardan taranarak sözlüklere kazandırılmalıdır. Bu çalışmada bu düşünceye yönelik olarak Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam adlı eserinde olup Türkçe Sözlük’te olmayan deyimler tespit edilmiştir. Böylece TDK tarafından hazırlanan 2011 baskılı Türkçe Sözlük’ün daha kapsamlı bir biçime dönüştürülmesi için bu sözlüğe katkı sağlamak amaçlanmıştır. Deyimlerin Türkçenin içerisindeki yeri düşünüldüğünde bu gibi çalışmalar oldukça önem kazanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Sözlük, Söz Varlığı, , Hüseyin Nihal Atsız, Ruh Adam, Deyimler.

Abstract Dictionaries are the primary sources of vocabulary. Vocabulary gives information about the culture and richness of a language. Language defines itself with elements of vocabulary and makes sense of the objects around it. In this sense, the existence of these vocabulary items that make up the language provides the language. These words, which exist in the language, should be scanned from dictionaries from various sources. In this study, the idioms found in Hüseyin Nihal Atsız's Ruh Adam(Soul Man), which are not in Turkish Dictionary, have been determined. Thus, it is aimed to contribute to this dictionary in order to make a more comprehensive form of Turkish Dictionary prepared in 2011 by TDK

* Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans programında Doç. Dr. Emin EMİNOĞLU danışmanlığında hazırlanan “Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam ve Makaleler II Adlı Eserlerinin Sözlüğü ve Söz Varlığı “adlı Yüksek Lisans tez çalışmasından yararlanılarak hazırlanmıştır.

** Ar. Gör., Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Şehir Yerleşkesi, Merkez/ARTVİN. Elmek: [email protected], ORCID: http://orcid.org/0000-0002-7790-4249 Zehra KURTULGAN 45

Keywords: Dictionary, Vocabulary, Hüseyin Nihal Atsız, Ruh Adam (Soul Man), Idioms.

Giriş ''Sözlük, bir dilin sözcüklerini, deyimlerini, deyişlerini abece düzenine göre sıralayan, anlamlarını açıklayan ya da başka dillerdeki karşılıklarını veren yapıt (Kocaman, 1998, s.111).” olarak açıklanmaktadır. Genel bir tanım olmakla beraber bütün sözlüklerin abece düzende olmaması ve bazı sözlüklerde anlam açıklamalarının yanı sıra kullanım bilgileri ve dilbilgisi özetlerine de yer verilmesi nedeniyle eksik bir tanım olarak görülmektedir (Kocaman, 1998, s.111). Aksan'a göre ise ''Sözlük, bir dilin söz varlığını söyleyiş biçimleri ve yazımlarıyla veren başka öğelerle birlikte anlamlarını ve değişik kullanımlarını gösteren bir sözvarlığı kitabı''dır (Aksan, 2009, s. 75). Kısacası sözlükler, söz varlığını içine alan ve bilgi için başvurulan ilk kaynaklardandır (Eminoğlu, 2010, s. 3). Sözlükler, deyimler, atasözleri, kalıplaşmış sözler, terimler vb. gibi bir dilin söz varlığını içeren önemli dil verilerini bünyesinde barındırmaktadır. Söz varlığı temel ve genel söz varlığı olmak üzere iki alt başlık hâlinde sıralanır. İnsanın organlarının adları, akrabalık adları, sayı adları, bitki adları, hayvan adları, din ve gelenek görenekle ilgili adlar temel söz varlığını oluşturan kavramlardan bazılarıdır. Genel söz varlığı ise temel söz varlığı ile birlikte alıntı veya ödünç olarak alınan sözcükleri, deyim, atasözü, ilişki sözleri, kalıplaşmış sözler, terimler ve çeviri sözcükleri de içine alarak dilin bütün sözcüklerini kapsamaktadır (Aksan, 2015, s. 34-50 ). Sözlüklerin içinde barındırdığı söz varlığı öğelerinin önemli bir kısmını da deyimler oluşturmaktadır. Osmanlı Türkçesinde darbımesel, ta’bir ve ıstılah sözcükleriyle kendine karşılık bulan sonraları ise Türk Dili Araştırma Kurumu tarafından teklif edilip yaygınlık kazanan deyim sözcüğü (Sinan, 2015, s. 17), TDK Türkçe Sözlük’te ‘Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir’ olarak açıklanmaktadır (TDK, 2011, s. 651). Yaygın bir ifadeyle deyimler anlatımda akıcılığı yakalamamıza yarayan genellikle gerçek anlamının ötesinde bir anlama sahip olan kalıplaşmış söz öbekleridir (Püsküllüoğlu, 2006, s. 7). Özellikle kişilerin dildeki anlatım gücünü, benzetme ve nükte yapma becerisini açığa çıkarmaktadırlar (Aksan, 2015, s. 39). Bu bağlamda deyimlerin amacının ’bir kavramı özel kalıp içinde veya çekici, hoş bir anlatımla belirtmek (Aksoy, 1988, s. 142)’ olduğu söylenebilir. Dilin konuşurları en az çaba ile etkili ve özlü bir anlatım oluşturabilmek adına yoğun söz öbeği olan deyimlerden yararlanırlar (Şen, 2017, s. 11). Bu yönüyle de deyimler kalıp bir ifadeyle birden çok anlatımı bazen de bir olayı hafızalarda canlandırabilir. Hatta kimi çalışmalar deyimlerin hikâyelerini açıklamaya yönelik hazırlanmıştır. Bu da bazı deyimlerin çıkış noktasının bir fıkra ya da hikâye vb olduğunu gösterir niteliktedir (Sinan, 2015, s. 39-40). Her ne kadar her deyimin kendisiyle özdeşleşen bir hikâyesi, fıkrası olmasa da bütün deyimlerin kalıplaşmış olmak, sözcüklerin yerinin değiştirilememesi, bünyesinde var olan sözcüklerin yerine başka benzer bir sözcüğün getirilememesi gibi genel geçer bazı özellikleri vardır (Püsküllüoğlu, 2006, s. 7). İşte bu söz öbeklerinin belli başlı özelliklerinden biri de kaç sözcükten oluşması gerektiğidir. Sözcük sayısı bazı araştırmacılar tarafından tartışma konusu olmuş Aksan ve Aksoy gibi kimi

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

46 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine araştırmacılar tek kelimeden oluşan sudan, gözde, görücü, yüzünden1 gibi kalıplaşmış ifadeleri deyim olarak kabul etse de Aksoy sonradan bu fikrinden uzaklaşmıştır. Genel kabul ise kalıplaşmış bir ifadenin deyim olarak kabul edilebilmesi için en az iki kelimeden oluşması yönündedir2 (Sinan, 2015, s. 21). Deyimlerin bu özelliklerinin yanı sıra kendine özgü bir anlatımı vardır. Çoğu zaman gerçek anlamlarının dışında bir anlama sahip olsalar da gerçek anlamıyla kullanılan deyimler de bulunmaktadır (Püsküllüoğlu, 2006, s. 7). ‘İyi gün dostu’ vb. gibi gerçek anlamlarını kaybetmemiş olan deyimlerde kalıplaşmış biçimden çıkarılan anlam ile sözcüklerin oluşturduğu gerçek anlam birbirinden farksızdır. Gerçek anlamı dışında kullanılan deyimlerde ise durum bunun tam tersidir. Kalıp ifadenin anlamı ile deyimi oluşturan sözcüklerin anlamı birbirinden farklıdır yani gerçek anlamının dışında bir anlama sahiptirler (Yurtbaşı, 2012, s. 10). Deyimleri yukarıda sayılan özellikleriyle değerlendirdiğimizde ‘kalıplaşmış olmak, en az iki sözcükten oluşmak, sözcüklerin yerlerinin değiştirilememesi, var olan sözcüklerin yerine başka sözcüklerin getirilememesi’ deyimi deyim yapan en belirgin özellikler olarak göze çarpmaktadır. Deyimlerde Hatiboğlu’na göre kalıplaşmalar önemli olsa da atasözlerine kıyasla bazı sözcüklerin değişme ihtimali daha fazla olmaktadır. Eski (köhne) tas ya da eski (köhne) hamam örneğinde görüldüğü üzere tas ve hamam sözcüğü birbirinin yerine kullanılır hâle gelmiştir3. Bu çalışmanın esas konusunu teşkil eden Hüseyin Nihal Atsız’ın deyim varlığına genel olarak bakıldığında ise sanatçının eserinde deyim olarak kullandığı kalıp ifadelerde, genel olarak bilinen bazı sözcüklerin yerine eş anlamlı benzer bir sözcüğün getirildiği ya da ‘yüreği büyük derde girmek, ruhu ızdırap içinde çalkanmak, derdine em vermek, içindeki ateş yalazlanmak, gönlünde nisan esintileriyle birlikte karakış boraları da esmek ’ vb. gibi tamamen sanatçıya yönelik yepyeni bir kavramın oluşturulduğu görülmektedir. Bu da sanatçının dünyaya ve sanata dair nasıl bir bakış açısı sergilediğinin kanıtı gibidir. Bu gibi özgün ifadeler eserlere yeni bir boyut kazandırmakta ve Türkçenin anlatım zenginliğini de ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada Hüseyin Nihal Atsız’ın ‘Ruh Adam’ adlı eserinde tespit edilen sözcük gruplarına yer verilmiştir. Bu sözcük grupları TDK tarafından hazırlanan 2011 baskılı Türkçe Sözlük’te bulunmamaktadır. Sözlükte bulunmayan deyimlerin anlamı çeşitli kaynaklardan ya da tarafımızdan verilmiştir. Deyimlerin metin içerisinde yer aldığı cümleler anlam açıklamalarının yanında tırnak içinde yer almıştır. Deyim ifadesinin geçtiği sayfalar ise RA(Ruh Adam) kısaltmasının yanına numaraları yazılarak belirtilmiştir. Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserinde Tespit Edilip TDK Tarafından Hazırlanan 2011 Baskılı Türkçe Sözlük’te Bulunmayan Deyimler: adak vermek bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla bir şey sunmak veya birini feda etmek. ‘Evdeşini Naranta’ya adak verdi.’ RA 8

1 Ayrıntılı bilgi için bk. Ömer Asım Aksoy, ‘Atasözleri, Deyimler’, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara: TDK yayınları, 217,1988, s.141. 2 Ayrıntılı bilgi için ayrıca bk. Ahmet Turan Sinan, Türkçenin Deyim Varlığı, İstanbul: Kesit Yayınları, 2015, s.21. 3 Ayrıntılı bilgi için bk. Vecihe Hatiboğlu, ‘Atasözleri ve Deyimler’, http://www.tdk.gov.tr/images/css /TDD/1964s152 /1964_152_03_V_HATIBOGLU.pdf/, s.470. erişim: 12.02. 2019.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 47 ağır bir yükten kurtulmak sorumluluğu zor olan bir durumu atlatarak rahatlamak, hafiflemek. ‘Selim birdenbire içinde bir ferahlık duydu ve ağır bir yükten kurtulmuş insanların manevi kuvvetiyle sordu.’ RA 319 alay konusu olmak küçümsenecek bir şey gibi görmek. ‘Aşkı neden bu kadar küçük ve alay konusu olarak görüyorsunuz?’ RA 205 aşina çıkmak tanıdık gelmek. ‘Bazı isimlere aşina çıkıyordu.’ RA 33 azlıkta kalmak çoğunluğu sağlayamamak, diğerlerinden sayıca az olmak. ‘Meclis’te azlıkta kalacağından korkuyor.’ RA 105 başı dumanlanmak sarhoşluğun etkisiyle hiçbir şeyi seçemez duruma gelmek, çakırkeyf olmak. ‘Son kadehini de içmişti. Artık başı dumanlanmıştı.’ RA 139 belasını beklemek belasını aramak, kavga çıkarmak için fırsat aramak. ‘Bazen bir ses kendine belanı mı bekliyorsun dediğini duyar gibi oluyor.’ RA 72 beyni allak bullak olmak iyi düşünemez olmak, zihni karışmak. ‘Bunları hatırlayınca beyni allak bullak oldu.’ RA 170 beyni durmak hiçbir şey düşünememek, donup kalmak. ‘Beyninin durmak üzere olduğunu hissetti.’ RA 331 beyni motor gibi çalışmak aklı sürekli çalışır durumda olmak. ‘Kendisi bu kadar ağır yürürken beyni motor gibi çalışıyordu.’ RA 274 beyni zonklamak yorgunluk vb. şeylerden dolayı başı ağırlaşmak, çok ağrımak, içinden zonklamaya benzer sesler gelmek. ‘Beyni zonkluyor, bir şey işitmiyordu.’ RA 311 beyninde bir ışık yanmak aklına bir fikir, bir çözüm yolu gelmek. ‘Bir şeyler hatırlar gibi oldu. O zaman beyninde bir ışık yandı.’ RA 337 beyninde seyyale dolaşmak aynı anda birden fazla şey düşünmek. ‘Zihnini bununla yorarken beyninin içinde ince ve örseleyici bir seyyalenin dolaştığını seziyordu, bu dolaşma sırasında zaman zaman kafasının içinde bir yer aydınlanır gibi oldu.’ RA 109 beynini yormak aşırı bir çaba göstererek düşünmek. ‘Bunu düşünüp bulmasıyla unutması bir oluyor, yeniden bulmak için beynini aşırı bir gayretle yoruyordu.’ RA 295 beynini kurcalamak aklı sürekli bir konu üzerinde takılıp kalmak. ‘Selim beynini kurcalayan sarsıntılar arasında onun sözlerini yarı anlamış bir halde sordu.’ RA 10, 323 beynini oymak beynini zorlamak. ‘Yek, iki muamma halinde beynini oyuyordu.’ RA 143 beynini uyuşturmak düşünemez hâle getirmek. ‘Bu umulmadık darbe kendisini sersemletmiş, beynini uyuşturmuştu.’ RA 44 bir hiç uğruna boşuna, boş yere. ‘Birçok ümitler gibi iki genç subayın parlak istikballeri bir hiç uğruna nasıl heba olmuş’ RA 197 (birinin) gözüyle anlatmak başka birinin bakış açısı ile olaylara bakıp anlatmak. ‘Hürriyetperverlerin ağzı ve gözüyle anlatıyor.’ RA 103

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

48 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine

biraz olsun4 az da olsa, en azından, birazcık anlamında kullanılan bir söz. ‘Ne yapmalı da onu biraz olsun değiştirmeli, diye düşünüyor’ RA 105 birbirini kovalamak ardı, arkasınca sürekli bir şekilde gelmek. ‘Sürprizler birbirini kovalıyordu.’ RA 205 canından olmak bir şey uğruna yok yere ölmek. ‘ İki bin yıl önce ona ok atamadığı için canından olmamış mıydı?’ RA 267 cevap almak bir soruya veya bir söze karşılık olarak bir şey söylenmek.’ O kadar sarsıldı ki hoşlanmadığı bir cevap alırım korkusuyla bir şey soramadı.’ RA 88, 338 çare edememek tedavi yolu veya ilaç bulamamak, iyileştirememek. ‘Hekimler geldi ilaç bulamadı, bakşılar geldi çare edemedi.’ RA 9 çehresinden okunmak yüzünden anlaşılmak, yüz ifadesi her şeyi anlatmak. ‘Gizli bir kıskançlığın azabı çehresinden okunuyordu.’ RA 17 dar çerçeveden görmek durum veya olaylara tek bir yönden bakmak. ‘Mahrum kaldıkça gelip geçen şeyleri kendi dar çerçevelerinden görmekte devam edeceklerdir.’ RA 92 darbe üstüne darbe vurmak üst üste birinin canını sıkan bir şeyler söylemek veya yapmak. ‘Bu kız sanki Selim’e darbe üstüne darbe vurmak için gelmişti.’ RA 161 derdine em vermek derdine çare bulmak, sıkıntının giderilmesine yardımcı olmak. ‘Artık bana varmaz mısın, derdime em vermez misin?’ RA 8 desem de yalan olmaz (veya yalan olur) bir sözün doğruluğunu vurgulamak amacıyla ‘dersem yalan söylememiş olurum veya doğru olmaz’ anlamında kullanılan bir kalıp ifade. ‘Yüzbaşı Burkay beni ilgilendirmedi desem yalan olur.’ dikkatinden kaçmamak fark etmek, gözüne çarpmak. ‘Son zamanlarda sık sık bir yere gittiği de Ayşe’nin dikkatinden kaçmıyordu.’ RA 81, 251 dikkatine çarpmak farkına varmak, dikkatini çekmek. ‘Arslanım diye hitap etmekteki garabet dikkatine çarpmadı.’ RA 1682 doğrusunu ararsan doğrusunu söylemek gerekirse anlamında bir söz. ‘Doğrusunu ararsan buraya senden başka kimsenin girmemesi lazım, ama giriyorlar işte.’ RA 143 dünyadan çekilmek ölmek, hayatı son bulmak. ‘Hizmet ederek birer birer dünyadan çekildiler.’ RA 172 düşkün kalmak bağımlı olmak. ‘Düşkün kalmak korkunçtur.’ RA 327 ellerini kavuşturmak ellerini arkasına götürüp birleştirmek. ‘Sonra ellerini arkasına götürerek kavuşturdu.’ RA 51 emrine alınmak hizmetine alınmak. ‘Vazifesini yaptığı liseden çıkarılmış, bakanlık emrine alınmış.’ RA 23, 47

‘bir ara, bir arada, bir avuç, bin kat, bir bir, bir daha, bir o kadar, bir parça gibi ölçü, zaman vb. bildiren ifadeler ile bu ne çalım, bundan böyle, böyle böyle, gel de anlat gibi ifadeler ve gece hayatı, gece baskını, hayat adamı, hayat arkadaşı gibi tamlama belirten ifadeler’ deyim kategorisi altında değerlendirilmiştir, ayrıntılı bilgi için bk. Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Deyimler Sözlüğü, Ankara: Arkadaş Yayınları, 2006; Ahmet Turan Sinan, Türkçenin Deyim Varlığı, İstanbul: Kesit Yayınları, 2015.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 49 eş edinmek kendine eş olarak almak, evlenmek. ‘Eve getirip eş edindi.’ RA 8 eşit tutmak ayrım yapmamak, bir saymak. ‘Ayşe’yi de o herkesle eşit tutmak aklının ucundan bile geçmemişti.’ RA 185 felaketini hazırlamak bir iş veya bir durumda sonunu getirmek, kötü bir şey gelmesine yol açmak. ‘ Selim’in felaketini hazırlayan şey harp tarihi vazifelerinin birinde kullandığı bir cümle olmuştu.’ RA 38 fena bir şey olmamak fena değil, oldukça iyi. ‘Gazeteyi ilanlarına kadar okuyarak oyalanmak, hatta sonundaki bulmaca ile meşgul olmak hiç de fena bir şey olmayacaktı.’ RA 43 fırtına koparmak kavga, gürültü, kargaşa ortamı yaratmak. ‘Bir konuşmanın büyük bir fırtına koparacağını ikisi de biliyordu.’ RA 291 fırtınayı koparmak tahammül edilemeyecek bir duruma getirmek. ‘Büyük simasıdır, demesi fırtınayı koparmıştı.’ RA 38 fuhşun felsefesini yapmak, namusun müdafaasını yapmaktan daha kolay olmak yanlış ve ahlaka uygun olmayan davranış ve işler dürüst ve doğru işlerin savunmasını yapmaya nazaran kişiye daha cazip gelmek. ‘Çünkü yanlış ve yalan davalar daima parlak gözükür. Fuhşun felsefesini yapmak, namusun müdafaasını yapmaktan daha kolay olduğu gibi…’ RA 105 garip gelmek garip bulmak, yadırgamak. ‘Görmediği bu şekilde konuşma Güntülü’nün annesine çok garip geliyordu.’ RA 265, 273 gayret sarf etmek gayret göstermek, çaba harcamak, başarmak için çalışmak. ‘Sizin buraya gelmenize mani olmak için bütün gayretimi sarfettim.’ RA 27 geriye almak (saat) ayarını değiştirip ileri durumdan geri duruma getirmek, erkene almak. ‘Bazan münasebetsiz bir el saati geriye alabilir.’ RA 110 gönlü ahu zar ile dolu (olmak) acı ve sıkıntı içinde olmak. ‘ Gönlü âh ü zâr ile doluydu.’ RA 324 gönlü kararmak sıkıntı duymak, kötü şeyler hissetmek. ‘Ferahlık duyduğu ile gönlünün kararması bir oldu.’ RA 37 gönlü kırıla kırıla toz haline gelmek çok fazla incinmek. ‘Fakat gönlü kırıla kırıla toz haline gelmiş, kırılacak tarafı kalmamıştı.’RA 74 gönlü rahat olmak sıkıntısı, tasası olmamak. ‘Bir gönülün âh u zâr ile dolmasının ne demek olduğunu gönlü rahat olanlar anlayamazdı.’ RA 32 gönlü tutuşmak aşık olmak. ‘Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.’ RA 2852 gönlünde nisan esintileriyle birlikte karakış boraları da esmek karışık duygular içinde olmak, farklı duyguları bir arada yaşamak. ‘Bu sanık öyle bir sevgiye tutuldu ki gönlünde nisan esintileriyle birlikte karakış boraları da esti.’ RA 300 gönlüne çökmek sıkıntı basmak, göğsünde yumru gibi bir ağırlık hissetmek. ‘Yıllardır gönlüne çöken ağır yükten kurtulduğunu duyuyor.’ RA 267 gönlünü aydınlatmak içine bir ferahlık, huzur vermek, mutlu hissetmek. ‘Kendi pörsük gönlünü aydınlatmak sevdasına kaptırıyor.’ RA 119

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

50 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine

göz hapsinde tutmak göz hapsine almak. ‘Deminden beri onu göz hapsinde tutan Ayşe birdenbire Selimin suratının asıldığını, âdeta hakârete uğramış gibi öfkelendiğini görerek yavaşça ‘Ne oluyorsun?’ diye sordu.’ RA 226 göz hapsinde olmak göz hapsine alınmak. ‘Selim ise göz hapsinde olduğunu asla anlamayarak, hattâ ne yaptığını bile pek bilmeyerek bir şeylerle uğraşıyordu.’ RA 283 gözleri düğümlenmek bakışları bir noktaya odaklanmak, bir noktada kilitlenmek. ‘Gözleri Leyla Hanım’ın üzerinde düğümlenmişti.’ RA 251 gözleri gülümsemek gözlerinin içi ışıl ışıl olmak. ‘Gözleri gülümseyerek bakar, düzgün konuşmasıyla derhal iyi bir intiba bırakırdı. ‘ RA 20 gözleri hayretle açılmak şaşkınlıktan gözleri büyümek. ‘Her zamanki yerine koymak için eline aldığı zaman gözleri hayretle açıldı.’ RA 280 gözleri nemlenmek gözleri yaşarmak, ağlamaklı olmak. ‘Bir gece radyoda Eski Arkadaşlar marşı çalınırken gözleri önce enerjik bir sevinçle parlamış sonra hafifçe nemlenmişti.’ RA 71, 184 gözleri şimşeklenmek kızgın bir şekilde bakmak, çok öfkelenmek. ‘Selim’in gözleri şimşeklendi. Budala ! İnsan bildiği şeyi başkasından duyunca ürker mi?’ RA 121 gözleri vahşi parıltılarla ışıldamak gözlerinde gizli olan bir şeyi bilmenin, bunu açığa çıkaracağının acımasızlığı, hazzı belirmek. ‘Gözleri vahşi parıltılarla ışıldamaya başlamıştı.’ RA 160 gözlerinden perde kalkmak gerçekleri görmek. ‘Selim gözlerinden perde kalkan bir insan gibi gerçekleri görmeye başlıyordu.’ RA 242 gözlerine bir ağırlık çökmek uyku bastırmak, uykusuzluktan gözleri kapanmak üzere olmak. ‘Gözlerine bir ağırlık çökmek.’ RA 331 gözleri( gözü) değmek gözü kısa bir süreliğine belli bir noktaya takılmak. ‘Bir aralık gözleri salona değdi.’ RA 168, 179, 271, 330 gözlerine içirmek ağladığını saklamak, belli etmemek.’ İki damla yaşı her cihetten gözlerine içirdi.’ RA 25 gözlerini çevirmek başka bir yöne bakmak, bakışlarını başka bir tarafa yöneltmek. ‘Ülker gözlerini Emine ‘den çevirdi.’ RA 348 gözlerini duman kaplamak uyuşuk, sersem bir hâlde olmak. ‘Bu sözler Selim’ e şok tesiri yaptı. Biraz ayılır gibi olduysa da gözlerini yeniden duman kapladı.’ RA 294 gözlerini süzmek baygın baygın bakmak. ‘Beni neden üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun.’ RA 5 gözleriyle gülmek gözleri ışıl ışıl olmak, gülümsemesi gözlerine, bakışlarına yansımak. ‘Deminden beri gözleriyle gülen kızlar.’ RA 58 gözünde kan tütmek çok sinirlenmek, öfkelenmek. ‘ Çılgın bir öfke ile sarsılıyor, gözünde kan tütüyordu.’ RA 71 gurur meselesi yapmak onurundan ödün vermemek adına tutumundan vazgeçmemek. ‘Bunu bir gurur meselesi yaptığı için değil elinden gelmediği için böyle davranıyordu.’ RA 240

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 51 hafızasını yormak çok düşünmek, hatırlamaya çalışmak. ‘Bir takım kız isimlerinin birbirine karıştığı hafızasını yorarak bunların arasından seçmek ve onu kolundaki kıza yakıştırmak sıkıcı bir işti.’ RA 89 hakarete uğramak hakaret görmek, küçültücü söz veya davranışa maruz kalmak. ‘Tıpkı kendi uğradığı hakaretlere uğramış olduğunu belirten çok ağır…’ RA 53, 226 hakarette bulunmak hakaret etmek, aşağılamak. ‘Yahut ona hakarette bulunuyordu.’ RA 26 harekete girişmek harekete geçmek. ‘Böyle bir harekete giriştiği düşünülebilir.’ RA 173 hayat arkadaşlığı etmek evlilik dolayısıyla birlikte yaşamak; yaşamın iyi, kötü her anını birlikte paylaşmak. ‘Yıllardır hayat arkadaşlığı eden, en tâlihsiz günleri ancak birbirlerine dayanarak geçiren bu iki kişinin hâlâ karşılıklı açılmamış tarafları vardı’ RA 185 hayata dönmek yaşama sevincini tekrar elde etmek. ‘Garami şiirlerle meşgul olmak hayata dönmenin işareti gibi idi.’ RA 71, 133, 184, 187 hayata karıştırmak hayatla bağlantıyı sağlamak, yaşama sevincini geri kazandırmak. ‘Selim’ i hayata karıştırmak için her şeyi deniyor.’ RA 74 hayatı tehlikede olmak can güvenliği bulunmamak, ölümle burun buruna olmak. ‘Hayatınızın tehlikede olması icab eder.’ RA 174 hayatını vermek ölmek. ‘Beş yüz kişiyle savaşarak hayatımı verdim.’ RA 317 hayatını zehir etmek hayatı çekilmez bir duruma getirmek, hayatını mahvetmek. ‘Bu fikir için hayatını zehir ettikten sonra kralcılığın adını dahi bilmeyen bir kız için kendini neden girdaba attın?’ RA 327 hayatını zehre çevirmek hayatını çekilmez bir duruma getirmek. ‘Hayatını zehre çevirdiği krallardan bir teki bile kendisini haklı bulmuyordu.’ RA 311 hayretler içinde bırakmak Şaşırtmak. ‘Alay etmediği için Ayşe’yi hayretler içinde bırakıyordu.’ RA 181 her ne olursa olsun ne olduğu çok önemli olmamak, olması yeterli olmak. ‘İş, her ne olursa olsun, bir baltaya sap olmak, işsiz güçsüz dolaşmaktan iyidir.’ RA 144 hesap yapmak hesaplamak, enine boyuna düşünmek. ‘Zihninde birkaç kere aynı hesabı yaptı.’ RA 219 ızdırap içinde kıvranmak çok acı, keder, sıkıntı çekmek. ‘Ruhunun da ızdırap içinde kıvranmasını ve dünyaya her gelişinde…’ RA 15 ızdırap ızdırap üstüne keder keder üstüne çekmek sürekli olarak acı ve üzüntüye maruz kalmak; çok acı, çok sıkıntı çekmek. ‘Izdırap ızdırap üstüne, keder keder üstüne çekti.’ RA 9 ızdırap vermek acı ve üzüntü vermek; üzülmesine, acı çekmesine neden olmak. ‘Size ızdırap veren bir şey var.’ RA 235, 305 iç huzurunu kaybetmek huzursuz olmak. ‘Selim onun gözlükler arkasından bakan gözlerini Yek’e benzeterek yeniden iç huzurunu kaybetti.’ RA 148

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

52 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine

iç sıkıntısı duymak ruhen huzursuz hissetmek. ‘Selim bu göreve başladığından beri ilk defa bir iç sıkıntısı duydu.’ RA 149 içi sıkıntıyla dolmak çok sıkıntılı olmak, sıkıntı, eziyet çekmek. ‘İçi sıkıntıyla dolu gün batana kadar bekledi.’ RA 6 içindeki ateş yalazlanmak sıkıntısı, derdi bir kat daha artmak. ‘Her gidişte içindeki ateş yalazlandı.’ RA 6 iradesini takınmak kendine gelmek, toparlanmak. ‘Her zaman yaptığı gibi iradesini takındı ve aldırmamak itiyadını kullanarak sarsıntıyı atlattı.’ RA 91 isim vermek bir hastalığın veya rahatsızlığın teşhisini koymak. ‘Doktor bir isim vermedi mi?’ RA 232 işe girişmek (veya koyulmak) bir işi yapmaya başlamak. ‘Ayşe kadınlık merakı ile yorucu bir işe girişmekten çekinmedi.’ RA 104, 282 işe sarılmak kendini tamamen bir şeye veya işe vermek. ‘Sonra buraya tayin edilerek bütün aşkı ve şevki, bütün enerjisi ve iyi niyetiyle işe sarılmıştı.’ RA 19 işin içyüzünü bilmek bir olayın veya durumun altında yatan sebebi bilmek. ‘Gerçi işin işyüzünü bilenler, gelip dostluk gösterenler de bulunmuyor değildi.’ RA 21 işini kavramak ne iş yapacağını veya ne yapması gerektiğini çözmek. ‘Selim üç beş günde işini kavramış, ve odaya göz atmaya başlamıştı.’ RA 145 iyiliğe kemlik etmek iyilik yapan birine kötülükle karşılık vermek, iyilik bilmemek. ‘Burkay, iyiliğe kemlik ettin.’ RA 8 iyiyi kötüyü ayırt edememek iyinin ve kötünün ne olduğunun bilincinde olmamak, bu ayrımı yapacak yetkinlikte bulunmamak. ‘Bunlar nihayetinde çocuktur. İyiyi kötüyü ayırt edemezler.’ RA 18 iz vermemek belli etmemek. ‘Sonra yine dışarıya iz vermeyen bir yüzle: Güzel olur. Yalnız bir eksiği var, demişti.’ RA 153 kafasına saplanmak sürekli olarak aynı şeyi düşünmek. ‘Fakat o mısra kafasına saplanmış, çıkmak bilmiyordu.’ RA 283 kalbi durmak çok korkmak veya heyecanlanmak. ‘Bir adım atarken kalbi duracak gibi oldu.’ RA 327 kalbinde ateş yanmak âşık olmak, sevmek. ‘O kadar istiyordu ki kocasının kalbinde yeniden ateşin yanması için onun bir başkasını sevmesine bile razıydı.’ RA 71 kalbini deşmek çok derinden etkilemek, kendine aşık etmek. ‘O füsunkar ve güzel gözleri her kalbi deşen. Öyle bir nazlı kızın aşkına düştüm.’ RA 79 kanına çılgınlık yürümek gözü hiçbir şeyi görmemek, aşk vb. duyguların etkisiyle ne yaptığını bilmemek, aklı başından gitmek. ‘Gözünü sevda bürümüş kanına çılgınlık yürümüştü.’ RA 8 kefesine eklenmek artı sağlamak, yararına olmak. ‘Çünkü Temir’in zekası ve kumandanlık vasfı, Safevi ordusunun kefesine eklenince ağır basacaktı.’ RA 100

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 53 konu hâline getirmek gündem oluşturmak, sürekli konuşulmasını sağlamak. ‘Fikir meselesini dallandırıp budaklandırarak bütün memlekete şamil bir konu hâline getirenler şahsî kin ve garezleriyle hareket edenler, kocasının istikbâlini yıkmaya çalışmışlar...’ RA 21 mahpus kalmak esir olmak, hapsedilmek. ‘Ayşe’nin âh u zârı gönlünün sınırları içinde mahpus kalmaya mahkûmdu.’ RA 32 manası kalmamak hiçbir anlamı olmamak. ‘Artık daha fazla saklamanın hiçbir manası kalmıyordu.’ RA 233 mana taşımamak hiçbir şey ifade etmemek, bir anlamı olmamak. ‘Onca ne gazetelerin neşriyatı, ne hükûmetin resmi tebliği bir mânâ taşıyordu.’ RA 33, 50, 158 marş etmek ask. yürümesi için askeri kıtaya komut vermek. ‘Soldan geri marş edeceğim komutanım.’ RA 194 mazide kalmak geçmişte kalmak, artık eskide olmak. ‘İnsanlar mazide ve tarihin yaprakları arasında kaldılar.’ RA 30 menfaat görmek faydasını görmek, çıkar elde etmek. ‘Kendisinin, menfaat gördükleri zaman en ilahi hakikati bile red, inkar, tahrif veya ihfa edebilen insanlar tarafından hikaye edilmesindendir.’ RA 103 müsaade almak izin almak. ‘Kızların gitmek üzere Ayşe’den müsaade almaları onu birdenbire rahatlattı.’ RA 132 ne malum gerçekliği ve doğruluğu şüphe uyandıran, doğruluğunu ispatta kanıtsal bir gerçeklik bulunmayan durumlarda ‘ nerden biliyorsun, belki de öyle değil’ anlamında kullanılan bir söz. ‘Bu hükmün doğruluğu ne malum.’ RA 103 neşe saçmak olumlu yanını çevresindeki insanlara da yansıtmak, sürekli güler yüzlü, canlı, gözleri ışıl ışıl olmak. ‘Çevresine neşe saçan bir insanın hatırlanışındaki hususiyet vardı.’ RA 125 netice çıkarmak sonuç çıkarmak, kesin bir karar veya görüşe varıp bunu bildirmek. ‘Bu sözlerden ben bir netice çıkaramıyorum.’ RA 14 normale dönmek düzelmek, hâl ve hareketlerinde veya sağlık durumunda bir iyileşme meydana gelmek. ‘Selim’in normale döneceğini umarak büyük bir sebatla uğraşmıştı’ RA 184, 201 omuzundaki ağır yükü hafifletmek üzerinde olan sorumluluklarını azaltmak, hafifletmek. ‘Ayşe’nin omuzundaki ağır yükü böyle hafifletmeye uğraşıyordu.’ RA 69 ortaya fırlamak ortaya çıkmak, belirmek. ‘Kahraman kendiliğinden mi ortaya fırladı.’ RA 103 pembelik basmak utanç vb. duyguların etkisiyle yüzü pembe pembe olmak.’Güntülü’nün yüzüne birdenbire o tatlı pembelik bastı.’ RA 67 ruhu ızdırap içinde çalkanmak acı, ıztırap çekmek. ‘Dünyaya her gelişinde ruhu ızdırap içinde çalkansın, dedi.’ RA 8 ruhunu doldurmak duygularına hitap etmek, ilgisini çekmek. ‘Fakat onun ruhunu dolduran askerlik başka her şeyi o kadar ezip kırmıştı ki.’ RA 113

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

54 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine

ruhunu huzurun ışığından didişmenin karanlığına atmak rahatı, huzuru bırakıp zor işlerle uğraşmak, kendini sıkıntıya sokmak. ‘Ruhunu huzurun ışığından didişmenin karanlığına atmıştır.’ RA 304 ruhunun karanlık hücresinde bir pancur açılmak rahata erişmek, rahatlamak, huzura kavuşmak. ‘Ruhunun karanlık hücresinde bir pancur açıldığını ve oradan içeriye ışık ve serinlik dolduğunu hissetti.’ RA 34 sarsıntıya uğramak sarsıntı geçirmek, beklenmedik bir olaydan çok etkilenmek, üzülmek. ‘Gönlünde dayanılmaz bir ibtilâ duyuyordu. Karanlıktaki meçhul kadın sesini işitmezse, muayyen zamanda morfin bulamayan hastaların tutulacağı buhran gibi ruhi bir sarsıntıya uğrayacağını biliyordu.’ RA 109 sefaletin kucağına bırakılmak sefalet, açlık vb. çaresiz durumlara itilmek. ‘Küçük bir çocuk gibi sefaletin kucağına bırakılıyordu.’ RA 47 sesini dikleştirmek sert bir şekilde konuşmak. ‘Pusat sesini dikleştirdi.’ RA 51 sınırları aşmak haddinden fazlasını yapmaya çalışmak. ‘Güntülü’ye hiç de toz konduramıyor, Selim’i sınırlarını aşmış bir adam olarak görüyordu.’ RA 265 sigaya çekmek sorgulamak, hesaba çekmek. ‘Emine, aklına gelen ve Ülker’i sigaya çekmek konusunda çok yerinde olan bir soruyu sormak üzere idi ki.’ RA 345 silah tutmak eli silah tutmak, silah kullanabilmek. ‘Üniforma giymek, silah tutmak, bölüklere kumanda etmek istiyordu.’ RA 267 söz döğüşü hâline girmek tartışma şeklini veya durumunu almak. ‘Tartışma olmaktan çıkıyor söz döğüşü haline giriyordu.’ RA 39 söz olsun diye öylesine. ‘Söz olsun diye sordu.’ RA 351 şeytana kul olmak yanlış işler yapmak. ‘Bir kadına tutsak olmak şeytana kul olmak demektir.’ RA 304 şüphe altında bırakmak kuşkulandırmak. ‘İkisiyle temas onu şüphe altında bıraktı.’ RA 173 taarruza geçmek kişiyi etkilemek vb. şey için hareket etmek. ‘Selim’ e karşı taarruza geçmiş, hem güzelliğini, hem zekasını kullanarak kendisini zorla, evet zorla sevdirmişti.’ RA 242 tahta geçmek tahta çıkmak, hükümdar olmak. ‘Tahta geçmek uğrunda, yahut taht için tehlikeli olduklarından dolayı yüzlerce şehzade can vermişti.’ RA 170, 171, 1723 tarihin yaprakları arasında kalmak eskide kalmak, unutulmaya yüz tutmak. ‘İnsanlar mazide ve tarihin yaprakları arasında kaldılar.’ RA 30 tehlikeye atmak tehlikeye düşürmek, sıkıntı, üzüntü veya zarar oluşturacak bir duruma sokmak. ‘Hastanın hayatını tehlikeye atmaktansa ehemmiyetsiz, herhangi bir doktor olarak kalmayı tercih ederim.’ RA 265, 277, 291 teklif almak teklif edilmek, söylenmek. ‘Hiçbir teklif almadan masanın önündeki sandalyayı çekip oturdu.’ RA 26 tereddüt geçirmek kararsız kalmak, emin olmamak. ‘Hayal kırıklığı ile arzu arasında bir tereddüt geçirdikten sonra memnuniyetsizliğini yendi.’ RA 110

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 55 tesir altında kalmak etkilenmek. ‘Bu kızın o kadar çarpıcı güzelliği, yüzünün o kadar düzgün çizgileri vardı ki, onu beğenmeyecek, tesirinde kalmayacak erkek düşünülemezdi.’ RA 1314, 172, 263, 267, 296, 331 toprağa serilmek ölmek, şehit olmak. ‘Neden kanlar dökülüp kahramanlar toprağa serilsin?’ RA 117 uçan kuştan kıskanmak çok kıskanç olmak. ‘Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı.’ RA 8 ümidini kaybetmek bir şeyden umudunu kesmek, hiçbir beklentisi kalmamak. ‘Ayşe henüz bütün ümitlerini kaybetmemişti.’ RA 71 vakit bulmak birine veya bir şeye ayıracak zamanı olmak. ‘Bu kaygı arasında eşini oğlunu düşünecek vakit bulamadı.’ RA 78 yeryüzü gözüne karanlık olmak çok sıkıntılı bir duruma düşmek. ‘Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu.’ RA 53, 6 yüreği büyük derde girmek aşk acısı çekmek. ‘Sevdiği kızı anlattı. Yüreğin büyük derde girmiş.’ RA 7 yüreğindeki odu söndürmek aşk acısı, ızdırap çekmekten kurtarmak. ‘Tanrı’ya yalvardı, yüreğimdeki odu söndür, dedi.’ RA 6 yüreği iyilikle çarpmak iyilikten başka bir şey düşünmemek. ‘Ama yürekleri yalnız iyilikle çarpan, dünyada yalnız iyi şeyler bulunduğunu sanan genç kızların da kötü duygulara kapılmış olması korkunçtu.’ RA 24 yüzü pembe pembe olmak utancından yüzü kızarmak. ‘Güntülü’nün yüzü pembe pembe olmuştu.’ RA 262 zarar erişmek zarar vermek, kötülük etmek. ‘Benim bu büyük hatam yüzünden insanlığa zarar erişmedikten sonra…’ RA 11 zevk vermek hoşlanmak, hoşuna gitmek. ‘Susuz kalarak can vermeleri bana aynı derecede zevk verir.’ RA 330

Sonuç Metin ve sanatçı sözlükleri, bir dilin söz varlığını göstermesi açısından önemli eserlerdir. Söz varlığı bir dilin işlenmişliği ve zenginliği hakkında bilgi vermektedir. Bu bağlamda söz varlığını içine alan metin ve sanatçı sözlüklerinden tespit edilen söz varlığı ögeleri Türkçenin sahip olduğu dil verilerini ortaya çıkarak sözlükçülük açısından kaynaklık etmektedir. Ne yazık ki bu alanda yapılan çalışmaların sayısı yeterli değildir. Aynı zamanda bazı sözlüklerin içerdiği madde başı ya da madde içi sözcük ve sözcük grupları çok kapsayıcı nitelikte olmamakla birlikte günlük yaşama dair genel kullanıma sahip birçok sözcük bu sözlükler içerisinde yer almamaktadır. Bu yüzden sözlük maddelerinin ve sözcüklerin anlam açıklamalarının daha kapsamlı bir biçime dönüştürülebilmesi için bu gibi bilimsel çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Yapılan bu çalışmalar aracılığıyla sözlükler zengin bir içeriğe sahip olmakta ve dilimizde var olan çoğu öge sözlüklerde yerini almaktadır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

56 Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Adlı Eserindeki Deyim Varlığının Tespiti Üzerine

Bu amaç dâhilinde yapılan bu çalışmada Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam adlı eserinde bulunan TDK Türkçe Sözlük’te bulunmayan deyimler tespit edilmiş ve TDK Türkçe Sözlük’e bir nebze de olsa katkı sağlamak amaçlanmıştır. Eserde olup TDK Türkçe Sözlük’te madde içi olarak bulunmayan deyim sayısı 155 tanedir. Bu deyimlerin bir kısmı genel kullanıma sahip sözcük gruplarıdır. Bir kısmı ise yazarın yaratıcı ifade gücünden ortaya çıkmış özgün kullanımlardır. Sanatçının sözcük dağarcığını, etkili ve özlü anlatıma olan duyarlılığını göstermesi açısından tespit edilen bu malzemeler oldukça önemlidir. Sanatçı eserinde genel kalıp ifadelerin benzer şekillerini kullanmakla beraber çok sayıda kendine özgü anlatım kalıplarına da yer vermiştir. ‘beyninde seyyale dolaşmak, derdine em vermek, gönlü ahu zar ile dolu (olmak) , gözleri düğümlemek, gözlerine içirmek, içindeki ateş yalazlanmak, iyiliğe kemlik etmek, yüreğindeki odu söndürmek’ gibi ifadeler yazarın dili etkili bir şekilde kullanma becerisini, hayata ve sanata olan bakış açısını göstermektedir. Deyimlerin konu olarak sıklığına değinildiğinde ise şu bilgilere ulaşılmaktadır: ‘adak, ağır, alay, aşina, azlık, baş, bela, bir, biraz, biri, birbiri, can, cevap, çare, çehre, dar, darbe, de-, dert, dikkat, doğru, dünya, düşkün, el, emir, eş, eşit, felaket, fena, fırtına, fuhuş, garip, gayret, geri, gurur, hafıza, hayret, her, hesap, irade, isim, iyi, iyilik, iz, kafa, kan, kefe, konu, mahpus, marş, mazi, menfaat, ne, neşe, netice, normal, omuz, pembe, sarsıntı, ses, sınır, siga, silah, şeytan, şüphe, taarruz, taht, tarih, tehlike, teklif, tereddüt, tesir, toprak, uç-,ümit, vakit, yeryüzü, yüz, zarar, zevk’ gibi sözcüklerle ilgili tespit edilen deyim sayısı birer tanedir. ‘Dikkat, fırtına, mana, söz’ ile ilgili deyimler iki ; ‘hakaret, ızdırap, kalp, yürek’ ilgili deyimler üç; ‘iç, iş, ruh’ ile ilgili deyimler dört; ‘hayat’ ile ilgili deyimler yedi; ‘gönül’ ile ilgili deyimler sekiz; ‘beyin’ ile ilgili deyimler on; ‘göz’ ile ilgili deyim sayısı ise on yedi olarak belirlenmiştir. Görüldüğü üzere ‘hayat, beyin, gönül, göz’ ile ilgili deyimlerin sıklığı daha fazladır. Bu da bu ve benzeri sözcüklerin insan hayatındaki yerinin ve kullanımının ne kadar yaygın olduğunun bir göstergesi niteliğindedir.

Kaynaklar Aksan, D. (2009). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara: TDK Yayınları. Aksan, D.(2015). Türkçenin Sözvarlığı, Ankara: Bilgi Yayınevi. Aksoy, Ömer A. (1988). Atasözleri, Deyimler. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara: TDK yayınları, 217. Atsız, Hüseyin N. (1990). Ruh Adam, İstanbul: Baysan Yayınevi. Ayverdi, İ. (2016). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Kubbealtı Neşriyat. Çağbayır, Y. (2017). Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Çağbayır, Y. (2017). Ötüken Türkçe Sözlük (5 Cilt). 2. Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. Dil Derneği Komisyon (2018). Türkçe Sözlük. 4. Baskı, Ankara: Dil Derneği Yayınları. Eminoğlu, E. (2010). Türk Dilinin Sözlükleri ve Sözlükçülük Kaynakçası. Sivas: Asitan Yayıncılık. Hatiboğlu, V. Atasözleri ve Deyimler. http://www.tdk.gov.tr/images /css/ TDD/1964s152 /1964_152_03_V_HATIBOGLU. pdf/ erişim: 12.02. 2019. Kocaman, A. (1998). Dilbilim, Sözlük, Sözlükçülük. Ankara: Kebikeç, S. 6. Püsküllüoğlu, A. (2006). Türkçe Deyimler Sözlüğü. Ankara: Arkadaş Yayınevi. Sinan, Ahmet T. (2015). Türkçenin Deyim Varlığı. İstanbul: Kesit Yayınları. Şen, S. (2017). Eski Türkçenin Deyim Varlığı. Ankara: TDK Yayınları. Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Türk Dil Kurumu (1993). Derleme Sözlüğü I-XII. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zehra KURTULGAN 57 Türk Dil Kurumu(1996). Tarama Sözlüğü I-VIII. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Yıldırım, Z. (2018). Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam ve Makaleler II Adlı Eserlerinin Sözlüğü ve Söz Varlığı. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas. Yurtbaşı, M. (2012). Sınıflandırılmış Deyimler Sözlüğü. İstanbul: Excellence Publishig

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Küçük, S. (2019). Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 71-89.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 71-89. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut270 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 12.03.2019 ║Kabul Tarihi: 08.04.2019

Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları Metonymy for the “Doomsday” in the Interlinear Qur’an Translations Written in East and West Turkic Dialects

Salim KÜÇÜK*

Öz Kur’an’ı anlamak, sorgulamak, esas ve temellerini öğrenmek amacıyla zamanında bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan satıraltı Kur’an tercümeleri örneklerini Doğu Türkçesinden itibaren vermeye başlamış ve bu gelenek Doğu ve Batı Türkçesinde belli bir döneme kadar devam etmiştir. Düz yazı ve şiirde kavram zenginleştirici bir özellik olarak yer verilen ad aktarmalı yapılar edebî metinlerde anlatıma canlılık kazandıran unsurlardan biridir. Bir kavramın ilişkili olduğu diğer bir kavram yoluyla anlatılmasına, bağlantıları işletmeye, yakınlığa, bir şeyin adını doğrudan söylemek yerine onun bir özellik veya sembolünün onunla ilişkilendirilmesine dayalı olan ad aktarmaları aynı zamanda mecaz-ı mürsel ile parça-bütün ve bütün-parça ilişkisini barındıran sinekdoka kavramı ile de ilişkilidir. Doğu ve Batı Türkçesi Kur’an tercümelerinde ad aktarmalarının ifade gücünü “kıyamet günü” kavramından yola çıkarak göstermeyi amaçlayan bu çalışmada kavramın ad aktarmasına dayalı olarak oldukça zengin bir söz varlığı ile karşılandığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Ad aktarması, kıyamet günü, satıraltı Kur’an tercümesi, Doğu-Batı Türkçesi.

Abstract The examples of inter linear Qur'anic translation emerged as a timely need to understand, to question and to learn the core and principles of the Qur'an were seen in the East Turkic and this tradition continued in the Eeast and West Turkic until the certain period in the past. Metonymycal structures which are used as a concept enriching feature in prose and poetry are one of the elements that give liveness to the literary texts. In explaining a concept with another one that has relations with the former, in operating connections, its being closeness, instead of saying the names of something directly, relating one feature or symbol with it, sinekdoche is also associated with the concept including metaphor and part-whole relations

* Doç. Dr., Ordu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ordu-Türkiye, Elmek: [email protected], ORCID: http://orcid.org/0000-0003-3582-2576 72 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları and vice-versa. This study aims to show the expression power of the metonymy by focusing on the concept of the “doomsday” in the East and West Turkic Qur’an translations. It has been observed that this concept is met by a rich vocabulary based on the metonymy. Key Words: metonymy, doomsday, inter linear Qur'an translation, East-West Turkic.

Giriş Büyük topluluklar hâlinde Samanoğulları zamanında İslamiyeti kabul etmeye başlayan Türkler, 10. yüzyılda Karahanlı devleti zamanında İslamiyeti resmî devlet dini olarak kabul etmişlerdir. Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra bilinçli bir şekilde anlamaya, sorgulamaya, benimsemeye çalışmış, İslamiyetin esas ve kurallarını öğrenmeyi ve öğretmeyi kendilerine vazife edinmişlerdir. İlk Türkçe Kur’an Tercümeleri ve tefsirleri de Karahanlılar döneminden itibaren yapılmaya başlanmıştır. 10. Yüzyılın ikinci yarısında yapılan Farsça çeviri sonrası ilk Türkçe çeviri de gerçekleşmiştir. Arapça satırların altına bire bir Türkçe sözcüklerin yazılması ile hazırlanan ve Türkçenin cümle kuruluşuna uymadığı için Arapça aslına bakılmadan aslının tam olarak anlaşılamadığı satır arası Kur’an tercümelerinin ilk örnekleri de bu dönemde verilmiştir (Kök, 2004a: 15; Berbercan 2015: 2). Sözlükçülük tarihi yönünden önemli bir kaynak durumundaki satır arası Kur’an çevirileri çeviri yapanlar tarafından günah korkusu ile büyük bir dikkatle gerçekleştirilirken metnin aslına sadık kalınmış ve Arapça sözcüklere modern çeviri bilimdeki karşılığı ile “literal çeviri” (word for word translation), İslâmî literatürdeki karşılığı ile “harfî ‘lafzî’ tercüme” yani bire bir ve en uygun Türkçe karşılık bulunmaya gayret gösterilmiştir (Kök, 2004a: 19, Sökmen, 2018: 6). “Kalkmak, dikilip ayakta durmak” manasına gelen Arapça kıyam sözcüğü ile ilişkili kıyamet sözcüğü “dirilip mezarından kalkma, Allahın huzurunda durma” veya bu olayın başlangıcını oluşturan kozmik olayın vukubulması manasına gelir (İslâm Ansiklopedisi, 2002: 517). Türkiye Türkçesinde atasözü ve deyimlerde de kendine çeşitli şekillerde yer bulmuş sözcük Türkçe Sözlük’te (2011: 1431) “Tek tanrılı dinlerin inanışına göre dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağı zaman, hesap günü, kıyamet günü, mahşer günü.” şeklinde tanımlanmıştır. Ne zaman gerçekleşeceği insanlar tarafından bilinmeyen kıyamet konusu Kur’ân’da çeşitli sûre ve âyetlerde muhtelif şekillerde ele alınmıştır. Kur’ânda 75. sırada 40 âyetten oluşmuş başlı başına kıyameti konu edinen Kıyamet Sûresi bulunmaktadır. 99. Sûre olan ez-Zilzâl Sûresi’nde de kıyametin kopmasından, insanların yeniden dirilip hesap vermesinden bahsedilmektedir. Kur’ân’da kıyamet için türetilmiş isimler genellikle Arapça yevm sözcüğü ile oluşturulmuş “şöyle şöyle olacağı gün” manasına gelen terkip ve sıfatlardır (İslâm Ansiklopedisi, 2002: 517). “Kur’ân-ı Kerîm’de zaman zarfı olan ‘yevme’, ‘yevmeizin’ kelimeleriyle oluşup kıyameti tasvir eden âyetlerin sayısı 400’e yakındır. Bunların yetmişi ‘yevmü’l-kıyâme’ şeklindedir.” (İslâm Ansiklopedisi, 2002: 517-518) 1. Ad Aktarması Türkçede anlatımı güzelleştiren, geliştiren, genişleten ve ona güç kazandıran retorik özelliklerden biri de Divan şiirinde mecaz-ı mürsel karşılığı kullanılan bir ad

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 73 anlatım yolu olan ad aktarmalarıdır (Erdem 2004: 56; Aksan, 2009a: 69). Divan edebiyatında mecaz-ı mürsel yapılırken yani gerçek anlamdan mecazî anlama geçiş sağlanırken bütün parça ilişkisi, yer ilgisi sebep-sonuç ilişkisi, âlet olma ilgisi öncelik- sonralık ilişkisi, mazhariyet ilişkisi gibi hususlar göz önünde bulundurulur (Karataş, 2004: 309). Daralma, genişleme veya anlam aktarımına dayanan mecazın bir çeşidi olan ad aktarması (T. metonimi, Yun. metonümia ‘adını değiştirmek’, İng. metonomy, Alm. metonymie, Fr. métonymie) Aksan’a (2009b: 188) göre “Bir kavramın, kendisi kullanılmadan, ilgili, bağlantılı olduğu bir başka kavramla, bir başka göstergeyle dile getirilmesi” demektir. Diğer bir deyişle “metonimide ‘bir kavramın doğrudan doğruya onu gösteren göstergeyle değil, ilgili bağlantılı olduğu bir başka göstergeyle dile getirilmesi’ söz konusudur.” (Kök, 2010: 1196) Ad aktarmaları bir ilgiye, bir ilişkiye dayalı olarak yapılan aktarmalardır (Aksan, 2009: 188). Örneğin tiyatro yerine sahne, sinema için beyaz perde, futbol takımı yerine on bir, İstanbul yerine Yedi Tepe, ABD Cumhurbaşkanlığı için Beyaz Saray (White House), Osmanlı Hükümeti için Bâb-ı Âli, Rusya için Kremlin demek gibi (Aksan, 2009: 1888, Hengirmen, 1999: 9). Yunancada sinekdokt/sinekdoka (sünekdokhé) olarak karşılanan ad aktarması bütün yerine parçanın anılması (televizyon yerine ekran) ve parça yerine bütünün anılması ("Reşat Nuri’nin bir romanını okudum.” yerine “Reşat Nuri’yi okudum.” gibi) olmak üzere iki ayrı yolla gerçekleşir (Aksan, 2009a: 69/70) Ad aktarmasının bir diğer yolu “karşılanacak kavramda, oluşta, duyuşta veya harekette bulunan bir özelliğe dayanarak aktarma yapmak” şeklindedir. Örneğin ölmek yerine Türkçede ölçünlü dilde ahirete intikal etmek, hayata gözlerini yummak, Allahın/Hakkın rahmetine kavuşmak, can vermek, son nefesini vermek, eceli gelmek, son uykusuna yatmak, gözlerini yummak, gözlerini (dünyaya) kapamak, öbür dünyaya gitmek, Rahmeti Rahmana kavuşmak, vadesi yetmek, vadesi tamam olmak, iki eli yanına gelmek, namazı kılınmak, sonsuzluğa intikal etmek (göçmek) veya argoda nalları dikmek, cartlağı/cartayı çekmek, öbür (öteki) dünyayı boylamak, dört kolluya binmek, kuyruğu titretmek, gebermek, tahtalı köyü boylamak, mortoyu çekmek gibi ifadelerin kullanılması gibi (Hengirmen, 1999: 9, Aksan, 2009a: 121). “Anlam değişmelerinde özellikle başka anlama geçiş, bazı araştırmacılar tarafından, anlamda bir değişme olarak değil, ad değişmesi olarak ifade edilmiştir. Aksan’a göre de metonimileri anlam değişmelerinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü her ne kadar bazı metonimiler, yerleşip kavramı anlatan kelimeyle eş anlamlı duruma gelmişlerse de bunların hepsi aynı anlamı göstermezler. Bu bakımdan bu aktarmaları, her zaman yerleşmediklerini göz önünde bulundurarak, anlam değişmelerinden ayırmak gerekmektedir. Ancak metonimilerin de metaforlar gibi çok anlamlılığın meydana gelmesine yol açtıkları bir gerçektir. Metonimi söz varlığını geliştiren, genişleten bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.” (Kök, 2010: 1196). Türkçede satır arası Kur’ân tercümeleri üzerine çeşitli çalışmalar ve yayınlar bulunmakla birlikte ad aktarmalarını/metonimileri konu edinen çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu alanda yapılmış çalışmalardan biri Kök (2004b) tarafından “İlk Türkçe Kur’an Tercümelerinde Metonimli Kullanımlar Üzerine” adlı çalışmadır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

74 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

Bu çalışmada Türkçe satır altı Kur’an çevirilerinde kıyamet günü kavramı için kullanılan ad aktarmaları üzerinde durulacaktır. 2. Doğu Türkçesi Kur’an Tercümeleri ve Kıyamet Kavramını Karşılayan Ad Aktarmaları Doğu Türkçesi ile yapılmış Kur’an Tercümeleri arasında TİEM 73 olarak anılan Karahanlı dönemine ait çalışmanın 1v-235v/2 varakları arası Kök (2004: TİEM 73 KÖK), 235v/3-450r7 varakları arası ise Ünlü (2004: TİEM 73 ÜNLÜ) tarafından Türkçeye aktarılmıştır. Aynı döneme ait bir diğer eser Ata (2004: Rylands) tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan satır arası Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşmuş tamamı 30 cilt ancak 14 cildi mevcut olan ve 1145 varaktan oluşan Rylands nüshasıdır (Ünlü, 2004: 3). Eserin başı ve sonu eksik olup, İngiltere (Manchester) John Rylands Kütüphanesi, Arabic MMS. 25-28’de kayıtlıdır (Sağol, 1993: 25). Bu sahadaki önemli eserlerden bir diğeri Sağol (1993: Hekimoğlu KT) tarafından yapılan Harezm Türkçesi sahasına ait Hekimoğlu Kur’an Tercümesi’dir. Eser Rebiülâhir 764’te istinsah edilmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi Hekimoğlu Ali Paşa Camii 2 numarada kayıtlı olup Hekimoğlu Kur’an Tercümesi adı ile de bilinmektedir. Karahanlı Türkçesinin dil özelliklerini taşıyan toplam 273 varaktan oluşan eksik satır arası Türkçe ve Farsça tercümeden oluşmuş Özbekistan İlimler Akademisi Ebu Reyhan el Biruni adlı Şarkşinaslık Enstitüsü’nde 2008 numarada kayıtlı nüshadır (Özbekistan: Üşenmez). Nerede, kim tarafından ne zaman yazıldığı belli değildir (Üşenmez, 2010: 17, 18). XII. yüzyılın sonları ile XIII. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmekte olup Karahanlı-Kıpçak sahasına aittir (Üşenmez, 2010: 21, 23). Türk ve İslam Eserleri Müzesi (TİEM) 73 nüshası Muhammed b. El-Hācc Devletşah eş-Şirazî tarafından H. 734/M.1333/1334 yılında istinsah edilmiştir (Kök, 2004: 22). Toplam 902 sayfadan oluşan ve çok az Arapça ve Farsça sözcüğü barındıran eserin Karahanlı Türkçesinin iki önemli eseri Kutadgu Bilig ve Divanü Lügati’t-Türk’ün söz varlığı ile örtüştüğü görülür (Kök, 2004: 29, Sağol, 1993: 25). Rylands Nüshası Kur’an Tercümesinin eksik olduğu düşünüldüğünde tam ve eksiksiz olan eser söz varlığı yönünden daha önemlidir (Kök, 2004: 38, 39). “TİEM 73’ün tam bir nüsha olması yanı sıra harfiyen çeviri olması, yine çeviride gözetilen Türkçecilik şuuru, hem çekim hem de yapım morfolojisi açısından diğerlerinden daha eskicil, hem de Türkçe kökenli sözlerin seçiminin diğerlerine göre daha çok ve daha eskicil olması TİEM 73’ün diğer iki metinde daha erken tarihli olabileceği sonucuna götürmektedir.” (Kök, 2004: 58) Satır arası Kur’an tercümelerinin birbirine benzerlikleri hususunu Sağol (1993: 40) şöyle açıklamaktadır: “… Zira hepsi de sonuçta aynı metnin tercümesidir. Bu hususta ilmî bir neticeye varabilmek için sadece bazı ayet, sûre veya cümleleri karşılaştırmak yerine, metinleri bütünüyle karşılaştırarak son derece geniş bir inceleme yapmak yapmak zaruridir.” Doğu Türkçesi satırarası Kur’an tercümelerinde kıyamet günü kavramı çoğunlukla kıyamet günü sözcüğü ile karşılanmıştır. Doğu Türkçesinde kıyamet günü karşılığı ahiret günü kullanılmamıştır. Kıyamet günü kavramının Doğu Türkçesinde ad aktarması olarak şu yapılarla karşılandığı görülür:

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 75 2.1. adırġu küni / adırmaķ küni (TİEM 73 ÜNLÜ) çın adırġu küni anlarnıŋ ķın va’deleri yumķılar teg (364r/2 = 44:40) (Duhān Sûresi) (Şüphesiz (hakkı bâtıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür. (Kur’ân-ı Kerîm, 1993: 497) Eski Türkçede adırġu “kesin hüküm verme” demektir (Ünlü, 2012:39). Kur’an’a göre “ödül ve ceza günü” (Şentürk ve Yazıcı, 2015:69) olan Kıyamet’in veya Kıyamet Günü’nün özellikleri hatırlandığında “hüküm günü, kıyamet” manasına gelen adırġu küni bütün-parça ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. (TİEM 73 ÜNLÜ) ne bildürgey saŋa ne ol adırmaķ küni (431v/5 =77:14) (Mürselāt Sûresi) “Resûlüm!” “ Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin!” (Kur’ân-ı Kerim, 1993: 579) (Rylands) Bu adırmaķ küni ol kim erdingiz anıng birle yalġan tutuġlılar siz (34/21a2 = 37:21) (Sāffāt Sûresi) “İşte bu, yalanlamış olduğunuz hüküm günüdür.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:445) Adırġu küni’nde olduğu gibi adırmaķ küni de benzer olarak “1. Hüküm günü, 2. Hak ile batılın ayrılma günü” (Ünlü, 2012: 38) olarak tanımlanmış olup parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.2. āzife küni (Rylands) Ve ķorķutġıl olarnı āzife küni birle (35/33a2 = 40:18) (Mü’min Sûresi) “Yaklaşan gün hususunda onları uyar!” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993: 468) Āzîfe Arapça kökenli olup “kıyamet” manasına gelmektedir (Ünlü, 2012: 98). Kıyamet’in ne zaman kopacağı hususunda Kur’an’da herhangi bir gün belirtilmemekle birlikte kıyametin özellikleri ve hadisler de dikkate alındığında kâinatın bütününü kapsayan bir olay ve parça bütün ilişkisinde āzife küni bir ad aktarmasıdır. 2.3. belgülüg kün (Rylands) Sen küdülmişlerdin sen saķış künke/belgülüg künke tegi (30/24a3 = 15:38) (Hicr Sûresi) “Allah: Sen bilinen vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin, buyurdu.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:263) “Kıyametin kopacağı muhakkak olmakla birlikte zamanını Allah’tan başka kimse bilemez. Peygamberimiz de bu hususta bilgisi olmadığını söylemiştir.” (Şentürk ve Yazıcı, 2015: 66). belgülüg “1. Belli, bilinen, malum 2. Açık, apaçık, aşikâr 3. Nişan, ibret 4. Ayet, kitap, 5. İz, emare 6. Hak, hukuk” manalarına gelmektedir (Ünlü, 2012: 117). Kur’an’da belgülüg kün gerçekleşecek, bilinen, belli bir gün şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada belgülüg kün bir varlığı diğerini temsil etmek için kullanma yoluyla yapılmış bir ad aktarmasıdır. 2.4. cem’ küni (Hekimoğlu KT) Ol kün cem’ ķılur sizni, cem’ küninge; ol aldaşmaķ küni. (534a/1 = 64:9) (Teğābün Sûresi) “Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:555) Arapça kökenli cem’ (1. Toplama, bir araya getirme 2. Mahşer) sözcüğünden üretilmiş olan cem’ küni “toplanma günü, Kıyamet günü” manasına gelir (Ünlü, 2012:164, 165). Kıyamet günü sur’a ikinci üflenişte insanların kemikleri bir araya

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

76 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları getirilecek ve bütün ölüler diriltilip hesap için bir araya getirileceklerdir (Kur’ân-ı Kerim, Kıyâmet Suresi 3, 1993:576; İslâm Ansiklopedisi 2002: 518-519) . Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.5. ceza küni (Rylands) Ey ķatıġlıķ bizke bu kün cezā küni turur. (34/21a2 = 37:20) (Sāffāt Sûresi) “Durumu gören kâfirler: Eyvah bize! Bu ceza günüdür, derler.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:445) (Hekimoğlu KT) Erkligi, cezā künining (1b1/2-3 = 1:4) (Fatihâ Sûresi) “Ceza gününün mâlikidir.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:VIII) Kur’an’a göre Sur’a ikinci üflenişte bütün ölüler diriltilip kabirlerinden hesap meydanına geleceklerdir. Parça-bütün ilişkisine dayalı bir aktarmadır. 2.6. çıķmaķ küni (TİEM 73 ÜNLÜ) ol kün eşitürler isrāfīl ünini könilik birle ol turur çıķmaķ küni (383v/4-5 = 50:42) (Ķāf Sûresi) “O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993: 519) “Diriliş günü, mezarlardan kalkış günü” manasına gelen çıķmaķ küni (Ünlü, 2012: 175-176) Kıyamet günü gerçekleşecek olan kabirden çıkma olayı ile ilgili yapılmış parça- bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.7. gūrdın ķopġu kün (Rylands) Deren ķılġatı anıng ķarnı içinde gūrdın ķopġu künke tegi (34/39a1 = 37:144) (Sāffāt Sûresi) “Eğer Allah’ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993: 450) Farça kökenli gûr “mezar, kabir” demektir (Ünlü, 2012:285). gūrdın ķopġu kün parça-bütün ilişkisine dayalı ad aktarması olup yeniden diriliş üzerine yapılandırılmıştır. 2.8. hisāb küni (Rylands) Aydılar: İdimiz, terkletgil bizke hisābımıznı hisāb künide burun. (34/51b3 = 38:16: Sâd Sûresi) “Rabbimiz bizim payımızı hesap gününden önce ver, dediler.” (Kur’an-ı Kerim 1993:452) Kıyamet günü gerçekleşecek hesap ve ceza olayı üzerine kurgulanmış hisāb küni parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.9. ķapsaġlı kün (TİEM 73 KÖK) eksütmeŋler ülgülegüni terāzū batmannı men körer men silerke edgülük men ķorķar men siler üze ķapsaġlı kün ķınındın (170r/5-6 = 11:84) (Hûd Sûresi) “Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:230) “Kuşatmak, sarmak” manasına gelen kapsa- fiiilinden türetilmiş kapsaġlı (kuşatılmış, kaplanmış) (Ünlü, 2012: 384) sözcüğü ile oluşturulmuş ķapsaġlı kün parça- bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 77 2.10. kelgü sā’at (TİEM 73 ÜNLÜ) ķaçan kelse kelgü sā’at, yok anıŋ kelmekiŋe yalġançı. Kudı ıdġan kötürgen. (394v/5 = 56:1-2-3) (Vāķı’a Sûresi) “Kıyamet koptuğu zaman, ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur; O, alçaltıcı, yükselticidir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:533) Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.11. kesgü bıçġu kün (TİEM 73 ÜNLÜ) çın kesgü bıçġu kün erür va’de ķılınmış. ol kün ürlür borġu içre kelgey siler gürūh gürūh. açılġay kök bolġay kapuġlar yme yöritülgey taġlar bolġay salgım. (433v/4-5- 6 = 78:17-18-19-20) (Nebe Sûresi) “Şüphesiz hüküm günü vakit olarak belirlenmiştir. Sûr’a üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz; Gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur; Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:581) Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.12. ķıyāmet vaķtı (TİEM 73 KÖK) ayturlar saŋa ķıyāmet vaķtındın kaçan ol koparılġusı (129v/8-9 = 7:187) (A’rāf Sûresi) “Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993: 173) ķıyāmet vaķtı bir varlığı diğerini temsil etme yoluyla oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 2.13. ķoparılġuları kün / ķoparılur kün / ķoparġu kün / ķopmak küni (TİEM 73 ÜNLÜ) aydı idime küde bergil maŋa ķoparılġuları künke tegi (334v/3 = 38:79) (Sād Sûresi) “İblis: Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver, dedi.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:456) (TİEM 73 KÖK) aydı üdü bergil maŋa ķoparılur künke tegi (113v/1-2 = 7:14) (A’rāf Sûresi) “İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:151) (TİEM 73 ÜNLÜ) aydı anlar kim berildi bilig īmān dirīg ķıldıŋızlar taŋrı bitigi içinde ķıyāmet künike tegi bu turur ķoparġu kün velīkin siler bilmes erdiŋizler (298v/6-7-8 = 30: 56) (Rūm Sûresi) “Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah’ın yazısında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme günüdür; fakat siz onu tanımıyordunuz.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:409) (TİEM 73 KÖK) anıŋ yanutı kim ķılur anı silerdin meğer horluķ bu ajun tirigliki içinde. ķopmak küninde yandurulur ķınnıŋ ķatıġraķına (10v/2-3 =2:85) (Bakara Sûresi) “…Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir…” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:12) (Rylands) Yer kamuġ anıng mülki içinde ķopmaķ küninde ya’ni ķıyāmet. (35/15b2 = 39:67) (Zümer Sûresi) “Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır.” (Kur’ân- ı Kerim, 1993:464) (Özbekistan: Üşenmez) Tangrı, yoķ İdi meger. Tangrı yıġġay sizni ķopmaķ küninge, yoķ şekk anıng içinde. Taķı kim turur rāstrak Tangrıdın, söz yanındın. (174a/5 = 4:87) (Nisâ Sûresi) “Allah-ki ondan başka hiçbir tanrı yoktur- elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır?” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:91)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

78 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

ķoparılġuları kün / ķoparılur kün / ķoparġu kün / ķopmak küni Türkçe ķop- fiilinden türetilmiş ve “kalkmak, ayağa kalkmak, kıyam etmek” (Ünlü, 2012:442) manalarına gelen ķoparılġu, ķoparıl-, ķoparġu ve ķopmaķ sözcükleri ile üretilmiş Kıyamet günü gerçekleştiği anda gerçekleşecek olayları hatırlatan parça-bütün ilişkisine dayalı ad aktarmalarıdır. 2.14. ķorķutġu kün (TİEM 73 ÜNLÜ) ürülgey borġu içiŋe ol ķorķutġu kün (382v/4-5 = 50:20) (Ķāf Sûresi) “Sûr’a üfürülür; işte bu, geleceği vâdedilen gündür.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:518) Kıyamet günü hesabı ile cezası ile ve gerçekleşme şekli ile korkulacak bir gündür. “…sûra bir defa üflenmekle yer küresi dağlarıyla birlikte yörüngesinden çıkarılıp parçalanacak, olup bitmesi gereken mutlaka gerçekleşecek, gök de yarılıp düzensiz bir şekle bürünecek, o gün güneş düşürülüp karanlığa gömülecek, yıldızlar kararıp dağılacak, dağlar yerlerinden koparılıp parçalanacak, vahşi hayvanlar bir araya getirilecek, denizler kaynatılacak, insanlar şaşkın uçuşan pervanelere benzeyecek, dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.” (İslâm Ansiklopedisi, 2002:519) ķorķutġu kün bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı olarak üretilmiş bir ad aktarmasıdır. 2.15. ol kün (TİEM 73 KÖK) ol kün terer miz olarnı andaġ ķalı ürgemediler meger bir vaķt kündüzdin bilişirler anlar ara (157v/5 = 10: 45) (Yunus Sûresi) “Allah’ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar…” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:213) (Hekimoğlu KT) ol kün aķarur yüzler taķı ķararır yüzler. Anlar kim ķarārdı yüzleri. “Küfr ketürdüngüz mü bitmişingizdin songra? Taķı tatıng ķınnı, munung birle kim küfr ketrür irdingiz. (61a/9-61b/1 = 3:106) (Âlî İmran Sûresi) “Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin karardığı günü (düşünün). İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:62) Ad aktarması aynı zamanda yakınlığa dayalı olup bir varlığın onunla ilgili başka bir şeye gönderildiği bir süreçtir (Yaylagül, 2006:79). Dolayısı ile ol kün bu ilişkiye dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.16. ol cihān (Hekimoğlu KT) Biterler Tangrıġa taķı ol cihānġa (62b/1) = 3:114) (Âlî İmrân Sûresi) “Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:63) ol kün gibi yakınlığa dayalı ad aktarmasıdır. 2.17. öküngü kün (TİEM 73 KÖK) ķorķıtġıl anlarnı öküngü kün ançada ötelse iş anlar osallıķ içinde taķı anlar ok bütmesler ol künke. (225r/6-7 = 19:39) (Meryem Sûresi) “(Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:307)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 79 Türkçe ökün- (pişman olmak) fiilinden türetilmiş olan kavram bir şeyin adının yerine onun bir özelliğini belirtmeye dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.18. saķış küni / saķış yanut küni (TİEM 73 ÜNLÜ) aydılar ay ķatıġlıķ biziŋke bu saķış küni bu adırġu küni turur (325v/7-8 = 37:20) (es-Sāffāt Sûresi) “(Durumu gören kâfirler:) Eyvah bize! Bu ceza günüdür, derler.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:445) (Rylands) Bütünlükin sening üze ol ķarġış saķış küninge tegi. (30/23b3 = 15:35) (Hicr Sûresi) (Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm, 1993:263) Türkçe saķış (hesap, hesaplama) sözcüğünden türetilmiş saķış küni Kur’an tercümelerinde “Kıyamet” ve “Allah katında bilinen, malum gün” karşılığı kullanılmıştır (Ünlü, 2012:626). Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğini belirtmeye dayalı bir ad aktarmasıdır. (TİEM 73 KÖK) erklig saķış yanut küniniŋ (1v/4 = 1:4) (Fātiha Sûresi) “Ceza gününün mâlikidir.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:VIII) saķış sözcüğünden türetilmiş saķış yanut küni gibi bir şeyin adının yerine onun bir özelliğini belirtmeye dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.19. song kün (Hekimoğlu KT) Haķīkat üze ‘imāret ķılur Tangrınıng mescidlerin, ol kim erse kim bitti Tangrıġa taķı song künge, taķı ķıldı namāznı taķı birdi zekātnı taķı ķorķmadı meger Tangrıdın. (183a/7-8-9 = 9:18) (Tevbe Sûresi) “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder…” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:188) (Özbekistan: Üşenmez) …Eger tutışsangız nerse içinde, ķaytarıng anı Tangrıġa taķı yalawaçķa. Eger biter ersengiz Tangrıġa taķı song künge. Ol yahşıraķ, taķı körklügrek ‘āķıbet yanındın. (164b/4 = 4:59) (Nisâ Sûresi) “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:86) Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı ad aktarmasıdır. 2.20. taġabün küni (Rylands) ol kün térer sizni cem’ küninde ol taġābün küni. (38/70a2 = 64:9) (Teğâbün Sûresi) “Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür.” (Kur’ân- ı Kerim, 1993:555) Arapça kökenli taġābün “zara, aldanış” (Ünlü, 2012: 690) manasına gelmekte olup “aldanma ve zarar günü” manasına gelen kavram bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 2.21. ţalāķ küni (Rylands) Ķodı ıdur Ķur’ānnı fermanındın kimnün üze tilese kullarındın ķorķıtġu üçün ţalāķ küninde (35/31a2 = 40:15) (Mü’min Sûresi) (Dereceleri yükselten, Arş’ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle ilgili vahyi indirir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:467)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

80 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

“boşanma, nikahlı kadını bırakma” manasına gelen Arapça ţalāķ sözcüğünden türetilmiş ţalāķ küni “kavuşma, Kıyamet (günü)” manasına gelir (Ünlü, 2012:695). Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.22. Tangrınıng taķdīr ķılmışı ecel (Hekimoğlu KT) Kim ümenir irse Tangrınıng satġaşmaķını haķiķat üze Tangrınıng taķdīr ķılmışı ecel kelgen. Taķı ol işitgen, bilgen. (378b/1-2 = 29/5) (Ankebūt Sûresi) “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:395) “Bir şeyin adının yerine, onun bir özellik veya sembolünün veya onunla yakından ilişkili bir şeyin isminin geçmesine” (Özengül, 2006:78) dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.23. Taŋrınıŋ üd urmışı (TİEM 73 ÜNLÜ) kim ermez erse taŋrıķa tuşmaķnı taŋrının üd urmışı keldeçi ol, ol turur eşitgen bilgen (288r/1-2 = 29:5) (Ankebūt Sûresi) “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:395) Özen’e (2006: 85-86) göre ad aktarması yoluyla bazı isimler fiilleşebilir, bazı fiiller ise isimleşebilir. Fiilden türetilmiş bir isim (deverbal noun) bir alan-altalan ilişkisine dayalı olup taŋrının üd urmışı bu şekli ile bir ad aktarmasıdır. 2.24. ternek küni (TİEM 73 ÜNLÜ) ol kün terer silerni ternek küŋine ol turur ārışġu kün ya’ni ziyān küni (411r/5 = 64:9) (Teğâbün Sûresi) “Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür…” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:555) Türkçe ternek (buluşma yeri, toplanma yeri) (Ünlü, 2012:740) sözcüğü ile üretilmiş parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. ternek küŋi “Toplantı günü, Ahiret, bir araya getirilme günü” demektir (Ünlü, 2012:740). 2.25. tuġmaġu kün (TİEM 73 ÜNLÜ) tutaşı anlar kim tandılar sezik içinde andın ançaka tegi kelgey anlarķa uluġ kün tawışsuzun azu kelgey anlarķa tuġmaġu kün ķını ya’ni ķıyâmet ķını (246r/1-2 = 22:55) (Hacc Sûresi) “İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da (kendileri için hayır yönünden) kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun (Kur’an) hakkında hep şüphe içindedirler.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:337) Türkçede “kısır” (Ünlü, 2012:762) manasına gelen tuġmaġu sözcüğü ile oluşturulmuş bir şeyin adının yerine onun bir özelliğini yansıtmaya dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.26. uluġ kün (TİEM 73 KÖK) men ķorķar men eger kodsa men sısa men idim yarlıġını uluġ kün kınındın (96v/5 = 6:15) (En’am Sûresi) “De ki: Ben, Rabbim’e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:128)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 81 (Rylands) Terer sizni uluġ kün tuta kim sezig yoķ. (36/103a1 = 45:26) (Câsiye Sûresi) (Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde biraraya toplar. Kur’ân-ı Kerîm, 1993:500) Yakınlığa dayalı bir ad aktarmasıdır. 2.27. yawuķ kelmiş kün (TİEM 73 ÜNLÜ) ķorķıtġıl anlarnı ol yawuķ kelmiş künke ançada köŋüller boğuş başlarıŋa tegmiş bolur öfke ķudı siŋrigliler (342r/3-4 = 40:18) (Mümin Sûresi) “Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir…” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:468) Bir işaretçiyi onunla doğrudan ilişkilendirmeye (Özen, 2006: 79) dayalı bir ad aktarmasıdır. 3. Batı Türkçesi Kur’an Tercümeleri ve Kıyamet Kavramını Karşılayan Ad Aktarmaları Eski Anadolu Türkçesi döneminde Kur’an tercümeleri genellikle beylikler döneminde yapılmış olup bunların çoğunluğu satır arası Kur’an tercümeleri şeklindedir (Ahundova, 2012:15). Selçuklular döneminde Kur’an tercümelerine rastlanmaz (Ahundova, 2012:13) Bu alandaki çalışmalardan birincisi Topaloğlu (1976-1978) tarafından yapılan TİEM 40 adlı çalışmadır. Onu sırası ile Karabacak (1992: Manisa KT), Yılmaz (1b-53a; 1992: Sivas KT), Akar (53b-105a;1992: Sivas KT), Delice (105b-170b; 1992), Eminoğlu (171a1-216b; 1995), Alper (217a-262b; 1998), Küçük (2001) ve Şimşek (2017) tarafından yapılan Satır arası Kur’an Tercümeleri izler. Topaloğlu (1976-1978) tarafından yapılan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi 40 numarada kayıtlı Kur’ân tercümesi 290 varaktan oluşmuştur. Tercüme Muhammed Bin Hamza eliyle H. 827 / M.1424 senesinde tamamlanmıştır (Ünlü 2007: 48, 49). XIV ve XV. yüzyılın dil özelliklerini yansıtan eser, Topaloğlu (1976-1978) tarafından iki cilt hâlinde yayınlanmıştır. Karabacak (1992) tarafından dilimize aktarılan Manisa satır altı kelime kelime Kur’an tercümesi Manisa İl Halk Kütüphanesi 931 numarada kayıtlı olup 451 varaktan ibarettir (Karabacak 1992: VI). İstinsah tarihi belli olmamakla birlikte 15. yüzyıla ait olduğu tahmin edilmektedir. Eski Anadolu Türkçesinin dil özelliklerini taşımaktadır. Eserde kelime kelime tercümenin yanı sıra tefsirli tercümelere de yer verilmiştir (Karabacak 1992: VII). Eski Anadolu Türkçesi sahasında yapılmış satır altı Kur’an tercümelerinden biri de Yılmaz (1992) tarafından yapılan Sivas Kongre ve Etnografya Müzesi E.Y.84/176 numarada kayıtlı yazarı ve yazıldığı yıl belli olmayan toplam 622 varaktan oluşan nüshadır. Çevirinin yazılışı tarihi 903/1497 (?) vakfediliş tarihi ise 1240/1497’dir (Yılmaz, 1992: 16). Türkçe kelimelerde Uygur imla geleneğini yansıtan eser söz hazinesinin zenginliği ve Türkçe terimler ile dikkati çekmektedir (Yılmaz, 1992: 18, 19). Akar (1992), Delice (1992), Eminoğlu (1995) ve Alper (1998) tarafından yapılan Kur’an Tercümesi Yılmaz’ın (1992) çalışmış olduğu Sivas Kongre ve Etnografya Müzesi E.Y.84/176 numarada kayıtlı nüshanın devamıdır. Küçük (2001) tarafından Türkçeye aktarılan Eski Anadolu Türkçesine ait bilinen en eski satır arası Kur’an tercümesi Bursa Kur’an Tercümesi olup 652 varaktır ve Hasan

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

82 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

Bin Alî el Bestâmi tarafından M. 1410 yılında istinsah edilmiştir (Ünlü, 2007: 47). Eserin söz varlığına Ünlü’nün (2012) çalışmasından da ulaşmak mümkündür. Eski Anadolu Türkçesi sahasında yapılmış Kur’an tercümelerinden yazarı belli olmayan ve toplam 358 varaktan oluşan Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine 22 numarada kayıtlı Cevâhirü’l-Asdaf üzerine Ahundova (2012: Cevâhirü’l-Asdâf) çalışma yapmıştır. Satır arası Kur’an tercümeleri ile uzun tefsirler arasında tefsiri bir Kur’an tercümesi niteliğindeki eser XV. yüzyılın başında yazılmıştır (Ahundova 2012:6). Ayetlere kelime kelime anlam verildiğinden satır arası tercümelerle birlikte ele almayı uygun gördük. Eser, Arapça kavramlara geniş ölçüde Türkçe karşılıklar sunması yönünden önemlidir. Gül (2014: 13; British Library) tarafından Türkçeye aktarılan Farsçadan Türkçeye satır arası Kur’an tercümesinin başı ve sonu eksiktir. 250 varaktan oluşan eser British Library OR 9515’te kayıtlıdır. Aslı Arapça-Farsça olup Türkçe tercüme, yazmaya sonradan eklenmiştir (Gül, 2014: 13). Farsça tercümenin 12. yüzyılın ortalarında, Türkçe tercümenin ise 14. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Karışık dilli bir eserdir (Gül, 2014: 25). Batı Türkçesinde de kıyamet günü kavramı en fazla kıyamet günü ve soŋragı gün yazımları ile karşılanmıştır. Özellikle Sivas Kur’an Tercümesi’nde ağırlıklı olarak kıyamet günü karşılığı soŋragı gün kullanılmıştır. Bunların dışında kullanılan diğer ad aktarmaları şunlardır: 3.1. āhiret güni (British Library) Ve anlar kim kāfir boldılar ve yalan didiler āyātlarumuzı ve āhiret güninde didarını Çalabuk. Anlar durur ‘azābda hāzır bolınmışlardan. (195b/3-4 = 30:16) (Rûm Sûresi) “İnkâr edenler, âyetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalan sayanlar ise, işte onlar azapla yüzyüze bırakılacaklardır.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:405) Gerçekleşmesi kıyamet gününe bağlı olan ve “Öbür dünya, âhiret” manasına gelen āhiret sözcüğü ile oluşturulmuş āhiret güni bir varlığı diğerini temsil etmek için oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 3.2. bellü vaķt (Cevâhirü’l-Asdâf) Allāh didi: Pes sen mühlet virilmişlerdensin bellü vaķtüŋ günine degin. (164a/7 = 15:37-38) (Hicr Sûresi) “Allah: Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin, buyurdu.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:263) Doğu Türkçesindeki belgülüg sözcüğü ile ilişkili bellü vaķt bir varlığı diğerini temsil etmek için kullanma yoluyla oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 3.3. cezā güni (Manisa KT) Ķıyamet güni, cezā güni, hisāb güni sultānıdır. (1b/3-4: 1:3) (Fatiha Sûresi) “Ceza gününün mâlikidir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:VIII) Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.4. dīn günü (Cevâhirü’l-Asdâf) Sorarlar ki ķaçandur dīn güni? (305b/2 = 51:12) (Zâriyât Sûresi) “Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:520)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 83 Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.5. hasret güni (British Library) Ķorķıt bunları hasret güni birle kim ödene iş ve bunlar ġafil durur ve bunlar īmān [getürmeyeler] (6b/3-4-5 = 19:39) (Meryem Sûresi) “(Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:307) (Cevâhirü’l-Asdâf) Ve ķorķudup anları bildür hasret günini. İş temam olduġı vaķt ki tamū ehli tamūya, verā uçmaķ ehli uçmaġa vara anlar hergiz çıkmaya. (188b/11 = 19:39) (Meryem Sûresi) “(Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:307) Arapça hasret sözcüğü ile oluşturulmuş kavram bir varlığı diğerini temsil etmek için kullanma yoluyla oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 3.6. haşr-ı ekber / haşr güni / haşr neşr güni / haşr u neşr güni (Manisa KT) Belki sen ‘aceplersin Taŋrı ta’ālānun ķudretine anlar inkār eylemegine ķıyāmet günine. Haşr-ı ekberdür, masharalıġa dahı alurlar. (320a/10-11 = 37:12) (Sâffât Sûresi) “Hayır, sen şaşıyorsun. Halbuki onlar alay ediyorlar.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:445) (TİEM 40) Daķı eger göresin, ol vaķt kim ķorķdılar! ya’nî haşr güni. Pes ķurtılmaķ yoķdur: daķı dutıldılar yakın yirden ya’ni sin. (206a/5 = 34: 51) (Sebe’ Sûresi) “(Resûlüm!) Telaşa düştükleri zaman, bir görsen! Artık kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:433) (Manisa KT) Eyitdiler ol kişiler ki kāfir oldılar ki ba’s olmazlar haşr güninde (411a/2 = 64:7) (Teğabün Sûresi) “İnkâr edenler, kesinlikle diriltilemeyeceklerini ileri sürdüler…” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:555) (Cevâhirü’l-Asdâf) Pes yā Muhammed’ ķavmüŋe ehlini talsunlar bātıllarına ve oyuncaķ eylesünler. Ķur’ān’ı tā uġrayınca ol günlerine ki va’de olaydılardı. Murād Haşr güni’dür ki ķıyāmet günidür. (290a/17 = 43:83) (Zuhruf Sûresi) “Sen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar bâtıla dalsınlar, oynaya dursunlar.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:494) (Manisa KT) Anlar zan eylemezler mi? Anlar ki tahķiķ ba’s olurlar haşr neşr güninde (437a/9 = 83:4) (Mutaffifîn Sûresi) “Onlar düşünmezler mi ki, büyük bir günde ‘hesap vermek için’ diriltileceklerdir!” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:587) (Manisa KT) Sürer -biz anı ölmiş yirlere, diri eyler- biz ol su-y-ıla yirler öldükden soŋra, yābis olduķtan soŋra. Anuŋ gibidür haşr u neşr güni. (311b/4-5 = 35: 9) (Fâtır Sûresi) “…Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:434) “Kıyamet, toplanma, cem etmek, ölüleri diriltip mahşere çıkarma” (Ünlü, 2012: 304) manasına gelen Arapça haşr sözcüğü ile oluşturulmuş kavram parça-bütün ilişkisine dayalı ad aktarmasıdır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

84 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

3.7. hisāb güni (Manisa KT) Dahı ol kişiler ki yitişdürürler Taŋrı ta’ālānuŋ buyruġını yirine yitişdürmek, ķorķarlar Taŋrı ta’ālādan, ķorķarlar yaman hisābdan ki hisāb münāķaşadur hisāb iderler nefslerini hisāb güni gelmezden öŋdin. (174a/8 = 13:21) (Ra’d Sûresi) “Onlar Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:251) (Cevâhirü’l-Asdâf) Bu ol va’de olduġuŋuzdur hisāb güniçün. (267b/6 = 38:53) (Sâd Sûresi) “İşte, hesap günü için size vâdolunan şeyler bunlardır.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:455) Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.8. ķaç göç güni (Manisa KT) Aŋa zafer da’vet eyleyüp eydür kāfirler ol günde: Bu gün ķaç göç günidür. (388a/11 = 54:8) (Kamer Sûresi) “…O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:528) Kıyamet Sûresi’nde (10-11. âyetler) bu konu ile ilgili olarak şöyle denilmektedir “O gün insan, “Kaçacak yer neresi? diye sorar. Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur” (Kur’ân-ı Kerim, 1993: 576). Parça bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.9. ķıyāmet vaķtı (TİEM 40) Daķı ol gün kim, tura ķıyāmat vaķtı, and içerler yazuķlular… (194b/10 = 30:55) (Rûm Sûresi) “Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar, (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler…” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:409) Bir varlığı diğerini temsil etme yoluyla oluşturulmuş ad aktarmasıdır. 3.10. ķorķu güni (Cevâhirü’l-Asdâf) Ve sûr üfürüldi ol gün ķorķu günidür. (304a/17-18 = 50:20) (Kaf Suresi) “Sûr’a üfürülür; işte bu, geleceği vâdedilen gündür.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:518) Bu konuda Hacc Sûresi’nde (âyet 1-2) şöyle denilmektedir: “Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Çünkü kıyamet gününün sarsıntısı müthiş bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Şentürk ve Yazıcı 2015: 66). Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı olarak oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 3.11. mahşer güni (Manisa KT) Ol günde ki münşaķ olup anlar üstinden açılsa tîzledüp ol mahşer günidür, bizüm üstümüze heyyindür. (381a/7 = 50:44) (Kaf Sûresi) “O gün yer yarılır, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:519) Parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 85 3.12. ol gün (Sivas KT: Akar) ol-gün kim aġara yüzler, daķı ķarara yüzler ammā anlar kim ķarardı yüzleri. (60b/5-6) “Birtakım yüzlerin ağaracağı ve birtakım yüzlerin kararacağı günde büyük azap onlarındır.” s.63 (Cevâhirü’l-Asdâf) Taŋrı Te’ālā eydür: Hisāb ol günde olur ki anlar od üzerinde kebāb olıserler. (305b/3 = 51:13) (Zâriyât Sûresi) “O gün onlar ateşe sokulacaklardır.” (Kur’ân- ı Kerim, 1993:520) Yakınlığa dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.13. soŋ gün (British Library) Dutmasun sizi bunlarun içün mihr Tangrı dīninde eger bolurısakuz īmān getürmiş Tangrıya ve soŋ güne. (88a/1 = 24:2) (Nûr Sûresi) “… Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın…” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:349) Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı ad aktarmasıdır. 3.14. soŋrağı gün (TİEM 40) Daķı ādamılardan, oldur kim eydür: İnanduk Taŋrı’ya, daķı soŋrağı güne (2b/4 = 2/8) (Bakara Sûresi) “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler.” (Kur’ân-ı Kerîm, 1993:2) (Sivas KT: Yılmaz) ol kim bunlardan, īmān getürdi taŋrıya, daķı soŋraġı güne, daķı işledi eyü iş, anlaruŋdur müzdleri, çalabıları ķatında. (8a/9-10) (Bakara Sûresi) “Tanrıya ve ahiret gününe inanır da iyi işler yaparlarsa ödülleri Tanrı katındadır.” s.61 Bir şeyin adının yerine onun bir özelliğine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.15. ulu gün (Manisa KT) Ķorķunuz bir ulu kün heybetinden ki cezā virmez, fāyide eylemez bir nefs bir nefsden bir nesneyi anuŋ bile halās eyleye. Nefsden fidā dahı ķabūl olmaz, şefā’at menfa’atı dahı yoķ. Anlar mansūr olmazlar dahı kimse yardım eyleyici yoķdur. (13b/3-4-5 = 2:123) “Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:18) (Cevâhirü’l-Asdâf) Salih didi: İşbu ķayadan çıķan devedür mu’cizâtum anuŋ dur bir günlük su ve siziŋdür bir bellü günüŋ suyı ve aŋa yamānlıķ eriştürmeŋ ve illa dutar sizi ulu günün ‘azābı ki ķıyāmet günidür (222a/17 = 26:155-156) (Şuarâ Sûresi) “Salih: İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi. Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:372) Anlam yakınlığına dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.16. vaķt-i ma’lum gün (Cevâhirü’l-Asdaf) Allāh didi: Sen mühlet virilmişlerdensin tā vaķt-i ma’lūm günine degin. (268a/20 = 38:80-81) (Sâd Sûresi) “Allah: Haydi, sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdı.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:456)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

86 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

Bir varlığı diğerini temsil etmek için kullanma yoluyla oluşturulmuş bir ad aktarmasıdır. 3.17. yanud/t güni (TİEM 40) Daķı bayıķ üzerine la’natum, yanud günine degin ya’nî ķıyamat. (217b/7 = 38:78) (Sâd Sûresi) “Allah: Çık oradan ‘cennetten’! Sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu.” (Kur’ân-ı Kerim, 1993:456) (Sivas KT: Yılmaz) yanut güni issi. saŋa taparuz. daķı senden arķa virmeŋ isterüz. (1b/3) (Fatihâ Sûresi) “(O) Din gününün sahibidir. (Tanrı’m, yalnız) sana taparız ve senden arka vermeni isteriz.” s.47 “Karşılık (mükafat ve ceza)” manasına gelen Türkçe yanud sözcüğünden türetilmiş parça-bütün ilişkisine dayalı bir ad aktarmasıdır. 3.18. yürek ķoparıcı gün (Manisa KT) Yürekler ķoparıcı gün yā Muhammed ki ķıyāmet günidür. (447b/6 = 101:1) “Kapı çalan! Nedir o kapı çalan? O kapı çalanın ne olduğunu bilir misin?” (Kur’ân- ı Kerim, 1993: 600) Bir işaretçiyi onunla doğrudan ilişkilendirmeye (Özen, 2006: 79) dayalı bir ad aktarmasıdır. Sonuç Doğu Türkçesi satır altı Kur’an tercümelerinde kıyamet günü karşılığı kullanılan ad aktarmaları sayıca Batı Türkçesinden daha fazladır. Arapça sözcüklerle kurulanlar bir yana bırakıldığında adırġu küni /adırmaķ küni, belgülüg kün, belli vaķt, çıķmaķ küni, ķaç göç güni, ķapsaġlı kün, kesgü bıçġu kün, ķoparılġuları kün / ķoparılur kün / ķoparġu kün / ķopmaķ küni, ķorķutġu kün, ķorķu güni, ol kün/gün, öküngü kün, saķış küni/ saķış yanut küni, song/soŋ kün/gün, sonrağı gün, Taŋrınıŋ üd urmışı, ternek küni, tuġmaġu kün, uluġ/ulu kün/gün, yanud/t güni, yawuķ kelmiş kün, yürek ķoparıcı gün gibi tamamen Türkçe sözcüklerle kurulmuş ad aktarmalarıdır. Kelime grubu olarak sıfat tamlaması ve belirtisiz isim tamlaması yapısındaki ad aktarmalarından bir kısmı āhiret güni, āzife küni, cem’ küni, ceza küni/güni, dīn güni, hasret güni, haşr güni/haşr neşr güni/haşr u neşr güni, hisāb güni, kelgü sā’at, mahşer güni, taġabün küni, talak küni, vakt-i ma’lum gün gibi Arapça sözcüklerin Türkçe kün/gün sözcüğüne eklenmesi ile oluşturulmuştur. Bunun tam tersine ol cihān ve Tangrınıng taķdīr ķılmışı ecel Türkçe ve Arapça sözcüklerle oluşturulmuş ad aktarmalarıdır. haşr-ı ekber ise Arapça sözcüklerle Farsça isim tamlaması yapısında oluşturulmuş tek kullanımdır. Ad aktarması yolu ile Doğu Türkçesinde kıyamet günü karşılığı 27, Batı Türkçesinde 18 olmak üzere toplam 43 kavram kullanılmıştır. Bunlardan tekrar edilenler ve benzer olanlar çıkarıldığında Doğu ve Batı Türkçesinde kıyamet günü’nü karşılamak için toplam 38 kavramın üretildiği görülmektedir. Türkçede kıyamet gününe ilişkin kullanılan ad aktarmalarının sayıca İngilizceden daha fazla olduğu görülmektedir. Kavram İngilizcede day of judgement, day of reckoning, the end of time, judgement day, last judgement, domesday, day of judgment, doomsday, the day of judgement, the last day, judgment day, the last judgement, crack of doom, end of the World, last judgment, the last judgment ve deyim aktarması yapısında day of doom

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 87 şeklinde karşılanmıştır (Tureng Sözlük, https://tureng.com/tr/turkce- ingilizce/kıyamet%20günü, 07.04.2019).

Kısaltmalar British Library : British Library OR 9515’teki Türkçe Kur’an Tercümesi, Ali Gül. Cevâhirü’l-Asdaf: Cevâhirü’l-Asdaf Kur’an Tercümesi, Sevinç Ahundova. Hekimoğlu KT: Harezm Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi, Gülden Sağol. Manisa KT: Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki Satır Arası Kur’an Tercümesi, Esra Karabacak. Özbekistan: Üşenmez: Özbekistan İlimler Akademisi Kur’an Tercümesi, Emek Üşenmez. Sivas KT: Akar : Eski Anadolu Türkçesi ile Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi (53b- 105a), Ali Akar. Sivas KT: Yılmaz: Eski Anadolu Türkçesi ile Yazılmış Satırlar Arası Bir Kur’an Çevirisi (1b- 53a), Hikmet Yılmaz. Rylands: Türkçe İlk Kur’an Tercümesi (Ryland Nüshası), Aysu Ata. TİEM 40: Muhammed Bin Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış Satır Arası Kur’an Tercümesi, Abdullah Topaloğlu. TİEM 73 KÖK : Türk ve İslam Eserleri Müzesi Karahanlı Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi (1v-235v/2), Abdullah Kök. TİEM 73 ÜNLÜ: Türk ve İslam Eserleri Müzesi Karahanlı Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi (235v/3-450r/7), Suat Ünlü.

Kaynaklar Ahundova, S. (2012). Eski Anadolu Türkçesi Alanında Yapılmış Olan Kur’ân Tercümesi Cevâhirü’l-Asdâf Üzerine Dil İncelemesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Dili Bilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul. Akar, A. (1992). Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi (Metin- Gramer-Sözlük: 53b-105a), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas. Aksan, D. (2009a). Anlambilim, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi, Ankara: Engin Yayınevi. Aksan, D. (2009b). Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Alper, M. (1998). Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi (Gramer- Metin-Çeviri-Sözlük: 217a-262b), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas. Ata, A. (2004). Türkçe İlk Kur’an Tercümesi (Rylands Nüshası) Karahanlı Türkçesi, Giriş- Metin-Notlar Dizin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Berbercan, M. T. (2015). “Türk Tercüme Edebiyatı Üzerine İncelemeler: Harezm Türkçesi İle İlk Adaptasyonlar”, Dede Korkut, C.4, S.7, ss.1-11.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

88 Doğu ve Batı Türkçesi Satır Altı Kur’an Tercümelerinde Kıyamet Günü Kavramı İçin Kullanılan Ad Aktarmaları

Delice, İ. (1992). Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi (Metin- Gramer-Sözlük: 105b-170b), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas. Eminoğlu, E. (1995). Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi (Gramer-Metin-Çeviri-Sözlük:171a-216b), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sivas. Erdem, M. (2004). “Mağrupi’nin Şiirlerinde Metonimi”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.1, S.1, Kasım, ss.55-63, Ankara. Gül, A. (2014). British Library OR 9515’teki Türkçe Kur’an Tercümesi (Giriş-Metin-Notlar- Dizin), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Eski Türk Dili) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara. Hengirmen, M. (1999). Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Ankara: Engin Yayınevi. İslam Ansiklopedisi, (2002). “Kıyamet”, C. 25, ss. 516-522, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Karabacak, E. (1992). Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki Satır Arası Kur’an Tercümesi I-III: (Giriş-Metin-Dizin), Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Türk Dili Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul. Karataş, T. (2004). Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları. Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, (1993). (hzl. Prof. Dr. Ali Özek, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Doç. Dr. Ali Turgut, Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Doç. Dr. Sadrettin Gümüş), No.86, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Kök, A. (2004a). Karahanlı Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi (TİEM 73 1v-235v/2) (Giriş- İnceleme-Metin-Dizin), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara. Kök, A. (2004b). “İlk Türkçe Kur’an Tercümelerinde Metonimli Kullanımlar Üzerine” Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu, 4-7 Mayıs 2004, ss.1-2, Ankara. Kök, A. (2010). “XI. Yüzyılda Türk Dünyasında Haberleşme Metonimileri”, Turkish Studies, International Periodical For the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/1, Winter, ss.1194-1209, Ankara. Küçük, M. (2001). Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Satırarası Bir Kur’an Tercümesi, İnceleme-Metin-Dizin, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara. Sağol, G. (1993). Harezm Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi I-II, Giriş-Metin-Sözlük, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Türk Dili Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul. Sökmen, İ. (2018). Satıraltı Türkçe Kur’an Tercümelerinin Karşılaştırmalı Söz Varlığı, Ankara: Gazi Kitabevi. Şentürk, L. ve Yazıcı, S. (2015). İslam İlmihali, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı. Şimşek, Y. (2017). Eski Anadolu Türkçesi Satırarası Kur’an Tercümesi (Topkapı Nüshası, Giriş- Metin-Notlar-Dizin), Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Dili Bilim Dalı, Doktora Tezi, Kırıkkale. Topaloğlu, A. (1976-1978). Muhammed Bin Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış “Satır Arası” Kur’an Tercümesi Giriş ve Metin, Sözlük, C.I-II, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları. Tureng Sözlük, https://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/kıyamet%20günü, (07.04.2019) Türkçe Sözlük, (2011). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salim KÜÇÜK 89 Ünlü, S. (2004). Karahanlı Türkçesi Satır Arası Kur’an Tercümesi (TİEM 235v/3-450r/7) (Giriş-Metin-İnceleme-Analitik Dizin), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara. Ünlü, S. (2007). “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye Çevrilmesi ve İlk Türkçe Kur’an Tercümeleri”, Dinî Araştırmalar, Ocak- Nisan, C.9, S.27, ss.9-56, Ankara. Ünlü, S. (2012). Doğu ve Batı Türkçesi Kur’an Tercümeleri Sözlüğü, Konya: Eğitim Yayınevi. Üşenmez, E. (2010). Eski Kur’an Tercümelerinden Özbekistan Nüshası Üzerinde Dil İncelemesi (Giriş-İnceleme-Metin-Sözlük-Ekler Dizini), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Doktora Tezi, İstanbul. Yaylagül, Ö. (2006). “Dīvānü Lûgāti’t-Türk’teki Ad Aktarmalı (Metonymic) Yapılar”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C.3, S.1, Mart, ss.77-88, Ankara, Yılmaz, H. (1992). Eski Anadolu Türkçesiyle Yazılmış Satırlar Arası Bir Kur’an Çevirisi (Metin-Gramer-Sözlük: 1b-53a), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, SivasTosun, N. (2016). Öykümüzün Sınır Taşları. İstanbul: Dedalus Kitap.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Toprak, A. (2019). Türk Kültüründe Evlilik ve Çocuğa Ad Verme Geleneği: Alevi Bektaşi Örneği. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 90-95.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 90-95. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut271 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 14.02.2019 ║Kabul Tarihi: 17.03.2019

Türk Kültüründe Evlilik ve Çocuğa Ad Verme Geleneği: Alevi Bektaşi Örneği In Turkish Culture Marriage and Giving Name to Children Tradition: Alevi Bektaşi Sample

Abdulhamit TOPRAK*

Öz Göçebe bir hayat yaşayan Türkler zamanla yerleşik hayata geçmiş ve birçok kültürle etkileşimde bulunmuştur. Kültürel etkileşim, kültürel zenginlikleri ve çeşitlilikleri beraberinde getiren önemli bir etmendir. Farklı etnik milletlerden, kültürlerden ve dinlerden oluşan Türk toplumu; gelenek ve görenekleri bakımından farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar, Türk kültürünün geçiş dönemlerini oluşturan “evlilik ve çocuğa ad verme” âdetleri üzerinde önemli bir rol oynamaktadır. İnsanoğlunun hayatında önemli bir dönemi temsil eden evlilik ve ad verme eylemleri, törenlerle gerçekleştirilir. Türk kültürünün önemli geçiş dönemleri olan evlilik ve çocuğa ad verme âdetlerinde geçmişten günümüze kadar zamanla bazı değişikliklerin olduğu görülmüştür, ancak bunların temelde aynı kültürden beslenmesi, geçmişle gelecek arasında köprü kurabilecek kadar benzerlik göstermesini sağlamıştır. Gelenek ve âdetlerin; geçmişin, uzun yılların birikimine ve tecrübesine dayanması Sünnî Türk ve Alevi-Bektaşi toplumlarının kültürel ve geleneksel yönden benzerlikleri beraberinde getirdiği görülmüştür. Bu durum; Alevi-Bektaşi toplumlarının evlilik ve çocuğa ad verme âdetlerinin, Sünnî Türk toplumunun âdetleri arasında büyük farkların oluşmasının önüne geçmiştir.. Anahtar Kelimeler: Kültür, Evlilik, Ad verme, Alevi-Bektaşi.

Abstract Turkish people who lived as a nomadic life adopted a settle life in time and interacted with a lot of cultures. Cultural interaction is important factor that bring with cultural richness and diversity. Turkish society that comprised of having different ethnic nations, cultures and religions is difference of in point of customs and traditions. These differences take an active role in ''marriage and giving name children ''traditions that building transition period of Turkish culture. Marriage and giving name acts that represent an important period life in human , is celebrated with ceremonies .It has been seen that there have been some changes marriage and giving name, which are important transitional periods of Turkish culture in the

* Dr. İçişleri Bakanlığı, Adıyaman-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCİD: https://orcid.org/0000000307175148 Abdulhamit TOPRAK 91 time, from the past to the present, but these nourishment from the same main culture has provided enough similarity to form a bridge between the past and the future. Traditions and customs, old time's, it has been seen that many years of accumulations and experience based on the Turkish and Alevi Bektas-i societies, cultural and traditional aspects of the similarities brought with it. This situation; Alevi-Bektaşi societies traditions which is marriage and giving name to children, prevented it from occurring huge difference between with Turkish society traditions Keywords: Culture, Marriage, Giving name, Alevi Bektaşi. Giriş Türk kültüründe genel anlamda belli başlı geçiş dönemleri mevcuttur. Bu geçiş dönemleri insanoğlunun hayatında belli dönemleri ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir. Bu geçiş dönemleri doğum, ad verme, evlilik, düğün Hacca gitme ve ölüm gibi dönemlerdir. Bu çalışmada Türk kültürü geçiş dönemlerinde ve insan hayatında önemli bir yeri olan evlilik ve ad verme dönemleri genel bir çerçevede ele alındıktan sonra, çalışmanın aslını oluşturan “Alevi Bektaşilerde Evlilik ve Çocuğa Ad Verme” dönemleri ele alınacaktır. Anadolu’nun; ticaret yolları üzerinde olması, iklim ve doğa koşullarının elverişli olması, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmasını sağlamıştır. Farklı medeniyetlerin Anadolu’dan geçmesi ve Anadolu’ya yerleşmesi kültürel zenginliği beraberinde getirmiştir. Bu durum, kültürel çeşitliliğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Türklerde geçmişten günümüze kadar evlilik ve çocuğa ad verme ile ilgili birçok ritüelin olduğu görülmüştür. Benzer kültürel renklere ve niteliklere sahip olan Anadolu, bazı geçiş dönemlerinde az da olsa farklılıklar göstermiştir. Türklerde aile çok önemli bir yer tutar, aile toplumun temelidir. Her açıdan sağlıklı bir toplum, ancak sağlıklı ailelerin olmasıyla mümkündür. Bu nedenle Türkler, aile yapısının sağlam olmasına önem vermişlerdir. Bunu sağlamak için de evlenecek kişilerin birbiriyle uyumlu olması, birbirine denk olması gerekir. Türk kültürü ve ananesi aile ve akrabalık ilişkilerine önem verir, bu nedenle Türklerde akrabalık ilişkilerini anlatan pek çok sözcük dilimize yerleşmiştir. Bunlar; amca, dayı, teyze, hala, nine, dede, bacanak, kayınbirader, dünür gibi akrabalık ilişkilerini anlatan kelimelerdir. Akrabalık ilişkilerine ve aileye verilen önem, evlilik üzerinde çoğu zaman büyük rol oynamıştır. Dolayısıyla evlenmeyi düşünen veya evlenmek isteyen bireylerin, evlenmeyle ilgili hassasiyetlerinin kendini her zaman gösterdiği söylenebilir. Bu hassasiyetler, bireylerin evliliğin, maddi ve manevi sorumluluk gerektirdiği bilincinde olduğunu gösterir. 1. Türk Kültüründe Evlilik 1.1. Evlilik İnsanlar neslinin devamını sağlayabilmek ve mutluluğunu, derdini paylaşmak için kendine bir eş ve arkadaş arar. Evlenmek, insanın doğasında yer alan önemli ihtiyaçlardan biridir. Anne-baba olma ve hayatı paylaşma isteği bireylerin evlenmek isteme sebeplerindendir. Evli erkek ve kadının toplumda her zaman ayrı bir yerinin ve ağırlığının olduğu bir gerçektir. Türk kültüründe evlilik bireyler için, bir saygınlık ve itibar göstergesidir. Mutlu ve huzurlu olmak isteyen her birey evlenmek ister. Bu durum evliliğin, çok anlamlı ve yükümlülükleri çok bir olay olduğunu göstermektedir, bu nedenle bireyler; evliliğin ciddi bir olay olduğunun bilincinde olarak eş seçimine dikkat ederler. Birey, evleneceği kişinin kendisiyle uyumlu ve anlaşabilecek bir karakterde olmasını ister. Atalarımız;“davul bile dengi dengine” diyerek evliliğin birbirine denk

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

92 Türk Kültüründe Evlilik ve Çocuğa Ad Verme Geleneği: Alevi Bektaşi Örneği kişiler arasında yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Eşlerin kültürel, geleneksel, maddi ve manevi bakımlardan denk veya benzer olmaları, yapılan evliliğin sağlıklı olmasında büyük bir etken olduğu söylenebilir. Evlilik; toplumların sürekliliğinde, aile bağlarının oluşturulması ve güçlenmesinde rol oynayan faktörlerden ve toplumun temel dinamiklerinden biridir. Evlilik; birey için olgunlaşma, birey olduğunun bilincine varma ve sorumluluk alma duygusudur. Türklerde belli bir yaşa gelen bireyin evlenmesi ve yuva kurması gerektiği düşünülür. Dolayısıyla imkânı olan bireyler, evlendirilir ve yuva kurmaları sağlanır. Evlilikte önemli olan; ailelerin, anne-babaların tutum ve davranışlarıdır; zira sağlıklı bir aile ortamında yetişemeyen bireylerin evlilikle ilgili genel anlamda pek sağlıklı düşünmedikleri görülebilmektedir. Dolayısıyla bireyleri evliliğe teşvik etmenin, aile kurumunun sağlıklı ve sağlam temeller üzerine kurulmasıyla mümkündür. Büyük bir sorumluluk olan evliliği, sağlam temellere oturtmak için ailelere büyük iş düşmektedir. Aileler; çocuklarına küçük yaşlardan itibaren, örnek olarak, evlilikle ilgili bazı temel değerleri göstermelidir. Evlilikle ilgili olarak Şişman şöyle der: “Evlilik, bireyi ve toplumu yapılandıran en önemli olaydır; toyluk, ergenlik ve gençlik döneminden yetişkinliğe geçişin ve bağımsız aktör olmanın mihenk taşıdır. (2017: 3) Türk kültüründe evlilik her iki ailenin rızası alınarak gerçekleştirilir. Evlenme çağına gelmiş ve genel itibariyle anlaşabilen bireylerin evlenme isteklerine karşılık, aile büyüklerinin bir araya gelmesi ve kız isteme olayının yerine getirilmesiyle evliliğin ilk adımı atılmış olur. 1. 2. Kız İsteme Türk kültüründe evliliğin ilk aşamalarından biri kız isteme merasimidir. Geçmişten günümüze kadar kız isteme ile ilgili pratiklerin değiştiği görülmektedir. Görücü usulü evliliklerde, evlenecek olan bireyler birbirlerini ancak kız isteme gününde görürdü. Fakat zamanla değişen koşullar ve hayata bakış açıları bunu genel itibariyle değiştirmiştir. Günümüzde, bireyler görücü usulü evlilikten ziyade, birbirlerini tanıdıktan sonra evlenmeye karar verip, ailelerine durumu sonra anlatmaya çalışmaktadırlar. Kız istemenin, Türk örf ve gelenekleri ile İslami kurallara uygun yapıldığı söylenebilir. Türk toplumunda Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile kız istenir. Toplumun gelenek ve inançlarına göre gerçekleştirilen kız isteme, daha çok aile büyükleri tarafından icra edilir. Kız tarafı evet dedikten sonra söz kesilir. Söz kesildikten sonra nişana hazırlık yapılır; nişandan sonra ailelerin uygun gördüğü bir zamanda da nikâh ve düğün için uygun olan bir vakit belirlenir ve düğün yapılır. Böylece aileler arasında bir akrabalık bağı kurulmuş olur. 1. 3. Nikâh Türk kültüründe dinî ve resmî olmak üzere iki çeşit nikâh vardır. Kültürün önemli bir ögesi olan inançlar, Türk kültürünün pek çok alanında kendini hissettirmektedir. Dolayısıyla resmî nikâhla birlikte dinî nikâh da görülür. Genelde resmî olan nikâhtan önce dinî nikâh kıyılır. Resmî nikâh düğün zamanı kıyılsa bile, dinî nikâhın dinî vecibelerden veya gelenekselleştiğinden dolayı resmî nikâhtan çok önce kıyıldığı söylenebilir. Bu hususla ilgili olarak Bekki şöyle der: “Aile ve akrabalığın tesisi için evlilik ön şarttır. Evrensel bir kurum olan evliliğin gerçekleştirilmesinde mensup olunan toplumun değer yargıları belirleyici olur. Eş

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulhamit TOPRAK 93 seçiminden evlilik töreninin son aşamasına kadar yapılan birtakım seremoniler, ritler, ve uygulamalar toplumdan topluma çeşitlilik göstermektedir.” (2009: 31) Alevi-Bektaşi kültüründe de resmi nikâhla birlikte dini nikâh yapılır. Ancak bu dini nikâh Alevi-Bektaşi topluluğunda dedeler tarafından kıyılır. Alevi Bektaşilerde evlilikle ilgili örf, adet, gelenek ve göreneklerde bazı farklılıklar gözlenir. Örneğin; bu konuyla ilgili olarak Erzurumlu, musâhipli (yol kardeşi, arkadaş) ailelerde yedi nesle kadar çocukların evlenmesinin ve bazı yerlerde, kirveler arasında da yedi nesil evliliğin yasak olduğunu belirtir. (2007: 170) Nikâhı kıyacak olan dede (Mürşid, Talib) evliliğin ve aile kurumunun öneminden bahseder; sonra orada bulunanlardan Salavat getirmelerini ister. Daha sonra dede evlenen gençlerinin evliliklerinin hayırlı olması için bir dua (gülbank) okur, en sonunda nikâh kıyma işlemine geçilir. Dede üç kez kıza ve üç kez de erkeğe yönelerek falan kişiyi eş olarak kabul ediyor musun sorusuna olumlu yanıt aldıktan sonra, vekilleri ve şahitleri tanıklığa çağırarak, ‘canlar, duydunuz, tanık olunuz…’ diyerek nikâhı kıyar. Nikâh kıyma işleminden sonra dede bir dua okur. Nikâhı kıyılan çift, önce dedenin, daha sonra da büyüklerin, anne ve babalarının ellerini öper. Orada bulunanlarla birlikte nikahın hayırlı olması dileğinde bulunurlar ve böylece dinî nikâh tamamlanmış olur (Yaman, 2001: 328-332). 1. 4. Düğün Türk kültüründe düğünler geçmişten günümüze kadar genelde cuma günü öğleden sonra başlar, pazar öğle yemeği yendikten sonra biter. Düğünler açık bir alanda, üç gün, üç gece sürer. Günümüzde düğünlerin yapılış şeklinin, geçmiş zamanda görülen düğün şekillerine benzer özellikler gösterdiği söylenebilir. Toplumun geleneksel yapısına göre düğünlerde bazı farklılıklar görülebilir. Ancak genel itibariyle düğünlerin birbirine çok benzer olduğunu söylemek mümkündür. Düğün yapılan erkek evine günler öncesinden Türk bayrağı veya beyaz/kırmızı renkte bir bez asılır; bayrak direğinin en tepesine de soğan geçirilirdi. Ancak düğün anlayışının değişmesi ve salon düğünlerinin yaygınlaşmasıyla bu gelenekler yok denecek kadar azalmıştır. Açık havada üç gün üç gece süren düğünler, artık salonlarda üç saate sığdırılır hale getirilmiştir. Bu değişiklikteki temel faktörler; hızlı kentleşme, çalışma şartları, maddi koşullar, sosyal ve beşeri ilişkilerdeki zayıflamadır. Alevi-Bektaşilerde düğün zamanı yapılan törenler ise kendi dini-geleneksel yapısı biraz farklılık arz etmektedir. “Köylerde erkek evinin kapısına Türk bayrağı çekerler. (Eskiden kırmızı bir kumaş bağlarlardı, daha önceleri ise sarı bayrak çekerlermiş.) Gelin; evinden ata bindirilerek alınır. Büyük bir kazanı ters çevirirler, üstüne bir post sererler. Bunu bir binektaşı gibi kullanarak ata binerken babası: ‘Başın pınar, ayağın göl olsun…Hayırlı olsun, uğurlu olsun’ diye dua eder. Gelini çoğunlukla al ata bindirirler. At yürümeye başlayınca gelinin arkadaşları ve dostları kızlar ve kadınlar işlemeli temiz elbiseleri ile onun önü sıra oynarlar ve oğlan evine varıncaya kadar gelini oyalarlar.” (Noyan, 1985: 83-84) Günümüzde gerek koşulların değişmesi, gerekse artık salon düğünlerine ağırlık verilmesi nedeniyle erkek/düğün evine bayrak asma geleneğinin görülmediğini söyleyebiliriz. Kültürün geleneklerden kopması, imkânlar ve anlayış tarzının değişmesi düğünlerin yapılış şeklini en çok etkileyen faktörler olmuştur.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

94 Türk Kültüründe Evlilik ve Çocuğa Ad Verme Geleneği: Alevi Bektaşi Örneği

Alevi Bektaşi kültürü, Türk kültürünün bir parçasıdır. Yalnız Alevi-Bektaşilerde geleneksel inançlarından ötürü, kültürel anlamda bazı farklılıkların olduğu söylenebilir. Bu durum, farklı uygulamaları beraberinde getirmiştir. Söz gelimi düğünlerde gelin ve damat için en korktukları şey, büyüdür. Büyü nedeniyle gelin ve damada uygulanan bazı büyü bozma ve kaçırma yöntemleri vardır. Bununla ilgili olarak Şahin şöyle der: “Evlilikle ilgili inanmalarda daha çok uygulanan ve devam ettirilen inanışlar evliliğin geleceğini etkileyecek büyüsel durumlardan kurtulma ve bu gibi durumları geçersiz kılmak için uygulanan pratiklerdir.” (2017: 95) Bu uygulama ve pratiklerin bazıları şunlardır: “Gelin ve damadın bağlanması için kötü niyetli kişiler bağlama büyüsü yaptırırlar. Bu büyüden korunmak için nikâh esnasında dikkatli olmak gerekir. Kapalı ve kilitli her şeyin açılması gerekir. Nikâh esnasında dedeye kilit verilir. Dede o kilidi dua ile kapatır ve nikahtan sonra dua ile o kilidi tekrar açar. Bu uygulamanın sebebi nikâh esnasında yapılabilecek kötü büyülerin önüne geçilmek istenmesidir.”(Şahin, 2017: 92-95) 2. Çocuğa Ad Verme Türk kültüründe yeni doğan çocuğa ad verilir ve bu ad verme belli usullere göre gerçekleştirilir. Ad verme eyleminde yeni doğan çocuk için ilk önce hayır duası edilir, ardından çocuğun bir kulağına ezan ve diğer kulağına kamet okunur. Daha sonra kulağına sessiz bir şekilde üç defa adı söylenir, böylece ad koyma eylemi gerçekleştirilmiş olur. Tarihi-edebi metinlere göre Türklerde çocuğa ad verme belli kıstaslara bağlı olarak gerçekleştirilmekteydi. Çocuğun ad alabilmesi için kahramanlıklar göstermesi yani yiğitliğini bir şekilde ispatlaması gerekirdi. Dede Korkut’ta Dirse Han Oğlu Boğaç Han’ın ad alması; Dirse Han’ın oğlunun boğayı yenip boğanın başını kesmesinden sonra Dedem Korkut’un gelip ona Boğaç adını vermesiyle gerçekleştirilmiştir. (Ergin, 2005: 25- 26) Çocuğun kahramanlık göstererek ad alması, eski Türk kültüründe bir şan nişanesi olarak görülmüştür. Erkek çocuğun yiğitlik göstermesi ve Dede Korkut’un ona ad vermesi, hem çocuğun anne ve babası hem de çocuk için bir onur ve gurur kaynağıydı. Ancak bu anlayış günümüzde değişmiş, yerini başka anlayışlara bırakmıştır. Alevi-Bektaşi topluluğunda ise bu gelenek büyük oranda Anadolu’nun pek çok yöresinde uygulanan pratiklerle benzerlik arz etmekle birlikte, bir zenginlik olarak nitelendirebileceğimiz bazı farklılıkları da kapsamaktadır: “Çocuğa ailesi ad vereceği gün yakınlarını çağırır. Çocuğun adını verecek olan kişi (Mürşidi, dedesi, yaşlı biri) abdest alır. Çocuk kucağına verildiği zaman üç kez şu duayı okur: ‘Maşallah! Fetebarek-Allahüahsenülhalıkıyn…’ Sonra ayağa kalkılır ve kıbleye karşı durulur. Ad koyacak kimse çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet getirir. Sonra adını üç kez söyler. Sonra çocuğun sağ kulağına adı üç kez hafifçe söylenir ve şu dua okunur. Allah’ım! Bu çocuk güzel huylu, akıllı uslu, sağlıklı, hayırlı ve uzun ömürlü, kötülüklerden uzak, rızkı bol, ailesine, ulusuna, devletine ve tüm insanlığa yararlı olsun. Hz. Muhammed Mustafa ve Hz. Ali el Murteza yoluna bağlı kalarak hayırlı hizmetlerde bulunsun. Ey Yüce Rabbimiz! Bu dileğimizi sevgili Peygamberin Hz Muhammed aşkına ve Fatiha suresi hürmetine kabul eyle. Hep birlikte Fatiha okunduktan sonra yemek yenir, Mürşid sofra

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Abdulhamit TOPRAK 95

gülbangında, çocuk için… sağlık, mutluluk ve hayırlı olması dileğinde bulunur, tören biter.” (Yaman, 2001: 318)

Sonuç Türk kültüründe evlilik ve çocuğa ad verme belirli geleneklere ve kaidelere bağlı olarak gerçekleştirilir. Kültürün şekillenmesinde ve değişmesinde dinsel ve geleneksel faktörler her zaman önemli bir rol oynamıştır. Kültürün icrası ve gelişimi zamana ve mekâna bağlı olarak da değişiklik gösterebilmektedir. Dolayısıyla çok yönlü bir yönü olan kültürün, bölgeden bölgeye, yöreden yöreye ve toplumdan topluma değişiklik göstermesi doğal karşılanmalıdır. Türkler, tarih boyunca pek çok medeniyetle etkileşim içinde olmuştur. farklı kültürlerin, geleneklerin, uygulamaların görülmesi bir zenginlik olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla farklı etnik kültür ve grupların bir arada yaşadığı ülkemizin bir kültür mozaiği örneği teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Evlilik ve çocuğa ad verme geçiş dönemleri ele alınan bu çalışmada, farklı kültürleri bünyesinde barındıran ülkemizde, Alevi Bektaşi toplumlarındaki “evlilik ve çocuğa ad verme” törenlerinin kısmi de olsa farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Alevi Bektaşi toplumlarının bu törenleri; kendi kültür, gelenek ve inanışlarına göre icra ettiği görülmüştür. Alevi Bektaşi toplumunda önemli bir yer tutan dedelerin, törenlerde büyük bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Törenlerde daha çok dedelerin yaptığı çeşitli dualar ve okudukları gülbankların sayesinde Alevi Bektaşi evlilik ve ad verme törenlerinin Türk kültürüne zenginlik kattığı ve Türk dilinin korunması ve geleceğe aktarılması konusunda katkı sunduğu söylenebilir

Kaynaklar Bekki, S. (2009). Uzak Türk İllerinde Destanlaşan Evlilikler. Ankara: Öncü Kitap Ergin, M. (2005). Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi yayınları Erzurumlu, K. (2007). Gerçeğe Hû Diyelim. İstanbul: Ufukötesi yayınları. Noyan, B. (1985). Bektaşilik Alevilik Nedir? Ankara: Doğuş Matbaacılık. Şahin, M. (2017). Kültürel Değişim Bağlamında Alevi Toplumunda Türk Halk İnançları (Küçükçekmece İlçesi Örneği). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun Şişman, B. (2017). Türk Kültüründe Evlilik (Geleneğin Son Yüz Yılı – Samsun Örneği). Ankara: Kurgan Edebiyat. Yaman, M. (2001). Alevilik (İnaç, Edeb, Erkan) İstanbul: Ufuk Reklam ve Matbaacılık.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Bahçeci, B. S. (2019). Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 96-109.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 96-109. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut243 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 19.11.2018 ║Kabul Tarihi: 23.01.2019

Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar* Albania and Albanians in Ahmet Mithat Efendi’s Novel Albenians and Soliots

Beste Semiha BAHÇECİ**

Öz Ahmet Mithat Efendi, eserlerini sadece tek bir coğrafya ya da tek bir millet ile sınırlı tutmaz. Yazar, Osmanlı coğrafyasında her kesimden ve her milletten insanı ele alarak onların yaşam tarzlarını, kültürlerini, gelenek ve göreneklerini okuyucusunun gözleri önüne serer. A. Mithat Efendi, Arnavutlar-Solyotlar adlı romanında da Müslüman Arnavutlar ile Hristiyan Solyotları kaleme alır. Farklı koşullarda yaşayan ve farklı dinlere mensup bu iki halkın birbirleriyle olan savaşları, bu savaşlardaki kahramanlıkları Ahmet Mithat için kayda değer özelliklerdendir. Romanda, Tepedelenli Ali Paşa’nın kendi siyasi erki uğruna hem Arnavutları hem de Solyotları ne şekilde hâkimiyeti altına almaya çalıştığı anlatılır. Olaylar, yazarın tarihî bilgi birikimiyle de başarılı bir üslûpla dile getirilir.Bu çalışmamızda, romanda bahsedilen Arnavutlar ile Arnavutluk’un o dönemdeki tarihî ve siyasi durumu ele alınacaktır. Bu bağlamda Arnavut ve Solyot halkının yaşayışları, kültürleri, savaşlardaki başarıları ile gelenek ve görenekleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Ahmet Mithat Efendi, Solyotlar, Arnavutlar, Arnavutluk, Roman.

Abstract Ahmet Mithat Efendi does not limit his works to just one geography or one nationality. He handles people from all regions and all nationalities in large Ottoman geography and shows their lifestyles, cultures, customs and traditions to the reader. In his novel Albanians-Soliots, A. Mithat Efendi, narrates Muslim Albanians and Christian Soliots. The wars of these two societies’, who live in different conditions and have different religions, with each other and their heroism in these wars are valuable features for Ahmet Mithat. In the novel, how Tepedelenli Ali Pasha struggles to dominate Albanians and Soliots for his political power is narrated. Events are put into words in a successful style with the writer's historical knowledge.In this study, historical and political situation of Albania and Albanians in the

*Bu makale 14-16 Kasım 2013 tarihlerinde Tiran’da düzenlenen “2. Uluslararası Dil ve Edebiyat Konferansı ‘Balkanlarda Türkçe’ (UDEK)” bilimsel etkinliğinde sunulan bildirinin gözden geçirilerek düzeltilmiş hâlidir. ** Öğretmen, MEB, İstanbul-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCID: https://orcid.org/0000-0002-6792- 5775 Beste Semiha BAHÇECİ 97 period mentioned in the novel will be discussed. In this regard, Albanian and Soliot societies’ lifestyles, cultures, successes at the wars, customs and traditions will be focused on. Keywords: Ahmet Mithat Efendi, Soliots, Albanians, Albania, Novel. Giriş Avrupanın geçit yolları üzerinde stratejik konumuyla tarih boyunca işgallere uğrayan Arnavutluk (Ana Britannica, 1992, 323) halkı, MÖ 627-600 yıllarında Tuna ve Sova nehirleriyle Venedik arasında yaşayan İlliryalıların soyundan gelir. (Göktaş, 1995, 1). Latince kaynaklarda Aerbanenses ya da Albanenses, Slav kaynaklarda ise Albanoi ya da Arbanasi olarak geçen bu milletin Türkçedeki ismi Arnavuttur. (İzeti, 2005, 518). “İlliryalıların toprakları tarih içinde sırasıyla Alanlar, Vzigotlar, Hunlar, Avarlar, Slavlar, Bulgarlar ve Bizanslılar tarafından işgal edilmiştir. XIII. yüzyılda ise bölgeye Sırplar hâkim olmuştur.” (Coşkun-Ensar, 2000, 16). 14. yüzyılın ortalarından itibaren Türklerin Arnavutluk’a akınlar düzenlediği görülür. (İzeti, 2005, 519). Yaklaşık 500 yıl Osmanlı’nın egemenliğinde kalır, “1466 yılına kadar Arnavutluk Osmanlı idare sisteminde Arnavid ili adı altında bir sancak olarak görülür.” (Bilge, 1995, 386). Fatih Sultan Mehmet zamanında İlbasan Kalesi inşa edilir ve burası bir sancak hâline getirilir. Daha sonra Avlonya, Ohri, İşkodra Sancağı kurulur ve buralara Konya’dan getirilen halk ile iskân çalışması yürütülür. (Bilge, 1995, 386). 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusların tahriklerine karşı Arnavutlar yine de Osmanlıya sadık kalırlar. 1912’de Berat Bey’i İsmail Kemal’in öncülüğündeki Arnavutlar, Avlonya’da bağımsızlıklarını ilan ederler. 1913’te toplanan Londra Konferansı ile de Arnavutluk, bağımsız bir devlet olarak kabul edilir. (İzeti, 2005, 519). Yüzyıllar boyunca Osmanlı egemenliğinde yaşayan Arnavut halkı, gerek 1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük, insan hakları ve milliyetçilik gibi kavramların etkisiyle; gerek de Batılı devletlerin asırlarca Haçlı siyasetinin bir neticesi olarak Balkanları isyana teşvik etmesi ile Arnavutluk, bağımsız bir devlet hâlini alır. (Bayraktar, 2007, 72). Arnavutluk’un Doğu ile Batı arasında bir köprü niteliği taşıması, ülkenin hayli önemli bir konuma gelmesine neden olur. Arnavut kültürü, hem Doğu hem de Batı ile kültürel etkileşim içerisinde olmuştur. (Likaj, 2012, 402-403). Çok farklı siyasi otoritelere evsahipliği yapan ve yüzyıllar boyunca farklı milletlerin işgaline uğrayan Arnavutluk, ister istemez her millet ve toplumdan kültürel anlamda etkilenir. Bu etkileşim daha çok Batı ile olsa da Doğu’dan olan kültür etkileşimi de göz ardı edilemez. Şemseddin Sami’nin Kâmûsü’l-A’lâm’da dediği gibi Arnavutlar, “zeki ve kabiliyetli olduklarından hem Osmanlıda hem de diğer devletlerde yaşayan Arnavutlar arasından büyük âlim, şair ve devlet adamları çıkmıştır.” (Sâmi, 1314). Osmanlı’da Gedik Ahmet Paşa, Pargalı İbrahim Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Köprülü Mehmet Paşa, Alemdar Mustafa Paşa, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi otuz iki devlet adamı ile Şemseddin Sami, Mehmet Akif Ersoy gibi edebiyat ve fikir adamları yetiştiren Arnavutluk ile Osmanlı, yüzyıllar boyunca yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Unutulmamalıdır ki, Osmanlı’nın devletten imparatorluğa yükselişinde bünyesinde barındırdığı birçok unsurdan aldığı gücün yanında Arnavutluk’un da büyük yararlılıklar sağlayan devlet ve bürokrat adamlarının varlığıdır. (Kuzucu, 2012, 309). Devrinin önemli yazarlarından ve fikir adamlarından biri olan Ahmet Mithat Efendi, Türkler ile Arnavutların bu yakınlığını tarafsız bir şekilde gözlemlemiş, tarihî bilgi birikimiyle de Arnavutlar-Solyotlar adlı romanını kalem almıştır. Bu çalışma; Arnavutlar ve Arnavutluk, Tepedelenli Ali Paşa, Solyotlar başlıkları altında incelenecektir.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

98 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

1. Arnavutluk ve Arnavutlar Fransız İhtilali’nin tüm dünyaya yaydığı özgürlük, eşitlik, insan hakları, milliyetçilik gibi düşünceler, kuşkusuz tüm Avrupa’yı olduğu gibi Arnavutluk’u da etkisi altına alır. XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Balkanlarda başlayan hareketlilik Arnavutluk’u da etkiler. “Balkan Müslümanları arasında en büyük nüfusa sahip olan Arnavutları, Osmanlı Devlet idaresinden ayırmak, Balkanlarda çıkarları bulunan başta Avusturya, Avrupalı devletler ve Rusya ile komşu olan Sırbistan için son derece mühim bir proje olarak görülmüştür.” (Ademi, 2013, 7). Bunun en önemli nedeni: “Arnavutluk, Adriyatik denizinin Akdeniz çıkışını kontrol eder ve Balkan Yarımadası’na nüfuz etmede önemli bir rol oynar ve Doğu Akdeniz’i kontrol edebilme imkânı verebilen jeopolitik bir öneme sahiptir.” (Birecikli, 2009, 1042). A. Mithat Efendi de romanında bu meseleye özellikle vurgu yapar. Balkanların o dönemde büyük devletlerin ne şekilde oyuncağı olmaya başladığını gözler önüne serer: “Bu kanlı visal, o zamanda vuku bulmuştur ki ondan otuz üç sene mukaddem bir Rusya donanması Bahr-ı Baltık’tan çıkıp Septe Boğazı’ndan Akdeniz’e girerek Mora’yı ayaklandırmağa başlamıştı da İstanbul’ca bu hâlden dolayı dûçâr-ı hayret olanlara, Fransız sefiri elinde bir Avrupa haritası bulunarak Rusların hangi denizlerden ne suretle geçerek Mora’ya kadar gelebileceklerini anlatmağa çalıştığı hâlde zihinler bu îzâhât-ı coğrâfiyyeyi pek güçlükle kabul edilebilirlerdi. Kanlı visalin vukuundan otuz sene mukaddem dediğimiz zaman, Rusların Yunanistan taraflarında bir bakıma ta Büyük Petro ve İmparatoriçe Anna ve İmparatoriçe Elizabet zamanlarından beri ekegelmiş oldukları teşvikat tohumu seneler geçtikçe yeşillenip büyüyerek ilk meyvesini Misitra taraflarında kıpkırmızı kızarıp kemalini bulmuş bir surette iktitaf ettirmişti. Zira Orlof’un karaya çıkardığı sekiz yüz kadar Ruslara, İngiliz ve İtalyan ve Adalı Rumlardan iki bin kadar ücretli veya gönüllü efrat ilâve eyleyerek Mora ve Arnavutluk ahalisinden iğfal edebildiği adamları da bililâve vücuda getirmiş olduğu şark ve garp İspartiyot alaylarından meşhur Pisaro kaptanın kumandasındaki şark İspartiyot alayı, Misitra civarındaki ahâlî-i müslimeyi bu kaleye tıkmıştı da çoluklarıyla çocuklarıyla kaleden çıkıp çekilmelerine ve kaleyi ve silâhlarını teslim etmeğe bâ-imza taahhüt gösterildiği hâlde silâhsız ahali kaleden çıkar çıkmaz üzerlerine hücum edilerek katliam edilmiştir. Bu katliam, ol katliamdı ki biraz sonra Müslüman Arnavutları dahi Mora’ya hücum ederek on bin neferi Patras’ı aldıkları zaman eli silâh tutabilecek ahali tamamen kılıçtan geçirilmişlerdi.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 12-13). Eserde, başta Rusya’nın ve diğer büyük Avrupa devletlerinin Balkanların ve dolayısıyla Osmanlı’nın parçalanması adına ektikleri düşmanlık tohumlarının kendisini gösterdiğini görürüz. Ücretli veya gönüllü askerlerin Arnavutluk ve çevresinde kadın çocuk demeden katliam yapmaları bu düşmanlık tohumlarının yeşerdiğinin bir göstergesidir. A. Mithat, bölgede meydana gelen karışıklıkların, dost olan milletleri birbirine düşman ettiğini vurgular: “İmdi bir kere fesada bu suretle ateş verildikten sonra, Mora üzerinde cengâverlik ve yağma- gerlik hususunda biri diğerinden aşağı kalmayan Arnavutlarla Rumlar arasında evvelki hüsn-i muâşeret münasebeti bertaraf olunca, bunlar yekdiğerinin malına, canına o kadar müthiş bir nazar-ı tama’ açmışlardır ki “Pokevil” nam müellifin bu vak’aya dair yazdığı tarih hiç de Osmanlılık lehinde değilken “Türkler bile Arnavutların şiddet-i i’tisâfâtını men’e kudret bulamıyorlardı (…)” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 14)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 99 Mora’nın karışıklığı esnasında Arnavutlar ile Rumların birbirlerinin canına ve malına kastetme seviyesine geldiğini görürüz. Asıl dikkat edilecek husus, Pokevil isimli tarih yazarının Arnavutların şiddetine Türklerin bile çare bulamadığını yazmasıdır. Ahmet Mithat Efendi, o dönemde yaşanan olumsuzlukları Ahmet Cevdet Paşa’nın Tarih’ine de başvurarak anlatmaya devam eder: “(…) Arnavutluk denilen yerler bilkülliye fetret içinde bulunurdu. Vakıa büyücek şehirlerinde valiler ve müsellimler vardıysa da o zamanlar ayâlât-ı Osmâniyyenin ağlebindeki valiler ve müsellimler gibi bunlar dahi merkez-i hükûmet-i seniyyeyi hemen tanımaz ashâb-ı hurûcdandılar. Hele her kasabada ve bazı büyücek köylerde birer bey veyahut birer ağa âlâ-yı vâlâ-ı istibdâdla derebeyliği ettiklerinden valilerin, müsellimlerin kuvvetleri dahi bu beylerden, ağalardan her kaçını kendisine tâbi edebilmişse o nispette olurdu. Cennet- mekân Sultan Abdülhamid-i Evvel hazretlerinin evâhir-i saltanatlarıyla cennet-mekân Sultan Mahmud-ı Sânî hazretlerinin evâil-i saltanatları arasındaki seneler ki eyâlât-ı şâhânenin merkez-i saltanat-ı seniyyeye merbutiyetleri lâfzî murâd bir şey olup her taraf ashâb-ı hurûc yedinde kaldığından, Avusturya gibi Rusya gibi a’dâya mukavemet hususunda devletin dahi izhâr-ı acz menzilesine indiği Târîh-i Cevdet’te pek mufassal ve meşhur olarak tasvir edilmiştir. İşbu ağaların, beylerin, müsellimlerin, muhafızların ve hatta valilerin derece-i tahakkümlerini şununla muvazene etmelidir ki bunlar kalemrev-i istibdâdları dahilinde bulunan yerlerin âdeta sahipleri olarak etraf ve civarlarında bulunan diğer mütehakkimlerle cenk ederler, sulh ederler, cenkte derece-i galibiyyetlerine göre yağmaya koyulurlar, düşmanlarının mülklerini nez’ ve gasbeylerler. Ve bazı yerlerde görüldüğü üzere galebe ve muzafferiyetle girdikleri köyler ve kasabalar ahalisinin ihtiyarlarını katliam ve gençlerini esir diye füruhta kadar varırlardı.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 17-18). A. Cevdet Paşa, meşhur Tarih’inde, Arnavutluk ve çevresinde hükümetin gücünün azaldığını ve buralarda yönetimi elinde bulunduran kişilerin Osmanlı hükümetini tanımadığını yazar. Büyük yerlerde valiler, küçük yerlerde ise bey ve ağalar halka zulmetmektedir. Cevdet Paşa ayrıca, Sultan I. Abdülhamid ve II. Mahmud’un saltanatları arasında, merkezden yönetimin zayıfladığını anlatır. 2. Tepedelenli Ali Paşa Osmanlı Devleti’ne hem sayısız faydası dokunan hem de devlete başlattığı isyan yüzünden devletin Rum ayaklanmasını bastıramamasına neden olan Tepedelenli Ali Paşa, 1744 yılında Arnavutluk’un Tepedelen kasabasında dünyaya gelir. Ali Paşa’nın dedesi Muhtar ve babası Veli de Tepedelen beyidir. Ali Paşa, babası vefat edince annesi ve kız kardeşi ile birlikte düşman elinde esir olurlar. Ahmet Mithat Efendi, Ali Paşa ve ailesi hakkında şu bilgileri verir: “… Hatta nisvandan bile bilfiil derebeyliği etmiş olan vardır ki o da Veli Beyin haremi ve Kaniçe Beyinin kızı Hamko’dur. Bu kadın, kocasının vefatından sonra Tepedelen kasabasında icrâ-yı hükûmet ederken, Kardiki kasabasının Arnavutlarıyla bir münazaa çıkarıp Arnavutların vuku bulan hücumuna Hamko tâbâver-i mukavemet olamadığından bir kızı ve bir oğluyla beraber düşmanları eline esir düşmüş ve kemâl-i hakaretle Kardiki kasabasına götürülmüştür. Bu vak’a 1754 veya 55 sene-i mîlâdiyyesine doğru vukua gelmişti. Hamko’nun Haniçe isminde bir kızı ve Ali isminde bir de oğlu vardı ki ikisi de sırma saçları ve mavi gözleriyle câlib-i enzâr-ı ihtihsâr dilberlerdiler. Ali dediğimiz çocuk ancak on dört, on beş yaşlarında bir şey olarak pederi Veli Beyle büyük pederi Muhtar Bey hep Tepedelen beyi oldukları gibi kendisi dahi Yanya Valisi meşhur ve maruf Tepedelenli Ali Paşa olmağa namzettiyse de validesinin Kardiki Arnavutları esaretine duçar olması üzerine canından emin olamayarak

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

100 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

selâmeti semt-i firârda aramış ve sekiz on sene daima firarîlik ve serserilik vadisinde pûyân olmuştur.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 18). Görüldüğü üzere, o dönemde bey vefat edince eşi, hükümet yönetimini eline alır. Fakat düşmanın hücumuna karşı cevap veremeyen Hamko, iki çocuğuyla beraber esir düşer. Ali Paşa, henüz on dört, on beş yaşlarında olmasına rağmen esarete boyun eğmez. Sürekli firar yollarını düşünmüş, bunun için de işi serseriliğe kadar vardırmıştır. Mithat Efendi, o dönemdeki Arnavutluk’ta eşkıyaların türediğini ve bu eşkıyaların ya ağaların, beylerin, paşaların ücretli askerleri olduklarını ya da silah kuvvetiyle hırsızlığa başvurduklarını söyler: “O zamanlar Arnavutluk içinde tahakküm zimâmlarının birisi dahi “kalfet” denilen eşkiya elindeydi. Silâhı kuvvetiyle taayyüşü, çiftçilik ve çobanlıktan taayyüşten kolay ve bahusus memleketin sarplığı cihetiyle bu sanatları herşeyden güç bulan Arnavutlar ya beylerin, ağaların, paşaların ücretle askerliği hizmetini veyahut silâh kuvvetiyle hırsızlığı tercihte bulunurlardı. Ali’nin dahi serseriliği esnasında bu kalfetlerle münasebet peyda eylediği ve o münasebetle inip binmeğe, vurup kırmağa, çevikliğe çabukluğa alıştığı mervidir.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 19). Ali Paşa da bu eşkıyalarla münasebette bulunduğu için onun da vurup kırmayı adet edindiği, çevikliğe alıştığı anlaşılır. Ali Paşa’nın bir anda hayli mal varlığı edinmesi ve zengin olması tarih içinde oldukça tartışılmıştır. Ali Paşa ve ailesi Yunanistan ve Arnavutluk’ta etkili olmuştur. Aile burayı idare ederken oldukça zengin bir hâle gelir. “Bu mal varlığını nasıl edindiği sorusuna verilecek cevap ise çeşitlidir. Mal varlığını edinme yolları arasında, güç kullanma, zorla istimlâk etme, satın alma, rüşvet gibi usulleri sayabiliriz.” (Sezer, 2005, 333). Fakat Ahmet Mithat Efendi’ye göre, Ali Paşa daha farklı bir yolla zenginliğe ulaşır: “Bir gün bir viranede otururken her nasıl bir işkil üzerineyse o viraneyi kazmağa başlar, virane derunundan zengin bir define zuhur eder. Ali bunu görünce, talih denilen şeyin kendisine vech-i handân gösterdiğini hükmederek koşar validesini bulur. Validesi zaten pek müdebbir bir kadın olduğundan ve o zamana kadar Ali dahi yirmi beş yaşına varıp nice meşakk ve mezahim içinde pişmiş bulunduğundan ana oğul bilmüzakere kalfetlerden yavaş yavaş adam celbine başlarlar. Fırkayı büyüttükçe büyültürler. Tepedelen kasabasındaki eski bendegân ve taraftarânla muhabereye girişirler. Nihayet az zaman içinde Hamko’nun oğlu iki bin kadar cüretli efrada serdar olunca, Tepedelen kasabasına bilhücum düşmanlarını kahr ve kam’ ederek peder ve büyük pederinin makamını tekrar ele geçirir.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 19). Ali Paşa ve annesi, o civarda bulunan eşkıyadan adam toplamaya başlar. Tepedelen kasabasından da birçok adam toplayarak iki bin kadar askerle doğduğu kasabaya saldırarak Tepedelen’i düşmandan temizler. Böylece dedesi ve babasının makamını tekrar ele alır. Ali Paşa bu olaylarla da yetinmez. Gayet zeki bir kişi olduğundan siyasi geleceğini iyi düşünerek Delvino Sancak Bey’i Selim Bey’in kızı ile evlenir. “Bu zatın cemali gibi zekâsı dahi mertebe-i gayede olup hele talâkat ve uzûbet-i beyânı emsalsiz olduğundan az zaman içinde çoğalttığı şöhreti sayesinde Delvino sancak beyi Selim beyin kızını da bittezevvüç o taraflar beyleri meyanında serfiraz olursa da Kardiki Ağasıyla sair düşmanı bulunan beyler bir aralık cem-i kuvvetle Ali’nin üzerine yürüyüp maiyetindeki efradı ekseriyetle katl ve bakiyesini perişan ederler. Fakat böyle bir sadmeyle Ali’nin yılması mümkün olur mu? Derhâl cem-i kuvvetle düşmanlarının ittifakını bozacak her türlü vesâit- i hud’akârâneye bilmüsâraa fakat bunlarla intikam kavgasında devam edecek olsa sair

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 101 tertibatından geri kalacağını düşünür ve birer taraf-ı takrîbini bulup onlarla barıştıktan sonra teşkil eylediği fırkalarla Yanya ve Makedonya ve Tesalya taraflarına akınlar etmeğe başlar. Hamko’nun oğlu bu akınlar esnasında iki defa yakayı ele verirse de zekâvet ve cüreti sayesinde yine kurulup nihayetsiz yağmalarla servetini arttırdıkça arttırır. Lâkin o zamana kadar devletle hiçbir sıfat-ı resmiyyesi bulunmadığından ve o sırada kayınpederi Selim Beyin ahval ve etvârı İstanbul’u na-hoşnûd eylediğinden İstanbul’la bilmuhabere istihsal eylediği ferman üzerine bir yolunu bulup kayınpederini kendi bendegânı muvacehesinde öldürür ki bendegân efendilerinin intikamını filhâl Ali’den almağa davranırlarsa da Ali fermanı çıkarıp tehditkârâne bir tavırla “Ben onu padişah emriyle öldürdüm! İşte ol asinin fermanı!” deyince herkes emr-i pâdişâhîye itaaten boyunlarını büker.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 19-20). Ali Paşa’nın bir anda bu kadar güç elde etmesi çevre beylerini rahatsız eder. Bu beyler ve Paşa’nın düşmanları birlik olarak Paşa’nın askerlerini katlederler. Fakat Paşa, gayet akıllı davranarak onların üzerine yürür; onlarla savaşarak bir şey elde edemeyeceğini bildiği için onlarla barışır. Yönünü bu kez Yanya, Makedonya ve Tesalya’ya çevirir. Paşa, İstanbul ile herhangi bir resmî iletişime geçmez. Onun hâkimiyeti bir nevi kendincedir. Fakat kayınpederi Selim Bey’in bazı hareketleri İstanbul’u hoşnut etmediğinden Paşa harekete geçerek kayınpederini öldürür. İntikam almak isteyenlere de Padişah’tan ferman geldiğini haber verir ve cinayetini meşru bir zemine oturtur. Paşa’nın Selim Bey’i bertaraf etmesi, İstanbul tarafından memnuniyetle karşılanır ve Paşa’ya Rumeli Vali Kaymakamı rütbesi verilir. Ondan, Osmanlı tarafından bölgedeki eşkıyayı cezalandırması istenir. Paşa bu görevinde de muvaffak olur. (Feyzioğlu, 2012, 158). Böylelikle de Paşa, artık resmen Osmanlı için çalışmaya başlar: “İşte bu hizmeti üzerine Tepedelenli Ali Paşa Rumeli vali kaymakamı olarak sıfat-ı resmiyyeyi ihraz eylemiştir. Vakıa ikbalin bu derecesi kendisini mutmain etmemişse de servetini şöhretini arttırmak hususunda pek çok faydası olmuştur. Hatta 1787 senesinde, Avusturya ve Rusya’nın devlet-i aliyye ile muharebesi esnasında sadrazam Yusuf Paşa’nın maiyetine tayin olunduğu zaman, en şecî ve kapısı halkı en kalabalık bir zat olmak üzere intihap olunup filhakika görülen hidemât-ı meşkûresine mükâfaten Tırhala valiliği turuk ve derbendât muhafızlığı uhde-i iktidârına havale buyurulmuştur. Ali Paşanın her şeyden ziyade işine yarayan sıfat, derbendât muhafızlığı olmuştur. Zira bu vesileyle maiyetinde üç binden dört bine kadar müsellâh efrat bulundurdu ki cümlesi Arnavutlardan intihap olunurdu. Fakat Ali Paşa bu kuvvetle yalnız eşkiyayı tehdit etmezdi. Her tarafa itâle-i dest-i tama’la hediye, cerime velhâsıl her ne namla olursa olsun cem-i mâla çalışırdı. İşi bir dereceye vardırdı ki kuvvet ve satveti İstanbul’un nazar-ı iştibâhını davet eylediği hâlde kendisi İstanbul’ca dahi el tutarak Yanya valiliğini istihsale çalışmağa başlamıştı.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 20). Paşa, Rumeli vali kaymakamlığı ile de yetinmez ve kısa zamanda Tırhala valiliği yolu ve derbendât muhafızlığı görevini de elde eder. Bu görevlerle Paşa, makamını hayli kuvvetlendirir ve İstanbul tarafından da güven tazeler. Fakat bu görevleriyle oldukça kuvvetlenen Paşa, İstanbul’un dikkatini çekmeye başlar. Ona göre bu görevler de kendisine az gelir ve gözünü Yanya valiliğine diker. Paşa, çeşitli görevler edinmesiyle birlikte sadece çevredeki eşkıya ile değil birbirlerine savaş açan Arnavut beylerini de dize getirir: “Bir aralık Arnavut beyleri birbirleriyle bir kanlı mücadeleye başladıklarından Ali Paşa bunların ıslahı için cem-i kuvvetle üzerlerine yürüdü. Vakıa beyler derhâl nifakı vifâka bittebdîl Ali’ye mukavemete kalkıştılarsa da muvaffak olamadılar. Ali Paşa hemen cümlesini

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

102 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

vurup kırıp ol taraf ahvalini hakikaten ıslah eyledi. Hatta beyler, Yanya kalesine içtima ve iltica eyledikleri hâlde Ali Paşa kale pişgâhına ordusunu kurup Yanya valiliği kendisine tevcih olunursa badema Arnavutluk’ta bu misillü hadisatın asla vukua gelmeyeceğini İstanbul’a Babıâli’ye arz eyledi. Vakıa Babıâli bu mebuslara iltifat etmeyip Ali Paşaya yazılan fermanda maiyetindeki fazla askeri dağıtmakla beraber asıl kendi mahall-i me’mûriyyetine çekilmesi emrolunduysa da Ali Paşa havâss-ı bendegânıyla bu fermanı değiştirip Yanya valiliğinin kendisine tevcih olunduğu ve bütün beylerin derhâl kendisine itaat eylemeleri lâzım geleceği hakkında tesnî eylediği fermanla kale kapısına vardı. Beyleri celp ederek fermanı okuttukta hiçbirisinin diyeceği kalmamakla, kapılar açılıp debdebeli bir alayla Yanya Kalesi’ne girdi ki güya filhakika taraf-ı devletten nasbolunmuş bir vali gibi beylerin kabahatlerini affederek her birini hediyeler, ihsanlarla taltif eyledi. Bu vak’a 1788 sene-i mîlâdiyyesinde serzede-i sâha-i vuku olmuştur ki Ali Paşanın derhâl İstanbul’a gönderdiği yeni mebuslar vuku-ı hâli Babıâli’ye arz eylediklerinde devletin gayet müthiş bir buhran içinde bulunması hasebiyle Babıâli bir de Arnavutluk’a ordu göndermeğe mecbur olmamak için Ali Paşanın Yanya valiliğini tasdik eylemek cihetini tercihte bulundu.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 20-21). Paşa, eğer kendisine Yanya valiliği görevi verilirse Arnavutluk’ta beylerin olay çıkarma gibi durumlarının artık son bulacağını İstanbul’a, Babıâali’ye beyan eder. Fakat İstanbul, Paşa’nın emrinde bulunan fazla askeri derhal dağıtmasını ve görevi başına dönmesini bir fermanla emreder. Paşa ise hile ile bu fermanı değiştirerek Yanya valiliğinin kendisine verildiğini, bütün beylerin ona itaat etmelerini yazdığı sahte fermanla duyurur. Bu sahte fermanı da etrafındakilere okutarak bir vali gibi affettiği beylere hediyeler sunar. Ali Paşa durumu kendi mebuslarıyla Babıâli’ye bildirir. Fakat İstanbul o sıralar Rusya ile savaş hâlinde olduğu için bir de Arnavutluk ile uğraşmayı istemez. Sadece Paşa’nın valiliğini onaylamakla yetinir. Paşa’nın valiliği esnasında Balkanlar’da bulunan çeşitli beyler huzursuzluk çıkarmaya başlar. Bu beylerden ikisi Kara Mustafa (Mahmut) Paşa ve İbrahim Paşa’dır. Önceleri İstanbul tarafından pek önemsenemeyen Kara Mahmut Paşa iyiden iyiye isyan edince 1793’lü yıllarda Ali Paşa’ya, Mahmut Paşa üzerine açılan sefere katılması istenir (Feyzioğlu, 2004, 105). Ali Paşa’nın en güçlü rakibi İbrahim Paşa ise Ali Paşa tarafından ortadan kaldırılır (Feyzioğlu, 2004, 116): “Fakat bu valiliğe “valilik” denilmek kâfi midir? Eski intikamlarını almak için meselâ Çornovo kasabası üzerine yürüyüp ahalisinin bir miktarını katliam ve diğer miktarını esir diye füruht eyledikten sonra kasabayı esasından kal’ ve kam’ etmek gibi şeyleri valiliğin evâilinde görülmüş hâlâttandır. Yoksa Ali Paşa bir yandan Berat Valisi İbrahim Paşa ve diğer taraftan İşkodra Valisi Kara Mustafa Paşa gibi mütecavirlerinin serkeşliklerini Babıâli’ye arzederek tedipleri için müsaade talep eyler ve o zamanlar Edirne Vak’ası ve Vidin’de Pasbanoğlu’nun zuhuru gibi müthiş zamanlar olarak Babıâli’nin müsaadeyi diriğ edememesi üzerine zikrolunan vilâyât ve evliye-i mütecâvireye saldırıp kendi hudûd-ı vilâyetini tevsi ile beraber merkez edindiği Yanya şehrinde bir hükûmet-i muntazama ve müstakille teşkiline çalışırdı. Dâhil-i dâire-i idâresi bulunan yerlerde ne kadar eşkiya bulunmak mutasavverse kendisine asker ettiği cihetle şekavet mahvolmuş, yollar tanzim edilmiş, ziraat ve ticarete revaç verilmiş ve Yanya Kalesi tahkim olunarak şehir büyümüş olduğu gibi Ali Paşa Hristiyan ahaliyi dahi kendisine bent için Solyotlar gibi bunların serkeşlerini ezmeğe ve mutilerini meclis-i istişâresine kabul etmeğe kadar varmıştı.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 21-22). Paşa’nın vali olması onun bazı intikamlarını almaya da yarar. Çornova kasabasına yürüyerek büyük bir katliam gerçekleştirir. Berat Valisi İbrahim Paşa ve

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 103 İşkodra Valisi Kara Mustafa Paşa’nın olumsuz davranışlarını İstanbul’a bildirir. Fakat İstanbul’un başında o zamanlar Edirne Vakası ve Vidin’de Pasbanoğlu İsyanı olduğundan Paşa’ya cevap gelmez. Paşa ise kendi işini kendisi görerek hem paşaları çeşitli yöntemlerle yola getirir hem de Yanya şehrinin dirlik ve düzenliğini sağlar. Bunun yanında Yanya’yı büyük bir şehir hâline getirmiş, ticaret ve ziraatı geliştirmiştir. Hristiyan halkı da kendisine itaat etmeye zorlamaya başlamıştır. Paşa, bir yandan iç işleriyle uğraşırken bir yandan da ummadığı bir anda dış politikaya da başarılı bir şekilde el atar. Önceleri Napolyon ile sahte bir dostluk kurarak Niviçe ve Vasili mevkilerini işgal eder, daha sonra ise Fransa’nın kuvvetlerine saldırarak onları dize getirir: “Hele 1797 senesinde Kampo Formiyo Muahedesi mucibince Avusturya ve Fransa Venedik Cumhuriyetini ilga ederek cezâyir-i Yunânniyye ile Dalmaçya tarafları Fransa eline geçtiği zaman Fransızlar Ali Paşayla hemhudut olarak Hamkooğlu için bir de münâsebet-i diplomatikiyye yolu açılmıştı. O zaman İtalya ordularının başkumandanı bulunan General Bonaparte liva rütbesinde Roza namında bir yaverini Ali Paşayı Fransa politikasına celp için Yanya’ya gönderdikte Ali Paşa bu yaveri iltifata, tazime, terkime, hediyeye boğarak Napolyon’a bir de ubûdiyetnâme takdimiyle nazar-ı emniyyetini kazandıktan sonra, Napolyon’dan istihsal eylediği müsaade üzerine tedarik eylediği gemileri, Korfa Kanalı’na bilidhâl 1798 senesinde Korfa ceziresi karşısında bulunan ve o zamana kadar henüz kendi hükûmeti dahiline girmemiş olan Niviçe ve Vasili vesair mevakii vehleten istilâ eyledi ki Napolyon’un bu baptaki istiğrabını def için dahi “Ben sizin müttefikiniz ve hatta en sadık bendeniz oldum. Mücerret sizinle daha yakından münasebet peydası için buraya geldim” diye arz-ı te’mînâta başladı. Koca Bonaparte, Ali Paşaya aldanmış olduğunu gördüyse de görmemezliğe gelerek bu teminata inanmış gibi göründü. İstanbul Ali Paşanın her hamle-i istilâkârânesi üzerine nazar-ı dehşetini açıyorduysa da Ali Paşa İstanbul’u dahi temin için zîr-i idâresine giren yerlerin vergisi namıyla Dersaadet’e akçeler göndererek arz-ı te’mînât-ı ubûdiyyekârâneden geri durmuyordu. Hatta Vidin’de Pasbanoğlu üzerine kırk vezir gönderildiği zaman Ali Paşanın hizmetinden istifadeden ziyade sadakatini tecrübe için Vidin’e azimeti emrolundukta oğlu Muhtar Paşayı kaymakam bırakıp bu hizmeti de ifaya gitmiş ve Napolyon’un Mısır’a tasallutu üzerine Fransa’ya ilân- ı harp olunacağını hissetmesini müteakip kendisinin Yanya’da bulunmamasını lüzum göstererek yine oraya avdet etmiştir ki İstanbul’u hüsn-i idâre için mumaileyhin şu politikası hakikaten pek mahirânedir. Hamkooğlu Ali Paşa’nın mahâret-i siyâsiyyesi ne kadar faik olduğunu şununla muvazene etmeli ki Yanya’ya geldiği zaman sûret-i zâhirede Fransızlarla müttefik görünerek yaver Roza’yı davetle Preveze ve Korfa vesair mevâkide bulunan Fransız kuvve-i askeriyyesi hakkında istediği kadar malûmat aldıktan sonra bade’t-taam merkumu “Arnavutluk’u ifsada gelmiş bir casus” diye murdar bir mahzene atıp vehleten Butirnito ve Preveze üzerine hücum etmiş ve Preveze’deki Fransızlara güzel bir kılıç attıktan sonra kumandanları bulunan General Last’ı dahi esir almıştı. Bu hizmeti Dersaadet’çe takdir olunduğundan taraf-ı şâhâneden kendisine bir murassa kılıç ve samur kaplı bir kaftan ihsanıyla taltif olunmuş ve Ali Paşaysa Arte Gölü sevahilindeki memâlikin kâffesini Fransızlar elinden nez’ suretiyle bu iltifât-ı şâhâneye teşekkür eylemiştir.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 22-23). Paşa’nın hiçbir şekilde İstanbul’dan izin istemeyerek hareket etmesi İstanbul’un hayretine neden olur. Fakat Paşa’nın dış politikada gösterdiği başarılı siyaset İstanbul tarafından takdirle karşılanır. Hatta Paşa, Padişah tarafından hediyelere layık görülür.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

104 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

3. Solyotlar Arnavutluk’un güneyinde yaşayan Solyotlar, sarp dağlar ve dar boğazlarda yaşamlarını sürdürürler. Ahmet Mithat, Solyotların yaşadığı coğrafya hakkında bilgi verir: “…‘Soli’ dediğimiz nahiye, Yanya’nın kırk beş kilometre kadar cenûb-ı garbiyyesinde, Yunan denizi sahilinde altı ve nefs-i Parga’ya yedi saat mesafede cibâl-i menîden ibaret bir nahiyedir. Ama ne kadar menî? Yalçın kayaları duvarlara ve dar boğazları kapılara teşbih edebilirsek ezmine-i mutavassıtada Avrupa sinyörlerinin yaptırdıkları metin ve menî hisarlarda bir duvardan aşılarak veyahut bir kapıdan girilerek derûn-ı hisâra vusul yolunu buldum derken insanın karşısına diğer bir kapı ve başka bir duvar çıktığı gibi Soli dağlarında dahi sa’bü’l-mürûr bir geçit geçildikten sonra insanın karşısına diğer bir geçit daha çıkar ki evvelkinden ziyade sarp ve sa’bdır. Metin kalelerin derin hendeklerine su doldurulduğu gibi bu nahiyeyi de haricen Zagora isminde bir nehir ihata ederek o kal’a-i tabîiyyenin dış hendeği makamına kaim olur. Arnavutluk esrafı esnasında bazı Arnavut familyaları buraya tahassun ederek bir aralık bunlar yine Arnavut rüesasından üzerlerine taarruz eden Soli namında birisini burada vuku bulan bir muharebede katleyledikleri cihetle namı nahiyeye alem olmuş kalmış.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 29-30). Soli nahiyesi adını, bir savaşta katledilen “Soli” isminde birisinden alır. Nahiye Yanya, Parga ve Yunan denizine komşudur. Yazar, Solyotların yaşadığı coğrafyadan etkilenerek ne tür zirai ve ticari faaliyetlerde bulundukları üzerinde de durur: “… Soli nahiyesi ziraate salih bir yer olmadığından muhtaç olduğu zahirenin kısm-ı a’zamı hariçten ithal olunur. Zahire vürudu için en münasip tarik Parga tariki olup sair taraflardan dahi zahire gelirse de miktarı pek cüz’îdir. Soli nahiyesinde hayvanat dahi az bulunur. En mebzul hayvanat keçi olup bir miktar dahi koyun beslenirse de onların ekser yapağısından istifade ederler. Solyotların muhtaç oldukları ithalâta mukabil muktedir olabilecekleri ihracat aba ve şayak ve çul gibi karılarının yapabildikleri mensucattan ibarettir. Biraz da keçi peyniri yapıp Parga ve Preveze’de satarak bedeline zahire ve cephane alırlar.” (Ahmet Midhat Efendi, 2002, 140). Soli bölgesi ziraata elverişli bir araziye sahip değildir. Halk, muhtaç olduğu hububatı ise çevre köylerden temin eder. Buna rağmen elde ettikleri hububat yine de azdır. Bu bölgede hayvanların miktarı da fazla değildir. O bölgeye en uygun hayvan ise keçidir. Bununla birlikte az miktarda da koyun bulunur. Bu koyunların da yapağısından faydalanılır. Ayrıca kadınların aba, çul, şayak gibi giyim malzemelerini ürettiğini görürüz. Biraz da keçi peyniri yaparlar ve bu peynir Parga ile Preveze’de satılıp bununla cephane ve hububat satın alınır. Solyotlar 560 aileden ibarettir. Dört tane köyde yaşayan bu halkın diğer bir kısmı da civardaki altmış iki parça köyde yaşar: “(…) bu nahiyenin Solyot denilen ahalisi 560 familyadan ibaretti ki o sarp nahiyenin ta ortasında yani en sarp mahallinde dört köy teşkil eylemişlerdi. Lâkin bu beş yüz altmış familyanın nüfusu nâhiye-i mezkûre etrafında altmış iki pare köye kadar cari olup her cemaatin intisap eylediği birer mebustan mürekkep ihtiyarân meclisi papazların dahi iştirakiyle umûr-ı mülkiyyelerini rüyet eder ve yine kendilerinden zuhur eyleyen kaptanlar, armatoller, protopalikarlar hükûmet-i askeriyyesi idaresinde bulunurlardı.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 105 Bunların asıl lisanı Arnavut lisanı olup Nasraniyetleri hasebiyle Rum lisanı dahi beyinlerinde taammüm eylemiştir. Bu taammüm yalnız Nasraniyetten dahi iktiza etmeyip Arnavutluk’un Toskalık cihetinde lisân-ı Yunânînin Müslümanlara kadar taammümü meydandadır. Hatta Müslüman Arnavutlar Mevlid-i şerîf ve ilmihâl ve Muhammediye gibi kitâb-ı dîniyyelerini bile Rum harfiyle yazarlar ve Rumcaya tercüme dahi eylemişlerdir.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 30). Solyotların ana dilleri Arnavutça olmasına rağmen Rumcaya da aşinadırlar. Mensup oldukları din ise Hristiyanlıktır. Okuma yazma bilmeyen bir toplum olan Solyotların en büyük özelliği silah kullanmadaki maharetleridir: “Bundan mukaddem denildiği veçhile Tepedelenli’nin tepesini delercesine galebe ve kahramanlık göstermiş bulunan işbu Solyotların cehaletleri berkemal olup papazları meyanında bile yazı yazanlar nadir ve okumak yalnız papazlara münhasırdı. Kendilerinin en büyük şöhretleri silahşörlükten ibarettir. Zira o zamanlar gerek Arnavutluk’un ve gerek Yunanistan’ın her tarafındaki ağalar, kaptanlar birbirine taarruzdan hali olmadıkları cihetle nahiyelerinin muhâfaza-i emniyyetleri için cengâverliğe ihtiyaçları derkârdır. Bu adamlar nahiyelerini o kadar hüsn-i muhâfaza etmişlerdir ki iki yüz seneden ekall olmayan bir zamandan beri ne Arnavut ne Osmanlı ne Müslüman ne Rum ayağı bastırmayıp fakat devlet-i aliyyeye itâat-ı kâmile ile haraçlarını vermişler ve her ne zaman bir hizmet-i askeriyyeye davet olunurlarsa icabetten ve sadakatla hüsn-i hizmetten geri durmamışlardır. Bundan maada kâffe-i ahvâlde alelıtlak müstakil olarak hükûmet-i ihtiyârânla idare olunur bir memleket ve millet-i müstakille suretinde yaşamışlardır. İşleri güçleri silâhlarına hizmetten ve cengâverlik taliminden ibaret bulunan böyle nîm vahşi ahalinin ziraat ve çobanlık işleri vesair hizmet-i şâkkaları ekseriya kadınlara tahmil olunur. Meselâ İşkodra’da hamallık hizmetini kadınlar görerek Arnavutluk’un ekser yerlerinde çobanlık aglebiyetle kadınlara terk olunur. Solyotlardaysa kadınlar bu misillü hidemât-ı şâkkadan maada hidemât-ı harbiyyeye dahi iştirak ederlerdi. Kadınları da erkekleri gibi iri, boylu, adaleli, kuvvetli gayet çevik ve mütehammil şeyler olduklarından ve terbiyeleri dahi hep cengâverlik içinde meydan aldığından mezâhim-i harbiyyede erkeklerden ayrılmayıp silâh dahi istimal ederlerdi. (…)” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 30-31). Solyotlar, bölgelerini uzun zaman boyunca başka devletin ayağını bastırmazlar. Osmanlı egemenliğine girdikten sonra ise devlete en iyi şekilde itaat etmişlerdir. Soli erkekleri genel olarak savaş konusunda başarılı olduklarından silah talimi ile uğraşırlar. Nahiyenin ziraat ve hayvancılık işlerini ise kadınlar yaparlar. Fakat kadınlar da erkekler gibi iri cüsseli ve kuvvetli oldukları için savaş zamanlarında erkeklerin yanında silah kullanmaktan da geri kalmazlar. Şemsettin Sami Kâmûsü’l-A’lâm’ında Arnavut kadınları hakkında şu bilgiyi verir: “(…) namuslarına çok düşkün olup namus konusunda küçük bir gevşeklik gösteren kadın yakınları tarafından öldürülür.” (Sâmi, 1314). Ahmet Mithat Efendi, dönemin şartlarına göre Solyot kadınlarının iffetlerine ne derece düşkün olduklarına da vurgu yapar: “Hele iffet ve ismet cihetinde Solyot kadınları kaim Yunanistan’ın Lesbus ve Korint nisvanı gibi fuhuşperestâne bir surette olmak şöyle dursun Isparta nisvanı gibi kahramanâne bir suretteydi. Zaten bunların eski Ispartalılar neslinden olduğu dahi mervidir ya! Onlar nazarında erkek denilen şey yalnız kocalarından ibaret bulunup sair erkekleri hâl ve şanlarına göre ya peder veyahut birader addederlerdi. Kendilerine bir koca intihabı hususunda pederlerinin nüfuzu âdeta tesirsiz olup kızlar gönüllerini verecekleri kahramanı intihapta tamamıyla serbest bulunurlardı. Âşık ve âşıka arasında sıdk ve vefa tabiî olduğu derecelerde zarurî bile addolunacağına iştibah etmemelidir. Zira bir Solyot kızı bîvefalığını gördüğü

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

106 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

âşığından intikam hususunda bir İspanyol kızından daha muktedirdir. Şu kadar ki İspanyol kızında yalnız kıskançlık bulunup o saikayla ahz-ı intikama kalkıştığı hâlde Solyot kızı âşıkının başkasına gönül verip vermediğini düşünmeyerek mücerret kendi sadâkat-ı âşıkanesinin intikamı için elini silâha uzatır.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 31). Solyot kadınları o dönemdeki Yunanistan’ın Lesbus ve Korint kadınları gibi fuhşa kalkışmak şöyle dursun Isparta kadınları gibi kahramandırlar. Hatta Solyot kadınlarının Ispartalılardan geldiği rivayet olunur. Onlara göre erkek denilen varlık sadece kocalarından ibarettir. Diğer erkekler ise yaş ve durumlarına göre ya baba ya da kardeştir. Kendilerine koca seçmek istediklerinde babalarının onayı yok denecek kadar azdır. Kendi kocalarını kendileri seçmekte özgürdürler. Bir Solyot kızı, sevdiğinden herhangi bir vefasızlık gördüğünde intikam almak hususunda bir İspanyol kızından daha kudretlidir. Romanda, yüzyıllardır Türk dünyasında kutlanan Nevruz bayramının, Solyotlar tarafından da kutlandığı görülür. A. Mithat Efendi, romanının bir bölümünü bu kutlamalara ayırır ve Arnavutluk’ta Nevruz bayramının insanlar üzerindeki etkilerinden bahseder: “Mâh-ı nîsânın yirmi üçüncü günü rûz-i hızrdır ki milel-i şarkıyyenin kâffesi nezdinde iyd- ı millî addolunur. Çiftlik yanaşmaları ve çobanları gibi amelenin âdeta bir re’s senesi hükmündedir. Zira bunların mukavelâtı ya hıdrellezden hıdrelleze veyahut kasımdan kasıma akdedilmek o taraflarda bir kaide-i umûmiyye hükmündedir. Mukaddemleri İstanbul’ca rûz-i hızrın ehemmiyeti hiç menzilesindeyken bir zamandan beri arta arta en mühim a’yâddan addolunmak derecesini bulmuştur. Buysa Haydarpaşa sahrasında içtima eyleyen kadın erkek binlerce hıdrellezcilerin tetdkîk-i ahvâli muvazene edilir. Rûz-ı hızra İstanbul’ca henüz verilmeğe başlanmış olan ehemmiyet, taşralarda öteden beri verilmekte olup bilhassa Ortodoks mezhebinin umumiyete karîb hüküm sürdüğü yerlerde Aya Yorgi nam azizin dahi yevm-i mahsûsu olmakla bu yortunun ehemmiyeti olur olmaz yortulara kıyas kabul etmez. Ama lâyık da değil midir? Vakıa İran gibi daha ziyade şarkî addolunan memalikte Nevrûz-ı Sultânîye pek ziyade ehemmiyet vererek martın dokuzuncu günü âdeta hem resmî hem millî bir bayram sayılır da bizce Nevruzun bu kadar ehemmiyeti görülemez. Nef’î’nin: Erdi yine ürd-i Behişt / Oldu hevâ anber-sirişt / Âlem behişt-ender-behişt / Her kûşe bir bâğ- ı İrem diye tavsif eylediği mart ayını, bizim köylü babalar koca karılar: Mart kapıdan baktırır Kazma kürek yaktırır diye tavsif eder. “Niçin?” mi dediniz? Çünkü Nef’î’nin bu günlerde gül-i mül devri, âşıklar bayramı, bülbüllerin nağmesi, hengâmı, filân tarzında isnat eylediği şeylere bedel mart içinde havanın bir günde beş on defa bozulup açılması ve bazı kere yerlerin bir karış kar tutması ve ağaçlarda bir yeşil yaprak ucu görülememesi ve bülbüllerin yuvadan değil ayıların bile inden çıkamaması bu tarafların tabîat-ı iklîmiyyesindendir. Ama rûz-ı hızra gelince hâl başkalaşır. Mevsim-i bahârın hemen evsatı demek olup ağaçların kisve-i zümürrüdünü giymiş ve gûnâgûn ezharla tezeyyün eylemiş olduğu gibi çayırlar dahi rengârenk ezhar ile donanıp cihan hakikaten cennet kesilmiş olur.” (Ahmet Midhat Efendi , 2002, 70-71).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 107 Yazar, İstanbul halkının Hıdrellez’e gösterdiği önemin taşralarda daha öncelerden beri var olduğunu dile getirir. Ortodoks mezhebinin çoğunlukta olduğu bölgelerde ise Aya Yorgi adlı azizin bile kendine has bir yortusunun bulunması, Hıdrellez’i daha da önemli kılar. A. Mithat, Klasik Türk Edebiyatı şairlerinin en ünlüsü olan Nef’î’den bir dörtlük alarak Nevruz’un önemini şairin dilinden aktarır. Buna rağmen yaşlılar tarafından Nevruz ayının kötü bir şekilde yâd edildiğine dikkat çeker. Mithat Efendi, Hıdrellez’in Rumeli ve Arnavutluk çevresinde ne şekilde kutlandığının ve o günlerde doğanın ve hayvanların uğradıkları değişim inancına vurgu yapar: “Rûz-ı hızrın hulûlü Rumeli ve Arnavutluk cihetlerinde mevsim-i sayfın mukaddemesi addolunarak umumî bir itikada göre o gün kurt, kuş, insan, hayvan, hâsılı bütün mahlûkat bayram edeceğinden havadaki bulutlar dahi ta’tîl-i işgal ederek havada asla buluttan eser bulunmaz ve mahlûkatı taciz eyleyecek şiddetli rüzgâr esmezmiş. Kezalik umumiyetle itikat olunacağına göre koyunlar kuzusu ile rûz-ı hızra kadar yüz yüze burun buruna koklaşarak yatıp uyudukları hâlde rûz-ı hızr gecesi arka arkaya yatıp koyun kuzusuna lisân-ı hâl ile “Artık bundan sonra benim muhafazama muhtaç değilsin, istediğin yolda kısmetini ara” dermiş. Bu itikadın ne kadar kuvvetli olduğunu şununla muvazene etmelidir ki İslâm olsun Hristiyan olsun Rumeli’de umumiyete karîb günah addederek, o günün vürudu üzerine fakir, ganî herkes kudretine göre bir miktar kuzu mutlaka ekl edecektir. Rûz-ı hızrda kızlar, genç kadınlar, halka ve yüzük ve küpe ve hiç olmaz ise ufacık bir taştan ibaret bir şeyi çömlek içine koyarak hıdrellez gecesini gül fidanı dibinde imrar ettirdikten sonra sabah rûz-ı hızrda güneşten evvel gül fidanı dibine toplanarak beyitler okurlar ve her beyit okundukça çömlek içindeki eşyadan birisini çıkarırlar ki bu şey hangi kızın ise söylenmiş bulunan beyit dahi o kızın falı addolunur. Elhâsıl Rumeli ve Arnavutluk halkı için rûz-ı hızrın ehemmiyeti ne derecelerde olduğunu bihakkın tarif ve tafsile girişmek hadden ziyade tatvîl-i makali mucip olup (…) Rumlarda herkes ismi hasebiyle kendi namdaşı olan bir azize mensup olup o azizin yortusu geldiği gün namını taşıyan Hristiyan dahi bayram etmesi âdettir.” (Ahmet Midhat Efendi, 2002, 71- 72). “Ahmet Midhat, Hıdırellez ve bu yortu gününde tertiplenen eğlenceyi bir ressam gibi uzun uzun tasvir etmeye çalışır. Hıdırellez günü, romandaki kahramanlardan ve çevreden gelen kalabalıkla sayıları yaklaşık üç yüz kişiyi bulur. Kuzular kesilir. Çalgılar çalınır. Sesi güzel olanlar şarkılar söyler. Şiirler okunur. Nikâhlar kıyılır. Yemekler yenir, şaraplar içilir. Genç kızlar ve erkekler sarhoş oluncaya kadar içerler. Bu eğlencenin içinde herkes rasgele birbiriyle dans eder. Yorulan genç erkekler ve kızlar çılgınca ve takatleri kesilinceye kadar oynar dans ederler. Daha sonra birer ağaç diplerine uzanarak baygın hâlde yatarlar.” (Timur, 2004, 341).

Sonuç Ahmet Mithat Efendi, eserlerini kaleme alırken sadece tek bir coğrafya ile sınırlı kalmaz. Geniş Osmanlı coğrafyasını ele alarak bu coğrafyada yaşayan halkları da okuyucusuna tanıtır. Bu eserlerinden yalnızca birisi olan Arnavutlar-Solyotlar romanında, Arnavut halkını ve Arnavutluk’ta yaşayan diğer milletleri tarihî bilgi birikimini de kalemine yansıtarak anlatır. Bu romanda yazar, Hristiyan Solyotlarla Müslüman Arnavutların birbirleriyle yaptıkları savaşları ele alır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

108 Ahmet Mithat Efendi’nin Arnavutlar-Solyotlar Adlı Romanında Arnavutluk ve Arnavutlar

Ahmet Mithat Efendi, romanına başlarken o dönemin Avrupa’sı ve Balkanları ile ilgili önemli tarihî bilgiler verir. Bunu yaparken de dönemin tarihçilerinin eserlerine başvurur. Daha sonra Arnavutluk’un stratejik ve jeopolitik yapısını dikkate alarak büyük devletlerin Arnavutluk üzerindeki hain planlarını yine belgelere dayanarak ortaya koyar. Böylelikle yazar, Arnavutluk’un o dönemdeki jeopolitik ve stratejik konumunun önemini okuyucusuna kavratır. Yazar, romanında XIX. yüzyılda Arnavutluk’ta siyasi ve askerî alanlarda hâkimiyet kuran Tepedelenli Ali Paşa’ya da yer verir. Ahmet Mithat Efendi, Paşa’nın ailesini, çocukluğunu ve çocukluk döneminin geçtiği yerler hakkında da bilgi verir. Ali Paşa’nın önceleri Osmanlı için ne kadar önemli bir devlet adamı olduğunu anlattıktan sonra zamanla Osmanlı için adeta bir bela olduğundan da bahseder. Ahmet Mithat Efendi son olarak Solyotlar hakkında da okuyucusunu bilgilendirir. Solyot halkının ismini bir savaşta ölen “Soli” namında birinden aldığını söyler. Bu halkın yaşadığı coğrafyadan ve halkın geçim kaynaklarından bahsettikten sonra Solyot kadınlarının da bir erkek gibi savaşa gittiğini, onların erkeklerin yaptıkları işleri yaptıklarını anlatır. Daha sonra da, Solyot kadınlarının yaşadıkları döneme göre iffetlerine ne kadar bağlı olduklarına da dikkat çeker. Ayrıca Hıdrellez’in Arnavut halkı için önemine de değinir. Diyebiliriz ki, Ahmet Mithat Efendi, bu romanı ile hem Arnavutluk’un sosyal ve siyasi durumunu ele alır, hem de Arnavutluk’ta yaşayan çeşitli halkların yaşayışlarını gözler önüne serer.

Kaynaklar Ademi, R. (2013). Bağımsızlığa Giden Yolda Arnavutlar. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C 6, S 26. Ahmet Midhat Efendi (2002). Arnavutlar Solyotlar-Demir Bey Yahut İnkişâf-ı Esrâr-Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları. haz. Nuri Sağlam-M. Fatih Andı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi (1992). C II, İstanbul: Ana Yayıncılık. Bayraktar, H. (2007/1). Osmanlı’nın Balkanlardan Çekilmesi: Savaşlar, İsyanlar ve Göçler. Balıkesir Üniversitesi, F.E.F. Karesi Tarih Kulübü Bülteni. Bilge, M. (1995). Arnavutluk. İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları. Birecikli, İ. B. (2009). Arnavutluk Meselesi Üzerine Bir Değerlendirme. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, “Prof. Dr. Reşat GENÇ’e ARMAĞAN”, Özel Sayı-II, C 29. Coşkun, E. - Ensar, F. (2000). Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde Arnavutluk-I. Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S 16. Feyzioğlu, H. S. (2004). 19.Yüzyıl Başlarında Arnavutluk’da İktidar Mücadelesi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C. XXIII, S 36. Feyzioğlu, H. S. (2012). Tepedelenli Ali Paşa’nın Derbentler Başbuğluğu. GAMER, C I, S 1. Göktaş, O. (1995). Balkanların Anahtar Ülkesi Arnavutluk. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. GÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü. Ankara. İzeti, M. (2005). Arnavutlar ve Bektaşilik. Uluslararası Bektaşilik ve Alevilik Sempozyumu I- Bildiriler ve Müzakereler, SDÜ, İlahiyat Fakültesi, Isparta. Kuzucu, K. (2012). Layihalar Işığında Bağımsızlık Sürecinde Arnavutluk’un Sosyal ve Siyasi Durumu (1860-1908). Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII/2. Likaj, M. (2012). Kültür Kavrami, Bazi Tanimlar ve Tartışmalar: Arnavut ve Türk Kültürlerinin Karşılaştırmalı Sosyolojik İncelemesi. Uluslararası Balkan Sempozyumu-Balkanlarda Dostluk ve İşbirliği, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Isparta.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Beste Semiha BAHÇECİ 109 Sezer, H. (2005). Tepedelenli Ali Paşa ve Oğullarının Çiftlik ve Gelirlerine İlişkin Yeni Bilgi– Bulgular. OTAM, S 18. Şemseddin Sâmi (1314). Kâmûsü’l-A’lâm. C 5, İstanbul: Mihrân Matbaası. Timur, K. (2004). Ahmet Midhat Efendi’nin “Arnavutlar-Solyotlar” Adlı Romanında Hızır-İlyas Günleri ve Nevruz Bayramı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C XXXI.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Polat, H. (2019). Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 110-119.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 110-119. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut263 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 10.02.2019 ║Kabul Tarihi: 17.02.2019

Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme A Survey On The Words Ügüz and Sub In Old Turkish Inscriptions

Hulusi POLAT *

Öz Bu makalede Eski Türk yazıtlarındaki akarsu adlarında geçen ügüz ve sub kelimeleri üzerinde inceleme yapılmıştır. Öncelikle yazıtlarda geçen ügüz ve sub kelimeleri tespit edilmiş ve bu kelimelerle birlikte kullanılan akarsu adları ayrıntılı olarak incelenmiştir. Eski Türk yazıtlarında geçen otuz dokuz akarsu adının on birinde ügüz veya sub kelimelerinin birlikte kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu kelimelerle birlikte kullanılan akarsular hakkında bilgi verilmiş ve yazıtlarda tespit edilen örnekler verilmiştir. Ügüz kelimesinin tarihî Türk lehçelerinde kullanım sıklığı bulunmaktadır. Sub kelimesinin ise “kutsal ruh”, “ülke” veya ad aktarması yoluyla “akarsu” anlamlarında kullanıldığı tespit edilmiştir. Ügüz ve sub kelimelerinin herhangi bir yönden belli bir su kütlesini ifade edip etmediği belirlenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Eski Türk Yazıtları, Türk Akarsuları, Ügüz, Sub.

Abstract In this article, we examine the words ügüz and sub mentioned in the names of the stream in the old Turkish inscriptions. First of all, the words ügüz and sub mentioned in the inscriptions were identified and the names of the streams used with these words were examined in detail. The words ügüz and sub were found to have been used together in 11 out of 39 stream names in the inscriptions. The information about the rivers used together with these words is given and samples found in the inscriptions are presented. There is a frequency of usage of the word ügüz in historical Turkish dialects. Sub is used in the meaning of “holy spirit”, “country” or “stream” by means of metonymy. It has been tried to determine whether the words ügüz and sub mean a certain mass of water by any means. Keywords: Old Turkish Inscriptions, Turkish Streams, Ügüz, Sub.

*Doktora Öğrencisi, Öğretmen, Milli Eğitim Bakanlığı. Elmek: [email protected] ORCID: https://orcid.org/0000-0001-6756-6824 Hulusi POLAT 111

Giriş Türklerin ana yurdunda yüzlerce akarsu yer almaktadır. Araştırmacılarımız eski Türk yazıtlarında geçen otuz dokuz akarsu adı tespit etmiş ve bunların neresi olabileceği üzerinde çalışmalar yapmıştır. Örneğin Volker Rybatzki, Tonyukuk yazıtını yayımladığı çalışmasında akarsu adlarındaki ögüz~ügüz ve sub~suw kullanımlarına dikkati çekerek bu kelimelerle birlikte kullanılan akarsu adlarını bir arada vermiş (1997: 97 not 253 ve 107 not 277) fakat ayrıntılı bir açıklama yapmamıştır. Bu çalışmada akarsu adlarında kullanılan ögüz~ügüz ve sub~suw kelimeleri üzerinde durulacaktır. 1. Ügüz Orhun, Yenisey ve Uygur yazıtlarında tanıkladığımız ügüz “nehir, ırmak, dere” anlamlarında kullanılmıştır. Kelimeyi Orkun (1994:879), Tekin (2010:183), Aydın (2014:194) ügüz; Clauson (1972:119), Doerfer (1967:156), Räsänen (1969:369) ise ögüz olarak okumuşlardır. Kâşgarlı Mahmud, her ırmağa verilen isim olduğunu, Türk ülkelerinde bulunan birçok su ve derelerin “öküz” adıyla anıldığını belirtmiştir (Atalay 1992: I, 59). Ügüz kelimesine Köktürk, Uygur, Karahanlı ve Harezm dönemi eserlerinde tanıklık etmekteyiz. Çağdaş Türk lehçelerinden Çulım Türkçesinin Tutal diyalektinde ö:s, Melet diyalektinde ise ü:s/ös biçimindedir (Li v.d. 2008: 5). Tekin’in verdiği bilgiye göreyse kelime bugün yalnızca Sarı Uygurcada yaşamaktadır: ügüs. (Tekin 2004: 489). Develi, çağdaş Türk lehçelerinde yaşamakta olan “öz” kelimesinin “nehir, dere, ırmak, su yolu vs.” gibi anlamları olduğunu, özek ~ özök ve özen ~ üzen ~ özön “dere, su yolu, ırmak vs.” gibi kelimelerin kaynağını Kowalski’nin ügüz olarak ifade ettiğini belirtmiştir (2011:429). Eski Türk yazıtlarında tespit edilen örnekler şöyledir: BK D 20 [ka]nıŋ ügüzçe yügürti “Kanlarınız ırmak gibi aktı.” (Aydın 2014:95). T1 G 9 ügüzke tüşdi “Irmağa döküldüler.” (Aydın 2014:119). Çinceden alıntı taluy metinlerde “deniz, büyük su kütlesi” anlamındadır (ED 502). Tonyukuk yazıtında ve Uygur metinlerinde tanıkladığımız taluy ügüz kelime grubu da “deniz, okyanus” anlamında kullanılmıştır ( ED 119). T1 D 1 taloy ügüzke tegmiş yok ermiş “okyanusa (?) ulaşan olmamış.” (Aydın 2014:120). T1 D 2 taloy ügüzke tegürtüm “(Büyük) Okyanusa kadar ulaştırdım.” (Aydın 2014:120). 1.1. Ügüz Sözcüğü İle Birlikte Kullanılan Akarsu Adları: 1.1.1. Bulçu Şine Usu yazıtının bahsettiği Bulçu, bugün Çinlilerin Wulungu he dedikleri, Radloff haritasında da adı Urungu olarak verilen ve İrtiş’in kolu olan Kara İrtiş’e paralel akan bir ırmaktır (Aydın 2016: 55). ŞU G 1: bulçu ügüzde üç karlokug anta tokıdım “Bulçu (Urungu) Irmağı’nda Üç Karlukları orada bozguna uğrattım.” (Aydın 2011: 79).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

112 Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme

Köl Tegin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Yazıtlarında yer adı olarak geçer. Burası günümüzde Urungu Irmağı’nın döküldüğü Fuhai Gölü’nün güney ucunun biraz doğusunda bulunan Buluntogoy ~ Buluntohoy kasabasıdır. (Aydın 2016:52-56). KT D 36-37: türgeş kağan süsi bulçuda otça borça kelti. “Türgeş kağanının ordusu Bulçu’da ateş gibi kor gibi (üzerimize) geldi.” (Aydın 2014: 68). BK D 28: bulçuda süŋüşdümüz kağanın yaw[gusı]n şadın anta ölürtüm elin anta altım “Bulçu’da savaştık. Kağanını, yabgusunu, şadını orada öldürdüm. Ülkesini orada ele geçirdim.” (Aydın 2014: 98). T I 35: bulçuka taŋ üntürü tegdimiz “Bulçu’ya tan atarken ulaştık.” (Aydın 2014: 125). 1.1.2. Ertiş Eski Türk yazıtlarında çok geçen İrtiş Irmağı batı Altaylardan çıkıp kuzeye doğru akıp Ob ~ Obi ile birleşen ünlü ırmaktır. Yazıtlardaki adı ile bugünkü adı aynıdır (Aydın 2016:73). Kaynakları Altaylardan başlayan 2970 km uzunluğunda, Asya’nın ve dünyanın önemli nehirlerinden biridir (Gömeç 2007:1287). KT D 37: ertiş ügüzüg keçe yorıdımız “İrtiş Irmağı’nı geçerek ilerledik.” (Aydın 2014: 68). BK D 27: ertiş ügüzüg keçe yorı[-dım]“ İrtiş Irmağı’nı geçerek ilerledim.” (Aydın 2014:98). T I 35: ertiş ügüzüg keçigsizin keçdimiz “ İrtiş Irmağı’nın geçilemeyecek yerlerini geçtik.” T II 37-38: ertiş ügüzüg (38) keçe keltimiz “İrtiş Irmağı’nı (38) geçerek geldik.” (Aydın 2014:125-126). ŞU G 1: ertiş ügüzüg arkar başı tuşı anta er kamış altın . [ya]nta s<...>p keçdim “İrtiş Irmağı’(nın), Arkar başı (denilen) birleşme(?) yerinde, orada kamıştan yapılmış, altta <...> geçtim.” (Aydın 2011: 78-79). 1.1.3. İş Kem Yenisey Irmağı’nın kollarından Kemçik (Hemçik) Irmağı’nın sol koludur (Aydın 2016: 83). E 42-5: edgü iş kem ügüz beŋü yerlendim “iyi İş Kem Irmağı’nın (kenarına) ebedî (olarak) yerleştim.” (Aydın 2015: 108). 1.1.4. Kem Kaynakları Moğolistan’ın kuzeyinden başlayan 3800 km uzunluğundaki Yenisey Irmağının yazıtlar dönemindeki adıdır (Gömeç 2007: 1290). Sadece Yenisey yazıtlarından Mugur-Sargol I’de ügüz kelimesiyle kullanıldığını görmekteyiz: E 136/1: an<ı>da kü udımız? kem üg[üz] “Anı Irmağı’nda? Kem Irmağı.” (Aydın 2015: 171). Diğer yazıtlarda Kem adı tek başına geçmektedir: BK D 26: kem keçe çik tapa süledim “Kem (Yenisey) Irmağı’nı geçerek Çiklere doğru sefer ettim.” (Aydın 2014: 97).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Hulusi POLAT 113

ŞU D 7: èkint ay tört yègirmike kemde tokıdım “İkinci ayın on dördünde Kem (Yenisey) Irmağı’nda bozguna uğrattım.” (Aydın 2014: 73). ŞU G 1: kem kargu. -dı ertiş ügüzüg arkar başı tuşı anta er kamış altın [ya]nta s<...>p keçdim “Kem (ve) Kargu (?). (?) îrtiş Irmağı’(nın), Arkar başı (denilen) birleşme(?) yerinde, orada kamıştan yapılmış, altta <...>geçtim.” (Aydın 2011: 78-79). E 12/4: suw yèr kem katun ay kün “Su ve yer, Kem ve Katun (ırmakları), ay (ve) güneş.” (Aydın 2015: 59). E 144/1: kem katun kawışıp? yèg aşig? kılur biz teyir? biz “Kem (ve) Katun (ırmakları) kavuşarak iyi <...> yaparız, deriz?.” (Aydın 2015:175). E 153/3: yèti kem kalay uçın “Yedi (kollu) Kem (Yenisey) (ırmağı ile) Kalay (ırmağının?) ucuyla.” (Aydın 2015: 179). 1.1.5. Orkon Orhon Irmağı, Türk tarihinin ve kültürünün en önemli nehirlerinden biridir. Selenge ırmağının ana kolu durumundaki bu su 1130 km. uzunluğunda olup şu anki Moğolistan’ın verimli ve hayvancılığa en müsait topraklarını meydana getirir (Gömeç 2007:1291). ŞU K 3 ve Ta D 3’de ügüz kelimesiyle birlikte kullanılmıştır: Ta D 3: ötüken èli tegres èli ekin ara orkon ügüzde “Ötüken yurdu (ile) Tegres yurdu, (bu) ikisinin arasında Orhon Irmağı’nda”. (Aydın 2011: 42). ŞU K 3: <...> a/e orkon ügüz “<...> Orhon Irmağı”. (Aydın 2011: 63-64). Ta B 4, ŞU G 10 ve Uybat VI (E 98)’de ügüz kelimesi olmadan kullanılmıştır: Ta B 4: ötüken èli tegres èl]i èkin ara ılagım tarıglagım sekiz seleŋe orkon tugla sewin teledü karaga burgu ol yèrimin suwumun konur köçür ben “Ötüken yurdu ile Tegres yurdu, (bu) ikisinin arasındaki vadilerim (ve) tarlalarım sekiz (kollu) Selenge, Orhon, Tula, Sevin, Teledü, Karaga (ve) Burgu. Bu topraklarım (üzerinde) (ve) ırmaklarım (boyunca) konup göçerim.” (Aydın 2011: 51). ŞU G 10: anta yana tüşüp orkon balıklıg beltirinte él örginin anta örgipen étitdim “Oradan yine geri dönüp Orhon Irmağı (ile) Balıklıg Irmağı’nın birleştiği yerde ülkenin tahtını (yönetim merkezini) orada kurdurup düzenlettim.” (Aydın 2011: 85). E 98/3: orkon yérini dokda azıglıg toŋuz teg “Orhon yurdunu aldığınızda azılı (vahşi) domuz gibi (idiniz).” 1.1.6. Tugla Moğollar tarafından kutsal kabul edilen 704 km. uzunluğundaki Tula (Mo. Tuul) nehri. Hentey Dağları’ndan doğup Orhon Irmağı ile birleşir (Sanders 1996: 203). Sadece BK D 30’da ügüz kelimesiyle kullanılmıştır: BK D 30: tugla ügüzüg yüzüti keçip sü[si]<...> “Tula Irmağı’nı yüzdürerek geçip ordusu <...>” (Aydın 2014: 99). T1 15, Ta B 4’te ügüz olmadan kullanılmıştır: T1 15: ingek kölekin tuglada oguz kelti“İngek Gölcüğü ile Tula Irmağı (tarafından) Oğuzlar geldi.” (Aydın 2014:119).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

114 Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme

Ta B 4: ötüken èli tegres èl]i èkin ara ılagım tarıglagım sekiz seleŋe orkon tugla sewin teledü karaga burgu ol yèrimin suwumun konur köçür ben “Ötüken yurdu ile Tegres yurdu, (bu) ikisinin arasındaki vadilerim (ve) tarlalarım sekiz (kollu) Selenge, Orhon, Tula, Sevin, Teledü, Karaga (ve) Burgu. Bu topraklarım (üzerinde) (ve) ırmaklarım (boyunca) konup göçerim.” (Aydın 2011: 51). 1.1.7. Yar Ügüz Aydın, Kara Kum ile Hangay Dağları arasında bir ırmak (2016:157), Bazin, Huang-ho’nun kuzey kolu (1997:77); Tekin ise Karakum ile Ötüken arasında bir ırmak (1983: 834) olarak belirtmiştir. Ta D 7-8: <...> kömür tagda yar ügüzde üç tuglug türük bodunka anta yètinç ay tört yègirmike (8) <...> anta toŋtartım “<...> Kömür Dağı’nda (ve) Yar Irmağı’nda Üç Tuğlu Türk halkına, orada, yedinci ayın on dördünde (8) <...> orada devirdim (yıktım).” (Aydın 2011: 44-45). ŞU K 8: kara kum aşmış kögürde kömür tagda yar ügüzde üç tuglug türük bodunka <...> “Kara Kum’u aşmış, Kögür’de, Kömür Dağı’nda, Yar Irmağı’nda Üç Tuğlu Türk halkına <...>” (Aydın 2011: 65-66). 1.1.8. Yaşıl Ügüz Bugünkü Çin’in kuzey bölümünde bulunan ünlü Sarı Irmak. Bu ırmağın, Sarı Irmak olarak bilinen Çin. Huanghe olduğu genel kanaattir (Aydın 2016:160-161). Gumilev, renginden dolayı yaşıl ügüz ile Sarı Irmak’ın aynı olduğunu belirtmiştir (2002: 355 not 11). KT D 17: èçim kagan birle ilgerü yaşıl ügüz şantuŋ yazıka tegi süledimiz “Amcam kağan ile doğuda Sarı Irmak’a (ve) Şandong Ovası’na kadar sefer ettik.” (Aydın 2014: 61). BK D 15: èçim kagan birle ilgerü yaşıl ügüz şantuŋ yazıka tegi süledimiz “Amcam kağan ile doğuda Sarı Irmak (ve) Şandong Ovası’na kadar sefer ettik.” (Aydın 2014: 92- 93). 1.1.9. Yènçü Ügüz Türk coğrafyasının en önemli ırmaklarından birisidir. Günümüzde Sir Derya olarak bilinen bu akarsuyu Türkler Yènçü Ügüz “İnci Irmağı” olarak adlandırmıştır. Amu Derya ve Sir Derya ırmakları çevresi ile ikisinin arası tarihte Maveraünnehir olarak anılır (Gömeç 2007: 1295). KT G 3-4: kurıgaru yènçü ügüz (4) keçe temir kapıgka tegi süledim “Batıda İnci Irmağı’nı (Sirderya) (4) geçip Demir Kapı’ya kadar sefer ettim. (Aydın 2014: 51-52) KT D 39: sogdak bodun èteyin tèyin yènçü ügüzüg keçe temir kapıgka tegi süledimiz “Soğd halkını düzene sokayım diye İnci (Sirderya) Irmağı’nı geçip Demir Kapı’ya kadar sefer ettik.” (Aydın 2014: 69). BK K 3: kurıgaru yènçü ügüz keçe temir kapıgka tegi süledim “Batıda İnci (Sirderya) Irmağı’nı geçip Demir Kapı’ya kadar sefer ettim.” (Aydın 2014: 82). T2 B 9-G 1: yènçü ügüzüg keçe tènsi oglı aytıgma beŋlig ek tagıg ertü (G 1) temir kapıgka tegi ertimiz “İnci (Sirderya) Irmağı’nı geçerek Tensi Oğlu denilen doruklu Ek Dağı’nı geçerek (G 1) Demir Kapı’ya kadar ulaştık.” (Aydın 2014:127).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Hulusi POLAT 115

KÇ 16: yènçü ügüzüg keçe temir kapıgka tezikke tegi sülep kazgantı “İnci Irmağı (Sirderya)’nı geçerek Demir Kapı’ya (ve) Tezik’e (Tacik?) kadar sefer edip kazandı.” (Aydın 2014: 154). 2. Sub Sub ~ suv ~ suw kelimesi yazıtlarda “su, ırmak” anlamlarında kullanılmıştır (Aydın 2014:186), (ED 783), (Doerfer 1965:282), (Tekin 2010:167). Kelime bu anlam özelliğiyle hem DLT’de, hem de sonraki Türk lehçelerinde varlığını sürdürmüştür. Çağdaş Türk lehçelerinin hemen hepsinde türlü fonetik varyasyonlarla yaşayan süw kelimesi, DLT’deki gibi hem “su”, hem de “nehir, dere” anlamlarını taşımaktadır (Develi 2011:425). KT D 24 kanıŋ suwça yügürti “Kanlarınız su gibi aktı.” (Aydın 2014:64). KT D 27-BK D 22 birki bodunug ot suw kılmadım “birleşik halkları ateş (ve) su gibi (birbirlerine) düşman etmedim.” (Aydın 2014:65,96). BK G-D suwsuz keçdim “susuz olarak geçtim.” (Aydın 2014:104). Ta G 5 sinsizde küç kara suv ermiş “sensizken (halkın) gücü kara su (gibi) imiş.” (Aydın 2011:47). ŞU K 2 suwı seleŋe ermiş “suyu Selenge imiş.” (Aydın 2011:52). E 12/4 suw yer kem katun “Su ve yer, Kem (ve) Katun (ırmakları)” (Aydın 2015:59). Yenisey yazıtlarında sub sözcüğü genelde yer ile birlikte kullanılmakta ve her iki sözcük birlikte “kutsal yeryüzü”nü ifade etmektedir. Eski Türk yazıtları üzerinde çalışan araştırmacıların hemen hepsinin yer-su ibaresine yaratıcılık kudreti verdiğini görmekteyiz (Barutçu Özönder 1998:172). KT D 11 suwı ança ètmiş “su (ruhları) öylece örgütlemiş.” (Aydın 2014:59). BK D 10 türük teŋrisi ıdok yèri suwı ança ètmiş erinç “Türk (ebedi) göğü (ve) kutsal yer su (ruhları) öylece örgütlemiş, elbette.” (Aydın 2014:90). BK D 35 üze teŋri ıdok yèr suw “Yukarıda (ebedi) gök, kutsal yer su (ruhları)” (Aydın 2014:101). T2 B 3 ıdok yèr suw basa bèrti erinç “kutsal yer su (ruhları) yardım etti, elbette.” (Aydın 2014:126). Ayrıca “yer sub” sıralamasıyla birleşik olarak kullanıldığında bu ibarenin karaları ve suları ile birlikte gökyüzüne karşı olarak “yer-su, yeryüzü, dünya”yı ve daha sınırlı olarak “belli bir toprak parçası, bölge, vatan” ı karşıladığı anlaşılmaktadır (Barutçu Özönder 1998:171). KT D 19 - BK D 16 eçümüz apamız tutmış yèr suw idisiz bolmazun tèyin “Atalarımızın, dedelerimizin elde ettiği topraklar sahipsiz olmasın diye” (Aydın 2014:62,93). KT D 20 - BK D 17 kögmen yèr suw idisiz kalmazun tèyin “Kögmen toprakları sahipsiz kalmasın diye” (Aydın 2014:62,93). BK D 35 tokuz oguz bodun yèrin suwın ıdıp tawgaçgaru bardı “Dokuz Oğuz halkı topraklarını bırakıp Çin'e gitti.” (Aydın 2014:101).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

116 Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme

BK D 40 yèriŋerü suwıŋaru kontı “topraklarına yerleşti.” (Aydın 2014:103). Ta B 4 ol yèrimin suvumun konur köçür ben “Bu topraklarım (üzerinde) (ve) ırmaklarım (boyunca) konup göçerim.” (Aydın 2011:45). E 11/4 yerim e yıta suwum a adrıldım a buŋ “Yerimden (ayrıldım) ne acı! Suyumdan ayrıldım, ne sıkıntı!” (Aydın 2015:56). E 45/6 yèrim suwum esizim e “Yerim, suyum ne yazık!” (Aydın 2015:114). E 152/3 yèrim e suwum a esizim e “Yerimden suyumdan (yurdumdan) (ayrıldım) ne yazık!” (Aydın 2015:178). 2.1. Sub Sözcüğü İle Birlikte Kullanılan Akarsu Adları 2.1.1. Ak Sub Şine Usu Yazıtı doğu 6. Satırındaki “k1s1uy1” kelimesi “kasuy, kaswy, kaşuy, ak sub, kanyuy” olarak araştırmacılar tarafından farklı şekillerde okunmuştur. Gömeç, Ubsu Göl’ün kuzey taraflarında olabileceğini, bugünkü Ka-Kem’in güney kollarından birinin Aksu adını taşıdığını belirtir (2007:1283). Şirin, Moyun Çor’un taht mücadelesinde kardeşi Tay Bilge Tutuk’u yendiği bölgede bir ırmak olarak açıklar (2016:220). ŞU D 6 s(ä)k(i)z(i)nç (a)y : (e)ki y(a)ŋıka : çıg(ı)lt(ı)r : költä : (a)k sub käzü : süŋ(ü)şd(ü)m (Şirin 2016:220). 2.1.2. Anı Sub Tannu-Ola Dağları’nın kuzey bölümlerinde doğup kuzeyde Abakan Irmağı ile birleşen, büyük olasılıkla bugün Hakasya’daki Ona Irmağı (Aydın 2016:38). Gömeç, Yenisey’in kollarından biri olan Abakan’ın bir parçası olarak bildirir (2007:1284). Barthold ve İnan, Anı Irmağı’nı Yenisey olarak bildirmişlerdir (Barthold 2010: 196) (İnan 1987:35). Clauson’a göre Anı Irmağı, Batı Sayan’ın kuzey yamaçlarından çıkıp Abakan ile birleşir (1976:145). Giraud, günümüz Hakasya sınırlarındaki Ona Irmağı olarak belirtir (1999: 256). Sadece T1 K 3’de Anı adı sub ile kullanılmıştır: T1 K 3: anı suwka b[ardımız] ol suw kudı bardımız “Anı Irmağı’na vardık. O ırmaktan aşağıya doğru ilerledik.” (Aydın 2014:122). T1 D 7, ŞU D 10 ve E 136/1’de Anı tek başına kullanılmıştır: T1 D 7: az yèr y[olı] anı b[irle] ermiş “Az ülkesinin yolu Anı (Irmağı) boyunda? imiş.” (Aydın 2014:121). ŞU D 10: ürüŋ begig kara bulukug anı olormış “(Onlar) Ürüng Beg, Kara Buluk (ve) Anı (Irmağı)’da otururlarmış.” (Aydın 2011: 77). E 136/1: bıŋ bükde an<ı>da kü udımız? kem üg[üz]“Bin ormanda, Anı Irmağı’nda (?) Kem ırmağı” (Aydın 2015: 171). 3. Ügüz veya Sub Kelimeleri Olmadan Kullanılan Akarsu Adları Eski Türk Yazıtlarında geçen 28 akarsu “Agulug (ŞU B 6), Ak Termel (T1 25), Arkar Başı (ŞU G 1), Balıklıg (ŞU G 10), Burgu (KT K 6, Ta B 4, ŞU D 3), Çuş Başı (KT K 6-7, BK D 30-31), Egök (E 3, E 108), Gemçig (E 41), İçüy (ŞU G 5), Kañuy (Ta B 5, ŞU D 6), Kara Yotulkan (ŞU G 3, ŞU G Ek 2), Karaga (Ta B 4), Katun (E 3, E 12, E 72, E 144-1, E 145), Kergü (ŞU D 4), Keyre (ŞU K 6, ŞU K 7, ŞU D 6), Kök Öŋ (BK G-D, T 1 15), Künüy (Ta B 5), Sakış

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Hulusi POLAT 117

(ŞU D 4), Seleŋe (BK D 37, Ta B 4, ŞU K 2, ŞU D 3, ŞU D 4, ŞU G 11, ŞU B 5), Sewin (Ta B 4), Şıp (ŞU D 3, ŞU D 4), Tarlag (E 12-2, E 12-3, E 72-1), Tez (KÇ 18, Ta B 1, Ta B 5, ŞU D 8, ŞU G 2), Togurgu (ŞU G 12), Tokuş (ŞU D 9), Yawaş (ŞU D 9), Yèt (ŞU B 6), Yılun Kol (ŞU D 3)” adıyla birlikte ügüz veya sub kelimelerinin kullanılmadığı görülmektedir.

Sonuç Çalışmamızda otuz dokuz akarsu adını inceledik. 11 akarsu adında ügüz veya sub kelimesi 22 yerde birlikte kullanılmıştır. 28 akarsu adı ise ügüz veya sub kelimeleri olmadan sadece özel isimleriyle kullanılmıştır. Ügüz kelimesi Orhon yazıtlarında 16, Uygur yazıtlarında 6, Yenisey yazıtlarında 2 olmak üzere toplam 24 defa kullanılmıştır. Ügüz kelimesi 2 yerde tek başına kullanılarak “akarsu” anlamında, 2 yerde taluy kelimesiyle birlikte kullanılarak “deniz, okyanus” anlamında, 20 yerde ise akarsu adlarıyla birlikte kullanılmıştır. Yar, Ertiş, İş Kem, Yaşıl, Yènçü akarsu adları her zaman ügüz kelimesiyle birlikte kullanılmıştır. “Bulçu” akarsu adı olarak ügüz ile birlikte kullanılmış, tek başına yer adı olarak kullanılmıştır. Kem, Orkon ve Tugla akarsu adları ise hem ügüz ile birlikte hem de tek başlarına kullanılmışlardır. Sub kelimesi de Orhun yazıtlarında 16, Uygur yazıtlarında 4, Yenisey yazıtlarında 4 olmak üzere toplam 24 defa kullanılmıştır. Sub kelimesi 4 yerde “kutsal ruh”, 10 yerde “vatan, ülke, toprak parçası”, 6 yerde “su”, 4 yerde ise “akarsu” anlamında kullanılmıştır. Sub kelimesi Ak ve Anı akarsu adlarıyla birlikte kullanılmıştır. Metinlerde akarsu adının ügüz veya sub kelimeleriyle birlikte veya tek başlarına kullanılmış olduğunu, sub kelimesinin ad aktarması yoluyla akarsu anlamında kullanıldığı görülmektedir. Ügüz kelimesi Sarı Uygurcada ve Çulım Türkçesinin diyalektlerinde kullanıldığı bilinmektedir. Yaşıl, Yènçü gibi nitelik bildiren kelimelerle birlikte ügüz’ün kullanılması da dikkati çekmektedir. Selenge gibi büyük akarsu adlarının tek başına kullanıldığı tespit edilmiştir. İnceleme sonucunda akarsu adlarında kullanılan ügüz ve sub kullanımlarının büyüklük veya küçüklük olarak belirli bir su kütlesini ifade etmediği anlaşılmıştır.

Kısaltmalar BK D Bilge Kağan Yazıtı Doğu Yüzü BK K Bilge Kağan Yazıtı Kuzey Yüzü E 3 Uyuk-Turan Yazıtı E 11 Begre/Berge Yazıtı E 12 Aldıı-Bel I E 42 Bay-Bulun I E 45 Köjeeelig-Hovu Yazıtı E 72 Aldıı-Bel II E 98 Uybat VI E 136 Mugur-Sargol I E 144 Novosyolovo E 153 Alaş I KÇ Küli Çor Yazıtı KT D Kül Tegin Doğu Yüzü

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

118 Eski Türk Yazıtlarında Geçen Ügüz ve Sub Kelimeleri Üzerine Bir İnceleme

KT B Kül Tegin Batı Yüzü T1 D Tonyukuk I Doğu Yüzü T1 G Tonyukuk I Batı Yüzü T1 K Tonyukuk I Kuzey Yüzü T2 B Tonyukuk II Batı Yüzü Ta B Tariat/Taryat Yazıtı Batı Yüzü ŞU B Şine Usu Yazıtı Batı Yüzü ŞU D Şine Usu Yazıtı Doğu Yüzü ŞU G Şine Usu Yazıtı Güney Yüzü

Kaynaklar Atalay, B. (1992). Divanü Lügati’it-Türk Tercümesi. Ankara:TDK. Aydın, E. (2011). Uygur Kağanlığı Yazıtları. Konya: Kömen. Aydın, E. (2014). Orhon Yazıtları, Köl Tegin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongi, Küli Çor. 2. bs. Konya: Kömen. Aydın, E. (2015). Yenisey Yazıtları. Konya: Kömen. Aydın, E. (2016). Eski Türk Yer Adları. İstanbul: Bilge Kültür Sanat. Bartold, V. V. (2010). Orta Asya, Tarih ve Uygarlık. (çev. D. Ahsen Batur), İstanbul: Selenge. Barutcu Özönder, F. S. (1998), "Yenisey Kitabeleri ve Yer Sular". Journal of Turkish Studies (TUBA/Türklük Bilgisi Araştırmaları), 22, 171-184. Bazin, L. (1997). Eski Türk Yer Adlan Üzerine Notlar. (çev. Zümral Ölmez). Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, 11:75-78. Clauson, G. (1976). Tonyukuk Abidesi Hakkında Bazı Notlar. (çev. İnci Enginün), TM 18:141- 148. Develi, H. (2011). “Divānu Luġāti’t-Türk’te Hidrografik Terimler”,Maḥmūd al-Kāşġari’nin 1000. Doğum Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Divānu Luġāti’t-Turk Sempozyumu 5- 7 Eylül 2008, İstanbul, Yayıma hazırlayanlar: Hayati Develi, Mustafa S. Kaçalin, Filiz Kıral, Mehmet Ölmez, Tülay Çulha, İstanbul 2011: 425-444. Doerfer, G. (1965). Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen Band II. Wiesbaden:Franz Steiner Doerfer, G. (1967). Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen Band III. Wiesbaden:Franz Steiner ED: Clauson, G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford: Oxford University. Giraud, R. (1999). Gök Türk İmparatorluğu, İlteriş, Kapgan ve Bilge'nin Hükümdarlıkları (680- 734). (çev. İsmail Mangaltepe). İstanbul: Ötüken. Gömeç, S. ( 2000). Şine-UsuYazıtı’nda Geçen Yer Adları Üzerine. Belleten 64/240:427-433. Gömeç, S. (2001). Kök Türkçe Yazıtlarda Geçen Yer Adları. Türk Kültürü XXXIX/453:25-36. Gömeç, S. (2007). Kök Türkçe Yazıtlarda Geçen Göller ve Nehirler. Turkish Studies 2/4: 1283- 1296. Gumilëv, L. N. (2002). Eski Türkler. (çev. D. Ahsen Batur). İstanbul: Selenge. İnan, A. (1987). Makaleler ve İncelemeler. Ankara: TTK. Klyaştornıy, S. G. (1980). Terhinskaya nadpis. Sovyetskaya Tyurkologiya 1980/3:83-95. Li, Yong-Sŏng v.d.. (2008). A study of the Middle Chulym dialect of the Chulym language. (Altaic Languages Series 3.) Seoul: Seoul National University Press. Orkun, H.N. (1994). Eski Türk Yazıtları. Ankara:TDK Räsänen, M. (1969). Versuch Eines Etymologischen Wörterbuchs Der Türksprachen. Helsinki:Lexica Socieatatis Fenno-Ugricae Rybatzki, V. (1997). Die Tonukuk-Inschrift. Szeged: Studia Uralo-Altaica. Sanders, A. J. K. (1996). Historical Dictionary of Mongolia. Lanham&London: The Scarecrow. Şirin, H. (2016). Eski Türk Yazıtları Söz Varlığı İncelemesi. Ankara:TDK.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Hulusi POLAT 119

Tekin, T. (1983). Kuzey Moğolistan’da Yeni Bir Uygur Anıtı: Taryat (Terhin) Kitabesi. Belleten XLVI/ 184:795-838. Tekin, T. (2004). Makaleler II: Tarihi Türk Yazı Dilleri. Hzl.: Emine Yılmaz - Nurettin Demir, Ankara: Öncü Kitap. Tekin, T. (2010). Orhon Yazıtları. Ankara: TDK.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Efe, Z. (2019). Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s.120-153.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 120-153. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut262 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 09.02.2019 ║Kabul Tarihi: 03.04.2019

Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri A Classical Ottoman Poet Tâli‘î From Kastamonu and His Poems

Zahide EFE*

Öz 16. yüzyıl, klasik Türk edebiyatının hem yetişen şairler hem de kaleme alınan eserler bakımından zirvenin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde birçok şair yetişmiş ve çok sayıda önemli eser verilmiştir. Bu dönemde yetişen şairlerden biri de Tâli‘î’dir. Kastamonu’da doğan Tâli‘î, II. Bayezid’in oğlu Şehzade Mahmud’un hizmetinde bulunarak ona defterdarlık yapmıştır. Şehzade Mahmud öldükten sonra, Yavuz Sultan Selim tahta geçince onun hizmetine girerek yeniçeri kâtipliği yapmıştır. Şair, Yavuz Sultan Selim’in saltanatının sonlarında vefat etmiştir. Tâli‘î’nin Farsça ve Türkçe Dîvân ile Yavuz Sultan Selim’in Acem seferi hakkında yazdığı bir Târîh’i bulunmaktadır. Farsça Dîvân’ının yayımlanmış olmasına karşılık Türkçe Dîvân’ı ve Târîh’ine bugüne kadar ulaşılamamıştır. Şairin şiirlerini tespit etmek için yaptığımız katalog taramaları esnasında Türkçe Dîvân’ının bir nüshası ile çeşitli mecmualarda kayıtlı olan birçok şiirini tespit ettik. Bu çalışmada Tâli‘î’nin Türkçe Dîvân’ının şekil ve muhteva özellikleri üzerinde durulacak; kaynaklardaki bilgiler ve mevcut şiirlerden hareketle şairin edebî kişiliği üzerinde birtakım değerlendirmeler yapılacaktır. Ardından hem Dîvân’ında yer alan hem de mecmualardan derlenen şiirlerinden bazılarının tenkitli metni verilecektir. Anahtar Kelimeler: Klasik Türk Edebiyatı, 16. Yüzyıl, Tâli‘î, Dîvân, Mecmua.

Abstract 16. century was a period that the highest point was seen in terms of the growing poets and the written works in the classical Turkish literature. Many poets grew up and great numbers of important works were given in that period. One of the poets who grew in that period is Tâli‘î. Tâli’î who was born in Kastamonu had the duty of servicing for Mahmud- who was the son of Bayezid II- and he made the duty of financial office for him. After Mahmud’s death that he was the sultan’s son, Yavuz Sultan Selim ascended the throne so Tâli’î made the janissary clerkship for him. The poet died at the ends of Yavuz Sultan Selim’s reign. Tâli‘î had Persian and Turkish Divan and Tarih that he wrote it about Yavuz Sultan Selim’s Persian Campaign. Even if his Persian Divan was published, his Turkish Divan and Tarih have not been reached to today. We found a copy of Turkish Divan and many poems which are

* Arş. Gör., Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,Osmaniye- Türkiye, El-mek: [email protected], ORCİD: https://orcid.org/0000-0002-1411-4557. Zahide EFE 121 recorded in the various journals during the catalogue reviews that we made in order to determine the poet’s poems. In this study, the form and content features of Turkish Divan belonging to Tâli‘î will be considered; a set of evaluations will be made about the poet’s literary personality from the point of information and current poems in the sources. Then, the criticised text of some poems belonging to him which are available in Divan and collected from the journals will be included. Keywords: Classical Turkish Literature, 16th Century, Tâli‘î, Dîvân, Journal.

Giriş 16. yüzyılda ülkedeki gelişmelerin sonucu olarak bilim, kültür, sanat ve edebiyatta da devletin büyümesiyle orantılı olarak büyük bir gelişme gözlenmiştir. Osmanlı padişahları, bir yandan siyasî yapıyı güçlendirmeye gayret gösterirken bir yandan da bilimde ve sanatta ilerleme ve yükselme gereğini fark etmişler, bunun gerçekleşmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır (İsen vd. 2005: 88). Bunun sonucu olarak bu yüzyılda birçok alanda olduğu gibi edebiyatta da büyük bir gelişme gözlenmiştir. Bu yüzyılda, yüzlerce şair tarafından işlenen divan şiiri, estetik ve ahenk yönünden zirveye ulaşmıştır. Bu şairlerin divanlarının hepsi günümüze kadar gelememiş olmakla birlikte tezkirelerde adları geçen pek çok sanatçı, divan şiirinin gelişmesine katkıda bulunmuştur (Mengi 2009: 165). Klasik Türk edebiyatının önemli türleri arasında yer alan mecmualar, bu tür şairlerin ve eserlerinin tespit edilmesinde büyük bir öneme sahiptir. Mecmualarda; kaynaklarda adı geçmeyen unutulmuş şairlerin şiirlerine, bilinen şairlerin bilinmeyen veya divanlarında bulunmayan şiirlerine rastlamak mümkündür. Ayrıca mecmualar arasında bilinmeyen, varlığı bilindiği hâlde nüshası tespit edilemeyen eserlerle de karşılaşılır (Köksal 2012: 88-91). Tezkirelerde ve biyografik kaynaklarda hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilen ve şairliğinden övgüyle bahsedilen divan şairlerinden biri de Tâli‘î’dir. Tâli‘î’nin Farsça ve Türkçe Dîvân’ı ile Yavuz Sultan Selim’in Acem seferi hakkında yazdığı bir Târîh’i bulunmaktadır. Farsça Dîvân’ının yayımlanmış olmasına karşılık Türkçe Dîvân’ı ve Târîh’ine bugüne kadar ulaşılamamıştır. Şairin şiirlerini tespit etmek için yaptığımız katalog taramaları esnasında Türkçe Dîvân’ının bir nüshası ile çeşitli mecmualarda kayıtlı olan birçok şiirini tespit ettik. Bu çalışmada Tâli‘î’nin Türkçe Dîvân’ının şekil ve muhteva özellikleri üzerinde durulacak; kaynaklardaki bilgiler ve mevcut şiirlerden hareketle, şairin edebî kişiliği üzerinde birtakım değerlendirmeler yapılacaktır. Ardından hem Dîvân’ında yer alan hem de mecmualardan derlenen şiirlerinden bazılarının tenkitli metni verilecektir. 1. Tâli‘î ve Hayatı Doğum tarihi bilinmeyen şairin asıl ismi Sehî Bey’e göre Mehmed (İsen vd. 2017: 104), diğer kaynaklara göreyse Mahmud’dur (Kurnaz-Tatçı 2000: 580; Akbayar 1996: 1623; Açıkgöz 2017: 210). Hayatı hakkında bilgi veren kaynakların birçoğu Tâli‘î’nin Kastamonulu olduğu konusunda hemfikirdir (İsen vd. 2017: 104; Eyduran 2009: 14; Açıkgöz 2017: 210; Canım 2000: 372). Ancak Âşık Çelebi, onun Manisalı olabileceği tahmininde bulunmuştur (Kılıç 2010: 647).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

122 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Necâtî ve Sun’î ile çağdaş olan Tâli‘î, Şehzade Mahmud Manisa valisiyken onun defterdarlığını yapmıştır. Daha sonra şehzadenin ölümü üzerine Yavuz Sultan Selim tahta geçince onun hizmetine girerek yeniçeri kâtipliği yapmıştır (Eyduran 2008: 109; Eyduran 2009: 14; Kılıç 2010: 647; Açıkgöz 2017: 210; Canım 2000: 372). Tâli‘î’nin ölüm tarihi konusunda kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Sehî Bey, Riyâzî ve Kafzâde Fâizî’ye göre Tâli‘î, Yavuz Sultan Selim (sal.1512-1520) devrinde İstanbul’da yeniçeri kâtibi iken vefat etmiştir ve mezarı İstanbul’dadır (İsen vd. 2017: 104; Açıkgöz 2017: 210; Kayabaşı 1997: 380). Âşık Çelebi, Beyânî, Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiresi ve Gelibolulu Âlî’ye göreyse Sultan Selim devrindeki yeniçeri isyanları sırasında Pîrî Paşa ve Dukâkin-zâde’nin evinin basılmasından sonra şaire inme gelmiş, kâtiplik görevinden feragat ettikten sonra çok geçmeden ölmüştür (Kılıç 2010: 647; Eyduran 2008: 109; Eyduran 2009: 14; İsen 2017: 102). Ancak tezkirelerdeki bu bilgilerden farklı olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’ndaki Muallim Cevdet koleksiyonunda K.479 numara ile kayıtlı olan ve birçok şair hakkında biyografik bilgiler ihtiva eden bir şiir mecmuasında verilen bilgiye göre Tâli‘î, Yavuz Sultan Selim zamanında yeniçeri kâtibi iken Kâbe’ye giderken ölmüştür (Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet K.479, vr. 55a). Esmâ’ü’l-Müellifîn’de ise Tâli‘î’nin 925/1519 sonlarında öldüğüne dair kayıt bulunmaktadır (Bağdatlı İsmail Paşa 1951: 412). Âşık Çelebi’nin, Meşâ’irü’ş-Şuarâ adlı tezkiresinde Tâli‘î’nin Şâh İsmâîl’in Yavuz tarafından hezimete uğratılmasına tarih düşürmek için yazdığı ve 920/1514 tarihini veren bir kıt’a bulunmaktadır. Bu kıt’adan hareketle şairin ölüm tarihiyle ilgili olarak Esmâ’ü’l-Müellifîn’de verilen 925/1519 kaydının doğru olduğu söylenebilir. 2. Eserleri Tâli‘î’nin Farsça Dîvân’ı, Türkçe Dîvân’ı ve Yavuz Sultan Selim’in Acem seferi hakkında yazdığı bir Târîh’i bulunmaktadır. Farsça Dîvân: Şair hakkında bilgi veren kaynaklarda bu eserden bahsedilmemiştir. Bu Dîvân üzerinde üç nüshasından hareketle bir yüksek lisans tez çalışması yapılmıştır. Bu çalışmada Dîvân’da 22 kaside, 427 gazel, 19 kıt’a ve 4 rubâ’î olduğu belirtilmiştir (Kardaş 2012: 12). Türkçe Dîvân: Kafzâde Fâizî, Riyâzî ve Latîfî tezkirelerinde (Kayabaşı 1997: 380; Açıkgöz 2017: 210; Canım 2000: 372) şairin Türkçe Dîvân’ı olduğu bilgisi yer alsa da bu eser bugüne kadar gün yüzüne çıkmamıştır. Ancak şairin şiirlerini tespit etmek için yaptığımız katolog taramaları esnasında Fransa Milli Kütüphanesi’nde Supplement Turc 270 arşiv numarasıyla kayıtlı bir dîvân mecmuasında bu esere tesadüf edilmiştir. Bu mecmua toplam 319 varak olup Tâli‘î Dîvânı 168a-209b yapraklarının der- kenârlarında yer almaktadır. Dîvân’da 5 kaside, 1 tercî-i bend, 137 gazel, 27 kıt’a, 2 nazm, 2 rubâ’î, 8 müfred olmak üzere toplam 182 şiir yer almaktadır. Ancak bu Dîvân’ın eksik olduğu anlaşılmaktadır. Zira Tâli‘î’nin çeşitli şiir mecmualarında tespit ettiğimiz 14 gazel, 1 murabba, 2 kıt’a ve 9 müfred olmak üzere toplam 26 şiiri daha bulunmaktadır. Böylece şairin mecmualardaki şiirlerle birlikte toplam şiir sayısı 208’i bulmaktadır. Târîh: Âşık Çelebi tezkiresinde, Yavuz Sultan Selim’in Tâli‘î ve Sücûdî’den Acem Seferi hakkında bir tarih yazmasını emrettiğini, ancak ikisinin de yazmış olmasına rağmen Tâli‘î’nin metni ortaya çıkarmadığını belirtmiştir (Kılıç 2010: 647). Gelibolulu Âli

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 123 ise ikisinin de nazım ve nesir birer eser yazdıklarını ancak değersizlikleri nedeniyle şöhret bulmadıklarını söylemiştir (İsen 2017: 102). Ancak Tâli‘î’nin bu eseri günümüze ulaşmamıştır. 3. Edebî Kişiliği Tezkirelerde Tâli‘î’nin şairliğinden övgüyle söz edilmiştir. Şair hakkında değerlendirmede bulunan Sehî Bey; onu güzel söz ve şiir söylemeye kâdir, marifet sahibi, nazım konusunda yetenekli, güzel, atasözü ve deyimlerle örülü şiirleri olan bir şair olarak tanıtmıştır (İsen vd. 2017: 104). Tâli‘î’nin edebî kişiliği hakkında en geniş bilgiyi veren Latîfî ise onu büyük şairlerin ya ikincisi ya üçüncüsü saymış, şairlerin üstadı olan Zâtî’nin onun için “Necâtî’nin yarısıdır.” dediğini ifade etmiştir. Latîfî ayrıca Tâli‘î’nin şiirlerinde tercüme, çalıntı, tazmin ve alıntı olmadığını; daha önce söylenmemiş redif ve kafiyeleri kullandığını söylemiştir. Sözleri ve üslubunun ise kabalıktan ve sıkletten uzak olduğunu; pâk, selis, düzgün ve nefis şiirler yazdığını ifade etmiştir (Canım 2000: 373). Tâli‘î hakkında bir diğer değerlendirmeyi yapan Beyânî ise onun üstün bir şair olduğunu ve sade şiirler yazdığını dile getirmiştir (Eyduran 2008: 109). Klasik Türk şiiri geleneğinde hemen hemen her şair, yazmış olduğu şiirlerde kendi şairliği ve şiirleri üzerinde birtakım değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Tâli‘î de birçok şair gibi bazı şiirlerinde kendi şairliğinden ve yazmış olduğu şiirlerinin sahip olduğu güzellikten övgüyle bahsetmiştir. 16. yüzyılda klasik Türk edebiyatı gelişimini tamamlayarak en parlak ve olgun dönemini yaşamıştır. Önceki yüzyıllarda İran şairlerinin etkisi altında olan divan şairleri, bu yüzyıldan itibaren kendilerini İranlı şairlerle mukayese etmeye hatta onlardan üstün görmeye başlamışlardır. Bu tavra Tâli‘î’nin şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Şiirlerinin güzelliğinin olgunluğa kavuştuğunu söyleyen Tâli‘î, zamanının Selmân’ı olduğunu iddia eder: Luùf-ı naômı ÙÀlièìnüñ òusrevÀ buldı kemÀl Devletüñde bu zamÀnuñ şimdi SelmÀnı durur (G.17/6) Ona göre Nizâmî’nin Tâli‘î’nin yazmış olduğu şiirleri kıskanması normaldir. Çünkü onun renkli gazellerinin bir benzeri yoktur: Reşk itse n’ola ÙÀlièì naômuña NiôÀmì Şièrüñ gibi mecmÿèada rengìn àazel olmaz (G.42/5) Şiirlerinin güzelliğinin mükemmelliğe kavuştuğunu söyleyen Tâli‘î, bundan böyle Selmân ile bir tutulması gerektiğini iddia eder. ÙÀlièì irdi kemÀle luùf-ı eşèÀruñ senüñ Şimdiden girü hemÀn SelmÀn olayduñ ola mı (G.144/6) Şiirden anlayanların Dîvân’ını gördüğünde bu eseri bin bir türlü övgüyle padişahın huzuruna ileteceklerinden emindir: ÙÀlièì erbÀb-ı dìvÀn kim göre dìvÀnuñı İledür biñ dürlü raàbetle şehüñ dìvÀnına (G.84/7) Yine Dîvân’ı padişahın huzurunda okununca huzurdakiler onun yaratılıştan gelen şairliğine övgüde bulunacaktır:

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

124 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

ÙÀlièì defter-i şièrüñ şeh öñinde k’oúına Áferìnler getüre tabèuña dìvÀn ehli (G.127/6) Kendi şiirlerini mermere diğer şairlerin şiirlerini ise küçük taşlara benzeten Tâli‘î, bu yüzden şiirlerine nazire yazılamayacağını iddia eder: ÙÀlièì şièrine diñ kimse naôìre dimesün Beyt kim mermer ile yapıla yir yoú helige (G.83/7) Şair bir beytinde edebî kişiliğinin oluşmasında İran’ın ünlü şairleri Hâfız ve Hoca Kemâl’i örnek aldığını dile getirmiştir. Söz ve akıcılıkta Hâfız’ın, manada ise Hoca Kemâl’in takipçisidir: İtiyüz ÓÀfıôuñ elfÀô ü selÀsetde bugün Gerçi maènÀda begüm ÒˇÀce KemÀlüñ úulıyuz (G.45/3) Tâli‘î’nin yaratılışının papağanı söze başlayacak olsa söz ehli olanlar ona hep övgüde bulunacaklardır: ÙÀlièì ùÿùì-i ùabèuñ söze ÀàÀz idicek Áferìnler getüre hep aña güftÀr ehli (G.142/7) Şair, cevherler yağdıran parlak şiirlerinin yanında incinin bile değersiz kalmasına şaşılmaması gerektiğini söyler: Ey ÙÀlièì bu naôm-ı güher-bÀr u Àb-dÀr İtse èaceb mi lüélü-i menşÿrı bir pula (G.88/7) Bir şairin şairliğinin şekillenmesinde ve edebî kişiliğinin tekâmülünde kendine göre büyük gördüğü, sevip beğendiği şairlerin önemli bir etkisi vardır. Bu etkiyi bir şairin diğer şairlerin şiirlerine yazmış oldukları nazireler veya tahmis, tesdis gibi musammat türünde yazılmış şiirlerden tespit etmek de mümkündür (Kaplan 2018: 106). Bunlar içinde özellikle şairlerin edebî şahsiyetlerinin tespitinde, kimleri etkilediği veya kimlerden etkilendiğini tespit etmek hususunda nazirecilik geleneği önemli bir yere sahiptir. Tâli‘î’nin başta Necâtî olmak üzere Şevkî, Safî, Ahmed Paşa, Ahmedî, Ferruhî, Hızrî, Kâdirî, Kemal-i Zerd, Muhibbî, Muradî, Şeyhî, Ulvî, Nesîmî, Zatî, Cafer Çelebi, Vasfî, Şamî, Haşimî gibi şairlere nazireler yazmış olması, edebî kişiliğinin teşekkülünde kimlerden etkilendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Tâli‘î, bu şairlerden etkilendiğini ortaya koyarken kendisi de başka şairleri etkilemiştir. Bunu Pervâne Bey Mecmuası’nda yer alan Adlî, Âhî, Atâ, Bâkî, Basîrî, Fakîrî, Ferruhî, Fikrî, Hayâlî, Hayretî, Hayrî, İshâk Çelebi, Kemâl Paşa-zâde, Lâmi’î, Latîfî, Me’âlî, Mesîhî, Mestî, Mu’îdî, Muhibbî, Nazmî, Nihânî, Nutkî, Refîkî, Revânî, Rûhî, Sabûhî, Sehî Bey, Sinânî, Şâmî, Tâcî-zâde Cafer Çelebi, Ulvî, Usûlî, Zatî gibi şairlerin Tâli‘î’nin şiirlerine nazire yazmış olmasından çıkarmak mümkündür. 4. Dil ve Üslup Tâli‘î, şiirlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Deyimlere sıkça yer vermiş, bu durum şiirlerinde sade ve samimi bir ifade tarzının hâkim olmasını sağlamıştır. Onun şiirlerine bu sadeliği ve samimiyeti kazandıran deyimlerden bazıları şunlardır: âh etmek, candan sevmek, kan yutturmak, ne et yansın ne şiş, kan ağlamak, göz göre göre, hacet dilemek, suçunu bastırmak, kurban olmak, gönül (gönlünü) almak, yele vermek, gönül vermek, kul olmak, gözünü açmak, can vermek, (birinin) başı için, yere geçmek, yüzü kara, gözüne görünmemek, yüzü ak, kara gün, el uzatmak, yabana atmak, baş eğmek, dili varmamak, beli bükülmek, yanıp yakılmak, el vermek, başına gün doğmak, kanı kaynamak, başım üstüne, canı gibi sevmek,

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 125 canından usandırmak, dem vurmak, diş bilemek, kuyu kazmak, yüz bulmak, delikten deliğe girmek, can almak, kanına girmek, yüzüne bakmamak, mum olmak, canına geçmek, yüz sürmek, kan yutmak, gönlünü yakmak, kulağına dokunmak, başı göğe ermek, yüreği soğumak, göklere çıkmak, kana boyamak, canı çıkmak, gönlü düşmek, kanlı yaş dökmek, fetva vermek, ciğerini delmek, derdine derman olmak, gönlü açılmak, başa çıkmak, kara giymek, uç vermek, başa yazılan gelir, oh demek, kül olmak, başına devlet konmak, kıymetini bilmek, yüz karası, elden gelmemek, sakalına ak düşmek, çekip çevirmek, başını ağrıtmak, ağzının suyu akmak, bel bağlamak, yüz vermek, mum etmek, bir içim su, it dişi domuz derisi… Şair yaşadığı dönemde kullanılmış; ancak günümüzde arkaikleşen bazı kelimeleri de şiirlerinde kullanmıştır. “Güvlemek, öykünmek, söyünmek, uş, geyürmek, depretmek, urmak, bolay kim, yasdanmak, uàrı, tañ, yilmek, koçmak, katı, iñen, sovuk, kayu, kanda, kaçan, yig, içre, tartınmak, şimden girü, assı, biti, vaz gelmek, şol, sındurmak, degme, ırmak, uş, yeyni, kimsene, günilemek, anda, helik, üşmek, iñende, işbu, keret, tutak, eyitmek, yigrek” gibi kelimeler bu türden kelimelerdir. Ayrıca “bilürin, göreyin, süreyin, aluban, göricek, alurın, virmezin, olavuz, gelüben, sencileyin, bulıcak, sanmagıl, ideyin, diyüben, yiyevüz, viriser, geliserdür, görelden, yazayın, ayrılaldan, süreyin, olmagıl, algıl, vireyin, almazam, çıkavuz, koyavuz, sarmaşuban, oluben, idicek, olaldan, varayın, ölicek, koyuban, bulayın, olgıl, idevüz” gibi bazı kelimelerdeki eklerin Eski Anadolu Türkçesi özelliği taşıdığı görülmektedir. Tâli‘î, şiirlerinde genellikle beşerî konulara değinmiştir. Şiirlerini âşıkâne ve rindâne tarzda kaleme alan şair, rindâne söyleyişe özgü olan “mey, harâbât, humâr, bâde, şarâb, peymâne, mest, sâkî” gibi kavramları şiirlerinde sık sık kullanmıştır: Getür sÀúì mey-i gül-gÿn bahÀr eyyÀmıdur zìrÀ ŞarÀb içmege yir yoúdur bugün ãaón-ı çemenden yig (G.62/4)

èAceb ol gözleri fettÀn öpülmez mi úoçulmaz mı Bili ince lebi òandÀn öpülmez mi úoçulmaz mı (G.123/1)

Başdan ayaàa ãoyasın mÿy-ı miyÀn güzelleri Gül gibi úoyna úoyasın àonce-dehÀn güzelleri (G.115/1)

Ey göñül mey-kede küncini elüñden úoma kim Himmet-i pìr-i muàÀn işüñi nÀgÀh oñara (G.105/3)

èIşú yolunda ne nÀmÿs u ne èÀr ey sÀúì BÀde ãun kim bizi öldürdi òumÀr ey sÀúì (G.140/1)

äÿfiyÀ biz mey-i ãÀf içicek ölimezüz Áb-ı engÿr ile yoàrılmış ezelden gilümüz (G.43/5) Klasik Türk edebiyatında rindâne tarzda şiirler yazan birçok şair gibi Tâli‘î de şiirlerinde riyakâr ve kaba sofu olarak nitelendirilen zâhid tipine kafa tutmaktan geri durmamıştır: İşitdük cenneti zÀhid úapuñdan yig dürür dirmiş Benüm çoú sevdügüm àurbet úaçan olur vaùandan yig (G.62/2)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

126 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Bugün minberde bir vÀèiô güzel sevmegi menè itmiş O dem yoú mıydı bir èÀşıú kim indüreydi minberden (G.77/5)

Görse úıblem Kaèbem olsun dirdi zÀhid mescide Ey büt-i tersÀ kilìsÀlarda taãvìrüñ senüñ (G.57/4)

VÀèiôüñ lÀf u güzÀfına ãaúın aldanma VÀy aña kim kişiyi zÀhid-i gümrÀh oñara (G.105/4)

İncitme zÀhidÀ bizi bì-hÿde pend ile Var kendü úara başuña vir sen naãìóatüñ (G.61/5)

ZÀhidüñ yoà imiş iúrÀrı lebüñ şerbetine Ne bilür leõõet-i rÿóÀniyi inkÀr ehli (G.142/3) Aynı zamanda şair, birtakım hitap kelimelerini kullanarak şiirine akıcılık ve samimiyet ifadesi kazandırmasını bilmiştir: Lebüñden bÿse cer itmek diler bu cÀn senüñ èömrüm Maóaldür himmet eylerseñ n’ola iósÀn senüñ èömrüm (G.69/1)

Ben úuluñı niyyet itmişsin ki ÀzÀd idesin Ay efendüm baña òoş gelmez bu tedbìrüñ senüñ (G.57/2)

ÙÀlièì dil-òasteyi maèzÿl-ı dergÀh eylemek Ey benüm devletlü sulùÀnum revÀ mı şimdiden (G.78/6)

DehÀnuñ söze geldikçe èaceb dürler döker bu kim SelÀm olsun nigÀrÀ ol leb-i laèl-i şeker-rìze (G.94/2)

Öldürürem dimişsin ben derd-mendüñi oò ÚurbÀn olam dilüñe ey úaşları kemÀnum (G.68/2)

Gördüm yoluñda òalúı bugün àam yükin çeker BillÀh sevdigüm bizi de ol úaùÀra çek (G.56/4) Klasik Türk edebiyatında ahengi sağlayan unsurlar arasında yer alan kelime tekrarlarına Tâli‘î şiirlerinde sıkça başvurmuştur: Ne bir dil-ber buluram ben güzeller içre senden yig Ne bir èÀşıú bulursın sen cihÀn içinde benden yig (G.62/1)

Kime yanam yaúılam bu dil-i biryÀnumdan Yaúdı yandurdı beni ol daòı bir yanumdan (G.73/1)

Cigerüm delse n’ola tìr-i cefÀ èÁşıúuñ baàrı pÀre pÀre gerek (G.55/3)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 127 Tâli‘î, mûsikî âletlerini ve mûsikî ile ilgili diğer unsurları kullanarak şiirlerine renk ve canlılık katmıştır: èUşşÀúa bÿselikden eyü vir ki sÀúiyÀ Muùrib nevÀ idüp yine şehnÀza başladı (G.132/3)

Muùrib eger geleydüñ bir kez mezÀrum üzre ÁvÀzeler úılaydı ney gibi üstüòÀnum (G.68/5)

Meclisde ùoúuna mı fiàÀnum úulaàına Def ãaymaz oldı nÀle-i ùanbÿrı bir pula (G.88/5)

Muùrib gice meclisde çeng eyledi çengìyle èUşşÀú hemÀn defè-i kÀnÿn ùarafın ùutdı (G.119/6) Divan şiirinde malzeme olarak kullanılan konulardan birisi de satrançtır. Tâli‘î’de şiirlerinde satranç terimlerine yer vermiştir: Ol şeh-i òÿbÀn úaçan zülfin ruòında tÀb ider Beydaú-ı óÀl ile óüsn ehli ser-À-ser mÀt ider (G.16/1)

Bu naùè-ı ḥüsünde senüñ ol òÀl-i siyÀhuñ Bir luèb ile çoú şehlere beydaú sürer ey dïst (G.10/3) Karamanoğulları Beyliği’nin önemli merkezlerinden biri olan Karaman/Larende, şairlerin çeşitli vesileler ile zikrettikleri bir yerdir. Şairler, Karaman ile çeşitli söz ve anlam oyunları yaparak bu kelimenin sağladığı çeşitli çağrışımlardan istifade etmişlerdir (Kaplan 2016: 206-207). Tâli‘î Dîvânı’nda da bu coğrafyayla ilgili söyleyişlere rastlamak mümkündür: Vaède-i vaãluñ bize oldı Úaraman baòşişi Didi taèbìr olmaz ol rüéyÀ ki şeyùÀnì durur (G.17/3)

Beridür milket-i èOåmÀnda Sitanbul ehli Dünye ùurduúça ùurursa Úaraman bÀzÀrı (G.128/6)

HemÀn Aúşehre beñzer aú ilinüñ Úara zülfüñ Úaraman illerine (G.86/6) Klasik Türk edebiyatı geleneğinde farklı konularda yazılmış birçok nazım türünden biri de hammâmiyyelerdir. Hamam ve hamamla ilgili bazı unsurların konu alındığı bu şiirler özellikle 16. yüzyılda büyük ilgi görmüştür (Kaplan: 2015). Tâli‘î Dîvânı’nda da hammâmiyye türünde yazılmış bir gazel yer almaktadır. Bursa’da yer alan bir kaplıca için kaleme alınan bu şiir, Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün vezni ve “kapluca” redifiyle yazılmış olup 10 beyitten müteşekkildir: Göñüller derdinüñ olur bu gün dermÀnı úapluca CihÀnda her ne àam olsa giderir anı úapluca

Yüzi ãuyı degil midür bugün billÀh Bursanuñ

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

128 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Yaraşur mülk-i èOåmÀnuñ ola sulùÀnı úapluca

RevÀnı şÀd olur gören kişinüñ açılur göñli Anuñçün Bursa şehrinüñ olur seyrÀnı úapluca

İçine bir nefes girmek óayÀt-ı cÀvidÀnìdür èAceb midür eger olsa cihÀnuñ cÀnı úapluca

LeùÀfetde şu resmedür ki kişi cennete girüp Görürse kevåer ırmaàın diye kim úanı úapluca

Melek ãÿretlü Yusÿflarla gÿyÀ Mıãrdur Bursa İnanmazsañ yanında ùurur uş KenèÀnı úapluca

Ne lÀzım şehrde varsa semen-sìmÀlar aramaú Perì peykerler isterseñ gel uşta kÀni úapluca

ÔarÀfet ser-nigÀrı ol başından olmasın bugün äafÀ ile geçürürse n’ola devrÀnı úapluca

Bilünden fÿtasın çözüp de èuryÀn olsa güzeller CihÀnı başdan ayaàa ider nÿrÀnì úapluca

Saña da ÙÀlièì Óaúú naôar var sÀde pehlÿda Gözedür èÀşıú-ı dìdÀr olan yÀrÀnı úapluca (G.106) 5. Şekil Özellikleri 5.1. Nazım Şekilleri Tâli‘î kaside, tercî-i bend, murabba, gazel, kıt’a, nazm, beyit ve rubâ’î nazım şekilleriyle şiirler yazmıştır. 5.1.1. Kasideler Tâli‘î Dîvânı’nda beş kaside bulunmaktadır. Birinci kaside, II. Bâyezîd için yazılmış olup 45 beyitten oluşmaktadır. Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezinli bu kaside, mürdef kafiyeli ve “adl” rediflidir. Teşbîb, girizgâh, medhiyye ve dua bölümlerinden oluşmaktadır. İkinci kaside, Yavuz Sultan Selim için yazılmış olup 37 beyitten oluşmaktadır. Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezinli bu kaside mücerred kafiyeli ve “sefer” rediflidir. Teşbîb, girizgâh, medhiyye ve dua bölümlerinden oluşmaktadır. Üçüncü kaside, Yavuz Sultan Selim için yazılmış olup 33 beyitten oluşmaktadır. Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezinli bu kaside, müesses kafiyeli ve “zamânıdur” rediflidir. Medhiyye ve dua bölümlerinden oluşmaktadır. Dördüncü kaside, Yavuz Sultan Selim için yazılmış olup 22 beyitten oluşmaktadır. Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün vezinli bu kaside, mücerred kafiyeli ve “devlet” rediflidir. Medhiyye ve dua bölümlerinden oluşmaktadır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 129 Beşinci kaside, Yavuz Sultan Selim için yazılmış olup 29 beyitten oluşmaktadır. Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezinli bu kaside, mürdef kafiyeli ve “Mısr” rediflidir. Medhiyye ve dua bölümlerinden oluşmaktadır. 5.1.2. Tercî-i Bend “Mersiye-i Sultân Mahmûd Tâbe Serâhu” başlığı altında yer alan bu tercî-i bend, Şehzade Mahmud için yazılmış bir mersiye olup Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezniyle kaleme alınmıştır. 5.1.3. Murabba Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi bölümünde 244 arşiv numarası ile kayıtlı bir şiir mecmuasının 205a yaprağında Tâli‘î’ye ait Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün vezniyle kaleme alınmış 1 adet murabba yer almaktadır. 5.1.4. Gazel Şair, en çok gazel nazım şekliyle şiir yazmıştır. Tâli‘î Dîvânı’nda toplam 137 gazel bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli şiir mecmualarında Tâli‘î’ye ait 14 gazel daha yer almaktadır. Böylece şairin mecmualardakilerle birlikte toplam gazel sayısı 151’i bulmaktadır. Bu gazellerden 8 tanesi gazel-i nâ-tamâm (=eksik gazel)’dır. Bu gazellerin harflere göre sayıca dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: 9 ك 2 ا

3 ل 2 ت

8 م 1 ح

9 ن 1 د

2 و 30 ر

33 ھ 7 ز

32 ى 5 ش

1 ع

Toplam: 151 6 ق

5.1.5. Kıt’a Tâli‘î Dîvânı’nda toplam 27 kıt’a yer almaktadır. Bunun haricinde tezkirelerde Tâli‘î’ye ait 2 kıt’a daha bulunmaktadır. Tezkirelerle birlikte 29’u bulan bu kıt’aların büyük çoğunluğu 4 ile 11 beyit arasında değişen beyit sayısına sahip kıt’a-i kebîrelerdir. 5.1.6. Nazm Tâli‘î Dîvânı’nda biri 3 diğeri 5 beyitlik 2 nazm bulunmaktadır. Bunlardan biri hicviye türünde kaleme alınmıştır.

5.1.7. Rubâ’î

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

130 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Tâli‘î Dîvânı’nda “Rubâ’î” başlığı altında, “a a x a” şeklinde kafiyelenmiş 2 rubâ’î yer almaktadır. Bu rubâ’îler alışılagelmişin dışında rubâ’î vezinleri ile yazılmamış olup Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün vezni ile kaleme alınmıştır. 5.1.8. Müfred Tâli‘î Dîvânı’nda 6’sı “Ebyât-ı Dest-mâl” başlığı altında, 2’si ise kıt’alar arasında olmak üzere 8 müfred yer almaktadır. Ayrıca Peşteli Hisâlî’nin Metâli’ü’n-Nezâ’ir adlı eserinde 4, Kemiksiz-zâde Safvet Mustafa’nın Nuhbetü’l-Âsâr Min Fevâidi’l-Eş’âr adlı eserinde 1 ve Latîfî’nin Tezkiretü’ş-Şu’arâ adlı eserinde 4 olmak üzere şaire ait 9 müfred daha bulunmaktadır. Böylece şairin yazmış olduğu müfred sayısı 17’yi bulmaktadır. 5.2. Vezin Tâli‘î yazmış olduğu 208 şiirinde “hezec, remel, muzârî, mütekârib, müctes, recez ve hafîf” bahirlerine ait 14 farklı kalıp kullanmıştır. Şairin en çok tercih ettiği kalıp, remel bahrinin Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün kalıbı olup bunu, muzârî bahrinin Mef‘ûlü Fâ‘ilâtü Mefâ‘îlü Fâ‘ilün kalıbı izlemektedir. Kullanılan vezinlerin nazım şekillerine göre sayıca dağılımı şu şekildedir:

i

Vezinler -

Kıt’a

Bend

Gazel

Nazım

Rubâ’î

Tercî

Kaside

Müfred

Bahirler

Murabba

FÀèilÀtün FÀèilÀtün 28 2 2 FÀèilÀtün FÀèilün

FÀèilÀtün FÀèilÀtün 1 1 FÀèilün

Remel FeèilÀtün FeèilÀtün 1 38 2 2 1 FeèilÀtün Feèilün

MefÀèìlün MefÀèìlün 14 1 1 MefÀèìlün MefÀèìlün

MefÀèìlün 4 5 5 MefÀèìlün Feèÿlün

Hezec Mefèÿlü MefÀèìlün 1 Mefèÿlü MefÀèìlün Mefèÿlü MefÀèìlü 17 2 1 2 MefÀèìlü Feèÿlün Mefèÿlü FÀèilÀtün 8 Mefèÿlü FÀèilÀtün Mefèÿlü FÀèilÀtü Muzari 4 28 1 7 4 1 MefÀèìlü FÀèilün

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 131

MefÀèilün FeèilÀtün 5 3 MefÀèilün Feèilün

Müctes

Feèilatün MefÀèilün 4 7 1

Hafif Feèilün

Müstefèilün Müstefèilün 1 Müstefèilün Müstefèilün

Recez Müfteèilün Mefâèilün 2 Müfteèilün Mefâèilün

Feèÿlün Feèÿlün 1 Feèÿlün Feèÿl

Mütekârib

Toplam 5 151 1 29 2 2 17 1

5.3. Kafiye ve Redif Tâli‘î’nin mecmualardakilerle birlikte toplam 208 şiirinin; 111’i mürdef, 67’si mücerred, 5’i müesses, 3’ü mukayyed, 3’ü cinaslı kafiyedir. Mücerred kafiye: Sadece revînin tekrarından meydana gelen kafiyelerdir (Saraç 2011: 140). Bükdüñ bilümi cevrüñle hey cefÀ yüki Ben mübtelÀya niçeye dek bu belÀ yüki (G.135/1)

Gül yüzün kim ãanma óüsn ü bahÀ òırmenidür Bülbül-i òasteye ol berg nevÀ òırmenidür (G.13/1) Mürdef kafiye: Revîden önce ridf (=â, û, î) bulunan kafiyelerdir (Saraç 2011: 140). äovuú el irişmemişdi ol gülüñ bostÀnına Şimdi her òÀr el uzadı başladı dÀmÀnına (G.84/1)

Geh seóÀb zülfin açup [ol] ÀfitÀbın gösterür Geh döner hicrÀn şebinde mÀh-tÀbın gösterür (G.18/1) Mukayyed kafiye: Revî ve kayddan meydana gelen kafiyelerdir (Saraç 2011: 140). Beni Àşüfte vü şeydÀ úılan zülfüñ kemendidür Hemìşe zülf-i müşgìnüñ bu işlerinde bendidür (G.31/1)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

132 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

VefÀsızlıúda dil-ber dehre beñzer CefÀsı acılıúda zehre beñzer (G.21/1) Müesses kafiye: Revîden önce dahîl ondan önce de te’sîs bulunan kafiyelerdir (Saraç 2011: 140). Çün güzeller yollarında ölene úÀyil degül Bunlaruñla zindegÀnì eylemek úÀbil degül (G. 66/1) Cinaslı kafiye: Osmanlı döneminde yazılmış kafiye risalelerinde böyle bir kafiye türüne yer verilmemekle birlikte cinaslı kelimelerle yapılan kafiyeye günümüzde cinaslı kafiye adı verilir (Saraç 2011: 140). Úorúarın zülfüñe bir bend ile yüzi úaralar Seni bir aàa düşürüp aña bir Àl úaralar

PÀdişÀh olsa n’ola óüsn iline òÀl ü òaùuñ Şimdi mi oldı Mıãır mülkine sulùÀn úaralar (G.36/1-2) Tâli‘î şiirlerinin büyük bir kısmında redif kullanmayı tercih etmiştir. Bu rediflerin 56’sı ek hâlinde, 63’ü kelime ya da kelime grubu hâlinde, 52’si ek+kelime hâlindedir. Şair, 18 şiirinde ise redif kullanmayı tercih etmemiştir. Bu rediflerin bazıları şunlardır: Ek hâlindeki redifler: “-ler, -dılar, -dur, -ümüz, -umuz, -durmış, -lık, -üñ, -umdan, -den, -e , -ına, -i, -ları, -ı, -arsın, -dedür, -maduk, -ınuñ, -um, -umdan, -lıkdan, -a, -dı, - sı…” Ek+kelime veya kelime grubu hâlindeki redifler: “-sün ey dost, -ı feth ider, -ı durur, -dan geçer, -ı gözler, -a geçmiş, -ı basarlar, -e beñzer, -e yarar, -ın gösterür, -ın sürer, -üñ kulıyuz, -a çek, -umdur benim, -üñ senüñ, -den yig, -a gel, -ı şimdiden, -a karşu, -lar ile, -a degişmem, -ler üstine, -e yazsunlar beni, -e başladı, -sın amma iñen begimsin iñen, -uñ mı var, -ler olmayıcak, -e gerek, -den yig, -den ne hasıl, -ı bir pula, - lik ile, -ı üstine, -ya benzemege, -a say, -ı yolunı, -ı satanı…” Kelime ya da kelime grubu hâlindeki redifler: “adl, sefer, zamânıdur, devlet, saña, ey dost, karalar, azîz olur, hırmenidür, eylediler, olmaz, dahı nâzik, imişsin dostum, oñara, ola, olayduñ ola mı, ehli, yüki, bâkî, seni, ugrısı, mestâne, degül, gibi, yirinde, açar, ider, esîridür, dimezüz, senüñ, senüñ ömrüm, idelüm, hâdim, degül bu, illerine, geçdi, güzelleri, oldı, tarafın tutdı, kıl yiter öldürdüñ beni, öpülmez mi koçulmaz mı, bâzârı, düşdi, oyuncagı, ey sâkî…” Sonuç Tâli‘î, 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olan bir divan şairidir. Hayatı hakkında tezkirelerde ve biyografik kaynaklarda verilen bilgiler sınırlıdır. Şair Kastamonulu olup asıl ismi Mahmud’dur. Herhangi bir eğitim alıp almadığı hususunda elde bilgi bulunmamaktadır. Ancak kaynaklar Tâli‘î’nin Yavuz Sultan Selim döneminde yeniçeri kâtipliği yaptığını belirtmektedir. Bu da şairin iyi bir eğitim aldığını gösterir. Şair, Yavuz Sultan Selim’in saltanatının sonlarında vefat etmiştir. Tâli‘î’nin Farsça Dîvân, Türkçe Dîvân ve Yavuz Sultan Selim’in Acem seferi hakkında yazdığı bir Târîh’i olduğu bilinmektedir. Şairin Târîh’i günümüze kadar

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 133 ulaşmamış, Farsça Dîvân’ı üzerinde ise daha önce bir çalışma yapılmıştır. Bugüne kadar tespit edilemeyen Türkçe Dîvân’ı ise tarafımızdan tespit edilerek bu çalışmamızın mihverini oluşturmuştur. Tâli‘î’nin Türkçe Dîvân’ında 5 kaside, 1 tercî-i bend, 137 gazel, 27 kıt’a, 2 nazm, 2 rubâ’î ve 8 müfred olmak üzere toplam 182 şiir bulunmaktadır. Bu şiirler arasında II. Bâyezîd için yazılmış bir, Sultan Selim için yazılmış dört kaside ve Şehzade Mahmud için yazılmış bir mersiye yer almaktadır. Ayrıca Dîvân’da Bursa’da yer alan bir kaplıca için yazılmış hammâmiyye türünde bir şiir mevcuttur. Ayrıca şairin, çeşitli şiir mecmualarında tespit ettiğimiz 14 gazel, 1 murabba, 2 kıt’a ve 9 müfred olmak üzere toplam 26 şiiri daha bulunmaktadır. Şairin mecmualardaki şiirlerle birlikte toplam şiir sayısı 208’i bulmaktadır. Kaynaklar, Necâtî, Sunî, Şevkî ve Sâvur gibi şairlerle çağdaş olan Tâli‘î’nin şairliğinden övgüyle söz etmiş ve devrindeki büyük şairler arasında göstermiştir. Bazı kaynaklar, Tâli‘î’yi Necâtî’nin nısfı olan bir şair olarak tanıtmaktadır. Kaynakların verdiği bu bilgiyi şairin Necâtî’nin birçok gazeline nazire yazmış olması da teyit etmektedir. Tezkirelerin Tâli‘î’den övgüyle bahsetmiş olmalarının yanı sıra birçok mecmuada şiirlerinin bulunması da onun devrinde sevilen ve beğenilen bir şair olduğunu göstermektedir. Tâli‘î şiirlerini âşıkâne ve rindâne bir tarzda kaleme almış ve beşerî konulara değinmiştir. Sade ve anlaşılır bir dil kullanan şair, deyimlere, hitap kelimelerine, kelime tekrarlarına sıkça yer vermiş, bu da şiirlerine akıcılık ve samimiyyet kazandırmıştır. Yazmış olduğu şiirlerinde 14 farklı aruz kalıbı kullanan şair, en çok remel bahrinin Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün kalıbını tercih etmiştir. Şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda redif kullanan şair, kafiye olarak ise en çok mürdef ve mücerred kafiyeyi kullanmıştır.

Kaynaklar Açıkgöz, N. (2017). Riyazi Muhammed Efendi Riyâzü’ş-Şuara. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı. Akbayar, N. (1996). Mehmed Süreyya Sicil-i Osmanî. İstanbul: Kültür Bakanlığı ile Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları. Canım, R. (2000). Latifi Tezkiretü’ş-Şua’râ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ (İnceleme-Metin). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları. Ertek Morkoç, Y. (2003). Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiü’n-Nezâir’i (Metin Ve Mecmua Geleneği Üzerine Bir İnceleme). İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Gıynaş, K. A. (2013). Pervâne Bey Mecmuası (İnceleme-Metin). Yozgat: Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Doktora Tezi. İpekten, H., Kut, G., İsen, M., Ayan, H., ve Karabey, T. (2017). Sehi Beg Heşt Bihişt. Ankara: Kültür Ve Turizm Bakanlığı. İsen, M., Horata, O., Macit, M., Kılıç, F., ve Aksoyak, İ. (2005). Eski Türk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Grafiker Yayınları. İsen, M. (2017). Gelibolulu Mustafa Âlî Künhü’l Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

134 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Kaplan, Y. (2009). “Sâbit’in Şiirlerinde Atasözleri, Deyimler ve Halk Söyleyişleri” Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4, Issue 4, s. 600-635. Kaplan, Y. (2015). Klasik Türk Edebiyatında Hammâmiyyeler. Ankara: Akçağ Yayınları. Kaplan, Y. (2018). “Dîvânı Meçhul Bir 16. Yüzyıl Şairi: Edirneli Tîğî ve Şiirleri”, Dede Korkut, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, Sayı 16, s. 104-147. Kaplan, H. (2016). Divan Şiirinde Karaman. Türkiyat Mecmuası , 26 (2), 205-239. Kardaş, S. (2012). Tâli‘î’nin Farsça Dîvânı ve Necati Bey Dîvânı İle Mazmunlar Açısından Mukayesesi (İnceleme-Edisyon Kritik-Transkripsiyonlu Metin-Tercüme-Mukayese). Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Kayabaşı, B. (1997). Kâfzâde Fâ’izî’nin Zübdetü’l-Eş’âr’ı. Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Kurnaz, C., ve Tatcı, M. (2000). Mehmed Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî. Ankara: Bizim Büro Yayınevi. Kılıç, F. (2010). Aşık Çelebi Meşâirü’ş-Şuarâ. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları. Köksal, M. F. (2001). Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir (İnceleme-Tenkitli Metin). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi. Köksal, M. F. (2012). Şiir Mecmualarının Önemi ve Mecmuaların Sistematik Tasnifi Projesi, Eski Türk Edebiyatında Tenkit ve Teori. İstanbul: Kesit Yayınları. Mengi, M. (2009). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi-Metinler. Ankara: Akçağ Yayınları. Mecmû’a-i Eş’âr, Bibliothque Nationale de France, Supplement Turc 288, vr. 15b. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Belediye 1565, vr. 39b, 58b. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet K. 479, vr. 55a, 53a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet MC 0315, vr. 11b, 15a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet K.479, vr. 55a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, O.E. 973, vr.131a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 752, vr. 10a, 55b, 15a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 3759, vr. 32a. Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 11019, vr. 54a. Mecmû’a-i Eş’âr, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi 8340, vr. 50a. Mecmû’a-i Eş’âr, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yazmaları, Pendnâme-i Azmî Yz 0272, vr. 90a. Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 674, vr. 144b. Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 563, vr. 60a. Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 543, vr. 164b. Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 580, vr. 50a. Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 635, vr. 57a. Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 208, vr. 77a, 79a, 78b, 78b. Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 803, vr. 102b. Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 801, vr. 51b. Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 03 Gedik 18185, vr. 76b.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 135 Mecmû’a-i Eş’âr, Selimiye Kütüphanesi, 22 Sel 2164, vr. 82a. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Nihat Tarlan 62, vr. 105b. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Nihat Tarlan 67, vr. 5b. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 4078, vr. 98a, 74a, 99b, 58b. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye 1186, vr. 47a, 30a. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Çelebi Abdullah 315, vr. 24a. Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi 244, vr. 196b. Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1969, vr. 32a, 101a, 31b, 30a. Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1972, vr. 162b, 287a, 313a. Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1985, vr. 97b. Paşa, B. İ. (1951). Hediyyetül-Ârifîn Esmâ’ü’l-Müellifîn ve Âsârü’l-Musannifîn. C.2. İstanbul: Meb Yayınları. Saraç, M. A. Yekta (2011). Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim ve Ölçü. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Sungurhan Eyduran, A. (2008). Beyanî Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Ve Turizm Bakanlığı. Sungurhan Eyduran, A. (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi. Tâli‘î Dîvânı, Bibliothque Nationale de France, Supplement Turc 270, vr. 168a-209b.

Tenkitli Metin Hakkında 1. Çalışmamızda divan edebiyatı metinlerinin okunmasında kabul gören transkripsiyon (çeviriyazı) alfabesi esas alınmıştır. 2. Arapça ve Farsça kelime ve eklerin yazımında birleşik kelime ve ön ekler kısa çizgi [-] işaretiyle ayrılmıştır (bî-çâre, seng-dil, gonce-dehân, kemân-ebrû, nâ-mahal…). 3. Vezin gereği kısa okunması gerektiği durumlarda ünlü harfler (zihaf) kısa olarak yazılmıştır (sâki, Tâli’i…). 4. Bazı kelimelerdeki medli okunuştan kaynaklanan ses türemeleri gösterilmiştir (âfitâb, âsitân, pâdişâh…). 5. Metne yapılan eklemeler [] işareti ile gösterilmiştir. 6. Şiirlerde kullanılan aruz kalıpları şiirlerin başına yazılmıştır. 7. Transkripsiyon karakterleriyle karıştırılması ihtimali göz önünde bulundurularak noktalama işaretleri kullanılmamıştır. 8. Bir şiir, kaynakların hangisinde daha fazla beyit sayısına sahipse ondaki beyit sıralamasına uyulmuş, diğer kaynaklarda olmayan beyitler dipnotta belirtilmiştir. 9. Metin teşkilinde kullanılan kaynakların kısaltmaları şu şekildedir: PB: Pervâne Bey Mecmuası üzerine Kamil Ali Gıynaş (2013) tarafından hazırlanan doktora tezi. EHK: Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiü’n-Nezâir’i üzerine Yasemin Ertek Morkoç (2003) tarafından hazırlanan doktora tezi. EN: Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’n-Nezâ’ir’i üzerine M. Fatih Köksal (2001) tarafından hazırlanan doktora tezi. AEMNZ: Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Koleksiyonu. MC: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları. OE: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

136 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Şiirlerinden Örnekler1 12 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Vaède-i vaãla òilÀf itmek çün oldı òÿ saña áÀfil olma biz daòı bir gün dirüz yÀ hÿ saña

2. Ey raúíb-i seg3 uş uş-ı yÀra maàrÿr olma kim Ùavşan uyòusın4 virür ol gözleri Àhÿ saña

3. DÀm5-ı zülf-i yÀra düşürdüñ göñül cÀn muràını DÀne dökdi ùoymaduñ6 ol òÀl-i èanber-bÿ saña

4. Ey ãanem çoú yüz degül mi saña èÀşıúdur diyü Áyine yoldan geçeni gösterür úarşu saña

5. Niçe bir güvler düşersin òançerine ÙÀlièì Biñ kez ölseñ bilürin virmez bir içim7 ãu saña

28 MefÀèìlün MefÀèìlün Feèÿlün 1. Eger gün yüzüñe öykünsün ey dïst Úalursa yanına ögünsün ey dïst

2. Müjeñ tìrini cÀna şöyle at kim Ne et yansun ne şiş göyünsün ey dïst

3. Beni ôulm ile dÿr itdi úapuñda Raúìbüñ ocaàı söyünsün ey dïst

4. äabÀ ben òÀki rÀhuñdan ayırdı Göreyin anı yollar ùutsun ey dïst

5. Boyuña öykünürmiş serv işitdük Uş anı bïstÀncı yonsun ey dïst

6. Yiyelüm içelüm bugün senüñle

1 Bir makale hacmini fazlasıyla aşacağı için Tâli’î’nin tespit ettiğimiz şiirlerinden bir seçki oluşturulmuştur. Şairin bütün şiirlerinin bir arada olduğu kitap çalışmamızı yakın bir zamanda yayımlamayı düşünüyoruz. 2 Dîvân vr.175a; Pervâne Bey Mecmûası s.92; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s.180. 3 raúìb-i seg: óasÿd-ı kelb PB. 4 uyòusın: uyòusı PB. 5 dÀm: murà Dîvân. 6 ùoymaduñ: ùuymaduñ EN. 7 içim: encüm EN. 8 Dîvân vr. 175b; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1969, vr. 32a.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 137 Úadeḥler orta yirde dönsün ey dïst

7. Yüzi bir pÀre gülsün ÙÀlièìnüñ Nice bir aàlasun dögünsün ey dïst

39 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Aluban göñlümi bir lÀle-ruò u nesrìn-òad Göz göre odlara yaúdı beni zinhÀr meded

2. Ùab geyür cÀme-i rengìn baña ey úanlu yaşum èIşú yolında yiter èÀşıúa bir úurı nemed

3. Ùaèn iderdüñ beni gördükçe raúìbÀ sen de Eylediler seni de yÀr işiginden hele10 red

4. Úaşları yÀsını erbÀb-ı naôar gördi didi Bir elif üstine çekmiş úalem-i ãunè iki11 med

5. ÙÀlièì yÀr işiginde nice bir12 mesned arar Yoòsa bu seng-i melÀmet aña yitmez mi sened

413 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Geh seóÀb zülfin açup [ol] ÀfitÀbın gösterür Geh döner hicrÀn şebinde mÀh-tÀbın gösterür

2. Didüm ey cÀn kimden ögrendüñ bu nÀz u şìve[yi] Gül gibi çıúardı úoynından kitÀbın gösterür

3. Óüsn bÀzÀrında ùolandurdı zülfüñ14 göñlümi Şimdi ùurmışdur baña15 barmaú hesÀbın gösterür

4. Zülfini geh pìç ü tÀb eyler gehì perçem úılur Ùurmadın èÀşıúlara nÀz u èitÀbın gösterür

5. ÙÀlièì gördüm seg-i úÿyuñla şehri seyr ider

9Dîvân vr. 176a; Pervâne Bey Mecmûası s.890; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s.495; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 803, vr. 102b; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1972, vr. 162b. 10 hele: ele EN. 11 iki: aña EN. 12 nice bir: nie ir EN. 13 Dîvân vr. 177b; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 801, vr. 51b. 14 zülfüñ: zülfi Dîvân. 15 baña: bize 06 Mil Yz A 801.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

138 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Yaèni òalúa itlerüñle intisÀbın gösterür

516 Mefèÿlü MefÀèìlü MefÀèìlü Feèÿlün 1. BÀdeyle àam u miḥnet-i devrÀnı baãarlar Ál ile erenler úaàan arslanı baãarlar

2. Sürme ayaàı tozunı meydÀna çekermiş Úomazlar iki gözüm içün anı baãarlar

3. Baş oynamaàı zülf ile17 bÀzıya ãayarlar CÀn terkin idenler18 ki bu meydÀnı baãarlar

4. Ey èışúa bahÀdırlıú iden kişi gözüñ aç Bu yolda nice Rüstem-i destÀnı baãarlar

5. Ey dil açamaz dìvler ol ḥoúúa-i laèli Aàzına anuñ mühr-i SüleymÀnı baãarlar

6. Maḥbÿslar ol çÀh-ı zenaòdÀnda çoàaldı Úorúum bu durur bir gice zindÀnı baãarlar

7. Ey ÙÀlièi cÀnÀne cemÀlin görebilsek Gün gibi olurdı yine nÿrÀni baãarlar

619 Mefèÿlü FÀèilÀtü MefÀèìlü FÀèilün 1. áamzeñ òadengi ile úaşuñ20 cÀn delüp dürür Bilürse úıymetin yine bir kÀn delüp dürür

2. Dil rÿşen olsa tìr-i müjeñden èaceb midür21 Her22 kÿşesini gül gibi peykÀn delüp dürür

3. Gördüm raúìbi yine23 ipin süriyüp gezer24 Ol aãılası var ise25 andan delüp dürür

16 Dîvân vr. 179a; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz Fb 208, vr. 77a. 17 zülf ile: evvel 06 Mil Yz Fb 208. 18 idenler: uranlar 06 Mil Yz Fb 208. 19 Dîvân vr. 181a; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1985, vr. 97b. 20 àamzeñ òadengi ile úaşuñ: ey dost àamzeñ oúı bugün Dîvân. 21 èaceb midür: èaceb mi kim R.1985. 22 her: bir Dîvân. 23 raúìbi yine: bugün raúìb Dîvân. 24 gezer: yürür Dîvân. 25 ol aãılası var ise: beñzer ki ol aãılası Dîvân.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 139

4. Òalúa be-gÿşuñ26 olmaàa bezmüñde dÀéire DevrÀn anuñ úulaàını çendÀn delüp dürür

5. Bì-çÀre ÙÀlièì nicesi nÀle itmesün Ney gibi baàrını àam-ı devrÀn27 delüp dürür

728 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Ol ùabìb-i dil ü cÀndan beni dÿr eylediler Óaú bilür göz göre ben òasteyi zÿr eylediler

2. Bir zamÀn oldı mürÀyìlià ile ãÿfìler èAyş u nÿşuñ adını fısú u fücÿr eylediler

3. Kÿyuñı cennete beñzetdi bu kez şÀèirler MÀ-ḥaãal anda geregince úuãÿr eylediler

4. Şemè-i ruòsÀruña öykündügiçün èÀşıúlar Dizilüp anı ışıúlar gibi nÿr eylediler

5. Dün gice ÙÀlièi bì-çÀre maḥalleñde idi Müddeèìler uyup aña29 yire ur eylediler

830 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Úorúarın zülfüñe bir bend ile31 yüzi úaralar Seni bir aàa düşürüp aña bir Àl úaralar

2. PÀdişÀh olsa n’ola32 óüsn iline òÀl ü òaùuñ33 Şimdi mi oldı Mıãır mülkine34 sulùÀn úaralar

3. Şöyle ãaldı bu göñül zevraúın engine yaşum

26 be-gÿşuñ: be-gÿş R.1985. 27 devrÀn: buórÀn R.1985. 28 Dîvân vr. 181b; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1969, vr. 101a. 29 uyup aña: aluban ara R.1969 30 Dîvân 182a; Pervâne Bey Mecmûası s.1275; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s.827; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Belediye 1565, vr. 39b; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 208, vr. 79a; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 752, vr. 10a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 4078, vr. 98a. 31 ile: ide Belediye K. 1565. 32 n’ola: gerek Belediye K. 1565. 33 òaùuñ: ruòuñ Fatih 4078, T 752. 34 mülkine: taòtına Belediye K. 1565.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

140 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Ki görinmez gözüme35 çevre yanumdan36 úaralar

4. Óüsn-i òaùù-ı37 lebi yÀúÿta ber-À-ber oldı Zülf-i reyóÀnı görüñ daòı miåÀlin úaralar

5. ÙÀlièì iki cihÀnda yüzüñ aà ola38 eger YÀr işiginde úara ùopraàa úanuñ úaralar

939 FeèilÀtün MefÀèilün Feèilün 1. Ùurmadın àamzeñ oúı sìne yarar Bu yoà40 işler anuñ nesine yarar

2. İşigün èÀşıúa yiter cennet Kime Mekke kime Medìne yarar

3. Zülf-i kÀfir revÀ mı örte ruòuñ41 Bu ne ìmÀna vü42 ne dìne yarar

4. äaçlaruñdan baña ruòuñ yegdür Kime gül kime èanberìne yarar

5. ÙÀlièìnüñ dilin deler àamzeñ Uàrı kim yüz43 bula òazìne yarar

1044 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Her yaña yÀrüñ ãabÀ zülf-i perìşÀnın sürer Ol sebebden èÀşıú-ı dil-òasteler cÀnın sürer

2. El uzatsa ùañ mıdur45 zülfine dil-dÀruñ raúìb

35 gözüme: dañarın EN., Belediye K. 1565, 06 Mil Yz Fb 208, Dîvân. 36 yanumdan: yanumda PB., EN., 06 Mil Yz Fb 208, T 752, Fatih 4078. 37 òaùù-ı: òaùda PB., 06 Mil Yz Fb 208, Dîvân. 38 ola: olsun PB.; olur EN., T 752, Fatih 4078, Dîvân. 39 Dîvân vr. 182b; Mecmû’a-i Eşèâr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet K.479, vr. 55a; Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 563, vr. 60a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye 1186, vr. 47a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 4078, vr. 74a. 40 yoà: nevè MC. 479, Dîvân. 41 ruòuñ: òaùùuñ Aemnz.563; yüzin Dîvân. 42 ìmÀna vü: ìmÀn ü MC. 479. 43 yüz: yol Aemnz.563, Hamidiye 1186. 44 Dîvân 182b; Eğridirli Hacı Kemal Câmiü’n-Nezâir s.518; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 03 Gedik 18185, vr. 76b. 45 uzatsa ùañ mıdur: uzadırsa maḥall EHK.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 141 Bir boàazından aãılacaúdur46 uràanın sürer

3. Ruòlarında èanber-efşÀn zülfi47ol èÌsì-demüñ GÿyiyÀ bir ḥÿridür48 cennetde dÀmÀnın sürer

4. Dün raúìbi şöyle urdum ey ãanem bir ùaş ile Bugün ol ite ãataşdum daòı biryÀnın sürer

5. Şièr-i Aḥmed ùañ degül şöhret ùutarsa ÙÀlièì Bunca yıldur kim anuñ bu òalú dìvÀnın sürer

1149 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Bize şol50 deñlü cefÀ itdi51 o sengìn-dilümüz Daòı dil-berler52 adın añmaàa varmaz dilümüz

2. áamdan ÀzÀd ideyin dimiş idüñ úullaruñı53 HÀy efendüm54 daòı yitmedi mi yoòsa yılumuz

3. Bir bölük úaşı kemÀn àamzesi tìr-i àam ile55 Ùoàrısın mı diyelüm iki büküldi bilümüz

4. Kaèbe-i èışú yolında úatı56 mecnÿn oluruz NÀúa-i èışú57 götürmezse eger58 maómilümüz

5. äÿfiyÀ biz mey-i ãÀf59 içicek ölimezüz Áb-ı engÿr ile yoàrılmış ezelden60 gilümüz61

6. Bunca yıldur yilerüz èışú u maóabbet yolına

46 aãılacaúdur: aãılasıdur 03 Gedik 18185. 47 èanber-efşÀn zülfi: èanberìn zülfini 03 Gedik 18185. 48 bir ḥÿridür: meryem dürür 03 Gedik 18185, Dîvân. 49 Dîvân 183a; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 208, vr. 78b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet MC 0315, vr. 11b; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 4078, vr. 99b; Pervâne Bey Mecmûası, s. 2046. 50 şol: ol MC.0315. 51 itdi: eyledi Fatih 4078. 52 daòı dil-berler: bir daòı güzel Fatih 4078: daòı güzeller 06 Mil Yz Fb 208, MC. 0315, Dîvân. 53 úullaruñı: ben úuluñı Dîvân. 54 hÀy efendüm: ey efendi 06 Mil Yz Fb 208: ey efendüm MC. 0315, Dîvân: hey efendüm Fatih 4078. 55 tìr-i àam ile: tìrüñ àamıla PB.,06 Mil Yz FB 208, MC. 0315. 56 úatı: iki 06 Mil Yz FB 208, MC. 0315. 57 èışú: leylì MC. 0315, Fatih 4078, Dîvân. 58 götürmezse eger: getürmezse bizüm Fatih 4078. 59 ãÀf: ãÀfì PB.: nÀb Dîvân. 60 ezelden: ezelde 06 Mil Yz Fb 208, MC. 0315. 61 Bu beyit Fatih 4078’de bulunmamaktadır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

142 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Bir kez62 ol yÀr işigin idemedük menzilümüz63

7. ÙÀlièì ger ãoralar cevr ü64 cefÀsın yÀruñ65 DÀd u feryÀd diyüben66 çaàıra her bir úılumuz67

1268 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Biz bu èÀlemde bugün óüsn ü cemÀlüñ úulıyuz äanma ey òˇÀce bizi mÀl u menÀlüñ úulıyuz

2. Beg69 gibi dirligümüz var àamuñ ile70 ammÀ Leblerüñden bir içim Àb-ı zülÀlüñ úulıyuz

3. İtiyüz ÓÀfıôuñ elfÀô ü selÀsetde bugün Gerçi maènÀda begüm ÒˇÀce KemÀlüñ úulıyuz71

4. Her gice àuããa vü àamdan bizi ÀzÀd eyler èÖmri çoà olsun efendi ki òayÀlüñ úulıyuz

5. Ölürüz manãıb içün72 cÀhile paşa dimezüz Ayaàı ùopraàıyuz ehl-i kemÀlüñ úulıyuz

6. Ey cefÀ-pìşe yiter óüsnüñ esìri olduú Şimdiden girü oran oldı ãaúaluñ úulıyuz

7. ÙÀlièì aùlas-ı çaròı úo çürükdür ötesi73 èIşú yolında hemÀn bir úurı şÀluñ úulıyuz

1374 Mefèÿlü FÀèilÀtü MefÀèìlü FÀèilün 1. Ey reh-nümÀ-yı èışú bizi kÿy-ı yÀra çek Tìà-i àam ile gel yüregümize yara çek

62 kez: gezeyin 06 Mil Yz Fb 208: kerre MC. 0315. 63 Bu beyit Fatih 4078’de bulunmamaktadır. 64 cevr ü: cÀna: PB., 06 Mil Yz FB 208, MC. 0315: òÀne Fatih 4078. 65 yÀruñ: ãanemüñ Dîvân. 66 diyüben: diyü 06 Mil Yz Fb 208, PB.: idüben Dîvân. 67 her bir úılumuz: bir dem úulumuz Fatih 4078. 68 Dîvân vr. 183b; Pervâne Bey Mecmûası s. 2078. 69 beg: gül Dîvân. 70 àamuñ ile: àamuñdan Dîvân. 71 Bu beyit Dîvân’da bulunmamaktadır. 72 manãıb içün: àayret ile PB. 73 úo çürükdür ötesi: kim ider kimüñe èÀr Dîvân. 74 Dîvân vr. 186a; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1972, vr. 287a.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 143 2. Şol dil begüm ki ãaúlamadı sırr-ı75 èışúuñı Manãÿr gibi76 ilet anı zülfüñde dÀra çek

3. CÀnÀ raúìbi boş úoma kim òalúı incidür İñende ãalma gezmesün ol òar yulara çek

4. Gördüm yoluñda òalúı bugün77 àam yükin çeker BillÀh sevdigüm78 bizi de ol79 úaùÀra çek

5. Baḥr oldı çün gözüñ yaşı engine düşmeden Dil80 zevraúını ÙÀlièi al bir kenÀra çek

1481 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Ey kemÀn-ebrÿ bana kÀr eylemez tìrüñ senüñ Oldı boynumda óamÀéil zaòm-ı şemşìrüñ senüñ

2. Ben úuluñı niyyet itmişsin ki ÀzÀd idesin Ay efendi82 baña òoş gelmez bu tedbìrüñ senüñ

3. èÁşıúa àam cübbesin biçmek dilermiş kÀkülüñ Çıúmasun endÀzeden83 zülf-i girih-gìrüñ senüñ

4. Görse úıblem Kaèbem olsun dirdi zÀhid mescide84 Ey büt-i tersÀ kilìsÀlarda taãvìrüñ senüñ

5. ÙÀlièìnüñ başına bir gün ùoàardı èÀúıbet Ey saèÀdet kevkebi olsaydı teéåìrüñ senüñ

1585 MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün MefÀèìlün 1. Ne bir dil-ber buluram ben güzeller içre senden yig Ne bir èÀşıú bulursın sen cihÀn içinde benden yig

75 sırr-ı: zÀr-ı Dîvân. 76 gibi: var Dîvân. 77 òalúı bugün: òalú bütün Dîvân. 78 sevdigüm: dostum Dîvân. 79 ol: al Dîvân. 80 dil: ten R.1972 81 Dîvân vr. 186a; Pervâne Bey Mecmûası s. 2670; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s.1406; Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 674, vr. 144b. 82 ay efendi: ay efendüm Aemnz.674, Dîvân. 83 çıúmasun endÀzeden: bozmasun endÀzeyi PB. 84 kaèbem olsun dirdi zÀhid mescide: kaèbe oldururdı zÀhid cÀnla Aemnz.674. 85 Dîvân vr. 187b; Pervâne Bey Mecmûası s. 2849; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Çelebi Abdullah 315, vr.24a; Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 543, vr. 164b.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

144 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

2. İşitdük86 cenneti zÀhid úapuñdan yig dürür dirmiş Benüm çoú sevdügüm àurbet úaçan olur87 vaùandan yig

3. Bize sen óulle vü sündüsle ãÿfì iftiòÀr itme Bilürüz Àòiret ùonı bize88 olmaz kefenden yig

4. Getür sÀúì mey-i gül-gÿn89 bahÀr eyyÀmıdur zìrÀ ŞarÀb içmege yir90 yoúdur bugün91 ãaón-ı çemenden yig

5. èAceb mi ÙÀlièì irse kemÀle luùf-ı92 eşèÀruñ Ki ùabè-ı nÀzüküñ ÓassÀn nedür belki Óasandan yig

1693 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Leyli vü Mecnÿn94 oúursañ ey göñül üstÀda gel Òusrev ü Şìrìn95 gerekse òıêmet-i FerhÀda gel

2. äÿfiyÀ senden el alanlar ayaàa düşdi hep Başuñ içün tevbe it şimden girü irşÀda gel

3. Ey benüm óÀlüm ãoran ÀzÀde oldum àuããadan Bir beñi Hindÿya úul oldum mübÀrek-bÀda gel

4. Nice aúar göreyin96 dirseñ bu yaşum Diclesin Bir kez ey Mıãr-ı melÀóat seyr ide BaàdÀda gel

5. Bunca yıldur ÀsitÀnuñda sürinür97 ÙÀlièì Dimedüñ bir kerrecik gel derd-mend üftÀde gel

1798

86 işitdük: işitdüm Dîvân. 87 sevdügüm àurbet úaçan olur: sevdügüm úaçan olur àurbet Aemnz.543. 88 ùonı bize: ùonını biz PB., Çelebi Abdullah 315. 89 gül-gÿn: bÀúì Aemnz.543. 90 içmege yir: içmeg yiri Aemnz.543. 91 bugün: yine Dîvân. 92 kemÀle luùf-ı: kemÀl u luùfa Aemnz.543. 93 Dîvân vr. 188a; Pervâne Bey Mecmûası s. 3086; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 752, vr. 55b; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1972, vr. 313a; Mecmû’a-i Eş’âr, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yazmaları Pendname-i Azmi Yz 0272, vr. 90a. 94 Leyli vü Mecnÿn: Leyli-i Mecnÿn Pendnâme-i Azmî Yz 0272, T 752. 95 Òusrev ü Şìrìn: Òusrev-i Şìrìn Pendnâme-i Azmî Yz 0272: ÒusrevÀ Şìrìn T 752. 96 göreyin: diyeyin PB. 97 sürinür: úuluñdur T 752. 98 Dîvân vr. 190a; Pervâne Bey Mecmûası s.3379; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s.2012; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Belediye K. 1565, vr. 58b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 145 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Kime yanam yaúılam bu dil-i biryÀnumdan99 Yaúdı yandurdı beni ol daòı100 bir yanumdan

2. Vaãf-ı ḥÀlüm101 yazayın102 diyü úalem alsam ele èÁlem odlara yanar103 defter ü dìvÀnumdan

3. Ey ãanem104 çün beni yÀ kaşuña úurbÀn itdüñ Alnuña bÀri degür barmaà ile úanumdan

4. Òaùùuñuñ cevri unutdurdı lebüñ leõõetini Ne belÀdur ki uãandurdı beni cÀnumdan105

5. áamzesi oúlarını aàlanur106 ellere Àh äoñra bir bir çıúarur yine benüm yanumdan107

6. Dökerem göz yaşını hecr ile108 Yaèúÿb gibi Ayrılaldan berü ol Yÿsuf-ı KenèÀnumdan109

7. Beni ey ÙÀlièi àarú eyledi èummÀna yaşum110 Nice úan aàlamayam111 dìde-i giryÀnumdan

18112 Mefèÿlü MefÀèìlü MefÀèìlü Feèÿlün 1. Ey dìde ciger úanını ùurmazsın113 azarsın Beñzer ki yine yÀre yeñi nÀme yazarsın

Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet MC 479, vr. 53a; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 3759, vr. 32a; Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 580, vr. 50a. 99 biryÀnumdan: vìrÀnumdan PB., Dîvân :sÿzÀnumdan T 3759. 100 ol daòı: àam daòı PB., Aemnz.580. 101 ḥÀlüm: òÀlüñ MC. 479, Dîvân. 102 yazayın: yazayım Dîvân. 103 èÀlem odlara yanar: defè-i odlar ãaçılur Belediye K.1565, Aemnz.580. 104 ey ãanem: dïstum EN., PB., MC.479, Dîvân, T 3759. 105 Bu beyit PB.,EN., MC. 479 ve T 3759’da bulunmamaktadır. 106 aàlanur: aòılanur E.N., MC.479. 107 Bu beyit PB., Belediye K.1565, T 3759 ve Aemnz.580’de bulunmamaktadır. 108 dökerem göz yaşını hecr ile: dökerin göz yaşını derd ile T 3759. 109 Bu beyit Aemnz.580 ve Belediye K.1565’de bulunmamaktadır. 110 beni ey ÙÀlièì àark eyledi èummÀna yaşum: seyle virdi beni ey Ùalièì her dem bu yaşum Aemnz.580, Belediye K.1565. 111 aàlamayam: aàlayayın MC. 479. 112 Dîvân vr. 190b; Eğridirli Hacı Kemal Câmiü’n-Nezâir s. 1613; Mecmû’a-i Eş’âr, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Manzum 635, vr. 57a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Nihat Tarlan 67, vr. 5b; Mecmû’a-i Eş’âr, Bibliothque Nationale de France, Supplement Turc 288, vr. 15b. 113 ùurmazsın: durmayup EHK.: durmaz Ali Nihat 67.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

146 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

2. Ey eşk114 eger yumşadasın115 göñlini yÀrüñ èÁlemde bugün116 sikkeyi mermerde úazarsın

3. Dil-teşnelerüñ117 çÀh-ı zenaòdÀnına ãalduñ118 èÁşıúlara niçün ãanemÀ úuyı úazarsın

4. ÒÀk-i rehinüñ õerrece tozın göremezsin Ey bÀd-ı ãabÀ yoú yire dÀéim119 ne gezersin

5. Yazup yañılup120 ÙÀlièi şièrüñde raúìbi121 ZinhÀr añayım dime122 hemÀn biti bozarsın

19123 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Olmuşam bir pÀdişÀhuñ ben àulÀmı şimdiden Gözleri124 uàrı anuñ zülfi125 ḥarÀmì şimdiden

2. Gör niçe çoú başlu dil-berdür benüm çoú sevdügüm Òÿb olacaàın bilür virmez selÀmı şimdiden

3. N’eyler ey dil-ber úapuñda126 ol raúìb-i bed-liúÀ127 O yüzin ulaşmasun úo ol128 cüdÀ mı şimdiden

4. Müddeèìler her129 ne dirlerse disünler ḥaúúuma Süreyin ben yÀr ile õevú ü ãafÀmı şimdiden130

5. NÀ-resìdem131 almaàıl èÀşıúlaruñ sen Àhını

114 eşk: eşküm EHK., Turc 288. 115 yumşadasın: yumuşadırsan Ali Nihat 67. 116 bugün: hemÀn Ali Nihat 67, Turc 288. 117 teşnelerüñ: òastelerin EHK.: teşneleri Turc 288, Dîvân. 118 çÀh-ı zenaòdÀnına ãalduñ: çarò-ı õeúandan yiñe ãalduñ EHK.: çÀh-ı õeúandan yaña ãalduñ Aemnz.635, Dîvân, Turc 288. 119 yoú yere dÀéim: yil gibi yilüp Turc 288: yil peyk olup Ali Nihat 67: yil gibi olup Aemnz.635. 120 yazup yañılup: yañılup yazma Ali Nihat 67. 121 raúìbi: èadÿyı Turc 288. 122 añayım dime: aña ben dime EHK.: añda dime Aemnz.635: anayın dime Turc 288, Dîvân. 123 Dîvân vr. 191a; Eğridirli Hacı Kemal Câmiü’n-Nezâir s. 1581; Mecmû’a-i Eş’âr, Selimiye Kütüphanesi, 22 Sel 2164, vr. 82a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye 1186, vr. 30a. 124 gözleri: beñleri 22 Sel 2164, Dîvân. 125 zülfi: çeşmi Dîvân. 126 úapuñda: úatuñda EHK.: yanuñda Hamidiye 1186, Dîvân. 127 ol raúìb-i bed-liúÀ: şol raúìb-i rÿ-yı siyÀh 22 Sel 2164. 128 o yüzin ulaşmasun úo ol: o yüz ulaşmasun sor ol EHK.: o yüzi ulaşmadın sür şol 22 Sel 2164. 129 her: úo 22 Sel 2164. 130 Bu beyit EHK. ve Dîvân’da bulunmamaktadır. 131 nÀ-resìdem: nÀ-resìde EHK., Hamidiye 1186, Dîvân.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 147 Pìr olayın132 dir iseñ alàıl133 duèÀmı şimdiden

6. ÙÀlièì dil-òasteyi maèzÿl-i dergÀh eylemek134 Ey135 benüm devletlü sulùÀnum revÀ mı136 şimdiden

20137 Mefèÿlü FÀèilÀtün Mefèÿlü FÀèilÀtün 1. CÀn u cihÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen Óÿr u cinÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

2. èÌsÀ-nefes geçersin Àdemler138 öldürürsin Rÿó-ı revÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

3. Ben ölürem àamuñdan sen ùurup oò dirsin Úaşı kemÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

4. Bülbülleri göricek gül gibi açılursın áonce-dehÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

5. BostÀn-ı óüsn içinde iken139 úıyÀmet olduñ Serv-i revÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

6. èÁşıúlara virürsin ùurmadan acı diller Şìrìn-zebÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

7. Bilinmedi úapuñda úulluàı ÙÀlièìnüñ ŞÀh-ı cihÀnsın ammÀ iñen begümsin iñen

21140 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. äovuú el irişmemişdi141 ol gülüñ bostÀnına Şimdi her142 òÀr el uzadı başladı dÀmÀnına

2. Aàız açmış yÀri gözler ol raúìb-i seng-dil Ùaşdan özge nesne ùoúunmaz anuñ dendÀnına

132 olayın: olayım Hamidiye 1186. 133 alàıl: alsun 22 Sel 2164. 134 eylemek: eylemiş 22 Sel 2164. 135 ey: al Dîvân. 136 revÀ mı: duèÀmı Dîvân. 137 Dîvân vr. 189b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T11019, vr. 54a. 138 Àdemler: èÀlemler Dîvân. 139 İken: úatı Dîvân. 140 Dîvân vr. 192a; Pervâne Bey Mecmûası s. 4010; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s. 2264. 141 irişmemişdi: irişmiş idi PB. 142 her: bir EN.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

148 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

3. CÀnum alursa gözüñ dÀéim143 revÀndur yolına Úanum içerse lebüñ144 ey dïst ãıḥḥÀ cÀnına

4. İtlerüñle ben gedÀ hem-dem olalı Óaú bilür Bu göñül baş egmez oldı èÀlemüñ sulùÀnına145

5. Úanlu yaşum çün yolum baãdı dimişsin ey ãanem Yok yire billÀh girme iki gözüm úanına146

6. Cennet-i úÿyuñ içinden bizi çıúardı raúìb Kimse öykünmez nigÀrÀ Ádemüñ şeyùÀnına

7. ÙÀlièì erbÀb-ı dìvÀn147 kim göre dìvÀnuñı İledür biñ dürlü raàbetle şehüñ dìvÀnına

22148 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. Ey gül-i nev149 yine bu tÀze gülistÀnlar ile Óüsn bÀàın bezedüñ sünbül ü reyóÀnlar ile

2. Şevúi mercÀn lebüñüñ cÀn u göñülden gitmez Ùoludur óasret-i laèlüñle gözüm úanlar ile

3. èÁşıúuñ baàrı bütün olmaz eyÀ úaşı kemÀn Cigerin delmese àamzeñ oúı peykÀnlar ile

4. Ey ùabìb-i dil ü cÀn güç ile buldum derdüñ Bunca yıldur ararın150 ben anı dermÀnlar ile

5. Ben øaèìfe o cefÀ-pìşe naôar eyler idi Mÿrlar úıããasın işitse SüleymÀnlar ile

6. El uzatmış bu gice sünbül-i dil-dÀra raúìb151 Göreyin aãıla ol iti bek uràanlar ile

7. ÙÀlièìnüñ ãanemÀ óÀli hemÀn it óÀli

143 dÀéim: cÀnÀ Dîvân. 144 lebüñ: gözüñ Dîvân. 145 Bu beyit PB.’de bulunmamaktadır. 146 Bu beyit PB.’de bulunmamaktadır. 147 erbÀb-ı dìvÀn: aãóÀb-ı dìvÀn EN., Dîvân. 148 Dîvân vr. 196a; Pervâne Bey Mecmûası s.3835; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s. 2380. 149 gül-i nev: yüzi gül Dîvân. 150 ararın: ararum Dîvân. 151 raúìb: ḥasÿd PB.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 149 Sen gözi Àhu enìs olalı yabanlar152 ile

23153 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. BÀde nÿş eylemişem dün gice cÀnÀn ile Nice cÀnÀnlar ile154 Àfet-i devrÀnlar ile

2. Şevú-i mercÀn-ı lebüñ cÀn u göñülden gitmez Ùoludur óasret-i laèlüñle gözüm úanlar ile

3. Ùoldı ÀfÀúa bugün nÀle vü efàÀnumdan Úanda varam daòı bu dìde-i giryÀnlar ile

4. èÁşıúuñ baàrı bütün olmaz eyÀ úaşı kemÀn Cigerin delmese àamzeñ oúı peykÀnlar ile

5. ÙÀlièì cemè ola mı hìç o mecmÿèa-i óüsn Bir bölük baòt-ı siyeh óÀl-i perìşÀnlar ile155

24156 Mefèÿlü FÀèilÀtü MefÀèìlü FÀèilün 1. Şol dil-rübÀ157 ki nÀzük158 ola şìvekÀr ola NÀz ü girişme ãanèat ola şìve kÀr ola

2. Áh ol güzel ki úaça adımdan çayır çayır Áhÿ güzel ben aña dirüm ki şikÀr ola159

3. CÀnÀna siór olur bu ki her tÀrumÀr olur Müşgìn160 ãaçuñ ruòuñda úaçan tÀrumÀr ola161

4. Rÿm ilinüñ güzelleri el-óÀãıl uç virür Bir kerre orta yirde ki162 bÿs u kenÀr ola

152 yabanlar: yamanlar EN. 153 Dîvân vr. 196b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, OE. 973, vr. 131a. 154 cÀnÀnlar ile: cÀnÀn bir alay Dîvân. 155 Bu beyit OE. 973’de şöyledir: ÙÀlièìnüñ ãanemÀ cÀnı hemÀn it cÀnı/Sen gözi Àhÿ enìs olalı pÀyÀnlar ile. 156Dîvân vr. 198a; Pervâne Bey Mecmûası s. 4518, Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi 244, vr. 196b. 157 şol dil-rübÀ: maḥbÿb odur Hâlet Efendi 244, Dîvân. 158 nÀzük: şÿò Dîvân. 159 Bu beyit PB.’de bulunmamaktadır. 160 müşgìn: miskìn Dîvân. 161 ola: olur Dîvân. 162 orta yirde ki: ortada gehi Hâlet Efendi 244.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

150 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

5. Aãılmaàı ãaçuñda àanìmet bilür163 göñül Bir iki gün bu devlet eger164 pÀyidÀr ola

6. Şemè ü şarÀb ü şÀhidi terk eylemez göñül165 Şunuñ ki èaúlı kendüye bir pÀre yÀr ola

7. èIşú içre ÙÀlièì ölicek Àh ü zÀr ile Ben umaram166 ki úabri bir ulu mezÀr ola

25167 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Dïstum sen şemèe úo pervÀne yazsunlar beni Yandurursın168 her nefes pes yana yazsunlar beni

2. Varayın ölince úapuñda belÀ-keş olayın Tek maóalleñde mücerred-òÀne yazsunlar beni

3. Úorsam elden ayaàı gül defteri ùaàılmadın èÁúıl [u] ferzÀneler dìvÀne yazsunlar beni

4. Bir gedÀ bir pÀdişÀha èÀşıú olmışdur diyü èArż itsünler bugün sulùÀna yazsunlar beni

5. İnce bilüñ ḥasretinden ölicek tÀrìò içün Úıl úalemle ãafḥa-i devrÀna169 yazsunlar beni

6. Defter itmek istemişler ÙÀlièì naôm ehlini ÓÀãılı ol deftere bir dÀne yazsunlar beni170

26171 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. èIşú yolında yaraşmaz ser ü sÀmÀn ehli Her işüñ mÀ-ḥaãal ehli gerek ey cÀn ehli

2. Dïstum biz hele zencìr-i ãaçuñ dirisiyüz Günde biñ kerre ölür gerçi ki zindÀn ehli

163 bilür: görür Hâlet Efendi 244, Dîvân. 164 eger: aña Dîvân. 165 göñül: bugün PB., Dîvân. 166 umaram: umarın Dîvân. 167 Dîvân vr. 200a; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1969, vr. 31b. 168 yandurursın: kül [olup]dur R.1969. 169 devrÀna: dìvÀra Dîvân. 170 Bu beyit R.1969’da şöyledir: Ehl-i naômı defter itdürmek dilerlermiş bugün/ÙÀlièì ol deftere bir dÀne yazsunlar beni. 171 Dîvân vr. 201b; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s. 2805.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 151

3. Bÿse şey’ li’llÀhını yıàma güzel başuñ içün Kimseden nesne dirìà eylemez iḥsÀn ehli

4. Mıãr-ı ḥüsnüñ güzelüm úadrini sen bÀri bil Yÿsufuñ úıymetini bilmedi KenèÀn ehli

5. Ruòlarından òaù-ı müşgìni úazuñ172 òÀşÀ kim Yüz úarasıyla úopa òaşrde ìmÀn ehli

6. ÙÀlièì defter-i şièrüñ şeh öñinde k’oúına Áferìnler getüre tabèuña173 dìvÀn ehli

27174 Mefèÿlü FÀèilÀtü MefÀèìlü FÀèilün 1. Zülfüñ úaraca òÀl ü òaùuñ àurbet uàrısı Bir yire geldi yetmiş iki millet uàrısı

2. äÀfì nemed giyüp gelür Àyìne úarşuña N’eyler senüñ yanuñda şu175 bir ãÿret uàrısı

3. äÿfì egerçi ellere ãoḥbetde tÀc urur Òalvetde başlar[ı] keser ol keåret176 uàrısı

4. Bir laḥôada ki177 úaãd ide biñ şìve ögrenür áamzeñ gibi bulunmaya bir ãanèat uàrısı

5. LÀyıú mıdur ki178 ÙÀlièiye ey Mesìḥ-dem179 Eşek ayaàını geçe her bir at uàrısı

28180 FeèilÀtün FeèilÀtün FeèilÀtün Feèilün 1. èIşú yolında yaraşmaz181 ãanemÀ èÀr ehli

172 úazuñ: müjeñ Dîvân. 173 tabèuña: hep aña Dîvân. 174 Dîvân vr. 204b; Mecmû’a-i Eş’âr, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi 8340, vr. 50a; Mecmû’a-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan 1969, vr. 30a. 175 şu: o Topkapı 1969, Dîvân. 176 keåret: kisvet Topkapı 1969. 177 laḥôada ki: ùarzda Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi 8340. 178 lÀyıú mıdur ki: yazuú degül mi Topkapı 1969. 179 Mesìḥ-dem: Mesìḥì-dem Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi 8340. 180 Dîvân vr. 204b; Pervâne Bey Mecmûası s. 4989; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s. 2802; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Ali Nihat Tarlan 62, vr. 105b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, T 752, vr. 15a. 181 yaraşmaz: gerekmez T 752, Dîvân.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

152 Kastamonulu Divan Şairi Tâli‘î ve Şiirleri

Ehli vardur her işüñ mÀ-óaãal ey yÀr ehli

2. Gülşen-i kÿyuñı sensüz dilemez èÀşıúlar ÚÀéil olmaz yalıñuz cennete dìdÀr ehli

3. ZÀhidüñ yoà imiş iúrÀrı lebüñ şerbetine Ne bilür leõõet-i rÿóÀniyi inkÀr ehli182

4. Şöyle bil baàladı kÀfir ãaçuñuñ küfrine kim İki yüzden úuşanur úuşaàı zünnÀr ehli183

5. äaúınur184 iki gözüm ayaàuñuñ185 ùopraàını ÙÿtiyÀ gibi úapardı anı bÀzÀr ehli

6. Òasteler işigüñe gelse n’ola dirlik umar186 Varsa begler begi úapusına tìmÀr ehli

7. ÙÀlièì ùÿùi-i ùabèuñ söze ÀàÀz idicek Áferìnler getüre hep aña güftÀr187 ehli

29188 Mefèÿlü FÀèilÀtü MefÀèìlü FÀèilün 1. HercÀéi oldı şehrümüzüñ hep güzelleri AàyÀr ile muèÀmeleden degmez elleri

2. Ben yürürem maóallelerinde õelìl ü òor189 Her birisi rièÀyet ider nÀ-maóalleri

3. Úula muòÀlefet dürür işleri güçleri190 èUşşÀúa naúş geçmedür191 ulu èamelleri

4. Cevr ü cefÀsına bularuñ192 kim dögebilür BÀri geleydi bir gün olaydı193 ãaúalları

182 Bu beyit T 752’de bulunmamaktadır. 183 Bu beyit T 752’de bulunmamaktadır. 184 ãaúınur: ãatsalar EN., Ali Nihat 62, T 752 :ãatalar PB. 185 gözüm ayaàunuñ: gözümçün ayaàuñ PB., Ali Nihat 62 :gözümüñ ayaàuñ T 752. 186 umar: uma Ali Nihat 62: içün T 752. 187 güftÀr: inkÀr EN. 188 Dîvân vr. 205a; Mecmû’a-i Eş’âr, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz Fb 208, vr. 78b; Mecmû’a-i Eş’âr, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet MC 0315, vr. 15a; Mecmû’a-i Eş’âr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 4078, vr. 58b. 189 ḥor: zÀr 06 FB 208, Fatih 4078. 190 muòÀlefet dürür işleri güçleri: muòÀlifdür işleri vü güçleri Fatih 4078. 191 naúş geçmedür: naúş geçmekdür Fatih 4078: òurde geçmek olupdur MC. 0315. 192 bularuñ: bunlaruñ Fatih 4078. 193 olaydı: öñürdi 06 Fb 208, Dîvân, Fatih 4078.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Zahide EFE 153

5. Türkìde naôm-ı ÙÀlièiye194 şièri kimsenüñ Öykünemez meger ki NecÀtì àazelleri

30195 FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilÀtün FÀèilün 1. Gül yüzin gördüñ göñül196 òandÀn olayduñ ola mı Aàlama197 şimden girü şÀdÀn olayduñ ola mı

2. Óırãuñ artar pìr olduàuñca meh-peykerlere Ey göñül günden güne198 oàlan olayduñ ola mı

3. Didüm ey şÀh işigüñde úullıàa eyle úabÿl Güldi didi ey gedÀ sulùÀn olayduñ ola mı199

4. Başdan aşduñ ey gözüm yaşı saña yüz vireli Yoòsa iki çeşmeden èummÀn olayduñ ola mı200

5. Áteş-i èışú ile biryÀnuma dil oldı kebÀb Sen de bir yaña ciger biryÀn olayduñ ola mı

6. ÙÀlièì irdi kemÀle luùf-ı eşèÀruñ senüñ Şimdiden girü hemÀn SelmÀn olayduñ ola mı

194 ÙÀlièiye: ÙÀlièide Fatih 4078. 195 Dîvân vr. 205a; Pervâne Bey Mecmûası s.4940; Edirneli Nazmî Mecma’u’n-Nezâ’ir s. 2662. 196 göñül: yine PB. 197 aàlama: aàladuñ Dîvân. 198 günden güne: şimden girü Dîvân. 199 Bu beyit, EN. ve Dîvân’da bulunmamaktadır. 200 Bu beyit PB.’de bulunmamaktadır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Bars, M. E. (2019). Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 154-169

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s.154-169. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut261 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 06.01.2019 ║Kabul Tarihi: 25.02.2019

Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü The Type Of Anecdote In The Context Of Dıscourse Laws

Mehmet Emin BARS*

Öz Dil, her dönemde araştırmacıların temel ilgi odağı olmuştur. Her araştırmacının dilden beklentisi farklıdır. Bu yüzden dil, her araştırmacı tarafından farklı açılardan ele alınıp incelenmiştir. Dil iletişimin temel aracıdır. Söylem ve söylem çözümlemesi her geçen gün dikkatleri daha fazla üzerine çeken dilsel kavramlardır. Söylem çözümlemesi son yıllarda toplumbilimden budunbilime, dilbilimden felsefeye birçok bilim alanında yaygın biçimde kullanılmaya başlamıştır. Söylem çözümlemesi disiplinlerarası bir özelliğe sahiptir. Terim birçok bilimin kesişme noktasında yer almaktadır. Günümüzde çok farklı söylem çözümleme kuramı bulunmakta, uygulamada değişik bilim dallarının verilerinden yararlanılmaktadır. Söylem çözümleme biçimi dünyada farklı yerlerde gelişen ve çok değişik uygulama biçimlerine sahip olan bir alandır. Günümüzde özellikle dilbilim ile birlikte adından söz ettirmektedir. Söylem çözümlemesi bilimsel bir yöntemdir. Kullanımdaki dil, onun temel inceleme alanını oluşturur. Bir söylem oluşturulurken onda bulunması gerekli birtakım ilkeler vardır. Bu ilkeler yaygın biçimde söylem yasaları olarak adlandırılmıştır. Söylem yasaları ile ilgili olarak birçok araştırmacı birbirinden farklı birçok yaklaşım geliştirmiştir. Bu yasalar araştırmacılar tarafından farklı şekilde adlandırılsa da aralarında birçok noktada benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin Ducrot’un “söylemin yasaları” ile Grice’in “söyleşimler yasaları” birbirini destekler ve tamamlar niteliktedir. Her söylem ortaya konulurken bazı yasaların göz önünde bulundurulması zorunludur. Çalışmamızda Ducrot’un, H. Paul Grice’in “söyleşisel sağsöz” başlığı altında değerlendirdiği yaklaşımını geliştirerek “söylem yasaları” adını verdiği ilkeler doğrultusunda folklorun önemli ürünlerinden fıkra türü incelemeye çalışılmıştır. Fıkraların söylem yasalarına göre değerlendirilmesi, fıkra türünün halk nazarındaki popülaritesini açıklamada önemli veriler sunmaktadır. Anahtar Kelimeler: dil, söylem, yasa, fıkra.

Abstract Language has always been the primary focus of researchers. Every researcher has different expectations from the language. As a result, the language was handled and examined by different researchers from different angles. The language is the basic tool of communication. The discourse and the analysis of discourse is a linguistic concept that draws more attention

*Dr., Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bingöl-Türkiye. Elmek: [email protected], ORCID: https://orcid.org/0000-0001-6972-6860

Mehmet Emin BARS 155 to each passing day. In recent years, the analysis of discourse has begun to be widely used in many fields of science from sociology to ethnology, from linguistics to philosophy. The analysis of discourse has an interdisciplinary nature. The term is at the crossroads of many sciences. Today there is a very different theory of discourse analysis, in practice, the data of different sciences are utilized. The form of analysis of discourse is a field that develops in different places in the world and has various application forms. Today, especially with linguistics, ıt is talking about his name. The analysis of discourse is a scientific method. The language in use constitutes its core scrutiny.There is a set of principles that must be present when a discourse is created. These principles are commonly referred to as discourse laws. Many researchers have developed a number of different approaches to the law of discourse. Although these laws are differently named by researchers, there are many similarities between them. For example, Ducrot's "laws of discourse" and Grice's "laws of speech" support and complement each other. It is necessary to consider some laws while every discourse is revealed. In our work, in the direction of Ducrot's principles of "discourse laws", we tried to evaluate the type of anecdote from the important products of folklore. The evaluation of the anecdote according to the law of discourse presents important data in explaining the type of anecdotes popularized by the public. Keywords: language, discourse, law, anecdote.

“Ne gülüyorsun? Anlattığım senin öykündür” (Horatius/Hiciv, 1) Giriş Dilin bireysel olarak kullanımını incelemek, kişilerin konuştuklarının/yazdıklarının iletişim değeri açısından incelenmesine, değerlendirilmesine dayanır. Dilde bir kelimenin anlamı konuşma sürecinde ortaya çıkar. Söylem çözümlemesi son yıllarda toplumbilimden budunbilime, dilbilimden felsefeye birçok bilim alanında yaygın biçimde kullanılmaya başlanan bir inceleme yöntemidir. Söylem çözümlemesi disiplinlerarası bir özelliğe sahiptir. Terim birçok bilimin kesişme noktasında yer almaktadır. Günümüzde çok farklı söylem çözümleme kuramları bulunmakta, uygulamada değişik bilim dallarının verilerinden yararlanılmaktadır. Söylem çözümlemesinde bir şeyler söyleyebilmek için ruhbilim, budunbilim, dilbilim, sözbilim, toplumbilim ve daha birçok bilim dalının kuram ve yöntemlerinden haberdar olmak gerekir. Söylem çözümleme biçimi dünyada farklı yerlerde gelişen ve çok değişik uygulama biçimlerine sahip olan bir alandır. Günümüzde özellikle dilbilim ile birlikte adından söz ettirmektedir. Söylem çözümlemesi bilimsel bir yöntemdir. Konuşulan dil, temel inceleme alanını oluşturur. Uzun zamandan beri dilimizde yer alan söylem kelimesi, farklı bağlamlarda karşımıza çıkmaktadır. Siyaset, sanat, basın-yayın, televizyon dünyasında farklı alanlarda toplum tarafından tanınmış kişilerin bu terime sıkça başvurduğu görülmektedir. Ancak, bu terimi kullananların dahi çoğu zaman anlamının ne olduğu konusunda bir fikirleri yoktur. Söylem bir dilin gerçek konuşma ortamında bir konuşucu ve onun alıcısı tarafından kullanılmasıdır. İnsan madde ve ruhtan oluşur. İnsanların konuşmalarından yola çıkarak konuşan kişi, alıcısı, ürettiği söylem, söylemde geçen nesne, zaman ve mekân hakkında bazı bilgilere ulaşabilecektir. Birçok araştırmacının yaptığı da aslında bir söylem çözümlemesidir. Bu çalışmada söylem yasalarına göre sözlü geleneğin önemli türlerinden biri olan fıkralar ele alınmıştır. Fıkraların toplumlar tarafından bu kadar etkin ve yaygın anlatım nedenlerinin cevaplarından birinin söylem yasalarında olup olmadığı incelenmiştir. Bu çalışmadan

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

156 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü elde edilecek veriler, aynı zamanda sözel geleneğin başka türleri için de geçerli olabilecek bilgilerdir. Araştırmacılar tarafından fıkralar üzerinde farklı kuram ve yöntemlerden yararlanılarak, yerel-millî-evrensel nitelik taşıyan fıkra/fıkra tipleri ile ilgili sayısız çalışma yapılmıştır. Bu çalışmanın özgünlüğü söylem çözümleme yasalarının bir folklor ürünü üzerindeki yeri ve etkisini ortaya koymaya çalışma denemesidir. 1. Söylem Kavramı ve Söylem Çözümlemesi Dil, her dönemde araştırmacıların temel ilgi odağı olmuştur. Her araştırmacının dilden beklentisi farklı da olsa, dil farklı açılardan ele alınıp incelenmiştir. Dil iletişimin temel aracı olmasına rağmen, insanlar arasında iletişim sadece dil yoluyla yapılmamaktadır. İletişim araçlarında çeşitlilik bulunmaktadır. İletişimin çok farklı yolları olmasına rağmen iletişimde dilin yerini henüz hiçbir kod alamamıştır. Söylem çözümlemesinin konusu da dildir. Bir dilbilimsel terim olan söylem kelimesi, anlam genişlemesine bağlı olarak farklı bağlamlarda karşımıza çıkmaktadır. Terimin her geçen gün gündelik dilde kullanımı da yaygınlaşmaktadır. Değişik kesimden kişiler söylem terimine konuşmalarında yer vermektedir. Söylem, durum içinde bulunan sözdür. Bir metnin dilsel yapısını incelemek sözce, üretiliş koşullarının dilbilimsel açıdan incelenmesi de söylemdir. Söylemler konuşmadaki dili belirtir. Konuşan, öznenin sözcelemesinde ortaya çıkar. “Söylem bir dilsel birimle gerçekleşir. Söylem bir şey hakkındadır ve alıcı ve/ya da vericiyi ilgilendirir ve söylemde alıcı, verici ve/ya da konunun varlığını içerir. Yani her söylemin bir öznesi, bir alıcısı ve bir konusu vardır” (Günay, 2013: 25). Bir söylemde vericinin konuşma biçimi, tutumlar, davranışlar gibi değer yargıları bulunur. Söylemde konuşan kişinin sözceleme durumları içerisinde ürettiği bir dil vardır. Söylem, dil yoluyla dünya hakkında konuşma yollarının, sosyal pratiklerin üretimidir. Bir dilin bireysel ifadesi, dilin söyleme dönüşmesini sağlar. Dilin güncel değerlerinin kullanımında, dile yeni anlamlar yüklenerek söylem biçiminde üretilir. Dil, topluluğun üyeleri tarafından ortak olarak paylaşılan bir dizge iken, bu dizgenin bireysel olarak sınırlı biçiminde tüketimi söylemdir. Söylem bu yönüyle devingen bir yapı sergiler. Söylemin anlaşılmasında bağlam önemlidir. Bir dilin içindeki unsurlar arasında meydana gelen ilişkiler bağlamdan bağımsız değildir. “Söylem çözümlemesinde dil kullanıcılarının (verici-alıcı) bireysel özelliklerinin, birbirine karşı tutumlarının, yaşantılarının, fiziksel ve duygusal durumlarının, çevre ile etkileşimlerinin, niyetlerinin, vb. dikkate alınması gereklidir” (Günay, 2013: 43). Söylem çözümlemesinde konuşan kişinin söylediklerinin yanı sıra söylemek iste(me)dikleri saptanmaya çalışılır. Belli bir durum içindeki sözceler incelenir. Söylemlerin belli bir uzam içerisinde sunulması hem bilgi verici hem de alıcı üzerindeki etkisi nedeniyle zorunludur. Söylemler konuşma yerlerine göre belirlenmektedir. Bilimsel bir ortamda yapılması gereken bir konuşmanın evde bir aile bireyi tarafından diğer aile üyelerine karşı yapılması ne tür sonuçlar doğuracaktır? Söylem analizinde sorunlar iki yönteme göre açıklanmaya çalışılır. Birincisinde insanların konuşmalarında/yazılarında ne yaptığına bakılır ki buna pratikler adı verilir. Konuşma ve metinlerde ortaya çıkan yorumların nasıl inşa edildiği üzerinde durulur. İkincisinde ise bu pratiklerde insanların kullandıkları dilsel/söylemsel kaynakların çeşitleri üzerinde durulur ki buna da açıklayıcı repertuvarlar adı verilir (Arkonaç-Paker, 2012: 106). Söylem her türlü iletişim alanında bulunmaktadır. “Gündelik söyleşimler, tanıtım sloganları, özel mektuplar, ilan-ı aşk, otomobil kullanma kılavuzu, telefon konuşmaları,

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 157 sokaktaki günlük söyleşimler, duvardaki uyarı levhası” (Günay, 2013: 67) her bireyin çevresini saran söylemlerdir. Çevremizde bulunan bütün dilsel yapılar birer söylem örneğidir. Bu söylemlerin her birinin farklı yer ve konumda farklı işlevleri vardır. Bir vericinin alıcıya bir dilsel yapıyı aktarmasıyla söylem başlar. Söylem çözümlemelerinde toplumsal, kültürel ve durumsal özellikler 1960’lı yıllardan sonra incelemeye katılmıştır. Her birey yaşadığı toplumun bir parçası olduğundan bir söylemde vericinin öznelliğinin yanında tarihsel ve toplumsal şartların bilinmesi gereklidir. Toplumbilim bu noktada önem kazanmaktadır. Her toplumsal grup da kendisine göre bir söylem geliştirir. Burada dilin iletişim boyutu öne çıkmaktadır. Her birey içinde bulunduğu toplumsal yapıya göre sözcesini oluşturur. Her doğal dil, konuşma/yazma esnasında toplumsal anlamlar içerir. “Söylemsel yaklaşım; söylemlerin, olayları veya nesneleri nasıl inşa ettiğine ve aynı zamanda, o dili konuşan insanlar tarafından yine ve yeniden nasıl üretildiğine bakar” (Aygül, 2016: 32). Söylemsel yaklaşım, kişinin dünyayı anlamlandırma şeklinin doğuştan gelmediğini, insanlar arasındaki etkileşimin sonucu olduğunu ifade eder. Dil tarafsız bir nesne değildir, anlamların yaratıldığı bir alandır. Söylemler kimlikleri şekillendirir. Bir sözcüğün sözcüksel, toplumsal ve bireysel anlamları vardır. Sözcüksel anlam, bir kelimenin sözlük anlamıdır. Toplumsal anlam, sözcüğün meydana geldiği ve konuşulduğu toplumda yaş, cinsiyet, sosyal sınıf, köken gibi toplumsal etmenlerin etkisiyle kazandığı anlamdır. Bireysel anlam ise, dili kullanan kişinin duygularını, davranışlarını, düşüncelerini aktardığı anlamdır. “Söylem çözümlemesi yapan kişi, bir bütüncesini öncelikle sözcüksel bakımdan ele alır. Sonra oluşturulan söylemin toplumsal yanını ortaya koyar ve son olarak da söylemsel yapıdan kaynaklanan etkisel anlamını açıklar. Çözümlemede her aşama ile ilgili az ya da çok özellik bulmak olasıdır” (Günay, 2013: 75-76). Söylem çözümlemesi yapılırken bir kişinin öznel anlatımla söylediklerinin yanında örtük olarak söylemek istedikleri belirlenmek amaçlanır. Aynı gerçekler farklı dillerde, dilin özelliğine bağlı olarak, farklı şekillerde yorumlanır. Örneğin bir horozun sesi farklı toplumlarda farklı şekilde dile yansımıştır. Türklerin “ü-ürü-ü” şeklinde tanımı, Portekizlilerde “cocorococo” şeklindedir. Her sözce belli bir konuşma uzamında üretilir. Bu sözcenin bağlamıdır. Bir söylem aynı uzamdaki söylemlere bağlı olduğu gibi, kendisinden daha önce üretilmiş söylemlerle de ilişki içindedir. Bir dilin belli bir zamanda ve uzamda bir verici tarafından alıcıya yönelik üretilmesi söylemi oluşturur. Söylemin oluşumunda vericinin inançlarını söyleminde yansıtması düşünce ile söylem arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Söylemin ardında saklı bir simgesel anlam vardır. Kişi bir şeyi söyleme dökmeden önce zihninde tasarlar. Her birey kendi sözceleme durumu ve değişkenleri içinde sözcesini oluşturur. Bir dili ayrıntılı biçimde öğrenmenin yanında toplumsal durumunun da bilinmesi gereklidir. Söylem kültürün ayrılmaz bir parçasıdır ve genel bağlamın dışında doğru biçimde anlaşılması güçtür. Söylemi kültürden ayrı düşünmek mümkün değildir. Söylem çözümlemesi her şeyden önce söylem yorumlamasıdır. Yorumlama ancak söylemin doğru biçimde okunmasıyla gerçekleşebilir.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

158 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü

2. Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü 2.1. Sözlü Geleneğin Gülen Yüzü: Fıkra Fıkra “gerçek hayat hadiselerinden hareketle ‘hisse’ kapmayı hedef tutan ve temelinde az-çok nükte, mizah, tenkit ve hiciv unsuru bulunan sözlü, kısa, mensur” (Elçin, 2004: 566) hikâyedir. “Deneyimlenmiş olayları veya bir fikrin etrafında şekillenen düşünceleri, mizah yoluyla yansıtan ve sözlü anlatım türü olarak tanımlanan fıkralar” (Gür, 2007: 91), konularını her türlü hayat hadiselerinden alabilir. Sade bir dille anlatılan fıkralar, çoğunlukla tek bir vaka etrafında gelişir ve teferruat, tasvir, tahkiye unsurlarına yer vermez. Fıkra, sözlü edebiyat ürünleri içerisinde kendine özgü kompozisyonu ile diğer türlerden ayrılır. “Anlatım sırasında, kelimelerin seçimi, tasvir biçimi, diyalog çatısı, konu seçimi ve hedef belirlemesi, ona küçük hacimli kompozisyonu içinde bu farklılığı kazandırır” (Yıldırım, 1998: 221). Fıkra günlük hayat sahnelerini ince bir mizah, hikemi bir söyleyiş, keskin bir istihza ile anlatır. Fıkralarda olaylar bir hikâye çatısı etrafında ve nesir biçimde yaratılır; verilmek istenen mesaj, hüküm tipler aracılığıyla sunulur. Fıkralar bir milletin kültür tarihine ait bilgiler taşır. Fıkraların anlatımında “gerçekçilik, açıklık, anlaşılırlık, az söz ile çok şey anlatma, durumu, hareketi veya düşünceyi, bunların mesajını doğru verecek biçimde istif etme” (Yıldırım, 1998: 224) görülen temel niteliklerdir. Fıkralar aynı zamanda dilin en ekonomik kullanıldığı türlerden biridir. Çoğu zaman ifade edilmek istenen düşünce tek kelimelik bir tasvirle anlatılır. Fıkraların dili sade, açık ve anlaşılırdır. “Fıkra dilinin esasını canlılık-açıklık- incelik oluşturur. Kahramanlar, kendi oluşum ve mevkilerine göre konuşurlar” (Rayman, 2010: 248). Fıkra bir taraftan toplumsal değerlerin aktarımını sağlarken, diğer taraftan toplumsal baskılardan kurtulmanın etkin bir yolunu açar. Fıkra, toplumsal değerleri ve kabulleri eleştirir. “Özellikle çağdaş kültürün ürettiği fıkralarda ülke politikasının, siyasetçilerin, spor ve sporcuların, medyada gündem oluşturan isimlerin, yerleşmiş âdetlerin eleştirisine sıkça rastlanır” (Buğra, 2005: 95). Fıkra ile ders verilir, bir mesaj iletilir, bilinçlendirilir. Öğreticilik vasfı ön plandadır. Fıkralarda “Toplumdaki adaletsizlik, haksızlık, cahillik, zorbalık, baskı, dinî yasaklar, kurumlardaki düzensizlikler, zıtlaşmalar, yanlış anlaşılmalar” (Şimşek, 2015: 199) eleştirilir. Fıkra anlatmanın sosyal çevre tarafından belirlenmiş bir zamanı ve mekânı yoktur. “Sırası düşünce, herhangi bir düşünceyi örnek vererek güçlendirmek, karşısındakini ona inandırmak ya da direnişinde yanıldığına tanık göstermek, herhangi bir durumu açıklamak” (Boratav, 1999: 85) gibi amaçlarla anlatılır. Fıkraların geleneksel bir anlatım biçimleri yoktur. Konu belli bir söz kalıbı ile başlamaz, gelenek tarafından çizilen bir sınırı yoktur. Anlatıcı kendi beğenisine uygun biçimde, kendi dil ve anlatım yeteneklerine göre konuşmasının uygun bir yerine oturtur (Başgöz, 1986: 138). Fıkra anlatmak âşıklık gibi bir meslek değildir. Fıkra aynı zamanda dinleyicilerinden de mizahın inceliklerini anlayacak, nüktenin değerinin farkına varacak zekâ ve anlayış bekler. Bu yönüyle özel bir fıkra dinleyici tipinden de söz etmek mümkündür. Fıkra anlatan kişi de sıradan bir kişi değildir. Fıkra anlatmak maharet ve sanat ister. Bu kişiler zaman ve zemin bilen, nüktedan, hoşsohbet, sözü dinlenir kimselerdir. Her zümre içinde bu türün ustalarına rastlanmaktadır. Fıkralar, gazete ve mecmuaların bulunmadığı dönemlerde halkın toplumsal tenkit ve hiciv ihtiyacını karşılamıştır (Boratav, 2017: 303). Hiciv ve tenkit fıkranın türünü tayin edici önemli niteliklerdir. Fıkralar insanları güldürürken terbiye

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 159 etmeyi amaçlar. “Fıkralardaki gülmeyi sağlayan öğelerin başında gelen ‘söz komiği’, dille bağlantılı bir gülmedir” (Şahin, 2014: 239). Fıkralarda halkın zekâsı, esprisi, muhakemesi bulunur. Fıkra sözlü edebiyat ürünleri arasında halkın mizahi gücünü en iyi anlatan türdür. Fıkraların estetiği, zıtlıklar üzerine kurulur. Bir tez ve antitezden meydana gelen fıkraların giriş bölümünde olay veya düşünce hakkında bilgi verilir. Sonra ortaya tez ve antitez atılır. Karşılıklı kısa konuşmadan sonra sonuç bölümünde yargı bildirilir. Her fıkrada bir hisse vardır (Rayman, 2010: 247). Toplumun her kesiminden kişiler, temsil ettikleri sosyal sınıflarıyla fıkralarda yer alır. Her fıkranın özünü insan oluşturur. 2.2. Fıkralarda Söylem Yasalarının Varlığı Söylem türlerinde zengin ve sınırsız bir çeşitlilik bulunmaktadır. Çünkü beşerî etkinliğin farklı olanakları tüketilemez. Söylem türleri heterojen bir yapıya sahiptir. Söylem türlerinin heterojenliği, tek bir düzlemle incelenmesini olanaksız hale getirir (Bahtin, 2016: 65). Her üslup, söylem türleriyle yakın bir ilişki içerisindedir. Söylem çözümlemesinin amacı metnin ne dediğini ortaya koymak değildir. Bunu amaçlayan başka bilim dalları vardır. “Söylem çözümlemesi yapanların amacı ‘Bir sözce söylediği, belirttiği şeyi nasıl ortaya koyar?’, ‘Bu durum için nasıl kurallar geliştirilmiştir?’ ya da ‘Söylemin kuralları ve ilkeleri var mıdır? Varsa nelerdir?’ gibi soruların yanıtlarını ararlar. Bu tür sorular da araştırmacıları söylemin oluşum biçimi, düzenlenişi ve vericiye ait sözceleme durumu gibi alanların incelenmesine yöneltir” (Günay, 2013: 189). Her sözcenin bir anlamı vardır. Ancak, bir sözce bağlam, gönderge, çağrışımsal özelliklerine göre farklı anlamlar da içerebilir. Her söylem, toplumsal, kişisel ve kültürel anlamlarına göre bazı işlevlere sahiptir. Aynı sözce farklı alıcılar tarafından farklı bağlamlarda değerlendirilebilir. Bir söylem bir alıcıda bir konuda yaptırım belirtirken farklı bir alıcıda rica anlamı belirtebilir. Bu durum bağlama göre şekillenir. Oswald Ducrot, sözcenin anlamının belirlenmesi için iki aşamanın göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtir. Birinci aşama dilsel birleşen aşamasıdır. Bu aşamada tümcenin dilbilgisel anlamı ortaya konulmaya çalışılır. Dilin kullanım olanakları ve dilin anlatımsal gücünü belirten söz sanatları, anlatım özellikleri gibi sözbilimsel yapılar dikkate alınır. Bir söylemin anlaşılması için dilsel birleşene gereksinim vardır. Her söylem, yalnızca dilbilgisel sınırlar içinde anlaşılmaz. Dilbilgisi kuralları her zaman kesin sonuçlar vermez. Söyleşi içindeki duraklamalar, eksiltili yapılar, gereksiz yinelemeler gibi anlatımlar alıcı tarafından kolayca anlaşılır. Söylemin anlaşılması iç bağlantıların yapısına göre belirlenir. Aynı sözce içinde bulunan kelimelerin yerlerinin değiştirilmesiyle birbirlerinden farklı anlamlı yapılar elde edilir. İkinci aşama olan sözbilimsel bileşende bir iletişim durumunda sözcenin yorumu yapılır (Günay, 2013: 191-192, Ducrot 1972’den). Bir söylemde dilbilgisel yapı ile sözceleme durumunun bir araya gelmesiyle söylemsel yapının anlamı, değeri ortaya çıkar. Söylem analizinde, birey dünyanın merkezindeki özne olarak görülmez. Gerçekliğin inşa edildiği karşılıklı konuşmalar merkeze alınır. Bu konuşmalarda inşa edilmiş olan bilgi, dönüşmüş, değişmiş, yeniden yapılanmış biçimde karşımıza çıkar. Bu yapı süreklilik arz ettiğinden, söylem analizinin yorumlanacağı anlamlar evrensel olmayıp sadece o konuşmaya aittir. Aynı konuşmacıların dâhil oldukları başka bir konuşmada bile farklı bir gerçeklik inşa edilecektir. Bundan dolayı yapılan analiz o konuşmadaki bağlam üzerinden yorumlanacaktır (Çoker, 2012: 36). Söylem

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

160 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü

çözümlemesinde insanların söylemleriyle ne yaptığına, hangi işi tamamladığına, bunları yaparken kullandıkları söylemlerin kaynaklarına bakılır. İnsanlar davranışlarından ziyade söylemleriyle kendilerini konumlandırırlar. Bir söylem oluşturulurken onda bulunması gerekli birtakım ilkeler vardır. Bu ilkeler “söylem yasaları” olarak yaygın biçimde adlandırılmıştır. Söylem yasaları ile ilgili olarak farklı araştırmacılar tarafından farklı yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yasalar araştırmacılar tarafından farklı şekilde adlandırılsa da aralarında birçok benzerlik bulunmaktadır. Ducrot’un söylemin yasaları ile Grice’in söyleşimler yasaları arasında büyük benzerlikler vardır. Her söylem ortaya konulurken bazı yasaların göz önünde bulundurulması gerekir. Ducrot, H. Paul Grice’in “söyleşisel sağsöz” başlığı altında değerlendirdiği yaklaşımı geliştirerek kendi yasalarını oluşturur. Grice tarafından nicelik, nitelik, ilişki ve tarz şeklinde belirtilen dört ilke, Ducrot tarafından geliştirilerek altı başlık altında değerlendirilir. Söylem çözümlemesi esnasında aşağıda sıralanacak ölçütlere daha pek çok yeni ölçüt eklenebilir. Dilsel iletişimin çözümlemesini yapmak iletişim için önemlidir. Konuşma sırasında kültürel değişkenleri bilmek çözümlemeye önemli katkılar sağlayacaktır. Ducrot tarafından belirtilen söylem yasaları (Günay, 2013: 193-201, Ducrot 1972’den) ve bunların fıkralardaki görünümleri şu şekildedir: 2.2.1. Tümlük Yasası (Fr.Loi D’exhaustivite) Verici, alıcısına sözcesinde belirttiği izleği en sağlam ve en doğru bilgileri aktarmak zorundadır. Bu yasa vericinin konuştuğu konu ile ilgili en etkili ve emin bilgileri vermesi gerektiğini ifade eder. Bu yasaya göre verici, alıcıya onun işlerine yarayacak en önemli bilgileri vermelidir. İzlekte alıcının işine yarayacak en önemli bilgilerin sunulması sözcede verilen izleğin doğru ve etkili anlaşılmasını sağlar. Böylece, söz konusu izlek en yetkin ve güçlü bilgiyi içerir. Bu kural kesin bilgi sunar. Tümlük yasasına göre “Bazı X’ler kesin olarak Y ise, başka X’ler Y değildir.” düşüncesi sezdirilir. Bir bütünlük içerisinde bazıları bir durumdaysa, aynı bütünlük içerisinde yer alan başkalarının durumu farklıdır. Bir verici sözcesini güçlü bir bilgi amacıyla kurarsa, bunu tümlük yasasına göre yapmak zorundadır. Örneğin “Çoğu doğru, çoğu da yanlış” tümcesi tümlük yasasına uymadığından yanlış bir söylem içerir. Bu durumda “Yarısı doğru, yarısı yanlış” tümcesi tümlük yasasına göre doğru bir önermedir. Ancak burada “Yarısı doğru” önermesi bile tek başına yeterlidir. Tümlük yasasına göre gereksiz tekrarların olduğu durumlar da vardır. Bir şeyin yarısı için geçerli olan bir durumda, diğer yarının geçerli olmadığını söylemek mümkündür. Tümlük yasasına uyulmayan durumlarda verici zor durumda kalır. Üretilen tümceler “Çoğu doğru, çoğu da yanlış” tümcesinde görüldüğü gibi gülünç ve anlamsız yapılar ortaya çıkar. Diğer bir örnekte “Yarışmaya katılanların çoğu kadın ve erkeklerden oluşuyor.” tümcesi “Yarışmaya katılanların azı da kadın ve erkeklerden oluşmuyor.” gibi bir anlamı taşıyor olduğundan ortaya gülünç bir durum çıkmaktadır. Tümlük yasasında verici tarafından verilen bilgilerin alıcıyı ilgilendirmesi, ona yaraması beklenir. “Bazı sanatçılar oldukça başarılı.” tümcesi bazı sanatçıların çok başarılı olmadığı anlamını da içerir. Ancak burada alıcıyı ilgilendiren oldukça başarılı olan sanatçılardır. Böylece yeteri kadar başarılı olmayan sanatçıların alıcıyı ilgilendirmediği belirtilmiş olur. Yukarıdaki önermeler incelendiğinde tümlük yasasında vericinin anlamlı biçimde sunduğu bir bilginin, alıcıyı aynı zamanda başka bilgilere de götürdüğü görülmektedir. “Ömer Seyfettin’in bazı hikâyeleri ilginçtir.” tümcesi tümlük yasasına

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 161 göre alıcıya söylenmemiş olan “Ömer Seyfettin’in bazı hikâyeleri ilginç değildir.” bilgisini de verir. Günlük hayatımızda mağaza camlarında sıkça karşımıza çıkan “Mağazamız pazar günleri açıktır.” tümcesi, alıcıya iki türlü bilgiyi verebilir: “Mağazamız sadece pazar günleri açıktır.” veya “Mağazamız pazar günleri de açıktır.” Burada tümlük yasası gözetilmemiştir. Bu durumda alıcı bağlama göre bir sonuca ulaşacaktır. Alıcı pazar günü dışında bir günde bu yazıyı görmüşse mağazanın pazar günleri de açık olduğu anlamını çıkarırken, pazar günü dışında bir akşam görmüşse anlam karmaşası ortaya çıkacaktır. Tümlük yasasına göre söylemin tam ve doğru anlaşılması geneli kapsayıcı bir bilgiyi zorunlu kılar. Genel bilgi içerisinde verilen bazı ayrıntılar alıcıyı verilmek istenilen bilgiden uzaklaştıracaktır. Otobüsün takla attığı, birçok kişinin öldüğü bir trafik kazasında muhabirin “Otobüsün camları kırıldı.” tümcesi, tümlük yasasının göz ardı edildiği bir tümcedir. Muhabir alıcının asıl öğrenmesi gereken bilgiyi vermemiş, bir ayrıntı ile güçlü ve önemli bilgi gölgede kalmıştır. Camın kırılması ile ilgili alıcının aklına birçok ihtimal gelecektir. İzleyicinin dikkati kırılan camlara çekilmiştir. Bir izleğin anlatıldığı söylemlerde izleği bozan tümce, tümlük yasasına uymayan tümcedir. Bir izlekte anlam farklılığı yaratan, diğer sözcelerle uyuşmayan tümceler tümlük yasasını bozar. Bir söylemi oluşturan bütün tümceler aynı izlekle ilgili olmak zorundadır. Tümlük yasası bütün anlatım türleri için zorunludur. Bir uyarıcı yazıdan yetkilinin açıklamasına kadar her türlü söylemde gereklidir. 2004 tarihinde Fevzi Kılıç’tan derlenen “Gel İmam Ol da Göze Sö:me (Sövme)” adlı Sivas fıkrasını tümlük yasasına göre inceleyelim. Fıkra şöyledir: “Sivas’ın köylerinin birine uzun zaman imam tayin edilmemiş. Koylüler, cenazelerini yıhamıya bile başga köyden imam getiriyormuş. Gayrı köylünün canına tah demiş. Golay değil yani adamın cenazesi ortada galıyor tabi. Bunar, her gün şehirdeki gadıya gediyollarımış, koye imam gondermesini isdiyollarımış. En sonunda muratlarına ermişler ve gadı efendi, koylerine bir gün bir imam gondermiş. Amma imam biraz tuhafımış. Kim ne gusur işlese, ne hata etse, ahalinin gözüne söğüp duruyormuş. Koylüler, bahmış ki beyle olmuyor, gedip gadıya şikat etmişler: - Gad’efendi (Kadı Efendi) sen bunu bizim koye imam gönderdin, sağol emme bu, hep bizim gözümüze sö:yor, olmaz ki gad’efendi beyle imam olmaz olsun, istemiyoh biz bunu! Demişler, gadı, durmuş, duramamış imamı çağırmış, azarlamış: - Efendi oğlum, biz seni oraya imam gonderdik; insanlara örnek olasın deyi; sen, ahalinin gozüne sö:yormussun (sövüyormuşsun), beyle de olmaz ki oğlum! Diyormuş ki; bir adam gapıdan içeriye pat deyi düşmüş: - Gad’efendi! Gad’efendi! Demiş; babam öldü, analığım bana düşer mi? demiş. Gayrı imam durur mu tabi: - Hay ben senin gözünü bilmem neydiyim pezevek! Demiş; işde gad’efendi ben beylesinin gözüne sö:yom, hadi gel sen imam ol da göze sö:me! Demiş. Beylesi adam yoh mu şindi? Dolu! Yeni töredi şindi, kim kimin garısı kim kimin gocası belli değil aha şu filimlerde” (Akpınar, 2007: 139-140). Fıkrada verici durumunda bulunan imam, alıcısı olan köylülere sözcesinde belirttiği izleği (dinin emirlerine aykırı durumları) en kısa yoldan ve en doğru şekilde vermiştir. Köy imamı konuştuğu konu ile ilgili en etkili ve emin bilgileri doğrudan vermektedir. Verici, alıcıya onun işlerine yarayacak en önemli bilgileri verirken kendi konumuna pek de uygun olmayan bir dil kullanmıştır. Bu dil ile alıcının işine yarayacak

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

162 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü

önemli bilgilerin farklı bir bağlamda sunulması, sözcede verilen izleği ilginç kılmıştır. Bu özelliğiyle benzerlerinden farklı şekilde sunulan söz konusu izlek, güçlü bilgiyi içermiştir. Vericiye kesin bilgiler sunulmuştur. Fıkraya göre toplumda dinî kuralları aşırı derecede zorlayan kişiler göze sövmeyi hak ettiklerine göre bu kurallara uyan kişilerin bu hakaretin muhatabı olmadıkları düşüncesi sezdirilmiştir. Buna göre bir bütünlük içerisinde bazıları (dinî kuralları ihlal edenler) bir durumdaysa (göze sövme), aynı bütünlük içerisinde yer alan başkalarının durumu (dinî kurallara uyanlar) başka durum (göze sövmenin dışında)’dadır. Fıkrada tümlük yasasına göre “Yarısı doğru (dini kurallara uyanlar), yarısı yanlış (dini ihlal edenler) ” tümcesi, “Yarısı yanlış (dini ihlal edenler)” önermesi ile tek başına verilmiştir. Fıkrada bir şeyin yarısı için geçerli olan bir durum, diğer yarısı için geçerli değildir. Verici tarafında verilen bilgiler, alıcıyı doğrudan ilgilendiren, alıcının günlük hayatında ona yarayan bilgilerdir. Köy imamının yanlış yapanların gözüne sövmesi, doğru yolda olanları övdüğü anlamını da çıkarmaktadır. Ancak burada köy imamını asıl ilgilendiren doğru yapanlardır. Doğru yolda olanlar, yanlış yolda olanların söylemleriyle anlatılmıştır. Köy imamını ilgilendiren gözüne sövdükleri değildir. Böylece vericinin anlamlı biçimde sunduğu bilgi, alıcıyı aynı zamanda başka bilgilere de götürmüştür. Alıcı bir sonuca ulaşırken bağlamı da göz önünde bulundurmalıdır. Fıkrada etki imamın cemaatin gözüne sövmesi bağlamında öne çıkmaktadır. Sıradan bir kişinin başkasının gözüne sövmesi fıkradaki etkiyi hiçbir zaman bırakmayacaktır. Fıkradaki söylemin tam ve doğru anlaşılması geneli kapsayıcı bir bilgiyi de zorunlu kılmıştır. Fıkrada türün bir niteliği olarak genel bilgi içerisinde ayrıntıların verilmemesi alıcıyı doğrudan verilmek istenilen bilgiye götürmüştür. Fıkranın başında haksız görülen köy imamı, kadının odasında yaşanılan olayla kendisine hak verilen bir duruma gelmiştir. Fıkrada söylemi oluşturan bütün tümceler aynı izlekle ilgilidir. Bu durum fıkradaki söylemi daha etkili ve akılda kalıcı hale getirmiştir. Fıkrada tümlük yasasına uyulması, söylemi alıcılar nezdinde değerli kılmaktadır. 2.2.2. Bilgi Vericilik Yasası (fr. loi d’informativite) Her sözce, alıcısına bir bilgi aktarmak zorundadır. Bu sözce de bilgi aktarması bakımından boş bir şey olmamalıdır. Az veya çok bilgi aktarımında, alıcının beklentileri göz önünde bulundurulmalıdır. Verici tarafından aktarılan bilgi alıcı tarafından bilinmemelidir. Alıcı tarafından bilinen bir bilginin aktarımı vericide ilgi uyandırmaz. Bir alıcı bildiği bir bilgiyi almaktan hoşlanmaz. Verici tarafından verilen sözce, alıcı tarafından bir bilinmeyen bir sezdirime sahipse sözcenin bilgi verici özelliği tartışılır hale gelir. Örneğin “Sadece Ali geldi.” tümcesi alıcı tarafından eksik bilgi taşımaktadır. Alıcı, başkalarının beklendiği bir durumda geleni bildirmiştir. Cümlede söylenen şeyle iletişim sağlanmamıştır. Söylenen şey, bilgi verici ve yeterli açıklıkta olmalıdır. Bilginin yeterli açıklıkta olmaması tümlük yasasının da ihlalidir. Verici, doğru olarak inandığı bir sözceyi kanıtlayarak ortaya koyarsa bu durum kendisine güveni arttırır. Söyleşim esnasında yanılgılar oluşabilir. Bu durumda söylem yorumlanmalıdır. Verici bazen birtakım bilgileri açıkça belirtmez. Sözcesinde örtük anlamlar yer alır. Örtük içerikler alıcı tarafından zor anlaşılır. Örtük anlatımda verici ile alıcı arasında bir ortaklık yaratılır. Verici, yanlış olduğuna inandığı şeyi veya elinde yeterli kanıtı olmayan durumu vericiye aktarmamalıdır. İletişimin sürdürülmesinde başlanılanın tamamlanması, bireylerin konuşmaya katılımları, sözcelerin anlaşılır olması gibi ölçütler

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 163 her iletişim ortamı ve dil için geçerli yasalardır. Bu bilgiler ışığında aşağıdaki fıkrayı inceleyelim. “Bir gün üç dört arkadaş olarak demişler arkadaşlar biz tuza bu kadar para veriyoruz. Biz bu tuzu ekelim daha iyi olur diyerek güz mevsiminde tuz ekmişler. Bahar gelmiş. Arkadaşlarının birisi bakmaya gitmiş. Tarlaya varınca otlar çiçek açmış, sinekler uçuşurlar. Bunları görmüş, köye gelmiş. Arkadaşları sual edince, ‘Arkadaşlar, tuzumuz güzel çiçek açmıştır fakat sinekler bütün yiyecekler’ demiş. Öyle ise o sinekleri [v]uralım diyerek hepsi gelmişler. Tarlaya gelince nasıl [v]uracagız demişler. Birisi demiş: ‘Ben bagrıma pekmez çalayım, sinekler o pekmeze gelirler, konarlar. O zaman size işaret ederim. Siz tüfenk atın, onlar ölür’ demiş. Münasip diyerek pekmezi birinin bagrına çalmışlar. Geri çıkmışlar. Sinekler sırtına, bagrına konunca işaret etmiş. Onlar da tüfenk atınca herif ölmüş, bir de sinek ölmüş. Sinekler vız vız uçmaya başlamış. Zavallı herifler de: ‘Sinekler, vızırdaman, bir sizden bir de bizden öldü’ demişler” (Başaran, 2011: 170-171). Fıkra, alıcısına bir bilgi aktarmıştır. Aktarılmak istenen bilgi, cehaletin insanın başına ne sorunlar açtığıdır. Cahil, bilgisizliğinin sonucunda yaşanan problemlerin dahi farkında değildir. Fıkrada anlatılan bilgi, alıcıları ilgilendirdiğinden, hayatlarını etkilediğinden boş bir bilgi değildir. Fıkrada aktarılan bilgilerde alıcının beklentileri göz önünde bulundurulmuştur. Verici tarafından aktarılan bilgi (tarlaya tuz ekme, cehaletin sonucunda bir insanın/sineğin ölmesi) alıcı tarafından ilk önce bilinmeyen bir durumdur. Alıcı tarafından bilinmeyen bu durumun aktarımı vericide ilgi uyandırmıştır. Verici tarafından verilen sözce eksik bilgi içermemekte, alıcıyı kesin bir bilgiye götürmektedir. Söylenen şeyin bilgi verici ve yeterli açıklıkta olması fıkrada verici ile alıcı arasındaki iletişimi sağlamıştır. Bilgi yeterli açıklıkta olduğundan aynı zamanda tümlük yasasına da uyulmuştur. Fıkrada alıcı tarafından anlaşılması güç, örtük içerikler yoktur. Fıkrada başlanan bir iletişim tamamlanmıştır. Bu özellikleriyle fıkrada bilgi vericilik yasasına uyulmuştur. 2.2.3. Tutumbilim Yasası (fr. economique) Her söz edimi belli toplumsal, hukuksal ve ruhsal bir çerçevede meydana gelir. Söylemle ilgili yasalar bu çerçevelere bağlı olarak gelişir. Tutumbilim yasası bilgi vericilik yasasıyla yakından ilişkilidir. Tutumbilim yasasına göre söyleme eklenen her dilsel yapı söylemin anlamını etkiler, ona yeni bilgiler katar. Anlatımda bulanıklıktan kaçınma, kısa konuşma tutumbilimsel olmayı gerektirir. Yüz yüze yapılan söyleşilerde yer alan davranışsal özellikler (beden dili), dilin tutumbilimsel şekilde kullanılmasını sağlar. Bütün sözel anlatımda bu nitelikler bulunmaktadır. Dil dışı unsurlar, sözel iletişimde dilsel iletiler kadar önem kazanmaktadır. Dil dışı unsurlar, anlatımlarda dilsel iletinin gücünü arttırır. Bu unsurlar kendilerine özgü bazı nitelikleriyle iletişimi kolaylaştırır, daha anlaşılır hale getirir. Yüz yüze, karşılıklı yapılan iletişimlerde yer alan bazı tutumlar dile yansımaz. Bu tutumlar sadece sözceleme durumu içinde değerlendirilir. Sözceleme durumunun temel ögeleri alıcı ve vericinin karşılıklı bulunmasından dolayı bilindiğinden, daha kısa tümceler oluşturulacak, tutumbilimsel bir durum ortaya çıkacaktır. Sözceleme durumunun bilinmesiyle alıcı ve verici arasında kolayca iletişim sağlanır. Her doğal dilde böyle tutumbilimsel söyleyişten yararlanılır. Karşılıklı iletişim esnasında kullanılan dil, bağlama bağlı olarak kolayca anlaşılır. Böylece az kelimeyle, belirsiz anlam içeren sözcükler bağlama göre anlamlandırılarak, kolay biçimde iletişim sağlanır. Tutumbilimsel yasada verilecek her bilginin yeterli düzeyde olmasına ve yeni bir şeyler ifade edilmesine dikkat edilir. İletişim ortamına bağlı olarak, dil dışı unsurların

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

164 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü kolaylaştırıcı durumlarına bağlı çok uzun cümlelere gerek duyulmaz, kısa cümlelerle iletişim sağlanır. Yılmaz Emir tarafından derlenen ve mahalli fıkra tiplerinden Sinirkentli Deligocaoğlu adına bağlanan fıkra şöyledir: “Deligocaoğlu ticaret için gittiği İzmir’de parkta biraz oturup dinlenmek ister. Tam karşısında bir adam, bacak bacak üstüne atmış, keyifle nargile içmektedir. Deligocaoğlu adamın yanına gider, selam verip oturur. Oradan buradan derken lâfı döndürüp dolaştırıp mala mülke getirir ve sorar: -Bu fâni dünyada, bu gadar böbürlencek neyin var senin? Adam kasıla kasıla cevap verir: -Benim, der, üç yüz keçim, beş yüz goyunum var! -Geç onları, der Deligocaoğlu, malım var demeye gelmez; gurt gapar, yardan uçar… Başka neyin var? Adam ballandıra ballandıra saymaya devam eder: -Gırk dönüm tarlam, derede beş değirmenim var, deyince, Deligocaoğlu sandalyesinden doğrulur, bacak bacak üstüne atar: -Hah, şinci oldu, der; malım var demeye değer! Bi bacağını endir, bi bacağını galdır! Keyfini sür!” (Civelekoğlu, 2010: 66). Bu fıkrada yer alan bütün dilsel yapılar, söylemin anlamını etkileyerek ona yeni bilgiler katmıştır. Fıkralar sözlü anlatımın kısa türlerinden birdir. Az sözle çok ve etkili biçimde anlatım, fıkralara günlük konuşmalarda bile çok yer verilmesini sağlamaktadır. Bu yönleriyle bütün fıkralarda ekonomik olma özelliği bulunur. “Bir gün Hoca pazarda gezerken bir herife rast gelüp ‘Hoca bugün ayın üçü midir dördü midir?’ dedikte, ‘Bilmem ay alup sattığum yok’ dimiş” (Türkmen, 2013: 86) gibi çok kısa fıkralar, türün tutumbilim yasasına uygunluğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu tür kısa fıkraların sayısı çoktur. Deligocaoğlu fıkrasında kısa konuşmalar bulunmaktadır. Fıkrada Deligocaoğlu ile bir parkta yanına oturan adam arasında yüz yüze yapılan söyleşide birtakım davranışsal özellikler (beden dili-ayak ayak üstüne atma) yer almış, bu durum sözcelerde ekonomik davranmayı sağlamıştır. Dil dışı unsurlar sözel iletişimde dilsel iletiler kadar işlev üstlenmiş, dilsel iletinin de gücünü arttırmıştır. Bu unsurlar alıcı- verici arasındaki iletişimi kolaylaştırmış, daha anlaşılır hale getirmiştir. Fıkrada yüz yüze, karşılıklı yapılan iletişimde Deligocaoğlu’nun en son bacak bacak üstüne atması, yanındaki adama tek bacağını indir diğerini kaldır demesi onun zenginliğinden böbürlenen adamdan daha fazla mal sahibi olduğunu gösteren dile yansımayan tutumlardır. Bu tutumlar fıkrada sadece sözceleme durumu içinde değerlendirilebilecek tutumlardır. Bu tutumlar daha kısa tümcelerin kurulmasını sağlamış, tutumbilimsel bir durum ortaya çıkmıştır. Fıkrada karşılıklı iletişim esnasında belirsiz anlam içeren sözcükler/tutumlar bağlama göre anlamlandırılarak kolay biçimde iletişim sağlanmıştır. Fıkrada bilgi yeterli düzeyde verilmiş, yeni bir şeyler ifade edilmiştir. İletişim ortamına bağlı olarak, dil dışı unsurların kolaylaştırıcı durumlarından faydalanılmış; çok uzun cümlelere gerek duyulmamış; kısa cümleler tutumlarla desteklenerek etkin bir iletişim sağlanmıştır. 2.2.4. Arıksayış Yasası (fr. loi de litole)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 165 Bu yasa bir sözcenin sanatsal bir biçimde anlamlandırılması ve yorumlanmasını kapsar. Arıksayış yasasında bilgi farklı biçimlerde vericiye sunularak dikkati çekilir. Örneğin “Deseni çok beğenilmeyen bu gömlekler az satılıyor.” demek, “Bu grup gömlekler satılmıyor.” anlamına gelmektedir. Bu sözceler aynı zamanda tümlük yasasını tamamlamaktadır. Arıksayış yasası ile toplumsal tepkilerin azaltılması, nezaketin sağlanması, söylenmemesi gereken bilgilerin yumuşatılarak söylenmesi, açıklamaya yetkili olunmayan bilgilerin sunulması gibi işlevler yerine getirilir. Sözcelerde nezaket kuralları gereği özenli bir dil bulunmaktadır. Bir dil toplum içinde tüketilirken dilin kendi kurallarının yanı sıra toplumsal davranışlar da dile şekil verir. Dil selamlama, soru sorma, rica etme, özür dileme gibi gerekli araçları söylemin oluşumunda kullanır. İncelik veya nezaket içeren bir dil, paylaşma duygusunun oluşumuna katkıda bulunur. Alıcıya karşı gösterilen nezaket, onu bir şeyi kabul etmekte zorlamamak, birtakım seçenekler sunmak böylece onun kendisini iyi hissetmesini sağlamak demektir. İncelikle, alıcı ve verici arasındaki ilişkide meydana gelebilecek uyuşmazlıklar giderilmiş olur. Nezaket bazı durumlarda açıklık ilkesinden uzaklaşmaya da neden olabilir. Çünkü bazen her şeyi olduğu gibi açıkça anlatmak, nezaket kurallarının dışına çıkmayı gerektirebilir. İbrahim Kılınç tarafından derlenen “Yörüğün Ölüsü Bu Kadar Olur!” adlı fıkra şöyledir: “İki yörük kardeş, Kasım ayında yayladan dönmek üzere göçü sararlar. Tam bu sırada ihtiyar ve hasta olan babası rahatsızlanır. İki kardeş babalarını nöbetleşe sırtlayarak karşı köydeki hocaya okutmak üzere yola koyulurlar. Bir süre sonra babalarını taşırken yorulurlar ve dinlenmek için bir ağacının gölgesinde mola verirler. Tam bu sırada bakarlar ki babaları[nın] nefes alıp vermekte zorlandığını görürler. Durumdan sıkılan yörük kardeşlerden biri: - Ağabey babam öldü daha fazla taşımaya gerek yok. Bence buraya gömelim der. Buna zaten hazır olan ağabey ‘tamam’ der ve adamcağızı gömmeye başlarlar. Durumu anlayan ihtiyar çocuklarına dönerek zar zor: - Yavrum ben ölmedim daha ne yapıyorsunuz durun! der. Göç yolda hazır olduğundan yola çıkmak için acele eden yörükler, telaşla babalarına dönerek: - Baba sen kendini bilmezsin. Yörüğün ölüsü güz ayında bu kadar olur derler ve babalarını diri diri gömerek göçe yetişirler” (Kılınç, 2010: 99). Bu fıkra, sanatsal bir biçimde anlamlandırılmayı ve yorumlanmayı gerektirir. Fıkrada verilen mesaj, alışılmışın dışında farklı biçimde vericiye sunulmuştur. Göç etme zamanı gelen çocuklar, babalarının hastalığı nedeniyle göçe katılamamışlar. Babaları ölmemesine rağmen bir an önce ölmesini beklemişler, bu gerçekleşmeyince de hastalığının arttığı bir dönemde göçten geri kalmamak için onu diri diri gömmüşlerdir. Böylece fıkra, büyüklerine (anne/baba vb.) karşı görevlerini yerine getirmeyen insanlara (iki kardeş) toplumsal tepkileri azaltma işlevini yerine getirmektedir. Yapılmaması (hasta olan babayı diri diri gömme) gereken davranışlar yumuşatılarak, bir gerekçeye dayandırılmaya çalışılarak (göçe katılma) verilmiştir. Fıkrada öne sürülen gerekçe (göçten geri kalmamak) ile yapılan yanlış davranışın (babayı diri diri gömme) büyüklüğü, küçültülmeye çalışılmıştır. Buna uygun özenli bir dil yer almıştır. Fıkradaki incelik/nezaket içeren dil, vericinin verdiği bilgiye

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

166 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü karşı alıcının tutumunu etkilemektedir. Alıcıya karşı kullanılan bu dil, onu bir şeyi (babanın ölümünü meşru gösterme) kabul etmeye zorlamıştır. Verici böylece kendisini iyi hissetmeye çalışmıştır. Bu özenli dille açıklık ilkesinden de uzaklaşılmıştır. Fıkrada her şeyi olduğu gibi açıkça anlatmak (babayı bilerek diri diri gömme), vericiyi toplumsal baskı altına sokacaktır. 2.2.5. İlgi Yasası (fr. loi d’interet) İlgi yasasına göre bir sözce onu ilgilendiren alıcıya hitap eder. Konuşulan şey alıcıyı ilgilendirmiyorsa, ona söylenmesine gerek yoktur. İlgi yasası bize tanımadığımız biriyle konuşmanın neden zor olduğunu da böylece açıklamış olur. Alıcı, vericiyle bir ilişki kurmaya çalıştığında vericinin ne ile ilgilendiğini bilmelidir. Bunun için her söylem, kendisini ilgilendiren bir alıcıya söylenir. “Acıktıysan yemek hazır.” tümcesi, acıkmayan bir kişiye söylenmez. Tümce alıcının beklentisine göre söylenmiştir. Bildiri iki kısımdan oluşmuş, ikinci kısım önceki kısmı açıklamaya yönelik olarak kullanılmıştır. Bu tür söylemlerde verici, alıcı tarafından ihtiyaç duyulan, ilgilenilen bir şeyi söyler. Erzurum’un yetiştirmiş olduğu ünlü mahalli fıkra tiplerinden biri olan Naim Hoca ile ilgili şöyle bir fıkra anlatılır: “Naim Hoca, bir gün namaz kıldırırken abdesti kaçar. Cemaate çaktırmadan dışarı çıkar, kapıyı kitler. Abdest alıp geri döner. Cemaatten biri sorar: ‘Hocam, nere getdin?’ Der ki: ‘Abdest aldım.’ ‘Peki niye kapıyı kitledin?’ Hoca der ki: ‘Hemi gavatlar, ben gidim, siz de peşimden kaçasız.” (Kotan, 2012: 1801-1802). Fıkrada kullanılan her bir sözce, onu ilgilendiren alıcı (cemaat)’ya hitap etmiştir. Naim Hoca tarafından konuşulan şey, alıcı durumundaki cemaati ilgilendirdiğinden bir söylemsel değere sahiptir. Fıkraya göre bir cami imamının birinci derecede muhatabı, cami cemaatidir. İmam ile cemaat arasında meydana gelen söyleşim, iletişimi kolaylaştırmıştır. Naim Hoca’nın söyleşimde bulunduğu kişilerin tanımadığı birileri olması durumunda konuşma zor olacaktı. Alıcı (cemaat), verici (Naim Hoca) ile bir ilişki kurmaya çalışmakta ve alıcı vericinin ne ile ilgilendiğini bilmektedir. Fıkrada “Her söylem, kendisini ilgilendiren bir alıcıya söylenir.” kuralı görülmektedir. Hoca’nın muhatabı camiye gelmeyen kişiler değildir. İlk fırsatta camiden dışarı çıkmayı bekleyen cemaat, fıkrayı anlamlı hale getirmektedir. Fıkrada söylem geliştirilirken alıcının beklentisi göz önünde bulundurulmuştur. Naim Hoca’nın kapıyı kilitlemesinin nedeni, bir an önce camiyi terk etmeyi bekleyen cemaattir. Bu neden, ilk kısımda dile getirilen kapıyı kilitlemenin açıklaması olmuştur. Verici, alıcı tarafından ihtiyaç duyulan, ilgilenilen bir şeyi söylemiştir. 2.2.6. Diziliş Yasası (fr. loi d’enchainement) İki sözcenin belli bir diziliş esasına göre bir araya gelmesi söylem için önemlidir. Art arda gelen iki tümce tek bir bilgiyi içerdiğinde belli bir mantıksal sırayı takip eder. Bu sıralamanın değişmesi anlamı değiştirir. Örneğin “Ali düzenli olarak derslerine

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 167 çalışıyor; çünkü sınıfta kalmaktan korkuyor.” sözcesinde iki önerme birlikte verilmiştir. İkisi bir bütünlük oluşturmaktadır. Aynı sözce “Ali düzenli olarak derslerine çalışıyor; çünkü yeniden sınıfta kalmaktan korkuyor.” biçiminde oluşturulduğunda Ali’nin daha önce düzenli olarak ders çalışmadığı ve sınıfta kaldığı anlamı çıkmaktadır. Bu bakımdan ilk önerinin sebebinin anlaşılması ikinci öneriye bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Konuşmalarda alıcı ve verici arasındaki etkileşimin devam etmesini sağlayan bir sıra alış düzeni vardır. Sıra alış düzeninde söz kesme, uzun/kısa süren boşluklar, çakışmalar gibi ögeler sıra alış düzenini etkiler. Sıra alışlar, konuşmacı tarafından inşa edilir. Kelime/tümce/ifade içeren bu ögeler, birim ünitesi olarak adlandırılır. Bunların yanı sıra tek bir konuşmacının söz aldığı, konuşmacıların sıra alışlarının değiştiği durumlar da vardır (Atakan, 2012: 3). Evrensel fıkra kahramanı ünlü bilge Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası şöyledir: “Bir gün Hoca pazara bir inek götürüp gezdirir satamaz. Birisi gelüp ‘Bu ineği niçün satmazsun?’ der. Hoca ‘Sabahdan berü gezdiririm ve bu kadar medh ettim, satamadım’ deyince heman herif ineği alup, ‘Kızoğlan kız altı aylık gebedir’ diyerek gezdirmeye başlar. O sırada müşteriler gelüp tolgun baha ile alurlar. Hoca taaccüb ederek ineğin akçesini alup evine gelür. Meğer Hoca’nın kızına görücüler gelmiş. Karısı, ‘Hoca kızını göriciler geldi’ deyince ‘Sen azıcık tur ben anların yanında olayum ve iktiza etdikçe medh belki beğenip alalar’ deyüp göricilerin yanına gelür. Hoca’ya ‘Sen kadınların yanında ne ararsın? Var git anası gelsün’ dediklerinde Hoca ‘Anası kıza hidmet göstermekden hünerlerine baktığı yok, biz ehl-i tecrübe olduğumuzdan daima hünerlerine nazar ederiz, sual edecek isenüz benden sual edün’ der. Hoca ‘Kızoğlan kız altı aylık gebe eğer öyle çıkmazsa mal benimdir’ deyince heman kadınlar birbirlerine bakup savuşurlar. Hoca’nın karısı, ‘Koca niçün böyle söyleyüp göricileri kaçırdın?’ der. Hoca, ‘Sen esef etme bütün vilayeti gezseler bu vasıfda kız bulmayup yine gelürler, eğer ineği öyle medh etmeyelerdi kimse almazdı’ dimiş” (Türkmen, 2013: 106). Fıkrada iki olay peş peşe gelmiştir. Birinci olayda Hoca’nın ineğini satması, ikincisinde görücülerin Hoca’nın kızını istemeye gelmeleri anlatılmıştır. İki olay belli bir diziliş esasına göre bir araya gelmiştir. Art arda gelen iki söylem tek bir bilgiyi içermiş, belli bir mantıksal sırayı takip etmiştir. Bu iki olayın sıralamasının değişmesi, anlamı değiştirecektir. İkinci olayda Hoca’nın kızını görücülere methetmek için söylediği sözler, ilk olayla birlikte bir anlam kazanmaktadır. Bu bakımdan ikinci olayın sebebinin anlaşılması ilk olaya bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Fıkrada Hoca ile diğer kişiler arasındaki konuşmalarda alıcı ve verici arasındaki etkileşimin devam etmesini sağlayan bir sıra alış düzeni vardır. Söylem yasalarının fıkra türlerindeki yerini değerlendirmek amacıyla yukarıda verilen fıkralar tesadüfen alınmıştır. Bir kurala uyan fıkra özellikle seçilmemiştir. Ancak, buna rağmen verilen her fıkranın içinde değerlendirildiği yasayla yakından ilişkili olduğu görülmüştür. Yukarıdaki fıkraların ele alındığı söylem yasaları değiştirildiğinde de benzer sonuçlar çıkacaktır. Söylem yasalarının diğer folklor ürünlerindeki varlığının değerlendirilmesi ilginç sonuçlar verecektir. Fıkra üzerinde tarafımızdan yapılan bu deneme konuya kapı aralamıştır. Sonuç Söylem kelimesi uzun zamandan beri dilimizde farklı bağlamlardaki işleviyle karşımıza çıkmaktadır. Terim farklı alanlarda tanınmış kişiler tarafından sıkça tüketilmektedir. Söylem bir dilin gerçek konuşma ortamında bir konuşucu ve onun alıcısı tarafından kullanılmasıdır. Bir dilin bireysel tüketimi dilin söyleme dönüşmesini

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

168 Söylem Yasaları Bağlamında Fıkra Türü sağlamaktadır. Bir söylemde bulunması gerekli birtakım ilkeler vardır. Bu ilkeler söylem yasaları olarak adlandırılmaktadır. Söylem yasaları ile ilgili olarak birçok araştırmacı tarafından farklı yaklaşımlar geliştirilmiştir. Çalışmamızda fıkra türünün oluşmasında söylem yasaların varlığı ile ilgili olarak şu sonuçlara varılmıştır: a. Fıkralar, verici ile alıcı arasında oluşan izleği en kısa yoldan ve en doğru şekilde verir. Fıkrada verici tarafında verilen bilgiler, alıcıyı doğrudan ilgilendiren, alıcının günlük hayatında ona yarayan bilgilerdir. Fıkradaki söylemin tam ve doğru anlaşılması geneli kapsayıcı bir bilgiyi de zorunlu kılar. b. Fıkra, alıcısına bir bilgiyi aktarır. Aktarılmak istenen bilgi, alıcıyı ilgilendirdiğinden boş bir bilgi değildir. Bu bilgide alıcının beklentileri göz önünde bulundurulur. Söylenen şeyin bilgi verici ve yeterli açıklıkta olması fıkrada verici ile alıcı arasındaki iletişimi sağlar. Fıkrada alıcı tarafından anlaşılması güç örtük içerikler yoktur. c. Bir fıkrada yer alan bütün dilsel yapılar, söylemin anlamını etkileyerek ona yeni bilgiler katar. Fıkralar sözel anlatımın kısa türlerinden biridir. Az sözle çok ve etkili biçimde anlatım, fıkralara günlük konuşmalarda bile çok yer verilmesini sağlamaktadır. Bu yönleriyle bütün fıkralarda ekonomik olma özelliği bulunur. Dil dışı unsurlar, alıcı- verici arasındaki iletişimi kolaylaştırır. d. Bir fıkra, sanatsal bir biçimde anlamlandırılmayı ve yorumlanmayı gerektirir. Fıkrada verilen mesaj, alışılmışın dışında farklı biçimde vericiye sunulur. Fıkralarda yapılmaması gereken bazı davranışlar yumuşatılarak sunulur. Alıcıya karşı kullanılan incelikli dil, onu bir şeyi kabul etmeye zorlar. e. Fıkrada kullanılan her bir sözce, onu ilgilendiren alıcıya hitap eder. Verici tarafından konuşulan şey, alıcıyı ilgilendirdiğinden bir söylemsel değere sahiptir. f. Fıkralarda genellikle peş peşe gelen olaylar belli bir diziliş esasına göre bir araya gelir. Art arda gelen söylemler belli bir mantıksal sırayı takip eder. Bu söylemlerin sıralamalarının değişmesi anlamı değiştirir. Yukarıda sıralanan söylemsel özellikler fıkra türünün etkin ve popüler olmasını sağlayan niteliklerden birkaçıdır. Mevcut söylem ilkelerinin farklı folklor ürünlerinde değerlendirilmesi, konuya yeni katkılar sağlayacaktır.

Kaynaklar Akpınar, B. (2007). Sivas Fıkraları (Yapı, İşlev, Bağlam). Yüksek Lisans Tezi. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı. Arkonaç, S. A. & Paker, O. (2012). Türkiye’de Kadın ve Modernite: Söylem Analizi ile Yaklaşım. Söylem Çalışmaları (ed. Sibel Arkonaç). 105-120. Ankara: Nobel Yayınları. Atakan, M. (2012). “Sıra Alış” Sistemine Bir Bakış Çiftlerin Gündelik Konuşmalarından Kesitler. Söylem Çalışmaları (ed. Sibel Arkonaç). 3-11. Ankara: Nobel Yayınları. Aygül, Z. (2016). Türkiyeli Erkeklerin Karşılıklı Gündelik Konuşmalarında “Erkek Olmak” Üzerine Anlam Kuruşlarının İncelenmesi. Söylem Araştırmaları (hzl. Sibel A. Arkonaç). 31-84. İstanbul: Hiperlink Yayınları. Bahtin, M. M. (2016). Söylem Türleri ve Başka Yazılar. İstanbul: Metis Yayınları. Başaran, U. (2011). Ahmet Şükrü Esen Defterlerinde Anonim Türk Halk Edebiyatı Ürünleri (Atasözü-Beddua-Bilmece-Deyim-Dua-Tekerleme-Fıkra) (İnceleme-Metinler). Yüksek Lisans Tezi. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Mehmet Emin BARS 169 Başgöz, İ. (1986). Fıkralarımız Üstüne. Folklor Yazıları. İstanbul: Adam Yayınları. 138-144. Boratav, P. N. (1999). 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı. İstanbul: Gerçek Yayınevi. Boratav, P. N. (2017). Halk Dilinde Hiciv ve Mizah. Folklor ve Edebiyat II. Ankara: BilgeSu Yayıncılık. 303-307. Buğra, G. (2005). Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre ‘Fıkra’nın ‘Pazarlama’ Sektöründe Dönüşümü ve Fonksiyonları. Millî Folklor, 67, 94-97. Civelekoğlu, E. (2010). Sinirkent Fıkraları Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı. Çoker, Ç. (2012). Bir Cinayet, “Tehdit” ve “Biz”: Bir Açıklayıcı Repertuvar Çalışması. Söylem Çalışmaları (ed. Sibel Arkonaç). 33-58. Ankara: Nobel Yayınları. Ducrot, O. (1972). Dire et Ne Pas Dire. Principe de Semantique Linguistique, Paris: Hermann. Elçin, Ş. (2004). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları. Günay, V. D. (2013). Söylem Çözümlemesi. İstanbul: Papatya Yayıncılık. Gür, N. (2007). Sanal Anlatıda Eksik Kılınmış Bir Portre: Temel ve Hikâyesi. Millî Folklor, 75, 91-94. Kılınç, N. (2010). Antalya Yöresi Yörük Fıkraları Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı. Kotan, Y. (2012). Mahalli Fıkra Tipine Bir Örnek: Erzurumlu Naim Hoca. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 7/3, 1791-1802. Rayman, H. (2010). Halk Edebiyatı Anlatı Türleri. Ankara: Gazi Kitabevi. Şahin, H. İ. (2014). “Gelenek, Gülme ve Şaka”. Millî Folklor, 101, 237-251. Şimşek, E. (2015). “Türk Halk Edebiyatı Anlatı Türleri İçerisinde Fıkraların Yeri”. Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, 6, 195-234. Türkmen, F. (2013). Seyyid Burhaneddin Çelebi Nasreddin Hoca Latifeleri (Burhaniye Tercümesi). İstanbul: Büyüyenay Yayınları. Yıldırım, D. (1998). Fıkra Türü. Türk Bitiği. Ankara: Akçağ Yayınları. 221-231.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Salimova, A. M. (2019). Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-Nazariy.Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 170-178.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 170-178. DOI:http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut273 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 21.02.2019 ║Kabul Tarihi: 08.04.2019

Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-Nazariy Tadqiqi Kaşgarlı Mahmud'un Divan’ındaki Tesevvuf Terimlerinin Tetkiki Analysis of The Terms Tesevvuf in The Work of Kashgar Mahmud's 'Divan'

Axadova Maxbuba SALIMOVNA*

Rezume Maqolada XI asrning noyob yodgorligi “Devonu lug’otit-turk” (DLT) asarida o’zbek tilidagi tasavvuf ilmiga oid tushunchalarni anglatuvchi terminlarning ifodalanishi, ularning hozirgi o’zbek tilidagi shakllari haqidagi fikrlar bayon qilingan.Bu mavzu o’zbek tilida ilk marotaba tadqiq qilinishi nuqtayi nazaridan o’ta ahamiyatlidir. Ayniqsa, “Devonu lug’otit-turk” asari tilida uchragan tasavvuf terminlarining bugungi kunda O’zbek tilida istemolda bo’lgan ammo ma’nosi yaxshi izohlanmagan bir qancha so’zlarn’ng ma’nosini tushunishga yordam beradi. Jumladan, Turkiyshunoslikda ham ushbu mavzuga juda kam tilshunos olimlar murojaat qilishgan. Bu tadqiqot kelajakda ham mumtoz adabiyot, ham Tasavvuf terminlari lug’ati uchun ham foydali manba bo’la oladi. Bundan tashqari “Devonu lug’otit-turk” asari tilidagi tesavvuf terminlari Alisher Navoiy, So’fiy Olloyor, Yusuf Hos Hojib, Yunus Emro va boshqa adiblarning asarlari tili bilan qiyoslanmoqdadir. Kalit So’zlar: DLT, Özbek Tili,, Tasavvuf İlmi,Turkiy Tasavvufiy Mazmun, Tasavvufiy İstiloh.

Öz Bu makalede XI. yüzyılın paha biçilmez eseri “Dîvânu Lugât’it-Türk (DLT)”te geçen ve tasavvufla ilgili anlamları olan terimler ve bu terimlerin kullanımı ve modern Özbek Türkçesindeki şekilleri üzerinde durulmaktadır. “Dîvânu Lugât’it-Türk”te yer alan tesevvuf terimleri Ali Şir Nevayi, Süfi Allayar, Yusuf Has Hacip, Yunus Emre ve başka yazarların eserlerinde kullanılmış sözlerle karşılaştırılmaktadır. Bu konu, Özbek Türkçesindeki ilk araştırılmalardan olması bakımından oldukça önemlidir. Türkolojide de bu konuyla çok az dilbilimci ilgilenmiştir. “Dîvânu Lugât’it-Türk”te yer alan tasavvuf terimlerinin dil bakımından incelenmesinin günümüz Özbek Türkçesinde kullanılmakta olan ama anlamları tam olarak açıklanamayan birçok sözcüğün mana özelliklerinin ortaya konulmasında önemli

*Doktora Öğrencisi, Mirzo Ulugbek Taşkent Devlet Üniversitesi, Taşkent-Özbekistan. Elmek: [email protected], ORCID: https://orcid.org/0000-0001-8752-3493 Axadova Maxbuba SALIMOVNA 171 katkısı olacaktır. Hem Divan Edebiyatı için hem de Türkolojide ileride hazırlanabilecek Büyük Tasavvuf Terimleri Sözlüğü için yararlı bir malzeme sunacaktır. Anahtar kelimeler: DLT, Özbek Dili, Tasavvuf, Türk Tasavvuf Şiiri, Tasavvuf Terimleri.

Abstract The significance of suffistic words and expressions given in the unique herritage “Devony dictionary at-turk (DLT)” written in XI the century and topecalily in using them in were observed in the article. This article is very important in terms of the first research in Uzbek Turkish. In particular, the study of the terms of the syllable in “Devony dictionary at-turk” will be useful to understand the mana characteristics of many words which are in force in today's Uzbek Turkish, but whose meanings are not thoroughly explained. For example, in , very few linguists have applied to this subject. It will be a useful material for both the Divan Literature and the Grand Virtues of Glossary. The terms of “Devony dictionary at-turk” in Turkish language are compared with the words used in the works of Ali Şir Nevayi, Süfi Allayar, Yusuf Has Hacip, Yunus Emre and other authors. Keywords:DLT, Uzbek Language , Sufism, Suffistic Turkish Poetry, Siffistic Terminology.

Giriş Mahmud Qoshg’ariyning “Devonu lug’otit-turk” asari nafaqat lug’at, balki o’rta asr turkiy tillarining fonetika, morfologiya, leksika va dialektologiyasini mukammal izohlab bergan to’la ma’nodagi filologik asardir. M. Qoshg’ariy o’z qomusiy asarini ko’p yillar yurtma-yurt yurib, xalq og’zidan to’plagan materiallari asosida tuzganligi ma’lum. Bu usul bir tarafdan o’sha davr tilidagi butun so’zlarni va har qanday so’z turlarini mukammal qamrab olishga imkon bergan bo’lsa, ayni paytda to’plangan materiallar tilning har bir sohasiga doir boy namunalar to’plami bo’lib ham xizmat qilgan. Hozirgi o’zbek tilida tasavvuf sohasiga xos ma’lum tushunchani anglatuvchi lug’aviy birliklar lug’atda qay tarzda ifodalanganligini tahlil qilamiz. Umumiy tilda diniy tushunchalarni anglatadigan tasavvuf so’zlari ham lug’atda uchraydi. Misol uchun: namozi asr(kun botishdan oldingi namoz) vaqti ikindi(I, 158) so’zi vositasida ifodalangan yoki Olloh kalimasi o’rnida Ezї, Bajat, Тenrї ishlatilgan. So’fiy Allohning oshig’idir. Тurkiy tasavvuf she’riyatining vakili Yunus Emro Haq oshiqlari tilidan: «Ishqing oldi mandin mani, manga san keraksan san. Jismim yonur kecha-kunduz, menga san keraksan, san», degan. Shu o’rinda ulug’ Yassaviyning so’zlarini ham esga olamiz: «Ishq balosi boshga tushsa nolon qilur, aqling olib, behush qilib hayron qilur...». Haqiqatdan ham, tasavvuf ummoniga chuqurroq sho’ng’igan sari ilohiy ishq g’avg’osidan o’shancha ko’p hayronliq paydo bo’ladi. «Devon»1da “Ishq va shavqning qo’zg’olishi, hayajonga kelishi…” ma’nosini ifodalaydigan ÿzik so’zi berilgan. Bu so’zning ma’nosini yorituvchi misol quyidagichadir: ÿzik meni qumitti Saqїnch menä jymїtti

1Qoshg’ariy M. Devonu lug’otit - turk (Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom(tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). – Тoshkent: “O’zSSSR Fanlar akademiyasi”. 1960 – 1963.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

172 Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-NazariyTadqiqi

(Sevgilimga bo’lgan shavq va muhabbat meni hayajonga soldi. Qayg’ular menga to’plandi(I, 99). Тamu – do’zax, tamug’//tabug’ Maqolda shunday kelgan: tamu qapug’in achar tawar pora do’zax eshigini ochadi, nega boshqalar ochmas ekan. Bu maqol ish bitishini istagan odam pora berishi kerak degan ma’noda qo’llanadi(I, 354). Ushbu ma’noni ifodalash uchun asarlarida Alisher Navoiy, asosan, do’zax so’zini qo’llagan: kimki bo’lur bir sharoring fosh anga, do’zax o’ti bo’lgusi podosh anga. Ya’ni, «biror yomonlig’ing, zararingni yashiraman deb o’ylamagin. Alloh bilguvchidir va bu yomonlig’ing uchun, albatta, do’zax o’tida jazolanasan». Тamu so’zi hozir ham tamug’ shaklida qo’llanadi. Shoir asarlarida “do’zax” ma’nosida ba’zan tamug’ ishlatilganligini ham uchratish mumkin: avfing aning tutmasang ummidsan, balki tamug’ o’tida jovidsan. Mazkur baytning ma’nosi quyidagicha:“agar gunohlaringni Alloh kechirishini so’ramasang va umid qilmasang, qilmishing uchun do’zax olovida kuyishing tayindir”. Lug’atda berilgan tapug’ so’zining ham tasavvuf ilmiga aloqadorligi bor va qadimda quyidagi ma’noda qo’llangan: tapug’ – xizmat qilish, toat ibodat qilish. teңri tabug’i – xudoga toat qilish (I, 354) tarzida izohlangan. Bu so’z hozirgi tilda ishlatilmasa-da, mumtoz adabiyot namunalarida qo’llanilgan. A. Navoiy asarlarida tabug’//tabuqdan yasalgan tabuqchi, tabunmoq, tabing’u shakllari uchraydi: aylab tabug’, hamisha turub bir ayog’da(ma’nosi:(Alloh jamoliga maftun oshiq) hamisha bir oyoqda turib mashuqasiga kecha-yu kunduz toat-ibodat qilguvchidir, sig’inguvchidir). Insonning havoyi nafsining kuyiga kirmaslik, uni yengib shariat va tariqat talablariga muvofiq yashash uchun jahd ila qilgan harakati mazmunini ifodalovchi riyozat, jihot//mujohada, sabr istilohlariga yaqin ma’noda qo’llangan mizig’ so’zi lug’atda quyidagicha izohlangan: mїzїg’ – bir narsadan tiyish, man qilish, qaytarish(I, 354). Bu so’z hozir tiy(ish)//(tiy(moq) tarzida qo’llanadi. A. Navoiy va boshqa klassiklar asarlarida ham shunday shaklda uchraydi: Тiymagil devona ko’nglumniki, rasvo bo’lma deb, Oshiq o’lg’aymu edi ul telba rasvo bo’lmasa. (Mazmuni: devona ko’nglimni «rasvo bo’lmagin» deb man qilmagin, agar u aslida rasvo bo’lmasa, oshiq bo’lmas edi). Lug’atda tasavvufga aloqador shaxs nomlarini ifodalovchi quyidagi esh – esh; hamroh, o’rtoq; alohida tabiatli kishilarga nisbatan ham eshlik deyiladi(I, 81); telwä – devona, telba(I, 402); qam – fusungar, kohin(III, 172); aqї – saxiy, qo’li ochiq(I, 116); umduchi – so’rovchi(darvish) (I, 146); tabuqchї – ibodat qiluvchi(I, 354); achїq – oriq, zaif (o’g’uzcha va qipchoqcha)(I, 97) kabi so’zlar keltirilganligiga guvoh bo’linadi.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Axadova Maxbuba SALIMOVNA 173 «Devonu lug’otit-turk»da payg’ambar so’zi berilmagan, (näbi(nabi) lug’atga kiritilgan). Bundan ko’rinadiki, bu so’z o’sha davrlarda butunlay qo’llanilmagan, yoki kam qo’llanuvchi so’z hisoblangan. Uning o’rnida bizningcha, yalovoch so’zi faolroq ishlatilgan bo’lishi kerak(Yusuf Yalovoch kabi.) Yalovoch so’zi lug’atda quyidagicha izohlangan: jalawach – payg’ambar. Bu so’zning jalavach varianti ham bor. Yalovoch so’zi sof turkiy so’z, lekin hozirgi tilimizda o’ta kam qo’llanadigan so’zlar qatoriga o’tib qolgan(«O’zbek tilining izohli lug’at»2larida ham izohi berilmagan). Тurkiy so’z hisoblangan savchi esa “Allohning xabarchisi” ma’nosida umuman qo’llanilmaydigan holatga kelgan. Hozirgi o’zbek adabiy tilida o’zlashma so’zlar – fors-tojik tilidan o’zlashgan “xabar keltiruvchi”ma’nosidagi payg’ambar, arabcha nabiy, “elchi” ma’nosini anglatuvchi rasul(ilohiy kitob nozil qilingan payg’ambar) faol qo’llanuvchi so’zlar hisoblanadi. Ma’nolari «Hozirgi o’zbek tili faol so’zlarining izohli lug’ati»3da ham izohlangan. Shu davrda “Allohning xabarchisi” ma’nosini ifodalagan asl turkiy elchi so’zi hozir tilimizda “diplomatik vakillarning eng katta martabasi, unvoni va shu unvonga ega bo’lgan kishi” mazmunini anglatadi. Тelÿ – telba, tentak(o’g’uzcha)(ishq bilan bog’liq) Тelÿ so’zi ham tasavvufga aloqador. Yuqoridagi so’z izohidan ham ko’rinib turibdiki, hozirgi telba so’zi ana shu telÿ o’zagidan olingan. A. Navoiy asarlarida telba shakli uchraydi. Bazmdagi qari-yu gar xud yigit, Maydin o’lub har biri bir telbai it. (Mazmuni: Darveshlar bazmida ishtirok etgan odam, yosh-qariligidan qat’i nazar, Haq ishqidan mast bo’lgan oshiq telba kabi giryondir). Ba’zi asarlarda bu so’z taluy shaklida uchraydi va dengizga nisbat beriladi.4 Bu bejiz emas. Dengiz to’lqinlarining telbavor tartibsiz harakat qilib uchragan narsani g’arq qilishiga o’xshatish ma’nosida taluy deyiladi. Lug’atdagi eski turkiy til namunalarini o’rganish shuni ko’rsatadiki, til taraqqiyotining avvalgi davrlarida iste’molda bo’lgan lug’aviy birlik vaqt o’tishi bilan shaklan o’zgarishsiz(yoki qisman o’zgargan) holda, lekin leksik ma’nosi butunlay o’zgargan tarzda hozirgi o’zbek tilida qo’llanadi. Bunday lug’aviy ma’nosi o’zgargan so’zlar lug’atda ko’p uchraydi. Misol uchun, sergäk so’zining izohi lug’atda shunday berilgan: sergäk – mastlikdan egilish, qiyshayish, sollanish, gandiraklash äsro’ksergädi – mast gandirakladi, sollandi (II, 334).

2 O’zbek tilining izohli lug’ati. Ikki tomlik. I, II tom. (tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). - Тoshkent: “O’zSSR Fanlar akademiyasi”, 1960 – 1963; O’zbek tilining izohli lug’ati. Besh tomlik. (I, II, III, IV, V tom). - Тoshkent: 2008. 3 A. Hojiyev, A. Nurmonov va b. Hozirgi o’zbek tili faol so’zlarining izohli lug’ati. – Toshkent: “Sharq”. 2001. 4 S. Ye. Malov, Pamyatniki drevnetyurkska pismennost, M., 1951, str. 27. 34.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

174 Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-NazariyTadqiqi

Sergak shaklidagi so’z o’zbek tilida mavjud, lekin qizig’i shundaki, bu so’z tilimizda yuqoridagi mazmunni emas, butunlay teskari ma’noni ifodalaydi. Mana uning lug’atdagi izohi: sergak 1. tez, darhol sezadigan; sezgir, ziyrak, xushyor. Sergak soqchi. Sergak bo’lmoq. Kiyikdek sergagu xushyor chavandoz, Qadam qo’yganda tog’ qilgan ovoz. (Habibiy: [Madamin:] Bu o’rinda Yusuf Хos Hojibning “Qutadg’u bilig” asari qahramonini esga olamiz. Asar qahramoni O’zg’urmish - toat-ibodat qiluvchi zohid. U qanoat timsoli. Ma’lumki, uning O’zg’urmish ismi “sergaklantiruvchi, ogohlantiruvchi” ma’nosini anglatadi. Тariqatni ixtiyor qilgan inson oshiq darvishdir. Alloh jamolidan hayronlik holi orif oshiq ko’nglidagi doimiy holat. Mansur Хalloj, Mashrab kabi muhabbat mayidan mast so’fiylarning jununi – Alloh ishqi hosilasi. Demak, tasavvufda mast bilan sergak so’zining bir tushunchani ifodalashi tasodifiy emas. Hozirgi o’zbek tili umumleksikasida sergak so’zining qadimda “ziyrak, xushyor” ma’nosini anglatishi tasavvuf ilmi bilan bog’liq. U ilohiy ishqdan mast oshiqning ahvoli-ruhiyasini ifodalaydi. Eski turkiy tilda “mast, sarxush” ma’nosini esrÿk so’zi ham ifodalagan. Bu lug’atda qayd etilgan: esrÿk – mast, sarxush(I, 129) tarzida. Esrÿk so’zining qoldig’i hozirgi o’zbek tilining o’g’uz shevalarida esermoq tarkibida saqlanib qolgan. Bu so’z ham “gerdaymoq, erishgan yutug’idan mast bo’lmoq, o’zidan ketmoq, atrofidagilarni ko’rmaslik” ma’nosida Хorazm shevalarida qo’llanadi. esrÿk o’g’uzcha so’z. Negadir aksariyat lug’atda berilgan o’g’uzcha so’zlar hozirgi o’zbek adabiy tilida qo’llanmaydigan holga kelgan. «Devon»5da teshїk so’zi ham teshїk – ochko’z, qornito’yadi-yu, ko’zi to’ymaydi(I, 368) tarzida izohlangan. Bu so’z hozir “teshilgan joy, kovak, o’yiq. Ignaning teshigi” ma’nosida qo’llanadi. Yuqoridagi ma’nolar bir qarashda guyo bir-biriga bog’liqmasday ko’rinadi. Bizningcha, teshik so’zi “teshilgan joy, kovak” ma’nosini o’sha davrda ham ifodalagan bo’lishi kerak. Bu ma’no so’zning bosh ma’nosi bo’lgan, “ochko’z, qorni to’yadi-yu, ko’zi to’ymaydi” esa shu ma’nodan metafora asosida urchigan ma’nosidir. “Тeshilgan joy, kovak” ma’nosi lug’atda negadir tushirib qoldirilgan. Тeshik so’zi “ochko’z” ma’nosida hozirgi o’zbek adabiy tilida qo’llanilmaydi. Dialektlarda ham ishlatilishi kuzatilmaydi. Őtrÿk so’zini leksik ma’nosini o’zgartirgan so’zlar qatoriga kiritish mumkin. Bu so’z hozirgi o’zbek adabiy tilida iste’molda bo’lmasada, qipchoq shevalarida «Devon»6da berilgan ma’nosida aynan qo’llaniladi. Uning izohi lug’atda shunday berilgan: ötrÿk – hiylagar, aldamchi, ayyor, yolg’onchi(o’g’uzcha) (I, 127). «Devonu lug’otit-turk»da “parda” ma’nosini anglatuvchi örtÿk so’zi ham mavjud:

5Qoshg’ariy M. Devonu lug’otit - turk (Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom(tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). – Тoshkent: “O’zSSSR Fanlar akademiyasi”. 1960 – 1963. 6Qoshg’ariy M. Devonu lug’otit - turk (Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom(tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). – Тoshkent: “O’zSSSR Fanlar akademiyasi”. 1960 – 1963.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Axadova Maxbuba SALIMOVNA 175 örtÿk– parda, o’rtuk; masalan: egar pardasi(yopig’i); katta odamlarning qabrlari ustiga yopilgan ipaklik va yopiladigan boshqa har narsaga ham shunday deyiladi (I, 128). Izohlarni keltirishimizdan maqsad ötrÿk va örtÿk so’zlarining kelib chiqishida va lug’aviy ma’nolarida bog’liqlik bo’lishi mumkin, degan taxminni keltirmoqchimiz. Chunki, davr o’tishi bilan ma’lum sababga ko’ra tovush o’zgarishi – “t” va “r” undosh tovushlarining o’rin almashishi, ya’ni metateza hodisasi yuz bergan bo’lishi mumkin: yomg’ir-yog’mir, tuproq-turpoq, aylanmoq-aynalmoq so’zlarida bo’lgani kabi. Тasavvuf ilmida parda(arab.hijob) tushunchasi bor. Bu tushunchaga ko’ra “hijob – parda, to’siq. Oshiqni ma’shuqasidan ajratadigan yoki yiroqlashtiradigan parda. Dunyo va oxiratga oid tama’ va niyatlar insonni Allohdan ajratuvchi hijoblardir. Nafs mayllari va shular tufayli tug’iladigan katta-kichik gunohlar ham Haq va solik orasini to’sib turuvchi hijoblar hisoblanadi. “Alloh ila qo’l orasida nurdan va qorong’ulikdan maydonga kelmish ming parda bordir,”7 deydi buyuk bobokalonimiz Shayx Najmiddin Kubro. Bu pardalarni yo’q qilish uchun inson hayotini botin pokligiga bag’ishi lozim. Хususan, Alloh ishqidan benasib bo’lmaslik bunda hal qiluvchi ahamiyat kasb etadi. Oshiqni ma’shuqasidan ajratadigan, yiroqlashtiradigan parda, eng avvalo, ötrÿk so’zining izohida berilganidek, “hiylagarlik, aldamchilik, ayyorlikvayolg’onchilik”dir. Soflik, to’g’rilik, haq talabida bo’lgan ahli tasavvuf uchun sayru sulukka dastlabki qadam qo’yish yolg’on pardasini chok- chokidan so’kib o’tishdan boshlanadi. Lug’atda alqїndї so’zi mavjud. Hozirgi tilda qipchoq shevalarida kir yuvadigan yoki xushbo’y hidli atir sovunning kam miqdordagi qoldig’i alqindi deyiladi. «Devonu lug’ot it–turk»dagi alqїndї so’zining izohiga ahamiyat beraylik: alqїndї – tamom bo’ldi, tugadi. Alqїndїneң- narsa butunlay tamom bo’ldi, tugadi. Eralqїndї – odam o’ldi, tugadi, yo’q bo’ldi(alqїnur, alqїnmaq) (I, 255). Avvalo, insonning vafot etishiga ham alqїndї ishlatilgan ekan(so’zning ikkinchi izohida). Buning ham tasavvufga aloqasi bor. Undan tashqari “bu dunyoning tashvishlari, mayda ikir-chikirlari, qolversa g’am qayg’usidan inson faqat bu dunyodan o’tgandagina qutuladi, arinadi, tozalanadi” degan gaplar xalq orasida yuradi. Bu ma’no ham alqindi – sovunning tozalash xususiyatini eslatadi. Хullas, bu mulohazalardan qat’iy nazar alqїndї so’zi diaxron va sinxron planda har xil tushunchalarni ifoda etuvchi so’z sanaladi. Shu kabi sїn so’z ham o’zbek tili dialektida mavhum tushunchani anglatuvchi so’z. Uning ma’nosi “biror-bir narsa-buyum yoki shaxsning go’zalligi, chiroyi, ko’rkidir”. Shu bilan birga o’zbek tilidagi sinmoq fe’lining o’zagini ham tashkil etadi. U o’sha davrlarda “qomat, gavda” ma’nosini anglatishidan tashqari “qabr” ma’nosini ham anglatgan ekan. Uning izohi quyidagicha: sїn – qomat, gavda. Bu so’zdan olib, bozlug’sїnlig’kishi – bo’yi uzun odam deyiladi. go’rni sїn deyish ham uning bo’yi uzunligi – odam bo’yiga tengligidandir;

7Shayx Najmiddin Kubro. Тasavvufiy hayot. Тasavvuf istilohlari sharhi. – Тoshkent: “Movarounnahr”, 2004.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

176 Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-NazariyTadqiqi

sїn – go’r(III, 152). Izohda “bozlug’ sїnlig’ kishi-bo’yi uzun odam” degan jumla mavjud. Odam bo’yining uzunligi ham aslida ko’rk hisoblanadi. Undan tashqari “go’rni sїn deyish ham uning bo’yi uzunligi-odam bo’yiga tengligidandir” deyilgan. Odam vafot etganidan so’ng odatda insonlar tomonidan uning insoniy fazilatlari, qilmish-qidirmishi yodga olinadi. “Yaxshi insonmidi, yoki yomon” ekanligi haqidagi xulosalar chiqariladi, guyoki sarhisob qilinadi. Vafot etgan odamning ko’rki, chiroyi(ya’ni(sini) uning hayoti davomida bajargan yaxshi amallari va yaxshi fazilatlarida deb topiladi. Shunday ekan, o’sha zamonlarda qabrga sїn deyish shu ma’no zamirida paydo bo’lganligi ehtimoldan xoli emas. Hozirgi tilimizda tin so’zi ham, oz so’zi ham mavjud. Тintinmoq fe’lining o’zagi, oz miqdorni bildiruvchi ravishdir. Qizig’i shundaki, bu ikki so’z “ruh” manosini ifodalagan ekan. Inson ruhining ko’z ilg’amas narsa ekanligi hisobga olinganda öz va tїn so’zlari bilan ruhning ma’nosida o’xshashlik bordek go’yo. Bu so’zlarning lug’atdagi sharhlari quyidagicha: tїn-ruh, jon, nafas: anїntїnike sildi – uning joni uzildi(I, 326); öz: öz qonuqї – gavda ichida harakat qiladigan narsa, ruh(I, 81). Ötlÿk – o’git, nasihat; shu ma’noda … övÿt(so’zi) ham qo’llanadi. Aslida ögÿt dir(I, 127). Diaxron va sinxron planda(eski turkiy til va hozirgi adabiy tilda) aynan qo’llanadigan «Devon»8da berilgan tasavvufiy ma’no anglatuvchi so’zlar 80 tani tashkil etadi. O’zbek tilida “Kishining ruhiy yoki ma’naviy dunyosi, ichki his-tuyg’ularining markazi ramzi” ma’nosini ifodalovchi qalb, ko’ngil, dil, yurak so’zlarining ichidan turkiy yurak(jÿräk) so’zi qadimda ham(Х-ХI asrlarda) o’zgarishsiz holda, aynan hozirgi shaklida qo’llangan. Hamda «Devon»9da quyidagicha izohlangan: jÿräk– yurak.jÿräkli– yurakli, botir(III. 25). So’fiy va mutasavvuflarga ko’ra, yurak inson tirikligi va ma’naviy hayotining bosh manbai, ma’rifat va irfon markazi, kashf va ilhom oynasi, Haq va Haqiqat sirlarining tajalligohi. Ahmad Rifoiyning ta’biricha “nurlarjamlanganjoy.” Insondagi ilohiy, shaytoniy, nafsoniy, hayvoniy, xullas, barcha hol va xususiyatlar yurakda aksini topar. Ana shu yurak so’zi o’zgarishsiz qo’llanadi. Тasavvuf ilmida ma’lumki, “ochiq-oydin aniq va shubha - gumondan mutlaqo holi ilm” ma’nosini ifodalovchi yaqiyn istilohi mavjud(arabcha yaqin hozirgi o’zbek adabiy tilida «sobit qadam; shubhasiz, beshak, durust; haqiqat, rost, durust»10 ma’nosini ifodalaydi).

8Qoshg’ariy M. Devonu lug’otit - turk (Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom(tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). – Тoshkent: “O’zSSSR Fanlar akademiyasi”. 1960 – 1963. 9Qoshg’ariy M. Devonu lug’otit - turk (Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom(tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). – Тoshkent: “O’zSSSR Fanlar akademiyasi”. 1960 – 1963. 10O’zbek tilining izohli lug’ati. Ikki tomlik. I, II tom. (tarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). - Тoshkent: “O’zSSR Fanlar akademiyasi”, 1960 – 1963.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Axadova Maxbuba SALIMOVNA 177 Тasavvuf ta’limotiga ko’ra, “qay zamonki nafs biror narsani tasdiqlashga tarafdor bo’lsa va o’sha narsa nafsdan g’olib kelib, istalgan shaklda uni tasarruf eta olsa yaqiyn nomi berilur”. 11 Manbalarda yozilishicha, yaqiynning uch maqomi bor: 1) ilm-ul yaqiyn – o’qib-o’rganish va aqliy dalillarga asoslanib erishiladigan bilim, shariatning zohiri; 2)ayn-ul yaqiyn - shariat ahkomini ixlos ila ado qilib umr kechirmoq va haqiqatga tayanmoq; 3) haq-ul yaqiyn – mukoshafa yo’li bilan hosil etiladigan botiniy ilm, hol sirlarini ochuvchi bilim. Ushbu yaqiyn darajalari shunday farqlanadi: aytaylik, bir kishi ikkinchi bir kishiga shirin va lazzatli mevani ta’riflab berdi. Shu mevaning ko’rinishi va ta’mi haqidagi tasavvur va ishonchning yuzaga kelishi ilm-ulyaqin. O’sha mevani ko’zi bilan ko’rib ushlashi – ayn-ulyaqiyn. Mevaning yeyilishi va lazzatlanish haqq-ulyaqiyn demakdir. Yuqoridagi kabi ilm nomini bildiruvchi yaqiyn istilohi umumiy tilda yaqin tarzida yoziladi va aytiladi. Hamda “Devonu lug’at at-turk” da aynan yaqin shaklida berilgan: jaqїn – yaqin: jaqїn jer –yaqin joy jaqїn er – do’stlardan yaqini (III, 29). Хullas, tilda taraqqiyot va o’zgarish jarayoni hech qachon to’xtamaydi. Тurkiy tillar esa bir necha taraqqiyot davrini boshdan kechirdi va har bir davrning o’ziga xos qonuniyatlari mavjud. Ma’lumki, tildagi o’zgarishlar birdaniga – bir-ikki yil orasida emas, balki asta-sekinlik bilan ro’y beradi. «Devoni lug’otit-turk» asarida qayd etilgan ba’zi so’zlar davr o’tishi bilan hozirgi turkiy tillarda qo’llanilmaydigan holga kelgan. Bunday so’zlarning tasavvuf ilmiga oidlari devonda katta qismni tashkil etadi. Ayniqsa, sifat so’z turkumiga xos insoniylik belgilarini anglatuvchi, fe’lga kiruvchi ijobiy va salbiy harakatlarni ifodalovchi so’zlar anchagina miqdorda. «Devon»12dagi(shu jumladan tasavvufga aloqador) so’zlarning bir qismi til taraqqiyot qonunlariga muvofiq arxaik holga tushgan bo’lsa ham, asosiy qismi turli fonetik shakllarda o’zgarishsiz holda bizgacha yetib kelgan. O’tgan davr ichida qo’llanib kelingan va bir qancha yangi so’zlar yasalishiga manba bo’lib xizmat qilgan. Ba’zi so’zlar til taraqqiyoti qonunlariga muvofiq benihoya o’sib urchigan, bir qismi siyrak ishlatiladigan bo’lib qolgan. Yana ayrimlarining esa lug’aviy ma’nosida o’zgarishlar ro’y berganligiga amin bo’lamiz.

11G’azzoliy Abu Homid. Mukoshafat – ul qulub. (Qalblar kashfiyoti), “Yangi asr avlodi”, Тoshkent. – 2004. 316 b. 12 Тurar Usmon. Тasavvuf tarixi. -Тoshkent. “Istiқlol”, 1999; Haqqul Ibrohim. Тasavvuf va she’riyat. – Тoshkent: “Adabiyot va san’at”, 1991; Shayx Najmiddin Kubro. Тasavvufiy hayot. – Тoshkent: “Movarounnahr”. - 2004. 13Qoshg’ariy M. Devonu lug’ot it – turk(Тurkiy so’zlar devoni). Uch tomlik. I, II, III tom. (Тarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). “O’zSSSR Fanlar akademiyasi” nashr., Тoshkent. – 1960 – 1963.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

178 Mahmud Qoshg’ariyning Devon’ıdagi Tasavvuf İstilohlarning İlmiy-NazariyTadqiqi

Kaynaklar Alisher Navoiy (1991). G’azallar, sharhlar. (Тo’plab nashrga tayyorlovchilar: A. Sharopov, B. Eshpo’latov) – Тoshkent: Kamalak. Alisher Navoiy A. (1968).Asarlar. 15 – tomlik. Тoshkent. Alisher Navoiy A. (1991). Munojot. (Nashrga tayyorlovchi va lug’atlar muallifi: Suyima G’ani qizi. Хattot: S. Raf’iddin), Тoshkent: G’afur G’ulom. Koshg’ariy M. Devonu lug’otit – turk(Тurkiy so’zlar devoni). (1963). (Тarjimon va nashrga tayyorlovchi S. M. Mutallibov). Uch tomlik. I, II, III tom,Тoshkent:“O’zSSSR Fanlar akademiyasi” nashr. Malov S. Ye. (1951).Pamyatniki drevnetyurkska pismennost, Moskva. Тurar Usmon. (1999).Тasavvuf tarixi. Тoshkent:Istiqlol. Uludağ, S.(1995).Tasavvuf terimleri so’zlugu. Istanbul. – 1995. Shayx Najmiddin Kubro. (2004).Тasavvufiy hayot. – Тoshkent: Movarounnahr. Yusuf Хos Hojib. “Qutadg’u bilig”.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Efe, K. & Açıkgöz, M. A. (2019). Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 8/18, s. 179-202.

DEDE KORKUT Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi The Journal of International Turkish Language & Literature Research Cilt/Volume 7, Sayı/Issue 17 (Nisan/April 2019), s. 179-202. DOI: http://dx.doi.org/10.25068/dedekorkut264 ISSN: 2147–5490, Mainz-Almanya

Özgün Makale/ Original Article ║Geliş Tarihi: 08.03.2019 ║Kabul Tarihi: 12.04.2019

Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler1 Hendiadyoins in Novel of Ahmet Bican Ercilasun’s Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata

Kürşat EFE * Muhammed Ali AÇIKGÖZ **

Öz Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata adlı eser, Türklerin yaratılış efsanesini temel alan bir romandır. Ulu Han Ata Bitigçi ise kayıp bir kitabın adıdır. Memlûklüler (Kıpçak Türk Devleti) zamanında Mısır’da Ebûbekr bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî adlı tarihçi 1330’larda bu kitabı görmüş ve oradan çıkardığı bilgileri kitabında yazmıştır. Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata roman da bu kitabın bulunması üzerine kuruludur. Mısır piramitlerinden, Ahlat’a oradan Hawai’ye sürekli yolculukların yer aldığı romanda okuyucuyu sıkmadan eğiten bir üsluba sahiptir. Destansı anlatımlar ve lirik tasvirler romana canlılık kazandırmıştır. Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata adlı romana canlılık veren bir başka unsur akıcı ve sade bir üsluba sahip olmasıdır. Bunu sağlayan yegâne unsur da kullanılan dildir. Birçok deyim, benzetme ifadelerinin yanında romanda kullanılan ikilemeler de romanın diline canlılık kazandıran bir başka etkendir. Bu çalışmada romanda kullanılan 167 ikileme belirlenmiş, bütün bu ikilemeler kullanım sayıları ve anlamları dikkate alınarak sınıflandırılmıştır. Aynı kelime ile kurulan ikilemeler, ayrı kelime ile kurulan ikilemeler, bir kelimesi anlamlı ikilemeler, yakın anlamlı kelime ile kurulan ikilemeler, zıt anlamlı ikilemeler şeklinde genel bir sınıflandırmadan sonra gerek yapısal gerekse anlamsal özelliklerine göre kullanılan ikilemeler alt sınıflandırmalara tâbi tutulmuştur. Bir dilin zenginliğini gösteren unsurlardan biri ikileme adı verilen kelime tekrarlarıdır. Bu kelime tekrarlarının bir Türkolog’un yazdığı romanda işlevsel bir şekilde kullanılması dikkate değerdir. Anahtar Kelimeler: Söz varlığı, tekrar, ikilemeler, kelime anlam bilimi, kelime yapısı.

1 Bu çalışmada, romandaki ikilemeler Muhammed Ali Açıkgöz tarafından belirlenmiştir. İkilemelerin sınıflandırılması, incelemenin makale boyutuna getirilmesi ve makalenin tüm bölümlerinin hazırlanması ise Kürşat EFE tarafından yapılmıştır. *Dr. Öğrt. Üyesi, Amasya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Amasya-Türkiye. Elmek: kursatefeece@ amasya.edu.tr. ORCID: https://orcid.org/0000-0003-1168-0710. ** Türk Dili ve Edebiyatı 4. Sınıf Öğrencisi, Amasya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Amasya-Türkiye, Elmek: [email protected]. 180 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

Abstract Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata is a novel based on the myth of the creation of the Turks. Ulu Han Ata Bitigçi is the name of a missing book. In the time of the Mamluks (Kipchak Turkish State) in Egypt, Ebûbekr bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî saw this book in the 1330s and wrote the information in the book. Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata is based on the discovery of this book. He has a style that trains the reader from the Egyptian pyramids, from Ahlat to Hawaii in continuous novels. Epic narratives and lyrical depictions brought vitality to the novel.Another feature that gives vitality to the Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata novel is that he has a smooth and simple style. The only element that provides this is the language used. In addition to many idioms and analogy statements, the hendiadyoins used in the novel are another factor that gives life to the language of the novel. In this study, 167 hendiadyoins used in the novel were determined and all these hendiadyoins were classified according to their usage numbers and meanings. The hendiadyoins that are used according to both the structural and semantic characteristics have been subclassified after a general classification in the form of hendiadyoins based on the same word, the hendiadyoins formed by separate words, a word meaningful hendiadyoins, hendiadyoins formed by close-meaning words, contrasting hendiadyoins. One of the elements of the richness of a language is the word repetition called hendiadyoin. It is noteworthy that these word repetitions are used in a functional way by a Turkologist. Keywords: Vocabulary, repetition, hendiadyoin, lexical semantics, morphology.

Giriş Ulu Han Ata Bitiği, Türklerin ilk atasının Ulu Ay Ata’nın ve Ulu Ay Ana’nın yaradılışını anlatan kayıp bir kitaptır. Bu kitaba ait bilgi Dürerü’t-Tîcân ve Tevârîh-i Gurerü’z-Zamân adlı eserde geçmektedir. Bu eser Ebûbekr bin Abdullah bin Aybek ed- Devâdârî’ye aittir. Türk asıllı Memlûk tarihçisi olan Ebûbekir, bu kitabın adını Ulu Han Ata Bitigçi olarak kaydetmiştir. Bu kitabın öyküsü ise aşırı şekilde yağan yağmurun bir mağaraya balçık getirmesi sonucu o balçıktan insanların yaratılmasının anlatıldığı bir yaratılış destanına dayanmaktadır. Ebûbekir’in bugün İstanbul’da Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde bulunan iki Arapça; biri dokuz, biri tek ciltlik iki dünya tarihi eseri bulunmaktadır. Dürerü’t-Tîcân ve Tevârîh-i Gurerü’z-Zamân muhtasar bir umumi tarihtir. Kitap Hz. Âdem’den başlayıp 710 (1310) yılına kadar gelen olayları kronolojik sırayla anlatır; ardından meliklerin, vezirlerin âlimlerin, ediplerin, şairlerin ve tabiplerin biyografilerini verir (Süleymaniye Ktp., Damad İbrahim Paşa, nr. 913). Bağdatlı İsmail Paşa İzâhü’l- Meknûn’da eseri Ebu Abdullah ed-Devadarî’ye nisbet eder (1,465). Kitabın önemli bir özelliği 628 (1231) yılı olaylarını anlatırken Cengiz Han hakkında geniş bilgi vermesi ve bu münasebetle Oğuzname’den bahsetmesidir. Abdülkadir İnan bu eserdeki yaratılış efsanesinin (vr.198b-200) Türkçe özetini yayımlamış. Bahaettin Ögel ise aynı efsaneyi “Türk Memlük Yaratılış Efsanesi” başlığı altında nazma çevirmiştir (İslam Ans.:13). Bahaeddin Ögel, Türk-Memluk yaratılış efsanesi hakkındaki görüşlerini, “Mit, ana motifleri itibariyle uydurma değildir. Fakat Türklerle ilgisi hemen hemen çok azdır. İnsanın yaratılışını dört unsur ve balçık esasına dayayan bu inanış, daha ziyade Ön Asya ve İran mitolojisiyle ilgilidir. Öyle anlaşılıyor ki bu inanç, oldukça geç zamanlarda Türkler arasına da girmiş ve Türkler de bu mitte adı geçen kişi ve yer adlarını Türkçeleştirerek kendilerine mal etmişlerdir. Bu mitin ilk şeklini yazan Ulug Han Ata Bitikçi’nin yeni Müslüman olmuş Türk mutasavvıflarından biri olması da çok muhtemeldir. Bununla beraber, büyük bir dağ üzerinde bulunan ata mağaraları, Türk mitolojisine yabancı değildir. Göktürklerin menşe efsanesindeki, kurtla çocuğun kaçıp sığındıkları Turfanın kuzeybatısındaki büyük dağ ve üzerindeki mağara, böyle bir

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 181 mağaradan başka bir şey değildir. Ergenekon’da da durum böyledir. Hun devletleriyle Göktürklerin ibâdet ettikleri ata mağaralarını da hatırlatmayı faydalı görüyoruz.” şeklinde belirtmektedir (Ögel, 1971:485). Çok sayıda kitabı ve makalesiyle Türkoloji’ye büyük hizmetleri olan bilim adamı Ahmet Bican Ercilasun da bu efsaneyi ve kitabı temel alarak bir roman yazmıştır (2016). Roman, bu kitabın bulunması üzerine kurgulanmıştır. Destanımsı anlatımlar ve lirik tasvirlerle romana canlılık kazandırmıştır. Kayıp bir kitabın aranış ve bulunuş hikâyesi, farklı izler peşindeki araştırmalar ve bunların sonucu yaşanan olaylar çok canlı bir şekilde betimlenmiştir. Romandaki Çağrı karakteri özgüveni gelişmiş ve ilim sevgisi taşıyan gençleri temsil etmektedir. Türk ve Türk eserleri üzerine düşünen, kafa yoran gençlerin ana kahraman olarak ele alınması gençlere eserin yönelik bir roman olduğu çağrışımını uyandırmaktadır. Romanda Ankaralı Hoca, Çağrı, Türkistanî, Turan, Gökçe, Abu Hayyat isimlerinde kahramanlar yer almaktadır. Ankaralı Hoca, Ankara’da bir üniversitede öğretim üyesidir. Çağrı da Hoca’nın aynı üniversitede Hoca’dan dersler alan bir öğrencidir. Turan da Çağrı’nın her zaman destekçisi olan, eğlenceye ve maceraya düşkün bir arkadaşıdır. Türkistanî ise Ankaralı Hoca’nın Mısır’da yaşayan eski bir dostudur. Gökçe, Ankaralı Hoca’nın (romandaki) kızıdır. Abu Hayyat, Mısır’da iş birliği yaptıkları biridir. Bir gün Hoca Çağrı’yı arar ve bir makaleden bahseder. Kayıp bir eseri bulmak için heyecanlanırlar ve Çağrı bu eseri bulmak için Kahire’ye gider. Keops piramidine gidip eseri bulmaya karar verirler. Yılanların dilinden anlayan Abu Hayyat adlı biri ile iş birliği yapıp kitabın bir bölümüne ulaşırlar. Abu Hayyat bu arada yakalanır. Türkistanî’nin eşgali belli olur. Ankaralı Hoca ve Çağrı ise tehlike içerisine düşerler ve sahte kimlik ve pasaportla Türkistanî’yi İstanbul’a gönderirler. Daha sonar Çağrı da Ankaralı Hoca ile maceralı bir şekilde Mısır’dan ayrılır. Yanlarında da buldukları kutuyu getirmişlerdir. Bu küçük sandığı bir türlü açamazlar. En sonunda “Ulu Han Ata Bitigçi” diye bağırırlar ve küçük kutu açılır. Kutunun içinden çıkan kitapta Kayı (IYI) damgasına rastlarlar, Ahlat’a gidip damganın izini ararlar. Ahlat’ta gezerlerken terör örgütü PKK’nin yapılanması, uyuşturucu ticareti ve Avrupalı devletlerle olan ilişkilerine şahit olurlar, bunlar da romanda dikkat çekici bir şekilde aktarılır. Ahlat’tan sonra Hawai’de iz sürmeye devam ederler. Daha sonra Altay ve Kingan dağlarına giderler. Burada Boda denen halk anlatılır. Yazarın oluşturduğu Boda dili çok ilginç örneklerle yer almaktadır. Gökçe ise yerli halklar arasında iz sürülürken bir sure tanrıça gibi ilgi görür. Altın heykelin bulunması ile devam eden öykü, bu heykelin Türkiye’ye yanlarında getirilip getirilmesi tartışmaları ile sürer. Roman, kahramanların gemiyle Türkiye’ye dönmeleri ile sonlanır. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata romanından hariç Gülnar (1998) ve 2BA (2004) adlı iki romanı daha vardır. Prof. Dr. Necati Demir de bu anlatıyı yayınlamıştır (2018). Eserin arka kapak yazısında kitap hakkında şu bilgiler verilmiştir: “Ulu Han Ata Bitiği diğer adı ile Ulu Han Ata Kitabı, Türklerin ilk babasının yani Türk ırkına mensup ilk kişi olan Ulu Ay Ata'nın ve ilk Türk kadını ve annesi Ulu Ay Ana'nın yaradılışını anlatmaktadır. Özellikle Türklüğün kökeni ve Türklerin dünya üzerinde yaşamaya başlaması ile ilgili bilgiler, herkesin ilgisini çekebilecek özelliklere sahip olup eşine az rastlanır cinstendir. Eserde; Türkler, Oğuz Kağan, Dede Korkut, Ulu Kara Dağ, Ulu Ay Ata, Ulu Ay Ana, Altın Han, Gümüş Han, Türk Yemini, Çocuk Arslan Hikâyesi gibi Türk tarihi, kültürü ve coğrafyası ile ilgili pek çok konuda bilgiler verilmiştir. Bütün bunlara ilave olarak Arapça metin içerisinde bulunan yer adları ve kişi isimlerinin her birinin arkaik Türkçe unsurlar olması, eserde verilen bilgilerin değerini daha da artırmaktadır. Prof. Dr. Necati

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

182 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

Demir'in yayına hazırladığı eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde eserin yazıldığı coğrafya ve dönemin tarihi hakkında bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde ise eseri Farsçadan Arapçaya tercüme eden ve bir Memlûk Türkü olan yazarı Seyfüddin Ebubekir bin Abdillah bin Aybek ed-Devâdârî ve Ulu Han Ata Bitiği'nin içinden alındığı eseri Dürerü't-Ticân ve Gureru Tevârihi'z-Zaman tanıtılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise Ulu Han Ata Bitiği metni verilmiştir.”

2. İkilemeler ve Özellikleri Bir iletişim aracı olan dil, kısaca düşüncenin ifadesidir. Gerek bir bireyin gerekse bir milletin kullandığı dilden bireye ya da millete ait düşünce dünyasının durumu anlaşılabilir. Dile ait kelimeler ve kelime grupları, yaşam biçimi sayılan kültürün zenginliklerini yansıtmaktadır. Bir dilin zenginliği öncelikle kelime dağarcığının zenginliğini göstermektedir. Bir dildeki kelime sayısı, olay ve durumları ifade incelikleri, kavram genişliği, doğadaki nesneleri adlandırma yolları, renk adları, bitki ve hayvan adları gibi unsurlar o dilin zenginliğini ortaya koymaktadır. Bir dilin zenginliğini gösteren bir başka unsur da ikileme adını verdiğimiz kelime tekrarlarıdır. Türk dilinin tarihi boyunca yaygın bir kullanıma sahip olan ve çoğu kalıplaşmış şekiller olan ikilemeler, uzun zaman diliminde oluşması sebebiyle gerek dil eskiliğinin gerekse dil zenginliğinin ortaya konulması için önemli bir dil ürünüdür. Bir kelimenin anlam ve ezgi gücünü artırma yoluyla farklı şekillerde kelime tekrarları yapılır. İki ya da daha fazla kelimenin yan yana gelerek oluşturduğu kelime grubuna ikileme adı verilir. Son çalışmalarda daha çok tekrar grubu olarak da adlandırılan ikilemeler hakkında farklı bilim insanları tarafından farklı terimler tercih edilmiştir: ikileme, yineleme, tekrar, kelime koşması, ikizleme, koşma, koşaç, hendiadyoin, atf-ı tefsiri, terkib-i ihtimali veya mühmelât… Türkçe Sözlük’te, “Anlamı güçlendirmek için aynı kelimenin tekrarlanması, anlamları birbirine yakın, karşıt olan veya sesleri birbirini andıran kelimelerin yan yana kullanılması: yavaş yavaş, irili ufaklı, aşağı yukarı gibi.” olarak tanımlanmıştır (2011: 1165). Anlatım gücünü artırmak, anlamı pekiştirmek, kavramı zenginleştirmek amacıyla, aynı sözcüğün tekrar edilmesi veya anlamları birbirine yakın yahut karşıt olan ya da sesleri birbirini andıran iki sözcüğün yan yana kullanılmasıdır (Hatiboğlu, 1981: 9). İkilemeler, aralarında belli bir ses düzeni bulunan biçim ve anlamca birbiriyle ilişkili olan aynı, yakın ya da zıt anlamlı iki veya daha çok kelimenin tek bir kelime gibi anlam göstermek üzere yan yana gelmesi ile oluşturulan kelime grubudur (Korkmaz, 2003: 82). Anlatış yollarını çoğaltmak için dillerin başvurdukları çarelerden biri de kelimeleri veya kelimelerin bir öğesini tekrarlayarak yeni yapılar meydana getirmek yöntemidir. Dilbilimde bu yönteme genel olarak ikileme (redoublement) denilmekle beraber güzel güzel, baka baka, dara dar, yarı yarıya, birden bire tarzındaki tam kelime tekrarlamaları için ayrıca reduplication terimi de kullanılıyor ki dilimizde ikizleme sözüyle karşılanması uygun olur (Ağakay, 1953:189). Mehmet Ali Ağakay, ikizlemenin en yalın şeklinin, aynı kelimenin olduğu gibi iki defa yan yana gelmesiyle oluştuğunu söyler ve ikizlemelerin sıfatlardan (büyük büyük ağaçlar, mini mini evler), isimlerden (kapı kapı dolaşmak, göz göz olmak, avuç avuç paralar), zarflardan (şimdi şimdi anlamağa başladım, böyle böyle öğreneceksin), zarf değerindeki tümleçlerden (önüne önüne bakıyordu, kenardan kenardan gidiyordu), yansılamalardan (şarıl şarıl, mışıl mışıl, çıtçıt, zıpzıp), edat ve nidalardan (hele hele, hayhay, haydi haydi), fiillerden

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 183 [gitmiş gitmiş, söylüyorum söylüyorum, gelse gelse, dayansın dayansın, çekçek (= bir çeşit araba), gelgel (cazibe), kaçkaç (ürkün, panik), gelip gelip, bakıp bakıp vb.] oluşabildiğini örnekler (1953: 190-91). Muharrem Ergin, Türkçede hemen hemen her çeşit kelimeden tekrar yapılabileceğini fakat tekrara en elverişli kelime çeşitlerinin isimler, sıfatlar, zarflar ve gerundiumlar (zarf-fiil) olduklarını belirtir. Ona göre zamirler tekrara elverişli 11 değildir ve edatlardan da yalnızca bazı ünlem edatlarının tekrarları yapılabilir. Fiillerde bunlara göre daha geniş bir tekrar yapma kabiliyetinin bulunduğunu fakat fiil tekrarlarında da tekrardan çok bir arka arkaya gelme durumunun söz konusu olduğunu ifade eder (1993:356). Yalnızca zamirler tekrar için çok uygun değildir. Ergin’e göre, tekrarların kuvvetlendirme (kara kara gözler), çokluk (kapı kapı) ve devamlılık (koşa koşa) olmak üzere üç görevi vardır. Ergin, tekrarları dörde ayrılır: aynen tekrarlar: yavaş yavaş, şırıl şırıl, şu şu, vah vah…; eş mânâlı tekrarlar: eğri büğrü, falan filan…; zıt mânâlı tekrarlar: düşe kalka, bata çıka…; ilâveli tekrarlar: adam madam, dümdüz… (Ergin, 1972, 377- 379). İkileme yerine “tekrar”ı tercih eden Muharrem Ergin, “Tekrarlar aynı cinsten iki kelimenin arka arkaya getirilmesi ile meydana gelen kelime gruplarıdır. Tekrarı meydana getiren iki kelimenin tekrara iştiraki tamamıyla eşittir. Fonksiyonları da, şekilleri de, vurguları da birbirinden farksızdır. Eksiz yan yana gelirler ve her iki kelime de kendi vurgusunu taşır.” (Ergin, 1993:355) açıklamasını yapar. Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi adlı yapıtında ikileme yerine “tekrar grubu” ifadesini kullanır ve bunu; bir nesneyi, bir hareketi karşılamak üzere eş görevli iki kelimenin meydana getirdiği kelime grubu olarak tanımlar (1998:26). Leyla Karahan, tekrar gruplarının cümle ve kelime grupları içinde isim (Kahve mahve yapmam sana ben.), sıfat (Yeşil yeşil dallar arasından) ve zarf (Gök mavi mavi gülümsüyordu.) görevi yaptıklarını belirtir. Karahan; zamirlerin, bağlama ve çekim edatlarının dışında bütün kelimelerle tekrar grubu yapılabildiğini ve ünlem edatlarının tekrara elverişli kelimeler (ah vah, oh oh, fısıl fısıl, şırıl şırıl vb.) olduklarını ifade etmiştir. Ayrıca grubu oluşturan kelimelerin çekim eki taşıyabildiklerini (evi barkı, sağa sola, işinde gücünde, varını yoğunu, dereden tepeden, oradan buradan) de belirtir (1998:27). Vecihe Hatiboğlu, anlam bakımından ikilemeyi kuran sözcükleri incelerken, iki sözcüğü de anlamlı ikileme (doğru dürüst, sağ salim, akıllı uslu vb.), aynı anlamlı sözcüklerden kurulan ikileme (kılık kıyafet, yüz surat, sorgu sual, deli divane, ses 16 seda vb.), anlamları yakın sözcüklerden kurulan ikileme (delik deşik, eş dost, dünya alem, doğru dürüst, ağrı sızı, dermek devşirmek, mal mülk, yol yordam vb.), anlamları karşıt sözcüklerden kurulan ikileme (irili ufaklı, büyüklü küçüklü, er geç, eksik fazla, dosta düşmana, iyi kötü vb.), bir sözcüğü anlamlı ikileme (eğri büğrü, eski püskü, ufak tefek, yamru yumru, yırtık pırtık vb.) ve iki sözcüğü de yarı anlamlı ikileme (eciş bücüş, ıcığını cıcığını, abur cubur; şakır şakır, tıkır tıkır, şarıl şarıl, hapır hupur vb.) şeklinde bir tasnif yapar (1981:57-60). Muharrem Ergin’de de buna benzer bir tasnif söz konusudur. Tekrarlar adını verdiği bu kelime grubunu aynen tekrarlar (ince ince, ışıl ışıl, dağ dağ, göz göz, adım adım; gürül gürül, mışıl mışıl, kıtır kıtır, zangır zangır; bir bir, üç üç, beşer beşer, onar onar; diye diye, koşa koşa, otura otura, durup durup, koyup koyup; şu şu; evet evet, hay hay, vah vah; olsa olsa, yesin yesin vb.), eş manalı tekrarlar (eğri büğrü, açık saçık, toz toprak vb.), zıt manalı tekrarlar (iyi kötü, büyük küçük, aşağı yukarı, içli

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

184 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler dışlı, bata çıka, düşe kalka vb.) ve ilaveli tekrarlar (adam madam, su mu, iş miş, koştu moştu vb.) olarak tasnif eder ve ayrı yazılması gereken tekrarların iki kelimesi arasına virgül koymamak gerektiğini belirtir (1993:356-57). Zeynep Korkmaz (2003:82) da ikilemeleri; aynı kelimenin tekrarı ile kurulanlar, eş veya yakın anlamlı kelimelerle kurulanlar, zıt anlamlı kelimelerle kurulanlar, aynı kelimenin öncesinin değiştirilerek tekrarlanması yoluyla kurulanlar olmak üzere dört grupta inceler. “Tekrar Grubu” terimini tercih eden Leyla Karahan, grupta yer alan kelimeler arasında, şekil ve anlamca bir ilişki bulunduğunu belirterek bu kelime grubunu unsurları aynı olan tekrar grubu (mışıl mışıl, yavaş yavaş, koşa koşa, ılık ılık), unsurları yakın anlamlı olan tekrar grubu (doğru dürüst, eğri büğrü, kılık kıyafet, güle oynaya), unsurları zıt anlamlı olan tekrar grubu (bata çıka, irili ufaklı, ölüm kalım) olarak sınıflandırır. Karahan‟a göre “m” ünsüzünün kelime başına ilavesiyle yapılan tekrarlar da yakın anlamlı kelimelerle oluşmuş tekrar gruplarına dahildir (okul mokul, oyun moyun,halı malı vb.). (1998:26-27). İkilemeyi, “bir dilin söz varlığı denince, yalnızca o dilin sözcüklerini değil, deyimlerin, kalıp sözlerin, kalıplaşmış sözlerin, atasözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım kalıplarının oluşturduğu bütün” (Aksan, 1996:7) şeklinde tanımlayan Doğan Aksan, En Eski Türkçenin İzlerinde adlı eserinde ikilemeyi şu şekilde ele almıştır: “Dilcilikte, Yunanca terimiyle hendiadyoin (hendiadyoin ‘iki ile, iki aracıyla bir’) adını alan ve koca Latin yazınında ancak birkaç örneği bulunan ikilemeler Türkçenin her döneminde ve her lehçesinde büyük bir sıklıkla kullanılmış ve kullanılmaktadır. Dilimizin hep yapı hem söz dizimi hem de anlam bilimi bakımından en öenmli özelliklerinden birini, bu ögeler oluşturmaktadır. Türkçedekine yakın oranda Korecede ve bir ölçüde Japoncada karşımıza çıkan ikilemeler Hint-Avrupa dillerinde genel olarak büyük bir sayıda değildir. Bugün, Türkiye Türkçesinde değişik sözcük türleriyle, çeşitli yapılarda oluşturulan ikilemelere burada birkaç örnek vermekle yetineceğiz: Aynı adın yinelenmesiyle adım adım, sokak sokak, sayfa sayfa; aynı sıfatın yinelenmesi ile belirteç görevi gören yavaş yavaş, güzel güzel; ters anlamlılarla kurulan büyük küçük, belli belirsiz; eşanlamlıların bir araya getirilmesiyle oluşturulan doğru dürüst, açık seçik; çekimli ve çekimsiz eylemlerin kurduğu otura kalka, yenmiş içilmiş, açılmak saçılmak; ayrıca, ikinci öğesine bir /m/ sesi eklenmiş olan kadın madın, okul mokul binlerce örnekten ancak bir ikisidir.” (Aksan, 2000:97-98). Değişik sözcüklerin bir araya gelerek oluşturdukları bileşik sözcükler ile ikilemelere çok sık başvurulmasını Türkçenin zengin bir dil olduğunun önemli göstergeleri olarak (Aksan, 2005a: 18) değerlendirmektedir. Hamza Zülfikar, “Yansımalarda İkileme” başlığı altında değerlendirmeler yapmıştır: “İkileme (reduplication), herhangi bir lengüistik birimin tekrarıdır. Bu tekrar bir ses biriminden yapıca bütünleşmiş (morfolojik) bir birime (ek, kök, kelime, hatta cümleciklerin tekrarına) kadar varabilir. Ses yansımalarında önemli bir yer tutan ikilemeler sürekliliği anlatmak, anlamı pekiştirip zenginleştirmek, söyleyişe ahenk katmak, ses ve söz benzerliği sağlayarak tabiî sese daha çok yaklaşmak, iki kelimeyle bir kavramı adlandırmak, ortaklaşa yeni bir anlam elde etmek amacıyla birincil ya da ikincil biçimlerin tekrarlanması olarak tanımlanabilir. İkilemelerin başlıca amacı pekiştirme, güçlü kılma, ikizleşmelerle anlatımı daha da kuvvetlendirmektir. hattır huttur (Acele ve oburca yemeyi anlatır – Bo.), maççık muççuk et- (Yemek yerken ya da sakız çiğnerken ağız şapırdatmak – Isp.) (…) gibi örneklerde görüldüğü gibi sürekliliği ve yoğunluğu

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 185 belirtmek için ikizleşmelerle, tabiî sesler daha yakından yansıtılmıştır.” (Zülfikar, 1995:161-162). İncelememizde, yukarıda bahsi geçen çalışmalar dışında Vecihe Hatiboğlu’nun “Kelime Grupları ve Kuralları” (1988), Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü (1984), Necmi Akyalçın’ın Türkçe İkilemeler Sözlüğü (Tanıklı) (2007), Osman Nedim Tuna’nın “Türkçede Tekrarlar” (1947) ve “Türkçenin Sayıca Eş Heceli İkilemelerinde Sıralama Kuralları ve Tabii Bir Ünsüz Dizisi” (1983), Mehmet Ali Ağakay’ın “Türkçede Kelime Koşmaları” (1954), A. Deniz Abik’in “‘(İsim1 + lI/+lU) (İsim2 +lI/+lU)’ Kuruluşundaki İkilemeler” (2010), Fatma Akerson’un “Türkçenin Çeviride Tam Değerlendirilemeyen Bir Özelliği: İkilemeler” (1982), Bilal Aktan’ın “Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün Söz Varlığında Yer Alan İkilemeler” (2010), Tahsin Aktaş’ın “Yapı ve Anlam Bakımından Almanca ve Türkçede İkilemeler” (1996), Ercan Alkaya’nın “Orta ve Doğu Karadeniz Ağızlarında Görülen İkilemeler Üzerine Bir Değerlendirme” (2008), Meltem Can’nın Eski Uygur Türkçesinde İkilemeler (2010), Şahbender Çoraklı’nın Türkçe ve Almancada İkilemeler (1991) ve “Türkçenin Yaratma Gücü İkilemeler I” (2001), Yasemin Çürük’ün “İkilemelerin Dilbilgisel Anlamları” (2016), Hüseyin Durgut’un “Türkiye Türkçesinde İkilemelerde Kalan Arkaik Kelimeler” (2004), Mehmet Dursun Erdem’in “Harezm Türkçesinde İkilemeler ve Yinelemeler Üzerine” (2005), Hasan Eren’in “İkiz Kelimelerin Tarihine Dair” (1949), Naile Hacızade’nin Azerbaycan Türkçesindeki Deyimlerin Dil Özellikleri (2005), Zuhal Kargı Ölmez’in “Kutadgu Bilig’de İkilemeler (1)” (2007) ve “Kutadgu Bilig’de İkilemeler (2)” (1998), Bülent Özkan’ın “Türkiye Türkçesinde İkili Tekrarlar” (2011), Elif Özkan’in “Dede Korkut Kitabı’nın Vatikan Nüshası’nda Yer Alan İkilemeler Üzerine Bir Değerlendirme” (2013), Nevzat Özkan’ın “İsme Gelen Ekleri de Alan Bir Fiil Gövdesi: belir-” (1999), Hülya Savran’ın “Orhun Yazıtlarında Eş Heceli İkilemeler ve Sıralama Kuralları Üzerine” (1998), Gülsel Sev’in “Divanü Lûgat’it Türk’te İkilemeler” (2004), Serkan Şen’in Eski Uygur Türkçesinde İkilemeler (2002), İbrahim Taş’ın “Kutadgu Bilig’de İkilemeler” (2012), Andreas Tietze’nin (1966). “Reduplikasyon ve (r) ile Kurulmuş Çift Sözler”, Yaşar Tokay’ın“Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde İkilemeler” (2013), Hanifi Vural’ın “Dede Korkut Anlatılarında Söz Tekrarları” (2004) ve Nuri Yüce’nin “İkilemelerdeki İlginç Problemler” (1998) adlı çalışmalarından faydalandık, bu eserlerdeki bilgileri, açıklamaları ve örnekleri gözden geçirdik. 3. Bulgular 3. Romandaki İkilemeler 3.A. Aynı Kelime ile Kurulan İkilemeler 3.A.1. Aynı Kelime ile Kurulan Zarf Görevli İkileme  Çağrı bilgisayar ekranındaki metni ağır ağır okudu. (UHA 81)  Piramidin kapısına ayrı ayrı yaklaşalım. (UHA 56)  Gökçe, Ankaralı Hoca ve Türkistanî de düzeneği kullanarak birer birer kumsala indiler. (UHA 223)  Boşluk bulut bulut doluvermişti. (UHA 77)  Gökte ak kuğu kanadıyla uçar, deniz üstünde ak buğu bulut bulut uzarmış. (UHA 156)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

186 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Kabarmış tüyleri bulut bulut. (UHA 157)  Fakat hocanın gülmesi bitmemişti, için için gülmeye devam ediyordu. (UHA 51)  Hâlâ için için gülmeye devam ediyordu. (UHA 52)  Burada insan kolay kolay kilo almaz. (UHA 164)  Şimdi sen bu takıntıdan kolay kolay kurtulamazsın. (UHA 100)  Ulu Tanrı’nın yüreği parça parça boşluğa dağılıvermişti. (UHA 77)  Koltuklara geçip şöyle rahat rahat oturun beyler oturun da DNA’larınızı başınıza devşirin. (UHA 173)  Sıra sıra dizilmiş güz sarısı taş peykeler üzerinde beyaz kefenlere sarılmış cesetler vardı. (UHA 148)  Eh, ben de müzmin bekârım ya, sık sık kütüphanede geceliyorum. (UHA 42)  Hoca sık sık anlatır, gülerdi. (UHA 14)  İlk açıldığı sırada sık sık uğradığı Ankamall’u göndermişti bile. (UHA 12)  Kahvaltıdan önce okunan metne Ankaralı Hoca sık sık müdahale ediyordu. (UHA 78)  Sık sık Arapça metne de bakardı. (UHA 15)  Sık sık çatışmalara giriyorlardı. (UHA 128)  Tamam, çocuklar, dedi Ankaralı Hoca; şöyle oturun da sakin sakin konuşalım. (UHA 227)  Zahid Boran’ın Ahlât’taki uzantıları üzerinde tek tek durdular. (UHA 136)  Ankaralı Hoca kâğıda uzun uzun2 baktı. (UHA 50)  Bunu Ankaralı Hoca ile uzun uzun konuşmuşlardı. (UHA 15)  Kahvaltıda uzun uzun sohbet ettiler, birbirine takıldılar. (UHA 138)  Sonra da mağaranın girişinin çevresine dizilip çenelerini göğe doğru kaldırarak uzun uzun uludular. (UHA 195)  Şehnâme’de uzun uzun anlatılır. (UHA 30)  Fakat eskisi de çok küçüktü ve Kıbrıs’ı yeni yeni keşfeden yatçılara dar geliyordu. (UHA 72)

2 Uzun kelimesini türemiş yapılı olarak da düşünebiliriz. Lakin Clauson ve Eyüboğlu “uz”dan türediğini iddia etseler de ekin işlevsel olmamasından emin olamadığımız için basit yapılı olarak burada ele alınmıştır. uz: Clauson, uza- fiilinden türetmiştir: < ETü uzun < ? ETü * uz +(I)n (1972: 288). uz-: Öncül sesleri a-u, eylem eki -mak'tır. Anlam içeriği: büyümek, gelişmek, genişlemek, yetkili-yeterli olmak (uzman), götürmek, eşlik etmek, sanat, gevşemek, sürekli, us (Uyg.), uygun, beceri, başarı, doğru, ayrılmak (uzaklaşmak), gitmek, uygun düşmek, uyumlu olmak, anlaşmak, yumuşaklık (davranışlarda), kısacası (uzuncası), elverişli (Tar. Söz.), bir balık ağı türü güçsüz, öfke, uslu, yavaş, çekingen, ağırbaşlı (Eyüboğlu, 1989:158).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 187  Yer yer kır düşmüş saçı ve sakalıyla olduğundan yaşlı görünüyordu. (UHA 67)  Aksakallı adamın incelip uzayan sesi zaman zaman bir Orta Anadolu bozlağına dönüşüyor... (UHA 199)  Katırların kayalara çarpıp yankılanan, zaman zaman insan haykırışlarına karışan, bazen de toprağa gömülmüş gibi birden susan kişnemeleri…(UHA 120)  Zaman zaman fakülte odasına gider, Mehmet Eröz Hoca ile konuşurmuş. (UHA 124)  Zaman zaman toprağa gömülmüş mezar taşlarına rastlıyorlar. (UHA 133)

3.A.2. Aynı Kelime ile Kurulan Sıfat Görevli İkileme  Gözlerdeki alev alev ışıklar parıltılarını azaltmışlar, küçük ve dağınık huzmeler halinde etrafa dökülmeye başlamışlardı. (UHA 110)  Kıvrım kıvrım dağ yolu var. (UHA 158)  Kıvrım kıvrım dağ yolu vardı. (UHA 160)  İkisi birleşmiş, bir olmuş karı koca olmuş, eş olmuş ve nice nice çocukları doğmuştu. (UHA 82) 3.A.3. Aynı Kelime ile Kurulan Fiil (Yüklem) Görevli İkileme  Büyümüş büyümüş yine kişioğlu olmuştu. (UHA 77) 3.A.4. Aynı Kelime ile Kurulan Ünlem Görevli İkileme  Allah Allah Kuba Alp da nereden çıktı. (UHA 102)  Allah Allah!.. (UHA 41, 45, 85, 97, 188)  Allah Allah, dedi Çağrı, belli de adam atlana sayfada cümleyi tamamlıyor ve Wolves’in ne olduğunu açıklıyordu. (UHA 189)  Allah Allah, fesuphanallah, kızım doğru konuşsana! (UHA 78)  Hayır hayır… (UHA 146)  Hay hay hocam. (UHA 104)  Haydi haydi, git de Türkistanî’yi çağır; birazdan sofraya oturacağız. (UHA 165)  Neyse yılancı başı diyelim, seni de onun gibi kıskıvrak yakalasalardı, hah hah haaa. (UHA 101)  İyi iyi… (UHA 222)  Olur olur... (UHA 137)  Öyle öyle, dedi Türkistanî. (UHA 75)  Tağam tağam anlaşıldı. (UHA 78)  Tamam tamam yaylan da boyunu görelim. (UHA 145)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

188 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Yahşi yahşi, memnun oldum. (UHA 26)  Yok yok Fazilet teyze biz hep böyleyiz. (UHA 9)  Yok yok, dedi Türkistanî; bizden geçti bu işler; gençlerin yolu açık olsun. (UHA 129)

3.A.5. Aynı Kelime ile Kurulan Yansımalardan Oluşan İkileme  Aşkabat Caddesi hâlâ cıvıl cıvıldır. (UHA 178)  Mısır polisi fıldır fıldır onları arıyordur. (UHA 66)  Kızın kalbi pır pır etti. (UHA 166)  Mahfaza pırıl pırıl parlıyordu. (UHA 150)  Alanın bütün azametine rağmen her şey tıkır tıkır çalışıyordu. (UHA 23)

3.A.6. Aynı Kelime ile Kurulan Hâl Ekli İkileme 3.A.6.1. Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Grupların Her İkisine +DA Gelmesiyle Oluşan Yer Tamlayıcısı Görevindeki İkilemeler  Tabi, oğlum boşuna gezdirmiyoruz bu kafayı orda burda. (UHA 19)

3.A.6.2. Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Grupların birincisine +DAn, İkincisine +A Gelmesiyle Oluşan Yer Tamlayıcısı Görevindeki İkilemeler  Ahlat’ı baştan başa kuşatan kızıl kahverengi ton Merkez Kabristanı’na da hakimdi. (UHA 131)  Bulutlar sanki daha bir kararmış, daha alçalmış ve vadiyi baştan başa örtmüş gibiydi. (UHA 120)  Mağara yakın değildi ve uzaktan uzağa, sanki mağaranın içinden kurt ulumalarına benzer sesler geliyordu. (UHA 191)

3.A.6.3. Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Gruplardan İkincisine +A Gelmesiyle Oluşan Zarf Görevli İkilemeler  Alt alta, üst üste on dakika yuvarlandılar. (UHA 126)  Çağrı’nın da yerinden fırlamasıyla alt alta, üst üste güreşmeye başladılar. (UHA 6)  Sonra da alt alta, üst üste. (UHA 161)  Bir süre art arda giden arabalar bir kavşakta durdu. (UHA 11)  Eee müsaade et de Gökçe, erkek erkeğe takılalım biraz. (UHA 138)  Ekrem Üsteğmen’le baş başa müzakere ettiler. (UHA 136)  Gökçe bunlar kendi kendine “Bunlar ne iş ne iş çeviriyorlar?” diye düşünürken şalvarlı adam Baron Darjan’a yaklaştı, saygıyla eğildi ve hırıltılı bir sesle konuştu. (UHA 113)

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 189  “Boşuna olur mu?” dedi kendi kendine. (UHA 181)  Benim fikrimce dedi; bugün kendi kendimize dolaşalım. (UHA 219)  Her neyse, bir sürü taş kendi kendine geri gidiyor. (UHA 223)  Kendi kendimize dolaşmak istiyoruz, diyelim. (UHA 218)  Konuşmuş kendi kendine. (UHA 157)  Mekanizma olmasa taş kendi kendine yukarı çıkar mı kızım? (UHA 222)  Ne o ne bu, dedi kendi kendine. (UHA 35)  Türkistanî kendi kendine söylenmeye başladı. (UHA 191)  Sanki burada, şu göğün, şu ayın ve şu yıldızların altında kendi kendine birleşiyor. (UHA 217)  Bu bir doğaçlama konserdi; baştan sona bir emprovizasyondu; kendi kendini yaratıyordu, kendi kendine yaratılıyordu. (UHA 217)  Altın heykel, altın kan tam da üst üste duruyor. (UHA 175)  Birkaç saat içinde ağaç kütük ve dalları üst üste dizilmiş; üstleri yapraklarla örtülmüştü. (UHA 204) 3.A.6.4. Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Gruplardan Birincisine +DAn, İkincisine +A Gelmesiyle Oluşan Zarf Görevli İkilemeler  Hele bizim gibi doğrudan doğruya insan ve insanın geçmişte yapıp ettikleriyse, e sizde biraz insan olursunuz. (UHA 9)  Ankaralı Hoca içten içe Çağrı gibi bir talebesi olduğu için gurur duyuyordu. (UHA 127)  Verilen bilgileri inceden inceye kontrol etme imkânı oluyor. (UHA 21) 3.A.7. Aynı Kelime ile Kurulan İyelik Ekli İkilemeler  Zaten topu topu 32 varak. (UHA 81)

3.A.8. Aynı Kelime ile Kurulan -m’li İkilemeler  Ne oğlum bu opal mopal. (UHA 20)  Ne oğlum hocam mocam. (UHA 8)  Akşamı makşamı yok, diye gürledi Gökçe. (UHA 228) 3.A.9. Aynı Kelime ile Kurulan Zarf-Fiil Ekli İkilemeler  Çağıldaya çağıldaya ovaya doğru akar giderdi. (UHA 80)  Turan sallana sallana pijamalarını çıkardı. (UHA 108)  Bulutlar raksa başladı döne döne. (UHA 169) 3.A.10. Aynı Kelime ile Kurulan (Ek Fiilli) Yüklem Görevli İkilemeler

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

190 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Yıldızlar ışıl ışıldı ve gökyüzü lacivert bir tuvaldi. (UHA 216)  Aşkabat Caddesi hâlâ cıvıl cıvıldır. (UHA 178) 3.A.11. Aynı Kelime ile Kurulan Türemiş Yapılı İkilemeler  … ayrı ayrı (UHA 56), birer birer (UHA 223), kıvrım kıvrım (UHA 158, 160).  Çağrı ayak bileklerinden sıkı sıkı yakaladı. (UHA 150) 3.A.12. Aynı Kelime ile Kurulan Birleşik Yapılı İkilemeler  Öyle öyle,3 dedi Türkistanî. (UHA 75) 3.A.13. Aynı Kelime ile Kurulan Yüklemeli İkilemeler  Bu bir doğaçlama konserdi; baştan sona bir emprovizasyondu; kendi kendini yaratıyordu, kendi kendine yaratılıyordu. (UHA 217) 3.A.14. Aynı Kelime (Fiil) ile Kurulan –sA’lı İkilemeler  Altın heykel olsa olsa oradadır. (UHA 174)  Olsa olsa Kingan Dağları’nda. (UHA 174) 3.A.15. Aynı Kelimenin/Fiilin İlkine -r İkincisine -mAz Eki Getirilerek Yapılan İkilemeler  Dışarı çıkar çıkmaz içeri uzanarak Türkistanî’nin elini yakalamış ve kendine doğru çekmişti. (UHA 59)  Köşeyi döner dönmez kapaklandı. (UHA 139)  Araba hareket eder etmez Türkistanî konuştu. (UHA 48)  Evlerine girer girmez uykuya daldılar. (UHA 204)  Türkistanî de gelmiş ve gelir gelmez sohbete katılı vermişti. (UHA 225)  Gökçe ister istemez kulak kabarttı. (UHA 112)  “Ne olur ne olmaz, işimiz bitinceye kadar adam ayılmasın.” dedi. (UHA 57)  Ne olur ne olmaz diye düşünen Çağrı eseri ikinci defa baştan sona fotoğrafladı. (UHA 38)

3.A.16. Aynı (Kökteş) Kelime ile Deyim Şeklinde Kurulan İkilemeler  Ara sıra gölden balık avladıkları kuş kuşladıkları da oluyordu. (UHA 203)  ister istemez (UHA 112). ne olur ne olmaz (UHA 38, 57)

3 “O (zamir) + ile (edat)” birleşmesinden “öyle” şekline geldiğini düşündüğümüz bu kelimeyi bazı dil bilimciler ele almış ve aynı şekilde birleşik olduğunu zikretmişlerdir (Ergin, 2009:1, Koç, 1996:594; Gülensoy, 2007:68; Eyuboğlu, 2004:59; Demircan, 2001:95). Bu birleşmeye “enkliz” adını vermişlerdir. Muharrem Ergin de “Köklerle eklerin birleşmesinde uyum bakımından, sonra gelen önce gelene tabi olurken biri ince biri kalın iki kökün birleşerek tek kelime meydana getirmeleri hâlinde önce veya sonra gelen değil, birleşik kelimede umumiyetle mânâsı hâkim olan kelime diğerini kendisine benzetir (2009:1). şeklinde tanımlamıştır. Konu hakkında makale yayımlayan Birol İpek de benzer tanımı yaparak (2016:1535-1536) “eğilti” terimini karşılık olarak teklif etmiştir.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 191 3.B. Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan İkilemeler 3.B.1. Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan Zarf Görevli İkilemeler  Dövüşmekten doğru dürüst4 tanışmaya fırsat bulamamış olan Ankaralı Hoca ile Turan sanki kırk yıllık dost olmuşlardı. (UHA 71)  Başlarına bir iş gelmeden sağ salim İstanbul’a döndüler. (128)  Gökçe’yi sağ salim bulduklarını bildirdi. (UHA 121)  Toz toprak içinde üçüncü bir boşluk buldular. (UHA 148)  Otelin restoranında yorgun argın yemeğe oturdukları vakit saat hayli ilerlemişti. (UHA 130)  Yarın öbür gün ölüp gideceğiz hanım. (UHA 165) 3.B.2. Yakın Anlamlı Kelimeden Kurulan İsim Görevli İkilemeler  Kavga dövüş duruldu. (UHA 84)  Ülkede yok yoksul kalmadı. (UHA 84)  Tabii arazide öyle hocalara eğilmeler bükülmeler olmaz. (UHA 8) 3.B.3. Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan Yansıma İkilemeler  Bu takır tukur…(120) 3.C. Zıt Anlamlı İkilemeler 3.C.1. Zıt Anlamlı Zarf Görevli İkilemeler  Aşağı yukarı on varak daha var. (UHA 161)  Aşağı yukarı bir metre genişliğinde, iki metre uzunluğunda bir satıh. (UHA 197) 3.C.2. Zıt Anlamlı İyelik Ekli İkilemeler  Sağı solu yontuldu. (UHA 84) 3.C.3. Zıt Anlamlı Hâl Ekli (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler 3.C.3.1. Zıt Anlamlı Gruplardan Her İkisine +A Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler  Metinleri sağa sola çeviriyor aşağıdan ve yukarıdan bakmayı deniyor, fakat farklı bir şey bulamıyordu. (UHA 50)  Düğmeyi sağa sola, öne arkaya doğru itekledi, yine olmadı. (UHA 74)  Gelene gidene göz atıp vakit geçiriyor bir yandan da bu kadar yabancı turistin Van’da ne işi vardiye düşünmekten kedini alamıyordu. (UHA 112)  Şimdi kurtlar gibi sağa sola hareketlenip birbirlerinin açığını yakalamaya ve zayıf noktaya saldırmaya hazırlanıyorlardı. (UHA 147)

4 Ayrı Sıfatlardan Kurulan İkileme (Hatipoğlu, 1981:30).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

192 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Erkekli kadınlı yüz kadar insan bazalt taşlarıyla döşenmiş, bir sahnede, vücutlarını sağa sola oynatarak … hareket ediyordu. (UHA 197)  Kamana ve Katuna ile yanlarındaki birkaç Boda ışıkların dansına eşlik eder gibi sağa sola birkaç defa salınmışlar… (UHA 207) 3. C.3.2. Zıt Anlamlı Gruplardan Her İkisine +DA Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler  Korkarım sağda solda cam çerçeve indirir, milletin malına zarar veririz. (UHA 7)  Sağında solunda bir sürü delik var. (UHA 142) 3.C.3.3. Zıt Anlamlı Gruplardan Birincinse +DAn, İkincisine +A Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler  Ne olur ne olmaz diye düşünen Çağrı eseri ikinci defa baştan sona fotoğrafladı. (UHA 38) 3.C.4. Zıt Anlamlı “+lI” Ekiyle Kurulan (Sıfat Görevli) İkileme  Erkekli kadınlı yüz kadar insan bazalt taşlarıyla döşenmiş, bir sahnede, vücutlarını sağa sola oynatarak … hareket ediyordu. (UHA 197)  İşte şimdi kadınlı erkekli insan sesleri de havaya karışmaya ve sinir uçlarını titreştirmeye başlamıştı. (UHA 217) 3.C.5. Zıt Anlamlı Deyim Hâlinde İkileme  İkisi birleşmiş, bir olmuş karı koca olmuş, eş olmuş ve nice nice çocukları doğmuştu. (UHA 82) 3.C.6. Zıt Anlamlı Fiillerle Kurulan İkileme  Sağlık haberleri alındı verildi. (UHA 153) 3.C.7. Zıt Anlamlı Sıfatlarla Kurulan İkileme  Yaşlı genç bir sürü sarışın adam ve kadın... (UHA 35)

3.D. Bir Kelimesi Anlamlı İkilemeler (Biri Anlamlı Diğeri Anlamsız İkilemeler)  Senin ataların kurt değil mi Ahmet Beyimiz; bir işaretinle sus pus olurlar. (UHA 194)  Estağfurullah hocam, yarım yamalak Arapçam ile bir de ben metne bakayım dedim. (UHA 21)  Müracaata yöneldi ve yarım yamalak Arapçasıyla Abdullah Türkistanî’yi sordu. (UHA 23) 3.E. Farklı Kelime ile Kurulan İkilemeler 3.E.1. Farklı Kelime ile Kurulan Zarf-Fiil Ekli İkilemeler

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 193

 Sere serpe5 uzanmıştı. (UHA 166)  Güle oynaya Honolulu’ya geldiler ve gemide gecelediler. (UHA 225) 3.E.2. Farklı Kelimelerden Kurulan Zarf Görevli İkilemeler 3.E.2.1. Farklı Kelimelerden Kurulan Basit Yapılı Zarf Görevli İkilemeler  Dövüşmekten doğru dürüst6 tanışmaya fırsat bulamamış olan Ankaralı Hoca ile Turan sanki kırk yıllık dost olmuşlardı. (UHA 71)  Dere tepe7 düz gitti. (UHA 12) 3.E.2.3. Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Grupların Her İkisine +DA Gelmesiyle Oluşan Zarf Görevli İkilemeler  Gökçe de arada sırada babasına takılıp onu daldığı hayalden uzaklaştırmaya çalışıyordu. (UHA 94) 3.E.3. Farklı Kelimelerden Kurulan İyelik Ekli İkilemeler  Kaçakçıların dördü beşi8 ilk anda yere serildi. (UHA 120)  İyi edersiniz de biraz da canlılarla uğraşsanız onların her birinin huyu suyu olduğunu öğrenirsiniz. (UHA 8)  Hatta saçları sakalları bile dökülmemiş. (UHA 109) 3.E.4. Farklı Kelimelerden Kurulan Her İkisine +A Gelmesiyle Oluşan Yer Tamlayıcısı Görevli İkilemeler  Biz sadece toprağa taşa eğiliriz. (UHA 8)  Rastgele binalar oraya buraya dağılmış, şehir iri binaların içinde adeta kaybolmuştu. (65) 3.E.5. Farklı Kelimelerden Kurulan Her İkisi de Yükleme Ekli İkilemeler  Yeri göğü gören, dağı yüzü yaratansın. (UHA 83)  Yeri göğü gören, dağı yüzü yaratansın. (UHA 83) 3.E.6. Farklı Sıfatlardan (+lI Ekiyle Kurulan Türemiş Yapılı) İkilemeler  Belli başlı mezarlara o gün inceden inceye baktılar. (UHA 130)  Dövüşmekten doğru dürüst tanışmaya fırsat bulamamış olan Ankaralı Hoca İle Turan sanki kırk yıllık dost olmuşlardı. (UHA 71) 3.E.7. Farklı Kelime ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler 3.E.7.1. Farklı Kelimeden Yalın İsimler ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Yağ burada toplansın; saç baş burada yolunsun, dedi Eçi. (UHA 169)

5 Ayrı Ulaçlardan Kurulan İkileme (Hatipoğlu, 1981:45). 6 Ayrı Sıfatlardan Kurulan İkileme (Hatipoğlu, 1981:30). 7 Cins Adlarından İkileme (Hatipoğlu, 1981:29). 8 Sayılardan İkileme (Hatipoğlu, 1981:19).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

194 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Tümen tümen er eren, nice tümen kız kızan heykelin çevresinden dönüp saç baş yoldu. (UHA 169)

 Hoca hâl hatır9 soruyor…(UHA 13)  Eve döndüklerinde Ankaralı Hoca hâl hatır sormadan söze başladı. (UHA 107)  Bir saat sonra konağa geldiklerinde hepsi kan ter içindeydiler. (UHA 11) 3.E.7.2. Farklı Kelimeden +lIk/+lUk İsim Yapma Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Üstüme iyilik sağlık, dedi Deniz Hanım; bir hâl oluyor bizim efendiye. (UHA 173) 3.E.7.3. Farklı Kelimeden Yükleme Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Saçı başı yolmak, gözü yaş dolmak, yanaklar solmak gerek, dedi. (UHA 85)  Harman olunca sapı samanı birbirinden ayıracağız. (UHA 178)

3.E.7.4. Farklı Kelimeden İyelik Eki ve Yükleme Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Saçlarını başlarını yolup kurtlar gibi uludular. (UHA 85) 3.E.7.5. Farklı Kelime ile Kurulan Cümle Şeklinde Sıfat Görevli İkilemeler  Bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde dalga ne gezer çocuklar. (UHA 206) 3.E.8. Farklı Kelime ile Kurulan İsim Görevli İkilemeler  Hâl hatır faslından sonra Merter Yüzbaşı. (UHA 122)  Hâl hatır faslından sonra Hakan Beye Evliya Çelebi’nin Ahlat ziyaretini okumak istediklerini söylediler. (UHA 101) 3.F. “+lI” ve “+sIz” Ekiyle Kurulan Sıfat Görevli İkileme  Belli belirsiz çizgiler gördüler. (UHA 148)  Çağrı hafif buğday renkli yüzü, hafif kartal burnu, belli belirsiz çıkık elmacık kemikleri ve düz siyah saçlarıyla … o kadar Rumeli idi. (UHA 71) 4. Romandaki İkilemelerin (Kelime) Listesi 4.1. Aynı Kelime ile Kurulan İkilemeler  Aynı kelime ile kurulan zarf görevli ikilemelerden ağır ağır, ayrı ayrı, birer birer, parça parça, rahat rahat, sıra sıra, sakin sakin, tek tek, yeni yeni, yer yer birer kez kullanılmış; sık sık ve uzun uzun beşer kez, zaman zaman dört kez, bulut bulut üç kez, için için, kolay kolay ikişer kez kullanılmıştır.  Aynı kelime ile kurulan sıfat görevli ikilemeler: alev alev (ışıklar), kıvrım kıvrım (dağ yolu) (2), nice nice (çocukları).

9 Yabancı Sözcüklerden İkileme (Hatipoğlu, 1981:19).

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 195  Aynı kelime ile kurulan fiil görevli ikileme: büyümüş büyümüş.  Aynı kelime ile kurulan ünlem görevli ikilemeler: Allah Allah (8), yok yok (2), tamam tamam (2), hayır hayır, hay hay, haydi haydi, hah hah haaa, iyi iyi, olur olur, öyle öyle, yahşi yahşi.  Aynı kelime ile kurulan yansımalardan oluşan ikilemeler: cıvıl cıvıl, fıldır fıldır, pır pır, pırıl pırıl, tıkır tıkır.  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan grupların her ikisine +DA gelmesiyle oluşan yer tamlayıcısı görevindeki ikilemeler: orda burada.  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan grupların birincisine +DAn, ikincisine +A gelmesiyle oluşan yer tamlayıcısı görevindeki ikilemeler: baştan başa (2), uzaktan uzağa.  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan gruplardan ikincisine +a gelmesiyle oluşan zarf görevli ikilemeler: kendi kendimize (12), kendi kendine (7), alt alta, üst üste (3), üst üste (2), art arda, erkek erkeğe, baş başa.  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan gruplardan birincisine +DAn, ikincisine +A gelmesiyle oluşan zarf görevli ikilemeler üç kez kullanılmıştır: doğrudan doğruya, içten içe, inceden inceye.  Aynı kelime ile kurulan iyelik ekli ikileme: topu topu  Aynı kelime ile kurulan -m’li ikilemeler: opal mopal, hocam mocam, akşamı makşamı.  Aynı kelime ile kurulan zarf-fiil ekli ikilemeler: çağıldaya çağıldaya, döne döne, sallana sallana.  Aynı kelime ile kurulan ek fiilli ikilemeler: ışıl ışıldı, cıvıl cıvıldır.  Aynı kelime ile kurulan türemiş yapılı ikilemeler: ayrı ayrı, birer birer, kıvrım kıvrım, sıkı sıkı.  Aynı kelime ile kurulan birleşik yapılı ikileme: öyle öyle.  Aynı kelime ile kurulan yüklemeli ikileme: kendi kendini.  Aynı kelime (fiil) ile kurulan –sA’lı ikileme: olsa olsa (2).  Aynı fiilin ilkine -r ikincisine -mAz eki getirilerek yapılan ikilemeler: çıkar çıkmaz, döner dönmez, hareket eder etmez, girer girmez, gelir gelmez, ister istemez, ne olur ne olmaz (2).  Aynı (kökteş) kelime ile deyim şeklinde kurulan ikilemeler: kuş kuşla-, ister istemez, ne olur ne olmaz (2). 4.2. Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan İkilemeler  Yakın anlamlı kelime ile kurulan zarf görevli ikilemeler: doğru dürüst, sağ salim (2), toz toprak, yorgun argın, yarın öbür gün.  Yakın anlamlı kelimeden kurulan isim görevli ikilemeler: eğilmeler bükülmeler, kavga dövüş, yok yoksul.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

196 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Yakın anlamlı kelime ile kurulan yansıma ikileme: takır tukur. 4.3. Zıt Anlamlı Kelime ile Kurulan İkilemeler  Zıt anlamlı zarf görevli ikileme: aşağı yukarı (2).  Zıt anlamlı iyelik ekli ikileme: sağı solu.  Zıt anlamlı gruplardan her ikisine +A hâl ekinin gelmesiyle oluşan (yer tamlayıcısı görevindeki) ikilemeler: gelene gidene, sağa sola (5), öne arkaya.  Zıt anlamlı gruplardan birincinse +DAn, ikincisine +A hâl ekinin gelmesiyle oluşan (yer tamlayıcısı görevindeki) ikilemeler baştan sona.  Zıt anlamlı gruplardan her ikisine +Da hâl ekinin gelmesiyle oluşan (yer tamlayıcısı görevindeki) ikileme: sağda solda.  Zıt anlamlı “+lI” ekiyle kurulan (sıfat görevli) ikilemeler: erkekli kadınlı, kadınlı erkekli.  Zıt anlamlı deyim hâlinde ikileme: karı koca olmuş.  Zıt Anlamlı Fiil ile Kurulan İkileme: alındı verildi.  Zıt Anlamlı Sıfatlarla Kurulan İkileme: yaşlı genç. 4.4. Bir Kelimesi Anlamlı İkilemeler (Biri Anlamlı Diğeri Anlamsız İkilemeler)  Bir kelimesi anlamlı ikilemeler: yarım yamalak (2), sus pus. 4.5. Farklı Kelimelerden Kurulan İkilemeler  Farklı kelime ile kurulan zarf-fiil ekli ikilemeler: sere serpe, güle oynaya.  Farklı kelimelerden kurulan basit yapılı zarf görevli ikileme: dere tepe, doğru dürüst.  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan grupların her ikisine +DA gelmesiyle oluşan zarf görevli ikileme: arada sırada.  Farklı kelimelerden kurulan iyelik ekli ikilemeler: dördü beşi, huyu suyu, saçları sakalları.  Farklı kelimelerden kurulan her ikisine +A gelmesiyle oluşan yer tamlayıcısı görevli ikilemeler: oraya buraya, toprağa taşa.  Farklı kelimelerden kurulan her ikisi de yükleme ekli ikilemeler: dağı yüzü, yeri göğü.  Farklı sıfatlardan (+lı ekiyle kurulan türemiş yapılı) ikileme: belli başlı.  Farklı kelimeden yalın isimlerle kurulan deyim anlamlı ikilemeler: saç baş (yolmak), hâl hatır (sormak)(2), kan ter (içinde).  Farklı kelimeden +lIk/+lUk isim yapma eki ile kurulan deyim anlamlı ikilemeler: (üstüme) iyilik sağlık.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 197  Farklı kelimeden yükleme eki ile kurulan deyim anlamlı ikilemeler: saçı başı yolmak, sapı samanı.  Farklı kelimeden iyelik eki ve yükleme eki ile kurulan deyim anlamlı ikilemeler: saçlarını başlarını (yolup).  Farklı kelimeden cümle şeklinde sıfat görevli ikileme: kuş uçmaz kervan geçmez (yerde)  Farklı kelime ile kurulan isim görevli ikileme: hâl hatır faslı. 4.6. "+lI" ve “+sIz” ekiyle kurulan sıfat görevli ikileme  belli belirsiz (2) 5. Romandaki İkilemelerin Sayı Listesi Aynı kelime ile kurulan 114, farklı kelime ile kurulan ikilemeler 22, yakın anlamlı kelime ile kurulan ikilemeler 13 ve zıt anlamlı ikilemeler 16 kez kullanılmıştır. Bir kelimesi anlamlı ikilemeler 3 kez, "+lI" ve “+sIz” ekiyle kurulan sıfat görevli ikilemeler de 2 kez kullanılmıştır. 5.1. Birer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Kurulan Birleşik Yapılı İkilemeler  Aynı kelime ile Kurulan Fiil Görevli İkileme  Aynı Kelime ile Kurulan İyelik Ekli İkilemeler  Aynı Kelime ile Kurulan Yüklemeli İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan +lIk/+lUk İsim Yapma Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan Cümle Şeklinde Sıfat Görevli İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan İsim Görevli İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan İyelik Eki ve Yükleme Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Ayrı Sıfatlardan (+lI Ekiyle Kurulan Türemiş Yapılı) İkilemeler  Bir İsmin Doğrudan Tekrarıyla Oluşan Grupların Her İkisine +DA Gelmesiyle Oluşan Zarf Görevli İkilemeler  Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan Yansıma İkilemeler  Zıt Anlamlı Deyim Hâlinde İkileme  Zıt Anlamlı Fiil ile Kurulan İkileme  Zıt Anlamlı Gruplardan Birincinse +DAn, İkincisine +A Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler  Zıt Anlamlı Gruplardan Her İkisine +DA Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

198 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

 Zıt Anlamlı İyelik Ekli İkilemeler  Zıt Anlamlı Sıfatlarla Kurulan İkileme

5.2. İkişer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime (Fiil) ile Kurulan –sA’lı İkilemeler  Aynı Kelime ile Kurulan Ek Fiilli İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan Yükleme Eki ile Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler  Ayrı Kelime ile Kurulan Zarf-Fiil Ekli İkilemeler  Ayrı Kelimelerden Kurulan Basit Yapılı Zarf Görevli İkilemeler  Ayrı Kelimelerden Kurulan Her İkisi de Yükleme Ekli İkilemeler  Ayrı Kelimelerden Kurulan Her İkisine +A Gelmesiyle Oluşan Yer Tamlayıcısı Görevli İkilemeler  "+lI" ve “+sIz” Ekiyle kurulan sıfat görevli ikileme  Zıt Anlamlı “+lI” Ekiyle Kurulan (Sıfat Görevli) İkileme  Zıt Anlamlı Zarf Görevli İkilemeler 5.3. Üçer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Kurulan Zarf-Fiil Ekli İkilemeler  Ayrı Kelimelerden Kurulan İyelik Ekli İkilemeler  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan gruplardan birincisine +DAn, ikincisine +A gelmesiyle oluşan zarf görevli ikilemeler  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan grupların birincisine +DAn, ikincisine +A gelmesiyle oluşan yer tamlayıcısı görevindeki ikilemeler  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan grupların her ikisine +DA gelmesiyle oluşan yer tamlayıcısı görevindeki ikilemeler  Bir Kelimesi Anlamlı İkilemeler (Biri Anlamlı Diğeri Anlamsız İkilemeler)  Yakın Anlamlı Kelimeden Kurulan İsim Görevli İkilemeler  Yakın Anlamlı Kelimeden Kurulan İsim Görevli İkilemeler  Zıt Anlamlı Gruplardan Her İkisine +A Hâl Ekinin Gelmesiyle Oluşan (Yer Tamlayıcısı Görevindeki) İkilemeler 5.4. Dörder Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Deyim Şeklinde Kurulan İkilemeler  Aynı Kelime ile Kurulan Sıfat Görevli İkileme  Aynı Kelime ile Kurulan Türemiş Yapılı İkilemeler

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 199  Ayrı Kelime ile Kurulan Yalın İsimlerle Kurulan Deyim Anlamlı İkilemeler 5.5. Beş Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Kurulan Yansımalardan Oluşan İkileme 5.6. Altı Kez Kullanılan İkileme Türleri  Yakın Anlamlı Kelime ile Kurulan Zarf Görevli İkilemeler 5.7. Sekizer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Fiilin İlkine -r İkincisine -mAz Eki Getirilerek Yapılan İkilemeler 5.8. On Altı Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Kurulan Ünlem Görevli İkileme 5.9. Yirmişer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Bir ismin doğrudan tekrarıyla oluşan gruplardan ikincisine +A gelmesiyle oluşan zarf görevli ikilemeler 5.10. Otuz İkişer Kez Kullanılan İkileme Türleri  Aynı Kelime ile Kurulan Hâl Ekli İkileme  Aynı Kelime ile Kurulan Zarf Görevli İkileme. Sonuç Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata adlı romanında, eş görevli iki kelimenin yan yana gelerek meydana getirdiği kelime grupları olan ikilemeler, çokça yer almıştır. Romanda 167 ikileme belirlenmiş, bütün bu ikilemeler kullanım sayıları ve anlamları dikkate alınarak sınıflandırılmıştır. Aynı kelime ile kurulan ikilemeler, ayrı kelime ile kurulan ikilemeler, bir kelimesi anlamlı ikilemeler, yakın anlamlı kelime ile kurulan ikilemeler, zıt anlamlı ikilemeler şeklinde genel bir sınıflandırmadan sonra gerek yapısal gerekse anlamsal özelliklerine göre kullanılan ikilemeler alt sınıflandırmalara tâbi tutulmuştur. Yazar, en çok aynı kelime ile kurulan ikilemeleri (114) kullanmıştır. Ayrı kelime ile kurulan ikilemelerden (22) sonra yakın anlamlı kelime ile kurulan ikilemeler (13) ve zıt anlamlı ikilemeler (13) eş değer derecede kullanıldığı görülmektedir. “+lI” ve “+sIz” ekiyle kurulan sıfat görevli ikilemelerle bir kelimesi anlamlı ikilemeler de en az tercih edilen tür olarak görülmüştür. Ses ya da anlam yönünden bir benzerlik, bir bütünlük taşıdıkları gibi cümle içerisinde farklı farklı görevlerde kullanılabilirler. Vurgu ve pekiştirme gibi ifadelerle cümlenin anlamını kuvvetlendirirler. Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata romanında da kullanılan ikilemelerden Dede Korkut Destanlarında kullanılan “kuş kuşlamak” deyim hâlindeki ikileme hariç tamamı Türkiye Türkçesi ölçünlü dilinden canlı örneklerdir. Romanda kullanılan ikilemeler hem yazarın hem de Türkçenin kavram ve anlam zenginliğini yansıtmaktadır. İkilemelerin bir edebî eserde fazlasıyla kullanılması, ifade gücünü zenginleştiren özelliklerden birisidir. Bu romanda da çok sayıda farklı şekil ve anlamlarda kullanılan ikilemeler, eserin ifade gücünü zenginleştirmiştir. İkileme bakımından üretici bir dil olan Türk dilini son derece etkili kullanan yazar, bu romanında pek çok ikileme kullanmıştır. Yazarın kullandığı kelime tekrarları anlam çeşitliliği ile ahenkli bir anlatıma katkı sağlamıştır.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

200 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

Kaynaklar Abik, A. Deniz (2010). “(İsim1 + lI/+lU) (İsim2 +lI/+lU)” Kuruluşundaki İkilemeler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 17, 2 (2010) 1- 20. Ağakay, Mehmet Ali (1953). “İkizlemeler Üzerine”, C.II, Türk Dili, S.16-17, Ankara: Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. s.189- 191/268-271. Ağakay, Mehmet Ali (1954). “Türkçede Kelime Koşmaları”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Akerson, Fatma (1982). “Türkçenin Çeviride Tam Değerlendirilemeyen Bir Özelliği: İkilemeler”. Çağdaş Eleştiri. S.6, s. 49-52. Aksoy, Ömer Asım (1984). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, C. II. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aksan, Doğan, (1996). Türkçenin Söz Varlığı, Ankara: Engin Yayınevi. Aksan, Doğan (2000). En Eski Türkçenin İzlerinde. İstanbul: Simurg Yayınları. Aksan, Doğan (2005a ). Türkçenin Zenginlikleri İncelikleri, Ankara: Bilgi Yayınevi. Aktan, Bilal (2010). “Dîvânu Lügâti’t-Türk’ün Söz Varlığında Yer Alan İkilemeler”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.28, s.1-12. Aktaş, Tahsin (1996). “Yapı ve Anlam Bakımından Almanca ve Türkçede İkilemeler”. Türk Dili, S. 539, s. 565-575. Akyalçın, Necmi (2007). Türkçe İkilemeler Sözlüğü (Tanıklı), Ankara: Anı Yayıncılık. Alkaya, Ercan (2008). “Orta ve Doğu Karadeniz Ağızlarında Görülen İkilemeler Üzerine Bir Değerlendirme”. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Volume 3/3, s. 37-76. Can, Meltem (2010), Eski Uygur Türkçesinde İkilemeler. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa. Clauson, Sir Gerard (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford: At The Clarendon Press. Çoraklı, Şahbender (1991). Türkçe ve Almancada İkilemeler, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum. Çoraklı, Şahbender (2001). “Türkçenin Yaratma Gücü İkilemeler I”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 17, Erzurum. Çürük, Yasemin (2016). “İkilemelerin Dilbilgisel Anlamları”. The Journal of Academic Social Science Studies, No.:48, s. 397-411. Demir, Necati (2018). Ulu Han Ata Bitiği. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Doğan, N. (2016). Türkiye Türkçesinde Fiillerin Eşdizimleri. Ankara: Yayınevi Durgut, Hüseyin (2004). “Türkiye Türkçesinde İkilemelerde Kalan Arkaik Kelimeler”, Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devadârî (1320). Dürerü’t-Tîcân ve Tevârîh-i Gurerü’z-Zamân. Süleymâniye Ktp. Dâmâd İbrâhim, nr.: 913, vr. 203b. Ercilasun, Ahmet Bican (2016). Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata. Ankara: Akçağ Yayınları. Ercilasun, Ahmet Bican (2018). “Türklerin Türeyiş Efsaneleri: Ulu Han ata Bitigçi” Yeniçağ Gazetesi (25.02.2018). Erdal, Marcel (1991/1). Old Turkic Word Formation A Functional Approach to the Lexicon, Wiesbaden: Otto Harrassowitz.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

Kürşat EFE & Muhammed Ali AÇIKGÖZ 201 Erdem, Mehmet Dursun (2005). “Harezm Türkçesinde İkilemeler ve Yinelemeler Üzerine”. Bilig, Bahar S. 33, s. 189-226. Eren, Hasan (1949). “İkiz Kelimelerin Tarihine Dair”. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. VII, S. 2, s. 283-286. Eren, Hasan (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basımevi. Ergin, M. (2009b). Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları. Eyüboğlu, İsmet Zeki (1989). Türkçe Kökler Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi. Gülensoy, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları. Hacızade, Naile (2005). Azerbaycan Türkçesindeki Deyimlerin Dil Özellikleri. İstanbul: Atlas Yayınları. Hatiboğlu, Vecihe (1981). İkilemeler. Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Hatiboğlu, Vecihe (1988). “Kelime Grupları ve Kuralları” (s. 203-244), TDAY-Belleten 1963. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. İpek, Birol (2016). Türkiye Türkçesinde Enkliz (Eğilti). A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 57, Erzurum, 1535-1544. İstanbul: Simurg Yayınları., s. 419-427. Karahan, Leyla (1998). Türkçede Söz Dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları. Kargı Ölmez, Zuhal (1998). “Kutadgu Bilig’de İkilemeler (2)”, Bahşı Ögdisi. Festschrift für Klaus Röhrnborn anläßlish seines 60. Geburtstags/60. Doğum Yılı Dolayısıyla Klaus Röhrnborn Armağanı (Yayıma Hazırlayanlar: Jens Peter Laut-Mehme). Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 21, İstanbul: Simurg Yayınları, s. 235-260. Kargı Ölmez, Zuhal (2007). “Kutadgu Bilig’de İkilemeler (1)”, Türk Dilleri Araştırmaları, 7, s. 19-40. Koç, N. (1996). Yeni Dil Bilgisi. İstanbul: İnkılâp Kitabevi Yayınları. Kopraman Kazım Yaşar (1987). “Memlûkler” Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. VI-VII. İstanbul. Korkmaz, Zeynep (2003). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ögel, Bahaeddin (1971). Türk Mitolojisi (I-II). Ankara: TTKY. Özkan, Bülent (2011). “Türkiye Türkçesinde İkili Tekrarlar”. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1 Winter, s. 1625-1648. Özkan, Elif (2013). “Dede Korkut Kitabı’nın Vatikan Nüshası’nda Yer Alan İkilemeler Üzerine Bir Değerlendirme”. Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi. C. 30, S. 1, s. 118-140. Özkan, Nevzat (1999). “İsme Gelen Ekleri de Alan Bir Fiil Gövdesi: belir-“, TDAY Belleten 1996, Ankara 1999, s.213-220. Savran, Hülya (1998). “Orhun Yazıtlarında Eş Heceli İkilemeler ve Sıralama Kuralları Üzerine”, Bir Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi 9-10, Prof. Dr. Kemal Eraslan Armağan Sayısı, İstanbul: Yesevî Yayınları., s. 565-570. Sev, Gülsel (2004), “Divanü Lûgat’it Türk’te İkilemeler”, Türk Dili, 634, s. 497-510. Şen, Serkan (2002). Eski Uygur Türkçesinde İkilemeler. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Samsun. Taş, İbrahim (2012). “Kutadgu Bilig’de İkilemeler”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı – Belleten. 60 (2), s. 43-96.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019

202 Ahmet Bican Ercilasun’un Türk’ün Kayıp Kitabı Ulu Han Ata Romanında İkilemeler

Tietze, Andreas (1966). “Reduplikasyon ve (r) ile Kurulmuş Çift Sözler”, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara. s. 423-429, Tokay, Yaşar (2013). “Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’nde İkilemeler” Turkish Studies, Volume 8/9 Summer, s. 2401-2416. Tuna, Osman Nedim (1947). “Türkçede Tekrarlar”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi C. III, s. 429-447. Tuna, Osman Nedim (1949). “Türkçede Tekrarlar-1”. Kowalski Özel Sayısı. C. III, No: 3-4, İstanbul. s. 429-477. Tuna, Osman Nedim (1983). “Türkçenin Sayıca Eş Heceli İkilemelerinde Sıralama Kuralları ve Tabii Bir Ünsüz Dizisi”, Türk Dili Araştırmaları Belleten 1982-1983, Ankara, 1986, 163-228. Tuna, Osman Nedim (1986). “Türkçenin Sayıca Eş heceli İkilemelerinde Sıralama Kuralları ve Tabiî Bir Ünsüz Dizisi”, TDAY-Belleten 1982-1983, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 163-228. Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe Sözlük. 11. Baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Vural, Hanifi (2004). “Dede Korkut Anlatılarında Söz Tekrarları”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Yıldız, Hüseyin (2012). “Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Hayatı ve Eserleri”, Millî Folklor, Yıl 24, Sayı 93, s.6-15. Yüce, Nuri (1998). “İkilemelerdeki İlginç Problemler”. Bahşı Ögdisi. Festschrift für Klaus Röhrnborn anläßlish seines 60. Geburtstags/60. Doğum Yılı Dolayısıyla Klaus Röhrnborn Armağanı (Yayıma Hazırlayanlar: Jens Peter Laut-Mehme). Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 21, İstanbul: Simurg Yayınları., s. 419-427. Zülfikar, Hamza (1995). Türkçede Ses Yansımalı Kelimeler, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 8/ Sayı 18/ NİSAN 2019