ULUSLARARASI ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII 21-23 Kasım 2014

B İ LDİ R İ LER

C İ LT I

EDİTÖRLER

DR. COŞKUN YILMAZ DOÇ. DR. CENGİZ TOMAR DR. UĞUR DEMİR

KÜDA ÜS R ULUSLARARASI ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Yayın Kurulu Prof. Dr. Mehmet Âkif Aydın / Dr. Coşkun Yılmaz Prof. Dr. Mehmet İpşirli / Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili Prof. Dr. Erhan Afyoncu / Prof. Dr. Mustafa S. Küçükaşcı Prof. Dr. Halis Yunus Ersöz

İmla ve Tashih Yrd. Doç. Dr. Ahmet Karataş

Fotoğraf Üsküdar Belediyesi / SMEY Kenan Koca / A. Bilal Arslan / A. Yılmaz M. Esat Coşkun / Tebliğ Sahipleri

Tasarım SMEY

Grafik Uygulama Ender Boztürk

Renk Ayrımı Bülent Avnamak

Baskı Cilt Dörtbudak Yayınları Mecidiyeköy Mah. Kervangeçmez Sk. İnci Apt. Şişli/İst.

İstanbul 2015 ISBN 978-605-84934-9-0 (Tk) ISBN 978-605-9719-00-1 (1.c) Telif Hakları Üsküdar Belediyesi’ne aittir.

ÜSKÜDAR BELEDİYESİ Mimar Sinan Mah. Hakimiyet-i Milliye Cad. No: 35 Üsküdar/ Tel. +90 (216) 531 30 00 • +90 (216) 531 31 03 www.uskudar.bel.tr KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ?

PROF. DR. FETHİ GEDİ KLİ İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Bu bildiride S. F. (Sin Fe)nin kaleme aldığı Karagöz Neler Görmüş? Karagöz Üsküdarda adlı kitapçığı tahlil edip sonra da metni Latin harfleriyle vereceğiz. İstanbul’da 1 (11)da Yeni Osmanlılar Matbaası’nda basılan 1 sayfadan ibaret bu kitapçıkta yazar, Karagöz ve Hacıvat’ı vapurla Üsküdar’ı gezmeğe çıkarır. Bu seyahatte Karagöz ile Ha- cıvat Üsküdar’ın dikkat çeken yerlerini gezerler ve Kız Kulesi, Şemsi Paşa, Tımarhane, Üsküdar adının kökü, Nurbanu Valide ve şair Sirrî-i Üsküdarî hakkında konu- şarak okuyucuya bilgi verirler. Eserin tahliline geçmeden evvel çözülmesi gereken bir mesele, metnin yazarının kim- liğidir. Acaba S. F. kısaltması hangi yazara aittir? Biz bunun Afiyet (İstanbul 11) adlı tıbbî aile dergisini  sayı çıkaran Sisak Ferid olduğunu tahmin ediyoruz. Bunun için birinci delilimiz bu kısaltmaların Sisak Ferid’in ilk harfleriyle uyumudur. İkincisi bu dönemlerde Sisak Ferid’in basın ve yayın dünyasında aktif olması, daha açık söyleyişle dergi yayıncılığı, matbaacılık, yayıncılık, çevirmenlik ve yazarlık yapmış olmasıdır. İlave edelim ki Sisak Ferid’in bu işlerinin bir kısmı çocuklara yöneliktir. Yine aynı zamanda bu faaliyetlerine bakılınca onun popüler olana temayül ettiği de tespit edilebilir. Ele aldığımız eserin de bu niteliklere uyumu bizi böyle bir tahmine yönlendirmiştir.1 Aynı yolda S. F.’ye ait diğer bir kitapçık olan Karagöz Donanma’nın kapak sayfasında “Karagöz bilcümle Balkan muharebâtında isbat-ı vücud eyleyecekdir.” notu vardır. Yine bu ilk sayfanın altında, “Risalemizin Karagöz Gazetesiyle’ hiçbir münasebeti olma- dığını kemal-i fahr ile ilan ederiz.” açıklaması konularak yepyeni bir yol (nev-zemin) tutulduğu, yine dolaylı bir biçimde belirtilecektir. Tebliğ konusu kitaba gelince… “Karagöz neler görmüş!” başlığı altında Karagöz yanın- daki Hacıvad’a bir arabayı işaret ediyor (resim). Resmin altında muharriri: S F harfleri var. Burada da şöyle bir not mevcuttur: “Karagöz, bahar münasebetiyle İstanbulda

399 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Karagöz Neler Görmüş risalesinin kapağı

cevelana başladı. Meşhudâtının mecmuu zarif, latif ve musavver bir ‘İstanbul panora- ması’ teşkil edecekdir. Bu itibar ile kârilerin her intişar edecek cüzü muhafaza etmeleri lazım gelir. İstanbul, Yeni Osmanlı Matbaası –Bab-ı Âli Caddesinde, 1” Buradan anlaşılıyor ki yazar Karagöz Neler Görmüş?’ü bir üst başlık olarak koymuş ve bunu takiben Karagöz Üsküdarda, Karagöz Donanmada, vs. gibi alt başlıklar halinde ucu açık bir dizi kurgulamıştır. Bunu şöyle ifade etmektedir: “Herkes İstanbul, İstanbul diyor. Biz de diyoruz. Fakat İstanbul’u bihakkın bilen anla- yan binde bir kişi yoktur. Gel seninle bir program yapalım. Muayyen günlerde İstanbu- lumuzun mahall-i meşhuresini, mahallât-ı marufesini gezelim. Meşhudâtımızı zabt ve neşr edelim. Zamana göre muhtasar, müfîd, nev-zemin bir seyahatname hâsıl olsun. Umarım ki bu sa‘yimizden ahali-i muhtereme memnun kalır. Bizim için de faideler husule gelir.” Demek ki, bu cüzü (fasikülü), başka cüzler izlemiştir/izleyecektir. Bunların daha kaç tane olduğunu bilmiyoruz, belki hepsi kayda geçmiş de değildir. Ancak yukarıda bahsi geçen Karagöz Donanmada kitapçığının üzerinde  rakamının olması, en az  tanesinin intişar ettiğini göstermektedir. Ayrıca Karagöz Kağıthane’de diye yine müellifimizin bu

400 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Sünnet Düğünü oyununda curcunabazlar ve Hacivat ile Karagöz (İBBŞM) diziden bir kitabı daha vardır. İnceleme konumuz olan kitapçığa bakarak bu programın ilk eserinin Karagöz Üsküdarda olduğunu söyleyebiliriz (“Bak ibtidâ Üsküdar’a gitmeyi muvâfık görüyorum. Ondan sonra sırasıyla bütün mevâkı-ı marufemizi gezeriz.”) Bu hususta yapılacak araştırmalar Karagöz edebiyatı hakkında yeni bilgiler getireceği şüphesizdir. İki bölüm olarak kurgulanan Karagöz Üsküdar’da’nın birinci bölümünün ilk paragrafı şudur ve Karagöz’ün neden Üsküdarı gezmeye çıktığını anlatmaktadır: “Karagöz, ciddi bir vaziyet alarak Hacıvad’a söylüyordu: -Şimdiye kadar ötede, beride gezdik. İhtimal ki sen bu seyahatlerdeki hikmeti anlaya- madın. Benim gibi hakîm, mütefennin, müştehir bir zat öyle beyhude gezmez, elbette bir maksada hizmet eder. Benim emelim seyahat tarîkıyla bazı hakâiki görmek ve halka da göstermekdir. Çok gezen çok bilir. Bu hikmete ittibâen gezerim, seyahati severim. Bilinen şeyin söylenmemesi, güzel işlerde kullanılması mümkün olan paranın toprak altına gömülmesi gibi, yanlış bir işdir. Bu hikmete binaen de malumat ve meşhudâtımı enzâr-ı ammeye vaz etmek isterim. İşte seyahatimin, neşriyatımın illeti budur, yani halka hâdim olmaktır. Anladın mı; benim abdal çocuğum?” Bu alıntıdan da görüldüğü gibi, geleneksel olarak eğlendirici olan Karagöz gitmiş, ye- rine bir maksat için gezen ve gördüğü gerçekleri halka göstermek isteyen, faydacı bir

401 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Tahir ile Zühre oyununda çengi, Karagöz, vekilharç ve yanaşma (İBBŞM)

amaç güden akıllı uslu bir Karagöz gelmiştir. Gelenekteki Karagöz kaba saba, anlamaz bir adamken bu Karagöz bilgilidir; hakîm yani hikmet sahibi, bilge ve mütefennin yani bilgilidir. Burada Hacıvad Karagözden öğrenmektedir. Yazar gelenekteki yapıyı tersyüz etmiştir. Karagöz’e yeni bir kişilik kazandırmıştır. Onu giyimi kuşamı ve tavrıyla tam bir centilmen olarak çizmiştir. Nitekim Karagöz Üsküdar iskelesine vardığı zaman, yolcu- lar hayretle Karagöze bakıyorlardı; bu bakışlarda takdir mânâsı vardı “Çünkü Karagöz hakikaten zarif ve vakur idi.” Hacıvad ise Ahfeş’in keçisi mesabesine indirilmiştir. Yazar bu deyimin kökenini de uzunca izah etmektedir. Hacıvad kendisinin hayvan olarak nitelenmesini istemez. Bu sefer Karagöz ona ayrıca İskender’in atının, hatta geçen gün vefat eden meşhur Pierpont Morgan’ın köpeğinin birçok insanlara göre daha zi- yade manevi hayatı olduğunu, yerli yersiz insanlarca anıldıklarını söyler. Burada sanki mevcut duruma ince bir eleştiri saklıdır. Yazara göre hüner insanlığa hizmet edip nam kazanmaktır, yoksa kuru kuruya benlik davasından ne çıkar? Yazar amacını zaten “işte seyahatimin, neşriyatımın illeti budur, yani halka hâdim olmaktır” diyerek halka hizmet için yazdığını açıkça vurgulamaktadır. Bu husus, sonra- dan hayli dallanıp budaklanacak “sanat sanat için mi toplum için midir?” tartışmasının erken işaretlerinden biri gibi görünmektedir.

402 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Böylece, bir Cuma günü Galata Köprüsünden geziye çıkan Karagöz ve Hacıvad, Üs- küdar’a varırlar. Burada metnin ikinci bölümü başlar. Üsküdar’da, kahramanlarımız, ilkin Kız Kulesi hakkında konuşurlar. Bizansın buna Damalis adını verdiği, bunun bir kumandan karısı olan Damalis adındaki güzel kadının buraya gömülmesiyle ilgili olduğu bildirilir. Ayrıca Hero ile Leandros’un aşkını anlatarak âşığı boğulan kızın kendini kuleden aşağı atarak intihar ettiği rivayeti nakledilir. Bu sebeple, Kız Kulesi denilmiştir diyor ama yazar (Karagöz) bunlar laftır, aslı yoktur; gerçeği burası vaktiyle gümrük yeri imiş; hatta Bizans kıralı Kantakuzen, Üsküdar’daki Sultan ’a adamlarını, kendisi bu kulede olduğu halde göndermiştir diye bir bilgi de ilave eder. Kulenin son hali ise III. Ahmed zamanındandır, der. Seyyahlarımız Kız Kulesini geçip Üsküdar iskelesine geldiklerinde Karagöz, Hacıvad’a öğüt vermekten ve onu uyarmaktan geri kalmaz: “Seyahat-ı tedkîkıyeye çıkanlar öyle dalgın dalgın yürümemeli. Etrafına dikkat etmeli. Her gördüğü şeyi anlamalı.” Böylece bu seyahatın halka hizmet edecek bir inceleme seyahati maksadı güttüğü bir kez daha belirtilmiş olur. Karagözün burada gördüğü ilk şey, İstanbula göre Üsküdar’ın tenha, sakin olmasıdır. Üsküdar hayatıyla İstanbul hayatı birbirinden farklıdır. Hacıvadın dikkatini çeker: “Bak, kıyafetler bile bir fark gösteriyor. Öyle vardakosta biçimler, rengarenk kostümler yok. Bundan da Üsküdar’ın maişet-i mutedileye malikiyetini anlıyoruz. Erkeklerin fesle- rine dikkat ediyor musun? Çoğu eğri, Mısriyyun gibi. Bu hal Üsküdar ricalinin biraz kabadayı geçindiğini gösterir, o sebeble şayan-ı dikkattir. Bu biçim, İstanbul’da istisna teşkil eder. İstanbul biçimi de burada derhal temayüz eder.” Buna rağmen, yazar, bu farklılığın iki mekânda yaşayanlar arasında bir duygu ve düşünce ayrılığı olmaktan ziyade, bir geçim farklılığı olduğu tahlilini yapar; zira her iki kesim de “aynı terbiyenin evladıdır.” Bundan sonra yazar Şemsi Paşa semtine gelir ve Şemsi Paşa hakkında rüşvetçi olduğu- na dair ağır ithamlarda bulunur. III. Murad’ın annesi Nurbanu ’a bulaş- tığını da zikreder. Nurbanu Valide Sultan, camiinden başka Toptaşındaki tımarhaneyi de yaptırmıştır. Üsküdar’a gelinince hatırlanmalıdır. Şemsi Paşa semti, Üsküdarın anlı şanlı mesire ve devrin “piyasa yeri” olduğunu, erkeklerin burada kız tavlamaya çıktığını söyler. Ama bazılarının da bu yere Züğürtler Yaylası adını verdiğini ekler. Ardından Toptaşındaki tımarhaneyi görürler. “Sonra Bağlarbaşı tarıkıyle Koru’ya gitti. Burasının a‘lâ bir mesire olduğunu Hacıvad’a söyledi ve tasdik ettirdi. Sultan Tepesi, Bülbül Deresi gibi mevâkı-i meşhureyi de gezdi.” Ancak Hacıvad, Bülbül Deresinde görülecek bir şey bulamadı.

403 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Kâhtane Safası oyununda Karagöz ve Hacivat

Üsküdar’a gidilir de meşhur kabristan görülmez mi? Onlar da Karacaahmed mezar- lığına gittiler. Hem bütün olarak bu mezarlığın, hem burada yatan ünlü şair Nabi’nin mezarının bakımsız olduğundan, Avrupa şairlerine heykeller dikecek yeni şairleri- mizin (şuara-yı cedidemizin) Nabi’nin mezarını ihmal ettiğinden şikayet eder. Sonra Üsküdar’ın görülecek yerlerinin görüldüğünden bahisle, avdet etme vaktinin geldiği, geç kalınırsa vapurun kaçırılmış olacağı ve Üsküdar’da yatılacak iyi bir otelin de bu- lunmadığı bildirilir. Burada Karagöz, Üsküdar sözünün kökü üzerinde de durur. Ona göre, bu yer adı Farsça posta tatarı ve menzilhane demek olan üsküdar kelimesinden gelmektedir. Bizanstan geldiği rivayetini doğru saymaz. Sonra birdenbire alakasız bir şekilde güneş batımın- da kızıl bir renk alması hasebiyle Üsküdar’a Bizans’ın Hrisopolis dediğinden, bunun “Altunşehir” anlamına geldiğini hatırlatır. Ama bu sonuncusuyla Üsküdar yer adının açıklaması arasında ilişki yoktur. Karagöz seyahati sonlandırırken birdenbire Üsküdarlı şair Sırrî ile şair Ani Hanım’ın merkezinde olduğu kaba bir anekdota da yer verir: “Muhavere böyle şekl-i tarihîde giderken Karagöz birdenbire tebdil-i bahs ile –aman, Hacivad, dedi. Sana bir latife-i edebiye hikâye edeyim. Üdebâ arasında cereyan ettiği cihetle gerçi edebîdir, fakat edebe ne derece temas eder, bilemem!...”

404 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Bu anekdotun Üskükarlı Sırrî ve Ani Hanımı anma bir yana metne bir şey katmadığını belirtilerek şu değerlendirmeler yapılabilir: Yazar metinde Karagöz olarak konuşmaktadır. Metni yararcı bir gayeyle kaleme al- mıştır. Kısa olmasına rağmen oldukça yoğun bir metin olduğu söylenebilir. Yazar bu küçük kitabında Antakyalı Münif’ten bir beyit, “büyük Kemal Bey” diye andığı Namık Kemal’den bir kıt‘a ve adını zikretmediği Hayalî’nin meşhur beytini iktibas etmiştir. Ayrıca uygunsuz da olsa Sırrî ile ilgili bir nükte kaydetmiştir. Bunların ilk üçünün met- ne canlılık kazandırdığı belirtilebilir. Onda, Üsküdar’ın belli başlı değerleri hakkında bahisler mevcuttur. Kitapçıkta, güncele dair Morgan’ın ölümü ve köpeği, kaleme alın- dığı I. Dünya Harbi öncesinde Üsküdar’ın sosyal hayatı, mesire yerleri, hayat şartları hakkında az da olsa bilgi vardır. Mesela o devirde Üsküdar’da “muntazam” bir otel yoktur. Morgan’a, “geçen gün öldü” şeklinde yapılan atıf, bu milyarder işadamının 1 Mart 11’de ölmüş olması sebebiyle, metnin 11 yılının ilk yarısında kaleme alındığını göstermektedir. Bu esnada Avrupada (ve dünyada) olan biten, az-çok İstanbulda takip ediliyordu, denebilir. Metnin belli ölçüde eleştiri taşıdığı söylenebilir. Başta sakinlerinin İstanbul’u ve Üs- küdar’ı tanımadığı, sadece eğlenmek değil faydalı işler yapılması gerektiği, alafranga beylerimizin zayıf görür kimseler için miyop kelimesini kullanmaya başladığı, bu tavrın münasebetsizlik olduğu, mezarlarımızın ve bilhassa meşhur şair Nabi’nin mezarının bakımsızlığı, yeni şairlerimizin Avrupa şairlerine daha fazla muhabbet beslemesi eleştirilmektedir. Metnin üslubuna bakıldığında ise beklenebileceği gibi, onun çocuklar için kaleme alındığını söylemek zordur. Yazarının daha çok yetişkinlere hitap ettiği söylenebilir; zira ancak belli bir eğitim görenlerin anlayabileceği kelimeler ve ifadeler ihtiva et- mektedir. Bununla birlikte, birkaç yerde de imla veya ifade bozukluklarına rastlandığı da vakidir. Sözümüzü yazarın folklora ait şahsiyetlerin nasıl başka kimliklerle yeniden üretilebi- leceği hususunda, bu dizide diğer yazdıkları da dikkate alındığında, bize önemli bir örnek sunduğunu belirterek bitirebiliriz.

405 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Karagöz’ün Üsküdar macerasını anlatan risalenin ilk sayfası: Karagöz Üsküdar’da

Karagöz Neler Görmüş!”

Muharriri: S(in) F(e) Karagöz, bahar münasebetiyle İstanbul’da cevelana başladı. Meşhudâtının mecmuu zarif, latif ve musavver bir ‘İstanbul panoraması’ teşkil edecektir. Bu itibar ile kârilerin her intişar edecek cüzü muhafaza etmeleri lazım gelir. İstanbul Yeni Osmanlı Matbaası –Babı Âli Caddesinde 1 Karagöz Üsküdar’da: 1 Karagöz, ciddi bir vaziyet alarak Hacıvad’a söylüyordu: -Şimdiye kadar ötede, beride gezdik. İhtimal ki sen bu seyahatlerdeki hikmeti anlaya- madın. Benim gibi hakîm, mütefennin, müştehir bir zat öyle beyhude gezmez, elbette bir maksada hizmet eder. Benim emelim seyahat tarikıyla bazı hakâiki görmek ve halka da göstermektir. Çok gezen çok bilir. Bu hikmete ittibâen gezerim, seyahati severim.

406 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Kanlı Nigâr oyununda Bilinen şeyin söylenmemesi, güzel işlerde kullanılması mümkün olan paranın toprak Hacivat ve altına gömülmesi gibi, yanlış bir iştir. Bu hikmete binaen de malumat ve meşhudâtımı Karagöz (İBBŞM) enzâr-ı ammeye vaz‘ etmek isterim. İşte seyahatimin neşriyatımın illeti budur, yani halka hâdim olmaktır. Anladın mı; benim abdal çocuğum? -Anladım efendim. -Anladınsa neden öyle Ahfeş’in keçisi gibi sersem sersem başını sallıyorsun? -Efendim, yine bir ad taktınız. Keçi miyim ben! -Keşke Ahfeş’in keçisi olsan. Hiç olmazsa adın tarihe geçerdi. İsmin ara sıra yâd, ruhun da şâd olunurdu. -Ben efendim, tek insan kalayım da namım hiç anılmasın. Razıyım. Hele keçi olmak, boynuz takmak asla hoşuma gitmez.

407 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Cazular oyununda -Sana keçi dedimse boynuz takmış olmadım ya. Mamafih Ahfeş’in keçisi kadar mezi- hanende, tiryaki, cazu ve Hacivat yetin olsaydı değerin daha ziyade olurdu. (İBBŞM) -Vallahi efendim, bu keçiye beni imrendireceksiniz. Nasıl hayvanmış bu? -Ha, anladım: Ahfeş, Arapça’da zayıfulbasar demekdir. Alafranga beylerimiz, zayıf basar yerine artık “miyop” kullanmağa başladılar. Ben bu münasebetsizliklere çok kıza- rım. Her neyse ahfeşin lugaten mânâsı budur. Lakin tarih-i meşâhirde “ahfeş” kelimesi eimme-i nuhâttan, yani nahv-i Arabîyi bihakkın bilen zevattan üç büyük kimseye lakab olmuştur. Bunların birine Ahfeş-i ekber, diğerine Ahfeş-i evsat, öbürüne Ahfeş-i asgar ve üçüne birden “ahâfiş” derler. İşte bunlardan birinin bir keçisi varmış. Galiba Ahfeş-i asgar’ın olacak. Kendisi hocasından ders aldı mı gelir, bu keçinin karşısına geçer, dersi ona takrir eder ve bu suretle malumatını zihnine yerleştirirmiş. Tabiidir ki keçi dersten bir şey anlamaz. Ahfeş söylerken o da başını sallarmış. İşte (Ahfeşin keçisi gibi başını sallıyor) tabiri bu hikâyeden kalmıştır. Bizim şairlerimizden biri, galiba Antakyalı Mü- nif:

408 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Hem eder ta’na tahammül, hem olur ser-cünbân Zâhide har mı desem, ya buz-i Ahfeş mi desem? diyor. Sen şimdi beni, Ahfeş hazretleri olarak farz etmelisin. Kendini de keçi yerine koymalısın. Tâ ki teşbihi canlandırmış olasın. -Efendim, hikaye güzel ama, bana hayvanlık tatsız gelir. -Hey gafil herif, Ahfeş’in keçisi, İskender’in atı, hatta geçen gün vefat eden milyarder Pierpon Morgan’ın köpeği çok insanlardan ziyade hayat-ı maneviyeye malikdir. Zira gâh ü bîgâh yad olunurlar. Hüner odur ki insaniyete hizmet edip îkâ-yı nâma muvaffak olasın. Yoksa kuru kuruya dava-yı enaiyetten ne çıkar? Karagöz biraz tevakkuf eder ve odada gezinmeye başlar. Zihnen meşgul olduğu sima- sındaki işmizazâttan anlaşılıyordu. Sonra birden tevakkufla: -Ne düşünüyorum, Hacıvad biliyor musun? Dedi. -Hayır, efendim. -Herkes İstanbul, İstanbul diyor. Biz de diyoruz. Fakat İstanbulu bihakkın bilen anlayan binde bir kişi yoktur. Gel seninle bir program yapalım. Muayyen günlerde İstanbulu- muzun mahall-i meşhuresini, mahallât-ı marufesini gezelim. Meşhudâtımızı zabt ve neşr edelim. Zamana göre muhtasar, müfîd, nev-zemin bir seyahatname hâsıl olsun. Umarım ki bu sa‘yimizden ahali-i muhtereme memnun kalır. Bizim için de faideler husule gelir. -Hakikaten güzel olur efendim. Fakat İstanbul, İstanbullularca neden anlaşılmamış olsun? -Sana, Büyük Kemal Bey’in bir kıt‘asını okuyayım, sualine o kıt‘adan cevap al: Kimse tayin edemez âlemde Kendi mâhiyetini re’yi ile. Münferid vâsıta-ı rü’yet iken Göremez kendisini dîde bile. Anladın mı oğlum?.. Kemal Bey’den daha evvel de bu mazmun söylenmiş, fakat bu derece güzel ifade edilememiş: Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler. Demek ki bizim bi’l-itina göreceklerimizi, yazacaklarımızı takdir edecek erbab-ı insaf bulunacaktır.

409 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

-Kâni oldum efendim. -Ben ibtidâ Üsküdar’a gitmeyi muvafık görüyorum. Ondan sonra sırasıyla bütün mevâ- kı-i marufemizi gezeriz. Hazır ol Üsküdar’a. Karagöz bahara yakışan bir kostüm giyinmişti, pardesüsü de sümbülî hava renginde olup Hacıvad tarafından taşınıyordu. Ceketinin cebindeki mendil, elinde bulunan baston, zarif potinler Karagöz’e tam bir centilmen kıyafeti vermişti. Semanın rebii tebessümlerle neş’eler saçtığı bir gün, bir Cuma günü Karagöz ile Hacı- vad Köprü’den vapura bindiler. Üsküdar’a yol almaya başladılar. Karagözün marufiyet-i mahsusası ve o günkü şıklığı vapur yolcularının nazar-ı dikkat ve tecessüsünü celb ettiğinden Karagöz yan kamaralardan birine girmeyi muvafık gördü. Hatta erbab-ı merakın pencere önüne yığılmasını men için de kamaranın perdelerini çekti! Vapur reftar-ı mu’tadıyla giderken Karagöz düşünüyordu. Tâ Kız Kulesi hizasına gelinceye kadar, vaz‘-ı mütefekkirânesini bozmadı. Hacıvad biraz muhteriz, biraz mütereddid bir sedayla: -Kız Kulesine geldik. Deyince, bizim mütefekkir Karagözümüz başını kaldırdı. -Evet, Kız Kulesi! dedi, ve sonra ilave etti: -Bu kulenin esası bir kayadan ibarettir. Eski Bizans tarihlerinde buna Damalis Kulesi derler. Güya “Damalis” nâmını hâiz ve gayet hesnâ, dilrubâ bir kadın, bir kumandan zevcesi vefat edince bu kayaya gömülmüş, üzerine de bir kule yapılmış. Damalis kule- sinin nâmı buradan kalmış. Kız Kulesi ismi ise başka hikâyeden geliyor. Çanakkale’de, Rumeli sahilinde de böyle bir kule varmış. O sahildeki bir köyde Hero isminde bir rahibe, Anadolu sahilinde oturan Leandr namındaki bir delikanlı ile sevişirmiş. Rahibe hanım geceleri kuleden âşıkına ateşle işaret verir o hararetli sevdâzede de denizden yüzerek karşı yakaya, rahibe-i safâ-perverin harîm-i zühd ve ibadetine(!) gelirmiş. Bir gece rahibenin yaktığı ateş sönmüş, âşık-ı şinâver denizde yolu şaşırmış ne Rumeli sahilini bulmuş, ne dönebilmiş, çırpına çırpına boğulmuş. Sabahleyin rahibe âşıkının cesedini görünce kendini kuleden aşağıya, denize atmış ve intihar etmiş. İşte o kuleyi imâen bu kuleye de “Kız Kulesi” denilmiş. Bunlar laftır, efsanedir. Muhakkak olan bir şey varsa bu kulenin vaktiyle gümrük vazifesi ifa ettiğidir. Sultan Orhan Üsküdar’a ge- lerek İmparator Kantakuzen’in ricalarını dinlemeye tenezzül ettiği zaman, imparator bu kulede bulunmuş ve elçilerini sandalla Üsküdar’a huzur-ı Hazret-i Orhan’a gönder- mişti. Kız Kulesi eskiden başka şekilde idi, hatta bir zamanlar ahşap olarak yapılmıştı. Bugünkü şekilde binası, Ahmed-i Sâlis zamanına tesadüf eder.

410 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Salıncak oyununda Karagöz bu sözleri söyledikten sonra: Karagöz (en solda) ve Hacivat -Anladın mı Hacıvad, işte Kız Kulesi’nin tarihi. Bir daha Kız Kulesi nedir, diye bir suale (yaşmaklı olan) maruz kalırsan, kendisinden bir buse istenildiği zaman kızaran kızlar gibi mahcub (İBBŞM) kalma. Beyanatımı hafızana nakş eyle, dedi. Vapur Üsküdar iskelesine yanaştı. Bizim seyyahlar da çıktılar. Vapurdan çıkan ve va- pura giren yolcular mütehayyirâne Karagöze bakıyorlardı. Maahaza o tahayyürlerin arasında mânâ-i takdir vardı. Çünkü Karagöz hakikaten zarif ve vakur idi.  İskeleden biraz tebâüd eder etmez Karagöz ağzını açtı. Bu suretle söylenmeye başladı: Bak oğlum Hacıvad. Seyahat-ı tedkîkıyeye çıkanlar öyle dalgın dalgın yürümemeli.

411 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

Etrafına dikkat etmeli. Her gördüğü şeyi anlamalı. Şimdi söyle bana burada ibtidâ nazar-ı dikkatini ne celb etti? -Hiçbir şey efendim. -Anladım. Sende nüfuz-ı nazar yok. Bak bir kere etrafına. Sil şu gözünün ezeli çapak- larını! Şu âmed şud, şu tenhâyî İstanbul’dan biraz ayrıldığımızı gösteriyor mu!.. Hele şu dükkanların, mağazaların haline bak. Alışverişte velvele, muhâceme, hararet ve vüs‘at yok. Değil mi? İşte bunlar birer nüktedir. Demek ki Üsküdar hayatı, İstan- bul hayatından farklıdır. Bak, kıyafetler bile bir fark gösteriyor. Öyle vardakosta biçimler, rengârenk kostümler yok. Bundan da Üsküdar’ın maişet-i mutedileye ma- likiyetini anlıyoruz. Erkeklerin feslerine dikkat ediyor musun? Çoğu eğri, mısriyyûn gibi. Bu hal Üsküdar ricalinin biraz kabadayı geçindiğini gösterir, o sebeble şayan-ı dikkattir. Bu biçim, İstanbulda istisna teşkil eder. İstanbul biçimi de burada derhal temayüz eder. O halde yarım saatlik bir bu’d-ı bahrînin iki kısım yer arasında bir tehâlüf vukua getir- diğine hükm etmelidir. Acaba bu tehallüf ve tehâlüf, zahiri olarak kalıyor mu? Yoksa tahassüsât ve temayülât itibarıyla da İstanbul ve Üsküdar arasında fark var mı? Ben, bu kadar ileri gidemeyeceğim. Duygu ve düşüncede tehâlüf olamaz. Zira iki taraf aynı terbiyenin evladıdır. İhtilaf yalnız şeklî ve ta‘ayyüşî kalıyor!... Karagöz’ün tahlilâtını Hacivad kemal-i hayret ve teslimiyetle dinliyordu. Bir taraftan da iki seyyah bîkülfet, aheste aheste yürüyorlardı. Karagöz bir aralık sahil-i bahrı işaretle: -Bak Hacivad. Buraya Şemsi Paşa derler. Şemsi Paşa Sultan Murad-ı Sâlis’i baştan çıkaran râşi-i a’zam ve mürteşi-i muazzamdır. Bu mahal, onun namına muzaftır. Üs- küdar’ın da muanven “mesire”lerinden biri. -Fakat efendim, buranın mesireye benzer yeri yok. Çıplak bir yer. -Orası doğru hatta yine Üsküdarın biraz yüksek gönüllü mesireperverleri, bu çıplak yer için “Züğürtler Yaylası” nâmını vermişlerdir. Lâkin kalbinde ihtiyac-ı sevda, gözünde hararet-i humma bulunan bazı müflisîn-i aşk buralarda sayd-ı kalb ederler. Güneşin altında ter döke döke gönül avlamaya çalışırlar. Bazı şaşkın keklikler de işte gördüğün vechile, bu çıplak ovaya gelerek ayaklarıyla tuzağa düşerler. Hoş, bunların bazısı da avcıları avlarlar ya. Biz yine hüsn-i zan edelim. Bu Şemsi Paşa adi bir heriftir. Sultan Murad-ı Sâlis’in validesi Nurbanu Sultan’a çat- mıştı. Müşarun ileyha bizde ibtidâ “mehd-i ulyâ”lıkla teşehhür eden valide sultandır. Üsküdar’a gelinince bu büyük kadını tahattur etmemek kâbil olamaz çünkü burada Atîk Valide Sultan Camii onundur. Tımarhane onundur.

412 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Hacivad, dayanamayarak: -Aman efendim, tımarhaneye de girelim, dedi. Karagöz gülerek cevap verdi. -Deli deliyi ararmış. Mamafih gidelim. Karagöz Toptaşına çıkarak tımarhaneyi gezdi. Delilerle sonra Bağlarbaşı tarîkıyle Ko- ru’ya gitti. Burasının a‘lâ bir mesire olduğunu Hacivad’a söyledi ve tasdik ettirdi. Sultan Tepesi, Bülbül Deresi gibi mevâkı-i meşhureyi de gezdi. Hacivad, Bülbül Deresi’nde şayan-ı temâşâ bir şey göremediğini söyleyince, Karagöz: -Bu derenin bülbülleri insan kıyafetindedir, dedi. Karacaahmed mezarlığına gittikleri zaman ise epice müverrihlendi. Bu mezar[lığ]ın kıdemini, tarihini anlattı ve: -Birçok ekâbir burada medfundur. Ne çare ki makberler harap olup gidiyor. Aldıran yok. Koca Nâbî bile burada yatıyor. Avrupa şairleri için ellerinden gelse heykeller rekz edecek kadar ibraz-ı muhabbet eden şuara-yı cedidemiz zavallı Nâbî’nin senin harap mezarını bile tamire himmet etmiyorlar, dedi. Üsküdar’da yapılan bu cevelan epice uzun sürmüştü. Avdet zamanı da takarrub et- mişti. Biraz daha kalınsa son vapurun kaçması ihtimali uyanacaktı. Esasen Üsküdar’ın en güzel yerleri, mesireleri, camileri, çarşısı, tımarhanesi ve mezaristanı görülmüştü. Artık temdid-i ikamete mahal yoktu. Hele vapur kaçırılırsa yatılacak muntazam bir otel bulunamayacaktı. Binaenaleyh seyyahlarımız avdette isti‘câle ettiler ve vapura güçlükle yetiştiler. Karagöz, esna-yı avdette Hacivad’ı bi’l-isticvâb Üsküdar’a ait tahassüsâtını ve derd- mend arkadaşının koca Üsküdar’da yalnız delileri şayan-ı temâşâ bulduğunu öğrendi. Kahkahalarla güldü. Sonra kemal-i ciddiyetle Üsküdar’ın tarihçesini anlattı: -Üsküdar, güya “sekdari” tabir olunan bir nevi askerlerin “üsküdariyyûn” namını ta- şıyan kışlaları burada bulunduğundan dolayı vücuda gelmiş bir isim imiş. Fakat bu rivayet yanlıştır. Bence Üsküdar Farisî’dir. Zira Farisîde posta tatarlarına ve menzilha- nelere üsküdar denilir. Üsküdar kasabası ise Anadoluya giden posta yolunun İstanbul’a nisbetle ilk menzilidir. Binaenaleyh bu isim, şu münasebetten ileri gelmiştir. Bizanslılar, Üsküdar’a “Hrisopolis” derlerdi. Bu kelimenin mânâsı “Altunşehir” demektir. Akşam- ları güneş gurûb ederken Üsküdar’daki hanelerin camları İstanbul tarafından yaldızlı gibi görünür. İstersen kalk bak… Gördün mü? İşte bu manzara dolayısıyla Üsküdar’a “Altunşehir” denilmiş, fena değil, şairâne bir isim. Fakat Üsküdar kelimesi daha galiptir. Bu unvan Dara zamanından mı kalmıştır, muayyen değil ise de herhalde Bizanslılar’ın

413 ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

“Üskütal” veya “Üsküdariyyûn” gibi kelimelerinden ziyade bu isim Farisî’deki müna- sebet âşikârdır ve biz de böyle kabul ederiz. Muhavere böyle şekl-i tarihîde giderken Karagöz birdenbire tebdil-i bahs ile –aman, Hacivad, dedi. Sana bir latife-i edebiye hikâye edeyim. Üdebâ arasında cereyan ettiği cihetle gerçi edebîdir, fakat edebe ne derece temas eder, bilemem!... Üsküdar’dan yetişmiş bir de şair vardır. İsmi Sırrî’dir. Bu kasabadan şüphe yok ki daha birçok şairler çıkmıştır lakin Sırrî, Üsküdarî namıyla maruftur, bu sebeple doğrudan doğruya Üsküdara mal edilmiştir. Bu şair Üsküdarî, gayet zarif, latifeperver, hoşgû, hoş-hâl bir zat imiş. Kadın şairlerimizin şöhretlilerinden bulunan Anî Hanım’ın da muasırıdır. Sırrî ile Anî Hanım’ın mahdumu arasında münasebet-i samimiye varmış. Şair çok defalar şaire-zâdenin hanesinde yaşarmış. Bir gece yine orada imiş. Uyuyacağı sırada bakmış ki rafta bir kitap var. İndirmiş, şöyle bir göz gezdirmiş. Anî’nin divançesi olduğunu anlamış. Dedim ya, şâir son derece muzip ve çapkın. Hemen çakıyı ele almış. Divanda tesadüf ettiği bütün Anî isminden “nun” harfini kazıyarak yerlerine “mim” koymuş ve kitabı da yerine bırakmış. Sahib-i hanenin halden haberi yok. Bir gün validesinin divan-ı eş‘ârını e‘âzımdan bir zata takdim etmiş. O zat-ı muhterem de şöyle bir bakınmış. Ne görse iyi? Anî’nin mah- lası değişmiş kemal-i hayretle şaire-zâdeye dönerek: -Valide hanımın kadın olduklarını, tebdil-i mahlas etmekle anlatmağa lüzum gördük- lerini işitmemiştim, demiş. Şâire-zâdenin o dakikadaki halini düşün. Sırrî’yi bulsa öldürecek. Fakat koca Üsküdarî hiç oralarda değil. O yine ötede beride ta‘zîb-i yârân ile meşguldur… Hitâm

Dipnotlar 1 O yüzden, pek az tanınan Sisak Ferid hakkında burada bazı bilgiler vermek istiyoruz. Sisak, Ohannes ve Hagop Ferid Antepli Ermeni bir aileden gelen ve Osmanlı bürokrasisinde vazife alan üç kardeş- tir. Bir kaynakta (http://soykirim.info/index.php/-dikran/-osmanli-da-ermeniler1-11---) Sisak Ferid’den Dahiliye Vekaleti Sansür Müdürü olarak söz edilmektedir; gerçekte, o, Matbuat İda- resi müfettişliği yapmıştır. Sisak Ferid’i başka bir yazının konusu yapmak istediğimizden ve belki de tahminimizin aksine bu eserin müellifi olmayabileceğinden hareketle burada daha ayrıntıya girmi- yoruz.  Söz konusu “gazete” şudur: “Karagöz, İstanbul’da, haftada iki kez yayımlanan mizah dergisi (1 Ağus- tos 1- Ocak 1 ve 1 Şubat 1-1). II. Meşrutiyet’in ilanının (1) hemen ertesinde, imtiyaz sahibi Ali Fuad Bey’in yönetimi altında çıkmaya başladı. Halk kültürüne dayalı bir mizah anlayışı sürdüren derginin özelliği Karagöz ve Hacivat’ı güncel, toplumsal ya da siyasal konularda, alaylı bir dille konuşturmasıydı. Diyojen ve Hayal gibi Tanzimat dönemi dergilerinin geleneksel modeline bağlı kalmakla birlikte geniş bir okur kitlesine seslenebiliyordu. Başyazarlığını Mahmud

414 KARAGÖZ ÜSKÜDAR’DA NELER GÖRMÜŞ ?

Nedim Bey’in yaptığı Karagöz’de Mahmud Sadık, Osman Cemal (Kaygılı), M. Rıfat, Baha Tevfik gibi yazarların yazılarına, Mehmed Baha, Halid Naci, Ratip Tahir (Burak) ve D. Mazlum’un karikatürle- rine yer verildi. II. Abdülhamid dönemini olduğu kadar İttihat ve Terakki yönetiminin gittikçe artan baskılarını da eleştiren Karagöz, kısa sürede, tutulan bir yayın organı haline geldi.”, http://tr.wikipe- dia.org/wiki/Karag%C% Bz_%dergi%, 1.1.1.  bk. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c/c.pdf, 1/11 /1  (Pierpont Morgan, 1 Nisan 1 Hartford, Connecticut/1 Mart 11, Roma, İtalya). Hayat hikayesi için bk. http://www.biography.com/people/jp-morgan-1#synopsis, 1/11 /1  http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c/c.pdf, 1/11 /1

415