ocak-haziran 2016

eğitim-kültür-sanat dergisi

ŞİİR: HASRET SENFONİSİ

HİKÂYE: HİÇ

DOSYA: EDİRNE’NİN KAYBOLAN KÜLTÜR HAZİNELERİ

MAKALE: EVLİYA KASIM PAŞA VE EDİRNE’DEKİ ESERLERİ

GEZİ: BİR BAŞKA ÜLKE, BİR BAŞKA DENİZ

ELEŞTİRİ: HAYAL PERDESİNDEN BEYAZ PERRDEYE Şaheste Kevser NURANİ / EGSL Öğrencisi NURANİ / EGSL Kevser Şaheste SABAHLARI SEVERİM OLDUM BİTTİM

Kalktım sabahı dinledim 4.20 bir yaz günü sabahı Evlerin yüzü ağardı Ağaçlar yeşile çıktı Ben sabahları severim oldum bittim Sabahları, çocukları, bütün başlangıçları

Kalktım sabahı dinledim Kente giren caddelerde köylülerin Geceden yola çıkan sebze arabaları -Fırınların kepenkleri nedense hep aralıktır- Çıplak ampul ışıklarıyla karışır sabahlara Taze ekmek kokuları

Kalktım sabahı dinledim Hanların önünde geceleyen Koca koca kamyonlar kalktı İşçi kahvelerinde çaylar demli İstasyonlarda salepler dumanlı

Kalktım sabahı dinledim Analar uğurladı çocuklarını -Her serüvenden ilk sayfa- Üstlerinde henüz yatakların doyulmamış sıcaklıkları Bakışları otobüslerin trenlerin soğuk camlarında -Hep ansıyacaksınız bundan sonra- Ayrılıklar izleyecek ayrılıkları

Kalktım sabahı dinledim Dudaklarımda okuldan kalma bir şarkı Hani yorgundum, yeniktim, çaresizdim Dündü – Evet, dün Dün bir kentti geride kaldı Bu sabah bir başka kente indim Necati CUMALI

Yüksel ŞENER / Edirne GSL Öğrencisi Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır. Kültür, zeminle orantılıdır; o zemin, milletin seciyesidir.

3.8.1932 İÇİNDEKİLER

BEN GELDİM 08 8 SARDUNYA 09 BİR BİLYE 10 HASRET SENFONİSİ 13 14 BİR BAŞKA ÜLKE BİR BAŞKA DENİZ 14 BENİM KÜÇÜK ÖĞRETMENİM 18 ŞARKILARIN GİZEMLİ DİLİ 20 24 DOSYA:EDİRNE’NİN KAYBOLAN KÜLTÜR HAZİNESİ 22 CADI DEĞNEĞİ VE YEL ÜFÜRÜĞÜNDEN KALAN 24 MERİÇ NEHRİNDE KAYBOLAN TAŞIMACILIK VE TİCARET 26 28 MİHRAN HANIM KONAĞI 28 FATİH DESTANI 30 BİR SEVDADIR EDİRNE 31 32 HİÇ 32 EDİRNE HAMAMLARI 36 EDİRNE’DE SU KÜLTÜRÜ VE KADIN ÇEŞMELERİ 40 YİTİK ÇEŞME 40 43 EDİRNE’NİN MİRASI: ŞAİR NAZMİ 44 MÜZECİLİK TARİHİMİZDE EDİRNE 46

46

4 5 49 EDİRNE’NİN SAKLI HAZİNESİ 49 50 EVLİYA KASIM PAŞA VE EDİRNE’DEKİ ESERLERİ 54 KALEİÇİ’NDE BİR KONAKTA 56 EDİRNE MEZAR TAŞLARI 54 58 BİR EDİRNE MASALI 60 EDİRNE SEVDALISI RATİP KAZANCIGİL İLE RÖPORTAJ 64 SAKLI HAZİNE 66 MUTFAK KÜLTÜRÜMÜZ VE EDİRNE MUTFAĞI 60 69 SÖZ VERİYORUM 70 EDİRNE DARÜLHADİS MEDRESESİ 72 EDİRNEDE KIŞ SPORLARI 72 74 SEVDAM’A 75 NEREDEN NEREYE... 76 KIYAMETE KADAR YAŞAYACAK ŞEHİR 76 78 TÜRKÜLER, HAYALLER, HÜZÜNLER... 80 TARİHTEN İZLER HAYAL PERDESİNDEN BEYAZ PERDEYE: KARAGÖZ HACİVAT 82 82 84 SAKLI LEZZET

84

4 5 Elçin CİGARA / Edirne GSL Öğrencisi

Ocak-Haziran2016

eğitim-kültür-sanat dergisi

İmtiyaz Sahibi: Hüseyin ÖZCAN Edirne İl Milli Eğitim Müdürü Genel Yayın Yönetmeni: Filiz SUGÖZLEYEN arzu ulaşdır Zübeyde Hanım Anaokulu Müdürü Editör: editörden 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Arzu ULAŞDIR Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni Yayın Kurulu: Elif ACAR Değerli Edirne Eğitim Okurları, Edirne Anadolu İmam-Hatip Lisesi Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni Tüm dünyaya huzur ve barış getirmesini temenni ettiğimiz yeni bir yılda yedinci Filiz MANDACI sayımızla sizlerle birlikteyiz. Ocak-Haziran 2013 tarihli ilk sayımızla başlayan Edirne Anadolu İmam-Hatip Lisesi heyecanımız, şevkimiz üç yıl içinde her sayımızda daha da arttı. Balkan Tarih Öğretmeni Savaşlarının 100. yılı münasebetiyle hazırlanan ilk sayımızı “’un Fethi Edirne’den Başlar” konulu dergimiz takip etti. “Edirne’de Çok Kültürlülük ve Nilgün ISSIGÜN Hoşgörü”, “Edirne’de Eğitimin Dünü Bugünü”, “Edirne’de Sanat ve Zanaat” 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni dosyalarında Edirne’yi farklı açılardan inceledik. Bir önceki sayımızda ise ülkemizle Balkanlar arasında hem kültürel hem de coğrafî açıdan bir köprü olan Şadi KULOĞLU Edirne’mizin Eğitim dergisinde “Balkanlarda Yaşam ve Balkan Kültürü”nü ele E.Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulu aldık. Okuyucularımızın teveccühü; birbirinden değerli akademisyenlerimizin, Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni araştırmacılarımızın, öğretmenlerimizin ve öğrencilerimizin eserleriyle her İsmail KASAPOĞLU sayımızda daha da zenginleştik. Edirne Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni Bu sayımızda büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Kökü mâzîde olan âtîyim” dizesini şiar edinerek “Edirne’nin Kaybolan Kültür Hazineleri”ni ele Genel Sanat Yönetmenleri: aldık. Milletleri ayakta tutan, geleceğe taşıyan kültürleridir. Birçok medeniyete Nadide Dilek ALTAY ev sahipliği yapan, ev sahipliği yaptığı tüm medeniyetlerden az veya çok Edirne Lisesi Müdür Yardımcısı kültürel mirasa sahip olan Edirne’de şüphesiz Osmanlı kültür mirası en yoğun Levent TOSUN olanıdır. Camileri, kiliseleri, sinagoguyla; köprüleri, hamamları, çarşılarıyla bize Edirne Güzel Sanatlar Lisesi “ikinci bir zaman” yaşatır Edirne. Yaşadığı savaşlara, yıkımlara yenik düşen bazı Görsel Sanatlar Öğretmeni kültür hazinelerimizin ise birer devlet politikası olarak yeniden canlandırılması Tasarım: mutluluk vericidir. Çivi Yaratıcı Fikirler www.civi.com.tr +90 (482) 290 23 38 Edirne’nin kaybolan kültür hazinelerini irdelediğimiz bu sayımızda bizlere maddi ve manevi desteğinden dolayı İl Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Basım: Hüseyin Özcan’a teşekkürlerimizi arz ediyorum. Dergimizin hazırlanmasında Seçil Ofset www.secilofset.com büyük emeğe sahip olan dergi ekibimize; eserleriyle dergimizi zenginleştiren +90 (212) 629 06 15 değerli akademisyen, araştırmacı, öğretmen ve öğrencilerimize minnetlerimi sunuyorum. Dergimize büyük emek veren; bizleri bilgi ve tecrübeleriyle Yönetim Yeri: Edirne İl Milli Eğitim Müdürlüğü aydınlatan değerli meslektaşımız Sayın Sultan Güney’e emeklerinden dolayı Vilayet Binası EDİRNE teşekkür ediyor, yeni görev yeri olan İstanbul’da kendisine başarılar diliyorum. Yeni sayımızda görüşmek dileğiyle... Hoşça kalın. İletişim: Tel: (284) 225 30 75 – 225 16 32 Web: edirne.meb.gov.tr E-posta: [email protected]

Edirne Valiliği İl Özel İdaresi Tarafından Bastırılmıştır. Ocak - Haziran 2016

*Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların sorumluluğu sahiplerine aittir. Yazılar ve fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. KÜLLERİNDEN DOĞAN GÜÇLÜ TÜRKİYE

Hüseyin ÖZCAN / Edirne İl Milli Eğitim Müdürü

Binlerce yıldır insanlarla hayat bulan, insanlara vatan olan, Uğradığı değişiklikler, felâketler, işgaller yıpratsa da bu toprak; gelişen, geliştikçe değişen topraklar… Gün gelir Traklara yurt Osmanlı’yla yeniden canlanmaya, neşvünema bulmaya başlar. olur Edirne. Traklar bu toprakları terk ederken tümülüslerini I. Murad yalnız Hadrianapolis’i değil, insanların gönüllerini de bırakır gelecek nesle. Akaların “Polis”i, Makedonların “Orestia”sı, fetheder. İşgallerle huzur bulamayan insanlar, Osmanlı’yla barışa Romalıların “Hadrianapolis”idir. Değişir, gelişir bu topraklar ama kavuşacak; asırlar sonra “Osmanlı barışı”nı yad edeceklerdir. Bizans’ta huzur bulamaz. Haçlılarla yağmalanan şehirler arasında Hadrianapolis de vardır. I. Murad’la birlikte Hadrianapolis, Edirne’dir artık; Osmanlı’dır.

8 9 Edrine şehri bu ya gülşen-i me’vâ mıdur Balkan Savaşlarıyla birlikte Balkanlarda huzur da barış da sırra Anda kasr-ı pâdişâhî cennet-i a’lâ mıdur kadem basar adeta. Gün gelir Bulgar askerleri, gün gelir Yunan askerleri arşınlar sokakları. Mehmet Âkif, meslek hayatının ilk Cenneti görmiş bir âdem var ise gelsün desün günlerini geçirdiği Edirne’nin işgalinden duyduğu acıyı, öfkeyi Tarhı anun dahi böyle dil-keş ü ra’nâ mıdur dizelere döker:

Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân görse ger Edirne kal’asıdır gördüğün hisâr-ı mehîb Hayretinden derdi bu cennet midür dünya mıdur1 Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salîb Nef’î Murâd-ı Evvel’i koynunda gezdiren tepeler Nasıl rükû’ ediyor Ferdinand’a bak bu sefer? Birçok padişahı bağrına basan, Fetret’te kardeş kavgasına şahit Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak? olan Edirne; payitahtlığın verdiği sorumlulukla acı günleri de Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak! tatlı günleri de barındırır hafızasında. Önce ezanlar duyulmaya Edirne! İşte o İslâm’ın âhenin sûru başlanır semalarında, yarım asır sonra da Osmanlı Sarayı’nda bir Edirne! İşte o şarkın cebîn-i mağruru bebek sesi… Hüma Hatun, Mehmed’ini kucağına alırken hisseder İkinci asr-ı teâlîsi Âl-i Osmân’ın yavrusunun ikbalini. Evet, gün gelecek o bebek, Batı’nın “Büyük Birinci mevki-i feyyâzı belki dünyanın Türk”ü, Doğu’nun “Ebu’l-Feth”i olacak; “Konstantinapolis”i Edirne! İşte o şarkın demir kilidi “İstanbul” yapacak ve bir çağı kapatıp yepyeni bir çağ açacaktır Sefîl ayakları altında Bulgar’ın şimdi! Dünya tarihinde. Balkan Savaşlarını I. Dünya Savaşı takip eder. Yıkımların, işgallerin Payitahtlığın İstanbul’a verilmesiyle hüzünlenmiş midir bilinmez yaşandığı bu acı günlerde mücadeleden vazgeçilmez. Kendi ama padişahlarını ağırlamaya, akıncılarını uğurlamaya devam küllerinden yeniden doğan Zümrüdüanka misali yıkılan bir eder Edirne. Saray-ı Cedîde-i Âmire’nin konuğu gün gelir yıllar İmparatorluktan bir Cumhuriyet doğar. sonra “Muhteşem Süleyman” olan Şehzâde Süleyman’dır, gün gelir Edirne’ye ruh veren II. Selim... Edirne, Selimiye ile ebedî bir Savaşlardan bitap düşen Edirne’de bir medeniyetin mirası olan ruha bürünecek; büründüğü bu ruhla sonsuza dek Müslüman eserlerin bazıları kara ayak direyen kardelenler gibi yokluğa, kalacaktır. duyarsızlığa rağmen ayakta kalmayı başarırken bazıları can çekişerek yok olur. Papasoğlu Ali Efendi Camii’nden geriye kalan Akıncılar da eksik olmaz Edirne’de. Garb’a açılan kapı, Viyana’ya mahzun minare, ibretiâlem için ayak direr zamana. Yeniçeriler uzanan yolun başıdır Edirne. “Ak tolgalı Beylerbeyi” Edirne’de Hamamı dargın, Kasım Paşa Camii kırgındır biraz. Ancak günden “İlerle!” der akıncılara. O akıncılar ki Mohaç Ovası’na da Viyana güne güçlenen, günden güne büyüyen, mazisinden kuvvet alan kapılarına da bu topraklardan ilerler. Kâh zaferle kâh mağlûbiyetle bu millet bilir ki “İstikbâlin kuvveti, hatıralardadır.” Kendimiz dönülen seferlerde akıncıların kahraman nidaları duyulur: olarak yaşayabilmek için maziden güç almak; devletin ve milletin adeta tapusu, kalkınmanın anahtarı olan kültürümüzü yaşatmak, Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, canlandırmak gerekir. Cemil Meriç’in ifadesiyle “Tefekkür vuzuhla Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle! başlar, kurtuluş şuurla…” Büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası da gençlerimizin dilini, kültürünü, tarihini tanıması ve sevmesiyle Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; mümkündür. İşte o yüzden Selimiye kurşunlara, çinilerinin Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü. sökülüp Moskova’ya götürülmesine boyun eğmez ve maziyi … âtiye taşımaya devam eder. İşte o yüzden onurlu direnişiyle Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden; düşmanını bile kendine hayran bırakan Şükrü Paşa’nın kullandığı Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden. tabyalar, yeniden canlandırılır ve gelecek nesillere adeta “Hafıza-i Yahya Kemal Beyatlı beşer nisyan ile maluldür. Mazini unutma!” diye seslenir. İşte o yüzden kahramanca şehit düşen Ressam Hasan Rıza’nın adı Osmanlı’nın büyümesiyle büyüyen, zenginleşmesiyle zenginleşen genç ressamların, müzisyenlerin yetiştiği bir ilim yuvasına verilir. Edirne; İmparatorluğun zor günlerini melül mahzun geçirir. Çünkü kültürünü tanıyan, tarihinden güç alan yeni nesil; “muasır Yangınların, depremlerin ardından en büyük felaketini 93 Harbi’yle medeniyetler seviyesine ulaşmış”, daha güçlü ve daha büyük bir yaşar. Ölümü de hayatı gibi hüzünlerle dolu olan ’ın Türkiye inşa edecektir. bahtsızlığı, doğduğu Saray’a nüksetmiştir sanki. Bir zamanlar cihan padişahlarını bağrına basan Saray’ın bağrı yanar bu kez öz evlatları tarafından yok edilince. Yok olan binalar değildir aslında; yok olan bir kültürdür, bir medeniyettir. Sinan’ın yaptığı Adalet Kasrı, belki mahzun ama daha çok kırgın kalır geride.

1. Bu Edirne şehri midir, yoksa sığınılacak gül bahçesi (Cennet-i Me’vâ) mıdır? Buradaki padişahın köşkü Cennet-i A’lâ mıdır? Cenneti gören bir insan varsa gelsin, söylesin; cennetin çiçek tarhları da böyle gönül çekici ve güzel midir? Bu ne güzel neşe artıran bir yer ki eğer Rıdvan burayı görseydi hayretinden, “Burası cennet midir dünya mıdır?” derdi.

8 9 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Füsun BAYRAMKÖYÜ Füsun BAYRAMKÖYÜ

BENBEN GELDİMGELDİM Cevat Mert ÇETİN / Edirne Lisesi Öğrencisi

Kara bulutların gözyaşlarına basarak yükseldim gökyüzüne, Tan yelinin ışıklarında kayarak geldiğim bu gemiden. Nuh’a selam vermek için gelmiştim kaptan, Selamımı verdim de geri geldim. Uçsuz bucaksız şelaleden balıklama atlayarak indiğim derin çukurdan, Mezarlıkta yer kalmadığı için kendimi denize attım da geldim.

Kimse okumasa da okkayı kâğıda boca ettim de geldim. Delirmemek işten değildi, delirdim de geldim. Anlamadığımdan değil, ağzıma ne geldiyse söylediğimden delirdim. Delilikte iş yok dediler, bu çağda varsa yoksa dâhiler. Katılmadığım bu görüşe inat, çok yaşasın deliler. Yel değirmenine kılıç sallamış şövalyenin yolundan yürüdüm de geldim. Kırk çerimle Çin’in sarayını bastım da geldim.

Kapıları ardına kadar açtım da geldim. Açlara, ekmeğimi böldüm de geldim. İyi adam fakir kalır, fakir ölür dediler. Gülüp geçtim de geldim. Cebimden gazoz kapağı çıkarıp ödedim, hırkayla ekmeği. Param yetmedi, kefene cep yaptıramadan geldim. Dualardan çıkımda paraya yer olmadı hiçbir zaman. Yolu bildiğimdendir sağ salim geldim.

10 11 SARDUNYASARDUNYA Atamer BOZ / Keşan Fen Lisesi Öğrencisi

Bir avuç umut istiyorum dedi çocuk; insanlığa armağan… Gülümsedi çocuk aniden: Bir tutam özgürlük, barış, neşe, kardeşlik. İlk kardelenler müjdelemeli barışı Bir çalım mavi turkuazdan, Papatyalar hep ‘Seviyor!’ demeli Biraz yeşil zümrüdünden, kırmızı bir de… Bodrum’da bir akşam sefası, fesleğenli avluda Biraz da toz pembesinden. Begomvilden nihavend bir şarkı dinlemeli. Kalkmalı altın laleler şerefine özgürlüğün; Barış gelecek dedi dünya gördüğümüz gün çiçekleri, Değmeli dünyaya bir hanım’eli. Bir çimdik umut yeter, inan, umut olsun yarına emanet; En çok yakışandır umut sana, bütün çocuklara. Ne gam boynu bükükse sümbülün, menekşenin. Küstüm çiçeği yine mi dargın, kolayı var, Çocuk, büktü boynunu: Evet, ama yeterince çiçek yok, Nergis kendi mi beğeniyormuş, bize ne! Dalında soldurduk hepsini, hoyratça yağmaladık bahçeleri. Yediverecek ya karanfillerimiz, Güllerimiz açmaz, bülbüllerimiz ötmez oldu, Beş mevsim açacak ya güllerimiz, Koklamaya kıyamadığımız manolyamız soldu. Her daim ötecek bülbüllerimiz. Çaldılar leylağı İstanbul’un Boğazı’ndan. Alnımızda defneden çelenklerimiz Son kuşlar da göçüp gitti diyarımızdan. Lavanta kokulu firuze dağlardan Plastik tadında naylon sevgilerimiz, Gelincik tarlalarına yol buluruz biz. Sarkıyor bahçesiz evlerimizden kirli hayallerimiz. Çiçek umudun tohumu, umut çiçeğin… Bir avuç tohum ver bana, dedi dünya; masumiyete armağan… Bir tohum umutla düştü toprağa, bir tane daha, bir tane daha… Bir tutam hatmi, mimoza, leylak, petunya… Bir çalım gül yabanından, sarmaşık arsızından; Barış, umut, çiçek; sar dünyayı, sar dünyayı… Hercaisinden menekşe, bir de sardunya Bak nasıl mislere kokacağız yarınlarda.

10 11 BİR BİLYE

Şaheste Kevser NURANİ Edirne Güzel Sanatlar Lisesi Öğrencisi

Böyle düşünceler içine dalmışken yavaş adımlarla yürüyordum. Varmam gereken Çocukluğumuz büyünün ta kendisidir. bir yer de yoktu aslında. Sıradan gözlerim Çocukken sokaklar sıradan kokmaz, etrafa bakınırken sıradan kulaklarım çocukların kahkahaları ve bağrışmalarıyla yerde biriken yağmur suları insanı sinirlendirmezdi. doldu. Gözlerim kulaklarıma yetiştiğinde ise dört beş çocuğun oyun oynadığını gördüm. Yerlerinde duramayan, oyun Sokaklar olması gerektiği gibi kokuyordu. Tüm bu sıradanlık yaşamın büyüsünü içinde oyun oynayan ip atlarken polis Sıradanlığın kokusuyla harmanlanmış unutturuyordu insana. Oysa sıradanlık olan, seksekten kovalamacaya geçen alışılagelmiş, farkına varılmayan bilindik kelimesi anlamını bulana kadar hayat evreni kendilerine göre döndüren enerji bir kokuydu bu. Yerler önceki gecenin en büyülü haliyle önümüzdedir. toplarıydı onlar. Kendime rahat bir köşe yağmurundan hâlâ ıslaktı, aylardır yağan Çocukluğumuz büyünün ta kendisidir. bulup çocukları izledim bir süre. Kırmızı yağmurların sadece bir başkasıydı bu Çocukken sokaklar sıradan kokmaz, montlu beyaz tenli bir kız çocuğu koşarak yağmur da. yerde biriken yağmur suları insanı uzaklaştı aralarından. Hemen sonrasında sinirlendirmezdi. da geri döndü. Elinde bir poşet bilye vardı.

12 13 Çocuklar hemen yerlerini aldılar, bilyeleri En sonunda çocuk durdu ve “ Sus artık, ne Fakat çocuk, onunla konuşmuyordu. dizdiler ve en ciddi yüzlerini takındılar. istiyorsun?” dedi. Kız, “Bilyemi istiyorum.” Kırmızı montlu kız, bu duruma çok diye cevapladı. Tekrar yürümeye devam üzülüyordu. İş büyüyordu, çünkü çocuklar Onlar bilyeleri yuvarladıkça ben de bu eden çocuk, “Bilyen bende değil!” dedi. birbirine yardım etmeyi büyüklerden oyunun hayat kadar gerçek olduğunu Kız ısrarla bilyenin onda olduğunu, bilyeyi daha iyi biliyordu. Durumu arkadaşlarına düşündüm. Sürekli bir yerlere doğru aldığını gördüğünü söyleyerek çocuğu anlattığında hep beraber minik hırsızın yuvarlanıyoruz. Hiçbir kontrolümüz bıktırdı. En sonunda kıza doğru dönüp evine gidip annesinden oyun oynamak için olmadan. Önemli olan varılacak elini cebine attı ve bilyeyi çıkarıp uzattı. Kız izin almaya karar verdiler. Kapının önüne noktayı ne kadar düzgün hedeflediğin. yavaşça elini uzatıp aldı. Bilye hırsızı evine dizildiler ve zili çaldılar. Kadın sert bakışlı, Yeterince güçlü atılınca bilye ve şansın doğru yürürken kız tekrar ona seslendi, iri yarı biriydi. Kapısında duran çocukları da olunca diğer bilyeyi alıyorsun, hedefe bilyeyi eline koydu ve artık senin olsun, görünce beton gibi sert sesiyle “Ne var, varıyorsun. Hayat gibi bir şans oyunu… dedi. Minik hırsız bilyeyi istemediğini, ne istiyorsunuz?” diye söylendi. Çocuklar Fakat beş on metre ileride bilyeler oyuncaklarla hiç oynamadığını söyledi. korkmuştu, neden bu kadar sert olur ki bir ile oynayan çocuklar için bu sadece Kız şaşırmıştı. Önce çalıp sonra çaldığını insan? “Oğlunuz bizimle gelip oynayabilir minik toplar ile minik topları vurmaya istemiyor olması mı yoksa böyle bir şey mi diye soracaktık da…” dediler her çalışmaktı. Daha karmaşık bir şey değil. demesi daha tuhaftı, bilememişti. Yine kelimede sesleri biraz daha incelerek. Ben oyuna anlamlar yükleyerek oyunu de bilyeyi tatlı bir sevecenlikle zorla minik Kadın, zaten sert olan ses tonuna kızgın sıradanlığından kurtarmaya çalıştım. Oysa hırsızın eline koyup kaçmıştı. bir surat da ekleyerek, “Benim oğlum kenarda benim gibi çocukları izleyen bir Günler aynı sıradanlıkta akarken küçük küçük çocuklarla oyun oynamaz, o çocuk başka çocuk olduğunu gördüğümde ise kız, minik hırsızı her gördüğünde değil sizin gibi, şimdi gidin buradan, hadi!” onun bambaşka anlamlar yüklediğini, bu yanına koşuyor, ona bir şeyler anlatıyor, Sözcükler bittiği anda kapıyı yüzlerine öykünün sıradanlıktan çok çocuklukla ilgili arkadaşlarıyla onu oynamaya çağırıyordu. kapatmıştı. olduğunu gördüm.

O; biraz kıskançlık, biraz da özlemle bakmıştı keyifle oynayan diğer yaşıtlarına. Henüz ben de bilmiyordum ne düşündüğünü ama bilyelerden biri yuvarlanıp ayağına geldiğinde gözlerinde bir saniyeliğine görünen duygular dikkatimi çekmişti. Nefes alışverişindeki en ufak duraksamayı bile hissettim. Bir anda olup bitmişti her şey; fakat bana yavaş çekimdeymiş gibi gelmişti. Ayağına yuvarlanan bilyeyi alıp koşmaya başladı. Bunu gören çocuklar da peşinden koşturdular; fakat yakalayamadılar minik bilye hırsızını, geri döndüler ve oyunlarına devam ettiler tatlı bir umarsızlıkla. Ben de gözlerimi onlarla bırakıp gittim oradan.

Olanların ayrıntısını görebiliyorum her ne kadar orada bulunmasam da. Olanlar ise ertesi gün de devam ediyordu. Çocuklar aileleri tarafından evlerine çağrılmıştı, oyun saati bitmişti. Kırmızı montlu küçük kız olabildiğince minik adımlarla yürüyordu. Birkaç saniye sonrasında ise bilye hırsızını görmüş ve hızlıca yanına koşmuştu. Bilye hırsızının koluna yapışıp bulduğu en kızgın ifadeyi suratına yerleştirirken söyleyecek bir şeyler arıyordu. Minik hırsız kolunu kurtarmaya çalışıyor, kız da onu daha sıkı tutuyordu. “Bilye hırsızı!” diye bağırdı küçük kız. Çocuk kolunu kurtarıp yürümeye başladı fakat küçük kız inatçıydı. Peşinden koşup “Bilye hırsızı!” diye sesleniyordu yaşıtına.

Şaheste Kevser NURANİ / Edirne GSL Öğrencisi 12 13 Neye uğradıklarını şaşırmıştı çocuklar. “Oyunlar çocuklar içindir.” Kendilerini zorla içeri davet ettirdikten Bilye hırsızı onlardan çok da büyük “Sen de pek yaşlı bir amca gibi sonra da okulda öğrendikleri görünmüyordu. Gerçi babasının görünmüyorsun. Annen izin verse bizimle şeyleri düzgün kelimeler seçerek kıyafetlerini giyer gibi görünüyordu ama bir kerecik oynamana, gelirsin değil mi anlatmaya çalışıyor, oyun oynamanın basbayağı çocuktu işte, bütün çocuklar aslında?” yasaklayamayacağı bir şey olduğunu gibi çocuk. Sürekli bir yetişkin gibi on sekiz yaşına kadar bir çocuğun oyun giyinmesi, hiç oyun oynamaması hatta Küçük kız gözleri sevgiyle baktı. Bu, oyun oynama hakkına sahip olduğunu eğer izin okula bile gitmemesi onun çocuk olduğu oynamayı bilen çocukların çağrısıydı. vermez ise de onu şikâyet edeceklerini gerçeğini değiştirmiyordu. Annelerinden Oyun tanıdığı her çocuğun en büyük söylüyorlardı. Nereye şikâyet edeceklerini öğrendikleri kadarıyla meğer bilye hırsızı, zevkiydi ve o bu özlemi bilye hırsızında bile bilmiyorlar, fakat olabildiğince ciddi evde eğitim görüyormuş, annesi okula görüyordu. görünmeye çalışıyorlardı. Kadın uzun süre gitmesini istemiyor daha ileriki sınıfların “Annem asla izin vermez.” dedi bilye sessiz kaldıktan sonra, konularını evde kendisi öğretiyormuş. hırsızı. Çocukların oyunlarını çalan asıl “Oyunlar ve hayaller herkesin sonunu Babası yokmuş. Eskiden bir oyuncakçı hırsız çıkıyordu ortaya. getirir.” dedi kadın. Çocukları kapı dışarı dükkânı olan sürekli bir kitap yazma hayali etti. Çocuklar şaşkınlık içindeydi. Bir ile yanıp tutuşan bir adammış babası. En Aradan günler geçiyordu. Çocuklar, okula yetişkin gibi davransalar da sorunu sonunda kitabını tamamlayıp yayımlatmak gidiyorlar, derslerde hayallere dalıyorlar, çözemiyorlar, kadını hiçbir şekilde ikna için uğraşlara girmiş fakat başarılı dışarıda oyun oynayıp hayallerini edemiyorlardı. olmayınca üzüntüden ölmüş. Bu yüzden birleştiriyorlardı. Kız hala çocuğun kadın çocuğuna oyun oynatmaz, macera kurtarılması gereken bir esir olduğunu Kadın ise evde oturmuş, düşüncelere kitapları okutmaz, hayal peşinde bir çocuk düşünüyordu. Yine hayaller içinde olduğu dalmıştı. Hayatın sıradanlığına o kadar olmasına izin vermezmiş. bir derste kulağı öğretmene kaymıştı alışmıştı ki kendi çocuğuna çocuk olmayı küçük kızın. Çocuk hakları konusunu öğretmemişti. Hayallerin kocasını Çocuklar böyle annelerinden duyduklarını işliyorlardı. Biraz dikkat kesildiğinde öldürdüğünü düşünmüştü hep. Fakat anlatırken birbirlerine bilye hırsızının gözleri büyüdü, büyüdü. Ne yapacaklarını kendisi de çocuğunu öldürüyordu. Oyun onlara doğru yürüdüğünü gördüler. Bilye biliyordu. Tüm arkadaşlarını topladı ve oynamak hayata giriş dersidir.” derdi hırsızı, “Siz niye evime geliyorsunuz ki? anlattı planı. Hepsi buldukları en ciddi, kocası hep. Bir oyuncakçı olarak da onun Kim sizinle oyun oynamak istediğimi yetişkin kıyafetlerini giymişler ve çocuğunu görevi biraz daha eğlence katmaktı her söyledi? Bir daha gelip böyle bir şey evinin yolunu tutmuşlardı. Kadın kapıyı şeye. Şimdi yağan yağmurun güzelliğini yapmayın ben sizin gibi hayalci bir çocuk açtığında gördüğü manzaraya önce minik göremediğini, sokakların kokusunu değilim!” diye bağırarak koşar adım bir şaşkınlıkla sonra ise bıkmış bir ifade ile duyamadığı bir yaştaydı kadın. Çocuğunu uzaklaştı oradan. Şaşkınlıktan donakalan “Yine mi siz?” diyen gözlerle baktı. da sıradanlıkla kaplamıştı. Kadın oturduğu çocukların arasından kırmızı montlu kız yerden kalktı. Çocuğunun önünde dizlerin ayrılarak bilye hırsızının peşinden “Oyun “Merhaba, acaba sizinle ciddi bir konu üstüne çöktü. Bu esarete artık bir son oynamadan nasıl yaşıyorsun?” diye üzerine konuşabilir miyiz?” dedi çocuklar. vermeliydi, çektiği acıyı bastıramıyordu seslendi. artık, dışarıdaki çocuklar bile görebiliyordu artık bu haksızlığı.

“Artık dışarı çıkıp oynayabilirsin. Bu senin en doğal hakkındı zaten. Sen bir çocuk olduğun için oynayacaksın. Yaşam bir oyundan başka bir şey de değil zaten. Git ve istediğin oyunu oyna. Oyun bu demek, çocukluk bu demek zaten. Beni affedebilecek misin, oğlum?” dedi kadın büründüğü sert kılıfı atarcasına üstünden.

Çocuk şaşırmıştı. Şuncacık hayatı “Oyun oynamak saçma bir şeydir.” cümlesini duymak ile geçmişti. Şimdi ise oyun oynayacaktı. İçinde daha önce tatmadığı bir heyecan hissetti. Kapıya ürkek adımlarla yaklaştı, her adımda geri çağrılmayı bekleyerek. Kapıyı açtı, elini cebine attı ve çaldığı o bilyeyi buldu. O artık tekrar bir çocuktu.

* 2015 Yaratıcı Çocuklar deneği Çocuk Hakları Öykü Yarışması Türkiye İkincisi

14 15 Okyanusa koşanlar da bizlerdik Boğulacağımızı bile bile

Ellerimdi saçlarını okşayan

Bir gün kelepçeleri olacağını bile bile HASRET Gözlerimdi gözlerine sarılan HASRET Bir gün yanacağını bile bile Kulaklarımdı seni dinleyen

Bir gün hasretimin senfonisi ol diye SENFONİSİ Gecelerdi seni benden ayıran Sen gecelerden korkarsın diye Gündüzlerdi canımı acıtan Gözlerin daha iyi ortaya çıkıyor diye

Cennetin ağaçlarını serpiştirdim saçlarına Sen yeşili seversin diye Ölümdü bizi buluşturan Sen ölünce bana yaşamak yakışmaz diye

locobatii Fotoğraf / N. Dilek ALTAY Fotoğraf

14 15 BİR BAŞKA ÜLKE, BİR BAŞKA DENİZ Özlem GÜZELHARCAN / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi İngilizce Öğretmeni

16 17 16 17 Sanki bütün şehir uykuda. Binlerce yılın yorgunluğu var gibi üstlerinde. Sanki deniz yok da sadece büyük, mavi bir su, bir serap orada yaşayanlar için. Büyük İskender ve Şehrin Harikaları Belki de kentin yorgunluğu bu. Kavafis’ten çok önceleri bir başka şehir aşığı, Makedonya’dan Hindistan’a kadar imparatorluklar kuran ünlü komutan Büyük İnsan bir şehri tek bir şiir yüzünden sevebilir mi? O şiire olan İskender gelmiş bu topraklara. Milat öncesinde 332 yılını tutkusu onu kendi memleketinden, yaşadığı şehirden binlerce gösteriyormuş takvimler. Şehirleri ve şehir kurmayı çok seven kilometre uzağa, şiirde anlatılan kente sürükleyebilir mi? Benim III. Alexander, adım attığı bu yeni toprağa da tıpkı karşı kıyıdaki başıma gelen aynen bu işte! komşusu İskenderun’a yaptığı gibi kendi ismini vermiş. Mısırlıların sevgisini kazanan ve “Firavun” lakabı alan İskender, Cleopatra’yı Konstantin Kavafis’in doğduğu, ünlü Şehir’ini yazdığı yer burada tanımış. Dev surlarla çevrelenen kente pazarlar burası: İskenderiye. Afrika kıtasından Akdeniz’i selamlayan, kurmuş. Böylece zengin, pek çok kültürün bir arada yaşadığı bir yollarında palmiye ağaçlarının dizili olduğu, sokakları toz ticaret kenti; Akdeniz görünümlü bir Afrika şehrine dönüşmüş kokan, kalabalık ve kirli, çöle kıyısı olan bir liman kenti…* Yaşlı İskenderiye. İskender’in ölümünden sonra da şehri genişletmeye ozan, ömrünün kara yıkıntılarına bakarak bundan daha iyi bir devam eden mimarlar, Pharos Adası’nı da merkeze bağlayarak deniz, bundan daha iyi bir ülke bulunabileceğini söylüyor ünlü bambaşka bir görünüm vermişler kente. Bu göz alıcı tapınaklar dizelerinde: ve saraylar kentinin işte tam da bu ada üzerinde yer alan ünlü bir deniz feneri varmış. Efsanelere göre deniz fenerinin ışığı düşman “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim.” dedin, gemilerini yakar, şehre ulaşmalarını engellermiş. Akdeniz’de yol “Bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet. alan gemilere yol göstermek için inşa edilen, dünyanın en büyük Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; deniz feneri olduğu iddia edilen, kat kat kulelerden oluşan, -Bir ceset gibi- gömülü kalbim. yaklaşık 140 metre yüksekliğindeki İskenderiye Feneri o kadar Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? görkemliymiş ki Antipater bu mermer yapının adını dünyanın Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, harikaları arasına yazarak ölümsüzleştirmiş. Bugün kullandığımız Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, fener, far gibi sözcüklerin fenerin bulunduğu Pharos (faros) Boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede.” Adası’ndan geldiği söyleniyor.

18 19 Alexandria’da Bugün

Tarihin bu ilk metropolünün izlerini bugünkü şehrin sokaklarında bulmak çok zor. 1950’lerin sonunda Durrell’in Justine’de** dediği gibi Sinekler ve dilenciler, onların elinde kent bugün - bir de bu ikisi arasında bir yerde varlıklarını sürdürenlerin. İnsan düşünmeden edemiyor, nerede bu bahsi geçen büyülü kent ve Kavafis’in dizelerinde yankılanan melankoli? Neden sokaklarında insanlar amaçsızca dolaşıyorlar? Niçin şehirlerini görmeye gelen ziyaretçilerini hoş karşılamıyorlar? (Turist kalabalığının peşini bırakmayan, onlardan para dilenen ve rahatsız eden büyük çoğunluktan bahsediyorum.) Neden sokak aralarındaki binalar yıkılmak üzere?

Sanki bütün şehir uykuda. Binlerce yılın yorgunluğu var gibi Milattan sonra 14. yüzyılda meydana gelen bir depremle üstlerinde. Sanki kimsenin canı hiçbir şey yapmak istemiyor. yok olan deniz fenerinin olduğu noktada bugün Memluk Sultanı Sanki deniz yok da sadece büyük, mavi bir su, bir serap orada Kayıtbay’ın 1477’de inşa ettirdiği Kayıtbay Kalesi bulunuyor. yaşayanlar için. Belki de kentin yorgunluğu bu. Belki zamanın Kalenin yapılışında fenerden kalan sağlam parçaların kullanıldığı getirdiği bir şey, olması gereken bu. rivayet edilir.

Zamanında İskenderiye’yi eşsiz kılan tek şey, görkemli feneri değildi elbette. İskenderiye Kütüphanesi bugün bile dilden dile dolaşır. MÖ 47 yılında içindeki efsanevi, gizemli papirüsleriyle birlikte yanarak yok olan bu dev kitaplıkta rivayetlere göre bir milyon kitap bulunuyormuş. Bugün, yok olan bu kütüphanenin yerinde modern bir yapı yükseliyor. Yine bir kütüphane ve yine çok güzel... 2002 yılında yapımı tamamlanan bu kütüphanenin dış duvarlarında dünyanın bütün dillerinin alfabeleri yazılı. İçinde bir konferans salonu, üç müze, dört sanat galerisi, bir planetaryum ve bir elyazısı restorasyon laboratuvarı içeren bu modern İskenderiye Kütüphanesi’ni -bayram dolayısıyla kapalı olduğundan- ben gezemedim ama bahçesinde dolaşmak, ona dışarıdan bakmak bile heyecan vericiydi. Ayrıca söylemeden Kral Faruk’un 365 adet odası bulunan sarayının bahçesinden geçmemek gerek, her yıl, eski İskenderiye Kütüphanesi’nin Akdeniz’e bakıyorum. Yağmur yağıyor. Mısır’da yıl boyunca yakıldığı gün olduğuna inanılan 26 Aralık, Dünya Sahaflar Günü en çok üç, bilemedin beş kez yağmur yağarmış ve ben bu olarak kutlanır. yağmura denk geliyorum. Mutluluk kaynağı. Kavafis de böyle hissediyordu herhalde. Bu şehri hem seviyor hem de içten içe nefret ediyordu. Hem bırakmak, kaçıp gitmek istiyor hem de özlediği bu kente sürekli geri dönmek istiyordu. Kavafis’in arada bir İskenderiye’den kaçıp bir süreliğine sığındığı kentlerden birisi de İstanbul’dur! Kendisi İstanbul’da o zamanlarki ismi Nihori olan Yeniköy’de üç sene yaşamış, sonra yine İskenderiye’sine dönmüştür, çünkü:

Yeni bir ülke bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok. Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

* Çöl Daha İyi, Yılmaz Erdoğan ** İskenderiye Dörtlüsü 1 (Justine), Lawrence Duurell “Şehir”, Konstantin Kavafis, çeviri: Cevat Çapan

18 19 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Kübra ULE Kübra BENİM KÜÇÜK ÖĞRETMENİM

Atalay CÜCE Plevne İlkokulu Müdürü

20 21 Bana hayatta nasıl dik durulacağını öğretmişti Nejla. Her şartta Artık Ocak ayındayız. Kar yağmış ve bütün köy beyaza ayakta kalmayı, onurlu olmayı, dürüst olmayı öğretmişti benim bürünmüş. Hava buz gibi… Sabahleyin sınıfa girdim, yoklama küçük öğretmenim… yaptım, ders anlatmaya başladım. Ara sıra da öğrencilerimi tahtaya kaldırıyordum. Birkaç öğrenciden sonra Nejla’ya Yıl 2002. Aylardan Aralık. Hava soğuk mu soğuk… Ben tahtaya kalkmasını söyledim. Nejla tahtaya kalmak istemediğini büyümüştüm, okumuştum ve öğretmen olarak atanmıştım. Artık söyledi. Ben de ısrarla tahtaya kalkmasını istedim. Hala tahtaya bir işim vardı. Hayatta en çok olmak istediğim mesleğin tam kalkmak istemiyordu. Ben de bu duruma çok sinirlenmiştim. içindeydim. Ayaklarım yere değmiyor, içim içime sığmıyordu. Öğrencim benim dediğimi yapmıyordu. Daha da sinirlendim. Hiçbir şeyin farkında olmayan bir çocuk gibiydim. Nejla’nın gözleri dolmuştu ve çok korkuyordu ama hala tahtaya kalkmıyordu. Ben ise sinirimden bir şeyler olduğunun farkında Bir yandan yeni mesleğimi anlamaya çalışıyor, bir yandan da bile değildim. Sadece söylediğimin yapılmasını ısrarla istiyordum. tüm sevdiklerimi bırakıp gelmiş olmanın hüznünü yaşıyordum. Nejla’nın yanına yaklaştım. Nejla ise ağlıyordu. Yine ısrarla tahtaya Yeni bir ortam, yeni bir yaşam, elli beş tane kızlı erkekli pırıl pırıl kalkmasını istedim. Nejla ısrarıma dayanamadı ve kulağıma çocuk, köylüler, birleştirilmiş sınıf ve bir sürü yeni şey… Bütün usulca fısıldadı: “Öğretmenim, ayakkabılarım delik, çoraplarım bunların yanında hiç beklenmeyen bir olay ya da Rahmetli Ahmet gözüküyor. Arkadaşlarımın görmesini istemedim. O yüzden de Hocamın ölmek için benim gelmemi beklemesi… Ahmet Hocam o tahtaya kalkmak istemedim.” dedi. köyde yirmi yıla yakındır Müdür Yetkili Öğretmen. Çoğu zaman tek başına… Birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar bir sınıfta, dördüncü ve Bütün sınıf gördü Nejla’nın yırtık ayakkabısını, yamalı beşinci sınıflar diğer sınıfta… çoraplarını. Nejla usulca oturdu yerine. Benim için dersi anlatmak, Nejla için ise dersi dinlemek çok zordu artık. Nejla ne kadar dinlerdi Aralık ayına kadar yine okulda tek başına çalışıyor ve yeni bir ki anlattıklarımı, bütün sınıfın içinde ezik düşmüştü. O anyerin öğretmenin gelmesini bekliyor. Akciğer kanseri… Bunu tahmin dibine girmek istedim. O anı yaşamamak için her şeyi yapardım. etmesine rağmen doktora hala gitmemiş ve yeni bir öğretmenin gelmesini beklemiş. Niye beklemiş? Sebebi belli. Çok sevdiği Ben hala olayın tesiri altındaydım. Teneffüs oldu. Bütün sınıf çocuklarını yeni gelen öğretmene emanet etmek, teslim etmek... dışarıya çıktı. Nejla’ya odama gelmesini söyledim. Nejla odaya Belki de geri dönemeyeceğinin farkında… geldiğinde hala ağlıyordu, çok üzgündü. Ağlayarak bana sımsıkı sarıldı. Benim gözlerimden de yaş geliyordu. Olayın ağırlığı içime Sonra ben geliyorum. Artık çocuklarını teslim edeceği birisi var. düşmüştü ve içimden çıkmak bilmiyordu. Daha sonra cebimden Beş gün beraber çalışıyoruz. Ara ara mendilini ağzına götürüyor para çıkardım ve Nejla’ya uzattım. Bu parayla kendisine yeni bir ve her seferinde mendili kanlar içinde. Ben bu durumu ona ayakkabı almasını istedim. Nejla parayı almıyordu. Israr ettim sorduğumda, bir şeyinin olmadığını söylüyor. Ben ise bir şeylerin yine almak istemedi. Sonunda onu ikna ettim ve parayı Nejla’ya iyi gitmediğinin farkına varmaya çalışıyorum. Ahmet Hocam bana verdim. “Artık sen geldin, gözüm arkada kalmayacak, ben doktora gitmek istiyorum.” dedi. Öğretmenliğin sadece ders anlatmaktan ibaret olmadığını o gün anlamıştım. İki gün sonra daha da çok şey öğrendim Nejla’dan. Sonra Ahmet Hocam doktora gidiyor. Hastanede geçen yirmi Kapı çaldı. Nejla odaya girdi. Çok sevinçliydi, gülüyordu. Yeni aldığı beş gün… Ara ara hocamı ziyaret ediyorum. Aklında hep öğrencileri ayakkabılarını gösterdi bana. O an öyle gururlandım ki kendimle, var. Nereden biliyorum? Çünkü her ziyaretimde çocuklarını içim içime sığmadı. Sonra Nejla biraz para uzattı bana. “Bu ne?” soruyor, bana öğütler veriyor, okul ile ilgili sorular soruyor. dedim. “Ayakkabı aldıktan sonra kalan para öğretmenim.” dedi. Ne onurlu bir hareketti bu. Ben mi öğretmendim, yoksa Nejla Yirmi dördüncü gün... Artık ümit yok. Belki de hocam için son bir mı?.. Bana hayatta nasıl dik durulacağını öğretmişti Nejla. Her iki gün. Doktorlar ailesine ümidin kalmadığını söylüyorlar. Ahmet şartta ayakta kalmayı, onurlu olmayı, dürüst olmayı öğretmişti Hocamı evine götürmelerini istiyorlar. Eve dönerken Ahmet Hoca benim küçük öğretmenim… tek bir şey istiyor: okulunun yanından son kez geçmek. Vakit gece. Son kez okulunu görmek istiyor. Yol kenarında bulunan okuluna, ambulansın içinden son kez el sallıyor. Ertesi sabah da Ahmet Hocam için hayatın sonu. Allah rahmet eylesin…

Artık okulda yalnızım. Okulun müdürüyüm, öğretmeniyim, hizmetlisiyim, kısacası her şeyiyim. Yeni okulumda bir ay süre geçmiş ama ben hala olayların tesirindeyim, hala yeni hayatıma kendimi verememişim. Öğrencilerimin gözünde öyle büyüğüm ki derse başladığımda öğrencilerim öyle hayranlıkla beni izliyorlar ki sanki öğretmenleri değil, çok büyük kahramanlarıyım. Her şeyi biliyor, her şeyi anlıyordum sanki. Ama öyle değilmiş. Bunu daha sonra anlıyorum…

20 21 ŞARKILARIN GİZEMLİ DİLİ Filiz SUGÖZLEYEN / Zübeyde Hanım Anaokulu Müdürü

Müziğin insanlığın varoşluyla yaşıt bir geçmişi olduğu genel kabul

konu olmuş ve nörobilim alanında müziğin insanın beynini

şüphesiz müziğin evrensel yanının etkisi büyüktür. Müzik evrensel bir yana sahip olduğu kadar her toplum için ayrı bir kültür, ayrı bir birikim, ayrı bir değerdir. Bizim müzikle ilgili kültürel birikimimiz, türkülerde, manilerde şarkılarda ortaya çıkar. Bunların hepsinin ayrı özeliği, ayrı güzelliği vardır ama en farklı olanı şarkılardır. makamından tutun da söyleyenine kadar her bir şarkının ayrı iplik iplik dokunmuş kilimlere benzerler. Bu kilimlerde ortaya Mesela:

şey değildir. “Hani o bırakıp giderken seni Alnına koyarken veda busemi apayrı bir şekilde dinleyenleri etkileyen bir yanı, bir boyutu Gelse de en acı sözler dilime ruh haliyle doğrudan ilişkilidir. Ancak bu etkilenmeyi sadece Uçacak sanırım birkaç kelime Bir alev hâlinde düştün elime dinleyenlerin ruh haliyle açıklamak, ondan ibaret saymak doğru 1 unutmamak gerekir. Her şarkı için aynı güçten söz etmek zor olsa depremin etkisini hangi kelimelerle ifade edebiliriz? bile pek çok şarkının içinde var olan bu güç bu kudret değil midir dinleyenleri yakalayan? Ya da;

Bazı şarkılar, İstanbul gibi, Üsküdar gibi, Kız Kulesi gibi, Emirgan Küserek ayrılırsak olur inan ki yazık gibi bir şehre, bir mekâna yazılırken, bazı şarkılar cana, canana, 2 sevilene yazılır. Bazen de bütün bunların dışında, “Geçsin

Narçiçeğim Sevdiğim...” diyerek yine en çok sevilene yazılır şarkılar. Kime yazılmış olursa olsun, şarkıların içinde sakladığı ve Ya da: “Kapın her çalındıkça o mudur diyeceksin

Hele bir yalnız kal da, nasılmış göreceksin yetersiz kalır, cümleler kifayetsiz. 3

Şarkıların notalar sesleri ifade etmeye yarar şüphesiz.

22 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Kübra ULE Kübra

Ancak o seslerin ardında saklı olan duygu ve düşüncelerin her biri “Bir sabah bakacaksın ki bir tanem ben yokum için ayrı ayrı bir kitap yazılsa azdır. Dünyayı sana bırakıyorum bir tanem Bazı şarkılar, bir yangını başlatır insanın yüreğinde. Bazı şarkılar Söz aldım saatlerden sana koşacaklar bir depreme benzer, artçı dalgaları ömrün sonuna kadar süren. Söz aldım gecelerden seni uyutacaklar Bazı şarkılar bir volkana benzer, lavların üzerinde insanın Şarkılardan söz aldım hatırlatacaklar yüreğine kardelenler açtırır. Gözlerimdeki son yağmurlar pencerende Şarkılardan söz aldım hatırlatacaklar Bazı şarkılar, gönülde bir yara açmakla kalmaz; her dem o yaranın Beni anlatır sana bir bir ilerde sızısını çoğaltır durur. Bazı şarkılarda hasret bile, ayrılık bile hatta Buğday misali düştüğüm yerde çaresiz ölüm bile ayrı güzeldir. Böyle bir şarkıyla bitirelim bu küçük Kim bilir nerelerde” 4 yazıyı:

4. Beste: Selahattin İçli-Güfte: Hüceste Aksavrın

22 23 DOSYA: Edirne’nin Kaybolan Kültür Hazineleri / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Rabia ULUSOY

Edirne’nin Kaybolan Kültür Hazineleri CADI DEĞNEĞİ CADIVE YEL DEĞNEĞİ ÜFÜRÜĞÜNDEN VEKALANLAR YEL ÜFÜRÜĞÜNDEN KALANLARFiliz MANDACI / Edirne Anadolu İmam-Hatip Lisesi Tarih Öğretmeni / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Melih CAN

“Mazinin hiçbir parçasını kaybetmeyelim. “Çok değil, bir yüzyıl öncesinin mutluluk ve barış içindeki Zira istikbalin kerestesi onlardır.” Edirne’sinden bir kristal huzmesi gibi yansıyan bu ışıklı ve renkli Dr. Rıfat Osman görüntüler, bir zamanların bu görkemli başkentinin üstüne bir bir peşine düşen göçler, savaşlar, işgaller, yangınlar, yoksulluk ve ihmaller yıkıntılarından, son otuz yılın, sosyal ve mimari felaketi “Yaz, dünyanın bu parçasında ne çabuk geçiyor. olan tekdüze apartman modasından sonra bugün sanatseverlerin Bütün Edirne toprağı bağçelerle dolu. gözlerine, mucizeli bir periler dünyasının konutları gibi Nehir kenarlarına hep meyve ağaçları dikilmiş. görünüyor; çocukların düşlerinde gördüğü, damları çikolatadan, Altlarında her akşam kibar takımları eğleniyor…” duvarları pastadan, pencereleri şekerden yapılmış, masal Lady MONTEGU* konutları gibi.

26 27 Üstlerine ay ışığının kayısı renkli ve gül kurusu ışığı vurmuş, Dr. Rıfat OSMAN Deseni çınlayan bir ıssızlık içinde gülümseyen bu yuvaların hepsinin ayrı ayrı kendilerine özgü birer yüzleri, huyları, hikâyeleri, karakterleri ve anlatacakları var. Belli ki hepsi de odalarında, sofalarında, kucakladığı dedeleri, hanımları, beyleri ve çocukları, kışın bir mangal koru ısısı ile, yazın bir havuz ve kuyu serinliği ile sararmış; onların gönüllerine her gün damla damla sevgi, insanlık, barış, arınmışlık, dostluk, komşuluk, güzellik, tabiat aşkı, Tanrı’ya hayranlık ve kendinden vazgeçme duyguları doldururmuş. Bu besbelli. Bu, evlerin yüzlerindeki şeker boyalarından, insanın içini ısıtan kepenklerinden, bağçelerinde boy atıp tepelerinde şemsiye VE YEL ÜFÜRÜĞÜNDEN gibi açan ağaçların, damlarına konan, kalkan, kuşlarından belli.” Çelik GÜLERSOY**

Saç örgülerimin üzerine güneş vuruyor. Kahverengilerin arasında bakır rengi pırıltılar… Konağın sürmeli camının yanındaki saç levhalar güneşten kızmış. İçerisi serin. Dünya tutuşsa bile bu konakta üşüyebilirmişim gibi geliyor. Ayaklarımdaki sandaletler, konağın zeminindeki tahtalarda küçük tıkırtılar çıkarıyor. Dantel perdeyi iyice kaldırıp bahçeye bakıyorum. Ömrüm, bahçedeki ağaca konmuş bir kumrunun sıkıcı öğleden sonraları hatırlatan şarkısında dondu kaldı. Geçmişin hayaletleri kaç çay içtiler o gölgede dinlenirken? Kaç karanfilli çay, kaç limonata?.. Mutfaktan, evin zemin katındaki geniş salona geçiyorum. Muhtemelen yemek burada yeniyordu. Kalabalık ev halkının Eskiden kıymetli çiçeklerin ekildiği tarhlar bozulmuş. Yıllara toplanınca çıkardığı telaşlı ama mutlu gürültüyü duyuyorum. meydan okuyan arsız tohumlu birkaç çiçek var sadece. Taşlık Sokağa bakan geniş pencerenin önünden bir at arabası geçiyor denilen avlunun gri taşları parıldıyor yukarıdan. Çocukken sanki. Pencereler aydınlığıyla beni yanına çağırıyor. Baktığım kızgın taşlara çıplak ayağımı değdirip ne kadar tutabileceğimi dünya çirkin apartman siluetleriyle sislerin arasında kayboluyor. denerdim, aynısını yapmak isteğiyle merdivenlere seyirtiyorum. Bir oduncu eşeği geçiyor dar sokaktan. Mevsim kışa dönüyor. Bir Zemindeki tıkırtılar, merdivenleri inerken patırtıya dönüşüyor. yük odun almalı. Oda ocağını yakmalı. Titreyen kandil ışığında Bu ev, bu koşuşturmaca için fazla ağırbaşlı. Sanki içinde büyüyen masallar anlatmalı… çocuklar bile yaramazlık yapmazmış gibi geliyor. Kim bilir, bu merdivenlerde koşuşturan kaç veledin ceza aldığını ya da basamaklardan hangisinde salçalı ekmeğini kemirdiğini? Dr. Rıfat OSMAN Deseni

Avludaki koca ağacın gölgesinde kendimi minicik hissediyorum. Ev ve ağaç… Ağaç ve ev... Aynı renkte olduklarını bile söyleyebilirim. Birbirine sarılmış iki sevgili... Edirne’deki eski konakların hepsinde ağaç var. Olmazsa olmaz gibi. Çatı, insanları dışarıda bıraktığı her şeyden korurken ağaç gölgesi için de benzer bir şey söyleyebiliriz. Gölge, güvenli bir alan gibi hele ki bu yakıcı sıcakta... Yüksek duvarların da gölgesi vuruyor avluya, serinliği yok. Sarmaşıklar bahçeden başlayıp dışarı dökülüyorlar avlu duvarından. Hanımelinin bayıltıcı rahiyası gelip geçenlerin başını kaldırtıp baktıracak cinsten. Mutfak girişinden içeri giriyorum. Duvarların içi raf gibi oyulmuş. Bir zamanlar koca koca tencerelerin kapladıkları yerler şimdi bomboş. Tuğladan örülmüş koca bir ocak var yan tarafta. Öğlen yemeği telaşında kadınları görür gibi oluyorum. Mutfağın içi kuru fasulye ve kapama kokusuyla doluyor. Soğan dizileri sarkıyor geçmişin tavanından.

Mutfağa bağlı küçük bir kiler var. Mevsimine göre yağ küpleri, pekmez küpleri, turşu küpleri, un çuvalları, baklagiller… Üzüm salkımlarının asıldığı çengeller... Görünmez salkımların tanelerini çocukluğumdan hatırladığım şekerli tadıyla ağzıma atıyorum. * Dr. Rıfat Osman, “Lady Montagu’ya Göre Edirne Evleri ve Pekmez küpleri olsaydı hiç utanmadan parmaklardım. Bu kilere Kasırları”, s.1-5, İstanbul, 1983. gizlice giren çocuklar peydah oluyor zihnimde. Bal küpü nerede **A.g.e, Giriş. acaba?

26 27 / Hazal ŞENGÜL EVCİMEN / Hazal Fotoğraf

MERİÇ NEHRİNDE KAYBOLAN TAŞIMACILIK

İsmail KASAPOĞLU VE TİCARET Edirne Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni 1361’den İstanbul’un fethine (1453) Dolayısıyla Edirne Gümrüğü de Edirne, Anadolu ile Balkanlar-Avrupa kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Osmanlı hazinesine büyük bir katkı ve Akdeniz arasında önemli ticaret olan Edirne, pek çok ulusu bünyesinde sağlamaktaydı. Osmanlı Devleti’nin yollarının kavşağında bulunuyordu. barındıran önemli bir ticaret merkeziydi. ticarî antlaşma yaptığı hemen hemen Sahip olduğu kara yolları ağı sayesinde Gerek coğrafî konumu ve gerekse siyasî bütün devletlerle Edirne arasında ticaret Avrupa’nın pek çok yerinden ticaret konumu sayesinde Edirne, Osmanlı yapılmaktaydı. Bunun yanı sıra Edirne ürünleri ülkeye gelmekteydi. Ayıca Devleti’nin en önemli şehirlerinden Gümrüğü iç ticarette de önemli bir yere Osmanlı topraklarında üretilen her biriydi. Bu konumu sayesinde Osmanlı sahipti. türlü ticarî eşya Edirne vasıtasıyla ihraç ekonomisinde vazgeçilmez bir yeri vardı. edilmekteydi. Başkent ve saray İstanbul’a taşındıktan Edirne tüccarları ise yerli ve yabancı sonra dahi bu önemini korumayı olarak yine iki sınıftan oluşmaktaydı. Yerli Edirne, İstanbul’a yakın olması başarmıştır. tüccarlar, Müslim ve gayrimüslimlerden itibariyle her konuda olduğu gibi oluşuyordu. İthalat daha çok yerli tüccar ticarette de İstanbul ile sıkı ilişkiler içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa tarafından yapılırken ihracatı yapanlar bulunuyordu. İstanbul’un ihtiyacı olan un, topraklarındaki ticaret yolları, İstanbul yabancı tüccarlardı. Yabancı tüccarlar bulgur, nohut, mercimek ve soğan gibi ve Gelibolu’dan başlayarak Edirne’de arasında birinci sırayı Fransızlar alırken çeşitli tarım ürünlerinin temini konusunda birleşirdi. Ticaret merkezlerinde kurulan Avusturyalı, Rus ve Ragusalı (İtalyan) Edirne’ye sürekli ihtiyaç duyulmuştu. gümrükler, Osmanlı Devleti’nin önemli tüccarların Edirne ile sıkı bir ticaret ilişkisi gelir kaynaklarıydı. bulunmaktaydı. Ayrıca bu ticaretin aksamaması için yerel yöneticiler sık sık uyarılmıştı.

28 29 Edirne’nin ticaret yaptığı bölgelerden kanuna aykırı olarak Akdeniz tüccarı tabir ticarî eşyaları Meriç Nehri’nden Edirne’ye biri olan Tekirdağ ve İzmir’e Enez (İnöz) edilen yabancı tüccarlara satmaktaydı. taşımaktaydı. Edirne yerli ürünleri olan üzerinden ulaşılabiliyordu. Böylece Oysa adı geçen tarihte Edirne mollasına, süpürge, cild-i camus, kaşkaval peyniri, Edirne’den Meriç Nehri yoluyla Ege’ye bostancı başına ve kethüda yerlerine börülce, ceviz, balık, çeşitli kürk, yağ ve ulaşan ticari mallar Akdeniz ticaretine gönderilen emirde bu gibi durumlara dokumalar, Dimetoka çanakları, aba, dahil ediliyordu. Bununla beraber kesinlikle izin verilmemesi, Tekfur Dağı şal-ı Efrenç, alaca-i Manisa gibi diğer Edirne’den Gelibolu’ya da arpa ticareti (Tekirdağ) Limanı’na nakledilen zahirelerin şehirlerden bu iskeleye nakledilen ürünler yapılıyordu. herhangi bir kaçakçılığa ve kanunsuzluğa mevcuttur. Ayrıca bu iskeleye Meriç yolu izin verilmeden İstanbul’a ulaştırılması vasıtasıyla Filibe’den sallar ile pirinç gelir, Meriç Nehri nakliyatı eski isteniyordu. Çünkü Edirne ve çevresi buradan Enez İskelesi’ne kadar taşınırdı. çağlardan itibaren gelişmiş olmakla İstanbul’un iaşesi bakımından oldukça Enez Limanı, Ege adaları ile Trakya beraber Aydınoğulları zamanında önemli bir konumdaydı. Örneğin 1758 arasındaki ticarette de önemli bir değişim 14. yüzyılda savaş gemilerinin naklinde senesinde Trakya bölgesinden Tekfur Dağı merkeziydi. Ayrıca Enez ile milletler arası de kullanılmıştır. Osmanlı döneminde (Tekirdağ) İskelesi aracılığıyla İstanbul’a ticaretin en aktif limanlarından birisi olan ise Meriç üzerindeki gemi taşımacılığı ve nakledilen hububatın 1.800.000 İstanbul İzmir arasında büyük bir ticaret hacmi ticareti teşvik edilmiştir. Dimetoka’nın kilesi olduğu tahmin edilmektedir. Bu bulunmaktaydı. Enez Limanı’nın bu kadar nehre sınırı olan köyleri, Meriç üzerinden nedenle de Trakya ve civarı için İstanbul’un önem kazanmasında, nehirde seyreden gemicilik yapabilmek maksadıyla kileri tabiri kullanılmaktaydı. 19. yüzyılda gemiler için güvenilir bir liman olmasının Yıldırım Bayezid’den “ahkâm-ı şerif” bu yolun, ticarî taşımacılıkta kullanıldığını rolü büyüktür. (izin) almışlardı. Bu hizmetlerine karşılık Edirne Salnameleri’ndeki kayıtlarda da Avarız vergisinden muaf tutuldukları görmekteyiz. Öyle ki imparatorluğun Gelibolu ve Karaağaç Limanları; gibi Yıldırım Bayezid Vakfı’na da katkıda diğer bölgelerindeki nehirlerde olduğu Gelibolu limanı, Edirne’den Avrupa’ya bulunmuşlardır. Meriç Nehri ticareti gibi Meriç Nehri’nde de ticaret eşyası, ihraç edilecek ürünler için önemli bir gelişmiş olmasına rağmen bazı merkezlere zahire ve harp malzemesi taşınmasına bağlantı noktasında bulunuyordu. ulaşım oldukça zor gerçekleşiyordu. öncelik verilmekteydi. 18. yüzyılın ikinci Gelibolu’dan Meriç yoluyla Edirne’ye Mesela Sofya, Yenice, Filibe birer büyük yarısında da Meriç Nehri’nde bu çeşit getirilen ticarî eşyalar buradan kara ticaret merkezleri oldukları halde buralara malların taşınmasının büyük bir yer yoluyla Rumeli’nin pek çok şehrine kadar nehir yoluyla her zaman sağlıklı sevkiyat tuttuğu görülmektedir. Başta pirinç olmak ulaştırılıyordu. Edirne ticaretinde küçük yapılamıyordu. Çünkü Meriç’in diğer üzere Avrupa ve diğer bölgelere gidecek de olsa payı olan bir diğer iskele, Karaağaç nehirlerle kavşak noktasından başlayarak olan her çeşit zahire, Meriç’ten sallarla İskelesi’ydi. 18. yüzyılın ikinci yarısında Belgrat’a kadar uzanan bölümünün gemi Enez’e nakledilirdi. Rumeli eyaletinin kaza 1796 yılında Karaağaç İskelesi’nden trafiğine pek uygun olmadığını görüyoruz. merkezlerinden biri olan Enez Limanı, Ege miktarı kesin olarak bilinmemekle beraber Buna karşılık nehrin Filibe taraflarından Denizi’ni Doğu Trakya’nın iç kısmına, Meriç ticaret yapılmakta ve burada bir gümrük başlayarak Enez Limanı’nda denize bölgesini de Balkan Yarımadası’nın batı merkezi bulunmaktaydı. Ancak zamanla ulaşan kısmında nakliyatın ve ticaretin kısmına bağlayan yolu kontrol eden bir Edirne İskelesi’nin önemi azalmış, Meriç devletin de teşvikiyle çok hareketli olduğu limandı. Asırlar boyunca Doğu Trakya’nın Nehri ticareti durma noktasına gelmiş, 19. görülmektedir. en önemli liman şehri olan Enez, coğrafi yüzyıldan sonra Osmanlı idarecileri büyük bakımdan Meriç Nehri yoluyla Karadeniz’e iskeleler dışında kalan Enez Limanı’nın 16 ve 17. yüzyıllarda ticarî amaçlı kadar uzanan bölge ticaretine hakim kapatılmasını dahi istemişlerdir. Hububat kullanılan Meriç Nehir ticareti 19. bulunuyordu. Özellikle eski çağlarda kaçakçılığının önlenmesi için kontrollerin yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Doğu Trakya’nın en büyük liman kenti Çanakkale İskelesi’nden yapılması, Meriç Bu tarihlerde 300 kadar küçük çaptaki olan Enez, bu özelliğini Meriç Nehri’ne Nehri’nin sık sık taşması ve Filibe’den gemi Enez Limanı’ndan Meriç üzerinden borçluydu. Enez, Edirne’den ihraç edilen Edirne ve Rodoscuk’a (Tekirdağ’ın Edirne’ye kadar ulaşabiliyor, aynı zamanda malların en sık uğradığı ticaret merkeziydi. 1358’den sonraki ismi) kadar giden kara Trakya’nın tahıl ürünleri Edirne’den Gemiler mevsimine göre Enez’e iki ile ticaret yolunun daha kısa olması da bu Enez’e kadar Meriç yolu vasıtasıyla, beş günde ulaşıyordu. Enez iskelesinde kararda etkili olmuştur. Enez’den sonra İstanbul’a kadar deniz yerli gemilerden başka gemilerin gelip yolu ile taşınıyordu. Bununla beraber beklemeleri yasak olduğu gibi bu limana KAYNAKÇA: Meriç yolu kaçakçılık ve suiistimallerin yabancı ticaret gemilerinin temmuz, ERSOY HACISALİHOĞLU Neriman, “19. Yüzyıl Ticaretinde Meriç Nehri’nin Önemi”, İstanbul 2014 sıkça görüldüğü bir güzergâhtı. Edirne ağustos, eylül ayları dışında uğramaları İNALCIK Halil, “Edirne’nin Fethi”, Edirne’nin Fethi şer’iye sicillerine göre 1745’te Balkanların yasaktı. 600. Yılı Armağan Kitabı, Ankara 1965 çeşitli şehirlerinden toplanan buğday KIVRAK Güler, “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Edirne ve arpa karadan arabalar ile Edirne’ye 16. yüzyılın başlarında Meriç Köprüsü Gümrükleri”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yay. İstanbul 1989 naklediliyordu. Buralardaki ambarlarda yanında iskelebaşı denilen yerde bir SEZGİN İbrahim, “17 ve 18. Yüzyıllarda Meriç toplanan buğday, arpa ve her çeşit gümrük merkezi bulunuyordu. Enez’den, Nehri’nde Taşımacılık”, Edirne 2015 hububat Enez Limanı’ndan, Lefke denilen 1000 kilelik küçük gemilerle ŞAHİN Reyhan, “Edirne Gümrüklerine Göre XVIII. Meriç nehir yolu ile Tekfur Dağı (Tekirdağ) Sakız ve diğer adalardan gelen büyük Yüzyılın İkinci Yarısında Edirne’de Ticari Hayat”, Edirne 2006 İskelesi’ne nakledilirken yerli tüccarın kayıklar, Ege Bölgesi’nde yetişen limon bazıları nakledilmesi gereken hububatı ve portakalı hatta Mısır’dan getirilen

28 29 MİHRANMİHRAN HANIMHANIM KONAĞIKONAĞI / Levet TOSUN / Levet Fotoğraf 30 31 MİHRANMİHRAN HANIMHANIM KONAĞIKONAĞI

Ecem GÜNAY Edirne Lisesi Öğrencisi

Kaç plak eskidi acaba orada? Mihran Hanım, kaç kez hüzünlendi çalan şarkılardan kim bilir? Belki de bir akşam yemeği sonrası eşiyle dans etmişlerdir gramofonun hüzünlü sesiyle.

Buram buram tarih kokan güzel Aniden gözlerim doluyor. Sultanın Dr. Mayısyan, konağı hem konut Edirne’m... İki bin yıllık bir tarih Roma/ güzelliğinden mi yoksa hüznünden mi hem de muayenehane olarak kullanmış. Bizans ve Osmanlı’ya tanıklık etmiş bir bilemiyorum. Kendisiyle tanışmam Anlayacağınız bu konak birçok hastanın kent. “Geçmişini bilmeyenin geleceği de gerekiyor. Yavaşça merdivenlerden çıkıp derdine derman olmuş. Binanın 1938 olmaz.” derler. Peki, geçmişimizi ne kadar kapıyı çalıyorum. Görevlinin beni içeri tarihli ilk tapu kaydı ise eşi Mihran Mayrik biliyoruz ki? Geçtiğimiz sokaklardaki saklı davet etmesi ve yüzüme çarpan ahşap Mayısyan’a aitmiş. Mihran Hanım, uzun hazinelerin kaçının farkındayız? kokusuyla ben yüz yıl öncesine gidiyorum. yıllar bu konakta yaşamış; birçok güzel Üç katlı, çift merdivenli, bahçeli bu konak güne, birçok derde ortaklık etmiş. Mihran Aylardan kasım, yağmurlu bir gün. “Mihran Hanım Konağı” beni benden Hanım ölünce konak, kızı Nergis (Virjin) Kaleiçi sokaklarında yürüyor bedenim… alıyor. Hemen dikkatimi çeken girişteki Hanım’a devrolmuş. Nergis Hanım’ın Yağmur, uzaklardan toprak kokusunu camlı büfenin üstünde duran gramofon vefatından sonra bu yapı hazineye getiriyor. Tarih kokuyor her yer. Aklıma oluyor. Kaç plak eskidi acaba orada? geçerek uzun yıllar konut ve lojman olarak 1905’teki yangın geliyor. Yangında şehrin Mihran Hanım, kaç kez hüzünlendi çalan kullanılmış. büyük bir bölümü yok olmuş. şarkılardan kim bilir? Konak, 1905 yılında Defterdarlık Fakat her yerde kalıntılar var ve bunlar Belki de bir akşam yemeği sonrası binasının arsası karşılığında Şaban benim için yeterli. O kalıntılarla o döneme eşiyle dans etmişlerdir gramofonun Cevahir’e takas olarak verilmiş. Kaç yolculuk yapıyorum. Belediye Başkanı hüzünlü sesiyle. ölümün yasını tutmuş, ne badireler Dilaver Bey döneminde semt yeniden atlatmış bu konak. 2004 yılında yıkılmak imar edilmiş ama hâlâ hüznü ve yarası ilk Az ilerideki merdivenler... Her bir üzereyken Celal Acar tarafından satın günkü gibi. Sırayla selamlaşıyorum semtin basamağında farklı bir telaş gizli. Üst alınarak aslına uygun şekilde restore sultanlarıyla. Dar sokaklarda yaşayan kattan kahkaha sesleri geliyor. Aşağıdan edilmiş. Yüz on yıllık bir hazine olan koca yürekli sultanların yaşamlarına şahit gelen yemek kokusu, yan odadan gelen bu konak, bugün butik otel olarak oluyorum. bebek sesi, kanepenin üstünde duran kullanılmakta. danteller... Sonra bedenim birden duraksıyor. Acılar, olgunlaştırır her şeyi; olgunluk, Ruhumu bir yerde bıraktığımı fark Görevlinin seslenmesiyle irkiliyorum. güzellik katar her şeye bu konakta olduğu ediyorum. Selam verip ilerleyemiyorum. Konağın ilk sahibi Edirne’de hekimlik gibi... Bu gizli hazineyi bir gün sizin de yapan Doktor Vasil Mayısyan’mış? keşfetmeniz dileğiyle...

30 31 ŞEHİT RESSAM HASAN RIZA Rasime KAPLAN Kırkpınar Ağası Alper Yazoğlu Ortaokulu Müdür Yardımcısı FETİHFETİH DESTANIDESTANIDESTANI Yüzyıllar öncesinden müjdelenen insandı o, Şahi toplar döküldü, kılıçlar bilendi. Peygamber’in komutanı Türk’ün ak yüzüydü o. Türk’ün Allahu Ekber sesi Rumeli’de inledi.

Gençti, akıllıydı, dünya onun için dar; Zorluydu savaş, düşman vermedi aman, Keskindi kılıcı, dehası bir o kadar. Gemiler indi Haliç’e, yüzdürülüp karadan.

Ya o İstanbul’u ya İstanbul onu alacaktı, Girip Konstantine’ye, yıkıp demirden suru, Zira söz ağızdan bir kere çıkardı. Bir zafer şarkısıyla aldık İstanbul’u

Dağ yüksek de olsa yol üstünden aşardı, 29 Mayıs sabahı geldi beklenen muştu, Aklın dizginsiz gücü, her engeli aşardı. Destanlaştı hakikat, bir rüya gerçek oldu.

Büyümeliydi İmparatorluk, uzanmalıydı Avrupa’ya, Birleşti Anadolu’nun iki yakası fetihle, Hükmetmeliydi Osmanlı adaletiyle üç kıt’aya. Çınladı Türk adı tarih sahnesinde Fatih’le.

İslam’ın nurlu yüzü, ışıtmalıydı dünyayı, Kapandı Orta Çağ’ı karanlık Avrupa’nın Kırılmalıydı Batı’nın pas tutmuş haçı. Yeni başlangıçlara yandı ışığı tüm cihanın.

Bir hazırlıktır başladı, o gün başşehirde, Şimdi biz ecdadıyla övünen gençleriz, Edirne şahit oldu bu muhteşem gidişe. Tarihe imza atan bir devrin nesliyiz.

32 33 BİR SEVDADIR EDİRNE

Anadolu’dan Balkanlara tarih yolu Göçler, acılar, özlemler dolu Kültürler beşiği Edirne’m Bir uçtan bir uca uzanır köprülerin Bir ayağı Osmanlı, bir ayağı Türkiye’m

Gönül alır medreseleri, Kilisesi, çeşmeleri, sebilleri Âlimler, veliler, ozanlar şehri Edirne, gönüllerde yatan tarih

Senin suyundan içmiş Peygamberimizin kutladığı komutan

ŞEHİT RESSAM HASAN RIZA Topraklarında can vermiş Yedi düvelde at gezdiren hanedan Tatlı bir kokudur her köşen Asırlardan armağan

Şanlı bir tarihin emaresi Yüksek minareli Selimiye’si Burası Muradiye, burası Arasta Bu çarşıya ad vermiş Ali Paşa Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası Yiğit toprağına düşmüş Şükrü Paşa

Edirne, yiğit pehlivanların Güreş tuttuğu çayırdır Edirne, vatana hasret kalanların Kavuştuğu kapıdır

Olcay ÖZBİLGE Ferah Ortaokulu Türkçe Öğretmeni / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Hilal Asya ARSLAN Hilal Asya

32 33 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Çağrı CENGİZOĞLU

HİÇ

Meltem Ayşe KADER Edirne Alper Yazoğlu Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

34 35 Ellerim, gözlerim ve buruk gülümsememle Kızlarla oturduk masalardan birine. Pencereden dışarıyı üç nokta gibi kalakalmıştım. Tüm üç noktalar gibi seyrediyordum. İnsanların hep acelesi vardı. Herkes bir yerlere yarım kalmış bir hikâyeye tekabül ediyordu. koşturuyordu. Kızlardan biri az önce okuldan çıkarken aceleyle bağladığı başörtüsünü düzeltmeye çalışıyordu. Yüzü yerde, Ya dillenmeli ya demlenmeliydi. bakışları da donuktu. Çok üzüldüm bir an. İki gün önce sınıfta olan hadise aklıma geldi. “Kılığın beni rahatsız ediyor!” deyip tek Üniversitedeydik. Bakışlarımız gibi ideallerimiz de ürkekti. Gül başörtülü arkadaşımızı sınıftan atmaya kalkmıştı hocalardan biri. kokan dostlarımız vardı. Bir de yaseminden aşklarımız… Bir taşra Bizim maarif müfettişi kılıklı arkadaşımız da haykırarak hocaya kentinin cesur yürekleriydik. Kendimizi de şehrimizi de aşkımızı posta koymuştu: “Rahatsızsan sen çık hoca!” diye. O davranışı da biz özgürleştirebilirdik. Kafesimiz yoktu. da benim gözümde daha bir yücelmesine yetmişti. Oldum olası

severim muhalif insanları. Haksızlığa karşı susmaması, benim Gördüğüm en güzel gözlere sahip adamı ilk o zaman tanıdım. kahramanım olmasına yetmişti. Kirpikleri göz kapaklarına özenle yerleştirilmiş gibiydi. İnsanların

gözlerine bakarak konuşmak hep zor gelmiştir. Onun kirpiklerine Ben bunları düşünürken pat diye gelip karşıma oturdu. Zaten takılı kalmıştı bakışlarım. Yüzündeki her ayrıntı ayrı cezbediciydi. beni hazırlıksız yakalama konusunda üzerine yoktu. Aşk hazırlıksız Günaha son çağrı gibiydi yüzündeki tuhaf ışıltı. Kendimi onu yakalanmaktır ya… keşfederken yakaladığımda artık çok geçti. Fark edilmiştim. “Sen de mi dersi ektin?” “Aynı sınıftayız değil mi?” Bu kadar hazırlıksız yakalanacağımı tahmin etmeliydim. Beni küçümsediğini düşündüm bir an. Engel olamadığım bir Yanaklarım kızarmadan nasıl cevap vereceğimi düşünürken uzun alınganlıkla: bir süre geçmiş olmalı ki soruyu yineledi: “Olamaz mı?” dedim. “Ben sizi gördüm sanki az önceki derste?” “Evet, aynı sınıftayız.” Sesim, mikrofonu eline alınca ezberlediği şiiri unutup

hıçkıran bir kızınkinden farksızdı. Heyecan mı kızgınlık mı olduğu Soran bakışlarını yüzüme kilitlemişti. Belli belirsiz anlaşılmayan bir tınıyla savunmama devam ettim. gülümsemesi, bir erkek için kalın sayılabilecek dudağının kenarına yerleşmişti. “Çok sıkıcıydı ders. Ben de bugünlük kendime izin verdim.” “Hı hı! Haklısın.” Tenimin hangi rengi aldığını kestirmem zordu. Zira her üç

saniyede bir renk değiştiriyordum. Toyluğumu böylesi belli Konuşma burada bitti diye derin bir nefes alacakken devam edecek yaşı geçmiştim ama aşk biyolojiyi sınıfta bırakacak kadar etti: güçlü bir duyguydu. Galiba ben ilk görüşte aşk kervanına dahil olmuştum. Gerçi daha aşkın ne olduğunu bilmeyen biri için bu “Güzel bir memleketin var. Tarihi bu kadar kucaklayabilmiş bir kadar iddia ağır gelebilirdi. Geldi de… kentte doğmak seni gururlandırıyor değil mi?”

Sınıfın içerisinde en bilgili kişiydi. Daha ilk derslerde belli Cümleleri böyle özenle seçmesi sinir bozucuydu. Karşısına etmişti kendini. Hangi hocayla tartışmaya girse galip geliyordu. çıkarken birkaç tarih kitabı, edebiyat dergisi ya da şehrimin Yaşı bizden büyük gibiydi. İri cüsseliydi hem. Yaşından da büyük tanıtım broşürünü karıştırmak gerekliydi. Her cümlesi çok yönlü gösteriyordu. Kılık kıyafeti de genç bir üniversite öğrenci gibi birikimini ele veriyordu. değildi. Onu arkadan gören semtimizin Hilmi amcası sanırdı. Oldukça bol bir pantolon, uzun kollu ama kolları dirseğe “Evet, seviyorum şehrimi.” kadar kıvrılmış bir gömlek, babama bile yakıştıramayacağım “Buradaki tüm tarihî eserleri bilir misin? En azından ayakkabılarla emekli bir maarif müfettişini andırıyordu. Ama merkezdekileri…” yüzünü döndüğünde hafif bir titreme yayılıyordu vücuduma. Beni hazırlıksız yakalayan iç çekişlerimi saymıyorum bile. Avuçlarımda Biz böyle konuşurken masadaki kızlar bizi izliyorlardı. sızlayan ter damlacıkları. Leon filmindeki replik geçiyordu göz Boğazlarından çay değil de ben geçiyordum sanki. Hem beni hem altlarımdan: “Karnımda. Sıcacık. Daha önce hep bir yumru çayı sindirmenin zevki yüzlerinden okunuyordu. Anlamazlıktan olurdu. Ama artık geçti.” gelerek devam ettim. Ondan çok etkilendiğimi kendime bile itiraf edemiyordum. “Bilirim çoğunu.” Çok gençtim. İlkokul yıllarında kırmızı kurdeleyi ilk ben aldığım için aşık olabileceğim erkek yoktu. Ortaokulda erkeklerin aptal Heyecanımı kontrol edebildiğime seviniyordum bir yandan. olduğunu düşünmeye başlamıştım. Liseyi zaten kız lisesinde İlk karşılaşmamızdaki o anı da unutması için dua ediyordum. okumuştum. Yani aşk ve erkekler konusunda hazırlık sınıfında “O zaman beni de gezdir. Madem ev sahibesi sensin…” bile değildim.

Bu cümleyi söylerken öyle bir bakmıştı ki bana nefesimi Bir gün hadi dersi kıralım fikri geldi arkadaşlardan. O aldıktan sonra vermeyi unuttum. Demek nereli olduğumu bilecek bile benim için ilkti ama uydum cemaate. Gide gide okulun kadar dikkatini çekmiştim. Bu, bir işaret diye düşündüm. karşısındaki kafe görünümlü pastaneye gittik.

34 35 “Olur, tabii…” dedim. Bir yandan da evdekileri düşünüyordum. Beni bir erkekle sokaklarda dolanırken görseler işitmediğim laf kalmaz, üniversite hayatım bile bitebilirdi. Ama aşk için her şeye değerdi. Ben şaşkın aşıktım ama karşımdakinin benimle ilgili hislerinden haberim yoktu. Belki de eğleniyordu ama umurumda değildi. Kızların beni bir yere sıkıştırıp soru yağmuruna tutmalarına aldırmadım. Zaten cevap da alamayınca her biri sırayla kıkırdayıp gittiler.

Ertesi gün okuldan sonra buluşmak için sözleştik. O gece uyuyamadım. Gözlerimi her kapadığımda gözlerinde aksimi görüyordum. Yarı yeşil, yarı kehribar bir ben, onun gözbebeklerindeydi. O bendim. Sabahı zor ettim. O gün bir türlü sevemediğim Orta Türkçe dersimiz vardı. Dersi dinlemedim bile. / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Simge KAYALI KAYALI Simge

36 37 Hep ön sıralara otururdu. Onu göz hapsine almaktan Bu düşünceler zihnimde geçit resmi yaparken bacağımın kurtarmak için tam köşeye oturdum. Beni göremiyordu. Ama uyuştuğunu hissettim. Diğer bacağımla değiştirmeye yeltendim. durmadan ensesini kaşır gibi yapıp arkaya dönmesi gözümden Fakat sakarlığım tuttu. İstemeden bir tekme yerleştirdim kaçmadı. Tahammül sınırlarımızı zorlayan bir blok ders sonrası karşımdaki delikanlıya. Çok utandım. Eğilip silkelemeye de yüzüm çıktık sınıftan. Göz kırptı, hemen geleceğini söyledi. Bahçeye çıkıp yoktu. onu beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra geldi. Elleri ıslaktı. Açıklama gereği duydu. “Özür dilerim. Yorgunluktan olsa gerek.”

“Abdest aldım da... Malum camiye gireceğiz. Sünnettir Kimsede görmediğim o içten gülümsemesiyle: camide iki rekat namaz kılmak…” “Olsun ziyanı yok. Hâk-i pâyinizle pantolonumuz şereflendi, fena mı?” dedi. Beni deniyordu. Birkaç defa okulun karşısındaki müştemilattan bozma mescide girerken görmüştü beni. Merak Ömrümün ilk yarısında duymadığım ömrümün diğer yarısında ediyordu. da duyamayacağım kadar güzel bir cümleydi. Ayağının değdiği toprakla pantolonum şereflendi mi diyordu o? O anı dondurup Ailem lisede İmam Hatip’e gitmeme izin vermemişti. duvarıma asmak istedim. İçimdeki kuşların telaşını henüz Kendimce ibadetlerimi yerine getiriyor olmaktan huzurluydum bastırmıştım ki: ama keşke layıkıyla öğrenebilseydim dinimi diye hayıflanırdım. Bu hissimi onunla paylaşmaktan kaçındım. Bana bir şeyler “Hadi Darülhadis’e de gidelim. Bahçesi de güzelmiş. Çok öğretmeye teşne gibiydi. Bu beni oldukça huzursuz etti. oluyorum değil mi?” diyerek gülümsedi. Geçiştirdim: Son kuşun kanat çırpışı dudaklarımdan döküldü: “Evet. Kılarız.” “Yeterince çoksun zaten…”

Gözlerinde bir ışık parıldadı ve söndü. Sanırım beni Bu cılız itirafımı duydu mu bilmiyorum. Biz o günden ve inançlarımı irdelemeyi ileriki bir tarihe ertelemişti. Ne sonra birlikte hiçbir yere gitmedik. Birbirimizle uzun uzun hiç düşündüğünü kestirmek zor değildi. Aklından geçenlerin görüşmedik. Çoğu gün neredeyse hiç karşılaşmadık. Bazen sınıfın okunacağı kadar berrak bir yüzü vardı çünkü. Bir Balkan şehrinde kapısında görüp “N’aber?” diye sorunca “Hiç!” diye verirdim. yaşayıp bu kültürün izlerini taşıyan biri olarak dine yönelişim Ne diyeceğini bilememenin sancısı… Bazen arkadaşları -belki de oldukça zor bir dönemeci geçmek gibiydi. Ne tam Avrupalıydım onun yönlendirmesiyle- evleneceği kız profilini bana çıtlatıyordu. ne de katıksız Müslüman. Ama şehrin uhrevi havasını teneffüs Ben de geri kafalılığına verip veriştiriyordum. etmek her zaman bana iyi gelmişti. Hele de yanımda içinin nuru yüzüne aksetmiş biriyle aynı şehrin havasını solumak paha Okulun son günleriydi. Her zaman gittiğimiz kafede cam biçilmezdi. Az önce yaşadığım tedirginliği üzerimden atmıştım. kenarına oturmuştum. Adetim olduğu üzere sokağın ritmini izliyordum. Kapıdan girdiğini gördüm. Bir elini arkasına gizlemişti. Birlikte bütün camileri gezdik. O da benim gibi fotoğraf Gömleğini düzeltir gibiydi sanki. Selam verdi. Usulca yanıma çektirmeyi sevmediğinden aramızda anlaşmazlık çıkmadı. Tüm oturdu. Elindeki kitabı ön kapağı masaya değecek şekilde camilerin kitabelerini okumaya çalıştık. Minberlerin malzemesi koydu. Köpüksüz bir kahve söyledi. “İyice kaynatın!” demeyi üzerine konuştuk. Yapım tarihlerini hatırlamak için zihnimizi ihmal etmedi. Beklerken masaya koyduğu kitabın sayfalarını zorladık. Bana uzun uzun selatin camilerinin özelliklerini anlattı. karıştırıyordu. Bir yandan da hal hatır soruyordu. Kitabın Eski Cami’nin tarihçesini benden daha iyi biliyordu. Caminin sayfalarının arasından bir kart çıkardı. Yeşil ebru fon üzerine iç ve dış duvarlarında hatları okuyup bana tercüme ediyordu. hat sanatıyla “hiç” yazılmış bir karttı bu. Arkasına sakladığı elini Hayranlığım her an biraz daha artıyordu ama kalbimin atış masaya koydu nihayet. Parmaklarının arasına sıkışmış bir erguvan hızını kontrol altına alabilmiştim artık. Şehrimi ilk defa bu kadar çiçeği vardı. çok seviyordum sayesinde. İlk defa bu şehre ait olduğumu düşünmüştüm. O gözlerimdeki satır aralarını okumaya “Bunlar senin…” çalışıyordu fakat nafile. Hazırlık sınıfını çabuk geçmiştim. Kendimi tebrik ediyordum usul usul. İçimde kopan fırtınaları dindirip gözlerine son defa baktım. Bir zaman sonra en yakın arkadaşımla evlendiğini öğrenince Yorulduğumuzu anlayınca yolun karşısındaki parka oturmayı memleketimi, ailemi, yuvamı terk etmeme sebep olacak adam teklif etti. Epey yorulmuştuk. Biraz nefeslenmek iyi gelecekti. olduğunu nereden bilebilirdim? Caddeye bakan masalardan birine oturduk. Ben gözlerimi yine etrafta koşuşturan insanlara dikmiştim. Gözlerimi ne kadar Şimdi elimde üzerinde “hiç” yazan bir kart ve kurumuş kaçırsam o kadar kârdı. Çünkü o gözlere bakarken hem kendimi erguvan çiçeğiyle şehrin ortasında yapayalnızdım. Kuşlara da hiç bilmediğim kadar güçlü hem de zayıf hissedebiliyordum. camilere de erguvan ağaçlarına da yabancıydım. Ellerim, gözlerim Bu gelgitler yüzüme yansıyordu. Birilerinin içimden geçenleri ve buruk gülümsememle üç nokta gibi kalakalmıştım. Tüm üç okumasını çocukluğumdan beri sevmezdim. Açık mektup gibi noktalar gibi yarım kalmış bir hikâyeye tekabül ediyordu. Ya gözlere sahip olmak benim için bir dezavantajdı. dillenmeli ya demlenmeliydi.

36 37 EDİRNE HAMAMLARIHAMAMLARI

Belgin KARŞI Edirne Büyükdöllük İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Edirne şehrinin Osmanlı İmparatorluğu’na uzun yıllar başkentlik yapması, zengin

bir kültürel mirasa sahip olmasına / Elif ÇAKICI Fotoğraf neden olmuştur. Şehrin kültürel yapısı bakımından en önemli unsurları dini ve sivil mimari örnekleridir.

İslam dini anlayışının gereği olan ibadeti, önemli sayan Sokullu Osmanlı İmparatorluğu, İslam’ın temel ilkelerinden olan temizlik Hamamı kavramını da en önemli unsur olarak benimsemiş ve bunu mimarisine de yansıtmıştır. XV ve XVI. yüzyıllarda Edirne şehrinde yaklaşık otuz beş tane hamam yapıldığı bilinmektedir. Günümüze ulaşan hamamların çoğu II. Murat dönemine (1421-1451) dönemine aittir. Bu hamamların bir kısmı XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren fonksiyonlarını kaybetmiş, bir kısmı yıkılmış, bir kısmının da arsaları satılmıştır.

Tuğla ve taştan inşa edilen bu hamamların dış cepheleri, iç mekanlarına göre daha sade bir görüntüye sahiptir. Bazıları kadınlara ve erkeklere ait olarak iki bölüm halinde inşa edilmiştir bunlar “Çifte Hamam” olarak adlandırılmaktadır. Hamamlar; soyunmalık, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş olup bölümlerin üzerlerinde örtü sistemi olarak “kubbe” kullanılmıştır.

SARAY HAMAMI

Edirne’nin fethinden sonra yapılan ilk saray (Saray-ı Atik) döneminden ayakta kalan tek yapı “Saray Hamamı”dır. Bu hamam yalnızca saraya hizmet verirken sonra halka açılmış ve Selimiye’ye vakfedilmiştir. Tarihçiler bu hamamın ayakta kalabilmesini Selimiye’nin yapımı yıllarında kullanılmış olmasına bağlarlar.

Hamamın XV. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Balkan Savaşı’nda Bulgar toplarıyla yıkılan Saray Hamamı, “Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü” tarafından yapılan üç yıllık restorasyon çalışmasıyla 2011 yılında halka açılmıştır.

38 39 MEZİT BEY HAMAMI Selimiye Camii’nin kuzeydoğusunda bulunan hamam, çifte hamam planındadır. Kesme taş ve tuğladan son derece Selimiye Camii’nin batısında, Eski Cami’nin doğusunda özenli bir işçilikle yapılmıştır. Kadınlar ve erkekler bölümlerinin bulunan hamam, XV. yüzyılda Eflak’ta şehit düşmüş, hayır üzeri kubbeyle örtülmüştür. Duvar kalıntılarından ve kubbe işleriyle ün salmış olan “Mezit Bey” tarafından yaptırılmıştır. eteklerinden anlaşıldığına göre yapıldığı dönemde malakari Yalnızca erkekler için yapılan hamam, Edirne hamamları içinde en süslemelerin olunduğu bilinmektedir. sade olanıdır. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olup soyunmalık, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Sıcaklıkta Saray Hamamı, Edirne’nin ayakta kalabilen sayılı kare planlı, üzeri kubbeli iki halvet bulunmaktadır. Hamamın hamamlarından biri olarak haftanın her günü hizmete açıktır. dışına da külhan yerleştirilmiştir. Hamam, vakıf malıyken özel “Gelin Hamamı” geleneğini sürdüren evlenecek olan kızlar bu mülk durumuna gelmiş, son yıllarda yapılan onarım bakım hamamı tercih etmektedir. çalışmaları ile halen halka hizmet vermektedir.

Mezit Bey Hamamı

38 39 SOKULLU HAMAMI GAZİ MİHAİL BEY HAMAMI

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Sokullu Mehmet Paşa tarafından Edirne Kapıkule yolu üzerinde yapılan hamam, cami ve köprü Mimar Sinan’a yaptırılan hamam, Üç Şerefeli Camii’nin karşısında ile birlikte külliyenin bir parçasıdır. Gazi Mihail Bey tarafından bulunmaktadır. Edirne’de yapılmış olan son hamamdır. Çifte 1422’de çifte hamam olarak yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı olarak yapılmış hamamın kadın ve erkek girişleri ayrı yöndedir. hamam, kesme taş ve tuğladan yapılmış olup hamamın içindeki Kesme taş ve tuğla işçiliği Mimar Sinan’a has şekliyle işlenmiştir. malakari süslemeleri dikkat çekmektedir. Hamam soğukluk, Daha sonraları hamamın yanına yapılan “Taş Han” hamama sıcaklık ve halvet bölümlerinden oluşmaktadır. Halvet, kemerlerle bitiştirilmiştir. birbirinden dört bölümle ayrılmıştır. Hamamın batı kısmı, sıcak su sarnıcı ve külhan ile kapatılmıştır. Hamamın doğusundaki sivri kemerli ve sütunlu bir giriş ile erkekler soğukluk bölümüne girilmektedir. Soğukluk bölümünü 1829 tarihinde Rusların Edirne’yi işgal etmesinden sonra tromplu merkezi kubbe örtmekte olup bu kubbe yanlardaki hamam kapatılmış ve kendi haline terk edilmiştir. 2014 yılında tonozlarla desteklenmiştir. Kadınlar ve erkekler kısmını Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in girişimleriyle Maliye Hazinesi’ne soyunmalıklarının üzerleri sekizgen planlı, aydınlık fenerli birer ait hamam, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. kubbe ile örtülmüştür. Kadınlar bölümündeki kubbe, palmet motifleri ve kalem işleri ile bezenmiştir. Hamamın halvet TAHTAKALE HAMAMI bölümlerinde özel yıkanma hücreleri bulunmaktadır. Tahtakale semtinde II. Murat tarafından 1435 tarihinde, Sokullu Hamamı, özel kişi mülkiyetine geçmiş; II. Dünya Savaşı Edirne Darülhadis Camii’ne vakıf olarak yaptırılmıştır. Tahtakale sırasında ot deposu olarak kullanılmıştır. Savaş sonrası onarılmış Hamamı, Edirne’nin en büyük hamamıdır. Camekanlı ve kagir, ve halen hamam olarak işlevini sürdürmektedir. 1960’lı yıllarda çifte hamam planında yapılmış olup erkekler bölümü, kadınlar Sarayiçi’ne giden yolu genişletmek için yapılan yol çalışmasında, bölümüne göre daha büyüktür. Hamamın duvarları üç sıra hamamın ve yakınındaki hanın cepheleri zarar görmüştür. tuğla, bir sıra taş olarak örülmüştür. Erkekler bölümünün büyük soyunmalık kubbesinin ortasında büyük bir fener, BEYLERBEYİ HAMAMI altında da fıskiyeli bir havuz yer almaktadır. Kadınlar bölümü soyunmalığı daha küçük olup yine kubbenin ortasında bir feneri Sarayiçi’ne giden yol üzerinde, Saraçhane Köprüsü başında bulunmaktadır. Kubbe içinde Barok tarzı süslemeler dikkat bulunmaktadır. I. Murat döneminde Rumeli Beylerbeyi Yusuf çekmektedir. Sinaneddin Paşa tarafından 1429 tarihinde cami, imaret ve türbe ile birlikte yaptırılmıştır. Hamamda XV. Yüzyıl mimarisinin Her iki bölümü bütün güney kenarı boyunca sıcak ve soğuk karakteristik özelliğini gösteren dış cephelerde, iki ve üç sıralı su sarnıçları kaplamaktadır. Kadınlar ve erkekler bölümü arasına tuğla, hatıllar arasında kesme taş kullanılarak duvarlara renkli bir külhan yerleştirilmiştir. Tahtakale Hamamı da birçok hamam gibi görünüş kazandırılmıştır. özel mülkiyet olmuş, son yıllarda da etrafına yapılmış dükkanlar ve diğer binalar ile tamamen kapanmıştır. Sadece soyunmalık Çifte hamam olarak planlanmış hamamın, kadın ve erkek bölümünün kubbeleri görülebilmektedir. bölümlerinin soyunmalıklarına yanyana olan iki kapıdan girildiği görülmektedir. Erkekler bölümünün sıcaklığında, büyük bir kubbe İBRAHİM PAŞA HAMAMI ve dört kenarında çapraz tonozla örtülü büyük kemerlerle orta kısma birleşen dört eyvan vardır. Kadınlar bölümünün sıcaklığı Araplar Mahallesi’nde bir tepenin yamacında yer alan küçük olup, merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. hamamda “Kazasker Hamamı” da denir. Çandarlızade İbrahim Paşa adına eşi Hundi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Tek Yapımından sonra uzun bir zaman harap olarak kalan hamam, hamam olarak yapılmış, ahşap tavanlı soyunmalığı yıkılmıştır. Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından tamir ettirilmiştir. XIX. Hamamda XV. yüzyıl mimarisinin karakteristik taş ve tuğla yüzyılın sonlarına kadar faaliyetlerini devam ettiren hamam, işçiliği görülmektedir. Küçük bir kapı ile girilen soğukluk, yatay Balkan Savaşı’ndan sonra terk edilerek harabe haline gelmiştir. dikdörtgen planlı olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Soğukluk iki yan kapıdan sıcaklık bölümlerine açılmaktadır. YENİÇERİ HAMAMI Kuzeyde bulunan sıcak su sarnıcı esas duvarlardan daha Muradiye, Küçükpazar semtinde bulunan hamam, Yeniçeriler içeride yer almakta olduğundan masif duvarlar meydana Kışlası ve Yeniçeriler Camii’nin yakınında olmasından dolayı bu gelmektedir. Bu duvarların içine iki adet eyvan şeklinde küçük ismi almıştır. Eserin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. hücre açılmış, külhan bu hücreler içine yerleştirilmiştir. XV. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Günümüze gelebilen izlerinden moloz taş ve tuğladan yapılmış KUM KASRI HAMAMI olan hamamın tek hamam olduğu bilinmektedir. Hamam son yüzyıl içinde kendi haline terk edilmiş, soyunmalık kısmı Sarayiçi mevkiinde bulunan hamam, Saray-ı Cedid’in tamamen yıkılmış, diğer kısımları da harabe haline gelmiştir. hamamlarından biridir. Sultan II. Murat veya Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

40 41 GAZİ BEY HAMAMI Fotoğraf / Elif ÇAKICI Fotoğraf

Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan hamam; soğukluk, TAHTALI HAMAMI sıcaklık ve halvet bölümlerinden oluşmaktadır. Sıcaklık ve halvet bölümlerini ayrı ayrı kubbeler örtmekte olup soğukluk bölümü Edirne Karanfiloğlu Mahallesi’nde bulunan hamam Fatih ise üç küçük kubbe ile kapatılmıştır. Günümüzde askeri bölge Sultan Mehmet’in ve Sultan II. Beyazıt’ın sadrazamlarından İshak içerisinde kalan bu hamamda harabe durumdadır. Paşa tarafından 1483’te yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı hamamın sıcaklık bölümü tam ortada olup diğer bölümler onun etrafında ABDULLAH HAMAMI yer almışlardır. Hamam girişi ahşap camekanlıdır. Günümüze gelemeyen hamamın taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Koğacılar semtinde bulunan hamamın, XVI. yüzyılda yaşamış olan Abdullah Bey tarafından yaptırılmış olduğu kuvvetle Şu ana kadar anlatmış olduğumuz hamamların dışında muhtemeldir. Dikdörtgen planlı hamamın güneydoğu ucunda hakkında detaylı bilgiye sahip olamadığımız diğer hamamların sıcaklık bölümü yer alır. Geç devir mimari özelliğini taşıyan adları Tahmis Hamamı, Kasımpaşa Hamamı, Sultan Beyazıt soyunmalık bölümü ahşap ve kiremitli bir çatı ile örtülmüştür. Hamamı, Ağa Hamamı, Yıldırım Hamamı, Mahmut Paşa Hamamı, Muhtemelen hamam bir tamir geçirmiş ve soyunmalık bölümü Büyük Hamam, Cıngıllı Hamamı, Saruca Paşa Hamamı, Ağaç yeniden inşa edilmiştir. Sıcaklık bölümü kare planlı olup bir eyvan Pazarı Hamamı, Çukur Hamam, Yerekan Hamamı, Delikli Kaya ile genişletilmiştir. Sıcaklık ve soğukluk bölümü kubbelerinin Hamamı, Dere Hamamı, Kilimli Hamam, Rum Mehmet Paşa ortalarında küçük fener delikleri olduğu görülmüştür. Son yüzyıla Hamamı, Oğlanlı Hamamı, Çuhacılar Hamamı ve Ahi Çelebi kadar faaliyette olan hamam diğer birçok hamam gibi kapatılarak Hamamı’dır. kendi haline terkedilmiştir. KAYNAKÇA ASLANAPA Oktay, “Edirne’de Türk Mimarisinin Gelişmesi”(Edirne Hatıra Kitabı), Ankara 1965. AYVERDİ Ekrem Hakkı, “Osmanlı Mimarisinin İlk Devri”, İstanbul 1966. TOPKAPI HAMAMI Evliya Çelebi, “Seyahatname”,(Zuhuri Danışman Tabı), İstanbul 1970. GÖKBİLGİN M. Tayyip, “Edirne Hakkında Yazılmış Tarihler”, (Edirne Hatıra Kitabı) Ankara 1965. “Alaca Hamam” adıyla da bilinen yapı, Edirne Üç Şerefeli GÖKBİLGİN M. Tayyip, “15 ve 16. Yüzyılda Edirne ve Paşa Livası, İstanbul 1952. MERİÇ Rıfkı Melül, “Edirne’nin Tarihi ve Mimari Eserleri Hakkında”, Türk Sanatı Tarihi Camii’nin batısında yer almaktadır. Sultan II. Murat tarafından Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963. 1440 – 1441 de yapıldığı bilinmektedir. Hamamın Arapça ÖZ Tahsin, “Edirne Yeni Sarayı’nda Kazı ve Araştırmalar” (Edirne Hatıra Kitabı), Ankara 1965. PEREMECİ Osman Nuri, “Edirne Tarihi”, İstanbul 1939. kitabesi Edirne Müzesi’ndedir. Çifte Hamam olarak yapılmıştır. Dr. Rıfat Osman, “Edirne Sarayı”, Ankara 1957. Soyunmalık bölümünün ahşap olduğu sanılmaktadır. XIX. yüzyıla kadar kullanılan hamam, Balkan Savaşlarından sonra terk edilmiştir.

40 41 ÇOBAN ÇEŞMESİ Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlayan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca Yol almış hayatın ufuklarınca, O hızla dağları Ferhat yarınca Başlamış akmağa çoban çeşmesi...

O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi. EDİRNE’DE Ne şair yaş döker ne âşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar, Beyhude seslenir, beyhude çağlar, SU KÜLTÜRÜ VE Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi KADIN ÇEŞMELERİ Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Emine CENGİZ / İlhami Ertem Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni

Çeşme, bir genel su sağlama sisteminden gelen suyun Türk kültüründe çeşmeler ayrı bir öneme sahiptir. Bu yapılar kamunun kullanımına sunulduğu yapı veya depo ve kaynaklardan özellikle şehir merkezlerinde mahalle ve sokakların oluşmasında borularla getirilen suyun akıtıldığı yapı olarak tanımlanabilir. belirleyici rol oynamışlardır. İslamiyet’in suya büyük önem vermiş Genellikle Farsçada göz anlamında kullanılan “çeşm”den geldiği olması ve insanlara su sağlamanın hayır işlerinin büyüklerinden kabul edilir. Su çıkan kaynak, pınar ve gözlere “çeşm” denilmiş, olduğunu bildirmesi bu önemi daha da artırmıştır. Nitekim bir bunların akıtıldığı küçük yapılara “çeşme” adı verilmiştir. Çeşme Hadis-i Şerif’te “Sadakanın en faziletlisi su teminidir.” diyerek kelimesi Osmanlı dönemi kitabelerinde “çeşme-i ab-ı zülal”, konunun önemi Peygamber Efendimiz tarafından da vurgulanmış “çeşme-i kevser” ve “çeşme-i dilkuşa” vb. terkipler halinde de sık ve bu hadis, çeşme yaptırmada Müslümanlar için önemli bir teşvik sık kullanılmıştır. olmuştur.

42 43 Arda, Tunca ve Meriç Nehirleriyle çevrili ve bu üç nehrin Edirne çeşmeleri genellikle dikdörtgen prizma biçiminde, üstü suladığı bereketli topraklar üzerinde kurulmuş Edirne’de Osmanlı piramitle örtülü, hazneli yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu döneminden önce şehrin suyunun bu üç nehirden sağlandığı çeşmelerin ayna taşları üzerinde ise daha çok bitkisel motifler, bilinmektedir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin Edirne’yi fethederek natüralist çiçek ve yaprak motifleri ile ağaç, bahar dalı motifleri ele geçirmesi ve akabinde başkent yapmasıyla birlikte şehir görülmektedir. kısa süre içinde gelişmiş, kale etrafında birçok yeni mahalleler kurulmuştur. I. Murat ile başlayan ve II. Bayezid’e kadar olan KADIN ÇEŞMELERİ dönemde şehirde birçok cami, mescid, hamam, çeşme vb. yapılar inşa edilmiştir. İnşa edilen bu yapıların su ihtiyaçları şehrin İslamiyet’in suya büyük önem vermiş olmasından dolayı etrafını kuşatan nehirlerden ve yakın köylerden karşılanmaktadır. Edirne’de gerek devlet adamları gerekse hayırseverler pek çok Ancak köylerden ve nehirlerden ayrı ayrı yollarla çekilen çeşme inşa ettirmiştir. Bu çeşmeleri incelediğimizde kadınların suların halkın ihtiyacını karşılayamaması yeni su kaynaklarının yaptırdığı çeşmelerin de önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. bulunması ihtiyacını doğurmuştur. Kanuni döneminde, Mimar Edirne’de yaptırılan kadın çeşmelerinin bazıları aşağıda yer Sinan tarafından planlanarak geliştirilen “Haseki Suyu” denilen almaktadır: yeni sistem, Edirne’nin su ihtiyacını, zaman içinde gerçekleşen kaynak ilavelerle yaklaşık 450 yıl karşılamaya yetmiştir. Şehre suyu taşımak için kanallar, kemerler, su terazileri yapılmış ve nehirler ÇEŞMESİ üzerine köprüler kurulmuştur. Edirne’nin kuzeyinde Büyükdöllük köyü yolunun batısında, Açık Haseki suyunun çıkış noktası Edirne’nin 45 kilometre Cezaevi önünde bulunan, IV. Sultan Mehmet’in eşi, III. Mustafa ile uzağındaki Taşlımüsellim köyüdür. Yol boyunca değişik kaynak ve III. Ahmet’in annesi Valide Rabia Gülnuş Sultan tarafından 1696 pınarlarla desteklenerek Edirne’nin en yüksek rakımlı noktası olan senesinde yaptırılan çeşme kesme taştan ve tek cephelidir. Uzun Buçuktepe’ye ulaştırılan su, buradan Edirne’nin mahallelerine, bir kitabesi olan çeşmenin kitabesinden bir bölüm şöyledir: yani suyun son durağı olan çeşmelere dağıtılırdı. 40 km uzunlukta olan bu su kanalları büyük bir teknikle, yeni buluşlarla Edirne’ye “Hazreti Valide-i Mustafa Han Gazi kadar tertemiz, mikropsuz ve duru olarak akıtılmıştır. Toplanan Ki odur menba-ı hayrat keram elyef cud pınar sularının hijyenik olarak akıtılması için yapılan çeşitli Yaptı bir çeşme-i ali cü la ezel tensim çalışmalar, kemer ve tüneller bugün dahi kullanılan tekniğin ileri Görmedi kimse böyle” bir özelliğe sahip olduğunu gösterir. Çeşme hazneli olup hazne örtüsü düzdür. Musluğu sökülmüş, Mimar Sinan’ın yaptığı su yollarından sonra kentte ilk önce musluğun üstünde ve iki yanında hafif sivri kemerli tas koyma Mimar Sinan stili çeşmeler bağımsız mimari karakteriyle bir yerleri vardır. Önünde taştan yalağı vardır. Yalağın sol tarafında değer taşır. 16. yüzyıldan sonra ise çeşme ve sebil mimarisi hayvanların sulanması için uzun bir yalak da yapılmıştır. Çeşmenin anıt niteliği kazanmıştır. Hatta su gereksinimi bir kenara itilmiş, arka yüzünde sivri kemer mihrap vazifesi görmektedir. çeşme ve sebil mimarlığı adeta kentte bağımsız bir mimari şekle kavuşmuştur. Böylece su yapıları Edirne’nin avlu, köşe, meydan, AFİFE HATUN ÇEŞMESİ duvar ve alan gibi kısımları dolduran, süsleyen önemli ve gösterişli yapılar olmuştur. Suyun kazandığı anlam ve suya verilen kutsallık Yancıkçı Şahin Mahallesi, Afife Hatun Sokak’ta, Şeyh Çelebi nedeniyle dikilmiş bu anıtların Edirne’deki sayısı binleri bulmuştur. Camii yakınlarında bulunan çeşme Afife Hatun tarafından 1773 tarihinde inşa edilmiştir. Bugün yerinde bulunmayan kitabesinde Evliya Çelebi, “Seyahatnâme”sinde Edirne çeşmelerinden şunlar yazmaktadır: bahsetmektedir. Abdurrahman Hibri Çelebi de Edirne’deki su yolu ve çeşmeler hakkında bilgi verirken burada yüz altmıştan “Afife nam-ı hatun kıldı ihya bu fi- sebil-Allah fazla çeşme ve on yedi sebil bulunduğunu kaydetmektedir. Ancak Feramuş etmesun nuş eyleyin aştan rahmetden bunların isimlerini belirtmemiş ve şöyle bir beyit kaydetmiştir: Mücevher harf ile Taib didi bir hoş edaya tarih Revan oldı bu ab-ı Kevser el-hak ayn-ı izzetden “Gezme sakın serseri her çeşmeyi Sene 1187” Varınca gör kendini baş çeşmeye Kavuştun isen eğer çeşmeye Edirne’deki büyük boyutlu çeşmelerden birisi olan Afife Hatun Serseri gezme sakın her çeşmeyi” Çeşmesi, önceleri bir meydan çeşmesi olarak inşa edilmişken günümüzde etrafındaki yapılaşma sonucu köşe çeşmesine Tarihçi Badi Efendi, Edirne’de özel olarak 1300’ün üstünde dönüşmüştür. Kesme taştan iki cepheli hazneli bir çeşmedir. çeşme olduğunu, ancak yapılış tarihi ve yaptıranların bilindiği Hazne örtüsü taştan ve düz olup sonradan üzerine kiremitli çatı büyük çeşmelerden 123 adedinin isimlerini açıklamıştır. Dr. Rıfat yapılmış, yarısı haraptır. Afife Hatun Çeşmesi günümüzde özgün Osman, “Edirne Rehnüma”sında halen Edirne’de 230’u aşkın akar yapısal özelliklerini kaybetmiş olsa da bulunduğu sokağın tarihi çeşme olduğunu ifade etmiştir. Günümüzde ise bu çeşmelerin pek karakterini temsil eden tek yapıdır. çoğu harap olmuş durumdadır.

42 43 NECİBE HATUN ÇEŞMESİ GÜLBAHAR HATUN ÇEŞMESİ

Kesme taş malzemeden yapılmış, hazneli, tek cepheli bir Taş malzemeden inşa edilmiş; tek cepheli, hazneli, suluklu bir köşe çeşmesi olan Necibe Hatun Çeşmesi Sarıca Paşa Mahallesi, çeşme olan Gülbahar Hatun Çeşmesi, Umurbey Mahallesi, Harbiye Sarıca Paşa Caddesi bitiminde, Çukur Çeşme Sokağı girişinde yer Bayırı Sokağında 12 numaralı eve bitişik vaziyettedir. Yapım tarihi almaktadır. Çeşmeye ait herhangi bir kitabe de bulunmadığından de, yaptıran kişisi de bilinmeyen çeşmenin cephesinde herhangi dolayı çeşmeyi kimin, hangi tarihte yaptırdığı bilinmemektedir. bir kitabe bulunmamaktadır.

Nişsiz ve oldukça sade olan çeşme kare şeklindeki bir kütle Tarihi çeşme Gülbahar Hatun isminin yanında Hazneli, Suluklu üzerine oturmaktadır. Yüksekliği 2.80 m ve genişliği 3.12 m’dir. Çeşme gibi isimlerle de tanınmaktadır. Çeşme, kare şeklindeki Yapının hazne örtüsü taş malzemeden, piramidal bir şekilde inşa bir plan üzerine oturmaktadır. Yüksekliği 1.80 m ve genişliği edilmiştir. Çeşmenin saçak kısmı dışa doğru çıkıntı yapan geniş ve 2.36 m’dir. Oldukça sade ve nişsiz olan çeşmede yola bakan düz bir sıra silme ile hareketlendirilmiştir. Yapıda hiçbir süsleme cephede bu sadeliği bozan mermer malzemeden yapılmış, 0.35 unsuru bulunmamaktadır. m. yüksekliğindeki bir suluk dikkat çekmektedir. Bu suluğun ortası oyularak göbeği kadeh biçiminde işlenmiştir. Alt kısmında ise akan NİMET HANIM ÇEŞMESİ suların toplanarak bir delik vasıtasıyla zemine akıtıldığı bir çanak bulunmaktadır. Çeşmede hiçbir süsleme unsuru bulunmamaktadır. Kesme taş malzemeden inşa edilmiş, tek cepheli, hazneli, sivri ve kemerli bir cephe çeşmesidir. Muradiye Meydan Mahallesi, HAVVA HATUN ÇEŞMESİ Arnavut Bayırı Sokak’ta bulunan çeşme, bitişiğindeki konutlar tarafından kuşatılmıştır. 1870 yılında yaptırılan çeşmenin kim Medrese Ali Bey Mahallesi’nde bulunan Havva Hatun Çeşmesi tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kare şeklindeki bir plan de günümüze ulaşamamıştır. Bu çeşmenin mimari özellikleri üzerine oturan çeşmenin yüksekliği 4.08 m ve genişliği 2.82 m’dir. hakkında bilgimiz bulunmamaktadır. Edirne Müzesi’nde kayıtlı olan Güneye bakan ön cephede sivri kemerli bir niş yer almaktadır. Çeşme, kitabesine göre 1690 senesinde Havva Hatun tarafından Derin bir niş şeklindeki kemer boşluğunun merkezinde oldukça inşa olunmuştur. Çeşme kitabesi aşağıda yer almaktadır. tahrip edilmiş ayna taşı bulunmaktadır. Mermer ayna taşının yüzeyinde üst tarafta motif oyma tekniğinde işlenmiş bir Edirnekari “Sahib-ül Hayrat Havva Hatun ol merhume kim motifi görülmektedir. Bu çiçek demetinin hemen altında ise küçük Yabdırub bu çeşmeyi akıtdı ma-i hasan dilimli bir kartuş içine alınmış 1287 tarihi kazınmıştır Hazne örtüsü Hak kabul edib sevabın dembedem etsin ziyade piramidal çatılıdır. Çeşmede ön cephe haricindeki diğer cepheler Hem dahi şad ola ervah Hüseyin ile Hasan sade tutulmuştur. Hasan Kethüdanın kerimesi Havva Hatun. Sene 1102” Özgün yapısal özelliklerini koruyarak günümüze gelebilen çeşme oldukça bakımsız halde bulunmaktadır. Çeşmenin önünden LÜLELİ ÇEŞME geçen yol kaplaması ve özellikle beton kaldırım tarihi yapının yalağına zarar vermiştir. Rukiye Hanım tarafından, 1926 senesinde Uzunkaldırım Tarlakapı semtinde yaptırılmıştır. Kesme taştan inşa edilen HACER HANIM ÇEŞMESİ çeşmenin sadece haznesi ve mermerden kitabesi vardı. Kitabenin okunuşu şöyledir: Kesme taş malzemeden inşa edilmiş, tek cepheli, hazneli bir köşe çeşmesi olan Hacer Hanım Çeşmesi, Muradiye Meydan “Hayratı Rukiye Hatunun bu çeşme Mahallesi, Arnavut Bayırı Sokak’ta bulunmaktadır. Çeşme, 12 Allah indinde makbul olsun Numaralı konutun dış giriş kapısına bitişik vaziyettedir. Hacer Ebeveyni ettiler himmet bu hayra Hanım tarafından 1912 yılında yaptırılmıştır. A’mali mebrur olsun”

Çeşmenin batı cephesinde saçağa yakın bir yerde bulunan iki Edirne şehir merkezinde Osmanlı döneminden kalan bu satırlık kitabesi kireç sıvası altında kaldığı için okunamamaktadır. yapıların büyük bir bölümü günümüzde kullanılmamaktadır. Gerek Kitabenin okunan kısmı şöyledir: küçük boyutlu olmaları ve gerekse bugün sessiz kalmaları bu Sahib’ül hayrat ve hasanat yapıların gün geçtikçe bir şekilde ortadan kaybolmalarına neden Hacer Hanım ruhuna olmaktadır. Edirne’mizin bu saklı kalmış hazinelerinden olan Sene 1328 çeşmelerin sularının yeniden akmasının sağlanması dileğiyle…

Oldukça sade ve nişsiz bir yapı olan çeşme kare şeklindeki KAYNAKÇA: KARADEMİR Murat, Edirne Çeşmeleri, Edirne Valiliği, 2008. bir kütle üzerine oturmaktadır. Yüksekliği 2.20 m ve genişliği 2.07 MERİÇ KÖYLÜOĞLU Neriman, Edirne’de Osmanlıdan Günümüze Su Yapıları, Edirne m’dir. Kuzeye bakan çeşme cephesi önünde bugün oldukça tahrip 2001. olmuş su yalağı bulunmaktadır. Hazne örtüsü ise düz ve musluğu ONUR Oral, Edirne Su Kültürü Kadim Su, İstanbul 1978. sökülmüştür. Yapıda hiçbir süsleme unsuru da bulunmamaktadır. TUNCA Ayhan, Edirne’de Çeşmeler ve Su Çalışmaları, Yöre Aylık Kültür Dergisi, Yanındaki konut ile adeta bütünleşmiş vaziyette olan çeşme Edirne, 2002, sayı: 27-28-29-30. günümüzde kullanılmamaktadır.

44 45 YİTİK ÇEŞME

Şahika Ezgi ÇAY / Edirne Güzel Sanatlar Lisesi Öğrencisi

Bize sahip çıkamadılar. Belki bizi anılarında saklayanlar olur. Ümidim onlarda…

Ah, ahh! Ahmet Badi Efendi, Canımı yakıyorlar. Basit bir mahalle taşı gibi tekme atıyorlar. Hani şu susmak bilmeyen Karakuyruk saksağan var ya… Onu bile özledim. Tüm geçmişim yok oldu artık. Akmasaydım, akıtılmasaydım ama yok olmasaydım. Anılarım aklıma geliyor hep.

Şeyi hatırlar mısın? Yamacımda oturan âşıkları onlara nasıl da kızardın? Bana zarar verdiklerini düşünürdün. Ama onlar beni sevgi ile besliyorlardı. En çok da sokak aralarında top oynadıktan sonra terli terli gelip su içen küçüğümü özledim. Çok kızardı bana. Hasta olmasından korkardım suyumu az akıtırdım. Şimdi, o küçük bile bana sahip çıkmadı.

Evet, bir de o kız... Benim var olma nedenim… Adı neydi ki… Şey, evet… Eveeet… Akile Molla. Beni bilirsin. 1764’te ölen Akile Molla anısına annesi tarafından yaptırıldım. O teyzem ne zorluklarla yaptırdı beni.

Kışın hiç akmak istemezdim. Bilirsin buralar soğuk olur. O sıcacık ellere vurmak istemezdim soğuğumu. Eski toprağız işte sıcak suyumuz yoktu ki. Aaa! Şeyi hatırlar mısın? Emine Hatun’u? Benimki de soru hani. Nasıl unutursun ki… Her sabah 07.15’te önümde buluşurdunuz. O Emine Hatun ne şanslıydı. Ne çok severdin onu. Gelip bana hep onu anlatırdın. O lanet babası olmasaydı. Mutlu olsaydınız keşke… Sen de benim gibisin Ahmet Badi Efendi. Seni de ilk mutlu etti bu hayat sonra tüm sevincini elinden aldı.

Sevgili Dostum, Üzülme herkes göçer. Belki bizim böyle olmamız gerekirdi. Ama yapacak bir şey yok. Artık kenarda yosun tutan taş parçacıklarıyım. Kendine iyi bak. Bizler görevimizi yaptık. Bize sahip çıkamadılar. Belki bizi anılarında saklayanlar olur. Ümidim onlarda…

Tülin SARGIN / Edirne GSL Öğrencisi

44 45 EDİRNE’NİN MİRASI: ŞAİR NAZMİ

Ayşenur SALMAZ Öznur TABAK Keşan Lisesi Öğrencisi Keşan Lisesi Edebiyat Öğretmeni

Şiirlerinde milliyetçi bir tavırla mahalli bir lisana yer veren Edirneli Nazmi, dönemine göre dili en sade kullanan şairlerin başında bulunurdu.

Yaklaşık bir asır boyunca büyük Osmanlıya başkentlik yapmış Edirne, maddi ve manevi birçok hazineye sahiptir. Edebiyat ve sanatımızın mihenk taşlarının vücut bulduğu bu nadide şehir, sahip olduğu bu hazinelerde hiçbir şehre nasip olmayacak bir unvan sahibidir.

Edirne’de doğmuş, 16. yy. Divan Edebiyatının en üretken şairi, Edirne’nin havasını, suyunu bünyesine almış toprağına adım atmış Edirneli Nazmi... Asıl adı Mehmet’tir. Tam olarak ne zaman doğduğu bilinmeyen Nazmi, doğduğu ve yaşadığı şehir 1555 yılında Edirne’de vefat etmiştir. Yeniçeri ocağında yetişmiş, Yavuz ve Kanuni’nin bazı seferlerine katılmıştır. İlminin verdiği feyiz ile katiplik yapmıştır. Edebiyatımızda o döneme kadar başka şairleri tanıtan yine odur. Mecma’ün Nezair (Nazireler Topluluğu) adlı eserde birçok şaire ve bu şairlerin yazdığı yaklaşık 3356 şiire yer vermiştir.

16. yüzyıl Osmanlı için “muhteşem yüzyıl” olarak anılırken bu ismi verenler hiç de haksız değildir. Gerek tarihsel açıdan gerek sanat ve edebiyat alanında zirve dönemi yaşayan Osmanlı, Arap ve Fars edebiyatının etkisi altındadır ve bu dönemin ünlü şairleri Türkçe yazmaktan uzaklaşmıştır. Ancak Edirneli Nazmi, onlardan tamamen farklıdır. Şiirlerinde milliyetçi bir tavırla mahalli bir lisana yer veren Edirneli Nazmi, dönemine göre dili en sade kullanan şairlerin başında bulunurdu. 1913 yılında edebiyat tarihimizin millileşmeye başlaması esasen 16. yüzyılda Edirneli Nazmi tarafından Türk-i Basit ( Basit Türkçe) oluşmaya başlamıştır.

46 47 Gazel Edirneli Nazmi, şiir dilinde yenilikler yaratmış aruzu farklı Göñül bir cism ü cânân mihri anda câna dönmişdür uygulayarak, İran aruzuna eklemeler yaparak şiirlerinde bu kalıpları Dahı cândan ‘azîz ü sevgüli îmâna dönmişdür kullanmıştır. Edirneli Nazmi, Vahit Tebrizi’nin Risalet’i Aruz adlı eserinde kullanılan bahirelere ve bu bahirelerdeki vezinlere farklı Perî-ruhlar hayâli birle kim pürdür degül hâlî kalıplar uydurarak “Muhtera” adını verdiği ve kendi buluşuna O hâli bil üzre dil bir mesken-i vîrâna dönmişdür işaret ettiği vezinler vardır. Şair Nazmi, kafiye kullanımı açısından da oldukça başarılı olmuştur. Divan Edebiyatının en hacimli Bugün gün gibi rûşen ol nigâr-ı çârdeh-sâla divanına sahip Edirneli Nazmi ne yazık ki edebiyat tarihimizde pek Güzellikde şu bedr olmış meh-i tâbâna dönmişdür ilgi uyandırmamıştır. Güneş kim böyle hercâyîdurur rûşen bu ol yüzden Her metre karesinde tarihi önem saklayan Edirne’miz manevi O bir hûb-ı cefâ-hû âfet-i devrâna dönmişdür değerlerimiz açısından da bizlere kıymetli hazineler bırakmıştır. Nigâruñ hasret-i la’liyle Nazmî kanda olursa ŞAİR NAZMİ Dem-â-dem giryeden bu eşk-i çeşm kana dönmişdür

Öznur TABAK Gazel Keşan Lisesi Edebiyat Öğretmeni Derdi olanun yüregi baş olur Gözleri hep çağlar akar yaş olur

Derdine ol ki acımaya kim senün Yüregi anun gibinün taş olur

Çoğı yaramazlığadur çağına Bir yaramaz kimse ki yoldaş olur

Dünye işinde olanun işleri Hep biri biri ile savaş olur

Nazmi kişinüñ bir eyü yoldaşı Hep eyü sanmağıla kardaş olur

Murabba Gazel Efendümsin benüm sen ben senüñ bir kuluñam hânum Başum âhumla dumanlı yüce bir taga dönmişdür Seni cân-ıla sevdüm ben saña kurbân ola cânum Gözüm yaşumla su tolmış iki bardaga dönmişdür Senüñ yoluñda cânumdur benüm eñ soñra kurbânum Benüm bu göñlüm alubdur senüñ âh ol güzel gözler Kara su olub akardı yaşum her çag kaygudan Bu çag uş kan gelür olub kızıl ırmaga [dönmişdür]

Benüm bu varlıgum kim var o yâruñ yolları üzre Murabba Ayaklar tozına düşüb kara topraga dönmişdür O güzel gözlerüñ kim gözler eller a güzel yendek O gözler düşürür her göñüle imdi seni sevmek O servüñ gül yüzi ayrulıgından bu benüm beñzüm Yalan sanma benüm bu sözümi gerçekdurur gerçek Kışın şol sararub solmış olan yapraga [dönmişdür] Benüm bu göñlüm alubdur senüñ âh ol güzel gözler

Be Nazmî şehrimüz şol hûriye beñzer güzellerle Güzellik birle hûrîler tolu uçmaga dönmişdür

46 47 MÜZECİLİK TARİHİMİZDE EDİRNE Hasan KARAKAYA / Edirne Müzesi Müdürü Edirne, kültür tarihimizde önemli bir tecrübe birikimini ifade Edirne’nin, kültür, korumacılık, düşünce hayatında ve eder. Saraya ev sahipliği yapması vesilesiyle kültür hayatında uygulama alanında sahip olduğu önemli tecrübe birikiminin özellikle idari ve siyasi bir merkez olmuş, mimarlık tarihinde devamı olan kurumlardan Edirne Müzesi, kent kültür ve ayrıcalıklı konuma sahip ve eğitim yönüyle Osmanlı’nın öncü korumacılık alanında kurulduğundan bu yana aktif görev almış, kentlerinden biri olmuştur. Edirne’de II. Murad zamanında önemli görevler üstlenmiştir. Dar’ül-Hadis Medreseleri kurulmuş ve medreselerde hadis derslerinin yanı sıra diğer ilimlerde okutulmuştur.

Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesi’nde bu medreseler için; “En güzeli de II. Selim Darül-Hadisi’dir. Yine bu dönemde 14 padişah camisinde birer Sıbyan Mektebi açılmıştır. En başarılıları Murat Han, Çelebi Han ve Selim Han okullarıdır. Beyazid Han Hastanesinde mütehassıs doktorlar nabız ilminde usta cerrahlar bulunmaktaydı. O dönemde Edirne’deki bilgin sayısı 6.190’nın üzerindeydi.” cümleleriyle yer verir. Sayısı 40’ı bulan medreseleri ile Edirne’nin yetiştirdiği ilim adamları, İstanbul medreselerinin kurulmasına da öncülük yapmıştır.

Evliya Çelebi’nin medreselerin en güzeli diye bahsettiği Selimiye Dar’ül Hadis Medresesi ise Edirne’nin ilk müzesi olarak kültür hayatında yeni bir görev üstlenmiş ve halen Türk-İslâm Eserleri Müzesi olarak Edirne kültür hayatına katkı sunmaktadır. Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi İnşaası 1969

48 49 Cumhuriyetin ilk müzelerinden birinin Edirne’de Filov günlüklerinde, Tekirdağ Rum Okuma Yurdu ziyaretinde kurulmasında, Mustafa Kemal’in Çanakkale Anafartalar avludaki eserleri gördüğü, burada yer alan müzeyi ise ilgililerin görevinden sonra 1916’da Edirne’ye tayin olduğunda Edirne açmak istemedikleri, müzenin anahtarlarının piskoposta Merkez ve Keşan’ı görmüş ve incelemiş olmasının etkisi olduğu olduğu, piskoposun İstanbul’a gittiği ancak akşamüzeri sorunun söylenebilir1 ancak müzenin kuruluş kararının 1921 yılında çözüldüğü, 70-80 eser ve küçük bir sikke koleksiyonu olduğu, hayata geçirilmesi, Edirne Müzesi’nin Türkiye’de müzecilik çok değerli bir sikkenin daha önceleri çalınmış olduğu, eserlerin sürecinin devamı olarak kurulduğunu göstermektedir. büyük bir kısmının mezar ve adak taşlarından oluştuğu, üç Trak Halkevleri’nin özellikle de etnografyanın benimsenmesi, atlısı ve bunlardan başka üç parçanın dikkatini çektiği, Seure’un açıklanması ve sevdirilmesinde de rolü olmuştur.2 yayınlamış olduğu yazıtların müzede bulunamadığını8 yazar. Bu bilgi, Tekirdağ’da 1913 yılında azınlıklar tarafından müze Edirne’de müze kurulmasında yukarıda belirtilen hususlar meydana getirildiği bilgisini içermesi açısından dikkat çekici önem arz etmekle birlikte, müze kurulmasının en esas ve önemlidir. Günlüklerde yer alan diğer dikkat çekici nokta nedeninin, 1828-1829 Osmanlı - Rus Savaşı sonrasında ile ise, Marmara Ereğlisi’nden sökülen mozaik ikonanın büyük bir başlayan işgaller olduğu açıktır. 1829 ve 1879 Rus İşgalleri, diplomatik sorun haline geldiğinin bilgisidir. Sökülen mozaik 1913 Bulgar İşgali ve 1920 Yunan işgali yıllarında sahip olduğu ikona şimdi Sofya Aleksandır Nevski Katedrali kriptasında değerli tarihi eserlerin, toplanması, camilerden değerli Kuran-ı bulunmaktadır.9 Kerim, halı ve çinilerin işgal esnasında alınmış olması bu konuda harekete geçilmesini gerektirmiş olmalıdır. Rus ve Bulgarlar tarafından Trakya’ya inceleme ve tespitlerde bulunmak üzere araştırmacılar gönderilmiştir. 1828-1829 Osmanlı Rus Harbi sırasında İmparator I. Nikola tarafından Edirne’ye iki Rus ressam gönderilir. Bu ressamlar tarafından 50’yi aşkın Edirne Yeni Sarayı’nın (Saray-ı Cedid-i Amire) resimleri yapılır.3

Bu araştırmacıların en ünlüsü ise şüphesiz Bulgaristan Milli Eğitim Bakanlığı’nın 7 Ekim 1912 tarihli yazısı ile Arkeoloji ve etnografya açısından eski eserleri araştırmak, tasnif etmek ve derlemek amacıyla Makedonya ve Edirne Trakya’sında görevlendirilen Bogdan Dimitrov Filov’dur4 . Sofya Ulusal Arkeoloji Müzesi Müdürü Boğdan Filov’un yanı sıra aynı kurumda görev yapan Rafael Popov’un ise sadece Edirne’de görevlendirildiği aynı yazıda yer almaktadır. 16 Aralık 1912-26 Nisan 1913 tarihleri arasında Edirne ve çevresinde, adı geçen Atatürk’ün Edirne Müzesi’ni ziyareti araştırmacılar tarafından kapsamlı incelemelerde bulunulduğu, eserlerin tespit ve tasnif edildiği, Bulgaristan müzelerine götürülmek üzere derlendiği Bogdan Filov’un Balkan Savaşları İşgal yıllarında yaşanılan bu durum Kurtuluş Savaşı yıllarında Günlüğü’nden anlaşılmaktadır 5. Türklerin çekildiği yerlerde bu konu da önlemler alınmasını gerektirmiştir. Bu dönemde değerli ne varsa toplamakla görevli Filov’un taşınmaz eserler Atatürk daha Cumhuriyet kurulmadan önce müzeciliğe değinmiş, dışında, özellikle halıları, yazma eserleri, eski silahları ve Ankara’nın 90 km. ötesinde Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm yazıtları incelediği, Beyazıd Caminde belge düzenleyerek küçük hızı ile devam ettiği, top seslerinin Ankara’ya ulaştığı günlerde, halıların dördünü, iki eski Kuran-ı Kerim’i, Eski Cami’den güzel Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelini Kuran-ı Kerim’i, Selimiye Kütüphanesinden 44 adet süslemeli el oluşturan bir Eti müzesi kurulması emrini vermiştir. Cumhuriyet yazmasının alındığı, listesinin yapılarak depoya taşındığı, halıların Dönemi’nde Mustafa Kemal’in talimatlarıyla yeni müzeler da listelendiği,6 halıların sorunsuz bir şekilde Sofya’ya taşındığı 7 kurulmaya başlanmış ve önemli bazı tarihi yapılar müze olarak Filov’un günlüklerinden anlaşılmaktadır. Kırklareli’nde de ilan edilmiştir. Mustafa Kemal’in Cumhuriyetin kuruluşundan Edirne’de olduğu gibi Bulgaristan’a götürülmek üzere bölgenin önce de eski eserlere ve etnografyaya olan ilgisine; dönemin önemli eserleri toplanmıştır. Filov’un seyahatı esnasında Askeri Müze Deposu olan Aya İrini’den seçtiği yeniçeri kıyafetini Vize’de fotoğrafladığı Sunak bugün Edirne Müzesi’nin Arkeoloji Mayıs 1914’de Sofya’daki bir kıyafet balosunda giymesi güzel bir 10 Salonunda sergilenmektedir. örnektir.

1 Baykan, D, “Müzecilik Tarihimizde Edirne”, Güneş Karadeniz’den Doğar Sümer Atasoy’a Armağan , Ed. Ş.Dönmez, Hel Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 34. 2 A.g.m, s.25 3 Çulpan, C., Tosyavizade Dr. Rıfat Osman,İsmail Akgün Matb. İstanbul 1959 s:41 4 Bogdan Filov’un Balkan Savaşları Günlüğü, Hazırlayan: Hüseyin Mevsim,s.:21 Timaş Yay., İstanbul 2014. 5 A.g.e. s:23-105 6 A.g.e., s.86-87. 7 A.g.e. S.104. 8 A.g.e. s.90 9 Bknz: A.g.e s.89, 30 no.lu dipnot Ç. N.. 10 Baykan, D, “Müzecilik Tarihimizde Edirne”, Güneş Karadeniz’den Doğar Sümer Atasoy’a Armağan , Ed. Ş.Dönmez, Hel Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 25-36

48 49 Saraydan Edirneye Bakış

Selimiye Minaresinden 26062012 038 (2)

Koridor

Edirne’de ilk Müze, Selimiye Külliyesi içerisinde yer alan Tekke Odası Dar-ül Hadis Medresesi’nde faaliyete başlamıştır. Selimiye Camii’nin güney doğusunda yer alan Hadis ilimlerinin TBMM’nin açılışının hemen arkasından 9 Mayıs 1920’de okutulduğu Medrese, Selimiye Külliyesi’nin bir parçası olup göreve başlayan ilk hükümetin yapacağı işler arasında eski 1569-1575 yıllarında, Osmanlı Padişahı II.Selim tarafından eserlerin derlenmesi ve yeni müzeler kurulması yer almıştır. Bu Mimarbaşı Koca Sinan’a inşa ettirilmiştir. Kareye yakın amaçla Maarif Vekâletine bağlı Eski Eserler Müdürlüğü (Asar-ı dikdörtgen planlı Medresenin üç kenarı boyunca sıralanan 20 Atika Müdürlüğü) kurulmuş, 5 Kasım 1922’de bir genelge ile kubbeli odası bulunmaktadır. Ana dershane odası, hoca ve arkeolojik ve etnografik eserlerin toplanması, envanterlenmesi öğrenci odaları ile medrese Osmanlı eğitim hayatında önemli ve yeni müzelerin kurulması istenmiş, 14 Ağustos 1923 yer tutmuş; 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Edirne Müzesi tarihli hükümet programında Müzecilik geniş boyutları ile ele olarak Edirne Kültür hayatında önemli bir yer almıştır. alınmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine 1923’te kurulan Heyet-i İlmiye’nin görevleri arasında Ankara’da bir milli müzenin Bu müze, faaliyete başladığı 1922 yılından itibaren Türkiye kurulması, Türk Etnografya Müzesi’nin hemen açılması ve Trakyası’ndaki eserleri toplamış ve 01.01.1924 tarihinde Dar’ül Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin gözden geçirilmesi konuları da yer Hadis Medresesi’nde 95 eserin düzenlenmesi ile ziyarete almıştır. Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde Atatürk’ün talimatı açılmıştır. Müzenin ilk müdürleri eğitimci olan İsmail Hakkı Bey ile Milli kazılar başlamıştır. Atatürk özellikle Hitit Uygarlığı’nın ve Avni Bey’dir. İsmail Hakkı Bey (İlter) , Millet Kütüphanesi’nin araştırılmasını istemiştir. Ankara yakınlarında Gavurkale 1930, kurucu ilk müdürü Ali Emîrî Efendi’nin (ö.1924) ölümünden sonra Ahlatlıbel 1933, Karalar 1933, Çankırıkapı (Roma Hamamı), bu kütüphanenin müdürlüğünü yapmıştır. Etiyokuşu 1937, Alacahöyük 1934, Pazarlı ve Büyük Güllücek 1934 kazıları, 1930 yılında başlayan Trakya Bölgesi araştırmaları Büyük Önder Atatürk, 25-11-1930 tarihinde bu müzeyi ve 1932 yılında başlayan Hasankeyf yüzey araştırması Atatürk’ün ziyaret etmiş ve ziyareti esnasında; “Eserlerimiz pek fazla değil direktifleri ile başlayan çalışmalardan bazılarıdır. Mustafa Kemal lakin temiz ve nadide eserler aslı müzeler tedrici tekâmüle Atatürk’ün “Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda tabidir. Teşekkür ederim.” şeklinde müze defterine şerh verdiği yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, müzenin raporlarında yer almıştır. Atatürk’ün Edirne Müzesi’ni sahip olmaktan geçer” sözü müzecilik anlayışının özünü ziyaretini yansıtan çok bilinen fotoğraf bu esnada çekilmiştir. yansıtmaktadır.

50 51 EDİRNE’NİN SAKLI HAZİNESİ

Dört minareli Selimiye Camii’m Karşılar güvercinleri ile seni. İçindeki ters lalesi anlatır efsaneyi Büyüler seni yeşilliği, sanki bir nur bahçesi.

Açar kapılarını Kapalıçarşı Hayran bırakır mis kokulu meyve sabunları, İçinde sakladığı hediyelik eşyaları, Sanki bir hazine sandığı.

Günebakan çiçeği her sabah güneşi seyreder, Er Meydanı’nda olurken güreşler. Burcu burcu tarih kokar Edirne’m İşte, bu benim saklı kalan hazinem.

Nergül YAŞDUT Uzunköprü Atatürk Ortaokulu Öğrencisi / Levet TOSUN / Levet Fotoğraf

50 51 EVLİYA KASIM PAŞA VE EDİRNE’DEKİ ESERLERİ

Hasan Ali CENGİZ Trakya Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Okutmanı

52 53 Fıg.25 - ANDRINOPLE. Mosquêe de Kasim Pacga. / Levet TOSUN / Levet Fotoğraf

1361 yılında fethedilen Edirne, Tayyip Gökbilgin, Fatih ve II. Bayezid Müneccimbaşı’nın “âlim, ulema ve Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olmuş devri devlet adamlarından olan Kasım salihleri koruyan, hayrat sahibi ve benzeri ve devlete 92 yıl başkentlik yapmıştır. Paşa’nın, 1483’de İshak Paşa’nın yerine olmayan bir vezir” olarak vasıflandırdığı Şehir, İstanbul başkent olduğu zamanda Veziriazam olduğunu ve 1485’te vefat Kasım Paşa, Edirne’de Evliya Kasım Paşa bile önemini devam ettirmiştir. Her etiğini belirtmektedir. Kasım Paşa’nın olarak tanınmış ve kendi adıyla Edirne’de dönem şehirde padişahlar, sadrazamlar, bugün kayıp olan mezar taşını yayınlayan bir camii, bir imaret ve bir de hamam inşa defterdarlar, kadılar ve diğer devlet Ekrem Hakkı Ayverdi, Paşa’nın mezar ettirmiştir. Camiinin bulunduğu mahalleye adamları pek çok eser yaptırmıştır. taşında vefat tarihinin 1478 olduğunu, de Evliya Kasım Paşa ismi verilmiştir. Bu eserlerin başında da camiler yer isminin ise Evliya Kasım Paşa olarak yer almaktadır. Evliya Çelebi Edirne’de 14’ü aldığını belirtmektedir. Aşık Paşazâde Kasım Paşa’ya “Evliya” denmesiyle sultanlar, 300’ü vezirler ve diğer devlet Tevârih-i Âli Osman’da II. Bayezid ilgili birçok menkıbe söylenmekte olup adamları olmak üzere toplam 314 caminin döneminde sadrazamlık yapan Cezeri bir tanesi şöyledir: “Kasım Paşa, Edirne’de bulunduğunu bildirmektedir. Kasım Paşa’nın da Edirne’de bir camii Tunca Nehri kenarında yaptırdığı camiyi yaptıdığını belirtmektedir. Cezeri Kasım Kurban Bayramı’na yetiştirmeye çalışırken Edirne’de eser yaptıran devlet Paşa ile Evliya Kasım Paşa birbiriyle II. Bayezid Han, bu veli kumandanına adamlarından biri Evliya Kasım Paşa’dır. karıştırılmaktadır. ikram olsun diye, Yeni İmaret’ten Aşçı Yahya Baba’nın pişirdiği yemekleri, geniş bir sini ile cami çalışanlarına göndermiş.

52 53 Kendisi de veli bir kimse olan Aşçı Yahya Bugünkü Kirişhane semtinde Tunca olan yüce, toplayıcı, latif ve şereflilerin Baba’nın Tunca Nehri’ne bıraktığı sini Nehri kenarında inşa edilen Evliya Kasım topladığı bu yapıyı (güzel salat onların akıntıya kapılıp giderek Evliya Kasım Paşa Paşa Camii, tek kubbeli ve bir minaresi üzerine olsun) 883 yılında Kasım Paşa Camii su merdivenlerine gelince alınarak olan, muhtemelen Mimar Hayrettin’in yaptırdı. Allah dilediği hususlarda kendisini yemekler çalışanlara dağıtılırmış. Yemekler eseridir. Caminin bu bölgede olması o muvâfık kılsın.” denmektedir. Cami, Tunca yenilip dua edildikten sonra boş kaplar dönemde Tunca Nehri’nin taşımacılık Nehri kenarında yer aldığı için cemaatin tekrar siniye konarak yine Tunca Nehri’ne yapıldığından dolayı hareketli olduğunu da nehirden abdest alması için on dört bırakılırmış. göstermektedir. kademe taş merdiven inşa edilmiştir. Caminin batı duvarında ise güneş saati Evliya Kasım Paşa’nın kerametiyle sini Caminin kapısı üstündeki kitabesinde yer almaktadır. Saatin kuzey kesiminde akıntıya ters olarak Edirnelilerin gözleri 883’te (1478) yapıldığı yazmaktadır. öğle vaktinin (gölgenin en kısa olduğu) önünde Yeni İmaret’e, Aşçı Yahya Baba’ya Arapça olan bu kitabede günümüz zamanını gösteren “zeval” ifadesi yer ulaşırmış.” Türkçesiyle “(O) Allah’ın mescidlerini almaktadır. yapanlardandır ve bunlardan bir bina

54 55 Edirne’de Kasım Paşa’ya ait bir de hamam yer almaktadır. Riyaz-ı Belde-i Edirne kitabında “Şerbetdâr Hamza Bey Mahallesi’nde Kanadlı Köprü kurbunda Kasım Paşa Hamamı Sokağı’nda beşinci numarada bulunan Evliya Kâsım Paşa tarafından yaptırılmış olan çifte hamamdır ki câmekânlı kubbe olarak yapılmıştır.” demektedir. Yine bu eserde harap olan hamamın Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından birisi yıkılarak diğerinin tamir edildiği, 1852’de câmekânlı kubbenin yıkılarak Fenârî Hacı Ahmed Efendi tarafından ahşaptan yapıldığını ve 1898 tarihinde de Hacı Ahmed Efendi’nin damadı Hacı Hâfız Sâlim Efendi tarafından tamamen yıkılarak arsasının satıldığı yazmaktadır.

Evliya Kasım Paşa Camii 1908 yılındaki bir yıldırımdan dolayı minaresi zarar görmüştür. Bugün caminin son cemaat yeri tamamen yıkılmış, genel olarak harap bir halde olup ibadete kapalıdır. Son yıllarda Tunca Nehri’nin taşmasından dolayı cami sık sık sular altında kalmaktadır. Set üzerindeki yoldan bakıldığı zaman caminin Tunca Nehri içinde boğulmamak için ellerini kaldırmış yardım isteyen bir kişiye benzediği görülmektedir. Edirne Valiliği’nin bu caminin bir başka yere taşınması konusunda girişimleri olmuştur. Ancak caminin bir başka yere taşınması düşüncesi yerine, nehirler ıslah edilerek taşkınların önlenmesi gerekmektedir.

Nehirler ıslah edilerek taşkınların önlendiği, Tunca Nehri civarı mesire yerleri haline getirildiği, hatta nehirde kayıklarla gezinti yapıldığı ve bu caminin restore edilip ibadete açıldığı, gelenlerin camiyi yaptıranlara ve mezarlıkta yatanlara Fatihalar okuduğu günler temennisiyle…

Caminin yanında bir de Kasım Paşa Mevlâna Muhyiddin-i Acemî’nin, 1695’te KAYNAKÇA İmareti bulunmaktadır. Bu imareti Riyaz-ı Ali Paşa’nın, 1835’te Yeşilce Mektebi Ahmed Bâdi Efendi, Riyâz-ı Belde-i Edirne, C. I, II, III. ASLANAPA Oktay, Osmanlı Devri Abideleri, İstanbul Belde-i Edirne kitabında II. Bayezid’in Muallimi Mehmed Muti’nin, 1849’da 1949. ümerâsınadan Evliya Kasım Paşa’nın Evliya Kasım Paşa Cami Hatibi Mehmed AYVERDİ Ekrem Hakkı, Osmanlı Mimarisinde I. 883’te (1478) yaptırdığı yazmaktadır. Necati İbn Ahmed’in, 1876’da Konyalı Murad-Çelebi Mehmed-II. Murad ve Fatih Devri Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi adlı Mektebi Muallimi Kasım Şükrü’nün Eserleri, İstanbul 2014. BAYKAL Sedat, Edirne’deki Tek Kubbeli Camiler, Ege eserinde imaretin 1829 Rus işgali sırasında buraya defnedildiğini yazmaktadır. Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans yakıldığını bildirmektedir. Ekrem Hakkı Ayverdi, ünlü pehlivan Tezi, İzmir 1998. Adalı Halil’in mezarının da Pehlivanlar GÖKBİLGİN Tayyip, “Edirne Şehrin Kurucuları”, Edirne Caminin yanında bir mezarlık da Mezarlığı’na taşınmadan burada yer (Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı), Türk Tarih Kurumu. yer almaktadır. Evliya Kasım Paşa’nın aldığını söylemektedir. Bugün Evliya Kasım PEREMECİ Osman Nuri, Edirne Tarihi, İstanbul 1939. da defnedildiği bu mezarlıkta pek çok Paşa’nın mezar taşı dahil birçok mezar önemli kişininin de mezarı bulunmaktadır. taşı yok olmuştur. Var olanların bir kısmı Riyaz-ı Belde-i Edirne kitabında 1508’de Edirne Müzesi’ne taşınmıştır.

54 55 KALEİÇİ’NDE Geniş omuzları yılların yorgunluğunu taşımaktan çökmüş, çizgiler yakışıklı yüzünü bir çocuğun karalama yaptığı BİR KONAKTA müsveddelere döndürmüştü. Gonca SAKAR Hacıilbey Mensucat Santral Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

56 57 Kalktı. Pencereye yaklaştı. Bir zamanların Arnavut kaldırımlarının yerini alan, şimdinin asfalt yollarına baktı. Saat sabahın üçüydü. Bir yağmur sesi miydi onu bu saatte uyandıran? Cevabı kendi de biliyordu. Aylardır deliksiz bir uyku girmemişti gözüne. Uyuyamıyordu. Saçak altından çıkan bir kedi, yağmurun tüyüne değmesiyle birlikte keskin bir çığlık attı. Çığlık mahallede yankılanır gibi oldu: “Uyanan var mı?” Bu tekinsiz gecede uzaktan da olsa kendisine eşlik eden yok mu? Pencereyi açtı, boylu boyunca sokağı taradı gözleri. Hemen karşıda Mümin Beylerin Konağı vardı. Bir zamanlar… Onun yanında Şimon Efendilerinki dururdu tüm ihtişamıyla...

Ahşap oymalarının güzelliği tüm Edirne’de anlatılırdı. Çelik çomak oynarlardı bütün gün. Neredeydiler şimdi? Kahkahayla süslenen ahşap motiflerin yerini ne zaman kimsesizlik almıştı? Ya kendisi… Bir başına bu koca konakta hâlâ ne yapıyordu?

Başını pencereden çevirdi. Karşıdaki ceviz gardırobun aynasında kendisiyle karşılaştı. Geniş omuzları yılların yorgunluğunu taşımaktan çökmüş, çizgiler yakışıklı yüzünü bir çocuğun karalama yaptığı müsveddelere döndürmüştü. Mavi gözleri çoktan yalnızlık rengini almış, beyaz saçları da bu yitmişliğin resmini tamamlayan son unsur olmuştu. 93 sene hep götürmüş hiç getirmemişti. Daraldı. Kapıyı açıp hole çıktı. Işık… Işık nerede? Hah... Birden aydınlandı ortadaki dev kristal avize… Anacığı ne kadar yalvarmıştı da sonunda dayanamayıp almıştı babası bunu. Avizenin altındaki büyük yemek masası, kalabalık akşam yemeklerine uzun zamandır misafirlik etmiyordu. Cumbaya doğru yürüdü. Sedirin üstüne oturdu. Sıkıntısı burada da geçmemişti. Su içmeye karar verdi. Altın varaklı merdiven korkuluklarına tutundu sıkıca. Gene tutmuştu sağ kolu. Merdivenleri inerken sağlı sollu asılmış fotoğraflara baktı. Geçmişin gerçekten yaşandığını gösteren tek kanıt bunlardı. Eve fotoğrafçı çağrılır, herkes en güzel kıyafetlerini giyerdi. Bazen de Şimon’un babası çekerdi fotoğraflarını. Zaten er meydanında da tüm pehlivanları o ölümsüzleştirirdi. Elbette onu da…

Çeşmeden bir bardak su doldurdu. Tadı yoktu çeşme suyunun artık ama alışkanlık işte. Bardağın dibini görmeden yine o sesi duydu yüreğinden kalbine doğru. Gözünü kapadı. “İki yiğit çıktı meydana..” Silkindi, kendine geldi. Duymak istemiyordu. / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Yağmur şiddetini iyiden iyiye arttırmış, konağın her bir yanı acı çekercesine inlemeye başlamıştı. Gidip uyumaya karar verdi. Yine o sesi duydu beyninin içinde “biri birbirinden merdane…” Başını çevirdi, gözü sofanın dibindeki odanın kapısına ilişiverdi. Kaç yıl oldu girmeyeli? Üç mü

Batuhan Ömer YEŞİL Ömer YEŞİL Batuhan beş mi? Ayakları kendinden bağımsızmış gibi hareket etti. Kapının tokmağını çevirdi hızla, vazgeçmekten korkarmışçasına. Açılan kapı bir deryaydı sanki… Hem tüm dertler hem de tüm devalardı. Camlı maun dolabın içi madalyalarla doluydu. Başarıyla dolu yıllar… Dipteki sandık? Parlıyor muydu Gecenin sessizliğinde inceden bir yağmur o? Eğildi. Titreyen eliyle zar zor açabildi kapağını. Evi esir alan toz ve eskilik sesi, ıslık olup girivermişti asırlık konağın ahşap kokusu uğramamıştı sandığa. İlk günkü gibiydi kisvesi. “Bir köşede yiğitler menteşelerinden. Hızla gıcırdayan merdivenleri yiğidi Halil Pehlivan, bir köşedeeee!” Beyninde yankılanıyordu cazgırın çıkmış, üst kata ulaştığında çoktan fırtınalar estirir sesi. Oda çok mu havasız? Hızlı hızlı solumaya başladı. Anılar mı sarılmıştı olmuştu. Merdiven korkuluğunun bittiği yerin hemen gırtlağına yoksa bir zamanların Halil Pehlivan’ının Azrail’le güreşme vakti mi sağ tarafındaki kapının altından süzülmüş, demir gelmişti? Hava.. Allah’ım hava… temiz… ha...va… parmaklıklı küçük yatağın yanında soluklanmıştı. Yağmur dindi. Sabahın ilk ışıkları kaybolup giden bir hazineyi Halil Bey yavaşça gözlerini açtı, yatağın içinde aydınlatıyordu umarsızca. Ne Halil Bey biliyordu güneşin yüzüne vurduğunu, sağa doğru döndü. Pencereye pıtır pıtır vuran ne de Edirneliler koca bir tarihin virane bir konakla yok olduğunu… yağmurun sesini dinledi bir müddet. Her yağmur, konağın eskiliğini biraz daha gün yüzüne çıkarıyordu sanki.

56 57 EDİRNE MEZAR TAŞLARI

Musa ÖNCEL / Selimiye Yazma Eser Kütüphane Müdürü

58 59 Ölümü; başkaları için her zaman yakın, kendimiz için uzak görürüz. Ancak ölümün her an yanı başımızda olduğunu bize hatırlatan işte bu mezar taşlarıdır.

Engin bir tarih mirasına sahip olan Edirne’deki tarihî mezarlıkların bir kısmı zamanla tahrip edilip yok olmuş, taşları kırılarak yol yapılmış, duvar yapılmış, yerleri arsa haline getirilmiş ise de günümüze ulaşanların sayısı az değildir. Geçmişimizin bir parçası olan tarihi mezarlıklar taşıyla, ağaçlarıyla, çiçekleriyle ve diğer unsurlarıyla korunmasına önem vermemiz gereken yerlerdir. Yaşayan insanlara gösterdiğimiz saygıyı, ölenlerden esirgememeliyiz. Mezarlıklardaki taşları kırıp yok ederek değil, koruyarak gelecek kuşaklara aktarmalıyız. Bilindiği gibi ecdadımız mezarlıkları gelen-geçen ibret alsın, bir dua okusun diye yol kenarlarına ya da cami yanlarına yapmıştır.

Ölümü; başkaları için her zaman yakın, kendimiz için uzak görürüz. Ancak ölümün her an yanı başımızda olduğunu bize hatırlatan işte bu mezar taşlarıdır. Mezar taşı dikmek, mezarın kime ait olduğunun (belli olması) bir işareti olduğu kadar hayatta olan insanlara da bir öğüt vermek için kültürümüzde yaygın hale getirdiğimiz adetlerimizdendir.

Genelde ölenler için iki mezar taşı dikilmiş, baş taşındaki kitabede ölenin kimliği ile ilgili; kime ait olduğu, nerede, hangi tarihte öldüğü, ne işle uğraştığına dair bilgiler, ayak taşındaki kitabede ise ağıt, öğüt, mersiye ve dua gibi bilgiler mevcuttur.

Mezar taşları tarih, sanat tarihi, edebiyat, epigrafi gibi birçok bilim dalına önemli bilgiler sunarak kaynaklık etmektedir. Ayrıca mezar taşları bulunduğu coğrafyanın geçmiş kültürünü, tarihini, sanatını, edebiyatını, ekonomik ve sosyal hayatını yansıtmanın yanında geçmiş zamanların kültür değerlerini günümüze aktaran belge niteliği taşıyan şehirlerin ve toplumların sicilleri gibidir.

Edirne’nin her köşesindeki kadın mezar taşında ayrı bir incelik, erkek mezar taşında ise farklı bir güzellik bulunan bu mezar taşlarının formu, süsleme ve şekilleri bize mezarda yatan kişinin siyasetçi mi, asker mi, erkek mi, kadın mı, çocuk mu, ilim adamı mı ya da tarikat mensubu mu olduğuna dair bilgiler verir. Mezar taşlarında bulunan tasvirler ve yazılar sanat bakımından Osmanlı Devleti’ne yaklaşık 100 yıl başkentlik yapan Edirne, nice güzellikleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu güzel yazı ve çok zengin milli kültür varlığımız olan tarihî eserlere sahiptir. süslemeler hem devrinin sanat özelliğini yansıtmakta, hem de bir Bunlardan biri de tarihî mezarlıklar ve buradaki belge değeri daha yapılamayacak taş işçiliğiyle sanat zevkini bize aşılamakta, taşıyan mezar taşlarıdır. mezarlıların soğuk yüzünü bize sıcaklaştırmaktadır.

Edirne gibi İslam şehirlerinde mezarlıklar genellikle yerleşim Tarihi mezarlıkları korumanın diğer bir yolu da, mezar alanlarının kenarlarında büyük mezarlıklar, cami, mescit, tekke, taşlarının uzmanlar tarafından değişik yönleriyle incelenerek zaviye ve türbe gibi yapıların bitişiğine de çok sayıda hazire, tespit ve tanzimi yapılıp belgelendikten sonra uygun yerlerde (etrafı çalı, çit taş duvarla çevrili bulunan bahçe veya mekan) teşhirinin yapılmasıdır. Günümüzde şehir mezarlıklarına küçük mezarlıklar şehre değer katmaktadır. Türk kültür tarihi baktığımız zaman eski sanat ruh ve estetiğini maalesef pek açısından büyük önem taşıyan tabut adetinin bir yansıması olan görememekteyiz. Mezarlıklarımız ne yazık ki ölülerimizin sanduka tarzı üzeri kitabeli veya düz mezar taşları şehrimizin yattıkları yerlerin kaybolmaması için sadece mermer mezar değişik yerlerinde mevcudiyetini hala korumaktadır. taşları ile doldurduğumuz mekanlar haline gelmiştir.

58 59 Yılmaz KAHRIMAN GSL Öğrencisi / Edirne EÖS Mesleki Teknik Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni İdil LAZ

Bazı şehirler vardır onları anlatmaya söz yetmez. Bu şehirler “Her şey biter, Edirne bitmez.” ancak yaşanılarak öğrenilir. İşte o şehirlerden biridir Edirne. “Sultanların şehri, şehirlerin sultanı” denilen Balkanların başkenti Süheyl ÜNVER Edirne… Bir şehir düşünün ki koca cihan imparatorluğuna bir asra yakın başkentlik yapsın, bir şehir düşünün ki adına şiirler, şarkılar, Yolunuza devam ederken Çelebi Mehmet’in kızının adını verdiği marşlar yazılsın. İşte böyle bir şehir sizleri bekliyor. Gelin, görün ve Ayşekadın Camii ve Mahallesi ile Ahmet Paşa Kervansarayı’ndan kültüre, sanata, dine dair ne varsa hepsine tanıklık edin. geçerek buradaki sebilden susuzluğunuzu gidereceksiniz. Yolunuzda ağır ağır ilerlerken Kadı Bedrettin, Defterdar Mustafa Edirne, girişte sizi Hacılar Ezanı ile karşılayacak. Gözlerinizi Paşa, Sitti Şah Sultan camilerinden gelen “Bizler de buradayız, kapadığınızda Balkanlardan hayır dualar ile Kâbe’ye uğurlanan uğramadan geçmeyin!” sesine kulak kabartacaksınız. Hatta Lari deve katarlı kafilelerle karşılaşacak, o kutsal mekâna ulaşacak Çelebi’nin büyük bir vakarla şunları söylediğini duyacaksınız: olanlarla selam göndereceksiniz. Biraz ileride adını ilk yeniçeri “Çoğunuz bilmez, ben Lari Acemi. Fatih Sultan Mehmet Han ve isyanından alan Buçuktepe ile buluşacaksınız. Tarihe geçen şanlı Bayezid- i Veli’nin özel hekimiyim. Şu fani dünyada kalıcı bir eser Edirne direnişini gerçekleştiren Şükrü Paşa ve askerleri bir Fatiha bırakmak amacıyla ilk ‘U’ planlı son cemaat yerinden oluşan bir isteyecek sizden. cami yaptırdım. Allah dualarınızı kabul etsin.”

60 61 Yolunuzun üzerinde altı asırdır dimdik ayakta duran Eski Yolunuz uzun, sarayı geçince Bayezid Külliyesi çıkacak Cami’ye ulaştığınızda Çelebi Mehmet seslenerek “Bu camide öyle karşınıza. Orada oturup müzik terapisi ile hastaların tedavisine yazılar var ki okuyun!” diyecek, Ankebut Suresi’nden tutun da ya tanık olacaksınız. Bir an zihninizden atalarımız su, müzik ve çiçek Gaffar, Bilal–i Habeşi’den ya Deyyan ile meşhur vav yazısına ait tedavisini uygularken Avrupalıların içine şeytan girdi diye insanları örnekleri okuduğunuzu göreceksiniz. O ses size “Durun, hemen diri diri yaktıkları anlar geçecek. Büyülü ney sesi eşliğinde Lady gitmeyin. Rükn-i Yemani de burada, Cennet Deresi, Hacı Bayram-ı Monteqau’nun ülkesine gönderdiği çiçek aşısı uygulamasını Veli’nin mübarek kürsüsü de burada. Onları da görün!” diyecek. anlatan mektubunu okuyacak, camide namaz kılacaksınız. Aşevinden bir kap yemek alıp garip gurabanın hislerine tercüman Cami’nin karşısında tüm ihtişamı ile Mimar Koca Sinan’ın olacaksınız “Allah devlete millete zeval vermesin!” yaptığı Damat Rüstem Paşa Kervansarayı ile karşılaştığınızda hafızanıza hemen şu beyit gelecek: Yolculuğunuzda bu kez Peygamber Efendimizin isteği üzerine “Olunca bir kişinin bahtı kavi, talihi yâr Sultan II. Murat’ın sırtında taş taşıyarak yaptırdığı Darü’l-Hadis Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar” Camii’ne ulaşacaksınız. Bahçesinde bulunan şehzade mezarlarının hali sizi biraz üzse de bir ses “Ne mutlu bize İstanbul’un Fatihi’nin Tam karşınızda bulunan Bedesten Çarşısı ise size “Bizler de eğitim gördüğü medrese bahçesinde ebedi istirahatımızı Osmanlı’nın ekonomik değerleriyiz, bizi öğrenmek için Evliya yapıyoruz!” deyince göğsünüz bir kez daha kabaracak. Çelebi’ye kulak verin!” diye seslenecek. Keyifli yolculuğunuz devam ederken öyle bir şaheserle karşılaşacaksınız ki Koca Sinan Bu kez yolunuza Ekmekçizade Ahmet Paşa Köprüsü çıkacak. “Koşun Sultan Selim’in Selimiye’si sizi bekliyor.” diye haykıracak. “Bu köprüyü ben yaptırdım.” diye gururla haykırırken biraz da Burada gözlerinize inanamayacağınız bir sanat eseri ve mabet mahzundur Edirneli Defterdar Ahmet Paşa. Nedeni sorulduğunda ile karşılaşacaksınız. Bir anda aklınızdan ters lale, eğik minare köprüye kısaca Tunca Köprüsü dendiğini bildirerek isminin gibi efsaneler geçerken bir bakmışsınız ki Hünkâr Mahfili’nde III. unutulmasından dert yanacaktır. Mehmet, saflarda binlerce insan ile aynı anda secdeye varmışsınız. Bu manevi hazzı yaşadıktan sonra sizi burmalı, baklavalı minareleri Biraz daha ilerlediğinizde saltanat kayıkları içinde rengârenk ile Murad-ı Sani’nin Üç Şerefeli Camii karşılayacak. Dillere destan kıyafetleri ile sultanların, cariyelerin gezdiği Meriç Nehri ile nazlı o kapıyı göreceksiniz ancak cami bahçesindeki yıkık mezar taşları nazlı süzülen köprüye varacaksınız. Burada Sultan Abdülmecit sizi biraz hüzünlendirse de Muradiye’nin çinilerine tanıklık edince çıkacak karşınıza “Rahmetli babam II. Mahmut bu köprüyü tekrar keyfiniz yerine gelecek. bitirmek için çok çabaladı ama bana nasip oldu. Ne olur dualarınızı ondan esirgemeyin!” dedikten sonra sizi güneşin batışının Uzaklardan “hoş bir seda” gelecek kulaklarınıza. O ses “Buraya, dünya üzerinde en güzel seyredildiği yerlerden biri olan Hünkar buraya…” diye çağıracak sizi. Tahmin ettiğiniz gibi davul–zurna sesi Mahfili’ne davet edecek. Köprünün çıkışında ise sizi Hacı Adil Bey bu. Yiğitlerin harman olduğu, cihanın başpehlivanının seçildiği çeşmesi karşılayarak suyundan ikram edecek ve “Her şey sudan Kırkpınar Er Meydanı burası. Ama durun buraya ulaşıncaya yaratılmıştır, en güzel sadaka su vermektir.” diyerek uğurlayacaktır. kadar tarihe tanıklık etmeye devam edeceksiniz. Saraçhane’de mehteran eşliğinde resmigeçit töreni ile yine Sinan’ın inşa etmiş Yavaş yavaş yolun sonu göründü. Kadri Paşa’nın taş ile olduğu köprüde Kanuni ile karşılaşacaksınız. Muhteşem Süleyman döşettiği, asırlık ağaçlar ile süslü güzelim Karaağaç yolundan size yaptırdığı Adalet Kasrını gösterip ünlü kanunlarını burada ilerlerken Jandarma Şehitliği’ndeki şehitlerimiz ve Ressam Hasan yazdığını, divanı topladığını, çok sevdiği Hürrem ile burada Rıza da sizden Fatiha isteyecektir. Kısa bir müddet sonra sınıra geçirdiği mesut ünlerini anlatacak. 40 davul 40 zurnadan gelen vardığınızda o eski günler aklınıza gelecek, üç kıtaya egemen o ahenkli ses giderek artınca bir bakacaksınız ki Kel Aliço, Adalı olmuş koca bir imparatorluğa özlem duyacaksınız. Halil, Koca Yusuf, Kurtdereli kıyasıya güreşe tutuşmuşlar “Bizi yenebilecek var mı cihanda?” diye seslenecekler. İşte böyle bir yolculuk Edirne… Bedesten’i gezerken Evliya Çelebi’ye tanıklık ettiniz. Tophane’de İstanbul’u fetheden topların Keyifli yolculuğunuzu sürdürerek mis gibi kokan güllerin nasıl döküldüğünü gördünüz. Sarayiçi’nde güreş izlerken Kakava bulunduğu bahçeleri arkanızda bırakıp Tunca Nehri ile ateşinden atladınız. Hasan Sezai Türbesi’nde ettiğiniz dualar ile buluşacaksınız. Fatih’in yaptırdığı o küçücük köprüden geçince maneviyatınızı yüceltirken Muradiye Mevlevihanesi’nde sema muhteşem kasırlar, köşkler, imaretler ile karşılaşacaksınız. Tahmin yaptınız. Sokullu Hamamı’nda pirüpak olduktan sonra Ali Paşa ettiğiniz gibi Edirne Sarayı’ndasınız. Gözünüzü kapadığınızda Çarşısı’ndan deva-i misk ve aynalı süpürge aldınız. Lozan Anıtı Şehzade Cem’in sarayın bahçesinde koşup oynadığını, Fatih’in ile Türk’ün haklı sesinin tüm dünyaya nasıl haykırıldığına şahit İstanbul’u “Nasıl alırım?” diye planlar yaptığına tanık olacaksınız. oldunuz. Unutmayın ki Edirne Sedd-i İslam’dır, Balkanlardaki Biraz ileride Avcı Mehmet’in oğulları için yaptırdığı günlerce payitahttır, Cumhuriyet’in kalesidir. Gelin yaşayın bu güzellikleri… süren o dillere destan sünnet şenliğinde bulacaksınız kendinizi. Çeşnicibaşı sizi sofraya buyur edecek tarhana çorbası, tutmaç, dolma ve hoşafları afiyetle yedikten sonra fişekçi, hokkabaz, ateşçi, cambazların gösterilerini izleyip düğün şerefine yapılan at yarışlarına tanıklık edeceksiniz.

60 61 Edirne’yi Türk medeniyet mührüyle, hizmet mührüyle mühürlemediğimiz sürece, serhâd şehrimiz olmaktan çıkar. Edirne’yi sevmek, ayrıntılarını sevmektir; Edirne’ye hizmet etmektir.

EDİRNE SEVDALISI RATİP KAZANCIGİL İLE EDİRNE RÖPORTAJI Bahire YILDIRAN, Canan GÜNGÖR, Gülay BORUCU Edirne Lisesi Türk Dili ve Ed. Öğretmenleri

Ratip KAZANCIGİL, 1950 yılında Edirne’ye genç bir doktor olarak gelmiş, Trakya Sıtma Savaş Bölge Başkanı olarak yıllarca görev yapmıştır.

1960 - 1985 yılları arasında İl Sağlık Müdürlüğü görevini yürütmüştür O, sadece bir doktor değil, aynı zamanda Edirne sevdalısı... Şu anda 95 yaşında. Odasına girdiğimizde onu masasına oturmuş, elinde büyüteciyle bir kitabı incelerken bulduk. Neredeyse bir asra yaklaşmış bir ömür... Hala çalışma, üretme azminde oluşu ders alınacak nitelikte. Fotoğraf / N. Dilek ALTAY Fotoğraf

62 63 1920 doğumlusunuz. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Üniversite döneminde Tıp Fakültesi’nde okumaya nasıl doğup Cumhuriyet çocuğu olarak yetiştiniz. Türkiye’de yaşanan karar verdiniz? Sizi bu mesleği seçmeye yönlendiren sebepler değişimlere şahit oldunuz. Yaşadığınız şehirde bu değişimler nelerdi? nasıl hissedildi? Bunun kararını ben vermedim. Babam karar verdi. Kendisi Çocukluğum ve lise yıllarım Malatya’da geçti. En büyük Bayındırlık Müdürlüğü başkâtibi idi. “Serbest hayatta geçerli bir değişim eğitim alanında oldu. Yenileşen okullarda, yeni alfabeyle geçim kaynağın olsun.”diyerek ya mühendis ya doktor olmamı eğitim görmeye başladık. istiyordu. İşin aslına bakarsanız ortaokul ve lisede cebir ve hendese ile (Matematik ve Geometri) ile kâtiyyen uyuşamadım. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yetişen değerlerimizdensiniz. İki yıl bu derslerden bütünleme ile geçtim. Lisede Edebiyat Bu yıllarda birçok alanda olduğu gibi, eğitim alanında da bölümünde okudum. Edebiyat bölümünü severek okuduğum önemli gelişmeler yaşandı. Sizin nasıl bir öğrenim hayatınız için derece ile mezun oldum. O zamanlar olgunluk sınavı oldu? Sizi çok etkileyen hocalarınız var mıydı? vardı, üniversite sınavı yoktu. Okulu iyi derce ile bitirenler Tıp Fakültesi’ne gitmeye hak kazanıyorlardı. Ben de böylece İstanbul 1926’da altı yaşımdayken ana mektebine başladım. O zamana Tıp Fakültesi’ne başladım. Malatya’dan iki arkadaş yola çıktık kadar ana mektebi yoktu. Bizler bu okulların ilk öğrencileri doktor olmak için. Eş dost beni uğurlamaya gelmişti. İstanbul’a olduk. Kırmızı önlüklerimiz, beyaz yakamız vardı. Bu okulda bize trenle üç gün iki gecede gittim. ahlâk kuralları yanında alfabe öğretildi. Sonra bize bir sınav yapıldı, bu sınavın ardından birinci sınıfa başladım. O yıl ilk defa İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okumak, memleketin orta kız ve erkek öğrenciler bir sınıfta toplanmıştı, ben de bir kız halli ve fakir çocukları için zordu. Dr. Refik SAYDAM, Tıp Talebe arkadaşımla oturmuştum. 1928’de ben üçüncü sınıfa giderken yurtlarını açarak Anadolu’dan gelen çocukların okumasını yeni yazıya geçildi. Bize yeni yazıyı öğretmek için Halkevi’nde kolaylaştırdı. Ben de bu yurtlarda okudum. Burada bize çok kurs açıldı, yaz tatilinde yeni yazıyı öğrendik. Cumhuriyet’in iyi baktılar, her ihtiyacımızı karşıladılar. Tramvay paramız bile ilk liselerinden biri Malatya’da açılmıştı. Ortaokulda ve lisede karşılanıyordu. çok iyi öğretmenlerim oldu. Ortaokulda Şâik GÖKYAY, Nihâl ATSIZ; lisede Vasfi Mahir KOCATÜRK üzerimde emeği Siz Tıp Fakültesi’nde okurken İkinci Dünya Savaşı başladı. olan ve beni derinden etkileyen hocalarımdır. Orhan Şâik Hoca, Ülkemiz, bu savaşa girmediği halde ekonomik olarak sıkıntılı üzerimizde araştırmalar yapar; kim, neye meraklı keşfetmeye yıllar geçirdi. Bu durum size nasıl yansıdı? Siz ne gibi etkilerini çalışırdı. İlgili ve yetenekli öğrencilere eski yazı romanlar verir; yaşadınız? Çalıkuşu ve Ateşten Gömlek gibi kitapları eski yazıyla okuturdu. Bu romanları ilkokul mezunu ablamla beraber okurduk. Okula başladığımda üç sene boyunca her şey çok iyiydi. Sonra hocamız bizi evine çağırır, romanların özetlerini anlatır, Önce Atatürk’ü kaybettik. Atatürk’ün hastalığının ilerlediğini konuşurduk. Hoca bize değer verirdi, eliyle bize çay demler, öğrendiğimiz günden itibaren her gün, bayrakların yarıya indirilip ikram ederdi. Eski yazıya devam etmemi Şâik Hoca sağlamıştır. indirilmediğine bakmaya başladık. Bir gün bayraklar yarıya Lise yıllarımda Edebiyat Tarihi derslerimize Vasfi Mahir indirilmişti, Atatürk’ü kaybetmiştik. Atatürk’ün cenaze törenine KOCATÜRK girerdi. Edebiyat ve araştırmalarına merak salmam katıldık Dolmabahçe’den Sarayburnu’na kadar kortejle yürüdük. onun sayesinde olmuştur. Sonra İkinci Dünya Savaşı başladı. Son üç yılımız çok zor geçti. Eski yazıyı mı yoksa yeni yazıyı mı daha çabuk öğrendiniz? Bir de biz Anadolu’dan gelen çocuklar girişken değildik, bilgimizi satamazdık. Son sınıfta son sınava girerken çok heyecanlıydım. Yeni yazıyı öğrenmek daha kolaydı. Şimdi, yine eski yazıyı Sınavı Ord. Prof. Âkil Muhtar Hoca yapacaktı. Bizim dersimize getirmeye çalışıyorlar. Benim anladığımca bu doğru değil. Çünkü hiç girmemiş, bizi tanımıyor. Sıra bana gelince heyecandan sadece eski yazıyı öğrenmek mesele değil. Dili de bileceksin. titrediğimi hatırlıyorum. Hocam “Sen niye heyecanlısın? Seni Dili bilmeden hiçbir metni okuyamazsın, anlayamazsın. tanıyorum, sen iyi bir öğrencisin. Bilinceye kadar sana soru Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocalarından Süreyya soracağım.” diye beni oturttu, benden sonraki arkadaşımı sınava Beyzâdeoğlu, ara sıra ziyaretime gelirdi. Ziyarete geldiği bir gün, aldı. Benim heyecanım geçince sorusunu sordu, sınavımı geçtim. Abdurrahman Hibrî’nin Enîsü’l-Müsâmirîn adlı eseri üzerinde İyi bir hoca aynı zamanda psikolog olacak, çocuğun halinden çalışıyordum. “Hocam, bunu bizim son sınıf öğrencilerimize anlayacak. Mezun olunca heyecandan Aksaray’dan Sirkeci’ye okutalım” dedi. Birkaç öğrenciyi görevlendirdi. Çocuklara kitabı yürüyerek gittim, tramvaya binmedim. Sirkeci’deki Büyük bölüm bölüm dağıttı. Yazının dilini görünce öğrenciler şaşırdı Postane’den Malatya’ya telefon çektim. kaldı. Söylemek istediğim şu; sadece eski yazıyı öğrenmekle iş bitmiyor, çocuklar dilini de kültürünü de öğrenmek zorunda. Edirne yıllarınıza gelelim. 1950’li yıllarda göreviniz Edebiyat ve Tarih Fakültelerinde eski yazı zorunlu okutulmalı, nedeniyle Edirne’ye geldiniz. Edirne’ye önemli hizmetleriniz bu gençlerden tercüme grupları kurulmalı. Çünkü belgelere oldu. Göreviniz dışında sizi Edirne’ye bağlayan nedenler ulaşmadan ne tarihimizi ne de sanatımızı öğrenebiliriz. Benim nelerdir? bütün eserlerim belgelidir. Belgesiz tarih yazmak veya anlatmak, mangal başında masal anlatmaktır. Edirne’nin tarihi ve tarihimizdeki yeri... Edirne demek sadece Selimiye Camii, Meriç Köprüsü, Karaağaç demek değildir. Osmanlı’nın üç kenti var: Bursa, Edirne, İstanbul.

62 63 Bu memlekette iş yapmak için kızmayacaksın, bağırmayacaksın, kavga etmeyeceksin, sabır taşı olacaksın. Bu arada Edirne’ye Vakıflar Bölge Müdürlüğünden sorumlu olan Devlet Bakanı Hasan AKSAY geldi. Onu Vali Bey’le birlikte Külliye’ye götürdük. Durumu belgeleriyle beraber anlattık. Haberinin olmadığını, konuyla ilgileneceğini söyledi. Sonra burada Kanser Enstitüsü kurmak istediler, 1997’de İstanbul’daki Psikiyatri Derneği burada Psikiyatri Hastanesi kurmak istedi. Daha sonra üniversiteye devredildi. On yıl o şekilde kaldı. Müzeyi önce Tıp Tarihi Müzesi olarak açmayı düşündük, fakat böyle olursa belli bir konunun müzesi olacaktı. Sağlık Müzesi olursa geniş kapsamlı olacaktı hem de daha geniş kesimin ilgisini çekecekti.

Müzeyi kurarken Selimiye Kütüphanesi’ndeki el yazması

Fotoğraf / N. Dilek ALTAY Fotoğraf eserleri inceledim. Amasya Darüşşifası müderrisi Şerâfettin Sabuncuoğlu’nun Kitâb-ı Cerrâhiye adlı kitabında 15. yüzyıla Bunları çıkarırsanız Osmanlı tarihi yazılamaz. O, yazılmazsa ait minyatürler vardı. Kitapta hastalıklar ve tedavileri dünya tarihi yazılamaz. Rastgele bir Osmanlı tarihi kitabı alın. anlatılıyordu. (Bu kitap Fatih Sultan Mehmet’e takdim edilmiş.) Kitapta Edirne’nin adının geçtiği yerlerin üstünü çizin. Osmanlı Bu kitaptaki minyatürleri canlandırdık. Hoca Sadeddin Efendi’nin tarihi kalbura döner. Edirne, Osmanlı tarihinde bu kadar önemli Tâcü’tTevârih adlı eseri, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi, bir yere sahip. Edirne, İstanbul’u fetheden kent… Fatih Sultan Külliye’nin Vakfiyesi de yararlandığım diğer kaynaklar. Mehmet Edirne doğumlu... İstanbul’un fethi planlarını Edirne Düzenlemeler sırasında İstanbul Şehir Tiyatrolarından dekor Sarayı’nda hazırladı. İstanbul surlarını açan topların planları düzenlemesi için yardım aldık. Edirne’de yapılıyor; şâhî toplar Edirne’de dökülüyor, Edirnelileri de yanına alıyor, İstanbul’u fethediyor. Daha nesi var Edirne’nin? Avrupa Konseyi Asamblesi, müzecilik ödülü vereceğini Osmanlı’nın ikinci kuruluşu var: Birincisi Domaniç Yaylası’nda duyurunca biz de başvuru yaptık. Asamblenin müfettişleri Söğüt’te, ikincisi ise Edirne’de. Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a yenilip geldi. “Burası konuşan müze .” dediler. 2004’te Avrupa Konseyi vefat etmesinden sonra oğulları, ayrı ayrı beyliklerini ilân ettiler. müzecilik ödülünü kazandık. o dönemde rektör Osman İNCİ’yle Edirne’de Süleyman Çelebi beyliğini ilan edip para bastırdı. beraber Strazburg’da ödülü aldık. 2005’te aynı asamblenin Çelebi Mehmet, kardeşlerini bertaraf edip Edirne’ye geldi, düzenleme ödülüne layık görüldük. İkinci ödülümüzü de Atina’da hükümdarlığını ilan etti. Osmanlı devleti, yıkılmaktan kurtuldu. aldık. Batı seferleri Edirne’den başlıyordu. Edirne’yi Türk medeniyet Hayattaki iki büyük hedefinizin biri kütüphane kurmak mührüyle, hizmet mührüyle mühürlemediğimiz sürece, diğeri Darüşşifâ’da Sağlık Müzesi oluşturmakmış. Bu serhâd şehrimiz olmaktan çıkar. Edirne’yi sevmek, ayrıntılarını hedeflerinizi gerçekleştirmişsiniz. Emekleriniz için çok teşekkür sevmektir; Edirne’ye hizmet etmektir. ediyoruz. Üçüncü hedefiniz Adalet Kasrı’nda Adalet Müzesi açmakmış. Bu hedefi gerçekleştirmek için neler yaptınız? Sağlık Müzesi’nin kuruluşuna öncülük ettiniz. Sayenizde Edirne, çok güzel, başarılı bir müzeye kavuştu. II. Beyâzıt Kütüphanemizin hazırlığında arkadaşlarımın da yardımları Külliyesi terk edilmişlikten, harabeye dönmekten kurtuldu. oldu. Birazdan kütüphanemizi göstermek isterim sizlere. Adalet Sağlık Müzesi, 2004 yılında Avrupa Konseyi Müzecilik Ödülü’ne Kasrı’na gelirsek bu yapı Mimar Sinan’ın yapısıdır. Su terazisi lâyık görüldü. Bir müze kurmak kolay olmasa gerek. Kuruluş için kullanılmış, üç katlı bir yapı. Kulenin önünde bir sütun aşamaları nelerdi? Hangi kaynaklardan yararlandınız? bulunuyor. Bu sütunda idam edilenlerin başları ibret olsun diye sergileniyormuş. Sarayın bir yetkilisi, hukuktan sorumlu bir Süheyl ÜNVER Hoca’m, her sene Edirne’ye gelir, sekiz on kişi burada oturuyormuş. Adalet Kasrı ismini bunun için almış. gün kalırdı. Onunla beraber Edirne’yi gezerdik. 1974 yılında Burada dilekçeler kabul ediliyormuş. geldiğinde, II. Beyazıt Külliyesi’ne gittik. O zaman viran haldeydi. İçinde koyun bakıyorlardı. Serseriler cirit atıyorlardı. Süheyl Osmanlı zamanında seyir kulesi olarak da kullanılmış. Buranın Hoca’m “Doktorum, gel burayı Tıp Tarihi Müzesi yapalım.”dedi. düzenlenmesi için Coşkun MOLLA başvurdu. Hazırlık çalışmaları Hemen “Müze olursa neleri koymak lazım?” diye listesini yaptı, yaptı. İlber ORTAYLI’dan görüş aldık. Projenin uygunluğunu dile bana verdi. Müze açılınca listeyi müzeye verdim. Oradadır şimdi. getirdi. Dediğim gibi çalışmalarda engeller çıkıyor şu an için bir gelişme yok ama bu müzenin de Edirne’ye kazandırılmasını Bina o zaman Vakıflara aitti. Biz müze düşüncemizi Vakıflar isterim. Bölge Müdürlüğüne ilettik. Valilik yardımıyla iznimizi aldık. Sözleşmemizi imzalayarak binayı teslim aldık. İlk olarak mûsikî Bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz, bu çok değerli bilgileri sahnesini kurmak için çalıştık. Çalışmalarımızı sürdürürken bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyoruz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü sözleşmeyi bozdu. “Hoca buraya put koyacak.” diye bizi şikâyet etmişler. Ben teşekkür ederim.

64 65 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Kübra ULE Kübra

64 65 SAKLI HAZİNE

Tuğba TİRYAKİOĞLU Keşan Anadolu Lisesi Öğrenci

Öyle bir şehir ki Edirne, ışığı hiç sönmeyen... Üzerine doğan Ve öyle bir şehir ki Edirne, 600 yıl hüküm sürmüş bir güneş batsa da tarihinin ışıltıları arasında pırıl pırıl parlayan… imparatorluğun mücadelelerini, zaferlerini, mağlubiyetlerini, padişahlarını, sultanlarını, şehzadelerini omuzlarında hiç Yıl 1361. Hadrianapolis’in karanlık gökyüzüne, suyuna, taşına, yorulmadan taşıyan… toprağına bir güneş doğuyor. Işıltısına tarif olmayan bir güneş... Beyaz atının üzerinde I. Murat beliriyor yeşilliklerin arasından. Edirne’ye adımınızı attınız an, Osmanlı’nın şanlı tarihinin Yüzünde bu şehri topraklarına katmanın huzurlu tebessümü var. kokusunu hemen alırsınız. Selimiye’nin rüzgârı, kusursuzca bestelenmiş bir melodi gibi uğuldar kulaklarınızda. Edirne’yi Öyle bir şehir ki Edirne, ışığı hiç sönmeyen... Üzerine doğan Edirne yapan değerlerin başında geliyor belki de Selimiye. En güneş batsa da tarihinin ışıltıları arasında pırıl pırıl parlayan… çok da çeşitliliğiyle ilgi çeker bu dev tarih. Kırmızı, mavi, yeşil Üç kıtaya hakim bir imparatorluğa, 92 yıl boyunca başkentlik şakayıklar, çevresi çiçekli panolar, çiniler, ters lale motifi… yapan... İhtişamıyla mücevherleri, ayı, yıldızları kıskandıran... Sahip olduğu sükûnetiyle zamanı daha değerli kılan... Bırakın Kapalıçarşı vardır ikinci sıramızda. Meyve sabunlarının mis gürültü patırtıyı, sessizliğiyle “Ben varım!” diyebilen... kokusu gelir hemen burnumuza. Sadece meyve sabunları mı? Onlarca şekerleme… Hani bir çocuğu mutlu edebilenlerinden...

66 67 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne Çağrı CENGİZOĞLU

Ya Edirne Sarayı?.. Şimdiki yıkık ve yıpranmış görünümünün altında kaç ömür var? Kaç bebek gözlerini açtı, kimler gelip geçti, şimdilerde yıkık olan bu duvarlarının arasından? Kaç şehzadenin tahta çıkışına tanık oldu bu bahçe?

Birilerini mutlu etmeyi bekleyen, onlarca hediyelik eşya… Kaç sonbaharda yapraklarını döktü bu ağaçlar? Onlarca hasta Daha bunlar gibi onlarca değer var Edirne’nin bünyesinde. hayata tutundu Beyazıt Külliyesi’nin şifahanesinde. Onlarca kitap Beyazıt Külliyesi, Edirne Sarayı, Şükrü Paşa Anıtı, Balkan unutulup gitti belki de kütüphanesinin tozlu rafları arasında. Şehitliği, tava ciğer, deva-i misk helvası… Bunlar Edirne Unutulmuş onlarca kimliğe, onlarca olaya ev sahipliği yapar deyince birçoğumuzun ilk aklına gelenlerdir. Hepsi ayrı ayrı Edirne. İhtişamlı minarelerin, kubbelerin, duvarların ardında tarih kokan, Osmanlı kokan… Ama bunlar, Edirne’ye ilk bakışta unutulan birçok şeye kucak açar. gördüklerimizdir. Peki, bizim fark etmediklerimiz? Bir de daha derine inip saklı kalan keşfedilmemiş değerlere bakalım. Mesela Tam 654 yıldır Türklerin hakimiyetinde olan Edirne’yi anlamak Selimiye’yi bu kadar güzel ve değerli kılan, sadece yapının için önce onun saklı cennetini keşfetmemiz gerekir. Kendinizi güzelliği midir? O kubbe altında fısıldanan dualar, akıtılan tarihî camilerin, Hafız Paşa Konağı’nın, Adalet Kasrı’nın, Peykler gözyaşları, Mimar Sinan’ın planları, hesapları… Belki de motiflere Medresesi’nin eşsiz melodisine, Kapalıçarşı’nın o ıtır kokusuna yansıttığı yaşamı. İşte bunlar, Selimiye’nin saklı hazinelerinden bırakın. Edirne’nin saklı hazinesini bulmak için onu hissedin. birkaçıdır.

66 67 Müşerref GİZERLER / Araştırmacı Tava Ciğeri

Yaşamın sürdürülebilmesi beslenme ile mümkündür. Sosyal Ülkemizde de yemek yeme alışkanlıkları tarihsel ve bölgesel bir yapıya sahip olan insanın beslenmesi ise yaşadığı çevre olarak farklılıklar göstermektedir. Yemek kültürümüz, bir koşulları ile şekillenerek kültüre dönüşür. Dünya ülkelerinin başka anlatımla bizi bize benzeten, bize özgü davranış ve mutfaklarının temel sayılacak bazı özellikleri bulunmaktadır. alışkanlıklarımız ile geliştirip bütünleştirdiğimiz değerlerimizdir. Bu özellikler coğrafi, sosyo-ekonomik yapı, dinsel inanışlar ile Diğer taraftan sosyo-ekonomik yapımızın da mutfağımıza gündelik yaşam pratiklerinin şekillenmesi ile oluşmuştur. yansıdığı ortaya çıkan türlerden anlaşılmaktadır.

68 69 Sosyo-ekonomik yapımızla örtüşen; toplumsal dayanışma EDİRNE SARAY MUTFAĞI ve konukseverliğin öne çıktığı, birlikteliğin, paylaşımın Beylikler döneminden sonra Edirne’den başlayan 90 yıllık temel ilke edinildiği, tarihte yemekle anlam kazanan toylar, Osmanlı İmparatorluk dönemi ve sonrasında idare merkezi düğünler, şenlikler ile günümüze taşınan yemek kültürümüze Edirne’de Osmanlı Saray Mutfağı dönemi de Edirne mutfağı ilk defa Orhun Yazıtları’nda rastlanmaktadır. Selçuknameler, zenginliğinin önemli kaynaklarındandır. On üçüncü yüzyılın Kanunnameler, seyahatnameler, risaleler, esar defterleri, sonlarında kurulan Osmanlı Devleti, çok hızlı bir gelişme imarethane kayıtları gibi belgeler de yeme içme alışkanlıklarımızı göstererek üç kıtaya yayılmış ve büyük bir imparatorluğa kültür bağlamında ortaya koyan yazılı belgelerdir. Bu belgeler; dönüşmüştür. Bu alanlarda farklı köken ve kültürlerden yemek yeme adabı, sofraya oturma şekli, konuk ağırlamaları, gelenleri, Türklerin yarattığı siyasal varlığının yanı sıra İslam sunumu, yiyecek ve içeceklerin sağlık koşulları ile ilişkileri, dünyasının da en güçlü temsilcisi olması nedeniyle siyasal mevsimlere ve kişinin fiziki ve ruhsal yapısı ile ilgili beslenme şemsiyesi altında toplamıştır. Bu nedenle birçok kültürle iç içe alışkanlıkları, kullanılan kap kacaklar gibi yaşamın her alanını yaşamış ve her alanda olduğu gibi yiyecek içecek alışverişinde de yansıtan değerleri ortaya koymaktadır. bulunmuşlardır.

Saray mutfağı da Osmanlı İmparatorluğunun gelişme ve büyümesine paralel olarak büyük bir gelişme göstermiş, saray ileri gelenlerinin bir sofra etrafında toplanması devin en büyük sosyal hareketlerinden biri olmuştur. Bu nedenle aşçıların bütün yaratıcılıklarını ve becerilerini gösteren çok zengin ve lezzetli türler ortaya çıkmış; mutfaklar, çalışanlar, yemekler, şenlikler, konuk ağırlamaları, kap kacaklar gibi konularda kurallar, teamüller geliştirilmiştir.

Osmanlı saray mutfağı bulunduğumuz coğrafyada kuşkusuz Osmanlı’nın saray kenti olan ve bölgenin yemek kültürünün Ciğer Sarma merkezi konumundaki Edirne’den başlamıştır. Edirne, 1361 EDİRNE MUTFAK KÜLTÜRÜ tarihi itibariyle 90 yıl İmparatorluğa başkentlik yapmış; Saray Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa kıtasındaki sınır kenti olan mutfağı ve Saray sofralarında pek çok konuk ağırlanmış ve birçok Edirne, Balkan ülkelerinden Bulgaristan ve Yunanistan sınırında şenliklere sahne olmuştur. bulunmaktadır. Tunca, Arda ve Meriç Irmaklarının buluştuğu düzlükte Neolotik Çağ’da Trak halkları tarafından kurulduğu I. Sultan Murad’ın Edirne’yi merkez yaptıktan sonra burada bilinmektedir. Bölgenin Trakya olarak anılması da Traklardan muhteşem dairelere ayrılmış saraylar, köşkler yaptırıp törenlere gelmektedir. dair bazı kurallar koyduğu bilinmektedir. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı Sarayı’nda kölelere, cariyelere, kapıcılara, Pers, Makedon, Roma ve Bizans imparatorlukları sonrası mutfak görevlilerine rastlanmaktadır. Sultan I. Murat’ın Edirne; 14 yy. ortalarında Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine şehzadeleri için yaptırdığı büyük sünnet düğünü törenlerini Âşık katılmıştır. Edirne, bu tarihsel süreçte Anadolu ve Avrupa Paşazade şöyle canlandırmıştır: arasındaki ve özellikle Balkan coğrafyasında göç etmiş toplumların geçiş ve yerleşim bölgesi konumunda olmuştur. Bu Bir düğün kim Murad Han etti kardaş nedenle birçok farklı kültürel unsurun da birikimine sahiptir. Yayıldı sofralar, döküldü çok aş Bir ay tamam yenildi nimetler Mutfağımız; geçmişimizi yansıtan özellikleri ile dünya Fakir ve gani ve hem yedi evbaş mutfakları arasında öncelikli sıralarda yer alan önemli kültür mirasımızdır. Toplumsal dayanışma, konukseverlik, birliktelik ve Çelebi Mehmet zamanı teşrifata uygun olmayıp II. Murad’ın paylaşım temelinde şekillenmiştir. Saray’ında intizam ve ihtişam tamamıyla görülmektedir. Mutfakta ekip zenginliği başlamış olup saray koruması yanında Edirne mutfak kültürü;Türk mutfağının Orta Asya, ocakçıbaşı, kuşhaneci, pilavcı, börekçi, tatlıcı, çeşnicibaşı Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde farklı kültürel unsurlar gibi mutfak görevlileri de belirlenmiştir. Padişahın etrafında ile buluşması, “coğrafi ve kültürel buluşmanın” sentezidir. Bu çeşniciler ve peşkircilere rastlanmaktadır. Çeşnicibaşı, buluşma, etkileşimlerle ortak lezzetleri yarattığı gibi yaşamış, yemekte zehir bulunduğu şüphesini ortadan kaldırmak için ilk yaşayan farklı inanç ve kültürlerin sürdürdükleri özel tatları, lokmayı aldıktan sonra sofraya koyduğu, diğerlerinin de öteki mutfakları “Edirne mutfağı”nın zenginliğini yaratmıştır. işleri görüp, leğen ibrik tutup, kaşık değiştirdiği, bunların da Bu zenginlik komşu ülkelerin pek çoğunda da varlığını öğretildiği şekliyle peşkircilerce yapıldığı anlaşılmaktadır. Fatih sürdürmektedir. Sultan Mehmet tarafından saraylarda iki mutfak yaptırılmıştır. Bunlar Edirne ve İstanbul Saraylarındakilerdir. Ayrıca haremde Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Kosova vb. ülkelerde “Kuşhane” denen mutfaklar vardır. Edirne Saray’ında kilerli yemeklerin ve kullanılan kap kacakların Türkçe adlandırılmaları koğuş, enderunlar kileri, kileri hassa ve dört kilerle beş mutfak ile lokanta gibi işletmelerin günlük yemek listelerinde (menüleri) vardır. Tunca Nehri civarında ise helvacılar, güllabcılar, aşçılar, Edirne mutfağı yemeklerini görmek çok olasıdır. fodlacılar, ekmekçiler, tatlıcılar ve sabunculara (mis sabunu) ait odalar ve bunlara ait hamam, mescit, büyük bir çeşme bir de kileri amire bulunmaktaydı. 68 69 Mutfak ve kilerdeki yiyecek ve pişirim malzemeleri, mutfak Beslenmeye Osmanlı tıbbında da yer verilmiştir. Ayrıca masraf defterlerine işlenmekteydi. Padişahın yemekleri kuşhane insanların mizaçlarına göre beslenmelerinin gerektiği, mutfağında pişirilmekte olup yemekler kuşçubaşılar tarafından mevsimlere göre ilişki kurulduğu yazılı kayıtlardadır. Ruh hazırlandığı, çalışanların yaptıkları işlere ve kıdemlerinin hastalarının müzikle tedavi edildiği Edirne II. Beyazid belirlendiği (kuşçubaşı, ocakçıbaşı, serçini, derçini) kaynaklardan Darüşşifası’nda bu yönlü beslenmenin varlığı Evliya Çelebi anlaşılmaktadır. Bütün bu kurallar Fatih Sultan Mehmet’in Seyahatnamesinde, “her hastanın derdine göre nefis yemeklerin Kanunname-i Osmanî ile getirilmiş olup mutfak idaresinde yazılı verildiği” ifadesi ile mevcuttur. kurallara bağlanmıştır. Mutfakların masraf defterleri mevsimlere göre sarayda tüm yaşayanların konumları ve sağlık durumlarına göre yemek listeleri, diyet yemekleri ve bunların pişirileceği DÖNEMİN YEMEKLERİ yerler ayrı ayrı belirlenmiştir. Valide Sultan, şehzadeler ve harem halkından ileri gelenlerin yemekleri ise has mutfaklarda Çorbalar: Nohudabad, tarhana, ciğer çorbası, hazırlanmaktadır. Hamur İşleri: Lokum, yumurtalı lokum, lalanga, akıtma,

Kırma tavuk, süt, kuşbaşı, uskumru balığı, Kebablar: furun, ciğer, tavşan, külbastı,

Nohudlu yahni, kavun tolması, mülebbes Yahniler: tolması, bazıncan micmeri, bazıncan kayganası, kıyma püryani, susuz kavurma, ciğer mücmeri (ciğer sarma), incik yahnisi, papaz yahnisi, yaka yahnisi,

Medfune, herise, kabak bastı, kabak kalyesi, marmarine, böğrülce pilavı, soğanlı yumurta, Sebzeler: çılbır, ısfanah, şalgamdan ma’mul, pilavlar Dilber dudağı, saray katayıfı, terkib-i nuriyye, pirinç baklavası, yağlı saray ekmeği, helvay-ı asude, helvay-ı sabuni, helvay-ı hakani, Tatlılar: gaziler helvası, helvay-ı me-muniyye, helvalar, helvay-ı gülabiye, helvay-ı ishakkiye, badem şekerlemeler, herisesi, petleşin, güllac paludesi, kavun hoşablar baklavası, gurabbiye, revani, kadun göbeği, levzine, şeker lokumu, yumurta lokumu, patula, bulama, erik dolması, luap, hababiye, sadriyye, taze elma ve emrûd hoşabı emrud kurusu hoşabı, portakal hoşabı, ali fakih eriği hoşabı enar hoşabı, taflan hoşabı, şamfıstığı hoşabı, bardeşe eriği hoşabı, rezaki üzüm hoşabı, çam fıstığı hoşabı, incir hoşabı, hardaliye, Dilber Dudağı

Helvahane Matbah-ı Amire Saray Mutfaklarına bağlı bir ocaktı. Burada çeşitli tatlıların yanında reçeller, şurup ve şerbetler, hekimbaşıların özel formüllü ilaç şurupları MUTFAK MADDİ KÜLTÜRÜ - KAP KACAKLAR yapılmaktadır. Bu ocaklarda senede bir defa ilkbaharda tarçın, Edirne mutfağı ve kültürünün varlığı arkeolojik kazılar sonucu havlıcan, gül, gelincik macunlarının kaynatıldığı ve bu geceye ot bulunan ve Edirne müzelerinde sergilenen somut mutfak araç gecesi dendiği kayıtlarda bulunmaktadır. Hekimbaşılar ise her gereçleri ile kanıtlanmıştır. sene Nevruz’da amber, afyon hülâsası ve diğer kokulu nebattan Nevruzziye ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun Sonuç olarak kısaca tanıtılan Edirne mutfak kültürü, yaparak bunları nevruz gecesi porselen kaplar içersinde padişah, bölgedeki uygarlıkların başlangıcına dayanmakta olup somut şehzade ve sultanlara, kadı efendilere, sadrazam ve devlet olmayan kültürel miras niteliğindedir. ricaline ikram ettikleri bilinmektedir. Edirne Sarayı ayrıca 17-18 yy.lara kadar düğün ve şenlik merkezi konumunu sürdürmüş; günlerce süren düğünler, şenlikler ve törenlerde yemekler, tatlılar, şerbetler ile mutfak zenginliği yaşatılmıştır.

70 71 / Edirne Lisesi Öğrencisi / Edirne Ekin Deniz USALAN

Habibe AYDOĞDU SÖZ VERİYORUM İnönü İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Sanki başka bir âlemden gelmiş “Terminale lütfen…” dedi. Arabanın Önünde Eski Cami, biraz ileride sağda gibi duruyordu Selimiye. Hiç insan eli hareket etmesiyle birlikte gözlerini kapadı Üç Şerefeli zamana meydan okur gibi değmemiş bir mucize gibiydi. ve hayallere daldı. Şoförün sesiyle irkildi: dimdik ayaktaydı. Buradan Yıldırım’ı, “Geldik, buyurun lütfen…” diyordu. Söğütlük’ü, köprüleri görebiliyordu. Bir Kendini sanki gökyüzünü delip zamanlar Fatih Sultan Mehmet’in koştuğu sonsuzluğa devam edecekmiş gibi duran Hızlıca indi taksiden. Kalabalığı bahçeleri barındıran Sarayiçi karşısındaydı. Ortaköy Camii’nin minarelerine bakarken yararak yazıhaneye girdi. Edirne’ye bir “Ah!” diye içini geçirdi. “Eski muhteşem buldu. Koşmalıydı, daha hızlı tıpkı bilet aldı. Rüyasında Selimiye’nin önünde günlerinden uzak, hak ettiği değeri bir minarelerin sonsuzluğa uzanması gibi o da gördü kendini, hayran hayran camiye türlü göremeyen, yalnız, sessiz, mağrur yolun sonsuzluğuna koşmalıydı, kaçmalıydı bakıyordu. Sanki başka bir âlemden şehrim...” Gözünden iki damla yaş aktı. bu şehirden. Bıkmıştı bu tekdüze hayattan. gelmiş gibi duruyordu Selimiye. Hiç “Söz veriyorum…” diye geçirdi içinden. İstanbul onu boğuyordu artık. Her insan eli değmemiş bir mucize gibiydi. “Senin eski güzel günlerine dönmen için yerde ruhsuz binalar, duyarsız insanlar, Sessizce caminin kapısından içeri ne gerekiyorsa yapacağım.” karmakarışık bir trafik, nefes alamıyordu süzüldü. Çocukluğundan beri en çok artık. Ünlü bir mimarlık bürosunun yapmak istediği şeyi yapacaktı şimdi. Ani bir sarsıntıyla gözlerini açtı. Otobüs sahibiydi. İyi bir geliri vardı. Sosyal çevresi Yavaşça minarelere çıkan kapıyı açtı ve fren yapmıştı. Kafasını kaldırdığında oldukça genişti. Herkes tarafından sevilen merdivenleri tırmandı. karşısında Selimiye’nin iki minaresini biriydi. Ama yetmiyordu işte. Biraz huzur, gördü. Gözündeki iki damla yaşı sildi. sessizlik, zamanın yavaş aktığı bir yer En üstteki şerefeye çıktı. Aşağıya doğru Şehre doğru gülümsedi ve sessizce “Söz istiyordu artık. bakınca ilk an başı döndü ama hemen veriyorum, sen benim mucizem olacaksın.” alıştı. İşte karşısındaydı muhteşem Edirne. dedi. “Söz!..” Aniden durdu. Sağına soluna “Canım Edirne’m!” diye geçirdi içinden. baktı. Karşıdan gelen taksiyi durdurdu.

70 71 EDİRNE DARÜLHADİS MEDRESESİ Atila GEMİCİOĞLU /İstiklal Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmeni

Şehirlerin de ruhları vardır, derler. Camileri, köprüleri, Edirne Kaleiçi Dilaverbey Mahallesi Darülhadis Caddesi’nde çeşmeleri, evleri ile size anlatmak istedikleri vardır. Hissedersiniz bir zamanlar var olan Darülhadis Medresesi’nin hikâyesine ama anlamlandıramazsınız. Hangimiz hayatımızın bir döneminde başlamadan önce “darülhadis” kavramını açıklamakta fayda de olsa bir akşamüstü Arnavut kaldırımlı eski bir mahalle var. Darülhadis, hadis ilminin öğretildiği medreselerdir. İlk defa arasında yürürken bu hissiyata kapılmadık ki?.. Hani böyle Selçuklu Atabeyi Nurettin Zengi tarafından Şam’da açılmıştır. şehirler vardır hayatımızda, onlardan biridir Edirne. Ruhu olan Böylelikle hadis öğrenimi, camilerden medreselere geçmeye şehirlerden biri… başlamıştır. Sonradan darülhadis medreselerinde Kuran-ı Kerim’e ait ilimler de okutulmaya başlandığında bunlara “dârülkur’a” ve Her gün yanı başından geçtiğimiz, bize hikâyesini anlatmak “dârülhadis” ismi verilmiştir. için çırpınan o kadar fazla yapıt var ki güzel Edirne’mizde ve öyle derin, öyle anlamlı geçmişleri vardır ki öğrendiğimizde yüzümüze 1435 yılında II. Murat tarafından yaptırılan Darülhadis sert bir tokat atar, sersemletir bizi. Utanırız kendimizden bunca Medresesi’nin müstakil bir medrese mi yoksa cami olarak mı zamandır yanından bilmeden gelip geçtiğimiz o büyük eserin yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak gerek cümle sesine kulak vermediğimiz için. Hayıflanırız duyarsızlığımızdan. kapısı üzerindeki yazılardan gerekse de farklı kaynaklarda Hele ki yitip gitmişse, yok olmuşsa acımız katlanarak büyür, nakledilenlere göre medrese ve caminin birlikte inşa edildiği bir yumruk gibi düğümlenir boğazımıza. İşte Edirne Darülhadis anlaşılmaktadır. Medresesi de bu akıbete uğramış, hikâyesi yarım kalmışlardandır.

72 73 Rivayete göre Edirne Kalesi’nin Germe Kapı Caddesi denilen tenha ve terk edilmiş bir bölgesinde bir kış sabahı daha gün Edirne Darülhadis Camii Türbesinde Bulunan Bazı Önemli İsimler: doğmadan bir inşaat hazırlığına başlanmış. Bu durumu gören halk da merakla olacakları seyretmeye koyulmuş. Bu ani inşaat Sultan II. Murat’ın şehzadesi : Hüseyin Çelebi - 1448 kararının arkasında yatan gerçekse Sultan II. Murat’ın bir gece Sultan II. Murat’ın şehzadesi : Orhan Çelebi - 1450 öncesinde gördüğü rüyadır aslında. Meğer gece Sultan Murat II. Mustafa’nın kızı : Hatice Sultan - 1698 rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş. Hz. Peygamber II. Mustafa’nın şehzadesi : Ahmet - 1703 kendisinden bu mekânda bir dârülhadis inşa etmesini istemiş. III. Ahmet’in kızı : Rukiye Sultan - 1698 Sultan Murat da bu emri hiç geciktirmeden yerine getirmek için III. Ahmet’in şehzadesi : Mehmet - 1713 uyanır uyanmaz inşaat hazırlıklarına başlanılmasını emretmiş ve III. Ahmet’in şehzadesi : Sultan Selim - 1715 buraya ilk temel taşını da kendi elleri ile koymuş. III. Ahmet’in kızı : - 1715

Ne yazık ki günümüze ulaşmayan camiye ait hadis medresesinin, caminin sağ ve sol taraflarında olduğu sanılıyor. Alıntılardan anladığımıza göre bugün caminin önünden geçen KAYNAKÇA yol, o yıllarda da vardı. Bu yüzden medresenin, caminin arka Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Darülhadis” maddesi, Cilt 8, İstanbul, 2001 kısmında yer alması yüksek bir ihtimal olarak gözükmekte. YILDIRIM Selahattin, “Osmanlı İlim Geleneğinde Edirne Darülhadisi ve Müderrisleri”, Caminin vakfiyesine göre Edirne içinde bulunan yirmi oda, Dârülhadis Yayınevi, İstanbul 2002 iki fırın, yüz seksen sekiz dükkân, üç ev, bir çarşı ve iki köy bu http://www.edirnemuftulugu.gov.tr caminin vakıfları arasındaydı. Bütün bunlar, bu denli yüksek geliri olan medresenin o yıllarda ne kadar önemli bir ilim merkezi olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra yaptırılan Fatih Külliyesi bünyesinde darülhadis bulunmamaktadır. Fatih, muhtemelen babası II. Murat’ın yaptırdığı Edirne Darülhadis Medresesi’ni ikinci plana düşürmemek için İstanbul’da kurduğu külliyesinde darülhadise yer vermemiştir ki Fatih de ilk hadis eğitimini burada almıştır. Nitekim bu devirde Edirne Darülhadis’i ile Fatih Sahn-ı Seman Medreseleri’nin müderrisleri aynı seviyede olup her ikisi de günde elli akçe alıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın kurduğu Süleymaniye Darülhadisi’ne kadar Edirne Darülhadis müderrisleri, Osmanlı’nın en seçkin ulema tabakasını oluşturmakta idi. Zira ortaya koydukları eserler ve yetiştirdikleri talebelerle bunu göstermişlerdir.

Edirne Darülhadis’i vakfiyesi olan, öğretim kadrosu ve eğitim ile ilgili sıkı kaideler getirilen ve işlemesinin devamlılığını sağlamak için geniş araziler ve gayrimenkuller vakfedilen ilk darülhadistir. Süleymaniye Darülhadisi’nden sonra önemi azalan Edirne Darülhadis Medresesi, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar varlığını devam ettirmiştir.

Günümüzde medresesi yok olsa da Darülhadis Camii ayaktadır. Çevre düzenlemeleriyle sayısız ödül sahibi olan bu şirin ibadethanenin, ziyaretçilerine anlatacak çok şeyi olsa gerek.

Edirne Darülhadis Camii’nin aldığı bazı ödüller şunlardır:

2001-2005 ‘En Çevreci Kamu Binası Ödülü’ 2006 yılı ‘Diyanet İşleri Başkanlığı Camiler Arası Türkiye Birinciliği’ 2007 yılı ‘Edirne Valiliği Çevre Ödülü’ 2008 yılı ‘En Bakımlı Vakıf Eseri Ödülü’ 2009 yılı ‘Edirne İl Müftülüğü Camiler Haftası En güzel Cami Ödülü’ 2010 yılı ‘Edirne Valiliği Takdirname’ 2011 yılı ‘Çevre ve Orman Bakanlığı En İyi Çevre Düzenlemesi Edirne Birinciliği.’

72 73 EDİRNEEDİRNEEDİRNE KIŞKIŞKIŞ SPORLARI SPORLARISPORLARI Agâh Semih ARTAR * / Mehmet Ruşen Erkut Ortaokulu 5. Sınıf Öğrencisi

Edirne’nin sinemasız, tiyatrosuz, radyo ve televizyonsuz uzun Şimdi buraları ve buralarda yapılan kayak oyunları hakkında o kış gecelerinde; yaklaşık altı ay süren karlı buzlu döneminde günleri yaşamış olan, adlarını açıklama bölümünde belirttiğimiz acaba bu şehir halkı nasıl vakit geçirir, nasıl eğlenirdi? Edirne’yi canlı kaynaklardan aldığımız bilgileri değerli okurlarımıza bu yönüyle araştırdığımız zaman şu bilgilere ulaşırız: sunacağız:

1. Kış geceleri düzenlenen helva sohbetleri 2. Yine bu mevsimde düzenlenen buz bayırları ve buz kayma spor eğlenceleri / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne İdil LAZ

74 75 BUZ BAYIRLARI VE BUZ KAYMAK Buz bayırları ve buz kaymak eskiden Edirnelilerin kış eğlenceleri arasında ön planda yer alan etkinliklerdendir. Bu yalnız bir eğlence değil, aynı zamanda bir kış sporudur. Bu sporun Edirne tarihinde özel bir gelenek hâlini almış olduğunu görmekteyiz. Edirneliler bu spora 8-10 yaşlarında başlar, 60-70 yaşlarına kadar devam ettirirlerdi.

EDİRNE’NİN ÜNLÜ BUZ BAYIRLARI 1. Güzelcebaba Semtindeki Köprüce Bayırı: Bu bayır, şimdiki su deposunun olduğu yerden başlayıp Güzelcebaba’ya kadar iner.

2. Arnavut Bayırı ve Muradiye Bayırı: Her iki bayır da Muradiye semtindedir.

3. Kırlangıç Bayırı: Eski Askerî İdadi önünden başlayıp İsmail Ağa Camisi’nin bulunduğu yere kadar iner.

4. İmaret Bademlik Bayırı: Yeniimaret’ten Bademlik Mezarlığı’na uzanan yolun oluşturduğu bayırdır.

5. Yıldırım Sakallı Bayırı: Yıldırım semtinde bulunmaktadır.

Yukarıdaki buz bayırlarının dışında II. ve III. derecede önemli sayılan bayırlar vardır. Bunlar da mahalle aralarında olup kayma eğitimine buralarda başlanırdı. Bu düzenin tam anlamıyla sistemli bir spor eğitimi olduğu görülmektedir ki bu spor dalına küçük yaşlarda ve daha basit koşullarda başlanıp yaşın ilerlemesiyle birlikte çıta da yükselmektedir.

BUZ BAYIRLARININ HAZIRLANMASI Buz bayırları hava ısısının 0 altında 2-3 dereceye düştüğü zaman hazırlanır. Buz bayırlarını her semtin delikanlıları, yine o semtin yaşlılarının yönetiminde hazırlardı. Akşamüzerleri gerek bu yörenin gerekse diğer yörelerden gelen delikanlılar toplanarak küfelerle taşıdıkları karları küreklerle bayıra döşer, sonra da yine taşıdıkları suları döşenmiş karlar üzerine dökerlerdi. Buzdan bir atlanbaç oluşturulur; yukarıdan gelen kızak, atlanbacın üzerinden fırlar; kayıcının ustalığına ve yönetime göre 8-10 metre ileri düşer ve bu nedenle de hızı artardı.

Eskiden hafta sonu tatili cuma olduğu için Köprüce Bayırı özenle hazırlanır ve bu hazırlıklar büyük önem taşırdı. Hazırlıklar perşembe günü başlar ve bayram havasında davullarla zurnalarla coşkuyla kutlanırdı. Bu hazırlığa semtteki evler de katılırdı. Bütün hazırlıklar yöredeki insanların katkıları ve destekleriyle işbirliği Esra AĞIRTOĞÇU / Edirne GSL Öğrencisi içinde hazırlanırdı. Cuma sabahı yaşlı genç herkes meydanda toplanırdı. *Geleceğin usta yazarları arasında görmeyi umut ettiğimiz en küçük EN İYİ ASKI ALAN VE BUZ KAYAN EDİRNELİLER KİMLERDİR? araştırmacı yazarımıza dergimize yaptığı katkıdan dolayı teşekkür ederiz. Yakın tarihlerde en iyi askı alan kişi, Kıyık semtinden Haşlamacıların Hüseyin’di. İkinci derecede askı alanlar ise KAYNAKLAR: Güzelcebaba’dan Ekmekçi Şakir ve kardeşi Ahmet idi. Bunlar Rasim Efendi ve kardeşleri arasında Kaldırımcı Kadir Ağa adında biri vardı ki -Hafız Rakım Eski Cami İmamı Hafız Rakım Efendi Efendi’nin yetişkinliği zamanında yetmiş yaşındaymış- o, göğsünü Polis Nazmi Efendi kaplayan beyaz sakalıyla buz bayırlarında gençlerle yarışırmış. Başkomiser İbrahim Bey

74 75 / Edirne GSL Müzik Öğretmeni / Edirne Ufuk SÖNMEZ

SEVDAM’A

Gülşen Birgül YÖNEL Şehit Asım İlkokulu Sınıf Öğretmeni

Edirne sevdamı yazdım bir gül yaprağına, İlhan Koman kokuyor, Kaleiçi konakları anılarda, Gül şurubu, gülbeşeker yolladım, Topkapı Sarayı’na… Eziyet gören kadını anlatır Akdeniz heykeli, Evliya’ya Bedesten önünde satılan gül suyu kazanlarıyla, Edirnekari süslemeleriyle Süheyl Ünver el sallamakta, Yıkandım Fatih’in çocukluğunun geçtiği Edirne Sarayları’nda, Şehri eserleriyle kuşatan, tüm tarih kahramanlarına… Katmer çiçekli, pembe damla gülüyüm, nehir kıyısında… Atatürk’ümün kokusu sinmiştir, Edirne sokaklarına…

Meriç, Tunca, Arda göz kırptı, edalı şırıltılarıyla, Beyazıt Külliyesi kültür, sağlık ve ilim donanımında, Tunca “Ben farklıyım” diyor, sandal sefalarıyla. Su sesi ve musiki gücüyle ruh ve bedeni kaynaştırmakta, Selimiye tüm ihtişamıyla, Safiye Erol mısralarında. Rast makamı felci, buselik makamı gözü onarmakta. Eski Cami yazısıyla, Üç Şerefeli minaresiyle anılmakta, Şükrü Paşa Tabyalarındaki Mehmetçiklere moral depolamakta, Muradiye teşekkür ediyor çinileriyle Rıfat Osman’a… Mücadele gücünü tüm dünyaya Buçuktepe’den haykırmakta.

76 77 / Edirne GSL Öğrencisi / Edirne

NEREDEN NEREYE… SARGIN Tülin Sibel GÜNEŞ / Uzunköprü Karapınar İlkokulu Müdürü

Bu küçük tarih yolculuğu; sahne, Göreve geldiğim ilk gün okulun Hatta yaşanılanların neye gebe hayat sahnesi. Sanki tarih, kitaplardan bahçesinden içeriye ilk adımlarımı atarken olduğunu anlamaya çalışmak beni fırlayıvermiş. yıllar önce mübadele ile yer değişikliği gelecekle ilgili umutlandırdı. yapan Yunanlıları, çocukken izlediğim Yer Uzunköprü. Edirne’nin ilçelerinden Yunanlıların hayatını irdeleyen film Aradan iki ay geçti. Ben bugün büyüklük sıralamasında Keşan’dan sonra sahnelerini gözümde canlandırıp kendimi okulumun değerli öğretmenlerinden gelen, Osmanlı döneminden kalma uzun adeta o tarihi mekânda yaşıyormuş Aslı Hanım ile birlikteyim. O taş, benim köprüsüyle adını tarihi görselliğinden alan gibi hissettim. Gözlerim günümüzün köyümle özdeşleşmiş; ne yazıldığını küçük bir yerleşim alanı. sanal gerçekliğinde yer alan fakat bilemediğim bu taşla, yaşarken yüzleşmek olması gereken yerde bulunmayan kilise bana da nasip olmuş. Aslı öğretmenimle Güzel ülkemin güzel ili, güzel ilçesi... duvarlarına Yunan alfabesi ile nakış gibi çıktığımız bu küçük tarih yolculuğu; sahne, Nihayetinde yaşadığımız, ekmeğimizi işlenmiş olduğunu duyum aldığım mermer hayat sahnesi. Sanki tarih, kitaplardan kazandığımız, okulumuzun da içinde sütunu aradı. Sordum etrafımdakilere fırlayıvermiş. bulunduğu nadide köyümüz Karapınar… “Nerede?” diye. Yunanca bilmem, Yunan kültürünü tanımam. Ama senelerden Eskiden Yunan ve Türk halklarının Tarih kokan yıkılmaya yüz tutmuş beri aynı sınırı paylaşıp aynı havayı kardeşçe birlikte yaşadığı köyümde kerpiç evleriyle Osmanlı’dan kalma köye teneffüs eden bir birey olarak o kültürün geleceğin gençlerini eğitiyor olmanın en hâkim tepede yer alan kilisenin yerine kalıntılarını görmek istedim. “Şimdi o verdiği haz ve duyarlılıkla tarihi inşa edilmiş bir okul, Karapınar İlkokulu. taş, mezarlıkta.” dediler. Musalla taşı… bütünleştirmeye devam diyorum. Yıllarca mabet olmuş, insanlığa hizmet Nereden nereye… Kilisenin maneviyatı Geçmişi ve geleceği birlikte harmanlamak etmiş ibadethane yerine yine insanlığa benim maneviyatım olmuş. “Meğer,” dileğiyle… farklı bir kanaldan hizmet götüren bir araç, dedim “Meğer değerler çakışmamış.” eğitim yuvamız değerli okulum.

76 77 78 79 KIYAMETE KADAR YAŞAYACAK ŞEHİR

Ey kıyamete kadar yaşayacak şehir! Edirne! Beni tarihinle yücelttin, inancınla övündürdün ve Hangi dilin gücü yetecek seni anlatmaya, hangi sıfat cüret başka topraklardakilerin hissedemeyeceği duygular yaşatacaksın edebilecek seni tanıtmaya! Faninin ne aklı alabilecek bu görkemi ne çocuklarıma. Daha ne nesiller yücelecek seninle... Bayrakların de ağzı anlatabilecek kudretini. Mimar Sinan’ın sanatı, Fatih Sultan inmesin yarıya, ezanların susmasın sakın. Ben usanmayacağım Mehmet’in beşiği... Ant içerim ki nice yüzyıllar daha duyulacak görkeminin tadını çıkarmaya. minarelerindeki ezan sesi. Pencerelerinde asılmış bayraklar var, sokaklarında dimdik söylenen İstiklal Marşı. Gördükçe, duydukça Ey kıyamete kadar yaşayacak şehir! kabarır göğsüm. Selimiye’yi alacağım karşıma, şiirler yazacağım Sen de usanma sakın yaşamaya… ona. Tarihi öğreneceğim yaşlandığım her gün. Atalarımın, liderlerimin, bugünü gün yapan o yüce kişilerin bastığı taşın Helin AYDIN yürüdüğü toprağın üstünde her hatırladığımda gurur duymaktan Edirne Lisesi Öğrencisi vazgeçmeyeceğim. Şükür olsun ki Fatih’ten geldim, Murat’tan geldim, Sinan’dan geldim; şükür olsun ki senden geldim. Fotoğraf / N. Dilek ALTAY Fotoğraf

78 79 TÜRKÜLER, HAYALLER, HÜZÜNLER...

Safüre BAYRAK ŞAŞKIN Edirne Anadolu İmam-Hatip Lisesi Matematik Öğretmeni

Ne kadar çok kişiyi sonsuza, gerçek dünyaya göndermişiz!.. Kokusunu bile bilmediğim kızım İrem’im hangi çeşmeden su taşıyordur, hangi tranesasına yardım ediyordur o sonsuzlukta?

Bu bayram da evdeyim; evde, mutfakta… Herkes kahvaltıdan kalktı, kimi bilgisayarının kimi televizyonun başına gitti. Ben yine yalnızım mutfağımda. Telefonumda Apolas Lermi’den Yağmur şarkısını dinliyorum. Yağmur’u büyük bir zevkle dinledim her zamanki gibi. Mektup, Kara Duman türküleriyle düşlere dalıverdim. Hangi sevdaları mı düşündüm? Çocukluğumda babaannemle gittiğim yaylaları… Yaylaya yeni gittiğimizde ne kadar mutlu olduğumuzu, günler geçtikçe annemden ve kardeşlerimden uzak olmanın ne kadar sıkıntı verdiğini ve bunu kimseyle paylaşamamayı… Rutin işleri yaparken kendimi köyde annemin yanında hayal etmek… Şimdi ise Edirne’deyim. Bayram sabahı, bayram kahvaltısı hazırlarken daldığım hayallerimi kaleme almaya karar vermek… Kara Duman beni yayladaki Üniversite yıllarımda arkadaşlarımın bayram dönüşü bayramlara götürdü. Babaannemi kuzenimle nasıl tükettiğimizi, aileleriyle yaşadıklarını anlatmaları beni hep üzerdi. Onların o yaştaki birinin -ki bizden kuvvet alarak kendi özgürlüğüne ailelerini ziyaret etmeleri için vize problemleri yoktu ki… kavuşma adına- iki koltuk değneğiyle yaylacılık yapmaya Onlar için bayram, benim için kara gündü. Bir yıl Fatma çalıştığını… Yaylaya gitmenin ne kadar çok kuvvete sahip olmak abla Zonguldak’a ailesinin yanına beni de götürmüştü. Hiç gerektiğini bilmiyormuş gibi… Ben üçüncü sınıftayım, kuzenim unutamadığım bayramlardan birini yaşamıştım o yıl. Bayramda birinci sınıfta. Torunlarını yanına alarak yaylaya gitmek… Bunun aile dayanışmasını orada gördüm. Bizde babam bayramda ev işi, çayır işi, hayvan işi, yal işi… Ateş yakmak için odun, her gün izne geldiğinde babamla beraber eve yeni kurallar da gelirdi. yapılması gereken buğday ekmeği, üç dört günde bir yapılması İzin de biterdi. E sayılı gün!.. “Silinmez yüreğimden eski yârin gereken mısır ekmeği… Babaannemin romatizmaya ve yaşlılığa yüzleri” diyor Apolas Lermi. Kızımın sık sık yanıma gelip bana inat iki koltuk değneği ile bunları yapmaya çalışmasının altında bir şeyler söylemesine rağmen beni nerelere götürüyor bu yatan gerçekleri bilmek… Gelinlerin “kaynana dırdırı” dedikleri sözler!.. Çayımdan bir yudum alıp dalıyorum. Ağabose Kalesam zaman içimden, “Bir de kaynananı dinlesek!..” diye düşünmemin şarkısıyla ben de Tonya’ya (Trabzon) gidiyorum. Ben de bu Rumca sebebini bugün daha iyi idrak ediyorum. şarkıya eşlik ederken kulağımda annemin Rumca söylediği ağıtlar çınlıyor. Şimdi köyde olmalıydım!.. Anneannem ne kadar Annem Almanya’ya taşınmadan önce yaşadığımız bayramları özlemiştir bizi! Ya teyzem? Teyzem de mezarlıkları bayram için hatırladım. Namaza gönderdiği kardeşlerim gelene kadar inekleri hazırlamayı ihmal etmemiş, mermerleri tek başına yıkamış, doyurmak, sonra da kahvaltı hazırlamak... Annem bunları büyük mezarların üstündeki otları temizlemiştir. Eskiden mezarlığın bir zevkle yapardı, bunu ahırdan gelen ağıtlarındaki sözlerden kısmı bize aitken şimdi neredeyse bütün mezarlığı dolaşmak, anlıyordum. Kâh babası kâh büyükbabası yerine koyduğu amcası bütün mezarlığı temizlemek zorunda kalıyor. Ne kadar çok (hacı baba), kâh tranesa (hacı babanın eşi aynı zamanda annemin kişiyi sonsuza, gerçek dünyaya göndermişiz!.. Kokusunu bile teyzesi)… Ağıtsız bayram… Şimdi de Yapan Eller, ardından Sular bilmediğim kızım İrem’im hangi çeşmeden su taşıyordur, hangi Akar Doldurur türküsü çalıyor telefonumda. tranesasına yardım ediyordur o sonsuzlukta?

80 81 Bu hayaller arasında çayımın altını yakıp kaynamasını bekliyorum. Ve Karaduman beni çayı beklerken yine bir yerlere götürdü. Şimdi köyümdeyim. Toprağın bu tarafında hafif bir çise eşliğinde mezarları dolaştık, herkesle hasbihal ettik. Biz konuştuk, onlar duydu mu; dualarımız onlara ulaştı mı? Mezarlıktan ayrılıp köyde geziyorum. Eve giderken sonbaharda çiçek açmış erikleri görüp biraz sohbet ediyoruz komşularla. Annemle değirmene de gidiyoruz. Sayraç değirmenindeyiz. Annem mısırları öğütürken biz kardeşlerimle derelerde oyun oynuyoruz. Sırılsıklam olmuşuz. Çok eğlendik. Allah’tan hava çok soğuk değil de annem çok kızmıyor.

Hayaller de olmasa ne yapardım? Kendime geldiğimde Zeynep Başkan, Vay Beni’yi söylüyor. Sonra bir cep telefonunun reklamında gördüğüm “Boğaz çok güzel, sen de gel!” repliğiyle kafayı yemeden evden çıkmam gerektiğine karar verdim. Apolas Lermi’den Yağmur’u birkaç kere daha dinleyip çıkayım vesselam…

80 81 TARİHTEN İZLER Serkan SUGÖZLEYEN Selimiye İmam-Hatip Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmeni​

İstanbul’da 401 ilkokulda 1.846 öğretmen ve 74.488 öğrencinin öğrenim yaptığı açıklandı. 8 Ocak 1941

Darülfünun, Kimyager Derviş Paşa’nın verdiği halka açık fizik dersi ile eğitim hayatına başladı. 13 Ocak 1863

İstanbul’da evlerde doğal gaz kullanılmaya başladı. 21 Ocak 1992

Türkiye’de ilk yüz nakli gerçekleştirildi. 21 Ocak 2012

Boğaziçi dondu.

9 Şubat 1621

Sevgililer Günü, (Aziz Valentin Günü) kökeni Roma Katolik Kilisesi’nin inanışına dayanan bu gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıktı.

14 Şubat 496

Hz Peygamber’in Veda Hutbesi. Veda Hutbesi Hz. Muhammed’in ilk ve son haccı olan Veda Haccı’nda 124.000 Müslüman’a karşı yaptığı konuşma metninin adıdır. 23 Şubat 632

Dünya Kadınlar Günü ilk kez kutlandı.

8 Mart 1911

Fransa’da çocuk ve kadınların çalışma saatleri, günde 11 saat ile sınırlandırıldı.

13 Mart 1900

İlk kez bir ameliyatta anestezi uygulandı.

30 Mart 1842

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kuruldu. 4 Nisan 1949

82 83 Galata Köprüsü hizmete girdi. 14 Nisan 1912

2.340 yolcusuyla ilk yolculuğuna çıkan Titanik transatlantiği, New Foundland’ın güneyinde bir buz dağına çarparak battı, 1.513 kişi öldü. 15 Nisan 1912

Türkiye’de ilk radyo yayını başladı. Türk Telsiz Telefon AŞ adıyla çalışmalarına başlayan özel kuruluş, yayınlarını 1938’de Devlet Radyosu kurulana kadar sürdürdü. 27 Nisan 1927

Naim Süleymanoğlu, Çek Cumhuriyeti’nde yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda 64 kiloda dünya rekoru kırarak üç altın madalya aldı. 5 Mayıs 1994

Türkiye’de uluslararası rakamlar kabul edildi.

20 Mayıs 1928

İzmir’in İtilaf Devletleri tarafından işgalini protesto için 200.000 kişinin katılımıyla Sultanahmet Mitingi yapıldı.

23 Mayıs 1919

Günümüzdeki adıyla İstanbul Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinin ertesi günü kuruldu. 30 Mayıs 1453

Batı’da Avicenna adıyla tanınan, İslam dünyasının ünlü tıp, fizikçi, yazar, filozof ve bilim insanı 21 Haziran 1037 İbni Sina vefat etti.

Dünyanın ilk bankamatiği Londra’da hizmete girdi.

27 Haziran 1967

Hatay Devleti Meclisi, oy birliğiyle Türkiye’ye katılma kararı aldı. 29 Haziran 1939

82 83 HAYAL PERDESİNDEN BEYAZ PERDEYE Karagöz Hacivat Neden Öldürüldü

Ayşegül DEĞİRMENCİOĞLU 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni

Sonunda suçsuz oldukları anlaşılır. Padişah bu duruma çok üzülür. Şeyh Küşteri, adında bir adam padişahın acısını hafifletmek için Karagöz ve Hacivat’ın şeklini deri üzerine resmeder. Bu şekilleri, ışık kaynağı önünde ve perde arkasında oynatır. Gölge oyunları zamanımıza bu haliyle gelir.

“Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filminde gölge oyunu; Karagöz’ü, kökleri Orta Asya Türk Şaman düşüncesine dayanan ve gelişimini XIV. yüzyıllarda Anadolu’da tasavvuf düşüncesiyle tamamlayan bir gelenek olarak sunulmuştur.

Filmde Orhan Bey zamanında Türk gölge tiyatrosunun kökeni Evliya Çelebi şöyle anlatır: Karagöz’ün Bursa’daki cami inşaatını esas alan köken konusunda araştırmacılar farklı görüşler esas adı Bali Çelebi’dir. Kendisi Selçuklu rivayetinden, Hacivat ile Karagöz, hem ileri sürmüştür. Bu görüşleri şöyle Türklerinden olup demircilikle uğraşır. tarihsel kişilikler hem de hayalî ve efsanevî sıralayabiliriz: Hindistan kökenlidir ve Bursa şehrini Türkler alınca Ahmet Bali tipler olarak beyaz perdeye aktarılmıştır. Yakındoğu’ya Romanlar tarafından Çelebi, Bursa’ya yerleşir; sanatını orada Hacivat ile Karagöz’ün hayalî kişilikler getirilmiştir. Çin kökenlidir ve batıya icra eder. Padişah Sultan Orhan, Bursa’da olması, göbek deliklerinin olmaması ile Moğollar ile Orta Asya Türkleri tarafından bir cami yaptırmaya karar verir. Ülkenin başarılı bir şekilde vurgulanmıştır. taşınmıştır. Orta Asya Türkleri tarafından dört bir tarafından ustalar, işçiler gelir. yaratılmıştır. Hindistan kökenlidir ve Bali Çelebi de bu inşaatta görev alarak Film, XIV. yüzyıl başlarında Anadolu’da Budizm’in yayılmasıyla birlikte oradan taş parçalarını demir çubuklarla birbirine Anadolu insanının bir yandan beylik Orta Asya’ya yayıldı; Türkler onu korudular tutturur. Aynı inşaatta ustabaşı Hacivat çekişmeleri diğer yandan da Moğol ve İslamiyet’in kabulünden sonra “Hacı İvaz” ile tanışır. İkisi arasında baskısı altında yaşadıkları bir dönemde Anadolu’ya getirdiler. I. Selim’in Mısır’ı içten bir arkadaşlık doğar. Neşeli ve tatlı geçmektedir. Osmanlı Devleti henüz fethinden sonra, Mısır’dan Osmanlı dilli bu insanları bir araya gelmeleri, kuruluş aşamasındadır ve Bizans’a karşı başkentine getirilmiştir. Evliya Çelebi’ye yaptıkları sohbetler diğer işçilerin işleri aldığı üst üste zaferlerle Orhan Gazi, göre Bursa’nın hâlâ başkent olduğu bırakmalarına sebep olur. Cami inşaatı Anadolu halkı için yeni bir umut kaynağı Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Türkler yavaşlar. Padişah durumu öğrenir. olmuştur. Anadolu’nun dört bir yanından tarafından geliştirilmiştir. Her ikisinin de başlarını vurdurarak göçen insanlar yeni fethedilen Osmanlı cezalandırır. başkenti Bursa’ya akın etmektedir.

84 85 Bursa kenti kozmopolit bir hal almıştır. Karagöz sanatının pîri, onu ilk defa Tüm bunların yanında bu karmaşık yapı ortaya koyan kişi olarak kabul gören nedeniyle siyasi çekişmeler ve siyasi Şeyh Küşteri yapımı bitmek bilmeyen oyunlar da had safhadadır. Yerini korumak caminin imamıdır. Odasında gizliden isteyen beyler, daha iyi şartlarda yaşamak gizliye oynattığı iki küçük kuklayla kendi isteyen Ahiler, inançlarını korumak isteyen kendini hicvetmekten kaçınmaz. Orhan Hristiyanlar da yine resmedilen Bursa Gazi, fetihlerden arta kalan vaktinde şehrinin içerisindedir. şehre uğrayabilen bir kumandandır. Adına yapılmakta olan caminin inşaatının yavaş Filmin iki ana karakterinden Hacivat, bu ilerlemesi canını sıkmaktadır. Bu nedenle karmaşık siyasi hayat içerisinde beylikler kimliğini önemsemeden inşaatı yavaşlatan arasındaki iletişimi sağlamaya çalışan bir iki kişinin -Hacivat ve Karagöz- boynunun ulaktır. Çevresindeki diğer karakterlere vurulması emrini verip aynı iki kişiye geniş göre mürekkep yalamış, çapkın ve ehlikeyf topraklar verilmesinin de emrini aynı anda bir karakterdir. Karagöz metinlerinde ise verecektir. Hacivat daha oturaklı, aklı başında bir karakterdir. Filmdeki Karagöz ise cahil bir Osmanlı vakanüvislerinin, “Ela gözlü, demirci ve Şaman, Türkmen göçeridir. Bir beyaz tenli, geniş göğüslü, iri yapılı bir Hacivat ve Karagöz’ün beyaz perdeye kulağı az duyduğu için söylenenleri yanlış insandı. Sık sık halkın arasına karışıp onların yansımasını ne kadar beğendiysem tarihsel anlar ve bu nedenle komik duruma düşer. dertlerini dinlerdi. Davranışları dengeli ve gerçekliğe sadık kalınmamasından da Karagöz metinlerinde Karagöz başıboş, kararlı idi. Daima tedbirli davranırdı. İyi rahatsız oldum. Tabii ki anlatılan dönemle işi-gücü olmayan yoksul bir halk tipidir ve ahlâklı olarak bilinirdi.” şeklinde söz ettiği ilgili kaynaklardaki bilgilerin yetersiz Müslüman’dır. Karagöz medrese eğitimi Orhan Gazi’nin filmde tarihsel gerçekliğe olması ve filmi daha seyredilebilir bir hale görmediği için Hacivat’ın sıklıkla kullandığı, uygun olarak canlandırılmadığını görüyoruz. getirebilmek için senaryoya bilim ve kültür yabancı ya da arkaik sözcükleri genellikle Ayrıca İbn Battuta’nın “olgunluğu ve adamlarınca eleştirilebilecek unsurların anlamamakta ya da anlamazlıktan dindarlığı” ile tanındığını söylediği Orhan katılmak istenebileceği gerçeğini de göz gelerek onlara farklı anlamlar yüklemekte Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun’un filmde çıkarcı önünde bulundurmak gerekiyor. ve bu tutumu ile Hacivat’ı sürekli ve entrikacı bir karakter olarak karşımıza uğraştırmaktadır. çıkmasını kabul etmek mümkün değil. Bu bağlamda “Hacivat Karagöz Neden Amazonlar gibi savaşan Baciyan-ı Rum Öldürüldü” filmi Karagöz geleneğini sinema Hacivat ve Karagöz bu karmaşık şehirde örgütünün kurgulanmasının, İslamiyet’in filmiyle bugünden geriye doğru bir bakışla tanışırlar. Hacivat, Karagöz’ün ölmekte olan kabulünden sonra da Şamanist unsurların yeniden kuran, bugünün meselelerine ait ineği Altun’u bir hile ile ondan satın alır toplum yaşamında devam ettiğine hikâyesini anlatmada Karagöz’ü bir araç ve kasaba satar. Aralarındaki bu husumet, yapılan vurguda da abartıya kaçıldığını olarak kullanan yeni bir kültürel ürün olarak Karagöz’e annesi Kam Ana tarafından göbek düşünüyorum. karşımıza çıkmaktadır. deliği olmayan bir âdemle ün salacağını söylemesiyle son bulur. Karagöz eşini bulmuştur. Bu olayın ardından filmin siyasi erk adına yapılan tüm hileleri gözler önüne seren hikâyesi başlar.

Ayşe Hatun Baciyan-ı Rum adlı kadın savaşçılardan oluşan birliğin başıdır. Babası Köse Mihail’in İslamiyet’i benimsemesinden sonra Müslümanlığa alışmaya çalışmaktadır. Köse Mihail, İslamiyet’i seçmiş bir Bizans uç beyi-tekfurudur. Kadı Pervane Anadolu’nun karmaşık siyasi yapısından kendisine pay kapmaya çalışan, birçok dolap çeviren ve her zaman güçlünün yanında olmayı başarabilen bir kadıdır. Nilüfer Hatun Orhan Gazi’nin eşidir, sonradan Müslüman olmuştur. Filmde gerçekleşen entrikalar esnasında çıkarları doğrultusunda davranmayı tercih eder.

84 85 SAKLI LEZZET

Oğuzhan AYDIN SAKLI LEZZETUzunköprü Anadolu Lisesi Öğrencisi

Edirne’nin kendine özgü bir mutfağı vardır. Türkiye çapında beyaz peynir imalatı çok yaygındır. Edirne peyniri denilen bu peynir, genellikle koyun sütünden yapılır. Mavzana, tarhana, ciğer sarması, akıtma, badem ezmesi, lokma, gaziler helvası, deva-i misk vb. Edirne’ye özgü yemek ve tatlılarının başlıcalarındandır. Ayrıca ısırgan yemeği, boroni, değişik türde bir peynir tatlısı olan belmuş, meşhur tava ciğeri, süte peynir eklenmesiyle yapılan akça katık ve hardaliye de… Bunların yanı sıra önemli bir lezzet daha bulunmaktadır Edirne’de: kaçamak

Kaçamak ya da mamaliga ismi ile bilinen, mısır unundan yapılan bir yemektir. Mısır ununun özel bir şekilde pişirilip üzerine çeşitli malzemeler dökülmesiyle hazırlanan bir yemektir.

Bu yemeğin püf noktası sıcak olarak servis edilmesidir. Kahvaltıda ya da diğer öğünlerde tüketilebilir. Kaçamak; Balkan ve Kafkasya göçmenlerinin sıklıkla yaptığı yemeklerden bir tanesidir. Kırklareli ve Edirne’de ünlüdür. Kaçamağın bir diğer ismi de göçmen yemeğidir. Bu yemek, bildiğimiz gibi Balkan topraklarından göç eden insanlarımızın bizlere kazandırdığı bir lezzettir, ancak zamanla bölgemiz Trakya’nın ve Edirne’mizin yemeği olmaktan çıkmış ve tarihin derinliklerine doğru yol almaktadır.

86 87 Kımıldanır mahallemin daralan ruhu Basma perdelerimde gün batarken Atıp saatler süren uykusunu Odama uzanır akasyam pencereden MAHALLEMDEKİ Kırmızı uzak damlarda bir serinleme Uyanır gündüz uykusundan evler AKŞAMLAR İÇİN Kapılarda işleri ellerinde Kadınlar giyinip kocalarını bekler İyi insanların ruhudur yakınlaşır Takunya sesleri gelir evlerden Oğuzhan AYDIN Yalnız bu dem rahat bir dünya taşır Uzunköprü Anadolu Lisesi Öğrencisi Bin mihnet dolu kafasında yorgun beden Her şeyin geliş saatidir akşam Mahallede ömürler akşamüstü başlar Hepsi burda buluşmaya gelir akşam Başka dünyalardan ayaklar, başlar…

Orhan Veli Kanık 1936

Betül ÇEKİRDEKOĞLU / Edirne GSL Öğrencisi

86 87 / Levet TOSUN (Enez-Edirne) TOSUN / Levet Fotoğraf 88 PB