<<

T.C. Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı

Doktora Tezi

TURGUT ÖZAL’IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ

Sibel Kavuncu 2502010142

Tez Danışmanı Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu

İstanbul, 2006

ÖZ

Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türkiye-ABD İlişkilerini konu alan çalışma, esas olarak bir süreç analizi, bir diplomasi tarihi çalışmasıdır. Çalışmada, iki ülke ilişkilerinin hangi zeminde cereyan ettiğinin anlaşılabilmesi için ilk olarak uluslararası ortamın dönem içindeki görünümü incelenmiştir. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren iki kutuplu sistemin yavaş yavaş yumuşamaya başladığı bir dönemde, Sovyetler Birliği’nin 1979’da Afganistan’ı işgal etme kararı ve İran’daki rejim değişikliği ile uluslararası sistem tekrar sertleşmiştir. ABD’de Sovyetler’e karşı sertlik politikası izleyeceğini söyleyen Ronald Reagan’ın seçimleri kazanarak işbaşına gelmesi ise, iki kutup arasındaki karşılıklı güvensizliği iyice arttırmış, “yeni soğuk savaş” sözleri duyulmaya başlanmıştır. Bu koşulların hakim olduğu dönemin uluslararası ortamı içinde ABD ve Türkiye’nin durumları siyasi, askeri ve ekonomik açılardan değerlendirilerek iki ülke ilişkilerinde rol oynayan ve ilişkilere yön veren etmenlerin ortaya konulmasında bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır. İkinci olarak, Turgut Özal’ın Başbakan olduğu yıllarda dış politikaya bakışı, dış politika yönelimleri ele alınarak, Özal yönetimince o dönemde ABD’ye nasıl bakıldığı, nasıl bir tutum benimsendiği incelenmiştir. Dönem içinde ABD’nin Türkiye değerlendirmesi de ele alınarak yaklaşımlarda bir karşılaştırmaya gidilmiştir. Çalışmanın son bölümünde ise genel olarak Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde “artan bir iyileşme” olduğu şeklindeki yaygın kanının aksine, iki ülke ilişkilerinde birçoğu doğrudan ikili ilişkilerden kaynaklanmasa da birdizi sorun olduğu ortaya konulmuş, dönem boyunca bu sorunların birbiriyle bağlantılı bir şekilde sürekli olarak gündeme geldiğine işaret edilmiştir. ABD ile ilk olarak, 1 Temmuz 1974’te haşhaş ekiminin serbest bırakılması sonrası gerginleşen, 1974 Kıbrıs Krizi ve ardından ABD Kongresi tarafından Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmasına dair alınan karar sonrası giderek soğuyan ilişkilerde Askeri Yönetim döneminden itibaren çok daha sıcak bir zeminin olduğu bir döneme girilmiş, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde ise oluşturulan bu sıcak zeminin geliştirilmesine çalışılmıştır. Ancak Özal’ın daha yakın ilişkiler kurma yönünde gösterdiği tüm çabalara karşın, bu dönem boyunca iki ülke arasındaki ilişkiler yaşanan sorunlar bağlamında dümdüz, pürüzsüz olmamıştır.

iii ABSTRACT The thesis, which takes the relations between and the US in Turgut Özal’s premiership era essentially aims to present a period analysis, a diplomatic history study. In order to understand the basis on which the relations between the two countries progressed, the thesis analyzes the condition of the international arena in that period. By mid-1970’s the bipolar system thawed. But with the Soviet invasion of Afghanistan in 1979 and the change of İran’s regime, detente came to an end and the bipolar system became hard again. With Ronald Reagan’s coming into Office who had taken a hard line toward the Soviet Union, the mutual lack of trust between the two polars increased. And the term “The New Cold War” has emerged. Under these circumstences, the political, military and economic conditions of Turkey and US were presented to establish a framework for an analysis of the factors which formed basis of the relations between the two countries. Secondly in this study foreign policy views of Turgut Özal and his policy towards the US in his premiership years is examined. Additionally the US’s policy towards Turkey in that era is analyzed to compare the two countries approach towards each other. In the third part of this thesis despite the widespread view that the relations between Turkey and the US became closer in Özal’s premiership era, it is stated that there were many problems on the agenda between the two countries, and that most of these problems did not stem directly from their bilateral relations. With the Military Administration the relations between Turkey and the US became closer than they were by the mid-1970’s. The Turkish government tried to develop these relations in the Özal period. Despite Özal’s efforts to develop a special relationship with the US, some of problems like; Aegean and problems between Turkey and , DECA and the US aid, Armenian Resolutions and the Kurdish question in the context of human rights policy influenced the two countries relations. For these reasons the relations between two countries were never free of problems in that period.

iv ÖNSÖZ

Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerini konu alan çalışmanın birincil amacı, sözkonusu süreçte Türkiye-ABD ilişkilerini ayrıntılı bir biçimde, neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde ele almak, iki ülkenin birbirlerine karşı yaklaşımlarını karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirmektir. Bu amaç doğrultusunda çalışma sırasında Türkiye ve ABD’nin döneme dair dış politika arşiv ve dokümanları, dönemin gazete ve dergi arşivleri taranarak iki ülke ilişkilerine ait olgular detaylı bir şekilde verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın dönem içinde Türkiye- ABD ilişkilerinin biçimlenişini ve gelişimini anlama yolunda büyük katkı sağlayabileceğini düşünmekteyim. Bu tezin ortaya çıkarılması sürecinde her zaman özveriyle destekleyen, eleştirileri ve yönlendirmeleriyle bana yol gösteren değerli hocam ve tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu’na yürekten teşekkür ediyorum. Yine tez izleme komitemde görev alan değerli hocalarım Sayın Doç. Dr. Birsen Örs ve Doç. Dr. S. Gülden Ayman’a çalışmanın çeşitli aşamalarında okuyup, yorumlarıyla tezime katkıda bulundukları için sonsuz teşekkürler… Tezin hazırlanmasında, Sıprı Yıllıklarına ulaşmakta büyük yardımını gördüğüm Sayın hocam Prof. Dr. Gülay Günlük Şenesen’e teşekkür borçluyum. Dönemin Amerikan dış politikasına ait birinci el bilgi ve belgelere ulaşmam konusundaki yardımları için Amerikan Konsolosluğu Bilgi Belge Merkezi görevlilerinden başta Sayın Ayşe Özakıncı olmak üzere Dilek Bıçakçı ve Yasemin Güder’e teşekkürü bir borç bilirim. Görüşme talebimi geri çevirmeyen Sayın Yalım Eralp ve Cengiz Çandar’a derin teşekkürlerimi sunarım. Adları burada sayılmayan ama bir şekilde bu çalışmaya katkıda bulunan herkese gönülden teşekkür ederim. Son olarak, tez çalışması boyunca maddi ve manevi desteklerini benden esirgemeyen ve her zaman yanımda olan annem Zerrin ve babam Seyit Ali Kavuncu’ya özellikle teşekkür borçlu olduğumu ifade etmeliyim.

v İÇİNDEKİLER

ÖZ……………………………………………………………………………………iii ABSTRACT…………………………………………………………………………iv ÖNSÖZ……………………………………………………………………………….v İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………vi TABLOLAR…………………………………………………………………………ix KISALTMALAR……………………………………………………………………..x GİRİŞ…………………………………………………………………………………1

BİRİNCİ BÖLÜM

1. ULUSLARARASI ORTAM-TÜRKİYE VE ABD……………………………….9

1.1.Uluslararası Ortamın Durumu………………………………………………...... 9 1.1.1.Siyasi ve Askeri Görünüm……………………………………………...9 1.1.1.1.1980’lerin İlk Dönemi……………………………………….10 1.1.1.2.1980’lerin İkinci Dönemi……………………………………18 1.1.2.1980’lerde Demokratikleşme ve İnsan Hakları…………………...... 24 1.1.3.Uluslararası Ekonomik Görünüm……………………………………..27 1.2.Uluslararası Ortam ve ABD…………………………………………………...... 32 1.3.Uluslararası Ortam ve Türkiye…………………………………………………..40

İKİNCİ BÖLÜM

2. 1983 SEÇİMLERİ, TURGUT ÖZAL HÜKÜMETİ VE DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİ……………………………………………………………46

2.1.1983 Seçimleri ve Turgut Özal Hükümeti………………………………………46 2.2.Siyasal İktidar ve Dış Politika…………………………………………………...48 2.2.1.Başbakanın Rolü…………………………………………………………..54 2.2.1.1.Hukuki Düzenleme…………………………………………...54 2.2.1.2.Uygulama……………………………………………………..55 2.2.1.2.1.Turgut Özal’ın Başbakanlığa Bakışı……………...... 57

vi 2.2.1.2.2.Turgut Özal ve Dış Politika Anlayışı………………..57 2.2.1.2.3.Turgut Özal’ın Kişiliği ve İnançları……………...... 61 2.2.1.2.3.1.Turgut Özal’ın Siyasal Liderliğine Etki Eden Yıllar: Başbakan Olmadan Önceki Yaşamı…………....62 2.2.1.2.3.2.Özal’ın Ataklığı ve Cesareti………………..64 2.2.1.2.3.3.Özal’ın Muhafazakarlığı…………………...65 2.2.1.2.3.4.Özal’ın Liberal Yönü…………………...... 66 2.2.1.2.3.5.Özal’da Batıcılık…………………………...68 2.2.1.2.3.6.Devlet ve Yönetim Anlayışı-Bürokrasi Karşıtlığı……………………………………………….72 2.2.1.2.3.7.Birleştirici Bir İdeoloji………………...... 74 2.2.2.Dışişleri Bakanlığı’nın Yasal Yetki Alanının Sınırlandırılması……………………………………………………………...74 2.2.2.1.Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bürokrasisinin Rolü……...... 75 2.2.2.1.1.Hukuki Düzenleme……………………………...... 75 2.2.2.1.2. Uygulama…………………………………………...78 2.2.3.TBMM’nin Dış Politika Sürecinden Dışlanması………………...... 81 2.2.3.1.TBMM’nin Rolü……………………………………………...82 2.2.3.1.1.Hukuki Düzenleme……………………………...... 82 2.2.3.1.2.Uygulama……………………………………………84 2.2.4.Milli Güvenlik Kurulu ve Ordunun Rolü……………………………...87 2.2.4.1.Hukuki Düzenleme…………………………………………...87 2.2.4.2.Uygulama………………………………………………...... 88 2.2.5.Cumhurbaşkanının Rolü……………………………………………….91 2.2.5.1.Hukuki Düzenleme…………………………………………...91 2.2.5.2.Uygulama…………………………………………………...... 92 2.3.Turgut Özal’ın Dış Politika Hedefleri ve ABD…………………………...... 93 2.3.1.Turgut Özal’ın Dış Politika Hedefleri………………………………….93 2.3.2.Turgut Özal’ın Dış Politika Hedeflerinde ABD’nin Yeri ve Önemi……………………………………………………………………...... 96 2.4.ABD’nin Özal Yönetimine Bakışı………………………………………………98 2.4.1.ABD Siyasal Sistemi……………………………………………...... 98

vii 2.4.1.1.Başkan…………………………………………………………98 2.4.1.2.Kongre……………………………………………………….100 2.4.1.2.1.Temsilciler Meclisi……………………………….100 2.4.1.2.2.Senato……………………………………………..101 2.4.1.2.3.Komiteler…………………………………...... 101 2.4.2.Dönemin ABD Yönetiminin Turgut Özal Yönetimine Bakışı……….103 2.4.3.Kongre’nin Turgut Özal Yönetimine Bakışı…………………………112

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. TURGUT ÖZAL’IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN GELİŞİMİNDE BAZI SORUNLAR…………………………..114 3.1.Türkiye-Yunanistan İlişkilerini Çevreleyen Sorunlar ve ABD………...... 115 3.1.1.Özal’ın Başbakanlığında Öne Çıkan Ege Sorunları ve ABD…………...116 3.1.1.1.Limni Sorunu ve ABD………………………………………....116 3.1.1.2.Mart 1987 Bunalımı ve ABD…………………………...... 119 3.1.2.Kıbrıs Gelişmeleri ve ABD……………………………………...... 126 3.2.SEİA’nın İşletilişi ve ABD…………………………………………………….148 3.2.1.Türkiye’nin Anlaşma İle İlgili Şikayetleri………………………………149 3.2.2.SEİA’nın Yenilenmesi, Türkiye ve ABD’nin Tutumları………………..154 3.2.3.SEİA’nın Yenilenmesi ve Ek Mektup-Tarafların Tutumları……………158 3.3.Amerikan Yardımı……………………………………………………………..178 3.3.1.Amerikan Yardımının Amacı…………………………………………...178 3.3.2.Amerikan Yardımı ve Türkiye………………………………………….181 3.3.3.Amerikan Yardımı-Türkiye’nin Rahatsızlık Noktaları ve ABD……………………………………………………………………….182 3.4.Ermeni Karar Tasarıları Sorunu……………………………………………….193 3.4.1.Soykırım İddiaları-1984Yılı Gelişmeleri……………………………….196 3.4.2.Soykırım İddiaları-1985Yılı Gelişmeleri……………………………….202 3.4.2.1.192 Sayılı Ermeni Tasarısı, Oylanma Süreci……………...... 205 3.4.2.2.Tasarının Reddi Karşısında Türkiye’nin Tutumu……………….215 3.4.3.Soykırım İddiaları–1986 ve 1987 Yılları Gelişmeleri……………. ……216

viii 3.4.3.1.132 Sayılı Ermeni Tasarısı, Oylanma Süreci…………….. ……222 3.4.3.2.Tasarının Reddi Karşısında Türkiye’nin Tutumu………………228 3.4.4.Soykırım İddiaları–1988 ve 1989 Yılları Gelişmeleri…………………..228 3.5.Dönem İçinde Kürt Sorunu/ABD-Türkiye…………………………………….239

SONUÇ……………………………………………………………………………256 KAYNAKÇA……………………………………………………………………..261 EKLER……………………………………………………………………………280 EK–1 Türkiye Cumhuriyeti Ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Kuzey Atlantik Andlaşmasının II. ve III. Maddelerine Uygun Olarak Savunma ve Ekonomi Alanında İşbirliğinde Bulunulmasına Dair Anlaşma………………280 EK–2 29 Mart 1980 Tarihinde İmzalanan Ve 18 Kasım 1980 Tarihli Ve 8/1951 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla Onaylanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle ABD Hükümetleri Arasında Kuzey Atlantik Andlaşmasının II. Ve III. Maddelerine Uygun Olarak Savunma ve Ekonomik Alanda İşbirliğinde Bulunulmasına Dair Anlaşma İle Bununla İlgili Tamamlayıcı Anlaşmalar ve Uygulama Anlaşmaları”na İlişkin Olarak 16 Mart 1987 Tarihinde Mektup Teatisi Suretiyle Yapılan Ekli Anlaşma…………………………………………………………….300 ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………304

ix TABLOLAR

Tablo 1: 1984–1989 Yıllarında Türkiye’ye Yapılan Amerikan Yardımı…………191

Tablo 2: 1984 Yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı………...192-193

Tablo 3: 1986 Yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı……………..193

Tablo 4: 1988 Yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı……………..194

x KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri A.e. : Aynı Eser AT : Avrupa Topluluğu AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu A.g.e. : Adı Geçen Eser A.g.m. : Adı Geçen Makale ANAP : Anavatan Partisi ARGE : Araştırma Geliştirme ASALA : Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) AT : Avrupa Topluluğu Bkz. : Bakınız BM : Birleşmiş Milletler CENTCOM : Central Command CNAD : Milli Silah Müdürleri Konferansı CNN : Cable News Network Co. Ltd. : Cooperation Limited Çev. : Çeviren DAHSUM : Department of the Army Historical Summary DECA : Defence and Economic Cooperation Agreement Der. : Derleyen DSP : Demokratik Sol Parti DYP : Doğru Yol Partisi Ed. : Editör ESF : Economic Support Fund(Ekonomik Destek Fonu) EUREKA : Avrupa Bilimsel İşbirliği Teşkilatı FIR : Flight Information Region(Uçuş Bilgi Bölgesi) FMS : Foreign Military Sales(Dış Askeri Satışlar)

xi GATT : General Agreement on Tariffs and Trade(Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla HJR : House Joint Resolution HP : Halkçı Parti HR : House Resolution IEPG : Bağımsız Avrupa Program Grubu IMET : International Military Education Training(Uluslararası Askeri Eğitim Programı) IMF : International Monetary Fund(Uluslararası Para Fonu) INF : Intermediate Nuclear Forces(Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler) İSEDAK : İslam Ülkeleri Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi KKTC : Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti KRY : Kıbrıs Rum Yönetimi LRTNF : Long Range Theater Nuclear Forces MAP : Military Assistance Program(Askeri Yardım Programı) MBFR : Mutual and Balanced Force Reduction(Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi MDP : Milliyetçi Demokrasi Partisi MGK : Milli Güvenlik Kurulu MKYK : Merkez Karar Yönetim Kurulu NATO : North Atlantic Treaty Organization(Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NBC : National Broadcasting Company OECD :Organization for Economic Cooperation and Development(Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) OPEC : Organization of the Petroleum Exporting Countries(Petrol İhracatçısı Ülkeler Örgütü) PASOK : Pan Helenik Sosyalist Hareket PKK : Kürdistan İşçi Partisi

xii RCD : Regional Cooperation for Development(Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Örgütü) RDF : Rapid Deployment Force(Hızlı İntikal Kuvveti) s. : Sayfa SALT : Strategic Arms Limitation Talks(Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri) SDI : Strategic Defence Initiatives(Stratejik Savunma Girişimi) SEİA : Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması SHP : Sosyal Demokrat Halk Partisi SJR : Senate Joint Resolution SNLC : NATO Lojistik Başkanları Konferansı SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği START : Strategic Arms Reduction Talks(Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri) TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TBP : Teknik Bilgi Paketleri T.C. : Türkiye Cumhuriyeti TEİMK : Türk-Ermeni İlişkileri Milli Komitesi THA : Türk Haberler Ajansı THY : Türk Hava Yolları TNF : Theater Nuclear Forces TRT : Türkiye Radyo Televizyon Kurumu t.y. : Tarih yok U.S. : United States vd. : Ve diğerleri YDSG : Yüksek Düzeyli Savunma Grubu

xiii GİRİŞ

12 Eylül Askeri darbesi nedeni ile 1980’lerin ilk yarısında özellikle Batı Avrupa ile ilişkilerde en durgun dönemlerinden birini yaşayan Türk dış politikası, dönemin dış politika karar alma sürecinde etkin olan karar alıcılar tarafından( askeri yönetim ve de Özal Hükümetleri döneminde özellikle de Turgut Özal’ın ilk başbakanlık döneminde) ABD ile sıkı bir diyalog anlayışına dayandırılmıştır. 1980’lere gelindiğinde Basra Körfezi Doğu – Batı ilişkilerinde artan bir önem kazanırken, Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali ve İran İslam Devrimi’nin yarattığı istikrarsızlık ortamında Sovyetler Birliği ile Ortadoğu ülkeleri arasında stratejik bir engel oluşturan Türkiye’nin konumu, ABD’nin global çıkarları açısından hayati önem taşıyan bölgeye bakışını etkilemiştir. Bu bağlamda ABD politikaları ile uyum içinde, güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’nin bölgedeki varlığı ve bu konumdaki Türkiye’nin ABD ile işbirliği içinde hareket etmesinin ve ilişkilerin sürekliliğinin sağlanması ABD için büyük önem taşımıştır. İran-Irak Savaşı ve izleyen gelişmeler neticesinde ABD’nin gözünde Ortadoğu açısından taşıdığı önemi giderek artan Türkiye, bölgede istikrarın temini ve radikal rejimlerin ortaya çıkmasının önlenmesi gibi konularda ABD’nin dayanışmasını aradığı bir ülke haline gelmiştir1. 1980’lerin iki kutuplu uluslararası yapısı içinde ABD ile Sovyetler Birliği arasında hız kazanan mücadelede önemli bir yere sahip olan Türkiye’nin ABD açısından taşıdığı stratejik önemin ve ABD’nin Ortadoğu konusundaki duyarlılığının farkında olarak Başbakan Turgut Özal, politikasını güçlü, komşularıyla iyi ilişkiler içinde bulunan bir Türkiye’nin bölgede etkin bir rol üstlenerek ve de ABD ile uzlaşı içinde hareket ederek, ülkenin karşılaştığı sorunlar çerçevesinde ABD’nin desteğinin sağlanabileceği ve ABD’den alınan yardımlarda artış gerçekleştirilebileceği hedefi üzerine oluşturmuştur. Ancak, karşılıklı stratejik çıkarlar bağlamında birbirleri ile iyi ilişkiler içinde olmaya dikkat eden ve önem gösteren Türkiye ile ABD arasında gösterilen karşılıklı

1 Özden Z.O.Alantar, “Türkiye-ABD İlişkilerinin Güvenlik Boyutunda Dönüşümü”, En Uzun Onyıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Der. Gencer Özcan, Şule Kut, 2. Baskı, İstanbul, Büke Yayınları, 2000, s.221.

1 özene rağmen çalışmanın dönemini oluşturan Turgut Özal’ın başbakanlığı sürecinde ilişkileri gerginliğe sürükleyen bir takım sorunlar da yaşanmıştır. Türkiye-ABD ilişkilerinde karşılaşılan bazı pürüzler, ikili ilişkilerin sorunlu yanını oluşturmuştur. Başbakanlığı döneminde dış politikada diyalog ve karşılıklı anlayış zemininde ilişkiler kurmaya ve geliştirmeye önem veren Turgut Özal, Yunanistan ile ilişkilerde de yumuşama taraftarı olmuş ancak bu yaklaşım karşılık bulamadığı gibi, Yunanistan’la ilişkilerde yaşanan gerginliklerin uzantıları Türkiye-ABD ilişkilerine de yansımıştır. Bölgesel istikrarsızlık ortamında ulusal güvenlik boyutunda ABD ile ilişkilerine ağırlık veren Türkiye, ABD’nin global ve bölgesel çıkarları açısından stratejik konumunun taşıdığı önemden hareketle, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki Ege ve Kıbrıs’a ilişkin artık çıbanbaşı olmuş sorunlarda ABD’nin desteğini beklemiş, beklenen yaklaşımın gerçekleşmemesi ise ABD’ye duyulan güvenin sarsılmasına yol açmıştır. 29 Mart 1980’de imzalanan ve 18 Aralık 1985’te süresi dolan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın(SEİA) uzatılması sürecindeki tartışmalar da Türk dış politikası açısından ABD ile ilişkilerde önemli bir sorun oluşturmuştur. Türkiye’nin 400 milyon dolar tutarındaki dış askeri satış kredileri (FMS) borçlarını ödemesine ilişkin sorunlar, 80’li yıllarda sık sık gündeme gelen Ermeni soykırım iddiaları ve Washington’un Kürt sorunu konusunda ’nın tepkisini çeken açıklamaları ortasında SEİA uzatılmıştır. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Shultz’un dönemin Türk Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’na gönderdiği Ek Mektupta, Türkiye’nin ısrarı üzerine “yabancı faktörlerin” ikili ilişkileri etkilememesi konusunda Amerikan tarafının taahhüt vermesi sağlanmış ancak süresi Aralık 1990’da dolan SEİA’nın 1987’deki uzatılış biçimi muhalefet ve Türk kamuoyu tarafından Türk dış politikası açısından olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Türkiye’nin ikili ilişkilerin yabancı unsurların ipoteğinden kurtarılması konusundaki ısrarlı politikası ABD’deki Ermeni lobisinin gücünden olumsuz yönde etkilenmeye devam etmiştir. Ümit Özdağ’ın belirttiği gibi, 1970’lerin başından itibaren Ermenilerin dünya gündemine sözde Ermeni soykırımını getirme mücadelesi ilk önce şiddet ve terör uygulamalarıyla bu konuyu dünya gündemine taşımayı, daha sonraki aşamada ise sözde bilimsel ve de siyasi halkla ilişkiler çalışmaları ile bu

2 konunun tanıtılmasını, yanlı bir bilgilendirme ile de Batı ülkelerindeki karar alıcılara Türkler tarafından gerçekten Ermenilere yönelik böyle bir soykırımın gerçekleştirildiği gibi asılsız bir düşüncenin benimsetilmesini hedeflemiştir2. 1970’lerde başlayan Ermeni terörü 80’lerin ikinci yarısından itibaren, teröristlerin Türk olmayanlara da zarar veren eylemlere girişmeleri bunun sonucunda dünya kamuoyunda Ermeniler lehine olan havanın değişmesi, çeşitli ülkelerde güvenlik makamlarının Ermeni teröristleri daha yakın takibe almaları, terörist metotların kabul edilemeyeceği yönünde bu ülkelerin resmi makamlarınca yapılan açıklamalar, Türk devletinin yurt dışında görev yapan memurlarını bu saldırılara karşı daha iyi korumaya başlaması ve de Ermeni terör eylemlerinin Ermenilerin 1915 yılında Türkler tarafından soykırıma uğratıldığı yönündeki iddialarının dünya kamuoyuna duyurulması şeklinde özetlenebilecek olan amacına ulaşmış olması sonucunda Ermeni terörü durmuş yerini siyasi çabalara bırakmıştır3. Dünya kamuoyunu etkilemeye yönelik siyasi faaliyetler çerçevesinde Ermeni diasporası, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin parlamentoları ile uluslararası kuruluşların sözde soykırım iddialarını destekleyecek kararlar alması yönünde çalışmıştır. Bu bağlamda ABD Kongresi’ne getirilen Ermeni tasarısı çalışmaları ABD ile ilişkilerde Türkiye’nin gündeminde sürekli bir hassasiyet konusu olarak yer almıştır. 80’li yıllarda Türkiye’nin ABD’den aldığı askeri yardım en yüksek düzeyine 1984’te 718,1 milyon dolarla ulaşmış, 1984–1988 döneminde ABD’nin yardım yaptığı ülkeler içinde Türkiye, İsrail ve Mısır’ın ardından çoğu zaman 3. en fazla yardım alan ülke olmuştur4. Fakat Türkiye’ye sağlanan bu yardımlar miktar olarak yüksek gözükmesine karşın Türkiye’nin ihtiyaçlarının ve beklentilerinin çok gerisinde kalmış, Türkiye’ye yapılacak yardım miktarları belirlenirken Kongre’de yardımla hiç ilgisi olmayan Kıbrıs ve de Ermeni sorunu gibi konular Türkiye’nin önüne birer baskı unsuru olarak çıkarılmıştır. Amerikan yönetimi katında yapılan

2 “Ümit Özdağ ile Sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı Üzerine Ropörtaj”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı I, Yıl:7, Sayı:37, Ocak-Şubat 2001, s.271. 3 Ömer E. Lütem, “Lozan’dan Günümüze Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu El Kitabı, Haz. Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, Ömer E. Lütem, 2. Baskı, Ankara, Türk Ermeni İlişkileri Milli Komitesi(TEİMK) ve ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, 2003, s.56–57. 4 Congressional Quarterly, November 24, 1984, s.3003; Congressional Quarterly, January 17, 1987, s. 115; “Department of the Army Historical Summary: FY 1988”, (Çevrimiçi) http://www.Army.mil/cmh/books/DAHSUM/1988/cho8.htm , 14 Şubat 2006.

3 aksi yöndeki açıklamalar Kongre çevrelerinde yanıt bulamamış, Türkiye-ABD ilişkilerinde, ABD Kongresi’nde Türkiye’ye yönelik hâkim olan olumsuz tutumun etkisi ilişkilerde soğuk rüzgârların esmesine yol açmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında gözetilen yediye on oranı da Ankara’nın tüm girişimlerine karşın geçerliliğini korumuştur. Bunda da yine devleti idare edenler üzerinde türlü yollarla etkinlik sağlayarak, karar aldırma amacını taşıyan lobilerin5 (Ermeni ve Rum lobileri) çabaları etkili olmuştur. Türkiye-Yunanistan ilişkilerini çevreleyen sorunların, Türkiye-ABD ilişkilerine yansıması, ABD ile 29 Mart 1980’de imzalanan SEİA Anlaşmasının geçerlilik süresi ve yenilenmesine ilişkin esasların ortaya çıkarttığı problemler, yine bu konuyla da bağlantı içinde ABD tarafından Türkiye’ye yapılan yardımların miktarı ve verilme şekliyle ilgili olarak ilişkilerde yaşanan sorunlar, Amerikan Kongresi’nde hemen her yıl sözde Ermeni soykırım tasarısını geçirtmeye yönelik olarak Ermeni diasporasının öncülüğünde gerçekleşen girişimler ve bu girişimler sonucunda ikili ilişkilerde oluşan gergin hava ve de bütün bunlara ilaveten özellikle 80’li yılların sonlarında ABD tarafından insan hakları bağlamında gündeme getirilmeye çalışılan, yayınlanan raporlar ve yapılan açıklamalarda ABD yönetim çevrelerince de giderek artan bir şekilde vurgulanan “Kürt sorunu”na dair yaklaşımların ilişkilerde yarattığı soğukluk Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde ABD ile ilişkilerdeki kritik noktaları oluşturmuştur. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerini, esas olarak bir süreç analizi şeklinde ortaya koymak amacı güden çalışma, üç ana bölüm ve bu bölümlere bağlı birçok alt konu başlığında şekillendirilmiştir. Her bölüm ve bu bölümlerdeki alt başlıklar kendisinden sonraki bölümler ve bu bölümlerde yer alan alt başlıklar ile bağlantı içinde bir bütünü oluşturacak biçimde düzenlenmiştir. Çalışmada, çalışmanın genel çerçevesi içinde yer alan olgu, olay ve de fikirler ele alınırken belirli ölçüde kronolojik bir düzen takip edilmeye çalışılmıştır. Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türkiye-ABD İlişkileri başlığını taşıyan, üç bölümden(Uluslararası Ortam-Türkiye ve ABD, 1983 Seçimleri Turgut Özal Hükümeti ve Dış Politika Oluşturma Süreci, Turgut Özal’ın Başbakanlığı

5 Müjde Ker Dinçer, Lobicilik, İstanbul, Alfa Yayınları, 1999, s.47.

4 Döneminde Türkiye-ABD İlişkilerinin Gelişiminde Bazı Sorunlar) meydana gelen çalışmada konuya ilk olarak Turgut Özal’ın iki dönem başbakanlık yaptığı 1980’lerde uluslararası ortamın durumu anlatılarak başlanmıştır. Böyle bir başlangıcın tercih edilmesindeki amaç, dönemin siyasi, askeri ve de ekonomik koşullarını göz önüne sürerek Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin hangi uluslararası koşullar altında biçimlendiğini göstermektir. Dönemin siyasi ve askeri yapısı ABD ve Sovyetler Birliğinin blok liderleri olarak yer aldığı Doğu ve Batı bloklarının oluşturduğu iki kutuplu bir yapıdır. Blok liderleri arasındaki ilişkiler, uluslararası ortamın durumunu belirlemektedir. İlişkilerin 80’li yıllardaki seyri açısından iki alt dönem mevcuttur. Çalışmanın birinci bölümünde uluslararası ortamın durumu anlatılırken, bu iki alt dönem kapsamında bir anlatım esas alınmıştır. Yine 80’ler demokratikleşme ve insan hakları kavramlarının yükselişe geçtiği yıllardır. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, demokrasiyi kesintiye uğratması bağlamında, insan hakları çerçevesinde Türkiye’nin Batı Avrupa ülkelerince eleştirilmesine yol açmış, Batı Avrupa ile ilişkileri soğuyan Türkiye için Türkiye-ABD ilişkilerine egemen olacak hava 12 Eylül ile belirlenmiştir. Askeri yönetime karşı Avrupa’nın aksine eleştirel bir tutum benimsemeyen hatta destekler bir tavır takınan ABD ile ilişkiler ABD’den sağlanan yardımlar6 ile de karşılıklı sıcak ilişkilerin hâkim olduğu yeni bir döneme girmiş, yapılan serbest seçimler sonucunda başbakan olan Turgut

6 ABD tarafından Türkiye’ye yapılan yardım miktarlarına bakıldığında 12 Eylül Askeri Yönetimi döneminde yapılan yardımda belirgin bir artış gözlenmektedir. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde 1 Temmuz 1974’te haşhaş ekiminin serbest bırakılması sonrası gerginleşen ve 1974 Kıbrıs Krizi, ardından ABD Kongresi’nce alınan Türkiye’ye silah ambargosu uygulanması kararı ile soğuyan ABD-Türkiye ilişkilerinde 12 Eylül 1980’den itibaren hızlı bir iyileşme gözlenmiştir.Bu iyileşmenin bir göstergesi olarak 1974 yılından 1983 yılına kadar yapılan yardım miktarları incelendiğinde Askeri Yönetim dönemiyle birlikte ABD tarafından yapılan yardım miktarlarındaki artış çok net bir biçimde görülmektedir. ABD tarafından Türkiye’ye (1974–1983) yıllarında yapılan askeri ve ekonomik yardım miktarları: (Milyon $) Yıllar 1974 1975 1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 Ekonomik 5.5 4.4 - 0.2 1.2 69.7 198.1 201.0 300.0 245.0 Askeri 190.8 109.1 125.0 125.0 175.4 180.9 208.3 252.8 403.0 402.75 Toplam 196.3 113.5 125.0 125.2 176.6 250.6 406.4 453.8 703.0 647.75 Bilgi için bkz: US Interests in the Eastern Mediterranean: Turkey, Greece, And Cyprus, Report Prepared for the Subcommittee on Europe and the Middle East of the Committee on Foreign Affairs US House of Representatives by the Foreign Affairs and National Defense Division, Congressional Research Service, Library of Congress, U.S. Government Printing Office, Washington, 1983, s.38–39.

5 Özal hükümetleri döneminde ise bu sıcak ilişkiler daha da pekiştirilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde bir diğer alt başlık olarak uluslararası ekonomik görünüm verilmiştir. Dönemin ekonomik yapısı, Türkiye’nin ABD’den aldığı yardımlar çerçevesindeki beklentilerinin ABD tarafından hangi ölçülerde karşılandığının ve uluslararası yapı temel alındığında bunun Türkiye’nin ihtiyaçlarına ne kadar cevap verebildiğinin açıklanması aşamasında önem taşımaktadır. Uluslararası ortam içerisinde ABD’nin durumu ve yine uluslararası ortam içerisinde Türkiye’nin durumu incelenerek de üçüncü bölümde ele alınan iki ülke arasındaki ilişkilerde, belirleyici unsurların neler olduğunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde dönemsel çerçevede uluslararası ortamın durumu, uluslararası ortamda ABD ve Türkiye’nin konumları genel hatlarıyla verilmeye çalışılmış, bu bölüm oluşturulurken, Türk ve yabancı yazarların konu ile ilgili akademik çalışmalarından ve arşiv dokümanlarından yararlanılmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde çalışmanın konusu olarak Başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin incelendiği Turgut Özal’ın öncelikle iktidara geliş süreci ve başbakan oluşu anlatılmıştır. Daha sonra Başbakan olarak Özal’ın dış politika oluşturma süreci içindeki rolü ele alınmış, bu süreçte onun dış politika kararlarının oluşumundaki rol ve yetkilerini kullanış şekline getirilen eleştiriler bağlamında dış politikaya bakışı ve dış politikayı ele alışı, dış politika karar alma sürecinde etkin olan diğer aktör ve kurumların hukuki çerçevedeki ve uygulamadaki rol ve yetkileri çerçevesinde bir karşılaştırmaya gidilerek sunulmaya çalışılmıştır. İkinci bölüm kapsamında Turgut Özal’ın dış politika hedefleri incelenerek, bu hedefler içerisinde ABD’nin yeri ve önemi tespit edilmeye çalışılmıştır. Özal’ın dış politikaya ilişkin hedef ve değerlendirmelerinde ABD’nin yerine açıklık getirildikten sonra ise ABD’nin Özal yönetimine bakışı incelenmiştir. ABD’nin Özal yönetimine bakışının değerlendirilebilmesi için öncelikle ABD siyasal sistemi ele alınmış, Başkan ve Kongre’nin dış politika karar oluşum sürecindeki rol ve yetkileri anlatılarak, Türkiye-ABD ilişkilerinde sorun oluşturan kritik konulara karşı ABD yönetimi ve Kongresi tarafından takınılan farklı tutuma kaynaklık eden esaslar ortaya konulmaya çalışılmıştır.

6 Özal’ın ABD’ye yaklaşımı ve ABD’nin Özal yönetimine bakışının değerlendirilmesi, Özal’ın başbakanlığı döneminde ilişkilerde sorun oluşturan konulara karşı Türk ve ABD yönetimlerince alınan kararlar ve uygulamaların değerlendirilebilmesi açısından önem taşımaktadır. Çalışmanın bu bölümünde de yine birinci bölüm oluşturulurken faydalanılan yerli ve yabancı akademik çalışmalar ve birinci el kaynak niteliği taşıyan Türk ve Amerikan arşiv belgelerinden faydalanılmıştır. Bu kaynakların yanısıra Özal’ın dış politikaya bakışının belirlenmesi aşamasında, dönemin süreli yayınları ve gazeteler taranarak dönem içerisinde gerek Özal’ın kendisinin yaptığı konuşma ve açıklamalara gerekse de Özal’la ve Özal’ın çalışma arkadaşları ile yapılan röportajlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde dış politikaya ilişkin hedef ve değerlendirmelerinde ABD’nin yerini anlayabilmek açısından Turgut Özal’ın başbakanlık yıllarının ilk döneminde Dışişleri Sözcülüğü görevini yerine getiren Emekli Büyükelçi Yalım Eralp ve bir dönem Özal’ın danışmanlığını yapmış olan gazeteci yazar Cengiz Çandar ile Özal’ın dış politika anlayışı ve ABD’ye bakışı konularının esas alındığı görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın ağırlıklı bölümünü oluşturan üçüncü ve son bölümünde ise, Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türkiye-ABD İlişkilerinin gelişiminde kimi doğrudan Türkiye ve ABD’nin ikili ilişkilerinden kaynaklanan kimi ise dolaylı yani Yunanistan gibi bir başka ülkeden kaynaklanan sorunların Türkiye-ABD ilişkilerine yansıması sonucunda iki ülke arasında sorun oluşturan konular, dönemsel çerçevede tarafların konulara yaklaşımları bir karşılaştırmaya gidilerek ele alınmıştır. Başbakanlığı döneminde dış politika karar alma sürecinde bağımsız hareket ettiği yönünde eleştirilerin hem başbakanlığı döneminde hem de sonrasında gündeme getirildiği Turgut Özal’ın dış politikaya yönelik davranışlarının Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan sorunlar çerçevesinde, yapılan bu eleştirilerle hangi ölçüde örtüştüğü ve de geçerlilik boyutu Başbakan Özal’ın açıklamalarından ve eylemlerinden hareketle incelenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ayrıca sorunlar karşısında ABD Yönetim ve Kongresi’nin Türkiye’ye yaklaşımlarındaki farklı tutuma kaynaklık eden faktör ve koşullar belirlenmeye çalışılarak bu farklı tutumlar irdelenmiştir.

7 Çalışmanın bu bölümünde ağırlıklı olarak birincil elden kaynaklar olarak değerlendirilen Türk ve Amerikan arşiv belgelerinden yararlanılmıştır. Yine Turgut Özal’ın başbakanlık yaptığı dönemdeki süreli yayın ve gazeteler de çalışmanın bu bölümünde yararlanılan kaynakları oluşturmuşlardır.

8 BİRİNCİ BÖLÜM 1. ULUSLARARASI ORTAM- TÜRKİYE VE ABD

1.1.Uluslararası Ortamın Durumu Turgut Özal’ın Başbakanlığı yılları uluslararası sistemde siyasal, ekonomik ve de askeri bir dizi değişimin yaşandığı yıllardır. İki kutuplu sistem(askeri ve siyasi alanda) hakimiyetini korurken, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği hala dönemin Batı ve Doğu Bloğu olmak üzere ikiye ayrılmış siyasi ve askeri yapısı içinde blok liderleridirler. 1975 sonrası sistemde görülen yumuşama 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile tekrar sertleşmeye başlamıştır. 1980’lerin ilk yılları iki süpergüç ABD ve SSCB’nin etki alanlarını ve askeri güçlerini karşılıklı olarak arttırmaya çalıştıkları, bir güç mücadelesi içine girdikleri yıllar olurken, 1980’lerin ortalarından itibaren, iki süpergücün bir diyalog ortamı arayışı içine girdikleri görülmüştür. Blok liderlerinin birbirlerine karşı uyguladıkları politikalar uluslararası sistemin yapısında değişimlere yol açmış, bu değişimler gerek bloklar içinde yeralan ülkelerin gerekse farklı bloklardan ülkelerin birbirleriyle ilişkilerine etki etmiştir. Çalışmada ele aldığımız Turgut Özal’ın Başbakan olduğu dönemde Türkiye-ABD ilişkileri de uluslararası yapıdaki bu değişimden etkilenmiş, bu değişim çerçevesinde biçimlenmiştir.

1.1.1. Siyasi ve Askeri Görünüm İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası siyasal sistemin uğradığı yapısal değişim sonucunda, Amerika Birleşik Devletleri ve onun liderliğini kabul etmiş devletlerin oluşturduğu Batı Bloku (Kapitalist Blok) ve Sovyetler Birliği’nin liderliği altında ortaya çıkan Doğu Bloku (Sosyalist Blok) olmak üzere ikiye ayrılan, ideolojik temele dayalı iki kutuplu dünya düzeninin geçerliliğini koruduğu 1980’ler, süreç içerisinde uluslararası sistemde meydana gelen yapısal değişimler (siyasi, askeri ve ekonomik alanda görülen dönüşümler) ve bu değişimlere bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler göz önünde bulundurularak iki alt dönemde ele alınabilir. İlk dönem, 1980’lerin ilk yarısını(1980–1985) , ikinci dönemse, 1980’lerin ikinci yarısını(1985–1990) kapsamaktadır.

9 1.1.1.1.1980’lerin İlk Dönemi(1980–1985) 1980’lerin ilk dönemi, uluslararası ilişkilerin merkez eksenleri ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir önceki döneme hakim olan yumuşama havasını sarsan, iki süper güç arasında bir gerginlik ortamının yaşanmasına, “Yeni Soğuk Savaş”1 sözlerinin duyulmasına, uluslararası sistemin iki kutuplu yapısının sıkılaşmasına yol açan gelişmelere sahne olmuştur. Seksenlerin ilk döneminde ABD-SSCB ilişkilerine çatışmanın egemen olduğu bir anlayış hakim olmuş, ilişkiler bu anlayış çerçevesinde biçimlenmiştir. İlk olarak Afganistan’ın 1979’da Sovyetler Birliği tarafından işgali, ABD’nin büyük tepkisine yol açmış, işgal, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Carter, kendi adıyla anılan doktrinde2; Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalini, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri dünya barışına yönelik en büyük tehdit olarak nitelendirmiş, sözel bir kınamanın yeterli olamayacağını, Sovyetler’in bu saldırganlığının somut bir bedeli olması gerektiğini belirtmiştir. Bu işgal devam ettiği müddetçe gerek ABD’nin gerekse de diğer devletlerin Sovyetler Birliği ile ticari ilişkiler yürütemeyeceğini vurgulamış, Basra Körfez Bölgesi’ne, Körfez’in kontrolünü ele geçirmeye yönelik olarak, herhangi bir dış güç tarafından yapılacak bir saldırının ABD’nin yaşamsal çıkarlarına yapılmış sayılarak böyle bir saldırıya, askeri güç kullanımını da kapsamak üzere, gereken her türlü yöntemle karşı konulacağını açıklamıştır. Ocak 1979’dan itibaren İran’da ortaya çıkan rejim değişikliği ile, Batı taraftarı Şah rejimi yıkılıp, yerini Humeyni liderliğindeki yeni bir rejime, yerleşmemiş bir devlet otoritesine bırakmıştı. Şah’ın devrilmesi, Amerika’nın Ortadoğu’da önemli bir dayanağını kaybetmesine, beraberinde ülkenin ABD ile ilişkilerinin gerginleşmesine ve bölgede bir istikrarsızlık ortamının oluşmasına yol açmıştı3. Körfez ülkelerini tehdit edici bir tavır sergileyen, hem bu ülkelerin rejimlerini hem de petrol akışını tehlikeye sokan İran krizi henüz herhangi bir çözüme

1 Steven W. Hook, John Spanier, American Foreign Policy Since World War II, Washington, Congressional Quarterly Inc., 2000, s.203. 2American Foreign Policy: Basic Documents, 1977–1980, Washington, Department of State,1983 s.53–57. 3 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918–1994, 5. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 1996, s.494–499.

10 bağlanmamışken, Batı Asya ile Orta Doğu ve Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hint Okyanusu arasında bir geçit noktası olan Afganistan’ın işgaliyle Sovyetler, Basra Körfezi’ne, Orta Doğu petrollerine ve Hint Okyanusu’na inmek imkanını kazanıyorlar, Batı Bloku için hayati önem taşıyan petrol kaynaklarını ele geçirmek için oldukça avantajlı bir konuma sahip oluyorlardı. Dünya petrol kaynaklarının yaklaşık %65’ini teşkil eden ve Kuzey Denizi kaynaklarına rağmen ABD ve onun önderliğindeki Batı Dünyası için hayati önem taşıyan Ortadoğu petrolleri, Sovyetler ve askeri müttefikleri olan Güney Yemen, Etiyopya, Suriye, Irak ve Afganistan tarafından kuşatılmış oluyordu4. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı izlemekte olduğu politikalar açısından bir dönüm noktası oluşturmuştur. ABD, önce Sovyetler Birliği ile yaptığı SALT II Anlaşmasını onaylamaktan vazgeçmiş, Moskova’da yapılması planlanan Olimpiyat oyunlarını boykot etmiş, daha sonra ise bu ülkeye yönelik olarak tahıl ambargosu uygulamaya başlamıştır5. İki süper güç arasında Afganistan’ın işgaliyle oluşan gerginlik, Sovyetler’in Polonya’da işçilerle hükümet arasında baş gösteren karışıklıklar ve tüm ülkeye hakim olan genel grevler karşısında, Polonya’ya yönelik olarak sert bir tutum izlemeye yönelmesi ve bu ülkenin desteğine sahip Vietnam’ın Kamboçya’yı işgali ile ivme kazanmıştır. Ancak ilişkilerin çatışmalı bir bakış açısına dönmesi ve tarafların birbirlerine şüphe ile baktıkları bir ortamın iyice belirginleşmesi, 1981 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı daha sert bir tutum izlenmesini isteyen Ronald Reagan’ın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olması ile doruğa ulaşmıştır. Dış politika fikirlerini oluşturan temel anlayışın, bütünüyle Sovyet karşıtlığına dayandığı Reagan, göreve gelir gelmez öncelikli hedefleri olarak, Sovyetler Birliği’ni Soğuk Savaş’ta yenmeyi, gücünü ve yayılmasını bastırmayı, Sovyetler’e ve komünizme karşı Amerikan önderliğini dünyaya kabul ettirmeyi belirlemişti.6 Bu hedeflerine ulaşmak için de öncelikli olarak askeri güvenliği yeniden kurmaya, hızla silahlanmayı arttırmaya yöneldi. 1975–1980 yılları arasında

4 İhsan Gürkan, “1980’lerde Dünya Politikası ve Bazı Temel Stratejik Sorunlar”, Dış Politika, Sayı:1, Cilt: X-T, Mart 1983, s.25. 5 Hook, Spanier, a.g.e, s.193. 6 Walter La Faber, America, Russia and the Cold War 1945-1992, 7th Edition, New York, Mc Graw-Hill, Inc., 1993, s.304.

11 200b$ civarında olan askeri harcamalar7, Reagan döneminde, 1981 yılında 169.888m$, 1982 yılında 196.390m$, 1983 yılında 218.084m$, 1984 yılında 238.136m$ olmak üzere hızlı bir artış göstermiştir8. Sovyetler Birliği de, ABD’nin askeri harcamalarında görülen hızlı atağa paralel, askeri harcamalarını hızla arttırmaya yönelmiş, askeri harcamalarda yılda yaklaşık %5.5’lik bir artışa gitmiştir9. ABD’nin Vietnam Savaşı’nda uğradığı yenilgi sonrası, Sovyetler Birliği, Portekiz kolonilerinde geç başlayan bağımsızlık hareketlerinden yararlanarak Angola ve Mozambik’te etkinliğini arttırmış, aynı dönemde Etiyopya’da yapılan bir devrimle Marxist-Leninist genç subaylar iktidara gelmişlerdi. Afrika’daki Sovyet etkinlikleri kendisini daha çok Küba’lıların aracılığıyla göstermiş, Küba birlikleri Angola, Mozambik, Etiyopya, Tanzanya, Kongo ve Benin’e yerleşmişlerdi. Ayrıca, Orta Amerika’da Sovyetler, Nikaragua’da devrimci hareket Sandinistler’in zaferiyle ABD’nin arka bahçesine kadar uzanmışlardı. Sandinist hükümet etkisini komşu ülkelere özellikle El Salvador’a yayma çabası içine girmişti. Bu hareketler, Reagan tarafından bölgedeki Amerikan çıkarlarına yönelik hareketler olarak değerlendirilmekteydi. Orta Amerika’daki Sandinist hareketin yayılması bir tehlike unsuruydu.3 Mart 1981’de kendisiyle yapılan bir röportajda Orta Amerika ve Güney Amerika’da dış güçlerin işgali altındaki komşu ülkelerde süren saldırganlığı durdurmak için tepkisiz kalmayacaklarını belirtmiştir10. Yine 3 Mart 1981’deki bir diğer röportajda da Sovyetler’i dünyada insan haklarını çiğneyen en büyük ihlalci olarak nitelerken, Küba’yı da Sovyetler’le ortak hareket etmekle suçlamıştır11. Sovyetler’e yönelik sert söylemleri, özellikle anlaşmazlıkların birikim yaptığı, Avrupa, Ortadoğu ve Orta Amerika’da yaşanan içsel ve bölgesel çatışmalarla ilgili olarak artan Reagan, en sert tepkiyi, 13 Aralık 1981’de Polonya’da General

7 Saadet Değer, Somnath Şen, Military Expenditure The Political Economy of International Security, New York, SIPRI, Oxford University Press, 1990, s.43. 8 SIPRI Year Book 1991, New York, Oxford University Press, 1991, s.164. 9 A.e., s. 139. 10 American Foreign Policy Current Documents 1981, Washington, Department of State, 1984, s.1279. 11 A.e., s.367.

12 Jaruzelski tarafından sıkıyönetim ilan edilmesini izleyen dönemde Polonya Hükümeti’ne ve Sovyetler’e yönelik olarak yaptığı açıklamalarla göstermiştir. Reagan, 17 Aralık’ta yaptığı konuşmada, iki yıl önce Afganistan’da kaybedilen özgürlüğün şimdi de Polonya’da tehlikede olduğunu, güvenlik güçleri tarafından fabrikalara el konulduğunu, işçilerin dövüldüğünü, görüşme ve uzlaşının yerini, insan haklarını ihlalin ve masum halka karşı zorlamanın aldığını, bunun Polonya’nın da imzacılarından olduğu Helsinki Paktı’nın ihlali olduğunu söylemiş, Bu hareketin Sovyetler Birliği’nin bilgisi dışında ve desteği olmadan gerçekleşmesini düşünmenin saflık olacağını ve ABD’nin saf olmadığını belirtmiştir. Polonya halkına yönelik yapılan bu hareketin izlendiğini ve sert bir karşılığı olacağını vurgulamıştır12. Reagan, 23 Aralık’ta yaptığı bir başka konuşmada da Polonya’daki sıkıyönetimi vahşet olarak değerlendirmiş, bunun arkasında Sovyetler’in bulunduğunu, bu vahşet başlarken Varşova Paktı Kuvvetleri Şefi Mareşal Kulikov’un ve Kızıl Ordu subaylarının Polonya’da olmalarının tesadüf olamayacağını, Polonya’daki gelişmelerde suçun Polonya Hükümeti ve Sovyetler Birliği arasında paylaşıldığını, keyfi gözaltılar ve sıkıyönetim kaldırılmaz, temel insan hakları Polonya’da faaliyete geçmez ise ABD’nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri derinden etkileyecek somut politik ve ekonomik tedbirler almaktan başka şansı olmayacağını belirtmiştir13. Reagan ABD Başkanı olduğunda öncelikli hedef olarak, Amerikan askeri gücünü arttırmaya yönelmiştir. Reagan’ın başkanlığı ile birlikte anlaşmazlıkların birikim yaptığı Avrupa, Ortadoğu ve Orta Amerika’da yaşanan içsel ve bölgesel çatışmalarla ilgili olarak Sovyet karşıtı söylemler artmış ve bu söylemler giderek sertleşmiştir. Aynı dönemde Sovyetler de silahlanmaya hız vermişler, Doğu Avrupa topraklarında konuşlandırdıkları orta menzilli nükleer füzelerin sayısını arttırmışlardır. Bu gelişmeler ve beraberinde iki süper güç arasındaki ilişkilerde görülen diyalogsuzluk ve de tarafların aralarında gerçekleşmesi beklenen silahların indirimi görüşmelerine karşı ilgisiz tutumları, hem ABD’de hem de Batı Avrupa’da çok geniş bir halk kitlesinin nükleer bir savaşın çok yakında olduğunu düşünmelerine ve bu halk kitlelerine büyük bir tedirginliğin hakim olmasına yol açmıştır. Nükleer

12 A.e., s.613-615. 13 A.e., s.622–624.

13 bir savaş tehdidine karşı, 1981–1982 yılları arasında Kongre içinde de taraftar kazanan nükleer karşıtı hareketler başgöstermiş ve hızla yayılmışlardır14. Bu hareketler ve ABD’nin Avrupalı müteffiklerinin baskıları karşısında Reagan, 18 Kasım 1981’de “Sıfır-Sıfır Çözüm”olarak da bilinen, Sovyetler Birliği’nin SS-4, SS-5 ve SS-20 füzelerini yok etmesine karşılık, ABD’nin de Avrupa’ya yerleştirmeyi planladığı Pershing II ve Cruise füzelerini konuşlandırmaktan vazgeçmesi anlamına gelen önerisini yapmıştır.15 Reagan’a göre, Sovyetler’in de bu öneriyi kabul etmesi ile, Avrupa halkını tedirgin eden nükleer savaş korkusu önemli ölçüde azalacaktır16. Reagan bu duygu ile Cenevre’de Sovyetler’le stratejik(START) ve orta menzilli(INF) nükleer füzelerle ilgili olarak iki seri halinde devam eden Cenevre Görüşmelerini gerçekleştirmiştir. 1981’den 1983 yılına kadar süren görüşmelerde Sovyetler Birliği genelde, İngiltere’nin 64 adet Polaris ve Fransa’nın 98 adet füzesinin uzun menzilli ve NATO’dan bağımsız olduklarını öne sürerek, bunların da anlaşma kapsamına alınması üzerinde ısrar ederken, ABD ise, Sovyetler Birliği’nin SS–20 füzelerini kaldırması halinde, Avrupa’ya Pershing II ve Cruise füzesi yerleştirmemeyi öngören Sıfır-Sıfır Çözüm’ünde ısrar etmiştir17. Görüşmeler sürerken, Sovyetler’e ve komünizme karşı dünya çapında Amerikan gücünü yeniden kurmayı ve komünist bloğun dağılıp tamamıyla ortadan kalkmasını amaçlayan Reagan, Sovyetler Birliği ile yeni bir karşı karşıya gelme düzeyini ifade eden politikasının en önemli eylemini, 23 Mart 1983’te “Yıldız Savaşları” olarak da bilinen, yüksek teknoloji ve çok büyük bir bütçe gerektiren, temelde savunmaya yönelik bir girişim olan, Stratejik Savunma Girişimi(SDI) denilen projeyi açıklayarak gerçekleştirmiştir18. Amerika Birleşik Devletleri’nin özellikle Sovyetler Birliği’ni hedef alarak geliştirdiği SDI Projesi19, karşılıklı mahvolma esasına dayanarak taraflar üzerinde

14 Avis Bohlen, “The Rise and Fall of Arms Control”, Survival, Vol.45,No:3, Autumn 2003, s.19. 15 American Foreign Policy Current Documents 1981, Washington, Department of State, 1984, s.177–182. 16 A.e, s.180. 17 Keesing’s Contemporary Archives, Record Of World Events 1983, 1983, s.31976–31985. 18 Historic Documents of 1983, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1984, s.315-316. 19 SDI Projesi ile ilgili bilgi için bkz: Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der. Faruk Sönmezoğlu, 3. Basım, İstanbul, Der Yayınları, 2000, s.640-641; David M. Abshire, “Stratejik

14 caydırıcı etki yaratan nükleer denge anlayışı yerine nükleer silahların kullanım aşamasında yok edilmesi anlayışına dayanmaktaydı. ABD, kuracağı bu sistemle, Sovyet balistik füzelerini, onlar ABD topraklarını ya da müttefik topraklarını vurmadan, uzayda farklı yörüngelere yerleştirilen, çeşitli yöntemlerle lazer ve benzeri ışınları oluşturabilecek uydular aracılığıyla yok edebilmeyi amaçlıyordu20. Bu sistemle, Sovyetler Birliği’nin bir işe yaramayacak olan yeni saldırı füzeleri yapmaktan vazgeçmesi öngörülmekteydi. Böylece ilerleyen süreçte topyekun bir silahsızlanmanın gerçekleşmesi beklenebilirdi21. ABD’yi dünyanın tartışmasız lideri konumuna getirebilmenin araçlarından birisi olarak silahlanmaya büyük önem veren Reagan yönetimi için SDI projesi, uygulamaya geçtiğinde süper güçler arasındaki nükleer dengenin, tümüyle ABD’nin lehine döneceği çok önemli bir gelişme olarak algılanmaktaydı22. ABD tarafından savunma amaçlı bir proje olarak öne sürülen SDI, Sovyetler Birliği tarafından ise tamamen saldırı amaçlı bir strateji olarak algılanmaktaydı. Sovyetlere göre SDI Projesi, saldırı ya da savunma amaçlı bütün stratejik silahlarda bir yarışın önünü açmaktaydı23. Sovyetler Birliği’nin hız kazanan silahlanma yarışını sürdürebilmesi, ABD ile mali ve teknolojik yönden rekabet edebilmesi, Afganistan hareketinin maliyeti ve Doğu Bloku ekonomilerine katkılar gibi faktörler gözönünde bulundurulduğunda sahip olduğu ekonomik koşullar altında çok zor gözükmekteydi24. 1983 yılı sonuna gelindiğinde tarafların ısrarlarından vazgeçmemeleri, Reagan’ın sıfır-sıfır çözümünün Sovyetler tarafından kabul görmemesi ve SDI Projesi’nin Sovyetler üzerindeki olumsuz etkisiyle INF görüşmelerinden hiçbir sonuç elde edilememiştir. NATO Savunma ve Dışişleri Bakanları tarafından, Sovyetler’in 1977 yılından itibaren, yeni jenerasyon, her biri MIRV tipi başlık taşıyan, yaklaşık 5000 km menzilli SS–20 füzelerini Doğu Avrupa’da konuşlandırmaya başlaması ve

Savunma Girişimi” NATO Dergisi, Sayı:2, 1985, s.8-16; “Star Wars and the Geneva Talks”, Great Decisions’86, New York, Foreign Policy Association, Inc., 1986, s.15-24. 20 Walter LaFeber, “From Detente to the Gulf”, American Foreign Relations Reconsidered 1890– 1993, Ed. by. Gordon Martel, and New York, 1994, s.157. 21 Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s.640. 22 American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department of State, 1986, s.52–56. 23 Historic Documents of 1983, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1984, s.306. 24 Hook, Spanier, a.g.e, s.210.

15 füzelerin sayısını giderek arttırması karşısında 1979 yılında alınan“İki Aşamalı Karar”25 uyarınca ve Sovyetlerle INF füzelerinin görüşmelerine başlanıp, 1983 yılı Aralık ayına kadar sonuç alınamazsa Cruise ve Pershing II füzelerinin Avrupa’ya yerleştirilmesini beyan eden NATO’nun 1982 yılı “Özgürlük İçinde Barış Programı”26 çerçevesinde Avrupa’ya Pershing II ve Cruise füzeleri yerleştirilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine Sovyetler Birliği, taraflar arasında yapılmakta olan görüşmelerden tek yanlı olarak çekilmiştir27. Cenevre’de gelinen nokta, nükleer silahsızlanma konusundaki anlaşmazlık, taraflar arasında bir anlaşmanın sağlanabilmesi için daha çok zaman geçmesi gerektiğini ve taraflar arasında amansız mücadelelerin yaşanması gerekeceğini göstermiştir. ABD ve Sovyetler Birliği arasında Cenevre’de yaşanan anlaşmazlık, Sovyetler Birliği’nin Kore Havayolları’na ait bir yolcu uçağını düşürmesi, çok geçmeden ABD’nin Grenada’yı işgali, süper güçler arasındaki ilişkilerin çatışmalı

25 NATO Dışişleri ve Savunma Bakanları tarafından 12 Aralık 1979’da yapılan toplantıda alınan bu karar (The Double Track Decision), bir yıl öncesinde Mayıs 1978’de yapılan NATO Hükümetler Zirvesi’nde Varşova Paktı’nın askeri donanımındaki artışın NATO ülkeleri üzerinde yarattığı güvenlik tehdidine atfen alınmıştır. Sovyetlerin askeri modernizasyon programını uygulamaya başlaması, bu çerçevede SS–20 füzelerini konuşlandırması, LRTNF(Long Range Theater Nuclear Forces)lerde hem niceliksel hem de niteliksel olarak güçlenmeleri aynı zamanda kısa menzilli TNF(Theater Nuclear Forces)lerin modernizasyonuna başlamaları ve diğer konvansiyonel kuvvetlerinin kalitesini arttırmaları, Sovyetlerin kıta Avrupa’sındaki yetenek ve başarılarını Amerika Birleşik Devletleri ve NATO ülkelerinin önüne geçirmiştir. Böylece Sovyetler Batı Blokuna eskisinden daha fazla tehdit oluşturmaya başlamıştır. Bu sebepten dolayı NATO Bakanları, NATO’nun LRTNF gücünde bir modernizasyona gidilmesine karar vermişlerdir. Bu karar kapsamında Avrupa’da seçilmiş ülkelere 108 adet Pershing II ve 464 adet yerden fırlatmalı Cruise füzesinin konuşlandırılması öngörülmüştür. NATO Bakanları, ittifakın çıkarlarına yönelik olarak birbirine paralel ve tamamlayıcı iki yaklaşımın NATO çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edeceğini düşünmüşler ve bu çerçevede bir yandan LRTNF/TNF sistemlerinin modernizasyonu ve konuşlandırılmaları diğer yandan Sovyetler’e bunları karşılıklı geri çekme önerileri ve silahların kontrolü politikalarının devamına karar vermişlerdir. SALT III’ün çerçevesinin oluşturulması düşünülmüş, ve Sovyetlerle TNF’lerin indirimine yönelik görüşmelerde bulunulması kararlaştırılmıştır. NATO Bakanları tarafından alınan bu kararla bir yandan nükleer silahların modernizasyonu diğer yandan da bu silahların azaltılması ve kontrolü konusunda Sovyetlerle işbirliği öngörülmüştür. Ayrıntılı bilgi için bkz: American Foreign Policy Basic Documents 1977–1980, Washington, Department Of State, 1983, s. 494–496; “Special Meeting of Foreign and Defence Ministers, The “Double-Track”Decision on Theatre Nuclear Forces”, (Çevrimiçi) http://www.nato.int/docu/basictxt/b791212a.htm, 11 Nisan 2006; “NATO Dışişleri ve Savunma Bakanları Nükleer Füzelerin Avrupa’ya Yerleştirilmesi Teklifini Kabul Ettiler”, Tercüman, 13 Aralık 1979, s.1. 26 Bu programda, ABD ve Sovyetler Birliği’nin nükleer silahlarda karşılıklı olarak indirime gitmesi konusunda görüşmeler gerçekleştirilmesi, yapılacak görüşmelerden bir sonuç alınamaması durumunda 1983’ten itibaren Avrupa’ya yeni Amerikan nükleer silahlarının(108 adet Pershing II ve 464 adet yerden fırlatmalı Cruise füzesi) konuşlandırılması öngörülüyordu. Bilgi için bkz: Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXIX, 1983, s.31741, 31976. 27 David Mellor, “INF Anlaşması Batı İçin Yararlı mı?”, NATO Dergisi, Sayı:4, 1987, s.2.

16 bir hal almasına, uluslararası ortamda kaygıların artmasına yol açmıştır. Kuzey Atlantik Konseyi’nin Washington’daki toplantısından sonra Dışişleri Bakanları tarafından yayınlanan, Doğu-Batı ilişkileri konusundaki Washington Deklarasyonu’nda, Sovyetler Birliği’nin askeri gücünü topyekûn arttırmaya yöneldiği, bundan dolayı İttifakın güvenliği ve Batı ülkelerinin hayati çıkarlarının tehdit altında olduğu belirtilmiştir28. Komünizmi çevreleme değil aşma politikası güden ve Sovyetler Birliği’ni modern dünyanın “Kötülük İmparatorluğu” ilan eden29 Reagan, ABD- Sovyetler Birliği ilişkilerindeki sorun alanlarını, dünyanın birçok bölgesinde süren çatışmalarda ABD-Sovyet karşılaşmasının yaşanması, çok büyük çaptaki silah stoklarında bir indirime gidilmesinin zorluğu ve acımasız bir kısır döngü olarak silahlanma yarışının aldığı boyut olarak belirtmiştir30. Gerçekten de 1980’lerin ilk döneminde süper güçler arasında yaşanan güç mücadelesi, tarafların ideoloji ve etki yayma mücadeleleri, şiddetin yoğun biçimde kullanıldığı Ortadoğu, Orta Amerika ve Güney Afrika’daki yerel çatışma ve bölgesel savaşlar üzerine doğrudan veya dolaylı olarak yansımış, bu yansıma nedeniyle başta yerel ya da bölgesel olan çatışma ve savaşlar dünya barış ve güvenliğini tehdit eden uluslararası birer sorun niteliğine gelmişlerdir. Uluslararası ortamdaki gerginliğe ek olarak, İran-Irak arasında 1980 yılında başlayan savaş, 1983 yılı sonu, 1984 başında Basra Körfezi’ne intikal edince, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, 18 Eylül 1983’de bir açıklama yaparak, Körfez’in milletlerarası sularında serbest geçişin ihlaline teşebbüs edilmesini ABD’nin büyük bir endişe ile karşılayacağını ve böyle bir durumda gereken tedbirlerin alınacağını belirtmiştir31. 10 Şubat 1984’te İran devlet başkanı Humeyni tarafından yapılan açıklama ABD’ye karşı bir tehdit özelliği taşımıştır. Eğer, ABD, Körfez savaşına etkin olarak katılırsa Batı’nın petrol kaynaklarının kesileceği bildirilmiştir.14 Şubat’ta da Hürmüz Boğazı’nın kapatılabileceğini, Hürmüz Boğazı’nın kapanmasının Batı endüstrilerinin

28 NATO Review, Vol.32, No:3, June 1984, s.27. 29 Facts on File, Vol.43, No:2208, March 11, 1983, s.166. 30 Facts On File, Vol.44, No:2253, January 20,1984, s. 25. 31 American Foreign Policy Current Documents 1983, Washington, Department Of State, 1985, s.709.

17 çalışmasını durduracağını, petrolün Müslümanların düşmanlarına karşı bir silah olarak kullanılacağını ve İran’ın bu silahı elinde tuttuğunu söylemiştir32. Savaşın aldığı boyut ve İran tarafından yapılan tehditvari açıklama ile başlangıçta bölgesel bir savaş olan İran-Irak arasındaki savaşa bir süpergücün müdahalesi gündeme gelmiş, sorun uluslararası bir boyut kazanmıştır.

1.1.1.2.1980’lerin İkinci Dönemi (1985–1990) Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan’ın ikinci başkanlık dönemine, Sovyetler Birliği’nde de Mikhail Gorbaçov’un iktidarına denk gelen 1980’lerin ikinci dönemine, iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği arasında artan silahlanma yarışına bağlı olarak gerçekleştirilen zirve toplantıları hakim olmuştur. Taraflar arasında sorun oluşturan konuların ve karşılıklı beklentilerin masaya yatırıldığı bu toplantılarla birlikte ilişkilerde uzlaşmacı bir eğilim hissedilirken, sistemde de belirli bir yumuşama havası tekrar belirginleşmeye başlamıştır. Soğuk Savaş’ın çözülme dönemi olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde ABD-SSCB ilişkileri, çatışma yerine uzlaşının hakim olduğu bir anlayış çerçevesinde biçimlenmiştir. 1985’te Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nde iktidara gelişi ve uygulamaya koyduğu Glasnost(Açıklık) ve Perestroika(Yeniden Yapılanma) politikaları, Doğu-Batı ilişkilerine esneklik ve yumuşama getirmiş, silahsızlanma alanında ilk önemli adımlar atılmıştır. Gorbaçov, iktidara geldiği ilk ay içerisinde Sovyet orta menzilli nükleer füzelerinin Avrupa’ya konuşlandırılmasının Kasım ayına kadar ertelendiğini, ayrıca Temmuz’da yapılacak bütün Sovyet nükleer denemelerinin tek taraflı olarak dondurulduğunu açıklamıştır33. Onun bu ılımlı davranışları ve ABD ile görüşme konusundaki istekliliği, iki süper devlet arasında 1979 yılında Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgaliyle yeniden başlayan Soğuk Savaş döneminde yeni bir açılım sağlayarak silahsızlanma alanındaki zirvelerin kapısını açmıştır34. ABD ve Sovyetler Birliği arasında silahsızlanma alanındaki görüşmelerin tekrar başlaması 19–21 Kasım 1985 tarihinde Cenevre’deki Reagan-Gorbaçov

32 Facts On File, Vol.44, No:2259, March 2, 1984, s.152–153. 33 Facts On File Yearbook 1985, Vol.45,No:2316, New York, Facts On File Inc., 1986, s.257. 34 Arms Control And Disarmament Agreements,Texts And Histories Of The Negotiations, United States Arms Control And Disarmament Agency, Washington, D.C., 1990, s.280.

18 Zirve’si ile gerçekleşmiştir. Reagan ve Gorbaçov arasında gerçekleştirilen zirve toplantısı, altı yıl aradan sonra ABD ile Sovyetler Birliği arasında gerçekleştirilen ilk zirve toplantısıdır. Bundan önce, 1979’da Viyana’da yapılan zirve toplantısı, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin bozulmaya başladığı bir dönemde yapılmıştı. Dünyanın bazı hassas yörelerine Sovyet yayılmacılığı ve Viyana Zirve toplantısından altı ay sonra Sovyetler’in Afganistan’ı işgal etmesi, birçok alanda olduğu gibi silahların denetimi alanında da işbirliğini zorlaştırmış, giderek imkansız kılmıştı. İlişkiler ortamı, Sovyetler Birliği’nin askeri güç arttırımında bulunması ile daha da bozulmuştu. NATO’nun 1979 Aralık ayında, Sovyet SS–20 Füzelerinin konuşlandırılmalarına karşılık, orta menzilli nükleer kuvvetlerle ilgili İki Aşamalı Kararı ( The Double Track Decision) üzerine, Sovyetler INF görüşmelerini ani olarak kesmişler ve NATO kararını reddetmeleri için hükümetlerine baskı yapmak üzere Batılı kamuoyunu kışkırtarak, büyük bir kampanya başlatmışlardı. Bu koşullarda, ABD ile Sovyetler Birliği arasında üretken bir diyalog oluşturma ortamı kalmamıştı35. ABD ile Sovyetler Birliği ilişkilerinde çok zor ve gergin geçen altı yıl aradan sonra, Sovyetler Birliği-ABD ilişkilerini etkileyen, silahların denetimi, bölgesel sorunlar, insan hakları gibi ilişkilerin bir parçası olan konularda Cenevre Zirvesi gerçekleştirildi36. Her iki liderin de nükleer bir savaşın kazanılamayacağı bu nedenle de asla savaşılmaması yönündeki ortak açıklamalarının hakim olduğu, silahların denetimi konusunun temel oluşturduğu Cenevre Zirvesi’nde, üç görüşme konusunda, stratejik silahlar, orta menzilli nükleer silahlar ile uzay ve savunmaya ilişkin konularda derin görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Tartışmalar, ABD’nin Yıldız Savaşları Projesi(SDI) üzerinde yoğunlaşmış, Reagan, daha fazla savunmaya yönelik bir caydırma ve daha az nükleer mukabele tehdidine dayalı bir caydırma görüşünü açıklamıştır. ABD’nin ne üstünlük peşinde olduğunu ne de ilk darbeyi vurma kapasitesini elde etmek istediğini belirtmiştir. Gorbaçov’da Stratejik Savunma

35 Rozanne L. Ridgway, “The Geneva Summit-A Testimonial to Alliance Solidarity”, NATO Review, Vol.33, No:6, December 1985, s.1. 36 Historic Documents of 1985,Congressional Quarterly Inc., Washington, 1986, s.749-756

19 Girişimi’nin Sovyetler Birliği’nde yarattığı endişelerden söz etmiş, Yıldız Savaşları Projesi’ni güvenliklerine yönelik bir tehdit olarak algıladıklarını belirtmiştir. Gorbaçov, görüşmelerde Reagan’ı bu projeden vazgeçirmek konusunda ısrarlı bir tutum sergilemiştir. Silahların denetimi görüşmelerinin temelini nükleer güç ve uzay konuları oluşturmuş, ayrıca Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi (MBFR) görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesine verilen önem ABD tarafından vurgulanmış, Kimyasal silahların yasaklanmasının önemi konusunda taraflar ortak görüş bildirmişler ve bu silahların yayılmasına son verici olanakları birlikte incelemeyi kararlaştırmışlardır. Gündemin ikinci önemli maddesi, bölgesel sorunlar olmuştur. Görüşlerin birbirinden son derece farklı olduğu Kamboçya, Afganistan, Orta Amerika, Güney Afrika ve Yakın Doğu’da ortaya çıkan anlaşmazlıkların nedenleri derinlemesine ortaya konulmuş, karşılıklı görüşlerin anlaşılmasına çalışılmıştır. ABD-Sovyetler Birliği arasında gerçekleşen bu zirvede taraflar en kısa sürede tekrar biraraya gelmek konusunda anlaşmışlardır37. ABD- Sovyetler Birliği ilişkileri açısından Cenevre Zirvesi, her iki süper güç arasında görüş ayrılıklarının açıkça ortaya konulduğu, taraflar arasında daha yapıcı bir ilişki zemininin kurulmasında bir ilk olmuş, Sovyetler Birliği ile ABD arasında oluşturulmak istenen diyalog sürecinin önemli bir adımını oluşturmuştur. Reagan, Cenevre Zirvesi’nin ardından Kongre’de zirveye yönelik olarak yaptığı değerlendirmede, önerilerinin sadece güvenli olarak hissedilen bir dünyayı amaçlamadığını, hedefin gerçekten güvenli bir dünya oluşturmak olduğunu vurgulamış, daha gidecek çok yolları olduğunu ancak doğru yolda olduklarını söylemiştir38. Reagan ile Gorbaçov arasındaki ikinci zirve 11–12 Ekim 1986’da İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te gerçekleşmiştir. Başlangıçta sadece bir üçüncü zirve kararı almak üzere kısa süreli bir toplantı olarak amaçlanan Reykjavik Zirve’si, Gorbaçov tarafından silahların denetlenmesi konusunun çok detaylı olarak tartışıldığı bir zirve haline getirilmiştir. Gorbaçov, daha zirvenin ilk gününde silahların denetimine yönelik birçok yeni teklif öne sürmüş, ancak bu zirvenin ağırlıklı konusunu Yıldız

37 A.e., s.752. 38 A.e., s.757.

20 Savaşları Projesi oluşturmuştur. Gorbaçov’un ABD’yi bu projeden vazgeçirme yönündeki ısrarlı tutumu nedeniyle görüşmelerde bir sonuca varılamamıştır39. ABD Dışişleri Bakanı Shultz, 12 Ekim 1986’da Reykjavik’te yaptığı basın toplantısında, zirve kapsamında Sovyetler tarafından varılmak istenilen anlaşmaların çok geniş kapsamlı olmasını Yıldız Savaşları Projesi(SDI)’nin varlığına bağlamış, görüşmeler sonucunda Sovyetler Birliği’nin amacının açık bir şekilde Yıldız Savaşları Projesi(SDI)’ni öldürmek olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir40. Reagan da 13 Ekim 1986’da benzer tonda bir açıklama yapmış, Reykjavik’te gerek Sovyetler Birliği’nin gerekse de ABD’nin, nükleer silahların olmadığı güvenli bir dünyayı sağlamak adına görüşmelerde bulunduklarını, ABD ve Sovyetler Birliği arasında çıkabilecek nükleer ya da konvansiyonel herhangi bir savaşı önlemek konusunda karar aldıklarını, Orta Menzilli Nükleer Güçler(INF)konusunda önemli ilerlemeler kaydettiklerini, ancak görüşmelerin bir noktada Yıldız Savaşları Projesi(SDI) nedeniyle kilitlendiğini, Süpergüçler arasında silahsızlanmaya yönelik olarak varılabilecek bir anlaşmanın önünde, Gorbaçov’un Yıldız Savaşları Projesi’nin durdurulması şartının bir engel teşkil ettiğini ancak SDI’ın ABD’nin güvenlik sigortası olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle de SDI projesinin iptaline yönelik tüm Sovyet talepleri geri çevrilmiştir. SDI, Reagan’a göre, nükleer silahlardan arınmış bir dünyanın anahtarıdır41. Reykjavik Zirvesi’nde SDI tartışmaları nedeniyle bir anlaşmaya varılamamıştır. Ancak barışı korumak ve bir savaş olasılığını önlemek konusunda hemfikir olan ABD ve Sovyetler Birliği birbirlerinin tezlerine oldukça yakınlaşmışlardır. Reykjavik Zirvesi sonrasında süren temaslar, taraflara Washington ve Moskova Zirveleri’nin yolunu açmıştır. 7–10 Aralık 1987 tarihlerinde yapılan Washington Zirvesi’nde, Cenevre ve Reykjavik Zirveleri’nin ardından Gorbaçov’un SDI Projesi’nin iptaline yönelik itirazından vazgeçmesi ile silahsızlanma konusunda ilk defa başarılı bir sonuca ulaşılmıştır. Reagan ve Gorbaçov 8 Aralık 1987 tarihinde orta ve daha kısa menzilli füzelerin tamamen yok edilmesini öngören INF Antlaşması’nı Washington’da

39 American Foreign Policy Current Documents 1986, Department Of State, Washington, 1987, s.76–99. 40 A.e., s.77. 41 A.e., s.91–95.

21 imzaladılar42. Bu antlaşma kapsamına giren füzeler, 500–5500 km menzilli füzeler olmak üzere kendi aralarında ikiye ayrılmaktadır.500–1000 km menzilli füzeler Orta Kısa Menzilli INF’ler, 1000–5500 km menzilli füzeler, Orta Uzun Menzilli INF’ler olarak adlandırılmaktadır. Orta Kısa Menzilli INF’ler kapsamına ABD yapımı Pershing IA Füzeleri ve Sovyetler’in SS–12 ve SS-23’leri girerken, Orta Uzun Menzilli Füzeler kapsamına, ABD’nin Pershing II ve Cruise Füzeleri ile Sovyetler’in SS–4, SS–5 ve SS–20 Füzeleri girmektedir. INF Antlaşmasına göre; Avrupa ve Asya’daki tüm Orta Uzun Menzilli INF’lerin 3 yıl içinde, Orta Kısa Menzilli INF’lerin ise 18 ay içerisinde yok edilmesi öngörülmekteydi. INF Antlaşması yürürlükte kaldığı sürece, bu tür sistemlerin üretimi ve bulundurulması yasaklanmaktaydı. Füze tesislerinin sürekli olarak izlenebilmesi için ise, yerinde ve etkin bir denetim sistemi kabul edilmişti. Buna göre, her iki tarafa da birbirlerinin topraklarında kalıcı denetçiler bulundurma hakkı veriliyordu43. Gorbaçov, Washington’dan ayrılmazdan kısa bir süre önce yaptığı konuşmasında, zirvenin Sovyet-Amerikan ikili ilişkilerinde yeni bir safha açmış olduğunu söylemiştir44. Reagan ise, INF Antlaşması ile ilgili olarak, bunun bir kırılma noktası, bir ilk olduğunu bu nedenle bu antlaşmanın sadece savaş tehdidini azaltmakla kalmadığını bu tehdidin bir gün tamamen ortadan kalkacağı bir süreci hızlandırdığını belirtmiş, ancak demokratik yönetimlerin, insan haklarının yerleştirilmesi, bölgesel çatışmaların sona erdirilmesi gibi diğer birçok kritik konuda olduğu gibi, silahların azaltılması konusunda da daha yapılacak çok şeyin olduğunu vurgulamış, uzun menzilli balistik füzeler konusunda henüz bir anlaşmanın meydana gelmediğini bu konuda da indirimlerin görüşüleceği bir zirvenin, Moskova Zirvesi’nin taraflar arasında planlandığını ifade etmiştir45. Taraflar arasında gerçekleştirilen görüşmeler, INF Anlaşması’nı getirmiştir. Bu olumlu gelişme sonrasında, Sovyetler Birliği en geç 1989 Şubat ayında Afganistan’dan tamamen çekileceğini, Vietnam ve Kamboçya’dan da 1989 sonu,

42 Historic Documents of 1987,Washington, Congressional Quarterly Inc., 1988, s.995. 43 Congressional Quarterly, Almanac 100th Congress 1st Session 1987, Vol.XLIII, Washington, D.C., Congressional Quarterly Inc., 1987, s.136 . 44 Historic Documents of 1987,Washington, Congressional Quarterly Inc., a.g.e., 1988, s.994. 45 A.e., s.1004–1005.

22 1990 başında çekileceğini açıklamıştır46. Bu açıklamaların ardından Sovyetler Birliği Doğu Avrupa devletleri üstündeki baskısını azaltmış47, buna paralel olarak yine Sovyetler için “mihrek noktası”olarak tanımlanan, Doğu Almanya ve Polonya gibi Doğu Avrupa komünist ülkelerinden de çekilmeler başlamıştır, Sovyetler’in, Afganistan, Kampuçya, Vietnam, Habeşistan, Angola, Küba, Nikaragua ve El- Salvador gibi üçüncü dünya devletleri arasında desteklemeye devam ettiği komünist rejimlere desteğini azaltması ve bu ülkelerin birçoğunda bulunan “yardımcı” Sovyet askerlerini geri çekmeye başlaması ile ise bu ülkelerde sürüp gitmekte olan iç savaşlarda bir durulma ve azalma görülmeye başlanmıştır48. Bu gelişmelerle uluslararası ortama giderek hakim olan yumuşama havası pekişmiş, Sovyet-Amerikan ilişkilerinde hızlı bir iyileşme yaşanmıştır. İşte bu olumlu atmosfer içinde 29 Mayıs–2 Haziran 1988 tarihlerinde Reagan ile Gorbaçov arasında Moskova Zirvesi gerçekleştirilmiştir. Sovyet-ABD ilişkilerinde görülen olumlu gelişmenin devamını sağlayacak önemli bir adım olarak görülen Moskova Zirvesi’nde, taraflar nükleer bir savaşın kazanılamayacağı, asla savaşılmaması gerektiği, nükleer ya da konvansiyonel düzeyde ABD ile Sovyetler Birliği arasında çıkabilecek herhangi bir savaşın önlenmesi konusundaki ortak söylemlerini yinelemişlerdir. Toplantıda INF Antlaşması’nın onay belgeleri teati edilmiş, uzun menzilli stratejik füzeler (START) konusunda ise herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır49. Reagan, Moskova Zirvesi’nin bitiminde START’la ilgili olarak bir anlaşmaya varılabilmesi için yapılması gereken bir dizi görüşmenin gerekliliğinden bahsetmiş, START’ın INF’den çok daha karmaşık olduğunu belirtmiştir50. 1988 yılı sonunda Reagan yönetimin sona ermesi ve yerine 1989 Ocak ayından itibaren George Bush yönetiminin gelmesi ABD-Sovyetler Birliği ilişkilerinde gözlenen iyileşmeyi olumlu yönde etkilemiş, Reagan ve Gorbaçov arasında başlayan görüşmeler süreci, Bush ve Gorbaçov arasında da devam etmiştir.

46 Facts On File, Vol.49, No:2513, January 20, 1989, s.36–37. 47 Facts On File, Vol. 49, No: 2553, October 27,1989, s. 797. 48 Oya Akgönenç Mughisuddin, “Rusya Federasyonunun Perestroika Sonrası: Gerçekler, Üstlendiği Tarihi Misyon ve Yeni Oluşumlar”, Dış Politika Dergisi, Cilt:V, Sayı:3, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, Nisan 1994, s.17–18. 49 Historic Documents of 1988, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1989, s.367-371. 50 A.e., s.373.

23 Bush ve Gorbaçov 2–3 Aralık 1989 tarihlerinde Malta’da ilk kez biraraya gelmişler, görüşme sonunda Gorbaçov, “soğuk savaş”ın kesin olarak sona erdiğini, soğuk savaşa ait, silahlanma yarışının, karşılıklı güvensizliğin, psikolojik ve ideolojik mücadelenin ve buna benzer birçok şeyin geçmişte kaldığını, Sovyetler’in asla ABD ile bir savaşa girmeyeceğini ve “kalıcı barış çağı”nın başladığını söylemiştir51. Ancak, 1980’lerin ilk yarısında Reagan yönetiminin ABD-Sovyetler Birliği rekabetini, silahlanma, ambargo gibi yöntemlerle tırmandırması, buna bağlı olarak Sovyetler Birliği askeri harcamalarının artması, Afganistan’ın işgalinin Sovyetler’e 8 yılda 45 bilyon rubleyi bulan maliyeti52, Doğu Bloku ekonomilerine katkılar gibi faktörler, zaten üretim kapasitesi düşük olan Sovyetler Birliği ekonomisinde öz kaynaklarla aşılması güç bir krize dönüşmüştür. Ekonomik kriz hızlı bir şekilde siyasi boyut kazanmış, sorun bir sistem krizi haline gelmiş, Doğu Bloku’ndan birbiri ardına gelen kopmaların başlamasına, Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecine yol açmıştır.

1.1.2. 1980’lerde Demokratikleşme ve İnsan Hakları 1970’lerin ortalarından başlayarak Avrupa, Asya ve Latin Amerika’da demokratik rejimler, otoriter rejimlerin yerlerini almışlar, demokrasi yönündeki hareket adeta “küresel bir dalga” karakteri göstermeye başlamıştır53. Demokrasi yönündeki ilk hareket, Portekiz diktatörlüğünün 1974’te sona ermesi ile başlamış, yine aynı yıl Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonucunda Yunanistan’da 1967’den beri yönetimde olan askeri rejim çökerek, Konstantin Karamanlis başkanlığında sivil bir yönetim işbaşına gelmiştir. Yine Peru’da askeri liderler siyasetten çekilme isteklerini ilan etmişler, 1980’de sivil bir başkan seçilmiştir. Bolivya’da da benzer bir süreçten geçilerek, 1982’de sivil bir başkan seçilmiştir. Arjantin’de 1983’te, Uruguay ve Brezilya’da 1984’te sivil başkanlar seçilerek göreve gelmişlerdir. Benzer gelişmeler Orta Amerika’da, 1982’de Honduras’ta 1984’te El- Salvador’da ve 1985’te Guatemala’da yaşanmıştır. 1983’te, Türkiye’de yaşanan

51 Facts On File, Vol.49, No: 2559, December 8, 1989, s.901. 52 Değer, Sen, a.g.e., s.70. 53 Samuel S. Huntington, Üçüncü Dalga Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, Çev. Ergun Özbudun, Ankara, Yetkin Yayınları, 1996, s.18.

24 şiddet ve terörizmi durdurabilmek gerekçesi ile yönetimi 1980’de ele alan ordu iktidardan çekilmiş, yapılan seçimler sonucunda sivil bir hükümet işbaşına gelmiştir. Filipinler’de 1986’da Marcos diktatörlüğü sona ererek demokrasi yeniden kurulmuş, 1988’de Pakistan’da askeri rejim sona ermiş, 1988’de Macaristan’da çok partili sisteme geçişe başlanmıştır. 1989’da Polonya’da Dayanışma, ulusal parlamento seçimlerinde çoğunluğu sağlamış ve bu ülkede komünist olmayan bir hükümet işbaşına gelmiştir. 1989’un son aylarında Doğu Almanya, Çekoslovakya ve Romanya’daki komünist rejimler çökmüşlerdir. Açık bir şekilde görülmektedir ki, 1980’lerde demokrasiye geçiş yönündeki hareket küresel bir biçim almış, demokrasi dalgası Güney Avrupa’dan başlayarak Orta Amerika, Güney Amerika, Asya ve Doğu Avrupa gibi dünyanın birçok bölgesine yayılmıştır54. İki kutuplu uluslararası yapının hakim olduğu 1980’lerde dünya üzerinde gözlenen bu demokratikleşme dalgasının süper güçlerin etkisinden bağımsız olarak gerçekleştiği düşünülemez. 1974’ten başlayarak ABD politikalarında, diğer ülkelerdeki insan haklarının ve demokrasinin desteklenmesi yönünde bir eğilim oluşmuş ve bu eğilim üçüncü dünya ülkelerinde demokrasiye dönüşlerin yaşanmasına etki etmiştir. Ancak, ABD tarafından özellikle Başkan Jimmy Carter döneminde uygulanan diğer ülkelerdeki insan haklarının ve demokrasinin desteklenmesi yönündeki politika, Reagan’ın Başkanlığı ile birlikte değişime uğramıştır. Carter’ın insan hakları politikasına karşı başkanlık kampanyası yürüterek göreve gelen Reagan’ın Başkanlığı süresince (1981–1988 yılları arasındaki dönem) insan haklarının ikinci plana atıldığı söylenebilir. Yaptığı konuşmalarda, dünyada gerçek barışın sağlanmasını insan haklarına bağlayan Reagan55 döneminde eylemlerin söylemlerle örtüşmediği görülmüştür. Reagan dönemi dış politika önceliklerinde jeopolitik çıkarlar, insan haklarının önüne geçmiştir. Reagan yönetimi insan haklarını jeopolitik çıkarların bir aracı olarak kullanmıştır56. Reagan yönetimi, insan hakları mücadelesini Sovyetler Birliği ve “Komünizm”e karşı mücadeleye

54 A.e., s.18-21. 55 American Foreign Policy Current Documents 1985, Department of State, Washington, 1986, s.78. 56 Robert W.Tucker, “Reagan’s Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol.68, No.1, 1989, s.21.

25 indirgemiş57, ABD müttefikleri tarafından işlenen insan hakları ihlalleri görmezlikten gelinirken, Amerikan çıkarları için tehdit oluşturanlara karşı ise şiddete başvurmaya kadar gidilmiştir58. 1980’lerin ikinci yarısıyla birlikte Sovyetler Birliği’nde iktidara gelen Gorbaçov’un Sovyet İmparatorluğu’nun sürdürülmesi konusunda geleneksel ülke yönetim anlayışına son vermesi, Glasnost diye adlandırılan kamu hayatındaki açılım politikalarını uygulamaya sokması, birçok siyasi suçlunun serbest bırakılması, önceden yasaklanan eserlerin tekrar yayınlanması, basın, din özgürlüğü ve grev hakkının sağlanması, ayrıca fikir özgürlüğü, çok partili hayata geçiş ve tek parti sisteminin sonu gibi konularda açılımların sürdürülmesi ile Sovyetler Birliği’nde şekillenen demokratikleşme başlangıcı59Doğu Bloku ülkelerinde demokrasiye geçişlerin yaşanmasına etki etmiştir. Dış politika önceliklerinin daha çok stratejik çıkar hesaplarına ve ulusal güvenlik kaygılarına dayandığı, Doğu-Batı ideolojik çatışmasının devletlerin dış politika gündemlerini belirlediği 1980’lerde demokrasi dalgasının ilerleyişine bağlı olarak, insan hakları söylemi de ABD ve Sovyetler Birliği’nin dış politikalarında ideolojik bir silah olarak kullanılmıştır. Soğuk savaştaki ideolojik bölünmeler ABD’yi, Sovyet Bloku ülkelerindeki insan hakları ihlallerini vurgulamaya sevketmiş, özellikle 1975 Helsinki Senedi sonrası, başlangıçta düşmanca bir propaganda niteliğindeki girişimler, güçlü bir politika doğrultusunda ilerleyerek, Doğu Bloku rejimleri üzerinde, resmen kabul ettikleri insan hakları prensiplerine saygı konusunda düzenli olarak bir baskı kurma sürecine dönüşmüş, önce Doğu Avrupa’da muhalefet hareketlerinin yükselişine, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren de Sovyetler Birliği’nde liderlik tarzının değişmesine etki etmiştir60. İnsan hakları kavramının ideolojiler arası ortak bir değer olarak benimsendiği Helsinki Sonuç Belgesi sonrasında belirli aralıklarla yapılması öngörülen konferanslarda (1977–1978 Belgrad, 1980–1983 Madrid Konferansları) Doğu ve Batı Blokları arasında ortak bir noktada buluşma çabaları sonuç vermemiş, ideolojik

57 Jack Donnely, Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, Çev. Mustafa Erdoğan, Levent Korkut, Ankara, Yetkin Yayınları, 1995, s. 249. 58 A.e., s. 260–261. 59 Georges Langlois, Jean Boismenu, vd., 20. Yüzyıl Tarihi, Çev. Ömer Turan, İstanbul, Nehir Yayınları, 2000, s.521–522. 60 Richard Falk, Yırtıcı Küreselleşme, Çev. Ali Çaksu, 2.bs., İstanbul, Küre Yayınları, 2002, s.231.

26 farklılıklar tüm açıklığı ile ortaya çıkmıştır. Batı Bloku ülkeleri, “yumuşama”nın bir bütün olduğu görüşüyle, Sonuç Belgesi’nin 7. İlkesi ve “Üçüncü Sepet”te yer alan insan hakları konusunu gündeme getirirler ve buna tam uyum gösterilmesini isterken, Doğu Bloku ülkeleri aynı belgenin 1. ve 6. (egemenlik haklarına saygı ve içişlerine karışmama) ilkelerini öne sürmüşlerdir61. Doğu Bloku ülkelerinde bazı aydınlar tarafından başlatılan liberalleşme akımları ülke yöneticileri tarafından tepkiyle karşılanmış, bu yöndeki girişimler engellenmiştir. Helsinki sonrasında Avrupa’da beliren umutlar ve iyimserlik havası çok geçmeden dağılmıştır. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un Glasnost (Açıklık) ve Perestroika (Yeniden Yapılanma) politikalarının uygulanmakta olduğu, 1986 yılı sonunda başlayan Viyana Konferansı Doğu-Batı ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturmuş, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri insan haklarında “içişlerine karışmama” ilkesini öne sürmekten vazgeçerek, dil, din, siyasal görüş, haberleşme, seyahat, göç ve yerleşim özgürlükleri gibi çeşitli alanlarda ileri adımlar içeren belgeyi onaylamışlardır. Böylece insan hakları alanında yeni ufuklar açılmış, bu gelişme insan haklarının siyasal sistem ve ideoloji duvarlarını aşarak evrenselleşmeye doğru gidişini başlatmıştır62.

1.1.3. Uluslararası Ekonomik Görünüm 18.yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyıl sonlarına kadar dünyada egemen iktisadi doktrin olan liberalizm, önce 1917 Ekim devrimi, daha sonra totaliter rejimlerin hızla artması, buna ilaveten 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Keynesyen İktisat Okulu’nun “müdahaleci devlet” anlayışının bütün dünyada önem kazanmaya başlaması ile gözden düşmüştür63. 1950–1980 yılları arasında Batı dünyasında hedef, “karma ekonomi” diye tanımlanan, kamu kesimi-özel kesim işbirliğine dayalı ve planlı biçimde ekonomiyi örgütlemek olmuş, Amerika, Kanada, Fransa, İtalya, İspanya Avusturalya gibi sanayileşmiş, ileri ülkeler birbiri ardınca liberal iktisat politikalarından vazgeçip,

61 Münci Kapani, İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, 3. bs., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996, s.76. 62 A.e., s.77–78. 63 Coşkun Can Aktan, “ Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm”, AMME İdaresi Dergisi, Cilt:28, Sayı:1, Mart 1995, s.28.

27 korumacı önlemlere yönelmişlerdir64. Ekonominin büyümesini (kişi başına reel GSMH artışı) sağlamak, tarımda kendi kendine yeterli duruma gelebilmek, gelişme için sanayileşmek, kendi finans kesimini sağlamlaştırmak, özel girişimcileri desteklerken bir yandan da gelir bölüşümünü düzelterek iç pazarı genişletmek, demokratik bir sosyal devlet ile ilgili kurumları yaratmak ekonominin temel hedeflerini oluşturmuştur. Devlet, döviz ve faiz haddi gibi, gelişme için önemli iki fiyatı belirleme ve sermaye hareketlerinin dış ve iç piyasalar arasında akışını sınırlama yoluyla, finans piyasalarını kendi denetimi altında tutarken, iç piyasada fiyatların oluşumunda ve ithalatta serbestlik sınırlı, müdahaleler ise yaygındır. Ayrıca Batı, Doğu Bloku’na kaymamaları için, gelişmekte olan ülkeleri, ekonomi politikalarında serbest bırakmıştır65. Uygulanan bu politikaların bir sonucu olarak, devletin ekonomideki rolü ve fonksiyonları pekçok ülkede genişlemiş, toplam ekonomik ve mali kaynakların önemli bir bölümü devlet tarafından denetlenip, yönlendirilmişlerdir66. Ancak, 1970’lerin ortalarında hammadde fiyatlarının yükselmesiyle başlayan sıkıntılar, yaşanan petrol bunalımıyla birlikte doruğa ulaşmıştır. Petrol krizi, petrol ihracatçısı ülkelere doğru büyük bir gelir transferine yol açınca, petrol ithalatçısı ülkeler yoğun bir durgunluğa girmişlerdir. Durgunluk, endüstrileşmiş Batı dünyasında bir yandan fiyatların hızla yükseldiği, diğer yandan işsizliğin arttığı, bir krizin yaşanmasına neden olmuştur67. Devlete, müdahaleci bir yaklaşım içinde kamu harcamalarını genişleterek, ekonomiyi sürekli yüksek büyüme ve istihdam düzleminde tutma görevi yükleyen Keynesyen politika araçlarıyla giderilmesi mümkün olmayan yeni bir bunalım türü ile karşı karşıya bulunulduğu üzerinde yaygın bir kanı giderek güçlenmeye başlamıştır68. Durgunluk içinde enflasyon anlamına gelen stagflasyon krizini aşmak için iktisatçılar yeni çözüm arayışlarına yönelmişler, birbiri ardına Keynesyen

64 Gencay Şaylan, Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, Ankara, İmge Kitabevi, 1995, s.57. 65 Gülten Kazgan, “2000’li Yıllara Girerken Türkiye Ekonomisinin Durumu Bir Karşılaştırma”, Ulusal Sorunlar ve Demokratik Çözüm Yolları, Der. İlhan Azkan, İstanbul, Ekin Kitabevi, 2001, s.70. 66 Şaylan, a.g.e., s.77. 67 Erdoğan Alkin, “On Yıl Önce On Yıl Sonra”, İktisat Dergisi, Sayı:312, Şubat 1991, s.7. 68 Zeynel Dinler, İktisada Giriş, 6. Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.38.

28 politikaların stagflasyon krizini aşmada yetersiz olduğu ve yeniden tüm kararların piyasaya bırakılmasını savunan görüşler ortaya atılmaya başlanmış, hedefler ve politikalar giderek farklılaşırken, dünya ekonomisi, piyasa mekanizmasını merkezine alan liberal bir eksene doğru kaymaya başlamıştır69. Önerilen bu, daha az devlet, daha çok özel girişim şeklinde formüle edilen “yeni liberal” görüşlerin amacı, krizin aşılması için üretimin uluslararasılaşmasının ve sermaye hareketlerinin önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenle azgelişmiş ülkelere korumacılık duvarlarını kaldırarak dış ticareti serbestleştirmeleri ve finans piyasalarındaki kontrolleri kaldırmaları önerilmiştir70. Dünya ekonomisi, ilk petrol krizinin olumsuz etkilerini 1978’in ortalarına doğru absorbe etmeye başlamıştır. Ancak, 1978 yılı sonu ile 1979 yılı başında İran’da meydana gelen devrim hareketleri ve ardından Şah’ın devrilmesi, Suudi Arabistan’ın ardından en büyük ikinci petrol ihracatçısı olan İran petrol endüstrisine de yansımış, başlayan grevler nedeniyle, İran petrol üretimi ve ihracatının kesintiye uğraması, piyasadaki spekülatif eğilimleri de arttırarak, petrol fiyatlarında 1974’den sonraki en önemli sıçramanın kaydedilmesine yol açmıştı. Bu duruma petrol şirketlerinin 1978’e kadar azalan stoklarını yenilemek için 1979’da üçüncü parti satışlarını durdurmaları da eşlik edince piyasadaki kıtlık havası yeni bir boyut kazanırken, OPEC, petrol fiyatının arttırılmasını gündeme getirmiştir71. 1979–1980 petrol fiyat artışlarını takiben dünya ekonomisi, yeniden çok ağır bir durgunluk dönemine girmiştir. 1980’den sonra, serbest piyasa ekonomisi- küreselleşme adıyla, yeniden liberal politikalara dönüş başlamış, 1970’li yıllarda akademik çevrelerde geniş ölçüde tartışılmış olan yeni liberallerin teorik ve felsefi görüşleri, ABD’de Reagan’ın, İngiltere’de Thatcher’ın iktidara gelmeleriyle uygulama alanı bulmuş, bu yeni ekonomik politikalar, ABD’de Reaganizm biçiminde somutlaşırken, İngiltere’de Başbakan Margaret Thatcher’ın politikaları yoluyla Batı Avrupa’ya girmiştir. Reagan ve Thatcher’ın ekonomik programlarının temel amacı, serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak ve bunu güçlendirmek

69 Çağlar Keyder, Ulusal Kalkınmacılığın İflası, 2. bs., İstanbul, Metis Yayınları, s.48. 70 Neşecan Balkan, “Azgelişmişlik ve Dış Borç Sorunu”, İktisat Dergisi, Sayı: 366–367, Nisan-Mayıs 1997, s.67. 71 Cenk Pala, 20. Yüzyılın Şeytan Üçgeni “Petrol Krizlerinin Perde Arkası”, İstanbul, Kavram Yayınları, 1996, s.197–201.

29 olmuştur. Uyguladıkları liberal ekonomi politikalarının temel ilkelerini; kamu harcamalarının azaltılması, vergi oranlarının indirilmesi ve tarafsız bir vergi politikası uygulanması, yasal- kurumsal serbestleşme ve özelleştirme ve istikrarlı bir para politikasının uygulanması72 olarak sıralayabiliriz. 1970’lerde para-sermaye bolluğu nedeniyle düşük olan faiz oranlarında 1970’lerin sonunda yükselmeler görülmüştür. Bu gelişimin önemli bir nedeni, faiz oranlarını yükselterek, ABD’ye yabancı portföy yatırımlarını arttırmak isteyen ABD kamu otoritelerinin izlediği faiz politikasıdır. Dünya mali piyasasının yarısını oluşturan ABD mali piyasası ile diğer ulusal mali piyasalar arasındaki sıkı ilişkiler nedeniyle(euro-dolar aracılığıyla), diğer ekonomiler ABD faiz oranlarının yükselmesinden etkilenmişler, önde gelen sanayileşmiş ülkelerde faizler yukarı çekilmiş, aşırı değerli dolar nedeniyle, devletlerin ve işletmelerin borçları otomatik olarak artmıştır73. Faiz oranlarının yükselişi karşısında, 1982’de en borçlu ülkelerden biri olan Meksika başta olmak üzere, çevre ülkelerin önemli bir bölümü borçlarını ödeyemez duruma düşmüş ve erteleme isteğinde bulunmuşlardır. 1982 Borç Krizi olarak bilinen bu gelişme, finans piyasalarını altüst etmiştir74. Alacaklılar, çevreden gelen bu borç erteleme isteğini, ekonomilerini dışa açmaları ve ihracata yönelmeleri şartı ile kabul etmişlerdir. Dış borç krizi ile karşılaşan azgelişmiş ülkelere uluslararası kredi kurumu IMF tarafından, Dünya Bankası ile yakın işbirliği içinde, kısa vadeli ekonomik ve mali istikrarı, orta ve uzun vadede ekonomik büyümeyi öngören yapısal uyum ve yeniden yapılanma paketleri sunulmuş, diğer bir deyişle, merkezin uluslararası kuruluşları IMF ve Dünya Bankası, borçlarını ödemekte güçlük çeken azgelişmiş ülkelere neoliberal politikalar dayatmışlar, IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla, bu ülkelerin Merkezin hedeflediği politikalara sokulmaları sağlanmıştır75. Hedef, bu ülkelerde iç talebi kısıp, üretimi arttırarak, amansız bir

72 Sinan Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ankara, İmge Kitabevi, 1998 s.222–224. 73 A.e. , s. 237. 74 A.e. , s. 302. 75 Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Yeni Ekonomik Düzen, 3.bs., İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s.89.

30 rekabet içinde ihracatı ve döviz gelirlerini arttırıp borç ödemelerinin gerçekleştirilmesini sağlamaktır76. Bu bağlamda korumacı politikalara ve sanayi, ticaret, bankacılık ve mali sektörlerde devlet girişimciliği ve müdahalesine son verilmesi, mevcut kamu işletmelerinin hızla özelleştirme veya tasfiye yoluyla elden çıkarılması, mal-hizmet- sermaye hareketlerinin önündeki tüm engellerin kaldırılarak, tam serbestliğin sağlanması amaçlanmıştır. “Serbest girişim”, “tam rekabet”, ve “serbest piyasada oluşan fiyat mekanizması” sayesinde kaynakların etkin dağıtımının gerçekleşmesi, verimlilik ve karlılığın artması hedeflenmiştir77. Devletin ekonomi içindeki rolünün küçültülmesini ve daha serbestleştirilmiş bir dünya ekonomisini öngören yeni-liberal politikaların etkisi, 1980’li yılların ortasında, Gorbaçov Sovyetler Birliği’nde iktidara geldiğinde, Sovyetler Birliği’ni siyasal ve ekonomik alanda serbestleşme yoluna sokarken Doğu Bloku’nda hissedilmiş, 1980’lerin sonunda komünist rejimler yerlerini, demokrasi-serbest piyasa ekonomisi hedeflerine bırakmışlar, yaşanan yaygın krizle birlikte Doğu Bloku parçalanma sürecine girmiştir. 1980’li yılların başında serbest piyasa ekonomisi-küreselleşme olarak başlayan yeni ekonomik düzen, adım adım yürürlüğe girerken, düşük ve orta gelirli ülkeler, petro-dolarların yeniden dolaşıma sokulması sürecinde, uluslararası kredi kurumlarından denetimsiz bir şekilde aldıkları borçları geri ödeyemeyip borç krizleriyle sarsılır ve GSMH düşüşüne tanık olurlarken, 1984 sonrasında Merkez büyümeye tekrar ivme kazandırabilmiştir. Uzakdoğu’da Japonya etrafında kümelenen gelişmekte olan ülkeler takımı, özellikle Asya Kaplanları ve Çin Halk Cumhuriyeti dışında kalan gelişmekte olan ülkeler, geçmiş kazanımlarını gitgide yitirirken, Merkez gelişme sürecine girmiştir. Bununla birlikte, Merkez’in kendi içinde büyüme hızı ve ekonomi politikaları farklarından kaynaklanan uyumsuzluk nedenleriyle sürtüşmeler artış göstermiş, Çevre ile ilişkiler farklılaşmıştır. 1980’li

76 Balkan, a.g.e., s.67. 77 Sönmez, a.g.e, s.511–512.

31 yılların sonunda Merkez, sanki, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Toplululuğu ve Japonya’dan oluşan üç kartel içinde birbirinden ayrılmıştır78. Denilebilir ki, seksenli yılların özellikle başlarında dünyada, gelişmekte olan ülkeler açısından olumsuz faktörlerin ağır bastığı bir ekonomik konjonktür hüküm sürmüş, petrol şokunun etkisi bu dönemde henüz atlatılamamıştır. Gelişmekte olan ülkelere doğru sermaye akışı bu durumdan olumsuz yönde etkilenmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ihtiyaç duydukları kredileri son derece kıt ve pahalı olması nedeniyle uluslararası piyasalardan kolaylıkla temin edememişlerdir. Ayrıca yine bu dönemde dış ticaret hadleri de bu ülkelerin aleyhine bir gelişme göstermiştir79. ABD önderliğinde gündeme getirilen, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde devreye sokulan yeni ekonomi politikaları ise, tamamiyle kendi büyük sermayeleri için sermayenin kar haddini yükseltme amacı taşımıştır80.

1.2. Uluslararası Ortam ve ABD 1980’lere gelindiğinde ABD, askeri ve siyasi anlamda iki kutuplu bir yapı gösteren uluslararası sistemin iki süper gücünden birisi konumundaydı. Ancak, askeri ve siyasi anlamda sürdürdüğü Batı Bloğu liderliğini, 1970’lerin ortalarından itibaren, ekonomik potansiyelleri, ihracat kapasiteleri, “know how” ve teknolojide ulaştıkları düzey ile uluslararası ekonomik ilişkilerde birinci dereceden güç öğesi olan, Avrupa Topluluğu ve Japonya ile paylaşmaya başlamıştır. 1980’lerde ABD dış politikası, esas olarak, yapılan seçimler sonucunda ardarda iki kez iktidara gelen Reagan yönetimi tarafından şekillenmiştir. Reagan’ın iktidarının ilk döneminde (1981–1984) dış politikaya yönelik uygulamalarında temel hedefi, Vietnam sonrası oluşan içe dönüklük psikolojisinin ardından ABD’nin global önderliğinin yeniden vurgulanması oluşturmuştur. Bu bağlamda ABD askeri gücünün yeniden inşası önem taşımıştır. Bu dönemde Sovyetler Birliği’ne karşı daha sert bir tutum takınılmış, modern dünyanın kötülük

78 Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, Ne Getiriyor? Ne Götürüyor? Nereye Gidiyor?, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1997, s.79-83. 79 Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi, 4. bs., Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1997, s.176. 80 Kazgan, “2000’li Yıllara Girerken Türkiye Ekonomisinin Durumu; Bir Karşılaştırma”,Ulusal Sorunlar ve Demokratik Çözüm Yolları, s.72.

32 odağı olarak ilan edilen Sovyetler Birliği ile güç mücadelesi içine girilmiştir. Komünizmin yayılmasına karşı Orta Amerika’da antikomünistler desteklenmiştir. Reagan’ın başkanlıktaki ikinci döneminde ise, Sovyetler Birliği ile bir önceki dönemde uluslararası ortamda oluşmuş olan gerginliğe yönelik olarak, iki süper güç arasında uluslararası sistemin tümünü etkileyen konularda daha yapıcı çözümlere yönelik politikalar geliştirilmesi amacıyla ciddi görüşmeler yapılması ön plana çıkmıştır. Reagan’ın ilk dönemde, Sovyetlere ve komünizme karşı Amerikan önderliğini kurmayı ve bunu dünyaya kabul ettirmeyi amaçlayan politikasında ikinci dönemde de bir sapma olmamış, ancak, Reagan’ın ikinci başkanlık dönemine rastlayan Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un kendinden önceki Sovyet liderlerine göre ABD ile ilişkilerde daha ılımlı tavrı, Reagan üzerinde de etkili olmuştur. Bu görüşmelere yansımış, görüşmeler sertlik şeklinde değil, fikirlerin açık bir şekilde beyan edildiği, uzlaşmaya daha yakın bir atmosfer içinde geçmiştir. Reagan’ın her iki döneminde de ABD dış politikasının esas olarak üç stratejik bölge; Ortadoğu, Avrupa ve Orta Amerika üzerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Buralarda meydana gelen gelişmeler ABD tarafından izlenen dış politika stratejilerini belirlemiştir. Reagan, Orta Amerika’yı, ABD etki alanı olarak algılamış, burada bir dış gücün müdahalesine karşı çıkmıştır. Ortadoğu o dönemde hem ABD ve müttefikleri için hayati öneme sahip olan petrol hammaddesi nedeniyle hemde tıpkı Avrupa gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasından itibaren Sovyetler’e karşı izlenmekte olan çevreleme siyaseti nedeniyle büyük önem taşımıştır. 1970’lerde Ortadoğu’ya yönelik olarak Amerikan stratejisi, büyük bir ABD askeri yardımıyla beraber, Batı çıkarlarının koruyucusu olarak hizmet etmesi için dost yerel güçlerden yararlanmak olmuştur. ABD tarafından izlenen bu stratejinin iki önemli dayanağından biri ve en güçlü olanı İran, diğeri Batı çıkarlarını tek başına koruyamayacak kadar zayıf olan Suudi Arabistan’dır. İran’daki rejim değişikliği ile birlikte yeni rejimin rahatsız edici söylemleri bölgedeki güç dengesini değiştirmiş, ABD ve müttefikleri, Sovyetler Birliği’nin yanında bir de İran ile sürtüşmenin yaşanmasından kaygı duymuşlardır81.

81 Geoffrey Kemp, Robert E. Harkavy, Srategic Geography and the Changing Middle East, Virginia, R.R. Donnely and Sons Co., 1997, s.60.

33 Şah’ın düşüşü, Humeyni’nin yükselişi, ABD’nin, dünyanın en zengin petrol yataklarını içeren, Sovyetler Birliği’nin güney çemberini oluşturan Ortadoğu’ya yönelik olarak izlediği stratejiyi yeniden değerlendirmesi gereğini ortaya çıkarmış, Suudi Savunması yüksek tesirli Amerikan silahlarıyla güçlendirilmeye çalışılırken, Körfez’de istikrarın sağlanması için ABD’nin bölgede doğrudan sorumluluk üstlenmesi gerektiği fikri ABD yönetimi tarafından net olarak biçimlenmiştir82. Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri tarafından ekonomik refahlarının devamı açısından hayati öneme sahip Basra Körfezi petrolünün düzenli ve güvenli bir şekilde sağlanmasına karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. Körfez petrolünün Batı’ya açılmasını garantiye almak ve iletişim kanallarının serbestliğini sağlamak amacıyla Başkan Carter, ABD’de konuşlanan ama ihtiyaç belirdiğinde Körfezde de kullanılabilecek Hızlı İntikal Gücü (RDF)’nü oluşturmuştur. Bu gücün kullanımı için ABD hükümeti, 1980 yılında Ortadoğu’da Kenya, Umman ve Somali gibi devletlerle, bu devletlerin bazı hava ve deniz üsleri, (her ne kadar kriz sırasında kullanılmak üzere ve şartlı da olsa) tedarik etmelerini öngören antlaşmalar imzalamıştır83. Reagan, Ortadoğu’ya yönelik olarak, 1980’lere gelinceye değin ABD tarafından sürdürülen, Sovyetlerin etki alanlarını genişletmelerini kontrol altına alma politikasını takip etmiştir. Ancak, kendinden önceki liderlerden farklı olarak, Arap- İsrail çatışmasının çözümünün İsrail’le ilişkilerin sürdürülmesi ve Körfez’deki ılımlı Arap devletleri üzerinde Sovyet karşıtı etkili bir savunma sistemi kurulmasından daha az önem taşıdığını düşünmüştür. Reagan yönetimi için Ortadoğu bölgesine yönelik temel hedef, özellikle Afganistan ve Suriye’ye ilişkin olarak Sovyetler’in nüfuz oluşturma girişimlerinin kontrol altına alınması olmuştur84. Körfez’in savunmasına yönelik olarak Carter tarafından izlenen politika, Reagan yönetimi tarafından da benimsenmiş, 1983’te Hızlı İntikal Gücü (RDF), CENTCOM olarak yeniden oluşturulmuş ve ek yükümlülükler verilmiştir.

82 T. Klare, Kaynak Savaşları, Küresel Çatışmanın Yeni Alanları, Çev. Özge İnciler, İstanbul, Devin Yayıncılık, 2005, s. 88. 83 Keesing’s Contemporary Archives, 1980, s. 30378–30379. 84 Alan R. Taylor, The Super-Powers and the Middle East, New York, Syracuse University Press, 1991, s.98.

34 CENTCOM, Körfez Bölgesi’ni olası bir Sovyet saldırısına karşı korumakla yükümlendirilmiştir. Bu bağlamda Reagan yönetimi, belirlenen hedefler doğrultusunda bölgeye yönelik olarak, açık bir şekilde bölge insanın amaçlarını ve mutluluğunu ikinci planda tutan, ABD’nin çıkarlarını gözeten bir dış politika izlemiştir. Ancak, Reagan yönetiminin İsrail ve Filistinliler’e karşı izlenen denge politikasını sürdürmekteki başarısızlığı, bölgenin istikrar ve güvenliğini sağlama hususunda ABD’nin güvenilirliğine ciddi bir zarar vermiştir85. Yine Reagan döneminde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda diğer kıtalara büyük kara kuvvetlerini güvenlik içinde sevk edebilmek ve bu kuvvetler ile ABD arasındaki lojistik hatların açık tutulmasını sağlamak olan temel stratejik sorun, bir NATO/Varşova Paktı çatışması durumunda, Amerika’dan Avrupa’ya zamanında takviye kuvvetleri, silah ve cephane sevketmek ve bu amaçla Atlantik yolunu açık tutmak olarak devam etmiştir. Aynı sorun, NATO’nun güney kanadının Varşova Paktı’na karşı savunması bakımından da geçerli olduğundan, Atlantik Okyanusu’nun yanında Akdeniz yolunun da güvence altında bulundurulması büyük önem taşımıştır. Batı ittifakı için hayati önem taşıyan Basra Körfezi petrolünün olası bir Sovyet saldırısına ya da Sovyetler’in etkisiyle oluşabilecek bölge içi tehlikelere karşı korunması amacıyla Amerika’dan deniz ve hava yoluyla bölgeye kısa sürede kuvvet sevkedebilmek 1980’lerde büyük bir sorun olarak ABD ve onun liderliğindeki Batı ittifakının karşısında olmuştur. Bunların yanında, ticaret yollarının açık tutulması ve özellikle petrol ve hammadde kaynakları ile Batı ülkeleri arasındaki deniz yollarının barışta ve savaşta açık tutulmasının sağlanabilmesi sorunu ABD açısından büyük önem taşımıştır86. Reagan ilk dönem başkanlık seçimlerini kazandığında, Sovyetler Birliği’ne yönelik olarak sert bir biçimde bağıntı (linkage) politikasını uygulayacağını vurgulamıştır87.

85 Richard Falk, “US Foreign Policy İn The Middle East; The Tragedy Of Persistence”, The United States And The Middle East, A Search For New Perspectives, Ed. by. Hooshang Amirahmadi, New York, State University of New York Press, 1993, s.74. 86 Ali L. Karaosmanoğlu, “Dünya Çapında Stratejiler”, Dış Politika, Sayı:1, Cilt: X-T, Mart 1983, s.13–14. 87 Facts On File, Vol.40, No:2087, November 7, 1980, s.839.

35 Aralık 1981’de Polonya’da sıkıyönetimin ilanından sonra açık bir biçimde bu politikayı uygulamaya geçirmiştir. Ekonomik bağların azaltılması yönünde banka yaptırımları uygulamak, Batı Avrupa’ya Sovyet doğalgaz boru hattının yapımını engelleme girişimi ve Sovyetler’e Amerikan yapımı ekipman satan şirketlere ekonomik yaptırımlar uygulamak, hep Reagan’ın bağıntı politikası doğrultusundaki girişimleridir. Reagan, Sovyetlere karşı yürüttüğü stratejik üstünlük girişiminde önceliği silahlanmaya vermiş ve askeri harcamaları hızla arttırmıştır. Ulusal savunmaya yapılan harcamalar, 1980’den itibaren, 1981’de %4,5, 1982’de %13, 1983’de %22,7 ve 1984’de %28,8 oranında bir büyüme göstermiştir88. Reagan’ın liderliğinde ABD, Doğu-Batı rekabetini daha geniş bir çerçevede ele almıştır. Afganistan’da, Yakın Doğu’da, Güney Afrika’da veya Latin Amerika’da cereyan eden olayların yüzeysel bir incelemesi bile, Amerika’ya “yumuşama”nın Avrupa dışında, Sovyetler’in bu bölgeler üzerindeki rolü nedeniyle başarılı olmadığını düşündürmüştür89. Reagan, Sovyetlerin dönem içinde izlediği stratejiyi “emperyalist hareket tarzı” olarak nitelendirmiş, öncelikli olarak bu stratejiye dikkatleri çekmiştir. Kendisi ile yapılan bir görüşmede Reagan, Sovyetlerin vekillerine ve nerde olduklarına bakıldığında, Kaddafi’nin Çad’da, Küba’nın Angola’da yine Küba ve Doğu Almanya’nın Etiyopya ve Güney Yemen’de olduklarını belirtmiştir. Sovyetlerce izlenen strateji çerçevesinde ABD’nin kendi bölgesi Batı Yarımküresi’ne doğru bir girişim içinde olunduğuna vurgu yapmıştır90. ABD, Karaibler’de küçük bir ada olan Grenada adasına, adada solcu Maurice Bishop yönetimine karşı yapılan darbenin ardından başa geçen General Austin önderliğindeki askeri konseyin Bishop’tan daha fazla komünist eğilimler taşıdığı inancı içinde, darbe sonrası oluşan karışık ortamı bahane ederek müdahalede

88 SIPRI Yearbook 1992, World Armaments and Disarmament, New York, Oxford University Press, s.197. 89 Lawrence Eagleburger, “The Transatlantic Relationship-A Long-Term Perspective”, NATO Review, No:2, Vol.32, April 1984, s.12. 90 Public Papers of The Presidents of The United States: Ronald Reagan, Washington D.C., The National Archives of The United States, 1981, s. 195.

36 bulunmuştur. Ancak, görünen nedenden farklı olarak amaçlanan, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin Batı Yarımküre’deki üstünlüğünün vurgulanması olmuştur91. Reagan, Grenada’ya çıkartma yaparak, Sovyetler’e Orta Amerika’nın ABD’nin arka bahçesi olarak kaldığı mesajını vermiştir. ABD’nin Moskova politikasının realizm, güç ve diyalog çerçevesinde belirlendiğini belirten Reagan, gerçekçi bir yaklaşımın, içerde kişisel özgürlükler ve dışarıda barışçıl değişiklikleri öngören fikirlerinin paylaşılmadığı, uzun süredir rekabet içinde olunan bir yönetimle ilişkilerde gerekli olduğunu düşünmekteydi92. Reagan, 3 Şubat 1984’te Kongre’ye, Orta Amerika’ya 5 yıl için 8 milyar dolarlık yardım yapılması önerisini sunmuştur. Reagan, Orta Amerika’ya yardım yapılmadığı takdirde, bunun ileride çok açık bir şekilde ödeneceği konusunda Kongre’yi uyarmıştır93. Yine, Orta Amerika konusundaki hassasiyetle, 6 Kasım 1984 tarihinde ABD, MİG 21 savaş jetleri yüklü bir Sovyet kargo uçağının Nikaragua hava sahasında görüldüğünü belirtmiş, Sovyetler Birliği’ni, MİG uçaklarının Nikaragua’ya teslimatının hoş görülemeyeceği konusunda uyarmıştır. Nikaragua’nın yakın bir zamanda Sovyet yapımı saldırı helikopterleri aldığı, bu teslimatın Beyaz Saray tarafından çok ciddi bir gelişme olarak izlendiği belirtilmiş, Reagan, eğer Nikaragua savaş uçakları alıyorsa, bu onların Amerika’daki komşuları için bir tehdit olmayı düşündüklerini gösterir demiştir. Hemen ardından Sovyetler Birliğini, Küba’yı ve Nikaragua’yı, Nikaragua’nın gelişmiş savaş uçakları almasını önlemek için gerekirse, askeri güç kullanımına başvurulacağını söyleyerek uyarmıştır94. Dış politikasının ve güçlenme atağının referans merkezine Sovyetler Birliği’ni yerleştiren Reagan, kendi etki alanı olarak gördüğü Orta Amerika’da dolaylı/doğrudan bir Sovyet etkisine karşı gerekirse askeri güç kullanımına gidileceği yönündeki açıklaması ile Sovyetler’e Grenada çıkartması ile verdiği mesajı pekiştirmiştir.

91 Stephen E. Ambrose, Rise to Globalism, American Foreign Policy Since 1938, 7th Ed., Baskerville, Penguin Books, 1993, s. 312-314. 92 Facts On File, Vol. 44, No: 2253, January 20, 1984, s.25. 93 Facts On File, Vol.44, No: 2256, February 10, 1984, s. 86. 94 Facts On File, Vol.44, No: 2295, November 9, 1984, s. 840.

37 Reagan yönetiminin ilk döneminde ABD, gerek hızlı bir şekilde askeri gücün arttırılması yönündeki girişimleri, gerek, Sovyetler’e yönelik birbirinden sert açıklamaları ve silahların denetimi konusunda iki süpergüç arasında yaşanan çözümsüzlüğe karşı ilgisizliği ile, dış politikasında soğuk savaş mantığının izlerini taşımıştır. Reagan ikinci kez başkanlık için seçim kampanyasında, Amerika’nın yenilenen ruhuyla, büyüyen ekonomisiyle ve kendini savunma yeteneğiyle uluslar arası sahnede “çok güçlü bir dev” haline geldiğini vurgulamıştır95. Gerçekten de Reagan döneminde ABD, Carter dönemine göre Amerikan liderliğini ve gücünü ön plana çıkaran, ABD hegemonyasını sağlamlaştıran bir dış politika stratejisi izlemiştir. Reagan’ın ikinci dönemine, Sovyetler Birliği ile gerçekleştirilen zirve görüşmeleri damgasını vurmuştur. Bu dönemin en önemli başarısı INF Antlaşması olmuştur. 1987 INF Antlaşması ile önemli silah sistemlerinin indirimine yönelik kararlar alınmış, tarafların birbirlerini yerinde denetimleri sağlanmıştır. Ancak ABD için daha da önemlisi, INF Antlaşması ABD’nin Avrupa güç dengesini kendi lehine çevirdiğinin bir göstergesi olmuştur. Gerek İngiltere ve Fransa’nın ellerinde bulunan füzelerin, gerekse bölgedeki ABD donanmasına ait füzelerin kapsam dışı bırakılmış olması, ayrıca 859 tek başlıklı ABD füzesine karşılık, üçte biri üç başlık taşıyan 1800 Sovyet füzesinin yok edilmesi bu durumu kanıtlamaktadır96. İktidara geldiğinde, Carter döneminde uygulanan politikalara karşı eleştirel bir bakış açısına sahip olan Reagan, Carter’ın insan hakları yaklaşımını da insan haklarını inkar eden siyasal sistemlerden çok, bireysel insan hakları ihlalleri üzerinde odaklaştığı için eleştirmekteydi. Buradan hareketle ilk başlarda Reagan yönetimi, Latin Amerika ve Asya’daki otoriter rejimlerin insan hakları sorunlarını görmezden gelerek, komünist rejimlere meydan okuma gereğini vurgulamıştır. Reagan yönetimi insan hakları politikasını Sovyetler Birliği ve komünizme karşı mücadeleye indirgemiştir. Ancak, daha sonraları Kongre’nin ve Latin Amerika’daki demokrasiye geçişlerin baskısı altında yönetim, tutumunu değiştirmeye başlamış, gerek komünist

95 Facts On File, Vol.44, No: 2295, November 9, 1984, s.837. 96 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3.bs., İstanbul, Filiz Kitabevi, 2000, s.453.

38 gerek komünist olmayan diktatörlüklerde demokratik değişimi aktif olarak desteklemeye yönelmiştir97. 1980’lerde ABD, müttefik ülkelere ve üçüncü dünya olarak adlandırılan azgelişmiş ülkelere İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bir süreklilik gösteren Amerikan ekonomik ve askeri yardımlarına devam etmiştir. Reagan, ABD tarafından yapılan bu yardımların sadece ahlaki bir görev olmadığını, bunun ulusal çıkarlara hizmet ettiğini belirtmiştir. Ona göre, yardım programları, iyi tasarlanıp yönetildiklerinde ABD dış politikasını güçlendiren ve ulusal güvenliğe katkıda bulunan bir rol oynarlar. İhtiyacı olan ülkelerde ekonomik gelişmeye katkı sağlanarak, hür dünyanın güvenliği güçlendirilmiş olacaktır. İyi tasarlanmış yardım programları güçlü ortaklıklar yaratacak, karşılıklı güven kuracak ve güvenli bir dünya oluşturacaktır98. Reagan yönetiminin dış politika öncelikleri değerlendirildiğinde temelde bu dönemdeki dış politika önceliklerinin daha çok Doğu-Batı karşıtlığına egemen olan paradigmalar tarafından belirlenmiş olduğu görülür. Reagan başa geçtiğinde ABD’nin dünyadaki ekonomik ve askeri üstünlüğünün gerilediğine dair dünya kamuoyunda yaygın bir kanı oluşmuştur. İkinci Dünya savaşı sonrası neredeyse yıkıma uğramış olan Batı Avrupa ve Japonya giderek güçlenmiştir. Batı Avrupa’da özellikle Federal Almanya, sağlam ekonomik bir zemin kurmuştur. Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında General Mc. Arthur’un denetiminde askerden arındırılan ve Amerikan elleriyle kurulmuş yeni bir anayasa ve üst yapı kuruluşları ile donatılarak, serbest piyasa ekonomisinin Japonlara has gelenekler ve usullerle bezenmiş bir türünün işleyişine bırakılmış olan Japonya, 1970’lerden itibaren dünya piyasalarında rekabetçi ağırlığını koymuş ve tüm dünyada sürekli ve en büyük cari hesap fazlası veren ülke konumuna geçmenin yanısıra, 1980’lerden itibaren Batı dünyasının ABD’den sonra en büyük ekonomisi olma sıfatını da kazanmıştır. ABD, Japonya ve Federal Almanya’nın savaş sonrası

97 Tamar Jacoby, “The Reagan Turnaround On Human Rights”, Foreign Affairs, Vol.64, No:5, Summer 1986, s.1066–1086. 98 American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department of State, 1986, s.197.

39 toparlanma sürecini tamamlamalarıyla birlikte dünya piyasalarındaki üstünlüğünü birçok alanda yitirmiştir99. Serbest piyasa koşullarının, hızlı bir ekonomik büyümeyi tetikleyeceğini ileri süren Reagan100 döneminde, öteki ülkeleri Amerikan ekonomik nüfuzuna açacak, dışarıdaki sermayeyi ABD’ye çeken ve ABD pazarlarına bağımlılığı bir zorunluluk haline getirecek politikalar uygulanmıştır. Reagan, kapitalin karşılıklı nüfuzunu hızlandırarak, piyasaları liberalize ederek ve ABD ile diğer ülkeler arasında makro ekonomik politika üretme koşullarını karşılıklı bağımlılığa dayandırarak, uluslararasılaştırma yönündeki güçleri harekete geçirmiş, Amerikan ekonomisinin global politik ekonomiyle entegrasyonunu da denetimine almıştır.

1.3.Uluslararası Ortam ve Türkiye 1980’den 1990’a kadar geçen süreç içerisinde Türkiye, önce 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaşamıştır. 1980’den 1983’ün sonuna kadar süren askeri rejim döneminin ardından 6 Kasım 1983’te yapılan seçimlerle birlikte iktidara gelen Turgut Özal hükümetiyle, 13 Aralık 1983’den 21 Aralık 1987’ye kadar demokrasiye geçiş süreci yaşanmıştır. Turgut Özal yapılan seçimler sonucunda, 21 Aralık 1987’den 9 Kasım 1989’a kadar ikinci kez iktidara gelmiştir. 6 Kasım 1983 seçimleri ile birlikte Türkiye 6 yıl sürecek bir ANAP(Anavatan Partisi) hükümetlerinin yönetimine girmiştir. İran ve Afganistan’daki gelişmeler sonrasında Türkiye, ABD ile yakınlaşma politikası izlemiştir. Askeri yönetim döneminde başlayan ilişkilerdeki yakınlaşma Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde de geliştirilmeye devam edilmiştir. Türkiye, 1977–1980 yılları arasında zayıf ve istikrarsız hükümetler, aşırı sağcılar ve solcular arasında siyasi terörün tırmanması, yükselen enflasyon ve ödemeler dengesinde büyüyen açıklar nedeniyle politik ve ekonomik olarak adeta bir çöküşün içine girmiştir. Siyasi yapısı giderek istikrarsızlaşan ve anarşi dolu bir ortamın oluştuğu Türkiye’de 12 Eylül 1980’de üçüncü askeri darbe gerçekleşmiştir.

99 Kemal Çakman, “Reaganomics ve Mirası Üzerine Notlar”, Toplum ve Bilim, Sayı:45, Bahar 1989, s.82. 100 Gary M. Walton, Hugh Rockoff, History of the American Economy, 7th Ed., New York, The Dryden Press, 1994, s.697.

40 Darbenin lideri, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral , 12 Eylül 1980’de yaptığı açıklamada101:

“...ülkemizin halen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hal devletimizi Cumhuriyet tarihimizin en ağır buhranına sürüklemiştir… Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasal organlarımız, memleket üzerine çöken bu kâbusa karşı kayıtsız kalmışlardır... Son iki yıllık süre içinde terör 5241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal harbinde Sakarya savaşındaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480’dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye’de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulanıldığını açıkça ortaya koymaktadır… Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.” sözleriyle darbenin yapılış nedenini belirtmiştir. Evren, dış politikaya ilişkin olarak da102:

“Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır. Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.” ifadelerini kullanmıştır. 12 Eylül 1980’de iktidarı ele geçiren askeri rejim, 6 Aralık 1983’e kadar sürmüştür. 1979’da İran’da Şah’ın devrilmesi, düzenin yıkılması ve Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali sonrasında Türkiye, Yunanistan’la birlikte Sovyetlere karşı, kuzey bariyerinin ayakta kalan üyeleri olmuşlar, Türkiye’nin önemi ve altında kaldığı tehdit aynı oranda artmıştır103. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan tehdit etmiştir. Sovyetler Birliği’ni Basra Körfezi’nin petrol bölgelerine yaklaştıran bu işgal ile o zamana kadar bu bölgelere yönelik olarak var olan Sovyet tehdidi daha da artmış, Türkiye de gerek ekonomik gerekse askeri savunma bakımından Basra Körfezi petrolüne önemli ölçüde bağımlı olan bir ülke olarak, kendini bu tehdidi ciddiye almak ve ona karşı durmak durumunda görmüştür. Komşusu İran ile birlikte doğrudan Sovyet tehdidi altında bulunan Türkiye, algıladığı bu ciddi güvenlik

101 Resmi Gazete, Sayı:17103, 12 Eylül 1980, s.1–3. 102 A.e.,s.4. 103 Dankwart A. Rustow, Turkey, America’s Forgotten Ally, New York, Council On Foreign Relations, s.ix.

41 tehlikesi karşısında Batı ülkeleri ile ortak çıkarlarını korumak üzere gerektiğinde bu ülkelerle sıkı bir işbirliği yapması gereğine inanmıştır104. Türkiye, bu anlayış doğrultusunda, 13–14 Mayıs 1980 tarihlerinde NATO Savunma Planlama Komitesi’nin Brüksel’de yapmış olduğu toplantısında, Afganistan’ın işgaliyle birlikte NATO ülkelerine karşı artmış olan Sovyet tehdidine karşı diğer NATO ülkeleriyle birlikte, Güneybatı Asya’da ABD’ye yardımcı olabilme, ABD’nin Güneybatı Asya’da artan sorumluluklarını olabildiğince paylaşma taahhütüne katılmıştır105. İki kutuplu uluslararası yapının varlığını sürdürdüğü 1980’lerde, Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali, İran’daki rejim değişikliği, İran-Irak savaşı, paralelinde Orta Doğu’daki diğer çatışma ve istikrarsızlıklar ve de NATO’nun sorumluluğu dışında kalan bölgelerdeki tehlikelerin büyümesi ittifakın güney kanadının önemini arttırmıştır106. Özellikle 1980’lerin ilk yarısında ABD’de Sovyetler Birliği’ne karşı daha sert bir politika izlenmesi söylemi ile uluslararası ortamda 1970’lerde hakim olan yumuşama havasının yerini yeni bir soğuk savaş havasına bırakmasına yol açan Reagan iktidarı döneminde, Dünya Adası adı verilen büyük kara kitlesinin ortasında ve Asya ile Avrupa’nın birbirine en çok yaklaştığı yerde bulunan, bir Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Akdeniz ülkesi olan Türkiye, bu konumuyla jeopolitik ve jeostratejik açılardan büyük önem kazanmıştır. Türkiye’nin coğrafi konumu bakımından en önemli özelliğini, kıtalararası kara, deniz ve hava yollarının üzerinde ve bunların birbiriyle kesiştiği yerde bulunması oluşturmuştur107. Boğazlar vasıtasıyla Batı dünyası açısından hayati önem taşıyan Basra Körfezi’ne en kısa bir geçiş yolu sağlıyan konumu ile Türkiye bu dönemde uluslararası ilişkilerde, kilit ölçüsünde uluslararası önemi olan bir devlet konumuna gelmiş108, Ferenc A. Vali’nin

104 Mahmut Bali Aykan, “Türkiye’nin Basra Körfezi Güvenliği Politikası: 1979–1988”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.21, Sayı:1, 1994, s.31–32. 105 Keesing’s Contemporary Archives, 1980, s. 30422. 106 Ali L. Karaosmanoğlu, “Savunma Politikamızı İncelemek”, Türkiye’nin Savunması, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1987, s.5. 107 İhsan Gürkan, “Türkiye’nin Jeostratejik ve Jeopolitik Önemi”, Türkiye’nin Savunması, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1987, s.10–12. 108 A.e., s.12.

42 deyimiyle; “ Coğrafya ve tarih birleşerek bu bölgeyi Dünya çapında önem taşıyan bir stratejik merkez haline getirmişlerdir”109. Batı dünyasının en kısa petrol ve madde yolu olan, aynı zamanda Sovyetler Birliği’ni Uzakdoğu’ya bağlayan en kısa deniz yolunun geçtiği Süveyş bölgesine yaklaşma yollarına hakim durumda bulunan Doğu Akdeniz’e egemen, Ege ve Karadeniz’i kontrol edebilen merkezi bir konuma sahip olan ve Sovyetler’i güneye bağlıyan en kısa yollar üzerinde bulunan ve de bu yolları kontrol eden konumuyla Türkiye, NATO’ya Sovyetler Birliği’nin hayati bölgelerini kısa mesafeden etki altına alma stratejik olanağını kazandırmıştır110. Türkiye, ABD ve Sovyetler Birliği’nin karşılıklı politikaları etrafında şekillenen iki kutuplu uluslararası yapının hakimiyetini sürdürdüğü 1980’lerde NATO’nun Güney Kanadı’nın doğudaki kalesi olmuş, dönemin uluslararası yapısı içinde en büyük ikinci güç Sovyetler Birliği’ni, güneyde çevreleyen güvenlik kuşağının kilit öğesi olarak, Batı dünyası için büyük stratejik önem taşımıştır. Coğrafi konumu sebebiyle sahip olduğu özellikler, Türkiye’nin dış politika yönelimlerinin belirlenmesinde başlıca unsuru teşkil etmiştir111. Doğu ve batısındaki iki statükonun da korunması amacı etrafında şekillenen Türk dış politika çizgisi112 sürekliliğini 1980’ler boyunca da korumuştur. Dış ilişkilerde çok yönlü bir eğilim göze çarparken, ağırlığı ABD ile ilişkilerin geliştirilmesine verilen önem teşkil etmiş, 1980’li yıllar boyunca Türk-Amerikan ilişkileri, geçmişe göre çok daha yakın ilişkiler zemininde cereyan etmiştir. Bunun temelinde özellikle Afganistan’ın Sovyetler’ce işgal edilmesi, İran’da Şah rejimin devrilmesi ve bu iki gelişmeye eklenen üçüncü bir belirleyici gelişme İran-Irak Savaşı yatmaktadır. Körfez güvenliğinin Batı ve özelde ABD açısından taşıdığı hayati önem, ister istemez Türkiye’yi ve onun coğrafyasını ABD’nin gözünde bir kat daha değerli kılmıştır. Bu yıllar boyunca ABD ile ilişkilerin gelişiminde, Türk-Yunan ilişkileri temelinde Kıbrıs ve Ege Adaları konularında yaşanan sorunlara ABD’nin yaklaşımı,

109 Ferenc A. Vali, The Turkish Straits and NATO, Stanford California, Hoover Institution Press, 1972, s.8. 110 Gürkan, “Türkiye’nin Jeostratejik ve Jeopolitik Önemi”, a.g.m., s.21. 111 Ferenc A. Vali, Bridge Across the Bosphorus: The Foreign Policy of Turkey, Baltimore, John Hopkins University Press, 1971, s.42. 112 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1998, s.136.

43 Ermeni Karar Tasarıları, Türkiye’ye ABD tarafından yapılan askeri ve ekonomik yardım miktarlarının yetersizliği ve bunun yanısıra bu yardım miktarlarının niteliği ile Kongre’de Kıbrıs gibi önkoşullara bağlanması, yine insan hakları bağlamında ortaya çıkan Kürt sorunu çerçevesinde Türkiye –ABD ilişkilerinde bir takım pürüzlü noktalar yaşanmıştır. Ancak, ortak güvenlik çıkarları, her iki ülkeyi de ilişkilerde ortaya çıkan pürüzler ve zorluklar karşısında çözüm arayışlarına yöneltmiş, iki ülke arasındaki ilişkileri zedeleyebilecek unsurların etkileri azaltılma yoluna gidilmiştir113. Siyasi açıdan 1980’lerde böyle bir görünüm arzeden Türkiye, ekonomik açıdan da 1970’lerin sonunda enflasyonun alışılmamış boyutlara ulaşması, ödemeler dengesindeki krizle birlikte ülke dış rezervlerinin hızla erimesi ve sonuçta ekonominin tam bir tıkanma noktasına gelmesi karşısında, 1980’li yıllara oldukça kapsamlı ve iddialı bir ekonomik değişim ve yapısal dönüşüm programı ile girmiştir. 24 Ocak 1980 istikrar programı ile başlayan bu dönemde temel stratejiler, ekonomiye devlet müdahalesini en aza indirmek, devletin ekonomik girişimciliğini daraltarak düzenleyici rolünü ön plana çıkartmak, kaynakları özel kesim eliyle daha etkin kullanmak, piyasaları serbestleştirmek, ekonomiyi dış rekabete açmak olmuştur. Bu çerçevede Türkiye, 24 Ocak 1980 sonrasında, ihracatın teşvik edilmesi, ithalatın liberalizasyonu ve yabancı sermaye politikaları olarak ifade edilebilecek dışa açık politikalar uygulamıştır114. 1980 sonrası dönemde izlenen politikalar, Türk ekonomisinde uzun yıllardır süregelen temel stratejiyi değiştirme eğilimi de taşımıştır. 1980 öncesinde ithal ikameci niteliği ağır basan strateji, 1980 sonrasında dışa dönük ve dünya ekonomisiyle bütünleşme amacını taşıyan bir yaklaşıma dönüşmüştür. Dış ödemelerde ortaya çıkan ciddi tıkanıklıklar ve biriken dış borçlar, dış açıkların yeniden borçlanmayla aşılmasını olanaksız kılmıştı. Bu koşullarda uygulamaya konan istikrar programının bir amacı da hızla dış ödeme dengesinin sağlanmasıydı. Ortodoks istikrar yaklaşımının tipik bir örneği olan program, bu tür programları teknik ayrıntılarıyla birlikte formüle eden uluslararası kuruluşların etkisini de

113 Seyfi Taşhan, “1986 Başında Türkiye’nin Dış İlişkilerine Bir Bakış”, Dış Politika, Cilt: XII-T, Sayı:3–4, Eylül-Aralık 1985, s.8. 114 Sübidey Togan, 1980’li Yıllarda Türk Dış Ticaret Rejimi ve Dış Ticaretin Liberizasyonu, Türk Eximbank Araştırma Dizisi 1, s.17.

44 taşıyordu. Döviz dengesinin sağlanması, dış ticarette liberalleşme ve ekonominin dışa açılması gibi amaçların yanısıra yeni bir ödeme planına bağlanan dış borçların düzenli ödenmesi de programın önemli amaçlarından birisiydi115. Türkiye ekonomisinde yıllardır merkezi müdahalelerle yürütülen iç talebe yönelik ithal ikameci sanayileşme modeli terkedilerek, yerine serbest piyasa güçlerine duyarlı ve uluslararası rekabete açık ihracata yönelik bir kalkınma stratejisi konulmuştur. 1980 yılında gerçekleştirilen dışa açılma ile birlikte 1981–1987 arası dönem, Türk ekonomisinde ithalat korumalarının kaldırılarak dışa açılma ve dünya ekonomileriyle mal ve finans piyasalarında eklemlenmeye girildiği yıllar olmuştur. Ancak 1980 sonrası reform süreci 1988’e gelindiğinde ivmesini kaybetmiş ve ekonomi de bir tıkanma içine girmiş, bunu izleyen yıllarda artık Türkiye ekonomisinde dışa açılım öncelikleri reel üretim sektörlerinde değil, finans ve kambiyo hizmetlerini de kapsayacak politika değişiklikleriyle biçimlenmiştir116.

115 Taner Berksoy, “1980’lerde Dış Ekonomik İlişkiler”, Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler, Türkiye Ekonomisi 1980-1985, 2.bs., Ed. Bilsay Kuruç, Tuncay Artun, Yılmaz Akyüz vd:., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.132-133. 116 Erinç Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, 2.bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s.39.

45 İKİNCİ BÖLÜM 2. 1983 SEÇİMLERİ, TURGUT ÖZAL HÜKÜMETİ VE DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİ

2.1. 1983 Seçimleri ve Turgut Özal Hükümeti Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül Müdahalesi’ne neden gerek duyduğunu:

“ Bir ülke düşünün ki halkı yarınından emin olmasın, herkes “Nereye doğru gidiyoruz” diye sorsun ve insan hakları beyannamesindeki ana hürriyetlerden biri olan yaşama hakkından da kimse yararlanamasın. Bunlara bir çare bulmak Parlamentoya düşen bir görevdi fakat parlamento mefluç idi ve anarşi buraya da sızmıştı. Elbirliği edecek yerde partiler aralarında kutuplaşmışlardı; öyle ki birinin ak dediğine, diğeri kara diyordu. Partiler ülkeyi bir uçurumun kenarına kadar getirmişlerdi... Kısır çekişmelerle Parlamentonun felce uğraması yüzünden ülke altı ay boyunca Cumhurbaşkansız kalmak zorunda bırakılmıştı”1 sözleriyle ifade eden Orgeneral Kenan Evren ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni gerçekleştiren generallere göre, görevleri, demokrasiyi siyasetçilerden kurtarmak ve siyasal sistemi temizlemektir. Bu amaç doğrultusunda da partilerin feshedilmesi ve parlamenterlerin evlerine gönderilmelerinin yanısıra bütün belediye başkanları ve 1700’ün üzerindeki belediye meclisi de azledilmiştir2. Ordunun yönetime el koyması ile birlikte bütün iktidar, darbeden iki gün sonra, 14 Eylül 1980’de resmen devlet başkanı ilan edilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in başkanı olduğu, üyelerini askerlerin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi(MGK)’nin elinde toplanmıştır. Yürütme yetkisi Milli Güvenlik Konseyi’ne ait olmak üzere, emekli bir amiral olan Bülent Ulusu’nun başbakanlığında yeni hükümet 21 Eylül 1980’de kurulmuştur. Hükümetin işlevi, Milli Güvenlik Konseyi’ne tavsiyelerde bulunmak ve yine Milli Güvenlik Konseyi’nin kararlarını uygulamak olmuştur3. Orgeneral Kenan Evren:

“...Anarşi ve terör Türk Ulusunu bezdirmiş ve parlamenter demokratik düzen içinde bütün bu sorunları çözmekle mükellef politikacılar, iktidar ve muhalefetleriyle kendilerinden beklenen olumlu tedbirleri, aktif bir şekilde almak yerine partizanca davranışlar içersinde oy kavgası ve bazen kişisel

1 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (12 Eylül 1980–12 Eylül 1981), Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1981, s.223. 2 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 16. Baskı, Çev. Yasemin Soner Gönen, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.406. 3 A.e.

46 ikbal hevesiyle birbirlerinin gırtlağına sarılmışlar, halkın ve vatanın gerçek ihtiyaçlarını görmemezlikten gelmişlerdir... Aldığımız binlerce mektup ve izlenimlerimiz göstermektedir ki, halkımızın çoğunluğu, parlamenter demokrasiyi yozlaştıran ve işlemez hale getiren bu kişilerden bıkmıştır. Bu bakımdan sağlam temellere oturtularak kurulacak yeni parlamenter düzende, yeni ve yetenekli daha başka kişilere yer vermek herhalde daha doğru olacaktır” 4 sözleriyle geleceğin Türkiye’sinde eski siyasetçilere yer olmayacağını kesin bir dille belirtmiştir. Darbeden sonra faaliyetleri durdurulmuş olan eski partiler 16 Ekim’de resmen kapatılmışlardır. Siyasal yaşamın yeniden oluşturulması konusunda ordu 1960-1961’de kullanılan yöntemleri izlemiştir5. Danışma Meclisi’nin seçmiş olduğu Anayasa Komisyonu 17 Temmuz 1982’de yeni anayasanın ilk taslağını hazırlamış, anayasa taslağı üzerinde yapılan tartışma, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları boyunca sürmüş, askeri yönetim, 19 Ekim’de taslağı onaylamış, yeni anayasa, 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sunulmuştur. Evren ve Ulusu hayır oylarının çok olması durumunda askeri rejimin süresiz olarak kalacağı izlenimini vermişler6, böylece halk anayasa için oy verirken, aslında sivil yönetim için oy vereceğini anlamıştır7. Yeni Anayasa’nın halk oylamasının sonucunda %91.4 evet oyu ile kabul edilmesinin ardından 1982 sonlarından itibaren rejim, anayasal bir yönetim yoluna girmiştir8. Anayasanın kabulüyle birlikte Devlet Başkanı Kenan Evren’in Anayasa’nın geçici 1. Maddesi uyarınca, otomatik olarak 7 yıl süreyle Cumhurbaşkanlığına getirilmesinden sonra, generaller, siyaseti yeniden yapılandırma programı çerçevesinde, seçimli ve partili hayata geçişin hukuki adımlarını atmaya başlamışlardır. Bu çerçevede Mart 1983’te yeni Siyasi Partiler Kanunu çıkarılmıştır9. Eylül 1980’den önce faal olan siyasetçiler on yıl süreyle siyasetten men edilmişlerdir. Yeni partilerin kurucularının Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanması zorunluluğu altında 15 parti kurulmuş, ancak bu 15 partiden 12’si kurucular listesinde yapılan değişiklikler sonrasında dahi ordu tarafından kabul

4 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (12 Eylül 1980–12 Eylül 1981), a.g.e., s.298. 5 Zürcher, a.g.e., s. 409 6 Hasan Cemal, Tank Sesiyle Uyanmak, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986, s.550 7Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, 2.bs., Çev. Yavuz Alogan, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1999, s.222 8 William Hale, 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Hil Yayınları, 1996, s.218 9 T.C. Kanunları, Cilt: IX, 1993/1, s. 9614–9648

47 edilemez bulununca, 6 Kasım 1983 seçimlerine üç parti, Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP(Anavatan Partisi), Nejdet Calp’in genel başkanlığını yürüttüğü HP(Halkçı Parti) ve Turgut Sunalp’in genel başkanı olduğu MDP(Milliyetçi Demokrasi Partisi) katılabilmiştir. 6 Kasım 1983’de yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinden Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP, yuvarlak rakamlarla %45 oy alarak ezici bir zafer kazanırken, HP oyların %30’unu alarak ANAP’ın ardından gelirken, askeri liderler tarafından açık bir şekilde desteklenen Milliyetçi Demokrasi Partisi ise %23 oyla üçüncü olmuştur10. 6 Kasım 1983 seçimleri sonrasında Turgut Özal Başbakan olmuştur. Turgut Özal, 1983–1987 yılları ve 1987–1989 yılları olmak üzere iki dönem başbakanlık yapmıştır.

2.2. Siyasal İktidar ve Dış Politika Uzun vadeli bir süreç olan dış politika, her ülkede belli kurallar doğrultusunda belirlenir ve dış politika kısa süreli kazançlarla, bunların neden olabileceği uzun süreli zararlar arasında bir denge kurularak oluşturulur11. Türk dış politika sürecine bakıldığında, merkezinde Bakanlar Kurulu ve Dışişleri Bakanlığının yer aldığı bir yapı görülmektedir. Dış politika kararlarının oluşturulması ve uygulanması sürecinde bakanlık yetkili ve sorumlu bir konumdadır. Bu süreç içerisinde bakanlığın etkisi, tarihsel ve geleneksel nedenlerle yasal yetki ve görevlerinin ötesinde bir ağırlığa sahiptir. Ancak, gündelik dış politika kararlarının belirlenmesi sürecinden farklı olarak ulusal güvenliği ilgilendiren konular söz konusu olduğunda askeri yetkililerin yönlendirebildiği Milli Güvenlik Kurulunun (MGK) belirleyici rol oynayabildiği bir başka süreç öne çıkmaktadır. Yine, yetkileri sınırlı olmakla birlikte, siyasal koşulların etkisiyle ağırlık kazanabilen konumuyla Cumhurbaşkanlığı makamı da dış politika sürecinde önemli bir yere sahip bulunmaktadır12. Ve yine TBMM’nin, Anayasa’nın 87. Maddesinde yer alan “savaş

10 Resmi Gazete, Sayı: 18221,14 Kasım1983, s. 13. 11 İlhan Uzgel, “Türk Dış Politikasında Pragmatizm”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Der. İsmail Soysal, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, s.654 12 Gencer Özcan, “Türkiye Dış Politikasında Algılamalar, Karar Alma ve Oluşum Süreci”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, 3. Basım, İstanbul, Der Yayınları, 2004, s.829.

48 ilanına karar vermek” hükmü düşünüldüğünde dış politika sürecinde oynadığı kilit rol göz ardı edilemez. Ayrıca Anayasa’nın 90. Maddesi, uluslararası aktörlerle yapılan anlaşmaların Türkiye açısından bağlayıcı olabilmesi için, gerekli durumlarda Meclis tarafından uygunluk kararının alınması gerektiğini belirterek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Yürütmenin dış politika taahhütlerini denetleme imkanı vermektedir13. Ancak, devletlerin dış politikaya ilişkin kararlarının oluştuğu ve uygulandığı, bu kararların oluşum ve uygulanmasında çeşitli derecelerde yer alan karar alıcıların ve bürokrasinin çeşitli kademelerindeki görevlilerin konumlarının belirlendiği, sadece işlemsel çevre niteliğindeki kurumsal yapıyı ele almak, o ülkenin dış politikasına ilişkin belirli kararların oluşum ve uygulaması hakkında bilgi vermekten çok, bu kararların oluşum ve uygulamaları açısından bazı limitleri gözleyebilmemize imkan sağlamaktadır14. ANAP’ın tek başına iktidara gelmesiyle başlayan Özal dönemi, dış politikanın yapılışına getirdiği farklılıklar açısından bir kırılma noktası oluşturmuştur. Turgut Özal dönemi Türk dış politikası daha önceki dönemlere göre birçok açılardan farklılık göstermektedir. Turgut Özal döneminde dış politika karar alma sürecinin aldığı biçim, Türk dış politikasında karar verme sürecinde yaşanan en ciddi değişiklik olarak algılanmış, Özal’ın dış politika karar alma sürecindeki hareket tarzı çeşitli eleştirilere uğramıştır. Örneğin Özal’ın Başbakan olduğu dönemde Dışişleri bakanlığı Müsteşarı olan Büyükelçi Ercüment Yavuzalp, Özal’ın, Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanlığını devre dışı bırakarak dış siyaseti yürüttüğünü belirtmektedir. Yavuzalp:

“Gerek Atatürk gerek İnönü dönemlerinde dış politikanın yürütülmesinde bir başıbozukluk söz konusu olmamıştır. Her ikisi de ülkenin zor dönemlerini sorumlu mevkilerde yaşamış, engin devlet deneyimine sahip kişiler oldukları için dış politikaya gerekli önemi vermişler, dışişleri bakanlarını seçerken titiz davrandıkları gibi, bunları ancak zorunlu bir gerek olduğunda değiştirme yoluna giderek dış politika yönetiminde bir istikrar ve süreklilik olmasına özen göstermişlerdir. Dış politikayı ne başıboş bırakmışlar ne de devlet başkanının müdahale ve direktifini gerektirecek bir durum olmadıkça, dış politikanın günlük yönetimine müdahale etmişlerdir. Dış politika hükümetin çizdiği çerçeve dahilinde dışişleri bakanı tarafından yürütülmüştür... Menderes döneminde de dış

13 Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, Ankara, Liberte Yayınları, 2000, s.157. 14 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3.bs., İstanbul, Filiz Kitabevi, 2000, s.191

49 politika alanında bir başıbozukluk ve disiplinsizlikten söz etmek haksızlık olur... Geleneksel dış politika çizgisinin dışına çıkıldığından veya dış politikanın yürütülmesinde bir kargaşa veya insicamsızlığın mevcudiyetinden söz edilemez... Dış politikanın yürütülmesi belirli bir disiplin altında tutulabilmiş; dönemin başbakanı, hatta cumhurbaşkanı dış politika alanında faal bir rol oynamakla beraber, bunu dış politikadan sorumlu olan Dışişleri bakanlığı ile sıkı istişare halinde ve hiçbir zaman dışlamadan yürütmüşler; devletin diğer kuruluşlarının yabancılarla yürüttükleri temasların, sadece teknik hususlar ve kendi sorumluluk alanlarıyla sınırlı kalmasına ve bununda daima Dışişleri Bakanlığı ile bir koordinasyon halinde yapılmasına özen göstermişlerdir...”15 derken, 1980 öncesi iktidarlarında, başbakanlığı sırasında Demirel’in de dışişlerinin günlük idaresine pek karışmadığını, bunu dönemin dışişleri bakanı Çağlayangil’e bıraktığını belirtmektedir. Yavuzalp’e göre Demirel, “bir başbakan için doğru olanı yapmıştır. Çünkü, dış politikanın günlük uygulamasıyla görevli olan bir bakanlık vardır ve bu bakanlık başbakanın genel denetimi altında bu işlevi yürütmekten sorumludur...” Yine Demirel döneminde Cumhuriyet kurulduğundan beri uygulanan dış politikanın geleneksel çizgisine sadık kalınmıştır. Demirel için,

“ülkeyi bu çizginin dışına çıkaracak ve maceraya sürükleyebilecek eğilimlerin karşısına çıkmış...dış politikanın yürütülmesinde devlet içinde bir disiplin ve koordinasyon bulunmasına da özen göstermiştir...dış politika konularında sık sık konuşmamış, konuşması gerektiğinde de ayaküstü aklına gelenleri söylemek yoluna gitmemiş, beyanatlarını genelde ilgililerle istişare halinde önceden hazırlamaya özen göstermiştir”16 diyen Yavuzalp, Bülent Ecevit döneminde de aynı durumun aşağı yukarı devam ettiğini belirtmekte, Kıbrıs Krizi’nde Ecevit’in tutumunu örnek göstermektedir. Yavuzalp:

“...Kararları sonunda kendisi vermiştir ama, bundan önce ilgililerin görüşünü almaya özen göstermiş, gerektiğinde en küçük bir yetkiliyi de dinlemekte beis görmemiş ve bunları, hiçbir zaman, bir Başbakanın yapmaması gereken bir iş olarak algılamamıştır”17demektedir.

Yavuzalp’e göre, dış politika konularında eskilere dayanan bir uygulama olan koordinasyon ve disipline gösterilmeye devam olunan özen, Özal’ın başbakanlığı ile birlikte önce yavaş yavaş, Özal’ın başbakanlığının ikinci yarısından itibaren ise süratle kaybolmuştur. Yavuzalp şöyle demektedir:

“Önemli konularda kararlarını, geleneksel danışma mekanizmasını işleterek değil, daha çok izlediği yabancı televizyonlar ve doğrudan temas ettiği yabancı devlet adamlarından aldığı bilgilere dayanarak alıyordu. Bunlardan da dış politikayı yürütmekle görevli kuruluş olan Dışişleri

15 Ercüment Yavuzalp, Dış Politikada Oyunun Kuralları, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1998, s.35–36 16 Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996, s.145–146 17 A.e., s.191

50 Bakanlığının ya hiç haberi olmuyor veya geç bilgi sahibi oluyordu”18. “...Her alanda tecrübe ve bilgi sahibi olduğuna kaniydi. Bu onda, devlet idaresinde çok önemli olan “Danışma” olgusunu arka plana iten bir eğilim yarattı. Tek adamlığı yeğledi. Bürokrat onun için önemli değildi. Hele Türkiye’de yetişmiş bürokrat olmasa da olurdu... Bilgi ve tecrübe kendisinde mebzulen mevcut olduğuna göre, tecrübeli bürokrasi, hele bir de bunların ekseriyeti, pek hazetmediği mülkiyelilerden oluşmuşsa, ayak bağı olmaktan başka bir şey ifade etmiyordu onun için. Bu yüzden Özal döneminde hiyerarşi altüst oldu. Belki bazı işler çabuk yürüdü ama devlet gelenekleri bozuldu”19. Özal’ın dış politika uygulamaları ve Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakması ile ilgili olarak Oktay Ekşi:

“Turgut Özal’ın dış politika bilen birisi olduğuna hiçbir zaman inanmadım ben…Daha baştan, başbakan olur olmaz, Dışişleri’ne ait yetkileri bakanlıklar arasında dağıttı. Siz Arabistan’a yakın bir bakansınız kişilik olarak, ilişkileriniz olarak, Arap ülkelerine siz bakın. Siz daha çok Balkanlar dünyasında akrabalarınız, soyunuz sopunuz galiba orayla bağlantılı, siz o ülkelere bakın türünden ancak kabile yaşamında görülecek kriterlerle yetki dağılımı yaptı…” 20demektedir.

Baskın Oran da, Özal’ın Türkiye ekonomisini hiçbir önlem almadan dışarıya açarak bağımlı kıldığını ve bu yüzden dış politikayı dolaylı olarak zayıflattığını öne sürmektedir. Oran, Özal’ın bir ülkeyle ticaret ilişkisi kurulursa, o ülkeyle dış politika sorunlarının çözüleceği yönündeki inancının, Türkiye’nin kireçlenmiş dış politika sorunları yaşadığı Yunanistan ve Ortadoğu’ya ilişkin durumlarda yürümediğini söylemektedir. Ayrıca Özal, Dışişleri Bakanlığı’nı kimi zaman devre dışı bırakarak, kimi zaman Türk Dış Politikası’nın 75 yıldır denenmiş çizgisini yok sayarak, kimi zaman da ciddi potlar kırarak dış politikayı güç durumlarda bırakmıştır. Oran’a göre Özal, Türk Dış Politikası’nı yıpratmıştır21. Haluk Ülman da:

“ 29 Kasım 1987 seçimlerinden sonra kurulan yeni Özal Hükümeti ve atanan yeni Dışişleri Bakanı’yla birlikte, Türk dış politikasının da yeni yaklaşımlar içine girdiği görülüyor. Özetle söylemek gerekirse, Dışişleri Bakanlığı’na oradan gelen bir bürokratı ya da uzun devlet deneyimi olan bir politikacıyı değil, genç bir partiliyi getiren Özal, şimdi diplomasinin tüm dizginlerini eline almıştır. Türk dış politikasına kendi damgasını vurmaya başlıyor”22 diyerek Özal’ın dış politikadaki ağırlığını vurgulamıştır.

18 A.e., s.147 19 A.e., s.321-322 20 Mehmet Ali Birand; Soner Yalçın, The Özal Bir Davanın Öyküsü, 7. Baskı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2004, s.326. 21 Baskın Oran, “ 1980–1990: Batı Bloku Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II: 1980–2001, Ed. Baskın Oran, 3.bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s.28 22 Haluk Ülman, “ Özal ve Dış Politika”, Hürriyet, 1 Mart 1988, s.12

51 Fahir Armaoğlu da Özal’ın dış politikadaki rolüyle ilgili benzer görüşler ileri sürmüştür. Kasım 1987 seçimleri sonrası Özal’ın dış politikaya hakim olduğunu söyleyen Armaoğlu:

“ Başbakan’ın Kasım 1987 seçimlerinden sonra kurulan hükümette Dışişleri Bakanlığı’nı bir “meslekten diplomat” yerine “meslek dışı” ve kendisine yakın bir politikacıya vermesi, dış politikaya kendi şahsi damgasını vurmak istediğinin işareti idi. Nitekim, dış politikanın kontrolünü eline alır almaz, Papandreu ile diyalog işini hızlandırmış ve neticede Davos hadisesi ortaya çıkmıştır. Davos’a yine Başbakan’ın verdiği, gerçekçi olmayan ağırlık, Türk- Yunan meselelerini, yine gerektiğinden fazla miktarda, Türk dış politikasının ön planına getirmiştir. Ne var ki, bu durum Türkiye’yi önceden iyi hesap edilemeyen başka meselelerle karşı karşıya getirmiştir. Yani, Türkiye, “taviz” konusunda bütün müttefiklerinin baskısına maruz kalmıştır. Buna benzer başka hataları da sayıp dökmek mümkündür. Fakat bizim asıl belirtmek istediğimiz, Türk dış politikasının, Dışişleri Bakanlığı’nın “karar etkinliğinden” çıkması ve Başbakan Özal’ın kendi şahsi düşüncelerine göre şekillenmekte olmasıdır... Bugünkü durumda endişe verici başka bir nokta da Başbakan’ın dış politika “formasyonu”nun yeterli olmamasına karşılık, tabiatının ince eleyip sık dokumaya gerek görmeden konuşmaya müsait olmasıdır. Bu ise, iç politikada bazı güçlüklere sebep olduğu gibi..., dış politikada da tehlikeli hatalar yaratmaktadır”23 diyerek Özal’ın dış politikada tek adam olarak hareket etmeye başladığını vurgulamakta, bu hareket tarzını ve dış politikanın yürütülüşünü eleştirmektedir. Fahir Armaoğlu’na göre Türk dış politikası, “tek adam”a dayanan “şahsi mizaç” politikası haline gelmiştir24. Benzer bir eleştiriyi de İhsan Sabri Çağlayangil yapmıştır. Çağlayangil, Mart 1987’de kendisiyle yapılan bir ropörtajda, dış politikanın gidişinde bir bocalama gördüğünü belirtirken, dış politikanın bir merkezden idare edilmesi gerektiğini, teknisyenlerin görüşlerine az yer veren ve erken kalkanın karıştığı bir dış politika olamayacağını söylemiştir25. Turgut Özal’ın uyguladığı yönetim modeliyle ilgili olarak :

“Parlamenter sistem, parlamento karşısında hükümetin bir kurum olarak ortak sorumluluğuna dayanır. Bu demektir ki her bakan kendi bakanlığının işlerinden, bakanlar da hükümetin ortak politikasından sorumludurlar. Fakat bizim Anayasamızda bir de bakanların Başbakan’a karşı sorumlu olacaklarına ilişkin tuhaf bir hüküm mevcut. Başbakan bunu parlamenter sistemin sınırlarını zorlayan hatta niteliğini değiştiren bir biçimde kullanmaya eğilimli. Sanki bir başkanlık sisteminde başkanın sekreterlerinden kurulmuş bir kabine varmış gibi davranıyor. Başkanlık sistemi parlamenter sistemden farklı bir yönetim felsefesine dayanır. Başkan tek başına yürütme ile görevlidir. Parlamentoya karşı parlamenter sistemdeki gibi bir sorumluluğu yoktur...Başkan bütün işleri kendi başına yürütemeyeceği için bir yönetim oluşturur kendi çevresinde. Fakat bu oluşturulmuş olan yönetim kabine adını taşırsa da bir Bakanlar Kurulu değildir. Onun içindir ki Amerikan sisteminde bunlara bakan bile denmez. Sekreter denir. Başkanın sekreterleri durumundadırlar. Dolayısıyla başkan bunları istediği yerden istediği biçimde etrafına toplar... Bunlar parlamento mensubu da değildirler. Çeşitli kesimlerden gelirler. Başkanla birlikte işleri yürütürler. Başarılı değillerse başkan bunları değiştirir... Özal, biraz bu

23 Fahir Armaoğlu, “Başbakan ve Dış Politika”, Tercüman, 5 Haziran 1988, s.4 24 Fahir Armaoğlu, “Bir Tatsız Karar”, Tercüman, 20 Haziran 1987, s.4. 25 “İhsan Sabri Çağlayangil ile Söyleşi”,Nokta, Yıl:5, Sayı:11, 22 Mart 1987, s.20

52 anlamda bir yönetim üslubu getirmiş durumda. Ve bu yönetim üslubu içinde Bakanlar Kurulu ancak unsurlardan biri oluyor. Yani Başbakan’ın çevresinde hem bakanlar var hem de bakan olmayan Amerikan Başkanı’nın sekreterlerine benzer bir biçimde danışman vesaire gibi adlar taşıyan insanlar var. Karar nerde alınıyor, ne oluyor o çok açıkça pek belli değil. Arada Bakanlar Kurulu’nun toplandığı oluyor. Ve resmen, şeklen sorumluluk Bakanlar Kurulu’ndadır ama karar alma mekanizmasının nasıl işlediği net değildir”26 diyen Mümtaz Soysal, alınan bir kararın Başbakanca yakın çevresindeki danışmanlara dayanılarak alınmış bir karar olduğunu, aslında o kararın bir Bakanlar Kurulu kararı olması gerektiğini belirtmiştir. Buradan hareketle, Özal Hükümeti’nin dış politika karar mekanizması ile ilgili olarak da Soysal:

“ ...Bu mekanizma çok net bir biçimde işlemiyor...Örneğin bir Dışişleri Bakanı var, bir de AET’den sorumlu bir bakan var. Çeşitli ülkelerle ikili ilişkileri yürütmekle sorumlu bakanlar var. Oysa hükümetin dış politikası ya bir bakanın sorumluluğunda ya da bakanların toptan sorumluluğunda olması gerekirken böylesi dağılmış bir durumda. Bunu biraz daha çapraşıklaştıran unsur da kabine dışından, parlamento dışından, kimi bürokrasinin içinden, kimi dışından birtakım unsurların da bu karar mekanizması içinde yer almalarıdır”27 diyerek, Özal’ın dış politika uygulayış tarzını eleştirmiştir. Özal’ın izlediği dış politika, dışişlerinin kurumsal desteğinin alınmaksızın izlenmeye çalışılmasının yanısıra, pragmatik çizgisi nedeniyle de eleştirilmektedir. Uzgel’e göre Türk dış politikasında pragmatizm hiçbir dönemde Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde olduğu kadar yoğun yaşanmamıştır. Özal döneminde amaç, dış ekonomik ilişkileri geliştirmek olmuş ve siyasal ilişkiler bunun bir türevine indirgenmiştir28. Özal’ın dış politikayı yürütme şekli ile ilgili olarak benzer eleştirileri çoğaltmak mümkündür. Bu konuda son bir örnek olarak Gülistan Gürbey’in Özal’ın dış politikası ile ilgili yorumu verilebilir. Gürbey: “ Turgut Özal, dış politikada geleneksel çizgiyi yıkmaya ve dış politikayı kendi doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır”29 demektedir. Özal’ın dış politikayı yürütme şekliyle ilgili eleştirel görüşlere katılmayan Yalım Eralp, Özal’ın geleneksel dış politikadan saptığı yönündeki eleştirel yaklaşımlar için de;

26 “Mümtaz Soysal ile Söyleşi”, Nokta, Yıl:5, Sayı:14, 12 Nisan 1987, s.14 27 A.e., s.14–15 28 Uzgel, “Türk Dış Politikasında Pragmatizm”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, s.654– 655 29 Gülistan Gürbey, “ Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Kim Bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed. İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Kitapları, 2001, s.287

53 “Geleneksel dış politikadan sapmaya çalıştı ama o sırada başaramadı. Yani, geleneksel dış politikamız, ulusal menfaatlerin korunmasıysa hayır, ama geleneksel dış politika, hiçbir sorunu çözmemek, onları çözümsüz bırakmaksa, Turgut Bey çözmeye çalıştı... Nedir geleneksel dış politika? Yunanistan’la devamlı çözümsüz ve çatışma halinde olmak mı? Özal, bunu kırmaya çalıştı”30 diyerek, Özal’ın dış politikaya yaklaşımı ile ilgili düşüncelerini belirtmektedir. Özal’ın Türk dış politikasını uygulayışına yöneltilen eleştiriler çerçevesinde, Özal’ın başbakanlığı döneminde dış politikaya ilişkin olarak neyi nasıl yaptığını anlamak, onun, dış politikanın yürütülmesi aşamalarındaki hareket tarzını analiz edebilmek için, sadece işlemsel çevre niteliğindeki kurumsal yapıyı ele almak yeterli olmaz. Kurumsal yapıyla birlikte psikolojik çevreyi oluşturan öğelerin de dikkate alınması gerekir31. Bu bağlamda dış politika karar alma sürecinde yer alan aktörler ve rolleri, hem hukuki düzenleniş, hem de uygulamadaki durum32 ele alınarak incelenecektir. 2.2.1. Başbakanın Rolü 2.2.1.1.Hukuki Düzenleme

“Her devlet, bir uluslararası varlık ve hukuk öznesidir. Dış ilişkiler onun varlık alanının doğal uzantılarıdır. Bu ilişkiler esas olarak uluslararası hukuk eliyle düzenlenir ya da düzenlenmeye çalışılır. Devletin dış ilişkilerini ilgilendiren alanlarda hangi kararları nasıl alabileceği ve yürüteceği gibi sorunlar ise iç hukuk alanına girerler. Bu alanda da ilk söz ulusal anayasanındır”33. Anayasalar, bir ülkenin siyasal sisteminin temel kurumları, bu kurumların işlev ve işleyişleri ile aralarındaki ilişkileri düzenleyerek siyasal rejimi belirleyen temel hukuk metinleridir. Anayasa, karar alıcıların karar alma sürecinde ortaya koydukları davranışlar için güç ve meşruiyet kazandıkları dayanaklardan biridir. Bir devlette hangi rollerin kimler tarafından ve ne şekilde oynanacağı Anayasada yer alan hükümlerle belirtilmiştir. Bu nedenle anayasada bulunan hükümler ile karar alma sürecinin işleyişi arasında sıkı bir bağlantı kurulabilir34. Bu açıdan değerlendirildiğinde, devletlerin izledikleri dış politikaya ilişkin kararların oluşturulması ve uygulanması sürecinde belirleyici konumdaki yetki, görev ve rollerle ilgili olarak anayasalar temel hukuki çerçeveyi oluştururlar35.

30 Yalım Eralp İle Yapılan Görüşme, 6 Nisan 2005, İstanbul. 31 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 192. 32 Hasan Mor, Türk Dış Politikasında Belirleyici Faktörler Ekseninde Özal’ın Dış Politika Konsepti, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya, 2002, s.12,116. 33 Bülent Tanör, “Türkiye’de Dış İlişkilerin İç Hukuk Rejimi”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, 3.bs., İstanbul, Der Yayınları, 2004, s.809. 34 Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, s. 156. 35 A.e, s.156.

54 Buradan hareketle, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, devletin dış politikasının oluşturulması ve yürütülmesi ile ilgili olarak, dış politika karar alma sürecinde birey ve kurumların oynadığı rollerin hukuki çerçevesinin belirlenmesinde 1982 Anayasası temel alınacaktır. Anayasanın 112. Maddesinde: “ Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Her bakan Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur. Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür...” ifadesi yer almaktadır. 112. madde çerçevesinde görülmektedir ki, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden Bakanlar Kurulu birlikte sorumludur. Başbakan bu siyasetin yürütülmesinde Bakanlıklar arasında eşgüdümü sağlamakta ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmekle görevli ve sorumlu tutulmuştur. Anayasa’nın, başbakanı genel hükümet siyasetinin yürütülmesini düzenlemek ve koordine etmekle görevli ve sorumlu yürütme organının başı olarak kılan 112. Maddesinden hareketle, ve yine aynı maddede yer alan Bakanlar Kurulu’nun, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden Başbakanla birlikte sorumlu olması ifadesinden, Başbakan’ın dış politika kararları oluşturulurken, Bakanlar Kurulunun bir üyesi durumundaki Dışişleri Bakanı ile işbirliği içinde çalışması gerektiği sonucu çıkmaktadır.

2.2.1.2.Uygulama Bazen bir siyasal rejim içerisindeki yetki ve sorumlulukların fiili dağılımı, mevcut kurumsal yapıya uyabildiği gibi bazen bunun tersi durumlarla da karşılaşılabilmektedir36. Bu bağlamda dış politika karar alma sürecine ilişkin olarak da hukuki çerçevede belirtilen düzenleme ile uygulama sırasında farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Bu farklılaşmada mevcut durumdaki uluslararası ortam yani dış çevrenin etkileri olabildiği gibi, karar verici konumundaki aktörün içinde yaşadığı

36 James A. Robinson, Richard C. Snyder, “Decision Making in International Politics”, International Behavior, A Social-Psycological Analysis, Ed. Herbert C. Kelman, New York, Holt, Rinehart and Winston, 1965, s.450.

55 diğer bir deyişle dış politika kararına konu olan ülkenin sosyo-kültürel ve siyasi yapısı ile karar vericinin kendi sosyo-kültürel ve siyasi çevresi, karar vericinin kişilik yapısı, kişisel özellikleri paralelinde dış politika alanına ilişkin olarak ilgi ve bilgi düzeyi ile ayrıca karar alma sürecinde yer alan diğer aktörler ve bu aktörler arasındaki ilişki ve iletişim ağı( düzeyi ve sıklığı) gibi unsurlar önemli rol oynamaktadırlar37. Turgut Özal’ın özellikle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren başbakan olarak dış politikada etkisinin yasal çerçevenin üstünde olduğu, bir başka deyişle kendi sorumluluk alanının üzerinde bir rol oynadığı, Hans J. Morgenthau’nun deyimiyle, “dış politikanın sinir(duyum) merkezi” durumundaki Dışişleri Bakanlığı38nın yasal yetki alanını sınırlandırdığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dış politika sürecinden dışladığı ve dış politikayı tek başına yürütmeye kalkıştığı yönünde belirtmiş olduğumuz eleştiriler, Türkiye’de dış politikanın oluşturulması sürecinde ortaya çıkan farklılığa bu bağlamda örnek olarak verilebilir. Turgut Özal hükümetinin dış politikasını 1983–1987 ve 1987–1989 dönemleri (ilk başbakanlık dönemi ve ikinci kez başbakanlığı) olmak üzere iki döneme ayırmak gerekmektedir. Birinci dönemde, Türk dış politikasının yönetiminde ikinci başbakanlık dönemine nazaran Turgut Özal’ın dış politikada fazla müdahalede bulunmadığı, dış politikanın yönetiminde Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile işbirliğinin mevcut olduğu görülmektedir. Bunda, ülkenin bir askeri yönetim döneminden henüz çıkmış olması ve askerlerin denetiminin etkisini sürdürdüğü bir geçiş döneminin mevcudiyeti (12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olduğu düşünülerek), Özal’ın ilk defa hükümet ediyor oluşu ve Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun meslekten diplomat olması gibi unsurların etkisinin bulunduğu söylenebilir. Ancak, 1987 Kasım seçimlerinden sonra durum değişmeye başlamış ve giderek dış politikaya Başbakan Özal’ın hakim olmaya başladığı görülmüştür.

37 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s.191–216; Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, 2.bs., İstanbul, Alfa Yayınları, 1997, s.149–161; James A. Robinson, Richard C. Snyder, a.g.m., s.435-463. 38 Hans J. Morgenthau, Uluslararası Politika, Cilt:2, Çev. Baskın Oran; Ünsal Oskay, Ankara, Sevinç Matbaası, 1970, s.689.

56 2.1.2.1.Turgut Özal’ın Başbakanlığa Bakışı Turgut Özal’ın Başbakanlığa bakışı, onun sahip olduğu mevkii ve üstlendiği rol hakkındaki görüşlerini yansıtması açısından önem taşır. Özal, başbakanlık üzerine düşüncelerini ve hedeflerini hükümeti kurma görevini üstlendikten sonra, 6 Aralık 1983 tarihinde basın mensuplarıyla yaptığı ilk görüşmede şu sözlerle ifade etmektedir:

“...Başbakanlık bir plan, program, politika ortaya koyar. Başbakanlık, o politikayı yönlendiren, istikametini veren ve kontrol eden bir yerdir. Bu politika gidiyor mu diye koordine eden bir nevi devlet bakanları da bu konuda Başbakan’a yardım eden kurmayı diyebiliriz. Onları fonksiyonu ile Başbakan adına bazı önemli konuları takip eden bakanlar olarak düşünüyoruz. Yani onlar bir nevi etüd, plan, program, icraatı takip etmek, yönlendirme ve muayyen konularda başbakana şunu şöyle yapmamız lazım diye rapor verip ondan sonra oturup o kararları almakla yükümlüdür. İcra bakanlıkları güçleniyor. Biz oralarda ve diğer bakanlıklarda meclis grubu ile de çok yakından bir ilişki kurmak istiyoruz...çünkü, şunu gördük biz geçtiğimiz devrelerde. Bir kanun tasarısı hazırlanıyor, meclis grubunun bundan haberi yok. Bürokrasi hazırlıyor, bakanlar imzalıyor. Ondan sonra ters kararlar verilebiliyor parti politikasının dışında. Biz bu konularda başlangıçta işbirliği yapmayı, komisyonlarla bakanların ilişkilerini daha iyi kurmayı, yani bir ahenk içerisinde çalışmayı arzu ediyoruz”39.

2.2.1.2.2.Turgut Özal ve Dış Politika Anlayışı Turgut Özal’ın dış politika anlayışının temelini ekonomik konulara verilen önem oluşturmuştur. 28 Nisan 1983 tarihinde yabancı ve Türk işadamlarına hitaben yaptığı konuşmada Turgut Özal; “...sadece ve sadece akıllı ve yetenekli bir ekonomi idaresi ile alnımıza vurulan “Avrupa'nın hasta adamı” ve “azgelişmişlik” damgasını silebiliriz” 40 derken ekonomiye verdiği önemi açıkça göstermekte, 6 Kasım 1983 tarihli seçim beyannamesinde ise dış politikaya ilişkin olarak görüşlerini belirtirken;

“ Türkiye, siyasi, askeri ve iktisadi işbirliği yönünden mensubu bulunduğu Batı Dünyası ile ilişkilerinde savunma ihtiyaçları yanında, iktisadi gelişme ve kalkınmasını hızlandıracak ve menfaatleri dengeleyecek daha aktif bir politika takip etmelidir. Başta yurdumuzun güvenliği olmak üzere kuvvetli bir savunma gücüne sahip olmamız zorunludur. Bunun ilk şartı iktisaden güçlü olmaktır”41 demekte ve dış politika anlayışının merkezine ekonomik gelişmeyi koymaktadır.

39 Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları, 13.12.1983–12.12.1984, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1984, s.4 40 “Turgut Özal’ın 28 Nisan 1983 Tarihinde Yabancı ve Türk İşadamlarına Hitaben Yaptığı Konuşma”, Konuşmalar 1, Anavatan Partisi, t.y. 41 Turgut Özal, Değişim Belgeleri 1979–1992, İstanbul, Kazancı Matbaacılık, 1993, s.143

57 Turgut Özal, 7 Nisan 1987 tarihinde TBMM Anavatan Partisi Grup Genel Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada da dış politikaya ilişkin olarak;

“...meseleleri çözmek için, güçlü olmak mecburiyeti vardır. Yani, caydırıcı güce sahip olmak lüzumu vardır. Onun temelinde ekonomik güç yatıyor. Memleketin demokrasisi yatıyor, sağlam bir demokrasi yatıyor, bütün müesseseleriyle, iyi bir ekonomik güç, iyi bir askeri güç, netice itibariyle siyasi güç bunlardan doğar”42 demektedir. Turgut Özal’a göre; “...bütün mesele Türkiye’nin ekonomisinin daha fazla güçlü olmasındadır”43. Ekonomik gelişmenin sağlanmasını dış politika hedeflerini gerçekleştirmekte ilk ve en önemli adım olarak gören Turgut Özal, başbakan olarak göreve gelişinin 100. gününde kendisiyle yapılan bir söyleşide; “ Sizi eleştirenler, dış politikayı da ekonomik ağırlıklı olarak yönlendirdiğinizi iddia ediyorlar. Sizce uluslararası ilişkilerde ekonomik kararlarla, siyasi tercihler arasındaki etkileşim nasıl olmaktadır?” Şeklindeki bir soruya:

“ Ekonomisi dışarıya el açmayı icap ettiren bir ülkenin siyasi ağırlığı da olamayacağına inanıyoruz. Ekonomisi kuvvetlenen ülke, siyasi ağırlığa sahip olur. Bir ülkenin dış siyasetinde benim kanaatim, ekonomi yüzde 80 ağırlıktadır. Bütün ülkelerin sefirleri, bakanları, başbakanları, bugün artık mal satmak için uğraşıyorlar. Ve siyasi ağırlığı da buna göre ayarlıyorlar. Çoğunu gördüm, şu malı alın, şu işinizi kolaylaştıralım diyenler var. Onun için bu konularda gerçekçi olma mecburiyeti var. Siyaseti salonlarda güzel laf etmek şeklinde anlamıyorum ben. Hepsi karşılıklı menfaate dayanır. Tabii bu menfaatin içinde de ticari hususlar önem kazanıyor”44 diyerek, dış politikaya ilişkin görüşlerinde ekonominin ağırlığını ortaya koymuştur. Yine aynı konuşmada Özal, Türkiye’nin dış politikasının ağırlığının kendi iktidarları dönemine kadar Ege, Kıbrıs ve Yunanistan meselelerinden oluştuğunu, ancak, Türkiye’nin dış politikasının sadece Ege, Kıbrıs ve Yunanistan meselesi olmadığını, Türkiye’nin büyük bir ülke olduğunu, ona göre de dış politikasının çok yönlü olması gerektiğini belirtmiştir45. Özal’ın dış politikaya bakışı ile ilgili olarak Cengiz Çandar:

“ …Turgut Özal, öncelikli olarak ekonomiyi iki ayağı üstüne oturtmadan ülkenin krizlerden çıkamayacağı ve ne dış politika ne de başka bir alanda etkili olamayacağı kanısındaydı… başbakanlığı aldığı 1983 sonu 1984 başından itibaren öncelikli olarak herşeyi ekonomi odağında şekillendirdi. Dış politikası da ordaydı… Onun için öncelikli olan ekonomik zemini sağlamlaştırmaktı. Ve o yüzden de serbest piyasa ekonomisine geçişi yani dünyayla entegrasyona gidecek bir Türkiye’yi, o tür bir ekonomi zemini oluşturmayı esas alıyordu. Dış politikasını belirleyen de bu bakış açısıydı…

42 Turgut Özal, TBMM Anavatan Partisi Grup Genel Kurulu Toplantısında Yaptığı Konuşma (7 Nisan 1987), Ankara, Gaye Matbaacılık, 1987, s.19. 43 A.e., s.14 44 Mithat Sirmen, “ Başbakanla Seçim Dışı Bir Söyleşi”, Güneş, 23 Mart 1984, s.1,7 45 A.e., s.1,7

58 Ekonomiye ağırlık verebilmek için, Türkiye’nin, ekonomik olarak serbest pazar ekonomisine geçecek iç hukuki düzenlemeleri yapması, giderek özelleştirmelere geçmesi yani serbest piyasa ekonomisinin gerek hukuki gerek her anlamda alt yapısını oluşturması gerekiyor idi. Buna bağlı olarak dış politikayı da sorunsuz kılması gerekiyordu. Onunla ihtilaflı, bununla kavgalı bir ülke, bununla çekişmeli bir ülke, yani güvenlik öncelikli bir dış politikaya tıkanmış bir ülke, ona göre askeri harcama yapacaktı, kaynaklarının bir kısmını oraya ayıracaktı… O nedenle özellikle komşularla ilişkilerde barışçıl ve sorunları ağırlaştırma veya askıya alma durumu üzerine gidecek ve sorunları çözmeye gayret edecek bir profil çizmeye çalışıyordu... Dış politikada yakın çevreyle özellikle, çok uzlaşmacı yönden bir üslup izledi... Komşularıyla ekonomi öncelikli açılım izledi. Dış politikayı ekonominin, ekonomiyi dış politikanın eline vermiş gibi bir dış politika izledi...”46demektedir.

Turgut Özal ilk başbakan olduğunda Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Ercüment Yavuzalp, Özal’ın dış politikaya yaklaşımı ile ilgili olarak:

“ İktidara geldiğinde Özal’ın en az hazırlıksız olduğu konu zannederim dış politikaydı. Bu, kendi bünyesinden bir dışişleri bakanı çıkarmakta zorlanmış olmasından da belli oluyordu. Ancak Başbakan olduktan sonra bu işe gittikçe merak sardı. Yıllar ilerledikçe konuyu daha çok sevdi... çeşitli vesilelerle kendisiyle temaslarım oluyordu. Bu temaslardan edindiğim izlenim kendisinin, hiç değilse bu başlangıç döneminde, dış politika konusunda izleyeceği yol hususunda şekillenmiş bir fikre sahip olmadığıdır. Bazı vesilelerle ifade ettiği fikirlerden, dış politikaya bir hareketlilik getirmekten yana olduğu gibi biraz değişik, cesur ve orijinal adımlar atmak yanlısı olduğu seziliyordu.” 47 demektedir. Denilebilir ki, temel dayanağını “ekonomi”nin oluşturduğu dış politika anlayışı ile Turgut Özal, dış politikanın ekonomik boyutunun yakalanarak, ekonomi ve siyaset arasında sıkı bir bağın kurulmasını hedeflemiştir. Türkiye’yi öncelikli olarak ekonomik dönüşümünü gerçekleştirmesi gereken bir ülke olarak gören Özal, Türk dış politikası tarihini de Atatürk’ün izlediği dış politika ve İsmet İnönü’nün izlediği dış politika olmak üzere ikiye ayırmıştır. Özal’a göre, Atatürk’ün dış politikası, aktif, pragmatik ve cesur bir çizgiyi yansıtırken, İsmet İnönü’nün dış politikası ise, fevkalade tutucu, sadece statükoyu devam ettiren, değişmeleri dikkate almayan bir çizgidedir. Girişimci ve riski göze alan bir politika anlayışına sahip olan Özal, Türk Dışişleri teşkilatının statükoyu muhafaza eden bir politika izlediğini, içte de, dışta da riske girmek istemeyen Dışişleri Bakanlığı'nın İnönü’nün çizgisini sürdürdüğünü savunmuştur.48 Bu konuda Cengiz Çandar şöyle demektedir:

“ Özal… Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika tarihini Atatürk dış politikası ve İnönü dış politikası olarak kesin çizgileriyle bölerdi. Kendi izlediği dış politikayı, Atatürk’ünkine benzetirdi. İsmet İnönü’nün dış politikasını ise İnönü’nün Türkiye toplumuna her alanda vurduğu katı devletçi, otokratik, mediocre (sıradan, alalade) ve statükocu damganın izdüşümü olarak görür ve sevmezdi. İşin ilginç yanı, Türk dış politikasının bugünlere uzanan temel çizgilerini Atatürkçü değil, İnönü kalıntısı olarak görürdü. Bu yüzden Türk Dışişleri Teşkilatı’nı da İnönü zihniyetinin kemikleşmiş devamı gibi

46 Cengiz Çandar’la Gerçekleştirilen Görüşme, 5 Nisan 2005, İstanbul 47 Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, s.323 48 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, 2.bs., İstanbul, Sabah Kitapları, s.117–118

59 algılardı. Özal için, İnönü zihniyetiyle yönlendirilen dış politika, pısırık, korkak, inisyatif almaktan korkan, yaratıcı olmayan, bürokratik, pasif, içe dönük ve Batı Dünyası önünde kompleksli bir dış politikaydı.” 49

Turgut Özal’ın dış politika anlayışı, “calculated risks” yani hesaplı riziko almayı, büyük düşünmeyi, hareketlilik ve cesareti temel almıştır. Cengiz Çandar bunu da şöyle ifade etmektedir:

“Gözü kapalı bir risk almak değildi. Çılgınlık, maceraperestlik değildi. Kendi deyimiyle “calculated risk” hesaplanmış risk diyordu. Yani, hesabını kitabını yaparsın, onun üzerine kabul edilebilir bir riski alırsın. O riskin çok yüksek bir getirisi olabilir, çok kazançlı çıkabilirsin. Ama öyle gözünü kapat, maceracı şekilde atla anlamında değil o. Hesaplanmış bir risk, alınabilir, kabul edilebilir bir risk”50 Özal, “ekonomik işbirliği” ile “kişisel dostluklar”a siyasi anlaşmazlıkların giderilmesinde ve siyasi ilişkilerin düzeltilmesinde büyük önem vermiş, kişisel dostlukların ülkelerarası ilişkilere de yansıyacağına inanmıştır. Bu konuda Ertuğrul Özkök , “...dış politikaya kendi üslubunu veriyordu çünkü dış politikada dostluklara çok önem veriyordu... Özal, şahsi dostluklar kuran bir insandı.”51 demektedir. Özal, Amerikalılara “Bize kredi vermeyin, bizimle ticaret yapın” derken ve de kronikleşen Türk-Yunan anlaşmazlığına çözüm getirmek amacıyla başlattığı Davos süreci sırasında ise siyasi sorunların, karşılıklı ekonomik ilişkilerin geliştirilmesiyle halledilebileceğini savunan bir yaklaşımı benimsemiştir.52 Özal’ın bu yaklaşımını Engin Güner şu sözlerle anlatmaktadır:

“ Dış politika konusunda Özal, iyi ilişkilerin ancak iyi ekonomik işbirlikler sayesinde kurulabileceğine inanırdı. Yani kağıt üzerinde istediğiniz kadar iyi niyet deklarasyonları yapın, bunların ülkelere hiçbir dostluk bağı getirmediğini ancak mesela yapılacak müşterek bir altyapı projesinin ülkeleri birbirine bağlayacağına inanırdı. Bu bakımdan da ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğine inanmaktaydı.”53 Oktay Ekşi, Nokta dergisinin Özal’la ilgili olarak yapmış olduğu araştırmada Özal’ın dış politikaya ilişkin yaklaşımını, “Özal’ın dış politikasına yön veren temel ilke, müşteri daima haklıdır ilkesidir” sözleriyle açıklamıştır54. Haluk Ülman da, Özal’ın dış politika anlayışını şöyle ifade etmiştir:

49 Cengiz Çandar, “ Dış Politikada Özal”, Nokta, Özel Ek, Yıl: 3, Sayı:18, 25 Nisan–1 Mayıs 1993, s.32 50 Cengiz Çandar’la Gerçekleştirilen Görüşme, 5 Nisan 2005, İstanbul 51 Mehmet Ali Birand, Soner Yalçın, The Özal Bir Davanın Öyküsü, s. 326 52 Kutlay Doğan, Turgut Özal Belgeseli, Ankara, Türk Haberler Ajansı, 1994, s.315 53 Birand, Yalçın, a.g.e., s.320. 54 “Aydınlar Özal’a Not Verdi” Nokta, Yıl:4, Sayı: 38, 28 Eylül 1986, s.13.

60 “...Özal’a göre dış politikada öncelik, anlaşmazlık yaratan konulardan çok, anlaşmaya elverişli konulara verilmelidir. O konuların başında da ekonomik ve ticari ilişkiler geliyor. Çünkü bu tür ilişkilerin ulusal sınırları olmadığı gibi, kar-zarar hesabının dışında, önyargıları ve ideolojisi de yoktur. Hele bunlar bir kez kurulsun ve gelişsin, kuruluşlar, işadamları ve insanlar arasında yakınlıklar ve karşılıklı anlayış belirsin, sıra ondan sonra siyasal anlaşmazlıklara gelecek ve onların çözümü de kolaylaşacaktır.”55 Turgut Özal’ın dış politika anlayışı ile ilgili gerek kendisinin yapmış olduğu açıklamalar gerekse bu konuya ilişkin olarak yapılan yorumlar birleştirildiğinde Özal’ın dış politikaya bakışında belirleyici unsurun ekonomi olduğu ve onun başbakanlığı döneminde dış politikanın bu unsur üzerine şekillendiği sonucuna ulaşılmaktadır. Dış politikayı ekonomi odağında şekillendiren, dış politikada başarının ölçüsünü ekonomik ilişkilerde gösterilen başarıyla özdeşleştiren Özal’ın başbakanlığı dönemi boyunca dış ekonomik ilişkiler öncelik kazanmış, amaç dış ekonomik ilişkileri geliştirmek olmuş ve siyasal ilişkiler bu zemin üzerinde şekillendirilmeye çalışılmıştır.

2.2.1.2.3.Turgut Özal’ın Kişiliği ve İnançları Dış politikanın oluşturulması ve uygulanmasına ilişkin karar alma sürecinde bireyin rolü oldukça önemlidir. Başta lider olmak üzere, karar alma süreci içerisinde yer alan bireyler, ülkelerin(dolayısıyla diğer ülkelerin) dış politikaları üzerinde belirli etkilerde bulunmakta, bazı değişikliklere neden olabilmektedirler. Karar alıcılara ilişkin, kişilik yapısı ve sahip olunan inançlar gibi bazı faktörlerin, karar alma sürecine ilişkin çeşitli aşama ve öğeler üzerinde belirli derecelerde etkide bulundukları söylenebilir56. Özal’ın dış politika anlayışı, geleneksel dış politika oluşturma tarzına karşı, statik ve geleneksel bürokratik kalıpları reddeden farklı bir dış politika oluşturma tarzına dayanmıştır. Hem iç hem de dış politikanın oluşturulması aşamalarında hantal ve yavaş işlediğini düşündüğü bürokratik sistemin mekanizmalarına bağlı kalmayarak çok daha hızlı çalışan bir politika sürecini tercih etmiştir. Kendisinin resmi rolü olmamasına rağmen, çoğu kez dışişleri bakanlarının ve bakanlık bürokrasisinin resmi yetki alanlarına müdahalede bulunarak ve de yetkili Dışişleri

55 Haluk Ülman, “Özal ve Dış Politika”, Hürriyet, 1 Mart 1988, s.12 56 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s.208–209

61 Bakanına ve bürokrasisine hiç danışmadan çok sayıda dış politika kararı alarak, geleneksel dış politika rol dağılımına ve yapımına ters bir tutum sergilemiştir. Dış politikanın yapılışına getirdiği farklılıklar açısından, bir kırılma noktası oluşturduğunu söyleyebileceğimiz Turgut Özal’ın kişilik özellikleri ve inançları Özal politikalarının şekillenmesinde ve uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır.

2.2.1.2.3.1.Turgut Özal’ın Siyasal Liderliğine Etki Eden Yıllar: Başbakan Olmadan Önceki Yaşamı

1927 yılında Malatya’da doğan Turgut Özal, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bitirdikten sonra 1950 yılında Ankara’da Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde çalışmaya başlamıştır.1952 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek orada elektrik enerjisiyle, mühendislik ekonomisi konularında çalışmalar yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra yine aynı idarenin Genel Direktör Teknik Müşaviri olmuştur. 1958– 1959 yıllarında ise Beşinci Menderes Hükümetince kurulan planlama komisyonunun sekreteryasını yürütmüştür.1960 yılı başında askerlik görevi için Yedek Subay Okulu’na katılan Özal, Milli Savunma Bakanlığı ARGE Teşkilatında çalışmıştır. Yedek subaylığının geri kalan bölümünü de Devlet Planlama Teşkilatında tamamlayan Özal, bu arada Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak matematik dersleri vermiştir. Turgut Özal, daha sonra yeniden döndüğü Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde müdür muavinliği yapmıştır.1966 yılında, Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nin genel müdür vekilliği görevinden ayrılarak Başbakan Özel Teknik Müşaviri olan Özal, aynı zamanda Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları yönetim kurulu üyeliğinde de bulunmuştur.1967 yılında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına getirilen Turgut Özal, bu arada Para Kredi Başkanlığı, Ekonomik Koordinasyon Kurulu, AET ve RCD Kurulu Başkanlığı yapmıştır. Turgut Özal, 1971 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki görevinden ayrılarak, Dünya Bankası’nda çalışmıştır. Bu arada sanayi ve maden projeleri konusunda müşavirlik yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra uzun süre özel teşebbüsde bankacılık, demir-çelik, otomotiv sanayi, tekstil, gıda, döğme ve döküm

62 alanlarında yöneticilik yapmıştır. Ayrıca bir işveren sendikasında yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1979 yılı Aralık ayında Başbakanlık Müsteşarlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği’ne tayin edilen Turgut Özal, 12 Eylül sonrası kurulan hükümette Ekonomik İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev almış, bu görevinden de 22 ay sonra ayrılmıştır. 12 Eylül 1980’den üç yıl sonra 20 Mayıs 1983’te arkadaşlarıyla birlikte Anavatan Partisini kurmuş, bu partinin Genel Başkanlığına seçilmiştir. Anavatan Partisi’nin 6 Kasım 1983 seçimlerinde büyük bir çoğunluk sağlaması sonucunda dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 13 Aralık 1983 tarihinde 45. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurmakla görevlendirilmiştir. Turgut Özal’ın düşüncelerinin üzerinde, Amerika’da bulunduğu yıllarda bu ülkede gördüklerinin büyük etkisi olmuştur. Özal bunu Cedid Grubunun Ankara’da düzenlediği toplantıda şöyle anlatmıştır:

“1952 senesinde, mezun olduktan bir yıl sonra Amerika’ya yolladılar. Şimdi, o günkü Türkiye’den bir insanı New York’a götürün. Nasıl şaşırdığını tahmin edemezsiniz. Tabii bize hep şunu öğrettiler: Bir Türk cihana bedeldir. Bir Türk on düşmana bedeldir. Ondan sonra gittik Amerika’ya...Dev binalar, muazzam medeniyet. Onun karşısında sorgulamaya başladık, bunu bize öğretenler doğrumu diye...1952 senesinde Amerika’da elektrik mühendisiydim. Hava hatlarını gördüm. İnanır mısınız, 1952 senesinde Türkiye’de bir tane enerji nakil hattı yoktu. Bütün şehirler izole... Bir çok şehirde de elektrik yoktu. Bugün 1950 senesinin elektriğini ya iki, ya üç günde üretiyoruz. Tabii, onları görünce müthiş bir eziklik hissediyor insan. Bizden o kadar ileride bir toplum ki, her şeyleri var. Televizyon çıkmış, bizde yok. 1952 ‘de gittiğim Amerika’da ilk defa televizyonu gördüm. Ondan sonra da üzülüyorsunuz, nasıl olacak da biz bu ileri topluma yetişeceğiz diye...”57

Özal’ın 1950’li yıllarda ABD’de gördüklerinin etkisi hayatı boyunca siyasal görüşleri ve izlediği politikalar üzerinde etkili olurken, Türkiye için kafasındaki model ülke de hep Amerika olmuştur.58 İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilik yılları, Özal’ın siyasal görüşlerinin biçimlendiği yıllarken, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Özal’ın Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısına ait verileri ayrıntılarıyla birinci elden öğrendiği dönem olmuştur. Planlama müsteşarlığından sonra Dünya Bankası’nda çalıştığı yıllar, dış dünyayı ve daha sonraki yıllarda küreselleşme olarak anılan süreci

57 Doğan, Turgut Özal Belgeseli, s.24 58 Veysel Bozkurt, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, Kim bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed., İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Yayınları, 2001, s.181

63 herkesten önce kavraması için uygun bir ortam hazırlamıştır. Dünya Bankası’nın ardından özel sektördeki çalışma dönemi, ona, Türkiye’deki özel sektörü içerden tanıma imkanı sağlamıştır.59 Özal, iktidar olduktan sonra gerçekleştirdiği uygulamalarda, çalışma yıllarında edindiği davranış tarzını sürdürmüştür. Bu nedenle de ona sık olarak, devleti özel şirket gibi yönettiği yönünde eleştiriler yapılmıştır.

2.2.1.2.3.2.Özal’ın Ataklığı ve Cesareti Turgut Özal’ın kişilik özellikleri içerisinde onun genel olarak hükümet siyasetinin, özel olarak ise, dış politika kararlarının oluşturulması aşamasında birinci derecede etkisi olan en belirgin özelliği, yapılan ya da yapılacak işlerin sonuçlarını kısa zamanda somut olarak görmek istemesidir. Uygulama sürecinde halkın hemen birşeyler görmesini ister.60 Kısa zamanda sonuç alabilmek için de çoğu zaman daha önceden belirlenmiş olan kuralların dışında hareket etmekten çekinmemiş, kendi bildiği yolu izlemeyi tercih etmiştir. Bu hususta da bakanları ve parti yönetimini devre dışı bırakabilmiştir. Özal’ın bu yönüyle ilgili olarak, bazı konuları neden tartışmaya açmadığı, parti yöneticilerinin, bakanların, danışmanların görüşünü neden almadığını, dönemin ANAP yetkililerinden birisi:

“Neden olacak, aculluğundan... Bizlere sorarsa iş uzayacak... Oysa Başbakan’ımız akşam karar verdiği şeyi sabah uygulamaya koymak ister...”61 diyerek yanıtlamıştır. Özal’ın ataklığı, onun kararların alım aşamasında, inandığı yolda cesaretle yürüyen bir lider olarak algılanmasını da beraberinde getirmiştir. Örneğin, iki dönem ANAP milletvekilliği ve Grup Başkan Vekilliği yapmış olan Haydar Özalp: “...çok cesur bir adam, çok cesur ve inandığı bir meselenin peşinden cesaretle yürür...Ama hatalı ama yanlış, inandığı yolda cesaretle yürüyor”62 diyerek, Özal’ın cesaretine vurgu yapmıştır. Ancak Özal’ın ataklığı onun siyaset ediş tarzının eleştirilmesine de yol açmıştır. Dönemin ANAP milletvekili Abdullah Resuloğlu, Özal’ın politikalarından haberdar olmadıklarını, insanın bir adım atarken elli defa düşünmesi gerektiğini ancak, Özal’ın bir adım atayım bakalım, tutarsa inşallah iyi olur diyerek

59 Bozkurt, a.g.e.., s.180-182 60 Hasan Cemal, Özal Hikayesi, 9.bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2000, s.116 61 Yavuz Donat, “Top Çankaya’da”, Tercüman, 1 Mayıs 1987, s.3 62 “Emin Çölaşan’ın Haydar Özalp ile Söyleşisi”, Hürriyet, 13 Mart 1988, s.13

64 hareket ettiğini belirterek63 Özal’ın bu tavrını eleştirmiştir. Özal’ın bu tavrı disiplinsizlik olarak da yorumlanmıştır64. Hızlı, acele karar biçimi, alelacele edilmiş laflar Özal’ın dış politika karakterinin önemli bir unsurunu oluşturmuştur.

2.2.1.2.3.3.Özal’ın Muhafazakarlığı Özal’la ilgili en çok tartışılan konulardan birisi Özal’ın muhafazakar mı yoksa liberal bir bakış açısına mı sahip olduğudur. 19 Aralık 1983 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu hükümet programında:

“ Muhafazakarlık anlayışımız, milli, manevi ve ahlaki değerlerimize, kültürümüze, tarihimize, örf, adet ve geleneklerimize bağlılığımızın bir ifadesidir. İyi olanın, güzel olanın, kıymetli olanın muhafazasıdır. Asla tutucu, mutaasıp ve yeniliklere kapalı değiliz. Aksine, ilerlemeye açık, medeni, müreffeh, büyük ve kudretli bir Türkiye, en büyük emelimizdir...”65 diyen, yine kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Birçok aydınımız, sizi ve ANAP’ı tahlil ederken, ikili bir karakterden, İslami kültür ile Batı’nın ekonomi sistemi ve teknolojisinin “özgün” bir sentezinden söz ediyor. Siz ne diyorsunuz bu ikili karakter hakkında?” şeklindeki soruya verdiği cevapta, “şöyle söyleyeyim, ben muhafazakar bir insanım...”66 diyerek muhafazakarlık yönünü belirten Özal’ın muhafazakarlığı ile ilgili bir çok yorum yapılmıştır. Yankı dergisinin kendisiyle yaptığı görüşmede, Özal’ın lideri olduğu Anavatan Partisi’nin temsil ettiği toplum kesiminden hareket eden Nur Vergin, Anavatan Partisi’nin, savaş görmemiş ama kendi hayatında sosyal mobilitesini sağlamak için savaş vermiş, başarıya ulaşmak için mücadele etmiş olan ve bu başarıya özlem duyan yeni Anadolu nesillerini, yani bir anlamda gelişen ve kentlileşen Türkiye’yi temsil ettiğini belirtmiştir. Bu akımın izleyicilerinin gelişmek ve çağdaşlaşmak isterken, diğer yandan toplumun kültüründen, toplum dokusuna işlenmiş değerlerden tümüyle ödün vermek istemediklerini, bunların çağdaşlaşmaya evet, kimlik değiştirmeye hayır diyen nesiller olduğunu vurgulamıştır. Vergin, Anavatan Partisi’nin, bunlara hem gelişmeyi hem de gelişme için zorunlu olan belirli bir zihniyet değişimini gelenek, örf ve adetleri fazla hırpalamadan sağlayacağı izlenimini verdiğini, Türk toplumunda mevcut olan kalkınma özlemini hatta hırsını temsil ettiğini belirtmiştir. Türk sosyal tarihinin batıcı-yenilikçi / geleneksel-gerici

63 “Emin Çölaşan’ın Abdullah Nejat Resuloğlu ile Pazar Sohbeti”, Hürriyet, 6 Ekim 1985, s.1,5 64 Birand, Yalçın, The Özal Bir Davanın Öyküsü, s.116 65 Resmi Gazete, Sayı:18262, 25 Aralık 1983, s.7 66 “Turgut Özal ile Söyleşi”, Nokta, Yıl: 4, Sayı: 38, 28 Eylül 1986, s.21

65 ikileminin yerine Anavatan Partisi, muhafazakar modernliği önermiştir. Vergin’e göre Özal, bu temsile uygun bir imajı yalnızca yansıtmakla kalmaz.

“...bu imajı bizzat oluşturan unsurlardan biridir. Anadolulu bir ailenin çocuğu, İstanbul’da teknik alanda eğitim görmüş, çağdaş rasyonelliğin gerekleriyle donatılmış ve değişime uğramış, periferinin bir insanı, devlet kademesinde yüksek mevkilerde bulunmuş, Batı’ya defalarca gidip gelmiş, yabancılarla müzakerelerde bulunmuş, onları çoğu zaman ikna etmeyi bilmiş ama periferinin değerlerini de muhafaza etmiş. “Asri” hayat tarzını benimsemiş ancak periferinin insanı gibi dini vecibelerini de yerine getirmeye devam etmiş... Heyecana kapılmaması, sinirlenmeden, sükunet ve vekar izlenimi vererek konuşması da temsil ettiği imaja uygundur”67. Vergin’in bu yorumundan yola çıkarak, Özal’ın muhafazakar modernliği temsil ettiğini söyleyebiliriz. Özal’ın muhafazakarlığı ile ilgili olarak, 17.04.2003 tarihinde 32.Gün programının “Özallı Yıllar” adlı özel bölümünde Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand’ın kendisine yönelttiği, “Kimdi Turgut Özal, liberal miydi, muhafazakar mıydı?” şeklindeki soruyu şöyle cevaplandırmıştır:

“Müthiş bir sentezdi. Türkiye’de ne varsa Anadolu’nun senteziydi. Türkiye ile batının senteziydi. Bir ayağı Malatya’da, bir ayağı Amerika’da müthiş bir modernleşmeyi temsil ediyordu… Bir yandan Türk tarihinin bilincinde, bir yandan da yeni dünyada geçmişi iftihar ederek milliyetçi olunamayacağını gösteriyor. Bir yandan muhafazakar, değerler açısından, ama özgürlükler, sivillik, statükoya karşı olmak açısından da liberal, devrimci hatta ve müthiş bir sentezci. O yüzden, Türkiye’de herkesin kafasını karıştırdı. Ben solcuyum diyenler, iyice kendilerinin sağcı olduğunu anladı. Ben sağcıyım diyenler, bazen kendilerini, bazen faşist, bazen gerici olduğunu anladı. Dünyayı önceden gören bir lider olduğu için, Sovyet rejiminin çöktüğünü, Çin’in serbest pazara geçeceğini daha önceden hissetmişti. Türkiye’yi onlardan önce devletçilikten kurtarmak için atılımlar yaptı... Müthiş bir devrimciydi. İkincisi teknolojiye açıktı.” 68

Özal’la ilgili bu soruya Ali Coşkun’un verdiği cevap ise şöyledir:

“… Muhafazakar mıydı, liberal miydi? Şahsi yaşantısında, inançlarında milliyetçi muhafazakardı. Nitekim Anavatan partisi kurulurken de, parti ilkelerini bununla tarif etti. Ancak… teknolojiye açık, gelişmeye açıktı... Mutlak suretle demokrasiye hukukun üstünlüğüne inanan biriydi”69.

2.2.1.2.3.4.Özal’ın Liberal Yönü Başbakanlığı döneminde yaptığı konuşma ve verdiği beyanatlarda Türkiye’nin, düşünce ve ifade özgürlüğü, dini inanç özgürlüğü ve ekonomik girişim özgürlüğü olmak üzere üç önemli özgürlüğü uygulamaya koyması gerektiğine vurgu yapan Özal’a göre, Türkiye’nin 1970’lerdeki içe kapalı bir ülke konumundan,

67 “Nur Vergin’le Görüşme”,Yankı, Sayı: 679, 2–8 Nisan 1984, s.7 68 32.Gün, CNN Türk, 17 Nisan 2003. 69 32.Gün, CNN Türk, 17 Nisan 2003.

66 1980’lerdeki dışa açık bir ülke konumuna dönüşümü uygulanan liberal politikalar sayesinde mümkün olmuştur.70 Dünyaya açılmanın, dünya ile rekabet edebilmenin, büyük güç ve lider ülke olabilmenin temel koşulu olarak düşünce özgürlüğünü gören Özal’a göre, Amerika’yı ileri götüren düşünce özgürlüğüdür. Serbest rekabet sisteminin sağlıklı şekilde gerçekleşmesidir. Özal: “...Yaklaşık 150 yıldır, Niye batıdan gerideyiz? tartışması yapılıyor. Serbest düşünce ve serbest rekabetin önündeki engeller kalkmadığı için”71 demektedir.

Özal’ın liberalliği ile ilgili olarak Zeynel Abidin Erdem düşüncelerini: “… Turgut Bey demokrasiye çok inanırdı, insan hak ve özgürlüklerine çok inanırdı, fikir ve düşünce özgürlüğünün mutlak olduğuna inanırdı…”72 sözleriyle belirtmektedir.

Özal’a göre, ANAP’la birlikte Türk siyasi hayatına yepyeni bir soluk gelmiştir. ANAP, düşünce ve düşünceyi ifade, din ve vicdan ile teşebbüs özgürlüklerini benimseyip savunan herkese kapısını açmıştır. Siyasi ve ekonomik sistemin temeli, özgürlüklere, herşeyin serbestçe ifadesine ve pazar ekonomisine dayanmaktadır73. Ancak, Özal’ın verdiği beyanatlarda üzerinde önemle durduğu liberal düşüncelerin siyasi alanda ekonomik alandaki kadar hayata geçtiğini söyleyebilmek güçtür. Teoride ve söylem bazında ( hem parti programında hem de verilen beyanatlarda) önemle vurgulanan Özal’ın liberalliği daha çok ekonomik alanda uygulama bulmuştur. Özal’ın Başbakanlığı döneminde liberalizm anlayışı ekonomik alanla sınırlı kalmıştır. Başbakanlığında dönemin siyasi ve iktisadi felsefesinin liberalizm olarak belirlendiği Özal döneminin bazı uygulamalarına bakıldığında, pratikte onun liberal düşünceleri ile çelişen birtakım uygulamalarda bulunduğu görülmektedir. Özal, siyasal söylemlerinde sürekli olarak devletin insanlar için bir araç olduğunu vurgulamış, esas olarak devletin görevinin, bireylerin önündeki engelleri kaldırmak olduğunu söylemiştir. Ancak, söylemlerine paradoksal olarak, devletin etkisini

70 Turgut Özal, Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları, 13.12.1988– 31.10.1989, Ankara, Başbakanlık Basımevi,1989, s.93–94. 71 “Uğur Dündar’ın Özal’la Ropörtajı”, Hürriyet, 23 Mart 1989, s.22 72 Turgut Özal’ı Anma Programı, Kanal 6, 16 Nisan 2005 73 Engin Güner, Özallı Yıllarım, 2. bs., İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2003, s.24

67 arttıran bazı düzenlemelere gitmiştir. Örneğin, 1985 yılında Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda yapılan değişiklikle polisin yetkisi arttırılarak, birey karşısında devlet daha güçlü bir konuma getirilmiştir. Basın ve düşünce özgürlüğü konusunda da Mart 1986’da çıkartılan “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu” ile yazarlar yargılanmışlar, kitaplar toplatılmıştır. Özal’ın iki dönem başbakanlığı süresince 2792 gazeteci, yazar ve çevirmen yargılanmış, bu kişilere 2000 yıla yakın hapis ve milyarlarca lira para cezası verilmiş, 458 yayın için toplatma kararı verilirken, 39 ton yayın ise imha edilmiştir. 1983 sonundan yerel seçimlerin yapıldığı 1989 yılına kadar geçen süre içinde basın özgürlüğünü kısıtlayan yasal çerçevede hiçbir iyileştirme yapılmamıştır. 12 Eylül askeri yönetimi tarafından 1982 Anayasası’na koyulan siyasal yasakların kaldırılmasını referanduma götüren Özal, 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandumda yasakların kalkmasına karşı “hayır” kampanyası açarak, askeri yönetimin koyduğu siyasal yasaklara sahip çıkmıştır 74. Özal’ın siyasi alanda liberal olmadığı ile ilgili olarak Emre Kongar’ın: “…Kamuoyunda Özal’ın özellikle ekonomideki çalışmalarından dolayı liberal bir lider olduğu kanısı yaygındır. Oysa hukuk alanına baktığımızda…son derece baskıcı bir kişilik sahibi olduğunu, yasaları baskıcı bir şekilde uyguladığını ve yeni yasalar çıkardığını görüyoruz. Bunların en belirgin örneği “Küçükleri Muzır Yayınlardan Koruma Yasası”adı altında çıkan yasadır. Bu yasa basının üzerinde bir Demokles’in kılıcı olmuş, mecmualar, gazeteler hatta kitaplar poşetlere girmiş ve çok ağır cezalarla basın, önemli ölçüde denetim altına alınmak istenmiştir…”75 sözleri önemlidir.

Özal’ın dış politika anlayışında da onun liberal bakış açısının etkileri görülür. Ancak bu liberal bakış açısı dış politikada da ekonomi ağırlıklı olmuştur. Ekonomi öncelikli bir dış politikayı esas alan Özal’ın, hükümetleri döneminde, Türkiye’yi Batılı ekonomik ve siyasal sistemlere entegre etmek hedefleri doğrultusunda bir dış politika çizgisi takip etmeye çalışırken, söylem ve uygulamalarında önceliği ekonomi boyutunda liberalliğe verdiği görülmüştür.

2.2.1.2.3.5.Özal’da Batıcılık Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, Türk dış politikasını belirleyenler, toplumlarını ve dış dünyayla ilişkilerini yeniden örgütlemeyi umdukları bir batılılaşma politikası izlemişlerdir.76 Bu bağlamda Türkiye’nin dış politikası uzun

74 Cemal, Özal Hikayesi, s.338–347. 75 Birand, Yalçın, The Özal Bir Davanın Öyküsü, s.331. 76 Haluk Ülman, Oral Sander, “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923–1968) II”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:27, Sayı:1, Mart 1972, s.1–24

68 süre Batı ile tam bir ittifak içerisinde yürütülmüştür. En başından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin önderlerinin benimsemiş oldukları modernleşme, batılılaşma olarak tanımlanırken, bu projelerin ABD ve Avrupa ile işbirliği olmaksızın gerçekleştirilemeyeceği düşünülmüştür. Bu çerçevede Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan uluslararası kurumlara katılmaya çalışmıştır. Türkiye’nin politika belirleyicileri tarafından Batı İttifakının siyasi paktını destekleyen ve güçlendiren iktisadi ekseni olarak görülen Avrupa Topluluğu ile yakın ilişkiler içinde olma arayışı ve amacı, izlenen bu dış politika yaklaşımının mantıksal bir uzantısını oluşturmuştur 77. Türkiye’nin politika belirleyicileri tarafından Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın sac ayaklarını oluşturduğu düşünülen, üniter bir blok olarak algılanan Batı, 1980’lere gelindiğinde ABD ile Avrupa arasındaki ilişkilerin, sorunsuz bir işbirliği sergileyen görünümünden uzaklaşmasıyla birlikte artık tek ve bölünmez bir bütün olarak algılanmamaya başlamıştır78. Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali ve İran’da yaşanan rejim değişikliği ile birlikte, Türkiye’nin kuzey kuşakta yer alan tek Batı müttefiki ülke olduğu algılaması çerçevesinde ABD ile ilişkilerde giderek bir yakınlaşma yaşanırken, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında ortaya çıkan demokrasi sorunu Avrupa ile ilişkilerde ciddi bir kopma yaratmıştır79. Milli Güvenlik Konseyi’nin 15 Ekim 1981’de tüm siyasi partileri kapatma kararı, beraberinde Avrupa Topluluğu ile ilişkilerin sertleşmesini getirmiştir80. Demokrasiye, Avrupa’ya girmenin olmazsa olmaz koşulu olarak bakan, Avrupa Topluluğu ile demokrasiyi bir iç sorun olarak gören Türkiye arasındaki ilişkiler giderek gerginleşirken, 1983 sonunda seçimle iktidara gelen Özal, AT ile ilişkileri normalleştirmeye çalışmıştır. Özal, AT’ye karşı hükümet programında belirtmiş olduğu “Avrupa Ekonomik Topluluğu ile münasebetlerimizde esas

77 Atilla Eralp, “Değişen Savaş-Sonrası Uluslararası Sistemde Türkiye ve Avrupa Topluluğu”, Türkiye ve Avrupa İlişkileri, Avrupa Topluluğuna Tam Üyelik ve Küreselleşen İlişkiler, Ed. Canan Balkır, Allan M. Williams, Çev. Bülent Tanatar, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1996, s.37 78 A.g.m., s.37-38. 79 A.g.m., s.46–47 80 Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin Ortak Pazar Macerası 1959–1985, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1985, s.423

69 hedefimiz tam üyelik olmakla beraber, bütün safhalarda menfaatlerin dengelenmesini esas alan bir anlayış içinde olacağız”81 görüşü doğrultusunda bir politika izlemiştir. Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir köprü olmasını hedefleyen Özal’ın Türkiye’si, hem ekonomik bakımdan kalkınmış ve gelişmiş bir batılı ülke hem de İslami bir topluma sahip, fakat laik bir devlet anlayışının geçerli olduğu bir ülke olacaktır. Özal için Türkiye, sadece coğrafi olarak değil aynı zamanda ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal açıdan Doğu ve Batı dünyalarının merkezinde bulunuyordu 82. Kendisine, dış politika yönelimlerinde Batı Avrupa’nın yeri ile ilgili olarak yöneltilen bir soruya verdiği cevapta Özal:

“...bir batı alemi var. Batı alemi dediğimiz zaman, biz batı sistemi ile Atatürk’ün başlattığı batılılaşma hareketlerini, bu tarafa, batı ile bir nevi iyice irtibatlandırmak istiyoruz. Batı’nın bir çok müesseselerinde Türkiye iyidir. İşte sırası ile söyleyeyim: Batının kurduğu müesseselerden OECD teşkilatı, Avrupa, Amerika, Japonya, Kanada yani bunların da içerisinde üye bulunduğu bir teşkilata burada üyeyiz. Batı’nın kurduğu gene NATO’da üyeyiz. Batı’nın kurduğu IMF’de üyeyiz. Gene Batı’nın kurduğu Dünya Bankasında üyeyiz. Bunlara ta başından beri üyeyiz. Gene bunun yanında Müşterek Pazara ortak üyeyiz ve üye olmak istiyoruz”83 demiştir.

19 Şubat 1986’da İngiltere’ye yaptığı resmi ziyaretinin ikinci gününde Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, 2000 yılına dönük bir bakış açısı içinde Türkiye’nin hem NATO, hem de Ortak Pazar’ın tam üyesi olarak batıyı gerçek anlamda Orta Doğu’ya bağlayacak bir halka olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Özal, “Türkiye aynı zamanda Avrupa’nın ekonomik ve siyasal bütünleşmesi içinde de yer almalıdır” demiştir. “ Türkiye’nin yeri, onu, Avrupa ve Ortadoğu arasında doğal bir transit yolu halinde tutmaktadır. Yörede oynayacağımız ekonomik işbirliği ve siyasal istikrar kazandırıcı rolümüz çerçevesinde Türkiye Orta Doğu pazarlarını hedef alan yatırımlar için uygun bir yer olarak hizmet görebilir” diyen Özal, Batının enerji ihtiyacı açısından büyük önem taşıyan bu bölgeye, Türkiye yoluyla uzanabileceğini de unutmaması gerektiğini belirtmiş, Türkiye’nin Ortak

81 Resmi Gazete, Sayı: 18262, 25 Aralık 1983, s.46 82 Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, s.132 83 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:2, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Şubat 1984, s.42

70 Pazar üyesi olarak Batı’ya bir yük getirmeyeceğini, tam tersine dev yerel olanaklar sağlayacağını işaret etmiştir84. Avrupa medeniyeti ile Anadolu’daki Türkler arasında ortak bir zemin ve sıkı bir bağlantı olduğuna inanan ve Türkiye’nin Batı medeniyetinin bir parçası olduğunu savunan85 Özal’ın Avrupa’yla bütünleşme arzusunun en önemli adımı ve göstergesi, Özal Hükümeti’nin 14 Nisan 1987’de AT’ye tam üyelik başvurusu yapmasıdır.14 Nisan başvurusuyla Türkiye’nin AT’ye tam üye olma hedefi için ilk resmi adım atılmıştır. Bu başvuru ile Türkiye’nin AT’ye tam üyeliğinin gerçekleşebilmesi yolunda Batılı değerlere uygun köklü reformlar yapılması konusunda ciddi bir taahhüt altına girilmiştir. Özal, demokrasinin, liberal ekonominin devamı için AT ile ilişkilerin süreklilik kazanmasını bu bağlamda da AT’ye tam üyelik başvurusunu önemli bir araç olarak görmüştür. Türkiye’nin Batı’nın geliştirdiği ekonomik ve teknolojik avantajlardan yararlanmasının gerekli olduğuna, ülkenin ekonomik, siyasi ve askeri kalkınmasının kaynağının Batı dünyasında bulunduğuna inanan Özal Hükümetleri döneminde, Türkiye’nin batılı ekonomik ve siyasal sistemlerle bütünleşmesi yolunda önemli adımlar atılmıştır86. Özal’ın Batı anlayışının bir boyutunu Avrupa oluştururken diğer boyutunu da ABD oluşturmuştur. Bu bağlamda Özal, ABD ile ilişkileri askeri-stratejik konular yanında ekonomik ve ticari konuları da kapsayacak bir noktaya getirmeye çalışmıştır. Cengiz Çandar Özal’ın ABD’ye bakışını:

“...Turgut Bey, Amerika’nın dünyadaki büyük gücünün esas olarak ekonomik gücünden geldiğini, sisteminden geldiğini görmüştü… Amerikan ölçülerinin bir ülkenin güçlenmesinde etkili olabileceğini tasarlamıştı… Amerikan idari yapısı, özgürlükler alanı, önce ekonomiden başlayarak hukuk alanına kadar özgürlükleri öne çıkaran yapısı onun ilgisini çekmişti... Amerika’yı çok önemsiyordu ve Amerika’yla yakın dostane ilişkiler temelinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarını optimize edeceği kanısındaydı”87 sözleriyle ifade etmektedir.

84 Dış Basın ve Türkiye, 21 Şubat 1986, s. 1–3(32). 85 Turgut Özal, Turkey in Europe, Europe in Turkey, Nicosia, K.Rustem & Brother, 1991 86 Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, s. 123. 87 Cengiz Çandar’la Gerçekleştirilen Görüşme, 5 Nisan 2005, İstanbul

71 2.2.1.2.3.6. Devlet ve Yönetim Anlayışı - Bürokrasi Karşıtlığı Özal’ın devlete bakış açısı ve yönetim ile ilgili düşünceleri onun dış politika kararları alınırken (birçok kişi tarafından eleştirilen), izlediği davranış biçimine açıklık kazandırması açısından önem taşır.

“… Devlet, başta vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünün korunması olmak üzere, adaletin temini, yurdun savunması, emniyet ve asayişin sağlanması, sosyal ve iktisadi faaliyet ve hizmetlerin en verimli bir şekilde yapılabilmesi maksadıyla gene millet tarafından kurulu müesseselerden meydana gelir. Devlet millet için vardır. Devletin millet ile bütünleşmesi esastır. Devlet, hiçbir zaman vatandaşın karşısında veya vatandaşın rakibi değildir. Devlet vatandaşın yardımcısıdır. Sosyal adalet, sosyal güvenlik ve sosyal yardımın düzenlenmesi ve sağlanması; sosyal hizmet ve faaliyetlerin tanzim, teşvik ve yönlendirilmesi ve gereğinde doğrudan yapılması devletin başlıca görevleri arasındadır. İktisadi faaliyetlerde devlet genel olarak bütün millete hitap edecek altyapı mahiyetindeki hizmetlere yönelmelidir. Asıl olan devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin zengin olmasıdır. Devlet müesseselerinin kuruluşunda ve işleyişinde temel prensip işlemlerin müessir, süratli ve verimli bir şekilde yürütülmesidir. Bunun için sistemin açık, basit ve kolayca anlaşılır olması şarttır. Devlet kuruluşlarının hakiki ve hükmi şahıslarla münasebetlerinde itimat esas, şüphe istisna olmalıdır…”88 diyen Turgut Özal, kafasındaki “devlet”i, Uğur Dündar’ın kendisiyle yaptığı röportajda şöyle tarif etmektedir:

“Devlete öteden beri baba demişiz. Aslında devlet baba değildir. Devlet baba olursa, sizlerde küçük çocuk durumunda olursunuz. Oysa böyle düşünülmemeli. Devlet, milletin kurduğu müesseselerden meydana gelir. Devletin sahibi millettir. “Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir.”sözünün gerisinde bu anlayış var. Devletin görevleri, genel asayişi, insanın can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Gerçek anlamda adaleti sağlamak,dış saldırılara karşı ülkeyi korumak ve toplumun birarada yapamayacağı, ancak gerçekleşmesi gereken işleri başarmak da devletin görevleri arasındadır. Ben, bugün bunların özelleştirilmesiyle daha verimli sonuçların alınabileceği kanısındayım”89 sözleri ile kafasındaki “devlet”i tarif eden Özal’ın düşünceleri bağlamında denilebilir ki, Özal, vatandaşına hizmet götürmeyi temel amaç edinen bir devlet modelini savunmuştur. Özal, Batı’da Reagan ve Thatcher’ın öne çıktığı, yeni sağın, devleti küçültücü, serbest piyasacı ve özelleştirmeci politikalarla destek çıktığı bir dönemde iktidar olmuştur. Özal’ın politika ve uygulamaları dolayısıyla da, yönetim anlayışı, içinde bulunulan dönemin eğilimlerinden etkilenmiştir. Değişimci ve dönüştürücü bir kişilik özelliğine sahip olan Özal, herşeyden önce yönetimi ekonomik ağırlıklı bir bakışla ele almış, özelleştirme dahil olmak üzere devleti küçülterek, yönetimde verimliliği arttırıcı önlemler üzerinde yoğunlaşmıştır. Kamuda, statü ve hiyerarşi yerine liyakata yönelmiştir. Siyasi mülahazalara atanan personel yerine bilgi ve uzmanlığa dayalı ve sözleşmeyle çalışan kariyer uzmanlık sistemini yaygınlaştırmak

88 Resmi Gazete, Sayı: 18262, 25 Aralık 1983, s.12. 89 “Uğur Dündar’ın Özal’la Ropörtajı”, Hürriyet, 23 Mart 1989, s.22.

72 istemiştir. Bu sistemin özellikle merkezi kurumlarda yerleşmesine öncelik vermiştir. Statü elit yerine işlevsel bir elit oluşturmaya yönelmiştir. Denilebilir ki Özal, işe ve hizmete yönelik bir bürokrasi oluşturmaya çalışmıştır. Özal’ın yönetimle ilgili en önemli hedefi, bürokratik kültürü değiştirmek, hizmete ve işe yönelik bir kültür yaratmak olmuştur90. Özal’ın yönetim anlayışı ile ilgili olarak, Engin Güner şöyle demektedir:

“ Her bir basamağı aşarak gelmişti. Kendisi vizyonu şöyle tarif ederdi. “kabiliyet bilgi olacak tabi ama bunu görgü ile ve dış dünya temasları ile zenginleştirdiğiniz anda vizyon olur” dedi. Kafasında her şeyi yeni baştan düzeltmek gerektiğine inanmaktaydı. Devletin yeniden yapılandırılması geriye kalan yapması gereken işti. Kısa öz bir anayasa istiyordu, devletçiliği sıfırlamak istiyordu, özelleştirmeyi bitirmek istiyordu yani devletin asli görevlerine dönmesini istiyordu”91. İhsan Dağı ise, Özal’ın, devleti resmiyetin dışında, topluma açmak ve birleştirmek ve yakınlaştırmak diye bir sorunu bulunduğunu, devletin kurumlarını ve statüleri çok ciddiye almadığını, bunun Özal’ın radikal, marjinal kişiliğinden kaynaklandığını belirtmektedir92. “Protokol adamı değilim... Hizmet adamıyım... Problem çözücü bir üslubum var”93 diyen Özal’a göre, bürokrasi, işleri yavaşlatır, tutucudur ve yaratıcılıktan uzaktır. Özal politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında bürokrasiye güvenmemiş, bürokrasiyi, çözülmesi en zor problemlerden birisi olarak görmüştür94. Özal’a göre, bürokrasi ve kırtasiyeciliği azaltmak büyük bir problemdir. Hızlı kalkınmanın en önemli unsurları, kırtasiyeciliğin azaltılması ve etkili bir şekilde işleyen bürokrasinin sağlanmasıdır95. Yavuz Donat’ın kendisiyle yaptığı bir görüşmede Özal bürokrasiye ilişkin olarak: “Oturttuğumuz sistemler fena değil... Yeni çalışıyor. Biz daima daha iyisinin olmasını isteriz. Tabii, iyinin daima iyisi daha iyisi vardır. O ayrı konudur. İşlerin basit görünmesini, mümkün olduğu kadar formalitelerden uzak görünmesini isteriz. Ama Türkiye’nin şartları bazen bunları tam istediğimiz gibi yapmaya müsait olmuyor. Çünkü bürokrasiyi meydana getiren faktör esas itibariyle denetleme korkusu. Bu, tabiatiyle büyük ölçüde bürokrasi meydana getiriyor. Mecbur kalıyor, bir nevi kendisini zırhın içine koymaya...”96 demektedir.

90 Aytekin Yılmaz, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, Kim Bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed. İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Kitapları, 2001,s.96–100 91 32.Gün, CNN Türk, 17 Nisan 2003. 92 A.g.y. 93 Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, s.92. 94 Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 12.12.1983–12.12.1984, a.g.e., s.250. 95 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:3, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1984, s.64 96 “Yavuz Donat’ın Özal’la Söyleşisi”, Tercüman, 13 Mart 1986, s. 9.

73 Özal’ın bürokrasi karşıtı bu görüşlerinin arkasında onun uzun yıllar özel sektörde çalışmış olmasının da büyük etkisi vardır.

2.2.1.2.3.7. Birleştirici Bir İdeoloji İktidara gelişi öncesinde, karşıtların uzlaşamaması nedeniyle ağır ekonomik ve siyasi sorunlar yaşamış olan Türkiye ortamını iyi bilen bir kişi olarak Turgut Özal, siyasi hayatının başlarında, tüm siyasi akımların Türkiye’nin çıkarlarını savunduğu ve bu akımların, Türkiye’nin acil sorunlarını çözme ortak paydasında biraraya gelebilecekleri birleştirici bir formül üzerinde durmuştur. Turgut Özal’ın iktidarında Türkçülüğün hemen her kolu, muhafazakarlığın her türü, liberalizm ve hatta sol aynı amaçlar doğrultusunda çalışabilmiş, bu durum Özal’ın dış politika hedeflerine ve uygulamalarına da yansımıştır. Avrupa ve ABD politikaları yoluyla Batı hedefinden sapmayan Özal yönetimi, kendisini destekleyen kitlelerin ilgisi doğrultusunda komşu ülkeler ve dış Türkler ile de yakın bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır. Özal için komünist Sovyetler Birliği, kapitalist ABD veya geleneksel ekonomiye sahip Irak’la ilişki kurmanın ideolojik hiçbir engeli yoktur. Esas olarak, dış politikayı ekonomi merkezli değerlendiren Özal’ın daimi düşmansız ideolojisi, Türk dış politikasında esnekliği ve pragmatizmi arttırmış, bu da beraberinde dış politikada ideolojinin etkisinin azalmasını ve dış ilişkilerin daha pragmatik bir nitelik kazanmasını getirmiştir97.

2.2.2.Dışişleri Bakanlığının Yasal Yetki Alanının Sınırlandırılması Turgut Özal’ın 1987’de ikinci kez başbakan olması ile kurulan II. Turgut Özal Hükümetinde, Mesut Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı olması ile birlikte, daha önce Turgut Özal’ın dış politikayı uygulayış tarzına yönelik eleştirileri ele alırken değinmiş olduğumuz üzere, Türk Dış Politikası’nın oluşumu ve uygulaması açısından yeni bir dönem başlamıştır. II. Turgut Özal Hükümeti döneminde Turgut Özal’ın dış politika konularına ve dış politikanın uygulanışına ilk başbakanlık dönemine kıyasla giderek artan bir ilgi göstermeye başladığı görülmüştür.

97 Sedat Laçiner, “ Özal Dönemi Türk Dış Politikası”, 1980–2003 Türkiye’nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Ed. Turgut Göksu, vd., Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003, s.27

74 Bu noktada Özal’ın dış politikaya artan ilgisiyle birlikte dış politika karar alma sürecinde bakanlık hiyerarşisinin arka plana itildiği şeklinde iddialar gündeme gelmiştir98. Esas olarak Özal’ın başbakanlığının ikinci dönemine rastlayan 1980’li yılların ikinci yarısı, uluslararası sistemdeki değişme paralelinde, ulus devletler arasındaki ilişkilerde diplomasinin önemi ve işlevselliğinin giderek azaldığı, uluslararası ilişkilerin devlet-devlet ilişkisi olmaktan çıkarak, devlet-ulusaşırı şirket ya da devlet- uluslararası örgüt ilişkileri ile çeşitlenmesi sonucunda, dış ilişkiler alanında geleneksel diplomatik örgütlenmenin tekelini giderek yitirdiği, dışişleri bakanlığı kurumunun işlevselliğinin sorgulandığı ve de devletlerarası ilişkilerde ilgili bürokrasilerin dışişleri bakanlığı süzgecinden geçmeden doğrudan birbirleri ile ilişki kurabildikleri bir dönemdir. Burcu Bostanoğlu, uluslararası politik sistemde özellikle 1945 sonrası belirginleşen değişimin dış politika yapımında temel örgütsel birim olan dışişleri bakanlıkları üzerinde bir örgütsel sınırlama aracı olduğunu, uluslararası politik sistemdeki değişimin dışişleri bakanlığı üzerindeki sınırlayıcı etkilerinin, bakanlığın dış politika kararlarının alınması ve uygulanmasındaki kontrol ve koordine etme kapasitesinin azalması sonucunu getirdiğini belirtmektedir. Uluslararası sistemde ulus-devlet dışında rol oynamaya başlayan yeni aktörlerin (hükümetler-arası örgütler, hükümetler-dışı örgütler) bürokratik engelleri aşmak ve işlemleri hızlandırmak amacıyla, uğraş alanları içerisine giren konularda, devlet örgütü içerisinde yer alan ilgili bakanlık/kurumla doğrudan temas kurmayı tercih ettiklerini ve dışişleri bakanlığı süzgecini atlayabildiklerini vurgulamaktadır99.

2.2.2.1. Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bürokrasisinin Rolü 2.2.2.1.1. Hukuki Düzenleme Türk Dışişleri Bakanlığı’nın geçmişine bakıldığında, bugünkü anlamıyla dışişleri hizmetinin 19.yüzyılın ikinci yarısına doğru ortaya çıktığı görülmektedir. 19.yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun dışişleri, Reis-ül Küttap’ın yönetiminde

98 “Dışişleri Devre Dışı”, Milliyet, 3 Ağustos 1987, s.8. 99 Burcu Bostanoğlu, “Dışişleri Bakanlığının Uluslararası Politik Sistemdeki Değişime Uyum Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:23, Sayı:1, Mart 1990, s.39–42.

75 idare edilirken, Reis-ül Küttaplık sisteminin günün diplomatik ihtiyaçlarına ve koşullarına uygun olarak yapılandırılması çerçevesinde 1835 yılında harici işlerin çok artmış ve de önem kazanmış olması sebebiyle, Reis-ül Küttaplık makamı nezaret seviyesine yükseltilmiştir. Cumhuriyet dönemi dış politikamızın temelleri Milli Mücadele yıllarında atılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının hemen ardından oluşturulan ilk hükümetle birlikte Hariciye Vekaleti de 2 Mayıs 1920’de resmen kurulmuştur. Cumhuriyetin kurulmasının ardından Hariciye Vekaleti, hem iç hem de dış teşkilatını geliştirmeye başlamıştır.1927 yılında Hariciye Vekaleti teşkilatına dair ilk kapsamlı hukuki düzenleme yapılmış ve 1154 sayılı kanunla Dışişleri Bakanlık yapısının günümüzdeki temelleri atılmıştır100. II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan uluslararası ortam, Türk dış politikasını ve Dışişleri Bakanlığının yapı ve faaliyetlerini de önemli ölçüde şekillendirmiştir. 1945 sonrasında artan dış iktisadi ilişkiler ve uluslararası ekonomik kuruluşların yaygınlaşması çerçevesinde bu alandaki çıkarların gözetilmesi de Dışişleri Bakanlığının bünyesine alınmış, giderek yaygınlaşan uluslararası siyasi ve ekonomik işbirliği ve örgütlenme çabalarına uygun olarak, ikili ilişkilerin yürütülmesinin yanısıra Dışişleri Bakanlığının işlevleri arasında çok taraflı siyasi ve ekonomik işlerde ağırlıklı bir yer almıştır101. İkinci Dünya savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerin yoğunlaşması karşısında Türkiye’de çeşitli bakanlıkların dış hizmetlere olan ilgisi artmış, bu durum bakanlıkların örgütlerini yeniden şekillendirmelerine yol açmıştır. Uluslararası ilişkilerin yoğunluğu nedeni ile bakanlıklar örgütlenme açısından yenilenmeye fazla zaman bulamamışlar ve Dışişleri Bakanlığı 1950’li yıllarda diğer bazı bakanlıkların uzmanlık konuları içine giren işleri reysen yürütmüş ve fiilen üstlenmiştir. 1960’lı yıllara kadar dışişleri hizmetinde bakanlıklar arasında herhangi bir sorun yaşanmazken, 1960’lı yıllardan itibaren ise dış ilişkiler ile ilgili olarak bakanlıklar arasında görev-ilgili alan boyutunda çakışmalar yaşanmaya başlanmıştır. Dışişleri Bakanlığı, kendi hareket alanını genişletmek ve diğer bakanlıkların uzmanlık alanına giren, fiilen üstlenmiş bulunduğu görevleri hukuki bir temele oturtmak amacıyla bu dönemde girişimlerde bulunmuştur. 1970’lerde de Dışişleri Bakanlığı’nın görev ve

100 (Çevrimiçi) http// www.mfa.gov.tr/MFA_tr/Bakanlik/DisisleriBakanligiTarihcesi, 29 Mart 2005 101 A.g.k., 29 Mart 2005.

76 yetkileri kesin bir biçimde saptanmamıştı. 1970’lerde uluslararası ilişkilerdeki gelişmelerin neredeyse tüm devlet hizmetlerini dışarıyla ilişkilendirmesi karşısında, Dışişleri Bakanlığı ile diğer bakanlıklar arasında 1960’larda başlayan görev çakışmaları iyice açığa çıkmıştır102. 1980’lere gelindiğinde, izlenen politikalar çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı örgütsel boyutlarda önemli değişikliklere uğramıştır.103 17.6.1982 tarih ve 2680 sayılı kanunun verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname104 ile bu Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararname105 yi değiştirerek yasalaştıran, Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 27.9.1984 tarih ve 3046 sayılı Kanun106, Dışişleri Bakanlığının örgütsel yapısındaki bu değişimin hukuksal temellerini oluşturmuştur. Buna göre amacı, yabancı ülkeler ve milletlerarası kuruluşlarla ilişkilerin Türkiye’nin haklarına ve yüksek menfaatlerine uygun olarak etkili bir şekilde yürütülmesi için, Dışişleri Bakanlığının kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlemek olan 177 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de Dışişleri Bakanlığının görevleri şu şekilde sıralanmıştır:

“ a)Hükümetçe tayin ve tespit edilen esaslara göre dış politikayı uygulamak ve dış ilişkileri yönetmek… c)Yabancı devletler ve milletlerarası kuruluşlar ile yapılacak andlaşma, sözleşme ve anlaşmaları müzakere etmek ve sonuçlandırmak, d)Yabancı devletler ve milletlerarası kuruluşlar nezdinde temsil işlerini yürütmek, e) Yabancı devletler ve milletlerarası kuruluşlardaki gelişmeleri ve bunlar arasındaki ilişkileri takip etmek, f) Diğer bakanlık ve kuruluşların dış politikayı etkileyen faaliyet ve temaslarının devletin dış politikasına uygunluğunu sağlamak…”107.

Benzer şekilde, amacı, Dışişleri Bakanlığının kuruluş, görev ve teşkilatına ilişkin esasları düzenlemek olan ve 177 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de belirtilen Dışişleri Bakanlığının görevlerine ilişkin bir yeniden düzenlemeyi içeren 206 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de de Dışişleri Bakanlığının görev ve yetkileri:

102 Bostanoğlu, “Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Politik Sistemdeki Değişime Uyum Sorunu”, s.45–46 103 A.g.m., s.46. 104 Resmi Gazete, Sayı: 18251, Mükerrer, 14 Aralık 1983, s.73–91 105 Resmi Gazete, Sayı: 18435, Mükerrer, 18 Haziran 1984, s. 1–38 106 Resmi Gazete, Sayı: 18540, 9 Ekim 1984, s.1–11 107 Resmi Gazete, Sayı: 18251, Mükerrer, 14 Aralık 1983, s.73–74

77 “ a) Hükümetçe tayin ve tesbit edilecek esaslara göre dış politikayı uygulamak ve Türkiye Cumhuriyetinin yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek, b) Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasının tesbiti için hazırlık çalışmaları yapmak ve tekliflerde bulunmak, tesbit edilecek dış politikayı yürütmek ve koordine etmek… d) Türkiye Cumhuriyetinin yabancı devletlerle, bunların temsilcilikleri ve temsilcileri ile, milletlerarası teşkilatlarla, ilgili Bakanlıklarla işbirliği yapmak suretiyle temas ve müzakerelerini yürütmek, bu temas ve müzakereler sonucu gerekiyorsa milletlerarası anlaşmaları yine diğer bakanlıklarla işbirliği ile yapmak, e) Diğer Bakanlık ve Kuruluşların dış politikayı etkileyen faaliyet ve temaslarının devletin dış politikasına uygunluğunu sağlamak, bu kuruluşların uluslararası kuruluşlar ve yabancı kamu ve özel kuruluşlarıyla kendi görev alanlarına giren temaslarının koordinasyonunu sağlamak ve bunlara katılmak, f) Mali, iktisadi ve diğer teknik konularla ilgili kurum ve kuruluşlarca yürütülmesi gereken veya statülerinde, üyelerinin ve ortaklarının belli Bakanlık veya merci vasıtasıyla işlem yapacağı belirtilen milletlerarası kuruluşlarla yürütülecek dış temas ve müzakerelerin dış politikaya uygun olarak yürütülmelerini gözetmek, gerekirse bunlara katılmak…” 108 olarak belirtilmiştir.

206 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (a) ve (b) bendlerindeki hükümleri ile Dışişleri Bakanlığının Türk dış politikası karar oluşum sürecindeki rol ve yetkisi oldukça net bir şekilde açıklanmıştır. 206 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde, Dışişleri Bakanlığının Türk dış politikası karar oluşum sürecindeki rolü, hükümete tavsiyeler ve bilgiler vermek(danışmanlık) ve hükümet tarafından tayin ve tesbit edilecek esaslara göre dış politikayı uygulamak olarak ortaya çıkmıştır. Buradan hareketle, genelde Dışişleri Bakanlığı özelde ise, hükümetin genel siyasetini oluşturan Başbakanın başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun içerisinde yer alan Dışişleri Bakanının Türk dış politikasının oluşturulmasında genel hatları oluşturulan dış politikayı fiili olarak uyguladığı ve bu genel hatların oluşturulmasında bilgi birikimi ve deneyimleri ile teklifler önerip, danışmanlık yaptığı söylenebilir. Bu bağlamda, hükümetin genel siyasetinin dış politika boyutunun oluşturulmasında, Dışişleri Bakanının dış politika konusunda oynayacağı rol ve yapacağı etkinin hiç de az olmayacağı da düşünülmelidir109.

2.2.2.1.2.Uygulama Dışişleri Bakanı ve Bakanlığının Türk dış politikası karar oluşum sürecindeki rolü, uygulamada birçok etkene bağlı olarak hukuki çerçevenin dışına taşabilmekte, bazı durumlarda üstlenilen rol ve yetkiler genişleyebilirken, bazı durumlarda ise

108 Resmi Gazete, Sayı: 18435, Mükerrer, 18 Haziran 1984, s. 22–23 109 Mor, a.g.e., s. 134.

78 daralabilmektedir. Örneğin, Başbakanın dış politikaya karşı ilgisinin ve dış politika konusunda bilgisinin düşük olduğu durumlarda, Başbakan, hükümetin dış politikasını oluşturma ve uygulamaya dair rol ve yetkisini büyük ölçüde konuya daha hakim olan Dışişleri Bakanına devredebilmekte, dış politika kararlarının alınması ve yürütülmesinde özelde Dışişleri Bakanı, genelde ise Dışişleri Bakanlığı belirleyici bir rol oynayabilmektedir.110 Ancak bazen de Başbakan, dışişleri konularına büyük ilgi duyabilmekte, böyle durumlarda Başbakan’ın dış politika oluşum sürecinde ileri derecede etkili olduğu gözlenebilmektedir. Bu durum, Turgut Özal’ın özellikle başbakanlığının ikinci döneminde yaşanmış, Özal’ın dış politika konularına artan ilgisi çerçevesinde dış politika karar alma sürecinde ön plana çıktığı görülmüştür. Özal’ın başbakanlığı dönemi, dış politika uygulamalarında Dışişlerinin devre dışı kaldığı yönünde yaygın bir kanının hakim olduğu bir dönem olmuştur. Bu yöndeki kanıların temel dayanağını, Turgut Özal Hükümeti’nin iktidara geldikten hemen sonra çıkartmış olduğu, ilki 13 Aralık 1983 tarihli 177 sayılı ikincisi 8 Haziran 1984 tarihli 206 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler oluşturmuştur. 206 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin, Dışişleri Bakanlığı’nın Görev ve Yetkileri başlıklı bölümünde, (f) bendinde yer alan: “ Mali, iktisadi ve diğer teknik konularda ilgili kurum ve kuruluşlarca yürütülmesi gereken...milletlerarası kuruluşlarla yürütülecek dış temas ve müzakerelerin dış politikaya uygun olarak yürütülmelerini gözetmek, gerekirse bunlara katılmak”111 ifadesiyle belirtilen görev tanımı, Dışişleri Bakanlığı’nın dış politikada devre dışı kaldığı görüşlerinin temel dayanağını oluşturmuştur. Özal’ın Başbakanlığı döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın devre dışı bırakıldığı yönündeki iddiaların bir başka dayanağı da, 13.12.1983 tarihli ve 188 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Başbakanlığa bağlı Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın kurulması112 olmuştur. İlhan Uzgel’e göre, ANAP hükümeti iktidara geldikten kısa bir süre sonra bir kararname çıkararak Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının kurulmasını ve dış ekonomik ve mali konuları bu kurumlarla yürütmeyi öngören bir

110 A.e., s.135. 111 Resmi Gazete, Sayı: 18435, Mükerrer, 18 Haziran 1984, s.22 112(Çevrimiçi) http://www.dtm.gov.tr/organ/tarih.htm, 10 Mart 2005.

79 yasa çıkararak Dışişleri ile yakın çalışma yöntemi yerine, onu kurum olarak dışlamayı tercih etmiştir113. Yine Özal’ın Başbakanlığı dönemi ile ilgili olarak Ufuk Güldemir, Türkiye’nin Ermenistan depremine yardım etmesi önerisinin Özal’ın İngiliz basın patronu Maxwell ile yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında ortaya çıktığını yazmaktadır. Güldemir’in belirttiğine göre, Papandreu ile Davos görüşmelerinin hazırlığında ise işadamı Şarık Tara devrede olmuştur. Dışişlerinin devre dışı kalmasına ilişkin olarak bir başka örnek de, Yunanistan’a Türkiye vizesinin kaldırılmasıdır. Başbakan Özal, o dönem danışmanı olan Adnan Kahveci ve birkaç kişi ile akşam yemeğinde Yunanistan’la ilişkiler konuşulurken, ortaya atılan vizenin kaldırılması konusunu, ekonomik açıdan Türkiye’ye yararları olacağını düşünerek benimsemiş, ertesi gün kararname hazırlanması talimatını vermiştir114. Bu durum ve Özal’ın dış politika oluşum sürecindeki tutumu daha önce de değinmiş olduğumuz gibi birtakım eleştirilere uğramıştır. Ancak, Özal’ın Başbakanlığı döneminde Dışişleri Bakanlığının yasal yetki alanının sınırlandığı yönünde getirilen eleştiriler, bu dönemde, uluslararası ortamda daha öncede vurgulamış olduğumuz, dışişleri bakanlığı kurumunun işlevselliğinin sorgulandığı ve de uluslararası gelişmelere bağlı olarak uluslararası ilişkilerde ilgili bürokrasilerin dışişleri bakanlığı süzgecinden geçmeden, doğrudan birbirleri ile ilişki kurabildikleri bir dönem olduğu göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede Turgut Özal’ın başbakanlığının özellikle ikinci döneminde, dış politikada, uluslararası ilişkilerde değişen koşullara bağlı olarak, dış politika oluşturma sürecinin, uluslararası ilişkilerdeki değişimine paralel bir hareket tarzını benimsemiş olduğunu söyleyebiliriz. Özal, uluslararası ilişkilerin devlet-devlet ilişkisi biçiminden giderek devlet-ulus aşırı şirket ya da devlet-uluslararası örgüt ilişkileri ile çeşitlendiği bir dönemin koşullarına uygun olarak dış politikaya dair kararların oluşumunda, yerli ve yabancı işadamları ile görüş teatisinde bulunarak dış politika uygulamalarına yönelik bireysel girişimlerde bulunmuştur. Ancak, Özal’ın kişilik özellikleri kısmında belirttiğimiz “ataklığı”, hızlı karar almak ve alınan kararı hemen

113 İlhan Uzgel, “TDP’nin Oluşturulması”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:1, Der. Baskın Oran, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s.82. 114 Ufuk Güldemir, Texas-Malatya, 2.bs., İstanbul, Tekin Yayınevi, 1992, s. 108–110.

80 uygulamaya koymak isteği, kendisinin içerikleri açısından değerlendirildiklerinde olumlu özellikler taşıyan dış politika kararlarının, uygulanma biçiminin eleştirilmesine yol açmıştır. Bu tip kararlar alınırken, Dışişlerinin konuyla ilgili kapsamlı değerlendirmeler yaparak ve de gerektiğinde Genelkurmay Başkanlığı ve istihbarat birimlerinin de görüşünü alarak politika oluşturma süreci, karar verme mekanizmasında, Dışişleri Bürokrasisi-Başbakan arasındaki “danışma” süreci, hızlı sonuç alma isteği taşıyan Özal’a, gereksiz ve zaman kaybı olarak görünmüştür115. Bu anlayışla hareket eden Özal, hemen uygulamaya geçmesini istediği konularda dışişlerinin kurumsal desteğini almaksızın, bakanlık bürokrasisinden bağımsız bir dış politika izlemeye çalışmıştır116.

2.2.3.TBMM’nin Dış Politika Sürecinden Dışlanması Dış politikanın oluşumunda, devletin ilgili kurum ve yetkilileri tarafından alınan bir veya birden fazla karar rol oynamaktadır. Bazı durumlarda bir devletin dış politikası alınan tek bir karar doğrultusunda şekillenebilirken, genelde belirli bir süreç ve bu sürecin çeşitli aşamaları sonucunda ulaşılmış olan karar/kararlar bütünü devletin izleyeceği politikayı oluşturmaktadır. Esas olarak devletin yürütme gücü olan hükümetin dışa dönük eylemlerinin bir bütünü olan dış politika, toplumun tamamını ilgilendiren bir karaktere sahiptir. Dış politikaya yönelik karar/kararların uygulanması sonucunda ortaya çıkan gelişme ve sonuçlar, toplumun tamamını ilgilendiren bir etki ortaya çıkarır. İşte bu nedenle hükümetlerin dış politikada sorumsuz hareket etmelerinin önlenmesi için, milletin temsilcilerinin oluşturduğu parlamentolara önemli denetleme görevleri verilmiştir117. Dış politikada kurumsal bağlar yerine kişisel ilişkileri ön plana alan, alınan kararların hızlı bir biçimde uygulamaya geçirilmesi aşamasında bürokrasiyi büyük engel olarak gören Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, dış politikaya yönelik uygulamalarında, Dışişleri Bakanlığının yasal yetki alanının sınırlandırılmasının

115 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın Rolü, 1983–1991, Ankara, İmge Kitabevi, 2004, s.157. 116 Gencer Özcan, “Türkiye Dış Politikasında Algılamalar, Karar Alma ve Oluşum Süreci”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, Der Yayınları, 2004, s.869. 117 Ramazan Gözen, “Dış Politika Nedir?”, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ed. İdris Bal, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2004, s.5

81 yanında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de dış politika sürecinden dışlandığı yönünde tartışmalar olmuştur.

2.2.3.1. TBMM’nin Rolü 2.2.3.1.1. Hukuki Düzenleme Türk dış politikası karar alma sürecinde yasamanın rol ve yetkilerinin hukuki çerçevesini ortaya koyabilmek için, Anayasaların, bir siyasal sistemdeki kişi ve kurumların rollerini belirleyen yazılı kuralları içeren temel hukuk metinleri olmaları, bu bağlamda da dış politika karar alma sürecinde yer alan aktörlerin(kişi/kurum) rolleri ile ilgili olarak bir anlamda temel çerçeveyi oluşturmaları118 nedeniyle başvurulacak kaynak yine, 1982 Anayasası’nın yasama gücünün rolü ile ilgili belirlenmiş hükümleri olacaktır. Bu çerçevede, 1982 Anayasası’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerini kapsayan 87. Maddesi’nden 92. Maddesi’ne kadar olan maddeleri incelendiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temel işlevinin, yasaları yapmak ve yürütmenin kontrol ve denetimini sağlamak olduğu görülmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerinin genel olarak sıralandığı 87. Madde’de dış politikaya yönelik olarak, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri... Bakanlar Kurulu ve bakanları denetlemek... savaş ilanına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak...” hükmü yer almaktadır. Bu hükümde yer alan “Bakanlar Kurulu ve bakanları denetlemek” ifadesinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, dış politikanın oluşturulması ve yürütülmesi rolünü büyük ölçüde elinde tutan yürütmeyi denetleme yetkisine sahip olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Böylece dış politika karar alma süreci üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi dolaylı bir etkiye sahip olmaktadır. 1982 Anayasası’nın yine 87.Maddesi’nde yer alan “savaş ilanına karar vermek” hükmü ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dış politikaya ilişkin olarak sahip olduğu oldukça önemli rolü göstermektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu hüküm ile dış politika ile doğrudan ilgili bir hale gelmektedir.

118 Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, s.156.

82 87. Madde içerisinde yer alan ve 90. Madde de ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” üst başlığı altındaki “ Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.” ifadesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi diğer devlet/ devletler ve de uluslararası kuruluş/uluslararası kuruluşlar ile oluşturulacak askeri, iktisadi ve siyasi ilişkileri düzenleme işlevi gören antlaşmaların onaylanması konusunda Anayasada ifade olunan bu hüküm ile bir nevi takdir hakkına sahip olarak ülkenin dış politika karar alma sürecinde oldukça önemli bir işlev üstlenmektedir. Anayasanın 92. Maddesi’nde yer alan, “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir...” hükmü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi dış politika ile ilgili savaş hali ilanı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve de yabancı askerlerin Türkiye’de bulunması konularında yetkilendirilmiştir. Yine Anayasanın 98.Maddesi’nde yer alan, “Türkiye Büyük Millet Meclisi soru, Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması yollarıyla denetleme yetkisini kullanır ifadesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gerekli gördüğü durumlarda yürütme üzerinde işletebileceği önemli mekanizmaları göstermektedir. Buradan hareketle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu mekanizmaları dış politika alanına ilişkin olarak da, dış politika karar alma sürecinde birinci dereceden yetkili ve sorumlu olan yürütme üzerinde işletebileceği düşünüldüğünde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dış politika sürecinde oynayabileceği önemli rol görülecektir. Sonuç olarak denilebilir ki, Türk dış politikasının oluşum süreciyle ilgili olarak 1982 Anayasasının Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiş olduğu rol ve yetkilerden hareketle, hukuki düzeyde Türkiye Büyük Millet Meclisi dış politikada gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak önemli bir rol üstlenmiştir.

83 2.2.3.1.2. Uygulama Seçimleri mecliste çoğunluğu sağlayacak şekilde önemli bir oy oranı ile kazanmış, halkın büyük bir çoğunluğunun desteğine sahip olarak kurduğu hükümetin başbakanı Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemine, Özal’ın dış politika alanında geleneksel yapıyı önemli ölçüde değişime uğrattığı, yalnızca dışişlerini değil, kendi kabinesini ve de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni devre dışı bırakan kararlar aldığı yönündeki tartışmalar damgasını vurmuştur. Milliyetçi Demokrasi Partisi TBMM Grubunun 22–29 Mayıs günlerinde yaptığı dış politika alanındaki görüşmeler sonunda bir bildiri yayınlanmış, bildiride, “Hükümetin TBMM’ni devre dışı tutması, dış ziyaret ve temaslar ile Türkiye’ye gelen yabancı devlet adamları ile yapılan görüşmeler hakkında bilgi vermekten kaçınması, düşündürücü ve endişe verici bir durumdur” denilmiş119, bildiriyi cevaplandıran dönemin TBMM Dışişleri Komisyonu Sözcüsü ve Anavatan Partisi İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, gerek Anavatan Partisi’nin gerek Hükümetin dış politika konularını polemiklere alet etmeden yürütmeye özen gösterdiğini belirtmiştir120. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin devre dışı bırakılması ile ilgili olarak, Halkçı Parti Grubu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna 12 Haziran günü sundukları bir önerge ile Hükümetin uyguladığı dış politikaya ilişkin genel görüşme açılmasını istemişlerdir. Önergenin gerekçesinde, çağdaş dış politikanın demokratik katılımlarla oluşturulan, tartışılan ve denetlenen bir dış politika olduğu, ancak hükümetin dünyada ve çevremizde son derece önemli ve kaygı verici gelişmelere rağmen dış politika konularını her alanda ve aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dışında tuttuğu kaydolunmuştur. Halkçı Parti tarafından sunulan önergenin gündeme alınıp alınmaması Meclis’in 19 Haziran 1984 tarihli oturumunda görüşülmüştür. Önergenin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmeler sırasında Halkçı Parti adına konuşan Mustafa Kemal Palaoğlu, dış politika konularının kapalı ve esrarlı bir alan sayıldığı dönemlerin çok gerilerde kaldığını, çağdaş dış politikaların katılımla gerçekleşen bir politika olduğunu belirtirken, Milliyetçi Demokrasi Partisi Grubu’nun görüşlerini açıklayan grup başkan vekili de,

119 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:5, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1984, s. 51. 120 A.e., s. 52.

84 Özal Hükümetinin kurulduğundan beri dış politikada çok önemli gelişmeler olmasına rağmen, hükümetin Meclise bu konularda bilgi vermediğini, hükümetin dış politika konusunda Meclisten yeterince faydalanmadığını, etkili ve güçlü dış politikaların ancak yasama organlarının desteğiyle gerçekleşebileceğini söylemiştir121. Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde, Meclisin dış politika oluşum sürecinden dışlandığı ve yeterince ağırlık sahibi olamadığı yönündeki eleştiriler sık sık gündeme gelmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dış politika gelişmelerine ait yeterli bilginin verilmesi gereği vurgulanmıştır. Müzakere usulünün Türk siyasetinden çekildiğini, iktidar partisi ve Başbakanın hükümet işlerinde de parti işlerinde de müzakere usulünü kaldırdıklarını belirten DYP Genel Başkanı Cindoruk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde meselelerin tartışılmasının, tartışma sonucu karara bağlanmasının mümkün olmadığını ileri sürmüş, “...Başbakan kararları kendi veriyor, yetki organlarına tasdik ettiriyor”122 demiştir. Cindoruk’un bu açıklamasına benzer bir ifade de dönemin SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan’dan gelmiş, kendisiyle TBMM’deki iktidar-muhalefet ilişkileri, yasama ve denetim faaliyetleri üzerine yapılan söyleşide: “…Hükümet, TBMM’ni bir müzakere organı olarak değil, bir onay makamı gibi görmektedir…”123demiştir.

Gürkan bunu şu sözlerle açıklamıştır:

“…Hükümet Başkanı, nasıl Kararnameleri usulen Bakanlar Kurulu’ndan geçiriyorsa, yasaları da usulen Meclis’ten geçirmektedir. Nasıl bir iç kabinenin ya da Başbakan’ın uygun gördüğü Kararnameler Bakanlar Kurulu’nda şekli bir imza sürecinden geçiyorlarsa, yasalar da adeta aynı mantıkla biçimsel bir onaydan geçiriliyorlar. “düzeltilme”, “dengeleme”, “olgunlaştırılma”, “topluma mal edilme” süreçlerinden bilinçli olarak uzak tutulmaktadırlar… TBMM gibi içinde muhalefetin de bulunduğu, muhalefetin haklarının da söz konusu olduğu ve muhalefetin ihtiyaçlarını da dikkate alınmak zorunluluğunun bulunduğu bir karar organını “işbitirici” bir biçimde çalıştırmak çok büyük bir yanlışlıktır…karar organlarında her şey uzun boylu, tüm boyutlarıyla ve çok siyasal duyarlık isteyen toplumsal dengeler bir kuyumcu özeniyle dikkate alınarak ve nihayet kararlara toplumun örgütlü güçlerini de elden geldiğince katarak tartışılmalı ve kararlaştırılmalıdır. Yoksa Meclis işlevsizmiş ve gereksizmiş izlenimini verir…”124

Milliyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanı Ülkü Söylemezoğlu da:

121 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:6, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Haziran 1984, s.6–8, 35. 122 “Cindoruk: Önce Adil Bir Seçim İçin Çalışacağız”, Tercüman, 25 Mayıs 1986, s.13. 123 “Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan’la Yapılan Söyleşi”, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dergisi, Sayı:2, Nisan 1986, s.27. 124 A.e., s.27

85 “…Gerek Komisyonlarda gerek Genel Kurulda, muhalefetten gelen öneriler peşin hükümle reddediliyor… Kanunlar Sayın Özal’ın görevlendirdiği bazı kimseler tarafından hazırlanıyor. İlgili Bakan bile haberdar edilmiyor… Kanunların Meclis içinde ve dışında tartışılmasına imkan verilmiyor. Böylece geniş bir katılım sağlanmadan kanunlar aceleye getirilip çıkartılıyor… Kanunlar emrivaki halinde Meclis’e geliyor. Bu durum, Meclis’in dışarıdan yönetildiği intibaını veriyor. Kanun gücünde kararnameler tatbikatı, Meclis’in teşrii organ olmak özelliğini kaybettiriyor. Meclis adeta Hükümetin emrinde imiş gibi bir durum meydana geliyor. Türkiye’nin önemli meseleleri Meclis’e getirilmiyor…”125demiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dış politika sürecinden dışlanması ile ilgili olarak, hükümetin izlediği dış siyaset hakkında verilen genel görüşme önergesinin kabulü vesilesiyle T.B.M.M. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu:

“...Gerek Türkiye’ye gelen yabancı şahsiyetlerin sayılarının çok artması, gerek yürütülen dış temasların yoğunluğu ve devletlerarasında müzakeresi yapılan konuların çeşitlenmesi hükümet üyelerinin dış ilişkilerde birlikte gayretler sarf etmelerini zaruri kılmaktadır. Bütün bu yönlü gayretlerin merkezinde koordinasyon sağlayan, diğer bakanlıklara teknik müzakerelerde de yardımcı olan Dışişleri Bakanlığı vardır. Bazen ön planda görünmese de vardır. Gerçekte bütün girişimler, hükümetimizin oluşturduğu politikaların ve Sayın Başbakanımızın bu doğrultudaki direktiflerinin, görevi yüklenen birim tarafından fiiliyata aktarılmasından ibarettir. Dış temsilde vahdeti sağlayan daima Dışişleri Bakanlığı teşkilatıdır… Dış politika uygulamalarımıza ilişkin her hususun TBMM’de tartışılması bizi ancak memnun eder. Tatbikata ilişkin her münferit konu üzerinde tam bir görüş birliği içinde bulunmasak dahi, milletimizin çıkarlarını en iyi şekilde korumak gayesinde birleşmemiz bizim için en büyük güvencedir...”126 sözleri ile hükümetin izlediği dış politika uygulamalarında Dışişleri Bakanlığının ve TBMM’nin dış politika sürecinden dışlandıkları yönündeki eleştirilere açıklık getirerek böyle bir durumun söz konusu olmadığını vurgulamıştır. Özal Hükümetinin mantığı, “Hükümet varken, Meclise ne oluyor” şeklinde algılanmış127, Turgut Özal’ın milletvekilleri hakkında, “Milletvekillerinin tek yapmaları gereken, Meclise gelip haftada üç gün oniki saat parmak kaldırmak. Hatta üç günü biz iki güne indirdik, ama yine haftada oniki saat parmak kaldırmak şartıyla...”128 sözleri ise Özal’ın milletvekillerinin görevini sadece parmak kaldırmak olarak algıladığı şeklinde yorumlanmış ve eleştirilmiştir. Özal’ın dış politika hareket tarzına bu yöndeki eleştiriler yalnızca muhalefet partilerinden gelmemiş, Özal, ANAP milletvekilleri tarafından da eleştirilere

125“ Milliyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanı Ülkü Söylemezoğlu ile Yapılan Söyleşi”, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dergisi, Sayı:2, Nisan 1986, s.32–35. 126 Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar (1 Ocak 1986–31 Aralık 1986), (y.y), (t.y), s. 37–38. 127 Yalçın Doğan, “Kararname ile Dış Politika Olur mu?”, Cumhuriyet, 26 Eylül 1984, s.1,8. 128 Yalçın Doğan, “Parmak Kaldıran Askerler”, Cumhuriyet, 11 Haziran 1988, s.1,10.

86 uğramıştır. Abdullah Nejat Resuloğlu, Özal’ın az sayıda belirli bir çevreyle memleketi idare etmeye çalıştığını, eğer bir iktidar partisi memleketin sorumluluğunu üzerine almışsa, bu sorumluluğun sadece Özal ve yanındaki bir takım insanların üzerinde olamayacağını, Özal’ın ekonomik ve siyasi politikalarını ve ne yapmak istediğini ANAP milletvekillerinin bilemediğini belirtmiştir129.

2.2.4.Milli Güvenlik Kurulu ve Ordunun Rolü 2.2.4.1.Hukuki Düzenleme 1982 Anayasası’nın Milli Güvenlik Kurulu üst başlığını taşıyan 118. Maddesi’nde:

“Milli Güvenlik Kurulu Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Genel Komutanından kurulur. Gündemin özelliğine göre kurul toplantılarına ilgili bakan ve kişiler çağrılıp görüşleri alınabilir. Milli Güvenlik Kurulu; Devletin Milli Güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle ele alınır. Milli Güvenlik Kurulunun Gündemi; Başbakan ve Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir. Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Milli Güvenlik Kurulu Başbakanın başkanlığında toplanır. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri kanunla düzenlenir” hükmü yer almaktadır.

Anayasanın 118. Maddesi hükmünde belirtilen üye yapısında asker ağırlıklı bir yapısının olduğu görülen Milli Güvenlik Kurulu’nun görev ve sorumlulukları ile ilgili olarak özellikle 118. Madde içerisinde yer alan “…Milli Güvenlik Kurulu; Devletin Milli Güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle ele alınır…” ifadesi Milli Güvenlik Kurulu’nun yürütme üzerinde oynayabileceği etkin rolü

129 “Emin Çölaşan’ın Abdullah Nejat Resuloğlu ile Pazar Sohbeti”, Hürriyet, 6 Ekim 1985, s.1,5.

87 göstermektedir. Bu ifadeden ve “Devletin Milli Güvenlik Siyaseti”nin taşıdığı anlamdan130 hareketle Milli Güvenlik Kurulu’nun dış politikaya ilişkin kararların alınması sürecinde de görüşler sunarak etkili bir rol oynayabileceği söylenebilir. Anayasanın 120 ve 122. Maddelerinde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali ilan edilebilmesinin Milli Güvenlik Kurulu’nun görüşünün alınması şartına bağlanıyor oluşu da dış politikanın önemli bir boyutunu oluşturan savunma ve güvenlik konularında Milli Güvenlik Kurulu’nun birinci derecede etkili merkezi bir organ olduğunun açık bir işaretidir.

2.2.4.2.Uygulama Kararları hukuken bağlayıcı olmayan131, esas görevi ulusal güvenlik konusunda genel politikaları oluşturmak, hükümete hem iç hem de dış politika konularında düzenli bilgi sunarak danışmanlık yapmak olan Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa’nın 118. Maddesi’nde yer alan “ Milli Güvenlik Kurulu; Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir” ve “...kararlar, Bakanlar Kurulunca öncelikle ele alınır” hükmünden hareketle Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal konularına ülke bütünlüğü gerekçesi ile müdahale edebilmekte, böylece pratikte, danışmanlık rolünün üstünde bir etki kazanabilmektedir132. Örneğin, Askeri yönetim 6 Kasım seçimleri öncesi ve sonrasında Dışişleri ve Maliye Bakanlıklarını da kapsayacak şekilde bazı bakanlıkların yapısında değişikliklere gidilmesi yönünde girişimlerde bulunmuş, ancak Özal’ın tepkisi

130 Devletin Milli Güvenlik Siyaseti; “Milli Güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacı ile Milli Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dahilinde, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti ifade eder”, Bilgi için bkz: Resmi Gazete, Sayı:18218, 11 Kasım 1983, s.3; “Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği”, (Çevrimiçi) http://www.mgk.gov.tr/sss.html, 5 Haziran 2006. 131 Milli Güvenlik Kurulu Kararları, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından Cumhurbaşkanı’na ve Bakanlar Kurulu’nda görüşülmek üzere Başbakanlığa gönderilir. Milli Güvenlik Kurulu kararları Başbakan tarafından Bakanlar Kurulu gündemine öncelikle alınmak suretiyle görüşülür ve gerekli kararlar alınır. Bilgi için bkz: Resmi Gazete, Sayı:18218, 11 Kasım 1983, s.5. 132 Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, s.158.

88 sonucunda bu girişimlerden kısmen vazgeçilmiştir133. Ancak, seçimlerden üç gün sonra 9 Kasım 1983’te 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu kabul edilerek yürürlüğe girmiş134, bu kanun ile askerlerin ulusal güvenlik konularındaki etkinliği daha da arttırılmıştır. Özal’ın başbakanlığının ilk döneminde sivil yönetime geçilmiş olmasına rağmen askerlerin devlet aygıtı içindeki etkinliğinin geleneksel ağırlığını koruduğu görülmüştür. Bunda Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olması ve diğer generallerin Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri olarak görevlerini sürdürmeleri ve de darbe döneminin idari ve hukuksal düzenlemelerinin etkilerinin sürüyor olması rol oynamıştır. Ancak, Özal’ın başbakanlığının ikinci dönemiyle birlikte, hem eski politikacılar üzerindeki siyasi yasakların referandumla kaldırılması, hem de daha özgür seçimlerin yapılması çerçevesinde 12 Eylül yönetiminin izlerinin azaldiği görülmüştür. Hükümetin bürokrasinin askeri kanadını temsil eden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkinliğini azaltma çabalarıyla birlikte de devlet aygıtı içindeki dengelerde siyasal iktidar lehine bir kayma olmuştur135. Özal’ın anılarında belirttiği üzere, başbakanlığının ilk yıllarında Bakanlar Kurulu listesi generaller tarafından da incelenmiş, hatta bu incelemeler sonucunda bazı bakanların atanmalarına izin verilmemiştir136. Oysaki başbakanlığının ikinci döneminde Özal, Bakanlar Kurulu listesini hazırlarken aklındaki listeyi kağıda geçirtmiş, öyleki bakan olanların birçoğu atandıklarını radyo haberlerinden öğrenmişlerdir137. Özellikle Özal’ın Başbakanlığının ilk yıllarında, askeri yönetimin dış politikaya ve milli savunmaya ilişkin konularda egemen olduğu yönünde savlar ortaya atılmıştır. Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde, siyasal bir parti gibi davranmak alışkanlığı içinde olan ordunun, seçilmiş hükümeti birçok önemli konuda devre dışı bıraktığını, ANAP hükümetinin özellikle Kıbrıs’a yönelik dış politikada tam denetim kuramadığını öne süren Ufuk Güldemir, Başbakan Özal’ın kabinesi henüz oluşma

133 Gencer Özcan, “Türkiye’de Siyasal Rejim ve Dış Politika: 1983–1993”, Türk Dış Politikasının Analizi, 2. Baskı, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, Der Yayınları, 2001, s.517. 134 Resmi Gazete, Sayı: 18218, 11 Kasım 1983, s.3–10. 135 Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, s.150–152. 136 Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, s.55. 137 Mehmet Barlas, “Bakanlar Seçiliyor”, Güneş, 10 Aralık 1987, s.1.

89 aşamasındayken 15 Kasım 1983’de Kıbrıs’da bağımsızlık ilan edilmesini, yine Kıbrıs’taki asker sayısının Özal’a haber verilmeden 20 binden 30 bine çıkarılmasını ve de adaya hükümetin bilgisi dışında M48-A5 tankları yollanmasını askeri yönetimin Kıbrıs politikasına egemen olduğuna örnek olarak göstermiştir138. Milli Güvenlik Kurulu ve Ordunun Türk dış politikası karar alma mekanizması içindeki hukuksal düzenleme ile belirlenmiş rolü, uygulamada her zaman geçerli olamayabilmekte, ülkenin o andaki siyasal dengelerine, dış politika karar alma sürecine katılan aktörlerin durumlarına, birbirleri ile iletişimlerine ayrıca dış politika konusunun niteliğine bağlı olarak değişebilmektedir. Halk çoğunluğunun desteğini arkasında bulunduran, ülkenin genel siyasetinde başarılı, dış politika konularına hakim bir başbakan, Cumhurbaşkanı ile de iyi bir etkileşim içindeyse, kendisiyle aynı niteliklere sahip dışişleri bakanı ile birlikte katıldığı bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlarda oldukça etkili olabilmektedir139. 1983 seçimlerini kazanıp, siyaset sahnesinde aktif rol almaya başlamasından itibaren karar mekanizmaları üzerinde etkili olma çabasına giren Özal, bürokrasiyle birlikte ordunun da siyasal sistem ve dış politikadaki etkinliğini azaltmaya çalışmıştır. Siyasi otoritesine potansiyel müdahale gücüyle Genelkurmay Başkanlığı, Özal’ın güç mücadelesini üzerinde yoğunlaştırdığı hedeflerden biri olmuş, askerlerle güç mücadelesi, 1987 yılında, o zamana kadar ordu içi bir düzenleme olarak kabul edilen Genelkurmay Başkanının atanması sürecine Özal’ın müdahale ederek, sırası gelen Necdet Öztorun’un yerine Necip Torumtay’ın gelmesini sağlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu mücadele, Türkiye’de ilk defa seçilmişlikten gelen gücün, o zamana kadar bir tabu olarak görülen orduya karşı kullanımı açısından önem taşımıştır140.

138 Güldemir, Texas-Malatya, s.168,170,316. 139 Mor, a.g.e., s.131–132. 140 Murat Yetkin, Ateş Hattında Aktif Politika: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu Üçgeninde Türkiye, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1992, s.243

90 2.2.5.Cumhurbaşkanının Rolü 2.2.5.1.Hukuki Düzenleme 1982 Anayasası yürütmenin güçlendirilmesini bu çerçevede de Cumhurbaşkanlığının güçlendirilmesini hedeflemiş141, sorumsuz ancak geniş yetkilerle donatılarak yürütmenin önemli bir parçası haline getirilen Cumhurbaşkanı142, hükümete ait olan dış politikanın oluşturulması ve yürütülmesi konusunda da önemli anayasal rol ve yetkiler elde etmiştir. Cumhurbaşkanının dış politikaya ait görev ve yetkilerinin hukuki düzenlenişini görmek açısından 1982 Anayasası’na bakıldığında, Anayasa’nın Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri üst başlığını taşıyan 104. Maddesinin (b) bendinde “yürütme alanına ilişkin olanlar başlığı altında:

“...Yabancı devletlere Türk Devletinin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek, Milletlerarası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak, Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak ve toplantıya başkanlık etmek, başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak...” şeklinde ifade edilen,1982 Anayasasının Cumhurbaşkanına dış politikaya ilişkin olarak tanıdığı hak ve yetkiler görülür. Anayasanın diğer bazı maddelerinde de 104. Maddede Cumhurbaşkanına dış politika alanında tanınan bu yetkiler daha geniş bir biçimde tekrarlanmaktadır. 91. Madde içerisinde “...sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun kanun hükmünde kararname çıkarmasına ilişkin hükümler saklıdır” ifadesi, 92. Maddede yer alan; “...Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir” ifadesi, 117. Maddede “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı

141 Mehmet Turhan, Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, Diyarbakır, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1989, s.94–125 142 Şeref Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku, Genel Esaslar, Cilt:1, Ankara, Turhan Kitabevi, 1998, s.150

91 tarafından temsil olunur” ifadesi, Cumhurbaşkanına dış politika alanında anayasal çerçevede tanınan yetkileri göstermektedir.

2.2.5.2.Uygulama Türk dış politikası karar alma süreci içerisinde 1982 Anayasası temel alınarak hukuki çerçevede rol ve yetkilerini açıkladığımız Cumhurbaşkanının bu rol ve yetkilerinde uygulama aşamasında farklılıklarla karşılaşılabilmektedir. Tıpkı Başbakan ve Dışişleri Bakanının uygulamada karşılaşılan rol farklılaşmalarını açıklarken değindiğimiz gibi Cumhurbaşkanının dış politikaya yönelik uygulamalarında da ülkenin mevcut siyasi yapısı, hakkında karar alınacak dış politika gelişmelerinin niteliği, Cumhurbaşkanının dış politika konularına olan ilgisi, konular hakkındaki bilgi düzeyi, karar alma sürecinde yer alan diğer aktörlerin tutumları gibi birçok unsur etkili olabilmektedir. Bu unsurlara bağlı olarak, Cumhurbaşkanı dış politika alanında anayasada kendisine tanınan yetkilerin üzerinde bir dış politika aktörü olarak hareket edebileceği gibi, bazı durumlarda anayasada kendisine tanınan yetkileri kullanmak bir yana, dış politika karar alma sürecini diğer aktörlere dahi bırakabilmektedir143. Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk döneminde, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin de etkisiyle, her ne kadar yapılan serbest seçimler sonucunda sivil bir hükümet işbaşına gelmiş olsa dahi, dönemin özellikleri bir geçiş dönemini yansıttığından, darbenin lideri, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in dış politikaya ilişkin kararlar üzerinde bir etkiye sahip olduğu gözlenmiştir. Örneğin, kabineyi oluşturması sırasında Özal, Dışişleri Bakanı olarak İhsan Doğramacı’yı düşünmüş, ancak Evren kendisine Vahit Halefoğlu’nu önermiştir144. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı olarak Kenan Evren’in dış politika kararları üzerindeki etkisiyle ilgili olarak Yalım Eralp: “Dış politika konusunda Evren bürokrasiden yana bir şahıs. Daha gelenekçi, daha tutucu, zaman zaman çatışmalar oluyordu”145demektedir.

143 Mor, a.g.e., s.120–121. 144 Kenan Evren, Kenan Evren’in Anıları, Cilt:4, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1991, s.464. 145 Yalım Eralp ile Gerçekleştirilen Görüşme, 6 Nisan 2005, İstanbul.

92 Ercüment Yavuzalp de, bu dönemde hem Evren’in hem de Özal’ın esnek ve ihtiyatlı bir tutum içinde olarak, çatışmadan kaçındıklarını, çatışma oluşturabilecek durumlarda bir orta yol bulduklarını veya birinden birinin esneklik göstermesiyle sorunun hallolduğunu yazmaktadır146. Cumhurbaşkanı’nın rolü ile ilgili olarak, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in 4 Eylül 1987 tarihinde L’Express Dergisi muhabirinin sorusuna verdiği cevap Evren’in konuya bakış açısını yansıtması açısından önemlidir. Kenan Evren:

“…Anayasada Cumhurbaşkanına verilmiş olan yetkiler gayet sarihtir. Ben bugüne kadar bunun dışına çıkmamak için büyük gayret sarfettim… bir Cumhurbaşkanı hükümet başkanı ile yapılan görüşmelerde, elbette kendi fikrini söyler. Diğer demokratik sistemlerde, Cumhuriyetle idare edilen sistemlerde de böyledir. Cumhurbaşkanı köşesine çekilip yalnız protokol gereği görevlerini yapmakla mükellef bir makam değildir. Elbette onun da memleketin içerisinde cereyan eden politikayı takip etmesi, siyasi ve hatta ekonomik gelişmeleri yakından izlemesi gerekir. Bu yaptıkları müdahale değildir, nihayet tavsiyedir. Hükümet bu tavsiyelere uyar veya uymaz. İşte benim de yaptığım budur...” 147 Sözleriyle 1983 seçimleri sonrası I. ve II. Özal Hükümetleri döneminde Cumhurbaşkanı olarak görev ve yetkilerine açıklık getirmiştir.

2.3.Turgut Özal’ın Dış Politika Hedefleri ve ABD 2.3.1. Turgut Özal’ın Dış Politika Hedefleri Kendisine göre, Türk dış politikasında önceki dönemlerden yerleşmiş olan pasif, riske atılmaktan korkan, yaratıcı olmayan, içe dönük tutumu değiştirmek için, yoğun çaba harcayan, dış politikada girişimci ve riski göze alan bir anlayışı benimseyen, iç politikada olduğu gibi dış politikada da ağırlık merkezine ekonomiyi yerleştiren Turgut Özal’ın hedefi, gerek doğuda gerekse batıda etkin bir konuma sahip olmak olmuştur. Turgut Özal, ilk başbakanlık döneminin hükümet programında izlenecek olan dış politikaya ilişkin olarak148;

“… Mevcut milletlerarası şartlarda NATO'ya üyeliğimiz, güvenliğimizin sağlanmasında ve içinde bulunduğumuz bölge ve dünya barışının idamesi bakımından bir denge unsuru teşkil etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerimizi dostluk, ittifak bağları ve karşılıklı menfaatlere dayalı bir anlayışla sürdürmeyi ve daha da güçlendirmeyi öngörüyoruz. Batı Avrupa Ülkeleriyle ilişkilerimizi karşılıklı anlayış, işbirliği ve hak eşitliği esaslarına uygun olarak geliştirmek

146 Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, s.227 147 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (9 Kasım 1986–9 Kasım 1987), Ankara, T.B.M.M. Basımevi, 1987, s.331–332. 148 Resmi Gazete, Sayı: 18262, 25 Aralık 1983, s.46–47.

93 samimi arzumuzdur… Avrupa Ekonomik Topluluğu ile münasebetlerimizde, esas hedefimiz tam üyelik olmakla beraber, bütün safhalarda menfaatlerin dengelenmesini esas alan bir anlayış içinde olacağız... Batı dünyasıyla mevcut bağlarımız ile Ortadoğu ve İslam alemiyle sürdürdüğümüz yakın ilişkileri dış politikamızın birbirlerini tamamlayan unsurları olarak kabul etmekteyiz… Başta komşularımız olmak üzere Doğulu ülkelerle bağımsızlık, egemenlik, hak eşitliği, toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkeleri ve Helsinki Nihai Senedi zemininde dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek, ekonomik işbirliğini, teknik ve ticari temasları karşılıklı menfaatlere uygun şekilde artırmak gayesindeyiz. Bu çerçevede kuzey komşumuz Sovyetler Birliği ile karşılıklı haklara saygı, yapıcı bir işbirliği anlayışı içinde istikrarlı ilişkiler sürdürmek arzusundayız. Hükümetimiz Yunanistan’a dostluk elini uzatmaktadır. Bunu yaparken, uzun vadeli çıkarlarımızın ortak olduğu ve aramızdaki ihtilafların barışçı yollardan ve hakkaniyet esasına göre zamanla halledilebileceği kanaatini hareket noktası olarak almaktayız…Yunanistan ile aramızda tarihi komşuluk münasebetlerinin iyileştirileceğine, ticari iktisadi ve turizm alanlarında da iyi ilişkilerin kurulabileceğine inanıyoruz…” demiştir.

Turgut Özal, iç politikada olduğu gibi dış politika hedeflerinde de Türkiye’nin ekonomik açıdan güçlü bir ülke olması hedefini ilk sıraya yerleştirmiştir. Önce ekonomi diyen Özal’a göre ülkelerin birbirleri arasındaki ilişkilerinde belirleyici etken ekonomi olmaktadır. Özal, ekonomik ilişkilerin siyasi ilişkileri etkileyeceğine inanmıştır. Bu görüşü, kendisine yöneltilen, “ Piyasaya yönelik politikaların, Türk ekonomik kalkınmasının temel prensibini oluşturduğu yolundaki görüşünüz, Türkiye’nin komşularına ve dünyaya karşı daha aktif ve daha ahenkli bir dış politika belirlemesine de teşmil edilebilir mi?” şeklindeki soruya verdiği:

“Günümüz dünyasında hemen her olayda iktisadi problemler, ağırlığını hissettirir. Ülkelerin birbirleriyle olan dostluklarında çatışmalarında ekonomi ön plandadır. Serbest rekabete açık ekonomilere sahip ülkelerin, dünyanın sayılı zengin ülkeleri olarak tanındığı ve dış politika ile ilgili konularda da etken oldukları bilinmektedir. Hollanda gibi nüfusu ve yüzölçümü ile hiç de büyük ülke sayılamayacak bir toplumun dış politikadaki etkinliğini hissetmemek mümkün değildir...”149cevabında görmek mümkündür. Turgut Özal, hükümetin kuruluşundan sonraki 7 Ocak 1984 tarihli ilk basın toplantısında da izlenecek olan dış politikayı şu sözlerle ifade etmiştir:

“...Güçlü bir Türkiye bölgemizde barış ve istikrarın korunması bakımından bir denge unsuru ve bir teminattır. 1983 yılı boyunca dünya barış ve güvenliğini tehdit eden buhran ve meselelere yenileri ilave olurken, mevcutlar daha da ağırlaşmış ve derinleşmiştir. Bu ortamda Atatürk ilkelerine dayanan barışçı dış siyasetimiz daha büyük bir önem ve değer kazanmaktadır. Hükümetimiz bu siyasetin özünü teşkil eden, ülkemizin güvenlik ihtiyaçlarının bölgemizin huzur ve istikrarının icaplarıyla birlikte mütalaası noktasını daima ön planda tutacaktır... Hükümet programımızda da belirtilmiş olduğu üzere, batı camiasıyla mevcut bağlarımızı ve Arap-İslam alemiyle mevcut yakın ilişkilerimizi dış politikamızın birbirini tamamlayan unsurları olarak kabul etmekteyiz. Doğulu ülkelerle bağımsızlık, egemenlik, hak eşitliği, toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkeleri ve Helsinki Nihai Senedi zemininde istikrarlı dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi,

149 Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983–12.12.1984, a.g.e., s.87–88.

94 ekonomik, ticari ve teknik işbirliğimizi arttırmayı hedef alan programımız doğrultusunda, çok boyutlu dış siyaset tatbikatının muhtevalı bir örneği ortaya konulacaktır”150.

Yine 10 Mart 1981 tarihinde Göller Bölgesindeki gezisi sırasında basın mensuplarının kendisine dış politika ile ilgili olarak yönelttiği “Dış politikamızın ticari ilişkilerimize etkisi nedir?” şeklindeki bir soruyu da Özal:

“ Dış ekonomik meselelerimizde ciddi gelişmeler var. Herkes daha iyi ne satacağına, ne alacağına bakıyor. Büyükelçiler gelip “şunu alın, onlardan almayın, bizimki daha iyi” diyebiliyorlar. Dış politikanın ağırlığı bu tarafta. Türkiye’nin önemi de burada. Mesela Atatürk Barajı için yıllardır oyalanan kredi meselesini İsviçre’ye gidip esasa bağlayabildik. Türkiye’nin önemi arttığı için bunlar olabiliyor”151 şeklinde cevaplandırmıştır. Bu sözlerden, “önce ekonomi” diyen Özal’ın dış politika hedefinin, Türkiye için öngördüğü ekonomik dönüşüm sağlanana kadar, uluslararası ilişkiler çeşitlendirilmek suretiyle, Türkiye’nin çevresinde bir barış ve uzlaşma çemberi oluşturmak olarak biçimlendiği sonucu çıkarılabilir. Turgut Özal, 1987’de ikinci kez başbakan olduğunda hükümet programında dış politikaya ilişkin olarak başbakanlığının ilk dönemine benzer görüşler ileri sürmüş, programda:

“…İktisadi gelişmemizin ve milli savunmamızın güçlendirilmesi, dış politikamızın ana hedefleri arasında yer almaktadır. Anavatan iktidarı döneminde Türkiye, mensubu bulunduğu Batı dünyası ile ilişkilerinde savunma ihtiyaçlarının yanı sıra iktisadi menfaatlerimizi de en iyi şekilde sağlamaya yönelik daha aktif bir politika takip etmeye başlamıştır. Türkiye, geleneksel dış politikasına uygun olarak, Doğu-Batı ilişkilerinin bugün ulaştığı önemli aşamada dünya barışının güçlendirilmesine ve silahların kontroluna yönelik çabaları desteklemektedir. Hükümetimiz Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimize özel bir önem vermektedir… Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimizi, karşılıklı menfaatlerin dengelenmesini ön planda tutan bir anlayışla sürdüreceğiz. ABD ile dostluk ve ittifak ilişkilerimizi karşılıklı menfaatlere hizmet edecek şekilde geliştirmeye kararlıyız… Orta Doğudaki ve dünyanın diğer bölgelerindeki İslam ülkeleriyle esasen tesis etmiş bulunduğumuz yakın dostluk ilişkilerini ve işbirliği imkanlarını daha da geliştirmek kararındayız… Kuzey komşumuz Sovyetler Birliği ve diğer Sosyalist devletlerle, egemenlik, bağımsızlık, hak eşitliği, toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkeleri çerçevesinde dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi, özellikle ekonomik ve ticari alandaki işbirliğini arttırmayı amaçlıyoruz… İyi komşuluğun ve aynı ittifaka mensubiyetin de bir gereği olarak Yunanistan ile diyalog tesis etmek için şimdiye kadar olduğu gibi teşebbüslerimizi devam ettireceğiz… Hükümetimiz Uzak Doğu, Latin Amerika ve Afrika ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmek için gayret gösterecektir…” 152 sözleri, her iki dönemde de dış politika çizgisinde ekonomiye verdiği öncelik ve çok yönlü bir dış politika anlayışında bir süreklilik olduğunu göstermektedir.

150 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:1, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ocak 1984, s.42–43. 151 Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983–12.12.1984, a.g.e., s.340. 152 Resmi Gazete, 31 Aralık 1987, Sayı: 19681, s.27–28.

95 Turgut Özal’ın Başbakanlığı’nın her iki dönemindeki hükümet programlarının ışığı altında denilebilir ki, pasif ve ihtiyatlı bir dış politika anlayışını eleştiren Özal, hedefleri iyi tespit edilmiş, ekonominin ön planda olduğu, karşılıklı menfaatlere dayalı, çok yönlü, pragmatist olarak adlandırabileceğimiz bir dış politika çizgisini benimsemiş ve bu hedeflere yönelik çalışmalarda bulunmuştur.

2.3.2. Turgut Özal’ın Dış Politika Hedeflerinde ABD’nin Yeri ve Önemi

Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarında 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbenin izleri henüz silinmemişti. Ayrıca darbe sonrası Avrupa Topluluğu ile ilişkiler askıya alınmıştı.

Özal’ın dış politikasını iyi bilen ve yakından izleyen Cengiz Çandar, Özal’ın dış politikasının temel dayanakları ve temel tercihlerinden yola çıkarak Özal’ın dış politika hedeflerinde ABD’nin yeri ve önemini şöyle anlatmaktadır:

“1.Türkiye, bir imparatorluk bakiyesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısıdır. Dolayısıyla eski Osmanlı coğrafyası Türkiye’nin doğal ilgi alanına girmektedir ve Türk Dış Politikasının birinci hareket eksenidir.

2. Türkiye, Osmanlı mirasçısı olduğuna göre, Osmanlı Devleti’ni güçlü ve dayanıklı kılan dokunun ne olduğunu bu arada söz konusu dayanıklılıkta önemli rol oynayan Osmanlı diplomasisinin esaslarını kavramalıdır. 3. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında en önemli sebeplerden biri, uluslararası ticaret yollarının dışında kalması ve son döneminde deniz gücü yerine bir kara gücü ile (Almanya) ittifaka bel bağlamasıdır. Oysa uluslar arası ticaret çağında –ki 20. Yüzyıl sonu ve 21. Yüzyıl böyledir- deniz güçleriyle ittifak anlamlıdır. 4. Buradan hareketle, Özal, Amerika Birleşik Devletleri ile ittifakı, dış politikasının temel ekseni saymıştır”153.

Turgut Özal’ın ABD politikasında, göreve geldiği ilk günden itibaren hedefi, ilişkileri “sıfır opsiyon”un üzerine çıkarmak olmuştur. Amerika’nın Türkiye’de işbaşında kim olursa olsun bildiğini okumaya devam edeceğini ve bunun zararlarını azaltmanın tek yolunun ABD ile kayıtsız şartsız iyi geçinmek olacağını düşünen Özal’a göre, ABD ile ilişkiler bozulursa, bu Amerika’dan çok Türkiye’nin aleyhine olur. Çünkü Türkiye, zararın daha da ilerlemesini önleyecek “manivelayı” elinden

153 Cengiz Çandar, “Dış Politikada Özal”, Nokta, Özel Ek, Sayı:18, 25 Nisan–1 Mayıs 1993, s.31–33.

96 kaçırır. Eğer bu manivela elden kaçarsa, Washington’un, Rum ve Ermeni lobisinin eline kalacağını düşünür. Bu görüşte olduğu için de ABD ile hiçbir sorun istemez ve iktidara geldiği ilk günden itibaren Amerika’yı hoş tutma politikası izlemiştir154. Ufuk Güldemir, Özal’a çok yakın olarak çalışmış bir Türk diplomatın, Özal’ın işbaşına geldiği günden itibaren Amerika ile ilişkilerinde, yeni opsiyonlar aramasının ardında Özal’ın, Türk-ABD ilişkileri altın dönemini yaşıyor denilen 1980–1983 yıllarında iki ülke ilişkilerinin aslında sadece askeri ilişkiler üzerine oturmasının ilişkilerde zafiyet yarattığını, bu dönemin hiç de söylendiği gibi altın bir dönem olmadığını düşündüğünü, işte bu nedenle Amerika ile ilişkilerde yeni opsiyonlar aradığını söylediğini aktarmaktadır. Aynı diplomata göre, Özal’a kadar olan dönemde, Türkiye’nin ABD karşısında söyleyebileceği en ileri söz, “üsleri kapatırım, duvarı aşarım” gibi yaptırım gücü tartışılan sözlerdir. Ekonomik ilişkilerin artması Türkiye’nin ABD karşısındaki opsiyonlarını arttırmış, bir taraftan Türk-Amerikan işadamları konseyinin kurulması, diğer yandan karma ekonomik toplantılar düzenlenmesi ve de Amerikan bankalarının Türkiye’ye gitmesi, Türkiye’nin sadece askeri menfaatler açısından değil, ekonomik menfaatler açısından da vazgeçilmezliğini tescil etmeye başlamıştır. İşte Özal’ın kafasındaki ikili ilişkiler de, “Türk-Amerikan ilişkileri geniş bir yelpazeye oturursa, Türkiye’nin stratejik önemi azalsa bile, müttefik olarak değeri azalmaz” mantığıyla şekillenmiştir155.

Turgut Özal için Amerika, “örnek ülke”dir. Bu nedenle Özal, Amerikan Başkanlık sisteminden başlayarak, hemen tüm kurumları kendisine örnek almış ve Türkiye’de uygulamaya çalışmıştır156.

Amerika’yı Avrupa’dan daha önemli bir pazar olarak gören ve Türkiye bakımından önemli olanın dış kredi itibarı olduğunu düşünen, bunun da esas itibariyle banka sisteminden geldiğini vurgulayan Turgut Özal, ABD’nin önemini şu sözlerle açıklamıştır:

“Dünya banka sisteminin ağırlığı Amerika’dadır. Kim ne derse desin. Türkiye’ye gelen bankaların ağırlığı da Amerikan bankalarındadır. Hatta yatırımların da ağırlığı o kanaldadır. Başka memleketten gelse bile gerisinde, arkasında Amerikan sermayesi vardır.” 157

154 Güldemir, Texas - Malatya, s.95–96. 155 A.e., s.98-99. 156 Yavuz Gökmen, Özal Sendromu, 2. Baskı, Ankara, V Yayınları, 1992, s.75–76. 157 “Canan Barlas’ın Özal’la Söyleşisi”, Güneş, 25 Mart 1985, s.9

97 Özal bu sözlerle aynı zamanda ABD’nin gücüne de işaret etmiş, Türkiye için ABD’nin ne anlam taşıdığını, ABD’nin ekonomik gücüne atıf yaparak göstermiştir.

2.4. ABD’NİN ÖZAL YÖNETİMİNE BAKIŞI ABD’nin Özal yönetimine bakışını ele almadan önce, Amerikan siyasal sisteminin işleyiş yapısının kısaca gözden geçirilmesi, Özal Hükümetleri döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinde, Türkiye’nin ABD’den beklentileri karşısında ABD’nin tutumunun anlaşılması ve değerlendirilmesi açısından önem taşır.

2.4.1Amerika Birleşik Devletleri Siyasal Sistemi Devlet başkanlığı ve hükümet başkanlığının aynı kişide toplandığı sistemlere başkanlık sistemi denmektedir ve bu sistemin başarıyla uygulandığı ülkelerin başında ABD gelmektedir158. Başkanlık sisteminin geçerli olduğu ABD’de siyasal sistemin yapısı, ana hatlarıyla Başkan, Bakanlar ve Temsilciler Meclisi ile Senato’dan oluşan Kongre’den oluşmaktadır.

2.4.1.1.Başkan ABD’de hem hükümetin başı hem de parti lideri olan Başkan, İkinci Seçmenler Kurulu yoluyla, halk tarafından dört yıllığına iki seçim dönemiyle sınırlı olarak seçilir. Kasım ayındaki genel seçimlerin ardından 20 Ocakta görevine başlar. Başkan olabilmek için doğuştan Amerikan vatandaşı olmak, 35 yaşından küçük olmamak ve en az 14 seneden beri Amerika Birleşik Devletleri’nde ikamet ediyor olmak gereklidir159. Anayasa’nın 2. Maddesi ile yürütme yetkisi verilmiş olan ABD Başkanı’nın seçimi, sistemin en önemli özelliklerinden birini teşkil etmektedir. Başkan ve yardımcısı, hukuken, dolaylı bir genel oylama ile seçilmektedir. (Halkın genel oyuna dayanan iki kademeli bir oylama) Seçmenler, başkanı seçecek olan ikinci seçmenleri seçmekte, ikinci seçmenler de oylarıyla başkanı seçmektedir. Hukuken Başkan ve yardımcısı bir seçim kurulu, yani ikinci seçmenler tarafından seçilmiş olmaktadır160.

158 İlter Turan, Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, 3.bs., İstanbul, Der Yayınları, 1986, s.193. 159 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, Enformasyon Programlar Dairesi Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı, s.42. 160 Esat Çam, Çağdaş Devlet Sistemleri, İstanbul, Der Yayınları, 2000, s. 98.

98 İkinci seçmenler, her federe devletin sınırları içinden seçilmekte ve her federe devlet, Kongre’deki temsilcileri sayısı kadar ikinci seçmen seçebilmektedir. Diğer bir deyişle her federe devlet, Federal Kongre’nin temsilciler meclisindeki sayısı ile senatosundaki sabit iki senatör sayısının toplamına eşit sayıda ikinci seçmen ile Başkan seçimine katılmaktadır. İkinci seçmenlerin teşkil ettiği Başkan seçim kurulu 538 üyeyi kapsamaktadır. Başkan bu ikinci seçmenlerin mutlak çoğunluğu ile seçilmektedir. Yani 270 oy alması gerekmektedir161. Federe devletlerden her biri, senatörler yönünden eşit sayıda ikinci seçmen çıkardıkları ve nüfusları da farklı olduğu için bazı tutarsız durumlar ortaya çıkabilmektedir. Bir Başkan adayı, genel olarak ülke düzeyinde oy bakımından azınlıkta olabilmekte, buna karşın ikinci seçmenler kademesinde çoğunluğu sağlayarak Başkan seçilebilmektedir162. Esat Çam bu durumu şöyle açıklamaktadır163:

“Bir devlette sağlanan oyların ezici çoğunluğu, zayıf çoğunluklardan daha fazla ikinci seçmen kazandırmamaktadır. Dolayısıyle, ezici çoğunluk yerine daha fazla sayıda devletlerde zayıf çoğunluklarla ikinci seçmenlerin çoğunluğunu elde eden başkan adayı… başkan seçilebilmektedir.”

Doğal olarak Başkanlık seçim kampanyasının nüfusu en kalabalık olan eyalet ve şehirlerde sürdürülmesi, büyük eyaletlerdeki halkın isteklerinin Başkan adayı tarafından göz önünde tutulmasını getirir. Başkan adayı tarafından seçmenlere bölgesel, ekonomik, ırksal dini ve de etnik konularda çeşitli sözlerde bulunularak geniş halk kitlelerinin desteği elde edilmeye çalışılır164. Bu durum da, seksenli yıllarda ABD ile ilişkilerimiz açısından Rum ve Ermeni seçmenlere ABD Başkanları tarafından verilen sözler bağlamında büyük önem taşımıştır. ABD Başkanı, Anayasayı korumak ve Kongre tarafından yapılan yasaları uygulamak gibi temel görevlerinin yanında, Kongre’ye yasa önerilerinde bulunmak; Kongre’yi olağanüstü toplantıya çağırmak; Kongre’de konuşmak; yasaları imzalamak ya da veto etmek; federal yargıçları atamak; federal bakanlıkların ve dairelerin başlarını ve yüksek düzeydeki diğer federal görevlileri atamak; yabancı

161 A.e., s.98-99. 162 A.e., s.99-100; Esen Dereli, Karşılaştırmalı Bir Bakışla ABD ve Fransa Siyasal Sistemleri, İstanbul, Der Yayınları, 2001, s.40–41 163 Çam, a.g.e., s.100. 164 Aydemir Okay, Türk-Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1992, s.166

99 ülkelere gönderilecek temsilcileri atamak; yabancı ülkelerle olan resmi işleri yürütmek; silahlı kuvvetlerin başkomutanlığını yapmak ve Birleşik Devletlere karşı suç işleyenler için af çıkarmak gibi yetkilere sahiptir165. Görev ve yetkileri Anayasa ve yasalar tarafından belirlenmiş, bütün yürütme yetkisinin doğrudan kendisinde olduğu Başkan, dış politika konusunda birinci derecede yetkilidir. ABD’nin dış ilişkilerini yürütür, diplomatik kararları bizzat kendisi alır, senatörlerin 2/3’sinin oyu ile uluslararası antlaşmalar yapabilir ve yabancı elçi, konsolos ve federal yargıçları yine Senato’nun salt çoğunluğu ile göreve atar. Başkan atadığı kişileri görevden alma yetkisine de sahiptir166. Başkanın dış politikaya yönelik görev ve yetkilerine bakıldığında, savaş ilanı gibi bazı durumlar haricinde inisiyatif kullanımına yönelik yetkilere, büyük çoğunlukla tek başına, antlaşmalar akdedilmesi gibi bazı durumlarda da yasama ile birlikte sahip olduğu görülür167.

2.4.1.2.Kongre ABD Anayasası’nın 1.Maddesi federal hükümetin bütün yasama yetkilerini, her devletin eşit sayıda senatörle temsil edildiği 100 üyeli Senato ve üye sayısının nüfus oranına göre saptandığı Temsilciler Meclisi’nden oluşan iki meclisli Kongre’ye vermiştir168.

2.4.1.2.1.Temsilciler Meclisi Üyelerinin iki yılda bir seçildiği Temsilciler Meclisi’nin üye sayısı 435’dir. Temsilciler Meclisi’ne devletler nüfusları oranında temsilci gönderirler. ABD Anayasası’na göre, bir devlet ne kadar küçük olursa olsun yine de bir temsilci göndermek hakkına sahiptir. Ancak, Temsilciler Meclisi üyeliği nüfusa ve seçim yapılan yerin büyüklüğüne bağlıdır. ABD’de yedi federe devlet; Alaska, Montana, Delaware, North Dakota, South Dakota, Vermont ve Wyoming, nüfuslarıyla orantılı

165 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, a.g.e., s.42. 166 Yaşar Gürbüz, Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, 2.bs., İstanbul, 1987, s.92–93. 167 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 610–611. 168 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, a.g.e., s. 66.

100 olarak tek temsilciyle temsil edilirken, birçok eyalet ise, 20 den fazla temsilciye sahiptir. Örneğin, yalnız California Temsilciler Meclisi’nde 52 temsilciye sahiptir169. 2.4.1.2.2.Senato Senato, 100 temsilciden oluşur ve her federe devlet büyüklüğü ne olursa olsun Senato’da iki senatörle temsil edilir. 6 yıllık bir dönem için seçilen bu senatörlerin 1/3’i her iki yılda bir seçimle yenilenir170. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Senato toplantılarına katılabilir ve oy kullanabilir. Senato Başkanlığı görevini ise ABD Başkan Yardımcısı yürütür. Ancak, Senato tarafından geleneksel olarak çoğunluk partisinin adayı geçici başkanlığa seçilir ve esas olarak Senato’ya bu kişi başkanlık eder171. Kongre’deki her iki meclis, gerek Temsilciler Meclisi gerekse Senato, Temsilciler Meclisi’nde hazırlanması gerekli olan gelir yasaları dışında, her konuda yasa taslağı sunma yetkisine sahiptir. Uygulamada her meclis diğer mecliste kabul edilmiş olan yasalara karşı oy kullanabilir. Ayrıca Senato, Temsilciler Meclisi’nden gelen gelir yasası taslaklarını, kabul etmeyebileceği gibi, içeriklerini farklı hale getirecek değişiklikler de yapabilir. Böyle durumlarda, taslağın yasalaşabilmesi için, her iki meclis üyelerinden kurulan bir konferans komitesinin, iki tarafın da kabul edeceği bir uzlaşma metni hazırlaması gerekir172.

2.4.1.2.3.Komiteler Senato ve Temsilciler Meclisi’nin alt birimleri olarak kurulan komiteler, oluşum amaçlarına göre, Daimi Komiteler, Geçici Komiteler, Birleşik Komiteler ve Konferans Komiteleri olarak işlevlerini yürütürler173. Kongre’nin en önemli özelliklerinden birisi, komitelerin çalışmalar üzerinde egemen rol oynamasıdır. Komiteler, bir önerinin yasalaşabilmesi konusunda çeşitli alanlarda uzmanlaşmaları nedeniyle önemli rol oynarlar. Komiteler, oluşturdukları alt komiteler yardımıyla tasarılar hazırlamakta ve Kongre’ye sunmaktadırlar.

169 A.e., s.67. 170 Çam, Çağdaş Devlet Sistemleri, s.111. 171 Tayyar Arı, Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, 3.Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2000, s.40. 172 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, a.g.e.,s.68. 173 N. Nisa Bayramoğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nde Lobi Faaliyetleri, Ankara, 1985, s. 19.

101 Faaliyet gösteren dört tür komite arasında en önemlisi Daimi Komitelerdir. Daimi Komite üyeleri, partilerin gösterdikleri adaylar arasından Kongre’de yapılan oylamayla seçilirler. Çoğu zaman Kongre’nin elindeki imkanlar bilgi edinmede sınırlı kalmakta, böyle durumlarda baskı grupları, uzmanlar ve lobicilerden oluşan konuşmacılar gerekli bilginin sağlanmasında yardımcı olmaktadırlar. Daimi Komiteler özellikle, tarım, savunma, ticaret gibi genel ve önemli konularda bilgi toplamaktadırlar174. Senato’da 17, Temsilciler Meclisi’nde 19 Daimi Komite bulunmaktadır. Her komite, dışişleri, savunma, bankacılık, tarım, ticaret, ödenekler, gibi bir başka yasama alanında uzmanlaşmıştır175. Meclislerden birine sunulan yasa önerisi, incelenmesi ve tavsiyelerde bulunulması için bir komiteye havale edilir. Komite, kendisine gönderilen bir öneriyi onaylayabilir, değiştirebilir, reddedebilir ya da gündemine almayabilir. Bir yasa taslağının, komite onayı olmadıkça Temsilciler Meclisi ya da Senato Genel Kurulu’nda görüşülmesi hemen hemen olanak dışıdır. Bir yasa taslağı üzerindeki komite inceleme yetkisinin kaldırılma önergesi için Temsilciler Meclisi’nde 218 üyenin ve Senato’da tüm senatörlerin imzası gereklidir. Uygulamada, bu tür önergelerin yeterli desteği sağlaması çok ender gerçekleşmektedir176. Yasa taslakları çeşitli biçimlerde sunulabilir. Bazıları daimi komiteler tarafından, bazıları belirli yasama konularını ele almak üzere kurulacak özel komiteler tarafından hazırlanırken, bazıları da, başkan ya da diğer yürütme organı yetkilileri tarafından önerilebilir. Kongre dışındaki kişiler ve örgütler meclis üyelerine yasa önerilerinde bulunabilecekleri gibi, üyeler de bireysel olarak yasa teklifinde bulunabilirler. Yasa taslakları ilk sunuştan sonra ilgili komiteye gönderilir. Komite çoğu kez, yasa önerisini destekleyen ya da ona karşı çıkan kişilerin görüşlerini açıklayabilmeleri için halka açık bir dizi oturum düzenler. Birkaç hafta hatta birkaç ay sürebilecek olan bu oturumlar ile halkın yasama sürecine katılımı sağlanmış olur. İlgili komite, kendisine gönderilen yasa önerisini onayladıktan sonra, yasa taslağı açık görüşmeler yapılması için genel kurula gönderilir. Kurallar, Senato’daki görüşme süresinin hemen hemen sınırsız olmasına izin vermekte,

174 Müjde Kerdincer, Lobicilik, İstanbul, Alfa Yayınları, 1999, s.105. 175 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, a.g.e., s.70 176 A.e.

102 Temsilciler Meclisi’ndeyse üye sayısının fazlalığı nedeniyle, genellikle süre İçtüzük Komitesi’nce belirlenmektedir. Görüşmeler sonunda üyeler, yasa taslağının onaylanması, reddedilmesi, oylamanın ertelenmesi (taslağın reddedilmesiyle hemen hemen eş anlamlıdır), ya da komiteye geri gönderilmesi yönünde oy kullanırlar. Bir mecliste onaylanan yasa taslağı, görüşülmek üzere diğer meclise gönderilir. Taslağın ikinci mecliste değiştirilmesi durumunda, her iki meclisin üyelerinden oluşturulacak bir konferans komitesi uzlaşma sağlamaya çalışır. Taslak, yasalaşması Anayasa gereği olarak Başkanın onayına bağlı bulunduğu için, Başkana gönderilir. Başkanın taslağı imzalama ya da veto etme seçeneği vardır. Başkanın veto ettiği bir taslağın yasalaşması için her iki mecliste de yeniden oylanması ve üçte iki çoğunlukla onaylanması gereklidir177.

2.4.2. Dönemin ABD Yönetiminin Turgut Özal Yönetimine Bakışı 1980’lerin başında bir yandan Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali, diğer yandan İran’daki İslam devrimi, Ortadoğu bölgesinin ve ABD için Basra Körfezi petrolleri nedeniyle hayati önem taşıyan Basra Körfezi bölgesinin güvenliğini, ABD açısından tehdit eder hale getirmişti. Bu dönemde, dış politikasının temellerini, Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi, komünist ideolojinin dünyanın diğer bölgelerinde etkinlik kazanmasının önlenmesi, ABD’nin hayati çıkarlarının korunması için global alanda etki alanları oluşturulması, bu hedeflere ulaşabilmek amacıyla, siyasi, ideolojik, ekonomik ve askeri yöntemlerin kullanılmasının oluşturduğu Amerika Birleşik Devletleri, bölgede ABD ve NATO ittifakının politikalarına uygun hareket eden bir Türkiye beklentisi içinde olmuştur178. Uluslararası ortamdaki istikrarsızlıkla birlikte, Türkiye’de 1980 öncesinde gelişen iç çatışmalar, iç çekişmeler sonucunda ortaya çıkan istikrarsız hükümetler ve anarşi ortamı, ABD yönetimini, Türkiye’nin Batı yanlısı ve NATO ittifakı içindeki rolünün istikrarlı bir şekilde devamının kesintiye uğraması ihtimali karşısında endişeye sevk etmiştir.

177 A.e., s.70–71. 178 George Mc. Ghee, The US-Turkish-NATO- Middle East Connection: How The Truman Doctrine Contained the Soviets in the Middle East, New York, St. Martin’s Press, 1990, s. 176.

103 Dönemin ABD Büyükelçisi James W. Spain, anılarında Türkiye’de 1980 öncesinde hukuk ve istikrarın kötüleştiğini, hükümet ve meclisin çalışmadığını, örneğin SEİA anlaşmasının onaylanamadığını ve Cumhurbaşkanının seçilemediğini, bu şartlar altında, Türkiye’de düzenin ve istikrarın sağlanabilmesi için askeri darbenin kaçınılmaz ve büyük ihtimalle gerekli olduğunu yazmaktadır179. ABD yönetimleri, Türkiye’deki demokrasi kesintilerine pragmatik bir yaklaşım göstermişler, askeri rejimler konusunda oldukça dikkatli bir tutum benimsemişler, eleştirmekten kaçınmışlardır180. ABD için öncelikli konu istikrar olmuş, Ortadoğu bölgesinin istikrarı ABD çıkarları açısından hayati önem taşımıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki istikrarı sağlamak için yapıldığı söylenilen 1980 askeri darbesi de ABD tarafından eleştirilmemiştir. Sahip olduğu jeopolitik özelliği nedeniyle Türkiye, ABD tarafından uygulanan global stratejinin önemli bir parçası olarak görülmüştür. Türkiye Sovyetler Birliği’ne karşı bir NATO üyesi olmanın yanında daha da önemlisi, Avrupa ile kargaşa halindeki Ortadoğu arasındaki stratejik bağlantıyı sağlamış, Basra Körfezi’nin güvenliği açısından anahtar bir ülke olma özelliği taşımıştır181. Bunda bulunduğu coğrafi konumun yanında sahip olduğu büyük nüfus, siyasi ve askeri donanımın da etkisi olmuştur. ABD’nin 1980 askeri darbesini olumsuz karşılamamasında, öncelikle ABD’nin çıkarları açısından böylesi bir önem taşıyan Türkiye’nin Batı ittifakı içinde rolünün sürekliliğinin sağlanmasının geldiğini söyleyebiliriz. Bu konuda Ramazan Gözen: “ABD, Türkiye’de “demokrasi” ve “istikrar” ikilemiyle karşılaştığında, Türk-Amerikan ilişkilerinin ve Türkiye’nin Batı ittifakı içinde rolünün sürekliliğinin sağlanması için Türk iç ve dış politikasında “statükonun korunması” unsuruna öncelik verir. Eğer Türkiye’nin Batı yanlısı ve NATO içindeki ve Bölgedeki rolünün istikrarlı bir şekilde devamını kesintiye uğratacak bir gelişme varsa, Türkiye’de demokrasiyi geriye götürecek müdahalelerin yapılması ABD açısından önemli değildir; ve

179 James W. Spain, American Diplomacy in Turkey, Memoirs of an Ambassador Extraordinary and Plenipotentiary, New York, Praeger Publishers, 1984, s.11, 26–27. 180 Ali L Karaosmanoğlu, “The Limits of International Influence for Democratization”, Der. M. Heper, A. Evin, Politics in the Third Turkish Republic, Boulder, Westview Press, 1994, s.119, Karaosmanoğlu’ndan aktaran: Ramazan Gözen, “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı”, Der. Şaban Çalış, İhsan Dağı, Ramazan Gözen, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara, Liberte Yayınları, 2001, s.100. 181 Dankwart A. Rustow, Turkey, America’s Forgotten Ally, New York, Council on Foreign Relations, Inc., 1987, s. vii-viii, 106-115

104 bu durum, Türkiye ile ilişkilerinin krize girmesine neden olmaz. Bu durumlarda demokrasiyi zedeleyecek bile olsa, istikrarı sağlayacak gelişmelere önem verilir”182 demektedir.

Öncelikli hedef olarak istikrarın sağlanmasına önem veren ABD, Türkiye’de 1980 askeri darbesi sonrası istikrarın sağlanması ile birlikte tekrar normale dönülmesini, tekrar seçimlerin yapılmasını, çok partili hayata geçilmesini, diğer bir deyişle demokrasiye tekrar dönülmesini istemiştir. 1980 askeri darbesi sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Edmund Muskie, Büyükelçi Spain’e gönderdiği mektupta Washington’un askeri darbeyi anlayışla karşıladığını, fakat ABD’nin Türkiye’ye güçlü desteğinin devam edebilmesi için demokrasiye dönüşün önemini belirtmiştir. Muskie ayrıca demokrasiye dönüş takviminin belirlenmesini istemiştir. Bülent Ulusu’da ABD’nin endişelerini anladıklarını ve bir an önce demokrasiye döneceklerini taahhüt etmiştir. Daha sonra Başkan Carter, Evren’e bir mektup göndererek Türkiye’nin bir an önce demokrasiye dönmesini istemiştir183.

1983’te yapılan seçimler ile birlikte 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile kesintiye uğrayan demokratik sürecin tekrar işlemeye başlaması hedeflenmiştir. ABD için Türkiye’nin istikrarlı bir ülke olmasının taşıdığı önemi ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Burt şu sözlerle anlatmıştır:

“Bir yandan Şah’ın düşüşü, Şiilerin katı tutumunun gelişmesi ve Batı’nın Basra Körfezi’nden gelen petrole bağımlılığının sürmesi, Brejinski’nin dediği gibi, Güneybatı Asya’yı büyük önemi olan stratejik bir bölge durumuna soktu. Batı için son derece önemi artmış bir bölge oldu. Türkiye’nin burada oynayacağı bir rol var. Zira Türkiye coğrafya açısından tam bu bölgede bulunuyor. Bu rolün ne olacağını saptamak bizim yapacağımız bir şey değil. Bizim güvenlik açısından kazancımız, bu bölgede güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’nin bulunmasıdır. Türkiye güçlü oldukça saldırgana karşı caydırıcılığı artar…”184

ABD, daha İkinci Dünya Savaşı sonunda “liberal uluslararası düzen” olarak adlandırılan, ulusal ve uluslararası alanda liberal ekonomik düzenin oluşturulmasını, siyasi bakımdan demokratik siyasi sistemlerin geliştirilmesini, liberalizm ve demokrasiyi temel alan bu sistemlerin askeri ittifak sistemi içerisinde birlikte hareket etmesini öngören, siyasi, askeri, ekonomik ve kurumsal oluşumları uygulamaya

182 Ramazan Gözen, “ Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı”, s.98. 183 Spain, a.g.e., s.23-25 184 “Forum: ABD Yönetimi ve Türkiye; Türkiye’yi Ortadoğu’da Bekçi Yapmak İstemiyoruz”, Milliyet, 24 Nisan 1983, s.4.

105 sokmuştur. Hedeflenen bu ekonomik, siyasi ve askeri amaçların gerçekleşmesi amacıyla ABD’nin öncülüğünde GATT, IMF, Dünya Bankası, NATO ve de BM gibi uluslararası örgütler kurulmuştur. ABD’nin oluşturmaya çalıştığı bu Liberal uluslar arası düzenin en önemli hedefi, bu ilkeleri ve politikaları benimseyen ülkeleri ABD liderliğindeki Batı ittifakı içerisinde tutmak ve Sovyetler Birliği’ne ve onun ideolojisine karşı mücadele etmek olmuştur. İşte bu hedefler doğrultusunda ABD, Türkiye’de gerçek anlamda bir demokratik sistemin yerleşmesi ve liberal uluslar arası ekonomik düzene uygun bir serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi beklentisi içinde olmuştur185. 24 Ocak 1980 istikrar paketi çerçevesinde başlayan ve 1980 askeri darbesi sonrasında gerçekleştirilen serbest seçimler sonucunda kurulan, dünya ile ekonomik bütünleşmenin ancak serbest piyasa ekonomisi ile gerçekleşebileceğini düşünen, fiyatların da, ithalatın da serbest bırakılması gerektiğini savunan, ekonomiyi karma ekonomi modelinden ve devletin ekonomi üzerindeki ağır baskısından kurtarmayı hedefleyerek, kafasındaki liberal ekonomi modelini uygulamaya sokan Özal hükümetleri döneminde ABD’nin bu beklentilerini karşılayan gelişmeler yaşanmıştır. ABD’nin Özal’a karşı desteği daha Kasım 1983 seçimleri öncesinde işaretlerini vermiştir. Dönemin askeri yönetiminin, partilerin yapılacak olan seçime girmesine evet veya hayır diyen tutumuna karşı, ABD’nin Özal’ın seçim dışı bırakılmaması ve seçime katılması yönündeki isteğini gösteren bir gelişme yaşanmış, seçimlerden yaklaşık iki ay öncesinde 26 Ağustos 1983 tarihinde Wall Street Journal Gazetesi’nde, beş kişiden oluşan askeri konseyin oniki partiyi veto ettiği, Kasım seçimlerine sadece üç partinin girmesine izin verildiği, seçimlere katılan üçüncü ve kendilerinin hesaplarına en uygun partinin eski başbakan yardımcısı Turgut Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi’nin olduğunu, Türkiye’de Özal’ın partisinin 6 Kasım seçimlerine katılmasının engellenebileceği yönünde yaygın bir kanı bulunduğunu, Amerikan diplomasisinin Türk generallerinden bilmelerini kesinlikle istedikleri noktanın toplumda bir gerginlik yaratılmadan, seçimlerde Özal’ın partisinin kazanmasının demokrasiye erken dönüş için esen bir ümit rüzgarı olduğu ve

185 Mc. Ghee, a.g.e., s.23-24

106 Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın bu işin üstesinden gelinmesini dikkatle izlediğini belirten bir başyazı yayınlanmıştır186. ABD’nin Özal’a bakışı ve bu yazıyla ilgili olarak Yalım Eralp:

“ 1983 yılında biliyorsunuz o zamanki askeri yönetim partilerin seçime girmesine evet veya hayır diyor. Wall Street Journal’da bir yazı çıktı. Özal yasaklanırsa külahları değişiriz anlamında. O sırada ben Washington’da maslahatgüzardım. Büyükelçi tatilde. Bakan Yardımcısı Richard Burt beni çağırdı. Bu yazıyı biz yazdık, bizim yazdığımızı bildir dedi... Özal’ı kendilerine yakın gördükleri doğrudur”187 demektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda 1982–1985 yılları arasında insan haklarından sorumlu bakan yardımcısı olarak görev yapan Elliott Abrams da 3 Mart 1989’da Sedat Ergin’in kendisiyle yapmış olduğu röportajda Özal’ın seçimlere sokulmama olasılığı ile ilgili olarak, bu olasılığın kendilerini korkuttuğunu, böyle bir engellemenin iyi olmayacağı mesajının askerlere nazik bir şekilde verildiğini açıklamıştır. Bir Amerikalı yetkilinin ağzından, Washington’un 1983 yazında ANAP’ın seçimlere katılmasının engellenmesinden endişe ettiği ve Milli Güvenlik Konseyi’nin bu yöndeki kararını engellemek için devreye girdiğini göstermesi açısından büyük önem taşıyan bu açıklamada Abrams, 1983 yazında askerlerin ANAP’ın seçime katılmasını engellemesinden duyulan endişelerin ABD tarafından nasıl algılandığına ilişkin olarak:

“ Bizim görüşümüz açıktı. Bizim de korkumuz ordunun müdahale etmesi ve Özal’ın kazanmasının önlenmesiydi… Ancak yine Büyükelçiyi gönderip, ANAP’ı seçim dışı bırakmayın demedik... Nazik bir şekilde rekabete dayalı bir seçimin Türkiye açısından çok iyi olacağının bilinmesini ifade ettik. Bunu yapmanın çeşitli yolları vardır. Bir yol, Özal'ı ve partisini dışarı atmayın demektir. Bir diğer yol ise şunu söylemektir: Türk ordusuna güvenimiz sonsuzdur. Gerçek bir demokrasiye dönüş taahhüdünüz çerçevesinde, desteklediğiniz tahmin edilen asker kökenli adayın önde gitmediği anlaşılmaktadır. Ancak süreç işlemektedir. Biz sizin demokrasiye böyle bir geçişi taahhüt ettiğinizi biliyoruz ve sizi kutluyoruz... Bu mesajı, Türk ordusunu desteklediği adayın kaybetmesinin pekala mümkün olduğu bir süreci yürütmekten dolayı tebrik etmek ve bunu desteklemek şeklinde tanımlayabiliriz. İleri görüşlü davranmasından dolayı orduyu kutluyorduk. Mesaj eşit derecede açık bir şekilde ortaya çıkıyor...”188demektedir.

Abrams, Washington’un hissiyatının Ankara’ya iletilmesinde hangi kanalların kullanıldığını ise:

186 “Turkish Turning Point”, Wall Street Journal, 26 August 1983, s.14. 187 Yalım Eralp ile Yapılan Görüşme, İstanbul, 6 Nisan 2005 188 “Sedat Ergin’in Eliot Abrams’la Ropörtajı”, Hürriyet, 13 Mart 1989, s.1,18.

107 “ ...Büyükelçilik kanallarını ve ziyaretçileri kullandık. Türkler Washington’a geldiğinde ya da Amerikalılar, örneğin Kongre üyeleri Türkiye’ye gittiğinde... Bu gibi durumlarda ziyaretçileri, gitmeden doğru şeyleri söyleyecek şekilde programlamanız gerekir...”189 sözleriyle anlatmaktadır. Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Burt, 6 Şubat 1984 tarihinde Temsilciler Meclisi Dışişleri Alt Komitesi’nde yapmış olduğu konuşmada, ABD için Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemini belirttikten sonra, Akdeniz’e Sovyet geçişinin anahtarını elinde tutan bir ülke olarak Türkiye’nin Ortadoğu’da İran, Irak ve Suriye’nin içinde bulundukları karışık durumlar göz önünde bulundurulduğunda potansiyel öneminin daha da arttığını belirtmiş, Özal Hükümeti’ne ilişkin olarak da:

“Türkiye’nin politik sistemi, tam parlamenter demokrasiye doğru olumlu bir geçiş gerçekleştirmektedir. Kasım 1983’te seçilen hükümet, hızla gelişmekte, yeni ve yenilikçi politikalar yürütmektedir... Siyasi kaos ve ekonomik iflasın üstesinden gelme mücadelesi veren Türkiye’yi bu zorlu yıllar boyunca desteklememiz, yeni hükümeti ve tam demokrasiye dönüşü güçlü bir şekilde desteklemeyi sürdürmemiz önemlidir”190 demektedir.

Özal, ABD için, ilk etapta, istikrarın sağlanmasından sonra demokrasiye geçilmesi aşamasında ABD’nin çıkarları ile örtüşen bir politika izlemesi nedeniyle önem taşımıştır. ABD Başkanı Ronald Reagan, kendisiyle yapılan bir ropörtajda, “ekonomik konularda ABD’nin izinden giden, ekonomi politikasının temelini liberal ticaret ve tutucu bir para politikasının oluşturduğu, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede bu tedbirlerin kullanılmasını gerekli bulup, bulmadığı ve bu tedbirlerin verimli olup, olamayacağı” yönündeki bir soruya:

“Serbest piyasada çalışan özel sermaye, kalkınmanın en önemli motorunu oluşturur. Bay Özal’ın liberal politikası sayesinde sağladığınız kıskanılacak ekonomik büyüme hızı da bu gerçeği göstermektedir. ABD Türkiye’nin ekonomik programını desteklemektedir. Ve Türkiye’nin uluslararası mali yükümlülüklerine karşı gösterdiği sorumlu ve başarılı tutumunu takdir etmektedir.”191 şeklinde verdiği cevap ile ABD yönetimi tarafından Özal yönetimine duyulan güven ve verilen desteği göstermiştir. Yine aynı ropörtajda Reagan, Özal ile birçok konuda aynı görüşü paylaştığını da vurgulamıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda 1982–1985 yılları arasında insan haklarından sorumlu bakan yardımcısı olarak görev yapan Elliott Abrams da kendisine, “Turgut

189 A.e. 190 American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department Of State, 1986, s.460–461. 191 “Tuna Köprülü’nün Ronald Reagan’la Ropörtajı”, Hürriyet, 31 Mart 1985, s.1, 5.

108 Özal, Anavatan Partisi’ni kurduğunda, Washington’da kendisine dönük havanın ne olduğu” şeklindeki bir soruyu şu sözlerle cevaplandırmıştır:

“ Bir kere kişi olarak kendisi hakkında olumlu bir kanaate sahiptik. Dürüst ve muktedir bir kişiydi...iyi bir politikacı olabileceği konusunda şüphe vardı. Teknokrat geçmişine baktığınızda gerçekten siyasi bir lider olabileceğine inanmanızı sağlayacak hiçbir şey yoktu. Ancak, kısa zamanda çoğumuz-bu şekilde planlanmış olsun olmasın-kendisinin tam bir geçiş dönemi lideri profiline sahip olduğu görüşüne vardık. Ordunun korkusu neydi? Geçiş döneminin kısa zamanda kontrolden çıkması ve siyasi ihtirasların yeniden yükselmesinden korkuyorlardı. Özal ise muazzam ihtiraslara kapılmayacak, becerikli bir yetkiliydi. Güvenilir biriydi. Ordunun mükemmel bir geçiş liderinde aradığı bütün özelliklere sahip kişi olabilirdi. İlk tepki, “iyi adam ama kazanamayacak” oldu. İkinci aşamada, biz öyle düşündüğümüzden değil, kendisi başarılı olmaya başladığından bu kez, “bu iş olabilir, bu adam iyi bir geçiş dönemi lideri olabilir” denmeye başlandı” 192.

1986 yılı Şubat ayında Ankara’da temaslarda bulunan Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, 25 Şubat’ta düzenlediği basın toplantısında Türkiye ekonomisinin kaydettiği gelişmelere temas ederken:

“...Büyük yapısal değişiklikler gerçekleştirildi. KİT’lerin ekonomi üzerindeki yük olma durumunu ve bürokrasiyi asgariye indirmeyi hedefleyen çok cesur bir başbakanınız var. Böyle ilerlemeye ve uluslararası piyasalarda rekabete açık bir Türkiye ekonomisi tabii ki sanayiine de büyük destek olacaktır. Biz de bu alanda her türlü işbirliğine hazırız”193 sözleriyle Özal’a verilen desteğe işaret etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ABD’nin Türkiye’ye, dolayısıyla Özal yönetimine bakış açısını değerlendirmek amacıyla çeşitli görüşmeler yapan Haluk Ülman da yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin ABD açısından stratejik önemini korumaya devam ettiği konusunda bir fikir birliği olduğunu belirtmektedir. Ülman’ın görüştüğü kişilere göre; Kongre’de özellikle 1974’lerden bu yana Türkiye’ye yapılan Amerikan askeri yardımı, Kıbrıs ve Ermeni sorunları konusunda ortaya çıkan olumsuz tutumlar, Türkiye’nin azalan önemi diye bir şeyden değil, Amerikan iç politika oyunlarından kaynaklanmaktadır. Teknolojik gelişmelere rağmen, Türkiye topraklarındaki Amerikan izleme ve dinleme tesisleri önemini korumaya devam etmektedir. Yapay uydulardan alınan bilgiler, özellikle Sovyet füze denemeleri ve birlik kaydırmalarıyla ilgili olanları, bu tesislerden sağlanan bilgilerle desteklenmeden, birlikte değerlendirilmeden, kesinlik kazanamamaktadır. Yine, Türkiye’nin kalabalık silahlı kuvvetleri gereği gibi donatılır ve eğitilirse, Sovyetler’in bölgede girişebilecekleri bir “macera”ya karşı en iyi “caydırıcı” gibi görülmekte, çıkabilecek bir Doğu-Batı savaşında konvansiyonel düzeydeki bir

192 “Sedat Ergin’in Elliot Abrams’la Ropörtajı”, Hürriyet, 13 Mart 1989, s.1,18. 193 “Richard Perle’ün Basın Açıklaması”, Tercüman, 26 Şubat 1986, s.9.

109 savunmanın da NATO’nun doğu kanadındaki temel taşı sayılmaktadır. Aynı biçimde Türkiye, stratejik konumu ve Sovyetler’in Akdeniz’e inişini denetleyen Boğazlar’ı elinde bulundurması nedeniyle, çıkacak bir savaşta Sovyet deniz gücünü durduracak ülke olarak değerlendirilmektedir. Ülman’a göre, Amerikan yönetiminin Türkiye’ye biçtiği değer, yalnız NATO savunma alanıyla da sınırlı değildir. Ülman, Reagan yönetiminin danışmanlarının, Körfez’e karşı bir Sovyet hareketini durdurmak için, onun karşısına taşıyabilecekleri Amerikan birliklerini kullanacakları üslerin en yakınının binlerce mil uzakta olmasına karşın, Van’ın Sovyet iniş yollarına yalnızca 70 mil uzakta olduğunu tekrarlayıp durduklarını söylemektedir. Ülman, bütün bunlara ek olarak, Yunan Başbakanı Papandreu’nun Batı dünyası ve NATO içindeki “eğreti oturuşu” nedeniyle Reagan Yönetimi’nin Yunanistan’daki Amerikan üslerinin geleceği konusunda kuşku duymaya başladığını, Papandreu’nun Yunanistan’daki üslerin süresini uzatmama durumunda, Akdeniz’deki Amerikan 6. Filosunun barınması ve donatılması, hem de Doğu Akdeniz’deki Sovyet hava ve deniz harekatının izlenmesi için büyük önem taşıyan bu üslerin yakınlarda bir yere aktarılmasının gerekeceğini, Pentagon’un da en uygun yer olarak Türkiye’yi gördüğünü, bu sayılanlar nedeniyle, Reagan yönetiminin gözünde Türkiye’nin öneminin giderek arttığını belirtmektedir. Dönemin ABD yönetimin gözünde böylesi bir önem taşıyan Türkiye’de, Washington, istikrarlı ve güvenilir bir yönetim görmek istemektedir. Ülman’a göre, ABD’nin 12 Eylül’den önce Türkiye’de bulamadığı, Turgut Özal’da bulduğu işte bu istikrar ve güvendir. Üstelik Reagan yönetimi, Özal’ın işbaşına gelmesiyle birlikte, kendi liberal kamuoyu önünde, askeri bir yönetimi desteklemek suçlamasından da kurtulmuş olmaktadır. Ancak yönetimin bazı kademelerinde, özellikle bazı danışmanlarda, Özal’ın İslam dünyasına açılma politikasının, Türkiye’de güçlü bir İslamcılık hareketinin doğmasına yol açabileceği, ya da Özal’ın Türk ekonomisinin üstesinden gelip gelemeyeceği yönünde kuşkular da bulunmaktadır. Ancak, bazı kademelerde rastlanan bu tip kuşkulara rağmen yönetim genel olarak, Özal’ın sık sık tekrarladığı “Bizim alternatifimiz yoktur.” sözüne katılmaktadır 194.

194 Haluk Ülman, “ ABD Yönetimi Gözüyle Özal, 4 Destek, 2 Kuşku”, Hürriyet, 25 Mart 1985, s.1,13

110 Sonuç olarak, ABD’nin Turgut Özal Yönetimi’ne bakışı, Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali, İran-Irak savaşı ve Ortadoğu’daki diğer çatışma ve istikrarsızlıklar, beraberinde Sovyetler Birliği-Komünizm “yayılmacılığı” tehdidi altında şekillenmiştir. ABD, esas olarak Batı tercihli bir dış politika izleyen, NATO’da kendisinden sonra ikinci büyük orduyu besleyen, Sovyetler Birliği ve Bulgaristan ile sınır komşusu olan, Avrupa’dan Basra Körfezi’ne en kısa bir transit yolu sağlayan Boğazları ve Sovyetler Birliği’ni Uzakdoğu’ya bağlayan en kısa deniz yolunun geçtiği Süveyş Berzahı’na yaklaşma yollarına hakim durumda bulunan Doğu Akdeniz’i kontrol eden stratejik konumu195 ile Türkiye’nin taşıdığı jeopolitik ve jeostratejik önemden hareket etmiştir. Öncelikli olarak bölgede istikrar isteyen ABD yönetimi açısından, kendisiyle aynı liberal politikaları izleyen, ABD ile daha yakın ikili ilişkiler kurulmasına çalışan bir yönetimin Türkiye’de işbaşında olması olumlu karşılanmış ve desteklenmiştir. ABD Yönetiminin bizzat kendi açıklamalarından ve de yönetimin Özal hükümetleri döneminde Türkiye’ye olan tutumundan, ABD’nin Özal yönetimine bakışının, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın ortaya koymuş olduğu, Türkiye’nin taşıdığı stratejik önemi açıkça ifade eden unsurlar çerçevesinde şekillenmiş olduğu söylenebilir. Bu unsurlar:

“1- Sovyetler Birliği ile 300 millik kara sınırı(Kafkasya Bölgesi) ve 900 millik deniz sınırı(Karadeniz) paylaşan tek NATO ülkesi olan Türkiye, NATO savunmasının en doğudaki kalesidir. 2- Türkiye, Sovyetler’in muazzam Karadeniz filosunun, Akdeniz’e tek çıkış yolu olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı elinde tutmaktadır… 3-Türkiye, disiplinli ordusu ve stratejik konumu ile komünist dünyası ile Arap Yarımadası ve Doğu Akdeniz arasında set rolünü oynar… 4- …Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD’den sonra NATO’nun en büyük ordusudur. Bu ordu, büyüklüğü, yeteneği ve yerleştirildiği yerler nedeniyle, bölgedeki Varşova Paktı kuvvetlerinin büyük bölümünü tutmaktadır. 5- …15 NATO ülkesi arasında sadece Türkiye, NATO’nun Varşova paktı ile olan sınırlarının yüzde 33’ünü savunmaktadır. Türkiye ayrıca NATO’nun Avrupa’daki topraklarının yüzde 27’sini savunmaktadır. 6- …Türkiye’nin bölgede caydırıcı ve istikrar sağlayıcı rolü, Türkiye ile ABD arasında imzalanan NATO üslerine ilişkin anlaşma ile daha da büyümüştür. 7- Türkiye ile ABD arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’na göre, Türk komutanlığı ve denetimi altında bulunan ABD askeri personeli, Türkiye’deki elektronik haber toplama istasyonlarını işletmektedir. Bu istasyonlar ABD’nin güvenliği açısından vazgeçilmez niteliktedir.

195 İhsan Gürkan, “Türkiye’nin Jeostratejik ve Jeopolitik Önemi”, Türkiye’nin Savunması, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yay., 1987, s.21

111 Çünkü Batı, bunlar sayesinde Sovyetler’in nükleer denemeleri, nükleer silahların yerleştirilmeleri, birliklerin hareketi ve diğer gelişmeler hakkında bilgi toplar… 8- Ilımlı Arap ülkeleri, büyük ölçüde, Sovyetler’in Ortadoğu’da doğrudan siyasal ve askeri etkinliğinin önünde duran Türkiye sayesinde, ABD ile yakın ilişkiler kurma olanağına kavuşmaktadırlar. Aynı şekilde Türkiye, İsrail için bir koruyucu kalkan olmasının yanısıra, Ortadoğu’da şimdiki siyasal saflaşmanın güvenliğine katkıda bulunmaktadır”196.

Sayılan bu unsurlar çerçevesinde değerlendirildiğinde ABD için, hayati çıkarları açısından Türkiye gibi stratejik öneme haiz bir ülkede, istikrarlı ve ABD ile işbirliğini hedef alan ve bu hedef doğrultusunda bir dış politika çizgisi belirlemiş, liberal düşünceye sahip bir yönetimin işbaşında olması büyük önem taşımıştır.

2.4.3. Kongre’nin Turgut Özal Yönetimi’ne Bakışı Amerikan Kongresi’nin Turgut Özal Yönetimi’ne bakışının incelenmesi, ABD’de başkanın dış politikaya ilişkin bazı yetkileri ancak Kongre ile birlikte kullanabilmesi gerçeği doğrultusunda önem taşımaktadır. Bilindiği gibi dış politika yetkilerinin kullanımına ilişkin olarak, bürokrat ve büyükelçi ataması ve antlaşmaların yürürlüğe girmesi Senato’nun onayını gerektirmektedir. Ayrıca savaş ilanı ve dış politikanın uygulanması için gerekli olan fon tahsisi, bütçenin onaylanması ve harcamaların tahsisatı Kongre’nin yetkisinde olan konulardır. ABD sisteminde güç, Kongre ile paylaşılmaktadır. Başkan önermekte, Kongre öneriye son şeklini vermektedir. Başkan’ın belli bir konuda politikasının yasaya dönüşme isteği ancak 535 üyeli Kongre’nin çoğunluğu aynı görüşü paylaştığı takdirde gerçekleşmektedir197. Bu çerçevede Türkiye’ye ABD tarafından yapılan yardım miktarlarında Kongre’nin tahsisat yetkisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Ancak, Parti disiplinin zayıf olması, seçim sisteminin hem iki yılda bir yapılması hem de çoğunluk sistemine dayanan dar bölge seçim sisteminin uygulanması, Kongre üyesinin seçmene bağlı olması sonucunu doğurmakta ve Kongre üyelerinin kararlarını yerel baskıların etkisi altında vermelerine yol açmaktadır198. Bu nokta da lobiciliğin önemi başlamaktadır. Turgut Özal Hükümetleri döneminde, Amerikan Kongresi üzerinde Rum, Yunan ve Ermeni lobilerinin Türkiye aleyhine faaliyetleri görülmüş, bu faaliyetler

196 “Büyükelçi Elekdağ’dan Türkiye’nin 8 Önemi”, Cumhuriyet, 16 Ekim 1984, s. 1,12. 197 Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, s. 39–43,71. 198 Arı, Amerikada Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika, s.47–49.

112 sonucunda Türkiye-ABD ilişkileri olumsuz yönde etkilenmiştir. Üçüncü bölümde ayrıntılarıyla ele alınacak olan, Türkiye’ye yapılan Amerikan yardımlarının Kongre’de görüşülmesi aşamalarında Kongre üzerinde bu lobilerin etkili oldukları gözlenmiştir. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan sorunlar, Ermenilerle ilgili olarak, 24 Nisan’ın “insanın insana hunharlık günü” olarak tanınmasının sağlanması, Kürt sorunu ve de özellikle Kıbrıs konusunda, bu lobiler, Kongre’nin kararlarında etkili olmaya çalışmışlardır. Seçim kaygısıyla hareket eden senatörler, bu lobilerin faaliyetlerinden etkilenmişler, Türkiye aleyhine görüşler bildirmişlerdir.

113 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. TURGUT ÖZAL’IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN GELİŞİMİNDE BAZI SORUNLAR

Turgut Özal’ın başbakan olarak iktidara gelmesiyle birlikte, 12 Eylül yönetiminin Avrupa’nın kendisine açıkça tavır alması karşısında ABD’ye karşı başlattığı yakınlaşma politikası zirvesine doğru tırmanmaya başlamıştır1. Askeri dönem, Türkiye-ABD ilişkilerinde ciddi pürüzlerin yaşanmadığı; Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne bile, Türkiye’nin ABD yardımı karşılığında, kendi çıkarları için birtakım tavizler almadan, tartışmasız onay verdiği bir dönem olmuştur2. Türkiye-ABD ikili ilişkilerinde 1980’de başlayan bu iyileşme Özal döneminde artarak sürmüş, Özal’ın ABD ile ilişkilere yaklaşımı, ABD ile kurulacak yakın ilişkilerin, ABD’nin dış politikasında Türkiye yanlısı politikalar izlemesinde daha yararlı olacağı varsayımına dayanmıştır. Özal yönetiminin Türk dış politikası konusundaki, temel eğilimi, dış politikadaki bazı sorunları “kendi olağan boyutlarına indirgemek” olmuştur. Kendi normal çapının hayli üzerinde ağırlık kazanan bazı sorunların, Türkiye’nin manevra alanını daraltıcı etkilere kaynaklık etmesini önlemeyi hedefleyen, diğer bir deyişle çatışma değil, uzlaşma; sertlik değil, yumuşama politikası olarak adlandırabileceğimiz bu yaklaşım3, Özal hükümetleri döneminde Türkiye’nin dış ilişkilerine damgasını vurmuştur. ABD ile ilişkiler de bu politika temelinde şekillenmiştir. Bu nedenle de Özal, öncelikle bu dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında gitgide çeşitlenerek artan sorunlardan etkilenen, Ege ve Kıbrıs etrafında şekillenen, ikili ilişkilerde Amerika ile geçici gerginlikler oluşturan sorunları çözme girişiminde bulunmuştur. ABD ile ilişkilerde Türk-Yunan ilişkilerini çevreleyen ve bir şekilde ABD ile ilişkilerimizi olumsuz etkileyen sorunların haricinde, ABD Kongresi ve Yönetimleri katında etkili olan etnik lobilerin çabaları sonucunda Türkiye-ABD arasındaki stratejik çıkar ortaklığı temelindeki ilişkiyi sınırlayan birer etken durumuna gelen diğer bazı sorunlar da;

1 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1999, s.467. 2 Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev. Yavuz Alogan, 2.bs., İstanbul, Kaynak Yayınları, 1999, s.217; Bostanoğlu, a.g.e., s.467. 3 Hasan Cemal, “Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak…”, Cumhuriyet, 20 Eylül 1984, s.1,8.

114 Ermeni Karar Tasarıları, Amerikan Askeri ve Ekonomik Yardımı ve bu yardımdaki 7/10 oranı tartışması ve yine bu yardım sorununun Kıbrıs konusuyla ilişkilendirilmesi, 1985 Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA), SEİA kapsamında iki tarafın beklentilerinden kaynaklanan sorunlar ve Kürt sorunudur.

3.1.Türkiye-Yunanistan İlişkilerini Çevreleyen Sorunlar ve ABD 1923 Lozan Antlaşması’nın tesis ettiği hak ve çıkarlar dengesine dayanan Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler, 1980’li yıllarda, Yunanistan’da 18 Ekim 1981 seçimleri ile Andreas Papandreou liderliğindeki PASOK’un iktidara gelmesi ile birlikte, yeni bir Türkiye karşıtı dış politika anlayışı4 etrafında şekillenmiştir. 6 Kasım 1983 seçimleri ile birlikte Türkiye’de iktidara gelen Özal hükümetinin 19 Aralık 1983 günü T.B.M.M.’de okunan hükümet programında, Türkiye’nin Yunanistan’a karşı dostluk eli uzattığı söylenmiştir. Ancak, “uzatılan dostluk eli” politikası, Yunanistan için asıl güvenlik tehdidinin Varşova Paktı ülkelerinden değil, Türkiye’den geldiğini söyleyen5, Türkiye’yi bir tehdit olarak göstererek, Türkiye’nin hem NATO içindeki konumunu hem de ABD ve Avrupa Topluluğu ile ilişkilerini zayıflatmak amacını güden Papandreou üzerinde etkili olmadığı gibi, yeni gerginliklerin ortaya çıkmasına da engel olamamıştır. Özal Hükümetleri döneminde, ülkesini sadece Avrupa-Asya ekseninde görmeyen, Ege Adaları nedeniyle stratejik konumunun Afrika’yı da kapsadığı, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e olmak üzere konumunun tüm geçiş yollarına hâkim olduğunu ileri süren ve Türkiye’nin 1974 ‘deki Kıbrıs harekatıyla birlikte Türkiye’ye karşı rekabeti düşmanlığa dönüşen6, tehlikenin Kuzeyden değil Doğudan yani Türkiye’den geldiğini esas alan bir savunma siyaseti benimseyerek askeri stratejisinin temelini Türkiye’den gelecek tehlikeye karşı oturtan7 Yunanistan ile yaşanan ve Amerika ile ilişkilerimize yansıyan, bu ilişkiler üzerinde olumsuz etkileri olan başlıca sorunlar, Ege ve Kıbrıs’a ilişkin olmuştur.

4 John J. , “Papandreu’s Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol.63, No:2, Winter 1984–1985, s.375–391. 5 Paul B. Henze, “Out of Kilter-Greeks, Turks&U.S. Policy, The National İnterest, No:8, Summer 1987, s.79. 6 Tuncer Topur, Dünya ve Türkiye-AB-Kıbrıs Üçgeni, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 317–318. 7 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:13, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ocak 1985, s. 7–8.

115 3.1.1.Özal’ın Başbakanlığında Öne Çıkan Ege Sorunları ve ABD Ege’ye ilişkin olarak hepsi birbiriyle bağlantılı ve birinde meydana gelecek bir değişme ya da gelişmenin diğerlerini de kaçınılmaz olarak etkileyeceği bir dizi sorun (kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve komuta kontrol, Doğu Ege Adalarının silahlandırılması ) Özal iktidarları döneminde de Türk-Yunan ilişkilerinde gerginlik ve pürüz oluşturmaya devam etmiştir. Ancak bu sorunlar kapsamında iki gelişme; Limni’nin Yunanistan tarafından NATO planları ve tatbikatlarına dâhil ettirilme çabaları ile Mart 1987’deki kıta sahanlığı krizi; Yunanistan’la ilişkileri uzatılan dostluk eline cevap gelmemesine rağmen devamlı olarak geliştirmeye çalıştıklarını, çünkü Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlığın devamlı zarar üreteceğini8, Ege sorunlarının ancak iki ülkenin hak ve çıkarlarını gözeten ve hakkaniyete dayanan çözümlere kavuşturulabileceğini9 söyleyen ve Türk-Yunan ilişkileri konusunda hükümet programında yer alan yaklaşımı10 sürekli olarak teyit eden, bu yaklaşım doğrultusunda kendisinin deyimiyle, “iyi niyetin önemli göstergesi” olarak Yunan vatandaşlarına uygulanan vize mecburiyetini tek taraflı olarak kaldıran11Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde iki ülke ilişkilerini tam bir bunalım havasına sokmuştur.

3.1.1.1.Limni Sorunu ve ABD Yunanistan’ın Limni Adası’nı silahlandırması ve Limni’de yarattığı fiili durumu NATO dokümanlarıyla tescil ettirmeye çalışarak, Ege’deki NATO

8 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:3, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1984, s. 85. 9 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:12, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Aralık 1984, s. 122. 10 Turgut Özal ilk Başbakanlık dönemine ait hükümet programında Yunanistan’a ilişkin olarak, “…Hükümetimiz Yunanistan’a dostluk elini uzatmaktadır. Bunu yaparken, uzun vadeli çıkarlarımızın ortak olduğu ve aramızdaki ihtilafların barışçı yollardan ve hakkaniyet esasına göre zamanla halledilebileceği kanaatini hareket noktası olarak almaktayız. Yapılacak şeyin husumeti ve ihtilafları körüklemek değil, bunların ortadan kaldırılmasına yardımcı olmak ve şartların oluşmasına çalışmak olduğu inancını taşımaktayız. Yunanistan ile aramızda tarihi komşuluk münasebetlerinin iyileştirileceğine, ticari, iktisadi ve turizm alanlarında da iyi ilişkilerin kurulabileceğine inanıyoruz…”demiştir. Bilgi için bkz: Resmi Gazete, Sayı:18262, 25 Aralık 1983, s.46–47; Özal 1987’de ikinci kez Başbakan olduğunda hükümet programında Yunanistan’la ilgili olarak: “…Hükümetimiz, Türk ve Yunan milletlerinin dostluk istediğine inanmaktadır. İyi komşuluğun ve aynı ittifaka mensubiyetin de bir gereği olarak Yunanistan ile diyalog tesis etmek için şimdiye kadar olduğu gibi teşebbüslerimizi devam ettireceğiz. Ülkelerimiz arasında mevcut meselelerin ancak bu şekilde müzakere yoluyla çözüme kavuşturulabileceğine inanıyoruz…” demiştir. Bilgi için bkz: Resmi Gazete, Sayı: 19681, 31 Aralık 1987, s.27–28. 11 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:3, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1984, s. 85.

116 manevralarına Limni’yi dahil ettirmek istemesi, bu gerçekleşmediğinde ise, Yunan başbakanı Andreas Papandreou’nun, Yunan “country chapter”ı onaylanmadıkça Yunan kuvvetlerinin NATO emrinde olamayacaklarını, dolayısıyla Yunanistan’ın hiçbir NATO tatbikatına iştirak edemeyeceğini ileri sürmesi12 ve yine bu beyanlar bağlamında, Yunan kuvvetlerinin tahsis durumunun Türkiye tarafından bloke edildiğinin13 öne sürülmesi, konuyu ikili bir sorun olarak ele alan ve Türkiye’nin olayı, kıta sahanlığı, FIR hattı, hava sahası, karasuları sorunlarıyla birlikte bir bütün halinde çözmek istediğini söyleyen14 Özal hükümetinin Ege’ye ilişkin olarak Yunanistan’la en sık yaşadığı sorunlardan birini oluşturmuştur. Limni’nin Yunanistan tarafından NATO planlarına dahil ettirilmek istenmesi hemen her yıl gündeme gelmiş, Limni’nin silahlandırılmış haliyle NATO kuvvet hedefleri programına dahil edilmek istenmesi her gündeme geldiğinde ise, Türkiye’nin itirazları ile karşılaşmıştır. Bu konuda Özal Hükümeti’nin görüşünü Vahit Halefoğlu:

“Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde mevcut nazik denge Lozan Antlaşması ile tesis edilmiştir… Lozan Antlaşması’nın en önemli maddelerinden biri Doğu Ege Adalarının silahsızlandırılmasıdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Oniki Adayı Yunanistan’a bırakan 1947 Barış Antlaşması da bu Adaların silahsız bir statü’de muhafazasını amir bulunmaktadır. Anadolu kıyısının çok yakınında olan bu Adaların milletlerarası Antlaşmalarla silahsızlandırılmış olması doğrudan doğruya Türkiye’nin güvenlik ihtiyacından kaynaklanmaktadır ve iki ülke arasındaki dengenin en önemli unsurlarından biridir. Oysa Yunan Hükümeti milletlerarası Antlaşmaları hiçe sayarak bu Adaları silahlandırmakta beis görmemektedir… Hükümetimiz Yunanistan’ın bu aşırı ve uzlaşmaz tutumu karşısında tahriklere kapılmayan, serinkanlı bir politika izlemiştir. Bununla birlikte Yunanistan’ın Ege’de emrivakilere kalkışmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğimizi de en açık bir şekilde ifade ettik. Bütün meselelerimize diyalog yoluyla, müzakere yoluyla çözüm aranması gerektiğini savunduk… ”15 sözleriyle belirtmiştir.

Ancak 1986 yılında, basında çıkan bir haberde, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe’un Türk Hükümeti nezdinde girişimde bulunarak ABD’nin Limni konusunda görüşlerini ilettiği ve de Türkiye’nin Limni Adası’nın silahlandırılmış haliyle NATO kuvvet hedefleri programına dahil edilmesine yaptığı itirazı geri almasını resmen talep ettiği belirtilmiştir16. Diğer bir haberde ise Papandreu ile Reagan’ın Limni’nin Amerikan kimyevi silahlarına depo olarak

12 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:12, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Aralık 1984, s. 20. 13 A.e., s. 27. 14 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:11, Ankara, Dışişleri Bakanlığı basımevi, Kasım 1984, s.31. 15 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:21, Ankara, Dışişleri bakanlığı Basımevi, Eylül 1985, s.94–95. 16 “Hupe’nin Limni Girişimi”, Tercüman, 21 Mayıs 1986, s.4.

117 kullanılması için gizli bir anlaşma yaptıkları, NATO Genel Sekreteri Lord Carrington ve General Rogers’ın bu anlaşmanın gerçekleşmesi için özel gayretler sarfettikleri ve bu konuda Türkiye’ye de baskıda bulundukları iddia edilmiştir. Aynı haberin devamında kimyevi silahların üretilmesi konusunda ABD Kongresi’nin karşı çıktığı kararlar almış olan daha sonra bu silahların konuşlandırılması söz konusu olunca Avrupalı müttefiklerinin muhalefeti nedeniyle güç duruma düşen Reagan Yönetimi’ne Yunanistan tarafından Limni’ye kimyevi silahlar yerleştirme ve stoklama tavizi verildiği, bu sayede de ABD ile Yunanistan arasındaki buzların çözüldüğü belirtilmiştir17. Çıkan bu haberler Türk kamuoyunun ABD’ye karşı tepkisine yol açmıştır. Yunanistan’ın Limni Adası’nı milletlerarası anlaşmalara aykırı olarak NATO kuvvet hedefleri programına almaya ve bu yönde ABD ile ikili bir anlaşma yapmaya çalışması ile ilgili olarak Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk, Ege’deki adaların mevcut statülerinin değiştirilmesine hiçbir şekilde müsaade edilmeyeceği, Limni’nin ne silahlandırılması ne de NATO belgelerine girmesinin söz konusu olmadığını, ABD Dışişleri Bakanı Caspar Weinberger ile yapacağı ikili görüşmede, Türkiye’nin bu konuda Amerika’nın tutumuna ilişkin hassasiyetini tekrarlayacağını ve konu açıldığında kendisini uyaracağını açıklamıştır18. NATO daimi delegesi büyükelçi Osman Olcay ise, Limni meselesinin bu kadar büyük boyutlara varmasının Amerika için gerçekten hayati olan ve Amerikan Yönetimi ile Kongre arasında çok ciddi bir mesele olan kimyevi silahlar meselesiyle aynı zamanda ortaya çıkmış olmasından kaynaklandığını açıklamıştır19. Taha Akyol, ABD’nin Limni meselesinde Yunan ağzıyla konuşmasının iki sebebi bulunduğunu, birinin Yunanistan’daki üslerini 1988’den sonra da devam ettirmek, diğerinin ise Reagan’ın koyacak yer bulamadığı kimyasal silahları Limni’de depolamak olduğunu belirtmiştir. Akyol, Yunanistan’ın Lozan’ın Ege’de kurduğu dengenin temelinden sarsılması demek olan Limni’nin askerileştirilmesini isterken, ABD’ye yönelttiği iki şantajı; üsleri sökme ve kimyasal silahları veto etme şantajlarını geri alma karşılığında “ABD’yi kuyruğuna taktığını”

17 Sıtkı Uluç, “Reagan’la Papandreou Arasında Gizli Anlaşma”, Tercüman, 23 Mayıs 1986, s.4. 18 “Türkiye Limni Konusunda Kararlı”, Tercüman, 22 Mayıs 1986, s.4. 19A.e.

118 yazmıştır20. Türk-Yunan münasebetlerinin tam bir gerginlik içinde bulunduğunu ifade eden Fahir Armaoğlu da, Amerika’nın ve NATO’nun Limni konusunda Türkiye ve milletlerarası hukuk aleyhine ve Yunan zorbalığı lehine bir hava içine girdiğini belirtmiştir21. Yunanistan’ın NATO toplantılarına Limni’yi getirmek istemesi ve silahsızlandırılması gereken adanın Atina’nın istekleri doğrultusunda, “kriz anında Amerikan takviye kuvvetlerinin hareket merkezi” olarak gösterilmesi, Ankara’daki diplomatik gözlemciler ve hükümete yakın kaynaklar tarafından, “ABD’nin Yunanistan’ı tatmin ederek bu ülkedeki üslerinin geleceğini garanti altına almaya çalışması” olarak değerlendirilmiştir22. Türk kamuoyunda oluşan bu tepkiler karşısında ABD Dışişleri Bakanlığı, Limni Adası’nın silahlandırılması ile ilgili olarak Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili anlaşmazlıkta taraflardan birinden yana tavır almadığını, Amerika Birleşik Devletleri olarak, bu tutumu sürdürmede azami titizliğin gösterildiğini, NATO ittifakı içerisinde dayanışmanın geliştirilmesi açısından, Türkiye ile Yunanistan’ın bu anlaşmazlığı kendi aralarında çözümlemeleri gerektiğine dair inançlarını muhafaza ettiklerini açıklamıştır23.

3.1.1.2.Mart 1987 Bunalımı ve ABD 1987 yılının Mart ayında Türkiye ve Yunanistan bu kez Kuzey Doğu Ege Kıta Sahanlığında karasuları dışında petrol arama iddiaları nedeniyle iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir kriz yaşamışlardır. Krizin yaşanmasına, Yunanistan’da Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin millileştirilerek ihtilaflı sularda araştırma yapılmasının önünün açılması, araştırma yapılacak yerlerin belirlenmesinde yetki tanzim girişimi ve Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin Taşoz’da karasuları dışında yani ihtilaflı bölgede araştırma yapacağının açıklanması üzerine meydana gelmiştir. Papandreou hükümeti göreve geldiği 1981 yılında Türkiye ile diyalogu ve bu çerçevede kıta sahanlığı görüşmelerini de kesmiştir. Papandreou hükümeti, iktidarının ilk altı ayında, 11 Kasım 1976’da Bern’de Türkiye ile Yunanistan

20 Taha Akyol, “ABD Dostluğu ve Limni”, Tercüman, 23 Mayıs 1986, s.1,12. 21 Fahir Armaoğlu, “Yanlışı Düzeltmek Gerek”, Tercüman, 28 Mayıs 1986, s.4. 22 “Amaç Üsleri Kurtarmak”, Tercüman, 21 Mayıs 1986, s.4. 23 “ABD: Limni Konusunda Taraf Tutmuyoruz”, Tercüman, 25 Mayıs 1986, s. 12.

119 arasında imzalanan, kıta sahanlığı konusunda görüşmelere başlamayı kararlaştırdıkları ve Ege’deki kıta sahanlığını iki ülke arasında paylaştıran sınırlar tespit edilmedikçe, karasuları dışında kalan ihtilaflı kıta sahanlığında, her iki tarafça da petrol aramalarının durdurulmasını öngören Bern Anlaşması’24na titizlikle uyarak, petrol arama faaliyetlerini kendi karasularıyla sınırlı tutmuş, ihtilaflı kıta sahanlığı alanlarına çıkmamıştır. Papandreou hükümetinin Bern Anlaşması’nı ilk ihlali 1982 yılı Şubat ayında gerçekleşmiş, Kuzey Ege Petrolleri Şirketi, Taşoz Adası civarında 6 millik karasuları sınırı dışına çıkarak sondaj faaliyetlerine başlamıştır. Bern Anlaşması’nın ihlalini oluşturan bu faaliyeti tespit eden Ankara, Mart ayının ilk haftasında Atina’yı bir notayla uyarmıştır. Papandreou hükümeti, Türk notasına 12 Mart 1982 tarihinde bir muhtırayla yanıt vermiş ve yakın gelecekte bu tür faaliyetlere girişmeyeceğini bildirmiştir. Yunanistan, Türkiye’ye verdiği bu güvenceden sonra Kuzey Ege Petrolleri Şirketi’nin ihtilaflı alanlardaki faaliyetlerini durdurmuştur. Yunanistan’ın 12 Mart 1982 tarihli notasından Özal hükümetinin kuruluşuna kadar geçen süre içinde Papandreou hükümeti karasularının dışına çıkmamak konusunda dikkatli bir tutum içinde olmuştur25. Ancak, Özal hükümetinin kuruluşundan kısa bir süre sonra 1984 yılında Yunanistan’ın Bern Anlaşması’nı ihlalleri yeniden başlamıştır. Yunanistan’a dostluk eli uzatan Başbakan Özal’ın diyalog çağrıları karşılıksız kalırken, Yunanistan Ege’de karasuları dışında faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bundan sonra Türkiye tarafından Yunanistan’a 1985 ve 1986 yıllarında Yunanistan’ın ihtilaflı alanlardaki faaliyetlerini durdurması ve Bern Anlaşması’na uymasının istendiği notalar gönderilmiştir. Ancak Yunanistan’ın bu notalara cevabı, Bern Anlaşması’nın kıta sahanlığı müzakereleri devam ettiği müddetçe geçerlilik taşıdığı, müzakereler durduğu için Bern Anlaşması’nın da geçerlilik taşımadığı yönünde olmuştur. 1987 yılına gelindiğinde de Yunanistan Bern Anlaşması’nın geçerlilik taşımadığı yönündeki açıklamalarını sürdürmüş ve Bern Anlaşması’nı tanımadığını açıklamıştır26.

24 Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821–1993), Ankara, Ümit Yayıncılık, 1993, s. 156. 25 Sedat Ergin, “Kıta Sahanlığı ve Özal Hükümeti; Zeytin Dalından Kriz Politikasına”, Cumhuriyet, 28 Mart 1987, s.13. 26 “Ege’de Yeni Gerginlik”, Tercüman, 1 Mart 1987, s.4.

120 Türkiye açısından bardağı taşıran son damla, Yunan parlamentosunun 6 Mart 1987’de kabul ettiği bir kanunla Kuzey Ege Petrolleri Şirketi’ne Taşoz Adası açıklarındaki milletlerarası sularda petrol arama izni vermesi olmuştur. Bunun üzerine Türk Hükümeti de 25 Mart 1987’de Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi Ortaklığı’na, Midilli, Limni ve Semadirek adaları arasındaki milletlerarası sularda arama izni vermiştir27. Türkiye’nin Yunanistan’a ait kıta sahanlığında petrol aramak istediğini ileri süren Papandreou, Amerika’yı Türkiye’ye eğilim göstermek, askeri olarak Türkiye’yi desteklemekle suçlamış, Türkiye ile bir çatışma halinde bunun sorumlularından birinin ABD olacağını, böyle bir durumun oluşması halinde Yunanistan’daki ABD üslerinin de kapatılacağını bildirmiştir28. Papandreou ayrıca, “Türkiye bu saldırganlık hareketlerine devam ederse, Yunan silahlı kuvvetlerinin Türklere çok ağır bir ders vereceğini” de söylemiştir29. Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Papandreou’nun bu sözlerine yönelik olarak yaptığı açıklamada, Ege’deki gelişmelerle ABD’nin bir ilişkisi bulunmadığını, bu konuda Türkiye’ye yönelik bir Amerikan desteğinin söz konusu olmadığını açıklamıştır30. Sağlık sorunları nedeniyle Amerika’da bulunan Turgut Özal’ın yerine vekalet eden ise, Papandreou’nun politikasını hukuk dışı ve keyfi olarak nitelemiş, Ege’de yaşanan bunalımdan Yunanistan’ı sorumlu tutmuştur31. İki ülke arasındaki gerilim karşılıklı beyanlarla hızla artarken, Amerika’dan dönme yolculuğunda olan Başbakan Turgut Özal, yolculuk molası verdiği Londra’dan gelişmelere dâhil olmuş, Yunanistan Bern Anlaşması’nı yok sayarak Ege’de araştırma yapmaya başladığı takdirde Türkiye’nin de yapacağını, Yunanistan’ın Türk araştırmalarına müdahalesi halinde ise, bir savaşa yol açsa dahi, Türkiye’nin de gemilerini savunacağını beyan etmiştir. Özal, ilk hareketi Yunanistan’dan beklediklerini de eklemiştir32.

27 “Rest: Hora Ege’de!”, Cumhuriyet, 27 Mart 1987, s.1,7; “Greece Approves Law Allowing Takeover of Denision Group”, Wall Street Journal (Eastern Edition), 5 May 1987, s.1,9. 28 “Turkey and Greece Put Forces on Alert; US Base Affected in Aegean Sea Dispute”, The Washington Post, 28 March 1987, s. A23. 29 “Greece and Turkey Alert Forces As Tension Builds On Oil Search”, The New York Times, 28 March 1987, s.1. 30 A.e. 31 “Greece, Turkey On Collision Course”, Chicago Tribune, 28 March 1987, s. 1. 32 “Greece And Turks Ease Aegean Crisis”, The New York Times, 29 March 1987, s. 1.

121 Özal’ın, ilk hareketin Yunanistan’dan beklendiğine dair açıklaması, iki ülke arasındaki tansiyonu düşürme ve bunalımın giderilmesi için diplomatik uzlaşma sürecini açma yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir. Yunanistan’a karşı izlenecek politikada önceliği Papandreou’yu diyaloga çekmeye vermiş olan Başbakan Özal, 80’lerin başından beri Ege’de sondaj çalışmalarını yürüten Yunanistan’ın eylemlerini, gerilim yaratmamak amacıyla Türk kamuoyuna duyurmamayı tercih etmiştir. Yıllardan beri süregelen sorunun bir anda iki ülkeyi çatışmanın eşiğine getirmesinin ardında, Özal’ın bu sırada yurtdışında bulunması ve izlenecek politikanın Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay’ın işbirliği ile belirlenmiş olmasında aramak mümkündür33. 25 Mart 1987’de Türkiye’nin Ege’de Yunanistan’a karşı izleyeceği strateji, Ankara’da önce Milli Güvenlik Kurulu ardından da Bakanlar Kurulu’nun yaptığı toplantılarda ele alınmış ve bu toplantılarda, Yunanistan’ın kıta sahanlığına dönük tek taraflı davranışlarına aynı şekilde karşılık verilmesi karara bağlanmıştır. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği toplantı ile ilgili olarak:

“MGK, bu toplantısında iç ve dış olaylarda meydana gelen gelişmeleri ve Yunanistan’ın Ege’de izlediği gayri hukuki ve tek taraflı kararlara dayalı siyasetini de değerlendirmiştir. Ege’nin bütününü Yunan hâkimiyeti altına sokmak isteyen bu siyaset karşısında, bu ülkenin Ege’deki emrivakilerine kesin olarak karşı çıkılması, Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin korunması için alınmış ve alınması gerekli önlemlerin titizlikle uygulanması hususunu hükümete bildirmeye karar vermiştir”34 açıklamasını yapmıştır.

Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu da Ege sorununa ilişkin olarak Nokta dergisine verdiği demeçte:

“Türkiye, bütün uyuşmazlıkların olduğu gibi, Yunanistan ile arasındaki Ege uyuşmazlığının da barışçı yollardan müzakerelerle çözümlenmesini temenni etmektedir. Bu amaçla Türkiye, Yunanistan’ın iki yıldan fazla bir süredir Ege’deki tek taraflı faaliyetlerini durdurmasını ve 395 sayılı Güvenlik Konseyi kararı (1976) ile 11 Kasım 1976 tarihli Bern Antlaşmasında öngörülen şekilde uyuşmazlığa çözüm aranması gerektiğini belirtmiştir. Dışişleri Bakanı olarak yaptığım hemen bütün temaslarda başta müttefiklerimiz olmak üzere pek çok sayıda ülkenin yöneticilerine Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı izlediği siyasetin yanlışlığını, bu tutumun bir gün büyük gerginliklere yol açabileceğini, zira Türkiye’nin Ege’deki meşru hak ve menfaatlerinden vazgeçmesinin veya taviz vermesinin söz konusu olamayacağını, dolayısıyla Yunanistan’ı zamanında ikaz etmelerinde yarar bulunduğunu belirttim. Yunanistan’ın davranışlarının üçüncü ülkelerce tasvip gördüğünü söylemek mümkün değildir. Ancak Papandreou hükümetinin her alandaki sorumsuz davranışları da ortadadır. Bütün bu hususları değerlendiren hükümetimiz Yunanistan’ın tek taraflı hareketlerine devam etmesi

33 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt: II, Der. Baskın Oran, 3.bs., Ankara, İletişim Yayınları, 2002, s. 113. 34 “Ege’de Atina’ya Sert Tavır”, Cumhuriyet, 26 Mart 1987, s. 1,13.

122 karşısında Ege’deki hak ve çıkarlarımızı korumak için gerekli karşı önlemleri almış ve aynı zamanda uyuşmazlığı müzakereler yoluyla çözüm arzusunu da teyit etmiştir”35 demiştir.

Melek Fırat’a göre; “…yıllardan beri Atina’nın gerilim arttırma politikasına karşı Özal hükümetinin tavizkar bir tutum takınmasına ve hep geri basmasına tepki duyan bürokrasi, Yunanistan’ın yarattığı fırsatı değerlendirerek bu ülkeye ödün politikasını durdurmuş ve sert bir tutum izlemiştir”36.

Ege’de iki müttefikin sıcak bir çatışmaya girme olasılığı başta ABD olmak üzere NATO üyesi devletleri rahatsız etmiştir. Silahlı çatışma olasılığının oldukça yüksek görünmesi üzerine ABD ve NATO olaya müdahale ederek tarafları tartışmalı bölgenin dışında kalmaya ikna etmeye çalışmışlardır37. Başta ABD olmak üzere, NATO ve Birleşmiş Milletler, iki ülke arasında her an çatışmaya dönüşebilecek olan bu anlaşmazlığı çözümlemek için her iki tarafa karşı da eşit bir tutum içerisinde, oldukça ihtiyatlı çabalar göstermişlerdir. Hatta Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi Ortaklığı’na verilen arama izni dolayısıyla, petrol aramaları yapmak üzere 28 Mart sabahı Çanakkale’den ihtilaflı sulara hareket etmiş bulunan MTA Sismik–1 Gemisi’nin Ege’deki ihtilaflı bölgenin dışında, Türk karasuları içinde kalmasının sağlanmasında, bu uluslararası baskıların etkili olduğu yönünde yorumlar yapılmıştır38. ABD Yönetimi, Türkiye ile Yunanistan arasında baş gösteren gerginliği gidermek için elinden geleni yaptığını belirterek Türk ve Yunan hükümetlerine itidalli davranmaları çağrısında bulunmuştur39. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Charles Redman, Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğin tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine Brüksel’de yapılan ve Türkiye ve Yunanistan’a tırmanmayı durdurmaları ve durumu vahimleştirecek eylemlerden kaçınmaları çağrısında bulunulan ve tarafların derhal müzakereye başlamalarını, ne pahasına olursa olsun kuvvete başvurmaktan kaçınılmalarının istendiği NATO Konseyi

35 “Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun Nokta’ya Özel Demeci”, Nokta, Yıl:5, Sayı.13, 5 Nisan 1987, s.30–31. 36 Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, s. 113. 37 Monteagle Stearns, Entangled Allies:US Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, New York, Council on Foreign Relations Press, 1992, s.126. 38 “International Efforts Seen to Defuse Greek-Turkish Tensions”, The Christian Science Monitor, 30 March 1987, s.11. 39 “NATO’dan Çağrı: Masaya Oturun”, Tercüman, 28 Mart 1987, s.7.

123 olağanüstü toplantısının bu gerginliği ortadan kaldırmak için izledikleri yollardan biri olduğunu belirtmiştir40. ABD, Limni sorununda olduğu gibi Mart 1987 bunalımında da iki ülkeye karşı izlediği, birini diğerine tercih etmeme siyasetinden ödün vermemiştir. ABD, Ege’deki ihtilaflı sularda petrol arama nedeniyle gerginleşen Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili olarak tarafların gerginliğin tırmanmasından kaçınması gerekliliğini belirtmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı Ege sorunu ile ilgili olarak hazırladığı açıklamada, iki NATO üyesi müttefiki arasında Ege Denizi yüzünden meydana gelen sürtüşmenin nedeni olan sorunları, kıta sahanlığı, FIR hattı, karasuları, hava sahası, adaların silahlandırılması gibi tek tek sıralamış ve bu sorunlar üzerinde bir görüş bildirmekten kaçınarak, iki ülkeye karşı tavrını, “askeri manevralar dâhil, aranızdaki tansiyonu yükseltecek ve tehlikeli sonuçlara yol açabilecek her türlü tırmanmadan kaçının… Aranızda şu sırada bir diyalog gelişemiyorsa bile mutlaka sıcak bir durum yaratılmasını önleyin” biçiminde formüle etmiştir41. ABD, iki tarafa da, bir nevi sorunun dondurulmasını telkin ederek iki ülke ilişkilerine doğrudan müdahale etmiştir 42. Dış politikada ABD ile yakın ilişkilere önem veren Özal, Ege’de Yunanistan ile yaşanan sorunlarda Yunanistan’ın aksine diyalogu ön planda tutmuş, çatışma yerine uzlaşmacı bir tutumu benimsemiştir. Ancak Özal liderliğindeki Türkiye’nin bu uzlaşmacı tutumu, ABD’nin iki ülke arasındaki sorunlarda Türkiye’nin yanında bir politika izlemesini sağlayamamıştır. Sonuç olarak, Amerika NATO ittifakı içerisinde oldukça önemli rol oynayan iki müttefiki bu sorunlar nedeniyle çatışmanın eşiğine geldiğinde, izleyeceği politika ile Türkiye ve Yunanistan’dan en az birini kendisinden uzaklaştırma ihtimali bulunduğundan iki devlet arasındaki sözkonusu anlaşmazlıklara karışmama konusunda özel bir önem ve büyük titizlik göstermiştir. Yunanistan, hem ABD yönetim çevreleri ve kamuoyunda tarihsel nedenlerden kaynaklanan bir sempatinin duyulması hem de etkin Rum lobisi nedeniyle ABD için önemli bir yere sahiptir. Türkiye ise, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar gibi dünyanın önemli ve istikrarsız

40 A.e. 41 “ABD: Ege’de Her Türlü Tırmanmadan Kaçının”, Cumhuriyet, 27 Mart 1987, s.15 42 İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II: 1980–2001, 3.bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s.60.

124 bölgelerinin birleştiği kavşak noktasında bulunmakta, Sovyetler Birliği ile Ortadoğu ülkeleri arasında stratejik bir engel oluşturmaktadır. Ayrıca Batı dünyasını karmaşık Ortadoğu bölgesine bağlayan ve bölgeye ulaşmak açısından bir atlama taşı ya da engel oluşturan stratejik bir konuma sahiptir43. Bu konumuyla Türkiye, ABD’nin bölgedeki çıkarları açısından vazgeçilemez önem taşımıştır. İşte bu nedenle ABD sorunlar karşısında taraflara eşit mesafede durma siyasetini benimsemiştir. ABD, Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasının en iyi yolunun görüşmek, tartışmak olduğu44 yönündeki görüşünü, sorunlar karşısında sürekli dile getirmiştir. ABD, bölgedeki barış ve istikrarın ABD’nin çıkarları açısından önemini vurgulayarak, bunun devamı için, iki müttefiki Türkiye ve Yunanistan’ın aralarındaki sorunları çözebilmelerini ümit ettikleri açıklamalarını yapmıştır45. Ancak ABD’li yetkililerin iki müttefikten birini diğerine tercih eder gibi görünmemek ve de zor durumda kalmamak adına izledikleri dikkatli politikaya rağmen bazen ABD’nin sorunlar karşısında gösterdiği herhangi bir davranış ya da hareketsizlik durumu, taraflarca olumsuz yorumlanabilmiş ve eleştirilebilmiştir46. Türkiye, Ege sorunlarına karşı ABD’den beklediği desteği göremezken, Yunanistan da ABD’yi Türkiye’yi kayırmakla suçlamış, Andreas Papandreou bu iddiasını sık sık tekrarladığı gibi, yaptığı bir konuşmada; “ABD, Türkiye’ye olağanüstü askeri yardım yaparak, Yunanistan’ın yüzüne bir şamar indirmiştir”47 demiştir. Yunanistan’dan yapılan bu eleştirilere karşı ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından bir açıklama yapılarak, ABD’nin Yunanistan ile ilişkilerinde süren yumuşama eğiliminin devam ettirilmek istendiği belirtilmiş, ABD’nin Türkiye’yi kayırdığı yolundaki Yunan iddiaları reddedilmiştir48.

43 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkileri, Ankara, 21. Yüzyıl Yayınları, 2000, s.264. 44 Başbakan Turgut Özal’ın ABD Ziyareti, Ankara, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985, s. 17 45 American Foreign Policy Current Documents 1986, Washington, Department of State, 1987, s.300. 46 George Mc. Ghee, The US- Turkish-NATO-Middle East Connection: How the Truman Doctrine Contained the Soviets in the Middle East, New York, St. Martin’s Press, 1990, s. 161. 47 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ocak-Şubat- Mart 1987, s.126. 48 A.e., s. 141.

125 ABD, Ege sorunları karşısında, Türkiye kadar olmasa da, bölgede kendi çıkarları için önem taşıyan Yunanistan’la ilişkilerinin bozulmaması için, iktidarının ilk yıllarından itibaren, Amerikan karşıtı bir politik söylemi benimseyen, Amerika’yı emperyalizmin merkezi olarak niteleyen49 ve ABD’yi sürekli olarak üsleri kapatmakla tehdit ederek kendi yanına çekmeye çalışan Papandreou hükümeti ile ABD’yi dost ve müttefik ülke olarak niteleyen, ABD ile ilişkileri daha da yakınlaştırmayı amaçlayan Özal hükümeti arasında, Ege’ye ilişkin olarak yapılan açıklamalarda herhangi bir ayrıma gitmemiştir. ABD tarafından konuya ilişkin olarak yapılan açıklamalarda, Ege anlaşmazlığına dair gerginliği yumuşatmak için atılan adımların desteklendiği, bu amaçla, bunalımı yatıştırmak için, ABD’nin konuyla ilgilenen müttefikleri ve her iki ülke hükümetiyle de aktif bir ilişki halinde olduğu, NATO Genel Sekreteri General Carrington’un bu yöndeki çabalarının desteklendiği söylenmiştir50. Bu da göstermektedir ki, ABD, Türkiye’ye karşı Yunanistan’a ya da Yunanistan’a karşı Türkiye’yi bir destekleme içine girmeyip, iki ülkeye karşı da eşit mesafede durarak bölge üzerindeki hayati çıkarlarını risk altına almama siyasetini benimsemiştir.

3.1.2.Kıbrıs Gelişmeleri ve ABD 1980’lerdeki Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen en önemli unsurlardan birisi de Kıbrıs sorunu olmuştur. Kıbrıs gelişmeleriyle ilgili olarak ABD ile ilişkilerdeki sorunlar, Amerikan Kongresi’nin ABD’deki güçlü Yunan lobisinin etkisinde kalarak, Türkiye aleyhine kararlar çıkartmaya çalışması ve Kongre’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi lehinde bir havanın hâkim olması karşısında yaşanmıştır. Kıbrıs’la ilgili olarak bir süre ara verilen topluluklararası görüşmeler 1981 Ağustosunda Birleşmiş Milletler’in gayretleri ile yeniden başlamıştır. Türk tarafının bu toplantılara sunduğu iki kesimli federal çerçeveyi kapsayan kapsamlı ve yapıcı öneriler, Rum tarafından olumlu bir yanıt alamamış, bu toplantılarda da somut bir sonuca ulaşılabilmesi mümkün olmamıştır. 1982 yılı başında BM Genel Sekreteri

49 Richard N. Haass, “Managing NATO’s Weakest Flank: The United States, Greece, And Turkey”, Orbis, Vol.30, No:3, Fall 1986, s.459 50 American Foreign Policy Current Documents 1987, Washington, Department of State, 1988, s.305.

126 olarak göreve gelen Perez de Cuellar’ın bu konudaki çabaları da bir sonuç vermemiştir51. Ekim 1981’de Andreas Papandreou liderliğindeki PASOK’un Yunanistan’da iktidara gelmesi, Türk-Yunan ilişkilerinde olumsuz bir sayfa açarken, Kıbrıs için de yeni bir dönüm noktası oluşturmuştur. Dış politikasının temeline Kıbrıs’ı yerleştiren Papandreou’nun öncelikli hedefleri; Türk askerlerinin Kıbrıs’tan geri çekilmesini sağlamak, Kıbrıs sorununu uluslararası forumlara taşımak ve bu konuda Yunan görüşünü dünya kamuoyuna benimsetmek olmuştur. Bu hedefler doğrultusunda Yunanistan, sorunu 1983’de Yeni Delhi’de toplanan Bağlantısızlar Konferansı’na taşımıştır. Bağlantısızlar Konferansı’nın 12 Mart 1983 tarihli sonuç bildirgesinde, Kıbrıs hükümetine olan destek ilan edilerek, Kıbrıs’ın bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve birliği vurgulanmıştır. Kıbrıs sorununun çözümü için, Adanın bir kısmını işgal eden yabancı kuvvetlerin çekilmesi gerektiği ifade edilmiştir52. Kıbrıs’la ilgili anılan hedefleri gerçekleştirmek için yoğun çaba harcayan Papandreou, gösterdiği çabalar doğrultusunda, BM Genel Kurulu’nda 13 Mayıs 1983 tarihli 37/253 sayılı kararın çıkmasını sağlamıştır. 37/253 sayılı kararın bazı maddelerine bakıldığında, Yunanistan’ı ve Kıbrıs Rum tarafını oldukça tatmin edici ifadelerin yer aldığı görülmektedir. Kararın içerdiği bu ifadeler; *İşgal güçlerinin tümünün Adadan acilen çekilmesi, *Göçmenlerin güvenli bir şekilde evlerine dönebilmeleri, *Kıbrıs konusunda uluslararası konferans düzenlenmesi, *Adanın silahsızlandırılması, *BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs konusundaki BM kararlarının uygulanmasını incelemesi, *Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve halkının Kıbrıs toprağını ve kaynaklarını kontrol etme hakkını kullanması, Kıbrıs hükümetinin bu hakları kullanmasına diğer devletlerin yardımcı olmasıdır53.

51 Faruk Sönmezoğlu, Türkiye- Yunanistan İlişkileri & Büyük Güçler; Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul, Der Yayınları, 2000, s.251. 52 Zaim M. Necatigil, The Cyprus Question and The Turkish Position in International Law, Oxford, Oxford University Press, 1989, s.160. 53 A.e., s.162–165.

127 Kıbrıs sorununun Papandreou’nun girişimleriyle uluslararası platformlarda ele alınmaya başlaması, Rumların tutumlarındaki sertleşmenin artması, uluslararası alanda Türk Toplumuna karşı ekonomik bir kampanya yürütülmeye başlanması, Türk deniz ve hava limanlarına girişlere mani olucu çabalarda bulunulmaya başlanması, Kuzey Kıbrıs Türk mallarının uluslararası pazarlarda engellenmesi, ulaşım, haberleşme ve seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmaya çalışılması ve bu olaylar devam ederken, sorunun Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından BM Genel Kurulu’na götürülmesi ve de 13 Mayıs 1983 tarihinde 37/253 sayılı, Yunan tarafının Kıbrıs sorununa bakışına yakın, Kıbrıs Türk Toplumunun Ada’daki ortaklık haklarını ve ikili görüşmelerdeki eşitlik zeminini görmezlikten gelen tek yanlı bu kararın çıkması, Türk toplumunun özgürlük ve bağımsızlık isteklerinin kamçılanmasına yol açmış, beraberinde Türk kesiminin 15 Kasım 1983’te Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan etmesi sonucunu getirmiştir54. 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak kurulduğu ilan edilmiştir55. Kurulan yeni devlet aynı gün Türkiye tarafından tanınmıştır. Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı ve bu yeni devletin Türkiye tarafından tanınması ile ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, bağımsızlık ilanından duyulan üzüntü dile getirilmiş, ayrıca yeni devleti tanıması dolayısıyla ABD’nin Türkiye’ye teessüfleri iletilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası düzeyde tanınmasının mümkün olamayacağı da ileri sürülmüştür56. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından, Türk tarafının bağımsızlık ilanı üzerine toplanan BM Güvenlik Konseyi 18 Kasım 1983’te aldığı 541 sayılı kararla Türk kesiminin bağımsızlık kararını geçersiz ilan etmiş ve kararın geri alınması için çağrıda bulunmuştur. Ayrıca bütün devletler Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka Kıbrıs devleti tanımamaya davet edilmişlerdir57. Ortamın giderek gerginleşmesi karşısında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, sorunu taraflar arasında karşılıklı görüşmeler yoluyla çözme arzusunun bir göstergesi olarak, 2 Ocak 1984’te Kıbrıs Rum tarafına bir barış

54 Aydın Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931–1990, Ankara, Demircioğlu Matbaacılık, 1991, s.66–67. 55 Facts On File, Vol.43, No:2244, 18 November 1983, s. 867–868. 56 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXX, 1984, s. 32639. 57 Necatigil, The Cyprus Question and the Turkish Position in International Law, s.200–201.

128 çağrısında bulunmuş ve Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik iyi niyet tedbirlerini açıklamıştır. Buna göre, Ada’da 20 yıldır süren siyasal belirsizliğin sona erdirilmesi ve Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasındaki bütün sorunların nihai bir çözüme ulaştırılması için Kıbrıs Rum halkına barış ve dostluk elinin uzatıldığı, Kıbrıs Türk ve Rum tarafları arasındaki görüşmelerin başlaması halinde Türk tarafının bir iyi niyet girişimi olarak, Maraş’ın BM yönetimi altına konulmasını ve Lefkoşe Havaalanının sivil hava trafiğine açılmasını kabul edildiği belirtiliyordu. Taraflar arasında varılacak genel bir anlaşmanın ardından Maraş’tan ayrılmış bulunan Kıbrıslı Rumların da evlerine dönmeleri mümkün olabilecekti58. Rauf Denktaş’ın önerileri, Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından reddedilmiştir. 3 Ocak 1984 tarihinde Kıbrıs Rum Yönetimi Sözcüsü, Kıbrıs Türk tarafınca yapılan barış çağrısı ve açıklanan iyi niyet tedbirleri hakkında verdiği beyanatta, bu önerilerin özü itibariyle hiçbir yenilik taşımadığını belirtmiştir. Yunanistan Hükümet Sözcüsü tarafından da aynı gün bir açıklama yapılarak, Kıbrıs Türk tarafının 2 Ocak tarihli önerileriyle ilgili olarak serdedilen Kıbrıs Rum Yönetimi görüşlerinin Yunan Hükümeti’nin sahip bulunduğu görüşlere tekabül ettiği kaydedilmiştir59. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin olumsuz tutumlarının aksine, 24 Ocak 1984’te ABD Devlet Başkanı Reagan’ın yasalar uyarınca Kongre’ye sunduğu, Kıbrıs gelişmelerine dair raporda; Kıbrıs Türk tarafının 2 Ocak tarihli önerileri, doğru yönde atılmış, müspet ve yapıcı bir adım olarak tanımlanmıştır60. ABD yönetiminin bağımsızlık ilanına çok sert olmayan tepkisi, Reagan’ın sunduğu rapordaki bu açıklamayla birleştirildiğinde ABD yönetiminin yeni devletin ilanına karşı çok da sert bir tutum içinde olmadığı söylenebilir. ABD yönetimi katında çok sert bir tutumla karşılaşılmazken, asıl tepki, güçlü Yunan lobisinin etkili olduğu ABD Kongresi’nden gelmiştir. 1984 yılı Mart ayında ABD yönetimi tarafından Türkiye’ye 1985 yılı için 230 milyon doları hibe, 250 milyon doları uygun koşullu FMS(Foreign Military Sales) kredisi ve 275 milyon doları da piyasa faiz hadleri üzerinden FMS kredisi olmak üzere, toplam 755 milyon dolarlık askeri yardım yapılması önerilmiştir. Yönetimin teklif ettiği ekonomik

58 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:1, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ocak 1984, s.37–42. 59 A.e., s. 16–17. 60 A.e., s.31.

129 yardım miktarı ise, 90 milyonu hibe, 85 milyonu kredi olmak üzere 175 milyon dolardır. 1985 mali yılı için 4 milyon dolarlık askeri eğitim yardımı da dikkate alındığında Türkiye’ye toplam olarak 934 milyon dolarlık yardım yapılması önerilmiştir. ABD’nin 1985 mali yılı için öngördüğü yardımlar, Kongre’nin ilgili Alt Komite ve Komitelerinde görüşülmüş, KKTC’nin ilanı üzerine harekete geçen Rum lobisi Türkiye’ye verilecek yardımın kesintiye uğraması için etkin bir kampanya sürdürmüştür. Nitekim yardımı koşullara bağlayan ve indirim öngören kanun teklifleri, bazı Kongre üyeleri tarafından ilgili Komitelere getirilmiştir. ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesine bağlı Avrupa ve Ortadoğu Alt Komitesinde Türkiye’ye yönetim tarafından yapılması öngörülen yardımdan 39 milyon dolarlık bir kesinti yapılması önerilmiş ve öneri Dışişleri Komitesinde kabul edilmiştir. Ardından Senato Dış İlişkiler Komitesinin 28 Mart 1984 günkü oturumunda Cumhuriyetçi Senatör Larry Lee Pressler ile Demokrat Senatör Joseph Robinette, Jr Biden, Türkiye’ye askeri yardımları 715 milyon dolara indiren ve bunun 500 milyon dolarının piyasa faiz koşullu FMS kredisi olarak verilmesini, 215 milyon dolarlık hibe yardımını da Maraş’ın Kıbrıs Rumlarının iskânına tahsis edilmek üzere BM Yönetimine bırakılması şartına bağlayan bir tadil teklifinde bulunmuş ve bu teklif Komite tarafından kabul edilmiştir61. Askeri yardımın 215 milyon dolarlık bir bölümünün serbest bırakılması için Ankara’nın Magosa’nın Maraş bölgesinin Birleşmiş Milletler denetimine verilmesini sağlaması koşulu öne sürülmesine gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de büyük tepki gösterilmiş, Türkiye’ye yapılacak yardım ile Kıbrıs sorunu arasında bağlantı kurulması eleştirilmiş ve bu tür tutumların Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunmayacağı, aksine sorunun çözümünü olumsuz yönde etkileyeceği dile getirilmiştir. Söz konusu karar ile ilgili olarak 29 Mart’ta bir demeç veren KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kongre’nin bu davranışı ile Cuellar’ın başlatmak istediği barış girişimlerini kökünden baltalamakta olduğuna işaret ettikten sonra, böyle bir tehdide ne Türkiye’nin ne de Kıbrıs Türkleri’nin boyun eğmesinin mümkün olmadığını belirtmiş; duyulan hayal kırıklığı ve öfkeyi vurgulayarak, Cuellar’a

61 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:3, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1984, s.7–8.

130 verilecek cevabı parti liderleri ile gözden geçireceklerini ve Kongre’nin mezkur tutumunun, alınacak kararı herhalde büyük ölçüde etkileyeceğini ifade etmiştir62. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu da 30 Mart 1984 tarihinde kendisine bu konuda sorulan bir soruyu;

“ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin bu kararı eğer herhangi bir mantığa dayanıyorsa, bu mantığın ne olduğunu kestirmek cidden güç olmaktadır. Eğer amaç Kıbrıs sorununu çözmek ise, bu sorunu tam çıkmaza sokmak için bundan daha mükemmel bir yöntemi bulmak zordur. 200 milyon doları kurtarmak için Türk tarafının şantaja boyun eğeceği hesabının nasıl yapılabildiğinin izahı cidden müşkil ve bu kararı alanlar hesabına da hayal kırıcıdır. Biz bu kadar basit yaklaşımları olanların, Kıbrıs meselesini çözmek hevesine düşmelerini bir talihsizlik telakki ediyoruz. Bu yaklaşımları ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni kendi inisiyatifini gerçekleştirmek için ABD Kongresini alet ediyor görünümüne sokmuşlar, Türk tarafını ise, baskı altında taviz veriyor durumuna düşmemek için ister istemez yeniden bir durum değerlendirmesi yapmaya zorlamışlar, Rumları da boş umutlara sevkedip daha da büyük bir uyuşmazlığa itmişlerdir. Eğer Kıbrıs sorununun çözümünü içtenlikle arzuluyorlarsa bir kere de gölge etmeme yolunu denemelerini tavsiye ederim. Türkiye’ye yapılan ABD yardımı belirli bir ortak amaca hizmet etmektedir. Bunu bu amaçla hiç ilgisi olmayan konularda bir baskı aracı olarak kullanmaya heves etmek, hem yanlış, hem tehlikelidir. Bunu geçmiş tecrübe ile en iyi Kongre’nin bilmesi gerekirdi. Kıbrıs sorunu gerçekleri ve gerekleri içinde iki toplum tarafından çözülecektir. Baskı, şantaj veya rüşvete dayanan yöntemler meseleyi içinden daha da çıkılmaz hale sokar ve sorunu emek ve sabırla getirilebilen noktanın da gerisine iter. Bugünkü durum maalesef budur”63 sözleriyle cevaplandırarak, alınan kararla ilgili ABD Kongresi’ne duyulan tepkiyi açıklamıştır.

Başbakan Turgut Özal da 31 Mart 1984 günü yaptığı konuşmada ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin Türkiye yapılacak yardımı Kıbrıs’la ilgili tavize bağlaması kararıyla ilgili olarak görüşlerinin ne olduğu şeklindeki bir soruyu;

“ Dün Sayın Dışişleri Bakanı o konuda açıklama yaptı. Şu kadarını söyleyeyim. Tecrübeler çok açık bir surette göstermiştir. Bu yollarla Kıbrıs meselesine çözüm bulunamaz. Bilakis Kıbrıs meselesi çözümsüzlüğe doğru süratle itilir. 1974 ambargosunu hatırlayınız. Yani çözüm getirdi mi Kıbrıs’ta? Bunlar çok tipik misallerdir. Bu gibi konuları da çok heyecanla almıyorum. Fazla da önem vermiyorum. Neticesi şu veya bu şekilde olabilir, ama Türkiye üzerinde zorlamaların herhangi bir netice vermeyeceğini de tecrübeler çok açık bir surette göstermiştir. Herhalde Amerika’da biraz da seçim zamanını kullanmak isteyen kimseler vardır. Biz meseleyi böyle görüyoruz”64 diyerek cevaplandırmıştır.

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin kararıyla ilgili olarak bir açıklama yapan ABD Dışişleri Sözcüsü John Hughes, Senato Dışişleri Komitesinin Türkiye’ye sağlanacak askeri yardımların kısmen de olsa şarta bağlanmasının, Kıbrıs Türklerinin

62 A.e., s.39. 63 A.e., s. 40–41. 64 A.e., s. 86.

131 BM Genel Sekreteri’nin görüşmeleri yeniden başlatma girişimine ilişkin olarak takınacakları tavrı menfi yönde etkileyeceğine dikkat çekmiştir65. Kıbrıs sorunu karşısında ABD Yönetimi ve ABD Kongresi farklı bir tutum ve bakış açısı benimsemişlerdir. Yönetim, daha esnek bir söylemi benimser ve bu çizgide davranırken, Kongre, Yunan ve Rum lobilerinin etkisi altında soruna daha somut ve sert yaklaşmıştır. Toplumlararası görüşmeleri yeniden başlatmayı amaçlayan BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar, 1984 yılı Mart ayından itibaren hem Kıbrıs Türk tarafının hem de Kıbrıs Rum tarafının yöneticileriyle ayrı ayrı görüşmelerde bulunmuştur. Bu çerçevede 16 Mart 1984’te Rauf Denktaş ile New York’ta bir görüşme yapan Genel Sekreter Rauf Denktaş’a topluluklararası görüşmelerin başlaması ve bir zirve toplantısının gerçekleştirilebilmesi için beş maddelik bir metin sunmuştur. Buna göre; Kıbrıs sorununu uluslararasılaştırma girişimlerinden sakınılacak, bu amaca yönelik olarak sürmekte olan çabalara son verilecek; KKTC’nin bağımsızlık ilan hareketinin devamı özelliğini taşıyan adımlar durdurulacak; Kıbrıs’taki karşılıklı askeri güçlerin kalite ve sayısal yönlerden arttırılmayacağı taahhüt edilecek; Kıbrıs Türk tarafı Maraş’ı Birleşmiş Milletler geçici yönetimine teslim edecek ve taraflar bir zirve toplantısı gerçekleştirerek topluluklararası görüşmelerin yolunu açacaklardır66. BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın 16 Mart 1984’te KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a New York’ta ilettiği düşüncelere verilecek cevabı tespit amacıyla Kıbrıs Türk siyasi liderleri arasında çeşitli toplantılar yapılmış ve neticede hazırlanan cevap, Genel Sekreter’in özel temsilcisi Hugo Gobbi’ye 18 Nisan 1984 tarihinde Lefkoşe’de tevdi edilmiştir67. Bu arada 10 Nisan 1984’te Yeni KKTC Anayasa tasarısının 19 Ağustos’ta halkoyuna sunulmasının, 4 Kasım’da da KKTC Parlamentosu için seçimler yapılmasının karara bağlandığının açıklanması68 ile Türkiye ile KKTC arasında teati edilmiş bulunan Büyükelçilerin 17 Nisan’da Lefkoşe ve Ankara’da güven

65 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:4, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Nisan 1984, s.13. 66 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXXI, 1985, s. 34065–34066. 67 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:4, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Nisan 1984, s.6, 27. 68 A.e., s. 21.

132 mektuplarını tarafların Cumhurbaşkanlarına sunmaları69, Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi, BM’nin Kıbrıs konusundaki kararlarına “uymaması” ve “yeni oldubittiler yaratma çabası içinde” bulunması dolayısıyla, Türk tarafını BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyet etmiştir70. BM Güvenlik Konseyi, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin karşılıklı büyükelçi ataması üzerine 11 Mayıs 1984’te yaptığı toplantıda, bu girişimi ayrılmacı bir hareket olarak kınayan, illegal ve geçersiz sayan 550(1984) sayılı kararı almıştır71. ABD, 541(1983) sayılı Güvenlik Konseyi kararına göre çok daha sert ifadeler içeren 550(1984) sayılı karara karşı çekimser kalmıştır72. ABD temsilcisi yaptığı açıklamada, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı arasında gerçekleştirilen karşılıklı büyükelçi atanmasını ve Kıbrıs Türk tarafınca 15 Kasım 1983 tarihli bağımsızlık ilanını kuvvetlendirici yöndeki açıklamaları ülkesinin de onaylamadığını, ancak konuyla ilgili olarak gerek Rum gerekse Türk tarafının oldukça güçlü duygularının farkında olarak, sorunun kötüleşmesine neden vermemek için karara çekimser kaldıklarını beyan etmiştir73. BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararına ABD Yönetiminin yaklaşımı, 1984 Mart ayında ABD Kongresi’nin Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafını taviz vermeye zorlayan yaklaşımı ile karşılaştırıldığında, bir kez daha Yönetim ve Kongre arasında Kıbrıs sorununa yaklaşım açısından belirgin bir fark görülmüştür. ABD Yönetiminin Kongre ile karşılaştırıldığında sorun karşısında tamamen Türk tarafı aleyhine olmayan bir tavır içinde olduğu söylenebilir. ABD Başkanı Reagan’ın, Kıbrıs Rum Yönetimin isteği üzerine 3 Mayıs 1984 tarihinden itibaren Kıbrıs sorununu görüşmeye başlayan BM’de görüşmeler sürerken, 8 Mayıs 1984 tarihinde, “Kıbrıs Barış ve İmar Fonu” kurulmasına yönelik açıklaması74 da bu savı destekler mahiyette bir girişim olarak değerlendirilebilir. Reagan açıklamasında Kıbrıs’la ilgili anlaşmazlıkların çözümü için Türkiye’yi

69 A.e., s. 26. 70 A.e., s. 28. 71 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXXI, 1985, s. 34066. 72 A.e., s. 34066. 73 Necatigil, The Cyprus Question and the Turkish Position in International Law, s.222. 74 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:5, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1984, s. 22, 57– 58.

133 cezalandırmak yerine Kıbrıs’ın iki toplumunu da anlaşmazlıkların çözümüne teşvik etmek gerektiğini, bunun içinde yapıcı ve olumlu çabaların birleştirilmesini söylemiştir75. Söz konusu açıklama Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve ABD Kongresi’ndeki Yunan lobisi tarafından tepki ile karşılanmış, Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreou; Reagan’ı, Amerikan Kongresi’ni, kamuoyunu ve BM Güvenlik Konseyini yanıltmakla suçlamış, Reagan’ın Kıbrıs konusundaki gerçeklere sessiz kaldığını ve sorunu basit bir toplumlararası sorun olarak gördüğünü ileri sürmüştür. Aynı şekilde Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Spiros Kipriyanu da, Reagan’ın Kıbrıs konusundaki sözlerinden “hayal kırıklığına” uğradığını ve kaygı duyduğunu söylemiş, ABD Başkanı’nın önerisinin “Kıbrıs’taki mevcut duruma bir cevap olamayacağını” iddia etmiştir76. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından tepkiyle karşılanan öneri ile ilgili bir demeç veren Başbakan Turgut Özal;

“Başkan Reagan’ın beyanatı aklıselimin gerektirdiği müspet bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Kıbrıs sorunu ancak müspet yaklaşımlarla çözülebilir. Zira bu şekilde yaklaşımlar toplumların birbirinden uzaklaşmasını değil, bilakis birbirine yaklaşmalarını sağlar. Kıbrıs Türk halkının Ada’da asırlardan beri yaşayan bir varlık olarak mevcudiyetini inkâr etmeye imkân yoktur. Dolayısıyla, Birleşmiş Milletlerin, Bağlantısız ülkelerin ve dünya kamuoyunun bu vakıayı gözden ırak tutmaması, sorunun çözümü için temel şarttır. Ada’da mevcut durumun ve gerçeklerin isabetli bir şekilde değerlendirilmeye başlanılması menfi tutumların zararlarına karşı bir uyarı teşkil edecektir. Gerçekten Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için müspet bir yaklaşımın denenmesinin zamanı artık gelmiştir. İhtilafın neticede ancak Kıbrıs’ta çözülmesi gerektiği vakıası herkesçe kabul edilmelidir. Önümüzdeki dönem, böyle bir yaklaşımın uygulanacağına delalet edecek işaretler taşırsa nihai çözüme çok daha olumlu katkıda bulunacak şartlar hazırlanmış olacaktır”77 diyerek, Başkan Reagan’ın önerisine karşı pozitif bir yaklaşımın benimsendiğini göstermiştir. ABD Yönetimi katında Başkan Reagan’dan Kıbrıs’a yönelik olarak olumlu öneriler geldiği ve bu öneriler Türkiye’de memnunlukla karşılandığı bir sırada, 9 Mayıs 1984 tarihinde ABD’nin 1985 mali yılı dış yardım kanun tasarısını görüşmeye başlayan Temsilciler Meclisi Genel Kurulunda Türkiye için önerilen yardımda 85

75 A.e., s. 58. 76 A.e., s. 27. 77 A.e., s. 24.

134 milyon dolar kesinti yapılarak 670.000.000 dolara indirilmesi 27’ye karşı 376 oyla kabul edilmiştir78. Temsilciler Meclisi’nin bu kararına ilk tepki ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan gelmiş, Bakanlıkça Washington’da yapılan bir açıklamada, Temsilciler Meclisi’nin Türkiye’ye verilecek yardımda azaltma öngören kararının “hayal kırıklığı” ile karşılandığı kaydolunmuştur. Ayrıca yapılan açıklamada, Yönetimin, dış yardımlarla ilgili tasarısı Kongre’nin iki kanadında da görüşülürken Türkiye’ye verilmesini teklif ettiği yardım düzeyinin aynı şekilde benimsenmesi için çabalarını sürdüreceği ve Türkiye’ye yapılacak yardımın azaltılmasının Kıbrıs Fonu’nun olumlu etkisini silebilecek bir faktör olabileceği belirtilmiştir79. Türkiye’nin de bu karara tepkisi çok geçmeden gelmiş, Başbakan Turgut Özal’ın 18 Mayıs 1984 tarihinde düzenlediği basın toplantısında:

“1985 mali yılında ABD tarafından Türkiye’ye yapılacak yardımın kesintisiz ve şartsız olarak verilmesi için geçtiğimiz günlerde Başkan Reagan tarafından yapılan teşebbüs tarafımızdan memnunlukla karşılanan müspet bir yaklaşımdır. Ancak, Başkan Reagan’ın bu teşebbüsünün hemen akabinde Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun Türkiye’ye yapılacak yardımda Yönetimin teklifine nazaran yaptığı 85 milyon dolarlık kesinti Kongre’de iki ülke ve NATO yararları aleyhine başka amaçlara öncelik veren zihniyetin maalesef hala etkili olmaya devam ettiğini göstermektedir. Mesele, birkaç yüz milyon meselesi değildir. Esef verici olan, paranın manivela olarak kullanılmak suretiyle bir ülkenin köşeye sıkıştırılıp istemediği bir şeyi ona zorla yaptırabileceğine inanılması ve böyle bir çirkin manzaranın sergilenmesinde beis görülmemesidir. Bu şekildeki davranışın bu yolla güdülen amaca hiçbir yararı olmayacağı açıktır”80 sözleriyle, duyulan tepki sert bir açıklamayla gösterilmiştir.

15 Haziran 1984’te BM Güvenlik Konseyi toplantısı nedeniyle New York’ta bulunan KKTC Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Necati M. Ertegün BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ı ziyaret ederek, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması konusunda yeni öneriler sunmuş, önerilerin, görüşmeleri başlatmakta ve iki toplumlu, iki kesimli bir federal devlet kurulmasında yardımcı olmasını ümit ettiklerini belirtmiştir81. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Türkleri aleyhinde sürdürdüğü kampanyayı durdurması ve uyguladığı ekonomik ambargoyu kaldırması halinde, kendilerinin de KKTC’nin tanınması yolundaki girişimlerini donduracaklarını açıklamıştır. Kıbrıs Rum tarafı

78 A.e., s.25. 79 A.e., s.29. 80 A.e., s.80. 81 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı: 6, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Haziran 1984, s.33.

135 ise, görüşmelerin başlamasına en büyük engelin, Türk tarafının tek taraflı olarak gerçekleştirdiği bağımsızlık ilanı olduğunu söylemiştir82. 17 Temmuz 1984 tarihinde BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar, Brüksel’de düzenlediği bir basın toplantısında, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yeni bir girişim olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Kıbrıs Rum Yönetimi temsilcilerini Ağustos ayı başında Viyana’ya davet ettiğini açıklamıştır. Soruna kalıcı ve adil bir çözüm bulunması gerektiğini belirten BM Genel Sekreteri, “Kıbrıs sorununun bölge barışına ve güvenliğine tehdit oluşturduğunu” kaydetmiştir. De Cuellar, Viyana görüşmeleri sırasında arabuluculuk yapmayacağını, ancak, sonraki görüşmeler için zemin oluşturulması amacıyla her iki tarafın yetkilileriyle alt düzeyde temaslarda bulunacağını söylemiştir83. Genel Sekreter 6 ve 7 Ağustos tarihlerinde Viyana’da tarafların temsilcileri ile ayrı ayrı sürdürdüğü görüşmelerde, başlatılmak istenen topluluklararası görüşmeler ve gerçekleştirilmesi düşünülen zirve toplantısı için bir temel oluşturmasını düşündüğü “Çalışma Esasları”nı ortaya koymuştur. Buna göre84: a-)Maraş hemen BM denetimine bırakılacak ve buralı Rumlar kademeli olarak evlerine döneceklerdi. b-)Lefkoşa Uluslararası Havaalanı iki topluluğun ihtiyaçları için, BM gözetimi ve Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak yönetiminde hava trafiğine açılacaktı. c)-Kıbrıslı Rumların sorunu uluslararası forumlara götürmemeleri, Kıbrıslı Türklerin de KKTC’nin tanınması çabalarını dondurmaları yolunda bir moratoryum ilan edilecekti. d)-Her iki taraf da 1977 Denktaş- Makarios ve 1979 Denktaş-Kipriyanu zirve anlaşmalarının geçerliliğini teyit edecekler ve federal anayasanın detaylarını belirleyecek bir geçici federal hükümet oluşturulacaktı. 31 Ağustos 1984’te her iki tarafın da Genel Sekreterin girişimine olumlu cevap vermesi üzerine 10 Eylül 1984’te New York’ta Yakınlaştırıcı Görüşmeler adı verilen görüşmelere başlanmıştır. Kipriyanu’nun bağımsızlık ilanı geri çekilmedikçe Rauf Denktaş’la görüşmeyi reddetmesi nedeniyle Genel Sekreter iki temsilciyle ayrı

82 Necatigil, The Turkish Republic of Northern Cyprus In Perspective, Nicosia, Tezel Ofset and Printing Co. Ltd., 1985, s. 140. 83 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:7, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Temmuz 1984, s.24. 84 Facts On File, Vol.44, No:2290, 5 October 1984, s.740.

136 ayrı odalarda görüşmüştür. 20 Eylül’de sona eren ilk turun ardından gerçekleştirilen 15–26 Ekim tarihlerindeki ikinci ve 26 Kasım- 12 Aralık tarihlerindeki üçüncü turlarla devam etmiştir85. BM Genel Sekreteri’nin iki taraf arasındaki birinci tur görüşmelerinin ardından, ikinci tur öncesi ABD Kongresi 12 Ekim 1984’te 1985 mali yılı içinde Türkiye’ye 700 milyon doları askeri, 175 milyon doları ekonomik olmak üzere, toplam 875 milyon dolarlık şartsız yardım yapılmasını kararlaştırmıştır. 215 milyon dolar tutarındaki askeri malzeme yardımı ise bazı şartlara bağlanmıştır. Kongre tarafından kabul edilen tasarı söz konusu yardımın yapılması için, ABD Başkanı Reagan’ın, ABD’nin Türkiye’ye, Kıbrıs’ın BM kararları çerçevesinde birleştirilmesi yolunda gerekli önlemleri gecikmeksizin alması için çağrı yapması, Türkiye’nin Kıbrıs Türk Toplumunun Magosa Maraş yöresi konusunda herhangi bir eylemde bulunmasını önlemek amacıyla gerekli çabayı harcaması hususlarında Kongre’ye ikna edici deliler sunmasını öngörmüştür86. Reagan, sorunun çözümü açısından Genel Sekreter’in girişimlerini belirgin bir biçimde destekliyordu. 17 Ekim’de ABD Kongresi Temsilciler Meclisi’ne gönderdiği Kıbrıs sorununa ilişkin iki aylık raporunda, ilk turun ardından her iki tarafın da görüşmeler sonucunda sorun karşısındaki görüşleri hususunda netleştiklerini, ABD Yönetiminin bu dönemde Kıbrıs’ın her iki toplumu ile de yakın ilişki içinde olacağını belirtmiştir. Reagan, Büyükelçi Jeane Kirkpatrick’in 19 Ekim’de Genel Sekreter ile görüşeceğini, Dışişleri Bakanı Shultz’un 27 Ekim’de Kipriyanu ve de Türkiye ve Yunanistan’ın Dışişleri Bakanları ile görüşeceğini söylemiştir. Ayrıca Kıbrıs özel koordinatörü Richard Haas’ın da 25 Ekim’de New York görüşmelerinin ilk turunun ertesinde “Kıbrıs Türk Toplumu lideri” Rauf Denktaş ile görüşeceğini açıklamıştır. Bu görüşmelerde, Kıbrıs’ın her iki kesimine de BM Genel Sekreteri’nin aracılığında yapılan yakınlaşma görüşmelerini, her iki taraf için de güzel bir sonucun oluşturulması için kullanmaları yönünde baskı yapılacağını belirten Reagan, Genel Sekreteri barış içinde ve yeniden birleşmiş bir Kıbrıs için başlatmış olduğu bu girişimlerde desteklediklerini, her iki kesimin de genel Sekreterin girişimlerini ciddiye almalarından ve bu sürece zarar verecek her türlü

85 Keesing’s Contemporary Archives, Vol.XXXI, 1985, s. 34066-34067. 86 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:10, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ekim 1984, s.29.

137 eylemden kaçınmalarından ABD yönetiminin memnunluk duyacağını vurgulamıştır. Reagan ayrıca, sessiz diplomasi ve karşılıklı uzlaşı ruhuyla en sonunda tüm Kıbrıslıların barış ve güvenlik içinde bir arada yaşayacakları yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ın oluşturulacağından emin olduklarını söylemiştir87. Aralıklarla üç tur şeklinde yapılan görüşmelerde Cuellar tarafların üzerinde anlaşabileceği bir “Ön Taslak” ortaya koymuştur. Genel Sekreterin taslağı temel olarak, iki kesimli bir federal cumhuriyet, Kıbrıslı Türk ve Rumların eşit temsil edildiği bir Senato ile Kıbrıs Türk tarafının %30 ile temsil edildiği bir Meclis’ten oluşan iki meclisli bir yasama organı ve cumhuriyetin birliğini sembolize edecek bir Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı yardımcısı öngörüyordu88. BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın aracılığında New York’ta yapılan üçüncü tur görüşmeler sürerken 29 Kasım’da KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Genel Sekreter ile her hususta hemfikir olduklarını açıklamıştır89. Genel Sekreter’in sunduğu Anlaşma tasarısının Türk tarafınca kabul edilmesi üzerine, Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Kipriyanu 10 günlüğüne New York’tan ayrılmış ve önce Kıbrıs’ta daha sonra da Atina’da fikir alışverişinde bulunduktan sonra, 7 Aralık’ta New York’a dönmüştür. Bu şekilde yeniden başlayan görüşmeler 12 Aralık’ta tamamlanmış ve BM Genel Sekreterliği tarafından aynı gün yapılan açıklamada, iki taraf arasında bir zirve toplantısı düzenlenmesi için yeterli ilerlemenin kaydedildiği sonucuna varıldığı ve zirvenin 17 Ocak’ta New York’ta gerçekleştirileceği kaydedilmiştir90. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü’nce 13 Aralık’ta yapılan açıklamada bu gelişmelerin Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne bir son verebileceği ve yeniden birleşmiş bir Kıbrıs devleti kurulması imkânı yaratabileceği belirtilerek, Türkiye ve Yunanistan Hükümetlerinin ve BM Genel Sekreteri’nin aracılı görüşmeler sırasındaki rollerinin övgüye değer bulunduğu kaydedilmiş; ABD’nin Kıbrıslılar’a birleşmiş bir ülkeyi yeniden inşa etmelerinde yardımcı olmaya hazır bulunduğu hatırlatılmıştır91.

87 American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department of State, 1986, s.387–388. 88 Necatigil, The Turkish Republic of Northern Cyprus In Perspective, s. 195–199. 89 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:11, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Kasım 1984, s.33 90 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:12, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Aralık 1984, s. 24. 91 A.e., s. 9.

138 Kıbrıs sorununun çözümü konusunda aracılı görüşmelerin sonuçlanması ile ilgili olarak 14 Aralık 1984 tarihinde Türk Hükümeti tarafından da bir açıklama yapılmış, yapılan açıklamada:

“New York’ta Kıbrıs sorununun çözümü için bir süredir yürütülmekte olan aracılı görüşmelerin bir zirve toplantısı kararıyla sonuçlanmış bulunması önemli bir gelişmedir. Bu gelişmenin, Kıbrıs sorununun nihai çözümünü mümkün kılabilmesi, her şeyden önce, Rum tarafının Ada’da adil bir çözümü içine sindirebilmesine ve BM Genel Sekreteri’nin takdire şayan yoğun gayretleri neticesinde hazırladığı ve Kıbrıs Türk tarafınca kabul edilen Anlaşma esaslarına aynen sadık kalmasına bağlı olacaktır. Rum tarafının malum oyalama taktiklerinden bu sefer vazgeçmesi Zirvenin başarısı için kesin zaruret arzetmektedir. Zirve toplantısını mümkün kılan bu sonuca varılmasında, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın dirayetli önderliğinde Kıbrıs Türk tarafının her bakımdan yapıcı, sorumlu ve uzlaşıcı tutumu başlıca amil olmuştur”92 denilmiştir.

Başbakan Özal da 15 Aralık’ta düzenlediği basın toplantısında:

“…Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin başlattığı aracılı görüşmeler sonucunda, Kıbrıs’ta iki toplum arasında diyalogun yeniden tesis edilmekte olmasından memnuniyet duyuyoruz. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın yapıcı yaklaşımı sayesinde, Ocak ayında iki toplum liderinin eşitlik esası üzerinden bir zirvede bir araya gelecek olmaları, Kıbrıs’ta kalıcı ve adil bir çözüm bulunması süreci içinde bizi yeniden ümitlendirmiştir. Büyük sabır ve fedakârlıklarla gelmiş olduğumuz bu noktada, temennimiz, Rumların bu fırsatı da heder etmemesidir. Meseleyi yakından takip eden memleketlere bu hususta büyük sorumluluk düşmektedir. Zira Türk tarafının yapıcılık ve iyi niyet sınırlarının daha fazla zorlanmasının mümkün olmadığını herkesin iyi bilmesi lazımdır…”93demiştir.

Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu da 16 Aralık 1984 tarihinde TBMM’nde yaptığı konuşmada Kıbrıs’la ilgili olarak:

“…Genel Sekreter Kıbrıs Türk ve Rum tarafları arasında 17 Ocak 1985 tarihinde bir zirve toplantısı yapılacağını açıklamış bulunmaktadır. Zirve’de, Genel Sekreter’in üçüncü turun başında taraflara sunduğu ve ilk iki turun sonuçları ile Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının karşılıklı görüşlerini kaale alarak hazırladığı anlaşma taslağının imzalanması iktiza etmektedir. Bu itibarla, aracılı görüşmelerin bir zirve toplantısı yapılması hususunda anlaşmayla sonuçlanmış olmasını Türkiye olumlu bir gelişme addetmektedir…Türkiye Genel Sekreter’in iyi niyet görevini her zaman içtenlikle desteklemiştir. Ayrıca Genel Sekreter’le yapıcı bir yaklaşımla işbirliğinde bulunan Kıbrıs Türk tarafının bu tutumunu daima teşvik etmiştir. Rum tarafı genel Sekreter’in iki tarafın siyasi eşitliği ilkesini esas alan bu son teşebbüsünü bidayetten beri hazmedemediği, engellemeye ve sonuçsuz bırakmaya çalıştığı izlenimini vermiştir. Nitekim Kyprianou zirve konusunda cevabını son ana kadar geciktirmiştir. Genel Sekreter’in bu son teşebbüsü meselenin iki toplumlu, iki kesimli ve iki toplumun eşitliği ilkelerine dayalı federal bir devlet esasına göre çözüme kavuşturulmasını öngörmektedir…” 94demiştir.

92 A.e., s. 81–82. 93 A.e., s.90. 94 A.e., s. 106.

139 Yapılan açıklamalardan Ocak 1985’te BM Genel Sekreterinin gözetiminde Denktaş ve Kipriyanu arasında yapılacak zirve toplantısında bir anlaşmaya varılacağı konusunda ABD Yönetimi ve Türkiye’nin bakış açısından ümitlerin oldukça yüksek olduğu söylenebilir. BM Genel Sekreter’i Perez de Cuellar’ın iyi niyet girişimleri sonucunda 17 Ocak–20 Ocak 1985 tarihleri arasında Kıbrıs sorununa çözüm bulunacağı yönünde büyük ümitlerin beslendiği, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Kipriyanu arasında New York Zirve’si gerçekleştirilmiştir. Ancak, görüşmeler başladığında bambaşka bir tutum takınan Kipriyanu, Cuellar’ın ortaya koyduğu anlaşma tasarısını kabul etmek yerine, eleştiriler getirmiş, daha önce görüşülmüş maddeleri tekrar ele almak istemiştir. Altı yıldır ilk kez karşılıklı olarak görüşen iki toplum liderinden Rauf Denktaş, üzerinde uzlaşmaya varılmış olan konuların tekrar ele alınmasının söz konusu olmadığını söylemiştir. Genel Sekreter’in “Ön Taslağı”nı imzalamak yerine, tartışmak istediği anlaşılan Kipriyanu’nun taslak anlaşmayı imzalamamakta direnmesi ve zirve sırasındaki olumsuz tutumları sonucunda zirve toplantısı bir sonuç elde edilemeden tamamlanmıştır95. ABD Başkanı Reagan, New York’ta yapılan zirve toplantısı sonrası Türkiye’nin ve Yunanistan’ın tutumlarıyla ilgili olarak, Kıbrıs Türk ve Yunan toplumlarının liderleri arasındaki doruğun başarısızlıkla sonuçlanmasından üzüntü duyduklarını, ancak, Kıbrıs bunalımının çözümü için görüşmelerin devam etmesi ve Kıbrıslı tarafların kendi geleceklerine ilişkin olarak kendilerinin karar almaları gerektiklerine inandıklarını belirtmiştir. Reagan ayrıca, BM Genel Sekreteri’nin görüşmelerdeki rolünü desteklemeye devam ettiklerini ve kendi adlarına, Kıbrıs bunalımındaki tarafları, görüşmelerde esnek davranmaları ve uzak görüşlü olmaları yolunda cesaretlendirdiklerini, Genel Sekreter’in gözetiminde Kıbrıs bunalımına barışçı ve kalıcı bir çözüm getirileceği konusunda hala umutlu olduklarını söylemiştir96. Başkan Reagan 1985 yılında Temsilciler Meclisi’ne gönderdiği Kıbrıs sorunuyla ilgili Nisan ayına ait aylık raporunda, New York Zirvesi’ne değinmiş,

95 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXXI, 1985, s.34066–34067. 96 “Tuna Köprülü’nün Reagan’la Söyleşisi”, Hürriyet, 31 Mart 1985, s.1,5.

140 zirve öncesinde, Genel Sekreter’in zirveye, her iki kesimin de soruna Federal Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması amacıyla iki tarafı da memnun edecek kapsamlı bir anlaşmaya varmalarını ümit ederek başladığını söylemiştir. Reagan, eğer burada bir anlaşmaya varılabilmiş olsaydı, soruna, somut, gerçek bir çözümün bulunabileceği bir dizi görüşmenin gerçekleşeceği bir sürecin başlamış olacağını belirtmiştir. Zirvenin sona erişi ile birlikte Genel Sekreter’in, Kıbrıs Türk tarafının taslak anlaşmayı bütünüyle kabul ettiğini, Rum tarafının da belgeyi “görüşmeler için bir temel olarak” kabul ettiğini açıkladığını, zirvenin başarısızlıkla sonuçlanmasına bu görüş ayrılığının neden olduğunu açıkladığını ve iki tarafında çok yakın olamadıklarını, ancak çabaların devam edeceğini vurguladığını söylemiştir. Reagan, her iki tarafa da ABD’nin Genel Sekreter’in bu yöndeki çabalarına zarar verecek, çözümü tehlikeye atacak her türlü eylemden kaçınmaları yönündeki kanaatini ilettiklerini belirtmiştir97. Reagan’ın açıklamaları ve Kıbrıs’a dair Kongre’ye sunduğu raporlara bakıldığında, görülmektedir ki, ABD Yönetimi, Kıbrıs sorununda, tarafların kritik nokta olan çatışma düzeyine gelmelerini engelleme çabası içinde olmuştur. ABD Yönetimi, bu dönemde stratejik açıdan büyük önem atfettiği Türkiye ile ilişkilerinin Kıbrıs sorunu nedeniyle bozulmasını istememiş, Kongre’nin Türkiye’ye yapılacak yardımlarda ön plana Kıbrıs şartını koymasına sıcak bakmamış, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri tarafından Yunanistan’a yönelik olarak yapılan konuşmalarda, Yunanlı yetkililere Türkiye’nin ABD ve NATO ittifakı için taşıdığı önem anlatılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Kanada İşleri Bürosu Müdürü Sosyal İşler Yardımcısı ve Kıbrıs İşleri Koordinatörü Richard Haas tarafından yapılan bir konuşmada, Yunanistan’ın NATO ittifakı için taşıdığı hayati önem açıklanırken, aynı şekilde Türkiye’nin de ittifakın savunmasında hayati öneme sahip olduğu vurgulanmıştır. ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin olumlu ve istikrarlı olmasının Yunanistan’ın çıkarları ile de uyumlu olduğu, bu nedenle Kıbrıs sorununun Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde bir problem yaratmamasına çalışıldığı açıklanmıştır. Türkiye’nin Varşova Paktı ile sadece uzun bir sınırı paylaşmadığı, herhangi bir savaş anında Türkiye’nin coğrafi konumuyla Trakya’dan, güney batı

97 American Foreign Policy Current Documents 1985, Washington, Department of State, 1986, s.369.

141 Asya’dan ya da Körfez’den gelebilecek bir saldırıda hem ABD hem de Yunanistan için hayati önem taşıyacağı vurgulanarak98, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde oluşacak bir gerilimin ABD’nin ve NATO ittifakının çıkarlarına vereceği zarara işaret edilmek istenmiştir. Başarısızlıkla sonuçlanan New York Zirvesi’nin ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde iç gelişmeler önem kazanmıştır. 5 Mayıs 1985’te yeni Anayasa referanduma sunularak onaylanmış, 7 Mayıs’ta yürürlüğe girmiştir. Ardından 9 Haziran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve 23 Haziran’da yapılan yasama meclisi seçimleri99 ile sistemin bütün unsurları tamamlanmış olmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Cuellar, sadece Kıbrıs Rum tarafı ile görüşmelerde bulunarak hazırladığı 17 Ocak 1985 belgesinin değiştirilmiş bir şeklini Nisan 1985’te KKTC’ye vermiştir. Hazırlanan belge KKTC tarafından hazırlanış biçim ve metodu onaylanmadığı için kabul edilmemiştir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Ocak ve Nisan 1985’teki başarısız girişimlerden sonra, 1985 sonunda taraflarla ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirmiş, bu görüşmeler neticesinde 29 Mart 1986’da tarafların 1984 yılından beri üzerinde anlaştıkları noktaları içeren, anlaşma sağlanamayan diğer konular için çözümler öneren ve yabancı kuvvetlerin çekilmesi, garantiler ve üç özgürlük konularının görüşülmesi için prosedür teklif eden bir çerçeve anlaşma tasarısı ortaya koymuştur. Türk tarafı, kendisi açısından öncekilerden daha olumsuz noktalar içermesine rağmen yeni tasarıyı da kabul ettiğini Genel Sekreter’e bildirmiştir. Kipriyanu ise, öncelikle Rumların eski topraklarına dönmesi anlamına gelen seyahat, yerleşme ve mülkiyet özgürlüklerinin tanınmasını ve Kıbrıs Türk tarafının güvenliğinin temini anlamına gelen Türk askerlerinin adadan çekilmesini istemiştir100. Kipriyanu’nun tutumunda bir değişiklik olmaması ve BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanan Çerçeve Anlaşma Tasarısını imzalamaktan yine kaçınması sonucunda, Genel Sekreter’in girişimlerinden birisi daha sonuçsuz kalmıştır. 29 Mart 1986 tarihli çerçeve anlaşmasının da sonuçsuz kalmasından sonra, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, taraflarca önemli addedilen bütün konuların ele

98 A.e., s.382. 99 Keesing’s Contemporary Archives, Vol XXXI, 1985, s. 34067–34068. 100 Necatigil, The Cyprus Question and the Turkish Position in International Law, s.292–296.

142 alınacağı paralel görüşmeler yapılmasına ilişkin yeni bir usul önerisinde bulunmuştur. Bu öneri, 29 Mart belgesinde yer alan usule ve bu bölgenin bir bütün teşkil ettiği kavramına aykırı bulunduğu, kabul edilmesi durumunda Kıbrıs Rum Yönetimi 29 Mart belgesini kabul etmemişken, adadan asker çekmek zorunda kalınacağı ve KRY’nin garantiler ile üç özgürlük konularını paketten ayırmak imkânını elde edeceği göz önünde tutularak, olumsuz karşılanmış ve Genel Sekreter’e olumsuz cevap verilmiştir101. 1987 yılında da birtakım temas ve görüşmeler yapılmış ise de, sorunun çözümüne yönelik somut bir gelişme yaşanmamıştır. 1987 yılında Türk-Yunan ilişkilerinde Ege’yle ilgili olarak oluşan sıkıntılı durum Kıbrıs sorununa da yansımıştır. Ayrıca, 1987 yılında Türk-ABD ilişkilerinde Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak Türkiye’nin Kongre’ye karşı olumsuz hislerini pekiştiren bir gelişme yaşanmıştır. 1987 yılı Nisan ayında ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu, ABD tarafından NATO görevlerinde kullanılmak üzere verilen silahların Kıbrıs’ta kullanılmasını yasaklamış, Komisyon ayrıca ABD Başkanı’ndan Maraş’ın statüsünde Türkiye tarafından değişiklik yapılıp yapılmadığına ilişkin bir rapor gelene kadar yardımı dondurmuştur. Komisyon tarafından kabul edilen bir dizi önerge şöyledir:

“1-ABD tarafından NATO görevlerini yerine getirmek ve savunmada kullanılmak üzere Türkiye ve Yunanistan’a sağlanan silah ve tüm askeri malzemenin bundan böyle Kıbrıs’a aktarılması ve adada kullanılmasının yasaklanması, 2- Kıbrıs’ta bulunan Türk askerlerinin sayılarının askeri malzemeyle birlikte denetlenerek asker ve malzemenin sayısında meydana gelebilecek değişikliklerin yönetim tarafından Kongre’ye iletilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askerlerinin sayısını 13 bine indirmesi, bu isteğin Başkan Reagan tarafından Türk Hükümetine Kongre’nin görüşü biçiminde yazılı olarak iletilmesi, 3- Maraş’ın statükosunda Türkler tarafından değişiklik yapılıp yapılmadığının Başkan Reagan tarafından Kongre’ye bir raporla bildirilmesi, ayrıca rapor gelene kadar Türkiye’ye tüm yardımın durdurulması, buna bağlı olarak da Kıbrıs’ta 1974’ten buyana kayıp olduğu öne sürülen Rum asıllı 5 Amerikalının akibetlerinin Reagan yönetimince Türk hükümetinden resmen sorularak sonucun Kongre’ye bir raporla bildirilmesi”102.

ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nun 3 Nisan tarihli oturumunda kabul edilen ve 1987 mali yılında Türkiye’ye yapılacak askeri yardımları Kıbrıs’la ilgili bir dizi yeni koşula bağlayan karar tasarısı, ABD

101 Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, İstanbul, Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1990, s. 46. 102 “ABD’den Olumsuz Tutum”, Cumhuriyet, 4 Nisan 1987, s. 1,13.

143 Kongresi’nin Kıbrıs’la ilgili olarak Türkiye’ye karşı yanlı tutumunda bir değişiklik olmadığını göstermiştir. Bu durum, Türk-Amerikan ilişkilerinde sıkıntılı bir dönemin habercisi olarak yorumlanmıştır103. 1988 yılına gelindiğinde 30–31 Ocak tarihlerinde Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinde bir diyalog sürecini başlatan Davos ve Brüksel Zirveleri gerçekleşmiştir. Davos gelişmeleri nedeniyle sorunlara daha ılımlı yaklaşılacağı, Türkiye ve Yunanistan başbakanlarının karşılıklı iyi niyet ve anlayış ortamında bir araya gelmelerinin Kıbrıs gelişmelerine de olumlu yansımaları olacağı düşünülmüştür. Özellikle ABD tarafından bu gelişmeler çok olumlu olarak nitelenmiş, Türk-Yunan ilişkilerinde başlayan bu diyalog ortamının Kıbrıs sorununun çözümü için de bir örnek adım oluşturacağı vurgulanmıştır104. Ancak Zirve’ler sonucunda yayınlanan bildirilerde Kıbrıs’la ilgili olarak, sadece Brüksel Zirvesi sonucunda yayınlanan ortak bildirinin 5. maddesi’nde;

“Kıbrıs’taki kayıp şahıslarla ilgili insani soruna ilişkin olarak, Ada’daki iki toplumun temsilcileri ile BM Genel Sekreteri tarafından tayin edilen Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı temsilcisinden oluşan kayıp şahıslar komitesinin çalışmalarının canlandırılması hususunda ilgili taraflara tavsiyelerde bulunulması kararlaştırılmıştır”105 ifadesi yer almış, bunun haricinde Kıbrıs meselesinden hiçbir şekilde söz edilmemiştir. Davos sürecinin hemen arkasından Kıbrıs yönetiminde yapılan başkanlık seçimlerini Kipriyanu kaybetmiş, ülkesindeki tüm grupların kabul edebileceği bir politika oluşturularak, çözüm için çaba sarfedilmesi gerektiğini düşünen Yorgo Vasiliu, % 51.63 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir106. Davos Sürecinin başlattığı Davos Ruhunun, Vasiliu’nun seçimi ile birleşmesi Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin yeni beklentileri de beraberinde getirmiş, Türk tarafıyla küçük çaplı da olsa hiçbir anlaşmaya yanaşmayan Kipriyanu’nun yerine Vasiliu’nun gelişi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmişti.

103 Sedat Ergin, “Ek Mektup Artık Ölü Bir Metin”, Cumhuriyet, 4 Nisan 1987, s.1,13. 104 American Foreign Policy Current Documents 1988, Washington, Department of State, 1989, s.282–283. 105 Türkiye ile Yunanistan Arasında İmzalanan İkili Anlaşmalar, Önemli Belgeler ve Bildiriler (Bugünkü Türkçe ile Tam Metinleri), Ankara, T.C. Dışişleri Bakanlığı Yunanistan Dairesi Başkanlığı, 1992, s.327. 106 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXXIV, 1988, s. 35849.

144 Ancak Vasiliu da Kıbrıs konusunda Kipriyanu’dan pek farklı düşüncelere sahip değildi. O da, ön koşul olarak Türk askerlerinin çekilmesinden ve göçmenlerin yurtlarına dönmesinden, etkin uluslararası garantilerden ve üç temel özgürlük olarak anılan seyahat etme, yerleşme ve mülk edinme özgürlüklerinin sağlanmasından bahsediyordu.107 Kipriyanu’dan farklı bir dil kullanmadığı kısa sürede anlaşılan Vasiliu’nun değişik forumlardaki konuşmalarında Kıbrıs Türk Toplumunu azınlık ilan etmesi, “Kıbrıs Türklerine self determinasyon hakkı tanınamaz, etnik topluluklara veya azınlıklara bu hak tanınırsa devletler parçalanır” ifadelerini kullanması, yeni Rum yönetiminin de anlaşma taraftarı olmadığının anlaşılmasını sağlamış, çözümün daha da zorlaşacağının sinyallerini vermiştir108. Genel Sekreter’in Kıbrıs diyalogunu yeniden hareketlendirme çabaları ve Vasiliu’nun tutumunu biraz yumuşatmasından sonra 25 Ağustos 1988’de Denktaş ve Vasiliu Cenevre’de biraraya gelmişler, bu toplantının neticesinde Eylül ayı ortalarından itibaren bazı kesintilerle Nisan 1989’a kadar New York Görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Altı ay süren bu görüşmelerin sonunda da ortaya Kıbrıs sorununa ilişkin herhangi bir uzlaşı belgesi çıkmamıştır109. Genel olarak bu dönem boyunca ABD’nin Kıbrıs sorununa ve bu sorun bağlamında Türkiye’ye yaklaşımına bakıldığında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik girişimlerini destekleyen ABD Yönetiminin, temelde sorunun taraflar arasındaki görüşmeler yolu ile çözümüne yönelik bir yaklaşımı benimsemiş olduğunu söyleyebiliriz. Doğu Akdeniz’de ABD için stratejik önem taşıyan bir ada olan Kıbrıs’ın kendisine bağlı ve stratejik çıkarlarına uygun bir statüde bulunması, ABD’nin soruna yaklaşımında birincil önceliği teşkil etmiştir. Soruna bulunacak çözüm kendi çıkarlarına aykırı olmayacak biçimde gerçekleşmeliydi. İkisi de NATO ittifakı içerisinde yer alan Türkiye ve Yunanistan arasında ortaya çıkması muhtemel bir çatışma durumunun stratejik çıkarlarını tehlikeye sokacağını düşünerek, iki müttefikine de Kıbrıs konusunda çözüme yönelik bir baskı uygulamıştır. ABD’nin stratejik çıkarları açısından, Doğu

107 A.e., s. 35849. 108 Olgun, Kıbrıs Gerçeği 1931–1990, s.72. 109 Keesing’s Record of World Events, 1989, s.36710–36711.

145 Akdeniz’de güvenliğin teminatı olarak, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’ın istikrar içinde olması büyük önem taşımıştır110. Türkiye’ye karşı izlenen yaklaşım ve takınılan tutum açısından, Reagan’ın ve yönetimdekilerin açıklamalarına bakıldığında ABD Kongresi ve Yönetiminin soruna karşı yaklaşımlarındaki fark dikkat çekicidir. Yunan ve Rum lobilerinin etkisine açık olan Kongre tarafından Türkiye’ye karşı daha eleştirel bir tavır benimsenmişken, Reagan Yönetimi, Türkiye’yi cezalandırmak yerine yapıcı bir yaklaşımda bulunarak onu çözüme ikna etmek gerektiği fikrini savunmuştur. Ancak bazen, Reagan Yönetiminin de Kongre’nin benimsemiş olduğu, taraflardan birini taviz vermeye ikna etme davranışını uyguladığı görülmüştür111. ABD Yönetimi tarafından yapılan açıklamalarda konuyla ilgili daha net ve daha ısrarlı ifadeler dikkati çekmiştir. NATO’nun kuruluşunun 35. yıldönümü dolayısıyla 24 Mayıs 1984 tarihinde düzenlenen bir televizyon programında ABD Dışişleri Bakanı Shultz, Başkan Reagan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernleştirilmesine büyük önem atfettiğini, bu amaçla Türkiye için öngörülen askeri yardımın tamamının Kongre’den geçirilmesi için çaba harcamaya devam edeceğini söylemiş, ancak “ortada bir Kıbrıs sorunu olduğunu” ifadeyle, bu konu arasında bir bağ olmamakla beraber, Kıbrıs Türkleri’nin bağımsızlık ilanının Kongre’de menfi tepkilere yol açtığını, ABD’nin bu kararı tanımadığını, kararı tanıyan yegâne ülkenin Türkiye olduğunu, Yönetim olarak Türkiye’ye askeri yardımı desteklediklerini fakat Kıbrıs sorununun da nihai bir çözüme kavuşturulmasını hiç olmazsa çözüm yoluna sokulmasını arzu ettiklerini belirtmiştir112. Yine Türkiye üzerinde ABD Yönetiminin bu şekildeki baskılarına bir başka örnek olarak Reagan tarafından Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e gönderilen mektup verilebilir. ABD Başkanı Ronald Reagan 22 Kasım 1985’te Türkiye Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e, Kıbrıs Türk liderliğinin topluluklararası görüşmelerdeki tutumuna ilişkin olarak daha fazla esneklik sağlanmasını isteyen bir mektup göndermiştir113.

110 US Interests in the Eastern Mediterranean: Turkey, Greece and Cyprus; Report for the Subcommitee On Europe and the Middle East of the Commitee on Foreign Affairs US House of Represantatives, Washington, US Government Printing Office, 1983, s.2. 111 Sönmezoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileri & Büyük Güçler, Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, s.288. 112 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:5, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1984, s.47–48. 113 Leigh H. Bruce, “Cyprus A Last Chance”, Foreign Policy, No:58, Spring 1985, s.118.

146 ABD, Kıbrıs’la ilgili gerginliklerin Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşa yol açabileceği, bunun da bölgenin istikrarını tehlikeye atacağı düşüncesi içinde soruna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla her iki tarafın ilgili yöneticilerini sıkıştırma yoluna gitmiştir. Bu amaçla Evren’e gönderilen, herhangi bir tehdit içermeyen, daha çok uyarı amaçlı bu mektup, Türk tarafının, Kıbrıs’ta Türk tarafına bırakılacak toprağın Ada’nın %37’sinden %29’una çekilmesi, dönüşümlü başkanlık formülünden vazgeçilmesi ve hükümetin tüm organlarında veto hakları konusunda ısrarlı olma tutumunun yumuşatılması gibi konularda daha ılımlı bir politika takip etme sözü vermesine neden olmuştur114. Sorunun çözümünde kendi çıkarları ile NATO’nun menfaatlerine uygunluğu esas alan ABD, konuya yaklaşımları açısından farklılıklar taşısa da gerek yardımların koşula bağlanması ve kesintiye uğraması katında etkili olan etnik lobilerin etkisine açık Kongre, gerekse de Yönetim bazında, Kıbrıs sorununun çözümünde 80’li yıllar boyunca ısrarlı bir tutumu benimsemiştir. ABD için, bulunacak çözüm şeklinden çok, bir an önce istikrarın sağlanması önem taşımıştır. Bu amaçla, taraflar üzerinde devamlı baskı yaparak görüşmelerin canlı tutulmasına gayret etmiş, bu konuda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin çabalarına destek vermiştir. 1986 yılı Ocak ayında Sovyetler Birliği, Kıbrıs sorununa ilişkin olarak ana noktaları: Sovyetler Birliği, “Kıbrıs sorununun düzenlenmesinin… Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığına tehdit oluşturmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır.” “Kıbrıs Cumhuriyeti… Adanın tüm topraklarını içermelidir.” “herhangi bir şekilde bölünmesine Sovyetler Birliği karşıdır.” şeklinde olan bir takım öneriler ileri sürmüştür. Sovyetler Birliği tarafından öne sürülen önerilerde federal sistem bir olasılık olarak zikredilip, çözümün Kıbrıslılar tarafından bulunması istenmiştir. Buna göre, yabancı devletlerin askerlerinin tümü adadan çekilmeli, yabancı üs ve tesislerin faaliyetine izin verilmemelidir. Kıbrıs askerden arındırılmalıdır115. Sovyetlerin 21 Ocak’ta ortaya attıkları Kıbrıs görüşleri, özellikle Amerika’yı telaşlandırmıştır. Sovyetlerin, Kıbrıs’taki bütün yabancı kuvvetlerin çekilmesini istemesi, Kuzey Kıbrıs’ta yeni açılan Geçitkale Havaalanı’nı kullanmayı düşünen

114 A.g.m., s.119,129,133. 115 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1980–1990, Cilt: II, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991, s.285.

147 Amerika üzerinde olumsuz bir etki yapmıştır. Ayrıca Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın Sovyet görüşlerine çok sıcak bakmaları, Amerika’nın Kıbrıs sorununun kritik bir safhaya girdiğini düşünmesine yol açmıştır116. Bu nedenle Amerika, taraflar üzerindeki baskısını arttırmış, ABD’nin Kıbrıs konusunda Genel Sekretere olan desteği, periyodik olarak Kongre’ye Başkan Reagan tarafından sunulan raporlarda vurgulanarak, tarafların doğru yolda olan Genel Sekreterle anlaşmak için her türlü çabayı harcayacaklarının ümit edildiği belirtilmiştir117. Ancak, Kıbrıs sorununun çözümü yönünde, sorun çözümsüz kaldıkça giderek artan bu ısrarlı tutum, sorunun karmaşıklığı ve jeostratejik ve jeokültürel nedenlerden dolayı Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik hassasiyeti ile birleşmiş, Türkiye üzerinde bir baskıya yol açmıştır. Bu baskı neticesinde Kıbrıs sorunu, Türkiye ile Amerika arasında 80’ler boyunca ilişkilerdeki pürüzlü noktalardan biri olmuştur.

3.2.SEİA’nın İşletilişi Ve ABD Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye ile ABD ilişkilerindeki önemli bir diğer tartışma konusunu da 29 Mart 1980’de Türkiye ile ABD Hükümetleri arasında imzalanmış bulunan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA)118 oluşturmuştur. SEİA Antlaşması, beş yıllığına imzalanmış, 9 maddelik bir esas anlaşma ile 3 tane “Tamamlayıcı Anlaşma”dan meydana geliyordu119. Bu tamamlayıcı anlaşmalardan birincisi, “Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Savunma Desteği Alanında”, ikincisi, “Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Konusunda”, üçüncüsü de, “Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Tesisler Konusunda” idi. Ayrıca, 3 numaralı “Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması”na “Ek” olarak 7 tane “Tesis Uygulama Anlaşması” bulunmaktaydı. Bu uygulama anlaşmaları, Sinop, Pirinçlik (Diyarbakır), İncirlik (Adana), Şahintepe (Gemlik), Elmadağ (Ankara), Karataş

116 Fahir Armaoğlu, “Shultz’un Ziyareti”, Tercüman, 25 Mart 1986, s.4. 117 American Foreign Policy Current Documents 1986, Washington, Department of State, 1987, s.290–291. 118 T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s. 2–47. 119 Bilgi için bkz: Ek.1.

148 (Adana), Mahmurdağ (Samsun), Alemdağ (İstanbul), Kürecik (Malatya), Belbaşı (Ankara), Kargaburun (Tekirdağ) gibi, Amerikalılar’ın faaliyetinde bulunan 11 tesisin işleme ve düzenlemelerine aitti. Anlaşmaya göre, bu tesisler bir Türk komutanın kontrolünde bulunacak ve Amerikalı komutan bu Türk komutan ile işbirliği yapacaktı. SEİA Anlaşması’nın “giriş” kısmında anlaşmanın temel amacının NATO çerçevesi içinde savunma işbirliğinin gerçekleştirilmesi olduğu belirtildikten sonra, bu çerçeve içinde, iki taraf da savunma, ekonomik, bilimsel ve teknolojik işbirliğinde bulunma ve bu işbirliğini geliştirme isteklerini ifade etmişlerdir. Beş yıllığına imzalanmış ve beş yıldan sonra da yıllık bazda uzatılması öngörülen, esas itibariyle bir yürütme anlaşması olan SEİA Anlaşması’nın ilk beş yıllık süresi 17 Aralık 1985 tarihinde sona erecekti. SEİA Anlaşması çerçevesinde ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir modernizasyon ve savunma programına ihtiyacı olduğunu kabul ederek, iki hükümet arasındaki güven ve işbirliğini arttırmak amacıyla Türkiye’ye, savunma malzemesi, hizmetler ve askeri eğitimden oluşan savunma desteği sağlamayı, ayrıca, mümkün olabilecek en iyi koşullarda bir beş yıllık tedarik programını içeren modernizasyon ve bakım programının hedeflerine ulaşması için, Türkiye’ye askeri yardım sağlamak üzere elinden gelen her türlü gayreti göstermeyi taahhüt etmekteydi. Bu taahhüdün karşılığında ise ABD, Türk toprakları üzerinde belirlenen tesislerde silahlı kuvvet bulundurabilecek, askeri faaliyetler gerçekleştirebilecekti. Yine SEİA ile Türkiye’nin kaynaklarının güvenliği için nasıl kullanılacağını araştırmak ve tartışmak üzere bir ortak Türk- Amerikan komisyonu oluşturulacaktı.

3.2.1.Türkiye’nin Anlaşma İle İlgili Şikayetleri Kasım 1983’te iktidara gelen Özal Hükümeti’nin, kendi iktidarları öncesinde ABD ile imzalanmış ve süresi 18 Aralık 1985’te dolacak olan bu anlaşma ile ilgili bir takım şikâyetleri vardı ve bu şikâyetler yetkili ağızlar tarafından sık sık bazen direkt bazen de dolaylı olarak gündeme getiriliyordu. SEİA Anlaşması’yla ilgili yapılan uygulamalar, Türkiye’yi tatmin etmekten uzak kalmıştı. ABD Kongresi’nin yapılacak askeri yardımları Kıbrıs konusunda taraflararası görüşmelerde ilerleme sağlanması gibi koşullarla ilişkilendirerek,

149 öngörülen yardımlarda kesintilere gitmesi sonucu, 1980 yılı itibarı ile ivedilik kazanan ve yılda en az 1,2 milyar dolarlık bir dış yardıma gereksinim duyan Türk Silahlı Kuvvetleri modernizasyon programında da aksamalar meydana gelmişti120. Dönemin Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk, 18 Şubat 1984 tarihinde Türkiye’nin NATO’ya katılışının yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada, Türkiye’nin ABD’den sonra NATO ittifakı üyeleri arasında insan gücü bakımından en büyük silahlı kuvvetlere sahip olduğunu, böylece, NATO ittifakının caydırıcılık kavramından yararlanılmasına büyük bir katkıda bulunduğunu vurgulayarak, Türkiye’nin kendisine yönelebilecek bir tehdidi caydırmada ve güvenliğin sağlanmasında kendi kendine tam yeterli olamadığını belirtmiştir. NATO’nun Türkiye’ye sağladığı en önemli faydanın, Türkiye’nin öncelikle milli gücüne dayanan güvenliğinin takviyesi olduğunu ancak, NATO’ya önemli katkılarda bulunan Türkiye’ye, NATO’nun daha fazla askeri yardım yapması gerektiğini belirterek;

“…Çünkü Türkiye, başta kendi gayretleri olmak üzere ittifakın yeterli katkısı ile bölgesindeki askeri yeteneklerin, diğer bölgelerdeki düzeye çıkarılmasının, NATO ve Türkiye’nin ortak menfaatleri ve ittifakın inandırıcılığı bakımından yararlı olacağı inancındadır ve bunu NATO ittifakından beklemektedir. Ümit ederim ki, yaptığımız katkıların bilincinde olan müttefiklerimiz, gelecek günlerde, daha fazla askeri yardım sağlayacaklardır”121 sözleriyle Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderme yapmaktadır.

Başbakan Turgut Özal da NATO’nun 35. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 4 Nisan 1984 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada, Türkiye’nin sahip olduğu stratejik konuma dikkat çekmiş, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki istikrarsızlık ortamını vurgulamış, güçlü bir Türkiye’nin ittifak savunmasına ve caydırıcılığına olduğu kadar, bölgedeki istikrara da önemli katkısının olacağını belirtmiş ve:

“…işte bu temel gerçeklerin ışığında, müttefiklerimizin kalkınma çabalarımızda bizi desteklemelerini ve hele demokrasiye geçtiğimiz bu dönemde bize anlayış göstermelerini beklemek hakkımızdır. Gözden uzak tutulmaması gereken bir diğer husus da şudur: Evet NATO bir savunma ittifakıdır. Ancak güçlü bir savunma ve caydırıcılık, güçlü bir ekonomik yapı ile kaimdir. Türkiye, fert başına milli gelir bakımından ittifakın en düşük düzeylerinden birine sahip olduğu halde silah altında tuttuğu asker sayısı Amerika’dan sonra ikinci sıradadır. Türkiye, ekonomisine ağır yük tahmil eden silah altındaki bu insan gücünü beslemek mükellefiyetini yerine getirmek kadar, ordusunu silah ve

120 Türkiye-ABD İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, İstanbul, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 1994, s. 65. 121 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:2, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Şubat 1984, s.30–32.

150 teçhizatla donatmak için yıllardır büyük fedakârlıklar yapmıştır. Bu yük ve fedakârlığın, NATO’ya katkımız ölçüsünde, müttefiklerimiz tarafından daha adil biçimde paylaşılması gerektiği kanaatindeyim. Bu zaruretin salt mali yükün ötesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin NATO vecibelerini layıkıyla yerine getirebilmesi için gerekli silah ve malzemeyle vakit geçirilmeksizin modernleştirilmesi bakımından da kendini gösterdiğine şüphe yoktur.”122 sözleri ile ABD’ye çağrı yapmıştır.

27 Mart- 5 Nisan 1985 tarihleri arasında 10 yıldan daha uzun bir zamandan sonra Washington’u ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olarak Özal, gerçekleştirdiği görüşmeler ve yaptığı konuşmalarda, Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki tek istikrarlı ülke olduğunu, büyük kargaşa içindeki kendi bölgesinde bir istikrar unsuru olmaya çabaladığını, İran-Irak savaşı, Lübnan’daki uyuşmazlık ve Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu bölgesindeki Sovyet nüfuzunun Türkiye’nin stratejik önemini iyice arttırdığına işaret etmiş, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile 2000km ortak sınırı bulunduğunu ve ABD’den sonra NATO’da ikinci büyük orduya sahip olduğunu vurgulayarak, Türkiye’nin kalkınmakta olan bir ülke olduğunu, fert başına düşen milli gelirin sadece bin dolar civarında olduğunu, ancak ekonomik güçlüklere rağmen bütçenin büyük bir bölümünün kısmen NATO’nun güneydoğu kanadının savunucusu görevini yerine getirebilmesi için Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrıldığını belirtmiştir. Özal, NATO içindeki ikinci büyük orduya sahip bulunan ordunun modern araçlardan yoksun olduğunu, araçların çoğunun, Kore Savaşı döneminden kalma olduğunu söylemiş,

“…şayet NATO, güney kanadını güçlendirmek ve Rusya ve Bulgaristan ile uzun sınırlarımızı savunmakta bize yardımcı olmak arzusunda samimi ise, o takdirde büyük miktarda, şimdi ABD’den aldığımızdan da fazla paraya ihtiyacımız var. Yardımın şartlarının da aynı şekilde iyi olması gerekiyor”123 diyerek, ABD’ye, ABD Yönetimi tarafından da kabul edilen, çoğunlukla Ortadoğu ve Avrupa arasında bir köprü olarak nitelenen, ittifakın güney kanadını koruyan, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşım yolunu denetleyen, büyük Sovyet filosu ile daha küçük çaptaki ABD deniz gücü arasındaki bir engeli oluşturan, Sovyetlerin İran Körfezine ulaşımının bir yolunu da kontrol eden Türkiye’ye ABD tarafından daha fazla yardım yapılması gereğini vurgulamıştır.

122 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:4, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Nisan 1984, s.43–44. 123 Başbakan Turgut Özal’ın ABD Ziyareti, Ankara, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985, s.8, 11, 16, 18.

151 21 Mayıs 1985 tarihinde Turgut Özal Hükümetinin 18 Aylık Dış Politika İcraatı Hakkında TBMM Anavatan Partisi Grubunda yaptığı konuşmada Vahit Halefoğlu, Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerimizin önemli unsurlarından birini iki ülke arasındaki Savunma İşbirliğinin teşkil ettiğini belirtmiştir. NATO Antlaşması’nın hedefleri çerçevesinde 29 Mart 1980 tarihinde yapılan bu Antlaşmanın bir yandan Türk ordusunun modernleştirilmesi için gerekli silahların ve diğer savunma araçlarının teminini öngördüğünü bir yandan da Türkiye’deki ortak savunma tesislerinin kullanılması ile ilgili esasları düzenlediğini, Antlaşmanın bu iki unsur arasındaki denge üzerine kurulduğunu söylemiştir. Aynı konuşmada Halefoğlu:

“…Bu çerçevede Türkiye’ye yapılan Amerikan askeri yardımının tatminkâr bir düzeye yükseltilmesi için Hükümetimiz büyük bir gayret içine girmiştir. 1984 yılı içinde sağlanan yardım miktarı 1979 yılına kıyasla 3,5 misli artış göstermiştir. Bunun yanı sıra yardımın yapısında da değişiklik olmuş ve hibe oranı yükselmiştir. Ancak Türk Ordusunun modernleşme ihtiyacı ile kıyaslandığında bu artışın taleplerimizin ve gereksinmelerimizin altında kaldığı görülmektedir. Bilindiği gibi Yönetim bu yıl 789 milyon askeri 150 milyon da iktisadi olmak üzere toplam 939 milyon dolarlık yardımda bulunulması için Kongre’ye öneride bulunmuştur. Ancak Kongre’nin bazı komitelerinde çeşitli lobilerin etkisiyle bu yardım miktarında yaklaşık 70 milyon dolarlık kısıntı yapılması önerilmiştir. Bu kesintinin yapılmasını önerenlerin ileri sürdükleri gerekçeleri anlamak ve kabul etmek mümkün değildir. Bazıları Türkiye ile Yunanistan arasında 10’a 7 oranının korunması gibi mesnedsiz bir görüşü ısrarla savunmaktadırlar…”124

diyerek hem yardıma olan ihtiyaca dikkat çekmiş hem de ABD tarafından Türkiye ve Yunanistan’a sağlanacak yardımı belirlerken haksız ve irrasyonel bir şekilde 7/10 oranına riayet edilmesine eleştiri getirmiştir. Bu açıklamasında yardımların yetersizliğini vurgulayan, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’ndaki dengelerin mesajını veren Halefoğlu’nun aynı zamanda ABD Yönetimine Türkiye’nin anlaşmada değişiklik isteyebileceğinin ilk işaretlerini vermiş olduğu da söylenebilir125. Başbakan Turgut Özal da, Ağustos 1985’te Amerika’nın Sesi Radyosu’na verdiği demeçte, 7/10 oranı ile ilgili olarak; “…7/10 oranını sürdürmenin yararı nedir. Yunanistan her zaman kayırılmaktadır…”sözleri ile bu orana göre yardım

124 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:17, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1985, s.79– 80. 125 “ABD’ye Küçük Bir Uyarı”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 1985, s.1,8.

152 yapmanın anlamsızlığını dile getirmiş ve Türkiye’nin bu durumdan duyduğu rahatsızlığa vurgu yapmıştır126. Turgut Özal, 2 Ekim 1985 tarihinde, kendisiyle Yalçın Doğan tarafından gerçekleştirilen görüşmede, Amerika ile Savunma İşbirliği Anlaşmasından kaynaklanan sorunlarımız olup olmadığı yönündeki bir soruyu:

“Savunma İşbirliği Anlaşması beşinci senesini tamamladı. Amerika ile bu anlaşma ile bazı problemlerimiz var. Daha ziyade askeri yardımlarla ilgili olan kısımlardan ileri geliyor. Bizi üzen, Türkiye ile ilgili her konunun devamlı olarak Kongre’de münakaşa edilir hale gelmesidir. Çeşitli konularda Türkiye, Amerika’daki bazı çevreler tarafından, mesela şu etnik grubun meselesidir denilerek, bir nevi hırpalanmaya çalışılıyor. Buna aslında aldırmayabilirsiniz. Ama bizim de kamuoyumuz var. Onların da bir kamuoyu var. Bu, bizi rahatsız ediyor. Bu konuların düzelmesini istiyoruz…”127 sözleri ile SEİA Anlaşması’ndan kaynaklanan sorunları ifade etmiştir.

Yine Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, 19 Kasım 1985 tarihinde Dışişleri Bakanlığı 1986 Mali Yılı Bütçe Tasarısının TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi vesilesiyle yaptığı takdim konuşmasında ABD ile ilişkilerdeki sorunlara değinirken SEİA Anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin yükümlülüklerini tamamen yerine getirdiğini ancak ABD’nin sağladığı desteğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyacının çok altında kaldığını söylemiştir. Halefoğlu:

“… Bunun başlıca sebepleri, ABD Yönetiminin Kongre’ye sunduğu yardım önerisinin, Türk ve ABD makamların müştereken tespit ettikleri asgari ihtiyaç düzeyinin bir hayli altında olması, ayrıca, ABD Kongresi’nin de Türkiye’ye yapılacak yardımları Türkiye ile Yunanistan arasında 7/10 dengesinin korunması gibi Türk-Amerikan ilişkileri, 1980 SEİA’sı ve NATO ittifakının ruhu ile bağdaştırılması mümkün olmayan unsurlarla irtibatlandırmasıdır. Bu unsurlarla birlikte, tarihi gerçeklere aykırı bir takım Ermeni iddialarına dayanan karar tasarılarının Kongre’ye sunulmuş bulunması Türk kamuoyunda haklı bir hassasiyet yaratmaktadır. Ayrıca ABD ile ticaretimizde de sorunlar mevcuttur. Bu ülkeden yaptığımız 1,2 milyar dolar civarındaki ithalata karşılık, ABD’ye ihracatımız 400 milyon doları aşmamaktadır. Bu durumun esas nedeni, ABD’nin tekstil ve demir- çelik gibi başlıca ihraç ürünlerimize uyguladığı engellemelerdir. ABD’nin savunduğu serbest ticaret anlayışı ile bağdaşmayan bu engellemeler, netice itibariyle Türkiye’nin ithalat potansiyelini ve büyük projeleri finanse etme gücünü sınırlamaktadır. Aynı şekilde, savunmasına tahsis edebileceği imkânlar üzerinde de kısıtlayıcı bir rol oynamaktadır…”128 sözleriyle Özal Hükümetinin, SEİA çerçevesinde Türk-Amerikan ilişkilerindeki rahatsızlık noktalarını belirtmiştir.

Yapılan açıklamalardan yola çıkarak, Özal hükümetinin bu anlaşma ile ilgili şikâyetlerinin genel olarak dört ana sorun etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz. İlk olarak Hükümet, ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’a sağlanacak yardımı belirlerken

126 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:20, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ağustos 1985, s.93. 127 “Özal: ABD ile Problem Var”, Cumhuriyet, 2 Ekim 1985, s.1,10. 128 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:23, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Kasım 1985, s.72– 73.

153 uygulamakta olduğu 7/10 oranını sürdürmeye devam etmesinden rahatsızlık duymuştur. İkinci olarak, Amerika tarafından Türkiye’ye sağlanan yardımın, Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi gibi ortak savunma güvenlik ve işbirliği ile hiçbir ilgisi bulunmayan konularla ilişkilendirilerek Türkiye üzerinde bir baskı unsuru oluşturulmaya çalışılmasından sıkıntı duyulmuştur. Ayrıca bu ilgisiz konuların, Amerikan Kongresi’nde yardım konusu tartışılırken yardım meselesine karıştırılmasının Türk kamuoyunda yarattığı rahatsızlık neticesinde Türk-Amerikan ilişkilerinde sıkıntılar yaşanmasından endişe edilmiştir. Son olarak ise, SEİA’nın ekonomik işbirliği konusuna ayrı olarak yer vermesine karşın, ABD’nin Türkiye ile arasındaki ticareti dengeli bir şekle sokmak konusunda herhangi bir çaba göstermemesi, üstelik Türk tekstil ihracatına kota uygulaması rahatsızlık yaratmıştır.

3.2.2.SEİA’nın Yenilenmesi, Türkiye ve ABD’nin Tutumları 21 Mayıs 1985 tarihinde TBMM Anavatan Partisi Grubunda yaptığı konuşmada, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın bazı hükümlerinin tadil edilmesine ihtiyaç bulunup bulunmadığı hususunda gerekli çalışmaların sürdürüldüğünü söyleyen129 Vahit Halefoğlu, bu açıklamasıyla ilgili olarak 17 Haziran 1985’de kendisine sorulan, bu çalışmaların hangi aşamada olduğu ve Türkiye’nin öngördüğü düzenlemelerin ana hatlarının neler olduğu ve de anlaşmanın yenilenmesi konusunda görüşmek üzere Amerikan yönetimine ne zaman çağrıda bulunulacağı şeklindeki bir soruyu:

“…ABD ile savunma alanındaki ilişkilerimizi düzenleyen Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşmasının geçerlilik süresi 18 Aralık 1985 tarihinde dolmaktadır…Geçen beş yıllık uygulama …Antlaşmanın savunma desteği ve savunma sanayi alanlarında yetersiz kalan bazı yönlerinin düzeltilmesine ihtiyaç bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu hususun zamanı geldiğinde ele alınacağı tabiidir. ABD Kongresinde Dış Yardım Kanunu’nun görüşülmesi sırasında Türkiye’ye yönelik yardımın azaltılması yolunda ortaya çıkan eğilimlerin, Savunma İşbirliği Antlaşması ile ABD’nin üstlendiği yükümlülüğe ters düştüğü açıktır. Ayrıca şu veya bu etnik grubun tesirinde kalan bazı çevrelerin Türk-Amerikan askeri işbirliğini iki ülke arasındaki dostluk ilişkileriyle ve ittifak dayanışması ile bağdaşmasına imkan bulunmayan ve Türk kamuoyunda haklı bir hassasiyet doğuran konularla irtibatlandırmaya çalıştıklarını üzüntüyle müşahade ediyoruz. Hükümetimiz ABD’deki esas muhatabımız olan ABD Yönetimi’nin Kongre’de dostluk ve işbirliğimize olumsuz etki yapan bu çevreleri tesirsiz kılabilecek siyasi güce sahip bulunduğuna inanmaktadır.

129 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:17, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1985, s.80.

154 Sağlam bir zemin üzerinde geliştirmek istediğimiz Türk-Amerikan ilişkilerinin dengeli bir yapıya kavuşturulması hususundaki görüşlerimiz ABD yetkili makamlarına intikal ettirilmiştir”130

sözleriyle cevaplandırarak, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasından duyulan memnuniyetsizliği dile getirmiş ve Özal hükümetinin Anlaşmada değişikliğe gidilmesi yönünde bir eğilime sahip olduğunu açıklamıştır. Ankara’da 25–26 Haziran 1985’te, Türkiye ile ABD arasındaki savunma işbirliği konularının yüksek düzeyde incelenmesi amacıyla 1981 Aralık ayında kurulmuş bulunan Türkiye-ABD Yüksek Düzeyli Ortak Savunma Grubunun 1985 yılı olağan ilk toplantısı gerçekleştirilmiştir. Türk heyetine Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun’un, ABD heyetine ise, Savunma Bakan Yardımcısı Richard N. Perle’ün başkanlık ettiği toplantıda, NATO ittifakı çerçevesinde iki ülkeyi ilgilendiren savunma konuları, ABD güvenlik yardımı ve iki ülke arasındaki savunma sanayi işbirliğiyle ilgili gelişmeler ele alınmıştır131. Yapılan yüksek düzeyli ortak savunma grubu toplantısı sonucunda, süresi Aralık ayında dolacak olan Savunma Ekonomik İşbirliği Anlaşmasında değişikliğe gidilmesi konusunda Türk ve ABD Hükümetlerinin görüş ayrılığı içinde olduğu ortaya çıkmıştır. Türk tarafı görüşmelerde, anlaşmanın özellikle yardımlar alanında yetersiz kaldığını belirterek, anlaşmada değişikliğe gidilmesi beklentisini açık bir dille Amerikan tarafına hissettirirken, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle de, Amerikan Yönetiminin anlaşmada herhangi bir değişikliğe gidilmesinde yarar görmediğini ve bunun mevcut haliyle uzatılmasına taraftar olduğunu bildirmiştir132. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle toplantıdan sonra düzenlediği basın toplantısında, sorulan sorulara verdiği cevaplarda, Türk tarafından kendilerine Savunma İşbirliği Anlaşmasının yeniden müzakere edilmesine yönelik bir teklif gelmediğini, Anlaşmanın çok geniş bir şekilde ele alınmış bir metin olduğunu, yapılan işlerin, işbirliğini tamamlayan bu belgeden çok daha önemli olduğunu, mevcut anlaşmanın Türkiye ile ABD arasındaki askeri işbirliğinin daha da güçlendirilmesi için gerekli esnekliği her iki tarafa da verdiğini söylemiştir. Perle,

130 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:18, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Haziran 1985, s.47– 48. 131 A.e., s.22–23. 132 “ABD ile Savunma Anlaşmasında Görüş Birliğine Varılamadı”, Cumhuriyet, 27 Haziran 1985, s.1,11.

155 Türk yetkililerin yönetimin istediği yardım miktarlarının Kongre’de kesilmesini önleyecek bazı garantiler istediklerini, ancak, herhangi bir Amerikan hükümetinin, imzaladığı bir savunma işbirliği anlaşmasıyla önceden Kongre’yi bağlayacak bir düzenlemeye girmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Perle, bunu düşünmenin temel bir yanlış anlamadan kaynaklandığını, anlaşmanın iki tarafa işbirliğini genişletip, derinleştirmek için bir çerçeve sağladığını, SEİA’nın ya da bir başka anlaşmanın ABD anayasal sistemini değiştirecek bir düzenleme getiremeyeceğini, bunun gerçekçi olmayacağını söylemiştir. Perle, anlaşmada yer alacak sözlerden daha önemlisinin, Amerikan yönetiminin Türk Ordusunun modernizasyonuna mümkün olan en iyi şekilde katkıda bulunmak arzu ve iyi niyetini taşıması olduğunu, yönetim olarak bu konuda bütün gayretlerini sarfetmeye devam edeceklerini ancak hangi anlaşma yürürlükte olursa olsun anlaşmada yer alan ifadeleri değiştirmenin, yardım tasarılarının Kongre’ye götürülmek zorunda olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğini belirterek, Kongre’nin onayı olmadan ne Türkiye’ye ne de bir başka ülkeye yardım sağlayamayız demiştir. Önemli olanın Türkiye’ye destek sağlamak olduğunu, Mevcut anlaşmanın ABD’ye bu olanağı verdiğini, zaten yapılmış olan bir taahhüdü teyit etmek için girilecek yeni bir müzakere ile enerjinin boşa sarfedileceğini söylemiştir133. Diğer yandan Türk Dışişleri Bakanlığı, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle’ün, ABD yönetiminin Türkiye’ye yardımlar konusunda azami gayreti sarfettikleri yönündeki açıklamalarına katılmadığını belli etmiştir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yalım Eralp, “Yardım 225 milyon dolarken de Amerikalı yetkililer aynı şeyi söylüyorlardı” demiş, ayrıca, “bizzat Perle de Kongre’de yaptığı konuşmalarda Türkiye’ye yapılan yardımların ihtiyacın altında olduğunu açıkça söylemiştir” şeklinde konuşmuş, Perle’ün “Türkler Kongre’yi” anlamıyorlar şeklindeki sözleri konusunda ise “Belki onlar da bizi anlamıyorlar” demiştir. Eralp, anlaşmada aksayan tarafların ne olduğu şeklindeki bir soruyu yanıtlarken de, “Anlaşmanın aksayan tarafı, bizim ihtiyaçlarımızın karşılanmamasıdır”134 diyerek, Türkiye ve ABD’nin anlaşmaya yaklaşımlarındaki farkı vurgulamıştır.

133 “ABD ile Savunma Anlaşmasında Görüş Birliğine Varılamadı”, Cumhuriyet, 27 Haziran 1985, s.1,11. 134 “Top ABD’de”, Cumhuriyet, 28 Haziran 1985, s.11.

156 Esas olarak ABD yönetimi modernizasyon konusunda elinden geleni yapacağını, yardımın Kıbrıs sorununa bağlanmaması konusunda hemfikir olduğunu ancak Kongre’yi ilgilendirdiği için buna bir formül bulunamadığını savunmuştur. ABD Yönetimine göre Türkiye’ye yapılan yardımlar anlaşmanın imzalandığı 1980’den beri artış göstermiştir. Yaptığı bir açıklamada, ABD’nin Türkiye’ye, ordusunun modernizasyonunu daha hızlı bir şekilde sağlayabilmesi için yardımda bulunma sözü verdiğini, kendileri için çok önemli bir müttefik olan Türkiye’ye güçlü bir savunmaya sahip olabilmesi için elden gelenin en iyisinin yapıldığını ve Türkiye’ye yapılan askeri yardım miktarının 1980 yılından beri üç misli artmış olduğunu söyleyen Reagan135, yaptığı bir başka açıklamada Türkiye ve Yunanistan’a sağlanacak yardımın Kongre tarafından 7/10 oranına bağlanmasını eleştirerek bu duruma karşı olduğunu açıklamıştır136. Avrupa ile ilişkilerinin soğuduğu bu dönemde ABD’ye yanaşan ve ilişkilerin düzeyinin arttırılması için yoğun çaba harcayan, ancak çabalarına karşılık, ABD’den ihtiyacı olduğu ölçüde yardım almak konusunda sıkıntı yaşayan Türkiye ise, SEİA anlaşması ile ilgili huzursuzluklar taşımıştır. Türkiye tarafından, yapılan yardımların arttığı yönündeki Amerikan açıklamaları kabul edilmekle birlikte, bu artışın, Türkiye’nin taleplerinin çok altında ve ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı Özal hükümeti tarafından sık sık gündeme getirilmiştir. Yardımın yetersizliğinin yanısıra niteliği ile Kongre’de Kıbrıs gibi ön koşullara bağlanması da tepkilere yol açmıştır. Türkiye’nin SEİA kapsamında ABD’den istekleri genel olarak 4 ana madde üzerinde yoğunlaşmıştır. Buna göre: 1-ABD’nin Türkiye’ye yapacağı yardım, her yıl en az 1 milyar 200 milyon dolar olsun. İhtiyaçların altında kalmasın. 2-Türkiye ile Yunanistan’a yapılan yardımda uygulanan anlamsız 7/10 oranı kaldırılsın. 3-Yapılacak yardım, Kıbrıs gibi konu dışı engellere bağlanmasın.

135 American Foreign Policy Current Documents 1985, Washington, Department of State, 1986, s. 452. 136 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:20, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ağustos 1985, s.78.

157 4-Mevcut anlaşmanın ikinci maddesinde belirtilen; “ABD elinden gelen çabayı gösterecektir” hükmüne uyulsun137. Bu istekler çerçevesinde Anlaşmanın bazı maddelerinde değişikliğe gidilmesinin talep edileceği yönünde resmi ağızlardan yapılan açıklamalarla da ABD’ye mesaj gönderilmiştir.

3.2.3.SEİA’nın Yenilenmesi ve Ek Mektup-Tarafların Tutumları SEİA’nın ilk beş yıllık süresinin sona ermesinden yaklaşık üç ay önce 17 Eylül 1985 tarihinde, Türkiye tarafından SEİA’nın yeniden düzenlenmesine ilişkin olarak Amerikan yöneticilerine çağrıda bulunulmuştur. Türkiye’nin, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın günün şartlarına uygun hale getirilmesi amacıyla değiştirilmesine ilişkin notası 17 Eylül’de Ankara’da yapılan bir diplomatik girişimle Amerikan tarafına iletilmiş, ilgili Nota Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu tarafından ABD Büyükelçisi Robert Strausz-Hupe’ye verilmiştir. Türkiye ile ABD arasında 20 Mart 1980 tarihinde imzalanmış bulunan ve süresi 18 Aralık 1985 tarihinde sona erecek olan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın yeniden düzenlenmesi hususunda Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada:

“Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede 29 Mart 1980 tarihinde akdedilen ve 5 yıllık süresi 18 Aralık 1985’de sona erecek olan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın (SEİA) tadiline ilişkin notamızı resmen iletmiştir. Tadil tekliflerimizi ihtiva eden metin de kısa sürede tevdi edilecektir. SEİA’nın NATO Andlaşması çerçevesinde Türkiye ile ABD arasında karşılıklı yükümlülükleri belirleyen; bir yandan bazı Türk Silahlı Kuvvetleri Tesislerinde ABD’nin ortak savunma faaliyetlerine katılmasına izin verilirken, diğer yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tatminkâr bir düzeyde modernizasyonu için savunma desteği teminini öngören bir dengeye dayandırılmış olduğu malumdur. Türk Hükümeti, son 5 yıllık uygulamanın ışığında, Andlaşmada gerekli tadilat yoluyla Türk- ABD Savunma İşbirliği’nin günün şartlarına uydurulmasını ve böylece ilişkilerimizin karşılıklı anlayış içinde geliştirilmesini öngörmektedir. ABD tarafından da aynı yapıcı yaklaşım içinde bir tutum izlemesi beklenmektedir. Bunda her iki ülkenin de ortak çıkarı bulunduğu açıktır”138 denilmiştir.

Yapılan bu açıklama ile anlaşmanın üslerden yararlanma karşılığında yardım dengesine dayandığı vurgulanırken, üstü kapalı bir şekilde de geçen süre içinde

137 “ABD’ye Sözünü Tut Uyarısı”, Milliyet, 4 Haziran 1985, s.1,7. 138 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:21, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Eylül 1985, s.20.

158 uygulamada anlaşmanın bu dengeyi sağlayamadığı ve yapılan girişimle bu dengesizliğin giderilmesinin amaçlandığı ima edilmiştir139. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu tarafından ABD Büyükelçisi Robert Strausz- Hupe’ye verilen Nota ile Türkiye ile ABD arasında süresi 1985 Aralık ayında dolacak olan üsler anlaşmasına ilişkin pazarlığın ilk adımı atılmış ve Özal hükümeti anlaşmayı masaya yatırma yolundaki davetini Reagan yönetimine resmen yapmıştır. Özal hükümeti, anlaşmanın beş yıllık uygulama süresi içinde işleyişindeki dengesizliklere ilişkin olarak ifade ettiği rahatsızlıkların giderilmesi yolundaki resmi girişimini yaparken aynı zamanda Amerikan tarafının başlaması beklenen görüşmelerde yapıcı bir yaklaşım izlemesi beklentisini de duyurmuştur. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun 17 Eylül 1985 tarihinde ABD Büyükelçisine Türkiye ile ABD arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesi konusunda vermiş olduğu Türk Notası’na ABD’nin cevabı 23 Eylül 1985 tarihinde, ABD Büyükelçisi tarafından Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Necdet Tezel’e verilmiştir. ABD Notası’nda Türk tarafının vermiş olduğu Nota’nın dikkatle incelendiği ve Türk Hükümeti ile yapıcı görüşmelerde bulunulmaya hazır olunduğu belirtilmiştir140. Türk-Amerikan Savunma ve Ekonomik İşbirliği ile ilgili gelişmeler, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın 28 Eylül’de ABD Büyükelçisi Robert Strausz-Hupe’ye ikinci bir metin vermesiyle yeni bir boyuta ulaşmış, Türkiye, bu metinle ABD’ye Türk- Amerikan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın hangi yönleriyle gözden geçirilmesini istediğini bildirmiştir. 17 Eylül’de bu anlaşmanın gözden geçirilmesini istediğini Washington’a ileten Ankara, bu kez anlaşmanın neden gözden geçirilmesini istediğini açıklamıştır. Verilen bu metin ile, Ankara’nın bir savunma işbirliği içinde çalışan iki ülkenin ilişkilerinin tek yanlı bozulmasını kabul edemeyeceği bildirilirken, tarafların mükellefiyetlerini göz önünde tutarak bu ilişkiyi bir dengeye oturtması gerektiği vurgulanmış, Türkiye’nin Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması gereği üzerine düşenleri yerine getirirken, ABD’nin çeşitli etkenleri göz önünde tutarak Türkiye’ye karşı mükellefiyetlerini tam anlamıyla

139 “ABD’ye Pazarlık Çağrısı Yapıldı”, Cumhuriyet, 18 Eylül 1985, s.1,12. 140 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:21, a.g.e., s.27.

159 yerine getirmediği bildirilmiştir. Türkiye, ABD’ye bugüne kadarki uygulamaların tek yanlı aksaklıklar getirdiğini hatırlatmış, yine bu metinde, Savunma İşbirliği gereği, ABD’nin Türkiye’ye karşı olan mükellefiyetlerini yerine getirmediği, sürekli olarak Kıbrıs sorununu, Ermeni konusunu, lobi faaliyetlerini öne sürdüğü, oysa anlaşma gereği bu tür girişimlerin mükellefiyetlerin yerine getirilmesine bir engel olamayacağı dile getirilmiştir141. SEİA’nın yenilenmesine ilişkin olarak gerçekleştirilen görüşmelerde Türkiye, 10 temel maddeden oluşan değişiklik isteklerini içeren paketi tartışmaya açmıştır. Buna göre142: 1-Türkiye’nin girdiği riski göğüsleyebileceği bir modernizasyona ihtiyacı vardır. 2-Türkiye, ABD’de bir lobiye ihtiyaç duyuyor. Yönetim Türkiye’nin lobiciliğini üstlensin. 3-Amerika’nın Türkiye’ye yapacağı yardım, bir anlaşmaya bağlanmalıdır. 4-ABD, yardımlar için Ek Mektup vermeli. 5-ABD’nin Türkiye’ye yapacağı yardımlarla, ilgisiz konular arasında bağlantı kurulmamalıdır. 6-İki ülke arasındaki ilişkiler çeşitlendirilmelidir. 7-Türkiye ile ABD arasındaki ticarette var olan engeller kaldırılmalıdır. 8-Savunma sanayiinde geniş bir işbirliğine gidilmelidir. 9-Türkiye’nin FMS kredilerinden doğan borcu silinmelidir. 10-ABD, Türkiye’ye, Mısır ve İsrail’in statüsünü tanımalıdır. Türkiye’nin öne sürdüğü maddeler içerisinde iki istek ön plana çıkmıştır. Bunlar; 1-Amerikan yönetiminin sağladığı askeri satış kredilerinde (FMS kredileri) ve bu kredilerle yapılan silah ve öteki askeri araç gereç alımlarında Türkiye’ye “en ziyade müsaadeye mazhar ülke” statüsü tanınması, yani FMS kredilerinin koşullarında ve bunların kullanılmasıyla ilgili işlemlerde ABD’nin Türkiye’ye en geniş ayrıcalıkları tanıması, böylelikle, FMS kredilerinin geri ödemeden muaf

141 “Türkiye, ABD’ye Görüş Bildirdi: İşbirliğini Amerika Tek Yanlı Aksatıyor”, Cumhuriyet, 29 Eylül 1985, s.1,13. 142 “ABD ile Pazarlık Başlıyor”, Cumhuriyet, 30 Ekim 1985, s.1,8.

160 tutulması, ayrıca bu kredilerle yapılan alımlarda fiyatların mümkün olan en düşük düzeyde tutulması, 2- Savunma konularının dışında doğrudan iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde geçerli olması istenen statüyü düzenleyen, Türk mallarının Amerikan pazarına girişinde her türlü kısıtlamanın kaldırılmasını içeren, böylece anlaşma metninde savunma konuları dışında doğrudan bu konuda konulacak ifadelerle ABD’nin tekstil ve demirçelik gibi Türk ihracat ürünlerine koyduğu engellerin kaldırılması için Reagan yönetimini müzakere edilecek anlaşma metninde bağlamayı amaçlayan isteklerdir143. Ancak, tartışmaya açılan pakette, Türkiye’nin Amerikan yönetiminin yardım miktarı üzerinde bağlayıcı bir taahhütte bulunacağı bir anlaşma yapılması ve bu çerçevede Türkiye’ye yardımlarda Kongre faktörünün bertaraf edilmesi yolundaki önerileri ABD’li yetkililerce gerçekçi bulunmamıştır. ABD’li yetkililer anlaşmanın gerçekleşmesinde iki açıdan güçlük bulunduğunu öne sürmüşlerdir. ilk olarak, ABD yasalarına göre hükümetler arasında imzalanan anlaşmaların yürürlüğe girebilmesi için Senato’nun üçte ikisinin oyuyla onaylanması gereği. ABD Dışişleri Bakanlığı, yönetimin Türkiye’ye beş yıllık bir süre için miktar taahhüdünde bulunacağı bir anlaşmanın Senato’nun üçte ikisinin desteğini alabilmesinin o günkü koşullarda zayıf bir olasılık olduğunu belirtmiştir. İkinci neden olarak ise, anlaşmanın Kongre’de görüşülmesi sırasında senatörlerin istedikleri gibi değişiklik önergeleri verebileceklerini, sonuçta Senato’dan çıkan anlaşma metnini buna imza atan ülkelerin bile tanıyamayacağını, Türkiye ile Yunanistan’a yapılan askeri yardımlarda Kongre tarafından uygulanan 10’a 7 oranının ortadan kaldırılmasının da bu anlaşma ile garanti edilemeyeceğini çünkü görüşmeler sırasında pekâlâ bazı üyelerin ona yedi oranını öngören bir ifadeyi anlaşma metnine ekleyebileceklerini, böyle olunca da anlaşmanın Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan uzak kalacağını belirtmişlerdir. Türkiye’nin istediği nitelikte bir anlaşmanın gerçekleştirilemeyeceğini söyleyen ABD Dışişleri yetkilileri, Özal hükümetinin askeri yardımların Kongre’de görüşülmesi sırasında yardımlarda Kıbrıs, Türk-Yunan ve diğer (Ermeni soykırım tasarıları) sorunlar arasında bağlantı kurulmasını önleyecek mekanizmaların

143 “ABD’ye İki Sürpriz İstek”, Cumhuriyet, 21 Ekim 1985, s.1,6.

161 bulunması konusundaki talebi karşısında da, Türkiye’nin istediği gibi Kongre faktörünün yardım konularında bertaraf edilmesinin mümkün olmadığını, askeri yardımlarla Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunları arasında bağlantı kurulmaması ayrıca Ermeni soykırım tasarısının engellenmesi konularında yönetimin Kongre’de azami çabayı sarfettiğini vurgulamışlar, çıkacak sonuç konusunda önceden kesin bir güvence ya da söz vermelerinin sözkonusu olmadığını söylemişlerdir144. Türkiye’nin ABD’den yönetimin yardım miktarı konusunda kendisini önceden bağlayacağı bir anlaşma yapılması önerisinin ABD tarafından gerçekçi bulunmayışı ile ilgili olarak Başbakan Turgut Özal:

“Bir kere meseleyi Türk-Amerikan münasebetlerinin önümüzdeki beş yılı olarak görmek lazım. Bir anlaşmaya gireceksek bunu beş yıllık bir perspektif içinde görmemiz lazım. Bu anlaşmalar vaktiyle yapılırken, o günkü düşüncelerle birçok şey ortaya konmuş. Türkiye’deki müdafaa paktı dolayısıyla askeri tesisler meselesi, NATO vecibeleri, bu tesislerin kullanılış esasları anlaşmanın önemli bir kısmını meydana getiriyor. Diğer kısmı, Türkiye’nin buna karşılık alacağı kendi Silahlı Kuvvetleri’ni güçlendirecek imkanlardır. Burada söylenen belli rakamlara bağlanmış değil. “The best efforts”(azami çaba) gösterilecektir deniliyor anlaşmada” demiştir145. SEİA çerçevesinde görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcılarından Michael Armacost, Türkiye’nin ABD yönetimine bildirdiği isteklere karşı:

“…süresi biten savunma ve ekonomik anlaşmayı Türkiye’nin öne sürdüğü istekler çerçevesinde yeniden hazırlayıp imzalasak bile, sonuçta hemen hiçbir şey değişmeyecektir. Bu yeni anlaşmanın sınırı içinde yapılması istenilen her şey, gene Amerikan Kongresi’nin önüne gidecektir ve Kongre, son sözü söyleyecektir”146. diyerek ABD yönetiminin bu konudaki tavrını Türk yetkililere açıkça iletmiş, Türkiye’nin isteklerinin ABD’de olumlu sonuçlara bağlanmasının zorluğundan bahsetmiştir. ABD Dışişleri Bakan Yardımcılarından Rozanne Ridgway de, ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Alt Komitesi tarafından düzenlenen bir panelde yaptığı konuşmada, Türk-Amerikan Savunma İşbirliği Anlaşması’nın yenilenmesi ile ilgili görüşmelere ilişkin olarak Türk tarafının istekleri konusunda Kongre’ye bilgi verirken:

144 “Üsler Anlaşması Konusunda Washington’dan Ankara’ya: Daha Gerçekçi Olun”, Cumhuriyet, 18 Ekim 1985. 145 “Başbakan Özal, ABD ile İlişkileri Cumhuriyet’e Anlattı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 1985, s.7. 146 “ABD’den Katı Tutum”, Cumhuriyet, 2 Kasım 1985, s.1,13.

162 “Türkler, yürütme anlaşmasının yıllık yardım miktarlarının düzenlendiği bir “treaty” haline dönüştürülmesinin yanı sıra, savunma sanayilerinin geliştirilmesine yardımcı olunması için de ödün istiyorlar” 147 demiş, Ridgway’in katıldığı panelde konuşan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Avrupa Alt Komitesi Başkanı Demokrat Temsilci Lee Hamilton da, Amerikan Anayasası uyarınca, yardım miktarlarını beş yıllık bir süre için daha önceden belirlemenin olanaksız olduğunu ifade etmiştir148. Türkiye’nin öne sürdüğü isteklere verdiği yanıtlarda olumlu bir çizgi çizmeyen ABD yönetimi, Türkiye’nin öne sürdüğü, Türkiye’nin girdiği riski göğüsleyebileceği bir modernizasyona ihtiyacı olduğu yönündeki isteğe karşı, ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini, risk ile modernizasyon arasında bir dengesizlik bulunmadığını belirtmiştir. Türkiye’nin ABD’de bir lobiye ihtiyaç duyması ile ilgili olarak ise, “Kongre üzerinde yılmadan çalışın, kendinizi daha iyi tanıtın, biz de size yardım edelim” denmiştir. Türkiye’nin, yapılacak yardımların Kongre’nin tasarrufuna bırakılamayacağı, yardım paketinin Kongre’de görüşüldüğü sekiz ay boyunca üzerinde yapılan değişiklikler sonucunda Türk-Amerikan ilişkilerinde rahatsızlık yarattığı, ikili ilişkilerde bu tür sorunlar yaşanmaması için ABD yönetiminin yardımlar konusunda miktar taahhüdünde bulunacağı bir anlaşma imzalaması gerektiği yönündeki teklifine ise, “anlaşmanın Senato tarafından onaylanması çok zor, anlaşma yapmayız” cevabı verilmiştir. Ek mektup verilmesine, “istediğiniz Ek Mektubu verebiliriz” diyen yönetim, Türkiye’nin “ABD’nin Türkiye’ye yapacağı yardımlarla, ilgisiz konular arasında bağlantı kurulmamalıdır” şeklindeki önerisi karşısında da yabancı unsurların Türkiye’ye yardım konusuna karışmasına kendilerinin de karşı olduklarını ancak bunun için bir formül olmadığını ileri sürmüşlerdir. İlişkilerin zenginleştirilmesi konusunda hemfikir olduklarını açıklayan ABD yönetimi, savunma sanayiinde geniş işbirliği görüşüne de katıldıklarını belirtirken, Türkiye ile ABD arasında ticaretteki sınırlamaların kalkmasının ve borçların silinmesinin imkansız olduğunu söylemişler, Mısır ve İsrail’in statüsünü elde etmek için ise sabretmeniz gerek demişlerdir149.

147 “ABD Dışişleri, Türk Hükümetinden Yakındı: Türkler, Üsler İçin Ödün İstiyor”, Cumhuriyet, 14 Kasım 1985, s.8. 148 A.e. 149 “ABD ile Pazarlık Başlıyor”, Cumhuriyet, 30 Ekim 1985, s.1,8.

163 Aylar süren görüşmeler sonucunda 12 Aralık 1986’da, SEİA’nın 1990 yılına kadar uzatılmasını öngören Ek Mektup taraflar arasında parafe edilmiş ve 16 Mart 1987’de de nota değişimi yoluyla teyit edilmiştir. Ek Mektubun içeriği150 tamamen SEİA’nın hükümlerini destekler nitelikteydi ve herhangi radikal bir değişiklik ya da ABD için yeni yükümlülükler getirmemekteydi. Bir buçuk yıl gibi uzun bir süreyi alan görüşmelerin sonucu, Türk ve Amerikan Dışişleri Bakanları arasında teati edilen, çok genel ifadelerin yer aldığı, Amerika bakımından herhangi bir yeni taahhüdü de içermeyen ve de hepsinden önemlisi, Türkiye’nin şikâyetlerine cevap teşkil etmesi mümkün gözükmeyen bir mektup olmuştur. Ankara’da sık sık kesintiye uğrayan SEİA görüşmelerinde en büyük tartışma, Türkiye’ye yapılan askeri yardımların her yıl Kongre’de kesintiye uğramadan çıkarılması yönündeki istek üzerine çıkmış, Türkiye’nin 5 yıl süresince yardımların bir çeşit garantiye bağlanması isteği ABD tarafından reddedilmiştir. Büyük ölçüde ABD’nin İsrail ve Mısır’a sağladığı, ABD’den garantiye bağlanmış yardım alma esaslarının aynen Türkiye’ye de uygulanması düşüncesinden hareket eden Türkiye’nin bu isteği ABD tarafından kabul görmemiş, imzalanan anlaşma metninde Türkiye’nin istediği savunma ve askeri yardımlarla ilgili bağlayıcı hükümler yer almamıştır. Ek Mektupta özellikle askeri yardımların Kongre’de kesintiye uğramaması yolunda açıklayıcı hiçbir cümleye yer verilmezken, Ek Mektubun yeni tarafları arasında ekonomik ilişkilerde iyi niyetli çabanın gösterileceği ve terör ile mücadelede işbirliği yer almıştır. ABD ile imzalanan SEİA anlaşmasına ilişkin ek mektupla ilgili olarak, gerek imza öncesinde gerekse imza sonrasında Türk kamuoyu ve muhalefet çevrelerinden hükümete yönelik eleştiriler görülmüştür. Dışişleri eski bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, anlaşmanın uzatılması ile ilgili olarak:

“Bu anlaşmanın yenilenmesini hükme bağlayan ek mektuptaki ABD’ye ait ifadeleri yeterli görmüyorum. Jeopolitik durumu fevkalade önemli olan Türkiye, bundan yeteri kadar yararlanamamıştır. Üstelik iki süper güç arasındaki dengeyi de kaçırmış bulunuyoruz. ABD’nin ayrıca bir taahhüt yapmış olduğuna ve ek mektubun ayrıntılarına vakıf olmamakla beraber, dış görünüşü ile bu

150 Bilgi için bkz: Ek.2.

164 anlaşmayı Türkiye’nin yararına bulmuyorum. Başından beri bizim isteklerimizin çok gerisinde kalınmıştır. Kongre faktörü hiçbir zaman yenilemediği gibi, Başkan’ın özel yetkilerini lehimize kullanacağı taahhüdü bile anlaşmalarda görülmemektedir. Bu ek mektupta da sadece platonik vaadler var. Ayrıca iki yıllık ömrü olan bir iktidarın Türkiye’yi 5 senelik yüklenmeye sokma çabası kabul edilebilir bir şart değildir. Bundan sonra ABD yönetiminin hangi ellere geçeceği bugünden belli değildir. Bana göre, anlaşmanın iktidarın süresi ile mukayyet olması icap ederdi”151 derken, Dışişleri eski bakanlarından Hasan Esat Işık da:

“İmzalanan metin, ABD’nin yükümlülüğünü yine sadece hükümet düzeyinde bırakmıştır. Türk tarafı için ise durum başkadır. Yükümlülükleri hem somuttur hem de devlet düzeyindedir. Eşit devletler arasında alışılmış bir anlaşma türü değildir. Ticaret konusunda da kanımca yükümlülükler daha somut olmalı idi ve ikili ticaretin dengeli olmasına özen gösterileceği de belirtilmeli idi”152 demiştir.

Anlaşmanın aynen uzatılması konusunda DYP MKYK üyesi Büyükelçi ise:

“Bu mektup parafe edilmeden açıklansa idi; TBMM bir tasdik mercii olmaktan çıkarılır, ayrıca mektuptaki hükümlerin tartışılabilmesi de mümkün olabilirdi. Görüldüğü kadarıyla ABD, anlaşma niteliği taşımayan bir ek mektupta vaadlerde bulunmaktadır. Hukuki açıdan bunların hepsi hükümetin vaadleridir. Dolayısıyla bir antlaşma metni ile aynı sağlamlıkta olduğu söylenemez”153 sözleri ile bu konudaki eleştirilere katılmıştır.

Muhalefet partileri de anlaşmanın Meclis’ten geçirilmeden imzalanmasını eleştirmişler, DSP sözcüsü Ankara milletvekili Halil İbrahim Karal, anlaşmayı hükümetin bir gafı olarak nitelendirirken Balıkesir milletvekili Mustafa Çorapçıoğlu DYP gurubunun görüşünü açıklarken SEİA’nın vaadlerle dolu olduğunu ancak bunların birçoğunun ABD Kongresi’nden geçmeyeceğini öne sürmüş, Adana SHP milletvekili Cüneyt Canver de ABD’nin geçen yıl 130 milyon dolarlık yardımı bile reddettiğini ve SEİA’daki vaadlerin yerine getirilemeyeceğinin şimdiden ortaya çıktığını iddia etmiştir154. Ek Mektubun imzalanmasına yönelik eleştiriler karşısında Başbakan vekili Kaya Erdem, ABD ile imzalanmış bulunan SEİA Anlaşmasının 1980’den beri yürürlükte olduğunu, Ek Mektubun amacının anlaşmadaki taahhütleri kuvvetlendirmeye yönelik olduğunu belirterek:

“Bu ek metin, dostlukla bağdaşmayan birtakım hareket ve kararlara karşı çıkılacağını ilave olarak hükme bağlamıştır. İmzalanan bu anlaşma spesifik yükümlülükler ortaya koymuştur. Taraflardan birinin yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınması halinde anlaşmanın sona

151 “Anlaşma Değil Vaad”, Tercüman, 18 Mart 1987, s.4. 152 A.e. 153 A.e. 154 “SEİA Önergesi Reddedildi”, Tercüman, 19 Mart 1987, s.7.

165 erdirilmesi imkanı daima mevcuttur. Kaldı ki fesih maddesi de aynen yürürlüktedir…Türkiye’nin ciddi ve güvenilir bir devlet olduğu gerçeğini zedeleyecek davranışlardan kaçınılmasının milli menfaatlerimize uygun düşeceğine inanıyorum tabiatıyla ABD gibi bir müttefikimizin de taahhütlerini yerine getirmesini beklemekteyiz”155demiştir.

Konuyla ilgili olarak hükümetin görüşlerini açıklayan Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel ise anlaşma ile ABD’nin bazı mükellefiyetler üslendiğini ve bu mükellefiyetlerin yerine getirilmemesi halinde anlaşmanın tek taraflı olarak sona erdirilebileceğini, anlaşmanın her zaman Türkiye tarafından tek taraflı olarak sona erdirilmesinin mümkün olduğunu, hükümetin dış ilişkilerini yürütürken her zaman taahhütlerine sahip kaldığını, aynı şekilde yabancı ülkelerin de vecibelerine ve mükellefiyetlerine bağlı kalmalarını titizlikle takip ettiklerini belirtmiş, 1980 yılında imzalanan SEİA ile Türk-ABD ilişkilerinin sıhhatli bir zemine oturtulduğunu, bu anlaşmanın 1985 yılında sona ermesinden sonra yeni bir değerlendirme yapıldığını ve taahhütlerin sağlamlaştırıldığını söylemiştir. Güzel:

“1980 anlaşmasına nazaran birçok açıdan Türkiye lehine unsurlar ihtiva eden yeni bir teklif hazırladık. ABD ile dengeli bir işbirliğine devam etmek, münasebetleri yabancı unsurlardan arındırmak, Silahlı Kuvvetlerimizin modernizasyonunu gerçekleştirmek, ABD yardımlarının geri ödeme yükünü hafifletmek, üzerinde önemle ve ısrarla durduğumuz başlıca unsurlar olmuştur. Münasebetlerimize sadece savunma alanıyla sınırlı kalmayıp, ekonomi, ticaret, teknoloji, bankacılık ve ortak yatırımlar gibi sahalara da münasebetlerimizi yaygınlaştırıp karşılıklı menfaatlere hizmet edecek çözümler bulunması icap ettiğini de belirttik”156 demiştir.

Mektubun imzalanmasından sonra ABD’nin olumsuz tutumları birbiri ardı sıra gelmiştir. Öncelikle, Temsilciler Meclisi Avrupa ve Ortadoğu Alt Komitesi, Türkiye ile Yunanistan’a yapılacak yardımları 7/10 dengesini Yunanistan lehine bozacak şekilde yeniden ayarlamış, ilk defa başvurduğu oldukça garip bir uygulama ile aynı rakamların bir yıl sonrası için de geçerli olmasını kararlaştırmıştır. ABD Temsilciler Meclisi Avrupa ve Ortadoğu Alt Komitesi, Reagan Yönetiminin 1988 yılında Türkiye için teklif ettiği askeri yardımı 490 milyon dolara, ekonomik yardımı da 76 milyon dolara düşürmüştür. Komite, ilk defa başvurduğu “authorisation” denilen, yönetim henüz teklif etmediği halde bir sonraki yıl için yardım miktarlarının Komitede tesbit edilmesi uygulaması ile 1989 yılında verilecek yardım için de aynı rakamların geçerli olmasını kararlaştırmıştır. ABD Yönetimi, Türkiye için 1988’de

155 “Başbakan Vekili Erdem Açıkladı: SEİA’yı İstediğimiz Anda İptal Edebiliriz”, Tercüman, 14 Mart 1987, s.5. 156 “SEİA Önergesi Reddedildi”, a.g.e., s.7.

166 toplam 785 milyon dolar askeri, 125 milyon dolar da ekonomik yardım teklif etmiş, Alt Komite yönetimin istediği 235 milyon dolarlık askeri satış kredisini 140 milyon dolara, 550 milyon dolarlık hibe yardımını da 350 milyon dolara düşürmüştür. Komite, Yunanistan için istenen 435 milyon dolarlık askeri yardımı da 122 milyon dolarlık bir kesintiye giderek 313 milyon dolar şeklinde tesbit etmiştir. Ancak Komite yine ilk defa olmak üzere, yardımda 7/10 oranını Yunanistan lehine bozacak bir şekilde Yunanistan’a ayrıca 30 milyon dolar askeri hibe yardımı yapılmasını da istemiştir157. SEİA’nın tartışıldığı bir sırada Alt Komitede yardımın kısıtlanması Türkiye’de tepkiyle karşılanmış, Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nde düzenlediği basın toplantısında yardım konusunda bir soruya verdiği cevapta, Türkiye’nin ne askeri yardım ne de ticari konularda bugünkü durumdan memnun olduğunu belirterek, ABD yönetiminin biraz daha fazlasını yapabileceği kanısında olduğunu söylemiştir. SEİA anlaşması konusunda, Reagan yönetiminin taahhütlerini yerine getirmesini istediklerini kaydeden Halefoğlu, verdiği sözü yerine getirmenin Reagan yönetimine düştüğünü, bunun için yönetimin elindeki bütün imkanları kullanarak Kongre’nin yaratacağı boşluğu doldurmasının beklendiğini söylemiş, Kongre üyelerini ikna edebilmek için, hükümet olarak ellerinden geleni yaptıklarına işaret ederek, SEİA’nın karşılıklı taahhütler ihtiva ettiğini, taraflardan birinin taahhütleri yerine getirmemekte direnmesi halinde inanılırlığını yitireceğine dikkat çekmiştir. Halefoğlu, Amerikan CNN televizyonuna verdiği demeçte ise, Ermeni ve Yunan lobilerinin Reagan yönetiminin zayıf taraflarından faydalandıklarına dikkat çekerek;

“Bunlara alet olmak ne Türkiye’nin, ne ABD’nin, ne de müttefiklerinin çıkarınadır. İki ülke arasında sun’i problemler yaratılmak isteniyor” demiştir158.

Alt Komite’nin bu kararı karşısında Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk de, Alt Komite’de yardımın kısıtlanmasını “hoş değil, rahatsız olduk” diye eleştirmiş:

“…Yardım savunma ihtiyacımızın, NATO’daki görevlerimizin yerine getirilmesi ile ilgilidir. Bunun hem kesintiye uğratılması, hem de diğer koşullara bağlı olarak ucundan kenarından gedikler

157 “SEİA’ya Darbe”, Tercüman, 20 Mart 1987, s.7. 158 “Halefoğlu: Durumdan Memnun Değiliz”, Tercüman, 20 Mart 1987, s.7.

167 açılmasını, kabul edebilmemiz mümkün değildir”159 diyerek karar karşısında duyulan tepkiyi dile getirmiştir.

Alt Komite’nin kararının ardından, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu, Türkiye’nin Kıbrıs’ta Amerikan silahları kullanmasını yasaklayan ve Cumhuriyetçi Parti Michigan milletvekili William Broomfield ile Pennsylvania Demokrat milletvekili Gus Yatron tarafından sunulan yasa değişikliğini kabul etmiştir. Türkiye’ye verilecek ABD askeri yardımına yeni bir hüküm olarak eklenen yasa değişikliğine göre, ABD Yönetimi iki ayda bir Kongre’ye Kıbrıs’taki Türk birliklerinin sayısı ve silah durumu hakkında ayrıntılı rapor verecek, Kongre raporun değerlendirmesini yaptıktan sonra, Kıbrıs’taki Türk birliklerinin kullandığı silahların sayısında bir artış saptanması halinde, ABD yasalarına göre Türkiye’ye silah yardımının durdurulmasını isteyebilecekti160. Bu yasa değişikliği ile, Amerikan silahlarının ülke dışında kullanımı yasaklanarak, Kıbrıs konusunda üstü örtülü bir ambargo getirilmiştir161. Türkiye’ye yapılacak yardımda kısıntıya gidilmesi kararı, ardından ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu tarafından yardımın bir de Kıbrıs şartına bağlanarak bir nevi örtülü ambargo koyulmasının ardından, Türkiye’ye askeri yardım konusunun görüşüldüğü Amerikan Temsilciler Meclisi Tahsisatlar Komitesi’nde konuşan Dışişleri Bakan Yardımcısı Rozanne Ridgway ve Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, Reagan Yönetiminin 7’ye 10 formülüne kesin olarak karşı çıktığını bildirmişlerdir. Ridgway yaptığı konuşmada, Kongre’nin geçen dönemde Türkiye’ye yardımı büyük çapta kestiğini hatırlatarak yönetimin istediği 125 milyon dolarlık ek yardımın verilmesinin şart olduğunu söylemiştir. Ridgway, bunun geçen dönemde kesintiler nedeniyle ortaya çıkan açığın kapanması için gerekli olduğunu belirterek, yardım isteklerinin yerine getirilmemesinin kararlılıkları ve güçleri konusunda bazı tereddütlere yol açtığını belirterek, görüşme masasına oturulduğu zaman bu tereddütlerin işlerini aksattığını vurgulamıştır. Ridgway, Türkiye’nin elindeki 30 yaşındaki F–100 ve F–104 uçaklarının F-16’lar ile değiştirilmesi için paraya ihtiyaç olduğunu bildirmiş, ayrıca Türkiye’nin sınırda, modern Sovyet zırhlı birlikleri ile

159 “Kısıntının Giderilmesi ABD İçin Zorunludur”, Tercüman, 21 Mart 1987, s.1,6. 160 “Kıbrıs’ta ABD Silahına Yasak”, Cumhuriyet, 3 Nisan 1987, s.1,12. 161 “Örtülü Ambargo”, Tercüman, 3 Nisan 1987, s.6.

168 başa çıkabilmesi için elindeki modası geçmiş M–48 tanklarını da değiştirmesinin şart olduğunu kaydetmiştir. Ridgway, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyon programı çerçevesinde donanma için yeni firkateynler yaptırılmasının da planlandığını belirterek, planlanan işler için gereken parayı kesmenin, NATO’yu zayıflatarak ABD’nin milli güvenliğine zarar vereceğini söylemiştir162. Savunma Bakan Yardımcısı Perle ise yaptığı konuşmada, Türkiye ile SEİA Anlaşması’nın imzalandığını hatırlatarak: “ABD, Türkiye’ye Silahlı kuvvetlerinin modernleşmesi için gerekli miktarda yardımın yapılacağı konusunda vaadde bulunmuştur. Bu konuda Kongre’yi razı etmek için her çabayı göstereceği sözünü vermiştir”163 demiştir.

Ancak, ABD Yönetimince yapılan bu açıklamalar beklenen sonucu vermemiş, aksine Temsilciler Meclisi’nden sonra, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu da, Kıbrıs’ta Türk birliklerinin ABD silahlarını kullanmasını yasaklayan yasa değişikliğini kabul etmiştir. Senato Dış İlişkiler Komisyonu’ndan geçen yasa, Temsilciler Meclisi’nin kabul ettiği yasa değişikliğinden iki noktada önemli fark göstermiştir. Temsilciler Meclisinden geçen yasa değişikliği pratikte bir sonuç getirmemekle birlikte, görünüşte de olsa dengeyi sağlamak için Yunanistan’ı da silah yasağına sokarken, Senato, Yunan lobisinin daha ağır basmasıyla silah yasağını yalnız Türkiye için koymuştur. Yunanistan’dan söz eden bir bölüm yasa değişikliğinin kapsamına alınmadan yalnız “Report Language” denilen bir ek metin olarak kalmıştır. Yine, Temsilciler Meclisi Kıbrıs’ta ABD silahlarının tümünün kullanımını yasaklarken, Senato bu yasağı, tank, gemi, uçak gibi belirli silahlar deyimi altında sınırlama yoluna gitmiştir164. Ayrıca, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu, 1988 yılı Dış Yardım Kanunu’nu Avrupa ve Ortadoğu Alt Komitesi’nden gelen şekliyle aynen benimseyerek kabul etmiş Reagan Yönetiminin 1988 yılı dış yardım bütçesinden Türkiye’ye verilmesini önerdiği miktarda 300 milyon dolara yakın kesinti yaparak, toplam yardım miktarını 569 milyon dolara

162 “Reagan Yönetiminden Kongre’ye Uyarı: Türkiye’ye Yardımı Kısmayın”, Tercüman, 3 Nisan 1987, s. 6. 163 A.e. 164 “Yunanistan’a Silah Yasağı Yok”, Cumhuriyet, 10 Nisan 1987, s.1,8.

169 indirmiştir165. ABD yönetiminin istemine rağmen, yardım, komisyonlarda yarı yarıya düşürülmüştür. ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nun, Kıbrıs’taki Türk birliklerinin Amerikan silahlarını kullanmalarını yasaklayan, ayrıca, Kıbrıs’taki Türk birliklerinin sayısının azaltılmasını, aksi takdirde, yardımların durdurulmasını öngören tasarıyı kabul etmesinin ardından Senato Dış İlişkiler Komisyonu’nun da bu yasa değişikliğini kabul etmesi ve Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunca öngörülen; Türkiye’ye yapılacak yardım koşullarının Yunanistan için de geçerli olması ibaresini kaldırarak, Türkiye’nin durumunu daha da ağırlaştırması, Özal hükümetinde rahatsızlığa yol açmıştır. Duyulan rahatsızlık ilk olarak, Başbakan Turgut Özal tarafından ABD Büyükelçisi Robert Strausz-Hupe’a iletilmiştir. Başbakan Özal, Strausz Hupe’u özel konutuna davet ederek, Kongre’deki gelişmelerin Türk- Amerikan ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğini bildirmiştir. Bu girişimden sonra, Başbakan Turgut Özal’ın başkanlığında, Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile Dışişleri teknisyenlerinin katıldığı bir toplantı düzenlenmiş, toplantıda, Türk-Amerikan ilişkilerindeki olumsuz gelişmeler ayrıntılı bir şekilde değerlendirilerek Türk hükümetinin alabileceği olası karşı önlemler tartışılmıştır. Bu çerçevede benimsenen ilk önlem SEİA Anlaşması’nın yürürlük süresini 1990 yılına kadar uzatan ve 16 Mart’ta Washington’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanan “Ek Mektup”un Kongre’deki son durum belli oluncaya kadar askıya alınması olmuştur. Toplantıdan sonra bir açıklama yapan Dışişleri Sözcüsü Büyükelçi Yalım Eralp, “Sayın Başbakanın başkanlığında yapılan değerlendirme sonucunda Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’na ilişkin “Ek Mektup”un Kongre’deki nihai gelişmelere değin ele alınmayacağı anlaşılmıştır.” demiştir166. Ankara’nın sert tepkisine yol açan Kongre’nin yardımda kısıntı yapması ve şarta bağlamasına Ankara’nın tepkilerinden birisi de Türkiye’de silah üretmek isteyen bazı Amerikan şirketlerine Türkiye’nin ortak üretim konusundaki tereddüdünün iletilmesi olmuştur. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Yalım Eralp, gelişmeler konusunda yaptığı açıklamada:

165 “ABD’den Askeri Yardıma Tırpan”, Cumhuriyet, 11 Nisan 1987, s.1,13. 166 Sedat Ergin, “Hükümetten ABD’ye Üç Tavır”, Cumhuriyet, 12 Nisan 1987, s. 1,12.

170 “Amerikan Kongresi’ndeki son gelişmeler, Sayın Başbakan’ın başkanlığında bugün bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu değerlendirme sonucunda, SEİA ek mektubunun, Kongre’deki nihai gelişmelere değin Bakanlar Kurulu’nda ele alınmayacağı anlaşılmıştır. Diğer taraftan, Kongre’de yardım konusu ile Kıbrıs konusunun şu veya bu şekilde irtibatlandırılmasının, Kıbrıs meselesinin çözümünü daha da zorlaştıracağı belirtilmiştir. Bu arada, Türkiye’de ortak silah üretme arzusunda olan bazı önemli Amerikan Şirketlerine, Kongre’deki son gelişmeler muvacehesinde Türkiye’nin kendileri ile ortak imalat konusunda tereddütleri olduğu bildirilmiştir. Başbakan Sayın Turgut Özal, dün kabul ettiği Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi’ne, Kongre’deki gelişmeler konusunda duyulan endişeleri ve bu gelişmelerin Türk-Amerikan ilişkilerine vereceği zararları bildirmiştir”167 sözleri ile hem duyulan rahatsızlığa hem de bu konuya değinmiştir.

Özal hükümeti tarafından, ABD Kongresi’nin Türkiye’ye yapılacak askeri yardımları Kıbrıs’la ilgili koşullara bağlaması karşısında, duyulan tepkinin ABD’ye etkili bir şekilde gösterilmesi eğilimi benimsenmiş, bunun sonucunda, hükümet, SEİA Ek Mektubu’nu askıya aldığını açıklamıştır. Ancak bu protesto ABD Kongresi’nde yankı bulmadığı gibi, Türkiye için 1988 yılında verilmesi istenen 125 milyon dolarlık ekonomik yardım da dörtte bire inerek 32 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.168 Ayrıca, askeri yardımlardaki Türkiye ile Yunanistan arasında mevcut 7/10 oranı, kaldırılacağı vaat edilmesine rağmen aynen korunmuştur169. Temsilciler Meclisi Genel Kurulu, Reagan Yönetimi’nin aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkeler için istediği 1 milyar 321 milyon dolarlık ek askeri ve ekonomik yardımını da tümüyle reddetmiştir170. Türkiye’nin aleyhine bu gelişmelerin yanı sıra, 24 Nisan gününü “Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan eden tasarı ilgili komisyonca kabul edilerek Genel Kurul’a gönderilmiştir. Başbakan Özal, bu durum karşısında Reagan’ın vetosunu beklemek gerektiğini savunurken, Evren bunu yeterli görmemiştir. Ankara’da hâkim kanı, ABD yönetiminin Kongre’de Türkiye ile ilgili meseleleri vaatleri doğrultusunda yeterli derecede savunmadığı, Türkiye’nin artık güçlü bir tepki vermesinin zamanının geldiği yönünde olmuştur171. Cumhurbaşkanı Evren, Amerikan yönetimini düşündürmek amacıyla diye yorumlayabileceğimiz bir davranışta bulunarak, 25 yıl aradan sonra bir Türk Cumhurbaşkanı’nın Washington’a

167 “ABD’ye Misilleme”, Tercüman, 12 Nisan 1987, s.1,13. 168 “Türk-ABD İlişkileri-Yardım Düş Kırıklığını Pekiştirdi”, Yankı, Sayı:880, 6–12 Şubat 1988, s.16. 169 “Türkiye-ABD İlişkileri Yine Limoni”, Nokta, Yıl:5, Sayı.19, 17 Mayıs 1987, s.41. 170 “Ek Yardıma Ret”, Cumhuriyet, 26 Nisan 1987, s.1. 171 “Türkiye-ABD İlişkileri Yine Limoni”, a.g.e., s.40–41.

171 yapacağı ziyaret olarak kayıtlara geçecek ziyaretini Ağustos ayına ertelemiş172, Washington’a gerekçe olarak iç meseleler gösterilmiştir173. Kongre’nin aldığı kararlar sonucunda Türk hükümetinin duyduğu rahatsızlık ve bunun neticesinde SEİA Anlaşması’nın Özal Hükümeti tarafından askıya alınması, Kongre üzerinde beklenen tepkiyi yaratmazken, “Ek Mektup”un Türk Hükümeti’nin ABD karşısında elinde tuttuğu en önemli baskı kartı olmasından hareketle, ABD yönetimi bu konudan rahatsızlık duymuştur. Başbakan Özal, SEİA’nın Bakanlar Kurulu’nda imzalanmadığını belirterek, “F–16 projesini bir kez daha gözden geçirme durumuna düşebiliriz”174 diye sert bir çıkışta bulunduğunda, İspanya ve Yunanistan’daki üslerinin geleceği konusunda bu iki ülkenin hükümetleriyle çetin bir pazarlık yürüten ABD verilen mesajı almıştır. ABD’nin her iki ülkeyle yaptığı pazarlık da Türkiye’yi yakından ilgilendirmekteydi. Yunanistan, üslerin kalmasına “evet” demesini, ABD’nin Ege ve Kıbrıs’ta kendisine vereceği ödünlere bağlamış bulunurken, ABD’nin İspanya’daki F-16’ların durumunu rahat bir şekilde müzakere edebilmesi de “Ek Mektup”un onaylanmasına bağlı bulunuyordu. Çünkü bu metin onaylanırsa, İncirlik Üssü’ne İspanya’dan daha fazla sayıda F–16 kaydırılabilecek ve bu müzakerelerde rahatlayacaktı175. İşte bu gerçekten hareketle, ABD Yönetimi, SEİA Anlaşmasının askıya alınmasından duyduğu rahatsızlığı çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Michael Armacost düzenlediği basın toplantısında, SEİA “Ek Mektup”unun Türk hükümeti tarafından askıya alınmasından ABD yönetiminin duyduğu rahatsızlığı:

“Genel işbirliğinde bir aksama yok ama bazı modernizasyon projeleri aksıyor. Bize göre ek mektup, iki tarafın menfaatleri açısından bir denge oluşturuyor. Biz bu çerçevedeki yükümlülüklerimizi yerine getirme yolunu seçtik ve F-4E uçaklarının tümünü Ekim ayı sonuna kadar vereceğiz. Ama Türk Hükümetinden onaylayacağı konusunda bir işaret almadık”176sözleriyle anlatmış, “Ek Mektup”un onaylanmasını bekledikleri mesajını vermiştir.

Askıya alınmasının Amerikan Kongresi üzerinde hiçbir etki yapmadığı SEİA Ek Mektubu, Cumhurbaşkanı Evren’in Amerika ziyaretinin kesinleşmesinden sonra, ziyaretin hemen öncesinde, 28 Şubat 1988 günü Türk Hükümeti tarafından

172 “Evren, ABD Gezisini Ağustos’a Erteledi”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 1987, s.1. 173 “Turkish President Postpones U.S. Visit”, Los Angeles Times, 5 May 1987, s.7. 174 “ABD’ye Sert Tavır”, Cumhuriyet, 14 Nisan 1987, s.1. 175 “Güdük Yardıma Ekspres Fatura”, Hürriyet, 30 Aralık 1987, s.1,13. 176 “Askeri Kredi Pazarlığı”, Milliyet, 29 Temmuz 1987, s.13.

172 onaylanmıştır177. Bir yıldır askıda tutulan Ek Mektubun onaylanması ile ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada:

“Bilindiği gibi, ABD ile aramızda Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde yürütülen müzakereler sonunda mutabık kalınan ek mektup, 16 Mart 1987 tarihinde Washington’da imzalanmıştır. İki ülke arasındaki savunma ilişkilerinin hukuki çerçevesini oluşturan 1980 anlaşmasını 1990 yılına kadar uzatan ve metni daha önce kamuoyuna açıklanmış bulunan söz konusu mektupta çeşitli hususlar meyanında ABD güvenlik yardımının hibe bölümlerinin mümkün olduğu ölçüde artırılması, Türk Silahlı Kuvvetleri teçhizatının modernizasyonu için malzeme yoluyla da destek sağlanması, FMS borçlarının geri ödeme yükünün hafifletilmesi, karşılıklı ticaretimizin yakın münasebetlerimize uygun bir düzeye çıkarılması ve savunma sanayi alanında birlikte çalışılması da öngörülmektedir. Gerek anlaşmada yer alan bütün bu hususları, gerek İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yakın ikili ilişkiler içinde bulunduğumuz müttefikimiz ABD ile münasebetlerimizin çeşitli aşamalarını dikkate alan hükümetimiz, söz konusu ek mektubun onaylanmasını kararlaştırmış bulunmaktadır…”178 denilmiştir.

Ek Mektubun onaylanması, basın ve muhalefetten sert tepkiler görmüş, Türkiye’nin Ek Mektubu askıya almasına neden olan gerekçelerin hiçbirisinin ortadan kalkmadığı vurgulanmıştır. Mehmet Ali Birand, Ek Mektubun onaylanması hakkında, Özal hükümetinin dış ilişkilerde, özellikle de Amerika ile ilişkilerde adeta büyük bir telaş içinde olduğu, pürüzlü ne kadar nokta varsa bütün bu sorunların Washington’un istediği şekilde ortadan kaldırıldığı yorumunu yapmıştır179. Gerçekten de SEİA’ya ilişkin olarak Türkiye’nin beklentileri karşılanmamış olduğu gibi, daha hemen hemen SEİA’ya ilişkin Ek Mektubun Türk Hükümeti tarafından onaylanmasından bir hafta önce, Reagan Yönetimi, 1989 Mali Yılı Bütçesi’nde, Türkiye için son yedi yılın en düşük talebini yapmış, Yönetim, Kongre’ye sunulmak üzere hazırladığı yeni bütçe içinde yer alan Dış Yardım Tasarısı’nda, Türkiye için 550 milyon dolar askeri, 70 milyon dolar da ekonomik olmak üzere 620 milyon dolar talep etmiştir180. ABD Yönetiminin Türkiye’nin beklentilerinin oldukça altına düşen miktarda yardım isteği ile birlikte, Özal’ın Türkiye ile ABD ilişkilerinde sorun yaratan, (SEİA’ya ilişkin olarak ve SEİA ile ilişkilendirilen) unsurlar ortadan kalkmamışken neden Ek Mektubun onaylanması yönünde bir karar aldığı ile ilgili olarak Ufuk

177 T.C.Resmi Gazete, Sayı:19739, 28 Şubat 1988, s. 2–3. 178 “ ABD’ye Jest, SEİA Ek Mektubu İmzalandı”, Milliyet, 28 Şubat 1988, s.7. 179 Mehmet Ali Birand, “ABD Ne İsterse Kabul Ediyoruz… Nedir Bu Telaş?”, Milliyet, 1 Mart 1988, s.9. 180 “ABD Yardımı Baş Aşağı”, Hürriyet, 19 Şubat 1988, s.1,18.

173 Güldemir’in yorumu dikkat çekicidir. Güldemir, Türkiye’nin 1986’da 31 milyar 228 milyon dolar olan dış borç toplamının 1987 yılında 6 milyar dolar artarak 37 milyar 293 milyon dolara çıktığını, ulusal gelire oranının %61.4’e yükseldiğini, ayrıca dış borç tablosunda gözükmeyen 2,6 milyar dolarlık ABD kaynaklı askeri satış kredilerinin (FMS) de eklenmesiyle toplam dış borcun 40 milyar dolara ulaştığını, buna bir de yurtiçi adresli döviz tevdiat hesaplarının dahil edilmesiyle Türkiye’nin döviz yükümlülükleri toplamının 1987 sonu itibariyle 44 milyar dolara yaklaştığını belirtmektedir. Türkiye’nin ekonomisini ayakta tutacak yeni dış krediler bulmasının dış borç servisini aksatmadan yapmasına bağlı olduğunu vurgulayan Güldemir, Türkiye’nin dış borç dökümüne dair verdiği bu bilgilerin ardından:

“… Türkiye’nin dış borç servisi rakamları o kadar büyümüştü ki, Türkiye borç servisini karşılayabilecek miktarda yeni kredi bulmakta zorlanır hale gelmişti. Türkiye’nin 1988 yılında yapması gereken dış borç servisi 7 milyar doları aşıyordu. Ortada böyle bir tablo varken, elbette dış politikada borçtan bağımsız kararlar almak mümkün değildi. SEİA’nın onaylanması kararına işte bu ortamda gidildi… Türkiye, ABD’ye olan FMS borçlarının 1,8 milyar dolara ulaşan faizlerinin azaltılması için, ticari bankalardan alacağı düşük faizli krediye devlet garantisi vermesini istedi. Washington, işte bu aşamada, “SEİA’ya ek mektubun uygulamaya sokulmaması durumunda bu garantiyi veremeyeceğini” bildirdi. Türkiye tam bir kıskaca girmişti: çünkü bu noktada garantiden vazgeçse dahi, Amerika’dan böyle bir talepte bulunulmuş olduğu ve Amerika’nın buna yanaşmadığı haberi hızla finans dünyasında duyulacak ve Türkiye’nin ekonomik güvenilirliği konusunda soru işaretleri doğacaktı. Öte yandan ABD aynı operasyonu İsrail ve Mısır için de yapıyordu; bu iki ülke için yapılırken Türkiye için yapılmaması yine yanlış mesajlar yaratabilirdi. Dönüşü olmayan bir yola girilmiş olduğu için de artık mutlaka garantiyi koparmak gerekiyordu. Ama Amerika da “SEİA’yı onaylamazsanız bu garantiyi vermem” diyordu… Özal, Mart başında yapılacak NATO doruğu vesilesiyle Brüksel’e gitmeden hemen önce Şubat sonunda SEİA’yı onaylattı”181demektedir.

Ek Mektubun uygulamaya sokulması ile ilgili olarak dönem içindeki değerlendirmeler Güldemir’in ifadeleriyle örtüşmektedir. Yapılan değerlendirmelere göre, Ek Mektup, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan Osman Birsel başkanlığındaki bir heyetin Washington’da 1,8 milyar doları bulan FMS kredilerinin faiz yüklerinin azaltılması için pazarlık yaptığı bir sırada onaylanmıştır. Buna göre Türkiye, eskiden çok yüksek olan faiz oranlarından kurtulabilmek için ticari bankalardan yeni, ancak eskiye oranla düşük düzeyde kredi alacaktır. Uluslararası bankalar ise, Türkiye’ye verecekleri bu yeni borç için Amerika’nın garantisini istemişlerdir. İşte bu aşamada Washington, Ek Mektubun uygulamaya sokulmaması

181 Ufuk Güldemir, Texas-Malatya, 2.bs., İstanbul, Tekin Yayınevi, 1992, s. 178–179.

174 durumunda bu garantiyi vermeyeceğini bildirmiştir. Amerika’nın garanti vermemesinin Türkiye’nin diğer bankalar ve genel kredi piyasalarındaki güvenilirliğine önemli bir darbe getirebileceğini düşünen Türk yetkililer, Ek mektubun uygulamaya sokulmasını kararlaştırmışlardır. Ankara’nın Ek Mektuba ilişkin tutumunu değiştirmesinin ardında, Washington’un Ek Mektubun uygulamaya sokulmaması durumunda, Türkiye’nin dış kredi piyasasında olumsuz gelişmelerle karşılaşabileceği yönünde işaretler göstermesi bulunmaktadır182. Sürpriz bir karar olarak karşılanan Ek Mektubun onayı ile ilgili diplomatik çevrelerde yapılan değerlendirmeler de, Özal’ın dış kredi ihtiyacını karşılamak için Amerika’nın desteğini sağlama yolunu seçtiği noktasında toplanmıştır. Amerika’nın onay vermemesi durumunda Özal’ın uluslararası bankalardan kredi alamayacağı bunun da Türkiye’yi çok güç durumda bırakacağı yönündeki kanaatler değerlendirmelerin ortak noktasını oluşturmuştur183. Uygulanmakta olan ihracata dayalı ekonomik modelin 1980’lerin sonuna doğru büyük bir dış borç yükü yaratmış olduğu göz önüne alındığında184, Özal yönetiminin, borç ödemelerinin yoğunlaşması nedeniyle girilen döviz darboğazından kurtulabilmek, dış kredilerde rahatlama oluşturabilmek ve de tüm bu olumsuz etkenleri ortadan kaldırarak İlhan Uzgel’in de belirttiği gibi iktidarda kalabilmek için ABD ile uzlaşmak zorunda olduğu185 düşünülebilir. Buradan hareketle Ek Mektubun uygulamaya sokulmasına dair yapılan bu değerlendirmelerin oldukça gerçekçi olduğu söylenebilir. Başbakan Özal, uluslararası banka ve mali kuruluşlardan dış borçların ve faizlerinin ödenmesi için kredi bulabilmek için ABD’nin desteğine

182 “Kredilere Karşı SEİA Ek Mektubu İmzalandı”, Milliyet, 7 Mart 1988, s.8. 183 “Dışişleri Erken Buldu”, Milliyet, 29 Şubat 1988, s.10. 184 Devlet Bakanı Yusuf Bozkurt Özal, Türkiye’nin dış borcunun 1987 yılı sonu itibariyle 40 milyar 895 milyon dolar olduğunu açıklamıştır. Özal’ın verdiği bilgiye göre, dış borç dağılımı şöyledir: Orta ve uzun vadeli borçlar: 29 milyar 612 milyon dolar, kısa vadeli borçlar: 8 milyar 692 milyon dolar, FMS askeri borçları: 2 milyar 591 milyon dolardır. Toplam: 40 milyar 895 milyon dolardır. Bilgi için bkz: “Bütçe Tamamlandı, Dış Borç 50 Trilyon”, Milliyet, 25 Mart 1988, s.8; Turgut Özal’ın 1. ve 2. Başbakanlık dönemlerinde Türkiye’nin yıllara göre dış borç miktarları şöyledir: (Milyon $) 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 18385 20659 25476 32101 40228 40722 41751 Bilgi için bkz: Türkiye İstatistik Yıllığı 1989, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Nisan 1990, s.414; Türkiye İstatistik Yıllığı 1990, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Mayıs 1992, s.490; Türkiye İstatistik Yıllığı 1991, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Kasım 1992, s.592. 185 Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, s.58.

175 ihtiyaç duymuş, gerekli olan kredinin sağlanabilmesi için Washington ile iyi ilişkiler içinde olunması gereğinin bilinciyle de askıda olmasının ABD Yönetim çevrelerinde rahatsızlık yarattığı Ek Mektup onaylanmıştır. Yine Ek Mektubun onaylanmasının ardında, ABD Yönetiminin Kongre’ye gelen Ermeni tasarısının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’ndan geçmemesi için göstermiş olduğu yoğun çabanın bulunduğu da söylenebilir. Yönetimin olumlu tavrı, SEİA’ya ilişkin olarak Türk tarafında bir yumuşamayı da beraberinde getirmiştir. SEİA Anlaşması, Bakanlar Kurulu’nun onay kararı ile otomatik olarak 1990 yılının 18 Aralık tarihine kadar uzamıştır. Bilindiği gibi, Afganistan’ın Sovyetlerce işgal edilmesi, İran’da Şah rejiminin devrilmesi Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişe göre oldukça yakınlaşmasını sağlamış, SEİA Anlaşması’nın Türkiye ve ABD arasında imzalanmasından altı yedi ay sonra patlayan İran-Irak Savaşı ise, bu yakınlaşmayı daha da hızlandırmıştır. Körfez güvenliğinin Batı ve Amerika açısından hayati önemi, ABD’nin gözünde koşullara bağlı olarak Türkiye’yi ve bulunduğu coğrafyayı daha önemli kılmıştır. Türkiye’nin askeri bakımdan güçlendirilmesi ve siyasal istikrarı ABD açısından ön plana çıkarken, Washington özellikle, Körfez’de bir olağanüstü duruma karşı yapılabilecek askeri müdahale için, yeni, modernleştirilmiş havaalanları ve güçlendirilmiş Amerikan üsleriyle Anadolu’da bir altyapının oluşturulmasının altını çizmiştir. Kurulan bu altyapının kullanımı ise Ankara’nın onayına bağlı kılınacaktır186. İşte bu mantık çerçevesinde imzalanan ve yürütülen SEİA Anlaşmasının yürürlük süresini 1990 yılına kadar uzatan, askıda tutulmasıyla ABD’nin askeri konularda önüne getireceği bütün taleplere Türkiye tarafından set çekilebilmesini sağlayan, Ankara’nın Washington’a karşı elinde bulundurduğu en önemli koz olarak kabul edilen Ek Mektubun Özal Hükümeti tarafından onaylanması, “ABD’nin gönlünün yapıldığı” şeklinde yorumlanırken187, Washington’da bir rahatlama yaratmıştır. Ek Mektubun onaylanması, Ek Mektuba konulan, ABD’ye bazı yeni askeri kolaylıklar sağlayan, İncirlik üssünde bulunan F–4 uçaklarının F-16’larla değiştirilmesini ve sayılarının arttırılmasını öngören, Amerikan savaş uçaklarının

186 Hasan Cemal, “ABD ile Savunma İşbirliği”, Cumhuriyet, 27 Haziran 1985, s.11. 187 Cengiz Çandar, “ABD’nin Gönlünü Yaptık”, Hürriyet, 28 Şubat 1988, s.1,20.

176 bombardıman eğitimi için Konya’daki atış eğitim alanını kullanabilmelerine imkân veren gizli protokolün188 de işlemesi anlamını taşımıştır. Ek Mektubun esas olarak, 1980 anlaşmasının yürürlük süresini uzattığını, bunun yanı sıra tarafların karşılıklı yükümlülüklerine açıklık getirdiğini belirten ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, “Türk hükümetinin, Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın yürürlük süresini 1990 yılı sonuna kadar uzatan metnin onaylanması yolundaki kararını memnunlukla karşılıyoruz”189 demiştir. Dönemin ABD Büyükelçisi Strausz Hupe’un, SEİA’nın ABD için önemini anlattığı:

“Biz güçlü olduğumuz için Sovyetlerle müzakere edebiliyoruz. Yani NATO ittifakı güçlü olduğu için onlar bizimle görüşme gereğini duyuyorlar. Eğer zayıf durumda olsaydık Sovyetler böyle bir gereksinim görmezlerdi. İşte bu nedenle SEİA hayati bir anlaşmadır. Çünkü SEİA, NATO ile bağlantılı bir süreçtir ve ülkelerimizin çıkarınadır. O nedenle SEİA ittifakın savunması için bir temel taştır. Sovyetlerle ilişkilerimiz bugünkünden daha da dostane bir noktaya gelse bile biz yine hem ulusal güvenliğimiz, hem ittifakın güvenliği açısından bazı garantilere sahip olmalıyız. Sovyetler Birliği, yeryüzündeki en büyük askeri güçtür. Bu gücünü de henüz azaltma yoluna girmemiştir. Bu nedenle askeri dengeyi korumamız, belli bir simetriyi tutturmamız gerekir. İşte Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması bize bunu sağlamaktadır”190 sözlerinden hareketle, SEİA Anlaşmasının devamının sağlanmasının ABD açısından, Sovyetlerle ilişkilerdeki yakınlaşmaya rağmen büyük önem taşımış olduğunu söyleyebiliriz. Özal Hükümeti döneminde SEİA’nın yenilenmesi açısından ilgi çekici nokta, SEİA’dan memnun olunmamasına ve SEİA’da değişiklikler yapılmak isteği taşınmasına ve de bu istekler ve şikâyetler karşısında Amerika’nın ilgisizliğine karşın, anlaşmanın devam ettirilmesi konusunda çok ciddi bir engellemeye gidilmemiş olmasıdır. Bunun ardında Özal hükümetinin, Amerika ile yakınlaşma çabaları çerçevesinde, Amerika ile ittifakı devam ettirme konusundaki kararlılığın bulunduğunu söyleyebiliriz. SEİA Ek Mektubunu uygulamaya sokan Türkiye, Amerika ile hiçbir sorun istemediğini ve varolan bütün pürüzleri de ortadan kaldırmak konusunda istekli ve kararlı bir tutum içinde olduğunu göstermiştir. Özal döneminde Türk yetkililer, anlaşmadan memnun olmadıkları yönünde şikâyetlerini sık sık dile getirmiş olmaları ve sürekli SEİA’nın değiştirilmesi yönünde görüş

188 Ufuk Güldemir, Teksas-Malatya, s.152–154. 189 “Washington Özal’dan Memnun”, Hürriyet, 2 Mart 1988, s. 12. 190 “ABD Elçisinden Nükleer Baskı”, Güneş, 5 Şubat 1989, s.11.

177 bildirmelerine karşın, yine de genel olarak, ABD ile çok yakın ve samimi ilişkilere sahip iki ülke görünümü vermeye özel önem göstermişlerdir. Diyebiliriz ki, Özal Hükümeti, Türk-Amerikan ilişkilerinde var olan tüm sıkıntılara ve Kongre’nin Türkiye’ye verilecek yardımlar konusunda aldığı tüm olumsuz kararlara duyulan tepkiye karşın, Kongre yaşanan ikili sorunlar kapsamında zaten açık bir şekilde karşımızda, hiç olmazsa, Kongre’nin bazı etnik lobilerin etkisi altında benimsemiş olduğu bu Türkiye karşıtı tavra karşı, uygulamada gerçekleşmemiş olsa dahi, en azından sözel olarak yapılan açıklamalarda Türkiye’ye desteğini birçok defalar ifade etmiş olan yönetimle ilişkileri sıcak tutarak, “ilişkilerde olası bir sertleşmeye yol açmayalım” şeklinde bir anlayışı benimsemiştir.

3.3.Amerikan Yardımı Amerika tarafından Türkiye’ye yapılan gerek askeri gerekse de ekonomik yardım miktarları, Özal’ın başbakanlığı döneminde de ilişkilerdeki en önemli tartışma konularından birisini oluşturmuştur. ABD ile ilişkilerin çerçevesini belirleyen SEİA Anlaşması kapsamında da sorun oluşturan en temel konu, yardımlar olmuştur. Türkiye-ABD ilişkilerinde Amerikan yardımı, hem Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılan miktarın ihtiyaca cevap verecek oranda olmamasından hem de ABD Kongresi’nde, miktar belirlenirken Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı gibi bazı başka konularla ilişkilendirilerek, Türkiye’nin önüne birtakım koşullar öne sürülmesinden kaynaklanmıştır. Amerikan yönetiminin, Kongre’nin Doğu Akdeniz’de dengenin sağlanması adına 7/10 oranına uyulmasının gerektiği yönündeki görüşüne katılmadığını söylemesi ve elinden gelen çabayı harcayacağını söylemesine rağmen, bu yönde gerçekten samimi çaba harcamak yerine, Kongre’yi suçlamak gibi kolay bir yolu seçmesi, Özal hükümetini rahatsız etmiştir.

3.3.1.Amerikan Yardımının Amacı ABD’nin bu dönemde Türkiye’ye yapmış olduğu yardımları ve Türkiye tarafından ABD’ye bu konuda yöneltilen itiraz ve eleştirileri değerlendirebilmek için ABD’nin Türkiye’nin de içinde yer aldığı, müttefik ülkelere yönelik yapmış olduğu yardımların mantığına bakmak gerekir.

178 Amerika’nın II. Dünya Savaşı’ndan beri sürdürülen dış yardım politikasının temel amacı, öncelikle Amerika’nın güvenliğini sağlamak ve Amerikan değerlerinin hâkim kılınacağı bir dünya yaratmak olmuştur. Dış yardımlar konusundaki bu temel anlayış, 1980’lerde de geçerliliğini korumuştur. ABD yönetimince yapılan açıklamalarda, dış yardımın amacına yönelik bu temel anlayışa sürekli vurgu yapıldığı görülmektedir. 21 Şubat 1984 tarihinde ABD Ekonomik ve Güvenlik Yardımı ile ilgili olarak bir sunum yapan Reagan, ABD’nin yaptığı ekonomik yardımın ve güvenlik yardımının yalnızca ahlaki bir vazife olmadığını, aynı zamanda ABD’nin ulusal çıkarına da hizmet ettiğini söylemiştir. Muhtaç ülkelere yapılacak yardımla, bu ülkelerde ekonomik gelişme sağlanacak, beraberinde, özgür dünyanın istikrar ve güvenliği de güçlendirilmiş olacaktır. Yardım programları iyi tasarlanıp yönetildiklerinde, ABD dış politikasını güçlendirdiği gibi, ulusal güvenliği de arttıracaktır. İyi tasarlanmış yardım programları güçlü ittifaklar yaratacak, karşılıklı güvenin hâkim olduğu emniyetli bir dünya oluşturulacaktır191. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Shultz da Temsilciler Meclisi’nde yaptığı bir konuşmasında, Amerikan yardım programlarının dış politika amaçlarının gerçekleştirilmesinde vazgeçilmez bir katkı sağladığını belirtirken, ekonomik ve askeri yardımların her ikisinin de ABD’nin ulusal çıkarlarına hizmet ettiğini vurgulamış, ekonomik büyümenin güvenliğe, güvenliğin de ekonomik büyümeye katkı sağladığını söylemiştir192. Shultz bir başka konuşmasında da, “…Müttefiklerimizi güçlendirmek, hedeflerimize ulaşmak ve çıkarlarımızı korumak için en etkili yollardan biridir… Dış yardım, geleceğimiz ve dünyanın geleceği için en ihtiyatlı yatırımdır…” demiştir. Shultz, son yıllardaki gelişmelerin kendilerine doğru yolda olduklarını gösterdiğini, Sovyet yayılmacılığına karşı gelişmekte olan dost ülkelerle ilişkilerini güçlendirdiklerini ve pek çok gelişmekte olan ülkenin, serbest ve daha açık

191 American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department of State, 1986, s. 197. 192 A.e., s. 191.

179 ekonomilere yöneldiklerini gördüklerini; dünyanın giderek, kapalı ekonomilerin işlemediğini, serbest piyasa ekonomilerinin işlediğini farkettiğini belirtmiştir193. Ufuk Güldemir, 1985 mali yılı bütçe tasarısı görüşmelerinde, yardımla ilgili olarak Kongre üyelerine dağıtılan “hizmete özel” gizlilik dereceli bir raporda, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere atıfta bulunularak, “Bu ülkelere yönelik yardım politikasının başlıca amacı, öncelikle Amerika’nın güvenliğini sağlamak ve Amerikan değerlerinin hâkim kılınacağı bir dünya yaratmaktır” denildiğini; raporda, “ABD’nin yardım politikasının müttefiklerini kalkındırmaktan çok, Amerika’nın güvenlik çıkarlarına hizmet ettiği” görüşünün savunulduğunu, dış yardımın bir başka yararının da, gelişmekte olan ülkelerde Amerika için yeni dış pazarlar yaratmak suretiyle Amerikan ekonomisinin güçlendirilmesi ve dost ülkelerin Amerika’nın ahlaki ve insani değerleri ile bütünleşmesini sağlamak olduğunun, bu yüzden dış yardımın, yardım yapılan ülkelerden çok Amerika’nın uzun vadeli çıkarları açısından hayati önem taşıdığının vurgulandığını belirtmiştir. Güldemir, raporda, ayrıca, dış yardımın Amerika’nın ekonomik çıkarları açısından yararlı olduğunun kesin olduğunun belirtildiğini, ancak dış yardımın asıl yararının yardım yapılan ülkelerde politik istikrarsızlığa karşı bir sigorta görevi oluşturmasının kaydedildiğini söylemiştir194. Reagan’ın; “…Diğerlerine güvenlik yardımı yapmamız bizim kendi güvenliğimizin teminatı için bir anlaşmadır…”195 derken, yansıtmakta olduğu, Amerikan yardımının asıl olarak Amerika’nın güvenlik çıkarlarına hizmet ettiği görüşü, Güldemir’in belirtmiş olduğu rapordaki görüşlerle örtüşmektedir. Dönemin Amerikan yönetimince yardımlar konusunda yapılan açıklamalarda, önceliğin ABD’nin güvenliği olduğu daima vurgulanmıştır. Dışişleri Bakanı Shultz, dış yardım ve bunun üçüncü dünya ülkelerine yansımaları üzerine yaptığı konuşmasında, ABD yönetiminin öncelikli sorumluluğunun ülkenin güvenliğini sağlamak olduğunun, her şeyden önce ABD’nin güvenliğinin geldiğinin altını çizmiştir196.

193 American Foreign Policy Current Documents 1985, Washington, Department of State, 1986, s.177. 194 “ABD Yardımı Bugüne Kaldı”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1984, s.1,8. 195 American Foreign Policy Current Documents 1986, Washington, Department of State, 1987, s.5. 196 American Foreign Policy Current Documents 1987, Washington, Department of State, 1988, s.157.

180 ABD yapılan dış yardımla, kendisi ile iyi ilişkiler içinde olacak dost ülkelerin sayısını arttırmayı, verilen yardımla bu ülkelerde istikrarı sağlamayı, kendi ekonomik sistemini bu ülkelere benimsetmeyi, böylece, ABD ekonomik, siyasi ve kültürel değerlerinin hâkim kılındığı, kendisine bağlı ülkelerin oluşturduğu geniş bir ittifak sistemi içerisinde, güvenliği hedeflemiştir.

3.3.2.Amerikan Yardımı ve Türkiye ABD tarafından Türkiye’ye yapılan yardımların, ABD’nin dış yardım yaparken benimsediği, “öncelikli olarak ABD’nin ulusal çıkarları” temel görüşünden hareketle; güçlü ve istikrarlı bir Türkiye’nin ABD’nin ulusal çıkarına olduğu düşünülerek gerçekleştirildiği söylenebilir. Bu çerçevede, Türkiye’ye ekonomik ve askeri yardımın devam ettirilmesi, ABD yönetimince büyük önem taşımıştır. NATO içinde ABD’den sonra ikinci büyük ordu durumunda bulunan ve yer aldığı coğrafyada istikrarın ve Batının güvenliğinin temini için önemli bir unsur olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernleştirilmesi Amerikan yönetimince hayati çıkarların temini için bir gereklilik olarak algılanmıştır. Ayrıca Türkiye’nin ambargo yılları boyunca uğradığı maddi zararların ve silahlı gücünde meydana gelen gerilemenin telafi edilmesi de bu noktada bir gereklilik oluşturmuştur197. Reagan yönetimi, yapılan yardımlarda, Türkiye’nin kendileri için taşıdığı stratejik önemi esas almıştır. Türkiye’ye yapılan güvenlik yardımının, NATO’nun güney kanadındaki stratejik politika amaçlarına önemli katkı sağladığı vurgulanmış, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ve Ortadoğu arasındaki konumunun ve Güneybatı Asya’ya olan yakınlığının, onun, Ortadoğu ve de Körfez’e yönelik Sovyet yayılmacılığına karşı doğal bir engel oluşturmasını sağladığı belirtilmiştir198. 24 Mart 1986’da resmi bir ziyaret için Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, Türk-Amerikan dostluğunun temelinde demokratik ideallerin ve bu ideallerin savunulması kararlılığındaki ortak paylaşımın bulunduğunu belirtmiş, ABD’nin Türkiye ile güvenlik ilişkisine büyük önem verdiğini, 1980 yılından beri Türkiye’ye 3 milyar dolarlık askeri yardım sağladıklarını söylemiş ve yardımın yüksek

197 Monteagle Stearns, Entangled Allies: US Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, New York, Council on Foreign Relations Press, 1992, s.40. 198 American Foreign Policy Current Documents 1985, s.182.

181 düzeylerde devam edeceği konusunda söz vermiştir. Türkiye’ye güçlü olması için yardım etmenin aynı zamanda kendi güç ve güvenlikleri için olduğunu, Türkiye’yi güçlendirirken, kendilerini de güçlendirdiklerini belirtmiştir. Shultz, “…Türkiye’nin istikrarı ve güvenliği hem vatandaşları için hem de müttefiki olarak bizim için önem taşır…”199demiştir.

3.3.3.Amerikan Yardımı-Türkiye’nin Rahatsızlık Noktaları ve ABD Amerikan yönetimi Türkiye’nin stratejik önemine atfen, Türkiye’ye yardım konusunda destekleyici bir tutumu benimsemişken, Kongre’nin Türkiye’ye yapılacak yardımı, Türkiye’nin Kıbrıs ve sözde Ermeni katliamı gibi konularda göstereceği tutumla ilişkilendirmesi ve Türkiye ile Yunanistan’a sağlanacak yardımı belirlerken 7/10 oranı çerçevesinde karar alması Türkiye’nin tepkisine yol açmıştır. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu:

“Kongre’deki bazı üyelerin Türkiye’ye yönelik hasmane tutumlarını esefle takip ediyoruz. Bu davranış tarzı Türk kamuoyunda da infial yaratıyor. Bu temsilcilerin ABD Kongresi’nin mi, yoksa Yunan lobisinin mi üyesi oldukları sorusu ister istemez insanın aklına geliyor. Türkiye, ittifak içinde üzerine düşen mükellefiyetleri, büyük bir mesuliyet duygusu ile yerine getiriyor. Müttefiklerinden de aynı tarzda davranmalarını beklemek hakkıdır”200sözleri ile Türkiye’nin tepkisini dile getirmiştir.

Türkiye’nin yardım konusunda ABD’ye karşı Halefoğlu’nun sözlerinden yansıyan tutumu, Özal hükümetleri döneminde sürekliliğini korumuştur. Yardımla ilgili sıkıntılar, benzer yönde açıklamalarla dile getirilmiştir. Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi Başkanı Yalım Eralp’in, ABD yardımıyla ilgili olarak,

“…Türk-Yunan dengesi gibi bir kavram şayanı kabul olmadığı gibi, bu ayrıca Türk- Amerikan İşbirliği Anlaşmasına da ters düşmektedir. Zira anlaşma ABD yönetiminin azami gayret göstermesini öngörmektedir”201 sözlerinden, 7/10 dengesinin anlamsızlığına vurgu yapmış ve bu konuda ABD yönetimine bir hatırlatmada bulunmuş olduğunu söyleyebiliriz.

199 American Foreign Policy Current Documents 1986, s.353. 200 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:11, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Kasım 1984, s.70– 71. 201 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:15, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1985, s.34.

182 Amerikan NBC Televizyonu’nda 25 dakika süreyle sorulu cevaplı bir programda yer alan Başbakan Özal, “Amerikan yardımının niçin yetersiz bulunduğu” yolundaki bir soruyu cevaplarken, “Biz NATO’nun Rusya ile sınırı olan tek üyesiyiz. Hududumuzda çok Rus tümeni var. Nedeni herhalde budur.” derken açıkça ve tam olarak söylememekle birlikte, verdiği cevapla, bir bakıma, ABD’ye, Türkiye’ye yardım kısılırsa bu aynı zamanda NATO savunmasının da sorunu olur. Bundan NATO da etkilenir mesajı vermiştir202. Yine Özal, 10 Nisan 1985’de 27 Mart–5 Nisan 1985 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’ne yapmış olduğu ziyaret hakkında Meclise bilgi sunmak üzere TBMM’de yaptığı konuşmada:

“… Savunma konusunda eksikliklerimiz, ihtiyaçlarımız, zorunluluklarımızı dile getirerek 7/10 dengesinin anlamsızlığı, yardımların gerçek ihtiyaçlara dayanılarak saptanması gerektiği… Üzerinde durdum… Takdim konuşmamda, münasebetlerimizle direkt ilişkisi olmayan Kıbrıs dolayısıyla uygulanan ambargonun ordumuzu zayıf düşürdüğü, bu bakımdan da daha geniş ve daha elverişli şartlarla yardıma ihtiyaç bulunduğunu kısaca belirttikten sonra; yardımın Yunanistan’la aramızda 7/10 gibi bir dengeye bağlanmasının yanlışlığını ve anlamsızlığını anlattım. Yönetimin hangi düzeyde önerirse önersin, yardımın Kongre’de artık adet haline gelen bir şekilde şurasından-burasından kısılmasının Türk kamuoyunda yarattığı endişeleri gözler önüne serdim…”203 derken Türkiye’nin yardım konusunda ABD ile olan probleminin nelerden kaynaklandığını ve bu konudaki hassasiyeti belirtmiştir. Ayrıca, Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu da;

“…Bizim ABD’de tek bir muhatabımız vardır ve o da ABD yönetimidir. Yönetimin olumsuz bir tavır içinde olan bu çevreleri etkisiz kılabilecek siyasi güce ve iradeye sahip bulunduğuna samimiyetle inanıyoruz…”204 sözleri ile ABD yönetimine, yardımlar konusunda Türkiye’nin verilmiş sözler doğrultusundaki beklentilerine gönderme yapmıştır. Türkiye ile yaşadığı problemlerde Yunan hükümetinin görüşlerini destekleyen ve seçim bölgelerinde önemli oranda Yunan asıllı Amerikan seçmenine sahip olan Amerikan Kongresi’ndeki etkili bir çoğunluk grubu, Ege’deki mevcut durumun ancak Türkiye’ye verilecek her 10 dolar karşılığında Yunanistan’a da 7

202 “Özal’dan Amerika’ya TV Mesajı”, Hürriyet, 30 Mart 1985, s.13. 203 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:16, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Nisan 1985, s.73. 204 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı: 17, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1985, s.50.

183 dolar yardım verilmesi durumunda korunabileceğine karar vermişti205. Ve hiçbir Kongre yasasında böyle bir orana göre yardım yapılacağı yer almasa da, Kongre, yönetimin aksi yöndeki bildirimlerine rağmen, Türkiye ve Yunanistan’a yapılan yardımlarda, bu oranı uygulamak konusunda kesin bir çizgi izlemiştir. Özal Hükümeti ABD’den elde edilen yardımın miktarını mümkün olduğunca arttırmak için çaba gösterirken, yardımın koşullara bağlanmasından ve yapılan yardımda 7/10 oranına bağlı kalınmasından duyduğu rahatsızlığı, Amerika’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Türk toprakları üzerindeki üslere duyduğu ihtiyaçtan hareketle, Türk toprakları üzerindeki Amerikan askeri faaliyetlerine sıkı kontroller getirerek ve Amerikalıların üsleri NATO dışı amaçlarla kullanma isteğine olumsuz yaklaşarak göstermiştir206. Özal hükümeti, ABD ile ilişkilerdeki krizi derinleştirmekten kaçınmakla birlikte, Reagan yönetimine, uyarılarda bulunmayı da ihmal etmemiştir. Örneğin 1987 yılına ait olarak Türkiye’ye, Türkiye’nin beklentilerinin altında bir miktar olarak 490 milyon dolarlık askeri yardım yapılacağı yönünde ABD Kongresi’nin aldığı karar207sonucunda Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ, Kongre’den çıkan yardım miktarının Türkiye’de büyük bir düş kırıklığı yarattığına dikkat çekerek, yardımdaki azalmanın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonuna ilişkin birçok önemli tehlikeye yol açacağını bildirmiş, iki ülke arasında 1980 yılında imzalanan Üsler Anlaşması’yla ABD’nin Türk ordusunun modernizasyonunu sağlamak için en çok çabayı gösterme yükümlülüğü altında olduğunu hatırlatmış, 1987 yılı için gerçekleşen yardım düzeyinin Türk ordusunun modernizasyonuna ilişkin projelerin büyük ölçüde durmasına yol açacağını söylemiştir. Elekdağ ayrıca, Kongre’deki gelişmelerin Türk hükümeti için ciddi sorunlar yarattığını da kaydederek, Türk hükümetinin bu anlaşma ile her iki ülkenin de eşit yükümlülükler üstlendiği konusunda Türk kamuoyunu ikna etme hususunda güçlük çekeceğini söylemiştir. Elekdağ, Türk-Amerikan ilişkilerinde rahatsız edici unsurlar ve sıkıntılar bulunduğuna dikkat çekerek, Türk siyasal çevrelerinde ve kamuoyunda Türkiye’nin NATO ve ABD’ye olan yükümlülüklerinin tam anlamıyla

205 Haas, “Managing NATO’s Weakest Flank: The United States, Greece and Turkey”, s.467. 206 Stearns, Entangled Allies: US Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, s.42–44. 207 “Türkiye’ye 490 Milyon Dolar”, Cumhuriyet, 16 Ekim 1986, s. 13.

184 yerine getirildiği, buna karşılık ABD’nin Türkiye’ye karşı yükümlülüklerini yerine getirmede iniş çıkışlar kaydettiği konusunda genel bir yargının bulunduğunu, Türkiye’deki genel kanının Amerika’nın Savunma İşbirliği Anlaşması çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmediği yolunda olduğunu belirtmiş ve Türkiye’nin stratejik önemini vurgulayarak, üç kıta arasındaki stratejik hava, kara ve deniz yollarının Türkiye’de kesiştiğini, Türkiye’nin komünist dünya ile Batı dünyası ve Arap Yarımadası arasında bir set oluşturduğunu söyleyerek, “…Eğer bu set ortadan kalkarsa, Ortadoğu ve Avrupa’daki güç dengesi tümüyle değişecektir” demiştir208. Bir demecinde Turgut Özal, ABD’nin askeri yardım konusundaki tutumunu eleştirerek, ABD yönetiminden üsler anlaşmasının yenilenmesi karşılığı yapılan yardım önerilerinin yalnızca vaatlerden ibaret kaldığını, taahhüt olmadığını, bu konudaki hoşnutsuzluğun ortaya dökülmediğini ama durumdan memnun olunmadığını vurgulamış, Türk ordusunun modernizasyonu için önlerindeki 10 yıllık sürede 1 milyar 125 milyon dolarlık askeri yardıma ihtiyaç duyduğunun ABD yetkililerince de kabul edilmesine rağmen ABD askeri yardımının giderek düştüğünü ifade etmiş, 1987’de Reagan yönetiminin Kongre’den Türkiye için 974 milyon dolar yardım talebinde bulunmasının hoşnutsuzluğunu gidermediğini, çünkü ABD yönetiminin söz konusu yardımı geçirmek için gerekli mücadeleyi verme isteği göstermediğini vurgulamıştır. Özal bu konuda;

“ABD yönetimi tüm kalbiyle Kongrede Türkiye’ye yardımı geçirmek için çalışmaya kendini adamıyor. Eğer Türkiye ABD için bir önem taşıyorsa, Amerika’dan daha çok destek görmeliyiz. Biz ABD’ye onur duyduğumuz bir taahhütte bulunduk. Karşılığında ABD’den aldığımız yalnızca vaat”

demiş ve Reagan yönetimi gibi güçlü bir ABD yönetiminin isterse Kongre’den istediği kararı çıkaracağını söylemiştir209.

Hükümet Sözcüsü ve Dışişleri Bakan Vekili Hasan Celal Güzel tarafından 21 Nisan 1987 tarihli konuşma Özal hükümetinin bu konuda takındığı tavrı göstermektedir. Güzel, konuşmasında Türk-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkan olumsuz gelişmelere dikkat çektikten sonra:

208 “ABD Düş Kırıklığı Yarattı”, Cumhuriyet, 17 Ekim 1986, s.1,15. 209 “Özal: ABD’den Yalnız Vaat Alıyoruz”, Cumhuriyet, 6 Ekim 1986, s.13.

185 “ABD, SEİA ile Türkiye’ye karşı yüklendiği vecibeleri yerine getirmediği müddetçe Türkiye’nin de taahhütlerini buna göre gözden geçirmesinin zaruretinin hâsıl olacağı tabidir… Türkiye’ye yapılan yardımların yabancı unsurların tesiriyle kısıntıya uğraması ve birtakım mesnetsiz oranlara ve şartlara tabi kılınması SEİA’nın lafzına ve ruhuna aykırıdır… Türk-Amerikan münasebetlerinin karşılıklı dostluğa ve işbirliğine yakışır şekilde gelişmesi için Türkiye hiçbir gayreti esirgememiştir. ABD’de bazı etnik gruplar vasıta edilerek Türkiye aleyhine oynanmak istenen oyunlara müsaade etmemelidir. Dostluğun icabı budur. Müttefik olmanın icabı budur.”demiş, ABD yönetiminden Kongre nezdinde ağırlığını koyması beklentisini de dile getirmiştir210.

Bu konuda Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk’ün, Ankara’da, 24 Ekim 1987 tarihinde yaptığı açıklamadaki, “Türkiye’deki üslerin gerek NATO gerekse Türkiye’nin mili arzularının dışında bir sebeple kullanılması söz konusu olamaz”211 şeklindeki sözleri de Türkiye’nin tutumunu yansıtan temel açıklamalardan biridir. Bir yanda Türkiye’ye yüksek düzeyde yardım yapılmasının sağlanması için elden gelen bütün çabanın gösterileceği konusunda taahhütler veren, bizzat Reagan tarafından Türkiye’nin sahip olduğu stratejik önem nedeniyle, sağlanan yardımda 7/10 oranına karşı olunduğu ve olmaya devam edileceği açıklanan212, ancak bu “elden gelen çaba”yı bir türlü göstermeyen ve bu konuda Kongre’yi öne süren ABD Yönetimi, diğer yanda Amerikan askeri ve ekonomik yardımına ihtiyaç duyan ancak beklentileri tam olarak karşılanmayan ve ABD yönetimini bu durumu değiştirmek için yeterince çaba göstermemekle eleştiren Türkiye. Bu çerçevede, karşılıklı beklentilerin karşılanamaması dolayısıyla iki ülke ilişkilerinde oluşan hayal kırıklıkları ve rahatsızlıklar, ABD-Türkiye ilişkilerinde Özal’ın Başbakanlığı dönemindeki temel tartışma noktalarından birini oluşturmuştur. Bu arada Türkiye’nin rahatsızlığının giderilmesi amacıyla ABD tarafından 7/10 oranının etkisini azaltmak için bazı metotlar kullanılmıştır. Bir şekilde ekonomik yardımın arttırılması, daha iyi finansal koşullar sağlanması, NATO altyapı fonlarının kullandırılması ve ihtiyaç fazlası ya da kullanım ömrünü tamamlamış silah ve askeri malzemenin hibe şeklinde verilmesi, bu metotlardan bazılarını oluşturmuştur213. Özal hükümeti, Türkiye’ye yapılan, hem miktarı hem de koşulları açısından Türkiye’yi memnun etmekten oldukça uzak olan Amerikan yardımının belirli bir

210 “ABD’ye Üsler Uyarısı”, Cumhuriyet, 22 Nisan 1987, s.1,11. 211 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ekim-Kasım- Aralık 1987, s.51. 212 American Foreign Policy Current Documents 1985, s.454. 213 Henze, “Out of Kilter-Greeks, Turks &US Policy”, s. 82.

186 ortak amaca hizmet ettiğini vurgulamış, yardımın bu ortak amaçla hiç ilgisi olmayan konularda bir baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmasının hem yanlış hem de tehlikeli olduğuna dikkat çekmiştir214. Başbakan Özal, duyulan rahatsızlığa karşın açıklamalarında daima temkinli bir tutum sergilemiş, yardımla ilgili olarak:

“Bunu, yardımdan ziyade bir anlaşma sistemi içerisinde olan iki ülkenin dayanışması şeklinde düşünmek lazımdır. Zaten dikkat edilirse, silahlanma ve ekonomi ile ilgili olarak verilen miktarlar, faizi normal ticari faize yakın veriliş şeklindedir. Esas yardım, yardım sayılırsa, iki ülkenin aynı müdafaa paktı içinde olmalarının getirdiği karşılıklı vecibelerinin bir sonucudur. Hatta onları dahi ben, bu ölçüler içerisinde yardım olarak mütalaa etmiyorum. Karşılıklı olarak verilmiş taahhütlerin yerine getirilmesi şeklinde mütalaa ediyorum…” demiş, bu konuda hassas ve kararlı olduklarını eklemiştir215.

Ayrıca Özal, Türkiye’ye yapılan yardımın azaltılması eğiliminde olan Kongre’ye karşı neler yapılabileceği yönünde kendisine sorulan bir soruyu, yardım konusunda ABD yönetimince kendilerine verilen sözlere atıfta bulunarak,

“…Kuvvetli bir devlet başkanı yüzde 95 dediğini yaptırır. Hele ki bu Reagan gibi bir devlet başkanıysa bunu yaptırma gücü yüksektir”216 cevabını vermiş, bu konuda ABD yönetimine kendilerinden beklentileri olduğu yönünde gönderme yapmıştır.

Cumhurbaşkanı Kenan Evren de ABD ile ilişkiler konusunda yaptığı açıklamalarda yardım konusuna vurgu yapmış, “ABD yardımına, Batı camiasının savunmak durumunda olduğu ortak çıkarlar açısından yaklaşmak” gerektiğini belirtmiştir. Türkiye’nin Batı dünyasının savunmasında çok önemli bir stratejik yer işgal ettiğini, kalkınma çabası içerisinde kısıtlı imkanlarına rağmen, üzerine düşen görevleri gereğince yerine getirebilmek amacıyla, Silahlı Kuvvetlerini yüksek düzeyde tutma ve modernizasyonunu sağlama çabası içinde olduğuna dikkat çekmiştir217. ABD ziyareti sırasında da bu konuda açıklamalarda bulunmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hemen hemen tümüyle NATO’ya tahsisli ve ittifak savunma planları uyarınca konuşlandırıldığını, NATO’nun Varşova Paktı ile Avrupa’daki cephesinin üçte birinin Türkiye tarafından savunulması ve Türkiye’nin ittifakın en düşük gelir düzeyindeki üyesi olmasına rağmen savunmaya en fazla kaynak ayıran ilk dört ülke arasında yer almasının Türkiye’nin NATO savunmasına ve Batı

214 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:3, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mart 1984, s.8. 215 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:5, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1984, s.81. 216 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:8, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ağustos 1984, s.88– 89. 217 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (9 Kasım 1986–9 Kasım 1987), Ankara, TBMM Basımevi, 1987, s.88–89.

187 güvenliğine katkısının önemini yansıttığını belirtmiştir. Türkiye’nin ortak savunma alanında hem yük hem de risk paylaşımı yönlerinden, kendine düşenin çok üstünde bir sorumluluk ve külfet üstlendiğini, ayrıca INF Antlaşması’nın NATO Avrupa’sında konvansiyonel caydırıcılığı ve savunmayı ön plana getirdiği dikkate alındığında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyon programının uygulanmasının hızlandırılmasının, Batı güvenliğinin ve caydırıcılığının takviyesi yönünden, “verimlilik oranı en yüksek bir yatırım” olduğunun anlaşılacağını söylemiştir218. Evren, Türkiye’ye güvenlik yardımı yapılmasının bu gibi nedenlerden kaynaklandığını ancak Amerika’da bazı çevrelerde, Türkiye’nin güvenlik yardımına ilişkin şikayetleri konusunda yanlış bir algılamanın olduğunu, ilişkilerde zaman zaman ortaya çıkan rahatsızlıkların temel sebebinin Türkiye’nin yardım düzeyini tatminkar bulmamasından kaynaklandığını ileri süren çevreler bulunduğunu, bu çevrelerin ABD’nin karşılaştığı bütçe açığının yarattığı sorunlara, Türkiye tarafından yeterli anlayışın gösterilmediğini belirttiklerini söyleyerek:

“Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini, münhasıran yardım perspektifinden değerlendirdiği gibi bir görüşü benimseyen bu yaklaşım, gerçekleri yansıtmaktan çok uzaktır. Bizi rahatsız eden, ikili ilişkilerimizin üçüncü tarafların ve belirli baskı gruplarının ipoteği altına girmesine müsaade edilmesi ve bu durumun önlenmesinde her zaman başarılı olunamamasıdır. Türk kamuoyu, Türkiye’ye güvenlik yardımının, ilişkilerimize yabancı bu dış unsurların etkisiyle şekillenmesinden ve Yönetimce kabul edilmediği açıklanan ve hiçbir rasyonel gerekçesi de bulunmayan 7/10 oranının, her yıl tekrarlanan bir senaryo sonucu uygulanmasından tahminlerinizin ötesinde rahatsız olmakta; bu tür davranışlar yönetimimiz için üzüntü kaynağı teşkil etmektedir”219 demiştir.

Ancak, Türkiye’nin ABD yardımı konusunda, gerek yardımın miktarı gerekse Kongre’nin bu yardımı birtakım koşullara bağlamak istemesi karşısındaki şikâyetleri, ABD yönetiminin, Türkiye’yi destekler yöndeki bildirimlerine karşın220, uygulamada

218 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (9 Kasım 1987–9 Kasım 1988), Ankara, TBMM Basımevi, 1988, s.228,229,241. 219 A.e., s.242. 220 ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, Türkiye’nin anlaşmalar uyarınca haklı şekilde ABD’den beklediği miktarda güvenlik yardımı alamamasının, iki ülke arasındaki önemli meselelerden biri olduğunu söylemiştir. Shultz, Türkiye’nin NATO çerçevesinde savunma yeteneklerini geliştirmesi için ABD tarafından gösterilen çabanın gerektiği kadar yeterli olmadığını belirtmiştir. Bilgi için bkz: “Shultz’dan Dobra Dobra: Türkiye’ye Yeterli Destek Vermiyoruz”, Tercüman, 27 Ocak 1988, s.4; ABD Dışişleri Bakan Vekili John Whitehead, Türkiye’ye ilişkin yardım programlarını Dış Yardım Tasarısı’nın en talihsiz bölümlerinden biri olarak nitelemiş, Türkiye’nin ABD’nin güvenilir ve önemli bir müttefiği ve NATO’nun güney kanadında önemli bir askeri güç olduğunu söylemiştir. Whitehead,

188 cevapsız kalmıştır. ABD Yönetimi tarafından Türkiye için talep edilen yardım miktarları Kongre’den daima yüksek oranda kesintiye uğrayarak çıkmıştır221. Yönetim, yasal olarak Türkiye’ye yardımlar konusunda garanti vermelerinin mümkün olmadığını söyleyerek, bu konuda sorumluluğu Kongre’nin üzerine atma yoluna gitmiştir222. ABD tarafından 1980’lerde Türkiye’ye, ABD’nin 1961 tarihli Dış Yardım Yasası (Foreign Assistant Act) çerçevesinde hibeleri kapsayan Askeri Yardım Programı (Millitary Assistance Program-MAP) ve Türk subay ve personelinin de eğitim için yararlandığı Uluslararası Askeri Eğitim Programı (International Military Education Training- IMET) uygulanmıştır. ABD’nin elinden çıkardığı ihtiyaç fazlası her türlü silah ve malzeme, Askeri Yardım Programı (MAP) çerçevesinde verilmiştir. Ayrıca, faizli ve geri ödemeli Dış Askeri Satışlar (Foreign Military Sales-FMS) kapsamında askeri yardım yapılmıştır. Ekonomik yardım ise Ekonomik Destek Fonu (Economic Support Fund-ESF)’ndan karşılanmıştır. Bu fondan sağlanan yardım bazen silah alımında da kullanılmıştır. Bundan dolayı bu yardım bazen Güvenlik Yardımı (Security Assistance) olarak da tanımlanmıştır. 80’ler boyunca Türkiye’nin silah yardımını sağlamada en çok ve en uzun süre kullandığı Dış Askeri Satışlar(FMS) ön plana çıkmıştır223. Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde Türkiye’ye bu kapsamda yapılan Amerikan yardımına bakılacak olursa:

Türkiye’nin dünyanın zor bir bölgesinde bulunduğunu ve çok fakir bir ülke olduğunu belirterek, ABD’nin yapacağı yardımlara ihtiyacı olduğunu, ancak ABD’nin Türkiye’ye hak ettiği ölçüde yeterli desteği sağlayamadığını, yükümlülüklerini yerine getiremediğini söylemiştir. Bilgi için bkz: “Amerika’nın Özrü Kabahatinden Büyük”, Hürriyet, 20 Şubat 1988, s. 17. 221 YILLAR TALEP EDİLEN (Milyon $) KONGRE’DEN ÇIKAN (Milyon$) 1984 Askeri:755, Ekonomik:175 Askeri:715, Ekonomik:138.5 1985 Askeri:755, Ekonomik:175 Askeri:700, Ekonomik:175 1986 Askeri:785, Ekonomik:150 Askeri:615, Ekonomik:119.6 1987 Askeri:820, Ekonomik:150 Askeri:490, Ekonomik:100 1988 Askeri:785, Ekonomik:125 Askeri:490, Ekonomik:32 1989 Askeri:550, Ekonomik:70 Askeri:500, Ekonomik:60 Bilgi için bkz: American Foreign Policy Current Documents 1985, Washington, Department of State, 1986, s.451–452; American Foreign Policy Current Documents 1987, Washington, Department of State, 1988, s.370; American Foreign Policy Current Documents 1988, Washington, Department of State, 1989, s.358; “Amerikan Yardımı”, Hürriyet, 19 Şubat 1988, s.18. 222 Keesing’s Contemporary Archives, Vol. XXXIII, 1987, s.35136. 223 İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, s.53.

189 Tablo 1: 1984–1989 Yıllarında Türkiye’ye Yapılan Amerikan Yardımı224 (Milyon$)

Yıllar ESF FMS MAP IMET

1984 138,5 585 130 3,160 1985 175 485 215 3,297 1986 119,6 409,453 205,8 3,075 1987 100 177,941 312,059 3,375 1988 32 334 156 3,461 1989 60 430,750 69,250 3,408

Türkiye’ye verilen yardım oranlarına bakıldığında özellikle ekonomik yardım (ESF) miktarlarında giderek bir azalma olduğu görülmektedir. Askeri yardımlarda belirgin bir düşme gözlenmemektedir. Ancak, her dönemde Yönetimin önerdiği yardım miktarları Kongre tarafından düşürülerek, Türkiye ile Yunanistan arasında benimsenen 7/10 dengesinin tutturulmasına çaba gösterilmiştir225. Gerçi, bu dönemde Amerika tarafından Türkiye’ye yapılan yardım oldukça önemli miktarlardadır. Hatta bazen, yapılan yardımlarda İsrail ve Mısır’ın ardından Türkiye, üçüncü sırada gelmiştir226. 1984 ve 1986 yıllarında ABD tarafından çeşitli ülkelere yapılan güvenlik yardımı miktarlarına bakıldığında, gerek 1984 gerekse 1986 yılında ABD’den yardım alan ülkeler arasında Türkiye’nin İsrail ve Mısır’ın ardından ABD’den en fazla yardım alan 3. ülke olduğu görülmektedir.

224 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1984, Washington, Government Printing Office, 1985, s.1121; US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1986, Washington, Government Printing Office, 1987, s.1053; “US Security Assistance to Turkey, FY 1984 to FY 1989”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/library/reports/turkeyres.htm#assist, 15 Ocak 2005; “US Military Aid and Arms Sales to Turkey Fiscal Years (1980–1999)”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/profiles/turkey_fmschart.htm, 12 Şubat 2004; “International Military Education and Training Program (IMET) Assistance Received by Turkey, FY 1950 to FY 1999”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/library/reports/turkeyres.htm#imet, 7 Şubat 2006. 225 “Greece and Turkey:Current Foreign Aid Issues”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/man/crs/86.065.htm, 12 Şubat 2004. 226 American Foreign Policy Current Documents 1988, Washington, Department of State, 1989, s. 360.

190 Tablo2: 1984 yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı227

ÜLKELER YARDIM MİKTARI (Milyon$) İSRAİL 2,610 MISIR 2,115 TÜRKİYE 853,5 PAKİSTAN 525 YUNANİSTAN 500 İSPANYA 412 EL SALVADOR 405,5 GÜNEY KORE 230 HONDURAS 189 SUDAN 165 KOSTA RİKA 139 PORTEKİZ 145 ÜRDÜN 135 TUNUS 111,5 FİLİPİNLER 100 FAS 75,75 SOMALİ 67 ZAİRE 17 KIBRIS 15 LÜBNAN 15 GUATEMALA 0

Tablo 3: 1986 yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı228 ÜLKELER YARDIM MİKTARI (Milyon$) İSRAİL 3,621 MISIR 2,312 TÜRKİYE 734,9 PAKİSTAN 550,2 YUNANİSTAN 430,6 FİLİPİNLER 402,7 İSPANYA 394,3 EL SALVADOR 297,4 PORTEKİZ 186,6 ÜRDÜN 176,3 GÜNEY KORE 162,7 KOSTA RİKA 123,0 HONDURAS 121,3 TUNUS 86,7

227 Congressional Quarterly, November 24, 1984, s. 3003. 228 Congressional Quarterly, January 17, 1987, s. 115.

191 GUATEMALA 52,8 FAS 51,0 SOMALİ 41,1 ZAİRE 31,2 UMMAN 28,7 SUDAN 26,1 LÜBNAN 15,9 KIBRIS 14,4

ABD tarafından 1988 yılına ait yapılan Güvenlik Yardımı miktarlarına bakıldığında da Türkiye’nin 1984 ve 1986 yıllarında olduğu gibi ABD’den yardım alan ülkeler arasında yine İsrail ve Mısır’ın ardından en fazla yardım alan üçüncü ülke olduğu görülmektedir.

Tablo 4: 1988 yılında ABD Tarafından Yapılan Güvenlik Yardımı229 ÜLKELER YARDIM MİKTARI (Milyon$) İSRAİL 1,800 MISIR 1,300 TÜRKİYE 490 YUNANİSTAN 343 PAKİSTAN 260 FİLİPİNLER 125 FAS 52 TUNUS 27 GUATEMALA 7

Ancak, Kongre’nin Türkiye için ayırdığı miktar, Türkiye’nin NATO yükümlülükleri ve mevcut askeri kapasitesi düşünüldüğünde, askeri ihtiyaçlarının çok gerisinde kalmıştır. Yapılan yardımın Türkiye’nin mevcut askeri kapasitesi ile NATO yükümlülükleri arasındaki farkı dolduracak miktarda olması gerektiği Türkiye tarafından konuya ilişkin olarak yapılan açıklamalarda sürekli olarak vurgulanmıştır. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, bir demecinde, Türkiye ile ABD’nin ortak çıkarlar ve ortak değerleri olan aynı ittifakın iki ortağı olduğuna dikkat çekerek, ittifakın gerektirdiği sorumlulukları yerine getirebilmek için Türkiye’nin ordusunu güçlü tutmak zorunda kaldığını ve gayrisafi milli hâsılanın yüzde 5,1’inin orduya

229 “Department of the Army Historical Summary:FY 1988”, (Çevrimiçi) http://www.army.mil/cmh/books/DAHSUM/1988/ch08.htm#b3, 14 Şubat 2006.

192 harcandığını hatırlatarak, “ABD’den sonra, NATO’da en büyük orduyu besleyen Türkiye bu yükü tek başına taşıyamaz”230demiştir. Başbakan Turgut Özal da, 16 Kasım 1987’de İstanbul’da Atlantik Antlaşması Dernekleri’nin 33. Genel Kurulu’nun açış konuşmasında, Türkiye için savunmanın ağır bir yük oluşturduğunu vurgulayarak, Türkiye’ye yapılan askeri yardımı engelleyen çevreleri, ittifakın temel çıkarlarını zedelemekle suçlamıştır231. Ayrıca ABD tarafından yapılan yardımın Kıbrıs ve Ermeni konularıyla ilişkilendirilmesi, bir noktada, Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarının karşılanmasını, Kongre’nin yardım konusunu keyfi olarak kullanmasına bağladığından, bu durum Türkiye’nin savunma konusunda ABD’ye duyduğu güvenin de ciddi ölçüde sarsılmasına neden olmuştur232. Ancak bütün bu olumsuzluklara ve duyulan rahatsızlığa rağmen Özal hükümeti tarafından, ABD’ye, bazen sert tavır takınabileceklerinin sinyalleri verilmiş olsa da genel olarak ABD ile ilişkiler konusunda takınılan ılımlı tavır sürdürülmüştür.

3.4.Ermeni Karar Tasarıları Sorunu Birinci Dünya Savaşı başladığında Ermeniler, Türk, Rus ve İran hâkimiyetinden kurtularak bağımsız bir Ermenistan kurmak için harekete geçmişler, 3 Ağustos’ta seferberliğin ilanı ile birlikte Ermeni askerler Türk ordusundan firar ederek, çeteler oluşturmuşlar, kasabaları basarak, katliama başlamışlardır233. Cephede savaşan Osmanlı İmparatorluğu bir taraftan da ülke içindeki Ermeni isyanlarıyla uğraşmak durumunda kalmıştır. Patrikhane defalarca uyarılmış, güvenliği sağlamak için gerekirse zor kullanılacağı bildirilmiş, ancak uyarılara cevap alınamadığı gibi çeteler patrikhane tarafından daha da kışkırtılmıştır234. Büyük boyutlara ulaşan Ermeni komitelerin faaliyetleri ve isyanlar karşısında 24 Nisan 1915 tarihinde Dâhiliye Nezaretince Ermeni Komite merkezlerinin

230 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ekim-Kasım- Aralık 1987, s.11. 231 A.e., s. 123. 232 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkileri, s.263. 233 Refet Yinanç, “Ermeniler ve Ermeni Meselesi”, Cumhuriyetin Kuruluşunun 75.Yıl Armağanı Kurtuluş Savaşına Yön Verenler, Ankara, Türk Hava Kurumu Basımevi, 1998, s.50. 234 İlhan Akbulut, “Türk Tarihinde Ermeniler”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:50, No:1–2, Ocak-Haziran 1995, s.35.

193 kapatılması, elebaşlarının tutuklanması ve her türlü belgelerine el konulması kararı alınmıştır. Bu karar, Ermenilerin yıllar sonra Avrupa ve ABD Parlamentolarında “Soykırımı Anma Günü” olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarısının zeminini oluşturmuştur. Bu karardan sonra Ermeni faaliyet ve katliamları azalacak yerde artış göstermiş, olayların dayanılmaz bir hal alması üzerine Osmanlı hükümeti son çare olarak, hükümet icraatına karşı gelenlerin, Ermenilerin ve onlarla birlikte gerekli görülen kişilerin Osmanlı sınırları içinde göç ettirilmesini öngören 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanununu çıkarmıştır. Tehcir Kanunu, bir soykırım kanunu olmayıp, icraata karşı gelenlerin can ve mal güvenliği içinde göç ettirilerek, savaş bölgesi dışına nakledilebilmelerini bütün ayrıntılarıyla düzenleyen bir kanundu235. 1965 yılında dünyanın her tarafındaki Ermeni Patrikhane, Kilise ve eğitim kurumları 50.yıldönümü dolayısıyla 24 Nisan 1915 gününü, Ermeni Soykırım Günü olarak dünyaya empoze ederek anmaya başlamışlardır. Ermeniler, 1973’te Birleşmiş Milletler, Avrupa Topluluğu ve birçok ülkenin parlamentolarında 24 Nisan’ın Soykırım Günü olarak ilan edilmesini hatta 1915 Ermeni Soykırımının 20.yüzyılın ilk soykırımı ilan edilmesini istemişler, Türkiye ve birçok devletin karşı çıkması üzerine karar reddedilmiştir. Bunun üzerine Ermeni terör örgütü ASALA’nın lideri Agopyan olmak üzere Massachuset’deki Ermeni Araştırmaları Enstitüsü gibi kişi ve kuruluşlar diplomatik kanalla elde edilemeyen talepler için terörün şart olduğunu ifade etmişlerdir236. 1970’li yıllar boyunca Ermeni radikal grupları, terörü, Türkiye ile mücadelede önemli bir yöntem olarak görmüşlerdir. 1980’li yılların ikinci yarısına kadar Ermeni terörü devam etmiştir. Esat Uras’ın 1973- 1985 yıllarında Ermeni terör olaylarının kronolojik analizini içeren çalışması incelendiğinde bu yıllar içerisinde 193 terör eyleminin gerçekleştiği görülmektedir237. 80’lerin ikinci yarısından itibaren ise, terör yerini sivil mücadeleye bırakmıştır. ASALA, terör eylemleriyle, sözde Ermeni soykırımı iddialarını dünya gündemine taşımayı ve dünya kamuoyu ve medyasının dikkatinin bu sorun üzerine odaklaşmasını sağlamaya çalışmıştır. Bunun gerçekleştiği kanaati ile sivil mücadeleye girişilerek, Ermeni soykırımı iddiasının

235 Refet Yinanç, “Ermeniler ve Ermeni Meselesi”, s.50. 236 A.g.m., s.54. 237 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2.bs., İstanbul, Belge Yayınları, 1987, s.CCXIII-CCXLVI.

194 dünya ülkeleri tarafından fiilen ve hukuken bir gerçek olarak tanınmasını amaçlayan bir kamuoyu etkileme stratejisi yürürlüğe konmuştur. Bu strateji ile, başta Amerikan Kongresi olmak üzere, mümkün olduğu kadar çok ülke parlamentosunun soykırımı iddiasına destek vermesi sağlanarak, Türkiye’yi baskı altında sözde soykırımını kabul etmek zorunda bırakmak hedeflenmiştir. 20.yüzyıl içerisinde, örgütlenme düzeyi ve ekonomik açıdan oldukça güçlenmiş olan ABD Ermenileri, tüm dünya Ermenileri arasında pratikte lider diaspora konumuna yükselmişler, siyasi partiler, gruplar, dini veya sosyal Ermeni örgütleri ya merkezlerini ABD’ye taşımışlar ya da ABD şubeleri merkez gibi rol oynamışlardır238. 1980’lerde iki kutuplu uluslararası yapı içerisinde, tarihi Rus talepleri çerçevesinde, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’yi dengeleyici olarak gören ve dış politika konularında ABD ile ilişkilere özel bir önem atfeden, ABD’den sağlanacak askeri yardım ve teknoloji transferinin savunma alanında büyük önem taşıdığı Türkiye’yi etkilemek, bir anlamda dize getirmek için, radikal Ermeni milliyetçilerin gözünde ABD’nin yeri, süper güç olma özelliği ile de birleşerek daha önemli hale gelmiştir239. Denilebilir ki, radikal Ermeniler’in Türkiye’ye karşı yürüttükleri düşmanca etkinliklerinde Amerika’ya öncelik vermelerinde üç faktör rol oynamıştır. İlk olarak, Amerika’daki propaganda kampanyasında Ermeni diasporasının kendini, Amerika’da, bu ülkenin kamuoyunu, medyasını ve siyasal sistemini yönlendirmede yararlandıkları vasıtalar, diğer bir deyişle, lobiler ile finansal kaynakları etkin ve zengin olduğundan, diğer ülkelere nazaran daha güçlü hissetmesidir. İkinci olarak, dönemin uluslararası yapısında süper güçlerden birini oluşturan ABD’nin yasama organından çıkarılacak Ermeni iddialarını destekleyen bir kararın, diğer ülkelerin parlamentoları üzerinde etkileyici bir örnek teşkil edeceği ve bu şekilde Türkiye üzerinde sözde soykırımın tanınması hususunda dayanılmaz bir baskı oluşturulacağı düşüncesidir. Son olarak da, Türk dış politikasının önemli bir boyutunu oluşturan Türk-Amerikan ilişkilerinin zedelenmesine ve hatta kopmasına yol açarak, Türkiye’yi zayıf düşürmek hedeflenmiştir.

238 Sedat Laçiner, Türk Ermeni İlişkileri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004, s.79. 239 A.e.

195 1980’lerle birlikte Ermeni asıllı Amerikalılar, 20.yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni azınlığa karşı soykırım gerçekleştirildiğini iddia ederek, bu iddiayı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti ile alakalandırmışlar ve bu olayın anısına bir “insanın insana vahşetini” hatırlama günü kabul edilmesi için Amerikan Kongresi üyeleri üzerinde etki kurmaya çalışmışlardır. Bir Ermeni soykırımı olduğunu resmi yollardan ilan edebilmenin aracı olarak ABD Kongresi’ni kullanmışlardır. Ermeni asıllı Amerikalılar tarafından gerçekleştirilen bu eylemlerin Kongre’de destek bulması, Türkiye-ABD ilişkilerini gerginliğe götürecek derecede etkilemiştir.

3.4.1. Soykırım İddiaları–1984 Yılı Gelişmeleri ABD’deki Ermeni toplumu ve lobisi “Ermeni soykırımı”nın tanınması için 1980’lerin başından itibaren yoğun girişimlerde bulunmuşlar, 1984 yılında 2 karar tasarısının birden gündeme getirilmesini sağlamışlardır. Temsilciler Meclisi’nin 10 Eylül’deki oturumunda oybirliğiyle benimsenen ve 24 Nisan’ın “insanın insana hunharlık günü” olarak belirlenmesini öngören karar tasarısı ile sözde Ermeni soykırımının benzerlerinin tekerrürünün önlenebilmesi gerekçesiyle ABD dış politikasının tespit ve yürütülüşünde nazara alınmasını talep eden ve Temsilciler Meclisi’nin kararına da atıfta bulunan bir diğer tasarı Senato Dış İlişkiler Komitesince oybirliği ile kabul edilmiştir240. ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin 24 Nisan’ın “Ermeni Soykırım Günü” ilan edilmesi konusunda aldığı kararda Türkiye, “2500 yıllık Ermeni yurdu” olarak gösterilmiştir. Senato Komitesi’nin görüşmesiz oybirliği ile aldığı kararın tam metni şöyledir:

“Senato, Amerikan dış politikasında Ermeni soykırımının da gözönüne alınmasını ister. Bu durum, dünyanın herhangi bir yerindeki başka soykırımları önleyecektir. Ermeni soykırımı, Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915–1923 yılları arasında, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu öncesine rastlar. Sonuç olarak 1 milyon ile 1.550.000 Ermeni katledilmiş, Ermenilerin 2500 yıllık tarihi vatanları ortadan kaldırılmıştır. Ermeni soykırımıyla ilgili belgeler, Birleşik Amerika, Avusturya, Fransa, Batı Almanya ve İngiltere arşivlerinde bulunmaktadır. Birleşik Amerika’nın 1913–1916 yılları arasında büyükelçisi olan Henry Morgenthau, Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiklerine Ermeni soykırımı konusunda protestolar göndermiştir.

240 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:9, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Eylül 1984, s.7.

196 Senato 13 Mayıs 1920 tarihinde aldığı bir kararla, Ermeni soykırım iddialarının gerçek olduğunu ifade etmiştir. Temsilciler Meclisi 148 sayılı kararı ile 24 Nisan’ın Ermeni Soykırım anma günü olarak kabul edilmesini istemiştir. Eski Başkan Jimmy Carter 16 Mayıs 1978’de yaptığı konuşmada, Ermeni Soykırımının “en büyük trajedilerden” biri olduğunu vurgulamış ve başkan olarak bunun asla unutulmaması için çaba göstereceğini bildirmişti. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ile Birleşik Amerika Soykırımı Anma Kurulu’nun benzer kararları yanısıra, Başkan Ronald Reagan, 22 Nisan 1981’de yaptığı konuşmada, Ermeniler ve Kamboçyalılara yapılan soykırımdan söz etmiştir. Bütün bu gelişmelerle birlikte, Senato, Başkan’dan ve Dışişleri Bakanı’ndan bu tarihsel olayı göz önüne alarak, konunun Amerikan dış politikasında bir yer edinmesini sağlamalarını diler. Başkan ve Dışişleri Bakanı Ermenilere yapılan soykırımı tanıyarak, diğer soykırımları önlemelidirler. Senato ayrıca, Başkan’dan ve Birleşmiş Milletlerdeki Amerikan temsilcilerinden bu konuyu tüm uluslararası forumlara getirerek, Ermeni Soykırımı da dâhil olmak üzere, tüm soykırımları için duyulan nefreti dile getirmesini ister”241.

ABD Temsilciler Meclisi ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin kabul ettiği karar tasarıları Türkiye’de sert tepkilere yol açmıştır. Dışişleri Bakanlığı 11 Eylül’de yaptığı açıklama, Başbakan Turgut Özal ve TBMM Başkanı da 13 Eylül’de verdikleri demeçlerle söz konusu kararları kınamışlardır. Aynı şekilde siyasi partiler de kararları sert bir biçimde eleştirmişlerdir. ABD Temsilciler Meclisi’nin 10 Eylül’deki oturumunda benimsenen ve 24 Nisan’ın “insanın insana hunharlık günü” olarak belirlenmesini öngören karar tasarısı ile ilgili olarak 11 Eylül 1984’de Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi Başkanı Yalım Eralp: “…Söz konusu karar, ABD yönetiminin uluslararası terörizm karşısında bilinen kararlı tutumuna rağmen Temsilciler Meclisinden bir takım usul kolaylıklarından yararlanılarak geçirilmiş de olsa, teröre ve yeni vahşi cinayetlere zemin teşkil edecek bir ortama maalesef yardımcı olacaktır… Seçim endişeleri ve küçük iç politika hesaplarıyla, terörle mücadele yolundaki esas görevlerini bir tarafa bırakarak uluslararası terörizmi cesaretlendirecek kararları alanlar terör felaketinin gelecekteki kurbanlarının ağır sorumluluğu altında kalacaklardır”242demiştir.

13 Eylül 1984 tarihinde Başbakan Turgut Özal, söz konusu karar tasarıları ile ilgili olarak:

“Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi ve Senatosunun son günlerde ülkemizle ilgili bazı maksatlı karar tasarılarını kabul etme yoluna girdiğine teessüf ve infialle şahit oluyoruz… Yaklaşan seçimler münasebetiyle kısa vadeli kazançları esas alarak bu derece çirkin ve ucuz politika yapılmasını hayret, endişe ve ibretle müşahede ediyoruz. Bu kararların bizzat Amerikan vatandaşlarını da hedef alan uluslararası terörizme, özellikle ASALA ve benzeri terör örgütlerinin caniyane eylemlerine bir destek sağlamakta olduğunu bütün

241 “ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Kararından: Türkiye, 2500 Yıllık Ermeni Yurdu…”, Cumhuriyet, 14 Eylül 1984, s.8. 242 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:9, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Eylül 1984, s. 18–19.

197 dünya kamuoyunun takdirine arz ediyoruz... Bu gibi kısa vadeli politik kazançları hedef alan faaliyetlerin, ülkeler arasında uzun gayretlerle teessüs eden dostane münasebetleri maalesef tamiri çok zor ve bazen imkânsız durumlara soktuğu bilinen bir gerçektir. Böyle durumların ülkelerin uzun vadeli menfaatlerini büyük çapta zedelediğine yakın tarih açık bir şekilde şahittir.”243 demiştir.

TBMM Başkanı Necmettin Karaduman da 13 Eylül 1984’de yaptığı açıklamada:

“… Bu kararların bizzat Amerikan vatandaşlarını da hedef alan uluslararası terörizmin yeni caniyane eylemlerine dayanak olacağının dikkate alınmamış bulunması, anlaşılması imkânsız bir keyfiyettir…Küçük politik hesaplarla bir müttefikine cephe alan ve birkaç ay için terörizme destek olanlar, terörizm ateşinin kendi evlatlarını da yaktığını ve yakacağını unutmamalıdır. Uluslararası terörizme karşı etkili mücadele için uluslararası işbirliği yapılmasının gereği bütün medeni ülkelerce bir taraftan kabul edilirken, öbür yandan hükümetlerini bu yolda teşvik etmesi gereken parlamentolarda buna ters düşen cereyanları oy kaygısıyla yaratanların, insanlık âlemine karşı ağır bir sorumluluk altına girdikleri kuşkusuzdur. Uluslararası ilişkilerin dostane şekilde işlemesini tehlikeye sokan bu durumun yaratacağı tamiri imkânsız sonuç ve zararlar üzerine Amerikan Temsilciler Meclisi ve Senatosu’nun tüm üyelerini ciddiyetle eğilmeye davet ediyorum. ...”244 sözleriyle, Yalım Eralp ve Başbakan Turgut Özal’ın yapmış oldukları açıklamalardaki sert tepkiyi sürdürmüştür. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ise, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe’yi Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak, Türk Hükümetinin ABD’de alınan kararla ilgili kaygı ve üzüntülerini bildirmiştir245. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, ayrıca Türk Haberler Ajansı (THA)’na yaptığı açıklamada,“Biz her seferinde olduğu gibi gerekli girişimlerimizi anında yaptık. Ancak onların kararı ne olur bilemem. Ama bilsinler ki Türkiye’nin tavrı bundan böyle daha sert olacaktır.” diyerek, her zaman anında girişim yapılmasına rağmen ABD ve öteki ülkelerin kendi bildiklerini okuduklarına dikkat çekmiş, “Biz artık daha dikkatli ve tedbirli davranmak zorundayız. Çünkü bundan böyle taviz vermek sözkonusu olamaz”246 demiş, böylece mevcut eğilimin aynı şekilde devam etmesi halinde ABD’ye Türkiye’nin tavrının daha da sertleşeceği mesajı verilmiştir. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği yetkilileri, Reagan Yönetiminin elinden geleni yaparak, sözkonusu kararların Kongre kararı niteliği kazanmasını

243 A.e., s.21–22. 244 A.g.e., s.22–23. 245 “Türkiye ABD’ye Kaygı Bildirdi”, Cumhuriyet, 13 Eylül 1984, s.1,8. 246 “Ankara ABD’yi Yine Uyardı”, Cumhuriyet, 14 Eylül 1984, s.1,8.

198 engelleyeceğini ileri sürerlerken247, ABD Dışişleri Bakanlığı da bu kararın Meclis’in hissiyatını yansıtmak dışında hiçbir yaptırımı bulunmadığını belirtmiştir248. İlerleyen süreçte Başbakan Özal’ın ilk açıklamalarında görülen sert tutum yerini daha ihtiyatlı açıklamalara bırakmıştır. Özal, 17 Eylül 1984’te gazetecilerin sorularını yanıtlarken, gelişmeleri seçimlere bağlamış ve seçim sonrasına kadar ABD’ye süre tanınması gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye’yi rencide eden tavrın seçimlerden sonra da devam etmesi halinde, ilişkilerin soğukkanlı bir şekilde masaya yatırılacağını söylemiştir249. Bu arada ABD Yönetimi, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’a seçim yılı içinde bulunulması nedeniyle Türkiye’den anlayış beklediğini bildirmiş, tavsiye kararının çıkmaması için Amerikan yönetiminin çaba gösterdiği, ama seçim yılı olması nedeniyle kararı önleyemediği Büyükelçi Elekdağ’a anlatılmıştır. ABD Yönetiminin Türkiye’yi kapsayan soykırım iddialarına ilişkin karar tasarılarında Kongre ile uyum içinde olmasının seçimlerden sonra mümkün olabileceği kaydedilerek, seçimlere kadar çıkabilecek kararların da Türkiye tarafından anlayışla karşılanması istenmiştir250. Reagan Yönetimi bu tür bir tavsiye kararının Türkiye ile ABD arasındaki dostane ilişkilere zarar verebileceği kaygısıyla, Cumhuriyetçi Senatörler nezdinde girişimde bulunmuş, kendilerine Türkiye’nin ABD açısından taşıdığı stratejik önem anlatılmıştır. Başkan Reagan Yönetiminin devreye girmesiyle, ABD Kongresi’ndeki bazı Cumhuriyetçi Senatörler, “Ermeni Soykırımı” ile ilgili tavsiye kararını, Senato Dış İlişkiler Komisyonu raportöründen geri istemişlerdir. Böylece, Komisyon’da kabul edilmiş olan tavsiye kararının, Kongre’nin tatile girdiği 4 Ekim tarihine kadar Senato Genel Kurulunda görüşülmeme olasılığı ortaya çıkmıştır. Bu ihtimalin gerçekleşmesi ile tavsiye kararının Kongre kararı haline gelmesi önlenmiş olacaktı251. Ancak, ABD Yönetimi’nin sözde Ermeni soykırımına ilişkin tavsiye kararının Kongre’de bulunduğu aşamada takılması için gösterdiği çabalara karşın, karşı görüştekilerin faaliyetleri de gecikmemiş, üç Kongre üyesi sözde Ermeni soykırımına

247 “Özal’dan ABD’ye Sert Tepki”, Cumhuriyet, 15 Eylül 1984, s.8. 248 Ufuk Güldemir, “ABD Cephesi”, Cumhuriyet, 15 Eylül 1984, s.1,8. 249 “ABD’ye Süre”, Cumhuriyet, 18 Eylül 1984, s.1,8. 250 Ufuk Güldemir, “ABD Anlayış Bekliyor”, Cumhuriyet, 20 Eylül 1984, s.1,8. 251 Ufuk Güldemir, “Kongre’de Kararı Erteleme Eğilimi”, Cumhuriyet, 21 Eylül 1984, s.1,6.

199 ilişkin tavsiye kararına “ek destek” dilekçesi vermişlerdir. Söz konusu üyeler, “insanın insana karşı insanlık dışı davranışı” ile ilgili kararın alındığı 10 Eylül tarihli oturumda konuşma yapamadıkları ve mazeretli olduklarını öne sürerek karara ek destek dilekçesini Temsilciler Meclisi Genel Kurul Raportörlüğü’ne vermişlerdir. Temsilciler Meclisi’nin Connecticut üyesi (Cumhuriyetçi) Nancy Johnson dilekçesinde, “Türkiye’nin itirazları soykırım gerçeğini değiştiremez” derken, Temsilciler Meclisi’nin Ohio üyesi (Demokrat) Edward Feighan ise, “Amerika, Türkiye’nin Ermenileri sistematik olarak katlettiğini uzun süre tanımayarak Ermenileri gücendirmiştir” demiş ve son alınan kararın Amerikalı Ermenilerin acılarını dindireceğini savunmuştur. Amerikalıları “Ermeni soykırımı”na duyarlı olmaya çağıran üye, kabul edilmiş olan tavsiye kararına yürekten katıldığını da belirtmiştir. Ermeni Amerikalıların büyük bir seçmen tabanı oluşturduğu Kaliforniya eyaletinin Demokrat Partili Temsilciler Meclisi üyesi Richard Lehman ise kararı “tüm kalbiyle” desteklediğini belirterek, “Hiç de partizanca davranışlar içine girilmeden, bu kararın Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’ndan geçmiş olması, geçmiş ve gelecekteki barbarlara artık kitle katliamlarına izin vermeyeceğimizi kanıtlayacaktır” demiştir252. Amerikan Kongresi’nde bu gelişmeler yaşanırken, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Strausz Hupe, 27 Eylül 1984’de gazetecilerle baş başa yapılan sohbet toplantısında, tavsiye kararları ile ilgili olarak, “Yönetimin politikası bellidir. Ermenilerle ilgili bu tür kararları kesinlikle kabul etmez ve bu politika kesinlikle değişmez” 253demiştir. Türkiye’ye bu konuda bir güvence olarak algılanabilecek bu mesaj ve ABD Yönetiminin sözde Ermeni soykırımına ilişkin tavsiye kararının Kongre’de bulunduğu aşamada takılması için gösterdiği çabalar netice vermeye başlamıştır. 13 Eylül’deki yazılı açıklamasında, ABD’deki kararlarla ilgili olarak “çirkin ve ucuz politika” demiş ve “ilişkilerin zedelenebileceği” mesajını vermiş olan Başbakan Özal, 27 Eylül 1984’de gazetecilerle yaptığı konuşmada:

252 Ufuk Güldemir, “ABD Kongresi’nde Ermeni Baskısı”, Cumhuriyet, 28 Eylül 1984, s. 1,8. 253 “Bilmeden Konuşmayın”, Cumhuriyet, 28 Eylül 1984, s.1,8.

200 “ Biz soğukkanlı hareket ediyoruz. Çünkü iktidar olmanın belli sorumlulukları vardır. …sorumlu biziz, hesaplı kitaplı gitmek mecburiyetindeyiz. Adımımızı atarken dikkatli olmamız lazım. Ben de heyecanlandım hadiselerin çıktığı ilk zaman. İlk beyanım oldukça serttir. Ama meselenin ölçüsünü belli bir seviyede tutmak lazım. Dış siyasette fazla bağırmakla bir neticeye gidilmez. Bazı hadiseleri çok fazla heyecanlandırırsak, yanlış neticelere gideriz. Geçmişte bu şekilde hatalar yapıldığını gördük. Bunlardan ders almamız lazım. Benim kanaatim, biz memleketin nabzını biliyoruz. Milletimiz de meseleleri o kadar fazla heyecanla götürme taraftarı değil”254 sözleriyle, tepkisinde bir yumuşamaya gitmiştir.

3 Ekim 1984’de ABD George Town Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezine bağlı Yakın Doğu Bölümü Direktörü Dr. Joyce Starr’ın kendisiyle yaptığı mülakatta Özal, Amerikan Kongre üyelerinin Ermeni ve Rum seçmenlerin peşinde olduklarını ve “ucuz politika” yaptıklarını söylemiştir255. 3–4 Ekim 1984 tarihlerinde Washington’da bulunan Heritage Foundation adlı vakfın araştırma grubuyla, Türk Dış Politika Enstitüsü tarafından Washington’da ortaklaşa düzenlenen “Ortadoğu ile ilgili Türk-ABD Görüşleri” konulu konferansta bir konuşma yapan ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, yasa gücünde olmayan son kararların Yönetim tarafından üzüntü ile karşılandığını ifade etmiş ve Temsilciler Meclisi ve Senato’da kabul edilen kararların kesinlikle ABD’nin görüşünü yansıtmadığını belirtmiştir256. Ankara’nın ve Türk basınının olaylar karşısında daha yatıştırıcı davranması gerektiğini söyleyen Perle:

“Türkiye, Kongre’nin en etkisiz kararlarına bile yüksek dozda tepki göstermektedir. Ama bunda şaşırtıcı olan, Türk basınının ABD Kongresi ile yönetimi birbirinden ayırmamasıdır… Bu sorumlu bir davranış değildir ve iki ülke arasındaki ilişkilere hizmet de etmemektedir”257demiştir.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, Türkiye’yi daha sakin olmaya çağırırken, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Burt de, Kongre’nin Temsiciler Meclisi kanadında kabul edilen sözde Ermeni soykırımı konusundaki tavsiye kararı ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde ABD dış politikasının sözde Ermeni soykırımı ışığında yönlendirilmesi için alınan tavsiye kararı ile ilgili olarak, bu gibi karar tasarılarının Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere ABD’nin verdiği değer konusunda kaygılar yarattığına işaret etmiş, iç politikada belli amaçlara

254 “Özal’ın Geri Adımı: Başta Heyecanlandım”, Cumhuriyet, 28 Eylül 1984, s.1. 255 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:10, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ekim 1984, s.51. 256 A.e., s.19. 257 “ABD Savunma Bakan Yardımcısı Perle: Doğusundaki Boşluğu Türkiye Doldurmalı”, Cumhuriyet, 4 Ekim 1984, s.1,11.

201 ulaşmak için yapılan hesapların ABD dış politikasını şekillendirmesine izin verilmeyeceğini bildirmiştir258. Konferansta konuşan Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ ise, ABD Kongresi’nin izlediği “düşmanca tutumun” iki müttefik ülke olan Türkiye ve ABD arasındaki ilişkileri zedelediğini, Kongre’nin takındığı tavrın Türk halkını derinden yaraladığını belirtmiştir.259 Temsilciler Meclisi’nden geçen, ancak resmiyet kazanması Senato Genel Kurulu’ndan geçip Başkan Reagan’ın onayını almasıyla mümkün olan tavsiye kararı ile yürürlük kazanması, Senato Genel Kurulu’nun kararı benimsemesi, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun katılması ve Başkan’dan da onay almasına bağlı olan Senato Dış İlişkiler Komitesi tavsiye kararı, Reagan yönetiminin çabaları sonucunda, Kongre’nin tatile girdiği 4 Ekim tarihine kadar görüşülememiş, böylece Türkiye’de kaygı ve üzüntüye yol açan tavsiye kararlarının Kongre kararı haline gelmesi önlenmiştir. Kasım ayında ABD’de Reagan’ın yeniden başkan seçilmesi ise sözde Ermeni soykırım tasarıları ile ilgili olarak destek vermeyen bir yönetimin tekrar iş başında olması demekti ve bu Türkiye’yi rahatlatmıştı.

3.4.2.Soykırım İddiaları–1985 Yılı Gelişmeleri 1985 yılına gelindiğinde Batı Almanya’nın Münih kentinde olağanüstü toplanan Ermeni Ulusal Komitesi, 1985 yılının “Ermeni soykırımı”nın 70. yıldönümü olduğu iddiaları çerçevesinde başta Amerikan Kongresi olmak üzere Türkiye’ye karşı siyasi platformda yoğun mücadele vereceklerini açıklamışlardır260. Bu açıklamanın akabinde Ermeni lobisi yandaşları, soykırım iddialarıyla ilgili olarak Amerikan Kongresi’ne yeni tasarılar sunma çabalarını yoğunlaştırmışlar, 4 yeni tasarının gündeme gelmesini sağlamışlardır. İlk olarak, New Jersey Eyaleti temsilcisi Demokrat Robert A. Roe tarafından 3 Ocak 1985’te H.J.R. 37 sayılı, 24 Nisan 1985 tarihini “İnsanın İnsana Zulmü ve Ermeni Soykırımı Günü” ilan eden tasarı, sonrasında 19 Mart 1985 tarihinde, California Temsilcisi Anthony Lee Coelho

258 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı.10, a.g.e., s.19. 259 A.e. 260 “Ermeniler, 1985 Saldırı Planını Açıkladı”, Milliyet, 1 Ocak 1985, s.3.

202 tarafından H.J.R. 192 sayılı “24 Nisan Ermeni Soykırım Günü” tasarısı, 28 Mart 1985 tarihinde Michigan Eyaleti Senatörü Carl Levin tarafından S.J.R. 101 sayılı ve 24 Nisan 1985’de California Eyaleti temsilcisi Cumhuriyetçi Charles Jr. Pashayan tarafından, Reagan yönetiminin dış politikasında 1915–1923 yılları arasında meydana gelmiş olduğu iddia edilen “Ermeni soykırımı”nı dikkate almasını isteyen H.R. 142 sayılı tasarılar sunulmuşlardır261. Sunulan tasarılarla ilgili olarak ABD yönetiminin nasıl bir tutum izleyeceği hakkında yaptığı açıklamada ABD Dışişleri Bakanı Shultz:

“Yönetim, Kongre’ye sunulan Ermeni tasarılarına kesinlikle karşıdır. Kongre’ye bu konudaki görüşümüzü bildirmek için elimizden geleni yapıyoruz ve bu arada, özellikle Ermeni terörizmi üzerindeki büyük endişelerimiz üzerinde gereken uyarılarda bulunuyoruz. Ancak, bildiğiniz gibi anayasal sistemimize göre, yürütme organı, sadece ikna etme gücüne sahiptir. Bu tasarılar üzerindeki nihai karar ve hareket Kongre’nin elindedir. Bununla beraber şunu da vurgulamak isterim ki, bu tür kararlar ancak Kongre’deki bir görüşü yansıtır. Onların alacağı karar ne olursa olsun, bu yönetimin Türkiye’ye karşı politikasını kesinlikle değiştiremez ve değiştirmeyecektir de. Kararlara karşı azimli muhalefetimizi de etkilemeyecektir”262 demiştir.

ABD Kongresi’nde beklemekte olan Ermeni tasarılarından ilk olarak, Robert Roe tarafından sözde soykırım iddialarıyla ilgili olarak hazırlanan H.J.R.37 sayılı tasarı çok az sayıda destek sağlayabildiği için Kongre’ye sunulma şansını yitirmiştir263. 192 sayılı tasarının haricindeki diğer tasarılar da H.J.R. 37 sayılı tasarı gibi yeterli sayıda destek sağlayamamışlar bu nedenle de sadece 192 sayılı tasarı Kongre’ye sunulabilmiştir264. California üyesi Anthony Lee Coelho tarafından hazırlanan ve 24 Nisan’ın “insanın insana hunharlık günü” olarak anılmasını öngören yasa tasarısının 21 Mayıs 1985 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi’ne getirilmesi ile ilgili olarak, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, söz konusu tasarının ABD Temsilciler Meclisi’nden geçmesini engellemek amacıyla Reagan Yönetimi nezdinde gerekli bütün uyarıların gerek Ankara gerek Washington’da en üst düzeyde yapıldığını bildirmişler, ABD

261 “Tasarı Sayısı Dörde Çıktı; ABD Kongresi’nde Ermeni Furyası”, Milliyet, 3 Mayıs 1985, s.5. 262 “Türkiye, ABD İçin Büyük Kazanç”, Milliyet, 30 Mart 1985, s.9 263 “Ermeni Tasarısı Kongre’de”, Milliyet, 26 Nisan 1985, s.12. 264 “Bill Summary & Status 99th Congress (1985–1986)” (Çevrimiçi) http://thomas.loc.gov/bss/d098query.html, 15 Aralık 2005.

203 Büyükelçiliği çevreleri de Reagan Yönetimi’nin Kongre’deki bu gelişmeyi engellemek amacıyla elinden gelen bütün çabayı sarfettiğini bildirmişlerdir265. Başkan Reagan Amerikan Yönetiminin, Kongre’nin 192 sayılı karar tasarısı ile ilgili tutumunu onaylamadığını belirterek: “Bunun son derece hassas bir konu olduğunu kabul ediyor ve 1915’teki üzücü olaylar sırasında tüm acı çekenlerle aynı duyguları paylaşıyorum. Bu arada, Türklerle Ermeniler, bunca yıl aralarındaki uzlaşmazlığı halledemedikleri için üzülüyorum. Ancak her şeye karşın teröre karşıyım.” “…böyle tasarıların Ermeni teröristleri Türklere ve Amerikalı Türklere yönelik saldırılarında yüreklendirebileceği konusunda kaygılıyız. Ayrıca önemli bir müttefikimizle ilişkilerimizi zedeleyebilecekleri için de bu tasarıya karşıyız. Türk halkının, hükümet sistemimizde yürütme organlarının yalnızca Kongreyi ikna edebileceğini ve Kongre’nin kararlarını denetleyebileceğini anladığını ümit ediyorum. Bunun için, bu kararlar, Kongre tarafından onaylandığı takdirde, yalnızca Kongre’nin görüşünü ortaya koyarlar. Benim Türkiye’ye karşı politikam ya da uluslararası terörizme karşı mücadele konusundaki kararlılığımı değiştiremezler”266demiştir.

Konu ile ilgili olarak ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada da, yüzyılın başlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Türkiye’nin doğusunda meydana gelen ve Ermenilerle birlikte pek çok kişinin ölümüne neden olan olaylardan büyük üzüntü duyulduğu, ancak Amerika’nın olayların niteliğini tayin edecek durumda olmadığı belirtilmiştir.267 ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan sözde Ermeni soykırımı tasarısının oylanması çabaları yoğunlaşırken, ABD’nin 25 Eyaleti ve Washington’da bulunan üniversite öğretim kurumlarında görevli toplam 69 bilim adamı, ortaklaşa bir bildiri yayınlayarak, tasarıya karşı olduklarını açıklamışlar ve milletvekillerine tarihi bir hata işlememeleri için uyarıda bulunmuşlardır268. Nitekim ABD Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülmesi beklenen tasarı, son anda ertelenmiş, Kongre çevreleri, “Ermeni soykırımı” tasarısının Haziran ayı içinde belirsiz bir tarihe bırakıldığını, tasarıyı hazırlayan milletvekillerinin önceden kararlaştırdıkları tarihte tasarıyı gündeme getirmekten vazgeçtiklerini bildirmişlerdir. Kongre çevreleri erteleme kararında Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komisyonu’nun rol oynadığını belirtmişler, Komisyonun başkan ve üyelerinin söz konusu tasarının ertelenmesi için milletvekilleri üzerinde yaptıkları tavsiye yollu çalışmaların etkili olduğunu ifade etmişlerdir269.

265 “Soykırım Tasarısı ABD’de Oylanıyor”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 1985, s.1,6. 266 “Tuna Köprülü’nün Reagan’la Söyleşisi”, Hürriyet, 31 Mart 1985, s. 1,5. 267 “Ermeni Tasarısı Haftaya Kaldı”, Milliyet, 27 Nisan 1985, s.7. 268 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:17, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1985, s.25. 269 “ABD Kongresi Soykırım Tasarısını Erteledi”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 1985, s.8.

204 ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesi üyeleri 27–31 Mayıs tarihlerinde Türkiye’ye gelerek, Ankara’da Başbakan, Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve TBMM Başkan Vekili ile temaslarda bulunmuşlardır270. Türkiye’deki temaslarını tamamlayan ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesi üyeleri İstanbul’dan Ermeni Karar Tasarısını Meclis’ten geçirmeyecekleri vaadi ile ayrılmışlardır. Türkiye’ye seyahatlerinden önce söz konusu karar tasarısını imzalamış olan komite üyelerinden Melvin Price, Albert Bustamente ve Marvin Leath’in bu vaadi, Türk tezi açısından kayda değer bir gelişme olarak nitelendirilmiştir. Melvin Price, Türk kamuoyunun 192 sayılı Ermeni Karar Tasarısı konusundaki hassasiyetini sempatiyle karşıladıklarını belirtmiş:

“Yeryüzündeki tüm soykırımları lanetliyorum. Bunun aksi mümkün değildir. Ancak, 1915’in Osmanlı İmparatorluğu ile ilgisi bulunmayan Türkiye’yi hedef alan bu karar tasarısına karşıyım. Nitekim Temsilciler Meclisi Başkanlığı’na bir mesaj göndererek bizim dönüşümüze kadar karar tasarısını görüşmemelerini önerdim. Döndüğümüzde mesai arkadaşlarımıza bu karar tasarısının Türkiye açısından önemini anlatarak geçmemesini sağlamaya çalışacağım. Böyle bir karar tasarısı geçse dahi, bizim muhalefetimiz bunun karar haline gelmesini önleyecektir”271 demiştir.

192 sayılı Ermeni Karar Tasarısı 4 Haziran 1985 tarihinde Temsilciler Meclisi’nde genel oya sunulmuş, Türk tarafının ve belirli ölçülerde Amerikan yönetiminin harcadığı yoğun çabaların neticesinde olumlu bir gelişme olarak, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun oturumunda 24 Nisan’ın “insanın insana zulmü ve Ermeni soykırımı kurbanlarını anma günü” olarak kabulünü öngören karar tasarısı geçmesi için gerekli olan 274 oya ulaşamayarak kabul edilmemiştir272.

3.4.2.1. 192 Sayılı Ermeni Karar Tasarısı, Oylanma Süreci 1985 yılında ABD Temsilciler Meclisi’nde 192 sayılı kararın görüşülmesi sırasında oldukça yoğun ve bir o kadar da dikkat çekici tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmalar, Ermenilerin lobicilik çalışmalarının Kongre içinde geldiği aşamayı göstermesi ve karar tasarısı ile ilgili olarak beyan edilen fikirlerde sözde Ermeni soykırımının nasıl desteklendiğinin görülmesi açısından önem taşımaktadır.

270 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:17, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Mayıs 1985, s. 29. 271 “ABD Temsilciler Meclisi Üyeleri: Ermeni Karar Tasarısını Meclisten Geçirtmeyeceğiz”, Cumhuriyet, 1 Haziran 1985, s.3. 272 “Ermeni Karar Tasarısı Temsilciler Meclisi’nde Reddedildi”, Cumhuriyet, 5 Haziran 1985, s.1,11.

205 Tartışmalar sırasında üzerinde en çok durulan konular, 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesi ve bunun 20.yüzyılın ilk soykırımı olduğu iddiaları olmuştur. Tartışmalar sırasında söz alan Temsilciler Meclisi üyesi John Joseph Moakley, 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesinin 20.yüzyılın ilk soykırımı olduğunu, bu olaylardan kurtulanların birçoğunun halen sağ olduğunu, bu insanların geçirdikleri sarsıntının büyük çapta unutulmuş olması nedeniyle yüzyıl boyunca diğer milletlerden insanların çeşitli soykırımlara maruz kaldıklarını ve Ermeni soykırımının yaşanmasının üzerinden henüz uzun bir zaman geçmeden Adolf Hitler’in 6 milyon Yahudi’yi imha ederken, “Bugün Ermenilerin yok edilmesinden kim bahsediyor” diyerek kurtulmaya çalıştığını söylemiştir273. Diğer bir konuşmacı Gene Taylor ise Moakley’in sözlerine karşı çıkarak, 192 sayılı kararın Türk-Amerikan ilişkilerini zedeleyebileceğini belirterek, bu hükmün bozulması temennisinde bulunmuştur. Böyle bir hükümle Türkiye Cumhuriyeti ile ittifak ilişkilerinin ve de ikili ilişkilerin yara alacağını ve kabul edilerek yürürlüğe girmesiyle de diplomatik bağların uyumunun bütünüyle bozulmasına yol açabileceğini belirten Taylor:

“… Türkiye, barış ve hürriyet için en önemli müttefiklerimizdendir. Ayrıca, Kuzey Atlantik İttifakı’nın en değerli üyelerindendir. Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk halkına karşı ortaya konulan bu karar, aynı zamanda Türk halkına karşı da bir saldırı niteliği taşımaktadır. Ayrıca bu karar Kongre için Ermeni asıllı Amerikalıları da onurlandıran bir yol değildir.…üzerinde durulması gereken önemli unsurlardan birisi de tasarıda Ermeni ve Türk halkları arasındaki anlaşmazlıklara çözüm olması gereken noktalar olması gerekirken böyle bir görüş metinde yer almamıştır. Hatta 192 sayılı meclis karar tutanağı, bazı tarihi olayları bir tarafın lehine olacak şekilde meclise getirmektedir… bu karar, bir ülkenin vatandaşlarına ve diplomatlarına karşı şuursuz bir teröre sebep olurken Kongre için böyle bir şeyi anmak anlamsızdır… Sadece öç almayı arzulayan bir esasa dayanan bu kararda eşitlik ve tarafsızlık yoktur. Bu kararın, 70 yıl önceki yaraları sarmaya yönelik çabaları da yoktur. Bu yönde, ABD Kongresi artık geleceğe bakmalıdır. Ama görülüyor ki bu karar, bu işlevi yerine getirememektedir”274 demiştir.

Taylor’dan sonra kürsüye gelen William Blaine Richardson ise, Türk Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın kendisini ziyaret ettiğini, Elekdağ’ın bu ziyarette kendisine bu konuda derin endişeleri bulunduğunu anlattığını ve Türkiye’nin ABD’nin değerli ve güvenilir bir müttefiki olduğunu söylediğini, ancak kendisinin bundan etkilenmediğini, birçok Ermeni dostu olduğunu ve de oyunu Ermeni dostlarından yana kullanacağını söylemiştir275.

273 US Congressional Record, December 12, 1985, s.H11921. 274 A.e. 275 A.e.

206 Richardson’dan sonra söz alan William Dickinson, Türkiye’nin NATO’nun önemli bir müttefiki olduğunu, Türkiye’nin Sovyetlerle 400 millik bir sınırı bulunduğunu ve Karadeniz de hesaba katıldığında bu sınırın 1200 mile çıktığını belirtmiş, ABD’nin bu bölgede üslerinin bulunduğunu söylemiştir. Türkiye’nin ABD’nin iyi bir müttefiki, dostu olduğunu belirterek, “bu hükmü bozmamız gerektiğini düşünüyorum” demiştir276. Dickinson’dan sonra sözü Robert Kenneth Dornan almış, oldukça ilginç bir açıklamada bulunarak:

“…Modern Türkiye’nin kahramanı ve Türklerin babası olan Atatürk’ün ülkesini, tam olarak 400 yıl mevcut olan Osmanlı Devleti’nin utancından kurtardığını ve 20.asra getirdiğini bana özel olarak görüştüğüm diplomatlar söylediler. Tarihe ilk defa 1 milyon kişi olarak geçen bu soykırımın gerçekleştirilmesine Osmanlıların müsaade ettiğini (Atatürk) Amerikan dergilerindeki röportajlarda açıkladı”277 demiştir.

Dornan’dan sonra konuşan Mark Deli Siljander de, 70 yıl önce bir soykırımın olduğunu, Ermenilerin öldüğünü, Türklerin öldüğünü, bunun tarihin kanlı bir dönemi olduğunu söylemiştir. Siljander, Meclisin, 1973 yılında Ermeni soykırımını ele alan bir yasayı Meclisten geçirerek kanunlaştırdığını, Senato mutabık olmaksızın Meclisin bunu 1984 yılında yine yaptığını anlatmış, Ancak o günlerden bugünlere çok şeylerin değişmiş olduğunu, Türkiye’nin inanılmaz bir hızda demokratikleştiğini, ABD’nin NATO’daki en stratejik ve güçlü müttefiki haline geldiğini, İran, Irak, Suriye, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği ile sınırlarının olduğunu, hepsinden önemlisinin de NATO Karargâhı ve ABD üslerinin durumunun olduğunu belirtmiştir. 1974 yılında Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu nedeniyle Türkiye’deki Amerikalıların neredeyse kovulduğunu söylemiş, bunun, Türkiye’nin müttefikleri olduğunu ancak ABD ne yaparsa yapsın Türkiye hep yanında olacaktır anlamına gelmediğini gösterdiğini belirtmiştir. 70 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu tarafından işlenmiş bir günahın Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilendirilmesinin Türkiye Cumhuriyeti’ne bir hakaret olduğunun fark edilmesi gerektiğini söylemiştir. O güne kadar 50’nin üzerinde Türk diplomatının Ermeni teröristlerce öldürüldüğünü ve bunun mevcut Türk Devleti’ne karşı açık bir hücum olduğunu belirtmiştir. Konunun tamamen politik olduğunu belirterek, Türkiye büyükelçisinin kendisine bu tasarının meclisten

276 A.e. 277 A.e.

207 geçmesi durumunda, iki ülke ilişkilerinin yaralanacağını anlattığını söyleyerek, bu tasarı için hayır oyu kullanılmasını istemiştir278. Siljander’den sonra Richard Henry Lehman konuşmuş, bu tasarının temel amacının 1,5 milyon Ermeni’nin soykırıma uğramasının ve bunun Kongre kayıtlarına geçirilmesinin sağlanmasından başka bir şey olmadığını belirterek, Ermenilerin 2500 yıldır oturdukları topraklardan kovulduklarını, bu dönemde Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun bu konuda kitap yazdığını ve Winston Churchill’in konuyla ilgili kayıtları tuttuğundan bahsetmiştir. Lehman ayrıca, Atatürk’ün soykırımın meydana geldiğini kabul ettiğini, hatta diğer Türklerce de kabul edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir. Lehman, Batı Almanya’daki III. Reich yönetiminin yaptıklarından bugünkü Alman Devleti’nin sorumlu olmadığını, aynı şekilde bugünkü Türk Devleti’nin de kendinden öncekilerin yaptıklarından sorumlu olmayacağını, Batı Almanya’nın soykırımı kabul ettiğini, yapanları suçladığını ve ABD ile ilişkilerine zarar verdiği hususunda herhangi bir protestoda bulunmadıklarını belirterek, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda ABD ile dostluk perdesinin arkasına sığındığını, bunun terk edilmesi gerektiğine inandığını söylemiştir279. Lehman’ın ardından kürsüye gelen New York milletvekili Fred J. Eckert, öncelikle bu kanun ve karara kesin olarak muhalefet ettiğini belirtikten sonra:

“Sayın Başkan, Kongre, bu gruba( Ermeni lobisi) bir jest olarak oldukça önemli bazı kararlar almaktadır. Ermeni soykırımı kararında karşımıza büyük bir bedel çıkarken, lehimize olan hiçbir yarar yoktur. Ermeni halkının 1915 ve sonrasındaki acılarını benimseyen bu yasada Osmanlı Türk İmparatorluğu’na karşı bir soykırım suçlaması yöneltilmektedir. Ancak, her şey soykırım suçlaması yapılacak kadar açık değildir. Bu dönemde kimin neyle suçlanacağına Kongre üyeleri değil tarihçiler karar vermelidirler ki, bu onların görevidir… Birçok Türk diplomatının da dâhil olduğu 50 den fazla Türk vatandaşı, Ermeni terörünün başlamasından itibaren geçen 11 yıllık süre içinde öldürülmüştür. Bu kararın yasalaşarak yürürlüğe girmesi Ermeni terörünü güçlendirecektir. Her cinayetten sonra Ermeniler, iddia ettikleri soykırımın kendilerini haklı çıkardığı iddiasında bulunmuşlardır. Bu karar aleyhindeki çabaları doğrultusunda Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ ölüm tehditleri almaktadır…”demiş, Başkanın bu kararın çok şiddetle karşısında olduğunu vurgulamıştır280.

Eckert ayrıca, Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Robert Strausz Hupe’un kısa bir süre önce yazdığı telgrafta, “Kendilerini ABD’nin müttefiki olarak gören Türk

278 A.e. 279 A.e. 280 A.e.

208 Hükümeti ve muhalefet üyeleri, bu kararın kabul edilip yürürlüğe girmesini ülkeye saldırı olarak görmektedirler” dediğini ve yeni bir açıklamasında, terörist kampanyanın soykırım konusunu, bütün Türkler için duygusal ve ulusal bir sorun haline getirdiğini, Türkiye’nin, NATO’nun ikinci büyük kara ordusuna sahip olduğunu ve Sovyetlerin Karadeniz üslerini Akdeniz’den ayıran boğazları koruduğunu, ABD’nin güvenliği için hayati önem taşıyan her türlü kolaylığı sağladığını belirttiğini, bu önemli işbirliğinin zarar görmesinin ABD’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmeyeceğini vurguladığını belirtmiştir281. Kongre’deki tartışmaların devamında, Taylor, Dickinson, Siljander ve Eckert’le benzer görüşte olan ve tasarının kabul edilmesi halinde Türk-Amerikan ilişkilerinin zedelenebileceğini savunan ve bu tasarı için hayır oyu verilmesini isteyen konuşmalar yapılmış, bu görüşlere karşıt görüşler ileri sürülmüştür. Eckert’den sonra kürsüye gelen Temsilciler Meclisi üyesi Carroll, Jr. Hubbard da Eckert ile benzer görüşler ileri sürmüş, Türkiye’nin stratejik önemine atıfta bulunmuş, Dışişleri Bakanlığının karara kesinlikle karşı olduğunu belirterek, yasa için hayır oyu verilmesini istemiştir282. Temsilciler Meclisi üyesi James Vear Hansen de tasarının ABD’ye faydasının ne olacağı yönünde, cevabını kendisinin hiçbir şey olarak verdiği bir soru sormuş, ABD’nin bundan zarar göreceğini söylemiştir. Tasarının yasalaşması ile birlikte iyi bir NATO müttefikinin kaybedileceğini, bunu ne Dışişleri Bakanı Shultz’un ne de yönetimin istediğini, bunun neden konuşulduğunu anlamadığını belirtmiştir283. Silahlı Kuvvetler Komisyonu üyesi Marjorie Sewell Holt da karar tasarısına oldukça karşı ve bu konuda Türkiye’yi destekleyen bir konuşma yapmıştır. Türkiye’nin bu karara büyük önem verdiğini, caddelerdeki insanların, taksi şoförlerinin, hemen herkesin bunu konuştuğunu söyleyen Bayan Holt konuşmasında,“… Önemli ve cesur müttefikimiz Türkiye’ye bir saldırı niteliği taşıyan bu tasarıyı kabul ederek kendimizi küçültürüz…”demiş, bu tartışmayı tarihçilere bırakmak gerektiğini belirtmiştir. Holt, geçen 11 yıl içinde dünyanın değişik yerlerinde 50’nin üzerinde Türk diplomatını öldüren Ermeni terör örgütlerine

281 A.e. 282 A.e. 283 A.e.

209 yardım eden bu kararı görüşmenin kendileri için sorumsuzluk ve dikkatsizlik olacağını vurgulayarak, “…Biz bu çirkin tasarıyı ele almayı bırakmalı ve müttefikimiz Türkiye’yi desteklemeliyiz…”demiştir. Holt, konuşmasının sonunda, Türkiye’nin hür dünyanın düşmanı olmadığını, hür dünyanın savunucusu olduğunu, NATO ittifakının güneydeki dayanak noktası olduğunu ve ABD’nin çıkarları ve güvenliği için önemli bir ülke olduğunu söyleyerek, Meclisin bu kararı bozmasını istemiştir284. Temsilciler Meclisi üyesi James Andrew Courter ise konuşmasında bu tasarıya neden karşı olduğunu açıklarken, “…eğer bu bütün soykırımları içeren bir kararsa, neden bütün soykırımları içermiyor…” diyerek, bunun belli bir kitleyi hedef aldığını ve haksızlık olduğunu söyleyerek, karara “hayır”diyeceğini belirtmiştir285. California Milletvekillerinden Robert Edward Badham, tasarının kabul edilmesiyle kimin kaybedip, kimin kazanacağının tartışmasının yapıldığını söyleyerek:

“…Kimin kazanmayacağını söyleyeyim. Amerikalılar kazanmayacak, Ermeni asıllı Amerikalılar da, Türk asıllı Amerikalılar da kazanmıyor. Tek kazanan, NATO üyesi ve demokratik bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir parçasını Sovyetleştirmek isteyen Ermeni terörist örgütlerdir…”286 demiştir.

Badham, Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın, Ermeni soykırımının tanınmasına karşı koyma gayretlerini suç olarak nitelendirdiğini, Dışişleri Bakanı’nın, Washington’daki Türk Büyükelçisi Şükrü Elekdağ ve dostlarının bu nedenle çifte suçlu olduklarını ve kendilerinden öncekilerle aynı akıbete, terörist katliyle ölüme layık olduklarını söylediğini açıklamıştır. Badham, söz konusu tasarının kabulü ile, ne özgürlüğün, ne hayatta kalanların, ne Türk asıllı Amerikalıların, ne Ermeni asıllı Amerikalıların, ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanmayacağını, tek kazananın güvenilir bir müttefike zarar vermek isteyen Ermeni terörist örgütler olacağını söylemiştir. Badham, Meclisin, Türkiye’yi Ermeni halkını sistemli bir soykırıma uğratmakla suçlayan 192 sayılı ortak kararının geri çekilmesini gerektiğini söyleyerek, “…iddia edildiği gibi Ermeni halkına yönelik böyle bir kampanya olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur…”demiştir. Türkler, Ermeniler, Kürtler

284 A.e. 285 A.e. 286 A.e.

210 ve Araplar gibi 3 ila 4 milyon arasındaki Osmanlı sivil vatandaşlarının ölümlerinin sebeplerinin, konvansiyonel ve gerilla savaşları, açlık, hastalık ve Osmanlı otoritesinin yıkılması olduğunu söylemiştir. Badham:

“1915 ve 1923 arasındaki korkunç olaylar nedeniyle o dönemde henüz var olmamış Türk halkı ve Türk Devleti’ni suçlamak yanlıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri arasından doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuyla ilgisi yoktur. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’yi şimdi bir parçası ve önemli bir üyesi olduğu, demokratik ülkelerin oluşturduğu Batı toplumuna katmıştır. Türk askerleri Kore’nin özgürlüğünün savunulmasında bizim askerlerimizin yanında savaşarak ölmüşlerdir. Yine Türkiye, Alman soykırımından kaçan Yahudi mültecilere sığınma hakkı tanımış olan pek az ülkeden birisidir…” 287demiştir. Türkiye’nin ABD ile olan yakın ilişkilerinden dolayı, birçoklarınca Türk Hükümetinin ayağının kaydırılmak istendiğini, Ermeni teröristlerin, bu karar tasarısının geçmesiyle birlikte Türk-Amerikan ilişkilerinin zayıflayacağını ümit ettiklerini, bu teröristlerin ABD de dâhil bütün Batı dünyasında şiddet hareketlerini gerçekleştirdiklerini, çoğunluğu diplomat olan ve Türkiye’nin Batı dünyası ile bağlarını sürdürmesine çalışan 50’den fazla Türk’ün öldürüldüğünü, ayrıca Amerikalıların da hedef alınarak öldürüldüğünü vurgulayarak hem sadık bir müttefik olan hem de evlatları Kore’de Amerikan askerleri ile birlikte hayatını kaybeden Türkiye’nin bu kararla kınanmasına imkân vermenin ahlaksızlık olacağını söylemiştir288. Yine Temsilciler Meclisi üyelerinden Bateman da tasarının kabul edilmemesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir289. Konuşma yapan Temsilciler Meclisi üyeleri, Mario Biaggi ve Sedgwick William (Bill) Green ise, kararın Meclisten çıkmasının, gelecekte diğer benzer olayları önleme konusunda tek yol olduğunu söylemişler, Temsilciler Meclisi üyesi Daniel Edward Lungren, Daniel Robert Glickman, Edwin Van Wyck Zschau, Carlos John Moorhead ve Edward Farell Feighan da tasarının kabul edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir290. Temsilciler Meclisi’nin Alt Komisyonunda yapılan bu görüşmelerden sonra, tasarı üzerinde bütün meclisin bir komisyon olarak çalışıp çalışmayacağı konusunda bir oylamaya gidilmiştir. Yapılan elektronik oylama sonucunda, 263 evet, 156 hayır

287 A.e. 288 A.e. 289 A.e. 290 A.e.

211 oyu çıkmış, 14 kişi oylamaya katılmamıştır. Son anda Temsilciler Meclisi üyesi John Sidney McCain “evet” oyunu “hayır”a, yine Robert Kenneth Dornan “hayır” oyunu “evet” e çevirmiştir. Başkanlık Makamı, 192 sayılı ortak kararın görüşülmesi için bütün Meclisin bir komisyon olarak birlik halinde çalışması gerektiği yönündeki kararını açıklamıştır291. Komisyon halinde toplanan Mecliste yapılan görüşmelerde benzeri tartışmalar yaşanmıştır. Ancak tartışmaların haricinde, konuşma yapan üyeler tarafından sunulan bazı telgraf ve mektuplar dikkat çekicidir. İlk olarak New York Milletvekili Stephen Joshua Solarz yaptığı konuşmada, bir süre önce Meclisin her üyesine Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu ve Ortadoğu alanında önde gelen akademik uzmanlar tarafından imza edilen bir telgraf gönderildiğini, imzaların saygın akademisyenleri içerdiğini, Bütün ülkedeki en seçkin uzmanlardan Princeton Üniversitesi’nden Bernard Lewis’in, ayrıca Columbia Üniversitesi’nden Dr. J.C. Hurewitz’in bu imzalar arasında yer aldığını söyleyerek gönderilen telgraftan iki paragrafı okumuştur:

“…Aramızdaki hiç kimse Ermenilerin acılarını küçümsemeyi arzulamamaktadır. Bu olay, bu bölgedeki yerleşik Müslümanların başından geçen acı olaylardan ayrı düşünülemez. Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu ve civarında Müslüman ve Hıristiyan düzensiz güçlerce yapılan katliamların hastalık, açlık ve ıstıraplarla karmaşıklaşması sonucunda, toplumlararası savaş konusu oluşturan noktalar açıklığa kavuşturulmuştur. Bölge geçen on yıllık sürede Lübnan’da devam eden olaylardan farklı olmayan bir savaşa sahne olmuştur. Bölgede Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasındaki savaşlarda ölü sayısı çok fazladır. Fakat tarihçilerin savaşanlar ve masum insanlar arasındaki sorumluluğu ayırabilmelerinden önce ortada kalan husus açıklığa kavuşturulmuştur. Osmanlı Ermenilerinin tarihçesi Meclisin 192 sayılı kararıyla somutlaştırılan tarihsel varsayımlarla uyuşmamaktadır. Bu kararı geçirmeye çalışmakla, yasalaştırmakla Kongre, tarihsel bir sorunun doğru yanını saptamaya yeltenmektedir. Tarihsel açıdan sorgulanabilir yönleri olan böyle bir karar, sadece dürüst bir tarihsel araştırmanın amaçlarına ve Amerikan yasama sürecinin güvenilirliğine zarar verir…”

Telgrafın iki paragrafının okunmasından sonra Solarz, Ermeni halkının acılarını paylaştığını, sayısız Ermeni’nin, bu kararda belirtilen sürede zalim ve barbarca davranışlarla öldürüldüklerini, ama aynı şekilde, sayısız Türk ve Müslüman’ın da zalim ve barbarca davranışlarla öldürüldüklerini söylemiştir. Solarz, bu karardaki sorunlardan birinin Ermenilere yapıldığı iddia edilen bu hadisenin soykırım olup olmadığı, olduğunu söyleyerek, sistematik olarak bir ırkın yok edilmesi demek olan soykırım ile zamanın başlangıcından beri gerçekleşen öldürme

291 A.e.

212 olayları arasında fark olduğunu belirtmiştir. Sözü edilen iki husus arasında fark olduğunu ve Osmanlı Ermenileri konusunda herhangi bir kanıt bulunmadığını, aynı şekilde pek çok Türk ve Müslüman’ın da bu dönemde öldürüldüklerine dair bir işaret bulunmadığını, bu nedenle kararın kabul edilmesinin çok zor olduğuna inandığını söylemiştir. Solarz, son olarak, 20. yüzyılın ikinci on yılında Ermenilere yapıldığı iddia edilen ve soykırım denilen bu kararın kabul edilmesinin doğru olmadığını, Ermenilerin başına gelen olayları meslektaşlarıyla birlikte kınadığını, ancak kararda soykırım olarak belirtilen hadiselerin belirsizlikler içerdiğini, bu kararın kabul edilmesi ile ittifakın değerli bir üyesi ile ilişkilerin zedeleneceğini ve Amerika’nın Doğu Akdeniz’deki hayati stratejik çıkarlarının tehlikeye gireceğini söylemiştir292. California Milletvekili Robert John Lagomarsino ise bu karara red oyu verilmesi gerektiğini söyleyerek, sırasıyla Dışişleri Bakanı Shultz’un ve ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Elekdağ’ın mektuplarını okumuştur293. Shultz mektubunda, Yönetimin 192 sayılı ortak karara çok güçlü bir şekilde karşı olduğunu belirtirken, bu kararın kabulünün, ABD’nin terörizmle mücadele konusundaki çabalarını zayıflatacağını ve yine ABD- Türkiye ilişkilerinin büyük ölçüde zarar göreceğini söylemiştir. Shultz, Türk milletinin soykırımdan suçlu olduğu kabulünü sağlamayı amaçlayan teröristler tarafından 50’den fazla Türk diplomat ve Amerikan vatandaşının öldürüldüğünü, bu teröristlerin soykırıma itiraz edenleri tehdit ettiklerini vurgulayarak, bu kampanya nedeniyle Türklerin, duygusal ve milliyetçi hale gelmiş olduklarını, bu kararın kabul edilmesinin Türkiye’de ABD’ye karşı bir tepki oluşturacağını söylemiştir. Shultz mektubunda ayrıca kararla ilgili tartışmalarda kararın karşısında olan pek çok üyenin atıf yaptığı Türkiye’nin stratejik önemine de değinerek, Türkiye’nin Kore’de ABD ile birlikte savaşmış, güvenilir bir NATO müttefiki ve NATO’nun ikinci büyük kara ordusuna sahip ülkesi olduğunu, Sovyetlerin Karadeniz üslerini, Akdeniz’den ayıran Boğazların bekçisi olduğunu ve ABD’nin güvenliği için büyük önem taşıyan askeri ve diğer imkânları sağladığını belirterek, Ankara ile Türkiye’deki üslerin geleceği konusunda görüşmeler yapıldığı bir zamanda, bu ilişkiye zarar vermenin çıkarları aleyhine olduğunu söylemiştir. Shultz, mektubunun sonunda, Türkiye ve Ortadoğu

292 A.e. 293 A.e.

213 araştırmaları üzerine çalışan 60’dan fazla saygın akademisyenin 192 sayılı kararla ilgili tereddütlü konuları araştırdıklarını, bu karara karşı çıkmak için güçlü nedenlerin olduğunu belirterek, kararın bozulması hususunda yardım rica etmiştir294. Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ da mektubunda, Meclisin 192 sayılı Ortak Kararının birçok Kongre üyesi tarafından kabul edilmesinin kendisini çok üzdüğünü, bu üyelerin, “İnsanın İnsana Zulmünü Anma Ulusal Günü” olarak adlandırılan ve yanlış bir şekilde Ermenilerin 1915 soykırımı kurbanı olduklarını onaylayan bu kararın neyi ifade ettiğini bilmediklerini söylemiştir. Meclisin 192 sayılı Ortak Kararı ile ilgili olarak Türk halkının olumsuz duygular içinde olduğunu, Ermeni teröristler tarafından öldürülen diplomatların, uluslararası hoşgörüyü geliştirme konusunda yetiştirilmiş olduklarını, geçen onbir yıl içinde 50’den fazla Türk vatandaşının öldürüldüğünü, her cinayetten sonra Meclisin 192 sayılı Ortak Kararında olduğu gibi, teröristlerin öç alma bahanelerini açıkladıklarını belirtmiştir. Elekdağ, Türkiye’nin denizaşırı temsilcileri ve ABD’deki temsilcileri arasındaki kurbanlarının sayısının diğer ülkelere nazaran oldukça fazla olduğunu vurgulayarak, ABD Hükümeti’nin terörizme son verme çabalarını arttırdığı bir zamanda, Kongresi’nin, bu kararın kabul edilerek yürürlüğe girmesini görüşmesi ve uluslararası terörizm türlerinden en kötülerinden birisine moral desteği kazandırmasının ilginç olduğunu söylemiştir. Elekdağ mektubunun sonunda, Türk halkının ABD Hükümeti ve Kongresi’ne doğrunun ve adaletin taraftarı olarak baktığını, ancak, Türk siyasi liderlerinin seçmenlerine, ABD Kongresi’nin Türk halkını haksız bir şekilde suçlu çıkardığını ve yalanı doğru kabul ettiğini bildirmekten başka bir yollarının kalmadığını söyleyerek, iki ülkenin çıkarları ve gerçek adına bu karara karşı oy kullanılmasını rica etmiştir295. Mektupların kayda geçirilmesinden sonra, kararın aleyhinde ve lehinde bir dizi konuşma gerçekleşmiş, sonrasında ise, 192 sayılı ortak karar için değişiklik önergeleri verilmiştir. Yapılması istenen değişikliklerde dikkati çeken hususlar; Michigan Milletvekili William David Ford’un, bunun Türkiye Cumhuriyetini kınamak için bir girişim olmadığını vurgulayarak, Osmanlı Türk İmparatorluğu yerine, Osmanlı İmparatorluğu ibaresinin koyulduğunu açıklaması; Utah Milletvekili

294 A.e. 295 A.e.

214 James Vear Hansen’in, eğer böyle bir karar yasalaşacaksa, tarihteki bütün soykırımları ifade etmesi gereğinin üzerinde önemle durması ve diğer konuşmacıların, belirtilen bu ana temalar üzerinde yoğunlaşması olmuştur296. Sunulan değişiklik önerileri ve bunlar üzerine yapılan tartışmaların ardından, Meclis Başkanı, karar için kayıtlı oylamaya geçmiş, yapılan elektronik oylama sonucunda, 206 evet, 213 hayır oyu alınmış, 13 kişi ise oy kullanmamıştır. Sonuç olarak, karar tasarısı reddedilmiştir297. “İnsanın İnsana Zulmünü Anma Ulusal Günü” olarak sunulan 192 sayılı tasarıdan Ermeniler lehine bir sonuç çıkmamıştır.

3.4.2.2.Tasarının Reddi Karşısında Türkiye’nin Tutumu Türk kamuoyunda büyük bir hassasiyet oluşturmuş olan 192 sayılı sözde Ermeni Soykırımı karar tasarısının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda kabul edilmemesi memnuniyetle karşılanmış ve oylama öncesinde ABD Yönetimince karar tasarısının reddine ilişkin olumlu yöndeki çabalar Türk hükümetince takdir edilmiştir. Tasarının reddini olumlu bir sonuç olarak değerlendiren Dışişleri Bakanlığı kaynakları, bu sonucun alınmasında Temsilciler Meclisi’nin mantık, gerçekçilik ve aklıselimle davranan üyelerinin katkıları olduğunu vurgulayarak, bu konuda:

“Ancak sorumsuz unsurlarca yalana ve birtakım sahte belgelere dayanılarak maksatlı bir şekilde ve tarihi gerçeklere aykırı olarak ortaya atılan tutarsız iddialar çerçevesinde Türkiye’ye karşı yürütülmekte olan hasmane bir kampanyanın uzantısı olarak tekrar tekrar Kongre’ye sunulan bu karar tasarısının dost ve yakın bir müttefik ülkenin Meclisi’nde taraftar topluyor olması, yine de düşündürücü bir gelişme teşkil etmektedir. Ortaya çıkan bu durum şüphesiz bütün unsurları ile değerlendirilmektedir.”demişlerdir298. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu da, Ermeni soykırımı ile ilgili karar tasarısının ABD Temsilciler Meclisinde kabul edilmemiş olmasının memnuniyet verici olduğunu belirtmiş, tasarının bu kadar oy toplayabilmiş olmasını ise “düşündürücü” olarak nitelendirmiştir. Halefoğlu, karar tasarısının Temsilciler Meclisi’nde kabul edilmemesiyle ilgili olarak:

“Temsilciler Meclisinde sözde soykırım ile ilgili tasarının kabul edilmemiş olması memnuniyet vericidir. Ancak, tarihi gerçekleri saptıran böyle bir tasarının bu kadar oy toplayabilmiş olması dahi düşündürücüdür.

296 A.e. 297 A.e. 298 “Ankara: İlk Bakışta Olumlu Sonuç”, Hürriyet, 6 Haziran 1985, s.3.

215 Türkiye’ye geçenlerde gelip Türkiye’deki durum ve bu konuda Türk milletinin haklı hassasiyetini anlamış olan Silahlı Kuvvetler Komisyonu üyelerinin bu yolda sarfettikleri gayretlerin, tasarının reddine etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Türkiye’ye gelip memleketimizi görenlerin, görmeden karar verenlerden daha doğru hareket ettiklerini göstermektedir”299 demiştir.

3.4.3. Soykırım İddiaları–1986 ve 1987 Yılları Gelişmeleri Ermeni lobisi, 1985 yılında sözde Ermeni soykırımının tanınmasına yönelik girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra da, benzeri çalışmalarını devam ettirmiştir. Ermeni soykırımı iddialarına destek veren Kongre üyeleri, 1986 yılında da ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosunda, konu ile ilgili konuşmalar yapmışlardır. 8 Nisan 1986’da Senato’da, 3 Nisan’ın, hayatları boyunca özgürlük için mücadele eden Ermenileri onurlandırma günü olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915’te bütün Ermenilerin Anadolu’dan Suriye çöllerine zorla sürüldüğünü ve 1915 ile 1923 arasında tahminen 1,5 milyon Ermeni’nin Türklerin elinde öldüğünü iddia eden konuşmalar yapılırken300, 22 Nisan 1986’da da Senato ve Temsilciler Meclisi’nde “Ermeni Şehitlerini Anma Günü” konulu konuşmalar gerçekleştirilmiştir. Senato’da gerçekleştirilen konuşmalarda, Başkan Reagan ve öncesindeki Amerikan Başkanlarının konuyla ilgili, Ermenileri destekleyen türdeki açıklamaları örnek olarak verilirken301, Temsilciler Meclisi’ndeki konuşmalarda da, 1915–1923 yılları arası Amerikan gazetelerinde sözde Ermeni soykırımı ile ilgili çıkan haberlere yer verilmiş, ayrıca, Şubat ayı içersinde Senato tarafından onaylanan Soykırım Anlaşması’na atıfta bulunularak, bunun sembolik olduğu ve gelecek soykırımları önleyemeyeceği, ancak, soykırımcılara, dünyanın kendilerini cezalandırmaya hazırlandığı yönünde bir mesaj verdiğini söylemişlerdir302. 30 Nisan’da Temsilciler Meclisi’nde Massachusetts Milletvekili Joseph D.Early tarafından yapılan konuşmada ise, 24 Nisan tarihi tarihteki karanlık bir gün olarak değerlendirilirken, 192 sayılı karar tasarısının yapılan oylamada kabul edilmediği 12 Eylül 1985 tarihi de aynı şekilde karanlık bir gün olarak nitelenmiştir303.

299 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Sayı:18, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Haziran 1985, s.13– 14. 300 US Congressional Record, April 8, 1986, s.S3901. 301 US Congressional Record, April 22, 1986, s.S4628. 302 US Congressional Record, April 22, 1986, s.H2101. 303 US Congressional Record, April 30, 1986, s.E1470.

216 Ermeni lobisi tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda, ABD Kongresi’nde “Ermenileri Anma Günü” ile ilgili olarak konunun 23 Nisan 1987’de Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nda gündeme alınması sağlanmıştır. 138 milletvekilinin imzasını taşıyan, 1988’den itibaren her yıl 24 Nisan’ın 1915–1923 yılları arasında yapıldığı iddia edilen Ermeni Soykırım Günü olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ulusal yıldönümü statüsünde anılmasını öngören, 1,5 milyon Ermeni’nin Osmanlı İmparatorluğu döneminde işlenen soykırımın kurbanları olduğunu öne süren ve söz konusu soykırımın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından önce yapıldığını özellikle vurgulayan 132 sayılı tasarı, ABD Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nun 22 Nisan 1987 tarihli toplantısında 4’e karşı 18 oyla kabul edilmiştir304. Tasarının Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nda kabul edilmesi üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İnal Batu, “Amerikan yönetiminin üzerine düşeni yaptığına dair kesin belirtilerin mevcut olmasını arzu ederdik”305 diyerek, ABD yönetimine, kararın kabul edilmesi karşısında Türk hükümetinin sitemini iletmiştir. Batu ayrıca, “ABD Kongresi’nde çeşitli konularda çok sayıda kararın çıktığı, bunların bir önem taşımadığı gibi ifadelerle Türkiye’yi yatıştırmak isteyenler vahim bir yanılgı içindedirler” sözleri ile de, bir süre önce yaptığı bir açıklamada, “Tasarı Kongre’den geçtiği takdirde, Türkiye bunu büyütmemelidir. Tasarının Kongre’den geçmesi dünyanın sonu demek değildir. Tasarının kabulü terörist saldırılara sempati duyulduğu anlamına gelmez”306 diyen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle’e ve onun nezdinde, Ankara’ya verdiği mesajlarda, “tasarıya taşıdığından daha fazla ağırlık atfedilmemesini”307 isteyen ABD yönetimine bir gönderme yapmıştır. 132 sayılı tasarının Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nda kabul edilmesinin ardından ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama yapılmış, Reagan yönetiminin Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nda kabul edilen Ermeni tasarısına karşı oldukları vurgulanmış ve tasarıyı önlemek için her yola başvurulacağı bildirilmiştir. Dışişleri yetkilileri,

304 “Ermeni Tasarısı Komisyondan Geçti”, Cumhuriyet, 23 Nisan 1987, s.1,12. 305 “Dışişleri: Yönetim Gerekeni Yaptı mı?”, Cumhuriyet, 24 Nisan 1987, s.1,13. 306 “ABD ile Ermeni Krizi”, Cumhuriyet, 5 Nisan 1987, s.1. 307 A.e.

217 Ermeni tasarısına karşı olan tavırlarını sürdürürken, bu tasarının Temsilciler Meclisi ve Senato Genel Kurullarında gerçekleşmemesini sağlayacakları umudunda olduklarını belirtmişlerdir. Dışişleri yetkilileri yaptıkları açıklamada ayrıca, Dışişleri Bakanı Shultz’un Ermeni tasarısının kabulünü önlemek için, komisyon toplantısından önce komisyon üyeleriyle bizzat görüştüğüne de işaret etmişler, tüm yasa ve karar tasarılarının genel kurula inmesini düzenleyen tüzük komisyonunun da Ermeni tasarısını sonsuza dek bekletebileceğini söylemişlerdir. Yine Dışişleri yetkilileri, Kongre Başkanı Jim Wright’ın da Ermeni tasarısının genel kurulda oylanmasını geciktirme yetkisine sahip olduğunu vurgulamışlardır. Türkiye’nin Ermeni tasarısına karşı tepkisini anlayışla karşıladıklarını belirten ABD Dışişleri yetkilileri, Ermeni tasarısına yalnız Türkiye gibi yakın bir müttefikiyle olan ilişkilerine verdikleri değer açısından değil, Türk diplomatlarını hedef alan ve ABD’de 4 Amerikan vatandaşının yaşamına kasteden Ermeni terör eylemleri açısından da şiddetle karşı olduklarını vurgulamışlardır308. Komisyondan geçen Ermeni tasarısı ile ilgili olarak Başbakan Özal, bir yandan tasarının Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’ndan geçmesinin bir şey ifade etmediğini, daha birçok sürecin olduğunu, veto hakkının olduğunu, Ermeni tasarısı için ABD Başkanı’nın veto yetkisini kullanıp kullanmayacağına bakmak gerektiğini söylerken309, diğer yandan, ABD Başkanı Ronald Reagan’a bir mesaj göndererek, Yönetimi, ABD Kongresi gündemindeki 132 sayılı Ermeni tasarısı konusunda uyarmıştır310. Özal tarafından ABD Yönetimi’ne gönderilen uyarı mesajı, ardından dönemin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın Ankara’ya çağrılması ve de Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ABD’ye planlanan ziyaretini ertelemesi üzerine, kendisiyle yapılan bir röportajda ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle, Ermeni karar tasarısı gibi sorunlardan birçok Amerikalının da hoşnut olmadığını, Türkiye’nin bu sorunların Amerika ile ilişkinin azaltılarak çözüleceğini sanmasının

308 “ ABD Yönetimi: Ermeni Tasarısına Karşıyız”, Cumhuriyet, 24 Nisan 1987, s.13. 309 “Özal: Reagan Veto Kullanacak mı Ona Bakmalı”, Cumhuriyet, 24 Nisan 1987, s.1,13. 310 Sedat Ergin, “ABD’ye Uyarı”, Cumhuriyet, 26 Nisan 1987, s.1.

218 çok büyük hata olacağını, ancak bu sorunları çözerek rahat edilebileceğini söylemiştir311. 18 Haziran 1987 tarihinde Avrupa Parlamentosu, “Ermenilere karşı 1915– 1917 yılları arasında gerçekleştirilmiş trajik eylemlerin, BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948’de tanımladığı biçimde bir soykırım” olduğunu kabul eden bir karar almıştır. 1915 “Ermeni Tehciri” olayını bir “soykırım” olarak tanımlayan Avrupa Parlamentosu, bu soykırımı Türk hükümetinin resmen tanımasını istemiştir312. “Ermeni soykırımı” ile ilgili bir tasarının ABD Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’ndan geçmesinin akabinde, Avrupa Parlamentosu tarafından böyle bir kararın alınması, Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını arttırmıştır. Çünkü Avrupa Parlamentosu tarafından alınan bu karar ile soruna ilişkin olarak Ankara’nın resmi tezleri ilk kez uluslararası bir platformda tamamen reddedilmiş oluyordu. Ayrıca, yine ilk kez “soykırım” teriminin bir uluslararası forumda meşrulaştırılmasıyla, alınan karar, Ermeni tezlerinin gelecekte Birleşmiş Milletler ve ABD Kongresi’nde de destek bulması için önemli bir ilk adım oluyor, bir emsal oluşturuyordu. Karara Türk hükümetinin tepkisi oldukça sert olmuştur. Strasbourg’da Türkiye’nin AT temsilciliği tarafından dağıtılan hükümet açıklamasında:

“Avrupa Parlamentosu tarafından sözde Ermeni sorunuyla ilgili olarak kabul edilen karar tasarısı, ırkçı içerikli ve yanlı bir tasarıdır. Siyasi komisyonun daha önce bu konuda yetkisiz olduğunu resmen kabul etmiş olması da göz önüne alındığında, karar tarafımızdan infialle karşılanmıştır. Bu kararla Avrupa Parlamentosu adeta bir tarih mahkemesi gibi hareket etme, kin ve taraf tutma yolunu seçmiş bulunmaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun ne bir mahkeme ne de bir tarih akademisi olmadığı görüşünden hareket eden siyasi grupların birçoğu, oylamaya katılmayı reddetmiş bulunmaktadırlar. İnsan hakları savunuculuğunu kimseye bırakmayan bu saygıdeğer müessesenin, bazı militanların mantıksız taleplerine boyun eğmesini ve sorumsuz şekilde geçmişteki Ermeni tedhişine özür ararken, gelecekteki talihsiz girişimlere de destek sağlamış bulunmasını esefle karşılıyoruz. Küçük bir azınlığın oylarıyla alınmış olan bugünkü sonuç, günümüz Türk toplumunun, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da cereyan etmiş, dolayısıyla tarihe malolmuş olaylarla ilgili yargılarını güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Türk hükümeti bu kararı infialle reddeder “313denilmiştir.

311 “Ufuk Güldemir’in Richard Perle İle Söyleşisi”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 1987, s.8. 312 “Ağır Karar”, Cumhuriyet, 19 Haziran 1987, s.1,15. 313 “Irkçı ve Yanlı Tasarı”, Cumhuriyet, 19 Haziran 1987, s.1,15.

219 Karar, Başbakan Turgut Özal tarafından da kınanmıştır. Kararı, ırkçı, tek yanlı ve düşmanca bir metin olarak niteleyen Özal, yaptığı yazılı açıklamada:

“Tamamen tarihi gerçeklere aykırı olan ve ülkemize karşı haksız, insafsız ve mesnetsiz suçlamalara yer veren bu kararın ciddiye alınması kabil değildir. Militan Ermeni örgütlerinin ve onların işbirlikçilerinin baskıları altında alındığı aşikâr olan bu karar, Avrupa Parlamentosu’nun itibarını büyük ölçüde zedelemiştir”314sözleriyle karar karşısında duyduğu tepkiyi açıklamıştır.

Bu olay sonrasında Özal Hükümeti, ABD Temsilciler Meclisi Posta ve Sivil Hizmetler Komisyonu’nda kabul edilen kararın, ABD Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilmesini engellemek için, sıkı bir diplomatik çalışma içine girmiş, ABD Yönetimi üzerinde daha fazla baskı yapmıştır. İki ülke ilişkilerini ilgilendiren konularda temaslarda bulunmak üzere 1987 yılı Temmuz ayı sonunda Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Michael Armacost, Özal’la yaptığı görüşmenin ardından düzenlediği basın toplantısında, Ermeni tasarısı konusunda:

“Bu tasarı Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmiyor. Daha çok Amerika’daki iç politikayla ilgili ve tasarının hiçbir bağlayıcı yönü de yok. Geçen yıl Türk hükümeti çok tehlikeli bir propaganda ile Türk kamuoyunun hassasiyetini Kongre’ye yansıttı. Halen biz de tasarıyı Komisyonda durdurduk. Kongre’den geçmemesi için çabalarımızı sürdüreceğiz” 315 sözleri ile Ermeni tasarısı konusunda ısrarlı bir tutum benimsemiş olan Türkiye’yi, yatıştırmak yoluna gitmiştir. Ancak, Armacost’un bu açıklamalarının Türkiye tarafından kabul gördüğünü söyleyebilmek zordur. Konuyla ilgili olarak Türk Dışişleri Bakanlığı oldukça sert olarak değerlendirilebilecek bir basın açıklaması yapmıştır. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, böyle bir tasarının kabulünün Türk kamuoyunda uyandıracağı tepkilerin ve ABD ile ilişkilerimizde yol açacağı olumsuz gelişmelerin başta ABD Kongresi üyeleri olmak üzere, ABD Yönetiminin çeşitli kademelerindeki yetkililere birçok defalar anlatıldığı belirtilerek :

“…Evvelce de tarafımızdan birçok kereler izah edildiği gibi, bu karar tasarısı çarpıtılmış bir tarih görüşüne dayanmakta olup, 70 yıl öncesinin olayları konusunda bugün tarihçiler arasında dahi bir görüş birliği bulunmazken Kongre’nin bütün bu gerçekleri göz ardı ederek böyle bir kararı onaylaması halinde, hem terörizmle mücadele konusundaki ABD yükümlülüğüne ilişkin taahhütlerin inandırıcılığına büyük ölçüde gölge düşürülecek, hem de terör eylemlerini soykırım iddialarının

314 “Ağır Tepki”, Cumhuriyet, 20 Haziran 1987, s.1,13. 315 “Askeri Kredi Pazarlığı”, Milliyet, 29 Temmuz 1987, s.13.

220 kabulü için kullanan Ermeni teröristler adeta ödüllendirilmek suretiyle, terör cesaretlendirilmiş olacaktır. Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran’da aldığı sorumsuz bir kararın hemen akabinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da terör eylemlerinin yeni boyutlar kazanması, bu gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koymuş bulunmaktadır. Mezkûr karar tasarısının 4 Ağustos tarihli Temsilciler Meclisi Genel Kurul gündemine alınmış olması muvacehesinde, herkesçe bilinen çeşitli çevrelerin küçük siyasi çıkarlarının sağduyuya galebe çalmayacağına olan inancımızı yine de muhafaza etmek istiyoruz. Karşılıklı itimada dayanan münasebetlerimizde bu tür yabancı unsurlarla tedavisi zor yaralar açılmasına ABD yönetiminin imkân vermeyeceğine güveniyor ve yönetimin, bu istikamette evvelce vaki taahhütleri uyarınca, kararın çıkmasına mani olmasını bekliyoruz”316 denilmiştir.

İlgili tasarının 3 Ağustos 1987 tarihinde Temsilciler Meclisi’nde görüşülmeye başlanmasının ardından 4 Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanlığı bir bildiri yayınlamış ve Reagan Başkanlığındaki Amerikan Yönetiminin tasarıya çok kuvvetli bir biçimde karşı olduğunu açıklamıştır. Bildiride, Yönetimin kesinlikle bu karara karşı olduğu, Türkiye’nin ABD’nin önemli bir müttefiki ve NATO’nun önemli bir üyesi olduğu ve de ABD’nin Türkiye ile olan ilişkide önemli ulusal çıkarları bulunduğu, 1975 yılından beri 45 Türk diplomatın öldürülmesinden sorumlu olan Ermeni teröristlerin bu kararı eylemlerini haklılaştırmak için kullanacakları vurgulanmıştır. Türkiye’de seçmenler ve liderler tarafından kendilerine yapılmış asılsız bir hakaret olarak algılanan bu kararın, ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarını tehlikeye soktuğu belirtilerek, yönetimin, Meclis üyelerinin bunları göz önünde bulundurarak 132 sayılı tasarıyı reddecekleri umudunda olduğu açıklanmıştır317. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, 192 sayılı tasarının engellenmesi için 1985 yılında gerçekleştirmiş olduğu yöntemi tekrarlayarak, Meclis’in her bir üyesine, böyle bir kararın geçmesinin, ABD’nin dostu ve NATO üyesi Türkiye ile olan ilişkilere önemli zararlar vereceği yönünde yönetimin ciddi endişelere sahip olduğunu belirten bir mektup göndermiştir. Mektupta, Türkiye ile ilişkilerin korunması ve güçlenmesinde, ABD’nin büyük ulusal güvenlik çıkarlarının olduğu vurgulanarak, böyle bir kararın alınması durumunda, Türk Hükümeti ve halkının kendilerini saldırıya uğramış hissedecekleri belirtilmiştir. Shultz, ayrıca kararın kabul edilmesinin sadece Türkiye ile ilişkilere zarar vermekle kalmayacağı, bu kararın, 1975’den beri 45 Türk diplomatını öldüren Ermeni teröristlerce, geçmişteki ve gelecekteki eylemlerini haklı çıkarmak için kullanılacağı yönündeki

316 “Ankara’dan Washington’a Çağrı: Tasarıya Engel Olun”, Milliyet, 2 Ağustos 1987, s.8. 317 American Foreign Policy Current Documents 1987, Washington, Department of State, 1988, s.373–374.

221 ciddi endişelerini belirterek, bu nedenlerden dolayı, 132 sayılı tasarıya hayır oyu verilmesini istemiştir318.

3.4.3.1. 132 Sayılı Ermeni Tasarısı, Oylanma Süreci Temsilciler Meclisi California üyesi Richard Lehman tarafından 24 Nisan 1988 gününün bütün Amerika’da “Ermeni soykırım kurbanlarını anma günü” ilan edilmesini öngören ve Türkiye-ABD ilişkilerindeki hassasiyetin tekrar gündeme gelmesine yol açan, 132 sayılı Ermeni soykırım tasarısı, 3 Ağustos’ta Temsilciler Meclisi’ne bağlı Usul Komitesi’nde ele alınmış, tartışmalı geçen toplantıdan sonra, 5’e karşı 8 oyla, tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na sevk edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, tasarının bu tür tasarılara uygulanan üçte iki çoğunlukla değil, basit çoğunlukla oylanması kararlaştırılmıştır319. Tasarının Usul Komitesi’nde görüşülmesinden önce, tasarının kabul edilmesi halinde, Türk-Amerikan ilişkilerinin “tamiri zor” bir darbe alacağına inanan Reagan yönetimi, Kongre üzerindeki baskılarını arttırmıştır. Yönetim yetkilileri, konuyla ilgili olarak çeşitli temsilci ve senatörlere telefon yağdırırken, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ da çeşitli Kongre üyeleri ile temasa geçerek, tasarının kabulü halinde doğabilecek sıkıntıları dile getirmiştir320. Ermeni soykırım tasarısının, ABD Temsilciler Meclisi Usul Komisyonu’ndan geçerek Genel Kurul’a sevk edilmesi kararı, Türkiye’de sert tepkilere yol açmıştır. Böyle bir karar tasarısının Türk-ABD ilişkilerini altüst edebileceğini söyleyen SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, yaptığı açıklamada tasarıyla ilgili olarak:

“Bu geçmişin savaşlarının yaralarını sarmak yerine, eski unutulmuş düşmanlıkları yeniden canlandırıp yeni yayılmacılık eğilimleri doğrultusunda yeni kavgalara, belki de savaşlara götürecek bir davranıştır. Bu davranış sahibi siyasetçilerin insan haklarını ve barışı koruduklarını düşünmeleri de ne kadar yanıltıldıklarını gösteriyor. ABD Temsilciler Meclisi’nden bu karar çıkar ve veto edilmezse ne kadar önemsiz gösterilirse gösterilsin eninde sonunda Türk-ABD ilişkilerini bozacak, altüst edecek sonuçlar verebilir. ABD yönetiminin bu gelişmeleri önlemesi ilk şarttır. ANAP hükümeti de bu gelişmeleri gerçekçi biçimde değerlendirmelidir” 321

318 US Congressional Record, August 7, 1987, s.H7315. 319 “Ermeni Tasarısı İçin Karar Günü”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 1987, s.1,8. 320 “Ermeni Tasarısında Karar Günü”, Milliyet, 3 Ağustos 1987, s.8. 321 “İnönü: ABD ile İlişkiler Altüst Olur”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 1987, s.8.

222 diyerek ABD Yönetimi ve Özal Hükümetine göndermede bulunurken, eski Dışişleri ve Savunma Bakanlarından Hasan Esat Işık da, UBA(Uluslararası Basın Ajansı)’ya yaptığı açıklamada, soykırım iddialarının iftira olduğunu belirterek, “Türkiye’yi soykırım ile suçlayanlarla Türkiye kendini kader birliği içinde göremez” demiştir322. Tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na sevk edilmesi kararı karşısında ve yoğun bir kamuoyu baskısı altında Ankara, Amerikan yönetimi nezdinde bir girişimde daha bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Vekili Büyükelçi Mustafa Aşula, 4 Ağustos’ta ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe’u makamına çağırarak, kendisine, Türk hükümetinin, bu konuda Amerikan yönetiminin daha ciddi çaba göstermesini beklediğini bildirmiştir323. Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun 4 Ağustos günkü gündemine alınan karar tasarısı, araya başka bir tasarı girdiği için görüşülememiştir. Gündemin son sırasında bulunan tasarının ele alınması beklenirken, araya Milli Nükleer Düzenleme Komisyonu ile ilgili karar tasarısı girmiş ve öncelikle görüşülmesi kararlaştırılmıştır324. Temsilciler Meclisi Usul Komisyonu’ndan, Temsilciler Meclisi Genel Kurul’una basit çoğunluk oylaması ve değişiklik önergeleri üzerindeki müzakerelerin iki saati geçmemesi önerisiyle gelen tasarının görüşülmesine 6 Ağustos tarihinde başlanmıştır. Tasarının görüşülmesi esastan değil usul üzerinden gerçekleştirilmiştir325. Sözde Ermeni soykırım tasarısının Temsilciler Meclisinde görüşülmesi, 1985 yılında Temsilciler Meclisi’nde görüşülen ve Genel Kurul’dan geçemeyen 192 sayılı tasarının görüşülmesi sırasında yaşanan benzer tartışmalara sahne olmuştur. Oylama öncesi yapılan tartışmalarda 14 milletvekili Ermeni tezini savunurken, 16 milletvekili Ermeni tezine karşı olmuştur. Tasarıyı destekleyen konuşmacıların öne sürdükleri temel sav, bu tasarının kabul edilmesi ile dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kimseye karşı böylesi olayların tekrarının önüne geçilebileceğidir. Tasarının geçmemesi adına konuşan üyeler ise, bu yönde bir tasarının Meclis tarafından kabul edilmesinin, ABD’nin çok önemli bir müttefiki Türkiye ile ilişkilere

322 A.e. 323 Nur Batur, “ABD’ye Son Uyarı”, Milliyet, 5 Ağustos 1987, s. 7. 324 “ABD ile Kritik Günler, Cumhuriyet, 5 Ağustos 1987, s.1. 325 Ufuk Güldemir, “ABD ile Yumuşama Günleri”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 1987, s.1,8.

223 vereceği zarara atıf yaparak, bunun ABD’nin ulusal çıkarlarını zedeleyeceğini vurgulamışlardır. Michigan milletvekili David Edward Bonior, 1915’den başlayarak 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesinin, 20.yüzyılın ilk soykırımı olarak adlandırıldığını belirterek, 132 sayılı tasarının 24 Nisan 1988 tarihinin bütün Amerikalılar ama özellikle ataları Ermeni olanlar için Ermeni olaylarının ve kurbanların anılması ve gelecekte böylesi dehşet verici olayların yaşanmaması için adlandırılması gerektiğini vurgulamıştır. Bonior, her ne zaman böyle bir tasarı programa koyulup, kabul edilecek olsa, Türk Hükümetinin çeşitli nedenlerle ortaya çıktığını söylemiştir. Bonior, Nisan 1984’te tasarı tanıtıldığında, Yönetim tarafından, bu tasarının Türkiye ile hava üsleri görüşmelerini olumsuz yönde etkileyeceği iddiasında bulunulduğunu, yine Eylül 1984’te Yönetimin bu kez de Temsilciler Meclisi’nden geçmiş bir kararın Senato’dan geçişinin karşısında olduğunu belirtmiştir. Mayıs 1985’te ise Yönetim benzer bir tasarıyı, Türkiye ile yürütülen stratejik görüşmelere müdahale edeceği gerekçesi ile erteletmiş, Ocak 1985’te Kongre üyesi Coelho tasarıyı tanıtmak istediğinde, kendisine, eğer tasarı tanıtılırsa, Türkiye Başbakanı Turgut Özal’ın Washington’a yapacağı ziyaretin iptal edilebileceği söylenmiş, bu nedenle de tasarı ertelenmiştir. Bonior son olarak ta Nisan 1987’de tasarı Komite programına koyulduğunda, Dışişleri Bakanı’nın Komite Başkanı Ford’u çağırarak, Komite’nin tasarıyı kabul etmesi durumunda Türkiye Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in programlanmış Washington ziyaretini iptal edeceğini söylediğini, bu nedenle de Ford’un tasarının sunuşunu ertelediğini söylemiştir. Ona göre, konuşmalar yapılırken Türk Hükümeti ya da Yönetimin yeni bahanelerle gelmeleri çok büyük bir ihtimaldir. Bonior, konuşmasının sonunda, Atatürk’ün Ermeni soykırımını kabul ettiğini söylemiş, ayrıca sözde soykırım iddialarıyla ilgili dönemde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Morgenthau’nun Osmanlılar tarafından Ermenilerin sürgüne gönderildiği ve İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin, Birinci Dünya Savaşı’nda Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı yönündeki sözlerine atıfta bulunarak, “soykırım gerçekleşmiştir” demiştir326.

326 US Congressional Record, August 7, 1987, s.H7315.

224 Bonior’un ardından konuşan Gene Taylor ise, tasarının kabul edilmesinin Türkiye ile ilişkileri gerginleştireceğini, diplomatik ilişkilerin tamamıyla kesilmesine yol açabileceğini söylemiştir. Bu tasarının ABD’nin güvenilir müttefiki Türkiye’ye atılan bir iftira olduğunu, sadece sözcüklerinin dahi bir ulusun vatandaşları ve diplomatlarına terörist eylemlerde bulunulmasına yol açan bir tarihi anmanın anlamsızlığını belirtmiştir. Taylor, Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki savaş boyunca Anadolu’da insanlık dışı olayların meydana geldiğini, Savaşın yüzlerce, binlerce kurbanının olduğunu, Hıristiyan kurbanlarının, Müslüman kurbanlarının olduğunu, Ermeni kurbanlarının olduğunu ve de Türk kurbanlarının olduğunu, özellikle 1915–1916 yıllarında insanlık dışı olayların meydana geldiğini, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de Rus İmparatorluğu’nun savaş boyunca çok merhametsiz olduklarını söylemiş, ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1922’de son bulduğunu ve 1923’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu vurgulamıştır327. Taylor’dan sonra konuşan California milletvekili Barbara Boxer, tasarıyı kuvvetle desteklediğini belirterek, bugünkü Türkleri suçlamadığını, bunun çok iyi anlaşılması gerektiğini, sadece katillerin suçlu olduğunu, oğulları ve kızlarının suçlu olmadığını söylemiştir. H.G. Wells’in, insanlık tarihinin eğitim ve felaketler arasında giderek bir yarış haline geldiği şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak, bu yarışı kazanmak zorunda olduklarını, eğitimin felaketlere karşı tek silahları olduğunu, tarihten öğrenilmesi gerektiğini, rahatsızlık verdiği için gözlerin kapatılamayacağını, bu nedenle Ermeni soykırımının anılması gerektiğini belirtmiştir. Sadece kurbanlar için değil, geleceğe bakmak için de soykırımın anılması gerektiğini söylemiştir328. Missisipi milletvekili Chester Trent Lott konuşmasında, Shultz’un mektubuna atıf yaparak, kendi hükümetlerine gereksiz yere sıkıntı vermemek ve önemli bir müttefikle ilişkileri gerginleştirmemek için tasarının karşısında oy kullanılması çağrısında bulunmuştur329. Lott’un ardından konuşan Illinois milletvekili Frank Annunzio, yapmış olduğu konuşmada ilk olarak, 132 sayılı kararı güçlü bir şekilde desteklediğini belirtmiş, “Bu yıl, Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı İmparatorluğu

327 A.e. 328 A.e. 329 A.e.

225 hükümeti tarafından Ermeni halka karşı uygulanan soykırımın 72. yıldönümüdür, bugüne kadar Türk hükümetleri ve halkı soykırımın olduğunu inkâr etmişlerdir. Türkiye gerçeği inkâr etmektedir. Ve görünüşe bakılırsa Türkiye gerçeği sonsuza kadar inkâr etmek istemektedir.” demiştir. Konuşmasının devamında, kendini kandırmanın Türkiye için iyi olabileceğini, ancak Amerika için iyi olmadığını söyleyerek, “kendi devlet dairelerimizde Ermeni soykırımına tanıklık eden, belge ve dokümanları dürüstçe görmezden gelebilir miyiz? New York Times’da 1913’ten 1922’ye kadar yayınlanmış olan, Ermenilerin Türkiye’de iğrenç bir şekilde öldürülmelerini konu alan 194 tane makaleyi gerçekten görmezden gelebilir miyiz?” diye sormuş, gerçeklerin herkesin görmesi için orada olduğunu söyleyerek, “tek sorun, ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin bu basit tarihi gerçeği kabul etme cesaretine sahip olup olmamalarıdır” demiştir. Annunzio, yönetimin dış baskılara maruz kaldığını, ancak, Kongre’nin üyelerinin, dünyaya, gerçeklerden korkmadıklarını gösterme fırsatına sahip olduklarını söyleyerek, oylamada evet oyu kullanılmasını istemiştir330. Annunzio’dan sonra söz alan Frank Jefferson Horton ise, tasarıya şiddetle karşı olduğunu söylemiş, Türkiye’nin dost bir ülke ve çok önemli bir müttefik olduğunu belirtmiştir. Bunu anlamak için haritaya bakılmasını isteyerek, Türkiye’nin İran, Irak, Suriye ve de Sovyetler Birliği ile çevrelendiğini, dünyanın bu bölgesinde çok fazla dostlarının bulunmadığını, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile en uzun sınıra sahip olan bir ülke olduğunu söylemiştir. Horton, Shultz’un kendisine gönderdiği mektubu okuyarak, tasarıya karşı olunmasını istemiştir331. Massachusetts milletvekili Joseph Patrick Kennedy ise, yönetimin, Türkiye’nin önemli bir müttefik olması ve Türkiye’de pek çok askeri tesislerinin olması nedeniyle kendilerinden bu tasarının karşısında oy kullanmalarını istediğini, ancak, müttefikler veya askeri strateji için bunun konu edilemeyeceğini, çünkü bu tasarı geçti diye Türkiye’nin NATO’dan çıkmayacağını, ya da Rusya veya İran’ın kollarına atlamayacağını söylemiştir. Kennedy, 80 yıl önce olmuş bir olayı tanımanın, güçlü siyasi dostlukları ve de karşılıklı çıkarları değiştirmeye neden olamayacağını belirtmiştir. Kennedy, Theodore Roosevelt ve Winston Churchill gibi

330 A.e. 331 A.e.

226 liderlerin, Arnold Toynbee gibi büyük düşünürlerin, Ermeni Hıristiyan azınlığa karşı soykırım uygulanmış olduğundan söz ettiklerini, ABD ve dünyanın birçok yerindeki başlıca gazetelerde, toplu Ermeni katliamlarının yapıldığı haberlerinin yer aldığını, ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau ve birçok Amerikalı misyonerin olayların görgü tanığı olduğunu söylemiş, “…Modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk dahi, Ermenilerin Osmanlılar tarafından öldürülmesini kınamıştır” demiştir332. Kennedy’den sonra kürsüye gelen Stephen Joshua Solarz ise, “Buradaki hiç kimse, 20. yüzyılın ikinci on yılında Doğu Anadolu’da acımasız ve vahşi bir biçimde, yüzlerce, binlerce ve belki de daha fazla Ermeni’nin hayatını kaybettiğini inkâr etmemektedir. Bu meclisin hiçbir üyesi bu görüşün tersi bir görüşe sahip değildir. Hiç kimse Ermeni halkının ıstırap ve hüznüne kayıtsız değildir.” demiş, ancak bu kararın onaylanmasının ciddi bir hata olacağını söylemiştir. Solarz, buna gerekçe olarak ise, ilk olarak, bu kararın çok önemli bir NATO müttefiki ile ilişkilerinin arasına gerginlik yerleştireceğini, bunun Türkiye ile ilişkilerde ciddi sonuçları olacağını belirtmiştir. Solarz, “Birkaç hafta önce Türkiye Cumhurbaşkanı, benzer bir kararın Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmesi karşısında, eğer Kongre bu kararı kabul ederse, Türkiye’nin NATO’dan çıkmayı düşünebileceğini söylemiştir” diyerek, olabilecek ciddi sonuçlara üyelerin dikkatini çekmiştir. Solarz ayrıca, Ermeni halkın başına gelenlerin soykırım olup olmadığının çok net olmadığını ifade ederek, böyle bir kararın kabul edilmesinin yanlış olacağını söylemiştir333. Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda devam eden konuşmalar, temelde benzer ifadelere sahne olmuş, yapılan tartışmalar sonucunda, sunulan öneri oylamaya açılmış, oylamadan 201 hayır, 189 evet oyu çıkmış, 42 kişi oylamaya katılmamış, 1 kişi de çekimser kalmıştır. Karar olarak, usul yönünden yapılan oylama sonucunda tasarının kabul edilmediği açıklanmıştır334.

332 A.e. 333 A.e. 334 A.e.

227 3.4.3.2.Tasarının Reddi Karşısında Türkiye’nin Tutumu Tasarının kabul edilmemesi Türkiye tarafından, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği açısından olumlu bir gelişme olarak nitelenmiş, Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi’nden yapılan yazılı açıklamada, Ermeni karar tasarısının gündeme alınmasına ilişkin önerinin 7 Ağustos’ta ABD Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda usul yönünden oylanarak reddedilmesi değerlendirilmiş, yapılan açıklamada şu görüşlere yer verilmiştir:

“Türkiye öteden beri, mazide kalmış tarihi olaylar hakkında ABD Kongresi gibi siyasi kurumların bir karar almasının fevkalade yanlış olacağını, bu olayların değerlendirilmesinin tarihçilere ait bir konu olması gerektiğini, kaldı ki Türkiye’ye atfedilen iddiaların tarihçiler arasında dahi halen tartışma konusu teşkil ettiğini, Ermenilerin tartışmalı olan bu hususları tek yanlı olarak saptırmak suretiyle dünya kamuoyunu yanıltmaya yeltendiklerini vurgulayagelmiştir. ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı ret kararı, bu gerçeklerin kabul edildiğinin göstergesi ve sağduyunun art niyete galebesidir. Kararın bu şekilde tecelli etmiş olması, Türk-ABD ilişkilerinin geleceği açısından olumlu bir gelişmedir” 335.

ABD Temsilciler Meclisi’ndeki oylamanın Türkiye açısından memnuniyet verici yanı, tasarının özü görüşülmeden usul yönünden reddedilmiş olması olmuştur. Böylece Meclis, Ermeni iddialarını çarptırmak istemediğini gösterirken, bu iddiayı savunanlar da, Kongre’yi, amaçları doğrultusunda bir propaganda platformu olarak kullanamamışlardır336. Tasarının kabul edilmeyişi, ABD’ye, bu tasarının kabul edilmesi halinde, Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulacağını defalarca bildiren Türkiye açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Alınan kararda, Reagan yönetiminin bu tasarıyı engellemek için gösterdiği kararlılık rol oynamıştır. Yönetim tarafından Türkiye’ye bu konuda verilen destek, Türkiye’nin ABD açısından taşıdığı stratejik önemin, vazgeçilmezliğini göstermiştir.

3.4.4. Soykırım İddiaları–1988 ve 1989 Yılları Gelişmeleri 1988 yılında, ABD’de başkanlık seçimleri nedeniyle bir süre Kongre’ye herhangi bir soykırım tasarısı gelmemiştir. Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle başlayan Ermeni-Azeri çatışmaları Ermeni diasporasının ilgisinin Kafkaslara yönelmesine neden olmuş, 1989 yılında, Sovyetlerin dağılma süreciyle birlikte,

335 Ufuk Güldemir, “ABD ile Yumuşama Günleri”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 1987, s.1,8. 336 Sami Kohen, “İstenince Oluyor”, Milliyet, 9 Ağustos 1987, s.8.

228 diasporadaki Ermeniler de yeniden harekete geçmişlerdir. 1989 yılı Eylül ayı sonunda Amerikan Senatosu Azınlık Grubu Başkanı Robert Dole tarafından Kongre kararı olarak hazırlanan soykırım tasarısı, Türk-Amerikan ilişkilerinde 80’lerin sonunda aylarca sürecek olan yeni bir krizi başlatmıştır337. Cumhuriyetçi Parti Kansas Senatörü Robert Dole’un Kongre’ye sunduğu Ermeni tasarısının ardından Türkiye karşı kampanyaya başlamış, tasarının Senato’ya sunulmasından hemen sonra, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve bazı senatörlerle görüşmüş, görüşmelerde, tasarının Kongre’den geçmesi halinde, Türk-Amerikan ilişkilerinin büyük ölçüde etkileneceğini anlatmıştır338. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz da, ABD Senatosu’nda gündeme gelen karar tasarısı nedeniyle, ABD Dışişleri Bakanı James Baker’a bir mektup göndererek, tasarının yasalaşmaması için ABD yönetiminin çaba göstermesini istemiştir339. “Ermeni soykırımı”na ilişkin karar tasarısının ABD Senatosu Adalet Komisyonu’nda görüşülmesinin iki hafta süreyle ertelenmesi üzerine, 5 Ekim’de Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama yapılarak, Ermeni tasarısının kabul edilmesi durumunda Türk-ABD ilişkileri üzerinde “fevkalade olumsuz ve telafisi mümkün olmayacak zararlı etkiler yaratacağı” kaydedilmiştir340. Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir ve Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’ın girişimlerinin devamında, Merkezi New York’ta bulunan Türk- Amerikan Dernekleri Federasyonu ile bu federasyona bağlı dernekler, Ermeni tasarısının geri çekilmesi amacıyla Amerikan Senatosu’na mektup ve telgraf kampanyası başlatmışlardır. Federasyon başkanı tarafından gönderilen mektupta, tasarının gündemden çekilmesi istenirken, tasarının Amerikan çıkarlarına zarar vereceği belirtilmiştir. Federasyona bağlı 27 derneğin Amerikan Senatosuna gönderdiği mektupta da, Osmanlı arşivlerinin bu konuda en iyi kaynak olduğu belirtilerek, tasarının desteklenmemesi çağrısında bulunulmuştur. Mektupta ayrıca,

337 Refet Yinanç, “1965’ten Günümüze Ermeni Sorunu”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı I, Sayı:37, Yıl:7, Ocak-Şubat 2001, s. 268. 338 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ekim-Kasım- Aralık 1989, s. 5. 339 A.e., s. 8. 340 A.e., s. 14.

229 tasarının gündemden çekilmemesinin sadece Amerika’daki Türkleri değil, NATO’nun ve ABD’nin müttefiki olan Türkiye’yi de üzeceği kaydedilmiştir341. TBMM’de grubu olan siyasi partilerce hazırlanan ve 24 Nisan’ın sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edilmesini öngören karar tasarısının reddedilmesi çağrısı yapılan bir bildiri de, ABD Kongresi’ne iletilmek üzere TBMM başkanlığı’na sunulmuştur. Bildiri metninde, TBMM’nin zorlama bir soykırım tezinin siyasi amaçlarla canlı tutulmaya çalışılmasından derin üzüntü duyduğu, soykırım tasarısının kabul edilmesi halinde Türkiye-ABD ilişkilerinde telafisi imkansız yaralar açacağı vurgulanmış, tasarının kabulünün Ermeni terörünü teşvik edeceği belirtilmiştir. Bildiride, “TBMM, ABD Kongresi üyelerini, sağduyunun sesine uymaya ve 24 Nisan 1990 tarihinin, sözde soykırımı anma günü olarak kabulünü öngören karar tasarısını bütünüyle reddetmeye davet eder”342 denilmiştir. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz da, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, ABD Kongresi’ndeki soykırım tasarısı ile ilgili bilgi vermiş, Washington yönetimini uyararak, “Böyle bir tasarının kabulü, 72 kişinin ölümüne yol açan terör eylemlerinin mükâfatlandırılması olacaktır” demiştir. Yılmaz konuşmasının devamında:

“…Vahim bir husus, Türk kamuoyunun zihninde Amerikan Kongresi’nin tutumu muvacehesinde iki ülke arasındaki işbirliğinin nasıl devam edeceği konusunda ciddi bir soru işaretinin giderek kökleşmeye başlamış olmasıdır… Türkiye’nin güvenlik politikasında ABD ile olan ittifak bağlarının önemli bir yönü vardır. Ancak her demokratik ülkede olduğu gibi ülkemizde de hükümetler, milletimizin haklı olarak göstereceği tepki ve infiale kulak tıkayamazlar. Türk milletini soykırım işlemekle suçlayan bir kararın da, bu çerçevede ABD ile olan ilişkilerimizde tamiri imkânsız yaralar açması ve sonucu önceden kestirilemeyecek gelişmeler yaratması kaçınılmaz olacaktır”343 demiştir.

24 Nisan’ın sözde Ermeni soykırımı kurbanlarını anma günü olarak kabul edilmesini öngören karar tasarısının yeniden ABD Kongresi’nin gündemine getirilmesi girişimleri karşısında Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’ın Meclis’te yaptığı sert konuşmanın ardından, muhalefet partileri de sözde Ermeni soykırım tasarısının Kongre gündemine getirilme girişimlerini şiddetle eleştirmişlerdir. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, “ABD Kongresi, Türkiye-ABD ilişkilerinin bir dönüm noktasında olduğunu görmeli, kararını ona göre vermelidir” derken, DYP Genel

341 “Kongre’ye Mektup”, Milliyet, 8 Ekim 1989, s.1,12. 342 “ABD ile Tamiri İmkânsız Yara”, Milliyet, 12 Ekim 1989, s.1,15. 343 A.e.

230 Başkanı Süleyman Demirel de, tasarının Kongre’den geçeceğini sanmadığını belirterek, “ABD başkanı George Bush bu konudaki tavrını açıkça ortaya koymalıdır”344şeklinde konuşmuştur. Sözde Ermeni soykırımı kurbanlarını anma günü ilan edilmesi girişimleri nedeniyle Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal, ABD Başkanı George Bush’a konuyla ilgili birer mektup göndermişlerdir. Cumhurbaşkanı Evren, mektubunda Ermenilerin siyasi amaçlarla istismar ettiği bir konuya ancak Osmanlı arşivleri üzerinde yapılacak dikkatli bir araştırmanın ışık tutabileceğini, Türk hükümetinin böyle bir araştırmayı mümkün kılmak amacıyla Osmanlı belgelerini araştırmacıların faydalanmasına sunduğunu hatırlatmış, Türkiye ile ABD arasındaki dostluğa gölge düşüren en önemli meselenin, her yıl Kongre’de yenilenen Ermeni tasarıları olduğunu belirterek, “ilişkilerimizdeki bu yabancı ve suni unsur ortadan kaldırılmadığı sürece, ülkelerimiz arasındaki işbirliğinin tatminkâr bir şekilde sürdürülmesi mümkün değildir” demiştir. Başbakan Özal da mektubunun başında, Ermeni iddialarının geçen yüzyıla dayandığını, ortaya sürülen görüşlerin, Osmanlı arşivlerinin kamuya kapalı olmasından kaynaklandığını, oysa bu arşivlerin artık tüm dünyanın ve tarihçilerin incelemesine açılmış olduğunu, artık gerçekleri gün ışığına çıkarmak işinin bilim adamlarına düştüğünü belirtmiştir. Özal mektubunun devamında, Türk milletinin bir bütün olarak bu konuda son derece hassas olduğunu vurgulamış, Bush yönetiminde ikili ilişkilerin güçlenmiş olmasından memnunluk duymakla beraber, “bu ilişkilerin bozulması tehlikesi önceki dönemlerden daha az değildir” diyerek ABD Başkanı’nın harekete geçmesini istemiştir345. Ancak, sözde Ermeni soykırımı kurbanlarını anma günü girişimleri karşısında Türkiye’nin ABD’ye ilettiği mesajlar sonuç vermemiş, sözde Ermeni soykırım tasarısı, ABD Senatosu Adalet Komisyonu’nda 6’ya karşı 8 oyla kabul edilmiş, tasarının Genel Kurul’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır346. ABD Senatörü Robert Dole tarafından sunulan 212 sayılı Ermeni tasarısının Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesinin ardından Beyaz Saray ve Dışişleri

344 “Muhalefet ABD’den Açık Tavır İstedi”, Milliyet, 13 Ekim 1989, s.15. 345 “Bush’tan Kesin Tutum İstendi”, Milliyet, 14 Ekim 1989, s.9. 346 “ABD’den Ermeni’ye Yeşil Işık”, Milliyet, 18 Ekim 1989, s.1,15.

231 Bakanlığı’ndan yazılı ve sözlü olarak bir açıklama yapılmış, hem Beyaz Saray hem de Dışişleri Bakanlığı sözcüleri tarafından okunan açıklamada şöyle denilmiştir:

“ABD Yönetimi karar tasarısına karşıdır. ABD Yönetimi Ermeni halkının trajik acılarına ve 1915–1923 yılları kurbanlarının anılması duyarlılığı içindedir. Ancak aynı ölçüde Türkiye ile güçlü ve yakın ilişkilere de önem vermektedir. Yönetim o dönemdeki korkunç olayların uygun bir şekilde tanımlanmasıyla ilgili olarak farklı görüşlerin varlığının da bilincindedir. Kongre’nin, Ermeni toplumunun kaygılarını, ABD’nin hayati dostu ve müttefiki Türkiye Cumhuriyeti’ni ciddi bir biçimde incitmeyecek şekilde cevap vereceğini umuyoruz”347.

Yapılan açıklamalardan görülmektedir ki, ABD yönetimi, Türkiye ile Ermeniler arasında her iki tarafı da memnun etmeye dönük bir politika izlemeye başlamıştır. Türkiye’den gelen sert tepkiler karşısında Senatör Robert Dole’un tasarısına resmen karşı olduklarını belirten Bush yönetimi, bir taraftan da, yapılan açıklamalarda, Kongre’nin Ermeni toplumunun kaygılarına Türkiye’yi incitmeyecek şekilde yanıt vermesi beklentisini dile getirerek, tasarının daha yumuşatılmış bir şekline itiraz edilmeyeceği sinyalini Kongre’ye vermiştir. ABD’nin dış politikadan sorumlu basın sözcü yardımcısı Roman Papaduik, yabancı basın merkezinde yapmış olduğu brifingde, Yönetimin tasarıya karşı olduğunu belirtmekle birlikte, “ABD yönetimi, Ermenilerin 1915–1923 yılları arasında meydana gelen olaylardan duydukları kaygılara son derece hassas bir yaklaşım içindedir”348 derken, ABD’nin bu yeni politikasına da ışık tutmuştur. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili karar tasarısının ABD Senatosu Adalet Komisyonu’nda onaylanması Türkiye’de sert tepkilerle karşılanmıştır. TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut yaptığı açıklamada, tasarının Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesini üzüntüyle karşıladığını, Adalet komisyonu kararının ABD Senatosu’nda onaylanmayacağını ümit etmek istediğini belirtmiş, TBMM’nin sözde Ermeni soykırımı karar tasarısıyla ilgili görüşlerini ABD Kongresi’ne ilettiğini ve alınacak yanlış bir kararın Türkiye-ABD ilişkilerinde telafisi zor tahribat meydana getireceğine dikkat çektiklerini hatırlatmıştır349. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz da TBMM Genel Kurulu’nda Ermeni karar tasarısının Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesiyle ilgili olarak hükümetin

347 “ABD Kaş Yapayım Derken Göz Çıkardı”, Milliyet, 19 Ekim 1989, s.14. 348 “Beyaz Saray’da Ermeni Pazarlığı”, Milliyet, 20 Ekim 1989, s.10. 349 “Yılmaz: Vahim Gelişme”, Milliyet, 19 Ekim 1989, s.14.

232 görüşlerini açıklamıştır. Gelişmelerin Türk-Amerikan ilişkileri açısından “vahim” olduğunu belirten ve ABD’nin SEİA çerçevesinde üstlendiği yükümlülüklerle bağdaşmayan bu tutumunu Türkiye’nin anlaması ve kabul etmesinin mümkün olmadığını bildiren Yılmaz:

“…Bizim beklentimiz, yönetimin bu tasarının altında yatan amaçlarla birlikte reddedilmesi için esasen taahhütlerinin de gerektirdiği enerjik tutumu almasıdır. Aksi takdirde, gelişmelerden gerekli sonuçları çıkarmamız ve ilişkilerimizin tüm boyutlarında gerekli ayarlamaları yapma ihtiyacını duymamız tabii, daha doğrusu kaçınılmaz olacaktır”350 demiştir.

Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Ermeni karar tasarısı ile ilgili yaşanan gelişmelerden bir süre önce ABD’de ABD Dışişleri Bakanı James Baker ile görüşmüş, görüşmede Yılmaz, Ermeni lobisinin ABD Kongresi’ni etkileyerek, sözde soykırım karar tasarısını yeniden gündeme getireceğini, Reagan yönetiminin bu konuda harcadığı çabaları yeni yönetimden de beklediklerini söylemişti. Baker ise, bu konuda eski yönetim kadar çaba harcayacaklarını ifade etmişti351. Buradan hareketle Mesut Yılmaz, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasında, Türkiye’ye Ermeni tasarıları konusunda güvence veren ABD yönetimine taahhütlerini hatırlatarak uyarıda bulunmuş, yönetimden, verilen sözlerin yerine getirilmesini istemiştir. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Ermeni karar tasarısının ABD Senatosu Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesiyle ilgili olarak TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, tasarının Senato Adalet Komisyonu’nda kabul edilmesi üzerine bazı önlemler aldıklarını belirterek, “ ABD yönetimini uyarıcı bir dizi önlem aldık. Tasarı Senato Genel Kurulu’nda da kabul edilirse bu önlemler kalıcı önlemlere dönüşecektir”352 demiştir. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’ın TBMM’deki konuşmasından hemen sonra Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Vekili Hüseyin Çelem de, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Grosman’ı davet ederek, tasarının ABD Kongresi’nden geçirilmesinin vahim sonuçlar doğuracağını içeren bir mesaj iletmiştir. Washington’da Bush yönetimine de iletilen mesajda şu görüşlere yer verilmiştir:

350 A.e. 351 “Yılmaz’dan ABD’ye Uyarı”, Milliyet, 28 Eylül 1989, s.14. 352 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ekim-Kasım- Aralık 1989, s.40.

233 “Türk hükümeti ve kamuoyu, Bush yönetiminin tavrını koymasını ve karar suretinin Senato Genel Kurulu’ndan geçmesini önlemesini ikili ilişkilerimizin geleceği açısından hayati bir konu olarak görmektedir. Bush yönetiminin bugüne kadarki suskunluğundan doğan sonuçlar, giderek daha vahim bir hal almadan, yönetimin bu konuda aktif bir tutum alması beklenmektedir”353.

Ancak, Bush yönetiminin, Türk kamuoyunun çok duyarlı olduğu Ermeni soykırımı suçlamasını ABD Kongresi’nde onaylatıp, dünyaya ilan etmeyi hedef alan tasarıya karşı hareketsiz kalması ve de ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray tarafından, yönetimin bu karar tasarısına karşı olmakla birlikte, aynı zamanda “Ermeni halkının trajik acılarına ve 1915–1923 yılları arasında meydana gelen olayların kurbanlarının anılması konusunda da duyarlı olunduğu” yönünde açıklamaların yapılması karşısında, Türkiye, Ermeni tasarısının ABD Kongresi’nden geçmesini önlemek konusunda Bush hükümetinin daha aktif ve etkin tavır almasını sağlamak ve bu alandaki beklentilerin ciddiyetini kanıtlamak amacıyla, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz tarafından TBMM Genel Kurulu’nda ifade edilmiş olan önlemler paketinin ilk bölümünü yürürlüğe koymuştur. Alınan önlemlerin içeriği konusunda Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıkları’nda büyük bir gizlilik uygulanmış, bu önlemlerin gerginlik değil, gerginliğe götürecek gelişmelerin önlenmesi için geçici olarak gündeme getirildiği ifade edilmiştir. Önlemlerin Türkiye’nin ve Türk ulusunun bu konudaki tavrının açıkça anlaşılması, karar Kongre’den geçtiği takdirde, ikili ilişkilerde ne gibi tahribat olacağının idrak edilmesi için alındığı belirtilmiştir. Milli Savunma Bakanı , alınan önlemlere ilişkin olarak:

“Bunlar, Ermeni tasarısının bugüne eriştiği aşama dikkate alınarak belirlenmiş önlemlerdir. Tasarı Senato Komisyonu’ndan geçti. Genel Kurul’a geldi. Şayet oradan da geçerse, önlemlerin ikinci basamağı yürürlüğe konur, daha yukarı gider. Umarız ki daha üst basamaklara çıkılmak zorunda kalınmasın”354. sözleriyle ABD’ye bu önlemlerin kaldırılmasının Ermeni tasarısının Kongre’deki durumuna bağlı olduğu mesajını vermiştir. Senato’da beklemekte olan, 24 Nisan 1990 tarihini sözde Ermeni soykırımının 75. yıldönümü ilan eden 212 sayılı karar tasarısıyla ilgili olarak Türkiye, duyduğu memnuniyetsizliği ABD yönetimine gerek mesajlar gerekse de uygulamaya konan önlemler paketiyle gösterirken, 212 sayılı karar tasarısının sahibi

353 “Yılmaz: Vahim Gelişme”, a.g.e., s.14. 354 “ABD’ye Askeri Kısıtlama”, Milliyet, 20 Ekim 1989, s.10.

234 Senatör Robert Dole, Senato Genel Kurulu’nda bir konuşma yaparak, Ermeni tasarısının kabulü ile iki ülke ilişkilerinin bozulmaması gerektiğini, tasarının hiçbir şekilde bugünkü Türk hükümetini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kapsam içine almadığını belirterek, tasarının sadece Türkiye Cumhuriyeti’nden önce meydana gelmiş olayları içerdiğini söylemiştir. Tasarı konusunda gerek yönetim, gerek diğer senatörler ve gerekse de konuyla yakından ilgilenen Amerikalıları her zaman dinlemeye açık olduğunu belirten Dole:

“Bazı senatörler ile konuştum. Yönetim de lobi faaliyetlerini sürdürüyor tasarıya karşı. Bu arada Türk Büyükelçisi de birçok senatör ile temasa geçmiş. Sanki tasarının kabulü ile Türk-ABD ilişkileri büyük bir krizin içine girecekmiş havası yaratılıyor. Tasarı ile benim amacım bu değil. Türkiye’nin NATO’ya ne kadar önemli bir ülke olduğunu çok iyi biliyorum. Ayrıca Türkiye’yi de çok takdir ediyorum. Bu yüzden tasarı hazırlanırken, Türkiye’yi suçlayıcı bir şey bulunmasın diye titiz bir şekilde hazırlandı” demiş, tasarının sadece soykırımın insanlık üzerinde ne derece etki bırakacağını ve nasıl korkunç bir olay olduğunu göstermek için hazırlandığını ifade etmiştir 355.

Hazırladığı tasarının Türkiye aleyhinde bir tasarı olmadığına dikkat çeken Dole’un bu açıklamalarının ardından, başta ABD Dışişleri Bakanlığı olmak üzere ABD yönetimi, Türkiye’nin Ermeni tasarısından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmek üzere aldığı askeri önlemleri üzüntüyle karşıladıklarını belirtmişler ve bu önlemlerin bir an önce kaldırılması gerektiğini söylemişlerdir. Ankara ile Washington arasında, Türkiye tarafından ABD’ye uygulanan önlemlerin açıklanmamasına dair varılan anlaşmaya rağmen, Washington bu önlemlere ilişkin açıklamalarda bulunmuş, alınan önlemler kapsamında ABD donanmasına ait gemilerin Türk limanlarına girişi ile Konya Ovası’nda ABD F–16 uçaklarının bombalama eğitim uçuşlarının geçici olarak durdurulduğu ve Türkiye’deki bazı ABD üslerinin modernizasyonunun askıya alındığı açıklanmıştır. Yine bu açıklamalara göre Türkiye, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği ile hükümet arasında periyodik olarak yapılan askeri işbirliği konusundaki görüşmeleri de bir süre durdurmuştur. ABD Savunma Bakanlığı’ndaki yetkililer, Türkiye’nin aldığı kararların askeri işbirliği programlarını olumsuz yönde etkileyeceğini belirterek, bu önlemlerin kaldırılması için çalışmalara başladıklarını, bu konuda Türk hükümetini ikna etmeye çalışacaklarını söylemişler, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Margaret Tutweiler de,

355 “Ermeni Tasarısının Sahibi Günah Çıkarıyor”, Milliyet, 21 Ekim 1989, s. 14.

235 Türkiye’nin alınan önlemleri kendilerine bildirdiğini, yönetimin Türkiye’den bu önlem kararlarını geri almasını istediğini açıklamıştır356. ABD Yönetiminden bu açıklamalar yapılırken, Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Elçi Murat Sungar, ABD yönetiminin tavrı konusunda “ihtiyatlı iyimser” olduklarını belirterek şöyle demiştir:

“…SEİA çerçevesinde alınan geçici önlemler, ABD yönetimini daha etkin bir davranışa yöneltmiştir. Bunu ihtiyatlı bir iyimserlik içinde kaydetmek isterim. Ancak, ABD Dışişleri Sözcüsü’nün, alınan geçici önlemleri açıklamasının nedenini anlamakta güçlük çektiğimizi de belirtmek isterim. Biz tasarının engellenmesi hususunda ABD yönetimiyle işbirliğimizi sürdüreceğiz”357.

Bu arada Ermeni tasarısının Bush yönetimince engellenmesini sağlamak için ABD’ye karşı koyduğu geçici önlemleri kaldırmamakta direnen Türk hükümeti, tasarının Senato Genel Kurulu’nda kabulü halinde ABD’ye ikinci ve yeni bir önlem paketi uygulayacağını, Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir tarafından Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na resmen bildirmiştir358. Böylece Ankara, tasarının Senato Genel Kurulu’na getirilmesi durumunda ABD’ye karşı uyguladığı yaptırımların daha sert ve ciddi olan ikinci bölümünü devreye sokacak olduğunu, tasarı gündemde olduğu müddetçe de başlatılan geçici yaptırım önlemlerinin süreceği mesajını vermiştir. Amerikan Senatosu’ndaki Ermeni karar tasarısının engellenmesi yönünde Türkiye’nin ABD’ye uyguladığı askeri önlemler karşısında ABD yönetimi katından yapılan açıklamalarda söz konusu tasarının iki ülke ilişkilerinde yarattığı sıkıntılara dikkat çekilmiş, askeri yaptırımlardan duyulan rahatsızlık sürekli olarak gündeme getirilmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa İşleri Bakan Yardımcısı Raymond Seitz, Temsilciler Meclisi Avrupa ve Ortadoğu Alt Komitesi’nde “Avrupa’daki Son Gelişmeler” konulu bir oturumda yaptığı konuşmada, Senato’da beklemekte olan Ermeni karar tasarısının iki ülke ilişkilerinde sıkıntılar yarattığını söylemiş, Yönetimin, Ermeni karar tasarısına ciddi bir şekilde karşı olduğunu belirtmiştir359.

356 “Washington’da Alarm Zilleri”, Milliyet, 27 Ekim 1989, s.13. 357 “ABD’ye Ödün Yok”, Milliyet, 28 Ekim 1989, s.8. 358 Ayın Tarihi, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ekim-Kasım- Aralık 1989, s. 63. 359 “Ermeni Tasarısında Geri Adım”, Milliyet, 2 Kasım 1989, s.16.

236 ABD Savunma Bakanı Dick Cheney de NATO Savunma Planlama Grubu toplantısında Milli Savunma Bakanı Safa Giray ile yaptığı ikili görüşmede Türkiye’nin Ermeni tasarısına karşı ABD’ye uyguladığı askeri yaptırımlardan Washington’un duyduğu rahatsızlığı Giray’a iletmiştir360. ABD Yönetimi katından bu açıklamalar yapılırken, 212 sayılı Ermeni karar tasarısının sahibi Senatör Robert Dole, Senato Genel Kurulu’nda tasarıyı gelecek yasama döneminde gündeme getireceğini söylemiştir361. Başbakanlığının son döneminde Türkiye-ABD ilişkilerindeki en önemli sorun kaynaklarından birini oluşturan 212 sayılı Ermeni karar tasarısı Özal’ın başbakanlığı döneminde bir sonuca ulaşmamış, onun Cumhurbaşkanı olarak görevinin ilk aylarında da Türkiye-ABD ilişkilerinde sorun oluşturmaya devam etmiştir. ABD Kongresi’nde bulunan Ermeni karar tasarısının engellenmesi amacıyla 18 Ekim 1989 tarihinden itibaren uygulamaya konulan önlemlere ek olarak Türkiye, tasarının geçmemesi yönünde ABD’ye uyarılarda bulunmaya devam etmiştir. Brüksel’de yapılan NATO toplantısı sırasında, ABD Başkanı George Bush ile bir görüşme yapan dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut, Beyaz Saray’ın Ermeni tasarısı karşısında aktif rol üstlenmesini istemiştir362. Cumhurbaşkanı Turgut Özal da Ocak ayında Washington’daki temasları sırasında ABD’yi Ermeni tasarısı konusunda uyarmıştır363. Türkiye ile ABD arasında Ermeni tasarısı konusunda karşılıklı mesaj akışı sürerken, 20 Şubat 1990 tarihinde 212 sayılı sözde Ermeni soykırım yasa tasarısı ABD Senatosu’nda görüşülmeye başlanmıştır. 22 Şubat 1990 tarihinde yapılan oylamada sözde Ermeni soykırım yasa tasarısının gündeme alınması için gerekli yüzde 60 oy sağlanamamıştır. 49 evet oyuna karşı 49 hayır oyu sayılmış, 2 kişi ise oy kullanmamıştır364. 27 Şubat 1990 tarihinde ABD Senatosu’nda yapılan ikinci

360 (Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1989/kasim1989.htm, 2 Ağustos 2006. 361 A.g.k., 2Ağustos 2006. 362 (Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1989/aralik1989.htm, 2 Ağustos 2006. 363 (Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/ocak1990.htm, 2 Ağustos 2006. 364 (Çevrimiçi) http://www.senate.gov/legislative/LIS/roll_call_lists/roll_call_vote_cfm.cfm?congress=101&session= 2&vote=00016, 3 Ağustos 2006.

237 oylamada da sözde Ermeni soykırımı karar tasarısının gündeme alınması reddedilmiştir. 48 evet oyuna karşı 51 hayır oyu kullanılmış, 1 kişi oy kullanmamıştır365. Senato Genel Kurulu’nda yapılan oylamalarda Ermeni tasarısının gündeme alınmasının reddedilmesinin ardından 1 Mart 1990 tarihinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak, Ermeni tasarısının engellenmesi amacıyla Türkiye tarafından ABD’ye karşı uygulanan geçici askeri önlemlerin kaldırıldığı iletilmiştir366. Turgut Özal’ın başbakanlık döneminin son günlerine Ermeni karar tasarısı nedeniyle gerginleşen Türk- Amerikan ilişkileri damgasını vurmuştur diyebiliriz. Ermeni karar tasarıları sorunu Özal’ın başbakanlık döneminin başlarından itibaren Türk-Amerikan ilişkilerinde sorun teşkil eden unsurlardan birisini oluşturmuştur. İlişkilerde diğer sorun konusu olan Ege, Kıbrıs, SEİA Anlaşması ve Amerikan Yardımları gibi konularda Ermeni karar tasarıları sorunu karşısında izlediği tutumdan daha ılımlı bir tutum izlemiş, sert ve ani çıkışlarda bulunmamaya özen göstermiş olan Özal, bu sorun karşısında daha sert açıklamalarda bulunmuş, sorunun çözümünde daha ısrarlı bir tutum benimsemiştir. Kuşkusuz bunda konuya karşı büyük bir hassasiyet besleyen Türk kamuoyunun yoğun ilgi ve baskısı etkili olmuştur. ABD’de Reagan Yönetimi döneminde Özal hükümetinin konuyla ilgili girişimleri karşılık bulmuş, Reagan yönetimi, Ermeni tasarılarının Kongre’den geçmemesi için yoğun çaba harcamıştır. Ancak ABD’de yönetim değişikliği ile birlikte işbaşına gelen Bush yönetimi bu konuda Reagan yönetiminden daha farklı bir politika çizgisini en azından başlangıçta benimsemiş, iki tarafı da memnun etme politikası içinde olmuştur. Bush yönetiminin bu politikası karşısında Özal hükümeti tasarının Kongre’den geçmemesi için ABD’ye karşı daha çok ABD’nin Türkiye’deki askeri faaliyetlerinde ve çalışmalarında özellikle Amerikan tarafına tanınan bazı imtiyazların ve kolaylıkların kısıtlanması gibi bazı yaptırımlar uygulamak yoluna gitmiştir. Bu karşı önlemlerin uygulanması, Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir

365 (Çevrimiçi) http://www.senate.gov/legislative/LIS/roll_call_lists/roll_call_vote_cfm.cfm?congress=101&session= 2&vote=00017, 3 Ağustos 2006. 366 (Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/mart1990.htm, 2 Ağustos 2006.

238 gerginliğe yol açmış, Özal’ın başbakanlığının son günleri bu gerginlik sonucunda Washington ve Ankara arasında yapılan bir dizi görüşme ve açıklamalara sahne olmuştur.

3.5.Dönem İçinde Kürt Sorunu/ABD-Türkiye Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerindeki bir diğer sorun teşkil eden unsur ise Kürt sorunu ile ilgili olarak yaşanmıştır. 1980’li yılların ortalarından itibaren, PKK eylemlerine karşı, Türkiye yönetiminin özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinde bu örgüte karşı çeşitli yöntemlerle mücadeleye yönelmesinin ardından ABD, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri konusunu gündeme getirmiş, Türkiye’deki Kürtlere yönelik uygulamalar örneklendirilmiş ve ABD’nin bu yöndeki ilgisi her geçen yıl artış göstermiştir. Sorun ilk olarak ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl insan haklarının durumu konusunda hazırladığı raporlardan 1986 yılına ilişkin Türkiye raporunun açıklanması ile başgöstermiş, raporun içeriği Türkiye’de büyük bir tartışma konusu yaratmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye ile ilgili raporun “Sosyal Statü, Dil, Din, Cinsiyet ve Irk Ayrımı” başlıklı bölümünde:

“Anayasa bütün vatandaşlarını Türk olarak nitelemekte ve etnik temeller üzerinde herhangi bir ayrımcılığı yasaklamaktadır…Aynı zamanda Türk kökenli olmayan bireylerin Türk toplumunun değerleri ve Türk kültürü doğrultusunda asimilasyonu Türk hükümetlerinin uzun yıllar sürdürdükleri bir politika olmuştur. Bu çerçevede etnik farklılıkların ortaya konulması zor kullanılarak caydırılmıştır…Türkiye’de Kürtler yoğun olarak ekonomik bakımdan elverişli olmayan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşamaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun yerleşim politikası ve büyük şehirlere göç olgusunun sonucu diğer bölgelerde de önemli oranda Kürt bulunmaktadır. Hükümet, Güneydoğu’da ve komşu ülkelerde üslenmiş olan gerillaların yürüttükleri silahlı bir Kürt ayaklanmasını bastırmaya çalışmaktadır. Sıkıyönetimin sürdüğü beş ilde de nüfusun çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır…Hükümet yetkilileri ve muhalefet sözcülerinin çoğu Kürt ayaklanmasından dış etkileri ve bölgedeki kötü ekonomik koşulları sorumlu tutmaktadırlar…Kürtlere, Türkiye’de hayatın her alanında, toplumun her kesiminde rastlanmaktadır. Buna karşılık hükümet, etnik Kürt kimliğinin ileri sürülmesine katı bir şekilde karşı çıkmaktadır. Hükümet, bunu bastırmak amacıyla bir dizi önlem almıştır. Kürtçe kitap, gazete ve diğer materyalin yayımlanması yasaktır. Aynı şekilde Kürt tarihi, kültürü ve etnik kimliğini konu alan Türkçe yayınlar da yasaklanmıştır. Kürtçe dilinin resmi amaçlı kullanımına…izin verilmemektedir…Yerli azınlık grupların kendi dillerini kullanma hakları sınırlanmıştır. Lozan Anlaşması’nda özel konuşmalarda, ticarette, dinde, basında, yayın alanında ya da toplantılarda Türk vatandaşlarının istedikleri dili kullanmalarında herhangi bir şekilde kısıtlama getirilemeyeceğinin belirtilmesine karşılık anayasa ülkenin resmi dilinin Türkçe olduğunu belirtmektedir... Herhangi bir dilin kullanılmasını yasaklayan bir yasa çıkartılmamakla birlikte, Kürtçe konuşmakla suçlanan Türk vatandaşları yargılanmışlardır…Hükümet Kürtçe yayınları yasaklamasının

239 gerekçesini, Türkçenin bütün vatandaşlar tarafından benimsenmesine yardımcı olmak biçiminde açıklamıştır…”367 ifadeleri yer almıştır.

Raporda, Kürtlerin durumuna geniş bir şekilde yer verilmesi ve “Türk hükümetlerinin ulusal Kürt kimliğini bastırdığı” ifadesinin kullanılması, Ankara’da ciddi rahatsızlığa yol açmış, Dışişleri Bakanlığı rapor üzerine Amerikan yönetimini uyarmıştır368. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından her yıl düzenli olarak yayınlanan bu raporlarda 1987 yılına gelinceye kadar, 1980’li yıllar çerçevesinde Kürtlerin durumuna Ankara’yı rahatsız etmeyecek bir üslupla değinilmişti. Örneğin 1981 yılına ait raporun Türkiye ile ilgili kısmında Kürtlere sadece “447 Kürt ayrılıkçının yargılanması”ndan369 söz edilirken değinilmiş, 1982 yılına ilişkin raporda ise Uluslararası Af Örgütünün raporlarına dayanılarak “100 Kürt tutuklunun kötü sağlık koşulları altında oldukları”ndan370 söz edilirken değinilmiştir. 1983 yılına ait raporda ise, “Keyfi tutuklama, gözaltı veya sürgün” başlığı altında, toplam 21,121 tutuklu bulunduğu, bunlardan 4,273’ünün hükümet tarafından ayrılıkçı olarak isimlendirildiği anlatılırken bu 4,273 kişinin çoğunluğunun Kürt olduğu ifadesi kullanılmıştır371. 1984 yılının değerlendirildiği 1985 tarihli raporda Kürtlere ilişkin ifadelerin arttığı görülmüştür. Raporda, anayasanın resmi dilin Türkçe olduğunu belirlediğini, Kürtler, Araplar, Ermeniler ve Rumların yerli azınlık grupları olduğunu, herhangi bir dilin kullanılmasını yasaklayan bir yasa çıkartılmamakla birlikte, bu yerli azınlık grupların kendi dillerini kullanma hakkının sınırlanmış olduğu, hükümetin bunun gerekçesini, Türkçenin bütün vatandaşlar tarafından benimsenmesine yardımcı olmak, Türk vatandaşlarının tümünün Türk devleti ve ulusuna bağlılığın yerleştirilmesi ve vatandaşların kendilerini başka gruplarla özdeşleştirmelerini önleme çabasının bir parçası olarak açıkladığı belirtilmiştir. Rumca ve Ermenicenin okulda ve dinde kullanımının serbestliğinin Lozan Anlaşması

367 US Department of State, Country Reports On Human Rights Practices for 1986, Washington, Government Printing Office, 1987, s.1050–1052. 368 “ABD’ye Kürt Uyarısı”, Cumhuriyet, 9 Nisan 1987, s.1,13. 369 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1981, Washington, Government Printing Office, 1982, s.884. 370 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1982, Washington, Government Printing Office, 1983, s. 1018. 371 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1983, Washington, Government Printing Office, 1984, s.1110.

240 ile garanti altına alındığı ve Türkiye’nin Lozan Anlaşmasına saygılı olduğu söylenerek, bunun azınlık dillerinin kullanımı için bir istisna oluşturduğu, aynı koşulların hiçbir anlaşmayla korunmayan Kürtçe için geçerli olmadığı vurgulanmıştır372. 1985 yılına ait değerlendirmeleri içeren 1986 tarihli raporda ise, önceki yıllara göre biraz daha eleştirel ifadeler kullanıldığı gözlenmiştir. Siyasi haklar başlığı altında, Müslüman ve Müslüman olmayan bütün azınlıkların, Türk ulusal kimliğini kabul ettikleri sürece siyasal katılımda herhangi bir yasal engelle karşılaşmadıkları, aynı şekilde Türk vatandaşlığını kabul etmelerine bağlı olarak Kürtlerin Türk siyasi hayatında büyük rol oynadıkları, Türk parlamentosunun birçok üyesinin etnik kökeninin Kürt olduğu belirtilmiştir373. Yine aynı raporda Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum başlığı altında ise, Türkçenin haricindeki dillerin belirli amaçlar için kullanılmasının yasak olduğundan söz edilmiş, Türk hükümetinin zorla ve hukuk yoluyla Türk olmayan etnik grupları asimile etmeye çalıştığı belirtilerek, Kürt bölgelerindeki ayrılıkçı terörist hareketlerin, Türk hükümetlerinin ulusalcı politikalarına karşı en ciddi meydan okuma olduğu söylenmiştir. Sorunu güçleştiren unsurun, Kürtlerin yoğunlaştıkları yerleşim bölgelerindeki nüfusun büyük bölümünü oluşturması olduğu anlatılmıştır. Ayrıca Kürtlerin çoğunlukta yaşadıkları bu bölgelerin Türkiye’nin en fakir ve az gelişmiş bölgeleri olduğu da, raporun bu bölümünde Kürtlerle ilgili olarak değinilen bir diğer unsur olmuştur374. Ancak ilk kez 1986 yılının değerlendirildiği 1987 tarihli raporda Türkiye’nin Kürtlere yönelik uygulamaları bu denli geniş bir şekilde eleştirilmiş, ilk kez Kürt sorununun niteliğine ilişkin bir değerlendirme yapılmıştır. Yine ilk kez bu raporda, Türk hükümetinin uyguladığı politikalarla Kürt etnik kimliğini zedelediği, Kürt kültür ve tarihine ilişkin kitapları yasakladığı, Kürtçenin kullanılmasına izin vermediği anlatılmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bu rapora karşı Türk Dışişleri Bakanlığı’nın ABD’ye uyarısı değinmiş olduğumuz gibi gecikmemiştir. Ancak,

372 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1984, Washington, Government Printing Office, 1985, s.1109. 373 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1985, Washington, Government Printing Office, 1986, s.1117. 374A.e., s. 1120.

241 Türkiye’nin gösterdiği tepki, ABD’nin Kürtlere yönelik artan ilgisinin ve bu ilgi çerçevesinde yapılan açıklamaların önünde bir engel oluşturamamıştır. ABD’nin bu yönelişi, Ankara ile Washington arasında yürütülen görüşmelerde birçok kez gündeme gelmiş ve ilişkilerde ciddi bir hassasiyet yaratmıştır. Türk Dışişleri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “Kürtlerin etnik kimliklerinin sergilenmesine izin verilmemesi”, “Kürtçe konuşmanın yasak olması” gibi görüşleri belirtmesine tepki gösterirken, Washington, “biz olguları belirtiyoruz” yaklaşımı içinde olmuştur. ABD ile Türkiye arasında bu konudaki görüş ayrılığının bir diğer boyutu da Lozan Anlaşması’nın yorumlanmasında ortaya çıkmış, Türkiye, Lozan Anlaşması’nda azınlık olarak, yalnızca Ermeni ve Rumların sayıldığını, bunun dışında bir azınlıktan söz edilemeyeceğini belirtirken, Washington, Lozan Anlaşması’nın dile dayalı bir ayrımcılık yapılamayacağı yolundaki hükmünden hareketle, Kürtçe konuşan bir etnik kimliğin varlığını dile getirmiştir375. Aralık 1987’de ABD Dışişleri Bakanlığı ile ABD Kongresi arasındaki yazışmalarda, Dışişleri, Kongre’nin Türkiye’deki Kürtlerin durumuyla ilgili bazı sorularını yanıtlarken, Kürtlerin durumunu Helsinki Nihai Senedi’nin insan hakları ve azınlık haklarına ilişkin hükümleri çerçevesinde ele aldığını belirterek, “Türk hükümeti ile insan hakları konularına ilişkin olarak yürüttüğümüz bütün görüşmelerde, Türkiye’nin Helsinki Nihai Senedi’nin, insan hakları ve azınlık haklarına ilişkin hükümlerine tümüyle saygı göstermesi için kendilerini cesaretlendirmeye devam ediyoruz” demiş, ABD Kongresi’nin yönelttiği “Türkiye’deki Kürtlerin insan haklarına ilişkin sistematik ihlaller var mıdır?” şeklindeki sorusunu da:

“Genel çerçevede, Türk Anayasası, bütün Türk vatandaşlarını Türk saymakta ve etnik temele dayalı bir ayırımı yasaklamaktadır. Kürtlere, Türkiye’de yaşamın her alanında ve toplumun her düzeyinde rastlanabilir. Bununla birlikte, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, Türk hükümetleri, Türk olmayan etnik temelden gelen kişilerin, Türk toplumu ve kültürünün ana doğrultusu içinde asimile edilmeleri yönünde bir politika izlemişlerdir. Kürtçe kitap, gazete ve diğer neşriyatın yayınlanması yasaktır. Aynı şekilde Kürtçenin resmi amaçlarla, örneğin mahkemelerde ve okullarda kullanımı yasaktır…”376 sözleriyle cevaplandırarak, İnsan Hakları Ülke Raporları’nın Türkiye ile ilgili bölümünde Kürtlerin durumuna eskiye kıyasla çok ayrıntılı bir şekilde yer veren

375 “Kaşıya Kaşıya Yara Olacak”, Hürriyet, 24 Aralık 1987, s.1,3,16. 376 “Amerika Kürt İşini Kaşıyor”, Hürriyet, 23 Aralık 1987, s. 1,21.

242 1986 yılının değerlendirildiği 1987 tarihli rapor ile belirgin bir nitelik kazanan ve Türkiye’nin büyük tepkisine yol açan, Türkiye’deki Kürtlere dönük uygulamalar konusunda takındığı eleştirel tutumu devam ettirdiğini açıkça belli etmiştir. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı, Türk Hükümeti’yle insan hakları alanında yapılan temaslarda, Kürtler’in, Helsinki Nihai Senedi’nde yer alan azınlık haklarından yararlanmalarının sağlanmasını isteyerek, Helsinki Nihai Senedi’nde daha çok kültürel hakları düzenleyen azınlık hakları çerçevesinde, Ankara’ya, Kürt kültürünün korunması ve Kürtçe konuşulmasının yasak olmaması gerektiği mesajını vermiştir. ABD’nin Türkiye’ye karşı takındığı bu eleştirel tutum, Türkiye’nin tepkisine rağmen devam etmiş, ABD’nin Türkiye’deki Kürtlere yönelik artan ilgisi 1988 yılında yayınlanan İnsan Hakları Ülke Raporları’nda daha netleşmiştir. 1988 yılında yayınlanan raporun başında, Türkiye’nin 1987 yılında tam anlamıyla işleyen bir demokrasiye döndüğü belirtilmiş, insan haklarının izlenmesinde ilerleme kaydedildiği vurgulanmıştır. 1987 yılında yayınlanan raporda, Güneydoğu’daki ayrılıkçı faaliyetler “ayaklanma”377 olarak nitelenirken, 1988 yılı raporunda, bu ifade, “Türkiye ve çevre ülkelerde yerleşmiş Kürt gerilla grupları tarafından gerçekleştirilen kanlı şiddet kampanyası”378 olarak değişmiştir. Ancak, PKK’nın Güneydoğudaki faaliyetlerinin ayrıntılı bir dökümünün yapıldığı bu bölümde, raporun başlangıcında Türkiye’nin insan hakları uygulamalarına yönelik olarak ifade olunan olumlu cümleler yerini 1987 yılı raporundaki benzer eleştirel ifadelere bırakmıştır. Güvenlik görevlilerinin Güneydoğudaki uygulamaları eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilmiş, güvenlik görevlilerinin teröristlerin saklandıkları yerleri öğrenmek için, terörist olduklarından şüphe ettikleri kişilerin ailelerini horladıkları ve bunlara işkence yaptıkları belirtilmiş, bazı olaylarda bir köy halkının tümünün sorgulandığı ya da yine tümünün hapse atıldığı aktarılmış, yine başka olaylarda da teröristlere yiyecek sağladığından şüphe edilen kişilerin, ayrılıkçılara yardımcı olmakla suçlandıkları ifade edilmiştir379. Raporun Konuşma ve Basın Özgürlüğüne ilişkin bölümünde ise, siyasi gelişmeler ve mahkeme kararlarının, basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaları büyük

377 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1986, s.1050. 378 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1987, Washington, Government Printing Office, 1988, s. 1036. 379 A.e.

243 ölçüde ortadan kaldırdığı görüşü savunularak, Türk basını için, “dinç” , “kuvvetli” sıfatları kullanılmış, TRT konusunda ise, “Bazı solcu ve Kürt sanatçılarla yazarların yapıtları, siyasi ve kültürel nedenlerle TRT’de yayınlanmıyor”380denilmiştir. Raporda, azınlık mensuplarının, Türk ulusal kimliğini kabul ettikleri sürece siyasete katılmada hiçbir yasal engelle karşılaşmadıkları belirtildikten sonra, “Etnik bir grup olarak Kürtler üzerindeki diğer sınırlama ve kısıtlamalara rağmen, Kürt asıllı pek çok Türk, Parlamento’da, Kabine’de ve üst düzey hükümet görevlerinde bulunmuşlardır. Ve halen de bulunmaktadırlar”381 denilmiştir. Raporda, Kürtlerin durumu en ayrıntılı biçimde, “Irk, Cinsiyet, Din, Dil ve Sosyal Statüye Dayalı Ayrım” başlığı altında ele alınmıştır. Bu bölümün girişinde, Türk Anayasası’nın bütün Türk vatandaşlarını eşit saydığı ve etnik temele dayalı ayrımı yasakladığı vurgulanmıştır. Devamında Lozan Antlaşması’na atıf yapılarak:

“Türk Hükümeti, Lozan Antlaşması’yla Türkiye’deki herkesin yaşam ve özgürlüğünü din, dil, ırk ve milliyet ayrımı yapmaksızın tam anlamıyla güvence altına alma yükümlülüğünü üstlenmiştir. Buna karşılık, Türk olmayan etnik temelden gelen kişilerin toplumun ana dokusu içinde eritilmelerine çalışılması, Türk hükümetlerinin eskiden beri uygulayageldikleri politika olmuştur”382 denilmiştir.

Kürtlere Türkiye’nin her bir yanında rastlanabileceği kaydedilmiş, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin dışında yaşayan Kürtlerin ulusal yaşam içinde eritildikleri, Kürtçe konuşanların çoğunun ekonomik bakımdan elverişsiz Güneydoğuda ve aşiret düzeni içinde yaşadıkları belirtilmiştir. Hükümetin etnik Kürt kimliğinin öne çıkarılmasına kuvvetle karşı olduğu söylenerek, Kürtçe yayınların ve Kürt tarihi, kültürü, etnik kimliğini ilgilendiren kitapların yasak olduğu vurgulanmıştır. Ağırlıklı olarak Kürtlere atfen, yerli azınlık gruplarının kendi dillerini kullanmalarının sınırlandığı öne sürülmüş, Türk Hükümeti’nin Lozan Antlaşması hükümlerine uymadığı ima edilerek, şöyle denilmiştir:

“Lozan Antlaşması, herhangi bir Türk uyruğu açısından; ticarette, dinde, yayıncılıkta ya da herhangi bir dilin serbestçe kullanılmasında sınırlama konulamayacağını belirtmiştir. Buna karşılık, Anayasa’da ülkenin resmi dilinin Türkçe olduğu hükmü vardır. Anayasa’nın bir maddesi dile dayalı ayrımı yasaklarken; başka maddeleri bazı dillerin kullanımını yasaklamaktadır. Yasak dillere ilişkin bir yasa bulunmamakla birlikte, yasal dilleri tanımlayan yasalar mevcuttur”383.

380 A.e., s. 1036–1037. 381 A.e., s.1041. 382 A.e., s. 1041–1042. 383 A.e., s.1042.

244

Raporun bu bölümünün sonunda ise bu konuda şu ifade yer almıştır:

“Uygulamada bir azınlık dilinin kullanımına getirilen kısıtlamaların katılığı, bu grubun devletin bütünlüğü açısından yarattığı tehdide bağlıdır. Örneğin, silahlı Kürt ayrılıkçılarıyla karşı karşıya olan hükümet, Kürtçenin kullanımının ayrılıkçılığı teşvik edeceğine inanmaktadır. Arapçanın kullanımında ise, bu tür kaygılar bulunmadığı için, benzer sınırlamalar söz konusu değildir”384.

Bir önceki rapor yayınlandığında Türkiye ABD’ye rapordaki ifadelerden duyduğu rahatsızlığı iletmiş, bu konuda ABD yönetimini uyarmıştı. Ancak Türkiye’nin uyarılarına rağmen, bu rapordan bir yıl sonra yine ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin sert tepkisine yol açan önceki rapordan çok da farklı ifadeler taşımayan yeni rapor karşısında, Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama yapılmış, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi İnal Batu, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve ABD Kongresi’ne sunulan rapora sert tepki göstermiştir. Batu, Dışişleri Bakanlığı adına yaptığı açıklamada, raporun hazırlanışında çelişkilere düşüldüğünü ve ön yargılı değerlendirmeler yapıldığını belirtmiş, önceki raporda olduğu gibi, bu raporda da bölücülük konusunun bir kez daha gerçeklerden uzak bir biçimde, ısrarla işlendiğinin gözlendiğini söylemiştir. Batu, ABD Geçici Maslahatgüzarı William Rope’un, Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak kendisine, Türkiye’nin rapora karşı tepkisinin ve bunun iki ülke ilişkilerine yapabileceği menfi etkilerden duyulan endişenin iletildiğini belirtmiş, “böyle bir raporun dost ve müttefik bir ülke hükümetince hazırlanışının arkasında yatan saiki anlamak mümkün değildir” görüşüne yer vermiş, açıklamasını, “söz konusu raporun, Türk kamuoyunun her kesiminde derin üzüntü ve hayal kırıklığı yarattığı, bir gerçektir”385 sözleriyle noktalamıştır. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir soğukluk yaratan bu raporlar karşısında Türkiye’nin gösterdiği tepkilerin ABD tarafında bir yanıt bulabildiğini söyleyebilmek güçtür. Ayrıca, Türkiye-ABD ilişkilerinde sorun oluşturan diğer konular Kongre’nin tutumundan kaynaklanırken, bu sorunda Türk hükümetinin karşısında sorunun muhatabı ABD yönetimi olmuştur. Türkiye’nin ilişkilerde sorun

384 A.e. 385 “…Ve Gerilim”, Hürriyet, 12 Şubat 1988, s.1,17 ; “Ve Ankara’dan Sert Tepki”, Tercüman, 12 Şubat 1988, s.1,4.

245 oluşturan diğer konularda desteğini aradığı yönetim, bu kez Türkiye’deki Kürtler’e yönelik politikasıyla, Türkiye’yi açıkça karşısına alan bir tavrın içine girmiştir. Türkiye bu konudaki hassasiyetini bildirmesine rağmen, ABD Dışişleri Bakanı Shultz’un İnsan Haklarından Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Richard Schifter, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye ile ilgili bölümünde, gerek “işkence olayları” gerek “Kürtler’e yönelik kısıtlamalar” konusunda eleştiri dozu yüksek bir ifadeyle kaleme alınan yıllık “İnsan Hakları Raporu”na ilişkin olarak düzenlediği basın toplantısında, ABD’nin Türkiye’deki Kürtler’e dönük kısıtlamalar konusunda kaygıları bulunduğunu belirtmiş, bu kaygıların Türk Hükümeti’ne aktarıldığını açıklamıştır. Schifter, basın toplantısında, kendisine yöneltilen, “Raporda, Türkiye’deki Kürtler’e dönük kısıtlamalardan ayrıntılı bir şekilde söz ediyorsunuz… Kürtler’i bir azınlık olarak mı görüyorsunuz? Bu konuda Türk Hükümeti ile bir diyalog içinde misiniz? Şeklindeki soruya:

“Kürtler’in Türkiye’de, nüfusun diğer bölümünden çok açık ve kesin bir şekilde kültürel ve linguistik farklılıklar gösteren bir grup oluşturduklarına inanıyoruz. İnancımız odur ki, Lozan Antlaşması’nda yer almamakla birlikte, uluslararası alanda kabul gören standartlara göre, Kürtler, ulusal bir azınlık olarak, bu hakların tanınmasına ve bunlara saygı gösterilmesine hak kazanmaktadırlar. Sorunuzun ikinci kısmına yanıtım, “Evet” olacaktır; kaygılarımızı Türk Hükümeti’ne ilettik…”386sözleriyle cevap vermiştir.

Schifter’in Kürtler’e ilişkin bu ifadesi, Amerikan yönetiminin Türkiye’deki Kürtler konusunda artan ilgisine bağlı olarak izlediği politika değişikliğini, 1987 yılındaki ABD Dışişleri Bakanlığı ve Kongre arasında gerçekleşen yazışmalar sonrasında, her yıl yayınlanan İnsan Hakları Raporları haricinde, en önemli göstergelerden birini oluşturmuştur. Yayınlanan raporlar, ABD Dışişleri ile ABD Kongresi arasındaki yazışmalar ve Schifter’in açıklamaları göstermiştir ki, ABD Yönetiminin Türkiye’deki Kürtler’e yönelik politikası ile Türkiye’nin resmi devlet tezi birbiriyle taban tabana çatışmaktadır. Türkiye, bu konuda Lozan Antlaşması ile azınlık olarak, yalnızca Ermeni ve Rumlar’dan söz edildiğini, bunun dışında bir azınlıktan söz edilemeyeceğini esas alırken, Washington, uluslararası standartların Lozan Antlaşması hükümlerini aştığını öne sürmüştür.

386 “Amerika’dan Kürt Küstahlığı”, Hürriyet, 12 Şubat 1988, s.1,10 ; “ABD Neyin Peşinde?”, Tercüman, 12 Şubat 1988, s.1,4.

246 ABD, Türkiye’deki Kürtler’le ilgili tutumunda Türkiye’nin tepkisi karşısında geri adım atmak şöyle dursun, ABD Dışişleri Bakanı George Shultz’un İnsan hakları’ndan sorumlu yardımcısı Büyükelçi Richard Schifter’in “Kürtler’in ulusal bir azınlık olduğu” ve “Kürtler’e dönük uygulamalardan duydukları kaygıları” Türk Hükümetine aktardıklarını açıklamasının ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Vekili Robert Farrand da benzer açıklamalarda bulunmuş, Kürtler’in “azınlık” oldukları görüşünü tekrarlamıştır. Farrand:

“Biz Kürtler’in Türkiye’de nüfusun diğer bölümüne göre, açık bir biçimde, ayrı kültür ve dil farkları olan milli bir azınlık grubu oluşturduklarına inanıyoruz. Her ne kadar Kürtler Lozan Antlaşması kapsamında değillerse de gene de bunların bir milli azınlık olduklarından şüphemiz yoktur” demiştir387.

Farrand azınlık kriterini de, “Bir toplumda nüfusun çoğunlukta olmayan kesimi azınlıktır” şeklinde açıklamıştır. Farrand, düzenlediği basın toplantısında, raporda Kürtler’le ilgili olarak getirilen görüşlerin, ABD’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı olduğu şeklinde alınmaması gerektiğini belirterek, “Türkiye’den bir kopmayı desteklemiyoruz. Türkiye’nin toprak bütünlüğü bizim için esastır”388 demiştir. ABD’nin Türkiye’nin resmi olarak, bu konuda derin üzüntü ve kaygılarını bildirmesine karşı kayıtsız kalması iki ülke ilişkilerinde ciddi bir soğukluğa yol açmıştır. ABD’nin Türkiye’deki insan haklarına ve Kürtlere yönelik artan ilgisinin ardında Washington’un bölgeye ilişkin olarak uzun vadeli çıkarlarının, “dost Kürt toprağı olarak kabul edeceği yerde” üs kurma arzularının olabileceği yorumları yapılmıştır389. ABD’nin dost ve müttefik ülke olarak nitelediği Türkiye’ye rağmen böyle bir politika değişikliğine gitmesine iki gelişmenin neden olduğu söylenebilir390. İlk olarak 1980’lerin sonunda, Sovyetler Birliği’nde yaşanan değişimle birlikte, dünyanın iki kutuplu siyasi ve askerini yapısını değiştiren gelişmelerin ortaya çıkmasına bağlı olarak, ABD yeni koşullar altında Kürt konusunu daha rahat gündeme getirmiştir. Önceleri, soğuk savaşın getirdiği bloklaşma ve müttefikler

387 “Hep Aynı ABD”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s.1,4. 388 “ABD Kürt Tutumunda Israrlı”, Hürriyet, 13 Şubat 1988, s.3,17. 389 “ABD’nin Kürt Raporu”, Yankı, Sayı: 883, 27 Şubat–4 Mart 1988, s.20. 390 Erol Kurubaş, 1960’lardan 2000’lere Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Cilt:2, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2004, s.230–231.

247 arasındaki stratejik bağımlılık çerçevesinde Kürt konusu gibi hassas konular üzerinde baskı yapamadığı Türkiye’ye karşı bu konu üzerinde daha ısrarlı bir tutum içinde hareket etmeye başlamıştır. İkinci olarak ise, Ortadoğu’da yaşanan İran-Irak Savaşı’nın İran’ın lehine bir durum içinde sona ermeye başlaması karşısında, ABD, bölgedeki stratejik çıkarları açısından, bölgedeki siyasal gelişmeleri denetlemesine yardımcı bir araç olarak kullanabilmek amacı ile391 Kürtler’in etkinlik kazanmasını arzulamış, bu bağlamda da Türkiye’deki Kürtler’e yönelik açıklamalarında Türkiye’ye karşı oldukça eleştirel bir yaklaşım içinde olmuştur. ABD’nin 1988 yılı insan hakları raporunun yayınlanmasından çok az bir zaman önce, 20 Ocak 1988’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki müzakerelerde SHP İstanbul milletvekili Mehmet Ali Eren Kürtler’e Güneydoğu’da asimilasyon uygulandığını ve isimlerinin değiştirildiğini, vatandaşların Kürtçe’yi serbestçe konuşamadıklarını iddia etmiştir392. Eren’in bu iddiaları hem siyasi çevreler hem de kamuoyunca tepkiyle karşılanmış, Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “Tasvip etmek mümkün değil” derken, Başbakan Özal, belli bölgelerin meselelerinin Meclis kürsüsüne getirilmesine karşı olmadıklarını ancak bunun anayasa sınırları dışına çıkarılmasına karşı olduklarını belirterek, Türkiye’de yaşayan insanlar arasında “ayrılık-gayrılık bulunmadığını” ifade etmiştir. Bazı yabancı güçlerin bu ayrımı yapmaya çalıştıklarını belirterek, “Aynı ayrımı bu milletvekilinin yapması ve dış güçlere alet olmasını üzüntü ile karşılıyoruz” demiştir393. Türkiye’nin Türkiye’deki Kürtler’e ilişkin iddialara karşı gösterdiği tepki bu kadar net iken, ABD tarafından yayınlanan raporda ısrarla bu iddialar doğrultusunda ifadeler kullanılmış olmasının altı çizilebilir. Fahir Armaoğlu, ABD’nin bu raporla Türkiye’de bir “Kürt sorunu” yaratmaya çalıştığını belirtmiş394, Ahmet Kabaklı ise, ABD’nin kasıtlı görüşlerinin bulunduğunu, buradaki “maksadın Kürt hakkı filan olmadığını”, bunun arka planında yardım pazarlığı, üs pazarlığı gibi nedenler olduğunu söylemiştir395.

391 Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, s.67. 392 “Meclis Kürsüsünde Bölücülük”, Tercüman, 20 Ocak 1988, s.1,10. 393 “Milli Tepki”, Tercüman, 21 Ocak 1988, s.1,7. 394 Fahir Armaoğlu, “Sevr’ci Amerika”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s. 4. 395Ahmet Kabaklı, “Amerika’nın Tuhaf İşleri”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s.2.

248 Kabaklı’nın değerlendirmesi temel alınarak bakılacak olursa, raporun yayınlandığı dönemde Türkiye’nin ABD üzerinde SEİA kaynaklı bir siyasi baskısı mevcuttur. Özal hükümeti, ABD’ye karşı SEİA kartını işletmekte, SEİA’nın onay kararını ABD’nin tutumunun belirleyeceği ABD yönetim çevrelerine aktarılmaktadır. Başbakan Özal, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Michael Armacost ile yaptığı bir görüşme sırasında, ABD Kongresi’nin askeri yardımı Kıbrıs şartına bağlama eğilimini şiddetle eleştirerek, bunun kaldırılması için Reagan Yönetiminin devreye girmesini istemiş, yardımın 7/10 oranına bağlanmasından duyulan memnuniyetsizliği de ileterek, Armacost’un bu konuda Kongre’ye ağırlığını koymasını istemiştir. Başbakan Özal bu görüşmede Türkiye’deki savunma üslerinin geleceğini tayin eden SEİA Anlaşmasının onaylanmasının da Kongre’nin tutumuna bağlı olduğunu hatırlatmıştır396. Yapılan bu hatırlatma ile ABD’ye SEİA’nın onayının Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki memnuniyet derecesine bağlı olduğu mesajı verilmek istenmiş, SEİA, ABD’ye karşı Türkiye’nin elindeki bir koz olarak sunulmuştur. Bu durumdan rahatsızlık duyan ABD, bir süredir çeşitli nedenlerle askıya alınmış olan SEİA Anlaşmasının bir an önce uygulamaya sokulmasını istemektedir. Örneğin, ABD’nin Ortadoğu ve Avrupa İşlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Rosanne Ridgeway, SEİA Anlaşmasının TBMM’de onaylamaya konulmamasının normal bir durum olmadığını ileri sürerek, doğru olanın Türkiye Parlamentosu’nun bunu imzalaması olduğunu savunmuştur.397 Aynı günlerde Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Türkiye’de bulunan 7 haberleşme istasyonunun398 Türk Genelkurmayı’na devri projesi ertelenmiş, İki tarafın istasyonların devri konusunda mutabakata vardıkları 1988 yılı, üzerinde son değişiklikle tesislerin devir işlemleri 1990 yılından sonraki bir tarihe kalmıştır. ABD tarafından yapılan açıklamada, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın bu istasyonların faaliyetlerini sürdürecek olan uydularla ilgili çalışmalarını tamamlayamamasından dolayı böyle bir karar aldığı belirtilmiştir.399

396 “Kıbrıs şartına Karşı SEİA”, Tercüman, 4 Aralık 1987, s.11. 397 “ABD Kongresi’nden Açıklama: Türkiye, SEİA’yı İmzalasın”, Tercüman, 11 Şubat 1988, s.4. 398 Adı geçen haberleşme istasyonları şunlardır: Kürecik(Malatya), Alemdağ(İstanbul), Yamanlar(İzmir), Şahintepe(Gemlik), Elmadağ(Ankara), Mahmurdağ(Samsun) ve Karataş(Adana). 399 “Sürpriz Erteleme”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s. 4.

249 ABD’nin Türkiye’den SEİA’nın uygulamaya sokulması yönündeki beklentisi SEİA’yı Türkiye’nin elinde ABD’ye karşı kullanabileceği bir koz haline getirmiş, ancak bu durum ABD Yönetim ve Kongre çevrelerinde rahatsızlığa yol açmıştır. İşte bu çerçevede tam da SEİA’nın uygulamaya sokulmasına ilişkin ABD beklenti ve baskılarının arttığı bir zamanda ABD’nin insan hakları raporunda Türkiye’deki Kürtler’e dair bir dizi çelişkili ifadenin yer alması arasında bir bağ kurularak, ABD’nin bu konuyu SEİA konusundaki diplomatik pazarlıkta Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak istediği söylenebilir. ABD’nin dost ve müttefik ülke olarak nitelediği Türkiye’nin hassasiyet ve tepkisine rağmen, Türkiye’deki Kürtler konusunda benzeri açıklamalarını sürdürmesinin ardında, yukarıda sayılan iki gelişmeye ek olarak SEİA konusundaki gelişmelerin de bulunduğu düşünülebilir. 1989 yılına gelindiğinde, ABD Savunma Bakanlığı’nca hükümet içindeki veya dışındaki uluslararası terörizmi inceleyen güvenlik uzmanları, gazeteciler, üniversiteler ve diğer kurumlar için kaynak olarak hazırlanan dünyadaki terörist grupları gösteren “Dünyadaki Terörist Grupların Profili” adlı raporda PKK’ya yer verilmemiş400, bu durum Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Strausz Hupe’ye Türkiye’nin bu konudaki tepkisi dile getirilerek, hatanın düzeltilmesi ve bundan sonra bu gibi durumlara mahal verilmemesi talep edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi İnal Batu yaptığı konuşmada:

“ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe bu sabah bakanlığımıza davet edilerek, bu hayret verici gelişme karşısında kamuoyumuzda ve basınımızda da yansıyan tepkilerimiz dile getirilmiş ve hatanın düzeltilmesi ile bundan böyle bu gibi durumlara mahal verilmemesi talep edilmiştir. ABD Büyükelçisi, cevaben, Savunma Bakanlığı’nın yayınında PKK’ya atıfta bulunmamasının muhtemelen bir yanlışlıktan kaynaklandığını, zira ABD’nin PKK’yı terörist bir örgüt olarak gördüğünü resmi planda açıkça beyan ettiğini, nitekim geçtiğimiz ağustos ayında, yani bundan kısa bir süre önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nca yayınlanan uluslararası terörizm yıllık raporunda da PKK’ya yer verilmiş bulunduğunu, bu kez ortaya çıkan hatanın düzeltilmesini teminen anılan yayının muhtemelen birkaç ay sonra çıkacak yeni baskısında PKK’ya yer verilmesi için gerekli telkinlerde bulunacağını kaydetmiştir” demiştir401.

“Terörist Grupların Profilleri” başlıklı raporda PKK’dan söz edilmemesinin yankıları sürerken, ABD Savunma Bakanlığı, PKK’yı bir terörist örgüt olarak

400 “ABD’ye Göre PKK Terörist Grup Değil”, Tercüman, 12 Ocak 1989, s.1,6. 401 “Hupe: PKK Terörist Bir Örgüt”, Tercüman, 14 Ocak 1989, s. 1,7.

250 değerlendirdiğini, ancak raporun bütün terörist grupları kapsamadığını bildirmiştir. ABD Savunma Bakanlığı’nın bir sözcüsü tarafından yapılan açıklamada:

“Kürdistan İşçi Partisi(PKK), ABD Savunma Bakanlığı tarafından bir terör örgütü olarak görülmektedir. Bununla birlikte Savunma Bakanlığı söz konusu raporu hazırlarken, raporun dünyadaki bütün terör örgütlerini kapsaması gibi bir amaç gütmemiştir. Rapor, ABD çıkarlarını ve Amerikan vatandaşlarını tehdit eden ya da tehdit etme potansiyeline sahip bulunan terör örgütlerini konu almaktadır. Bu durum, bundan sonraki raporlarda, listeye ilk raporlarda yer almayan örgütlerin dahil edilmeyeceği anlamına gelmez” denilmiştir402.

Bundan bir süre sonra, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları tarafından hazırlanan “Güvenlik Yardımı Programları” adlı rapor Kongre’ye sunulmuş, raporda Güneydoğu’daki olaylara dikkat çekilerek, “…Güneydoğu’da devam eden gerilla faaliyetleri ve düşük seviyedeki terörist faaliyetler daha çok dikkat gerektirmektedir” denilmiştir403. ABD’nin yapılan bu açıklamalar ile Türkiye’nin hem ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan 1988 tarihli dünyada insan haklarının durumunun konu alındığı rapor ve de 1989 yılındaki ABD Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan “Terörist Grupların Profilleri” başlıklı raporda PKK’ya yer verilmemesi ile ABD’ye karşı daha da pekişen tepkisini yumuşatma yoluna gittiği söylenebilir. 1989 yılıyla birlikte PKK konusu ABD’nin açıklamalarında daha ağırlık kazanmış, terörist hareketlerin karşısında olan ABD tarafından, 1989 ve 1990 yıllarına ait insan hakları raporlarında PKK’nın Türkiye’nin Güneydoğu’sunda terör faaliyetleri düzenlediği belirtilmiştir.404 ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, dünyada insan haklarının durumunu konu alan 1988 yılının değerlendirildiği 1989 tarihli raporunda, Türkiye’ye ilişkin gözlemlerindeki eleştiri tonunu 1988 tarihli rapora kıyasla kısmen hafiflettiği, kullanılan ifadelerde daha ılımlı cümleler seçildiği gözlenmiştir. Raporda sorunların azalmakla birlikte sürdüğüne dikkat çekilmiş, Türk Kürtleri (Kürt asıllı Türkler) kavramı getirilerek, “Türk Kürtler”in kültürel kimliklerinin hükümet tarafından kısıtlandığı vurgulanmıştır. Bir önceki raporda ifade olunduğu gibi, 1989 tarihli

402 “Pentagon, Hürriyet’e Açıkladı: PKK, Terör Örgütü”, Hürriyet, 13 Ocak 1989, s. 1,17. 403 “Türkiye’ye Yardım Etmeliyiz”, Tercüman, 27 Ocak 1989, s.6. 404 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1988, Washington, Government Printing Office, 1989, s.1199; US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1989, Washington, Government Printing Office, 1990, s.1264.

251 raporun giriş cümlesinde de Türkiye’nin işleyen bir demokrasi olduğu belirtilmiştir. Devamında Türkiye’nin insan haklarına ilişkin uygulamalarda 1988 yılında ilerleme göstermeye devam ettiği vurgulanarak, işkence iddialarında geçen yıla kıyasla azalma meydana geldiği belirtilmiştir. Türkiye’nin Ocak ayında Avrupa Konseyi’nin “İşkencenin Önlenmesi Anlaşması”nı imzalayan ilk ülke olduğu, aynı şekilde Ağustos 1988’de de Birleşmiş Milletler’in benzer bir anlaşmasını imzaladığı belirtilmiştir. Bu anlaşmaları imzalamakla Türkiye’nin ilk kez Türkiye’deki işkence iddialarına yönelik inceleme yapılması için dışarıdan gözlemcilere izin verdiği kaydolunmuş, önceki yıllara oranla 1988’de işkenceye dair iddiaların daha az olduğu ifade edilmiştir. Kullanılan bu olumlu ifadelerin ardından önceki raporlarda Kürtlere ilişkin olarak belirtilmiş ifadeler benzer şekilde bu raporda da yer almış, Türk Hükümetinin 1923 Lozan Antlaşması’nda belirtildiği üzere yalnızca Müslüman olmayan grupları azınlık olarak kabul ettiği, Kürt asıllı Türkler gibi Müslüman grupların ayrı kültürel kimliklerine sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Milyonlarca Kürt asıllı Türk’ün ulusun ekonomik, siyasi ve kültürel yaşamında tümüyle bütünleştiği, ancak hükümetin bütün etnik grupları asimile etme politikası sonucunda Kürtçe materyal yayınlamanın ya da Kürt tarihi ile ilgili yazılar yazmanın hapisle sonuçlandığı, aynı şekilde Kürtçe şarkı söyleyen şarkıcıların da tutuklanmış olduğu durumlar olduğu, kültürel faaliyetin bazı şekillerine izin verilmekle birlikte, kültürel ifade üzerinde kısıtlamaların sürmekte olduğu ifade edilmiştir. Ancak bununla birlikte Türk Hükümetinin genelde insan hakları özelde ise Kürtlere ilişkin uygulamalarına yönelik olumlu ifadeler bu raporda özenle vurgulanmıştır. 1988’de Hükümetin ilk kez olarak Kürtçe şarkılar içeren kasetlerin satışına izin verdiği belirtilmiştir. Yine bu raporda 1984’ten beri çoğunluğu PKK üyesi yaklaşık 3000 kişi kadar Kürt ayrılıkçının Türkiye’nin güneydoğusunda güvenlik güçlerine ve kendilerini desteklemeyen Kürt asıllı Türklere karşı çoğunluğu sivil 1400 kişinin ölümüne sebebiyet veren bir terör kampanyası yürüttükleri, Hükümetin 1988’de bu terör kampanyasına karşı savaşta hem güvenlik güçlerinin koordinasyonunu geliştirerek hem de o bölgede yaşayan halkın ekonomik koşullarında iyileşme yaratarak önemli adımlar attığı vurgulanmıştır. Kürtçenin kişisel kullanımına yönelik hiçbir yasal sınırlamanın bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca, 1988 yılı raporunda, bölücülük iddiası ile yargılanan kişilerin büyük bir bölümünün dil probleminin

252 olduğu, zaman zaman sanıkların avukatları ile anlaşamadıkları, mahkemelerde yapılan Kürtçe tercümelerin ise yetersiz kaldığı, duruşmalarda Türkçe’den başka dil kullanılmasına izin verilmediği405 yönünde yeralan ifadelerin yerini bu raporda, mahkumlara hapishane ziyaretlerinde Türkçe konuşmayan aileleri ile ziyaret süresince kendi dillerinde konuşma serbestliği getirildiği, aynı şekilde bu mahkumların avukatlarıyla da Kürtçe konuşmalarına izin verildiği yönündeki ifadeler almış, bunun Türkiye’nin doğusunda yaşayan etnik olarak Kürt asıllı Türkler için önemli bir adım teşkil ettiği ifade edilmiştir406. ABD Dışişleri Bakanlığı’nca yayınlanan 1989 yılı insan hakları raporu, Türkiye’nin 1987 ve 1988’deki gibi tepkisine neden olmamış, Türk Dışişleri Bakanlığı, yayınlanan raporun Türkiye ile ilgili bölümünde geçen yıllara göre “daha yumuşak ifadeler” kullanıldığı görüşünde olduğunu bildirmiştir407. Yine 1989 yılını konu alan 1990 tarihli raporda da, Türkiye’deki Kürtler’in durumuna geniş yer verilmiş, Türk hükümetinin Kürt asıllılar gibi Müslüman grupların ayrı kültürel kimlikleri olduğuna dair açıklamaları kabul etmediği, etnik Kürt kimliğinin ileri sürülmesine karşı çıktığı, Kürtçe materyalin yayımlanmasının ve Kürt tarihi ile ilgili yazmanın yasak olduğu ve hapisle sonuçlandığı belirtilmiştir. Rapora göre, eğlence yerlerinde Kürtçe şarkı söyleyenler tutuklanmışlardır. Bununla birlikte, siyasi liderler ve parlamenterler Kürtlerle ilgili konuları artık daha açık, daha rahat bir şekilde tartışabilmektedirler. Bütün partilerden parlamenterler, iktidardaki Anavatan partisinden bazı üyeler de dahil olmak üzere Kürtçe konuşma ve Kürt kültürünün ifadesi üzerindeki sınırlamaların hafifletilmesinin gerekli olduğunu belirtmişlerdir. Muhalefetteki Sosyal Demokrat Halkçı Parti Kürtçe’nin kullanımındaki sınırlamaların kaldırılması yönünde bir yasa teklifi sunmuş ancak yılsonu itibariyle bir gelişme kaydedilmemiştir. Yine aynı raporda Kürt teröristlerin güneydoğuda faaliyette oldukları, birçok Kürt asıllı Türk’ü öldürdükleri ve jandarmanın masum sivillerin keyfi ölümlerinden sorumlu olduğunu iddia ettiği PKK teröristlerini aradığı ifadesi yer almaktadır. 1989 tarihli raporda belirtildiği üzere bu raporda da çoğunluğu yasadışı PKK üyesi birkaç bin zorba Kürt ayrılıkçının

405 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1987, Washington, Government Printing Office, 1988, s.1035. 406 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1988, s.1198–1208. 407 “ABD Kongresi’nde Eleştiri: İşkence İçin Sıcak Gündem”, Cumhuriyet, 9 Şubat 1989, s.1,10.

253 1984’ten beri Türkiye’nin güneydoğusunda hem güvenlik güçlerine hem de kendilerine destek vermeyen Kürt asıllı Türk vatandaşlarına karşı bir terörist kampanya sürdürdükleri ifade edilmiştir. Kapsamlı güvenlik operasyonları ve Türk Hükümetinin bölgede yaşayanların daha iyi ekonomik koşullara sahip olması için tüm çabalarına rağmen, Hükümetin Kasım ayı verilerine göre 193 güvenlik gücü görevlisinin ve 326 sivilin Temmuz 1987’den beri Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleşen bu terörist saldırılarda öldürülmüş olduğu, aynı zaman dilimi içinde 308 teröristin de güvenlik güçlerince öldürüldükleri belirtilmiştir. Aynı raporda, bölge halkının şikayetlerinin bulunduğu ifade edilmiş, halkın şikayetlerinin, jandarmanın, PKK teröristlerini ve bu teröristlere yerel destek sağlandığına dair delil ararken, bu aramaların bölgedeki vatandaşlara yönelik işkence ve şiddet uygulanması ve de masum sivillerin keyfi ölümleriyle sonuçlanması hakkında olduğu belirtilmiştir408. 1990 yılı raporu, 1989 yılı raporu ile “Kürt sorunu” konusunda benzer ifadeler içermektedir. Her iki raporda da Hükümetin insan haklarında olumlu adımlar attığı vurgulanır ve Kürt konusuna gönderme yapılırken, Atatürk’ten itibaren Türk Hükümetlerinin, Türk kökenli olmayan bireylerin Türk toplumunun değerleri ve Türk kültürü doğrultusunda asimilasyonu politikasını sürdürdükleri iddia edilerek, “Türkler böyle gruplara kimliklerini koruma izni vermelerinin devletlerinin bütünlüğü hakkında sorular uyandırabileceğini düşünmektedirler” denilmiştir409. ABD, SEİA Anlaşması’nın onaylanması sonrasında yayınlanan ilk rapor olan 1989 yılı raporunda Türk Hükümeti’nin uygulamaları konusunda olumlu ifadeler kullanmış, Türkiye’nin tepkisine yol açan diğer raporlardaki olumsuz ifadeler 1989 yılı raporunda yer almakla birlikte, hükümetin uygulamalarına yönelik olumlu ifadeler bir nevi aralara serpiştirilerek olumsuz ifadeler yumuşatılmaya çalışılmıştır. Ancak, gerek 1989 yılı raporunda gerekse 1990 yılı raporunda, 1988 yılı raporundaki gibi çelişkili ifadelerin hakimiyetini koruduğu görülmüştür. ABD’nin bu raporlardaki çelişkili ifadelerinin ardında, bir yandan Türkiye’nin tepkisini almama yönündeki

408 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1989, s.1260–1270. 409 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1988, s.1208; US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1989, s.1269.

254 gayretin diğer yandan ise Türkiye ile ilişkilerde Kürt konusunu her daim kullanabileceği bir koz olarak elinde bulundurma isteğinin olduğunu söyleyebiliriz.

255 SONUÇ

1983 yılının sonunda başlayan Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde, Türkiye’nin stratejik konumu gerek Türkiye gerekse ABD için birbirleriyle yakın ilişkiler geliştirmelerinde belirleyici olmuştur. Dönem çerçevesinde ABD için büyük önem taşıyan Ortadoğu bölgesindeki istikrarsız ortam ve bölgeye yönelik Sovyet yayılmacılığı tehdidine karşı ABD bu bölgede yakın ilişkiler içinde olduğu müttefik bir ülkenin olmasını global çıkarları açısından uygun görmüş, Türkiye’ye yönelik politikalarında da bu dönem boyunca bu unsur belirleyici olmuştur. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye de uluslararası iki kutuplu yapının süper güçlerinden birisi olan ABD ile yakın ilişkiler içinde olmayı ulusal çıkarları için bir gereklilik olarak görmüş, kendisine yönelebilecek bir Sovyet tehdidine karşı da ulusal güvenliği için ABD’ye yakın olmayı tercih etmiştir. Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemi dış politikaya yönelik uygulamalarının muhalefet, kamuoyu ve hatta kendi partisinin milletvekilleri tarafından sıklıkla eleştirildiği yıllar olmuştur. Özal’ın dış politika kararları alınırken acele kararlar verdiği, danışma mekanizmalarını kullanmadığı ve dış politika konusunda bilgi birikiminin ve deneyiminin eksik olduğu yönünde kendisine yapılan eleştiriler özellikle Özal’ın başbakanlığının ikinci döneminde artış göstermiştir. Özal için dış politikada öncelikler, sorunların karşılıklı diyalogla çözülebileceği anlayışı içinde diğer ülkelerle iyi ilişkiler içinde olunması, ekonomik ilişkilerin kurulan karşılıklı ilişkilerde ön plana çıkarılması, gelişen ekonomik ilişkilerin sorunların çözümünde etkili olacağı anlayışı olmuştur. Ağırlığı ekonomiye veren Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde yaptığı açıklamalarda da dış politikada ekonomiye verilen önem sürekli vurgulanmıştır. Önce ekonomi diyen Özal için ABD ile ilişkilerde de öncelik hep ekonomide olmuş, ancak Özal’ın bu yöndeki tüm çabalarına karşılık başbakanlığı dönemi boyunca siyasi sorunların gölgesinden kurtulamayan ikili ilişkilerde ekonomik konularda Özal’ın beklentileri doğrultusunda bir ilerleme kaydedilememiştir. Turgut Özal’ın ABD’yle yakın ilişkiler içinde bulunulması çabaları iki ülke arasındaki birtakım anlaşmazlık konularının ilişkilere olan olumsuz etkisi altında sık sık kesintiye uğramıştır. Türkiye-ABD ilişkilerinin çerçevesini belirleyen 29 Mart

256 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması(SEİA)’nın işletilişi Özal’ın başbakanlığı döneminde Türkiye ile ABD arasında sorun oluşturan başlıca konulardan biri olmuştur. ABD tarafından Türkiye’ye ve Yunanistan’a verilen yardımlarda 7/10 gibi sabit bir oranın ABD Yönetimi tarafından böyle bir orana karşı olunduğuna dair yapılan tüm açıklamalara rağmen sürekli olarak işletilmesi, yine verilen bu yardımın Amerikan Kongresi’nde her yıl tartışmalara neden olması, Yunan, Rum ve de Ermeni lobilerinin etkisi ile Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı gibi unsurlarla ilişkilendirilmesi ve de Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın Türk ekonomisini geliştirmeye yönelik ekonomik boyutunun işlerlik kazanamaması Özal hükümetleri döneminde SEİA ile ilgili rahatsızlıkları oluşturmuştur. Ne var ki Türkiye tarafından duyulan tüm bu rahatsızlıklara karşın SEİA Anlaşması sona eriş tarihi olan 17 Eylül 1985 tarihinden itibaren yıllık olarak uzatılmış, 1986’da imzalanıp, 1987 yılında iki ülke tarafından ek mektuplarla teati edilmiş, ancak bu ek mektuplar Türkiye’nin kendisine yapılan yardımlarda ABD tarafından yapılan kesintiler karşısında duyduğu ciddi rahatsızlık neticesinde askıya alınmış ancak 1988’de, Türkiye’nin anlaşmadan beklentileri tam olarak karşılanmamışken, kamuoyunun da net bir şekilde yorumlayamadığı bir biçimde onaylanarak yürürlüğe sokulmuştur. Bütün bu süreç içerisinde zaman zaman Özal hükümeti tarafından ABD’ye karşı sert çıkışlar gerçekleştirilmiş ve şikayetler dile getirilmiş olsa da dönem boyunca ilişkilerin genel seyrine bakıldığında Özal hükümetleri tarafından iki ülkenin yakın ilişkilere sahip iki ortak oldukları izleniminin verilmesine çalışıldığı görülür. İlişkilerdeki sorunlar karşısında ABD Yönetimi ve ABD Kongresi konulara farklı yaklaşımlar benimsemişlerdir. ABD’nin Ortadoğu politikalarında stratejik konumu nedeniyle önem taşıyan Türkiye’ye karşı ABD yönetimi iki ülkenin yakın ilişkiler sürdürmesine engel teşkil edebilecek olan; yardım, Ermeni karar tasarıları, Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan Ege ve Kıbrıs’a ilişkin sorunların iki ülke ilişkilerine yansıması ve SEİA’dan kaynaklanan sorunlarda Türkiye’ye karşı ılımlı bir politika takip etmiş, stratejik çıkar ortaklığı temelindeki ilişkinin sürdürülmesi için gerekli olan çabaları sarfetmeye gayret etmiştir. Miktar olarak yüksek gözükmekle birlikte, Türkiye’nin ihtiyaçlarının gerisinde kalan ve koşulları açısından Türkiye’yi memnun etmeyen Amerikan yardımı ile ilgili olarak ABD Yönetimi,

257 kendisi tarafından önerilen ve Temsilciler Meclisi ve Senato Ödenekler Alt Komitesi’nden geçerek bir sonraki mali yıl için Dış Yardım Tasarısı olarak yasalaşan ancak bu bürokratik sürecin sonunda Kongre’de kesintiye uğrayan ve Kıbrıs ve Ermeni sorunu gibi birtakım başka konularla ilişkilendirilen yardımın kesintiye uğramadan çıkması ve başka konularla bağlantılandırılmaması ve de özellikle Türkiye ve Yunanistan’a uygulanan yardımlarda Kongre tarafından gözetilen 7/10 oranının bozulması için yoğun çaba harcamıştır. Başkan Reagan tarafından yapılan açıklamalarda bu oranın anlamsızlığı bizzat vurgulanmış, Kongre tarafından benimsenen bu yaklaşımın Ortadoğu’da oynadığı rol ve sahip olduğu stratejik konum nedeniyle ABD için büyük önem arzeden Türkiye ile ilişkilerin bozulmasına yol açabileceği üzerinde durulmuştur. Ancak ABD yönetimince gösterilen bu çabalar bir sonuç vermediği gibi 7/10 oranı da değişmemiştir. İstenilen ve beklenilen oran ve koşullarda yardım alınamadığı bu durum karşısında Özal hükümeti ABD Yönetimini yeterince çaba göstermemekle eleştirmiş, ancak fazla sert çıkışlarda bulunmamaya da dikkat edilmiştir. Türkiye tarafından yapılan açıklamalarda ABD tarafından Türkiye’ye yapılan yardımın kısıtlanmasının sorumlusu olarak ABD Kongresi gösterilmiş, sorunun çözümü yönünde ABD Yönetiminden beklentiler ifade edilmiştir. Özal hükümeti ABD yönetimine karşı nispeten ılımlı bir yaklaşımı benimseyerek krizi derinleştirmekten kaçınmıştır. Özal’ın başbakanlığı dönemi boyunca Ermeniler tarafından hemen her yıl Amerikan Kongresi’nden sözde Ermeni soykırım tasarıları geçirilmeye çalışılmış, yeterli sayıda taraftar toplayıp Kongreye sunulan tasarılar üzerinde yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye’nin konuya karşı hassasiyetinin beraberinde getirdiği sert tepkiler karşısında stratejik çıkarlarının tehdit altına girebileceği endişesiyle ABD Yönetimi tasarıların yasalaşmaması için elinden gelen çabayı göstermiştir. Türkiye’nin gösterdiği tepkilere cevaben ABD Yönetimi tarafından Kongre üyelerine tasarının yasalaşması halinde ABD ile ittifak ilişkisine sahip Türkiye ile ilişkilerin bozulabileceği böyle bir durumda da ABD’nin stratejik çıkarlarının olumsuz etkileneceği mesajı verilmiştir. ABD yönetiminin çabaları karşısında stratejik çıkarların gündeme gelmesiyle Kongre üzerinde etkili olan Ermeni lobisinin etkisini yitirdiği görülmüş, sunulan tasarılar yasalaşmamıştır.

258 Kongre’ye getirilen Ermeni karar tasarıları karşısında ilk açıklamalarında oldukça sert bir yaklaşım gösteren Başbakan Özal, süreç içerisinde konuya ilişkin ABD’ye yönelik olarak yaptığı açıklamalarında ilk açıklamalarına nispeten daha yumuşak bir üslup benimsemiştir. Özal’ın tavrındaki bu değişimin arkasında Ermeni sorununun Türkiye ile stratejik temeller üzerine kurulu ikili ilişkileri bozabileceği bunun da ilişkilerde savunma ve güvenliğe yönelik dinamiklere zarar vereceği endişesi taşıyan ABD yönetiminin sorun karşısında ilişkilere tehdit oluşturan bu sorunu çözmek yönündeki kararlı tavrının olduğu söylenebilir. Özal, Türk kamuoyunun da konu karşısındaki hassasiyeti ile başlangıçta sert açıklamalar yapmış ancak yapılan bu sert açıklamalar karşısında ABD yönetiminin Türkiye’nin yanında bir tavır alması karşısında açıklamalarında bir yumuşamaya gitmiştir. Gerek yardımların koşula bağlanması ve kesintiye uğraması gerekse de Ermeni karar tasarılarının yasalaşması gibi konular Kongre üzerinde etkili olan etnik lobilerin çabaları ve girişimleri sonucunda Türkiye-ABD ilişkilerinde Özal’ın başbakanlığı dönemi boyunca stratejik çıkar ortaklığına dayalı ikili ilişkilerde gerginliklere neden olmuştur. Türkiye’nin Yunanistan’la Ege ve Kıbrıs’a dair sorunlarının, ABD ile ilişkilerine yansımasının iki taraf arasında ortaya çıkardığı soğukluğun kaynağını ise, ABD’nin, Özal’ın ABD ile ilişkilerde sağlamaya çalıştığı yakınlığa rağmen, dönem içerisinde ABD’ye karşı Türkiye’nin aksine mesafeli bir tutum izleyen Yunanistan ve Türkiye arasında bir ayrım gözetmeksizin her iki ülkeye karşı da aynı yaklaşımı benimsemesi oluşturmuştur. ABD için bu sorunlar karşısında öncelikli konu Türkiye ve Yunanistan arasında bir uzlaşının sağlanması olmuş, iki ülkeye karşı da kimin haklı ya da kimin haksız olduğu gözetilmeksizin eşit mesafede durulmuştur. ABD’nin bu davranış tarzı Özal hükümetinde hayal kırıklığı yaratmış, ABD ile ilişkilerde karşılaşılan bu güçlük ABD yönetimine karşı güvensizliğe yol açmıştır. 80’li yılların sonlarına doğru ABD ile ilişkilerde bu kez hem ABD yönetimlerince hem de Kongresi’nce yapılan açıklamalar ve yayınlanan raporlarda atıf yapılan “Kürt sorunu” nedeniyle ABD ile ilişkilerde siyasal nitelikli bir başka sorun ortaya çıkmıştır. Ancak Ermeni karar tasarıları ve de Türkiye’ye sağlanan yardımlar nedeniyle ikili ilişkilerde sorun oluşturan diğer konular karşısında Türkiye’nin gösterdiği tepkilere destek veren ve Türkiye’nin yanında bir politika

259 izleyen ABD Yönetimi bu kez Türkiye’nin eleştiri ve tepkilerine cevapsız kalmıştır. Ayrıca Türkiye’nin tepkisine neden olan bu yöndeki açıklamalar, ilişkilerin bozulabileceği gibi bir ihtimalin mevcudiyeti altında dahi sürdürülmüştür. ABD’nin Türkiye’deki “Kürt sorunu”na ilişkin olarak izlediği yaklaşım ve yöneltilen eleştirilerin giderek ağırlaşması Türkiye’yi rahatsız etmiş ve Özal’ın başbakanlığının son yıllarında ilişkilerde gerginliğe yol açan en kritik konulardan birini oluşturmuştur. Ancak, Özal hükümeti tarafından yapılan resmi açıklamalarda kullanılan en sert ifadeler, ABD yönetiminin Türkiye’ye yönelik tutumunun yarattığı hayal kırıklığı üzerine olmuş, daha sert ifadelerin kullanılmadığı dikkat çekmiştir. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinde sorun oluşturan konular karşısında gerek Başbakan olarak Turgut Özal’ın gerek dönemin Dışişleri Bakan ve sözcülerinin gerekse de Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in açıklamaları değerlendirildiğinde benzer tonda ifadelerin kullanıldığı, dış politikaya yönelik bu açıklamaların bir bütünsellik teşkil ettiği, birbirinden tamamen farklı üslupların kullanılmadığı başka bir anlatımla aynı çizgide hareket edildiği görülmüştür. Buradan hareketle Başbakanlığı döneminde dış politikaya yönelik olarak karar alma süreci içinde yer alan diğer birimlerden bağımsız hareket ettiği yönünde eleştirilen Özal’ın ABD ile ilişkilerde bu birimlerle işbirliği içinde olduğu söylenebilir. Denilebilir ki Türk yöneticiler bu dönem boyunca ABD ile ilişkilerde sorun oluşturan konular bulunmasına karşın ilişkilerin tamamen kopmasının karşısında olmuşlardır. Özellikle ABD yönetimi ile sorunlar karşısında diyalog içinde olmaya özen göstermişlerdir.

260 KAYNAKÇA

DOKÜMANLAR

American Foreign Policy Basic Documents 1977–1980, Washington, Department Of State, 1983

American Foreign Policy Current Documents 1981, Washington, Department of State, 1984

American Foreign Policy Current Documents 1983, Washington, Department of State, 1985

American Foreign Policy Current Documents 1984, Washington, Department of State, 1986

American Foreign Policy Current Documents 1985, Washington, Department of State, 1986

American Foreign Policy Current Documents 1986, Washington, Department of State, 1987

American Foreign Policy Current Documents 1987, Washington, Department of State, 1988

American Foreign Policy Current Documents 1988, Washington, Department of State, 1989

Historic Documents of 1983, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1984

Historic Documents of 1985,Congressional Quarterly Inc., Washington, 1986

Historic Documents of 1987,Washington, Congressional Quarterly Inc., 1988

Historic Documents of 1988, Washington, Congressional Quarterly Inc., 1989

US Congressional Record, April 22, 1986, s.H2101.

US Congressional Record, April 22, 1986, s.S4628.

US Congressional Record, April 30, 1986, s.E1470.

US Congressional Record, April 8, 1986, s.S3901.

US Congressional Record, August 7, 1987, s.H7315.

US Congressional Record, December 12, 1985, s.H11921.

261 US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1981, Washington, Government Printing Office, 1982

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1982, Washington, Government Printing Office, 1983

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1983, Washington, Government Printing Office, 1984

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1984, Washington, Government Printing Office, 1985

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1985, Washington, Government Printing Office, 1986

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1986, Washington, Government Printing Office, 1987

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1987, Washington, Government Printing Office, 1988

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1988, Washington, Government Printing Office, 1989

US Department of State, Country Reports on Human Rights Practices for 1989, Washington, Government Printing Office, 1990

US Interests in the Eastern Mediterranean: Turkey, Greece and Cyprus; Report for the Subcommitee On Europe and the Middle East of the Commitee on Foreign Affairs US House of Represantatives, Washington, US Government Printing Office, 1983

DİĞER

Arms Control And Disarmament Agreements,Texts And Histories Of The Negotiations, United States Arms Control And Disarmament Agency, Washington, D.C., 1990

Aydemir Okay, Türk-Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1992

Başbakan Turgut Özal’ın ABD Ziyareti, Ankara, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985

Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları 13.12.1983–12.12.1984, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1984

262 Başbakan Turgut Özal’ın TBMM Anavatan Partisi Grup Genel Kurulu Toplantısında Yaptığı Konuşma (7 Nisan 1987), Ankara, Gaye Matbaacılık, 1987

Başbakan Turgut Özal’ın Yurtdışı Temaslarındaki Konuşmaları, 13.12.1988– 31.10.1989, Ankara, Başbakanlık Basımevi,1989

32.Gün, CNN Türk,17 Nisan 2003.

Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun Konuşmaları, Demeçleri ve Basına Verdiği Mülakatlar (1 Ocak 1986–31 Aralık 1986), (y.y), (t.y)

Hasan Mor, Türk Dış Politikasında Belirleyici Faktörler Ekseninde Özal’ın Dış Politika Konsepti, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya, 2002

Turgut Özal’ı Anma Programı, Kanal 6, 16 Nisan 2005.

Public Papers of The Presidents of The United States: Ronald Reagan, Washington D.C., The National Archives of The United States, 1981

T.C. Kanunları, Cilt: IX, 1993/1

Turgut Özal’ın 28 Nisan 1983 Tarihinde Yabancı ve Türk İşadamlarına Hitaben Yaptığı Konuşma, Konuşmalar 1, Anavatan Partisi, t.y.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (12 Eylül 1980–12 Eylül 1981), Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1981

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (9 Kasım 1986–9 Kasım 1987), Ankara, T.B.M.M. Basımevi, 1987

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (9 Kasım 1987–9 Kasım 1988), Ankara, T.B.M.M. Basımevi, 1988

Türkiye ile Yunanistan Arasında İmzalanan İkili Anlaşmalar, Önemli Belgeler ve Bildiriler (Bugünkü Türkçe ile Tam Metinleri), Ankara, T.C. Dışişleri Bakanlığı Yunanistan Dairesi Başkanlığı, 1992

“Ümit Özdağ ile Sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı Üzerine Ropörtaj”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı I, Yıl:7, Sayı:37, Ocak-Şubat 2001, s.270–274.

263 KİTAPLAR

AHMAD, Feroz: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 2.Baskı, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1999.

AMBROSE, Stephen E: Rise to Globalism, American Foreign Policy Since 1938, 7th Ed., Baskerville, Penguin Books, 1993.

Ana Hatları ile ABD Devlet Yapısı, Enformasyon Programlar Dairesi Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı

ARI, Tayyar: Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, 3.Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2000.

ARI, Tayyar: Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 1997.

ARMAOĞLU, Fahir: 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1980–1990, Cilt: II, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991.

ARMAOĞLU, Fahir: 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt 1–2: 1914–1995), 11.Baskı, İstanbul, Alkım Yayınevi.

BARLAS, Mehmet: Turgut Özal’ın Anıları, 2.Baskı, İstanbul, Sabah Kitapları.

BAYRAMOĞLU, N.Nisa: Amerika Birleşik Devletleri’nde Lobi Faaliyetleri, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1985.

BİRAND, Mehmet Ali; YALÇIN, Soner: The Özal, Bir Davanın Öyküsü, 7.Baskı, İstanbul, Doğan Kitap, 2004.

BİRAND, Mehmet Ali: Türkiye’nin Ortak Pazar Macerası 1959–1985, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1985.

CEMAL, Hasan: Özal Hikayesi, 9.Baskı, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2000.

CEMAL, Hasan: Tank Sesiyle Uyanmak, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1986.

ÇAM, Esat: Çağdaş Devlet Sistemleri, İstanbul, Der Yayınları, 2000.

264 DEĞER, Saadet; SEN, Somnath: Military Expenditure the Political Economy of International Security, NewYork, SIPRI, Oxford UniversityPress, 1990.

DERELİ, Esen: Karşılaştırmalı Bir Bakışla ABD ve Fransa Siyasal Sistemleri, İstanbul, Der Yayınları, 2001.

DİNLER, Zeynel: İktisada Giriş, 6.Baskı, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000.

DOĞAN, Kutlay: Turgut Özal Belgeseli, Ankara, Türk Haberler Ajansı, 1994.

DONNELLY,Jack: Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, Çev., Mustafa Erdoğan, Levent Korkut, Ankara,Yetkin Yayınları, 1995.

EVREN, Kenan: Kenan Evren’in Anıları, Cilt:4, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1991.

FALK, Richard: Yırtıcı Küreselleşme, 2.Baskı, Çev. Ali Çaksu, İstanbul, Küre Yayınları, 2002.

GÖKMEN, Yavuz: Özal Sendromu, 2.Baskı, Ankara, V Yayınları, 1992.

GÖZEN, Ramazan: Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, Ankara, Liberte Yayınları, 2000.

GÖZÜBÜYÜK, Şeref; TAN, Turgut: İdare Hukuku, Genel Esaslar, Cilt:1, Ankara, Turhan Kitabevi, 1998.

GÜLDEMİR, Ufuk: Texas-Malatya, 2.Baskı, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1992.

GÜNER, Engin: Özallı Yıllarım, 2.Baskı, İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2003.

GÜRBÜZ, Yaşar: Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, 2.Baskı, İstanbul, 1987.

265 GÜREL, Şükrü S: Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri(1821– 1993), Ankara, Ümit Yayıncılık, 1993.

HALE, William: 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Hil Yayınları, 1996.

HOOK, Steven W; SPANİER, John: American Foreign Policy Since World War II, Washington,Congressional Querterly Inc., 2000.

HUNTİNGTON, Samuel P: Üçüncü Dalga Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, Çev. Ergun Özbudun, Ankara, Yetkin Yayınları, 1996.

KAPANİ, Münci: İnsan Haklarının Uluslararası Boyutları, 3.Baskı, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996.

KAZGAN, Gülten: Küreselleşme ve Ulus Devlet, Yeni Ekonomik Düzen, 3.Baskı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

KAZGAN, Gülten: Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, Ne Getiriyor? Ne Götürüyor? Nereye Gidiyor? İstanbul, Altın KitaplarYayınevi, 1997.

KEMP, Geoffrey; HARKAVY, Robert E: Strategic Geography and the Changing Middle East, Virginia, R.R. Donnely and Sons Co., 1997.

KERDİNCER, Müjde: Lobicilik, İstanbul, Alfa Yayınları, 1999.

KEYDER, Çağlar: Ulusal Kalkınmacılığın İflası, 2. Baskı, İstanbul, MetisYayınları, 1996.

Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, İstanbul, Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Vakfı,1990.

KLARE, Michael T: Kaynak Savaşları, Küresel Çatışmanın Yeni Alanları, Çev. Özge İnciler, İstanbul, Devin Yayıncılık, 2005.

266 KURUBAŞ, Erol: 1960’lardan 2000’lere Kürt Sorununun Uluslararası BoyutuVe Türkiye, Cilt:2, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2004, s.230–231.

LAÇİNER, Sedat: Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004.

LAFEBER, Walter: America, Russia and the Cold War 1945-1992, 7th Ed., NewYork, Mc. Graw-Hill, Inc., 1993.

LANGLOİS, Georges; BOİSMENU, Jean:. 20. Yüzyıl Tarihi, Çev. Ömer Turan, İstanbul, Nehir Yayınları,2000.

Mc. GHEE, George: The US-Turkish-NATO-Middle East Connection, London, Macmillan Press, 1990.

MORGENTHAU, HANS J: Uluslararası Politika, Cilt:2, Çev. Baskın Oran; Ünsal Oskay, Ankara, Sevinç Matbaası, 1970, s.689.

NECATİGİL, Zaim M: The Cyprus Question and the Turkish Position in İnternational Law, Oxford, Oxford University Press, 1989.

NECATİGİL, Zaim M: The Turkish Republic of Northern Cyprus in Perspectiv, Nicosia, Tezel Ofset and Printing Co. Ltd., 1985.

OLGUN, Aydın: Kıbrıs Gerçeği 1931–1990, Ankara, Demircioğlu Matbaacılık,1991.

ÖZAL, Turgut: Değişim Belgeleri 1979–1992, İstanbul, Kazancı Matbaacılık,1993.

ÖZAL, Turgut: Turkey in Europe, Europe in Turkey, Nicosia, K.Rustem&Brother, 1991.

PALA, Cenk: 20. Yüzyılın Şeytan Üçgeni “Petrol Krizlerinin Perde Arkası”, İstanbul, Kavram Yayınları, 1996.

RUSTOW, Dankwart A: Turkey, America’s Forgotten Ally, New York, Council onForeign Relations.

267 SANDER, Oral: Siyasi Tarih 1918–1994, 5.Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 1996.

SANDER, Oral: Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 1998.

SÖNMEZ, Sinan: Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ankara, İmge Kitabevi, 1998.

SÖNMEZOĞLU, Faruk: Türkiye-Yunanistan İlişkileri& Büyük Güçler, Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul, Der Yayınları, 2000.

SÖNMEZOĞLU, Faruk: Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3.Baskı, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2000.

SÖNMEZOĞLU, Faruk: Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der. Faruk Sönmezoğlu, Haz. Ülke Arıboğan, Gülden Ayman, Beril Dedeoğlu, 3.Basım, İstanbul, Der Yayınları, 2000.

SPAİN, James W: American Diplomacy in Turkey, Memoirs of an Ambassador Extraordinary and Plenipotentiary, New York, Praeger Publishers, 1984.

STEARNS, Monteagle: Entangled Allies: US Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, New York, Council on Foreign Relations Press, 1992.

ŞAHİN, Hüseyin: Türkiye Ekonomisi, 4. Baskı, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları,1997.

ŞAYLAN, Gencay: Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, Ankara, İmge Kitabevi, 1995.

TAYLOR, Alan R: The Super-Powers and The Middle East, New York, Syracuse University Press, 1991.

TOGAN, Sübidey: 1980’li Yıllarda Türk Dış Ticaret Rejimi ve Dış Ticaretin Liberizasyonu, Türk Eximbank Araştırma Dizisi 1.

268 TOPUR, Tuncer: Dünya ve Türkiye-AB-Kıbrıs Üçgeni, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.

TURAN, İlter: Siyasal Sistem ve Siyasal Davranış, 3.Baskı, İstanbul, Der Yayınları, 1986.

TURHAN, Mehmet: Hükümet Sistemleri ve 1982 Anayasası, Diyarbakır, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1989.

Türkiye-ABD İlişkilerinin Dünü, Bugünü, Yarını, İstanbul, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 1994.

URAS, Esat: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2.Baskı, İstanbul, Belge Yayınları, 1987.

USLU, Nasuh: Türk-Amerikan İlişkileri, Ankara, 21. Yüzyıl Yayınları, 2000.

UZGEL, İlhan: Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın Rolü, 1983–1991, Ankara, İmge Kitabevi, 2004.

VALİ, Ferenc A: Bridge Across The Bosphorus: The Foreign Policy of Turkey, Baltimore, John Hopkins University Press, 1971.

VALİ, Ferenc A: The Turkish Straits and NATO, Stanford California, Hoover Institution Press, 1972.

WALTON, Gary M; ROCKOFF, Hugh: History of the American Economy, 7th. Ed., New York, The Dryden Press, 1994.

YAVUZALP, Ercüment: Dış Politikada Oyunun Kuralları, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1998.

YAVUZALP, Ercüment: Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996.

YELDAN, Erinç: Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, 2.Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003.

269 YETKİN, Murat: Ateş Hattında Aktif Politika: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu Üçgeninde Türkiye, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1992.

ZÜRCHER, Erik Jan: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 16.Baskı, Çev. Yasemin Soner Gönen, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003.

MAKALELER

ABSHIRE, David M. : “Stratejik Savunma Girişimi” NATO Dergisi, Sayı:2, 1985, s.8–16

AKBULUT, İlhan: “Türk Tarihinde Ermeniler”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:50, No:1–2, Ocak-Haziran1995, s.29–41.

AKYOL, Taha: “ABD Dostluğu ve Limni”, Tercüman, 23 Mayıs 1986, s.1,12.

ALANTAR, Özden Z.O: “Türkiye-ABD İlişkilerinin Güvenlik Boyutunda Dönüşümü”, En Uzun Onyıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Der. Gencer Özcan, Şule Kut, 2. Baskı, İstanbul, Büke Yayınları, 2000, s.219–239.

ALKİN, Erdoğan: “On Yıl Önce On Yıl Sonra”, İktisat Dergisi, Sayı:312, Şubat 1991, s.7–11.

ARMAOĞLU, Fahir: “Shultz’un Ziyareti”, Tercüman, 25 Mart 1986, s.4.

ARMAOĞLU, Fahir: “Yanlışı Düzeltmek Gerek”, Tercüman, 28 Mayıs 1986, s.4.

ARMAOĞLU, Fahir: “Bir Tatsız Karar”, Tercüman, 20 Haziran 1987, s.4.

ARMAOĞLU, Fahir: “Sevr’ci Amerika”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s.4.

270 ARMAOĞLU, Fahir: “Başbakan ve Dış Politika”, Tercüman, 5 Haziran 1988, s.4

AYKAN, Mahmut Bali: “Türkiye’nin Basra Körfezi Güvenliği Politikası: 1979– 1988”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.21, Sayı:1, 1994, s.23–59.

BALKAN, Neşecan: “Azgelişmişlik ve Dış Borç Sorunu”, İktisat Dergisi, Sayı:366– 367, Nisan-Mayıs 1997, s.65–69.

BARLAS, Mehmet: “Bakanlar Seçiliyor”, Güneş, 10 Aralık 1987, s.1.

BERKSOY, Taner: “1980’lerde Dış Ekonomik İlişkiler”, Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler, Türkiye Ekonomisi 1980–1985, 2. Baskı, Ed. Bilsay Kuruç, Tuncay Artun, Yılmaz Akyüz vd., Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.131-158.

BOSTANOĞLU, Burcu: “Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Politik Sistemdeki Değişime Uyum Sorunu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:23, Sayı:1, Mart 1990, s.38–47.

BOZKURT, Veysel: “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, Kim Bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed., İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Yayınları, 2001, s.171–195.

BOHLEN, Avis: “The Rise and Fall Of Arms Control”, Survival, Vol.45,No:3, Autumn 2003, s.7–34.

BRUCE, Leigh H: “Cyprus A Last Chance”, Foreign Policy, No:58, Spring 1985, s.115–133.

CEMAL, Hasan: “ABD ile Savunma İşbirliği”, Cumhuriyet, 27 Haziran 1985, s.11.

CEMAL, Hasan: “Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarmak…”, Cumhuriyet, 20 Eylül 1984, s.1,8.

ÇANDAR, Cengiz: “ Dış Politikada Özal”, Nokta, Özel Ek, Yıl: 3, Sayı:18, 25 Nisan–1Mayıs 1993, s.31–35.

ÇANDAR, Cengiz: “ABD’nin Gönlünü Yaptık”, Hürriyet, 28 Şubat 1988, s.1, 20.

271

CANAKTAN, Coşkun: “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm”, AMME İdaresi Dergisi, Cilt:28, Sayı:1, Mart 1995, s.1–32.

ÇAKMAN, Kemal: “Reaganomics ve Mirası Üzerine Notlar”, Toplum ve Bilim, Sayı:45, Bahar 1989, s.81–89.

DOĞAN, Yalçın: “Kararname ile Dış Politika Olur mu?”, Cumhuriyet, 26 Eylül 1984, s.1,8.

DOĞAN, Yalçın: “Parmak Kaldıran Askerler”, Cumhuriyet, 11 Haziran 1988, s.1,10.

DONAT, Yavuz: “Top Çankaya’da”, Tercüman, 1 Mayıs 1987, s.3.

EAGLEBURGER, Lawrence: “The Transatlantic Relationship-A Long-Term Perspective”, NATO Review, No:2, Vol.32, April 1984, s.8–14.

ERALP, Atilla: “Değişen Savaş-Sonrası Uluslararası Sistemde Türkiye ve Avrupa Topluluğu”, Türkiye ve Avrupa İlişkileri, AvrupaTopluluğuna Tam Üyelik ve Küreselleşen İlişkiler, Ed.Canan Balkır, Allan M. Williams, Çev. Bülent Tanatar, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1996, s.37– 63.

ERGİN, Sedat: “Kıta Sahanlığı ve Özal Hükümeti; Zeytin Dalından Kriz Politikasına”, Cumhuriyet, 28 Mart 1987, s.13.

ERGİN, Sedat: “Ek Mektup Artık Ölü Bir Metin”, Cumhuriyet, 4 Nisan 1987, s.1,13.

FALK, Richard: “US Foreign Policy İn The Middle East; The Tragedy of Persistence”, The United States And The Middle East, A Search For New Perspectives, Ed. by. Hooshang Amirahmadi, New York, State University of New York Press, 1993, s.65–86.

FIRAT, Melek: “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II, 3.Baskı, Ed., Baskın Oran, Ankara, İletişim Yayınları, 2002, s. 102–123.

272 GÖZEN, Ramazan: “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: “Realist” Bağlantı”, Türkiye’nin Dış Polika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Der. Şaban H. Çalış, İhsan D. Dağı, Ramazan Gözen, Ankara, Liberte Yayınları, 2001, s.73–111.

GÖZEN, Ramazan: “Dış Politika Nedir?”, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ed. İdris Bal, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2004, s.3–7. GÜRBEY, Gülistan: “ Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Kim Bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed. İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Kitapları, 2001, s.287–305.

GÜRKAN, İhsan: “1980’lerde Dünya Politikası ve Bazı Temel Stratejik Sorunlar”, Dış Politika, Sayı:1, Cilt: X-T, Mart 1983, s.18–29.

GÜRKAN, İhsan: “Türkiye’nin Jeostratejik ve Jeopolitik Önemi”, Türkiye’nin Savunması, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1987, s.10–31.

HAAS, Richard N: “Managing NATO’s Weakest Flank: The United States, Greece and Turkey”, ORBİS, Vol.30, No:3, Fall 1986, s.457–473.

HENZE, Paul B: “Out of Kilter-Greeks, Turks & US Policy”, The National İnterest, No:8, Summer 1987, s.71- 82.

JACOBY, Tamar: “The Reagan Turnaround On Human Rights”, Foreign Affairs, Vol.64, No:5, Summer 1986, s.1066–1086.

KABAKLI, Ahmet: “Amerika’nın Tuhaf İşleri”, Tercüman, 13 Şubat 1988, s.2.

KARAOSMANOĞLU, Ali L: “Dünya Çapında Stratejiler”, Dış Politika, Sayı:1, Cilt: X-T, Mart 1983, s.12–17.

KARAOSMANOĞLU, Ali L: “Savunma Politikamızı İncelemek”, Türkiye’nin Savunması, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, 1987, s.1– 9.

KAZGAN, Gülten: “2000’li Yıllara Girerken Türkiye Ekonomisinin Durumu Bir Karşılaştırma”, Ulusal Sorunlar ve Demokratik Çözüm Yolları, Der. İlhan Azkan, İstanbul, Ekin Kitabevi, 2001, s.69–90.

273

KOHEN, Sami: “İstenince Oluyor”, Milliyet, 9 Ağustos 1987, s.8.

LAÇİNER, Sedat: “ Özal Dönemi Türk Dış Politikası”, 1980–2003 Türkiye’nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Ed. Turgut Göksu, Hasan Hüseyin Çevik, Abdülkadir Baharçiçek, Ali Şen, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003, s.25–48. LAFEBER, Walter: “From Detente To The Gulf”, American Foreign Relations Reconsidered 1890–1993, Ed. by. Gordon Martel, London and New York, 1994, s.145–165.

LOULİS, John J: “Papandreu’s Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol.63, No:2, Winter 1984–1985, s.375–391.

LÜTEM, Ömer E.: “Lozan’dan Günümüze Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu El Kitabı, Haz. Şenol Kantarcı, Kamer Kasım, İbrahim Kaya, Sedat Laçiner, Ömer E. Lütem, 2. Baskı, Ankara, Türk Ermeni İlişkileri Milli Komitesi(TEİMK) ve ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, 2003, s.47–71.

MELLOR, David: “INF Anlaşması Batı İçin Yararlı mı?”, NATO Dergisi, Sayı:4, 1987, s.1–5.

MUGHİSUDDİN AKGÖNENÇ, Oya: “Rusya Federasyonunun Perestroika Sonrası: Gerçekler, Üstlendiği Tarihi Misyon ve Yeni Oluşumlar”, Dış Politika Dergisi, Cilt: V, Sayı:3, Ankara, Dış Politika Enstitüsü, Nisan 1994, s.1–24.

ORAN, Baskın: “ 1980–1990: Batı Bloku Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II, Ed., Baskın Oran, 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s.10– 33.

ÖZCAN, Gencer: “Türkiye Dış Politikasında Algılamalar, Karar Alma ve Oluşum Süreci”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, 3.Basım, İstanbul, Der Yayınları, 2004, s.829–894.

274 ÖZCAN, Gencer: “Türkiye’de Siyasal Rejim ve Dış Politika: 1983– 1993”, Türk Dış Politikasının Analizi, 2. Baskı, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, Der Yayınları, 2001, s.511–534.

RİDGWAY, Rozanne L: “The Geneva Summit-A Testimonial to Alliance Solidarity”, NATO Review, Vol.33, No:6, December 1985, s.1–4.

ROBİNSON JAMES A.: SNYDER Richard C: “Decision Making in International Politics”, International Behavior, A Social-Psycological Analysis, Ed. Herbert C. Kelman, New York, Holt, Rinehart and Winston, 1965, s.435–463.

SİRMEN, Mithat: “ Başbakanla Seçim Dışı Bir Söyleşi”, Güneş, 23 Mart 1984, s.1,7.

“Star Wars and the Geneva Talks”, Great Decisions’86, New York, Foreign Policy Association, Inc., 1986, s.15-24.

TAŞHAN, Seyfi: “1986 Başında Türkiye’nin Dış İlişkilerine Bir Bakış”, Dış Politika, Cilt: XII-T, Sayı:3–4, Eylül-Aralık 1985, s.3–13.

TANÖR, Bülent: “Türkiye’de Dış İlişkilerin İç Hukuk Rejimi”, Türk Dış Politikasının Analizi, 3. Baskı, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, Der Yayınları, 2004, s.809–827.

TUCKER, W. Robert: “Reagan’s Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol.68, No.1, 1989, s.1–27.

UZGEL, İlhan: “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II, Ed., Baskın Oran, 3.Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s.34–81.

UZGEL, İlhan: “TDP’nin Oluşturulması”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:I, Ed., Baskın Oran, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s.73–93.

275 UZGEL, İlhan: “Türk Dış Politikasında Pragmatizm”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Der. İsmail Soysal, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, s.653– 662.

ÜLMAN, Haluk: “ ABD Yönetimi Gözüyle Özal, 4 Destek, 2 Kuşku”, Hürriyet, 25 Mart 1985, s.1,13.

ÜLMAN, Haluk: “ Özal ve Dış Politika”, Hürriyet, 1 Mart 1988, s.12.

ÜLMAN Haluk, SANDER Oral: “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler (1923– 1968) II”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:27, Sayı:1, Mart 1972, s.1–24.

YILMAZ, Aytekin: “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, Kim Bu? Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, Ed. İhsan Sezal, İhsan Dağı, İstanbul, Boyut Kitapları, 2001,s.91–101.

YİNANÇ, Refet: “1965’ten Günümüze Ermeni Sorunu”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı I, Sayı:37, Yıl:7, Ocak- Şubat 2001, s.267– 269.

YİNANÇ, Refet: “Ermeniler ve Ermeni Meselesi”, Cumhuriyetin Kuruluşunun 75.Yıl Armağanı Kurtuluş Savaşına Yön Verenler, Ankara, Türk Hava Kurumu Basımevi, 1998, s.43–55.

SÜRELİ YAYINLAR

Ayın Tarihi Chicago Tribune Congressional Quarterly Cumhuriyet Dışişleri Bakanlığı Belleteni Dış Basın ve Türkiye Facts on File Güneş

276 Hürriyet Keesings Contemporary Archives Los Angeles Times Milliyet Nokta SIPRI Year Books T.C. Resmi Gazete Tercüman The Christian Science Monitor The New York Times The Washington Post Türkiye Büyük Millet Meclisi Dergisi Türkiye İstatistik Yıllıkları Wall Street Journal Yankı

İNTERNET

“Bill Summary & Status 99th Congress (1985–1986)” (Çevrimiçi) http://thomas.loc.gov/bss/d098query.html, 15 Aralık 2005.

(Çevrimiçi) http// www.mfa.gov.tr/MFA_tr/Bakanlik/DisisleriBakanligiTarihcesi, 29 Mart 2005.

(Çevrimiçi) http://www.dtm.gov.tr/organ/tarih.htm , 10 Mart 2005.

(Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1989/kasim1989.htm,2 Ağustos 2006.

(Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1989/aralik1989.htm,2 Ağustos 2006.

277 (Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/ocak1990.htm,2 Ağustos 2006.

(Çevrimiçi) http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/mart1990.htm,2 Ağustos 2006.

(Çevrimiçi) http://www.senate.gov/legislative/LIS/roll_call_lists/roll_call_vote_cfm.cfm?congres s=101&session=2&vote=00016, 3Ağustos 2006.

(Çevrimiçi) http://www.senate.gov/legislative/LIS/roll_call_lists/roll_call_vote_cfm.cfm?congres s=101&session=2&vote=00017, 3Ağustos 2006.

“Department of the Army Historical Summary:FY 1988”, (Çevrimiçi) http://www.army.mil/cmh/books/DAHSUM/1988/ch08.htm#b3, 14 Şubat 2006.

“Greece and Turkey:Current Foreign Aid Issues”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/man/crs/86.065.htm, 12 Şubat 2004.

“International Military Education and Training Program (IMET) Assistance Received by Turkey, FY 1950 to FY 1999”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/library/reports/turkeyres.htm#imet, 7 Şubat 2006.

“Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği”,(Çevrimiçi) http://www.mgk.gov.tr/sss.html, 5 Haziran 2006.

“Special Meeting of Foreign and Defence Ministers, The “Double-Track”Decision on Theatre Nuclear Forces”, (Çevrimiçi) http://www.nato.int/docu/basictxt/b791212a.htm , 11 Nisan 2006.

“US Military Aid and Arms Sales to Turkey Fiscal Years (1980–1999)”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/profiles/turkey_fmschart.htm, 12 Şubat 2004.

“ US Security Assistance to Turkey, FY 1984 to FY 1989”, (Çevrimiçi) http://www.fas.org/asmp/library/reports/turkeyres.htm#assist, 15 Ocak 2005.

278 GÖRÜŞMELER

Cengiz Çandar ile 5 Nisan 2005 tarihinde İstanbul’da Yalım Eralp ile 6 Nisan 2005 tarihinde İstanbul’da

279 EKLER

EK.1. TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HÜKÜMETLERİ ARASINDA KUZEY ATLANTİK ANDLAŞMASININ II. VE III. MADDELERİNE UYGUN OLARAK SAVUNMA VE EKONOMİ ALANINDA İŞBİRLİĞİNDE BULUNULMASINA DAİR ANLAŞMA1

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri, Birleşmiş Milletler Yasasının amaç ve ilkelerine bağlılıklarını yeniden teyid ederek, Aralarındaki ilişki ve işbirliğinin demokrasi, insan hakları, adalet ve sosyal gelişme ilkelerine dayandığını kabul ederek, Ülkelerinin güvenlik ve bağımsızlıklarını sürdürme ve halklarının hayat seviyelerini yükseltme arzularını ifade ederek, Bütün alanlarda olduğu gibi ekonomi ve savunma alanlarında da işbirliğinin, Tarafların egemenliğine tam saygı ilkesine dayandığını kabul ederek, Aralarındaki ekonomik ve buna ilişkin bilimsel ve teknolojik işbirliğine bir yandan ikili düzeyde diğer yandan Kuzey Atlantik Andlaşması Teşkilatı’nın üyeleri olarak devam etme ve aralarındaki savunma işbirliğini Kuzey Atlantik Andlaşması çerçevesi içindeki ortaklar olarak geliştirme isteklerini belirterek, Dünya barışının güçlendirilmesine katkıda bulunmaya kararlılıklarını teyid ederek, Yeterli bir savunma düzeyinin sürdürülmesi ilkesinin dünya barış ve istikrarının korunması için önemli bir unsur teşkil ettiğini gözönünde bulundurarak, Silahsızlanma çabalarının hızlandırılmasına olan inançlarını ve bu sürece katkıda bulunmaya karşılıklı isteklerini ifade ederek, Süregelen dostluklarına dayanarak ve Kuzey Atlantik Andlaşması alanının güvenlik ve savunmasına ilişkin yükümlülüklerinin bilinci içinde ve Kuzey Atlantik Andlaşmasının II. ve III. Maddelerine uygun olarak, Aşağıdaki hususlarda anlaşmaya varmışlardır:

1 T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s.2–47.

280 MADDE I Taraflar, ekonomik ve sosyal gelişmelerini artırmak için egemen eşitlik ve karşılıklı yarar temeline dayanarak, işbirliğini sürdüreceklerdir. Bu amaçla, Taraflar, aralarında iki ülkeyi ilgilendiren ekonomi, savunma ve bunlara ilişkin bilimsel ve teknik konuları da içeren yakın işbirliğini sürdürecek ve geliştireceklerdir. Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri bu alanlardaki işbirliğini devamlı olarak gözden geçirecekler ve bu işbirliğini geliştirmek için gereken önlemleri saptayacak ve uygulayacaklardır. Bu amaçlarla, düzey ve zamanı her iki Hükümet arasında karşılıklı olarak kararlaştırılacak istişarelerde bulunulacaktır. MADDE II Taraflar ekonomi ve savunma konuları arasında yakın ilişkiler olduğunu ve sağlam bir savunmanın sağlam bir ekonomiye dayandığı gerçeğini kabul ederek ve Kuzey Atlantik Andlaşması Teşkilatı’nın üyeleri olarak karşılıklı sorumluluklarını yerine getirebilmek için birbirlerine yardım etmek amacıyla Kuzey Atlantik Andlaşması’nın II. Maddesinde öngörüldüğü üzere, aralarındaki ekonomik işbirliğini, ticari, ekonomik, sınai, bilimsel ve teknolojik ilişkileri de kapsayacak biçimde geliştirmeye azami ölçüde çaba göstereceklerdir. Bu amaçla, Birleşik Devletler Hükümeti Türkiye’nin kalkınma çabalarına, karşılıklı mutabakata varılmış mali ve teknik yardımları sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı gösterecektir. MADDE III Kuzey Atlantik Andlaşması’nın III. maddesi çerçevesinde, iki Hükümet arasındaki karşılıklı güvenlik işbirliğinin güçlendirilmesi amacı ile, Birleşik Devletler Hükümeti Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, karşılıklı mutabık kalınacak programlara uygun olarak, savunma malzemesi, hizmetleri ve eğitim sağlamak için elinden gelen her türlü çabayı gösterecektir. Bu alandaki işbirliği 1 numaralı Savunma Desteği Tamamlayıcı Anlaşmasına uygun olarak yürütülecektir.

281 MADDE IV Bu Anlaşmanın II. maddesinin ruhuna uygun olarak ve Tarafların elde edecekleri karşılıklı yararların bilinci içinde Türkiye Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler Hükümetleri, uygun savunma malzemelerinin üretiminde ve satın alınmasında, işbirliği imkânlarını araştıracaklardır. Taraflar yukarıda belirtilen ekonomik ve savunma işbirliği alanlarında ortak yatırımları teşvik etmeyi üstleneceklerdir. Bu amaçla Birleşik Devletler Hükümeti, savunma malzemesi ve teçhizatının Türkiye’de üretiminin, bakımının, onarımının ve modernizasyonunun geliştirilmesini amaçlayan, karşılıklı mutabık kalınmış çabalarda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine yardım edecek ve yeni savunma üretimi projelerinin geliştirilmesini ve savunma malzemesi alanındaki iki yönlü ticareti teşvik edecektir. Bu işbirliği 2 numaralı Savunma Sanayii İşbirliği Tamamlayıcı Anlaşması’na uygun olarak yürütülecektir. MADDE V 1.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Birleşik Devletler Hükümeti’nin belirli Türk Silahlı Kuvvetleri Tesislerinde müşterek savunma tedbirlerine katılmasına izin verir. 2.Tesislerin faaliyetleri ve teknik işletilmeleri karşılıklı mutabık kalınmış amaçlara ve programlara uygun olarak yürütülecektir. 3.Bu Anlaşmanın amaçları için Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bulunan veya atanmış Amerika Birleşik Devletlerinin kuvvet ve sivil unsuruna ve bunların yakınlarına 19 Haziran 1951 tarihli “Kuzey Atlantik Andlaşmasına Taraf Devletler Arasında Kuvvetlerinin Statüsüne Dair Sözleşme” uygulanacaktır. 4.Bu Anlaşmada öngörülen savunma işbirliğinin şümulü Kuzey Atlantik Andlaşmasından doğan yükümlülükler ile sınırlı olacaktır. 5.Bu işbirliği 3 numaralı Tesisler Tamamlayıcı Anlaşmasına uygun olarak yürütülecektir.

282 MADDE VI Tarafların egemen eşitliği ilkesini dikkate alarak, Anlaşma ve onun tamamlayıcı Anlaşmaları hükümlerinin karşılıklılık esasına dayalı olarak yürütülmesi amacı ile, Taraflar aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır: A.Güvenlik yardımı ve diğer ilgili konular da dahil olmak üzere, yetkili Birleşik Devletler askeri makamları ile bilgi değişimi, işbirliği ve iki tarafı da ilgilendiren diğer savunma konularında irtibatı idame ettirmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Amerika Birleşik Devletlerindeki Büyükelçiliği bünyesinde bir askeri irtibat bürosu bulundurabilir. B.Aynı şekilde, Birleşik Devletler Hükümeti de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin yetkili makamları ile benzer faaliyetlerin yürütülmesi için Türkiye’de kendi kuruluşunu bulundurabilir. MADDE VII 1.Bu Anlaşma ve ona bağlı Tamamlayıcı Anlaşmalar 5 yıl süreyle geçerli olacaktır. Taraflardan biri bu ilk 5 yıllık sürenin bitiminden 3 ay önce bu Anlaşmanın feshini ihbar etmediği takdirde, tarafların mutabakatı ile yahut müteakip her yılın bitiminden 3 ay önce Taraflardan birinin fesih ihbarında bulunması sureti ile sona erdirilinceye kadar birer yıl süreyle yürürlükte kalmaya devam edecektir. 2.Bu Anlaşma ve buna bağlı tamamlayıcı Anlaşmaların uygulanması veya yorumlanması ile ilgili olarak anlaşmazlık ortaya çıktığı takdirde Taraflar meseleyi çözümlemek üzere derhal istişarelere başlayacaklardır. 3.Taraflardan herhangi biri, gerekli gördüğü takdirde, yazılı olarak, Anlaşmanın veya buna bağlı Tamamlayıcı Anlaşmaların herhangi birinin tadilini veya gözden geçirilmesini önerebilecektir. Bu durumda derhal istişarelere başlanacaktır. Üç ay içinde sonuç alınamazsa, Taraflardan herhangi biri, 30 günlük yazılı bir bildirimle, Anlaşmayı veya uyuşmazlık konusu Tamamlayıcı Anlaşmayı sona erdirebilecektir. 4.Taraflardan biri, diğer Tarafın Anlaşma veya Tamamlayıcı Anlaşmaların hükümlerine uymadığı veya uyamadığı sonucuna vardığı takdirde, yazılı olarak, istişare önerisinde bulunabilir ve bu istişareler derhal başlar. 30 gün içinde bir sonuca varılamaz ise, Taraflardan herhangi biri 30 günlük bir yazılı

283 bildirim ile bu Anlaşmayı veya bu Anlaşmanın geçerliliğine halel getirmeksizin Tamamlayıcı Anlaşmalardan herhangi birini sona erdirebilir. MADDE VIII Bu Anlaşma ve buna bağlı Tamamlayıcı Anlaşmalar her iki Tarafın kendi hukuki usullerine uygun olarak, notaların teati edildiği tarihte yürürlüğe girecektir. MADDE IX İşbu Anlaşma Türkçe ve İngilizce metinleri aynı derecede geçerli olmak üzere 1980 yılı Mart ayının 29. günü, Ankara’da iki nüsha olarak yapılmıştır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HÜKÜMETİ ADINA HÜKÜMETİ ADINA James W. SPAİN Dışişleri Bakanı A.B.D. Büyükelçisi

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Savunma Desteği Alanında 1 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşma

MADDE I Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri arasındaki savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının III. Maddesine uygun olarak, Birleşik Devletler Hükümeti Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir modernizasyon ve idame programına ihtiyacı olduğunu kabul eder. İki Hükümet arasındaki güven ve işbirliğini arttırmak amacıyla Birleşik Devletler Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine savunma desteği (savunma malzemesi, hizmetleri ve eğitim) sağlamak ve mümkün olabilecek en iyi koşullarla bir Beş yıllık Tedarik Programını içeren modernizasyon ve bakım programının hedeflerine ulaşması için, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine askeri yardım sağlamak üzere elinden gelen her türlü gayreti göstermeyi taahüt eder.

284 MADDE II Taraflar, uzun vadeli savunma planlamasının, askeri kuvvet planlamasının ve modernizasyonun vazgeçilmez bir unsuru olduğunu gözönünde bulundurarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, savunma desteği ihtiyaçlarını Birleşik Devletler kaynaklarından karşılaması için sağlanabilecek kaynakların en etkin biçimde kullanılmasını kolaylaştırmak amacıyla Ankara’da, bundan böyle Ortak Komisyon olarak anılacak, ortak bir Türk-Amerikan Savunma Desteği Komisyonu kuracaklardır.

MADDE III Ortak Komisyon yüksek düzeydeki Türk ve Amerikan temsilcilerinden oluşacaktır ve bu komisyonun, iki ülkeden, her biri general rütbesinde, ortak başkanları olacaktır. Ortak Komisyon’un çalışma usulleri ve idari düzenlemeleri karşılıklı anlaşmayla daha ayrıntılı olarak saptanacaktır. Anılan usuller ve düzenlemeler, Ortak Komisyon’un, iki ülkenin askeri örgütleri arasında mevcut muhabere ve koordinasyon yollarını tamamlayıcı mahiyette olacaktır. MADDE IV Ortak Komisyon, Türk makamlarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerine terettüp eden NATO görevleri gözönünde bulundurularak hazırlanmış olan savunma kalemleri listesine istinaden: A. Çeşitli savunma kalemlerinin fiatlarını ve özellikle hibe yardımı, ihtiyaç fazlası stokları, kredi veya kira, askeri yardım alan üçüncü ülkelerden devir ve mümkün olabilecek diğer bütün yollardan elde edilebilmesi olasılıklarını dikkate alarak Döner Beş Yıllık Tedarik Programının düzenli uygulanması için tavsiyeler geliştirecek, B. Birleşik Devletler kaynaklarından sağlanabilecek askeri yardım düzeyini dikkate alarak, Türk Hükümetinin vereceği akçalı planlama verileriyle uyumlu biçimde, Beş Yıllık Tedarik Programlarına dayalı yıllık tedarik programları hazırlayacak, C. Beş Yıllık Döner Tedarik Programına dayanan yıllık tedarik programını, Birleşik Devletlerden sağlanacak yıllık askeri yardım miktarı dahil, her iki Hükümetin yetkili makamlarına tavsiye edecek ve bu makamlar nezdinde destekleyecektir.

285 MADDE V Ortak Komisyonca tavsiye edilen Döner Beş Yıllık Tedarik Programının uygulanması için Birleşik Devletler Hükümeti ihtiyaç fazlası savunma malzemesi sağlamaya ve savunma teçhizatını ödünç veya kira yoluyla vermeye çalışacaktır. Birleşik Devletler Hükümeti Amerikan Güvenlik Yardımı Yasasında bulunan yıllık yetki ve tahsislere bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine askeri yardım sağlayacaktır. Ayrıca, her iki ülke, diğer NATO Müttefiklerinin bu Döner Beş Yıllık Tedarik Programının gerçekleştirilmesine katkısını teşvik etmek için işbirliği halinde çaba göstereceklerdir. MADDE VI Nakit ödeme veya Yabancı Askeri Satışlar Kredileri yoluyla sağlanan savunma malzemeleri ve hizmetlerinin ücretleri uygulanabilir Amerikan mevzuatının elverdiği en düşük fiat düzeyinde olacaktır. MADDE VII Birleşik Devletler Hükümeti savunma malzemelerinin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine teslimine yüksek öncelik verecektir. MADDE VIII Bu Tamamlayıcı Anlaşma yürürlüğe girişinden itibaren beş yıl süre ile geçerli olacaktır. Taraflardan biri diğer Tarafa bu ilk beş yıllık sürenin bitiminden üç ay önce bu Anlaşmanın feshini ihbar etmediği takdirde, Tarafların mutabakatı ile yahut müteakip her yılın bitiminden üç ay önce Taraflardan birinin fesih ihbarında bulunması suretiyle sona erdirilinceye kadar birer yıl süreyle yürürlükte kalmaya devam edecektir. MADDE IX İşbu Anlaşma Türkçe ve İngilizce metinleri aynı derecede geçerli olmak üzere 1980 yılı Mart ayının 29. günü, Ankara’da iki nüsha olarak yapılmıştır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HÜKÜMETİ ADINA HÜKÜMETİ ADINA Hayrettin ERKMEN James W. SPAİN Dışişleri Bakanı A.B.D. Büyükelçisi

286 Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Konusunda 2 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşma

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri, Araştırma geliştirme üretim, tedarik ve lojistik destek alanlarında, müessir işbirliği yoluyla, karşılıklı savunma yeteneklerini ve bir bütün olarak Kuzey Atlantik İttifakı’nın savunma yeteneğini güçlendirmek arzusu ile, Daha yüksek bir savunma imalatı yeteneğinin, güçlü savunma gayretlerinin ayrılmaz bir parçası olduğuna inanarak, Köklü bir güvenlik ilişkisinin ahenkli ekonomik ilişkilerle desteklendiği gerçeğini gözönünde tutarak, Ekonominin ve yeni teknolojilerin tatbikinin savunma konuları üzerindeki artan etkisini dikkate alarak, NATO ülkelerinin ileri sınai ve teknolojik yeteneklerini geliştirmek ve sürdürmek ve mevcut kaynakların daha akılcı kullanımını, teçhizat ve hizmetlerin standartlaştırılmasını ve karşılıklı kullanılabilirliğini, daha fazla bilgi teatisini ve daha uyumlu tedarik siyasetleri izlenmesini sağlamak yolundaki çabalarını nazarı itibare alarak, aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır. MADDE I 1.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, savunma teçhizatı üretim ve bakım yeteneklerini artırabilmek ve silahlı kuvvetlerinin, kendi ve ortak savunmaları için ihtiyaç duyulan modern silah ve teçhizatı daha ekonomik ve verimli şekilde elde edebilmeleri için işbirliğinde bulunacaklardır. 2.Bu amaçla, her iki Hükümet de karşılıklı savunma malzemesi tedarikini ve savunma alanında teknolojik bilgilerin karşılıklı akışını kolaylaştırmaya çalışacaklardır. Ayrıca, savunma teçhizatı ve hizmetlerinin tedariki için piyasa imkanları sağlamaya ve savunma teçhizatının ortak üretimi ile savunma araştırma ve geliştirmesinde işbirliğini artırmaya ve kolaylaştırmaya ve savunma teknolojilerinde bilgi alışverişi programlarını genişletmeye çalışacaklardır.

287 3.Bu Tamamlayıcı Anlaşma, konvansiyonel savunma teçhizatının araştırma, geliştirme, üretim, tedarik ve lojistik desteği hususlarında mümkün olan ikili işbirliği alanlarını kapsar. Bu Tamamlayıcı Anlaşma uyarınca alınacak tedbirler, Milli Silah Müdürleri Konferansı(CNAD), Bağımsız Avrupa Program Grubu(IEPG), ve NATO Lojistik Başkanları Konferansı(SNLC) çalışmalarını tamamlayıcı veya bu çalışmalar ile uyumlu olacaktır. Bu nedenle, IEPG ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında yapılan anlaşmalarla bu Tamamlayıcı Anlaşma arasında muhtemel bir uyuşmazlık halinde Taraflar bu Anlaşmanın tadili amacıyla istişarede bulunmayı kabul ederler. 4.Her iki Hükümet, ilgili kanunlarına ve mevzuatına uygun olarak, ortak araştırma ve geliştirme için yapılacak bütün taleplere ve ittifak içinde teçhizat ve hizmetlerin standardizasyonu ve/veya karşılıklı kullanılabilirliğini artırmayı amaçlayan imalat ve tedarik taleplerine en yüksek önemi verecektir. 5.Hükümetlerden her biri, diğerinin ülkesinde geliştirilen veya üretilen savunma teçhizatının tedarikinde, normal olarak, rekabete dayanan sözleşme usullerini kullanacaktır. 6.Her iki Hükümet, bu Anlaşma’nın uygulanması için ayrıntılı usuller üzerinde anlaşmaya varacaklardır. Bu usuller, aşağıdaki hususları kapsayacaktır: A.Teklifler, “Yerli Malı Satın Alınmasına” ilişkin kanun ve mevzuattaki fiat fark göstergeleri ve ithal vergileri bedelleri uygulanmadan değerlendirilecektir. B.Her iki ülkedeki vasıflı sınai ve kamusal kaynaklar azami ölçüde nazarı itibare alınacaktır. C.Tekliflerin, satın alan Hükümetin performans, kalite, teslim ve fiat bakımından uygulanabilecek şartlarını karşılaması gerekecektir. 7. Milli Savunma gereklerini gözetmek amacı ile, bu Tamamlayıcı Anlaşma çerçevesinde yapılacak karşılıklı savunma malzemesi tedariki kapsamı dışında tutulacak herhangi bir malzeme kalemi, mümkün olan en kısa süre içinde, Türk Milli Savunma Bakanlığı ve ABD Savunma Bakanlığı seviyesinde kendi ülkeleri için düzenlenecek listelerde gösterilecektir. Sözkonusu listeler sürekli olarak gözden geçirilecek ve yalnızca anılan seviyede değiştirilebilecektir. 8. Her iki Hükümet, bu Tamamlayıcı Anlaşma çerçevesinde sağlanmış olan teknik bilgi paketlerinin (TBP) mülkiyet haklarını elinde bulunduran veya kontrol edenlerin

288 ön mutabakatı olmadan ihale ve geleceğe yönelik savunma amaçlı mukavelelerin icrası dışındaki başka bir maksatla kullanılamayacağını ve sözkonusu mülkiyet haklarının veya TBP’de bulunan imtiyazlı, mahfuz veya gizlilik dereceli olan veri ve bilgilerin en iyi şekilde korunacağını garanti edecektir. TBP bunların menşei olan Hükümetin yazılı rızası olmadan üçüncü bir ülkeye veya herhangi bir alıcıya hiçbir suretle verilmeyecektir. 9. Aksine mutabakat olmadıkça, bu Tamamlayıcı Anlaşma çerçevesinde sağlanan savunma malzemeleri veya teknik bilgilerin ve bu bilgilerle imal edilen savunma malzemelerinin üçüncü taraflara devri, savunma malzemelerini ve teknik bilgileri sağlamış olan Hükümetin mutabakatına tabi olacaktır. 10. Satın alan Hükümetin talebi üzerine, bu Tamamlayıcı Anlaşma uyarınca satın alınan savunma teçhizatı kalemlerinin müteakip lojistik desteğine ilişkin düzenleme ve usuller ihdas olunacaktır. Her iki Hükümet kendi savunma lojistik sistemlerini ve kaynaklarını gerektiği ve mutabık kalındığı üzere, bu amaç için hazır bulunduracaklardır. MADDE II 1.Birleşik Devletler Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, silah ve mühimmat dahil, savunma malzeme ve teçhizatı üretimi, bakımı, onarımı ve yenileştirilmesi için Türk Hükümetinin öncelikleri ışığında, üzerinde karşılıklı mutabık kalınabilecek yardımları sağlayacaktır. 2. Türk sanayinin üretim kapasitesinde artış meydana getirmek amacı ile, karşılıklı mutabık kalınmış savunma imalatı projeleri hazırlanacaktır. Bu projeler, yalnızca Türkiye tarafından, ortak Türk-ABD uyumlu imalat projeleri olarak, veya diğer NATO üyesi ve dost ülkelerin katılacağı çok taraflı projeler olarak tahakkuk ettirilebilecektir. MADDE III Hükümetlerden herbiri, bu Anlaşma uyarınca bakım, onarım ve yenileştirme için kendi ülkesine gönderilen teçhizat ve malzemenin gümrük vergi ve resimleri veya benzeri ücretlerden muaf olarak ithal ve ihracına müsaade edecektir. MADDE IV 1.Birleşik Devletler Hükümeti, savunma teçhizat imalatının geliştirilmesi ve NATO ittifakına ait teçhizat ve hizmetlerin rasyonalizasyon, standardizasyon ve karşılıklı

289 kullanılabilirliğinin artırılması amacı ile, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine sınai mülkiyet hakları sağlayacak veya mümkün olan hallerde hiçbir ücret almadan veya herhangi bir NATO ülkesine uygulanan şartlardan daha ağır olmamak kaydı ile bu hakları elde etmesi için Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine yardım edecektir. 2. Birleşik Devletler Hükümeti, mümkün olan ölçüde ve karşılıklılık esası üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı araştırma, geliştirme masrafları ve tekerrür etmeyen üretim masrafları hakkındaki taleplerinden feragat edecektir. MADDE V 1. Hükümetlerden her biri, bu Tamamlayıcı Anlaşmayı kendi ülkesindeki ilgili sanayilerin dikkatine sunacak ve uygulanması hususunda gereken şekilde yol gösterecektir. Her iki Hükümet, sanayilerin gizlilik dereceli bilgilerin güvenliği ve korunmasına ait mevzuata uymasını temin için gereken bütün tedbirleri alacaklardır. 2. Bu Tamamlayıcı Anlaşmanın uygulanması tam sınai katılmayı içerecektir. Buna göre, Hükümetler, kendi tedarik ve ihtiyaç dairelerini, bu Tamamlayıcı Anlaşmanın amaç ve ilkelerinden haberdar edeceklerdir. MADDE VI 1.Bu tamamlayıcı Anlaşmanın uygulanmasıyla ilgili olarak verilen her türlü malzeme, plan, şartname ve bilgiler bunları veren Hükümet tarafından gizlilik derecesine tabi tutulduğu ölçüde, diğer Hükümet de eş düşen bir gizlilik derecesini devam ettirecek ve gizlilik derecesi koyan Hükümetin kullandıklarına eşdeğerde güvenlik tedbirleri uygulayacaktır. 2.Bir Hükümetten diğerine, gizli kalmak şartı ile sağlanan bilgiler ya orijinal gizlilik derecesinde kalacak veya diğer Hükümet tarafından gerekli görülecek şekilde, bilgilerin ifşaının önlenmesini temin edecek olan eşdeğer bir gizlilik derecesi tayin edilecektir. Arzu edilen korunmayı sağlamada yardımcı olmak üzere, Hükümetlerden her biri, verilen bu çeşit bilgileri, bilginin kaynağını, bilginin bu Tamamlayıcı Anlaşmayla ilgili olduğunu ve gizli kaydıyla verildiğini gösteren bir ifadeyle işaretleyecektir.

MADDE VII Bu Anlaşma karşılıklı mutabık kalınan programlar uyarınca uygulanacaktır. Bu amaçla her iki Hükümet, yetkili makamları aracılığı ile uygulama anlaşmaları

290 yapacaklardır. İki Hükümet bu Anlaşma ekinde tanımlanacak programları ve projeleri, Türkiye için, mümkün olan en az masrafla uygulama yollarını arayacaklardır. MADDE VIII 1.Bu tamamlayıcı Anlaşma başlangıçta beş yıl süreyle geçerli olacak ve bunu müteakip, sona erdirilmediği sürece, yıldan yıla yürürlükte kalmaya devam edecektir. Anlaşma ilk yürürlük süresinin veya herhangi bir yıllık uzatmanın sonunda, taraflardan biri diğerine, bu sürenin sona ermesinden en az 90 gün önce sona erdirme hususundaki niyetini yazılı olarak bildirdiği takdirde sona erdirilecektir. 2.Bu Anlaşmanın yorumlanması veya uygulanması hususunda anlaşmazlık doğduğu takdirde, taraflar meseleyi derhal çözmek amacı ile istişarede bulunacaklardır. 3.Taraflardan herhangi biri, yazılı olarak, bu Anlaşmanın gözden geçirilmesini veya değiştirilmesini önerebilir. Böyle bir durumda, istişareler derhal başlayacaktır. Üç ay içinde sonuç elde edilmezse, taraflardan her biri 30 günlük yazılı ihbarla Anlaşmayı sona erdirebilir. MADDE IX Bu Tamamlayıcı Anlaşma sona erdiğinde, Anlaşma çerçevesinde imzalanan mukavelelerin uygulanması tamamlanmamışsa, Anlaşmanın hükümleri, sözkonusu mukaveleler için bunlar sona erinceye kadar geçerli olmaya devam edecektir. Anlaşma sona erdirildiği takdirde, I. Maddenin 8. ve 9. fıkraları ile VI. Madde, Anlaşmanın yürürlük süresi içinde verilen malzeme ve bilgiler yönünden geçerli olmaya devam edecektir. MADDE X İşbu Anlaşma Türkçe ve İngilizce metinleri aynı derecede geçerli olmak üzere 1980 yılı Mart ayının 29. günü, Ankara’da iki nüsha olarak yapılmıştır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HÜKÜMETİ ADINA HÜKÜMETİ ADINA Hayrettin ERKMEN James W. SPAİN Dışişleri Bakanı A.B.D. Büyükelçisi

291 Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Savunma Sanayi İşbirliği Alanında 2 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşmanın Eki

HALİHAZIRDA ELE ALINMIŞ OLAN PROJELER: A.Tan-Savar mühimmatı üretimi: Zırh delici mühimmat yapımı için, ayrı bir üretim hattına gerek vardır. Bu projenin amacı, Türk silahlı Kuvvetlerinde mevcut silahlar ve daha modern silah tipleri için çukur imla ve som zırh mühimmat üretimi yeteneği kazanmaktır. B.Tapa Üretimi: Çeşitli tapa tipleri üretmek için yeni tesislere gerek vardır. Bu projenin amacı, mevcut üretim yeteneğini, top mühimmatı, roket ve füze savaş başlıkları, çeşitli bomba ve mayın üretimi için yeni teknoloji ve teçhizat sağlayarak artırmaktır. C.Sevk Barutu ve Patlayıcı Üretimi: Sevk barutu üretim yeteneğinde bir artışa gerek vardır. Bu projenin amacı, top mühimmatı ve roket savaş başlığı üretim programlarını desteklemek için çeşitli tipte sevk barutu ve yüksek-patlayıcı üretmektir. D.Çeşitli tipte Roket Üretimi: Çeşitli tipte roket üretmek için mevcut yapım tesislerini teçhizat ve üretim bilgisiyle tamamlamaya gerek vardır. Bu projenin amacı, Türk Ordusu’nun gereksinmelerini karşılamak için roket tipi mühimmat ve roket takviyeli teçhizat yapmak ve sağlamaktır. E.Uçak yenileştirme Yeteneklerinin geliştirilmesi ve Tesislerin geliştirilmesi: Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut savaş uçaklarını yenileştirme yeteneğini artırmak için plan ve programların geliştirilmesine gerek vardır. Bu projenin amacı, F–4 Fantomlar dahil olmak üzere mevcut uçaklar için makina, gövde, avionik ve diğer elektronik teçhizatın tam ve kendi kendine yeterli biçimde yenileştirilmesi yeteneği sağlamaktır. F.Modern bir fırkateyn inşası ve “overhaul” yeteneğinin geliştirilmesi: Türk Deniz Kuvvetlerinin gereksinmelerine uygun bir modern fırkateyn inşası programı izlenecektir. İnşa faaliyetine muvazi olarak Gölcük Tersanesinin “overhaul” yeteneği arttırılacaktır.

292 G.Tank Modernizasyon Programı: Bu projenin amacı, çeşitli temel parçaların Türkiye’de üretilmesi de dahil olmak üzere, mevcut M48 tanklarının M48A3 ve/veya M48A5 tiplerine dönüştürülmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri Arasında Tesisler Konusunda 3 Numaralı Tamamlayıcı Anlaşma

MADDE I 1.Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının V. Maddesine uygun olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, aşağıda belirtilen Türk Silahlı Kuvvetleri tesislerinde müşterek savunma tedbirlerine katılması için Birleşik Devletler Hükümetine izin verir. —Sinop (elektromanyetik izleme) —Pirinçlik (radar uyarı uzay izleme) —İncirlik (hava harekat ve destek) —Yamanlar(İzmir), Şahintepe(Gemlik), Elmadağ(Ankara), Karataş(Adana), Mahmurdağ(Samsun), Alemdağ(İstanbul), ve Kürecik(Malatya), (Muhabere Yerleri Tesisleri) —Belbaşı(sismik bilgi toplama) —Kargaburun(radyo seyrüseferi) 2. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri’nin tesisler dışındaki idari ve destek teşkilat ve faaliyetlerine izin verir. Anılan teşkilat ve faaliyetler bu Anlaşmanın ilgili hükümlerine tabi olacaktır. 3. icabı halinde, bu Tamamlayıcı Anlaşma’da belirlenen gerekler, bunlara ilişkin uygulama anlaşmalarında ayrıntıları ile düzenlenecektir. MADDE II 1.Ana gayesi bilgi toplama, muhabere veya radyo seyrüseferi olan tesislerde teknik faaliyetler ve bakım hizmetleri Türk ve Amerikan personeli tarafından birlikte yürütülecektir. Taraflarca atanacak personelin dağıtımı ve Türk personelin eğitim ihtiyaçları da dahil olmak üzere, bu işbirliğinin veçheleri, iki Hükümetin yetkili

293 makamlarınca birlikte tespit edilecektir. Bu işbirliğinin amaçlarına uygun şekilde, Birleşik Devletler Hükümeti, Türk personelin eğitimine imkan sağlayacaktır. 2.Türkiye’deki bu istihbarat toplama tesislerinden elde edilen işlenmemiş veriler de dahil olmak üzere, bütün istihbarat bilgileri, iki Hükümetin yetkili teknik makamlarınca müştereken tesbit edilen düzenlemelere göre her iki Hükümetçe paylaşılacaktır. 3. Türkiye’deki savunma muhabere sisteminin yetenek ve imkanlarından, Türk Silahlı Kuvvetlerinin istifadesini mümkün olduğu kadar artırmak üzere, karşılıklı mutabakatla, düzenlemeler yapılacaktır. 4. ABD ve Türk Makamları, tesislerin bu Anlaşma ile izin verilen faaliyetleri ile diğer askeri ve sivil tesislerin faaliyetlerinin birbirine müdahalesini ve cana ve mala zarar verilmesini önlemek üzere istişare edeceklerdir. 5. Tesislerdeki teknik faaliyetlerle ilgili olup tesislerin görev yeteneklerini artıracak nitelikteki teçhizatın modernleştirilmesi, artırılması veya ithali Türk Hükümetinin ön iznine tabi olacaktır. MADDE III 1.Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, her tesise, Birleşik Devletler Kuvvetlerinin Komutanı sıfatı ile ve aynı zamanda Türk Tesis Komutanı ile tek temas noktası olarak görev yapacak bir subay atayacaktır. Türk Tesis Komutanı ve bu şekilde atanan Birleşik Devletler subayı, kendi kuvvetleri ve münhasıran bunlar tarafından kullanılan teçhizat, malzeme ve yerler üzerinde komuta ve kontrol icra ederek, aynı zamanda bunların güvenliğini sağlayacaklar, faaliyetlerin bu Anlaşmanın ruhuna ve hükümlerine uygun şekilde yürütülmesini sağlamak için yakın temas ve işbirliğini sürdürecekler ve Tesis’teki faaliyet ve teknik işletmenin, bu Anlaşma hükümlerine uygun olarak yürütülmesini sağlamaktan sorumlu olacaklardır. 2.Birleşik Devletler Kuvvetleri veya Birleşik Devletler Kuvvetlerinin müteahhitleri tarafından çalıştırılan Türk sivil personel, kendi işverenlerinin denetim, sorumluluk ve yönetimi altında olacaklardır. 3.Türk Tesis Komutanı, bu maddenin 1. fıkrası ile bu Anlaşmanın II. maddesinin 1. fıkrasına göre mutabık kalınmış düzenlemelere uygun olarak, çevre güvenliği de dahil olmak üzere, tesisin bir bütün olarak güvenlik ve düzeninden ve mahalli Türk makamları ile ilişkilerden sorumludur.

294 4.Tesislere giriş, Tesis Komutanının denetimi altında olacaktır. Birleşik Devletler Kuvvetleri ve sivil unsurunun ve bunun yanısıra Birleşik Devletler Kuvvetleri müteahhitlerinin, bu müteahhitler yanında çalışanların ve çalışan Türk sivillerinin ve bunların araçlarının tesise girişleri, yetkili Birleşik devletler makamlarının talebi üzerine yetkili Türk makamlarınca verilecek standart bir tanıtma kartı ile olacaktır. Anılan tanıtma kartları bu Anlaşma kapsamına giren bütün tesisler için geçerli olacaktır. Tanıtma kartı verilmesini bekleyen ve geçici görevli personel, tesise, resmi emirlere ve Birleşik Devletler tanıtma kartına dayanarak gireceklerdir. Yetki verilen yakınlar ve resmi ziyaretçiler, tesise, resmi Türk veya Birleşik Devletler tanıtma kartları ile girebileceklerdir. Tesislere giriş için gereken ayrıntılı uygulama düzenlemeleri, tesislere girişe ilişkin usuller hakkındaki bir direktifte yer alacaktır. 5. Tesisteki Birleşik Devletler Kuvvetlerinin Karargahında Amerikan bayrağı çekilebilir. 6.Tesis Komutanı, bu Maddenin hükümlerine uygun olarak, tesisin bütününe uygulanacak yönergeler çıkarabilir. MADDE IV Amaç, görev, konum, tesis planı, silah ve mühimmat kadroları, ana teçhizat kalemleri kadroları ve ABD kuvvet ve sivil unsur personel kadrolarına ilişkin ayrıntılar karşılıklı mutabakatla tesbit edilecektir. Böylece izin verilen kuvvet ve kadro miktarlarındaki artışlar, yetkili Türk makamlarının ön iznine tabi olacaktır. Birleşik Devletler Hükümetinin yetkili makamları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yetkili makamlarına, Türk sivil personeli de dahil olmak üzere, tesislerden herbirine atanmış bulunan personel miktarları ile görev teşkilatları hakkında, üç ayda bir rapor vereceklerdir. Taraflar, personel atama işlemleri nedeni ile, zaman zaman, izin verilen personel kadro miktarının geçici olarak aşılabileceğini kabul ederler. MADDE V 1.19 Haziran 1951 tarihli “Kuzey Atlantik Andlaşmasına Taraf Devletler Arasında Kuvvetlerin statüsüne dair Sözleşme” hükümleri uyarınca, Birleşik Devletler Hükümeti, kuvvetleri için gereken teçhizatı ve makul miktarlarda yiyecek, ikmal maddeleri ve diğer eşyaları, münhasıran Birleşik Devletler Kuvvetleri, mensupları, sivil unsuru ve yakınları tarafından kullanılmak üzere, Türkiye’ye ithal veya

295 Türkiye’den ihraç edebilir. Bu ithal ve ihraçları, ABD yetkilileri Türk yetkililerine manifesto ile bildirecektir. 2.Teçhizat ana kalemleri ile silah ve mühimmatın Türkiye’ye ithali ve Türkiye içinde kesin yer değiştirmesi, yetkili Türk Makamlarının ön iznine tabi olacak ve silah ve mühimmatın Türkiye içinde yer değiştirmeleri karşılıklı mutabık kalınacak güvenlik ve koruma tedbirleri altında yapılacaktır. Silah ve mühimmatın ve gizli nitelikteki teçhizat ve malzemenin gümrük denetimi için özel usuller konacaktır. 3.Modernleştirme sonucu değiştirmek üzere belirlenecek teçhizat da dahil olmak üzere, bir tesisin işletilmesi için ihtiyaç duyulan silah ve mühimmat ile teçhizat ana kalemleri, ön bildirim yapılmadan Türkiye’den çıkartılmayacaktır. 4. taraflardan biri tesislerdeki faaliyetlerini sona erdirmeden veya kendi yeteneklerini önemli ölçüde azaltmadan önce, her iki Tarafın yetkili makamları aralarında istişare edeceklerdir. MADDE VI Bu Anlaşma amaçlarına uygun olarak, Birleşik Devletler Hükümetince ihtiyaç duyulan malzeme, teçhizat, ikmal maddeleri, hizmetler ve sivil el emeği, mümkün olan en geniş ölçüde Türkiye’den sağlanacaktır. MADDE VII 1.Bu Anlaşmanın amaçlarına uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından tahsis edilmiş ıslahat, tesisat, irtifak ve geçit hakları dahil, devlet mülkiyetindeki arazi kendisinden herhangi bir bedel istenmeksizin veya talebe yol açmaksızın Birleşik Devletler Hükümetince kullanılmaya devam olunacaktır. Bu madde, bu arazi sahalarının, ıslahat, tesisat, irtifak ve geçit haklarının mülkiyetinin Birleşik Devletler’e verildiği şeklinde yorumlanmayacak ve bu Anlaşmanın amaçlarına uygun olarak Birleşik Devletler Hükümetine belirli mülkleri sağlayan mevcut özel kira mukavelelerinin hükümlerini etkilemeyecektir. 2.Bu Anlaşmanın amaçlarına uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince Birleşik Devletler Hükümetine tahsis edilen arazi sahaları üzerinde, Birleşik Devletler tarafından veya onun adına inşa veya tesis edilen bütün taşınmaz mallar, toprağa bağlı mallar dahil olmak üzere, inşa veya tesis tarihlerinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin malı olacak ve Türk yetkililerince Birleşik Devletler Hükümetine ve onun personeline bu Anlaşma amaçlarına uygun olarak sözkonusu

296 malları kullanma hususunda verilen yetkiye halel getirmeksizin, bu şekilde tescil olunacaktır. Bu tür taşınmaz malların Birleşik devletler tarafından kullanımının kat’i sona ermesini müteakip, sözkonusu kullanım hakkı, geçmiş uygulamalar dikkate alınarak eğer varsa, karşılıklı saptanacak bakiye değerini Birleşik Devletler Hükümetine tazmin edecek olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine devredilecektir. Sözkonusu mallara, temel tesisat sistemleri ve binalara sürekli olarak eklenmiş veya yerleştirilmiş diğer sabit eşya da dahil olacaktır. 3.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Birleşik Devletler Hükümeti tarafından elden çıkarıldığı takdirde, mutabık kalınacak düzenlemelere uygun olarak, öncelikli iktisap hakkını haiz olacaktır. 4.Tesislerde yeni binaların veya toprağa bağlı diğer malların inşası ve mevcut binaların temel yapısını değiştiren yıkma, sökme, tadilat ve modernleştirme yetkili Türk makamlarının ön iznine tabi olacaktır. MADDE VIII 1.Münhasıran Türkiye tarafından yürütülen faaliyetler için kullanılan veya Türk personeli tarafından kullanılan mahaller hariç, tesislerin işletme ve bakım masrafları ve tesislerde karşılıklı olarak mutabık kalınmış inşaat, modernleştirme, tadil ve onarım masrafları Birleşik Devletler Hükümetince karşılanacaktır. 2.Taraflardan her biri kendi personel masraflarını ödeyecektir. 3.Birleşik Devletler Hükümetince talep edilen ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince tesislerin çevresine kadar götürülmesi sağlanan mahalli kolaylıkların tesise iletilmesi masrafları Birleşik Devletler Hükümetince karşılanır. MADDE IX 1.NATO savunma planlarını desteklemek üzere, İncirlik Tesisinde konuşlandırılmasına izin verilen Birleşik Devletler rotasyon filosu uçaklarının ve bunların destek birliklerinin ve bu Anlaşmanın I. Maddesinin 1. ve 2. fıkraları uyarınca izin verilen faaliyetleri destekleyen uçakların Türkiye’ye geliş ve gidişleri ile faaliyetleri, uygulama anlaşmalarına uygun olarak yürütülecektir. Bu Anlaşmalar ayrıca aşağıdaki hususları kapsayacaktır: A) İncirlik Tesisinin ortak kullanımı ve hava trafik kontrol hizmetlerinin sağlanması usulleri, B) İncirlik’teki rotasyon filosu uçaklarının eğitimine ait usuller.

297 2.NATO planlarını destekleyen ilave eğitime ait usuller tesbit edilecektir. Bu eğitimin uygulanması ayrı protokoller yoluyla gerçekleştirilecektir. 3.Bu faaliyetleri destekleyen uçaklar sözkonusu faaliyetlere hizmet eden muayyen askeri ve sivil havaalanlarına ineceklerdir. Bu faaliyetlerle ilgili olarak hareket eden ikmal gemileri Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince izin verilen Türk Limanlarına gireceklerdir. 4.Birleşik Devletler uçaklarının Türkiye’ye gelişi, gidişi ve tesisler arası uçuşlarını kolaylaştırmak için bu Anlaşmaya uygun hükümler getirilecektir. MADDE X Montreaux Sözleşmesinin hükümleri saklıdır. MADDE XI I.maddenin 1. fıkrasında belirtilen tesisler yetkili Türk makamlarının denetimine tabidir. Sözkonusu denetlemeler Tarafların yetkili makamları arasındaki, karşılıklı olarak tatminkâr idari düzenlemelere dayanacaktır. MADDE XII Bu Anlaşma’daki hiçbir husus, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin olağanüstü durumlarda milli varlığını korumak için, uluslar arası hukuka uygun olarak, gerekli kısıtlayıcı tedbirleri almak hususundaki doğal hakkını haleldar edemez. MADDE XIII 1.Bu Anlaşma, yürürlüğe giriş tarihinden itibaren beş yıl süre ile geçerli olacaktır. Taraflardan biri bu ilk beş yıllık sürenin bitiminden üç ay önce bu Anlaşmanın feshini ihbar etmediği takdirde, Tarafların mutabakatı ile yahut müteakip her yılın bitiminden üç ay önce Taraflardan birinin fesih ihbarında bulunması sureti ile sona erdirilinceye kadar birer yıl süreyle yürürlükte kalmaya devam edecektir. 2.Bu Anlaşmanın sona ermesi halinde, Birleşik Devletler Hükümeti, hukuken sona erme tarihini takip eden bir yıl içinde, geri çekme ve tasfiye işlemlerini tamamlayacaktır. Bu Anlaşma sözkonusu geri çekme ve tasfiye amacı için yürürlükte addolunacaktır. MADDE XIV İşbu Anlaşma Türkçe ve İngilizce metinleri aynı derecede geçerli olmak üzere 1980 yılı Mart ayının 29. günü, Ankara’da iki nüsha olarak yapılmıştır.

298 TÜRKİYE CUMHURİYETİ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ HÜKÜMETİ ADINA HÜKÜMETİ ADINA Hayrettin ERKMEN James W. SPAİN Dışişleri Bakanı A.B.D.Büyükelçisi

Not: 3 Numaralı “Tesisler Tamamlayıcı Anlaşması”na “Ek” olarak 7 tane “Tesis Uygulama Anlaşması” bulunmaktadır2.

2 Bilgi için bkz. T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s.14–47.

299 EK 2. 29 MART 1980 TARİHİNDE İMZALANAN VE 18 KASIM 1980 TARİHLİ VE 8/1951 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARIYLA ONAYLANAN “TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ABD HÜKÜMETLERİ ARASINDA KUZEY ATLANTİK ANDLAŞMASININ II. VE III. MADDELERİNE UYGUN OLARAK SAVUNMA VE EKONOMİK ALANDA İŞBİRLİĞİNDE BULUNULMASINA DAİR ANLAŞMA İLE BUNUNLA İLGİLİ TAMAMLAYICI ANLAŞMALAR VE UYGULAMA ANLAŞMALARI”NA İLİŞKİN OLARAK 16 MART 1987 TARİHİNDE MEKTUP TEATİSİ SURETİYLE YAPILAN EKLİ ANLAŞMA1

16 Mart 1987

Ekselans, Metni aşağıda yer alan 16 Mart 1987 tarihli mektubunuzu aldığımı bildirmekten şeref duyarım: “Ekselans, Kuzey Atlantik İttifakına üyelikleri ve ortak güvenlik çıkarları çerçevesinde, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nin, karşılıklı savunma ve ekonomik işbirliğine yaptıkları katkılar konusunda iki Hükümet arasında ahiren yapılan görüşmelere atıfta bulunmaktan şeref duyarım. Bu görüşmeler ortak savunmaya olan karşılıklı katkılarımız konusunda iki tarafta duyulan takdir hislerini arttırmıştır. Bu görüşmeler 1980 Türk-ABD Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) çerçevesinde karşılıklı yükümlülüklerimiz konusunda Hükümetlerimizin tutumlarını açıklığa kavuşturmaya imkân sağlamış ve bütün alanlarda işbirliğini güçlendirmek amacıyla çalışmak için iki tarafın arzularını teyid etmiştir. Şimdi bu görüşmeler sonucunda Hükümetimizin taahhüdünü teyid etmek isterim.

1 T.C. Resmi Gazete, Sayı:19739, 28 Şubat 1988, s.2–3.

300 Müşterek çıkarlarımızın geliştirilmesi için ve Türkiye’nin ortak güvenliğimize olan önemli ve emsalsiz katkısını dikkate alarak SEİA’nın, Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinin olduğu kadar Türk ekonomisinin de kuvvetlendirilmesine yardımcı olma yolunda ABD’nin ciddi bir taahhüdü olduğu inancından hareketle, Yönetim, SEİA’nın gayelerine ve ABD anayasal usullerine uygun olarak, Türkiye’nin ortak savunmaya yaptığı önemli katkıya mütenasip yüksek seviyede bir desteği, karşılıklı mutabık kalınmış tavsiyelere dayanarak, kararlı bir şekilde her yıl ABD Kongresi’ne önerecektir. Bu çerçevede ABD Yönetimi, Türkiye’ye tüm yardım talebinin gerçekleştirilmesi yolunda, herhangi bir diğer yardım talebine sağlandığından daha az olmamak üzere güç ve kararlılık göstermeyi taahhüt eder. ABD güvenlik yardımının tavizli ve bilhassa hibe bölümlerinin mümkün olan en yüksek düzeye çıkarılmasına, çaba göstermeye de kararlıyız. Türk Silahlı Kuvvetlerinin teçhizatının modernizasyonu için bütün diğer uygun yollarla da mümkün olan azami desteği sağlayacağız. FMS borçlarının halihazır şartlar altında Türk ekonomisi üzerindeki yükünü azaltmak ihtiyacını müdrik olarak, borçları hafifletme yolları arayacak ve Türkiye’ye ekonomik yardım sağlamak için çalışmaya devam edeceğiz. Türk-ABD ilişkilerinin sağlığına, Türk-ABD askeri işbirliğine veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarına esas olarak sağlanacak güvenlik yardımı yapılması çabalarımıza zararlı olabilecek yersiz hareketlere şiddetle karşı çıkacağız. ABD, iki ülke arasındaki işbirliğini daha da geliştirmek için sarfettiği çabalara Türk Hükümetinin mukabele edeceği güvencini taşımaktadır. Her iki hükümet, verimli ve etkili işbirliğini zaman zaman engelleyebilecek meseleler çıktığında, bunları süratle halletmek için muntazam aralıklarla toplanacak Türk ve Amerikan ilgili kuruluş ve makamlarının mes’ul temsilcilerinden oluşan bir koordinasyon grubu kuracaklardır. ABD, terörizme karşı mücadele etmek ve terörist hareketleri himaye eden, destekleyen veya yardımcı olan tüm faaliyetlere karşı çıkmak için Türk Hükümeti ile işbirliği yapmak kararlılığını teyid eder. ABD, SEİA’nın savunma sanayi işbirliği hakkında iki Numaralı Tamamlayıcı Anlaşmasının uygulanmasının geliştirilmesi için her iki Hükümetin de çaba

301 göstereceği anlayışındadır. Bu amaçla Birleşik Devletler, Türkiye’deki teçhizatın, araştırma, geliştirme, üretim, bakım ve onarımı ile savunma teknolojilerine ilişkin teknik bilgi değişimini geliştirmek amacıyla müştereken mutabık kalınacak çabalarda Türk Hükümeti ile birlikte çalışmaya hazırdır. Ortak Savunma Sanayi Yürütme Komitesinin düzenli olarak toplanmasını teşvik edeceğiz. Savunma mubayaası alanında ikili ticaretin geliştirilmesini kolaylaştırmak amacıyla her iki ülkenin kendi Temsilcilikleri kadrolarına uzmanlar atanması için Hükümetinizle işbirliği yapmaya da hazırız. Türk-ABD Yüksek Düzeyli Savunma Grubu düzenli olarak toplanmaya devam edecektir. Bu organın toplantıları karşılıklı güvenlik işbirliğinin tüm veçhelerini görüşmek için bir forum olmaya devam edecek ve bu işbirliğini geliştirmenin yolları hakkında her iki Hükümete, uygun görüldüğü hallerde, tavsiyelerde bulunabilecektir. YDSG gerekli göreceği alt gruplar kurabilir. Siyasi diyalogumuzun güçlendirilmesinin ve bütün alanlarda ilişkilerimizin genişletilmesini teşvik etmenin önemini göz önüne alarak, Birleşik Devletler, her iki Hükümetin düzenli siyasi istişarelere girmeyi arzu ettiği anlayışındadır. Birleşik Devletler ayrıca, Türk-ABD Karşılıklı Yatırım Andlaşması, Tekstil Ticareti Konusunda Türkiye ve ABD Arasındaki Mutabakat Muhtırası gibi son zamanlarda mutabık kalınan ikili mekanizmaların etkin biçimde kullanılması ve Türk-ABD İşadamları Konseyi gibi özel sektör girişimleri aracılığıyla ülkelerimiz arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin mümkün olan ölçüde genişletilmesi için her iki Hükümetin de çaba sarfedeceği anlayışındadır. Bu yaklaşım çerçevesinde, aralarındaki adil ve serbest ticaret esaslarına dayalı daha uygun uzun vadeli ticari ilişkileri teşvik etmek görüşünden hareketle, Türkiye ve ABD arasındaki karşılıklı ticaretteki engellerin kaldırılması için iki Hükümetin de elinden gelen her türlü çabayı göstereceği anlayışındayız. İkili ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesindeki ilerlemeler, düzenli olarak yapılacak Türk-ABD ortak ekonomik ve ticari istişareleri yoluyla izlenecektir. Bu itibarla, Türkiye ve ABD, yürürlükteki mevcut SEİA’nın 18 Aralık 1990’a kadar uzatılması anlayışındadırlar. Böylece Madde VII(1) aşağıdaki şekilde olacaktır:

302 “Bu anlaşma ve ona bağlı Tamamlayıcı Anlaşmalar 18 Aralık 1985’den başlamak üzere 5 yıl süreyle geçerli olacaktır. Taraflardan biri, bu 5 yıllık sürenin bitiminden 3 ay önce bu anlaşmanın feshini ihbar etmediği takdirde, Tarafların mutabakatı ile yahut müteakip her yılın bitiminden 3 ay önce Taraflardan birinin fesih ihbarında bulunması suretiyle sona erdirilinceye kadar birer yıl süreyle yürürlükte kalmaya devam edecektir. İş bu mektup ile Ekselanslarının buna olumlu cevabı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında, Türk Hükümetinin cevabı tarihinden itibaren geçerli olmak üzere bir anlaşma oluşturacaktır. Ekselans, en derin saygılarımın teyidini lütfen kabul ediniz. Saygılarımla, George P. Shultz” Hükümetimin, yukarıdaki hususlarla mutabık olduğunu bildirmekten şeref duyarım. Ekselans, en derin saygılarımın teyidini lütfen kabul ediniz.

Vahit HALEFOĞLU Bakan

303 ÖZGEÇMİŞ

1973 yılında Edirne’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Edirne’de tamamladı. Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. “Türkiye-İngiltere İlişkileri 1939–1946” başlıklı teziyle yüksek lisans derecesi aldı. 2001 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak görev yapan Kavuncu, aynı bölümde doktora öğrencisidir.

304