CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 Kapak tasarımı ve fotoğraf: Ömer Orhun İlkkaynak Book • Dictionary • Encyclopedia Sale & Trade Organization

> ; ; ^ AnaBritannica Dünyanın 1 numaralı ansiklopedisi 17 ülkede 13 milyon takım ■ 22 cilt yaklaşık 260 milyon cilt ■ 14.000 \ % % % % % \ % % sayfa ■ 85.000 madde ■ 20.000 fotoğraf, harita çizim... 19 ana başlıkta 813 konu, ■ Ayrıca 2500 ü aşkın renkli resim Özel ekler. ve çizim, 5000 dizin mad desi, 2496 sayfa baştan Guinnes başa renkli eşsiz bir Rekorlar Kitabı ilkokul ansiklopedisi. “Britannica, dünyanın en U t %%>%-% geniş kapsamlı ansiklopedisidir.' Bir dünya üniversitesi! Yurt Ansiklopedisi Britannica, 131 ülkeden 6.000’i aşkın bilim adamı, yazar ve düşünürün katkısıyla yaratılan ansiklopedi.

Türkiye’yi dünü, bugünü ve yarınıyla il il, ilçe ilçe, köy köy Dünyada ve Türkiye’de 1989 tanıtan eşsiz eser. ► İnsanlar ► Olaylar ► Ülkeler —B e r l it z DİL KURSU ÂnaBritannica ile birlikte. Şimdi Türkiye’de işyerinizde, evinizde!..

A D R E S L E R : Merkez Günde bir saatinizi ayırarak altı Özveren Sk, 32 /1 Maltepe - ANKARA BAŞVURU FORMU ayda Tel : 231 73 74 (5 hat) Fax: 231 73 79 Adı Soyadı İNGİLİZCE Bölge Müdürlükleri ÖĞRENECEKSİNİZ. ’ Sümer Sk. 8 / 5 Kızılay - ANKARA Adresi : Tel : 229 83 63 - 230 82 76 * Özveren Sk. 43/5-6 Maltepe - ANKARA Mesleği : Tel: Tel : 230 60 73 - 231 83 87 (3 hat) * Babıali Cad. 19 / 7 Cağaloğlu - Tel : 519 47 03 - 512 74 05 - 520 86 71 - 527 20 65 * Büyükdere Cad 34 / 10 Mecidiyeköy - İSTANBUL Tel : 166 73 99 - 166 79 96 □ Anabritannica □ Walt Disney D Yurt An. □ Berlitz D Bilgi istiyorum O E'binmek istiyorum • Düsseldorfer Str. 13, D. 6000 Frankfurt/Main 1 - F. Almanya Tel : 069 - 23 0 9 6 2 Bu formu doldurarak adresimize gönderiniz. Teşekkür ederiz. Neden özel sayı? p ■ ■umhuriyet KITAP’ın bu sayısı Yunus ^^N adi Ödülleri’ne ayrıldı. 1946 yılın­ dan bu yana düzenli olarak yapılan Yunus Nadi Armağanı Yarışmasında, ödüller ön­ celeri tek bir dalda verilmekteydi. İlk kez ge­ çen yıl 5 dalda gerçekleşen yarışma, bu yıl Yunus Nadi Ödülleri adıyla 4 ana başlıkta 18 ödülle düzenlendi. Söz konusu ödüller­ den Edebiyat Ana Dalı ve Sosyal Bilimler Araştırmasının kapsamına girenleri KİTAP eki, Görsel Sanatlar ve Sinema Ana Dalı­ nı ise Cumhuriyet DERGİ aktaracak sîzle­ re Bu yıl Edebiyat Ana Dalı kapsamına gi­ ren, Yayımlanmış ve Yayımlanmamış Öykü, Roman, Şiir, Röpotaj ve Sosyal Bilimler Araştırması başlıklarında gerçekleştirilen ödüllerden Yayımlanmış Roman, Yayımlan­ mış ve Yayımlanmamış Şiir başlıklarında ödüle değer yapıt bulunamadı. Şiir başlığında seçici kurulda yer alan, fa­ kat aramızdan erken ayrılan Cemal Süreya adına bir Cemal Süreya Jüri Özel Ödülü gerçekleştirildi. Dergimizin bu sayısına, okurlarımızın ye­ ni çıkan yapıtlardan haberdar olmasını ya­ rarlı görerek, Vitrindeki Kitaplar; eh biraz da eğlencelik diyerek Kitap Ödüllü Bulma­ Folklor meraklılarına Maket gemi üstüne ca ve 5 haftadır sürdürmekte olduğumuz Yaz Oyunu Bulmacası’nı da aldık. Anadolu insanının tarih öncesinden bugüne yaşamını, Ben Kıbrıs’ta maket gemi üzerinde çalışan biriyim. folklorunu öğrenmeye çalışıyorum. Bu konuya ilgi Maket gemiler hakkında bir kitap var mı, varsa duyanlarla yazışmak istiyorum. nereden edinebilirim? Çapan Delikanlı Kadastro Müdürlüğü, EĞİRDİR. Tef: 1597-3372 Ahmet Yılmazoğlu Letkoşa Türk Belediyesi KIBRIS

Sayın Yılmazoğlu’na yanıt Fahri Kaytaz’ın yazdığı “ Gemi Modelciliği” adlı kitap sanırız işinize yarar. Fiyatı on bin TL. İnkılap Kitabevi’nden edinebilirsiniz. Kolay gelsin. Gergedan ve Argos 1987 martından 1988 temmuzuna kadar çıkmış olan Tiyatro ve şiir üstüne Gergedan dergisinin tüm sayıları ve şu anda çıkmakta olan Argos dergisinin ilk sayısından içinde Yaşama, dostluğa, sevgiye, dürüstlüğe, güzel günlere bulunduğumuz aya kadar tüm sayıları bende var. inanan sevgili dostlarla kitaplar, şiirler ve tiyatro Edinmek isteyenler, bana telefon eder misiniz? üstüne yazışmak, iletişim kurmak istiyorum, Yazımızın başlarında belirttiğimiz gibi Hakan Dinç Tel: (663) 41 758 (iş), 40 481 (Ev) dürten Uyar Beyazıt Mah. Şenol So. No: 23 DEMİRCİ/MANİSA Görsel Sanatlar Ana Dalı kapsamına giren afiş, Yayımlanmış ve Yayımlanmamış Fotoğ­ raf, Karikatür; Sinema Ana Dalı kapsamı­ Cumhuriyet KİTAP 1 . Sahibi: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T.A.Ş. adına: O tuz yaşına gelinceye kadar kitapları na giren, Uzun ve Kısa Metrajlı Film ve Se­ Nadir Nadi □ Genel Yayın Müdürü: Haşan Cemal □ Müessese Müdürü: sevmeyen, sonraları da onları anlayacak Emim Uşaklıgll D Yazı işleri Müdürü: Okay Dönensin □ Yayın Yönetmeni: Celal naryo ödüllerini pazar günü yayımlana­ Ûster i 1 Yayın Sekreteri: Mürşit Balabanlılar D Reklam Müdürü: Ayşe Torun G kadar sevemeyecektir. Grafik Yönetmen: Mazan Tacer Q cak olan Cum huriyet DERGİ’de bulacak­ Clarendon sınız. İyi haftalar...

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 3 : alanda kaçınılmaz çoğulculuğu yansıtıyor. Kimi ban­ kaların, şirketlerin, ticaret tekellerinin reklam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödülleri, parasal açıdan ne KURULUŞUMDAN BU YANA l . ’LER kadar büyük oİursa olsun, olayın özü maddi çerçeve­ YUNUS NADİ nin dışındaki anlamında odaklaşıyor. Yunus Nadi Ar­ 1946-47: Şerbet konu / Erdoğan Meto • 1947-48: Küçük hikâye / mağanı Yarışması, kırk yılı aşkın bir sürede düzenli Fethi Başak • 1948-49: Atatürk’e ait bir hatıra / Melek Erbilen • olarak gerçekleştirildi, saygın seçici kurulların verdik­ 1949-50: Bir yurt yazısı / Zeyyat Selimoğlu • 1950-51: M illi Mücadele'den bir hatıra / Muammer Çekinay • 1951-52: En güzel şiir leri kararla sonuçlandı, kültür ve sanat hayatımıza / Azmi Tekinalp • 1952-55: K a rik a tü r / Orhan Doğu • 1953-54: E n ÖDÜLLERİ amaçlanan katkıları yap*ı ve etkilerini duyurdu. Geçen üzel hikâye / Ayperi Akalın • 1954-55: inkılaplarımızı nasıl yıl yarışmanın kapsamını daha da boyutlandırmak ve foruyabiliriz? İbrahim Baç • 1955-56: Demokrasi yolunda neler anlamını genişletmek için yeni bir düzen kurduk. Yu­ yaptık? Neler yapmalıyız? / Ümit Ünkan • 1956-57: En güzel şiir / nus Nadi Armağanı Yarışması daha önce bir dalda ya­ Asaf Çiğiltepe • 1957-58: En güzel roman / • 1958-59: R ö p o rta j / Mustafa Gümüşkaynak 1959-60: Dil davamız / 1989 1990 pılıyor, her yıl bu dalın ne olacağı saptanıyor, önce­ Ekrem Alptekin • 1960-61: 27 Mayıs’tn manasını anlatınız / Demir den açıklanıyordu. 1988-1989’da Yunus Nadi Armağanı Kandemir • 1961-62: En önemli davamız nedir? Mustafa Ok • Yarışması beş dalda düzenlendi. Böylece daha geniş bi­ 1962-63: Makale (Sosyalizm mi liberalizm mi? Turan Tan • 1963-64: Yunus Nadi Armağanı Yarışması lim, kültür ve sanat yelpazesi oluşturacağımızı ve da­ Cumhuriyetin 40. yılında Atatürkçülükten ne anlıyoruz? Kemal ha geniş katılımı sağlayacağımızı düşünmüştük. Geçen Anadol • 1964-65: Küçük-hikâye / Öner Ünalan • 1965-66: Türk ! 1946’da kuruldu. Yarışmanın ilk devrim tarihi, devrimlerle ilgili olarak Türkiye'nin gelişmesi / yılki yarışmalarda bu düşüncemizin doğruluğu ortaya Sabahatin Selek • 1966-67: Türk D il Devrimi 'ni yansıtan Türk I düzenlendiği yıllarda Türkiye’de çıktı. 1989-1990’dan itibaren Yunus Nadi Ödülleri dilinin arınması ve zenginleşmesi / Zeynep Korkmaz • 1967-68: Türk adıyla sürecek olan yarışmamızın kapsamı daha da ge­ Devrimi, Ulusal Kurtuluş Savaşı 'm, bu savaşta geçmiş bir olayı ya da sanat alanında hiçbir özel ödül nişledi. Ülkemizin kültür ve sanat yaşamı bütün baba­ Türk toplumunun temel sorunlarım konu almış roman / yoktu; tek parti dönemiydi ve lanmalara ve olumsuz yatırımlara karşın sürekli gelişi­ • 1968-69: Türkiye'nin tüm kalkınma sorunu, bu sorunlar içinde biri yor ve yaygınlaşıyor. Fikir ve sanat özgürlükleri Türki­ veya birkaçını konu olarak alan bilimsel nitelikte eserler / Doğan yalnız CHP’nin koyduğu bir şiir Avcıoğlu • 1969-70: Kurtuluş Savaşı ve Devrimler (film senaryosu) / ye’de tam değil; siyasal iktidarların baskıları hâlâ sü­ Oktay Arayıcı ve Güngör Dilmen • 197071: Yedi Dakika / Celal ödülü vardı. 44 yıldır düzenli rüyor ve çağdaş demokratik ortamdan henüz yoksun Erkunt • 1971-72: Kadın erkek eşitliği / Fatma Gürel (Bölek) • sayılıyoruz. Buna karşın fikir, sanat, bilim, kültürde ça­ 1972-73: Cumhuriyet çağında dilimiz / Haldun Derin • 1973-74: olarak yapılan Yunus Nadi balar sürüyor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette aydın­ Cumhuriyet'in 50. yılında Türk basını / Önder Şenyapılı • 1974-75 lanmanın önüne hiçbir güç geçemez. Cumhuriyet, çağ­ R om an / Attila Ilhan * 1975-76: Yaşadığımız yüzyuda Türk Armağanı Yarışması önceleri tek kadınının yeri / Fiisun-Tunç Tayanç • 1976-77: ¡8 76-1976: daş uygarlığa giden yolun fikir, sanat, kültür, bilim yolu Türkiye’de anayasal düzenler / Dinç-Tunç Tayanç • 1977-78 bir dalda gerçekleştirildi. 1988-89’da olduğunu kuruluşundan beri savunan bir gazete. Bu yol­ Cumhuriyet döneminde gençlik / Fulya-Hasan Basri Gürses • beş dalda, bu yıl (1989-90) ise daki çabaları desteklemek ve özendirmekte Yunus Na­ 1978-79: En güzel çocuk romanı / İsmail Uyaroğlu • • 1979-80: di Ödülleri’nin işlevi sürecek. 1989-1990 Yunus Nadi Türkiye’de sansür sorunu / 1. seçilemedi, 2. Füsun-Tunç Tayanç • Yunus Nadi Ödülleri adıyla dört Ödülleri’nde konu sınırlaması (Afiş hariç) yok ve dört 198081: Köşe yazısı / Göksel Türk * 1981-82: Toplumbilim / Sami ana başlıkta 18 ödül verilecek. Edebiyat Ana Dalı: Öy­ Güven * 1982-83: Cumhuriyet bastnı ve demokrasi / Verilmedi * ana başlıkta 18 ödülle 1983-84: Fotoğraf (Siyah-beyaz) / Nevzat Çakır • 1984-85; Karikatür / gerçekleştirildi. kü Kitabı, Yayımlanmamış Öykü, Şiir Kitabı, Yayım­ Cezmi Ermiş • 1985-86: Mizah Öyküsü / Verilmedi • 1986-87; lanmamış Şiir, Yayımlanmış Roman, Yayımlanmamış Röportaj (Gençlik) / Oral Çalışlar * 1987-88: Senaryo / Alper Uygur Roman, Yayımlanmış Röportaj, Yayımlanmamış Rö­ portaj. Görsel Sanatlar Ana Dalı: Afiş, Yayımlanmış 1988-1989’da beş dalda düzenlendi. Dallara göre birinciler şunlardı: unus Nadi Armağanı Yarışması 1946’da ku­ Fotoğraf, Yayımlanmamış Fotoğraf, Yayımlanmış Ka­ ruldu; biri geçmişe, biri geleceğe dönük iki an­ rikatür, Yayımlanmamış Karikatür. Sinema Ana Da­ Bu yıldan (1989-1990) itibaren “Yunus Nadi Ödülleri” adıyla lamı var. Geçmişe dönük anlamı, gazetemizin lı: Uzun Metrajlı Film, Kısa Metrajlı Film, Uzun Met­ sürecek olan yarışma, 4 ana başlıkta 18 ödül verilecek şekilde kurucusu Yunus Nadi’ye saygı ve sevgiden kay­ rajlı Film Senaryosu. Bilimsel Araştırma: Yayımlan­ genişletildi. Birinciler şunlar: Y mış Sosyal Bilimler Araştırması, Yayımlanmamış Sos­ naklanıyor. Yalnız Cumhuriyet gazetesinin değil, Edebiyat Ana Dalı: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük emeği yal Bilimler Araştırması. □ bulunan Yunus Nadi’nin anısını her yıl tazelemek bi­ Yayımlanmış öykü: Bir Yer Göstericinin Hayatı / Hulki Aktunç • zim için bir görev. Devrimci ve demokrat Cumhuri- Yayımlanmamış öykü: R an devu /Y urdaer Erkoca • Yayımlanmış et’in ulusal bağımsızlık savaşımızla ve Türkiye Cum- roman: Ödüle değer yapıt bulunamadı • Yayımlanmamış roman: , uriyeti’yle zamandaş ve eşanlamlı bir kuruluş tarih­ Kuzey Işıklan / Emel Ebcioğlu ve Salkım Hanındın Tanelen / Yılmaz Karakoyunlu • Yayımlanmış şiir: Ödüle değer yapıt çesi var. Yunus Nadi, gazetemizin temel taşlarını bu b u lu n am ad ı • Yayımlanmamış şiir: Ödüle değer yapıt bulunamadı • doğrultuda koydu. Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümü­ Yayımlanmış röportaj: Allahın Gölgesinde Koşanlar / Bekir Yıldız • nü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yöne­ Yayımlanmamış Röportaj: Trende / Fehmi Salık ve Kan Mezarlan / lik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla bu yarış­ Dınçer Sezgin * ma düzenlendi. Yarışmanın ilk düzenlendiği yıllarda Görse! Sanatlar Ana Dalı: Türkiye’de sanat alanında hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi ve yalnız CH P’nin koyduğu bir şiir Afiş: Mahmut Soyer. Yayımlanmış Fotoğraf: Ahmet S.Sabuncu * Yayımlanmamış Fotoğraf: Açlan Uraz • Yayımlanmış Karikatür: ödülü vardı. Aynı dönemde bütün dünyada sanat, bi­ Hatay Dumlupınar • Yayımlanmamış Karikatür: Hakan Boyav • lim, edebiyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’da Gon- Sinema Ana Dalı court ödüllerinin sonuçlan Türkiye’de de izleniyordu; ama ülkemiz bu alanda da geç kalmıştı. Cumhuriyet Uzun Metrajlı Film: Karartma Geceleri / Yusuf Kurçenli • Kısa gazetesi bu konuda öncülüğü üstlendi, kırk üç yıl ön­ Metrajlı Film: Ödüle değer yapıt bulunamadı * Uzun Metrajlı Film ce düzenlenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kül­ Senaryosu: Ömer Uğur / Sorgu da • tür yaşamımızda bir yarışma coşkusu oluşturdu. Daha Bilimsel Araştırma: sonraki yıllarda Türkiye’de de yanşmaların ve ödülle­ rin sayısı çoğaldı, yirmiyi aştı. Bugün belki ödül enf­ Yayımlanmış Sosyal Bilimler: Osmanlı Devleti Borç Anlaşmaları / lasyonundan söz açılabilir; eleştirel bir yaklaşımla sa­ Cüneyt Ölçer • Yayımlanmamış Sosyal Bilimler: Yukardakıler ve kıncaları gündeme getirilebilir, ama yine de kültür, bi­ Aşağıdakiler / Dr. Ayhan Aktar. lim ve sanat konularında yapılan yatırımların çok ya­ Röportaj: Galatasaray Kazandı Biz Kaybettik / Mecit Ünal, Afiş: rarlı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zamanla ödüller ara­ Serdar Akkaya. Karikatür: Abdullah Orhan. Öykü: S a k lı / Ayfer sındaki ayrımlar ortaya çıkar; bir yanşma kurumsal- Tunç. Fotoğraf: Ferhat Atalay. laştıkça, amacı, nitelikleri, karakteri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin kendi amaçlarına yönelik ya­ rışmalar düzenlemeleri ve ödüller dağıtmaları da bu Yunus Nadi

SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS ÑADÍ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMIŞ ÖYKÜ

Birincilik ödülünü alan Hulki Aktunç: rin düşler üstü varlığı, onun kurgusal dünyasını para­ mparça edecek kadar acıdır. Hesaplarında yanıldığını anlar Şıh Cemşit. Dar anlamda düşlere sığınmanın ki­ şiyi attığı uçurumdur bu. Bu dar anlamda, benim yaşa­ ‘Sanatçı öteleri arar’ mımda pek önem taşımıyor düşler. Beni yönlendirmi­ Türkiye öyküleridir, ama dünya öykücülüğünün bu­ yor. Bir yandan da düşlerin, sanat üretmeyen kişilere ‘Bir Yer Göstericinin Hayatı’ adlı gün vardığı düzeyden de koparılamazlar. Kendi adıma sanat üretme olanağı veren “ göriı’Ter olduğunu sanı­ öykü kitabıyla Yayımlanmış Öykü değil, ülkemiz öykücülüğü adına söylüyorum bunu. Ül­ yorum. Bir tür amatör, kendiliğinden sanat. kemizin insan, tarih ve sanat mozayiğinden onur du­ — Ya sözcükler? Kutladığınız dil? dalında birinciliğe değer görülen yuyorum; ülkemizin öykücülük geleneğinden onur du­ A KTU N Ç — Türkçeye sevdalıyım. Sevdiğime ya­ Hulki Aktunç kitabının hemen yuyorum. “ Bir Yer Göstericinin Hayatı” na derinden kışmak için çabalıyorum. Benim yazdıklarıma bir dil baktığımda bu onura layık olmanın çabalan var her şey­ güzelleme uğraşı olarak da bakılabilir. Ne kadar başa­ girişinde “ Yazdığının içine bak. den önce. rabiliyorum, bunun yanıtı eleştirmenlerde, inceleme­ Pinilupi Sara’dan komik Paskal’a, Şıh Cemşit’ten cilerde. Yazılacak ne çok şey vardır onda” — Roman, şiir, bir Argo Sözlüğü ve öykü... Ürün Perihan ve İsrafil’e hep özgün, sıra dışı kişilikler, bi­ verdiğiniz alanlardaki bu değişkenlik -ya da birbiri­ diyor. reysel dünyalar... Kahramanlannız nasıl belirleniyor ni tamamlama- konusunda, “öyküleme” konusunda düşlerinizde? İkona ülkesini nasıl yaratıyor, nasıl açı­ neler söyleceksiniz? yorsunuz? AKTUNÇ — Yazdıklarımın türünü belirleyen elbet­ AKTUNÇ — Sıradan kişi-sıradışı kişi ayrımı yapmı­ ulki Aktunç, “Bir Yer Göstericinin Hayatı” te onların özüdür. Kendisini sonuçta alacağı biçimle ge­ yorum. Bilgi ve sezgiyle yaklaşıldığında, her birey tiren yazma düşünceleri de vardır, türler arasında de­ ile bir ikonika ülkesinin kapılarını aralıyor “sıradışı” özellikleriyle dışlaştırılabilir. Daha doğrusu, vinerek teslim olmak istemeyen özler de vardır. Çalış­ okurlara. Aktunç, bu yapıttaki öykülerin özgün yönleriyle yeniden kişileştirilebilir. Sözünüzdeki malarım içinde, alacağı son biçime ulaşmamış hiçbir şeyi “Türkiye öyküleri” olduğunu söylüyor. Yaz­ “ düş” kavramını en geniş anlamıyla yorumlarsak, de­ yayımlamadım. Argo Sözlüğü’ne gelince, onu da dili­ dıklarına ise bir “ dil güzelleme uğraşı” olarak bakıla- min sözünü ettiğim insan mozayiğini sürekli gözlem­ mize, hatta insan sanat ve tarih mozayiğimize borçla­ bileceğini belirtiyor. lemek, bu mozayikten, eldeki verilerden yeni kişiler rımın bir tür ödenmesi olarak görüyorum. Türkçede — Bir Yer Göstericinin Hayatı’nda ilk sözünüz türetmek de bir tür düş değilse nedir? İkonika ülkesi argonun serüveni, bütün dünya argolarına örneklik ede­ de öyle, bir tür soyutlamadır. O ülke burasıdır ve hiç­ “Yazdığının içine bak. Yazılacak ne çok şey vardır cek, hatta ışık tutacak bir serüvendir. Bir diller fede­ bir yerdir, o kişiler, düşleme gücümüzün sonuçları ol­ onda”. Bu çağrı son öykünüzde ise çeşitleniyor. Gör­ rasyonunun tarihini yansıtır. Eldeki çalışmalar, bu bi­ duğu kadar, düşleme gücümüzü yaratan kişilerdir de. düğünün, kurduğunun, sevdiğinin, sandığının içi­ rikime haksızlık ediyordu. Ben de son 10 yılımın bir Bana öyle bir hayat ve yazarlık serüveninin kâtipliğini ne bakmasını istiyorsunuz insanlardan. Bugün, bu kısmını bu sözlüğü yazmaya, tanıklar derlemeye ver­ kitapta yer alan öykülerin içine baktığınızda neler yapmak kalıyor. — “İyi bir düş bir koyaktır” diyorsunuz bir öykü­ dim. Bu güz yayımlanacak bu sözlüğü hazırlarken çok görüyorsunuz? şey öğrendim, insanımızın çoksesli dünyasını, bu dün­ de. “ Kötü bir düş bir uçurum, ikisinde de gizlene­ yanın dildeki izdüşümlerini derlemek, tanımlamak, söz­ AKTUNÇ — Hiçbir sanat yapıtı yorumsuz okuna­ bilirsiniz” . Bir başka öyküde ise Şıh Cemşit’in düş lüğe dönüştürmek, çok keyifli bir yorgunluktu. Yazar­ maz. Hep söylerim, sıradan bir cinayet romanı okur­ hesaplarım anlatıyorsunuz. Düşler sizin için neyi ifa­ ken güldüm, üzüldüm, coştum, 300 yıl önce bugünkü ken bile, kişi, 34. sayfada ne olduğunu anımsamadan de ediyor, yaşamınızda nasıl bir yer kaplıyor? argoda işlemekte olan sözcük ve deyimleri kullanmış 134’e geldiyse kitabın tadını alamayacaktır. Yazdığının AKTUNÇ — Bu soruyu biraz önce şöyle böyle ya­ bir Osmanlı ozanıyla karşılaşınca güzel bir sarsıntı ge­ ve yaşadığının “ içine bakmak”, ayrıntıların gücünü nıtladım sanıyorum. Sanatçı daima bir “öteleyici”dir. çirdim... İşte size bir öyküleme. □ ' görmek ve duyumsamak ve bunları yeniden üretmek, Öteleri arar. Arayışıyla denk düşen olay ve kişileri yazarın temel işidir. ‘Bir Yer Göstericinin Hayatı’na özenli saptar, abartır, onları yeniden biçimlendirerek Bir Yer Göstericinin Hayatı / AF A Yayınları baktığımda, 30 yıla yaklaşan öykücülük serüvenimin okurlara sunar. Şıh Cemşit dilediği düşleri görmek üze­ 130 s. / 5.000 TL / CKK Kod No: 011.093 yeni bir billurlaşmasını görüyorum ben. Bu öyküler, re ifritiyle anlaşma yapmaya kalkar. Ancak gerçekle­ Seçici Kurul Füsun Akatlı, , Prof. Cevat Çapan, Gürol Sözen, Celal Üster.

NOT: Bu dalda yarışmaya 23 kişi 23 yapıda katıldı.

PORTRE HULKİ AKTUNÇ

Hulki Aktunç, 1949 yılında İstanbul’da doğdu. İlko­ kulu ve ortaokulu İstanbul’da okudu. Daha sonra, Er­ zincan Askeri Lisesi’nin üçüncü sınıfından ayrıldı. Li­ seyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini yarım bıraktı. 1968’den itibaren, belli başlı edebiyat/sanat/kültür dergilerinde öyküleri, şiirleri, inceleme ve eleştirileri yayımlandı. Yapıtları: ÖYKÜ: Gidenler Dönmeyenler (1976; 1977 TDK Öykü Ödülü), Kurtarılmış Haziran (1977), Ten ve Gölge (1985), Bir Yer Göstericinin Hayatı (1989). R O ­ MAN. Bir Çağ Yangını (1981; Abdi İpekçi Roman Ödü­ lü), Son İki Eylül (1987). ŞİİR: Sır Kâtibi (1989), Islık­ la Tarihçe (1989), SÖZLÜK: Büyük Argo Sözlüğü (1990). Hulki Aktunç, öykü yazarı Semra Aktunç ile evli Hulki Aktunç: "Yazdıklarımın türünü belirleyen elbette onların özüdür.' (Fotoğraf: Kaan Çaydamlı) (1972). İki oğlu var.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 5 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y I M L A N M I Ş Ö Y K Ü

erkek milleti kıymetlidir, moruklasa da” diyor. Niçin gelmiş? Evle ilgili veraset muamelesini artık Arka Kapı Şarkıları yaptırmak gerekirmiş. Çok gecikilirse, vergi kaçakçı­ lığına girermiş. Varlık Vergjsi’ni unutuyor muymuşum? MÜLKİ AKTUNÇ bez ayaklarımla; hiçbir yere de erişemiyordum. Oda­ Kendi babamın Şarkışla’larda neler çektiğini unutuyor lar da, eşya da kaçıyordu benden. Zaten çocukluğum­ muymuşum? imsenin akima takılmamış mıdır Gülnihal dan beri hep böyle olmuştur: Evler, odalar ve eşya ya­ Seninle benim olan bu kutsal evi babanla bölüşecek­ kimdir? Binleri merak edip de sorduysa, yanı­ kın durmaz bana. Yaklaşırım, yakalayamam ben onla­ mişim. Evin içine biriktirdiğimiz nefeslerimiz benim tım alabildi mi? Limon düşününce nasıl bir rı, canım benim. olsun, arka bahçenin akşam havalan benim olsun, evin çatlama olur damağında; sinema karanlığından Hepsi şimdi iyice yâd bana. Sensiz. taşı tuğlası da onun olsun, lanet. i güneşe çılanca bütün gövden nasıl kamaşır; akşam ağaç- Bakıyordum, bir koltukta oturuyorsun; koltuk uzak­ Akşam üzeriydi. Güneş gittim diyorum. Mamma j Tıklarında gezinirken nasıl duyarsın bülbülü birden ve laşıyordu yavaşça. Yatağa uzamyordum ve beni bekli­ Anahit geldi. Çaydanlığım tülbentle sarmış, ıhlamur ko­ | nasıl çakılıp kalırsın orada... Gülnihal hep bunlardı işte. yordun; yatak, ben görür görmez uçup gidiyordu ağır tarıp getirmiş bana. Bahar demekti: Çiçekler açmaya başladığında duyu- ağır. Sen gideli beri adım atamadığım bahçeyi gözlü­ Bardağım bile sefayla tutuyor, şarapsamış kokona, ıh­ j lan delimsirek sevinçti. Birinin yüzüne, salt yüzüne âşık yordum pencereden... Irıyordu bahçe. Ve kaçıncı gün­ lamuru şarap gibi yudumluyordu. i olmaktı: Onu görmeden yamamaktı; seyretmekti yal- dü bilmiyorum ve o küçük masada şarap içiyordun ve Sen ölmüşsün. Sen beni bırakıp gitmemişsin, sen öl­ | nızca, olsun. Dokunmak bile değil, sevdayla bakmak- ben seni görür görmez masa kırılıyor, çöküyor, parça­ müşsün. bakmaktı. lanıyordu. Artık hatırla, dedi. Peşine düşmekti birisinin; o isterse sevmesin beni, sev­ Yalnızlıklardı her yer. Sevgili ne büyük yalnızlıklar insan yalnız kalbiyle yaşamaz evladım, dedi. dalandım ona ben, demekti, iki kişiden birisinin hiç bil­ bırakırmış. Neyi hatırlayacaktım? Kâtibim filmine birlikte gidi­ mediği, ayırdına varmadığı bir aşktı. Senden kalandır diyerek bu sessizliğe, bu ıssızlığa, bu şimizi, birlikte Gülnihal söyleyişimizi mi? Benim on Gülnihal kimdi? kaçıp hayal oluşlara da uyuyor ve teslim oluyordum. altı, senin yirmi yaşında olduğunu mu? Edindiğimiz ilk Öğrenmezse çıldıracak. Alsın beni içine, alsın beni içine, canım benim. eşyayı, öptüğümüz kaşık uçlarını, bizi evlendiren pa­ Bu adı taşıyan sesler, ü ve i ve a, ne güzel buluşmuş­ Geceleyin, ah geceleyin bir başıma, kalbimin vuruş­ paz efendinin bile şaşırıp maşallah diyişini mi? tu birbiriyle. U ve i ve a! Bu sesler, bu seslerle kulağa larını dinliyordum... İkileniyordu vuruşlar. Sen de ba­ Ayrılık, ayrılık vermesin tanrı. Tanrım, diye karala- erişen notalar ne uzun bir hikâye anlatıyordu, na, benim kalbime katıldın sanıyordum. Katılmıyor­ mıştım manastırım adak duvarını, Tanrım Önu Bana j Ö güzelim şarkı kimin için yaratılmıştı? “ Yine bir dun. Yatakcağız, ana rahmi; ben bez bebek, ben cenin; Gülnihal...” doğmadan ağlıyordum. Bağışla. O mutsuz adak ziyaretini mi hatırlayacaktım? Mamma Anahit dedi ki: “ Söylediğin şarkı, bizim bu­ *** Artık hatırla, hatırla, öldü gitti kocan, diye başımda ralarda valsin daniskasıdır...” vırvır ediyordu Mamma Anahit. Yoksa sen de gidici­ Mamma Anahit (ki Allah ondan razı olsun) bana çok Radyo Dünyası’na mektup yazdı, sordu. Mektubu­ sin, hatırla. yardımcı oluyordu. Ah, nekre kadın. Bu yaşında bile Hatırlıyorum: Sen ölmüşsün. Niçin unutmuşum, bil­ na hiçbir karşılık alamadı. Varlığının eridiğini sanmış­ cıvıl cıvıl, her şeyi unutturma çabasında. Binbir türlü tı; yanıt verilmiyor, böylece de Pinilupi Sara diye biri­ miyorum. Ihlamur koyulaşmış. Dayanılmaz acılara dö­ şaka yapıyor; açığın saçığı hikâyeler anlatıyor, güldür­ nen hasret, bir anda bitti. Acılar kaldı. Meğer ölmüş­ si yaşamıyordu; duygulanmıyordu; bekleyişin acısıyla mek istiyordu beni. ürpermiyordu; yoktu böyle biri. sün; yine ölmüşsün gibi geldi bana, bir kez daha ölmüş­ Geçen gün baban gelmiş. Benden saklanarak Mam­ Mamma Anahit, “ delirmişsin sen, öğrenmesen ne sün sen. ma Anahit’in odasına girmiş. Benden çekinmesi, geçen­ olur?” diye çıkıştı. Müteveffa Bağdasar yaşasaydı, mut­ “ Ama, kocan öldü diye ölüme asla inanmayacaksın... lerde adamı kovmuşmuşum, ondanmtş. Mamma Ana­ laka bilirdi. Ölüme inanırsan, küçük güzel bebeğim, ölüm senin hit, “ Bir yandan ağlayıp bağırıyordun, bir yandan eli­ üzerinde de galebe çalar hemen. Ölümü bil ve ölüme Gülnihal çok güzel olmalıydı. Gencecik. Yalın. Du­ ne ne geçtiyse adamın başına attın, ayıp oldu, yazıktır, ru. Dal. Erken çiçeklenip marta aldanan badem ağaç­ inanma, ölüme kapılma, hiç inanmayacaksın ölüme.” çığı mı? Gözlerindeki toy muhabbet, sevginin gelmiş geçmiş en güzel tanımı olabilirdi. Ö şarkı ne derinden derine sevmek, o şarkı ne büyü- ienmekti... Aylarca bekleyip yine yanıt alamayınca, Pinilupi Sara bir mektup daha yolladı: “ Muhterem Efendim, Ben Feriköy’de oturan genç bir hanımım. Hayatta tek eğlencem İstanbul Radyosunu dinlemektir. ‘Yine Bir Gülnihal’ şarkısı kadar hiçbir şey beni mesut etme­ mektedir. O şarkı benim bütün çocukluğumun İlişle­ ridir. Acaba ne sebeple bestelenmiş? Güftesini kim yaz­ mıştır? Gülnihal Hanım kimdir? Eğer bir cevap verir de bendenizi aydınlatırsanız, Gülnihal’i her dinleyişim­ de ve hatta her mırıldanışımda saadetim kat be kat ar­ tacaktır. Hürmetlerimle. Pinilupi Sara.” + **

Beni bırakıp gittin. Canım benim*. Kocaman bir hane boşluğu kaldı bana senden. Canım benim. Aldığım nefes zehirdi artık, kokladığım hava çürü­ müştü; sensiz ben de bırakıyordum kendimi, gün gün ölüyordum canım benim. Göğsüme doluyordu ayrılığın kara anıları. Bitiyor­ dum, biterek kavuşabilir miydim sana, canım benim. Evin içinde küçülüvermiştim aniden; yok olmak de­ ğilse bile, minicik bir bez bebeğe döndüm, canım be­ nim. Odadan odaya geçerken uzun uzun yolculuklara çı­ kıyordum sanki; yürüyor yürüyor yürüyordum ufak

SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIML ANMIŞ ÖYKÜ İkincilik ödülü Üçüncülük ödülü Mahir Öztaş Güven Turan Düş Günler Korku Oyunu / AF A Yayınları / 136 s.______AFA Yayınları / 136 s. S.OOO T I / CK K Kod No: 011.092______5.000 TL.______Mahir Öztaş 195f de İstanbul’da doğdu. Samsun ve Ka­ CKK Kod No: 011.097 dıköy Maarif Koleji’nde okudu. Yüksek öğrenimini 2 Aralık 1943’te doğan İDGSA Yüksek Mimarlık Fakültesi’nde tamamladı. Güven Turan AÜ Dil 1973’ten başlayarak çeşitli dergilerde yayımladığı şiir­ Tarih Coğrafya Fakülte­ lerini Unutulmak Tozlan (1983) adlı kitabında topla­ si İngiliz Dili ve Edebiya­ dı. ‘Öteki Kadın’ adlı öyküsüyle “Playboy” dergisinin tı Bölümü’nde okudu. düzenlediği hikâye yarışmasında birincilik ödülü (1988), Ankara Üniversitesi’nde 1987 yılında yayınlanan Ay Gözetleme Komitesi adlı İngilizce okutmanlığı öykü kitabıyla 1988 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldı. yaptı. 1976 yılından bu Mahir Öztaş, yazının bugünkü görsel iletişimin an­ yana reklamcılık alanın­ latamayacağı bir düzlemden seslenmesi gerektiğine ina­ da çalışmaktadır. Yayım­ nıyor. Öztaş, Yunus Nadi Ödülleri Yayımlanmış Öy­ lanan kitapları: Dalyan, kü dalında ikincilik alan öyküsü için şunları söylüyor: (TDK 1979 roman ödü­ “Susmanın da bir yol olduğu zamanlar var. Ama yi­ lü), Güneşler Gölgeler ne de susmayı bile tartışmaya açmamn yolu yazmak. (1981, şiir), Pes (1982, şi­ Kalıcı olan yazı. Bu da bir iktidar tabii... Ama sus­ ir), Yalnız mısın (1987, mak da başkalarının iktidarım oluşturuyor, pekişti­ roman), Kendini Oku­ riyor. Beni ilgilendiren, görünmeyen iktidar biçim­ mak (1987, denemeler). leri. “Korku Oyunu” bunu kendi içinde tartışmaya açan bir öykü. O öyküdeki kurgusal kişilik, bunu tartışmaya açıyor. Bu öykü, bazı çevrelerde tartış­ ma platformu doğurabilirdi. Ama Türkiye için bel­ ki de yaygın olmayan birtakım sorunları içeriyor... Bir yanıyla, yine de bizim de yabancısı olmadığımız bir iktidar tartışması.”

Ağladım. “ Bu son olsun, hatırla ve ağlama” , dedi. Kaç kere evlendin Mamma? Mamma Anahit ile Müsü Şahin, sen gittin gideli el Gözlerimi kuruladım. Bakışlarıyla azarlar durur “ Bir kere âşık oldum, üç kere de evlendim.” sürmemişlerdi birbirlerine, hep hissediyordum. Mamma Anahit, bir süre daha. İç geçirmelerime bile Ahh, radyo, dinlesene Gülnihal çalınıyor. İlk bu gece, yukarıdaki yalnızlığıma, uykusuzluğu­ karışır. “ Gülü nihali bir kenara bırak. Kadının kalbi kadar ma aldırmadan seviştiler. Ah, zevk düşkünü ihtiyarlar. “ Kayınbaban gene gelir ise ne diyeyim?” kafası da olmalı kızım. Kadının kalbi kadar orası da var­ Mamma, hayatta rastladığım en âlem kadın. İkinci Hiçbir şey bilmiyorum. Veraset bilmiyorum, ev bö­ dır, unutma.” kocası bir İtalyan tayfasıymış. Mamma’ya âşık olup beş lüşmek bilmiyorum. Örası? Kızım olursa adını Gülnihal koyacağım. yıl İstanbul’da kalmış. Adamın karısı Feriköy’lere ka­ “ Benim Şahin’le birlikte gereken her şeyi yaparız me­ “ Irahmetlik Bağdasar, bu şarkıyı çok güzel okurdu. dar gelmiş, söküp almış kocasını. Mamma ile tayfa, iki rak etme, ister misin bu akşam bahçeyi açalım? Bakar­ Ud da çalardı.” gün iki gece ayrdamamışlar birbirlerinden. sın benimki balık malık getirir, oturur biraz içer biraz Gülnihal’in aşkını kimse bu kadar güzel anlatamaz. “ Neredeyse komşular evi basıp üstümüze su döke­ dertleşiriz,” dedi Mamma Anahit. Olur Mamma. Yalnız onu değil, bütün aşkları... ceklerdi.” Arka bahçeye çıkarız. Balık yeriz, bu balığı filan dü­ “ Müsü Şahin der ki, Gülhinal diye birisi yoktur. Gül­ Yarın baban gelecekmiş gene. Veraset işi. Mamma ile zenlediğin belli sevgili Mamma, şarap içeriz. nihal, gül fidanı gibi güzel vücutlu demek. Ah o Dede Müsü Şahin’e rica ettim, benim yerime görüşecekler. *** ah der Şahin, ağzının tadını pek eyi bilirmiş.” “ Hakkını koruruz,” dediler. İnanmam. Kâtibim filmini birlikte seyretmiştik. Artık evlene­ Adamın kalbi kadar orası da vardır. *** cektik. Aşkımız bizi yakıyordu. Sonra senden gizli iki Akşamleyin ilk defa sensiz çıktım bahçeye. Baban kayınpederim, ev üzerindeki mülkiyet hakkın­ kere daha gittim o filme. Arka kapı neredeyse açılmayacaktı. Islanıp da şişmiş dan feragat etmiş. İntifa istiyormuş. Yetim miydi, öksüz müydü o çocuk? Bahçedeydi kü­ mi ne? Taşlık, ağır rutubet kokuyordu. Kapıyı açmak Hiçbir şey anlamadım. çük kızla. Çocuksu bir bağlılıkları vardı. Aşk mı? Böyle için bütün gücümü harcadım. Kediler üşüştü. Onlara Müsü Şahin bana anlatırmış. bağlılıklardan dünyanın en marazi aşkları doğar der­ manca yapıp gene bahçeye çıktım. ler. Kız salıncakta, fesli oğlan sallıyor kızı. O sırada Gölgeler yavaştan kayboluyor, yarı karanlık kucak­ *** Yine Bir Gülnihal çalınıyor. Köşkün bahçesinde Yine lamaya başlıyordu her şeyi. Kalbim hâlâ soğumadı. Dün gece şeytan ile yan yana Bir Gülnihal ne arasın? Film işte. Sonra çocukla kız ko­ Müsü Şahin maltızı getirdi. Yaktı. beni ziyaret ettiniz. Ağlaya ağlaya uyandım. parılıyor birbirinden. Büyük aşk, başlamadan bitmiş Günlerin tozuyla bezenmişti masa. Sandalyeler de bir Mamma Anahit söyledi... Çarşı esnafından beni iste­ gibi oluyor... ama... hayli yaz yağmuru yemişti. Toz ve yağmur izleri, kâ­ yenler varmış. Mamma’yı araya sokuyorlar. Ben senin omzuna dayanmış ağlıyordum. tibimin gözyaşıyla ıslanmış kirli çocuk yanakları. Mut­ Evim de var diye mi Mamma? “ Pini, ah Pini, her şeye de hemen inanırsın, bak, fil­ fağa gittim, salata doğradım. Mamma Anahit balıkları mi kaçıracaksın, kes ağlamayı” , demiştin. ayıklamış. Bahçede kömür koktu, balık koktu. Duman *** Kızın adı, Gülnihal miydi? bastı. Çıktım, arka kapıyı kapattım. Müsü Şahin şara­ Mamma bir dergi getirmiş bana. Yandaki komşusu­ Peki niçim “ yine” ? bı ustalıkla açtı. Radyoda fasıl başlamıştı. nun kızı sevinçle “ bak, Pini var bu dergide!” diyormuş. Mamma Anahit, Müsü Şahin ve ben oturduk. Bol ye­ Mahallemizden birisinin adı Radyo Dünyası’nda şil salata, uskumru, kırmızı soğan, beyaz şarap. Maltız geçiyor. Mamma, manastırı anlatır mısın? hemen yanımızda duruyordu. Bacaklarım yandı. Sin­ Muhterem Bayan P. Sara-Feriköy: Sizin için bu gü­ “ Artık yalnız dışını anlatırım, içiyle ilgim yok.” di mi balık kokusu üstüme? Bu gece yıkanayım. zel güfteyi bir kere daha dere ediyoruz. □

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 7 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAY IMLANMAMIŞ ÖYKÜ Birincilik ödülünü alan Yurdaer Erkoca: ‘Öyküyle söz kestik’ ‘Randevu’ adlı öyküsüyle, Yayımlanmamış Öykü dalında birinciliği kazanan Yurdaer Erkoca Nietzsche’nin bir aforizmasmdan yola çıkarak oluşturmuş öyküsünü. Erkoca ‘Randevu’da bir ilişkiyi, yıllar sonra karta basılmamış film negatifleri olarak tanımlıyor ve “ geçmişi çoğaltarak var oluşumuz üstündeki örtüyü kaldırırız” diyor.

urdaer Erkoca’nın öyküyle olan ilişkisi 6 yıl öncesine dayanıyor! Arada pek çok kez öy­ küye “ihanet” ettiğini ama bir türlü kopama­ dığını söylüyor Erkoca. Katıldığı ilk yarışma ile kazandığı birinciliği ise, “Söz yüzüğünün birden parmağına geçirilivermesi” olarak niteliyor. “Öyküy­Yurdaer Erkoca: “ Eyleyen varlıklar olarak kararlar ve yargılara ihtiyacımız var; doğru, yanlış, iyi kötü gibi...’’ (Fotoğraf: Kaan Çaydamlı) le aramız son zamanlarda açıktı biraz” diyor. “Son­ Y mn söylediği gibi “insan yaşamının göreliliğinin yayı kurtarıyorduk ve işimizi çok ciddiye alıyorduk. ra biraz yalnızlığımın, biraz da kaybedebileceğimin korkusuyla işi ciddiye aldım. Sözlendik. Onun bü­ bilgeliğine” sahip bir yapıt için böyledir bu. “Belir­ Ciddiyet, demiştim bir keresinde on% cinselliği öl­ tün çevresi ve ailesinin gözleri önüne serildi bu iliş­ sizliğin bilgeliği” içinde yapılan bu yolculuk günümüz dürür...” şeklinde konuşturuyorsun. Öykünün, ku­ ki. Kabul edilir miyim, edilmez miyim diye düşünür­ ve gelecek için zengin bir anlam dağarcığı hediye eder şağınla da bir hesaplaşma içerdiğini söyleyebilir ken söz yüzüğü parmağıma geçiriliverdi. Hem ho­ bize. Var oluşun üstündeki örtüyü biraz daha aralamış, miyiz? şuma gitti kabullenilmem, hem dehşetli ürktüm iliş­ kendimizi biraz daha tanımış hale geliriz. Nostaljik bir — Bir hesaplaşma olduğunu söyleyemeyiz sanıyorum. kimizin gözler önüne serilmesinden. Beklentilerin tutumun sonucu değildir bu. Bugün ve gelecek için ih­ Öykünün böyle bir amacı olmamalı zaten. Kahrama­ bini bir para şimdi.” tiyacımız vardır buna. Bugün ve geleceğe sırtım döne­ nım bir dönemi yaşamış binlerce insandan biri ve bu, — “Randevu”da bir ilişkiyi, yıllar sonra karta ba­ nin geçmişte de bulacağı bir şey yoktur. Geçmişi onun bakışı. Aynı dönemde farklı yaşantıları olan yüz­ sılmamış film negatifleri olarak tanımlıyor ve onun anlamlandırmayanı ve bu anlamlan çoğaltamayanı ge­ lerce insanın varlığından çekinmeden söz edebiliriz. Fa­ ölümün solgun ışığında kartlara basıp çoğaltmaktan lecekte bekleyen ise içgüdülerinin ve dış belirlenimle­ kat buna rağmen söylediği bir dönemin karakteristik söz ediyorsun, hikâye de bir anlamda kartlara basıp rin kısır döngüsüdür. Bir anlamda özgürlüğün bir özelliğini vurguluyor. Benim açımdan, söylediği bir çoğaltma olarak görülebilir mi, ne dersiniz? yitirilmesidir bu. Sonuç olarak söylediğinize katılıyo­ olumsuzlama içermiyor, bir özelliği gösteriyor sadece. ERKOCA — Haklısınız. Proustçu bir yaklaşımla rum, öykü, ki ben buna romanı da ekliyorum, geçmi­ Olumlama ve olumsuzlama sahip olduğumuz bakış açı­ sına göre değişir. 80 önesini konu alan ve çoğu bence edebiyatın da görevi budıır zaten, uçup giden geçmişi şin kartlara basılıp çoğaltılması. Proust’un bireysel edebiyat aracılığıyla yakalarız, geçmişi çoğaltarak va­ belleğiyle de sınırlı değil bu geçmiş; benzetmenin taşı­ dışarıdan bakışın ürünü olan yapıtlarda cinselliğin roluşumuz üstündeki örtüyü kaldırırız, insan yaşamı­ dığı edilgin ve mekanik içeriğe önlem olsun diye uzat­ “ hakkınca” yaşanmamış oluşu, gelişmemiş bireyselli­ ğin ölçeği olarak kullanıldı. Bence bireyselliğin ölçeği nın sırlarını, çok fazla farkında olmadan, bilincinde tım lafı bu kadar. Ve bir anda hikâye ile özgürlük tercih yapabilme gücümüzdür. Tercih yapmamızı be­ olmadan yaşadıklarımıza dönüp bakmakla, anlama ve sorunu iç içe girdiler. Sartre’ın kulakları çınlasın. Ede­ lirleyen etkenlerin analizine girmeye kalkarsak, kimse anlam verme çabasının ışığı altında çoğaltarak ele geçi­ biyatla özgürlük kavramının bu kadar çabuk buluşması kendini kurtaramaz. □ ririz. Edebiyatı, bu arada hikâyeyi de bu çoğaltma işle­ herhalde Türkiye’de yaşıyor olmamızın belirlediği bir minin sonucu olan ve bize var oluşumuzun değişik tutumun sonucu. En azından benim açımdan böyle. boyutlarım gösteren irili ufaklı kartlara benzetebiliriz. — Aforizma öykünün tüm dokusuna sinmiş. Ön­ Seçici Kurul Ama edebiyatın bunu günümüze ve geleceğe ilişkin bir ce hangisi vardı? Aforizma mı öyküyü yarattı öykü Füsun Akatlı, Melih Cevdet Anday, Prof. Cevat kaygıyla yaptığım unutmamız gerekir. Eyleyen varlık­ mü aforizmayı? Çapan, Gürol Sözen, Celal Uster lar olarak kararlar ve yargılara ihtiyacımız var. Doğru — Önce aforizma vardı. Ve aforizma öyküyü yarat­ yanlış, iyi kötü, haklı haksız, suçlu suçsuz, yararlı ya­ tı. Nietzsche’nin birçok aforizması gibi bu aforizma NOT: Bu dalda yarışmaya 423 kişi 423 yapıtla katıldı. rarsız gibi. Din, ahlak, bilim ve ideolojiler yargılar oluş­ da uzun zamandır kafamda dolaşıp du ruyordu ve özel­ turmamızı ve var olan yargılarımızı pekiştirmemizi likle aydınları daha iyi anlamama yardımcı oluyordu. sağlar. Edebiyatın bize vermeye çalıştığı ise (daha ge­ O haliyle bana yetmiyordu; ete, kemiğe, cana bürün­ nel anlamda sanatın diyebiliriz) var oluşumuza ilişkin dürmek istiyordum onu. Sonunda “Randevu” çıktı or­ anlamlar. Anlama yeteneği ve çabasının projektörleri­ taya. Somutlaşınca aforizmanın imgesel gücünü Yurdaer Erkoca, 1962 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ye ni var oluşun üzerinde dolaştırarak, var oluşun değişik yitirdiğini düşündüm. Başlangıçta hiç niyetim yokken, orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1980 yılında İs­ boyutlarını göstermeye çalışır bize. Bize şu çağrıyı ya­ öykünün alımlanması ve yeniden üretilmesinde kıla­ tanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi par: Benim evrenime girerken doğru yanlış, iyi kötü, vuzluk yapsın diye koydum öykünün üstüne. Öykü­ Kürsüsü’nde öğrenimine başladı. Aynı bölümde Prof. haklı haksız gibi yargılarını kapıdaki vestiyere bırak, nün bitiminden sonra aforizmayla başbaşa bırakmak Dr. Nermi Uygur’un danışmanlığında “ Bilgisel Arka sadece anlama çabanla gir içeri, bunu başarabilirsen çık­ istedim okuru. İtiraf etmem gerekirse istediğim duru­ Planıyla David Hume’da Skeptisizm” adlı mastır te­ tığında kendini zenginleşmiş hissedeceksin ve vestiye­ mu yeterince anlatamamış olabileceğimin kuşkusu afo- zini verdi. Hürriyet gazetesinin Kültür ve Sanat Servi- re bıraktıklarını alıp bir eskici dükkânının yolunu rizmanın gücüne sığınmaya itti beni. Bu da yazar için si’nde ve Gösteri dergisinde çalıştı. tutacaksın. Yanlış anlaşılmasın; her edebiyat eseri böyle bir talihsizlik belki de. Şu anda Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe Kür­ bir evrene sokar bizi demek istemiyorum. Kundera’- — “Randevu”daki kahramanım “O zamanlar dün­ süsü’nde doktora yapıyor. Bir buçuk yıllık evli.

SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA YIMLANMA M I Ş ÖYKÜ

Semra o mektup geldi; kargacık burgacık bir el yazı­ numaralarına bakarken onu yeniden görebileceğimin he­ sryla yazılmış beş satır: “ Çiğdem uzun zamandır sizin­ yecanı yerini geçmiştekine benzer bir kızgınlığa bırak­ Randevu le görüşemedi, bu arada bir dolu sıkıntıya katlanmak mıştı, bu kızgınlık da o anda ayrılığımızı doğrulamış­ zorunda kaldı. Aslında bu mektubu kendisi yazmak is­ tı. Sanki başka bir randevu yeri yoktu. “Bak erdemlerinden her biri nasıl tutkulu en yüksek tiyordu. Ama vakit bulamadığı ve benden rica ettiği için İki kişiydiler. Mezarın yakınındaki Mustafa’ydı. Ta­ yer için; kendi habercisi olsun diye bütün ruhunu ben yazıyorum. Aym 25’inde, salı günü saat ikide;...... nımadığım diğeri biraz ileride sigara içiyordu. Çiğdem ister senin; öfkede, nefrette ve sevgide senin bütün mezarlığında, üçüncü ada, beşinci parselde sizinle bu­ ortada yoktu. Mustafa’nın varlığı beni rahatsız etmişti. gücünü ister. ” luşmak istiyor. Sizin de tanıdığınız birkaç dostunu da­ Bu nedenle tanımadığım diğerinin yanma yöneldim. Nietzsche* ha çağırdı. Gelmenizi çok fazla istiyor. Lütfen gelin. Sü­ “ Murat siz misiniz?” dedi, “ Ben Süleyman.” Mektubu leyman.” Aradaki iki gün bitmek bilmedi. Günlük iş­ kendisinin yazdığını, böyle bir şeyi hiç istemediği hal­ II YURDAER ERKOCA leri merak, kuşku, korku, heyecan fonunda yapmaktan de, Çiğdem’in anısına duyduğu saygıdan ötürü ve ona neredeyse bitkin düşmüştüm. Yıllar sonra, yavaş yavaş söz verdiği için böyle yaptığını, çok üzgün olduğunu... unutmaya başladığım, bir zamanlar ruhsal tarzım hali­ zerinden yaklaşık iki yıl geçti. Güneşli bir gün­ (Anı kelimesine takılmıştım.) Çiğdem altı ay önce öl­ ne gelmiş tedirginliği yeniden yaşatmıştı bana. Bu ruh dü. Şimdi artık çekinmeden itiraf edebiliyorum, müş... O kırık dökük mezar ona aitmiş... Son bir yıl halinden hep kaçmıştım. (Aslında kaçtığımın bu ruh oraya giderken korkuyordum. Havanın cıvıl Süleyman ve karısı ile kalmış... Uzaktan akrabaları olu­ hali olduğunu açık seçik hiç itiraf edememiştim kendi­ yorlarmış... Çok geç teşhis konulmuş... Tek yakını Al­ cıvıl parlaklığı içimdeki tedirginliğin loşluğu­ me). Mezarlıkta randevu verdiğine göre başının ciddi manya’daki abisi geldiğinde ölmek üzereymiş... Her şeyi nu daha koyu algılamamı sağlıyor ve yıllar sonra onu Ü biçimde dertte olduğunu düşündüm. Sonra tanımadı­ denemişler... Hastalığını öğrendiklerinde Almanya’ya görebilecek olmamın heyecanı, sevinci bu koyuluk ta­ ğım bir insan aracılığıyla ve anlamsız bir mektupla kur­ rafından emiliyor, korku ağır basıyordu. Tam bir bu­ götürmek istemişler, ama araya soktukları onca torpile duğu ilişkiden rahatsız oldum. Gerçekten mektubu Çiğ­ çuk senedir hiçbir haber alamamıştım. Kimi zaman ak­ rağmen pasaport alamamışlar. Bizlere daha önce haber dem mi yazdırmıştı? Gitmemeyi düşündüm önce, ama lıma takılan kötü düşüncelere rağmen, bu habersizliği vermek istemişler, ama Çiğdem engellemiş, “ onlara öl­ ‘onlar’ böyle bir mektuba gerek duymaz doğrudan ka­ acımasız bir tavır alış ve yokumsayış olarak değerlen­ dükten altı ay sonra mezarımın başında randevu pımı çalarlardı. Bunun Çiğdem’in bir muzipliği oldu­ vereceğim” demiş. O bunları anlatırken içimde kaba­ diriyordum. (Nedense o zamanlar kötü haberin çabuk ğuna karar verdim. Bu düşünce dehşetli kızdırmıştı be­ ran duygulardan başka çıkamayacağım yoğun bir acı­ yayılacağına daha çok inanıyordum) Hayata, arkama ni. ‘Bay başarılı reklamcıyı’ tedirgin etmek istiyordu. bakmadan ve hırçınca saldırmamın önünde engel olan nın beni beklediğini düşünerek ürktüm. Bu ürküntü, Geçmişin özellikleriyle çıkıyordu karşıma. Geçmişte, en elimin altındaki son dala, Çiğdem’in bir muziplik ya- geçmişin, benim karar vermeme gerek bırakmadan kalk­ güvenli randevuların ölen teyze ve halalarımızı ziyaret masının sinsi rahatlığı içindeydim. Başlangıçta bu rahat­ ıyor olabileceği umuduna yöneltmişti beni. Mezarın etmek olduğunu Ona öğreten bendim. ‘Bay reklamcıya’ aşındaki Mustafa ile göz göze geldiğimizde o son da­ lamanın gücüyle elde ettiğim başarılar, aramamayı sür­ E geçmişini hatırlatmak istiyordu. im çatırtısını hücrelerimin acı girmemiş köşelerinde his­ dürmesiyle anlamsızlaşıp bütün önemini yitiriyordu. İki gün* boyunca ilişkimizi düşünüp durdum. Son za­ settim. Mektubu aldıktan sonra iki gün boyunca dü­ Yıllarca beraber paylaştığımız değerler, yapmak istedik­ manlardaki kavgalarımız geliyordu aklıma. Son kavga­ şündüklerim, korkum, kuşkum, tedirginliğim, giderek lerimin önüne onun etine kemiğine bürünerek dikili­ larımızın birinde “ Başkaları için yaptığın açıklamalar, yor, gün boyunca ördüklerimi geceleri söken mavi gözlü büyüyor ve tüm bedenimi sarıp beni boğmaya çalışıyor­ sonunda hep en iyi seni açıkladı” demişti. Çok öncele­ bir Penelope oluyordu. Her tanıdığına onu sormaya baş­ du. Bir buçuk senedir düşündüklerimden dolayı ken­ ri ona: “ Bu ülkede bizim savunmaya çalıştığımız ente­ lamıştım, ama benim gibi kimse nerede olduğunu ve dimi aşağılanmış hissediyordum. Çiğdem de ölümün­ lektüel değerlerin duygusal bir bedeli var: Sürekli kor­ ne yaptığını bilmiyordu. Beni arayacağına ilişkin umu­ den altı ay sonra mezarının başında randevu vererek bu­ ku ve tedirginlikle yaşamak, insanlarsa tercihlerini en­ dum giderek yok oluyordu. nu yapmaya çalışmıştı. Bütün entelektüel kalkanlarımı telektüel ilkelerine göre değil, duygusal dünyalarının yö­ •aramparça etmişti. Bir türlü kopamadığım geçmişim, nelişlerine göre yaparlar. Duygu dünyamızın bütün ha­ Eir mektupla kapımı çalıp bir mezar taşıyla karşıma di­ reketi ise korku ve tedirginlikten kaçma üzerine kuru­ kilerek kendini yeniden anlamlandırmamı istiyordu ludur. Korkmadığımızı ne kadar çok haykırıyorsak or­ benden. tada o kadar çok korku var demektir” demiştim. O za­ Mezarının başında hiç konuşmadan sigara üstüne si­ manlar bu tür açıklamalarımı filozofluğumun tuttuğuna gara yaktık. Ayrılırken Mustafa “ Niye böyle yaptı?” di­ yorumlayarak beni onurlandırmayı tercih ederken son­ ye sordu. “Anlamaya çalış” dedim sadece, yine de anla­ raları “ Herkesin basitçe yaptığı açıklamalara entelektüel mayacağını düşündüğüm için onun yerinde olmak is­ bir görüntü veriyorsun o kadar” diyerek karşılamaya tedim. Ö günden sonra geceler boyunca, başlangıca dö­ başlamıştı. Son kavgamızda (o günden sonra onu bir da­ nüp, kana basılmamış film negatiflerinden ibaret olan ha hiç göremedim) “ Varsaydığın yazarlık yeteneğin o ilişkimizi, Çiğdem’in ölümünün solgun ışığında kart­ kada:- çabuk yukarılara tırmanmak istiyor ki bütün ru­ lara basıp çoğaltmaya başladım.. Önceleri arkadaştık sa­ hunu satın aldı senin. Bir an bile duraksamadan reklam dece; ayaklarımızın altındaki toprağın sallanmaya baş­ şirketinin teklifini kabul ettin. O metinleri yazarken ladığı, ürkeklik ve şaşkınlığın gri fırça darbeleriyle umu­ sosyalistliğini nerene sokuyorsun? Akşamları tüketim dumuzun rengini değiştirdiği o günlere kadar da arka­ toplumuna felsefi eleştiriler düzüp, gündüzleri de o top daş kaldık. (Sonraları o zamanlar birbirimizi cinsel ola­ lumu pazarlıyorsun. O kabul ettiğin tek ahlaksızlık, çif­ rak neden algılamadığımızın hesabım sorup durduk bir­ te standart var ya, boğazına kadar o ahlaksızlığa battın” birimize) O zamanlar dünyayı kurtarıyorduk ve işimizi diye haykırmıştı. “ Bana ahlaktan söz etme” demiştim çok ciddiye alıyorduk. “ Ciddiyet” demiştim bir kere­ kışkırtıcı bir edayla: “Ahlak rahatsızlıklar için alınan sinde ona: “ Cinselliği öldürür, cinsel sevginin kan kar­ bir hap gibidir; kimin çok rahatsızlığı varsa o hapları­ deşi humourdur”, “ Yine kimden arak?” demişti. nı sürekli yanında taşır. Aşırı dozlarda kullanıldığı za­ Mustafa’nın acı dolu yüz ifadesi hiç gözümün önün­ man ise duygu ve düşünce kabızlığı yapar. Ve sen çok den gitmiyordu. Çiğdem’in yıllar süren ve o iki selvi fazla kullanıyorsun” diye eklemiştim. O gün kapıyı çar­ arasında noktalanan sürgünü Mustafa’nın yakalandığı pıp gitmişti. Sağladığım olanaklara ihtiyacı olduğu için ;ece ‘nişanlım’ diye başlayan ifadesiyle başlamıştı. Ka- döner diye beklemiştim. acak bir yeri kalmayınca güneye tatile gitmeye karar Mezarlık bekçisine adayı ve parseli sorarken bilinç­ vermiştik. Zorunluluklardan ötürü süslenmeye başla­ sizce meraklı bir ifade takınmıştım. Önüme çıkan her mıştı; dudaklarını boyuyor, oje sürüyordu. Tatile git­ canlıya, sonradan yapacağım açıklamalara örnek teşkil meden birkaç gün önce plaja gitmiştik. Siyah bir briçi­ edecek tavırlarla yaklaşmaya başlamıştım: “ Bir mektup ni giymişti, hafif yanmış teni gözlerimi okşamıştı. Do­ aldım ve ne olduğunu anlamak için geldim. Zaten bü­ kunmak istemiştim, boğuşmak için sataşmıştım. Boğuş­ tün halimden belliydi; inanmazsanız bekçiye sorun.” mak hoşumuza giden bir oyundu bizim için. O zaman­ Öyle bir durumda gösterdiğim uyanıklıktan ötürü uta­ lar kadın erkek ayrımını aştığımızın bir göstergesi ola­ nıyorum. (Böyle anlarda beni yakaladığı zaman “ Sen rak algılardık boğuşmayı. Bu geleneği sonraları kadın zekâyı köylü kurnazlığıyla karıştırıyorsun” derdi.) Ada ve erkek olarak kıyasıya kavga etmeye başladığımız za-

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 9 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA YIMLANMAMI Ş Ö Y K Ü

İkincilik ödülü Burgaç Üçüncülük ödülü paylaşıldı Nursel Duruel 1941’de Ş. Karağaç’ta doğdu. Ana­ Nursel Duruel dolu’nun çeşitli kent ve Aslı Erdoğan kasabalarında sürdürdü­ Son Elveda ğü orta öğrenimini İstan­ bul Kız Lisesi’nde ta­ Aslı Erdoğan 1967 yılında İstanbul’da doğdu. Robert mamladı. Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisli­ Yüksek öğrenimini İs­ ği Bölümü’nü bitirdi. Şu sıralarda fizik yüksek lisansı­ tanbul Üniversitesi Ede­ nı yapmakta olan Erdoğan, şimdiye dek değişik adlar­ biyat Fakültesi Arkeolo­ la çevirilerini ve bir şiirle bir de öyküsünü yayımladı. ji Bölümü’nde yaptı. Erdoğan, yazdıklarının gün ışığına çıkması için Yu­ 1965-1985 arasında pro­ nus Nadi Ödülleri Yarışması’na katıldığını belirtiyor. düktör olarak çalıştığı TRT İstanbul Radyosu'n- da çeşitli konularda, Murat Gülsoy özellikle de sanat ve ede­ biyat konularında prog­ Akla Ziyan Hikâye ramlar, program dizileri hazırladı: Murat Gülsoy 1967’de İstanbul’da doğdu. Kabataş Er­ Türk Hikâyeciliği, kek Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Dünya Hikâyelerinden Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Örnekler, Örneklerle Halen aynı üniversitede Psikoloji dalında lisansüstü eği­ Dünya Edebiyatı, Gün­ timine devam ediyor. lerle Gelen vb... Lise yıllarında Somut dergisinde denemeleri yayım­ 1985’te Radyo’daki gö­ lanan Gülsoy, daha sonraki yıllarda oyun, şiir, hikâye revinden ayrıldı, ansiklo­ ve roman çalışmaları yaptı. Üç yıl amatör tiyatro ile pedilerde çalıştı. ilgilendi. İstanbul Üniversitesi Öyuncuları ile Tevfik Geyikler Annem ve el-Hakim’in Trendeki Derviş adlı oyununda drama­ Almanya adlı kitabıyla turg ve oyuncu olarak yer aldı. Şu sıralarda çeviri ile 1981’de Akademi Kitabe- uğraşan Gülsoy, son olarak Uluslararası Af Örgütü’- vi Öykü Dalı Birincilik nün dünyada idam cezalarını inceleyen kitabını çevirdi. Ödülü’nü, 1983’te Sait Yazı yazmak dışında resimle de uğraşan Gülsoy, dört Faik Hikâye Armanağı’- yıl Greg Wolf’un atelyesinde resim yaptı. Resmin ya­ nı aldı. Kitap 1989’da nı sıra amatör olarak fotoğrafla da ilgileniyor. Gülsoy, Makedonca olarak basıldı.

Öykünün devamı Haftalarca onun dışında bir şey düşünemedim. Ça­ nın oraya doğru koştum. Yoktu... Kaybetmiştim... Sa­ manlar da sürdürmüştük. O tatil kasabasında etraftan lıştığım reklam şirketinin sanat yönetmeni olmuştum; atlerce o caddede bir aşağı bir yukarı yürüdüm, bütün şüphe çekmemek için nişanlıcılık oynamaya başlamış­ ama hiçbir şey yapamadığım için onlar geri almadan mağazalara girdim. Bulamadım. Bilinçaltımdan şüphe­ tık. Birbirimizin cinselliğinin kırıntısına bile izin ver­ ben bıraktım. “ Yaşam dekorunda bir akşam içkileri ek­ lendim, ama hâlâ eminim gördüğüm oydu. Ölmemiş- mediğimiz algısına o kadar güveniyorduk ki sık sık el sik, onu da yerine koyunca her şey tamamlanacak” de­ ti, İngiltere’ye gelmişti, buna karar verince de beni üz­ ele tutuşuyorduk. Ama güvendiğimiz diğer şeyler, ener­ mişti birkaç kez. Dekorun diğer elemanlarını birer bi­ mek ve ona yaptıklarımı hayatım boyunca sırtımda bir jimizi borçlu olduğumuz dayanaklar birer birer çökme­ rer kaldırdım, ama yerine içkiyi koydum. Üç ay sonra yük olarak taşımamı istemişti. (Ama umduğundan çok ye başladıkça birbirimiz ifin de güvenilir olmaktan çık­ işimden tamamen ayrıldım. Arabamı sattım, bir süre daha kötü etkilemişti beni) Çok derinlerdeki bir kuş­ maya başlamıştık. Geleceğin belirsizliği ve bir kadını o parayla geçindim. İek erdemim olarak gördüğüm yaz­ ku hâlâ zaman zaman kemiriyor içimi; reklamcılığa yakından tanıyamamış olmanın bilinçaltımda küllen­ ma yeteneğimi boğum ruhumu kurtarmaya çalıştım. Bu dönmek isteğimin basıncına dayanamayan bilinçaltımın miş gerginliği Akdeniz sıcağıyla birleşip olası tenlerin çabamda başarılı olduğumu hissetçikçe onu daha çok bana oynadığı bir oyun muydu gördüğüm? Bundan kösnül sesine kulak kesilmeme neden oluyordu. Onu özledim. emin olmak için Londra’da kalan zamanımı caddeler­ sık sık yalnız bırakıyordum. Onun deyişiyle “ Bu lanet ★ ★ ★ de dolaşarak geçirdim. Geri döndüğümde ilk gittim yer olası bencil alışkanlığımı” sonraları da sürdürdüm. Bu İşten ayrılalı sekiz ay olmuştu. Sattığım arabamdan mezarlık oldu. O kırık dökük mezar hâlâ oradaydı. Üfa- defa bir yazar olarak kazanacağım ünün kışkırtıcı sesi­ geriye kalan parayla üç aylığına İngiltere’ye gitmeye ka­ cık mezar taşında sadece Çiğdem Dağdır 1962r.. yazı­ ne kulak kesilmiştim ve bu sesin peşinden koştururken rar vermiştim. Son bir senenin basıncı yavaş yavaş da­ yordu. Boş bırakılan ölüm tarihleri ölenin savunduk­ onun yalnızlığında yankılanan haykırışlarını duymu­ ğılmaya başlamıştı. Kendime geçmişimle çok fazla çe­ larının yaşıyor olduğunu anlatırdı hep. Oysa şimdi bu yordum bile lişmeyecek bir gelecek planlıyordum. Orwell’in o çok boşluk başka bir şeyi anlatıyordu. O gerçekten yaşıyor­ Paramız suyunu çekmek üzereydi. Dönmemize yakın­ sevdiği iki katlı kırmızı otobüsleri, Victoria döneminin du. Süleyman kimdi? Belki o da şimdi İngiltere’dedir... dı; şimdi hatırlayamadığım bir nedenden kavga etme­ kırmızı posta kutularım ve silahsız polisleri ben de sev­ Belki bir gün beni yeterince üzdüğüne karar verip ara­ ye başlamıştık. Hırçındı, boğuştuk. Fena halde tırma­ miştim. Hyde Park’ta, entelektüel değerlere korkunun yacak. lamış« (Yıllarca, kolumda çocukluktan kalma bir tır­ eşlik etmeyeceği zaman dünyanın görüntüsünün nasıl Aradan üç ay geçti. Bu arada iki kere mezarlığa git­ nak izini o günden kalma diye yutturmuştum ona.) Ca­ olacağını düşlemiştim. Oturma süremin bitmesine (ve tim. Beni artık eskiden olduğu gibi etkilemiyor. Hatta nımı yakmıştı. Sanki aramızda gizlice yaşanmış bir şey­ paramın) 15 gün kalmıştı. Londra’nın en kalabalık cad­ son gittiğimde mezarın ona kaç liraya mal olduğunu dü­ lerin hırsını almıştı: Rahatça dokunamamanın, okşaya- delerinin birinden otobüsle geçiyordum. Onu, Çiğdem’i şünüp güldüm. (Çök az para harcadığı belliydi). mamanm hırsını. Kollarımdaki tırnak izleri o güne ka­ gördüm. Büyük mağazaların birinin önünde durmuş, Şimdilerde en çok istediğim hazırlandığım öykü ya­ dar kabullendiğimiz ilişki biçimine, sahip olduğumuz sağına soluna bakıyordu. Oturduğum koltuktan fırla­ rışmasını kazanmak ve onun bunu öğrenmesi. imgeleme atılmıştı. Ojeli tırnakları batmıştı derime Tır­ dım, cama vurmaya başladım. Etrafımdakiler herhalde delirdiğimi düşünmüşlerdir. Beni görür gibi olduğunu Yurdaer Erkoca naklarıyla parçaladığı imgelemimizin altından çıplak­ 21 Mart 1990 lığımız çıkmıştı ortaya. Omuzlarını örten sarı saçlarıyla sandım. Otobüs ilerliyordu. Deliler gibi aşağı kata in­ onun çıplaklığı çok güzeldi. dim. İlk trafik sıkışıklığında otobüsten atlayıp mağaza­ * Böyle Buyurdu Zerdüşt.

SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y I M L A N M A M I Ş R O M A \

man ailedeki yeni gelişmeler ve değişimlerle sona eriyor. — Edebiyata bakış açınızdan söz eder misiniz? Ro­ man sanatım nasıl değerlendiriyorsunuz. EBCİO ĞLU — Edebiyata bakış açım tüm diğer sa­ ‘Edebiyat tat vermeli’ natlara bakış açımdan daha farklı değil. Hoşa gitme et­ şüncesi nasıl doğdu? Romanınızı siz kendi ağzınız­ meni önemli. Hoşuma giden müzik, hoşuma giden re­ “ Kuzey Işıkları” adlı romanıyla dan biraz anlatır mısınız? sim, hoşuma giden film gibi edebiyatta da tat alma ve­ EBCİOĞLU — “Kuzey Işıkları’nı yazmaya 1986 ya tat verme özelliği arıyorum. Edebiyatla ilgili diğer Yayımlanmamış Roman dalında bir görüşüm de yazın sanatın ın diğer sanat dallarına göre sonbarında başladım. İlk amacım oldukça avangard bir çok geride kalmış olması. Bugün için bütün dünya ede­ birinciliği paylaşan Emel Ebcioğlu, roman yazmaktı. İçinde çok az olay geçen, kişilerin ruh­ yaşamını ABD’de sürdüren bir sal çözümlemelerine ağırlık veren, zaman ve mekân kav­ biyatında aynı gerilik söz konusu. Resimde, müzikte ve ramlarım çarpıtan bir tür yeni roman olsun istedim. Fa­ filmde denenen yenilikler edebiyatta nedense yerlerini televizyoncu. kat başladıktan kısa bir süre sonra kendi kendime ya­ bulamadılar. Denemek isteyenler de azınlık olarak kal­ rattığım baskılardan kolay kolay kurtulamayacağım ve dılar. Hem okuyucudan hem de yazarlardan gelen bir geleneksel roman biçiminin dışına çıkamayacağım bel­ tutuculuk, okuyucunun alışkanlığını kırmaya yönelik yapıtlara yaşama şansı vermiyor şimdilik. mel Ebcioğlu bugün yaşamını ABD’de sürdüren li oldu. Böylece romandaki kişilerle olayları kendi akış­ Bizim toplumumuzda “deneysel sanat” kavramı yay­ bir televizyoncu. “Kuzey Işıkları”nı avangard bir larına bırakarak alışılmış kalıplar içinde kalmayı tercih gın olmadığı için, örneğin deneysel müzik ve deneysel roman yazmak amacıyla kaleme almaya başlamış, ettim. “ Kuzey İşıklarının konusu Selime Renda isim­ film gibi çalışmalara rastlanmadığı için edebiyatta da de­ ancak daha sonra romandaki olayları ve kişileri li genç bir mimarda odaklanıyor. Annelerinin ölmek neysel ürünler çıkamıyor. Oysa sanatçı bir anlamda top­ tercih ederek gelenekselüzere olduğunu öğrenen diğer iki kardeşin Türkiye’ye “kendi akışlarına bırakmayı” lumun anteni, olabilecekleri toplumdan önce görüp ha­ kalıplar içinde kalmayı tercih etmiş. dönmesiyle başlayan roman, ailenin tüm üyelerini tek tek tanıtıyor ve Selime’nin bu kişilerle olan ilişkisini ber ' eren kişi; alışılmışın dışına ve yerleşik kuralların E— Yazma serüveninizden söz eder misiniz biraz? üstüne çıkmayı başarmış bir yapıt da görevini yerine Nasıl başladı ve gelişti? anlatıyor. Annesini gördükten sonra ruhsal bir çökün­ tüye giren Selime halasıyla birlikte gittikleri küçük bir getiren bir yapıttır. EBCİOĞLU — Televizyon programlarına yazdığım Bu yüzden yalnızca edebiyatta değil tüm sanat dalla­ metinler dışında şimdiye kadar yayımlanmış bir yapı­ sahil köyünde iyileşmeye başlıyor. Bu bölümde Sekme­ nin iyileşmesini doğanın iyileştirici gücüyle koşut ola­ rında da her türlü yenilik beklentisi ve besleyici bir tu­ tım olmadı. Bu, ilk romanım. Gayet iyi bir okuyucuy­ tuma girmemizin zamanı geldiğine inanıyorum. dum ve bu romanın okuma birikimimden çıkan bir rak vermek istedim. “Gezgin Kuşla Denekli Köpek” adlı bölüm roma­ — Romanı yazarken televizyonculuk geçmişiniz sizi ürün olduğunu sanıyorum. nasıl etkiledi? — Kuzey İşıklarında aydın ve varlıklı bir aile çev­ nın en severek yazdığım bölümlerinden biri oldu. Seli­ me iyileştikten sonra tekrar mimarlığa dönüyor ve ro­ EBCİOĞLU — Kuzey Işıklarındaki olaylara ve ki­ resini anlatıyorsunuz. Böylesi bir roman yazma dü­ şilere kameranın gözünden bakıp onları kurgu masasın­ da kurgularmış gibi düşünseydim çok kuru ve meka­ nik bir roman olurdu, ilk endişelerimden biri de buy­ du zaten. Film yapımında bir süre sonra ayrıntıları at­ mak gibi bir alışkanlık yarleşiyor insanda. Filmin tem­ posunun düşmemesini sağlamak için bazı ayrıntıla­ rın atılmasında bir sakınca yoktur. Fakat aynı şeyi ro­ manda yaptığım zaman romanın bir türlü ayaklarının üstünde duramadığını fark ettim ve kişilerin iç ve dış dünyasını yansıtacak ayrıntılar sonunda bir zorunluluk haline geldi. Film yöntemlerini romanla bağdaştırmak­ tan çok onları unutmaya çalıştığımı söylersem bu daha doğru bir açıklama olur. □

Kuzey Işıkları

Seçici Kurul Sabahattin Kudret Aksal, Salâh Birsel, Konur Ertop, Prof. Berna Moran, Hilmi Yavuz.

NOT: Bu dalda yarışmaya 46 kişi 46 yapıtla katıldı, j

PORTRE EMEL EBCİOĞLU! Emel Ebcioğlu, 1948 yılında Ankara’da doğdu. Orta j ve lise eğitimini Ankara Koleji’nde yaptı. İstanbul Üni­ versitesi Edebiyat Fakültesi Fransız ve Roman Dilleri j ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi; Ingiliz Filolojisi’nden Amerikan Edebiyatı sertifikası aldı. TRT Ankara. Te- levizyonu’nda prodüktör olarak çalıştığı 1975-1980 yıl­ ları arasında, Kadının Toplumdaki Yeri, Kadın ve Si­ yaset, Sanayide Kadın Emeği, Anadolu Kadını, Çı­ raklık, Çocuklar Ölmesin ve yayımlanmamış Gençlik- Gençlik ve Yetiştirme Yurtları dizilerini yaptı. 1977 yı­ lında Seule giderek Kore Devlet Televizyonu’nda ça­ lıştı. 1982-84 yılları arasında ABD’de Buffalo Univer- sitesi’nin Film ve Sinema Okulu’na devam etti. 1984 yılında Buffalo kentinde yapılan kısa film gösterileri­ ne Self Portrait, Exercise Five ve She Looks At Me filmleriyle katıldı. Ebcioğlu, evli ve bir çocuk annesi.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 11 İ YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y l M L A NMAMIŞ ROMAN Kuzey Işıkları EMEL EBCİOGLU astanelerin, butiklerin ve mağazaların ıslak cad­ deye yansıyan renk renk ışıklarını geride bırak­ mış, kendi mahallelerine giden ara yollara sap­ mışlardı. Yılmaz’m tüm çabalarına karşın so­ kaktaki çukurlara girmekten kurtaramadığı araba sen- i deleyerekP ilerlerken, ön koltuğa tutunmuş olan Han­ de, bahçeler içinde tek tek evler olarak anımsadığı kü­ çük sokakları doldurmuş apartmanlara hayretle bakı­ yordu. O zaman da apartmanlar vardı kuşkusuz, o za­ man da çevrede tek tük apartmanlar vardı, ama böyle- si... Araba kendi sokaklarına girer girmez, Cihan da onunla birlikte başını uzattı ve perdelerinden sarımsı bir ışık dağılan odanın içini görebilmeleri olasıymışça- j sına, ikisi de gözlerini köşedeki evin üst katındaki pen­ cereye diktiler. Hande, “ Geleceğimizi biliyor mu?” de­ di, havaalanından beri yolu iyi göremediğini bahane ede­ rek konuşmayan Yılmaz’a. “ Geleceğimizi söylediniz *>>» mı? Yılmaz arabanın anahtarını çekti: “ Haydi, iniyor mu­ yuz? Koşmazsak ıslanırız, ona göre Evden şemsiyesiz ! çıkmanın cezasını bugünkü kadar ağır ödememişim- ! dir!” Hande’nin gözleri yukardaki pencereden aşağıya, sa­ lonun camlarına kaydı. On iki yıl önce sıcak bir eylül Desen: Kemal Gökhan akşamı gelinliğiyle ayrıldığı ve kapısının üstündeki pi­ rinç levhada halâ “ SÜLEYMAN RENDA” yazılı; yaz­ Yılmaz’la birlikte üç saat Cihan’ın uçağını beklemişti. di kendine öğrenmişti ki Hande farklıydı. Sonra o oda lan gül, kışlan da sabun kokan evleri... Anıları kadar Yüzü sararmış, o canlı gülümsemesi ağırlaşmış. Bej rengi» vardı, Hande’ye verilen büyük oda. Hande evlenip git­ kendisini de severdi evin. Mermer girişini, aydınlık oda­ keten ceketinin düğmelerini teker teker çözerken, üs­ tikten sonra dahi, kendisinin oraya geçmesini kabul et­ larını, bahçeye açılan mutfağını, üst kattaki geniş bal­ tündeki yaz giysileriyle bir tuhaf durduğunun farkın­ memişti annesi. “ Hande’nin odası orası, bilmem ki” konunu... Köşedeki pencereden gelen ölgün sarı ışığı da olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor Hande: Yola demişti... Yanaklarını Hande’nin keten ceketinin yaka­ unutmuştu bir anda. çıkarken hava o kadar sıcaktı ki Delhi’de! Ama merak sında gezdirirken, evet farklıydın diye düşündü. Ama “ Haydar efendi geçen sene güllerin hepsini sökmeye etmesindi Esra, başka şeyler de getirmişti... ben de farklıydım! Gülümsedi, kollarını Hande’nin boy­ kalkmış, doğru mu?” “ Evet, merak edilecek bir şey yok.” diye karıştı Yıl­ nuna daha sıkı sardı. Yılmaz soruyu yanıtlamak yerine farları söndürdü, maz. “ Uç koca bavul taşıdık. Hande’nin giyimi konu­ On bir yıl. Yoksa on iki mi? Başını sallayan Hande­ eliyle vitesi bir daha kontrol etti ve bagaja sığmadıkları sunda endişeye düşmemize gerçekten gerek yok!” nin Yılmaz’ı mı, yoksa Esra’yı mı onayladığı belli de­ için ön koltuğa konmuş çantalardan birini alarak kapı­ “ Hande’yi rahat bırak şimdi!” Esra, kollarını ablası­ ğil. Yalnızca çevresinde ve salondaki eşyalarda gezdir­ sını açtı. İnerken yolun kenarındaki su birikintilerini nın boynuna doladı. Yumuşacık Hande Yumuşacık ve diği gözlerinde hafif bir nemlenme, ince bir buğulan­ fark etmemiş olan Cihan ise neredeyse ayak bilekleri­ mis gibi de sabun kokuyor! On sekiz saattir yolda olan ma. On iki yıl! Arada görüşmüşlerdi tabii. Annesi, ba­ ne kadar gömüldüğü çamurlu sulara bakarak: bir insanın üstüne hiç olmazsa sigara kokusu, toz ko­ bası ve Selime Hindistan’a gelmişler; Esra, Yılmaz ve “ Türkiye’deyim” diye söylendi. “ Her seferinde şu tep­ kusu, ter kokusu olmaz mı? Hayır, Hande mis gibi sa­ Cihan’la da Avrupa’da buluşmuşlardı. Ama evi ve Na­ kileri yaşamasam olmaz!” İçine su dolmuş ayakkabıla­ bun kokuyor! Çocukluklarında banyodan çıkınca sıray­ zife Hanım’ı on iki yıldır ük kez... Ve daha kapıdan rını hırsla silkelerken, önce Hande’nin valizlerini taşı­ la babalarını öpmeye giderler; o da aceleyle başını kal­ girer girmez, eksikliğini hissettiği bir şey... Evden çı­ maları gerektiğini söyledi Yılmaz’a. Sonra da arabadan dırdığı kitabının arasından: “ Saatler olsun” derdi. Öpü- kıp gitmiş veya çıkıp gitmeye hazırlanan bir şey; kapı­ çıkmasına yardımcı olmak için Hande’ye elini uzattı. ceğe karşılık vermez, ama sanki banyodan yeni çıkan nın ağzında duran Nazife Hanım’ın yüzünden, salon­ “Annem uyuyor mu?” kendisiymiş, öpülmesi gereken kendi yüzüymüş gibi, daki tüm eşyalara dek yayılmış bir şey; eksik veya fazla Esra, uykulu ve şiş gözlerle Cihan’a sarıldı: “ Yarın sa­ yanağını uzatırdı Süleyman Bey! Bir tek Hande’de da­ olan bir şey... Nedir eksik olan? Yukardaki çalışma oda­ bah görüşürsünüz artık, önce bir dinlenin bakalım.” ğılırdı ilgisi. Hande yanına gelince kitap kapatılır, Hande sının tahtalarını gıcır gıcır gıcırdatan ayak seslerinin ar­ “ Işığı yanıyordu da...” babasının kucağına oturur, bir değil, birkaç kez babası­ tık duyulmaması mı? Salondaki vazolarda her zaman “ Hemşire kalıyor yanında.” nı öper ve uzun bir “ Ohhh!” çıkardı babasının ağzın­ taze bulundurulan çiçeklerin yokluğu mu? Esra’nın boy­ Cihan’ın sivri burnu iyice sivrilmiş, neden bu kadar dan. “ Mis gibi kokuyorsun!” Gerçi banyo yapmasa da nuna doladığı ellerinden birini çekerek yanağına götür­ zayıf? “ Koca adam oldun, büyük adam oldun, ama ga­ “ mis” gibi kokardı Hande Esra’nın hiçbir zaman an­ dü. Ya sen diyecekti, sen nasılsın? Neler yapıyorsun? Sor­ liba aynı zamanda da iskelet adam oldun!” Esra, par­ layamadığı bu giz, özellikle annesinin kendisine adeti­ maya, konuşmaya ve anlatmaya nereden başlanır gece­ maklarının uçundayken bile ancak omuzuna yetiştiği nin bitip bitmediğini sorduğu, saçlarının yağlandığını nin bu saatinde? Üstelik Cihan durmadan elleri cebin­ Cihan’a bir kez daha sarıldı. uyardığı veya yatmadan önce çarçabuk yıkanmasını söy­ de önlerinden geçerken ve durmadan yukarı çıkıp an­ “ Yemek pişireni yok ki!” Kendini attığı koltuktan lediği günlerde kafasının içinde koca bir soru işareti ha­ nelerini görmeleri gerektiğini yinelerken... eliyle Nazife Hanım’ı gösterdi Yılmaz: “ Şimdi börek­ lini alır (çünkü bir gün önce yıkanmıştır, adeti çoktan Gözlüğünü üst üste birkaç kez düzelten Cihan, divan­ ler, dolmalar, üç günde eski haline döner. Öyle değil bitmiştir, annesinin anıştırdığı gibi pis kokma veya yağlı da uyuklayan Yılmaz’a, koltukta birbirlerine yapışmış mi Nazife Hatun?” saçlarla gezme olasılığının olmaması gerekir, ama ne­ olarak konuşan Esra’yla Hande’ye, ardından da Sekme­ “ İyiyim ben. Annemi hemen görsek iyi olurdu.” dense annesi bir türlü vazgeçmez nasıl koktuğunu ha­ ye baktı. Gözleri bulanık, yüzü renksiz. Yüzü... Yakla­ Esra, Hande’nin yorgun olduğunu, bir parça oturup tırlatmaktan!) ve merak ederdi. Nasıl olup da Hande­ şıp sarıldı kardeşine. “ Ne var küçük fare?” Saçları ipek dinlenseler daha iyi olacağını anlatmaya çalışıyordu Ci­ nin her zaman paketi yeni açılmış Puro sabunu gibi kok­ gibi, saçları gençlik kokuyor. Demek ki gördüğü ihti­ han’a. Gerçekten de yol yorgunuydu Hande Delhi’den tuğunu çok merak ederdi. Banyoda saatlerce derisini ka- yar yüz gerçek değil! Kapladıkları yüzden apayrı bir can­ sonra Tahranda aktarma yapılırken, rezervasyon yan­ zırcasına keselenmenin de, yarım kalıp sabunu tüketin- lılık ve dirilik sergileyen saçları göğsüne bastırdı: “ Hep lışlığı nedeniyle yedi saat Tahran Havaalanı’nda kelime­ ceye kadar sabunlanmanın da bir yarar sağlamayacağı­ beraberiz artık, beni duyuyor musun küçük fare? Hep nin tam anlamıyla perişan olmuş; Yeşilköy’e gelince de nı kendi kendine öğrenmişti. Kimse söylememişti. Ken­ birlikte...”

SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADt ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA YIMLANMAM I Ş R OMA N Birinciliği Emel Ebcioğlu ile paylaşan Yılmaz Karakoyunlu: Servetin el değiştirmesi mirasla da olur. Sermayenin sınıf değiştirmesi ise mutlaka bir boşluk yaratır. Ser­ mayenin sınıf değiştirmesi, terbiyeli bir üslup içinde ger- ı çekleşmeyince kültürün bozulması tabiidir. İstanbul, ‘Yaşanmıştan yola çıktım bu ahlak/kültür değişimini bu üç olayda çok hızlı bi­ 1 çimde yaşadı. Ancak şunu da unutmamak lazımdır; Türkiye’nin sanayileşmesindeki teşebbüs gücünü ve ser­ “ Salkım Hanım’m Taneleri” adlı rından, GAP’ın gerçekleştirilmesinden çok güzel ro­ manlar çıkabilir, çok güzel oyunlar yazılabilir... maye birikimini, Anadolu’dan gelen bu palazlanmış es­ romanıyla Yayımlanmamış Roman — Kurgu, dil ve atmosfer açısından siz nasıl değer­ naf kesimi yaratmıştır. “ Salkım Hanım’ın lendiriyorsunuz bu çalışmanızı? Taneleri” nde bir bütünden kopuşun ve dağılışın ma­ dalında birinciliği paylaşan Yılmaz cerasını vermek istedim. KARAKOYUNLU — Bu romanı yazarken Alman­ Karakoyunlu, yapıtını oluştururken ların “erlebte rede” (yaşanmış hikâye) tekniğinden yola — Bu dünyayı çizerken tramvay yollarından Sul- ‘yaşanmış hikâye’ tekniğinden yola çıktım. Romandaki ana karakterlerle bunların yaşadık­ tanhamam’daki mağazalarına, 1940’ların İstanbul’­ ları “kişisel macera” nın ana çizgisi gerçektir. Yan ka­ unu fon olarak kullanmışsınız... çıktığını belirtiyor. rakterler ve olaylar hayal ürünüdür. Bu roman, türü­ nün gereği olarak bir zaman dilimi içinde yoğunlaşmak KARAKOYUNLU — Bu bir nostalji ihtiyacından durumundaydı. Bu dönemi Varlık Vergisi uygulaması kaynaklanmadı. İstanbul’un kalbi ekonomik olarak o ile sınırladım. dönemde Sultanhamam, Sirkeci, Perşembepazarı, Ka- ılmaz Karakoyunlu “ Salkım Hanım’m Tane- Dilde açıklık ve sadelik ilke kabul edilmiştir. Elli yıl raköy gibi ticaretin yoğun olduğu bölgelerde atardı. En leri”nde harp yıllarının sıkıntısını, Varlık Ver­ önce yaşanmış bir olayın içindeki kişilerin konuşma­ iyi hanlar, en iyi oteller, lokantalar hep bu bölgedey­ gisi olayını, Türk kültür ve sermaye ilişkisini larını o dönem Türkçesiyle vermek ya da bugünün dili di. Ünlü doktor muayenehaneleri, büyük eczaneler, yansıtmaya, sınıf değiştirmenin, bir bütünden ile yazmak tercihi beni zorladı. Ortak bir çözüm bul­ şöhretli avukat büroları hep buralardaydı. Bugün de ina­ kopuşun ve dağılışın serüvenini vermeye çalışmış.dum. Konuşmalarda bugünün genç kuşakları tarafın­ nıyorum ki Türkiye’nin ekonomik nabzı bu bölgede — Edebiyat alanında oyunlarınızla tanınıyorsunuz. dan anlaşılacak düzeyde olmak üzere eski dil kullanı­ tutulabilir. Bu ilk roman denemeniz mi? Bu türe yönelim nasıl mına biraz yer verdim. Tanımlamalarda ise bugünün Romanda, sermayenin sınıf değiştirmesinin sıkıntı­ Y ları ve ahlakı veriliyor, insanın çelişkisi anlatılmak is­ gerçekleşti? diline özen gösterdim. Sanıyorum kantarın topuzunu KARAKOYUNLU — Benim eğitimim ve asıl mes­ kaçırmadım. Kurguda ise amaçlı davrandım. Hiçbir ola­ teniyor. Yaşadığı mekân ve hayalleri bu çelişkiyi arttı­ leğim finansman. Oyun yazmak, roman yazmak ken­ yı bir bölüm içinde bitirmedim. Kesikli, meraklandı­ rıyor. Dolayısıyla bu bölgeyi vermek doğal bir ihtiyaç dim için bulduğum iyi bir dost. Ve bu dostumu çok rdı ve umutlandırıcı bir dille anlatarak bütün roman olarak gelişti. seviyorum. Bu benim ilk roman denemem. boyunca kişileri ve içinde bulundukları durumları sü­ Tramvay sefasına gelince; o dönemi yaşamayanlar bu­ Burada bir tespit yapmak istiyorum. Türk edebiyat­ rükleyip sonuna getirdim. Zaman zaman geriye dönüş­ nun gerçekten bir lezzet olduğunu sanıyorlar. Ya da çısı, özellikle romancısı ve oyun yazarı Türk iktisadı­ ler yaparak teknik deyimi ile “mazi koridorlarında” bende böyle bir izlenim bıraktılar. Tramvay hiç de bir na ve iktisadi olaylarına; Türk iktisatçısı da Türk ede­ dolaşarak bütünlüğü desteklemeye çalıştım. sefa değildi... Şimdinin otobüsleri gibi doluydu. Ama biyatçısına çok sıcak bakmamıştır. Oysa inanıyorum — “Salkım Hanım’ın Taneleri”nde uzun yıllar için­ yolcuların kişisel ve toplumsal terbiyeleri yüksekti. Ye­ ki örneğin Demokrat Parti’nin ilk liberal ekonomi de bulunduğunuz, çok yakandan gözlemlediğiniz bir ni kuşakların bu terbiyeden biraz lezzet almalarım is­ programından, Planlama Teşkilatının kuruluş sancıla­ çevreyi anlatıyorsunuz: İş çevresi. Musevi asıllı tüc­ temiş olabilirim. □ carlar, kabuk değiştiren taşralı tüccar zihniyeti, bu çevrenin aile içi ilişkileri... Tüm bunları anlatırken Salkım Hamm’ın Taneleri Varlık Vergisi, Saraçoğlu gibi somut birtakım olay ve kişileri ne ölçüde ve hangi “tatlarla” malzeme ola­ Seçici Kurtıi rak kullandınız? KARAKOYUNLU — Bu romanda yer alan olayla­ Sabahattin Kudret Aksal, Salâh Birsel, Konur rın ve kişilerin yarıdan çoğu yakıştırmadır. İşin doğalı Ertop, Prof. Berna Moran, Hilmi Yavuz. da budur. Geri kalanları ise bu yakıştırmaya uygun dü­ NOT: Bu dalda yarışmaya 46 kişi 46 yapıtla katıldı. şen gerçek olay ve kişilerdir. Ben, çocukluğumun bü­ yük bölümünü ve ilk gençliğimi bu romanın geçtiği çev­ rede yaşadım. O gün yaptığım gözlemlerimi özenli bir PORTRE YILMAZ KARAKOYUNLU şekilde sakladığıma eminim. Ayrıca çocukluğumda ba­ bamın yazıhanesinde çalışırken ziyarete gelenlerin bü­ Yılmaz Karakoyunlu 1936 yılında İstanbul’da doğdu. yük bölümü bu olayı da bizzat yaşamış ya da ailesin­ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1959 den birisinin yaşadığı gerçeği yakından izlemiş kimse­ yılında mezun oldu. ÜSA Georgia Üniversitesi’nden lerdi. Onlardan dinlediklerim bende birikmişti. Öte ‘MBA’ Derecesi; Michigân Üniversitesi’riden Efective yandan ciddi bir araştırma da yaptım. Açıkçası kullan­ Management Diploması aldı. dığım malzemenin yarısı gerçektir, yarısı da benim ha­ Bir süre banka müfettişliği yaptı. Daha sonra Devlet yal gücümün ve yazma yeteneğimin ürünü olarak or­ Planlama Teşkilatı Finans Dairesi Başkanlığı’nı yürüt­ taya çıkmıştır. tü. Bu dönemde, çeşitli üniversitelerde ve kuruluşlar­ Varlık Vergisi ve harp yıllarının sakıntısı, birbirini da finansman konularında ders ve konferanslar verdi. tamamlayan acı bir tablodur. Ben de bu tablodan pa­ Istifaen ayrılıp özel sektöre geçti. Çeşitli kürumve ku­ yımı aldım. Saraçoğlu’nun Varlık Vergisi ile ilgili si­ ruluşlarda, yöneticilik, danışmanlık görevleri üstlendi. yasal tercihini hazırlayan ve bu tercihi uygulayan ma­ Halen bir özel firmada yöneticilik yapmaktadır. Kara- liye kadrosundan yetkililer ile temaslarım oldu. Onla­ koyunlu’nun yayımlanmış mesleki eserleri şunlar: rın hatıralarından ve hafızalarından istifade ettim. Bu Doğrusal Programlama ve Oyun Teorisi (Ders Ki­ tecrübeyi romanda fon olarak kullandım. tabı), Mali Bünye Analizi (1974), Mali Tahlil Tablo­ Bence İstanbul’un (fizik yapı dahil) her uzvundaki ları (1981), Rant Esaslı Tasarruf Modelleri (1982). değişme, sermayenin sınıf değiştirmesi ile başladı. Ben­ Edebi Çalışmaları: Mor Çiçekli Natürmort (Öykü­ zer bir değişime, Meşrutiyet’in ilanında da rastlıyoruz. ler) 1984, O Hayal Aynasından (Rübailer), Sokollu İstanbul’un bu tür karakter değişmesinde ilk olay Var­ (Devlet Tiyatrosu’nca sahnelendi) 1989-1990 (Kültür Ba­ lık Vergisi’dir. Daha sonra 6/7 Eylül olayları gelir. kanlığı Oyun Yazarlığı Teşvik Ödülü, 1989 - Yazarlar Üçüncüsü 1960 İhtilali’nden sonra İstanbul’a akan kü­ Birliği En İyi Oyun Yazarı Ödülü) Romanos Diyo- nılmaz Karakoyunlu: "Romanımda zaman zaman geriye dönüşler ya­ çük Anadolu esnafının büyük sermaye haline gelişin­ jen, Altın Huylu Doruklar, Brütüs Aranıyor, Kuz- parak ‘mazi koridorlarında' dolaştım." (Fotoğraf: Kaan Çaydamlı) deki hırs, sabır ve hiledir... guncuklu Fazilet (Müzikal)

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 13 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y l M L ANMAMIŞROMAN

lar ama, tramvaya binmeğe cesaret edemiyorlardı. İçer- dekine sordu. Erkeğin sesi yumuşaktı. Salkım Hanım’ın Taneleri — Bu Hasekiye gider mi? Hani hamamın olduğu Ha­ seki’ye? YILMAZ KARAKOYUNLU nın kokusu duyuluyordu. Kadın, tertipli birisiydi. Otu­ Kimse cevap vermedi. Plantonluğun önündeki tram- vaycılara döndü. Yüzünden yalvaran bir çökmüşlük gö­ opkapı tramvayı, Liman Han’ın önündeki du­ zunda görünüyordu. Bir eliyle oğlan çocuğunun elini tutuyor, öteki eliyle bavulun bir ucuna yapışmış den­ rülüyordu. Yalvaran yüzün çizgileri hemen yumuşar. rakta bekliyordu. Gecenin son tramvayına ye­ Meşin ceketli, meşin kasketli olanı hem başını salladı tişmek isteyenlerin telaşlı ayak sesleri, caddeye gesiz yürüyordu. İlk görenler sakat olduğunu sanabilir­ lerdi. Belli ki, içlerinde en yorgunuydu. Arada bir, ba­ hem cevapladı. sağanak halinde inen yağmurun şakırtısı ile ka­ — Gider! rışıyor; sonra her şeye boş vermiş bir umursamazlıkla vulun öteki ucunu tutan ince yapılı kızına şefkatli bir sesle güç vermeğe çalışıyordu. Sonra ekledi. ; etrafa savruluyordu. Islak ve keskin bir rüzgar, sokak­ — istersen arkadakine geç; yeşil olanına... Daha ucuz­ ta kimi bulursu ustura gibi suratına çarpıyordu. Tram­ — Hadi kızım! Dayan! Az kaldı. Sonra, sesine istemediği bir korku sindirip kızını yü­ dur. Bu kırmızı olanı pahalıdır. Uç kuruş... Birinci Mev­ vaya önceden binmiş birkaç kişi, yağmurun tozlu cam­ ki... lara sıvadığı kirli ıslaklığın arkasından seçilebiliyordu. reklendirmek istiyordu. — Babanı kaybetmeyelim. Bu şehirde tek başımıza Erkeği, kolundan tutarak yeşil vagonun kapısına ka­ j Yüzleri yorgundu... Gece nöbetini bitirmiş son tram- dar götürdü. Raylı demir kapıyı ardına kadar açtı. İyi­ | vaycılardı çoğu. ne yaparız? — Keşke Niğde’de kalsaydık. liksever birisiydi. Gecenin yarısına doğru Bahçekapı piantonluğunun — Kalmadığımız daha iyi. — Hadi, getir denklerini buraya. ışıkları söner. Tramvayların caddeye yansıyan ölgün — Neden? , Önce adam kırmızı vagona doğru koştu. Sonra ço­ ışıkları, ancak parke taşlarının görünmesine imkân ve­ Kadın cevap vermedi. Tam nedenini kendisi de bil­ cuklar babalarını izlediler. Kadın olduğu yerden kıpır­ recek kadar çevreyi aydınlatır. Sokağın iki tarafına di- miyordu ama; kocasının bir pisliğe bulaşacağını hisset­ damadı. Adam, yerleştirdiği dengini omuzlamak için j zilmiş büyük ambarların kepenkleri önünde yığılmış miş; korkusunu açıkça söylemek yerine İstanbul’a göç­ bavulları yere indirdi. çöplerin kokusu etrafa yayılır. Gecenin geç saatlerin­ meyi özendirmeyi daha uygun bulmuştu. Adamın gözü Tramvayın içinden bir ses platona doğru bağırdı. de kediler, köpekler, bazan da insanlar bu çöpleri ka- dışarda değildi; evine zamanında geliyordu. İçkisi, ku­ — Bırak yahu, bu saatte ne fark eder ki, yeşil ya da I rıştırıp rızklarını bulmaya çalışırlar. Çoğu geceler, in­ marı da yoktu; ama, konuşmalarından korkuyordu. kırmızısı... Alt tarafı üç kuruş... sanlarla köpekler arasındaki bu ekmek kavgası, küfür­ Şimdi harp zamanı; küçük kasabada kalmak yerine bü­ Planton, tecrübeli bir endişe ile cevapladı. lü bir savaşın en çirkin şekliyle sona erer. Elindeki taşı yük şehirde kaybolmak daha akıllıca diye düşünmüştü. — Ya kontrol gelirse? Hem sana, hem ona yazık olur. köpeğin sırtına indiren aç adamın mutlu halini, inle­ Baba epey önde gidiyordu. Sırtındaki dengi tramva­ Kadın hızla kocasının yanına koştu. Eli koynundaydı. yen köpeğin kaçışı izler. yın sahanlığına atıverdi. Sonra bavulları dengin üstü­ — Bırak orda kalsın. Uç kuruş farkı veririz. Köşeyi dönünce birden yükselen hanların demir ka­ ne koyup, geriye dönüp bağırdı. Plantonun sesi toktu. pılan üzerine yerleştirilmiş küçük lambaların ölgün ışığı — Çabuk olun! Kalkarsa, ne yaparız? — Üç kuruş mühimdir, hanım! altında bazan han bekçileri yarenlik eder, vakit öldü­ Yağmur artıyordu. Gelenlerin gücü tükenmiş, kar­ Kadın başını salladı. rürler. Hanların karşısında sırayla dizilmiş tuhafiye ma­ şılarındaki bilinmezliğin yarattığı korku yüklerini da­ — Ben de öyle!... ğazalarının süslü vitrinleri parlak ışıklarıyla herkesin ha da arttırmıştı. İçerde oturana seslendi: Avucunu plantona uzattı. Yağmur, avucunun için­ gözünü alır. Sert suratlı mankenlere giydirilmiş göm­ — Duruverin azıcık. Çocukları getirecem. de küçük bir göl oluşturdu. Paralar suyun içinde parıl­ lekler, kıravatlar dimdik durur. Gecenin karanlığı için­ Koşup küçük oğlanı kucakladı. Kızıyla karısının or­ dıyordu. Kocasının kolunu tutup sahanlığa yöneltti. de, bu asri mumyalar, ceset yeşili yüzleriyle insanın içini taklaşa taşıdığı ağır bavulu yüklendi. Dördü birden — Çok yoruldum. ürpertir. Kadınlar için şöyle sere serpe bırakılmış iç ça­ plantonluğun sundurmasına sığındılar. Hepsi sahanlı­ Sonra çocuklarını tutup tramvaya bindirdi. Ve yağ­ maşırları, geleni geçeni kendine çeken bir yosmalık ta­ ğın önünde toplanmışlardı. Eşyalarını içeriye koymuş­ mur adam akıllı boşandı... şır gibidir. Yaz geceleri, el ayak çekilince han bekçileri bu vitrinlerin önünde toplanıp uzun uzun seyrederler. Hepsi de iç geçirip yorgun bir bekleyişte hasret gider­ miş gibi mutlu bir istekle döner yerlerine. Çoğunun içindeki en büyük arzu bu vitrinlere bakmaktır. İske­ leye yanaşan son vapurun düdüğü duyulunca han bek­ çileri, sahile doğru yürür, gelenler arasında bir hemşeh­ risini bulmak ümidi ile vapurdan çıkanları seyreder. Vapurun iskeleye yanaşması ile birlikte telaşlı sesler, ürkek koşuşmalar ve şaşkınlık içinde ne yapacağını bil­ meyen korkulu bir kalabalığın uğultusu duyulur. İlk geldikleri şehrin karşısında duraksayan insan sesleri tit­ rektir. Korkunun insanı yalvartır... İskelenin yanına sıralanmış at arabalarının seyisleri, gelenlerin yükünü taşımak için dil dökerler. Çoğunun Türkçesi anlaşılmaz. Hepsinin elinde meşin kamçıları güven duymak için tuttukları silah gibidir. Meydan bu saatte simsiyahtır. Gelenler, kendi işini kendi görmek isteği ile etrafı kollar; sonra, adres sormak için alttan alan sesle yardım ister. İstanbul’a ilk gelen insanın yü­ reğinde ister istemez bir korku vardır. Haydarpaşa vapurundan boşalanlar sırtlarındaki yüz­ leri ile Bahçekapı piantonluğunun çatısı altına sığınıp yağmurdan korunmak istiyorlardı. Toros Ekspresi’nden çıkan yolcuların çoğu, bu büyük şehrin bilmedikleri araçları ile dağılıp bir yerlere gideceklerdi. İstanbul, her akşam biraz daha doluyordu. Dört kişiydiler. Erkek orta yaşlıydı. Güçlü kuvvetli görünüyordu. Omuzunda büyük bir denk, elinde ip­ lerle sıkıca sarılmış bavullar vardı. Başında eskimiş kas­ keti, yakasız gömleği ve yeleği ile küçük kasaba esnafı­

SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMIŞ ŞİİR Bu dalda yalnızca 3 mansiyon verildi Seval Esaslı Su Gölgeleri / Çınar Yayınları / 78 s.______Seval Esaslı, 1958 yılında Trabzon’da doğdu. İşinin “ozanlık” olduğunu belirten Esaslı’nın Sekizinci Renk adlı kitabı 1984 yılı Rıfat İlgaz Cide Edebiyat Ödülü Yarışması’nda 1. seçildi. Seval Esaslı’nın bundan başka Yarına Kaç Var adlı bir kitabı daha bulunuyor. Seyhan Erözçelik

Hayal Kumpanyası / Seyhan Erözçelik Şiir Atı Yayıncılık

Seyhan Erözçelik, 1962 yılında Bartın’da doğdu. Kadı­ Özkan Mert Seval Esaslı Seyhan Ûzçelik köy Anadolu Lisesi’ni bitirdi. 1982-1986 yılları arasın­ da Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji okudu. 1986-1987 maddeden hüküm giydi. 1974 yılında Ecevit hüküme­ ders yılında İÜ Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölü- ti döneminde çıkarılan genel aftan yararlandı. mü’ne devam etti. Halen özel bir kuruluşta çalışıyor. Özkan Mert _____ 1972 yılında Türkiye’yi terk eden ve İsveç’te değişik Erözçelik şiir yazmaya 1976 yılında başladı, 1982’den Allah ve Tango / Cem Yayınevi / 90 s.______pek çok işte çalışan Özkan Mert, 1981’den bu yana Ra- bu yana Yazko Edebiyat, Oluşum, Şiir Atı, Poetika, dio Stockholm’ün Türkçe Yayınlar Bölümü’nde yönet­ Fanatik, Yeni Yaprak, Gösteri, Adam Sanat, Gerge­ Özkan Mert, 1944 yılında Erzurum’da doğdu. İzmir Na­ men ve program yapımcısı olarak çalışıyor. dan, Argos gibi dergilerde şiirleri yayımlandı. 1985’te mık Kemal Lisesi’ni bitirdi. İlk şiirlerini 60’lı yıllarda Türk olan ilk eşinden Sanem adında 17 yaşında bir arkadaşlarıyla birlikte Şiir Atı yayınlarını çıkarmaya İzmir’de yayımlanan Yeni Asır gazetesinin kültür say­ kızı ve şu anda birlikte olduğu isveçli eşinden de Ke­ başladı. Yeis ile Tabanca (1986) veHayal Kumpanyası fasında yayımladı. Aynı yıllarda İzmir’de yayımlanan rim adında 9 yaşında bir oğlu var. (1990) adlı şiir kitapları var. Evrim, Devinim ve Ankara’da yayımlanan Halkın Özkan Mert’in yayımlanan kitapları şunlar: Kuraca- Dostları dergilerinin çıkarılmasına katkıda bulundu. ;ız Her Şeyi Yeniden (1969, şiirler), Kırlangıçlar, Kır- 1969 yılında Ant dergisinde, diğer 3 ozan arkadaşıyla angıçlar (1978, şiirler), İşte Hayat, İşte Ölüm ve Ta­ Seçici Kurul birlikte katıldığı açıkoturumda “ 60 Şiir Kuşağı Mani- rih (1984, şiirler), Diren Ey Kalbim (1981, şiirler), Sa­ Oktay Akbal, Süreyya Berfe, Refik Durbaş, Doğan festosu” na katıldı. Gene aynı yıl yayımladığı ilk şiir ki­ nem Okula Başlıyor (1981, çocuk kitabı), Dünya Çar­ Hızlan, Cemal Süreya tabı Kuracağız Her Şeyi Yeniden çıkar çıkmaz topla­ Î pıyor Yüzüme (1988, toplu şiirler), kısa radyo oyunla­ tıldı. Ve Ankara’da, sıkıyönetim mahkemesince 142. rı. NOT: Bu dalda yarışmaya 43 kişi 43 yapıtla katıldı.

Seval Esaslı KORAL YAYINLARI • SOSYALİZMİN KRİZİNE SU GÖLGELERİ MARKSİST YANIT "Aynen Batı daki gibi. Rusya'da da sosyalizm ancak şimdiki ege­ men sınıfı alaşağı ederek işçi sı­ nıfının iktidarını yaratacak bir iş­ çi devrimi sonunda gerçekleşe­ cektir..."

"...Parti sınıftaki kendiliğin­ 1989-90 den' gelişmelere her an tepki gösterebilmeli ve bu gelişmeler Yunus Nadi sırasında berrak bir bilince doğ­ ru yönelen unsurları kendine çe- şiir dalında kebilmelidir mansiyon • İŞÇİ SINIFI ÜNİVERSİTE YILLIĞI 1989-1990 ödülü EYLEMLERİNİN Hacay Yılmaz MEŞRULUĞU

İşçi Sınıfı ".. .Aslında Hacay Yılmaz bu ça­ Neco’nun yeri Eylemlerinin lışması ile işçi hareketine ilişkin M e ş ru lu ğ u tartışmalara bir kapı açtı. Ya bu Seval Esaslının şiir kitapları kapıdan girip bu tanışmaların Fotoğraflar, Duvar Yaylan. Ağaç Yazılan, Karikatürler, “Sloganlar”... içinde yer alacağız, ya da işçi ha­ reketi üzerinde hegemonya oluş­ Neco, Cem'i, “Yeşiller”, Panzerler, Coplar, Holding Profesörleri, turan sendika uzmanlan ran de­ ► SEKİZİNCİ RENK ğerlendirmelerinden nasiplen­ Harçlar.. meye devam edeceğiz. " Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü * S e ç k in K ır şiir dalında Elik ödülü PAPİRÜS Yayın Dağıtım Tic. Ud. Şti: Babıali Cad. 19/11 ► YARINA KAÇ VAR Cağaloğlu/İSTANBUL İhsan Kutlu Tat: 527 01 53 PARTİ OKULU Çınar Yayınları DAĞITIM: ADAŞ DAĞITIM : 134 46 24 ANKARA (Çıkıyor) Prof. Kâzım İsmail Gürkan Cad. Hamam sk. 2/11 CEMMAY : 527 01 53 İSTANBUL Fiyatı: 5.500._TL. Cağaloğlu-İSTANBUL Tel: 512 23 59 îotal Nakilbent Sok. No:49/A Kat:3 Sultanahmet-İST.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 15 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMAMIŞ ŞİİR Bu dalda, ödüle değer yapıt bulunamadı, ama 5 mansiyon verildi Yunus Koray Süha Tuğtepe Leyla Şahin i Yunus Koray, 1957’de Süha Tuğtepe, 1956 yılın­ Leyla'Şahin, 1954 yılında l Antalya’da doğdu. Orta- da Cide’de doğdu. Mar­ Şavşat’ta doğdu. Paşabah- f öğrenimini Antalya Lise- mara Üniversitesi Ekono­ çe Ferit inal Lisesi ve Üs­ si’nde (1976), yükseköğ­ mi Fakükesi’ni bitirdi. küdar Kız Lisesi’nde renimini Dil ve Tarih- 1978’den bu yana Türki­ okudu. Yeni Adımlar, Coğrafya Fakültesi Türk ye Yazıları, Yarın, Dü­ Türkiye Yazıları, Gü­ Dili ve Edebiyatı Bölümü şün, Varlık, Broy, Şiir ney, Demokrat gazetesi, Türk Dili Anabilim Da- Atı gibi edebiyat delgile­ Türk Dili Dergisi, Broy lı’nda tamamladı (1982). rinde şiirleri yayımlanı­ vb. dergilerde, gazetelerde İvrindi, Susurluk, İzmir yor. Tuğtepe’nin ilk yapı­ şiirleri yayımlandı. Halen Atatürk Endüstri Meslek, tı Yüzler ve Zarflar, serbest gazetecilik yapan Suphi Koyuncuoğlu lise­ 1985’te Akademi Kitabe­ Şahin, Kırlangıç Yıldızı lerinde öğretmenlik yap­ Iİ vi Şiir Ödülü seçici kuru­ adlı kitabıyla 1988 yılın­ tı (1982). Türk lunca başarı ödülüne de­ da Enver Gökçe Şiir Dili, Türkiye Yazıları, Varlık, Somut, Sesimiz, ğer görüldü. Süha Tuğtepe’nin bu kitabı Broy Yayın­ Ödülü’nü ajdı. Leyla Şahin’in Mayıs Şarkıları ve Acı Milliyet-Sanat, Temmuz, Dönemeç, Gösteri, dergile­ ları tarafından 1986’da yayımlandı. Toplayan İpekli Çardak Kuşu adlı iki kitabı daha var. rinde yazdı. Şiirlerinde “ işçiliğin, gerçekliğin boyutla­ rı ile uygunluk içinde bütünselleştiği” kabul edildi (Vey­ sel Öngören). Sanat Rehberi (1984) dergisi ile Haşan CEMAL SÜREYA JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ Tahsin (1979), Akademi Kitabevi (1986) şiir ödüllerini kazandı. Yaşamı Yargılayan Şiirler (1987) adlı şiir ki­ Cemal Süreya için onbeş prelüd tabı var. (Şiirden bir bölüm) 1 Öptü gözlerinden ölümü şair, Ersin Salman, 1941 do­ ölüm şakaklarından şairi ğumlu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akade­ Bir çift üveyik kondu göğe! misini bitirdi. 1964-1971 2 arasında TRT Ankara Gülün tam ortasında ağladı şair usulcana, Radyosu’nda program ya­ usulcana giyindi gizini Üvercinka zarı ve yapımcısı olarak İkiye böldü gökyüzü kendini. çalıştı. 1971’den bu yana 3 reklamcılık yapıyor. 3 ço­ Uyandı uykusundan usulusulcana kızım cuğu var. baba üşüdüm, dedi, baba, baba parmaklarımı.. Allasen, adının kaçıncı harfini atmıştın ki! Ayhan Yalçınkaya Hüseyin Alemdar Ayhan Yalçınkaya. 1964 Hüseyin Alemdar, Araklı’da doğdu. Çocukluğunun ta­ yılında Çorundun Sun­ mamını bu yörede geçirdi. Araklı Lisesi’nde orta ve li­ gurlu ilçesinde doğdu, il­ se öğrenimini tamamladı. Aynı yıl baba mesleği olan kokulu aynı yerde ta­ sinema film yapımcılığı Hüseyin Alemdar’ı ailece Gebze mamladıktan sonra orta­ ve İstanbul’a taşıdı. Bazı nedenlerden ötürü yükseko­ okulu Samsun Anadolu kula gidemeyen Hüseyin Alemdar’ın ilk şiiri Kasımpaşa Lisesinde, liseyi ise Eski­ Subay Orduevi’nde askerlik görevini sürdürürken Ölü­ şehir ve Erzurum Anado­ şüm delgisinde çıktı. Askerlik görevini yerine getirdik­ lu liselerinde tamamladı. ten sonra sırasıyla şiirlerini Varlık, Gösteri, Milliyet 1981 yılında Ankara Üni­ Sanat, Adam Sanat, Yeni Düşün, Broy ve Parantez versitesi Siyasal Bilgiler gibi dergilerde yayımlayan Hüseyin Alemdar, Toplan­ Fakültesi’ne girdi. 1985 mış Sevgi Ölüleri adlı çalışmasıyla 1985 Akademi Ki­ yılında son sınıfta tutuk­ tabevi Şiir Başarı Ödülü’nü kazandı. landı; cezaevinde bir yıl Şiir dosyalarından ilk ikisi olan Toplanmış Sevgi Ölü­ kaldıktan sonra salıverildi. 1986 yılı sonunda SBF-Kamu leri 1986’da Broy Yayınları’nca, Gecede Gülümseme Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 1987 yılında OD­ de 1987’de kitaplaşarak gün yüzüne çıkan Hüseyin TÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Bölge Planlama Anabilim Alemdar’ın Önce Aşk ve Prelüdler adlı iki şiir dosya­ Dalı’nda yüksek lisans yapmaya başladı. sı da bugünlerde yayımlanmayı bekliyor. Yönetmen yardımcılığı, senaryo yazarlığı, düzeltmen- lik gibi işlerde çalışan Hüseyin Alemdar’ın üzerinde ça­ Seçici Kurul lıştığı anı-anlatı Sinema Kalbimde Yara adlı bir de si­ Oktay Akbal, SSüreyya Berfe, Refik Durbaş, Doğa nema kitabı var. Hızlan, Cemal Süreya. NOT: Bu dulda yarışmaya 975 kışı 8037 şiirle katıldı.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA IS ÇINAR YAYINLARI’NIN KİTAP KAPAKLARINDA ONURLU BİR İMZA VAR: RIFAT İLGAZ RIFAT İLGAZ’IN ÇINAR YAYINLARFNDAN ÇIKAN KİTAPLARI Güvercinim Uyur mu 4.000.- Ocak Katın Alagöz 7.000.- RIFAT ILGAZ^ Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü Yarenlik 7.500- Bütün Şiirleri Dizisi karartma geceleri Sınıf ve Dosyası 7.500.- Bütün Şiirleri Dizisi Karartma Geceleri 10.000.- Karadenizin Kıyıcığmda 12.500.- YıH*z Karayel 12.500.- Armağanı Madaralı Roman Ödülü Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra 5.000- Kastamonu Gözaltı Anıları 1981 Hababam Sınıfı 16.000.- Pijamalılar 8.000- Hoca Nasrettin ve Çömezleri 6.500.- Meşrutiyet Kıraathanesi 7.500.- Apartıman Çocuklan 12.000.- Çalış Osman Çiftlik Senin 6.500.- Nerede O Eski Usturalar 6.500.- Sosyal Kadınlar Partisi 6.500- Rüşvetin Alamancası 6.500- Donkişot İstanbul’da 6.500- Şeker Kutusu (İlk baskı) 6.500- Hababam Sınıfı Baskında 5.000.- Hababam Sınıfı Uyanıyor 5.000- Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı 4.500- ÇOCUK KİTAPLÂRI Küçükçekmece Okyanusu 4.000.- Cankurtaran Yılmaz 4.000- Öksüz Civciv 4.200.- Bacaksız Kamyon Sürücüsü 4.000.- Çınar Bacaksız Sigara Kaçakçısı 4.000.- Bacaksız Okulda 4.000.- Bacaksız Paralı Atlet 4.000.- Yayınlan Bacaksız Tatil Köyünde 4.000.- ♦ Prof. Kâzım İsmail Gürkan Cad. Hamam Sk. 2/11 Karartma Geceleri’nin filmi 1990İstanbul Uluslararası Film Festiuali, Dr. Nejat tczacıba şı Cağaloğlu-İstanbul Vakfı En İyi Türk Filmi Ödülü, Yunus Nadi 1989-90 Uzun Metrajlı Film Dalında Birincilik Ödülü almıştır. Tel: 512 2359 ENGİN BİLGİNER - OKTAY SENGÜLER BİR DAHA YENİDEN Sakın anneme davulcu bilim ve sosyalizm yayınları olduğumu söylemeyin, Ataç Sokak 36/2 Yenişehir-Ankara Tel: I31 46 97 o beni hâlâ damat sanıyor... DUNYA KOMÜNİST HAREKETİ İÇİNDEKİ "Araştırmacı gazeteciliğin en güzel örneklerinden biri. İDEOLOJİK TARTIŞMALARI İÇEREN İKİ KİTAP (Emin Çölaşan) "80’li yılların hayat felsefesine uygun bir peri masalı gibi. Ama olaylar gerçek..." bilim ve sosyalizm yayınları bilim ve sosyalizm yayınlan I2 I3 ★ ÜÇÜNCÜ BASKI! MM Man I ENGİN ARDIÇ BÜTÜN PEKİN Mustafa Kemal ENGİN ARDIÇ Sizin Gibi MOSKOVA Kıro Değildi! Mustafa Kemal Sizin Gibi ÜLKELERİN Kıro Değildi! İŞÇİLERİ ÇATIŞMASI İKİ MERKEZİN BİRBİRİNİ "Engin Ardıç, tam içinde yaşadığımız çağın ve toplumun BİRLESİNİZ SUÇLAYAN ÜNLÜ MEKTUPLARI yazarı.. . 2000’li yıllarda kitapları, çok garip, çok çelişkili bir dönemin aynası olarak kitaplıklarda yerini alacak... ” 12.500.-TL. 6.500.-TL. ★ Dördüncü Baskı! ★ NOKTA nın listesinde 2 numara! Özellikle son yıllarda Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde su yüzüne çıkan çalkantının niteliği nedir? Nasıl bir sürecin so­ nunda bu noktaya gelinmiştir? Sorun tarihsel boyutta tartışı­ lırken, kuşkusuz bu olgunun gelişme sürecinin anlaşılmasın­ da önemli yer tutan belgelere özellikle eğilmek kaçınılmaz ol­ Yakında: HAJLUK SAHİN’den maktadır. Dünya komünist hareketinin önündeki ve olası pek (¿M En Büyük Megaloman, çok sorunun marksizm-leninizm temelinde tartışıldığı, taraf­ K* ların birbirlerini marksizm-leninizm temelinde eleştirdiği bu bel­ Ptyertoti Caddesi 7-9 Çe•mberiıtaş-İstanbul Başka Büyük Yok! geler, hareketin büyük bir çalkalanmayı yaşadığı, sorunların bambaşka konumlarda ele alındığı günümüzde, belki de şim­ di çok daha güncel bir önem taşımaktadır. aylık edebiyat ve sanat dergisi / temmuz 1990 /sayı 994/ 3000 TL. Varlık Dergisi "1000. Sayıya Doğru" Abone Kampanyası ÖTEKİ KİTAPLARIMIZ Sayfa sayımızın artmasıyla yükselen fiya­ Varlık tımızdan okurlarımızın etkilenmemesi için J. STALİN LİN PİAO KURUCUSU: YAŞAR NABİ NAYIR başlattığımız KAMPANYA süresince, hem DİYALEKTİK VE YAŞASIN HALK VARLIK’a indirimli fiyatla abone olabilir, TARİHSEL SAVAŞININ ZAFERİ bu sayımızda: hem de sîzler için özel olarak hazırlanmış MATERYALİZM BEŞİNCİ BASKI: 4,000.-TL kalem ile Varlık Yayınlan'na ait bir kitaptan O N U N C U BASKI 3.000.-TL 1980’LERİN SOSYOKÜLTÜREL PROFİLİ V. i. LENİN oluşan armağan paketimizi kazanabilirsiniz. TOGLİATTİ ÜTOPİK VE BİLİMSEL İNDİRİMLİ ABONE BEDELİ : 30.000 TL 90’LJ YILLARA GİRERKEN MERHABA TOPLUM / F.Kentel FAŞİZM ÜZERİNE SOSYALİZM AÇIKOTURUM: Haşan Bülent Kahraman Öğrenci ve Öğretim Üyelerine: 25.000 TL, DERSLER İKİNCİ BASKI 11.500.-TL İskender Savaşır - Hüsamettin Arslan ÜÇÜNCÜ BASKI 8.500.-TL • 119822 no’lu posta çeki hesabımıza V. İ. LENİN ÇİZGİ SAYFA: İsmail Gülgeç abone bedelini yatırıp makbuzu aşağıdaki Ayrıca: V. i. LENİN KARL MARX VE kuponla birlikte bir zarfa koyup bize DEVLET VE İHTİLAL Hilmi Yavuz’a Temmuz Soruları göndermeniz yeterli olacaktır. Armağan DOKTRİNİ YEDİNCİ BASKI 6.500.-TL ÜÇÜNCÜ BASKI 6 500 -TL Sabahattin Kudret Aksal ile “Buluşma" paketiniz size ulaştırılacak ve derginizi Yazılarıyla: Sait Maden / Demir Özlü / Sennur Sezer düzenli olarak edineceksiniz. _ V. i. LENİN BİR BATILI GAZETECİNİN Mario Levi / Erdal Atabek / Arif Damar ______PROLETER DEVRİM KALEMİNDEN Sulhi Dölek / Necati Tosuner / Adnan Özyalçıner / VARLIK DERGİSİ “1000 Sayıya Doğru Abone VE DÖNEK KAUTSKY STALİN Metin Cengiz / Atilla Birkiye / Umberto Eco Kampanyasına katılmak İstiyorum. BEŞİNCİ BASKI 8.500.-TL İKİNCİ BASKI 12.500.-TL. Öyküleriyle: Tarık Dursun K. / Ali Nurettin Gürses Şiirleriyle: Sabahattin Kudret Aksal / Tevfik Akdağ Adım, Soyadım :...... G.PALOCZY HORVATH M. CORNFORTH Doğum tarihim: ...... Hilmi Yavuz / Celal Gözütok / Halim Şefik / DÜN KÖLEYDİK KOMÜNİZM VE M esleğim :...... Kubilay Unsal / Orhan Kahyaoğlu / Esra Zeynep BUGÜN HALKIZ i İNSANLIK DEĞERLERİ Adresim: ...... Aimé Césaire DÖRDÜNCÜ BASKI 6.500 -TL I İKİNCİ BASKI 4.000.-TL. BU SAYIYI BAYİNİZDEN İSTEYİNİZ ! Abone tutarı olan ...... Lirayı 119822 JOHN EATON DAĞITIM: Gameda (İstanbul-Ankara-İzmir) no’lu posta çeki hesabınıza yatırdım. Makbuz EKONOMİ POLİTİK VARLIK YAYINLARI A Ş. ilişiktedir. Dergi ve armağanlarımı adresime İKİNCİ BASKI: 12.000.-TL Cağaloğlu Yokuşu 40/2 34440 İstanbul / Tel: 522 69 24 gönderiniz. V J YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMIŞ RÖPORTAJ Birincilik ödülünü alan Bekir Yıldız: ‘Röportaj, akan bir ırmak gibidir’ GEO dergisinde yayımlanan — Bir yolculuk öyküsü bu. Geldiğiniz değil, gitti­ yan Türkiye’de ekonomik yetersizliğin, insanları din­ ğiniz yer var. Gidilen yer Diyarbakır ve Urfa. Bir sel bir çerçeve içine hapsettiğini, Almanya’ya göç et­ ‘Allahın Gölgesinde Koşanlar” adlı başka anlamda varılan yer yoksulluk, baskı ve işken­ mişlerin çoğunun da bu çerçeveyi Almanya’da bile kı­ röportajıyla Yayımlanmış Röportaj ce. insanların çaresizliği ve sonunda Allah’a sığın­ ramadıklarım tartıştık. Sonunda gerçekler ne denli göz maları. Oldukça dar, karanlık, acılı bir sokak değil ardı edilmek istense de her şeyin herkesçe bilinmiş ol­ dalında birinciliği kazanan Bekir mi bu? duğu inancıyla, yıllardan beri gözlediğim, yaşadığım Yıldız, röportajı yapmak için YILDIZ — Ben bu dar, karanlık ve acılı sokağa bir olayları bir sıraya koyup sanatsal olanla bütünleştirip değil pek çok kez gidip geldim. Bu sokak doğduğum yazmak kaldı bana. gittiği yerlerden, aslında yıllar önce sokaktır. Bu sokak sivrisineklerle yüzümün yendiği, tra­ — Yurtdışında yayımlandığı zaman nasıl bir tepki geldiğini belirtiyor. Yıldız, “ Benim homun gözbebeklerimi jilet gibi çizip kör olmaktan son aldınız? anda kurtulduğum sokaktır. Gene günlerce aç kalıp ek­ YILDIZ — Pek çok öykümü ve Harran ile Güney­ ailem yoksulluğu cehenneme mek diye ağladığım çocukluk yıllarımda, nenemin göz­ doğu Zindanı isimli öykü röportaj kitabımı Almanya’­ yolladı, ama ülkemde ve pek çok lerime ekmek bağlayıp yatırdığı sokaktı. Annemin tüt­ da çevirip yayımlayan Gisela Kraft’ın çabalarıyla GEO süleriyle soluk aldığım, ateşli geçen gecelerimin saba­ için yazdığım röportajı bu kez Türkolog Cornelius ülkede cehennemi yeryüzüne hında, kılıçtan atlatıldığım dar, karanlık ve acılı günle­ Bischoff çevirdi. Bu benim için büyük bir şanstı. Rö­ indirdi askeri darbeler” diyor. rin, yılların sokağıdır. O yıllar bir tek düşmanımız var­ portajdaki estetik öğeler Cornelius Bischoff tarafından dı: Yoksulluk... Feleğin üzerine yürür gibi kalkan aç­ çeviri kaybına uğramadan yayımlandı. Gerek GEO der­ mıştı babam. Sonunda yoksulluğun yazgı olmadığım gisinde, gerekse Alman okuyucularından olumlu eleş­ kanıtladı babam. Benim ailem yoksulluğu cehenneme tiriler aldım. aha çok edebiyatın diğer alanlarında verdiği yollamıştı ya ülkemde ve pek çok ülkede demokrasi, — Röportaj türünü neden önemsiyorsunuz? ürünlerle tanıdığımız bir yazar Bekir Yıldız. özgürlük ve insan hakları diye diye, cehennemi yeryü­ YILDIZ — Röportaj türünü, yıllardan beri çok Röportaj türünü ise çok önemsediğini söylüyor. züne indirmişti askeri darbeler, diktatör Pinochetİer. önemsemiş bir yazarım. Nedenlerini şöyle sıralamak “Röportaj durgun bir göl değil ki akan bir Yoksulluğun kendisi, başlı başına bir işkence olması­ olası: Röportaj güncel olanı zaman aşımına uğramadan ırmak gibidir” diyor. Bekir Yıldız “Allahın Gölgesinde na karşın şimdilerde, çağımızda, Üçüncü Dünya ülke­ yansıtır. Anlatımın dinamik oluşuyla, olaya katılan ki­ Koşanlar” adlı röportajı yapmak için gittiği yerlerden lerinde hem yoksulluk hem de çağdaş olabilmenin yol­ şiler, düşünce ve duygularını anlatma konusunda öz­ aslında yıllar önce gelmiş olduğunu belirtiyor konuş­ D larını arayanlar cezaevlerine atılıyor, Filistin askısın­ gürdürler. Çoğu kez kişiler, edebiyatın öteki türlerin­ mamızda. da, hücrelerde sorguya çekiliyorlardı. “ Allahın Göl­ de kendilerini bulmakta güçlük çekmelerine karşın, rö­ gesine Koşanlar” isimli röportajı yapmak için gittiğim portajda canlı ve belirgindirler. Gene röportaj durgun yerlerden, aslında yıllar önce gelmiştim ben. Bu nedenle bir göl değil, akan bir ırmak gibidir. Dahası, gözün, de İstanbul’da evimin önünde, çarşafa girip geceleri, ya­ duygunun, düşüncenin vicdanı, çoğunluğun anlayabi­ rasalar gibi salıncakta sallanan küçük Fadime, benim leceği bir yalınlıkta olduğu için özgün bir röportajın, için yoksulluğun bir simgesiydi. Yıllardan beri gene okuru etkileme gücü küçümsenemez kanısındayım. □ yoksulluk, bir yazgı olarak gündeme gelmişti. Bir ba­ kıma, yolculuğa bu kızcağızla çıktım ben. Karaçarşa- Allahın Gölgesinde Koşanlar / GEO Özel Sayısı / fın içinde kalan ellerinden birisini tutup birlikte gittik 8.2.1989 Diyarbakır’a, Urfa’ya. Onu dar, karanlık acılı bir so­ kakta konuk ettim. Ve o gördü ki bu sokakta kendisi Seçici Kurul gibi pek çok çocuk var. Babalarını sorduk. Babaları Prof. Aydın Aybay, Aydın Boysan, Muzaffer İlhan Halil-İbrahim’in sancağı altında, başa çıkamadığı yok­ Erdost, Zeynep Oral, Ali Sirmen sulluk nedeniyle çocuklarını Allah’a adıyordu. Gidişat­ tan hesap soracağına, çocuklarını hesaptan düşüyordu. NOT: Bu dalda yarışmaya 18 kişi 18 yapıtla katıldı. Sonunda anlaşıldı ki yoksullaştıran insanlar oradan ora­ ya koştururlarken dar, karanlık ve acılı bir sokakta önce kıstırılıyor, sonra da Allahın gölgesine doğru kovala­ PORTRE BEKİR YILDIZ nıyorlardı. Böylece, 1982 Anayasası’nı yazdıranlar, ya­ Bekir Yıldız, 3 Mart 1933’te Urfa’da doğdu. Çocuklu­ zanlar ve bu anayasadan yararlananlar, toplumun bü­ ğu polis olan babasının görevi nedeniyle Anadolu’da yük bir kesimine, suçluluklarını cehennem korkusuy­ çeşitli yerlerde geçti. Adana Sanat Enstitüsü’nde baş­ la unutturmaya çalıştırılırlarken ben de saçları ağarmış ladığı ortaöğrenimini Mersin ve İstanbul sanat enstitü­ bir dede de olsam, çocukluğumun geçtiği yerlerde, ye­ lerinde tamamlayarak 1950’de mezun oldu. ni çocuklar adına yüreğimde dolaştırdığım cezaevleri­ İlk öyküsü 1951’de Tomurcuk adlı çocuk dergisin­ nin duvarlarını yıkabilmek, cehaletin siyah kefenini ara­ de çıktı. Edebiyata Almanya’daki yıllarının gözlem ve layabilmek umuduyla yoksul insanlara, yoksulluğun bir deneylerinden yola çıkarak yazdığı ilk romanı Türk- yazgı olmadığı bilincini katık etmek istiyordum. ler Almanya’da ile girdi. Reşo Ağa adlı ilk öykü kita­ — Yabancı bir dergiye verdiğinize göre bu röpor­ bıyla adını duyurdu. Çeşitli dergilerde yazıları, tajı, içeriden bir bakışla dışarıya çizilen bu Türkiye gazetelerde de röportajları çıktı. Bedrana ve Kara Çar­ tablosunu hangi renkler, hangi çizgilerle oluştura­ şaflı Gelin öyküleri sinemaya uyarlandı. Kara Vagon cağınıza nasıl karar verdiniz? ile 1968 May Edebiyat Ödülü’nü, Kaçakçı Şahan ile YILDIZ — Hem iletişim araçlarının, dünyayı avu­ de 1971 Sait Faik Hikâye Armağam’nı kazandı. cumuzun içinde döndürdüğüne inanıyor, hem de ki­ Başlıca yapıtları şunlardır: mi ülkelerin kendisini dünyadan kaçırabileceğini sanı­ Öykü: Reşo Ağa, 1968, Kara Vagon, 1969; Kaçakçı yoruz. Kararı kendim vermedim. GEO dergisinin Şahan, 1970; Sahipsizler 1971; Evlilik Şirketi, 1972; Türkiye sorumlusu Ömer Erzeren, gene aynı dergi­ Beyaz Türkü, 1973, Dünyadan Bir Atlı Geçti, 1975; Bekir Yıldız: “ Hem iletişim araçlarının dünyayı avucumuzun içinde dön­ nin bir Alman yetkilisi ile bana geldiler. Türkiye özel Demir Bebek, 1977; Şahinler Vadisi 1981; Mahşerin dürdüğüne inanıyor hem de kimi ülkelerin kendisini dünyadan kaçıra­ sayısı hazırladıklarını, benim de bir röportaj yapma­ İnsanları, 1982; Bozkır Gelini, 1982 Öykü - Röpor­ bileceğini sanıyoruz." (Fotoğraf: Yıldız Üçok) mı istediler. Konuyu birlikte saptadık. Giderek sağa ka­ taj: Harran, 1972; Alman Ekmeği, 1974

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 19 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMIŞ RÖPORTAJ Allahın Gölgesinde Koşanlar BEKİR YILDIZ

erde mi gökte mi anlayamıyorum. Yaralı bir kuş gibi çırpınıp duruyorum salonda. Bir kol­ tuğa çöküyorum sonunda. İşte, birkaç geceden beri duyduğum sesler gene başladı dışarda. El­ lerimle kulaklarımı kapatıyorum. Sanki duyduğum ses- : 1er,Y gıcırtılı sesler, daha bir çoğalıyor beynimde. Yerim- j den fırlıyorum. Perdeyi açıyorum. Gecenin içine ba- i kıyorum. Sese doğru bakıyorum. Orada, az ötede ço­ cuk parkında, salıncağın biri gidip geliyor. Gidip gel­ dikçe gıcırdıyor. Gözlerimi alabildiğince açıyorum. .Ba­ kışlarım karanlığı aralayınca, salıncağa binmiş bir ya­ rasa görüyorum. Kanatlan bir kapanıyor, bir açılıyor. “ Tanrım, sen böylesi büyük bir yarasa nasıl yarattın? Neden yarattın?” diye inliyorum. Perdeyi kapatıyo­ rum. Salondan yan odaya geçiyorum. Birkaç günden beri hazır olan valizimi, çantamı alıyorum. Uyandır- mamaya özen göstererek karımın saçlarını okşuyorum. Kıpırdanıyor. Bekliyorum. Kıpırtısı, uykuya katılınca I çıkıyorum evden. Parka doğru yürüyorum. Salıncak­ taki yarasaya usulca yaklaşıyorum. Korku, bacakları- ; ma dolanınca duruyorum. Yarasa üç-beş adım ilerim­ de. Kocaman kanatları, gecenin içinde hâlâ açılıp ka­ panıyor. Birkaç adım daha atıyorum. Salıncak duruyor i ansızın. Yarasa atlıyor yere. Yanımdan hızla uzaklaşı- | yor. Tanıyorum onu. O, bir yarasa değil şimdi. O, komşu kızı Fadime. Aylardır görmediğim, on-oniki yaş- ! lanndaki Fadime’yi, meğer çarşafa sokmuş ailesi. Gün- ; düz, insanlar arasında günah olur diye, gece salıncağa | biniyor çocuk Fadime... Fadime, belki de secdeye kapandığında, ben uçuyo­ rum Ankara’ya doğru. Uçağın içi ışıl ışıl. Başımı, kü­ çücük pencereye iyice dayıyorum. Dışarısı yok ama. Kimbilir hangi dağın, ovanın, köyün üzerinden uçu- | yoruz. Bu sıra bir ses duyuyorum. “ Çay mı kahve mi?” “ Çay” diyorum hostese. Çayımı içtikten sonra başımı gene dayıyorum küçük pencereme. Bu kez aşağılarda ışık kümeleri görüyorum. Işığın olduğu yerde insan vardır, diye düşünüyorum, Desen: Bahadır işler insanın olduğu yerde de acdar... Neden gecenin bu saatinde Ankara’ya uçuyorum lu gözlerle çevremdekileri süzüyorum. dü, dediler. Tabutla, kefen alıp geldik. Ölümüzü ver­ ben? Diyarbakır’a, oradan da Urfa’ya gitmeyecek miy­ “ Çay,” diyorum candarmalara. “ Çay içelim. Ben­ mediler. Hastane bakım parası istedi. Bizde para ne ge­ dim? Yeğenim gerçekten kayıp mı olmuştu? Ateşe mi den.” zer. El-etek öptüm. Borcum olsun dedim, devlete. Ka­ girmişti? Deli mi olmuştu? Bir işkencede mi ölmüştü? Ses çıkarmıyor candarmalar. Bu sıra, eli kelepçeli genç bul etmediler. Bir yandan babamın ruhu gelip çöktü Daha geçen yıl, kendisiyle Urfa’da görüşmemiş miy­ başım kaldırıyor. Kelepçeli ellerini masadan alıp dizle­ üstüme. Bir yandan parasızlık. Sonunda, bir gece vak­ dik? Gecenin bu saatinde neler oluyordu aşağı denilen ri üzerine koyuyor. Çaylar geliyor. Sözün kapısını na­ ti, ya Allah deyip morga indim. Babamın ölüsünü sırt­ \ yeryüzünde? Uyuyan milyonlarca yoksul insanın çep- sıl aralamaiı, diye düşünüyorum. ladığım gibi köye yetiştirdim. Bir güzel dualayıp göm­ j ferinden paralar mı çalınıyordu? Enflasyon canavarı- “ Suçu ne?” diye soruyorum sonunda. dük. Iz sürmüş devletimiz. Ölünün kırkı çıkmadan, j nın hırsızlar şebekesi, gizli oturumlarla, paranın değe- “ Hırsızlık” diyor candarmalardan birisi. candarmalar gelip yakaladılar beni. Bir sigara versene i rini mi düşürüyorlardı acaba? Hırsızın yüzüne bakıyorum. Limon sarısı bir yüz... kardeşim.” “ Kemerlerinizi bağlayınız. Ankara için inişe geçiyo- Dudakları titreyerek karşı çıkıyor. İki sigara yakıyorum. Birisini eli kelepçeli gencin ağ­ | ruz.” “ Yok” diyor. “ Hırsız değilim ben. Hırsız olsaydım, zına uzatıyorum. Candarmalar ters ters bakıyor. | Hostesin sesi tükenmeden Ankara görünüyor. An- köyde kalır mıydım hiç.” “ İzninizle” diyorum. ! kara ışıktan bir orman gibi. Alçalıyoruz. Kızılay ala­ “ Köyünde yakalandı,” diyor aynı candarma. “ An­ Seslerini çıkarmıyorlar. Hırsız, sigaradan derin bir ne­ nı, Meclis binası, Mamak Cezaevi... Ansızın yeryüzü kara’da bugün mahkemeye çıkacak.” fes çekiyor. Dumanını üflerken söyleniyor. kararıyor. Uçağımız turluyor belki de. Karanlık... An­ “ Ne çalmış?” diye soruyorum. “ Çaldığım mal değil, para değil,” diyor. “ Babamın kara, gene askeri bir darbeye mi hazırlanıyor yoksa? “ Babasını,” diyor öteki candarma, silahını yana bı­ ölüsü be... Öz be öz babamın ölüsü. Sen hâkim olsan Seyrekleşen ışıklar arasına dalıyoruz. Küçük darbeler­ rakıp bir sigara yakarken. ne karar verirdin bey? Bugün mahkemeye çıkaracak­ le sallanıyor uçağımız. Gökyüzü, ters-yüz olup düzle­ İstanbul’da, yarasa sandığım, gece salıncağa binen lar da..” şiyor sanki. Alan... Bekleme salonuna giriyorum. Di­ kız... Şimdi de Ankara’da, babasını çalan bir hırsız... Kahveden çıktığımda, güneşle yüz yüze geliyorum... yarbakır’a gidecek uçağın hareketine daha saatler var. “ Babam nasıl, neden çaldın?” diye soruyorum. “ Böy- Uçağımız Diyarbakır havaalanına inişe geçtiğinde, di­ Kararsızım. Sonunda kente gidiyorum. lesini hiç duymamıştım da.” rilip canlanıveriyorum ansızın. Diyarbakır, Urfa’ya ya­ Bir sabahçı kahvesine giriyorum. Elleri kelepçeli genç­ “ Uzun hikayenin özeti şu” diyor hırsız. “Babam köy­ kın çünkü. ten birisi, masaya başını koymuş uyukluyor. Yanında de hastalanıp komaya girdi. Ankara bize yakındır de­ Nerde benim yeğenim? iki candarma... Yakın bir masaya oturuyorum. Uyku- yip hastaneye yetiştirdik. Birkaç gün sonra, baban öl­

SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y I M L A N M I Ş RÖPORTAJ

Surlarla çevrili Diyarbakır’dayım. Kitabevi sahibi ar­ biraz da bundan. Evlat gibi yani.” “ Sonrası var mı kardeşim,” diyor yanımdaki. “ Top­ kadaşımı buluyorum, ince, uzun boylu, sevecen bakışlı “ Bir çay daha?” lanan tavuk başlarından gözler, gözlerin yuvasındaki arkadaşım, yumuşacık sesiyle konuşuyor. “ Sağol,” diyorum. “ İstemem. Seni bulduğum iyi ol­ etçikler bir araya getirilip kaynatılacak. Çıkan suyu, “ Hoş geldin dost. Ben de yemeğe çıkıyordum. Hay­ du. Sahi, şöyle bir dolaşalım Diyarbakır’ı. Belki de bu­ et suyu niyetine içecek aile.” di birlikte gidelim.” ralardadır. Sonra Urfa’ya...” Şaşırmış, gözden kaybolmakta olan tavuk başı yağ­ “ Sağol,” diyorum. “ Sağol. Urfa’ya gitmeliyim. İşim Arkadaşım söylediklerimden birşey anlamamış gibi macılarına doğru bakarken şoför konuşuyor. orada. Gerçerken uğramazlık edemedim sana.” yüzüme bakıyor. “ işte burada,” diyor. “ Şurada, tam üzerinden geçi­ “ Nasıl bir iş?” diye soruyor. “ Elimizden gelecek bir “ Dolaşmasına dolaşalım da,” diyor. “ Ama Diyarba­ yor otobüs. Birkaç gün önce, gece bir canlı düşmüş kar­ şey varsa söyle.” kır küçük bir yer değil ki...” şıdan karşıya geçerken.” Raflardaki kitaplara bakıyorum. Aylardır, yıllardır “ Haklısın,” diyorum. “ Sahi deliler hastanesi Elazı- Bu sıra solladığı tankerle, dağ gibi üzerimize gelen yerlerine zincirlenmiş gibi duruyorlar sanki. Çaylar ğı’daydı değil mi?” bir TIR arasında parçalanmamıza kıl payı kalan oto­ geliyor. “ Öyle,” diyor. “ Cüzamlılarla aynı binada.” büsümüzü kurtarıyor şoför. “ İşler kötü değil mi?” diyorum. “ Yok,” diyorum. “ Yeğenim cüzamlı olamaz. Hem “ Sonra?” diye soruyorum bağırarak. “ İstanbul’dan, ocağından geldiğine göre bilmezmiş gi­ olmuşsa bile nasıl tanırım onu?” “ Sonrası,” diyor şoför. “ Sabaha kadar, yola düşen bi konuşma” diyor acıyla. “ Bence,” diyor arkadaşım. “ Sen önce Urfa’ya bir git. canlıya, kimi köpektir, kimi tavşandır deyip üzerinden Ailesiyle görüş. Uzaktan, her duyduğuna inanma. Ye­ geçirmişler araçlarını. Hem, durmak istesen de dura­ “ Çöl,” diyorum, başımı iki yana sallarken. “ Yoksul­ ğenin ateşe mi girmiş?” bilir misin ki... Baksanıza duruma. Yani diyeceğim... lukla birlikte, kültür de çölleşti. Şey, yeğenimi arıyo­ “ Duyduğum böyle. Şu ünlü Diyarbakır Cezaevi’nde Sabah olduğunda bakmışlar, asfaltta bir pantolonla bir rum da...” yatıp da çıkmış bir tanıdığın var mı?” ceket yapışık duruyor. Pandolonla ceketi kaldırmışlar “ Nasıl yani?” diye soruyor arkadaşım. “ Evden mi “ Var, var,” diyor arkadaşım, fazlaca önemsemeden. ki, içi boş. Ama çevresi kan içinde. Yani adam, her kim­ kaçmış? Küçük müydü?” “ Haydi çarşıya gidelim. Yemek yiyelim ama önce.” se, araçların tekerlekleriyle uçup gitmiş şu dünyadan...” “ Yok,” diyorum. “ Bildiğin gibi değil durum. Yaşlı- “ Ölür,” diyorum ayağa kalkarken. Trafik daha da yoğunlaşıyor. Bu, bir kente yaklaş­ başlı adam, yeğenim dediğim. Evli, çocukları da var. Oturuyoruz. Tepemizde kocaman kanatlı bir perva­ makta olduğumuzun ilk işareti. Kent... Uzakta görü­ Duyduğum deli olmuş. Duyduğum ateşe girmiş de kay­ ne dönüyor. nen kent Una şimdi. Yanı başında Harran Ovası... Har­ bolmuş. Duyduğum camileri, türbeleri, şıhları dolaşır­ “ İstanbul’dan,” diyor arkadaşım tanıştırırken. “ Ya­ ran Ovası, suyu sarı bir deniz gibi. Urfa tünelinin az mış. Anlamadım gitti. Elimde büyüdüydü. Dertlenmem kınımdır. Yeğenini arıyor da.” ötesinden geçiyoruz. Yakın bir gelecekte su akacak bu “ Hangi tarihlerde cezaevindeydi?” diye soruyor, si­ tünelden. Sarı deniz, yeşil olacak. Tarım ürünleri diye lgara ikram ederken. güneş, toprak, emek doldurulacak TIR’lara. Buğday, Arkadaşım bana, ben ona bakıyorum. pamuk dolu TIR’lar, üç-beş varil petrol alıp gelecek “ Durum biraz karışık,” diyor arkadaşım. “ Nerde, na­ Irak’tan, İran’dan. Suudi Arabistan’dan. Ya da başka sıl kaybolduğu belli değilmiş. Yani öyle sanıyor.” ülkelerden, birkaç bilgisayar parçası. Devran gene bili­ “ Çeşitli söylentiler var,” diyorum. “ Şey... Kesin bi­ nen üzre dönecek. Devran dönüyor. Ben otobüsten inip linmiyor ne olduğu. Cezaevlerinde de kayıplar oluyor Urfa yollarına düşüyorum. Yönüm Balıklı Göl’e doğ­ ya...” ru. Günlerden cumartesi. Pek çok işyeri kapalı. Sıcak “ Nasıl birisiydi?” diye soruyor eski hükümlü. canıma iyice karışıyor. Ben ateşim şimdi. Dizlerimin “ Şey... Orta boylu. Ötuz-otuzbeş yaşlarında. Bıyık­ dermanı azalıyor. Bir gölge arıyorum soluklanmak için. lı. Üst dişleri dökülmüş. Yalnız iki köpek dişi kalmıştı Duruyorum bir dükkânın saçağı altında. Gölgeler bile geriye. Altta diş yok.” güneşin birer parçası olmuş sanki. Saçlarımın tellerin­ “ Siyasi görüşü? Suçu?” den kayan terler, gözlerime, yüzüme yayılıyor. Göz­ “ Siyasi, siyasi görüşü,” diye kekeliyorum. “ Yoktu lerimi kırpıştırıyorum. Durduğum yerin az ötesinde, belirgin bir görüşü. Ama gerici olmadığı da kesindi.” dar bir sokak görüyorum. Eski Urfa’nm sokaklarından “ Bilmem ki,” diye başını sallıyor. “ Ben girip çıkan­ birisi bu. Acı acı gülümsüyorum. Ben, yarım yüzyıl ön­ ların, hâlâ orada olanların hepsini tanıyamam. Hele bir ce, kimbilir kaç kez bu sokaktan geçmişimdir. Yürü­ eyleme katılmamışsa, hiç tanıyamam. İşkenceden geç­ yorum sanki bu dar sokağın kuytuluğunda. Bir ev çı­ miş, ölüm orucuna katılmış birisi olsaydı belki.” kıyor karşıma. Çocukluğumun geçtiği ev bu. Uyanı­ “ İsmi Haşan’dı. Harranlı Haşan.” yorum bir sabah. Annem bir kova su getiriyor. Başı­ “ Dedim ya çıkaramıyorum. Hem akıl mı kaldı biz­ mı içine sokuyorlar. Bekliyorum bir süre. Sonra kirpik­ de. İşkence, ölüm orucu, bok çukuru.” lerim aralanıyor. Babamın sesi duyuluyor bu sıra. ‘Tra­ “ Bok çukuru mu?” hom olmasın çocuk?’ Doktora götürüyorlar. Jiletle ka­ Birkaç saat sonra cezaevi, surları, ulucamii, askeri jet­ zıyorlar, gözkapaklarımın içindeki camdan sert kabar­ ler ve yoksullarıyla ünlü Diyarbakır’ı, Diyarbakırlıla- cığı. Sert kabarcığı... Birisi çarpıyor bana. ra bırakarak Urfa’ya hareket ediyorum. Sendeliyorum. Çarpan kör birisi. İrkilerek kopuyorum İpek Yolu’na katılıyor otobüsümüz. Her şey, dün­ yarım yüzyıl öncemden. Yürüyorum. ya, gürültü oluyor ansızın. Otobüste çalan, ikiyüz bey­ Bir caminin önünden geçiyorum. Kalabalık. Öğle na­ girlik motorun sesini sinek vızıltısına dönüştüren ka­ mazını kılmış kalabalık bu. Yan sokağa giriyorum. setteki arabesk-müziğini, bu kez İpek Yolu’ndaki TIR’- Yüklü bir deveye bile dar gelen, Urfa sokaklarından lar, tankerler yutuyor. Almanya’dan, Hollanda’dan, İn­ birisi bu. Yeğenimin evi önüne geliyorum sonunda. Va­ giltere’den, Macaristan’dan, Avusturya’dan gelen 1TR’- lizimi bırakıyorum yere. Demir kapıyı yumrukluyo- lara, Türkiye’nin araçlarına katılınca, yol yol olmak­ rum. Ses yok. Kıpırtı yok. Yağmur gibi yağan güneşin tan çıkıp mahşer kopmuş gibi oluyor. Gene de ilerle­ sıcaklığında, her şey kavrulup ölmüş sanki. Kapıyı ge­ meye çalışırken yolumuzun solunda kocaman bir çöp­ ne yumrukluyorum. Bu kez, açılmayan kapının geri­ lük görüyorum. Çöplüğe üşüşmüş yüzlerce, binlere sinden bir ses geliyor. insan... Bir şeyler ayıklıyorlar çöp dağının içinden. Ya­ “Kimdir o?” nımdaki yolcuya soruyorum. “ Benim,” diyorum. “Dayınız.” “ Nedir, bu insanların aradığı?” Kapı gıcırtıyla aralanıyor. Bir baş uzanıyor. Yüzü ka­ “Tavuk başı,” diyor umursamadan. palı bîr baş bu. “ Tavuk başı mı?” diye şaşırıyorum. “ Haşan evde yok,” diyor. “ Evet,” diyor. “ Az ötede tavuk çiftliği var da. Eti, Şaşırıyorum. Neden beni içeriye almıyor? Yeğenimin kemiği, tüyü değerlendirildikten sonra, işe yaramayan hanımı oysa, kapının arkasına sinen. başları buraya döküyorlar.” “ Çocuklar? Çocuklar da yok mu evde?” diye so- Desen: Bahadır işler “ Sonra?”

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 21 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIM LANMIŞ RÖPORTAJ ikincilik ödülü Üçüncülük ödülü paylaşıldı Gülay Durgut Kadir Can

Gülay Durgut, 1961 yılında Lüleburgaz’ın Alacaoğlu Kadir Can 1951 yılında Büyükada’da doğdu. Gazeteci­ köyünde doğdu. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Lü­ liğe 1971 yılında Günaydın’da başladı. Sırasıyla Günay­ leburgaz’da bitirdi. dın, Cumhuriyet, Hürriyet, Söz, Gazete gazetelerinde çalışan Kadir Can mesleğini Güneş’te sürdürüyor. Ka­ İlkokula banladığı yıl önce babası daha sonra da an­ dir Can 1977 yılı Gazeteciler Cemiyeti Başarı Ödülle­ nesi ekonomik durumlarını düzeltmek amacıyla Al­ ri fotoğraf dalında üçüncülük, 1983 yılında da AFSAD manya’ya gitti. Daha sonra Gülay Durgut da onlara tarafından yılın basın fotoğrafçısı ödüllerini aldı. İFSAK katıldı. tarafından verilen En Başarılı Portre Fotoğraf Ödülü’- Yabancı öğrencilerin girmekle yükümlü oldukları nü; Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin verdiği ödüllerde, “ Almanca Yeterlilik Sınavı” nı kazanarak Berlin Hür röportaj dalında birincilik, fotoğraf dalında üçünçülük Üniversitesi Basın- Yayın Bölümü’ne girdi. ödülünü aldı. Kadir Çan’ın ayrıca Foto Muhabirleri 1983’te, “ Berlin Hür Radyosu” çerçevesinde uzun yıl­ Derneği Yarışması’nda birincilik ödülü; Çekoslovak­ lardır Türklere yönelik hergün, yarım saatlik yerel ya Foto Forum Onur Ödülü de bulunuyor. program hazırlayan “ Türkçe Yayın Servisı” nin serbest muhabirleri araşma katıldı. Gülay Durgut bu işinin yanı sıra zaman zaman Almanya’daki Türkler arasında “ Köln Radyosu” olarak bilinen ve tüm Federal Alman­ ya’da dinlenen Westdeutsche Rundfunk - Türkçe Ya­ Şafak Ahmet Deniz yın Servisi’ne de programlar hazırlıyor. Durgut’un Hürriyet gazetesinin Avrupa baskısında da çeşitli ko­ Şafak Ahmet Deniz 1964 yılında Köyceğiz’de doğdu. nuları irdeleyen yazılan yayımlandı. Durgut, Yunus 1979 yılından bu yana aktif olarak yazma çabasının için­ Nadi Ödülleri Yarışmasına Hürriyet’te yayımlanan de olmasına rağmen Celal gazetesinde yayımlanan yazı “ Bizim Almanlar” adlı yazı dizisiyle katıldı. ve röportaj türü çalışmaları dışında yazdıklarım yayım­ Gülay Durgut’a 1988 ve 1989 yılındaki çalışmaların­ lamadı. Deniz, 1989 yılında Ankara Hukuk Fakültesin­ dan ötürü Avrupa Türk Gazeteciler Cemiyeti tarafın­ den mezun oldu. Şu sıralarda avukatlık stajını yapıyor. dan iki ödül verildi. Şafak Ahmet Deniz ayrıca Köyceğiz’de insanları bir ara­ ya toplamaya ve “ Köyceğiz Gönüllüleri” adı altında örgütlemeye çalıştığını belirtiyor. Bu şekilde insan için çevre için olumlu şeyler yapılabileceğine inanıyor.

Röportajın devamı “ Yok,” diyorum. “ Sonra. Hele sen anlat bana, nasıl çocuk toparlayıp din yoluna bağlandın, yakında ateşe ruyorum. oldu bu iş?” bile girersin’ diyormuş. Çay demleyeyim dayı...” “ Kızlar hocaya gitti,” diyor. “ Oğlan da ustaya. Şey... “ Bilmem,” diye mırıldanıyor. “Şey... Geçtiğimiz yaz, Kara bir gölge kaykıyor. Bir kapıdan içeriye giriyor. Haşan nerdeyse gelir. Camiye gittiydi.” damda yatıyorduk. Ağladığını duydum. Derdini sor­ Yapayalnız, acılar içinde kalıyorum odada. Yeğenim “ Sıcak,” diyorum, beni içeriye kabul etmesi umuduy­ dum. ‘Yoksulluk canıma tak etti’ dedi. ‘Günlerdir, ay­ şimdi girse içeriye. O benim, dünkü yeğenim sayılır la. “ Çok sıcak.” lardır doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. mı artık? Ne oldu verdiğimiz bunca emeklere? Sokak Demir kapı gıcırtıyla açılıyor. Valizimi alıp içeriye Düşündüm, taşındım, danıştım. Son zamanlarda, bil­ kapısı gıcırtıyla açılıyor bu sıra. İki gölge giriyor odaya. giriyorum. Avlunun orta yerinde durduğumda, Sultan’ı diklerimizden kaç kişi Allah yoluna girmedi mi? Yok­ “ Vişşş, bir herif” diye bağrışarak kaçışıyorlar, anne­ göremiyorum. Uçup kaybolmuştu sanki. Avludan, açık sulluğu veren Allah, çaresini de göstermez mi? Çocuk­ lerinin az önce girdiği odaya. Kaçarlarken, İstanbul’­ bir oda kapısına doğru yürüyorum. Başımı uzatıp içe­ ların da geleceği karanlık. Sonra bana, ‘Gökteki şu yıl­ da, gece salıncağa binen, yarasa sandığım çocuğu anım­ riye bakıyorum. Kimseler yok. Giriyorum. Sedire otu­ dızlara bak,’ dedi. Baktım. ‘Var mısın, Allah yoluna sıyorum ansızın. Hocadan dönen, iki çarşaflı çocuk da­ ruyorum. Az sonra, yan odadan Sultan çıkıyor. Çar­ girelim de çocukların başını dışarıdan çekip eve başlı- ha... Yüzlerini bile göremediğim yeğenlerim... şafını giymiş, yüzünü örtmüş. Salt bir çift göz var, ba­ yalım?’ Olur, dedim. Sen evin reisisin. Nasıl uygun gö­ Ayağa kalkıyorum. Valizimi alıyorum. Yüzlerini, gö­ na açık duran. Odanın bir köşesine, yere oturuyor. rürsen öyle olsun. Yıldızlara bile yön veren Allah, bize nüllerini bana kapamış bu ailenin, erkeğinin de yüzü­ “ Hoş gelmişsin dayı,” diyor yutkunarak. mi vermeyecek. Birkaç gün sonra, Halil-İbrahim’in ma­ nü ben görmek istemeden, Urfa’nın dar, yoksul sokak­ “ Hoş bulduk,” diyorum. “ Nedir bu halin? Neden kamına gittik, çoluk-çocuk. İçeri girip diz çöktük. Töv­ larına dalıyorum... □ evin içinde bile çarşaflanıyorsun? Eskiden kaç-göç yok­ be ettik günahlarımıza Dışarı çıktık sonra. ‘Şükür,’ dedi tu aramızda.” Haşan. ‘Şükür ki üstümden tonlarca yük kalktı. Bu an­ “ Dinimiz gereği,” diyor. “ Hasan’m buyruğu da bu dan itibaren sizin de benim de koruyucumuz Allahtır. üzredir. Babam ve kardeşlerim... Gerisine haramım Aza kanaat etmek, ilk görevimizdir. Artık hep birlik­ ben.” te, bu dünyanın değil, öbür dünyanın kullarıyız biz. “ Öyle olsun,” diyorum. “ Öyle olsun. Aklımdayken Ohh be, Hazreti Muhammed’in kanatlan altına girmek, Talât Paşa’nın sorayım: Haşan gerçekten deli mi oldu? Ateşe mi gir­ ne yüceymiş Yarabbim.” di?” Sultan, dini bir ayindeymişçesine coşmuşken soruyo­ “ O eskidendi,” diyor. “ Şimdi duruldu.” rum. Anıları “ Duruldu ne demek? Neden delirdi?” “ Yeğenimin deli olduğu doğru mu peki?” “ Kader... Ama şimdi Allaha şükürler olsun, eve de “ Tövbekar olduğumuzun ilk ramazanında delirdi bi­ bağlandı, bizi de hak yoluna dönderdi.” raz diyor. BİR DÖNEME IŞIK TUTAN “ Benim tanıdığım yeğenim başkaydı,” diyorum yut­ “ Nasıl yani?” BELGE VE ANILAR kunarak. “ Açık görüşlüydü. Hacı-hoca bilmezdi.” “ Şey... Haşan sonradan inanmışlardan ya” diyor Sul­ “ Oldu şükür,” diyor Sultan. “ Şeytan yolunu bıra­ tan. “ Çoluk-çocuk da oruç tutuyoruz ya.. Ama yeğe­ kıp Allah yoluna girdi.” nin açlığa dayanamadı önceleri. Ağzından köpükler gel­ İletişim Yayınlan “ Nasıl oldu peki?” di. Üstünü, başmı yırtıp bozkırlara koştu. Gene de dön­ “ Çay demliyeyim,” diyor, sorumu yanıtlamaktan ka­ düğünde durulmuş döndü şükür. Şimdilerde çok iler­ KLODFARER CAD. İLETİŞİM HAN çınırken. “ Karnın aç mıdır dayı?” ledi. Bağlı olduğu bir şıh var. ‘Sen madem ki çoluk- CAĞALOĞLU-İSTANBÜL

SAYFA 2 2 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 Birincilik ödülünü Dinçer Sezgince paylaşan Fehmi Salık: ce ekonomik açıdan iyi bir politika izlenmesine bağlı. Mithat Paşa’nın da dediği gibi “Gidemediğin yer se­ nin değildir”. Oraya yol, su, elektrik götüremiyorsan, onların da senden olmadığını söylemek zorundasın. ‘İnsan yaşadığını yazmalı’ Eğer sendense, sende olanı onlara götürmek zorunda­ sın. Veremiyorsan, senden değil demektir. ‘Trende’ adlı röportajıyla tüm toplumsal sorunlarını bir kişide simgeleştirdim. Ay­ — Ödül kazanan röportajınızda, soran kişiden çok nı insanları Güneydoğu’da çalıştığım sürece tıpkı onla­ bir gözlemci olarak yer alıyorsunuz. Sizce röportaj Yayımlanmamış Röportaj dalında rın ikizleri gibi gördüm. Bütün sorunlar Diyarbakır’da yazarken ve yaparken nelere önem verilmeli? birinciliği paylaşan Fehmi Salık, da, İzmir’de de aynı. Değişen hiçbir şey yok. Benim göz­ SALIK — Öğretmen olduğum için röportajı o kla­ lemim bu. Bir büyük kentin içinde yaşamakla, bir ça­ sik tanımın ötesinde daha değişik bir biçimde ortaya öğretmenlik yapıyor. Salık, dırda yaşamak arasında onlar için değişen bir çizgi yok. koymaya çalıştım. Zaten röportajı yaptığım kişi sanı­ “Diyarbakırlıyım. Uzun yıllar o Sorunlarının hiçbirine çözüm getirmiyor göç olayı. yorum ki benim kendisine ne soracağımı hemen hemen Diyarbakırlı oluşum, uzun yıllar orada çalışmam ve biliyor gibiydi. Önceden kafamda tasarladığım, kurgu­ yörede çalışmış biri olarak trende gözlemlerimle bir trende gördüğüm adamın çağrışımın­ ladığım bir olay vardı. Bir gün trende gelirken seksen gördüğüm bir adamın bende dan yola çıkarak onların sorunlarım bir kişide simge­ yaşlarında bir adamı gördüm. Ona soru sormadım. leştirdim. Güneydoğu’daki insanların sorunları Çünkü onun neler yaşadığını biliyordum. Aynı yaşa­ çağrıştırdıklarından yola çıktım ve çözümlenmemiş. Yol, okul, su yok. Yoğun bir baskı al­ mın içinden geldiğim için kendimi o kişinin yerine ko­ yöre insanlarının sorunlarını onun tında yaşıyorlar. Bunu hiç kimse yadsıyamaz. Zorla o yabiliyordum. Diyarbakır’da çadırda yaşayan insanların insanları bizim gibi düşünmeye mahkûm edemeyiz. Bu yaşamı, giyimleri, konuşma biçimleri, sıcaklıkları, iç­ kişiliğinde birleştirdim” diyor. insanlar oradaki baskıdan kaçıyorlar, bu baskı iki önemli tenlikleri ve aynı insanların hor görülmeleri, itilip ka­ olayı getiriyor gündeme: Ya işkenceye zulme teslim olu­ kılmaları... Hepsi yaşadığım gerçekler. yorlar ya da kaçıyorlar. Bu kaçış, büyük kentlerde bel­ — Röportaj yazılarını gerçek ile kurgu arasında rende’ başlıklı röportajınızın çıkış noktası ki kendilerini kurtarırlar düşüncesiyle oluyor, ama hangi noktaya oturtuyorsunuz? nedir? buraya da geldiklerinde bu kez yoksulluğa teslim olu­ SALIK — Bence bir insanın kurguladığı olayları ya­ SALIK — İzmir Maltepe Çiğli’de oturuyo­ yorlar. şaması gerek. Bizzat yaşamışsa ve o yaşadıklarını kendi rum. Orada yaşayan insanları görüyorum. O zaman da “Ne olacak? Madem ki zulüm, baskı, üzerinde değil de bir başkasını simge olarak ele alıp SHP içinde politika yaptım, o insanlarla çok sıkı fıkı ölüm burada da var, ha Diyarbakır’da ölmüşüm ha onun kişiliğinde aktarabiliyorsa, bunu gerçekçi bir atı­ oldum. İçtenliklerini izledim, gözledim. Ö insanların burada” görüşünü paylaşıyorlar. Bunun çözümü ben­ lım olarak kabul ediyorum. Örneğin tıp doktoru olan Ceyhun Atıf Kansu köy öğretmenlerinin sorunlarını onlardan daha iyi biliyor ve yansıtıyordu. Röportajda gerçeğin ve kurgunun ortak payı vardır. Bence yaşayan insan daha iyi yazabilir, gözlemi, gerçeği, kurguyu den­ geyle yapabilir. — Röportajın diğer yazın dallarıyla ilişkisi nasıl size göre? SALIK — Röportajı diğer yazın dallarından ayıramı­ yorum. Çünkü öteki yazın dallarında da toplumsal içe­ riğin ağır basması gerektiğine inanıyorum. Röportaj toplumun yarasına parmak basan özellikte olmalı. Öteki dallardan ayrılan yanının da olmaması gerekir. Yalnız röportaj, öykü, şiir, romandan daha geniş bir kesime ses­ lenebilir. — Yunus Nadi Ödülleri için neler düşünüyorsunuz? SALIK — Yolun yarısını çoktan geçmiş birisi olarak yaşamımda ilk kez çok mutlu oldum. Benim gözümde Cumhuriyet gazetesi Türkiye’de başlı başına bir üniver­ site Yunus Nadi adına düzenlenen yarışma manevi de­ ğeri çok büyük, erişilmez bir olay. □

Trende

Seçici Kurul Prof. Aydın Aybay, Aydın Boysan, Muzaffer İlhan Erdost, Zeynep Oral, Ali Sirmen NOT: Bu dalda yarışmaya 46 kışı 46 yapıtla katıldı.

PORTRE FEHMİ SALIK Fehmi Salık, 1937 yılında Diyarbakır’ın Büyükkadı kö­ yünde doğdu. İlkokulu köyünde, iki yıl da Dicle Köy Enstitüsü’nde okudu. Sonraları adı “ öğretmen okulu” , olan bu okuldan 1958 yılında mezun oldu. Aynı yıl Bur­ sa Eğitim Enstitüsü’ne girdi. 1960’ta bu okuldan Türkçe öğretmeni olarak çıktı. Yurdun değişik bölgelerinde, or­ taokul ve liselerde, uzun yıllar öğretmenlik ve yöneti­ cilik yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde öykü, yazı ve şiirleri ya­ yımlandı. Bu alanda değişik ödüller aldı. 1982 yılında Fehmi Salık: “ Röportajı diğer yazın dallarından ayırmıyorum. Çünkü öteki dallarda da toplumsal içeriğin ağır basması gerektiğine inanıyorum." emekli edildi.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 23 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA YIMLANMA M IŞRÖPOR T A J

şem. Mümkinatı yok, Saliho’nun sesîçıkmaz, çık yok­ tur. Kızmışam hevallah. Cinlerim tepeme üşüşmüş. Yü- frende rümüşem Saliho’nun yatağına doğru. Ne gelmişse ağ­ zıma veryansın etmişem. Sora akıl etmiş eğiimişem. Ne “ Ve gazaba geldi görmüşem bi de bilir misen beg? Saliho’m, ölmüştür. Eğinli Bekir: Kulağımı sol memesinin altına dayamışam; yüreği ye­ — Yıkılsın İstanbul, dedi rinde yoktur. Umutlanmışam sağ kulağım duymaz di- Yıkılsın İzmir yerekten bi de solu vermişem, gene yoktur. Titremi- Lan hani benim ekmeğim, şem. Topaç gibi fır dönmüşem olduğum yerde. Ben, Bu ne bok kader? ben değilem artık. Tut ki çadırın bi direğiyem. İğne ba­ Toprağım yok, tarlam yok. tır kanım akmaz. Ağzımla burnumla koklamışam yav­ Ne kadar rum; o hoş kokusunu ciğerlerime çekmişem. Nazar kıl- Toprak var dünyada oysa mışam gelinim Zeyno’ya! Zavallı kan, özümden beter­ Omrübillah herkese yeter...—” dir. İki candır üstelik. Oğlumun ölüsünü, yatalak ana­ (Enver Gökçe) sına vermişem. Anlamışam iş özüme kalmıştır. Dura- mamışam. Çekmişem doru kısrağı hazıra. Vurmuşam FEHMİ SALIK sırtına palanını. Kolanını muhkem bağlamışam. Bindir- mişem gelin Zeyno’yu atın üstüne, aklımca hekime yol- iğli-Basmane yönünde banliyö trenindeyim. lanmışam. Yerinde yoktur ay. Çok aramışam yıldız Tren tıklım tıklım. Yolcuların çoğu ayakta. yoktur. Gece, boynuma oturmuş kapkara bi zulumdur. Denizden yana pencere kenarında oturuyorum. Bi gün sonra iki can olaraktan gömmüşem gelin Zey- Tam karşımda 80’inı rah„t aşmış doğulu bir no’yu kara toprağa.” j. Gözlerini denizden hiç ayırmıyor. Yüzünde | “ yıl yarası” var. Suratının sağ yanı bayağı yeşil, çak­ Duygulandı. Cebinden buruşmuş bir mendil çıkar­ dı. Ağzında, burnunda, gözlerinde gezdirdi mendili. Bir tırmadanÇ bakıyorum. Bahane arıyorum konuşmak için, Desen: Bahadır İşler içimden, kalıbımı basarım güneydoğudan, diyorum. iki kez burnunun çekti. Yutkundu. Boğazındaki çıkıntı, Belki Siverek, belki Hilvan. Onun da beni dikizlediği­ gittikçe irileşti. Derinden bir soludu; yeniden başladı mışam, çekmişem gözlerimi gözlerinden. Ben de yabana ni ayrımsıyorum. konuşmaya. “ Tek avuçluk olsun toprağımız yoktur beg. Olsa bu­ atılır değilem o zaman. Buncasına derdi, kahrı da çek- Yeşile bulanık mavi, denizle gök arasında bir köprü memişem. Sırım gibiyem evel allah. Boyum fidan, bı­ oluşturmuş Körfez’in üstünde. Şubatın ilk çeyreğinde- ralara kadar kalkar gelir miyem? Toprak öyle hoş, öy­ le şirin ki sorma heç. Ah, bir olsa. Ellerimle eşerem onu. yığım kaytan. Taşı ver avcuma, ezer suyunu çıkarıram. yiz. Gün, pazar; deniz, dümdüz. Doğuda soğuğa, kışa Aynen böyleyem he valiah. Ne bi fazla, ne bi noksan. mahkûm olan güneş, Büyük Efes Oteli’nin camlarına Ayaklarımla didik didik ederem. tepelerem. Avuçlar, mmcığmı çıkarıram. Gece demem, gündüz demem; kat- Şimdiki halım da bu işte begim hikayat değer mi bil­ düşmüş, alev alev yanmakta. Yamanlar’dan kopup ge­ mem? Her neyse. Ben, son girişimizi bir iki sözle di­ len hafif bir İmbat, daha denizin ortasına varmadan bo­ lanıram her bi zorluğa. Toprak, tükenmez bi nimet be­ gim, toprak, anaç. Kimine mezar, kimine de kazanç.” yem sana. Basmahana’da yenmişem, biimişen bu son ğulmakta. Karşıyaka’daki gökdelen, Kadifekale’ye doğ­ duraktır. Göynümden kıl çadırı gerem, horantayı ko­ ru bir selam gibi uzanmakta. Bir rehavet çökmüş İz­ Benim sormama gerek yok. O, içimden geçenleri an­ ruyanı, demişem. Kesinlikle yer bulamamışam. Kimse mir’in üstüne; İzmir, mışıl mışıl uyumakta. latıyor zaten. tanımamış beni. Kırmızı kurdeleye bağlı gazilik bera­ Martılar kıyıya yakın beyaz bir çizgi oluşturmuşlar; “ Kulağım aç da dinle. Komşumuz olur Akviran’dan tımı eyice sarkıtmışam. Gözleri bi gazi görsün, demi­ biri konup biri kalkıyor. Tümünün yönü güneşe doğ- Huriye. Belenir kara toprağa gün boyu, alnındaki ka­ şem içindem. Oralı olmamış heç kimse. Oysam ki ben, rayazıyı çapalar. Bi gör ellerini begim, parmaklarını bir gelmeden önce uşakların anasına çok demişem İzmir’i ı ra- | Salhane Durağı’nm orada, ben sormadan doğulu yurt­ gör; allahvekil her biri bi tospağa başına benzer. Cüm­ eyi tanıram, avuç içi gibi bilirem diyerekten anlatmı- taşım konuşuyor: lemizin öyle. Bi lokma ekmek uğruna yüreğimiz atar. şam, anlatmışam. Düzde, dağda, çadırda kulaklarım pat- “ Bana bak beg, senin gettiğin yerden gelirem; Allah- Yok begim, yok; kimseden umut yok. Medet yok kim­ latmışam horantanın. Horoz kesilmişem ne ki var hep­ vekil, içinden geçeni bilirem. Neden mi suratımın bi seden. Yavrularımı hastalık, yoksulluk yedi; torunla­ sinin başına. Gene akıl etmiş sormuşam Çiğli’yi biri­ yanı yeşil? Hemen diyem sana. Anam, yazıda başak top­ rımı da baskı, zulum. Suçumuz nedir, inan ki henüz ne. Adam gülmüş. O zaman anlamışam işte, başım dön­ larken çadırın gölgesinde uyutmuş beni. Dönüşte ne anlamış değilem. Aslında ağıdımız, yazımız kara. Ne müştür. Binmişik bir başka trene, gerin gelmişik. Ni­ | görsün bi de: Çöreklenmiş böyük bi yılan, sağ yüzü- zaman güldük ki begim? Fukarayı deve üstünde sokar­ ye ki Çiğli’yi sormuşam diyeceksin beğim? Bizim kar­ ı mün altında yumuşak bir yastıktır. O gün bugündür mış yılan. Özüme sorarsan çok hayıflanmışam, niye ki şı obadan olur Köseler’in Abbas. Tutmuş İzmir’in yo­ | suratımın o yanı yeşildir. Adım da oradan gelmedi iş- o zaman sokmamış canımı yılan? Bu zamana niye geî- lunu bıldır. Gelmiş Çiğli’de Güzeltepe’ye yerleşmiş. Sal­ | te: İkirenk Seyfo. Ya ne olacaktı kurban? Bizim adları- mişem? Niye ölmemişem Kemal Paşa’yla barabar har- mış habarını bize de: | mızın sonu öyle biter hepçe. Saliho, Rızo, Fato. Adı- bettiğimiz o yıllar? Demek ki bunca derdi, bunca yü­ ‘Davarı satsın, çadırını dürsün, horantayı toplayıp gel­ î mız mirastır babamızdan; ona da babasından. İşte böyle kü kaldırabimişem bu zamandır. Bundan sonra da kal­ sin. Ne ararsan var burada. Her şey bol, her şey dolu } iki gözüm; Diyarbekir’denem. Dicle’den öte, Amba- dırmam beg. Torunum Mahmudo’yu Kıbrıs’a gönder- dolu. Geldiğim günün haftası Tariş’e girmişem. Kapı­ I lı’dan. Arpa orağa geldiği zaman anamdan düşmüşem. mişerri 74’te. Ondan iki ay önce toy düğün etmişem. da bekçiyem. işimi sevmişem. Emeğimin karşılığını al- Serencamım da o günden başlar. Dertle barabar böyü- Yunan’ın körkurşunu kâr etmemiş Mahmudo’ma, mışam. Halil-i Rahman bereketi kesesine devletin; di- müşem. Germişem kıl çadırı çöle doğru. Salmış ataşını Mahmudo’m dönmüş gelmiştir bizim o kara çadıra. Ça­ lerem zeval görmesin. Bi yıl içinde arsa almış, hemi de üstümüze güneş. Alav ataş içinde her bir yan. Kimi gün dır, Diyarbekir düzündedir o zaman. Bi heç uğruna öz üstüne biriketten bir ev yapmışam. Kurtulmuşam ar­ de görünmez olmuş o koca güneş. Bulut gelmiş kara. jandarmamıza hedef olmuştur torunum. Pilimi pırtı­ tık kıl çadırdan.’ Yeldir esmiş kara. Köçerik kurban. Yerimiz yurdumuz mı toplamış Diyarbekir’den kaçmışam. Dolmuşuk tre­ Böyle salmış işte habarını Köseler’in Abbas. yok. Leyleğe, göçmen kuşlara benzerik. Ekmek atlı, biz ne begime diyem, tren zulmat kara. Dağ tükenmez, yol Az bi zaman geçti aradan, Tariş’in kapısı öğünde Ab- yayan. Kütükte geçer adımız; Memmet oğlu, Ayşey’- bitmez. Ne de höyükmüş memleketim. Çadırımı dür­ bas’ın ölüsünü buldular. Geride Abbas’ın dört uşağı, den doğma. Sayfamız, cildimiz var; hanamız yok. müş barabar getirmişem. Gece girmişik İzmir’e. Her bi helali, Tariş’in defterinde yazılı ismi, bi de briket du­ Gözünü sevmişem, h anasızlık zor. Tek çadırda on ho­ yan ışık, her yan gündüz. Işıklar sıra sıra dengizin için­ varda asılı bekçi resmi kaldı. Kılı kıpırdamadı kimse­ ranta. Kışın Antalya, İzmir; yazın Urfa, Diyarbekir. Ge- de; yalap yalap kurban. Tut ki karıların boynunda bal­ nin; ne tilavuzyori verdi, ne gazatalar yazdı. Hani de­ zerik begim. Bizim ölümümüz daha bi ağuludur. Heç kıyan gerdanlık. Trenin ardınca sürünen ay, sönük bir mişler ya beğim ‘Abbas yolcu’ aynı onun misali. unutmam bi gün hazan yaprağına dönmüştür gelinim kor paçası gibi yapışmış gökyüzüne. Bu ikinci girişim­ Fukaralığın adı batsın begim. ‘Ölüm’ denen o pis gâ­ Zeyno; tir tir titremiştir. Sora çok geçmemiş ataş sar­ dir İzmir’e begim. Az önce de demiştim. İlki Kemal vurun adı batsın. mıştır her bi yanını. Anlamışam helbet işi kötüdür. Paşa’yla birlik Eylül’ün 9’u, öğümüzde Yunan gavu­ ikisi de benimle olduktan sonra ha çadırı Diyarbe­ Kaynı Saliho’ya yaman bağırmışam. Hadi yavrum, hadi ru. He valiah böyle begim. Mustafa Kemal da Mustafa kir düzünde germişem, ha İzmir Güzeltepe’de...” koçum, tez uyan, durma. Arzuhal ver Diyarbekir’e, ti- Kemal hani. İnanın olsun, böyle senin gibi yakından Düğmesine basılmış bir aygıt gibi birden sustu. lifon et, tel çek. Buna benzer nice bi yığın şeyler demi- görmüşem O ’nu. Ataşa benzer bakışlarına dayanama- Ne bir daha konuştu, ne de ben üstüne vardım... □

SAYFA 24 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYI MLANMAMIŞRÖPOR T A J Birincilik ödülünü Fehmi Salık 'la paylaşan Dinçer Sezgin: dı. Ama benim çalışmalarımda öykünün ayrı bir yeri, ağırlığı, sevdası vardır. Kendimi hiçbir zaman bir ozan olarak görmedim, eleştirmen olduğumu düşünmedim. Ama hep öykü yazdığımı kabul ettim. Bu birinci ne­ ‘Röportaj ve öykü iç içedir den. İkincisi daha önceki yanıtlarda da görüleceği gibi 1 ben soru-yanıt biçimindeki röportaj türünü yeğlemi­ ‘Kan Mezarları’ adlı röportajıyla bana ilginç gelmiştir. Röportajımı okuyanlardan da bu yorum. Yani bir nakilci olmayı istemiyorum. İşin içi­ olayı bilenine rastlamadım. Bu ilginçlik beni “Kan Me­ ne yaratı ve kurgu girmeyince yaptığım işten tat almı­ Yayımlanmamış Röportaj dalında zarlarını yazmaya götürdü. yorum. Ödül kazandığımı duyan pek çok arkadaşımın ilk sorusu kiminle röportaj yaptığım biçiminde oldu. birinciliği paylaşan Dinçer Sezgin — Sizce bir röportajı yaparken ve yazarken nele­ Ben bu genel kanının dışında düşünüyorum röportajı. rin üzerinde durulmalı? her yapıtın kendi çapında ‘kan O tür röportajlara olsa olsa söyleşi diyebilirim. Eskile­ davası’ yarasına parmak bastığını SEZGİN — Soru-yanıt biçimindeki bir röportajda rin deyişiyle “ mülakat” diyebilirim. Bana göre röpor­ üzerinde durulacak fazla bir şey olmasa gerek. Yalnız­ taj ve öykü iç içedir. Birinde yer, zaman kişiler ve olay­ belirterek “ Ben, kan davası gütme ca röportaj yapacağınız kişinin alanıyla ilgili ön bilgi­ lar gerçektir, ötekinde kurmaca. Buradan çıkarak so­ düşüncesinin nasıl diri leri edinmek, o alanla ilgili başka çalışmalar varsa on­ runuzun ikinci bölümüne şu yanıtı verebilirim. Benim lara bir göz atmak, sonra da oturup en uygun, en ge­ yazmaya çalıştığım biçimdeki bir röportaj elbette ki sa­ tutulmaya çalışıldığını vurgulamak rekli, en can alıcı sorulan hazırlamak yeterlidir. Ardın­ nattır. Çünkü içinde yaratı vardır, kurgu, vardır, anla­ istedim’’ diyor. dan koyarsınız ses alma aygıtını ortaya, sorularınızı so­ tım ve dil ustalığı vardır. rarsınız, karşınızdaki yanıt verir. Konuşma bitince al­ dığınız sesleri “ tape” edersiniz olur biter. Ama benim — Yazarlık serüveniniz çeyrek yüzyıldır sürüyor. öyküsel röportaj dediğim biçimde durum değişiktir. Bu Şimdilerde üzerinde çalıştığınız bir proje var mı? türde gözlem kesinlikle büyük bir yer tutar. İşin içine an Mezarları adlı röportajınız ağırlık olarak SEZGİN — Programlarımda bir değişiklik olmazsa yer yer yorum, zaman zaman belge girer, yaratı girer. kan davasına eğilen bir çalışma. Bu konuyu se­ bu yılın ağustos ya da eylül ayında bir öykü kitabım1 Bazen yumuşak, lirik olursunuz, bazen didaktik, ba­ çiş nedeniniz? Bilgi Yayınları arasında çıkacak. Önümüzdeki günler zen sert bir anlatım yolu tutarsınız. Bu biçimde de an­ de kitabın son düzeltmelerini yapacağım. Birkaç gün SEZGİN — Kan davası üzerine pek çok öykü, lattığınız olay gerçek olmasına gerçektir. Ama siz o ger­ önce “ İhbar” adlı bir tiyatro oyununu bitirdim. Şu sı­ oyun, röportaj yazıldı. Her yapıt kendi çapında bu top­ çekliği kurmaca bir öyküde olduğu gibi bütünü oluş­ ralar onun redaksiyonu ile uğraşıyorum. Tiyatro kesi­ lumsal yaraya parmak bastı. Ben, kan davası gütme dü­ turan parçaların yerini değiştirerek kendinizce en et­ minde “ hüsnü kabul” görürse belki önümüzdeki se­ şüncesininK nasıl diri tutulmaya çalışıldığını, diri tuta­ kili olacak biçimde yeniden yazıya monte edebilirsiniz. zon sahnelenir. Yayımlanmış, yayımlanmamış bir ki­ bilmek için nelerin yapıldığını vurgulamayı amaçladım. Röportaja konu olan olayı en başından başlayıp sonu­ taplık şiirim oldu. Onları düzenlemeye çalışıyorum. Bu Ayrıca bilebildiğim kadarıyla bugüne değin Türk ya­ na kadar olayların aktığı gerçeklik içinde vermeyebi­ arada radyo için bir oyun yazdım... Uğraşıp duruyo­ zınında ve Türk basınında “ Kan Mezarı” kavramı hiç lirsiniz. En son cümlenizi başta söyleyip sonra olayın ruz işte... kullanılmadı. Bu sözcükleri duyduğumdan beri konu en başına dönebilirsiniz. Bu röportaj biçiminde işin içe­ risine anlatım ustalığı, konuya hakimiyet, yaratı ve di­ — Yunus Nadi ödülleri üzerine söylemek istedik­ li iyi kullanma zorunluğu girer. leriniz? — Röportajı yazıya döktüğünüzde gerçekle kurgu SEZGİN - Say ısını kesin bilmiyorum, ama bugün arasında hangi noktaya oturtuyorsunuz? ülkemizde bir yılda sanat alanında haddinden fazla ödül dağıtılıyor. Ödüllerin tümüne saygı duyuyorum. Ödül­ SEZGİN — Bir önceki sorunuza verdiğim yanıtta be­ lerin özendirici, güçlendirici, yeni yaratılara itici gücü lirttiğim gibi soru-yamt biçimindeki röportajların kur­ bulunduğuna inanıyorum. Ama bu kadar çok ödül içe­ gusal bir yanı yoktur. Röportajı yapan -eskilerin risinde iki tanesi varsa birinin Yunus Nadir ödülleri değişiyle- “Nakil” durumundadır. Bu bağlamda onun olduğunu kabul ediyorum. Yunus Nadi Ödülü’nü ka­ yaptığı bütünüyle röportaj kişisinin anlattıklarını, söy­ zanmanın gurur verici, onur verici olduğunu, ama ka­ lediklerini nakletme gerçeğine yaslanır. Ama benim zanan kişiye ayrı bir sorumluluk getirdiğini öteden beri yeğlediğim biçimde konu yine gerçektir, yer, zaman, biliyorum. Bugüne değin Yunus Nadi ödülleriyle ilgi­ kişiler de gerçektir ne var ki işin içinde yaratı vardır. li olarak hiçbir dedikodunun çıkmaması, böyle bir ödü­ Bu biçimde olay yazarın zihninde bir öykü durumuna lü kazanan insanı sevindiriyor, gönendiriyor. Bunu be­ dönüşmüştür. Röportaj kişilerinin karakterlerini, dav­ lirtmeden geçemem. □ ranış biçimlerini, bilinçaltı birikimlerini, olaylar kar­ şısında nasıl tepki gösterdiklerini, ayrıntıların bütün Kan Mezarları içindeki yerlerini, kişilerin birbirleriyle ilişkilerini, iliş­ kiler yumağı içinde psikolojik durumlarını yaşadıkla­ rı dramı, kendi kendileriyle barışık olup olmadıkları­ PORTRE DİNÇER SEZGİN nı, gerçek olay içerisindeki yerlerini, bu yeri alışta ve o yerde kalışta nasıl bir çaba, nasıl bir direnç göster­ Dinçer Sezgin, 1939 doğumlu. Bir süre edebiyat öğret­ diklerini röportaj yazarı birbir düşünür. Olayı bildiği, menliği yaptıktan sonra TRT’ye prodüktör olarak gir­ kahramanları tanıdığı halde, onları zihninde yeniden di. Halen aynı kurumda dramaturg olarak görev yapı­ kurar, oluşturur, olgunlaştırır. Tıpkı öykü yazarken ol­ yor. duğu gibi ilk cümleyi yakalar yakalamaz da oturup yaz­ Yazın yaşamı 1959’da Türk Dili dergisinde yayımla­ maya başlar. Bu durumda ortaya çıkan çalışmanın el- nan bir öyküsüyle başlayan Sezgin, aynı yıl ‘İnsanla­ betteki kurgu yanı fazladır. Bu tür röportajın tek usta­ rın Ayak Sesleri’ adlı bir öykü kitabını yayımladı. Bu­ sını tanıyorum: Fikret Otyam. Otyam’ın “ Gide Gi- güne değin; Varlık, Türk Dili, Dönüşüm, Edebiyat de” leri bilebildiğim kadarıyla bu türün ilk örnekleri­ Cephesi, Türkiye Yazıları, Oluşum, Yazko vb. dergi­ dir. lerde öyküleri, şiirleri yazıları yayımlandı. 1971 yılın­ Röportajınız bir öykü üslubunda. Sizce röporta­ da Türk Dil Kurumu E>iî Ödülü’nü, 1986 yılında İz­ jın diğer sanat dallarıyla ilişkileri? mir Kültür Sanat Vakfı Öykü Ödülü’nü kazandı. Pro­ SEZGİN — Doğru bir saptama yapmışsınız. “ Kan düktörlüğünü yaptığı “Gülibik” filmi 1985 yılında Ber­ Mezarları” bir öykü diye de okunabilir. Bunun iki ne­ lin Film Festivali Çocuk ve Gençlik Filmleri dalında deni var. Çeyrek yüzyıldır yazıyla çiziyle uğraşıyorum. büyük ödülü kazandı. Aynı film, 5 ayrı ülkede ödüller Dinçer Sezgin: ‘'Benim çalışmalarımda öykünün ayrı bir yeri vardır. Bugüne kadar öykü, şiir, röportaj, eleştiri olmak üze­ aldı. ‘Kan Mezarları' röportajım öykü diye de okunabilir. re gazetelerde, dergilerde birçok çalışmam yayımlan­ Sezgin’in yayımlanmaya hazır üç öykü kitabı var.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 25 [ YUNUS >ÎADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA Y I M L ANMAMI Ş RÖPORTAJ

— Aynen öyle Adıgüzel bacı. diyor ve elindeki sırığı dizlerine vurup ‘çat’ diye ikiye bö­ Bu kez katıla katıla gülüyor. Dişsiz ağzını görüyorum. lüveriyor. Şaşırıyorum. Kan Mezarları Biraz daha rahatlıyor. Sırığını koltuğun yayına bırakıyor. “ Kan mezarı” sözcükleriyle birlikte içimde bir uğultu Ellerinin üzerinde yüzlerce yaşlılık lekesi. Parmak uçları başlıyor. Nereden anımsıyorum ben bu sözü? Adıgüzel DİNÇEB SEZGİN çatlak çatlak. Sert tırnakları geriye doğru kıvrılmış. Ba­ bacının kırdığı sırıktan çıkan ‘çat’ sesini unutuyorum. ‘Kan apımn önünde bir gürültü. şındaki kocaman örtünün altından birkaç tel bembeyaz mezan’nı nerede, ne zaman duydum ben? Birden anım­ Ödacı Aslan Efendi’nin sesine dik dik bir kadın saç dışarı fırlamış. sıyorum. sesi karışıyor. Ders saatinde, bütün öğrenciler — Ben kendimi dilbaz bilirdim, ama sen... Kayseri - Sivas yolu. sımflarındayken bu gürültü ne ola ki? Sinirle kal­ Cümlesini tamamlayamıyor. Aslan Efendi çaylarla giri­ Yolun en kötü, en berbat, en dönemeçli yerlerindeyiz. kıyorum yerimden. Ben ulaşmadan kapı, ‘çat’ diye ardına yor içeri, ikimiz de susuyoruz. Aslan Efendi’nin gözlerinde Lalelibel Geçidi’ne vardık varacağız. Niğde’den bu yana, dek açılıveriyor. hep o ‘ikaz’ ışıkları. ‘Çay içirdikten sonra hemen gönder’ şöyle böyle 9-10 saattir yoldayız. Kış mış dinlememiş ba­ der gibi. Bu kavgacı, tuttuğunu koparan, çenesinden her­ kanlık, Niğde’den Sivas’a, Sivas’ın Hafik kazasına atama­ Karşımda çok çok yaşlı, dimdik bir kadın. Ellerinde, sı­ kesin yıldığı yaşlıya ‘paçayı kaptırmayacağımı’ anlatma­ kıca yaslandığı kocaman bir sırık. Belli ki kardaki güveni­ mı yapıvermiş. Yüklemişiz eşyaları kamyona. Kayseri üze­ ya çalışıyorum göz işaretleriyle. Aslan Efendi çıkıyor. İlk rinden Sivas’a doğru düşmüşüz yola. Dışarısı ayaz mı ayaz. ni onunla sağlıyor. Yüzü; yaşadığı uzun, çileli yılların ta­ yudumlarımızı içiyoruz. nığı sanki. Yüzlerce değil, binlerce kırışık... Buruna yak­ Yol kötü mü kötü. Sürücü geveze mi geveze. Motorun — Eee, Adıgüzel bacı, anlat bakalım, ne yüzden kavga laşmış bir çene. Kuyuyu andıran derinlikler içinde parla­ sıcağı yüzüme vurdukça, sürücünün yanı başında, uyudum edeceğiz? uyuyacağım. O, sigara üstüne sigara yakıyor. Biribiriyle yan iki göz. Bir an bakışıyoruz. Aslan Efendi’nin gözle- — Bu Aslan olacak yüzsüzden mi öğrendin adımı? j rinde sözünü dinletemeyişin ‘naçar’lığı. ilintili ilintisiz bir sürü ‘şey’ anlatıyor. Arada bir “ Biliyon- Eliyle Aslan Efendi’nin çıktığı kapıyı işaret ediyor. — Müdür sen misin? mu hoca” diyor, “ bizim en iyi ilacımız konuşmaktır. Ko­ — Onu bırak şimdi. Neden kavga edeceğimizi söyle. Gümbür gümbür, ‘tehdit’ dolu bir ses. Daha doğrusu, nuşmazsak uyur kalırız.” İşte o; düşle gerçek, uykuyla uya­ Yarıladığı çayı, uzanıp sehpaya bırakıyor. Çenesinin al­ benim müdür olduğumu bildiği halde ‘senin gibi müdür nıklık arasında gidip geldiğim anlardan birinde “ Ah, bir tında düğümlenen başörtüsünü gevşetiyor. Soluklanıyor. ! mü olur’ demek isteyen bir ses tonu. kan mezarı daha” deyiveriyor. Lalelibel Geçidi’ne vardık Öfke titreşimleri dolu bir sesle başlıyor söze. — Evet bacım, benim. varacağız. Dışarıda kar, tipi, boran. Zorlukla açıyorum göz­ — Benim burda okuyan bir torunum var. Üçte. Adı Bay- lerimi. Yolun sağında, şarampolün bittiği yerde, çevresi­ İçeri doğru bir adrm atıyor. Aslan Efendi’nin kendisini ramali. Bilin mi? ! önlemek isteyen elini itiyor. ne taşlar dizilmiş ve üzerleri beyaza boyanmış, yapayal­ — Yok bacı tanımıyorum. Belki duymuşsundur, ben ye­ — Şenle kavgaya geldim! nız bir mezar görüyorum. Sürücü bir sigara daha yakıyor. ni geldim. Daha on gün bile olmadı. Tez zamanda tanışır, Bir tane de bana veriyor. Aslan Efendi vereceğim buyruğu bekliyor. Gözümün bir görüşürüz torununla. — Kan mezarını bilin mi hoca? işaretiyle bu tarihi kadını, kolundan tuttuğu gibi okulun — Bilirim! dışına bırakıverecek. Bırakıverecek ama, bu Irazca Ana di­ Kuyu diplerinde görünen el kadar su parçasını andıran riliğindeki ve kararlılığındaki kadından da biliyorum, gözleri, üzerimde. Yapacağım yanlış bir davranış, söyle­ Yalan. Bilmiyorum. ‘Koskoca öğretmen olmuş, kan me- I ‘ebediyen’ kurtulamayacağız. Ayrıca o da ne? Bu kavgacı yeceğim yanlış bir sözcük, beni perişan etmeye yetecek. zarını bile bilmiyor* demesin diye, biliyorum diyorum sü- i ; kadına karşı içimde bir sevginin, bir sıcaklığın doğmaya Adıgüzel bacı pusuda. rücüye. başladığını duyumsuyorum. Sesli sesli gülüyorum. — Bir evin bir oğlu torunum. Beş kızdan sonra hacılar­ — Bu yolda en az on, on beş tane vardır. — Kendine güvenin varsa, içeri geç de doya doya kavga la, hocalarla ve de okuyup üflemelerle bulundu o. Ben yeni bir uyku dalgasının içine düşüyorum ve kan mezarı sözcükleri uyku dalgalarının arasında yitip gidiyor. ‘ edelim! Eğilip sırığı alıyor koltuğun yanından. . — Niye daldın öyle müdür efendi? Yaşlıyım diye yapa­ Kırışıklıkların altından bir gülümseme çıkıyor ortaya. — Tüyünü koparanın, elini kırarım müdür efendi! mam mı belliyon? Birden Ara Güler'in fotoğraflarında, böyle bir yaşlı ka- Sırık şöyle bir kalkıyor havaya. Başıma inecek sanıyo­ Sıyrılıyorum dalgınlığımdan. \ din yüzüne rastladığımı anımsıyorum. Yaşlı kadının yü- rum. Geriliyorum. Hıncı, öfkesi, siniri büzülen dudakla­ Adıgüzel bacı bir yontu gibi karşımda. Elinde ikiye böl­ , zündeki kırışıklıklar açılıyor, derinlerde kalmış bir ‘mizah’ rında bir araya gelmiş. Gözleri alev alev. Sanki aldığı ha­ düğü sırık. | gücü, yaşlı gülümsemeye karışarak bütün ‘çehre’sini va ciğerlerine yetmiyor. Burun kanatları açılıp kapanıyor. — Belki bir yaramazlık yapmıştır bacı. Öğretmeni suç­ i kaplıyor. Havaya kalkan eli öylece duruyor. lamadan önce torununla konuşsaydın ya! Gösterdiğim koltuğa doğru yürüyor. — Sülalemizin umudu onda. O, bizim yaşayan tek er­ Bakışları hiç değişmiyor. — Şimdi gülersin ya, sonrasını bilmem! keğimiz. Akan kanlarımızın hesabını o soracak. Kılına ha­ — Dövmek gerekirse ben döverim. Usulünce. Öyle rast- Aslan Efendi gizli bir şey söyleyeceğini belli edercesine lel gelsin istemeyiz. Onu döven öğretmenine söyle.. gele vurmam. Onu öyle dudakları kanlı, iki gözü iki çeş­ j beni dışarı çağırıyor. İndiriyor sırığı. Ama sesi daha bir yükseliyor. Yaşlı kadın elindeki sırığa tutuna tutuna gösterdiğim kol­ me görmeye dayanamam ben. Söyle öğretmenine, onu dö­ — Dokuz tane kan mezarımızın hesabını soracak bir yiğit veceğine gelip beni dövsün. tuğa yürüyor. Onu oturtup dışarı çıkıyorum. Aslan Efendi yetiştiriyorum ben. Ona kalkacak eli böylece kırıveririm sanki bir ‘sır’ veriyor. Fısıl fısıl. — Aman müdür bey bu kadar fazla yüz verme. Siz Ha- fik’e yeni geldiniz. Bunu tanımazsınız. Bu, ortaokula ge- | len tüm müdürlerin başının belasıdır. ‘Neden’ der gibi bakıyorum yüzüne. Aslan Efendi sür- i dürüyor konuşmasını. — Bunun orta üçte okuyan bir torunu var. Bu büyüttü | çocuğu. Kimselere laf söylettirmez. | — Adı ne? i — Adı, Adıgüzel, Hafik’te herkes çekinir bundan. Kav- ; gacının, geçimsizin biridir. Aslan Efendi’nin sırtını okşayıp ‘meraklanmamasını’ söylüyorum. Sonra dönüp ona ‘ne içeceğini’ soruyorum. ! Aslan Efendi ‘Oldu mu şimdi?’ der gibilerden bakıyor. Adıgüzel bacı ‘Senin içtiğinden’ diye yanıtlıyor sorumu. — Peki öyleyse, Aslan Efendi iki çay getir bize, içeri girip, kapıyı kapıyorum. İğreti oturduğu koltuk- ; ta, iki bacağı arasındaki sırığına iyice yaslanmış. Beni izli­ yor. Karşısındaki koltuğa da ben oturuyorum. — Adıgüzel bacı, kavgaya hemen mi başlayalım, yoksa | çayları içtikten sonra mı? i Gülümsüyor. — Abovv. Senin canın da kavga etmek istiyormuş, her- hal talih beni çıkarmış karşına.

SAYFA 26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 Y A Y İMLAN 'M AM I Ş R Ö P O R T A J ikincilik ödülü paylaşıldı Üçüncülük ödülü paylaşıldı Hürkal Aksoy Şaban Akbaba Soğuk Değmiş İnsanlar Bizden Selam Olsun Çukurova’ya Şaban Akbaba 1954 yılında Kars/ Arpaçay’a bağlı Bar- Hürkal Aksoy, 29 yaşında. 1981 yılında Siyasal Bilgiler dak.li köyünde doğdu. Güneşin Konağı adlı bir şiir ki- i Fakültesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu’na girdi. O yıl­ tabı bulunan Akbaba, halen ilkokul öğretmeni olarak İL dan başlayarak Sanat Rehberi, Belediye Dünyası, Haf­ çalışıyor. Şiir, öykü ve düzyazıları çeşitli yayın organ­ taya Bakış gibi çok farklı alanlardaki dergilerde çalıştı. larında çıkan Akbaba, şimdiye dek dört ödül aldı. Ak- Fotoğrafçılık ve reklamcılık yaptı. Halen işsiz. baba’nm aldığı ödüller sırasıyla şunlar: 1985 yılında Mut Karacaoğlan Kültür ve Sanat Şenliği “Türkülerin Öyküleri” yarışmasında birincilik ödülü; yine 1985 yı­ Celal Beşiktepe lında Akademi Kitabevi Çocuk Yazını dalında mansi­ yon, 1986 yılında Ankara Oluşum dergisi “Atatürk Dü­ Gayrimenkul Rantının (Üretim Karşılığı Olmayan şüncesi ve Gençliğin Eğitimi” konulu inceleme yarış­ masında mansiyon ve 1989 yılında, Eskişehir I. Ulusla­ Kazancın) Kamuya Geri Döndürülmesi rarası Kültür ve Sanat Haftası kapsamın­ da verilen “Yunus Emre’nin Felsefesi” konulu şiir ya­ Celal Beşiktepe, 1951 yılında İnegöl’de doğdu. İlk ve orta rışması birincilik ödülü. öğrenimini İnegöl’de yaptı. Lise öğrenimini, 1966-1968 yıllarında Tapu ve Kadastro Meslek Lisesi’nde Anka­ ra’da tamamladı. Yıldız Üniversitesi Harita ve Kadast­ Halit Aydiç ro Mühendisliği Fakültesi’nden 1974 yılında mezun ol­ du. 1974-1980 döneminde sırasıyla Tapu ve Kadastro Gn. Ne Olur Beni Burada Bırakma Amca Md.’de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nda, Turizm ve Halit Aydiç, 1960’ta Hatay/Kırıkhan’da doğdu. Kalaba­ Tanıtma Bakanlığı’nda mühendis olarak görev yaptı. lık bir ailenin 3. çocuğu. Bu arada demokratik meslek örgütü olan TMMOB İlköğrenimini Kırıkhan’da tamamladı. Yine burada Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’nın beş dönem başladığı orta öğrenimini Mersin’de sürdürdü, ama ya­ (1975-1980) Genel Başkanlığı’nı yaptı. rım bıraktı. Beşiktepe’nin toprak reformu, Güneydoğu Anadolu 1K P İşçinin Sesi Mersin grubuyla 6. Kolordu Sıkı­ Projesi (GAP), tapulama ve kadastronun Türkiye’deki yönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılan­ işlevi, kent toprakları konularında çalışmaları bulunu­ dı, yaşam boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ekim 1989 yor. yılından bu yana Ceyhan Cezaevi ’nde.

Röportajın devamı ren oldu. Fayda etmedi. — Benim sorduğum soruya yanıt vermedin. Neden ba­ Uzanıp sehpaya bıraktığı bardağı alıyor. Soğumuş çayı Yüzüme dik dik bakarak ekledi. basının ölüsünü buraya getirmediniz? bir yudumda içiyor. — İşin sonuna geldik. — Töre! — Bir çay daha içer misin Adıgüzel Bacı? — Nasıl yani? — Hiç böyle töre duymadım Adıgüzel bacı. Gevşettiği başörtüsünü sıkıyor. — Bizim de bir erkeğimiz kaldı, onların da. Kimin ki­ Yüzü yine sertleşiverdi. Dudakları büzüldü. — içmem, ziyade olsun. Sen dediğimi yap, yeter. me gücü yeterse! Onlarınki de Bayramali yaşında. Bitir­ — Kan mezarı bunlar müdür efendi, kan mezarı! Ölü­ Kalkmaya davranıyor, durduruyorum. sin okulunu. Güçlensin, kuvvetlensin biraz daha Bayra­ sünü vurulduğu yere gömmeyip, alır kendi köyüne geti­ — Sen merak etme, ben gerekeni yaparım. Yüreğin se­ mali, ölmeden inşallah görürüm kanımızın yerde kalma­ rirsen olmaz. Bizim dokuz kan mezarımız var. Yerlerini rin olsun. Buradan yana yüreğin serin olsun ama, bir sö­ dığını. say desen, bilip sayamam. Ama dokuzunun da acısı yüre­ zünü hiç beğenmedim, onu da açıkça söyleyeceğim. Öyle soğukkanlı, öyle kararlı söylüyordu ki donup ğimi parça parça edip durmaktadır. Durup, merakla bakıyor yüzüme. kaldım. Benim yine de bir şey anlamadığımı sezinledi. — Eyi adamda kötü laf durmaz hesabı öyle mi? De, söyle — Nasıl bir iştir bu Adıgüzel bacı? Nasıl bir kindir bu? — Bak müdür efendi. Ölülerimizi vuruldukları yere gö­ hadi! Dedelerinizden beri sürüp gelir? meriz. Dağın başında bile olsa, oraya bir mezar eşer, gö­ — Dedin ki ‘kanlarımızın hesabını o soracak’. Bu sözü­ meriz. Bebelerimize de hep bunu anlatırız, söyleriz. Kun­ nü beğenmedim. Hangi devirdeyiz Adıgüzel bacı? Soru­ — En başında bir kız kaçırmadan çıkmış diye biliyoruz. Bizden birisi, onlardan bir kızı kaçırmış. Bizimkini vur­ dakta bile olsalar biz, ninnilerimize katarız bunu. Mezar­ lacak bir hesap varsa devlet sorar, kanun sorar. Hesap sor­ ları kendi köylerinde olursa, bebelerin yüreği kin tutmaz. mak neden torununa düşsün ki? Bak çocuk ne güzel oku­ muşlar. Sonra bizimkiler onlardan birini vurmuş. O onu, o bunu derken iş buraya kadar geldi işte En son Bay- Babasını, ağabeyini, amcasını öldürene karşı içi öldürme yor. Bırak, okuyup adam olsun. hırsıyla yanıp tutuşmaz. Kendi köyünde, kendi yurdun­ Birden yüzü karardı. Gözleri dolu dolu oldu. Dertle, ramali’nin babasını vurdular Ankara yolunda. Vurulduğu yerde yatıp durur. Daha Bayramali babasının mezarını bile da ölümü çok görenlere, kendi köyümüzdeki mezara gö­ acıyla dudakları titredi. Dalgınlaştı. mülmeyi bile bize kısmet etmeyenlere, hayır dua edecek — Doğrusun.. Akan kan, senden akmıyor ki... Şuram­ görmedi. — Pekiyi, neden ölüsünü alıp buraya getirmediniz? Ne­ değiliz ya! Ben iki oğlumun mezarı nerededir bilmiyorum. daki acıyı nereden bilecen ki? Kocamın mezarı nerededir bilmiyorum. Onların mezar­ Yaşlı yumruklarıyla iman tahtasına ‘pat pat’ vurdu. Son­ den buraya gömmediniz? Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. ları köyde olsaydı, gidip iki tas su dökseydim toprakları­ ra derin bir soluk aldı. na içimdeki ateş, yüreğimdeki kin böyle bösböyük olur — Töre böyle! — Babası vurulduğunda Bayramali beş yaşındaydı. Kap­ muydu? Bayramlarda herkesler gider, hısımlarının mezar­ — Bırak töreyi. Kafası çalışan bir kadınsın sen. Değişi- tığım gibi Nizip’ten buraya getirdim çocuğu. Uzaktan hı­ larını ziyaret eder. Su döker. Toprağını kabartır. İki ye­ ver gitsin. Binbir emekle büyüttüğün torunun da yarın, sımlarımız vardı burada. Onların yanına kaçırdım. Anası şillik eker. Biz gidemeyiz. Biz evin içinde ağlamalara otu­ bu töre yüzünden ölüp giderse n'olacak? Öğretmen döv­ bile yıllarca torunumun nerede olduğunu bilmedi. Beşi bi­ rur , saçımızı başımızı yola yola, onların kanlarına giren­ müş diye ortalığı ayağa kaldırıyorsun. Sonra da çocuğu ölü­ tirince, öteki torunlarla birlikte gelini de buraya getirttim. lere ileniriz. Yıllardır torunumun yüreğini de kendi yüre­ müne yolluyorsun. Bu ne biçim sevgi? Bunlar iyi akıllar Bir gece yarısı kaçtılar geldiler. Nizip’teki evi, tarlaları sa­ ğim gibi kinle doldurdum. Yüreği, benim yüreğim gibi ol­ değil Adıgüzel bacı! tıp savdık. Burada mal mülk edindik. Bayramali’nin abla­ du. Yiğidim benim. Bütün kanlarımızın hesabını soracak. — Güzel söylüyorsun ama, kan davasını biz başlatma­ ları evlendi. Goçum benim. dık ki... Dedelerimizden beri sürüp gelir. Araya çok gi­ Durdu. Daha soracağın var mı dercesine baktı yüzüme. Donup kalmışım. □

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 27 Birincilik ödülünü alan Cüneyt Ölçerdin eşi Nazan Ölçer: ‘OsmanlI paraları uzmanıydı’ “ Osmanlı Devleti Borç Anlaşmaları” adlı kitabıyla Yayımlanmış Sosyal Bilimler dalında birinciliği alan Cüneyt Ölçer, bu yılın başlarında vefat etti.

ısa bir süre önce yitirdiğimiz Cüneyt Öîçer’in tüm diğer çalışmaları gibi ödül kazanan bu ça­ lışmasının da yayın serüveni hayli zorlu ve il­ ginç. “Osmanlı Devleti Borç Anlaşmaları” ki­ tabına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Ölçer’in eşi, Türk- İslam Eserleri Müzesi Müdiresi Nazan Ölçer, “ Çeşitli kuruluşlaraK kitabın basımı konusunda yaptığımız tek­ liflere karşı aldığımız tepki, eserin her sayfasının orta­ ya çıkmasıyla evde duyduğumuz coşkunun çok uzağındaydı” diyor. —Osmanlı devletinin Osmanlı Bankası aracılığıy­ la dış ülkelerden aldığı borçlara ait anlaşma metin­ lerinden oluşan bu kitap, yakın geçmişimizin karan­ lıkta kalmış bir bölümüne ışık tutuyor. Bu araştır­ manın başlangıç ve gelişim öyküsünü anlatır mısınız? ÖLÇER—Eşim Cüneyt Öîçer’in Osmanlı paraları ile ilgili çalışmaları Î960’lı yılların başında, Bursa’da aldı­ ğı bir Yıldırım Beyazıd akçesi ile başlamıştır. Ancak onda çocukluğundan beri mevcut olan ayrıntılı kolek­ siyonculuk merakı ve bir de mühendis olmanın getir­

diği her şeyi matematiksel bir sisteme, sınıflamaya sok­ Cüneyt Ölçer, Türkiye’de madeni para, madalya ve madalyonlar ile diğer nümismatik nesnelerin koleksiyonculuğunu yaygınlaştırmış, ma merakı, sebep ve sonuçlarını sorma alışkanlığı, ho­ uluslararası sempozyum ve kongrelerde sunduğu bildirilerle saygınlık kazanmış bir kişilikti. bi olarak başlayan bu çalışmaları kısa sürede bilimsel bir çerçeveye yerleştirmiş ve onu Osmanlı paraları ko­ ri yüzünden, basılan para miktarının kontrollü olması ne rağmen, artık bunca işi kapsayacak uzun soluklu iş­ nusunda dünyaca tanınan saygın bir uzman yapmıştır. gerekliydi, seri no ve mühürleri de belliydi. Oysa, Os- lere çok da elverişli olmaması ve asıl önemlisi, kendisi­ Aslında başlangıçta Osmanlı madeni paralan olarak baş­ manlılar, görevden ayrılan bir Maliye nazırının müh­ ni misyonunu yüklenmiş saydığı, Osmanlı tarihinin layan çalışmalar, tabii ki yalnızca orada kalamazdı. Ni­ rünü kullanarak aynı seri no ve tarih ile bir dizi daha tüm sultanlarının bastırdıkları paraları yayımlamak ar­ tekim eşim Osmanlı tarihinin erken dönemi ile iç içe para basmışlardı. Yani görevde olan maliye nazırının zusu, onu bir hayli düşündürmüş olmalı... Ancak so­ olan diğer beyliklerin tarihi ve dolayısıyla paraları ile mührü ile bir dizi kâğıt para sirküle ederken artık gö­ nunda, belgelerin önemi ve bunların mutlaka herkes de ilgilendiği gibi Osmanlı para tarihinin bir diğer ka­ revde olmayan maliye nazırının mührü ile de aynı harf tarafından bilinmesi gerekliliği düşüncesinde beraber­ nadı olan kâğıt paralar ile de meşgul oldu. Onları seri serisi ve nosu ile Avrupalı denetçilerden habersiz, kâ­ ce karar kıldık, belki biraz da benim ısrarımın etkisi numaralan, harf serileri, maliye nazırları imza ve mü­ ğıt para basılmış ve sirküle ettirilmişti. Basılan binler­ olmuştur. Sonuçta, kitabın önsözünde de belirttiği gi­ hürlerine göre sınıflayarak Osmanlı maliye tarihinin, ce para arasında bunun ortaya çıkması şansı, muhak­ bi çalışma ilerledi ve 1985’te de tamamlanabildi. tarihçilerce yeteri kadar bilinmeyen karanlık yönleri­ kak ki çok azdır. Ta ki günün birinde, böyle bir me­ Ne gariptir ki kitap yayımlandığı zaman, onun asıl ni, en önemlisi, ne kadar ve ne kıymette basıldıklarını raklı ortaya çıksın... konusu olan ve tüm ömrünü hasrettiği sikke tarihi ile ortaya çıkarmak istemekteydi. Bütün bu kâğıt para araştırmaları sırasında, Osman- ilgili ve çok dar bir çevrenin tanıdığı kitaplarından da­ Sanırım eşimin çalışmalarını bu.kadar ilginç yapan lı Bankası arşivleri, elbette kaçınılmaz bir kaynak ko­ ha fazla ilgi gördü. Şimdi ise bu değerli ödüle layık gö­ da kolay kolay avm kişide bir araya gelemeyecek olan numundaydı. Eşim, ilk kez 1982 yazında Osmanlı Ban­ rülerek eşimin olanca alçak gönüllülüğü ile yıllarca sür­ bu koleksiyoncu ve araştırmacı olma vasıflarının mü­ kası arşivinde çalışmaya başladı. İlk günün ertesi, onu dürdüğü çalışmalarının ve kendi çok yönlü kişiliğinin hendisçe metotlarla birleşmesiydi. Çünkü bildiğiniz gi­ bekleyen belgelerin heyecanı ile sabaha kadar uyuya- daha geniş bir çerçevede bilinmesini sağlayacak. bi, bilim adamları genellikle koleksiyon olgusuna ya­ madı. —Belgelerin sunuluş yöntemi konusunda neler söy­ bancı kimselerdir. Koleksiyoncuların ise aynı zaman­ Çalışmalar sürdükçe ve o zamana kadar kimsenin el­ leyeceksiniz? Üzerinde yorum yapılmaksızın aynen da topladıkları eşyanın uzmanı olmaları ve bunu bir lemediği belge tomarları birer birer açıldıkça, üzerin­ verilen bu belgelerle nasıl bir tablo çiziliyor? de bilimsel araştırmaya döküp yayımlamaları (Bu Ba- de çalıştığı kâğıt paraların yanı sıra birtakım borç an­ Ö LÇ ER —Belgelerin sunuluş yöntemi, eşimin Os- tı’da bile azdır ama), ülkemizde ne yazık ki hiç görül­ laşmaları metinleri bulduğunu anlattı. manlı Bankası arşivinde bulduğu dosya temelinde ve meyen bir olgudur. Sanıyorum, bu aşamada çok önemli bir tereddüt ge­ tarih sırasına göre oldu. Bu çalışmalar sonucu, Abdülmecid döneminde bası­ çirdi. Önündeki diğer çalışmaların yoğun programı var­ I. cilt olan “ Metinler” bölümünde, Osmanhca, Fran­ lan ilk kâğıt paralar, bunların cazip kılmak için konu­ dı. (O sırada bir yandan “Avrupa Müzelerinde Na­ sızca ve çok azı İngilizce olan belgelerin Türkçe yazım lan faiz oranlan, bu dönemi izleyen karmaşa, Abdül- dir Osmanlı Paraları” adlı eseri tamamlanıyor, “Ay- ve çevirileri yer almakta; II. cilt olan “ Belgeler” de ise hamid dönemi kâğıt paraları vs. konularda çok önem­ dınoğuliarı Beyliği Paralan” yazılıyor ve kâğıt para­ belgelerin aslı, aynı sıra içinde sunulmaktadır. Sadece li malzeme buldu ve kısmen de yayımladı. Bunlardan lar konulu büyük corpus gelişiyordu. Arkasından da bazı terimler için küçük açıklamalara yer verilmiştir. ilginç bir ayrıntı vereyim: Bu inanılmaz sistem ve sı­ başlanmış olan onlarca diğer çalışma...) Bulduğu borç Ayrıca, konuya girişi sağlamak için, anlaşmaların baş­ nıflama merakı yüzünden, her halde normal şartlarda anlaşmaları metinleri ise bunlann biraz dışında kalmak­ ladığı tarihe kadarki gelişmeler, kısa bir alıntı halinde hiç ortaya çıkmayacak olan bir hususu bulmuştu. Av­ taydı. derlendi. Eşim “Borç Anlaşmaları” nı yorumsuz oia- rupa devletlerinin Osmanlı mâliyesini kontrol etmele­ Insaç ömrünün sınırlılığı, yaşının bütün iyimserliği­

SAYFA 2 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMIŞ SOSYAL BİLİMLER

rak vermeyi uygun görmüştü. Bunda, kendisinin bir neğin vilayetlerden toplanan verginin getirilme masrafı lendiği Osmanlı nümismatiği konusu, onu amatörce gir­ maliye ve iktisat tarihçisi olmamasının rolü olduğu ka­ bile Osmanlı tarafından ödenmektedir. Devlete borç diği bu dalda, mühendisçe metotlu çalışmasıyla, önce dar, ancak yetkin olduğu alanlarda yorum yapma ge­ veren imparatorluk mensubu bankerlere de (ki Zarifi ülke daha sonra da dünyaca tanınan bir uzman nümis- reği gibi bilimsel dürüstlüğünün büyük payı vardır. Bul­ ve Tubini aileleri en ünlüleridir) iltizam (vergi topla­ mat durumuna getirdi. duğu Ve bize kazandırdığı belgeler esasen, aydınlık ka­ ma) hakkı verildiğini öğreniyoruz. Bir diğer ilginç hu­ Ölçer, 1980 yılında, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve falar için fazla yorumu da gerekli kılmamaktadır. Ken­ sus da verilen borcun sterlin-Osmanlı Lirası orantısı­ Müzeler Genel Müdürlüğü’ne getirildi. disi, bu belgeleri sunmayı rastlantıların ona yüklediği; nın borç verenlerce istenildiği gibi düzenlenmesidir. Çevresine topladığı ekibi ile birlikte, 1970 yılında baş­ bunların yorumunun ise gelecek kuşakların maliye ta­ Dolayısıyla verilen gerçek borç, olayı daha işin başın­ kanı olduğu Türk Nümismatik Derneği’ni işler ve ya­ rihçilerinin görevi olduğu düşüncesindeydi. da bizim aleyhimize çevirmektedir. şar bir kuruluş durumuna getiren, Türkiye’de madeni para, madalya ve madalyonlar ile diğer nümismatik nes­ Eseri incelediğiniz zaman, 1865 yılından 1889 yılına Sonuçta, kitap, yorum yapmamakla birlikte, belge­ ler her şeyi açıklamakta ve oldukça karanlık bir tablo nelerin koleksiyonculuğunu yaygınlaştıran Cüneyt Öl­ kadar uzayan dönemde, her anlaşmanın bir öncesinden çizmektedir. □ çer, uluslararası sempozyum ve kongrelerde sunduğu daha ağırlaşan şartlar içerdiğini, faizin oranının sürek­ bildiriler, dernek bülteni ile Tarih ve Toplum dergi­ li arttığım, buna paralel, Osmanlı Bankası ve diğer aracı kurumların aldıkları komisyon bedelinin de %2’lerden sinde yayımlanan sayısız makale ve dizi makalesinin PORTRE yanı sıra birçok kitap da bıraktı. %15’e vardığını, hatta, ayrıca aylık %1 komisyon alın­ CÜNEYT ÖLÇER dığını görmekteyiz. Cüneyt Ölçer, 1925 yılında doğdu. İlk ve ortaokulu Başta British Museum, Paris Milli Kütüphanesi, Le­ Alman borçlar ödenemeyince faize yeni faizler ek­ Ankara Maarif Koleji, liseyi ise Ankara Atatürk Lise- ningrad, Berlin ve Amerika müzeleri olmak üzere pek lenmiş, borçları ödeyebilmek için, durmadan yeni borç si’nde okudu. 1942’de girdiği İstanbul Teknik Üniver- çok müzenin tasnif için ülkelerine davet ettiği Cüneyt kaynakları bulmak zorunda kalınmıştır. sitesi’nden 1948’de Yük. İnş. Müh. olarak mezun ol­ Ölçer, İngiliz Kraliyet Nümismatik Derneği, Fransız Osmanlı Bankası’na Hazine hesabı tutma yetkisi ye­ du. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan sınıf arka­ ve Amerikan Nümismatik derneklerinin üyesi ve Ma­ rilmiş, giderek vilayetlerin çeşitli vergileri borçlara kar­ daşlarıydı. Mezuniyet sonrasında Karayolları Genel car ve Rumen Nümismatik Derneği’nin de onursal üye­ şılık kefalet gösterilmiş, aracı olan Osmanlı Bankası’- Müdürlüğü’nde görev alarak dokuz yıl çalıştı ve mes­ si idi. 1985’te, Uluslararası Nümismatik Demeği’nce na bu vergileri toplama, hesapların doğru tutulup tu­ leki konularda staj yapmak için ABD’ye gönderildi ve üstün araştırma ve sınıflandırma çalışmaları nedeniyle tulmadığını kontrol, vergiye konu olan tuzla, tütün ve ABD’nin çeşitli eyaletlerinde çalıştı. ödüllendirilmişti. tahıl ambarlarını yerinde kontrol hakkı bahşedilmiş­ Ancak Cüneyt Ölçer’in dünya ölçüsünde tanınma­ 31.1.1990 tarihinde 3 yıl önce yakalandığı hastalık­ tir. Herhalde, bugün insanın en ağırına gitmesi gere­ sı, aslında bir hayli önemli görevler üstlendiği inşaat tan kurtulamayarak vefat eden Cüneyt Ölçer bütün Os- ken de bu hesapların doğruluğunu kontrol için hafiye mühendisliği mesleğinde olmamıştır. Karayolları Ge­ manlı paralarım içeren bir dizi yayını daha planlamakta tutulması hususu ve bunların masraflarının da Osmanh nel Müdürlüğü’ndeki görevi sırasmda yakından görmek idi. tarafınca verileceği hakkmdaki maddedir. ve tanımak fırsatını bulduğu Türkiye’nin zengin tari­ Makale ve bildiriler dışında, kitap olarak yaptığı baş­ Borca karşılık, örneğin tuzlalara el konulabileceği gibi hi geçmişi, onu daha uzun yıllar önce mesleğinin dı­ lıca yayınlar şunlardır: borçlara karşılık tüm imparatorluk gelirleri emanete de şındaki alanlarda da çalışmalara itti. 1963 yılında ise Bur­ Son Altı Osmanh Padişahı Zamanında İstanbul’­ alınabilmektedir. Ayrıca İstanbul ve gümrük kasaları sa Kapalıçarşı’da dolaşırken tesadüfen görüp aldığı bir da Basılan Gümüş Paralar (1966), Yıldırım Bayezid’in hesapları sürekli kontrol edilmekte ve gelirlerine elko- Yıldırım Bayezid akçesi onda Osmanlı paraları merak Oğullarına Ait Akçe ve Mangırlar (1968), Sultan nulabilecek durumda olunmaktadır. Damga vergileri, ve aşkını doğurdu ve giderek yaşamının odak noktası Mahmud II Zamanında Darp Edilen Osmanlı Ma­ her türlü harç vs. Osmanlı tarafına ait olduğu gibi ör­ haline dönüştü. O yıldan beri durup dinlenmeden ilgi­ deni Paralan (1970).

ikincilik ödülü Üçüncülük ödülü

İlk Gazete İlk Prof.Dr. Zafer Üskül İ S TE: Orhan Koloğlu Polemik (Vekayi 224 S./8.000 TL Mısriye’nin Öyküsü ve CKK Korl No: 0-11.089 | Takvimi Vekayi ile Prof. Dr. Zafer Üskül, Tartışması) / Çağdaş 1944 yılında Silifke’de '•i: c Gazeteciler Derneği doğdu. İlk ve ortaokulu Yayımları / 148 s. Silifke’de, liseyi Adana’- ■ . . da okudu. Lisans öğreni­ Orhan Koloğlu 1929 yı­ mini Ankara Üniversite­ lında doğdu. 1947-1964 si Siyasal Bilgiler Fakül­ yılları arasında muhabir tesinde, doktora öğreni­ ve yazı işleri müdürü ola­ mini Grenoble (Fransa) rak görev yaptı. Üniversitesi Hukuk Fa­ 1964-1971 yılları arasında kültesinde tamamladı. basın ataşeliği görevinde 1972 yılında Eskişehir İk­ bulundu. Koloğlu tisadi ve Ticari İlimler 1972-1980 yıllan arasında Akademisi’nde asistan ise gazeteci, CHP Dış olarak göreve başlayan İlişkiler Danışmanı ve Üskül, 1974 yılında do­ Basın Yayın Genel Mü­ çent, 1979 yılında profe­ dürlüğü görevlerinde bu­ sör oldu. Anayasa Huku­ lundu. 1981 yılından son­ ku, İdare Hukuku, Koo­ ra yurtiçi ve yurtdışmda- peratifçilik, Kamu Yöne­ ki üniversitelerde öğre­ timi alanlarında kitap ve tim üyeliği yaptı. Koloğ- makaleleri yayımlandı. lu’nun yayımlanmış 18 Prof. Dr. Zafer Üskül kitabı bulunuyor. evli ve iki çocuk ba­ basıdır.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 29 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMAMIŞ SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Birincilik ödülünü alan Dr. Ayhan Aktar: ‘Bayramdan bayrama küçük sanayi’ “ Yukardakiler ve Aşağıdakiler-Bursa üreten” bir merkez olmaktan çıkıp Fransa’da Lyon’da bulunan dokuma tezgâhlarına iplik sağlayan ve sadece Dokuma Sanayiinde İnsan İlişkileri” “tabii ipek ipliği” üreten bir merkez haline dönüşmüş­ adlı araştırmasıyla Yayımlanmamış tü 19. yüzyılın sonlarında Bursa’mn limanı Mudanya- dan Marsilya’ya tarifeli seferler yapan gemiler işliyor­ Sosyal Bilimler dalında birinciliği du. Kısacası Bursa dokuma sanayii kapitalist dünya eko­ alan Dr. Ayhan Aktar, küçük nomisine kumaş değil, iplik hammaddesi üreten bir mer­ işletmelerdeki bilgi, beceri ve kez olarak eklemlenmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar süren bu durum, azınlıkların mübadelesi sonu­ sermaye birikiminin azımsanacak bir cu değişmiş ve devletçilik dönemi yatırımlarıyla da Bur­ şey olmadığını belirtiyor. Aktar, sa’nın yeni üretim altyapısı oluşturulmuştur. Fakat 1950’li yıllardan itibaren Bursa’da yeni bir tür küçük “ Organize sanayi gökten zembille üretim patlaması ortaya çıkmıştır. Geleneksel küçük za­ inmiş gibi ortaya çıkmaz” diyor. naatlardan farklı olarak son derece hızlı büyüyen bu ke­ sim, tekstil sanayiinin dokuma alt-dalında halen firma sayısı açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. Kumaş tüccarları, büyük sanayi işletmeleri ve küçük dokuma­ üçük üretim ve özellikle Bursa dokuma sana­ cılar arasında son derece canlı mal, sermaye ve hizmet yiine ilginiz nasıl gelişti? akımı ve bu doğrultularda ortaya çıkan eşitsiz, hiyerar­ şik ilişkiler vardır. Benim sanayileşme sürecini incele­ yen bir sosyal bilimci olarak amacım bu ilişkiler yuma­ AKTAR — Ülkemizde özellikle 1960’lı yıllar* ğını çözmek ve bu çalışmada anlamlı bir bütün olarak da siyasal arenada yoğunluk kazanmış olan gö­ tekrar inşa etmekti. rüşleri dikkatle incelediğimiz zaman, bu görüşlerin top­ — Bir araştırmacı olarak bu çalışma esnasında kar­ lumsalK değişme ve sanayileşme süreçlerini ele alırken da­ şına ne gibi sorunlar çıktı? ima büyük, organize ve örgütlü sanayiyi öne çıkarma AKTAR — Türkiye’de küçük imalat sanayii hakkında eğiliminde olduklarını görüyoruz. Bütün yaklaşımların saha araştırması yapmak isteyen sosyal bilimci hakika­ bence temel meselesi Türkiye’de ekonomik ve siyasal ten çok “şen ve esen saatler” yaşar. Örneğin, Devlet Ayhan Aktar: ‘'Türkiye'de saha araştırması yapmak isteyen sosyal açıdan belirleyici olan kesimin önemini vurgulamaktı. İstatistik Enstitüsü sanayi sayımları yapar. Fakat her sa­ bilimci ‘şen ve esen saatler' yaşar." (Fotoğraf: Yıldız Clçok) Böylece, önemi sürekli vurgulanan büyük sanayi kesi­ yımda küçük sanayi işletmelerini belirleyen ölçütleri mi de toplumsal gelişmenin en temel manivelası olarak değiştirir. Bir bakarsınız, bir sayımda üretimde kulla­ len bir kaçakçılık olayında, yurtdışmdan satın alınan algılandı. Bu algılama tamamen yanlıştır demek istemi­ nılan motorların beygir gücü esas alınırken diğer sayım­ yaklaşık 20 bin ton floş gemiye yüklenmiş olarak Gem­ yorum. Fakat ağır sanayi dışında kalan her şey biraz göl­ da bu ölçüt istihdam edilen işçi sayısına dönüşür. Yerel lik körfezinde karaya çıkarılmak üzere iken “ihbar” so­ gede kaldı gibi geliyor bana. yönetimler de farklı tür sayılar koyar sosyal bilimcile­ nucu yakalanıyor. Yakalanan floş önce emniyet güçleri Fakat sanayide küçük üretim veya küçük sanayi ola­ rin önüne Onlar sadece sanayi elektriği kullanan ve ça­ tarafından Gümrük ve Tekel Bakanlığı yetkililerine daha rak tanımlanan kesimle organize, çağdaş teknoloji kul­ lışma ruhsatı olan firmaların sayısını verirler size.. Fa­ sonra da yurtiçinde dağıtım ve satışı yapılmak üzere Sü- lanan, çalışanların sendikalı olduğu büyük sanayi ara­ kat Bursa’da evinin alt katında dört tezgâh satın alıp merbank’a devrediliyor. Sümerbank öncelikle kendi fab­ sındaki ilişkiler ve bağımlılık biçimleri nedense pek gün­ mahalle arasında fason kumaş dokuyan, sadece karısı­ rikalarında kullanmak üzere ihtiyacı olan miktarı ayır­ deme gelmedi. Bu açıdan, küçük üretim birimleri­ nı ve çocuklarını çalıştıran dokumacılar da vardır. Böl­ dıktan sonra geri kalan floşu kooperatifler vasıtası ile nin hangi toplumsal ve ekonomik etkenler sonucu or­ ge Çalışma Müdürlüğü’nün sayılarında bu işyerleri yer tüketiciye satma kararı almış. ta çaplı veya büyük işletmelere dönüştükleri sorusu da almaz. Çünkü bu işyerleri resmen işçi çalıştırmazlar. Bu Yukarıdakiler ve Aşağıdakiler (Bursa Dokuma pek gündeme gelmedi. Fakat hepimizin bildiği gibi bü­ bakımdan araştırma esnasında ben bir bakıma farklı yük, organize sanayi kesimi birdenbire ve “gökten zem­ kaynaklardan gelen sayılarla boğuşmak zorunda kaldım. Sanayiinde İnsan İlişkileri bille inmiş gibi” ortaya çıkmaz. Örneğin, 250 işçi ça­ Diğer bir mesele de küçük dokumacıların sosyal bi­ lıştıran bir büyük işletmenin kurulabilmesi için gere­ limcileri “maliyeci” veya “çalışma müfettişi” sanmak­ Seçici Kurul ken bilgi, beceri ve sermaye birikimi hiç de azımsana- tan doğan korkularıdır. Onlara güven verebilmek ve ma­ Prof. Toktamış Ateş, Prof. Taner Berksoy, Korel cakTürkiye’deki bir şey değildir. sanayileşme süreci ile ilgili akademik tar­ liyeci olmadığıma inandırmak amacıyla anket uygula­ Göymen, Gencay Şayian, Prof. Zafer Toprak. tışmalarda da küçük sanayi kesimi, sanki herkesin var­ masından önce sürekli yanlarında bulundum ve natta lığından haberdar olduğu: fakat kimsenin de pek ziya­ Bursaspor’un maçlarına birlikte gittik. Galiba en sonun­ NOT: Bu dalda yarışmaya 70 kişi 70 yapıtla katıldı. ret etmek istemediği nalet, sevimsiz bir “uzak akraba” da bir devlet memurunun normal mesaisinin dışında muamelesi gördü Sanayileşmenin toplumsal sonuçların­ bu kadar özveri ile çalışamayacağım tahmin ederek ba­ dan ürken bazı çevreler ise küçük sanayi kesiminde iş­ na çok yardımcı oldular. PORTRE.DR. AYHAN AKTAR çi ile işveren arasında var olan “çalışma barışını” sü­ — Bize anlatabileceğiniz başka ilginç bir öykü var Ayhan Aktar 1953 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi rekli övdüler ve bu durumun “milli örf ve âdetlerimi­ mı? Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi, Sosyal Bilimler Bö- ze ne kadar uygun olduğu” konusunda yaklaşımlar AKTAR — Evet var. Bu aslında bir sosyal bilimcinin lümü’nde (1972-77) okudu 1977-79 yılları arasında Uni- geliştirdiler. Yani sevimsiz akrabayı sadece dini bayram­ çalışmasının güvenilirliğinin bir iplik kaçakçısının faa­ versty of Kent at Canterbury’de; 1981-89 yılları arasında larda ziyaret ettiler. liyetine nasıl bağlı olduğunun garip öyküsü!.. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde bu­ Ben Bursa ipekli dokuma sanayii bağlamında küçük 1977 yılına kadar dışarıdan ithal edilen floş ipliğini lundu, sosyoloji bilim dalında doktora yaptı. Dr.Ay- sanayi ile büyük sanayi arasındaki etkileşimleri tespit kullanarak üretime devam eden Bursa dokumacıları, dö­ han Aktar halen araştırma görevlisi olarak Marmara etmek ve bu etkileşimlerin toplumsal sonuçlarını araş­ viz darboğazı nedeniyle ithalat durunca üretime devam Üniversitesi’nde çalışıyor. Ayhan Aktar doktora tez ça­ tırmak amacıyla yola çıktım. Bilindiği gibi Bursa edemez duruma gelmişler. Benim çalışmamda yaptığı lışmasının esasım oluşturan “ Bursa Küçük Dokuma geleneksel olarak tabii ipekli kumaşın üretildiği bir Os- eylemin sonuçları açısından çok önemli bir yeri olan Sanayii” saha araştırmasını 1981-82 yıllan arasında ger­ manlı şehriydi. Fakat Batı Avrupa’da yaşanan sanayi dev- Mehmet Arda tam bu noktada ortaya çıkıp floş darlı­ çekleştirdi. Dr .Aktar aynı yılın yazında Prof.Dr.Mü- riminin etkisiyle Bursa ipekli dokuma sanayii 19. yüz- ğını “ kendi yöntemlerine göre çözmek” amacıyla ha­ beccel Kıray yönetiminde “20 Yıl Sonra Ereğli” araş­ ydm ikinci yarısından itibaren “tabii ipekli kumaş rekete geçiyor. Mehmet Arda tarafından organize edi­ tırmasında, uzman/araştırmacı olarak çalıştı.

SAYFA 30 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YAYIMLANMAMIŞ SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI Bursa Dokuma Sanayiinde İnsan İlişkileri ilişkilerinden birini oluşturan fason kavramını biraz da­ ha açmamız gerekmektedir. Özellikle bu terimin İngi­ lizce karşdığı olan “subcontracting” terimi üe Bursa do­ kuma sanayiindeki kullanımının ne kadar örtüştüğü- Yukarıdakiler ve Aşağıdakiler nü belirtmek gerekmektedir. Küçük sanayi hakkında klasik başvuru kitaplarından AYHAN AKTAR ri mallar için sağlıklı bir fiyatlama politikasını uygula­ birinin yazarları olan Staley ve Morse’a göre bir firma­ nın ürettiği malın bazı parçalarını başka firmalara yap-, u bölümde Bursa dokuma sanayiinde sermaye yamadıklarım, fason ilişkileri ile büyük sanayi kuruluş­ larına bağımlı olduklarını, ayrıca üretime devam ede­ tırması olgusu (subcontracting) iki şekilde ortaya çık­ birikimini belirleyen ve sınırlayan temel ilişkiler ele maktadır: Bunlardan birincisi bir küçük sanayi işletme­ alınacaktır. Sermaye birikim süreci ile fason eko­ bilmek için gerekli ham maddelerin ileri teknoloji ile çalışan büyük sanayi tarafından üretildiğini ve böylece sinin bazı ara malların yapımında uzmanlaşarak birden nomisi arasındaki bağlantılar ve Bursa dokuma sa­ fazla büyük firmaya ürettiği malları satmasıdır ve bu nayiinin genelinde bağımlı ve bağımsız üretimin çerçeve­ küçük sanayicilerin sürekli olarak büyük sermayenin ve onun aracı olan ticaret sermayesinin baskısı altında durum genellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde ve sini çizen ana unsurlar ve fason üretimi finanse eden ser­ Avrupa ülkelerinde çok yaygındır. Daha çok Japon eko­ maye kaynakları açıklan maya çalışılacaktır. Ayrıca bir top­ olduğunu belirtmektedirler.3 Küçük imalat sanayii ile ilgili çalışmalarda, küçük üreticilerin ham madde temini nomisinde uygulanan ikinci yöntem ise küçük firma­ lumsal tabaka olarak küçük dokumacıların toplumsal özel­ nın sadece bir tek büyük firma için üretim yapması ve likleri ve girişimciliğe geçiş serüvenleri de irdelenecektir. açısından ticaret ve sanayi sermayesine bağımlı olmala­ rı “ geri bağlantılar” olarak; ürettikleri mallan fason iliş­ ürettiği bütün malların büyük firma tarafından satın 1. Giriş: Genel olarak fason ilişkisi kisi yolu ile tüccar ve sanayicilere satmaları yolu ile olu­ alınması olgusudur. Burada anlatılmaya çalışılan ekono­ Küçük imalat sanayii ile ilgili çalışmalarda küçük sa­ şan bağımlılık mekanizmaları da “ ileri bağlantılar” ola­ mik literatürdeki tek veya sadece birkaç alıcının bulun­ nayiinin gelişmesini engelleyen faktörler genellikle iki rak tanımlanmaktadır.4 duğu piyasa yapışma (“ monopsoni” veya “oiigopsoni”) benzeyen bir düzendir. bölümde toplanmaktadır. Bunlardan birincisi küçük sa­ Çalışmamızın önemli eksenini oluşturan fason ekono­ nayi işletmelerinin büyümesini engelleyen “ içsel” fak­ misi olgusuna bu açıdan baktığımız zaman tekstil sa­ Staley ve Morse’a göre bu çalışma biçiminde küçük törler, diğeri de “ dışsal” faktörlerdir. 'Modernleşme nayiinde ve özellikle de Bursa dokuma sanayii bağla­ firmanın hukuki özerkliği devam etse bile ekonomik ekolüne dahil olan sosyal bilimciler küçük sanayi işlet­ mında “ fason” terimi sadece bir çalışma ve üretim ör­ bağımsızlığı sınırlandırılmış olmaktadır.6 Aynı eserde, melerinin daha çok girişimciliğin gelişmemesi gibi iç­ gütlenmesi biçimi olarak değil aynı zamanda bir “eko­ Hindistan’dan ve bazı Latin Amerika ülkelerinden ör­ sel faktörler nedeniyle büyüyemediklerini vurgulamak­ nomik varoluş tarzı” olarak da hayata geçmiş olduğu­ nekler verilerek küçük ve büyük sanayi işletmeleri ara­ tadırlar. Bu çalışmanın birinci bölümünde de vurgula­ nu görürüz. Terimin etimolojik kökeni konusunda pek sında gerçekleşen bu tür etkileşimlerin sanayileşme sü­ dığımız gibi, modernleşme ekolüne dahil sosyal bilim­ bilgimiz yoktur. Fakat tekstil sektörününün gelişmiş ol­ recinde olması gereken uzmanlaşmaya katkıda bulunan ciler küçük sanayilerin sağlıklı bir biçimde büyümesi­ duğu Brezilya’da da bu çalışma biçimini ifade etmek etkinlikler olarak plancıların ve devlet adamlarının tav­ nin ancak Üçüncü Dünya ülkelerinde girişimciliğin ge­ amacıyla aynı terim kullanılmaktadır5 siyesine sunulmaktadır. liştirilmesi, küçük sanayicilere çağdaş muhasebe sistem­ Bursa dokuma sanayiinde fason terimi gündelik kul­ Staley ve Morse’un Hindistan’dan vermiş olduğu ör­ lerinin öğretilmesi, teknik becerilerinin arttırılması vb lanımda çok yaygındır. Dördüncü bölümde de açıklan­ nek de bu bakımdan hayli ilginçtir: Calcutta yakınla­ yollarla gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. Ancak bu şe­ dığı gibi Bursa dokuma sanayiinde üretim sürecini oluş­ rında dikiş makinası imal eden bir büyük firma yakla­ kilde istihdam kapasitesi yaratabilecek ve dolayısıyla bu turan halkaların birbirinden kopuk olması nedeniyle şık 150 firmaya iş vermekte ve toplam olarak 5000 kişi­ ülkelerdeki işsizlik sorununun çözülmesinde katkıda bu­ küçük dokumacılar kumaş tüccarlarına “ fason kumaş ye istihdam sağlamaktadır. Bu örnekte dikiş makinası- lunabilecek bir “ modern küçük sanayi” nin ortaya çı­ dokurlar”, hazırlama tezgâhı olan diğer dokumacılara mn tahta akşamını hazırlayan küçük üreticiler üretim­ kabileceğini savunmaktadırlar.2 “ fason çözgü hazırlatırlar” veya “ fason olarak iplik de sadece el aletleri kullanırlar. Çoğunlukla emekli iş­ Üçüncü Dünya ülkelerindeki küçük sanayilerin içinde bükümü” işlemini yaptırırlar. Dolayısıyla tekstil sana­ çilerden ve kadınlardan oluşan bu küçük üreticiler gru­ bulunduğu yapısal sınırlamaların altını çizen sosyal bi­ yiini oluşturan üretim zincirinin her halkasındaki te­ bu kooperatif çatısı altıpda örgütlenmişlerdir. Ham mad­ limciler ise küçük işletmelerin sürekli olarak birbirleri kil işlemler Bursa dokuma sanayii içinde “ fason olarak” de (tahta) ana firma tarafından verilmekte, üretim süre­ ile rekabet halinde olduklarını ve bu nedenle ürettikle­ yaptırılabilir. Bu nedenle saha arattırmamızın en temel ci ana firmanın görevlileri tarafından sürekli olarak de­ netlenmekte ve malın tesliminde sıkı bir kalite kontrol işlemi yapılmaktadır. Dikkat edilirse Hindistan’daki dikiş makinası üreten ana fabrika örneği, küçük üreticiler açısından Staley ve Morse’un Japonya için “ekonomik bağımlılık” olarak yorumladığı konumdan çok daha yüksek düzeyde bir ham madde bağımlılığını ve üretim sürecinde denetimi içermektedir. Japonya’da bir tek büyük firma için üre­ tim yapan küçük işletmelerin üretim sürecine tam an­ lamıyla hâkim olduklarım, kullandıkları ham madde­ yi ana firmadan değil genellikle piyasadan satın aldık­ larını Staley ve Morse’un verdiği örneklerden biliyo­ ruz.7 ...

1 Hubert Schmitz, "Growt Constraints on Small-scale Manufac­ turing in developing Conuntries: A Critical Review,” World deve­ lopment, Vol. 10. No. 6 1982. s. 430 Eugene Staley ve R ichard Morse, Modem Sm all Industry for De­ veloping Countries, New York, McGraw-Hill, 1965, passim 3 Schmitz, Ibid. s. 432-441 4 Chris Gerry, “Small-scale Manufacturing and Reparis in Dakar: A Survey o fMarket Relations within the Urban Economy” Casual Work and Poverty in Third World Cities, der Ray Bromley ve Chris Gerrey, New York, John Wiley and Sons, 1978. s. 229-250 3 Brezilya’da Sao Paulo eyaletinde Amerikana kentinde dokuma sanayiini inceleyen Schmitz kendi dışındaki bir sermaye kaynağına bağımlı olarak üretime devam edebilen dokumacıların “façonistas”, bu sistemin de “façio” olarak adlandırıldığını belirtiyor. Bkz. Hu­ bert Schmitz, M anifactunng in the Backyard: Case Studies on Accu­ mulation and Employment in Small-scale Brezilian Industry, Lon­ don, Francis Pinter Publishers, 1982. s. 125. 6 Eugene Staley ve Richard Morse, Ibid, S. 252 7 Ibid, s. 252-274

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 31 YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 1989 - 1990 YA YIMLANMAMIŞ SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMASI

İkincilik ödülü XVI. Yüzyılda Eskişehir Üçüncülük ödülü paylaşıldı ve Sultanönü Sancağı

Halime Doğru, 1940 yı­ Halime Doğru lında Bulgaristan’ın Var­ Cemal Baki Akal na kentinde doğdu. İlko­ kul ve ortaokulu Eskişe­ Modern Devlet Kavramının Belirlenmesi hir’de, liseyi Çamlıca Kız Cemal Bali Akal 1949 yılında İstanbul’da doğdu. 1970 Lisesi’nde bitirdi. 1962 yılında Saint Joseph Lisesi’ni, 1970 yılında da İstanbul yılında İstanbul Üniver­ Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Strasbourg sitesi Edebiyat Fakültesi Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilimler Fakültesi’nde Tarih Bölümü Ortaçağ yüksek lisans yaptı. 1979-1983 yılları arasında Hukuk Kürsüsü’nden mezun ol­ Fakültesi Kamu Hukuku Kürsüsü’nde asistanlık yapan du. Akal, halen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1986 yılında Marmara Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi. Üniversitesi Sosyal Bi­ limler Enstitüsü’ne bağlı olarak, “Tevarih-i İbtida-i Al-i Osman” Mehmet Kabasakal adında anonim bir eserin transkripsiyon, tanıtım Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi (1908-1960) ve kritiğini yaparak mas- ter derecesi aldı. ör. Mehmet Kabasakal, 1951 yılında Malatya’da doğ­ Halen aynı enstitüye du. İlk öğrenimine Malatya’da başladı. Ankara’da sür­ bağlı olarak doktora ça­ dürdü. 1969 yılında Cumhuriyet Lisesi’ni bitirerek Ro- lışmasına devam ediyor. bert Kolej Yüksek Okulu’na girdi. Boğaziçi Üniversi­ tesine dönüşen kurumda Endüstri İdaresi dalında li­ 1983 yılından beri sans öğrenimi gördü ve 1975 yılında mezun oldu. A.Ü.Fen Edebiyat Fakül­ Öğrenimine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisansüstü tesi - Tarih Bölümü’nde çalışmasıyla devam eden Kabasakal, 1984 yılında “ si­ ihtisas alanıyla ilgili ders­ yaset bilimi doktoru” oldu. leri okutuyor. Doğru, Birçok kamu ve özel sektör kurulunda görev yapan 1963 yılından beri evli ve Mehmet Kabasakal, 1975-1978 yıllarında CHP Genel iki çocuk annesi. Merkez Planlama Bürosu’nda genel başkan danışman­ lığı yaptı.

1000 TARİHİ VESİKA İLE TEKİN YAYINEVİ BİR DEVRE IŞIK TUTAN ESER Uğur Mumcu’mın yeni kitabı 40’ların Cadı Kazanı

KAZIM KARABEKIR UĞUR MUMCU 40LARIN İSTİKLÂL CADI KAZANI HARBİMİZ • "istiklâl Harbimiz"in YENİ BASKISI ÇIKTI! gerçek yüzünü öğrenmek isteyenlerin Uğur Mumcu araştırdı, yazdı ALDINIZ MI? mutlaka okuması 1 „„i,111,1,11111 gereken kitap... • 40'lı yıllarda Nazilerle işbirliği Büyük boy, şömizli, bez ciltli, 1256 sayfa, 52.500 TL yapan İttihatçı paşa kimdi f GENEL DAĞITIM ve ÖDEMELİ İSTEME ADRESİ: • TBMM Azerbaycan'ı niçin YÜCE YAYINLARI A Ş. P.K. 76 BEYAZIT 34492 İSTANBUL Sovyetlerle bırakmıştıf Telefon: (1) 522 75 06-527 29 89 • Telefax: (1) 516 39 59 • 'yi 1930'larda NOT: Ödemeli İsteklerde 3000 TLTik posta pulu gönderilmesi zorunludur. ihbar eden kimdi f

SAYFA 32 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 Stanislaw J.Lec Pierre Clastres HAYIR! DEVLETE KARŞI "Aforizmalar" "...ne zaman, sık sık sözü edilen o yalnız Robert Havemann adaya gitmek zorunda kalsam, yanıma TOPLUM okumak ve yeniden okumak üzere tek Bu kitabında Clastres "devletsiz olmak bir kitap okumama izin verilmişse ve Kari ya da olmamak" sorunsalına yeni YARİN Klaus'la Stanislaw Lee arasında bir seçim katkılarda bulunur; "gelişimcl" tarih yapacaksam, Lec'i tercih ederim. (...) anlayışını yadsıyarak devletin toplumsal Sanayi toplumu yol ayrımında “Vicdanı tertemizdi. Onu hiç yaşam için zorunlu olmadığını kullanmamıştı!" Hangi çağa, hangi göstermeye yönelir. Ona göre devletsiz Eleştiri ve gerçek ütopya ülkeye denk düşer bu düşünce? Hepsine! yaşamak yalnızca mümkün değil, Havemann kapitalizme olduğu kadar reel- Hemen burada, ilk düşüncede bile gereklidir de. Buradan hareketle. Batı sosyalizme de sert eleştiriler yönelten bir yazarımın kurbanı oluyorum. Sahiden, bu kültürünün kendi gelişmesini temel Doğu Alman muhalifi. Bu kitabında her kitabı okuduğunuz sırada şu tecrübeyi alarak oluşturduğu "devleti iki sistemin tıkanma noktalarına bakarak ediniyorsunuz: insan bir iki düşünce mutlaklaştırıcı, evrimci" modeli "eko-sosyalist" bir yaklaşımla "yeni bir okumaya başlar, sonra kendini tutamaz, tersyüz etmeyi dener ve ilkel toplumlara sosyalist ütopya” öneriyor. Ütopyasında kendine bir dost, bir yol arkadaşı, bir yeniden bakar. 20. yüzyılda da var olan devlete, polis ve askere, şehir ve kurban arar ve tüm diğerlerini de ona bu toplumlar "kuralsız ve kralsız"; otobanlara... yer vermeyip; aşkı okur. Genellikle kurban kendini ihtiyaç kadar üretimin yapıldığı, "bedensel güdülerin tatmini olarak savunmaya kalkmaz ve içine düştüğü "kazananın ve kaybedenin olmadığı” değil, sanatın bir biçimi" olarak durumun tadını çıkarır. Yani Lec'in kitabı yarışsız toplumlardır... iktidar şeften yorumlamasıyla bildik ütopyalardan yüksek sesle tanıtılması (ve tavsiye topluma değil, toplumdan şefe doğrudur, epeyce farklı bir tablo çiziyor. edilmesi) gereken bir kitaptır. iktidar olmaya yönelik "çalışmak" yerine Bilimsellikle hayalciliğin birbirinden apayrı "tembellik" yeğlenmektedir... Bu şeyler olmadığına inananlar, doğayı yok UMBERTO ECO niteliklerin karşıtlarını barındıran etmeyen bir ekonomik ve toplumsal toplumlarda ise devlet görülür. Demek ki sistem tasarlamaya çalışanlar ve ders alması gereken birileri varsa, bunlar düşünmekten yorulmamış olanlar için M *500 ilkeller değil, onlardan çok şey "Yarın” vazgeçilmez bir kitap olma AKINTI öğrenebilecek olan "uygar"lardır... özelliği taşıyor. ayrıntılar önemlidir..,

lı MUAMMER AKSOY 3 . LAİKLİĞE ÇAĞRI BÜTÜN KİTAPÇILARDA Basım ATATÜRK VE TAM BAĞIMSIZLIK ATATÜRK VE SOSYAL DEMOKRASİ Ben Tarihim Bay Başkan DEVRİMCİ ÖĞRETMENİN KIYIMI VE MÜCADELESİ • ERBİL TUŞALP, bu yeni ve özgün yapıtında akıl almaz olayları yepyeni belgelerle irdeliyor. GÜRSEL AYTAÇ • Siyaset sahnesinde değişen kişilerle bir dönem kolayca kapatılabilir mi? Eylül imparatorluğunun EDEBİYAT YAZILARI 1 son on yılına damgasını vuranlar kolayca unutula­ ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANLARI bilir mi? Bu dönemin sorumlularıyla, tarih hiç karşı karşıya gelmeyecek mi? ÜZERİNE İNCELEMELER • BEN TARİHİM BAY BAŞKAN, ben de tarihim, ben de... diyecekler; yaşanan acıları, unutturulma­ ANIL ÇEÇEN ya çalışılan onca belgeyi görmezden gelebilirler mi? HALKEVLERİ • ERBİL TUŞALP’ın bir gerilim romanı gibi kaleme aldığı yapıtta bütün sorularınıza yanıt bulacaksı­ ÇOCUK KİTAPLARI nız. KUÇUK CADI KDV dahil 11000 Lira OTFRIED PREUSSLER Okurlar, isteklerinin tutarı kadar posta ya da damga pulu göndermelidir. DOSTLUK HİKAYELERİ Kitapçılara % 25 indirimli ödemeli gönderilir. MONIKA SPERR BİLGİ YAYINEVİ, Meşrutiyet Cad. 46 / A - 06420 Ankara Tel: 131 81 22 -131 16 65 Telefax : 131 77 58 (ÎÜNl)O(ÎAN YAYINLARI BİLGİ DAĞITIM, BabIâli Cad. 19 / 2 - 34360 Cağaloğlu - İst. Tel: 522 52 01 - 526 70 97 Telefax: 527 41 19 Adakale Sokak 25/37 Kızılay/ANKARA Vitrindeki kitaplar S O N DAKİK

Yaşanmayan Özgürlük / Ah Benim Bir Başıma Tırpan / Fakir Baykurt / Milliyet Yayınlan / Danieile Steel / Çeviren: Elif î ; p g | J | f S İstanbul Kadınlığım / Tansu 380 s. Yonat / Altın Kitaplar 320 s. / Bele / Edebiyat Gazetesi Dünkü Casus / Len Deighton / Çeviren: 15750 TL / C K K Kod N o: Yayınları / 80 s. / 4000 TL. Mehmet Harmancı / Güneş Yayınlan / 230 s. 007.498______AK BENÎM MH »AŞIM, ı m:\sm >*. k yimnuğia İstanbul Üniversitesi Felsefe Özgün adı “ Daddy” olan TANSU BSLE Tekilleşme / Erhan Bener / Cem Yayınevi / “Yaşanmayan Özgürlük”, Bölümü mezunu olan Tansu 210 s. / 8.000 TL Steel’in dilimizde yayımlanan 4. Bele, Sanat Olayı, Kıyı, Varlık kitabı. Steel’in daha önce yine eibi dergilerde vazdı. Tansu Alîm Kitaplar Yayınevi’nden “ Umutlar Bele’nin elimizdeki kitabında şu öyküler yer alıyor: Bu Oyuna Gelmeyin / Ahmet Abakay - Yeşerecek”, “Zoya”, “Aile Albümü” ve “Sırlar” Ah Benim Bir Başıma İstanbul Kadınlığım, Gülfem Emir / Amaç Yayıncılık / 59 s. adlı romanları yayımlanmıştı. Kitapları ABD ve Uçurtma, Rumelikavakh Naciye Hocanımın Avrupa’da 85 milyondan fazla satılan Steel’in Şaşmaz Yüreği, Gülnun O Kadın Benim, “Sevmek Zamanı” adlı romanından uyarlanan Gerçeğim Bitince Düşüm de Bitti, Nergisler ve Karşılıklar Kılavuzu / Neşe Atabay - A yla başarılı bir mini TV dizisi de yapılmış ve Camın Ölümü. Halen yeni bir roman üzerinde Bayaz / Bilgi Yayınevi / 342 s. / 14.000 TL yayımlanmıştı. Fransa’da eğitim yapan, reklamcılık çalışmakta olan Tansu Bele’nin kitaba adını veren ve halkla ilişkiler eğitimi gören Steel, çocuk birinci öyküsü Sanat Olayı dergisinin 1986 yılı Gizli Gökyüzü / Caner Günışık / Yıldızlar kitapları da yazıyor. Yaşanmayan Özgürlük, Hikâye Armağam’nda birincilik almıştı. Steeî’in dünya listelerine girmiş bir kitabı ve buruk Yayınlan / 64 s. bir aşkın öyküsü. Eğlence Bitti / Maureen______Yedi Domuzlu Altın / Güney Dinç / Bilgi KELOĞLAN Keloğlan Masalları / Tahir Freely / Çeviren: Püren Yayınevi / 172 s. / 7.500 TL. MASALLARI Alangu / Afa Yayınları / 184 Özgören / İletişim Yayınları / M sANC VU s. / 8500 TL / CKK Kod No: 394 s.______Adamın Biri / Çağdaş Erdem / Kuzey i 011.120 Robert Kolej’in Boğaziçi Yayınlan / 80 s. Üniversitesine dönüşmediği, İstanbul Üniversitesi Türkoloji Çiçek Pasajı’nın henüz N eco’nun Yen / (Üniversite Yıllığı Bölümü’nden “Masal yıkılmadığı dönemlerde 1989-1990) / Papirüs Yayınlan Araştırmaları Sahasına Toplu çocukluğunu İstanbul’da geçiren Maureen Freely “ Eğlence Bitti” adını verdiği Bir Bakış ve Türk Halk Uzayda İki Arkadaş / Uğur Büğet / Gür Masallarının İç Yapısı ile Kahramanları Üzerinde romanında o günlerdeki Robert Kolej değerlerinin Bir Deneme” adlı teziyle mezun olan Tahir bir anatomisini sunuyor. Maureen Freely’in ilk Yayınlan / 64 s. Alangu, çeşitli gazete ve dergilerde folklor, masal ve romanı “ Mother’s Helper” den sonra kaleme aldığı bu yeni romanı belgesel tadında, keyifli bir roman. edebiyatla ilgili yazılar kaleme aldı. Alangu, Afa Bilimlerde ve Sanatta Diyalektik / Yılmaz Öner Yayınlan’nın “Dünya Masalları Dizisi” için / Belge Yayınlan / 184 s. derlediği kitabında şöyle diyor: “ Keloğlan masal Self-Determinasyon ve Kıbrıs tipine yalnız halk masallarında değil, masallarla motif ilişkileri bulunan başka halk edebiyatı Türk Halkı / Sabahattin Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz / Çeviren türlerinde de rastlamaktayız. (...) Doğu ve İsmail / Kastaş A.Ş. Yayınları Süleyman Arslan / Bilim ve Sosyalizm Batı’mn birçok uluslarında benzerleri bulunan / 308 s. / CKK Kod No: bu masal tipi, Türkiye’de en yaygın şekliyle Yayınlan / 308 s. / 12.500 TL. Keloğlan, Azerbaycan’da Keçel Memed ya da 075.144 Keçel Yeğen, İran’da Keçel diye İstanbul adlandırılmaktadır. İran’da üstelik çocuk Gazetecilik oyunları tekerlemelerinde bile bu isme sık sık ye Halkla KİTAPLIK KAMİL MASARACI rastlanmaktadır,” İlişkiler Yüksek Okulu Radyo-TV programcılığı bölümünden Ş E K E R Şeker Kutusu / Rıfat İlgaz / mezun olan Sabahattin İsmail, Sıî M ozoN , W BİÇİN! , K U T U S U Çınar Yayınları / 136 s. gazeteciliğe 1975 yılında başladı. mmiM İNfltlŞı Rıfat İlgaz Şiir, roman, anı, güncel yazılar, İsmail, halen KKTC çocuk kitapları ve mizah Başbakanlık Tanıtma Dairesi öyküleriyle edebiyatımıza değerli Başkanlığında çalışıyor. katkılarda bulunmuş bir yazar Sabahattin İsmail’in 8 kitabı m n P I* olan Rıfat İlgaz Şeker Kutusu bulunuyor. Yazarın kitabı adım verdiği yeni kitabında 1988-1990 yılı arası dönemde mizah öykülerini sunuyor. azdığı self-determinasyon Eleştirmen Asım Bezirci akkının tanınması Rıfat İlgaz’ın mizah öyküleri için şunları yazıyor: doğrultusundaki yazılarından “İlgaz ille de kişileri yermek gibi okurları oluşuyor. İsmail’in kitabındaki güldürmeyi de amaçlamıyor. Nitekim sululuğa yazılardan bazılarının başlıkları w uzak duruyor, güldürme uğruna hikâyenin şöyle:Î Bağımsızlık 1964’te İlan yapısını ve konunun niteliğini zorlamıyor. Mizah Edilseydi, Yalan Söyleyen ç onda yaradılışının bir özelliği olarak Kimdir, SSCB ve Kıbrıs, kendiliğinden beliriyor.” Azınlık Nedir, Ne Değildir?

SAYFA 34 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 Tozların Dansı / İzzet Kılıçlı Tozların Sevgiyi Yaşamak / Namık / Yazıt Yayınları / 110 s. / DÜNYA LISTEL ERİ DEN Dansı Doymuş / Kabalcı Yayınları / --t;' 5500 TL 248 s. / 10000 T L / CK K Kod ABD’de çok satan kitaplar N o: 161.023______İzzet Kılıçlı, kitabını “ Bir Düş ve Sonrası” altbaşlığıyla Namık Doymuş’un ilk romanı sunuyor. 1948 yılında Van’da “ Gelecek İçin” adım taşıyordu. doğan Kılıçlı, sağlık bilimleri, Söz konusu roman için -----aaa«». i gazetecilik ve hukuk öğrenimi eleştirmen Mehmet H.Doğan ö ——> y ıiiiııaci ' şunları yazmıştı: “ Gelecek İçin’i şiirle başladı. Kılıçlı, şimdiye dek Varlık, Türkiye bir solukta okuyup bitirdikten sonra gözler Yazıları, Yazıt, Dönemeç, Kıyı, Oluşum vb. önüne serilen gerçeklerin yoğunluğu altında Edebiyat dergilere yazdı. Seni Seviyorum adlı şiir ve Mavi ezilir gibi olduğumu hissettim. Gözlemlerin Devler adlı öykü kitapları da bulunan Kılıçlı’nın keskinliği şaşırttı beni. Roman bitmemişti son 1. İspatın Yükü (The Burden O f Proof) / Scott Turow elimizdeki kitabının kapağında şöyle yazıyor: “ Kız sayfada, yaşamın kendisi gibi sürüyordu. 371 2. Ah, O Gideceğin Yerler (Oh, The Places Youll Go) / kurusunu aramaya çıkmış bir adamın gece yarısı sayfanın içinde belki bin sayfalık bir roman Dr. Scuss sonrası gezintisi.” vardı. Anlatılanlarla, anlatılmayıp 3. Eylül (September) / Rosamunde Pilcher sezdirilenlerle.” Namık Doymuş bir nehir 4. Tribün (The Stand) / Stephen King romanın bu İkincisinde hayata ve insanım ıza Devlete Karşı Toplum / 5. Ejderha (Dragon) / Clive Cussler değişik bir gözle bakarak ilk romandaki dilin ve 6. Uygunsuz Bir Kadın (In Inconvenient Woman) I Pierre Clastres / Çeviren:_____ anlatım gücünün üstüne çıkıyor. Dominick Dunne Nedim Demirtaş / Ayrıntı 7. Altın Portakal (The Golden Orange) / Joseph İnsan Aile Kültür / Çiğdem Wanbuugh Yayınları / 168 s. / 8000 TL / 8. Bourne Ültimatomu (The Bourne Ultimatum) / C K K Kod: N o: 303.023 Kağıtçıbaşı / Remzi Kitabevi Robert Ludlum 140 s. / 7.000 TL 9. Aile Fotoğrafları (Family Pictures) / Sue Miller Fransız antropolog Pierre İnsan Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan Aile 10. Zayıf Bacaklar (Skinny Legs And All) / Tom Robbins Clastres, kitabında bir toplumun Aile Kültür adını verdiği kitabında örgütlenmesinin ne denli ve nasıl Kültür pratikten çok kuramsala yönelik Edebiyat dışı bir siyasi anlaşmaya bağlı olduğunu göstermeyi yazılarını sunuyor. Yurtdışında 1. İş Başındakiler (Men A t Work) / F.Will amaçlıyor. Clastres’a göre devletsiz yaşamak 0 Hm» K«*Un» i yayımlanmış ya da uluslararası 2. Dave Barry 4Q’ına Girdi (Dave Barry Turns 40) yalnızca mümkün değil gereklidir de. Bu görüşten kongrelerde sunulmuş olan 3. Ateş Etme, Benim (Don’t Shoot It’s Only Me) / Bop hareketle ‘devleti mutlaklaştırıcı, evrimci’ modeli yazılar şimdi de Türk Hope-Melville Shavelson tersyüz etmeyi deniyor, ilkel toplumlara yeniden okurunun kitaplığında bulunabilecek. Halen 4. Kapıdaki Barbarlar (Barbarians A t The Gate) / Bryan bakıyor Clastres, kazanan ve kaybedenin olmadığı Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak Burrough-John Helyar yarışsız bir toplum düşünüyor. görev yapan Prof. Kağıtçıbaşı kitabını yazdığı 5. Megatrends 2000 / John Naisbitt-Patrivia Aburdene önsözde şöyle diyor: “Bu yazılar birbirini izleyen 6. Ne Biliyorsam Hepsini Anaokulunda Öğrendim / bölümler değil, bağımsız makalelerdir. Ancak Düşünme Kutusu / Doç. Dr. benzeri konuları işlediklerinden çakıştıkları (All 1 Really Need To Know I Learned In Kindergarten) / Selçuk Alsan / Akid noktalar vardır. (...) yazıları birinci düzeyde, Robert Fulghum î f Yayıncılık / 208 s. / 8400 TL meslektaşlarım için yazdım, yani özelde 7. Üzerine Yattığımda Alev Alev Yanıyordu (It Was İB Sİ psikologlar, genelde sosyal bilimciler için. Bu On Fire When I Lay Down On It) / Robert Fulghum İstanbul Üniversitesi Tıp konulara eğilen üniversite öğrencileriyle ilgili 8. Arenada (In The Arena) / Richard Nixon Fakültesi’ni bitirdikten sonra okura da ulaşabilmeyi isterim. Yazılarımın 9. Yalancılar Pokeri (Liar’s Poker) / Michael Lewis j r 1959-64 yılları arasında ABD’de hemen hepsinde psikolojinin eleştirisi 10. Miras (Legacies) / Bette Bao Lord kalarak iç hastalıkları uzmanı sözkonusudur. Bu, aslında bir öz-eleştiridir ve IC* ÁítXX olan Alsan daha sonraları psikolojiden uzaklaşmak değil, onu küçük çapta _____ ^ Montreal’de tıp çalışmalarını da olsa değiştirmek amacına yöneliktir.” juiuuıuu. jl-/. zvıodll Balığın Şarkısı / Sulhi Dölek 1971 yılından bu yana TÜBİTAK’ta uzman olarak çalışmakta, Bilim ve Teknik dergisine yazılar Halkevleri / Güneş Yayınları / 152 s. / yazmakta. Kitabını “ Düşünmek veya HALKEVLERİ Doç.Dr. Anıl Çeçen 7000 TL / CKK Kod No: düşünmemek, işte bütün mesele” diyen bütün SAMSAK Gündoğan Yayınları / 456 s. 055.035 insanlara ithaf eden Doç. Alsan, kitabında Bilim ve Teknik dergisinde yayımlanmış ya da Doç.Dr. Anıl Çeçen Halkevlerinin ikinci döneminde 1948 doğumlu olan Sulhi Dölek, yayımlanmamış 350 adet mantık eğlencesini sunuyor. kültür sekreteri, genel sekreter 1969’dan bu yana yazın alanının ve ikinci başkan olarak görev içinde. İlk romanı “ Korugan”la Yfc.v yapmıştı. Doç. Çeçen 7 yıl süre Milliyet Yayınları 1975 Roman Hendrik van Loon İnsanlığın Vatanı / Hendrik ______.ile ‘Halkevleri’ dergisini de Yarışmasında üçüncülük van Loon / Çeviren: Mehmet yayımlamıştı. Doktorasını ve doçentlik çalışmalarını kazanan Dölek’ın “Geç Başlayan Yargılama” kamu hukuku alanında yapan Doç. Çeçen, halen (roman, 1980), “Vidalar” (öykü, 1983), “Kiracı” Harmancı / Güneş Yayınları / avukat ve serbest yazar olarak çalışıyor. 1932 (roman, 1983) ve “Teslim Ol Küçük” (roman, , Ç/C- í 356 s. / 15000 T L / C K K Kod yılında Atatürkçü düşüncenin ışığında ve 1988) gibi yapıtları bulunuyor. Bunların yanı sıra Atatürkçülük ülküsüne bağlı kalarak halkın ^ /vV " • No: 055.034 çocuk kitapları, radyo ve televizyon oyunları, dergi r‘V -A' " . eğitimine, Türk kültürüne ve sanatına hizmet ve gazete yazıları yazan Sulhi Dölek, Can Hollanda kökenli Amerikalı etmek amacıyla kurulan; 1938 yılında açılan 42 Barslan ın çizgileriyle sunduğu kitabı için şöyle tarih yazarı Hendrik Willem van Halkevi’yle birlikte sayıları 209’u bulan Halkevleri diyor: “Balığın Şarkısı’nı; genelde gazino Loon çeşitli dünya dillerinde ülkenin bütün yüzeyine yayılmıştı. Doç. Çeçen ____ -1 .. _ -ı • .. şarkıcıları, futbolcular ve oto komisyoncuları kitabında, Halkevlerı’nin doğuşundan, kadar önemsenmeyen ülkemiz yazarlarına kitabında dünyanın oluşumundan çağımıza kadar kuruluşlarına, birin« ve ikinci on yıllık adıyorum.” olan tarihini değişik bir gözle yansıtmayı deniyor. dönemlerini anlatıyor.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 35 t V KABALCI YAYINEVİ KABAlCJ ÖĞRENCİLERE DUYURU B. M ALİNO W SKİ BÜYÜ, BİLİM VE DİN MŞE Ödülüne Başvuru Süresi Uzatıldı Kültür antropolojisinin B.MALINOWSKI kurucusu olan BÜYÜ. BİLİM YE DİN MALÎNOWSKİ, Yayınevimizin düzenlediği "Memduh Şevket — Büyü, Bilim ve Din — İlkellerin Pisikolojisinde Mit Esendal (MŞE) Ödülü"ne başvuru süresi, öğret­ — Baloma-Troprıand Adalarında Ölülerin men ve öğrencilerin isteğiyle 20 Şubat 1991’e dek Ruhları Bu üç çalışmada, uzatılmıştır. “ ilkeP’lerin dinini, mitini, büyüsünü ve ussal düşünme tarzım çözümlüyor. Yarışma koşulları ve gerekli bilgi, BİLGİ YAYINEVİ, MŞE Ödülü, B. MALÎNOWSKİ Meşrutiyet Cad. 46 / A Bakanlıklar-Ankara İLKEL TOPLUMLARDA adresinden sağlanabilir. CİNSELLİK VE BASKI MODERN BİLGİ YAYINEVİ antropolojinin kurucusu MALINOWSKİ, İLKEL TOPLUMLARDA CİNSELLİK ve BASKI adlı kitabında bize, ÖNCE BU İLANI OKUYUN çocukların ve gençlerin Bulmacaseverlerin özgür cinsel yaşamını, sınıfsız toplumda başucu kitabı: BU KİTAP GÖRÜLDÜĞÜ anasoyu ailesini, kültürün beşiği olarak YERDE OKUNACAK!.. kabul ettiği aileyi İ ; i £ £ « C İ H A N DEMİRCİ yazdı: anlatıyor. BULMACA

ERASMUS SÖZLÜĞO DELİLİĞE ÖVGÜ G Ü L Ö N E T Hümanizmin en büyük Bir devrin perde arkası mı?.. ERASMUS BULMACA temsilcilerinden olan HAYHIR!.. ERASMUS DELİLİĞE SÖZLÜĞÜ, İlk kez açıklanan gizli belgeler mi?.. DELİLİĞE ÖVGÜ adlı Gİtt

Yek isteklerde kitabın eden kadar posta pulu gönderilmesi, BÜTÜN KİTAPÇILARDA. ödemeli gönderilmez. KABALCI YAYINEVİ İsteme adresi: İLANI OKUDUNUZ... Ve işte sizde CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ Başmusahip Sk. Talas Han. 16/% Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-İSTANBUL “OKUMA ALIŞKANLIĞI” başladı bile!. Tel: 522 63 05 CAĞALOĞLU/İST. Siz şimdi BU KİTABI DA OKURSUNUZ! Toplam 11 yapıtla Türk yazarları ayın kitap dünyasını hareketlendirdi. CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ Cumhuriyet Edebiyatımızda Yaz Atağı... Cumhuriyet Kitap Kulübü ve Kadıköy Belediyesi işbirliğiyle Keloğlan Masallarından, dan olan Bizans Definesi ve Korsan Çıkmazı Can oluşturulan ‘Kitap Şenliği’ Yayınları’nda yeni basımlara kavuştu. Akbal’ın üçün­ sürüyor. Ve bayram Dikerdem’in anılarına; şiirden öykü cü öykü kitabı olan Bizans Definesi yayımlandığı yıl­ yaklaşırken okurlarımız için ve romana, birçok edebiyatçımızdan larda yankılar uyandırmış ve üst üste yeni basımlar bir yenilik daha sunuyoruz: ve araştırmacıdan yeni yapıtlar, yeni yapmıştı. “ Peşin Fiyatına Taksitle Kitap Korsan Çıkmazı ise yazara TDK Roman Ödülü’nü ka­ Kampanyası” ... basımlar yayın dünyasında yerini zandırmıştı. Meriç’in ilk romanı olan Korsan Çıkma- alıyor. zı’nın ilk basımı Dost Yayınları arasında yapılmıştı. II Mahmut Dikerdem’den iki anı kitabı ve Muzaffer Buyrukçu’dan bir öykü kitabı ile Cem Yayınevi top­ lam üç yapıt yayımladı. Dikerdem, Ortadoğu’daki el­ nlü araştırmacı Tahir Alangu’nun yıllardır çilik yıllarını antlaştırırken, Barış Davası ile adlandırılan günışığına çıkmayı bekleyen ve Sahaflar Çar- duruşmalardaki savunmalarını da ayrı bir ciltte topla­ şısı’nda sürekli aranan kitapların başında yer dı: Ortadoğu’da Devrim Yılları ve Direnenler. Muzaf­ alan Keloğlan Masalları AFA Yayınları arasın­ fer Buyrukçu’nun Bin Hüzün’ü ise oldukça olumlu Üdan özenli bir basımla okurların ilgisine sunuldu. Alan-öykülerden oluşuyor. gu’nun'Keloğlan Masalları’na ilişkin notlarıyla birlikte yayımlanan kitap, küçük okurların olduğu kadar di­ Tülay Bilginer Aşkın Romansı’nı, Namık Doymuş ğer kitapseverler için de ilgi çekici masalları içeriyor. ikinci romanı Sevgiyi Yaşamak’ı yayımlarken Ahmet Oktay Akbal ve Nezihe Meriç’in aranan kitaplann- Ada’nın Aşk Her Yerde adlı çalışması ayın tek şiir ki­ tabını oluşturuyor.

HAFTANIN KİTAPLARI

007.498 Yaşanmayan Özgürlük / Danielle Steel / KÜLÜP-TE ÇOK SATANLAR Bestseller/ 15.750 T L / Altın Kitaplar Yayınevi 011.120 Keloğlan Masalları / T ahir Alangu / Masal / Roman, öykü, şiir AFA Yayınları 004.144 Suda Seken Hayat / Nevzat Çelik / Şiir / Alan 016.098 Proletarya Diktatörlüğü Tartışması / Hal Yayıncılık D raper/ Araştırma/ 10.000 T L / Belge Yayınlan. 027.080 Sevişmenin Güdüklüğü ve Yüceliği / Melih 021.375 Bizans Definesi / Oktay Akbal / Öykü / Cevdet Anday / Çağdaş Yayınlan 5.000 TL / Can Yayınları 011.112 Bir Şehre Gidememek / Mario Levi / Öykü / 021.376 Korsan Çıkmazı / Nezihe Meriç / Roman / Afa Yayınlan 9000 TL / Can Yayınları 011.118 Konuştuğumuz Gibi Uzaklara / Kürşat Başar / 022.471 Ortadoğu’da Devrim Yılları / Mahmut Roman / AFA Yayınları Dikerdem / Anı / 6000 TL / Cem Yayınevi 021.368 Esrarengiz Bay Kartaloğlu / Fatih Özgüven / 022.472 Sağanak / Sergey Krutulin / Roman / 6000 Roman / Can Yayınları TL / Cem Yayınevi 022.467 Bir de Simit Ağacı Olsaydı / Oktay Akbal / 022.473 Direnenler-Banşm Savunmasıdır / Mahmut Anı / Cem Yayınevi Dikerdem / Belge / 7000 TL / Cem Yayınevi 022.474 Bin Hüzün / Muzaffer Buyrukçu / Öykü / İnceleme, Araştırma, Belge 15000 TL / Cem Yayınevi 024.030 Cumhuriyet Yıllık 1990 / Belge / 21000 TL / 117.249 40’ların Cadı Kazanı / Uğur Mumcu / Cumhuriyet Araştırma / Tekin Yayınevi 028.061 Bulmaca Sözlüğü / Gül Önet / Sözlük / 125.112 Dövlet / Bekir Coşkun / Yazılar / V Yayınları 12500 TL / Çağdaş Y ayuıcılık 011.105 Enflasyonu Aşmak İçin / Osman Ulagay / 097.558-559 Resimleri Tanıyalım-I-II / Susam Sokağı İnceleme / AFA Yayınları Dizisi / Çocuk / 12000 TL 152.524 Çankaya Hesaplanması / Cüneyt Arcayürek / 097.560-561 Matematik, Matematik 1-2-3 / Susam Araştırma / Bilgi Yayınevi. Sokağı Dizisi / Çocuk / 18000 TL. 028.061 Bulmaca Sözlüğü / Gül Önet / Çağdaş 098.061 Kendine İnan Kendine Güven / Ruhun Yayıncılık Zaferi / Dr. Robert Denmar / Psikoloji / 7500 TL / Ruh ve Madde Yayınları 024.030 Cumhuriyet Yıllık 1990 / Belge / Cumhuriyet. 127.064 Aşkın Romansı / Tülay Bilginer / Roman / Çocuk 7000 TL / Ya-Pa Yayınları 152.535 Karşılıklar Kılavuzu / Neşe Atabay-Ayla 022.416 Küçük Kara Balık / Samed Behrengi / Cem Bayaz / Sözlük / 14.000 TL. / Bilgi Yayınevi. Yayınevi 161.023 Sevgiyi Yaşamak / Namık Doymuş / Roman 026.044 Bacaksız Tatil Köyünde / Rıfat İlgaz / Çınar / 10.000 TL / Kabalcı Yayınları Yayınları 186.061 Aşk Her Yerde / Ahmet Ada / Şiir / 5000 TL 152.521 Eşeğin Gözyaşları / Haşan Hüseyin / Bilgi / Broy Yayınları Yayınevi 192.034 Lenin’den Anılar-III / N. Krupskaya / Anı / 5000 TL / Bibliotek Yayınları. 303.023 Devlete Karşı Toplum / Pierre Clastres / Oktay Akbal İnceleme / 8000 TL / Ayrıntı Yayınları.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 37 Ödül kitabımız

Eva Luna / Isabei Ailende / KİTAP ÖDÜLLÜ BULMACA İLKER MUMCUOfiLU Çeviren: Siiheyla Kalfagil / Çitte Çetrefil 1 L 2 J 3 t 4 F 5 R 6 0 0 8 S 9 A 10 F 11 E 12 C Altm Kitaplar Yayınevi / Nasıl çözeceksiniz? 246 s. / 12.000 TL. / CKK 1. Önce aşağıda tanımları ■ r ■ 13 A 14 F 15 8 16 G 17 J 18 H 19 P 20 R 21 8 22 M 23 E 24 H Kod. N o: 007.496______verilen sözcükleri bulmaya ça­ lışın ve her bir harfi bir yatay ■ ■ Bulmacamızın doğru cevaplarını çizgi üzerine gelecek biçimde R 26 D 27 A 28 G 29 K 30 J 31 H 32 D 33 P 34 F D gönderen okurlarımız arasından yazın. kurayla tespit edeceğimiz 25 kişiye 2. Sonra çizgilerin altların­ ■ 35 yukarıda künyesini sunduğumuz daki sayılara göre bu harfleri 36 £ 37 38 E 39 G 40 H 41 F 42 P L 44 G 45 E 46 J 47 J kitabı armağan edeceğiz. bulmacadaki aynı sayılı kare­ f i lere aktarın. (Kara kareler iki J ■ İstanbul Kitaplığı sözcük arasım gösterir. Bir sa­ 48 J 49 S 50 0 51 J 52 J 53 J 54 S 55 H 56 C 57 E 59 A 60 H İstanbul tarihi, İstanbul anıları, İstanbul’un çeşitli yönleri... tırın sonunda kara kare yok­ sa bu, sözcüğün alttaki satırın ■ Bu yirmi kitaptan biri yeni harflerle hâlâ basılmadı. Hangi 61 G 62 E 63 P 64 L 65 H 66 I 67 S 68 N 69 H 70 G 71 72 F kitap, kimin? başına sarktığım gösterir.) Ta­ nımları verilen sözcüklerin tü­ ■ ■ 1. İstanbul Folkloru a. Abdülhak Şinasi Hisar münü doğru olarak bulamaz­ 2. Boğaziçi, Yakından 73 E 74 H 75 A 77 P 78 8 79 E 80 F 81 K 82 N 83 H 84 K 85 G b. Çelik Gülersoy sanız hiç üzülmeyin. Bulmaca­ 3. Şehir Mektupları c. fiber Otaylı 4. Eski İstanbul Ramazanları d. P.Ğ.İnciciyan daki kareler harflerle dolduk­ ■ 5. İstanbul Ansiklopedisi e. Müsahipzade Celal ça kimi sözcükler belirmeye 86 M 87 K 88 89 N 90 M 91 1 92 D 93 F 94 95 E 96 J 97 R 6. Ihlamur Mesiresi f. Bernard Lewis başlayacaktır. 7. İstanbul Adaları g. (İhtifalci) Mehmed Ziya 3. işte o zaman, bulmacada­ J ■ : ■ 8. İstanbul’da Semai h. Pars Tuğlacı ki sözcüklerden yararlanarak ADI, SOYADI Kahveleri ve Meydan Şairleri tanımların karşılarındaki söz­ 9. 18. Asırda İstanbul I. Ahmet Rasim cükleri bulabilirsiniz. (Bulma- ADRESİ : 10. Boğaziçi Mehtapları j. Refik Ahmet Sevengil cadaki karelerin sağ üst köşe­ 11. Bir Levantenin Beyoğlu Anıları k. İbrahim Hakkı Konyalı lerindeki harfler, tanımlar di­ 12. Eski İstanbul Yaşayışı 1. İ.Hilmi Tanışık zinindeki harf sırasını göstermektedir.) 13. İstanbul ve Osmanlı Uygarlığı m. Haluk Şehsuvaroğlu I. Yeterli olmayan. 14. Eski İstanbul Nasıl Eğleniyordun. Adnan Giz 4. Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan 15. İstanbul Çeşmeleri o. Hafit Fahri Ozansoy sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru ünlü Bir şai­ 9! 66 rimizin adını ve aynı şairin ünlü bir şiirinin adını oluştura­ 16. İstanbul’dan Sayfalar p. Giovanni Scognamiİlo J. Behçet Necatigil’in bir şiir kitabı. 17. İstanbul ve Boğaziçi r. Ruşen Eşref Ünaydın caktır. Bulmaca karelerinde ise aynı şiirden bir alıntı ortaya 18. Bir Zamanlar Kadıköy s. Reşat Ekrem Koçu çıkacaktır. 19. Üsküdar Tarihi t. Hafit Bayrı Tanımlar ve sözcükleriniz: 30 17 94 46 96 53 2 51 52 47 48 20. Asırlar Boyunca İstanbul u. Osman Cemal Kâygtlı A. Ünlü şairimiz Cemal Süreya’mn soyadı K, “ ... Üç Kurşun” (Ahmed Arif’in bir şiiri.) 22 Haziran 1990 tarihli 19. sayımızdaki üç roman-romancı yanlışı: I. Bekir Fahri, ilk yapıtını cumhuriyet döneminde vermemiştir. Tek romanı Jönler ilk olarak 1910’da 59 9 27 75 13 ~ ~ 81 29 84 87 “ ~ ~ yayımlanmıştır. 2 . Toprak Kokusu, Kemal Bilbaşar’ın değil, B. Arapçada “ ben” . L. “Bizi sarar bir sülüs yazı görsek duvarda / Bize heyecan Reşat Enis’in romanıdır. 3. Aganta Burina Burinata’da Orta verir bir parça yeşil...” - F.N.Çamlıbel Anadolu msanmm değil, deniz insanının sorunları konu alınır. (Metin, Şükran Kurdakul’un Çağdaş Türk Edebiyatı - 78 21 15 ~ Cumhuriyet Dönetni’nden alınmıştı.) C. Japonya’da yaygın olan Budizm’in bir türü. 43 3 64 1 M. Donarak katı duruma gelmiş su 18. sayıdan kitap kazananlar 56 12 76 — — ' 15 Haziran 1990 tarihli bulmacamızı doğru yanıtlayarak Leonore Fleischer’in “ İhanet” adlı kitabını kazanan D. “ Ona bir kitap vereceğim / Rahatını kaçırmak için / 22 86 90 okurlarımız: Bir öğrenegörsün aşkı / Ağacı o vakit seyredin" dizelerini de N. Sümer inanışında gök tanrısı. Adana’dan: Gani Mehteş, Amasya’dan: Nazım Mutlu yazmış ola:, şairin soyadı. Ankara’dan: Aydın Bingöl, Antalya’dan: Vesile Aydan İzgi, Balıkesir’den: Metin Özyurt, Edirne’den: Muhittin 88 92 32 26 35 ~ ' ~~ 68 82 89 Oztoprak, Eskişehir’den: Özlem Eryılmaz, Neriman Sürücü, O. Ünlü Rus yazarı Tolstoy’un önadı. İstanbul’dan: Gökhan Öztütüncü, Yusuf Ziya Boral, Nalan E. “ Partizanlığım dalaşmak istiyor anla / bu sarsak hırgü­ Manyaslı, İzmir’den: Emregül Çetin, Kayseri’den: Alper rüyle dünyanın / dalaşmak dalaşmak dalaşmak / böylece aşk Gökduman, Adnan Temizyürek, Kırşehir’den: Cengiz akranım oluyor benim” dizelerini de yazmış olan ünlü Türk Çelikten, Kocaeli’den: S. Ümit Sarıcı, Nilüfer Çetin, şairi. 50 6 7 Mersin’den: Ayşe Pekesen, Ordu’dan: M. Özgüç Özcan, Nuran Demirbaş, Sakarya’dan: Umut Özgür Uslu, 23 62 45 36 3 8 95 79 73 11 ~ P. “ Bak! Dünya renkler içinde! / Bu güzel dünya içinde / Samsun’dan: Müfit Şenel, Ferhat Hançer, Zonguldak’tan: Sevin sevinebilirsen, / İnsanlığın haline ...” - Orhan Veli Aysun Başar, Murat Özdemir. F. “Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; / Yukarlar- Kanık. dan damları kolluyor yıldırımlar. / İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; / Biri benim, biri de serseri...” - Necip Fazıl 18. SAYININ ÇÖZÜMÜ Kısakürek 19 33 42 77 63 A. BAKIŞ B. ANTONIN ARTAUD 72 41 80 14 93 37 57 4 10 58 34 ~ ~ R. Ankara’daki ünlü bir üniversiteyi simgeleyen harfler. C. TANIDIK D. ISLAK GÜNEŞ G. “ Kaşın şifre / Gözün şifre / Gülmen, konuşman şifre / Yaradan şifre yaratmış / Seni çözmek için / Şifre müdürü E. DANSI 20 5 25 97 ’ .. F. ACIYI BAL EYLEDİK mü olmalı?” dizelerini yazmış olan ünlü şairin soyadı. G. ÜAMİK KEMAL Metin: S. “Ateş gibi bir ... akıyordu, / Ruhumla o ruhun arasından, H. ŞANS “ Zenci 44 61 70 16 28 71 85 39 I. İCAZ Kamış tarlasının içinde / Bahsetti derinden ona hâlim, / Aşkın bu unulmaz yarasın­ J. İON Beyaz adam H. “ Hababam Sınıfı” adlı yapıtın yazarı. dan.” - A.Haşim K. RÜESA Kamış tarlasının üstünde L. LİNÇ Kan ______M. ENZİM Kan bizden akıyor 24 55 74 60 40 65 18 83 31 69 N. RMZN Nicolas Guillen-Kamış”

SAYFA 38 CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 PROFESÖR 3 x 1000 kitap ödüllü Yaz Oyunu T — höyüğü mü (plana bakar, birden telaşla) olmaz ço- cuklar VI., VH ÖĞRENCİLER Kim yazdı bu o y u n u ? Niye olmazmış, hocam? PROFESÖR (öfkeli) Kendi başınıza iş yapıyorsunuz. T — höyüğünü kaz­ PROFESÖR mak bizim yetkimiz dışında. Musikiye çok düşkün olduklarını biliyoruz. V. KIZ ÖĞRENCİ II. KIZ ÖĞRENCİ Flütü onlar yarattılar, ulusal çalgılarıydı. Niye yetkimiz dışındaymış? Ördek mi ne? (Midas höyüğünün önce fotoğrafı sonra kesiti.) VH. ÖĞRENCİ ; PROFESÖR Frigya’nın son kralı Midas’ın höyüğü Bizler bu ülkenin genç arkeologları, en yetkili kişiler Gordium’un kuş ve hayvan biçimli vazoları. Doruktan burguyla yoklandı. değil miyiz bü höyüğü kazmak için? I. KIZ ÖĞRENCİ H. ÖĞRENCİ (sözü keser) ' PROFESÖR Ne hoş, oyuncaklara benziyor. Gebe olduğu anlaşıldı... sezaryen ameliyatı gerekli T — höyüğü yabancı meslektaşlarımızın kazı bölgesi PROFESÖR görüldü... içinde. Bir çocuk gömütünden çıktı. (Höyükten çıkan Midas’m iskeleti.) VH. ÖĞRENCİ II. KIZ ÖĞRENCİ Ve çocuk doğdu. Biz yalnız onlardan artakalan külleri mi eşeleyeceğiz? İçim burkuldu birden. Oyunumuzun kahramanı! PROFESÖR (Gordium’da yer mozaikleri,) PROFESÖR (Değneğiyle yere vurarak susalım der.) Bilimde sen ben çekişmesi olmaz. Bugüne değjn yeryüzünde bulunan mozaiklerin en Gömüt iç içe odalardan oluşuyordu. En iç oda ardıç H. ÖĞRENCİ eskisi. ağaçlarından örülmüştü, ileri bir yapı tekniği göze çar­ Öyleyse biz kazalım gitsin. Nerede olduğunu söyleyebilir misiniz? pıyordu burda. Midas’ın yanında bulunan kullantıiar... PROFESÖR II. ÖĞRENCİ Şu tunç kabın üstündeki Frig yazısı üzerinde tartışma­ Hem böyle bir kazı için elimizdeki gereçler yetersiz. Gözüm ısırıyor bir yerden. lar sürüp gidiyor. V. ÖĞRENCİ PROFESÖR Midas höyüğünden çıkan kimi buluntular Asur kay­ O gereçleri buluruz. Üstünde oturuyorsun. naklıdır. Asurlularla Frigler arasındaki yakın ilişkilere PROFESÖR (D. öğrenci yerinden sıçrar, yeri yoklar.) Vay canına! Ana tanıklık eder. Midas adına da ilkin, Asur Kralı Sargon’- Ödeneğimiz az. Tanrıça Kibele Anadolu’nun en eski Tanrıçasıydı. Hi- un yazıtlarında rastlıyoruz. H. ÖĞRENCİ titler Kubaba derlerdi ona. Ama Tanrıçayı Anadolu’­ Az ödenekle de yaparız. da en çok sayan, yücelten ulus Frigyalılar olmuştur. VH. VHI. ERKEK VE V. KIZ ÖĞRENCİLER Sizler nerde kaldınız? PROFESÖR (Sağında flüt, solunda lir çalan figürlerle Kibele.) Olacak iş değil. Tanrıçanın iki yanında lir ve flüt çalan figürler var. V. KIZ ÖĞRENCİ I. ÖĞRENCİ IH. ÖĞRENCİ Hocam, bir sürprizimiz var. Kendi topraklarımızın arkeolojisine sahip çıkamayacak Ankara müzesinde. (Profesör neymiş der gibi bakar.) mıyız? H. KIZ ÖĞRENCİ VH. ÖĞRENCİ ASİSTAN Biri kentli biri köylü olabilir. T — höyüğünü kazmaya başladık. Hocaya gereksiz yere yükleniyorsunuz. PROFESÖR Ne demekmiş arkeolojiye sahip çıkmak? h . ö ğ r e n c i Açıkça kendimiz mi kazıyoruz, başkalarına mı kazdır- tıyoruz? PROFESÖR Bilimde ulusçuluk olmaz. ASİSTAN Kimse bilimi tekeline alamaz. I. ÖĞRENCİ Siz başka ülkelerde kazı yapmayı denediniz mi? PROFESÖR Bilim adamlarının alçakgönüllü olmaları gerekir. II. ÖĞRENCİ Nedense alçakgönüllülük hep bizim payımıza düşüyor, şeref onların. (I. ÖĞRENCİ Schliemann’m resmini perdeye yansıtır.) Bu adamı tanıyor musunuz? HEPSİ Şliman. IH. KIZ ÖĞRENCİ Arkeolojinin tanrılarından biri. I. ÖĞRENCİ Bana sorarsanız bir soyguncu.

Üç ipucu 1. Bir üçlemenin üçüncü oyunu. 2. Yazarı Türkiye’de klasik filoloji, Amerika’da tiyat­ ro öğrenimi gördü. Sakallı. 3. Bu oyunuyla Türk Dil Kurumu Ödülü aldı.

Kitabın adı: Yazarın adı:

CUMHURİYET KİTAP SAYI 20 SAYFA 39 Epsilon Yayıncılık Sunar Cpsilon KİTAPTA BÜYÜK YAZ İNDİRİMİ DİLEDİĞİNİZİ SEÇİN, HEMEN ALIN, TAKSİTLE ÖDEYİN YAYINLARI Bu olanaktan yararlanmak için, bu listedeki kitaplar arasından en az 30 tanesini işaretleyerek sipariş kuponunu doldurup ilanı adresimize göndermeniz yeterlidir. Toplam fiyatın % 20’si, kitaplar elinize ulaştığında peşinat olarak alınacaktır. Kalanr- nı 8 eşit taksitte posta çekleri ile ödeyeceksiniz.

AYKIRI ÖYKÜLER/Tarts/n YüceI JUSTİNE/Lawrence Durrell ZORBA/Kazancakis SEVGİLİM İSTANBUL/Nerf/m Gürsel ADRESİ UÇURUM/Refik Durbaş (Şiir) BALTHAZAR/Lawrence Durrell DERİN I RM AKLAR/Arguedas ¥ @ 5 9 YAYINLARI SORGUDA/Nedim Gürsel FLAUBERT’İN PAPAĞAN\/Julians Barnes ASILACAK KADIN/Pınar Kür ŞEKER PORTAKALI/Vasconce/os KRAL SALOMON'UN BUNALIMI/£/n//e Ajar V 18.500 liralık kitaplar BİR KARA DERİN KUYU/Wezihe Meriç NASIL MISIN İYİ MİSİN/£d//a Morris KOKU/Patrick Süskind YARIN YARIN/P/nar Kür V 5.500 liralık kitaplar DAĞLARA YAZILIDIR/Çe/m Öner DÖRTLÜ /Jean Rhys BULANTI/ Jean Paul Sartre BEREKETLİ TOPRAKLAR/O/ftan Kemal KANAT AN/Erdal Öz SON PERDE/Roald Dahi DÜŞ EKMEöi/OMay Akbal DENİZ FENERİ/l/eg/n/a Woolf MAVİ Aysel Özakın MİGUEL SOKAĞI/V. S. Naipul YÜZYILLIK Y ALH\ZUK/Marquez EV GECE KAPINI ÜSTÜME KAPAT/O. Akbal MASKE/ ENDÜLÜS ŞALI/£/sa Morante ÖLÜMSÜZ/Va*s///s Vassilikos GÜL MESVİMİOİfl/Fümian SARI DEFTER/Handan Saraç YAZ ORTASINDA ÖLÜM/Yukıo Mişima V 14.000 liralık kitaplar SARTORİS/William Faulkner YETMİŞ İKİNCİ KOĞUŞ/Orfıan Kemal ARAMIZDAYDI O GÜN/Zeyyat Selımoğlu DÜNYA NİMETLERİ/André Gide SAYIN BAŞKAN /Asturias YETER Kİ KARARMASIN/Onaf Kutlar ÇEVİRİ ŞİİRLERİ/Otfıan Veli KARANLIĞIN GÜNÜ/Leyi'a Erbil DE PROFUNDİS/Oscar Wilde YABAN YEMİŞLERİ/Yevfufenfco BU GECE PERA'DA/üa/e Sanca* TÜRKİYE KADAR BİR ÇİÇEK/f. Günçe GÜNDÖKÜMÜ/romns Uyar ADEM’DEN ÖNCE/Jack London KALPAZAN LAR/André Gide YILKI ATI/Abbas Sayar ÜLKEMİN ŞİİR ATLASI/Abdülkadir Bulut DÜNÜN DÜNYASl/Sfefen Zweig DİZBOYU PAPATYALAR/ YANIK SULAR/Cartoc Fuentes TOPRAK ACISI/Manuel Scorza KARAR GECESİ/ Michel del Castillo SEKİZİNCİ GÜNAH/Tomris Uyar YOLLARI ÇATALLANAN BAHÇE/Sorges İNCİR AĞACININ ÖLÜMÜ/flobert Sabatier ÖLÜM NEDENİ BİLİNMİYOR/Abmei Erhan PASCUAL DUARTE VE AİLESİ/C. José Cela V 11.000 liralık kitaplar AĞLA SEVGİLİ YURDUM/A/an Paton V 21.000 liralık kitaplar ÇİMEN TÜRKÜSÜ/Truman Capote GÜLÜŞÜN, UNUTUŞUN KİTABI/M. Kundera KIRAÇ/Grec«ano Ramos OKURUMA MEKTUPLAR/Afaç AYRILIKTAN SONRA/Jean Rhys GURBET/Mrtaf Behram KÖPEK/Vasguez-Figueroa BERLİN'İN NAR Ç\ÇE&\/Füruzan FIRTINA ÇOCUKLARI/TTıemos Kornaros KÜÇÜK PRENS/A de Saint-Exupéry KARA KİTAP / BİR KIŞ GÜNÜ ÖĞLEDEN SONRA/M. Duras GECENİN ÖTEKİ YÜZÜ/Fünnran BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT/G. Omell İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN/Raymond Radıguet KOLERA GÜNLERİNDE AŞK/Marqâez BİR SAVAŞ SONU/Siegtried Lam AKIŞI OLMAYAN SULAR/Pınar Kür ORGEL KONTUNUN BALOSU/R Radıguet ODYSSEİA/Homeros KENTE GİDEN YOL/Waia*a Ginzburg ESRARENGİZ BAY KARTALOĞLU/Özgüven V 15.500 liralık kitaplar YUNANLI BİR KIZ ARANIYOR/Dürenmatt KADININ CİNSEL SORUNLARI/O. LLanson TRENLER/Hrabal FİL/Eko Vittorini DOST/Vus ai O. Bener KAYIĞIM ROSİNHA/Vasconcetos BORANLA GELEN/f.riflfortM Vrettakos GEÇ KALMIŞ ÖLÜ/Mehmet Eroğlu ¥ 22.000 liralık kitaplar UFACIKTIM/Dora Gabe ORTANCALAR/Felisbeıto Hernandez YARIM KALAN YÜRÜYÜŞ/Mebmei Eroğlu BOYNU BÜKÜK ÖLDÜLER/Y/fmaz Güney EŞLİK EDEN/Mna Berberova GENİŞ GENİŞ BİR DENİZ/Jean Rhys BİR AKŞAM ALACASI/Sel/m İleri GEÇMİŞTEN GELEN/Tevftk Fikret DÖNÜŞÜM/Franz Kalka V 8.800 liralık kitaplar ONCA YOKSULLUK VARKEN/Emile A/ar GÜLÜNÜN SOLDUĞU AKŞAM/Erdal Öz. RÜBÂB-I ŞİKESTE / Tevlik Fikret PROSPERO İLE CALİ BAN /Ataç ÖLÜM HÜCRESİ/Anine Koestler ÇAĞDAŞ DRAMA DİZİSİ DİK BAYIR/Abbas Sayar YEŞİL EV/Mario Vargas Uosa GARİPLER SO K A ü\/Oktay Akbal HAYDARI, KAMPI/Themos Kornaros MUTLU OLMAK VARKEN/A Kadir (Şiir) ŞEYTAN ÇELMESİ/Vâc/av Havel GÜNEŞİ GÖRÜYORUM/Dumbadze KENT VE KÖPEKLER/Maun Vargas Uosa BİR GECE YOLCULUĞU/Gu/oeren Bilgili KISMETİ KAPALI GENÇLİK/Necaf/ Cumalı ATEŞLİ SABIR/S*armefa VATİKAN'IN ZİNDANLARI/Andre Gide YANARDAĞIN ALTINDA/Ma/co/m Lowry AH BAYIM AH/Nazlı Eray HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR/H. Yavuz LARGO DESOLATO/Vaclan Havel CENNETİN KÖKLERİ/Romaın Gary KIZ ÖPME KUYRUĞU/Waz* Eray ADSIZ ÜLKE/Alain-Fournıer MEFİSTO/Klaus-Mann DERVİŞ VE ÖLÜM/Meşa Selimovıç PARASIZ YATILI/Füruzan GÖNÜLÇELEN/Salinger ARI KOVANI/Camilo José Cela BİLDİRİM/Vac/av Havai SANIK/tt/mai Güney ÇAĞIMIZIN ÇOCUĞU/Michel del Castillo TEHLİKELİ İLİŞKİLER/Chöder/os de Laclos DON KİŞOT/Lur.açaıskı GURBET YAVRUM/Aysel Özakın CLEA/Lawrence Durrell ATLILAR//Joseph Kessel SİLÂHŞORUN GÖLGESİ/Sean OVasey ÇILGIN KALABALIKTAN UZAK/ Thomas Hardy CAN ŞENLİĞİ/Abbas Sayar V 12.000 liralık kitaplar BAŞKA DÜNYALAR/Wad/de Gordimer SAVAŞTAN KORKUYORUM/Sfrâfts MirMlis OĞULLAR VE SEVGİLİLER/Ö H. Lawrence KÖTÜ SAATTE/jMarguez HİROŞİMA'LAR OLMASIN/O/rtay Akbal YAŞANMIŞ HİKÂYELER/Ma/cs/m Gorki ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR/Hem/ngıvay YAPRAK FIRTINASI/Alargue/ DÖRT MEVSİM SONBAHAR/Abmef Altan V 6.600 liralık kitaplar KIRMIZI ZAMBAK/Anato/e France KÖRLERİN ŞARKISI/Carfos Fuentes BENİM SİNEMALARIM/Fü/ozan V 25.000 liralık kitaplar İNSAN BİR ORMANDIR/Ottay AMOK KOŞUCUSU/Ste/an Zweig AkbaJ KARDEŞİM RÜZGÂR/Vasconce/os KÜÇÜK OYUNCU/P;naf Kür UÇURTMAYI VURMASINLAR/f. BÜYÜK SAAT/ (Şiir) Çtçekoğiu YABAN MUZU/Vasconce/os DUMANALTI/Nezihe Meriç DENİZ KENARINDA PAZARTESİ/Naz/r Eray KİBAR SEMTLER/Ara^on KIZGIN OV A / Juan Rulfo OTUZBEŞ YAŞ/Cahit Sıtkı Tarancı V 16.500 liralık kitaplar PASİFİK GÜNLERİ/Naz/z Eray YAŞAMAK VE ÖLMEK ZAMANI/Remarque MIRILDANDIĞIM ÖYKÜLER/,/u/jo Cortazar AŞKLAR YALNIZLIKLAR/Necati Cırnak HALÛK'UN DEFTERİ/Tevlik-Fikret MALLAÇ/Leylâ Erbil ÖLÜLER GENÇ KALIR ¡Anna Seghers GÜNAYDIN GECEYARISI/Jean Rhys BOZKIRDAKİ GÖLGELER/ft Güiraldes SEVDA SÖZLERİ/Cema/ Süreye (Şiir) ALLI TURNAM/frda/ Öz KARANLIKTA YOLCULUK/Jean Rhys YÜREK SÖKEN/Boris Vian SEYRAN/Gülten Akın (Şiir) V 27,000 liralık kitaplar HAVADA KAR SESİ VAR/Erdal Öz YALAN-ROMAN/Emile Ayar (Romain Gary) BÜYÜK YOLCU LÜK/Jozge Semprun ATEŞİN İÇİNDEN/tema/V Uyaroğlu (Şiir) GÜNEŞİN SAVRULDUĞU YERDEN/A İ LY ADA/Homeros Say KUM ÇOCUK/Tahar Ben Jelloun ÇARPIK SEVDA/Ma* Frisch ARTEMİO CRUZ’UN ÖLÜMÜ/Carfos Fuentes PARMA MANASTIRI/Stendhal BİR ŞARKI GİBİYDİ/Zeyya/ Selimoğlu KUTSAL GECE/T ahar Ben Jelloun ÖLÜ ORDUNUN GENERALİ/isma// Kabare UÇURTMALAR/Romain Gary MEYHANE/Emile Zola BİR KAYIP DENİZCİ /Marquez DENİZİN ÇAĞRISI/Jac* London AYRILIK VALSI/Milan Kundera AĞACA TÜNEYEN BARON/itafo Calvino KIRMIZI PAZARTESİ/ Marquez SI0DHARTHA/Harman Hesse NANA/£m//e Zola SWANN'IN BİR AŞKI/Matcel Proust ŞAKA/Milan Kundera GÖKKUŞAĞI/D. H. Lawrence PEDRO PARAMO/Juan Rutlo ECİNNİLER/A/bert Camus (oyun) BASEL'İN ÇANLAR!/ Aragon DERİ DEĞİŞTİRMEK/Cartos Fuentes GENERAL İŞBAŞINDA/Usandro Otero BAYAN BU ÇİÇEKLER SİZE/PaulGalhco V 17.500 liralık kitaplar TEREZA BATİSTA/Jorge Amado V 13.000 liralık kitaplar SOSYAL MÜCADELELERİN TARİHİ/M. Beer ÇOCUK VE IRMAK/Henri Bosco V 9.900 liralık kitaplar ISSIZLIĞIN ORTASINDA/Mebmef Eroğlu BARAGAN IN DEVEDİKENLERİ/P. İstrati ANILARDA GÖRMEK/OMay Akbal GÜNLERİN GETİRDİĞİ/Alaf YENİ KONUKLAR/Füruzan V 30.000 liralık kitaplar ATI Ş/Puşkin ARZU SAPAĞINDA İNECEK VAR/N. Eray SÖZÜM SANADIR/&da/ Atabek MURTAZA/Orrtan Kemal SEKSEK/Cortazar TULA TEYZE/Miguel Unamuno YOLDAN GEÇEN ÖYKÜLER/Waz* Eray YARALISIN/Erdal Öz SESSİZ EV/Orhan Pamuk BUDDENBROOK AİLESİ/Trtomas Mann MEKTUP AŞKLARI/Ley/â Erbil YAZILI GÜNLER/Tomra Uyar GEMİ ADAMLARI/ Zeyyat Sellmoğlu KIZIL İLE KARA/Sfendrta/ TUHAF BİR KADIN/Ley/â Erbil BÜTÜN ŞİİRLERİ/Abmef Hafim ÇAĞDAŞ VE BOYUN EĞMEYEN/Kema/ Özer GENÇ KIZLAR/Monfrtertanf ADINI UNUTAN ADAM/Mehmet Eroğlu YANARDAĞIN ÜSTÜNDEKİ KUŞ/Ü Tamer V 7.700 liralık kitaplar SON GİDİŞ/Fve/yn Waugh ROBİNSON CRUSOE/Daniel Defoe EVSAHİPLERİ/Füruzan BAŞKAN BABAMIZIN SONBAHARI/Mafgüez SUÇUMUZ İNSAN OLMAK/Oktây Akbal TEK BOYNUZLU AT/Iris Murdoch DOKTOR JİVAGO/Borte Pasternak KUŞATMA/Füruzan GÜNEŞİ UYANDIRALIM/Vasconce/os EYLÜLÜNGÖLGESİNDEBİR YAZDI/f. Erigii MOUNTOLIVE/Laıvrence Durrell GAZAP ÜZÜMLERİ/Jortn Steinbeck TROYA'DA ÖLÜM VAROl/Bilğe Karasu SIRÇA FANUS/SyMa Piath AŞK ARTIK BURADA OTURMUYOR/N. Eray ŞAFAKTA VERİLMİŞ SÖZÜM VARDI/R Gary GÜLÜN ADI/Umberto Eco BİR DELİ AĞAÇ/Pınar Kür BEN VESAİRE/Susan Sonfag SALPA/Ama? Güney LADY CHATTERLEY/D. H. Lawrence ÇIPLAK VE ÖLÜ/Norman Mailer BEYAZ KALE/Orhan Pamuk AY VE ALTI PARA/Somereer Maugham KADINLAR KİTABI/A/eü/m Gürsel SİPARİŞ KUPONU Yukarıdaki listede işaretlemiş olduğum kitapları satın almak istiyorum Adı,soyadı...... Mesleği...... Doğum Yılı.... iş adresi...... Cpsilon .iş T el... Ev Adresi..... EPSİLON YAYINCILIK HİZMETLERİ TİCARET VE SANAYİ LTD.Î İTİ. .Ev Tel.. Cumhuriyet Caddesi, Üftade Sokak, 13/2 Elmadağ/İSTANBUL Tel: 132 04 81-140 f 82 Teslim Yeri; Ev O İş O İmza

Taha Toros Arşivi

* 001515584006*