Cumhuriyet günlerde de korkardım kaybetmekten... Zamanın geçiciliğiyle ilgili duygu gibi, bu çelişkiyi de hep yaşadım... Sanırım ilk kez Andre Gide’de rastladığım bir söz beni Dikkat: Ataol Behramoğlu çok etkilemişti (Incil’den bir söz, yanılmı­ yorsam): ‘Hayatınızı kaybetmeden onu kazanamazsınız...’ İlk aşkın bitişinde bu­ nu acıyla yaşadım. Bitmesini istemiyor­ her an bir bisikletle dum, ama bitmişti, yapacak bir şeyim yok­ tu... ‘Dönüşü olmayan yerlere gitmekken başka... Bırakıp gitmek hep zor oldu, ama bırakıp gitmek gerektiğini hep biliyor­ dum ve hep yaşadım... dünya turuna çıkabilir... ’dan, Ege’nin tüm körfezlerinde yüzmek amacıyla, tek başına oto-stopa koyulduğumda, 20 yaşındaydım.. Bursa- Bandırma arasında, bir ağacın dibinde, İlk şiir kitabı “Bir annemin kızarttığı köftelerin paketini Ermeni General” açarken birden geri dönmek istediği yük­ seldi içimde, gözlerimden özlem yaşları 1965 tarihini taşıyor boşandı... Fakat sürdürdüm yolculuğu... Ataol Behramoğlu’nun. O Bandırma iskelesinden denize balıklama adadığımda, içimde geriye dönük bir öz­ günden bu yana geçen 28 yıl lem yoktu artık... tersine, ileriler, dayanıl­ mazca çekiyordu beni... Çok sıcak bir sa­ içinde tekrar baskılar da dahil bah İzmir’e yürüyerek girerken ayakları­ olmak üzere 20 kitap mın altı kanıyordu, ama muduydum. Yol­ culuğum bir ay kadar sürdü... Ege’nin yayımlamış Behramoğlu. tüm körfezlerinde yüzdüm, sayısız imaj Geçtiğimiz günlerde de şiir birikti zihnimde! O bir aylık süre, hayatı­ mın en olağan üstü dönemlerindendir... üzerine yazılarını “Yaşayan Yitirmekten korkuyorum, evet ama söz­ Şiir” ve son beş yılda yazdığı gelimi, bisikletle bir dünya turuna çık­ mak, hala çekici bir düşünce olarak görü­ şiirlerini “Sevgilimsin” nüyor. .. Günün birinde neler yapabilece­ adlarıyla kitaplaştıran ğim hiç belli değil... ” Kızmadan, tane tane yanıtlıyordu beni Behramoğlu’yla şiiri üzerine Behramoğlu. Ama kıpır kıpırdı oturduğu konuştuk. yerde.Ben de öyle... Birden ayağa kalkıp yürüyüşe çıkalım de­ dim. Şaşırmadı. Hatta birer pankart bile ENVER ERCAN alabilirdik ellerimize. Ama çekindim bunu söylemekten. Çünkü artık yalnızca yürüyüşe çıkıyordu insanlar. Ama iş "yürüyüş” olun­ ir konuşmamızda, “çocukken za­ ca ya çocukça bulunuyordu ya “köylüce”. manı durdurabilmek için yürüdü­ Hele pankart!.. Herkesi kendimize güldüre­ ğüm yo lu geriye yü rü rd ü m ” d em işti bilirdik. Çünkü “yuvarlanıp gitmeye” alış­ B Ataol Behramoğlu. Nedendir bil­ mıştı insanlar. Yaşıyorlardı işte, “şiirsiz, şi­ mem aklımda kalmış bu sözü. Yeni kitabı kayetsiz . ’ ’ Yürüyüşfik ri onun da hoşuna git­ “Sevgilimsin'i okurken birden irkildim. ti. Çıktık. Sokağa değil, “sokaklara " . . . B ir 1942 doğumlu olduğu yazılıydı arka kapak­ marşı usul usul mırıldansamıydık acaba? ta. Yani 50 yaşını aşmıştı Behramoğlu. Tu­ Onun da aklından aynı şeyler geçiyordu san­ hafıma gitti bu. Çünkü 3-4 yıldır tanryor- ki. Birbirimize bakıp vazgeçtik. Söyleşimiz dumonu. Hatta birlikte çalışmıştık bir süre. "Sevgilimsin”den başlamıştı ama, ben daha Ve hep bende 3-3 yaş büyük coşkulu bir ağa­ gerilere, ta ilk kitabına getirmek istiyordum bey imgesi bırakmıştı. Oysa 30 yaşını aşmıştı sözü.İlk kitabın “Bir Ermeni General”de en işte. rinde bu duygu hep yakaladı beni... Bur- umutsuz bir yarış, bir boğuşma... çok neyi merak ediyorum biliyor musun? Ama kendisiyle konuşmaya giderken za­ sa’da bir sabah, (artık ilk gençlik yıllama­ ‘Delikanlı coşku’ dediğin şeyin kaynağın­ Adını... Yoksa bölücü propaganda yapmak manı durdurmak için şimdi neler yaptığını daydık), kardeşlerimden biriyle, bir yol­ da böyle bir şeyler olsa gerek... Umudu­ için m i bu adı seçtin? değil de, o delikanlı coşkusunun kaynağını culuk için, erkenden çıkmıştık evden... mu hala yitirmiş değilim, ama bir yerde - “ ‘Bir Ermeni General’, aslında, soracaktım önce. Sordum da... Annemiz pencereydi... derinliğine durmak, hem hep hareket ha­ ‘Üvercinka’dan, ‘Yerçekimli Karan- “Zamanın geçiciliği duygusu beni çok ‘Bak’ dedim, ‘bu sabahı, penceredeki linde olmak... ‘Zamanın hem durduğu fil’den ‘Dünyanın En Güzel Arabista- erken yaşlarda yakaladı ve yaraladı. Aynı annemizi unutma...’ ‘Ne adamsın’, filan hem devindiği bir yer...’ Ya da ‘değişmez nı’ndan, ‘Galile Denizinden farklı bir ad yerlerde aynı şeyleri yaparsam zamanı gibi bir şeyler demişti kardeşim... 60’lı yıl­ ve değişken olan, sonsuzca...’ Kimi şiirle­ değildir... Ya da ne bileyim, ‘Çingene Ba belki durdurabileceğimi düşünürdüm... ların başlarında, bu kez gençlik arkadaşla­ rimdeki dizelerle...” ron’ gibi bir şey belki... Bir uyumsuzlul Bir şeyde derinleşmek, sürekli olarak aynı rıyla, (Haluk Şahin, Murat Belge, Yalçın Yanıtı iyi, güzeldi, yine de ‘'Sevgilim­ simgesi, bir yenilik arayışı... Bursa’da b şey: yapmak... Geçtiğim bir yoldan aynı Yusufoğlu, belki daha başka arkadaşlar), sin "deki şiirler hep sevgilinin “gözünün içine resim-şiir sergisi açmıştık... ‘Bir Ermer şekilde bir daha, bir daha geçmek gibi... Taksim Alanı’nın köşesindeki kahvedey­ bakan ” şiirlerdi. Ve “Bu aşk burada biter ve General’ adlı şiirim de vardı. Vali, buı Ya da geçmekte olan bir saniyede, o sani­ dik. .. Ya çok güzel bir sabah, ya bir akşa- ben çekip giderim ’ ’ demiyordu hiçbiri. Yok­ sa’da ziraat müdürü olan babama, ‘Seni yeyi derin biçimde zihnime kazımak... müstüydü... ‘Çocuklar..’ demiştim, ‘şu sa yitirmekten korkmaya mı başlamıştı? M e­ oğlan ne diye böyle şeylerle uğraşıyor, Bazı geceler uyanır, aynı odada yattığımız dakikaları, şu anda çok genç olduğumuzu rak ediyordum doğrusu... diye yarı tehdidi bir sitemde bulunmuş kardeşlerimin nefes alıp verişlerini dinler, unutmayalım...’ Bütün bunlar, hayatın -“Haklı olabilirsin... Sahip olduğum Ama tabii ki şiir yerinde kaldı. Sonraki y yandaki odada annemle babamın uyu­ geçip gitmekte oluşu, beni hep etkiledi, şeyleri kaybetmekten biraz daha korkar lar da, Sovyetler Birliği’nde T ürkoloji Er duklarını ve tüm bunların geçeceğini dü­ bugün de etkiliyor... Yaşanan bir an’ı de­ olduğum doğru... Fakat ben ‘yüreğimde titüsü’nde tarihçi ve türkologlara bir k şünürdüm... Hayatımın çeşitli dönemle­ rinliğine yaşamak, zaptetmek... Zamanla bir çocuk cebimde bir rovelver’ taşıdığım nuşma yapıyordum... Arkalarda dur

» v p a 1 r CUMHURİYET KİTAP SAYI biri garip garip sorular soruyordu... ‘Bu adamın bana bir garazı mı var?’ diye sor­ dum. Ermeni bir araştırmacı olduğunu, ‘Ermeni General’ adlı şiirim yüzünden ba­ na kızgın olduğunu söylediler... Şaşırıp kaldım. ‘Sanatı savcı kafasıyla yorumla­ mak’ diye bir yazım vardır. Mesele bun­ dan ibaret. (Çocukluğum Kars’ta geçti... Hep bir ‘ermeni’ sözü edilirdi çevrede, ama kimdirler, nedirler, bilmezdim. Yani hem çok bilinen, hem çok belirsiz bir şey... ‘Ermeni General’ imajının kayna­ ğında bunlar olmalı. Sonra ’da, Gedikpaşa’dâ, 1950’lerde, İstanbul’a taşı­ nan teyzemleri ziyarete gittiğimde karşı komşunun kızma âşık oldum... Ermeniy- di. Benim o sıralardaki birçok aşklarım gi­ bi, platonikti, kızın bu aşktan haberi yok- )» Propagandadan söz. açılmışken... Şiir se­ rüvenini tam bilmeyenler, şiirinin hep sloga­ na yakın durduğunu sanıyorlar. Oysa ilk şiir­ lerinden beri, hatta “Bir Gün Mutlaka"Jaki, “Yolculuk, özlem, Cesaret, Kavga Şiirle­ ri "ndeki şiirlerde bile atak söylemin yanı sıra koyu bir hüznü barındıran şiirler de yazdın. 1972’de yazdığın bir şiir var. Adı: Son Gü­ nün Şiiri. O şiirde "Bir yanım yalnızlık/ ve hüzün tiryakisi/ Bir yanım gemi azıya almaya hazır bir hayat çılgını. ” diyorsun ki, bence şi­ ir serüveninin anahtar sözcükleri bunlar. Şiirin üzerine konuşanların bile çoğu “Bir Gün Mutlaka yeneceğiz ey eski zaman sar­ rafları! Ey kaz kafalılar, Ey Sadrazam"dize­ leriyle algılıyorlar seni. Ama "Tatilde Aşk Şiiri", "Amcam Şair Ben Şair" gibi şiirlerini es geçiyorlar sanki. - “Sevgili Enver, aptallıklar eskiden beni kızdırırdı, şimdi biraz hüzün veriyor, bi­ raz canım sıkılıyor, fakat fazla kafa yormu­ yorum artık. Çünkü aptallık da organik, yapısal hastalık gibi bir şey, kolay kolay geçmiyor, bazılarının aptallığının iyileşme olasılığı hiç yok. Çünkü yapısal.. Kişinin yapısından geliyor. Uzun boylu ya da kısa boylu, esmer veya sarışın, ince ya da kalın kemikli olmak gibi bir şey. Adam aptal ve maca ve yine o romandaki kadar da otan­ gerek... Bir de, ergenlik ve ilk gençliğimin tutkuyla okudum. Turgut Uyarla çok sev­ değişme şansı yok. Benim yazdığım şürle- tiktir...) Bir şairin şiir tematiklerindeki, uzunca bir dönemini yaşadığım Çankı­ gili, saygın bir ilişkimiz oldu ’da. İl­ rin ne olup ne olmadığını tartışmayı canım biçimlerindeki çeşitlilik de bizdeki şiir rı’da, gösterişsiz, ilk bakışta farkedilme- han Berkle de. İstanbul’da Edip Canse- artık istemiyor. ‘Yaşayan Bir Şiir’ adlı kita­ eleştirisini pek ilgilendirmiyor... Bak, bir yen, ama neredeyse tüm yaşama sinmiş bir ver’le Cemal Süreya ile de tanıştım. Tur­ bımda, ‘Mekanik Gözyaşları’nda, kuram­ Şey söyleyeyim, ‘Lozan’ adında bir oyu­ mizah vardı... Hoca’nın Orta gut Uyar ve Ilhan Berk şiirlerime en baştan sal denebilecek yazılarım topluca var. Şii­ num oynanıyor, biliyorsun... Bu oyunun Anadolu’dan çıkması rasdantı olmasa ge­ ilgi gösterdiler, yakınlık duydular. Edip rimin tematiği ne olursa olsun, beni hep teksti ve sahnelenişiyle ilgili yazılar, benim rek... Cansever kendisiyle çok doluydu. Cemal başka bir şey, şiirdeki heyecan diyebilece­ yaklaşık otuz yıllık şairlik kariyerimde şiir­ 1970’li yıllarda yazdığım kimi dörtlük­ Süreya ise, ilk karşılaşmamızda, biraz oy­ ğim bir şey ilgilendirmiştir... Bir sanat ya­ lerim üstüne yazılan yazılardan daha ilginç lerde ve 80’li yılların ürünlerinden “İyi Bir nuyor gibi görünmüştü bana... Ama pıtı, akan, akmakta olan bir zaman parçası göründü bana. Demek ki ülkemizde Yurttaş Aıanıyor”da ise, yergi öğeleri ağır ‘Üvercinka’yı sevdim. ‘Yer Çekimli Ka­ gibidir... içinde bir enerji, bir hayat var­ ‘yöntemsel’ denebilecek bir şiir eleştirisi basar. “Bebeklerin Ulusu Yok”taki kimi ranfili ve Cansever’in bazı başka kitapla­ dır... İsmet’in bana bir mektubundaki oluşmadı henüz... ” şiirlerde de. Şu sıralar “humour” duygu­ rındaki şiirlerini de. Karşı çıktığımız şey, çok yerinde bir tanımla ‘sınırlarından ta­ Bir şey daha sormak istiyorum burada. Bu sundan (şiirde) uzak olduğum herhalde (hiç değilse benim karşı çıktığım ve bugün şan bir şiir*di aradığım hep... ‘Bir Gün ilk üç kitabında “humour'da var. Şiirinin söylenebilir, Buna karşılık “Lozan”da bir de karşı olduğum şey) imgenin metafora Mudaka’, ‘Kör Bir’, ‘Yeniden Hüzünle’ karakteristik bir özelliği gibi hatta. Ama da­ hayli mizah var...” indirgenerek daraltılması ve çağdaş Türk vb. pek çok ve belli başlı şiirlerim, sınırla­ ha sonra, özellikle de 1980 den sonra kaybo­ - Yazdığın yazıları okudum. Bir şey dikka­ şiiri mirasının küçümsenmesi, reddedil- rından taşma potansiyeli taşıyan şiirler­ luyor şiirinin bu özelliği. Neye bağlıyorsun tim i çekti. Garip şiirine sempati duyuyorsun mesiydi. Bugün Ahmed Arifi, ‘Yanık Ha- dir... Şiiri ölü bir retorik, bir süs, cansız bunu? da ikinci Yeni’ye karşı hep bir eleştirel tavrın va’daki bir Ceyhun Atuf u, Dağlarca’yı kü­ mecazlar yığını olarak anlayanların, bunla­ - “ ‘Humour’ beni hep ilgilendirdi... var. Oysa ilk kitaplarında Garip kadar ikinci çümsemek kimin haddinedir? Orhan Veli rı anlayıp değerlendirmesi beklenemez. Yaradılışında yoğun hüzünler olan biri Yeni esintileri de var bence. 1969da A nt der­ şiirinin T ürk şiir diline ve anlayışına muaz­ ‘Amcam Şair Ben Şair’, ‘Tatilde Aşk Şii­ için çelişik bir durum, değil mi? Ama, ne gisindeki açık oturumda ikinci Yeniye getir­ zam katkısı nasıl küçümsenebilir? ‘İkinci ri’ gibi şiirler de sınırlarından taşma po­ yapayım ki ve ne iyi ki, böyle... Gülmeyi diğiniiz) sert eleştiri hep sürüyor sende. Yeni Şiiri’ dar bir kast oluşturmuştu, şak­ tansiyeline sahip şiirlerdir... Oralardaki de güldürmeyi de seven biriyim... Bunda, - “İkinci Yeni şairleri benim ağabeyle­ şakçıları, taklitçileri haddinden fazlaydı. mizah öğeleri süsleme değildir, hayatın, ilk gençlik yıllarında okuduğum Rus ya­ rim, ustalarımdı... 1960 öncesinde Orhan Bu kastta, bu tavra karşı mücadele etmek yaşanmışlığın enerjisiyle doludur... Gene­ zarlarının, Puşkin’in, Gogol’ün, Dosto- Veli’den, Attilâ Ilhan’dan, Dağlarca’dan bizim yazgımızmış. Ben bundan pişman levin üstüne damlayan topal Ulviye, akta­ yevski’nin etkileri olsa gerek... Bu hüzün (daha öncelerde Necip Fazıl’dan, hece şa­ değilim. Zorunlu, kaçınılmaz bir karşı çı­ rın kollan bilezikli karısı, ya da çıktığım ve humour birlikteliği Çehov’un oyunla­ irlerinden) etkilendim. Fakat İkinci Yeni kıştı. 80’li yılların başlarmda bir akşamüs- kahve..bütün bunlar... (M . Kaçan’ınçok rında çokça vardır. Bu oyunlara sevdalı şiirleriyle karşılaştığımda, yadırgamadım tünü anımsıyorum. Ya hapisten, ya bir gö­ sevdiğim ‘Ağır Roman’ındaki kadar kur­ oluşum büyük ölçüde bununla ilgili olsa bu şiiri. İlhan Berk’in ‘Galile Denizi’ni zaltından çıkmıştım. Bebek Oteli’ni, ya da w

CUMHURİYET KİTAP SAYI 202 SAYFA 13 r r oralardaki barlardan birinin deniz kıyısın­ daki terasında bir an Turgut Uyar, , Cemal Siireya ve ben, dördü­ müz başbaşa kaldık. O buluşmayı günlü­ ğüme ayrıntılı olarak yazdım. Şimdi anım­ sadığım, ‘aynı anda üçünüzü birden ku­ caklamak istiyorum deyişim ve onların da bana onurlandırıcı sözler söyledikleridir. Edip Cansever’le yakın dost olamadık. Ama soylu bir insan, zarif bir insan ve bü­ yük bir şairdi. Turgut Uyar’ı gerçek bir ağabey olarak derinden sevdim, bir dö­ Bir Ermeni General/ nem şiirinde beni çok derinden etkileyen BirGünMutlaka/ Ne Yağmur... Ne Şi­ İyi Bir Yurttaş Aranı­ Dörtlükler/ A ta o l Kuşatmada/A ta o l AtaolBehramoğlu! AtaolBehramoğlu!de yerler vardır. Öldüğünde Paris’teydim. irler. .. / Ataol Behra- yor / Ataol Behramoğ- Bebramoğlu! Bebramoğlu! Yazko! Toplum Yayınevi/ Yayınevi! 1970, lstan- moğlu / Cem Yayıne­ lu! Yazko!1983, Is- ‘Ay Ölür Şimdi’ başlığıyla bir şiir yazmayı Desenler-.Orhan Tay­ 1981, İstanbul !60s. 196i, Ankara !J2 s. b ul/32s. v i!1976,İstanbul!80s. tanbul!60s. la n ! Ab ece Yayınlan- çok istedim, olmadı. ‘Üvercinka’, dediğim i/1980, İstanbul!32 s. gibi, beni çok etkilemiş bir kitaptır. Cemal Süreya ile yurtdışından dönüşümde (ölü­ münden birkaç yıl önce), buluşmalarımız yakın bir dosduğa doğru gelişiyordu. O bahar sabahı Taksim’e giden bir otobüste ölümünü Cumhuriyet gazetesinden öğ­ rendiğimde gözlerimden yaşlar fışkırdı. Onlar modern Türk şiirinin büyük öncüle­ ri, büyük ustalarıdırlar. Karşı çıktığımız ve karşı çıkmaya devam eniğim, snobluk, şü- rin daraltılması, eleştiriye kapalı bir tekel­ ciliktir. Brecht’in bir sözü vardır: Halka inmek değil, halkı kendine doğru yükselt­ MustafaSuphi Des­ Sevgilimsin/A ta o l Türkiye Üzgün Yur­ Eski Nisan/A ta o l Bebeklerin Ulusu YaşayanBirŞiir/ mek. Bu ikinci kaygıyı taşımayan; şiiriyle, tanı / Ataol Behramoğ- Bebramoğlu /A dam dum Güzel Y urdum Bebramoğlu!Adam Yok / Ataol Behra- AtaolBehramoğlu / lu ! Y en i T ü rkü ! 1112 Yayınlan! 48s.32s. yaşayan, canlı hayat arasında bağıntı kur­ / Ataol Bebramoğlu / Yaytnlan!64s. moğlu! AdamYaytn- Adam Yayınlan! 14s. s. Cem Yayınlan! 80s. mayı özlemeyen, şiiri bir retorik sanatı, la n !64 s. mecaz cambazlığı olarak gören şairi bugün de küçümsüyorum. ” - Aslında soruyu eksik sordum. Halkın Dostları nın Haziran 70 sayısında yayımla­ nan bir yazında net bir biçimde söylüyorsun düşündüğünü: “ikiedebiyat anlayışına karşı­ yız bugün. Bunlardan ilkini ‘İkinci Yeni du­ yarlığı ’diye adlandırabiliriz.(...) Karşısında olduğumuz ikinci bir edebiyat anlayışını ‘edebiyatta mekanik toplumculuk’ diye ad­ landırmak yerinde olur. Toplumcu şiiri bir­ takım kavramların alt alta dizilmesi olarak gören anlayıştır bu. ” Kim ileri kastediyorsun ¡kinci kesimden, 1940 kuşağını mı, yoksa kendi döneminizin kim i şairlerini mi? ama isim verirsen daha çoksevinirim. de şiriin yapısal analizi konusunda çalış­ - “ ‘Halkın Dosdan’nda 40 kuşağı şairle­ malar henüz emekleme döneminde... ” rine haksızlık enik. Yeterince değerlendi­ - Yeniden senin şiirine dönmek istiyorum. remedik onları. ‘Militan’da ben A. Ka­ Şiir serüvenin hep iki kanaldan akıyor: Lirik dire, Rıfat Ugaz’a özel sayılar ayırarak bir ve epik... Ve benim kanım şiiri en yoğun bi­ ölçüde özeleştirimi yaptım. Mekanik top­ çimde lirik şiirlerinde yakalıyorsun. Epik şi­ lumcular diye nitelediklerim, daha çok irlerinde ise hep “didaktik” bir yan buluyo­ kendi kuşağımızdan kimi şairlerdi. Sonra­ rum . ., Benimki bir saptama... dan bu kavramı ‘organik şiir’ tanımına - “Doğru bir saptama... 60’lı yıllarda bir doğru genişlettiğimi biliyorsun... Hakiki akşam Kızılay Bulvarı’ndan İsmet’le volta olan her şey kabulündür. Yığma olmayan, atarken, ‘siyaset adamı mı olmalı, şair mi, mekanik olmayan, canlı ve içten gelen her bu ikilem beni bunaltıyor’ demiştim. şey... (Elbette özgün olması ve ustalıkla ‘Senin şiirin işte bu ikilemden oluşuyor’ yoğrulması koşuluyla.) Sahteliğin ustacası anlamında bir şey söylemişti... Bazen di­ ise, ister toplumcu olsun ister bireyci, bana daktik bir şeyi yazmak kaçınılmaz oluyor. acemi sahtekârlıktan daha itici geliyor.. Uğur’un öldürüldüğü günün ertesinde o Mekanik olan toplumcu şiirden biraz daha şiiri yazamasam, kendimi şair olarak eksik, söz edecek olursam... Mayakovski’nin ha­ görevini yapmamış hissederdim. Bununla rika bir yazısı var, şimdi adını anımsaya- didaktik gibi görüneni de içten gelerek, iç­ madığım uzunca bir inceleme. Dönemi­ ten gelen bir itkiyle yazdığımı söylemek is­ nin çok hızlı bazı proleter şairlerinin kimi tiyordum. ‘Bebeklerin Ulusu Yok‘, şiirlerinin, yapı ve biçim olarak, eleştirdik ­ ‘Mustafa Suphi Destanı’ gibi daha uzun leri, saldırdıkları Pastemak, Blok vb. gibi soluklu çalışmalar da öyle... O şiirlerin de şairlerden nasıl araklama olduğunu göste­ işlevi olduğuna inanıyorum. ” ren yaman bir yazı... Bizde böyle bir şiir - Peki keşke yazmamış olsaydım dediğin şii­ eleştirisi yok. Haşan Hüseyin’in kimi şiir­ rin var mı? lerinin iskeletinde, Attilâ Ilhan’ı çokça ve - “Yok,diyebilirim...” kimi kez Edip Cansever’ibulabiliriz... Biz- - Bir de tersinden sorayım öyleyse. Bir yan-

SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 202 me yeteneğinin hazzını tadamayanlara ne yazık. Deterministçe bir iyimserliğe sahip değilim. Ama insan olmak, olduğum gibi Ataol Behramoglu'nun Şiirine Kısa Bir Giriş olmak, beni müthiş heyecanlandırıyor. Kapitalizm (ve emperyalizm) ise her za­ mankinden daha çirkin. ” - Yurtdışmda epeyce kaldın. Dikkat evt- JEAN BAPTİSTE PARA* tim, öylesi dönemlerinde duygu seline hiç kaptırmamışsın kendini. Lirik şiirlerinde bi­ Ataol Behramoğlu 1942 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ki­ le epik bir yan var. Bir de yine bu dönemle­ tabını 1965’te, yani ’in ölümünden iki yıl rinde başlayan bir tutumun var: Şiirleri az sonra yayımladı. Rus dili ve edebiyatı eğitimi gördü, özel­ sözcükle kuruyorsun. Tabii akla ilk “sözcük ekonomisi" kaygısı geliyor. Ben daha derinde likle de Çehov’un yapıtlarını çevirdi. Daha önce Ataol Beh- nedenler var mı, onu merak ediyorum? ramoğlu’nu yalnızca, Fransız dergilerinde çıkan kimi şürle- - “Duygu seline kapılmadığımı nerden rinden ve bir fotoğrafından tanıyordum. Şiirleriyle nasıl ya­ çıkardın? ‘Yolculuk, Özlem, Cesaret ve nımdaysa, bana göre bir kişilik ve bir yüz olarak bu resmiyle Kavga Şiirleri’ ne olacak? Hele Paris Şiirle­ de yanımda demekti. Fotoğrafta arka planda Puşkin’in bir ri dizisi... ‘Çocukluğumun bir İstanbul de­ portresini gördüğümü anımsıyorum. Bu, kuşkusuz, simge­ nizi/ El ediyor bana dar bir aralıktan...’, sel değeri olan bir ayrıntı. Bak, Paris Şiirleri’nin bu dördüncüsünü Ataol Behramoğlu ozanlıkla çevirmenliği, edebiyat dergi­ de (özellikle onu) yangından kurtarmak leri çıkarıp bunları yönetmeyi bir arada yürütmüş, ama ayrı­ isterdim... Az sözcükle şiir kurmak diye bir derdim yok. Ama tersi de yok. Laf ebe­ ca bir toplumsal ve siyasal tavrı da olmuş. Söz konusu çeşitli liğini sevmiyorum, eski deyimiyle, belagat- etkinlikleri arasında köklü bir bağlantı buluyorum. Ataol ten hoşlanmıyorum. ” sansürün, hapishanenin, sürgünün acı deneyiminden de - Haklısın, biraz yanlış oldu sorum. Ben geçmiş. 1980 hükümet darbesinden sonra Fransa’ya sığı­ son yıllarım kastetmiştim aslında. Beki bir de nıp burada beş yıl kalıyor. Paris onun yaşadığı tek Avrupa bugünkü şiir ortamına gelelim. Senin karşı kenti değil, yolu Londra ve Moskova’ya da düşmüş, oralar­ olduğun bu şiir duyarlığı egemen bugün şiir da da yaşamış. Şürlerinde kent temasının derin bir izi görü­ beyaz sayfalarda hemen görülür. Onun şiirlerinih her biri ortamına. İkinci Yeninin uzantısı diyebile­ lüyor. Baudelaire ve Verhaeren’den, T.S. Eliot ve Feman- dünyaya açılmış bir penceredir. Behramoğlu ’nda büyük bir ceğimiz bir duyarlık bu. Ayrıca şairde politik bir tavrın olması, şiirlerine yansıması "ba­ do Pessoa’dan bu yana kent şiire önemli ölçüde girmiştir. duygu inceliği var ki bu, dizelerde özlü bir anlatımı sözler­ Ataol Behramoğlu’nda ise kent bir gezip dolaşma ve bir yal­ nal" bulunuyor genelde. Senin yorumun ne deki akıcılık ile birleştirmeye çok özen gösteren, yapmacık­ bu konuda? nızlık yeridir, şu dizelerinde görüleceği gibi: sız bir dilde yansıyor. Onun yazdığı şiir, kendinde varol­ - “Sevgili Enver, ‘Ataol Behramoğlu gül­ maktan başka boyutu bulunmayan insanoğlunun bütünlü­ dü burada’ diye yaz... ‘Güldü ve şöyle de­ Ve Eyfel ejderha gövdesinin üstünde ğünün ve bu bütünlükten kopuşunun şiiridir. Şunu da ekle­ di: Vah o şairlere ve o şiir duyarlığına... Yumruk kadar ufak bir beyin taşır mek gerekir: Ataol Behramoğlu’nda başkaları, yalnızca şiir­ Oysa hayat ne kadar büyük, ne kadar eşsiz, Bön, sersem gözleriyle yaklaşıp uzaklaşır lerinin seslendiği erkekler ve kadınlar değil, aynı zamanda şiir için nasıl sonsuz olanaklarla dolu... ozanın kendisine de ses ve yüz kazandıran şeylerdir. Behra­ Kendilerini sözcüklerin, -daracık, küçü­ istersen yıkıl oraya, aşktan ümitsizlikten moğlu’nun şiiri yalnızlığın acı verici biçimde etkisini göster­ cük, ufuksuz- dünyaları içine hapsedenle­ re ne yazık... Güneş bir çok kez doğacak Bağır, çıldır, geber istersen diği ruh kargaşası anlarında bile bir karşılıklılık içeriyor: Bu şehir seni her an aşacaktır batacak, onlardan hiçbir iz, tek bir sözcük kalmayacak... Oysa Mehmet Emin Yur­ İnsan seslerine tutunarak ilerliyorum dakul, Mehmet Akif gibi şairlerden bile Ne var ki aynı zamanda bedenlerin ve yazgıların rastlaştı­ Kollarım alabildiğine açık belki büyük sanatkâr oldukları için değil, ğı, birbirlerine hafifçe dokunduğu yerlerdir; kimi kez bir Yuvarlanmamak için uçuruma ama sırf namuslu, yüce gönüllü insanlar ol­ karşılaşmanın içe doğmasına; dayanaksız, bir anlık bile olsa dukları için, bir şeyler hep yaşamaya de­ en gerçek bir karşılaşmanın aydınlanıvermesine yol açarlar. insan seslerine tutunarak ilerliyorum vam edecek...” Ataol Behramoglu’nun yapıdarının yirminci yüzyıl Türk Yolumu yitirmemek için Evet haklıydı Behramoğlu... Güneş birçok şiirinin en verimli damarlarından birinin içinde, tam da Nâ­ Boğucu karanlıkta kez doğup batacaktı. Tıpkı şimdiolduğu gibi. zım Hikmet’in şiirlerinde görkemli bir biçimde gerçekleşen Ve insanlar hızlı adımlarla bir yerlere ye­ şiir damarlarından birinin içinde bulunduğunu sanıyorum. Bu ozanda duyduğumuz sesler, biçimlerinde oldukları tişmenin telaşına kaptırmışlardı bile kendile­ rini. Bizse marş söyleyememiştik ama denize Daha kesin olmak için Abidin Dino’nun vaktiyle Europe kadar duygusal gerçekliklerinde de titizlikle söylenmiş söz­ dergisinde yayımlanan bir yazısından şu sözleri aktarmak inen bir sokakta tam da güneşin battığı nok­ lerdir. Kısacası bunlar, dinlemenin sessizliğinde, içinde taya doğru yürümeye başlamıştık, “Sevgilim- istiyorum: “Türkiye’de şiir kullanılagelen bir nesnedir. Bin herkesin kendi yüzünü ve türdeşlerinin yüzünü tanıdığı bir sin "deki bir şiiri usulca mırıldanarak: yıllık Anadolu geleneği (Köylerde ve kenderde) şiir diline söz aynasına dönüşüyorlar. ■ iletişim aracı olarak öncelik vermiştir.” Ataol Behramoğ­ İsim nedir ki lu nun şiirlerinde duyduğumuz, insandan insana geçici, cö­ (*) Europe dergisi yayın yönetmeni ozan Jean Baptiste Paranın, Fransa’da Bulutlara yazılır geçer mertçe söylenmiş, yapmacıksız sözlerdir. Behramoğlu şiir "Belles Etrangers” günleri dolayısı ile, 5 Mayıs 1993’te Paris'te Georges- Pomptdou Merkezi’nde düzenlenen Türk şiiri toplantısında yaptığı konuşma. yazarken insan kardeşlerinin yüzü, başkalarının bakışları (Fransızca’dan çeviren: Yaşar Avunç.) Yüzüm nedir ki Akarsuya çizilir geçer

gtndan geriye yalnızca üç şiirin kalsa bunla­ daha yerinde. Oldukça zor günler, yıllar ge­ terdim. İnsanın kendinden başka yazgısı Ömür nedir ki rın hangileri olmasını isterdin? çirdin. Hapse girdin, yurtdışmda sürgün ya­ yok. Bu yazgının ille de mudu bir sonla Kurulur bozulur geçer - “Üçten fazla şiirimi kurtarmak ister - şadın. Bu senin seçimindi. Pişman olmadığı­ noktalanması diye bir şey yok. Ama insan­ dim: ‘Bir Gün Mutlaka’, ‘Yeniden Hü- nı biliyorum. Beki bugün gelinen noktada, da müthiş bir şey var: Müthiş bir sevme Sevda nedir ki zünle’,‘Kör Bir’, ‘Yaşadıklarımdan Öğ­ dünyada ve Türkiye’de gelinen noktada bir yeteneği, müthiş bir özveri, kendinden Dokunursun süzülür geçer rendiğim Bir Şey Var’, ‘Unuttum Nasıldı boşluk duygusu yaşıyor musun zaman za­ daha başka bir şey olabilme potansiyeli. Annemin Yüzü’... Ve ‘Türkiye, Üzgün man? Ya da şöyle sorayım: Sosyalizmin, kale­ Shakespeare’i, Kant’ı, Einstein’ı yaratan Şiir nedir ki Yurdum, Güzel Yurdum.’” si denilen ülkelerde bile rafa kaldırılmasını insanlık için ne diye karamsar olayım. Sezilir geçer - Hep şiirden söz ediyorum. Senin politik neye bağlıyorsun ve bu sonuç sende nasıl bir Marksizmi küçümseyene sadece acırım. bir kimliğin var şairliğinin yanı sıra. Daha duygu yarattı? Marks, şiirle matematiğin birleştiği müt­ İnsan nedir ki doğrusu ikisi iç içe geçmiş bir kim lik demek - “Değişimin daha sancısız olmasını is­ hiş bir beyin. İnsanın kendini dönüştür­ Bir şeylere sevinir üzülür geçer.

CUMHURİYET KİTAP SAYI 202 İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi