T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE YERLİ DİZİLERDE SUNULAN MEKÂN VE SINIF İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Fatma CAN 1630247009

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN Dr. Öğr. Üyesi Seyhan AKSOY

ISPARTA-2019

(CAN, Fatma, “Türkiye’de Yerli Dizilerde Sunulan Mekân ve Sınıf İlişkisi Üzerine Bir Çözümleme”, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2019)

ÖZET

Sınıfsal ayrışma temsillerinin mekân dolayımıyla üretildiği ve görünür olduğu yerlerden biri televizyon dizileridir. Diziler ile yüksek ekonomik, toplumsal, kültürel ve simgesel sermayeye sahip grupların yaşam biçimlerini yansıtan mekânların gösterimi, habitusun gündelik hayat pratiklerini gözler önüne sermektedir. Bu pratikler egemen ideolojiyi barındıran, yücelten ve mekân dolayımıyla yeniden üreten içeriklerdir. Dizilerdeki bu sınıfsal ayrışma temsillerinin mekân dolayımıyla nasıl ortaya koyulduğu sorusu çalışmanın problematiğini oluşturmaktadır.

Tez çalışması kapsamında Türk televizyon dizilerinde mekânlar dolayımıyla yaratılan sınıfsal ayrışma temsilleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla 2016- 2017 yılları arasında ATV, Show TV, , Fox TV, TRT1 ve Star TV kanallarında ana yayın kuşağında yayınlanan 92 dizi belirlenmiş olup sınıfsal ayrışma temsillerini gösteren mekân ve mekânlar üzerinden eklemlenen temsillere ulaşılmıştır. Nitel içerik çözümlemesi temaları oluşturulmuş ve belirlenen 12 diziye nitel içerik çözümlemesi uygulanmıştır. Çözümlemeler sonucu elde edilen bulgular ışığında dizilerde, zenginliğin yaşanılan yer özelindeki temsili olan lüks konutlar etrafında oluşturulan senaryolarla aktarılması, sınıfsal ayrışma temsillerinin konut üzerinden ifade edilmesine olanak tanımaktadır. Lüks konutlarda yaşayan dizi karakterlerinin farklı model ve tarzda lüks araçlara sahip olması, bu karakterlerin lüks araçlarla istedikleri zaman istedikleri yere gidebilmeleri, mekânın en görünür tamamlayıcısı olan araç sahipliği üzerinden sınıfsal ayrışma temsillerini göstermektedir. Ayrıca dizilerde sıklıkla holding, plaza ve şirketlerde geçen iş hayatının sunumu, lüks konutlarda yaşayanların şirket sahibi oluşu da sınıfsal ayrışmanın bir başka temsilini oluşturmaktadır. Son olarak yüksek ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel sermaye sahibi sınıfların tercih ettiği tatil yerleri, eğlence mekânları, üye oldukları dernek, kulüp ve vakıflar da ayrışma temsillerine dair ipuçları veren mekânlardır.

Anahtar Kelimeler: Yerli Diziler, Sınıf, Mekân, Bourdieu

iii (CAN, Fatma, Presented In Domestic TV Series Space And Class Relations On An Analysis In Turkey, Master’s Thesis, Isparta, 2019)

ABSTRACT

TV series are one of the places where class separations are produced spatially and became visible. Along with industrialization and modernization, in general, the use of communication devices and in particular, TV series which are one of the content of TV’s and their consumption are one of the context where class separation practiacals can be observed. The presentation of the place which reflect the life styles of groups that high economic, social, cultural and symbolic capital unrolls the daily life practicals of habitus. These practicals are the context which hold and glorify the dominant ideology. Class separation codes, which are constructed by the places in TV series, are reproduced and therefore a context, in which the class devoid of capital encouraged to the luxury and wealth, is being created.

In this thesis, it is attempted to discover the class separation reprasentations which are created via places in Turkish TV series. For this purpose, 92 TV series that are broadcasted between 2016-2017 in ATV, Show TV, Kanal D, Fox TV, TRT1 and Star TV are determined and thus it became possible to reach the codes which are created by the places that represent class separation. In preliminary for qualitative research, first the place in 92 TV series are counted. Themes for the qualitative content analysis are created and the 12 TV series which are determined via typical case sampling are analyzed through these themes. The findings of the analysis show that national TV series consolidate and reproduce the class separation via places shown in these TV series.

Key Words: Domestic Tv series, Class, Space, Bourdieu

iv İÇİNDEKİLER

TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ...... i YEMİN METNİ ...... ii ÖZET ...... iii ABSTRACT ...... iv İÇİNDEKİLER ...... v KISALTMALAR ...... vii TABLOLAR DİZİNİ ...... viii ÖNSÖZ ...... ix GİRİŞ ...... 1

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1. SINIF KAVRAMI ...... 6 1.1.1. Marksist Sınıf Yorumu ...... 7 1.1.2. Weberyen Sınıf Yorumu ...... 8 1.1.3. Durkheim’cı Sınıf Yorumu...... 10 1.1.4. Bourdieu’cu Sınıf Yorumu ...... 11 1.1.4.1. Sınıfsal Ayrımda Yaşam Fırsatları Eşitsizliği ...... 18 1.1.4.2 Sınıfsal Ayrımda İktidarın Gücü...... 19 1.1.4.3. Sınıfsal Ayrımda Sermaye Ekonomisi ...... 20 1.1.4.4. Sınıfsal Ayrışmada Mülk Sahipliği...... 23 1.1.4.4.1. Pozitif ve Negatif Mülk Sahipliği ...... 23 1.1.4.5. Bourdieu’nun Sınıf Tanımlamasında Sosyal ve Sembolik Sistemler ...... 24 1.1.4.6. Sınıfsal Mevkiler...... 26 1.1.4.7. Ekonomik ve Kültürel Sermayeler ...... 27 1.1.4.8. Habitus Çerçevesinde Sınıfsal Farklılıklar ...... 32 1.2. MEKÂN ...... 35 1.2.1. Antik Yunan ve Roma’da Mekânın Kullanımı ve Temsili ...... 36 1.2.2. Mekânın Ele Alınış Biçimleri ...... 43 1.2.3. Kapitalizmin Mekânlarda Varoluşu ...... 50 1.2.4. Mekânsal Tecrit Biçimleri ...... 53 1.2.5. İdeolojinin Mekân Yoluyla Aktarımı ...... 58 1.3. SINIF VE MEKÂN ARASINDAKİ İLİŞKİ ...... 61 1.3.1. Türkiye’de 1923-1960 Yılları Arası Kentleşme Süreci ...... 64 1.3.2. Türkiye’de 1950-1980 Yılları Arası Kentleşme Süreci ...... 64 1.3.3. Türkiye’de 1980 Yılı Sonrası Kentleşme Süreci ...... 65

v İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE YERLİ DİZİLER VE MEKÂN DOLAYIMIYLA YARATILAN SINIFSAL AYRIŞMA

2.1. TÜRKİYE’DE YERLİ DİZİLERİN TARİHSEL SÜRECİ ...... 77 2.2. YERLİ DİZİLERDE MEKÂN VE SINIF İLİŞKİSİ ...... 90

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ARAŞTIRMA

3.1. NİTEL İÇERİK ÇÖZÜMLEMESİ ...... 96 3.2. BULGULAR ...... 99 3.2.1. Gecekondudan Yalıya ...... 99 3.2.2. Kepenkli Dükkânlardan Çok Katlı Plazalara ...... 105 3.2.3. Mekânın En Görünür Tamamlayıcısı: Sanayiden Sermayeye Araç Sahipliği 109 3.2.4. Ayrışmaların Uğrak Mekânları ...... 113 SONUÇ ...... 121 KAYNAKÇA ...... 129 EKLER ...... 141 EK.1 DİZİLER İLE İLGİLİ BİLGİLER ...... 141 EK.2 TABLO ...... 146 ÖZGEÇMİŞ ...... 154

vi KISALTMALAR

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

GAP : Güneydoğu Anadolu Projesi

İLAD : İletişim Araştırmaları Derneği

İTÜ : İstanbul Teknik Üniversitesi

RTÜK : Radyo ve Televizyon Üst Kurulu

TRT : Türkiye Radyo Televizyon Kurulu

vii TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 1: 2016-2017 yılları arasında prime time Türk televizyon dizilerinde yer alan mekânlar ...... 146 Tablo 2: Yüksek Ekonomik, Kültürel, Simgesel ve Toplumsal Sermaye Mekânları ...... 152 Tablo 3: Düşük Ekonomik, Kültürel, Simgesel ve Toplumsal Sermaye Mekânları ...... 153

viii ÖNSÖZ

Dizilerdeki sınıfsal ayrışmanın mekânlar dolayımıyla irdelenebilmesi adına hazırlanan bu tez çalışmasında, konunun belirlenmesinden itibaren her aşamasında benden desteğini, bilgisini, samimiyetini esirgemeyen, yanlış yaptığım zamanlarda bile sabrını sonuna kadar hissettiren çok kıymetli danışman hocam Dr. Öğr. Üyesi Seyhan AKSOY’a,

Ayrıca jüride yer alan kıymetli hocalarım Dr. Öğr. Üyesi Didem NARMANLI ve Dr. Öğr. Üyesi Tülin SEPETCİ’ye yorumları ve önerileriyle tezimi zenginleştirdikleri için teşekkür ederim.

Üniversitenin bana kazandırdığı sevgili dostlarım Sefer ÇELİK ve Havva KARAKOÇ’a, tez çalışmam boyunca beni yalnız bırakmayan, molalarımı keyiflendiren Kübra BAŞAK’a, aynı yollardan geçtiğimiz kıymetli dostum Sibel Meltem KAFA’ya fikir, öneri ve desteklerinden dolayı teşekkürü borç bilirim.

Ayrıca benim için bu zamanlara kadar tüm zahmetlere katlanan, tez sürecim boyunca sevgi ve desteklerini benden esirgemeyen annem Şekibe ERDOĞAN, babam Mustafa ERDOĞAN ve kardeşim İsmail ERDOĞAN’a tüm kalbimle teşekkür ederim.

Son olarak en büyük destekçim eşim Samet CAN’a tezim boyunca gösterdiği güveni, anlayışı ve sabrı için ne kadar teşekkür etsem az…

ix GİRİŞ

Diziler televizyon programları içinde mekânın, kurgunun, dilin etkili kullanıldığı ve pek çok araştırmaya göre de diğer televizyon program türlerine göre daha çok tüketilen içeriklerdir. Ortak yaşam dünyasını hikâyeleştirme, görselleştirme ve yorumlamasının yanında topluma dair bir imgelemi açığa çıkarması nedeniyle tüketimi azalmamış aksine yıldan yıla artmış yapımlardır (Çelenk, 2005). Zira son yıllarda dizilerin sayıca artışı da tüketimin boyutunu göstermektedir.

Dizilerdeki bu niceliksel artışla paralellik göstermeyen durum özgünlük ve çeşitliliktir. Özellikle 2000’lerden sonra, ana yayın kuşağında neredeyse tektipleşmiş içeriklere sahip olan yerli diziler, mevcut sistemi yeniden üreten ideolojik çerçevede sıkışıp kalmıştır. Diziler belirli bir formata dönüşmüş, adeta egemen ideolojinin aynası durumuna gelmiştir. Egemen içerikleri sunan diziler, zenginliğe dair göstergelerin sıklıkla kullanıldığı, zengin ve lüks yaşama ilişkin göstergelerle sermaye sahipliğinden yoksun sınıfların öykündürüldüğü ve mevcut sistemin sürgit olması adına tüketime yönlendirilmeleri yönünde bir işleve sahip olmuştur.

Yerli dizilerde zenginlik ve fakirlik karşıtlığının yaratılması ve sınıfsal ayrışmanın gözler önüne serilmesindeki en görünür unsur mekân yoluyla gerçekleşmektedir. Çünkü mekân hiçbir zaman sadece taş duvardan ibaret olmamakta ve sembolik değer barındırmaktadır. Bu anlamda mekânlar için dinamik yapılardır denilebilir. Mekânlar aracılığıyla sınıfsal ayrışmaları en net yansıtan içerikler ise dizilerdir. Diziler yayınlandığı süre boyunca birden fazla farklı mekânı kapsamakta ve ekrana getirmektedir. Mekânların yansıtılmasıyla ilgili dengesiz içerikler, bir grubun yaşam stili üzerinden işlenmekte ve bu içeriklerin sunumu daha fazla yapılmaktadır. Bu içeriklerin ağırlığının bir tarafa yoğunlaşmasının sonucu olarak, farklı ekonomik ve kültürel sınıftan olan izleyicilerin de bunlara öykünmesine sebep olacağı düşünülmektedir.

Dizilerde sunulan mekân ve sınıf ilişkisi üzerinden sınıfsal ayrışmaların ekranlara nasıl yansıdığını ortaya çıkarmak bu çalışmanın amacıdır. Bu bağlamda 2016- 2017 yılları arasında yayınlanan diziler üzerinden belirlenen örneklemler ile farklı sermayelere sahip grupların mekânları kullanım biçimlerinde ve habitusun gündelik

1 hayat pratiklerinde nasıl göründüğü örneklerle ele alınmaktadır. Dört ana bölümden oluşan çalışmada, birinci bölümde kavramsal bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmış, sınıfın tanımı ve farklı kuramcıların sınıf ile ilgili yorumlarına yer verilmiştir.

Sınıfsal ayrışmaları oluşturan sistemler Bourdieu’cu bir bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Zira Bourdieu sınıf ile ilgili bu tez çalışması paralelinde ele alınan Marx, Weber ve Durkheim gibi kuramcılardan daha kapsayıcı bir tez geliştirmiştir. Bu anlamda sınıf kavramını habitus kavramı üzerinden açıklar. Çünkü ona göre bireyler habitus denilen edinimler, alışkanlıklar, pratikler ile bir sınıfsal yapıyı oluşturur. Bu sınıfsal yapı içindeki sahip olunan her şeyi de sermaye kavramıyla açıklar. Sermaye türlerini ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel olmak üzere dörde ayırır. Bireylerin sınıfsal statüleri sahip oldukları bu sermayelerle tanımlanır. Sermaye sahibi olmak demek, habitus pratiklerini de yerine getirmek demektir. Zira pek çok kişi de sermaye türlerinin tamamına sahip olamadığı gibi bir tanesine bile sahip değildir. Bu sebeple çalışmada da sermaye türleri ve sahipliği sınıfsal ayrışmaların açığa çıkarılması bakımından irdelenmiştir.

Çalışmada ayrıca mekân başlığı altında mekân kullanımının geçmişten günümüze geçirmiş olduğu dönüşümlerden bahsedilmiştir. Kapitalizmin mekânlardaki varoluşu analiz edilerek ideolojinin mekân yoluyla aktarım biçimlerine değinilmiştir. Son başlık içinde mekânın dönüşüm evrelerinden biri olan sanayileşme ve modernleşme ile kentleşme arasındaki bağ sınıfsal ayrışma kavramıyla açıklanmış olup Türkiye sınırları içindeki kentleşme evrelerinin mekâna ve sınıfsal ayrışmaya ne gibi etkileri olduğu tespit edilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde Türkiye’de yerli dizilerdeki mekânlar ile yaratılan sınıfsal ayrışmalar açıklanmıştır. Ayrıca televizyonlardaki dizi yapımlarının tarihsel süreçteki analizi yapılmış ve dönemsel olarak farklılaşan içeriklerine ulaşılmıştır. Çalışmaya katkı sağlayacağı düşünülerek yerli dizilerdeki mekân ve sınıf ilişkisinin analizi yapılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümü çalışmanın araştırma yöntemini ve uygulanma biçimini aktarmaktadır. Nitel içerik çözümlemesi ile ilgili kuramsal bilgilerin yanında, incelenen dizilerin hangi yılları ve hangi kanalları kapsadığı, belirlenen yıllardaki toplam dizi ve dizilerde kullanılan mekân sayıları, sermaye sınıflarının temsil edildiği örneklemler, örneklemleri belirleme süreci ortaya

2 çıkarılmıştır. Ayrıca Türkiye’de yerli dizilerde mekân aracılığıyla yaratılan sınıfsal ayrışma temsilleri belirlenmiş, bu ayrışma temsilleri ise temalar bağlamında değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır.

Çalışmanın Amacı

Bu çalışmanın amacı, yerli dizilerde sunulan mekânlar dolayımıyla yaratılan sınıfsal ayrışma temsillerini Bourdieucu bir perspektifle okumaktır. Ayrıca dizilerin mekân dolayımıyla sınıfsal ayrışma temsillerini barındırdığına dair yargının literatürden sağlanan veriler ve örnek çalışmalar ile desteklenmesi hedeflenmektedir. Zira sınıfsal ayrışmalar günlük hayatın her evresinde doğrudan olmasa da çeşitli göstergeler aracılığıyla kendini belli etmektedir. Bu ayrışma temsillerinin sistematik bir biçimde analiz edilmesi ve uygun temalar ile çözümlenmesi mekânlar ile yaratılan sınıfsal ayrışmaların görülebilmesi için önemlidir. Diziler de sınıfsal ayrışmaların yoğun olarak işlendiği televizyon programlarından biridir. Bu bakımdan dizi içeriklerini tüketenler dizilerde empoze edilmeye çalışılan ayrışma temsillerini aktaran mesajlara çok daha kolay maruz kalmaktadır.

Çalışmanın Kapsamı

Çalışmada, televizyon dizilerindeki sınıfsal ayrışma temsillerinin mekân dolayımıyla nasıl görünür olduğuna odaklanılmıştır. Bu anlamda dizilerdeki pek çok sınıfsal ayrışma temsillerini irdelemek yerine sadece mekânlar dolayımıyla yaratılan sınıfsal ayrışma temsillerinin çözümlenmesi çalışmanın kapsamını oluşturmaktadır. Buradan hareketle televizyon dizilerindeki bu sınıfsal ayrışma temsillerinin sınıf ve mekân ilişkisi bağlamında irdelenmesi ve gerekli kuramsal dayanak ile güçlendirilmesi, sınıfsal ayrışma temsillerinin aktarıldığı kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon içeriklerini anlamlandırmada kilit rol oynar.

Çalışma içinde habitus, statü, sermaye, mekân, sınıf, dizi gibi kavramlar üzerinden ayrıştırma ilişkilerine odaklanılmıştır. Sınıfsal ayrışmaların dizilerdeki mekânlar ile görünürlüğünün arttığı ve keskinleştiği literatüre dayandırılarak aktarılmıştır. Bu tez ile yerli dizilerde yüksek ekonomik sermaye sahibi sınıflar ve düşük ekonomik sermaye sahibi sınıflar olarak ayrıştırılan grupların, yüksek ekonomik

3 sermaye sahibi kişilerin lehine bir yön çizdiği; bu bağlamda düşük ekonomik sermaye sahibi sınıfların yüksek ekonomik sermaye sahiplerinin gündelik hayattaki tüketim şekillerine ve yaşam biçimlerine öykündürülerek mevcut sistemin yeniden üretildiği ortaya konulmuştur.

Çalışmanın Önemi

İçinde bulunduğumuz dünyada sınıfsal ayrışmaların çok farklı boyutları ve biçimleri vardır. Toplumdan topluma hatta bölgeden bölgeye değişen bu ayrışmaların görünür olma boyutları da birbirinden farklıdır. Kıyafet seçimlerinden, yemek yeme tarzına, tercih edilen müzik türünden, kutlama ritüellerine ve daha da arttırılabilecek örnekleri kapsayan farklılıklar sınıfsal ayrışmalar temelinde ipuçları verir.

Bourdieu’cu perspektife göre sınıfsal ayrışmaların temelinde yalnızca belli bir grubun ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermayeye sahip olması yatmaktadır. Zira dizilerle sürekli gösterilen şey de budur: Nasıl tüketileceği, nasıl yaşanacağı ve nasıl mutlu olunacağı. Diziler bu anlamda içerikleri tüketenlere adeta bir yol haritası çizmektedir. Pek çok ayrışma pratikleri olmasına karşın bu tezin odaklandığı konu, dizilerdeki mekânsal konumlarla yaratılan sınıfsal ayrışmaların açığa çıkarılmasıdır. Burada üzerinde durulması gereken konulardan biri de dizilerin yarattığı simülâsyon dünyasıdır. Sermaye sahibi olamayan ve olamayacak gruplar yaşam tarzlarını izledikleri dizilerdeki yaşam tarzlarına benzetmeye çalışarak onun ikamesi yerine geçen pratikleri eyleme geçirir. Dizilerde görülen lüks boğaz manzaralı restorana gidip sadece çay içmek ya da diziler aracılığıyla popülerliği artan ürünlerin imitasyonlarının satın alınması buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu çalışma ile dizilerin mekânlar dolayımıyla sınıfsal ayrışma temsillerini nasıl yansıttığı ve bu ayrışma temsillerini nasıl ortaya koyduğu irdelenerek literatüre katkı sağlayacağı umulmaktadır. Diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında bu çalışma sınıfsal ayrışma temsillerinin diziler bağlamında ve mekânsal çerçevede ele alınması ve sınıfsal ayrışmaların mekân dolayımıyla dizilerde nasıl gözler önüne serildiğini serimlemesi açısından kıymetli verilere sahip olduğu düşünülmektedir.

4 Çalışmanın Yöntemi

Bu tez çalışmasında 2016-2017 yılları içinde Kanal D, Fox TV, Star TV, Show TV, TRT1 ve ATV kanallarında ana yayın kuşağında yayınlanan dizilere ilişkin nitel içerik çözümlemesi yapılmıştır. Nitel çalışmaya ön hazırlık olması açısından 92 dizide kullanılan mekânlara ilişkin saymaca gerçekleştirilmiş ardından da “Gecekondudan Yalıya” , “ Kepenkli Dükkânlardan Çok Katlı Plazalara”, “Mekânın En Görünür Tamamlayıcısı: Sanayiden Sermayeye Araç Sahipliği” ve “Ayrışmaların Uğrak Mekânları” başlıklı temalar oluşturularak nitel içerik çözümlemesi yapılmıştır.

Sınırlılıklar

 Televizyon içeriklerinden yalnızca televizyon dizilerinin tercih edilmesi,  2016-2017 yıllarında yayınlanan dizileri kapsaması,  Dizilerde sınıfsal ayrışma temsillerine yalnızca mekânlar üzerinden bakılması,  Dizilerin ilk üç bölümlerinin çözümleme nesnesi olarak ele alınması çalışmanın sınırlılığını oluşturur.

5 BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.1. SINIF KAVRAMI

Sınıf, sosyal bilimlerde geçerliliğini ve güncelliğini hâlâ koruyan bir kavramdır. Ancak sınıf ele alındığında teori ve analizlerin başlangıç noktası Marksizm’dir. Klasik sınıf analizcileri önceliklerini ekonomik tabanlı eşitsizlikler üzerine inşa eder. Bu durumu da mülk sahipliği ve çalışma ilişkileri bağlamında ele alır (Pakulski,2014:197). Bu anlamda Marx yeni güç olarak gördüğü proletaryanın ve modern toplulukların ekonomik yapısının gelişim aşamalarına odaklanmıştır. Ancak şu unutulmamalıdır ki sınıf üzerine çalışmalar Saint Simon’dan itibaren feodal yapının çöküşüne kadar hep var olmuş ancak sistematik bir bilgiler bütünü oluşturulamamıştır (Giddens,1999:25). Feodal sınıf sisteminde de mülkiyet sahipliğinin eşitsiz bir paylaşımı söz konusudur. Ancak Brosius (2015: 32) kapital sınıf sisteminin feodal sınıf sisteminden daha acımasız olduğunu ifade eder. Ona göre feodal sınıfta serfin ürettiği her şey efendisine aittir. Ancak ondan sonraki zamanlarda işlediği toprağın mahsulü tamamen kendisine aittir. Bu bağlamda kapital sınıf sisteminin kölelik sınıf sisteminden hiçbir farkı da yoktur. Giddens (1999: 26) sınıf ve sınıfsal çatışmalar ile ilgili şunları aktarır:

“Sınıf ve sınıfsal çatışmaların esas unsurlarının birçoğu, Saint-Simon’da da bulunabilir. Fakat Marx Saint-Simon’a çok şey borçlu olsa da -hepsinden önce, elbette, klasik Alman felsefesi ve Smith ve Ricardo’nun Ortodoks politik ekonomisi olmak üzere- başta teorik geleneklerden de yararlanmıştır ve onun kendi günceline taşıdığı genel bakış açısı, ondan öncekiler tarafından geliştirilenlerden çok daha yoğun bir şekilde zorlayıcı bir sentezdir. Sosyal düşüncede hiçbir büyük fikir, hiçbir zaman tek bir beynin ürünü olmamıştır, aksine büyük düşünürler, kendi zamanlarının entelektüel atmosferi içinde oluşturulmuş olan kavrayışlara somut ifadeler bulmuşlardır.”

Sınıf ve sınıfsal çatışmalarla ilgili daha detaylı veriler elde edebilmek adına, farklı kuramcıların da sınıfla ilgili düşünce ve tezlerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle çalışmanın devamında Marksist, Weberyen ve Durkheim’cı sınıf analizleri Bourdieu’nun sınıf analizi temelinde ele alınarak sınıf ve sınıf yapısıyla ilgili kavramsal bir çerçeve çizilecektir.

6 1.1.1. Marksist Sınıf Yorumu

Sınıf, Marksist teorinin en temel kavramıdır. Komünist Parti Manifestosu’nda (2014: 34) geçen “Bugüne kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.” sözünü aktaran Engels ve Marx, tarihi ezen ve ezilenlerin hep karşı karşıya geldiği bir mücadele alanı olarak tanımlar. Mandel (1999: 25) ise ezen ve ezilen sınıfların varlığıyla ilgili şunları aktarır:

“Toplumların her birinde çalışmasıyla bütün toplumun yaşamasını sağlayan bir üreticiler sınıfı ile başkasının çalışmasıyla yaşayan bir egemen sınıf bulabiliriz: Doğu'nun imparatorluklarında köylülerle rahipler, derebeyileri ya da din adamları; Grek-Roma antik çağında kölelerle efendiler; Orta çağın sonlarında serilerle feodal derebeyileri; Burjuva çağında işçilerle kapitalistler.”

Dolayısıyla Marksizm, sınıfı tanımlarken tarihsel materyalizm denilen kurama atıfta bulunur. Bu tarih akışı içinde egemen sınıfın düşünceleri her dönemde egemen güç konumundadır. Maddi üretim araçlarını elinde buluduran egemen sınıf, zihinsel yapının da egemenliğini üstlenmiştir. Bu bağlamda egemen sınıfın düşünceleri egemen sınıftan bağımsız ele alınamaz (Engels ve Marx, 2013: 52-53).

Toplum tarihinin oluşmasında ana etken olarak ele aldığı ekonomik ilişkiler Engels’e göre (2000: 35) geçinmek için üretim araçlarını üretme, üretilen ürünlerin değişimi, bölüşümü ve sonunda sınıflara bölünmeyle sonuçlanan süreci kapsar. Dolayısıyla ezilen (emekçi) sınıfların varlığı üretim araçlarına sahip olan sınıfların karşısında yok olmuştur. Giddens’e (2009: 77) göre Marx, sınıf çatışmasını üretim araçlarına sahip olanlarla sömürü ilişkisi içinde olan üretici sınıf arasında elde edilmek istenen üretim fazlasının oluşmasına sebep olan farklılaşmış iş bölümünden kaynaklandığını belirtir. Artı değer olarak bilinen bu kavram, emek gücünü hak ettiğinden çok daha düşük fiyatlarda satanlar ve bu artı değere el koyanların çatışmasıdır. Bu anlamda Mandel’e (1999: 18) göre gelirlerin eşitsiz oluşu sadece iktisadi bir durum değil, sınıfsal farklılıkların en somut göstergeleriydi.

Marx ve Engels ( 1995: 19) üretim araçlarına sahipliğin yanında ne üretildiği ve nasıl üretildiğinin de sınıfsal yapının anlaşılmasında önemli olduğunu ve sınıfsal yapıyı

7 sadece gelir eşitsizliği temelinde değerlendirmenin tanımı kısırlaştırdığını şu sözleriyle belirtir:

“Bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş biçimi, onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır. Şu halde, onların ne oldukları, üretimleriyle ne ürettikleriyle olduğu kadar nasıl ürettikleriyle de örtüşür. Demek ki bireylerin ne oldukları, üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır.”

Üretim biçimi kapitalizm olan topluluklarda üretim araçlarının sahibi her ne kadar emekçi, proletarya ve toprak sahipleri olarak görünse de sınıf analizi ve kuramı proletarya ve burjuvazi çatışmasından meydana gelen bir mücadeleyi anlatır (Arslan, 2012: 58). Feodal toplumdan sonra gelişen burjuva toplumu da yeni sınıfların oluşumundan, yeni sömürü ilişkilerinin doğmasından ve yeni mücadele biçimlerinin oluşmasından başka bir sonuç getirmemiştir ( Marx ve Engels,2014: 35). Ayrıca toplumdaki sınıfsal çatışma daha keskin bir şekilde görünür olmuştur. Burjuvazinin gelişmesiyle insanlar arasındaki ilişki bağı “çıplak özçıkar” ve “nakit ödeme” şekline dönüşmüştür ve dinle maskelenen sömürü ilişkileri artık apaçık bir şekilde acımasızca gerçekleşmektedir ( Marx ve Engels,2014: 38). Bu bakımdan kapitalizm de feodalizm gibi “kendi yıkımlarının tohumlarıını taşımaktadır.” (Giddens,1999: 30).

Klasik Marksistlerden sonraki post- Marksist kuramcılar da Marx ve Engels gibi odak noktalarını kapitalist toplumlardaki sınıfsal yapılar üzerinde yoğunlaştırmışlardır (Bottomore, 2012:518). Ancak klasik Marksistlere göre radikal eşitlikçi bir toplumun oluşması için yapılması gereken devrimci, yıkıcı yolun tercih edilmesiyken, Marksist gelenek içindeki sosyal demokrat düşünceler eşitlikçi bir toplumun oluşmasını keskin bir kopuştan ziyade, daha yavaş ve kademe kademe bir değişimle oluşabileceğini ileri sürmektedirler ( Wright, 2014: 20).

1.1.2. Weberyen Sınıf Yorumu

Weber sınıfı benzer durumda olan tüm kişiler olarak tanımlar. Bu anlamda sınıf bir kişinin diğer kişilerle paylaştığı benzer çıkarların tümüdür. Tüketim ürünleri üzerindeki denetimler, üretim araçları ve kaynaklardan her biri bir sınıf durumuna tekabül eder ( Weber, 2012: 423).

8 Weber de Marx gibi sınıf, eylem ve bilinç arasındaki ayrıma dikkat çeker. Ancak sınıfların etki sağlayabilecek düzeyde bilince ve gruba sahip olamayacaklarını söyler. Marx’ın düşüncesinin aksine ekonomi temelli ayrımları ve bölünmeleri vurgulamaz “statü”, “prestij”, güç ayrımındaki kavramsallaştırmasıyla sınıf oluşumunu ekonomik determinizmden toplumsal bir boyuta ulaştırır (Dworkin,2012:68-71). Weber’ in sınıfı tanımlamada başlangıç noktası piyasadaki ekonomik eylemler üzerine daha genel bir yaklaşımdır.

Weber de Marx gibi kapitalizm kavramını ele alır ama Marksist düşünce çizgisinin öne sürdüğü kapitalist sınıfsal ilişkilerden farklı bir yöne sapar. Mesela Weber işçilerin üretim araçlarının ellerinden alınmasının nedenlerinden biri olarak işgücünün ve üretim araçlarının disiplin açısından en elverişli şartları oluşturduğunu ileei sürerken, Marx sınıflı toplumun oluşmasına sebep olarak görmektedir. Çünkü sermaye sahibi olmayan sınıflar, üretim araçlarının kullanım hakkına sahiptir.

Marx’ın kapitalizmde ele aldığı sınıfsal ilişkiler rasyonelleşme sürecinin sadece bir unsurunu oluşturur. Weberci sınıf açılımında sömürü ve tahakküm biçimleri Marksizm de olduğu kadar ön planda değildir. Burada asıl vurgulanan piyasa koşulları içinde hayat fırsatlarını ele alış biçimidir (Wright,2014:42). Weber’ e göre sınıflar heterojen yapıdaki bireylerden oluşur. Bu sebeple, kapitalizmin kazanç sınıflarının lehine bir ilerleme göstererek çoğulcu ve eğitim durumuna göre kendini var eden bir grup yapısı, bir toplumsal yapının oluşmasına sebep olduğunu belirtir. Bunun sonucu sınıf denilen olgu, egemen, orta ve işçi sınıfını içine alan çoğulcu bir sınıf anlayışını benimser (Swingewood,2003:196).

Weber’in sınıf kavramını oluşturan bileşenler bütüncül bir çalışma perspektifi ile bakabilmeyi sağlar. O; saygınlık, hayat tarzı, sosyal statü gibi kavramların ışığında sınıfı kültürel, ekonomik, politik ve sosyal boyutlarda da ele alarak değerlendirdiği için, Marx’ın sınıf tanımından daha esnek bir kullanım olanağı sağlamıştır (Arslan,2012: 60). Böylelikle Weber sınıf açıklamasında Marx’tan sınıfı ele alış biçimi olarak farklılaşır. Zira Giddens(1999: 49), Weber’in sınıf tanımlamasıyla ilgili, Marx’ın sınıfları oluşturan ekonomik temelli çatışmalar tanımlamasının farklı toplumsal kimlikleri oluşturan “statü” leri tanımlamada yetersiz kaldığını ifader etmiştir. Buradan hareketle Weber sınıf türlerini üç başlıkla ele alır: Mülk sahibi sınıf, ticari sınıf ve sosyal sınıf.

9 Mülkiyet sahibi sınıflar, yüksek fiyatlı tüketim ürünlerinin elde edilmesinde, tasarruflardan sermaye oluşumlarının tekelleştirilmesinde rol oynarlar. Gelir sahibi kişiler mülk sahibi sınıflara mensuptur. Kendi içinnde pozitif ve negatif mülkiyet sahibi sınıflar olarak ayrılan mülk sahibi sınıflardan tüketim mallarına sahip olanlar pozitif, hiçbir sermayesi ve sınıfı olmayan sınıflar ise negatif mülk sahiplerini oluşturur (Weber, 2012:424). Weber’in sınıf tartışmasında yer alan kavramlardan biri de “sosyal sınıflar”dır. Bu kavram kişilerin mesleğinde ve yaşamında nesiller boyu gerçekleşen sosyal hareketlere odaklanır. Giddes (1999: 58) bir işçinin çocuğunun yarı ya da tam vasıflı bir işçi olabileceğini; ancak el emeğine dayalı olmayan mesleklerde nesil içi ve nesilleri arası hareket etme şansının çok az olduğunu belirtir. Bunların yanında ticari sınıflara mensup olanlar girişimciler, tüccarlar, yüksek eğitimli profesyonel mesleğe sahip olanlardan oluşan, pek çok anlamda etki geniş etki alanına sahip gruplardır. Ticari sınıflarda da negatif ayrıcalıklı ticari sınıfları kapsayan, vasıflı, yarı vasıflı ve vasıfsız işçiler bulunmaktadır (Weber,2012:424-425). Ayrıca yukarıda bahsi geçen her sınıf kümesinin sahip olduğu “orta sınıf” olarak isimlendirilen bir sınıfsal yapısı vardır.

1.1.3. Durkheim’cı Sınıf Yorumu

Hem Marx hem de Durkheim modern toplumun sınıflı bir toplum olduğunu kabul eder. İkisi de sınıfsal bölünmelerin onun temel doğasının ifadesi olduğunu kabul etmez. Durkheim’a göre modern toplumu geleneksel toplumdan ayıran şey de sınıfsal yapısı değil, organik dayanışmanın yaygınlığıdır. Modern toplumun örgütleyici ilkesi kapitalist yapısından değil iş birliğine dayalı mesleki ayrışmaların organik uzmanlaşmasından ileri gelir (Giddens,2009: 367). Durkeim Marx’ın eleştirdiği kapitalizmin ekonomik krizlere sebep olduğu anlayışına tam anlamıyla katılmaz. Çünkü Durkheim modern toplumlardaki krizlerin varlığını ekonomik temelli değil, ahlâki olarak kopuş ve bencillik sorunu olarak görür (Giddens, 2009:317-318). Ahlâki bütünleşme ve bencillik olgusu toplumsal iş bölümü sayesinde ortadan kalkacaktır çünkü birey içinde yaşadığı toplum karşısında şeffaf bir kazanım elde edecek, bu kazanım toplum için pratiğe dökülecektir. Böylelikle birey her bir edimini sergilerken bencilliklerinden arınmış bir sorumluluk duygusuyla hareket edecektir (Giddens, 2009:356-357).

10 Marksizmin ekonomik ilişkiler toplumdaki gücün yörüngesidir inanışına Durkheim karşı çıkar. O, sınıfsal yapının ve sınıf çatışmalarının tarihsel gelişim için önemli olmadığını belirtir. Onun gelişme modelinde belirli makro toplumsal gelişme evreleri ve toplumsal birikim değişimleri vardır (Giddens, 2009:316). Bunun yanı sıra Durkheim diğer sınıf analizcilerinin standart öne sürdüklerinden daha yalıtılmış, mikro düzeyde bir sınıf yapılaşmasının devamlılığını belirten bir anlayışı savunur (Grusky ve Galescu,2014: 74).

Durkheim ve Weber için sınıfsal yapı, iş bölümündeki artan farklılaşmanın ayrılmaz parçası değildir. Ancak Marx’a göre iş bölümü işçinin topluma katılımının ona potansiyel olarak sunabileceği kapasiteler ve yetenekleri eyleme geçirmesinde yabancılaşmasına neden olur. Ona göre burjuva toplumunun sınıfsal sisteminin aşılması mevcut iş bölümünü kökten değiştirecek bir toplumun gelişmesini mümkün kılar (Giddens, 2009:366-367).

Sınıf çatışmalarının kökenindeki miras hakkından dolayı emek ve sınıf çatışması ortaya çıkar. Durkheim bu sınıf çatışması kavramını sanayileşme döneminin ilk aşamalarındaki toplumlarda gözlemlemiş, devlet ve mesleki düzenin varlığıyla çatışmaların kurumsallaştırılması kavramını ileri sürerek, çatışmaların bu şekilde son bulacağını iddia etmiştir. Çatışmanın kurumsallaşması kavramı etrafında sınıfı tanımlamaya ve içeriğini ayrıntılandırmaya çalışan birçok kuramcının tarih teorilerini açıklaması makro düzeyde olamamış, dar bir perspektifle, sınırlı kalmıştır. Ancak Durkheim ampirik ve teorik çalışmaları ile sınıf çatışmalarını, çatışmanın kurumsallaşması kavramı etrafında bir araya getirmiştir (Grusky ve Galescu,2014:78). Ayrıca Durkheim sınıf analizleriyle ilgili olarak, gelecekte etkili olabilecek ara grupları da incelemiş bu sayede sınıf çalışmalarına iki farklı boyutta katkı sağlamıştır. Bunlardan ilki, büyük sınıfların varlık problemleriyle ilgili hikayelerdir, ikincisi ise küçük sınıfların üretim alanında ortaya çıkması ve hayat tarzlarını şekillendirmesi ile ilgili öne sürdüğü hikayelerdir (Grusky ve Galescu,2014: 78-80).

1.1.4. Bourdieu’cu Sınıf Yorumu

Çalışmada temel alınan kuramcı Pierre Bourdieu, sınıfı toplumsal uzam içinde, paylaşılan konum ve sahip olunan yatkınlıklar olarak ifade eder. Bu bağlamda sınıf;

11 cinsiyet, doğum yeri, yaş, evlilik durumu gibi kavramların oluşturduğu sosyal gruplaşma tarzını kaybederek yerine sosyal belirleyicilerin oluşturduğu metaforlar toplamı şekline dönüşmüştür (Brubaker, 2007:257). Bireyler bu sınıflar içinde neyi nasıl yapacaklarını, nasıl konuşacaklarını, nasıl giyineceklerini, neyi nasıl hangi ortamlarda yiyeceklerini yani habitusu üreten hem de habitus içindeki kuralları uygulayan konumunda bulunmaktadırlar. Her habitus, eyleyenlerin sosyal uzamdaki konumuna göre değişkenlik göstereceği ve ampirik olarak da farklı sonuçlar doğuracağı için, içinde bulunan sınıfa özgüdür. Bourdieu’ ya göre habitus inşa edilmiştir bu yüzden bireyler ne tamamen bağımsız ne de toplum içinde pasifize olmuş pozisyondadır (Bourdieu,2015: 19). Ona göre benzer toplumsal koşulları paylaşan ve benzer yatkınlıklara sahip bireyler kümesi, bu inşa edilmiş sınıfı tarif eder (Swartz,2011:215).

Bourdieu’nun ele aldığı sınıf anlayışı Marksist ve Weberci bir anlayışla değerlendirilebilir. Bourdieu sınıf ile ilgili çalışmalarında Marksizm’in determinist yaklaşımını, Weberci kültürel düzen düşüncesini ve Durkheim’ın sınıflandırma çalışmasıyla sınıfı yeniden yorumlamaya çalıştığını ifade eder. (Bourdieu,2015: 17) Onun sınıf açıklaması her toplumda ve sosyal yaşamın her alanında yer alacak şekilde tanımlanır; buna karşın Marx’ın sınıf tanımı kapitalizmin doğasından gelen bir mantığa dayanmaktadır. Üretim araçlarını elinde bulunduran sermaye gruplarının sınıflı toplumun oluşmasında temel olduğunu söyleyen Marx’ın ileri sürdüğü bu ekonomik determinist yaklaşımı Bourdieu, tamamen reddetmese de eksik ve fazla indirgemeci olduğunu öne sürerek eleştirir. Ayrıca Marksist sınıf kavramsallaştırmalarını sınıf ilişkilerinin simgesel boyutunu görmezden geldiği için eksik bulur (Swartz,2011:206). Ancak unutulmamalıdır ki Bourdieu da Marksist temelli bir kuramcıdır.

Bourdieu sınıfı sosyal ilişkiler içinde tanımlar, Marx için bu durum üretim ilişkileri içinde bulunur (Brubaker, 2007:244). Marx ve Weber gibi Bourdieu da toplumsal sınıfı iktidar ve ayrıcalık kavramlarıyla ele almasına rağmen Bourdieu, Weber’in sınıf açıklamasına daha yakındır denilebilir. Bourdieu sınıf konusundaki çalışmalarında Marx’ın “sınıfı” üretim ilişkileri temelinde değerlendirmesini, Durkheim’ın “toplumsal olguları”, “toplumsal sınıflandırma mücadeleleri”ni ve Weber’in “insani/toplumsal eylem”, “statü, itibar”ın kaynağı olarak ele alışının analizini yapar. Bu ise Bourdieu’nun tek hareket noktası ve belirleyeni değildir, bu kavramlar

12 Bourdieu sosyolojisini anlama ve yorumlamada araştırma sürecine yayılırlar (Arlı,2014:150). Bourdieu teori ve pratiğin bir arada uygulanmasının sınıfın ve toplumsal yapının açığa çıkarılmasında en önemli çıkış yolu olarak belirler. Bu noktada Marksist teorinin epistemik bir hataya düştüğünü belirtir. Bourdieu’ye göre Marksizmin temel aldığı sınıf kavramı kâğıt üzerinde kalmış ve pratikte hakiki sınıflara dönüşememiş böylece mevcudiyeti sorgulanır hale gelmiştir

Bourdieu’nun iktidar ve ayrıcalığın yapısı olarak sınıfsal yapının incelenmesine ilişkin yaklaşımı genel olarak Weber’cidir. Weberle sınıf içeriğinin ayrıntılı analizinde paralel düşünceleri olduğu gibi, birbirlerinden ayrıştıkları noktalar da bulunur. Weber’e göre güç, sınıfın kurucu öğesidir fakat bu durum Bourdieu için sınıfı var eden başat faktörler, paylaşılan eğilimler ve pratiklerdir. Bourdeiu’nun sınıf anlayışı, tüm odak noktasını toplumsal yaşamın bütün alanları içindeki koşullanılan sınıfsal pratikler ve sınıflara has özellikler üzerinde odaklamaktadır (Brubaker,2007:246). Bourdieu Ayrım kitabında mesleği sadece üretim sistemi içinde mesleki çevre ile belirlenen konum ve bireysel özellikler kapsamında daha Marksistçi bir anlayışla ele aldığı gibi; sınıf ve gruplara yeni kabul edilecek ya da reddedilecek kişileri kontrol eden bir sistem olarak da değerlendirir.

Brubaker’e göre (2007) Bourdieu’nun sınıf anlayışı Marx’ınkinden ziyade Weber’in sınıf anlayışına yakındır. Weber için Marx’ta olduğu gibi sınıf belirli bir sosyal ilişkiler dizisine göre tanımlanır. Bu durum Weber’in çalışmasında piyasa ilişkileri bağlamında ele alınır. Sınıf durumunun piyasa ilişkileri olduğunu belirtir. Bourdieu’nun sınıf yapısı gücün ve ayrıcalığın yapısına yaklaşımı açıkça Weberci bir düşünce kalıbını sergiler. Bourdieu, Marx ve Weber ‘in aksine genel geçer bir sınıf tanımından ziyade, sınıfı oluşturan bireylerin habitus içindeki yatkınlıkları, tüketim eğilimleri, yaşam biçimleri gibi çok iç içe geçmiş ve katmanlaşmış bilgiler bütünüyle sınıfı analiz eder (Bourdieu’dan akt. Ünal, 2017:383). Sınıfların, sermaye hacmi, bileşimi ve istikameti dediği bu üç kavrama ve her birinde benzer konumları işgal eden bireylerin, benzer hayat koşullarına ya da benzer sınıf statülerine sahip olduklarını iddia eder. Bu üç kavram Bourdieu’nun çağdaş toplumlar olarak ele aldığı sınıf yapıları ile ilgili olarak analizinin genel bir çerçevesini oluşturduğu gibi, tabakalaşmanın da boyutunu gösterir. Bourdieu’ya göre toplumsal yapıların tüm bileşenleri içinde bir zıtlık

13 vardır. Egemen ve tabii olanlar arasındaki bu anlaşmada, yüksek-alçak, sıradan-biricik, gösterişsiz- şık vb. karşıtlıklar farklı sahalardaki gruplar nesnelleştirilerek bireyin ya da nesnelerin sınıflandırılması gerçekleşir (Bourdieu,2015:677).

Bourdieu çok sayıda Weberci tema geliştirmiştir. Prestij ve statü gruplarına, statü gruplarının farklı yaşam biçimi geliştirmesine, statü gruplarının kendi ayrıcalıklarını doğal bir saygınlık olarak sunmalarına ilişkin olguları Bourdieu benimsemiş ve geliştirmiştir. Aynı zamanda Bourdieu Weber’in analizinden ayrılır. Weber için güç, pazar gücü ve statünün belirli görünümlerine sahiplik, yaşam fırsatlarını belirlediği ölçüde sınıfı ve statünün tanımlayıcısıdır. Bourdieu için güç sınıfın kurucusu değil ama önemli bir özelliğidir. Ona göre habitus içindeki bireylerin benzer eğilimler göstermesi ve paylaşılan koşullanmalar sınıfı oluşturur. Onun sınıf tanımlaması toplumsal yaşamın içinde bulunan bütün alanlarda sınıf koşullanma pratikleri ve sınıfa has eğilimler üzerinde odaklanır (Brubaker, 2007:245-246). Bourdieu Weber’in sınıf ve statü sınıfları arasındaki bağlantıyı ekonomik veya sembolik bir bağlamla yorumlar. Bunların faklı toplumsal kolektivite tiplerinin oluşmasına neden olan alternatifler olduğunu ifade eder (Weininger,2014:114). Bunların yanında Bourdieu sınıf çalışmalarında, sınıfları birbirinden salt teorik olarak ayırma yönündeki mecburi yönelimi reddeder. Sınıfsal ayrışmaların sadece teorik ele alınması indirgemeci bir yaklaşım olur. Bu yüzden sınıfsal ayrışmalar gündelik yaşamın içinde eyleme geçen tüm pratikler göz önüne alınarak ortaya çıkarılabilir. Bu anlamda ulaşılan ya da ulaşılamayan yaşam fırsatları bu ayrışmanın yansımasıdır.

Bourdieu sınıfı, Weber’in hayat olasılıkları içinde insanın piyasa durumunu tarif ettiği inşa edilmiş bir yapı tanımlamasıyla da ele alır. Ayrıca Bourdieu Weber’in sınıf kavramsallaştırmasında ekonomik temelli sınıf ayrımının görünürlük kazandığı yerin toplumsal statüler olduğunu belirtir. Buna göre sınıf, eyleyicilerin kapitalist sistemdeki konumları ve yaşam tarzlarındaki eşitsiz dağılımı arasındaki bağı inceler (Wright,2014: 53). Bourdieu her ne kadar Marksist sınıf görüşünü eleştirse de ele aldığı çalışmalarda sosyal var olmanın, bilinci belirleme nosyonu gibi Marksist temaları da referans gösterir.

Bourdieu sınıf temelli iktidar ve ayrıcalığın işleyişini ve yeniden üretimini anlatmak için sembolik güç, kültürel ve bilişsel yönleri açıklamak için sembolik şiddet,

14 sembolik sermaye ve sembolik mal teorisini geliştirir (Brubaker,2007:242-243). Sadece ekonomik güç, meşruiyet kazanmak ve sürdürmek için yeterli değildir. Bu ekonomik gücün sembolik güce dönüştürülmesi lazımdır. Öyle ki; kültürel sermayenin nasıl tüketildiği, nasıl anlaşıldığı önemlidir. Bu ise ailede başlayıp, zamanla yerleşen bir kültürel sermaye birikim sürecine yayılır. Ekonomik iktidarın doğrudan aktarıldığı aile şirketleri ve egemen sınıftaki üyeler için kültürel sermaye biçimindeki güç ve ayrıcalık aktarımına daha çok önem vermek zorundadır (Brubaker,2007:237). Çünkü zaten yeterli ekonomik sermayeye sahip bu grubun, sermayesini ve toplumsal konumunu iyileştirip, daha da arttırabilmesi için diğer önemli güç unsuru olan kültürel sermayeyi dayanak olarak ele alırlar. Bu anlamda sermaye nosyonu pek çok şeyde olduğu gibi simgesel şiddetle de bağlantılıdır.

Simgesel şiddet ile ilgili Bourdieu (1997: 21-22) şunları aktarır:

“Simgesel şiddet, ona maruz kalanların ve aynı zamanda da, çoğu kez, onu uygulayanların sessiz suç ortaklığıyla ve her iki tarafın da onu uyguladıkları ya da ona maruz kaldıklarının bilincinde olmadıkları ölçüde uygulanan bir şiddettir.”

Bir toplumsal eyleyici üzerinde kendi suç ortaklığıyla uygulanan şiddet biçimidir (2014:166) Simgesel şiddet, toplumsal eyleyiciler bir takım belirlenimlerin farkında olsalar bile belirleyicilerin belirlenimlerini üretmelerine ve etkili şekilde kullanmalarına katkıda bulunurlar. Bu tahakküm ilişkisi belirleyenler ile onları oluşturan algıların uyumluluğuyla etkili olur. Belli bir toplumsal yapı içinde dünyaya gelindiği için, bir takım kural ve eylemler aşılanmadan kendiliğinden öğrenilir ve uygulanır bu ise Bourdieu’nun simgesel şiddet kavrammını Gramsci’nin hegemonya kavramından ayıran noktadır (2014:167). Simgesel şiddetin farkında olmadan nasıl etkili olduğunu Bourdieu (1997: 20) aşağıdaki ifadesinde aktarır:

“İnsanlar, onlardan hizaya girmelerini talep etmeye gerek kalmaksızın, bilinçli ya da bilinçsiz bir otosansür biçimiyle uyumlu hale gelmekteler.”

Bourdieu ve Wacquant (2014:165) simgesel şiddet için, siyasi ve polisiye şiddetten çok daha etkili olabildiğini, ekonomik alanda dahi varlığını gösteren bu “yumuşak şiddet” biçimlerinin Marksist kuramda yer almıyor olmasını çok büyük etksiklik olarak görmektedir.

15 Simgesel şiddetin görünür olduğu farklı alanlarla ilgili örnekler verir. Bunlardan biri televizyondur. Televizyon içeriklerinin ikircikli bir yapıya sahip olduğunu ifade eden Bourdieu, Televizyon Üzerine (1997) adlı eserinde ekranlara çıkan fast thinker dediği akademisyenlerin-entelektüellerin ve medyadaki TV sunucularının, yapımcıların ve köşe yazarlarının simgesel şiddeti ürettiğini ve bunları üretirken de yine en çok kendilerinin manüpile olduklarından bahseder. Swartz (2011:353) entelektüellerin sorgulamayı ve eleştirel düşünceyi bağımsızca kullanmadıklarını dahası baskı altına alan simgesel şiddet yöntemleriyle tekelleştirdiklerini belirterek simgesel şiddetin ektelektüeller ve toplumdaki bilirkişilerce nasıl yeniden üretildiğine dikkat çeker. Bununla ilgili olarak Bourdieu (1997: 35) Televizyon Üzerine adlı eserinde televizyon ekranlarında sürekli var olan entelektüellerin ya da akademisyenlerin yerine bir takım gerçekleri konuşan, gerçekler üzerine düşünen kişilere ulaşılması gerektiğini şu sözlerle ifade eder:

“Televizyon eğer kültürelfast-food öneren, önceden hazmedilmiş, önceden düşünülmüş kültürel gıda öneren belli sayıdaki fast-thinker'lan ayrıcalıklı kılıyorsa, bunun nedeni, yapımcıların yalnızca bir adres defterine, esasen hep aynı olan bir adres defterine (Rusya konusunda, Bay ya da Bayan X., Almanya'yla ilgili olarak Bay Y.) sahip olmaları değildir (beri yanda, ivediliğe boyun eğmenin de bir parçasıdır): her zaman serbest ve demeçlerini yumurtlamaya ya da mülakatlarını vermeye hazır medya müdavimleri el altında dururken gidip de aranması gereken gerçekten söyleyecek bir şeyleri olanı, yani çoğu kez, gençleri, henüz tanınmayanları, kendi araştırmalarına gömülmüş olanları, medyayla ilişki kurmaya pek yatkın olmayanları aramaktan kurtaran zorunlu konuşmacılar vardır. Bir de şu olgu vardır ki, hiç kimsenin artık düşünmediği koşullar altında "düşünmeye" muktedir olabilmek için, özel tipte bir düşünür olmak gerekir.”

Bourdieu simgesel şiddet aracı olarak eğitim kurumunu da ele alır. Örnek olarak simgesel şiddeti yeniden üreten eğitim kurumları için Maxwell’in cini benzetmesini yapar. Bourdieu (1995: 40-41) okul aracılığıyla oluşan yeniden üretim mekanizmalarının etkililiği ile ilgili şu ifadeleri kullanır:

“Maxwell, az ya da çok sıcak, yani az ya da çok hareketli tanecikler arasında bir cin olduğunu hayal eder; bu iblis, tanecikleri ayırır, en hızlılarını ısısı artan bir kaba,

16 en yavaşlarını da ısısı azalan bir kaba atar. Bunu yaparken de, başka türlü yapıldığında ortadan kalkacak olan farklılığı, düzeni korumuş olur. Okul sistemi de Maxwell'in cini gibi çalışır: ayıklama işlemi için gereken enerji harcaması pahasına, eskiden mevcut olan düzeni, yani birbirine eşit olmayan kültürel sermayeyle donanmış öğrenciler arasındaki farkı korur. Daha kesin bir biçimde söylemek gerekirse, bir dizi ayıklama işlemi aracılığıyla, miras yoluyla kültürel sermayeye sahip olanları, bu sermayeden yoksun olanlardan ayırır. Yetenek farklılıkları ise, miras alınan kültürel sermayeye göre oluşan toplumsal farklılıklardan ayrılaınayacağından, böylece eskiden var olan toplumsal farklılıkları ayakta tutar.”

Eğitim sistemi her ne kadar özgürleştirici vaatlerde bulunsa da eğitimin amacı son kertede sisteme boyun eğen, sistemi meşrulaştıran ve itaat eden bireyleri yaratmaktır. Zira eğitimle yaratılan toplumsal tabakalaşma ile kimin hangi mesleği seçip seçmeyeceği de belli olmaktadır (Aktaş,2014:473-474). Swartz’a göre (2011:264-265) modern toplumlarda toplumsal tabakalaşmanın aktarılması ne aile, ne şirket ne de başka bir kurumda eğitim kurumları kadar etkili olmamamıştır. Eğitim sadece teorik bilgiyi öğretmez, belli habitus pratiklerini özümsemeyi sağlar.

Bunların yanında Bourdieu’nun kavramsal evreninin içinde yer alan ve tahakküm ilişkisi içinde değerlendirdiği beden ve beden ile yaratılan tahakküm ilişkileridir. Cinsiyetler arasındaki ayrımın doğallaştırılması eril tahakkümün yeniden üretilmesinde önemli bir etkiye sahiptir (Aktaş,2014:594). Buna paralel olarak Bourdieu (2015: 45) Eril Tahakküm adlı eserinde şu ifadeleri kullanır:

“Toplumsal düzeni oluşturan bölünmeler veya daha kesin olarak, cinsiyetler arasında kurulmuş olan toplumsal tahakküm ve sömürü bağları böylelikle iki farklı habitus sınıfına peyderpey nakşedilir.”

Eril tahakkümün etkin olduğu toplumsal düzende cinsiyetler birbirlerine zıt olarak konumlanmıştır. Bu ise bedensel pratiklerden mekânsal ayrışmalara kadar hayatın her alanında ayyuka çıkar (Aktaş,2014:595). Bourdieu (2015: 22) eril tahakkümün işleyişini “sembolik makine”ye benzeterek yorumlar ve hem iş bölünümü hem de mekânla nasıl görünür olduğunu şu sözleriyle açıklar:

17 “Eril tahakküm, işgücünün cinsiyetçi bölünümüdür (faaliyetlerin, yerleri, zamanları ve araçları ile iki cinsin her birine çok katı bir şekilde pay edilmesiyle); o, mekânın yapısıdır (erkeklere ayrılmış olan toplanma ve pazar yerleriyle kadınlara ayrılmış ev arasındaki ayrımla, veya, ev içinde, eril kısım olan salon ile dişil kısım olan ahır, su ve bitkiler arasındaki ayrımla); o, zamanın yapısıdır, tarımsal gün veya yıl, ya da yaşam döngüsüdür (eril olan kırılma anları ve dişil olan uzun gebelik dönemleriyle).”

Erkeklere yöneltilen ayrıcalık, üretim ve yeniden üretim faaliyetlerine karşın kadınlara atfedilen anlamlar daha çok ahlâk ve erdem üzerinedir. Tahakküm altında olanlar bu tahakküm ilişkilerine tahakküm edenlerin penceresinden bakar ve dolayısıyla bu ilişkiler de doğal ilişkiler olarak meşrulaştırılır (Bourdieu,2015: 50).

1.1.4.1. Sınıfsal Ayrımda Yaşam Fırsatları Eşitsizliği

Weber’in sınıf analizinde kapitalist sistem içindeki sınıfların çatışması sınıfların kolektif eyleme hizmet etmesi ele alınmaz. Bunlardan daha çok yaşam fırsatlarındaki eşitsizliğin kaynağı olarak gördüğü piyasaya odaklanılmıştır. Bu bakış açısı neo- Weberci sınıf çalışmalarının da temel aldığı dayanaktır (Breen,2014: 54). Sınıf ve statü aynı değildir. Sınıfsal olarak benzerliği paylaşan bireylerin kimliksel sınıf paylaşımı zayıfken, konumsal ortak paydaya sahip bireyler, ortak yaşam ve tüketim tarzına sahip oldukları için ait olma hissiyatını içinde bulundukları grupta daha çok hissederler (Arslan,2012: 60). Weber’in ileri sürdüğü statü grupları kavramı, Marksist ekonomik temelli düşünce için alternatif oluşturmuştur.

Ne Marx ne de Weber eksiksiz bir toplumsal tabakalaşma kuramı kuramamasına rağmen Weber’in parti, sınıf ve statü çerçevesindeki çalışmaları bu alanda kilometre taşı özelliğine sahiptir. Tamamen ekonomik gücün ve hepsinden önemlisi "paranın çıplak gücü" nün mutlaka kabul görmüş bir sosyal prestij temeli teşkil etmediğine dikkat çeken Max Weber, sosyal sınıfı, aynı "durumu" paylaşan bir grup birey olarak tanımlamaktadır.

18 1.1.4.2 Sınıfsal Ayrımda İktidarın Gücü

Weber’in sınıflar ve gruplar arasındaki ayrımının kaynağı iktidarın gücü ve varlık biçimi arasındaki ayrımdır. O halde sınıflar, statü grupları ve partiler bir topluluk içindeki güç dağılımıyla ilgili olgulardır (Weber, 1998:269). Bu bağlamda Weber mülk sahibi sınıflar ile kazanç sınıfları ve eğitimleri sayesinde ayrıcalıklı bir konumda olan sınıfların ayrımından bahseder (Swingewood,2003:195-196). Bununla birlikte mülk sahibi ve ticari sınıflar ayrımının yanında “sosyal sınıflar “dediği bir ayrımdan bahseder. Ona göre sosyal sınıflar içinde düzenin sağlanması ekonomik ve hukuk düzeni ile gerçekleşir. Ekonomik düzen mal ve hizmetlerin dağıtım ve tüketimidir. Sosyal düzen ise ekonomik düzen ile oluşturulur ve ekonomik düzeni etkileyebilme özelliğine sahiptir. Aynı piyasayı ya da sınıfsal konumu paylaşanların hepsi hem maddi var oluş standartlarını hem de sahip olabilecekleri bireysel yaşam tecrübelerini nedensel olarak etkileyen aynı ekonomik mecburiliklere tabidir. Böylece sınıf aynı sınıfsal konumu paylaşan bireyler toplamını anlatır (Giddens, 2009:261).

Prestij ya da şeref hiyerarşisi kuramı, ekonomik temele indirgenerek, basit bir sınıf ayrımı gibi açıklanamaz. Statünün oluşmasını sağlayan bileşenler içindeki kültürel sermayeye bağlı olan prestij ya da şeref kavramlarına pozitif ve negatif ayrıcalıklar açısından bakıldığında statü kavramı itibar üzerinde konumunu kuvvetlendirir. Bu durum eğitim, uygun davranış kalıpları, yaşam standardı, kalıtımsal saygınlık ve mesleki hiyerarşiler ile olabilir. Aynı zamanda hayat şartları içinde aynı sınıf kökenine sahip sınıflar arası evlilik, benzer ekonomiye sahip gruplar içerisindeki ortaklıklar ya da diğerlerinden ayrışan gelenekler ile uygulamada kendini gösterir (Weber,2012:427). Pozitif olarak ayrıcalıklı statü grupları kendilerine has bir yaşam şekli ve davranış kalıpları geliştirmeye oldukça elverişli gruplarıdır. Bu yaşam tarzını açık bir şekilde pozitif ayrıcalıklı grupların ayrıcalıklarını doğal bir üstünlük duygusunun oluşması şekliyle geliştirirler (Brubaker, 1985:761-762). Weber, ekonomik zenginliğin sosyal güç (iktidar) ve etkinin tek ölçütü olmadığını göstermek, ayrıca eğitim ya da kültürün saygınlığının, üretim araçları sahipliği üzerine temellendirilen iktidardan önemli olduğu toplumları incelemiştir (Turner,2000: 18).

Weber sınıf koşulunu statü koşulundan ayırır. İlk olarak statü grupları, kendi yaşam stilleri paralelince, özellikle icra ettikleri mesleklerle kendini gösterir. Diğer

19 oluşma şekli kalıtımsaldır. Yani köklü bir aile geleneğinden gelip, belli bir sosyal ve ekonomik hayat şartlarına sahip olanlar ya da ayrıcalıkların bir örgütlenme veya vasıflı kişilerce sahiplenilmesi şekliyle var olur. Ve son olarak, politik güçlerin sahiplenmeleriyle var olan gruplardır (Weber,2012:428). Statü grubu toplumsal farklılık ile kendine has bir yaşam biçimine sahiptir ve özel tüketim ilkelerine göre de toplumdan ayrışır. Beğeni hiyerarşisi sınıf hiyerarşisinden farklı olmakla birlikte toplumsal statü hiyerarşisine çok benzemektedir. Kültürel seçimler konusundaki kararlar çoğu kez toplumsal konum ve statüler ile alâkalı kararları gösterir (Gans, 2014:149). Sınıf ile statü, politik partiler ya da ekonomik ilişkiler kendi başlarına sınıfsal ayrışmaların analizini yapamaz. Ayrıca sınıf ve statü birbirilerine yakın anlamlı olsalar da aralarında rekabet bulunur. Yani gruplar arası güç paylaşımı için var olması beklenen ve olmazsa olmaz güç çeşitlerindendir. (Swingewood,2003:198).

1.1.4.3. Sınıfsal Ayrımda Sermaye Ekonomisi

Mesleki sınıflara bakılırsa bu alan pazara yönelik ekonomilerden oluşur, ama statü grupları isteklerini tekelci yapılanmalar aracılığıyla veya feodal bir yapıya sahip olan örgütlerin çerçevesinde oluşturur. Statü grupları genellikle mülk sahibi sınıflar tarafından oluşturulur (Weber,2012:428). Statü grupları, az bulunan kaynaklara ve bu kaynakların kültürel, ahlaki ya da simgesel sıfatlar gerektirdiği noktada ulaşma ayrıcalığına sahip olan komünal gruplardır. Turner (2000:18) statü gruplarının ayrıcalıklara ulaşmasıyla ilgili şunları belirtir:

“Statü toplulukları toplumsal ayrıcalıklar ve haklarının hem savunusu hem de arttırılması için ortak biçimde örgütlenirler.”

Weber statü kavramıyla ilgili iki kavramı ele almıştır. Bunlardan birincisi, statü olarak bahsettiği zümrelerdir. Yani toplumun hukuksal, kültürel olarak ayrıcalıklara bölünmesidir. İkincisi ise ortak hayat şartları, ahlâk anlayışı, dil birliğine sahip statü gruplarıdır. Bunların toplumsal işlevlerini analiz etmiştir. Statü grupları grubun dışındakilerin toplumsal hareketlerini önleyebilmek ve kendi tikelciliklerini dışlayıcılıklarını vurgulayabilmeleri için kendilerini yeniden üretirler. S. Turner (2000:47) statünün oluşumu ve kanonlaşmasıyla ilgili Statü adlı eserinde şöyle bahseder:

20 “Feodal toplumların gerçekte zümreler üzerine temellendirildiğini ve bu yüzden de askeri soyluluk zümresinin doğuşu ve gelişimi ile ilgili, şövalyeliğin törensel haklar, davranış kodları ve dinsel adetlerle kuşatıldıkça, erken Ortaçağ’ın askerileşmiş erkekleri de o kadar kapalı, örgütlenmiş ve ayrımcı bir toplumsal düzene doğru evrilmiştir.”

Weber’in sınıfsal konum tartışması piyasa şartlarıyla değerlendirildiğinde mülk sahipliği temelinde bir seçime sahiptir. Piyasa, bir mesleğin kaynak ve gelir düzeyine istihdam koşullarına, ekonomik güvence durumuna ve bunlara sahip olanların ekonomik ilerleme fırsatlarına atıfta bulunur (Goldthorpe’den akt. Breen,2014:56). Kâr elde etmek için yapılan eylemler sınıf mücadelesinin oluşmasına yol açar. Sınıfların yalnızca kâr elde etmek için yapılan eylemler yani piyasa etrafında şekillendiğini belirtir. Benzer değişim nesnelerine sahip benzer sınıf konumunu paylaşanlar aynı piyasa içinde ekonomik zorunluluklara mecbur kalır (Giddens,2009:260-261). Piyasada rekabet eden insan topluluklarından oluşan sınıflarda mülkler üzerindeki tasarrufun dağılımı kendiliğinden belirli yaşam olanakları sağlar. Bu tasarruf içinde mülk sahibi olmayanlar dışlanır, durum mülk sahiplerinin lehine işler. Mülk sahiplerinin servet sahipliğini sermaye alanına çevirerek tekel oluşturmalarına olanak verir. Bu bağlamda Weber’e (1998) göre mülkiyet ve mülksüzlük bu anlamda bütün sınıf konumlarının temel kategorileridir.

Weber’e göre (1978:927) sınıf konumlarının temel kategorisi olarak mülk sahibi olmak ya da mülkten yoksunluktur. Mülk ya da mülklere sahip olanlarla, bunlardan yoksun olanların kendi içlerinde de çeşitlilik bulunur. Ayrıca o mülk sahipliği, girişimci sınıflar ve rantiye sınıflar ayrımı yaparken Marx’ı izler ve girişimci sınıfları da mülk sahibi sınıflar ve ticari sınıflar olarak ikiye ayırır. Weber daha sonra mülk sahibi ve ticari sınıfları sosyal sınıflar adını verdiği ayrımla tanımlar. Bu bağlamda bireyler ortak sınıfsal konumlar içinde yer değiştirseler bile belirli bir ortak sınıf içindedir (Giddens, 2009:262-263). Weber kapitalizm sistemi içinde oluşan dört gruptan bahseder: hâkim girişimci ve varlıklı gruplar, küçük burjuvazi, resmi kimlikli kişiler ve emek gücüne sahip kişiler (işçi sınıfı) (Breen, 2014:51). Sınıf pozisyonları bireylerin ekonomik hayatlarında dâhil olduğu sosyal ilişkiler tarafından (işgücü piyasalarında ve iş yerlerinde kısaca istihdam ilişkileri) belirlenir (Goldthorpe, 2016: 90).

21 Weber için sınıf, aynı ekonomik standartları ve sosyal statü seviyesindeki kişiler anlamına gelir. Ancak Weber salt ekonomik olguların insan düşüncesini doğrudan etkilediği fikrine karşıdır. Bu bağlamda bir sınıf, varlığı ile olduğu kadar algılanan varlığı, üretim ilişkileri içindeki konumu ile olduğu kadar sembolik tüketimleri ile de belirlenir (Bourdieu,2015:700). Bir bireyin statü konumu onun topluma karşı, toplumsal konumuna ilişkin yaptıkları prestij ve itibar biçimine yükledikleri değerlendirmeleri anlatır. Bu statü grubu aynı statü sınıfını paylaşan bireylerin toplamıdır. Bununla bağlantılı Weber’in bahsettiği piyasa konumu kişilerin nesnel niteliklerinin ifadesidir ve aslında sınıfın toplumsal eylem üzerindeki etkisi bireylerin eylem ve düşüncelerinden bağımsız gerçekleşir. Bu yüzden sınıfsal konumu statü konumundan ayırır. Statü grupları sınıflardan farklı olarak ortak konumlarının her zaman bilincindedirler. Mülk sahibi sınıflar her zaman değilse bile çoğu kez statü gruplarını oluştururlar. Statü grupları sahip oldukları özellikleri belirli bir yaşam tarzı sürdürerek ve diğerlerinin kendileriyle etkileşimlerine sınırlamalar getirerek gösterirler (Giddens,2009:262-266). Parasal ve girişimcilikten kaynaklanan konumlar tek başlarına statüyü simgelemez, ancak statünün bir parçalarıdır. Ayrıca bir mülk sahibi olamamak da statüye engel teşkil etmez (Weber,2012:427). Her biri kendi kulvarında ve kesiştiği diğer etkenlerle birlikte bütüncül şekilde ele alınır.

Bir sosyal sınıfın birliği değişkendir. Sınıf hiçbir zaman ampirik olarak ve kesin çizgilerle belirlenmiş bir olgu değildir, o ancak toplumsal pratikler bağlamında anlaşılabilir der Bourdieu. Sınıf düşme tehdidine karşı yeni burjuvazi ve çocukları yeni meslek kollarına yönelirler. Bu iş kollarındaki konum ve ilişki boyutları eski bürokratik katılıkta ve keskin çizgilerle belirlenmiş değildir. İşe alımlar diplomadan ziyade habitus benzerliği ve ilişkiler temelinde gerçekleşir (Bourdieu,2015:226). Ancak her ne kadar kültürler arası kaymalar olsa da birey içinden geldiği sınıf yapısı çerçevesinde pratikler sergiler. Toplumsal merdiveni yukarı doğru tırmanan insanlar, hemen yeni konumlarını yansıtacak bir mahalleye taşınmış olsalar bile, o konuma uygun düşen kültürü hiçbir zaman benimsemeyebilirler (Gans,2014:149). Bourdieu bir sınıfa ait olmayan grubun, o sınıf habitusunu anlaması için orada yer alması, gerçekliği özümsemesi için yeterli olamayacağını söyler. Bununla ilgili Ayrım’da (2015:538) şöyle der:

22 “Entelektüellerin kendilerini işçi sınıfına ait olmaksızın işçi durumu içine yerleştirerek, işçi sınıfı koşulunu işçi sınıfına mensup olanların dünyayı anlamak için kullandıkları algı ve değerlendirme kalıplarıyla aynı olmayan algı ve değerlendirme kalıplarına göre kavramalarının yarattığı işçi dünyası ile ilgili olguları tartışmaya mahal yoktur.”

Piyasadaki varlık çeşidi artarsa ekonomik olarak adlandırılan sınıflar çoğalır, bunların birleşmesiyle ortaya çıkan toplumsal sınıflar sayı olarak daha azdır (Breen, 2014: 50). Nicel olarak artış gösteren bu ekonomik sınıflar; ticari sınıf, malların ve hizmetin pazarlanabilirliği tarafından belirlenir. Sosyal sınıf bu sınıf durumlarının bütünlüğünü oluşturur; burada birey ve kuşak hareketliliği kolay ve tipiktir (Berger,2012: 57). Pozitif ayrıcalıklı ticari sınıflar çoğunlukla girişimcilerden oluşur. Negatif ayrıcalıklı ticari sınıfları genellikle farklı özelliklere sahip vasıflı, yarı vasıflı, vasıfsız işçiler oluşturur. Arada bulunanlar orta sınıfları oluşturur. Bunlar devlet memurları ve kendi işini yapan esnaflardır. Sosyal sınıfları oluşturanlar işçi sınıfları, mülksüz aydınlar, ekonomik-kültürel sermaye sahibi sınıflar ve küçük burjuvazidir (Weber,2012:425-426).

1.1.4.4. Sınıfsal Ayrışmada Mülk Sahipliği

1.1.4.4.1. Pozitif ve Negatif Mülk Sahipliği

Weber ayrıca mülk sahibi sınıfları, rantiye sınıflar ve girişimci sınıflar olarak sınıfları ayırır. Mülk sahipleri, sahip oldukları mülkler ile diğerlerinden ayrışır. Girişimci sınıfları mülk sahibi sınıflar ve ticari sınıflar olarak gruplandırır. Mülk sahibi sınıflar mülk sahiplikleri nedeniyle kazançlarını sahip oldukları toprak, maden gibi kaynaklardan sağlayan sınıflardır. Rantiyeler pozitif avantajlı mülk sahibi sınıflardır. Negatif avantajlı mülk sahibi sınıflar ise ortaya koyacak herhangi bir mülkü olmayan sınıflar yani proleterlerdir. Pozitif ayrıcalıklı mülk sahibi sınıfın etki gücü yüksek fiyatlı tüketim mallarının ediniminde, satış tekelinde ve bu yöndeki sistematik politikaları takip etme ve bunların tekelleştirilmesinde, pahalı (eğitimsel) statü ayrıcalıklarını tekelleştirmesinde yatar. Negatif olarak ayrıcalıklı mülk sahibi sınıflar daha çok özgür olmayanlar, sınıflarını yitirmiş olanlar, borçlular, yoksullardır (Weber, 2012:423-424). Pozitif ve negatif avantajlı sınıflar orta sınıfı oluşturan geniş bir kesimdir (Giddens,2009:262). Mülk sahipleri ile mülksüzler arasındaki ayrımdan başka

23 belirli vasıflar ve diğer varlıklara göre de ayrımlar söz konusudur. Mülk sahibi sınıfların ayrımı "dinamik" değildir, yani bunun sınıf mücadeleleri ve devrimlerle sonuçlanması gerekmez. Tüm varlıklar bir piyasa bağlamında değere sahiptir. Bundan dolayı sınıfsal durum piyasa durumu tarafından belirlenir. Piyasa durumundan kaynaklanan ayrımlar kültürel ayrımları da beraberinde getirir. Aynı paydada bulunan sınıf üyelerinin ortak yaşam biçimlerine, estetik ve değerler algısına sahip olmaları ve kendilerinden bu anlamda farklılaşan diğer sosyo ekonomik gruplardan da farklılaşmaları çok olasıdır (Berger, 2012: 57).

Bourdieu’cu anlayışta mesleki iş bölümü bir sistemi meydana getirir. İş bölümündeki konumlardan dolayı farklılıklar ortaya çıkar (Weininger,2014:117) Bu sebeplerden dolayı Bourdieu, Durkheim’ın ortak deneyim ve kolektif temsilleri paylaşan gruplar dediği sınıf kavramsallaştırmasına da yakındır. Ancak burada kolektiflikten kasıt, aynı sınıfsal konuma sahip grupların ortak deneyim ve kolektif bütünlüğüdür. Ayrıca kolektiflik kavramı Marksist anlamdaki üretim ilişkileri sonucu oluşmuş kolektiflik değildir. Sınıf üzerinde çalışan ve Bourdieu’cu çizgiden ilerleyen kuramcıların da bahsettiği gibi, kültürel sınıf analizi kolektif sınıf bilincindense, belirli sosyal ve kültürel pratiklerin sınıflaşmış niteliğine dönüşmüştür. Bourdieu Ayrım’da (2015) sınıf analizi ile ilgili sınıf olgusunu kolektiflik halinden ziyade farklılaşma/ayrım durumu olarak ele alır. Çünkü (Bourdieu’dan akt. Hazır,2013:244-245) bireyler kültürel tüketim kalıpları içinde ve zevkleri aracılığıyla farklı olduklarını gösterme arzusu ile motive olurlar, sınıflar arasındaki sınırları böyle çizerler.

1.1.4.5. Bourdieu’nun Sınıf Tanımlamasında Sosyal ve Sembolik Sistemler

Bireylerin oluşturduğu grupların, olması gerektiği gibi aynı dışsal varlık koşullarını ve benzer içselleştirilmiş eğilimleri paylaşıp paylaşmadığının ortaya çıkarılması ve birbirlerine benzeme kriterleri için sınıfı oluşturmak, olması gereken bir problemdir. Ayrım’da sınıf ve sınıfsal yapılar ile ilgili tek bir probleme odaklanmak yerine, katmanlı sosyolojik problemlere odaklanıldığı için, eserde Fransa’nın o dönemin sınıfsal yapısını meydana getiren tek bir ilişkiden bahsedilemez (Bourdieu 2015). Ayrıca Bourdieu’nun sınıfsal yapı çalışmasına önemli katkısı, sınıf içindeki bölünmelere yönelik analizlerle açığa çıkardığı çözümlemelerdir. Ayrım bu bağlamda üretim araçlarıyla ilgili Marksist sınıfların konumunu, Weberci statü gruplarını ve

24 sınıfsal yapıyı hâkim kılma yönündeki siyaset analizini bu üç bağlamda birleştirme ve çözümleme fırsatı sunar. Bu anlamda sınıfsal ve kültürel çözümlemeleri bir arada toplayarak sınıfsal egemenlik alanlarının kültürel işleyişinin açığa çıkarılmasına olanak tanır. Durkheim bireysel eylemlerin kolektif mantığını anlatabilmek için nasıl bir çabaya girişmişse, Bourdieu (2015: 15) da yargı biçimlerinin toplumsal kökenlerini ve nasıl örgütlendiklerini açıklayabilmek için çabalamıştır.

Bourdieu kavramsal alan içinde sınıfı üretim ilişkileri çerçevesinde değil, genel anlamdaki sosyal ilişkiler alanı içinde tanımlar. Bu bağlamda sınıfsal bölünmeleri farklılaşan üretim tarzındaki farklılaşmalardan değil, farklı yaşam koşulları, farklılaşan eğilimler, farklılaşan sermaye ve iktidar özellikleri tarafından tanımlar (Brubaker, 2007:244). Nasıl ki tiyatroya gösterilen talep, bazı kamular için oyuncuları ve izleyicileri bir araya getiren canlı bir tüketim tercihi iken, bazıları için televizyon ve sinema bazıları için ise futbol maçları ve güreş müsabakaları ile bu kültürel tüketim içerikleri pratikte var olur (Gans, 2014:103).

Bourdieu’nun sınıf analizine yönelik oluşturduğu düşünce şekillerinin oluşmasındaki temel kaygıları, sembolik sistemler ile sembolik sistemlerin çözümlenmesi ve sınıflar arasındaki sınırların problematiğidir. Sembolik sınıflandırmalarla bu sınıflandırmalara dair mücadelelerin tamamı sınıf etrafında oluşmaz ama sembolik sınıflandırmalar ve onların anımsattığı kimlikler yaşam fırsatlarındaki sınıf temelli ayrışmalarla bir ilişki içine girdiği oranda Bourdieu’nün sınıf analizinin odak noktasında yerini alır (Wright,2014:238). Bourdieu sembolik pratikler ve sembolik malların toplumsal fonksiyonları ile alakalı iddia ettiği teorisi için kavramsal kaynaklarını Weber ‘in kavramsallaştırmalarından alır (Brubaker,2007:224).

Bourdieu sınıf çalışmasında mesleki iş bölümünü bir sistem olarak görür ve iş bölümünün de sermaye dağılımından dolayı kendi içinde ayrıştığını söyler. Çoklu sermaye türlerinin varlığından bahsetse bile daha çok ekonomik ve kültürel sermaye alanına yoğunlaşır. Ancak sınıfsal analiz çalışmalarında ekonomik sermaye alanı ile ilgili ayrıntılandırmaya kültürel sermayedeki kadar yer vermemiştir. Bourdieu mesleki sistem boyunca birçok pozisyona yerleşmiş bireyler tarafından sahip olunan ekonomik ve kültürel sahipliklerin geniş çeşitliliğini kapsayan anket verilerinin analizi ile sınıf yapısı modelini geliştirir, bu kısım çalışmasının birinci eksenini oluşturur.

25 (Weininger,2014:118). Mesleki sistem içindeki mevkilerin o sistemde çalışan kişilerin sahip olduğu sermayenin toplam hacmine göre bölümleyerek kategorize eder. Araştırmasının sonucunda ise aynı toplam sermaye hacmine sahip olan meslek gruplarının aynı sınıfsal konumu işgal ettiğini ifade eder. Bununla ilgili olarak sanayiciler, özel sektör yöneticileri, profesörler gibi meslekleri kapsayan sınıfa egemen ya da burjuvazi; kol emeğine dayalı işçiler ve çiftçilik emekçileri ise egemen sınıfa zıt olarak işçi sınıfını oluşturduğunu belirtir (Weininger,2014:118). Sosyal statü tüm tabakalaşmanın dikkat çekici bir özelliği olan, kültürel ayrım ve farklılıkları belirginleştiren ve gösteren pratikleri ortaya koyar (Turner,2000: 85).

Burjuva kültürü, kendini seçkin gören ve ayrı bir konumda mevkilendiren küçük bir grup olduğundan dolayı, sahip olduğu ürünleri ki bunlar özellikle kültürel ürünlerdir (resim, kitap vb.) kitle medyasının gözü önünde sergilemez. Sanat galerileri ya da saygınlığı- imajı maddi çıkarlardan üstün tutan yayınevlerince basılmış kitap ve dergileri tercih eder (Gans, 2014:111). Ayrıca burjuvanın ayrımı, konuşma üslubunda kendini gösterdiği kadar gerilimde, dinginlikte, rahatlık gibi antagonist özelliklerin ölçülülüğü, bedeni taşıma ve bunu yansıtma üslubunda da kendini gösterir (Bourdieu,2015: 453).

“Burjuva varoluşunun sıradan hallerinde sanat, edebiyat ve sinema hakkındaki banallikler tok bir sesle, ağır ve laubali bir biçimde telaffuz edilir; gülümseme mesafeli ve güvenli, vücut hareketleri ölçülüdür, iyi kesimli kostüm ve tüm bunları telaffuz edem kişinin sahibi olduğu burjuva salonu da bu sahnenin bir parçasıdır” (Bourdieu,2015:260).

1.1.4.6. Sınıfsal Mevkiler

Çalışmasının ikinci kısmını oluşturduğu eksen ise; sınıfsal mevkiler içindeki pozisyonları kategorileştirmesidir. Ancak bu sınıfsal kategorileştirme Marx’ınkinden farklıdır. Bourdieu’nun sınıfla ilgili kavramsallaştırması, Marx’ın ele aldığı gibi tarihsel gelişimine bağlı değildir. Piyasa iktidarı olduğu kadar yatkınlıklar da önemlidir. Bu açıdan sınıflar benzer yaşam imkânlarını ve yatkınlıklarını paylaşan tüm toplumsal gruplar için geçerli olan kavramdır. Bu bakımdan Bourdieu’nun sınıf açıklaması ortak deneyimleri ve kolektif temsilleri paylaşan gruplar kategorileştirmesine yakındır (Swartz,2011:215). Bourdieu sınıfları meslekler bağlamında tanımlamış; işçi sınıfı,

26 küçük burjuvazi, orta ve üst sınıflar olarak gruplandırmıştır. Eğitime bağlı sermayenin bir yerde, iktisadi sermayenin başka bir yerde ve sosyal sermayenin başka bir yerde ön planda olmasını anlayabilmek için sermayenin toplumsal bir ilişkisinin olmasında, sınıfa bağlı niteliklerinin her birinin etkinliği ve değeri her alanın kendi hayat şartlarında yansımasında görülür. (Bourdieu, 2015:176).

Bourdieu, kültürel sermaye açısından yüksek, ekonomik sermaye açısından düşük gruplar olarak; profesörleri, sanat üreticilerini örnek gösterir. Tam tersi olarak da ekonomik sermaye bakımından yüksek, kültürel sermaye bakımından düşük gruplar olarak iş adamları, sanayicileri ele alır. Bu iki grubun arasındaki, teknisyen, ofis çalışanları gibi meslek grupları ile ekonomik sermayeye sahip küçük iş sahipleri ve kültürel sermayeye sahip sınıf öğretmenleri vardır. Burjuvazi yüksek düzeyde iktisadi sermayenin sahibidir. Kültürel sermayeye daha çok entelektüeller sahiptir. İktisadi sermaye ile kültürel sermaye arasındaki fark ise; ikisinin de birbirini destekleme biçimi, sermaye sahiplerinin lüks tüketimi, mal-mülk gösterisi ve itibar kaynağı olarak atfetmesinden kaynaklanır (Bourdeiu,2015:420).

“Ekonomik konum büyük ölçüde sınıfı belirlerken, kısmen ekonomik sermaye tarafından koşullandırılan kültürel sermaye de sınıfsal kesimleri yaratır” (Bourdieu,2015:16).

1.1.4.7. Ekonomik ve Kültürel Sermayeler

Üçüncü eksen olarak, aile kökenin sahip olduğu ekonomik ve kültürel sermaye göstergeleri ele alınır. Bireyin içinde bulunduğu ailenin sahip olduğu sermaye türüne göre, mensubu olduğu sınıf da belirlenir. Ancak bu sınıf sabit değildir, değişebilir. Bir sınıf ya da sınıf fraksiyonu, meslek, gelir ya da eğitim durumuyla tanımlanabildiği gibi, üretim ilişkilerinin yanı sıra cinsiyet ve toplumsal alandaki konumu ile de tanımlanır. Bazı resmi kriterler, pek çok kriterin gizlenmesine sebep olur. Belli bir diplomaya sahip olabilmenin, gerekli bir takım toplumsal kökene sahip olmayı gerektirmesi gibi. (Bourdieu,2015:158).

Yeniden üretim biçimlerinden biri olan okul, egemen sınıfın üyeleri ve bu sınıfta bulunabilmesi okul tarafından gözden çıkarılmışlar grubunu kapsar. Diploma sahip olmak bir burjuva mesleğine sahip olma imkânı sunarken, artık sadece diplomaya sahip olmak değil, aynı zamanda sosyal sermayeye de sahip olmak bu diplomalardan

27 faydalanabilmenin gerekli koşuludur (Bourdieu,2015:223). Her ne kadar cinsiyet, yaş, meslek ya da din gibi bağımsız değişkenler ile bağımlı değişkenler arasındaki bağlantı açıkça kendini göstermese de toplumsal sınıf ve sınıfsal fraksiyonlarının gün yüzüne çıkarılmasında gizli bir ilişkisel bağlantı bulunur. Toplumsal sınıf sermaye hacmi veya yapısı gibi özelliklerin her birine ve aynı zamanda pratikler üzerinde gösterdikleri etkilere değerini veren tüm ayırt eden nitelikler arası ilişkilerin yapısıyla tanımlanır (Bourdieu,2015:165). Sınıf eşitsizliklerinin içleri avantajlı olanlar tarafından doldurulan ahlâkî ve kültürel konumsal kategoriler aracılığıyla gündelik hayatta sürekli dolaşım halinde bulunur. Temeli yalnızca iktisadi dezavantajlılıktan olmayan bu konumlar, bireylerin beğenileri, tercihleri, sosyal ilişki ağları ve politik hak iddiaları üzerinden engelleyici olmaya devam eder (Hazır, 2013:240).

Statü farkları, toplumsal sınıf farklılıklarının görünür olmuş hâlidir. (Bourdieu’dan akt. Weininger,2014:116). Beğenilerin pratiklerde somutlaşması ile sınıflar arasındaki ortak beğeni kalıpları kendini oluşturur. Yani orta sınıfın, işçi sınıfının ya da sermaye sınıfının bütün pratikleri sınıf içi habitusunu meydana getirir. Farklı fraksiyonlar arasında yaşam tarzlarını tam anlamıyla anlamak için bunların hiyerarşilendirilmiş toplumsal uzamlarını dikkate almak gerekir (Bourdieu,2015:187).

Bireyler ya da aileler toplumsal konumlarını korumak ve iyileştirmek için farklı stratejilere başvururlar. Başvurulan bu stratejiler sınıf fraksiyonlarının hacimlerini ve servetlerinin yapısını etkileyen dönüşümlerde ortaya çıkar (Bourdieu,2015:205). Ayrıca sınıflar, sınıfsal ilişkilerdeki statülerini korumaya ve iyileştirmeye yönelik pratikleri içeren yeniden üretim stratejilerini uygulayarak da bir sistem oluştururlar (Bourdieu,2015:196). Düzeninin korunması ve devamlılık, mesafelerin, farkların, ayrışmaların, konum ve sınır bildiren tüm oluşumların değişimiyle ve varlığıyla sağlanır (Bourdieu,2015:246).

“Her sınıf geçmişinde hemen bir alttaki grupta, geleceğinde ise hemen bir üstteki grupta bulunur” (Bourdieu,2015:246).

Sınıf içi ve sınıflar arasındaki tüketim türleri, tarzları ve şekilleri ekonomik ve kültürel sermayenin sınıflar arasında nasıl bir var oluş sağladığını ortaya çıkarır (Brukaber, 2007:256). Bu bağlamda tüketim (gıda, kültürel vs.) sınıf habituslarının kendi konumlarını gösterme ve devam ettirme yollarını nasıl başardıklarına dair ipuçları

28 veren bir kavramdır. Çünkü günlük tüketimin en küçük ayrıntıları etrafında her birey sürekli olarak kendini ve aynı zamanda diğerlerini ötekileştirerek sınıflandırır (Weininger, 2014:132). Hâkim sınıf üyeleri baskın sınıfsal statülerini sahip oldukları estetik anlayış, değer ve yaşam tarzlarını en önde bulundurdukça hegemonyalarını sürdürebilirler (Bourdieu,2015: 17). Sınıfsal ayrışma bireylerin ya da sınıfların gıda tüketim tercihleri ile de görülür. İşçilerden sanayi patronlarına doğru giden hiyerarşik yapılanmada tüketimin temel felsefesi pek değişmese de mecburi ihtiyaçlardan ziyade farklı ve pahalı gıda tüketimine yönelik engeller de ortadan kalkar. Yine bunun gibi gıda tüketimiyle ilgili dağılımlar da bu farklılaşmayı açığa çıkarır. Pirinç tüketimi örneğinde Bourdieu’nun (2015: 39) bahsettiği gibi, halk sınıflarına ait olan sütlacı ya da pilavı buna karşın daha çok burjuva tüketimini andıran körili pilav tüketimi bile oldukça masum görünen bu tahıl örneğinde, toplumsal sınıfların tüketimi nasıl farklılaştırdığını ortaya koyar. Bunun yanında salt gıda tüketimi sınıfsal ayrışmayı gösterebilmek için yeterli değildir. Tüketilen gıdaların hazırlanışı, sunulması burjuvaya ve halka özel stratejilerin de hesaba katılması gerekir. Bourdieu (2015: 16) tüketilen gıdalarla ilgili Ayrım kitabında şöyle bahseder:

“Araştırmalar işçi sınıfı erkeklerinin sınıflarına özgü erkeksiliklerini pekiştiren etli ve ağır gıdaları tercih ettiklerini gösterir. Bu yüzden onlar balıktan hoşlanmazlar, çünkü balık dikkat gerektiren, kadınsı ve daha hafif besindir. Aksine orta sınıf erkekleri balığı kesinlikle dikkat gerektiren, daha hafif, sağlıklı olduğu ve pişirmesi daha karmaşık ve tüketimi pahalı olduğu için tercih ederler.”

Sınıfsal ayrışmaları ve ayrışımların neler olduğunu açıkça görebileceğimiz bir başka alan ise spor türleridir. Sınıflar arasında farklı spor türlerinin tüketimiyle sağlanan statü farklılıklarını anlamak, sporları kendine has anlam ve değerlendirme kalıpları içinde temsil ettikleri maliyet ve faydaları göz önüne almakla mümkün olabilmektedir. Yani boks ya da vücut geliştirme gibi halk sınıflarına aitliği gösteren spor türlerinin yanında golf, kayak, tenis gibi sporların ise yüksek burjuvaziye atfedilmesi; spor türlerinin tüketimiyle ilgili sınıflar arasındaki ayrımı da gösterir (Bourdieu,2015: 37).

Hazır (2013:236), sınıfsal farklılıkların hayat tarzını nasıl etkilediği ve günlük yaşama nasıl yansıdığı ile ilgili olarak;

29 “Orta sınıflarla yaptığım çalışmada, bir grup üst orta sınıf görüşmeci aynı dili konuşuyor olmak, benzer seçkin eğitim sisteminden gelmek, benzer beğenilere sahip olmak ve Avrupai hayat tarzına yakınlık gibi özellikler ile, ofisteki çaycıları, manikürcüleri veya aile yapısı kendisine uymayan meslekleri, belirli bir düzeyin üstünde olmayan tanışları ile aralarına koydukları “gerekli” mesafeyi anlatırken kullanıyorlardı.”

Bir sınıfsal yapının yaşam stilini mobilya ya da giyim tarzından açıklayabiliyorsak bu, malların hem ekonomik hem de kültürel tercihlerinin nesneleştirilmesinin yanında; ayrıcalıklar ve avamlıklar, lüks ve fakirlik ile toplumsal tüketim ilişkilerinin bedensel tecrübeler aracılığıyla bilinç dışı bir dayatmasından kaynaklanır (Bourdieu,2015:122). Kişilerle ya da mallarla var olan bu toplumsal statü olguları, nesilden nesile devam eden yaşam standartları çerçevesinde aktarılır. Bourdieu (2015:123) yaşam alanlarının toplumsal statü göstergelerinden biri olduğunu şu sözlerle açıklar:

“Her iç mekân kendi dilinde, miras alınmış zenginliğin gösterişsiz emniyetini, yeni zenginlerin gürültücü kibrini, yoksulların sessiz sefaletini ya da imkânlarının üstünde yaşadıklarını iddia eden yoksul ebeveynlerin yaldızlı sefaletini dillendirerek, bu mekânda yaşayanların şimdiki durumunu ve hatta geçmişteki halini anlatır.”

Yaşam alanları ve nasıl kullanıldıkları toplumsal gruplar içindeki bireylerin tercihlerini gösterir. Bu bağlamda işçiler duru ve temiz, kolay temizlenir bir iç mekânı, ekonomik mecburiyetlerin onları zorlamadığı, pahalı olmayıp kaliteli olan giysileri tercih ettiklerini belirtirler. Mobilya tercihlerinden, banyo veya mutfak dizaynına kadar tüm iç mekân nesnelerini estetik bir nesneye dönüştüren burjuva yaşam tarzına karşıt olarak, halk sınıfları için bu tüketim tercihleri estetizmden çok uzaktır. Halk sınıflarınca burjuva biçimciliğine duyulan ilgi ile iç mekânların konumlandırılması basmakalıp bir yaşam tarzı olarak kendini gösterir. En az maliyetle en fazla etki-fayda düşüncesi burjuva beğenisi ve tüketimi için avamlığın ta kendisidir (Bourdieu,2015:548). Alt kültüre ait sınıflar, sokak festivallerinde ve insanların bir arada olduğu ortamlarda bu durumu yeniden üretirler (Gans,2014:128).

Kültürel bir ürünü, örneğin bir şiiri, resmi ya da tiyatroyu, beğenerek tüketmek, onu somut hale getiren kültürel kodun, paralel sermaye türüyle çözümlenmesi gerekir. Bu aynı zamanda tüketilen kültürel ürüne ilişkin bilgiye ve tüketim terbiyesine yani

30 habitusa sahip olunursa ancak kendini gösterir (Arun, 2014:168). Aynı zamanda yüksek kültür ürünleri ciddi ürünler olduğu için, bireyler eğlence ihtiyaçlarının bir kısmını aşağı kültür ürünlerinden sağlamaya çalışır. Bunun sonucu olarak spor meraklısı, polisiye roman düşkünü ya da avam olarak nitelendirilen televizyon içeriklerinin bağımlısı olurlar. Ancak yüksek kültür spor meraklıları, aşağı kültürde ilgiyle izlenen güreşi değil de beysbol ya da futbolu izler ya da “Mickey Spillane”in değil de “Dashiel Hammett” ın romanlarını okuma eğilimindedirler (Gans,2014:115).

Burjuva söyleminde “Kendine hizmet ettirmeyi bilme” burjuva yaşam tarzının bir parçası olduğu için, alt sınıflar karşı tarafın yani burjuvanın bu konudaki şüphesini kırmak için ellerine nadiren geçen ilk fırsatta şık restoranlara, kuaförlere gittiği yerlerdeki çalışanlar için kendilerine karşı hizmet ilişkisini ortadan kaldırmaya çalışır. Yani burjuva sınıfı için oldukça normal olan şık restoranlar ve lüks kuaförlere gitme, bu sınıfa kendini kabul ettirmek için uğraşan alt sınıflarca sergilenen davranış oldukça avam kalmaktadır. Ya da bir saatte milyon dolarlar harcayan bir işletme sahibi için bu harcama zorunluluk gibi görünse de bir işçi için bu çılgınlık anlamına gelir. Bu anlamda bazılarının delilik olarak gördüğü şey, başka birisinin temel ihtiyacını oluşturan şeydir (Bourdieu,2015:541). Bu gibi harcamalar egemen sınıf üyeleri için sosyal sermaye oluşumunu sağlayan bir tür ritüellerdir ve bunun gibi harcamalar belli bir hayat tarzının gerektirdiği zorunluluğu oluştururlar. Bourdieu (2015:548) burjuva sınıfı tüketimin eğilimi şu sözleriyle açıklar:

“Fiyatını göz önüne alarak rengini unutmaya çalıştığımız ve televizyonun önüne koymak için uzun zamandır hayal ettiğimiz sınıf düşmüş kanepe; bir daha sentetik giymemeye yemin etmişken indirimde olduğu için dayanamayıp alınan sentetik elbisede olduğu gibi.”

Tüketiciler için öne sürülen tercihler arasında tümüyle ayırt edici olan türler, üslûplar ve yaratılanlar arasındaki bölünmeler ve alt bölünmelerin gösterdiği ayrımların üretilmesini sağlayan, sanat yapıtlarından daha elle tutulur bir ayrım yoktur. Böylece yeniden üretilen beğeniler içinde, eğitim seviyelerine ve toplumsal statülerine karşılık gelen üç beğeni evreninden bahsedilebilir. Meşru, ortalama ve popüler beğeni. Meşru beğeni eğitim düzeyiyle doğru orantılı olarak artar ve egemen sınıfın eğitim sermayesi açısından en varlıklı olan fraksiyonlarına kadar varır. Ortalama beğeni, halk sınıfı ve egemen sınıfın entelektüel türlerine göre bu beğeni orta sınıflarda daha fazla tüketilir.

31 Popüler beğeni içindeki yapıtlar ise herhangi bir sanatsal iddiada bulunmaz. Eğitim sermayesiyle ters orantı ile var olup, halk sınıflarında yaygın olarak görülür (Bourdieu,2015: 32).

Ulaşılan statüler, bütün başlangıç noktalarının eşit derecede olmalarının imkânsızlığından dolayı, bireysel konumlar ve güzergâhlar sistematik olarak statülerden bağımsız değillerdir (Bourdieu,2015:171). Aslında bu ifade ile ekonomik sermayesi ya da tam tersi kültürel sermayesi diğer tüm sermaye türlerine göre daha fazla olan grup içindeki bireyler, o andaki sahip oldukları konum ve statülere eşit şartlarda ve aynı ilerleme şekliyle gelmemişlerdir. İçinde bulundukları konum, kendiliğinden oluşan ya da geçmişle bağlantısı olmayan bir sonuç değildir. İşçi sınıf toplumunun içinde büyümüş bir çocuk ile ekonomik ve kültürel sermaye bakımından zengin bir ailede doğup büyümüş bir çocuğun hayattan beklentileri ve hayata bakış açıları bambaşka olacaktır. Bourdieu’nun Ayrım adlı eserinde de bahsettiği gibi; toplumsal uzamın bazı kesimlerinde, aynı diplomaya sahip olanların farklı mevkilere dağılmalarında bir azalma ya da aynı mevkiyi işgal edenlerin diplomalarına göre bir düşüş yani okula bağlı unvanlar ile işgal edilen mevki arasındaki bağımlılığın güçlenmiş olduğu söylenebilir (Bourdieu,2015:204).

1.1.4.8. Habitus Çerçevesinde Sınıfsal Farklılıklar

Yaşam, iş, yemek mekânlarının değişmesinin yegâne sonucu yaşam tarzının da değişime uğramasıdır. Sahip olunan evler, arabalar, mobilyalar, kültürel ürünler, giysi tercihlerinden tüketilen alkol ya da sigara yerine puro içimini kapsayan bu geniş çerçeve yaşam tarzı denilen, “Lifestyle” olarak tarif edilen lüks bir yaşam biçimidir. Beyaz eşya, mobilya, hobi malzemeleri, giyim ve taşınmazlar gibi kültür malları “konfor malları” egemen olan yaşam stilinin maddileşmiş şeklidir (Bourdieu,2015:659). Kaliteli lokantalarda yemek yeme, kaliteli kıyafetler, en iyi puroyu içme, şarap kültürü olma ve iyisinden anlama, boş zamanlarını nadir tablo, antika eserler, klasik araba koleksiyonu gibi herkes tarafından gerçekleştirilmeyen “süzülmüş tüm zevklerin” en yalın hâlini oluşturan tüm bu tercihler, bunları icra edenlerin habitusunu oluşturur (Bali,2015:146). Habitus ayrıca hem nesnel olarak kategorileştirilebilir pratiklerin üretici ögesi, hem de bu pratiklerin kategorileştirme sistemidir. Habitus, bir bireyin pratiklerini, hem aynı kalıpların uygulanmasının bir ürünü olmasından ötürü sistemli kılan, hem de aynı

32 zamanda farklı bir hayat tarzını oluşturan pratiklerden belli bir yapıya göre ayrıklaştıran şey olarak var olur (Bourdieu,2015:254-255). Habitusun oluşmasındaki sahip olunan iyelikler, ayrışma boyutunun da ne derece çok ya da az olduğunu gözler önüne serer, bu farklılıklar ayrışmanın toplumca içselleştirilip normalleştirilmesine olanak tanır. Egemen sınıf mensupları için ayrıcalıklarının bir kısmı anlamına gelen; müzeye gitmek, operaya gitmek gibi egemen sınıfa özgü kültürel faaliyetlerin herkes tarafından erişilebilir olmaması, onların kendileri gibi olmayanları ayrıştırmasına olanak tanır. Müzeleri gezme gibi, ucuz ve ağırbaşlı eğlence biçimlerine yönelen öğretmen ve kamu sektörü yöneticilerinin çileci aristokratizmi, antikacı dükkânlarını ve galerileri gezme, kaplıca beldelerinde tatil, yabancı araba sahibi olmak, golf, tenis, binicilik, av ve tenis gibi pahalı ve prestijli eğlence tüketimleri gerçekleştiren serbest meslek sahiplerinin lüks beğenisine karşıttır (Bourdieu,2015:416).

“Entelektüel beğeni ile burjuva beğenisi arasındaki karşıtlık çağdaş yapıtlar ile kutsallık atfedilmiş yapıtlar sınırında kalmaz; iki tür dünya görüşü, iki varoluş felsefesi, iki tür seçim kümelenmesi, kırmızı ve siyah, bulvar tiyatrosu ve avangart tiyatro, sorunsuz insanların toplumsal iyiliği ile sorunlu insanların burjuva karşıtı kötümserliği, maddi konfor ile entelektüel konfor, samimi iç mekân ile mütevazı iç mekan, geleneksel Fransız mutfağı ile egzotik ya da sıradan yemek, dayalı döşeli iç mekan ile tersine kolay temizlenir iç mekan, bit pazarından alınmış mobilyalar ya da avangart gösteriler arasında da kurulur.” (Bourdieu,2015:425)

Toplumsal yapı içindeki tüm eyleyenlerin, toplumla alâkalı olarak sahip oldukları bilgiler, tüm sınıflandırıcı kalıpları nesnel kategorilere bölen, algı ve düşüncelerin ötesinde, toplumun farklılaşma şekillerinin bedene işlenmesinin sonucudur (Bourdeiu,2015:677). Habitus bedene işlemiş ve bedende şekillenmiş sınıftır. Kuşaklar arası ya da kuşak içi konumsal değişimlerde belli bir anda nesnelleştirilmiş sınıf ürünü olduğu ve yeniden gün yüzüne geldiği şartlarda maddi var oluş koşullarını etkileri bakımından devam ettirir (Bourdieu,2015:634).

Maddi kısıtlamalardan bağımsız hâkim sınıf, meşru kültürünü oluşturup, dayatarak konumunu sabit tutmaya çalışır. Bununla ilgili ayrışma kimliğini oluşturur ve belli bir dünya görüşünü tahakküm altındaki sınıflara empoze eder. Eski burjuvazi sınıfını sahipliği ekonomik sermaye ile tanımlanıyorken; yeni burjuvazi daha çok kültürel sermaye ile varlığını somutlaştırır. Ve eski burjuvazinin üretim ve birikim

33 ahlâkına karşılık, yeni burjuvazinin sahip olduğu ahlâk hedonist bir anlayıştır (Ünal,2017: 384). Toplumun çoğunluğunu oluşturan halk sınıfları, zorunlu seçimleri tüketmeye mecbur olan sınıf topluluklarıdır. Onlar hâkim sınıfın sahip olduğu ne kültürel ne de ekonomik sermayeye sahiptir dolayısıyla yaşam tarzları, tercihleri ya özentilik ya da bayağılık olarak toplumsal yaşamda kendini gösterir.

Simgesel şiddet aracılığıyla gerçekleşen yeni tahakküm tarzı, hâkim sınıfın kültürünün tâbi gruplara dayatılmasında en önemli basamağı oluşturur (Ünal,2017:383). Bu tahakküm tarzının aracıları; danışmanlık, radyo sinema yapımcıları gibi kültürel üretim alanında çalışanlar, teknolojik açıdan gelişmiş ülkelerde son yıllarda hizmet ve iletişim sektörlerinin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni teknolojik araçlardır. Bunlar, özellikle televizyon dizilerinde, seçkin sınıfların lüks yaşamı etrafında dönen hikâyeler, kendileriyle özdeşleştirdikleri dizideki zengin karakterlerin davranış kalıpları, tüketim alışkanlıkları, sevinme- üzülme şekli, giyim ve dekor tarzı gibi özelliklerle kendini gösterir. Tabi sınıfa ait grup üyeleri aynı zamanda hâkim sınıf üyelerinin de zaafları olduğunu, bazı şeyleri elde etmekte güçlük çekebileceklerini görürler. En önemlisi de izleyici zenginlerin o kaoslu dünyasından uzakta, kendi konforu içinde sıkıcı dünyasından uzaklaşma fırsatına ulaşır (Mersin, 2007:83).

Kültürel tüketimin kendini gösterdiği ve örneklerini sosyal hayattan duyulan memnuniyet ve çeşitlenen hobiler olarak yansıtan, politikanın oluşturduğu faaliyetlerin farklılaşması da sınıfların birbirinden ayrıklığının görünmesini pekiştirir (Arun,2014:182). Bu anlamda üst konumda bulunmak için hobiler, eğitim yani habitus içinde gerçekleştirilen tüm faaliyetler yine habitus bağlantısıyla monopolleşir (Arun, 2013: 52). Bu tekelleşme durumu hem ekonomik hem de kültürel eşitsizliğin varlığına sebebiyet verir. Kültürel eşitsizlik iki başat öğe tarafından beslenir. Birincisi, ekonomik sermayenin eşit olmadan dağılımı; ikincisi ise kültürel sermayenin eşit olmadan dağılımıdır. Ekonomik eşitsizlik kadar önemli olan ancak, ekonomik eşitsizlik kadar birinci derece etkisinin varlığından bahsedilmeyen kültürel eşitsizlik, sosyal hizmetlerden, sağlığa, ulaştırmadan, ekonomiye, eğitimden iskân politikalarına kadar uzanan alanlarda Türkiye' de oldukça fazla etkisini gösterir (Arun,2014:189). Bu eşitsizlik durumu kendini pek çok sanat faaliyeti- kültürel pratiklere ulaşmada önüne engel oluşturan, onlara ulaşımı sınırlayan bir etken olarak var olur. Kültürel sermaye,

34 sosyal hiyerarşiyi besler, kültürel pratiklere ulaşmadaki bu uçurumu daha da açarak, kültürel ürünler ve pratiklerin farklılaşmasını normalleştirir. Birbirinden giderek ayrılan kültürel pratiklerin ve beğenilerin tümü, sınıfların ayrımını, meşrulaştırarak geliştirir ve ayrıca bu durumun kuşaktan kuşağa aktarılmasına imkân tanır (Arun, 2014:187). Bundan dolayı beğeniler sermayenin taşıyıcısıdır denilebilir.

1.2. MEKÂN

Televizyon dizilerindeki sınıfsal ayrışmaları mekân üzerinden çözümlemek amacıyla yapılan bu çalışmada, sınıf kadar mekân kavramının ne olduğunun ve sınıfla olan ilişkisinin tanımlanması önemlidir. Sadece fiziksel olarak var olmalarından ziyade barındırdığı sınıfsal ayrışma kodlarıyla mekânlar, bu çalışma özelinde önemli veriler sağlamaktadır. Geçmişten bugüne toplumların sahip olduğu mekânların biçimini, işlevini, geniş bir perspektif ve kapsayıcı bir boyutla değerlendirmek objektif verilerin elde edilmesini sağlar. Bu bağlamda mekânın varlığı, türü, kullanımı her toplumda farklı anlamlara gelmiştir denilebilir.

Mekânlarla ilgili özel kodlar tarih boyunca yer edinmiş olmasına rağmen toplumlara özgü mekânsal genel bir dil kodu yoktur. Bu ise her toplumun kendi mekânını ürettiği anlamına gelmektedir (Lefebvre,2014: 61). Bundan dolayı mekânın anlaşılabilmesi sosyolojik, mekânsal ve coğrafi olarak kavramların bütünleşik bir şekilde ele alınması gerekir (Güçlü,2012:278). Ve bir toplumda bulunan bireyler, o toplumun mekânları içinde birer özne sıfatına sahip olmakta ve mekândaki etkinliklerine göre nitelik kazanmaktadırlar (Lefebvre,2014: 47-48).

Mekânın içeriğiyle alâkalı edilgen, sadece fiziksel yapısı bakımından ele alınan ya da bir ürün- meta gibi karşılıklı mübadelede bulunulan ve tüketilen bir şey olarak düşünmek oldukça sığ bir düşünce olarak kalmaktadır. Mekân kavramı tek anlamda değildir ve statik kalamaz. Lefebvre (2014: 24) yalnızca klasik Marksist bir düşünce tarzıyla ele alınan mekân kavramının üst yapı konumunda bulunduğunu ifade etmektedir. Ayrıca bu düşünce tarzı ile mekân bir meta gibi satılıp alınır ve mübadele değerine sahiptir. Bu anlamda klasik Marksist düşüncenin mekânı ele alış biçimi günümüz mekân kuramcıları nezdinde oldukça sığdır. Sonuç itibariyle mekânların salt birer yapı olmadıkları günümüzde pek çok kuramcı tarafından dile getirilmektedir

35 Temsil rolü mekânın ideolojik olarak yönünü açıklamaktadır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi mekân sadece yapılardan oluşan salt fiziksel bir oluşum değildir. Bunun yanında mekâna atfedilen anlam zamanla dönüşüm de yaşamaktadır. Bu dönüşüm formunu anlamak mekânların simgesel anlamlarına ve temsiline bakmaktan geçmektedir (Güçlü,2012: 284). Aynı zamanda doğuştan ya da sonradan sahip olunan kimliksel özelliklerle paralel anlama gelen etiketler, mekâna atfedilen etiketle paralellik göstermektedir (Wacquant,2011:262). Güç ilişkilerini kapsayan üretim ilişkileri temsilleri de mekânların içinde kendini gösterir. Bunlar anıtlar, sanat eserleri, binalar, meydanlar gibi somut şekillerle üretilmiş eserlerdir. Bu anlamda Orta Çağ toplumları da şatolar, manastırlar, katedraller gibi kendi mekânlarını yaratmıştır (Lefebvre,2014: 62). Antik zamanlardan günümüze değin mekânın anlamı ve işlevselliği değişmiştir ancak mekân hep var olmuştur. Bu bağlamda mekânın arkaik dönemlerden günümüze nasıl bir dönüşüm geçirdiğini irdelemek yerinde olacaktır.

1.2.1. Antik Yunan ve Roma’da Mekânın Kullanımı ve Temsili

Gottdiener (2001) mekân tartışmasını kentleşme öncesi dönemin temel alınarak yapılması gerektiğini savunur. Çünkü ona göre kentleşme öncesi döneme geleneksel toplum yapısı hâkimken kentleşme sonrası dönemde mekân olarak ele alınan yer kenttir. Bununla ilgili olarak Richard Sennett (2008) tarihsel çalışması olan “Ten ve Taş” adlı eserinde Antik Yunan’ dan başlayıp günümüze değin beden ve mekânın dönüşümünü anlatır. Ona göre Batı uygarlıkları bedene ve beden çeşitliliğine hürmette hep zorlanmıştır bundan dolayı o; bu durumun mimaride, kentte, kent planlamasında yani pratikte nasıl var olduğunu gözler önüne serer. Bunlar ritüeller, şenlikler, ayinler, cenaze törenleri, kamusal tartışmalar gibi toplumsal pratiklerle kendini gösterir. Bununla ilintili olarak Antik Yunan’da Adonia şenliği ile kadınlar arzularını konuşabilme ve bunları da başkalarına anlatabilme olanağına sahipti. Aslında bu durum dilsel değil mekânsal olarak kullanılmıştır. Mekâna kendini ifade etme aracı olarak metaforik bir anlam yüklenmiştir. Sennett Ten ve Taş’ta (2008) bununla ilgili,

“Daha çok, kadınların onlara şehrin hâkim düzeninin dayattığı koşullardan geçici olarak ve bedensel anlamda dışarı çıktıkları bir mekândı”.

36 Orta Çağ Paris’inde sokaklar bataklık içinde, dar sokaklardan meydana gelmektedir. Sokaklar insanların gövde gösterilerinden sonra geriye kalan mekânlar anlamına gelirdi. Burada üreticiler ürünlerinin görünmesini ve satılmasını istediği için duvarlarda tezgâhlar kurmuştu. Böylelikle sokakta yürüyenler ürünleri görülebilmekteydi. Bu sayede ürünler teşhir edilmekte, sokağın mekânı ekonomik hayat ve sosyal hayat bir araya gelmektedir. Ayrıca artık mekânlar ekonomik işlevlere sahip oldukları için bu tarzda görünümlere sahiplerdi.

Ekonomik sokak zamanda da değişiklikler meydana getirmiştir. Şehir gün ışığına bağımlıyken artık sokaklarda hayat geç saatlere kadar devam etmekteydi. Orta Çağ Paris’inde iş yeri amacıyla kullanılan mekânlar daha çok burjuvaların tercih ettiği kent mekânlarında yoğunlaşmıştır (Sennett,2008:167). Bu demek oluyor ki mekânın kullanımı zamanla daha esnek bir şekil almıştır. Bunun sonucu olarak da mekân ile yer arasındaki ayrımın oluşmuş olmasıdır. Mekânın tek varoluş amacı cemaatin bir arada tutulmasıyken artık ekonomik kullanım ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bu ekonomik sokak mekânı, zamanda da bir değişim meydana getirmiştir. Orta Çağ Paris’inde ticaret artık gece geç vakitlere kadar sürmekteydi. Böylelikle ticaret sokağın saatlerini uzatmış oldu. Günlük işlerini bitiren insanlar sokağa alışverişe gitmektedir; bu durum ise tezgâhların geç saatlere kadar açık kalmasını gerekli kılmıştır. (Sennett,2008:176).

Fransız Devrimi öncesinde varlıklı kesimin batıya yönelme yoğunluğuna rağmen aristokratların semti konak ve bahçelerden meydana gelmiştir. Devrim sonrası dönemlerde burjuvazi aristokrasiden kalan görkemli konakların olduğu mekânların görselliğini gizleyecek atölyeler, dükkânlar ve parklar yaparak bunların yerini burjuvanın kâr hırsıyla yapılmış mağazalar, kiralık evler ve depolar almıştır. Bu bağlamda Paris’te homojen olmayan burjuvazi grubu başkentte hâkim konumundadır.

Şehre yerleşen Fransız burjuvazisi, şehrin mekânsal alanlarına etki etmiştir. Burjuvazi, coğrafi koşulların da vermiş olduğu olanaklar ile mekândan bağımsız olamayan feodal güçleri dışardan içe doğru yok etmiştir. Yönetimi ele geçirdiğinde şehirler üzerinde kentleşmenin ve metropolleşmenin hızla ilerlemesi sebebiyle kırsal alanlarda gücünü kesinleştirip kırsalda yaşayan halkı alt sınıf olma mecburiyetine itmiştir. Bu durumda zaten üretimi sağlayan köylü üzerinde gücünü arttırdığı için hem

37 üretimi hem de siyasi gücünü boyunduruğu altına aldığı kırsal mekânda sıkıştırmış olmaktadır (Harvey,2011:41).

Kentleşme ve sanayileşme tamamen burjuvazinin lehine işlemiş olup, burjuvazinin hâkimiyetini daha da güçlendirmiştir (Harvey, 2011:55). Bunun yanında burjuvanın izlediği etno-ırksal ya da göçmenlerle ilgili düşünce kalıbı da ayrışmanın sebeplerinden biridir. Bu demek oluyor ki ayrışmada sebep olarak alt politik konum tek etken değildir (Castells,2002:99). Kırsalda sıkışmış köylüler başkente akın etmiş, yıkık dökük ve yoksul kulübelerde ya da bakımsız kiralık evlerde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hâli vakti yerinde olanlar evlerin üst katlarında, işçiler ise alt katlarında yaşamak zorunda kalmışlardır (Lefebvre:2015:32-33).

Edward döneminde Londra şehir merkezi görkemli yapıtlardan çok farklı bir görsel sergilemektedir. Şehrin merkezi yoksul kesimin oluşturduğu ve ailelerin evlerinin tek bir odasında oturduğu adeta küçük gecekondu yerleşkesinden oluşmaktadır. Kentleşme dalgası ile şehir kentin dışına taşınmış, yoksullar da şehrin dışında ucuz olan konutlara taşınmak durumunda kalmıştır. Bu evler orta sınıfa göre hiçbir estetik barındırmayan ve kaliteden yoksun birer yapılardan oluşmaktadır. Ancak daha önce tek bir göz odada yaşayan aile bireyleri için bu yeni evler oldukça konfor sunmakta, farklı yerde yemek yiyebilme, evin farklı yerlerinde oturabilme imkânı sağlamaktadır (Sennett,2008: 229).

Mekân, üzerindeki sahiplik ya da yönetme hakkına bağlı olarak, siyasi, dini ya da toplumsal statü, tahakküm eden ya da edilenler arasındaki ayrımı gösterir. Ekonomik, siyasi, dini farklılık ve konumların yanı sıra toplum içindeki cinsiyet farklılıkları bile toplumsal ayrışmanın pratiğe nasıl yansıdığını gözler önüne serer. Bu bağlamda Sennett (2008:62),

“Çukurlar ve kulübeler Pnyks tepesinde, erkeklerin Ekklesia’da oturdukları sıraların arasında açılıp yapılıyordu. Böylece kadınlar ritüeller yoluyla Atina’da erkeklerin işgal ettikleri iktidar mekânının yakınlarında kendilerine bir yurttaşlık alanı kurmuş oluyorlardı.”

Burada yapılan ritüeller mekâna mistik bir hava katmakta, böylelikle kadınların o dönüşümü yaşamaları için uygun atmosfer sağlamaktadır. Bunun yanında Antik Yunan’da kadınlar yurttaş sayılmadığı ve herhangi bir kamusal kararda söz hakkına

38 sahip olmadıkları için, bu kulübeler kadınlara itibar kazandırmıştır. Çünkü kadınların içinde bulundukları bu kulübeler, erkeklerin politik konuşmaları yaptıkları ve siyasi kararlar aldıkları mekânlara yakın yerlerde bulunmaktadır. Ayinler kent kültürü ile birlikte mekânsal olarak evlerde yapılır; ayrıca sadece geceleri olmak kaydıyla, hiçbir ışığın olmadığı bir atmosferde, akropolis, agora ya da Pnyks gibi kamusal olmayan mekânlarda gerçekleştirilmiştir. Bunun yanında kadınların onlara haz veren bir gencin ölümüne yas tutmaları için, evin kullanılmayan mekânında, çatı katlarında konuşmalar yapmalarına imkân verilmiştir (Sennett, 2008:64). Çünkü kadınlar herhangi bir konuda fikir sunamazdı bu durum onlara kendi düşüncelerini ifade edebilme imkânı tanımaktadır.

Tüm yaşamsal faaliyetler mekân olarak “ev” in etrafında dönmektedir. Ev içindeki hiyerarşik yapılanma Roma evlerinde de kendini göstermektedir. Erkeklerin oturduğu yerler divanlar iken, kadınlar ayakta durmaktadır. Ayrıca Roma hanesinin geometrisi o hanede yaşayan insanların mülklerini, sınıflarını göstermektedir. Hane içindeki odalarda nişler bulunmakta, evin babasına ait olan bu nişlerde yalnızca baba oturmaktadır. Bu durum hane içinde otoritenin kime ait olduğunun göstergesidir. Böylece eve gelen konuklar ilk önce bu otoriteyle yüz yüze gelmektedir. Hane içi kuralların düzenlenmesinde öncelikler açıkça belirtilmiş, odalarda kişilerin konumlarına göre nasıl oturması gerektiğinden, odaya önce kimin girmesi gerektiğine kadar sınırlar çizilmiştir. Roma’daki forumlarda da yerleşmeler hiyerarşik bir sırayla gerçekleşmektedir. Kıdem sahibi senato üyeleri, kendinden alt hiyerarşide bulunanlardan daha önlerde oturur (Sennett,2008:101). Böylece mekânın kullanımı hem özel alanda hem kamusal alanda varlığını göstermektedir.

Roma’nın konut yapısı aslında çok odalı evlerden oluşan bir özelliğe sahip değildir; bu durum, toplumsal olarak üst sınıflarda yaşayanların içinde bulundukları hane düzeni, diğerleri için de örnek teşkil etmekte, nasıl bir hane içinin olacağına dair bir standart yapı sunmaktadır (Sennett,2008:105). Ev mekânı barınmanın dışında, dini faaliyetlerin gizli yapılmak zorunda bırakıldığı ilk Hıristiyanlık döneminde hac görevlerinin başladığı yer olarak kutsal bir kullanım amacına da sahiptir.

Hadrianus döneminde Hıristiyanlık tam anlamıyla ev alanı sınırlarından dışarı çıkmamıştır. Din kamu alanında görünür değildir, devlet bunu yasaklamıştır. Bu durum

39 da duvarlar ardından ibadetlerin yapılamasına neden olmuştur. Şehirleşmenin etkisiyle ve şehirleşmenin sebebiyet verdiği parçalanmış kentlerde oluşan dokuda ev hâlâ ayrıcalıklı ve dinsel etkisini ve özelliğini korumaktadır (Lefebvre,2014: 143). Hadrianus döneminin üst orta sınıf konut yapısında giriş bölümü önem arz etmektedir. Çünkü burası ailenin varlığının sergilendiği kısımdır. Buradan avluya açılan bir kapıya ulaşılmaktadır. Roma dönemindeki ev yapısında iç kapı yoktur bunun yerine perde asılır evde bulunan uşak, ne kadar perde çekiliyse onu işaret ederek, evin müsaitliğini gösterir. Havuz avluda bulunmakta ve burada ev sahibinin yüksek statüdeki misafirleri ağırlanmaktadır. İç odalar daha mahrem yerler olduğu için buralarda aileye yakın kişiler misafir edilmektedir. Konuğun ağırlandığı yer sıradan bir yer olmayıp, toplumdaki statüsü, hiyerarşisi onun nerede ve nasıl oturacağı konusunda bazı kurallar sunmaktadır. Hane içindeki bireyler de konumuna göre ana divanın etrafında yer alarak hane içi hiyerarşik düzen korunmaktadır.

Eski imparatorlar zamanında Roma forumunda görkemli anıtlar yapılmıştır. Her bir imparator kendi döneminde gücünü ve otoritesini sergileyebilmek adına devasa anıtlar ve mekânlar inşa etmiştir. Ve yine her bir imparator kendinden önceki yapılan ihtişamlı yapılardan daha da ileri giderek hep daha fazlasını yapmıştır. Hadrianus hükümdarlığındaki imparatorluk da yine kendinden önceki yapılan ihtişamı dengelemek amacıyla tapınaklar inşa ederek foruma hâkim bir konum elde etmiştir. Yapılan bu tapınak ile gücün hâkimiyeti, kökenleri pekiştirilmiş ve halk da bu otoriteyi kabul etmek zorunda kalmıştır (Sennett, 2008:84).

Nasıl ki bir yerin en stratejik noktası ortası yani merkezi ise Roma’da bulunan Pantheon’nun “umbilicus”u yani göbeği de bu stratejik konumda olmuştur. Bundan dolayı Roma’lı askerler bir şehri fethetmeden önce o şehrin “umbilicus” unu fethetini planlamışlardır. Bu yerin fethedilmesinde dini etkenler önem arz etmektedir (Sennett,2008:94). Kentin merkezi olan Roma forumu politika, ekonomi, dini sohbetlerin birlikte gerçekleştirildiği kent merkezi konumunu üstlenmiştir. Forumlar ihtişamlı yapıları kişiler üzerinde kontrol sağlayıcı bir etkide bulunmakta, şehir içinde avare dolaşanlara çeki düzen vermesi gerektiğine yönelik adeta bir uyarıda bulunmaktadır, bu bağlamda “Curia Hostalia” diye bilinen forum Roma Cumhuriyeti’nin en üst kurumu özelliğine sahiptir (Sennett,2008:101). Roma

40 dönemindeki yüksek yapılı kiliseler ihtişamıyla hem kendine hayran bırakmış hem de göklere yükselen kiliselerin varlığı halkın bir yere olan bağlılığını da arttırmıştır. Tapınak yerleri bir nevi cemaatin bir araya gelme noktaları olmuştur (Sennett,2008:141).

Onuncu yüzyılın başlarında Paris kralı kraliyet sınırlarını oluşturan surların ötesine Lauvre Sarayı’nı yaptırarak mimarisiyle ihtişamını ve gücünün kudretini de göstermek istemiştir. Sarayın köşelerinde bulunan devasa kuleler adeta kralın gücünü Paris halkına ilan etmiştir Ne var ki inşa edilen bu saray askeri savunmada kullanılmaktan çok mimari bir simgesel yapı halini almıştır. (Sennett,2008:153). Mekânsal var olma, kendini ispatlama bir yerde statüsel olarak gücü de elinde bulundurma anlamına geldiği için soylular da Lauvre Sarayı’nın civarında pek çok saray inşa ederek kendi statülerini kanıtlamaya çalışmışlardır. Yapım amacı kente yaklaşan düşmanı izlemek iken, bu saraylar daha çok etraftaki saraylara kimlerin davet edildiğini gözetleme aracı haline gelmiştir. Mekânın zamanla kullanım amacı farklılık göstermiştir.

Kentleşme bölgeye yapılan göçün artması ve daha fazla toplumsal müdahale demektir. Bununla bağlantılı olarak on üçüncü ve on dördüncü yüzyılda Venedik’e yapılan göçlerde de artış olmuştur. O dönemlerde Venedik’te Yahudiler, Rumlar, Osmanlılar, Almanlar ve pek çok toplum hem bir arada yaşamışlar hem de ticaret yapmışlardır. Artan göç nedeniyle otoriteler şehirde tecrit edilmiş bölgeler kurmaya karar vermişler; bu amaç ile Almanların Venedik’e verecekleri verginin kontrolünü sağlamak için “Fondaco dei Tedecshi” (Alman’ların Fabrikası) isminde bina inşa edilmiştir. Almanların hem çalışıp hem burada yaşaması planlanmıştır. İnşa edilen bu bina daha sonra inşa edilen mekânsal tecrit biçimlerine model olmuş ilk bina özelliğini taşımaktadır (Sennett,2008:205). Her ne kadar tecrit edilmiş olsa da karanlık çöktüğünde Almanlar binanın dışına çıkıp, karanlığın sağladığı avantajla kaçakçılık işleri yapmışlardır. Bu durumu otoritelerin fark etmesi sonucu karanlık çöktüğünde hem pencerelerin hem de kapıların dış taraftan kilitlenmesi mecburiyeti getirilmiştir.

Zamanla Reform hareketlerinin de meydana getirmiş olduğu şartlar neticesinde Venedikliler Alman tüccarlar üzerinde sadece ekonomik değil kültürel kontrol de sağlamaya başlamıştır. Bu durumda varlıklı Alman tüccarlar “Alman Fabrikası” diye

41 anılan bu binanın dışına taşınıp yaşama olanaklarına sahip olmuşlardır. Tecrit uygulaması hedeflenmeyen bir sonuç doğurmuş ve tecrit edilenlerin cemaat hislerinin oluşmasına neden olmuştur. Bu duruma benzer bir şekilde, o dönemlerde Yahudilerin şehre yalnızca ticaret amacıyla girmelerine izin veriliyorken, bir zaman sonra onlar da nüfusun yarısından fazlasını oluşturmaya başlamıştır (Sennett,2008:208).

Yine yalıtılmış bir mekân gerekli olmuş, bunun için Yahudiler için de tecrit edilmiş bir bölge meydana getirilmiştir. “Ghetto Nuovissim” ismindeki tecrit edilmiş bu bölgeye Yahudilerin tek giriş sebebi sadece mal satmalarına olanak verilmesi, akşam da çıkmalarıdır. Şehrin bağlantısını sağlayan köprü de akşam olunca kaldırılarak gettonun şehirle bağlantısı tamamen koparılmıştır (Sennett,2008: 211-212). Mekânsal tecrit uygulaması, gettonun içinde bulunduğu yoksulluğu daha da arttırmıştır (Wacquant, 2011:90). O dönemde tecrit edilmiş bu mekânlar arada kalmış, sanki lanetlilerin yaşadığı topraklar olarak düşünülmektedir.

On sekizinci yüzyıl dönemi İngiltere’sindeki artan meydanlar orta ve zengin sınıflar için yeni konutlar yapmak anlamına gelmektedir. Bu sebeple yoksul kesimin arsa ve arazileri yerle bir edilmiştir. Otoriteler şehrin geliştirilmesi kılıfıyla yoksul sınıf belli yerlere yerleştirmiş; şehir düzenlenmesi ve planlanması bahanesi ile yoksulluk şehrin güneyine, Thames’in güney bölgesine ve Regent Park’ın kuzey yönüne kaydırılmıştır. Bunun sonucunda İngiliz imalatının başlama bölgesi Manchester’ın etrafındaki kasabalar işçi mahallelerinin yoğunlukla bulunduğu mahalleler olmuştur (Engels, 2010:89).

Fabrikaların iki tarafında dükkânların bulunduğu ana caddeler ve fabrika sahibi olanların villa tarzındaki konutlarıyla konumlanmıştır. Bu bölgenin civarındaki kırsal kalan kasabalar daha kötü şartlara sahipti, kötü yolları, düzensiz, çirkin konut blokları ve arka sokaklarının pisliği yaşanılası bir yerden çok uzaktı (Engels, 2010: 88). Şehrin göbeğindeki yoksulluk, gösterişli binalar ve süslü alçılar ile örtülmekteydi. Bu bağlamda Londra sınıfsal anlamda hem Paris’ten hem de Amerika’dan daha önce homojen mekânlardan meydana gelen bir şehir konumuna ulaşmıştır (Sennett,2008: 288). Zira Marx ve Engels (2013: 56) Alman İdeolojisi’nde Ortaçağ’da kentlere göçen serflerin güç sahibi olamayan ve örgütlenemeyen dağınık bir ayaktakımını yarattığından bahseder. Onlara göre kent ile kır arasında uygarlık tarihi boyunca var olan karşıtlık

42 günümüze kadar gelmektedir. Bu karşıtlık kent içindeki varklıklı sınıfların da homojen gruplar olarak bir arada yaşamaları sonucunu doğurmuştur. Bu demek oluyor ki, kent karşıtlıkları ve aynı zamanda homojen grupları barındıran, ticari faaliyetlerin belli bir grup tarafından yürütüldüğü bedensel ve zihinsel bölünmelerin kendini gösterdiği yerdir ( Marx ve Engels,2013: 56). Mekânın ele alınış biçimlerini ve kapsadığı sınırları kavramak, mekân konusuna bütünlükçü perspektiften bakabilmek adına önem arz etmektedir.

1.2.2. Mekânın Ele Alınış Biçimleri

Castells mekânı daha çok ekonomik boyutuyla ele almış, diğer kuramcılar gibi siyasi boyutuyla ilgilenmemiştir. Bundan dolayı Lefebvre’nin kapitalizm çerçevesinde ele aldığı mekân kavramının aksine bir düşünce geliştirmiştir. Kapitalizm ile beraber mekân siyasal anlamından daha çok ekonomik bir kılıfa bürünmüştür. Buna karşıt olarak Lefebvre için mekân yeniden üretim alanıdır ve bunun sayesinde kapitalizm etkisini sürdürebilmektedir. Gottdiener (2015:511) Castells’in Lefebvre eleştirisini şu şekilde ifade eder:

“Mekân, yapılı çevrenin üretilmesinde geçerli olan toplumsal ilişkileri üretilmesinde basit birer kılıf ve gerçeği gizleyen görüntülerden başka bir şey değildir.”

Marx kentsel mekânı salt işçi sınıfının yoğunlaştığı “politik” bir mekân olarak ele almaktadır. Ancak çağdaş Marksist kuramcıların bakış açısını Alptekin (2014:81) şöyle açıklar:

“Çağdaş Marksist kuramcılar, kent mekânını “mekân üretimi, mekânsal varoluş ve mekânsal ifade” kavramsallaştırmaları ile çözümlemeye çalışmışlardır. Henri Lefebvre ve Manuel Castells bu kuramcılardandır.”

Güçlü’ye (2012:265) göre mekâna ilişkin sosyal bilim kavramları iki kavramla incelenir: “Mutlakçı ve görelilikçi. Mutlakçı bakış açısına göre mekân, sosyal eylem ve insan algısına dayalı olarak bedenler ve sosyal yaşam arasındaki ikililiğe dayanır. Görelilikçi bakış açısına göre ise, mekânlar statü, değildir. Statü, güç gibi aktörlerce tanımlanan, sosyal ilişkilerce var olmaz.”

43 Bu bağlamda mutlakçı bakış açısı üç kavramı içinde barındırmaktadır. Bölge, yer ve form. Bölge olarak ele alınan mekân düşüncesi sosyal mekânı politik bir yer olarak değerlendirir. Yer olarak ele alınan mekânda ise amaç günlük olan şeyin mekânsal ifade edilme şeklidir. Kişilerin günlük yaşamları içinde sosyal faaliyetlerinin ölçülmesini sağlayan bu durum zaman mekân çerçevesi içinde değerlendirilmektedir. Mekânı bir form olarak ele alan düşünce yapılarında ise bilgiye ulaşmada bir aracı işlevini üstlenmiştir. Bununla bağlantılı olarak mekânı form şeklinde ele alan başlığın anlattığı içerik Simmel ve Kant’ın mekânla ilgili düşüncelerinde zıt değildir. Kant mekânı düzen olarak görmektedir. Simmel ise mekânı insanın bilişsel yapısına uygun bir sistem olarak ele almaktadır (Güçlü,2012: 267).

Toplumsal boyutuyla ele alındığında mekânın ikili bir yapısı bulunur. Bir taraftan toplumdaki her bir birey mekâna göndermede bulunarak mekânın içindedir. Toplumsal statü işlevi ile kendisini merkeze koymaktadır (Lefebvre,2014:199). Mekânsal bir pratik ya da eylem tüm çatışmaların üstünde konumlanmakta, kolektif sevince geçebilmeyi olanaklı kılmaktadır. Lefebvre (2014:235-237) bununla ilgili,

“Mesela tiyatro mekânında maskeler, korolar, kahramanlar oyuncu ve dille birleşir. Bir şehir dağıldığında oradaki binalar işlevleriyle birlikte baskın çıkar. Bina kendi başına koridor, antrepo, müştemilat gibi parçaları bir araya getiriyorsa, toplumsal işlevleri bir araya getirmek yerine bir bütün forma sokar. Anıtsal mekânda akustik bir hava vardır olmaması durumunda zaten bir şeyler eksik demektir. Dinsel binadaki sessizliğin bile bir musikisi vardır. Mekânsal bir dokunun özellikleri bir nokta etrafında yoğunlaşır: mabet, taht, kürsü, başkanlık sandalyesi gibi. Böylece her anıtsal mekân bir toplumun metaforik dayanağı olur.”

Bununla bağlantılı olarak Giddens (2009), mekân kavramını güç ve direniş olarak, birlikte bulunma ve bulunmama durumu olarak ele alır ve egemenlik ve muhalif hareketler süreciyle değerlendirir. Henri Lefebvre’nin mekânı ele alışı, akış kavramı üzerinedir. (Lefebvre’den akt. Güçlü,2012: 266) ise ulus devletlerinin bağlarını sorgular ve politik mekânlar üzerinden değerlendirmesini yapar.

Toplumsal mekânın çoklu bir yapısı bulunmaktadır. Soyuttur ve pratiktir, doğrudan ve dolaylıdır. Mekânsal pratikler kendi içinde birbirini yok etmez ya da birbirinin yerine geçmez. Bununla ilgili olarak dinsel mekânlar ticaret mekânları karşısında varlığını korur. Bunun yanında iktidarın mekânı gibi çeşitli mekânlar da

44 vardır. Her bir mekânın temsili ve temsil edilen mekânlar birbirlerinden ayrılırken bütünün de birliğini korumaktadır (Lefebvre,2014:276). Gündelik hayat bir yandan mekânsal özelliklere alışarak, ona adapte olmakla sürdürülürken, diğer yandan kurulan yeni çevre ile bu mekânların kullanımlarına yeni anlamlar yüklenmektedir. Yeni sosyal ortam ile şekillenen mimarinin kullanım biçimleri sosyal ilişkilerde ve sosyal çevrede de değişikliklere neden olmaktadır (Ayata ve Ayata,1996:44-45). Bu bağlamda Tümtaş’a (2012:64) göre yerleşim mekânı üzerinde kültürel anlamdaki ekonomik yapılanma ve sosyal süreçler gibi faktörler etkili olmaktadır. Yani kentlerde bulunan mekânsal konumlar ile mekânsal ayrışmalar bu gibi sosyal aktörlerden etkilenmektedir.

Mekânların kullanım biçimleri kişilerin statüsel farklılıklarını yansıtmada önemli bir veriler sağlamaktadır (Meder ve Çiçek,2012:304). Kenar mahalleler büyük kentlerde işçi sınıfının yoğunluğunu oluşturduğu yerleri meydana getirir. Engels (2010:69-70) bununla ilgili İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı eserinde yoksulların varlıklıların saraylarına yakın yerlerde, arka sokaklarda oturduğunu, ama genel olarak onlara ait birer toprak parçası ayrıldığını ve varlıklı sınıfın gözü önünde olabildikleri kadar ayakta durmaya çalıştıklarından bahsetmektedir. Ancak buna rağmen uydu kentte yaşayanlar kendileriyle aynı yaşam tarzına sahip, fikir ve kafaları birbirine benzeyen, homojen bir çevreyi arzulamaktadırlar. Bu anlamda konut tercihlerinin ekonomik olması ya da fiziki çevrenin nasıl olması gerektiği sorunu ikinci planda yer almaktadır (Ayata ve Ayata,1996: 34).

Yaşam şekli ürünlerin, mekânın nasıl kullanıldığı ile hayat bulmuş bir bileşendir ve tüm bunların sahnelendiği yer ise kentlerdir. Diğer bir deyişle kentler yaşam tarzlarının soyuttan somuta geçiş yaptığı mekânsal pratiklerin sergilendiği yerledir (Tekin,2014: 78). Kentleşme yönündeki çatışmalar daha çok göçmen, düşük gelirli, etnik farklılıklar ve azınlıklar tarafından dramatik şekilde hissedilir. Çünkü kentli, yüksek gelirli olanlar, bu dönüşümü en az zorluk ve zararla atlattıkları gibi bu durumu ekonomik ya da politik adımlar için bir araca dönüştürebilmektedir (Alptekin,2014:48-49). Bu bağlamda Castell Kent, Sınıf ve İktidar adlı eserinde Fransa’nın ilk kentsel yenileme hareketini ele almıştır. Ona göre, ulaşılmak istenen amaç Paris’teki çöküntü alanları ortadan kaldırmak değil, aksine yapılan yenilemeye rağmen binaların sağlıksız inşa edildiği sorununa çözüm bulmaktır. Ayrıca ortalamadan

45 çok yüksek yıpranma ve aşırı kalabalık konutlara sahip konutların fiziksel özelliklerinden çok buralarda oturanların toplumsal yapılarını incelemektir. Çünkü buralarda büyük çoğunlukla Cezayirli, yarı vasıflı ya da vasıfsız işçiler, düşük oranda yönetici kesim oturmaktadır (Castells, 1997:127). Castells (1997:131-136) şöyle bir sonuca varır:

“Bu program, konut farklılaşmasının gelişmesine ve keskinleşmesine, Paris kentinin daha yüksek toplumsal katmanların oturduğu bir yer haline gelmesine ve daha alt sınıfların ise yetersiz donanımlı banliyölere itilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla “Paris’in yeniden fethedilmesi” devletin mekâna müdahale etmesidir.”

Kentleşme yeni ve farklı yaşam şeklinin de oluşması demektir. Bu yeniliklerden biri de kent mekânlarındaki kafelerdir. Bu bağlamda kentin devrimci varoluşu on dokuzuncu yüzyılda hem Paris’te hem de Londra’da yok olmuştur. Kalabalıklar seyirlik hâle gelerek, kafeler de bireysel alanı oluşturan bir konfor mekânına dönüşmüştür. Kafeler kente ait mekânlar olmuştur (Sennett,2008:312). Aslında kafelerin kökeni İngiltere kahvehanelerine dayanmaktadır. Buradaki toplumsal kurallar kent mekânlarında var olan kafelere de sirayet etmiştir. Sennett (2008:311) bu kurallar ile ilgili:

“Kafelerde bir fincan kahve ısmarlamak demek, herkesle konuşma hakkını da elde tutmak demekti. Bu mekânlar insanların siyaset, günlük yaşam, iş hakkında konuşmalarına fırsat veriyordu. O dönemlerde gazetelerin de yeni yeni gündeme gelmesi mekânlardaki tartışma konularının yenilenebilmesini sağlıyordu. On dokuzuncu yüzyılda büyük kafelerin müşterileri, içeceklerin fiyatı daha yoksullara pek imkân tanımadığı için orta ve üst sınıf mensuplarıydı. Bu kafelerde kafe müdavimleri yalnız kalmaya hakkı olduğu inanışında olup, arka sokaklardaki canlı muhabbete bağlı kalan işçi sınıflarına sıkıcı gelmekteydi.”

Mekân, içinde yaşanılan toplumsal yapı ve üretim ilişkilerine ışık tutarken mekânsal değişimler de zaman içinde değişen, gelişen ya da gerileyen farklılaşma, homojenleşme gibi toplum içinde gerçekleşen pek çok oluşumları da anlamamıza olanak tanımaktadır. Mekânın ve yerin taşıdığı anlam şehirlerin oluşumuna kadar aynıdır. Şehirlerin oluşmasıyla beraber mekân ve yer ayrışması başlamıştır. Şehirleşme ile artan nüfus ve teknolojinin gelişmesi gibi gelişen pek çok sanayi dönüşümleri ile kapitalist sistem bambaşka bir ivme kazanmıştır. Dolayısıyla barınma ihtiyacının

46 karşılandığı mekânlara yüklenen anlam mimari ya da fiziki bir yapı olmaktan çıkmıştır. Bu bağlamda artık, hayatını devam ettiren kişilerin sınıfsal konumu, geliri, kültür seviyesi ve habitusu ile karşılıklı ilişkisini yansıtan bir mekânsal gerçeklikten söz edilmektedir (Şentürk,2014:85).

Sınıfsal özellikler konut kullanımını, sahiplenme ve konut değiştirmedeki farklılıkları ve bunların altında yatan sebepleri ortaya çıkarmaktadır (Ayata ve Ayata, 1996:27). Ayata ve Ayata’nın (1996) Ankara’da gerçekleştirdikleri araştırmaya göre; yüksek eğitimli kişilerin sosyal çevreleri konut tercihlerinde çok önemli bir basamaktır. Konutun ekonomik olması özellikle belirtilmiştir. Eğitimli bilinçli kadınlar kamu hayatında ve sosyal yaşamda daha çok bulundukları için piyasa şartlarını ve ekonomik ulaşılabilirlikten bihaber değillerdir. Bundan dolayı konut tercihleri piyasa şartlarına göre ekonomik olana yöneliktir. Eğitim seviyesi düşük kadınlar için konut tercihinde en önemli kriter komşuluk ilişkilerini arttırmak ve geliştirmektir. Eğitim düzeyi orta seviye olanlar ise bu durumu hem konutun fiziki koşullarının iyi olması hem de konutun kullanışlılığı açısından ele almışlardır (Ayata ve Ayata,1996:34).

Ayata ve Ayata ya göre (1996:127) kent merkezi önceden orta sınıf yapısını içinde barındırırken artık kent merkezi orta alt sınıfın tercih ettiği bir konum haline gelmiştir. Orta sınıflar ise daha çok, merkezden uzak olan villa ya da müstakil evler tarzında yerleşkeleri tercih etmektedir. Bununla bağlantılı olarak apartman ve gecekondu şeklinde iki farklı olan sosyal sınıf çeşitliliği, apartman-villa- gecekondu üçlemesi şeklini almıştır. Bununla birlikte cinsiyet, eğitim, etnik ve dinsel ayrımları da içeren kültürel, ekonomik ve ideolojik ayrışmaların kendini gösterdiği ve toplum içinde homojenleşmenin arttığı mekânlar meydana gelmekte olduğu görülmüştür (Tümtaş,2012: 68). Ayata ve Ayata’nın (1996:33) konut ile ilgili yaptığı çalışması bağlamında, orta sınıf semtlerde konut edinmede en önemli etken sosyal çevrenin uygunluğudur. Yani kendilerini ait gördükleri sosyal sınıf ve statü grubuna uygunluklarıdır.

Semtler ve sosyal sınıflar hem konutların iç büyüklüğü hem de sahip oldukları eşyalar ve konut kullanım tarzları yönünden farklılıklar göstermektedir. Bu bağlamda gecekondudan apartmana, kiracı olmaktan konut sahipliği yönünde bir ilerleme söz konusudur. Aynı zamanda bu ilerleme konut içi mekânsal kullanımlar ve eşya

47 tercihinde de belirgin şekilde kendini göstermektedir. Bununla bağlantılı olarak sosyo- ekonomik seviyesi alt gelir grubuna ait ailelerde yemek takımı hiç kullanılmaz. Ayrıca salon da eve yabancı olan misafirlerin ağırlandığı bir mekândır. Bunların dışında salonu evin sakinleri, yakın akrabalar ve dostlar kullanmaz. Burada ağırlanan konuklarla ilişkiler daha yüzeysel ve resmidir, evin mahremiyetini sağlamak adına salonda ağırlanan misafir evin diğer bölümlerini göremez.

Salon bir nevi kamu ve özel arasında köprü işlevi görür. Sosyo ekonomik seviye yükseldikçe, konut içi alanda da büyüme söz konusudur. Ve yükselen sosyo-ekonomik koşullar ile de konuttan kaynaklı şikâyet oranı da azalmaktadır. Salonun diğer odalardan daha gösterişli olması, içinde bulunulan toplumsal çevreye kendini ispat etmek amacıyladır. Bundan dolayı dikey toplumsal hareketlerin gerçekleşmiş olduğu bir grupta gösterişe yönelik dekorasyona rastlamak çok olasıdır. Bunun yanında salonun nasıl kullanıldığı gecekondu ve apartmanın sosyal yapısını ortaya koyduğu gibi, kullanılan eşyalar da sahip olunan kültürel sermaye farkını göstermektedir (Ayata ve Ayata,1996:41). Orta sınıfa ait olmak demek salon takımının olması anlamına gelmektedir. Eşyalar ne kadar çok ve büyükse prestij sahibi olmak da o derece artmaktadır. Ancak gecekondu tarzı konut yapısında ise bu durum tam tersi yaşanmakta çünkü gecekondu konut tipi salon eşyalarının yerleşmesi ve kullanılması açısından sorun yaratmaktadır. Bu bakımdan gecekondularda salon eşyasına sahip olma oranı düşük olmaktadır.

Sınıf atlama isteği ve diğer gruplara özentilik duyulması sebebiyle, apartman dairelerine geçmek salonu ve eşyaları sergileyebilmek adına atılan doğru bir adımdır (Ayata ve Ayata, 1996:42). Ayata ve Ayata ‘nın yaptıkları çalışmaya göre analiz edilen semtler içindeki evlerin odalar bir ila dört oda arasında değişmekte, beş odalı eve nadir rastlanmaktadır. Tipik konut tarzı üç odalıdır. Ancak bu durum gecekonduda değişmektedir. Gecekondu türü konut tipindeki oda sayısı apartman konut tipindeki oda sayısına kıyasla daha azdır. Bunun yanında yeni orta sınıf semtlerdeki evlerin oda sayısı üç ve üzeridir (Ayata ve Ayata,1996:40). Gecekonduların hemen hemen hepsinde misafir odası bulunmaktadır. Ancak burası sadece misafirlerin gelip kaldığı değil, fazla eşyaların üst üste koyulup kullanıldığı bir oda vazifesi de görmektedir.

48 Ayata ve Ayata’nın yaptığı çalışma bağlamında alt toplumsal sınıfta yer alan aileler çocuklarının sosyo-ekonomik olarak kendilerinden yüksek statüye sahip ailelerin çocukları ile birlikte okursa daha fazla tüketim ihtiyaçlarının olacağını ve çocuklarının da karşılanamayan ihtiyaçları yüzünden eksiklik yaşayacaklarını belirtmişlerdir. Bunun yanında sosyo- ekonomik seviyesi yüksek aileler çocuklarının kültürel ve ekonomik sermaye bakımından daha alt düzeydeki ailelerin çocuklarıyla bir arada olmasını istememektedir. Bunun sebebini ise kendi çocuklarının okuma isteklerinin önünde engel oluşturabileceği ve kötü arkadaş çevresi endişesinden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Yapılan araştırma bağlamında orta ve alt sınıfa mensup çocuklu ailelere göre evin fiziki yapısı ve kullanışlılığının yanı sıra çevre de önem arz etmektedir. Hem içinde bulundukları sosyal sınıfın önemli bir kriteri olduğu için, hem de çocuklarının muhatap olduğu çevreyi kontrol altında tutabilmek için sosyal çevrelerine ayrıca dikkat etmektedirler (Ayata ve Ayata,1996: 33).

Harvey (2011) “Umut Mekânları” adlı eserinde Baltimore şehri üzerinden mekân irdelemesi yapmaktadır. Eserinde eskiden insanlar şehrin karışıklığı ile ilgili birtakım problemlerle karşılaştıkları takdirde çözüm bulabileceklerine yönelik olumlu tablo çizerlerken, yakın dönemde bu problemin içinden çıkılmaz hâl aldığını anlatır. Bu şehir ülkedeki en iyi okullara sahip olmasına rağmen hepsi özel okuldur. Devlet okulları acınacak hâldedir. Eğitimsel kaynaklara şehirde yaşayan çoğu çocuk ulaşamamaktadır. Üst sınıfa mensup aileler ise şehirden ayrılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki pek çok bölge gibi Baltimore şehri de hızla dışarıya doğru yayılmaktadır. Kentin dışına doğru yayılma burjuvanın hayal ettiği bir durumdur (Harvey,2011:171). Harvey (2011) Baltimore şehri ile ilgili gözlemlerini şu ifadelerle aktarır:

“1952 ve 1960’larda inşa edilen toplu konutların tamire ihtiyacı olduğu gibi aynı zamanda suç oranlarının ve diğer anti sosyal davranış şekillerini arttırmaları nedeniyle suçlanıyordu. 1990’lı yıllarda buralar yıkılıp yerine banliyö tipi bir mimariye sahip kapalı site görünümlü yerler yapıldı. ABD’de giderek daha çok insan kapalı sitelerin güvenli uzamlarında yaşamayı seçiyor. Baltimore da bu gidişattan payını alıyor, şehir sınırları dâhilinde veya dışında gittikçe daha fazla site inşa ediliyor.” Harvey’in bu ifadeleri, mekânların giderek nasıl değişip, dönüştüğü ile ilgili verilere ulaşabilmeyi olanaklı kılmaktadır. Mekânların bu fiziksel ve toplumsal dokusuna yeni

49 kaynaklar eklenince toplumsal eşitsizlikleri ve ayrışmaları artmaktadır. Bu bağlamda kaynaklara ve konut alanlarına ulaşmada farklılaşmalar tüketim anlamında da ayrışma ve bölünmeye sebep olmaktadır (Gündoğan,2014:248).

Lefebvre, Mekânın Üretimi adlı eserinde, mekânın kendisi ile mekân kavramını alt yapı -üst yapı kavramlarının dışında değerlendirir. Ona göre mekânsal ayrım; emekte, tahakküm ilişkilerinde ya da üst yapının işleyişinde yani ilişki düzeylerinin herhangi birinde de ortaya çıkmış olabilir. Dolayısıyla Lefebvre “Mekân eşitsiz bir şekilde her yerde görülür” der (Lefebvre,2014:25). Gündelik hayatta içinde bulunduğumuz her mekân bir apartmanın odası, sokağın köşesi, pazar ya da kültürel alanların kullanımı mekânsal birer pratiğe örnektir. Bu her bir kelime toplumsal mekânı tanımlar (Lefebvre,2014:46).

Toplumsal yaşamının devamını olanaklı kılan üretim ile üretim tarzı, mekânsal değişim ve dönüşümleri belirleyen bir etkiye sahiptir. Bundan dolayı ekonomideki değişimin kendini gösterdiği en şeffaf olgu mekânlardır (Şentürk,2014:84). Şehirleşme mekânları şekillendiren biçimlendiren bir süreçtir (Alptekin,2014:28). Aslında şehirleşme denilen şey kapitalizm ile birlikte oluşmaya başlamıştır. Ve kapitalizm tüm mekânsal formlara yeni bir anlam kazandırmıştır. Kapitalizm kendini göstermeye başladığı zamandan şu anki zamana kadar toplumsal yeniden üretim ile alâkalı pratik ve süreçlerin sürekli değişmesini gerekli kılan bir üretim şekli olduğu için mekânın yanında bunun anlamı da sürekli değişmektedir (Harvey,1997:230). Bu bağlamda zamanla değişen sadece mekânların özellikleri değildir, teknoloji, küreselleşme, kapitalizm, modernizm vb. mekânlarla kurulan ilişkileri de değiştirmiştir. Eğlence yerleri, fitness salonları, restoranlar hepsi birlikte toplumda kamusal baskı araçlarını da oluştururlar (Meder ve Çiçek,2012:291). Ayrıca bu mekânlar ayrışmaları, farklılıkları ve sınıfsal konumları da dışa vurmaktadır (Meder ve Çiçek,2012:309). Bu sebeple mekânlarda kapitalizmin varlığının ve gündelik yaşamla eklemlenerek nasıl görünür olduğunun irdelenmesi, çalışmanın bütünselliği açısından önemlidir.

1.2.3. Kapitalizmin Mekânlarda Varoluşu

Kent mekânlarına farklı anlamlar ve özellikler katarak mekânların birer cazibe merkezi olmasında küreselleşme ve sanayinin gelişmesinin çok büyük etkisi vardır. Bu

50 durum rekabeti arttırdığı için üretilen her şeyin de birer meta olarak ticari bir anlam kazanmasına neden olmuştur. Kentler günlük yaşamın yapısında stratejik bir öneme sahip olmaya başlayınca birer meta hâline dönüşmüş ve kentsel problemler de gittikçe daha siyasi boyutlara ulaşmıştır. Bu durum sonucunda kent, karşıtlıkların ve toplumsal çelişkilerin kaynağını oluşturmakta aynı zamanda bu çelişkiler toplamına da bağımlı olmaya başlamaktadır (Castells,1997:123). Kentsel çelişkiler kapitalist toplumlarda, siyasal ve toplumsal alanın merkezindedir. Bunun sebeplerinden biri kent ideolojisinin hâkim sınıfların lehine genişlemesidir. Bu durum sınıflar arası çelişkileri normalleştirir ve doğal birer durummuş gibi gösterir. Sınıf farklılıklarını mantığa bürüyerek insalcıl bir çerçevede ve mekânsal şekillerin toplumsal nedenselliğini ortaya koyarak yapar (Castells (1997: 161). Kapitalizmde gücü elinde bulunduranlar için mekân doğal bir olgu olarak, günlük anlamların da atfedilmesiyle doğallaştırılmış bir hâle gelir (Harvey,1997:229). Kapitalizmin gelişmesi ölçüsünde mekân ve zamanın ekonomik boyutla yani parasal olgularla sıkı sıkıya bağlı olduğunu anlamak daha da kolaylaşır. Bunlar meta üretimleri için tüm pratiklerin oluşmasını sağlayan aracılar hâlini alır (Harvey,1997:268) Bu bağlamda kapitalizmde kent ile ilgili tüm politikalar sermayeyi besler denilebilir (Gündoğan,2014:254).

On dokuzuncu yüzyıla kadar İstanbul’un mekânsal yapısı pek değişim göstermemiş, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren şehrin görüntüsünde farklılaşmalar meydana gelmiştir. Ulusal ve uluslararası ticarette ara kent konumundaki İstanbul bu dönemden sonra Avrupa yakasındaki Galata-Pera, Taksim- Şişli gibi bölgelerde ve Anadolu yakasındaki Kadıköy- Bostancı bölgelerinde gelişen modern yapıların yapımına şahit olmuştur (Arıkanlı Özdemir, 2013:396). Aslına bakılırsa Türkiye sınırları içindeki mekânsal ayrışmaların temelinde doğrudan kapitalist sistemin yer edinmesi ve bu sistemle oluşan adaletsiz gelir dağılımı, sosyal güvencenin olmayışı, eğitim gibi sosyo -ekonomik eşitsizlikler bir yandan etnik, dini ve kültürel farklılaşmalar gibi kimlik boyutunda da farklılaşmalar bulunmaktadır (Tümtaş,2012:108). Bunun yanında Türkiye’de kentsel mekânların genişleyebileceği alan kısıtlıdır. Bundan dolayı Amerika’da bulunan banliyöleşen kentlerle Türkiye’de karşılaşmak neredeyse imkansızdır (Alptekin,2014:55).

51 Yirminci yüzyıl ile birlikte, temsil mekânlarında da birtakım değişimler gerçekleşmiştir (Lefebvre,2014: 143). Bazı ülkeler sanayileşmeyi yavaşlatarak sanayileşme ile yerle bir olan kendilerine ait yaşam biçimleri, konutları ve temsiliyetlerini korumaya çalışmışlardır (Lefebvre,2014:145). Bu bağlamda yetmişli yıllarda Amerikan hükümeti tarafından siyahiler ve beyazlar arasında sınıfsal bölünmenin kentsel sınırı yeniden belirlenmiş adeta tecrit bölgesi oluşturulmuş, yardım edilmeye muhtaç ve iş bulamayan insanların sayısı artmıştır. Ne var ki siyahi orta sınıfa mensup kişiler ile işçi sınıfı kesiminin ağırlıkla yoğunlaştığı kesim, gettonun dış çevresinde bulunan ayrı ayrı mahallelerde ikamet etmekteydiler (Wacquant, 2011:74). Göçmenlerin oldukça fazla bulunduğu New York’un Village bölgesi 1970 senelerinde İtalyanların, Yahudilerin, Yunanlıların oluşturduğu bir yerdi ve burada aileler varoş durumda yaşamaktaydı. Diğer bir taraftan bölgenin diğer kısmı oldukça bakımlı cadde ve evlerin olduğu, güvenlik içinde yaşayan bir topluluğu oluşturmaktaydı (Sennett, 2008:321). Mekânsal farklılaşmanın böylesine görünür olduğu durumu Sennett (2008:321) şu sözlerle ifade eder:

“Günümüzde de hala MacDougal Caddesi’nde turistlerle iç içe yaşayan İtalyan aileleri görülüyor. Cemaatin güzel ev ve apartmanlarında, ucuz evlerini korumuş olan ve kendilerinden daha genç ve daha zengin yenilerle iç içe yaşayan yaşlılar oturuyor hala. Jakobs’ın döneminden beri Village’nin batı yakasında bazı turistlerin tacizlerine rağmen yaşayan büyük bir eşcinsel cemaati serpildi. Mac Dougal Caddesi’nde turistlerin tek yaptığı şey birbirlerine bakmaktır. Caddeyle aynı seviyedeki dükkanların üzerinde oturan İtalyanlar, aşağıda kimse yokmuş gibi karşı binalardaki komşularıyla konuşurlar. Village’ın yaşamında farklılık ve kayıtsızlık yan yana var olur, sırf çeşitlilik insanları etkileşime girmeye teşvik etmez. Modern kentli bireyciliğin gelişimi içinde birey şehirde suskunlaşmıştır. Sokak, kafe, mağaza, trenler, otobüsler ve metro konuşmaktan çok bakışılan yerler haline gelmiştir.”

Ayrıca kenar mahalleler New York gibi İngiltere’de de ülkenin en büyük kentlerine konumlanmış bir sıra üzerine dizilmiş tek ya da iki katlı yapılar şeklinde, bazıları konut olarak kullanılan bodruma sahip, legal olmayan kulübelerden meydana gelmektedir. Sokaklar kaldırımdan yoksundur. Sokaklar engebeli, inişli çıkışlı, çöplerin ve hayvan pisliklerinin doldurduğu yerlerdir. Düzensiz yapılanma sebebiyle şehrin hava akımı da kısıtlanmıştır. Sokaklar ve binalar güzel havalarda çamaşır kurutmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu mahallelerden biri, Londra’da bulunan St. Giles’in sonundaki

52 kenar mahalledir. Burası kentin nüfusunun en yoğun olduğu bölgedir. Bu mahalle eğri büğrü üç dört katlı konutlardan oluşan ve kirli sokaklara sahip bir mahalledir. Sokaklarda caddelerde pazar vardır, tüketilemeyecek kadar kötü meyve sebzenin doldurduğu büyük sepetler zaten dar kaldırımları daha da geçilmez bir duruma sokmaktadır (Engels,2010:70).

Evler tavandan tabana daha doğrusu bodrum katına kadar insanla doludur, kapılar ve pencereler kullanılabilir değildir ki zaten penceresi olan ev de çok nadirdir. Sokakların her tarafında çöp yığınları ve kül pislikleri bulunmaktadır. Ortak mekânda hayatı paylaşanlar burada hırsızlar ve fahişelerdir ve bu grup birbirine karşı ayrım gözetmeden birlikte yaşar (Engels, 2010:70-71). Bunun yanında fabrikaların olduğu kentlerde de durum benzerlik taşımaktadır. Pek çok fabrikanın bulunduğu Nottingham bölgesinde konutlar lağım kanalları üzerine kurulmuştur ve kanallar sadece tahta parçaları ile kapatılmıştır (Engels,2010:81). Ayrışmanın boyutunu sergilercesine toplumdan kesitler sunan mekânlar piyasa ekonomisinin de bu ayrışmadan nasıl ve ne boyutta etkilendiğini açığa çıkarır (Meder ve Çiçek,2012: 309). Bu sebeple sınıfsal ayrışmaların neden olduğu tecrit edilme biçimlerinin mekân özelinde nasıl görünür olduğunun açığa çıkarılması, yapılacak çözümleme bağlamında da anlamlı veriler sağlayacaktır.

1.2.4. Mekânsal Tecrit Biçimleri

Yoksulluk kadar zenginliğin üretildiği mekânlar ile ilişki içinde olan mekânın değişimi ve kentsel ayrışma birbiriyle paralel ilişki içinde bulunmaktadır. Bu bağlamda sınıfsal farklılıkların ve ayrışmaların konut tercihlerindeki yansıması konutların büyük olup olmaması ile kendini göstermektedir. Sınıf grubu orta alt gelir olan kişilerin yaşadığı semtlerde büyük konut çok bulunmamaktadır. Oysa orta ve üst sınıflarda konut büyüklüğü grafik büyüdükçe artmaktadır. Yani sosyo-ekonomik düzey arttıkça konut büyüklüğü de artmaktadır (Ayata ve (Ayata,1996:38). Bu bağlamda zenginliğin üretim şekilleri incelenirken lüks konut yerleşmelerini ele almak doğru verilere ulaşmada değerlidir. Bu yerleşimler ekonomik olarak yüksek toplumsal gruplar için mekânsal anlamda tüketim söylemlerinin hayat bulduğu alışveriş merkezleri, sağlık ve güzellik kompleksleri, restoranlar ile güçlü bir bağ kurar (Aksoylar, 2013:95)

53 Eğitim düzeyi yüksek orta sınıflar şehrin kalabalığından uzak, daha az heterojen ve kendi sınıfsal konumlarıyla paralel olan kişilerin yer aldığı mekânlarda hayatlarına devam etmeyi istemektedirler (Ayata ve Ayata,1996:116). Her grubun kendi statüsündeki grupla birlikte olmasına neden olan bu durum, her bir sınıfsal grubun kendi sınıf yapısının dışında bulunan gruplardan ayrışmak ve farklılaşmak isteğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu ayrışmayı isteyenlere göre, düşük sosyal ve ekonomik sermayesi olan sınıflar kültürlü, uygar davranamamaktadır ve ayrıca onlar sadece kendilerini düşündükleri için bencil davranarak çevreye de yarardan çok zararları dokunmaktadır. Tabii tek durum sadece yüksek seviye sınıfsal statü sahibi olanların duyduğu rahatsızlık değil, aynı zamanda bunun tam zıttı, alt sınıfların da üst sınıfların varlığından duydukları hoşnutsuzluk da çevresel tercihi etkilemektedir. Üst sınıflar alt sınıflar için ve özellikle alt sınıfa mensup çocuklara karşı büyük bir tehdit oluşturmaktadır zira alt sınıftaki bir çocuk üst sınıf çocuğun sahip olduğu imkânlara sahip değildir ve bu ise alt sınıfta bulunan çocuğun gelişimi açışından uygun olmamaktadır. İçinde bulunduğu sınıfsal şartlardan kurtulmak ve daha yüksek bir statüde bulunmak isteyenler olduğu gibi, varlığını alt sınıfsal gruplardan da soyutlamak isteyenler şeklinde kalıplaşmış bir kitle kendini göstermektedir (Ayata ve Ayata,1996: 125). Buna bağlı yaşam alanlarından kaynaklı fiziksel ayrışmalar mekânsal ayrışmalara neden olan başka bir unsurdur.

Günümüzde büyük kentlerde site şeklindeki yerleşimler güvenlikli alanlar sunmakta, bununla bağlantılı olarak zengin ile yoksul arasındaki uçurum bu mekânsal farklılaşmayla artmaktadır. Bu bağlamda kentsel dönüşümün ilk kez hayata geçirildiği Ankara’daki projeler ile kent merkezlerindeki varoş mahalleler çözülmesi gereken birer problem olarak lanse edilmiştir. Problem olarak görülen bu durumun çözümü ise o bölgede yaşayan insanların bölge dışına itilerek oradaki mekânlar üst gelir grubuna bırakılmıştır. Ayrışma gelir durumu farklılığı ile başlamış, hayat tarzı ile devam etmiş ve mekânsal ayrışma ile son bulmuştur. (Tümtaş,2012:127-129). Şentürk ve Işık’a göre (2008:139) mekân;

“Bir toplumdaki sınıfsal yapıya dayanan, eşitsiz güç ilişkilerinin bir aracı ve örüntülü bir ifadesidir. Eşitsiz güç ilişkilerinin normalleştirilip, sıradanlaştırıldığı, gündelik yaşamın içinde eritildiği bir alandır.”

54 Kente ait mekânsal biçimlerin yanı sıra içinde var olduğu topluma ait olan mitler ve toplumsal yapılarla olan ilişkileri irdelemeyi gerekli kılmaktadır. Var olan baskın üretim biçimi mekânların üretimi ve örgütlenme biçimlerinde önemli bir role sahiptir. Bununla ilgili olarak kapitalist üretim ilişkilerinin nefes aldığı toplumlar için mekân üretilen ve tüketilen bir olgudur. Kapitalist sosyal ilişkilerde mekânla ilgili yapılan pratikler toplumsal ilişkilerin yapısını ortaya koyduğu gibi sosyal hayatın aldığı şekli de belirleyen önemli pratikler bütününü oluşturmaktadır (Tümtaş,2012:18). Bu sistemin devamlı kılınmasını sağlayan şey ise üretimin sürekli devam ediyor olması, yeniden üretimdir (Tümtaş, 2012:14).

“Zaman ve mekanın yeniden örgütlenmesiyle kapitalizm, bunalım dönemlerini yenebilmekte ve yeni bir birikim döneminin temellerini kurabilmektedir.” (Tümtaş, 2012:15). Kentsel dönüşüm olarak bilinen yenileme, restore etme faaliyeti uydu kent ya da gecekondu gibi mekânların dönüştürülmesi olarak bilinen güncel bir kavram formuna bürünmüştür. Sözü geçen kentsel dönüşümün gerçekleşmesi ve yenilenen mekânların piyasada tüketilmesinde gelişen teknolojik olanaklar da yadsınamaz. Dolayısıyla mekânların tüketim şekilleri de farklı şekillerde olmaktadır. Temel ihtiyaçların ötesinde kişiler en çok eğlence, iş mekânlarında vakitlerini geçirmektedir, bu ise daha fazla tüketim ihtiyacının oluşması demektir (Meder ve Çiçek,2012: 290- 291).

Konut ya da mülk sahipliği en belirgin ekonomik eşitsizlik göstergesidir. Bu durumla ilgili Castells (1997:35) mülk sahibi olmak sadece ekonomik boyut bakımından değil toplumsal anlamda da birtakım kaygılar meydana getirir demektedir. Bu sebeple konut sahibi olmak salt ürün sahibi olmanın yanında toplumsal statünün de sergilenmesidir diyerek aslında konut sahipliğinin barınma ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında toplumsal ilişki aracına evrilmesini ele almaktadır. Ancak bu durum devletin sosyal konut projeleri ile gerçekten konuta ihtiyacı olan toplumsal grupların yaşayış biçimlerinin hâkim sınıfların olmadığı yerlere ve mekânlara kaçış yolu olarak görmesine ve yoksul kesimi bu alanlara bağımlı kılmasına neden olacaktır (Castells, 1997:38). Bu bağlamda mekânın ve mekânsal tekellerin oluşum yolu açılarak yalnızca metaların mekânda izlediği değişim bağlamında değil aynı zamanda bu

55 mekânsal yerlerin niteliği de emek fazlasının yok edilmesine sebep olacaktır (Harvey, 2013:88).

Şehirde yoğunlaşan burjuva sermaye yoğunlaşmalarına neden olmaktadır. Bu durum kent merkezlerinin küçük, orta ya da büyük şehir ve sanayi şehri gruplaşmaları şeklinde ayrışmaları da beraberinde getirmiştir. Sanayi şehrin dışa doğru ilerlemesini ve ulaştığı yerde niteliği bozulmuş yerleşim mekânlarının oluşmasına olanak vermektedir. Oluşan bu durum işçi sitelerinin ve banliyölerin artışını da tetiklemektedir (Lefebvre,2015:26). Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde şehir toprakları mekânsal olarak daha da yayılma göstermekte bu durumda insanlar genişlemiş topraklar üzerinde sermaye sahiplerinin kurmuş olduğu üretim tesislerinde çalışıp üretim yapmak ve oraya yerleşip yaşamak için mekânsal olarak uzak konumlara yerleşmek zorunda kalmaktadır. Bunun sonucu olarak şehir merkezleri daha çok plaza, ofis tarzı çalışma merkezleriyle dolmakta, şehrin merkezi yoksullara terkedilmekte ve bu yerler zamanla gettoya dönüşmektedir (Lefebvre:2015:28).

Modern mekânsal pratikler neo- kapitalizmin de etkisiyle gündelik gerçeklik ile kentsel gerçeklikleri ve bunlarla ilintili mekânları birbirine bağlamaktadır. Yani demek oluyor ki, modern mekânsal pratikler gecekonduda yaşayan birinin gündelik hayatıyla ya da lüks bir yalıda yaşayanın gündelik hayatıyla tanımlanmaktadır (Lefebvre,2014:67- 68). Mekânsal sorunlar mimari, kamusal binaların mimarisi veya klasik mimari olarak sınırlandırılan mekânları aşmaktadır (Lefebvre,2014:178). Bunun sebebi kapitalizm ile birlikte mekânların anlam ve sembolleri mekânların içinde pratik yapma imkânı bulmasıdır. Kent içinde yoksulların yaşadıkları yerler kamusal yetersizliklerin olduğu, konut açıklarının yaşandığı, yolların asfaltlanmadığı, sağlık ve eğitim olanaklarının yetersiz olduğu mekânlardır. Toplumsal yaşamdaki zıtlıklar bir yandan temel ihtiyaçlarının eksikliğini yaşayan, kentin dışına, harabe yerlere yerleşmiş emekçi sınıf, diğer yandan yüzme havuzu, saunası, hamamı olan siteler içinde yaşayan, alışveriş merkezli kentin dışında yaşayan üst sosyo-ekonomik statüdeki ve alım gücü yüksek sınıfların bulunduğu mekânlar yer almaktadır.

Kentlerdeki ayrışmanın en belirgin boyutu da güvenlikli site örnekleridir. Lüks siteler, havuzlu- güvenlikli yerler şeklindeki tanımlamalarla hepsinin farklı adları olmasına rağmen ve ortak yönleri de dış çevreye kapalı yerleşmeler olmasıdır

56 (Ulutaş,2013:33). Mekân üzerinde kapitalizm giderek yoğunlaşmakta ve kendi değer yargı ve kurallarını çalışan kesimin yaşadığı yerlere empoze etmektedir (Şengül,200:15). Bu durum kapitalist sistemin lehine işleyerek mekânların içlerini soyut anlamlarla doldurmakta ve yeniden üretiminde basamak sağlamış olmaktadır. Kentler küreselleşmenin sonuçlarını en yoğun yaşadığı ve bunun etkilerinin en fazla gözlemlendiği yerlerdir. Bu bağlamda küreselleşme ile kentlerin toplumsal yapısı değişmiş, buralardaki farklı sosyo-ekonomik sınıfların daha da ayrışmalarına sebep olmuştur. Nüfus ve ekonomik faaliyetlerinde artması ile farklı sosyo-ekonomik özelliklere sahip bireyleri barındıran kentsel mekânda yaşam alanları da somut bir hâl almıştır (Ertürk ve Karakurt Tosun,2009:38). Bu ayrışma temelli yaşam tarzı ötekileştirme olgusunu da tetiklemiştir (Akgün, 2014:72). Akgün (2014:72) Harvey ve Lefebvre’nin mekânsal pratikler ile ilgili tavsiyede bulunduğu noktaları şu sözlerle aktarır:

“Mekansal pratikler, toplumsal ilişkilerin yeniden üretimi ve dönüşümü süreçleriyle yakından ilgili olması nedeniyle, Harvey (2006), bu pratiklerin kavramsallaştırılması gerektiğinden bahseder ve bu kavramsallaştırmada, Lefebvre (1991)’in ‘Mekânın Üretimi’ kitabında öne sürdüğü toplumsal üretimin sonucu üretilen mekanın üç boyutunu (yaşanan, algılanan ve hayal edilen) kullanır.”

Akgün (2014:73), ekonomik, sosyal ve politik yaklaşımları barındıran ifadeleri ele alarak mekânsal pratiklerin toplumsal pratiklerle olan ilişkisini incelemek için bir analiz yapmıştır. Bu analize göre kavramların mekânsal üretimlerle olan ilişkisini, mekânın ekonomi politik bağlantılı pratikleri ile kavramlar ve sosyo mekânsal davranış ile bağlantılı kavramlar şeklinde iki alt başlıkta toplamıştır.

Çalışmada sembolik sermaye, panoptik mekân, kentsel asimilasyon, post metropol şeklinde ele alınan kavramlar birer toplumsal üretimler olup, bu kavramların toplumsal pratiklerde nasıl tanımlandığı, deneyimlendiği, algılandığı ve hayal edildiği sorunsalı analiz edilmekte ve mekânsal üretimlerle etkileşimleri sonucu oluşan pratikler açığa çıkarılmaktadır. Buna paralel olarak mekânsal pratiklerin mekânsal ayrışmayı tetiklediği üzerinde vurgu yapılmıştır. Bu kavramlar mekânın onunla ilgili olduğu iddia edilen pratiği ile ortaya çıkan kavramlardır. Deneyimlenen algılanan ve hayal edilen

57 pratikler mekânsal pratiklerin bütününü içeren ve mekânsal farklılıkla ilişkisini irdeleyen başlıklardır.

Toplumsal pratikler ve mekânsal ayrışmalar birbiriyle paraleldir. Bu bağlamda konuyla da bağlantılı olarak bu ilişki incelendiğinde ötekileştirme, homojenite, farklılaştırma, sınıfsal farklılıklar, statü, sosyal statü gibi kavramlar ayrışmanın ve farklılaşmanın kavramsal sonuçlarını vermektedir (Akgün,2014:80). Bu kavramların var olmasını ve aktarılmasını sağlayan sistem ise ideolojidir; dolayısıyla mekânsal ayrışmaların ideolojiden uzak tartışılması mümkün gözükmemektedir.

1.2.5. İdeolojinin Mekân Yoluyla Aktarımı

Kapitalizmin gelişmesi ile var olan mekânlar ele geçirilmemiş ya da yok olmamıştır, sistem dönüşüm içinde kendi mekânını üretmeyi başarmıştır (Lefebvre,2014:331). Mekân ve toprak kaybolmamış, sanayi üretimince sömürülmemiş, tam tersi kapitalizme entegre olmuştur (Lefebvre,2014:330). Küresel sermayenin kent mekânlarını ele geçirmesi ve devlet gibi otoritelerin de sermaye sahipleri lehine yol çizmeleri, toplum içindeki mekânsal ve toplumsal ayrımı daha da tetiklemektedir (Gottdiener,2015:130). Yoksulların yaşadığı mekânlar daha çok kamusal hizmetlerin ulaşmadığı, eğitim sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu, konut yetersizliğinin yaşandığı, ulaşım anlamında kötü imkânlara sahip olunan, neredeyse tüm sosyal hizmetlerden mahrum kalan kişilerin yaşadığı mekânlardır. Mekâna sahip olan kişi kullanım değerine de sahiptir. Yalnızca üç boyutlu bir cismi, reklamlarla sembolikleşen bir cismi satın almamakta, kendi mekânına eğlence, kültür, iş merkezlerine bağlayan mesafeyi de satın almış olmaktadır (Lefebvre,2014:343).

Mekânsal farklılaşmalar ile mahallelerin zengin mahalle fakir mahalle olarak bölünmesi, kentsel eşitsizliği hem arttırmış hem de o sınıfa ait insanları da açığa çıkarıp, afişe edilmelerine neden olmuştur. Aslında bu farklılıklara neden olan şey yine toplumsal sınıfın kendisidir (Kaygalak,2001:131). İdeolojik aktarımın sağlandığı yerledir mekânlar. İktidarda olanları meşruiyet kazandıran, normalleştiren ve tebaaya gerekli şeylerin iletimini gerçekleştiren bir araç işlevindedir. Ayrıca mekânlar ideolojinin aktarıldığı, ideolojinin egemen üretim ilişkilerine organik olarak bağlı

58 olduğu yerlerdir (Yeşilkaya,2003: 19). Wacquant (2011:21) yaşanılan mekân ve o mekânda yaşayanlara atfedilen anlam ile ilgili şunları söyler:

“Brezilya’da favela etiketi, proleteryanın kentle bütünleşmesi açısından sağlam limanlar sağlayan “ragresif sanayisizleşme” kurbanlarının giderek suç etkinliklerinin ve bunların yarattığı şiddetin tahakkümü altında bırakılan kayıt dışı bir sokak ekonomisine terk edildiği durağan işçi sınıfı mahalleleriyle, grup yaftası ve kolektif yozlaşmayla tanımlanan “marginais” adacıklarını birbirine karıştırır ve birbirine eritir. Bu gibi yerler düşük vasıflı işgücü havuzu görevi görür. Ayrıca artık siyasal ve ekonomik bir faydası olmayan nüfusun barındığı bir ambar gibidir.”

Etnik ve ırksal ayrıştırmanın yaygınlaştığı pek çok Amerikan şehirlerinde gettoların yaşadığı mekânlarda suç oranlarının arttığı gözlemlenmiş olup bu anlamda sadece deri renklerinin farklılığı sebebiyle potansiyel suçlu olarak parmakla gösterilen yerler bulunmaktadır (Wacquant,2011:71). Bu duruma İstanbul’un Bağcılar, Esenler, Küçükçekmece gibi sosyo ekonomik düzeyi düşük, eğitim ve istihdam sağlayanların az, madde bağımlılığının fazla olduğu bu semtlerin aynı zamanda potansiyel suçluları barındıran yerler olarak görülmesi örnek olarak verilebilir (başkahaber.org:2013). Bu bağlamda gettoların yaşadığı yerler ile ilgili problemler ve ayaklanmaların sebebi sadece ırksal yoksunluğun göstergeleri değil, bunun yanında sosyo- mekânsal eylemlerin de var olmuş şeklidir (Gottdiener,2001:265).

Kentsel mekânlar her ne kadar kişilere özgürlükler sunuyorsa da dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de sınıfsal ayrışmaları daha marjinal bir konuma taşımasıdır. Bunun yanında da devlet kapitalizmin vermiş olduğu itici güç ile soyut olan mekânlar üzerinde kontrolü sağlamakta, denetimi altına alarak ekonomik ve siyasal olarak hâkim konumda olmaktadır. Özenle tasarlanan bu mekânsal yapılara fiziksel özellikleri bakımından el almaktan ziyade simgesel anlamları ve çağrışımsal alt metinleri ile değerlendirmek gerekmektedir. Kent kapitalizmi içinde bulunduğu mekân ve tükettiği mekânsal anlam bağlamında kendisini o sistemin içinde bir parça olarak düşünüp, dâhil olduğu toplumsal yapının dışında olan herkesi de dışlama eğiliminde olmaktadır (Meder ve Çiçek,2012: 310-311). Bu açıklamaya örnek olarak, sermaye sahiplerinin tekelci örgütlenmesi birbirleriyle çıkar anlamında ilişkili olan kurumların da mekânsal olarak yayılmasına ve konut alanlarının alışveriş merkezleri etrafında toplanması verilebilir.

59 Ortaya çıkan bu tablo ayrışmanın sergilendiği bir alandır. Ayrıca belli bölgede toplanmış konut alanları o çevrede belli konumdakilerin oturmalarına olanak tanırken, içinde bulunduğu toplumsal yapı ile bütünleşerek toplumsal pratiklerini konumsal kurallar çerçevesinde gerçekleştirir. Bununla ilgili olarak Castells (1997:42);

“Hızlıca büyüyen ücretli işçilerin düzeylerinin farklılaşmasına ve mekânsal olarak statü açısından gerçek ayrımcılığa yol açarak bunlara geniş sembolik bir teşhir alanı haline gelmektedir.”

Kentleşme kapitalizm ile birlikte farklılıkları, ayrışmaları beraberinde getirmiştir. Ancak bu durum bölgesel ya da mahalle bazında homojenleşmeye neden olmaktadır. Burada bir paradoks söz konusu gibi gözükse de kentleşmenin getirdiği heterojen toplumsal yapı, ayrışma temelinde toplumsal homojenleşmeye neden olmaktadır. Öyle ki iktidarların hükmettiği mekânlar da çeşitlilikten yoksun, sosyal etkileşimin yüzeysellik boyutuna ulaştığı birer mekânlar olma potansiyeline sahiptir. “Foucault için mekan, bir iktidarın alanı ya da kabı için bir mecazdır” (Harvey,1997: 239) Farklılıkların mekânları olarak da bilinen heterotopik mekânlar erklerin tekeliyle silinmeye karşı karşıya kalmıştır. Bu süreç toplu konut projeleriyle ya da anlaşmalı projelerle gerçekleştirilmektedir. Kent içi mekânsal ya da sosyo ekonomik ayrışmalar zaman zaman iktidarlara rant sağlamış, bu anlamda çözüm odaklı sonuçlardan ziyâde, kısa süreli çözümler üretilmiştir. Bu anlamda Türkiye’de kentleşme süreci tam olarak Özal döneminde serbest piyasanın belirgin olarak kedini göstermesiyle başlamıştır. Bu dönemde serbest piyasa iş adamlarının lehine bir yön çizmiştir. Ve iş adamları büyük çaplı gayrimenkul yatırımlarına girişmişlerdir. Yeni bir sınıfsal yapının var olmaya başladığını fark eden yatırımcılar, bu ayrıcalıklı sınıflara yönelik evler tasarlamışlardır. Ayrıcalıklı bir dünya satın alan bu kişilere, gymcenter’ların, sinema salonunun, kulüplerin olduğu minik bir dünya olarak nitelenebilecek bir yaşam alanı sunulmaktadır (Bali, 2015:115). Bali (2015:113) ayrışma ve ayrıcalıkla ilgili olarak sitelerin ortaya çıkışını şu şekilde açıklar:

“Sitelerin ortaya çıkmasında kentli elitlerin iki değişik arayışı etkiliydi. Birincisi gökdelenimsi binaları ile yavaş yavaş Manhattan’ın soluk bir kopyasını andırmaya başlayan hareketli, kalabalık ve aynı zamanda taşralaşan İstanbul’dan uzaklaşıp nefes alınabilecek yeşil alan arayışıydı. Diğeri ise güneş ışınlarını geçirmez camlarla kaplı iş merkezlerindeki

60 odalarından çıkınca kalan çok kısıtlı serbest zamanlarını en iyi şekilde yaşama arzularıydı. … Seçkinler her zaman ayrıcalıklı yaşamaya alışmış kişiler olduklarından kendi düzeylerine uygun konut arayışı sürecinde gösterdikleri müşkülpesentlikte yüzde yüz haklı olduklarına inandılar.”

Seçkinlerin oluşturduğu bölgelerde yaşayanların oluşturduğu dünya, “aynılıklar” dünyasıdır. Buna paralel olarak Foucault “Heterotopia” Lefebvre ise “Heteropy” kavramlarını kentlinin kamusal alanını yeniden okuyabilmek adına kullanmışlardır (Çavdar,2018:943). Heterotopia ve heteropy arasındaki önemli ayrım, heteretopia’nın güç ilişkileri, heteropy’nin sınıf çatışması ile ilgili olmasındadır. Heterotopy ekonomik tabanlı bir sözcük iken, heterotopia sosyal tabanlıdır (Çavdar,2018:950). Bu anlamda ister “heteropy” ister “heterotopia” kavramları irdeleniyor olsun, mekânsal ve zamansal tüm toplumsal pratikler toplumsal problemlere karşı asla tarafsız bir bakış açısında olamazlar. Bu pratikler sınıfsal ya da toplumsal mücadelenin alanını oluşturmaktadır.

1.3. SINIF VE MEKÂN ARASINDAKİ İLİŞKİ

Mekânlar sınıfsal ilişkileri açığa çıkarma anlamında önemli veriler sağlar. Bununla ilgili olarak mekânlar sadece bireylerden oluşmaz; özellikle ve en önemlisi çeşitli kültürel ve sosyal sınıfları da barındıran ilişkilerin toplamı olarak kendini gösterir. Sadece fiziksel olarak bahsedilen mekâna herhangi yer ya da yerlerden ziyade, içinde bulunulan sınıf ya da toplumun yaşam biçimlerine göre değer atfedilmiştir. Ayrıca heterojen bir yapıya sahip olmakla birlikte, sermaye sahiplerinin sermayelerini arttırmak için mücadele ettikleri bir alan özelliği de taşır. Mekânın oluşumu toplumsal, kültürel ve bilhassa üretim tarzı ve süreçleri etrafında temellenir. Bu anlamda mekânsal biçimler cansız birer olgu olarak değil, toplumsal süreçler etrafında oluşmuş ve toplumla bütünleşmiş süreçler olarak ele alınmalıdır (Tümtaş, 2012:9). Yaşamsal faaliyetlerin farklılaşması gibi her mekânın da yaşayışı farklılıklar göstermektedir. Bu sebeple bir apartman dairesindeki yaşam ile bir gecekondudaki yaşam aynı değildir (Alver, 2007:85).

Mekânsal ağın kapsadığı her birey o toplumsal süreçlerle bütünleşmiş ve toplumun kurallarını benimsemiş sistemin birer parçası haline gelmiştir. Urry’e göre (1999:42-43) Lefebvre mekânların tarafsız ve pasif bir yapıya sahip olmadıklarını belirtmektedir. Mekânlar üretilen ve yeniden üretilen yerlerdir. O mekânları üç anlam

61 bütünlüğü ile değerlendirmektedir. İlki mekânsal pratiklerdir ve bu durumu en doğru açıklayan sermaye pratikleri ve mülkiyet kavramlarıdır; ikincisi ise mekânın temsilleri, mekânı örgütleyen, bilgi sağlayan ve planlayan devlet gibi erklerdir; sonuncu olarak üçüncü kavram ise mekânın kolektif yapılanması ve pratikler karşısındaki direnişsel etkileridir. Urry (1999:98) bu anlam bütünlüğü çerçevesinde özellikle Lefebvre’nin kapitalizm şartlarındaki mekân ile ilgili konularıyla ilgilendiğini söylemektedir. Bundan dolayı belirli bir biçimdeki konutun konumu politik bakımdan anlamsız değildir, kapitalizm bu açıdan konutu ve işi birbirinden de ayırmış olur.

Lefebvre’nin savunduğu mekân teorisi, sınıf mücadelesinden uzak değil tam aksine köklü eylemlerle birlikte mekân üretimi gerçekleştirmenin önemini ortaya koymaktır (Gottdiener,2015:516-517). Bu bağlamda hem sınıfların ilişki içinde bulunduğu hem de gündelik yaşamda kapitalist ilişkilerin yeniden üretildiği alanlar olduğu için kentler önemli mekân konumundadırlar. Ancak burada önemli bir nokta bulunmaktadır. Kentleşme kavramı ile kapitalizm ya da modernizm kavramları karıştırılmamalıdır. Kentlerin büyümesi genişlemesi elbette makineleşme ve kapitalist girişimlerin varlığından ayrı değildir. Ancak sanayi ve kapitalist düzen öncesinde bulunan ve kent özelliği gösteren mekânlar da vardır (Sencer,1979:85).

Kentlerin sosyal, toplumsal ve ekonomik yapıları sanayi öncesi ve sanayi sonrası şeklinde bir ayrımla açıklanabilir. Kent olgusunu ele alırken değinilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Sanayi öncesi kent dokusu ve sanayi sonrası kent dokusu bu çalışmada kent kavramının anlaşılmasında önemli bir yer tutar. Buradan hareketle, Sjober (2002) “Sanayi Öncesi Kenti” adlı çalışmasında kentsel örgütlenmeden bahseder. Örgütlenmeyi ekolojik, ekonomik ve toplumsal örgütlenme olarak üç kategoriye ayırır. Ekolojik örgütlenmeyi açıklarken, sanayi öncesi topluluklarının tarımda makineleşme olmaması nedeniyle tarımsal faaliyetlerin hayvanlarla yapıldığı, üretilen malların el emeğiyle üretildiği, evlerin tıpkı atölyeler gibi işlev gördüğü bir süreçten bahseder. Bunun yanında ekonomik örgütlenme, üretimin sağlanmasında ve hizmetlerin üretilmesinde hayvan ve insan gücüne bağımlılığı anlatır. Ayrıca bu örgütlenmeyi sanayi sonrası örgütlenmeden ayıran faktör tıpkı ekolojik örgütlenmedeki gibi makine ile üretimin yapılamıyor olmasıdır.

62 Sanayi öncesi kentlerde sistemli olmaksızın bireylerce yürütülen, meslek gruplarının oluşturduğu lonca adındaki ekonomik etkinlikleri denetleyen bir yapı da bulunmaktadır. Toplumsal örgütlenme sanayi öncesi kentlerde sınıf ve aile yapısı ile ilgili açıklama yapma imkânı sunar. Toplum içindeki seçkin ve alt gruplar arasındaki ayrım ile bulundukları kademelerin derecelerine göre toplumsal yapının şekillenmesini sağlayan toplumsal örgütlenme tarzı, akrabalık ilişkileri, çocuklar arası farklılıklar, evlenme usulleri gibi toplumsal yapıyı içeren kuralları ve işleyişleri açıklar (Sjober,2002:39-48). Bu bağlamda sanayi öncesi kentlerin içsel düzenlemesi kentin ekonomik ve toplumsal yapısıyla yakından ilgilidir. Bu bölümde üzerinde durulan içerik, sınıf ve mekân arasındaki ilişki olduğu için, sanayi öncesi kentsel örgütlenme ile ilgili detaylı incelemeye girilmeyecektir. Kent ile ilgili Wirth (2002:78) şöyle der:

“Kent yalnızca, günümüz insanına daha büyük oranda iş ve yerleşim olanakları sunan bir yer değildir, aynı zamanda dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir.”

Bu tanımına paralel olarak, kent barındırdığı çeşitlilik ve farklılıklar sebebiyle heterojen bir özelliğe sahiptir denilebilir. Ayrıca kentleşme süreci toplumsal değişme ve biçimlenmeyi de beraberinde getirir. Korkmaz Yaylagül’ün (2008:67) doktora çalışması kapsamında ele aldığı Ankara’nın Birlik ve Şentepe Mahalleleri’nin gecekondudan apartman yaşamına geçiş süreçlerini anlattığı çalışmasında, aile reislerinin kente göç ve gecekonduya yerleşme süreçlerinde yaptıkları işlere bakıldığında ya ücretli vasıfsız işçilik ya da kendi emeğiyle geçinen küçük esnaf olarak çalıştıkları verisine ulaşılmıştır. Bu bağlamda kent istihdâm sağlama anlamında da kompleks bir yapıya sahip olduğu için kır topluluklarından farklılaşır (Sencer,1979:3). Hayatın yoğunluğu kent mekânıyla tasvir edilir. Kentte varoşlar, gettolar, mahalleler, semtler, uydu kentler, güvenlikli siteler, gökdelenler gibi kente özgü tüm kentsel mekânlar vardır (Alver, 2007:56) Ayrıca kent farklı mahalle ve semtleri meydana getiren büyük toplumsal farklılaşmaların da sebebidir. Farklı mekânsal yerlerde yaşayan semt sakinleri arasındaki ekonomik, kültürel ve sosyal ayrışmalar da kentteki keskin toplumsal farklılaşmayı yansıtır (Sjoberg,2002:40).

63 Kent yaşayan bir olgudur. Ayrışma ve farklılaşmaların kökenleri de kentlerin dönüşümleri analiz edilerek ortaya çıkarılır. Kentleşme bu dönüşümün sürecini aktarır. Bu süreç sınıfsal farklılaşmayı hızlandıran ve ayrışmaları gözle görünürlük boyutuna taşıyan bir bütünü oluşturur. Bu bağlamda Türkiye’de kentleşmenin irdelenmesi ve kentleşme sürecindeki mikro ve makro olaylar da göz önüne alınarak dönemsel bir bakış açısının sağlanması, kentleşme olgusu çerçevesinde sınıfsal ve mekânsal ilişkinin kurulması açısından önem arz etmektedir.

1.3.1. Türkiye’de 1923-1960 Yılları Arası Kentleşme Süreci

1923-1960 yılları arasında sürekli bir şehirleşme hareketi görülmekle beraber nüfusun oldukça büyük bir kısmı hâlâ köylerde yaşamakta ve tarımla uğraşmaktadır. Bunda en temel etken tarıma açılmış arazilerin ve makineleşmenin olmamasıdır. Böylece kente köylerden göç yoğunluğu yaşanmamıştır (Devlet Planlama Teşkilatı,1963:7-8). 1950’li yıllar ve öncesinde Türkiye’de kapsamlı bir kentleşme eğilimi olmamasına rağmen özellikle 50’li yıllardan sonra hızlı bir kentleşme süreci başlamıştır (Sencer,1979:75). 1950’li yıllara kadar kentleşme anlamında hedeflenen ulus-devlet merkezli bir kentleşmenin olmasına rağmen, bu durum karşısında kentte yer edinen yeni yoksullar kendi sosyo-mekânsal konumlarını oluşturmuşlardır.

1.3.2. Türkiye’de 1950-1980 Yılları Arası Kentleşme Süreci

1950-1980 yılları aralığı tarımsal anlamda desteklerin alındığı bir dönemdir. Tarımsal alanlara yönelik bu destek politikaları kırsal alandaki nüfusu arttırıp sabitleyemediği gibi kente olan göçlerin daha da fazlalaşmasına neden olmuştur. Makineler ile insan gücüne duyulan ihtiyaç azalmış bu ise daha çok kişiyi iş bulmaya itmiştir. Bu ise kentlere yoğun göçle birlikte gecekondu sayısında da artışa neden olmuştur. Bu bağlamda Türkiye’de kentleşme hareketinin başlıca kaynağı, kente yönelik göçlerdir. Kır nüfusunun tarım kesiminde işgücünü değerlendiremeyerek harekete geçmesi ve içgöçler yoluyla kentlere yönelmesiyle kentleşme oranı giderek artan bir hızla yükselmiştir (Sencer, 1979:71-72). Altyapı problemleri olan, çarpık konumlanma ile oluşan gecekondular kır yaşamına yakın davranışlar sergilemekte ve hali hazırda var olan orta sınıfın yaşamını tehdit etmiştir (Şengül,2009:124).

64 1980 yılından önceki dönemlerde orta sınıflar kentlerin biçimlenişi ve kentsel ilişkiler anlamında etkili olmuşlardır. Kentleşme ile beraber oluşan ilk konut tiplerinden olan apartmanlar birden fazla mahallenin bir araya gelmesi gibi bir yapıda inşa edilmiştir. Bu konut tipi ilk zamanlarda modern seçkinlerin tercih ettiği bir konut biçimidir, bu sebeple apartmanda yaşamak statü açısından önemlidir (Alver, 2007:89- 90). Bu anlamda apartmanlaşma olarak tabir edilen üst-orta sınıfların tercih ettiği, gecekondu tarzı yapıların tam karşısında yer alan mekânlar da Türkiye’nin kentleşme sürecinde mekânsal olarak ele alınması gereken olgulardır. Apartmanda yaşamak ile gecekonduda yaşamanın toplumsal ve fiziksel farklılıklarından Işık ve Pınarcıoğlu (2011:103) şöyle bahseder:

“Gecekondu kaçaktır; apartmanlar ise ruhsatlıdır, imar kurallarına uygundur. Gecekondu plansızdır; apartmanlar planlıdır. Gecekondu altyapıdan ve temel gereksinimlerden yoksundur; apartmanların altyapı sorunları daha yapım aşamasında çözülmüştür. Gecekondularda kente yeni göçenler, marjinal kesim yaşarken, apartmanlarda modern orta sınıf yaşamaktadır.”

Gecekondu apartmana göre tıpkı burada yaşayanlar gibi kentin yasal olmayanı, dışlananı ve problemlisi olarak görülmüştür. Bu anlamda apartmanların var olduğu yerlerdeki üretim ilişkisi de gecekonduları bitirmek için piyasa ile örgütlenmiş durumdadır. Yani bu duruma gecekonduları bitirmek için sermaye sahipleri ve konut alıcı orta sınıfların yaptığı iş birliği demek yanlış olmaz. Gecekondu bölgeleri, 1980’li yıllardan sonra yoğun bir şekilde apartmanlaşmaya ve ticarileşme şekline bürünmüştür (Özensel, 2017:356).

1.3.3. Türkiye’de 1980 Yılı Sonrası Kentleşme Süreci

1980’li yıllara kadar muhafaza edilmiş ekonomi politikası,80’li yıllardan sonra ihracatın teşvik edildiği hem ekonomik hem de siyasi anlamda emek gücünün kentleşme özelliği kazandığı 60’lı yıllardan tamamen farklılaşmıştır. Artık sermayenin hegemonyasını sürdürdüğü bir kentleşme dönemine girilmiştir. Bu bağlamda kapitalist kentleşmenin gelişmesi ve ilerlemesinde en önemli aktör sermaye olmuştur. Kentlerdeki yatırımlarda ihaleleri alanlar sermaye sahipleri olmuş, böylece kaynak aktarımı da yine sermaye sahiplerine yapılmıştır (Şengül,2009:137-149). Bu dönemlerde nüfusun büyük

65 bir çoğunluğu kentlere göç edenler olarak yaşamına devam etmiştir. Yine bu dönemde Türkiye’de hiç olmadığı kadar gelir kutuplaşması yaşanmıştır. Ayrıca o döneme kadar rastlanmamış bir farkla zengin ve yoksul arasında kültürel anlamda da bir set çekilmiştir (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:125-126). 1990 yılında İstanbul’a yönelik göçlerle ilgili, göç edenlerin eğitim seviyesi düştükçe tercih ettikleri mekânlar Bayrampaşa, Eyüp, Pendik, Bakırköy, Kağıthane gibi iş imkânının esnek ve düzensiz olduğu ilçeler olmuştur. Buna karşın yüksek eğitimli kişilerin tercih ettiği ilçeler Kadıköy, Adalar, Üsküdar ve Beşiktaş olarak belirlenmiştir. Eğitimi yüksek kesimin tercih ettiği yerler kentin en varlıklı ve yaşanabilirlik anlamında imkân sağlayan yerleriyken, düşük eğitimlilerin esnek iş olanaklarını oluşturduğu alanları tercih etmesi, toplumsal farklılaşmanın göçler yoluyla aynı toplumsal grupları birleştirdiğini de göstermektedir (Güvenç,2000:111)

Kent kapitalist ilişkiler bağlamından koparılarak, bağımsız bir mekân şeklinde ele alınamayacağından dolayı, hüküm sürdüğü kentlerde mekânsal ayrışmalar ve farklılaşmalar, temel ihtiyaçlara ulaşımda da ayrışma ve farklılaşmalara neden olmuştur (Sencer,1979: 55). Bu anlamda şartlar ve imkânlar öyle bir oluşmuştur ki, içinde bulunulan sınıfsal yapıda o sınıfın özellikleri ve varlığı yeniden üretilir. Beyaz yakalı bir çalışanın yine beyaz yakalı olanlarla ilişkisi, mavi yakalı çalışanın da mavi yakalı olanlarla ilişkisi iki tarafın da içine bulundukları ortak mekânlarda üretilmesi bu yüzdendir (Harvey,2002:162).

Kapitalist sistem, yeniden ürettiği sınıfsal özelliklerle paralel olarak, kente göç etmiş ya da kentte yaşayan ancak gecekondu konut tipinde yaşamını sürdüren bireylerin, varlığını dayanışma ile devam ettireceğinin farkında olarak işler (Alver,2007:64). Sencer bir çalışmasında kente yeni göç edenlerin barınmak için başvurdukları yolun, toplumsal yaşayış ve içerik bakımından kendileriyle uyumlu akraba ve hemşehrilerle oturmak olduğunu belirtir. Kente yeni göçenler kendilerinden önce kente göçen akraba ve hemşehrilerinden güç bularak birbirlerine yakın yerlerde konutlarını inşa ederler (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:117). Bu anlamda dayanışma ve ortaklık özellikle kente göç edenlerin başvurduğu bir güvence yoludur. Işık ve Pınarcıoğlu (2011:149) “Nöbetleşe Yoksulluk” adlı çalışmasında kente göç edenlerin birbirleri üzerinden ortaklıklar kurmalarını şöyle anlatır:

66 “Kente önceden gelmiş göçmen gruplar ile kentte imtiyazlı konumda bulunan bazı grupların kente daha sonradan gelen kesimler ile diğer imtiyazsız gruplar üzerinden zenginleşmeleri yoksulluklarını bu gruplara devredebilmeleri sonucunu doğuran ilişkiler ağıdır.”

Burada üzerinde durulması gereken şeylerden biri de kurulan ortaklıkların herkese eşit fayda sağlayan sonuçlar doğurmadığıdır. Bir taraf kazanırken ya da daha iyi bir şarta geçiş yapmışken diğer taraf geldikleri konumdan daha alt şartlarda yaşama mecburiyetinde kalır. Birbirlerinin eşitsizlikleri üzerinden kurulan bu ortaklık, kapitalist sistemin varlığını devam ettirmesi için gerekli bir durumdur. Buradan hareketle kente göç edenlerin barınma anlamında dezavantajlı bir konumda oldukları söylenebilir. Çünkü yeni kentlilerin barındıkları konutlar fiziksel olarak yetersiz donanımlara sahiptir. Bu yapılar kentin diğer yüzündeki konutların sahip olduğu tüm imkânlardan yoksundur.

Kent merkezleri, tüm ekonomik ve toplumsal ilişkilerin bir araya toplandığı yerdir. Bu nedenle nüfusun aşırı yoğunluk kazandığı kent merkezlerinde, tarımsal faaliyetler yerini çeşitlenen ve farklılaşan örgütlenmiş etkinliklere bırakmıştır. Bu çeşitlilik ve farklılık sadece meslek türleri anlamında değil aynı zamanda meslek gruplarını da içine alan bir katmanı meydana getirmektedir (Sencer,1979:271). Kentlerin mekânsal anlamda ayrışması, o yerdeki yoksulluk, güvenlik problemleri, kent içinde artan suçlar, gecekondu mahallelerindeki artan varoşluk, kentleşme ve dolayısıyla globalleşme sürecinde kentlerin başına musallat olan bir sorundur. Aslında oluşan bu yerler kapitalist sistemin ve ekonominin varlığını tekrardan üretebilmesi açısından bağımlı olduğu bir sürecin sonucudur (Aytaç,2013:68-69). Florida (2017:18- 19) “Yeni Kentsel Kriz” adlı eserinde 2008 ekonomik krizinin yaşandığı dönem Amerika’daki kentsel kutuplaşmadan şöyle bahseder:

“…Araştırmam yüksek düzeyde ücret eşitsizlikleri olan metropolleri – San Francisco, Washington DC ve New York- aynı zamanda en gelişmiş yaratıcı ekonomilere sahip metropolleri olduğunu ortaya çıkardı. Ne var ki bu yeni bölünmeleri belgelerken bile bu şehirlerin ne kadar hızlı yayılacaklarına veya ne kadar derinden kutuplaşacaklarına dair hiçbir fikrim yoktu. On yıldan biraz daha fazla bir süre içinde haklarında öngörüde bulunduğum şehirlerimizin ve kentsel alanlarımızın yeniden canlanması azgın bir soylulaşmaya ve pahalılığa

67 yol açıyor, yeni gelen varlıklarla hayat mücadelesi veren, uzun süredir yerleşik olanlar arasında derin yarıklar açıyordu.”

Gecekondu kesiminin kentin resmi olarak yaşayanlarının nüfusuna yaklaşması ikili yapının varlığını belirginleştirmiştir. Bu anlamda Florida yeni kentsel kriz olarak ele aldığı konu içinde mega kentlerin diğer şehirler karşısında derinleşen ve giderek artan bir uçurum haline dönüştüğünü belirtir. Bu durum kazananları olağandışı kazanmaya ve karşılanamayacak duruma gelen konut fiyatlarıyla karşı karşıya getirmektedir. Farklılaşmanın arasındaki uçurumun bu kadar çok büyümesiyle en kötü durumla karşılaşanlar daima yoksullar, mavi yakalı işçiler ve hizmet işçileri olmuştur (Florida,2017:30-31).Bu uçurumun bir ucunda çok uzun süredir varlığını devam ettirmeye çalışan kentin yoksul bireyleri, arada kalan ve kentin paylaşılmasında kendine pay çıkarmaya çalışan, kent çeperindeki arazilerde gözü olan orta sınıflar, diğer tarafta ise kentin en gözde yerlerini mülkiyetine katan, özel güvenlikli sistemler ile yüksek korunaklı duvarlar ardında yaşayan üst sınıflar bulunmaktadır (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:128). Büyük kentlerde oluşturulan lüks villalar, steril alışveriş merkezleri ve bu düzlemde paralel bir hat üzerindeki mekânlar; gecekondunun, gettoların, varoşların yan yana olduğu ve bunların birer renklilik ya da zenginlikten öte, burada yaşayanları adeta kamplaştırılmış bir konuma getirilmesiyle sonuçlanan bir durumdur (Aytaç,2013: 90).

Ekonomik olarak yüksek statüde bulunanların yaşadığı konutlar onların taleplerine yönelik projeler oluyorken, alt ekonomik statüdekiler mecbur oldukları için yaşamlarını imkânsızlıklarla dolu çevrede ve konutlarda geçirmektedirler (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:147). Yoksul mahalleler daha çok kent civarında yer edinmiş, kent içinde de bazı yerlere konumlanmıştır. Bu anlamda yoksulların konut için yer seçimi, daha çok gözden ırak, yüksek yerler, tepe ve dağların vadileri ile yasal olarak yerleşime uygun olmayan rantın ulaşmadığı merkezlere uzak yerlerdir (Ocak,2007:140). Yoksul sınıfın yaşamak için mekân bulması sonucu fiziksel bir uzaklık oluşmuştur. Kentlerin çok dışında girişlerinde ve çıkışlarında bulunan köy gibi görünen yerleşmeler, kentle olan kültürel, siyasi, sosyal faaliyetleri de mesafelendirmiştir. Derme çatma evlerde, inşaat malzemesinin yanı sıra teneke, naylon gibi malzemelerin kullanıldığı,

68 çevresinden sanayi sitelerinin kanalizasyon sularının geçtiği arada kalmışlığın hayat bulduğu bir mekândır.

Diğer uzaklık olarak ele alınabilecek mesafe de kültürel ve sosyal mesafelerdir. Kentin içinde bulunan ancak zamanla yıkılma aşamasına gelmiş konutları mekân bellemiş yoksul sınıflar, kentle iç içe olmasına rağmen kentliyle herhangi bir ilişki kurmamaktadır. Son olarak değerlendirilebilecek mesafede yoksul ile varlıklı ya da durumu daha iyi olan gruplar arasında fiziksel bir mesafe yoktur hatta aynı mahallede ve aynı apartmanda yaşamlarını sürdürürler. Ancak her ne kadar aralarında fiziksel olarak mesafe olmamasına rağmen hiçbir kültürel ve sosyal ilişkileri de yoktur. Bu gruplar orta sınıf apartmanların bodrum katlarını ya da kapıcı dairesini yaşamak için mekân olarak tercih etmek zorunda kalanlardır (Ocak, 2007:141-143).

Konut projelerinin, özellikle lüks konut projelerinin inşa edilme amacı 90’lı yıllardan sonra değişiklik göstermiş; kentten farklı bir hayat tarzı yaratma, kentin o tüm kötü yanlarından temizlenmiş, koruma altında olan mekânlar inşa etme amacı güdülmüştür. Yapılan projeler ile fiziksel olarak yalıtılmış dünyalar oluşturulmuştur. Bunların en güzel örnekleri kente uzak olmanın ama yine de kentte var olabilmenin bir yolu olan güvenlikli sitelerdir. Öyle ki siteler tamamen teller ve duvarlar inşa edilerek, girişlere özel güvenlikler tutularak ve güvenlik kameralarıyla 24 saat izlenen bir dünya olmuşlardır (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:146-147). Bu yapılar yine kentleşmenin ileri boyutlarında kendini göstermiş olup sınırları net olarak belirlenmiş, özel firmalarca yapılmış, neredeyse yaşamsal tüm imkânların sağlandığı yerleşkelerdir. İçinde otoparkları, tenis kortları, havuzları, alışveriş yapılabilecek yerleri ve hatta okulları bulunan, her bir sitenin de yöneticisinin bulunduğu konut kompleksleridir (Ayata, 2012:39). Steril bir yaşam sunan, güvenlik önlemleriyle çevrelenmiş, yabancı ya da gelmesi istenmeyen kişilere kapalı mekânlara güvenlikli siteler örneği verilebilir. İki farklı hayat göstergesi sunan bu mekânlar sınırlar içinde var olan hayat ve sınırların dışında var olan olarak ayrılmış şekilde görünür durumdadır (Alver,2007:14).

Yeni orta sınıflar, medeni bulmadıkları gruplardan soyutlanmayı ve aralarındaki teması kesmeyi tercih etmektedir. Çünkü onlara göre kent düzensizdir; yere atılmış çöpler, yanlış park edilmiş araçlar, cadde başlarındaki dilenciler, sokaklardaki çukurlar orta sınıflar için kentte bulunmama sebeplerindendir. Ayrıca kent yabancıların ve

69 tehlikenin bir arada olduğu, kargaşa ve sürekli mücadele peşinde koşturulan bir yerdir (Ayata, 2012:42). Işık ve Pınarcıoğlu (2011:148-149) bu duruma paralel olarak şunları belirtir:

“İstanbul’da çok yüksek bedellerle, tüm kötülüklerden arınmış, bir rüyalar ülkesi sunmayı vaat eden site tarzı yerleşimlerin en dikkat çekici olanı Kemer Country’dir. Burası camdan bir dünya, dışarıdan hiçbir kötülüğün giremediği düşler ülkesidir adeta. Burada yaşamın bir ayrıcalık olduğu ve çok az kişiye nasip olan bu şansı elde etmek ve kente yakın ama kentin mikroplarından arındırılmış sterilize bir ortamda yaşanacağı teması, bu sitelerle yerleştirilen tahayyülün temel yapı taşıdır.”

Güvenlikli siteler seçkinlik kavramı etrafında şekillenen bir konum etrafında oluşurlar. Bu konumda olma isteği baştan aşağı ekonomik, sosyal ve toplumsal farklılaşmaya sebep verir (Ayata, 2012:109). Yaratılan ayrıcalıklı bir dünya ile kentin tüm karmaşasından uzaklaşacağı vaat edilir. Bu anlamda varlıklı sınıflar konforlu bir hayatı hak ediyor iken, yoksul sınıfların sürekli bir mücadeleyle geçen yaşam şekilleri meşrulaştırılır.

Sınıfsal farklılıkların beraberinde getirdiği yaşanılan mekânların kullanımı, yoksullarda eksiklik ya da karmaşa olarak kendini gösterir. Yoksulun konut içinde kullandığı eşyalardan giydiği kıyafetlere kadar sahip olduğu şeyin çoğu, birileri tarafından ikame edilmiş şeylerdir. Bununla ilgili Ocak (2007:159-163) yaptığı araştırma kapsamında şunları aktarır:

“Yoksul başını sokacağı bir ev bulduğunda, bu sefer de bu evin içine koyacağı eşyayı almakta sıkıntı çeker. Yoksulun evindeki eşya eskiliğinin yanı sıra bazen o kadar azdır ki, buranın bir ev olduğun hissetmek zorlaşır. Yoksulun evinde eşyaların az ya da boğucu derecede çok olmasının yanı sıra, bu eşyaların eski olmasının sonucunda gündelik yaşam sağlıklı biçimde sürdürülemez.”

Yoksulun kentle ilişkisi sınırlıdır. Çalışan kesim dışındakiler yaşadıkları mahalleden pek dışarı çıkmazlar. Balkon ya da bahçe ne evin içi ne de dışıdır, buralar ara mekânlardır (Ocak,2007:165). Yoksulluk problemi bu anlamda mekânsal ayrışmaların somutlaştığı ve kendini gösterdiği bir kavramdır. Çünkü yoksul gruplar mekânsal anlamda uç kesimlerde bulunurlar, kentin dışlanmış ya da kent içindeki yıkıntı alanlarda yaşamlarını devam ettirirler (Aytaç,2013:89).

70 Yoksullar çoğunlukla yaşantılarını apartmanda değil de tek katlı gecekondularda kapı önü ya da bahçe gibi ara mekânlarda zaman geçirirler. Özellikle kadınlar havanın müsait olduğu her dönemde ev işlerini bahçeye taşır. Yazları akşamüstü hava serinleyince battaniyeleri yere serip ailecek burada otururlar (Ocak,2007:167). Bu anlamda ortak mekânsal yaşam, bireyleri ortak eylemler gerçekleştirme yönünde birleştirmiştir. Kentlere göçenler iki üç nesil sonra bir takım kültürel ve sosyolojik dönüşüm yaşamışlar; ancak bu dönüşüm beklenen şekilde olmamıştır. Göç ettikleri yerlerin kültürel ve sosyal kimlik özelliklerinin de ardından getirerek, hemşehrilik adıyla kendi kültürlerini koruyan bir mekanizma oluşturmuşlardır (Tekeli,2001:51). Can (2007:294), “Şanlıurfa’da Yoksulluk Manzaraları” adlı çalışmasında, köyden kente göçenlerin köy yaşantısındaki alışkanlıklarını aynen devam ettirdiklerinden bahseder. Bulunulan mahallelerdeki hayvan nüfusundan, hayvanların evin bahçesinde doğal olarak yaşadıklarını belirtir. Özellikle dikkat çekilen nokta ise, kente yeni gelmiş bir aileyle, çok daha önce gelmiş aile arasında yaşam olarak hiçbir farkın olmamasıdır. Bu durumda mekânsal değişmenin sınıfın sosyal yaşantısındaki değişime etki etmediği görülmektedir. Bu anlamda gecekondu olarak nitelendirilen yapılar aslında göç edenlerin geleneksel yaşantılarının devamı olarak bilinse de göçün aldığı bölge oraya yerleşen grupların geleneksel hayat tarzının etkisiyle çevrelenir. Bu bağlamda Can (2007:299), kent merkezinin içindeki gecekondu yaşamıyla ilgili şunları aktarmaktadır:

“GAP’ın çehresini değiştirdiği söylenen Urfa’da klimalı traktörlerden, bilgisayar kontrolünde duş alan ineklerden bahsediliyor ama kenar semtlere girdiğinizde “başka bir değişen yüz” karşınıza çıkıyor. Hemen hepsi briketten yapılmış avlulu ve birkaç göz odadan oluşan evler. Önemli bir bölümünde zemin toprak ve tuvalet dışarıda. Her hanede en az on kişi yaşıyor. Az sayıda olsa da Urfa il merkezinde mağarada yaşdayan insanlar bile var, şehrin kenar mahallelerinin ulaştığı tepelerdeki doğal mağaralarda.”

Yoksul yaşam şekilleri ithamına maruz kalanlar mahalle, gecekondu, getto, varoş gibi kavramlarla da bu mahkûmiyet olgusu içinde hapsedilirler (Alver,2007:23). Yoksul için ev bir mahkûmiyet mekânıdır ve yoksulluğun en yoğun şekilde tecrübe edildiği mekân da yine evdir (Ocak,2007:171). Bunun tam karşısında duran, daha çok varlıklı ailelerin tercih ettiği ve tüm aile bireyleriyle birlikte yaşanılan daima statüsel olarak bir anlam ifade eden konak türü konut mekânıdır. Konakta lüks bir hayat vardır, bu anlamda konağı kaybetmek sahibinin de tüm sosyal statüsünü kaybetmesi anlamına

71 gelir (Alver,2007: 87). Ancak yoksulun evini kaybetmesi ile statüsü arasında hiçbir paralellik yoktur. Yoksul, çağdaş kentlerde yaşama stratejilerinden mahrumdur ve yaşam alanı bir tür “getto” ya doğru evrilmektedir. Dışarıdakiler açısından “girilmez bölge” içerdekiler bakış açısıyla “çıkılmaz bölge” dir gettolar (Aytaç,2013:98). Mekânlar dışlanma, ayrımcılık ile gettolaşır ve gettolaşma için de bu keskin hattın açıkça görünür olması lazımdır. Aslında bu açıdan bakıldığında gettolardaki ayrıştırma ve dışlanmanın sonucu olarak türdeşlik söz konusudur denilebilir (Alver, 2007:68).

Ötekileştirme ve farklılaştırma kavramlarının kentte görünür olduğu yerlerden biri de kentsel dönüşüm adı altında gerçekleştirilen soylulaştırma projeleridir. Soylulaştırma kent merkezlerinde harabeye dönmüş mahallerin yenilenmesi, içindeki yoksulların temizlenerek yeniden kentlileştirme çalışmalarına verilen addır (Alver,2007: 24). Kentsel dönüşüm olarak adlandırılan mekânsal ticarileşme sürecinin, temizleme ya da mikroplardan, parazitlerden arındırma projesi olarak ifade kazanması, gecekonduda ya da yoksulluk içinde yaşayan gruplara yönelik alçaltıcı bir ifadedir ve ayrışmanın ciddi boyutlarda olduğunu göstermektedir (Şentürk,2017:382). Davis (2007: 125) “Gecekondu Gezegeni” isimli kitabında, dışlanmışlık ve yoksulluk kavramlarını mekân kavramı bağlamında irdelemiş, mekânsal olarak tecrit edilmek istenen grupların da bilinçli olarak yaptırımlara maruz kaldığını ifade etmiştir. Bu anlamda Davis şöyle der:

“Kentsel ayırmacılık donmuş bir statüko değildir, devletin "ilerleme", "güzelleştirme", hatta "yoksullara toplumsal adalet sağlama" namına düzenli müdahalelerde bulunarak müteahhitlere, yabancı yatırımcılara, seçkin kesime mensup ev sahiplerine ve işe daha rahat gidip gelmek isteyen çalışan orta sınıfa yeniden mekânsal sınırlar çizdiği bitmek bilmeyen bir toplumsal savaştır.”

Gettolaşma kavramı sadece gecekonduda yaşayan alt sınıfta bulunana gruplara has bir oluşum değildir. Güvenlikli siteler içinde barınan gruplar, bilhassa ekonomik anlamda homojendir ve aslında bu ekonomik, sosyal yaşam ve kültürel anlamdaki benzerlik gettolaşmanın en temel ifadesidir (Ayata, 2012: 99). İster yoksul sınıf olsun ister varlıklı sınıf, homojenleşmenin olduğu yer gettolaşmaya dönüşür bu aynı zamanda diğerlerinden izole olmaktır. Güvenlikli siteler içinde devam eden bu yaşama, Ayata

72 “siteril olmak” kavramıyla katkıda bulunmuştur. Bu sebeple lüks sitelerdeki yaşam diğer bir ifade ile steril bir yaşamdır (Ayata, 2012: 119).

Zengin semtler hızla kentin dışına “yeni alanlara” kaymakta ve bu kayma alışveriş merkezleriyle birlikte gerçekleşmektedir (Can,2007: 300). Ayrıca üst sınıflar kent içinde boş kalmış arazileri geliştirerek yerleşime uygun hâle getirmeye çalışmaktadır. Bu yerler finans merkezlerine yakın yerler olmakla birlikte, az sayıda kişiye sunulan konut projeleridir. Ayrıca kent dışında ve doğa ile iç içe yaşama isteği özellikle üst sınıflarda son zamanlarda revaçta olan bir taleptir ve konut projeleri de bu anlamda hayata geçirilmektedir. Kentsel yaşam şekillerinden biri olan banliyöleşme ve uydu kent tarzı yapılar da kent hayatından kaçmanın başka mekânsal yoludur. Buradaki en önemli problem ise kentsel sorunların ve sosyo mekânsal ayrışmaların kentsel eşitsizliklerin somutlaşmış halini yansıtıyor olmasıdır (Taş, 2017: 396). Uydu kentlerde yaşamayı tercih edenlerin, burayı tercih etmesindeki en bilinen etken, taşralı kent kalabalığı ile tüm ilişiği net bir şekilde kesmektir. Bu hayatı tercih eden varlıklı sınıflar, dışarıdaki insanı, medeniyetten uzak, topluma uygun olmayan davranışlar sergileyen, kent içi toplumsal kurallardan bihaber olarak görmektedir (Ayata, 2012:40). Ayata bu kuralsızlıklarla ilgili, balkona havlu asmak, ayakkabıları kapının eşiğinde bırakmak, pijamayla dışarı çıkmak gibi görgüsüzce bulduğu davranışlara örnekler verir. Asıl kentin çevresinde meydana gelen yerleşme türü ise uydu kenttir. Fakat bu yerleşim kentin kendisi değildir. Büyük siteler şeklinde inşa edilen uydu kentler yeni oluşmuş mekânlar olarak özellikle kentlerdeki yoğunluktan uzaklaşanların tercih ettiği yerleşmelerdir. Ancak buralarda topluluk durumu sadece fiziksel olarak mekânlarda görülen bir yaşam tarzıdır, kişiler arası ilişkiler ve sosyal bağlar oldukça zayıftır (Alver, 2007:66). Işık ve Pınarcıoğlu (2011:146) İstanbul özelinde bu konutlandırma projeleriyle ilgili şunları aktarır:

“… Korkmaz Yiğit’in Ulus’taki Nova Platin Konutları, Naile Sultan Korusu yerleşmesi, Alkent Akatlar, Altunizade Konaklar sitesi, Sarı Konaklar Sitesi ve Üstay Villaları verilebilir. Kent içindeki bu yerleşimlerin daha çok kent merkezine yakın olmak isteyen ve daha hareketli durumda bulunan genç profesyonellere hitap ettiği söylenebilir. Daha sonraki yıllarda bu tür gelişmeler kent dışına sıçramış, Belgrad ormanları, Beykoz sırtları, Terkos Gölü, Büyükçekmece Gölü gibi doğal güzelliklere sahip yerler büyük ilgi görmüştür. Bu projeler arasında en bilinenleri, Büyükçekmece Gölü yakınında kurulan Alkent2000, Belgrad ormanları

73 yakınında Kemer Country, Zekeriyaköy Sedad Hakkı Erdem konutları, Tepe Grup’un Beykoz Konakları, Yapı kredi Koray tarafından Kemerburgaz’da gerçekleştirilen İstanbul İstanbul Projesi ve Acarlar Grubu’nun Beykoz’daki Acarkent’i ile Sarıyer’deki Atlantis konutları projeleridir.”

Ekonomik durumu yerinde olan üst sınıfların kentin dış kısmına, diğer tüm sınıfsal gruplardan tamamen ayrışabilecekleri, onlarla herhangi bir diyalogda bulunmayacakları, istedikleriyle görüşebilecekleri uydu kentler yapmaları mekânsal olarak ayrışmanın sınıf bazında görünürlüğünü sağlarken, sosyal hayat ve kültürel farklılıkların da daha belirginleşmesine neden olmaktadır (Ayata, 2012:37). Daha çok büyük şehirlerde var olan güvenlikli siteler ise kentin kalabalık ve eski yerleşimlerinden farklılaşarak hem mekânsal olarak hem de yaşam biçim anlamında diğer tüm mekânlara sınır konulan yerlerdir. Buralar üst sınıfların tercihine yönelik pek çok konut tipi barındırır. Ayrıca buralarda villa, apartman, müstakil evler gibi farklılık gösteren özel ve lüks mekânlar bulunur (Alver, 2007: 93). Bu mekânlar spor alanları, eğitim yerlerine olan uzaklığı, mekân ve yurttaşlık temel alınarak daha demokratik bir yaşama sahip, modern ama geleneksellikten de kopulmamış samimiyet vaatleri ile kendilerini diğer tüm yaşam alanlarından ve konut türlerinden ayırmaktadır. Bahsedilen yerleşim yerleri içinde barınanlar, içinde bulunduğu mekândan, ilişki içinde olduğu insanlardan farklı, onların dışında yer alan tüm grupları dışlayarak yeni bir statü edinme amacı güder. Bu bir tür ötekileştirmedir ve farklı olana karşı antagonist bir tavrı da pekiştirir.

74 İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE YERLİ DİZİLER VE MEKÂN DOLAYIMIYLA YARATILAN SINIFSAL AYRIŞMA

Nesneler, imgeler hiçbir zaman tek başlarına birer anlam ifade etmediği gibi karşımızda nesneler bütünün en saf hâli de yoktur (Barthes,2012:194-195). Özellikle içinde bulunduğumuz kapitalist dünyada, her şeyin imaja dönüştüğünden, varlıklar sanki hipnotize olmuş gösterge kalıplarını yansıtır (Debord,2010:41). Barthes (2012:197) nesnelerin birer göstergelerden ibaret olduğunu şu sözlerle ifade eder:

“Nesne gerçekten bir işe yarar, ama bilgileri iletmeye de yarar; biz bunu, her zaman için nesnenin kullanımını aşan bir anlam vardır diyerek tek tümcede özetleyebiliriz. Aynı biçimde, bir dolmakalem kaçınılmaz olarak belli bir zenginlik, sadeli, ciddilik, fantezi, vb. anlamını sergiler; yemek yediğimiz tabakların her zaman için bir anlamı vardır ve anlam taşımadıkları, anlam taşımıyormuş gibi gözüktükleri zaman da kesinlikle hiçbir anlam taşımama anlamını taşırlar. Dolayısıyla da anlam taşımayan hiçbir nesne yoktur.”

Bu anlamda göstergeler gerçek dünyaları değil, başka dünyaları imgeler. Nesnelerin ve imgelerin temsil ettiği dizgeler bütünü temsilin yeniden sunumudur denilebilir. Buradan hareketle nesnelerle kurulan bu yeni dünya somut olarak var olmayabilir, tamamen hayal, arzu ya da fantezi dünyasında var olan yepyeni başka bir boyutta ortaya çıkabilir (Leppert,2009:16). Tıpkı sahip olunamayan ya da asla olunamayacak bir nesne ya da varlık için sanki sahipmiş ya da oradaymış gibi aktarılarak, yoksunluğun telafi edilişi sağlanır. Aslında bu olmayan bir şeyi somutlaştırmaya çalışmaktır. Debord (2010:36) bu durumu gösteri kavramıyla ele almış ve” gösterinin somutlaşmış ve maddi olarak ifade edilen bir dünya görüntüsü” olduğunu ifade etmiştir.

Gösterinin somutlaşmış hâlinin sunulması farklı şekillerde var olmuştur. Bu anlamda göstergelerle var olan gösteri dünyası en yalın haliyle zenginlik- yoksulluk gibi sınıfsal ayrışmalar ile gözler önüne serilir. Buna paralel olarak zenginliğin de sunumunda değişiklikler meydana gelmiştir. Eskiden dış dünyaya kapalı zenginler ve zenginlik göstergeleri yerini zenginliklerini her türlü yolla gösterdikleri ve bunu gösteri

75 hâline getirmekten keyif aldıkları bir duruma dönüşmüştür (Işık ve Pınarcıoğlu, 2011:140). Kişi göstergelere maruz kaldıkça, sergilediği davranışları sanki özgür iradesiyle gerçekleştiriyormuş gibi, gerçeğin farkına varmaz (Debord,2010:47). Bu bağlamda içinde bulunulan tüketim ve göstergeler dünyası içinde “seçkinlik” ve “ayrıcalık” kavramları ön plana çıkarılıp yaşam tarzı boyutuna ulaşmıştır.

Yansız ve yalın olmayan göstergelere rastladığımız dünya ise televizyon dizileri dünyasıdır. Dizilerde mekân dolayımı ile oluşturulan sınıfsal ayrışmalar gündelik hayatın içinde izleyicisine doğrudan aktarılır. Bu ise izleyicide bu göstergelerle oyuncunun bir bütün olmasını sağlayarak, oyuncunun da sınıfsal statüsünün ortaya çıkmasına olanak tanır (Mersin,2008:67). Ekranlarda gösterilen, nesneler, imgeler ve tabi ki mekânlar basit birer görüntü toplamlarından ziyade, ayrışmaların, gösterilerin bütüncül olarak yer aldığı birer aracı konumundadır (Debord,2010:43). Bu anlamda yukarıda da bahsedildiği gibi, kapitalist ekonomik sistemde hiçbir nesne olduğu katıksız haliyle anlamlandırılamaz. Bu yüzden çok zengin olabilmek ve dizilerdeki gibi o lüks mekânlarda yaşayabilmek için çok para kazanmak ve çok tüketmek gerekmektedir. Tüketilemiyorsa bile, “-mış” gibi yaparak statü kazanmak belki de diziler özelinde toplumsal anlamda ulaşılması arzulanan en önemli hedeftir (Işık ve Pınarcıoğlu, 2011:141).

Sergilenen mekânlar gerçekliklerden yoksun olduğu kadar, toplumsal statü anlamında arzu edilen seyirlik birer fantezi dünyası yaratır (Baurillard,2016:111). Mekânlara ait özellikler diziler sayesinde anlatımın güçlü anlamlarını yansıtan birer parça olmuşlardır. Zaten sınıfsal farklılaşmanın en belirgin mekânları, bir tarafta müstakil lüks evler, yazlıklar, dağ evleri, yalılar dizilerde vazgeçilemeyen gösterişin en önemli unsurlarıdır (Çevik,2016:43). Diğer taraftan bunun karşısında yer alan gecekondu, apartman dairesi, banliyö gibi mekânsal göstergeler ise ayrışmanın izleyicilere sunulmasındaki diğer boyuttur. Bu anlamda statü ve sınıfsal ayrışmaların en önemli göstergelerinden biri yaşanılan konut tipleridir denilebilir (Perouse ve Danış, 2005:104). Dizilerin sınıfsal ayrışmaların en belirgin ve yoğun olarak dile getirildiği içerikler olduğu ve RTÜK (2017: 35) raporlarına göre de en çok tüketilen program türleri yine diziler olduğu için, sınıfsal ayrışmaların mekânlar bağlamında incelenmesi

76 bu çalışmadan elde edilecek bilgilerin değerli veriler kümesi oluşturacağını göstermektedir.

2.1. TÜRKİYE’DE YERLİ DİZİLERİN TARİHSEL SÜRECİ

Geçmişi çok uzun olmamasına ve Türkiye’ye de oldukça geç gelmiş olmasına rağmen televizyon üzerine araştırmalar yapılmış, pek çok tartışmalara sebep olmuş ve televizyon neredeyse günlük faaliyetlerin başat aktörü haline gelmiştir. Dünya’da televizyon kavramı 1930’larda canlanmış, 1950lerde gelişmiş ve 1960larda ise varlığını ispatlamıştır. Türkiye’de 1960 yılından önceki yıllarda kamuoyuna televizyon konusunda örnekler sunan kurum İstanbul Teknik Üniversitesi’dir. 1952-1953 akademik yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu, cuma günleri belirli saat aralıklarında düzenli olarak yayın yapmaktaydı. Bu yayınları sadece televizyon alıcısı olanlar izleyebiliyordu. Bu sebeplerden dolayı alıcısı olmayan ve televizyon izlemek isteyenler İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki binasına gelmek zorundaydılar (Cankaya,2003:54). 1950-1960 dönemleri televizyon kültürünün yeni yeni filizlenmeye başladığı; televizyona ulaşmanın böylesine zor ve zahmetli olduğu dönemlerdi. Günümüzde ise televizyon hem erişim olarak hem de kullanım olarak en pratik kitle iletişim aracı haline gelmiştir. Bu yüzden televizyon 20. yüzyılın en büyük icatlarındandır.

Televizyonun Türkiye’ye ilk ulaştığı yıllar olan 1960 lardaki ülküsünün kalkınma, eğitim, öğretim, kültür, aydınlatma aracı olduğu pek çok siyasetçi ve aydın kesim tarafından kabul edilmiştir. Televizyonu gerçeğin aynası olarak değerlendiren düşünce yapısı, onun pek çok siyasi darbe yemesine karşı uzunca yıl ayakta kaldı (Mutlu, 2015: 76-77). Çünkü televizyon, okuması yazması olmayanlar için biçilmiş kaftandı. Ne yazarak ne de söyleyerek anlatıyordu, göstererek anlatması eğitimsiz kişilerin eğitilmesi için en etkili yol olarak düşünülmekteydi. Buradan hareketle, televizyon toplum tarafından benimsenmiş, neredeyse her hanede var olan, günlük hayatın programı içinde yer edinmiş bir hale gelmiş, en yaygın anlatı biçimine dönüşmüştür.

Televizyon, ortak yaşam dünyasını hikayeleştirme, görselleştirme ve yorumlama özelliğiyle topluma dair bir imgelemi ortaya koyması nedeniyle dikkate değer

77 görülmektedir (Çelenk,2005:13). Özellikle özel televizyon yayıncılığının başladığı 90’lı yıllardan sonra televizyonun toplum ve kültürle alakalı tartışmaları daha da gündeme gelir bir hal almıştır. Ve buradan hareketle televizyonun toplumsal etkisi akademik platformlarda da sıkça söz edilmektedir. Aydan Özsoy’un (2011:117) da bahsettiği gibi televizyon, yıllar içinde popülerliği ve gündelik yaşam içindeki yerine bağlı olarak akademisyenler, bu alanda çalışan pratisyen ve yazarlar tarafından görüntülü radyo, çağdaş öykü anlatıcısı, mit, kültürel çöplük, kültür üretme makinesi, elektronik dev, şeytan, mesih gibi kavramlarla nitelendirilmiştir. Televizyonun bu denli etkisi, onun üzerinde içerik ve teknik olarak çalışmayı daha karmaşık hale getirmektedir. Bu karmaşık alanda televizyon içerikleri hem nitelik hem de nicelik boyutuyla artarak değişim göstermiştir.

1964 yılı kitle iletişim yayıncılığı açısından kritik bir yıldır. O yıl modern, bağımsız ve kendine özgü bir yayıncılığı hedefleyen TRT kurulur. TRT ilk ve tek televizyon kanalı olması sebebiyle daha çok halkı eğitici, bilgilendirici bir misyon üstlenmiştir. Seçkinci bir düşünceyle devletin halk için en iyisini ve en doğrusunu düşüneceği kabul edilmektedir. Özel televizyon kanallarının olmaması doğal olarak rekabet ortamını ve reklam kaygısını oluşturmamakta, halkın kültür düzeyini yükseltecek programların yapılmasına ağırlık verilmektedir. 1964 yılında yürürlüğe girmiş 359 Sayılı Yasa’nın yayın ilkeleri ile TRT, izleyicisini “tüketim” nesnesinden çok “yurttaş” olarak ele almış ve kamu yayıncılığı görevini bu şekilde yürütmüştür. (Cankaya,2003:81). Bu yasayla ilgili Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Kanunu’nda yer alan ifadeler şu şekilde özetlenebilir:

Milli güvenlik ile genel ahlakın gereklerini ve milli gelenekleri gözetmek; milli kültür ve eğitime yardımcılık görevinde, Türk Milli Eğitimi’nin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak, haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayımlanmasında tarafsızlık, doğruluk ve çabukluk ilkeleriyle çağdaş habercilik teknik ve metotlarına bağlı olmak; anayasaya karşı olmayacak şekilde ve karşıt görüşleri içine alacak şekilde hazırlanması esastır1…

1 https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc055/kanuntbmmc055/kan untbmmc05501568.pdf

78 Kanunda belirtilen ilkelerde halkın eğitilmesi, eğlendirilmesi, bilgilendirilmesi TRT kurumuna atfedilmiş ve devlet de yayın akışının kontrolünde yasalar çerçevesinde denetleyici konumunda yer almıştır. Radyo ve televizyon kanallarının tecimsel ürünler değil, kamu malları olarak hizmete sunulması, radyo ve televizyon yayınlarının kamusal enformasyon, kültür-eğitim ve eğlence kaynaklarını geliştirmekle yükümlü ulusal kültür kurumları olarak programlanması kamu hizmeti yayıncılığı (public service broadcasting) olarak yer almaktadır (Mutlu,2008:163). Kamu hizmeti yayıncılığı sadece bir devletin ya da hükümetin tahakkümü altında yapılan bir yayıncılık değildir. Burada amaç kamu yararına yapılan, tecimsel yayıncılığın üstünde bir yayıncılıktır. Bir kamu kuruluşu amacıyla örgütlenmiş yayın kurumunun temel anlayışı; haber, eğitim ve eğlence gibi içeriklere kitle iletişim araçlarıyla toplumdaki herkesin eşit oranda ulaşabilme imkanını sağlaması, politik konularda objektif ve dengeli bir perspektifi yansıtması, eğitim, habercilik ve eğlence gibi türlerin içinden dengeli bir yayıncılık anlayışına sahip olmasıdır (Kuhn’dan akt. Kejanlıoğlu,2015:841) İletişim Araştırmaları Derneği Başkanı Hıfzı Topuz (2008) ‘a göre kamu hizmeti yayınları,

Devletin yasalara uygun olarak kurduğu, kamu tüzel kişiliği olan, finans kaynakları kamusal gelirlerle sağlanan, özerk ve tarafsız kurumların yayınlarıdır. Bu kurumların yayıncılıktaki temel ilkeleri, haber vermek, eğitmek, kültür hizmeti, eğlendirmek, kültürde ve ideolojilerde çoğulculuğa saygılı olmak. Özel yayınlar da bu tür hizmeti üstlenirler ama oranlar farklıdır. Eğlendirmek magazine dönüşür ve bazen programların üçte ikisini oluşturur. Kamu yayıncılığında ise ağırlık habercilikte ve özellikle interaktif haberleşmede, eğitimde, kültür hizmetlerinde ve izleyiciyi sosyal ve siyasal konularda aydınlatmaya yönelik programlardadır. Magazinin ve yarışmaların ağırlığı olamaz. Kamu hizmeti yayıncılığı tüm ülkeye yöneliktir. Programlarda reklam endişesi yoktur. Kâr amacı güdülemez. Yayınlar kamusal yöntemlerle denetlenir. Yönetim kuruluna sivil toplum kuruluşlarının, sanat ve kültür kuruluşlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin, kurum personelinin temsilcileri katılır 2…

TRT’nin kamu hizmeti yayıncılığının aşınması darbelerle başlamış, özellikle 90lı yıllar neredeyse kamu hizmeti yayıncılığının en çok taviz verildiği dönem olmuştur ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Hem TRT hem de radyo ve televizyon yayıncılığı kuruluşları süre boyunca iki büyük darbe yemiştir. Bunlardan biri 12 Mart 1971 ikincisi 12 Eylül 1980 darbeleridir. Bu olaylar sonucu TRT’nin özgün yayıncılık

2 http://www.ilad.org.tr/haberler.asp?Haber=2

79 vizyonu elinden alınırken, pek çok televizyon ve radyo yapımcısı da mesleklerini yapmaktan alıkoyuldular. (Mutlu: 1991:9). Aslında 1961 Darbesi’nden sonra hazırlanan 1961 Anayasası hukuki kurumların yanında özgürlüklerin yaşanması için gerekli sosyal ortamı da yaratmaya çalışmıştır. Üniversite, sendikalar, radyo ve televizyon kurumu, siyasi gruplar gibi kurumların özerk birimler olarak dokunulmazlık ve haklarla sosyal yapı içinde yer alması sağlanmıştır (Cankaya,2003:57). 61 Darbesi’nin ağır sonuçlarından ders alınmış olmalı ki, radyo ve televizyon yayıncılığı özgürleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak Türkiye 12 Eylül 1980 Darbesiyle bir kez daha sarsılmış, özgürlükler vaat eden 61 Anayasası 12 Eylül Darbesi’nden sonra tam tersine dönmüştür. Bu durum radyo ve televizyon yayıncılığını da olumsuz etkilemiştir. Bu durum ile ilgili Cankaya (2003:85) şöyle bahseder:

“Görüldüğü gibi daha televizyon yayınları başlamadan önce, TRT Kurumu, Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeki Adalet Partisi ve diğer siyasi partiler tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Özerkliği kavrayamayanlar ve içlerine sindiremeyenler 359 Sayılı Yasa’nın değiştirilmesi için kararlarını vermişlerdir. Yapılan toplumsal içerikli programlara bir de televizyonun görselliği eklenince eleştiriler saldırıya dönüşmüş, Türkiye’de yaşanan çatışmaların ve şiddetin baş sorumlularından biri TRT olarak gösterilmeye başlanmıştır.”

Türkiye’de yayıncılığa geçilen 1970 darbeli yıllarda medyanın yeni aracı televizyon, özel yaşam alanını derinden etkilemiş, eğlenceyi sokaktan eve taşımıştır (Yağcı,2011:3). Böylelikle izleyicisini eğlendiren, öğreten, gösteren elektronik dev, isteyen herkesin elinin altında, salonların baş köşesine yerleşmiştir. Türkiye’de 1968- 1969 yılları televizyon yayıncılığı deneme yılları olarak adlandırılır. Televizyon izlemek isteyen kitlenin artmasından ve dönemin dış etkenlerinin gerekliliğinden dolayı bu alanda yetişmiş bireylerin varlığına ihtiyaç duyulur. Bu sebeple 1964 yılında Kuzey Almanya Radyo ve Televizyon Kurumu’na yetiştirilmek üzere eleman gönderilir 3 . Böylelikle televizyon yayıncılığı alanında donanımlı bireyler yetiştirmek için ilk adım atılır.

Pek çok televizyon programı belirli periyotlar ile izleyenlerle buluşmaktadır. Bu periyotların bir kısmı yarışma, bir kısmı eğlence ve bir kısmı da dramatik anlatım kurallarına göre izleyici karşısına çıkar. Sinemasal kurgu ve öyküleme kurallarına göre

3 https://www.trt.net.tr/kurumsal/KilometreTaslari.aspx?yil=1964

80 yapılan bu yapımların yayımlanma biçimlerine göre adları vardır. Dünyada serial ya da drama olarak anılan bu yapımlar Türkiye’de televizyon dizileri olarak adlandırılır (Yılmaz,2014:8-9). Televizyon yayıncılığının başladığı yıllar olan 1960’lı yıllardan günümüze kadar devam etmekte olan diziler, dönem dönem içerik olarak değişikliğe uğramış olsalar da etkisini sürdürmektedir. Türkiye’de 1974 yılı televizyon yayınlarının hem içerik hem de sayısal olarak geliştiği bir dönemdir ve izleyici (tüketici) bu dönemde televizyon dizileriyle tanışır. Başlarda yerli tiyatro eserlerinin televizyona uyarlanmasıyla yüzünü gösteren televizyon dizileri, daha sonra sinemadan beslenmiş ve sonunda bindiği dalı da kesmiştir.

Türk televizyonlarının ilk dizisi 1973 yılında yayınlanan “Hayattan Yapraklar” adındaki dizidir. Dizinin her bölümünü farklı bir yazar yazmıştır. Yıldız Kenter ve Şükran Güngör’ün oynadığı bu dizide, günlük hayatın sorunlarına değinilmektedir (Cankaya.2003:130). TRT yayın, gün ve saatlerinin arttığı ve ülke çapında yayılmaya başladığı 1974 yayın yılında ilk Türk dizisi olan “”, TRT tarafından hazırlanmıştır. Ayrıca 1974 yılında TRT’nin Genel Müdürü İsmail Cem, Yeşilçam’ın önde gelen yönetmenlerini davet etmiş, edebiyat eserlerini kullanarak TRT için dizi ve film yapmaları konusundaki isteği üzerine her bir bölümü 33 dakika olan ve 6 bölümden oluşan Aşk-ı Memnu dizisi yayınlanmıştır (Tanrıöver,2011:44). Ülkenin dizi ve film sektörü yeni yeni oluşmaya başlarken, günümüz film ve dizi ortamının da tohumları atılmıştır.

Halit Ziya Uşaklıgil’in eserlerinden biri olan Aşk-ı Memnu’ nun mini dizi olarak uyarlanması, yönetmen Halit Refik tarafından gerçekleştirilir. (Mutlu,1991:187). Süre bakımından kısa filmler o dönemde başarılı olmuyordu ancak Aşk-ı Memnu’nun kendi döneminin en uzun dizisi olması, ona izleyiciler tarafından en çok izlenen dizi unvanını kazandırmıştır. Dizinin başarılı olmasındaki bir başka sebep de TRT’nin tüm imkânlarını seferber edip sanat değeri taşıyan bir eser üretmek istemesidir. Aşk-ı Memnu’nun başarısı kendisinden sonraki dizilerin yönlenmesinde mihenk taşıdır. (Mutlu,1991:188). Ayrıca Aşk-ı Memnu TRT’nin dışarıya sattığı ilk temalı filmi özelliğine sahiptir (Cankaya.2003:137). 1974 yılında televizyonda yayınlanan dış kaynaklı dizilerde ABD’den alınan yapımlara karşın, İngiltere ve Fransa’dan da diziler alınmış,1974 yılı dramatik yapıları iyi kurulmuş, hoşça vakit geçirten, boş zamanları

81 dolduran ABD dizilerinin yanında, Avrupa kültüründen de dizilerin izlendiği bir yayın yılı özelliğine sahiptir (Cankaya,2003:132). Türk halkı bu dönemde dış dünyayı tanıma fırsatını dizilerle elde etmiş, yepyeni bir döneme girmiştir.

1976 yılında TRT’ye yeni bir müdür olarak Dr. Şaban Karataş atanır. Karataş ile birlikte TRT yeni bir ideolojik sürece girer. Bu milli tarih, milli kültür ve dini programların yükselişe geçtiği bir yayıncılık dönemini oluşturur (Cankaya,2003:140). 1976 yılının program ve dizileri, dini ve milli temaları içeren içeriklerle kendini gösterir. Siyaset, TRT’nin program dilinin ve içeriğinin değişiminde çok etkili olur. Bu dönemde yeni program içerikleri arayışına da girilir.

1970’lerden 1980’lere doğru Türk dizi sektörü edebiyat uyarlamalarından beslenmiştir. Bu dönem hem ülkenin hem de dizi sektörünün sancılı dönem geçirdiği bir süreci yansıtır. Benimsenen ekonomik politikalar, devletçi piyasa anlayışından kapitalist bir piyasaya kayar. Liberalleşme eğilimleri her alanda olduğu gibi televizyon içeriklerinde de kendini gösterir. Bu yeni dönemde kamu hizmeti yayıncılığı yerine; yarışmacı, rekabetçi, yerinden yönetime dayalı ve bireysel girişime yönelik bir yöneliş olur. Sermaye sahiplerinin yöneldiği yatırımın yönü yayıncılık ve telekomünikasyona doğru evrilerek yayıncılık ve elektronik dünyası aynı potada birleşmeye başlamıştır (Akçay,2009:1). Televizyonda yeni içerik aramaları devam ederken, müzik dünyasının tanınmış isimlerinin dizi ve filmlerde görülmesi, tiyatro oyuncuları açısından olumsuz eleştirilere neden olur. Hatta kimi tiyatro oyuncusu ekmek kapılarını kaybettikleri için farklı sektörlere bile geçer (Yağcı,2011: 6).

Yabancı kaynaklı dizi ve filmlerin varlığı, özellikle Madam Bovary, David Copperfield ve Kaptan Onedin dizileri İngiliz yapımı, İsviçre yapımı Heidi, Japon yapımı Şeker Kız Candy gibi çocuk diziler de oldukça popüler olan dizilerdi. Kırsal kesime yönelik konuları içeren Merhaba Anadolu’ya ve Kadın Ana dizileri oldukça sevilen dizilerdi. Okul çağındaki çocuklara yönelik üretilmiş Günaydın ve Gökkuşağı dizileri ise yerli yapımdır. 1980’li yılların televizyon içeriklerinde yarış programları kendini göstermeye başlar. Yarış 80, Maraton, Liselerarası Bilgi Yarışması ilgi gören programlardır. Bu dönemin iddialı eserlerinden biri Tarık Dursun K.’nın romanından uyarlanan “Denizin Kanı” eseridir. Bu yapımın bir önemli yanı da izleyenlere anket yapılıp, dramalar ile ilgili uzmanlaşmaya gidilmiş olmasıdır. (Cankaya,2003: 169-171).

82 1980 Dönemi, serbest piyasanın hâkim olduğu bir dönemin başlangıcı olduğu için reklamcılık sektörünün ürünleri kendini sokaklarda, evlerde her yerde gösteriyordu. Genelde kitle iletişim araçları, özelde televizyon ile vitrinler evlere taşınmıştı. Çocuklar reklamlarda oynatılmış, yasak olan sakız reklamlarına tekrar onay verilmiş, televizyon kullanıcılarından yıllık ruhsat vergileri alınmaya başlanmıştır. Televizyon sistematik bir propaganda aracına dönüşürken, denetlenmek şartı ile kitle iletişimi açısından pek çok gelişmelerin de perdesi aralanmıştır (Yağcı,2011:5). 80 ler siyasetten, sanata, haber içeriklerinden, reklamlara kadar çok farklı alanda değişime neden olmuş; kamusal- özel ayrımının inceldiği ve geçişkenliğinin arttığı bir dönemi temsil etmektedir. Dizi ve sinema alanında da bu ayrımın etkileri görülür. Özel hayatları, entrikaları ele alan içerikler, televizyon ile özel alanların seyirlik olabilmesini sağlıyordu. Gürbilek (2016:66-67) bu konuyla ilgili; 80’lerdeki bu eğilimin olmasının sebebini, sadece bu dili üretenlere değil, bunu tüketenlerin de ihtiyaçlarına cevap veriyor olmasına bağlar; aynı zamanda kameranın evin içinde dolaşmasıyla seyircinin de açlığının giderildiğini söyleyerek, popülerlik kazanan dönemin dizi ve sinema içeriklerinin tüketilme gerekçelerini ortaya koyar.

1984 yılı ekranların renklendiği bir dönemi yansıtır. Yine bu yılda da yabancı kaynaklı yapımlar içinde diziler başı tutmaktadır. Dallas dizisi, genel ahlak ve değer yargılarını zedelediği için eleştiri almış, buna rağmen 1980 yıllarında dış kaynaklı dizi ve filmler çoğunlukta bulunuyordu. 1984 yılının ilk yerli uyarlama dizisi Mithat Cemal Kuntay’ın romanından uyarlanan Üç İstanbul’dur. Bu dizide ilk kez TRT kurumunun dışından kişilerle çalışılmıştır. Bu dönemin ikinci büyük dizisi Küçük Ağa’dır. “Bay Alkolü Takdimimdir” adlı yapım TRT’nin dışarıya yaptırdığı ilk yapımdır (Cankaya,2003:232-233). Böylelikle TRT kendi içine kapalı kalma politikasından vazgeçmeye başlamış, içinde bulunulan liberal ekonomi politikası çerçevesinde özel yapım şirketlerini de desteklemeye başlamıştır. Bununla birlikte, 20.09.1984 yılında yerli dizilerin yurt dışı pazarına açılması ve satılmasıyla ilgili sözleşme imzalanmıştır.4

1984-1985 dönemleri özellikle edebiyat uyarlamalarının çokça olduğu bir dönemdir. Böylece hem edebi eserler halkla buluşmuş hem de TRT bu yapımları kendisinin dışında, dışarıdan yapım şirketlerine yaptırarak özel yapım firmalarını

4 https://www.trt.net.tr/kurumsal/KilometreTaslari.aspx?yil=1984

83 desteklemiş oluyordu. 1985 yılı televizyonda büyük prodüksiyonların gerçekleştiği bir yıl olmuştur. Halikarnas Balıkçısı’ndan uyarlanan “Parmak Damgası” dizisinde ilk kez sualtında çekimler yapılmıştır. Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” eseri çekilmiş TRT- Yeşilçam iş birliğiyle hazırlanmış önemli bir yapıttır (Cankaya,2003:238-239). 1985 yılı edebiyat eserlerinin dizi ya da film şeklinde en fazla uyarlandığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Kendinden sonraki dönemlerde de bu dönemdeki kadar sıklıkta edebi eserler uyarlanmamıştır.

1990’lı yıllar hem dünyanın hem de Türkiye’nin siyasi tarihi açısından kayda değer bir özellik taşıyan yıllarıdır. Sovyet Rusya’nın yıkılması kapitalizmin şahlanmasının önünü açmış, karşısında duracak herhangi bir engelin varlığını ortadan kaldırmıştır. Bu siyasi şartların neticesinde ekonomik politikalarda serbest sermaye hareketleri hükümetçe desteklenmiş, ülke sonu kestirilemez bir ekonomik krizin kucağına düşmüştür. Bu ekonomik serbestlikten nemalanan iletişim ve haberleşme sektöründe pek çok özel televizyon ve radyo kanalları ile 90ların içinde yer almıştır. 1990’ların başında TRT beş ayrı kanaldan yayınını sürdürmekteydi ancak 70’lerden beri ilk ve tek olan kanal için özel kanalların varlığı tehdit edici görünmüyor olsa gerekti ki herhangi bir özel TV yayıncılığına yönelik ayrıca bir hazırlık sürecine girişmemiştir (Çelenk,2005:130-131).

Ancak TRT daha önceki dönemlerden farklı olarak, planlı ve uygulama talimatları çizgisinde bir televizyon yayın içeriği hazırlayarak, rastgele yayın akışından vazgeçer. TRT, TV1, TV2, TV3, TVGAP, TV4 ve TVINT kanallarıyla yayın hayatına devam etmiştir. TV4 ilk kez bağımsız eğitim kanalı özelliğine sahip olur. TRT televizyon kanallarında yayın içeriği artar. Büyük yapımları ortaya çıkarabilmek giderek güçleşince, yeni bir yol aramak kaçınılmazdır. Bu da yeni ve daha küçük bütçeli yapımların, dolayısıyla da türlerin üretilmesine yol açacaktır. Bu sürecin sonuçlarından biri mahalle dizileridir (Yağcı,2011:9).

Bu yıllarda en dikkat çeken yapım “Perihan Abla”, “Kaynanalar”, “Kuruntu Ailesi” dir. Ayrıca uzunca bir dönem ekranlarda olan “Bizimkiler” dizisidir. 1991 yılındaki yapımlar daha çok tiyatro oyunlarının televizyona uyarlanmış hallerinden oluşmaktadır. 1993 yılı tarihe adını kara bir leke olarak kazımıştır. Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, Sivas Madımak Otel’de aydınların yakılması, devletin ve o zamana kadar

84 sağ görüşü desteklemiş pek çokları tarafından sol kesime yönelik bir yumuşama politikası güdülmesine neden olur. Öyle ki Nazım Hikmet’in o zamana kadar hiçbir eserinin yayımlanmadığı TRT ve eğitim öğretim sistemi içinde okutulmayan eserleri, o dönemde gün yüzüne çıkmaya başlar. TRT ilk kez Nazım Hikmet’in “Yolcu” adlı tiyatro eserini sinemaya uyarlamış, TRT’de ekranlara getirilmiştir (Cankaya,2003:272- 273).

1990 yılının başları TRT’nin tek kanal otoritesinin sarsıldığı bir dönemdir. Magic Box adındaki Türkiye’nin ilk özel kanalı ile karşı karşıya kalan TRT, bu özel kanalın TRT ‘de çalışan elemanların aldığı maaşlardan kıyasla daha fazla maaş teklif ettiği gerekçesiyle eleman kaybı yaşar. Zaten Magic Box’ın yayın yönetiminde bulunanlar eski TRT çalışanlarıdır. 1990 yılının sonlarına doğru Magic Box’ın dışında beş özel kanal daha kurulur. Ancak resmi olarak kurulması için bir takım prosedürü beklemek zorunda kalmışlardır. 1992 yılında Teleon adlı Türkiye’nin ikinci özel kanalı kurulur. Sonrasında ise Mega-10, Show Tv, TGRT, Kanal 6 (1992), Kanal D, ATV (1993), Samanyolu TV (1993), Flash TV (1992), Kanal E (1992), Cine-5 (1993), BRT (1992) özel kanal olarak yayın yapan kurumların başlıcalarıdır (Cankaya,2003:286- 287). 1990 yılı Türkiye’nin hızlı bir şekilde pek çok kanalla tanışmış olduğu bir yıldır. Özal Dönemi siyasetine denk gelen bu dönemde, tabi-i caizse “Amerikanlaşma” politikası güdülmüş, yerli uyarlamalara pek başvurulmamıştır.

90 lı yılların en çok izlenen dizilerinin başında “Mahallenin Muhtarları” gelir. 1992 yılında yayınlanan dizi 337 bölüm çekilmiştir bu kadar fazla bölüm çekilmesi Türk dizi tarihinin en uzun soluklu dizilerinden biri olduğunu gösterir. Bu dönemin en çok akıllarda kalan bir başka dizisi 137 bölüm ekranlarda yer alan “Süper Baba” dır. 1993-1997 yılları arasında Atv’de yayınlanmıştır. “Kaygısızlar” sırasıyla Kanal D, Star, Kanal 6, tekrar Kanal D ve son olarak tekrar Star Tv de yer almıştır. Toplamda 124 bölüm ile ekranlarda kalmıştır. 1995 yılında yayın hayatına başlayıp 2002 yılına kadar devam eden bir başka fenomen dizi de “Bir Demet Tiyatro”dur. Senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı bu dizi Atv’de izleyicilerle buluşmuştur. Dizi yüzüncü bölüm ile final yapmıştır. 1995-2003 yılları arasında yayınlanan bir başka dizi de “Çiçek Taksi” dir. 198 bölümü Atv’de, 168 bölümü de TRT ekranlarındaydı. Taksicilerin hayatlarını

85 Çiçek Taksi Durağı’ nda çalışanlar çerçevesinde aktaran dizi, 90’ların unutulmaz dizileri arasındadır.

1996 yılının en çok izlenen gençli dizisi şüphesiz “Çılgın Bediş” tir. Lise arkadaşlığını anlatan dizi 70 bölümden oluşur. 1997 yılında dram/macera türünde Star Tv’de yayınlanan dizi döneminin yüksek reyting alan dizisidir. Dizi son bölümünü 2000 yılında ekranlara taşıdı. Kanal D’de yayınlanan 108 bölümlük dizi olan “Ruhsar”, 1997 yılında yayın hayatına başlamış, fantastik türde denilebilecek senaryosuyla 2000’li yılların balına kadar ekranlarda kalmıştır.1997 yılında Show Tv de yayın hayatına başlayan “Sıdıka” 90’lı yılların vazgeçilmez dizileri arasındadır. 36 bölümden oluşan dizi, İstanbul’un kenar mahallesinde yaşayan bir ailenin maceralarını anlatır. “Aynalı Tahir” 1998 yılında Star Tv’de, 169 bölüm ve 4 sezon olarak ekranlarda yer aldı. “Eyvah Babam!” adlı dizi 1998 yılında Kanal D ekranlarında yet alan 39 bölümlük bir dizidir.

1999-2004 yılları arasında 450 bölüm ile en uzun süre ekranlarda kalan dizilerden biri olan “Ayrılsak Da Beraberiz” ilk olarak TRT kanalında yer almış daha sonra pek çok kanal tarafından ekranlara gelmiştir. 1999-2002 yılları arasında Kanal D ekranlarında yayınlanan “Memoli” aksiyon türü yapımıyla 90’lı yıllarda izleyici karşısına çıkmıştır. Star Tv de ekranlara gelen 1998 yılı yapımı “Çarli” dizisi 2 sezonluk ve 24 bölümden oluşan 90’lı yılların dizilerindendir (Burcu,2018).

90’lı yıllardan günümüze kadar özel kanalların artması ve yayınlarının yasallaşmasıyla beraber televizyon program ve türünde, teknolojik araçlarda artma olmuş, izleyicinin ulaştığı program çeşitliliği buna bağlı olarak artmıştır. Televizyon içeriklerindeki artışta görünürlük kazanan türlerinden bir tanesi televizyon dramasıdır. Televizyonun en ayırt edici türleri drama dizileri ve seriyallerdir. Dizi ve seriyal arasındaki belirgin çizgi özellikle 70’li yıllardan sonra azalmaya başlar. 90’lı yıllara gelindiğinde sınır tamamen kalkmış durumdadır. Günümüzde daha fazla izleyiciyi etkilemek ve izleme bağımlılığı oluşturmak için hem dizilerin hem de seriyallerin yapı özellikleri birlikte kullanılarak karma yapılı eserler üretilmektedir.

Drama dizileri, aynı karakterler, aynı mekanlar etrafında örülü kurgusu ile birbirinden farklı olay dizilerinden oluşur. Bir bölüm sona erdiğinde bir sonraki bölüm

86 için herhangi bir sorun kalmamış, akla takılan tüm pürüzler giderilmiştir. Bölümler arası olaylarda süreklilik ve bağlantı olmadığı için izleyicilerde bağımlılık oluşturma oranı seriyallere göre daha düşüktür. İzleyicide bağımlılık oluşturmak için de karakterlere ve olaylara çekicilik kazandırarak tutundurma faaliyetlerini bu şekilde gerçekleştirirler (Mutlu,1991:197).

Seriyaller, 19. yüzyılda dergi ve gazetelerde yer alan romanlarla başlar. Günümüz kitle iletişimine en güzel uyarlanmış hali televizyonlardır. Televizyon da yapısı gereği, devamlılık ve akış formatında bir araç olduğu için seriyalin formatına en uygun mecradır. Seriyallerde süreklilik esastır. Anlatılan her bölümde kesintisiz bir hikâye anlatılır. Her bölümün sonunda olay en heyecanlı yerinde kesintiye uğrar ve seyircinin bir sonraki bölümüm bekleyen sadık bir izleyici olması sağlanır. Seriyalin en büyük tuzağı, her bölümün sonunu bir sonraki bölümde açığa kavuşturuyor olmasındandır. Öyle ki, Mutlu (1991:198) seriyallerin izleyiciye kanca atma ilkesi, anlatısı yapısının özünü oluşturduğundan bahseder.

Bu türler anlatı yapısı nedeniyle birbirlerinden ayrılır (Özsoy,2011:129). Bölümleri kendi içinde bir olay örgüsü ve belli bir mantık çizgisinde ilerleyen, ayrı ayrı her bir bölümü bağımsız ve süre olarak da uzunca yıllar devam edebilen dizi ve mini diziler seriler; bütünlüklü bir hikayeyi belli sayıdaki bölüme yayarak bir devamlılık içinde anlatan seriyaller ya da yine bütün bir öyküyü çok daha uzun bir döneme yayarak yan hikaye ve yeni oyuncularla iki üç yıl devam ettiren süren seriyallerde olduğu gibi zaman zaman trend haline gelen bu tür formatlar, televizyon dramasının bütün formatlarında gözlemlenebilir (Çelenk,2005:290-291).

Televizyon dramasındaki farklılıklardan oluşan formatların yanında, yine içerik ve formata bağlı alt türler bulunur. Bunlar; dedektif dizileri, polisiye diziler, hastane dizileri, bilim kurgu dizileri, fantezi dizileri, pembe diziler, televizyon filmleri ve durum komedileridir (Çelenk,2005:291). Durum komedileri bunlar arasında en eski olanıdır ve kökeni Antik Yunan’a kadar gider. Son yıllarda bu alt türlerden özellikle polisiye ve durum komedileri çok geniş bir izleyici kitlesine sahiptir. Batı’dan uyarlanıldığı kadar oldukça yerel formata da sahip olan bu diziler hem serial hem de süren serial şeklinde bütünleşerek özgün bir format olarak izleyicisiyle buluşur (Özsoy,2011:130).

87 Yerli uyarlama dizi furyasının tekrardan gün yüzüne çıktığı dönem 2000’li yıllardır. Bu yıllar ile birlikte eskiye dönüş yeniden başlayacak, romanlar tekrardan dizilere uyarlanıp, ekranlarda yer alacaktır. Ancak bu sefer durum farklıdır. Edebi eserler, sanat kaygısından ve eserin orijinal içeriğinin korunarak uyarlanmasından uzak, tamamen daha fazla reyting alabilmek için pek çok değişime uğrayarak ekranlarda görünür. 2000’li yılların en çok izlenen dizileri arasında;

“Yedi Numara” adlı dizi vardır. 2000-2003 yılları arasında TRT ekranlarında yayınlanan dizi, 3 sezon, 92 bölüm ile dönemin en çok izlenen dizileri arasındadır. 2002-2005 yılları arasında Atv de ekranlara gelen “Ekmek Teknesi” 3 sezon 32 bölüm ile ekranlarda yer almıştır. “Yarım Elma” dizisi birbirini arayan ikiz kardeşlerin konusunu işler. 2 sezonluk 55 bölümüyle Show Tv de yayınlanmıştır. 2004 yılında Atv’de yayın hayatına başlayan “Avrupa Yakası” 2009 yılında final yapmış durum komedisi türünde bir dizidir. 2006-2008 yılları arasında ekranlarda kalmış ve 1980 darbe dönemini konu edinmiş olan “Hatırla Sevgili” Atv kanalında seyircisiyle buluşmuştur. 2009-2011 yılları arasında Atv ve Show Tv de ekranlarda yer alan “Ezel” aksiyon, dram türünde bir dizidir. 2003-2005 yılları arasında Show Tv de “Bu bir mafya dizisidir” mottosuyla yer alan “Kurtlar Vadisi” dizisinin 3 sezonu Show Tv’de yayınlanmış olup; 2007 yılı itibariyle “Kurtlar Vadisi Pusu” şeklinde isim değişikliğine gidilerek yeni bölümleri ile ekranlara gelmiştir. Kurtlar Vadisi Pusu dizisi Kanal D, Star Tv, Atv ve Tnt kanallarında toplamda 300 bölümle ekranlarda yer aldı. “Hayat Bilgisi” dizisi 2003- 2006 yılları arasında Show Tv ‘de ekranlarda yer aldı. “Akasya Durağı” 2008-2012 yılları arasında Kanal D ve Star Tv’de yer almış ,5 sezon 174 bölümlük dizidir. Trt 1 ekranlarında yer alan “En Son Babalar Duyar” durum komedisi türünde çekilmiş bir Türk dizisidir. 2006-2009 yılları arasında Kanal D ekranlarında yer alan “Binbir Gece” dizisi, dram türünde çekilmiş bir dizidir. “Yaprak Dökümü” Kanal D’de ekranlara gelen, Reşat Nuri Güntekin’in bir romanı olup günümüze uyarlanmış ve 5 sezon ekranlarda kalmış bir Türk dizisidir. “Küçük Kadınlar” dizisi 3 sezon sürmüş, 2008 de başlayan dizi 2010 yılında final yapmıştır. Halid Ziya Uşaklıgil’in romanından günümüze uyarlanan; 2008-2010 yılları arasında 79 bölüm Kanal D ekranlarında yer alan “Aşk-ı Memnu” dizisi, Türk romantik drama türünde bir dizidir. 2007- 2009 yılları arasında ekranlarda yer almış olan “Dudaktan Kalbe” dizisi Reşat Nuri Güntekin’in romanından günümüze uyarlanan, Show Tv’de ekranlarda yer alan Türk dizisidir. Orhan Kemal’in romanından günümüze uyarlanan “Hanımın Çiftliği” 70 bölümle Kanal D ekranlarında yer almış Türk dizisidir. “Arka Sokaklar” dizisi, 11 sezon, 484 bölüm ile Kanal D ekranlarında oldukça uzun bir süre kalmış polisiye türü Türk dizisidir. İlk bölümü 2010 yılında yayınlanan “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” Emrah Serbes’in yine aynı isimle bilinen

88 romanından uyarlanmış polisiye türü bir dizidir. Star Tv ekranlarında yayınlanmış olan dizi 96. Bölüm ile final yapmıştır. 2010-2013 yılları arasında Kanal D ekranlarında yer alan “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisi, dram türünde bir televizyon dizisidir. “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı dizi 2010- 2012 yıllarında, Kanal D ekranlarında 2 sezon yer almış, dram türünde bir dizidir5.”

“Muhteşem Yüzyıl” Star Tv ‘de, 4 sezon 139 bölüm sürmüş dönem dizileri kategorisinde yer alan Türk dizisidir. Hem Türkiye içinde hem de yurt dışında pek çok kanalda izleyici kitlesine ulaşmış olan dizi, son dönemlerin en çok yatırım yapılan diziler arasındadır. 24.10.2014 tarihli TNS reyting sıralamasında ilk sırada “Muhteşem Yüzyıl” yer alır6. Aynı tarihlerde, SBT reyting ölçümlerine göre yine ilk sırayı alan “Muhteşem Yüzyıl” dır7. 5 Ocak 2011’de Show Tv’ de, 4 Ocak 2012’de ise Star Tv ekranlarına geçmiştir. Reyting araştırma sonuçlarına göre hem AB hem de toplamda birinci sırada yer alır. 2013 yılında 60 ülkede yayınlanmış olan dizi Türkiye’de en fazla ülkeye pazarlanan bir dizidir (Yücel,2014:11) Muhteşem Yüzyıl ‘ın son bölümü 11 Haziran 2014 tarihinde, Çarşamba günü ekranlarda yer almıştır 8 . Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanından günümüze aynı isimle uyarlanan “Çalıkuşu” dizisi Kanal D ekranlarında 2013-2014 yılları arasında yayınlanmıştır9.

Türkiye’de medyayı 2000’li yılları da içerecek şekilde konu alan çalışmalarda medyanın sahiplik yapısındaki değişime ve bu değişimin medya içeriklerine nasıl yansıdığı özellikle dikkate değer bir çalışma alanını oluşturur. Medya kuruluşlarının patronlarından bağımsız olarak işleyen medya profesyonellerinin editoryal bağımsızlığa sahip olmadığı, dizi, film, haber gibi içeriklerin siyasi yönetimden etkilendiği açık bir şekilde görülür (Uysal,2011:51). Medya tekelleşmeye başlamış, medya patronları da salt ekonomik çıkarları doğrultusunda dizilerin içeriklerini değiştirmiş ve şekillendirmiştir. Başka televizyon formatlarının çıkış göstermesiyle, BBG türü tele gerçeklik, yarışma programları gibi pek çok programlar zaman zaman durgunluk göstermiş olsa da durum fazla uzun sürmemiştir. Türkiye’de kamu ve ticari televizyon kanallarında diğer program türlerine göre daha fazla tüketilen programlar olan diziler, haftada sıklıkla prime time da ana haberlerden sonra hafta içi her gün, gündüz ya da

5 http://www.beyazperde.com/diziler/en/ulke-5026/onyil-2000/ 6 http://www.medyafaresi.com/haber/tns-ilk-100-listesi-24-ekim-2012-reytingleri/93843 7 http://www.medyafaresi.com/haber/sbt-ilk-100-24-ekim-tv-reytingleri/93841 8 https://www.dizisi.info.tr/muhtesem-yuzyil/ 9 http://www.beyazperde.com/diziler/dizi-16937/

89 akşam kuşağında yer alır. Tanrıöver’e göre (2011:46) dizilerde 2000’li yıllarda azalma görülür. Önceki dönemlerde ana haber bültenlerinden sonra üst üste iki ayrı yapımın programlanmasına olanak veren bir yayın akışı söz konusuyken, bu süreçten sonra yerli dizilerdeki süreler artmış, 20.00’de başlayan yerli diziler günümüzde 23.00 gibi saat dilimleri arasında yayın akışında yer almıştır. 2000’li yıllar dizilerle bağlantılı yan sektörlerden müzik endüstrisi de hızlı bir çıkış yaparak, dizi müziklerinin piyasaya sürüldüğü bir dönem olarak kendini gösterir. Yukarıda da bahsedildiği üzere, dizi hem yapım şirketiyle hem mekân ve aktörlerin giydiği kıyafetlere kadar pazarlama alanı olmuş, sponsorluklarla birlikte yeni yeni reklam alanlarını da doğurmuştur.

2000’li yıllar, Türkiye kutuplaşmanın sıkça kullanıldığı bir süreci tanımlar. Kutuplaşma daha çok ekonomik kaynaklı farklılaşmaları anlatmak için kullanılıyor olsa da bu durum etnik, dinsel ve kültürel kutuplaşmayı da gün yüzüne çıkarır. Siyasetin kutuplaşması ülkedeki tüm yapıyı etkilemiştir. Bunların başında elbette ki medya kanalları arasındaki kutuplaşma ve rekabet de belirgin derecede artmış, kanallar adeta içerik oluşturma ve daha fazla reyting alma yarışına girmişlerdir. Tanrıöver’ e göre (2011:48) 2010 yılında yapılan reyting ölçümlerinde ilk dörde giren dizilerin büyük çoğunluğu Kanal D ve ATV ‘ye aittir. Reytingi yüksek bu kanalların karşısında tutunamayanlar ya dizi gününü, süresini ya da kanalını değiştirmekte ya da yayından tamamen kaldırılmaktadır. Bu dönemde TRT’nin gerçekleştirdiği dış yapım politikası özel televizyon kanallarında artmıştır. Bazı kanallar dizi ve film yapımında iç yapıma yöneliyor olsa da pek çoğu bunun için yapım şirketleriyle ortak projeler yürütmektedir.

2.2. YERLİ DİZİLERDE MEKÂN VE SINIF İLİŞKİSİ

Yakın dönemde bilhassa bu çalışmanın da araştırma yıllarını kapsayan dönemler içinde (2016-2017) RTÜK (2018: 35) verilerinin de sonuçlarına göre en çok izlenen program diziler olmuştur. Ayrıca yayınlanan bu dizilerde varlıklı aileler, onların zenginliklerinin timsali olan lüks ve havuzlu villalar, yalılar, lüks araçlar çokça gösterilmektedir (Dağtaş,2008:170). Bu bağlamda sınıf temsillerini ve sınıf-mekân arasındaki ilişki anlatılarının irdelenmesine olanak veren televizyon dizileri, zenginin, yoksulun, köylünün, ağanın, kente göçen köylünün, zengin konaklarda yetişenlerin, zengin ve hoppa kızlar ile züppe erkeklerin boy boy gösterildiği farklı sınıf anlatıları üzerinden ilerler (Z. Tül, Akbal Süalp,2015:227). Yayınlanan pek çok dizide, ana

90 konusu yoksulluk üzerinden işlenen dizilerde bile mutlaka ele alınan zenginlik ve zengin bir hayat tarzına öykündürme söz konusudur. Sosyo-ekonomik hayat şartlarını lüks boyutlarda yaşayanlar ile alt sosyo-ekonomik yaşam standardında olan yoksulların neredeyse temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları yoksul hayat tarzları arasındaki uçurum, diziler ile daha da belirgin bir boyut kazanmaktadır (RTÜK İletişim Merkezi,2017:32). RTÜK’ün 2016 yılına ait “Vatandaş Bildirimleri Yıllık Raporu’nda (2017) dizilerdeki bu zenginlik temasının neden bu kadar çok işlendiğine dair ayrıntılı veriler bulunmaktadır. Bu rapora göre, Koloğlu (2017) şunları ifade eder:

“Türkiye’de en çok televizyon izleyen kitle C1, C2 ve DE yani, emekli, işsiz, parça başı çalışan, tatile gidemeyen, tatile gitmeyen, kütüphanesi olmayan, düzenli geliri olmayan, yardımla geçinen, lise ve ilkokul arası eğitim skalasındaki “Sosyo-Ekonomik Statü Grupları” dedikleri…”

Bu açıklamaya göre en çok televizyon içerikleri, özelde dizileri tüketen sınıflar belki hiçbir zaman olamayacakları yaşam tarzlarını ekranlarda izleme imkânı bularak, o anda olduklarını hayal etmektedirler. Böylelikle televizyon dizilerindeki yaşam şartları ve karakterlerin bu şartlardaki yaşayış şekilleri aracılığıyla gerçekleşen tüketim kalıpları, egemen sınıf ideolojisinin de yeniden üretilmesine sebep olmaktadır (Mersin,2008:67). Dizilerdeki tüketime yönelik tüm gösterge ve nesneler özellikle alt sınıfta bulunanları etkilemekte, onlar da sahip olamayacakları gerçeğine rağmen; en azından zenginlerin gittiği yerler, giydikleri kıyafetler kısaca tükettikleri pek çok şey hakkında bilgi sahibi olmakta ve bir kısım da olsa onların da tüketebilmelerine olanak sağlamaktadır (Sucu,2011:137). Bu lüks dünya, dizi izleyicisini içinde yaşadığı toplumun gerçeklerinden uzaklaştırarak, sınıfsal, etnik ayrışmaların tekrar tekrar yaratıldığı, gücün karşısında paranın yer aldığı, rekabetçi bir dünyanın içinde konumlandırır (Karadaş,2013:76). Zenginliğe yönelik bu ifadeler, en fazla o hayata sahip olamayan grupların dizi izlemesine neden olmaktadır. Bu duruma ise yoksunluğun bir tür telafi ediliş şekli denilebilir (RTÜK İletişim Merkezi,2017:44).

Bu anlamda mekânlar televizyon dizilerinde sınıfsal ayrımın en açık ifadeleri ve en görünür hâlleridir şeklindeki bir açıklama yerinde olur. Dizi içindeki oyuncunun konumu ile ilgili basit göstergeler onun ekonomik olarak üst sınıfta yer aldığını izleyiciye aktarır. Bu sebeple özellikle vurgulanarak bu durumun izleyiciye

91 aktarılmasına gerek yoktur. Araçların markası, oyuncunun özel bir şoförünün olup olmaması zaten oldukça açık göstergeler olarak ekranlara yansımaktadır (Mersin,2008:67). Tüm bunların yanında oyuncunun yaşadığı havuzlu villa, son model telefon, marka kıyafetler, gittiği lüks restoran ve eğlence mekânları ile gitmeyi tercih ettiği alışveriş mekânları nasıl bir ekonomik konumda olduğunu açıkça belirten göstergelerdir (Dağtaş,2008:174).

“Life style” olarak ifade edilen, daha çok lüks bir yaşam biçimine atıfta bulunan bu kelime, sınıfsal farklılıkları oluşturan yaşam biçimlerini tanımlar. Bu anlamda life style, hayatı kaliteli yaşamak, kaliteli giyinmek, kaliteli restoranlara gitmek, kaliteli şarap ve puro içmek, boş zamanlarını antika eser ve kitap, klasik araba ya da sergilerde geçirerek “süzülmüş zevkler*” den meydana gelen bir yaşam biçimini temsil eder (Bali,2015:146). Alt sınıfların da yaşam biçimlerinin yansıtıldığı pek çok sembolik ve kültürel ayrışma vardır. Bu semboller televizyonun görünür içeriğini alt sınıf üzerine çeker ve onları dizinin geneline yaymaz, bulanıklaştırır. Bu anlamda çeşitli yaşam biçimleri statü gruplarının diğer gruplardan ayrışmasının açık bir şekilde göstergesidir (Fiske ve Hartley,2003:83-84).

Gösteri dünyası ürünleri olan diziler nasıl çeşitli yaşam tarzlarını yansıtıp, sınıfsal ayrışmaları aktarıyorsa; oyuncular da ekranda aktarılan dünyayla bütünleşerek, sahneleyecek oldukları yaşam tarzını içselleştirmek zorundadırlar (Debord,2010:62). Bu sayede izleyici hem oyuncuyu hem de yaşadığı hayatı örnek almaktadır. Dizi oyuncularının da reel hayatta sahip olmadıkları pek çok göstergeler diziler ile “-mış” gibi gösterilerek, sanki toplumun büyük çoğunluğu dizideki yaşam standartlarına sahipmişçesine normalleştirilip, meşrulaştırılmaktadır. Ancak gözler önüne serilen bu zenginliğin, lüksün kaynağı ile ilgili hiçbir ayrıntı verilmez. Lakin tüm bunlara rağmen para, araba, yalı, şık kıyafetler, oteller, deniz ya da boğaz manzaraları gibi maddi unsurlar sahnede sık sık tekrarlanarak gösterilir (Aydoğan,2005:178).

Gerçek hayatta hem sınıfsal konum hem de mekânsal anlamda ortak noktada bir araya gelmesi imkânsız olan farklı sınıfsal gruplar televizyon dizilerinde arkadaş olmakta, aşık olmakta ve evlenmektedir. Her ne kadar dizi içeriği bağlamında sınıflar arasındaki farklılıklardan dolayı bu tür ilişkilere karşı çıkılsa da sosyo-ekonomik farklılıklar hiçe sayılıp, birbirini seven iki kişi mutlaka bir araya gelmektedir

92 (Dağtaş,2008:178). Dizilerle aktarılan bu tarz içerikler aslında sınıf atlamanın hiç de zor olmadığını, varlıklı ailelerin bireyleriyle gerçekleştirilen evlilikler ile aslında “sadece dizilerde görülebilecek” bu durumun gerçek olabileceği fantezisi oluşturulmaktadır. Antik Yunan’da olduğu gibi bedeni teşhir ederek fiziksel gücü göstermeye çalışma görevini, günümüzde diziler devralmıştır ve güçlü, varlıklı bir hayat standardını sergilemek için spor yapmak, vücut geliştirmek olmazsa olmaz faaliyetlerdir. Sermaye sahibi sınıfların yaşadıkları lüks sitelerde, yalılarda sağlıklı bir beden için mutlaka tesisler vardır (Işık ve Pınarcıoğlu,2011:154). Dizilerde sürekli spor salonlarına giden ya da spor salonlarını yaşadıkları yere taşımış kişiler dikkat çekmektedir.

Kente göçlerin artmasıyla orta sınıfların giderek büyümesi, kırsaldan gelenlerin orta sınıflara ait apartmanlara dahil edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu dahil edilme süreci kırsaldan gelenlerin genelde apartmanlarda kapıcılık görevini yapmasıyla mümkün olmuştur. Özyeğin (2012:61) kapıcılık mesleğini 1960’larla birlikte, orta sınıfın konut sahibi olabilmesi amacıyla gelişen ve yaygınlaşan apartman tarzı konut tipiyle ortaya çıkan bir iş kapısı olarak tanımlar. Kapıcılık orta sınıflarca yaratılan bir meslek grubudur adeta. Bu bakımdan kapıcı ve ailesi sınıfsal konumda en altta bulunur. Onlar hem ekonomik hem de kültürel açılardan üst sınıflara bağımlıdırlar. Bağımlılık durumu karşı gelememe dolayısıyla üst sınıflardan gelen istekleri de reddedememe gerçeğini içerir (Sucu, 2011:141). Apartmana ait tüm sorumluluk onlara aittir. Tüm apartmanın temizliğinden, bakımından, dışarından gelecek yabancıların kontrolünden ve hatta bazı yerlerde apartmanda yaşayanların köpeklerini gezdirmek gibi işlerden sorumlu tutulmuştur. Bu anlamda orta sınıflar ve üst sınıflar ile kırsaldan gelen sınıf arasında mekânsal bir ortak alan meydana gelmiş olmaktadır (Özyeğin, 2012:61).

Bu ortak mekânlarda da sınırlar ve uzaklıklar bellidir. Dizilerde gösterilen sahnelerde, bir apartmanın ya da sitenin kapıcılığını yapanlar, kendileri gibi olmayanlarla aynı apartman ya da site içerisinde, kendilerine tanınan alan sınırları içinde ve mesafede bulanarak gösterilmektedir. Bu sınırlar, köşk ya da yalı sınırları içinde bir müştemilat, apartman ya da site sınırları içinde bodrum kat ya da kapıcı dairesi şeklinde somutlaşmaktadır. Ayrıca kente göçmüş köylü sınıfı temsil ettiklerini göstermek için giyiminden, oturup kalkmasına; konuşmasından, sofra adabına kadar onların ait olmadıkları yerde ve kişilerle oldukları her fırsatta sergilenmektedir. Böylece

93 kapıcı aileleri kentsel mekânda “içerdeki yabancılar” olarak konumlandırılarak, modernliğin simgesi olan kentli gruplarla aynı mekâna gelmiş olmaktadır (Özyeğin, 2012:61). Bununla paralel olarak Tekelioğlu (2006:175) kırsaldan kente göçmüş ve kültürel alışkanlıklarından kopamamış kişilerin, apartman görevlisi olarak ya da bakkal gibi meslekler icra ederek kenti kuşattıklarını bu durumun ise yoz bir kent kültürünün oluşmasına neden olduğunu belirtmiştir. Reel hayatta var olan gerçekler bunlar iken, diziler aracılığıyla sanki böyle gerçeklikler hiç yokmuş imajı oluşturulmaktadır. Toz pembe bir dünyada, lüks içinde yaşayan, istediği her şeye, her zaman ulaşabilen, toplumun çok az bir kesiminin böyle bir imkâna sahip olduğu yaşantılar ve karakterler ekranlara yansımaktadır.

1960’lardan günümüze konutların biçimsel yapılarında değişimler olduğu için, apartman dairesi ve apartman görevlisinin televizyon dizilerinde gösterimi de azalmış, bunların yerine villa, lüks site, yalı gibi mekânların hizmetçilerine ayrılan müştemilat denilen konut tipi daha fazla işlenir olmuştur. Bu anlamda diziler orta sınıf toplumsal yapının görünürlüğü yerine iki uç seviyede olan üst sınıf ve alt sınıfların mekânlarına daha çok odaklanmıştır.

94 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ARAŞTIRMA

Mekân dolayımıyla oluşan sınıfsal ayrışmayı ortaya koymayı amaçlayan bu tez çalışmasında nitel içerik çözümlemesi gerçekleştirilmiştir. Nitel içerik çözümlemesine ön hazırlık olması açısından çalışmada, 2016-2017 yılları içinde ATV, Fox TV, Show TV, Kanal D, TRT1, Star TV kanallarında ana yayın kuşağında yayınlanan toplam 92 dizide, sınıfsal ayrışma temsillerini yansıtan mekânlar üzerinden saymaca yapılmıştır. Yapılan saymacadan hareketle, nitel içerik çözümlemesi temaları oluşturulmuştur. Temalar altında çözümlenecek olan dizilerin seçimi için amaçlı örnekleme türlerinden biri olan tipik durum örneklemesi kullanılmıştır. Amaçlı örnekleme ile çalışma evreninden öğeler rastgele belirlenmez. Bu örnekleme türü, evrendeki çok miktarda bulunan tipik bir durumun saptanıp, bunun üzerinden veri toplanmasıyla gerçekleşir. Buradaki önemli nokta, sıradışı olmayan bir durumun tercih edilmesidir (Büyüköztürk, 2018:104). Ayrıca araştırmayı yapan kişinin amacı yeni bir bilgi aktarmak ise, yeni olan bilginin içinden en tipik olanları saptar (Yıldırım ve Şimşek,2011: 110).

Tipik durum örneklemi ile 12 dizi seçilmiştir. Bunlar 10 Kasım-10 Haziran 2016 yılında Star Tv ‘de yayınlanan “Cesur ve Güzel”, Kanal D ekranlarında 18 Ağustos 2016-18 Haziran 2017 yılında yayınlanan “Bodrum Masalı”, 23 Şubat- 21 Haziran 2016 yılında Show TV’de yayınlanan, “Kış Güneşi”, 25 Ekim 2016- 20 Haziran 2017 tarihleri arasında Star TV’de yayınlanan “Anne”, 4 Kasım 2016- 16 Kasım 2018 tarihlerinde ATV’de yayınlanan “Aşk ve Mavi”, 17 Nisan 2016- 14 Mayıs 2016 tarihlerinde Show TV’de yayınlanan “Oyunbozan”, 20 Ağustos- 24 Ekim 2016 tarihlerinde Fox TV’de yayınlanan “Rüzgârın Kalbi”, 19 Eylül- 12 Aralık 2016 tarihleri arasında Kanal D’ de yayınlanan “Babam ve Ailesi”, 7 Ocak-20 Ekim 2016 tarihleri arasında Fox TV’de yayınlanan “Kördüğüm” , 27 Nisan-11Mayıs 2017 tarihleri arasında ATV’de yayınlanan “İkisini De Sevdim”, 3 Kasım 2016 - 9 Şubat 2017 tarihleri arasında Fox TV’de yayınlanan “Umuda Kelepçe Vurulmaz” , 22Ekim 2016- 12 Mart 2018 tarihleri arasında Fox TV’de yayınlanan “Kalbimdeki Deniz” adlı dizidir. Bu diziler üzerinden mekânların yarattığı sınıfsal ayrışma temsilleri tartışılacaktır. Dizilerin çözümlenmesinde ilk üç bölümün ele alınmasının sebebi,

95 dizinin geçtiği mekâna, senaryosuna, sınıfsal ilişkilerine bakılarak bile sınıfsal kodlama şemalarının zihinlerde oluşabilecek olmasıdır. Bu anlamda yukarıda ismi geçen dizilere içerik çözümlemesi uygulanacaktır.

3.1. NİTEL İÇERİK ÇÖZÜMLEMESİ

İçerik çözümlemesi iletişim çalışmalarında sıklıkla kullanılan bir çözümleme yöntemidir. En yaygın ve en eski tanımlamayı Berelson yapmıştır. O (Berelson’dan akt. Aziz, 2015:133) içerik çözümlemesini;

“…İletişimin açıklanan içeriğinin yansız, dizgeli (sistematik) sayısal tanımlarını yapan bir araştırma tekniği…” şeklinde tanımlar. İçerik çözümlemesi ile ilgili çok fazla tanım vardır. Bu sebepten tanımı tek bir perspektiften yapmak zordur zira Aziz’in (2015:133) de bahsettiği gibi;

“İçerik çözümleme tekniğinin tarihsel gelişimi içerisinde farklı tanımlamaları yapılmıştır. Bunun, temel bir farklılık olmamakla birlikte bu tekniğe farklı bakış açılarından ileri geldiği söylenebilir.”

Yine de medya içeriklerinin kaynağını, niyetini ve olabilecek etkileriyle anlamlı metin kümelerini oluşturan bir bütündür şeklinde içerik analizi tanımı yapılabilir (Bens, Golding, McQuail, 2005:8). Bir başka tanım ise, geçerli ölçüm kurallarına göre sayısal değerler atanmış sembollerin, sistematik ve tekrarlanabilir bir şekilde incelenmesi ve bu yöntemlerle ilişkilerin analizini, aralarındaki anlamsal bağı sağlamak ve anlamlı iletişim verileri ortaya koymak için kullanılan tekniktir (Riffe, Lacy ve Fico,2013:20). İçerik çözümlemesiyle yapılan tüm tanımların özü bu tekniğe yöneltilen farklı bakış açılarını ortaya koymaktadır.

İçerik çözümlemesi, soyut kavramların somutlaşması, sayılamayanların nicelleştirilmesidir (Aziz,2015:133). Bu yöntemle metinlerden veriler toplanıp analiz edilir. Metin sadece yazılı bir içerik olmayacağı gibi tamamen görsel bir veriler kümesini de çağrıştırmamalıdır. Bu bağlamda, kitaplardan, gazetelere, reklamlardan, resmi evraklara, video kayıtlarından, filmlere, şarkı sözlerinden, giyim eşyası ve sanat eserlerine kadar daha da ayrıntılandırılabilecek başlıkların tamamını kapsar (Neuman,2016:466). Genel anlamda içerik analizi yazılı dökümanlar, görsel kayıtlar,

96 videolar ve ses kayıtlarını da içeren, insanlar arasında gerçekleşen çeşitli iletişim şekillerinde uygulanabilir. Analiz aşamasında, araştırma sorularıyla bağlantılı olarak “kodlama” taslağı oluşturulur (Özcan,2015:380). Kodlama beraberinde metin içeriklerinin ortak yönlerine ulaşılmasını gerekli kılar; bu ise kategorileştirme kısmıdır. Bu anlamda aynı konular derlenmiş, tümdengelim ya da tümevarımsal sonuçlara ulaşılabilmesi adına detaylandırılan ve geniş kapsamlı yorumlama olanağı sunan teknik olması sebebiyle içerik çözümlemesi sistematik bir veri analizi imkânı sağlar (Demirci ve Köseli, 2009:345).

Bu çalışmanın içerik çözümlemesi tekniği ile analiz edilmesindeki amaç Wimmer ve Dominic’in (2007: 19) ifadeleriyle şu şekilde açıklanabilir. Wimmer ve Dominic’e göre,

“İçerik çözümlemesi kitle medyası araştırmacıları arasında popülerdir, çünkü içerik çözümlemesi, yayıncılıkta ve yazılı basındaki reklamların ve ilanların sayısı ya da türü gibi, medya içeriğini araştırmakta etkili bir yol sunar.”

Bu nedenle araştırmanın problemi çerçevesinde oluşturulan kategoriler ile analiz edilen dizi içeriklerindeki mekânlar, sınıfsal ayrışmaların ve reel dünyada sıklıkla görülmeyen yaşam tarzlarını yansıtması ve anlamlı sonuçlar sağlaması sebebiyle içerik çözümlemesi tekniği kullanılmıştır. Kitle iletişim araçlarına yönelik uygulanan içerik çözümlemesinde hangi medya türü ele alındıysa ona yönelik bir çözümleme yapılmaktadır. Gazete veya dergilerde tipografi, mizanpaj gibi parametreler, televizyon içerikleri için ise sahne içi düzenleme, kamera açısı, çekim süresi gibi parametreler olmak üzere çeşitlilik gösterebilir (Aziz,2015:22). Kavramsallaştırma ve birimleştirme tüm araştırmalarda teori ile gözlem arasındaki uyumu gerekli kılar. Özcan (2015:393) amaca yönelik içerik çözümleme ile ilgili bir örneği şu sözlerle ifade eder:

“Örnek olarak araştırmacı eğer, emniyet kemeri kanunlarındaki değişimler hakkında çıkan gazete haberlerindeki eğilimi incelemek istiyorsa (kamuoyunun potansiyel göstergesi olarak), editörleri ve gazete makalelerini okuyabilir.”

Yukarıdaki örnekten yola çıkarak, içerik çözümlemesi toplumsal değişimlerin analizini yapmak için de uygulanabilecek bir tekniktir denilebilir. Nicel yöntemler, değişkenler arasındaki ilişkiyi büyüklük derecesi ve yönü bakımından belirleyen hipotez

97 ya da önerme şeklinde birbiriyle ilişkili yapıları, analiz eden bir araştırma yöntemidir (Şahin,2016: 54). Veri toplama aşamasına geçilmeden önce kavramlar ile veriler arasında nasıl bir araştırma tekniği ya da teknikleri uygulanacağı ayrıntılı analizlerle saptanır. Nicel çalışmalarda araştırmacılar verileri toplayıp çözümlemeden önce ve ayrı ayrı değişkenler ile ilgili taslak oluşturur ve çalışmanın sonunda verileri eyleme çevirir. Kısaca soyut verilerle, deneysel gerçeklik hakkında somut ve nicel veri sağlayacak olan ölçüm talimatları belirlenir (Neuman,2016:266-271).

Çalışmada verileri tamamlayacak nitel içerik çözümlemesine başvurulmuştur. Bu anlamda saymaca ile elde edilen veriler araştırmacının ilişki hâlindeki verileri sistematik saymalarla belirlemesine yönelik kategorilerin nasıl oluşturulabileceğinin yolunu açarken, nitel çözümlemeden elde edilen veriler ise temaları, sembolleri ve araştırma nesnesinin içindeki gömülü verileri açığa çıkarma olanağı sunar (Özcan,2015:386). Bu bakımdan nitel çalışmalar yorumlayarak ve görünmeyen anlamı irdeleyerek, nicel çalışmalar ise ölçüm yaparak anlamlı verilere ulaşmaya çalışır.

Nitel yöntemin ele alınarak yapıldığı çalışmalar, sosyal ve toplumsal içerikli temalardan oluştuğu için yine toplumun var ettiği anlamları yorumlamaya çalışır. Yorumlama tarzı ise araştırmacının içinde bulunduğu dünyayı nasıl deneyimlediğiyle ve algıladığıyla ilgilidir (Neuman,2016:661). Ayrıca en önemli şeylerden biri de araştırma üzerine bir anlam inşa etmek, anlayış kazandırmak ve süreç boyunca gelişebilecek herhangi bir duruma karşı başka bir rota çizebiliyor olmaktır (Merriam,2013: 13-14). Devam eden bu süreç ve anlam rotası ise, yaşamdaki insanları, olayları ve gerçekleşen tüm eylemsel oluşumları açıklayan, temsil eden, kelimeler, metinler, semboller, kavramlar, temalar ve semantik gibi sınıflandırılabilecek başlıklara bir çerçeve oluşturma olanağı sağlar (Neuman,2016:659).

Çalışmada, dizilerdeki mekânlar dolayımıyla yaratılan sınıfsal ayrışmalara dair oluşturulan kategoriler, nitel çözümlemelerin temalarını meydana getirmektedir. Nitel çözümlemenin temaları ve alt temaları şu başlıklar ile çözümlenmiştir: Yaşanılan konutlar (Gecekondu’dan Yalı’ya), mesleki mekânlar/iş mekânları (Kepenkli Dükkânlardan Çok Katlı Plazalara), sahip olunan ulaşım araçları (Mekânın En Görünür Tamamlayıcısı: Sanayiden Sermayeye Araç Sahipliği), gidilen mekânlar, kokteyller, spor kulüpleri (Ayrışmaların Uğrak Mekânları).

98 3.2. BULGULAR

Atv, Fox, Kanal D, Star, Show ve TRT1 kanallarının 2016-2017 yıllarında prime time zaman dilimlerinde yer alan dizilerin ilk üç bölümleri izlenmiş, yapılan saymaca sonucu toplamda 92 diziye ulaşılmıştır. Diziler içinde sınıfsal ayrışmaları gösteren 81 mekâna ulaşılmış olup, mekânlar yüksek ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sahibi sınıfların bulundukları mekânlar ve düşük ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sahibi sınıfların bulundukları mekânlar olmak üzere kategorilendirilmiştir. Bu bağlamda sosyo ekonomik seviyesi yüksek, sermaye sahibi sınıfların yer aldığı mekânların dizilerde gösterilme sayısı, 234 iken; sosyo ekonomik seviyesi düşük sınıfların bulunduğu mekânların gösterimi 71 olarak bulunmuştur.

3.2.1. Gecekondudan Yalıya

Dizilerde çok sık karşılaşılan havuzlu villa göstergeleri tamamen ideolojik birer seçimin ifadeleridir. Tercih edilen şey aslında mekân bağlamında zenginlik göstergelerinin daha da vurgulanmak istenmesidir (Dağtaş,2008:174). Ekranlarda gösterilen mekânlarda dekor, ışık, mobilya, mekânın manzarası hepsi bütünlük içinde sınıfsal farklılaşmayla ilgili ipuçları verir. Bu anlamda televizyon dizilerinde yer alan oyuncular, tükettikleri kültürel ögeler, serbest zaman uğraşları, yeme içme yönündeki eğilimleri, ikamet ettikleri çevre ve yerin statüsü gibi pek çok kavramlarla sınıfsal göstergeler açığa çıkar. Yalnızca ikamet edilen yer değil, tercih edilen restoran, gidilen tatil beldeleri, bulundukları kafeler, okudukları okullar, hobiler, eğlenilen kulüpler bu sınıfsal farklılaşmaları yaratır (Mersin,2008: 79).

Türk yerli dizilerinde en sık rastlanılan lüks, havuzlu, müştemilatı ve özel şoförü olan villa tarzındaki yerleşim mekânlarını tanımlayan şey, “yeni zenginliğin konut mekânındaki önemli bir temsili” olarak ifade edilebilir (Dağtaş,2008:179). Dizilerdeki mekânlardan villaların, yalıların, köşklerin, holdinglerin, lüks restoranların, yurtdışı destinasyonlu tatillerin tercih edilmesi sanki mekânsal anlamda bir kıtlık varmışçasına dizilerde bunlar hiç farklılık göstermemektedir (Tül ve Süalp,2015:229). Bu zenginlik göstergeleri öyle bir hâl alır ki; Dağtaş (2008:172)’a göre, “İnsanın aklına başka tür bir ev mekânı olup olmayacağı şüphesi bile gelmemektedir.” Bu mekânlar dış dünyadan arınmış kendi içinde kendi kurallarının geçerli olduğu yerledir.

99 Yalının, villanın ya da köşkün tüm odaları, salonları, ofisleri, bahçesi, balkonu vs. çevreden soyutlanmıştır, çünkü zenginlik güçlü olmaktır ve ona yakışan da diğerlerinden farklı, diğerlerinden kendini izole ederek bir mekânda yaşam sürmektir. Müştemilat ya da asıl mekân olan konutta, konut sahipleri, çalışan kişilerle de bir arada olmaz ve iletişim de gerekmediği sürece pek kurmaz (Çevik,2016:42). Ayrıca mekânlar statü ve kimlikleri yansıtmada ayna işlevi gördüğünden dolayı, tüm somut tüketim kalıplarını ve davranışlarını da olduğu gibi aktarır (Bolat,2016:78). Bu anlamda dizilerde gösterilen üst sınıfların yaşadığı konutlarda mutlaka yüksek kültür ürünlerine rastlanılmaktadır. Bu tema altında çözümlenen ilk dizi “Cesur ve Güzel” dizisidir. Cesur ve Güzel adlı dizi Korludağ ailesinin yaşadığı çiftlikte geçmektedir. Çiftlik içinde üç katlı bir malikâne, iki adet av köşkü ve göletle birlikte geniş bir bahçeyi barındırmaktadır. Ayrıca çiftlik içinde malikânede yaşamlarını sürdüren Korludağ ailesinin yanlarında çalışan pek çok yardımcı vardır. Çiftlikte atlarla ilgilenen seyis, kâhya, mutfakta yemekleri hazırlayan hizmetçiler ve malikânenin güvenliğinden sorumlu kişiler dizi boyunca gösterilmektedir. Ayrıca yıllar önce Tahsin Korludağ ile evlilikten dönen, hiç anlaşamadığı komşusu Mihriban Hanım’ın evinde yalnızca bir tane yardımcı gösterilmektedir. Tahsin Korludağ’ın malikânesindeki yardımcıların bu kadar çok gösterilmesine karşın, Mihriban Hanım’ın yaşadığı villadaki yardımcısının görünürlüğü de o denli azdır. Bourdieu’nun ifade ettiği simgesel güç ilişkisi gösterilen yardımcıların çokluğuyla yaratılmaya çalışılmaktadır. Zira Tahsin Korludağ’ın malikânesinin Mihriban Hanım’ın villasından büyük oluşu ve daha çok yardımcının varlığı bu durumu göstermektedir. Bunların yanında orijinal bir tablo, antika değerinde bir dekoratif eşya gibi göstergeler sermaye sahibi sınıfın sanatsal tüketim farklılığını gösterir. Tablolar, eserler salt maddi varlıklar değildir. İçinde bulunulan sınıfın habitus pratikleri, nesnelere verilen anlamlardaki farklılıkları yaratır. Cesur ile Tahsin Bey’in arasında geçen bir konuşmada, Cesur tabloyu göstererek orijinal olup olmadığını sorar. Bunun üzerine Tahsin Bey tablonun çiftliği satın alabilecek kadar değerli olduğunu söyler. Ayrıca konutların girişinde görkemli sütunlar ve heykeller simgesel sermayeye sahip olmanın mekânsal tezahürleridir.

100 Kültürel sermaye sahibi sınıfların yemek sofralarında porselen yemek takımları, kristal bardaklar ve kadehler görülmektedir. Bu sınıfların mekânlarında işlevsel olmaktan ziyade dekoratif olan masanın üstündeki vazo, şömine üstündeki dekoratif biblo, düşük statülü sınıflara göre işlevsel olmadığı için hiçbir anlam ifade etmez (Bourdieu,2015:547). Ayrıca malikânenin içinde yüksek dekoratif eşyalar, duvarlarda çeşitli tablolar, deri koltuklar, bronz ve altın ağırlıklı mobilyalar bulunmaktadır. Kullanılan eşyalar ve tercih edilen yerlerdeki renk seçimleri kültürel ayrışma ve zenginliğin göstergeleridir. Dizide diğer karakterlerin evleri de oldukça şık mobilya ve dekorasyon ürünleriyle döşenmiştir. Dizi boyunca malikânede yer alan tablolara özellikle vurgu yapılmaktadır. Çünkü tabloların tamamı orijinal tablolardır ve Cesur’un babasına aittir. Akşam yemeklerinin yenildiği salon geniş ve bol aydınlatmalı, masa ise şık tabak ve bardaklarıyla servise hazır bulunmaktadır. Malikânenin mutfağından sorumlu kadının kızı olan Şirin de masaya servis yapmaktadır. Burada dikkat çeken unsur, Şirin’in ailesi Korludağ’da çalışan kâhya babası, mutfakta çalışan Reyhan annesi ve Şirin’dir. Sosyo ekonomik seviye olarak Korludağ ailesinden alt statüde olan bu ailenin kızları da içinde bulunduğu sınıfsal yapının verdiği imkânlar çerçevesinde bir hayat sürmektedir.. Şöyle ki; Şirin kâhyanın kızıdır. Dolayısıyla Sühan’ın ya da Korhan’ın sahip olduğu eğitimi alamamıştır ve o da malikânede çalışan bir yardımcı olmuştur. Çünkü içinde bulunduğu habitus ona zaten Sühan ya da Korhan gibi olamayacağını tıpkı anne babası gibi Korludağ ya da herhangi egemen sınıfın bünyesinde hizmet etmesi gerektiğini öğretmiştir. Yani Şirin’in “alan”ı, içinde bulunduğu habitusu belirlemiştir. Eğitim ve var olunan sınıfın habitus pratikleri Bourdieu’nun bahsettiği simgesel şiddetin yaratılmasında etkili olmuştur. Bu bağlamda Bourdieu sahip olunan sermayelerle elde edilen gücün yine hâkim sınıfın lehine işleyeceğini belirtmektedir.

Malikânenin bahçesinde kutlama yapmaya müsait geniş bir alan vardır. Burada Cahide’nin hamile olduğu haberinin kutlaması kadehlerde şampanyaya içilerek yapılır. Evdeki yardımcılar Korludağ ailesinin kutlamasını uzaktan izler ve sadece alkışlar. Bu durum evdeki çalışanlarla araya konulan mesafenin göstergesidir. Sahip olunan konut ile ilgili Sühan Cesur’a İstanbul’da da evlerinin olduğunu belirtmiştir. Ancak evlerinin şehir merkezinde oluşu, araçlarını park edebilecekleri otoparkın olmayışı, malikânedeki gibi kapıların önünde açılmayışı aileyi şehirden uzakta Korludağ kasabasında yaşamaya

101 mecbur bırakmıştır. Bölgedeki ekonomik sermayenin sahibi olan Tahsin Korludağ tıpkı Bourdieu’nun bahsettiği gibi simgesel bir sermayeye de doğrudan sahip olmaktadır. Sermaye sahibi olmanın sağladığı ayrıcalıklar, sermaye sahibi olmayan diğerleri üzerinde tahakküm, Bourdieu’nun deyimiyle “simgesel şiddet” ayrımıyla görünür olur.

Bodrum Masalı dizisi, varlıklı ve pek çok çevrece tanınan Ergüven ailesinin iflas ettikten sonra Bodrum’da geçen mütevazı hayatını konu alır. Dizinin ilk sahnesinde ailenin Bodrum’a geldikleri ve taşlı, köy yollarından eski model bir araçla evlerine doğru gittiği görülmektedir. Yaşayacakları evin beyaz sıvalı bir köy evi olduğunu gören kızları Su, o evde nasıl yaşayacaklarına dair sitemkâr bir soru sormuştur. İflastan önceki hayatlarında eski konutları, yeşillerin içinde iyi bir peyzaja sahip, havuzu olan lüks bir villadır. Villa büyük cam pencerelerden oluşan oldukça geniş ve modern bir yapıdır. Villanın büyük gösterişli aydınlatmaları vardır. Ayrıca evde büyük deri koltuklar, geometrik desenli abajurlar ve duvarlarda modern tarzda tablolar ve büyük dekoratif eşyalar bulunmaktadır. Villanın çevresi de tıpkı o tarzda yapılanmış villalardan oluşmaktadır. Evin genel yapısı modern zengin bir ailenin tercihini yansıtmaktadır. İflasın ardından Bodrum’a taşınma kararı alan Evren Bey’in eşi Yıldız Ergüven, yaşadıkları eve kıyasla yeni yaşayacak oldukları evin küçük olmasından yakınmaktadır. Nesneleşmiş toplumsal sermaye ile edinilmiş pratikler, içinde bulundukları sınıfsal yapıda nasıl bir yol izleyeceklerine dair çözüm sunamamaktadır. Sınıfsal yapılarda zengin grupların konutlarındaki eşyaları da büyük olduğu için olabildiğine büyük konutları tercih etmektedirler. Ancak sermayelerden yoksun sınıf zaten yeteri kadar eşyası olmadığı için, olsa bile etraftan ucuz yolla temin ettikleri malzemelere sahip oldukları için, büyük konutlara yönelmemektedirler zira büyük konutun büyük de masrafı olacaktır. Bu işlevsel bakış açısı, sınıfın sahip olduğu habitus pratiklerinin kolay kolay değiştirilemeyeceğinin ifadesidir. Enver Ergüven’in oğlu Ateş’in kız arkadaşı Alara’nın ailesi de Bodrum’da lüks ve varlıklı bir hayat sürmektedir. Bodrum manzaralı lüks bir villada yaşamaktadırlar. Onların yaşadıkları yer toplumsal ve kültürel sermaye sahibi kişilerin tercih ettiği çevrededir. Ancak Ergüven ailesinin yeni taşındıkları yere “varoş” tanımlaması yapan Alara’nın ailesi için, Bourdieu’nun da iddia ettiği ekonomik sermayenin tek başına burjuva habitusunda yeterli olmayacağı açıklamasına örnek olarak gösterilebilir.

102 Dolayısıyla ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel sermaye bir arada olduğunda etkili olur ve anlam taşır.

Ergüven ailesinin yeni taşındığı ev eski model mobilyaların ve perdelerin işlemeli olduğu, koltukların üzeri örtülü bir konut göstergesiyle aktarılmıştır. Ayrıca vitrin içlerinde dantel ayrıntılar ve duvarlarda da kitsch tablolar bulunmaktadır. Bu ev Ergüven ailesinin İstanbul’daki villalarının dekorasyonuna ve mobilya tercihlerine tamamen zıttır. Tüm bunlara rağmen aile giyim kuşamlarını, yemek yeme tarzlarını kısacası eski alışkanlıklarını devam ettirmektedir. Dolayısıyla bedenleşmiş kültürel sermaye gündelik sıradan eylemlerde bile devam etmekte ve kendini göstermektedir.

Kış Güneşi, adlı dizide Efe’yi sahiplenen ailenin yaşadığı ev tek katlı, beyaz sıvalı derme çatma bir evdir. Konutun içinde bir soba bulunmaktadır. Alçak tavanlı konutun aydınlatması da oldukça yetersizdir. Duvarda eğik duran raf ve raflardan birinde küçük ekran televizyon bulunmaktadır. Ayrıca her rafın üstünde de dantel göze çarpmaktadır. Düşük ekonomik, kültürel sermayeye sahip bu aile için, evin genişliği, mobilyaların değeri ve dekor çok önemli değildir. Zira ev dâhil sahip olunan her şey işlevsel amaçlı bulunmaktadır. Kullanılmayan şeyler kalabalıktır. Ailenin içinde bulunduğu sınıfın habitus pratikleri gereği, yüksek fiyatlara sahip antika değeri olan eşyalara verilen ücret çılgınlıktır; zira ona verilen ücret yerine eve gıda almak daha doğru bi davranıştır.

Efe kültürel sermaye bakımından zayıf, yirmi yıldır görmediği kardeşi Mete ise özel okullarda yetişmiş, iyi bir eğitim almış sonuç olarak holdingte yönetici konumunda çalışmaktadır. Burada yine simgesel şiddeti yaratan ögelerden biri olan eğitim kurumunun sebep olduğu sonuç görülmektedir. Efe’nin yaşadığı evin yemek kültürü ile Mete’nin yaşadığı villadaki yemek kültürü ve masa adabı oldukça farklıdır. Dizide Mete’nin yaşadığı yerde kahvaltı sofrası ve akşam yemeği sıkça gösterilmektedir. Her sahnede de mutlaka evde çalışan yardımcılar masaya eklemeler yaparken görülmektedir.

Birinci bölümde, kahvaltı masasındaki Mete ve kahvaltı malzemelerini masaya yerleştiren, ancak Mete’nin haşlanmış yumurta yemediğini bilmeyen ve yumurtaları da Mete’nin önünde koyan yardımcı arasında şöyle bir diyalog geçer:

103 Mete:

-“ Şunu benden uzak tarafa koy, kaç aydır burdayız hâlâ anlamadın!”

Yardımcı:

-“ Pardon efendim, boş bulundum bir anda, özür dilerim.”

Bu diyalog tahakküm eden ve tahakküm altında olanın ilişkisini göstermektedir. Zira yardımcı haklı dâhi olmuş olsa, içinde bulunduğu sınıfın habitus pratikleri gereğince, efendisine yine itaat etmeyi tercih etmektedir. Simgesel şiddet sınıfsal ayrışma yoluyla gösterilmiştir ve yardımcının da bu şiddeti nasıl içselleştirildiği ortaya koyulmuştur.

Mete’nin eşi olan Nisan da yüksek ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel sermayesi olan bir aileye mensuptur. Mete’nin annesi ve Nisan’ın annesi sık sık briç oynayarak toplumsal sermayesini güçlendirmektedir. Bunun yanında Efe’yi büyüten ailedeki sosyal faaliyet komşularıyla bir araya gelmektir. Sık sık yemek davetlerinde toplanan Mete’nin ve Nisan’ın ailesi, şirket, alışveriş ve seyahatten konuşmaktadır. Zira toplumsal sermaye bakımından güçlü bir çevrede yaşıyor olmak bunu gerektirmektedir.

Dizide Nisan ve Mete yeni bir eve çıkmanın planını yapmaktadır. Hatta Nisan evinin projesini kendisi tasarlamıştır. Ev almak, eve taşınmak, istenilen şekilde döşemek yüksek ekonomik sermaye sınıflar için oldukça normal ve keyifli bir süreçtir. Zira işin zor olan kısmı temizliği, taşınması, yerleştirilmesi için eleman tutulmaktadır. Evin sahibi sadece eşyaların nereye ne şekilde yerleştirileceği hususunda yönlendirmeler yapmaktadır.

İkizi Mete ölünce yerine geçen Efe, yaşadığı, bildiği hayattan çok farklı bir dünyaya adım atmıştır. Zira villadan içeriye girerken, ayakkabısının altını paspasa silmesi ve kameranın da özellikle bu sahneyi yakınlaştırması, sınıfsal habitus pratiklerinin bir göstergesidir. Efe’nin yaşadığı gecekondu mahallesinde eve ayakkabıyla girilmez. Ancak villada böyle bir yaşam tarzı yoktur. Bu bağlamda Bourdieu’nun da ifade ettiği bedenleşmiş kültürel sermaye pratikleri, içinde bulunulan sınıfın habitusu sayesinde oluşmaktadır.

104 3.2.2. Kepenkli Dükkânlardan Çok Katlı Plazalara

Dizi içeriklerinin en önemli teması zenginliktir bu sebeple dizilerde zenginlik detaylı şekilde ayrıntılandırılır ve bu detaylandırmalardan bir tanesi de çalışılan mekânlardır (Mersin,2008: 80). Bölgelere, semtlere hatta mahallere göre değişen yaşam biçimleri, yoksulluk ve imkânsızlıklar dizilerde çok sık gösterilmemekte, villalarda ve yalılarda yaşayan zengin aileler, sürekli şık ve lüks restoranlar ve kafeler, küçük ya da orta hâlli şirketlerden çok, büyük holdingler ve şirketler gösterilmektedir. Bu sebeple dizilerde yer alan holding, plaza, iş merkezi, şirket, esnaf lokantası, terzi, kıraathane gibi iş mekânları da sınıfsal ayrışmaları aktaran göstergelerdir denilebilir.

Yalıda ya da lüks olarak nitelendirilen konutlarda yaşayanlar mutlaka bir şirketi ya da holding sahibi olmakta ya da buralarda çalışmaktadır. Ayrıca özel sektörde çalışan üst düzey yöneticilerin, doktorların ve akademisyenlerin de havuzu olan lüks sitelerde ya da villalarda yaşadıkları ekranlara yansımaktadır (Dağtaş,2008:179). Diğer bir ifadeyle, sermaye sınıflarının sahip oldukları konutlar düzenli, şık ve lüks olarak gösterilirken, işçi, esnaf gibi sınıfsal statüsü düşük olan grupların da evleri daha çok eski, geleneksel ve dağınık olarak gösterilmektedir (Baloğlu,2019:285). Sahip olunan meslek ve çalışılan iş yerinin statüsüne göre yaşanılan konutlar da değişiklik göstermektedir.

Dizilerde genelde holding sahibi kişilerin kalabalık bir ekibi vardır. Patronlar holdinge, şirkete ya da sahibi oldukları iş merkezlerine çok sık uğramazlar hatta dizi boyunca iş yerlerine gittikleri sayı bellidir. Ancak işe bu kadar az gitmeye ve uzun süre de bulunmamasına rağmen şirket hiçbir şey kaybetmez aksine kazancı katlanarak büyür, ihaleleri alır, yurtdışı projeleri kabul edilir. Bu gibi örnekler ile dizilerde holding ve şirketi olan ekonomik sermayeye sahip kişiler aktif olarak çalışıyor olarak gösterilmemektedir. Şirket ya da holding sahipleri iş yerlerinden ziyade kişisel meseleleriyle ilgili olaylarla ilgilenmekte veya boş zaman faaliyetleri içinde yer almaktadır. Tüm bunlar değerlendirildiğinde ekonomik sermayeye sahip karakterlerin az çalışıyor oluşu ve dizilerde de bu şekilde gösterilmesi gösterişçi bir tüketim davranışını ve sınıflar arasındaki ayrışmanın boyutunu göstermektedir. Ayrıca sahip olunan ekonom ik sermaye, Bourdieu’nun (2015) belirttiği toplumsal sermaye içindeki bedenleşmiş ve nesneleşmiş sermaye pratiklerini de gösterdiği anlamına gelmemektedir.

105 Anne dizisinde Şule ve kocası düzenli işleri olmayan, gecekonduda yaşayan bir çifttir. Bourdieu’nun bahsettiği tüm sermaye sahipliğinden yoksun bir ailedir. Şule gece hayatında parasını konsomatrislik yaparak kazanmaktadır. Kocası Cengiz ise çalışmamaktadır. Zengin olmak Şule ve Cengiz’in öykündüğü bir durumdur. Düzenli işlerinin ve gelirlerinin olmamasına rağmen Cengiz’in sahip olduğu playstation oyun konsolu vardır. Ayrıca evlerindeki buzdolabı sürekli boştur, temel gıda maddeleri yoktur ama Cengiz sürekli abur cubur almaktadır. Ailenin en büyük hayali “bir gün köşeyi dönmektir”. Ekonomik sermayeden yoksun olan bu aile için Bourdieu’nun bahsettiği tüm sermaye türleri hiçbir anlam ifade etmemektedir. Zira hem Şule hem de Cengiz güzel bir eğitim hayatına da sahip değildir. Bu bağlamda kurumsallaşmış toplumsal sermayeden yoksunluk ile bulundukları kalıplaşmış habitus pratikleri konuşma tarzlarında, beden dilinin kullanımında, kitap okuma alışkanlıkları ya da tiyatro gibi kültürel faaliyetlerinde kendini gösterir. Şule ve Cengiz için bu tür şeyler gereksiz ve boşuna para harcanan şeylerdir. Şule Cengiz’e;

“Bu akşam gitmiyorum, hep ben mi eğlendiricem milleti, bu gece de ben eğlenicem, geri de dönmeyiz bir otelde falan kalırız.” şeklinde konuşarak yaşadığı hayattan bir gece de olsa kurtulmak ister. Öykündüğü hayat ekonomik sermayeye sahip olduğu bir hayattır.

Bunların yanında Zeynep’e annelik yapan Cahide Hanım oldukça varlıklı biridir. Kültürel sermayesinin yanında ekonomik sermayesi de yüksektir. Zira bedenleşmiş toplumsal sermaye eylemleri de bunları açıklamaktadır. Kendisine ait hukuk bürosu vardır. Ancak o da çözümlenen diğer dizilerdeki varlıklı şirket sahipleri gibi üç bölüm boyunca yalnızca bir kez görüntülenmiştir. Cahide Hanım’ın öz kızları Duru ve Gamze çalışmamakta ve çalışmak için de herhangi bir çabada bulunmamaktadır. Bu anlamda sahip oldukları ekonomik sermaye içinde bulundukları sınıfsal farklılaşmaya ve statü sahibi olmaya yetmektedir. Zeynep’in öz annesi olan Gönül yıllarca hapishanede yatmış ve çıkar çıkmaz hapishaneden arkadaşı olan bir kişinin evinde ve yüncü dükkânının başına geçmiştir. Hiçbir sermayeye sahip olmayan Gönül’ün bu kadar kısa sürede düzenini Zeynep’ten daha iyi şartlarda kurması dizi kurmacasının bir yansımasıdır. Zira Zeynep üniversite mezunudur ve üvey annesi varlıklı bir kadındır. Bu anlamda kültürel sermayeye sahip olması diğer sermaye türlerine sahip olmasını sağlamamıştır.

106 Aşk ve Mavi dizisinde Mavi bir tekstil fabrikasında ütü yaparak geçimini sağlamaktadır. İş çıkışı Ali ile buluşacaktır zira Ali o gün tahliye olmuştur. Ancak bunun için giyecek güzel elbisesi olmamasından yakınmaktadır. Sermaye sahipliğinden yoksun oluşu özellikle ekonomik sermayenin olmayışı sahip olmak istediği şeylerden ve yaşamak istediği hayattan da mahrum olmasına neden olmuştur. Zira görüşmeye gitmek için giyecek olduğu elbiseyi bilerek yırtmış ve defolu olmasına sebep olmuştur. Patrona kumaşın defolu olduğunu söylemiş böylelikle atılması istenen kumaşı atmayıp kendine elbise dikmiştir.

Egemen sınıfsal yapı içindeki toplumsal ve kültürel sermaye sahibi kişiler için elbise satın almak salt giyim eylemi için değildir. Bu anlamda elbisenin kumaşından, elbisenin üretildiği yere kadar hatta elbisenin paketlenme şekli dâhil hepsi bir bütünlük arz etmektedir. Bourdieu’ ya (2015:411) göre ayrımın en görünen yanı da bir nesneye ilişkin beğeninin tek sahibi olduğunu doğrulamak ve maddi ve sembolik olanaklardan yoksun olan, bahsedilen nesneye sahip olamayan herkesi “şeyleştirilmiş” şekilde görmezden gelmektir. Bu anlamda Mavi’nin mecbur kaldığı ekonomik ve simgesel sermaye yoksunluğu onu ve tercihlerini şeyleştirmekten başka bir anlama gelmez.

Ali’nin ailesi Nevşehir’de ekonomik sermayesi yüksek bir ailedir. Konakta yaşayan yardımcıları bulunmaktadır. Ancak yaptıkları işle ilgili bilgi verilememekte zenginliğin kaynağı gösterilmemektedir. Ekonomik sermayesi yüksek olan ailede hiç kimse klasik müzik dinlememektedir. Tercih ettikleri kıyafet seçimleri yaşadıkları bölgenin kıyafetleri, konuşmaları, beden dili ve yemek yeme usulleri de bedenleşmiş toplumsal sermayenin yansımaları olarak ekranlarda görünmektedir. Bu anlamda Boudieu’nun (2015) aktardığı gibi bireysel gibi görünen bu gündelik kodlar aslında içi hâkim sınıf tarafından doldurulan sermaye kodlarıyla sürekli dolaşım hâlindedir.

Oyunbozan dizisinde, ekonomik ve toplumsal sermayesi yüksek Yaman Holding’in aynı zamanda Yaman Medya isminde de bir medya şirketi vardır. Bunun yanında Yaman Holding başarısına başarı katmaktadır zira sahibi olduğu sermayelerin nerede ve nasıl kullanacağı konusunda doğru adımlar attığı ortadadır. Mahir Yamaner toplumsal sermayesi de yüksek olan bir iş insanıdır. Villasında iş kokteylleri düzenlenir, cemiyetten kişiler katılır. Yanında çalışan yardımcılar için Yamaner villasında çalışmak bile bir ayrıcalıktır. Kokteyl sonrası çalışanlardan birinin, katılan kadın misafirlerin

107 elbiseye verdikleri parayla tüm İstanbul’un doyacağını belirtmesi öykündükleri lüks yaşamın göstergesidir. İşgal edebilecekleri yerin villanın mutfağından başka bir konumsal ayrıcalık olamayacağını bile bile öykünmek sermayeden yoksun sınıfların ortak özelliğidir.

Bunun yanında Emre, eğitim seviyesi yüksek başarılı bir cerrahtır. Sahip olduğu nesneleşmiş ve bedenleşmiş kültürel sermayesinin yanında dizi içinde gösterilen esnaf lokantasında kelle paça çorbası içtiği sahne ve doktor arkadaşı ile yaptığı konuşma egemen sınıf habitusu içindeki ayrışmaya sebep olan eylemler olarak sınıflandırılabilir. Zira kelle paça, işkembe gibi tüketim maddeleri daha çok düşük sermaye sahiplerinin tüketebileceği tarzda bir tercihtir. Çünkü o gıdaların tüketildiği mekânlar da belli standartların altındadır ve egemen sınıf habitusunun pratiklerine pek uygun değildir. Bununla ilgili Bourdieu (2015:389) Ayrım’da şöyle der:

“Toplumsal bir güzergahın ve kültürel sermaye edinme biçiminin bedene işlemiş izleri olarak, özellikle meşru kültürle olan ilişki içinde ve gündelik yaşamı yaşama sanatının nüansları içinde kendini ortaya koyan etik ve estetik yatkınlıklar, hemen hemen aynı hacimdeki kültürel sermayeye sahip bireyleri birbirinden ayırır.”

Ece psikoloji mezunu ancak işi olmayan bir gençtir. İş görüşmelerine gitmekte ve bir an önce meslek sahibi olup kardeşiyle ayrı bir hayat kurmak istemektedir. Kağan bir tamirhanede çalışan elemandır. Ekonomik sermayeden yoksun ancak nesneleşmiş kültürel sermayeye sahip bir gençtir. Resim yapmada çok yetenekli olan Kağan ve Ece arasında şöyle bir diyalog geçer:

Ece: “Ya sen gerçekten çok yetenekli bir adamsın. Yerin burası değil güzel sanatlar biliyorsun değil mi?”

Kağan: “Ben şu an bulunduğum yeri seviyorum.”

Aralarında geçen bu konuşmaya göre, Kağan’ın çalıştığı yer hem ekonomik hem de toplumsal statü anlamında yetersizdir. Dolayısıyla Kağan nesneleşmiş kültürel sermayeye sahip olduğu halde ekonomik sermayeden yoksundur. Ve tek başına kültürel sermayeye sahip olmak da yeterli değildir.

108 3.2.3. Mekânın En Görünür Tamamlayıcısı: Sanayiden Sermayeye Araç Sahipliği

Dizilerde sınıfsal ilişkileri ve farklılaşmaları yansıtan en önemli ve dikkat çeken temsillerden biri de sahip olunan ulaşım araçlarıdır. Araç sahibi olmak fiziksel olarak ayrıcalık sağlayan, kent merkezinden de uzaklığı erişebilir kılan bir vasıtadan ziyade, sınıfsal konum hakkında da bilgiler veren bir semboldür (Perouse ve Danış, 2005:108). Ayrıca bireysel olarak bağımsızlık anlamına gelen araç sahipliği sınıfsal anlamda avantajlı olmanın farklı boyutlarını da yansıtmaktadır. Özellikle kentleşmenin de vermiş olduğu kalabalık nüfus nedeniyle şehirden uzaklaşan, toplumdan daha izole olmayı tercih eden varlıklı grupların özellikle tercih ettikleri araçlar da lüks ve arazi araçları olarak kendini göstermektedir (Bali,2015:156). Zira kentten uzakta yaşayan, sermaye sahibi gruplar yine de kentle tamamen ilişiğini kesemez ve bu sebeple de kent merkezinde kullanacakları farklı bir araca daha ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple dizilerde lüks konutların, yalıların önünde birden fazla araç bulunur. Bu araçların da ayrı ayrı şoförü vardır. Diziye yeni dâhil olan biri için mutlaka bir araç ayarlanır ve özel bir şoför de hemen temin edilir (Lüks yaşam rehberi,2015).

Dizi içeriklerini tüketenler, dizilerin tüketim göstergeleri karşısında çaresiz kalmakta, olmayı arzuladıkları sınıfsal statüye ulaşabilmek için sunulan yaşamları ve dizi oyuncularını örnek alarak yaşamaya çalışmaktadır (Sucu,2011:137). Dizi izleyicisi olan sermaye sahibi olmaktan yoksun kişiler dizide gösterilen lüks araçlara belki kredi çekerek ya da farklı bir şekilde borçlanarak sahip olacaklar veya asla sahip olamayacaklarını bilerek o modeli değil ama o markanın daha ekonomik bir modelini almaya çalışacaktır. Böylelikle öykünülen tüketim nesnesinin farklı bir boyutuna sahip olarak gösterişçi tüketim eylemi içinde bulunacaklardır. Bunun yanında dizilerde sosyo ekonomik statüsü düşük olan gruplar da elbette araç sahibi olabilmektedir. Ancak onlar daha çok tamirhaneden aldıkları parçalarla toplama araç olarak bilinen bir yolla araç sahibi olabilmektedirler. Ya da “Ayağımı yerden kessin yeter.” düşüncesiyle alabileceği cüzi miktarda ödeme yaparak bir araca sahip olmaktadır. Dizilerdeki her bir aile ferdinin pahalı bir aracı vardır, bu anlamda mesafeler ulaşım için problem değildir. Bu araçlar, dizi karakterlerinin de özelliklerine göre farklılık göstermektedir. Karakter güçlüyse daha sert ve karizmatik bir araç temin edilir. Zengin ailenin oğlu genel olarak

109 şımarık tasvir edilir ve ona yakışan araç da süper lüks bir spor arabadır. Bu kalıplaşmış dizi içerikleri, yüksek sermaye sahibi sınıflar ile olmayanlar arasındaki uçurumu yansıtan bir aynadır.

Rüzgârın Kalbi dizisinde Kutay iş çevrelerince tanınan, özel davetlere katılan toplumsal sermayenin yanında pek çok şirkete sahip olan ekonomik sermayesi yüksek bir aileye sahiptir. Dizilerde gösterildiği gibi pahalı kırmızı lüks bir arabaya sahiptir. Kutay zengin ve ukala bir karakterdir. Dolayısıyla Bourdieu’nun (2015:525) Ayrım’da bahsettiği şey lüks araba, lüks ev, tatil gibi sahip olunan ekonomik ve simgesel sermaye göstergelerinin dizilerde yer verilmesi ekonomik, kültürel, toplumsal ve simgesel sermaye bakımından zayıf sınıfların bu yaşam stiline öykündürülerek yeniden üretilmesine sağlanmaktadır.

Kutay sahip olduğu lüks yaşam içinde, arabasıyla simgesel sermayesini de meşrulaştırmakta zira bu onun her şeye karşı mesafeli ve kayıtsız, aşırı serbest bir yaşam sürmesine olanak tanımaktadır. Dizinin ana karakterlerinden Rüzgâr kültürel sermayesi yüksek, ailesi ekonomik ve toplumsal sermayeye sahip oldukça varlıklı bir konuma sahiptir. Özel araçları ve şoförleri olan aile daha çok büyük ve yüksek araçları tercih etmektedir. Simgesel olarak güç ve dayanıklılık göstergesi olan bu tarz araçlar dizilerde bu mesajı vermek adına gösterilmektedir.

Zeynep, Kutay tarafından aldatıldığını öğrenince bağımsızlık ve uzaklaşma nesnesi olan aracına binip Foça’ya gider. Daha küçük ama spor bir araçtır onunki. Zeynep dizi boyunca hem bu aracı hem de dedesinin üstü açık, outdoor arazi aracını kullanmıştır. Rüzgâr’ın Kutay’a planlanan oyun için getirdiği arabayı gören Zeynep oldukça şaşırmıştır. Zira araç, sahibinin de kimliğini belli etmektedir. Ekonomik sermayenin göstergesi olduğu kadar simgesel sermaye hakkında da ipuçları verir. Zira son model bir araca sahip olmakla oldukça eski ve yıpranmış bir araca sahip olmak arasında statüsel bir fark vardır. Ancak buradaki önemli ayrıntı, eski araba kavramıyla klasik araba koleksiyonerliğinin karıştırılmamasıdır. Dizide Rüzgâr’ın sahip olduğu lüks arabanın nereden geldiği belirtilmemektedir. Zenginlik ve tüketim hep vardır ve bu sayede de yeniden üretilmektedir.

110 Babam ve Ailesi adlı dizide varlıklı bir iş insanı olan Kemal İpekçi’nin hem Adana’da hem de İstanbul’da şirketleri vardır. Dolayısıyla sık sık bu iki şehir arasında gidip gelmektedir. Ekonomik sermayeye sahipliğin olmazsa olmaz şartlarından biri de elbette lüks araçlardır. Bunların da en göze çarpılır şekilde görüldüğü yer dizilerdir. Bu bağlamda Kemal İpekçi’nin de sahip olduğu lüks arabaları ve özel uçağı vardır. Zira sermaye sahibi yüksek statülü kişiler için ulaşımın ivediliği ve mesafeli olması önemlidir. Bunların yanında özel araç sahibi olmak ve özel şoförünün olması sahip olunan simgesel ve toplumsal sermayeleri de oluşturur. Ya da var olan ekonomik sermaye sahipliğine eklemlenerek simgesel ve toplumsal sermayenin gücünü arttırır. Bu sebeple Bourdieu’nun sınıfsal yapıya olan yaklaşımı yapılan çözümlemeye dayanak oluşturur ve sınıfsal ayrışmaları oluşturan habitus çerçevesinde, sermaye türünün tek başına ele alınarak çözümlenmesinin eksiklik olduğu ifade edilebilir.

Dizinin ilk bölümünde Kemal İpekçi’ye ait özel bir uçak sahnelenmekte ve uçağa ait personel bulunmaktadır. Hâkim sınıfın sahip olduğu özel mülkler maddi gerçekliklerinden daha çok pratikteki eylemsel gerçeklikleriyle var olmaktadır. Bu anlamda zenginliğin ekonomik boyutun yanında çok boyutlu hâli diziler aracılığıyla gizlenmektedir. Kemal İpekçi oğluna mezuniyet hediyesi olarak spor lüks bir araba almıştır. Yukarıdaki çözümlemelerde de belirtildiği gibi araba gücün ve özgürlüğün göstergesidir. Zira Kadir artık kültürel sermaye sahibi biridir ve varlığını meşrulaştırmak adına eksik olan şeylerden biri de lüks bir araçtır. Ancak hiçbir zaman babasının İstanbul’daki ailesinin yaşadığı yaşam standartlarına sahip olamamış Kadir için bu hediye küstahça bir davranıştır. Kadir’in dayısı arabayı görünce çok sevinmiştir. Onun için bu, hayatı boyunca sahip olamayacağı bir araçtır. Lüks araba sahibi olmaya öykünmekte simgesel ve toplumsal sermaye sahibi olarak sınıfsal konumunu arttırmak istemektedir. Bu anlamda Kadir içinde bulunduğu yaşam şartları pratiklerinin aksine kültürel sermayenin yanında toplumsal ve simgesel sermaye sahibi olmayı da reddetmiştir. Ayrıca Kemal İpekçi’nin hem Adana’da hem de İstanbul’da eşi ve çocuklarının olması, erkeğin böyle bir hayatı olmasını meşrulaştırdığı gibi, eril tahakkümün de diziler aracılığıyla aktarılmasına örnek olarak gösterilebilir.

Kördüğüm dizisinde başrolde yer alan karakter Ali Nejat, varlıklı bir aileye sahip araba tutkusu olan güçlü bir iş insanıdır. Dizinin ilk bölümünde de kırmızı şık bir spor

111 araba görüntüsü ile hız yapan Ali Nejat görülmektedir. Yüksek bir ekonomik sermayeye sahip olmasının yanında bedenleşmiş kültürel ve simgesel sermayeye de sahiptir. Zira satın aldığı kalemin fiyatını göre Ali Nejat’ın arkadaşı Ayhan “Ya oğlum bir kaleme bu kadar para verilir mi ya, delisin valla?” diyerek şaşkınlığını göstermiş bunun üzerine Ali Nejat “Ayhan’cım medeniyet yazıyla başlamış, biliyorsun!” diyerek sadece kalem almadığını ifade etmiştir. Tıpkı Bourdieu’nun (2015) da bahsettiği gibi, bazılarının yaptığı harcamalar bazıları için sadece deliliktir. Bu perspektifle sınıfsal habitus farkını yaratan ve farklı habitus pratiklerini gösteren eğilimler aslında kültürel ve simgesel sermaye pratikleri ile görünür olmaktadır.

Diğer karakter Naz idealist bir doktordur. Eşi Umut ise tamirci ve araba tutkusu olan biridir. Aralarında kültürel sermaye sahipliği bakımından farklar vardır. Zira dizide ara ara bu farklılıklar dile getirilmekte, Umut kendini eşinin yanında yetersiz hissetmektedir. Naz’ın annesi de emlakçılık yapmaktadır. Kızına Umut’la evlenmesinin doğru bir karar olmadığını sürekli hatırlatmaktadır. Simgesel şiddet eğitim farkıyla yeniden üretilmektedir.

Umut ve Ali Nejat karakterleriyle iki farklı sınıfsal yapı ve sermaye sahibi kişilerin var olan ortak zevkleri yansıtılmaktadır. Ancak bu ortak yönün açıları birbirine tamamen zıttır. Zira Ali Nejat istediği yere gitmek için aracın kapısını açıyorken, Umut ise bu eylemi araçları tamir etmek için gerçekleştirmektedir. Umut ekonomik yetersizlik yüzünden uzun süre üzerinde çalıştığı araba projesi için kaynak arayışı peşindedir. Bunun için eski araçlar üzerinden projesini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Zira Ali Nejat’ın hâli hazırda sahip olduğu pek çok yarış aracı vardır. Bu araçlar yurtdışından özel olarak getirilmektedir. Bu bağlamda ekonomik sermaye sahipliği, simgesel ve kültürel sermayeye ulaşma yolunu açmaktadır.

Naz, eşi Umut’un arabalarla ilgili o çok istediği kitabı bulmuş ve satın almıştır. Eşi bu duruma sevinmiştir ancak pahalı olabileceğini söyleyerek almamasının daha iyi olacağını ifade etmiştir. Bu durum ekonomik sermayenin eksikliğinin kültürel sermayenin biriktirilmesine nasıl engel olduğunu açıklamaktadır. Bir başka sahnede Umut’un çırağı hurda bir araba getirmiştir. Arabalara merakı vardır ancak onlara sahip olacak ekonomik sermayesi yoktur. Bu bakımdan sermaye sahibi olan ve özellikle en başta ekonomik sermaye sahibi sınıflar, firmalardan son model bir araba satın alırken

112 hatta bazı özelliklerini özelleştirerek üretilmesini sağlarken, sermayelerden yoksun olanlar sanayilerden topladıkları parçalarla bir araç sahibi olabilmektedir.

3.2.4. Ayrışmaların Uğrak Mekânları

Maddi servete sahip olmak burjuva sınıfına aidiyeti göstermez. Tuzu kuruların bulunduğu bu çevrede bulunabilmek için kültürel, toplumsal ve simgesel pek çok şeyin de değerlendirilmesi gerekir (Pinçon ve Pinçon Charlot,2013: 35). Gidilen müzeler, tiyatro, opera ya da bilinen yabancı dil, satın alınan sanat eseri, aktif olarak çalışılan dernek, hayır kurumu gibi faaliyetler sahip olunan simgesel ve toplumsal sermayeyi yansıtır. Güven ve Kar (2013:20) “Kutuplaştırmanın Yeni Mekânı Kapalı Siteler” adlı makalesinde İstanbul’un Başakşehir ve Ataşehir semtlerinde yaşayanların mekânları kullanım şekillerini şu sözlerle özetler:

“Başakşehir’in camisi, bildiğimiz klasik cami mimarisinde, Ataşehir’deki kübik. Bahçeşehir’de Burç Koleji, Fem ve Fatih dersaneleri, Ataşehir’de Bilfen Okulları var. Ataşehir’in her köşesi çiçekçi, Başakşehir’de yok öyle bir şey. Ataşehir’de parkın girişinde “En hakiki mürşit ilimdir” diye hatırlatıyor Atatürk parkın girişinde heykeli ve heykelin iki yanına yazılı sözleriyle. Ataşehir gençleri Northshields’in üzerindeki kulüpte takılırken, Başakşehir gençleri Sheesha Cafe’de nargile içiyorlar.”

Diziler yaşanılan mekânların yanında alışveriş merkezlerinin, lüks restoranların, eğlence kulüplerinin, sosyal aktivite ve hobi yerlerinin varlığıyla da sınıfsal ayrışmaları somutlaştırmaktadır. Bu anlamda Ritzer (2011: 33) alışveriş merkezlerinin adeta tüketim katedraline dönüştüğünü ve çeşitli bağlantılar ile giderek büyüme gösterdiğini belirtir. Üst ve orta sınıfın hayat tarzına hitap eden bu yapılar, ziyaret edenlere keyifli ve hoş bir zaman geçirme vaatleri sunarken, ışıltılı ve lüks iç mekân dekoruyla ziyaretçilerinin gözlerini almaktadır (Durakbaşa ve Cindoğlu,2012: 85). Bu bağlamda Ritzer (2011: 27) alışveriş merkezlerinin sunduğu aristokratik muameleyi şu sözlerle açıklar:

“Alışveriş merkezleri, geleneksel olarak tapınakların sağladığı türde bir merkezlilik sağlar ve benzer bir denge, simetri ve düzene sahip olacak şekilde inşa edilirler. Atriumları genellikle su ve bitkiler aracılığıyla doğayla bağlantı sunar. İnsanlar kendilerine özel cemaat hizmetlerinin yanı sıra bir topluluğa dahil olma duygusu da edinirler. Oyun din pratiğinin

113 neredeyse evrensel ölçüde bir parçasıdır ve alışveriş merkezleri de insanlara eğlenmeleri için bir yer sağlar. Aynı şekilde alışveriş merkezleri insanların tören yemeklerine katılabilecekleri bir ortam da sunar. Alışveriş merkezleri, tüketim katedralleri adını hak eder.”

Bu lüks ve pahalı markaların olduğu alışveriş merkezleri de yine kentin seçkin ve pahalı semtlerinde ya da araba vasıtasıyla ulaşımı sağlanabilecek mesafelerde bulunur. Bourdieu (2015:546) alt ekonomik seviyeye sahip olan kadınların daha çok pazardan halka ait mağazalardan alışveriş yaparken sosyo ekonomik seviyesi yüksek kadınların butiklerden, büyük ve pahalı mağazalardan alışveriş yaptığını ifade ederek aslında günümüz dizilerinde de yansıtılan tüketim gerçeğini de açıklamaktadır.

Bali (2015:132) Tarz-ı Hayattan Life Style’a adlı eserinde, alışveriş merkezleri ile ilgili, modern binaları, cezbeden vitrinleri, Batılı tarzda çalan müzikleri, içinde yer alan sinema ve çeşitli geleneksel ya da fast food tarzı yemek yeme mekânları ile kent insanın vazgeçilmez mekânlarının arasında yer aldığını ifade eder. Zaten diziler bağlamında öne sürülen ve özendirilen yaşam şekli de özgürce ve sınırsızca yapılan alışverişin, bir vatandaşlık göreviymiş gibi sunulmasıdır. Dizilerde gösterilen kent merkezindeki lüks alışveriş merkezlerine gelenlerin bile sınıfsal özellikleri benzerlik oluşturmaktadır (Durakbaşa ve Cindoğlu,2012: 88-89).

Ekonomik ve kültürel sermayeden yoksun gruplar viski, şampanya gibi pahalı içecekleri tüketemeyecekleri gibi sanat galerilerine, gemi seyahatlerine ya da caz festivaline de gitmezler. Ayrıca antika ya da tablo gibi hobilerle ilgilenemezler. Alt statüde bulunan halk toplulukları bu sayılan tüm değeri yüksek şeylerin yerine ikame edecekleri tercihlere yönelirler. Orijinal deri yerine suni deri kullanırlar, orijinal tablolar yerine imitasyon tablolar satın alırlar (Bourdieu,2015:555). Dizilerde de yansıtılan tablo Bourdieu’nun ifade ettiği şekildedir. Tüm bunların yanında dizilerde gösterilen alt sınıfların yaşadığı mekânlarda mahalle bakkalı, semt pazarı gibi esnaflar bulunmaktadır. Tüm mahalle halkı alışverişini buralardan yapar. Hatta bakkaldan yapılan veresiye alışverişinin bu tür sınıfların yaşadığı mekânlarda hâlâ devam ettiğini vurgulanır.

Walter Benjamin (1995:78) Pasajlar adlı eserinde 19. yüzyılda alışverişin yapıldığı mekânlar olan pasajların modernizm ile değişimini inceler. O dönemdeki Paris pasajları onun inceleme nesnesidir. 19. yüzyılda Paris’inde inşa edilmiş olan pasajlarda lüks eşya ticaretinin yapıldığından ve bu pasajların üstlerinin camlı, mermer duvarlı

114 ayrıntılarla dolu, geçit şeklinde yapılar olduğunu aktarır. O dönemin pasajları da tıpkı lüks alışveriş mağazaları gibi dışarıya kapalı ayrı birer dünya haline gelmişti. Kırel’in (2010:251) de bahsettiği gibi:

“Pasajların bir karşılaşma, sohbet, alışverişi ve yeni çıkan mallardan haberdar olma mekânı olarak kendine özgü bir alan oluşturdukları düşünülebilirken insanların hem malları hem de birbirlerini görebildiği bu mekânların diğer yanıyla varlıkları ve yoksunlukları karşılaştırma mekânı olarak da değerlendirilmesi anlamlı olacaktır.”

Bu anlamda günümüzdeki alışveriş merkezleri göz önüne alındığında ve gündelik hayattaki yeri ve kullanımıyla temsil ettiği şeyleri pasajlar ile paralel ele almak anlamlı verilere ulaşılmasını sağlar. Yemek mekânları her televizyon dizisinde mutlaka yer verilen ve üst ve orta sınıfların zaman geçirdikleri mekânlar olarak sahnelenen görüntülerdir. Lüks yemek restoranlarının hemen hepsi deniz, boğaz manzaralı olmakla birlikte, neredeyse seçkinlerin girebildiği özel mekânlarmış gibi gösterilir. Alt sınıftan bir müşteri bu tarz restoranlara girdiğinde, orada bulunan diğer müşteriler ya da restoran sahipleri mutlaka tepki göstererek, bu durumdan rahatsız olurlar. Alt sınıftan birinin lüks bir restorana gelmesi eğreti olarak görülür ve bu durum ekranlara da bu şekilde yansıtılır.

Her dizide mutlaka sahnelenen festivaller, lansmanlar, sinema günleri her kentli ve modern kişinin katıldığı cemiyet hayatından da kişilerin yer aldığı sahnelerden biridir. Bu anlamda Bali (2015:172) film gösterileri, caz ve klasik müzik festivalleri ile ilgili şunları aktarır:

“Kent kültürüyle sıkı sıkıya bağlı İstanbullu elitler hem Avrupa kültür başkentiyle, hem de kendilerini Avrupai bir kültür başkentinin seçkinleriyle özdeşleştirme konusunda birbirleriyle âdeta yarış halindeler.”

Bu gibi organizasyonlara atfedilen anlamlar ve göstergeler sayesinde her seçkin uygar birer birey olma farklılığıyla festivallerde, lansmanlarda yerini almaktadır. Burjuvazi sermayesini bu tarz özel sosyallik faaliyetleriyle geliştirir. Her ne kadar bireysel ve bağımsız gibi görünseler de içinde bulundukları cemiyet kurallarına göre kolektif davranışlar sergilemek durumundadırlar (Pinçon ve Pinçon-Charlot,2013:21). Bu bakımdan neredeyse lansmanların ve festivallerin olmadığı diziler yok gibidir. Bu

115 tür organizasyonların vazgeçilmez müzik türü de klasik müzik ve cazdır. Batılı ve modern yaşam şeklini yansıtan caz ve klasik müzik, üst sınıftan kişilerin katıldığı önemli organizasyonlarda davetlilere modern ve Batılı bir atmosfer sağlayan göstergelerden biridir (Bali,2015:165).

Tatil ihtiyacı ya da bazı zamanlarda tek başına kalabilmek adına gidilebilecek bir villa dizi içeriklerine olmazsa olmaz mekânlardandır. Bütün dizi boyunca holdinge, şirkete nadir uğrayıp tatile ihtiyacı olduğunu belirten karakterler, üzerinde çok düşünmeden, plan yapmadan yurtdışında tatile kolaylıkla gidebiliyorlar. Bu anlamda tercih ettikleri yerler seçkinlerin tercih ettiği yerler olabildiği gibi, kalabalık kitlelerin tatil yaptığı yerler de olabilmektedir (Belge,1997:137). Yurt dışına tatil ya da iş için giden bireyler de gittikleri yerlerde zaten sahip oldukları, ya da ortağı oldukları bir otel, villa, lüks bir ev gibi mekânlarda konaklamaktadırlar. Dolayısıyla dizilerde tüm göstergelerin toplamıyla yaratılan sınıfsal farklılıklar, özellikle mekânsal tercihlerle daha da belirgin olmaktadır. Bunların yanında sermaye sahibi kişilerin biraz nefes almak için yurtdışına çıkma kararı alması çok olası ve anidir. Bunun için uzunca planlar yapılmasına gerek yoktur zaten gidilen yerde de mutlaka ulaşılabilir bir mekân, bir kişi bulunur.

İkisini De Sevdim dizisinde Suna ve Hasan evlilik hazırlığı içinde olan bir çifttir. Suna gazete ofisinde çalışmakta, Hasan da taksicilik yapmaktadır. Ancak sahip oldukları ekonomik sermayenin yetersizliği yüzünden istedikleri gibi düğün organizasyonu yapamayacaklarını bilmektedirler. Ekonomik sermayeye sahip olamamakla ilgili Hasan Suna’ya, “Bizim de hakkımız değil mi güzel evlerde oturmak, güzel arabalara binmek? Ya var ya üniversiteyi bitireceğim diye canım çıktı, yıl kaybetmeden felsefe bölümünü bitirdim, e noldu, iş yok güç yok, taksiciliğe talibim!” şeklinde bir yakınmada bulunur. Suna ve Hasan bu konuşmayı puantiyeli masa örtüsü ve üstünde cam bir vazo içinde karanfil olan salaş bir kafede yapmaktadır. Hasan’ın kurumsallaşmış kültürel sermayeye sahipliği tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü sermayeler bir arada olursa sınıfsal ayrıcalıklar sağlar. Bunların yanında Karacabey Holding’in sahibi Demir Bey ve ailesi kahvaltı masasında görüntülenmektedir. Demir Bey’in eşinden Safranbolu’ya gitme fikri çıkar. Kafa

116 dağıtmak için iyi bir plan olduğunu ifade eder. Sosyo ekonomik statüsü yüksek sermaye sınıflarının aldığı ani kararlar, dizilerde sık sık işlenir.

Tenis ve golf kulüpleri, kayak ve fitness merkezleri gibi modern spor mekânları, ekonomik sermayeye sahip yüksek statülü sınıflar için yeni tüketim mekânları hâline gelmiştir (Ritzer,2011:44). Çözümlenen dizi bağlamında Demir Karacabey’in kızı Ezra da fitness salonuna gitmektedir. Bu anlamda sermaye sahibi sınıfların son zamanlarda tercih ettiği mekânlardan biri de fitness merkezleridir. Zira lüks alışveriş merkezlerinden alınan sezonun en trend parçaları fit olmayan bir bedende kendini gösteremeyecektir.

Ezra ve arkadaşı şık bir kafede buluşmuşlardır. Mekân hem sahip olduğu ışıklandırması, atmosferi hem de gelen müşterileri göz önüne alındığında kalburüstü bir yer olduğu bellidir. Ezra bir yandan arkadaşına arabasına çarptığı Hasan’a karşı hissettiklerini anlatırken bir yandan da karşılıklı kadeh kaldırmaktadırlar. Bu bağlamda dizilerde gösterilen şampanya son zamanlarda seçkin bir hayat tarzının simgesi hâline gelmiştir (Bali, 2015:149). Ve her lüks mekânın olmazsa olmaz içeceği olarak gösterilmektedir. Dizilerin de aktardığına göre zaten sermaye sahibi sınıfların bedenleşmiş kültürel sermayelerinde şampanya tüketmek mutlaka vardır.

Hasan’ın içinde bulunduğu sınıfsal yapı onun zengin bir hayata öykünmesine neden olmaktadır. Hayatında Ezra’nın olması onun ekonomik ve toplumsal sermayeye ulaşmasında önemli bir basamaktır. Hasan ve Ezra yine görüştükleri bir gün, Ezra bir anda Uludağ’a kayak merkezine gitmek istemiş ve onu Hasan’ın götürmesini rica etmiştir. Kayak, herkesin yapabildiği bir spor değildir zira malzemesi ve eğitimiyle ekonomik sermayeye sahip kişilerin ulaşabileceği, bedenleşmiş ve kurumsallaşmış kültürel sermaye pratikleri ile somutlaşan bir spordur. Zaten Hasan da Ezra’nın kayma teklifine “Yok ben anlamam o işlerden” diyerek karşılık vermiştir. Çünkü Hasan kayağı öğrenebileceği bir sınıfsal habitus içinde yetişmemiştir; dolayısıyla eğilimleri de bu yönde değildir.

Ekonomik ve kültürel sermayeye sahip olmak ile bunlardan yoksunluk Ezra ve Suna’nın tercih ettiği pratiklerin karşılaştırılması ile ayırt edilebilir. Ezra’nın Hasan’ı doğum günü için yemek yemeye götürdüğü mekân şık, loş ışıkların hâkim olduğu hem

117 dekorasyonu hem de dekoratif objeleriyle lüks, şık mumların olduğu ve şarap tüketebildikleri bir yerken; Suna’nın Hasan’ı yemek yemek ve doğum gününü kutlamak için davet ettiği mekân ise pizzacıdır. Ayrıca Suna Hasan’a hediye olarak sweatshirt almış, Ezra ise son model bir cep telefonu almıştır. Yukarıda verilen örnekler doğrultusunda Bourdieu (2015:142) bu eğilimlerin öğretildiği bir kurum olmadığını dolayısıyla bu özelliklere sahip olmanın bizzat habitus içinde öğrenildiğini ve bu şekilde prestij sahibi olunduğunu ifade ederek sermaye sahibi sınıfların diğer sınıflardan nasıl ayrıştığını belirtir.

“Umuda Kelepçe Vurulmaz” adlı dizide Ceren ve ailesi toplumsal, kültürel, simgesel ve ekonomik sermayesi yüksek bir ailedir. Özel bir kolejde okuyan Ceren aynı zamanda yüzme dersleri de almaktadır. Ekonomik sermaye sahibi olmanın sağladığı avantajların diğer sermaye türlerinin de bedenleşmiş pratikleri görülmektedir. Ceren ve çevresi de ekonomik sermaye sahibi ailelerden oluşmaktadır. Bu anlamda arkadaşları ile eğlendikleri mekânlar, alışveriş yaptıkları mağazalar ve keyif aldıkları şeyler homojenlik göstermektedir. Zira benzer sınıfsal habitus özellikleri benzer yaşam stillerini doğurmaktadır.

Bir proje kapsamında ıslah evinde bulunan başarılı yedi öğrenci sınav ile belirlenip bu özel okulda okuma hakkı kazanacaktır. Ancak eğitim kurumunda bile sınıfsal ayrışma pratikleri kendini göstermektedir. Burjuvazinin okulları yüksek sermaye gruplarının bir parçası olarak kendi varlığının meşrulaştırılmasına olanak tanıyan pratiklerin aktarılmasına olanak tanımaktadır (Pinçon-Pinçon-Charlot). Zira kolejin asıl öğrencileri kurumsallaşmış kültürel sermayeye sahipken ıslah evinden getirilen öğrenciler ekonomik ve toplumsal sermayeden yoksun bir sınıfsal özelliğe sahiptir. Bu öğrenciler eğitimleri ile meşruluk oluşturuyor olsalar bile kültürel ve ekonomik sermayenin yoksunluğunu tedirginlik ve ortama uyum sağlayamayarak göstermektedir. Giyim tarzlarından, konuşmalarına, eğlence anlayışlarından geleceğe yönelik hedeflere kadar kısacası bedenleşmiş tüm kültürel sermaye pratikleri içinde bulundukları sınıfın habitusu sınırlarındadır. Eğitim kurumu yoluyla yaratılan simgesel şiddet bu dizide de varlığını göstermektedir.

Ceren’in gittiği özel havuzda görevli olarak çalışan Fırat’ın kimse olmadığı için havuza girmesi ve bunun üzerine müdürü tarafından azarlanması, sınıfsal konumunun

118 gerektirdiklerinden fazlasını yaptığı içindir. Fırat’ın ailesi sermaye türlerinden yoksun bir hayat sürmektedir. Çözümlenen bölümler boyunca ne yemek yemek ne de başka bir şey için evin dışında bir yere, restorana ya da kafeye gitmemişlerdir. Zira evden başka bir yerde bulunmak para harcamak demektir.

Kalbimdeki Deniz dizisinin ana karakterleri olan Deniz ve Alihan ekonomik ve kültürel sermayesi yüksek, bedenleşmiş kültür sermayesi açısından oldukça donanımlı bir çifttir. İçinde bulundukları çevre sınıf geçmişlerinin homojen olduğunu göstermektedir. Bu anlamda tercih ettikleri şık mekânlar, kıyafet seçimleri, yemek yeme kültürü yüksek sermaye sahiplerinin gösterdiği eylemsel pratiklerdir. Bu bağlamda Deniz ve yakın arkadaşı Hülya arasında şöyle bir konuşma geçmektedir. Hülya “Bayılıyorum bu konsola, çok zarif bir şey” diyerek Deniz’e kayınvalidesinden kalan işlemeli konsolu göstermektedir. Deniz “Alihan’ın annesinden kalma, şimdi nerde böyle işçilik.” Şeklinde bir cevap vermektedir. Bourdieucu bakış açısıyla ele alınan çözümleme boyunca, sahip olunan antika konsol da simgesel sermayeye bir örnektir. Zira sahip olunan ekonomik sermaye bu kadar yüksek olmasa antika konsol sadece eski bir konsol görevi görecektir. Bu bağlamda sınıfsal habitus pratikleri göstergelerin nasıl anlamlandırıldığını da açığa çıkarmaktadır.

Alihan ve Deniz’in gittikleri mekânlar daha çok yüksek sermaye sahibi sınıflar olup Deniz bu tarz yerlerde çok kalmamayı tercih etmektedir. Alihan ise Deniz’in aksine eğlence ve hareketli yaşamı seven şık mekânlarda ve lüks eğlence mekânlarında olmaktan keyif alan bir kişidir. Aynı ekonomik ve kültürel sermayeye sahip olmalarına rağmen bedenleşmiş sermaye pratikleri birbirlerinden çok farklıdır. Bu demek oluyor ki sermaye türlerinin habitus içindeki pratiklerinin yoğunluğu kişiden kişiye göre farklılık gösterir. Kimi yüksek toplumsal sermayeye sahipken ya da yüksek toplumsal sermayeye sahip olmak istiyorken; kimisi de yüksek bir ekonomik sermayeye sahiptir fakat kültürel sermaye içindeki bedenleşmiş, nesneleşmiş ve kurumlaşmış sermaye türlerinden mahrumdur.

Alihan tüm işleri batırıp şirketi iflasa sürüklemiştir. Deniz de ellerine biraz para geçsin diye tüm eşyaları satmaktadır. Yurtdışından aldıkları parçaları, antika değeri olan eşyalar ne varsa satacaktır. Eşyalara fiyat biçen adamla Deniz arasında şöyle bir diyalog geçer. Adam: “Hepsine üç yüz elli veririm.”

119 Deniz: “Üç yüz elli mi, lira mı?”

Adam: “Evet abla anca bu kadar yapıyor.”

Deniz: “Siz dalga mı geçiyorsunuz, sırf şu İtalyan tasarımı sehpa için beş yıl önce on beş bin ödedim ben.”

Adam: “İkinci el fiyatı abla bu, hadi sizin güzel hatırınız için yuvarlak hesap dört yüz lira olsun bari.”

Deniz verilen bu fiyata çok şaşırmıştır. Bu kadar değerli eşyaların böylesine değersizleştirilmesi karşısında ne yapacağını bilemez. Bu bağlamda sermaye sahibi kişiler için tüketim kalıpları şeylerden ibaret değildir. İnce zevkler bireylere konumlarını hissettirmekte simgesel sermayelerini güçlendirmektedir. Zira simgesel sermaye sahibi olmak da özünde ekonomik sermayesi yüksek olmayı gerekli kılar.

Tüm varlığını kaybeden Deniz daha mütevazı bir eve taşınmıştır. Kızının okula gitmesi için otobüse binmesini söyleyen Deniz, isterse onun kolejden devlet okuluna geçebileceğini belirtir. Deniz’in kızı otobüsle okula gitme teklifini şiddetle reddetmiş, otobüsle giderse onu gören arkadaşlarının yüzüne bakamayacağını söylemiştir. Bedenleşmiş kültürel sermaye kalıpları kolay kolay atılabilecek pratikler kalıbı değildir. Deniz’in kızının da yaşadığı durum budur. Her ne kadar otobüse binse de orada kendini yabancı ve huzursuz hissedecektir. Çünkü sınıf habitusu nesneleşmiş ve bedenleşmiş sermaye ile bütünleşmiş bir yapıyı oluşturur.

120 SONUÇ

Diziler diğer tüm televizyon içerik türlerine göre en fazla tüketilen program türüdür. Bu kadar çok izleniyor oluşu toplumsal yaşamı yorumlaması ve topluma dair, toplumdan olan imgeleri somutlaştırmasından ileri gelmektedir. Niceliksel olarak sürekli artan dizi furyasına rağmen, içeriklerinin tektipleşmesi, yapımcılığın da bir sektöre dönüştüğünü ve egemen sisteme eklemlenerek içerikler üretildiğini göstermektedir. Bu anlamda dizi içerikleri mevcut sistemin aynısı görevini üstlenmiştir.

Dizi içerikleri zenginlik ve yoksulluk temaları etrafında işlenmekte ve bu temalara yönelik semboller sıkça gösterilmektedir. İzleyiciler egemen yapının devamlılığı için gerekli olan tüketime yönlendirilmektedir. Dizi içerikleri mevcut sistemi yeniden üreten ideolojik yapılarla da sürekli beslenmektedir. Bu ise içinden çıkılmaz bir sınıf atlama ve tüketme pratikleri sounucu doğurmaktadır.

Sınıfsal ayrışmaların en net görülebileği unsurlar olan mekân ve mekânların kullanım şekilleri dizilerle tabir-i caizse tarif edilmektedir. Mekânların ruhuna yönelik giyilen kıyafetler, içilen içecekler, tüm bedenleşmiş kültürel sermaye pratikleri mekânlara atfedilen ruhla gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda diziler ayrışmaların nasıl mekân üzerinden somutlaştığına dair önemli içerikler sağlamaktadır.

Sınıfsal ayrışmaların televizyon dizilerindeki mekânsal dolayımını ortaya çıkarabilmek için yapılan çalışmada belirlenen tarihler arasındaki dizilerde, ayrışma verileri sağlayacak mekânlar tespit edilmiştir. Çalışmanın da içeriğine uygun olması bakımından içerik çözümlemesi yapılmıştır. Toplamda 92 adet dizi izlenmiş ve sınıfsal ayrışma verileri sağlayacak 81 adet de mekân olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mekânlar yüksek ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sahibi sınıfların bulundukları mekânlar ve düşük ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sahibi sınıfların bulundukları mekânlar olmak üzere kategorilendirilmiştir. Bu bağlamda sosyo ekonomik seviyesi yüksek, sermaye sahibi sınıfların yer aldığı mekânların dizilerde gösterilme sayısı, 234 iken; sosyo ekonomik seviyesi düşük sınıfların bulunduğu mekânların gösterimi 71 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada, 2016-2017 yılları içinde, amaçlı örnekleme türlerinden tipik durum örneklemesiyle seçilen 12 dizi, oluşturulan temalar çerçevesinde çözümlenmiştir. Belirlenen dizilerin ilk üç bölümü

121 çözümlemeye dâhil edilmiş ve bunun yanında çözümlemelere dayanarak dört tane tema belirlenmiştir. Bu temalar;

1. İlk kategori yaşanılan konutu ele alan, Bourdieu’nun kategorilendirdiği sermaye sahipliği özelinde analiz edilen “Gecekondudan Yalıya” başlıklı temadır. Dizilerin analiz edilme süresi boyunca karşılaşılan konut tipi ekonomik sermaye sahiplerinin yaşamlarını sürdürdüğü lüks konut tipleri olmuştur. Zira yaşanılan konut içinde bulunulan habitusun gerektirdiği pratikler hakkında en somut bilgileri verir. Çözümlenen dizilerde dikkat çeken nokta, konut tercihlerinin uçlarda yansıtılıyor oluşudur. Uç noktalar olarak bahsedilen konut tipleridir. Ya villa, yalı, lüks siteler, köşk, müstakil villalar ya da gecekondu, kaçak yapılar, banliyö tarzı inşalar dizilerde gösterilen konutlardır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, ekonomik sermaye bakımından yoksun olanların yaşadıkları konutlar, sermaye sahibi sınıfların yaşadıkları konutlara oranla çok az gösterilmektedir. Lüks yaşamı meşrulaştıran ve öykündüren bu konutlara ulaşmak için daha çok çalışmak ve daha çok kazanmak gerekmektedir. Zira kapitalist ekonomik sistemin de dayattığı yaşam şekli budur.

Çalışma boyunca mekânlar analiz edilirken sınıfsal ayrışmayı yansıtacak olmalarına önem verilmiştir. Keza, dizilerde polis merkezi, adliye gibi mekânlar da görülmektedir. Ancak bu veriler çalışmanın ele aldığı sınırların dışına çıkmaktadır. Çözümlenen mekânlar yaşam stilini yansıtan mekânlar olarak değerlendirilmiştir. Bu anlamda yaşanılan yer de bir hayat tarzını yansıtmaktadır. Sermaye sahibi sınıfların yaşadıkları lüks konut tiplerinde kültürel sermaye değeri yüksek eşyalar bulunur. Bu dizilerin işlemekten vazgeçemediği bir ayrıntıdır. Buna karşın gecekonduda yaşayanlar için evin dekorasyonunda özensizlik, dağınıklık ve orijinal olmayan pek çok şeyle karşılaşılmıştır. Ayrıca incelenen dizilerde villa, malikâne, yalı gibi konutlarda mutfakta ya da temizlikte çalışanların tamamının kadın olduğu sonucuna varılmıştır. Bu şekilde simgesel şiddet beden tahakkümüyle kendini göstermektedir.

Zerrin Arslan’ın 2011 yılında yapmış olduğu “Urban Middle Class, Lifestyle And Taste In Keçiören And Çankaya, Ankara: Dıstınctıon Through Home Furnıture, Furnıshıng And Decoratıon” isimli doktora çalışmasında Ankara’da adı geçen

122 semtlerde orta sınıfların kendi içlerindeki ayrışma pratikleri ev, dekorasyon, yaşam tarzları ve beğeni kavramları etrafında niceliksel bir alan araştırmasıyla irdelenmiştir.

2. Dizilerde sıklıkla karşılaşılan mekân tipi, çalışma hayatının devam ettirildiği iş mekânlarıdır. “Kepenkli Dükkânlardan Çok Katlı Plazalara” başlığıyla el alınan bu temada, kapitalizmin etkilerinin yoğun olarak görüldüğü kentleşmeyle artan iş merkezleri, holdingler, plazalar yine Bourdieu’nun kategorilendirdiği sermaye türleri bağlamında ele alınmıştır. Çıkan sonuçlara göre ekonomik sermaye bakımında güçlü olup, yalı, villa gibi lüks konutlarda yaşayanların holding, plaza sahibi olduğu ya da bu gibi yüksek bütçeli sermaye gerektiren iş mekânlarında çalıştıkları görülmüştür. İzlenen diziler çerçevesinde sahip olunan sermaye türü veya türleriyle bağlantılı olarak, çalışma mekânlarının da dizilerde farklılık gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Tüketime ve zenginliğe öykündüren bu mekânlar dizilere eklemlenerek bunların yeniden üretilmelerine neden olmaktadır. 3. Çözümlemesi yapılan dizilerde saptanan bir başka sınıfsal ayrışma noktası sahip olunan araçlar olmuştur. “Mekânın En Görünür Tamamlayıcısı: Sanayiden Sermayeye Araç Sahipliği” başlıklı tema içeriğinde, sermaye sahipliği bakımından yüksek ya da düşük güce sahip olan grupların tamamı araç sahibi olsa da sahip olunan aracın temin edilme biçimi, modeli, ulaşılabilirliği ve kullanım amacının birbirinden farklı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu anlamda düşük ekonomik sermayeye sahip sınıfların sahip oldukları araçlar son model olmamakla birlikte sürekli arıza yaptığı için sanayiden çıkmamaktadır. Herhangi bir arıza ya da parça eksikliği durumunda tamirhaneden ya da makul fiyatlı yerlerden tabir-i caizse ikinci el parça satan yerlerden ihtiyaçlarını giderdikleri görülmüştür.

Dizilerde ekonomik sermayesi düşük sınıflar için araç sahibi olmak işlevsellikle betimlenmiştir. Araç sahibi olmayanlar da komşusunda, akrabasından ya şehre gitmek ya da nakliye faaliyeti için araç istemektedir. Buna karşın yüksek sermayeye sahip sınıflar için araç sahipliği işlevsellikten öteye geçmiştir. Lüks araba koleksiyonu yapan kadar arazi şartlarına göre farklı araç modeli tercih edenler de her dizide gösterilmektedir.

123 4. Beğeni ve sermaye sahipliği kapsamında gidilen mekânlar, yapılan aktiviteler, yemek yenilen restoranlar ve tatil tercihleri gibi faaliyetlerin ve zevklerin irdelendiği “Ayrışmaların Uğrak Mekânları” başlıklı temada, dizilerde gösterilen beğeni ve ilgilerin sınıfsal ayrışmayı mekân dolayımıyla nasıl aktardığı çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda diziler tüketimi ve lüks yaşamı teşvik eden, mekânların kullanım şekillerine göre bunları yeniden üreten yapılardır. Yaşadığımız dünyada kapitalist ekonomik sistemin hiyerarşik gücünün günlük pratiklere diziler aracılığıyla eklemlenmesi hem sermaye sahibi kesimi hem sermaye türlerinden yoksun olanları farklı tüketim varyasyonlarına doğru itmiştir. Düşük sermaye sahibi sınıfların gösteriş düşkünü olmalarının sebebi de buna bağlanabilir. Zira çözümlenen dizilerde de görüldüğü üzere, düşük sermayeye sahip sınıflar, sahip olamadıkları şeylerin, suni olanlarına yönelmekte ama bir şekilde tüketimi gerçekleştirmektedir. Bu anlamda diziler gösterdikleri lüks yaşam örnekleri ile öykündürme işlevini dizileri tüketenlere oldukça başarılı bir şekilde empoze etmektedir denilebilir.

Lüks tüketimin ikamesi yerine geçen şeyler bedenleşmiş kültürel pratikler olduğu kadar nesneleşmiş ve kurumsallaşmış tüketim pratikleri de olmaktadır. Bu anlamda hayatında hiç sofra adabına göre yemek yememiş biri için çatalın, kaşığın, bıçağın ve tatlı kaşığının tabağın neresinde olacağı çok da önemli değildir. Bu ise o kişinin içinde bulunduğu habitus pratiklerini yansıttığını göstermektedir.

Arslan’ın (2011) yaptığı çalışmaya göre tüketim önemli bir kavramdır. Zira tüketim yaşam tarzlarının belirleyicisidir. Yapılan bu tez çalışması ekseninde de tüketim ele alınarak ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sınıflarının dizilerde gösterilen tüketim pratikleri ile bu sermaye türlerinden yoksun olanların öykündürüldüğü ifade edilmiştir. Doktora çalışması bağlamında Arslan (2011:256) sınıfsal ayrışmaları oluşturan ve sınıflar arasındaki keskin ayrışmayı şu sözleriyle aktarır:

“The family background determines the class positions in social spaces: the lower social levels of the parents are, the lower the middle class fraction of the respondents. The higher family background creates clear social cleavages between the lower and upper classes. From the depictions of both categories of capitals and life-

124 styles and tastes in social space, it is observed that there are no contacts between the lower and upper strata of the middle class.”

Çalışmada bahsedilen dizilerde gösterilen yüksek ekonomik, toplumsal, simgesel ve kültürel sermaye sınıflarının habitus pratikleri ile bunlardan yoksun olan sınıfların habitus pratiklerinin keskin bir şekilde aktarıldığı ve bu iki farklı sınıf arasında net bölünmelerin var olduğudur. Ayrışmaları yaratan pratiklerin habitus pratikleri ile öğrenildiği, bu habitus pratiklerinin de önce aile ve çevrede kazanıldığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla doktora tezinin sonuçlarına bakılarak bu çalışmanın sonuçları ile paralellik gösterdiği sonucuna varılabilir.

Irmak Karademir Hazır’ın 2010 yılında Ankara’nın Çankaya, Keçiören ve Batıkent ilçelerinde nitel ve nicel yöntemle yaptığı çalışmasında sınıfın ve kültürel sermayenin Türkiye’de ne şekillerde bedenleştiğini sorgulamıştır. Görüşmecilerle yaptığı mülakatlar sonucu pratiklerin ve beğenilerin kültürel sermaye çevresinde oluştuğunu tespit etmiştir. Karademir Hazır (2014) Bourdieu Sonrası Yeni Eşitsizlik Gündemleri adlı makalesinde şunlar aktarır:

“Eğitim seviyesi yüksek üst orta sınıf kadınların anlatılarına göre doğruyu tutturmak için detaylara azami önem vermek, bedene ve giyime verilen emeğin derecesini dışarıdan mümkün olduğunca az belli etmek, neyi ne zaman giyeceğini bilmek, ve vücut şekline uygun modelleri ve renkleri seçebilme becerisine sahip olmak gerekiyordu. Kültürel sermayesi daha düşük alt orta sınıf görüşmeciler ise, en çok yaşın gerektirdiği olgunluğa ve sosyal rollere uygun düşecek şekilde seçimler yapabilmek ve toplum içine çıkarken özel ihtimam göstermek gibi kriterleri önemsiyorlardı.”

Yapılan bu tez çalışmasına paralel olarak, sınıf üyeleri içinde bulundukları sınıfın habitus pratiklerini yansıtmaktadıır. Zira çözümlenen dizilerde de sınıfsal ayrışmalardan kaynaklanan ve farklılık gösteren habitus pratikleri irdelenmiştir.

Seran Demiral 2016 yılında yapmış olduğu “Farklı Sosyal Sınıfların Mekânsal Ayrışma Eğilimleri: Üst Tabakaların Mekân Tercihlerine İstanbul’dan Karşılaştırmalı Örnekler” adlı yüksek lisans tezinde derinlemesine görüşme yapmıştır. Obomobil sahipliğini irdelediği bölümde 23 görüşmeci arasında sadece bir kişinin otomobil sahibi olmadığını saptamıştır. Toplu taşımayı nadir kullandıklarını ifade eden görüşmeciler,

125 uzun zamandır da toplu taşıma kullanmadıklarını belirtmişlerdir (Demiral,2016: 84). Dolayısıyla yapılan bu çalışma kapsamında, dizilerde yüksek ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sermaye sahipleri sınıfların da en az bir tane aracı bulunmaktadır. İkamet edilen konutun sınıfsal özellikleri yansıttığına dair Demiral(2016:126) yaptığı görüşmeler sonucu şu sonuca ulaşmıştır:

“Zorlu Center’da ikamet edenler, Melih Bey’in tabiriyle “zenginliği içselleştirmiş” olanlardır, köklü ailelerin çocukları olarak zenginliğe doğmuş, ekonomik açıdan herhangi bir zorluk çekmeden sahip oldukları sosyal statü gereği yükselmiş bu gruplar, “fakirliği bilmediği için daha korkunç kaygı duyuyor, ekonomik değerlerini kaybetmemesi gerektiğini bilir ve hesaplı davranır.” Sonradan ekonomik sermaye elde etmenin, bir başka deyişle ‘sınıf atlamanın’ yolu ise özellikle eğitimden geçtiği için, kültürel ve sosyal sermayenin katkısıyla ekonomik koşullarını iyileştiren gruplar açısından ‘statü kazanma’ gereği söz konusudur.

Arun’un(2014:180-184)İnce Zevkler Olağan Beğeniler Çağdaş Türkiye’de Kültürel Eşitsizliğin Yansımaları adlı çalışmanın sonuçlarına göre kültürel sermayenin dağılımı Türkiye’de eşit değildir. Müreffeh zümre Türkiye’de % 6,1 oranla azınlığı oluşturmakla birlikte çeşitli hobileri de barındırırlar. Sahip oldukları kültürel sermaye sadece eğitimle kazandıkları bir sermaye değil, kuşaklar boyu aktarılan bir terbiye biçimindedir. Bunların yanında alt sınıflara ait bir kültür faaliyeti olarak televizyonu ele alır. Yüksek kültürel sermaye sahibi sınıfların tükettikleri kültürel ürünleri tüketmezler. Bu sınıfta yer alan hanelerin % 74’ü temel gıda ihtiyaçlarını karşılamakta yoksundurlar. Yüksek ekonomik, kültürel, simgesel ve toplumsal sınıfların tükettikleri kültürel ürünleri tüketmeye ya da biriktirmeye imkânları elverişli değildir. Beğenileri sıradan olmakla birlikte beğenilerin daha çok ihtiyaçları üzerinden şekillendiği ortaya çıkmıştır.

Çalışmanın bütünlüğü açısından ve doğru verilere ulaşabilmek adına çıkış noktası sınıf olarak belirlenmiştir. Bu anlamda içinde bulunduğumuz sistemde tüm gerçekliğiyle var olan ancak farklı dönemlerde farklı tanımlama ve analiz süreçlerine dâhil olmuş olan sınıf kavramını, temelde Marx olmak üzere Weber, Durkheim, Bourdieu gibi teorisyenler tanımlamış, yorumlamış ve analiz etmiştir. Çalışmanın içeriğinde de bu kuramcıların sınıfla olan ilişkileri irdelenmiştir. Sınıfı salt ekonomik yapı olarak ele alan Marx’ın sınıfsal tanımı, Weber’in yalnızca piyasa süreçleri

126 bağlamında ve Durkeim’ın da modern toplumun örgütleniş biçimini kapitalist yapıdan ziyade uzmanlaşma, kriz durumunu ise ahlâki bir çöküş temelinde ele alışı, çalışmanın Bourdieu’cu bir sınıf analizi kombinasyonunda analiz edilmesini, daha doğru veriler sağlayacağı sonucuna ulaştırmıştır.

Sınıf analizinin ardından mekânsal ayrışmalara odaklanılmış olup, Harvey, Castells, Lefebvre gibi mekânları çağdaş Marksist kuram ışığında analiz etmiş kuramcıların bilgileri ve yorumlarına başvurulmuştur. Harvey(2011) mekânların sanayileşme ve kentleşmeyle daha da karmaşık bir yapıya sürüklendiğini ve kapitalizmin etkilerinin bu sebeple daha keskin hissedildiği ve yaşandığından bahseder. Harvey bu yaklaşımla da kentsel bir ayrışma profili çizer. Kentlerin canlı dokular olduğunu iddia eden Lefebvre, kentleri sosyolojik, coğrafi ve mekânsal olarak bu üç bütünlük içinde analiz edilmesi gerektiğini dile getirir. Çalışma boyunca gözlemlenen olgular üst yapı bağlamında değil daha bütünlükçü bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Burada Harvey ve Lefebvre’de farklılaşan Castells diğerleri gibi kapitalizmin kentleşme ve mekân üzerindeki siyasi boyutunu değil ekonomik boyutunu ele almıştır. Bu anlamda ona göre mülk sahipliği ve sahipsizliği en temel eşitsizlik göstergesidir.

Tüm bu kuramcılardan çıkarılabilecek sonuç, ister ekonomik isterse siyasi boyutuyla bakılsın, kapitalizmin sınıfsal farklılaşma ve ayrışmaya verdiği güçlü itki, diziler yoluyla da pekiştirilmektedir. Bu anlamda üretilen kodlar diziler aracılığıyla temsil edilmekte ve yeniden üretilmektedir. Diziler aracılığıyla hayatın diğer tarafında yer alan sermaye sahibi olmayan sınıflar daha az gösterilmektedir. Örneğin, tiyatro izlemeyenler, müze gezmeyenler, yetersiz bir eğitim hayatına sahip olanlar ya da kolejde okumayanlar, gösterişsiz bir evde sade hayat yaşayanlar, şoföre ve yardımcılara sahip olmayanlar, şık davetlere katılmayanlar ya da sıradan bir çalışma hayatı olanlar gibi. Ayrıca Bourdieu’nun da ifade ettiği, televizyonun simgesel şiddeti ürettiği ve yeniden ürettiği çözümlenen diziler çerçevesinde gözlemlenmiştir.

Son olarak yapılan bu çalışma, sınıfsal ayrışmanın sadece mekânsal boyutuyla gerçekleştirilmiş olup, 2016-2017 yıllarını kapsayan sürelerdeki diziler analize dâhil edilerek yapılmıştır. Bu anlamda çalışma sosyolojik bir bakış açısına sahip, iletişim alanıyla bütünleşik, problematiğinin güncelliğini koruduğu disiplinler arası bir

127 çalışmadır. Sınıflar arası ayrışmaların daha detaylı irdelenebilmesi açısından sınıf ve mekânsal ayrışmaların devamı olacak nitelikte, geçmişten başlanıp günümüz dizilerini kapsayacak şekilde dönemler arası bir karşılaştırma yapılması ayrışmaların daha net irdelenebilmesine imkân sağlar. Bunun yanında ayrışmaların kendini yeniden üretme biçimlerinin farklı alanlarda analizi yapılarak sınıfsal ayrışmaların irdelenmesine alternatif bir çözüm getirilebilir.

128 KAYNAKÇA

Akçay, Z. G., (2009), “Toplumsal Dönüşümler ve Televizyon: Günümüz Dizi Uyarlamalarına Eleştirel Bir Bakış”, https://www.academia.edu/5486306/Toplumsal_D%C3%B6n%C3%BC%C5%9 F%C3%BCmler_ve_Televizyon_G%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCz_Dizi_Uy arlamalar%C4%B1_%C3%9Czerine_Ele%C5%9Ftirel_Bir_Bak%C4%B1%C5 %9F ,(13.08.2018).

Akgün, A., (2014), Ayrışma-Ayrıştırma Temelli Mekânsal Pratiklerinin Toplumsal Pratiklerle İlişkisi Üzerine Bir Çalışma, İdealkent Kent Araştırmaları Dergisi, (12), 28-39. Ankara, Toplum Araştırmaları Merkezi.

Aksoylar G., (2013), Kentleri Savunmak- Mekân, Toplum ve Siyaset Üzerine, (ed. Aysun Koca, Çare Olgun Çalışkan, Esra Kaya, Gürkan Akgün), Kentleri Savunmak- Mekân, Toplum ve Siyaset Üzerine içinde (ss.94-97), Ankara, Notabene Yayınları.

Aktay, Y.,(2014), Pierre Bourdieu ve Bir Maxwell Cini Olarak Okul, (der. Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı, Ümit Tatlıcan), Ocak ve Zanaat Pierre Bourdieu Derlemesi içinde içinde (ss.473-498), İstanbul, İletişim Yayınları.

Alptekin, M, Y., (2014), Kentleşme Yazıları Kentsel Kuramlar ve Kentleşme Politikaları, (ed. Kemal Özden), Ankara, Seçkin Yayıncılık.

Alptekin, M, Y., (2014), Şehirden Kente Mekânsal Dönüşüm, Doğu Batı Düşünce Dergisi Şehir Yazıları-I, S.67, ss.35-61.

Alver, K., (2007), Siteril Hayatlar Kentte Mekânsal Ayrışma ve Güvenlikli Siteler, Ankara, Hece Yayınları.

Arıkanlı Özdemir, M., (2013), Kentleri Savunmak- Mekân, Toplum ve Siyaset Üzerine, (ed. Aysun Koca, Çare Olgun Çalışkan, Esra Kaya, Gürkan Akgün), Kentleri Savunmak- Mekân, Toplum ve Siyaset Üzerine içinde (ss.395-399), Ankara, Notabene Yayınları.

Arlı, A., (2014), Klasik Sosyolojide Derin Revizyon: Pierre Bourdieu Sosyolojisi, (der. Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı, Ümit Tatlıcan), Ocak ve Zanaat Pierre Bourdieu Derlemesi içinde, (ss.131-253), İstanbul, İletişim Yayınları.

Arslan, Z., (2012), Geçmişten Bugüne Eleştirel Bir Orta Sınıf Değerlendirmesi, (ed. İhsan Kamalak), Toplum ve Demokrasi, Yıl 6, Sayı 13-14, Ocak-Aralık, 2012, s. 55-92.

129 Arslan, Z., “Urban Mıddle Class, Lıfestyle And Taste In Keçiören And Çankaya, Ankara: Dıstınctıon Through Home Furnıture, Furnıshıng And Decoratıon”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), Ankara, 2011, s.256.

Arun, Ö., (2013), Rafine Beğeniler ya da Sıradan Hazlar? Türkiye'de Beğeninin, Ortamın ve Tüketimin Analizine İlişkin Bir Model, Kültür ve İletişim. 16(2), https://www.researchgate.net/publication/259459114_Rafine_Begeniler_ya_da_ Siradan_Hazlar_Turkiye'de_Begeninin_Ortamin_ve_Tuketimin_Analizine_Ilisk in_Bir_Model_Taste_or_Enjoyment_A_Model_for_the_analysis_of_the_taste_ medium_and_the_consumption_practice, (13.08.2018).

Arun, Ö., (2014), İnce Zevkler- Olağan Beğeniler: Çağdaş Türkiye’de Kültürel Eşitsizliğin Yansımaları, Cogito Pierre Bourdieu,76,(ss.167-191), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

ATV, Diziler, https://www.atv.com.tr/diziler , (10.06.2019)

Ayata, S.- Ayata, A, G., (1996), Konut, Komşuluk ve Kent Kültürü, Konut Araştırmaları Dizisi. T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı. Ankara.

Ayata, S., (2012), Yeni Orta Sınıf ve Uydu Kent Yaşamı, (haz. Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber), Kültür Fragmanları Türkiye’de Gündelik Hayat içinde (s. 37-56), İstanbul, Metis Yayınları.

Aydoğan, F., (2005), New York’tan Nev Şehir’e: Asmalı Konak, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Düşünceler Dergisi 1(1).

Aytaç, Ö., (2013), Yoksulluk, Kentsel Sınıfaltı ve Sosyal Dışlanma: Modern Kentlerde Sınıfsal/ Mekânsal Yarılma ve Suçlaştırılma Mekanizmaları, (ed. Ömer Aytaç ve Süleyman İlhan), Kentsel Yoksulluğu Yeniden Düşünmek içinde (s.65-124), Ankara, Birleşik Yayınevi.

Aziz, A., (2015), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık.

Bali, R. N., (2015), Tarz-ı Hayattan Life Style’a- Yeni Seçkinler, Yeni Mekânlar, Yeni Yaşamlar, İstanbul, İletişim Yayınları.

Baloğlu, U., (2019), Yaşam Biçimlerinin Televizyon Dizilerinde Yansıtılması: Bizimkiler Örneği, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(3): 2875-2897.

Barthes, R., (2012), Göstergebilimsel Serüven, (çev. Mehmet Rıfat ve Sema Rıfat), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

130 Baudrillard, J., (2016), Simülakrlar ve Simülasyon, (Çev. Oğuz Adanır), Ankara, Doğu Batı Yayınları.

Belge, M., (1997), Tarihten Güncelliğe, İstanbul, İletişim Yayınları.

Benjamin, W., (1995), Pasajlar, (çev. Ahmet Cemal), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Berger, A, A., (2012), Kültür Eleştirisi Kültürel Kavramlara Giriş, (çev. Özgür Emir), Marksizm ve Kültür Eleştirisi içinde (ss.51-80), İstanbul, Pinhan Yayıncılık.

Beyazperde, “Bu Hafta En Çok Görüntülenen Diziler”, http://www.beyazperde.com/diziler/en/ulke-5026/onyil-2000/ , (05.09.2018).

Beyazperde, “Türk Edebiyatının Önemli Eserlerinden Biri Olan, Reşat Nuri Güntekin İmzalı Çalıkuşu, Bir Kez Daha Uyarlanıyor. Çalıkuşu Feride ve Kâmran'ın Dillere Destan Sevgileri, Sınanmaya Hazır”, http://www.beyazperde.com/diziler/dizi-16937/ ,(05.09.2018).

Bolat, N., (2016), “Modern Türkiye’de Feodal İçerikli Dizilerin Yüksek İzleyiciye Ulaşmasında Görüntü Tekniklerinin Etkisi: Karagül Dizisi”, Middle Black Sea Journal of Communication Studies, 1(2): 69-86, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İletişim Fakültesi, Samsun.

Bottomore, T., (2012), Marksist Düşünce Sözlüğü, (çev. Mete Tuncay), İstanbul, İletişim Yayınları.

Bourdieu, P.- Wacquant, L., (2014), Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, (çev. Nazlı Ökten), İstanbul, İletişim Yayınları.

Bourdieu, P., (1995), Pratik Nedenler Eylem Kuramı Üzerine, (çev. Hülya Tufan), İstanbul, Kesit Yayıncılık.

Bourdieu, P., (1997), Televizyon Üzerine, (çev. Turhan Ilgaz), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Bourdieu, P., (2015), Ayrım-Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi, (çev. Derya Fırat- Günce Berkkut), Ankara, Heretik Yayınları.

Bourdieu, P.,(2015), Eril Tahakküm, (çev. Bediz Yılmaz), İstanbul, Bağlam Yayıncılık.

Breen, R., (2014), Neo-Weberci Sınıf Analizinin Esasları, (çev Ü. Akıncı), (ed. Erik Olin Wright), Sınıf Analizine Yaklaşımlar, içinde (ss.49-72), Ankara, NotaBene Yayınları.

Brosius, B., (2015), Tarihin Yapıları Tarihsel Materyalizme Giriş, (çev. Nejat Ağırnaslı), İstanbul, Yordam Kitap.

131 Brubaker, R., (1985), “Rethinking Classical Theory: The Sociological Vision of Pierre Bourdieu. Theory and Society”, Vol. 14, No. 6 (Nov., 1985), pp. 745-775, http://www.jstor.org/stable/657374, (18.12.2018).

Brubaker, R., (2007), Klasik Teoriyi Yeniden Düşünmek: Pierre Bourdieu’nun Sosyolojik Yaklaşımı, (çev. Erman Yüce ve Özge Berber Ağtaş), (der. Hayriye Erbaş), Fark/ Kimlik Sınıf içinde (ss.217-258),Ankara, Eos Yayınevi.

Burcu, M., (2018), “90’lı Yıllara Damgasını Vurmuş, En Sevilen Diziler”. http://www.webtekno.com/90-larin-en-iyi-dizileri-h42599.html, (10.03.2019).

Büyüköztürk, Ş. vd., (2013), Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Ankara, Pegem Akademi.

Can, K., (2007), Şanlıurfa’da Yoksulluk Manzaraları, (ed. Necmi Erdoğan), Yoksulluk Halleri Türkiye’de Kent Yoksulluğun Toplumsal Görünümleri içinde (ss.293- 306), İstanbul, İletişim Yayınları.

Cankaya, Ö., (2003), Bir Kitle İletişim Kurumunu Tarihi: TRT 1927-2000, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Castells, M., (1997), Kent, Sınıf, İktidar, (çev. Asuman Erendil), Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları.

Castells, M., (2002), The Castells Reader On Cities And Social Theory, (ed. Ida Susser), United Kingdom, Blackwell Publishers.

Çavdar, R, Ç., (2018), Farklılığın Mekânı: Foucault ve Lefebvre’deki Heterotopya ve Heterotopi Ayrımı, İdealkent Kent Araştırmaları Dergisi, (25/9), 941-959. doi: 10.31198/idealkent.458739.

Çelenk, S., (2005), Televizyon Temsil Kültür 90’lı Yıllarda Sosyokültürel İklim ve Televizyon İçerikler, Ankara, Ütopya Yayınevi.

Çevik, S., (2016), “Yıldızlaşmış Tasarı Mekânlar: Öyle Bir Geçer Zaman Ki”, Akademik Sanat Sanat Tasarım ve Bilim Dergisi, 1 (1), 40-51. http://dergipark.org.tr/akademiksanat/issue/27647/291376 (19.07.2019).

Dağtaş, B., (2008), “Türkiye'de Yaygın Televizyonlarda Tektipleşme ve Diziler: Tektipleşmiş Bir Zenginlik Göstergesi Olan Lüks Villaların Düşündürdükleri”, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/gsuilet/article/view/5000004851 . (17.07.2019)

Davis, M., (2007), Gecekondu Gezegeni, (çev. Gürol Koca), İstanbul, Metis Yayıncılık.

Debord, G., (2010), Gösteri Toplum, (çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

132 Demiral, S., “Farklı Sosyal Sınıfların Mekânsal Ayrışma Eğilimleri: Üst Tabakaların Mekân Tercihlerine İstanbul’dan Karşılaştırmalı Örnekler”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2016, s.84.

Demirci, S.- Köseli, M., (2009), İkincil Veri ve İçerik Analizi, (ed. Kaan Böke), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, İstanbul, Alfa Yayınları.

Denis McQuail vd., (2005), Communication Theory and Research, London, Sage Publications, ProQuest Ebook Central https://ebookcentral.proquest.com (22.07.2019).

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), (1963), “Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, http://www.sbb.gov.tr/wp- content/uploads/2018/10/Birinci_Bes_Yillik_Kalkinma_Plani-1962-1967.pdf, (21.07.2019).

Dizisi, (2018), Muhteşem Yüzyıl dizisi hakkında bilgiler. Dizisi.info. https://www.dizisi.info.tr/muhtesem-yuzyil/,(18.02.2019). doi:http://dx.doi.org/10.16878/gsuiletişim.v8i8.5000004851.

Durakbaşa, A.- Cindoğlu D., (2012), Tezgâh Üstü Karşılaşmalar Toplumsal Cinsiyet ve Alışveriş Deneyimi, (haz. Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber), Kültür Fragmanları içinde (s.84-100), İstanbul, Metis Yayınları.

Engels, F., (2000), Tarihsel ve Materyalizm Üzerine Mektuplar, Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları.

Engels, F., (2010), İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, (çev. Yurdakul Fincancı), Ankara, Sol Yayınları.

Ersan, O., (2007), Yoksulun Evi, (ed. Necmi Erdoğan), Yoksulluk Halleri Türkiye’de Kent Yoksulluğun Toplumsal Görünümleri içinde (s.133-173), İstanbul, İletişim Yayınları.

Ertürk H.- Karakurt Tosun E.,(2009), Küreselleşme Sürecinde Kentlerde Mekânsal, Sosyal ve Kültürel Değişim: Bursa Örneği, Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,(11/16),37-53. Bursa, Uludağ Üniversitesi.

Fiske J.- Hartley, J., (2003), Reading Television, London. Routledge.

Florida, R., (2007), Soylulaştırma, Eşitsizlik ve Seçkinler Şehri ile Gelen Yeni Kentsel Kriz, (çev. Derya Nüket Özer), İstanbul, Doğan Kitap.

Fox TV, Arşiv, https://www.fox.com.tr/arsiv ,(10.06.2019)

133 Gans, H, J., (2014), Popüler Kültür ve Yüksek Kültür, (çev. Emine Onaran İncirlioğlu), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Giddens, A., (1999), İleri Toplumların Sınıf Yapısı Marksist Yaklaşımın Eleştirisi, (çev. Ömer Baldık), İstanbul, Birey Yayıncılık.

Giddens, A., (2009), Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori, (çev. İstanbul, İletişim Yayınları.

Goldthorpe J.H., (2016), Social Class Mobility İn Modern Britain: Changing Structure, Constant Process, London, Journal of The British Academy.

Gottdiener, M., (2001), Mekân Kuramı Üzerine Tartışma: Kentsel Praksise Doğru, (çev. H. Çağatay Keskinok), Praksis (2),248-269, Ankara, Dipnot Yayınları.

Gottdiener, M., (2015), Castells ve Lefebvre’nin Düşüncesinde Kentsel Toplumsal Hareketlerin Yeri, (çev.H. Çağatay Keskinok), (ed. Meral Özbek), Kamusal Alan içinde (ss.511-522), İstanbul, Hil Yayın.

Grusky D.- Galescu, L., (2014), Neo-Durkheimcı Sınıf Analizinin Esasları. (çev.Ü.Tatlıcan), (ed.Erik Olin Wright), Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde (ss.73-110),Ankara, NotaBene Yayınları.

Güçlü, S., (2012), Sosyo Kültürel Farklılık ve Alaşım Mekânları- Kent ve Kentler, (ed. Neslihan Sam, Rıza Sam), Sosyo Kültürel Farklılık ve Alaşım Mekânları- Kent ve Kentler içinde (ss.262-285), İstanbul, Ezgi Yayınevi.

Gündoğan, E., (2014), David Harvey: Kent, Sermaye ve Sınıf, Doğu Batı Düşünce Dergisi Şehir Yazıları-I. S.67, s.239-262.

Gürbilek, N., (2016), Vitrinde Yaşamak 1980’lerin Kültürel İklimi, İstanbul, Metis Yayınları.

Güvenç, M., (2000), Bölgesel Gelişme ve Kırsal Yoksulluk, Kent Yoksulluğu. İstanbul’da İşyeri- Statü Temelinde Segregasyon;1990 Sayımı Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler içinde (ss.99-113), İstanbul, TESEV Devlet Reformları Serisi.

Harvey, D., (1997), Postmodernliğin Durumu -Kültürel Değişimin Kökenleri. (çev. Sungur Savran), İstanbul, Metis Yayınları.

Harvey, D., (2002), Sınıfsal Yapı ve Mekânsal Farklılaşma Kuramı. (ed. Bülent D. ve Ayten A.), 20. Yüzyıl Kenti içinde (ss.147-170), Ankara, İmge Kitabevi.

Harvey, D., (2011), Umut Mekânları, İstanbul, Metis Yayınları.

Harvey, D., (2013), Asi Şehirler. Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, (çev. Ayşe Deniz Temiz), İstanbul, Metis Yayınları.

134 Hazır Karademir, I., (2014), Bourdieu Sonrası Yeni Eşitsizlik Gündemleri: Kültürel Sınıf Analizi, Beğeni ve Kimlik, Cogito Pierre Bourdieu,76,230-264, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Hürriyet, (2016), Kördüğüm Dizisi Yarın Başlıyor! http://www.hurriyet.com.tr/gundem/kordugum-dizisi-yarin-basliyor-40035463, (29.07.2019).

Işık, İ, E.- Şentürk, Y., (2009), Özneler, Durumlar ve Mekânlar- Toplum ve Mekân: Mekânları Kurgulamak, İstanbul, Bağlam Yayıncılık.

Işık, O.- Pınarcıoğlu, M. M., (2011), Nöbetleşe Yoksulluk Sultanbeyli Örneği, İstanbul, İletişim Yayınları.

Kanal D, Diziler Arşiv, https://www.kanald.com.tr/diziler/arsiv ,(10.06.2019)

Karabıyık, S., (2017), “Zengin Fakir Etkileşiminin Dizi Hali”, https://www.yenisafak.com/yazarlar/semakarabiyik/zengin-fakir-etkilesiminin- dizi-hali-2037705. (21.07.2019).

Karadaş N., (2013), “Televizyon Dizilerinde Gücün Temsili”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergi, 2(2). (s.67-89).

Kaygalak, S., (2001), “Yeni Kentsel Yoksulluk, Göç ve Yoksulluğun Mekânsal Yoğunlaşması: Mersin/Demirtaş Mahallesi Örneği”, Praksis Üç Aylık Sosyal Bilimler Dergisi,2,124-172, https://issuu.com/buyukkutuphane/docs/praksis_- _say__2_-_bahar_2001__kent

Kejanlıoğlu, B., (2015), Medya Çalışmalarında Kamusal Alan Kavramı, (ed. Meral Özbek), Kamusal Alan içinde, (ss. 837-850), İstanbul, Hil Yayın.

Kırel, S., (2010), Kültürel Çalışmalar ve Sinema, İstanbul, Kırmızı Kedi Yayınevi.

Koloğlu, S., (2017), “Dizilerde Neden Zenginlik Revaçta?” http://www.milliyet.com.tr/cadde/sina-kologlu/dizilerde-neden-zenginlik- revacta-2417954 . (21.07.2019).

Lefebvre, H., (2014), Mekânın Üretimi, (çev. Işık Ergüden), İstanbul, Sel Yayıncılık.

Lefebvre, H., (2015), Şehir Hakkı, (çev.Işık Ergüden, İstanbul, Sel Yayıncılık.

Leppert, R., (2009), Sanatta Anlamın Görüntüsü İmgelerin Toplumsal İşlevi, (çev. İsmail Türkmen), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

Lüks Yaşam Rehberi, (2015), “Yurdum Dizilerinin Zenginlik Anlayışı” http://luksyasamrehberi.com/yurdum-dizilerinin-zenginlik-anlayisi.html, (27.07.2019).

135 Mandel, E., (1999), Marksizme Giriş, istanbul,Yazın Yayıncılık.

Marx, K.- Engels, F., (2014), Komünist Parti Manifestosu, İstanbul, Sis Yayıncılık.

Marx, K. ve Engels, F., (1995), Seçme Yazışmalar I, (çev.Yurdakul Financı), Ankara, Sol Yayınları.

Marx, K. ve Engels, F., (2013), Alman İdeolojisi, (çev. Tonguç Ok ve Tuncay Geridönmez), İstanbul, Evrensel Basım Yayın.

Marx, K., (2004), Kapital, Üçüncü Cilt: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, (çev. A. Bilgi), Eriş Yayınları.

Meder, M.- Çiçek, Z., (2012), Sosyo Kültürel Farklılık ve Alaşım Mekânları- Kent ve Kentler, (ed.Neslihan Sam, Rıza Sam), Sosyo Kültürel Farklılık ve Alaşım Mekânları- Kent ve Kentler içinde (ss.290-329), İstanbul, Ezgi Yayınevi.

Medyafaresi, (2016), “SBT İlk 100! 24 Ekim Tv Reytingleri! SBT Ölçümlerine Göre Ekranlarda En Çok İzlenen 100 Program”, Medyafaresi Reyting, http://www.medyafaresi.com/haber/sbt-ilk-100-24-ekim-tv-reytingleri/93841, (14.05.2018).

Medyafaresi, (2016). “TNS İlk 100 Listesi! 24 Ekim 2012 Reytingleri TNS Ölçümlerine Göre En Çok İzlenen Programların Sıralaması”, Medyafaresi Reyting, http://www.medyafaresi.com/haber/tns-ilk-100-listesi-24-ekim-2012- reytingleri/93843, (14.05.2018).

Merriam, S. B., (2013), Nitel Araştırma Desen ve Uygulama İçin Bir Rehber, (çev. Selahattin Turan), Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık.

Mersin, S., (2008), Yerli TV Dizilerinde Mekân ve Sınıfsal Temsil, İletişim Araştırmaları içinde, (ss.63-96), 6(1), DOI: 10.1501/Iltaras_0000000061.

Mutlu, E. (1991), Televizyonu anlamak, (ss.198-340), Ankara, Gündoğan Yayınları.

Mutlu, E. (2008), İletişim sözlüğü, Ankara, Ayraç Kitapevi.

Mutlu, E. (2015), Globalleşme, popüler kültür ve medya, (ss.75-85), İstanbul, Ütopya Yayınevi.

Neuman, W. L., (2016), Toplumsal Araştırma Yöntemleri Nitel ve Nicel Yaklaşımlar, (çev. Sedef Özge), c.2, Ankara, Yayın Odası Yayıncılık.

Neuman, W. L., (2016), Toplumsal Araştırma Yöntemleri Nitel ve Nicel Yaklaşımlar, (çev. Sedef Özge), c.1, Ankara, Yayın Odası Yayıncılık.

Özcan, Z. E., (2015), İçerik Analizine Giriş, (çev. Hasan Aydın), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri içinde (ss.380-417), Konya, Eğitim Kitabevi.

136 Özensel, E., (2017), Kentleşme ve Suç, (ed. Köksal Alver), Kent Sosyolojisi içinde (s.343-357), İstanbul, Çizgi Kitabevi.

Özsoy, A., (2015), Yerli Televizyon Dizilerinde Farklılaşan Toplumsal Cinsiyet Temsilleri Üzerine Bir Tartışma, (der. Şahinde Yavuz), Toplumsal Cinsiyet ve Medya Temsilleri içinde (ss. 226-246), İstanbul, Heyemola Yayıncılık.

Öztimur, N., (2014), Feminist Teoride Pierre Bourdieu Tartışmaları, (der. Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı, Ümit Tatlıcan),Ocak ve Zanaat Pierre Bourdieu Derlemesi içinde (ss.581-604), İstanbul, İletişim Yayınları.

Özyeğin, G., (2012), Kapıcılar, Gündelikçiler ve Ev Sahipleri Türkiye’de Kent Yaşamında Sorunlu Karşılaşmalar, (haz. Deniz Kandiyoti ve Ayşe Saktanber), (çev. Zeynep Yelçe), Kültür Fragmanları içinde (s.58-83), İstanbul, Metis Yayınları.

Pakulski, J., (2014), Bir Sınıf-sonrası Analizin Esasları, (çev. Barış Yıldırım), Sınıf Analizine Yaklaşımlar, (ed. Erik Olin Wright), Ankara, NotaBene Yayınları.

Perouse, J. F.- Danış D., (2005), Zenginliğin Mekânda Yeni Yansımaları: İstanbul'da Güvenlikli Siteler, Toplum ve Bilim, 104, s. 92-123.

Pinçon, M. -Pinçon Charlot, M., (2013), Burjuvazinin Sosyolojisi, (çev. Hande Turan Abadan), Ankara, Epos Yayınları.

Ramazan Uysal, “Medyada Yapısal Dönüşümler: Dönüşümün Bir Göstergesi Olarak Aşk-I Memnu Romanının Trt Özel/Ticari Televizyonlarda Değişen Sunum ve İçerikleri”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Eskişehir 2011, s.51.

Ranini, “Bodrum Masalı Künye”, http://www.ranini.tv/dizi/bodrum-masali, (12.07.2018).

Ranini, “Cesur ve Güzel Künye”, http://www.ranini.tv/dizi/cesur-ve-guzel, (12.07.2018).

Ranini, “Kış Güneşi Künye”, http://www.ranini.tv/dizi/kis-gunesi, (12.07.2018).

Riffe, D. vd., (2013), Analyzing Media Messages: Using Qunatitative Content Analysis İn Research, ProQuest Ebook Central, London, Routledge Publications. https://ebookcentral.proquest.com/lib/suleyman- ebooks/detail.action?docID=261430 (22.07.2019).

Ritzer, G., (2011), Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek Tüketim Araçlarının Devrimcileştirilmesi, (çev. Şen Süer Kaya), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

137 RTÜK İletişim Merkezi, (2017), Vatandaş Bildirimleri Raporu 2016, Kamuoyu Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkanlığı.

RTÜK İletişim Merkezi, (2018), Vatandaş Bildirimleri Raporu 2017, Kamuoyu Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkanlığı.

Sencer, Y., (1979), Türkiye’de Kentleşme Bir Toplumsal ve Kültürel Değişme Süreci, İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları.

Sennet, R., (2008), Ten ve Taş Batı Uygarlığında Beden ve Şehir. İstanbul, Metis Yayınları.

Sevgi Can Yağcı vd., (2011), Yerli Dizi Serüveninde 37. Sezon Beyaz Camın Yerlileri Dokunaklı Öyküler Dokunulmaz Gerçekler, (der. Sevgi Can Yağcı), Kocaeli, Umuttepe Yayınları.

Sjober, G., (2002), Sanayi Öncesi Kenti, (ed. Bülent D. ve Ayten A.), 20. Yüzyıl Kenti içinde (s.38-76), Ankara, İmge Kitabevi.

Star TV, Dizi, https://www.startv.com.tr/dizi , (10.06.2019)

Sucu, İ., (2011), Farklı Yaşam Tarzlarında Geleneksel ve Modern Anlayışının Televizyon Dizilerine Yansıması, Sosyoloji Dergisi, 23(24). (s.125-146).

Swartz, D., (2011), Kültür ve İktidar Pierre Bourdieu’nun Sosyolojisi, (çev. Elçin Gen), İstanbul, İletişim Yayınları.

Swingewood, A., (2003), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. (çev. Osman Akınhay), İstanbul. Agora Kitaplığı.

Şahin Mandacı, S., (2016), Kuramların Kullanımı, (çev. Selçuk Beşir Demir), Araştırma Deseni Nitel, Nicel ve Karma Yöntem Yaklaşımları içinde (ss.51-76), Ankara, Eğiten Kitap Yayıncılık.

Şengül H.T., (2009), Kentsel Çelişki ve Siyaset Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, Ankara, İmge Kitabevi.

Şengül, H, T., (2001), Sınıf Mücadelesi ve Kent Mekânı, Praksis (2), 9-31, Ankara, Dipnot Yayınları.

Şentürk, M., (2017), Kentsel Dönüşümün Sosyolojisi, (ed. Köksal Alver), Kent Sosyolojisi içinde (s.377-392), İstanbul, Çizgi Kitabevi.

Tanrıöver, Uğur, H. vd., (2011), Türkiye’de Film Endüstrisinin Konumu ve Hedefleri, İstanbul, İstanbul Ticaret Odası Yayınları.

Taş, L., (2017), Kentsel Çelişkiler, (ed. Köksal Alver), Kent Sosyolojisi içinde (s.395- 413), İstanbul, Çizgi Kitabevi.

138 Tekelioğlu, O., (2006), Pop Yazılar: Varoştan Merkeze Yürüyen Halk Zevki, İstanbul, Telos Yayıncılık.

Tekin, N., (2014), Tüketim Temelli Hayat Tarzları ve Gösteri Mekânı Olarak Kentler, Galatasaray Üniversitesi İleti-ş-im Dergisi, (2), 68-84, http://iletisimdergisi.gsu.edu.tr/issue/7382/96644, (20.07.2019).

Topuz, H., (2008), “Kamu Hizmeti Yayıncılığı Kim İçin Yayın? Nasıl Bir TRT?”, http://www.ilad.org.tr/haberler.asp?Haber=2 , (13/08/2018).

TRT 1, Diziler, https://www.trt1.com.tr/diziler ,(10.06.2019)

Turner, B, S, (2000), Statü, (çev. Kemal İnal), Ankara, Doruk Yayınları.

Tül, Z.-Akbal S., (2015), Mutlu Sınıf Yoktur, Söyle Bunları, (haz. Funda Başaran), İşçi Filmleri Öteki Sinemalar içinde (s.214-237), İstanbul, Yordam Kitap.

Tümtaş, M, S., (2012), Kent, Mekân ve Ayrışma-Kentsel Mekânda Ayrışma Dinamikleri. Ankara, Detay Yayıncılık

Türkiye Büyük Millet Meclisi, (1972), “24.12.1963 Tarih Ve 359 Sayılı Türkiye Radyo- Televizyon Kurumu Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Ek ve Ek Geçici Maddeler İlâvesi Hakkında Kanun”, https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc055/ kanuntbmmc055/kanuntbmmc05501568.pdf ,(13/08/2018).

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, (1984), “Kurumsal Kilometre Taşları”, https://www.trt.net.tr/kurumsal/KilometreTaslari.aspx?yil=1984, (13.08.2018).

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, (1984), “Kurumsal Kilometre Taşları”, https://www.trt.net.tr/kurumsal/KilometreTaslari.aspx?yil=1964, (13.08.2018).

Ulaşım Online, (2013), “İstanbul'un Korku Haritası Çıkartıldı”,http://www.ulasimonline.com/guncel/48858/istanbulun-korku- haritasi-cikartildi.html, (23.07.2019).

Ulutaş, E., (2012), Kentte Mekânsal Ayrışma ve Güven. (ed.Furkan Yıldız Ümit Güneş), I.Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi bildiriler kitabı içinde ( ss.33-40). Konya, İlmi Etüdler Derneği.

Urry, J., (1999), Mekânları Tüketmek, (çev. Rahmi Öğdül), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

Ünal, A, Z., (2017), Bourdieu’nun Tabakalaşma Teorisi Bağlamında Üst Sınıftan Alt Sınıfa Doğru Hayat Tarzı Tahakkümü, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,10,380-388).

139 Wacquant, L., (2011), Kent Paryaları-İleri Marjinalliğin Karşılaştırmalı Sosyolojisi, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Weber, M., (1978), Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology, 4th German ed., (der. G. Roth & C. Wittich), (trans. E. Fischoff,), Berkeley, University of California Press.

Weber, M., (1998), Sosyoloji Yazıları, (çev.Taha Parla), Sınıf, Statü, Parti içinde (ss. 268-289), İstanbul, İletişim Yayınları.

Weber, M., (2012), Ekonomi ve Toplum, (çev.Latif Boyacı), Statü Grupları ve Sınıflar. İçinde (ss.423-427), c.1, İstanbul, Yarın Yayınları.

Wimmer, R. D., (2007), İçerik Çözümlemesi, (çev. Ümit Atabek), (der. Gülseren Şendur Atabek ve Ümit Atabek), Medya Metinlerini Çözümlemek İçerik, Göstergebilim ve Söylem Çözümleme Yöntemleri içinde (ss.19-47), Ankara, Siyasal Kitabevi.

Wirth, L., (2002), Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme, (ed. Bülent D. ve Ayten A.), 20. Yüzyıl Kenti içinde (s.78-106), Ankara, İmge Kitabevi.

Wright, E. O., (2014), Neo- Marksist Sınıf Analizinin Esasları, (çev. Çiğdem Çidamlı), Sınıf Analizine Yaklaşımlar içinde (ss.15-48), Ankara, NotaBene Yayınları.

Yaylagül, N. K., (2008), “Gecekondudan Apartmana Geçiş Sürecinde Kültürel Dönüşüm: Ankara Şentepe ve Birlik Mahallesi Örneğinin Bourdieucü Bir Çözümleme Denemesi”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara, s. 67.

Yeşilkaya, N, G., (2003), Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık, İstanbul, İletişim Yayınları.

Yıldırım, A.- Şimşek, H., (2011), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

Yılmaz, B., (2014), “2000’li Yıllarda Türk Dizi Sektörünün Durumu”, Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2014, s.8-9.

Yücel, A., (2014), “Muhteşem Yüzyıl Dizisinin Alımlama Analizi: Kadın ve Erkek İmajı Üzerine Farklı Okumalar”, Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar E-Dergisi,http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/makaleler/muhtesemyuzyil.pdf. (21.07.2019).

140 EKLER

EK.1 DİZİLER İLE İLGİLİ BİLGİLER

Medya içeriklerindeki her anlatım belli çerçevelerde sunulmakta ve tekrar edilmektedir. Sınıfsal ayrışmaların oldukça fazla görülmesi de sunulan ve tekrarlanan kalıplardan biridir. Bu sebeple her nesne ve her mekân salt varoluşsal bir kimliğe sahip değildir. İçinde bulunulan sınıfsal ilişkiler hakkında bilgiler verirken egemen yapıyı da yeniden üretir. Aşağıda belirtilen temalar doğrultusunda çözümlemesi yapılacak diziler, bu yapıların görülmesine olanak tanımaktadır.

Star Tv’de yayınlanan, yönetmenliğini Ali Bilgin’i yaptığı “Cesur ve Güzel” dizisinde yerleşim yerine adını veren ve aynı zamanda varlıklı bir aile olan Korludağ ailesinin elde ettiği tüm zenginliklerin Cesur adlı bir kişi tarafından nasıl bertaraf edildiği anlatılmaktadır. Çünkü Tahsin Korludağ (Korludağ ailesinin babası), Cesur Alemdaroğlu’nun babasına ait olan her şeyi zorla almış ve ailesi darmadağın olmuştur. Cesur Alemdaroğlu tüm bu yaşadıklarının sorumlusu olan Tahsin Korludağ’dan intikam almak istemektedir. Aynı zamanda Korludağ ailesinin gözdesi, Sühan Korludağ ve Cesur Alemdaroğlu’nun aşkını da anlatan dizi genel hatlarıyla zenginlik ve mülk teması üzerinden işlenmektedir.

Kanal D ekranlarında yayınlanan, yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı “Bodrum Masalı” dizisinin ana karakterlerinin yer aldığı Ergüven ailesi zengin bir ailedir. Ailenin çevresindeki insanlar da ülkece tanınmış isimlerdir. Baba Evren Ergüven otellere sahip, hırslı bir iş insanıdır. Ailesiyle İstanbul’da lüks içinde bir hayat sürmektedir. Çocukları kolejlerde okumuş, zengin ve güvenli bir hayat sürmektedirler. Lüks davetler ve özel etkinliklerle geçen hayatları şirketin iflasıyla son bulur. Bodrum’a taşınma kararı alan ailenin orada da aileden miras bir oteli vardır. Dizi alıştıkları lüks içindeki hayatlarından çok farklı bir hayatın içine düşen Ergüven ailesinin Bodrum’a taşındıktan sonraki yaşamını konu almaktadır.

Show Tv kanalında yayınlanan, yönetmenliğini Deniz Koloş ve Serhan Şahin’in yaptığı “Kış Güneşi” adlı dizi, varlıklı bir ailenin öldü sanılan ikiz çocuklarından birinin yirmi yıl sonra ortaya çıkması üzerine örülüdür. 20 yıl önce kurulan tuzak sonucu hayatını kaybeden babasıyla aynı arabada olan Efe'nin de öldüğü sanılmaktadır.

141 Ancak Efe ölmemiştir yalnızca hafızasını kaybetmiştir. Kendisiyle ilgili hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Gecekondu mahallesinde yaşayan alt ekonomik statüye sahip bir kişi Efe’yi sahiplenip, kendi oğlu gibi yetiştirmiştir. Eğitim hayatına devam edememiş olan Efe, ailesine destek olmak için balıkçılıkla uğraşmaktadır. Ancak Efe zamanla bazı şeylerden şüphelenmiş, gerçeği aramak ve başına gelen tüm bu olayların sorumlularından intikam almak için büyük bir planın içine dâhil olmuştur. Bunların yanında ikizi Mete ve annesi lüks içinde varlıklı bir hayat sürmektedir. Oturdukları malikânede yardımcıları ve lüks arabaları vardır.

Kanal D ekranlarında yayınlanan yönetmenliğini Osman Kaya’nın yaptığı “Babam ve Ailesi” adlı dizi yıllar önce Adana’da evlenip çeşitli entrikalar sebebiyle ayrılan ve daha sonra İstanbul’a taşınan ve orada da yuva kuran iş insanı Kemal İpekçi’nin hayatını anlatmaktadır. İstanbul’da imrenilecek bir hayatı olan İpekçi’nin oğlu Mert’in başına gelen kaza nedeniyle Adana’da da bir ailesi olduğu gerçeğini tüm aile öğrenmiştir. Kemal İpekçi yıllardır ikili İstanbul Adana arası ikili bir hayat sürmüştür. Kendisinin de bilmediği tüm gerçekler açığa çıkınca tek istediği yıllardır yanlarında olamadığı ailesine sahip çıkmak ve tüm çocuklarını kardeşçe bir araya getirmektir.

Fox Tv ekranlarında yayınlanan, yönetmenliğini Cemal Şan’ın yaptığı “Umuda Kelepçe Vurulmaz” adlı dizi, milletvekili bir baba ve varlıklı bir annenin çocuğu olan Onur için yapılan proje kapsamında, lise çağında olan yedi mahkûm genç eğitim hakkına sahip olurlar. Yedi genç bir yandan öğrenciyken aynı zamanda da mahkûmdur. Bunların yanında İnci öğretmen hayatını mahkûm çocukların topluma kazandırılmasına adamış, hapishanede doğmuş ve yetimhanede büyümüş idealist biridir. Bu proje de onun tüm umutlarını tıpkı yedi gencin umutları gibi yeşertmiştir.

Star Tv’de yayınlanan, yönetmenliğini Merve Girgin Aytekin’in yaptığı, “Anne” iki farklı hayatları yaşayan Melek ve Zeynep’in yollarının kesişmesini anlatan bir dizidir. Melek yoksul bir ailede kötü şartlarda yaşayan küçük bir kız çocuğudur. Zeynep ise Melek’in okulunda geçici öğretmenlik yapmaktadır. Zeynep Melek’in ürkek davranışları ve bakımsız sağlıksız halleriyle bir şeylerin ters gittiğinden şüphelenir. Melek’i daha yakından tanımak ister ancak bir gün Melek’in ölüme terkedildiğini

142 görünce o kötü aileden kurtarmak ister ve kaçırır. Zeynep artık Melek’e annelik yapmak ve Melek’in de onu annesi gibi kabul etmesini istemektedir.

Atv ekranlarında yayınlanan, yönetmenliğini Hakan Arslan’ın yaptığı “Aşk ve Mavi” adlı dizi, yıllarca hapis yatan Ali ve onu mahkûm olduğu süre boyunca yalnız bırakmayan Mavi’nin hikayesidir. Ali zengin bir ailenin oğludur. Adam öldürme suçundan yıllarca yatmış ve tahliye olduğu gün de yıllarca mektuplaştığı Mavi ile evlenme kararı almıştır. Aslında Mavi de abisinin katili olduğu için Ali ile bu denli yakınlaşmıştır. İntikam almak için Ali’nin hayatına giren Mavi Ali ile evlenir ve aileye karışır. Ancak Mavi’nin de bilmediği bir gerçek vardır ki gerçek katil Ali değil abisidir. Ali, abisinin bir yuvası olduğu için suçunu üstlenmiş, yıllarca onun yerine hapis yatmıştır. Mavi’nin kim olduğunu nikah işlemleri sırasında fark eden Ali aşkından dolayı herhangi bir tepki göstermemiştir. Düğün gecesi kendisini yaralayan Mavi’den konakta kalmak ve beraber yaşamak şartıyla şikayetçi olmayan Ali’nin hayatı hem zordur hem de imkânsız bir aşkla çevrelenmiştir.

Show Tv ekranlarında yayınlanan, yönetmenliğini Emre Kabakuşak’ın yaptığı “Oyunbozan” dizisinde yıllar önce anne babasını kaybeden iki kardeş teyzelerinin yanında hayat mücadelesi vermektedir. Ece psikoloji mezunudur ve tek istediği iş bulup kardeşiyle mütevazi bir hayat yaşamaktır. Ancak aldığı haber hayatını alt üst eder. Kardeşi Ada’nın ölümcül bir hastalığı vardır. Bunun için Emre’nin ettiği teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. Emre bir doktordur. Ece’ye Yamanerlerin yalısında çalışması ve onlardan bilgi sızdırması karşılığında kardeşinin tüm masraflarını üstleneceğini söyler. Ece bu teklifi mecbur olduğu için kabul eder. Öte yandan Yamanerler cemiyet ve bürokrasi tarafından tanınan köklü bir ailedir. Medya şirketinin de sahibi olan Yamanerler cemiyetten ve politikadan pek çok kişinin şantaj dosyalarını elinde bulundurmaktadır. Sahip oldukları gücün bir kısmı da buradan gelmektedir. Emre Ece’nin o ailenin içinde olmasının çok tehlikeli olacağının zamanla anlamıştır ama artık her şey için çok geçtir.

Fox Tv’de yayınlanan, yönetmenliğini Filiz Gülmez Pakman’ın yaptığı “Rüzgârın Kalbi” dizisinde iki yıl önce trafik kazasında sevdiği kadını kaybeden Rüzgâr her şeyden kaçmak ister. Pek çok yere giden Rüzgâr’ı ailesi her defasında bulup İstanbul’a getirir. Ama bir davet sırasında apar topar ortadan kaybolan Rüzgâr, rastgele

143 yola çıkmıştır ve taksici sayesinde kendini Foça’da bulur. Rüzgâr’ın ailesi Türkiye’nin sayılı holding şirketlerinden birine sahip olan Boran ailesidir. Rüzgâr yaşadığı lüks ve varlıklı yaşamına rağmen Foça’da sade bir hayatı seçmiştir. Bunun yanında Zeynep evlilik arifesinde olduğu Kutay’ın kendisini aldattığını öğrenir. O da her şeyi geride bırakıp dedesinin ve teyzesinin yaşadığı Foça’ya gelir. Foça’ya gelir gelmez dedesinin evine varmadan Rüzgâr’ın yaşadığı kulübenin önünde bayılır. Rüzgâr’ı böylece Zeynep’in ailesi de tanımış olur. Rüzgâr ismi dışında kendisiyle ilgili her şeyi gizler. Zeynep’in en yakın arkadaşının düğünü sırasında ona eşlik eden Rüzgâr’ı Kutay görür ve Zeynep’i geri kazanmak için çok uğraş verir. Ancak Kutay’ın Zeynep’in yakasından düşmesi için Zeynep’in tüm arkadaşları seferber olur ve bir plan yaparlar. Bu sırada iki yıl önce vefat eden sevgilisinin kalbinin Zeynep’e nakledildiğini öğrenen Rüzgâr da bu plan için onay verir ve aralarında yakınlaşma başlar.

Fox Tv’de yayınlanan, yönetmenliğini Aysun Akyüz’ün yaptığı “Kalbimdeki Deniz” adlı dizide, Deniz varlık içinde, sevdiği adamla evli rüya gibi bir hayat sürmektedir. Ancak kocasının birden ortadan kaybolmasıyla bu rüya gibi olan hayat onun için kâbusa dönmüştür. Kocasının yaşayıp yaşamadığından kuşku duyarken, bir anda da sahip oldukları her şey ellerinden kayıp gitmiştir. Onun bilmediği kocasının bir kadınla kaçıp gittiği ve yakın arkadaşı Hülya’nın da bu ilişkinin mimarı olduğudur. Mütevazi bir hayata yeniden başlamak Deniz için hiç de kolay değildir.

Fox Tv’ de yayınlanan, yönetmenliğini Gökçen Usta’nın yaptığı “Kördüğüm” dizisi Koşulların değiştirdiği iki erkek ve bir kadının çevresinde gerçekleşen, modern zamanlarda bir metropolün kalbine inen aşk ve dönüşüm hikayesi… Yeni nesil hayatlardaki zengin-yoksul ayırımını ve maddi-manevi bağlılıkları aşk üzerinden anlatan Kördüğüm, «Aşk değiştirir, iktidar kirletir.» cümlesinin üstünde yükselen bir dizi. Dizinin başrol oyuncusu İbrahim Çelikkol’un bir otomotiv şirketinin sahibini canlandırdığı dizi ilk bölüm çekimlerini Milano ve Como’da gerçekleştirilmiştir (Hürriyet,2016).

Atv ekranlarında yayınlanan, yönetmenliğini Cem Tabak’ın yaptığı “İkisini De Sevdim” dizisi Suna idealist bir gazetecidir. Suna ile aynı mahallede yaşayan ve Suna’nın da nişanlısı olan Hasan ise paraya ve zenginliğe düşkün biridir. Karacabey ailesi zengin ancak pek çok kirli iş çeviren varlıklı bir ailedir. Suna Karacabey ailesinin

144 bu kirli işlerinden birkaçını gazetede haber yapar. Bu sırada Hasan da Karacabey ailesinin kızı olan Ezra ile yakınlaşmıştır. Suna Karacabey ailesiyle uğraşırken Hasan’ın da durumunu öğrenir. Murat, Karacabey ailesindendir fakat içlerinde en dürüst olan kişi de odur. Suna’dan da hoşlanmaktadır. Hasan, Suna ve Murat arasındaki bu üçgen içinde entrikalar ve savaşlar hiç bitmez.

145 EK.2 TABLO

Tablo 1: 2016-2017 yılları arasında prime time Türk televizyon dizilerinde yer alan mekânlar

Yıl Kanal Dizi Mekânlar Orta halli Show Acı Aşk Villa Holding Apt. dairesi Şık restoran Orta sınıf ev Mahalle restoran Show İlişki Durumu Evli Villa Dubleks ev Şık restoran Lüks Otel Butik Mağaza Plaza Apt. dairesi Yat Şık Show Mayıs Kraliçesi Tersane Villa Esnaf Çarşısı Müştemilat Holding Gece kulübü Orta Sınıf Ev Restoran Özel hast. Show Asla Vazgeçmem Villa Çiftlik Hol ding Müştemilat Özel okul Odası Show Kış Güneşi Yalı Holding Lüks daire Şık restoran Balıkçı teknesi Gecekondu Kıraathane Gec. Mah Gecekondu 2016 Show Oyun Bozan Villa Holding Tamirci Şık restoran Devlet Hast. Özel hst Lüks daire mah Şehir Show İçerde Villa Esnaf lokant. Mahalle Ort.Sınıf. Ev Esnaf lokantası Şık restoran Plaza sokakları Show Gülümse Yeter Mahalle Ort. Snf. Ev Villa Tamirci Dürümcü Şık restoran Plaza Show Aşk Laftan Anlamaz Plaza Villa Orta sınıf ev Gece kulübü İş merke zi Boğaz Show Arkadaşlar İyidir manzaralı Boğaz manzaralı ev Ahşap ev Apartman dairesi Lüks daire restoran Show Cesur Yürek Villa Orta sınıf ev Hol ding Show İstanbul Sokakları Boğazda yalı Lüks daire Yat Şık bir balo Terzi dükkânı Orta sınıf ev Meydan Holding Deniz manz. Show Aşk ve Gurur Orta sınıf ev Villa Şık restoran İş merkezi kafe Gecekondu Show Çukur Semt pazarı Lüks daire Paris Özel uçak Şık restoran Mahalle berberi Kıraathane mah. Gecekondu 2017 Show Yüzyüze Mahalle fırını Orta sınıf ev Antikacı Lüks daire Tamirci Bakkal mahallesi Show Yeni Gelin Şık restoran Köşk Villa Aşiret düğünü Kıraathane Konak Show Bir Deli Sevda Orta sınıf ev Havuzlu villa Mahalle Holding Gecekondu Havuz başı Gece Show Klavye Delikanlıları Yat Yunanistan Villa Şarküteri Özel okul Holding parti kulübü Kaynak: https://www.showtv.com.tr/diziler/arsivdeki-diziler

146 Yıl Kanal Dizi Mekânlar Şık bir Atv Evli ve Öfkeli Mahalle Özel hastane Villa Sahilde salaş kafe restoran Özel Okul (Doğa Atv Aile İşi Orta sınıf bir ev Esnaf lokantası Koleji) Atv Kehribar Almanya Lüks ev Villa Şık restoan Mahalle İş merkezi (moda Atv Seviyor Sevmiyor Plaza Şık restoran Villa dergisi) Havuzlu lüks Atv Rengarenk Şık bir davet Şık restoran site Şık restoran Orta sınıf Atv Yeter Havuzlu Villa Tarihi köşk Plaza Özel okul 2016 (çello sanatçıları) ev Atv Eve Dönüş Gecekondu Villa Özel okul Gece kulübü Eşkıya Dünyaya Atv Villa Lüks ev Yelken Kulübü Hükümdar Olmaz Boğaz manzaralı iş Sahilde Orta sınıf Atv Kertenkele Plaza Gece Kulübü Villa merkezi kafe ev Peri Baca Atv Aşk ve Mavi Tekstil fabrikası Konak manz. restoran Atv İlk Aşkım Diziye ulaşılamadı Atv Kırgın Çiçekler Orta sınıf ev Villa Lüks ev Özel okul Atv Kurtlar Vadisi Pusu Plaza Villa Orta sınıf ev Atv Ölene Kadar Orta sınıf ev Villa İş merkezi Meydan (eylemciler) Boğaz Şık Atv İkisini de Sevdim Orta sınıf ev Ofis Villa Konak Lüks otel manz. restoran ev 2017 Bu Şehir Arkandan Atv Lüks otel Villa Esnaf lokantası Şık restoran Gelecek Atv Seni Kimler Aldı Konak Orta sınıf ev Şirket Atv Bahtiyar Ölmez Şirket Boğaz manz.ev Şık Davet Kaynak: https://www.atv.com.tr/diziler

147 Yıl Kanal Dizi Mekânlar Şık davet (iş Yüksek Lüks giyim Star Şirket Villa Şık restoran dünyasının Orta sınıf ev Sosyete mağazası bulunduğu) Hayat Bazen Star Gece kulübü Orta sınıf ev Villa 2016 Tatlıdır Apt Star Cesur ve Güzel Konak Müştemilat Özel Uçak Özel hastane Çiftlik Gece kulübü dairesi Star Anne Gecekondu Gecekondu mah Villa Varoş meyhane İstanbullu Lüks fasıl Star Şirket Konak Plaza Özel hastane Gelin restoranı İçimdeki Lüks tasarım İtalya’da şirket Özel Star Villa Şirket Orta sınıf ev Şık davet Fırtına atölyesi toplantısı hastane Yıldızlar Gecekondu Star Yalı Orta sınıf ev Şirket Plaza Şıkrestoran Şahidim Mah. Boğaz mnz. Star Ateş Böceği Golf sahası Şık restoran Villa Mahalle Orta sınıf ev Restoran Plaza Boğaz mnz. Şık Kokteyl (boğaz Star Dolunay Villa Şirket Lüks daire Şık davet Restoran manz. ) Plaza Fazilet Hanım tToplu Star Yalı Orta sınıf ev Mahalle Fitness Merkezi ve Kızları taşıma 2017 Apartman Orta sınıf Star Hayat Sırları Orta sınıf ev Şık davet Lüks daire dairesi restoran Yunanistan (Sakız Star Siyah İnci Orta sınıf ev Villa Şık davet Adası) Star Söz Meydan Askeri birlik Apt. dairesi Köy evi Otel lobisi Virane sokaklar Villa Ufak Tefek Şık Kokteyl Star Villa (sarmaşık Şirket Şık restoran Cinayetler (Havuz başı) sitesi)

Kaynak: https://www.startv.com.tr/dizi

148 Yıl Kanal Dizi Mekânlar Ev Boğaz manz.Şık Fox Familya Çiftlik Mahalle Gecekondu Villa Şirket yemekleri kafe restoranı İtalya’da tıp Fox Kördüğüm Tamirhane Yalı Holding Özel uçak Villa Eski model araç semineri Umuda Kelepçe Gece Fox Orta sınıf ev Lüks daire Toplu taşıma Vurulmaz kulübü Orta sınıf Fox Çifte Saadet Apartman dairesi Mahalle Market ev Boğaz Özel Fox Aşk Yalanı Sever Otel Orta sınıf ev Boğaz mnz şık kafe manz villa hastane Fox Kalbim Yangın Yeri Villa Yalı Lüks restoran Orta sınıf ev Yat Lüks daire Boğaz Orta sınıf Fox Villa Meydan Şık restoran Almanya Manzaralı Şık düğün (Yalı) 2016 ev villa Boğaz Özel Düğün (Deniz Fox Rüzgârın Kalbi Yat Bosna Hersek Şirket Villa manz. hastane kenarı) restoran İstanbul’un Şirket deniz Kutlama (Düşük Şirket (Yüksek Fox Nolur Ayrılalım Şık ödül töreni Orta sınıf ev Şirket(Medya) görmeyen partisi sermayeli bütçeli medya) kıyıları medya) Şık Fox Gecekondu mah. Gecekondu Kıraathane Fastfood restoranı Plaza restoran Şık bir Fox No:309 Villa Holding Şık restoran Dubleks ev tören Orta sınıf Fox Şevkat Yerimdar Dubleks ev Mahalle Esnaf Plaza Antikacı Boğaz mnz. restoran ev Eğlence Fox Kalbimdeki Deniz Villa Toplu Taşıma kulübü Özel Fox Dayan Yüreğim Orta sınıf ev Mahalle Semt pazarı Hollanda Villa Devlet Has. hastane Orta sınıf Uludağ Kayak Fox Esaretim Sensin Apt. dairesi Villa İngiltere Şirket (Turizm) Plaza 2017 ev Merkezi Fox Bu Sayılmaz Orta sınıf ev Villa Orta sınıf kafe Market Orta sınıf Fox Kırlangıç Fırtınası Konak Otel Şık restoran Nevşehir kuşbakışı ev Kaynak: https://www.fox.com.tr/arsiv

149

Yıl Kanal Dizi Mekânlar

TRT1 Seddülbahir: 32 Saat Köy evi Askeri birlik Meydan(savaş)

TRT1 YunusEmreAşkın Yolculuğu Kervansaray Esnaf Kadıhane Köy evi

TRT1 Yüz Yıllık Mühür Orta sınıf ev Köy meydanı Meydan(savaş)

2016 TRT1 Sevda Kuşun Kanadında Mahalle Şık restoran Orta sınıf ev Meydan Konak

TRT1 Adını Sen Koy Köşk Şık davet (yalıda) Orta sınıf ev Şık restoran

TRT1 Son Destan Yalı Villa Plaza Boğaz manz. Çay TRT1 Hangimiz Sevmedik Mahalle Esnaf Orta sınıf ev Sokak düğünü bah.

TRT1 Yalaza Orta sınıf ev Konak Esnaf lokantası

TRT1 Yârim İstanbul Diziye ulaşılamadı

TRT1 Lise Devriyesi Villa Dubleks ev Özel okul 2017 TRT1 Aslan Ailem Dubleks ev Villa Şık restoran Semt pazarı

TRT1 Payitaht Abdülhamid Meydan Saray Şık restoranı Meydan (savaş) Köy evi

TRT1 Kalk Gidelim Villa Dubleks ev Şirket Şık davet Mahalle

Kaynak: https://www.trt1.com.tr/diziler

150 Yıl Kanal Dizi Mekânlar Kanal D Arka Sokaklar Villa Orta sınıf ev Kanal D Hayatımın Aşkı Orta sınıf ev Şık restoran Reklam şirketi Apt dairesi Plaza Villa Boğaz manz. Kanal D Tatlı İntikam Şık düğün salonu Lüks butik mağaza Lüks daire Şık restoran Plaza villa Gecekondu Kanal D Kanıt:Ateş Üstünde Gecekondu mah. (Suç ve mağduriyetin old. Villa 2016 Yerler) Kanal D Yalancısın Sevgilim Diziye ulaşılamadı Kanal D Babam ve Ailesi Orta sınıf ev Villa Lüks butik mağaza Özel hastane Özel uçak Kanal D Güneşin Kızları Villa Özel okul Şık restoran Boğaz manz. restoran Köşk Kanal D Vatanım Sensin Orta sınıf ev Şık bir balo Köşk (Rum köşkü) Kanal D Altınsoylar Villa Mahalle Orta sınıf ev Kanal D Bodrum Masalı Villa Köy evi Yat Eski model araç Moda camiasının ödül Kanal D Karayazı Orta sınıf ev Mahalle Özel hastane Villa gecesi Kanal D Hayat Şarkısı Köşk Villa Almanya Gecekondu Lüks daire Plaza 2017 Şık doğum günü Kanal D Evlat Kokusu Villa Hollanda Özel hastane Köy evi partisi Kanal D Adı Efsane Mahalle Lüks daire Orta sınıf ev Kanal D Apt dairesi Villa Şirket Özel hastane Kaynak: https://www.kanald.com.tr/diziler/arsiv

151 Tablo 2: Yüksek Ekonomik, Kültürel, Simgesel ve Toplumsal Sermaye Mekânları

Mekân Adı Konut Adet İş yeri Adet Araç Adet Uğrak Adet Mek. Villa 50 Holding 22 Özel uçak 4 Şık res. 28

Lüks daire 5 Butik 3 Yat 5 Şık düğün 3 mağ. Boğaz 4 Şirket 6 Limuzin 1 Özel hast. 8 Mnz villa Köşk 4 Otel 5 Özel 6 Boğaz 8 otomobil mnz. restoran Çiftlik 3 Tekstil 1 Şık balo 2 fab. Yalı 5 Özel okul 8

Dubleks 5 Şık doğum 2

ev günü Konak 7 Bğz. Manz. 7 kafe Havuzlu 2 Gece 7 site Kulübü Otel 5 Antikacı 1 Yelken 1 kulübü Havuz başı 3 parti Golf sahası 1

Fitness 1 merk. İtalya 2

Nevşehir 1

Uludağ 1

Paris 1 Bosna 1 Hersek

Almanya 3 Ekonomik, Kültürel, Toplumsal ve Simgesel Sermaye Mekânları Sermaye Simgesel ve Toplumsal Kültürel, Ekonomik, İngiltere 1 Hollanda 1

Yüksek Konut toplam: 85 İşyeri toplam:37 Araç toplam :16 Uğrak yerleri toplam: 96

TOPLAM MEKÂN SAYISI: 234

152 Tablo 3: Düşük Ekonomik, Kültürel, Simgesel ve Toplumsal Sermaye Mekânları

Mekân Adı Konut Adet İş yeri Adet Araç Adet Uğrak Adet Mek. Gecekondu 7 Ev yemek. 1 Toplu 4 bakkal 1

Rest. Taşıma Apt. 8 Kıraathane 3 Eski 2 Semt 2 dairesi model Pazarı araba Köy evi 4 Esnaf 5 Esnaf 3 Lokantası Müştemilat 3 Tamirci 4 Devlet 1 Hst. Balıkçı 1 Şık balo 2

Dürümcü 1 Mahalle 9 Terzi 1 Gecekondu 8 Dükkânı mah. Şarküteri 1 Sokak 1 Düğünü Meyhane 1

Ekonomik, Kültürel, Toplumsal ve Simgesel Sermaye Mekânları Sermaye Simgesel ve Toplumsal Kültürel, Ekonomik,

Düşük

Konut toplam: 22 İşyeri toplam:18 Araç toplam :6 Uğrak yerleri toplam: 25 TOPLAM MEKÂN SAYISI: 71

153 ÖZGEÇMİŞ

Adı Soyadı : Fatma CAN

Doğum Yeri ve Yılı : Kemalpaşa/ İZMİR- 1992

Medeni Hali : Evli

Yabancı Dili : İngilizce-B1

E-posta : [email protected]

Eğitim Durumu

Lisans : Akdeniz Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım

Yüksek Lisans : Süleyman Demirel Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı- İletişim Bilimleri Tezli Yüksek Lisansı

İş Deneyimi

1. 2010- PR& Tasarım Atölyesi- Metin Yazarlığı 2. 2014- Media Connect PR Ajansı 3. 2015- Eczacıbaşı- Vitra/ Isparta 4. 2016- Isparta Akdeniz Gazetesi- Haber Kurgu Asistanı

Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar

1. Erdoğan, F. - Çelik S., “Türkiye’de Toplumsal Hareketlerde Dijital İmzanın Gücü: Change.org Örneği, III. Uluslararası İletişim Öğrencileri Sempozyumu, İzmir, 2015.

154